t.c. gazİ ÜnİversİtesİlİtÜsÜ sİyaset ve sosyal bİlİmler...
TRANSCRIPT
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİYASET VE SOSYAL BİLİMLER BİLİM DALI
ERKEN DÖNEM TÜRK DEMOKRASİSİNDE (1946-1950)
LİBERAL ARAYIŞLAR
HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ
MASTER TEZİ
Hazırlayan
M. Kürşad BİRİNCİ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Ahmet ÇİĞDEM
ANKARA-2007
Sosyal Bilimler Enstitisü Müdürlüğü’ne
Mustafa Kürşad Birinci’ye ait Erken Dönem Türk Demokrasisinde (1946-1950) Liberal
Arayışlar: Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti adlı çalışma, jürimiz tarafından Kamu
Yönetimi Ana Bilim Siyaset ve Sosyal Bilimler Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak
22 Şubat 2007 tarihinde yapılan savunmadan sonra kabul edilmiştir.
Başkan
Prof. Dr. Kadir Cangızbay
Üye
Prof. Dr. Ahmet Çiğdem (Danışman)
Üye
Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne
I
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER ............................................................................................ I
KISALTMALAR .......................................................................................IV
1. GİRİŞ.....................................................................................................1
2. BATI’DA LİBERALİZMİN OLUŞUM SÜRECİ
2.1. LİBERALİZMİN OLUŞUM SÜRECİ.........................................................11
2.1.1. Liberalizmin Tanımı ................................................................20
2.2. LİBERALİZMİN TEMEL İLKELERİ ..........................................................26
2.2.1. Bireycilik .................................................................................27
2.2.2. Hürriyet...................................................................................30
2.2.3. Liberal Rasyonalizm...............................................................32
2.2.4. Kendiliğinden Doğan Düzen...................................................34
2.2.5. Piyasa Ekonomisi ...................................................................36
2.2.6. Sınırlı Devlet...........................................................................38
3. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ ÖNCESİNDE TÜRKİYE’DE LİBERALİZM
3.1. TÜRKİYE’DE LİBERALİZMİ KARAKTERİZE EDEN BİRKAÇ TARİHÎ/FİKRÎ
NOKTA ..................................................................................................41
3.2. OSMANLI’DA LİBERALİZM ..................................................................44
3.2.1. Sened-i İttifak ve Getirdikleri ..................................................45
3.2.2. Tanzimat Dönemi ...................................................................46
3.2.3. 1876 Anayasası Rejimi...........................................................47
3.2.4. İkinci Meşrutiyet......................................................................49
3.3. CUMHURİYET VE TEK PARTİ DÖNEMİ .................................................51
3.3.1. Birinci Meclis ..........................................................................52
3.3.2. Çok Partili Siyasî Hayata Geçiş Denemeleri ..........................54
3.3.2.1. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası....................................55
3.3.2.2. Serbest Cumhuriyet Fırkası .............................................57
3.3.3. 1930’dan 1945’e.....................................................................60
3.4. ÇOK PARTİLİ SİYASÎ HAYATA GEÇİŞ ..................................................61
II
3.4.1. Demokrat Partinin Kuruluşu ...................................................63
3.4.2. 1946 Seçimleri........................................................................66
3.4.3. Demokrasiye Geçiş Sürecinde Demokrasi Tartışmaları .........68
4. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ
4.1. CEMİYETİN KURULUŞU .....................................................................74
4.1.1. Felsefesi ve Kurucu İlkeleri ile HFYC .....................................78
4.1.1.1. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Beyannamesi.....................80
4.1.1.1.1. Amaçlar .....................................................................80
4.1.1.1.2. Prensipler ..................................................................81
4.1.2. Cemiyetin Oluşumunda Etkili Siyasî ve Sosyal Atmosfer .......84
4.1.3. Kurucuları ve Yöneticileri ile HFYC ........................................86
4.1.3.1. Ali Fuad Başgil.................................................................87
4.1.3.2. Ahmet Emin Yalman ........................................................89
4.2. CEMİYETİN FAALİYET VE NEŞRİYATI...................................................92
4.2.1. Panel ve Konferansları ile HFYC............................................93
4.2.2. Kitapları ve Bildirileri ile HFYC................................................95
4.2.3. Hür Fikirler Mecmuası ............................................................98
4.3. CEMİYETİN GÜNÜN MESELELERİNE BAKIŞI ....................................... 102
4.3.1. Dil Meselesi .......................................................................... 103
4.3.2. Şahıs Hürriyet ve Masuniyetinin Teminatı ............................ 106
4.4. CEMİYETİN GÜCÜ VE FAALİYETLERİNİN ETKİSİ.................................. 108
4.4.1. Gazeteler ve Süreli Yayınlarda HFYC .................................. 110
4.4.2. Bir Fikir Hareketi Olarak HFYC............................................. 110
4.5. LİBERAL DÜŞÜNCE GELENEĞİ İÇİNDE HFYC’NİN YERİ ...................... 113
4.6. CEMİYETİN SONU........................................................................... 114
4.6.1. Başgil’in Son Kongresi ......................................................... 115
4.6.2. Ayrılığa Neden Olan Tartışma: Din ve Laiklik ....................... 116
4.6.3. Cemiyet’in Başgil Sonrası Dönemi ....................................... 120
5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ....................................................... 124
KAYNAKÇA.......................................................................................... 131
EKLER .................................................................................................. 144
EK 1. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ ESAS NİZAMNAMESİ ..... 144
III
EK 2. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ BEYANNAMESİ .............. 153
ÖZET..................................................................................................... 160
ABSTRACT........................................................................................... 162
IV
KISALTMALAR
a.g.e. Adı Geçen Eser
a.g.m. Adı Geçen Makale
AP Adalet Partisi
BM Birleşmiş Milletler
c. Cilt
CHF Cumhuriyet Halk Fırkası
CHP Cumhuriyet Halk Partisi
Çev. Çeviren
Der. Derleyen
DP Demokrat Parti
Ed. Editör
Haz. Hazırlayan
HFYC Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti
İMB İstanbul Muallimler Birliği
LDT Liberal Düşünce Topluluğu
MKP Milli Kalkınma Partisi
LI Liberal International
TCF Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
SCF Serbest Cumhuriyet Fırkası
SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
1. GİRİŞ
Her fikir hareketinin bir geleneği vardır. Entelektüel anlamda ciddiye
alınabilecek her türlü akım ya da ideoloji ardında manalı bir tarih
barındırmaktadır. Böyle bir birikimden mahrum bir fikir akımının, değil bir
ülkenin fikrî coğrafyasında yer bulabilmesi, ona aşkla bağlı küçük bir
topluluğun hayatını bile farklı kılabilmesi mümkün değildir. Tarih, mağlup
krallar, sultanlar, prensler tarihi olduğu kadar, bu tip romantik, marjinal
akımlar tarihi olarak da okunmaya müsaittir. Liberalizmin Türk siyasî tarihi
içindeki rolüne ilişkin Türk entelijensiyası tarafından geliştirilen ve genel
bir kabulü yansıtan yaklaşımlar da, ya onu romantik bir sapma olarak
görmektedir ya da göz ardı etmektedir. Bu yaklaşımlara göre, Türk siyasî
hayatına 1980 sonrası girdiği iddia edilen liberal düşünce, güncel siyasî
retorikte ve zaman zaman entelektüel muhitlerde ifade edilen şekliyle,
kökü dışarıda, ülke gerçeklerine ilgisiz, nev zuhur bir akımdır.
Bu yaklaşımlar iki açıdan bilimsellikten uzaktır. İlk olarak, bir fikrî
sistemin kökünün dışarıda olduğunun dile getirilmesinin siyaset bilimi
açısından ciddi bir anlam ifade ettiği söylenemez. Bilim evrensel olduğu
gibi, siyaset biliminin ve siyasî düşüncelerin kaynakları da beynelmileldir.
Bir ideolojinin ya da fikir akımının köklerinin nereden geldiğinin, onun ne
olduğunu anlamak için yapılacak analizler üzerindeki önemi sınırlıdır.
İkinci olarak, liberal düşünce, Türk siyasî hayatına 1980 sonrası giren bir
“ideoloji” değildir. Osmanlı İmparatorluğu’na modernleşme akımlarıyla
girmeye başlayan liberal fikirler, İmparatorluğun son dönemlerinde, -19
yüzyılın ikinci yarısında- daha çok Yeni Osmanlılar Cemiyeti vasıtasıyla,
kendisine, devletin kaderini belirleyen tartışmalar içinde sınırlı da olsa yer
bulmuştur. Daha sonra, 20 yüzyılın başında, Prens Sabahattin ve Cavid
Bey gibi etkili liberal siyasî simalar, liberal fikirleri hem kendilerinden
öncekilere nazaran daha etkili şekilde hem de liberalizmi daha hâkim bir
üslup ve yaklaşımla seslendirmiştir. Cumhuriyet dönemindeyse,
liberalizm, kendisine Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest
2
Fırka’da önemli bir yer bulan; Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti marifetiyle çok
partili siyasî hayata geçiş sürecinde mühim rol alan bir düşünce akımı
olarak tezahür etmiştir. Ancak, bu tarihî birikimin varlığı, onun, şüphesiz
Türk siyasî tarihinde milliyetçilik veya devletçilik veyahut sosyalizm kadar
etkili olduğu anlamına da gelmemektedir.
Liberalizmin Türkiye’de yaşadığı tarihsel serüvende, bu çalışmanın
konusu olan Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin özel bir yeri bulunmaktadır.
HFYC’ye bu niteliği kazandıran üç neden vardır. Bunlardan ilki HFYC’nin,
liberal bir cemiyet olarak, kendisinden önce faaliyette bulunmuş benzeri
cemiyet ve partilere nazaran daha uzun süre hayatta kalmış olmasıdır.
Daha önceki bazı hareketlerin faaliyet dönemleri ancak aylarla ifade
edilmektedir.
Osmanlı’nın son yıllarında Prens Sabahattin öncülüğünde kurulan
Ahrar Fırkası ve onu takiben Hürriyet ve İtilaf Fırkası, imparatorluğun
içinde bulunduğu çalkantılı durumun ve savaşın neden olduğu olağanüstü
vaziyetin etkileriyle Türk Siyasi Tarihinde kalıcı izler bırakamamıştır.
Cumhuriyet döneminde ise, liberal olarak adlandırılabilecek ilk siyasi
muhalefet hareketi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Kasım 1924’de
kurulmuş, ancak altı ay sonra hükümet tarafından kapatılmıştır.1 1930’a
gelindiğinde ise Gazi’nin sadık muhalefeti olarak teşekkül eden, ancak
gerçek anlamda muhalefet olmaya yaklaştıkça iktidar sahiplerinin
gözündeki meşrutiyetini tartışmalı kılan Serbest Cumhuriyet Fırkası,
sadece doksan dokuz günlük bir faaliyet döneminden sonra kapanmıştır.2
İkincisi, HFYC’nin, liberal bir cemiyet olarak, başka hiçbir üstün amaç
gütmeden, bireyin özgürlüğünü ve minimal devleti savunmuş olmasıdır.
Kendisinden önceki yaklaşımlardaysa, liberal değerler, ya imparatorluğun
1 Mustafa ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce: Liberalizm, Ed. Murat Yılmaz, (İstanbul: İletişim, 2005), 33. 2 Cem EMRENCE: 99 Günlük Muhalefet: Serbest Cumhuriyet Fırkası, (İstanbul: İletişim,
2006), 79,
3
bekası için önerilen bir kurtuluş çaresiydi, ya da iktidar tarafından
sahiplenilmemiş siyasî tercihlerden biri olarak görülmekteydi.
Osmalı’ya liberal ilkeler önce, 19 yy ilk yarısından itibaren, devletin
izlediği modernleşme çabasının rotasının batı olması ve Batı’nın esas
itibari ile liberal siyasi kurumlara dayanmasından dolayı, bu proje ile
mündemiç olarak girdi. Ancak bu dönemde liberalizm siyasî bir doktrin
olarak algılanmaktan uzaktı. İmparatorluğun son yıllarında, liberal ilkelerin
kendilerinden öncekilere nispetle daha etkili savunusunu yapan birkaç
sima çıksa da, onların da üsluplarında belirgin olan “devletin bekası”ydı.
Cumhuriyet döneminde ise, Cumhuriyetin kurucu kadroları, devrimin
kendilerine sağladığı “her türlü meşruiyetin -yani iktidar olmak için gerekli
referansların- kendilerinden kaynaklandığı” yönündeki inançla, neredeyse
tüm modern siyasî ideolojileri merkezde toplamalarıyla temayüz
etmişlerdi; birkaçı istisna, sosyalizm, liberalizm ve özellikle liberalizmin
siyasî veçhesi. Bu minvalde, tek parti karşısındaki muhalefet
hareketlerinin siyasî pozisyon tercihleri sınırlıydı ve ciddiye alınabilecek
tüm muhalif oluşumlar liberal karakterliydi.
Sonuncusu, HFYC’nin, Türk liberal düşünce geleneği içinde özel
anlamlar taşıyan bir hareket olmasıdır. Öncelikle, HFYC, cumhuriyet
döneminde “liberal toplumsal-siyasal paradigmanın bir entelektüel
hareketin referans çerçevesini oluşturduğu”3 ilk sivil teşekküldür.
Cemiyet’in “liberal” sıfatını kaybettiği 1950’lerin başından 1990’lara kadar
ikinci bir örnek mevcut değildir.4
3 Mustafa ERDOĞAN: a.g.m., 36. Erdoğan bu tanımlamayı Liberal Düşünce
Topluluğu’na atfen yapmıştır. Ancak bu iddia en az LDT için doğru olduğu kadarıyla,
HFYC için de geçerlidir. Hatta ikisi arasındaki öncelik payesini HFYC’ye uygun görmek
gerekir. 4 1992’de gayri resmi, 1994’de de resmi kuruluşunu tamamlayan LDT, Cumhuriyet
dönemi Türkiye’sinde liberal fikriyatın gelişmesi için çaba gösteren “ikinci” sivil toplum
girişimi olarak, yukarıda sayılan özellikler yanında, çalışma prensipleri, faaliyetleri ve
örgütsel yapısı açısında da HFYC ile büyük benzerlikler taşımaktadır.
4
Öte yandan, cemiyetin kapanmasına neden olan süreç, Türk liberalizm
tarihi açısından bir kırılma noktasına işaret eder. Cemiyetin kurucu
önderleri Ali Fuad Başgil ve Ahmet Emin Yalman’ın fikirleri, tavırları ve
tutumları üzerinden okunabilen bu kırılma, liberal fikriyatın günümüzdeki
durumuna ilişkin anlamlı veriler sunmaktadır. Biri (Ahmet Emin Yalman)
liberalizmi Batı tipi yaşam tarzı olarak yücelten, diğeri (Ali Fuad Başgil)
insan haklarını, bireyin özgürlüğünü, sınırlı devleti önemseyen bu iki ana
akım günümüzde de varlıklarını sürdürmektedir.
Öte yandan, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin kurulmasında ve faaliyet
gösterebilmesinde, iktidar mensuplarının demokrasiye gösterdikleri
tahammül ve dönemin Türk demokrasisi için pek çok yeni oluşuma gebe
olması da mühim rol oynamıştır. İkinci Cihan Harbi’nin son yılında
Birleşmiş Milletler San Fransisko toplantısında iktidarın üstlendiği
yükümlükler, ülkede demokratik teamüllerin gelişmesi için uygun bir ortam
sağlamıştır. Özellikle muhalif basında, -Tan ve Vatan- tek partili sistem
eleştirilip, demokrasinin ilke ve kurumlarıyla birlikte ülkede uygulanması
gerektiği vurgulanmaya başlamıştır. Demokrasinin anlamlandırılmaya
çalışıldığı ve bu hususta tartışmaların yapıldığı 1945’de, iç ve dış bazı
sorunların da etkisiyle iktidar çok partili siyasî hayata geçiş eğilimi
göstermekteydi. Bu süreç muhalefet partilerinin kurulması ile noktalandı
ve 1946’da –yargı güvencesinden ve bağımsız görevlilerden yoksun
olarak- yapılan seçimlerde Demokrat Parti her şeye rağmen Meclis’e girdi.
İktidar partisi kendisine yöneltilen açık bir muhalefetle daha önce hiç
karşılaşmamıştı.
Ancak, çok partili siyasî hayata müsaade etmek, sadece diğer
partilerden yöneltilecek muhalefete değil, sivil toplumdan gelecek
muhalefete de müsaade etmek anlamı taşımaktaydı. Ülkenin siyasi, sivil
ve entelektüel muhitlerinde her türden ideolojik tarafın dâhil olduğu
tartışma ve tenkitler hız kazanmıştı. Gelişen siyasî muhalefet ve sivil
toplum karşısında kendisini tekrar konumlandırmak zarureti duyan CHP
de hızlı bir liberalleşme süreci yaşadı.
5
Ülkenin her mecrasından yükselen sesler ve DP’nin daha kuruluşuyla
birlikte CHP iktidarına alternatif olabileceği yönündeki endişeler, iktidarı bir
yol ayrımına sürükledi. Bu tabloya bir de 1946 seçimlerinin şaibeli
sonuçlarının eklenmesi, iktidarın halk indindeki meşruluğunun ciddi olarak
zedelenmesine neden olmuştu. Tek Parti önderlerinin önünde iki seçenek
mevcuttu, ya demokrasiye geçiş konusunda gösterdikleri iradeyi
koruyacaklar ya da bir restorasyona karar vererek eski rejimi tesis
edeceklerdi. Ancak, özellikle cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün tercihini ilk
seçenekten yana kullanması, demokrasiye geçiş sürecinin devamını
sağladı. Bu minvalde, dernek ve örgütlenme kanunları yumuşatıldı. İşte
HFYC de 1 Ekim 1947’de yaşanan bu gelişme ve açılımların müsait bir
ortam yaratmasıyla yani, demokrasiye geçiş sürecinin yarattığı nisbî
özgürlük ortamı sayesinde hayat bulmuştur.
Türk siyasî hayatının az bilinen fakat önemli bir cemiyetini, HFYC’yi,
araştırma konusu olarak seçen bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde, Batı’da Liberalizmin Oluşum Süreci; ikinci bölümde Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti Öncesinde Türkiye’de Liberalizm; üçüncü
bölümde ise Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti incelenmektedir.
Birinci bölümde liberalizmi doğuran felsefî ve tarihi koşullar ele alınmış,
liberalizmin oluşum süreci kısaca anlatılmış ve liberalizm tanımı
yapılmıştır. Çalışmanın klasik liberalizmi ana akım olarak kabul etmesinin
sebepleri anlatılmıştır. Bu çerçevede, liberal düşüncenin temel ilkeleri
belirlenmiş ve bunlar birbirleriyle mantıkî bağları olan altı temel ilke -
bireycilik, hürriyet, liberal rasyonalizm, kendiliğinden doğan düzen, piyasa
ekonomisi ve sınırlı (minimal) devlet- olarak sırayla incelenmiştir.
İkinci bölümde liberalizmin Türkiye’deki tarihi serüveni incelenmiştir.
Liberalizmin tarihî birikimi, Osmanlı Devleti’nin modernleşme/Batılılaşma
arzusuyla ülkeye giren liberal fikirlerden, çok partili siyasi hayata geçişin
sağladığı daha demokratik ortamın teşekkülüne imkân verdiği Hür Fikirleri
6
Yayma Cemiyeti’ne kadar takip edilmiştir. İlk olarak, Osmanlı’da
Liberalizm başlığıyla, Sened-i İttifak, Tanzimat ve Islahat Fermanları,
daha sonra 1876 Anayasası ve İkinci Meşrutiyet dönemleri incelenmiştir.
İkinci olarak Cumhuriyetin kuruluşu ve çok partili siyasî hayata geçiş
evvelindeki durum incelenmiştir. Çok partili siyasî hayata geçişe neden
olan iç ve dış sebepler bu bölümde ele alınmıştır. Cumhuriyet döneminin
muhalefet hareketleri kronolojik olarak takip edilmiştir. Son olarak,
dönemim farklı demokrasi anlayışları –özellikle muhalif basın organları
Vatan ve Tan’da- gazeteler marifetiyle gerçekleştirilen tartışmalar
üzerinden tespit edilmeye çalışılmıştır.
Üçüncü bölüm, münhasıran Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’ne tahsis
edilmiştir. Cemiyet, kuruluşundan, kurucularına ve kuruluş felsefesinden,
dağılışına kadar her yönüyle ele alınmıştır. Cemiyet’in amaçları ve
prensipleri -temel kaynak Cemiyet’in kuruluş beyannamesidir- tespit
edilmiştir. Cemiyetin kurulmasına olanak veren siyasî ve sosyal ortam ve
Cemiyetin Türk liberalizmi içindeki yeri de bu bölümde işlenmiştir. Ayrıca
cemiyetin kurulmasında başrolü oynayan iki aktör Ali Fuad Başgil ve
Ahmet Emin Yalman’ın biyografilerine de bu bölüm içinde yer verilmiştir.
Diğer yandan, cemiyetin neşriyatı ve faaliyetleri incelenmiştir. HFYC,
bu faaliyetleriyle günün meselelerine cesur ve özgün yaklaşımlar
sergilemiştir. Bu farklı yaklaşımların yayımlanabilmesi ve fikirlerinin
kamuoyuyla paylaşılabilmesi için yayımlanmaya başlayan, Cemiyet’in
yayın organı Hür Fikirler dergisi de bu bölümde değerlendirilmiştir. HFYC,
Cemiyet 11 sayı yayınlanan mecmuası Hür Fikirler aracılığıyla, Dil
Meselesi, Akademik Hürriyet, Din ve Siyaset ve Matbuat Hürriyeti gibi
konularda çalışmalarda bulunmuştur. Tutarlı ve güçlü bir liberal perspektifi
yansıtan bu yazılar da bu bölümün konuları içindedir.
Cemiyet ve genel olarak onun faaliyetlerine ayrılan bu bölümün son
kısmı ise HFYC’nin neden son bulduğu ile ilgilenmektedir. Ali Fuad Başgil
ve Ahmet Emin Yalman’ın fikrî ayrılıklarının sebebi; ve bunun sonucunda
Başgil’in Cemiyet’ten ayrılışı; ve Cemiyet’in, Yalman kontrolüne girdikten
7
sonra, nasıl zamanla içinde kendisini liberal yapan özelliklerinden
uzaklaştığı anlatılmıştır.
Bu özellikleri ile Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, yalnızca Türk Liberalizmi
için değil, genel anlamda Türk Siyasal tarihi açısından da önemli bir figür
olarak görünmektedir.
2. BATI’DA LİBERALİZMİN OLUŞUM SÜRECİ
Köklerini Aydınlanma düşüncesinde bulan liberalizm, pek çok çeşidi
ve melez biçimi olan bir siyasî ideolojidir. Liberal fikriyat, J. Locke’den,
çağdaş düşünürler Hayek, Rawls, Mises’e (ve dahası) kadar bir dizi
düşünürün katkıları ve zaman zaman birbirleriyle çelişen fikirlerinden
oluşmaktadır. Hatta bazı “liberalizm” biçimleri, liberalizmin temel
kabullerinden çok uzak anlamlar ifade edebilmektedir. Doğal olarak, diğer
ideolojilerde de olduğu gibi, liberalizmin kaç farklı türü olduğu hususunda
bir fikir birliği yoktur. Bu anlamda tek bir liberalizmden ziyade
“liberalizmler”den bahsetmek daha uygun olacaktır.1 Böyle bir durumda
kavram karışıklıklarının önüne geçmek için hangi liberalizm anlayışından
söz edildiğinin baştan açıklanması önem kazanmaktadır. Öte yandan
çalışmanın sınırlıkları göz önüne alındığında da, bu pozisyonlardan biri
üzerinde tercihte bulunmak kaçınılmazdır. Bu bağlamda, bu bölümde yer
alan tarihsel sürece ve temel ilkelere ilişkin bölümler klasik liberalizm
dikkate alınarak hazırlanmıştır. Çünkü klasik liberalizmden yana yapılan
bir seçimle, liberalizmin müphem ve oynak pek çok çeşidinin kavramın
kendisinde oluşturduğu anlam kaymalarının neden olduğu zorluklar
aşılabilir. Diğer yandan, böyle bir tercih yapılmasının bir nedeni de Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin liberal düşünce içersindeki yerinin klasik
liberal pozisyon içinde yer alıyor olmasıdır.
Heywood liberalizmin iki ana çizgisinden bahseder: Klasik liberalizm ve
modern liberalizm. Ona göre klasik liberalizmin merkezi teması en uç
noktaya kadar götürülen bireycilik; diğer temel vurguları ise, bireye dışsal
bir zorlamanın yokluğu anlamında “negatif özgürlük”; minimal, “gece
bekçisi” devlet ve piyasa ekonomisidir. Modern liberalizm ise devlet
müdahalesine daha sempatik yaklaşır. Bireyin kendine gerçekleştirmesi
1 Zühtü ARSLAN: “Türkiye’de Liberal Düşüncenin Önündeki Engeller”, Modern
Türkiye’de Siyasî Düşünce: Liberalizm, Ed Murat Yılmaz, (İstanbul: İletişim, 2005), 245.
9
için dışsal müdahaleyi olumlar. Bu ikinci yaklaşım, sosyal liberalizm veya
refah liberalizmi için temel oluşturmaktadır.2 Öte yandan Heywood’un
üzerinde durduğu bir başka liberal pozisyon da neoliberalizmdir.
Heywood onu klasik liberalizmle bağlantılar: “Klasik siyasi iktisadın
güncelleştirilmiş bir türüdür; merkezî ilkeleri ise piyasa ve bireydir.”3
Heywood’un, aslında bir hayli kabaca resmettiği bu ikili ayrımı
Erdoğan’da kullanır. Ancak Erdoğan, klasik-modern liberalizm ayrımından
önce, liberal pozisyonları kapsayıcı bir ahlakî ideali kabul veya
reddetmelerine göre kategorize eder.
Bu açıdan iki tür liberalizmden söz edilebilir:
Kapsayıcı liberalizm ve siyasî liberalizm. Kapsayıcı
liberalizm iddialarını siyasî ilke ve kurumlarla
sınırlamak yerine, … “iyi hayat”a ilişkin maddi ve
kuşatıcı bir değerler sistemine atıf yapar. Oysa
siyasî liberalizmin kapsayıcı bir ahlakî ideal yerine
politik ilkeleri vardır… Liberal bir siyasî düzen
toplumun bütünüyle siyasîleştirildiği veya liberal
değerlerin bireyin hayatının her yönüne zorla
uygulandığı bir düzen değildir…4
Liberalizmin türleri üzerine yaptığı değerlendirmede Yayla, ilk olarak,
tarihî gelişim süreci içinde ülkelerin liberalizmleri arasında önemli
farklılıklar ortaya çıktığı bu nedenle İngiliz, Alman, Fransız ve Amerikan
liberalizmlerinden bahsedilebileceğini söyler. Örneğin, negatif özgürlük
anlayışından sınırlı devlete uzanan İngiliz modeli ile genel karakteri pozitif
özgürlük anlayışına dayanan etatist Fransız liberalizmi arasında ciddi
ayrılıklar mevcuttur.5
2 Andrew HEYWOOD: Siyaset, (Ankara: Liberte, 2006), 62–65. 3 Andrew HEYWOOD: a.g.e., 70. 4 Mustafa ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, 25. 5 Atilla YAYLA: Liberalizm, (İstanbul: Plato, 2003), 21–22.
10
Yayla’nın Maurice Craston’dan aktardığı bir başka kategorizasyonsa,
Locke’cu liberalizm ve etatist liberalizmdir. Locke’cu liberalizm John
Locke’un teorilerinden kaynaklanır. Pozitif özgürlüğe dayanan etatist
liberalizmin esin kaynağı ise J. J. Rousseau’dur. Etatist liberaller, devletin
minimalize edilmesi yerine, onun, özgürlüklerin destekleyicisi olarak
yeniden şekillendirilmesini talep ederler. Ayrıca, Hayek’in eski-yeni
liberalizmi; Michael Sandel’in haklara dayanan liberalizmi ve karşısında
Amerikan komünüteryen liberalizmi; Norman Barry’nin ekonomik
konulardaki hassasiyetleri üzerinden takip ettiği, hem ekonomik hem de
bilimsel hürriyet taraftarı klasik liberalizmi ile bilimsel ve sanatsal hürriyete
gösterdiği ehemmiyeti ekonomik alandan esirgeyen yeniden dağıtımcı
liberalizmi diğer liberalizm türleridir.6
Son olarak, liberalizmle ilgili bir başka ayrım ise, kavramın Amerika
Birleşik Devletleri’nde yaşadığı anlam kaymasına ilişkindir. 20 yüzyılda
yaşanan bu anlam değişiminde “liberal” kelimesi Amerika’da, minimal
devleti değil büyük hükümetleri destekleyenleri ifade eder hale gelmiştir.7
Gerçekte sol fikirleri savunanların “liberal” olarak adlandırılması, ülkede
klasik liberalizm geleneğini takip edenlerin kendilerini bu liberallerden
ayırmak için farklı bir kavram bulmalarını gerektirmiştir. Henüz bütün
klasik liberalizm taraftarlarınca benimsenmemiş olan bu kavram,
liberteryenizmdir.8 David Boaz, Libertarianism adlı eserinde, Locke ve
Smith’i modern liberal dünyanın mimarları olarak niteler ve onlardan
başlayarak temellendirilen klasik liberalizm için şöyle der: “Şimdi biz buna
liberteryenizm diyoruz.”9
Liberteryenizm, devlete olabildiğince az görev biçer; ona, temel
hakların korunmasından başka hiçbir alanın terk edilmesini istemez. Ultra
minimal devletin toplumsal alana müdahalesini kesinlikle reddeder. Bunun
6 Atilla YAYLA: Liberalizm, 23–24. 7 Andrew HEYWOOD: Siyaset, 64. 8 Atilla YAYLA: Siyasî Düşünceler Sözlüğü, (Ankara: Liberte, 2004), 141. 9 David BOAZ: Libertarianism, (New York: The Free Press, 1997), 40.
11
toplumsal hayata zarar vereceğini, oysa sivil toplumun problemleri kendi
içinde çözmesinin hem mümkün, hem etkili hem de ahlakî olduğunu
savunur.10
2.1. Liberalizmin Oluşum Süreci
Liberal düşünce geleneğinin kaynağını İngiliz Magna Carta’dan11
kadim Yunan’a ve hatta antik Çin’e12 kadar götüren birçok yaklaşım
vardır. Gerçekte, liberalizmin temel değer olarak kabul ettiği bireycilik,
mülkiyet ve özgürlük gibi kavramlar hem siyaset felsefesi hem de pratik
siyasetin başlıca meseleleri olarak yüzlerce yıldır tartışıla gelmiştir.
Ancak, liberalizmin siyasal ve sosyal fikirler demeti olarak düşünce
alanında sistemli olarak görülmesi, genel kabule göre, Batı Avrupa’da
Orta Çağ düzeninin siyasî ve ekonomik olarak çözülmesiyle başlar.
Feodalizmin çökmesi ve aynı zamanda yükselen bir ticaret sınıfının
beklentileri liberal fikirlerin doğmasına neden olur. Yeni Çağ’ın düşünce
atmosferinde hayat bulan liberalizm; bu dönemin “hakikatin akılla
bulunabileceği” iddiasına rağmen mutlak anlamda akılcı değildir.13 Siyasî
bir doktrin olarak erken dönem liberalizmi, mutlakıyete ve feodalizmin
10 Atilla YAYLA: Liberalizm, 142. 11 Türkçe’ye Büyük Ferman, ya da Büyük Buyruk olarak çevrilen, 1215’de İngiltere’de
büyük toprak sahibi soyluların Kral John’u zorlayarak kendi rızaları olmadan toprak
sahiplerinden vergi alınamayacağını hükme bağlayan, böylece bir yandan kralın
otoritesini sınırlarken, öte yandan merkezî otoritenin de paylaşılabileceğini kanıtlayan,
modern parlamenter sistemin çekirdek uygulaması sayılan belge. Ömer DEMİR, Mustafa
ACAR: Sosyal Bilimler Sözlüğü, (Ankara: Adres Yayınları, 2005), 265. 12 David BOAZ: Libertarianism, 27. 13 Mustafa ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, 23.
12
ayrıcalıklarına anayasa ve daha sonra parlamenter sistem talepleri ile
karşı çıkar.14
Liberalizmin ortaya çıkışına, Batı Avrupa’nın Orta Çağ süresince
biriktirdiği sorunlara 17. yüzyıl ve sonrasında aradığı cevaplar sebep
olmuştur. Avrupa’nın merkantilizm sonrası içinde bulunduğu bu sorunların
siyasî ve ekonomik iki boyutu mevcuttu. Dolayısıyla, liberal düşüncenin
gelişmesi de bu iki boyuttaki sorulara ve sorunlara verdiği cevaplar
üzerinden şekillendi.15
Ekonomik olarak liberalizmi ortaya çıkaran gelişmeler daha çok
servetin dağılımı ve üretim konularından kaynaklanmaktadır. 18. yüzyıl
içersinde belki de en önemli olay, ekonomik gelişmelere paralel olarak
14 Andrew HEYWOOD: Political Theory: an Introduction, (New York: St. Martin’s Press,
1999), 29. 15 Merkantilizm 16–18 yüzyıllar arasında, feodalizmden merkezî ulus devlete geçiş
döneminde Batı Avrupa’da –özellikle İngiltere ve Fransa’da- baskın olan iktisadî
sistemdir. Merkantilizm kavramını ilk olarak 1763’de Marquis de Mirabeau’u kullanmıştır.
Kelime Latince “ticaret yapmak” anlamına gelen mercari kökünden gelmektedir.
Merkantilizme göre ulusun refahı, “değişmez bir büyüklüğe” sahip uluslar arası
ticaretten diğer ülkelerin aleyhine ne kadar pay aldığıyla ilgilidir. Zenginliğin ölçütü,
değerli madenlere sahip olmaktır. Bunun için ticaret dengesi devamlı pozitif değerde
olmalıdır. Bunu sağlamanın tek yolu olabildiğince ihracattan ve karşılığında çok az
ithalattan geçmektedir.
Merkantilizm devlete ekonomide koruyucu bir rol öngörür. Ondan ihracatı
kolaylaştıracak, ithalatı kısıtlayacak önlemler bekler. Merkantilizm sahip olduğu bu
özelliklerle –devletin koruyucu ve kontrol edici olarak ekonomide yer alması- ulus
devletlerin teşekkülünde mühim rol oynamıştır.
Yaklaşık 250 yıl Batı Avrupa’nın ekonomik –dolayısıyla sosyal ve siyasal- ilişkilerine
yön veren merkantilizm ticareti “sıfır sonuçlu” bir oyun olarak görmekte, birinin
kazanmasının mutlaka bir başkasının aleyhine gerçekleşebileceğini iddia etmektedir.
Avrupa’daki pek çok savaşın ve uygun pazarlar için girişilen Avrupa sömürgeciliğinin
arkasında yatan düşünce budur.
Merkantilizme karşı ilk tepki fizyokratlardan gelmişse de, onun itikatlarına karşı en
ciddi argümanları ilk olarak 1776’de yayımlanan Milletlerin Zenginliği kitabıyla Adam
Smith geliştirmiştir. http://en.wikipedia.org/wiki/Mercantilism 07.03.2007
13
sosyal ekonomik gücünün farkına varan burjuvazinin gelişmesidir. Teknik
ve ekonomik alandaki gelişmeler Avrupa’nın görünümünü
değiştirmektedir.16 Coğrafi keşifler, yeni ticaret yolları ve yeni ülkelerle
kurulan ticari ilişkiler sonucunda Avrupa o zamana kadar hiç elde etmediği
bir servete sahipti. Ancak, merkantilizm üzerindeki ortaçağ etkisi, onun,
yükselen ticaret erbabı ve kentli bir grubun isteklerine ve çıkarlarına
çözüm üretmekten çok uzak kalmasına neden olmaktaydı. Merkantilist
politikalar, yalnızca üreticiler ve tekelcilerin menfaatini ve refahını
gözetmekte ve bu nedenle –tüketicinin menfaatini de düşünmediğinden-
ekonomik büyümeye engeldi ve doğru öngörülerden mahrumdu.17 Olası
en yüksek düzeyde zenginliğin Batı’ya aktarılmasını temel alan merkantil
tutum, denizaşırı ticaret, kentlerin yükselişi gibi nedenlerle elde edilmeye
başlanan zenginliği değerlendirebilecek ilişkilere sahip değildi.
Merkantilizm tek taraflı ticareti zenginliğin en önemli kaynağı olarak
görürken, sermaye birikimi ve artı değer sorunlarıyla ilgilenmemekte,
tarımsal üretim ve toprak mülkiyeti sorunlarına yeterli cevaplar
verememekteydi. Bu durum, tarımsal üretimde verimsizliğe ve Avrupa’da
yer yer kıtlık yaşanabileceği endişelerine neden olmaktaydı.18
Bu tehlikeye karşı ilk cevap Fransa’dan Fizyokratlardan verildi.19
Fizyokrasi kavramı Yunanca fizik anlamına gelen physis ve iktidar
anlamına gelen kratos kelimelerinden türetildi. Fizyokratlar mübadelenin
önemini kavradıkları gibi, zenginliğin diğer kaynağı olarak tarımsal üretimi
göstermekteydiler. Toprak mülkiyetine önemseyen Fizyokrasi, doğal
hukuka referansla serbest mübadele ve bireysel özgürlüğü yücelten bir
anlayıştı. Yine Fizyokratlar, devletin ekonomik faaliyetlerde yer almasını
onaylamadılar ve devlet faaliyetlerinin doğal düzeni ve mülkiyeti
16 Ayferi GÖZE: Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, (İstanbul: Beta, 1998), 173. 17 Mark SKOUSEN: Modern İktisadın İnşası, (Ankara: Liberte, 2003), 18. 18 Leslie LİPSON: The Great Issues of Politics: an Introduction to Political Science, (New
York: Pearson Education – Prentice Hall, 1997), 173. 19 Ancak fizyokratlar tarımı yegâne üretim faaliyeti olarak görürken, sanayiyi “kısır” sektör
olarak görme yanılgısına düşmüşlerdir. Mark SKOUSEN: a.g.e., 41
14
korumakla sınırlı olması gerektiğini söylediler. Gelişmenin en iyi yolunun
malların serbest ticareti olduğu ve bunun monopoller, loncalar ve yüksek
vergilerle engellenmemesi gerektiğini savundular. Liberalizmin ünlü
sloganı “laissez faire” de fizyokratlara istinaden bu dönemde kullanılmaya
başlamıştır.20
Fizyokratların etkisiyle tarım sektöründeki gelişmeler üretimin
artmasını ve daha kalabalık kitlelerin beslenmesine olanak sağlamış,
merkantil dönemin büyük korkusu “kıtlığın” aşılmasını sağlamıştı.
Ekonominin her alanında kazanç sağlanmasına elverişli bir ortam
oluşmuş, ticaret zenginliğinin artması ile özgürlük güçlenmişti. Ekonomik
anlamda yenilenen toplumsal dengelerin, siyasal anlamda da yenilenmesi
bekleniyordu. Ekonomik olarak güçlenen burjuvazi, siyasî iktidar üzerinde
hak talep etmekteydi.21 Ulus devletleşme sürecinin de aynı dönemde
görülmeye başlamasıyla, eski referans kaynakları ile düzen tesis
edebilmek imkânı kalmamıştı. Feodalizmin egemenlik yapısı yerini
toplumsal-siyasal formasyonun en tipiği olan merkeziyetçi devlet
yapılanmasına ve buna bağlı yurttaşlık anlayışına bırakıyordu.22 Yaşanan
bu büyük değişim iktidarın kaynağı, sahipliği ve meşruiyetinin nereden
kaynaklandığı ve nasıl paylaşılacağı hususunda problemlere neden
olmaktaydı. Liberalizm, ihtiyaç duyulan bu yeni düzene yeni referans
dayanakları aramanın bir sonucu olarak doğmuş ve gelişmişti.23
Bu doğuş döneminin filozofu, devlet faaliyetini doğal hukukla sınırlayan
ve bu faaliyetin limitini bireysel hakların korunması olarak gösteren John
Locke’tur (1632–1704). “Locke’un liberal siyasî düşüncedeki önemi,
toplumsal ve siyasî var oluşu, başlangıçta doğa halinde yaşayan ve ‘doğal
haklara’ sahip olan insanların kendi aralarında anlaşarak devleti
20 David BOAZ: Libertarianism, 38. 21 Ayferi GÖZE: Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 173. 22 Mustafa ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, 23. 23 Halis ÇETİN: Liberalizm, (Sivas; Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1996) 7.
15
kurdukları varsayımıyla temellendirmesinden ileri gelmektedir.”24 Locke,
devletten önce gelen bir şeyler olması gerektiğini düşünmektedir. Locke’a
göre bunlar insanların sahip olduğu -doğadan kaynaklanmaları nedeniyle-
“doğal haklar” olarak adlandırılan haklar grubudur. Locke bu iddiasını
“doğa durumu” teorisi ile açıklamak ister.25
Aslında, doğa durumu ahistorik ve fiktif bir teoridir.26 Locke, insanların
bir zamanlar hiçbir devletin otoritesinde olmadan yaşayabildikleri
iddiasında bulunur. Locke doğa durumunu, insanların, doğal kanunların
sınırları içinde müsaade istemeksizin ve bir başkasının boyunduruğunda
olmadan eylemde bulunabildiği ve mülkleri üzerinde özgürce tasarrufta
bulunabildiği biçiminde resmeder.27 Fakat bu doğa durumu bir özgürlük
durumu olsa da, aşırı bir serbestlik ortamı demek değildir: İnsan herhangi
birisini ortadan kaldırma özgürlüğüne sahip değildir. Tüm insanlar eşit ve
bağımsızdır ve kimse bir diğerinin malına, canına ve özgürlüğüne zarar
vermemelidir.28 Bunu sağlayan, doğa durumunda yaşayan insanları
yöneten doğal hukuktur. Doğal hukuk, insanları esaret, mülklerine
tecavüz ve sebepsiz ölümlerden azade kılan doğal bir haktır.29
Doğa durumu bazı problemler barındırmaktadır ve sürdürülebilir
değildir. Her insanın kendi başına buyruk olduğu bir yerde yaşam, düzenli,
barış içinde ve kuralları öngörülebilir olamazdı. Özellikle herkesin
24 Mustafa ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, Libertarianism,
Libertarianism, 24. 25 David BOAZ: Libertarianism, 37. 26 Bertrant Russell aksini düşünür: “Locke’a göre doğa durumunun ne denli örnekleyici
bir varsayım olduğu ve nereye kadar tarihsel bir olgu olduğu açık seçik değildir; ama ben
onun bunu gerçekmiş gibi düşündüğü kanısındayım.” Bertrand RUSSELL: Batı Felsefesi
Tarihi: Aydınlanma Çağı, (İzmir: İlya Yayıncılık, 2001), 176. 27 Charles K. ROWLEY: “Klasik Liberalizmde Yaşayan ve Ölen Nedir?” Liberal Düşünce,
(Ankara: Güz 1997), 64. 28 Bertrand RUSSELL: a.g.e., 178. 29 Donald TANNENBAUM; David SCHULTZ: Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve Fikirleri,
(Ankara; Liberte, 2005), 231.
16
kendisine karşı işlenen suçların yargıcı olması cezaların ölçüsü
konusunda sıkıntılar yaratmaktaydı. Zayıflar devamlı korku, güçlülerse
düşmanları karşısında tedirginlik içindeydiler. İşte bu sıkıntıları aşabilmek
için insanlar bir araya gelerek rızaya dayalı siyasi toplulukları
oluşturdular.30 İnsanlar bir toplum sözleşmesine rıza gösterdiklerinde, suç
işleyenlere karşı sahip oldukları bireysel doğal haklarından feragat
etmişlerdir. Ancak, insanlar doğal haklarının sadece sınırlı bir kısmını
hükümete devrederler. Ondan, özgürlükleri ve mülkiyeti korumasını ve
yasaya uygun yargılama yetkisini kullanmasını beklemektedirler.31
Sonuç olarak Locke’un bu faraziyeyi kullanması devletin müdahale
alanlarının sınırını belirlemek istemesi nedeniyledir. Yukarıda belirtildiği
üzere rızaya dayalı siyasî toplumların sözleşme ile kurulmasının iki temel
nedeni, güvenlik ve cezalandırmadır. Dolayısıyla devlete de bu iki alan
sözleşme ile terkedilmiştir. Hükümetlerin meşruiyetleri bu alanda faaliyet
gösterip göstermedikleri ile ilgilidir. Bu sınırların dışına çıkan hükümetlerin
uyruklarının sözleşmeden kaynaklanan “direnme hakkı” vardır. Locke ile
başlayan bu sürecin sonunda, kuvvetler ayrılığı, yerinden yönetim, temsili
demokrasi gibi kavramlar aracılığıyla devlet gücünün sınırlandırılması yeni
bir değer olarak Batı medeniyetinin gündemine taşınmıştır.32
Bir entelektüel ve siyasî gelenek olarak liberalizm tarihsel olarak
başlıca üç kaynaktan beslenmiştir. Bunlardan ilki yukarıda anlatıldığı
üzere liberalizmin ilk büyük düşünürü olan John Locke’tur. İkincisi İskoç
Aydınlanması ve özellikle Locke’un doğal haklar yaklaşımını iktisadî
açıdan temellendiren Adam Smith’tir (1723–1790). Smith’in liberal
düşünceye en büyük katkısı “görünmez el” faraziyesidir. Ve son olarak da
Immanuel Kant.33
30 David THOMSON: Siyasî Düşünce Tarihi, (İstanbul: Şule, 1997), 91. 31 Donald TANNENBAUM; David SCHULTZ: Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve Fikirleri,
232 32 Sosyal Bilimler Ansiklopedisi; (İstanbul; Risale, ?), 366–367. 33 Mustafa ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, 24.
17
İskoç Aydınlanması David Hume (1711–1776), Adam Smith (1723–
1790) ve Adam Ferguson’un (1723–1826) fikirleri etrafında şekillenmiştir.
Bu geleneğin temel kabulleri “kendiliğinden doğan düzen” ve “doğal
özgürlük” kavramlarıdır. David Hume toplumda barış ve adaletin tesis
edilmesinin kaynağını soyut akılla tasarlananlarda ya da ilahî olarak
insanlığa verilmiş olanlarda aramak yerine, yararlılığı tecrübe ile
görülmüş, uzlaşmaya dayalı pratiklere bakmak gerektiğini ileri sürmüştür.
Hume’un bu görüşü “kendiliğinden doğan düzen” ve toplumsal kurumların
evrim yoluyla gelişmesi fikirlerine de kaynaklık etmiştir.34
Adam Smith ise bir milletin zenginliğinin kaynağının, planlamacı ve
merkantilist ekonomik anlayışlara nispetle, aşikâr bir biçimde “doğal
özgürlük sistemine” dayandığına inanıyordu.35 1776’da yayınlanan büyük
eseri “Milletlerin Zenginliği”nde Smith, “doğal özgürlük” prensibini, yani
devletin müdahalesi olmadan kişinin istediğini yapabilme özgürlüğünü ve
refahın üretim ve mübadele ile elde edilebileceğini savunuyordu.36
Milletlerin Zenginliği’inde Smith’in ana ilgisi iktisadî gelişmedir. Smith
işbölümü ve piyasa büyüklüğü arasındaki ilişkiyi, tasarrufun ve sermaye
Burada Erdoğan liberalizm felsefi-tarihsel üç kaynağından bahsetmektedir. Ancak
klasik liberalizm açısından bu kaynaklar arasında derece farkı olduğu açıktır. Bu
kaynaklardan ilk ikisinin klasik liberalizm üzerindeki etkisi hayatîdir. Öte yandan Liberaller
bir şekilde Kant’tan ve onun özellikle, “kişisel özerklik”, “kişilerin ahlakî değerleri
bakımından eşitliği” ve “evrenselci adalet anlayışı” fikirlerinden etkilenmişlerdir. Ancak
Kant liberalizmin akılcı temellerinin de baskın kaynaklarından biridir. Mustafa
ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, 25.
Yayla, Liberalizm kitabının “Klasik Liberalizmin Felsefî Temelleri” bölümünde şu
düşünürler üzerinden kronolojik anlatımda bulunur: John Locke, David Hume, Adam
Smith, John S. Mill, Herbert Spencer ve Frederic Bastiat. Kant bu liste içinde yer almaz.
Atilla YAYLA: Liberalizm, 28–128. 34 “Klasik liberal çizgideki bütün düşünürler İskoç Aydınlanması geleneğinden bir ölçüde
etkilemişlerdir.” Mustafa ERDOĞAN: a.g.m., 25 35 Wesley MITCHELL: Types of Economic Theory Vol: 1 and 2, (New York; Agustus
Kelley, 1967), 48; Zikreden, Robert L. FORMANI: “Adam Smith Capitalism’s Prophet”
Economic Insights, vol: 7, ?. 36 Mark SKOUSEN: Modern İktisadın İnşası, 19.
18
birikiminin büyüme üzerindeki önemini, işbölümü ve tasarrufun
ekonomideki etkili potansiyelinin ortaya çıkmasına neden olan
kendiliğinden düzeni ve devletin doğal hakları koruyacak bir yasal
sistemin uygulayıcısı olarak teşekkülünün gereğini anlatmaktadır.37
Smith’e göre toplum, kendi çıkarlarını maksimize etmek isteyen
bireylerden mürekkep bir olgudur. Böyle bir toplum, devlet tarafından
biçimlendirilen ve planlanan ilişkilerin hâkim olduğu bir yapıdan refah
seviyesi daha yüksek, daha özgür ve daha istikrarlı olacaktır.38 Bu
toplumun iktisadî refahını geliştirecek üç temel öğe vardır: Özgürlük,
kişisel çıkar ve rekabet. Toplumu bir arada tutan şey, kişisel çıkarlarını
arayan bireylerin, hedeflenmemiş bir sonuç olarak aynı zamanda,
“görünmez el” marifetiyle toplumun da menfaatine destek olmasıdır.39
Smith Miletlerin Zenginliği’nin ünlü paragrafında şöyle der:
Akşam yemeğimizi sofamızda bulmamız kasap,
biracı veya fırıncının cömertliğinden değil, onların
kendi menfaatlerine saygılarından ötürüdür. Biz
onların insanlığına değil, öz-sevgilerine hitap
ederiz… Sermaye… ve emek harcayan her birey…
ne kamu menfaatini destekleme niyetindedir, ne de
ona ne kadar destek olduğunu bilir. … Niyetinin bir
parçası olmayan bir amacı desteklemek için,
görünmez bir el tarafından yönlendirilir. … Kendi
menfaati peşinde koşmakla, çoğunlukla toplumun da
menfaatine destek olmuş olur.40
37 Ramesh CHANDRA: Adam Smith and Competitive Equilibrium, (Glasgow: University
of Strathclyde, ?), 3. 38 Robert L. FORMANI: “Adam Smith Capitalism’s Prophet”, ?. 39 Mark SKOUSEN: Modern İktisadın İnşası, 22-23. 40 Adam SMİTH: Milletlerin Zenginliği, (Random House, 1965), 14, 423. Aktaran, Mark
SKOUSEN: a.g.e., 23.
19
Daha sonra, John S. Mill (1806–1873) gibi faydacı ekolün
temsilcilerinin, “laisez faire”ci Herbert Spencer (1820–1902) ve fikirdaşı
Frederick Bastiat (1801–1850) gibi düşünürlerin katkıları ve 18’inci ve
19’uncu yüzyıllarda yaşanan gelişmelerle liberalizm olgunluk dönemine
ulaşmıştır. Klasik liberalizmin 20’inci yüzyıldaki büyük temsilcisi ise
Friedrich A. Hayek’tir.41
Öte yandan, bir kelime olarak liberalizm diğer pek çok siyaset bilimi
kavramına göre daha yenidir. Aslında “liberal” kavramı 14 yüzyıldan beri
kullanılmakla beraber, çok farklı anlamlar ifade etmekteydi. Latince liber
kökünden gelen kelime İspanyolcadan türetilmiş ve buradan da
İngilizceye geçmiştir. Liber kelimesi İspanyolca’da bir sınıf olarak özgür
insanları işaret ediyordu. Bu sıfatı kullanmak insanların köle olmadığını ya
da bir feodal beye bağlı olmadığını belirtmekteydi. Kavram bir de sosyal
bir tavır olarak açıklık, açık fikirlilik taraftarı olmak anlamı taşıyordu.42
Zamanla, İspanyollar siyasî olarak kavramı İngiltere’yi düşünerek43 ve
İngiltere kökenli politikaları mahkûm eden negatif bir anlamda kullanmış,
Locke’cu anayasal monarşi ve parlamenter yönetim ilkelerini savunanları
“Liberales” olarak adlandırmışlardır.44 Öte yandan Hayek, bugün
yüklediğimiz anlamıyla kavramın, Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği
eserindeki şu satırlardan kaynaklandığını düşünür: “Liberal ithalat ve
ihracat sistemi” … “her insana, kendi menfaatlerini, liberal eşitlik, özgürlük
ve adalet planı çerçevesinde kendi yolunda takibe izin verme.”45
41 Ana Britanica; Cilt 14, (Ana Yayıncılık; İstanbul, 1989), 455; Atilla YAYLA: “Liberalizm
ve Türkiye” Liberal Bakışlar içinde, (Ankara; Liberte 2000), 158. 42 Adrew HEYWOOD: Political Ideologies, (New York; Palgrave Macmillan, 2003), 25. 43 Giovani SARTORİ: Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, (Ankara: Yetkin Yayınları,1996),
405. 44 Maurice CRANSTON: Freedom, (Longmans, Gren and Co., 1954), 67. Zikreden Atilla
YAYLA: Liberalizm, (Ankara: Liberte,1998),15. 45 Friedrich A. von HAYEK: “Neden Muhafazakâr Değilim”, Liberal Düşünce, 34, (Ankara:
Bahar 2004), 81.
20
Siyasî alana girişi, siyasî bir bağlılığı ifade ediyor oluşu ise 19 yüzyılın
başıdır. 1830’larda İngiltere’de Whigler kendilerini “liberal” olarak
adlandırmaya başlamıştır. 1840’larda ise kavram tüm Avrupa’da ayırt
edici bir siyasî pozisyonu niteler hale gelmiştir. Çok geçmeden “bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler” ifadesinin yerini alarak, düşünce
özgürlüğünü, ifade hürriyetini, basın özgürlüğünü ve özel mülkiyeti
savunanlar tarafından kullanılmaya başlamıştır.46
2.1.1. Liberalizmin Tanımı
Genelde Batı demokrasilerinin egemen düşüncesi olarak bilinen
liberalizmin, pek çok çeşidi ve melez biçimi vardır. Dolayısıyla,
liberalizmin, diğer pek çok siyaset bilimi kavramında olduğu gibi, farklı
birçok tanımı yapılmaktadır. Her tanımın, liberalizmin temel ilkelerine
yaptığı vurgu değişiklik göstermektedir. Ancak, birçok tanım arasında,
yapılan vurgu değişiklik gösterse de, liberalizmin temel ilkeleri üzerinde bir
mutabakat olduğu söylenebilir.
Bu bağlamda liberalizm; “gerek ekonomi felsefesinde gerekse siyaset
felsefesinde devlet, toplum ve birey arasındaki tüm ilişkilerde bireyin hak
ve özgürlüklerini öne çıkaran; her bireyin vicdan, inanç ve düşünce
özgürlüğünün tanınması gerektiğini savunan47; ayrıca, özgürlüğü bireysel
ve toplumsal hayatın en temel değeri olarak kabul eden ve özgürlüğe
uygun siyasî, hukukî ve iktisadî yapılanmaları savunan fikirler demeti veya
esnek bir ideoloji”48 olarak tanımlanabilir.
46 Adrew HEYWOOD: Political Ideologies, 25; Atilla YAYLA: Liberalizm, 16. 47 Felsefe Sözlüğü, (Ankara; Bilim Sanat Yayınları, 2002), 891. 48 Atilla YAYLA: Siyasî Düşünce Sözlüğü, (Ankara; Liberte, 2003), 115.
21
Çetrefilli siyaset bilimi kavramlarını tanımlarken, bazen, onun ne
olmadığının ya da neyin karşısında yer aldığının analizi de yol gösterici
olabilmektedir. Liberal düşüncenin neyin karşısında olduğu açıktır:
Liberalizm ister monarşik ister feodal, askeri, ruhanî, cemaatçi olsun her
türlüsünden mutlakıyetçiliğe karşıdır.49 Bu minvalde, liberalizmi şöyle de
tanımlayabiliriz: “Toplumcu değil bireyci olan; pozitif değil negatif özgürlük
anlayışına dayanan; yaygın, müdahaleci ve baskın değil sınırlı ve sorumlu
devlet isteyen; yeniden dağıtıma ve sosyal adalet anlayışına karşı çıkan;
adaletin en iyi piyasa ekonomisi içinde kendiliğinden gerçekleşeceğine
inanan” düşünce sistemi. Bu kapsamlı tanımlar liberalizmin temel ilkelerini
de göstermektedir.50
Özetle liberalizm, bireyin özgürlüğünü; devlet ve organize çoklukların
keyfi müdahalesinden masuniyetini; bireye sağlanan alanın genişlemesi
için minimal devleti; serbest rekabete dayalı ve iktisadî kararları alma
gücünün bir kişi, grup ya da devlete bırakılmadığı piyasa ekonomisini
savunan bir anlayıştır.
Öte yandan liberalizm, her türlü siyasî ve felsefî düşüncede de
görüldüğü gibi pek çok açıdan kritiklere konu olmuş; hem sol hem de sağ
tandanslı düşünürlerce eleştirilmiştir.51 Liberalizm, sol taraftan, refah ve
iktidarın birkaç kişinin elinde toplanmasına karşı hiç savunması olmayan
49 Sosyoloji Sözlüğü, (Ankara; Bilim Sanat Yayınları, 1999), 456. 50 Atilla YAYLA: Liberalizm, 26. 51 Liberalizme sosyalizmden yöneltilen eleştirilerin büyük bölümünde, liberalizm, 1789
Fransız İhtilali ile 1989 SSCB’nin dağılışı yılları arasında modern dünyanın baskın siyasî
ideolojisi olarak görülmektedir -SSCB ile birlikte aslında yıkılanın liberalizm olduğu
yönünde taraftar toplayan iddialar mevcuttur. Sosyalistler tarafından liberalizm tanımlanır
ve tarihsel serüveni anlatılırken, onun Fransız Aydınlanmasına dayanan kökleri dikkatli
tenkitlere konu olmaktadır. Ancak, liberalizmin İskoç Aydınlamasına dayanan kökleri,
önemleri nispetinde sol tandanslı eleştiriler içinde yer bulamamıştır. Liberalizme
yöneltilecek eleştirilerin dikkate değer ve etkili olabilmesi için, sosyalizmin, liberalizmin
İskoç Aydınlanmasından kaynaklanan modeli ile yüzleşmesi ve onun temel
argümanlarını sınaması kaçınılmaz görünmektedir.
22
ve insanın toplumsal ve siyasal doğasına ilişkin herhangi bir
çözümlemeden yoksun, “özgür pazar” ideolojisi olmakla ve toplumsal
etkeni arka plana iterek toplumlardan ayrı atomize bireylerin ya da soyut
kuralların bulunduğunu kabul ettiği gerekçeleriyle eleştirilir.52
Liberalizme karşı en ciddi kritikler genellikle sosyalizm kaynaklıdır. En
yalın haliyle bu eleştiri şöyledir: Liberal fikirler kapitalist sistemin baş
aktörleri olan mülkiyet sahibi sınıfın ekonomik hak ve kazançlarını
maksimize etmenin yolu53 ve meşrutî hükümet ve kişi özgürlüğü ideallerini
yalnız bu sözü edilen sınıfın çıkarları için dillendiren bir ideolojidir.54 Ve bu
ilkelerin önemi de, vazgeçilmezliği de konjonktüreldir. Ayrıca bu ilkeler
genel, esnek ve korumasızdır. Kışlalı’ya göre, “burjuvazinin sorunlarına
çözüm olmak için iki büyük ilkeye (eşitlik ve özgürlük) dayalı olarak
doğmasıyla birlikte liberalizmde temel vurgu mülkiyet hakkıdır.” Bu hak o
kadar hayatî ve diğer temel haklara nispetle o kadar öndedir ki Kışlalı,
“burjuvalar bu hakkın tehlikeye düştüğünü hissettikleri anlarda diğer tüm
haklardan vazgeçebilirler; hatta nazizme ve faşizme verdikleri desteğin
sebebi budur” iddiasında bulunur.55
Liberalizm, siyasi sistem içinde devlete uygun gördüğü pozisyon ve
bakımında da eleştirilmiştir. Bu eleştiriye göre, liberalizmi temsil eden sınıf
olarak burjuvazi, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” derken,
devletten büyük balığın küçük balığı yutmasına müsaade edecek “yansız”
bir pozisyon almasını ister. Hak ve özgürlükler açısındansa liberalizm
devletten sadece koruma beklemektedir. Oysa devletin vermesi,
yaratması, sağlaması gereken sosyal hak ve özgürlükler vardır ve burjuva
ideolojisi olarak liberalizm bunu ihmal etmektedir. Ayrıca liberalizm,
iddiasının aksine, tüm toplum için başlangıçtaki koşulların eşit olduğu
52 Felsefe Sözlüğü, (Ankara: Bilim Sanat, 2003), 891. 53 Andrew HEYWOOD: Political Ideologies, 27. 54 George SABINE: Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, (İstanbul: Cem Kültür, 200), 73. 55 Ahmet T. KIŞLALI: Siyasal Sistemler, (Ankara: İmge, 2003), 85.
23
ortalama bir düzeni tesis edememiştir. Bu, liberalizmin, “serbest
rekabetten” beklenen sonuçları vermesine engel olacak bir durumdur.56
Liberal düşüncenin devlete olan bakış açısıyla ilgili bir başka eleştiri de
Wallerstein tarafından dile getirilir. Wallerstein’ın, liberalizmin devlete
bakışına yönelik eleştirileri bilindik olandan ziyadesiyle farklıdır.
Wallerstein, “liberaller jandarma devlet kavramını retorik olarak
benimsemelerine rağmen bunu ciddi olarak hayata geçirecek bir şey
yapmadılar. Bunun yerine devlete baştan beri akılcılığın en uygun aracı
olarak baktılar” der. Wallerstein’a göre, modern dünyanın üç büyük
ideolojisi (muhafazakârlık, sosyalizm ve liberalizm), devlet yapılarını
pekiştirme konusunda birbirlerine yakınlaşmaktadırlar. 57
Sosyalistler, liberalizmi piyasaya atfettiği önem açısından da
eleştirilmişlerdir. Piyasaya yönelik eleştiriler çeşitlidir. Yöneltilen bir
eleştiride, piyasa, herkesin bir diğerinin pozisyonunu kolladığı ve hayatta
kalmanın sırrının önce davranmak olduğu bir “savaş hali”, vahşi bir durum
olarak nitelendirilir.58 Bir diğerinde ise, Polanyi, piyasa sistemini düpedüz
bir ütopya olarak nitelendirir. Polanyi, 1944’de yayımlanan eseri Büyük
Dönüşüm’ün piyasayla ilgili bölümüne, “toprağın özel mülk haline gelip
soyut piyasaya konu olması atalarımızın yaptığı en acayip şeydir” diyerek
başlar.59 Piyasanın asıl amacının özgürlük ve barışı korumak değil kâr ve
maddi üretimi sağlamak olduğunu iddia eder. Bunlara ek olarak Polanyi,
“piyasa toplumu” istikrarsızdır. “Görünmez el” faraziyesi yanlıştır; kişisel
menfaatleri peşinde koşan bireylerin “görünmez el” marifetiyle çatışmadan
uzak kalmaları mümkün değildir der.60 Polanyi’ye göre, kendiliğinden
56 Ahmet T. KIŞLALI: Siyasal Sistemler, 263. 57 Immanuel WALLERSTEIN: Liberalizmden Sonra, (İstanbul: İletişim, 2003), 101. 58 Kadir CANGIZBAY: Komprador Rejimin Anatomisi, (Ankara: Özgür Üniversite
Kitaplığı, 2000), içinde Fikret BAŞKAYA: “Piyasa Ekonomisi ve İşbitiricilik”, 11. 59 Karl POLANYİ: Büyük Dönüşüm, (İstanbul: İletişim, 2000), 249. 60 Karl POLANYİ: a.g.e., 265-284.
24
işleyen piyasa, toplumu yıkma tehlikesi göstermektedir, bunun karşısında
düzenleyici önlemler almak gerekir.61
Liberalizme soldan yöneltilen eleştiriler içinde genel bir kabulü yansıtan
bir başka kritikte, Wallerstein, liberalizmi, önce 1789–1989 döneminin,
yani modern dünya sisteminin küresel ideolojisi olarak ilan eder; daha
sonra da yıkılan SSCB ile birlikte çöküşünün başladığını söyler.
Wallerstein, liberalizmi, muarızı sosyalizm üzerinden izah etmekte ve
tarihsel rolünü sürdürebilmesinin sosyalizmin yıkılması ile mümkün
olmadığını söylemektedir.62
Sağdan liberalizme yöneltilen temel eleştiri ise muhafazakârlık
tarafından seslendirilir. Muhafazakârlık, teorik olarak, yerleşik düzen,
gelenek ve verili anlam dünyasının ve bunların kurucu öğelerinin
müdafaası anlamına gelmektedir.63 Muhafazakârlığın sahip olduğu bu
ilkelerin, onu liberalizmle karşı karşıya getirmesi kaçınılmazdır.
Muhafazakâr düşüncenin liberalizm eleştirisini kabaca şöyle özetlemek
mümkündür: “Liberalizm yerleşik kurumlara ve geleneklere dayalı değildir
ve bireysel özgürlüğün arttırılması toplumsal yapıları ve sınırlamaları
gerektirirken liberalizm bunu göz ardı etmektedir.”64
Bununla birlikte, muhafazakârlık ve liberalizm arasındaki ilişkiyi,
sosyalizm ve liberalizm arasındaki ilişki kadar kolay analiz edebilmek
mümkün değildir. Muhafazakârlık ve liberalizm zaman zaman farklı
amaçlarla da olsa aynı sonuçları talep edebilmekte, zaman zaman ise
tamamen birbirinin muarızı ideolojiler olarak görülebilmektedir.65 Ortaya
61 Karl POLANYİ: a.g.e.,276. 62 Immanuel WALLERSTEIN: Liberalizmden Sonra, 9-11. 63 Ahmet ÇİĞDEM: Taşra Epiği, (İstanbul: Birikim, 2001), 37. 64 Felsefe Sözlüğü, 892. 65 Örneğin, Stern’in muhafazakâr devrim düşüncesinde liberalizm, “burjuva hayatı,
materyalizm, parlamento, partiler ve siyasî liderlik boşluğu anlamına gelir. Liberalizm
ayrıca bağlayıcı ruhsal ve dinsel birlikteliğin önündeki en büyük engeldir.” Stern FRİTZ:
The Politics of Cultural Despair. Zikreden Ahmet ÇİĞDEM: a.g.e., 53.
25
çıkış yıllarında, ekonomideki önemi gittikçe artan orta sınıfın siyasal
hareketi olma özellikleri ile liberalizm, sanayi ve ticaret üzerindeki
sınırlamaların son bulmasını talep etmekteydi. Ona karşı olanlar ise
mevcut durumun devam etmesinde çıkarları olan toprak sahipleri ve
aristokratlardı.66 Nitekim sosyalizmin önem kazanamaya başladığı 1848’e
kadar liberalizmin karşısındaki tek siyasî pozisyon muhafazakârlıktı.
Ancak, muhafazakârlık ve liberalizm arasındaki ilişki tarihin her
döneminde bu şekilde cereyan etmemiştir. Bu ilişkinin seyrini belirleyen,
mevcut temayüllerin yönüne göre pozisyon alan muhafazakârlık
olmuştur.67
Liberalizm ve muhafazakarlık arasındaki ilişkiye dair, Roggeven,
“liberalizmin bir şeyi muhafaza etmek için sebeplere ihtiyaç duymaktadır.
Oysa, muhafazakârlık için, geçmiş çağların bilgeliği her halükarda içinde
bulunulan çağın bilgeliğinden üstündür.”68 Öte yandan: “siyasal
reformcuların dünyevi ütopya rüyaları tarihimizin en kanlı yüzyıllarından
birini yaşatmıştır. Muhafazakârlar ve liberaller hiçbir şeyde anlaşamasalar
bile, şüphesiz, bu tür ütopyaların ortak düşmanları olduklarında hem fikir
olabilir.”69 Özipek de, benzer şekilde, liberalizm ve muhafazakârlık
arasındaki ilişkiyi “farlı gerekçelerden doğan beraberlik” olarak
nitelendirmektedir. Felsefî olarak, hem liberalizm hem de muhafazakârlık
totaliter devlete, kolektivizme, radikal ütopyacılığa, kurucu rasyonalizme
karşı çıkmışlar; birbirlerinden farklı gerekçelerle olsa da serbest piyasayı,
özel mülkiyeti ve sınırlı devleti savunmuşlardır.70
66 George SABINE: Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, 163. 67 Belki de liberalizm ve muhafazakârlık arasındaki en net ayrım noktası Hayek’in
İfadesiyle, “muhafazakârlığın değişime karşı keskin muhalefet tavrıdır. Liberalizm,
değişime kategorik olarak negatif anlam yüklemez; kendiliğinden ortaya çıkan değişimin
bastırılmasına karşı çıkar. Friedrich A. von HAYEK: “Neden Muhafazakâr Değilim”, 73–
75. 68 Sam ROGGEVEN: “Neden Liberal Değilim”, Liberal Düşünce, 34, (Ankara: Bahar
2004), 85. 69 Sam ROGGEVEN: a.g.m., 90. 70 Bekir B. ÖZİPEK: Muhafazakârlık, (Ankara: Liberte, 2004), 156.
26
Liberalizme yönelik bir başka kritik ise onunla, günümüzün “siyasî
erdemi” olarak temayüz eden demokrasi arasındaki ilişki üzerinden
yapılmaktadır. Carl Schmitt demokrasi ve liberalizm arasındaki gerilimli
ilişkiye dikkat çeker. Ona göre, bireye yoğunlaşan bir ahlakî söylemi
bulunan liberal bireyselcilik ile esas olarak politik olan ve homojenlik
temelinde bir kimlik oluşturmayı hedefleyen demokrasi ideali arasında
üstesinden gelinemez bir karşıtlık vardır. Schmitt, liberalizmin demokrasiyi
ve demokrasinin de liberalizmi yadsıdığını ve parlamenter demokrasinin,
liberalizm ve demokrasi arasındaki eklemlenmeden ibaret olması
nedeniyle yaşayabilir bir rejim olmadığını ileri sürer. Schmitt’e göre,
demokrasi, homojen bir demosun varlığını gerektirir ve bu durum her türlü
çoğulculuk olanağını dışlar. Oysa liberalizmin sahip olduğu çoğulculuk
anlayışı demokrasinin ihtiyaç duyduğu “biz”e zarar verecektir.71
2.2. Liberalizmin Temel İlkeleri
Liberalizmin temel ilkeleri tanımdan tanıma şu veya bu ölçüde farklılık
göstermektedir. Ancak, birey, özgürlük, mülkiyet, doğal haklar, hukukun
üstünlüğü, piyasa ekonomisi, minimal devlet ve kendiliğinden doğan
düzen gibi kavramlar nerdeyse tüm tanımlamalarda ortaktır. Yine de
bunca ilkenin kaynaklandığı üç temel prensip tespit edebilmek
mümkündür: “Bireysel özgürlük, sınırlı ve sorumlu devlet ve serbest
piyasa.”72
Bu çalışmada aşağıda ele alınan ilkeler elbette benim bakışımı
yansıtmaktadır. Birbirleriyle mantıkî bağları olan bu ilkelere, liberalizmin
temel ilkeleri yerine, belki de, klasik liberalizmin temel ilkeleri demek daha
doğru olacaktır. Çünkü, tekrar etmek pahasına şu belirtilmelidir ki, klasik
71 Chantal MOUFFE: Demokratik Paradoks, (Ankara: Epos, 2002), 45–65. 72 David BOAZ: Libertarianism, 42.
27
liberalizm, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin felsefi değerleri ile neredeyse
birebir örtüşmektedir.
Çalışmanın bu bölümünde liberalizmin temel ilkeleri tek tek ele
alınacak ve ana hatlarıyla açıklanmaya çalışılacaktır.73
2.2.1. Bireycilik
Liberalizmi anlatmada veya tanımlamada en kolay yararlanılabilecek
ve pek çok açıdan da tatmin edici sonuçlar verebilecek temel kavram
bireyciliktir. Bireycilik, kısaca, “herhangi bir toplumsal grup veya kolektif
organ karşısında bireyin önceliğine ve üstünlüğüne olan inanç”74 ya da
“bireye birey olarak saygı göstermek; kanaat ve zevklerinin ne kadar dar
olursa olsun, kendi sahası içinde kendine ait bir mesele olduğunu kabul
etmek; insanların ferdî kabiliyet ve temayüllerini inkişaf ettirmelerinin
arzuya şayan olduğuna inanmak” şeklinde ifade olunabilir.75 Liberalizmin
temelinde, serbest piyasa toplumunda çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışan
özgür, rasyonel birey anlayışı bulunur. Bu anlayışın temelinde beşeri
73 Liberalizmin temel ilkelerinin neler olduğu konusunda pek çok görüş vardır. George
Sabine liberalizmin üç temel ilkesinden bahseder: Sınırlı devlet, girişim hürriyeti ve en
geniş ve özgür bir şekilde yapılan sözleşmeler sonucunda ulaşılan düzenlemeler.
Mustafa Erdoğan liberalizmin temel ilkeleri olarak; bireyselliğe verilen önem ve insan
hakları, serbest piyasa ekonomisi, sınırlı minimal devlet, hukuka bağlı devlet ve liberal
rasyonalizmi sıralar. Karl Popper ise, devletin amacının yurttaşların özgürlüklerini
korumak olduğu, kölelik karşısında özgürlüğe, organik toplumsal yapı yerine soyut
topluma ve zorunlu görevlere değil, gönüllü birlikteliğe dayanan bir toplumsal yapıyı
oluşturacak niteliklerden bahseder. Halis ÇETİN: “Liberalizmin Temel İlkeleri”, C. Ü.
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, cilt 2, (Sivas: sayı1), 220. Ayrıca bkz. Atilla YAYLA:
Liberalizm, 158–160. Andrew HEYWOOD: Siyaset, 61–62. Mümtaz’er TÜRKÖNE (Ed):
Siyaset, (Ankara: Lotus, 2005),120–121. 74 Andrew HEYWOOD. Siyaset, 275. 75 Friedrich A. von HAYEK: Kölelik Yolu, (Ankara: Liberte, 1999), 19.
28
varlıklar her şeyden önce birey olarak görülür. Bireyler eşit ahlakî
değerde, ayrı ve biricik şahsiyetler olarak kabul edilir.76 Liberalizmin
bireycilik vurgusu o kadar güçlü ve liberalizmdeki birey kaynaklı felsefî
tartışmalar öylesine yoğundur ki, onun kritiğini yapanlar tarafından bile
çoğu zaman hakkı teslim edilir. Wallersitein, egemenlik hakkı taşıyanın
kim olduğu sorusunu yoğun şekilde –birey merkezli- tartışması nedeniyle
liberalizmin, muarızları ideolojilerden çok daha açık olduğunu belirtir.77
Birey kavramının köklerini antik Yunan dönemine kadar götürmek
mümkündür. Siyasal düşünceler tarihinin ilk bireyci akımı, milattan önce
V. Yüzyılda ortaya çıkan sofizmdir. Sofizm kendinden önce gelen düşünce
sistemini her yönden eleştiren bir akımdır. Evrenle ilgili sorunlar üzerine
tartışmayı bir yana bırakarak insana yönelen sofizm, insanı sosyal ve
siyasal ortamı içinde ele almıştır. Sofistlere göre insan, çıkarlarına ve
kendine hizmet eden bencil bir varlıktır. Sofizm için mutlak anlamda
gerçek, iyi ve doğru yoktur, bunlar insandan insana değişir. Bu değerlerin
ölçüsü insanın elindedir, yani insan her şeyin ölçüsüdür. Bu bağlamda,
insan yapısı olan yasalar ve devlet kutsal ve değişmez değildir. Her şeyin
ölçüsünün insan olduğu söyleyen, devlet ve yasaların mutlak olmadığını
dile getiren sofistlerin sahip olduğu düşünceler, devletin insanların yaptığı
bir sözleşme ile ortaya çıktığı görüşüne de kaynaklık etmektedir.78
Bu kavramın modern entelektüel gelişimi ise Locke’la başlar. Locke’a
kadar, ortaçağın siyasal ve sosyal yapılanması olan feodal düzen içinde
birey, insanların kendilerini aile, köy veya sosyal sınıf gibi kolektif
aidiyetler üzerinden tanımladıkları gruplara nispetle önemsiz bir kavramdı.
İnsanların tüm yaşamını ve kimliklerini bu grupların karakterleri
belirlemekteydi. Bir kuşaktan diğeri ancak çok küçük değişimler mümkün
olmaktaydı.79 Locke, feodal sistemin bu yapısına “doğa durumu” fikri ile
76 Andrew HEYWOOD. Siyaset, 61. 77 Immanuel WALLERSTEIN: Liberalizmden Sonra, 82. 78 Ayferi GÖZE: Siyasal Düşünceler Tarihi, 9-15. 79 Andrew HEYWOOD: Political Ideologies, 28.
29
karşı çıktı. O, doğa durumu fikri ile, insanların siyasî toplumu oluşturmak
için yaptıkları sözleşmeden önce bağımsız ve bir diğeriyle eşit bireyler
olduklarını anlatmaktaydı; herkesin eşit ve bağımsız olduğunu ve hiç
kimsenin diğerinin yaşamına, sağlığına, özgürlüğüne ya da mülkiyetine
zarar vermemesi gerektiğini belirtmekteydi.80 Ona göre, bireyler sözleşme
ile siyasî otoriteyi kurarken haklarının ancak sınırlı bir kısmını otoriteye
terk eder ve siyasî otoritenin, ancak o sınırlarda faaliyet gösterebileceğine
izin verirler. Locke için birey siyasî organizasyonu var eden temel
unsurdur.81
Liberal düşüncenin merkezinde yer alan en önemli kavram olarak
birey, diğer tüm insanlarla eşit yaratılan, doğuştan getirdiği ve sadece
insan olmak nedeniyle elde ettiği devredilemez, vazgeçilemez ve her türlü
müdahaleden masun olması gereken hakları bulunan; eşit insanlık
onuruna sahip yegâne, biricik değerdir. Kantçı bir açıklamayla, özgür
düşünen ve özgür eylemde bulunan bu birey hiçbir amacın aracı olarak
kullanılamaz; o kendi başına bir amaçtır/öznedir.82 Çünkü liberalizm için
birey sınıf, halk gibi kurmaca çokluklara nazaran daha gerçektir.83
Bireycilik, liberalizm için aynı zamanda ahlakî bir ilkedir. O, bireyin,
siyasî ve sosyal yapıların temel unsuru olduğunu savunduğu gibi ahlakî
olarak da önceliğini savunur.84 Bu ahlakîlik, karşılaşılan her durumda, her
bir bireyin en az bir diğeri kadar özgür iradesiyle karar verme yetisine
sahip olduğu fiksiyonu üzerine inşa edilmiştir. Birey, kendisi için neyin
80 Larry ARNHART: Siyasî Düşünce Tarihi, (Ankara: Adres, 2004), 233. 81 Atilla YAYLA: Liberalizm, 149. 82 Vahap COŞKUN: “Liberalizm ve Türkiye”, Radikal 2, 17 Ağustos 2003; Atilla YAYLA:
Liberalizm, 151. 83 Halis ÇETİN: Liberalizm, 69. 84 Mustafa ERDOĞAN: “Klasik Liberalizmde Birey, Topluluk, Toplum”, Liberal Toplum,
Liberal Siyaset içinde, (Ankara; Siyasal Kitapevi, 1998), 144.
30
doğru neyin yanlış olduğunun seçimini yapabilir. Kendisi için en doğru
seçim ya da davranış, kendi öngörüsü ile yaptığı seçimdir.85
Kısaca, liberalizm için bireycilik, bireyin, her alanda ve durumda kendi
yetileriyle hareket edebileceğine, vesayet altında bulundurulmasına gerek
olmadığına, onun, temel sivil hakların, sosyal düzenin, iktisadî ve siyasal
yaşamın temel birimi olduğuna ilişkin inançtır. Bu inanç, birçok nedenle ve
birçok mecradan bireye yöneltilen kısıtlama ya da engellemelerin bertaraf
edilmesi ve özgürlüğün korunması açılarından değerlidir.
2.2.2. Hürriyet
Liberalizmin diğer ilkelerine ulaşabilmeyi sağlayan en temel
değerlerden biri de hürriyettir. Bireycilikle beraber düşünüldüğünde
liberalizmin şöyle bir tanımını yapmak bile olasıdır: “Liberalizm salt bireyci
ve özgürlükçü bir ideolojidir.”86
Hürriyet, günlük dildeki kullanımıyla, engellerin ve sınırlamaların
olmaması demektir. Ancak, böyle bir durum, insanın fiziki yetersizliği ve
sosyal ihtiyaçları göz önünde bulundurulduğunda, imkânsızdır. İnsanın
fiziki sınırlılıkları, hürriyet problemi karşısında siyasî düşüncenin çalışma
konularından biri olmakla birlikte, liberal felsefecilerin cevap aradığı bir
alanı teşkil etmez. Asıl sorun, bireyin sosyal ve siyasal yaşantısında
gizlidir. Liberal düşünürler şu problemler etrafında hürriyet problemini
tartışırlar: Engellerin ve sınırlamaların olmadığı siyasal ya da sosyal bir
sistem tesis edilebilir mi? Böyle bir sistem hür olarak nitelendirilebilir mi?
85 Ömer ÇAHA: “Liberalizmin Temel İlkeleri”, Yeni Türkiye, (Ankara, Ocak-Şubat 1999),
46–47. 86 Ömer ÇAHA: a.g.m., 42.
31
Hürriyetin varlığı ve hür bir toplumun oluşabilmesi, yine hürriyet
üzerinde bazı sınırlamalar gerektirir.87 Çünkü, hürriyet, insanın tamamen
ve sonsuz derecede hür olduğu mükemmel bir durum anlamına gelmez;
böyle bir durum tesis edilemez. Bir insanın hürriyetinin sınırını belirleyen
ölçü başka bir insanın hürriyetidir. Bu durum, aşılmaz bir sınır çizerken
hürriyet üzerinde bazı kısıtlamaları gerektirmektedir.88 Ancak, hürriyetin
sınırlanmasının temel ölçütleri, doğal hukuk ve insan haklarıdır. Bu
anlamda hürriyet, “başkalarının, fakat özellikle devletin müdahalelerinden
masun olmayı ve bireylerin, ancak, bir başkasının insan haklarına
olumsuz bir müdahalede bulunmadıkça istedikleri kararları alabilecekleri
bir özel alanı” ifade eder.89
Genel kabule göre hürriyetin iki çeşidi vardır. Bir şeyden hür olma
anlamında negatif hürriyet ve bir şeye hürriyet anlamında pozitif hürriyet.
Geniş anlamda, liberal düşünce, bu iki hürriyet türünü kapsayan bir anlam
ifade eder. Liberalizm bazı türlerinde (modern liberalizm) kendisine özel
önem atfedilen pozitif hürriyet, devletin sadece doğal hakları korumakla
yetinmemesi, ayrıca, bireylerin siyasal ve sosyal haklarını geliştirmek ve
iyileştirmek için faaliyette bulunması gerektiği anlayışı üzerine kurulur.
Klasik liberalizmse tercihini bireye müdahalesizliği öngören ilki üzerinde
yapmaktadır. Isiah Berlin, negatif özgürlük kavramının, diğer bütün öteki
özgürlük kavramlarına tercih edilmesi gereken gerçek özgürlüğü ifade
ettiğin söyler.90 Negatif özgürlükte temel kabullerin ilki, herkesin kendi
çıkarı için en iyisini bildiği ve devletin bireylere amaç ve hedef empoze
etmemesi gerektiğidir.91 İkincisi, devlet, bireyin lehine dahi olsa ona bir
şey sağlamamalı, birey, dış baskı ve zorlamalara maruz
bırakılmamalıdır.92
87 Norman P. BARRY: Modern Siyaset Teorisi, (Ankara: Liberte, 2003), 219. 88 Atilla YAYLA: Özgürlük Yolu: Hayek’in Sosyal Teorisi, (Ankara: Liberte, 2000), 23. 89 Atilla YAYLA: Siyasî Düşünce Sözlüğü, 153. 90 Charles K. ROWLEY: “Klasik Liberalizmde Yaşayan ve Ölen Nedir?”, 57. 91 Norman P. BARRY: a.g.e., 228-229. 92 Atilla YAYLA: Liberalizm, 163.
32
2.2.3. Liberal Rasyonalizm
Köklerini Rönesans’ta bulan Aydınlanma Çağı’nın temel özelliği olan
rasyonalizm, 18’inci ve 19’uncu yüz yılda doruk noktasına ulaşan, aklı ve
ondan kaynaklanan bilgiyi yücelten, bir anlayıştır.93 Rasyonalizmi
anlamak için önce Aydınlanmanın ne olduğu anlamak gerekir.
Aydınlanma, 18. yüzyılda etkili olan, geleneksel olarak İngiliz Devrimi ile
başlatılıp Fransız Devrimi ile bitirilen, “insanları, esasta kötü ve
köleleştirici olan mit, hurafe ve ön yargının temsil ettiğine inanılan eski
düzenden kurtararak, yine esasta iyi ve özgürleştirici olduğu çekincesiz
kabul edilen ‘aklın düzeni’ne” sokmak ortak amacının hüküm sürdüğü
toplumsal ve siyasal bir süreçtir. Aydınlanmanın bütün Avrupa’yı saran bir
entelektüel oluşum olarak temel birkaç niteliğinden söz edilebilir: “Daha
iyiye yönelik bir iyimserlik, akla ve düşünceye verdiği önem hasebiyle
entelektüelizm, otoriteryan kurumlara duyulan saygı ve toplumsal ve
insanî olaylara duyarlılık.”94 Bu temel değerler üzerine kurulu Aydınlanma
Felsefesi’nin rasyonalizm anlayışı, kıta Avrupa’sı Aydınlanması ve İskoç
Aydınlanması içinde büyük farklılıklar gösterir. İlkini kartezyen/kurucu
rasyonalizm, diğerini ise liberal rasyonalizm olarak anlamak gerekir.95
93 Mustafa ERDOĞAN: “Klasik Liberalizmde Birey, Topluluk, Toplum”, 10. 94 Ahmet ÇİĞDEM: Aydınlanma Düşüncesi, (İstanbul, İletişim, 2006), 13–15. Bu temel
özellikleri kıta Avrupası Aydınlanması’nın temel özellikleri olarak anlamak gerekir. 95 Kıta Avrupası Aydınlanma ve İskoç Aydınlanmasının çok farklı felsefî gelenekler
olduğunu belirtmek gerekir. Kıta Avrupası, Carl Becker’in eleştirisinde görüldüğü gibi,
otorite figürleri olarak kilise ve İncil’e karşı çıkmakta ama bunun yerine başka bir
otoriteyi, aklın mutlak otoritesini, şiddetle savunmaktaydı. (Ahmet ÇİĞDEM: Aydınlanma
Düşüncesi, 15.) İskoç Aydınlanmasının temel kabulleri ise “kendiliğinden doğan düzen”
ve “doğal özgürlük” kavramlarıdır. Toplumda barış ve adaletin tesis edilmesinin
kaynağını soyut akılla tasarlananlarda ya da ilahî olarak insanlığa verilmiş olanlarda
aramak yerine, yararlılığı tecrübe ile görülmüş, uzlaşmaya dayalı pratiklere bakmak
gerektiğini ileri sürmüştür. Sadece aklın değil, her türlü mutlak otoritenin karşısındadır.
Mustafa ERDOĞAN: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, 24.
33
Rasyonalizm, “dünyanın rasyonel bir yapısını olduğu ve onu
anlamanın yolunun aklıdan ve eleştirel incelemeden geçtiği iddiasıyla
birlikte, bilginin de tecrübeden ziyade akıldan kaynaklandığı/edinildiği
inancındadır.”96 İnsan aklının, gelenek ve tecrübeden bağımsız olarak
sadece aklî ilkeleri kullanarak sosyal bir sistem kurabileceği iddiasındaki
bu teoriyi Hayek kurucu rasyonalizm olarak adlandırmıştır.97 Hayek’e
göre, liberal rasyonalizmin karşısındaki kartezyen rasyonalizm, “bütün
beşeri müesseselerin, ancak beşeri gayeler için tasarlanmaları halinde
insanî amaçlara hizmet edeceği; bir kurumun var olması gerçeğinin o
müessesenin bir amaç için yaratıldığının kanıtı olduğu; toplumu ve
toplumun kurumlarını bütün davranışlarımıza bilinen gayelerce rehberlik
edilecek tarzda yeniden tasarlamak gerektiğini savunur.”98
Kurucu aklı reddeden liberal rasyonalizm kavramı ise, özellikle iktisadî
liberalizmin önemli kavramlarından biridir. İnsanların genel olarak akılcı bir
şekilde hareket ettiklerine yönelik bir inançtır. Ancak, burada “akıl”
everensel gerçekliğin ve ilerlemenin tek kaynağı olarak kabul edilmez;
onun da, beşeri her şeyde olduğu gibi, sınırlılıkları vardır. Liberal
rasyonalizmde, bireylerin, hayatlarını sürdürmek, barışı ve adaleti
sağlamak için en uygun kurumları akıllarını kullanarak geliştirebileceği
iddia edilir. Öte yandan, sosyal ilişkilerin ve hukukun objektif, everensel bir
akıl tarafından tecrübe ve gelenekten bağımsız olarak belirlenebileceğine
yönelik yaklaşıma da şüphe ile bakılır.99
Bu yaklaşımın öncüsü David Hume’dur. Ona göre, akıl toplumda
yürürlülükte bulunan kural ve kurumların asıl kaynağı değildir. Bunlara
bilinçli bir varlığın amaçlı düzenlemeleri ile ulaşılmamıştır aksine, onlar,
96 Atilla YAYLA: Siyasî Düşünce Sözlüğü, 167. 97 Friedrich A. von HAYEK: Hukuk, Yasama ve Özgürlük: Kurallar ve Düzen, (?, İş
Bankası Kültür Yayınları), 9. 98 Friedrich A. von HAYEK: a.g.e., 15. 99 Mustafa ERDOĞAN: “Klasik Liberalizmde Birey, Topluluk, Toplum”, 29.
34
insan hayatının akışı içinde edinilen ve biriken tecrübelerin etkisiyle
doğmuş ve süreklilik kazanmışlardır.100
Bu bağlamda liberal rasyonalizm kurucu rasyonalizmden birçok
bakımdan farklı bir sosyal teoridir. O, evrimcidir. Ona göre, insanların,
binlerce yıldır biriktirdiği tecrübeleri, “kendiliğinden”, bugünkü uygarlığı
oluşturmuştur.101 Bu nedenle o, tepeden inmeci, dönüştürücü, tasarımcı
teorileri dışlamakta, bireyin negatif özgürlüğünü ve medeniyeti muhafaza
etmeye yararlı yol ve yöntemleri benimsemektedir.
2.2.4. Kendiliğinden Doğan Düzen
Klasik liberal yaklaşıma göre, bireyin özgürlüğünü korumadaki en
önemli nokta, onun haklarının devlete karşı korunmasıdır. Bu, devletin,
bireylerin hayatına yaptığı müdahalelerin sınırlanmasını gerektirir.
Bireylerin sadece devletin değil, başka bireylerin ve organize çoklukların
müdahalesinden masun özel bir alanları vardır. Bireylerin özel alanını
koruyan adil davranış kurallarının uygulanması, tasarlanmış bir
düzenlemenin ulaşabileceğinden çok daha kompleks bir kendiliğinden
düzeni ortaya çıkartacaktır. Bu, bireyleri kendi amaçları ve kendi bilgileri
doğrultusunda hareket etmekte serbest bırakan soyut kurallara dayanan
bir düzendir.102 Hayek, kendiliğinden doğan düzenin tesadüfî ve deneyime
dayalı yönüne dikkat çekerken şöyle der: “(B)ireysel eylemin faydasını
mühim ölçüde arttırmış olan toplumsal düzenlilik, münhasıran bu amaç
için dizayn ve icat edilmiş müesseseler ve uygulamalar sayesinde değil,
100 Atilla YAYLA: Liberal Bakışlar, 126. 101 Atilla YAYLA: a.g.e., 126. 102 Friedrich A. von HAYEK: “Liberal Bir Sosyal Düzenin İlkeleri”, Sosyal ve Siyasal Teori,
Ed. Atilla YAYLA, (Ankara, Siyasal Kitapevi, 1999), 173.
35
fakat, genellikle önce gelişme ve daha sonra evrim olarak tasvir edilen bir
süreç sonrasında ortaya çık”mıştır.103
Kendiliğinden doğan düzen fikrinin öncüsü David Hume’dur. Hume
gelenek ve tecrübeye verdiği önemle ve aklın bilginin tek kaynağı
olmadığı iddiasıyla kartezyen rasyonalizme karşıdır; insan işlerinde aklın
rolünü ve önemini sorgular. Hume için akıl, belirli iddiaları
desteklemeye/ispatlamaya değil, onları sorgulamaya yol açmaktadır.
Hume, rasyonel sorgulamanın, aklın kendisinin dünyayı anlamak için
doğru bir yol olduğu inancını bile ispat edemeyeceği görüşündedir.
Hume’a göre, bütün fikirler, algılama yoluyla zihin üzerinde meydana
gelen izlenimlerden kaynaklanır. Siyasal toplum ve kurallar ise, insan
alışkanlıklarına dayanan geleneklerdir ve ahlakî gerçekler, aklın
göstermesi ile apaçık biçimde ispat edilebilir değildir.104 Hume’dan sonra
Adam Smith “görünmez el” faraziyesiyle bu görüşü geliştirmiştir.
Kendiliğinden doğan düzen fikrinin savunucuları, sosyal düzenin
kurulabilmesi için zorlama ve yönlendirmeye gerek olmadığı, aklın bunu
gerçekleştirmeye muktedir olmadığı, iddiasıyla rasyonalizme karşıdırlar.
Müdahale, yalnızca var olan ahenge zarar verecektir. Kendiliğinden
doğan düzende, aklın, bütün insan ilişkilerini içine aldığı farz edilen yapay
düzenlemeler yapmasına gerek yoktur.105
Hayek, kendiliğinden doğan düzenin iki temel değerinden bahseder.
İlki, kendiliğinden düzende, tasarlanmış bir düzenleme ile bile elde
edemeyeceğimiz kadar çok ve kompleks bir gerçekler setine ulaşılabilir.
Bu düzen başka türlü elde edilemeyecek kadar geniş bir düzendir.106 Bu
sistem içinde bulunan her insan, ancak onun küçük bir kısmının bilgisine
sahip olacağından, bir “bilmezlik perdesinin” arkasında kalınan bu
103 Friedrich A. von HAYEK: Hukuk, Yasama ve Özgürlük: Kurallar ve Düzen, 16. 104 Donald TANNENBAUM; David SCHULTZ: Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve
Fikirleri, 295-299. 105 Atilla YAYLA: Liberalizm, 182–199. 106 Friedrich A. von HAYEK: “Liberal Bir Sosyal Düzenin İlkeleri”, 173.
36
durumda kimse bütün toplumu ve toplumun hayatını etkileyecek kararları
alma iddiasında bulunamayacaktır.107
İkinci olarak, kendiliğinden doğan düzen herhangi bir amaçtan
bağımsızdır. Bu sistemde aynı anda pek çok farklı hatta çatışan amaçların
takip edilmesi mümkündür. Burada temel nokta ortak amaçlar değil,
tarafların yararları için farklı çıkar ve amaçların uzlaşmasıdır. İnsanların
karşılıklı menfaatleri için barış içinde var olabilmesine olanak tanıyan bu
sistem, büyük veya açık toplumun oluşmasını sağlar. Bu durumun
ekonomik yansıması piyasadır. 108
2.2.5. Piyasa Ekonomisi
Liberalizmin temel ilkelerinin birçoğu sonuçta mantıkî olarak piyasa
ekonomisini göstermektedir. Kendiliğinden doğan düzenin, “herhangi bir
iktisadî, sosyal düzende toplamın bilgisine sahip olunamayacağından
“müdahale” zararlı sonuçlar doğurur” düsturunda olduğu gibi, bireysel
özgürlüğün iktisadî boyutu da (serbestçe mübadelede bulunabilmek,
sözleşmeye taraf olabilmek), mantıkî olarak piyasa ekonomisi işaret
etmektedir.109
Piyasa, kelime olarak, mal ve hizmetlerin alıcı ve satıcılarının karşı
karşıya geldiği mekân anlamına gelir. Piyasa daha ayrıntılı olarak şöyle
de tanımlanabilir: “Piyasa, bütün üretim ve tüketim kararları ile bütün
ekonomik etkinliğin ya da kaynak dağılımının piyasalar tarafından
107 Atilla YAYLA: Liberalizm, 185. 108 Friedrich A. von HAYEK: “Liberal Bir Sosyal Düzenin İlkeleri”, 174 109 Mustafa ERDOĞAN: “Klasik Liberalizmde Birey, Topluluk, Toplum”, 25.
37
gerçekleştirildiği ekonomik sisteme verilen addır.”110 Liberalizm
açısındansa piyasa daha soyut bir anlam ifade eder. Fiziksel bir
gerçekliğin somut tanımı niteliği taşımayan piyasa, özgür bireylerin
kendiliğinden kurulmuş bir iş bölümü içinde eylemde bulundukları bir
süreçtir. Özgür bireylerin iktisadî hayata gönüllü katılımlarıyla ortaya çıkar.
Smith’e göre, piyasanın organize ettiği ve bireysel çıkarların yönlendirdiği
bir ekonomi büyük bir maddi iyileşme ve görülmemiş bir işbölümü
sağlar.111
Piyasa, bireylerin ekonomik çıkarlarını aramaları nedeniyle iktisadî
süreçlere katılımlarının basit bir toplamı değildir. Çünkü piyasa, pazarda
yer alan aktörlerin -bunlar alıcı ya da satıcı olabilirler- fiyat ve kâr
enstrümanlarıyla haberleştiği, iletişime geçtiği büyük bir bilgi ağıdır.112
İktisadî hayat, bireyler, şirketler ve hane halkları arasındaki milyonlarca
ilişki ve bilgi ağından mürekkeptir.113 Düzensiz ve parçalı bir yapısı olan
bu bilgi ağının tümüne hiçbir düzenleyici güç ya da akıl sahip olamaz. Ona
yapılacak her müdahale, pazarda yaşanan haberleşmeyi
engelleyeceğinden büyük başarısızlıklara neden olur. Bu, aynı zamanda,
özgürlüğe yapılmış bir müdahale anlamına da gelir.114
Birey özgürlüğünün önemli göstergelerinden biri olan piyasa bilgiye
ulaşmanın yollarını arttırırken, bilginin tek elde toplanmasını da engeller.
Diğer yandan, ekonomik gücü siyasal güçten ayırıp, ikisinin aynı
merkezde olmasının önüne geçer. Bu bağlamda piyasa, siyasal
özgürlüklerin önemli koruyucularından biridir. Piyasa ekonomisi yoksa
özgürlük de yoktur.115
110 Hüseyin ÖZEL: “Liberalizmin Ütopyacı Toplum Tasarımı”, C.Ü. Sosyal Bilimler
Dergisi, cilt: 26, No: 1, (Sivas: Mayıs 2002), 103. 111 Robert L. FORMANI: “Adam Smith Capitalism’s Prophet”, ?. 112 Dwight R. LEE: ”Freedom of the Prize”, http://www.fee.org/publications/the-
freeman/article.asp?aid=1829, 07.03.2007. 113 Friedrich A. von HAYEK: Hukuk, Yasama ve Özgürlük: Kurallar ve Düzen, 22. 114 Atilla YAYLA: Liberal Bakışlar, 198. 115 Milton FRIEDMAN: Kapitalizm ve Özgürlük (İstanbul: Altın Kitaplar, 1988), 26.
38
Özetle, liberalizm için, kâr, rekabet ve fiyat mekanizması temel
unsurları üzerinde yükselen piyasanın değeri116, özgül yer ve zaman
koşullarını içeren bilgilerin aktarımını (özellikle kâr unsurunu kullanarak),
rakibi iktisadî sistemlere göre çok daha hızlı ve verimli
gerçekleştirmesinden kaynaklanır.117
2.2.6. Sınırlı Devlet
Liberalizme göre en temel gerçek bireydir ve birey başkalarının
haklarına ve özgürlüğüne müdahale etmedikçe kendi “iyi” anlayışı
çerçevesinde nasıl yaşacağına yine kendisi karar verir. Liberalizm için
devlet, aynı anda milyonlarca farklı “iyi” tasarımları olan bireylerin bir
arada barış içinde yaşayabilmelerinin dış koşullarını tesis etmek için
vardır.118 Ancak yine de, salt bireyci ve özgürlükçü bir ideoloji olarak bile
tanımlanabilecek olan liberalizm, “devlet”e şüpheyle bakar ve onun mutlak
anlamda sınırlandırılması gerektiğini söyler.119 İnsanlar güvenliklerini ve
doğal haklarını güvence altına almak için devleti kendi elleriyle
kurduklarına göre, devletin onları tehdit etmek veya özgürlüklerini
tehlikeye atmak gibi yetkisi olmamalıdır. Egemenlik doğal haklarla
sınırlıdır.120 Devletin sınırlanması, liberalizmin iktidara karşı duyduğu
şüphenin bir sonucudur ve bu şüphe, onun hem bireysel özel alan
vurgusuna hem de piyasanın etkinlik ve değerlerine devlet müdahalesinin
verebileceği zarardan duyduğu endişeden kaynaklanmaktadır.121
116 Erdal TÜRKKAN: “Piyasa Mekanizması ve İşleyebilir Rekabet”, Sosyal ve Siyasal
Teori, Ed. Atilla YAYLA, (Ankara, Siyasal Kitapevi, 1999), 257. 117 Ruhdan YUMER: “Hayekçi Liberalizmin Temel İlkesi”, Sosyal ve Siyasal Teori, Ed.
Atilla YAYLA, (Ankara, Siyasal Kitapevi, 1999), 165. 118 Mümtaz’er TÜRKÖNE (Ed): Siyaset, 86. 119 Ömer ÇAHA: “Liberalizmin Temel İlkeleri”, 52. 120 Philippe RAYNAUD; Stephane RİALS (Haz): Siyaset Felsefesi Sözlüğü, 534. 121 Mustafa ERDOĞAN: “Klasik Liberalizmde Birey, Topluluk, Toplum”, 26.
39
Devlet iktidarının sınırlanması fikri iki kaynaktan beslenmektedir.
Bunlardan ilki doğal hukuk/doğal düzendir. Liberal felsefede devletin
ortaya çıkmasına neden olan “toplum sözleşmesi”nin amacı, ki bu
sözleşme teorisi ahistoriktir, bir fiksiyondur, devleti sınırlama ve kurallara
bağlamaya yöneliktir. Devletin meşruiyeti bu sözleşmeden kaynaklanır.
Devlet doğal haklar ve doğal hukuktan kaynaklanan hakları çiğnerse
meşruiyetini yitirir. John Locke’a göre devlet faaliyetinin sınırı bireysel
özgürlük, vicdan hürriyeti ve mülkiyet hakları ile çizilmektedir. Bu doğal
haklar devletten önce varolan ve vazgeçilmesi mümkün olmayan
haklardır. Bunlar sadece devlete karşı değil, diğer bireylerin ve organize
çoklukların tecavüzlerine karşı da korunmalıdır ve onların faaliyet
alanlarının da sınırını çizmelidir. Liberalizmin minimal devlete olan
vurgusuysa, müdahale gelme riski en yüksek olan örgütün devlet
olmasından ve devletin müdahalelerinden kaynaklanan başarısızlıkların,
bireylerin ya da piyasanın neden olduğu başarısızlıklara nispeten çok
daha geniş ölçekli yaşanmasından kaynaklandığı iddiasına dayanır.122
Devlet faaliyetinin sınırlanmasının ikinci kaynağını, ilkiyle yakın ilişkili
olan, kendiliğinden doğan düzen düşüncesi oluşturur. Bu yaklaşıma göre,
bireysel özel alan ve piyasa olarak tanımlanan sosyal ve iktisadî sistem
müdahalelerden masun olmalıdır. Burada esas mesele, müdahale
sonucunda kendiliğinden doğan düzenin zarar göreceğidir. Bu nedenle
devletin kaynağına ilişkin fiksiyonlar olmadan da aynı sonuca
ulaşılabilir.123 Buna göre, devlet sınırlanmalı ve icraatlarını bu sınırlı alan
122 Recai G. OKANDAN: Umumî Amme Hukuku, (İstanbul; İstanbul Üniversitesi
Yayınları,1976), 802–804. 123 Devletin kaynağına ilişkin liberal teoriler marifetiyle, devlet kendisine terk edilen
faaliyet alanları belli bir toplumsal müessese olarak resmedilir. Devletin faaliyet alanı
kendisine sözleşme ile terk edilenlerden oluşmaktadır. Daha fazla alan ve güç talebi
otoritenin meşruluğunun kaybedilmesi anlamına gelecektir. Buna kısaca kaynakta
sınırlama diyebiliriz. Oysa kendiliğinden doğan düzen, devlet faaliyet ve gücünün
kaynağının ne olduğuna bakmadan, toplumsal ahenge zarar veren her türlü müdahaleyi
kabul etmez.
40
içinde gerçekleştirmelidir. Onun, daha fazla alanda hareket etme talebi
kendiliğinden doğan düzenin dinamiklerini negatif yönde etkiler.
Devletin, klasik liberallere göre üç temel faaliyet alanı vardır: Adalet, iç
güvenlik ve ulusal savunma. Devlet, soyut ve genel kurallarla
sınırlandırıldığı bu üç alanda icraatta bulunabilir. Ondan, ortak iyi, kamu
yararı, sosyal adalet gibi konularda inisiyatif alması beklenmez.124 Devlete
sınırlı zor kullanma hakkı tanınan bu üç alandaki devlet faaliyeti de çeşitli
kurallarla sınırlandırılır. Bu kurallar, aynı zamanda, onun hukuk devleti
veya hukukun hâkimiyeti niteliklerine haiz olup olmadığının da
göstergesidir.125
124 Atilla YAYLA: Liberalizm, 206. 125 Atilla YAYLA: a.g.e., 202.
3. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ ÖNCESİNDE TÜRKİYE’DE LİBERALİZM
3.1. Türkiye’de Liberalizmi Karakterize Eden Birkaç Tarihî/Fikrî Nokta
Türkiye’de liberal fikriyatın tarihsel serüvenini karakterize eden üç
önemli dönem/dönüm noktası mevcuttur. Bunlardan ilki 20. yüzyıl başıdır.
Bu tarihten önce liberal fikirler, uzun bir yüzyıl boyunca ülkeye,
İmparatorluğun modernleşme çabalarının sonucu olarak girdi.
Liberalizmin üzerinde titizlikle durduğu birçok ilke, Sultan’ın ya da onun
bürokratlarının, İmparatorluğun bekası için istedikleri amaçlara ulaşma
çabalarının, arzu edilmeyen ya da beklenmeyen sonuçları olarak Osmanlı
coğrafyasıyla tanıştı. Ve neredeyse yarım yüzyıl boyunca, Osmanlı
aydınlarının bazıları tarafından ya siyasî yönü ile sahiplenilip iktisadî yönü
ihmal edildi, ya da iktisadî yönü üzerine yapılan vurgu siyasî içerikli liberal
ilkelerin önüne geçti. Oysa 20. yy ile birlikte, liberalizmi hem iktisadî hem
de siyasî yönleriyle daha hâkim bir üslupla savunan simalar -İnsel’e göre
dönemin liberal düşünce açısından doruğunu oluşturan1- Cavid Bey ve
Prens Sabahattin liberal düşünce içindeki yerlerini aldılar. Bununla birlikte,
özellikle Prens için, liberalizmden umulan amaç (onu daha etkili ve hâkim
bir üslupla temsil etmiş olsa da) imparatorluğun bekasıdır.2
1 Ahmet İNSEL: “Türkiye’de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi”, Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce. Liberalizm, (İstanbul: İletişim, 2005), 53. 2 Prens’in şu sözleri dikkat çekicidir: “O halde tedavi yolu: … siyasî merkeziyetçiliği
güçlendirecek, … Osmanlı birliğini yeniden inşa edecek, … milli hakimiyet ve
istiklalimizin yerleşmesine vasıta olacak…” Prens SABAHTTİN: “Görüşlerim: İki Meslek”,
Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce. Liberalizm, Ed. Murat Yılmaz, 717.
42
Liberal fikriyatın tarihsel serüvenini karakterize eden bir başka
tarih/dönem ise 1920’ler, yani Türkiye Cumhuriyeti devridir. Kemalist
devrimin neticesi olarak kurumsallaşan cumhuriyet rejiminin temel gayesi
kendisinden başka hiçbir siyasî pozisyona hayat hakkı tanımamaktır. Bu
dönemde, hem siyasi liberalizm hem de muhafazakârlık, tek parti
iktidarının devam ettiği 1923–1946 döneminde politik alandan
uzaklaştırılmış ve meşruiyet kaynaklarından yoksun bırakılmıştır.
Cumhuriyetin bu niteliği, Türkiye’ye mahsus olmak üzere3, muhafazakârlık
ve liberalizmi birbirine yaklaştırmıştır. Cumhuriyet ve muhafazakârlık
arasında, muhafazakârlığın değişim değil devrim karşıtlığı üzerinde
yükseldiğini düşündüğümüzde, bir var olma ve karşıtlık ilişkisinden
bahsedebiliriz. Çiğdem bu durumu şöyle ifade eder:
Türk muhafazakârlığının cumhuriyetle ilişkisi
mahiyet olarak modernite ve muhafazakârlık
ilişkisiyle özdeştir: Türk muhafazakârlığı, bir
cumhuriyet ideolojisidir ve kendi var oluşunu ancak
cumhuriyetin ürettiği bir zeminde mümkün
kılabilmiştir. Eğer muhafazakârlığın özbilincini
kazanmasında etkili olan öğe, Fransız Devrimi’ne
karşı vermiş olduğu mücadele ise, Türk
muhafazakârlığının kendi karakterini edinmesinde
cumhuriyetin de böylesi bir etkiyi yaratması
beklenirdi. Türk muhafazakârlığı, … cumhuriyetle
girişilecek bir hesaplaşmanın hareketin meşruiyetini
baştan gidereceği korkusuyla bu türden bir
hareketten kaçınmıştır.4
3 Burada “Türkiye’ye mahsus” derken kastedilen cumhuriyet karşısındaki pozisyonların
bu iki ideolojiyi yaklaştırmasıdır. Bilindiği üzere dünyada da benzer durumlar yaşanmış
ve özellikle sosyalizm karşısında iki ideoloji zaman zaman birbirine yakınlaşmıştır.
Türkiye’ye özgü olan cumhuriyet meselesidir. 4 Ahmet ÇİĞDEM: Taşra Epiği, 58.
43
Öte yandan, muhafazakârlık ve liberalizm dönemin dışlanan siyasî
pozisyonları olmaları nedeniyle birbirlerine yaklaştıkları gibi, cumhuriyetin,
dinî alana karşı katı yaklaşımı ve dinî talepleri başından gayri meşru ilan
etmesi de, muhafazakârlığın –en iyi ifadesini Başgil’de bulacak şekilde-
liberal değerlere yaklaşmasını sağladı.
Liberalizm ise aynı dönem içinde tedricen politik alandan
uzaklaştırılmıştı. Bu dönemde yaşanan iki muhalefet deneyiminin etkisiyle
liberalizm, CHP sözcülerinin ağzında anarşi ile eş anlamlı “kökü dışarıda”
“bölücü” ve “gerici” bir anlam kazanmıştı. Ayrıca, milliyetçiliğin, resmî
siyasal alanda kalmanın ve hürriyetçi düşünceleri ifade edebilmenin
yegâne meşruiyet zemini olması, liberalizmin milliyetçilikle bulanmasını ve
daha ılımlı bir iktisadî sistem talep etmesine neden oldu. Bu durum da
liberalizmin muhafazakârlığa yaklaşmasına neden oldu.5
Liberal fikriyatı karakterize eden üçüncü dönem ise –aşağıda daha
ayrıntılı verilmeye çalışılan- çok partili siyasi hayata geçiş ve Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Cemiyet, Cumhuriyet Türkiye’sinde
liberalizmin ilk “sivil” hareketi olma özelliği taşır. Ayrıca, cemiyet, son
bulmasına neden olan tartışma sonucunda muhafazakârlık ve liberalizm
konjonktürel birlikteliğinin de sorunlarını –bu Yalman ve Başgil’in temsil
ettiği tarafları temsil ettiği bir süreçtir- göz önüne serer. Ancak, ilginç olan,
muhafazakâr kanadı temsil eden Başgil’in daha hürriyetçi görünmesidir.
Türkiye’deki liberal düşünce birikimini karakterize etmesi açısından
değinilmesi gereken bu uzun girişten sonra, liberalizmin Türkiye’deki
serüveni, tarihi ve fikrî geçmişi için tekrar Osmanlı’ya dönmek
gerekecektir.
5 Ahmet İNSEL: “Türkiye’de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi”, 72–73.
44
3.2. Osmanlı’da Liberalizm
Osmanlı İmparatorluğu’nda liberalizmi hem iktisadî hem de siyasî
yönleri ile tutarlı bir bütünlük içinde savunmuş kişiler ve gruplar çok fazla
değildir. Tabii ki hem iktisadî anlamda teşebbüs’ü şahsiyi, hem de siyasal
anlamda adem-i merkeziyeti savunan Prens Sabahattin; Maliye Nazırlığı
yapmış Cavid Bey, Mektebi Mülkiye hocası Sakızlı Ohannes Paşa gibi
liberal simalar vardır. Ancak, bu coğrafyaya nispeten geç gelen
liberalizmin, imparatorluğun kurtarılması için yaratılan veya savunulan
diğer ideolojiler kadar Osmanlı siyasal hayatına ve sonrasında Türk
siyasal hayatına yön verdiği söylenemez. Bu nedenle, bir bütün olarak
Osmanlı’da liberal bir hareket aramak yerine, onun son döneminde
yaşanan gelişmelerin liberal özelliklerini incelemek daha yararlı
görünmektedir. Buna göre, Sened-i İttifak değiştirdiği mülkiyet yapısıyla6,
Tanzimat tebaaya kazandırdığı eşit vatandaşlık hakları anlamında, 1876
Anayasa’sı iktidarın bir üstün hukuk kaidesiyle sınırlanması anlamında
liberal özellikler taşımaktadır.
Osmanlı’nın liberal fikirlerle tanışması Türk Modernleşmesi ile birlikte
başlamıştı. Batı, İmparatorluğun içinde bulunduğu gerileme dönemine son
verebilmek için, birçok alanda taklit ve takip edilmeye çalışılıyordu.
İmparatorluğun tecrübe ettiği bu nispeten kötü dönemde, devlet
yöneticileri ve Osmanlı aydınlarında, başarısızlığın tek nedeninin askerî
temelli olmadığı bu nedenle birçok alanda köklü reformlara ihtiyaç olduğu
kanaati oluştu. Ülkeye birçok yeni akım giriyordu. Bunlar arasında
liberalizm de bulunuyordu. Ancak, liberalizm modernleşme akımı içinde
asla belirleyici bir niteliğe kavuşamadı. Çünkü, Türk Modernleşmesi,
başından beri, genellikle kurucu rasyonalist-pozitivist-devletçi çizgide yer
6 Mülkiyet yapısını şu anlamda değiştirmiştir. Daha önce toprak üzerindeki mülkiyet
sultan tarafından bahşedilen bir ayrıcalıktı. Ancak Sened-i İttifak sonunda ayan sahibi
olduğu toprak üzerinde güvenceye kavuştu.
45
almıştı.7 Öte yandan, onun İmparatorlukta seçkin akımlardan bir
olamayışının bir başka nedeniyse Osmanlı aydınlarının daha çok Fransız
Aydınlanmasına yönelmeleri ve bu rasyonalist geleneği ülkeye aktarmak
istemeleriydi.8
3.2.1. Sened-i İttifak ve Getirdikleri
Türkiye’ye liberal fikirlerin girmesi XIX. yüzyılın ilk yarısıyla başlar. Bu
yıllarda Osmanlı Devleti, çağa yön veren bu yeni liberal fikirlerle
“tanzimat-ıslahat” kavramları aracılığıyla tanışır.9
Tanzimat’tan önce yaşanan ve bazı yazarlarca Osmanlı’nın Manga
Carta’sı olarak kabul edilen önemli bir başka gelişme Sened-i İttifak’tır.
Hukukî olarak olmasa bile fiili olarak büyük toprak mülkiyetinin saraya
kabul ettirildiği 1808 tarihli belgeye göre, ayan ve merkezî hükümet
karşılıklı güvenceler üzerinde anlaşıyorlardı. Belgenin, özellikle ayanların
merkezden gelecek haksız baskılara birlikte karşı koyma ve toprak
üzerindeki haklarına ilişkin maddeleri devlet iktidarının sınırlanabileceği
göstermekteydi. 10
Girişimcilerinin amacı bu olmasa da, bu belge padişahın kendi
iktidarının sınırlanabileceğinin zımnen kabulü anlamına da gelir. Bu
7 Cemal FEDAYİ: “Liberalizm ve Türkiye’de Liberalizm”, Yeni Türkiye, (Ankara, Ocak-
Şubat 1999), 467. 8 Atilla YAYLA: “Liberalizm ve Türkiye” Liberal Bakışlar içinde, (Ankara; Liberte 2000),
211. 9 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: “Türkiye’de Liberalizm”, Liberal Düşünce,
(Ankara; Bahar-yaz, 1998),54. 10 İdris KÜÇÜKÖMER: Batılılaşma Düzenin Yabancılaşması, (İstanbul; Bağlam, 2002),
51.
46
bağlamda, Tanzimat’a uzanan gelişmeleri Sened-i İttifak’tan yola çıkarak
okumakta fayda vardır.11
3.2.2. Tanzimat Dönemi
3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile, Osmanlı Devleti,
sivil hukukta yapılan çeşitli değişiklikler sonunda, Batı’nın liberal hukuk
esaslarına bir ölçüde yaklaşmıştı. Ferman ile, devletin, tüm uyruklarına
dinleri, mezhepleri, ırkları ne olursa olsun eşit davranacağı ve uyrukların,
başka hiçbir özellik aranmadan, kanun önünde hak ve mükellefiyetler
bakımından eşit tutulacağı kabul edilmişti.12 Böylece, Osmanlı tebaasının
can, mal ve ırz dokunulmazlığı garanti altına alınıyordu. Osmanlı’nın
girdiği bu yeni dönem, bugünkü anlamda hukuk devleti olma yolunda
atılan ilk adımdı.13 Aynı zamanda, bu Ferman’la garanti altına alınan birey
hakları, günümüze uzanan birey haklarındaki gelişmeler için bir başlangıç
noktası teşkil etmekte ve birey devlet ilişkisindeki gerilimli bağın ana
çerçevesini çizen özellikler de barındırmaktaydı.14
Fermanın iki özelliği liberalizmin Türkiye’deki seyri açısından önemlidir.
İlk olarak, o, anayasal yönetime doğru atılmış ilk adım anlamına
gelmektedir. Osmanlı vatandaşlarının haklarını koruma altına alırken hak
ve görevlere dikkat çekmektedir. İkinci olarak ise, Fermanda yer alan mal
güvenliği, özel mülkiyete geçişte çok önemli bir aşama olarak
görünmektedir.15
11 Mustafa ERDOĞAN: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, (Ankara: Liberte, 2001), 1–4. 12 Osman OKYAR: “Liberalizm ve Türkiye”, Yeni Türkiye, (Ankara, Ocak-Şubat 1999),
429. 13 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: “Türkiye’de Liberalizm”, 54. 14 Mümtaz’er TÜRKÖNE: “Tanzimatın Sonu” Türk Modernleşmesi içinde, (Ankara; Lotus,
2003),73. 15 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: a.g.m.,55.
47
Tanzimat, hem tesisindeki hem uygulamadaki bütün eksik ve
gediklerine rağmen yine de yeni ve dinamik bir kuşağın ortaya çıkmasına
vesile olur. Bu muhalif kuşak, doğuşuna zemin hazırlayan gelişmelerin
Tanzimat’tan kaynaklanmasına rağmen, iktidarı, Tanzimat’ın getirdiği
reformların otoriter bir şekilde uyguluyor oluşundan duydukları rahatsızlık
nedeniyle, eleştiriyordu. Bu süreç, önce Yeni Osmanlılar daha sonra da
Jön Türkler marifetiyle, İmparatorluğun, yeni bir dönemi tecrübe etmesine
neden oldu. Yeni Osmanlılar özgürlük merkezli muhalefetleri, Jön Türkler
ise sultanın mutlak yetkisini sınırlandırıp meşrutiyeti ilan ettirme amaçları
ekseninde liberal özellikler barındırmaktaydı.16
3.2.3. 1876 Anayasası Rejimi
Tanzimat Dönemi’ni I. Meşrutiyetin ilanı izler. 1860’ların başlarında
gelişmeye başlayan bu süreçte, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi isimlerin
başını çektiği bir grup Osmanlı aydını Tanzimat’tan beri sultanın tekelinde
kalmış olan mutlak egemenlik yetkisine karşı çıkmaya başladı. Onlardan
etkilenen ülkenin üst tabakasından bazı sivil ve asker kişiler, ülkede
meşrutiyeti uygulayacağının sözünü veren Abdülhamit’i 1876’da tahta
çıkardılar.17 Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin muhalefeti ve Mithat Paşa’nın
çabaları sonucunda imparatorluğun ilk anayasası olan Kanun-i Esasi aynı
yıl ilan edildi.18
Kanun-i Esasi’nin ilanıyla resmen bir anayasal rejime ve parlamenter
bir siyasî yapılanmaya geçilmesine rağmen, bu anayasa, bir tür toplumsal
sözleşmenin resmi ifadesi olmayıp sultan tarafından bahşedilen bir
16 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: “Türkiye’de Liberalizm”, 56. 17 Osman OKYAR: “Liberalizm ve Türkiye”, 429. 18 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: a.g.m.,56.
48
metindi.19 Diğer yandan, anayasanın devleti sınırlayan bir metin olması
beklenirken, Kanun-i Esasi’nin böyle bir niteliği yoktu. O, daha çok, sultanı
sınırlamayı hedeflemişti. Sultanın pek çok yetkisi genel olarak bürokrasiye
geçmişti. Sonuç olarak devlet sınırlandırılmıyor, devlet egemenliğini
kullanma yetkisi zamanla el değiştirme sürecine giriyordu.20
Bu bağlamda, her ne kadar iktisadî anlamda ılımlı bir korumacılık
isteseler de, Osmanlı’da Tanzimat sonrası baskıcı rejime özgürlükçü bir
muhalefet olarak ortaya çıkan, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın
önderliğindeki Yeni Osmanlılar Türkiye’de liberalizmin ilk öncüleri
sayılabilir.21 Namık Kemal, yazılarında, tekelciliğe karşı çıkarken,
İmparatorluk içinde rekabete dayalı bir iktisadî sistemi önermekte ve onu
Serbest-î Ticaret olarak adlandırmaktaydı.22 Yeni Osmanlılar,
hareketlerinin odak noktasındaki özgürlük fikri vasıtasıyla kapitalizmin
tesisini istemekteydiler. Çünkü, onun marifetiyle, özlemini duydukları
parlamenter demokrasiye, özgürlüklere, demokratik kurumlara
ulaşabilmeyi arzulamaktaydılar.23
İlanından kısa bir süre sonra Sultan Hamit tarafından Kanun-i Esasi
Osmanlı Rus Savaşı bahane edilerek askıya alındı. Siyasî anlamda tam
bir istibdat ve yoğun bir merkezîleşme dönemine girildi. Yaklaşık yirmi yıl
devam edecek olan bu dönemde yaşanan gelişmeler, İttihat ve Terakki
Cemiyeti çatısı altında iktidara yöneltilen yeni bir muhalefetin
şekillenmesine neden oldu. Bu cemiyetin mensuplarının yurt içinde ve yurt
dışında yürüttükleri muhalefet yeni bir dönemin hazırlayıcısı olacak ve
Sultan Hamit 1908’de İkinci Meşrutiyeti ilan edecektir.24
19 Mustafa ERDOĞAN: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, 14. 20 Cemal FEDAYİ: “Liberalizm ve Türkiye’de Liberalizm”, 467. 21 Ana Britanica, Cilt 14, (İstanbul; Ana Yayıncılık, 1989), 456. 22 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: a.g.m., 56. 23 Tevfik ÇAVDAR: Türkiye’de Liberalizm (1860–1990), (Ankara; İmge,1992), 53. 24 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: “Türkiye’de Liberalizm”, 56.
49
Kanun-i Esasi, 1924 Cumhuriyet Anayasasının ilanına kadar 48 yıl
yürürlükte kaldı. Ancak, bu dönem savaşların ve siyasî istikrarsızlıkların
yaşandığı yıllardı. Bu dönemde önce Abdülhamit’in, daha sonra sultana
karşı giriştikleri yaklaşık otuz yıllık mücadele sonunda iktidarı ele geçiren
İttihat ve Terakki’nin neden olduğu bir istibdat dönemi yaşandı. İkinci
dönemde yaşanan gelişmeler İmparatorluğun çöküşünü hazırladı.25
3.2.4. İkinci Meşrutiyet
Sultan Hamit, 1908’de Meşrutiyetin iadesine rıza gösterip, Meclis’in
seçimine karar verince, bütün ülke çapında “hürriyet geliyor” sesleriyle II.
Meşrutiyet ilan edildi. Bu inkılâbın gerçekleşmesinde en büyük pay İttihat
ve Terakkiye aitti. Ancak, “serbesti” şiarı altında yola çıkan bu hareket
içinde hürriyet kavramı üzerine düşünen kimse çok azdı. İttihatçılar,
ülkede demokrasinin ve fikir özgürlüğünün yerleşmesinden ziyade iktidar
olmakla ilgilenmekteydiler. Nitekim, daha II. Meşrutiyet’in ilk yılında, basın
hürriyetine ve hür tartışma ortamına tahammül edemediklerini muhalif
gazeteleri şiddetle bastırmak istemeleriyle gösterdiler.26
1908 hareketinin gerçekleştiricisi İttihat ve Terakki’ye karşı liberal
hareket, Türkiye’nin ilk ve önemli liberal düşünür ve teorisyeni, Teşebbüs-
ü Şahşi ve Âdem-i Merkeziyet prensibinin savunucusu Prens Sabahattin
etrafında toplanan bir grubun öncülüğünde 14 Eylül 1908’de Ahrar Fırkası
adı altında teşkilatlandı.27 Ahrar “hür” sözcüğünün çoğuludur ve siyasî
partiler yelpazesine göre “liberaller” anlamına gelmekteydi. Parti,
Sabahattin Bey’in verdiği konferanslardan etkilenen geçler tarafından
25 Tarık Zafer TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Gelişmeler, (İstanbul; Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2003), 14. 26 Osman OKYAR: “Liberalizm ve Türkiye”, 430. 27 Tarık Zafer TUNAYA: Türkiye’de Siyasî Partiler, (İstanbul; Arba, 1952), 239.
50
kurulmuştu.28 İttihat ve Terakki içinde doğan ve zamanla, (özellikle
Prens’in, adem-i merkeziyeti azınlıkların sorunlarını çözecek bir ilke olarak
görmesi ve ancak bu yolla İmparatorluğun bütünlüğünün korunabileceğine
olan inancı İttihat ve Terakki tarafından asla kabul görmemiştir29)
onlardan kopan Prens Sabahattin ve grubu iktidar partisinin gidişatını
beğenmiyor, buna engel olmak istiyordu. Ahrar Fırkası kurucuları daha
liberal ve federal bir Osmanlı arzu ediyordu.30 Ahrar Fırkası ve İttihat
Terakki arasında ortaya çıkan çatışma, iktisat alanını aşarak hem
toplumsal hem de siyasal yapılanma konularını taşıyordu. O güne kadar
iktisadi liberalizm üzerinden yaşanan fikri çatışma ikinci planda kalıp,
siyasi liberalizm konusundaki çatışma ön plana çıktı.31 Ahrar Fırkası’nı
daha sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve Dünya Harbi sırasında kurulan
daha önemsiz bazı partiler izledi.32
Diğer yandan, İttihat ve Terakki’nin daha tam anlamıyla iktidarı ele
geçiremediği 1908–1914 evresinde, iktisadî olarak iki farklı yaklaşım
görülmekteydi. Bir yanda Sakızlı Ohannes Paşa’dan aldığı ilhamla Cavid
Bey, diğer yanda Milli İktisat görüşünü benimseyen etkili İttihatçılar iki
farklı kutbu oluşturmaktaydı. Cavid Bey, daha 1899’da, İlm-i İktisad adlı
eseriyle liberal kapitalist bir nizamın genel kaidelerini ortaya koymuştu.33
Bu dönemde daha liberal iktisat politikaları revaçta idi. Hatta Cavid Bey bir
dönem İktisat Nazırlığı’nda bulunmuştu. Ancak, daha sonraki yıllarda
hâkim olan ve cumhuriyete aktarılan görüş, kalkınmanın kaynağını Alman
28 Rukiye AKKAYA: Prens Sabahattin, (Ankara: Liberte, 2006), 45. 29 Rukiye AKKAYA: a.g.e., 30. 30 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: “Türkiye’de Liberalizm”, 57. 31 Ahmet İNSEL: “Türkiye’de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi”, 55. 32 Kazım BERZEG: “Türkiye’de Liberal Hareketler”, Liberalizm, Demokrasi, Kapıkulu
Geleneği içinde, (Ankara; Liberte 2000), 16. 33 Hasan AROL: “Mehmet Cavid Bey”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce: Liberalizm,
Ed. Murat YILMAZ, (İstanbul: İletişim, 2005), 50.
51
modeli milliyetçilikte, toplumsal dönüşümün temellerini ise Fransız
Aydınlanması’nda bulan ikinci görüş oldu.34
3.3. Cumhuriyet ve Tek Parti Dönemi
Ülkede, Cihan Harbi ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle neredeyse yaklaşık
on yıl süren olağanüstü şartların hâkim olduğu bir dönemin ardından,
Lozan Antlaşması ile tesis edilen yeni bir barış dönemi başlamıştı. Bu
dönemin, yani cumhuriyetin kuruluş yıllarının önderleri, İttihat ve
Terakki’nin milli ekonomi görüşünü benimseyen simalardı. Osmanlı’nın
yaşadığı deneyimlerden kaynaklanan travmalar nedeniyle, bu grubun dışa
kapalı bir ekonomik modeli seçmesi şaşırtıcı değildi. Kapitülasyonlar, dış
borçlar ve Duyûn-i Umûmiye’nin toplum ve aydınlar üzerindeki negatif
etkileri onları devletçi, dışa kapalı ekonomik bir model tercihine
yöneltmekteydi.35 Bir taraftan da, eskiden beri hissedilen yeni burjuva
yaratma ihtiyacı, onları, İttihat ve Terakki’nin savaş döneminde titizlikle
uyguladığı “milli burjuva yaratma” çabalarını tekrarlamaya yöneltmekteydi.
Bunun gereği olarak, yerel girişimcileri destekleyecek önlemler alındı ve
kurumlar tesis edildi. Bu, 2000’li yıllara kadar devam eden, cumhuriyet
döneminin kendine özgü karma devletçi ekonomi modelinin kuruluşunu
sağladı.36
Diğer yandan, eskinin reddi üzerine inşa edilmek istenen cumhuriyet,
kendisini eski düzenden bağımsız kılacak yeni referans noktaları
yaratmak ihtiyacındaydı. Toplumsal ilişkiler skalasının yeniden kurulması
34 Yılmaz KARAKOYUNLU: “İkinci Meşrutiyet Liberalizmi”, Yeni Türkiye, (Ankara, Ocak-
Şubat 1999), 525. 35 Atilla YAYLA; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: “Türkiye’de Liberalizm”, 57. 36 Kazım BERZEG: “Eski Sınıf”, Liberalizm, Demokrasi, Kapıkulu Geleneği içinde,
(Ankara; Liberte 2000),152.
52
gerekmekteydi. İnkılâplar aracılığıyla yürütülen bu dönem de, milli
ekonomi anlayışında olduğu gibi, üstün bir düzenleyiciye ihtiyaç
duymaktaydı.
Böylece, hem ekonomik hem de siyasî kaygılarla cumhuriyet tercihini
1940’lı yılların ortalarına kadar giderek sertleşecek ve daha sonra da
üslup değiştirecek devletçi bir yaklaşım yönünde kullandı. Bu devlet
merkezli yaklaşım, 1930’lu yılların ortasına kadar liberalizmi tedricen
siyasi alanın dışına iterek, aynı yıllarda dünyada yükselmekte olan
faşist/nasyonel sosyalist sistemlerden de etkilenerek Türkiye’de
neredeyse totaliter bir sistemi tesis edecekti.
3.3.1. Birinci Meclis
Cihan Harbi’nden yenik çıkan Osmanlı Devleti ile Mondros Ateşkesini
imzalayan İtilaf Devletleri, bu belgenin Osmanlı için ağır hükümleri
uyarınca ülkeyi istilaya başladılar. Birçok Osmanlı aydını ve ordu
mensubu ülkenin geleceği için endişe duymaktaydılar. Endişe duyan
subaylardan biri de Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal, ordu müfettişi
olarak Anadolu’ya geçtikten sonra dönemin önemli komutanlarının da
desteğiyle bir direniş hareketi tertiplemeye başladı.37 Bu amaçla, önce
Erzurum’da (23 Temmuz 1919), daha sonra Sivas’ta (4–11 Eylül 1919),
bağımsızlık mücadelesinin nasıl gerçekleştirileceğinin tartışıldığı iki
kongre düzenlendi. Aralık ayında Ankara’ya gelen Mustafa Kemal Heyet-î
Temsiliye’nin başı olarak mücadeleye yön vermekteydi.38
37 Mustafa ERDOĞAN: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, 36–39. 38 Kemal KARPAT: Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Nedenler,
(İstanbul: AFA, 1996), 51.
53
Aynı ay içinde Osmanlı Devleti’nin son seçimleri yapıldı. Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’nin denetimi altında birçok aday Anadolu’nun temsilcileri
olarak, Mustafa Kemal’le görüştükten sonra İstanbul’a gittiler. Meclis-i
Umumî 16 Mart’a kadar görev yaptı. Bu tarihte yaşanan İstanbul’un işgali
ve 14 meclis üyesini de kapsayan tutuklamalardan sonra, Mustafa Kemal,
Meclis üyelerine Ankara’da açılacak yeni bir mecliste yer almaları için
teklifte bulundu. İstanbul’dan gelen 92 ve Müdafaa-i Hukuk’un yerel
teşkilatları aracılığıyla seçilen 232 milletvekilinin oluşturduğu Büyük Millet
Meclis’i 23 Nisan 1920’de açıldı.39
Olağanüstü şartlar altında görev yapan Birinci Meclis’te partiler
bulunmamaktaydı. Bunun yerine, birçok farklı grup mevcuttu. Bu parçalı
yapının Meclis’in çalışmasına engel olduğu kanısında olan Mustafa
Kemal, 10 Mayıs 1921’de genellikle Birinci Grup olarak bilinen Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu kurdu. Yaklaşık bir yıl sonra Meclis’te
Birinci Grup karşısında bir muhalefet şekillendi. Temmuz 1922’de İkinci
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu oluşturuldu. İkinci Grup
Mustafa Kemal’in grubuyla pek uyumlu hareket etmiyordu. İkinci Grup
mensupları, Lozan Antlaşması’ndan, Mustafa Kemal’in başkomutanlık
sıfatıyla elde ettiği geniş yetkilerin doğurabileceği tehlikelere kadar pek
çok konuda muhalif bazı tavırlar alıyordu.40
Zorlu kararların alınması arifesinde, Meclis’in böyle bir yükün altına
girmeye istekli görünmediğini düşünen Mustafa Kemal’in, aynı zamanda,
radikal bazı değişimler için kontrol altında tutabileceği bir yapıya ihtiyacı
vardı.41 O, ancak kontrol altındaki bir meclisle arzuladığı reformlara hızla
ulaşabileceğini düşündüğünden, 1 Nisan 1923’de Meclis’in fesih kararı
39 Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; Çev: Yasemin Sanem Gönen,
(İstanbul: İletişim, 2002), 219–221. 40 Mustafa ERDOĞAN: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, 43-44. 41 Kemal KARPAT: Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Nedenler, 56.
54
vermesini sağladı. Bu karardan bir hafta sonra da 8 Nisan 1923’de Birinci
Grubun Halk Fırkası’na dönüştürüleceğini açıklayan bir bildiri yayımladı.42
1923’ün yaz aylarında yapılan ve tamamen Mustafa Kemal’in Birinci
Grubu’nda yer alanların meclise girdiği seçimlerden sonra yeni Meclis 11
Ağustos 1923’de ilk toplantısını yaptı. İlk Meclis’in almasında zorluklar
görülen birçok karar ikinci Meclis’ten kolaylıkla çıkarılmıştı. 29 Ekim
1923’de, Mustafa Kemal, kendisiyle aynı fikirde olmadığını düşündüğü
Milli Mücadele liderlerinin bazılarının Ankara’da olmadıkları bir dönemde,
cumhuriyetin ilan edilmesini sağladı. O tarihte İstanbul’da bulunan, milli
mücadele liderlerinden ve Mustafa Kemal’in potansiyel muhaliflerinden
Rauf Bey, asıl meselenin rejimin ismi değil içeriği olduğuna ilişkin İstanbul
gazetelerine bazı mülakatlar verdi. Daha sonra 3 Mart 1924’de hilafetin
kaldırılmasında da benzer bir kutuplaşma yaşandı. Bu gelişmeler Mustafa
Kemal karşısında oluşacak muhalefetin de habercisiydi.43
Aynı dönemde yaşanan bir başka önemli gelişme de 8 Nisan 1923’de
yayımlanan bildiriyle kurulacağı ilan edilen Cumhuriyet Halk Fırkası’nın,
Cumhuriyetin ilanından bir hafta önce, 23 Ekim 1923’de teşekkül
etmesidir. Bu durum, aynı zamanda, yaklaşık 27 yıl sürecek olan tek parti
iktidarının da başlangıcı anlamına gelmekteydi.44
3.3.2. Çok Partili Siyasî Hayata Geçiş Denemeleri
Temmuz 1945’de Milli Kalkınma Partisi’nin ve Ocak 1946’da Demokrat
Parti’nin kurulması ile dönülmez bir yola giren çok partili siyasî hayat,
42 Mustafa ERDOĞAN: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, 45. 43 Osman OKYAR; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: Fethi Okyar’ın Anıları, (Ankara; İş
Bankası Kültür Yayınları, 1997), 34 vd. 44 Tarık Zafer TUNAYA: Türkiye’de Siyasî Partiler, 559–561.
55
Cumhuriyet Türkiye’sinde iki kez tecrübe edildi. Her iki tecrübe de, tek
partinin, kendisine rakip olabileceğinden endişelendiği diğer partileri siyasî
alandan tasfiye etmesiyle akamete uğradı.
Haziran 1925’de kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Ağustos
1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın Türk siyasetindeki yeri
birkaç aylık kısa tecrübelerdir. Kuruluşlarına neden olan gelişmelerin -
birinin (TCF) kuruluşunda liberal muhalif tecrübe etkili olurken, diğerinin
(SCF) kuruluşunda iktidarın telkinleri etkili olmuştur- çok farklı deneyimler
olmasına rağmen, sonuçta, her iki parti de, liberal bir muhalefet
görüntüsündedir. Özellikle, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, ancak özel
sektörce gerçekleştirilemeyecek faaliyet alanlarında devlet müdahalesine
izin veren, serbest teşebbüsü önceleyen, adem-i merkeziyetçiliği ve daha
fazla demokrasi taleplerini ihtiva eden programı ile dikkat çekicidir.45
Her iki parti de kısa zamanda halkın teveccühünü kazanmıştır. Normal
şartlar altında, her partinin arzulayacağı bu gelişme, ironik bir şekilde,
hem TCF’nin hem de SCF’nin siyasî hayatlarının son bulmasının en
önemli nedenlerinden biri olmuştur.
3.3.2.1. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasına neden olan
gelişmeler, 29 Ekim 1923’de, cumhuriyetin ilan edilmesiyle başladı.
Mustafa Kemal’in cumhuriyetin ilanı için uygun gördüğü zaman, daha
sonra TCF’nin kuruluşuna önderlik yapacak olan, Rauf Orbay, Refet Bele,
Adnan Adıvar ve Ali Fuat Cebesoy gibi bu karara muhalefet edebilecek
kimselerin Ankara dışında oldukları bir dönemdi. Bu grup, İstanbul
45 Simten COŞAR: “Liberal Thought and Democracy in Turkey”, Journal of Political
Ideologies, (February, 2004), 74.
56
gazetelerinde, “devleti cumhuriyet olarak adlandırmanın aslında özgürlük
getirmediği ve ister monarşi yönetiminde olsun ister cumhuriyet asıl
farklılığın istibdat ile demokrasi arasında olduğu” şeklindeki
açıklamalarıyla bu karara tepki gösterdiler.46 Asıl olarak, cumhuriyet değil,
onun ilan ediliş şekli bu dört ismi rahatsız etmişti. Ancak, iktidarın sahipleri
bu tutumlarını devam ettireceklerdi. Yaşanan bu olaylar nedeniyle parti
içinde Kurtuluş Savaşı kahramanı saygın isimlerden oluşan ve bazı
konularda Mustafa Kemal’le aynı görüşleri paylaşmayan ılımlı muhalif bir
grup şekillenmekteydi. 47
Bu küçük parti içi muhalefetin, örgüt içi dengeleri zorlayan bir
büyüklüğe ulaşması, Aralık 1923’de İstiklal Mahkemelerinin tekrar
teşekkülüne dair, Meclis’te yaşanan görüşmeler sırasında oldu. İleride,
TCF’nin kuruluşunda yer alacak olan 22 kişi söz konusu düzenlemeye red
oyu verdi. Toplumda, partiden ayrılmalar olacağına ilişkin beklentiler
vardı. Bu beklentiler yaklaşık bir yıl sonra gerçekleşti. Bu dönem içinde
hilafet kaldırıldı ve Osmanlı Hanedanı ülke dışına çıkartıldı. Böylece, daha
önce de saltanatın kaldırılmış olması ile birlikte, ülke ve siyaset, CHF’nin
iktidarına muhalefet gösterebilecek olan muhtemel odaklardan
temizlenmiş oldu. 48
Mustafa Kemal ve etrafındaki bir grup tarafından yönlendirilen bu hızlı
gelişmeler, birçok gelenekçi CHF üyesini rahatsız etmekteydi. Kazım
Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, İsmail Canbulat ve Adnan Adıvar’ın da
içinde bulundukları 32 milletvekili, CHF’den ayrılarak, 17 Kasım 1924’de,
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular.49 Cumhuriyet, liberalizm ve
demokrasinin esas prensipler olarak kabul edildiği bir programla ve
46 Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; 243–244. 47 Eric Jan ZÜRCHER: Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasal Muhalefet: Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası (1924–1925), Çev: Gül Çağalı Güven (İstanbul: İletişim, 2003), 53. 48 Eric Jan ZÜRCHER: a.g.e., 59. 49 Bernard LEWİS: Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, (Ankara: Türk Tarih
Kurumu, 2000), 265; Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; 245.
57
muhalefetin olmadığı bir meclisin bütün gücü elinde bulundurmasının
otoriter bir yönetim doğurabileceği fikriyle kuruluşunu tamamlayan TCF
iktidarda tedirginlik yarattı.50
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, etrafında toplanan etkili simaların
varlığına rağmen, tek partinin karşısında yeni bir alternatif olacak kadar
uzun süre faaliyet gösteremedi. Şubat 1925’de Doğu’da bir Kürt
ayaklanması patlak verdi. Kürtçü bir ayaklanma olmakla beraber Şeyh
Sait’in önderlik ettiği hareket güçlü dinî öğeler de içeriyordu.51 Cumhuriyet
rejimini tehdit eder mahiyet arz ettiği düşünülen bu ayaklanma karşısında,
“Takrir-i Sükûn Kanunu” çıkarıldı ve İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bu
Kanun sadece Kürtleri bastırmakta kullanılmadı. Neredeyse İstanbul’daki
tüm gazeteler kapatıldı.52 Muhalif basın susturuldu. Yine İstiklal
Mahkemesi’nin tavsiyesi üzerine, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
hükümet tarafından 3 Haziran 1925’de kapatıldı. Bir dahaki çok partili
siyasî hayata geçiş denemesi için yaklaşık beş yıl beklemek
gerekecekti.53
3.3.2.2. Serbest Cumhuriyet Fırkası
1925’den sonra rejime muhalif tüm odakların tasfiyesiyle54 yerleşen
monolotik siyasal sistem, halkın toplumsal hoşnutsuzluğunu ifade
etmesine olanak vermemekteydi. Tek parti iktidarının baskı politikalarının
yarattığı rahatsızlık artmaktaydı ve ayrıca, tüm dünyada derin izler
50 Kemal KARPAT: Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Nedenler, 59–60. 51 Feroz AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Ankara: Doruk, 2002), 80–81. 52 Ulusal yayın olarak sadece, hükümetin yayın organları, Ankara’da Hâkimiyet-i Milliye
ve İstanbul’da Cumhuriyet kaldılar. 53 Bernard LEWİS: Modern Türkiye’nin Doğuşu, 265–266; Eric Jan ZÜRCHER:
Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; 251–253. 54 Bernard LEWİS: a.g.e.; 276.
58
bırakan 1929 Ekonomik Buhranı, zaten çok sınırlı olan ekonomik refahın
gerilemesi anlamına geliyordu. Bu, toplumsal muhalefetin genişlemesine
sebep olabilecek bir gelişmeydi. Böyle bir muhalefeti açığa çıkarmak ve
onu daha ehli kılabilmek için çok partili siyasal hayatı tekrar denemek,
yani Serbest Fırka’nın kurulması, devrin yöneticilerince uygun görüldü.55
Lewis’in “Gazi’nin sadık muhalefeti”56 olarak nitelediği Serbest
Cumhuriyet Fırkası, Mustafa Kemal’in isteği ve tarafsız kalacağı
güvencesiyle, 12 Ağustos 1930’da Fethi Okyar tarafından kuruldu.57
Fransızca metinlerde kendini “Parti Liberal” olarak tanımlayan Serbest
Fırka, daha fazla hürriyet, daha az vergi ve daha iyi ve daha az hükümet
gibi liberal bazı ilkeleri içeren bir programla yola çıktı.58 Ancak,
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na nazaran daha az bağımsızdı ve tek
partiye ciddi bir alternatif olarak görülmüyordu. İnsel’e göre bu durumu
partinin ismi üzerinden bile anlamak mümkündür: “Mustafa Kemal …
tarafından partinin isminin serbest olarak tespit edilmesi, -ki o dönemde
serbest iktisadî alandaki özgürlükler için kullanılmaktadır- iktidarın,
muhalefetin iktisadi liberalizmle sınırlı kalması beklentisini ele verir.”59
Beklenenin aksine, tek partiye yönelttiği tenkit nedeniyle, kısa sürede
Serbest Fırka’nın etrafında çok sayıda muhalif grup toplandı. Serbest
Fırka halk tarafından gerçek bir muhalefet partisi olarak algılanmaktaydı.
Özellikle Fethi Bey, gittiği yörelerde binlerce kişi tarafından karşılanıyordu.
Bu durumun, iktidar partisi içinde rahatsızlık yaratması ve Serbest
Cumhuriyet Fırkası’nın sonunu hazırlayan gelişmeleri başlatması
gecikmedi. 60
55 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, (Ankara: İmge, 2003), 11–12. 56 Bernard LEWİS: Modern Türkiye’nin Doğuşu, 281. 57 Mustafa ERDOĞAN: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, 54. 58 Ahmet İNSEL: “Türkiye’de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi”, 69. 59 Ahmet İNSEL: a.g.m., 69. 60 Bernard LEWİS: a.g.e.; 279.
59
Fethi Okyar’ın hükümet politikalarına yönelttiği eleştiriler, halktan
gördüğü rağbeti hızla yükseltiyordu. Tek parti iktidarı, bu durumu, kendi
iktidarlarına yöneltilen bir muhalefet olarak değil, rejime yönelik bir
muhalefet olarak yorumlamaktaydı. Tek Parti önderlerine göre Fethi Bey
gericilerden destek görmekteydi. Bazı Cumhuriyet Halk Fırkası seçkinleri
bu iddialarıyla, Mustafa Kemal’in tarafsızlığını Serbest Fırka aleyhine
bozması için çaba sarf ediyorlardı. Bu çaba sonuçsuz kalmadı ve Mustafa
Kemal, sözlü olarak da olsa Serbest Fırka’ya tavır aldı. Fethi Bey, Serbest
Fırka’nın en önemli meşruiyet kaynağının bu tavır değişikliğinden sonra,
daha fazla siyaset yapabilmenin mümkün olmadığının bilinciyle, partiyi 17
Kasım 1930’da kendiliğinden kapattı. 61 Fethi Bey Mustafa Kemal’e
hitaben şunları yazmaktaydı:
Fırkamızın atiyen Gazi Hazretleriyle siyasi
sahada karşı karşıya gelmek vaziyetinde
kalabileceği anlaşılmıştır. Bu vaziyette kalacak olna
bir teşekkülün mevcudiyetini fırka müessisi sıfatıyla
uygun bulmuyorum.62
Serbest Fırka’nın kapanmasından sonra tekrar çok partili siyasî hayata
geçiş için yapılacak yeni bir girişim, İkinci Dünya Harbi’nin bitimine kadar
mümkün olmadı. Ülke yeni bir döneme girmekteydi. Siyasî ya da sivil,
neredeyse tüm muhalefet odaklarının, “hukuk” marifetiyle ortadan
kaldırıldığı bu yeni dönemde, tek meşru siyasî örgüt olarak kalan
Cumhuriyet Halk Fırkası devlet-parti özdeşliğine doğru yol alacaktı.
61 Kemal KARPAT: Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Nedenler,74. 62 Ahmet İNSEL: “Türkiye’de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi”, 71.
60
3.3.3. 1930’dan 1945’e
1930’a gelindiğinde, çok partili siyasî hayata geçiş için yapılan iki
denemede de “beklenen” sonuçların alınamamış olmasının ve Batı
Avrupa’daki istikrarsızlığın etkileriyle, liberalizm ve demokrasi, zaten
şüpheli olan itibarlarını, CHF içinde nerdeyse tamamen kaybetmişti.
Serbest Fırka’nın kapanmasından kısa bir süre sonra yaşanan Menemen
hadisesinin ciddi bir başkaldırı olarak yorumlanmasıyla, iktidar sahipleri,
rejimin ayakta kalabilmesi için daha radikal kararlar almaları ve onları
uygulamaları gerektiği kanaatine ulaştı. 1929’da tüm dünyada derin izler
bırakan Ekonomik Buhran’ın da etkileriyle, yeni bir yola girme ihtiyacı
duymaktaydılar. Bu yeni yolun “başlıca özelliği, tek parti idaresinin
kuvvetlendirilmesi ve laik-milliyetçi reformların derinleştirilmesi”ydi.63
Muhalefetin hiçbir türlüsüne izin verilmediği bu yeni dönemde, tek parti,
kendine sadece siyaseten rakip olabilecek oluşumları engellemekle
kalmamış, örgütlü yapılarıyla muhalefet odağı olabileceği düşünülen
bütün kurumları kapatmıştır. Ülkenin köklü kuruluşları olan Türk Ocakları,
Türk Kadınlar Birliği bunlardan bazılarıdır. Tüm toplumsal alanın devlet
tarafından kontrol altına alınması ve rejime uygun şekilde yeniden
düzenlenmesi arzularının sonucu olan bu gelişmeler rejimin totaliter
yönünün ön plana çıkması anlamı taşımaktaydı. Çok geçmeden, kapatılan
Türk Ocakları varlıkları üzerinde kurulan Halkevleri aracılığıyla kültürel ve
entelektüel alanın devlete bağımlı kılınması için gerekli son adım da
atıldı.64
Öte yandan, 1924’de liberal veya sosyalist muhalif bir pozisyon
benimseyen tüm ulusal gazete ve dergilerin kapatılmış olmasına ilaveten,
1931’de, yeni bir kanunla Yarın gazetesinin de yayın hayatına son verildi.
63 Kemal KARPAT: Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Nedenler,75. 64 Feroz AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 86; Mustafa ERDOĞAN: Türkiye’de
Anayasalar ve Siyaset,56.
61
Ülkede tek parti taraftarı olmayan hiçbir yayın kalmadı. Son olarak,
1933’de, Darülfünunun, İstanbul Üniversitesi olarak yeniden kuruluşu
sırasında öğretim kadrolarının üçte ikisi kürsülerini kaybetti.65 Siyasî,
sosyal, entelektüel alanların hepsinde yürütülen bu girişim sonunda,
meşruiyetin kaynağı olarak geriye sadece bir ideoloji ve sadece bir parti
kaldı. Bu, İkinci Dünya Harbinin getirdiği koşullar nedeniyle yaşanacak bir
kırılmaya kadar devam edecek bir tek parti diktatörlüğü anlamına
gelmekteydi.66
3.4. Çok Partili Siyasî Hayata Geçiş
II. Cihan Harbi’nin sonlarına doğru, daha önce iki kez tecrübe edilmiş
olan çok partili siyasî hayata geçiş tekrar ülke gündemine girdi. Tek parti
yönetiminin yıllar boyu uyguladığı iktisat politikaları ve savaş şartları
yüzünden tahammül edilemez hale gelen iktisadî ve siyasal baskı
toplumda derin ve yaygın bir hoşnutsuzluk yaratmıştı.67 Başgil’in
ifadesiyle, “köylerde jandarmanın dipçiğine, şehirlerde ise polisin copuna
dayanan”68 bu sisteme yönelik rahatsızlık, yalnızca devlet kaynaklı
değildi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin devletle olan sıkı bütünleşmesinden
dolayı, bu hoşnutsuzluk devlete olduğu kadar partiye de yönelikti. İsmet
İnönü, bu gelişmeler karşısında bir miktar siyasal liberalleşmeye ve
kontrol altında tutulabilecek bir muhalefete müsaade etmek gerektiği
inancındaydı. Böylece, halkın Parti’ye yönelttiği hoşnutsuzluğun bir nebze
önüne geçilebilirdi. 69
65 Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; 263. 66 Feroz AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 88. 67 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, 39. 68 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, Çev: M. Ali Sebük, İ. Hakkı Akın,
(İstanbul: Çeltük Matbaacılık, 1966), 35. 69 Eric Jan ZÜRCHER: a.g.e., 302.
62
İsmet İnönü, siyasetten uzak kaldığı dönemde İngiliz parlamenter
sistemini incelemişti. Devlet başkanı olduktan sonra ise daha gerçek
seçimlere olan ilgisini ve demokratik siyasete geçişin ilk sinyallerini, daha
Cumhurbaşkanlığı’nın dördüncü ayında, Mart 1939’da, üniversite
öğrencilerine yaptığı bir konuşmasında dile getirmişti. Bu inancını
demokrasiye geçiş süreci boyunca da zaman zaman yalpalamasına
rağmen, muhafaza etti.70
Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan yeni gelişmelerin de Türkiye’nin
demokrasiye yönelmesinde önemli payı vardır. Cihan Harbinin son
yılında, 1945’de, Mihver güçlerinin yenilgisi neredeyse kesinleşmiş
görünmekteydi. Amerika Birleşik Devletleri, savaşa olan katkısıyla,
uluslararası ilişkilerde yeni dünya lideri olarak yükselmekteydi. Galip Batı
demokrasileri yeni uluslararası sistemin kurucuları olacaklardı. “Yeniden
şekillenecek olan dünyada demokrasi ve özgürlük yanlısı rejimlerin
kurulması kaçınılmazdı.”71 Yeniden kurulan dünya dengeleri içinde yerini
sağlamlaştırmak isteyen Türk hükümeti de böyle bir eğilim içinde
olduğunu göstermekteydi. Türkiye, ülke güvenliği ve harbin dayattığı
olağanüstü koşullar nedeniyle yönünü Batı demokrasilerine çevirmişti.
İnönü, daha Dünya Harbi bitmeden önce, 1 Kasım 1944’de, Meclis açılış
konuşmasında, Türk siyasal sisteminin demokratik ve parlamenter
niteliğine kuvvetli vurguda bulunurken, rejimi daha demokratik kılmak için
önlemler alınacağından bahsetmekteydi.72 Öte yandan, Türkiye, stratejik
olarak yakınlaşmak istediği Batı ülkelerince Sovyet Rusya’dan pek de
farklı olmayan “tek parti” sistemine sahip bir ülke olarak görünmekteydi.
Bu durum ülkenin Batı ile ilişkilerinde sorun yaratabilirdi.73
1945 yılının Nisan ayında San Fransisco Konferansı’na kurucu üye
olarak katılan Türkiye, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nı imzalayarak
70 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, 12. 71 Mustafa ÇUFALI: Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi, (Ankara: Babil, 2004),14. 72 Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; 304. 73 Vatan, 11 Şubat 1946.
63
demokratik idealleri kabulünü ilan etti. Daha önce, “rejimi daha demokratik
kılmak için alınacak önlemler” ifadesiyle formüle edilen reformların
gerçekleştirilmesi için uluslar arası taahhüt altına girildi. Ancak, Türkiye’yi
Batı’ya yaklaştıran bu hareketin yine dış kaynaklı bir nedeni daha vardı.
1920’ler ve 30’larda iyi ilişkiler kurulan Sovyetler Birliği ile Türkiye
arasında Türkiye’nin Cihan Harbi sırasındaki tarafsızlığından ve Sovyet
dış politikasından kaynaklanan bazı sorunlar baş göstermişti. Sovyetler
Birliği, 1945’de süresi dolan “Türk Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık
Antlaşması”nı yenilemek için bazı taleplerinin karşılanmasını bekliyordu.74
Sovyetlerin talepleri aynı yılın Haziran ayında Dışişleri Bakanı Molotov
tarafından iletildi. 1878–1908 yıllarında Ruslara ait olan Kars ve
Ardahan’ın iadesini ve Boğazların ortak savunulmasını içeren bu istekler,
Türkiye’nin yüzünü Batı Demokrasilerine dönmesinde ve Demokratik
blokta yer almak için sergilediği kararlılıkta çok etkili oldu. 75
Özetle, içeride artık kronik hale gelmiş fakirlik, yaklaşık 25 yıllık iktidarı
sürecince yıpranmış bir tek parti rejimi; dışarıda ise, Sovyet istekleri
karşısında yalnız kalmak istemeyen, Birleşmiş Milletler kurucu üyesi ve
yönünü Batı bloğuna çevirmiş bir Türkiye. Yaşanan bu gelişmeler, ileride
tek parti iktidarına son verecek olan ve ülkeyi liberal ve parlamenter
demokrasi yoluna sokan ortamı hazırladı.76
3.4.1. Demokrat Partinin Kuruluşu
Devlet seçkinlerinin, Cihan Harbinden sonra dünyada yaşanan “ikinci
demokrasi dalgası”nın ve daha önemlisi, ekonomiye ve güvenliğe ilişkin
74 Mustafa ÇUFALI: Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi, 19. 75 Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 302–303. 76 Bernard LEWİS: Modern Türkiye’nin Doğuşu, 303.
64
sıkıntıların da etkisiyle demokrasiye yönelme kararı almasından sonra77,
bunun gereklerinin, iktidar partisince yerine getirilmesi ve hatta iktidar
partisinin gerekirse kendi içinden bir muhalefet çıkartması kaçınılmazdı.
Çünkü, siyasetin küçük bir zümre tarafından, artık neredeyse profesyonel
olarak yapıldığı bu yıllarda, güçlü bir muhalif hareketin tek parti dışında
gelişmesine olanak tanıyacak enstrümanlar mevcut veya yeterli değildi.
Kaçınılmaz şekilde Demokrat Parti de, CHP içinde yaşanan
kutuplaşmanın bir sonucu olarak, Refik Koraltan, Adnan Menderes, Fuat
Köprülü ve Celal Bayar’ın CHP’den tasfiyesi sonucu, 7 Ocak 1946’da
kuruldu.78
Demokrat Parti’nin kurulması ile sonuçlanan bu süreç79, daha Mayıs
1944’de bazı muhalif seslerin duyulmasıyla başladı. Bu muhaliflerden biri
de Celal Bayar’dı. İsmet İnönü’nün, parti içindeki bu gelişmelere toleranslı
yaklaşımıyla Cumhuriyet Halk Partisi içinde bir hareketlenme başladı.
Mensuplarının sayılarının az olmasına rağmen bu yeni akımın gösterdiği
muhalefet hiç de Müstakil Gruba benzememekteydi. Bu, iktidar partisinin
alışık olduğu bir durum değildi. 80
77 Mustafa ERDOĞAN: “Türkiye’de Siyasal Sistem ve Demokrasi”, Yeni Türkiye, Eylül-
Ekim 1997, 50. 78 “Demokrat Parti Programını Hükümete Verdi”, Son Posta, 8 Ocak 1946. 79 Aslında, iktidarın çok partili siyasî hayata geçişte inisiyatifini özgürlüklerden yana
açıklamasından sonra kurulun ilk parti, Milli Kalkınma Partisi’dir. Nuri Demirağ
liderliğinde 7 Temmuz 1946’da, İstanbul’da, kurulan Milli Kalkınma Partisi, Türk siyasî
hayatında derin izler bırakabilmiş değildir. Bunun birkaç nedeni vardır. İlki, Milli Kalkınma
Partisi, günün şartlarında siyasetten uzak olmak anlamına gelen, İstanbul ikametgâhlı bir
partidir. İkincisi, Milli Kalkınma Partisi, etrafında ciddi bir muhalif hareket tertip
edememiştir. O kadar ki, Milli Kalkınma Partisi 7 Temmuzda kurulmuş olmasına rağmen,
İnönü, 1 Kasım 1945’de Meclis açılış konuşmasında hâlâ “iktidar partisi karşısında bir
partinin bulunmayışına” dikkat çekmektedir. Son olarak, belki de en mühimi, Milli
Kalkınma partisi devlet partisi içinden filizlenmediğinden fazla ciddiye de alınmamıştır.
“Devletlû” tarafı eksiktir. 80 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş,14.
65
14 Mayıs 1945’de, Türkiye’de muhalefetin canlanmasında ve
örgütlenmesinde önemli bir rol oynayan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
Meclise geldi.81 Türkiye’nin, Dışişleri Bakanı düzeyinde katıldığı Birleşmiş
Milletler San Fransisco Konferansı’nda verdiği taahhütlerin etkisiyle,
iktidar partisi ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Toprak sahibi bazı vekiller
yasadan rahatsız oldular. Çünkü yasanın bir maddesi uyarınca geniş
toprakların bir bölümü kamulaştırılacaktı. Bu durum, “çevrede” büyük
toprak sahipleri ile “merkezde” bürokrat seçkinlerin konsensüsüne dayalı
bir örgütlenme içinde olan Cumhuriyet Halk Partisi için önemli bir yol
ayrımına işaret etmekteydi.82
Parti içi muhalefet gerilimi de tırmandırmaktaydı, 1945 yılı bütçe
görüşmelerine de damgasını vuran gelişme aynıydı, milletvekilleri Adnan
Menderes, Refik Koraltan ve Emin Sazak hükümeti ve partiyi şiddetle
eleştirdiler. Celal Bayar ve Fuat Köprülü’nün de içinde bulunduğu bir grup
milletvekili bütçeye red oyu verdi. Hem Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
hem de 1945 bütçe görüşmeleri, yeni bir siyasî liderin ortaya çıkmasını
sağladı. Aydın milletvekili Adnan Menderes, bu kanunlara muhalefet
ederken bazen açık, bazen de incelikli bir üslupla, rejimi de
eleştirmekteydi.83
İkinci Dünya Harbi’nin Batı demokrasilerinin zaferiyle bitmesiyle ve
İsmet İnönü’nün demokratikleşme konusunda iradesini özgürlüklerden
yana açıklamasıyla birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi içindeki muhalif
hareket belirginleşmekteydi. İnönü, çeşitli konuşmalarında, girilen bu
yoldan dönülmeyeceğini ısrarla vurguluyordu. Artık parti içinde muhalif bir
blok oluşturan Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar ve Fuat
Köprülü memlekette gerçek bir demokrasinin tatbiki için 7 Haziran
1945’de “Dörtlü Takrir” adıyla bilinen önergeyi CHP Meclis grubuna
81 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, 14. 82 Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923–2000, Cilt 2 1941–1960, (İstanbul: YKY, 2002), 73. 83 Taner TİMUR: a.g.e., 15.
66
sundular.84 Anayasanın tam uygulanması ve gecikmeksizin demokrasinin
tesisini isteyen bu önerge, daha çok Cumhuriyet Halk Partisi içinde bir
reformu amaçlamaktaydı. Dörtlerin önerisi kabul edilmedi. 85
Önergenin reddinden sonra bu dört isim, iktidara ve partiye yönelik
muhalefetlerine devam ettiler. Özellikle Vatan ve Tan gazeteleri Dörtlere
açık destek veriyor, Köprülü ve Menderes de bu gazetelerde sert yazılar
yayınlıyordu. Bu yazılar, onların Parti’den ihraç edilmesine neden oldu. 21
Eylül’de Menderes ve Köprülü CHP’den çıkarıldılar, 27 Kasım’da da
arkadaşlarının partiden çıkartılmalarını eleştiren Koraltan aynı akıbetle
karşılaştı.86 3 Aralık’ta Bayar CHP’den istifa etti.87
Arkalarında güçlü bir halk desteği potansiyeline sahip Dörtler,
Cumhuriyet Halk Partisi’nden uzaklaştırılmalarından sonra yeni bir arayış
içine girdi. Kısa sayılabilecek bir dönemde hazırlıklarını tamamlayarak 7
Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurdu.88
3.4.2. 1946 Seçimleri
1946 Temmuzunda, yani normal seçim zamanından bir yıl evvel,
Meclis baskın bir seçim kararı aldı.89 Cumhuriyet Halk Partisi, seçimi bir
yıl öne alarak, Demokratların tam olarak örgütlenmesine fırsat vermeden
84 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 50. 85 Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 306. 86 Akşam, 28 Kasım 1945. 87 Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923–2000, Cilt 2 1941–1960, 75. 88 Esat ÖZ: “Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Süreci” Liberal Düşünce, (Ankara: Yaz
1996), 68. 89 Ali Fuad BAŞGİL: a.g.e., 56.
67
duruma hâkim olmak istiyordu. Gerekli hazırlıklar ivedilikle gerçekleştirildi
ve 21 Temmuz 1946’da genel seçimler yapıldı. 90
Yüksek bir katılımın gerçekleştiği seçimler, açık oy, gizli sayım usulüne
göre yapıldı.91 İktidar, İkinci Cihan Harbi’nin etkilerinin sürmesine,
Demokrat Parti’nin halen yurt çapında örgütlenememiş olmasına ve yargı
güvencesinden yoksun seçim sisteminin, özellikle “açık oy gizli tasnif”
usulünün kendisine tanıdığı avantajlara güveniyordu.92 Böyle bir seçim
kanununun, iktidarın demokratik yollarla değişimine olanak tanıması
mümkün değildi. Nitekim seçimler, iktidar partisinin üstünlüğü ile
sonuçlandı. “Cumhuriyet Halk Parti’si 465 sandalyenin 390’ını kazanırken,
Demokrat Parti 65, Bağımsızlar ise 7 sandalye kazandılar.”93
Siyasal muhalefetle devlete ihaneti birbirinden ayırt etmekte zorluk
çeken94 bütün idarecilerin “tabiî Cumhuriyet Halk Partisi üyesi” sayıldığı
bir dönemde, yargı denetiminden de yoksun bir şekilde gerçekleştirilen
1946 seçimleri, seçmen eğiliminin sandıklara yansımadığı, bu nedenle de
ekseriyetin adalet duygusunu zedeleyen, iktidara güvenini bir kez daha
sarsan, şaibeli seçimler olarak Türk siyasî hayatındaki yerini aldı. 95
Diğer yandan, bu seçimlerin sonuçları, Demokrat Parti’nin sahip
olduğu potansiyel gücü iktidara gösterdi. İktidar partisi, Demokrat Parti’nin
sahip olduğu muhalif karakterin ve halktan kazandığı teveccühün, onun,
hürriyetsizlik, antidemokratik kanunlar, hayat pahalılığı ve idare
teşkilatının baskıcılığı üzerine yaptığı siyasetten ve geliştirdiği muhalif
söylemden kaynaklandığını anlamakta güçlük çekmedi.96
90 Feroz AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 8. 91 Mustafa ÇUFALI: Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi, 79. 92 Esat ÖZ: “Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Süreci”, 70. 93 Feroz AHMAD: a.g.e., 139. 94 Eric Jan ZÜRCHER: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 308 95 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, 71. 96 Kemal KARPAT: Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Nedenler, 145
68
Bu durum, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilerleyen yıllarda ciddi bir
liberalleşme sürecine girmesine neden oldu. Böylece, ülke hızlı bir
dönüşümü tecrübe ederken, tarihinde ilk defa, Cumhuriyet Halk Partisi
seçmen talepleri ile ilgilenir görünmekteydi.
3.4.3. Demokrasiye Geçiş Sürecinde Demokrasi Tartışmaları
İlk çok partili seçimin 1946’da yapılması nedeniyle Türk demokrasinin
başlangıç tarihi de genelde aynı yıl olarak bilinir. Oysa demokrasi
tartışmaları daha Cihan Harbi sona ermeden başlamış ve tüm 1945 yılına
damgasını vurmuştur. Daha sonra, yukarıda açıklanan içi ve dış kaynaklı
nedenlerle çok partili seçimler yapılmış ve iktidar partisi iradesini
demokrasiye geçiş yönünde açıklamış olsa da, ilk demokratik seçimler 14
Mayıs 1950’de gerçekleştirilebilmiştir. Ülkede yaşanan bu beş yıl
demokrasiye geçiş süreci olarak adlandırılmalıdır. Bu süreç içinde
yaşanan, muhalif ve iktidar yanlısı gazeteler vasıtasıyla gerçekleştirilen
demokrasi tartışmaları ilgi çekicidir.97
Demokrasiye geçiş süreci içinde muhalif basın, iktidar taraftarı
gazeteler karşısında fikir birliği içindedir. Liberal demokrasinin pek çok
ilkesi, tek parti yönetiminin baskılarının bertaraf edilebilmesi için Tan
Gazetesi tarafından da savunulmaktadır. Sertel demokrasi tartışmaları
için erken sayılabilecek bir tarihte söz ve fikir hürriyetinin değerinden
bahseden yazılar neşretmektedir.98 Muhalif basının demokrasinin temel
ve evrensel ilkelerini tartışma çabalarına karşılık iktidar yanlısı basın,
bugün de sıkça dile getirilen “bize özgü durumlar” nedeniyle demokrasinin
97 Bu tartışmaların bir tarafı, liberal eğilimli Vatan, sol eğilimli Tan ve diğer tarafı ise
iktidar yanlısı Ulus ve Cumhuriyet gazeteleridir. 98 Tan, 28 Mart 1945.
69
farklılıklar gösterebileceğini belirtiyordu.99 Ancak yine de, günün
tartışmalarında ismen de olsa demokrasiye olan inanç ortak noktadır.
Taraflar, demokratik model olarak batı demokrasilerini benimse de farklı
anlamlandırma içindedirler. Behice Boran basında sürdürülen
tartışmalarla ilgili şu tespitte bulunur:
Her yazar demokrasi denilen nesnenin yalnız bir
tarafını yakalıyor, ona göre tarif ediyor… Şüphesiz
gazetelerde, dergilerde çıkan demokrasi yazılarında
anlayış farklılıkları var; fakat bunu (tek) sebebi
herkesin demokrasiyi yalnız bir cephesiyle görüp
yakalaması değildir… (D)emokrasinin ne olduğunu
ve olacağını doğru, gerçek mahiyetinde görüp
anlayanlar ve yazanlar da var. Diğer taraftan
demokrasi anlayışını kendi menfaatlerine,
zihniyetlerine göre kasden tahrif ederek kuşa
benzetenlere, mugalâtalar ve müphemiyetlerle halk
efkârını oyalamaya ve aldatmaya çalışanlara da sık
sık rastlanıyor.100
1945 boyunca demokrasi kuramsal olarak genelde muhalif gazetelerde
yer alan yazılarda işlenmektedir. İktidarın demokrasiye geçişte gösterdiği
irade netlik kazandıkça Ulus Gazetesinde de benzer nitelikli yazılar
1946’dan itibaren görülmeye başlamıştır. Ulus’ta yer alan yazılar,
genelde, demokratik rejimler için olgun ve eğitimli bir topluma ihtiyaç
olduğu yönündedir. Atay şöyle demektedir: “Demokrasi bir milletin kendi
kendini idare etmek hakkına olduğu kadar, vatandaşın terbiyesine ve halk
99 Nadi şunları yazmaktadır: “Her yiğidin kendine göre bir yoğurt yiyişi vardır. her
demokrasinin de kendine göre bir gelişme yolu vardır. … Her memlekette az çok bir
takım hususiyetler gösterecektir.” Nadir NADİ: “İki Demokrasi Örneği”, Cumhuriyet, 2
Haziran 1945. 100 Behice BORAN: “Demokrasinin Esas Şartları Nelerdir?”, Tan, 25 Eylül 1945.
70
yığınlarının eğitimine dayanan bir rejimdir.”101 Bu tespiti Başgil’de
paylaşır, Vatan’daki bir yazısında şunu ifade eder: “Demokrasinin başarısı
halka, halkın niteliğine bağlıdır. Ekseriyet prensibini yerine getiremeyen,
getirmeye terbiyesi ve olgunluğu müsait olmayan memleketlerin
demokrasi tecrübesine girişmesi bir felakettir.”102 Ancak Ulus ve Vatan
çevreleri aynı argümanı paylaşsalar da bundan çıkarttıkları anlam çok
farklıdır. İktidar yanlısı aydın ve yazarlar “erişilememiş olgunluk” nedeniyle
demokrasiye geçişin doğru zamanda gerçekleşmediğini
düşünmekteydiler. Oysa, Vatan çevresinden başını Yalman ve Başgil’in
çektiği bir grup demokrasiye geçişin zamanını kritik etmek yerine, bu
sürece müspet katkılar sağlamak amacıyla Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti’ni kuracaklardı.
Demokrasiye geçiş döneminde iktidarca benimsenen demokrasi
modeli Batı liberal demokrasisidir. Bununla birlikte iktidar liberal toplumun
temeli olan piyasa ve bireysel özgürlükler konusunda tutucu
davranmaktadır. Savaş sonrası dönemde, ülkenin kötü iktisadi durumu
nedeniyle, siyasal eşitliğe yapılandan daha etkili ekonomik eşitlik vurgusu
ön plandadır. Aynı dönemde hem 29 buhranının etkilerinden
kurtulamamış, hem de savaştan yeni çıkmış Batı devletlerinde
yükselmekte olan refah devleti anlayışı da bu tercihi güçlendirmiştir. 103
Sonuç olarak, iktidar ve iktidar yanlısı aydınlarla, muhalefet ve muhalif
aydınlar arasında demokrasiye bakış açısından belirgin farklılıklar yoktur
–en azından tarafların hepsi demokrasiye geçişi destekler görünmektedir.
Taraflar arasındaki temel fark sistemin değerlendirilmesinde ortaya
çıkmaktadır. Tartışma demokrasi idealinin ya da modelin kendisi ile ilgili
101 Falih R. ATAY: “Partiler Rejimi”, Ulus, 18 Ekim 1946. İsmet İnönü 1 Kasım 1948’deki
meclis açılış konuşmasında, Nihat Erim 9 Aralık 1947’de Ulus’taki yazısında aynı
meseleyi vurgulamışlardır. 102 Ali Fuat BAŞGİL: “Demokrasi Nedir?”, Vatan, 7 Mayıs 1946. 103 Yalman bu anlayışa katlamamaktadır. 9 Şubat 1949’da Vatan’daki yazısında
demokrasinin en mükemmel şeklinin serbest rekabet içinde olabileceğini iddia eder.
71
değil, toplumun bu modele hazır olup olmadığı ile ilgilidir. İlki kadar
belirgin olmasa da bir diğer fark, iktidar yanlısı aydınlar tarafından
dillendirilen yurttaşlık temelli vatandaşlık anlayışının karşısında Vatan
yazarlarının, özellikle Ahmet Emin Yalman’ın yazılarındaki birey
vurgusudur.
4. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ
40’lı yılların ikinci yarısı, ülke için yeni başlangıçları işaret etmekteydi.
Cihan Harbi ertesinde içeride ve dışarıda yaşanan gelişmeler, (yaklaşık
23 yıllık iktidarında yıpranan bir tek parti, artık kronik bir hale gelen fakirlik
ve Türkiye’nin yönünü Batıya, yani demokratik bloğa çevirmesine neden
olan Sovyetler Birliği’nin Kars, Ardahan ve Boğazlar üzerindeki talepleri)1
ülkeyi yeni bir döneme taşımaktaydı. Çok partili siyasî düzen, her ne
kadar geçmişin tek partisi halen iktidar olsa da, yeni arayışlar ve daha çok
demokrasi talepleri için görece uygun bir ortam yaratmıştı.
İstanbul merkezli gelişen yeni bir muhalefet, kendisine, Ahmet Emin
Yalman’ın Vatan’ında ve Zekeriya Sertel’in Tan’ında yer buldu. Bu
gazetelerde, Dörtlerin de aralarında bulunduğu bazı tanınmış simalar
siyasî sistem, hürriyet ve demokrasi konularında makaleler
neşrediyorlardı. Bu yayınlar, muhalefetin etkili bir kamuoyu
oluşturabilmesinde ve yeni oluşumlar meydana getirebilmesinde, (bu
durum zaman zaman iktidar partisini “endişeye” sevk etse de) Cumhuriyet
Halk Partisi’nin ve İsmet İnönü’nün toleranslı tutumunun da etkisiyle,
önemli bir rol oynadı.2
İktidar partisi CHP, parti içinde yeni bir liberalleşme sürecini tecrübe
ederken3, kendisine yönelik muhalefete karşı da yumuşak bir tutum
sergilemekteydi. En azından, muhalefetle mücadelesini siyasî kanallardan
1 Mustafa ÇUFALI: Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi, 14–32. 2 Ancak, İsmet İnönü’nün bu toleranslı tutumunu kaybettiği anlar da olmuştur. Başgil, “Dil
Meselesi”yle ilgili yöneltilen eleştirilere cevap olarak, Milli Şefin, İstiklal Mahkemelerini
hatırlattığını yazar. Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 49. 3 Cumhuriyet Halk Partisi, 18 Ekim 1947’de program ve tüzüğünde tadilat yaptı. Parti’nin
milliyetçilik ve devletçilik anlayışları yumuşatıldı, vergiler hafifletildi.19 Ekim 1947, Tasvir.
73
yürütür görünmekteydi.4 İktidarın, İsmet İnönü’nün 1 Kasım 1947 tarihli
TBMM açılış konuşmasından lüzumuna işaret ettiği5, Basın ve Cemiyetler
kanunlarında iyileştirmeler yapması, siyasî alanın dışında yeni bir
muhalefetin de gelişmesine olanak sağladı.6 Bu, daha önce tecrübe
edilmeyen bir gelişmeydi. Cumhuriyet Türkiye’sinde siyasî muhalefet, kısa
deneyimler olsalar da iki kez yaşanmıştı. Yeni olan, siyasetin dışından
iktidara yöneltilecek olan sivil muhalefetti. Başgil, bu muhalefeti, Demokrat
Parti taraftarı olup olmadığına bakmadan demokrat muhalefet olarak
adlandırmaktaydı.7
Bu gelişmeler, tek parti iktidarında ülkeden uzaklaştırılmış bir
kavramın, gerçek anlamda siyasî literatüre tekrar girmesini de
beraberinde getirdi: “sivil toplum.” Doğmakta olan bu özgürlük ortamının
etkileri kendini sivil toplumun her alanında olduğu gibi fikir alanında da
hissettirmekte gecikmedi. Özellikle İstanbul’da sanatçılar, bilimadamları
ve gazetecilerden destek gören ve kendilerine insan haklarından, kent
bilincine kadar çeşitli konuları sorun edinen birçok örgüt kurulmaktaydı.
Aynı dönemde, bilimadamları, gazeteciler ve sanatçılardan mürekkep,
ülkenin entelektüel anlamda halen başkenti olan İstanbul’u kendilerine
merkez olarak seçen, liberal bir cemiyet de kuruluş sürecini
yaşamaktaydı.
4 Muhalefete ilk zamanlar gösterilen bu toleransın yön değiştirdiği anlar da olacaktır ve
bu değişiklik 1946 seçimlerinde de görüldüğü gibi, bazen geçmişin “acı” hatıralarını akla
getirecektir. Ancak, iktidar partisinin, en azından oluşum sürecinde, muhalefetin
gelişimini akamete uğratmak için “etkili” bir müdahalede bulunmamış olması dahi çok
önemlidir. 5 Akşam, 2 Kasım 1946. 6 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 65. 7 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, der: Ali Hatipoğlu, İsmail Dayı,
(İstanbul: Yağmur Yayınları, 1960), 191.
74
4.1. Cemiyetin Kuruluşu
Ulusal ve uluslararası radikal değişimlerin yaşandığı bu yıllarda,
dönemin siyasal ve sosyal cemiyetlerinin önemli aktörlerinden biri olan,
Vatan Gazetesi’nin sahibi ve başmuharriri Ahmet Emin Yalman, dünya
liberallerinin 9–14 Nisan 1947’de gerçekleştirecekleri bir toplantı için davet
aldı. O, Demokrat muhalefete destek veren, Dörtler’e en başından beri
gazetesinde yer ayıran ve daha erken sayılabilecek bir dönemde Varlık
Vergisi gibi konularda iktidar karşısında yer alma cesaretini gösterebilen
başarılı bir gazeteciydi.8 Diğer yandan Amerika’da tamamladığı yüksek
öğrenimi sayesinde Yalman, dışarıda da tanınan ve değerli bağlantıları
olan biriydi. Bazı yabancı gazetelerde makaleleri yayınlanmakta ve birçok
uluslar arası organizasyona Türkiye Temsilcisi olarak davet edilmekteydi.9
1944’de yazdığı ve Manchester Guardian gazetesinde yayınlanan bir
makalesindeyse dünya liberallerine sesleniyor; onları birlik kurmaya davet
ediyordu. Benzer fikirlere sahip İskoçyalı bir liberal olan John Hutchinson
MacCallum Scott tarafından Ahmet Emin Yalman’a yapılan davet, bu
yazılarının neticesiydi.10
Londra’da tertiplenen ve daha sonra Liberal Enternasyonal: Dünya
Liberaller Birliği (Liberal İnternational: World Liberal Union) adını alacak
olan bu ilk kongrenin11 idare heyeti içinde Ahmet Emin Yalman’ın da
bulunmasına karar verildi. Yalman Dünya Liberaller Birliği’nin
çalışmalarına ilerleyen yıllarda da ciddiyetle iştirak etti. Bu ilk kongre,
daha sonraki yıllarda Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin kurulmasını da
imkân verecek şu kararlarla sonuçlandı: (1) Kurulan bu milletlerarası
8 Bernard LEWİS: Modern Türkiye’nin Doğuşu, 299. 9 Ahmet Emin YALMAN: Devlet Kültür Armağanı, (Ankara; ?, Tarihsiz), 5. 10 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV (1945–1970),
(İstanbul: Yenilik Basımevi, 1970), 109. 11 Julie SMİTH: “Liberal Unit: The Origins of Liberal International”, Journal of Liberal
Democrat History, 17, (Winter 1997–1998), 4.
75
teşkilata liberal partilerden temsilci kabul edilmesi, üyelerin ülkelerinde
siyasî partilerden ayrı liberal gruplar meydana getirmeleri ve komünist
manifestoya karşı bir liberal manifestonun hazırlanması.12
Ahmet Emin Yalman, Türkiye’ye dönüşünden sonra, Londra’da alınan
kararlar ışığında liberal bir cemiyetin teşekkülü için hazırlıklara başladı.
Dönemin muhalefet partisi liberal bir tutum sergilese ve hatta Dünya
Liberaller Birliğinin 1950’de Stutgart’ta yaptığı toplantıya delege
gönderecek olsa da, Yalman’ın gerçek arzusu siyaset dışında kalacak bir
cemiyetti.13 Bu arzunun gerçekleşebilmesi için, Ağustos ayı içinde
İstanbul’da bir görüşme tertipleyerek dönemin özgürlükçü ve demokrat
aydınları ile temasa geçti. Bunlardan biri de Vatan Gazetesi’nde sıklıkla
liberal fikirler içeren makaleleri yayınlanan Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’di.14
Ali Fuat Başgil birçok gazete ve dergide yayınlanan yazılarında
hürriyet, insan hakları ve anayasa sorunları ile ilgilenmekte ve tek başına
önemli bir “demokrat muhalefet” sergilemekteydi. Aynı zamanda Başgil,
hak ve hürriyet davasının fikir ve siyaset sahasında yayılmasının ancak
liberal bir cemiyetin kurulması ile sağlanabileceğine inanmaktaydı.15
Gelişen demokrasi cereyanına müspet katkıda bulunmak isteyen bir avuç
fikir adamıyla birlikte, “siyasî tesirden uzak, neşriyatı ve umumi
konferanslarıyla milletin demokratik terbiye almasına yardım eden hür bir
müessese”nin kurulmasının zaruri olduğu kanaatindeydi. Bu nedenlerle
Başgil, cemiyetin kuruluşunda Ahmet Emin Yalman’la beraber çalışmayı
uygun buldu. “Aynı yolun yolcuları birleşip Hür Fikirleri kuracaklardı.”16
12 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 111. 13 Ahmet Emin YALMAN: a.g.e., 112. 14 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 64. 15 Mehmet GÖKALP: Haksızlıklar Karşısında Susmayan Âlim: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad
Başgil, (Ankara: Santral Yayınevi, 1963),114. 16 Ali Fuad BAŞGİL: a.g.e., 64.
76
Bu birlikteliğin sonucunda, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, 1 Ekim
1947’de Ali Fuad Başgil ve Ahmet Emin Yalman önderliğinde17 “siyasete
karışmaksızın her türlü totaliter gidişe ve taassuba karşı çıkmak”
amacıyla18, cemiyet merkezi olarak İstanbul’u uygun bulan ve aralarında
“bir fikir ve kanaat birliği olan” şu isimler tarafından kuruldu. Ahmet Emin
Yalman, Ahmet Rauf Hotinli, Ali Fuad Başgil, Burhan Apaydın, Mehmet Ali
Sebük, Osman Fethi Okyar, Necdet Raif Meta, Tevfik Remzi Kazancıgil,
Görey Yavuz, Fahri Fındıkoğlu, Şinasi Hakkı Erel, Selim Ragıp Emeç,
Muvaffak Benderli, Nihat Reşat Belger, Süreyya Ağaoğlu, Enver
Adakan.19 Kurucular arasında yer alan şu isimler de Cemiyetin ilk idare
heyetini oluşturmaktaydılar: Başkan Ali Fuat Başgil, Başkan vekili Nihat
Reşat Belger ve üyeler Enver Adakan, Mehmet Ali Sebük, Süreyya
Ağaoğlu, Burhan Apaydın, Yavuz Görey, Osman Fethi Okyar ve Muvaffak
Benderli.20
Bir sivil toplum örgütü olarak Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin
teşekkülüne duyulan ihtiyaç Cemiyet’in Ali Fuad Başgil tarafından
hazırlanan21 kuruluş beyannamesinde şöyle nitelendirilmekteydi: “Devrin
totaliter rejim istidatları ve propaganda hücumları karşısında iyi niyetli
insanların birleşmesi ve hak, hürriyet müdafaası uğrunda tek bir fikir
cephesi teşkil etmesi bugün artık medeni ve insani bir vazife olmuştur.
İşte “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti” bu vazifeyi yerine getirmek isteyen
17 HFYC’nin iki kurucusuyla ilgili çalışmaların Cemiyet’le ilgili bölümlerinde göze çarpan
iki iddia vardır. Genel olarak bu çalışmaları yapanlar döneme ve üzerinde çalıştıkları
isimlere göre HFYC’nin kim tarafından kurulduğuna farklı yaklaşmakta ve bir kısmı
Cemiyetin teşekkülünü sadece Ali Fuad Başgil’e mâl ederken, diğer bir kısmı Ahmet
Emin Yalman’ı işaret etmektedir. Ancak, her iki iddiada eksiktir; çünkü, Cemiyet’in
teşekkülü bu ikisinin ortak mesaisi ile gerçekleşmiştir. 18 Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923–2000, cilt 2 1941–1960, (İstanbul: YKY, 2002), 128. 19 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 120. 20 Hür Fikirleri Yayma Cemiyetinin Beyanname ve Esas Nizamnamesi, (İstanbul:1949),
10–11. 21 İsmet BİNARK: “Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil: Bibliyografyadan Biyografiye”, Ord.
Prof. Dr. Ali Fuad Başgil Bibliyografyası, der. Arif Aşçı, (İstanbul; Kubbealtı, 2000), XII.
77
vatandaşlara bir hizmet kadrosu ve bir faaliyet muhiti olmak üzere
kurulmuştur.”22
Genel gayelerini; “hürriyet aşığı” fertler arasında bir ülkü birliği
yaratmak, hak ve hürriyetlerin sağlam teminatlar kazanabilmesi için
çalışmak ve her türlüsünden totalitarizme ve taassuba karşı olmak23
şeklinde formüle eden Cemiyet, mücadele alanı olarak da fikrî mecrayı
seçmişti. Beyannamelerinde arzuladıkları hedeflere ulaşmak gayesi ile
izleyecekleri yöntemler şöyle sıralanmıştı: “Cemiyet, politika
cereyanlarının ve parti mücadelelerinin dışında kalmayı ve gayelerine sırf
inandığı prensipler üzerinde fikir münakaşasına ve kalem mücadelesine
girişmek suretiyle yürümeyi vazife edinecektir. Bu yolda çalışma
vasıtalarımız: Konferanslar, münazaralar ve müsabakalar tertiplemek;
mecmua, broşür, bülten ve kitap neşretmek. Gerek memleket içinde gerek
dışarıda cemiyetin gaye ve prensiplerine uygun suretle çalışan teşebbüs
ve teşekküllerle mesai ortaklığı yapmak olacaktır.” 24
Öte yandan, Cemiyetin kuruluşu siyasî, entelektüel ve sosyal
muhitlerde büyük bir ilgi uyandırdı. Profesör, muharrir, fikir ve aksiyon
adamlarından mürekkep Cemiyet, kısa zamanda bir akademi gibi faaliyet
göstermeye başlamış ve daha sonra iktidara, siyaset dışından etkili bir
muhalefet yöneltmişti.25 HFYC’nin kuruluşuna, dönemin İstanbul
gazeteleri ve dergileri sayfalarında, “son günlerin fikir hayatımızdaki en
mühim hadisesi”26 olarak geniş yer ayırdı.27 Bu alaka ve ilgide cemiyet
başkanlığına Ali Fuat Başgil’in getirilmesinin payı büyüktü.28 Diğer
22 İsmet BİNARK: “Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil: Bibliyografyadan Biyografiye”, 3. 23 İsmet BİNARK: a.g.e., 3–4. 24 “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Beyannamesi”, Hür Fikirler Mecmuası, (İstanbul: Kasım
1948), 46. 25 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 191. 26 “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”, Yeniden Doğuş, (Ağustos 1947), 56. 27 Tasvir, 2 Ekim 1947; Vatan, 2 Ekim 1947; Son Posta, 2 Ekim 1947; Yeniden Doğuş,
Temmuz-Ağustos 1947. 28 “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”, Yeniden Doğuş, 57.
78
yandan, Ahmet Emin Yalman vesilesi ile daha sonraki yıllarda Cemiyet’in
yayın organı gibi hizmet görecek olan Vatan Gazetesi, HFYC’nin kuruluş
haberini ilk sayfasında ve manşetten şu şekilde vermekteydi: “Hak ve
hürriyet fikrini kökleştirmek yolunda, Türk Liberalizmi Fikri Cephesini
Kurmuştur.”29
4.1.1. Felsefesi ve Kurucu İlkeleri ile HFYC
HFYC’nin iki kurucusu da daha Cemiyet’in teşekkülünden önce
taraflarını “demokrat muhalefet” olarak belirlemişti. Başgil, bilimsel
çalışmalarında ve gazetelerde yer alan makalelerinde demokrasi,
özgürlük, laiklik gibi tek partinin uygulamada başarısız olduğu ilkeleri
işlerken, Yalman da başyazarı ve sahibi olduğu Vatan Gazetesinde bu
muhalefete destek veriyor, tek partinin siyasetini eleştiriyordu. Her ikisi de
HFYC çatısı altında birleşmeden çok daha önce iktidarın “dikkatini”
çekmeyi başarmışlardı. Ancak, buna rağmen, hem Yalman’ın hem de
Başgil’in ortak inancı demokrasiye geçiş sürecine müspet katkılar yapmak
gerektiğiydi. Ve bu katkıyı, ancak, her türlü siyasî tesirden uzak, hür bir
müessese marifetiyle totalitarizmin her türlüsüne ve totaliter her türlü
eğilime karşı çıkarak yapabilirlerdi.30 Çünkü, böyle bir tercih bir taraftan
HFYC’ye daha geniş bir hareket alanı sunarken, diğer yandan da
Cemiyet’in, hürriyete yönelik taarruzların kaynağına bakmaksızın onlarla
mücadele edebilmesini olanaklı kılıyordu.31
29 Vatan, 2 Ekim 1947. 30 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 64. 31 Ancak, bu, kurumsal bir tavırdı. Üyelerin siyasetle olan ilgileri devam etmekteydi,
nitekim 14 Mayıs 1950’de HFYC üyesi 24 kişi DP listelerinden mebus seçilmiştir. Ali
Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 194.
79
Öte yandan, Cemiyet’in kuruluş aşamasında, kurucuların dış
konjonktüre ilişkin düşüncelerinin de önemli bir yeri vardı. Birinci Cihan
Harbi’nden beri yükselen totaliter sistemlere karşı duydukları endişe onları
böyle bir cemiyet kurmaya yöneltti. Bir taraftan liberal fikir ve prensipleri
yıkmayı diğer taraftan hürriyet idealini kirletmeyi hedefleyen bu hak ve
hürriyet düşmanı ideolojilerin İkinci Dünya Harbi’nin bitmiş olmasına
rağmen insanlığa ve medeniyete yönelttiği tehdit devam ediyordu. Ancak,
küçük bir profesyonel politikacı grubu tarafından temsil edilen sağ veya
sol totalitarizm karşısında hürriyet sever çoğunluklar örgütlü olmamanın
verdiği tehlike içinde bulunmaktaydı. HFYC’nin kuruluşunun gayesi, bu
yüzden, “devrin totaliter rejim istidatları ve propaganda hücumları
karşısında iyi niyetli insanların birleşmesi, hak ve hürriyet müdafaası için
tek bir fikir cephesi teşkil etmesi ve bu vazifeyi yerine getirmek isteyen
vatandaşlara bir hizmet kadrosu ve bir faaliyet muhiti”nin tesis
edilebilmesiydi.32
Özetle, milletin özgürlük ve demokrasi ideallerinden haberdar edilmesi
amacıyla teşekkülüne ihtiyaç duyulan Cemiyet’in kimliği de Başgil ve
Yalman’ın etkisiyle ve yukarıdaki amaçlar doğrultusunda şu kriter
etrafında şekillenmekteydi. “Her türlü totaliter gidişe ve fikrî taassuba karşı
cephe almak.”33 Bu kriter, Cemiyet’in, beyannamesinde önemle
vurgulanan liberal karakteriyle de uyum içindeydi.
32 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin Beyanname ve Esas Nizamnamesi; (İstanbul: 1949),
3. 33 Mehmet GÖKALP: Haksızlıklar Karşısında Susmayan Âlim: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad
Başgil, 114.
80
4.1.1.1. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Beyannamesi
Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin kuruluş gayesini belirten beyanname
Ali Fuad Başgil tarafından hazırlanmıştı.34 Türkiye’de hürriyet mücadelesi
içinde önemli bir yere sahip olan beyanname, yine beyannamede
belirtilen, Cemiyet’in temel iki gayesine ulaşmak üzere formüle edilmiş 13
maddeden oluşmaktaydı.35
4.1.1.1.1. Amaçlar
Cemiyet’in ilk gayesi onun memleket dâhilindeki amaçlarını ifade
etmekteydi. Hak ve hürriyet seven vatandaşlar arasında sıkı bir tesanüt ve
ülkü birliği yaratmak ve bu sayede nimetlerin en mukaddesi olan hürriyet
nimetini ister sağcı ister solcu bütün totaliter düşmanlara karşı elbirliğiyle
müdafaa ve korumak…, memlekette hür ve serbest düşünme istidadının
gelişmesine hizmet etmek.36
Cemiyet’in ikinci gayesi ise onun uluslar arası niteliğiyle ilişkilidir.
“Dünya yüzünden totaliter usullerle bunlara emel teşkil eden dar ruhlu
ideolojilerin yarattığı zalim taassupların kalkmasına yardım etmek…,
dünya liberalleri safında yer almak…, insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği
moral medeniyeti müdafaa edenler ordusuna küçükte olsa bir destek
vermek.”37 Cemiyet’in ikinci gayesini onun Dünya Liberaller Birliği’yle olan
bağlantısı ışığında anlamak gerekir. Bu amaca uygun olarak Cemiyet,
34 İsmet BİNARK: “Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil: Bibliyografyadan Biyografiye”, XII. 35 “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Beyannamesi”, Hür Fikirler Mecmuası, I, 1, (Kasım
1948), 46–50. 36 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin Beyanname ve Esas Nizamnamesi, 4. 37 a.g.e., 4.
81
Dünya Liberaller Birliği’nin çalışmalarına da iştirak etmiş, temsilciler
göndermiştir.38
4.1.1.1.2. Prensipler
Bu gayelere ulaşmak yolunda beyannamede belirtilen prensipler
liberalizmin temel ilkeleriyle çakışmaktadır. İlk olarak, beyanname,
bireycidir. Toplumu oluşturan bireyi, rasyonel kararlar alabilen, herhangi
bir gücün vesayetine ihtiyaç duymayan bir varlık olarak tanımlar.
Beyanname “insan, akıl nuruna ve irade kudretine sahip, iyiyi ve kötüyü
seçme istidadı ve mesuliyetini duyma kabiliyeti ile mücehhez (madde 1.);
bedenî, fikrî ve manevi kuvvet ve kabiliyetlerini aklının erdiği ve gücünün
yettiği yolda serbestçe inkişaf ettirme kudretine (madde 4.) sahip bir
mahlûktur” der. Beyanname için birey medenî bir cemiyetin varlığının
ölçüsüdür ve cemiyette yaşanan istikrarsızlıklar ya da başarısızlıklar
karşısında bireycilikten vazgeçilmesi daha büyük fenalıkların
gerçekleşmesi tehlikesini içinde barındırmaktadır. Beyanname bu ilkeyi
şöyle ifade eder: “Medeni bir cemiyetin varlığı, otoriter bir tehdit ve cebre
değil, ancak fertlerin idrak ve basiretine, vazife ve mesuliyet duygusuna
olan güvene dayanır. Böyle bir güvenden doğabilecek mahsurlar, otoriter
bir vasilik zihniyetinin yaratacağı fenalıklardan kat kat ehvendir” (madde
7.).39
İkinci olarak, özel mülkiyet de beyannamenin vurgu yaptığı
değerlerden biridir. Cemiyet, özel mülkiyeti, bireyi ve aileyi cemiyetin
temel unsurları olarak görmektedir (madde 3.). Aileye yaptığı vurgu
cemiyetin zaman zaman öne çıkan muhafazakâr yanını da
38 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV112. 39 Mehmet GÖKALP: Haksızlıklar Karşısında Susmayan Âlim: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad
Başgil, 116.
82
göstermektedir. Ancak, “cemiyetin hakikî temeli, insan şahsına ve
vatandaşların emekleri mahsulü olan şeyler üzerindeki tasarruf haklarına
ve aileye saygıdır” (madde 3.) ifadesindeki öncelik sırası önemlidir. Diğer
yandan, yine üçüncü maddenin devamında “hükümetlerin ilk ve en esaslı
vazifesi camiada bu saygının hükümran olmasını sağlamaktır” derken
iktidarın da aslî görevi tespit edilir. Böylece bireye, mülkiyete ve aileye
sadece devletten yöneltilebilecek tehdidin değil cemiyetten
yöneltilebilecek tehditlerin de engellenmesine çalışılır. Devam eden
maddelerde ise, “ferdin, bedeni, fikri ve manevi kuvvet ve kabiliyetlerini
aklının erdiği ve gücünün yettiği yolda serbestçe inkişaf ettirmeye hakkı
vardır” (madde 4), “cemiyet nizamının fazilet, ehliyet, say ve hizmet
esasları üzerine oturması ve içtimai ıstıfa siyasetinin bu esaslara göre
ayarlanması lazımdır” (madde 5) denilerek, özel mülkiyetin güvence altına
alındığı piyasanın gerekleri sıralanır.40
Beyanname özel mülkiyete ve bireye yaptığı vurgunun bir neticesi
olarak piyasacıdır. Beyannamede piyasa yerine daha vurgulu “iktisadî
hürriyet” kavramı kullanılmıştır. İktisadî hürriyet, bireylerin teşebbüs ve
çalışma serbestliklerinin engellenmediği ve devletleştirmenin ancak ferdî
ve hususî teşebbüs sahası dışında kalmasında hakikî ve milli bir zaruret
olan işlerle, iktisadî rekabetin faydalı bir rol oynamasına ihtiyaç
göstermeyen hallerde gerçekleştirildiği bir yapıyı işaret eder. İktisadî
hürriyetin keyfî nedenlerle engellenmesi, siyasî hürriyetlerin yok olmasına
neden olacağı gibi, sefalete de yol açacaktır. Bu nedenle cemiyet, devlet
sermayedarlığı veya kontrolüyle ya da kartel ve tröstler aracılığıyla iktisadî
hürriyetin yok edilmesinin (madde 10) karşısındadır. Diğer yandan, ferdîn
istediği mesleği seçme hakkı, ferdî teşebbüse geçme hakkı, ihtiyaçlarını
memleket içinde istediği kaynaktan tedarik etme serbestliği fertlerin ana
hak ve hürriyetlerinden sayılarak piyasa ekonomisine yapılan vurgu
güçlendirilmiştir (madde 9).41
40 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin Beyanname ve Esas Nizamnamesi, 6. 41 A.g.e., 5–6.
83
Beyannamenin önemli vurgularından biri de sınırlı devlet üzerinedir.
Hem yedinci hem de sekizinci maddede bu vurgu görülür. Ferde güven
üzerine kurulu medeni sistemin aksaklıklarında bile, devleti göreve
çağırmaktan, onun daha büyük bozukluklara neden olabileceği endişesi
ile imtina edilir (madde 7). Sekizinci madde sınırlı devlet talebini çok daha
açık bir şekilde ortaya koyar. “Devlet, cemiyetin emniyet ve selametinin
ancak bir vasıtası ve umumî menfaatlerin hadimidir. Binaenaleyh, devlet,
vatandaş camiasının üstünde ve umumi efkâr ve kanaatlerin dışında bir
kudret iddiasında bulunamayacağı gibi; fertlerin ana hak ve hürriyetlerine
aykırı bir gidiş de alamaz” (madde 8).42
Son olarak, Cemiyetin beyannamesi, siyasî açıdan pür liberal ilkeler
taşırken ve iktisadî özgürlüğü onun siyasî özgürlüklerle olan yakın ilişkisi
nedeniyle şiddetle savunurken, bazı alanlarda sınırlı da olsa korumacı bir
nitelik sergiler. Beyanname, sekizinci maddesinde, kadın işgücü ve çocuk
emeğine dair görüşünü belirtir. “İktisadî zaruret dolayısıyla iş hayatına
atılma mecburiyetinde olan kadınların, küçük yaştaki gençlerin…
cemiyetten himaye görmeye hakları vardır.” Onikinci maddedeyse işçi ve
çiftçilerin yaşama tarz ve imkânlarının, iktisadî durumlarının geliştirilmesi
gereği dile getirilir. “Çiftçi ve işçinin çalışma ve yaşama tarz ve imkânlarını
devamlı suretle ıslah etmek milli bir vazifedir. Say ile sermayenin hakları,
vazife ve menfaatleri birbirini tamamlar. Binaenaleyh sermayedar ve
işçinin şuurlu bir müşavere teşkilatı ile işbirliği yapmaları … cemiyetin
gelişmesi için hayati bir şarttır.”43
42 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin Beyanname ve Esas Nizamnamesi, 5. 43 A.g.e., 5-6.
84
4.1.2. Cemiyetin Oluşumunda Etkili Siyasî ve Sosyal Atmosfer
Cihan Harbi’nin demokratik Batı devletleri ve Sovyet Rusya ittifakının
zaferi ile sonuçlanması, tüm dünyada dengelerin yeniden şekillenmesi
anlamına geliyordu. Bazen ülke içi ve dışı şartların zorlaması, bazen de
silah zoruyla hem Avrupa hem de dünyada ülkelerin saflarını belirlemesi
gerekiyordu. Aynı dönemde genç Türkiye Cumhuriyeti de benzer bir
tecrübeyi yaşamaktaydı. Türkiye bu çerçevede tercihini, tarihî hedefler
(yaklaşık 150 yıllık Batı’ya dönük modernleşme sürecinin mirası),
Sovyetlerin aynı döneme rastlayan talepleri gibi nedenlerle Batı’dan yana
kullandı. Bunun ülke için anlamı daha çok özgürlük, daha çok
demokrasiydi.
İkinci Dünya Harbi’nin son yıllarına rastlayan bu gelişmeler ülkenin
hızlı bir değişim sürecine girmesine sebep oldu. İktidar partisi CHP’nin ve
özellikle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün olumlu tutumlarıyla parti içinde
başlayan muhalefet kısa sürede bir muhalefet partisi olarak teşekkül etti.
İlk kez birden çok partinin katılımıyla, yapılışı ve neticesi şaibeli olsa da,
1946 seçimleri gerçekleştirildi. Seçimler sonucunda, Millet Meclisi’ne,
iktidarı elinde bulunduran CHP karşısında çok küçük de olsa, bir
muhalefet partisi (talihsiz engellemeler yaşanmış olmakla beraber) girme
başarısı gösterdi.
Demokrasi için 1946’da başlayan bu yeni süreç birçok açıdan ülkenin hızlı
ve müspet değişimleri yaşadığı bir dönem oldu. Ülkenin sosyal, siyasal ve
entelektüel tüm alanlarında köklü değişiklikler yaşandı. Hem çok partili
siyasî hayatta seçmenlerin eskisine nazaran geldikleri güçlü konum, hem
de demokratikleşme yolunda dolaylı olarak verilen sözler ulusal ve uluslar
arası camiada beklentilerin yükselmesine neden olmaktaydı. Yükselen
beklentiler ve ikinci bir partinin muhaliflere sağladığı güven ortamı, sivil
toplum için de yeni bir gelişme alanı demekti.
85
Bu değişim süreci ilk etkilerini iktidar partisi üzerinde gösterdi. Aynı
zamanda, o, uluslar arası örgütlere karşı verilen sözlerin de sorumlusu ve
uygulayıcısıydı. Bu durum, ülke içinde Parti’nin istemediği bazı gelişmeler
yaşandığında, verilen uluslar arası taahhütler nedeniyle geriye dönüşe
engel olmaktaydı. Bununla birlikte, CHP’nin dönüşümünün verilen bu
sözlerden önce başladığı açıktır. 1946 Seçimlerinden önce yapılan
olağanüstü parti kurultayında kendi talebiyle, İnönü’nün Değişmez Başkan
sıfatı kaldırılmış, dernek kurulmasıyla ilgili kolaylıklar kararlaştırılmış ve
artık pratik bir anlamı kalmayan Müstakil Grup dağıtılmıştır. CHP’nin
girdiği liberalleşme süreci bu kurultaydan sonra da devam etmiştir.
Sonraki yıllarda, Basın Kanunu, Matbuat Kanunu iyileştirilmiş ve
üniversitelerin muhtariyetini güçlendiren yeni bir kanun hazırlanmıştır.44
Bu gelişmeler sivil toplumun ve muhalefetin gelişmesine olanak tanıyan
yeni bir dönemi işaret etmekteydi.
Bu gelişmelerin iktidar partisinin iradesiyle gerçekleştirilmesi ile birlikte,
1946 seçimlerinden kısa bir süre sonra özellikle insan hakları alanında
faaliyet gösteren kuruluşların teşekkülü için Birleşmiş Milletler de
tavsiyelerde bulunmuştu. Bu tavsiyelerin neticesinde 1946 sonbaharında
Ankara’da “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Birliği Türk
Grubu” adıyla bir cemiyet kurulması girişimlerine başlandı.45 BM Genel
Sekreteri Dr. Lie tarafından Hariciye Bakanı’na yazılan bir mektup üzerine
Nihat Erim başkanlığında kurulan bu cemiyet resmi bir teşekkül olarak
görülmekteydi.46 Muvazaalı da olsa, bu çok önemli bir gelişmeydi. Çünkü,
devlet ve iktidarın toplum lehine sınırlanmasının anahtar kavramı insan
hakları ülke gündemine giriyordu. Bu girişimin müspet etkisinin görülmesi
gecikmedi. Kısa süre sonra İstanbul’da bağımsız başka bir teşekkül
doğdu. İnsan Haklarını Koruma Cemiyeti 17 Ekim 1946’da kuruldu.47
44 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, 69-70. 45 Mehmet GÖKALP: Haksızlıklar Karşısında Susmayan Âlim: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad
Başgil, 101. 46 Ali Fuad BAŞGİL: “İnsan Haklarında Kopan Fırtına”, Vatan, 21–10–1946. 47 Mehmet GÖKALP: a.g.e., 100.
86
Yaşananlar bir dönemin sonunun geldiğine işaret etmekteydi. 1930
sonrasında içine girilen devlet ile milleti özdeşleştirme ve devletin
toplumsal tüm alanları kontrol etmesi idealleri zaafa uğramıştı. Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin teşekkülünü mümkün kılan atmosfer de
buydu.
4.1.3. Kurucuları ve Yöneticileri ile HFYC
Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti dönemin siyasî, sosyal, entelektüel
camialarında etkili 16 isim tarafından ülkede gelişen özgürlük havasına
müspet katkılarda bulunmak amacıyla kuruldu. Farklı meslekî kariyerleri
bulunan kurucular içinde sayısal çoğunluk bilim adamlarınındı.
Kurucuların yedisi çeşitli üniversitelerin kürsülerinde görev yapmaktaydı.
Siyasete bulaşmadan özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermek gayesi
ile yola çıkan bu grup içinde sadece bir eski siyasetçi vardı. Diğer kurucu
üyeler ise sanatçı, gazeteci, mühendis ve avukattı. Kurucu üyelerin
çalıştıkları alanlar açısındansa hukuk, daha genel olarak ifade etmek
gerekirse sosyal bilimler öne çıkmaktadır. Kurucuların beşi hukukçu, ikisi
iktisatçı, üçü de gazetecilik yapmaktaydı.48
Bununla beraber Cemiyet’in teşekkülünde kurucular listesinde bulunan
tüm isimlerin eşit katkılarda bulunduğu söylenemez. Cemiyet’in aktüel ve
siyasî yüzünü temsil eden Ahmet Emin Yalman ve Cemiyet’in entelektüel
yüzünü temsil eden Ali Fuad Başgil diğer kuruculara nazaran daha önemli
simalar olarak öne çıkmaktaydı. Daha sonra Cemiyet’in faaliyet rotasını
çizenler ve fiili olarak Cemiyet’in sonunu hazırlayan kararları alanlar da
onlardı. Cemiyet aslında bir Yalman/Başgil kuruluşuydu ve onun kaderini
48 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Esas Nizamnamesi, 2–3.
Kurucularla ilgili daha ayrıntılı bilgi için bknz: EK 1. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Esas
Nizamnamesi.
87
belirleyen de bu gerilimli birlikteliğin nasıl sağlandığıyla yakından ilgiliydi.
Aralarındaki ciddi problemleri sistemli olarak dışarıda tutabildikleri
dönemde Cemiyet, entelektüel hayatta yaklaşık üç yıl önemli bir aktörken,
ilişkinin zedelenmesiyle sıradan bir örgüt halini aldı.49
Her ikisi de umumun ilgisine mahzar olmuş kişilerdiler ve her açıdan
orijinaldiler. Biri (Yalman) Amerikan üniversitelerinde eğitim almış
olmasına rağmen, liberalizmi, Batı tipi yaşama tarzına duyduğu özlemin
bir gereksinimi olarak gören ve ona ulaşmakta jakoben tavırları hoş gören
bir başmuharrirdir.50 Diğeri (Başgil) ise, yüksek öğrenimini Fransa’da
yapmış olmakla beraber, Anglo Sakson özgürlük anlayışına daha yakın,
daha maneviyatçı, ancak, hak ve özgürlüklerin savulmasına büyük önem
veren, liberalizmi bunları yücelttiği için savunan ve bunun sonucu olarak
her türlü tekelci otoriter taassuba karşı çıkan bir hukuk âlimidir.51
4.1.3.1. Ali Fuad Başgil
1893’te Samsun’da doğan Başgil, ilköğrenimini Çarşamba’da gördü.
Liseye İstanbul’da başladıktan sonra I. Cihan Harbi’nin başlaması
nedeniyle eğitimini yarıda bırakarak dört yıl Kafkas Cephesi’nde çarpıştı.
Savaştan sonra yarıda kalan eğitimini Fransa’da sürdürdü. Paris
Buffone Lisesi’ni bitirmesinin ardından, Gronoble Hukuk Fakülte’sine
devam etti. 1930’da Türkiye’ye dönen Başgil, bir süre Milli Eğitim
49 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 192. Ahmet Emin YALMAN, Yakın
Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 214. 50 Ahmet Emin YALMAN: Berraklığa Doğru, (İstanbul: Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti
Neşriyatı, 1957) 51 Tanıl BORA: “Muhafazakârlığın Çatallanan Yolları ve Türk Muhafazakârlığında Bazı
Yol İzleri”, Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık içinde, (İstanbul;
Birikim, 2003), 93.
88
Bakanlığı’nda çalıştıktan sonra, 1929’da Ankara Hukuk Mektebi’nde
doçent olarak öğretim üyeliğine başladı. 1933’de İstanbul Hukuk
Fakültesi’nde anayasa profesörlüğüne getirildi. 28 yıl aynı fakültede çeşitli
görevlerde bulunduktan sonra, 27 Mayıs ihtilali ertesinde 147 öğretim
üyesiyle beraber “sakıncalı” bulunarak üniversiteden uzaklaştırıldı. Daha
sonra 147'lerin özel bir kanunla üniversiteye dönmelerine imkân
sağlanmasına rağmen, Başgil, konuyu bir haysiyet meselesi olarak kabul
ettiğinden, dönüş hakkını kullanmadı.52
Ayrıca, Ali Fuad Başgil, 1952'de Pakistan Karaçi'de, 1959'da Ürdün
Kudüs'te toplanan Umumi İslam Kongrelerinde ve 1959'da Viesbaden
Hukuk Kongresinde Türkiye'yi temsil etti.53
1960 darbesinden sonra yazdıkları nedeniyle sık sık kovuşturmaya
uğrayan Başgil, 1961’in Ocak ayında, daha önce yazdığı bir yazı
nedeniyle, sonunda beraatla bitecek bir dava ile ilgili olarak üç ay kadar
hapsedilmiştir.54
1961’de emekli olan Başgil, 5 Ekim 1961'de Adalet Partisi Samsun
listesinden bağımsız aday olarak Cumhuriyet Senatosu üyesi seçildi.
Cemal Gürsel’e karşı cumhurbaşkanlığına aday oldu, fakat Milli Birlik
Komitesi’nden gelen baskılar sonucunda hem adaylıktan hem de
senatörlükten çekildi.55 Bu baskılar karşısında direndi hatta diğer parti
başkanlarından ve kendi partisinden destek aradı, ancak bulamadı.
Neticesinde, Ankara’dan ayrıldı, hemen ardından Cemal Gürsel’in
52 “Ali Fuad Başgil”, Büyük Kültür Ansiklopedisi, (Ankara, Başkent Yayınları, 1984) C:3,
949. 53 Mehmet GÖKALP: Haksızlıklar Karşısında Susmayan Âlim: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad
Başgil, 31, 63-70. 54 Ali Fuad BAŞGİL: Hatıralar, (İstanbul, Kubbealtı, 2005), 12–22. 55 Ali Fuad BAŞGİL: a.g.e., 96-100.
89
cumhurbaşkanı olmasını sağlayacak bir protokol tüm parti başkanlarınca
imzalandı.56
Bu olaydan sonra ülkeyi terk ederek Cenevre’ye gitti. 1965’e kadar
burada kalan Başgil Cenevre Üniversitesi’nde ders verdi. Ayrıca, ülkeye
döndüğünde hakkında dava açılan ve sonunda yine beraat ettiği kitabı 27
Mayıs İhtilali ve Sebepleri adlı çalışmasını da burada tamamladı. 1965’te
Türkiye’ye döndükten sonra tekrar politikaya girdi. AP İstanbul milletvekili
olarak Meclis’e seçildi. Yaklaşık iki yıllık vekilliği sırasında anayasa
komisyonu başkanlığını yürüttü. 17 Nisan 1967’de İstanbul’daki evinde
kalp krizi sonucu öldü.57
Başgil’in tek parti iktidarına karşı etkili muhalif tavrı 1940’ların
ortalarında ilk olarak dil meselesi ile başlamıştır. Çok partili siyasî hayata
geçiş sonrasında demokrat muhalefet cephesinde yer almıştır. Ancak, tek
parti iktidarına karşı yönelttiği muhalefete neden olan uygulamalardan
bazılarının DP tarafından da sahiplenilmesi, onda, siyasî sistemde bir
düzelmenin yaşanmadığı endişesini doğurmuş 1950’lerin ortasından
itibaren DP’ye eleştiriler yöneltmiştir.58
4.1.3.2. Ahmet Emin Yalman
Ahmet Emin Yalman 1888’de Selanik’te doğdu. Babası rüştiye
öğretmeni Osman Tevfik Bey, annesi Hasibe Hanımdır. Yalman, ilk ve
orta öğrenimini Selanik’te tamamladıktan sonra lise eğitimi için İstanbul’a
56 Faruk ÖZGÜR: “Demirkırat’ın Sonu”, 12.03.2007
http://www.liberal-dt.org.tr/index.php?lang=tr&message=article&art=363 57 Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923–2000, Cilt 3 1961–1980, (İstanbul: YKY, 2002),172. 58 Aliyar DEMİRCİ: “Ali Fuad Başgil”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce: Liberalizm,
(Ankara; İletişim, 2005), 282–283.
90
geldi, 1907’de Beyoğlu Alman Lisesi’nden mezun oldu. Fransızca,
Almanca ve İngilizce bilmesi nedeniyle kısa süre sonra Babıâli Tercüme
Odası’nda işe başladı. Aynı yıl Sabah Gazetesi’nde göreve başlayan
Yalman, 1908’de Yeni Gazete’ye başyazar olarak geçti.59
Bu dönemde Yalman, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne de devam etmekte
ve Babıâli Tercüme Odası’nda çalışmakta, çeşitli gazetelerde
yazmaktadır. 1910’da Hukuk fakültesinden ayrılarak sosyoloji öğrenimi
almak için Amerika’ya, New York Columbia Üniversitesi’ne gider. 1914’te
felsefe doktoru olarak İstanbul’a döner ve bir dönem Ziya Gökalp’la
çalışır. Tanin’de harp muhabiri olarak gazeteciliğe de devam etmektedir.
1916’da Sabah Gazetesi’ne bu sefer başyazar olarak geri döner. 1918’de
Asım Us ile Vakit Gazetesi’ni çıkarmaya başlar. Bu arada İstanbul
Üniversitesi ve Mülkiye’deki istatistik profesörlüğü görevini de
sürdürmektedir. 1920’de önce Vahdettin tarafından Kütahya’ya daha
sonra da İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne yollanır. 1923’te ülkeye
döner ve Ahmet Şükrü ve Enis Tahsin’le Vatan’ı kurar.60
1940’a kadar yurt içi ve yurt dışında çeşitli işler yapar, haftalık bir dergi
olan Kaynak’ı ve Tan Gazetesi’ni çıkartır. Bazı devlet görevlerinde
bulunur. 1938 ve 1939’u Amerika’da geçirir. 1940’a gelindiğinde Vatan
Gazetesi’ni tekrar çıkartmaya başlar ve 1960 darbesine kadar Gazete’nin
başmuharrirliğini yürütür. Ancak, Vatan’ın yayın hayatı Yalman’ın yazıları
nedeniyle kesintisiz değildir. Önce Berraklığa Doğru yazı dizisi, daha
sonra Charlie Chaplin’in Diktatör filmine ilişkin yaptığı bir yayın ve son
olarak Varlık Vergisi’ne karşı eleştirileriyle Gazete’nin yayını durdurulur.61
İkinci Dünya Harbi sonrasında yaşanan yumuşama döneminden sonra
Vatan’ı 1960 darbesine kadar tekrar çıkartmaya başlar. Bu dönemde
59 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim Cilt 1 (1888–1918),
(İstanbul, Yenilik Basımevi, 1970), 10–56. 60 Ahmet Emin YALMAN: Devlet Kültür Armağanı, 4–5. 61 Aliyar DEMİRCİ: “Ahmet Emin Yalman”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce:
Liberalizm, (Ankara: İletişim, 2005), 476.
91
demokrat muhalefete büyük destek vererek, gazetesinin sayfalarını
Dörtler’e açar. Ancak bu destek 1957’ye gelindiğinde son bulur. Yalman,
DP’nin yeniliklere ve demokrasiye sırt çevirdiği iddiasıyla iktidara keskin
eleştiriler yöneltir.62
Darbeden sonra Vatan’dan ayrılmak zorunda bırakılır ve Hür Vatan
Gazetesi’ni çıkartmaya başlar. Mamafih, Yalman, askeri darbeyi
olumlamaktadır ve Milli Birlik Komitesi’nin kurduğu kurucu mecliste de yer
alacaktır.63 Bir yıl kadar yayın hayatını sürdüren Hür Vatan’dan sonra
Yalman’ın gazetecilik yaşamı zaman zaman diğer gazetelerde yazdığı
yazılarla sınırlı kalır. 1963–1968 yıllarındaysa Türk Basın Enstitüsü
Başkanlığı yapar.64
Yalman gazetecilik hayatı boyunca pek çok kez sürülür ve yargılanır.
Prens Sabahattin ekolünden gelen Ahmet Emin Yalman’ın merkeziyetçilik
karşıtlığı düşünceleri, onun, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet
dönemlerinde yargılanmasına ve kovuşturmaya uğramasına neden olur.
İktidara yönelik bu tutumu nedeniyle yaşadığı bu olaylar yanında,
düşünceleri nedeniyle yaralı olarak kurtulduğu bir suikasta da uğrar.
Ancak, yaşananların hiçbiri cesaretle icra ettiği mesleğini bırakmasına
neden olmamıştır. Bunun karşılığında Yalman 1966’da, Dünya Gazete
Sahipleri Federasyonu tarafından, mesleğe ve hürriyete yaptığı hizmetler
nedeniyle “Hürriyetin Altın Kalemi” ödülüne ve Britanya Gazeteciler
Birliği’nin onur ödülüne lâyık görülmüştür.65
Yalman’ın siyasi fikirlerinin genel karakteri ise eklektik bir yapıdadır.
Anglo-Amerikan liberal literatüre oldukça aşina idi ve Alman sozialpolitik
ve Fransız solidarizminden de etkilenmişti. Sosyal ve felsefi
62 Ergün YILDIRIM: Batıcılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1991), 33. 63 Ergün YILDIRIM: a.g.e.,34. 64 “Ahmet Emin Yalman”, Büyük Kültür Ansiklopedisi, C:12, 4930. 65 Aliyar DEMİRCİ: a.g.e.,474.
92
tasavvurlarında sol liberalizme yakındı. Genel çıkar üzerine kuvvetli bir
vurgu yazılarında her zaman mevcuttu.66
Son yıllarında hatıralarını kaleme alan Ahmet Emin Yalman’ın bu
çalışması dört cilt olarak 1970’de yayınlandı. 1971’deyse Yalman, Devlet
Kültür Armağanı’na layık görüldü. Ardında pek çok eser bırakarak 1973’de
İstanbul’da öldü.
4.2. Cemiyetin Faaliyet ve Neşriyatı
Ali Fuad Başgil’in Başkanlığını yaptığı süre boyunca Cemiyet faaliyet
ve neşriyat açısından zengin bir dönem yaşadı. Bu dönemde, Cemiyet,
ana faaliyet meselesi olarak gördüğü siyasî hürriyet yanında, sosyal ve
iktisadî konularla da ilgilenmekteydi.67 Cemiyet, bu konular ışığında
konferanslar düzenlemekte, bildiri ve kitaplar neşretmekteydi.
Kuruluşundan bir yıl sonra bir mecmuanın da yayınına başlamıştı. Öte
yandan, Cemiyet’in faaliyetleri sadece entelektüel ve siyasî cemiyetlere
yönelik olmakla sınırlı değildi. Düzenli olmasa da, zaman zaman umuma
açık yemek ve balolar düzenlenmekteydi.68
Cemiyet’in üzerinde önemle durduğu faaliyetlerinden ilki, genellikle
Cemiyet merkezinde gerçekleştirilen toplantı ve panellerdi. Etrafında
toplanan üniversite öğrencilerinin katkılarıyla, Cemiyet, neredeyse bir
enstitü görünümü sergilemekteydi. Cemiyet merkezinde üyelerin ve
ilgililerin katılımları ile gerçekleştirilen muntazam toplantılar
yapılmaktaydı.69 Gerçekleştirilen onlarca toplantı ve panel içinde üç
66 Güven BAKIREZER: “Türkiye’de Sosyal Liberalizm”, Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce: Liberalizm, 143. 67 “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”, Yeniden Doğuş, 29–30, (Ağustos 1947), 56–57. 68 Hür Fikirler Mecmuası, 1, 4, (Şubat 1949), 180. 69 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 121.
93
faaliyet öne çıkmaktadır. İlki, Cemiyet’in resmî olarak kurulmasından
sonra gerçekleştirilen ilk konferans olma özelliği taşıyan; “Komünizmle
Mücadele”dir. Diğeri, 15 Ocak 1949’da gerçekleştirilen ve Cemiyet’in en
kapsamlı çalışmalarından birini yürüttüğü “Dil Meselesi”yle ilgilidir. Ve
sonuncusu ise, Cemiyet’in sonunu getiren ayrışmalara neden olan “Din ve
Laiklik” toplantısıdır.
Cemiyet, neşriyat faaliyetine, 31 Ocak 1948’de gerçekleştirilen Birinci
Umumî Heyet Toplantısı’ndan sonra başlamıştır. Bu toplantı Cemiyet’in
izleyeceği yol açısından çok önemlidir. Amaçlarını, hedeflerini kuruluş
beyannamelerinde açıkça ifade eden ve bunları kamu ile günlük gazeteler
aracılığıyla paylaşan Başgil, Yalman ve arkadaşları, bu isteklerine hangi
vasıtalarla ulaşacaklarını bu toplantıda kararlaştırırlar. Kurulmasına karar
verilen Neşriyat Komisyonu aracılığıyla, öncelikle Ali Fuad Başgil’in
kaleminden çıkanlar olmak üzere, dokuz eser yayınlamıştır. 70
4.2.1. Panel ve Konferansları ile HFYC
Cemiyet ilk konferansını 28 Kasım 1947’de gerçekleştirdi. Cemiyet
üyeleri ülke içindeki pek çok soruna müdahil olmak, siyasî hürriyetlerin
tesisini hızlandırmak gibi ulusal saiklerle bir araya gelmiş olsalar da, bu ilk
konferans daha farklı bir meseleye, Cihan Harbi sonrasında yükselen bir
totaliter tehlikeye ayrılmıştı. İlk konuşmacı Cemiyet Başkanı Başgil’di.
Başgil, bu ilk konferansta, Cemiyetin ana gayesi olan totaliter gidişle
mücadeleye uygun olarak şu tespitlerde bulunuyordu. “Bugün demokratik
cumhuriyetin bir tek düşmanı vardır. Bu düşman ne dildir, ne dindir, ne de
saltanattır; bu düşman totaliter komünizmdir.”71 Cemiyet’in komünizmle
ilişkin en ciddi faaliyeti bu ilk kongredir. Daha sonraki yıllarda Cemiyet,
70 Vatan, 1 Şubat 1948. 71 Vatan, 29 Kasım 1947.
94
neredeyse tüm mesaisini ve de tüm ilgisini ulusal konulara tahsis
edecektir.
Başgil ise, komünizme karşı takındığı sert muhalif tavrı daha sonra da
sürdürecektir. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nden uzaklaştıktan sonra
Komünizmle Mücadele Cemiyeti’nin konferanslarında bulunacak ve
bültenlerinde yazacaktır.72
Cemiyet ikinci önemli faaliyeti, gündem belirleyen bir toplantı olan “Dil
Meselesi” çalışmasıydı. 15 Ocak 1949’da gerçekleştirilen toplantıda,
iktidarın dile yaptığı keyfi müdahaleler tenkit ediliyordu.73
Ali Fuad Başgil, daha önce bu konuyla ilgili yaptığı çalışmalarla tek
parti iktidarına karşı muhalif bir hareketin şekillenmesine neden olmuştu.
Onun ve Burhan Apaydın’ın girişimleriyle, HFYC, yaklaşık on aylık bir
çalışma yürüttü. İlk olarak 7 Haziran 1948’de Cemiyet’in gündemine gelen
meseleyle ilgili, öncelikle, 1948 yılı içinde Başgil tarafından kaleme alınan
Türkçe Meselesi bildirisi yayınlandı.74 1949’a gelindiğindeyse Cemiyet, 15
Ocak ve 12 Şubat tarihleri arasında, konuyla ilgili olarak üç toplantı
düzenledi. 12 Şubat’ta Umumi Heyetin tetkikleri sonucunda hazırlanan
beyannamenin Hür Fikirler Mecmuası’nın Mart sayısında yer almasına
karar verildi. Mecmua’nın bu sayısı tamamen bu konuya tahsis edilmişti.75
Cemiyet’in panel ve toplantıları içinde bazı özellikleri nedeniyle ön
plana çıkan faaliyetlerin sonuncusu, 1950 Nisan’ında tertiplenen ve
yaklaşık yüz kişinin katıldığı “din ve laiklik” konulu açık toplantısıydı.76 Bu
72 Ali Fuad BAŞGİL: “Bizim de Diyeceklerimiz Var Dostlar”, Komünizme Karşı Mücadele
Dergisi, tarihsiz, 1. 73 Vatan, 16 Ocak 1949. 74 Bölüm Üç, “3.1. Dil Meselesi“ başlığı altında bu konu daha kapsamlı olarak ele
alınacaktır. 75 “Türkçe Meselesi”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 4, (Şubat 1949),193. 76Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 214.
95
toplantı sonunda Ali Fuad Başgil dönmemek üzere Cemiyet’i terk etti.
Başgil bu kararı, yaşanan tartışmaların nahoş bir üslup kazanması ve
kendisine karşı bir tertip hazırlandığını düşünmesi nedenleriyle almıştı.77
Bu hadise Cemiyet’in hukukî olarak değilse de fiilî olarak son bulmasına
neden oldu. Cemiyet Başgil’in başkanlıktan ayrılmasından sonra ancak
uzun aralıklarla birkaç faaliyet yürütebildi. Kamuoyu ve entelektüel
cemiyetlerden Cemiyet’e yönelik ilgi son buldu. Bu tarihten sonra
tamamen Ahmet Emin Yalman etkisine giren Cemiyet’in tek ilgi alanı
olarak “irtica” meselesi kaldı. Zaten Yalman, Cemiyet içinde yaşanan bu
kırılmayı da gericilik-irtica ekseninde yorumluyordu. Yalman’a göre Başgil,
hızlı bir yön değişimi ile Cemiyet başkanlığını bırakarak gerici hareketin
başına geçiyordu.78
4.2.2. Kitapları ve Bildirileri ile HFYC
Cemiyet’in kuruluş devresi, birkaç ay gibi kısa bir zamanda
neticelendirildi ve 31 Ocak 1948’de ilk genel kurul toplantısı yapıldı. Bu
toplantı Cemiyet’in izleyeceği yol açısından çok önemlidir. Çünkü,
amaçlarını, hedeflerini kuruluş beyannamelerinde açıkça ifade eden ve
bunları kamuoyu ile günlük gazeteler aracılığıyla paylaşan Başgil, Yalman
ve arkadaşları, bu isteklerine hangi vasıtalarla ulaşacaklarını bu toplantıda
kararlaştırdılar. Alınan bu kararlar Cemiyetin gelecek iki yılına damgasını
vuracaktı.79
Toplantıda alınan en önemli kararlar şunlardı: İlk olarak, Ali Fuad
Başgil 71 azanın tamamının oyuyla tekrar Genel İdare Heyeti Başkanı
seçildi. İkinci olarak, Cemiyetin “hal ve istikbalin emniyetsizlik ve
77 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 192. 78 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 121, 214. 79 Vatan, 1 Şubat 1948.
96
huzursuzluk karanlığını yüksek hak ve hürriyet ideali meşalesiyle yeniden
aydınlatmaya karar veren dünya liberalleri safında yer almaya”80 yönelik
gayelerini gerçekleştirebilmesi için nizamnamesinin çeşitli dillere
çevrilerek, dünyanın muhtelif yerlerindeki benzer cemiyetlere
gönderilmesine karar verildi.81 Son olarak, Cemiyetin bu ilk umumi
toplantısında, belki de, gündeme gelen en önemli husus, Cemiyetin
gayelerini tahakkuk ettirmek ve hür fikir ve müesseseleri vatandaşlar
arasında yaymak ve sevdirmek için bir “Neşriyat Komisyonu” kurulmasına
karar verilmesiydi.82 Bu Komisyonun telif ve tercüme eserlerin yayınıyla
ilgilenmesine ve ilk olarak Ali Fuad Başgil’in çeşitli gazetelerde çıkan,
hürriyet ve demokrasi konularındaki yazılarının toplanarak
neşredilmesine,83 ikinci olarak Max Weston Thornburg’un 1947’de
Amerika’da basılan Türkiye Nasıl Yükselir?84 kitabının yayın haklarının
alınmasına ve neşriyatı için gerekli hazırlığın yapılmasına karar verildi..85
Başgil ve Thornburg’un eserleri ile başlayan bu çalışma Cemiyet’in
1948 ve 49 yıllarında en önemli faaliyet alanı olarak görünmektedir. Daha
sonra sırası ile Üniversite Kürsülerinde Tedris Hürriyeti, Vatandaş
Hürriyeti ve Bunun Teminatı, Seçim Sistemimizin Kıymeti ve Eksiklikleri,
Türkçe Meselesi, Cihan Sulhu ve İnsan Hakları, Şahıs Hürriyeti ve Bunun
Teminatı Hakkında Beyanname, Dil Meselesi Hakkında Beyanname,
80“Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Beyannamesi”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 1, (Kasım
1948)48. 81 Vatan, 1 Şubat 1948. 82 Vatan, 1 Şubat 1948. 83 Bu çalışma ancak 1949’da neticelendirilmiş ve söz konusu yayınlar Hürriyet ve
Demokrasi adıyla ve HFYC Neşriyatı olarak yayınlanmıştır. 84 Thornburg’un Araştırma Müdürü olarak yer aldığı bu yayın; Turkey: An Economic
Apprasial (Newyork, ?, 1947) adıyla yayınlanmıştır. 1948’de Türkiye Nasıl Yükselir?,
adıyla bir özeti tercüme edilmiştir. 1950’de tam metin bir tercümesi yine Türkiye Nasıl
Yükselir? (İstanbul, Nebioğlu Yayınları, 1950) adıyla yayınlanmıştır. 85 Vatan, 1 Şubat 1948.
97
Demokrasi ve Hürriyet, Gençlerle Baş Başa Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti’nin neşriyatı olarak yayınlanmıştır.86
Bu yayınlar içinde, Seçim Sistemimizin Kıymeti ve Eksiklikleri
demokrasi tarihimiz açısından özel bir anlam ifade eder. Bu çalışmanın
amacı, demokratik sistemin tesisini hızlandırmak ve hem demokrasinin
Türkiye’de ne dereceye kadar mevcut olduğunu hem de serbest ve adil bir
seçimle demokrasi yoluna nasıl girileceğini göstermektir. Eserin Burhan
Apaydın tarafından kaleme alınan ön sözünde, HFYC’nin tüm emelinin,
ülkede demokratik hayatın bütün icaplarıyla teşekkülünün sağlanabilmesi
olduğu ifade edilmiştir.87
Başgil tarafından Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti için hazırlanan bu
eserde, seçim sisteminin etraflı bir analizi yapılmakta ve ıslahı için öneriler
getirilmekteydi. 1946’da yaşananların tekrarına engel olunabilmesi için
seçim işlerinde alenilik ve tarafsızlık öneren, seçimin en mühim aşaması
olan sandık başı işlerinde hükümetin yetkilerinin sınırlanması ve
seçimlerin denetimi ve anlaşmazlıklar için bir yüksek seçim mahkemesinin
kurulması gerekliliğine işaret eden bu çalışma etkili bir kamuoyu
oluşturmuştur. Daha sonra, 14 Mayıs 1950 seçimlerinin demokratik
kurallarla yapılabilmesini tesis eden 1950 tarihli seçim kanunu, bu
önerilerin neredeyse tamamını kapsayan bir içerikle hazırlanmıştır.88
86 Üniversite Kürsülerine Tedris Hürriyeti, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti
Neşriyatı, 1948). Ali Fuad BAŞGİL: Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı, (İstanbul, Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti Konferanslar Serisi, 1948). Ali Fuad BAŞGİL: Seçim
Sistemimizin Kıymeti ve Eksiklikleri, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Neşriyatı,
1948). Ali Fuad BAŞGİL: Türkçe Meselesi, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti
Neşriyatı, 1948). Ali Fuad BAŞGİL: Cihan Sulhu ve İnsan Hakları, (İstanbul, Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1948). Dil Meselesi Hakkında Beyanname, (İstanbul, Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1948). Ali Fuad BAŞGİL: Demokrasi ve Hürriyet,
(İstanbul, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1949). Ali Fuad BAŞGİL: Geçlerle
Başbaşa, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1949). 87 Ali Fuad BAŞGİL: Seçim Sistemimizin Kıymeti ve Eksiklikleri, 4. 88 Ali Fuad BAŞGİL: a.g.e., 2–24.
98
4.2.3. Hür Fikirler Mecmuası
Cemiyetin fikir hareketleri içinde önemli yer kazanmasını sağlayan Hür
Fikirler adlı bir mecmuanın yayınlanmasının, yine bu ilk toplantıda
gündeme gelir.89 Ali Fuad Başgil’in sahipliğinde yayınlanan derginin
kuruluş sürecinde yazı işleri müdürlüğünü Kemal Cündübeyoğlu
yürütürken, diğer idari görevleri M. Ali Sebük, Osman Fethi Okyar,
Nesteren Dirvana ve Nejat Özgür üstlenmişti.90 Ancak, ilerleyen aylarda,
derginin idari kadrosu, Nejat Özgür dışında tamamen değiştirilecek; İsmet
Akgün, Nezahet Ege ve Dündar Akünal neşriyat komisyonu üyeliklerine
getirilecekti. Hür Fikirler Mecmuası, ilk sayısı Kasım 1948’de olmak üzere,
sadece 11 sayı yayınlanabilmiş; ilk sayısı 51, daha sonraki sayıları 48
sayfa çıkmıştır. Mecmuanın altıncı ve yedinci sayıları (Nisan-Mayıs 1949),
Cemiyetin yıllık kongresi dolayısıyla yapılan çalışmalar nedeniyle, bir
arada yayınlanmıştır. 91
Hür Fikirler, Cemiyetin gayelerine ulaşması yolunda, fiil ve hareket
hürriyetinin garanti edilmesinde ve ifade hürriyetinin kullanılmasında
önemli bir platformdu. Cemiyet üyeleri, Hür Fikirler aracılığıyla mühim bazı
çalışmalarını okuyucularla daha kolay paylaşma fırsatı buldu. Mecmua
89 Vatan, 1 Şubat 1948. 90 Hür Fikirler Mecmuası, 1,1, (Kasım 1948,), 3. 91 Hür Fikirler Mecmuası’nın son sayısı Eylül 1949’da çıkmıştır, etkili bir yayın olmasına
rağmen niçin bu kadar kısa soluklu olduğu sorusuna verilebilecek net bir cevap yoktur.
Cemiyetin 19 Şubat 1950’de, Hür Fikirler Mecmuası’nın yayın hayatına son verildikten
kısa bir süre sonra toplanan kongresinde “cemiyetin faaliyetinin kifayetsiz olduğuna”
ilişkin tenkidler yöneltilmiş, ancak Mecmua’ya ilişkin bir tartışma yaşanmamış ya da
görüş belirtilmemiştir. Bu durum, Mecmua’nın ilk sayısında ifade edilen: “cemiyetin
başlıca hizmet ve faaliyet organı” olma niteliğinin âzalarca pek ciddiye alınmadığını
göstermektedir.
Hür Fikirler Mecmuası’nın yayınına son verilmesine ilişkin öne sürülecek en makul
iddia, finansal zorluklar olabilir. Çünkü Cemiyetin 1 Şubat 1948’de yaptığı ilk umumi
heyet toplantısında bile, giderleri gelirlerinin iki katı görünmektedir.
99
akademik hürriyet, şahsın masuniyeti, matbuat hürriyeti, insan hakları ve
ifade hürriyeti gibi yokluğunu şiddetle hissedilen hürriyet alanlarına ilişkin
yayınlar içeriyordu. Sadece Cemiyet içinden değil dışarıdan da çalışmalar
kabul ediliyordu, bunun tek şartı bu çalışmaların hürriyetperver bir nitelikte
olmasıydı.92
Başgil için Hür Fikirler’in çok önemli bir anlamı vardı. Ona göre, Hür
Fikirler, Cemiyetin “başlıca hizmet ve faaliyet organıydı” ve “hak ve
hürriyet seven vatandaşlar arasında sıkı bir tesanüt ve ülkü birliği
yaratabilmek” ancak böyle bir organın varlığı ile sağlanabilirdi.93 Başgil
derginin ismi üzerinden yaptığı izahta dergiye ve hür fikre olan ihtiyaçtan
şöyle bahsetmekteydi:
… (İ)yi düşünür, tarihe ve, hususiyle, iki dünya harbi
arası devre dikkatle bakarsak; fiil ve hareketlerden
evvel fikir hayatı hür olmaya muhtaçtır. Ve
memleketlerde fiil ve hareket esareti, hakikatte, fikir
esaretinin bir neticesidir. Bundan dolayıdır ki, her
şekliyle istibdat, türeyip tutunmak için, serbest
fikirlere tırpan atmakla işe başlar: İnsanlar arasında
laik veya dinî taassuplar yaratır. İhtiras ve iptila
redaetlerine olabildiğince yol açar. Ham hayal, indî
ve kalbî hükümlere kıymetler üstü kıymet verir…
İşte Hür Fikirler bu nevi esaretten kurtulmuş sırf
tecrübî ve rasyonel zekânın ışığı altında düşünülüp
yoğrulmuş fikirlerin yayımını temine çalışacaktır.94
Hür Fikirler Dergisi ilk sayısıyla birlikte dikkat çekici yazılar ve
görüşlerin yer aldığı bir yayındır. Bu nedenle bu yazılardan bazılarına
92 Ali Fuad BAŞGİL: “Başlarken”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 1, (Kasım 1948), 2–5. 93 Ali Fuad BAŞGİL: a.g.m., 5. 94 Ali Fuad BAŞGİL: “a.g.m., 2.
100
kısaca olsa da değinmek gerekir. İlk sayının öne çıkan yazısı, Necati
Erkurt’un Walter Lipman’dan tercüme ettiği “Şahsın Masuniyeti”
makelesidir. Lipman şahsın masuniyetini sağlayan “altın yasa”dan söz
eder. Bu yasa kısaca “sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına
yapma” üzerine inşa olur. İnsan “eşyadan mahiyet itibari ile mutlak olarak
apayrı, şahıslar olarak telakki edilmelidir.”95 Kemal Cündübeyoğlu ise,
“Matbuat Hürriyet”i yazısında, Hüseyin Cahit Yalçın’dan aktardığı
paragrafta “matbuat hürriyeti ile milletlerin refahı arasındaki rabıtayı
görmeyenler ya cehalet ya da fikri batıl dolayısıyla kör olmuş kimselerdir”
derken özgürlükler ve refah arasındaki ilişkinin bir kez daha altını çizer.96
Mecmuanın bir başka yazısında Yalman, “Liberallik Modası Geçmiş Bir
Gidiş midir?” sorusunun cevabını arar. Yalman, genel olarak ifade edilen,
“liberalizmin, dünya tarihindeki görevini yerine getirdiği ona artık gerek
olmadığı” yönündeki eleştirileri cevaplamak ister. Yalman’a göre
“muayyen sınıf ve zümrelere dayanır bir parti diktatörlüğü kurmak, hususi
teşebbüsü kaldırmak, her şeyi tedrici suretle devletleştirmek,
memurlaştırmak ve kırtasiyecileştirmek anlamına gelen sosyalizm
oldukça,” hak ve özgürlüklerin hamisi olarak liberalizme her zaman ihtiyaç
olacaktır.97
Dergide, ifade edilen bir başka farklı görüş ise cumhuriyet dönemiyle
hesaplaşır: “Şimdi düşünüyoruz, Tanzimat hareketi ve Fermanından,
Meşrutiyetten ve onun getirdiği Kanun-i Esasi’den beri memlekette
hürriyeti ve demokrasiyi, her türlü tecavüz ve ihlallerin üstünde kalan bir
95 Walter LIPPMAN: “Şahsın Masuniyeti”, Hür Fikirler, 1, (İstanbul: Kasım 1948), 23. 96 Kemal CÜNDÜBEYOĞLU: “Matbuat Hürriyeti”, Hür Fikirler, 1, (İstanbul: Kasım 1948),
30. 97 Ahmet Emin YALMAN: “Liberallik Modası Geçmiş Bir Gidiş midir?” Hür Fikirler, 2,
(İstanbul: Aralık 1948), 56.
101
mutlak riayet şansına kavuşturma hususunda sistemli bir fikir hareketi ve
tatbikatı” olarak ne yapılmıştır.98
Dergide sıklıkla tercüme yazılar da yer almaktaydı. Hürriyet ve
demokrasi meseleleri sadece Türkiye merkezli değil, başka ülkelerin
tecrübeleri de göz önünde bulundurularak takip edilmekteydi. İktisadî
meseleleri de, Amerika’dan İngiltere’ye yabancı ülkelerin deneyimleri
çeşitli tercümeler vasıtasıyla işlenen konular arasındaydı. Bir yazıda
İngiliz İşçi Partisi üyesi Alfred Edwards, İşçi Partisi’nin iktisadi politikalarını
tenkit etmektedir. Parti dört yıllık iktidarı boyunca çelik ve kömür
endüstrisinde kamulaştırmalarda bulunmuş, ancak bu hareket istenen
sonucun tersine neden olmuştur.99
Başgil’in “Demokrasi ve Mekteplerimiz” makalesi tek parti iktidarının
eğitim politikalarına yöneltilmiş ciddi tenkitlerle doludur:
Otokrasiler başı dik anlı açık vatandaş tipinden
hoşlanmazlar… Daha ilk yıldan itibaren memleket
çocuklarının masum kafaları otokrasi şeflerinin
harikuladeleştirilen menkıbe ve methiyeleriyle
doldurulmuştur… (böylece) emir kulu haline gelen
mektep yalnız çocuklar için değil milli camia ve hatta
insanlık için bir mezbahadır…. Görülüyor ki,
demokrasi ve otokrasi arasındaki fark, insan
varlığına bakış, hayat ve cemiyete mana veriş
farkıdır…. Resmi ağızlardan iddia edilmesine
rağmen, yirmi seneden beri icra edilen maarif ve
mektep siyaseti tamamıyla otokratik esaslar
üzerinde yürütülmüştür… (M)ektep, ahlak ve
98 Bahri SAVCI: ”Demokrasi Müesseselerini Tanıma Noksanımız”, Hür Fikirler, 2,
(İstanbul: Aralık 1948), 72. 99 Edward ALFRED: “İngiltere’de Sosyalist Tecrübeler”, Hür Fikirler, 9, (İstanbul:
Temmuz, 1949), 363–366.
102
maneviyat bahsinde, Batılı bir anlayışla laik değil,
hayvanlara yaraşan bir tabir ile amoraldir.100
Öte yandan Mecmuanın bir başka özelliği ise bu çalışmayla
ilişkilidir. 11 sayı da olsa Cemiyet’in bir dergi çıkartmış olması,
HFYC’nin kendisinden sonra gelen kuşaklarca da bilinebilmesine
olanak vermiştir. Cemiyet ardında böyle bir yayın bırakmamış olsa,
arşivlerinin idare tarafından gerekli özen gösterilmeyerek yok
edilmesi nedeniyle, üyelerinin hayattan ayrılmasından sonra Türk
siyasi hayatından silinecekti.
4.3. Cemiyetin Günün Meselelerine Bakışı
HFYC, üstlendiği “demokratik muhalefet” misyonunun ve demokrasiye
geçiş sürecinde yapmak istediği müspet katkının bir sonucu olarak
dönemin tartışmalı birçok konusunda önemli faaliyetler yürütmüştü.
Cemiyet, kaynakları ölçüsünde, hangi alanda bir hürriyet ihlali
yaşanıyorsa, kamunun ilgisini bu ihlale çekebilmek için faaliyetlerde
bulunmaktaydı. İdare Heyetinin tertiplediği geniş katılımlı kongrelerle,
birçok hürriyet ihlali geniş çaplı münazara edilmekteydi. Bununla birlikte,
Cemiyet, yaptığı bu tartışmaların kamuya ulaşmasını kolaylaştırmak için,
hemen her kongre sonunda bir beyanname neşretmekteydi. Cemiyet’in
kongre ve beyanname serisine başladığı ilk alan da üniversitelerdi. Tek
parti iktidarının diğer birçok alan gibi üniversiteleri de vesayet altında
tutması onları hür kurumlar olmaktan uzaklaştırmıştı. HFYC, iktidarın bu
yıpratıcı etkilerini telafi edebilmek amacıyla, 29 Nisan 1948’de Ali Fuad
Başgil başkanlığında toplandı. Uzun süren istişarelerden sonra Cemiyet,
100 Ali Fuad BAŞGİL: “Demokrasi ve Mekteplerimiz”, Hür Fikirler, 10, (İstanbul: Ağustos
1949), 393–397.
103
üniversite muhtariyeti hakkında Başgil’in kaleme aldığı cesur bir
beyanname yayınladı.101
Öte yandan, Cemiyet’in iki faaliyeti liberal ilkeler açısından özel bir
önem taşır. İkisi de 1949 yılı içinde neticelendirilen bu faaliyetler sonunda,
ülkenin liberal mirası içinde önemli yerleri olacak iki ayrı beyanname
neşredilmiştir; “Dil Meselesi” ve “Şahıs Hürriyet ve Masuniyetinin
Teminatı” beyannameleri. Bunlar, Cemiyet’in baskıcı uygulamalar
karşısında aldığı cesur muhalif tavrın en açık ifadeleridir.
4.3.1. Dil Meselesi
1940’lı yılların gündemini işgal eden konulardan biri de dil meselesiydi.
1930’lu yıllarda başlayan öz Türkçe akımı, 40’lara gelindiğinde çok
tahripkâr bir nitelik kazanmıştı. Bürokratlar eliyle yürütülen bu yeni Türkçe
yaratma akımı, çeşitli nedenlerle üniversite çevresinden ve aydınlardan da
destek görmekteydi. Gelinen aşamada Türkçe, hızla, millet dili olmaktan
uzaklaşarak, bir zümre dili olmaya doğru ilerlemekteydi.102
101 Mehmet GÖKALP: a.g.e., 82
…“(Ü)niversiteler yüksek ilim ve marifet ocağıdır. Ve bu ocağın temeli de her türlü
otoriteye karşı istiklal ve muhtariyettir. …(M)üdahaleye uğrayan bir üniversite için ilmi
muhtariyet, … süslü bir etiketten başka bir şey değildir.
(Ü)niversitenin hocaları kanaat ve içtihatlarını hiçbir korkuya ve endişeye kapılmadan
tam bir serbestlikle söyleyebilmeli, … tıpkı meclis kürsüsündeki bir mebus gibi mtlak bir
masuniyeti haiz olmalıdır.
(E)bedi hakikat yalnız akidelerce kabul olunan hakikatlerdir. İlmi hakikatler hususi ile
içtimai ve siyasi ilimlerin hakikatleri ise hep izafidir zaman ve mekan ile hayat ve hakikat
telakkileriyle kayıtlıdır. …Dün hakikat olan bugün batıl; bugün batıl olan da mümkündür ki
… yarın müdafaa edilsi.” Üniversite Kürsülerinde Tedris Hürriyeti, (İstanbul, Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti, 1948), 2-3. 102 Dil Meselesi Hakkında Beyanname, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayman Cemiyeti
Neşriyatı, 1949), 9.
104
1945 sonbaharında, Başgil, Türkçe meselesiyle ilgili, ilk ikisi
Cumhuriyet’te sonuncusu ise Vatan’da103 olmak üzere sert üsluplu üç yazı
yayınladı.104 İktidarın Türkçeye yaptığı müdahalelerin yersiz olduğu, dilde
reform yapmanın hükümetin işi olmadığı ve bir dilin kendi bünyesine has
tekâmül kaidelerine tabi olarak inkişaf ettiği fikrini işleyen bu makaleler,
kamunun dikkatini çekti. Başgil, hükümeti, “Dil Kurumu”nu, dil politikalarını
tenkit ediyor, ve öz Türkçe adıyla yeni kelimelerin hazırlanmasına,
bunların resmî kanallar aracılığıyla kullanılmaları için çaba gösterilmesine
karşı çıkıyordu. Ona göre, Dil Kurumu, hükümetin kapıldığı uydurma dil
sevdasına ilmi gerekçeler bulmaktan öte bir vazife ifa etmemekteydi.105
Dile yeni bir kelime sokmanın ya da eski bir kelimeyi çıkartmanın, ne
dilcinin, ne dilcilerden mürekkep bir heyetin, ne de bir dil akademisinin işi
olduğu kanaatindeki Başgil farklı bir fikre sahipti.106 O, bazı dilcilerin resmî
kanallarla dile müdahale etmeleri ve bunu ilmî gerekçelerle savunmaları
yerine, hazırladıkları ilmî ve edebî eserlerde kullandıkları terimlerle
serbest dil piyasasına çıkmalarını tavsiye ediyordu.107
Tek parti basının kalemşorlarının sert eleştirilerine maruz kalan
Başgil’in bu yazıları, diğer yandan büyük destek de görmekteydi. Tek
partinin gayri ilmi olarak takip ettiği dil politikasına karşı gösterilen
muhalefet, genel bir tenkit kampanyasının başlamasını sağladı. Dil
meselesi ile başlayan bu hava çok partili siyasî hayat ve daha fazla
özgürlük talebi gibi meselelere de kök vermekteydi. 108
103 Bu yazılar: “Türkçe Meselesi”, Cumhuriyet, 25 Ekim 1945; “Gene Türkçe Meselesi”,
Cumhuriyet, 13 Kasım 1945; “Türkçe Meselesi”, Vatan, 29 Kasım 1945. 104 Bu makaleler daha sonra Türkçe Meselesi adlı bir broşürde toplanarak, Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti Neşriyatı olarak 1948’de yayınlandı. 105 Ali Fuad BAŞGİL: Türkçe Meselesi, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Neşriyatı,
1948), 17–19. 106 Ali Fuad BAŞGİL: “Gene Türkçe Meselesi”, Cumhuriyet, 13 Kasım 1945. 107 Ali Fuad BAŞGİL: Türkçe Meselesi, 19. 108 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 47.
105
İktidarın baskıcı tutum sergilediği bu konuya Başgil’in ilgisi HFYC’nin
başkanlığını yaptığı dönemde de devam etti. Cemiyet azaları da, dilin bir
parti, hükümet ya da politika işi olmadığı inancıyla, bu konuda iktidarı
tenkit eden faaliyetler yürütülmesi gerektiğini ifade etmekteydiler.109
Cemiyet, bu konudaki ilk girişimini, 1948 Haziran’ında hazırladığı bir
anketle gerçekleştirdi. Bu anket, Türk dili hakkında aydınların görüşünü
alıp, ilimi ve umumî bir dil kongresi düzenlemek gayesiyle
hazırlanmıştı.110 Ancak, Cemiyet’in dil kongresi o yıl düzenlenemedi.
Çünkü, İstanbul Muallimler Birliği de aynı konu ile ilgili bir kongre toplamak
üzereydi. Cemiyet, kendi kongresini erteleyerek, İMB’nin faaliyetine iştiraki
uygun gördü. Ancak, bu faaliyetten sonra da, Cemiyet’in dil meselesine
duyduğu ilgi devam etti. Çünkü, vatandaşların uydurma bir dili kullanmaya
cebrolunması, Cemiyet için, insan hak ve hürriyetlerine açık bir şekilde
aykırıydı.111 Aynı yılın yaz aylarında, Başgil’in 1945’de kaleme aldığı,
büyük alaka gören, üç makalesi Türkçe Meselesi adıyla Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti Neşriyatı olarak yayınlandı.112
Cemiyet’in dil meselesiyle ilgili bu hassasiyet; çalışmaların üzerinden
altı ay geçtikten sonra ne iktidarın ne de muhalefetin tutumunda müspet
bir gelişme olmasından dolayı, idare heyetini tekrar bir dil kongresi
hazırlığına yöneltti.113 15 Ocak–12 Şubat 1949 döneminde üç toplantı
halinde gerçekleştirilen kongrenin ilk gününde, bu konuyla ilgili
beyanname hazırlanması için, Ali Fuad Başgil, Abdulkadir Karahan,
Burhan Apaydın, Celal Apaydın ve Muvaffak Benderli’den oluşan bir
komisyonun oluşturulması kararlaştırıldı.114 Kongre sonunda komisyonun
109 Dil Meselesi Hakkında Beyanname, 7. 110 Mehmet GÖKALP: Haksızlıklar Karşısında Susmayan Âlim: Ord. Prof. Dr. Ali Fuad
Başgil, 123. 111 Hür Fikirler Mecmuası, 1, 4, (Şubat 1949), 193. 112 Vatan, 12 Ocak1949. 113 Ali Fuad BAŞGİL: “Dil Beyannamesi Münasebetiyle”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 5,
(Mart 1949), 195–196. 114 Vatan, 16 Ocak 1949.
106
hazırladığı rapor üyelerin tümünün ittifakıyla kabul edildi. Hür Fikirler
Mecmuası’nın bir sonraki sayısının da dil meselesine ayrılmasına karar
verildi.115
Hazırlanan beyanname, Başgil’in Cemiyet tarafından yayınlanan
Türkçe Meselesi eseriyle büyük benzerlikler göstermekteydi. Beyanname,
Cemiyet’in, “bir zümre görüşünü rehber alarak hükümetin dile
müdahalesine, otorite ve kanun yoluyla “Öz Türkçe” adı altında uydurma
bir dilin tesisine ve yine aynı zümrenin takip ettiği, kendi menfaat ve
çıkarları doğrultusundaki “tek kitap” usulüne taraftar olmadığını” ilan
etmekteydi.116
4.3.2. Şahıs Hürriyet ve Masuniyetinin Teminatı
Cemiyet’in teşekkülüyle beraber üzerinde önemle durduğu
meselelerden biri de, şahıs hürriyet ve masuniyetinin teminatıdır. Aynı
zamanda, devletçi, baskıcı bir rejimin keyfi uygulamalarının neden olduğu
ihlaller nedeniyle, bu mevzu, Cemiyet’in ilk ele aldığı konulardan da biridir.
Cemiyet’in çalışma programının hazırlanmasından sonra tertip edilen ilk
konferans, Başgil’in 27 Kasım 1947’de verdiği “Vatandaş Hürriyeti ve
Bunun Teminatı” konferansıdır.117
Başgil, bu çalışmasında, Cemiyet’in kimliğine ilişkin bir bilgiyi de dolaylı
olarak ifade eder. Vatandaş hükümet ilişkisinin boyutlarını tartışırken,
hükümetin-devletin çıkarlarını kollayan sistemleri bir tarafa koyar;
vatandaş çıkarlarını gözeten liberal devleti diğer bir tarafa ve ikincisini
115 Ali Fuad BAŞGİL: a.g.m.,199. 116 “Dil Meselesi Hakkında”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 5, (Mart 1949), 200–206. 117 Ali Fuad BAŞGİL: Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı, (İstanbul, Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1948), 5.
107
olumlar. O, “bu rejimde, vatandaş ile hükümet arasındaki münasebet, bir
hâkim ve mahkûm münasebeti değil, fakat bir gaye ve vasıta
münasebetidir. Liberal devlette gaye vatandaş; vasıta hükümettir ve
vasıtalar gayeye hizmet ettikleri müddetçe meşru olurlar” der. Buna göre,
liberal rejimlerde hükümetin faaliyet ve salahiyet sahasıyla, ferdîn hayat
sahası, birey lehine bir sınırla birbirinden ayrılır. Hükümet müdahalesinin
girmediği bu ferdî hayat sahasında vatandaş, fikrî ve moral bütün kuvvet
ve faaliyetlerini serbestçe kullanıp inkişaf ettirme hakkına malik olur.
Başgil’e göre ferdîn sahip olduğu bu hakka “hürriyet” denir. Başgil’in
hürriyeti bu şekilde yorumlayışı Cemiyetin ismindeki “Hür Fikirleri”
bölümüne anlam açıklığı kazandırır. Buradaki hür fikirler, “liberalizm”dir.118
Cemiyet, bu konferanstan yaklaşık iki yıl sonra, görülen lüzum üzerine,
aynı konuyu daha etraflıca ele alma ihtiyacı duyar. HFYC idare heyeti,
“ülkede hüküm süren ceza mevzuatının hem bir imtiyazlılar zümresi
türettiği, hem de resmiyet mihveri etrafında bir terör havası yaratarak
vatandaş hürriyet ve masuniyetlerini adeta ortadan kaldırdığı”
kanaatindedir. Öte yandan, muhalefete ve tenkide gösterilen müsamahalı
tutum, Cihan Harbi’nin demokrasiler tarafından kazanılması nedeniyle,
iktidarın içinde bulunduğu, hukukî değil, politik fiilî bir vaziyettir.119 Bu
güvencelerden yoksun vaziyet karşısında, Cemiyet tarafından, 5 Aralık
1949’da olağanüstü bir toplantı tertiplenir. Toplantıda, ceza mevzuatı
karşısında şahıs hürriyet ve masuniyeti meselesi ele alınır ve bu mevzuda
hazırlanacak bir beyannamenin 12 Aralık’ta neşredilmesine karar
verilir.120
Beyanname, anayasanın sahip olduğu hürriyet ve masuniyet
hükümlerinin, ceza mevzuatı marifetiyle, iktidar ve onun çevresindekilere
mahsus birer imtiyaz haline getirildiğini söyler. Buna göre, “yaklaşık yirmi
118 Ali Fuad BAŞGİL: Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı, 9–11. 119 Şahıs Hürriyeti ve Bunun Teminatı Hakkında Beyanname, (İstanbul, Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1949), 12. 120 Vatan,16 Aralık 1949.
108
yıllık totaliter gidişli bir idarenin düşünce ve endişelerine göre tertiplenip
ayarlanan bu mevzuatın hedefi ve himaye mihveri, vatandaş olmaktan
ziyade, iktidar adamları ve resmi kuvvetlerdir.” Bu bakımdan, ceza
mevzuatının memurlar ve idare lehine tesis edilmiş yapısı, Türkleri, evvela
memur ve gayri memur diye iki zümreye ayırmakta ve sade vatandaş
zerinde bir memur sultası yaratmaktadır.121
bu tespitlerin hala geçerliliğini koruyup korumadığı da
yrıca tartışmalıdır.
.4. Cemiyetin Gücü ve Faaliyetlerinin Etkisi
nmadı. Cemiyet’in taraf olduğu tek olgu hürriyet ve
nun masuniyetiydi.123
ü
O günkü ceza mevzuatına getirdiği bu sert ve çarpıcı tenkitler
nedeniyle, bu beyannamenin hürriyet metinleri içinde önemli bir yeri
vardır. Öte yandan,
a
4
Demokrasiye geçiş sürecine katkıda bulunmak ve hürriyet sevdalısı
insanlar arasında fikrî bir birliği tesis edebilmek gayeleriyle teşekkül eden
Cemiyet, 1947–1950 arasında CHP iktidarına gösterilen demokrat
muhalefetinin sivil kanadını temsil etmekteydi. Cemiyet’in, özellikle, “Dil
Meselesi” ve seçim sistemine ilişkin faaliyetleri, ciddi bir kamuoyunun
oluşmasına; bu nedenle, iktidarın dikkatini çekmesine neden olmaktaydı.
Cemiyet faaliyetlerinin yankıları ülkenin tüm illerine ulaşmaktaydı. Ülkenin
İzmir, Bursa ve Kayseri gibi büyük illerinden destek telgrafları gelmekte,
idare heyeti sıklıkla temsilcilik talepleriyle karşılaşmaktaydı.122 Bununla
beraber, Cemiyet fiilî olarak sosyal ve siyasal alandan çekilene kadar asla
aktif siyaset içinde bulu
o
121 “Şahıs Hürriyeti ve Bunun Teminatı Hakkında Beyanname”, 6–10. 122 Vatan, 19 Şubat 1950. 123 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 47.
109
HFYC’nin CHP’ye karşı gösterdiği muhalefet, gerçekte, Cemiyet’in DP
taraftarı olmasından değil, CHP’nin sahip olduğu misyonun hürriyetlerle
olan karşıtlığından kaynaklanmaktaydı. Öte yandan, demokrat muhalefet
safında birlikte olsalar da Cemiyet ve DP arasında organik bir bağ yoktu.
Hem Yalman hem de Başgil, bu konuda çok titiz davranmaktaydılar. O
dönemde DP tarafından iletilen, aktif siyasete DP saflarında katılmaları
tekliflerini de geri çevirmekteydiler.124 Özellikle Cemiyet başkanı Başgil,
kuruluşundan itibaren DP’ye karşı ihtiyatlı bir tutum içindeydi ve bunu
Celal Bayar’a da iletmişti. Onları, programlarının prensip bakımından Halk
Partisi’ninkinden pek farklılık göstermediği yönünde tenkit ediyordu.125
Bu dönemde cesur ve tarafsız, ancak genel olarak DP’yi memnun
eden faaliyetlerde bulunan Cemiyet’in eriştiği gücü Başgil şöyle anlatır.
“1949 yazında, Üniversite konferans salonunda, İstanbul Muallimler Birliği
hesabına, Hür Fikirleri temsilen verdiğim bir konferansta, uydurma dil ve
mekteplerde tatbik edilen ‘tek kitap’ politikasını şiddetle tenkit etmiştim.
Konferanstan sonra, Halk Partisi ileri gelenlerinden tanıştığım bir zat, yarı
şaka yarı ciddi şunları söyledi: Bizi, Demokratlar değil sen yıkacaksın.
Fakat biz seni affetmeyeceğiz…”126
Hem faaliyetleri hem de iktidar karşısındaki tarafsız ve cesur
tutumlarıyla Cemiyet, dönemin siyasî ve entelektüel camialarında
belirleyici ve aktif bir rol üstlenmişti. Bir fikir hareketi olarak dönemin
netameli konularına dahi cesaretle eğilmekteydi. Diğer yandan, bu
faaliyetleri sırasında kurumsal olarak bağımsız kalmaya çalışırken,
üyelerinin siyaset yapmasına da imkân tanıyordu. Cemiyet’in
kuruluşundan sadece 2,5 yıl sonra gerçekleştirilen 14 Mayıs 1950
seçimlerinde 24 üye DP listesinden mebus olarak meclise girmişti. 127
124 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 192–193. 125 Ali Fuad BAŞGİL: Hatıralar, 146. 126 Ali Fuad BAŞGİL: “Bir Mektup Vesilesiyle: Önce Birkaç Hatıra”, Yeni Sabah,
02.09.1960. 127 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 193.
110
4.4.1. Gazeteler ve Süreli Yayınlarda HFYC
Daha kuruluşu sırasında bile geniş bir alaka ile karşılanan Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti’ne, dönemin, özellikle İstanbul merkezli süreli yayınları
ve gazetelerinde geniş yer ayrılmıştır. Cemiyetin ilk günlerinden itibaren,
Ahmet Emin Yalman’ın etkisiyle, Vatan Gazetesi Cemiyetin yayın organı
gibi hizmet görmüştür.128 Cemiyet’in her türlü panel, konferans, toplantı,
tebliğ ve neşriyatı ile ilgili geniş yazılar yer almıştır Vatan Gazetesi’nde.
Diğer yandan, Yalman gibi Cemiyet’in kurucularından bir olan Selim
Ragıp Emeç de Son Posta Gazetesi’nin sahiplerindendir.129 Cemiyet,
Emeç’in etkisiyle Son Posta’da da Vatan Gazetesi’ndeki kadar olmasa da
sıklıkla yer almaktadır. Bununla beraber diğer İstanbul gazeteleri Yeni
Sabah, Son Havadis ve Tasvir de sayfalarında Cemiyet haberlerine yer
vermektedir. Cemiyet’in bu gazeteler ve Yeniden Doğuş gibi bazı
dergilerde yer bulmasının nedeni ise Ali Fuad Başgil’in etkisidir.
14 Mayıs 1950 öncesi dönemde iktidarın sahibi olan tek partiye karşı
gösterilen demokratik muhalefetin önemli aktörlerinden biri konumuna
gelen Cemiyet, özellikle dönemin iktidarı ile iyi ilişkileri bulunan gazeteleri
olan Ankara’da Ulus ve İstanbul’da Cumhuriyet tarafındansa görmezden
gelinmiştir. Cemiyet’in ve daha özelde Yalman ve Başgil’in tutumları bu
gazetelerde yer bulacak “nitelikte” değildir.
4.4.2. Bir Fikir Hareketi Olarak HFYC
Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, bir fikir hareketi olarak Türk siyasî
hayatında önemli bir yer bulamamış olmasının ve dolayısıyla az
128 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 192. 129 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Esas Nizamnamesi, 2.
111
bilinirliğinin bazı nedenleri vardır. Kısa bir dönemde önemli faaliyetler
yürütmesine, Liberal Enternasyonal gibi uluslar arası kuruluşlarla yakın
bağları olmasına rağmen siyasî hafızada yer alamamasının birkaç nedeni
vardır.
İlk olarak, Cemiyet her şeyin hızla tecrübe edildiği bir süreçte faaliyet
gösterdiğinden, bu döneme Cemiyet’in etkisinin boyutları fazla
tartışılmamış; bu nedenle onun dönem içindeki konumu iyi etüt
edilememiştir. Daha sonraki yıllarda yapılan döneme ilişkin ya da genel
siyasî tarih çalışmalarındaysa, neredeyse hepsinde, göz ardı edilmiştir.
Demokrasiye geçiş süreci ve daha özelde liberal düşünce geleneğinin
Türkiye’deki birikimi ekseriyetle siyasal kurumlar üzerinden
değerlendirilmiştir. Oysa, demokrat muhalefet içindeki rolü, dil meselesi ve
seçim sistemi konusundaki faaliyetleri demokrasiye geçiş sürecinde derin
izler bırakmıştır.
Yayla fikir hareketleri üzerine kaleme aldığı çalışmasında, dünyadan
dört önemli fikir hareketinin –Tahıl Kanunları Karşıtı Hareket, Bastiat’ın
Serbest Ticaret Birliği, Fabian Cemiyeti, Intıtute of Ecenomic Affairs-
serüvenini inceler ve bir fikir hareketinin, özellikle liberal bir fikir
hareketinin başarılı olabilmesinin, 11 şartı olduğunu belirtir: Fikir
hareketleri fikir hareketi olarak kalmalı, insanlığın birikiminden
yararlanmalı, mahalli ve dar kafalı olmamalı, yıkıcı değil yapıcı olmalı,
marjinallikten hâkim akım olmaya geçmeli, entelektüel alanın her
veçhesine yayılmalı, çekim merkezi olmalı, fikir hareketi olarak kalmalı
uygulayıcılığa yönelmemeli, bağımsızlıklarında hassas olmalı, maddi
imkânların baştan çıkarıcılığına karşı uyanık olmalı,
kurumsallaşmalıdır.130 HFYC, bu niteliklerin biri hariç büyük bölümüne
uygun hareket etmeye özen göstermiştir. HFYC, entelektüel alanların
birçoğunda faaliyet göstermeye çalışmış, önemli uluslar arası bağlar tesis
etmiş, dönemin entelektüel muhitlerinde önemli bir yere sahip olmuş,
130 Atilla YAYLA: Fikir Hareketleri ve Liberal Düşünce Topluluğu, (Ankara: Liberte, 2003),
45–66.
112
kendisi ve üyeleri için maddi ayrıcalıklar talep edilmemiş, hiçbir partinin ya
da başka bir kurumun sultası altına girmemiştir.
Cemiyet’in en büyük hatası kurumsallaşamamasıdır. Kurumsallaşma
entelektüel mirasın biriktirilmesi ve daha sonraki kuşaklara aktarılabilmesi
açısından önemlidir. Bir fikir hareketinin ortaya çıkmasında bir ya da
birkaç kişinin inisiyatif alması kaçınılmazdır. Fakat bir fikir hareketi kişilerle
özdeşleşmemelidir. Zaman içinde harekete mensup olanların sayısı ve
etki alanı genişletilmelidir.131 Oysa, HFYC, kişilerin etkisinden masun bir
ilkeler seti ile donatılamamıştır. Kısacası, Cemiyet, Başgil ve Yalman
etkisinden bağımsızlaşamamıştır. Yalman ve Başgil’in isimleri Cemiyet’in
çok önündedir. Bu ikilinin Cemiyet’i temsilen yürüttükleri birçok çalışma
zaman içinde sadece onlara mal edilmiştir. Bu ikilinin dışında, bir de,
Cemiyet neşriyat ve faaliyetlerinde önemli görevler alan ve özellikle “dil
meselesi”ndeki rolüyle öne çıkan Burhan Apaydın önemli bir figür olarak
görünmektedir. Başgil ve Yalman etkisi Hür Fikirler için o kadar hayatiydi
ki, Cemiyet’in fiili olarak sonunu hazırlayan gelişme de bu iki sima
arasındaki ayrılıktan doğmuştur. Kısa bir dönemde hızla biriktirilen
tecrübe deneyimler, Başgil’in başkanlığı bırakmasından sonra unutulmuş
ve Cemiyet Yalman’ın etkisiyle “liberal” çizgiden uzaklaşmıştır. Buna
paralel olarak entelektüel çalışmaları da son bulmuştur.
Son olarak, Cemiyet’in bir fikir hareketi olarak bilinir bir öneme sahip
olamamasının bir başka nedeni de, her iki müellifin de hatıratlarında
Cemiyet’e gerekli özeni göstermemeleridir. Başgil’in Cemiyet başkanlığını
bırakmasından sonra, hem Yalman hem de Başgil, birbirlerine sert
ithamlarda bulunmuştur. Yalman, Başgil’i gericilikle suçlarken Başgil’de
onu yaygaracılıkla itham etmektedir. Aralarındaki bu husumet Cemiyet’e
gösterdikleri ilginin de önüne geçmiştir. Cemiyet’in teşekkülü sırasında
sahip oldukları derin ayrılıkları nasıl ki sistemli bir şekilde uzak
tutabilmişlerse, ayrılış sonrasında da yaptıkları mesai birliğini yine sistemli
131 Atilla YAYLA: Fikir Hareketleri ve Liberal Düşünce Topluluğu, 62.
113
olarak görmezden gelerek, bu birlikteliğin fazla bilinmesini istememiş
görünmektedirler. Cemiyet bu görmezlikten gelme nedeniyle unutulmaya
yüz tutmuştur.
4.5. Liberal Düşünce Geleneği İçinde HFYC’nin Yeri
HFYC’nin Türkiye’nin liberal birikimi ve tecrübesi içinde fazla
bilinmeyen, ancak önemli bir yeri vardır. Onu özel kılan üç nedenden
bahsolunabilir. İlk olarak, HFYC, liberal bir cemiyet olarak, kendisinden
önce faaliyette bulunmuş benzeri cemiyet ve partilere nazaran daha uzun
süre hayatta kalmıştır. Daha evvelki bazı hareketlerin faaliyet dönemleri
ancak aylarla ifade edilmektedir. Üstelik Cemiyet, liberalizme farklı
anlamlar yükleyen iki liderin koalisyonu olarak faaliyet gösterirken bunu
başarabilmiştir. Aralarında çok derin anlayış farklılıklarının bulunmasına
rağmen, hem Yalman hem de Başgil bir dönem bu koalisyona sadık
kalmak için çaba sarfetmiştir. Öte yandan, Cemiyet’in faaliyet gösterdiği
dönem, kendisinden öncekilere nazaran bir takım üstünlüklere de sahiptir.
Dünyada yükselen bir demokrasi dalgası mevcuttur. Ülke, sıkıntılı da olsa,
o yıllarda uzun sayılabilecek bir barış ortamındadır.
İkinci olarak, HFYC, liberal bir cemiyet olarak başka hiçbir üstün amaç
gütmeden, bireyin özgürlüğünü ve minimal devleti savunmuştur.
Kendisinden önceki yaklaşımlardaysa, liberal değerler, ya imparatorluğun
bekası için önerilen bir kurtuluş çaresiydi, ya da iktidar tarafından
sahiplenilmemiş siyasî tercihlerden biri olarak görülmekteydi. Oysa, Hür
Fikirlerin faaliyet gösterdiği dönemde, iktidarı temsil eden CHP’de de bir
liberalleşme tecrübesi yaşanmakta, Parti çok partili siyasî hayata uyum
çabası göstermektedir. Diğer yandan, Hür Fikirlerin mesai alanı, katî
çizgilerle sivil toplum olarak görünmektedir. Cemiyet tek parti iktidarı
karşısında ve demokrat muhalefet içinde yer almış olmasına rağmen,
kurumsal anlamda siyasî olarak bağımsızlığını korumuştur.
114
Üçüncü olarak, HFYC özelde Türk liberal düşünce geleneği için de
önemli bir harekettir. Cemiyetin kapanmasına neden olan süreç Türk
liberalizm tarihi açısından bir kırılma noktasına işaret eder. Cemiyetin
kurucu önderleri Ali Fuad Başgil ve Ahmet Emin Yalman’ın konumları ve
fikirleri üzerinden okunabilen bu kırılma, liberal hareketin günümüzdeki
durumuna ilişkin anlamlı veriler sunmaktadır. Bir tarafta liberalizmi Batı tipi
yaşam tarzı olarak yücelten, diğer tarafta insan haklarını, bireyin
özgürlüğünü, sınırlı devleti önemseyen bu iki akım günümüzde de
varlıklarını sürdürmektedir.
Son olarak, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, liberal hareket için, sahip
olduğu uluslar arası ilişkileri bağlamında da, önemli anlamlar ifade
etmektedir. Dünyanın saygın liberal organizasyonlarından biri olan Liberal
International’ın kuruluş sürecini yaşadığı 1947–1950 döneminde
gerçekleştirdiği yıllık toplantılarına, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Türkiye’yi
temsilen katılarak, LI’nın kurucu partnerlerinden biri olmuştur.132 HFYC,
LI’nın 1948’de Paris’te, 1949’da Londra’da, 1950’de de Stutgart’ta yaptığı
toplantılara katılmıştır.133
4.6. Cemiyetin Sonu
1950’de Türkiye demokrasisi yine önemli bir adımın arifesindeydi. Ülke
siyasî olarak hareketli günler yaşamakta, artık yeni bir seçimden söz
edilmekteydi. Gazeteler, sütunlarında hazırlanan yeni seçim kanununa
geniş yer ayırıyordu. Bu geçiş sürecinde ve hazırlanan yeni kanuna göre
yapılacak olan seçimlerin gerçekleşebilmesinde mühim katkıları olan Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti için ise, 1950 yılı, hızlı ve yoğun bir faaliyet
132 SMITH, Julie: “Liberal Unit: The Origins of Liberal International”, 3–5. 133 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 112.
115
döneminden sonra girilen yeni bir dönemi işaret etmekteydi. Cemiyet
içinde gündeme ilişkin bazı huzursuzluklar baş göstermişti.
Cemiyet’te Yalman’ın temsil ettiği bir grup üye ülkenin ilk kez tecrübe
ettiği çok partili seçim propagandalarının gidişatından rahatsızdı. Çünkü,
içinde bulunulan özgürlük ortamının verdiği güvenle, ifade edilmesine
fırsat bulunan seçmen taleplerinin birçoğu dinî nitelikteydi. Liberalizmi,
batı tipi yaşam tarzının bir sonucu olarak benimseyen Yalman için bu tür
talepler, CHP’nin bile bunlara olumlu yaklaştığı bir dönemde, gericilik
anlamına geliyordu.
4.6.1. Başgil’in Son Kongresi
Cemiyet için böyle buhranlı bir dönemin başlangıcıysa, 18 Şubat
1950’de gerçekleştirilen ikinci kongredir. Bu toplantı cemiyetin geleceği
için önemli bir kırılma noktasını ifade eder. Üyeler arasındaki ayrılık bu
kongrede su yüzüne çıkar. İdare heyetine, cemiyetin faaliyetlerinin
kifayetsiz olduğuna dair tenkidler yöneltilmiştir. Cemiyetin dil mevzuundan
beri hiçbir meseleyi tartışma konusu yapmadığı, faaliyetsizliğin üyeleri
cemiyetin geleceğine ilişkin karamsarlığa düşürdüğü ve hatta neden
cemiyet içinde gayr-i müslimlerin sayısının az olduğu bu tenkidlerden
bazılarıdır. Ancak, bu tenkidler hakkaniyetten uzak görünmektedir.
Faaliyetsizlikle suçlanan Cemiyet, üye aidatlarından başka düzenli geliri
olmadan, iki yıl içersinde 11 sayılık bir dergi, 3 beyanname ve 7 eser
yayınlamış ve birçok konferans tertiplemiştir. Dil meselesinin yanında,
seçim sistemine yönelik çalışmalarıyla da ciddi sorumluluklar almıştır.134
Bu tutumdan rahatsız olan Ali Fuad Başgil, idare heyeti seçiminden
önce, Cemiyet Başkanlığından affını dilemiş, başkanlığın şeflik sistemine
134 Vatan, 19 Şubat 1950.
116
benzetilmemesini istemiştir. Fakat, üyelerin ekseriyetinin ısrarları ve
ricaları nedeniyle, katî mazeretleri olduğunu söylemesine rağmen,
Başkanlığa aday olmayı kabul etmiş ve ekseriyete yakın bir reyle tekrar
başkan seçilmiştir. Ancak, bu yeni başkanlık dönemi çok kısa sürecektir.
Cemiyet’in diğer idare heyeti görevleri ise şöyle dağılmıştır: Başkan
yardımcılığı Abdülhak Kemal Yörük, idare heyeti üyeleri Ahmet Emin
Yalman, Sulhi Dönmezer, İsmet Alkan, Mehmet Ali Sebük ve Burhan
Apaydın.135.
4.6.2. Ayrılığa Neden Olan Tartışma: Din ve Laiklik
Ülkenin tek gündemini oluşturan seçimler yaklaşmakta, seçim öncesi
yaşanan siyasî mücadele, herkesin yabancısı olduğu demokratik bir iklim
içinde gerçekleştirilmektedir. İlk defa karşısında ciddi bir rakibin
bulunduğunun bilincinde olan Halk Partisi’nde, 1946 Mayıs kurultayında
alınan kararlarla başlayan liberalleşme süreci devam etmektedir.136 14
Mayıs yaklaşırken, partiler seçmenlere yönelik propaganda faaliyetlerine
hız vermektedir. Özellikle Halk Partisi’nin bu dönemde yaptıklarıyla
seçmen nezdindeki olumsuz imajını, DP aleyhine değiştirebilme
umudundadır. Cemiyetler kanunu yumuşatılır, muhafazakâr kimliği ile
tanınan Şemsettin Günaltay Başbakanlığa getirilir. Halk Partisi girişimiyle
türbelerin açılabileceğine ilişkin hazırlanan kanundan sonra, neredeyse
her gün İstanbul’da bir türbe açılmaktadır. Halk belki de ilk defa gerçek bir
özgürlük havası solumaya başlamıştır.
Ülkenin içinde bulunduğu özgürlük ortamında, ifade edilmesine fırsat
bulunan seçmen taleplerinin birçoğu dinî niteliktedir. Başgil’e göre bunun
nedeni açıktır: Çünkü, “yaklaşık 27 yıllık oligarşik bir iktidar tarafından en
135 Vatan, 19 Şubat 1950. 136 Taner TİMUR: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, 69–70.
117
fazla müdahaleye uğrayan, kısıtlanan haklar dinî haklardır.” Bu talepler,
seçim arifesinde, CHP dâhil tüm partilerden karşılık buluyordu. Bu durum,
her türlü dinî talebin gericilik anlamı taşıdığını düşünen bazı “liberalleri”
rahatsız etmekteydi. Bu liberallerden biri de Ahmet Emin Yalman’dı. 137
Ahmet Emin Yalman’ın istekleri doğrultusunda, tüm ülkenin 14
Mayıs’ta yapılacak seçime kilitlendiği bir dönemde, Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti, dinin ve laikliğin gerçek manaları hakkında bir açık oturum tertip
etti. Bu toplantı ile oluşturulan temel üzerinde bir dini inkılâp hareketi
yaratılmak isteniyordu.138 Oysa Başgil, böyle bir inkılâp hareketinin doğru
olmadığı ve ayrıca böyle bir hareketin dine karşı yürütülmemesi; bunun,
dinin kendi dinamikleri marifetiyle kendiliğinden gerçekleşmesi gerektiği
kanaatindeydi. Başgil, laikliği, dinsizlik ya da dini modernleştirme olarak
değil, devletin dine karışmaması olarak yorumluyordu.139 Cemiyet
merkezinde, mutat münakaşalı toplantılardan biri olarak tertiplenen açık
oturumda münakaşalar nahoş bir üslup kazanınca, Ali Fuad Başgil, bu
tartışmaların gizli bir kasıtla yaratılmış olduğunu düşünerek, Cemiyet’ten
bir daha dönmemek üzere ayrıldı.140
Nisan 1950’de yaşanan bu hadise, Cemiyet’in ikinci döneminin başlangıcı
olduğu gibi, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin hükmî anlamda olmasa bile
fiilî olarak son bulmasına neden oldu. Bu tarihten sonra Yalman’ın
telkinleri, çabaları ve yönlendirmeleriyle ayakta kalmaya çalışsa da umumî
efkârdan beklenen ilgi, Cemiyet’in ilk dönemine nazaran, neredeyse hiç
mertebesindeydi. Başgil’in gidişiyle Cemiyet derin bir itibar kaybı yaşadı.
Entelektüel anlamda sıradanlaştı.
Aslında, bu ayrılığa sebep olan gerçek nedeni Başgil ve Yalman’ın
sahip oldukları liberalizm anlayışında aramak daha doğru olacaktır.
Çünkü, din ve laiklik toplantısında yaşananlar sebep değil sonuçtur. Hem
137 Ali Fuad BAŞGİL: “İrtica Yaygarası”, Komünizme Karşı Mücadele, 2. 138 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 214. 139 Ali Fuad BAŞGİL: Din ve Laiklik, (İstanbul, Yağmur, 1977), 18. 140 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 192.
118
Yalman hem de Başgil, yaklaşıl üç yıl aynı Cemiyet çatısı altında
başarıyla mesai harcamış olmakla birlikte tamamen farklı liberal anlayışa
ve siyasî tercihlere sahiptirler.
Ahmet Emin Yalman, yüzyıl başında Amerika’da tamamladığı eğitimi
sırasında edindiği ve batı tipi yaşam tarzı olarak nitelendirdiği bir liberal
anlayışa sahipti. Onun için liberallik batılı olmak anlamına geliyordu.
Özgürlük nosyonundan yoksun, ulaşılması ve toplumun ulaştırılması
gereken değerler içeren böyle bir anlayış, inkılâplarla, Kemalizm’le,141
askeri müdahalelerle kolay uyum sağlayabilmekte142 ve hatta
müdahaleleri müjdeli haber olarak olumlayabilmekteydi.143 Yalman tek
parti iktidarına karşıydı. Lakin, bu karşıtlık, tek partinin temsil ettiği
felsefeye yönelik değildi. Onun, 1950’lere kadar sürdürdüğü CHP karşıtı
muhalif tavır, demokratik seçimlerin sonuçlarının kendi hayat tarzına
yönelik tehlikeler barındırması endişesi ile yön değiştirdi.
Yalman, teşekkülü sırasında DP’ye açık bir destek vermekte ve
kendisinin Dörtler’e beşinci olarak katıldığını ilan etmekteydi. Ancak,
Yalman, 1950’lerin ikinci yarısından sonra bu tavrını değiştirerek DP’ye
muhalif bir çizgiye kaydı. İktidarı, gericilik konusunda gerekli önlemleri
almamakla tenkit ediyordu. Çünkü, Yalman’ın olmasını beklediği-
arzuladığı DP, sadece demokratik usuller içinde işlev gören bir parti
141 Ahmet Emin YALMAN: Gerçekleşen Rüya, (İstanbul: Tan Matbaası, 1938,); Ahmet
Emin YALMAN: Yarının Türkiye’sine Seyahat, (İstanbul, Vatan Matbaası, 1944,). 142 Yalman 27 Mayıs Askeri Darbesinden sonra kurulan danışma meclisinde yer almıştır.
Yıldırım, Ergün; Batıcılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman, 90. 143 “26 Mayıs akşamı gece yarısından sonra matbaadan ‘radyoyu dinle’ diye telefon
ettiler. Radyoya sarıldık. İstiklal Marşından sonra tok bir ses şu müjdeyi verdi: ‘Dikkat,
dikkat, burası İstanbul Radyosu… Silahlı Kuvvetler, 27 Mayıs gecesi saat üçten
başlayarak yurdun her tarafında idareyi ele aldı.’
Bütün memleket sevinç içinde uykudan uyandı, herkes telefona sarıldı. Müjdeyi
bilmeyenlere ulaştırdı. DP’de sorumluluk mevkiinde olanlar bu sevinçte elbette beraber
değildi…” Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 361.
119
değildi. O, CHP kadrolarından yetişen bu partinin, CHP misyonuna da
sahip çıkmasının gerekliliğine inanıyordu. 144
Kendisini terakkici muhafazakâr145 olarak tarif eden Başgil’de ise
liberallik, hürriyeti sevmek anlamı taşıyordu. Onun anladığı manada
liberalizm tepeden inmeci politikalarla uygunluk gösteremezdi. Dine
verdiği önemse tam anlamıyla muhafazakârca olmakla beraber, bu, dinin
toplumun manevî yanına temel teşkil eden tek gerçeklik olmasından
kaynaklanıyordu.146 Öte yandan, dini taleplere karşı gösterdiği destekse,
asıl olarak, muhafazakârlığından değil, bu talepleri özgürlüğün kullanımı
olarak nitelendirmesinden ileri geliyordu.147 Başgil, 1950 seçimlerinden
sonra ülke gündemini meşgul eden “irtica” tehlikesinin varlığından şüphe
etmekte ve bunun, suni bir gündem yaratmak amacıyla kullanıldığını
söylemekteydi.148 Ona göre, “irtica yaygarası” 14 Mayıs’ın rövanşını
almak isteyenlerin arkasına sığındığı bir kılıftı.149
Başgil, 1940’ların başından itibaren, “dil meselesi” ve iktidarın
uyguladığı “tek kitap” politikasına gösterdiği tutumla Halk Partisi
karşısında yer almaktaydı. DP’nin teşekkülü sırasında demokrat
muhalefete büyük destek vermesine, iktidar tarafından en az demokratlar
kadar tehlikeli görülmesine rağmen, Başgil150, DP’yi tam anlamıyla liberal
bir parti olarak görmüyordu. Prensipler bakımından CHP’den hiç
ayrılmadığını düşündüğü DP’yi, devletçilik ve laiklik prensipleri üzerinde
biraz değişiklik yapmakla birlikte altı oku tamamen programına geçirdiği
144 Ahmet Emin YALMAN: a.g.e., 38. 145 Ali Fuad BAŞGİL: Ord. Prof. Ali Fuad Başgil’in Hatıraları, 119. 146 Tanıl BORA: Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık , 94. 147 Nisan ayı sonlarında gerçekleştirilen Hür Fikirler toplantısından sonra Başgil, Mayıs
ve Haziran ayları içinde Yeni Sabah Gazetesinde yayınlanan ve din hürriyeti, laiklik,
devlet konuları ile ilgili bir seri hazırlamıştır. Yeni Sabah, 17, 20, 24, 27, 31 Mayıs ve 3, 7,
10, 14,17, 21, 24 Haziran 1950 148 Ali Fuad BAŞGİL: “Bizim de Diyeceklerimiz Var Dostlar”,1. 149 Ali Fuad BAŞGİL: “İrtica Yaygarası”, 2. 150 Ali Fuad BAŞGİL: İlmin Işığında Günün Meseleleri, 192.
120
için tenkit ediyordu. 1948’de DP’den ayrılarak kurulan ve muhafazakâr
demokrat olarak nitelendirdiği Millet Partisi’ni daha liberal bulmaktaydı.
Lakin, Başgil’in bu partiyle yakınlığı da, DP ile olduğu gibi, eleştirel ve
mesafeliydi. O, siyasî anlamda taraf olmaktan, 1961’de AP listesinden
Samsun senatörü seçilene kadar kaçınmıştı.151
4.6.3. Cemiyet’in Başgil Sonrası Dönemi
Ali Fuad Başgil’in ayrılmasından sonra, Cemiyet, yaklaşık iki buçuk yıl
süren dönemde edindiği aktif kimlikten çok uzaklaşmıştır. Cemiyet için
yeni bir dönem anlamına gelen bu süreç, aslında Hür Fikirlerin tükeniş
evresidir. Ahmet Emin Yalman’ın etkisiyle Cemiyet, temel ilgi alanı olarak
“irtica ile mücadeleyi” seçmiştir. Zaman içinde liberal ilkelerden
uzaklaşarak daha jakoben bir kimlik kazanmıştır. Bu dönemde sadece
dört kez kamuya yönelik faaliyet içinde bulunmuştur. Ancak,
gerçekleştirilen faaliyetler, açık ve geniş katılımlı kongreler ya da
toplantılar olmadıkları gibi, belli bazı konularda odaklanmalarına rağmen,
kifayetsizdir. Bu dönemden sonra, uzun aralıklarla faaliyette bulunan
Cemiyet’in son neşriyatı da, 1957’de Ahmet Emin Yalman’ın Berraklığa
Doğru eseridir.152
151 Ali Fuad BAŞGİL: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 62. 152 Hür Fikirleri Yayma Cemiyet’in tam olarak hangi tarihte hukukî olarak son bulduğuna
ilişkin maalesef hiçbir kayıt bulunamamıştır. Cemiyet’in İstanbul merkezli olmasına
binaen Dernekler Dairesi İstanbul İl Müdürlüğü arşivinde gerekli evraklara ulaşılmak
istenmiş, ancak söz konusu kayıtlara ulaşılamadığı, bazı arşiv evraklarının yasal bir
değişiklikten kaynaklanan nedenlerle saklanmadığı bildirilmiştir.
Cemiyet’in hayattaki son üyesi Burhan Apaydın’la yapılmak istenen mülakatsa, bütün
çaba ve ısrarlara rağmen, şahsın sağlık durumuna ilişkin mazeretleri nedeni ile
gerçekleştirilememiştir.
121
Cemiyet’in ikinci döneminde kamuya yönelik ilk faaliyeti, 14 Mayıs
seçimlerinden yaklaşık bir yıl sonra, “son bir yıldır tırmanma eğilimi
gösteren gerici hareketleri protesto eden” bir bildiri yayınlaması olmuştur.
Yapılan seçimler sonrasında ülkede yükselen dinî içerikli istek ve talepler
Yalman’ı endişeye sevk etmekteydi. Ayrıca, Yalman’a göre, Başgil bu
gericiliğin lideriydi. Özellikle ezanın tekrar orijinal dili ile okunması
tartışmaları “gericiliğin” yükselmesi olarak yorumlanmaktaydı.153
1953’e gelindiğinde, Cemiyet’in içinde bulunduğu tutum değişikliği
tamamen kendisini gösterdi. 11 Şubat’ta içinde Yalman’ın da bulunduğu
bir grup gazeteci, yükselen “gerici” dalgaya engel olabilmek için bir cephe
kurmak gerektiği kanaatiyle, birlikte hareket etme kararı aldılar. Birliğin
yasal kuruluşunu sağlamak için tertiplenen 17 Şubat tarihli toplantıya Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti de iştirak etti.154 “Geriliğe karşı halkı devamlı
aydınlatmak gerektiği” gayesiyle teşekkül eden Milli Tesanüd Birliği, bir
konfederasyon şeklinde organize olmuştu. “Halkı devamlı aydınlatmak”
ideali, cumhuriyetin felsefesiyle de uyum içindeydi. Başkanlığını Prof. Dr.
Ekrem Şerif Egeli’nin yürüttüğü birliğe, üniversitelerden Türk Kadınlar
Derneği’ne kadar çeşitli örgütler destek vermekteydi.155
Cemiyet’in bu dönemdeki bir başka faaliyeti ise 31 Mayıs 1953’de
Hasan Refik Ertuğ tarafından “anayasanın tadil ve ıslahı çalışmalarına”
zemin olması gayesiyle hazırlanan anayasa anketidir. Bu, 43 maddeden
oluşan kapsamlı ve titiz bir çalışmadır, ancak, sonuçlarına ilişkin herhangi
bir yayın ya da bilgi mevcut değildir.156
Cemiyet’in son faaliyeti ise 1957’de neşredilen Yalman’ın Berraklığa
Doğru eseridir. Bu eserin neşredilmesine de Cemiyet’in ikinci döneminde
153 Cumhuriyet Ansiklopedisi, 197. 154 Cumhuriyet Ansiklopedisi, 235. 155 Ahmet Emin YALMAN: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV, 305. 156 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Anayasa Anketi, (İstanbul, Mete Matbaası, 31 Mayıs
1953).
122
şiddetle önemsediği “gericilik” hareketlerinden duyulan endişe neden
olmuştur. Çalışma, Yalman’ın 1941’de kaleme aldığı 23 yazının bir araya
getirilmesiyle oluşturulmuştur.
Bu eser, hem Yalman’ın tutum değişikliklerinin, hem de Cemiyet’in,
böyle bir eseri neşretmekle artık ilk dönemdekine hiç benzemeyen bir
konuma geldiğinin en açık örneğidir. Kitabı oluşturulan makalelerinin ilk
yazılışlarından 16 yıl sonra tekrar yayınlanması manidardır; Yalman’ın,
çok partili demokrasinin Batılılaşma idealinden kesin olarak uzaklaştığını
düşündüğü bir döneme rastlamaktadır. O, Türk inkılâbının ve dinin Türk
toplumu içindeki yerine ilişkin görüşlerini derlediği bu çalışmasıyla tekrar
Halk Partisi ve onun misyonuna avdet etmiştir.
Yalman bu eserin Cumhuriyet dönemi muhalefet hareketlerini
incelediği “Fiilî Halk Murakabesi” bölümünde, muhalefet karşısında
iktidarın tutumunu olumlar ve hem TCF’yi hem de SCF’yi sorumlu
davranmamakla itham eder. Yalman’a göre bu iki fırka için de asıl gaye,
CHF iktidarını güçlendirmek ve onun misyonuna destek olmak amacıyla
“yapıcı muhalif” tutum sergilemek olmalıyken, onlar, “marjinal” hareketlere
kaymıştır.157
Başka bir bölümde, Yalman, iki partili siyasî sistemi eleştirir ve bu
sistemin zararları işlerken, Türk toplumunun ihtiyacının milli bir program
etrafında kenetlenmek olduğunun altını çizer. Bu program şahısların
müdahalesinden masun olmalıdır. Bu nedenle, o, “böyle bir milli program
işini gerçekleştirmek işini de Halk Partisi gibi bir tek milli partinin ve ondan
doğan hükümetin benimsemesi doğru olur” der ve Halk Partisi’ni o güne
kadarki başarılı tutumu nedeniyle över. Devamında ise parti sisteminin
demokrasinin hatalı yanı olduğunu ilan eder.158
157 Ahmet Emin YALMAN: Berraklığa Doğru, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma Neşriyatı,
(1957),16–18. 158 Ahmet Emin YALMAN: a.g.e., 19-23.
123
Türk toplumu içinde dinin yerinin tartışıldığı bölümlerde ise, Yalman, o
güne kadar “vatandaşların dinî kanaatlerine saygı göstermiş” olan Türk
İnkılâbının dine eğilmesinin, ideal bir din sistemi oluşturmak içi çaba sarf
etmesinin zamanın geldiğini savunur. Akla ve insanî değerlere uygun bir
İslam için dinde reform yapılması gerektiğini söyler. 159
Sonuç olarak, ikinci dönemini tamamen Yalman’ın “ilerici” görüşlerinin
şekillendirdiği Cemiyet, artık ne özgürlükçü ne demokrat ne de liberaldir.
159 Ahmet Emin YALMAN: a.g.e., 56-62.
5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Liberal fikirler, diğer pek çok Batı’lı fikir gibi, Tanzimat’la birlikte ülkeye
girmeye başlamıştır. Ancak, en azından bir yönüyle liberal olarak
adlandırılabilecek ilk hareket, Tanzimat Fermanı’ndan yaklaşık yarım asır
sonra Namık Kemal ve Ziya Paşa öncülüğünde kurulan Yeni Osmanlılar
Cemiyeti’dir. Meşrutiyet yönetiminin Osmanlı Devleti’nin siyasî sistemi
olmasını savunan Cemiyet, özellikle Namık Kemal’in yazılarıyla tekele
karşı çıkmakta, serbest rekabetin tesisini istemekte ve Serbest-i Ticareti
savunmaktaydı. Özellikle meşrutiyetin tesis edilmesi talepleri, sultanın
otoritesine yöneltilmiş ciddi bir muhalefet hareketiydi ve devletin önde
gelen sivil ve asker bazı liderlerince de paylaşılıyordu. Bunların kurduğu
cephe 1876 Anayasasının ilanını sağladı ve yeni bir dönem başladı.
Ancak fazla uzun ömürlü olmayan bu dönem, 1878–1908 arasında
kesintiye uğradı.
1908’de, İttihat ve Terakki’nin yoğun çabaları sonunda, Abdülhamit,
anayasanın tekrar yürürlüğe girmesine ve meclisin oluşturulmasına rıza
gösterdi. Böylece, II. Meşrutiyet olarak bilinen yeni bir dönem başladı. Bu
dönemin başlamasında, liberalizmi kendilerinden öncekilere nazaran çok
daha sistemli bir şekilde kavrayan ve temsil eden, Prens Sabahattin,
Cavid Bey gibi simaların da önemli katkıları oldu. Özellikle Prens
Sabahattin, İttihat ve Terakki’nin içine girdiği baskıcı tutum karşısında,
Ahrar Fırkası’nın teşekkülüne neden olacak, liberal ilkelerin
gerçekleştirilebilmesi için siyasî bir mücadele de yürüttü.
Prens Sabahattin, Cavid Bey, Ahrar Fırkası ve daha sonra Hürriyet ve
İtilaf Fırkası’nın etkileriyle liberalizm, özellikle iktisat politikaları açısından,
İttihat ve Terakki’nin devletin idaresini ele geçirip yeni bir istibdat
dönemine neden olacağı 1914’e kadar, ülke politikalarına müdahil
olabildiği kısa bir dönem yaşadı. Ancak, 1914’ten sonra, ibre tekrar
milliyetçi-devletçi akım lehine yön değiştirdi. Osmanlı’nın çöküş dönemi
125
yöneticilerince yapılan bu tercih Cumhuriyet Türkiye’sine de, nerdeyse hiç
değişmeden aktarıldı.
Osmanlı’nı yaşadığı travmaların etkisinde olan ve bir İmparatorluğun
çöküşünü yaşamış kadroların kurduğu Cumhuriyet’in ideolojik tercihi iki
esas nedenle devletçilikten yanaydı. İlk olarak, onlar, tüm ekonomik
politikaların devlet işi olduğu bir zihniyetin temsilcileri oldukları gibi,
iktisadî bağımsızlığın dışa kapalı ekonomik politikalar gerektirdiği
inancındaydılar. İkinci olarak, meşruiyetini eskinin reddi üzerine kuran
Cumhuriyetin, Osmanlı’nın toplumsal ilişkiler skalasını değiştirecek
merkezî ve güçlü bir devlet aygıtına ihtiyacı vardı.
Cumhuriyet’in kurucularının aldıkları bu tavırda liberal ilkelere yer
yoktu. Çünkü, liberal değerler iktidarın referans kaynaklarını zedeleyecek
nitelikteydi. Nitekim, tek parti iktidarının sürdüğü yaklaşık 27 yıllık dönem
boyunca, ikisi akamete uğramış üç “çok partili siyasî hayata geçiş”
tecrübesi de bir şekilde liberal muhalif unsurlar barındırıyordu. Aslında,
liberalizm, aynı zamanda, iktidar tarafından tanımlanmamış ve
sahiplenilmemiş başlıca siyasî alanlardan da biriydi.
Tek parti iktidarına ilk sistemli karşı çıkış, 1924’te TCF tarafından
gerçekleştirildi. Mustafa Kemal ve yakın çevresinin saltanat, hilafet ve
cumhuriyet gibi konularda aldıkları radikal kararlar, yine onlar gibi Kurtuluş
Savaşı kahramanları olan Rauf Orbay’ın, Refet Bele’nin, Adnan Adıvar’ın,
Ali Fuad Cebesoy’un rahatsız olmalarına neden oldu. Ancak, bu isimlerin
rahatsızlıklarının sebebi alınan kararlardan çok, bu kararların alınış
şekliydi. CHF içinde, Mustafa Kemal’e karşı daha gelenekçi vekillerden
oluşan bir muhalefet şekillenmekteydi. Parti içi muhalif hareket, nihayet
1924’de TCF olarak teşekkül etti. Ancak, TCF sadece yedi ay kadar
faaliyet gösterebildi. Fırka, İstiklal Mahkemeleri’nin, Kürt isyanı karşısında
alınması gereken önlemlerden biri olarak, TCF’nin kapatılması gerektiği
yönünde görüş bildirmesi nedeniyle, 1925 Haziran’ında hükümet
tarafından kapatıldı.
126
Cumhuriyet Türkiye’sinin çok partili siyasî hayata geçişteki ikinci
tecrübesi 1930’da yaşandı. 1925’de, TCF’nin kapatılması ve rejime
muhalif tüm unsurların bastırılması sonrasında ülkede hâkim olan
monolotik siyasî yapı, halkın istek ve taleplerini iktidara iletmesine engel
oluyordu. 1929’da yaşanan Büyük Buhran nedeniyle, tüm dünyada olduğu
gibi, ülkede de büyük hoşnutsuzluklar yaşanmaktaydı. Bu
hoşnutsuzlukların rejime tehlikeye düşürmesi ihtimali karşısında, bu kez
iktidarın talepleriyle, tekrar çok partili siyasî hayat tecrübe edilmek istendi.
Kurulacak yeni fırka aracılığıyla toplumsal muhalefet daha ehil kılınmak
isteniyordu. Bu gelişmeler neticesinde SCF, 1930’da Mustafa Kemal’den
alınan icazetle, Fethi Bey tarafından kuruldu. Ancak SCF, kısa süre sonra,
kendisi için uygun görülenden farklı bir anlam kazanıp, halkın teveccühü
ile gerçek bir muhalefet partisi gibi hareket etme istidadı gösterince,
kendisine verilen desteği kaybetti. Fırka, sadece üç buçuk aylık bir
faaliyetten sonra kendini feshetti.
Bu tarihten sonra yaklaşık onbeş yıl sürecek sınırsız bir tek parti
dönemi başladı. Daha önce yaşanan iki deneyimin verdiği dersler, iktidarı,
rejimi her türlü muhalif hareketten korumak için CHF’den başka hiçbir
örgütlü toplumsal harekete izin vermemeye yöneltti. Türk Ocağı, Türk
Kadınlar Birliği gibi cemiyetlerin faaliyetlerine son verildi. Toplumsal alanın
tamamına nüfus edebilmek için Halkevleri kuruldu.
İkinci Cihan Harbi sonrasındaysa, o güne kadar farklı yoğunluklarda
devam eden baskıcı tutum değişme emareleri göstermeye başladı. Hem
dış konjonktür hem de iç konjonktürün zorlamaları nedeniyle iktidar yeni
açılımlar yapmak ihtiyacı içindeydi. Öte yandan, iktidarın Birleşmiş
Milletler Antlaşması’na imza koyması, demokratik ilkelerin kabulü anlamı
taşıyordu. Kazandıkları böyle bir güvenceyle daha rahat hareket imkânı
bulan bir grup, parti içi muhalefetini sertleştiriyordu. Özellikle, 14 Mayıs
1945 tarihli Toprak Reformu Kanunu tartışmaları, muhalefetin parti içinde
yapılamayacağının sinyallerini veriyordu. Meclis’te yaşanan bu tartışmalar
sonunda, hem muhalif hareket belirgin bir nitelik kazanmakta, hem de
127
Adnan Menderes yeni bir siyasî lider olarak yükselmekteydi. Halk Partisi
bu hareketi cezalandırmakta gecikmedi. Bu tutumları ve İstanbul
gazetelerindeki muhalif yazıları nedeniyle önce Menderes ve Köprülü,
daha sonra onlara verdiği destek nedeniyle Koraltan Parti’den ihraç
edildiler. Kısa süre sonra Bayar da partiden kendi isteğiyle ayrıldı. Bu
dönemden sonra Dörtler olarak anılmaya başlayan bu grup önderliğinde,
“Yeter söz milletin” şiarıyla 7 Ocak 1946’da DP kuruldu.
DP’nin ve ondan yaklaşık altı ay kadar önce kurulan fakat Türk
Siyaseti içinde önemli bir rolü olmayan MKP’nin varlığıyla çok partili siyasî
hayata geçildi. Ancak, demokrasiye geçiş, 14 Mayıs 1950’de yapılan
seçimlere kadar mümkün olmadı. Çok partili siyasî hayata geçişten
hemen sonra, tamamen iktidarın kontrolünde gerçekleştirilen 1946
seçimlerinin sonuçları, seçimler üzerindeki yargı denetiminin
olmamasından ve “açık oy, gizli tasnif” esasıyla yapıldığından, güvenilir
değildi. 1946–1950 yılları arasında yaşanan bu dönemde Türkiye
“demokrasiye geçiş”in tecrübe edildiği bir süreci yaşadı.
Daha önce iki kez tecrübe edilip muvaffak olunamayan çok partili
siyasî hayata, dolayısıyla demokrasiye geçiş bu dönemde gerçekleştirildi.
Cihan Harbi sonrası yaşanan bu gelişme, daha önce yaşananlara
nazaran çok farklı bir seyir izledi. Özellikle dış konjonktürün etkisi
belirleyici nitelikteydi. Ancak, daha önemli olan bir başka farklılıksa,
yaşanan normalleşme sürecinin tesis ettiği güven ortamı vesilesiyle
hareketlenen sivil toplumdu. Özellikle İstanbul’da çok farklı konularda
faaliyet gösteren çeşitli cemiyetler kuruluyordu. Bu cemiyetlerden biri de
demokrat muhalefete verdiği açık destekle Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti’ydi.
1947’nin yaz aylarında kuruluş hazırlıkları başlayan Cemiyet, resmi
olarak aynı yılın sonbaharında Ali Fuad Başgil ve Ahmet Emin Yalman
önderliğinde teşekkül etti. Başgil başkanlığında kuruluş evresini hızla
tamamlayan Cemiyet, ocak ayında yaptığı ilk umumî heyet toplantısında,
128
gelecek iki yılına damga vuran önemli kararlar aldı. Bu kararlar
sonrasında, Cemiyet’in en az panel ve konferansları kadar etkili yeni bir
alana girmesi için çalışmalar başladı. Kurulan Neşriyat Komisyonu
marifetiyle, demokrasiye geçiş dönemi içinde, ülkenin demokratik
istidatlarının artması ve hürriyetin korunması için çeşitli yayınlar yapıldı.
1950 Nisan’ına kadar süren bu dönemde, Cemiyet başkanlığını Başgil
üstlenmişti.
Yaklaşık iki buçuk yıl süren bu dönemde Cemiyet, Türk demokrasisi ve
liberalizm açısından cesur ve etkili faaliyetlerde bulundu. Cemiyet, ilk
döneminde “dil meselesi”, “üniversite kürsülerinde tedris hürriyeti”, “şahıs
hürriyet ve masuniyetinin teminatı” gibi önemli meselelerde faaliyetler
yürüttü. Cemiyet’in böyle etkili bir dönem yaşamasında, başkanlığını
Başgil gibi entelektüel cemiyetin liderlerinden birinin üstlenmiş olmasının
etkisi büyüktür. Başgil, daha cemiyetle ilgisi olmadan önce, Türkçe
Meselesi ile ilgili tavrıyla demokrat muhalefetin temellerini atmış etkili bir
müellifti.
Ancak HFYC’nin ömrü fiilî olarak kısa sürdü. 1950’ye gelindiğinde, ülke
seçim atmosferine girmişti. İlk defa gerçekleştirilecek demokratik esaslı
seçimler öncesinde partiler sıkı bir propaganda evresine girdiler. Diğer
yandan, demokratikleşmenin ve siyasî alandaki alternatiflerin
çoğalmasıyla, seçmen de, daha önce tecrübe etmediği bir deneyimi
yaşamaktaydı. Taleplerini iktidara talip olan partilere iletmeye başladı.
Kaçınılmaz olarak, bu taleplerin pek çoğu dinî ve ekonomik temelliydi.
Çünkü, uzun yıllar hem ekonomik, hem de dinî anlamda türlü zorluklar
yaşayan halk, yaklaşan seçimleri iyi bir fırsat olarak görmekteydi. Ayrıca
seçmenin bu tür eğilimleri sadece muhalefet partisi DP tarafından değil,
iktidar partisi CHP tarafından da dikkate alınmaktaydı.
Ancak, HFYC içinde, Yalman önderliğindeki bir grup, seçmenin dinî
taleplerini gericilik olarak görüyor, partilerin bu taleplere cevap vermesini
hayat tarzlarına yöneltilmiş bir tehdit olarak yorumluyordu. Bu nedenle,
129
Yalman’ın girişimleriyle, Cemiyet’te “Din ve Laiklik” konulu bir toplantı
tertiplendi. Yalman’la aynı fikirleri paylaşmayan Başgil, tartışmaların hoş
olmayan bir üslup kazanmasından sonra, toplantının kendisine karşı bir
tertip olduğunu düşünerek Cemiyet’ten ayrıldı. Çünkü Başgil, Yalman’ın
aksine, demokratikleşmeyle birlikte seçmen taleplerinin dinî nitelikte
olmasını, hürriyetin bir sonucu olarak görüyordu.
Bu ayrılığın gerçek nedeni, Yalman ve Başgil’in liberalizmi
kavrayışlarındaki farklılıktı. İzleri günümüze kadar takip edilebilecek olan
bu farklı anlayışların Yalman’a ait olanı, liberalizmi Batı tipi yaşam tarzı
olarak görüyordu. Onun anladığı liberalizm, hürriyet kavramından yoksun,
ulaşılması ve toplumun ulaştırılması gereken değerler bütünü olarak
karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir liberal anlayışın, Kemalizm ve askeri
darbelerle ve genel olarak inkılâplarla sıklıkla uyum içinde olması
kaçınılmazdı. Bu anlayışı, günümüze kadar takip edebilmek de
mümkündür. Bugün de, liberalizmin iktisadî boyutuna verdikleri önemle,
bu tip liberalleri siyasetin neredeyse her kanadında, hatta CHP içinde bile
görmek olasıdır.
Öte yandan, Başgil için liberalizm, hürriyeti sevmek anlamı
taşımaktaydı. Onun anladığı manada liberalizm, “gaye birey, vasıta
devlet” ilkesi üzerine kuruludur. Rejimlerin meşruiyetinin ölçüsü olarak
bireye, yani “gaye”ye hizmet edip etmediklerine bakmak gerektiğini söyler.
Onun için hürriyet, devletin, bireylerin kendilerini özgürce inkişaf
ettirecekleri özel alanlarına müdahalede bulunmamasıdır. Bu anlayışın
tepeden inmeci politikalarla uygunluk göstermesi beklenemez.
Bu kırılmadan sonra Cemiyet, Ahmet Emin Yalman’ın etkisi altına girdi.
Zamanla entelektüel ve felsefi üstünlüklerini yitirerek sıradanlaştı. Uzun
soluklu bir fikir hareketi olma, entelektüel bir geleneği inşa etme fırsatlarını
kaçırdı. Cemiyet’in bu sonucu tecrübe etmesinde kurumsallık
kazanamamasının, yani iki önderin şahsi yönlendirmesine fazlaca açık
olmasının etkisi büyüktü. Cemiyet, beyannamesinde de açıkça ifade
130
olunduğu şekliyle liberaldi. Ancak kişilerden bağımsız bir ilkeler setine
sahip olmaması, Cemiyet’in liberalliğini başkanın liberallik anlayışına
endeksli kılmaktaydı.
Daha sonra, Cemiyet, kuruluşunda yaşanana benzer bir hızla liberal
olma niteliklerini de kaybetti. 1950–58 yılları arasında birkaç faaliyette
bulunup fikir hayatından silindi. Cemiyet’in ikinci döneminde yegâne ilgi
alanı irtica meselesiydi. Ancak, bu konuda da Cemiyet, artık liberal
olmadığı gibi, entelektüel istidatlarını da kaybettiğinden, zaten var olan
ezberi tekrarlamaktan öte bir fiil gösteremedi.
131
KAYNAKÇA
AHMAD, Feroz; Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Ankara: Doruk, 2002).
AKKAYA, Rukiye: Prens Sabahattin, (Ankara: Liberte, 2006).
ALFRED, Edward: “İngiltere’de Sosyalist Tecrübeler”, Hür Fikirler, 9,
(İstanbul: Temmuz, 1949).
Akşam, 2 Kasım 1945.
Akşam, 28 Kasım 1945.
Ana Britanica, Cilt 14, (İstanbul; Ana Yayıncılık, 1989).
ARNHART, Larry: Siyasî Düşünce Tarihi, (Ankara: Adres, 2004).
AROL, Hasan: “Mehmet Cavid Bey”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce:
Liberalizm, (İstanbul: İletişim, 2005).
ARSLAN, Zühtü: “Türkiye’de Liberal Düşüncenin Önündeki Engeller”,
Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce: Liberalizm, (İstanbul: İletişim, 2005).
ATAY, Falih R.: “Partiler Rejimi”, Ulus, 18 Ekim 1946.
BAKIREZER, Güven: “Türkiye’de Sosyal Liberalizm”, Modern Türkiye’de
Siyasî Düşünce: Liberalizm, (İstanbul: İletişim, 2005).
BARRY, Norman P.; Modern Siyaset Teorisi; (Ankara; Liberte, 2003).
BAŞGİL, Ali Fuad: 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, Çev. M. Ali Sebük, İ.
Hakkı Akın, (İstanbul: Çeltük Matbaacılık, 1966)
132
BAŞGİL, Ali Fuad: “Başlarken”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 1, (Kasım
1948).
BAŞGİL, Ali Fuad: “Bir Mektup Vesilesiyle: Önce Birkaç Hatıra”, Yeni
Sabah, 02.09.1960.
BAŞGİL, Ali Fuad: “Bizim de Diyeceklerimiz Var Dostlar”, Komünizme
Karşı Mücadele Dergisi, tarihsiz.
BAŞGİL, Ali Fuad: Cihan Sulhu ve İnsan Hakları, (İstanbul, Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1948)
BAŞGİL, Ali Fuad: “Demokrasi Nedir?”, Vatan, 7 Mayıs 1946.
Ali Fuad BAŞGİL: “Demokrasi ve Mekteplerimiz”, Hür Fikirler, 10,
(İstanbul: Ağustos 1949).
BAŞGİL, Ali Fuad: Demokrasi ve Hürriyet, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti Neşriyatı, 1949)
BAŞGİL, Ali Fuad: “Dil Beyannamesi Münasebetiyle”, Hür Fikirler
Mecmuası, 1, 5, (Mart 1949)
BAŞGİL, Ali Fuad: Din ve Laiklik, (İstanbul, Yağmur, 1977).
BAŞGİL, Ali Fuad: “Gene Türkçe Meselesi”, Cumhuriyet, 13 Kasım 1945
BAŞGİL, Ali Fuad: İlmin Işığında Günün Meseleleri, der: Ali Hatipoğlu, İ.
Dayı, (İstanbul: Yağmur Yayınları, 1960)
BAŞGİL, Ali Fuad: “İnsan Haklarında Kopan Fırtına”, Vatan, 21–10–1946.
133
BAŞGİL, Ali Fuad: “İrtica Yaygarası”, Komünizme Karşı Mücadele Dergisi,
tarihsiz.
BAŞGİL, Ali Fuad: Ord. Prof. Ali Fuad Başgil’in Hatıraları, (İstanbul:
Boğaziçi Yayınları, 1990).
BAŞGİL, Ali Fuad: Seçim Sistemimizin Kıymeti ve Eksiklikleri, (İstanbul,
Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1948).
BAŞGİL, Ali Fuad: “Türkçe Meselesi”, Cumhuriyet, 25 Ekim 1945.
BAŞGİL, Ali Fuad: “Türkçe Meselesi”, Vatan, 29 Kasım 1945.
BAŞGİL, Ali Fuad: Türkçe Meselesi, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti Neşriyatı, 1948)
BAŞGİL, Ali Fuad: Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı, (İstanbul, Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti Konferanslar Serisi, 1948)
BERZEG, Kazım: “Türkiye’de Liberal Hareketler”, Liberalizm, Demokrasi,
Kapıkulu Geleneği içinde, (Ankara; Liberte 2000)
BERZEG, Kazım: “Eski Sınıf” Liberalizm, Demokrasi, Kapıkulu Geleneği
içinde, (Ankara; Liberte 2000)
BİNARK, İsmet: “Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil Bibliyografyadan
Biyografiye”, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil Bibliyografyası içinde der. Arif
Aşçı, (İstanbul; Kubbealtı, 2000).
BOAZ, David: Libertarianism, (New York: The Free Press, 1997).
134
BORA, Tanıl: “Muhafazakârlığın Çatallanan Yolları ve Türk
Muhafazakârlığında Bazı Yol İzleri”, Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik,
Muhafazakârlık, İslamcılık içinde, (İstanbul; Birikim, 2003).
BORAN, Behice: Tan, 25 Eylül 1945.
Büyük Kültür Ansiklopedisi, (Ankara, Başkent Yayınları, 1984) C:3.
CANGIZBAY, Kadir: Komprador Rejimin Anatomisi, (Ankara: Özgür
Üniversite Kitaplığı, 2000).
CHANDRA, Ramesh: Adam Smith and Competitive Equilibrium,
(Glasgow: University of Strathclyde, ?).
COŞAR, Simten: “Liberal Thought and Democracy in Turkey” Journal of
Political Ideologies, (February, 2004).
COŞKUN, Vahap: “Liberalizm ve Türkiye”, Radikal 2, 17 Ağustos 2003
Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923–2000, Cilt 2 1941–1960, (İstanbul: YKY,
2002)
Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923–2000, Cilt 3 1961–1980, (İstanbul: YKY,
2002)
CÜNDÜBEYOĞLU, Kemal: “Matbuat Hürriyeti”, Hür Fikirler, 1, (Ankara:
Kasım 1948)
ÇAHA, Ömer: “Liberalizmin Temel İlkeleri”, Yeni Türkiye, (Ankara, Ocak-
Şubat 1999)
ÇAVDAR, Tevfik: Türkiye’de Liberalizm (1860–1990), (Ankara;
İmge,1992)
135
ÇETİN, Halis: Liberalizm (Sivas; Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
1996)
ÇETİN, Halis: “Liberalizmin Temel İlkeleri”, C. Ü. İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, cilt 2, (Sivas: sayı1)
ÇİĞDEM, Ahmet: Aydınlanma Düşüncesi, (İstanbul, İletişim, 2006).
ÇİĞDEM, Ahmet: Taşra Epiği, (İstanbul: Birikim, 2001).
ÇUFALI, Mustafa: Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Dönemi, (Ankara: Babil,
2004).
DEMİR, Ömer; Mustafa ACAR: Sosyal Bilimler Sözlüğü, (Ankara: Adres
Yayınları, 2005).
DEMİRCİ, Aliyar: “Ahmet Emin Yalman”, Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce: Liberalizm, (Ankara; İletişim, 2005).
DEMİRCİ, Aliyar: “Ali Fuad Başgil”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce:
Liberalizm, (Ankara; İletişim, 2005).
“Dil Meselesi Hakkında”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 5, (Mart 1949)
Dil Meselesi Hakkında Beyanname, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti Neşriyatı, 1949)
EMRENCE, Cem: 99 Günlük Muhalefet: Serbest Cumhuriyet Fırkası,
(İstanbul: İletişim, 2006)
ERDOĞAN, Mustafa: “Klasik Liberalizmde Birey, Topluluk, Toplum”,
Liberal Toplum, Liberal Siyaset içinde, (Ankara; Siyasal Kitapevi, 1998)
136
ERDOĞAN, Mustafa: “Liberalizm ve Türkiye’deki Serüveni”, Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce: Liberalizm, Ed. Murat Yılmaz, (Ankara:
İletişim, 2005)
ERDOĞAN, Mustafa: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, (Ankara: Liberte,
2001).
ERDOĞAN, Mustafa: “Türkiye’de Siyasal Sistem ve Demokrasi”, Yeni
Türkiye, Eylül-Ekim 1997.
Felsefe Sözlüğü, (Ankara; Bilim Sanat Yayınları, 2002).
FRIEDMAN, Milton: Kapitalizm ve Özgürlük (İstanbul: Altın Kitaplar,
1988).
FORMANI, Robert L.: “Adam Smith Capitalism’s Prophet” Economic
Insights, (Dallas; vol: 7).
GÖKALP, Mehmet: Haksızlıklar Karşısında Susmayan Âlim: Ord. Prof. Dr.
Ali Fuad Başgil, (Ankara: Santral Yayınevi, 1963).
GÖZE, Ayferi: Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, (İstanbul: Beta, 1998).
HAYEK, Friedrich A. von: Hukuk, Yasama ve Özgürlük: Kurallar ve
Düzen, (?, İş Bankası Kültür Yayınları).
HAYEK, Friedrich A. von: Kölelik Yolu, (Ankara: Liberte, 1999).
HAYEK, Friedrich A. von: “Liberal Bir Sosyal Düzenin İlkeleri”, Sosyal ve
Siyasal Teori, Ed. Atilla YAYLA, (Ankara, Siyasal Kitapevi, 1999).
137
HAYEK, Friedrich A. von: “Neden Muhafazakâr Değilim”, Liberal
Düşünce, 34, (Ankara: Bahar 2004).
HEYWOOD, Andrew: Siyaset, (Ankara: Liberte, 2006).
HEYWOOD, Andrew: Political Ideologies, (New York; Palgrave
Macmillan, 2003).
HEYWOOD, Andrew: Political Theory: an Introduction, (New York: St.
Martin’s Press, 1999).
Hür Fikirler Mecmuası, 1, 4, (Şubat 1949).
Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’nin Beyanname ve Esas Nizamnamesi;
(İstanbul: 1949).
“Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Beyannamesi”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 1,
(Kasım 1948).
“Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”, Yeniden Doğuş, 29–30, (Ağustos 1947).
İNSEL, Ahmet: “Türkiye’de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi”, Modern
Türkiye’de Siyasî Düşünce. Liberalizm, (İstanbul: İletişim, 2005).
KARAKOYUNLU, Yılmaz: “İkinci Meşrutiyet Liberalizmi”, Yeni Türkiye, 25,
(Ocak-Şubat 1999).
KARPAT, Kemal: Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel
Nedenler, (İstanbul: AFA, 1996).
KIŞLALI, Ahmet T.: Siyasal Sistemler, (Ankara: İmge, 2003).
138
KÜÇÜKÖMER, İdris: Batılılaşma Düzenin Yabancılaşması, (İstanbul;
Bağlam, 2002).
LEE, Dwight R.: ”Freedom of the Prize”,
http://www.fee.org/publications/the-freeman/article.asp?aid=1829
LEWİS, Bernard: Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, (Ankara:
Türk Tarih Kurumu, 2000).
LİPSON, Leslie: The Great Issues of Politics: an Introduction to Political
Science, (New York: Pearson Education – Prentice Hall, 1997)
LIPPMAN, Walter: “Şahsın Masuniyeti”, Hür Fikirler, 1, (Ankara: Kasım
1948).
MITCHELL; Wesley: Types of Economic Theory Vol: 1 and 2, (New York;
Agustus Kelley, 1967).
MOUFFE, Chantal: Demokratik Paradoks, (Ankara: Epos, 2002).
NADİ, Nadir: “İki Demokrasi Örneği”, Cumhuriyet, 2 Haziran 1945.
OKANDAN, Recai G.: Umumî Amme Hukuku, (İstanbul; İstanbul
Üniversitesi Yayınları,1976)
OKYAR Osman: Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: Fethi Okyar’ın Anıları,
(Ankara; İş Bankası Kültür Yayınları, 1997)
OKYAR, Osman: “Liberalizm ve Türkiye”, Yeni Türkiye, 25, (Ocak-Şubat
1999).
ÖZ, Esat: “Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Süreci”, Liberal Düşünce, I, 3,
(Yaz 1996).
139
ÖZEL, Hüseyin: “Liberalizmin Ütopyacı Toplum Tasarımı”, C.Ü. Sosyal
Bilimler Dergisi, cilt: 26, No: 1, (Sivas: Mayıs 2002).
ÖZİPEK, Bekir B.: Muhafazakârlık, (Akara: Liberte, 2004).
ÖZGÜR, Faruk: “Demirkırat’ın Sonu”,
http://www.liberal-dt.org.tr/index.php?lang=tr&message=article&art=363
RAYNAUD, Philippe; Stephane RİALS (Haz): Siyaset Felsefesi Sözlüğü,
(İstanbul: İletişim, 2003).
POLANYİ, Karl: Büyük Dönüşüm, (İstanbul: İletişim, 2000).
Prens SABAHATTİN: “Görüşlerim: İki Meslek”, Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce. Liberalizm, (İstanbul: İletişim, 2005).
ROGGEVEN, Sam: “Neden Liberal Değilim”, Liberal Düşünce, 34,
(Ankara: Bahar 2004).
ROWLEY, Charles K.: “Klasik Liberalizmde Yaşayan ve Ölen Nedir?”
Liberal Düşünce, 8, (Güz 1997).
RUSSELL, Bertrand: Batı Felsefesi Tarihi: Aydınlanma Çağı, (İzmir: İlya
Yayıncılık, 2001).
SABINE, George: Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, (İstanbul: Cem
Kültür, 2000).
SARTORİ, Giovanni: Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, (Ankara: Yetkin
Yayınları,1996).
140
SAVCI, Bahri: ”Demokrasi Müesseselerini Tanıma Noksanımız”, Hür
Fikirler, 2, (İstanbul: Aralık 1948).
SKOUSEN, Mark: Modern İktisadın İnşası, (Ankara: Liberte, 2003).
SMITH, Julie: “Liberal Unit: The Origins of Liberal International”, Journal
of Liberal Democrat History, 17, (Winter 1997–1998).
Son Posta, 8 Ocak 1946.
Son Posta, 2 Ekim 1947.
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi; (İstanbul; Risale, ?).
Şahıs Hürriyeti ve Bunun Teminatı Hakkında Beyanname, (İstanbul, Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti Neşriyatı, 1949).
TANNENBAUM, Donald; David SCHULTZ: Siyasi Düşünce Tarihi:
Filozoflar ve Fikirleri, (Ankara; Liberte, 2005).
Tasvir, 2 Ekim 1947.
Tasvir, 19 Ekim 1947.
TİMUR, Taner: Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, (Ankara; İmge,
2003).
THOMSON, David: Siyasî Düşünce Tarihi, (İstanbul: Şule, 1997).
TUNAYA, Tarık Zafer: Türkiye’de Siyasal Gelişmeler, (İstanbul; Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2003).
TUNAYA, Tarık Zafer: Türkiye’de Siyasî Partiler, (İstanbul; Arba, 1952).
141
“Türkçe Meselesi”, Hür Fikirler Mecmuası, 1, 4, (Şubat 1949).
TÜRKKAN, Erdal: “Piyasa Mekanizması ve İşleyebilir Rekabet”, Sosyal ve
Siyasal Teori, Ed. Atilla YAYLA, (Ankara, Siyasal Kitapevi, 1999).
TÜRKÖNE, Mümtaz’er (Ed): Siyaset, (Ankara: Lotus, 2005).
TÜRKÖNE, Mümtaz’er: “Tanzimat’ın Sonu” Türk Modernleşmesi içinde,
(Ankara; Lotus, 2003).
Üniversite Kürsülerine Tedris Hürriyeti, (İstanbul: Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti Neşriyatı, 1948).
WALLERSTEIN, Immanuel: Liberalizmden Sonra, (İstanbul: Metis, 2003).
Vatan, 11 Şubat 1946.
Vatan, 2 Ekim 1947.
Vatan, 28 Kasım 1947.
Vatan, 1 Şubat 1948.
Vatan, 12 Ocak 1949.
Vatan, 16 Ocak 1949.
Vatan,16 Aralık 1949.
Vatan, 19 Şubat 1950.
142
YALMAN, Ahmet Emin: Berraklığa Doğru, (İstanbul, Hür Fikirleri Yayma
Neşriyatı, 1957).
YALMAN, Ahmet Emin: Devlet Kültür Armağanı, (Ankara, 28 Kasım 1971)
YALMAN, Ahmet Emin: Gerçekleşen Rüya, (İstanbul: 1938, Tan
Matbaası)
YALMAN, Ahmet Emin: “Liberallik Modası Geçmiş Bir Gidiş midir?” Hür
Fikirler, 2, (İstanbul: Aralık 1948).
YALMAN, Ahmet Emin: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim 1
(1888–1918), (İstanbul, Yenilik Basımevi, 1970)
YALMAN, Ahmet Emin: Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim IV
(1945–1970), (İstanbul: Yenilik Basımevi, 1970)
YALMAN, Ahmet Emin: Yarının Türkiye’sine Seyahat, (İstanbul, 1944,
Vatan Matbaası)
Atilla YAYLA: Fikir Hareketleri ve Liberal Düşünce Topluluğu, (Ankara:
Liberte, 2003).
YAYLA, Atilla: “Liberalizm ve Türkiye” Liberal Bakışlar içinde, (Ankara;
Liberte 2000).
YAYLA, Atilla: Liberalizm, (İstanbul; Plato,2003).
YAYLA, Atilla; Mehmet SEYİTDANLIOĞLU: “Türkiye’de Liberalizm”,
Liberal Düşünce, (Bahar-Yaz, 1998).
YILDIRIM, Ergün: Batıcılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin
Yalman, (İstanbul, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1991).
143
YUMER, Ruhdan: “Hayekçi Liberalizmin Temel İlkesi”, Sosyal ve Siyasal
Teori, Ed. Atilla YAYLA, (Ankara, Siyasal Kitapevi, 1999).
ZÜRCHER, Eric Jan: Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasal Muhalefet:
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924–1925), Çev: Gül Çağalı Güven
(İstanbul: İletişim, 2003).
ZÜRCHER, Eric Jan: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; Çev. Yasemin
Sanem Gönen, (İstanbul: İletişim, 2002)
http://en.wikipedia.org/wiki/Mercantilism
144
EKLER
EK 1. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ ESAS NİZAMNAMESİ
Cemiyetin: Adı, merkezi ve mahiyeti Madde 1. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti adıyla merkezi İstanbul olmak
üzere, bir cemiyet kurulmuştur. Cemiyet ilmi mahiyettedir. Siyasetle
meşgul olmaz.
İkametgâhı
Madde 2. Cemiyetin şimdilik ikametgâhı: Yeni Valide Han No 19.
Mevzu ve Gayesi
Madde 3. Cemiyetin ana gayeleri şunlardır:
a) Hürriyet sevgisini ve yüksek hak telakkilerini en geride
kalan memleket köşelerine ve halk tabakalarına kadar yaymaya;
b) Hak ve hürriyet seven vatandaşlar arasında sıkı bir fikir
dayanışması ve ülkü biriliği yaratmaya;
c) Memlekette hür fikir ve müesseselerin inkişafına, hür ve
serbest düşünme zevk ve istidadının gelişmesine;
d) İçtimaî terbiye ve ahlak kaidelerini kuvvetlendirmeye ve
kıymet ölçülerini yükseltmeye çalışmaktır.
e) Her türlü totaliter ideolojilerle ve hür fikir ve müesseselere
düşmanlık gösteren taassuplarla mücadele etmektir.
145
Çalışma Tarz ve Vasıtaları
Madde 4. Cemiyet yukarda gösterilen gayelerine konferanslar,
münakaşa, münazara ve müsabakalar tertiplemek; kitap, broşür, gazete,
mecmua ve beyanname neşretmek gibi fikrî ve ilmî vasıtalarla ulaşmaya
çalışır.
Şubeleri:
Madde 5. Cemiyetin şimdilik şubesi yoktur. İleride azadan en az
yirmibeş kişinin yazılı isteği üzerine, herhangi bir yerde şube açılmasına
umumi heyetçe karar verilir. Bu takdirde Cemiyetler Kanunun 4’üncü
maddesi gereğince hareket olunur.
Müessisleri:
Madde 6. cemiyetin müessisleri, aşağıda isim ve sıfatları alfabe
sırasıyla gösterilen zatlardır:
1) Adakan, Enver. Yüksek Mühendis; TC; Göztepe Çiftehavuzlar, No. 44.
2) Ağaoğlu, Süreyya. Avukat; TC; Maçka, Teşvikiye, Ihlamur cad. No. 29.
3) Apaydın, Burhan. Hukuk fakültesinde Asistan; TC; Belediye Piyerloti cad.
Göktaş sokağı No. 2 İsmet Apartmanı.
4) Başgil, Ali Fuad. Hukuk Fakültesinde Ordinaryüs Profesör, TC;
Kızıltoprak, Bağdat cad. No. 200/1.
5) Belger, Nihat Reşat. Tıp Fakültesinde Ordinaryüs Profesör; TC; Taksim,
Sıraselviler No. 75, Hulusi Bey Apartmanı.
6) Benderli, Muvaffak. Avukat; TC; Maçka Teşvikiye, Kâğıthane cad. 69/3
Cemiliye Apartmanı.
7) Emeç, Selim Ragıp. Son Posta Gazetesi sahibi; TC; Kadıköy, Suadiye
İskelesi, Selim Ragıp Köşkü.
8) Erel, Şinasi Hakkı. Tıp Fakültesinde Profesör; TC; Taksim, Cumhuriyet
cad. No. 15, İstiklal Apartmanı.
146
9) Fındıkoğlu, Z. Fahri. İktisat Fakültesinde Profesör; TC; Maçka, Ihlamur
cad. Mine Apartmanı.
10) Görey, Yavuz. Heykeltıraş; TC; Kadıköy, Devriye Sokağı, 22. Moda.
11) Hotinli, Rauf Ahmet. Eski Milletvekili; TC; Vali Konağı cad. No. 101.
12) Kazancıgil, Tevfik Remzi. Tıp Fakültesine Profesör; TC; Taksim, T. Ağası
Sokağı 17–19.
13) Meto, Raif Necdet. Muharrir; TC; Taksim Mete cad. Süren Apartmanı No.
10.
14) Okyar, Osman Fethi. İktisat Fakültesinde Asistan; TC; Şişli, Rumeli cad.
No.32.
15) Sebük, M. Ali. Avukat; TC; Fatih, Mutemet Sokağı No. 27.
16) Yalman, Ahmet Emin. Vatan Gazetesi Başmuharriri; TC; Nişantaşı, Emlak
cad. Güney Apartmanı.
Azaları:
Madde 7. Cemiyeti aslî ve fahrî iki türlü azası vardır.
Fahrî Aza:
Maddde8. Cemiyetin gayelerine maddi veya manevi büyük
yardımlarda bulunan kimseler, idare heyeti kararı ile fahri azalığa kabul
olunur.
Aslî Aza: Madde 9. Cemiyetler Kanununun tayin ettiği şartları haiz olan ve
cemiyetin ana gayelerini benimseyen sıfat ve siyreti temiz her Türk
vatandaşı cemiyete aza olabilir.
147
Cemiyete Giriş
Madde 10. Aslî aza sıfatıyla cemiyete girmek isteyen, müracaat
ederek, cemiyetten kendisine verilecek bir talepnameyi doldurup imza
eder. İstekli hakkında idare heyeti tarafından gerekli incelemeler
yapıldıktan sonra kabul veya reddine karar verilir.
Cemiyetten Çıkma
Madde 11. Cemiyetten çıkma serbesttir. Yalnız çıkmak isteyen azanın
bunu yazıl olarak idare heyetine bildirmesi lazımdır.
Cemiyetten Çıkarılma Madde 12. Cemiyetin gayelerine aykırı hareket ettiği sabit olan aza,
idare heyeti kararıyla cemiyetten çıkarılır. Çıkarılan azanın ilk umumî
heyet toplantısında bu karara karşı itiraz hakkı mahfuzdur.
Umumî Heyetin Teşekkülü
Madde 13. Cemiyetin umumî heyeti asil azanın hepsinden teşekkül
eder ve mutat üzere, her senenin ocak ayının ilk onbeş günü içinde
toplanır. Toplantı günü, vakti, yeri ve gündemi azalara en az üç gün evvel
iki gazetede ilan olunmak suretiyle bildirilir.
Madde 14. Umumî heyet teşekkül etmiş olmak için, cemiyet azasının
yarısından bir fazlasının toplantıda hazır bulunması şarttır. İlk toplantıda
bu ekseriyet elde edilmezse, bunu takip eden haftanın aynı gün ve
saatinde yapılacak ikinci toplantıya gelmiş olan aza mevcudiyetiyle umumî
heyet teşekkül etmiş olur.
Ekseriyet elde edilmemek yüzünden umumi heyet toplantısı geri
bırakıldığı takdirde, yukarıdaki şartlar dâhilinde ve geri kalma sebebi
148
bildirilmek suretiyle yeniden ilan yapılır. Umumî heyet toplantısı hiçbir
sebeple bir defadan fazla geri bırakılamaz.
Madde 15. Umumî heyet, ancak kendisine sunulan gündemde mevcut
maddeleri müzakere eder ve karar verir.
Şu kadar ki, azanın en az yirmide biri tarafından müzakeresi istenilen
hususların gündeme ilavesi mecburidir.
Umumî heyet kararları toplantıda hazır bulunmayan azalara birer
mektupla bildirilir.
Vazife ve Salâhiyetleri
Madde 16. Umumi heyetin vazife ve salâhiyetleri şunlardır:
a) İdare heyeti senelik raporunun müzakeresi,
b) Geçen devreye ait hesaplarla tanzim edilen bütün raporların
tetkiki ve cemiyet bütçesinin tasdiki.
c) Eski idare heyetinin ibrası,
d) Yeni idare heyeti ve iki murakıbın seçilmesi,
e) İcabında esas nizamnamenin tadili,
f) Cemiyetin feshi.
Müzakere Usulü
Madde 17. Umumî heyet müzakereleri, idare heyeti reisi ve
bulunmadığı takdirde reis vekili tarafından açıldıktan sonra; umumî
heyetçe seçilecek bir reis ve bir reis vekili ve iki kâtip tarafından idare
olunur.
Umumî heyet kararları, toplantıda bulunan azanın yarısından bir fazla
ekseriyetle verilir. Reylerde beraberlik halinde reisini bulunduğu taraf
ekseriyet kazanmış sayılır.
149
Bundan esas nizamnamenin tadili ve cemiyetin feshi kararları
müstesnadır. Bu hususlardaki kararlar mevcut azanın en az üçte iki
ekseriyetiyle verilir.
Fevkalade Toplantı
Madde 18. İdare heyeti, lüzum gördüğü durumlarda yahut cemiye
azasının en az beşte birinin yazılı isteği üzerine umumî heyeti fevkalade
toplantıya davet eder.
Murakabe
Madde 19. Umumî heyetçe aza arasından seçilecek iki murakıp,
cemiyetin yıllık hesaplarını tetkik eder. Murakıpların hazırlayacakları rapor
umumî heyetin senelik mutat toplantısına sunulur.
İdare Heyeti
Madde 20. İdare heyeti, umumî heyet tarafından gizli rey ve mutlak
ekseriyetle bir yıl için seçilecek bir reis ve reis vekiliyle yedi azadan
terekküp eder. Müddeti biten reis ve azalar tekrar seçilebilir. İdare heyeti
kendi azası arasından bir umumî kâtip ve bir muhasip ve veznedar seçer.
Yedek Aza
Madde 21. Umumî heyetçe ayrıca üç yedek aza seçilir. İdare heyeti
azalığından birinin inhilâli halinde yedek azadan en çok oy almış olan
bunun yerine geçer.
150
Umumî Kâtip
Madde 22. Umumî katip cemiyetin bütün yazı ve muhabere işlerini
idare eder ve, bulunmadıkları zamanlarda, reis ve reis vekili vazifelerini
görür.
Muhasip ve Veznedar
Madde 23. muhasip ve veznedar cemiyetin bütün para ve hesap
işlerini tanzim ederler ve usulü dairesinde defterleri tutarlar.
Azalar
Madde 24. Azalar idare heyeti tarafından verilen vazifeleri yapar ve
toplantılarda hazır bulunurlar.
İdare Heyetinin Mutat ve Fevkalade Toplantısı
Madde 25. İdare heyeti her ayın ikinci ve sonuncu haftalarında mutat
üzere toplanır.
Reis, lüzum gördüğü takdirde veya azadan üçünün teklifi üzerine idare
heyeti her zaman toplantıya davet olunabilir. İdare heyeti kararları
ekseriyetle verilir.
İnhilâl Vukuu
Madde 26. Reis herhangi bir sebeple çekildiği takdirde, yerini reis vekili
alır ve bir yedek aza idare heyetine girer. İdare heyetinin yarıdan fazlası
istifa ederse, umumî heyet fevkalade toplantıya davet edilerek yeni idare
heyeti seçilir.
151
Cemiyetin Geliri
Madde 27. Cemiyetin geliri aza aidatı, hakiki ya da hükmî şahışlarca
yapılacak teberrular, müsamere ve konferans hasılatı ve neşriyattan temin
olunacak kardan ibarettir.
Aza Aidatı
Madde 28. Asli aza senede on iki liradan aza ve yüz yirmi liradan çok
olmamak üzere aidat veriri. Aidat birden yatırılabileceği gibi, idare
heyetince kararlaştırılacak nispet dairesinde taksitle de ödenir.
Teberru ve piyango gibi kaynakları, ilgili kanun hükümlerine göre
düzenlenir.
Sarfiyat
Madde 29. Cemiyet sarfiyatı idare heyeti kararıyla ve bütçe imkanları
dairesinde yapılır.
Yüz liraya kadar olan sarfiyat umumî kâtip ve veznedarın müşterek
mesuliyeti ve imzasıyla yapılır. Bundan fazla sarfiyat için önceden reis ve
reis vekilinden izin alınması ve sarf ilmühaberinin imza ettirilmesi lazımdır.
Madde 30. Cemiyetin yüz liradan fazla parası milli bir bankaya tevdi
edilir. Para reis veya reis vekiliyle veznedarın müşterek imzasıyla yatırılır
ve alınır.
152
Defterler
Madde 31. Cemiyetler kanunu hükümleri dairesinde, aza, karar, gelen
ve giden evrak, masraf ve gelir defterleriyle diğer lüzum görülen defteler
tutulur.
Fesih veya İnfisah Halinde
Madde 32. Cemiyetin feshi veya infisahı halinde bütün varı, Veremle
Mücadele Cemiyeti’ne ait olacaktır.
Muvakkat Hükümler
Madde 33. Umumî heyetin ilk toplantısına kadar aşağıda isim ve
sıfatları yazılı zatlar cemiyetin muvakkat idare heyetini teşkil edeceklerdir.
Reis: Ord. Prof. Ali Fuad Başgil
Reis vekili: Prof Nihat Reşat Belger
Enver Adakan (Yüksek Mühendis)
Mehmet Ali Sebük (Avukat)
Süreyya Ağaoğlu (Avukat)
Burhan Apaydın (Asistan)
Yavuz Görey (Heykeltıraş)
Osman Fethi Okyar (Asistan)
Muvaffak Benderli (Avukat)
153
EK 2. HÜR FİKİRLERİ YAYMA CEMİYETİ BEYANNAMESİ
Merkezi İstanbul olmak üzere “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti” adıyla bir
fikir ve kanaat birliği kurmuş ve, aşağıdaki esaslar dairesinde,
hazırladığımız nizamnameyi ait olduğu makama sunmuş bulunuyoruz.
Cemiyetin, şimdilik, İstanbul dışında şubesi yoktur. İleride,
nizamnamede gösterilen şartlar uyarınca vâki olacak teklif ve teşebbüs
üzerine, umumî heyet kararıyla, memleketin belli başlı kültür merkezlerinde
şube açılabilecektir.
Cemiyet, politika cereyanlarının ve parti mücadelelerinin dışında
kalmayı ve gayelerine, sırf inandığı prensipler üzerinde, fikir münakaşasına
ve kalem mücadelesine girişmek suretiyle yürümeyi vazife edinecektir. Bu
yolda çalışma vasıtalarımız, konferanslar, münazara ve müsabakalar
tertiplemek; mecmua, broşür, bülten ve kitap neşretmek olacaktır. Gerek
memleket içinde ve gerek hariçte, cemiyetin gaye ve prensiplerine uygun
surette çalışan teşebbüs ve teşekküllerle mesaî ortaklığı yapmaktan şeref
duyarız.
“Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti” sıfat ve siyreti temiz her Türk vatandaşa
açıktır. Ve cemiyete âzâ olmak için, kanunî şartlardan başka, ayrıca bir
hususiyet aranmaz. Elverir ki, bize katılacaklar, bizim gaye ve
prensiplerimizi samimiyetle benimsemiş ve hürriyet nuruna doğru bizimle
beraber sadakatle yürümeğe karar vermiş olsun.
Böyle bir cemiyet kurmağa lüzum gördük ve bu günün gerek memleket
içi şartları ve gerek dünya vukuatı karşısında buna şiddetle ihtiyaç duyduk.
Zira, bugün artık aklı eren herkesçe bilinmiş olsa gerektir ki, senelerden
beri milletleri felâketten felâkete sürükleyen ve milletler içinde milyonlarca
insan ferdîni, klik menfaati üzerine mahkûm eden âmillerin başında yer yer
türeyen hak ve hürriyet düşmanı ideolojiler gelmiştir silahlı harbin çoktan
154
sona ermiş olmasına rağmen, bugün hâlâ milletlerin emniyetlerini geleceğe
dair olan huzur ve sükûn ümitlerini tehdit altında bulunduran ve
memleketlerde kargaşa, açlık ve her çeşit sefalet yaratan başlıca âmil de
ayni ideolojilerdir. Hakikatlerin en açıklarını bile safsatacı bir mantık ile
gizlemek ve dürüst düşünen insanların akıl erdiremeyeceği şeytanî hilelere
başvurmak suretiyle tutunan bu ideolojiler, gölgesine sığındıkları totaliter
sistemleri yaşatmak için, bir taraftan liberal fikir, prensip ve müesseseleri
çürütüp yıkmaya, diğer taraftan da medenî ve insanî hak telâkkilerini ve
yüksek hürriyet idealini kirletip gözden düşürmeye çalışmaktadır.
Dünya milletleri içinde birer avuç profesyonel politikacı zümrenin temsil
ettiği bu sağcı ve solcu totalitarizmin zehir püsküren propagandaları
karşısında, her memlekette birer büyük ekseriyet teşkil eden hak ve
hürriyet seven insanların durumuna gelince; maalesef bu durumu tasvip
etmek zorundayız. Gerçi fenalıklara karşı alınan bu durumun cezasını
insanlık, hususiyle sekiz senedenberi, çekmekte olduğu acılarla ödemiş
bulunuyor. Fakat buna rağmen, hâlâ nemelâzımcılıkta devam edilmesi,
olup bitenlerden kâfi bir intibah dersi alınmamış olmasının delilidir. Eğer bu
lâkaytlık ekseriyetin sayıca kuvvetine ve ağırlığına güvenmekten doğan
yersiz bir iyimserlikten ileri geliyorsa, bilmelidir ki teşkilatlanmayan bir halk
ekseriyeti, ne kadar büyük olursa olsun, sade bir kalabalıktan ibaret
kalmağa ve günün birinde, teşkilatlı ve cüretli bir zümrenin esaretine
düşmeğe ergeç mahkûmdur. Hakkın yüceliğine ve hürriyetin mesut
neticelerine inanan insanların fenalıklara karşı lâkayt durmaya ve
nemelâzım deyip geçmeye hakları yoktur. Her birimizin boynunda yalnız
nefsimizin değil, nesillerimizin de vebali vardır. Bu fânî hayatta işimiz
sadece günümüzü yaşamak ve kendimizi düşünmek değildir. Geçmiş ve
gelecek nesilleri insanlık ve medeniyet yolunda birbirine bağlamak ve hür
millet zincirinin bir halkası olmak da vazifemizdir. Kötülüklere seyirci
kalmak hem kötülüğe rıza göstermek ve ona lâyık olmaktır; hem de
kötülerin kötülük yolundaki cüret ve cesaretlerini arttırmaktır.
155
Sağcı ve solcu her çeşit totaliter taassupların insanlığa karşı reva
gördüğü fenalıkları burada sayıp dökmekte bir fayda görmüyoruz. Bunları
Birinci Dünya Harbi sonrasından bugüne kadar dehşetle şahit olduğumuz
vukuat yeter derecede göstermiştir. Fakat bu vukuat şunu da göstermiştir
ki, bu fenalıklardan korunmanın en müessir çaresi, hak ve hürriyet seven
insanların bu sevgiyi halkın en geride kalan tabakalarına kadar aşılayıp
yayması, iyilik ve insanlık ülküsü mihveri üzerinde birleşip teşkilâtlanması
ve hürriyet dâvasını hür vicdanlar birliği kuvvetine istinat ettirmesidir. Hak
ve hürriyet, bu dünyanın her büyük nimeti gibi, ancak bu kuvvetle, medenî
cesaret ve feragatle elde edilip korunabilir.
Hülâsa, devrin totaliter rejim istidatları ve propaganda hücumları
karşısında iyi niyetli insanların birleşmesi ve hak-hürriyet müdafaası
uğrunda tek bir fikir cephesi teşkil etmesi bugün artık medenî ve insanî bir
vazife olmuştur. işte “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti” bu vazifeyi yerine
getirmek isteyen vatandaşlara bir hizmet kadrosu ve bir faaliyet muhiti
olmak üzere kurulmuştur.
İlk Gayemiz, hak ve hürriyet seven vatandaşlar arasında sıkı bir tesanüt
ve ülkü birliği yaratmak ve bu sâyede, nimetlerin en mukaddesi olan
hürriyet nimetini, ister sağcı ister solcu bütün totaliter düşmanlarına karşı
elbirliğiyle müdafaa edip korumaktır. Hürriyet sevgisini, yüksek hak
telâkkilerini en geride kalan halk tabakalarına kadar yaymaktır. Memlekette
hür ve serbest düşünme zevk ve istidadının gelişmesine hizmet etmektir.
Aramızda karşılıklı saygı duygularını kuvvetlendirmeye, içtimaî ve ahlâkî
kıymet ölçülerimizi yükseltmeye çalışmaktır. Milli câmiada muvazeneli ve
devamlı bir terakki hareketinin muhtaç olduğu temelleri ve esas şartları
belirtmek ve bu şartları gerçekleştirme yolunda yürümektir.
İkinci bir gayemiz de, dünya yüzünden totaliter usullerle bunlara temel
teşkil eden dar ruhlu ideolojilerin yarattığı zâlim taassupların kalkmasına
yardım etmek ve bu sâyede, medenî insanlığı tehdit eden gerilik ve
barbarlık tehlikesini önlemeye çalışmaktır. Hal ve istikbalin emniyetsizlik ve
156
huzursuzluk karanlığını yüksek hak ve hürriyet ideali meşalesiyle yeniden
aydınlatmaya karar veren dünya liberalleri safında yer almak ve insanlığın
binlerce asırlık tarih boyunca karınca sabrıyla biriktirip vücuda getirdiği
moral medeniyeti müdafaa edenler ordusuna, küçük de olsa, bir kuvvet
hissesi katmaktır.
Bu gayelere erişmek için, faaliyetlerimize hareket noktası ve istikamet
ibresi teşkil eden prensip-kanaatler şunlardır:
1- İnsan akıl nuruna ve irade kudretine sahip, iyiyi ve kötüyü
seçme istidadı ve hareketlerinin mesuliyetini duyma kabiliyetiyle mücehhez
bir mahlûktur. Binaenaleyh cemiyette asıl olan, herkesin hakka ve hürriyete
ehil addolunmasıdır. Hilafı sabit oluncaya kadar, her ferdîn kanun
hükümleri ve ahlâk ölçüleri dairesinde hareket edeceği kabul olunur.
2- Kimse kanunların emretmediği bir işi yapmağa ve
emretmediği bir hareketi yapmamağa cebrolunamaz.
3- Cemiyetin hakiki temeli, insan şahsına ve vatandaşların
emekleri mahsulü olan şeyler üzerindeki tasarruf haklarına ve aileye
saygıdır. Hükümetlerin ilk ve en esaslı vazifesi, camiada bu saygının
hükümran olmasını sağlamaktır.
4- Ferdîn bedenî, fikrî ve manevî kuvvet ve kabiliyetlerini aklının
erdiği ve gücünün yettiği yolda serbestçe inkişaf ettirmeğe ve bu hususta
cemiyetten himaye görüp müsavi imkânlara malik olmağa hakkı vardır.
5- Cemiyet nizamının fazilet, ehliyet, sây ve hizmet esasları
üzerine oturması ve içtimaî ıstıfa siyasetinin bu esaslara göre ayarlanması
lâzımdır.
157
6- İktisadî zaruret dolayısıyla iş hayatına atılma mecburiyetinde
kalan kadınların ve bilhassa analarla küçük yaştaki gençlerin emek, sıhhat
ve şereflerini muhafaza için cemiyetten himaye görmeğe hakları vardır.
7- Medeni bir cemiyet varlığı, otoriter bir tehdit ve cebre değil,
ancak fertlerin idrâk ve basiretine, vazife ve mesuliyet duygusuna olan
güvene dayanır. Böyle bir güvenden doğabilecek mahzurlar, otoriter bir
vasilik zihniyetinin yaratacağı fenalıklardan kat kat ehvendir.
8- Devlet, cemiyetin emniyet ve selâmetinin ancak bir vasıtası
ve umumî menfaatlerinin hâdimidir. Binaenaleyh devlet, vatandaşlar
camiasının üstünde ve umumî efkâr ve kanaatlerin dışında bir kudret
iddiasında bulunamayacağı gibi; fertlerin ana hak ve hürriyetlerine aykırı bir
gidiş de alamaz. Bu hak ve hürriyetler şunlardır:
a) İdare ve adliye cihazlarının kanunî istiklâli ve politika tesir ve
müdahalelerinden âzâde kalması sayesinde sağlam bir teminata bağlanan
şahıs hürriyeti;
b) Dinî ve felsefî vicdan hürriyeti;
c) Söz ve kalem hürriyeti;
d) Cemiyet kurmakta veya bazı cemiyetlere girip girmemekte tam
hürriyet;
e) Ferdîn dilediği mesleği seçme hakkı;
f) Kabiliyet ve arzuya göre; herkesin dilediği mektep veya
müessesede tahsil ve terbiye görmesi imkânının, doğuş ve servet
imtiyazları veya politika mülâhazalarıyla tahdide uğramaması ve şayet,
mevcut imkânlar mahdut ise, bu hususta yalnız meziyet ve istidadın süzgeç
teşkil etmesi;
g) Hususî meslek sahibi olmak ve ferdî teşebbüse geçmek hakkı;
h) Herkesin ihtiyacını memleket içindeki istediği kaynaklardan tedarik
etmesi serbestliği;
i) Hastalık, işsizlik, sakatlık ve ihtiyarlık gibi afetlere karşı korunma,
çocuk doğumu ve çocuk korunumuna dair yardım tedbirleri.
158
9- Bu haklara ve şartlara ancak hakikî hürriyet rejimiyle
varılabilir. Bu rejim ise ferdî hürriyetlerle gerçekleşebilir. Bu hürriyetlerin de
temeli ekseriyetin temsil ettiği millî iradenin hür ve samimi surette belirmesi
ve ekseriyet karşısındaki azınlıkların kanaat hürriyetlerine saygı ve
müsamaha gösterilmesidir.
10- İktisadî hürriyetin ortadan kalkması ve vatandaşların teşebbüs
ve sây serbestliğinin keyfî surette engellenmesi, siyasî hürriyeti yok ettiği
gibi iktisadî sefalet yaratan sebeplerin de başında gelir ister devlet
sermayedarlığı ve kontrolü ile, ister kartel ve tröstler gibi hususî inhisarlar,
açık veya kapalı menfaat gruplarıyla iktisadî hürriyetin yok edilmesine
taraftar değiliz.
Devletleştirmeyi ancak ferdî ve hususî teşebbüs sahası dışında
kalmasında hakikî ve millî bir zaruret olan işlerle iktisadî rekabetin faydalı
bir rol oynamasına ihtiyaç göstermeyen işlerde caiz görürüz. Bu işlerde de
gaye, kâr kasti değil, millî ihtiyaçların yapılmasını emrettiği bir hizmetin ifası
olmalıdır.
11- Cemiyet içinde umumî menfaatlerle hususî menfaatler
mütevazın ve ahenkli bir şekilde ayarlanmalıdır.
12- Çiftçi ve işçinin hayat şartlarını, mesken vaziyetini, çalışma ve
yaşama tarz ve imkânlarını devamlı bir surette ıslah etmek esastır ve millî
bir vazifedir. Sây ile sermayenin hakları, vazife ve menfaatleri birbirini
tamamlar. Binaenaleyh iş sahipleriyle işçilerin şuurlu bir müşavere
teşkilâtıyla işbirliği yapmaları içtimaî adalet şartlarının tahakkuku ve
sanayin ve dolayısıyla cemiyetin gelişmesi için hayatî bir şarttır.
13- Hürriyetin zarurî bedeli, hizmettir. Her hakkın mukabili olarak
bir vazife vardır. ferdî hürriyetten ve hür müesseselerden beklenen mesut
neticelerin elde edilebilmesi için; her vatandaşın diğer insanlara karşı bir
159
manevî mesuliyet hissi taşıması, vatandaş şahsında insanlığın şeref ve
haysiyetine saygı göstermesi ve cemiyetin müşterek işleriyle yakından
alâkalanıp cemiyet faaliyetlerine canlı bir surette katılması lâzımdır.
Gösterdiğimiz gayelerin tahakkuku; Türk vatandaşının bütün
kabiliyetlerini geliştirmesini, bütün haklarına fiilen sahip olmasını ve itibarla
medenî seviyesini bir kat daha yükseltmesini mümkün kılar. Bu gayeleri
benimseyen vatandaşları bu uğurda bizimle çalışmaya davet ediyoruz.
Bilen bilmeyene öğretmeyi vazife edinirse, umumî hayatımızda elbirliğiyle
geniş bir vatandaşlık mektebi yaratırız, haklarımızı koruruz, türlü türlü
içtimaî musibetleri bu sayede önleriz.
160
ÖZET
Türkiye siyasî hayatına 1980 sonrası politikalarla girdiği iddia edilen
liberalizm, sadece nev zuhur olmakla değil, kökü dışarıda yabancı bir akım
olmakla da mahkûm edilmeye çalışılan bir düşüncedir. Oysa bu iddianın
aksine, fikrî bir gelenekle mündemiç liberalizm Türk Siyasî hayatı içinde
önemli bir yere sahiptir. Bu miras içinde pek bilinmeyen bir örnek ise Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti’dir. HFYC, Türk liberalizm tarihinin, 1940’ların
ikinci yarısındaki kopuk halkasıdır. Bugüne kadar, Türkiye’de liberal
hareketler üzerine yapılan çalışmalar, gayelerini “dünyadaki liberal
oluşumlara Türkiye’den destek vermek” olarak ilan eden Cemiyet’i gözden
kaçırmıştır. Ancak, tabii ki HFYC Türk liberalizminin başlangıç noktası
değildir. Bunun için biraz daha gerilere gitmek gerekmektedir.
Liberal düşünce, diğer Batılı kavramlarda da olduğu gibi 19 yüzyılın
başında yaşanan Modernleşme-Batılılaşma akımıyla Osmanlı Aydının
ilgisini çekmiş bir kavramdır. Ancak o yıllarda liberalizm, bir siyasî ideoloji
olarak değil, tanzimat ve ıslahat kavramlarının bir yansıması olarak kabul
edilmişti. Lakin, 1900’lerin ilk çeyreğinde başlayıp Birinci Dünya Harbi’ne
kadar yaklaşık yüz yıl devam eden bu evrede, sistemli liberal bir hareketin
varlığı şüpheliyse de, ülkeye giren liberal kavramlar muhalefetin ve
siyasetin alanı genişletmiş ve güçlendirmiş, dolayısıyla sultan iktidarının
sınırlanmasını isteyen hareketler de kendini gösterebilmişti. II. Meşrutiyet’in
ilanından sonraysa, Prens Sabahattin, o güne kadar fazla görülmeyen bir
açıklıkla liberal prensiplere sahip çıkmaktaydı. Onun girişimleri ile
oluşturulan Ahrar Fırkası, İttihat ve Terakki’nin iktidarı tüm yönleriyle ele
geçiremediği 1908–1914 döneminde önemli bir siyasî aktör konumuna
yükseldi. Ancak, bu dönemden sonra Cumhuriyeti kuracak olan
kadrolarında içinde bulunduğu bir grubun gerçekleştirdiği baskınla
yönetimden uzaklaştırıldılar. Liberal fikirler de aynı akıbete uğradı ve
yaklaşık on yıl ülke gündeminden uzaklaştı.
161
Cumhuriyet’le birlikte, yönetime hâkim olan milliyetçi-devletçi yapı
karşısında zaman zaman liberal eğilimli hareketler görülmekteyse de, bu
hareketler birçok engel nedeniyle akamete uğradılar. 1925’de yaşanan
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tecrübesinin sonuçsuz kalmasında
olduğu gibi, 1930’daki Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın da temel sorunu
sadece CHP’ye değil “rejime” de muhalif olarak yaftalanmalarıydı. Bu ikinci
denemeden sonra ülke, İkinci Dünya Harbi ertesinde hem içeride hem de
dışarıda değişen koşulların sistem üzerindeki değişimi gerekli kılan
zorlamalarına kadar, sınırsız ve rakipsiz bir tek parti iktidarı dönemi yaşadı.
Sistem üzerindeki değişime yönelik çift kaynaklı etki, onu, sadece siyasî
anlamda zorlamıyor; sivil toplumda da yeni bazı açılımları mümkün
kılıyordu. Bu durum, daha önce tecrübe edilmeyen yeni bir süreci ifade
ediyordu: Çok partili siyasî hayat. Daha özgür bir siyasî ve sivil alanın
varlığını garantileyen bu süreç, Türk Siyasî hayatı ve liberalizm tarihi
açısından az bilinen bir oluşumun da kurulmasını mümkün kılmaktaydı.
1947’de liberal bir oluşum olarak teşekkül eden Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti, etrafında özgürlükçü ve demokrat simaları toplayarak kısa
sürede etkili bir enstitü gibi faaliyet göstermeye başladı. Cemiyet, Ali Fuad
Başgil’in kaleme aldığı ve siyasî açıdan pür liberal bir beyannameyle de
gaye ve ilkelerini ilan etmekteydi. Cemiyet, yaklaşık üç yıl güçlü faaliyetler
yürüttükten sonra, Cemiyet’in iki etkili ismi Ahmet Emin Yalman ve Ali Fuad
Başgil’in aralarındaki bir tartışma neticesinde fiilî olarak son buldu. Ancak,
kısa sayılabilecek bir dönemde yaptıkları sayısız panel ve toplantı,
neşrettikleri dokuz yayın ve 11 sayılık dergi, Cemiyet’i, hem Türk
demokrasisi hem de Türk liberalizmi için göz ardı edilmemesi gereken bir
konuma yükseltmektedir. Öte yandan Cemiyet, sadece faaliyetleriyle değil,
son bulmasına neden olan kırılmanın günümüz Türk liberalizmi üzerindeki
etkileriyle de özel bir anlam taşımaktadır.
162
ABSTRACT
Liberalism, which is claimed to have entered the Turkish political scene
with the policies followed after 1980s, is a way into thinking that is tried to
be condemned not only with coming into existence artificially, but also with
being a movement having its roots out of the country. However, contrary to
this claim, liberalism which has an intellectual tradition has a very
significant place in Turkish Political scene. Association for Spreading Free
Ideas, HFYC (Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti) is an example that is not
known very well. HFYC is a broken circle of history of Turkish liberalism in
the second half of 1940s. Until today, the studies on liberal movements in
Turkey have overlooked the association, which defined its aim as
“supporting the liberal formations in the world from Turkey.” On the other
hand, HFYC is not starting point of the Turkish liberalism. Thus, we should
look a little bit more backwards.
Liberal thinking is a concept, which aroused interest among Ottoman
Intellectuals with the movement of Modernization-Westernization
experienced at the very beginning of 19th century. But in those years,
liberalism was not considered as a political ideology, but as a reflection of
reform (Tanzimat) and improvement (Islahat) concepts. However, even if
the existence of a systematic liberal movement in this phase which started
at the first quarter of 19th century and continued for 100 years is uncertain,
the liberal concepts that entered the country, broadened the opposition’s
and politics’ domains and strengthened them, so, the movements
demanding restrictions on Sultan’s government could manifest themselves.
After the declaration of 2nd Constitutional Monarchy, Prince Sabahattin
was adopting liberal principles in such an open way that had never been
experienced before. Ahrar Fıkrası, which was formed with his efforts,
became a very significant political figure between 1908-1914 when İttihat
ve Terakki could not get the control of power absolutely. However, they
were removed from the government with a raid which was realized by a
163
group including the people who were to establish the Republic. Liberal
ideas had to face the same consequences and removed from the country’s
agenda for about 10 years.
With the establishment of the Republic, there were sometimes
movements inclined to liberalism against nationalist-state controlling
structure, but they could not succeed due to many obstacles. Like the
inconclusive Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası experience in 1925, the
main problem of Serbest Cumhuriyet Fırkası in 1930 was that they were
not only labelled as opposers of CHP, but also of the “regime.” After that
second attempt, Turkey experienced a limitless, unrivalled one party
government period until the post-2nd World War period conditions’
compulsions which made the changes in the system necessary. Those
conditions were changing in and out of the country,.
The double sourced effect directed to the change on system, was not
only constraining it in politically but also it made the new expansions in civil
society possible. This experience signified a new process that had not
been experienced before: multiparty political life. The process that ensured
the existence of a much more free political and civil life, paved way for a
formation that was not known very well in Turkish Political scene and
history of liberalism.
Association for Spreading Free Ideas formed in 1947 as a liberal
organization, gathered many liberalistic and democrat people and soon
began to function as an effective institute. The association declared its
aims and principles with a declaration which was completely liberal and
written by Ali Fuat Başgil. After the association had performed very
significant activities for three years, it disappeared from the political scene
when two highly influential members of the association, Ahmet Emin
Yalman and Ali Fuad Başgil, had an argument. However, the activities they
had performed in a very short time like numerous panels and meetings,
periodical consisting of 11 issues and the publications raise the association
164
to a position which should not be ignored for its positive effects both on
Turkish democracy and Turkish liberalism. On the other hand,the
association has a very precious meaning not only for its activities, but also
effects imposed on contemporary Turkish liberalism by its refraction that
had dissolved the formation.