t.c.tez.sdu.edu.tr/tezler/ts01981.pdf · 2020. 8. 20. · metoduna dayalı ve tarihselci bir...

210
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAKIMINDAN İBN HALDUN Muhammet İRĞAT 1140206001 DOKTORA TEZİ Danışman Doç. Dr. Nejdet DURAK ISPARTA - 2015

Upload: others

Post on 26-Jan-2021

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • T.C.

    SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

    SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

    FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

    TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAKIMINDAN İBN HALDUN

    Muhammet İRĞAT

    1140206001

    DOKTORA TEZİ

    Danışman

    Doç. Dr. Nejdet DURAK

    ISPARTA - 2015

  • userTypewritten Texti

  • iii

    (İRĞAT, Muhammet, Tarihselcilik Düşüncesi Bakımından İbn Haldun, Doktora

    Tezi, Isparta, 2015)

    ÖZET

    İbn Haldun, ilmî kişiliği bakımından İslâm düşünce tarihinde çığır açmış çok

    yönlü bir filozoftur. Onun Mukaddime adlı eseri, kendi alanında gelmiş geçmiş en

    büyük eser niteliğindedir. İbn Haldun’un, geleneği aşan, kritik-analitik düşünme

    metoduna dayalı ve tarihselci bir perspektifte ortaya koyduğu tarih ve toplum

    anlayışı, yakın dönem Batı medeniyetine ait tarihselcilik düşüncesinin entelektüel

    kodlarını içermekte ve adeta bu düşüncenin kaynağını teşkil etmektedir.

    19. yüzyıl Almanya’sında özellikle Wilhelm Dilthey’in öncülüğünde

    sistemleştirilen tarihselcilik düşüncesi, pozitivist bilgi ve bilim anlayışına karşı

    tarihsel bilgi ve tinsel bilim anlayışını savunan, insan doğası ve toplumun ancak

    tarihsel bir perspektiften anlaşılabileceğini ileri süren felsefî bir akımdır.

    İbn Haldun’a ait kavramsal çerçeve ve metodolojinin, tarihselcilik düşüncesi

    bakımından analiz edileceği söz konusu bu çalışmada,

    bir yandan İbn Haldun’a ait tarihselci bakışın genel özellikleri; diğer yandan

    da İbn Haldun’un, Batı kaynaklı bu düşünceyi hangi yönleriyle etkilediği konusunda

    tesbitler yapılacaktır.

    Anahtar Kelimeler: İbn Haldun, Wilhelm Dilthey, Tarih, Tarihsellik,

    Tarihselcilik, Tarih Felsefesi.

  • iv

    (IRGAT, Muhammet, Ibn Khaldun: In terms of Historicism Thought, Doctoral

    Dissertation, Isparta, 2015)

    ABSTRACT

    Ibn Khaldun is a philosopher who is a pioneer in Islamic history of thought

    and sophisticated in terms of scientific personality. His work called Muqaddimah is

    the greatest work ever in his field.

    Ibn Khaldun’s perception of history and society which is beyond tradition,

    based on method of critical-analytical thought and he put forward with the

    perspective of historicity includes intellectual codes of historicism thought belong to

    early western civilisation and consists source of this idea.

    The historicism thought which systemized in 19th

    century’s Germany

    especially pioneering Wilhelm Dilthey, is a philosophical doctrine which is argues

    historical knowledge and human scientific idea towards positivist knowledge and

    science, and human nature and society can be understood just only via historical

    perspective.

    In this study via analysing Ibn Khaldun’s concepts and methods in context of

    historicism thought, on the one hand will be detected general aspects of Ibn

    Khaldun’s historicity perspective on the other hand how effected Ibn Khaldun this

    western idea.

    Key Words: Ibn Khaldun, Wilhelm Dilthey, History, Historicity,

    Historicism, Philosophy of History.

  • v

    İÇİNDEKİLER

    YEMİN METNİ ......................................................................................................... ii

    ÖZET .......................................................................................................................... iii

    ABSTRACT ............................................................................................................... iv

    İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... v

    KISALTMALAR ..................................................................................................... vii

    GİRİŞ

    TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN KAVRAMSAL VE PROBLEMATİK

    ANALİZİ

    I. TARİH KAVRAMI .............................................................................................. 1

    II. TARİHSELLİK KAVRAMI ............................................................................... 5

    III. TARİHSELCİLİK KAVRAMI .......................................................................... 7

    IV. TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA ORTAYA ÇIKAN BAZI

    FELSEFÎ TARTIŞMALAR ................................................................................... 16

    A. Tümelci Felsefe-Tikelci Felsefe Karşıtlığı .................................................... 16

    B. Tarihsel Sürecin Yönü: Döngüsellik-Çizgisellik Tartışması ......................... 18

    C. Doğa Bilimleri-Tin Bilimleri Ayrımı ............................................................. 19

    BİRİNCİ BÖLÜM

    TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN TEMELLERİ

    I. FELSEFE-TARİH İLİŞKİSİ ............................................................................... 23

    A. Felsefî Düşüncenin Konusu Olarak Tarih ..................................................... 23

    B.Tarih Felsefesinin Oluşum Süreci ................................................................... 30

    1. Felsefe-Tarih İlişkisinin Kökeni: Efsaneye Dayalı Tarih Anlayışı ............. 31

    2. Antikçağ Yunan Felsefesi ve Tarih: Bilimsel Tarih Yazıcılığı’nın Ortaya

    Çıkışı ............................................................................................................... 34

    3. Felsefe-Tarih (Theoria-Historia) Karşıtlığı: Aristoteles Düşüncesinde

    Tarihin Yeri ..................................................................................................... 40

    4. Hellenistik Dönemde Felsefe-Tarih İlişkisi ................................................ 43

    5. Ortaçağda Hıristiyanlık, Felsefe ve Tarih İlişkisi ....................................... 46

    6. Aydınlanma’ya Geçiş: Rönesans ve 17. Yüzyıl’da Felsefe-Tarih İlişkisi .. 50

    a. Rönesans’ta Felsefe-Tarih İlişkisi ........................................................... 50

    b. 17. Yüzyıl’da Felsefe-Tarih İlişkisi ......................................................... 54

    7. Aydınlanma, Felsefe ve Tarih İlişkisi ......................................................... 57

    8. Aydınlanma’da İlerleme (Progressus/Progress) Düşüncesi ve Tarih .......... 60

  • vi

    C. Bir Disiplin Olarak “Tarih Felsefesi”nin Doğuşu .......................................... 64

    D. 19. Yüzyıl (Tarih Yüzyılı) ve Tarih Felsefeleri ............................................. 71

    1. Alman İdealizmi ve Tarih Felsefeleri ......................................................... 71

    2. Pozitivizm ve Tarihselcilik ......................................................................... 79

    E. Wilhelm Dilthey’de Tarihselcilik ................................................................... 82

    İKİNCİ BÖLÜM

    İBN HALDUN VE MUKADDİME

    I. İBN HALDUN’UN HAYATI VE ESERLERİ .................................................. 91

    A. İbn Haldun’un Hayatı .................................................................................... 91

    B. İbn Haldun’un Eserleri ................................................................................. 104

    II. İBN HALDUN’UN DÜŞÜNCESİNE ETKİ EDEN ENTELEKTÜEL ARKA

    PLAN .................................................................................................................... 106

    III. MUKADDİME’NİN İÇERİĞİ HAKKINDA GENEL BİR

    DEĞERLENDİRME ............................................................................................ 117

    A. İbn Haldun’un Tarihe Bilim ve Hikmet Nazarıyla Bakışı ........................... 121

    B. İbn Haldun’un Tarih Yazımında Uyguladığı Metotlar ................................ 125

    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

    İBN HALDUN’UN TARİHSELCİ YAKLAŞIMININ MUKADDİME’DEKİ

    ENTELEKTÜEL, METODOLOJİK VE KAVRAMSAL PERSPEKTİF

    ÜZERİNDEN ANALİZİ

    I. MUKADDİME’NİN ENTELEKTÜEL PERSPEKTİFİ .................................. 129

    II. İBN HALDUN’UN TARİHSELCİ METODU VE ÖZELLİKLERİ .............. 143

    III. İBN HALDUN’UN EVREN VE İNSAN TASAVVURU ............................. 148

    A. İbn Haldun’un Evren Tasavvuru .................................................................. 148

    B. İbn Haldun’un İnsan Tasavvuru: Tarihsel Varlık Olarak İnsan ................... 150

    IV. TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA İBN HALDUN’A AİT

    BAZI KAVRAMLARIN ANALİZİ..................................................................... 155

    A. Tarih Kavramının Analizi ............................................................................ 155

    B. Umrân Kavramının Analizi .......................................................................... 162

    1. Bedâvet/Bedevî Umrân ............................................................................. 167

    2. Hadâret/Hadarî Umrân .............................................................................. 169

    3. Umrân İlmi ................................................................................................ 171

    SONUÇ .................................................................................................................... 174

    KAYNAKÇA .......................................................................................................... 183

    ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................ 198

  • vii

    KISALTMALAR

    a.g.e. : Adı geçen eser

    a.g.t. : Adı geçen tez

    a.g.y. : Adı geçen yerde

    alm. : Almanca

    AÜDTCF : Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi

    AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    b. : Bin (Oğlu)

    Bkz./bkz. : Bakınız

    C. : Cilt

    Çev. : Çeviren

    der. : Derleyen

    DEÜİF : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

    DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı

    ed. by : Edited by

    fr. : Fransızca

    h. : Hicri

    haz. : Hazırlayan

    İA : İslam Ansiklopedisi

    ing. : İngilizce

    İSAM : İslam Araştırmaları Merkezi.

    İÜEF : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

    m. : Miladi

    md. : Maddesi

    M.Ö. : Milattan Önce

    MÜFSBS : Muğla Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Sempozyumu

    nşr. : Neşreden

    ö. : Ölümü

    TDK : Türk Dil Kurumu

    TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

    thk. : Tahkik eden

    tsh. : Tashih eden

    TTK : Türk Tarih Kurumu

    s. : Sayfa

    ss. : Sayfalar

    S. : Sayı

    p. : Page

    pp. : Pages

    vb. : Ve benzeri

    vd. : Ve diğerleri

    y. : Yıl

    yy. : Yüzyıl

    Yay. : Yayınları

    trs. by : Translated by

    TÜBA : Türkiye Bilim Akademisi

  • viii

    ÖNSÖZ

    Düşünmenin, kendisi için zorunlu olduğu bir varlık (rational being) olarak

    insan, söz konusu bu doğası gereği daima entelektüel bir çabanın içerisinde

    varolagelmiştir. İnsan, söz konusu bu düşünme eylemini; evreni anlayabilmek,

    sorularına yanıt bulabilmek, merakını giderebilmek ve öğrenmek gibi sâiklerle

    bilinçli olarak gerçekleştirmektedir. O, gerek aklî çıkarımlarıyla ve gerekse tecrübî

    edinimleriyle, bilinebilenlerin (belirlenen nesne) bileni (belirleyici özne) olmuştur.

    Bu özsel nitelikleriyle insan, çağlar boyunca varlığı anlama ve anlamlandırma isteği

    doğrultusunda hakikatin bilgisini elde etmeye çalışmıştır. İnsan, bu amacına neyle,

    nerede, nasıl, hangi şartlarda ulaşabileceği konusunda sürekli düşünmüş ve bu

    bağlamda çeşitli metotlar ve düşünce sistemleri geliştirmiştir. Nitekim o, doğal ve

    tinsel bir dünyanın var olmasıyla bağlantılı olarak ontolojik; söz konusu bu dünyaları

    bilmenin imkânı ve bu bilginin niteliğiyle bağlantılı olarak epistemolojik; bu bilgileri

    elde etmek üzere kullanılan yöntemlerle bağlantılı olarak da metodolojik zeminde

    fikir yürütmektedir.

    Bu entelektüel zeminlerde elde ettiği bilgileri öğrenen ve gerek sözlü gerek

    yazılı olarak sonraki nesle aktaran insan, toplumdan topluma ve çağdan çağa değişik

    özellikler gösterse de, tarihsel süreçte, insanlığın ortak bilincini yansıtan bütünsel bir

    bilginin mimarı olmuştur.

    Tarih, insana ait bu entelektüel çabanın gerçekleştiği hem teorik hem de

    pratik bir varlık alanıdır. İnsanın kendisi, gerçekleştirdiği her düşünme etkinliği,

    yaptığı her eylem ve bunların somut her neticesi de bu varlık alanında yerini alan

    tarihsel birer varlıktır. İnsanla doğanın buluştuğu, birbirini dönüştürdüğü bu alan,

    dünyayı, salt fizikî bir mekân olmanın ötesine taşımakta ve ona tarihsel ve toplumsal

    bir nitelik kazandırmaktadır.

    Sahip olduğu bu varoluşsal niteliğin (tarihsellik) farkında olan insan, çağlar

    boyunca tarihe yönelmiş ve onu yorumlayarak geleceğine yön verme uğraşına

    girişmiştir. Bu bağlamda o, düşünsel ve eylemsel dayanağı olan felsefesiyle,

    öncelikle doğanın özüne ilgi duymuş ve ondaki ontik yapıyı keşfederek doğal

    gerçekliğin bilgisini temellendirmeye çalışmıştır. Ardından ilgisini doğanın ayrılmaz

    parçası olan kendi toplumsallığına çeviren insan, orada da doğadakine benzer bir

  • ix

    sistemin varlığını keşfetmiş ve hakikatin ancak, kendi toplumsallığı ve tarihselliği

    bağlamında kavranabileceğini görmüştür. Buradan hareketle o, geçmişini, aktüel

    ilgileri, eğilimleri ve ihtiyaçlarıyla yeniden yorumlamaya ve bununla hem bugününü

    hem de yarınını şekillendirmeye çalışmıştır.

    Tarih hakkında düşünme, insanlığın ilk dönemlerinden başlayarak günümüze

    kadar gelen uzun bir süreci kapsamaktadır. Mitolojik dönemin efsaneye dayalı tarih

    anlatımıyla başlayan ve İlkçağda tarih yazıcılığı şeklinde devam eden bu süreç, 14.

    yüzyılda İbn Haldun (ö. 1406)’la bilimsel ve felsefî bir faaliyet olarak özgün bir

    entelektüel alana dönüşmüştür. İbn Haldun, özelde mağrib genelde dünya tarihine

    dair görüşlerini kaleme almak için Kitâb’ul-İber adını verdiği ancak

    tamamlayamadan vefat ettiği eserinin Mukaddime bölümünde, tarih ilmi ve

    felsefesine dair görüşlerine yer vermiş ve bu çerçevede kendi zamanına kadar örneği

    olmayan bir usûl ilmini (ûmrân), kavramsal ve metodolojik açıdan temellendirmiştir.

    O, bütüncül bir yaklaşımla tarih, insan, toplum ve topluma ait süreç ve kurumları,

    felsefî bir yöntemle incelemiş ve düşünce tarihinde ilk tarih filozofu olarak

    anılmasını sağlayan görüşler ortaya koymuştur.

    İbn Haldun’un, tarihsel düşünce perspektifine dayalı bu özgün felsefe

    anlayışının Batı’daki ilk örneğine, 17. yüzyılda Giambattista Vico (ö. 1744)’nun Yeni

    Biliminde rastlanmaktadır. Batı’da Vico ile başlayan tarih felsefesi geleneği, 19.

    yüzyıl Alman idealizmiyle zirveye ulaşmış ve nihayet pozitivizmin bilimsel

    egemenliğine karşı eleştirel bir yaklaşım olan “tarihselcilik (historismus/historicism)

    düşüncesi”ni ortaya çıkarmıştır. Hegel (ö. 1831)’in tin kavramı etrafında şekillenen

    tarihselcilik düşüncesi, Alman tarih filozofu Wilhelm Dilthey (ö. 1911)’in

    çalışmalarıyla tarihsel bilginin imkânı, değeri ve niteliği bağlamında ele alınmış ve

    özgün bir kavramsal çerçeve etrafında, epistemolojik ve metodolojik bir

    temellendirmeye tabi tutulmuştur. Örneğin, Dilthey’e göre tarih, bizatihî hayatın bir

    göstergesidir. Tarihselci bir yaklaşım olmadan insanın özüne ait olanın

    anlaşılamayacağını savunan Dilthey, “anlama” metodunu felsefî anlamda geliştirmiş

    ve doğa bilimlerinden ayırdığı tin bilimlerini, epistemolojik açıdan temellendirmeye

    çalışmıştır.

  • x

    İbn Haldun’un, Mukaddime’de ortaya koymuş olduğu tarih/toplum felsefesi,

    19. yüzyıl Batı felsefesinin ürünü olan tarihselcilik düşüncesi bakımından ele

    alındığın da görülecektir ki, tarihselcilik, entelektüel kodları açısından İbn Haldun’un

    düşüncelerine dayanmaktadır.

    “Tarihselcilik Düşüncesi Bakımından İbn Haldun” başlıklı bu çalışma, İslâm

    düşünce geleneğinde özgün bir tarih filozofu olarak bilinen İbn Haldun’un, Batı

    medeniyetine ait tarihselcilik düşüncesinin entelektüel kodlarını içeren ve adeta bu

    düşüncenin kaynağını teşkil eden özgün tarihselci yaklaşımının ortaya konulmasını

    sağlayacağından literatürde yer alan önemli bir boşluğu dolduracaktır.

    Bu araştırma neticesinde, tarihten tarihselciliğe uzanan düşünce seyri

    içerisinde İbn Haldun’un tarihselci yaklaşımına ait kavram ve metotlar, tarihselcilik

    düşüncesi bakımından analiz edilerek benzer ve zıt yönlerin belirlenmesi ve böylece

    tarihselcilik düşüncesinin kökleriyle ilgili orijinal tespitler yapılması hedeflenmiştir.

    Hiç şüphesiz böyle bir çalışma, bir yandan İbn Haldun ile tarihselciliğin

    filozofu olan Dilthey’i; bir yandan da İslâm medeniyeti ile Batı medeniyetini

    karşılaştırma imkânı da sunacaktır. Nitekim söz konusu bu mukayesede bariz

    benzerlikler ve farklılıkların yer aldığı görülecektir.

    Bununla birlikte çalışmanın temel amacı, İbn Haldun’un tarihselci

    perspektifinin, felsefî analizler yoluyla ortaya konulmasıdır. Çalışmanın genelinde

    İbn Haldun’un tarihe bakışı ve bu bağlamda ortaya koyduğu entelektüel yaklaşımlar

    yer alacaktır.

    Giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşan bu çalışmada ağırlıklı olarak literatür

    taraması, analiz-sentez ve betimleme yöntemleri kullanılmıştır. Girişte tarih,

    tarihsellik ve tarihselcilik kavramları detaylı bir şekilde ele alınmış, sırasıyla birinci

    bölümde felsefe-tarih ilişkisi, tarih felsefesi ve tarihselciliğin ortaya çıkışı; ikinci

    bölümde İbn Haldun’un ayrıntılı biyografisi, onun düşüncesine etki eden entelektüel

    arka plan ve Mukaddime’nin içeriği hakkında genel bilgilere yer verilmiştir.

    Araştırmanın son bölümünde ise Mukaddime’nin entelektüel perspektifi ile İbn

    Haldun’un geliştirmiş olduğu metot ve kavramlar analiz edilmek suretiyle onun

    tarihselci perspektifi ortaya konulmuş ve sonuç değerlendirmesi yapılmıştır.

  • xi

    Bu çalışma, Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörlüğü tarafından 3644-

    D113 numaralı Bireysel Araştırma Projesi (BAP) kapsamında desteklenmiştir.

    Büyük çoğunluğu İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM)’da olmak üzere kapsamlı bir

    araştırma ve yoğun bir emeğin ürünü olarak ortaya çıkan bu çalışmada birçok kişinin

    katkısı vardır.

    Başta bu çalışmanın her aşamasında değerli zamanını ayırarak bana yol

    gösteren, ufuk açıcı fikirleriyle, karşılaştığım güçlükleri aşmam hususunda bana

    yardımcı olan danışman hocam Doç. Dr. Nejdet DURAK’a en samimi duygularımla

    teşekkür ediyorum. Yine bu süreçte farklı bakış açılarının imkânını vurgulayarak

    beni yönlendiren değerli hocalarım Prof. Dr. Kemal SÖZEN ve Prof. Dr. İsmail Latif

    HACINEBİOĞLU’na ve önerilerinden yararlandığım Doç. Dr. İshak ÖZGEL ve

    Yrd. Doç. Dr. Salih AYDIN hocalarıma da ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ayrıca tez

    yazım aşamasında katkılarını esirgemeyen değerli dostlarım Arş. Gör. Aydın

    ÖZDEMİR ve Arş. Gör. Yunus Emre AKBAY’a da çok teşekkür ediyorum.

    Son olarak, bu zorlu süreçte göstermiş olduğu sabır ve anlayışla en çok

    ihtiyacım olan azim ve çalışma kararlılığı hususunda beni cesaretlendiren ve kızımız

    Yaren Neva’nın doğumuyla da beni sevindirip motive eden sevgili eşim Tuba

    İRĞAT’a teşekkürü borç biliyorum.

    Bu çalışmayı, hayatım boyunca maddî ve manevî destekleriyle hep yanımda

    olan, sevgili annem Resmiye İRĞAT ve babam İzzet İRĞAT’a, ithaf ediyorum.

    Muhammet İRĞAT

    Isparta 2015

  • 1

    GİRİŞ

    TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN KAVRAMSAL VE

    PROBLEMATİK ANALİZİ

    Bu çalışmanın hareket noktasını tarihselcilik düşüncesi oluşturduğundan, söz

    konusu bu düşüncenin iyi anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Bu nedenle tezin giriş

    kısmında tarihselcilik düşüncesine ayrıntılı olarak yer verilecektir. Bunun için

    öncelikle birbirleriyle ilişkili olan “tarih”, “tarihsellik” ve “tarihselcilik”

    kavramlarının anlam içerikleri üzerinde durulacak; ardından felsefe-tarih ilişkisi ve

    tarih/toplum metafiziği konularının daha iyi anlaşılmasını sağlamak için, tarihsel

    varlık alanı ve tarihselcilik düşüncesi bağlamında ortaya çıkan bazı felsefî

    tartışmalara değinilerek, tarihselciliğin kapsamlı bir analizi yapılacaktır.

    I. TARİH KAVRAMI

    Tarih kelimesinin etimolojisiyle ilgili, biri daha baskın olmak üzere iki

    yaklaşımın mevcut olduğu görülmektedir. Baskın olan görüşe göre tarih kelimesinin

    kökeni, Sâmî dillerinde vrh mastarından türemiş olan Akadca arhu1,

    Arâmice/İbrânice yrah/yareah/yerah [kamer (semâvi ay, moon), şehr (takvimsel ay,

    month), zaman veya hilali tespit etmek] kelimesine dayanmaktadır.2 Tarih (te’rih),

    söz konusu bu kökten Yemen orijinli3 Arapçaya geçmiş olan eraha/veraha/irh

    (özlemek, vakti tayin etmek, önemli bir olayın meydana gelmesi) fiilinden türemiştir

    ve çoğulu tevârihtir.4 Aynı görüş, tarih kelimesinin, Türkçeye de Arapçadaki bu

    şekliyle aktarılmış olduğunu belirtmektedir.5

    Baskın olmayan diğer görüş ise tarih kelimesinin, Farsça “mâh-rûz” (‘ay’ın

    günü, ‘ay’ın görülme günü) ifadesinden Arapçaya aktarılmış olduğunu iddia

    1 Franz Rosenthal, A History of Muslim Historiography, E. J. Brill, Leiden, 1968, p. 12.

    2 İbn Manzur, Lisânü’l-Arap, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1990, C. 3, s. 4.

    3 Rosenthal, a.g.e., p. 12.

    4 İbn Manzur, a.g.e., C. 3, s. 4-5.

    5 Mustafa Fayda, “Tarih” md., DİA, 2011, C. 40, s. 30; TDK Türkçe Sözlük, Komisyon, TDK

    Yay., Ankara, s. 1419; Ebu Mansur el-Cevâlikî, El-Muarrab mine’l-Kelâmi’l-E’câmî alâ

    Hurûfi’l-Mu’cem, thk. F. Abdurrahman, Dimaşk, 1990, s. 220-221.

  • 2

    etmektedir. Buna göre ay anlamına gelen “mah” ile gün anlamına gelen “rûz”

    kelimelerinden oluşan “mâh-rûz” tabiri, önce “müerrih” şeklinde Arapçaya geçmiş

    sonra da “zamanı tayin etmek”, “ayı tespit etmek” anlamındaki te’rih biçimini

    almıştır.6

    Bundan başka, Arapçada tarih yerine haber, tarih ilmi yerine haberin çoğulu

    ahbâr (ilm el-ahbâr) teriminin kullanılmakta olduğunu, ilerleyen zamanlarda söz

    konusu anlam içeriğinin tarih kelimesine yüklenerek kullanılageldiğini söyleyen

    görüşler de mevcuttur.7 Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de on yerde geçen esâtir (masal,

    mitoloji) kelimesinin de tarih anlamına geldiği ve Grekçe istoria kelimesinin Arapça

    söylenişi olduğu belirtilmektedir.8

    Sözlük anlamıyla tarih; “zaman içerisinde olmuş ve olmakta olan insanlığa

    ilişkin olgu ve olay süreçleri”, “insan varoluşunun zamanı planlayarak, geleceğe

    dönük -aynı zamanda- geçmişle bağlantılı olarak oluşturduğu insanî bir boyut” 9

    ,

    “tarihsel olayları kendisine konu edinip inceleyen bilim”10

    , “tarihî bir olayın zaman

    ve süresinin belirlenmesi”11

    gibi anlamlara gelmektedir.

    Terim olarak ise tarih, “insanoğlunun hayat faaliyetlerini geçmişten bugüne

    değişik perspektiflerden ele alan, geçmişin bilgisini bugüne ulaştıran, elde edilen

    bilgiler sâyesinde bugünü anlamaya yardımcı olan, bu yönleriyle şimdiki zamanı ve

    şartları ortaya çıkaran ve geleceğe dönük hareket plânlarının yapılmasına imkân

    tanıyan bir sosyal bilim”12

    , “toplumların dönemler halinde bir merhaleden diğer

    merhaleye geçiş kanunlarını inceleyen, bir başka ifadeyle sosyal olaylar ve toplumlar

    6 Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, DİB Yay., Ankara, 1991, s. 1-2; İshak Özgel,

    “Tarihselcilik Düşüncesi Bağlamında Kur’ân’ın Tarihsel Yorumu (Metodolojik Bir

    Teklif)”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış

    Doktora Tezi), Isparta, 2002, s. 4. 7 Rosenthal, a.g.e., p. 11.

    8 M. Şükrü Akkaya, Tarih Metodu ve Felsefesi Notları, AÜDTCF Yay., Ankara, 1938, s. 10-

    13; Özgel, a.g.t., s. 4. 9 TDK Bilim ve Sanat Terimleri Sözlüğü/Felsefe Terimleri Sözlüğü, Komisyon, TDK Yay.,

    Ankara, 1975, s. 2209; Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yay.,

    Ankara, 2013, s. 1639. 10

    Önay Sözer, Anlayan Tarih, Yazko Yay., İstanbul, 1981, s. 21. 11

    Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara, 2008, s.

    446. 12

    Ali Seyyar, İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, Değişim Yay., İstanbul, 2007, s. 998.

  • 3

    arasındaki münasebetlerin belirli bir kanun çerçevesinde cereyan ettiğini ortaya süren

    bir ilim dalı”13

    gibi anlamlara gelmektedir.

    Batı dillerinde tarih kelimesini karşılayan historia/history/historie/storia14

    ise

    Grekçe “bildirme”, “tanık olunan olayların bilgisi”, “haberdar olunan şeylerin

    bilgisi” gibi anlamlara gelen istoria/istorein kelimesinden türemiştir.15

    History ise

    “bilgi, haber, araştırma, soruşturma, geçmişte yaşanan olaylar ve bunların bilgisi”16

    gibi anlamları ihtiva etmektedir.

    İlkçağda kapsamlı bir tarih kitabı yazmış olan ve tarih yazıcılığının

    (histeriography) öncüsü kabul edilen Herodotos (ö. M.Ö. 425), yazdığı bu esere

    İstorias Apodesis (Tanık Olunan ve Haber Alınan Şeylerin Anlatılması) adını

    vermiştir. Herodotos, eserini yazma amacını şu şekilde ifade etmektedir:

    “Bu, Halikarnasoslu Herodotos’un kamuya sunduğu araştırmadır.

    İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunanlıların gerekse

    Barbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın, tek amacı budur;

    bir de bunların birbirleriyle neden dövüşürlerdi diye merakta kalınmasın.”17

    Böylece istoria kelimesi ilk kez yukarıdaki anlamlarının -doğa olaylarına

    ilişkin haber bilgisi- yanında, “insan topluluklarının başından geçen olayların

    kaydedilmesiyle edinilen bilgi” anlamında kullanılmıştır.18

    Bir diğer İlkçağ tarihçisi

    Thukydides (ö. M.Ö. 395) ise istoriaya “insanî-toplumsal olayları yorumlama”19

    13

    Seyyar, a.g.e., s. 998. 14

    Tarih kelimesinin, Latincesi historia, İngilizcesi history, Fransızcası historie, Almancası

    historie ve Geschichte, İtalyancası ise storiadır. 15

    Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Ara Yay., İstanbul, 1992, s. 17; Robin George

    Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğubatı Yay., Ankara, 2013, s. 52-

    53. 16

    William L. Reese, Eastern and Western Thought Dictionary of Philosophy and Religion,

    Humanitiy Books, New York, 1996, p. 233. 17

    Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1983, s. 21;

    George Lawrinson, Heredot Tarihi, Çev. Ömer Rıza Doğrul, Kanaat Kitabevi, İstanbul,

    1941, s. 35. 18

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 17. 19

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 18.

  • 4

    anlamını yüklemiş ve tarihsel araştırmanın kanıta dayandığını20

    belirtmek suretiyle

    tarihin farklı bir yönüne vurgu yapmıştır.

    Tarihe, geçmişteki olayları ifade eden bu ilk kavramsal içerik açısından res

    gestea; bu olayları konu edinen bir bilim olması bakımından da historia rerum

    gestarum denmiştir.21

    Günümüzde ise bu iki anlamı da ihtiva eden history kelimesi

    kullanılmaktadır.

    Yunan medeniyetinde tarih, diğer pek çok medeniyette olduğu gibi, bu ilk

    anlamıyla bilinmekteydi. Homeros ve Hesiodos (M.Ö. 8. yy.)’la başlayan efsaneye

    dayalı tarih yazıcılığı, Herodotos ve Thukydides gibi isimlerle gerçek olayların

    aktarılması işine dönüşmüştür.22

    Söz konusu bu tarih anlayışı, İbn Haldun’a kadar

    İslâm medeniyetinin de sahip olduğu tarih anlayışıdır.23

    Tarih, ikinci anlamıyla ise, tarihçinin bilgi etkinliğini sorgulamayı amaçlayan,

    tarihsel bilginin; nesnesini, metodunu, niteliğini ele alan bir metodoloji eleştirisidir.

    Tarih kelimesinin bu çift anlamlılığını dile getiren Nermi Uygur, tarih için şu

    ifadelere yer vermektedir:

    “İnsan dünyasında olup biten olayları; insanların değişik zamanlarda neler

    yapıp ettiğini; insan dünyasında kendini gösteren kültür, politika, din, sanat

    türünden kımıldanışları; insanla ilgili her türlü uğraşları, sürçmeleri, başarıları,

    savaşmaları dile getirir. Buna göre “tarih” insanın gerçekleştirmiş olduğu tüm

    kültür varlığını kapsar.”24

    Sonuç olarak tarihin; geçmişteki insanî eylemler ve olaylar (sosyal-tarihî

    süreç), bu olayları konu edinen, kronolojik olarak anlatan ve yorumlayan bir bilim

    (tarih bilimi) ve bu sürecin insan tarafından bir olgu halinde anlaşılmasının koşulu

    (tarih felsefesi) şeklinde üç farklı anlam ve seviyede kullanıldığını görmekteyiz.

    Dolayısıyla kavramsal bir bakış açısıyla tarihçilerin araştırma konusu olan

    “tarih” ile filozofların üzerinde durduğu “tarih”in birbirinden farklı anlam 20

    Collingwood, a.g.e., s. 54. 21

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 11; İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek II, Son

    İmparatorluk Osmanlı, Timaş Yay., İstanbul, 2006, s. 21. 22

    Ayhan Bıçak, Tarih Düşüncesi II: Felsefe ve Tarih, Dergâh Yay., İstanbul, 2004, s. 50. 23

    Kasım Şulul, “İslam Düşüncesinde Tarih Felsefesi”, Divân Dergisi, 2001, S. 2, s. 102. 24

    Nermi Uygur, “Tarih Felsefesinin Yolu”, Felsefe Arkivi, 1957, S. 3, s. 35.

  • 5

    içeriklerine sahip olduğunu anlamaktayız. Buna göre ilkinde, zaman ve mekân olarak

    bölünmüş olayların canlandırılması, sıralanması ve derlenmesi söz konusuyken;

    diğerinde bütünsel bir olgu olarak tarihin; düşünme, bilme ve anlamanın bir bağlamı

    olarak ele alınması söz konusudur.

    Bu bağlamda tarihin “doğal” ve “felsefî” tarih olmak üzere iki yönüne de

    vurgu yapılmış olmaktadır. Doğal tarihin gayesi yeryüzünün ve onun üzerinde

    yaşayan toplumların maddî hayatını öğrenmek, felsefî tarihin gayesi de, toplumsal

    olay ve olguların ardında gizli olan yasaları ve böylece toplumsal metafiziği açığa

    çıkarmaktır.25

    Bu anlamıyla tarih, insanlığın tinsel varoluşunu temsil etmektedir.26

    Tarih bir süre diyalektiğidir; öyle bir diyalektik ki toplumsal olanın, geçmişin,

    şimdinin ve geleceğin incelenmesi ve inşa edilmesi onunla mümkün

    olabilmektedir.27

    Tarih her senkronik kesitinde eskiye ait binlerce ayrıntı ve gerçeği

    tekrarlamasına rağmen ideal olarak hep farklı bir görüntünün olduğu bir varlık

    alanıdır.28

    Bu anlamda her tarihsel olgu ve olay benzersizdir; kuşkusuz kendi

    zamanının dışında açıklanabildiği gibi kendine ait zamanın içinde de

    açıklanabilmektedir yani onlar “zamanın çocuğu”durlar.29

    II. TARİHSELLİK KAVRAMI

    Zamana ait olma veya zamanlılık anlamına gelen “tarihsel” sıfatından türeyen

    tarihsellik (alm. Geschichtlichkeit, Historizitat, ing. Historicity, fr. Historicité),

    zamana ve dolayısıyla tarihe bağımlılığı ifade eden bir durum tesbiti, bir hüküm ya

    da bir değerdir.30

    Tarihsellik kavramı, tarihsel varlıkların ontik ve epistemik

    mahiyetine vurgu yapan teknik bir kavramdır.31

    25

    A. Zeki Velidî Togan, Tarihte Usûl, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1985, s. 135. 26

    Togan, a.g.e., s. 135. 27

    Fernand Braudel, Tarih Üzerine Yazılar, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi,

    Ankara, 1992, s. 112. 28

    Braudel, a.g.e., s. 122. 29

    Braudel, a.g.e., s. 123. 30

    Tahsin Görgün, “Tarihsellik ve Tarihselcilik Üzerine Birkaç Not”, Kur’ân-ı Kerim,

    Tarihselcilik ve Hermenötik, Yeni ümit Kitaplığı, İzmir, 2003, s. 108-109. 31

    Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, TDK Yay., İstanbul, 1999, s. 171.

  • 6

    Bir varlık, olay, olgu ya da değerin süreç içerisinde oluştuğunu, oluşun

    sürekliliğini, biricikliğini ve dolayısıyla anlamının da belirli şartlar ve belirli

    dönemlere göre olduğunu ifade eden tarihsellik, ilk kez Hegel tarafından felsefî

    bağlamda kullanılmıştır. Hegel’in kullanımıyla tarihsellik, “olup biten her şeyin

    geçmişte kalmış olmasına rağmen şimdi ve gelecekte de etkisini sürdürmesi hali” ve

    “tarihsel etkililiğin devamlılığı” anlamlarına gelmektedir.32

    Tarihselliğin, Hegel

    tarafından yapılan bu tanımlarından ilki, insan tininin tarihsel varoluş biçimine vurgu

    yaptığı için daha felsefîdir. Nitekim Hegel’in sistemi, varlığın (geist, mutlak ruh,

    tin)33

    tarihsel ya da bizzat tarih olması esasına dayanmaktadır. Buna göre Hegel’de

    tarihsellik, tinin, tarihsel sürece girmesi, zamana atılması ve kendini özgürlüğüne

    bırakması anlamlarına gelmektedir.34

    Tarihsel aklın eleştirisini ve tin bilimlerinin temellendirmesini yapmak üzere

    kurguladığı felsefesinin merkezine tarihsellik kavramını koyan Dilthey, Hegel’in

    tanrısal tini yerine insana özgü bir tinselliği formüle etmiştir. Dilthey, insanın

    evrensel bir özünün bir doğasının olmadığını yalnızca tarihinin olduğunu

    savunmaktadır. Nitekim ona göre insan, “başkalarıyla karşılaşmalarının bir

    ürünüdür… O her dönemde parçalanır, çözülür, kendini yeniden kurar.”35

    Dilthey,

    tarihselliğin; değişmenin, dönüşmenin ve tekilliğin yüklemi olduğunu ve insanın bu

    yüklem içinde bulunduğu şartlara göre her zaman farklılaştığını ifade etmektedir.36

    Nitekim insanın tarihselliği, sürekli oluş halindeki bir tarihselliktir. O, bir yandan

    32

    Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Tinin Görüngübilimi, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay.,

    İstanbul, 1986, s. 66-67. 33

    Geist, Hegel’in felsefesinin en temel kavramıdır. Türkçeye ruh ya da tin olarak tercüme

    edilmiştir. Geist (tin), en genel anlamıyla bazı metafizikçilerin ya da Hegel gibi nesnel

    idealistlerin, gerçekliği ve evreni açıklamak üzere, var olan herşeyin temeli, özü olarak

    kabul ettikleri gayri cismani varlık ya da gerçekliktir. (bkz. Ahmet Cevizci, Paradigma

    Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., Ankara, 1996, s. 847). 34

    Hegel, a.g.e., s. 38. 35

    Wilhelm Dilthey, Pattern and Meaning in History: Thoughts on History & Society, ed. by

    Hans Peter Rickman, Harper Torchbook, 1962, p. 36; Özlem, “Bir Bilimler Grubuna Ad

    Koymak”, Muğla Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Sempozyumu, Muğla, 2006, s.

    117. (Not: Muğla Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Sempozyumu Bildiriler

    kitabından başka yazarlara ait makaleler de kullanılacağından dipnotta “MÜFSBS”

    şeklinde kısaltılacaktır). 36

    Dilthey, a.g.e., p. 36; Özlem, a.g.m., 2006, s. 117.

  • 7

    tarihsel şartların ürünü iken, aynı zamanda bu şartların mimarıdır.37

    Dolayısıyla

    Dilthey’de tarihsellik, insanın tarih içindeki mahiyetini belirleyen, tarihsel süreç

    içerisinde insanı hem oluşturan, hem de insanın oluşturduğu tinsel bir form

    olmaktadır.38

    Tarihsellik, insanın amaçladığı ve bu çerçevede gerçekleştirip yaşamını

    onlara göre düzenlediği her şeyin, tarihsel olduğunu ifade eden bir terimdir. İnsanî

    düşünce ve emeğin ürünü olan her şeyin sonlu ve geçici olduğu düşüncesine dayanan

    tarihsellik, insanın, tarih içinde gerçekleştirdiği ekonomilerin, tekniklerin, bilimlerin,

    felsefelerin ve bunlar doğrultusunda ortaya çıkan toplumsal yaşamın çeşitliliğini ve

    sürekli değişip dönüşmelerinden dolayı tekil kalmalarını ifade etmektedir.

    Sonuç olarak tarihselliğin, hem insan hem toplum için geçerli temel bir nitelik

    olduğunu 39

    , yine onun, insan ve toplum yaşamını sürekli olarak oluşturan, etkileyen

    ögeler bütününü refere ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla tarih, bir oluş; tarihsellik

    ise bu oluşa tâbi olan tüm oluşumların yüklemi olmaktadır.

    III. TARİHSELCİLİK KAVRAMI

    Bu bölümde tarihselciliğin felsefî bakış açısıyla ne olduğunu, bir felsefe

    problemi olarak nasıl ele alındığını ve tarihselcilik düşüncesi ile neyin kastedildiğini

    açıklamaya çalışacağız. Şunu hemen belirtmeliyiz ki tarihselcilik, onu tanımlayan ya

    da kendi felsefî görüşlerini tarihselcilik geleneği üzerinden aktaran düşünürlere göre

    birden çok anlamı ihtiva edecek biçimde gelişmiştir. Örneğin, Hegel’in temsil ettiği

    tarihselcilik ile Dilthey’in temsil ettiği tarihselcilik birbirinden farklı olduğu gibi,

    bugün özellikle ülkemizde “metin tarihselciliği” biçiminde yaygınlaşan “hermenötik”

    de diğer ikisinden farklıdır.

    Bu çalışma, tarihselcilik düşüncesi bakımından İbn Haldun’un Mukaddime’de

    ortaya koyduğu tarihselci perspektifi, kavramsal çerçeve ve metodoloji üzerinden

    37

    Zeki Özcan, İnsan ve Toplum Bilimleri 2 (Epistemolojik ve Kavramsal Sınırlar), Birleşik

    Yay., Ankara, 2000, s. 51. 38

    Tinsel (alm. Geistig/geistlich, ing. Spiritual); cisimsel olmayan, ruhsal, mânevi, konusu

    doğal varlıklar değil de tarihsel varlık alanına ait toplum ve tarihî konular olan bir

    niteleme sıfatıdır. (bkz. Cevizci, a.g.e., s. 847). 39

    Özcan, a.g.e., s. 52.

  • 8

    analiz etmeyi amaçladığından, çalışmada vurgulanan ana düşünce Alman İdealizmi

    ile başlayan ve Alman Tarih okulu ile devam eden özellikle Dilthey’in temsil ettiği

    tinsel temalı tarihselcilik düşüncesidir. Belirtmemiz gereken bir diğer husus da, İbn

    Haldun’un tarihselci perspektife dayalı felsefe ve bilim anlayışının ilk kez bu

    çalışmayla literatürdeki yerini alacak olmasıdır.

    Tarihselcilik (alm. Historismus, ing. Historicism/Historism, fr. Historicisme),

    sözlüklerde “tarihin önemini vurgulayan, şeylerin her zaman tarihsel gelişmenin

    seyri içinde görülmeleri gerektiğini savunan görüşler için kullanılan ortak ad”40

    ,

    “tüm tarihsel fenomenlerin biricikliğini ve bireyselliğini vurgulayan; her çağın, her

    tarihsel dönemin o döneme damgasını vuran fikirler ve ilkeler aracılığıyla

    yorumlanması gerektiğini ve dolayısıyla, geçmişteki insanların eylemlerinin,

    tarihçinin kendi çağına ait değer, inanç ve motifler temele alınarak

    açıklanamayacağını savunan görüş”41

    ; “bugünkü sorunlara cevap bulabilmek için,

    geçmişte yaşanan olaylardan mutlak anlamda ibret alınması gerektiğini savunan

    felsefî yaklaşım”42

    , “olayları ve nesneleri belli tarihî gelişimin ürünleri olarak gören,

    bunların nasıl ortaya çıkıp geliştiğini, nasıl bugünkü duruma geldiğini araştıran ve

    bugünü geçmişe bağlayarak açıklayan görüş”43

    , “insan doğası ve toplumun ancak

    tarihsel bir perspektiften anlaşılabileceğini savunan felsefî doktrin”44

    ; “insan

    varoluşunun özünü, onun tarihselliğinde gören, tarihselliği, insan yaşamının canlı

    temeli sayan, böylece de dünyayı tarih olarak kavrayan felsefî düşünme

    doğrultusu”45

    şeklinde tanımlanmaktadır.

    Büyük entelektüel bir gelişme, bütüncül bir yaşam felsefesi, bilim, özellikle

    de insanî/toplumsal nitelikli bir bilim46

    olarak karşılanan tarihselcilik, 19. yüzyıl

    Almanya’sında özellikle Dilthey’in öncülüğünde sistemleştirilen, pozitivist bilgi ve

    40

    Cevizci, a.g.e., s. 827. 41

    Cevizci, a.g.e., s. 827. 42

    Seyyar, a.g.e., s. 999. 43

    Seyyar, a.g.e., s. 999. 44

    Robert Audi, The Cambridge Dictionary of Philosophy, Cambridge University Press, New

    York, 1997, p. 331. 45

    Akarsu, a.g.e., s. 170. 46

    Georg G. Iggers, Yirminci Yüzyılda Tarihyazımı, Çev. Gül Çağalı Güven, Tarih Vakfı Yurt

    Yay., İstanbul, 2003, s. 29.

  • 9

    bilim anlayışına karşı tarihsel bilgi ve tinsel bilim anlayışını savunan felsefî bir

    düşünce akımıdır.47

    Tarihselcilik, insan varoluşunun sabit, değişmez, ezelî ve ebedî niteliklerinin

    bulunmadığı, bu nedenle tarih-üstü bir konumdan hareketle toplumsal olaylar

    hakkında konuşulamayacağı; bunların bir defalık gerçekleşen şeyler olması

    nedeniyle doğdukları tarihsel durum ve koşullardan hareketle kavranabileceğini ileri

    süren felsefî yaklaşımın adıdır.

    Tarihselcilik, insanın iradî eylemleriyle ortaya çıkmış olan başarılarına ilişkin

    geçerli bilginin, ancak insanın tarihsel varlık alanı içerisinde, yani tarihselliği

    bağlamında ele alınarak elde edilebileceğini savunan, tarihin herhangi bir döneminde

    yaşanmış olayların aslında o dönemin şartları ve koşulları içerisinde ortaya çıktığını,

    aynı zamanda insanların birbirlerinden farklı olduklarını ve farklı tecrübeler

    yaşadıklarını, dolayısıyla bir dönemin olgularının o dönem için geçerli olduğunu

    ifade eden, tüm zamanlar içerisinde herhangi bir zaman ve tüm mekânlar içerisinde

    herhangi bir mekânda ortaya çıkan bir olgunun, bir değer veya bir paradigmanın,

    sadece o zaman, o mekân ve o şartlar içerisinde ortaya çıktığını ve sadece o dönem

    için geçerli olduğunu savunan eleştirel bir düşünce hareketidir.48

    Tarihselciliğe göre, tarihe süreklilik veren hiçbir yasa bulunmadığı için her

    bireysel bütünü, her çağı, her ulusu kendi tekliği, özgünlüğü ve benzemezliği altında

    ele almak gerekmektedir. Bunun için, her çağda insanlar tarafından kurulan

    ekonomik, hukukî, politik vb. düzenler ile o çağa sinen ilke değer ve ideleri tarihsel

    birer veri olarak görmek ve insan eylemlerini yönlendiren söz konusu bu verilerin o

    çağa özgü fonksiyonunu yine bu bireysel bütünlük ekseninde kavramak

    gerekmektedir. Nitekim insana ait ideler ve kurumlar, tarih içinde insanı ve toplumu

    da karakterize eden bir etkinlik ve güç kazanırlar ki toplumun tinselliğini bunlar

    oluşturmaktadır.49

    Özlem’e göre tarihselciliğin amacı, hakikate ulaşırken her tarihsel dönem ve

    süreç içerisinde insanların ve toplumların kendileri için imâr ettikleri

    47

    Audi, a.g.e., p. 331. 48

    Paul Hamilton, Historicism, Taylor and Francis e-Library, 2005, p. 2. 49

    Özlem, a.g.m., 2006, s. 117.

  • 10

    tinsel/tarihsel/kültürel yaşamı, özgün yanlarıyla, bireyselleştirici bir tutumla ele

    almaktır.50

    Bu bağlamda tarihselcilik, insana, insanlığın bütün tarihini kendi içinde

    yeniden yaşatabilme imkânı sunmakta ve onun, zamanın koyduğu bütün engelleri

    aşarak zaman-üstü bir perspektiften gerçekliğe bakabilmesini sağlamaktadır.51

    Bir eleştirel düşünce hareketi olarak tarihselciliğin, ne zaman, nasıl ve neye

    karşı ortaya çıktığını irdeleyen soruların birbirinden farklı birçok cevabının olması,

    tarihselcilik düşüncesinin farklı biçimlerde anlaşılmasına yol açmış; bu nedenle de

    tarihselcilikle ilgili farklı tanımlamalar yapılmıştır. Öyle ki bu tanımlamalardaki kafa

    karışıklığı, felsefî bir düşünce hareketi olarak ortaya çıkan tarihselciliği, edebiyattan

    siyasete kadar birçok disiplinin sahiplenmesine yol açmıştır.52

    Tarihselciliğin, Hegel

    felsefesine dayalı, ideolojik ve kurgusal bir arka plana sahip olduğunu iddia eden

    görüşler olduğu gibi, onun Kant (ö. 1804)’ın felsefe geleneğine yerleştirmiş olduğu

    doğal gerçeklik-tinsel gerçeklik ayrımından hareketle ortaya çıktığını belirten

    görüşler de vardır.

    Bu görüşlerden ilkini kabul eden Tahsin Görgün, tarihselciliğin ortaya

    çıkışıyla ilgili olarak şunları kaydetmektedir:

    “Bu tavrın esasını Hegel’in felsefesi teşkil etmektedir. Hegel’in felsefesinin bu

    çerçevede önemli olan temel terimleri, Ruh kavramı etrafında şekillenmektedir.

    Hegel, mevcudun esas itibariyle kendinde mutlak olan Ruh’un kendi kendisini

    gerçekleştirmesi ile ortaya çıktığını kabul etmektedir… Hegel’e göre varlık tarihtir

    veya tarihîdir. Bu cümle Hegel’in bütün sistemini özetler. Ona göre mevcut,-insan,

    tabiat, kültür vs. ne varsa o-, esas itibariyle “Mutlak Ruh”un kendi kendisini

    gerçekleştirmesinden ibarettir. Onun kendi kendisini gerçekleştirmesi, kendi

    kendisine yabancılaşmasıyla olur. Ruh’un kendisine yabancılaşması, bir yandan

    madde haline gelmesi bir yandan da özgürlüğünü göstermesi demektir. (…)Bu

    süreçte Mutlak Ruh, daha fazla bilgilenmekte ve mükemmelleşmeye doğru

    ilerlemektedir. (…)Tarihselciliğin tam da Hegel’in esaslarını ifade ettiği sistem

    tarafından temellendirildiği görülebilir. Bir defa her şeyin esası olan Mutlak Ruh,

    50

    Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, Notos Kitap Yay., İstanbul, 2012, s. 48. 51

    Dilthey, “Hermenötiğin Doğuşu”, Hakikat Nedir? Gadamer-Heidegger-Adorno-Dilthey

    Felsefi Fragmanlar, der. ve Çev. Medeni Beyaztaş, Efkâr Yay., İstanbul, 2004, s. 81. 52

    Hamilton, a.g.e., p. 21-22.

  • 11

    sabit kalmamakta, sürekli değişmektedir; yani oluş halindedir. (…)Yani mutlak

    anlamda varlıktan değil, oluştan söz etmek anlamlıdır ve bu oluş, sürekli kemâle

    matuf olarak sürmektedir. (…)Bu durumda (Mutlak Ruh) için daha önce geçerli

    olmuş olan, kendi şartlarında “doğru”, yani olması gereken ise de, bu sadece o

    şartlar için geçerlidir ve geçerli olmak zorundadır. Buna karşılık daha sonra şartlar

    değişecek ve bu şartlara uygun “yeni” doğrular ortaya çıkacaktır. (…)İşte bu

    düşünce tarihselcilik denilen tavrın esasını teşkil etmektedir.”53

    Görgün, Hegel’in “Mutlak Ruh” anlayışının, temelde Plotinos (ö. 270)’un

    sudûr nazariyesine dayanan Hıristiyanlığın İsa tasavvurunun sekülerleştirilmiş

    panteist bir sürümü olduğunu iddia etmektedir.54

    Görgün, ayrıca Hegel’in bu

    düşüncelerinin yer aldığı temel eseri olan Tinin Fenomenolojisi(Görüngübilimi)

    (Phaenomenologie des Geistes)’nin 1807 yılında, Prusya ordusunun Fransızlar

    tarafından bozguna uğratıldığı gece yarısında tamamlanarak yayımlanmasının ve

    ardından Hegel’in Prusya yönetimince Alman milletinin adeta fikir babalığına tayin

    edilmesinin ideolojik bir anlamı olduğunu da ifade etmektedir.55

    Bu bağlamda Görgün, tarihselciliği ortaya çıkaran temel nedenin, Fransız

    Devrimi ile başlayan tek tip medeniyet tarzını bütün dünyaya hâkim kılmak isteyen

    ve bu nedenle Avrupa’yı, bu arada Prusya’yı işgal eden “Fransız evrenselciliğine”

    karşı Almanların kendi kültürlerini koruma gayretleri olduğunu dile getirmektedir.56

    Dolayısıyla ona göre tarihselcilik; Almanların, Fransız ve İngiliz işgallerine karşı

    Avrupa’da kendi varoluşlarını muhafaza etmek ve sürdürmek için geliştirdikleri

    siyasi arka planı olan felsefî bir akımdır.

    Tarihselciliğin ortaya çıkışıyla ilgili ortak kabule göre bu düşünce akımı, 19.

    yüzyıl Almanya’sında filozofların, toplumsal bunalımların ardında yatan sebepleri

    (Aydınlanma/Enlightenment düşüncesini) sorgulama girişimleriyle başlamış ve

    Aydınlanma’ya karşı ontolojik ve epistemolojik bir metodoloji arayışı şeklinde

    devam etmiş bir düşünce hareketidir.57

    Örneğin söz konusu ontolojik bakış açısı,

    53

    Görgün, a.g.m., s. 112-118. 54

    Görgün, a.g.m., s. 114. 55

    Görgün, a.g.m., s. 115. 56

    Görgün, a.g.m., s. 133. 57

    Audi, a.g.e., p. 331; Hamilton, a.g.e., p. 31.

  • 12

    doğal varlık alanı karşısında tarihsel varlık alanının ve dolayısıyla doğa bilimleri

    karşısında tin bilimlerinin savunulmasını gündeme getirmiş; epistemolojik bakış açısı

    ise, bilginin tinsel ve tarihsel boyutunu ortaya koymuştur.

    Bu bağlamda diyebiliriz ki tarihselcilik, toplumsal ve kültürel bilimlerin

    yeniden ele alınmasını öngören, toplumsal olgu ve olayların tarih-üstü

    yaklaşımlardan ziyade, insanî düşünce, değer ve davranışların ortaya çıktığı zeminde,

    tarihsel olarak yorumlanması gerektiğini savunan bir düşünce sistemidir.

    Tarihselcilik düşüncesinin ortaya çıkışıyla ilgili genel kabule dayanarak onun, biri

    toplum metafiziğine dayalı, ontolojik; diğeri tecrübî bilgiye dayalı, epistemolojik

    olmak üzere iki boyutunun olduğunu söyleyebiliriz.

    Özlem, tarihselciliğin, özellikle Hegel sisteminin parçalanmasından sonra,

    çeşitli ve birbirine zıt tanımlamalara muhatap olduğunu belirtmekte ve bu haklı

    iddiasını, somut örneklerle Tarih Felsefesi adlı eserinde temellendirmektedir. Alman

    felsefecilerden Braniss (ö. 1873)’in 1848’de tarihselciliği “özgürlüğe doğru ilerleyen

    dünya tarihinin öz niteliğini görme biçimi” olarak tanımlamış olduğunu ve böylece

    ona natüralizm ve determinizm karşıtı bir anlam atfetmiş olduğunu belirten Özlem58

    ,

    C. Prantl (ö. 1872)’in ise 1852’de tarihselciliği “hermenötik tarih kavrayışı” olarak

    tanımladığını ifade etmekte ve Prantl’in, tarihselciliği, “tarihe akla uygun mutlak bir

    noktadan bakmak” olarak anladığını vurgulamaktadır.59

    H. Rickert (ö. 1936) ve G.

    Simmel (ö. 1918)’in ise, tarihselciliği, kendilerine göre metafizik anlamından

    sıyırarak, tarihsel olaylarda birikim ve geleneğin belirleyiciliğini görmemizi sağlayan

    bir “bakış açısı” olarak nitelediklerini ifade eden Özlem, tarihselciliğin, 20. yüzyılın

    hemen başında, Almanya’da yoğun bir tartışmanın konusu olduğunu da

    belirtmektedir.60

    Özlem, konuyla ilgili şu ifadelere yer vermektedir:

    “Tarihselcilik kavramı, 1920’lerde Almanya’da tam bir tartışmanın konusu

    olur. Bu dönemde tarihselcilikten anlaşılan şeylerden birisi, tarihsel pozitivizmdir.

    Buna göre tarihselcilik, tarihçinin seçilmiş olgulara dayalı olarak yaptığı

    araştırmadan, bu kısıtlı bir araştırma da olsa, tüm geçmişi sorgulamaya geçme

    yöntemidir. Bu yöntemde süje, tarihsel olan her şeyin kendisinden türediği, tarihin 58

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 154. 59

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 154. 60

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 155.

  • 13

    taşıyıcısının insan ve insanın yarattığı şeyler olduğu varsayımından hareket edecek,

    ama kendi bakış noktasının da bu bütünlüğü anlamada göreli kalacağını peşinen

    kabul edecektir. Daha çok Dilthey ve Dilthey Okuluna maledilen bu tip tarihselciliğe

    daha sonra E. Troeltsch, tarihsel görecilik adını verir.”61

    Özlem, aynı yıllarda Dilthey Okulu’na mensup bir düşünür olan Erich

    Rothacker (ö. 1965)’in “tarihselcilik (historismus/historizm)” ile “tarihsicilik

    (historisismus/historisizm)” ayrımına gittiğini ve tarihsiciliği, “tıpkı evren gibi

    insanlık tarihini de ilksel mekanik analojilerle kavramaya çalışan çocukça bir

    natüralizm”62

    olarak tanımladığını aktarmaktadır. Bilindiği üzere Rothacker’in

    kullandığı bu tarihsicilik kavramı, giderek tarihselcilikle karıştırılmış ve

    tarihselciliğin yerine kullanılmaya başlamıştır. Özlem’e göre “tarihselcilik” ile

    “tarihsicilik”, özellikle Alman dilinin gramer yapısını tam olarak bilmeyen yazarlar,

    mütercimler ve felsefeciler tarafından sürekli olarak birbirine karıştırılmıştır.63

    Özlem, tarihselcilikle ilgili Almancadan İngilizceye ya da Fransızcaya yapılan bazı

    tercümelerin bu iki terim arasındaki farkı dikkate almadan yapılmış olduğunu ve söz

    konusu bu tercümelerden Türkçeye kazandırılan eserlerde de yapılan hatalı

    tercümenin aynen aktarılmış olduğunu belirtmektedir. “İzm” sonekinin Türkçeye

    “cilik”, “isizm” sonekinin ise “sicilik” diye tercüme edildiğini ve Almancadaki

    “isismus” (isizm) sonekinin aşırılığı ve indirgemeciliği vurgulayan kötüleyici bir

    anlamının olduğunu ifade eden Özlem, Neopozitivistlerin felsefeyi mantığa

    indirgeme çabalarından dolayı, Almancada bu mantıkçı pozitivistler için

    “Logisismus” ifadesinin kullanıldığı örneğini vermektedir. Dolayısıyla Özlem’e

    göre, “historizm” (Historismus, tarihselcilik) teriminde “izm” (ismus) sonekinde bir

    kötüleyici vurgu olmamasına karşılık, “historisizm” (Historisismus, tarihsicilik)

    terimindeki “isizm”de kötüleyici bir anlam bulunmaktadır.64

    Bununla birlikte Özlem, Almancanın bu gramer özelliğini taşımayan

    İngilizcede sadece “isizm” (icism), Fransızcada ise sadece “izm” (isme) soneklerinin

    61

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 155. 62

    Cevizci, a.g.e., s. 829. 63

    Bkz. Özlem, “Felsefî Hermeneutiğe Geçiş Yolu Olarak Tarihselcilik”, Yazarın AÜİF

    Dekanlığının daveti üzerine 19.03.1999 tarihinde verdiği konferans metni, s. 137.

    http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9485.pdf (01.02.2015) 64

    Özlem, a.g.m., 1999, s. 137.

    http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9485.pdf

  • 14

    kullanıldığını, bu durumun da Almancada iki ayrı terimle ifade edilen “historizm” ile

    “historisizm”in, İngilizcede ve Fransızcada tek bir terimle (İngilizcede “historicism”,

    Fransızcada ise “historisme”) ifade edilmesine yol açtığını belirtmektedir. Bu

    nedenle İngilizce ve Fransızca terimlerle Almancada kullanılan “historizm”in mi

    yoksa “historisizm”in mi kastedildiği belirsiz kalmaktadır. Özlem, Karl Popper (ö.

    1994)’in Türkçeye “Tarihselciliğin Sefaleti” diye çevrilmiş olan “Powerty of

    Historicism” adlı kitabını bu duruma örnek olarak vermekte ve Alman/Avusturya

    kökenli bir filozof olan Popper’in “izm” ve “isizm” soneklerinin ne anlama geldiğini

    bildiğini dolayısıyla bu kitapta “tarihselcilik”i değil “tarihsicilik”i eleştirdiğini

    belirtmektedir. Dolayısıyla Popper’in kitabı, “Tarihsiciliğin Sefaleti” şeklinde

    tercüme edilmelidir.65

    Görgün ise, söz konusu bu karışıklığı aşmak üzere 1920’li yıllarda Ernst

    Troeltsch (ö. 1923) ve Karl Heussi (ö. 1961) gibi Alman düşünürlerin, tarihselciliğin

    anlamı üzerinde yoğunlaştıklarını belirtmektedir.66

    Troeltsch, Tarihselcilik ve

    Problemleri (Der Historismus und Seine Probleme), Tarihselcilik ve Tarihselciliğin

    Aşılması (Der Historismus und Seine Überwindung) adlı eserleriyle; Heussi ise

    Tarihselciliğin Krizi (Die Krisis des Historismus) başlıklı eseriyle tarihselcilik ve

    tarihsicilik arasındaki karmaşıklığı gidermeyi amaçlamışlardır.67

    Özlem, Troeltsch’in, biri iyi, diğeri kötü olmak üzere iki tür tarihselcilikten

    bahsettiğini, kötü tarihselciliğin; Rothacker’in tarihsicilik kavramına benzeyen, her

    şeyi tine bağlayan, insan hakkındaki tüm bilgi ve düşüncemizin tarihsel olduğu ve

    insanı ancak bu haliyle anlamamız gerektiği iddiasını ileri süren bir yaklaşım

    olduğunu; iyi tarihselciliğin ya da tarihselciliğin ise, Dilthey’in tinsel bilimleri

    temellendirmek için geliştirdiği, tinin, tarih içindeki özel birikimlerini ele almak

    üzere kendi kendine yönelmesini konu edinen tarihsel bir metodoloji olduğunu

    belirtmektedir.68

    Iggers’e göre Dilthey’i, “tarihselciliğin filozofu” olarak kabul eden

    ve onun görüşleri bağlamında tarihselciliği, 19. yüzyıl Alman akademi dünyasının

    65

    Özlem, a.g.m., 1999, s. 137. 66

    Görgün, a.g.m., s. 123. 67

    Görgün, a.g.m., s. 123; Özlem, a.g.e., 1992, s. 156. 68

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 156.

  • 15

    egemen görüşü olarak belirleyen Troeltsch69

    , Özlem’in ifadesiyle tarihselciliği,

    “tarihin uçsuz bucaksız zenginliğinde, kültürün sınırsız çeşitliliğinde kendini arayan

    insanın trajik yaşam hissi” olarak tanımlamaktadır.70

    Sonraki yıllarda tarihselciliğin en etkili savunucularından olan Alman tarihçi

    Friedrich Meinecke (ö. 1954) ise tarihselciliği, “insanî şeyleri anlamanın en üst

    noktası” olarak tanımlamış71

    ve birçok yazısında tarihselciliğin geri dönüşü olmayan

    büyük bir Alman başarısı ya da devrimi olduğunu savunmuştur.72

    Ona göre

    tarihselcilik, Dilthey’le birlikte büyük bir sıçrama yaşamış ve insanlığa tarihsel

    sürecin fenomenal hakikatini yakalama fırsatını vermiştir. Çünkü tarihselcilik,

    Dilthey’in deyimiyle bir bilgi ilkesi değil bizzat yaşamın ilkesidir.73

    Özlem’e göre tarihselciliğin en önemli başarısı, tarih alanına ve kültür

    gerçekliğine pozitivist bir refleksiyonla yaklaşmanın sakıncalarını ortaya koymuş

    olması ve bu gerçekliğin anlamacı-yorumlamacı bir refleksiyonla ele alınması

    gerektiğini göstermiş olmasıdır.74

    II. Dünya savaşıyla birlikte ideolojik vasfını yitiren tarihselcilik, günümüzde

    Almanlara has bir yaklaşım olmaktan çıkmış ve iki farklı biçimde süregelmiştir.

    Birincisi, Dilthey’in göreciliğinden yola çıkan ve Yeniçağın bilgi kuramını da az çok

    kapsayan epistemolojik bir yaklaşım olarak tarihselcilik iken; diğeri, Martin

    Heidegger (ö. 1976)’le birlikte Temel Varlık Felsefesi (Fundementalontologie)

    olarak yeniden yorumlanan “hermenötik felsefesi”dir.75

    Dolayısıyla tarihselcilik, köklerini Antik Yunan’dan almış, Rönesans ve

    Aydınlanma dönemlerinde şekillenmiş ve 17. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamış bir

    düşünce olmasına rağmen ancak 19. yüzyılın ortalarında özgün bir düşünceye

    dönüşmüş ve bu yüzyılın sonlarında etkili olmaya başlamıştır.

    69

    Iggers, a.g.e., s. 29. 70

    Özlem, a.g.e., 1992, s. 158. 71

    Friedrich Meinecke, Historism: The Rise of a New Historical Outlook, New York, 1941, p.

    217. 72

    Meinecke, a.g.e., p. 217. 73

    Meinecke, a.g.e., p. 217. 74

    Özlem, a.g.e., 2012, s. 53. 75

    Görgün, a.g.m., s. 123; Özlem, a.g.e., 1992, s. 160.

  • 16

    IV. TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİ BAĞLAMINDA ORTAYA ÇIKAN BAZI

    FELSEFÎ TARTIŞMALAR

    A. Tümelci Felsefe-Tikelci Felsefe Karşıtlığı

    Evreni bir kozmoz olarak kabul eden Antik Yunan düşünürleri, evrende

    gözlemledikleri düzenin, sabit, genel-geçer ve rasyonel olduğu varsayımından

    hareketle, hakikatin, değişmez, genel-geçer bir bilgiyle elde edilebileceğini

    düşünmüşlerdir. Bu nedenle onlar için, söz konusu bu bilgi ancak, o dönemin felsefe

    algısı olan “theoria” ile mümkündür. Dolayısıyla bir theoria etkinliği olarak felsefe,

    doğaya (physei), doğal varlık alanına yönelmiş ve hakikatin bilgisini orada aramıştır.

    Öte yandan insanlar tarafından oluşturulan toplumsal bir yaşam alanının

    (thesei) varlığını da gözlemleyen Antik Yunan düşünürleri, burada, doğal varlık

    alanındaki sabitlik, değişmezlik, tümellik gibi varlığa ait ilkelerin olmadığını; aksine

    rastlantısallığın, geçiciliğin, tikelliğin hâkim olduğunu, dolayısıyla bu alanın

    “theoria”nın konusu olamayacağını savunmuşlardır. Onlara göre bu alana ait bilgi,

    ancak “historia” yani haber bilgisi olabilirdi.76

    Bu kadim bakış açısı, insan ve toplum

    içerikli bilginin, yüzyıllar boyunca, bilimler tasnifinde yer edinememesine yol

    açmıştır.

    Ancak, 14. yüzyılda Doğu’da İbn Haldun’la başlayan ve 17. yüzyıldan bu

    yana çoğunlukla Batı’da devam eden tarih felsefeleri neticesinde, tarihsel varlık

    alanının; doğal varlık alanından farklı, onun gibi bağımsız, bütün insanî başarıların

    gerçekleştiği tinsel bir varlık alanı olduğu fikri yaygınlık kazanmıştır.77

    Tarihsel

    varlık alanı ya da “mânevî (tinsel) varlık alanı” şeklinde ifade edilen bu ontik yapı,

    Almanca “geist” terimini karşılamakta ve insanın iradî eylemleriyle ortaya çıkan

    tinsel bir varoluşu simgelemektedir.

    Özlem’e göre tarihselciliği benimseyen düşünürler, evrensel hakikatin

    imkânsızlığını savunmuşlar; felsefeyi ise tikel hakikati arayan bir faaliyet alanı

    olarak tanımlamışlardır. Özlem, tarihselci düşünürlerin, insan aklının ve mantıksal

    76

    Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s. 57. 77

    Şaban Teoman Duralı, Sorun Nedir, Dergâh Yay., İstanbul, 2011, s. 55.

  • 17

    düşünmenin varlığından hareketle evrende bir akılsallığın ve mantıksallığın varlığına

    ulaşılamayacağını savunduklarını belirtmektedir.78

    Hakikatin evrensel olduğunu savunan tümelci felsefe ile hakikatin

    bireyselliğini savunan tikelci felsefe, tarih boyunca iki karşıt düşünme tarzını temsil

    etmişlerdir. Amacı tümelin bilgisine ulaşmak olan tümelci felsefe, Platon (ö. M.Ö.

    347)’dan başlayarak Francis Bacon (ö. 1626)’a kadar, tarihi; tikelliğin, düzensizliğin,

    değişmenin alanı olarak görmüş ve onlar üzerinden hakikate ulaşılamayacağını

    varsaymıştır. Tümelci felsefe, bu anlayışıyla rasyonel bir akıl yürütme olan

    tümdengelime dayalı, değişmez nitelikteki tümellerin altına, sürekli değişme halinde

    olan tikelleri yerleştirmek suretiyle “açıklama” yöntemini kullanmaktadır.79

    Tikelci felsefe ise, Grek septikleri başta olmak üzere, Alman idealistlerinden

    Schelling (ö. 1854), Schleiermacher (ö. 1834) ve tarihselciliğin en güçlü temsilcisi

    olan Dilthey tarafından temsil edilen felsefe tarzıdır.80

    Tikelci felsefeye göre,

    evrensel olanın yalnızca zihinsel tasarımına sahip olduğumuz için onun, gerçek

    dünyada bir karşılığı yoktur. Dolayısıyla zihnimizin bir ürünü olan evrenselliği,

    gerçek dünyada aramamız da boşunadır. Sadece mantıksal düşünce tarzında bir

    tasarım olarak var olan tümel hakikat, nesnel kümelere bir ad olsun diye verilmiştir.81

    Hakikatin evrensel olmadığının ve eğer evrensel hakikatler varsa bile bunların

    karmaşık, çelişkili ve çoğul olduklarının altını çizen tikelci felsefe anlayışı, 19.

    yüzyıldan itibaren tarihselcilik düşüncesi ekseninde temsil edilmiştir. Bu bağlamda

    tarihselcilik, Descartes (ö. 1650)’in özne-merkezli rasyonalist epistemolojisi ile

    İngiliz empirizminin deneyci epistemolojilerinin bir karışımı olarak ortaya çıkan ve

    özellikle de 19. yüzyılda pozitivist bilim anlayışı ile Avrupamerkezci ideolojik bir

    bakışı temsil eden evrenselciliğe karşıt bir tutumun adı olmuştur.

    Sonuç olarak düşünce tarihi boyunca hakikatin evrenselliği ve tikelliği

    tartışması hep süregelmiş, kimi dönem bilimsel bilginin de etkisiyle evrende yalnızca

    tümel hakikatlere ulaşılabilir olduğu düşüncesi; kimi zaman da özellikle

    78

    Özlem, a.g.m., 1999, s. 138. 79

    Özlem, a.g.m., 1999, s. 138. 80

    Özlem, a.g.m., 1999, s. 130. 81

    Özlem, a.g.m., 2006, s. 115.

  • 18

    tarihsel/toplumsal olgu ve olayların tikel hakikat değeri üzerinden evrende her şeyin

    genel-geçer bir karşılığı olmadığı düşüncesi hâkim olmuştur.

    B. Tarihsel Sürecin Yönü: Döngüsellik-Çizgisellik Tartışması

    Tarihselcilik düşüncesi bağlamında ortaya çıkan bir diğer tartışma ise, tarihin

    en belirgin öğeleri olan geçmiş, şimdi, gelecek üçlemesinden yola çıkarak tarihsel

    sürecin yapısı ve yönü üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda tarihle ilgili iki farklı

    yorumun ortaya çıkmış olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki, tarihin, belirli

    dönemlere göre devinen ve belli bir döneme kadar ilerleme yaşansa bile tarihte,

    doğada olduğu gibi tekrarların hâkim olduğunu ileri süren “döngüsel tarih” anlayışı

    iken; diğeri, tarihin sıfır noktasından başladığını ve belli bir ereğe doğru ilerlediğini

    savunan “çizgisel tarih” anlayışıdır.

    Döngüsel tarih anlayışı, doğada var olan (gece-gündüz, mevsimler,

    buharlaşma vb.) döngüsellikten hareketle tarihsel sürecin de sayısız döngüler

    şeklinde gerçekleştiği düşüncesidir.82

    Buna göre, zaman dairesel olarak hareket

    etmekte ve evrende yer alan tüm varlıklar da bu daireselliğe göre var olmaktadır.

    Döngünün içinde yer alan tüm varlıklar, döngüyü domine eden prensiplere göre yeni

    formlar kazanmaktadırlar.83

    Kadim evren tasavvurunda, dairesel hareket, Tanrısal ve

    dolayısıyla mükemmel kabul edildiğinden, döngüsellikte zamanın başlangıcı,

    mükemmelliği temsil etmektedir. Buna bağlı olarak herşeyin döngüsel zaman

    içerisinde söz konusu bu mükemmellikten uzaklaşarak bozulmaya ve çökmeye yüz

    tuttuğu düşüncesi vardır.84

    En baskın şekliyle Aydınlanma’da ortaya çıkan çizgisel tarih anlayışı ise,

    tarihsel süreçte var olan her şeyin neden-sonuç zinciri içerisinde, sıfır noktasından

    başlayarak belli bir sona doğru çizgisel olarak birbirini takip ettiği düşüncesine

    dayanmaktadır. Bir başka deyişle çizgisel tarih anlayışı insanlığın ilkellikten

    gelenekselliğe daha sonra da moderniteye doğru çizgisel bir gelişim ve tekâmül

    yaşadığı fikrine dayanmaktadır.

    82

    Bıçak, Tarih Metafiziği ya da Kendilik Bilinci, Dergâh Yay., İstanbul, 2014, s. 208. 83

    Bıçak, a.g.e., 2014, s. 209. 84

    Bıçak, a.g.e., 2014, s. 209.

  • 19

    İlahi dinlerin ortak tarih anlayışı olan çizgisellikte, Hz. Âdem ile başlayan

    tarihsel sürecin kıyametle sona erip, ahirette, özellikle cennette devam edeceği

    düşüncesi hâkimken; Aydınlanma ve daha sonra pozitivizmle birlikte, kutsal dinlerin

    kıyamet anlayışı yerine, dünyada insan aklının zaferiyle elde edilecek seküler bir

    cennet anlayışı hâkim olmuştur.85

    Dolayısıyla tarihin modern çizgisel yorumu,

    mekân olarak dünyada ve zaman olarak gelecekte bir kurtuluş öngörmekte ve tarihte

    ilerleme fikrini savunmaktadır.

    C. Doğa Bilimleri-Tin Bilimleri Ayrımı

    Aristoteles, ilk defa teorik ve pratik bilimler şeklinde bir ayrımla bilginin

    alanlarını sistemli olarak ayırmıştır. Aristoteles’in bu tasnifi, yüzyıllar sonra, doğa

    bilimleri ile tin bilimleri arasındaki ayrımın ortaya çıkmasına temel teşkil etmiştir.

    Öyle ki, Aristoteles’ten sonra uzun bir müddet tarihin, bilim sınıfına sokulmamış

    olması, tarihselcilik düşüncesinin bu ve buna benzer indirgemeci yaklaşımlara karşı

    ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öte yandan bilim felsefesi tarihinde üzerinde en

    çok tartışılan sorunlardan biri, söz konusu bu ayrım temelinde kendini göstermiştir.86

    Özlem, bu ayrımı kabul edenler arasında başka bir tartışmanın da süregeldiğinden

    şöyle bahsetmektedir:

    “Daha çok “sosyal bilimler” adıyla ifade edilen bilimlerin yapısı ve yöntemi

    bakımından nasıl temellendirileceği tam bir tartışma konusu olmuş, bu tartışmalar

    sonucu çoğu karşıt konumlarda olan okullar, felsefe anlayışları ortaya çıkmıştır.

    “Sosyal bilimler”, “toplum bilimleri”, “tarih bilimleri”, “ideografik bilimler”,

    “kültür bilimleri”, “tin bilimleri”, “hermeneutik bilimler”, “insan bilimleri (beşerî

    bilimler)” adları bu süreç içerisinde değişik felsefî inançlara bağlı değişik felsefe

    anlayışlarının kendi perspektifleri doğrultusunda ortaya attıkları adlar

    olmuşlardır.”87

    Özlem’in bu ifadelerinden de anlaşılacağı gibi sosyal bilimler kategorisine

    giren ve insanı obje olarak ele alan bilimlerin adlandırılması meselesi, söz konusu

    85

    Bıçak, a.g.e., 2014, s. 209. 86

    Özlem, a.g.m., 2006, s. 113. 87

    Özlem, a.g.m., 2006, s. 113.

  • 20

    felsefi tartışmaların diğer bir ayağını oluşturmuştur. Kimi filozoflar toplum ve kültür

    eksenli bir yaklaşımdan yola çıkarak daha çok sosyolojik ve ideografik adlandırmalar

    yapmış, kimileri de Dilthey gibi toplum ve tarih metafiziğinden hareketle felsefî bir

    adlandırmayı tercih etmiştir.

    Yeniçağla birlikte Kopernik (ö. 1543), Galileo (ö. 1642) ve Newton (ö.

    1727)’un matematik-fizik temele dayalı açıklama ve buluşlarıyla, doğanın her

    yerinde aynı yasaların işlediğini ve doğanın matematik bir yapıya sahip olduğunu

    ortaya atmaları, doğa bilimlerini diğer disiplinlerin üstüne çıkararak entelektüel

    çalışmalar için bir ölçüt yapmıştır.88

    Böylece her çalışma disiplini, doğa bilimlerine

    yaklaştıkça değerleri artmış, ondan uzaklaştıkça değersiz kabul edilmiştir.

    Daha sonra 19. yüzyılda Auguste Comte (ö. 1857), doğa bilimlerinin, önce

    olguları belirleyip sonra bu olguların nedensel bağlantılarını ortaya koyarak devam

    ettiği düşüncesinden hareketle, sosyal olguları keşfederek bu olgular arasındaki

    bağlantıları pozitif metotla inceleyecek “toplumbilim” adı verilen yeni bir bilimin

    olması gerektiğini ileri sürmüştür.89

    Bu pozitivist bilim anlayışına göre, doğa dünyası

    ile insan dünyası birbirine benzer niteliktedir.

    Doğa bilimleri karşısında tin bilimlerinin önemini vurgulayan Dilthey,

    pozitivist yaklaşımın bu indirgemeci tavrına karşı gelerek tin bilimlerinin90

    bağımsızlığını savunmuştur.91

    Ona göre, en az iki gerçeklik alanı vardır: Doğal ve

    Tinsel varlık alanı. Doğal varlık alanı açıklanmayı; tinsel varlık alanı ise anlaşılmayı

    bekleyen ayrı objektivasyonlara sahip varlık alanlarıdır.92

    Dilthey’e göre simgeler,

    88

    Veli Urhan, “Michael Foucault ve İnsan Bilimlerinin Arkeolojisi”, MÜFSBS, s. 295. 89

    Auguste Comte, Pozitif Felsefe Dersleri, Çev. Ümid Meriç, Edebiyat Fakültesi Sosyoloji

    Dergisi Yay., İstanbul, 1967, s. 256-257; Kurtuluş Dinçer, “Doğa Bilimi-Sosyal Bilim

    İkiliği: İdeolojik Bir Çatışma”, MÜFSBS, s. 58. 90

    Tin bilimleri (mânevî bilimler, mâneviyat bilimleri, geisteswissenschaften), 19. yüzyılın

    son çeyreğinde Dilthey’in, pozitivistlerin “sosyal bilimler” terimiyle andıkları bilimler

    grubuna verdiği addır. (bkz. Özlem, a.g.m., 2006, s. 114). 91

    Dilthey, Hemeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem, Notos Kitap Yay., İstanbul,

    2012, s. 22; Dinçer, a.g.m., s. 58; 92

    Dilthey, The Formation of the Historical World in the Human Sciences, ed. by Rudolf A.

    Makkreel and Frithjof Rodi, Princeton University Press, Princeton, 2002, p. 3; Aron

    Raymond, Introduction to the Philosophy of History, trs. by George J. Irwin, Beacon

    Press, Boston, 1948, p. 45; Charles Taylor, “Interpretation and the Sciences of Man”, in

    Readings in the Philosophy of Social Science, ed. by Michael Martin-Lee C. Mcintyre,

    Massachusetts Institute of Technology Press, Cambridge, 1994, p. 181.

  • 21

    düşünceler, normlar ve ideler alanı olan tinsel dünya, ancak kendi yapısına uygun,

    doğa bilimininkinden farklı bir yöntemle elde edebilir ki bu da “anlama”

    yöntemidir.93

    Dilthey’in, çıkış noktasını, Kant’la başlayan ve Alman felsefe geleneğine

    hâkim olan doğal gerçeklik-tinsel gerçeklik ayrımında bulduğunu söyleyebiliriz.

    Nitekim Kant, temelini insana dayandırdığı ahlâk felsefesinde insanı hayvandan

    ayıran en önemli farkın hayvansal güdüsü ile aklının birbirinden bağımsız olması

    şeklinde belirlemiştir. Ona göre özgür bir varlık olarak insan, doğallığından istediği

    oranda sıyrılabilmekte ve kendi yaşam biçimini belirleyebilmektedir. Özlem’e göre,

    Kant, insanın doğaya en az bağımlı olan bu yönünü onun tinselliği olarak

    düşünmektedir.94

    Dilthey, bilimlerin ayrımında doğal gerçeklik-tinsel gerçeklik ayrımından

    hareket etmiş ve doğa biliminin, doğa olaylarını ve bu olaylar arasındaki ilişkileri,

    nedensellik ve nicelik yönünden açıkladığını, ardından genel yasalara ulaştığını

    belirtmiştir. Buna karşın, tarihsel-toplumsal gerçeklik, doğada var olmayan ve sadece

    insana özgü niyet-eylem düzleminde oluşan, insanın kendisi için kurup, içinde var

    olduğu tinsel (mânevî) bir gerçekliktir. Bu nedenle bu alanın bilgisine ancak anlama

    yöntemini kullanan tin bilimi yönelebilir. Anlama ise insanın tüm eylemlerini ve

    bunların ardındaki amaç ve dürtülerin neler olduğunu bilme uğraşıdır.95

    İşte bu tip bir bilimi kurma yönündeki ilk girişim, genel felsefe tarihinde

    umrân ilmi ile İbn Haldun’a aittir. Batı’da ise her ne kadar Yeni Bilim ile ilk girişim

    Vico’ya ait olsa da, tin bilimlerinin, doğa bilimleriyle olan sınırlarını detaylı olarak

    göstermesi ve sistematik bir şekilde belirlemesi nedeniyle bu alanda en güçlü girişim

    Dilthey’e aittir.96

    Tarihte mutlak olmayan, zamana ve mekâna göre değişip duran bir anlamlar

    çokluğu olduğu iddiasından hareket eden tarihselcilik, bu noktada tin bilimlerinin

    metodunun ne olması gerektiği sorusu üzerinde durmuştur. Buna göre gerçekliğin

    93

    Dilthey, a.g.e., 2012, p. 4. 94

    Özlem, a.g.e., 2012, s. 36. 95

    Dilthey, Selected Works Volume I: Introduction to the Human Sciences, Princeton

    University Press, Princeton, 1989, p. 80. 96

    Taylor, a.g.m., p. 181.

  • 22

    karmaşık; geleceğin belirsiz olduğunu, tümel-mükemmel bilginin bulunmadığını,

    nesnelliğin mümkün olmadığını, toplum ve tarihte bağımsız değişkenler

    bulunmadığını kabul eden Dilthey, tarihsel/toplumsal gerçekliğe ancak anlama

    yöntemiyle nüfuz edilebileceğini savunmuştur.97

    Bu bakımdan tarihsel-toplumsal

    gerçeklik, yasalara dayalı olarak açıklamalar yapılabilen bir alan değil, her zaman

    ancak yorumlanabilen bir alan olarak kabul edilmiştir.

    Tarihselciliğe göre insan, evreni, kendi tinsel-tarihsel donanımı aracılığıyla

    kavramaktadır. Aynı şekilde her tarihsel dönem ve bu dönemlere ait insan

    toplulukları kendi toplumsal konum ve koşullarına göre evreni ve kendilerini

    algılamaktadırlar.98

    Bu algılama her dönemde farklılık arz ettiğinden bilgi de her

    tarihsel dönemde özel bir algılamanın ürünü olmaktadır.

    Dilthey’e göre, doğa

    bilimleri de dâhil olmak üzere her türlü bilgi her tarihsel dönem ya da süreçte o

    tarihsel dönemin ya da sürecin tinselliğinin, düşünce dünyasının bir ürünüdür. Öyle

    ki, doğada aradığımız nedensellik ve mantık ilkeleri doğanın değil, kendi tarihsel

    aklımızın bir ürünüdür, bunlar tarihsel süreçteki yaşam pratiği içinde oluşmuştur. 99

    Buraya kadar, tarih, tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının anlam

    içeriklerini ve tarihselcilikle ilgili süregelen bazı felsefî tartışmaları ele aldık. Birinci

    bölümde ise felsefe-tarih ilişkisinin köklerinden hareketle tarih felsefesi ve

    tarihselcilik düşüncesinin ortaya çıkışını inceleyeceğiz.

    97

    Dilthey, a.g.e., 2012, p. 108. 98

    Raymond, a.g.e., p. 61. 99

    Dilthey, a.g.e., 2012, p. 23.

  • 23

    BİRİNCİ BÖLÜM

    TARİHSELCİLİK DÜŞÜNCESİNİN TEMELLERİ

    I. FELSEFE-TARİH İLİŞKİSİ

    A. Felsefî Düşüncenin Konusu Olarak Tarih

    İnsanı kendi öz niteliklerine göre kategorize ettiğimizde, insan ve hakikat

    arasında kurulan ilişki biçimlerinin; felsefe, bilim ve din yoluyla; rasyonel, tecrübî

    (empirik) ve sezgisel olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.100

    Tarihsel süreçte

    düşüncenin devinimi ve medeniyetlere ait evren tasavvurları, söz konusu bu ilişki

    biçimlerinin diakronik (art zamanlı) ya da kompleksif (karmaşık) tezahürleriyle

    süregelmiştir.

    Düşünme, kavramlar aracılığıyla her türlü varolan (dış dünyada, düşünmede,

    dilde) üzerinde sürekli bir anlam verme ve anlama çabasıdır.101

    Felsefe ise genellikle,

    insana has bir fiil,102

    hikmet sevgisi ve arayışı,103

    cevaplanmamış problemlere çözüm

    arayan eleştirel, sorgulayıcı, sistemli ve tutarlı bir düşünce faaliyeti,104

    “anlamın

    taşıyıcısı olan kavramlar üzerinden varolanı; dil, düşünce, varlık ilişkileri içerisinde

    anlama ve anlamlandırma çabası”105

    ya da “herhangi bir düşünce üzerine

    düşünme”106

    şeklinde tanımlanmaktadır.

    100

    İshak Arslan, Çağdaş Doğa Düşüncesi, Küre Yay., İstanbul, 2011, s. 36. 101

    Betül Çotuksöken, Felsefi Söylem Nedir?,İnkılâp Yay., İstanbul, 2000, s. 44. 102

    Macid Fahri, Ab’âd el-Tecrûbeh el-Felsefiyeh, Dâr’un-Nehar li’n-Neşr, Beyrut, 1980, s.

    17. 103

    Kindî, “Hudûd el-Eşyâ”, Resâil el-Kindî el-Felsefiye, nşr. Ebû Rîde, Kâhire, 1950, s. 173;

    Hamdi Ragıp Atademir, Filozoflara Göre Felsefe, Atademir Yay., Konya, 1947, s. 93-94;

    George Berkeley, ATreatise Concerning the Principles of Human Knowledge, ed. by

    Thomas J. McCormack, Dover Publication, New York, 2003, p. 5. 104

    A. C. Ewing, The Fundamental Questions of Philosophy, Routledge, London and New

    York, 1985, p. 11; Cevizci, Felsefeye Giriş, Say Yay., İstanbul, 2012, s. 7; Gökberk,

    a.g.e., s. 13. 105

    Çotuksöken, a.g.e., s. 69. 106

    Collingwood, a.g.e., s. 34.

  • 24

    Buradan yola çıkarak felsefî düşüncenin, “tarih”i konu edinmesinden,

    “Nereden geldik? Neyiz? Nereye gidiyoruz?”107

    biçiminde formüle edilmiş sorular

    etrafında, tarihin mahiyetini, niteliğini, varlık alanını ve bilgi objektivasyonunu

    sorgulayan düşünme tarzını ifade etmiş oluruz ki tarihteki olayların çokluğu, bir

    yandan “olguların tarihi”ni öne çıkarırken diğer yandan insanın tarihe dönük

    sorgulamalarının nasıl olması gerektiği hakkında düşünmeyi de beraberinde

    getirmiştir.108

    Bu bağlamda diyebiliriz ki, tarih düşüncesinin genel çerçevesini,

    evrenin ve insanın varoluş süreci ve bunların geçmişiyle ilgili insanın anlamlandırma

    ve temellendirme çabası oluşturmaktadır.

    Nitekim tarih hakkında veya başka herhangi bir bilgi dalı hakkında sorular

    sormak, felsefenin alanına girmek demektir.109

    Çünkü burada söz konusu olan;

    varlık, bilgi ve değer gibi felsefenin en temel meseleleridir. Böylece tarihin felsefesi,

    geçmişi bugüne bağlayacak olan bir anlam arayışını ve bu arayışta felsefe-tarih

    ilişkisine dayalı bir kavrama çabasını da beraberinde getirmiştir. Tarihe dönük felsefî

    yaklaşımları belirleyen temel unsur, tarihin felsefî problemler açısından yorumunu

    yapmak ve tarihsel olay, olgu ve süreçlerin hangi kanunlar çerçevesinde işlediğini

    tespit edebilmektir.110

    Tarihsel oluş içerisinde süregelen yaşam, belli bir kanuna göre mi

    oluşmaktadır? Yoksa bu yaşam rastlantısal mıdır? Belirli toplumların tarihi için

    ortaya konan ilkeler ve kanunlar bütün toplumlar için genelleştirilebilir mi? Buradan

    hareketle “insanlık tarihi”nin evrensel kanunlarına ulaşılabilir mi? “Tarihsel oluş”un

    bir akış ilkesi var mı? Varsa bu akışın yönü nereye doğrudur? Tarihsel oluşu

    etkileyen ya da belirleyen bir irade var mıdır? Eğer varsa bu, Tanrı iradesi midir?

    Yoksa insanın bizzat kendi iradesi midir? Bu ve benzeri sorular, tarih felsefesinin

    temel problematiğini oluşturmaktadır.

    107

    Zdenek Vasicek, “Philosophy of History”, in A Companion to the Philosophy of History

    and Historiography, ed. by Aviezer Tucker, Blackwell Publishing, United Kingdom,

    2009, p. 25. 108

    Collingwood, “Human Nature and Human History”, in Readings in the Philosophy of

    Social Science, ed. by Michael Martin-Lee C. Mcintyre, Massachusetts Institute of

    Technology Press, Cambridge, 1994, p. 166. 109

    John Tosh, Tarihin Peşinde, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, 2005, s. 122. 110

    Süleyman Hayri Bolay, Felsefe Dünyasında Gezintiler, Nobel Yay., Ankara, 2006, s. 172.

  • 25

    Tarihin belirli kanunlar etrafında ilerleyen bir süreç olduğu tartışması, hiç

    şüphesiz insan merkezli bir tartışmadır ve tarih felsefesi de bu tartışmayı konu

    edinmektedir. Ancak burada söz konusu olan kanun düşüncesi, sadece geçmişin

    değil, şimdinin ve geleceğin de belirleyicisi konumundadır ve insan bu akış içinde

    sürecin bir parçası iken, nasıl olup da sürecin üzerine yükselip süreci

    anlamlandırabilecek ve giderek sürecin dayandığı kanunların bilincine ulaşacaktır?

    Nitekim geçmişe bağlı olarak var olan insan, hem tarihli111

    hem de tarihsel bir

    varlıktır. İnsanın tarihliliği, doğumuyla başlayan (biyolojik) “birey olma” süreciyken;

    tarihselliği, birey-üstü,“insanî varoluş”sürecidir. Dolayısıyla tarih de ancak insanla

    birlikte var olmaktadır.112

    İşte bu ve benzeri problemler de ayrıca tarih felsefesinin

    uğraş alanında yer almaktadır. Dolayısıyla tarih felsefesi, belli bir metodoloji113

    çerçevesinde tarihsel süreci anlamlandırarak hakikati gerçeklikten ayırma çabası

    olmaktadır.

    Tarihin ne olduğunu izah edebilmek için öncelikle zamanın ne olduğunun

    bilinmesi gerekmektedir. Nitekim varlık hakkında düşünmek, mutlaka bir başlang