toplumsal bütünleşmede değerler ve eğitimi iii...

10
Editör Doç. Dr. Hasan MEYDAN Zonguldak 2018 Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınları No: 29 Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi (Bildiriler Kitabı) III. ULUSLARARASI DEĞERLER EĞİTİMİ KONGRESİ

Upload: others

Post on 20-Mar-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

EditörDoç. Dr. Hasan MEYDAN

Zonguldak 2018

Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınları No: 29

Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi

(Bildiriler Kitabı)

III. ULUSLARARASI DEĞERLER EĞİTİMİ KONGRESİ

Page 2: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

95

Giriş

İnsanlık tarihine baktığımızda, değerlerin kaynağı bakımından sürekli bir çatışmanın yaşandığını görmekteyiz. Bir dine ya da Tanrı’ya inanan insanlar, değerlerin kaynağı olarak Tanrı’yı görmektedirler. Onlara göre Tanrı, sadece evreni yaratan ve her şeyi bilen yüce bir güç değil, yarattıklarının hayatlarında da var olmayı sürdürendir. Bu yüzden O, insanlara neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildirir. İnsana düşen ise bu değerleri hayatında uygulamaya çalışmaktır. Bir dine inanmayan insanlar ise, Tanrı inancı ile değerler arasında zorunlu bir ilişki olmadığını kabul etmiş ve değerlerin dinden/Tanrı’dan bağımsız olduğunu iddia etmişlerdir.

Değerlerin kaynağı din ya da Tanrı mıdır? Yoksa bir dine ya da Tanrı’ya inanmadan da değerleri inşa edebilir miyiz? Ahlâkın özerkliği ve değerlerin Tanrı inancından bağımsız olarak düşünülüp düşünülemeyeceği konuları, tartışmaların odak noktasını teşkil etmiştir.

Bu bildiride amacımız, Varoluşçu felsefenin önemli düşünürü Jean-Paul Sartre üzerinden Tanrısız dünyada değerlerin nasıl inşa edilmeye çalışıldığını ve karşılaşılan güçlüklerin neler olduğunu ortaya koymaktır.

Varoluşçu Düşünce

19. yüzyılda birçok filozof, birbiri ardına Batı’da etkin geleneksel Tanrı anlayışına meydan okumaya başladı. I. Dünya Savaşı ile liberal paradigmanın yıkılması, birçok insanın tarihe, dinlere ve tüm değerlere olan inançlarının yıkılmasına da neden olmuştur. 20. yüzyılın ilk yarısında hızla yayılan varoluşçu düşünce de, yüzyıl insanının problemlerinden hareketle insanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır.

Varoluşçu düşünce, birçok bakımdan Yeniçağ’daki özne merkezli felsefelerin bir uzantısı olarak görülebilir. Genel olarak varoluşçuluk, kitle kültürüne, yığın ahlakına tepki gösteren, bireyi kitle karşısında öne çıkarmayı hedefleyen bireyci bir etik anlayışı ortaya koymuştur.

Doç.Dr. Celal BÜYÜK*

TANRISIZ BİR DÜNYADA DEĞERLERİ İNŞA SORUNU: JEAN-PAUL SARTRE

PERSPEKTİFLİ BİR BAKIŞ

* Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, ORCID No: 0000-0003-3282-8534, E-Posta: [email protected]

Page 3: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

96

Celal BÜYÜK

Özelde ise Batılı insana Aydınlanma döneminden itibaren yol göstermiş olan akılcılık, bilimcilik ve ilerleme yoluyla daha mutlu bir toplum yaratma idealinin derinden sarsıldığı, açlık, yoksulluk ve baskının yaygınlaştığı, dünya savaşlarının etkisiyle, geleceğe dair hiçbir umut beslemeyen insanların insanlık durumlarıyla yüz yüze geldiği bir dönemin ürünüdür (Özlem, 2010: 115; Ertürk, 2012: 113-130; Gündoğdu, 2007: 105-108).

Aydınlanma düşüncesinin değerlerine, modern rasyonalizme, liberalizmin kitle kültürüne ve yığın ahlakına karşı bir tepki olarak yorumlanabilen varoluşçu etik, her şeyden önce bir özgürlük ahlakıdır. Varoluşçu düşüncede ben/benlik, varlık ile özdeştir. İnsanı önce bir varlık olarak ele alan varoluşçu felsefe, insanların ahlaki yaşamını da önce varlığı anlamaya çalışarak ortaya koymaya çalışır. Buna göre insan, kendi özünü kendisi yaratır. İnsan, tek başınadır. O, seçim konusunda mutlak özgürdür ve özgürlükle yapılan ve seçilen her şey, ahlaka da uygundur (Sartre, 1996: 71-72, 111-112).

Varoluşçu düşünce, ampirik veya rasyonalist değil, iradeci bir etik anlayışı ortaya koyar. Zira varoluşçu etik, insanı irade sahibi bir varlık olarak tanımlar. Hatta hümanist veya ateist boyutu içinde varoluşçu etik, akılla anlaşılamayan evrenin özde anlamsız olduğunu, dünyaya anlamın insan tarafından verildiğini öne sürer (Cevizci, 2002: 271). Buna göre anlam, düzen ve amaçtan yoksun olan böyle bir dünyada, insanın hazır bulduğu ahlaki kurallar bulunmadığına göre, anlam ve ahlaki ilkeler insan tarafından ortaya konulmalıdır.

İnsanın Özgürlüğü ve Değerleri İnşa Sorumluluğu

Varoluşçu felsefenin önemli filozofu Jean-Paul Sartre, varoluşun özden önce geldiğini belirtmektedir. Ona göre insan, özgür bir varlıktır, kendi özünü kendisi kurar ve gelecekteki benliğini kendisi seçerek yaratır (Sartre, 1996: 61-62; Sartre, 1948: 27). İnsan, sadece ne olduğunu bizatihi tasarlayan değil, aynı zamanda varoluşa doğru, bu fırlatılmadan sonra varlığını bizatihi irade edendir (Sartre, 2013: 824; 2002: 104; 1948: 28). Burada o, “varoluşu özünden önce gelen” diyerek insanın var olduğu, ortaya çıktığı ve ondan sonra kendini tanımladığını ifade etmektedir.

Eğer varoluş gerçekten özü önceliyorsa, bu durumda insanoğlu ‘ne olduğu’ndan sorumludur. Böylece varoluşçu düşüncenin ilk hamlesi, her insanı ne olduğunun farkına vardırmak ve varoluşu üzerine kurulu olduğu sorumluluğunu insana bildirmektir.

Kendine yönelen ve sadece olmayı seçtiği kişi değil, aynı zamanda bir kanun-koyucu olduğunun farkına varan insan, kendi sorumluluğunu hissetmekten kaçamaz. Elbette sorumluluk konusunda endişeli olmayan pek çok insan vardır. Sartre onların endişelerini sakladıklarını ya da ondan kaçtıklarını ileri sürmektedir (Sartre, 2013: 825).

Sartre, bir insana kendinden sorumlu olduğunu söylediği zaman sadece kendisinden değil, bütün insanlardan sorumlu olduğunu kastetmektedir (Sartre, 2013: 824; 1996: 65; 2002: 105; 1989: 565). O, bunu şöyle ifade etmektedir:

"İnsanın bizatihi benliğini seçtiğini söylediğimiz zaman, her birimizin de böyle yaptığını kastetmekteyiz. Fakat insanın bu seçimi yaparken, aynı zamanda bütün insanlar için de seçimde bulunduğunu kastetmekteyiz. Gerçekte, olmasını istediğimiz insanı yaratırken,

Page 4: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

97

Tanrısız Bir Dünyada Değerleri İnşa Sorunu: Jean-Paul Sartre Perspektifli Bir Bakış

aynı zamanda olması gerektiğini düşündüğümüz gibi bir adam tahayyülü yaratmayan tek bir fiilimiz dahi yoktur. Bu ya da şu olmayı seçmek, aynı zamanda seçtiğimiz şeyin değerini de kabul etmektir. Çünkü biz, kesinlikle kötüyü seçemeyiz. Daima iyiyi seçeriz ve hiçbir şey, herkes için iyi olmadıkça bizim için de iyi olamaz (Sartre, 2013: 824-825; 2002: 106)".

Yani Sartre’a göre eğer varoluş özü önceliyorsa, aynı zamanda hem var olduğumuzu hem de suretimizi şekillendirdiğimizi kabul ediyorsak bu durum, herkes için geçerlidir. Böylece sorumluluğumuz, tahmin edebileceğimizden çok daha büyüktür; çünkü bütün insanlığı ilgilendirmektedir. O, bunu şu örnekle açıklamaktadır:

“Ben bir işçiysem ve komünist olmak yerine, Hıristiyan bir sendikaya katılmayı tercih ediyorsam; bir üye olmak suretiyle, insan için en iyi şeyin itaat olduğunu, insanoğlunun krallığının bu dünyada olmadığını göstermek istiyorum demektir. Böylece sadece, kendi durumumu dikkate almıyorum, herkes için teslimiyet göstermek istiyorum. Sonuç olarak eylemim, bütün insanlığı ilgilendirmiştir. Daha bireysel bir durumu ele alalım: Evlenmek, çocuk sahibi olmak istiyorsam; bu evlilik sadece benim bireysel şartlarıma, aşkıma ya da arzuma dayanıyor olsa bile, sadece kendimi değil bütün insanlığı tek eşliliğe dâhil etmekteyim. Öyleyse, kendimden ve diğer insanlardan da sorumluyum. Bizatihi seçimimle, belli bir insan suretini yaratmaktayım. Kendimi seçerken, aslında insanoğlunu seçmekteyim (Sartre, 2013: 825; 1996: 66).”

Bireyin öznelliğini çıkış noktası olarak kullanan Sartre bunu bir çağın doğrularına genellemektedir. Buna göre bir çağın bütün kararları, salt bir özgürlükle olursa yine de belli noktalarda uyuşurlar, buna karşılık bazı noktalarda da ayrılırlar. Uyuşan noktalara her çağda “doğru”, birbirinden ayrılanlara da “yanlış” denir. Öyleyse doğru, bir çağda yerleşik olan görüşlerle uyuşan şeydir. Fakat çağ ile birlikte o doğruluk da sona erer; çünkü yeni dönemler, yeni çağlar, yeni doğrular yaratır, bugünün doğruları yarının yanlışları olabilirler. Bundan dolayı bağlanmak zorunda olduğumuz hiçbir gelenek olmamalıdır.

Yaşam kurallarımız, kendimiz için ortaya koyduğumuz kurallardır ve eğer belli konularda yüzyıllar öncesinin ahlak kurallarını koyanların haklı olduklarına karar verirsek, bunlar bizim kurallarımız olmaktan çıkmazlar; çünkü onları kendimiz için denemiş olacağız ve bireysel deneyimlerimiz temelinde kabul edilir bulacağız. Dolayısıyla bizim için “gösterişçilik” söz konusu olmayacaktır. Her şeyden önce kendimizi, diğer insanların gözünde takdir görmek ya da kabul edilebilir kılmak için maskeler takma zorunluluğumuz yoktur. Onlar bizi, olduğumuz gibi kabul etmelidirler (Sartre, 1996: 63; Billington, 2011: 219).

Ayrıca Sartre bu düşünceden şu sonucu da çıkarır: Her yazar, kendi çağı için yazar. Öncesiz sonrasız doğruları ortaya koymak isteyen kimse, yalnızca kitaplık denilen “kitap mezarlıkları” için yazar (Sartre, 1996: 37; 2002: 105; 2013: 825). Görüleceği üzere Sartre, burada sınırsız bir göreceliğe kapı açmaktadır. Buna göre öncesiz sonrasız doğrular olmadığı gibi öncesiz sonrasız ahlak yasaları da yoktur. Sartre bu durumu ressamın yaptığı tablo örneğiyle açıklamaktadır:

“A priori estetik değerlerin olmadığı fakat sonradan, tablonun ahenginde, sanatçının amaçladığı ile ulaştığı sonuç arasında bulunan uygunlukta ortaya çıkan değerler olduğu açıkça anlaşılır. Hiç kimse yarınki tablonun neye benzeyeceğini söyleyemez. Tablo hakkında

Page 5: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

98

Celal BÜYÜK

ancak tablo yapıldıktan sonra yargıda bulunulabilir. Mesela Picasso’nun bir tablosundan bahsederken asla onun keyfî olduğunu söylemeyiz; onu boyarken bizatihî kendini yaratıyor olduğunu, çalışmasının bütününün onun hayatında cisimleşmiş olduğunu daha iyi anlarız. Aynısı ahlâkî düzlemde de geçerlidir. Sanat ve ahlâkın ortak olduğu şey, her ikisinde de yaratmanın ve icat etmenin bulunmasıdır. Yapılması gereken şeyin ne olduğuna a priori karar veremeyiz (Sartre, 2013: 830-831; 2002: 125).”

Bu durumda Sartre’a göre yegâne mutlak değer, özgürlük olmaktadır. Özgürlükle yapılan her şey, ahlaka uygundur.

İnsanın Özgürlüğü ve Tanrı

Sartre felsefesinin amacı, insanın kendi sorumluluğunu bulma imkânını ona vermeye çalışmaktır. Ona göre insanın seçtiği değerlerin göreceli ve tamamıyla özgürlük üzerine kurulmuş olmaları keyfiyeti, Tanrı’nın yokluğu fikrinin doğal bir sonucudur. Tanrı düşüncesinin inkârı, işte bu temel görüş çerçevesinde bir neden kazanmaktadır:

“...Zira, biz kesinlikle sadece insanların bulunduğu bir planda yer almaktayız. Dostoyevski ‘Eğer Tanrı yoksa her şey mübahtır.’ diye yazmıştı. Bu varoluşçuluğun hareket noktasıdır. Aslında Tanrı yoksa her şey serbesttir ve bunun bir sonucu olarak da, insan terk edilmiştir, çünkü ne kendisinde ne de kendi dışında bağlanacak bir imkân bulamamaktadır (Sartre, 2013: 827; 1996: 71).”

İnsanın bireysel yönüne vurgu yapan ve bunu gerçekleştirmesini arzu eden Sartre, Nietzsche’nin etkisiyle insanın özgürlüğü için Tanrı’nın olmaması gerektiğini vurgular. Ona göre Tanrı varsa, özgürlük yok demektir. Tanrı’nın olması durumunda insan, kendi özünü oluşturma imkân ve gücünden yoksun kalacaktır. İnsan yaşamı, kendisine bağlanacağı bir yeter neden olmaksızın var olmak durumundadır. Çünkü Tanrı, insan varlığı ve özgürlüğü açısından çelişiktir, imkânsızdır (MacIntyre, 2001: 39). Ona göre, Tanrı var olmadığı için herhangi bir mutlak değerden de bahsedilemez. Dolayısıyla insan, kendi dünya görüşünü, yine kendisi yaratmak durumundadır. Hiçbir yerde iyinin var olduğu, dürüst olmamız ya da yalan söylemememiz gerektiği yazmamaktadır. Tanrı yoksa davranışımızı meşrulaştırmak için müracaat edecek değer ya da buyruklar da yoktur. Öyleyse, değerlerin aydınlık krallığında ne arkamızda mazerete ne de önümüzde meşrulaştırmaya sahibiz. İnsan, dünyada yalnızdır. Sartre, bunu “kimsesizlik” kavramıyla ifade eder (Sartre, 1996: 71-72; 2013: 827; 1989: 488, 565; 1957: 66; Özlem, 2010: 128). Bu nedenle o, yalnız ve kimsesiz olan insanın her an yaratmaya mahkûm olduğunu düşünür. İnsan, özgürlük içerisinde kendi özünü oluşturmak ve belirlemek zorundadır.

Tanrı’yı yaşamına sokmamaya çalışan ve diğer insanlara da bunu öğütleyen Sartre, Nietzsche’nin “Adam ol, beni izleme, kendi yoluna git.” öğüdünü alır ve böylelikle insana tanrısallık payesini vermektedir. Yine “Egzistansiyalizm bir Hümanizmdir” adlı çalışmasında Sartre, “Tanrı varsa bile fark etmez. Yeryüzünde bireysel ya da sosyal anlamda gerçeklenmeyi bekliyorsak, bunu yaratmak bize kalmıştır. Eğer başarısız olursak, gerçeklenme olmayacaktır.” (Sartre, 2002: 110) diye yazmış ve insana kendi benliğini inşa etme sorumluluğunu yüklemiştir.

Page 6: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

99

Tanrısız Bir Dünyada Değerleri İnşa Sorunu: Jean-Paul Sartre Perspektifli Bir Bakış

Sartre’a göre özgürlük, doğrudan doğruya bilinçten çıkmaktadır. Hakikatin aşkın kaynağı olan Tanrı reddedildiği zaman, geriye bu hakikati bu dünyada aramaktan başka seçenek kalmayacaktır. İnsan, hem dünyadaki nesnelerin hem de kendinin bilincindedir. Kendi kendinin bilincinde olan varlıklar, kendilerini daha güçlü, daha akıllı, daha mutlu olarak tahayyül edebilirler (Levy, 2002: 87; Gürsoy, 1991: 91; Ertürk, 2012: 143 vd.). Yani onlar, eksikliğini duydukları şeyin bilincindedirler ve bu boşlukları kapatmayı özgürce isteyebilirler.

Özgürlüğü, değer için de tek kaynak (Sartre, 2002: 110) olarak gören Sartre’a göre, mademki değerler kişinin özgür seçiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır, o hâlde bu değerlerin sistematik bir bütünü olan ahlak da o kişiye göre değişen bir özellik arz edecektir (Gürsoy, 1991: 97). Bu anlamda o, özgür olarak seçilen değerlerin ciddiyetten uzak olduğunu ifade edenlere yanıt olarak şöyle söylemektedir:

“Bunun böyle oluşuna ben de çok kızgınım, fakat Tanrı’yı ortadan kaldırdığıma göre, değerleri icat etmek için birine ihtiyaç vardır. Gerçekleri oldukları gibi kabul etmek gerekir. Öte yandan, değerleri kendimizin icat ettiğini söylemek, sadece şu anlama gelir: Yaşam a priori hiçbir anlama sahip değildir. Yaşamamızdan önce o hiçbir şey değildir. Ona bir anlam vermek size kalmıştır ve değer, sizin seçtiğinizden başka bir şey değildir (Sartre, 2002: 104; 1989: 128; 1996: 62, 96; 2013: 833)”.

Bir taraftan Tanrı’nın olmadığını söylerken, diğer taraftan bazı a priori değerlerin mevcut olacağını ifade etmek, Sartre’a göre bir çelişki durumudur (Sartre, 2013: 826-827; 1996: 92-93, 96; 2002: 109; Gürsoy, 1991: 98). Böylece filozof, Tanrı yoksa insanın davranışlarına etki etmesi gereken a priori ve mutlak hiçbir değerin olamayacağını ifade etmektedir.

Herhangi bir Tanrı veya Yaratıcı olmadığından, her şey “hiçbir amacı ve anlamı olmadan” sadece vardır. Bu nedenle Sartre’a göre “onların nereden geldiğini ve niçin burada olduklarını sorgulamaya hakkımız yoktur” (Foulquie, 1995: 52-53; Gürsoy, 1991: 17).

Görüleceği üzere Sartre’a göre insan, değer üreten yegâne varlıktır. Onun bu düşüncesi, birtakım sorunları da beraberinde getirmektedir. Zira bireyin ortaya koyduğu değerlerin, diğer insanların ortaya koyduğu değerler ile çatışması kaçınılmazdır. Bu durumda, haklının ilan edileceği nesnel bir ölçüt bulunmayacaktır. Dolayısıyla bireysel ve toplumsal ortak değerlerden söz etmek de anlamsız olacaktır.

Sartre bu düşünceye de itiraz etmektedir. Ona göre yeterli bir bilgiye sahipsek, her zaman bir budalayı, bir çocuğu, ilkel bir insanı veya bir yabancıyı anlamanın yolları vardır. Bu anlamda insani bir evrensellik vardır, fakat bu verili bir şey değildir. Bu evrenselliği insanın kendisi inşa etmektedir. Bunu inşa ederken de diğer insanların amacını anlayarak kurgulamaya çalışmaktadır. Ancak “Seçme eyleminin bu mutlaklığı, her dönemin kendine özgü izafiliğini ortadan kaldırmamaktadır.” (Sartre, 2002: 123) diyerek yine öznelliğe vurgu yapmaktadır.

Sartre’a göre insanın kendi değerlerini inşa etme sürecinde, keyfî davranışların meşru olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü bu, eylemlerimizin daima diğerleri üzerinde önemli

Page 7: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

100

Celal BÜYÜK

sonuçları olduğu gerçeğini uygun şekilde idrak etmemizle de bağdaşmayacaktır (Sartre, 1996: 46, 57; Peterson vd., 2013: 810). Sartre bu tarz bir eleştiri geleceğini öngörmüştür. Kendisine yöneltilebilecek olan “Öyleyse her şeyi yapabilir miyiz?” ya da “Bütün davranış-larımız keyfi midir?” sorularını şöyle yanıtlamaktadır:

“Ne olursa olsun her şeyi yapabilirsiniz” ifadesi doğru değildir. Bir anlamda tercih mümkündür fakat mümkün olmayan şey, tercih etmemektir. Daima seçebilirim fakat eğer seçmezsem de seçme ihtimalim olduğunu bilmeliyim. Bir durumla karşı karşıya kalındığında, örneğin cinsî ilişkiler kurmaya, çocuk sahibi olmaya ehliyetli durumdaki bir kişi olarak, bir davranış tercih etmeye mecburum. Eğer herhangi bir surette kendimi de insanoğlunu da içine alan bir tercihin sorumluluğunu üstüme alırsam, seçimimi belirleyen a priori bir değer yoksa bile bunun gelişigüzellikle bir ilgisi yoktur (Sartre, 2013: 830).”

Fakat Sartre bazı eserlerinde, kendi özgür iradesiyle tecavüz etmeyi, hırsızlık yapmayı ya da cinayet işlemeyi seçen bir insanın, kurtuluşu sanki ondaymış gibi bu kararlarında sonuna kadar ısrar etmesi gerektiğini ifade eder. Örneğin, üç perdelik tiyatro eseri Sinekler’in kahramanı Orestes, önce kendi annesini öldürür; sonra da şöyle der: “Ben özgürüm... Özgür ve tek başımayım.” Sonra feryat ederek şöyle devam eder: “Görüyorsunuz ey Argos halkı; bu suç sadece benimdir; iddia ediyorum ki onu yalnızca ben işledim, herkes bilsin; o benim şerefimdir, hayatımın işidir.” (Walters, 1995: 34-35; Foulquie, 1995: 55) Sartre, eylemini özgür iradesinin sonucu olarak yapan kişileri, tutarlı insanlara örnek gösterir. Bu seçme özgürlüğü, Sartre’ın felsefesinin merkez noktasını oluşturur. Ona göre bir tek suç vardır, o da pişmanlıktır. Yaptığından pişmanlık duyan kimse, kendi özüne ihanet ediyor demektir. Onun için de insanları suçtan değil, pişmanlıktan kurtarmak gerekir (Sartre, 1996: 82). Görüleceği üzere Sartre’ın şahsında varoluşçu düşüncenin özgürlük konusundaki önemli bir çıkmazının, özgürlüğü sınırsız ve koşulsuz kabul etmesi olduğunu söyleyebiliriz (Yasa, 2013: 41). Aşkın bir varlık tarafından kontrol edilmeyen bir insanın davranışlarının önceden kestirilmesi de mümkün değildir. Bu durumda insanı keyfi davranışlardan alıkoyacak bir güçten mahrum olması, toplumsal ayrışmayı hatta anarşiyi beraberinde getirecektir.

Ancak Sartre, yaşamının son dönemlerinde, Tanrı olmadığında ahlaki değerlerin doğruluk değeri kalmayacağına dikkat çekerek dostlarını ve okurlarını şaşkına çevirmiştir. O, şunları söylemektedir:

“Varoluşçu için Tanrı’nın var olmadığı fikri oldukça huzursuzluk vericidir, çünkü bu düşünceyle birlikte rasyonel bir düzlemde değerler için zemin bulma olasılığı da yok olmaktadır (Sartre, 2001: 32).”

Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Tanrı’nın yokluğunun doğurduğu tam özgürlük, Sartre’da, insanın davranışlarına bir başıboşluk meydana getirmiş, hareketlere istikamet verecek herhangi bir dış sebep veya onları doğrulayacak herhangi bir müeyyide, ateizmin doğal bir gereği olarak reddedildiğinden fert, bütün ağırlığı kendi omuzlarına yüklenmiş ve altından kalkılması zor bir sorumluluk altında bırakılmıştır (Tillich, 1961: 9; Gürsoy, 1991: 99; Taslaman, 2014: 54-55).

Page 8: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

101

Tanrısız Bir Dünyada Değerleri İnşa Sorunu: Jean-Paul Sartre Perspektifli Bir Bakış

Sonuç

Sartre’a göre Tanrısız bir dünyada, dışarıdan üstümüze eklenmiş mutlak değerler yoktur; mecburen kendi değerlerimizi yaratmak zorundayız. O, bunun bir ayılma olması gerektiğini savunur. Nasıl davranmamız gerektiğine yalnız başımıza karar vermek zorunda olduğumuz gerçeğinin bir sonucu olarak kimsesizliği, eylemlerimizin diğer insanlar üzerinde sonuçları olduğunu fark etmenin sonucu olarak ızdırabı ve eylemlerimizin sonucunu önceden hiçbir kesinlikle bilemiyor oluşumuzu idrak etmenin sonucu olarak da çaresizliği tecrübe ederiz (Sartre, 2013: 825-826). Ancak Sartre, inşa etmeye çalıştığı Tanrısız dünyada hiçbir kişisel anlam bulamayacağımız iddiasını reddetmektedir. O aynı zamanda, kendi değerlerimizi yaratmamızın keyfî ve gelişigüzel davranışlarımızı meşrulaştırmamıza imkân vereceği düşüncesine itiraz etmektedir.

Ahlak ve değerleri inşa sorunu açısından ateist varoluşçuluğun güç durumda olduğu görülmektedir. Sartre’ın düşüncesi, dünyevi bir bunaltı kavramı üstüne odaklanır. İnsanın bunaltısıdır bu, “saf özgürlük” olarak tanımlanabilen, kaotik, kaba, akıl dışı, amaçsız bir dünyaya atılmış insanın bir türlü aşamadığı bunaltı... İnsan, dış bir etkenden gelmeyen kuralsız kararlar, değerler, anlamlar yaratır; bunlar da kendisini bağlar (Gregoire, 1971: 158-159).

Sartre’ın temsil ettiği varoluşçu düşüncede sıkıntı oluşturan durum şudur: İnsan, kendi kararlarını alan ve seçimlerini yapan durumundaysa ve kendisinden önce bir en iyiyi seçmesini gerektiren bir değerler ölçütü de yoksa bu insan için herhangi bir kötülük ya da iyilik izafi olacaktır. Bu durumda herkes kendi başına kendi ahlakını ve doğrusunu seçmek durumundadır. Üstelik yaptığı bu seçim, sadece içinde bulunduğu o an için geçerlidir ve şartlar değiştiğinde seçimleri de değişebilecektir. O halde şartlara göre değişen kararları için insanın kaygılanmasına gerek var mıdır?

Varlık, değerlerin tek kaynağı ise; insan zekâsı, aynı zamanda yükümlü ve kendi önünde sorumlu nitelikte bir değer yapıcı, değer kurucu yapıdadır. Ancak bu koşullarda bir ahlakı ya da değerleri nasıl kavrayacağız? Özgür bir değerler yaratıcısı olan ve “Hiçbir şey, şu ya da bu değeri benimsemeyi bana haklı gösteremez.” diyen bir varlık için hangi ölçüye dayanarak bir değer saptayacağız ve bu insanların keyfi davranışlarının önüne geçebileceğiz? Son tahlilde Sartre’ın kendisi de bireyin kendi özgürlüğünün, başkalarının özgürlüğünün yüce açılımını amaçlaması gerektiğini ifade etmek durumunda kalmıştır.

Yine insanı, ahlak yasasının veya değerlerin icra edilişi bakımından yasaya uymaya teşvik eden, hatta zorlayan bir otorite olmazsa ahlak yasası etkisini kaybedecektir. Dolayısıyla daha özelde de din olmazsa tüm sorumluluklar itici güçten, bir zeminden yoksun kalacaklardır (Tüzer, 2009: 299, 301).

Son tahlilde ölüm, insanların sonu olacaksa ahlaken iyi olmaya çalışmanın da hiçbir anlamı olmayacaktır. Tanrısız bir evrenin parçalarından ibaret olsaydık, ahlaklılık adına sarf edilen çabalara ve bu uğurda çekilen sıkıntılara tahammül etmenin de bir anlamı kalmazdı. Eğer evrenin bir anlamı yoksa ve her şey bir anlamsızlıktan ibaretse, böyle bir bağlamda duyarlı insanlar, bu anlamsal boşluğa, ontolojik temelsizliğe karşın yaşamak ve var olmak için ne

Page 9: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

102

Celal BÜYÜK

gibi bir nedene sahip olabilirler? Amerikalı din felsefecisi David Ray Griffin’e göre yaşamak için kendilerini motive edecek en küçük bir neden sunulmadığında, insanlar şiddeti, alkol bağımlılığını ve uyuşturucu kullanımını bir yaşam biçimi olarak seçmekte, dahası ruh ve sinir merkezlerinin müdavimi olmakta ya da intihar etmektedirler (Griffin, 1989: 17). Sartre gibi varoluşçu düşünürler, bu noktada özellikle topyekûn bir fedakârlık durumunu gündeme getirebilirler. Fakat Tanrı gerçekten yoksa böylesi bir mutlak fedakârlık da tamamen akıl dışı olacaktır (Wielenberg, 2005: 15-18; Yaran, 2011: 28). Buna karşılık insan davranışlarına anlam kazandıran bir Tanrı’nın bulunması birçok problemi çözüme kavuşturacaktır.

Kaynakça

Aydın, M. (2010). Din felsefesi. İzmir: İzmir İlâhiyat Vakfı Yayınları.Billington, R. (2011). Felsefeyi yaşamak: Ahlâk düşüncesine giriş. (çev. Abdullah Yılmaz),

İstanbul: Ayrıntı Yayınları.Cevizci, A. (2002). Etiğe giriş. İstanbul: Paradigma Yayınları.Ertürk, R. (2012). Varoluşsal din felsefesine giriş. İstanbul: Yarın Yayınları. Filiz, Ş. (1998). Ahlâkın aklî ve insanî temeli. Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları.Foulquie, P. (1995). Varoluşçuluk. (çev. Y. Şahan), İstanbul: İletişim Yayınları.Frankl, V. E. (1998). İnsanın anlam arayışı. (çev. Selçuk Budak), Ankara: Öteki Yayınları. Gregoire, F. (1971). Büyük ahlâk doktrinleri. (çev. Cemal Süreya), İstanbul: Varlık Yayınevi.Griffin, D. R. (1989). God and religion in the postmodern world: Essays in postmodern

theology. Albany: Suny Press.Gündoğdu, H. (2007). Varoluşçu felsefelerdeki bazı ortak özellikler. Dinbilimleri Akademik

Araştırma Dergisi, 7(1), 95-131.Gürsoy, K. (1991). J. P. Sartre ateizminin doğurduğu problemler. Ankara: Akçağ Yayınları. Levy, N. (2002). Sartre. Oxford: Oneworld. MacIntyre, A. (2001). Varoluşçuluk. (çev. H. Hünler), İstanbul: Paradigma Yayınları.Özlem, D. (2010). Etik; Ahlâk felsefesi. İstanbul: Say Yayınları. Peterson, M. vd. (2013). Din felsefesi; Seçme metinler. (çev. Rahim Acar vd.), İstanbul: Küre

Yayınları.Sartre, J. P. (1948). Existantialism and humanism. (trans. P. Mairet), London: Methuen.Sartre, J. P. (1957). Existantialism and human emotions. New York: Philosophical Library.Sartre, J. P. (1989). Being and nothingness: An essay on phenomenological ontology. (Eng.

trans. H. E. Barnes), New York: Philosophical Library.Sartre, J. P. (1996). Varoluşçuluk. (çev. A. Bezirci), İstanbul: Say Yayınları.Sartre, J. P. (2001). Basic Writings. (Ed. Stephen Priest), London: Routledge.Sartre, J. P. (2002). Varoluşçuluk bir hümanizmdir. Hümanizmin Özü, (der. ve çev. A.

Aydoğan), İstanbul: İz Yayıncılık, 99-133.

Page 10: Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi III ...isamveri.org/pdfdrg/D272353/2018/2018_BUYUKC.pdfinsanı yeniden kurgulamaya çalışmıştır. ... Varoluşçu felsefenin önemli

103

Tanrısız Bir Dünyada Değerleri İnşa Sorunu: Jean-Paul Sartre Perspektifli Bir Bakış

Sartre, J. P. (2013). Dinsiz ahlâk. Din Felsefesi; Seçme Metinler (Micheal Peterson vd.). (çev. Rahim Acar vd.), İstanbul: Küre Yayınları, 823-834.

Taslaman, C. (2014). Ahlâk, felsefe ve Allah. İstanbul: İstanbul Yayınevi.Tillich, P. (1961). Existentialism and psychotheraphy. Review of Existential Psychology and

Psychiatry, 1 (1), 8-16. Tüzer, A. (2009). Din ve rasyonalite; Postmodern bir yaklaşım. Ankara: Lotus Yayınları.Walters, J. D. (1995). Modern düşüncenin krizi: Anlamsızlık sorununa çözümler. (çev. Ş.

Yalçın), İstanbul: İnsan Yayınları.Wielenberg, E. J. (2005). Value and virtue in a godless universe. Cambridge: Cambridge

University Press.Yaran, C. S. (2011). İslam’da ahlâkın şartı kaç?. İstanbul: Dem Yayınları.Yasa, M. (2013). Bütüncül ve eleştirel din felsefesi. Ankara: Elis Yayınları.