turgut ozakman - ankara barosu · sanattan da sakın uzak durmayın. sanattan yoksun olursanız...

7
Atatürk Özel Sayısı 2013 | Hukuk Gündemi 35 Av. Fatma ÖNAL, Stj. Av. Oğuzhan SAPAN, Stj. Av. H. Burak KARAKUŞ Turgut Ozakman İLE RÖPORTAJ

Upload: others

Post on 09-Mar-2021

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Turgut Ozakman - Ankara Barosu · Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor,

Atatürk Özel Sayısı 2013 | Hukuk Gündemi 35

Av. Fatma ÖNAL, Stj. Av. Oğuzhan SAPAN, Stj. Av. H. Burak KARAKUŞ

Turgut

OzakmanİLE RÖPORTAJ

Page 2: Turgut Ozakman - Ankara Barosu · Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor,

36 Hukuk Gündemi | Atatürk Özel Sayısı 2013

Avukatlık günleri, akademi yılları ve tarihimize ışık tutan yazar kimliği… Bir mart günü, daha önce sözleştiğimiz üzere Turgut Özakman’ı

evinde ziyaret ettik. Bizi misafirperverliği ve gülen yüzü ile karşıladı. Dünü ve bugünü ile bir Cumhuriyet çınarı karşımızda idi. Heyecanımızı eski bir Ankara Barosu mensubu olarak paylaşan Turgut Özakman, ilerleyen yaşı ve mücadele etmekte olduğu sağlık problemlerine rağmen iltifatlarımıza “Vitrin güzel sadece” diye esprili bir yanıt verdikten sonra soruları-mızı içtenlikle yanıtladı. Şimdi sizi bu keyifli sohbetle baş başa bırakalım...

Biz sizi tarihçi yönünüzle tanıdık fakat aynı zamanda bir hukukçu ve tiyatrocu kimliğiniz de var. Peki, siz kendinizi nasıl tanımlarsınız, hukukçu mu? Sanatçı mı?Çalışkan, doğrucu. Bu iki kelime yetiyor beni anlatmak için. Şimdi bile günde on – on iki saat çalışıyorum. Hastaneden çıktığımda bile geldim ve o gece yazı yazmaya oturdum. Size de günde hiç olmazsa üç saat çalışırsanız başarıyı yakalarsınız. Yarım saat çalı-şıp geri kalan zamanda kendi zekânıza güvenerek götürmeye çalışırsanız içi kof insanlar olursunuz. Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor, kendi kişiliğini bile bulamıyor, bir başkası için üzülmeyi, dertlenmeyi öğrenmiyor bile. Bundan politikacı, bundan yönetici, bundan hâkim, bundan avukat olmuyor.

Bir Cumhuriyet çocuğu olarak, Cumhuriyetle büyümenin nasıl bir şey olduğunu anlatabilir misiniz?Şimdi bunu anlatmak çok güç, çünkü siz o dönem-lerde yaşamadınız. Ben Atatürk dönemini ve Atatürk’ü gördüm. Yani yedi düveli yenmiş bir ülkenin çocuğu olmak olağanüstü gurur verici bir olaydır. Görme-niz başka türlü olur, dünyaya bakışınız başka türlü olur, geleceğe güveniniz başka türlü olur. Biz İkinci Cihan Savaşı’na kadar bu güvenimizi hiç yitirme-dik. İkinci Cihan Savaşı’nda bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir duraklama olmuştur. Bir ara dönemdir o. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra çok par-tili sisteme geçildiği zaman biz o güne kadar hiç duymadığımız, bizi çok rahatsız eden bazı cümleler, yazılar görmeye başladık, çok rahatsız olmuştuk. Ama demokrasi adına katlanılır diyorduk. Fakat bizi rahatsız eden bu şeyler giderek demokrasiyi de kapsamaya başladı ve Türkiye nerelerden geçe geçe bu günlere geldi. Biz her şeyden önce bir hukuk devleti olmak zorundayız. Atatürk döneminde Türkiye, tarihinde

hiç olmadığı kadar bir hukuk devletiydi. Atatürk’e suikast yaptığı anlaşılan, soruşturmada bunları iti-raf eden insanlar Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığında ağır ceza başkanı Talat Bey’di. Allah rahmet eylesin. Bir iki duruşmadan sonra karar ver-mek üzere çekiliyorlar sonra geliyorlar ve Atatürk’e suikast yapacaklarını itiraf eden bütün bu insanların beraatını açıklıyorlar. Neden? Çünkü “İtiraf tek başına somut delillerle desteklenmediğinde bir şey ifade etmez.” Karar öyle. İşte bunlar gerçek hukukçular. Ne Atatürk’ten ne Meclisten tepki geliyor, adamlar serbest kalıyor. Hukuk devleti böyle olur. Atatürk, Yargıtay Eskişehir’deyken politikaya bulaşılmasın diye Yargıtay’ı beş altı yıl Ankara’ya aldırmadı.

Bu inceliği hiç unutmayınız. Bir Hocamın yaptığı tarifi yazdırmak istiyorum. Bu bütün hukukçuların unutmayacağı bir şey olmalı. Demişti ki bize “ Hukuk insana ve hakikate saygıdır.” Ben her olaya öyle bakı-yorum. İnsana saygı var mı? Yok, geç, bu hukukçu değil. Hakikate saygı var mı? Var, saygı duyuyorum. Yok, geç, bunun hukukla bir ilgisi yok. Hukuk devle-tiysek biz, insana saygılı mıyız? Çok şüpheli. Hakikate saygılı mıyız? Olağanüstü şüpheli.

Atatürk’ü gördüm dediniz. O günü bizimle paylaşır mısınız?1937 yılı Temmuz’unda olduğunu tahmin ediyorum. Temmuz veya Ağustos’tu. Atatürk’ün İstanbul’daki temaslarını anlatan kitaplarda Bakırköy’e geldiği yazılı değil ama binlerce Bakırköylü bunu yaşamış görmüş insanlarız. Orada bir Viyana Gazinosu vardı, oraya geldiler. Açık bir otomobille geldiler. Önde bir sepetli motosiklet, iki polis. Koruması da o kadardı. İçeri girdi-ler. Kapıda dondurmacı vardı, ondan dondurma iste-mişler. Adam içeri dondurma götürdü. Bir süre sonra elinde on kâğıt sevinç içinde oynayarak geldi. Bah-şiş vermişler, bütün ay çalışsa o kadar kazanamıyor adamcağız. Ondan sonra Atatürk dışarı çıktı. Bilmiyo-rum göz kamaştıran bir insandı. Çocukluk duygumla şöyle anlatayım: “Çok rahat bir insandı, hareketle-rinde bir teskinlik vardı. Yani yumuşak, yuvarlak, rahat, piknik bir tip değildi.” Bir arkadaşımızın yol üstünde evi vardı, hemen oraya baktılar, belki bir arkadaşına hediye edecekti. Herhalde beğenmedi, ayrıldılar. Ama bir dakika içinde bütün Bakırköy Atatürk’ün geldiğini Viyana Gazinosu’nda olduğunu bilip o yolun etrafında toplandı. Onbeş yıllık iktidardan sonra bir insan bu kadar çok seviliyorsa bu olağanüstü bir olaydır.

Page 3: Turgut Ozakman - Ankara Barosu · Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor,

Atatürk Özel Sayısı 2013 | Hukuk Gündemi 37

Page 4: Turgut Ozakman - Ankara Barosu · Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor,

Av. Turgut Özakman Ankara Barosu - 1757

38 Hukuk Gündemi | Atatürk Özel Sayısı 2013

Ve Atatürk kendini sevdirmek için hiç özel bir şey yapmıyordu. Hatta belki de halkı düşündürecek dev-rimler yapıyordu. Beş yüz yıllık alışkanlıklarını kırmaya çalışıyordu. Bunu gidip halkla konuşarak yapıyordu, onlara hiçbir saygısız lafta bulunduğunu duyma-dım, çok nazik bir adamdı zaten. Hayvan seviyor, çiçek seviyor, çocuk seviyor, insanlara saygısı var, Reisicumhur olmasına rağmen kadına yol veriyor, başında şapkayla konuşmuyor. Görgüsüz değil. Üç bin dokuz yüz doksan küsur kitap okumuş. Kafasında bir kütüphane taşıyor, kendini yetiştiriyor. Böyle bir adam olmak çok olağanüstü bir olay. Ben ne söyler-sem o olur demiyor. Dile, sosyolojiye, tarihe çalışıyor, her konuda, ekonomiye çalışıyor. Kitaplarını gidip Anıtkabir’de bulabilirsiniz. Çankaya’da da bir kısım kitapları kalmıştır. Ben hepsini tek tek incelemedim, rastgele baktım, hepsinin altı çizili, işaretli kitapların. Biz nasıl bir zamanlar ders çalışıyor idiysek o da öyle ders çalışmış. Böyle birinin döne-minde yaşamış olmak… O zamanlar biz çok mutluyduk, çok ama. Yani yoksulduk ama devlet de yoksuldu millet de yoksuldu. İçimizde bir zengince Milli Eğitim Bakanı’nın oğlu vardı, Tolga. Ama hepimiz göğüslük giydiğimizden fakirli-ğimiz belli olmazdı, aynı olurduk.

Toplumsal hayatı etkileyen inkılâpların pek çoğu hukuk temelli oldu. Bunun ilk dönemlerine rastlayan bir hukukçu olarak bu konuda neler söylemek istersiniz?Şimdi bir kere Medeni Kanun çok büyük bir hamledir, çok büyük bir devrimdir. Bizde Aile Kararnamesi vardı ama Damat Ferit iktidarı bu kararnameyi kal-dırdı, bildiğimiz eski tarz kadının bir çeşit erkeğin elinde bir süs gibi kaldığı bir döneme dönüldü. Cum-huriyet bununla ayağa kalkamayacağımızı, bununla kurtulamayacağımızı, yaşayamayacağımızı, yüksele-meyeceğimizi anlayarak bir hukuk devrimine girişti. Savaşta zaten kadın erkek ayrımı hemen hemen kalkmıştı, dövüşülüyordu. Yani dövüşemeyen kadın hiç olmazsa mermi taşıyordu, en kötüsü dua edi-yordu. Askere testiyle su, erzak taşıyordu. O kadın-ların hizmetinin karşılığı olarak, biz de kadınlarımıza milletvekili olma yetkisini verdik, bence geç kaldık, daha evvel vermeliydik. Ama o zaman meclislerden bu kararın çıkması çok zordu. Tek parti dönemindeki

meclisler çok mu harikaydı, ileriydi? Hayır, onlardan da zorlukla geçiyordu. Bazı devrim kanunları o kadar kolay geçmemiştir. Komisyonlarda çok ciddi çatış-malar olmuştur. Çünkü yeniliğe karşı bin yıllık bir hazırlık var adamların içinde. Yeniliği isteyenlerden daha tecrübeliler, eğer bu bir oyunsa bu oyunu daha iyi oynuyorlar. Onları yenmek Türkiye’nin ters talihini yenmek kadar zordu, yendiler. Atatürk ve arkadaşları halka güvenerek onları yendi, çünkü halk hakikaten dağ gibi arkalarında durdu, düşünün ki altı yüz yıllık saltanat kaldırılırsa saltanatçılar ülkede kıyamet kopa-cağını zannediyordu, bir gün Meclis saltanatı kaldırdı, tık çıkmadı. Daha başka bir şey oldu, İstanbul’daki esnaf dükkânlarını kapattı, milli saltanat bayramı ilan etti, üç gün üç gece bayram etti. Bu onlara halkın attığı bir tokattır. Ve derken bir iki yıl geçti, halifeliğin kalkma ihtimalinden bahsediliyor, halifeciler herhalde

dediler ki, halifelik kalkarsa ülke yıkılır. Hali-felik kalktı, en ufak bir tepki bile olmadı,

çünkü halk bunların artık sadece bir isim olduğunu, bir yararı olmadığını,

Türkiye’nin bu milli mücadelesine köstek olduklarını, destek olma-dıklarını gördüğü için hık bile demedi, iyi de yaptı. Ne oldu? Ne arif bir milletmiş çünkü ateşten geçerek millet olduk biz. Yiyip içip

nutuk dinleyerek millet olmadık. Çıplak ayak millet olduk. Yani şöyle

söyleyeyim Cumhuriyetimizi taştan çıkardık, çok zorluklarla oldu bütün

bunlar. Dünyanın en güçlü insanları, devletleri, yani İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan, bunlar galipler, dün-yanın dörtte üçüne sahipler, biz en

yorgun zamanımızda, dört yıllık savaştan sonra tekrar bunlarla dört yıllık bir savaşa daha kalktık. Şimdi bu milletin milli duygusuyla oynamaya kalkanlar, tarihle oynuyorlardır, tarih çok fena çarpar adamı, onu bir söyleyeyim. Yaşıma dayanarak söyleyeyim ki tarih insanı çarpar. Tarihin nehri geriye akmaz, akıttığını sanırsın, boğulursun onda. Hiçbir devletin hayatında geriye akıtılmış bir tarih yok. Teşebbüs vardır, olmaz mı? Olur. Bir iki söyler, tık biter. Çünkü tabiat-ı eşya gereği ileri gider her şey. Bunu sen etkilersin, uydu-rursun, beyin yıkarsın ama realite ortalıktadır. Şimdi, diyelim ki Araplarla Yahudiler arasında ihtilâf var, Araplar birleşse Yahudileri öldürür gibi geliyor bize

Page 5: Turgut Ozakman - Ankara Barosu · Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor,

ama öyle bir şey olmuyor, her teşebbüste Yahudiler galip geliyor. Niye acaba? İncelemeye başlıyorsun. Adamlar bilimde iki yüz tane Nobel mükâfatı almış Yahudiler… Şu anda pek çok üniversitesi var o küçü-cük İsrail’in. Bir de Araplara bakalım, bir tek üniversite var, o da dini üniversite. Teknoloji, milli duygu sıfır. Din savaşları dönemi bitti, şimdi başka türlü savaşlar yapı-lıyor. Dinle savaş kazanılsaydı Osmanlı “Biz dua ettik, hiç kaybetmedik” derdi. Allah’ın yardımını istiyorsan hak edeceksin. Gerekli hazırlıkları yapacaksın, okulun olacak, kreşin olacak, kitapların olacak. Uygar olmak demek bilimde ve sanatta uygar olmak demektir. Bilim aynı zamanda teknolojiyi de getirir, teknolo-jiyi o yüzden söylemiyorum. Daha devletin bir tane tiyatro salonu var, diğerlerinin hepsi kiralık. İzmir Konak’taki sanırım devletin mülkiyetine geçirildi, o kadar. Onun için Atatürk döneminin ipuçları, Atatürk döneminde atılmış ilk adımlar, girişler, başlangıçlar, sözler, onların hepsi büyük bir geleceğin devletinin, büyük bir geleceğin milletinin müjdeleriydi. Ben beş–altı yaşındayken Bakırköy’de annem beni hal-kevindeki konferanslara götürürdü, dinlerdim. Şöyle anlatırlardı: “Bir erkek başından kasketini çıkarma-dan sizinle konuşamaz demiyorlardı çocuğunuz bir hanımla konuşurken başının açık olmasını sağlarsanız incelik olur bu deniyordu.” Hanımları görevlendiri-yorlardı, onlar da bu eğitim görevini yapıyorlardı. Erkeklere verilen konferanslarda bunlar bir hikâyeye katılarak anlatılıyordu. Böyle böyle ben Bakırköy’de pencereyi açıp bağırarak çocuğunu çağıran hiçbir kadına rastlamadım. Sonra bir gün yeni gelen biri Hasan, Hüseyin diye bağırdı, yeni tayin olmuş bir jan-darma subayının hanımıymış, şaştıktı pencereyi açıp avaz avaz çocuğunu çağırıyor diye. Sonra bir daha öyle bir şey olmadı, üstteki komşu, yandaki komşu ona demiştir ki “Hanım hoş geldin, ama İstanbul’da bağırılmaz.” Büyük bir tarihin damıtılmış ilericiliği-dir İstanbul, onu anlatacak kimse kalmadı. Kalanlar da korkularından evlerinde oturuyor. Evet, Atatürk dönemi rüya gibi bir dönemdi, ben Türkiye’nin dönüp dolaşıp tarihin gerekliliği nedeniyle bir gün Atatürk dönemine döneceğine yüzde yüz ina-nıyorum. Sanattan bilimden vazgeçildiği anda zaten o devlet geleceğin devletinden hiç ilgisi kalmaz, diğerlerinin arasında paspas olur gider.

Atatürk’ün “Yurtta sulh Cihanda sulh” sözü üzerine bu dünya bir savaş daha gördü. Bu sözüyle aslında Atatürk insancıl hukukun temellerini atmıştı. Biz de böyle bir liderin

çocuklarıyız. Fakat bu sözü sizce yeterince anladık mı, coğ-rafyamıza uygulayabiliyor muyuz?Atatürk’ün öyle sözleri var ki biz onu anlayabilmek için daha kırk fırın ekmek yemeliyiz. Şimdi dünyada barış diyorsak Türkiye Atatürk döneminde, bundan hiç olmazsa onbeş yirmi sene evveline kadar bir hata yapmadı, dünya barışını bozacak bir harekette bulunmamaya çalıştı, öyle bir milli politikamız var idi. Ama şöyle hatalar oldu, mesela Fransa’yla Cezayir arasındaki Birleşmiş Milletlerdeki ihtilâfta Demokrat Parti zamanında Fransa’nın yanında yer aldık, çok da ayıp ettik. Biz emperyalizme karşı bağımsızlık havası veren bir devlet, Fransa’nın karşısında bağımsızlık veren Cezayir’in karşısında yer aldık, böyle hatalarımız oldu. Yurt içindeki barış, yönetimin yani Cumhuriye-tin olmasını arzu ettiğidir. Bu işçi - işveren ilişkisinden çeşitli etnik grupların yaşadığı ülkemizdeki birlikte yaşama arzusuna kadar birçok şeyi ilgilendirebilir. Ama hiçbirinde hatayı ilk defa devlet yapmadı, onu biliniz. Şöyle anlatayım, diyelim ki Muğla’dakiler birle-şip isyan ettiler, ne yapacaktı Cumhuriyet? Tenis maçı izler gibi isyanın bitmesini, İzmir’e oradan Aydın’a gelmelerini oradan Afyon’a yürümelerini mi bekleye-cekti? Olur mu öyle şey? Tabii ki onu edeplendirirsin. Bu nasihat heyeti yollayarak da olur, ordu yollayarak da olur, uçak yollayarak da olur. Türkiye’de o dönemde büyük bir çoğunlukla dışarının etkisiyle bir takım isyan-lar kışkırtmalar, olaylar çıktı. Mesela Şapka Devriminde bazı yerlerde bu Devrim bahane edilerek

Page 6: Turgut Ozakman - Ankara Barosu · Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor,

40 Hukuk Gündemi | Atatürk Özel Sayısı 2013

hükümete karşı “şeriat gelsin” diye ayaklanan küçük gruplar oldu. Mahkeme de onların cezalarını verdi. Hem suç işleyeceksiniz, hem o suçun açıklanmasın-dan rahatsız olacaksınız, olmaz. O zaman objektif davranmamız gerekir. Biz bir hata etmişsek etmişizdir, mümkündür. Bizim hiçbir hatamızda kan yok.

Atatürk çok sayıda kitap okumuş, hatta Büyük Taarruz’a geçmeden evvel Çalıkuşu’nu bitirmiş. Cumhuriyet tari-hinin en çok satan kitabının yazarı olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?Atatürk’ün edebiyata çok yakın bir ilgisi var. Sanat eğitiminden geçmeyen biri kazma sapı gibi olur, sanat insanı geliştirir, insanı daha insan yapar. Atatürk o bakımdan mutlaka okuyan biri, bir takım piyeslere gidiyor. Tiyatro oyunlarını, oyuncularımızı seyrediyor. Şiire çok meraklı, Tevfik Fikret’i çok beğeniyor mesela. Yeni şairlerden Yahya Kemal Bey’e özel saygısı var. Kütüphanesindeki sanat ve kültür kitaplarını Yahya Kemal’e seçtiriyor. Şehir Tiyatrosu Ankara’ya geldiği zaman bir akşam da onlara köşkte suare veriyor. Tem-silden sonra o meşhur “Reisicumhur olursunuz, baş-bakan olursunuz, milletvekili olursunuz ama sanatçı olamazsınız” dediği o meşhur gece … O zaman, o gün Muhsin Ertuğrul Bey’e soruyor “Ne istiyorsun?” Yani ne istese verecek, onlar beş parasızlar, çok zor-dalar, bina yok, hiçbir şey yok. Fakat Muhsin Bey çok ileriyi gören bir adam, “Konservatuar isteriz.” diyor. Yani okullu sanatçı yetiştirmek istiyor, alaylı sanat-çıdan kurtulmak istiyor. Bir Amerikalı rejisör geldi, devlet tiyatrosunun yapısı hakkında bilgi verdim kendisine. Dedi ki: “Dünyanın en mutlu insanısınız tiyatro bakımından. Bu Atatürk’ün eseridir.” Onun için sanatsız olmaz. Atatürk’ün kalkınma felsefesinin iki ayağı vardı. İlk ayağı maddi ayaktır, fabrika yapmak şudur budur. Bir de manevi, sosyokültürel ayağı vardır. İşte konservatuar açmak, çocukları seçip bilim için, sanat için, Avrupa’ya en iyi o sanatı öğreten yerlere yollamak, kendisi gidip takip etmek vs. gibi. Böylece iki ayaklı bu kalkınma planıyla Türkiye onbeş yılda birçok ülkenin yüz yılda yapamadığını yaptı ama yetmez, biz bin yıl geç kalmışız.

Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi şimdi de bir kim-lik bunalımı yaşıyoruz. Bu noktada Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü günümüzde nasıl yorumlamalıyız?O zaman nasıl yorumlanıyorsa bugün de aynen yorumlamalı. “Türk” kelimesi, “Türk ulusu” kelimesi Anadolu’da yaşayan bütün etnik grupları birleştiren

milletimizin adıdır. Millet dediğin şey yani mesela bir mahalle değildir. Millet herkestir. Bir coğrafyada oturan herkese “millet” denir. Fransa’da on dört tane etnik grup var, biliyor muydunuz? Ama Fransız diyo-ruz, Fransa diyoruz. Türkiye de öyle. O zaman bunlar okuna bakına nasıl olacağını düşünerek 1924 Anaya-sası çıktığı zaman Türk kelimesi çok kullanılmıştır ve Türk’ün tanımı da orada yer alır. Bunların içerisinde de atmış yetmiş tane Güneydoğulu ve Doğulu mil-letvekili vardı. Alkışlaya alkışlaya kabul edildi. Yani bunlar kendi atalarının yaptığı Anayasayı reddeder halde bugün bunlara karşı çıkanlar. Neyse… “Ne mutlu Türk’üm diyene!” demek “Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, burada kendi etnik gru-buna bağlılığını koruyarak yaşamış olmaktan mut-luyum” demek.

Atatürk döneminde kanuni güvenceye kavuşan avukatlık mesleği ve barolar sizce şu an hak ettiği yerde duruyor mu?Olmuyor herhalde. İstanbul Barosu’nun kavgası, Silivri’deki avukatlara jandarmanın ya da polislerin, onu iyi anlayamadım, adamları iteleye kakalaya adeta döverek diyelim üniversite gençliğine yap-tıkları gibi salon dışına çıkartmaları hangi kuvvetse bu onları kınıyorum. Avukatın karşısında bir kere saygılı duracaksın. Ha hâkim ha savcı ha avukat… Bu üçünden biri eksikse orada adalet olmaz. Ama bizim yeni hakim ve yeni savcılarımızda, işte avukatları da onlar gibi olduğu için bunların bu işe gerekli saygıyı göstermediklerini görerek çok ciddi bir üzüntü çeki-yorum. Almanya’da bir nedenle bir avukatla konuş-mak zorunda kaldım. Adam iki kere doktor doktor, kartviziti öyle. Ben dedim ki: “Bu avukatlıkta doktora zorunlu mu?” “Hayır, ama doktorasız avukata kimse gitmez.” dedi. Yani adam hukuk fakültesini bitiriyor altı yıl. Cumhuriyet zamanındaki ilk hukuk fakültesi yanılmıyorsam üç yılmış, hukuk okulu diyelim, iki yıl belki de. Ama bir an evvel iş başına gelecek gençler, insanlar, elemanlar, personel yetişsin diye bu kolaylık. Şimdi bu kolaylığı gittikçe güçleştirerek, zorlaştırarak kaliteyi sağlaman lazım.

Ankara Hukuk mezunusunuz değil mi?Evet. Ankara Hukuk ve İstanbul Hukuk, ikisi de iyi hukuk fakülteleridir. Aralarında bilim bakımından öğretmenler arasında da öğrenciler arasında da daima bir yarış olmuştur. Sonra buna İzmir eklendi, hocalar gidiyorlar, işte uçan hocalar dönemi. Yerine asistanı bırakıp gitmiyordu, ders zamanı tekrar

Page 7: Turgut Ozakman - Ankara Barosu · Sanattan da sakın uzak durmayın. Sanattan yoksun olursanız balta sapı gibi insanlar haline gelirsiniz. Bu insanlar incelemiyor, zenginleşmiyor,

Atatürk Özel Sayısı 2013 | Hukuk Gündemi 41

dönüyordu, ona göre bir program yapılıyordu. Bil-miyorum biz çok büyük hocalardan ders aldık. Yani Roma Hukuku’nu Ord. Prof. Dr. Andreas Bertalan Schwartz’dan okumak çok büyük bir talihti. Dün-yada gelmiş geçmiş en büyük Roma hukukçusu. ceza hukukunu Faruk Erem’den öğrendik. İtalya’dan yeni gelmişti daha doçentti. İtalya kokuyordu adeta, çok da gençti. Allah rahmet eylesin çok güzel ders anlatırdı.

Biz bazı derslere girmezdik, kantin daha zevkli geliyordu. Ama bazı hocalarımızın dersi vardı ki; kar, kış, yağmur, fırtına demez giderdik. Bazı hocalarımız azarlardı bizi. O zaman bir de adet vardı, hoca sınıfa girince işte birinci sınıfı düşünün altıyüz yediyüz belki sekizyüz kişinin oturduğu o büyük amfi hepimiz ayağa kalkardık. O teşekkür etmekti.

Ord. Prof. Esat Arsebük, medeni hukukta en büyük hocalardan biridir, emekli olmuştu bize birkaç konfe-ransa gelmişti, dedi ki: “Ben Medeni Kanunu yanımda taşırım, trende bana biri Medeni Kanun ile ilgili bir şey sorarsa maddeyi çok iyi bilsem de kanunu çıkarıp bakarım. “Hatta” dedi. “Medeni Kanunun birinci mad-desiyle ilgili bir tartışma olsa bile çıkarıp bakıyorum, belki o güne kadar gözden kaçırdığım bir incelik var-dır.” Hiç hafızanıza güvenmeyin, ondan sonrası kolay.

Avukatlık yıllarınızdan bahsedebilir misiniz, Ankara Barosu avukatı mıydınız?Ankara Barosundaydım. 1952’de okulu bitirdim, biraz-cık staja başladım, askere gittim, bir buçuk sene çıktı,

geldim, bitirdim, 1955 yılı muhtemelen Mart falandı, ruhsatnamemi verdiler ama o zamanlar tören falan yoktu. Kâtip elimize tutuşturdu. Biz iki arkadaş yazı-hane açtık, kooperatiflerin sözleşmelerini hazırlıyor-duk. Bayağı da para kazanıyorduk. Ne kadar çok koo-peratif kuruldu, niye bize geldi onu bilmiyorum. Belki arkadaşımın çevresinin etkisiyle oldu. Daha sonra ben bir avukatlık dönemi geçirdim. Erhan Döker diye bir hukukçu vardı, onunla birlikte. Bizim zamanımızda staj yaptığımız zaman, ki ben yanlarında staj yaptığım hâkimlerin hepsini saygıyla ve rahmetle anıyorum, bir tanesi İsviçre’den doktoralıydı. Ağır ceza reisi taraf-sızlığıyla meşhur bir adamdı. Bir tanesinde bizi karar tartışmasına aldı oturun dinleyin dedi. Böyle bir şey çok ender bir olaydır. Yapılması usule de aykırı ama yaptı Allah’tan. Üye hâkimlerden bir tanesi dedi ki: “Çocuklar biz hukuk kitaplarını izleyemiyoruz, bulur-sanız bize isimlerini verin de biz de okuyalım.” Biz de yeni kitaplar çıkmışsa üyelere getirirdik yahut ismini verirdik üyelere. Çok iyi bir staj geçirdim ben. Avukat yanındaki staj önemli değil ama en çok o işe yarıyor işte sağda mı duracaksın solda mı duracaksın. Valla ben ilk girdiğimde yanlış yerde durdum, sulh hukuktu herhalde, hâkim de sınıf arkadaşımdı. “Turgut Bey sizi şöyle alayım” dedi, onun davetiyle geçmiş oldum.

Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz.Ben teşekkür ederim.

Turgut Özakman’ın Avukat Hüviyeti