turuz - dil ve etimoloji kütüphanesi...ve . baskı : sümbül basımevi ebussuut cad. no. 60/2...

196
nec ti cumalı y / kente inenJ · kaplanlar · '\ ı c kutuphaneci - eskikitaplarim.com

Upload: others

Post on 04-Sep-2021

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

nec ti cumalı )/) y �

/

kente inenJ · ., � kaplanlar · '\ �

ı..... (l)

""O c ro (/)

kutuphaneci - eskikitaplarim.com

user
Yapışkan Not
kutupyıldızı kitaplığı 1248
Page 2: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

SANDER YAYINLARI

Halaskar gazi Caddesi 27 5 - 277 Osmanbey - İstanbul Tel.: 48 32 09

Dağıtım:

Kırağı Sokak No. 62/2 Osmanbey - İstanbul Tel.: 40 84 75

Kapak:

Mehmet Akse!

Dizgi ve Baskı :

Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul Tel.: 22 83 71

İstanbul, Aralık 1976

Page 3: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

NECATI CUMALI

KENTE iNEN

KAPLANLAR

ÖYKÜLER

SANDER YAYINLARI - İSTANBUL

Page 4: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala
Page 5: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

İÇİND E KİLE R

I.

KENTE İNEN KAPLANLAR

II.

Kente İnen Kaplanlar Gençlik Berberi Annemin Yüzü Dost Bahçe Halk Neyi Sever? Annem gibi Kadınlar Çaktı Ölüm Gölgesi Batan Gemi Cennet Yeryüzündedir

DEGİŞİK GÖZLE

Değişik Gözle Bakınca Gene Yenik Düşsem de Aklım Arkada Kalacak Gecenin Şarkısı Kaybolan Bunlar Tüm Anı Olacak Denize Bakıyorum Benim Kalbim

7 16 34 40 47 53 57 66 76 85

101 116 133 153 145 163 173 189

Page 6: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala
Page 7: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

KENTE İNEN KAPLANLAR

BİR SÜREDİR sık sık o yüzlerle karşılaşıyordum. Olur olmaz yerde göz göze geliveriyorduk. Bir ür­perme sarıyordu sırtımı. Önceleri neden ürperdiği­mi, ürpermelerimin bu karşılaşmalarla ilgili oldu­ğunu anlayamıyordum.

Daha bu yılın içindeydi. Bir gün, bir caddede yaya geçidinin iki yakasında kümelenmiş, yeşil ışıkların yanmasını bekleyenler arasındaydım. Alış verişten dönen, çocuklu, gebe kadınlar; elleri kol­ları paketlerle dolu kapıcılar, itişip kakışan öğren­ciler, sarmaş dolaş çiftler, biribirinin elini bırak­mayan ürkek, yaşlı karı kocalar. Tümümüz, ışık­ları, caddeden akıp giden araçları gözlüyorduk.

Caddeye sarı ışıklar yandı. Son arabalar önü­müzden kaydılar. Işıklar kırmızıya döndü. Akıntı kesildi. Yaya geçidinin yeşilleri yanınca, acınacak bir acelecilikle, birbirimizden kopmamaya çalışa­rak, karşıdakiler bi'ze, biz karşı kaldırımdakilere doğru atıldık. Öndekiler daha ikişer adım ya atmış ya atmamışlardı ki, kocaman spor bir araba, kırmı­zı ışıklara falan kulak asmadan, sağ sol şeritlerde duran araçların arasından fırladı, üstümüze yürü­dü, topumuzu darına duman etti. Kaçıştık:

«Ayy, gidiyordum!» «Kaba herif!»

Page 8: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

8

«Kör müsün ?ıı «Görgüsüz;)) «Öküz!))

KENTE İNEN KAPLANLAR

Arabadaki, iki yanından bağırışanlara, anla­madığı bir dilden konuşuyorlarmış gibi, çok kısa birer bakış attı. Bakışları bana da değdi geçti. Sır­tım ürperdi. Adamı birden tanıyorum sandım. Bomboş, acımasız bakan gözler, yuvarlak basık kafatası, kısa iri delikli burun, burnun iki yanın­dan inen derin yanak çizgileri, bütün çeneyi do·­lanan genişlikte, sert ince dudaklı ağız. Evet oydu! Son günlerde sık sık karşılaştığım, göz göze gelin­ce sırtımı ürperten yüz. Sırtımın ürpermesinden bile tanıyabilirdim onu. Kaçışıp dağılanlar yeniden bir araya gelip karşiya geçerken, iki yanımdaki­lere, ben bu adamı tanıyorum, hep böyledir, her zamanı yaptığı iş bu! der gibi bakıyordum.

Önümde yürüyen bir delikanlı kız arkadaşı­na, kaçışmayacaktık, dedi.

«Ezilirdik!n «Birimizden birine değecek olsa görürdü gü­

nünü!n Orta yaşlı bir kadınla bir erkek karıştılar ko-

nuşmaya: «O zor .. . ıı

«Olan bize olurdu ... n O arada birinin, iyi ki toktu, dediğini duy­

dum. Evet, iyi ki toktu! Nedenini bilmeden doğ­ruluğunu sezdim bu sözün. Bu sözle, nereden ta­nıdığımı daha iyi hatırlayacak gibi oldum adamı. Karşı kaldırımda, bir süre, bu sözle gördüğüm yüzü birbirine vurarak yürüdüm. Adamı nereden

Page 9: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

KENTE İNEN KAPLANLAR 9

tanıdığımı, hep böyle olduğunu nereden bildiğimi tam olarak çıkarmaya çalıştım. Sonunda kaldırı­mın kalabalığı, vitrinler, dikkatimi dağıttı, kesin bir sonuca varamadım.

Yine o günlerdeydi. Özgürlük Alanında dev­rimci gençlerin bir açık hava toplantısını izleme­ye gittim. Kalabalığın arasına karıştım. Konuşma,­cıları dinledim. Konuşmacılarla dinleyenler ara­sında şaşılacak bir uyum vardı. Öyle ki hep birlik­te, bir ağızdan konuşuyorlar sanılırdı. Arada, o uğultu arasında konuşmacının bir iki sözünü kaçı­racak olsam, yanımdakilerin yüzüne, tepkilerine baktıkça ne dediğini duymuş gibi oluyor, anlıyor­dum.

Gençlerin gerçekçi olmadıkları, düşler içinde yaşadıkları gibi sözler edilir. Daha daha kendini beğenmişler, özledikleri dünyanın ne olduğunu bilseler bu türlü işler karıştırmazlar, gibi sözlerle küçümsemeye kalkarlar gençleri. İçtenlik yoktur bu türlü konuşmalarda. Bu türlü konuşanlar, ger­çekte kendilerini doğru yolda göstermek, bazı güçlü kişilere yaranmak çabası içindedirler. Bana kalırsa, düşler içinde yaşayıp yaşamamaktan, ger­çekçi olup olmamaktan daha önemli bir şey varsa, o da daha iyi bir dünyanın özlemini duymaktır. Önemli insanlar, bu özlemi duyanlar, yaşatanlardır. Gün gelir bazı düşler gerçekleşir de, gerçekle öz­lem arasında bir yakınlık görülmezse, o özlem sona ermiş olmaz ki! Sürer gider. Sonsuz ölümsüz bir duygudur o. Yeni bir düşe at­lar, yine özlem olarak kalır. Durmadan da­ha güzel bir dünya kurmak çabasına iter bi-

Page 10: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 0 KENTE İNEN KAPLANLAR

zi. Sürgit aptallıklar, bayağılıklar arasında yaşamaya hükümlü olmadığımıza inandırır. Bu umuttu beni gençlerin toplantısına çeken. Ara­larında bu umutla dolaşıyor, konuşmacıları iyim­serlikle dinliyordum. Bir ara üniformalı bir gü­venlik görevlisi ilişti gözüme. Çatık kaşları, gül­meyen yüzü, dudaklarının iki ucunda ... Evet, du­daklarının iki ucunda açıkça göremiyordum ama, yine de kan diyeceğim geliyordu. Alandaki kala­balığa ters düşen gördüğüm ilk kişi oydu. Az son­ra aralarında fısıltılarla konuşan yadırgadığım iki siville karşılaştım. Kalantor kılıklıydılar. İkiz gibi benzeşiyorlardı. Biraz dikkat edince birbirlerine benzedikleri kadar güvenlik görevlisine de benze­diklerini gördüm. Basık, kalın kemikli alınlar, ba­şın alt bölgesinde geniş bir yarık gibi uzayan birer ağız, bomboş, camdanmış gibi pırıltılar yansıtan, kötü kötü bakan gözler... Ağızlarının iki yanında, nasıl diyeyim? Başkalarının gözünden kaçabilir, ama ben görüyordum, ince birer kan çizgisi... Da­ha da kötüsü açığa vurmaktan çekinmedikleri bir iştiha... Yine o ürperme geçti sırtımdan. Yine ben bu yüzleri tanıyorum, diye düşündüm. Yaya ge­çidinde üstümüze üstümüze arabasını süren o ada­mın bakışlarını bir kez daha görür gibi oldum. O adam, güvenlik görevlisi, fısıltılarla konuşan iki kalantor, nasıl da benziyorlardı birbirlerine. Hep o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala­yıcı iştiha etkisi bırakan ağız çizgileri... Kuşkum yok, eş soydan geliyorlardı.

Kalantorların fısıltılarına kulak verdim. Kış­kırtıcıları, ele başıları mimleyelim, sonra tek tek

Page 11: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

KENTE İNEN KAPLANLAR 1 1

haklarından geliriz, dedi biri. Güvenlik görevlisi ile bakıştılar. Güvenlik görevlisi, göz kapaklarını kapadı, açtı, başını evet anlamına eğdi, doğrulttu. Anlaşmışlardı! Sırtım bir kez daha dondu.

O gün kimliklerini yine tam olarak çözeme­diğim bu yüzlerle karşılaşmalarım daha sonra da sürdü gitti. İşin kötüsü gittikçe daha sık karşıma çıkıyorlardı. Yakın bir dostumla Balıkpazarında sık sık gittiğimiz bir meyhane vardı. Akşamları ikişer üçer kadeh içer, karşılıklı iç dökerdik.

Bir adam, hangi masaya otursak hemen yanı­mızdaki masaya oturuyordu. İlk kez, bizi dinledi­ğini, gözlerini dikmiş bize baktığını gördüğüm akşam yine o ürpertiyi duydum sırtımda. Keyfim kaçıverdi. Onlardandı! O soğuk, bıçak gibi kesici, parçalayıcı bakışlılardan! Geniş bir yarık gibi uza­yan yaban ağızlılardan ...

Hemen ertesi gün, bir devlet kuruluşunda, masasının başında gördüğüm, yüz çizgileri kasıl­mış kalmış, gülmek nedir bilmeyen bir genel mü­dürün, bana hayır dediği sırada, yüzünde gördüm o yırtıcılığı. Yine o soğuk esinti geçti sırtımdan ...

O günden sonra nereye gitsem, ne yana bak­sam karşıma çıkmaya başladılar. İş yerimin sa­hibi, kirayı arttırıyorum! dedi. Yüzüne baktım. Ağ­zı aralıktı. Azı dişleri arasında çiğ bir et parçası gördüm. Onlardandı!

Bir lokantada hesabı istedim. Şişirilmişti. Ye­mediğim l:ıir sürü şey vardı pusulada. Fiyatları listeyi tutmuyordu. Garsona söyleyecek oldum. Gitti, az sonra yanında iri kıyım iki arkadaşıyle

Page 12: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 2 KENTE İNEN KAPLANLAR

geri geldi. Ödeyeceksiniz! dedi. Gözlerine bakınca hemen anladım. Üçü de onlardandı!

Mahallemizin bunca yıllık kasabı, bakkalı bir gece yok oldular. Ertesi gün yerlerini başka bir kasapla başka bir bakkal aldı. Her gün aldığım peyniri, ekmeği, eti daha eksik tartıyorlar, her gün fiyaf artırıyorlardı. Neden? diyemiyordum. Üst dudakları sarkıyor; bakışlarını üstüme diki­yorlar; kaçmaz, biraz daha olduğum yerde kalır­sam hırlamaya başlayacaklarını, pençelerini yü­züme indirivereceklerini anlıyordum. İkisi de onlardandı!

Günlerim karabasan durumuna gelmişti artık. Bütün geçitleri tutmuşlardı. Sokağın alt başında onlar, üst başında onlar! Durmadan ürüyorlardı. Durmadan borçlu çıkarılıyordum. Elimde avucum­da ne varsa önlerine atıp zor kurtuluyordum diş­leri arasında parçalanmaktan. Nedir ki varım yo­ğum gün günden tükeniyordu. Sonumun gitgide yaklaştığını sırtım ürpererek duyuyor, bu durum­dan kurtuluş çaresi arıyordum.

Yine o günlerdeydi. Durmadan bu yüzden sı­kıldığım, bunaldığım günlerde. Bir akşam evde gazetemi okuyordum. Birinci sayfada iki fotoğraf vardı. Ünlü bir iş adamını, karısı, oğlu, damadı, on beş yaşında bir kızla bastırmışlardı. Fotoğraf­lar, iş adamıyle karısının, oğlunun, damadının fo­toğraflarıydı.Yine o köşeli kafa kemikleri, geni;;; bir yarık gibi uzanan ağızlarda kan tutkusu, ür­kütücü iştiha... Her biri gazeteden çıkıp, canlanıp, üstüme yürüyeceklermiş gibi, kötü kötü bakıyor­lardı bana. Tanıdım, erkek de dişi de, yavru da

Page 13: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

KENTE İNEN KAPLANLAR 1 3

olsalar dördü de onlardandı... Allah Allah! diye şaşkın mırıldanmışım. Yanıbaşımda babamın se­sini duydum :

- Ne o? Gazete elimde döndüm : - Sanki bu adamı önceden tanıyorum ... - Tabii tanıyorsun!. - Nereden? - Düşün, hatırlamaya çalış gördüğün yerleri .. Bütün bu karşılaşmaları hatırladım. Babam

öleU on yıl oluyordu. Sanki onunla birlikte bir bir yeniden gördük bütün bu karşılaştığım yüzleri ...

- Doğru hatırlıyorsun, dedi.. Tümü eş tür-den ...

- Yani? - Yani, kaplan! - Kaplan mı? - Evet, kaplan!. Biraz şaşırmıştım : - Ne biliyorsun? - Senin bildiğin yoldan. - Ne gibi? - Bak, sen elin ekmek tutmaya, ev geçindir-

meye başlayalı neredeyse tanımışsın kim oldukla­rını. Benimse ömrüm onların pençesinden canımı, sizleri kurtarmak için didinmekle geçti. Onlara et, onlara su yetiştireceğim diye iki yakam bir araya gelmedi ...

Düşündüm: - Tam anlayamıyorum. - Ne var bunda anlaşılmayacak? Dinle, dün-

yamız bir dönemde şimdi göründüğü kadar çıplak

Page 14: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

14 KENTE İNEN KAPLANLAR

değildi. Haritaya bakılınca sarı, açık sarı, beyaz gösterilen yerler bu kadar çok tutmazdı. Büyük, yeşil ormanlarla kaplıydı dağlar ovalar. Kaplan­lar, sırtlanlar, öbür yırtıcı hayvanlar hep o orman­larda yaşarlardı. Sonra sonra o ormanlardan kimi yandı. Kimi kesildi biçildi. Kimi kuraklıktan yok oldu. Ormanlarda yaşayan kaplanlar da önce ya­kın köylere, köylerde insanlarla olan ilişkilerinde ilk korkularını yenince kasabalara, kasabalarda yaptıklarına ettiklerine karşı çıkan olmayınca işi daha da azıtarak kentlere indiler. Senin gördükle­rin hep o kaplanlar işte!.

Alay etmiyordu. Üzünlüydü sesi. Dediklerin­deki doğru payını seziyordum ..

- Tuhaf ... - Niye tuhaf olsun? Ormanlarda olup biten-

lerle büyük kentlerde olup bitenleri karşılaştır. Gördüğün değişiklik ne? İkisinde de eş kanunlar, eş yöntemler geçerli. Güçlüler güçsüzlerle besleni­yor. Sen ne sanıyorsun yaşamayı? Kaplanlarla bir arada yaşadığını düşünmeye alıştır kendini! Bak nasıl daha açık anlayacaksın çevrende olup biten­leri...

- Düşünmeye çalışıyorum ama ... - Aması açık bunun. Gün geçmez bir deli-

kanlı öldürülür, bir kadın kaçırılır, bir genç kız kirletilir. Büyük vergi kaçakçılıkları, silah kaçak­çılıkları olur. Hanlar, hükümet binaları yanar, ya­kılır. Öldürenler, kaçıranlar, kirletenler, yakan­lar ortaya çıkmaz. Neden? Sen hükümeti yöneten­leri hep bilgisiz, akılsız mı sanırsın? Çocukken sirke götürmüştüm hani seni. Sirkte gördüğün o

Page 15: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

KENTE İNEN KAPLANLAR 15

kaplanlar tok olmasa eğiticilerini saniyede lokma lokma ederlerdi. Iİükümeti yönetenler de kentler­deki, köylerdeki kaplanları tok tutmak zorunda olduklarını bilirler. Vurduklarına, kırdıklarına, yediklerine içtiklerine bile bile göz yumarlar. Bu gerçeği çoğu yurttaşlar da bilir. Ama hükümetin bu umursamazlığını suç saymazlar. O kadarı ola­cak elbet, o kadarı kaplanların hakkı, diye düşü­nürler. Öyle ya, mademki kaplanlarla bir arada yaşıyorlar! Kaplanlardan kurtulabilecekleri akılla­rına bile gelmez. Aksine çocuklarını kaplan yetiştir­meye çalışırlar ... Ama ... Birden kısıldı sesi. Sözü­nü tamamlamadan gidiyordu.

- Biz ne olacağız? Biz kaplanların dişlerin­den nasıl kurtulacağız? diye seslendim arkasın­dan ...

Kapıdan giren rüzgarda, onun yolunu kendi­niz bulacaksınız, dediğini duyar gibi oldum ...

1975

Page 16: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ

ARASTA'NIN daracık sokaklarından birinin, ka­sabanın pazar yerini ana caddeye bağlayan so­kakla kesiştiği köşede kalırdı dükkanı. Köşeyi kesen çift kanatlı camlı kapı, iki yanında iki yan sokağa bakan iki pencere ile küçük bir beşgen. Pencerelerle kapının alt camları tül perdelerle örtülüydü. Kapının üstünde kırmızıya boyanmış yumurtamsı tahta bir tabelada, Gotik alfa­besinden esinlenmiş tepelikli beyaz harflerle

yazısı okunurdu. Kapı karşı gelen duvara bi­tişik, birbirine yaklaşan birer kıvrım çizdik­ten sonra ayakları bir kuş pençesi gibi açı­larak yere inen, üstü mermer kaplı, ceviz XV. Louis stili bir tuvalet masasıyle, onun üstün­de, çizgileri daha sade, daha yalın bir dönemdeo. kalma, kalın ceviz çerçeveli ayna vardı. Aynanın sağında, rafları kat kat beyaz örtüler, havlularla dolu, işçiliği aynayı tutan, çift kanatlı ceviz bir camlı dolap asılıydı. Tuvalet masasının iki ucun­daki çekmecelerin üstünde, aynanın önünde, ko-

Page 17: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 17

lonya ispirto şişeleri, krem, pamuk kavanozları, pudra kutuları, fırçalar, taraklar diziliydi. Tıraş makineleri ile usturalar çekmecelerde dururdu. Bütün bu gibi şeylerin yedekleri ise ceviz dolabın alt rafına kaldırılmıştı. Masanın solunda küçük bir saç mangal, yaz kış sürekli olarak yanar, üs­tünde çivit rengi bir çaydanlıkta sürekli olarak su kaynardı. Sol köşede, soluk pembe renkli basma­dan bir perde ile ayrılmış küçük bir bölmede, du­vara asılı lamarina bir musluk, çöp tenekesi, sü­pürge, faraş vardı. Perdenin önünde ise bir su tes­tisi. Duvarların önüne dizili sandalyeler, deri şil­teli berber koltuğu ile tamamlanırdı dükkanın eş­yası. 1930'lara yaklaşırken, o günlerin koşullarına göre, eksiksiz, saç sakal kestiren müşterilerin se­vinçle girip çıktıkları, hasır sandalyelerde tıraş sı­ralarını beklerken keyifle çene çalarak sokaktan geçenlere içerde görünmekten hoşlandıkları bir dükkandı.

Dükkanın önünden geçenler günün her saa­tinde berberi içerde görürlerdi. Oğlunun evden ge­tirdiği öğle yemeğini müşterilerinden beş dakika izin isteyerek dükkanında yerdi. Onun dışında hep ayaktaydı. Bir elinde tarak, öbüründe makas, üs­tünde kısa beyaz önlüğüyle tıraş koltuğunun geri­sinde soldan sağa, sağdan sola sarkaç gibi gider ge­lirdi bütün gün. Zayıf, sağlam yapılı, elmacık ke­mikleri çıkık, yüz çizgileri keskin, dik duruşlu bir gençti o yıllarda. Uzun ince parmakları salt sinir, kemik ile kan damarlarından oluşurdu. Her iki eliyle kullanırdı makasıyle tarağını. İnce çelik ma­kas, durmadan öten küçük bir kuşa dönerdi par-

Page 18: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

18 KENTE İNEN KAPLANLAR

maklarında. Arada, havada şaklatarak kıllarını silkerken makasının sesi daha da renklenir, Qu öten ne kuşu diye hatırlamaya çalıştığı olurdu tı­raş olanın.

Evde yıkanıp hafif kolayla ütülenen beyaz ör­tüleri bir hoş kokardı. Tıraşa başlarken, bak sana nelerim var, der gibi bir övünmeyle, biri büyük biri küçük iki örtü alırdı cam dolabından. Küçük örtüyü kolunun üstüne atar, büyüğünü, sanki kat­ları arasında gizli iki ucundan tutup, el çabuklu­ğunu andıran bir ustalıkla silkerek açar, dizlerin­den yukarıya bütün gövdesini içine alacak gibi önüne yayarak, boynunun yöresinde sıkar, ense­sinde iğnelerdi müşterisinin. İkinci örtüyü geriden sırtına yayar, üst kıyısından boyun ile ilk örtü ara­sına sıkıştırırdı. Müşteri boyun damarlarının şiş­tiğini duyar, örtülerin boğazını fazla sıktığını söy­lemek isterdi önce; ama aynaya bakınca onun yü­zünde örtülerinin beyazlığından, temizliğinden duyduğu mutluluğu görür, susardı. Yine başı ha­fif öne eğik gözleri aynada kalır, daha bir süre de­vinimlerini izlerdi onun. Hep öyle, dur, daha yeni başladık, daha sana nelerim var nelerim, diye sü­rüp giden mutluluğu içinde, pudra kavanozunu al­dığını, ensesini pudralamaya başladığını görürdü. Sıra makine ile ense saçlarının fazlasını almaya gelinceye kadar aynaya bakmaya dalan müşterinin başı kendiliğinden biraz doğrulmuş olurdu. O, sol elinin parmak uçlarıyle tepesinden hafifçe bastı­rır yine üne eğerdi başı. Müşteri içinden gelse de karşı koyamazdı bu sert parmaklara. O yıllarda zaten kimse karşı koymazdı ona. Herkes kendini

Page 19: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 19

baş eğmek zorunda duyar, kaşlarının altından ay­naya bakarak, uysallıkla onu seyrederdi. Tıraş ma­kinesini bırakıp makasla tarağını ele aldı mı ber­berden çok bir portre ressamını andırırdı. Gittik­çe esinlenerek işine kaptırırdı kendini. Makasla tarak ellerinde kanatlanırlar, kısa uçuşlarla ko­nar kalkarlardı kestiği saçlara. Müşterinin sağın­da solunda döner durur, bir adım geriye çekilir, gözlerini kısar, çömelir, doğrulur, saçlara verdiğı biçimi denetlerdi. Başını oynatanlara, kımıldanan­lara en küçük bir hoşgörüsü yoktu artık. Müşteri onun içtenliğini, çalışmasının gösterişten ne kadar uzak olduğunu çabuk anlar, dakikalar geçtikçe, onun duyduğu coşkuyu, mutluluğu paylaşmaya başlardı.

Sakal tıraşındaki ustalığını izlemek zevkti gö­renlere. Usturasını biley kayışında kılağılarken devinimlerinin şaşmaz bir ölçülülüğü vardı. Elinin sırt kıllarına, avucunun derisine yaklaştırarak de­nerdi usturanın keskinliğini. Fırçayı iyice sabun -lar, hoş vuruşlarla dolaştırırdı müşterinin yüzün­de. Taşan köpüğü parmak uçlarıyle ovarak deriye iyice sindirir, usturasını bir kez daha kılağılayıp deneyinceye kadar, sabunu yüzde bekletirdi. Ku­lağın dibinden başlardı sakalı almaya. Usturanın yüzündeki sabun ile kılları sık sık başparmağının tersine sıyırır, biraz birikince, usturanın tersiyle oradan alır, tuvalet masasının üstünde önceden ha­zırlanmış küçük bir kağıda aktarırdı. Ustura ka­yar giderdi deride. Tıraş olanlardan kimse yüzün­de küçük bir çizik, bir damla kan gördüğünü ha­tırlamazdı onun elinden. Perdahtan sonra ellerini

Page 20: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

20 KENTE İNEN KAPLANLAR

siler temizler, duvara asılı tıraş tasını alır, çaydan­lıktan biraz su doldurur, mevsimine göre testideki su ile ılıştırarak çukur yerinden çenesi altına yec­leştirir; parmak uçlarıyle suyu alır, göğsündeki ör­tünün altından iki eliyle tası tutarak kendisine yardım eden müşterinin, okşar gibi yüzünü yıkar­dı. Tıraş tası perdenin gerisinde yıkanıp yerine asılır, derken artan mutluluğuyle tıraş olanın sa­bırsızlıkla beklediği işe sıra gelirdi. Kalın beyaz porselen bir tasta kaynar suya batırılmış dumanı tüten küçük beyaz bir havluyu sıkar, geriye doğrn uzanan adamın yüzüne yayardı. Bir süre parmak uçlarıyle alnı, boyun damarlarını, şakakları ovardı ardından. Havluyu geri aldığı zaman, mutlaka, gülerek, oh rahatladım, ellerin dert görmesin de­diği duyulurdu koltuktakinin. O, güvenli duruşu, yüzünde yer etmiş o daha bitmedi, daha arkası var diyen anlamla, kolonya çarpar, pudralar, kremle ikinci bir masaj daha yapardı yüze. Sonun­da örtülerini ustalıkla alır, bir adım geriye çeki­lir, bu kez yüz çizgilerinde verdiği bütün sözleri yerine getirmenin iç rahatlığıyle, koltuktan kal­kan müşteriye sıhhatler olsun derdi.

Hasır sandalyelerde oturanlar, tıraş olana im­renerek, onun yerini almaları yaklaştıkça bir mut­luluğa yaklaşmanın sabırsızlığıyle beklerlerdi sı­ralarını. Dükkanın kapısı sık sık açılırdı bu arada. Gelen, koltuğun, hasır sandalyelerin dolu olduğu­nu görür kapıda kalırdı. O, selamını alacak kadar kısa bir bakış attıktan sonra işini sürdürerek ko­nuşurdu kapıdakiyle. Görüyorsun halimi! Ne diye­yim bilmem ki? Hep böyle! Sıkılmazsan otur bek-

Page 21: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 21

le. Yine sen bilirsin . . . Eh, akşama doğru bir uğra istersen, boş bulursan. . . En iyisi bekle bana kalır­as . . . Ya da yarın erkenden gel... Güle güle . . . Bun­ları duydukça sandalyelerde oturanlar, beklemek­le iyi ettiklerine, kazançlı çıktıklarına inanırlardı.

Aynanın,, camlı dolabın çerçevesi kıyısına sı­kıştırılmış kartpostallar, fotoğraflar, duvarların değişik yerlerindeki bazı taşbasmalı temsili resim­ler ile büyültülmüş bir iki fotoğrafa bakarak oya­lanırdı sıra bekleyenler. Her gelişlerinde gördük­leri şeylerdi bunlar. Yine de sıkılmazlardı bak­maktan. Dükkanın eşyasıyle, berberle karışarak canlılık kazanırlardı. Sanki bir çeşit kan dolaşımı vardı aralarında. Aynanın solunda biraz yüksekte sarı ile yeşilin karıştığı taşbasması tabloda, 30 Ağustos Zaferinden sonra General Trikopis'in Baş­kumandan Mustafa Kemal'e teslim etmek üzere kılıcını uzatışı vardı. Mustafa Kemal ayaktaydı. Trikopus'in gövdesi başı hafif öne eğik. Sağda bü­yültülerek çerçevelenmiş bir fotoğrafta Türk Oca­ğının ince saz topluluğu sıralanmıştı. Altı kişiydi­ler. Ut, keman, klarnet, dümbelek, cümbüş, bir de tef. Hepsi saz aygıtlarını çalar durumda. Sol baş­ta tef çalan Gençlik Berberi Muhittin. Daha küçük başka bir fotoğraf ise, Türk Ocağı sahnesinde oy­nanan «İzmir'e Doğruıı oyunundan bir sahneyi ve­riyordu. Sedyede yatan başı sarılı yaralı asker Muhittin'di yine. Öbür fotoğraflardan biri kasaba­nın futbol takımınındı. Oyuncuların çoğu imzala­mışlardı fotoğrafı Muhittin Ağabey'lerine. Ayna­nın kıyısına sıkıştırılmış başka bir fotoğrafta ka­sabanın o yıllardaki ünlü kalecisi Agah, elinde

Page 22: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

22 KENTE İNEN KAPLANLAR

topla uzanmıştı alanın çimenlerine. Sonra bazı as­ker fotoğrafları... Bahriyeliydiler çoğunlukla. Ka­sabadan askere giden delikanlılar, İstanbul'dan bir hatıra olarak postalamışlardı Muhittin Ağabey'e. Bunların yanı sıra, üstüne biraz pembe ya da ye­şil ile renk katılmış, Paris'in tatlı döneminin, İtal­yan, Fransız Akdeniz kıyılarının Cartolina Postale ya da Carte Postale'leri. .. Çiçekler arasında, saçla­rı biryantinli erkeklerle baş başa, kısa kesik saçlı,· sıkma başlı, kiraz dudaklı, etine hafif dolgun ka­dınlar. ..

Bolluk yıllarıydı henüz kasabanın. Üzümü, zeytini, tütünü para ediyordu. Kurtuluş Savaşının mutlu sonucunun sevinci sürüyordu her yerde. Bolluk ile utkunun sevinci birbirine karışıyor, kimse ufak tefek sıkıntılarını önemsemiyordu. Ut­kunun sevinci uzun bir umuda çevirmişti yaşamı. Kasapada asker vardı. Borular, trampetlerle tali­me gider, talimden döner, marşlar söylerlerdi. O da gençti. Otuzuna yaklaşıyordu. Şaşılacak şey, sanki herkes gençti onunla birlikte. Ya da ona öy­le gelirdi. Dükkanına kim ayak atsa gençti. Ya ak­ranları ya da kendisinden üç dört yaş büyüklerle üç dört yaş küçüklerdi müşterileri. Kasabanın so­kaklarında, meyhanelerinde onlar görünürlerdi. İz­mir'e işleyen körüklü Ford taksilerin, otobüslerin gözde müşterileri, en sık gidip gelenleri onlardı. Temsil kolu onların elindeydi. Futbol takımı öy­le; saz topluluğu öyle. Kasabanın seçkin gençle· riydi tümü. Yeni gelen kaymakamlar, yargıçlar, subaylar, kime gidelim saç kestirmeye diye sorun­ca onun adını alırlardı karşılığında.

Page 23: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 23

O da konuşkandı bütün berberler gibi. Geve­ze sayılmazdı. Sorulara karşılık verir ya da kendi­liğinden bazı konular atardı ortaya. Tartışma gö­türmez bir kesinlik vardı yargılarında. Bu yargı­ların kaynağını saptamak güçtü. Kendi görüşleri, düşünceleri olmaktan çok makasının altından ge­lip geçenlerden tortulanmış, seçilmiş şeylerdi. Bir çeşit sözcüsü gibiydi kasabanın. Basın organları nasıl bir kamuoyu oluşturur, okuyucu sonunda okuduğu gazetenin başyazarı ya da bazı yazarları gibi düşünürse, o da dinleyip konuştukça, saçları­nı bıyıklarını benzettiği gibi kafalarının içini de birbirine benzetiyordu sanki tıraş ettiklerinin.

İlk yılların en çok konuşulan konusu Kurtu­luş Savaşıydı. Taburun belli başlı subayları, İstan­bul doğumlu, gerçekten efendi veterineri ona ge­lirlerdi. Savaştan dönmüş, göğüsleri madalyalı kahramanlardı tümü. Savaşı yaşamış, ölümler görmüş insanların, top gürültüsünden, makineli tüfek sesinden, kandan bıkkınlığı, barış nimetle­rinin, evlerinin, kadınlarının özlemi içindeydiler. O zorladıkça, alçakgönüllülükle savaş anılarına de­ğinirlerdi bir iki tümceyle. O, sonradan dinledik­lerini genişletir, başkalarına anlatırdı. Böylelikle, binbaşılar, yüzbaşılar kasabanın bütün savaş serü­venlerini bildikleri kahramanlara dönüşürler, geç­tikleri sokaklarda halkın saygınlığıyle selamla­nırlardı.

Kurtuluş Savaşının yanı sıra temsil kolunun, saz topluluğunun çalışmaları, futbol takımının karşılaşmaları önde gelen konulardı dükkanda.

Page 24: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

24 KENTE İNEN KAPLANLAR

Radyo yoktu o yıllarda. Hava raporunu o verirdi. Akşam bulutuna, ufukta biriken sise, hayvanların, böceklerin davranışlarındaki değişikliklere göre, üç dört gün öncesinden havanın nasıl olacağını kestiren yaşlı ekicilerden, balıkçılardan duyulan haberleri iletir, yağmurun yakın olup olmadığını söylerdi müşterilerine. Bu konuların tümüyle kay­naşan, her gün değişmeyen ana konu ise bir gece öncenin olaylarıydı. Dükkana her gelen, dün gece yine çok kaçırdık, diye başlardı söze. Bütün müş­terileri çok içer, sabahlara kadar oyun oynar, İz­mir'e çapkınlığa giderlerdi. Sabahları sürekli ola­rak hafif baş ağrısından yakınırlardı. Daha çok bir gece önce yaptıklarını anlatmaya giriş niteli­ğindeydi bu yakınmaları. Bir çeşit övünme nede­niydi henüz bu türlü ağrıları. Kocaları ile yetin­meyen kasabanın bir iki çapkın kadınının gözüne kestirdiği yakışıklı gençler hep onun müşterileriy­di. Onların herkesin bildiği aşk öyküleri, serüven­leri, paylaşılan bir giz havası verilerek anlatılır­dı dükkanında.

Kasabanın bütün yaşayışında onların sözü ge­çerken politikanın dışında kalmaları düşünülemez­di elbet. 1930'da kasabada Serbest Cumhuriyet Fırkasını kuran onJardı. Serbest Fırka kime kar­şıydı? Neydi? Öteden beri İzmir'in tüccarları ürünlerinin fiyatlarıyle diledikleri gibi oynarken, liberalizm ne getirecekti onlara? Bildikleri yoktu. İstedikleri, kasabanın kurulu düzeninin yerinden oynamasıydı her şeyden önce. Gençtiler, babaları­nın buyruğundan çıktıkları yaşa ulaşmış da olsa­lar, baş kaldıracak konular buluyorlardı yörelerin-

Page 25: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 25

de. Daha yaşlılara, henüz kasabada gucunu yitir­meyen büyüklere karşıydı tutumları. Baskı altın­da geçen ilk gençliklerinin birikimi bir öfkeden, başına buyrukluklarının hızını alamayışlarından doğuyordu. Daha yaşlılar, ön sıralarını tuttukları eski partilerinde kaldıkları için onlar yeni parti­yi seçmişlerdi. Seçimlerde kasabanın belediyesini aldılar, il genel kurulu temsilciliklerini aldılar.

Kimi gün aynanın kıyısına iliştirilmiş kartla -rın arasında bir yenisi görülürdü. Bir iki ay önce kasabadan daha büyük bir yere atanan bir memur­dan geldiğini söyler, durumu iyiymiş, bütün arka­daşlara selamı var diye küçük bir pay çıkarırdı dinleyenlere. Çalışkan arkadaştı, yükselmek hak­kıydı, daha çok yükselecek, hep duyacağız diye açıklardı kanılarını. Bazen müşterileri, kasabadan askerlik, iş gibi nedenlerle ayrılan ortak bir tanı­dıklarını sorardı kendiliğinden. Haberi her zaman ondaydı. Giden, kart, mektup yazmasa bile, yakın­larıyle selam gönderir, durumunu, işini duyurur­du ona.

Yargıları kesindi. Yeni gelen kaymakam nasıl adam? Nasıl buldun? Ne dersin, bir şeyler yapa­bilecek mi? diye sorarlardı. Ben sevdim, görünüş­te efendi adam, bakalım, işinde nasıl onu da göre­ceğiz, derdi. Bütün dediklerini yerinde bulurdu müşterileri. Nasıl örtüleriyle boyunlarını sıkması­na, sert parma}{ uçlarıyle tepelerini bastırmasına karşı çıkmazlarsa, yargılarına, görüşlerine de kar­şı çıkamazlardı onun o parlak döneminde. Giden bir kaymakamın ardından iki köy okulu, iki de

Page 26: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

26 KENTE İNEN KAPLANLAR

küprü yaptı, daha ne yapsın? Ya da bir memur için üç yıl kaldı, bir kötülüğünü, kimseden haksız para aldığını, kimseye borç taktığını duymadık demesi, o kaymakamın, o memurun bütün kasaba­lılar gözünde aklanması için yeterdi.

O böyle durmadan makasını şakırdatır durur­ken kestiği saçlar uzuyor, bir ay önce gelenler bir ay sonra yine sıraya giriyorlardı hasır sandalyele­rinde. Arada müşterilerine yenileri katılırken, es­kilerden bir ikisi görünmez oluyordu. Henüz as­kerlik, kasabadan ayrılma gibi olaylardı bu eksil­melerin nedenleri. Böyle gelmeler gitmeler, yeni­ler eskiler arasında duvardaki saatli maarif tak­vimleri de değişmiş oluyordu hiç anlamadan. Tek tük aklar görünmeye başlıyordu müşterilerinin şa­kaklarında. İlk düşen akları hep o görüyordu. Ha­fiften yürek burkan bir iki söz geçiyordu müşte­riyle arasında. Ak teli makasının ucuyle alıverince unutuyorlardı konuştuklarını. Ne de olsa otuzunu yeni yeni aşıyorlardı daha. Güzel günler gerilerde değil önlerindeydi. İlk düşen aklar bile süstü, ol­gunluk belirtisiydi onlar için. Bir yandan da ço­luk çocuğa karışıyorlardı yavaş yavaş. Otuzuna girdiği yıl oğulları ikileşti. Çoğu müşterilerinin de öyle. Bir oğlan bir kız ya da iki oğlan, iki kızları vardı. Çabucak ilkokula başlayacak yaşa geliver­di büyükleri. Kız da erkek de olsalar henüz baba­ları ona getiriyorlardı saçlarını kestirmek için. Şil­tesi alınmış berber koltuğunda kimini ayakta tu­tuyor, kimini koltuğun kıyısına oturtuyordu kü­çüklerin.

Page 27: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 27

Derken kısa düz bir tahta uydurdu. Koltuğun iki kolu üstüne uzatıyor, çocuğu tahtaya oturtu­yordu. Çocuk babasından geçen bir saygınlıkla, biraz da ürkerek, ne derse uymaya çalışıyordu ona. Bir elinde makas ya da tıraş makinesi, öbür eli­nin sert parmaklarıyle kavrıyordu çocuğun başı­nı. Bütün çocuklar nedense tedirgindiler önünde. Avucunun içinde yakalanmış bir kuş gibi bakını­yorlardı sağa sola. Sevgisini anlamıyorlar, şakala­rını, takılmalarını soğuk karşılıyorlardı. Tıraşları bitince bir sıkıntıdan kurtulduklarını saklamadan kayıyorlardı koltuğundan, hemen dükkandan fır­layıp kaçmaya bakıyorlardı.

Çocuklar öne geçen konu olmuştu kendiliğin­den arkadaşlarıyle arasında. Okul, ev durumları, oyunları, konuşmaları, hep önemsedikleri olaylar­dı. Çocuklar umuttu. Hep büyüklüğüne inandık­ları kişilerin adlarını vermişlerdi çocuklarına. Kur­tuluş Savaşı kahramanlarının, vatan şairlerinin, ülkücü gazetecilerin. Büyük, önemli, vatana yarar­lı kişiler olmalarını bekliyorlardı onlardan.

Kasabanm yaşayışı nasıl oldu demelerine kal­madan değişmesini sürdürüyordu. Tabur, komşu bir ilçeye alınmıştı. Askerler, subaylar çekilmişti kasabadan. Zaten çekilmelerinden önce de eski önemlerini yitirmiş, varlıklarına alışılmıştı. Va­tanla kahramanlıkla hiç ilgisi olmayan, her dö­nemde yalnız kendileri, kazançları için yaşamış ki­şiler zenginleştikçe öne geçiyor, güçleniyorlardı. Ölenler ölmüş, dönenler dönmüş, her şey eski gi­dişini almıştı. Savaş kahramanlarına ay sonlarmı

Page 28: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

28 KENTE İNEN KAPLANLAR

denk getirmeleri için borç veren, veresiye veren onlardı.

Derken 193 1 buhranı şaşkın bıraktı kasabayı. Üzümün, tütünün rezili çıkmıştı. Alıcısı yoktu. Buhrandan önce göremedikleri şeyleri de görüyor­lardı artık. Çoktandır görünmez bir göç başlamış­tı kasabadan. Lisede, üniversitede okuma olanağı bulan çocuklar öteden beri geri dönmüyorlardı. Kasabada ustalarının yanında marangozluk, kun­duracılık öğrenenlerin de onların ardından İzmir'e, İstanbul'a, Ankara'ya göç ettikleri duyuluyordu. İyi futbol oynayanlar İzmir takımlarına giriyor, fut· bollarının yardımıyle bir bankada, başka bir yer­de iş buluyorlardı. Buhranın etkisiyle, sağlam iki kolundan, elind.e bir çapadan başka bir şeyi olma­yan gençler de ayrılmaya başladılar kasabadan. Kasaba büyümüyor, gelişmiyordu.

Buhran eski sevinçli yaşayışlarını bütünüyle yok etti çok geçmeden. Saz toplulukları dağılıver -di. Keman çalan öğretmen İç Anadolu'ya atanmış­tı. Cümbüş çalan arkadaşları vergi tahsildarıydı. Bağından, tarlasından küçük bir yan geliri vardı. Udunu sevdiği kadar içkiyi, kadınları da severdi. Evi kalabalıktı, ayrıca da kapatmasına bakardı. Bağından, tarlasından eline bir şey geçmeyince topladığı paralara el atmak zorunda kaldı. Çok geçmeden tutuklandı, hüküm giydi. Klarnet ça­lanları çoluk çocuğunu alıp İstanbul'a gitti, ekme­ğini çıkarmak için. Temsil kolu da buna benzer nedenlerle çözülüverdi. Üç beş yıl yeniden saz topluluğunu, temsil kolunu canlandırmanın özle-

Page 29: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 29

miyle yaşadılar. Bir türlü olmadı. Gidenlerin yeri­ne yenisi gelmiyordu. Buhranın sıkıntıları hafif­lerken otuz beşle kırk arasına geliverdiler. Ne de­seler boşunaydı. Kendilerindeydi gerçek değişik­lik. Geçim yükü ağırlaşmıştı evlerinin. Yürekle­rinde öten o eski kuşlardan üçü beşi uçmuştu on­lara görünmeden. Eski heves, eski sevinç yoktu iç­lerinde.

Bir gün Halkevinde kasabanın yeni yetişen gençlerinin bir oyun hazırladıklarını duydu. İz­mir'de; lisede, daha başka okullarda okuyorlardı. Onların da futbol, voleybol takımları vardı. Ut cümbüş yerine kitara, mandolin çalıyorlardı. Çoğu küçüklüklerinden ilk sakal tıraşı oldukları güne kadar saçlarını kestiği arkadaş çocuklarıydı. Ken­di çocuklarıyle konuşur gibi konuşurdu onlarla. Sesi biraz sert çıkardı. Onları hep çocuk, hep kü­çük görmemek elinde değildi. Konuşmalarını sağ­lamak, bir yakınlık kurmak için derslerini sora­cak oluyordu. Oysa dersler, hele kendilerinden büyüklerle, sözünü etmek istemedikleri konuydu çocukların. Bir çeşit hesap vermek demekti. He­sap vermekten bıkmışlardı. On dördüne, en geç on beşine geldiklerinde, tıraş ederken parmak uç­larıyle tepelerinden kavradığı sırada, sertlikle çe­kiveriyorlardı başlarını eli altından. Kendisinden hoşlanmadıklarının açıkça yüzüne vurulması gibi geliyordu ona bu davranışları. Yüreğinin derinle­rinden kırılıyor, onurunu kurtarmak için, başını düz tutmazsan, diye 'başlayan bazı açıklamalara girişiyordu. Ama ne yapsa aralarında çoktan kop­muş o bağı yenileyemiyordu. On beşine basan ço-

Page 30: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

30 KENTE İNEN KAPLANLAR

cuk birden ayak kesiveriyordu dükkanından. Ço­cuklar onun koltuğundan kurtulmakla sanki büyü.,. düklerini kanıtlıyorlardı. Dükkanından ayrılmala­rıyle birlikte hangi kızlarla mektuplaşıp buluştuk­larını, hangi kadın öğretmenlerle seviştiklerini duymaya başlıyordu. Onların, ilkokuldan sonra okula gidemeyen bir akranları berber yetişmişti. Babası silik, adsız bir berberken çocuk, bütün ak­ranlarını çekerek dükkanını canlandırdı. O da mandolin çalıyor, iyi kötü voleybol oynuyor, pa­zarları karşılaşmalara gidip alanın kıyısından ar­kadaşlarının oyunlarını izliyordu. Kasaba futbol, voleybol, takımlarının, son kadrolarıyle büyültül­müş fotoğrafları onun dükkanında asılıydı şimdi.

Muhittin'e kala kala yine eski gençlik arka­daşları kalmıştı müşteri olarak. Onların da saçları seyrekleşiyor, alınları tepeleri biraz daha açılıyor­du her gelişlerinde. Hasır sandalyelerin çoğu boş­tu artık. Sonra sonra gelenler berber koltuğunu da boş bulmaya başladılar. Arada bir kahve pişi­riyordu mangalda. Gelenlerin acelesi yoktu nasıl olsa. Yakın tuttuğu müşterilerinden biriyle pence­re kıyısına karşlıklı oturup içiyorlardı kahveleri­ni. Biri daha gelecek olursa ona da kahve içip iç­meyeceğini soruyordu önce. Nasıl olsa onun da acelesi yoku. Konuşma konuları yine değişip du­ruyordu kendiliğinden. Eskiden hep gelecekti, ya­şadıkları gündü konuşmalarının ekseni, artık ya­vaş yavaş geçmişe kayıyordu. Uykusuzluk, sindi­rim bozuklukları, romatizma ağrıları önde gelen konuları olmuştu. Salık verdiği bakım yolları, ilaçlarla ilgili öğütleri kesindi bu kez. Uykusuz-

Page 31: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 3 1

luk için, yatmadan yarım saat önce bir bardak sı­cak ıhlamur içmek, en iyisi, diyordu sözüngelişi. Yine de uyuyamazsan içinden yüze, iki yüze, ol­madı beş yüze kadar say, o da olmadı beş yüzden geriye dön, tersinden bire doğru say. Kafanda ne varsa silinir, uyur gidersin. Mideye, karaciğere iyi gelen, bağırsakları çalıştıran, cinsel gücü artıran otlardan yapılan bir yığın ilaç biliyordu. Enginar yaprağını kaynat ya da üryani siyah eriği iki gün suda bırak, suyunu iç, karaciğerinde bir şey kal­maz diyor, melisa otundan, hardal otundan, hün­naptan yapılan reçeteler veriyordu. Dediğini yap­tım, dün gece çok şükür sayende rahat uyudum diye ertesi gün teşekküre geliyordu müşterileri. Tıraş olmasalar da yarım saat, bir saat kalıyorlar­dı dükkanında.

Daha sonra gündüzleri üç dört saat için dük­kanını kapattığı günler sıklaştı. Son günlerde or­talarda görünmeyen eski arkadaşlarından birinin evinde hasta yattığı duyulurdu. Dükkanına gelen gidenleriyle mutlaka söz konusu olurdu o hasta­lık. Nasılmış? Gidip bir türlü göremedim, içim ra­hat değil, biraz önce yolda damadıyle karşılaştım, daha iyiceymiş, gibi sözlerle kaygılarını açıklar­lardı karşılıklı. İçlerinin rahatlamasına sıra kal­madan bir sabah dükkanına uğrayan akranların­dan biri üzgün yüzüyle acı haberi getiriyordu so­nunda. Yüreğinde bir şeyler kalkıyor iniyor, yü­zü karışıyor, benim zaten camide sala okunduğu­nu duyunca içime doğmuştu, diyordu. Dükkanını kapatıyor, evine koşuyordu ölenin. Başı ucunda Kur'an okuyor, cenaze hazırlıklarında elinden ge-

Page 32: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

32 KENTE İNEN KAPLANLAR

len yardımı yerine getiriyordu. Camiye, sonra da mezarlığa kadar uğurluyordu yıllarca saçını sa­kalını kestiği arkadaşını. Cenaze dönüşü dükkanı­nı açınca o ölüm oluyordu söz konusu. Eskiye dö­nerek. yaşatıyorlardı ölenin anılarını. Başka gün­ler sağ kalan müşterileriyle uzayıp gidiyordu bu geride kalan yıllara dönüşler. Bir ceza yargıcı var­dı, bir veteriner yüzbaşı Fahri Bey vardı, bir ta­pucu vardı, diye şakacılıkları, çapkınlıkları, ak­şamcılıkları, pokerde kağıt yapmaları ile ilgili yı­ğınla öyküler anlatıyorlardı. Sık sık kasabadan yetişen gençlere atlardı konuşmaları. A. İstanbul'a yerleşmiş, fabrika müdürüymüş; B. Guraba'da iç hastalıkları bölümü şefiymiş, bizden biri gitmiş, çok yakınlık göstermiş; C. Bey'in oğlunun maşal­lah çok duyuldu adı, çocukluğundan belliydi onun adam olacağı. .. Benimkiler güç yıllara geldi, oku­tamadım, akılları, zekaları eksik değildi ama ... Kendi çocuklarından söz ederken iç çekerdi. Düş kırıklıklarından acı duyduğunu saklamadığına gö­re yazgısına katlanıyor denemezdi.

Geçen yıllarla daha da azaldı müşterileri. Sa­atlarce kimsenin saçını kesmediği oluyordu. Sağ kalan bir iki gençlik arkadaşı eskisinden de sık uğruyorlardı dükkanına. Güzel havalarda pencere­lerden birini açıyorlardı. Çaylarını içiyorlardı ağır ağır. Konuşmaları da ağır ağırdı. Bazen hiç konuş­madan dalıp gittikleri oluyordu. Dinden, ahiretten söz eder olmuşlardı çoklukla. Aralarından ayrı­lanları anıyorlardı kısa, özlü sözlerle. Bir söz, du­daklarının kıyısında beliriveren küçük bir gülüm­seme bile çok şeyler hatırlatmaya yetiyordu ikisi-

Page 33: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENÇLİK BERBERİ 33

ne de. Bir daha dalıp gidiyorlardı. Dükkanın ka­pısı üstünde, kuruyup çatlamış, rengini atmış bo­yasıyle, unutulup kalan Gençlik Berberi yazılı o

tabelaya baktıkları yoktu hiç. Bakışları karşıla­şınca, gençlik günlerinin tanıkları olarak, yıllar ©ncesini görüyorlardı birbirinin gözlerinde.

Page 34: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ANNEMİN YÜZÜ

FIRTINA akşama doğru koptu. Hava birden soğu­yuverdi. Üşüyorduk. Yaz ortalarında bağın için­deki zeytin ağaçlarının kurularını ayıklatmıştık. Çıkan yarmalar hala ağaçların diplerinde duru­yordu. Kardeşlerimle kucak kucak içeriye taşıdık. Ocağı yaktık.

Zeytin odunu, gür, parlak bir alevle yanar, çok da iyi ısıtır. Yaz kurak geçmişti. İlk yağmur düşmemişti henüz. Çoktandır açıkta, yakıcı güne­şin altında iyice kuruyan yarmalar çatır çatır tu­tuşup yalazlandıkça keyifleniyor, gözlerimizi ocak­tan ayıramıyorduk.

Küçük bağ kulemizdeydik. Biri altta biri üst­te iki odası, alt kattaki odanın önünde bir mutfağı vardı. Mutfağın üstünü sonradan teras durumuna getirmiştik. Her yıl haziran ortalarında bağa taşı­nır, eylülde okulların açılmasına yakın kasabada­ki evimize dönerdik. Ocak üst kattaki odadaydı. Kule, her yıl taşınmamızdan önce hafif çivit ka­rıştırılmış kireçle badanalanırdı. Her yıl badana­lanmaktan içi kat kat kireç tutan ocak, kıyıları dantelli asse perdesiyle, yaz ayları içinde dikiş se­petlerinin, bavulların durduğu, aydınlık tertemiz bir dolap işi görürdü. Eylülde ilçeye taşınırken boşaltılmış bir dolap gibi bırakırdık arkamızda.

Page 35: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ANNEMİN YÜZÜ 35

Ertesi yaz, taşınmadan önce, içinde, tutuşturulmuş bağ çubuklarından kalan küller, yarıda söndürül­müş odun parçaları, belki de üstünde çay, sahan­da yumurta, sucuk pişirilmiş yanyana isli iki tuğ­la parçası ile kararmış, islenmiş bulmak, ocağı yakmak için kıskançlıkla karışık bir özlem uyan­dırırdı bende.

Babam romatizmalarına iyi geldiği için sıca­ğı severdi. Ocağın üst başında oturuyordu. Bir omuzunu yan duvara vermiş, sağ dizini göğsüne doğru toplamıştı. Küçük kız kardeşim, babamın dizi dibine yaklaşmıştı. Arada bir babamın onun saçlarını okşadığı oluyordu. Ben ocağın alt başın­daydım. Ateşi besliyordum. Öbür kız kardeşlerim babamla benim aramda sıralanmışlardı. Annem, sırtını, odadaki demir karyolanın arkalığına ver­miş, daha geride oturuyor, önünde çorap sepeti, sökükleri onarıyordu. Kapı, pencere kapalı, dün­yadan kopmuş ayrılmıştık. Rüzgar uğulduyor, dal yaprak saçıp savuruyordu dışarda. Arada rüzgar­da uçan küçük bir dalın kapalı tahta kepenklere vurduğunu, bir ayvanın, bir narın dalından yere düştüğünü duyuyorduk. Rüzgar hızını artırdıkça baca daha hızlı çekiyordu. Olgunlaşan çürüyen meyve, yaprak, kök kokuları, nadaslı tarlalardan yayılan ekşili kokular sızıyordu bir yerlerden. Oca­ğın ateşinden yüzlerimiz pembe pembeydi.

Ateşler hep Makedonya'yı hatırlatırdı baba­ma. Makedonya'da geçen çocukluk, gençlik yılla­rını, sert geçen kışları, yüksek dağ sırtlarında ya­nan çoban ateşlerini, konuk kaldığı köy evlerin­deki ocak başlarını, harman yerlerini anardı. Ço-

Page 36: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

36 KENTE İNEN KAPLANLAR

cukluğunda babasıyle mısır harmanlarında geçir­diği geceleri anlatmaya başlardı bize. Çalı çırpı ile kuru mısır koçanlarından bir ateş. yakarlardı. De­dem, omuzlarında kürküyle bağdaş kurardı ateşin başında. Yere serili velensesine sarar yatırırdı ba­bamı. Koyu lacivert gökte, bol yıldızlar sarı sarı ışıldayarak gözlerine içine içine akarlarken, Balkan gecelerinin yüzünde, saçlarında dolaşan serinliğini duya duya, uyur kalırdı babam. Uykusunda üşü­meye başlayıp bir ürperme geçirdiği sırada dede­min bir kat daha örttüğünü duyardı üstünü ... Bun­ları anlatırken ocağın alevleri yansıyan bakışla­rıyle dalgınlaşıyordu. Karşı bayırda kendileri gi­bi ateş yakan Bulgar komitecilerinin ölüm saçan yüzlerini görüyor, üstüne çevrilmiş gibi mavzer­lerinin soğukluğunu duyuyordu.

Çatıdan iki üç kiremit uçtuğunu duyduk. Rüz­gar önce çatıya takıldı kaldı, yüklendi, yüklendi, söktüğü kiremitleri alıp geçti, aşağıda avlunun du­varına çarptı. Babam sustu, rüzgarı dinledi bir sü­re. Tövbe tövbe, çatıyı uçuracak neredeyse dedi, Tanrı, denizde olanlara, yolda olanlara acısın! Ye­niden dışarıya kulak verdikten sonra ekledi: Tan­rı bu! Kudretinden, kuvvetinden soru sorulmaz! .. Varım diyor, ben hepinizin üstünde, yukardayım, diyor. Yukardan hepinizin ne yaptığını görüyo­rum!

Ortanca kardeşim :

- Sonra baba? dedi.

Babam, kardeşimin yüzüne baktı. Parmağı ile pencereyi gösterdi :

Page 37: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ANNEMİN YÜZÜ 37

- Sonrası bu işte! Duyun, dinleyin! Her şeyi nasıl yoktan var ettimse öyle varken yok ederim diyor ...

Kardeşim: - Onu değil, dedi, Makedonya'yı anlat ... Babam: - Tövbe tövbe, diye başını salladı. Annem söze karıştı :

Sevincini bozma çocukların. Korkutma boş yere ...

Boş yere mi? Boş yere elbet, ya ne? Anlatacaksan sev­

dikleri şeyler anlat ... - Senin istediğin ne? Dinsiz mi yetişsinler?

Allah korkusu nedir bilmesinler mi?

- Allah korkusu başka, Allah sevgisi başka. Daha ne günahları var ki Allahtan korksunlar? Çocukları korkutma akşam akşam. Sonra rahat uyuyamıyorlar, söyleniyorlar, terliyorlar uykula-· rında ...

Babam kızmış görünüyordu :

- Sana kalsa büsbütün dinsiz yetiştireceksin hepsini ...

- Ne olmuş dinlerine? Ben bildim bileli ey­lül hep böyle fırtına ile çıkar. Dinle imanla ilgisi ne fırtınanın? ..

- Hadi bırak, söyletme, günaha sokma beni çocukların önünde ...

- Söyle ne söyleyeceksen! Benim korkacak hiç bir şeyim yok. Günahım da yok! Ömrümde pişman olduğum tek şey yapmadım. Ben hep se-

Page 38: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

38 KENTE İNEN KAPLANLAR

vinç duyarım içimi dinledim mi, korku duymam! Ölümden, mezardan da korkmam ...

Sevgiyle anneme bakıyor, dediklerini dinli­yordum.

Çok yorucu bir gün geçirmiştik. Erkendeı:ı kalkmış, kulenin önünde yığılı duran otuz küfeye yakın üzümü sıkmış, pekmez kaynatmıştık. An­nem hepimizin iki katı iş görmüş, iki katı yorul­muştu. Yine de boş durmuyordu işte.

Tam bir halk kadınıydı annem. Güçlü kuv­vetli sağlam yapısı, her işe yatkın iri kemikli, hü­nerli elleriyle halkımızın eli öpülesi sayısız çalış­kan analarından biriydi. Bolluk günümüzde de, darlık günümüzde de evin hiç bir işi yoktu ki bir ucundan o tutmuş olmasın. Çamaşırımıza, yatak yorganımıza, yemeğimize el sürdürmezdi kimseye. Kolay kolay kimseden yardım istemez, buyur­maktan hoşlanmaz, kimseyi horlamazdı. Kapımız­dan hiç bir yoksulu boş döndürdüğünü görmemiş­tik. Evimizde hepimizden erken kalkan, hepimiz­den geç yatan oydu. Bir gün olsun güneş doğduk­tan sonra yatakta kalmamıştı. Gece bir yandan bir yana dönecek olsak, mırıldansak, uyanıp kulak veren, açılırsak üstümüzü örten oydu. Hep terte­miz söküksüz gezdirdi, kimsenin önünde utandır­madan büyütti.iı bizi. Gününün, gecesinin bir saati­ni boş geçirdiğini bilmem. Boş bir saksı görme­miştim evimizde. Bahçeye çıkıp girerken bir tu­tam fesleğen, bir karanfil aşılayıverirdi. Her yıl yazdan pekmezini, salçasını, kuskusunu, tarhana­sını, bulgurunu hazırlar, turşularını kurar, reçel­lerini kaynatırdı. Babam b'orçsuz yaşamışsa, pa-

Page 39: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

,4.NNEMİN YÜZÜ 39

rasız kaldığı günlerde eve gelince kendisinin, ço­cuklarının önünde sofrayı eksiksiz kurulmuş gör­müşse onun sayesindeydi. Her Allahın günü, te­mizlik, yemek, çamaşır, sökük, kopuk, bir yığın iŞle uğraşır, yakınmak nedir bilmezdi. Bizler için ne kadar çok yorarsa kendini, o kadar güler yüz­le otururdu sofraya ...

Ucu hafif yukarı kalkık burnuna, çıkık elma­cık kemiklerine bakıyordum. Işıklı alnına, ne za­man hatırlasam içleri pırıl pırıl yanan gözlerine, dudaklarının iki ucunda hiç eksilmeyen güldü gü­lecek çizgilere bakıyordum. Kısa bir an gözlerimi kapıyor, kafamda olduğu gibi görmeye çalışıyor­dum yüzünü ... Sonra açıyor, bir yanlışım var mı gibi bir daha bakıyordum. Öylesine güzel, aydın­lıktı ki... İki gün sonra İzmir'e yatılı okula gide­cektim. İstiyordum ki, o güzel yüz, o cesur, sevgi­li yüz, hiç ama hiç unutmayacağım gibi, bütün çiz­gileri, bütün ışığıyle belleğimde kazılı kalsın. Göz kapaklarımda alıp götüreyim. O fırtınalı gece, lambanın ışığı altında nasıl görüyorsam o yüzü öyle, yaşadıkça gözlerimi kapadım mı, göz kapak­larımın içinde göreyim ...

1976

Page 40: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DOST BAHÇE

ANA OGUL, yeni kiraladıkları eve ağustos sonla­rında bir pazar günü taşındılar. Kentin ana cad­desine dikine inen sıra sıra yokuşlardan birinin sonundaydı ev. Ana caddeden sapar sapmaz ağır ağır yükselmeye başlayan yokuşun sağ yanı bo­yunca, üstünden tür tür sarmaşıklar, frenk asma­ları sarkan, taşları arasında otlar yosunlar bitmiş bir bahçe duvarı uzanıyordu. Solda küçük küçük bahçelerin ağaçları arasına gömülmüş evler vardı.

Taşındıkları kamyon evlerinin önünde du­runca motörün patırdısı kesildi. Tam bir sessizlik sardı yörelerini. Ana oğul şoförün yanından indi­ler. Taşlarını otlar bürümüş beş basamaklık bah­çe merdivenini çıktılar, bahçeye geçtiler. Bahçe­den evin giriş kapısına çıkan ikinci bir merdive­nin başında baygın bir yasemin kokusu karşıladı gelişlerini. Merdivenin tırabzanlarını çiçek açmış yasemin dalları sarmıştı boydan boya.

Kadın, merdivenlerin yarı yerinde durdu, eğil­di, yaseminleri kokladı. Oğlu, yukarıda, sahanlık­ta evin kapısını açmış, onun gelmesini bekliyor­du, güldü:

- Memnun musun anne? dedi. Bundan sonrı:ı. yasemin kokuları arasında yaşayacağız ...

Page 41: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DOST BAHÇE 4 1

Kadın, bütün yüzünü aydınlatan bir gülüşle yarı şaka karşılık verdi :

- Yaa, ne mutlu bize ... Geri kalan merdivenleri çıkarken ekledi : - Benim için hepsi bir oğlum, sen iyi ol da

yeter bana ... Bu son sözleri söylerken, az önceki ışıklı gü­

lüş silinmiş, yüzünü duygulu bir gölge kaplamıştı kadının. Kocasının ölümünden beri üç yıldır oğlu ile yaşıyordu. Evin bütün yükünü çeken oğlunun otuzunu geçtiği halde evlenemeyişi sürekli bir üzüntüydü onun için. Büyük toprak sahibi bir aile­nin kızıydı o. Ailenin kız erkek çocuklarının gü­ven altında yetişip yirmisini bulunca evlendirildi­ği bir çevrede yetişmişti. Sonradan türlü neden­lerle bütün topraklarının elden gidişi, yaşama ko­şullarının değişmesi hiç etkilememişti sanki aile anlayışını. Pahalılığın gün günden başıboş başını alıp gittiği bir ortamda, hala sağlam bin gelire ka­vuşamayan oğlunun evlenemeyişinden boş yere kendini suçlu tutuyor, yaşama dengesi bozulan çoğu dullar gibi oğlunun evinde yabancı görüyor­du kendini. Bu yüzd,en oğlunun elinden ne gelse borç sayıyor, ödeyemeyeceğini sandığı bir minnet duygusu altında eziliyordu.

Hamallar, kamyonun başında eşyaları bağla­yan ipleri çözmek için şoföre yerdım ederlerken, oğlu ile eve girdiler. Dört bir yandan evin bütün pencerelerini açtılar. Hangi pancuru açsalar, çe­şitli ağaçların boy boy yeşillikleri dolduruyordu pencerenin boşluğunu. Yörelerindeki sessizlik da­ha da büyüyor, daha genişliyordu. Yalnız, arada

Page 42: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

42 KENTE İNEN KAPLANLAR

bir hafif bir esintiyle kımıldayan ağaçlardı sanki taşınmalarını izleyen.

Ağaçlar, parmaklarını dudaklarına götürüp «Susss!>> diyorlarmış gibi, hamallar o sessizliği bozmadan boşalttılar eşyalarını. Kamyon, gelişine göre hemen hemen hiç gürültü etmeden yokuş aşa­ğı çekti gitti.

Akşama doğru az çok yerleştikten sonra, oğul, balkona iki sandalye çıkardı. Ev işinden yorulan annesini biraz oturup dinlenmeye çağırdı.

İkisinin, sarmaşıklar, frenk asmaları ile örtü­lü o uzun duvarın gerisinde kalan komşu bahçe ile dostlukları daha o akşamdan başladı. Bahçe, du­varının kendilerinde uyandırdığı ilk izlenimden çok daha büyüktü. Bulundukları tepenin üstünde iyice yayıldıktan sonra tepenin gerilerine iniyor, nerede son bulduğu baktıkları yerden anlaşılmı­yordu. İçi yer yer kümeleşip yer yer seyrekleşen meyveli meyvesiz ağaçlarla doluydu. Ana cadde­ye yakın, birden tümsekleşen bir yerinde, yeşil pancurları, kavun içi duvarlarıyla ondokuzuncu yüzyıl İtalyan yapılarını andıran üç katlı büyük bir ev vardı. Bütün pancurlarının kapalı olmasına bakılırsa ev boştu.

Ana oğul, birlikte bahçeyi gözden geçirdikle­ri halde ayrı şeyler düşünüyor, ayrı şeyler görü­yor !ardı. Kadın, kanında dolaşan o köklü toprak sevgisiyle, sahiplerinin böyle bir bahçeyi bırakıp gitmelerine üzülüyordu. Oğlu ise bahçenin kendi­lerine bırakıldığını sanıyordu adeta. Gerçekten de insansız, sessiz görünüşüyle bütün bahçe, o kavun içi evden çok kendi evlerine yakın, kendi evle-

Page 43: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DOST BAHÇE 43

rininmiş gibi duruyordu. Oğul, yaradılışındaki iyimserlikle bütün bahçeyi yemyeşil görüyordu baktıkça. Bir ara annesi «Bu yıl kış sert geçecekıı deyince şaşırdı. «Neden?» diye sordu. Kadın, ka­vakların uçlarından sararmaya başladığını söyledi karşılığında. Kavaklar uçlarından sararırsa kışın sert geçeceğine işaret sayılırdı.

Oğul, annesinin uyarması. ile kavaklara dikkat etti. Uçlarında ilk sararan yaprakları gördü. Ba­kışları, kavakların tepelerinden aşağıya doğru ka­yarken akasyaların dallarında yer yer sararmış yapraklar gözüne ilişti. Toprağı örten otlar ise baştan başa kurumuştu.

O ilk akşamdan başlayarak ana oğulun kom­şu bahçeye duydukları ilgi hemen her gün yenilen­di. Yemek masaları, salonun, balkona açılan camlı kapılardan biri ile bahçeyi yandan gören pencere­si arasındaydı. Her sabah kahvaltısında, her ak­şam yemeğinde aralarında bahçenin sözü açılıyor, kadın, bahçe ile ilgili bir haber veriyordu oğluna. Ya artık her birini tek tek tanıdıkları ağaçlardaki değişiklikleri duyuruyor, ya da örneğin turnala­rın güneye göçtüğünü, bahçeye yalnız kargaların, serçelerin uğradığını söylüyordu.

Güz ilerledikçe bahçe doyulmaz renklere bü­ründü. Duvarlardan sarkan sarmaşıklar kızardı­lar. Frenk asmalarının yapraklarına limon rengi bir sarılık yayıldı. Kavaklar, akasyalar sarara sa­rara yaprak dökerken, eriklerin, bademlerin, in­cirlerin yeşilleri solgunlaştı. Oğul, işine gidip dö­nerken sokağı kuru yaprak yığınları ile dolu gö­rüyordu. Akşamları balkona çıkmak, sabahları

Page 44: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

44 KENTE İNEN KAPLANLAR

camların gerisinden bahçeye bakmak hüzün veri­yordu ikisine de. Ana oğul, güz boyunca, bütün ağaçların yapraklarını, istasyondan, limandan bir yakınlarını geçirir gibi uğurladılar.

Bir sabah kahvaltıda yağan yağmurların bah­çeye yaradığını söyledi kadın. Otlar yeşeriyordu.

İlk sararan otlardı. İlk yeşeren otlar oldu. İlk yağan yağmurlardan sonra ordu ordu yürüdüler, bahçenin çıplaklığını yeşillikleriyle örttüler. Ka­sım sonlarına doğru bahçe sürüldü. Ağaçların dibi açıldı, çapalandı. Otların yeşil örtüsü silindi. Ama bir iki gün geçmeden ilkin çiftin, çapanın değme­diği yerlerden fışkırdılar, sonra sonra topakların orasından burasından baş verdiler. İkinci bir yağ­mur topakları eritince eskisinden daha gür bir ye­şillikle bahçenin yüzeyine yayıldılar.

Derken yağmurlar kesildi. Bütün aralık ayı yağmursuz geçti. Ana oğul her sabah, soğuk vu­ran otların kuruyup can verişini izlediler pence­reden, yağmur beklediler. Kuraklık ocak ortaları­na kadar sürdü. İyice çıplaklaşan toprağın boz renkli katı görünüşü üşüme veriyordu baktıkça iç­lerine. Bahçede canlı denilebilecek çamlarla zey­tinler kalmıştı yalnız.

Bir gün yumuşak bir lodos ısıtıverdi havayı. Ardından her gün inen yağmurlar başladı. Otlar çimenler dört nala görünüverdiler yine. O küçük, adsız, basıp da geçtiğimiz otlar, toprağın yenilmez gücünün gözüpek piyadeleriydi sanki. Ölüp ölüp diriliyorlar, ezilenlerin, yenilenlerin yerini alıve­riyorlardı kaşla göz arasında. Sesleri daha gür du­yuluyordu bu kezki görünüşlerinde. Baharın ha-

Page 45: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DOST BAHÇE 45

bercileri gibi : «Geliyoruz» diye tutturmuşlardı hep bir ağızdan ...

Kadın, ocak sonlarında bir akşam, bademlerin göz verdiğini söyledi oğluna. Bir iki gün sonra, kahvaltıya oturunca bembeyaz donanmış gördüler bademleri. Badem çiçeklerinin ak aydınlığı iki­sinin bakışlarında yansırken, bademlerle sanki kı­sa bir konuşma geçti aralarında.

Onlar : - Hoş geldiniz, diyorlardı. Ne haber? Bademler gülüyorlardı : - Eh, sonunda baharı getirdik işte! Kim var,

kim yok? - İkimiz de buradayız ... - İkiniz de buradasınız demek? Sevindik sizi

gördüğümüze ... - Biz de kavuştuğumuza sevindik ... «Sıra eriklerde şimdi» diyordu kadın. Erikler,

ardından zerdaliler, kayısılar çiçeklendiler. Bahçe yine zengin renklerle donandı. Güz aylarının ku­ru yaprakları yerine, beyaz, pembe çiçeklerle do­luydu şimdi sokak.

Şubat boyunca en küçük kara bir bulut, rüz­garların biraz sertleşmesi korkuttu ana oğulu. Ah! Vakitsiz, havalar iyice ısınmadan açmıştı belki de bademler, erikler, kayısılar! Yemdi, tuzaktı bu üç beş güzel geçen gün onlara! Aldanacaklar mıydı acaba zavallılar? İkisi de sabah akşam bu türlü korkular içinde izlediler hava değişikliklerini. Ama boşuna korkmuşlardı işte! Bademler çiçek­lerini döküp, yeşeriverdiler. Artık kimse dokuna­maz onların taşıdığı yüke! Kışın sınırlarını, tel

Page 46: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

46 KENTE İNEN KAPLANLAR

örgülerini atlayıp geçtiler! Çocuklar sevinsinler ! Onbeş güne kadar çağlalar ile dolduracaklarını söylüyorlar koyunlarını, ceplerini ...

Erikler, kayısılar da yetiştiler bademlerin ar­dından. Nedir ki, neredeyse martın çıkması yak­laşırken kavaklar, dutlar çıplaktılar haia. «Dutlar en son yeşerir,ıı diyordu kadın. «Dutlar yeşerme­den yaz gelmez.»

Bir sabah, kavakların pencere camlarında uza­yan yeşillerinin sevinciyle başladı günleri. Nisan sonlarında bir başka sabah, çayım boşaltırken, ka­dın, dutların yeşerdiğini haber verdi oğluna. Oğlu, çay bardağını eline alıp balkona çıktı. Ege'nin ışık dolu, ılık günlerinden biri başlıyordu dışarıda. Dutların her yeni doğan canlı gibi küçük küçük­tü henüz yaprakları. Küçük küçük, henüz tam ye­şil bile değil! Sarıya çalan yavru bir yeşil! Hafif, okşayıcı bir rüzgar dolaşıyordu havada. O rüzgar, ana gibi yalayıp yıkıyordu o yeni doğan yaprak­ları ...

Dutlar da yeşerdiğine göre artık sona ermişti korkuları, üzüntüleri! Dost bahçe ile haşhaşa ge­çirecekleri, uzun, cömert bir yaz vardı önlerinde.

Annesine : - Yaz geldi, dedi. Artık bahçeye karşı bal­

konda yeriz akşam yemeklerini ...

1970

Page 47: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

HALK NEYİ SEVER

DOGRU DÜRÜST bir kazancım yoktu o ara. Ba­bamın sofrasında karın doyuruyor, cep harçlığımı çıkarabilmek için günlük bir gazeteye kısa öykü­ler yazıyordum. Yazdıklarım hafif denilen türden şeylerdi. Elime geçen para da öyle. Bir öyküyle bir haftalık cigara paramı ancak karşılayabiliyor­dum.

ÇoğunlUkla akşam yemeğinden sonra, sofra kaldırılınca, yemek masasında yazardım o öy­küleri. Kız kardeşim mangalın başında yün örer, babam en küçük haberlerine, ilanlarına kadar okuduğu gazetesine dalmış olurdu. Mutfaktan an­nemin küllü suyla, sabunla iki üç kez yıkadığı bu­laşıkların tıngırtıları gelirdi. Yazım, odanın o din -ginliği içinde hızla ilerler, annemin odaya girme­sine yakın sonuna yaklaşmış olurdu. Annem, göz­leri bende, eşikte durakladıktan sonra, sessizce girerdi odaya. Mangalın başındaki yerine oturur, bulaşıkları yıkayıp durularken kabarmış donmuş ellerini ısıtarak, sabırsızlığını zımı tamamlamamı beklerdi. okutup dinlerdi yazdığımı.

dışa vurmadan ya­Sonunda mutlaka

O akşam, kalemimi masanın üstüne bırakıp s'andalyemde geriye yaslandığımı görünce, bitti mi? dedi, hadi oku ...

Page 48: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

48 KENTE İNEN KAPLANLAR

Okudum. «Çaren idi yazdığım öykünün adı. Bankada çalışan bir genç kız, üç akşamdır işten çıkınca, uzun boylu, yakışıklı bir delikanlının ar­dına takıldığını, kendisini izlediğini görüyordu. Dördüncü akşam, işten çıkarken kendiliğinden de­likanlıyı aramıştı bakışları. Kaldırımda beklediği­ni görmüş, sonra ürkmüş, kurtulmak istemişti sarkıntılığından. Delikanlı ise artırmıştı cesare­tini. Neredeyse omuz omuza yürümeye başladıkla­rı bir sırada, kız, önünden geçtiği ilk dükkana at­mıştı kendini. Girdiği yer kitapçıydı. Hem kitap­ları, dergileri karıştırıyor, hem de camdan dışarı­sını gözlüyordu. Delikanlının bir süre vitrindeki kitaplara baktıktan sonra çekip gittiğini görünce, çıkmıştı kitapçıdan. Ama daha dört beş adım at­madan ensesinde duymuştu delikanlının soluğu­nu. Bu kez yabancı giyim eşyası satan bir dükka­na girip çıkmıştı. Delikanlıyı her kez yanı başın­da bulunca böyle böyle bir başka kitapçıya, incik boncuk satan bir dükkana, bir tuhafiyeciye girip çıkmak zorunda kalmıştı. Girdiği her dükkanda satıcı kızlar, delikanlılar rahat vermiyorlardı. Bu­yurun efendim? Ne istersiniz efendim? Neyi be­ğendiniz? Sanki kendisinin delikanlının elinden kaçıp kurtulmak için dükkanlarına sığındığını, alı­cı olmadığını, daha önce başka dükkanlara girip çıktığını biliyorlarmış, yüzüne vuruyorlarmış gibi bir tutumları vardı. Gittikçe sıkıştırıldığını, zor durumda kaldığını duyuyordu. Sonunda bu yüz­den bir ruj almak zorunda kalmıştı. Ayın yirmisi ­ni geçiyordu. Çantasında topu topu ay sonuna ka­dar otobüse, öğleleri birer sandviç yemeğe yete-

Page 49: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

HALK NEYİ SEVER 49

cek parası vardı. Üstelik doğru dürüst ruj da kul­lanmazdı. Bir çift çorap alsaydı, hadi neyse, ne gereksiz şeye gitmişti parası... Ne yapabilirdi? Başka çaresi yoktu ki! Oğlan girdiği dükkanın vitrinine neredyese yapıştırmıştı yüzünü! Ona karşı da kurtarmak zorundaydı onurunu.... Gelge­lelim rujunu alıp dışarı çıkınca oğlanı yine kar­şısında görmez mi? Ağlayacak gibi olmuşken gü­lümseyivermişti...

Eleştiriciler, istedikleri kadar hafif desinler, ciddi bulmasınlar bu türlü öyküleri. Ben hafif de olsalar yakınlık duyuyordum yazdıklarıma. Ben­den bir şeyler vardı onlarda. Gülüyor, ya da duy­gulanıyordum. Gençliklerinin en güzel günlerini gündüzleri elektrik ışığı ile aydınlanan kapalı sa·­lonlarda, masa yığınları arasında geçiren o genç kızların dar gelirleriyle mutluluk arayışları, düş­lere kapılmaları yazılmaya değerdi bence. Oku­mamı bitirince annemden, kız ka�deşimden bir iki tatlı, övücü söz bekledim. Kız kardeşim gülümse­di. Nedense o daktilo kızların ardına düşen deli-­kanlılar, öykülerde hep böyle uzun boylu, yakı­şıklı, iyi giyimli, üstelik de paralı olurlar, dedi ... Annemde ses yoktu.

- Nasıl? diye sordum. Dudak büktü. - Beğenmedin mi? - Ne uğraşıyorsun bu saçmalarla? Biraz bozulmuştum. - Dergileri yönetenler, yazı işleri müdürleri

böyle öyküler istiyorlar. .. - Neden?

Page 50: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

50 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Halk böylesini istermiş. Bu türlü konular­dan hoşlanırmış ...

- Laf! Söylemek istediği bir şeyler olduğunu anla­

dım. Konuşurken gözü önünden gitmeyen, hatır­ladığı bir yere takılmış kalmış gibiydi bakışları.

Sordum : - Ya ne yazayım? - Zeytinyağı fabrikası işçilerini yaz. - Nesini? - Nesini olacak? Görmüyor musun? Nasıl

yaşadıklarını, nasıl çalıştıklarını ... Evimizin bulunduğu sokağın üst başında bir

zeytinyağı fabrikası, alt başında bir yağhane var­dı. Deve kollarının, yük arabalarının getirip yere yıktığı, olgun tanelerden sızan yağlar la kararmış zeytin çuvalları keserdi sokağımızın her iki giri­şini. Dizlerine kadar sıvadıkları eski yamalı pan­talonları, yamalı basma gömlekleri yağa batmış, bulanmış yalınayak işçiler, sırtlar, içeriye taşırdı bu çuvalları. İşlik diye, omuzlarını sırtlarını ör­ten, dipteki dikiş yerinden çukurlaştırarak başla­rına iliştirdikleri boş bir çuval sarkardı arkaların­da. Kollarının, bacaklarının bütün kılları, kaşları, kirpikleri, saçları yağdan ışıl ışıldı. Fabrika elek­trikle çalışırdı. Yaşlı bir baba ile oğlunun işlet­tikleri yağhane bir çeşit değirmendi. Oğul, yağ­hanenin hemen hemen bütün işlerini döndürürdü. Çuvalları sokaktan içeriye taşır, değirmenin olu­ğuna çekirdekleri kırılacak taneleri döker, cende­reye girecek keçe torbaları doldurur, gelen giden üreticilerle ilgilenirdi. Baba ise değirmenin taşını

Page 51: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

HALK NEYİ SEVER 5 1

döndüren oka koşulu, kendisi gibi zayıf bir bey­girle yan yana, sabahtan akşama, yuvarlak taş ha­vuzun yöresinde, döner dururdu.

Annem : - Ne zaman o fabrikanın, yağhanenin önün­

den geçsem yüreğim ezilir, içime kan oturur, di­ye ekledi. O gün öğle yemeğinden sonra karde­şimle bir tanıdıklarına misafirliğe giderlerken, fabrikanın önünde bir konuşma ilişmişti kulağına. İki işçi, aralarında bir tabak zeytinyağı, fabrika­nın kapısı önünde kaldırıma oturmuşlar, ekmek­lerini zeytinyağına banarak karın doyuruyorlardı. Biri, biz de hak etmecliysek cenneti, demişti, kim hak eder?

Annemin sesi titriyordu : - Yaa, böyle dedi işte ... Ağladığını hiç bilmem. Büyük annemin ölü­

münde bile yaş görmemiştim gözlerinde. Ama bun­ları söylerken neredeyse ağladı ağlayacaktı :

- Kulaklarımla duydum. Ne bir kelime ek-ledim ne çıkardl.m. Böyle dedi koskoca adam . ..

- Haklısın. Çok güç çalışma koşulları ... - Yazsana öykülerini... Yatışıyordu. - İyi ama nesi öykü bunun? Olay yok, başı

sonu yok. .. - Daha nesi olsun? Bir çinko tabak zeytin­

yağı, bir somun ekmekle, koskoca iki adam, sağ­lıklı do�sanar kiloluk iki adam, karın doyuruyor . . .

Biraz durakladı, düşündü, duyup da dile geti ­remediği bir aksaklık olduğu kanısındaydı bu işte.

- Acı, dedi, çok acı! Haksızlık!.

Page 52: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

52 KENTE İNEN KAPLANLAR

Elbet yazmak isterdim onların öykülerini. Ama nasıl? Her gün görüyordum onları, tanıyor, selamlaşıyordum. Mevsimlik işçilerdi. Zeytin bi­tince, bağlarda, tütün tarlalarında çalışırlardı. Ya·­rı aç yarı tok da olsalar, çoğunlukla şaşılacak ka­dar sağlıklıydılar. İşveren belki de sağlıklı olan­ları seçip alıyordu fabrikasına. Annemin dediği gi­bi acıydı yaşamları. Taneden zeytinyağı durumu­na getirdikleri o altın değerindeki üründen, açlık­larını gidermek umutlarını ceı;ı.nete bırakacak ka­dar az pay almalarında açık haksızlık vardı. Cen­netteki yerlerini sağladıklarına inanarak avunma­ları ise büsbütün dokunuyordu insana. Ama yine de henüz bir öykü konusu çıkaramıyordum onlar­la olan karşılaşmalarımdan. Bazı ünlü yazarları­mız gibi, evdeki hasta çocuğundayken aklı, o yfüı: yirmi kiloluk cuvallardan birinin altında, ayağı kayarak öldürmek de gelmiyordu elimden onlar­dan birini.

- Gazeteler istemezler böyle öyküleri, dedim. Kim öykü der bu kadarına? Kim öykü diye okur, kim sever?

Annem neredeyse kızdı : - Ben okurum. Ben severim! Sen selam söy­

le o yazı işleri müdürlerine, halk ben değilsem, o işçiler değilse, halk kim?

1976

Page 53: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ANNEM GİBİ KADINLAR

ANNEM küçük bir toprak sahibi karısıydı, kasa-­balıydı. Kendi ayarı, orta halli kadınlar gibi gi­yinirdi. Görünüşünde kendi dengi olan kadınlar­dan ayrılan bir yanı yoktu. Gençliğinde, düz ko­yu kahverengi ya da siyah yünlü kumaşlardan paltolar giyer, koyu renk ipekliden düz bir eşarp­la saçlarını sıkma baş bağlardı. Daha çok küçük­ken evimizin yakınlarında akranlarımla oynarken, sokağın bir ucundan gördüğüm sıkma başlı, koyu kahverengi mantolu kadınları birden annem sanır­dım. Yüreğim hızla vurmaya başlardı.

Evin büyük çocuğu bendim. Evden ilk ayrılan da ben oldum. Kasabamızda ilkokuldan ötesi yok­tu. On bir yaşımda, kırk kilometre uzaktaki İzmir'e okumaya gittim. İzmir zengin bir kentti. Kadınla­rı şıktı, güzeldi. Dünyanın bütün zengin kentle­rindeki şık güzel kadınlar gibi giyinirlerdi. Ama okula gidip gelirken, sokaklarda, geçen tramvay­larda, aralarında, annem gibi sıkma başlı, düz renk mantolu kadınlar da görüyor, elimde olmadan he­yecanlanıyordum.

Liseyi yatılı okudum. Cumartesi günleri ak­ranlarımla sinemaya gider, çarşıya çıkardık. Ya­kın ilçelerden gelen annem gibi küçük toprak sa­hiplerinin kadınları, İzmirli, orta halli esnaf, me-

Page 54: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

54 KENTE İNEN KAPLANLAR

mur eşleri, çarşıya alış verişe çıkmış olurlardı o saatlerde. Önünden geçtiğimiz ayakkabıcıların, manifaturacıların, tuhafiyecilerin dükkanlarında, sıkma başlı, dik duruşlu, koyu renk mantolu ka­dınlar ilişirdi gözüme. Annem diye bağlanıverirdi adımlarım. Sonra annemin, o yıllarda otobüs yol­culuğu iki saat süren kasabamızda, evimizde ol­duğu gelirdi aklıma. Annemin, evimizin, kasaba­mın özlemini duyardım.

Bu yanılmalarını, duygulanmalarını, üniver­siteyi okuduğum yıllarda İstanbul'da, Ankara'da sürdü gitti. Bütün kentlerde annem gibi gösteriş­siz giyinişli anneler vardı. Karşıdan onları görün­ce annemi anardım.

Evimiz dağılmamıştı henüz o yıllar. Bu ben­zetmelerin ardından tatile kaç gün kaldığı gelirdi hemen aklıma. Tatilde eve döneceğimi, annemi evde bulacağımı, tatilimi kimseyi benzetmeden, kimseyle karıştırmadan annemin yanında geçire­ceğimi bilirdim.

Üniversite bitti. Askerlik için ayrıldım evden. Sonra da Ankara'da bir işe girdim. Ayrılık günle­ri uzadı. Artık yaz kış tatilleri yoktu baba evine dönebileceğim. Sokaklarda, otobüslerde, dükkan­larda gördüğüm annem gibi giyinen kadınları gör­dükçe annemi anar, buruk bir üzüne kapılırdım.

Ardımdan kız kardeşlerim birer birer evlen­diler. En küçüğümüz yetişti. Her birimiz ayrı ev­ler açtık, İstanbul'un birbirinden uzak semtleri­ne. Ankara'ya, Trabzon'a, Van'a dağıldık. Bizim ardımızdan annemle babamın göçebelik günleri başladı. Kasabadaki evimizi yılda bir ay kapatır-

Page 55: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ANNEM GİBİ KADINLAR 55

lar, bizleri dolanmaya çıkarlardı. Üç gün birimiz­de, beş gün birimizde kalır, ardından kasabaya dö­nerlerdi.

En son annem ayrıldı evimizden. Babamın ölümünden sonra, o kadar uzaklarda yalnız kala­mazdı. O da yaşlanmıştı artık. Kardeşlerim çoluk çocuğa karışmışlardı. Torunlarını dolaşıyordu, iki­şer, üçer ay kalarak herbirinin evinde.

Saçları bütünüyle ağarmıştı. Seyrekleşmişti de. Çenesinin altından bağlıyordu eşarbını. Topla­mış, durgun yaşamaktan bacakları kalınlaşmıştı. Yine koyu renk paltolar, pardesüler giyerdi.

Ne kadar çok kadın vardı anneme benzeyen bu dönemde de. İstanbulda, Ankara'da, önünden geçtiğim bir evin penceresi önünde, ak saçlarıyle oturur, sokağı seyrederlerdi. Ellerinden tuttuklari torunlarıyle çocuk bahçelerine, sinemalara girer­ken görürdüm arkalarından. Manav, kasap dük­kanlarında alış veriş etmek için sıra beklerken görürdüm. Annem sanırdım çoğunu. İçimde bir eziklikle, ne zaman gelmiş İstanbul'a dediğim olurdu. Oysa İstanbul'a her gelişinde trenden, oto­büsten ben alırdım onu. Ankara'ya giderken, tre­ne, otobüse ben bindirir, yolcuların başı üstünde­ki raflara, filelere, bavulunu, paketlerini ben yer­leştirirdim. Öyleyken yine de İstanbul'un inişli yokuşlu sokaklarında, ağır ağır yürüyen, koyu renk mantolu, şakaklarına yakın aksaçları, çene­si altından bağlı eşarbının dışında kalan kadınla­rı annem sanırdım ilk görüşte.

Sonra bir gün, ne · zaman beklemediğim bir telgraf alsam, ne zaman geceleri geç vakit telefon-

Page 56: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

56 KENTE İNEN KAPLANLAR

da şehirlerarasından arasalar, ilk aklıma gelen, yaşlı, sevdiklerinden uzak yaşayanların korkuyla bekledikleri o haber gelirdi. Bir başka kentteydim. Telefona çağırdılar kaldığım otelde. Hastaneye kaldırılmıştı. Bir iç kanama ile. Başucuna yetişti­ğim zaman kendinde değildi. Sesimi duydu. Göz­lerini güçlükle açtı. Bakışları kısa bir an yüzüm­de kaldı.

İki gün sonra toprağa verdik. O gün bugün yanılmalarını sona erdi. Annem gibi, ömrünü evi­ne, çocuklarına, kocasına vermiş, gösterişsiz yaşa­mış, dingin bakışlı analar görüyorum pencere ön­lerinde, sokaklarda. Anneme benzerlikleriyle ayı­rıyorum onları. Ama hiç birini annem sanmıyo ­rum artık, annemle karıştırmıyorum.

1976

Page 57: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÇAKTI

(Aydın'a)

KOLLARI arasında oğlunun ölüsüyle, gözleri ta­kılıp kalıyordu baktığı yere. İnanamıyordu henüz. Nasıl olur? Daha bu sabah? Daha iki üç saat önce? Daha az önce? Diye yineledikçe, olanlar birbiri arkasından çekilmiş fotoğraflar gibi yığılıyordu gözlerinin önünde.

Çok değil daha üç saat önce mangaıln yanın­da toparlanmış uyuyan bir kedi yavrusu gibiydi yatağında. Yatağının sıcaklığıyle sarmaş dolaş gevşemiş, rahatlamıştı. Uyandırmak için sarsınca annesinin eli altından omuzunu kaçırmış, yan dön­müş, gözlerini açmadan biraz daha sokulmuştu ya­tağına, yorganına.

Ah, çok değil daha üç saat önce! Bu kaza ol­masaydı, unutup geçeceği, hiç önemsemeyeceği bu üç saatin bütün ayrıntıları gözünün önündeydi şimdi ...

Annesi, uyanması ıçın zorlamadan çıkmıştı odadan. Mutfaktan su sesi geliyordu. Musluk te­nekesine su boşaltıyordu testiden. Beş mumlµk gaz lambası odanın kapısı içinde duruyor, hem odayı, hem evin içini aydınlatıyordu. Lambanın ağzından vuran ışık geniş bir çember çiziyordu

Page 58: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

58 KENTE İNEN KAPLANLAR

odanın tavanında. Dışarda sular, gökler, karalar, gecenin karanlığında karma karışıktı henüz. Gök ­te yıldızların üçer beşer eksilmeye başlamasından anlaşılıyordu sabahın yaklaştığı.

Kendisi kalkmış, onun ayak ucunda giyiniyor­du. Her zamanki gibi sabırsızdı. Pantalonunun düğmelerini iliklerken ayak başparmağıyle dürt­müştü tabanından : Hadi kalk, fırla... Sekiz ya­şındaydı. Bütün balıkçı çocukları gibi yalınayak dolaşırdı. Yine de çocuk derisinin yumuşaklığını koruyordu tabanı, ılıktı.

Ne gelirdi elinden? Oydu tek yardımcısı. Yok­sulluk işte, rezillik! O yaşta çocuğun yardımına muhtaç eder adamı. O yaşta oğlunu rahat uyku­sundan uyandırmak zorunda bırakır. Çocukluğu boyunca hep uykusuna doyamadan uyandırılmış­tı kendisi de. Daha dün gibi hatırında, annesinin omuzunu sarsan eli, babasının kütleşmiş nasırlı ayaklarıyle bacaklarını hafif hafif tekmeleyişi ...

Hafif bir tekme ile geri itmişti ayağını. Son­ra dizlerini karnına doğru çekerek büzülmüştü. Uyandı, uykusu hemen dağılır, şimdi kalkar. Mut­faktan gelen sözler su sesine karışıyordu. Annesi­nin dediklerini duyunca, mırıldanarak sağa sola kıvrılmış, kolu, bir türlü açamadığı gözlerinin üs­tünde, bacaklarını gererek sırt üstü kalmıştı ya­tağında. Odaya giren annesinin ayak seslerini du­yunca kolunu çekmişti gözlerinin üstünden.

Her zamanki gibi sessiz sedasızdı uyanışı. Oda­nın lamba ışığı uzanamayan köşesinde, yarı ka­ranlıkta pırıl pırıldı gözleri. Mangalın yanında çöreklenmiş bir kedi yavrusundan çok, açılan ka-

Page 59: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÇAKTI 59

pısından ışık alan bir ahırın dibinde kıvrılıp yat­mış, kuru ot, fışkı, ter kokuları arasında, dışarı­dan gelen taze havayı soluyan bir tayı andırıyor­du uyandığı sırada. Canı gözlerindeydi. Kısa ke­silmiş saçları, güneş yanığı yüz derisi, kolları, ba­cakları, ayrı ayrı parçalar gibi iğreti duruyordu üstünde. Nemli bir ışıltı yansıtan gözlerinde top­lanmış gibiydi bütün varlığı. Çok kısa bir süre yatağında oturur kalmış, gözlerini ovalamıştı el­lerinin tersiyle. Esnemiş gerinmişti. Kendisini kar­şısında görünce, bir şey demesine sıra kalmadan, yatağının yanında el yordamıyle pantalonunu ara­mış bulmuş, esnek esnek doğrularak kalkmıştı. Gömleği üstündeydi. Pantalonu elinde sarkıyor -du. Devinimleri ağırdı henüz. Toparlanamıyordu. Yattığı yerden zorla kaldırılan bir kedi yavrusu, bir tay gibiydi. İnce bacakları üstünde, kolları, ba­şı öne düşük, sallanıyordu. Bir iki adım daha at­tıktan sonra yine yatacak sanılırdı. Pantalonumı bacaklarına çekerken sendeledi. Hadi uyan artık, uzatma! (Hatırladığı gibi çıkmaması gerekirdi se­si. Azarlamak istemediğine göre) Bir baş devini­miyle karşılık vermiş, yine esnemişti. Daha diri daha uyanıktı bu kez. Esnemesi kısa sürmüştü; yarıda kesmiş gibi, hafif bir gülümseme ile karı­şıktı. Attığı ilk adımda büsbütün sıyrılmıştı uyku­sundan. Kapının içinde, devinimlerinde her za­manki yumuşak uysallık, yüzünde yine o belli be­lirsiz gülümseme ile durmuş, kendisini beklemişti. Annesi biraz zeytin tanesi ile evde yoğurulmuş si­yah ekmek yerleştirdiği yiyecek sepetini vermiş­ti eline. Birlikte evden çıkmışlar, limanda iskele-

Page 60: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

60 KENTE İNEN KAPLANLAR

nin karşısına düşen kahveye doğru yürümüşlerdi. Kahvenin penceresinden gaz lambasının içerisini sarıya boyayan ışığı, ocağın başında sırtı dışarı­ya dönük kahveci görünüyordu. Bir kova deniz suyu, toz olmuş savruluyormuş gibi nemliydi hava. Kahvenin köşesini dönerlerken ürperdiğini gör­müştü. Sabahın serinliği yeni boy atan bir kavak fidanının yapraklarını dolanır gibi yoklamıştı de­risini. Saçları; kollarının tüyleri dikilmişti. Nasıl da ağır başlı, nasıl güvenliydi. Kendi çocukluğuy-1e yanyanaydı onunla. Babası ile sokakta yürür, balığa, kahveye giderken büyümüş duyardı ken­dini. Çocuk yerine konulmaktan hoşlanmazdı.

Çayını içerken, yemine yaklaşan bir balık gi­bi uzanıyordu bardağa dudakları. Kuyruğu ka­natları kendi bildiğine suda kıvrılan, galsamaları açılıp kapanan bir balık gibi, yanakları çukurla­şıp düzeliyor, oturduğu yerde bacaklarının birini öne uzatıp birini geri çekiyor, boş kolunu masanın üstüne bir koyup bir geri alıyordu. Gözleri uyan­dığı sıradaki gibi yanlız göz değildi artık. Yüzü, elleri, ayfiklarıyle bütünleşmişti.

Çok konuşmazlardı. Limanda rıhtıma bağlı küçük sandallarının başında durdukları zaman ikisi de biliyorlardı yapacakları işleri. Balık sele­si kendisindeydi. İpini çekerek rıhtıma yaklaştır­dı, sıçradı, başa atladı. Seleyi baş altına yerleşti­rirken, bakmasa da onun rıhtımda çömelmiş, san­dalın ipini çözüşünü görür gibiydi. Sandalın kıyı­ya doğru kaydığını duymuştu altında. Sonra çıp­lak ayaklarının yumuşaklığıyle hafif bir çocuk gövdesinin rıhtımdan sandala geçişini. Arkası rıh-

Page 61: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÇAKTI 61

tıma dönük ikinci küreği ıskarmozuna takıyordu. Sandal hafif sağa yattı. Elinde yiyecek sepeti ile, dengeli, çevik iki üç adımda, hafifçe omuzuna sü­rünerek, sancak bordasından, kıça geçti. Sepeti kıç altına yerleştirdi. Sıçradı, kıç üstüne çıktı, ye­keyi taktı, kendisi ters bir iki kürek vuruşuyle, . sandalı geri geri öbür sandallar arasından sıyırır­ken, sırtını dönmüş, bacakları iki yana açık, de -miri alıyordu asıla asıla. Çapa soluğunu denize bı­rakır gibi koptu sudan. Tek başına yukarı aldı. Belini buluyordu neredeyse yüksekliği. Kıç üstü.­ne yatırıp bıraktı.

Limandan çıkınca yelken açtılar. Sular alaca­landı, ağardı. Dağlar, kıyılar, deniz kendi renkle­rini buldu. Yekeyi tutuyordu kıçta. Bacaklarını altına toplayarak yan oturmuştu. Gözlerini sağda solda dolaştırıyor, rüzgarı kolluyordu. Nasıl da severdi denizi! Çok değil daha iki üç saat önce, çıplak ayakları, gece gündüz üstünden çıkarmadı­ğı gömleği, güneşten, deniz suyundan, sık sık yı­kanmaktan ağarmış, rengi atmış kısa pantalonu, tuzlu su ile güneş lekelerinin sardığı yüzü, kısa kesilmiş saçlarıyle dümenin başındaydı. Aydınla­nan denizin suları koyu yeşil gözlerinde yansıyor­du.

Kıyıdan üç mil kadar açıkta, körfezin dibine serpilmiş, boş, insansız adalardan birine yaklaştı­lar. Bir burunu döndüler. Yarım ay biçimi, küçük bir koya girdiler. Sandalın başı ile kıçı arasında koşuşarak yelkeni boşalttılar, topladılar. Sandalı kıyıda kumsala oturttular. Pantalonunun paçaları sıvalı, kıyıya ilk atlayan kendisiydi. Ardından o,

Page 62: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

62 KENTE İNEN KAPLANLAR

kolları havada, ayak burunları üstüne konuverdi yanıbaşına. Birlikte burnundan asılarak biraz da­ha kuma çektiler sandalı.

İki uca doğru daralan bir kumsal çeviriyor­du koyu. Kumsalın bitiminde dalgaların getirdiği renkli çakıllar, otlar, yosunlar birikmişti. Daha sonra, kayalar arasından, sert killi topraktan fır­lamış pırnallar, erguvan, defne kümeleri, yaban incirlerinden örülü bir setin gerisinde ada yüksel­meye başlıyordu. Daracık bir keçi yolunu izleye­rek seti aştılar. Yukarlarda düze çıktıklarında top­rak kırmızılaştı. Seyrekleşen pırnalların yerini kekik kümeleri aldı.

Körfezin doğusundaki dağlarda günün ucu gö­ründü. Acele ediyorlardı. Kefalları uykuda bastır­maktı niyetleri. İki adım arayla yürüyorlardı. Bir ara geride kaldığını duydu. Dönüp bakınca, tek ayağı üzerinde sıçrayarak tabanına batan bir dike­ni çıkardığını gördü. Beklemeden yürüdü. Az son­ra da koşarak arkasından yetiştiğini duydu.

Karaya çıktıkları koyun üst başındaki kerem­peyi kestirmeden geçtiler. Daha küçük bir koyu dolandılar. Öne, arkaya, yana doğru uzayarak yer değiştiriyor, birbirine karışıp ayrılıyordu gölgele­ri. Kıyıları iyic� dik, yeni bir koya varınca durdu­lar. O, iki üç adım önüne geçti bu kez. Denizi göz­lemeye başladılar.

Beş kulaç aşağıda birbirine yakın iri kepezler vardı. Kıyı ile kepezler arasında durgun, kırışık­sızdı su. Kepezlerin gerisinde, kıyıda gölgeleniyor, yine de yer yer ot kümeleri, ince çizgili beyaz ku­mun üstüne dağılmış istiridye kabukları, deniz

Page 63: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÇAKTI 6 3

kestaneleri, ak çakıllarıyle olduğu gibi görünü­yordu denizin dibi.

- Çaktı!

Diye dönmüştü birden kendisine doğru. Ko­lunu uzatıp işaret parmağıyle gösterdiği yerde, kı­yıya en yakın kepezin dibindeki otlar arasından büyük bir kefal sürüsü suyun yüzüne doğru ka­bardı, pulları ışıldayarak yan döndü, açığa doğru yollandı.

Hiç gecikmeden çekti kuşağından dinamit lo­kumunu. Kibriti yaktı. Allah kahretsin! İncir yap­rakları, erguvan dalları titredi. Deniz kırıştı. Kü­çük bir esintiydi. Kibriti söndürdü. Bir ikincisini çaktı. Fitili tutuşturdu. Gereği kadar bekledi. Fır­lattı lokumu.

Suda patlamayı duydular. Patlamanın ardın­dan duman silindi. Geç kalmıştı. Kepezin ardına dolanmıştı sürünün başı. Geride kalanlardan vu­rulan iki üç kefal suyun yüzünde, bir iki kefal da dipte yatıyordu.

Bir şey söylemesine sıra kalmadan gömleğini atmıştı sırtından. Donunu, pantalonunu olduğu yer­de çiğnedi çıkardı. Hafifçe öne eğik, çevik bir oğ­lak gibi atlaya sıçraya kıyıya yaklaştı. Balıkla­ma suya uçtu. Bir akvaryum içinde görür gibi iz­liyordu yüzüşünü. Açılıp kapanan ayakları, kolla­rı ile kendini dibe çekiyor, balık elinde yukarı dö­nüyordu. Bir bir kıyıya fırlatıyordu topladığı ba­lıkları. Kendisi, bir kulaç sağında, dal, tam altın­da, diye sesleniyordu yukardan. Çabuk davranma­sı gerekirdi. Vurulan balıkları dalga açığa çekme -

Page 64: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

64 KENTE İNEN KAPLANLAR

den, yakındaki büyük balıklar gelmeden bitirme­liydi işini ...

Çabucak toparlamıştı o üç beş balığı. Kıyıya çıktığını gördü. Kendisi geriye döndü. Canı sık­kın, bir sigara yaktı. Onun yanına gelmesini bek­leyerek bir taşın üstüne çöktü, oturdu. Bir lokum daha vardı kuşağında. Gözleri sudaydı.

Al işte! Talihi dönmüştü sonunda. Eskisinden daha büyük bir sürü. Yandı söndü pulları vuran güneşte. Açıktan kıyıya doğru döndü. Cigarasın­dan ateşledi dinamiti. Kolu havadayken aklına geldi çocuk. Dinamiti fırlatmak için salladığı sı­rada. Daha bakarken denize atladığını duydu. Az önce göremedikleri bir kefala doğru yüzüyordu. Fitil cızırdıyordu. Elindekini atması gerekirdi. Ge­cikmişti bile. Nereye? Suya değil, demişti bir ses, kolunun yönünü değiştir! Nereye? Karşılığını du­yamadı. Daha önceden atacağı yere attı elinde cı­zırdayan şeyi. Patlamayı duydu. Sıkı sıkıya yum­du gözlerini. Elleriyle yüzünü kapadı. Görecekti nasıl olsa. Gözleri sıkı sıkıya yumulu iken, elle­riyle yüzü kapalı iken bile görmeye başlamıştı. İçindeki yangından kaçırır gibi, ellerini çekip göz­lerini açtığında, daha önceden gözlerinin önüne geldiği gibiydi suyun yüzü. Cansız balıklar ara­sında, kolları bacakları kımıltısız, akıntının çekti ­ği yöne doğru kayıyordu ağır ağır ...

Üç saat önce birlikte yola çıktıkları, limana dönerken sandalıyle, iki canından birini alan Tan­rıyı aranıyordu dalıp gittiği yerde taş kesen ba­kışları. Şimdi kollarındaydı işte. Gömleği, panto­lonu ile sarabildiği kadar sarmıştı çıplak gövdesi-

Page 65: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÇAKTI 65

ni. Kımıldamıyordu. Hiç kımıldamıyordu. Kırıl­mış kalmış körpe bir kavak fidanı gibiydi. Boşal­mış gibiydi. Uçup gitmişti gözleri. Soğuyordu ya­vaş yavaş. Her yanı soğuyordu. Ne kadar elleri, kollarının sıcaklığıyle sarsa, göğsüne yaklaştırsa da ısıtamıyordu ...

1976

Page 66: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÖLÜM GÖLGESİ

DÜN sevdiğim bir arkadaşım öldü, mezarlığa gö­türdük, gömdük. Yıllardır tanırdım kendisini. Can­lı, yılmak yorulmak nedir bilmez bir insandı. Yıl­lardır ölebileceğini bir gün olsun düşündürmemiş, aklıma getirtmemişti benim.

Sabah gazetesinde ölüm haberini okuyunca ir­kildim. Yakınları ayrıca, gazetenin ikinci sayfa­sında siyah bir çerçeve içinde ölümünü duyuru­yorlardı. Şaşkındım : «Nasıl olur? Nasıl olur? Al­lah Allah? Daha üç gün önce ... » diye söylendim durdum kendi kendime. Evden çıkacağıma yakın telefon çaldı. Ortak bir dostumuzdu telefon eden. O da şaşkın, telefonda : «Neden? Nasıl olmuş? Böy­le ansızın . .. ıı deyip duruyordu. «Vallahi bilmem ki, gazetede gördüm, kalpten diye yazıyor, ben de anlayamadım ki...ıı diyordum, sanki o gazeteyi okumamış gibi, doğru dürüst ne diyeceğimi bil­meden.

Cami avlusuna bu türlü sorularla toplandık. Şaşkındı herkes. Caminin yan duvarına, avlu du­varına dayalı dizi dizi çelenkler bile şaşkın görün­dü bana: "Ne işimiz var burada? Sahiden onun için mi gönderildik?» diyorlardı sanki. Tabutu, o büyük süslü kutu, unutulmuştu musalla taşında. Suskun, alıp götürüleceği zamana boyun eğmiş

Page 67: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÖLÜM GÖLGESİ 67

duruyordu yerinde. Tabutları hep dilsiz görürüm. Boş bir kafes, boş bir sandelye görsem, çırpınan bir kuşu, az önce oturup kalkmış bir kadını, bir erkeği ansırım da tabutla yaşam arasında en kü­çük bir çağrışım kuramam. Tabutlar susar bende. Çelenkler de susar. Kendimi ne kadar zorlasam, onun tabutun içinde uzanmış yattığına, çelenk­lerin onun için gönderildiğine inanamıyordum. Yıllardır karşılaştığımız sokaklarda, evlerde, lo·­kantalarda hala yaşıyormuş da, birazdan çıkıp ge­lebilir, omuzuma vurabilir, «Nasılsın? Kimin için geldik? n diye sorabilir gibi bir duygu vardı içimde.

Bir kenarda sıralanan, siyahlar içinde, onun, ölümün eli değmiş karısı, yakınları, gövdelerinin birer dalı kurumuş ağaçları andırıyorlardı cami avlusunda.

Gelenler, eski Yunan tiyatrosundaki maskeler gibi eğreti, acımalı bir yüz takınarak, karısına, ya­kınlarına başsağlığı diliyorlar, sonra kendi tanı­dıklarına doğru koşarak, soruyorlardı acele acele : «Nasıl ölmüş?ıı

((Kalpten ... ıı ((İyi ama daha önce kriz geçirdiğini duyma­

mıştık ki ... ıı ((Kalp böyledir, hazan ilk krizde .. . ıı

Kısa bir sessizlik araya giriyor, konuşanlar kendi kalplerinin vuruşunu dinliyorlardı korkulu yüzlerle.

((Dün akşam yemekten sonra birden fenalaş­mış, hastaneye kaldırmış1ar .. . n

Biri : ((Hangi hastaneye?" diye soruyordu. Has­tanenin adı öğrenilince yeniden kararıyordu yüz·-

Page 68: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

68 KENTE İNEN KAPLANLAR

ler. Daha üç ay önce, başka bir dost, gene böyle o hastaneye kaldırılmış, kurtulamamış, ölmüştü. Dinleyenlerin her biri bir gün o hastaneye kaldı­rılabileceğini düşünerek susuyordu yeniden.

Başka bir soru bozuyordu sessizliği: «Ne ye­miş?»

«Hiç! Yemeğin üstüne küçük bir kase sütlaç . .. ıı

«Akşamları sütlaç yenir mi kardeşim? Nasıl dokunur, nasıl gaz yapar bilmiyor muymuş?»

«Ben yemem! » «Ben de ... »

Akşam yemeğinden sonra sütlaç yiyenler de yemeyenler de susuyorlardı yine.

«Sütlaç yememekle kurtulunabilse ölümün elinden ... "

«Öyle, ölüm geliyorum demesin bir kez ... ıı

«Bizimkisi boşuna avunma işte! Bazan bir fin­can kahve de görür sütlacın gördüğü işi...ıı

Bütün bu soruların, açıklamaların altında, su­yun derinlerinde gidip gelen balıklar gibi yüzen bir korku vardı. Herkes belirsiz bir süre de olsa, ölümü kendine konduramayacağı, daha kendinden uzak sayacağı bir neden arıyordu onun ölümüne.

Cami avlusu dolllyordu yavaş yavaş. Arada bir ölenin karısına, yakınlarına takılıyordu gözle­rim. Yaslı kadın, yanındakiler, kendilerinden bu acele kaçışlarını, az ötelerinde soruşturmaya da­lışlarını durgun gözlerle izliyorlardı gelenlerin. Bir profesör geldi. Kadının elini sıktı. Baktım, adamın elini sıkarken: « Neden o öldü de sen değil?» di­yen bir anlam okudum kadının bakışlarında. Az sonra gelen bir gazetecinin de elini bakışlarında-

Page 69: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÖLÜM GÖLGESİ 69

ki o anlamla sıktı kadın. Evet, başsağlığı dileyen kimin elini sıksa bakışlarındaki soru değişmiyor­du: «Neden o öldü de sen değil?ıı Elimi sıkarken bana da öyle baktığını sandım onun. Kızmadım, gücenmedim kadına. Yalnız onun değil, cami av­lusunda karşılaşan herkesin, birbiriyle selamlaş{r, el sıkışırken ürkütücü bir anlam okunuyordu ba­kışlarında : «Sıra hangimizde şimdi? Sende mi Yoksa bende mi? Hangimizin ölümü bizi bir ara­ya getirecek bir daha burada? n

Mezarlıkta hala atamamıştık o şaşkınlığı üs­tümüzden. Sorular yinelenip duruyordu yine. Biri : «Kaç yaşındaydı?n diye sordu. Yersiz, tatsız bir sözmüş gibi karşılandı sorusu. Kimse yaşını ansı­mak, düşünmek istemiyordu ölenin. Gençti daha, genç sayılırdı. İçimizden kimi ile akran, kiminden üç beş yaş büyük, kiminden de küçüktü.

Ah, nasıl olmuştu böyle? Çukurunun soğuk derinliğini görenler, seslerinin tonunda nasıl yap­tın bu işi gibilerden bir anlam, ahlarla anıyorlar­dı adını. Nasıl öldün? Neden karşı koymadın ölü­me? Suçlar gibiydiler onu. Oydu bizi ölümle bu­run buruna getiren. Oydu çukurunun başında, he­pimizin bir adım daha kendi çukurumuza yaklaş ­tığını söyleyen. Oydu teslim olan, bizi biraz daha teslim olmaya hazırlayan, sürükleyen ...

Son karşılaşmalarımızdaki yüzü, davranışları geliyordu gözümün önüne. Yok, hayır! Son aylarda o kadar değişmiş, yumuşamıştı ki o ; kimseyle uğ­raşıp didişecek, kimsenin en küçük bir kötülüğünü dileyecek bir hava yoktu tutumunda! Suçlamak haksızlık olur onu. Neden değişmişti bu kadar?

Page 70: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

70 KENTE İNEN KAPLANLAR

Benim bildiğim, tanıdığım yaradılışıyla son aylara kadar dövüşken bir insandı. Kendine özgü görüş­leri, inançları, ilkeleri vardı. Gözleri alev alev, sa­vunur, tartışırdı görüşlerini. Ölümünden sonra söylemem belki çirkin kaçacak ama, çekemedikle­rini, kendine karşı çıkanları, alt etmek için her yola başvururdu eskiden. Eninde sonunda nasıl ol­.sa anlaşamıyacağı kimselerle birleştiği olur, ken­dinden ufak ödünler verir, eline hangi silah geçer­se onunla yüklenirdi karşısındakine. Bir yere ge­lince neden böyle yavaşlamış, bırakmıştı kavga­sını?

Birden yadırgamamaya başladım ölümünü. Mezarının başında ansıdığım son karşılaşmaları -mızdaki görünüşlerinde hep susuyordu arkada­şım. Konuştuklarını, dediklerini düşünemiyor, bu­lup · çıkarmaya uğraşmıyordum. Yalnız gözlerini görüyordum önümde. Durmuş öyle bakıyordu ba­na. Bakıyordu uzun uzun. Sonra alnını, burun ka­natlarından ağzının iki yanına inen çizgileri görü­yordum. Son karşılaşmalarımızın her birinde, göz­leri, alnı, ağzının iki yanına inen çizgiler, suskun, bakıyor, bakıyor, bakıyordu bana.

Şimdi, mezarının kıyısında duran tabutunun yanından, "Ben sana demedim mi? " diyen bir an­lamla, üstüme dikilmişti o bakışlar. «Ben öleceği­mi, ölümümün yaklaştığını söylemedim mi sana? Yüzümde öleceğimi görmedin mi?"

"Nasıl?ıı diyordum içimden. «Nasıl söyledin? Yalnız biraz durgundun, yorgun görünüyordun, o kadar! Hiç düşünmemiştim, hiç aklıma getirme­miştim öleceğini senin .. n

Page 71: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÖLÜM GÖLGESİ 7 1

O duygulu gözleri, derinleşen alın yüz çizgi­leri : "İyi düşünı> diyordu karşılığında. "Söyledim. Sana, bütün geride kalanlara, aylardır ölümün ko­luma girdiğini, ölümle kol kola gezdiğimi söyle­dim. Ben aylardır batan bir gemi gibiyim. Yavaş yavaş gömüldüm sulara. Hepinizin gözü önünde ... ,,

Bir ay kadar önce bir dostun evinde geçmişti onunla son uzun karşılaşmamız. Türlü konular ko­nuşuluyor, tartışılıyordu. Türkiye'nin gidişi, geri kalmışlığımız, başı boş gelişen gericilik akımları, hükümetin olumsuz tutumu .. O, bir iki kelime söy­ledikten sonra susuyor, sevmediği kimselerin bile adı geçse tepkisini açığa vurmuyordu. Seyirciydi artık bütün bu kavgalara. Çoktandır ömrü boyun­ca geçinemediği, uzaktan görse öfkelendiği kimse­lere aldırış etmiyor, «Öyledir .. » diyor, karşılaştık­larında selam verirlerse alıyordu hep o durgun bakışlarıyle.

O gece birlikte ayrıldık o dostun evinden. Bir­likte çıkmamızı o istedi. Özel bir diyeceği varmış gibi koluma girdi sokakta. Yine de bir şey söyle ­medi evine kadar. Yıllarca önce bir oylamada hak­kım olan oyu bile bile esirgemiş, kırmıştı beni. O olaydan sonra bir daha hiç yalnız· kalmamıştık onunla. Hep bir başkasının, ya da başkalarının ya­nında buluşur görüşürdük. Çok iyi biliyordum ki, benden bir yarar ummadığı, benden gelecek za­rardan korkmadığı, üstelik de gelecekteki bir se­çimde kendi çıkarını düşünerek hiç hoşlanmadığı birine vermişti benden esirgediği oyunu. O seçimi kaybettiğim için değil, yakınlığına değer verdiğim, sevdiğim için kırılmıştım ona. Kırıldığımı açığa

Page 72: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

72 KENTE İNEN KAPLANLAR

vurmadım, yüzlemedim hiç bir zaman. Ben de on­dan iyi bir insan değilim belki de. Olay küllendik­ten niceı sonra, bir sırası geldi, bir toplantıda hak­kında karar verileceği zaman, hatalarının, kusur­larının, zayıf yönlerinin hiç acımadan bir bir altını çizdim yüzüne karşı. :Hem de üzüleceğini, yarala­nacağını, zararının bir zamanlar benim yitirdiğimin kat kat üstünde olacağını bile bile. Ağzını açıp tek söz diyemedi. Ödeşmiştik. Daha sonraki her karşı­laşmamızda hep kendi suçlarımızı, kendi kırgınlık­larımızı ansıyarak baktık onunla birbirimizin yü­züne.

O gece koluma girişinde, aramızda geçmişte bütün olanları ansıtan dokunuşlar vardı. Bütün yumuşaklığı ile, çok eskiden, çok yakın dost oldu­ğumuz, birbirimizi arayıp görmeden duramadığı­mız günlerden: söz etti. En küçük bir tartışma, he­saplaşmaya yol açacak imlemeden kaçındı aramız­da. Bütün o kavgalara, çekişmelere hiç karışmamış gibi yatışmıştı. Haklı haksız bütün eylemlerinin hesabını vermiş, kapatmıştı artık.

O gece, kapısının önünde ayrılacağımız sırada «Boşunaymış! n diyen bir bakışla yüzüme bakar­ken, ne yapsam yine de yüreğimin köşesinden silip atamadığım bir kırgınlıkla, gençlik yıllarımdaki kadar sevmeye başladığımı duyuyordum onu.

Soruyordum mezarının başında : «Peki ne ola­cak? Bir gün öleceğiz diye vazgeçecek miyiz inan­dığımız doğrular uğruna dövüşmekten? Çirkin, düşman bildiklerimizle sarılıp öpüşecek miyiz? Uğradığımız haksızlıkların öcünü almayacak mıyız sırası gelince?n

Page 73: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÖLÜM GÖLGESİ 7 3

O acılı gözleri ışımaya başlıyordu gençlik günlerindeki gibi karşımda : «Kim dedi bunu? Ben gidiyordum. Yol hazırlığındaydım. Bu güzel dün­yaya, sevdiğim şeylere, dostlara ancak bir hoşça kalın demek için bakıyordum o sıralar. O kadar ömrüm vardı. Sevmediklerime kızamayışım, çir­kinliklerle uğraşmayışım ondandı giderayak.. n

«Batan bir gemi gibi mi ?»ı diyordum. Gözleri, yüzü, derinlere çöküyordu yavaş ya­

vaş : «Batan bir gemi gibi .. » Babamı son görüşümdü. Biliyordum bir daha

göremeyeceğimi. Gitmem gerekiyordu. «İyileşecek­sin, yine geleceğimıı dedim, yatağının üstüne eğil­dim, kucakladım. Yanaklarından uzun uzun öp­tüm. Doğmlmaya çalıştı beni kucaklamak için. Gövdesini dik tutamıyordu. Kollarımdan yavaş ya­vaş yatağa bıraktım babamı. Az sonra elimde yol çantam, evden uzaklaşırken gözlerim yaşlıydı. At­tığım her adımda babam yatağa kayıyordu hala kollarımdan. Babam kollarımdan yatağa çöküyor çöküyor, sonra yatağı ile birlikte daha derine, da­ha derine çöküyordu gözümün önünde. Batan bir gemi gibiydi ..

Babamın son gördüğüm yüzü ile arkadaşımın o günkü yüzü eş bir anlamla bakıyorlardı bana. Bağ bozumundan sonra gezdiğim bağların görü­nüşünü ansıtıyordu şimdi ikisinin de yüzleri. Çır­pılan bademlerin, cevizlerin, meyveleri devşirilen ağaçların görünüşündeydiler. Bozulan bağlar, meyveleri toplanan ağaçlar daha bir süre korurlar yeşillerini. Ama o son yeşil, meyveli günlerinin ye­şili değildir artık. Kararmış, göglelenmiş, sevinci-

Page 74: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

74 KENTE İNEN KAPLANLAR

ni yitirmiş bir yeşildir. İki aylık gebe bir kadınla çocuğunu aldırdığı gün karşılaşmıştım. Bozulan bağların gölgesi vardı yüzünde. O tanıdık, bildik, artık ayırmakta yanılmadığım gölgeydi arkadaşı­mın son karşılaşmalarımızda yüz çizgilerini karar­tan. Ölüm gölgesiydi şimdi belleğimde o gölgenin adı.

Gözlerindeki o üzün, kavgalarımıza, tartış­malarımıza uzaktan bakışı, ondandı arkadaşımın. Dudaklarındaki o acı, o yabancı gülümseme on­dandı çekişmelerimize. Çok iyi görüyordum şimdi: Ölüm çoktandır yedeğine almış, ağır ağır çekip götürüyordu onu kendi ülkesine.

Yüzünde o gölge ile daha bir , süre aramızda dolaşanlar, bir gün ölümün «geldik! » dediği yer­de, bütün haksızlıklarımızın, suçlamalarımızın utancı, pişmanlığı ile bizi başbaşa bırakıp çekip gidiyorlar o uzun dinlenmeye. Çürüyüp toprağa karışmaya. Yalnız, yalnız geride kalanların anıla­rında, yüzlerine düşen o gölge ile, sesleri yitik, so­ran bakışlarla daha bir süre yaşamaya.

Mezarlıkta çevremdeki tanıdıkların yüzüne bakmaktan korkuyor, çekiniyordum o gölgeyi gö­zümün önünde gördükçe. Bir camda, bir aynada yüzümü görmekten kaçıyordum.

Boğazına düşkündü, içerdi, ölçüsüzdü, çapkın­dı dediler o gün mezarının başında. Değil! Hepsi boş, hepsi anlamsız bu sözlerin! Ölüm en az kırk günlük yoldan görünüyor kurbanına. Bir o kadar uzaklardan seriyor gölgesini aramızdan çekip al­mak için seçtiği kimsenin yüzüne. İyice bakarsa­nız görünüyor o gölge. İyi bakın, daha iyi bakın,

Page 75: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

ÖLÜM GÖLGESİ 75

görünüyor kararttığı yüzlerde. Neden, neden susu­yor? Neden böyle uzak duruyor? Neden kızmıyor, darılmıyor? Neden eski unutulmuş kırgınlıklardan ötürü gönlümüzü almaya çalışıyor? dediklerinizin yüzüne bakın, görürsünüz o gölgeyi. Bir gün ken­dinizi bütün kavgalardan kopmuş, herkesle barışık duyarsanız aynalara iyi bakın. Yüzünüze yerleş­miştir artık o gölge.

1970

Page 76: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BATAN GEMİ

KARŞIDAN bir gemiyi andırırdı evleri. Evin alna­cı boyunca uzayıp giden balkonları bir geminin küpeştesine benzerdi. Hele elektrikleri yandı mı, gecenin içinde, kıyıdan biraz açıkta demirlemiş ışıklı bir gemi gibi dururdu.

Kendilerine göre bir yaşayışları vardı. Sabah­ları acelesiz başlardı günleri. İlkin Büyükbaba gö­rünürdü ortalarda. Elinde gözlükleri, ütülü pijama­larıyla hızla salondan geçer, kapıya giderdi. Kapı­dan gazetecinin bıraktığı gazeteyi alınca, gözlükle­rini takar, durduğu yerde başlıklara bir göz gez­dirdikten sonra, seçtiği haberi okuya okuya, ağır adımlarla odasına dönerdi.

Dışişlerinden emekliydi Büyükbaba. Emekliye ayrıldığı sırada Marsilya başkonsolosuydu. Sokak­ta görseniz giyinişinden, çevresindekilere bakışla­rından anlardınız eski bir dışişleri memuru oldu­ğunu. Hatta, Akdeniz soylularının o uçarı inceliği, giyinişinde, devinimlerinde öylesine yer etmişti ki, bütün görev süresini Akdeniz çevresindeki ül­kelerde doldurduğunu da anlardınız kendisiyle karşılaşınca. Dik yakalı gömlekleri, kravatında in­ci iğnesi, serçe parmağında yakut taşlı yüzüğü, üs­tüne iyice oturan kısa ceketi, gümüş saplı basto-

Page 77: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BATAN GEMİ 77

nuyla sokakta ayrılırdı başkalarından. Siyah fötr şapkası, İspanyol şarkıcıları ile Venedik gondolcu­larından bir şeyler ansıtsa da, nasıl şarkıcı ya da gondolcu değil; şarabı, kadınları, Napoli türküleri ile deniz gezintilerini seven bir bürokrat olduğunu belli ederse; iyi cins kravatlarını yıpranmalarına aldırmadan sıkı sıkıya bağlaması da, elinin açık­lığını, hovarda yaradılışlı olduğunu gösterirdi. Ya­nınızdan geçerken sizi görmeyeceğini sanırdınız. Oysaki nereye baktığını belli etmeden her yere birden bakar, her şeyi birden görürdü. Onun için­dir ki daha siz selam vermeye davranırken alırdı selamınızı.

Sonra etekliği yün kazağı ile Stella görünür­dü salonda. O hep giyinik dolaşırdı evde. Her da­kika paltosunu ya da pardesüsünü alıp gidivere­cekmiş gibi. O da gazeteyi almaya giderdi kapıya. Büyükbabanın aldığını anlayınca, geri döner, bal­kon kapısı önünde kalırdı bir süre. Denize, uzak­taki tepelere, göğe bakar, havanın nasıl olduğunu, o gün nasıl geçeceğini anlamaya çalışırdı.

Büyükbaba, Stella'nın kalktığını anlayınca, elinde gazetesiyle odasından çıkar, gazeteyi Stel­la'ya uzatırken, bir yandan da onun ilgileneceğini bildiği haberleri anlatmaya başlardı. Sinema, ti­yatro, müzik, moda, Roma, Faris, Londra, Liz Tay­lar, Sofia Loren, Farah Diba, Beatles, Prens Charles üstüne haberlerdi bunlar. Stella, gazeteyi alırken «Hani nerde?ıı diye meraklanır, sabırsızla­nırdı. Büyükbabanın göstermesine sıra kalmadan haberin yerini bulur, sık sık fotoğraflarına baka­rak, olmaz olamaz şeylermiş gibi, «A sahi !» , «Ay

Page 78: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

78 KENTE İNEN KAPLANLAR

ne güzel! )) diye diye, hayretle, sevinçle dinlerdi Büyükbabanın anlattıklarını.

Derken havaya atlardı konuşmaları. O gün havanın nasıl geçeceği üstüne karşılıklı olarak gö­rüşlerini açıklarlardı birbirlerine. Akşama kadar neler yapacaklarına karşılıklı karar vermeleri ha­va durumuna bağlı olurdu. Stella, İtalyan Lisesini bitirmek için bazı derslerden bütünlemeye kalmış­tı o yıl. Bir yerde çalışmıyordu henüz. Büyükbaba gibi onun da vakti bol sayılırdı. Bu yüzden ikisi için de önemli olan havanın her gün açık, güneşli olmasıydı. Onlara kalırsa yağmur gereksiz bir şey ·

di sanki. Hiç yağmasa da olurdu. Sokakların kala­balığına karışıp vitrinleri seyrede seyrede dolaşa­rak, Adalara kadar vapurla uzanarak, ya da karşı kıyıda oturan bir dostu, bir okul arkadaşını araya­rak, hiç acelesiz geçirdikleri günlerin tadına doya­mazlardı. Bir yerine iki gün yaşamış duygusuna kapılırlardı böyle günlerin akşamlarında. Bunun içindir ki havayı güneşli gördükleri sabahlar, bir sevinç sarardı ikisini de. Ama havanın kapalı ol­duğu, yağmur gösterdiği günlerde pek öyle uza­mazdı umutsuzlukları. Dalgın dalgın bir süre daha pencereden dışarıya bakar, «Tam sinema havası. Bugün de sinemaya giderim . . ıı deyiverirdi Stella. Bir süre oynayan filmler üzerinde konuşurlardı. Büyükbaba da, ya bir sinemaya gitmeye, ya da bir takım kapalı yerlerde birilerini görmeye karar ve­rince, günlerini daha sabahtan güzel geçmiş saya- ,, rak rahatlarlardı.

Adam, bir aşk gecesinin tatlı yorgunluğunu üstünden atmadan, sabahlığı ile görünürdü salon-

Page 79: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BATAN GEMİ 7 9

da. Hava açıksa, balkona çıkar, derin bir iki soluk alır, salona dönerdi. En son Kadın katılırdı arala­rına. Bir güzelliğin güzüne yaklaşıyordu. Omuzla­rına dökülen her zaman taralı saçları, bir heykel kadar düzgün vücudunu saran kimonosu içinde, bütün güz bahçelerinin dokunaklı havası vardı on­da.

Günaydınlar, kısa konuşmalardan sonra kah­valtı ederlerdi. Çabuk dağılırdı kahvaltı sofraları. Büyükbaba Stella ile yemek masası başında kalır­dı. Erkek ile Kadın, ellerinde kahve fincanlarıyla kalkar, hava güzelse, ılıksa balkona birer sandalye atarlar, Erkek bir ara piposunu yakar, ayak bu­runları birbirine değecek kadar yakın, karşılıklı içerlerdi kahvelerini. Kötü havalarda salonda, kol­tuk ile kanapenin koltuğa yakın köşesinde, gene konuşmalarını ancak karşılıklı duyabilecek kadar yakın otururlardı birbirlerine.

Evden çıkmakta aceleleri yok görünürdü her­birinin. Saat ona doğru ilkin Erkek ayrılırdı evden. Sonra kimi gün Stella, kimi gün annesi; en son Büyükbaba, anahtarları ceplerinde çekerlerdi evin kapısını.

Akşamları ise sanki her biri acele ederdi eve dönmek için. Karanlık onları evlerinde toplanmış bulurdu. Büyükbaba salondaki yerini alır; Stella, içeriye girince Büyükbabayı öper, üstünü değişti­rir değiştirmez açardı radyoyu, ya da pikabına piaklarını dizer dans etmeye başlardı tek başına. En son, en yeni dansları severdi. Derinlerini gös­termeyen deniz yeşili gözleri, sis gibi yumuşak te-

Page 80: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

8 0 KENTE İNEN KAPLANLAR

ni, buğdaysı saçlarıyla dans ettiği müziği renklere dönüştürürdü o. Büyükbaba bütün gençliğini gü­lümseyerek ansır, düşlere dalardı onu seyrederken.

Kadın ile Erkek çokluk birlikte dönerlerdi eve. Erkek emprezaryoydu. Eğlence yerlerine truplar getirirdi yurd dışından. Zengin değildi pek. Fakat kötü kazanıyor sayılmazdı. Karısını, getirt­tiği bir İtalyan orkestrasında tanımış sevmişti. Ka­dın, henüz altın yaşındaki taşbebekler gibi Stella' sıyla gelmişti İstanbul'a. Evlendiler. Bir daha İtal­ya'ya dönmedi. Uzun yıllar gölge düşmeden sürdü aşkları. Hala, akşamları eve dönmeden önce sevgi­liler gibi buluşurlardı dışarda.

Ev dönüşü gene bitmez tükenmez düşlü saat­ler başlardı ikisi için. Erkek piposunu içer, çok ko­nuşmaz.; Kadın bir dergiyi karıştırırdı ağır ağır. Arada ilgisini çeken bir fotoğrafı gösterirdi koca­sına. Böyle yanyana duruşlarında, yanyana gelme­leriyle rahatlayan, susan, gövdelerinin uyumunu dinleyen bir beraberlikleri vardı.

Stella gibi bir kızın evlenmeden yirmisini aş­ması beklenemezdi elbet. Bahara doğru esmer bir delikanlı görünmeye başladı evde. Delikanlı gece­leri gittikçe daha sık göründü. Haziran başında Stella bütünleme sınavlarını verdi. Haziran sonun­da, delikanlıyla evlendi.

Stella, ayrılmasıyla bir şeyler alıp götürdü evden. Hani geminin bayrağı gibi bir şey. Sanki indi, dürüldü o bayrak. Stella'nın tek başına, ya da kocasıyla beraber, sık sık konuk geldiği gün­lerde, gecelerde, yine direğe çekilse bile, eskisi

Page 81: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BATAN GEMİ 8 1

gibi dalgalanmaz oldu. Büyükbaba gazetesiyle yal­nız kaldı sabahları. Birilerine dargınmış gibi do­laşmaya başladı evin içinde.

Kadın ile Erkek o yaz daha yaklaşmış görün­düler birbirlerine. Uzun yaz akşamları, balkonda­ki sandalyelerinde, üstüste attıkları ayaklarının burunları yine birbirine değecek kadar yakındı. Bulutlar kızarır, gece bütün yumuşaklığı ile ken­tin üstüne inerken ; gerilerinde koltuklarının, ye­mek odalarının, yatak odalarının yaşayışlarının bütün tadlarını birleştiren görünüşünün çizdiği de­kor içinde saatlerce başbaşa kalarak, yine mutlu anılarla yüklü gövdelerinin uyumunu dinlediler.

Kış, evde kalan üç kişinin yaşayışlarına bit değişiklik getirmeden geçti. Yeniden bahara gir­diklerinde, Erkek ellisine yaklaşıyordu, kadınsa kırkını bulmuştu. O tehlikeli sulara girdiği dö­nemdi gemilerinin. Geriye dönüp bakınca çıktık -ları limanların gözden silindiğini görüyorlardı.

İlkin Kadın aldı gemilerinin batacağının ko­kusunu. İlk yazda bir akşam balkonda yine eskisi kadar yakın oturuyorlardı. Kocasının, ağır ağır pi­posunu içerken, salt oyalanmak için bakmadığını sezdi karşı evlerin balkonlarında oturan kendisin­den daha genç kadınlara. Adamın bakışlarındaki "Bir aşk daha! Tanrım, ne olur son bir aşk daha!» diyen özlemi açık açık gördü. Uzun süren aşkları­nın verdiği doygunlukla, artık birbirlerine vere­cek bir şeyleri kalmadığı, bir esinti gibi geçti yü­reğinden. Biri yakışıklı bir erkek, öbürü genç, gü­zel bir kadındılar karşılaştıklarında. Bu yüzden sevmişlerdi birbirlerini. Şimdi ise yüzlerinde gün

Page 82: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

8 2 KENTE İNEN KAPLANLAR

günden derine inen çizgiler, saçlarında çoğalan ak­larla sadece yaşlandıklarını duyuruyorlardı bir­birlerine.

Çalıştığı İtalyan orkestrasında o şarkıcıyken, Stella'nın babası orkestranın piyanistiydi. Yıllar sürmüştü aşkları. Biri çalar, biri söylerken sarmaş dolaş olurlar gibi gelirdi her şarkıda ona. Sonra bir akşam, kendi söylediği şarkıyı çalmadığını san­dı piyanistin. Tokluğunu, aşklarından bıktığını an­ladı.

Güzelliği yenilgiyi sindirecek kadınlardan de­ğildi o. İlkesiydi : bir erkeğin kendisini bırakaca­ğını, aldatılacağınının kokusunu alırsa kendisi ace­le eder, erkekten çabuk davranırdı.

Yıllarca önce Stella'nın babasını bıraktığı gi­bi, bıraktı Adamı. Olgunlaşmış güzelliği, yaşama deneyleri ile güç olmadı aradığını bulması. Yağ­murlu bir gün, dolmuş beklerken, yavaşlayan bir özel arabaya doğru bir adım atıverdi. Taşralı bir çiftlik sahibiydi arabayı süren. Beygire binmiş gi­bi duruyordu direksiyonun başında. Kadın, eski Avrupa'nın görkemli bir parçasını, görmüş geçir­mişliği getirdi arabaya; arabayı tamamlayarak çiftlik sahibinin başını döndürdü.

Erkek, bir kaç gün sonra eve dönünce, yata­ğının başucuna bırakılmış dostça bir mektup bul­du ondan. Ne uzun ne de kısa bir mektup. Beraber geçirdikleri yıllar için teşekkür ediyor, ama gele­cekte sevilmeden yaşayamıyacağını, bir yük, bir fazlalık gibi kalamıyacağını yazıyordu yaşamında. «Beni sevecek insanı, bana ihtiyacı olanı buldum'ı diye açıklıyor, Allahaısmarladık diyordu.

Page 83: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BATAN GEMİ 8 3

Kadınsız kalan evin ışıkları azaldı geceleri. Büyükbaba, çoğu geceler yalnızdı artık. Adam, ye­meğini içkili lokantalarda yiyor, dönebildiği kadar geç dönüyordu eve.

O yaz bir sirk getirdi. Aksi gibi yağmurlar dinmek bilmiyordu. Bütün o yağışlı günlerde tem­siller boş geçti neredeyse. Götürü anlaşmıştı. Her geçen gün varını yoğunu tüketiyordu. İki ay so­nunda sirk, Avrupa'ya dönerken ödeyemeyeceği kadar borç altındaydı. Sonbahara kadar toparlana­bilmek için elinden ne gelirse yaptı, kurtulamadı. Alacaklılarına battığını açıklamak zorunda kaldı.

Üzüntü, sessizliğini daha da arttırdı evin. Bü­yükbaba çok yaşamadı bu sessizlikte. Güz başla­rında öldü.

Dingin sonbahar akşamları, herkesten kaçıyor, erkenden eve kapanıyordu Adam. Işıkları yakma­dan balkonda, ya da salonda oturuyordu saatlerce. Karanlıkta, sönen piposunu ateşlemek için yaktığı bir kibritten belli oluyordu yeri. Gün kavuşmadan eve dönüp balkona çıktığı akşamlar ise kimseyle ilgilenmiyordu. Ne genç güzel komşu kadınlar vardı gözünde artık, ne de yeni bir aşk yaşamak isteği duyuyordu.

Bir sabah kapalı kaldı perdeleri. Öğle, akşam oldu açılmadı. O akşam Stella, bir kaç kez telefon­la aradı onu. Bütün gece merak ettikten sonra sa­bah erkenden yine aradı. Karşılık alamayınca, elini ayağını titreten bir korkuya kapıldı. Koşup geldi. Anahtarın biri hala ondaydı. Başucunda boşalmış bir uyku ilacı şişesiyle yatağında buldu yıllarca baba bildiği adamı. Evin içinde şaşkın şaşkın or-

Page 84: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

84 KENTE İNEN KAPLANLAR

dan oraya koşuştu bir süre. Bir mektup, kısa bir pusula aradı. Bulanan gözleriyle hiç bir şeyi açık seçik göremiyordu. Evin ağırlaşan havasını dağıt­mak için salonun kapısını penceresini açtı. Telefo­nu ansıdı sonunda. Açtı, numaraları çevirdi. Ko­casının sesini duyunca, kendisini daha fazla tuta­mayıp ağlamaya ba�ladı.

1970

Page 85: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

CENNET YERYÜZÜNDEDİR

BİR KIZKARDEŞİ Tatvan'daydı. Her mektubunda Tatvan'ın güzelliklerini yazıyordu ona. «Bir fırsa­tını bul, gel ağabey,ıı diyordu. «Buraları o kadar güzel ki, biz buradayken gelip görmezsen, sonra­dan belki de bir daha hiç gelip göremezsin . . . ıı Ye­şillikler içindeydi Tatvan. Van gölünün görünüşü eşsizdi pencerelerinden. Dağlara, korulara, gölün üstünde güneşin doğuşuna batışına, aylı gecelere doyum olmuyordu. Eniştesi mühendisti. Yeni ya­pılan Muş - Tatvan demiryolunun başındaydı. Kız kardeşi üç yıl bir gün olsun canı sıkılmadan yaşa­dı Tatvan'da. Demiryolunu Van gölünün kıyısına ulaştırıp döndüler. O, işten güçten vakit bulup gi­demedi Tatvan'a. Kız kardeşi ile eniştesi dönüşle­rinde, o küçük, herkesin ölü dediği kasabada üç yıllarının tatlı geçtiğini söylüyorlar, «Yazık ettin de gelmedinıı diyorlardı. Yarlar arasında, hızlı akan nehirlerin yanı sıra geçtikleri yolların güzel­liğini öve öve bitiremiyorlardı. Neşeli günlerinde Kürtçe türküler söylüyorlar, konuşmalarını öykü­nerek Tatvan'lıların hoş, sevimli buldukları sözle­rini gülüp anlatıyorlardı.

Bir kız kardeşi Trabzon'daydı. «Bütün Kara­deniz kıyıları bir cennetıı diye yazıyordu. Trab­zon'a çağırıyordu onu. «Ne olursun ağabey, gel,

Page 86: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

86 KENTE İNEN KAPLANLAR

buraları gör. Denizi bildiğin denizlere benzemiyor. Öyle canlı ki .. Hele dağların heybeti kimbilir na­sıl heyecanlandıracak seni. . .» Trabzon'a da gide­medi.

Birlikte büyüdükleri baba evinin bulunduğu Ege kasabasını da cennet sanırlardı onunla kar­deşleri. İzmir Körfezinin dip kıyısındaki o kasaba gerçekten de cennetti onların çocukluk yıllarında. Kırlarının ucu, her iniş yokuşta değişen görüntü­lerle ne yana yürüseniz denize çıkardı. Takım ada­ları vardı karşısında. Bağlık bahçelikti. Eski Yu­nan, Roma, dönemlerinden bu yana yaşayan zeytin ağaçları, çınarları vardı. Üzümü eşsizdi. Bademle­rinin cevizlerinin tadı başkaydı. Okul tatillerinde mandolinlerini kitaralarını alırlar, bağlar arasın­daki yollardan denize doğru şarkılarla yürüyüşe çıkarlardı akranlarıyla.

Baba evinden sağa sola uçmaya başladıkları yaşlarda İzmir bir cennet, Istanbul daha büyük bir cennetti her biri için. Yatılı okullardan, akraba ev­lerindeki konukluklardan baba evine dönerlerdi önceleri. Sonra sonra her biri ekmeklerini kazan­dıkları bir başka kasabaya, bir başka kente yerleş­tiler. Yeni yeni cennetler buldular -Kimbilir, bel­ki de her biri kondukları yerleştikleri yerlere ta­şıdılar yüreklerindeki cenneti-.

İlk gençliğinde at delisiydi o. Ne yapar ne eder günde iki üç saatini at üstünde geçirirdi. Ezi­ne kırlarında atının ayak basmadığı yer bırakma­dı. Dağlarla çevrili basık bir ovada, sönük bir ka­sabaydı Ezine. Ama bütün Ege kasabaları gibi eş­sizdi kırları. Atıyla Kaz Dağı eteklerine kadar

Page 87: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

CENNET YERYÜZÜNDEDİR 8'7

uzaklaşırdı kimi gün. Çanakkale'ye kadar elli ki­lometrelik yolu atla gelip geldiğini ansır kaç kez. Bozca Ada'dan çeşit çeşit tadına doyulmaz şa­raplar gelirdi Ezine'ye. Matarasını şarapla doldu­rurdu yola çıkarken. Cebinde biraz fındık, ya da leblebi, en sık Geyikli'ye gider gelirdi. Saçları be­line inen genç bir dula tutkundu Geyikli'de. Ner­kisleri sümbülleri ansıtırdı göğüslerinin kokusu. İnsansız boş koyaklarda, tepelerin eteklerinden geçerdi yol. Derelerin diplerinde açan zakkumlara, yamaçlardaki erguvanlara, katırtırnaklarına tür­küler söyleyerek sürerdi atını. Tepeyi aşınca pala­mutluklar zeytinlikler arasında Geyikli görünürdü aşağıda. Palamutluklarm zeytinliklerin üstünden uçuk mavisi ile Ege kıyıları. Rüzgarın taşıdığı de­niz kokusu kekik kokularıyla karışırdı havada. Soludukça başı dönerdi mutluluktan. Gece geç sa­atlerde geri dönerken, yalnız yıldızlar, üşür titre­şirlerdi gökte. Çakal sesleri, kurbağa çekirge ötüş­leri bile uykusuz gezen bir kendisi olmadığım du­yururdu ona. Atının karanlıkta en küçük bir göl­geden ürküşü, kulaklarını dikişi oyun gibi gelir, sevinmesine yeterdi. «Gitme» derlerdi yakın dost­ları : «Başına bir şey gelecek. Ya bir kaza kurşu­nu, ya kadında gözü olanlardan birinin kuracağı pusu, derelerden birinde vurulup kalacaksın .. » Gi­derdi. Korku bir türlü yer etmezdi yüreğinde. He­nüz kimsesi yoktu mezarlıklarda. Ölüm yabancı­sıydı. O kadar uzaklardaydı ki..

İlk gençlik yıllarında İzmir'den bir motor ki­ralayıp Bodrum'a gitmişlerdi bazı dostlarıyla. Dik Karaburun dağları kıyılarında demirlemişlerdi ilk

Page 88: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

88 KENTE İNEN KAPLANLAR

sabah. Söke açıklarında bomboş kumluklar bul­muşlardı. Allahım! o el değmedik denizlerin tadı! Aşktı yaşadığı. Şehvetti o sularda yüzmek, güneş­lemek. Gün ağarırken Bodrum'a yaklaşıyordu mo­tor. On onbeş kulaça kadar saydamdı sular. Moto­run bordasında, dalmış, deniz dibi otlarından, dal-· galanan sünger kümelerinden ayıramıyordu gözle­rini ..

Bir hafta İstanköy Körfezi'nde dolaştılar. Gündüzleri, göklerin suların aydınlık mavisiyle doldu boşaldı. Güverteye, ya da demirledikleri yerde kumsala serdikleri battaniyeler üstünde, Akdeniz göklerinin geceleri yaklaşan sıcak yıldız­larına baka baka her şeyi unutarak uyuyorlardı. O ıssız, insansız kıyılarda bir ömür yaşayabileceğine inanıyordu dönüşte. Bodrum bir cennet, İstanköy Körfezi bir cennetti.

Bursa'Iı bir kız tanımıştı o yıllarda. "Ah! )) di­yordu kız, «Bursa'yı bir görsen neden bu kadar sevdiğimi anlarsın. O yeşilliğin içinde büyüdükten sonra başka bir yerde yaşayamam ben. Evlenirsek Bursa'ya yerleşiriz.ıı

Şiirlerini seven başka bir genç kızdan Zongul­dak damgalı mektuplar alırdı. Zonguldak kıyıla­rının üzünlü duyarlığına vurgundu kız. Sonra Is­tanbul'da buluştular. Zonguldak denizlerinden ge­tirdiği birer parçaydı kızın gözlerindeki yabansı mavilik. Saçlarından, bir yerlerinden çam kokula­rı esiyordu.

Ankara'da bir elçiliğin çağrısında yabancı bir kızla tanışmıştı. Kız jeologtu. Hakkari'den geliyor-

Page 89: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

CENNET YERYÜZÜNDEDİR 89

du. Oralarda aylar süren incelemeler yapmıştı. Ya­kınlıkları, o gidişinde Ankara'da kaldığı iki gün sürdü sadece. Öyle değişikti ki Hakkari'nin doğa yapısı, o sert çizgili dağların dedikleri bitmek tü­kenmek bilmiyordu. Doyamıyordu oralarda yaşa­maya, o renk renk taşların anlattıklarını dinleme­ye. Hemen oralara dönecekti. Batının dümdüz kır­larından, bahçıvan yetiştirmesi çimenlerinden, us­lu akan ırmaklarından bıkmıştı kız.

Kış ortalarında gece yarısı Eskişehir garında duran camları buz tutmuş trenlerden inip içtiği saleplerin sıcaklığını özler bazı bazı. Garın rıhtı­mında dolaşırken Porsuk'un bir yerlerde aktığını duyar gibi olur. Rayların pırıltısı, hangarlarında uyur gördüğü iri siyah lokomotifler, makine yağı, demir. Çağdaş endüstri kentlerinin havasını kok­lardı Eskişehir'de. «İn burada kal, demiryolu iş­çileri arasında yaşa,» diyen bir çağrı duyardı her geçişinde. Istanbul'da tiyatroda yanına düşen çekik gözlü bir kızı bulmak için hep kalkıp Eskişehir'e gitmeyi düşünürdü bir ara. Sonra sonra unuttu . .

Yaz ortalarıydı. Trenlerinden önce kuvvetli bir sağnak geçmiş, Balıkesir - Kütahya arasında yerlere yatırmıştı o gür yaz buğdaylarını. Tren penceresinin iki yanında karşılıklı oturdukları ar­kadaşıyla susmuşlar, hayranlıkla doğanın uzayıp giden zenginliğine bakıyorlardı. Küçük köyler, ka­sabalar, kır çiçekleri gibi yalnız, mahzun, sağlık­lıydılar. Yeşiller, maviler, pembeler, sarılar olanca duruluklarıyle göz alıyorlardı. O gün çözer gibi olmuştu Kütahya çinilerindeki dipdiri renklerin gizini..

Page 90: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

90 KENTE İNEN KAPLANLAR

Kavaklıdere gazinolarından sevdiği kızlar ka­dınlarla Yenişehir'e dönerken kaldırımların gölge­li yerlerinde sarılıp öpüştüğü güzel geceler yaşa­mıştı Ankara'da. İzmir'de birbirinden güzel sevgi­lileriyle, gün ağarıncaya kadar leylak yasemin ko­kan sokaklarda faytonlarla dolaşmıştı.

Daha sonraları sayfaları girip çıktığı. gümrük­lerin damgalarıyla dolu pasaportlar eskitti.

Atina'yı hep beyaz bir renk gibi düşünmüştü. Öyle buldu. Akrapol'ün mermerlerinden eski Yu­nan masallarını dinledi.

Etna Dağı açıklarından geçerlerken vapurda tanıştığı bir kız, öpmesi için sabırsızlanıyordu. Üst güvertede karanlık bir köşeye çekildiler. Uzun uzun öpüştüler. Sıcacık, kız biçiminde küçük bir yanardağ vardı sanki kollarında.

Cenova'yı gece ışıklarıyla ansır. Bir kahvenin barında birasını içerken tanıştığı daha yeni yeni sakal traşı olmaya başlamış sevimli bir İtalyan ko­pili, ille de sana kadın bulacağım diye tutturmuş­tu. Yukarı Cenova'nın bütün ara sokaklarını, mah­zen gibi tav.ernalarını dolaşmışlar, sonunda kapısı kırmızı fenerli bir evin önünde durmuşlardı. Bu türlü yerlerden duyduğu bulantı yüzünden girme­mişti içeriye. İki saattir sokaklarda yaptıkları ge­zintinin hiç unutamıyacağı kadar güzel olduğunu güç anlatabilmişti oğlana.

Trieste'yi bütünüyle bir bitki bahçesine ben­zetmişti. Kıyıda, tepelerde gördüğü ağaçlar hala büyür, boy atar aklında. Bir benzin istasyonunun karşısında park ettiği arabası içinde uyumadan, yola çıkmak için sabahın yaklaşmasını beklediği

Page 91: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

CENNET YERYÜZÜNDEDİR 9 1

geceyi, durmadan geçen tır'ların homurtularıyla duyar, sokak elektriğinin ışıklarından kurtuldukça kararan bomboş bir asfalt yol olarak görür.

Cennetti o ulu ağaçların arasında sabahları güneş doğmadan uyandığı Monza Kampı. O yüz bin kişi arasında izlediği otomobil yarışlarının uğultusu hala kulaklarında . .

Ama ille d e Kuzey İtalya köylerinde geçirdiği geceler! Pancurları, alnaçları renk renk evlerin sı­cak kanlı köylüleri, akraba gibi, konuk gibi arala­rına alırlardı onu. Ertesi sabah yola çıkarken ya­kınlarından ayrılmanın üznüyle vedalaşırdı on­larla.

Akşamla birlikte yüreğinin içinde yanardı Pa­ris'in ışıkları. Aşk, soluduğu havaydı sokaklarında. Paris'in sokak adları, kız kadın adlarıyla karışır anılarında . .

Şubatın ondördüydü. Hava da bahar. Öğleden sonra kapısı vuruldu. J eannette odasını düzeltmeye gelmişti,

- Bugün Saint Valentin. Aşıklar günü. Çık-mayacak mısınız?

Yazısını tamamlamaya üç beş kelime kalmıştı. - Hemen çıkıyordum. Siz işinize bakın. O üç beş kelimeyi acele tıkırdattı. Makineden

kağıdı çekti çıkardı. Kalktı. Sayfaları topladı. Ya­zısını ayakta zarflarken kalktığı sandalyeye yatak örtülerini yığıyordu Jeannette.

- Saint Valentin aşıklara uğur getirir. Bugün seveceğiniz kadınla karşılaşacaksınız. Dikkatli olun . .

Page 92: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

92 KENTE İNEN KAPLANLAR

Güldü : - Merak etmeyin. Hadi, Allahaısmarladık . . - Güle güle, iyi şanslar.. - Teşekkür ederim. Cebindeki zarfı atmak için Danton pastahane­

sine uğrayacaktı. Onun dışında nereye gideceğini bilmiyordu. Bir haftadır parasızdı. Dört beş frank­la gün geçiriyordu. Aşln, kadınları düşünecek du­rumda değildi. Yoruluncaya kadar sokaklarda do­laşıp odasına döneceğini, kitaplarıyla kağıtlarıyla avunacağım düşünüyor, ama havanın güzelliği J eannette'in dedikleri gene de aşkla kadınla ilgili umutlar istekler uyandırıyordu içinde.

Rue des Ecoles'de akşam üstleri oturduğu bir kahvede kızıl saçlı genç bir kadınla karşılaşıyordu bir süredir. Yeşil süveteri, gri etekliği, lacivert par­desüsü ile henüz bir üniversite öğrencisi havası var­dı kadında. Kendisinden bir iki yaş büyük görünen kocasıyla, önlerinde birer bardak beyaz şarap dip­teki masalardan birinde otururlardı her akşam. Kocası, hep kadına dönük durmadan anlatır, ko­nuşur, kadınsa dinler görünür, son derece güzel el­lerinin ince uzun parmakları arasında, saçlarının renginde kolyesinin taşlarıyla oynayarak, hep ona doğru bakar, göz göze geldiklerinde gülümserdi.

Danton sokağından Saint Germain des Pres Bulvarına çıkacağı sırada karşı kaldırımdan kadı­nın geldiğini gördü. Jeannette'in dediklerini ansı­dı. Parasızlığını falan unuttu. Yüreği çarpa çarpa adımlarını yavaşlattı.

Köşede karşılaştılar. Bir seli'tm yaklaşmaları­na yetti. «Dolaşıyorum» dedi kadın. Birlikte so-

Page 93: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

CENNET YERYÜZÜNDEDİR 93

kakları harmanlamaya başladılar. Dauphine so­kağından Pont-Neuf'e çıktılar. Köprünün altındaki küçük bahçeyi dolandılar. Sağ kıyıya geçtiler. Sa­rah Bernhardt Tiyatrosunun altındaki kahvelerden birinde oturmalarını önerdi kadına. Kadın yürü­melerini istedi. Cite 'de, Saint Louis adasında park­ların, köprülerin parmaklıklarında dura dura suııy Köprüsüne kadar uzandılar. Saint Michel rıhtımı­na döndüklerinde hava iyice kararmıştı. Rıhtımın setine dayanmışlar Seine'e bakıyorlardı. Işıklar içinde bir nehir vapuru geçti önlerinden. Vapurun ardından sular yine karardı. Genevieve'in elini yavaşça eline aldı. «Güzel Seine .. » diye mırıldandı.

- Güzle, ama üzünlü, dedi Genevieve. Yirmi yaşındaydı. Bir yıldır evliydi. Yürümü­

yordu evlilikleri. Aradığı yoktu kocasında. Üstelik çekilmez derecede kıskançtı. «Kocamla sevişmek mi?,, diyordu, «Askerlik hizmeti gibi bir şey .. Kur­tulmaya bakıyorum . . "

Konuşmalarını keserek birden saati sordu. Al­tıydı. Üç saate yakındır beraberdiler. Telaşlanarak geç kaldığını söyledi. Sorbonne'da İngilizce kuru vardı. «Beni aramayın. Ben sizi bulurum,, dedi. Bir daha ne zaman buluşacaklarını söylemeden hızlı adımlarla gitti. Olduğu yerde kaldı bir süre. Şimdi daha üzünlüydü Seine'in suları.

On gün karşılaşmadılar. On gün sonra Alliance Française'den çıkarken Genevieve kapıdaydı. De­mek, istediği zaman nasıl bulabileceğini o gün söz arasında öğrenmişti onu. Luxembourg Parkını geç­tiler. Odeon tiyatrosu yakınlarında bir kahvede oturdular. Boşanmıştı. Kocasının deliye döndüğü-

Page 94: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

94 KENTE İNEN KAPLANLAR

nü söylüyor, «Seni de deli edeceğimıı diyordu gü ­lerek..

Parasızlığı sürüp gidiyordu. Doğru dürüst bir yere çağıramadığı için bir başka kahve buluşma­sından sonra kaçmak zorunda kaldı Genevieve' -den. Yine de Saint Valentin'e gönül borçlusu du­yuyordu kendini . .

Bir sarışın Ludia vardı. Boynunda incecik bir zincire asılı küçücük haçı. Öpüşmelerinden önce hep Tanrıya inanıp inanmadığını sorardı ona.

O ufak tefek, güleç şakacı Julie. Rue de Tour­non'da zengin bir burjuvanın beş çocuğuna bakar­dı. Bayılırdı çocuklara. Yortudan bir gün önce son buluşmalarında, «Bittiıı diyordu kolları arasında. «Bitti. Yarın İtalya'dan nişanlım geliyor. Onbeş gün onunlayım. ıı O mahzunlaşıyordu. «Kıskandın mı? Anlayışlı ol. Benim için geliyor. Güzel sesi var, kitara çalar. Kitarasıyla gelecek. Hem belki evle­neceğiz onunla .. ıı

O gururlu, ne giyse kendine yakıştıran Eıvira. Ne zaman birlikte çıksalar, bebek takımları, kar­yoları satan dükkanların vitrinleri önüne çekerdi elinden. Yalandan da olsa evlenme umudu verebil­se Elvira onundu . .

Ne zaman bu türlü anılarına dalsa Barbara ile bağlanırdı sonu. Paris'ten ayrılması yaklaştığı gün­lerde tanıdı Barbara'yı. Ağzının, çocukluğunda kız kardeşlerinin oynadığı taşbebekleri andırır koku­suyle, aşklarından afişte kalan tek oydu Paris'in bütün ilan kuleleri üstünde : BARBARA... BAR­BARA. . . BARBARA . . .

Page 95: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

CENNET YERYÜZÜNDEDİR 9 5

Karaormanlı bir Alman sosyalistinin kızıydı. Ağaçların yeşilden sarhoşa döndükleri bütün bir mayıs, yarı haziran ne kadar beraber olabilecek­lerse o kadar beraberdiler. Paris'ten uzaklaşırken her yanı sızlıyordu. Tren onu söküp koparıyordu Barbara'dan. Aşkını eziyordu tekerler : Barbara, Barbara, Barbara . . . Vapurun her durduğu yerden Marsilya'dan, Cenova'dan, Napoli'den, Pire'den, sonra Istanbul'dan Barbara'ya sayfalar dolusu mektuplar yolladı.

Cennetti Faris.

Cennetti Jokond gülüşlü Belçika, Hollanda kırları.

Bir başka yıl bütün bir nisan Côtes d'Azur kı­yılarında kaldı. Nice'in küçük İtalyan kasabaları­nın çiçek pazarlarında dolaştı.

Başka bir yıl mayısın ilk haftasını günlük gü­neşlik bir Londra'da geçirdi. Geçtiği her sokak mutluluk çağrısıydı öqünde.

Ohri Göli,i kıyısında tatillerini geçiren Make­donyalılar yaşamak delisiydiler.

Bir gece, Skadarska'da fıçılar çevresinde, kal­dırımlara dizili masalarda yemek yiyen Belgrat' lılar arasında, bir kır eğlencesine katılmış gibiydi­ler karısıyle.

Eilat koyunda, dibi cam döşeli bir motorla do­laşmışlardı. Sayısız renk renk balıkları, çiçeklenen mercanları ile eşsiz bir akvaryumdu Kızıldeniz.

Viyana bir keman sesiydi. Ren boyunca yeşillikler arasından bira köpü­

ğü gibi fışkırıyordu Alman kentleri.

Page 96: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

96 KENTE İNEN KAPLANLAR

Tuna'nın iki yanında kollarını açıyor, gerini­yor, «Paris'i aratmam" diyordu Budapeşte.

Sofya'da hiç yabancı duymazdı kendini. Rus,ki Bulvarında elinde keman kutusuyla geçen gençler­le karşılaşır, tay sağrıh kızlar görürdü.

Ah güneşlerle yarış eden uçaklarla uçmak.

Dünyanın her hangi bir yerinde uyuyup uyan­mak bile.

Dost masaları, türlü şaraplar, değişik içkiler, değişik olmayan dostluğun tadı.

Yalnızlıkların üstüne yürüyen dostluk.

Kitaplar, bilmediği dillerden bile olsa bakma­ya, karıştırmaya doyamadığı kitaplar. Coşku ile okuduğu kitaplar. Yaşadığının altıncı duygusu.

«Gölgeler yerleşiyor pencereme Çağınız başlıyor ey hatıralar»

Dizeleri mırıldanıyor yavaşça. Evet, şimdi ya­şı elliye yaklaşırken, kollarında bacaklarında bir yavaşlama, anılarına doğru çekiyor onu.

Ölüm, Ezine kırlarında at sürdüğü günlerin­deki gibi ıraklarda değil artık. Yaşadığı her kentin ufuklarında dolanıyor. Tanıyor mezarlıkları. Hani o akrabalar kalabalığı? Dayısı, halalar, teyzeler? En yakın dostlarının bir ikisi eksiliyor her yıl çev­resinden. Sevdiği kadınlardan o taptığı tenleri, gü­zellikleriyle toprağa karışanlar var. Ölüm böyle yaklaşıyor, böyle sevdiklerini birer birer elinden alıp yaşamını ıssızlaştırarak, alıştırıyor ülkesine geride kalan yaşayanları . .

Page 97: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

CENNET YERYÜZÜNDEDİR 97

Dostlarıyla buluştuğu akşamlar geçmişten söz açıldıkça, ya da uykusu kaçtığı geceler anılarına daldıkça, Cennet yeryüzündedir, diyor inançla.

Gezdiği yaşadığı kadarıyle her köşesinin cen­net olduğuna inandırdı onu bu dünya.

Kutsal kitaplarda yazılı cennet ne ki yeryüzü­nün yanında? Kutsal kitaplar kendi cennetlerinde eşitlik vaad eder yeryüzünde doğruluktan ayrıl­mayanlara.

Eşitlikse önce yeryüzü cennetinde eşitlik. Bu cennette, cennette yaşar gibi yaşamak gerek.

Evet, onun için bu kavga. Açlık, yoksulluk, barut kokusu, savaş, katil,

işsizlik, sömürü, yalan dolan yeryüzüne yaraşır işler değil.

Onun için bu kavga. Bir başka gidişinde Cenova'da dok işçileri

grevdeydi. Sokaklarda polislerle çarpışıyorlardı. «Ekzozlarınızın pisliği ile havamızı kirletme­

yin)) diye caddeleri tutmuştu New York'lu çocuk­lar. Kent üniversitesinde «Barış)) diye bağrışırlar­ken, babalarının emeğinden kesilen vergilerle bes­lenen muhafızlar, bedelini babalarının ödediği kur­şunlarla öldürüyorlardı öğrencileri.

Yürüyen gençlerin, işçilerin sıkılı yumrukları, yurdunda, dünyada, en güzel kentlerin ana cadde­lerinde havada güller gibi tomurcuklanıyor işte.

Cennet yeryüzündedir, diyor inançla. Onun için bu kavga. Yeryüzünün sevenlerinin elinde bütünüyle

cennet olması yakın. 1970

Page 98: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala
Page 99: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

D E G i S i l< G Ö Z L E I

1957

Sait Faik Armağanı

Page 100: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala
Page 101: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEGİŞİK GÖZLE BAKINCA

BAR tenha sayılırdı. Daha arada tek tük gelenle­rin çoğu kapıdan bakıp oturmadan geri dönüyor,­lardı. Tenha haliyle barın ışıkları büsbütün çok geliyordu göze. Caz susuyordu.

Pistin çevresindeki masalarda ikişer üçer otu­ran kadınların en ufak bir harekette gözleri kapı­daydı.

Tam kapıya karşı gelen masada oturan Lale, el çantasının kapağı gerisinde tuttuğu aynada, ken­dine yer.ıden acele bir çekidüzen verdi. Çantasını kapatırken arkadaşı Sevim'e döndü :

- Saat kaç? Sevim yukarı kaçan tuvaletini, göğüsleri al­

tından, parmak uçlarıyla, beline doğru çekip dü­zelterek :

- Daha erken, dedi. Sonra saatine baktı : Ona yirmi var . . .

Li'ıle masanın üstünde duran cigara paketine uzandı. Bir cigara alıp paketi arkadaşının önüne doğru itti :

- ErkenmiŞ . . . O sırada başuçlarında beliren bir garson, her

ikisinin de cigaralarını yaktı. Kül tabağını değişti­rirken gözlerini kapıya diken kadınlara :

Page 102: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

102 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Daha çok erken, dedi. Birazdan kalabalık­laşır . . .

Kadınlar başlarıyla garsonu doğruladılar. Ye-niden gözlerini kapıya çevirdiler. Garson uzaklaştı.

Lafı Sevim açtı : - Senin Günay neredeyse gelir. . . Öteki omuz silkti : - Canı isterse gelsin! - Bize de mi? - Laf! Canı isterse tabii! Kendi bilir! İsterse

gelmesin . . . Sevim güldü : - Belli! Gözlerin kapıdan ayrılmıyor. . . Lfıle dudak büktü : - Ne olacak? Sıkıntıdan! Vakit geçmiyor ki! . . - Öyle mi? - Öyle tabi! . . . - Ama hoş çocuk Günay. Hem iyi çocuk. Ya-

kışıklı: da . . . - Ne olmuş yakışıklı olmuş da . . . - Beğenmediysen haber ver. Bilelim de, ona

göre! . . . Karşıdan, Amerikan barın gerisinden, kolunu

kaldırarak işaret eden; barmen seslendi : - Lale hanım, telefon! Lale, Sevim'e karşılık vermeden fırladı. Ame­

rikan barın gerisindeydi telefon. Bar müdürünün odasında. Az sonra döndü. Yerine oturdu. Neşe­sizdi.

Sevim : - Kim? diye sordu. - Hiç! Günay.

Page 103: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEÔİŞİK GÖZLE BAKINCA 103

- Gözünaydrn . . . - Boşver Allahaşkına! - Ne diyor? - Hiç! kıvır zıvır. - Canım söylesene? Lale sandalyesine yeniden yerleşti : - Hiç. Aldırma Allahınıseversen. Bir arkada­

şıyla berabermiş. On buçukla, onbir arası gelirim diyor.

- İyi ya. Ne desin çocuk? Lale cigarasını tazeledi : - Ne bileyim? Üstüme düşme n'olursun! Sevim meraklanmıştı : - Neyin var senin kuzum bu akşam? - Hiç! Neyim olsun? - Öyle sıkıntılı gibisin? - Aldırma. Geçer. . . - Çocuk fena bir şey söylememiş ki sana? Lale duraladı. Gözleri cigarasının ucuna takıl­

dı bir süre. Mırıldandı : - Söylemedi... Söylemedi ama, bilmem ki? Onun bu zayıf, bu kararsız hali arkadaşını iyi­

ce kuşkulandırdı : - Sakın bir aptallık edeyim deme, diye kadın

onun gözlerinin içine bakarak eğildi. Çocukluk et­me, sonra karışmam . . .

Lale masanın üstündeki kibrit kutusunu par­makları arasında döndüre döndüre devam etti :

- Bilmem işte... Nasıl diyeyim sana?.. Başka bir şey söylemeliydi. Doğrusunu istersen, ne? Ben de bilmiyorum! Ama kaç gündür bekliyorum. Baş­ka bir şey söylesin diye . . .

Page 104: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

104 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Laf! Unut bu saçmalıkları . . . - Değil! Hiç de saçma değil. Bugün beraber-

dik. Eskiden olsa mesela üstüme düşer, olmaz der­sem kızardı istediği şeylere. Bugün birkaç defa de­nedim oralı olmadı. Son günlerde soğudu o ben­den .. .

- Deli, sende .. . Geçer bunlar! . . - Bilirim ben. Kokusunu alırım. Soğudu ben-

den dedim ya . . . Salonun yarı ışıkları söndü. Ca�, başladı. Eski

bir tangoydu çalan. Bir öğrenci Lale'nin, bir fut­bolcu Seviın'in önüne dikildiler.

Tango bitince, saksafoncu piyanonun üstüne bıraktı saksafonu. Kadınlar acele adımlar la yer­lerine döndüler. Caz yine sustu.

Kapıdan üç kişi girdi o sırada. İkisi İngiliz ku­maşından spor ceketli, çizmeli, biri günlük kılıklı, üç kişi. Çizmeliler delikanlılık çağındaydılar daha. Üçüncü adam her bakımdan onların akranı değildi. Kahyaları, şoförleri olabilirdi olsa olsa.

Barın hemen hemen bütün garsonları gelenleri karşılamak için koşuştular. Gelenler büyük pamuk çiftçilerinin çocuklarıydı.

Çarçabuk toparlanan caz sevilen bir slow'a başladı : I'd been kissed before.

Yeni gelen üç kişi bir an girmekle girmemek arası kapının içinde duraladılar. .. Önden giren çiz­melisi yeni başlayan caza ayağıyla bir iki tempo tutup, şarkının girişini hafif mırıldandı. Sonra kendilerini saran garsonlar arasından koluyla yol açıp ilerledi. Bir iki adım atınca arkadaşlarına döndü :

Page 105: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEGİŞİK GÖZLE BAKINCA 1 0 5

- Siz bir yer beğenip oturun. Ben bu parça­yı kaçırmayayım . . .

Pisti geçti, Lale'nin önünde durdu. Kendini beğenik bir duruşla kadını selamladı :

- Lale hanım, benimle bir dans edersiniz her­halde?

Li'ıle kalktı : - Benim işim bu, dedi. Ayakta durabilecek

gibi olduktan sonra, sizinle de, herkesle de ede­rim . . .

Oğlan hoşlanmadı bu konuşmadan somurttu. - Beni herkesle bir tutmazsınız sanırdım . . . Kadının gözleri kapıdaydı halfı. Bir yandan

da çalınan parçayı mırıldanarak ayaklarına bas­masından korktuğu delikanlının adımlarını kollu­yordu. Bir süre karşılık vermeden, şarkıyı mırıl­danmakta devam etti.

- Pekalfı, dedi az sonra. Delikanlının yüzüne ilk kez doğru dürüst bakarak sözünü tamamladı : Sen başka tabii. Seninle seve seve ederim. Gücen­medin ya bana?

Neşelenmişti sanki. Bunları söylerken değişti­ğine şaştı. Bir oyuna başlıyordu şimdi. Sanatının ustalıklarını deneyebileceği bir oyuna. O güne ka­dar biri barın gediklisi, öteki bardaki kadınlardan biri olarak tanırlardı birbirlerini. Erkeğe sokuldu biraz. Birden teklifsizliği daha da arttırdı :

- Yeni mi geldin Aydın'dan? - Yoo! Dün geldim. - Aşkolsun! Demek dün akşam beni aramadın

öyle mi?

Page 106: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

106 KENTE İNEN KAPLANLAR

Şöyle yan gözle avına baktı. Erkeğin gövdesi­ne değen her yerinden sözlerinin etkisini ölçtü. Ta­mamdı. Delikanlının gururu okşanmıştı şimdi. Ka­dının önemseyeceğini umarak :

- Dün akşam Göl'deydik* diye kabardı. Kur­tulamadık!

Kadın, gövdesini onun gövdesinden ayırdı. Açıldı. Gözlerini onun gözleri içine dikerek sitem etti :

- Kimbilir kiminle aldattın beni dün gece orada? Çok mu: güzeldi bari?

Delikanlı dün geceyi baştan sona anlatmaya hazırdı :

- Sorma,� diye başladı. Önce rakıyla başladık. Sonra viski. Derken ş'ampanya . . . Hala kendime ge­lemedim . . .

Kadın sokuldu yine : - Sen sorduğuma karşılık ver. Yanınızdaki

kadınlar benden güzel miydi? Aydın'lı elinden geldiği kadar umursamaz gö­

rünerek yarım ağızla gülümsedi : - Geç canım! . . Caz sustu. Lale delikanlının elini bırakmadan

masasına doğru ilerledi birkaç adım. Sonra pistin ortasında ondan ayrıldı. Masasına doğru hızlandı. Pistin ortasında kalan erkek, şaşkın, Lale'nin ar­kasından yetişti. Mırıldandı :

*

- Şey . . . Bir şey içsek . . . Lale geri döndü. Gülümsedi. Erkek yineledi : - Bizimle bir bol içersin herhalde?

İzmir'de, bir gazino.

Page 107: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEÔİŞİK GÖZLE BAKINCA 1 0 7

Kadın delikanlının arkadaşlarının oturduğu masaya baktı :

- Tabii, dedi. Neden içmiyeyim? Sonra ona danışmayı gereksiz görerek, kendi masalarına dön­müş oturan Sevim'e yöneldi :

- Gel Sevim! Sevim kararsız bekledi. Delikanlı atıldı : - Tabii, tabii. Sevim'i ayıracak değiliz. Affe­

dersin, akıl edemedim. İçkiliyim ne de olsa . . . Lale güldü : - Aldırma canım. Sevim de arkadaşınla otu­

rur diye söyledim. Sevim kalktı. Garsonlar Aydın'lıların masasında çarçabuk

kadınlara yer hazırladılar. Baş garson karşılarına dikildi. Delikanlı Lale'ye baktı.

- Tabii, bol, dedi Lale. Sonra garsona döndü : Hişşşt bana bak! Kazıklamaya kalkmasınlar, ona göre . . .

Bu ilgiden hoşlanan erkek güldü : - Meyve de . . . Garson eğildi : - Üzüm? Şeftali? - Üzüm de, şeftali de. - Size? Ne emredersiniz? - Bize anasonlu ayran! . . Hep birlikte kahkahayla gülüştüler. Garson

bozmadı : - Baş üstüne. Çerez? Lale atıldı : - Öfff! Uzatmasana canım! Ne getireceksen

getir işte . . .

Page 108: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 08 KENTE İNEN KAPLANLAR

Garson çekildi. Aydm'lı dansederken tamamlayamadığı dün

akşamın hikayesine başladı : - Dün akşam, üçümüz, belki bir ton içtik be­

raber. Önce rakıyla başladık . . . Öteki çizmeli delikanlı sözünü kesti : - Çüşş ayı! Ne bu? Bir ton! Manda mısın mü ­

barek! Ölçülü konuş . . . Yine hep birlikte kahkahayı bastılar. Birinci boller içildi. İkinciler geldi. Erkeklerin

kadehleri yenilendi. Sevim yavaşça Lale'nin kulağına eğildi : - İyi yapmadın. Günay neredeyse gelir . . . Lale, Sevim'in kadehini eline tutuşturdu. - Keyfimi kaçırmanın sırası mı şimdi? İç ba­

kalım . . . Caz başladı. Dansa kalktılar. Dansın sonunda

Lale delikanlıya : "Locaya çıkalım," dedi. "Herke­sin gözü önünde rahat etmiyor insan."

Masa olduğu gibi kaldı. Garsonlar locaya üçün­cü bolleri getirdiler. .

Lale locanın önünde, kapıya karşı oturuyord ı .

Gözleri ikide bir kapıdaydı hala. Erkekler çakırkeyifti. İlk delikanlı dün gece­

den, pamuklarından, otomobilinden anlatıp duru­yor, Lale'ye de asılmaktan geri kalmıyordu. Lale' ye :

- Göl'e gittin mi hiç? dedi bir ara. İzinli gecelerinde, Günay'la hazan giderlerdi

ama, Lale yapmacık bir özentiyle boynunu büktü : - Bizim Göl'e gidecek vaktimiz mi var Allah­

aşkına? Her gece burada kapanıp kalıyoruz.

Page 109: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEGİŞİK GÖZLE BAKINCA 1 0 9

- Ben patronun gönlünü ederim hafta arasın­da ...

- O zaman giderim tabii . . . Az sonra delikanlı konuyu değiştirdi : - Denize gidiyor musun? Öğleden sonra Günay'la denizdeydiler. Açık

tuvaleti denizle, güneşle içli dışlılığını saklamıyor­du.

- Bir yere gittiğim yok vallaha. Koca yaz geçti. İki üç kez ya gittim, ya gitmedim.

Delikanlı kasıldı : - Benim spor! Oldsmobil'le geldik. Aydın'dan. Lale : - Biliyorum, dedi. Fes rengi deği1 mi? Aydın'lı sandalyesinde geriye kaykıldı : - Daha seni atamadık ama o arabaya! . . Masadakiler yine yüksek sesle gülüştüler. De-

likanlı devam etti : - Yarın Çeşme'ye kadar hep birlikte bir

uzansak, ne dersin? Haa? Lale elindeki kadehi çaktırmadan yere döktü : - Olur tabii. Yarın sabah otele telefon et . . . Delikanlı söze hiç karışmayan üçüncü adam:ı

sordu : - Ne kadardı Çeşme? - 96 kilometre. Yine Lale'ye döndü : - Onda yola çıksak, on bir buçukta rahat ra­

hat plajdayız. Lale yineledi : - Olur. Sen otele telefon et. Sevim'le ben ha­

zırlanır bekleriz ...

Page 110: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 1 0 KENTE İNEN KAPbANLAR

- Ne araba vallahi. Bir yıldır Aydın'dan bu­raya bir gün olsun bir yerinin tıs dediğini bilmem . .

Lale Sevim'in masanın altından hafif ayağına bastığını duydu. Başını kapıya çevirdi. Baktı : Gü­nay gelmişti. Delikanlı kapıdan bir iki adım atıp, sakin durdu. Barın içine bir göz gezdirdi. Aradığı­nı bulamayıncp, Amerikan bara döndü. Lale'nin barın bütün gürültüsünü bastıran kahkahaları bundan sonra başladı. İlk kahkahayla localara doğ­ru dönen Günay, Lale'nin, geldiğinden habersizmiş gibi locasındaki erkeklerle kadeh kaldırdığını, her yanı sarsıla sarsıla güldüğünü gördü. Kahkahala­rı duymamazlıktan gelerek, sırtı piste dönük, Ame­rikan bara yerleşti. Az sonra Lale'yi kendisini kol­larken yakalayacağını biliyordu.

Barmen : - Buyurun Günay bey, dedi. Hoş geldiniz.

Nasılsınız?

Günay :

- Teşekkür ederim Yusuf, dedi. Rakı içtim dışarda. Karıştırmayayım ...

Yusuf hafif eğildi :

- Nasıl isterseniz.

Susuz bir kadeh rakıyı, bir tabak şamfıstığıyla birlikte Günay'ın öriüne sürdü.

Locadaki erkekler Lale ile Günay'ın yakınlık­larını bilirlerdi. Arkadaşları Aydın'lıyı dürterek Amerikan barı gösterdiler. Aydın'lı Günay'ı gördü. Lale'ye döndü :

- Bak, kim geldi. Karşılamıyacak mısın? Lale gürültülü bir kahkaha daha attı :

Page 111: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEGİŞİK GÖZLE BAKINCA 1 1 1

- Bana gelmedi ki! Burası bar. Canı isteyen gelir.

Günay kahkahayı duyunca döndü. Locadaki­lerle göz göze geldi. Lale'yi de, karşıdan karşıya tanıdığı Aydın'lıları da sakin, hafif bir gülümseme ile selamladı. Hiçbir öfke, kışkançlık kokusu yok­tu selamında. İşte Lale'yi büsbütün yıkan bu se­lam oldu. Locaya giren garsona çıkıştı :

- Su gibi getirme şu holleri sen de . . . Arkasından daha gürültülü bir kahkaha atıp

kadehini kaldırdı. Kahkahadan çok, bir yıkılışın, kırılan bir şeyin gürültüsünü andırıyordu çıkardı­ğı sesler . . .

Yusuf, yine sırtını piste dönen Günay'a yak­laştı : ·

- Üzülmeyin Günay Bey, dedi. Bunlar böy-ledir.

Günay kadehinin içine bakarak omuz silkti : ___, Bir şey yok ki üzülecek! - Aklınca kıskandıracak sizi.. . Günay sözü değiştirmek istedi : - Bir şey iç benden. Onun bileceği şey . . . Bir cigara yaktı. Bir cigara da Yusuf'a uzattı.

Yusuf yineledi : - Bunlar böyledir işte. Sonunda cibilliyetle­

rini belli etmeden rahat edemezler! Günay'ı ilgilendirmedi bu sözler. Tuvaletten

dönen kadınlardan biri yanından geçerken takıldı :· - Enişte, yalnızsın galiba! Günay kadına döndü : - Ne · o, acıdın mı? - Niye acıyacak mışım? Beter ol!

Page 112: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 1 2 KENTE İNEN KAPLANLAR

Kadın uzaklaştı. Günay piste dönük kaldı. Ne tuhaf? Hiç ansımadığı, ilk defa girdiği bir yerdey­miş gibi geliyordu ona yöresi. Ne işim var burada diyeceği geliyordu kendi kendine. Localarda ka­dınlarla erkekler, sarmaş dolaş kadeh kaldırıyor­lar, gülüşüyorlardı. Localardan birinde de bir ka­dın, bütün kadınlardan çok içiyor, bütün kadınlar­dan yüksek sesle gülüyordu. Tanıyor gibiydi o ka­dını. Hepsi o kadar . . .

- Yusuf, diye seslendi barmene. Barmen yaklaştı : - Beni şöyle böyle üç yıldır tanırsın değil mi? Adam gözkapaklarını kısarak şöyle bir hesap-

ladı : - Üç yıl oldu galiba ... - Ne tuhaf! Ben geçen yıl gene böyleydim ... Barmen anlamadan doğruladı : - Böyleydiniz tabii.. . Günay devam etti : - Hayır, onu demedim. Geçen yıl gene Lale

buraydaydı değil mi? - Buradaydı. İki yıl oldu o İstanbul'dan ge­

leli. - Ama ben geçen yıl bara gelirken Lale gel­

mezdi aklıma. Çıkıp gittikten sonra da Lale'yi ha­tırlamazdım ...

- Tabii. O zaman bir şey yoktu ki aranızda!.. Günay Yusuf'un dediğini duymazlıktan ge­

lerek devam etti : - Sonra, bir yıl kadar önce, Lale'yi bütün ka­

dınlardan ayrı gördüm bir gece. Gülse, başım ağrı­yor dese, topuğu takılsa, ne bileyim, her ne yapsa

Page 113: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEGİŞİK GÖZLE BAKINCA 1 1 3

aklımda kaldı. Onu gördüm, onu işittim. Ama şim­di değişik gözle bakınca eskisi gibi oldu gene. Öte­ki localardaki kadınlardan ayıramıyorum onu da . . .

Yusuf doldurduğu iki kadeh votkayı Ameri­kan barın önünde servis bekleyen garsonlardan bi­rine doğru itti. Yine Günay'a döndü :

- Yoo! dedi. Neme lazım, Allah için söyleme­li. Güzel kadın Lale. Öteki kadınlar onun eline su dökemezler . . .

Günay kadehini devirdi. Pantalon cebinden çı­kardığı bir �ağıt parayı Yusuf'a uzattı.

- Güzel olmak başka, bu iş başka, Yusuf, de­di. Hesabımı alıver.

Yusuf paranın üstünü bir tabağın içinde geri verdi.

- Ne o? dedi. Lale'nin inmesini beklemeyecek misin? Daha erken sayılır . . .

Günay Yusuf'un bahşişini ayırdıktan sonra pa­ranın üstünü aldı.

- Erken değil. On bir buçuğa geliyor. Ne za­mandır on ikiden önce yatağa girmedim. Bu akşam gidip doya doya bir uyumalı . . . Hadi eyvallah!

Kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Yusuf'un arka­sından "Güle güle," dediğini duydu. Lale onun gitmeğe hazırlandığını görünce, ne yaptığını dü­şünmeden, yetişemem korkusuyla, yanındaki erke­ği iterek locadan fırladı. Locanın merdivenleri ba­rın giriş kapısındaki hole inerdi. Holde Günay'la karışlaştılar. Günay'ın önüne geçti :

- Nereye? - Gidip yatacağım. - Bu saatte mi?

Page 114: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 14 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Niye olmasın? Kadın ellerini Günay'ın ceketinin yakaları al­

tına götürdü. - Off! Bırak şimdi bunları. Aksileşme n'olur-

sun? - Ne yaptım? Bir şey yapmadım ki! . . - Başlama gene. Hadi geç içeri, otur . . . Günay sustu. - Sahiden kıskandın mı?

- Söylesene?

- Off! Böyle buz gibi durma karşımda. Konuş hadi.

- Ne diyeyim bilmem ki? - İstersen hemen bırakayım onları. Hadi geç

otur. Şimdi inerim. Günay onun ellerini eline aldı. - İstemez, diye mırıldandı. Geçti artık. Boş

yere kendini zorlama. Kırılmayalım birbirimize . . . Kadın topuğunu hafif yere vurdu. - Off! Bu benim aptallıklarını! Sarhoşum da.

Daha bu akşam gitme n'olursun. - Üzülme. Elimden bir şey gelmez. Eskisi gi-

bi olamayız artık. - Biliyordum zaten ben . . . Erkek, açıklamada bulunmayı gereksiz buldu. - Öyleyse, Allahaısmarladık. Başka zaman

konuşuruz. Kadın bitkin mırıldandı : - Yarın telefon et, olmaz mı? - Bakalım, fırsat bulursam ederim.

Page 115: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DEGİŞİK GÖZLE BAKINCA 1 15

Günay ayrıldı. Lale dönüp locanın merdiven­lerini çıktı. Merdivenlerin üst başında Sevim'le karşılaştılar. SeviIDı sordu :

- Ne oldu? Gitti mi? - Gitti. - Üzülme. Yarın gene gelir . . . Lale durgunlaşmış bin sesle : - Gelmez artık, dedi. Bir daha gelmez. Bçı

bilirim . . . Birlikte locaya girdiler. Aydın'lı kolunu Lale'ninı beline attı. - Gel bakalım benimki.. . Lale ne yaptığını bilmeden onun kolunu itti : - Sus be aptal! . . Bozulan adam kolunu yine Lale'ye uzattı : - Haa? Ne dedin? Lale delikanlının kolunu elinden tutup yavaş­

ça indirdi. - Affedersin, dedi. Sarhoşum galiba. Beni

çok içirme n'olursun! O gece bir daha gülmedi.

1 956

Page 116: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE

CİGARASINI tuttuğu sağ eli kül tabağına uzalı, yüzü sol elinin avucu içinde, masanın üstünden bana doğru iyice yaklaşmıştı. Işıl ışıl yanan gözle­ri yüzümde dolaşıp duruyordu. Cigarasının külü­nü silkip hafif doğruldu :

- Biliyor musun? dedi, dişlerin çok güzel! Havadan sudan birşeyler anlatıyordum ona.

Sustum. Aşktan başka söz dinlemem diyordu ade­ta bu duruşuyla. Bana aşktan söz edeceksen et! Şu anda gerisi zırva!

Fettanlaşmış, pervasız bir hal takınmıştı. Du­ramıyordu yerinde. İyice ansıdığım bir andı bu benim. Gene böyle bir masa. Gecenin ilerlemiş bir saati. Ben gene böyle sevdalı. Karşımda fettanlaş­mış, pervasız bir hal takınmış başka bir kadın. Konuşmamızın bir yerinde, hiç sırası değilken, sö­zümü kesmiş, dişlerin çok güzel demişti o da. Na­sıl da benziyorlardı şu anda birbirlerine . . .

İşte, dedim, o anı geçiyoruz. Başladı artık. Gi­debileceğimiz yere kadar gideceğiz. Dönmek yok. Güldüm :

- Ben mi seni öveceğim? yoksa sen mi beni? Büsbütün fettanlaştı : - Ben de seni, sen de beni! Nasıl denk gelir­

se! Fena mı? Hak geçmesin!

Page 117: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE 1 17

Kadehimi kaldırdım : - Başa çıkılmaz seninle! Çok tatlısın. Hadi! Kadehini kaldırdı o da : - Hadi! Kadehlerimizi yudumlayıp masaya bıraktık.

Masanın üstünde ellerini yakaladım. Avuçlarımın içinde sıktım.

Gözleriyle cigarasını işaret etti : - Dur, elimi yakacaksın! Sonuna yaklaşan cigarasını parmakları ara­

sından çekip söndürdüm. Yine ellerini avuçlarıma aldım. Dudaklarıma götürüp öptüm. Ellerini ma­saya bırakırken :

- Yapma, dedi, rahat otur! Masanın üstünde elleri avuçlarımın içindeydi

daha : - Ne yapayım! dedim. Huyum böyle . . Gözleri öbür masaları dolaştı çabucak : - Yapma! Herkes bize bakıyor! . . Çevremizdeki masalarda birtakım karı koca-

lar, sus pus oturmuş, ikimize bakıyorlardı. - Adam sen de! .. Etrafa bakacak olursan . . . Ellerini usulca çekti : - Olsun, düşünmek gerekir! Kadehimi aldım yine : - Nasıl oldu mu? dedim. Anlat. - Neyi anlatayım? - İki günde böyle olduk? Hoppaca omuz silkti : - Olduk işte! Ne bileyim? Parmaklarımın arasında döndürdüğüm kade­

hime, sonra da ona baktım :

Page 118: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 1 8 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Ne tuhaf! Daha iki gün önce yabancıydık. Bugün dünyada bana senden yakın insan yok!

Birden çocuklaştı : - Sahi? - Elbette! - Teşekkür ederim. Sevindim buna! O şakacı fettan hali gitmiş, değişmişti. Bes­

belli şakası yoktu bu konuda. Söylediklerime inan­mak istiyor, yakıştırıyordu kendine.

Değişik bir sesle sordum : - Sahi, iki gün mü oldu? - Tabii. Dün bir, bugün iki. Önceki akşam

tanıştık. - Bana çok uzun oldu gibi geliyor. Sanki hep

böyleydik. - Sahi o hale geldin mi? - Hangi hale? - Demin söylediğin? - Ne hali o? - Ne bileyim? İnsan bütün eskileri unutur.

Nasıl, ne zaman başladığını bilemez. Bütün geçmiş yaşayışı böyleydi sanır . . .

Konuştukça güzelleşiyordu. - Bak, dedim, anladım galiba. Hani boş arsa­

lar vardır. Her gün kenarından geçeriz. Yahut ço­cukken yıllarca üzerinde oynamışızdır. Günün bi­rinde yepyeni apartman, dükkanlar yaparlar üs­tüne. Göz öylesine alışır ki yeni yapılara, insan ne kadar kendini zorlasa o boş arsanın nasıl olduğu­nu gözünün önüne getiremez! Öyle mi?

Dikkatle dinledi : - Eh, biraz öyle. Ama tam değil!

Page 119: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE

Verdiğim örneği yetersiz buldum ben de : - Haklısın, tam değil! Kadehini aldı : - Hadi, nasıl oldu? Gel hatırlayalım! - Bir bir hatırlıyorum ben! - Ben de .. - Bir dakikasını unutmadım . . . - Hadi anlat! dinliyorum. Kadehimi kaldırdım : - İkimizin şerefine!

1 1 9

Başım evet anlamında eğdi. Kadehini kal- . dırdı.

Masanın üstüne bıraktığımızda ikimizin de kadehleri boşalmıştı. Karabiberli, domates suyuy­la karışık votka içiyorduk. İkinci kadehteydik da­ha.

Sordum : - Nasıl? Sevdin mi? Dudaklarını birbiri üstünde oğuşturdu. - İlkten pek anlamamlştım. Şimdi daha hoş! İçkinin dudaklarında kalan tadını bir daha

yokladı. - Çok hoş! Garsonla gözgöze geldik. Çağırdım : - Baksanıza! Yaklaştı. - Gene böyle. İki votka. Bir şişe de domates

suyu! Garson çekildi. Bir cigara alıp bana doğru eğildi. Cigarasını

yaktım. Doğrulup, sandalyesinin gerisine yasla­nırken içine çektiği dumanı üfledi :

Page 120: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 2 0 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Hadi, anlat! Dinliyorum. Lil.f karıştırma araya!

Kararsızdım. - İlle anlatmam mı gerekir? Elini hafifçe masaya vurdu : - Artık sabırsızlanıyorum ama! - Daha o kadar yeni ki . . . - Olsun. Merak ediyorum, bakalım hatırla-

dıkların neler? - Ne olduysa bir bir hatırlıyorum işte . . . - Öyleyse bir bir anlat! Garson votkalarımızı getirip önümiize bırak­

tı. Domates suyu şişesini açtı. Votkaların üstüne boşalttı. Kadehlere buz atmaya hazırlanırken, buz kasesini bırakmasını istedim.

- Siz bırakın, dedim, ben atarım. Uzaklaştı. Buzlarını atıp karabiberlerini serptikten son-

ra kadehleri iyice karıştırdım. Sordum : - Tesadüflere inanır mısın? - İnanırım. Sen? - Ben de! - Niye sordun? Duraladım : - Hiç! Sordum. - Bir şey düşünmüş olmalısın? Kadehimi buzun erimesi için hafif hafif çal­

kalıyordum elimde. - Bilmem ki? Anlatabilecek miyim? Az önce önüne bıraktığım kadehini alıp o da

hafif hafif elinde çalkalamaya başladı.

Page 121: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE 1 2 1

- Anlamaya çalışırım. - Ben hep seni geçirirdim aklımdan. Ne za-

man aklımdan geçirsem, hemen de karşıma çı­kardın!

İyice ilgilendi : - Nasıl? Kadehimin soğuduğunu duyuyordum par­

maklarım arasında. - Nasıl mı? bak, mesela ben geceleri sık sık

sokağa çıkmam. On beş gündür de gece sokağa çıktığım yoktu. Karşılaştığ.ımız gece inanır mısın pavyona girerken, acaba sen var mısın diye geçi­yordu aklımdan . .

- Niye?

- Onu anlatamıyorum işte.,

- Peki. Devam et öyleyse . . . - Kapıdan girer girmez seni gördüm. Gözgö-

ze geldik. . .

- Hatırladım. Gri bir elbise vardı sırtında . . .

- Kaçtır hep böyle oldu . . . Ne zaman?

Ne zaman aklımdan geçtinse. Hep karşı-!aştık! ..

Bir şeyler ansımaya çalışır gibiydi. Dudakla­rını kadehine değdirip bıraktı.

Bütün çizgileri, bütün ışığıyla gözümün önün­deydi karşılaştığımız gece. Devam ettim :

- Yanında Zeki'yle karısı vardı . . . Çok eskiden tanışırız onlarla. Erenköy'

den ...

Page 122: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

122 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Zeki karşıdan el salladı. Masanıza geldim. Gözlerim hep sendeydi. Zeki tanışıp tanışmadığı­mızı sordu . . .

- Ben, "hayır" dedim . . - Bense dört aydır seni nerede görmüşsem

hep aklımdaydı.. - Zaten o kadar oldu Ankara'ya geleli. Bu

eylül taşındım İstanbul'dan. - İyi ya ; fazla bir şey söylemedim ben de. Düşündü : - Peki ama tanışmıyorduk ki? Daha önce

nereden tanıyordun beni? - Ne bileyim? Kendiliğinden. Bir akşam ka­

labalığın arasında seni seçtim. Halin tavrın bana bir şeyler söyledi. Sonra da nerede görsem tanıdım seni. Göremediğim zaman aradım ..

- Her zaman da karşılaştık, öyle mi? - Öyle . . - Ne tuhaf! Ben hiç çıkaramıyorum! Ansı-

mama yardım etsene biraz, nerelerde karşılaştık? - Çoook! - Bir ikisini söyle! - Sinemada, otobüste, yol kavşaklarında, bu-

nun gibi ... Hep tesadüfler işte . . . Kadehimi yudumladım. Karşılaşmalarımızı

hızla, ansıyordum : - Garip değil mi? diye devam ettim. Niye

senin pavyona gittiğin gece sokağa çıkıyordum da, bir önce ya da bir gece sonra değil? Seni aradı­ğım bir sıra, koşa koşa bir otobüse yetişiyorum. Bakıyorum, sen içindesin! Niye bir otobüs önce ya da bir otobüs sonra değil? Bir yol kavşağında,

Page 123: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE 123

karşıya geçerken seni düşünüyorum, bakıyorum, yan sokaktan çıkıp karşıya geçiyorsun önümden! Niye bir dakika önce ya da bir dakika sonra değil? Hep böyle! Kaç kez oldu bu! Her seferinde şaşır­dım kaldım.

- Evet, dedi. Olur hazan. Başlangıçta hep böyle olur.

Güldüm : - Sonunda da iş işten geçti mi ne kadar ara­

sa, hep aksilikler girer araya, bulamaz iki insan birbirini! diye sözümü ekledim. Bu işleri bir ayar­layan olmalı.

O da güldü : - Kimbilir? Belki de . . . Sonra? - Sonrasını biliyorsun. Kadehini yudumlayıp bıraktı : - Ben senin adını duyardım hep. Merak eder-

dim. - Ne diye? - Merak ederdim işte. Lafın geçtikçe, seni

sorardım beraber olduklarıma nasıl bir adam di­ye, nedense . . .

Yine güldüm : - Eh, pek yabancı sayılmayız öyleyse . . Hiç şaka karıştırmak istemeyen bir hali vardı

bağlantımıza : - Sayılmayız tabii! Sonra birden sözü değiştirdi : - Peki neden daha önce tanışmak istemedin

benimle? Keşki tanışsaydık! Oysaki daha önce onunla tanışmayı çok iste­

miştim.

Page 124: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 24 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Olmadı işte. Bir türlü olmadı.. Gene o fettan hali geldi üstüne. Gözleri ışıl

ışıl yüzümde dolaştı : - O akşam senin kapıdan girişini ansıyorum

ama . . Takıldım : - O kadarı yeter bana . . Güldü. Yine ilk açtığı konuya döndü : - Hadi gel ansıyalım gene! Sonra ne oldu onu

anlat? - Senin siyah çizgili, kırmızı bir blUz vardı

üzerinde. Çok açıyordu seni. Siyah bir eteklik. . . - Hep böyle etek blf:ız giyerim canım! Elbi-

sem yoktur. - Yanına oturdum. Bakışlarıyla kadehimi gösterdi : ---; Gene böyle domates suyuyla votka istedin.

Daha önce hiç içmemiştim. Merakımı çekti . . - Az sonra program bitti. Dans başladı. Ze­

ki'y le karısı dansa kalktılar .. - Bize siz kalkmıyor musunuz? dediler. Elini masanın üstünde duran elimin üstüne

koydu : - Hepsini ansıyorum canım. Hepsini bir bir

ansıyorum. Çok güzeldi! Her şeyimle ilgileniyor­dun. Keşki hep böyle sürse . . .

Elini avucuma aldım : - Elbet sürecek!' Elini hafifçe çekti : - Kimbilir? Belli olmaz ki! . . Konuyu çevirdim : - Hafif sarhoştum o gece . .

Page 125: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE 125

- Belli değildi. . - Sarhoştum. İyice sarhoştum . . . - Farketmedim. Biliyor musun en çok sende

dikkatimi ne çekti o gece?

Karşılık vermeden sözünü tamamlamasını bekledim.

- Ellerin, dişlerin hoşum" gitti, bir de çorap­ların. Çok değişikti ..

- Önem verdiğin şeyler bunlar mı bende? - Değil tabii. Değil ama, böyle oluyor hep!

Aklı bu gibi şeylere takılıyor insanın. Kimbilir belki de beğendiği için bu taraflarını da görüyor karşısındakinin.

Ansıtmamı sürdürdüm : - On, ikide Zeki'yle karısı gidelim diye kalk-

tılar. Öyle sıkıldım. Seni kaçırmak istemiyordum. Bütün yüzü, gözleri durmadan ışıldıyordu. - Ben de kaçmadım ama! - Yaşa sen! - Ertesi gün öyle utandım! - Niye? - Kimbilir neler düşünmüşsündür benim

için? - Ne yüzden? - Zeki'yle karısı evlerinin önünde taksiden

indiler. Sen beni de eve götürecektin. Şoförün ya­nında oturuyordun önce. Zeki'lerle ayrılmak için indin. Sonra da taksi kalkarken benim yanıma geçtin. Daha erken, Süreyya'ya uğrayalım mı? dedin. Ben de hemen kabul ettim. Kimbilir neler geçirmişsindir içinden . . .

Page 126: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

126 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Yoo! Hiçbir şey geçirmedim. Aksine, uysal, anlayışlı buldum seni, o kadar.

- Oysaki hiç uysal değilimdir. İsteyince uy­sal olurum!

- Uysallık yakışıyor sana ama! - Tabii işine gelince öyle olur. İki gündür

sabah akşam beraberiz, daha bir dediğine hayır demedim.

Masanın üstünde ellerini aradım. Çekmişti. - Hiçbir zaman da deme canım! Ben nankör

değilim .. . Kaşlarını kaldırarak başını yana eğdi : - Bakalım? Göreceğiz! . . Orkestra çalmaya başladı o sırada. Öbür ma-

salardan çiftler tek tük piste doğru ilerliyorlardı. Sözü değiştirdim : - Bak! Anlamadı ilk önce. Başını iki yana salladı : - Ne var? Orkestra iki gece önce ilk dansa kalktığımız

parçayı çalıyordu. Kulak verdiğimi belli ederek sustum.

- Ah, dedi. Çok güzel! - Ansıdın mı? - Ansımaz olur muyum? Sandalyemden kalktım : - Dans edelim mi? Kalktık.

Sokağa çıktığımız zaman saat ikiye geliyordu. Havada don vardı. Ayaz ilk anda suratına çarpı­yordu insanın. Ürpererek yanıma sokulduğunu,

Page 127: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE 1 27

koluma girdiğini duydum. Bir taksi çağırdım. Bin­dik. Buz gibiydi taksinin içi. Şoföre oturduğum apartmanın adresini verdim. Hiç sesini çıkarmıyor­du yanımda. Apartmana gelinceye kadar hep böyle koluma girmiş, başı omuzum üzerinde, sokulmuş kaldı. yanımda.

Taksi apartmanın önünde durunca indik. Ben kapıyı açmaya uğraşırken : - İçerisi sıcak mı? dedi sadece. Çıkarken sobayı yakıp, ağzına kadar kömürle

doldurmuştum. Başımla da doğruladım : - Sıcak . . Kapıyı açtım. Kapının yanındaki elektrik düğ­

mesini çevirdim. Apartmanımın küçük bir hole bitişik, içiçe iki odası, bir mutfağı, bir de banyo­su vardı topu topu.

Holde kurulu soba, tam hızını almıştı içeri girdiğimizde. Doğru sobanın başına yürüdü. Eldi­venlerini çıkardı. Ellerini ısıtmak için sobanın üstüne uzattı. Hafifçe burnunu çekerek :

- Oh! dedi, üşümüşüm. Dışarısı çok soğuk. Küçük bir kıza benziyordu o anda. Paltomu çıkarıp astım. Holden geçerek hole

bitişik odanın elektriğini açtım. Yanına gidip par­desüsünü aldım. Götürüp astım. Yine yanına dön­düm. Gözleri durmadan evin o köşesinden bu kö­şesine dolaşıyordu.

Laf olsun diye : - Isındın mı biraz? dedim. Ellerini tutmak

istedim. Ellerini sobanın üstünden çekip kaçırdı. Rad­

yoya doğru ilerledi. Radyoyu karıştırmağa başla-

Page 128: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

128 KENTE İNEN KAPLANLAR

dı. Kendi haline bıraktım bir süre. Düğmeleri çe­virip bir türlü istediği gibi bir şey bulamıyordu. Sonunda beni çağırdı :

- Yardım etsene! Güzel bir müzik bulalım. Yanına yaklaştım. - Nereleri arıyorsun? Gecenin o saatinde hemen hemen bütün Av­

rupa istasyonları şarkı saçıyorlardı dünyaya. - Ne bileyim? Bir sürü yer karışıyor birbi­

rine .. Kısa dalgada, hafif gece müziği çalan bir is­

tasyonun üstünde durdurdum arama düğmesini. - Bu nasıl? Kulak verdik. Kontrbasla cazın hafif hafif

tempo tutuşu arasında, piyanonun üç beş ses için­de değişen soloları duyuluyordu. Sanki piyanist dokunmak istediği bir tuşa yaklaşıyor, yaklaşı­yor, bir türlü dokunamıyor gibiydi.

- Bu güzel işte! Bırakalım . . Radyonun

tutup kendime başından ayrılırken, kollarından

doğru çektim. Öpmek istedim. Kollarımdan sıyrıldı :

- Havamı bozma n'olursun! Bırak da biraz evine alışayım.

Bulunduğu yerde odayı gözden geçirerek to­pukları üzerinde döndü. Sonra gidip öteki odanın kapısından baktı. Geri geldi. Kitaplığımın önünde durup kitaplarımı karıştırmaya başladı.

- İçecek bir şeyin var mı? - Vermut var. Yarım şişe de votkam var. - Vermut içelim daha iyi. İki kadeh vermut doldurup getirdim. Onun

Page 129: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE 129

kadehini .eline verdim. Ayrıca portakal, mandali­na, çikolata koydum, divanın önündeki sehpaya.

Kitaplıktan Eugenie Grandet geçti o sıra eline.

- Vadideki Zambak'ı okudun herhalde?

Adı çok geçen kitapların bir çoğu gibi Vadi-deki Zambak'ı da okumamıştım. Ama :

- Okudum, dedim o anda. - Ne güzeldir değil mi?

Divana oturdum. Bir mandalina alıp soymaya başladım. Kitaplığın önünden ayrıldı. Elinde ka­dehi, duvarlarda asılı resimlerimin önünde dolaş­maya başladı. Resimden anlamıyordu. Reproduc­tion'ların hiçbirini tanıyamadı. Hepsini ayrı ayrı kimin diye sordu. Sonunda gelip yanıma oturdu. Divana iyice yerleşti. Sırtını duvara dayadı.

- Evin çok güzel! Çok sevindim!

Kadehimi kaldırdım : - Hoşgeldin öyleyse.

Kadehini yudumladı. Sonra boş elini elimin üstüne koydu :

- Niye hiç evlenmedin? - Bilmem ki? Olmadı bir türlü. - Niye olmadı? İstersen pekala olurdu. Her

halde istemedin!

Sahi ben niye hiç evlenmedim? Doğru dürüst bulamıyordum bunun sebebini. Bazan bir kadın, bir genç kız olurdu hayatımda. Türlü ümitler bes­lerdim .. Hesapsız kitapsız kapılırdım ona ... Sonun­da gene de o kadını o genç kızı çekip gitmiş, ken­dimi yalnız bulurdum.

Page 130: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

130 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Olmadı işte, diye yineledim. Bep hep tek aşk, tek kadın olsun istedim hayatımda. Ama ol­madı!

Anlamamazlıktan geldi : - Sebatsızsın herhalde? - Yoo! Hiç değilim! - Peki neden öyleyse? - Aradığımı bulamamış olacağım! Kimbilir? - Ne gibi? - Uzun hikaye!. . - Ne kızlar var. Hayatında hiç erkek tanı-

mamış. . Evde koca bekleyen. . Paralı.. - Alay mı ediyorsun? - Neden, fena mı? Rahat ederdin! - Rahatını düşünenlerden değilim ben .. Ciddileşti : - Sahi, öyle bir kızı sevebilir miydin? - Nasıl? - Seni, koca diye karşısına çıkan biriyle

ayırmayacak bir kızı? - Bilmem! Hiç tanımadım. - Peki sen nasıl kadınlar tanıdın hayatında? Güldüm : - Böyle, senin gibi! Gem tutmaz cinsinden! . Hafif doğruldu : - Gene de pek akıllanmışa benzemiyorsun

ama? Kolumu omuzuna attım. Başını göğsüme doğ­

ru çektim. Kendini bıraktı. - Şikayete pek, hakkım yok! Teraziye vurur­

san, verdikleri mutluluk, verdikleri üzüntüden ağır çeker herbirinin . .

Page 131: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GENE YENİK DÜŞSEM DE 1 3 1

Mırıldandı : - Öyledir hep . . Başını göğsüme yerleştirdi biraz daha. - Anlatsana nasıl kadınlardı? Güzel miydi-

ler? Saçlarını okşuyordum. - Önemi var mı bunun? Belki de başka ka­

dınlardan hiç bir üstünlükleri yoktu çoğunun. Ama ben seviştiğimiz sürece olduklarından üstün gör­düm onları. Her seferinde kendimi aşık sandım. Ayrıldığım zaman kanım donmuş gibi oldu her se­ferinde günlerce. Bir daha hayatımda kimseyi se­vemem sandım. Bazan, dediğin gibi bir kızla evle­neyim, olsun bitsin dedim. Ama elinde değil in­sanın. Yaradılışına karşı gelemiyor.

Doğruldu : - Haklısın canım! Ona bakarsan ben de ne

erkekler tanıdım hayatımda. Çoğunu hatırlayınca gülerim kendi kendime. Hatta bazısı aklıma bile gelmez. Yarabbi! Nasıl kırıldım, nasıl üzüldüm, nasıl gözyaşı döktüm onların kabalıklarına .. Ken­dimi isteklerine nasıl kul köle ettim .. Nasıl aptaldı çoğu bilsen.. Dönüp bakmaya değmezdiler bile . . Nasıl kandırıyor insan kendini bilmem ki?

Yineledim : - Önemi yok bunların. Önemi olan, sevdiği

insanın kişiliğinden çok, sevebilmesi · insanın. - Elbette . . - İlk pişmanlıkta geri alınır, unutulur bun-

lar. Sonra insan kendini değişmiş bulur. Geçmiş­teki gibi kalmaz ki hep . .

Az düşündü :

Page 132: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

132 KENTE İNEN KAPLANLAR

- En iyisi çoğuyla karşılaşmamak bir daha! Bu muydu diyor insan?

- Bir ya, beş ay, her neyse, bir süre geçti mi, yalnız kalınca insan sevebileceği birini arıyor ya­nında. Ama sevebiliyor, ya da sevemiyor o başka sorun.

Gözlerini gözlerime dikti : - Bak, dedi, inanır mısın? Her seferinde on

yaşındaymışım gibi sanırım kendimi. Sanki hiç kimseyi sevmemiş gibi .. Öyle el değilmemiş ... Ney­se bırakalım bunları . .

Dudaklarına doğru eğildim. Kolumun üstüne bıraktı kendini.

Dudaklarımı ayırdığım sırada : - Uykum var, diye mırıldandı. Kaldır beni .. Kalktım, yatağı hazırladım. Kemerini çözdü elbisesinin : - Sen öteki odaya geç! Sen bakarken soyu­

namam .. Gidip öteki odada soyundum. Dönüşümde ya-

tağa girmişti bile. - Işığı söndüreyim mi? dedim. - Nasıl istersen? - Söndüreyim daha iyi.. - Radyo kalsın ama .. Işığı söndürdüm. Yanı başına uzandım. Ka­

ranlıkta dudaklarımız birbirini buldu. Başım ha­fif hafif dönüyordu. Haklıydı. O anda, sanki haya­tımda, hiç, hiç sevmemiş, ilk kez seviyormuş gi­biydim ben de ...

1 956

Page 133: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

AKLIM ARKADA KALACAK

EVİMİZ sokağın alt başında. Yatıp kalktığım oda­nın penceresinden bakınca, bir baştan bir başa bü­tün sokağı görüyordum. Bir saat sonra yola çıka­cağım. Odamda öteberi eşyamı bavuluma yeıleş­tirmiş doğruluyordum ki, sokaktan gelen bir ço­cuk ağlaması beni pencerenin önüne çekti.

Çocukların ağlamasına dayanamam. Bir fe­na olurum duydum mu. Çocuklar boşyere ağlamaz. Şu dünyada çocukların ağlaması ne kadar azalır­sa, bilin ki kötülükler de o kadar azalmıştır. Ağ­layan bir çocuk sesi duyar da ilgilenirseniz, bilin ki şu bozuk düzenin sizi üzecek bir olayıyla karşı­laşacaksınız.

Pencerenin önünde baktım : karşı komşumuz Boşnak Nuri'nin küçük oğlu, yalınayak, donsuz, kapılarının önüne yüzükoyun düşmüş, ağlıyor.

Demedim mi çocuklar boş yere ağlamaz diye? Çocukcağız üç yaşında var yok. Anası hoppa mı hoppa, fıkır fıkır bir kadındı benim bildiğim. Nu­ri'den çok gençti. Nuri rençber. Gününü kırda tar­lada geçirir. Perçemi kaşı üstüne düşen, ceketi omuzunda bir Hakkı vardı. Nuri evden çıktı mı, Hakkı eve damlardı. Hakkı için kadının dostu di­ye Iaf çıkarmışlardı konukomşu. Nuri'nin küçük oğlu, hani şu ağlayan, Hakkı'ya benzerdi de kadı-

Page 134: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 3 4 KENTE İNEN KAPLANLAR

nın bu çocuğu Hakkı'dan doğurduğunu söylerler­di. Nuri de bilirdi derler karısının hovardalığını. Bilirdi ama, kadına dayanamazdı. Sonra iki yıl kadar önce, kadın, üç çocuğunu da, Nuri'yi de, Hakkı'yı da bırakıp kaçtı. Türlü laflar duyduk arkasından. Kaynına konuk gelen bir Akhisar'lı­ya kaçtı dediler. Aydın'a gitti dediler. Genelev­lere düşmüş, İzmir'de dediler. Kadın nereye git­tiyse gitti. Nuri o sıralarda en büyüğü beş yaşında kızı, onun ikişer yaş küçüğü, iki oğluyla kaldı. Şimdi çocuklara sözüm ona, N uri'nin büyük kızı bakar. Konukomşu çocuklara eskilerini verirler, arada birer kap yemek gönderirler, şöyle böyle yardımda bulunurlar ama, analık edemezler.

Ablası koştu. Oğlanı kollarının altından tutup kaldırdı. Sonra büyük bir taşbebeği kucaklar gibi, kardeşini kucaklayıp kapılarının eşiğine oturdu. Çocuğu iki yana sallamaya başladı.

Nuri'nin karısını iyice gözümün önüne getire­yim diyorum ama, olmuyor. Pek az şey geliyor kadından aklıma. Eve girip çıkarken, şöyle gözle­rinin içi işıl ışıl, kapılarının arasından görünürdü. Yüzü gülerdi hep. Çocuklarını sabahtan sokağa salardı gitsin. Bazan da şarkı söylediğini duyar­dım. Hepsi o kadar . . .

Ne tuhaf! İnsan kapı komşusu üstüne bile ba­zan bir şey bilmiyor. Nuri'yi desen, onu da ancak o kadar tanıyorum. Sabah, omuzunda kazma, ar­kasında keçisi evden çıkar; akşam omuzunda kaz­ma, koltuğunun altında bir demet ot, arkasında keçisi eve dönerdi. Arada bir karşılaşırsak : "Ne var, ne yok bey?" derdi. "Ne yazıyor gazete?" Eli-

Page 135: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

AKLIM ARKADA KALACAK 135

ne hiç gazete almamış, okumai yazma bilmeyen bi­ri size gazetede ne yazıyor diye sorarsa ne anla­tırsınız önce ona? Bulup seçemezdim söyleyeceği­mi. "Şundan bundan" derdim kısaca. Gayet ciddi başını iki yana sallardı. "Acayip! ." derdi o Boşnak şivesiyle, "Muharebe var mı? Muharebe?." "Yok", derdim. "Yeni bir muharebe yok. Habeşistan'da vardı. Bitti." Hayreti büsbütün büyürdü. Alt du­dağı uzar, başını iki yana sallardı gene. "Acayip! " diye yinelerdi. "Vardır muharebe. Dünyada olmaz muharebesiz."

Balkan savaşının bitimi çocukluktan çıktığı yıllara rastlamış Nuri'nin. Osmanlı ordusu yenik düşünce, Sırbistan'da, çoğu Müslümanlar dağa çıkmış o dönemde. Nuri'nin de o sırada eline bir mavzer tutuşturan tutuşturmuş. Sonra nasıl oldu­ğunu anlamadan, Suriye cephesinde, Galiçya'da, Kafkaslar'da on yıla yakın bırakmamış elinden o mavzeri Nuri.

Ben savaş yok deyince Nuri'nin nasıl hayret içinde kaldığını ansıyorum. Sanki bu kadar yıl sa­vaştıktan sonra işin neye bağlandığını düşünür düşünür bulamazdı. Başını iki yana sallardı gene, "Acayip!"

Nuri'den de bütün hatırladığım bu işte! Sadece Nuri ile karısı mı, böyle yarımyama­

lak ansıdığım? Sahi. Kimler gelip geçti bizim şu sokaktan. . Hiç unutmam, ben beş altı yaşında ço­cuktum. Sokağın başındaki iki katlı yapıda elek­trik fabrikasının makinisti Halit otururdu. Yapı­nın alt katı Makinist Halit'in atölyesiydi. Üst katı evi. Sokağın bütün çocukları atölyenin kapısı

Page 136: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 3 6 KENTE İNEN KAPLANLAR

önünde birikir, onun çalışmasını seyrederdik hay­ran hayran. Bazan elinde anahtarlar, aletler, atel­yesinin kapısı önüne getirilen bir otomobilin altı­na girer, uğraşır, uğraşır, sonra alnının terini eli­ni ntersiyle silerek otomobilin altından çıkardı. Az sonra otomobili getiren adama, "Nasıl?" dedi­ğini duyardık, "Tamam mı?" Adam : "Tamam Ha­lit usta" derdi. "Sen bilirsin."

Halit usta ilk yıl bekardı. Yalnızdı. Sonra gü­nün birinde evinin penceresinde esmer bir kadın başı göründü. Mahallenin kadınlarının, oturma odamızda toplandığı uzun kış geceleri, hiç unut­mam kadınlar, önlerinde kuru yemiş tabakları, fincan oynar, çığlıklar, kahkahalar atarlardı. An­nem ne kadar zorlarsa zorlasın, böyle gecelerde yatmak istemezdim. Öteki kadınların aksine, ince­cik, çiçek sapı gibi bir kadındı o. ''Gel" derdi çok geçmeden : "Fincanı beraber saklayalım". Alabil­diğine sevinirdim. Odanın bir köşesinde o, daha ondan yana iki üç kadın, başlarını, fincan tepsisini bir örtüyle örterler, b'eni de aralarına alırlar, yü­züğü fincanlardan birinin altına saklardık. Sonra bütün gece beni yanından ayırmazdı.

Kasabanın elektrikleri saat onikide sönerdi. Saat onikiye doğru elektrikler, üç kez arkası ar­kasına çabuk çabuk yanıp sönerdi. Bütün kadın­lar atarlardı kahkahayı, "Mualla hanım, Halit bey seni çağırıyor!" Hafif omuz silkerdi o, "Beklesin biraz. Kaçmadım ya!."

Bilirdik ki Mualla hanım yarım saat daha oturursa, saat onikiyi geçse de elektrikler sönmez. Yalnız Halit ustanın işaretleri sıklaşır, bazan bir

Page 137: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

AKLIM ARKADA KALACAK 1 3 7

dakikadan fazla elektrikler sönük kalır, yine ya­nardı. Sonunda gülüşmeler, şakalar arasında mi­safirler kalkar, dağılırlardı.

Sonra bir gün sokakta oynarken, baktık, so­kağın çıktığı cadde üzerinde Halit ustanın evinin köşesinde bir otobüs durmuş, korna çalıyor. Halit ustanın evinin üst katına çıkan kapı açık. Kapının içinde Halit usta ile Mualla teyze sıkı sıkı sarıl­mışlar birbirine, dudakları kenetlenmiş bir türlü ayrılamıyorlar. Otobüsün şoförü az bekleyip ba­sıyor kornaya yine. Onlar ayrılır gibi oluyorlar. Mualla teyze yine geri dönüyor. Birbirlerine atılı­yorlar. Birbirlerinin yüzünü gözünü öpücüklere boğup, yine dudak dudağa kalıyorlar. Ben, ya­nımda doktor yüzbaşının kızı Feriha, daha yanı­mızda bir yığın çocuk, kapının önüne yığılmışız. Farkında değiller. Mualla teyze tam yine kapıdan çıkmaya davranırken bizi görüyor. İkisi de gülü­yorlar. Halit usta : "Mektup yaz" diyor. "Gider gitmez yaz" Mualla teyze : "Bekletme sen de" di­yor, "hemen gel!" Otobüsün yardımcısı "Hadi" di­yor, "çabuk olun". Şoför kornaya basıyor. Mualla teyze bizlere el sallayıp otobüse doğru ilerliyor.

Sonraları oynarken Feriha ikide birde bana : "Sen Halit usta ol, ben Mualla teyze olayım" di­yor. Tabii otobüsün de acele etmesi li'ızım. Bizden daha küçük bir çocuk, ağzıyla korna çalıyor. Sarı­lıyoruz Feriha ile birbirimize. Sonra ne yapaca­ğımızı bilmiyoruz. Dudaklarımı Feriha'nın du­daklarına iyice yapıştırıyorum. İkimiz de az sonra boğulacak gibi oluyoruz. Feriha arada bir "Dur, yavaş," diyor. "Hadi şimdi". Ayrılmışken kollarını

Page 138: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 3 8 KENTE İNEN KAPLANLAR

yine boynuma uzatıyor. Oyunun her sefer sonun­da, Feriha'ya "Mektup yaz" diyorum, "Gider git­mez yaz .. " O da : "Sen de bekletme!" diyor, "ça­buk gel!"

Halit ustayı, Mualla teyzeyi, Feriha'yı, daha uzun ansımaya çalışıyorum. Nafile! Halit ustadan açık mavi bir çift göz, yağlı bir tulum kalmış ak­lımda. Mualla teyzeden bir demet dalgalı, siyah saç. Feriha'dan pembe beyaz yanaklar, kuru ot kokusuna, yaz akşamları duyulan kokulara benzer bir koku ansıyorum.

Daha aşağıda, pancurları açık maviye boyalı, o beyaz badanalı evde Melahat ablalar otururdu. Yaşlı babasının biricik kızı Melahat abla. Tek kat­lı evin sokağa bakan odası Melahat ablanındı. So­kak pencereleri önünde, bir duvardan bir duvara uzanan, üstü tek karışıksız, saçakları dantelli be­yaz örtülerle kaplı, kenarlarında Melahat ablanın kendi eliyle işlediği yastıklar dizili minder. Ovula ovula aşınmaya yüz tutmuş pırıl pırıl döşeme tah­taları. Minderin önünde küçük, tertemiz bir kilim. Daima taze badanalanmış duvarlarda kartpostal­lar. Melahat ablanın ilkokul anıları .. Üzeri beyaz işlemeli örtülerle kaplı tahta bir masanın üstünde ucuzundan bir ayna ile krepon kağıdından yapma güller.

Okula yeni başladığım yıllarda Melahat abla alırdı beni karşısına, elişleri ödevlerimi yapar, derslerimi anlatırdı bana. Pabuçlarımı odanın ka­pısında çıkarırdım. Minderde, pencerenin önünde, onun dizleri dibine oturur, onun hünerli ellerini seyre dalardım.

Page 139: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

AKLIM ARKADA KALACAK 139

Melahat ablaların evlerine karşı piyade tabu­runun tavlası vardı. Piyade subaylarının binekle­ri, makineli tüfek bölüğünün katırları o tavlada dururdu.

Bir yüzbaşı Hayri Bey vardı. İkindi üstleri, ben okuldan çıkıp Melahat ablalara uğradıktan az sonra gelir, tavlanın önünde seyisi bineğini tımar ederken, başında durur, sonra da tavlanın bitişi­ğindeki arsada, çılbır bağlığıyla bineğini en az yarım saat çalıştırırdı.

Ödevlerimi yaparken Melahat ablanın bakış­larının sık sık pencereden dışarı kaydığını görür­düm. Ben de onun bakışları arkasından pencere­den bakar, yüzbaşıyla gözgöze gelince bakışlarını yanakları kızararak önüne eğdiğini görürdüm. El­leri hafif titreyerek saçlarımı okşardı böyle za­manlarda, göğsü kalkıp inerdi.

Bir ikindi vakti okuldan dönerken, sokağa sapınca, yüzbaşının gene bineğini tımar ettirdiği­ni gördüm. Tavlanın önüne yaklaştığım sırada Me­lahat ablaların kapısı açıldı. Melahat abla, beline kadar inen saçlarını çözüp taramış, üzerinde beyaz bluzu, lacivert etekliği, elinde bir kitap, kapıdan çıktı. Kitabı sıkıla sıkıla yüzbaşıya uzattı :

- Teşekkür ederim. Çok güzel.

- Korkarım sizi üzmüştür.

Melahat abla üzgün, başını kaldırdı hafifçe : - Ah, zararı yok! Sonu çok acı ama, çok gü-

zel! . .

- Beni de çok üzmüştü okuduğum sırada, dedi yüzbaşı.

Page 140: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

140 KENTE İNEN KAPLANLAR

Melahat abla : - Beni de, diyebildi. Sonra kapılarının içine

çekildi. Yüzbaşı o sırada beni gördü : - Merhaba delikanlı! Bize selam vermek yok

mu? Durdum. Başımı önüme eğdim. Yüzbaşı, Me­

lahat ablaya sordu : - Sizin ahbap galiba, değil mi? Melahat ablanın karşılığını beklemeden,

önümde ayak burunları üzerinde çömelerek beni hafifçe dirseklerimden tuttu; sonra çenemi, yüzüm yüzü yüksekliğine gelecek gibi hafif yukarı kal­dırdı.

- Adın ne bakalım senin? Mırıldandım : - Saim. - Kaçıncı sınıftasın? - İkinc� sınıftayım. - Oooo! Maşallah neredeyse okulu kolayla-

mışsın! Ne olacaksın büyüyünce? Bineğe şöyle yan gözle baktım. Öyle bir atım

olmasını o kadar isterdim ki . . - Subay! Yüzbaşı, ceplerini karıştırdı. Sonunda talim

düdüğünü çıkardı cebinden, güldü : - Saim, bunu sana versem ister misin? Sevinçten kulaklarıma kadar kızardım. Başı­

mı, evet, anlamına eğdim. - Al öyleyse . . Düdük benimdi. Uçuyordum. Koşmaya hazır­

landım. Yüzbaşı :

Page 141: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

AKLIM ARKADA KALACAK 141

- Dur bakalım, dedi, önce öttür bakalım, öttürebiliyor musun? Sonra bırakırım seni..

Bütün soluğumla düdüğü üfledim. Yüzbaşı neşeyle güldü. Saçımı okşayıp :

- Haydi, şimdi, dedi. Serbestsin. Marş marş! . .

Arkamdan, Melahat ablaya, benim için "cin gibi" ye benzer laflar ettiğini duydum.

O yıl, çok geçmeden piyade taburu bizim ilçe­den başka ilçeye kalktı. Yüzbaşı Hayri bey de ta­buruyla gitti. Melahat abla çok mu üzüldü o gi­dince, bilemiyorum. Yalnız minderde, pencerenin önünde oturmuyordu eskisi gibi. Tavlanın kapalı kepenklerine bakmak benim bile içimi sıkıyordu. Ona sık sık "Melahat abla, subay olacağım" diyor­dum. Bilmem ne söylemek istediğimi anlıyor muy­du? Subay olup onunla evlenecektim. O, on sekiz yaşındaydı o sıralarda. Ben sekiz . .

Daha bize yakın, duvarları sıvasız, kepenkleri boyanmadan bırakıldığı için çürümeye yüz tut­muş evde Hatice nine otururdu. Bahara doğru ak­şamları babam beş kuruş verir, "git" derdi. "Hati­ce nineden birkaç baş taze soğanla iki marul al". Tuttururdum beş kuruş az diye. Hatice nineye acırdım ben. Oğlu askerdi. Bahçesine kendi ba­kardı. Sonunda beş kuruş daha verirlerdi. Bir ko­şu evden fırlar, Hatice ninenin avlu kapısının ipi­ne asılırdım. Kapının dibinde soluk soluğa sesle­nirdim :

- Hatice nine! Hatice nine! Kadıncağız iki büklüm evinin yöresi tahta

parmaklıkla çevrili ayatına çıkardı.

Page 142: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

142 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Annem selam söyledi. Marul almaya gel-dim.

- Al, derdi, kısık sesiyle. Geç bahçeye. Çı­kar.

Malta taşı döşeli avlunun sonunda başlayan bahçeyeı geçerdim. Akşamın alacakaranlığında, ye­ni sulanmış bahçeden, yedi sekiz baş soğan, iki marul kökler, dönüşte Hatice nineye on kuruşu uzatırdım. O her seferinde :

- Az bu kadar, derdi. Üşendin mi kökleme-ye? . .

- Yeter, diyecek olurdum. Elinin tersiyle geri çevirirdi beni : - Siz kalabalıksınız. Verdiğin para da çok.

Git bu kadar daha kökle. Az sonra ben kapıdan çıkarken : - Selam söyle annene, diye seslenirdi. Her

seferinde para göndermesin. Bu kadar yıllık kom­şuyuz.

Sonra daha yakınımızda İsmet abla ile anne­si. Saçları, kirpikleri güneşten sararmış, bir Hazi­ran görünüşü gibi belleğimde kalan İsmet abla.

Günün birinde sözlüsü sekiz yerinden bıçakla­mıştı kızcağızı. Adam, gece, eve girip taşlıktaki küpün arkasına saklanmış. İsmet abla ile annesi komşulardan dönüp de yataklarına çekilince, sak­landığı yerden çıkıp kızcağıza saldırmış derlerdi. İsmet abla varmak istemiyordu adama. Söz kesen kendisi değil, yakınlarıydı.

İsmet ablayı göremedim bir daha. Bana onun hastaneye kaldırılırken kan kaybından yolda öl­düğünü yıllarca söylemediler. Yıllarca taşlıklar-

Page 143: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

AKLIM ARKADA KALACAK 1 43

da, mutfak köşelerinde duran küplerin arkasında, eli bıçaklı katiller saklıdır sandım. İsmet ablanın, gecenin içinde, bütün sokağı ayağa kaldıran, "ye­tişin, yandım!" diye dağılan sesi yıllarca kulakla­rımdan gitmedi.

Bizim tenha sokağımızın öteki komşuların­dan da buna benzer kısa karşılaşmalar kalmış ak­lımda. Ne fena! Aşağı yukarı bizim sokağın insan­larından benim bütün bildiğim bu kadar. Hikaye mi arıyorsun dünyada? Al, işte! Burnunun dibin­de. Şu sokağın içinden gözüne ilk ilişen evi seç. Yeter ki gönlünde, o evin insanlarını tanımak is­teyecek merakın olsun! Ne işin var uzaklarda?

Evet, işe bu sokaktan başlamalı. Bir yaşta be­nim bütün dünyam bu penceresinden baktığım evde biterdi. Bir yaşa gelince bu evin kapısından sokağa çıktım. Üç dört ev ötedeki boş arsada ço­cukların oyunlarına katıldım. Sonra, sokaktan il­çenin ana caddesine, başka sokaklarına, günü ge­lince de ilçeden ile, oradan başka illere . . .

Okullarda, yolculuklarda, kahvelerde, sokak­larda, devlet dairelerinde, kışlalarda, hastaneler­de, bir yığın insan içine karıştım şimdiye kadar. Bir kısmı bizim sokağın insanları gibi yarım ya­malak aklımda. Çoğu ile karşılaşınca, adını unut­tuğumu anlamasın diye ne yapacağımı şaşırıyo­rum.

Bir yerde, bir sokakta doya doya kalamıyor ki insan. Daha komşularım kimler? demeye kal­madan, bakıyorsunuz gününüz dolmuş, başka bir eve, başka bir sokağa taşınıyorsunuz. Yahut bah­tınıza, başka bir kentin yolu görünüyor. Yoksa

Page 144: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 44 KENTE İNEN KAPLANLAR

insan, doğru dürüst yanını yöresini tanımaya kalksa, bir eve, bir sokağa çok iyi biliyorum ki ömrü ancak yeter.

Bir saat sonra yola çıkacağım. Neredeyse aşa­ğıdan bizimkiler seslenecekler. Bu gelişimde ba­ba evimde bir ay ancak kalabildim. O da nasıl geçti anlamadım. Yeni makinisti, Melahat ablala­rın evini satın alanları, Hatice ninenin oğlu ile ge­linini, öteki komşularımızı, hiç değilse dört beş ay daha kalabilseydim, biraz olsun tanıyabilecektim. Bizim sokak durgun, sıkıcı gibi görünür tanıma­yana. Ama, iyi biliyorum ki aylarca da kalsam, benim canım hiç sıkılmazdı. Hem o vakit böyle yola çıkarken, hiç değilse aklım arkada kalmaz­dı! . .

1 955

Page 145: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GECENİN ŞARKISI

GÖZÜMÜ açar açmaz şarkıyı duymaya başladım. Bir yerlerde söylenip duruyordu. İlk yaz sabahı­nın aydınlığı kaplamıştı odanın içini. Hani o gün -lerin bol ışıklı günlerinin, bahçe duvarları, karşı evlerin çatıları; pencerelerimiz önüne gelen ağaç­lar gerisinden kırıla kırıla gelen, gene de gücü eksilmeden evlerimizi şenlendiren aydınlığı..

Şarkıyı daha yakından duymaya başladım. Yattığım yerden, başımı yatağımın soluna düşen pencereye çevirdim. Gece perdeleri çekmeden yat­mışım. Bahçedeki çamın dalları arasında dolaşan sabah güneşi, üst katın balkonunda asılı bir çift kadın çorabı, gittikçe aklaşan bir mavi gök. .. Olsa olsa onlardı söyleyen şarkıyı. . .

Sevindim günün böyle başlamasına. Yine odama döndüm. Kulak verdim. Şarkı

daha yakından geliyordu şimdi. Baktım : ceketim sandalyenin gerisinde asılı. Pantalonum masanın üstünde duruyor. Kravatım ceketimle, gömleğim pantalonumla yanyana. Ayakkabılarımın biri ba­na biri kapıya bakıyor. Besbelli onlar da tuttur­muş şarkıyı. Hay çapkınlar! Gece yamandım an·· !aşılan ..

Evin içinden terlik sesleri geliyor. Mutfakta öteberinin bir yerden alınıp bir yere konulduğunu

Page 146: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

146 KENTE İNEN KAPLANLAR

duyuyorum. Çay bardaklarının, küçük kaşıkların gürültüsü. Çaydanlıktan çıkan buharın fısıltısı, şarkıya katılıyorlar . .

Yine kulak verdim. Şarkı içimden içimden geliyor şimdi de. Şarkı yüreğimde. Derken dudak­lamın arasında . . . Deminden beri mırıldanıp duru­yorum işte :

I love Paris in the springtime I love Paris in the f aıı

Gerisi? gerisini doğrusu bilmiyorum. Duyabildiğim bu kadarı. Şarkı her seferinde buraya kadar gelip yine baştan başlıyor ..

Seslendim : - Anne! Karşılığını beklemeden yine şarkıya kulak

verdim : I love Paris in the falı Gece aralık bıraktığım kapının içinde görün­

dü : - Kalktın mı? Fırladım. Boynuna attım kolumu : - Gel canım, seni bir öpeyim. O da beni öptü : - Erken kalktın. Yat istersen. Kapını çeke-

yim. - Saat kaç? - Yedi. - Yedi mi? - Yedi. Gürültümüzden mi uyandın? Kapın

açık kalmış. Güldüm. Beni şarkı uyandırdı diyemem ya?

Page 147: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GECENİN ŞARKISI 147

- Yoo! dedim. Kapımı çeker gibi oldu : - Daha erken. Hadi yat biraz daha . . Hiç mi hiç uykum yok. Ne uykusu? Koşmalı

bağıra çağıra şarkı söylem eliyim . . - Yeter uyuduğum, iyiyim . . Yüzümü yıkamaya geçtim. Banyonun pence­

resinden baktım; orada da şarkı söyleyen : ağaçla­rın dalları arasında dolaşan günün ilk ışıkları . . Gittikçe aklaşan mavi gök. . . Sesim çıktığı kadar şarkıya katıldım ben de . .

Mutfağa girdim. Traş olmak için sıcak su alıp döndüm. Tabii şarkı da benimle beraber mutfağa gidip döndü. Küçük kardeşim arkamdan banyo­nun kapısından daldı :

du!

- Nasılsın? Banyonun aynasında gözgöze geldik : - Aslan gibiyim . . - Kaçta geldin gece? Sabunlanmaya başladım : - Bilmem! Herhalde on iki falandı! İnandıramadım. - Ne on ikisi? Geldin, ardından saat üçü vur-

Daha lisede. Biliyorum, şöyle eli ekmek tutup da, eve istediği saatte girip istediği saatte çıkaca­ğı günlerin gelmesine can atıyor.

- Yanlış duymuşsun herhalde? .. - Ne yanlışı? Benim yatağımın yanından ge-

çerken şarkı söylüyordun! Salondaki divanda yatar o. Odama onun ya­

tağı yanından geçilir. Haklı. İyice ansıdım. Ger-

Page 148: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

148 KENTE İNEN KAPLANLAR

çekten de yatıncaya kadar şarkı dilimden düşmedi dün gece . . .

- Duydun mu? - Kapıyı açtığını duydum. Daha kapıyı açar-

ken şarkıyı mırıldanıyordun . . . Jilet makinesini aldım elime. Keyfim yerin -

deydi. - Özür dilerim. Uyandırmak istemezdim se-

ni ama, olan olmuş bir kere. Güldü gene. İtibarım gözünde artmış olmalı : - İyiydin dün gece! - Elbet iyiydim. - Ne kadar içtin? - Bilmem. Saymadım. - Sallanmıyordun ama .. . - Niye sallanayım ? Bulamadı karşılığını. Güldü : - Çok hoştun dün gece. Gülüyordun hep.

Açılmış mıyım diye baktın ... - Peki. Bırak da traşımı bitireyim. Aynadan gittiğini gördüm. Jilet makinesini, temizlemek için, traş tasına

her batırışımda şarkıya başladım yeniden : I ıove Paris . . . Annemle ikisi kahvaltı masasına oturmuşlar,

çayları boşaltmışlar . . . Şarkı söyleyerek içeri gir­dim. Yerime oturdum.

Annem hiç sebebini aramadı sevincimin. Yü­züme baktıkça onun da yüzünün güldüğünü görü­yordum. Kardeşim illaki öğrenecek!

- Abi, nerelerdeydin dün gece? - Hiç, Nihat'la beraberdik!

Page 149: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GECENİN ŞARKISI 1 49

Nihat, evdekilerin tanıdığı yakın bir arkada­şım. Şarkıyı mırıldanıyordum hala! I ıove Paris . . . Dün gece, aklıma geldikçe güleceğim geliyor. Ni­hat'la beraberdik. Önce bir lokantada oturduk, iç-­tik. Niyetimiz bir iki kadeh içip karşılıklı laf at­maktı başlarken. Sonra ben bir kadeh daha de­dim. Bitti. Bu sefer Nihat birer kadeh daha dedi. Lokantadan çıktık. Saat hala on buçuk. Ben erken dedim. Nihat erken dedi. Şöyle bir faytonla Kor­don'a kadar uzanalım dedik. Ordan Sibel'de kim var kim yok bakalım dedik. Biraz oturduk. Der­ken, baktık masamızda iki kadın. Onlar şampanya içiyor, biz rakıya devam. Dans ediyor, kaşını gö­zünü yara yara Fransızca konuşuyoruz.

Kadının yanağı yanağımda, kulağımın dibin­de orkestraya uyarak şarkı söylediğini hatırlıyo­rum :

I love Paris in the springtime Soruyorum : - Yeni mi bu şarkı? - Yoo! Ama yeni sayılır. - Çok güzel! Çok sevdim. Sözleri nasıl? Kulağımın dibinde mırıltısına devam ediyor : - Dinleyin :

I ıove Paris in the . . .

Şarkıya katılıyorum :

- I ıove Faris . . .

Yanağını yanağımdan ayırıp, yüzü yüzüm hi­zasında, dudaklarıma bakıyor :

- N on Pari! Peris.

Yineliyorum :

Page 150: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

150 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Non, diyor gene. E ile A karışığı bir Peris deyişi var ki, onu büsbütün güzelleştiriyor.

Söylemeye çalışıyorum. - Tamam! diyor, bu sefer Türkçe sevimli ka­

çan bir şive bozukluğuyla. Şarkının gerisine geçi­yor : In the springtime.

Şimdi de springtime demekte güçlük çekiyo-rum.

- İngilizce hiç bilmem, diyorum. - Öğretiyorum işte! Öğrenin. Danstan sonra yerlerimize dönüyoruz. Şarkı,

kadının, arkadaşımın, arkadaşımın yanındaki ka­dının, benim dilimizde hala. Kadehlerimize el atı­yoruz. Kadehimi yerine bırakırken soruyorum :

- Ne demek sözleri? Kadın açıklıyor : - Paris'in baharını severim. Güzünü severim.

Böyle gidiyor işte . . . Ne güzel şey şu şarkılar! Bütün dillerden gü­

zel! Birbirimizin dilinden iyi anlamasak da zarar yok. Şarkılar imdada yetişiyor!. . Şarkı söylüyor, pekala anlaşıyoruz işte. . . Bir ara bütün salonun şarkıyı bir ağızdan söylediğimi ansıyorum.

Çayımı karıştırırken şarkı gene dudaklarım­da :

I love Paris in the . . . Kardeşim atıldı : - Yeni! mi öğrendin bu şarkıyı? Kadının söylediği geldi aklıma : - Yoo! Ama yeni sayılır ... - Senden ilk bu sabah duydum .. . Şarkıya başladım :

Page 151: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

GECENİN ŞARKISI

I ıove Paris in the . . . - Güzel değil mi? __. Pari değil Peris.

1 5 1

- Tamam, dedim. Yanlış söyledim. Fransız­cadan dil alışkanlığı ne de olsa! Peki, sen nereden biliyorsun?

Elini sallayarak güldü : - Ohooo! Hani bu şarkı çıkalı! Eskidi ner­

deyse! Plağını üç aydır Erol'larda çalıp duruyo­ruz . . .

Şaşırdım : - Sahi mi? - Sahi tabii. Bütün İzmir biliyor. Keyfim kaçtı. - Ben daha dün gece duydum. Övünüyordu adeta : - Tabii. Nereden duyacaksın? Bir yere çıktı­

ğın yok ki! Her gece evdesin ... Dalgınlaştım. Annem söze karıştı : - Haklısın. Yorgun geliyorsun. Geceleri an­

cak dinlenmene yetiyor. Şarkıların peşinde dola­şacak vaktin yok senin.

Kardeşime baktım. Tam, pikaplarla, radyo­larla uğraşacak çağı. Onun yaşında yatılı okulda sandalyelerle dans ederdik. Nasıl da yetkiliydi bu konuda :

- Arada bir çıksan, hepsini duyarsın. Daha ne şarkılar var ...

Hüzünlendim.

- Görüyor musun? dedim anneme. Şarkılar çıkıyor, eskiyor, haberim bile olınuyor ...

Page 152: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 5 2 KENTE İNEN KAPLANLAR

Yemek odasının penceresının dışında gene o yumuşak sabah aydınlığı. .. Gittikçe aklaşan mavi gök... Ne tuhaf! Şarkıyı duyamıyordum artık! Duysam da öyle hafif, öyle belirsizdi ki. . .

1 95()

Page 153: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

K A1 Y B O L A N

ERKEK kapıyı açtıktan sonra geri çekildi. Geç­mesi için karısına yol verdi.

Ellerinde küçük yol çantaları, bavullarıyla eve girdiler.

Bir tuhaftı evin içi. On gündür insansız kal­dığını belli eden bir hava, bir yabancılık kokusu sinmişti her köşesine.

Kadın salonun bahçeye bakan pancurlarını açtı. Nisan başlarında bir ikindi üstünün hızı geç­miş güneşi eşyayı aydınlattı.

- Şu hale bak, dedi. Dört bir yan toza bulan­mış. Ev bu durumdayken imkanı yok rahat ede­mem. Hemen kolları sıvamam gerek.

Erkek salondan yemek odasına geçti. Odanın pancurlarını açarken karşılık verdi :

- Gelir gelmez iş çıkarma başına Allahaşkı­na. Bir nefes alalım da sonra.

Kadın pardesüsünü çıkarıp astı. Sobayı yak­mak için hazır lığa başladı.

- Ev berbat olmuş! İyi ki döndük! Beş on gün daha kalsak kim bilir ne duruma gelirdi? ..

Erkek yöresine baktı bir daha. Bu ev, terte­miz, sıcacık, pırıl pırıldı her ansıyışında. Şimdi ise, bu durumuyla bütün eşyaları çok eski bir za-

Page 154: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

154 KENTE İNEN KAPLANLAR

mandan kalmış gibi yabancı, anlamsız, soğuk ge­liyordu ona.

Karısı bir sepet odunla geldi : - Ben bayağı yadırgadım evi! Sen? Yardım için karısına yaklaştı : - Ben de. Sanki hiç oturmamış gibiyiz bu­

rada . . . Az sonra sobanın yakılması, salonun, yemek

odasının, mutfağın pancurlarının, perdelerinin açılması bitti. Günlük yaşayışlarının yıllardır alı­şık oldukları ışığı kapladı evin içini. Sobanın çıtır­tıları başladı.

Erkek : - Akşamı düşündün mü? dedi. Ne yiyeceğiz? Kadın : - Bilmem ki? dedi. Hiçbir şey yok evde! Bir

şeyler al gel istersen. - Ne alayım? Söyle de ona göre. Bilirsin çar­

şı işine hiç aklım ermez.

Kadın, mutfaktan alıp geldiği fileyi erkeğin eline tutuşturdu :

- Mutfak bomboş. Bu saatte ne bulursan al. Pirzola, ekmek, peynir, yumurta, marul, limon, ne bulursan al işte. Fileyi doldur. Ben de evi topla­yayım. Sen yokken daha iyi çalışırım.

Erkek, elinde file çıktı. Kadın çarçabuk te­mizliğe girişti onun ardından. Salonun, yemek odasının tozunu aldı. Süpürdü. Mutfağın fayans­larını sildi. Çantaları açıp kirlileri ayırdı.

Erkek bir saate yakın bir süre sonra, güneşin kavuşmasına yakın döndü. Fileyi, aldıklarını,

Page 155: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

K A Y B O L A N 155

mutfaktaki masanın üstüne bıraktı. Kadın geldi. Fileyi boşaltmaya, gelen paketleri açmaya başladı. Pirzolayı, peyniri, limonları, yumurtaları, derken pirzola paketine benzer başka bir paketi ayırdı. Eliyle yokladı. Burnuna götürdü :

- Bu ne? Erkek : - O mu? dedi yaklaşarak. Ciğer aldım. Ke-

diye. Kadın paketi masaya bıraktı : - İyi düşünmüşsün. - Nerelerde? - Ayvaz mı? - Ayvaz tabii! . . - Çıkar gelir herhalde. Erkek mutfak penceresinden yan yan dışarı

baktı : - Hiç mi görünmedi? - Görünmedi.

Adam bu sefer mutfağın bahçeye açılan ka­pısını açıp çıktı. Seslendi :

- Ayvaz! Ayvaz, gel, pisi pisi . . .

Bahçeyi seslene seslene dolandıktan sonra mutfağa döndü. Öteberiyi dolaba yerleştiren karı­sının yanında durdu :

- Merak, etmiyor musun?

- Etmez olur muyum? Ediyorum ama, bu mevsim onların hovardalık mevsimi. Evde dur­mazlar pek. Gelir nerdeyse, diyorum.

Adam, gözleri mutfak penceresinden dışarda, mırıldandı :

Page 156: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 56 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Tuhaf! Her gelişimizde, sinemadan, gezin­tiden dönüşümüzde kapıda ayaklarımıza dolanır­dı. Böyle görünmeyişi tuhaf gelmiyor mu sana?

Kadın marulları yıkamak için musluğa yak­laştı :

- Tuhaf olmasına tuhaf tabii! Ayvaz hiç ge­cikmezdi. Ama on gündür hayvan yalnız. Elbet bir başının çaresine bakmıştır. Benim nerelerdey­se çıka gelir gibime geliyor . . .

Adam karısına döndü yine : - Biliyor musun? Hiç iyi yapmadık hayvanı

öyle ortada bırakıvermekle. Hiç değilse komşula­ra emanet edecektik. On gündür hep sana sora­caktım. Canın sıkılmasın diye anmadım. Başına bir şey gelmesin hayvanın?

- On günde ne gelecek başına? Bir yerlerde takılmış kalmıştır herhalde. Şimdi neredeyse çı­kar gelir . . .

Adam sıkkın, somurttu : - Gelecek olsa gelirdi! Nafile! Bana gelmez

gibi geliyor . . . Kadın ortadan yarıya böldüğü iki marulu,

yapraklarını aralayarak, musluğun altında iyice yıkadı. Büyük bir tencereyi suyla doldurup ma­rulları içine bastırdı. Tencereyi kaldırdı. Kocasına döndü :

- Kocaman çocuksun sen! Hep üzüntü arar-sın.

Sonra da kocasını elinden tutup mutfaktan dışarı çıkardı :

- Hadi, yardım et de bavulları yukarı çıka­ralım. Bu patırdı kalksın.

Page 157: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

K A Y B O L A N 1 57

Salondan üst kata çıkan merdiven başında duran iki: bavulu erkek, küçük iki yol çantasını da karısı aldı. Yatak odasına çıkarıp, elbise dolabının önünde yere bıraktılar. Adam karyolanın kenarı­na ilişip oturdu. Kadın pencerenin perdelerini aç­tıktan sonra kocasına döndü :

- Oh! Nasıl özlemişim odamızı!

Gün kavuşmuştu artık. Odanın içi alacaka­ranlıktı. Kocası susuyordu. Gelip kocasının yanın-ı oturdu. Elini omuzuna koydu :

- Sen özlemedin mi? Söylesene! - Özledim elbette! Kadın konuyu değiştirdi : - Kimseyi gördün mü dışarda? - Suat'a rasladım. - N asıllarmış?

- İyilermiş. Yorgun değilseniz akşama ye-meğe bize gelin, dedi. Karısı çokı özlemiş seni.

- Ne dedin? - Sen istersen gideriz, dedim. - Gidelim mi? - Bilmem? Kadın kalktı. Derin bir soluk alarak gerindi . - Öyle yorgunum ki! Gitsek, sofra gürültü-

sünden kurtulurum. Ama şimdi sokağa çıkmak da ayrı dert!

Sokağın ışıkları yandı o sırada. Erkek de kalktı. Pencereye yaklaştı. Kadın elektriği açtık­tan sonra pencere önüne geldi. Perdeleri kapad1. Hala pencerenin kenarından sokağa bakan kocası­nın başını çenesinden tutarak kendine doğru çe-

Page 158: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

158 KENTE İNEN KAPLANLAR

virdi. Ellerini alıp, kendi beline doladı. ·Adamın göğsüne iyice sokuldu.

- Biliyor musun? dedi, tatlı bir sesle, bir haftadır çok yorulduk! Bittim akrabadan akraba­ya, tanıdıktan tanıdığa koşmaktan! .. Şu saati öyle özlemiştim ki! N'olursun üzme kendini . . .

Sarmaş dolaş, öylece bir iki adım atıp yatağın kenarına iliştiler yine.

. ' şıne. Canım iyice sıkıldı şu Ayvaz'ın gelmeyi-

Hadi unut onu artık! Nasıl olsa gelir. Bir şey olmamıştır merak etme. Kediler yedi canlıdır derler.

Adam karısının saçlarını okşuyordu yavaş yavaş.

- Sanmam! Gelse gelirdi . . .

Kadın, kocasının dudaklarına hafif bir öpücük kondurdu. Gözleri ışıl ışıldı :

� Canım, dedi. Ne iyisin! Daha uzun bir öpüşü denediler. Sonra birbiri­

nin yüzüne bakakaldılar bir süre. Kadın toplanan etekliğini eliyle düzelterek kalktı :

- Suat'lara gitmeyelim istersen? - Sen bilirsin. - Canın sıkkın. Bilirim orada da oyalanamı-

yacaksın. Erken yatarız daha iyi. Adam da kalktı : - Fena olmaz. - Hadi istersen bakkaldan telefon et, gel.

Gelemeyeceğimizi söyle. Ben de sofrayı hazırla­yayım.

Page 159: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

K A Y B O L A N 1 59

Alt kata indiler. Adam telefon etmek için çıktı. Yemek odasının önü küçük bir balkona açı­lırdı. Saksıları vardı orda. Kadın sofrayı kurdu. Sonra da on gündür susuz kalan çiçekleri sulama­ya çıktı balkona.

Bitişik evde balkonlarına bakan bir pencere açıldı. Evin kadını pencerede göründü :

- Hoş geldiniz kuzum! Nerelerde kaldınız? - Hoş bulduk canım! - Ne zaman geldiniz? - Biraz önce. Bir iki saat oldu. - Pek yalnız kaldık doğrusu sizsiz. Özlettiniz

kendinizi! -· Biz de sizleri özledik! - Çok kaldınız mı İstanbul'da? - Topu topu on gün işte! Yolu da sayarsan. - Bir şey değil doğrusu. Gezdiniz, eğlendiniz

mi bari? - Yorgunluk işte! Kalabalık, gürültü. İnsan

eğlendiğini anlamıyor ki! . . -- Bizim de niyetimiz var yaza . . . - Daha iyi edersiniz. Biz hiç iyi yapmadık

şimdi gitmekle. Hep soğuk, yağmurlu gitti hava­lar . . .

- Sorma canım! Burada da öyleydi. İki gün-dür düzeldi.

Kadın sözü değiştirdi : - Kuzum bizim Ayvaz gözünüze ilişti mi hiç ? - Niye sordun? - Görünürlerde yok da . . - Üç gün önce gördüm o soğuklarda. - Nerede?

Page 160: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

160 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Kapının önünde. Güneşte büzülmüş titri-yor gibiydi.

Kadın meraklandı : - Hasta mıydı dersin? - Çağırdım. Bir şeyler döktüm yiyecek. Gel-

medi. Hasta olmalı herhalde. - Büsbütün dert oldu içime şimdi. Bir şey

olmasın hayvana . . . Komşu kadın omuzlarını kastı : - Bilmem. Bir daha görmedim. İnşallah ol­

mamıştır! - Geldiğimizden beri meraktayız. Nerede

aramalı bilmem ki! ? - Yaa! Vah vah! - Turgut çok üzülüyor. Ben üzüntümü saklı-

yorum, o biraz rahatlasın diye . . . - Yazık! üzülmeyin, gelir inşallah! Sokak kapısının açıldığını duydu. Kulak ver-

di. Kapının kapatıldığını duydu şimdi de. - Turgut geldi galiba, dedi. İyi akşamlar! İçeri girmek için geriledi. - İyi akşamlar! Komşusu penceresini kapadı. Kadın yemek

odasına girdi. Kocası sordu : - Ayvaz geldi mi? - Gelmedi daha! Kocası başka bir şey sormadı. Kadın yemeği

getirmek için mutfağa gitti. Yemekte, yemekten sonra yatak odasına çı­

kıncaya kadar Ayvaz'ın sözünü açmadılar bir da­ha. Saat sekizi, sekiz buçuğu, dokuzu vurdu. Ka­dın birkaç kez, bir bahane uydurup, mutfağa ka-

Page 161: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

K A Y B O L A N 161

dar, Ayvaz geldi mi diye gidip baktı. Erkek her cigara yakışta, kalktı, bahçeye, balkona açılan ka­pıların önünde durdu. Camlardan dışarıda Ayvaz geldi mi diye arandı. Kulakları sesteydi ikisinin de. Duydukları en küçük gürültüde, ikisi de göz­lerini pencereye dikiyor, Ayvaz'ın sırtını kambur­laştırarak, cama sürünmesini, pencereyi açmaları­nı beklemesini görür gibi oluyorlardı.

Saat dokuzda kadın : - Ben yatacağım, uykum geldi, dedi. Kalktı. Erkek : - Peki, dedi. Beraber çıkalım. Yatak odasının elektriğini açıp kapısını kapa­

dılar. Hiçbir şey konuşmadan pencereye doğru ilerledi ikisi de. Erkek perdeyi ucundan aralayıp bir daha dışarı baktı. Sonra perdeyi elinden bı­raktı.

Kadın çoraplarını çıkartırken : - Haklısın, dedi. Biri eksilmiş gibi sanki ev­

den! .. Erkek pencereden ayrıldı. Ceketini çıkardı.

Sandalyenin gerisine astı : - Aslında da öyle. Üç canlıydık bu evde ... - Çok üzüldüm. Akşamdan beri kendimi zor

tuttum. - Yüzünden, sesinden belliydi. Sen benden

çok severdin Ayvaz'ı. Kadın gece lambasını yakıp elektriği söndür­

dü. Elbisesini iki eliyle eteklerinden tutarak başı­nın üstünden çekip çıkardı. Geceliğini giydi. Ya­tağa girdi.

Page 162: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 6 2 KENTE İNEN KAPLANLAR

- Mutfakta yemeği hazırlarken hep ayakla­rımın dibinde dolaşıyor sandım.

Erkek pijamalarını giyiyordu henüz : - Ben de yemekte masanın altında arandım

hep . . . - Sofrayı kaldırırken, tabakları mutfağa gö­

türürken hep yanım sıra geliyor gibiydi. - Koltuğa, divana bakınca, sanki kıvrılıp

yattığını görür gibi oldum bütün gece ... Kadın yorganı göğsü hizasına çekerek yatağa

yerleşti : - Ben de . . . Çok acıdım. Bir insan kadar acı­

dım . . . Erkek gelip karısının yanına uzandı. Kısa bir

sessizlik geçti aralarında. Az sonra erkek sessiz­liği bozdu :

- Kaç yaşına kadar yaşar kediler? Kadın gözkapaklarını kısarak az düşündü : - Bilmem? dedi. Ama on yıldan uzun yaşar-

lar herhalde. İkisi de yine daldılar. Erkek : - Öyle ya, dedi, on onbeş yıl yaşarlar ... Kadın yineledi : - Herhalde! - Ayvaz daha altı yaşındaydı! - Vakitsiz ölebilir! Ama belki de ölmemiştir. Kısa bir sessizlik daha geçti aralarında. - Kimbilir? dedi erkek. Orasını hiç bilmeye­

ceğiz. Cins kediler ölüsünü göstermez ... Karısının üstünden uzanıp gece lfımbasını sön­

dürdü. 1 956

Page 163: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BUNLAR HEP ANI OLACAK

194 . . . KIŞINDA kahverengi yün eldivenlerim var­dı. E . . . pazarında bir köylüden seksen kuruşa satın almıştım. Benim iri, kemikli ellerimi bütün kış sı­cacık tuttular.

O kış İsmet Paşa mahallesinde üç kişi bir oda kiralamıştık. Yere serili üç yatağı ancak sığardı. Öyle soba moba ne gezer! Ayda on sekiz lira kira verir, her aybaşı bu küçücük odanın on sekiz lira nesine diye şaşardık. Fakat doğrusu fazla hayıf­landığımız da yoktu. Ömrümüzün sonuna kadar o odada oturacak değildik ya... Yalnız arada sırada küçüklüğü neyse, bari her yanı böyle kalbur gibi olmasa derdik. Sanki Çanlprı dağlarından kalkan rüzgarlar o hızla soluğu bizim odada alırlardı. Pencere kenarlarını kağıtla sıvamıştık. Ama ne de olsa ahşap ev, soğuk, ne yapsak girecek bir yerini bulurdu. İnsan sabahları evden çıkarken ısınmaz­sa, bütün gün ısınmazmış derler. Doğru olacak. Zaten yediğimiz, içtiğimiz neydi sanki? Benim gi­bi yirmi beş, otuz liralık geliriyle okuyan bütün Üniversite öğrencileri bilir : Sabahları çay, simit ; öğleyin üçüncü sınıf bir lokantada az pilav, kuru fasulye; akşamları da çorba, ıspanak, hazan da

Page 164: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

164 KENTE İNEN KAPLANLAR

hoşaf. Buna benzer ödemesi 17,5 yahut 22,5 kuru­şu geçmeyen cinsten yemekler. İnsan nasıl üşü­mesin?

Fakat o kış, önceki kışlardan daha az üşüdüm. Burnum, kulaklarım donuyordu. Fakat ellerim hiç donmuyordu. Ellerimi ceplerime bile sokmuyor­dum. Fakülte, odadan yirmi dakika sürerdi. Yol­da giderken hep düşünürdüm : Ellerimin donma­masını eldivenlerime borçluyum. Sonra iki elimi birleştirir, soluğumun bütün sıcaklığını avuçları­mın içine hohlardım. Yün eldivenlerimin örgüleri arasından tatlı bir sıcaklığın, ta bileklerime, dir­seklerime kadar yürüdüğünü duyardım ... Arka­sından soluğum yavaş yavaş buğulanır, eldiven­lerimin üstünde çiğ tanecikleri gibi küçük, parlak damlacıklar belirirdi. Kış güneşi o küçük damla­cıkların dünyasında, sanki ayna kırıklarına düş­müş gibi, ışır dururdu. İçimi bir sevincin sardığını duyardım. Ah, bunda sevinecek ne var demeyin. İnsan on dokuz yaşında olduktan sonra sevinme­sine sebep mi arar?

Hem bana memleket sevgisi sanki o yün eldi­venlerden geçti. Bilek yerine gelen beyaz halka­nın üstüne işlenmiş çiğ yeşil, pembe çiçeklere bakardım. İçimden bir coşkudur taşar, o eldiven­leri ören vatandaş kadına mektup yazacağım ge­lirdi. Ne temiz, ne arı beğeniydi o! O kadın bu renkleri, bu çiçekleri belki de hiç düşünmeden, tadına varmadan yan yana getirir örerdi. Anası ona öyle öğretmişti de ondan. Bitkisel boyalar alış­kanlıkla kaynatılır, yün külfet diye eğirilirdi. Ama ben o renklerde yurdumun bayırlarını boylu bo-

Page 165: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BUNLAR HEP ANI OLACAK 165

yunca uzanmış görür, kırda gelişmiş vatandaş gönlünün açıklığını okurdum.

Üç kişi bir oda kiralamıştık, dedim. Selim'le, Asım, benden bir sınıf ilerdeydiler. Selim E. . .'den komşumuz olurdu.. . Asım'la liseden arkadaştık. Akşamları hazan pastanelerde ders çalıştıktan, ba­zan kahvelerde oyalandıktan sonra, eve döner: acele soyunup yataklarımıza girerdik. Canımız hemen uyumayı hiç istemezdi. Ev sahibi arada sı­rada sobasından çıkan ateşi bir mangala doldurur, kapımızdan uzatıverirdi. Ne güzel hediyeydi o ! . . O küçük mangalın gelişinden sonra, başkaları ne söylerse söylesin, kendimi ev sahiplerinin iyi in­sanlar olduğunu bütün dünyaya karşı savunmaya hazır duyardım.

Bir kez hiç unutmam, Selim'le yarım kilo el­ma, üç tane portakal alıp eve gelmiştik. Asım ya­tağı içinde kitap okuyordu. Oda ev sahiplerinin verdiği mangalla ısınmıştı. Selim'le mangalın ba­şına oturduk. Elmaları, portakalları soyduk. Ka­buklarını da ateşe attık. Kağıtlı olduğu için, pen­cereleri hiç açılmayan odanın havası yalnız kapı­dan değişirdi. Yanan kabukların güzelim kokusu az sonra odayı kaplayıverdi. Yarabbi, elma kabu­ğu ne güzel kokarmış da bilmezmişim! O güne kadar hiç mi farkına varmamışım! Bendeki keyfi görmeliydiniz. Belki kırk kez, "Bak Selim", de­dim, "ne güzelı kokuyor", "Duyuyor musun ama?", "Asım sen de duyuyor musun?"

Selim her söyleyişimde, "Sahi, sahi" demekle, yahut başını eğmekle karşılık verdi. Ah canım Se-

Page 166: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

166 KENTE İNEN KAPLANLAR

lim'ciğim, ne şeker çocuktu! Asım bir seferinde "hı. .. " diye bir ses çıkardı. Sonra, "Yeter, yahu, dedi; anladık! Daha ne kadar söyleyeceksin?" Asım benden dört beş yaş büyüktü. Böyle şeyler onu ne diye sevindirsin? O benim her halime ço­cukluk derdi. Hoş şimdi böyle birini görsem ben de aynı şeyi söylerim.

Bazan pastanelerdc oturacak paramız olmaz­dı. Erkenden eve gider yatakların içinde okumaya dalardık. İkisi ders kitaplarından, notlardan başka bir şey okumazlardı. Ben ne zaman elime bir ders kitabı alsam arkasından hemen düşlere dalardım. Sınavlar yaklaşıncaya kadar saatte bir sayfadan fazla okuyabildiğimi hiç bilmem. Onlar sayfaları arkası arkasına çevirirken, ben, ya yazacağım şiir­leri, hikayeleri düşünür, ya da sevdiğim cinsten kitaplar okurdum. Romanlar, şiir kitapları, bunla­ra benzer şeyler .. Yorganı göğsümün üstüne kadar çeker, bir elimi yorganın içinde ısıtırken öbürüyle dizlerim üstündeki kitabı tutardım. Bazan öylesi­ne dalardım ki, dışarda kalan elimi adamakıllı do­nuncaya kadar değiştirmeyi unuturdum. İncil elimden düşmezdi. O kış İncili yanımdan hiç ayır­madım. Her dakika açıp okuduğum halde gene de Luka'yı bile biteremedim. Bir iki satır okuyunca sarhoşa dönerdim. İyice coşar :

- Selim bak, ne güzel, derdim : "İyi adam iyi hazinesinden iyi şeyler çıkarır. Kötü adam kötü hazinesinden kötü şeyler çıkarır. Zira ağaç mey­vesinden tanınır." Ya da : "Dar kapıdan geçmeye çalışınız. Zira helaka götüren yol geniştir."

Page 167: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BUNLAR HEP ANI OLACAK 1 6 7

Selim, güzel, der susardı. O benim kırılmamı hiç istemezdi. Ama Asım bilmem kaçıncıdır oku­duğu Devletler Hukuku'nu bir yana bırakır :

- Ulan, derdi, sen ne zaman ders çalışacak­sın? Böyle zırvaları bırak da oğlum, eline doğru dürüst bir kitap al, çalış! . .

Sonra Selim'e döner : - Sen de bunun her yaptığına güzel demese­

ne be! Söylesene çalışsın. Babasına yaz. Adam bu­na ne diye para gönderiyor'?'

Selim'le ben gülerdik. İncil'den yeni bir parça okuyarak karşılık verirdim : "Kır zambaklarına bakınız. Ne çalışırlar ne iplik bükerler. Süleyman bile cümle daratıyla ... "

Asım gene kitabını alırdı : - Haziranda sorarım ben sana! Sen o zaman

görürsün gununu. Serseri kerata! Arkasından bir kahkaha atar : Selim, derdi, kır zambağına bak!

Çok geçmez kitapları kapar, çeneye dalardık. Hep gelecekten konuşurduk. Selim beş yıl sonra avukat olur, E. . . 'de yazıhane açardı. Hanım ha­nımcık bir kızla evlenirdi. Pazar sabahları, yalı­daki evlerinin balkonunda karısı sabahlığı, o pija­malarıyla karşılıklı otururlardı. Ne sıcaktır, derdi, bilirsin ya? Ben yediğim o yağsız yemekler canı­ma işlemiş olacak ki, hep tatilde anneme yaptıra­cağım yemeklerden sözederdim. Asım'ın bu türlü düşünceleri yoktu. Hep o gün geçen şeylerden ko­nuşurdu. Fakültedeki kızlardan, falan. Selim'le ben ona şaşardık. O kadar çalışması arasında ne yapar yapar, küçük küçük serüvenlerin yolunu bulurdu.

Page 168: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

168 KENTE İNEN KAPLANLAR

Oturduğumuz evin alt katını bir terzi kirala­mıştı. Karısı genç, güzel bir kadındı. Sıralı sırasız ev sahiplerine gelir gider, sık sık merdivenlerde karşımıza çıkardı. Fıkır fıkır bir şeydi. Hani er­kek görünce gözleri parlayıveren kadınlardan. Terzi biraz: yaşlıcaydı amma iyi adamdı. Ne zaman bizi görse hal hatır sorardı :

"Okul nasıl, küçük beyler?" "İyi," derdik, "çalışıyoruz.' "Çalışın, çalışın" derdi, geçerdik. Bu kısa ko­

nuşma öylesine gönlümüzü alırdı ki. . . Ne çare, da­ha ucuza çıktığı için elbiselerimizi her tatil E .. . 'de diktirirdik.

Terzinin karısı hangimize daha çok bilmem, fakat üçümüze de yüz verdi. Asım bir gün merdi­venlerden inerken haberi yokmuş gibi kombine­zonla odasından çıkmış, Selim'le bir gün sokakta karşılaşınca, tuhaf tuhaf haller takınmış. Benden bir gün roman istedi. Verdim. Durup dururken ar­kadaşsızlıktan sıkıldığını söyledi. Halk sinemasın­da çok güzel bir Arap filmi varmış. Daha gideme­miş. Gitmek istiyormuş . . .

Üçümüz de kadınla başka türlü bir bağlantı kurmaya yanaşmadık. Asım'ın belki uzun işlerle uğraşmaya vakti yoktu. Selim daha çok adamı dü­şünüyordu. Zavallı akşamları içiyordu -Sanki ne diye her akşam içiyordu?- Gelgelelim karısına öyle düşkündü ki. .. Kıyamıyordu. Bana gelince, o yaşlardayken bir kadının beni sevebileceği aklım­dan bile geçmezdi. Ne diye sevsin? Herkesten ne farkım vardı sanki? Aşkın dışında bir kadınla cin­sel ilişki kurmayı ise hiç mi hiç düşünmezdim.

Page 169: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BUNLAR HEP ANI OLACAK

Bahara doğru üçümüz başka bir odaya taşın­mıştık. Çıktığımız odaya fakültenin yedi yıllık öğrencisi olan biri taşındı. Kadını bir gün onunla sinemada gördük. Kahvede şurda hurda kadınla evde yaptıklarını herkese anlatıp duruyordu. Se­lim'le Asım anlattıklarına içerlemiş olacaklar, bir gün hiç yoktan kavga çıkarıp oğlanın ağzını bur­nunu bir güzel dağıtıverdiler.

Fakültede bir de kız arkadaşım vardı. Kori­dorlarda, bahçede uzun uzun konuşurduk. Güzel, vazolardaki pahalı çiçekler gibi ince bir kızdı. Et­ten kemikten değilmiş gibi gelirdi bana. Galiba ona tutkundum. Şimdi ansıdıkça onun daha o yaş­ta kadınların bütün oyunlarını bildiğini görüyo­rum. O kaçmalar, kovalamalar, kışkırtıcı hareket­lerin hepsi onda da vardı. Bir gün konuşmamız bitmemişti. Fakülteden çıkıyorduk. Yolda kendi­sine arkadaşlık etmenin gerektiğini düşündüm. Fakat o kapıda sıkılarak benden ayrılmak istedi. ·o vakit üstüne başına baktım. Çok şıktı. Ne kadar olursa o kadar şık. Bense eski kısa pardesüm, pa­çaları dağılmış pantalonum, kapalı yün kazağım, kahve rengi yün eldivenlerimle onun yanında gü­lünçtüm. Utanarak yanından ayrıldım. Ne kızmış­tım, ne de gücenmiştim. O günden sonra bir şey sezdirmeden ona görünmemeye çalıştım. Ondan sonraki düşlerim arasında kat kat elbiseler de vardı. Dünyada giyinmek diye bir şey olduğunu o olaya kadar hiç düşünmemiştim. Aşk da, rahatlık da önümde, kendiliğinden geliverecek bir dünya­da, beni bekliyordu. Yalnız çalışmam, daha çok çalışmam gerekti.

Page 170: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

170 KENTE İNEN KAPLANLAR

Sahi, şimdilerden çok daha sıkıntılı günler ge­çirdik. Bir sefer Selim'le birine on lira borç ver­miştik. Çocuk borcunu gününde getirmedi. Havale de postadan bir türlü çıkmıyordu. Beş parasız kal­mıştık. Borç isteyebilecek kimsemiz yoktu. Bula­bildiğimiz elli altmış kuruşla iki kişi gün geçiri­yorduk. Bir gün, hala gözümün önündedir, Anka­ra'mn soğuk, kapalı havalı günlerinden biriydi. Selim'le yirmi beş kuruşumuz vardı. Onu da bula­na kadar sabahtan beri dolaşmıştık. O dönemde Postahane caddesinde bir yoğurtçu dükkanı vardı. Oraya gittik. Bir kilo ekmek 9 kuruştu. 10 kuruş­luk da pastırma istedik. Dükkanın arka bölümün­deki masalardan birine oturup yedik. Selim yaşı büyük olduğu için olacak sıkılıyordu. Ben hiç. ora­lı değildim. Yoğurtçuda çalışanlar bu türlü karın doyuranları o kadar çok görmüşlerdi ki, durumu­muzu hiç yadırgamadılar. Pastırmayla payıma dü­şen yarım kilo ekmeği yeyinceye kadar garsonluk yapan çıraktan üç bardak su istedim. Çenem de hiç durmadı. Anlattım durdum. Ekmeğimizi fur­dalarına kadar yeyip bitirdikten sonra çıktık. Ka­lan 6 kuruşla yarım paket ikiz cigarası aldık. Bi­rer tane yaktık. İyice keyiflenmiştim :

- Selim, biz seninle okul arkadaşıyız, dedim. Yıllarca sonra bunlar hep anı olacak, ben de

Selim de paraya, üne kavuşmuş insanlar olacak­tık. Birbirimizden uzakta da olsak, birimizin adı geçti mi, "Benim okulda en iyi arkadaşımdı" diye­cektik. Beraber geçirdiğimiz günleri anlatacaktık. Sanki bu sıkıntıları olmasa başarımızın herkesin­kinden ne ayrılığı kalırdı? Zeki, çalışkan çocuk-

Page 171: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BUNLAR HEP ANI OLACAK 1 7 1

lar değil miydik? Başarı kazanmak her çalışanın hakkıdır, demiyorlar mıydı? Elbet de kazanacaktık.

Bütün o üçüncü mevkilerde iki gün üstüste süren tren yolculukları, peynir ekmek yiyerek yattığımız geceler, tiril tiril titreyerek donduğu­muz günler, gün doğmadan kalkarak pastanelerde, parklarda ders çalıştığımız sabahlar, yıkanmaya gidip de sırtımızdan çıkardığımız çamaşırlarımızı kendimizin yıkadığı o dönemler; o saatlerin, o çev­relerin iyili kötülü insanları, bize veresiye yemek yedirmeyen bütün yıl alıcısı olduğumuz lokantacı, sık sık değiştirdiğimiz odaların sahipleri, komşu­larımız, günü gelip de önemli birer insan olduğu­muz sıra hakkımızı seve seve bağışlayacağımız anılar olacaktı.

Sanki, dedim, ne diye herkes bu kadar rahatı­nı sever, kendini düşünür? Ne diye ufak bir sı­kıntıya katlanmak istemez? İnsanlar durmadan, birbirinin elindekini kapmaya çalışırlar? Birbirle­rini ezerler? Bu dünyada insanların rahatlarından başka sevecekleri şey mi yok? Gün gelip de yaş­landığımızda, kısacık yaşayışımızı ansıymca içinde gönül tokluğunu tanıtlar üç beş pırıltı görmek iç rahatlığı vermez mi insana ?

O yıl nisanın ortalarında bir gün Meclis par­kında Selim'le ders çalışıyorduk. Selim, elini bir akasya ağacının dalına uzatarak kabarmaya baş­layan gözleri gösterdi. Sanki o takvime inanmaz­mış gibi hep ağaçların göz verip vermediğine ba­kardı.

- Bak, dedi, gözler var. Kış çıkıyor ama sı­navlar da yaklaşıyor.

Page 172: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 7 2 KENTE İNEN KAPLANLAR

Haziranda Asım'la ikisi fakülteyi bitirdiler. Ben de son sınıfa geçtim. Sınavların bittiği gece bir lokantaya gidip içtik. Sonra da bara gittik. Hayatımda ilk defa olarak rakı içiyordum. Sar­hoşluk hali hoşuma gitti. İnsanda çekingenlikten, sıkılganlıktan eser kalmıyordu. Daha rahat konu­şuyor; kadınlara istediğini söyleyebiliyordu. Yal­nız içimde tuhaf bir sıkıntı vardı. Kendimde bir değişme başladığını duyuyor, bu değişmeden hoş­lanmıyordum. Öyleme geliyordu ki, terzi komşu­muz gibi ilerde her akşam içeceğim. Artık üçümüz ayrılıyorduk. O gece hep birbirimizi mektupsuz bırakmayacağımızı, hiç unutmayacağımızı söyle­dik durduk. Ondan sonra da, bir daha üçümüz bir araya hiç gelmedik.

Dün eskilerim arasında kahve rengi yün el­divenlerimi bulunca bunları ansıdım. O dönemden beri yıllar geçti. Selim'den iki yıldır mektup aldı­ğım yok. Üç yıl önce bir kez karşılaşmıştık. Asım'ı hiç görmedim. O yıllardaki sıkıntılarımızın hepsi geçti denemez. Eskilerin yerini şimdi yeni ihtiyaç­lar aldı. Asım evlenmiş. Karısı öğretmenmiş. Ge­çimi fena değil diyorlar. Selim şimdi Balıkesir'in bir ilçesinde savcı. Hala evlenemedi. Aldığı aylı­ğın yarısını ailesine gönderiyor. Ben bir bankada çalışıyorum. Edebiyata gene hevesim var, ama, vakit bulamadığım için pek uğraşamıyorum. Fa­kültedeki kıza gelince, iki yıl önce gazetede tanın­mış bir tüccarla evlendiğini okudum. Zaten onun için güçlük yoktu.

1 946

Page 173: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM

I

KAÇ GÜNDÜR, bağımızın bir ucundaki . ceviz ağa­cının gölgesinde, elimde yarım kiloluk Borçlar Hu­kuku, o yılın konularını bitirdim bitireceğim diye, canım burnumdan gelmişti. Bir yere gelmiş dur­muştum artık! Ondan ötesi boş yere kendimle cenkleşiyordum. Sayfalar şöyle dursun, sabahtan akşama kadar satırlar ilerlemek bilmiyordu. Oy­saki cevizlerin iç tuttuğuna bakılırsa yaz geçi­yordu.

Bıkmıştım artık! Bağlamlardan, karşılıklı üs­tenmelerden, üçüncü kişilerden, haklı haksız her türlü mal edinmeden . . . Bana ne bu bir yığın ne ol­duğunu anlamadığım, karışık, dolambaçlı işten! Ben henüz yi,rmi yaşındaydım .

. Kimseyle bu türlü , alışverişim yoktu. Kimsenin üstenmesi, girdisi çık­tısı, alacağı borcu ile uğraşmak istemiyordum. Herkes ne hali varsa görsün. Tek beni, şu dünya­da üç beş günlük ömrümü gönlümce yaşamakta rahat bıraksın da. Zorla değil ya! Kodamanlıkta, zenginlikte gözüm yoktu benim! Sevdiğim bir kız vardı. Sevdiğim iki üç insan vardı. Ötesi neyle olsa karnım doyuyordu. Üst-başa aldırdığım yok­tu. Şiir, şarkılar, parklarda güneşlemek, yağmurlu

Page 174: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 7 4 KENTE İNEN KAPLANLAR

havalarda sinemaya gitmek, buna benzer en ucu­zundan payıma düşen mutluluklar sarhoş ediyor­du beni. Yaz aylarını seviyordum. Kışı, baharı se­viyordum. Arayınca sevmediğim, sevemeyeceğim günü yoktu bu dünyanın! Oysaki yaz geçiyordu . . .

Bağımıza bir saat uzakta deniz vardı. Bağı­mız tepede kalırdı. Kitabımdan başımı kaldırıp baktım mı, bağımızla deniz arasında kalan kasa­banın damları üzerinden, mavi, masmavi bir ka­nat hafifliğiyle sürünüp geçer, uçar gibi uzanan denizi görüyordum. Durmadan beni çağıran bir görünüşü vardı. Uzun yaz günü bütün aklım va­dinin o ucunda yazı kaygısız geçirenlere, denize kaçıyor, satırlar gözümün önünde silinip karınca­lanıyor, ne kadar zorlasam sonunda gene de oku­duğumu anlayamıyordum.

Akşama doğru cevizin altında kitabımı kapa­tıp, uzandığım şezlongu sırtlayınca aklıma koy­dum : Ertesi sabah dersi, sınavı, şunu bunu bir yana bırakıp, ne olursa olsun denize gidecektim.

Cevizin altından o niyetle ayrıldım. Bağ kule­sine yaklaşırken, kulenin yöresinde akşam işlerine dalmış oyalanan bizimkileri gördüm : Annem ku­lenin güneyini gölgeleyen bademin altına çömel­miş, ineği sağıyor, babam iki adım ötesinde buza­ğıyı tutuyordu. Küçük kardeşim yanlarındaydı. Onun büyüğü, ateş yakmak için, az ilerde kuru bağ çubuğu topluyor, ortanca, kuyudan su çeki­yordu. Benim küçüğüm görünürlerde yoktu. Her­halde içeride sofrayı hazırlıyor olmalıydı.

Annemi, kardeşlerimi ne zaman görsem, hep böyle bir şeylerle uğraşır görürdüm. Kimi su çe-

Page 175: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM 175

ker, kimi sebze ayıklar, kimi yufka açar, çamaşır yıkar . . . Bana da bütün gün cevizin gölgesine uza­nıp kitap okumaktan başka iş bırakmazlardı. Ara­da bir kuyudan iki kova su çekip kendilerine yar­dım edeyim diyecek olsam, "Sen yorulma, dersle­rine bak," diye hemen kovayı almaya kalkarlardı elimden. Bu davranışları beni yük altında bıra­kırdı işte. Bu yüzden bizimkileri görmek beni ol­dum olası yumuşatır. Yapmayı düşündüğüm, o kadar istediğim türlü tasarılarımdan sonunda ço­ğu kimseye söz bile açmadan vazgeçmek zorunda kalmışsam, yüzde yüz, buna sebep bizimkiler. Hepsi birden benim avukat ya da yargıç olacağımı koymuşlardı kafalarına. Kendilerine ileride bir hayrım dokunacağını umduklarından mı? San­mam. Bilirdim ki, ileride de ellerinde olsa yemez bana yedirir, giymez, bana giydirirlerdi. Hem be­nim avukat ya da yargıç olmak isteyip istemedi­ğimi de hesaba kattıkları yoktu. Sadece böyle ol­sun deyip çıkmışlardı işin içinden. Bu yüzden diş­lerinden, tırnaklarından artırdıklarını okul gide­ri diye bana gönderiyorlar, umutlanıyor, sonra da övünüyorlardı. Dedim ya benim avukat, ya da yargıç falan olmakta gözüm yoktu. Ama nasıl der­sin bunu onları;ı? Ben yargıç olmam diyecek ol­sam, düşlerinin orta direğini yıkmış olacaktım adeta. Diyemeyince de sırf onların gönlü olsun di­ye bütün gün kitap elimde, kendimi cevizin altın­da sıkıntıya sokuyordum! Böyle kitabımı bütün gün elimden bırakmadığımı görmek bile onları mutlu kılmaya yetiyordu. İşte durum böyleyken, otuz sayfa okurum diye umduğum koca bir günün

Page 176: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

176 KENTE İNEN KAPLANLAR

sonunda zar zor üç sayfa okuyabildiğimi ansıyınca içim cız etti. Onların bunca iyiliklerine, bunca yar­dımlarına karşılık bütün gün üç sayfa! Bir de kalkmış ertesi gün kitabı bütün bütün kapatıp de­nize gitmeyi düşünüyordum! Adamlık değildi bu benimkisi! Oracıkta kararımdan vazgeçer gibi ol­dum. Ertesi gün sabahtan başımı vurup hiç değil­se elli sayfa okuyacak, bugünün açığını da kapa­tacaktım. Yaz geçerse geçsin! Ne yapalım? . .

Bu türlü pişmanlıkların, sıkıntıların bütün se­vincimi yok ettiği sırada herhalde yüzüm yorgun bir anlam almış olacak. Derken babamla, annem beni gördüler. İkisinin de gözlerinin içi, bütün yüzleri ışıdı. Babam küçük kardeşime :

- Koş, dedi, ağabeyinin elinden şezlongu al. Durgun bir tavırla :

- Ben yerine koyarım, diyecek oldum.

- Olmaz, dedi. Sen yorulmuşsun, dinlen.

Annem söze karıştı : - Yazını bilmedi çocuk. Hiç rahat etmedi.

Ne diyeceğimi şaşırdım :

- Yoo. Neyim eksik! Babam ineğin memelerine doğru atılan buza­

ğının başlığını biraz daha kasarken yüzüme dik­katli dikkatli baktı :

- Başın mı ağrıyor?

Gülümsemeye çalıştım : - Yoo! . . Annem çömeldiği yerde gövdesinin ağırlığını

sağ ayağından sol ayağına aktardı :

Page 177: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM 177

- ' Ağrımaz olur mu? Bütün gün oku oku. Çocuğun başını kaldırdığı yok! Zihin bu. Ne de olsa yorulur . . .

Babam, elinden başka bir şey gelmediği için üzgün, bana :

- İçerde rafta aspirin var. Bir tane alsan, dedi. Sonra anneme döndü :

- Bilmem ki? Bu iş bu kadar mı zor? Ben yargıçları, avukatları görürüm. Bütün gün park kahvesinde tavla atıp duruyorlar. Ben onu rahat etsin diye okula gönderdim. Bizim gibi bütün gün yorulduktan sonra ne anladım ben bu işten! Hiç dinlendiği yok! . .

- Eh, dedi annem, onlar sırasında yorulmuş­lar. Yorulmasalar yargıç olamazlardı. İş bir kere oluncaya kadar. Kolay mı yargıç olmak? Sen niye olmadın?

Babam sıkıntılarımın öteden beri geçici oldu­ğuna inanmak isterdi.

- Bir yılı kaldı. Bir yıl sonra o da rahata erer. Hem sen beni karıştırma! Bizim yetiştiğimiz yıllarda, babalarımızın bizi okula göndermek ak­lına bile gelmezdi.

Anacığım mahzun, içini çekti : - Bir yıl sonra da başka dert çıkar. Kim bilir

nereye atarlar! Hasretlik başlar . . . İşte böyle ... Aralarında ne zaman benden, kar­

deşlerimden konu a�ılsa, ikisinin de gönülleri, di­lekleri bir olduğu , halde biri ötekinin dikine ko­nuşurdu. Babamın iyice canı sıkıldı :

- Ne yapayım? dedi. Söylesene? Neyime gü­veneyim? Çiftliklerime mi? Böyle işte! Güvenecek

Page 178: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

1 7 8 KENTE İNEN KAPLANLAR

yerin olmadı mı çocuklarına da sahip olamazsın! . . Yine bana döndü : Şimdi görmezsem, ne zaman göreceğim ben senin yüzünü doya doya? Kapa şu kitabı da biraz rahat et. Ben hukuku bitirmedim ama aç da kalmadım. Yeter yorulduğun! . .

Sözün burasında : - Ben de yarın denize, teyzemlere gideyim

diyordum, diye kekeledim. İkisinin de bütün yüzleri ışıdı. Babam mem­

nun : - Hah şöyle, dedi. Biraz soluk al!

II

Teyzemler denize yakın otururlardı. Sabah­tan harçlığımı aldım. Bağdan kasabaya, kasaba­dan da bir dolmuşa atlayıp deniz kenarına indim. Limanın iskelesini, yöresini çeviren depoları geç­tim. Liman meydanının kıyısında çocukları görür müyüm diye önce Osman Efendinin kahvesine uğ­radım. Kahvede kimseler yoktu. Osman Efendi sandalyesini kahvenin önüne atmış, heceleye he­celeye il gazetesini okuyordu. Yanı başında dikil­diğimi anlayınca :

- Merhaba! diye başını gazetesinden kaldır-dı. Hoş geldin!

- Merhaba Osman Efendi. Hoş bulduk! . . - Ali'leri mi aradın? Başımı salladım. - Az önce buradalardı. Denize gittiler. Ayrılacak oldum. Önledi :

Page 179: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM 179

- Dur bakalım, nereye? - Çocuklara bakayım. Sonra uğrarım. - Olmaz oyle şey. Dur bakalım bir iki laf

edelim. Günler var görünmedin! Nasılsın? Nere­lerdesin? Otur bir kahve pişireyim.

Osman Efendinin otur bir kahve pişireyim de­mesi olağanüstü bir karşılanıştı. Hiçbir işi olma­dığı günlerde bile, müşterisi olduğumuz halde, ona da, kendimize de kahve çay pişirmek çokluk bize düşerdi. Zaten benim gibi beş on öğrenciden başka gelen olmazdı kahvesine. Bizler de büyük­lerimizle karşılaşmaktan çekinerek başka kahve­lere gidemediğimizden Osman Efendinin kahvesi­ne giderdik. Ne de olsa ulu orta cigara içemeyece­ğimiz yaştaydık. Osman Efendinin kahvesinde kim­se bizim ne yaptığımızı görmezdi. Kahvesinde biz­lerden bir iki kişi buldu mu, bayılırdı aramıza ka­rışıp, dünya siyaseti, Arap tarihi üstüne coşarak konuşmaya. Bir iki dakika için bir sandalye alıp şöyle iliştim :

- Ders çalışıyorum, dedim. Bilirsin. Osman Efendi gazetesini dizi üstünde bıraka­

rak, önce ikiye, sonra dörde katladı. Tabakasını açtı. Her zamanki, yavaş, acelesiz tutumuyla :

- Çalışmak iyidir. İyidir ama dünyayı da başlamamalı. Hırs iyi değildir. Doyacak kadar ça­lışmalı. O kadar. Daha fazla çalışan başkalarının rızkını elinden alır.

Osman Efendiye kısaca durumumu anlattım. - Ben ne diyorsam sen onu dinle. İnsan geçi­

necek kadar çalışmalı. Geri kalan zamanında da ibadet etmeli. Hayır işlemeli. Efendimizin bize ba-

Page 180: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

180 KENTE İNEN KAPLANLAR

ğışladığı nimetlerin kadrini bilmeli. Başka türlü iyi değildir. Şimdi git, at içinden sıkıntıyı. Denize gir. Yorul. Öğle üstü uyu. Gün uzun. Çalışmak için gene de zaman kalır.

Kalktım. Cigarasını sarmayı yeni bitirmü;ti. - Ne o, dedi, gidiyor musun? - Ali'leri bir göreyim, dedim. - Gidersin. Dur bakalım acelen ne? Daha

kahve pişireceğim. Elimi uzattım : - Başka zaman Osman Efendi. Alacağım ol-

sun. Hafif keyfi kaçtı : - Sen bilirsin. Acele etmek iyi değildir. Hadi

bakalım. Madem öyle daha sık uğra ..

III

Limanın gerisine doğru yürüdüm. Limanın yöresini çeviren bir sıra ev, depo arasından geçen kısacık sokaklardan birine saptınız mı hemen li­manın gerisine çıkardınız. Oradan öteye deniz, boş arsalar, bahçeler, tarlalar boyunca uzar gider.

Denize hemen limanın girişindeki boş arsadan girerdik. Deniz orada kumluktu. Yavaş yavaş de­rinleşirdi. Bu yüzden ayaklarınızı korkmadan de­nizin içinde yere basabilir, saatlerce yorulmadan denizinde kalabilirdiniz.

Kıyıda durup çocukları aramama kalmadan denizdeki kalabalık içinden bir elin havada iki yana sallandığını gördüm. Ali'ydi. İbrahim'le be-

Page 181: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM 1 8 1

raberdiler. İkisi yanyana bana doğru yüzüp doğ·­ruldular. Aramızda on beş adım ya var, ya yoktu. Ali saçlarını elleriyle geriye doğru sıvazlarken :

- Soyun da gel, dedi. Vakit geçirme! İbrahim yineledi : - Böyle deniz az bulunur. Oyalanma! İki dakika sonra yanlarındaydım. İkisi birden

çatmaya başladılar : - Nerelerdesin be? - Sorma ... - Ne oldun? Öldün mü? - Bırak şimdi.. . - Cevizin altındasın herhalde? Gülüştük. - Ararsın bu günleri! - Arıyorum zaten! . . Rüzgarsız bir sabahtı. Deniz bıçakla kes de­

dikleri cinsten hiç mi hiç kımıldamıyor. Doya do­ya yüzdük. Çıkıp kıyıda güneşlendik. Sigara içtik. Kıyıdaki atlama kalasının üstünden hevesimizi alana kadar, çıktık çıktık atladık. Geçen kayıkla­ra asıldık. Ta denizin tenhalaştığını, neredeyse bizlerden başka kimse kalmadığını görüp şaşırın­caya kadar . . .

Rüzgar çıkmış, deniş kırışmaya, dalgalar git­gide büyümeye başlamıştı.

IV

Temmuz sonlarının o çekilmez öğle sıcağında, teyzemlerin kulesini kasaba yoluna bağlayan ge-

Page 182: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

182 KENTE İNEN KAPLANLAR

çide sapınca, kulenin gölgesinde uzanmış yatan teyzemlerin köpeği yattığı yerden tembel tembel bir iki havladı. Teyzemle eniştem kulenin yola ba­kan iki kanatlı giriş kapısının kanatlarını ardına kadar açmış, kapının eşiğine attıkları birer şilteye karşılıklı geçip oturmuşlardı.

Eniştem başını uzatıp önce kapının merdiven­leri dibinde yatan köpeğe, sonra da sağ elini göz­leri üstüne siper ederek, gözkapaklarını kısıp kö­peğin havladığı yönden gelenin kim olduğuna bak­tı. Kararsız mırıldandı :

- Mehmet mi o?

Teyzem tıpkı eniştem gibi gözlrnpaklarını kı­sıp elini alnına götürerek kesin bir şey söyleyemi­yeceğini açıkladı :

- Mehmet mi? .. Biraz daha yaklaşmıştım. Eniştem beni iyice

seçmiş olacak ki, önce kesinlik, sonra da, hayretini belirten bir sesle :

- Mehmet ya. Mehmet! dedi. Ta kendisi! . .

Teyzem de önce kesinlik, sonra hayretini be­lirten bir sesle yineledi :

- O ya. O! Ta kendisi! . . Çocukluğumda kendilerini ilk nasıl gördümse,

o gün bugün hiç değişmemişler gibi gelirdi bana teyzemle eniştem. Yaşlıların, daha da yaşlandığı kolay kolay anlaşılamıyor. Yetmişini aşkındı her ikisi de, sanırım. Çocukları olmamıştı. Kış yaz kü­çük topraklarının içindeki bu kulede otururlardı. Altı, yedi tavukları, iki inekleri vardı. Tarlaları­nın kendi yiyeceklerine yetecek kadar bir kısmına,

Page 183: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM 183

buğday, mısır, bostan, biraz da sebze eker, geri kalanını ineklerine otlak olarak kullanırlardı. ·

İhtiyarlar dizlerine dayana dayana doğruldu­lar. Köpek de kalktı. Havlamasını arttırdı. Ses­lendim :

- Bağlı mı? Eniştem seslendi : - Bağlı bağlı. Köpeği tersledi : Sus be uyuz.

Bu kadar yıldır kime havlayacağını kime havla­mayacağını hala öğrenemedin!

Teyzem tamamladı : - Sus be kafir! Köpek, kalktığına pişman, şöyle bir kıvrılıp,

gözleri bende, yine uzandı. Bir iki adım sonra eşikteydim. İkisi birden ellerini uzattılar :

- Hay koca aslanım hay! - Koçum gelmiş! Koca koçum!. . Ellerini öptüm. Sırtımı sıvazladılar. Teyzem

üstelik kucaklayıp birde yanaklarımdan öptü. Eniştem yerine otururken, karşısındaki şiltede ba­na da yer gösterdi. O alaylı Rumeli şivesiyle :

- A be, dedi, nerelerdesin kaç gündür? Koca yaz geçti yüzünü görmedik! Hadi teyzeni, enişteni unuttun diyeyim. Denize gitmek te mi gelmez için­den. Ne biçim gençsin sen? Bütün gençler deniz­de!..

Özürlerimi sıraladım. Teyzem içerden bir şil­te alıp geldi :

- Çalışkandır o! Yargıç olacak o! Ne yapsın denizi?

Teyzem evdekileri sordu. Selamlarını söyle­dim. Eniştem bu beylik selam faslını kısa kesti :

Page 184: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

184 KENTE İNEN KAPLANLAR

- E anlat bakalım! Sabahleyin girdin mi de­nize? Ha, ne biçim, gençsin sen?

- Girdim, dedim kısaca. Eniştem tabakasını açtı. Bir köylü cigarasını

ortasından dikkatle ikiye bölüp bir parçasını ağız­lığına yerleştirdi. Sağ dizini dirseği altına top­ladı :

- Ben genç olmalıydım ki göstereyim sana gençlik nasıl olur. Denizden çıkmazdım. O kısacık mayolu kızlar. O göğüsler. O bacaklar ha? Körpe körpe. Doyulur mu onlara ha? Ne biçim gençsin sen? Ben bu yaşta gözümü alamam.

Güldüm. Teyzem sözüm ona çıkıştı t - Sus adam! İpsiz sapsız söylenme. Sonra sırasını bekliyormuş gibi qana döndü : - Karnın aç mı? Bakma sen eniştenin saç-

malarına! - Aç, dedim. Kadıncağız iyice üzüldü : - Sabahtan niye uğrayıp da görünmedin? Sa­

na piliç keseydim. Bilmem ki ne yapayım? Sana göre yemeğimiz de yok!

Bayılırdı konuk ağırlamasına. Her yıl üç dört kuluçka bastırırlar ama çıkan piliçlerin bir kısmı­nı kedi köpek kapar, çoğunu da gelen gidene kes­tiklerinden bir türlü tavuklarının sayısı onu aş­mazdı.

- Pilice kıymadığın iyi oldu, dedim. Hazır ne varsa yerim.

Teyzem iki dolu kaşık lora günlük iki yumur­ta kırdı. Evde tutulmuş bir kase yoğurt çıkardı. Eniştem de bostandan bir karpuz koparıp geldi.

Page 185: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM 185

Bir de acıkmıştım ki. Değirmen unundan no­hutlu kocaman üç dilim ev ekmeğiyle önümdeki­leri sildim, süpürdüm. Yemekten sonra eniştemle teyzeme birer birinci verdim. Karşılıklı cigarala­rımızı yaktık.

Eniştemin, her gelişimde yinelediği bir soru vardı :

mı? - Sen şimdi ne olacaksın? Yargıç mı, avukat

Ben de her zaman aynı karşılığı verirdim : - Eh işte. Öyle bir şeyler . . . - İyi. İster yargıç ol, ister avukat. Yazları

eniştene gelirken birer paket cigara getir, yeter. Bu her uğrayışımda yinelenen konuşmanın

burasında teyzem, sahne oyuncusu gibi kendi sö­zünü söylerdi :

- O kendini kurtarsın yeter. Sen cigara iç­meyiver.

Konuşmanın bundan ötesi aşağı yukarı şöyle sürer giderdi :

- Ben çok istemem, derdi eniştem. Tabakam dolu olsun, şu pencerenin başında oturayım. Bana yeter . . . Arada bir paket cigara gönderirse, bunu Mehmet gönderdi derim, içerken. Mehmet yargıç oldu ama eniştesini unutmadı derim. Koltuklarım kabarır . . . Ben dünyanın tadını hep böyle çıkardım. Mala tamah etmedim. Babamdan kendi başa çıka­cağımın üç dört misli mal kaldı. Fazlasını azar azar sattım gitsin. Bir gün olsun bana kalanı az görmedim. Ben tarlanın seti yıkılırsa kendim örüp onarayım severim. Ağaçlarımı kendim aşılayıp budayayım. Bostanımı da çekirdekten kendim ayı-

Page 186: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

186 KENTE İNEN KAPLANLAR

rıp kendim dikeyim. Başka türlüsü tad vermez bana. Sonra şu pencerenin başına, şu kapının içine oturayım severim. Böyle karşıki yola, tarlalara saatlerce baksam canım sıkılmaz. Ha ne dersin?

Teyzem yüzünü buruştururdu : - Ne varmış o pencerede? Tembelim, canım

iş istemez desene! Eniştem gülerdi : - Bakma sen karı lafına. Kadın kısmının ak­

lı ya mutfaktadır, ya kilerde. Mutfağı kileri dü­şünmeyen esvap düşünür, süs düşünür. Şu pence­renin önünde oturup da benim gördüğümü göre­cek kadın yoktur dünyada! Kadın kısmı eksik akıl­lıdır. Ben onu bilirim.

Kalktık. Öğle uykusuna çekildik.

v

Gün ikindiyi bulmamıştı daha. Limanda, rıh­tım boyunca kimseye raslamadan yürüdüm. Os­man Efendinin kahvesine gideyim dedim, vazgeç­tim. Limanın dalgakıranı ucundaki deniz feneri­ne doğru ilerledim. Fenerin gölgesinde, sırtımı fe­nerin duvarına dayayıp, yüzüm denize karşı, otur­dum.

Rüzgar sertleşmiş, dalgalar iyice azıtmıştı. Fe­nerin yakınlarında koyu lacivert deniz, uzaklarda yeşile dönüyordu. Uzaktan hızla gelen dalgalar li­manın dalgakıranına kadar biri ötekine yetişmek istercesine atılıyor, dalgakıranın dibinde yığılı de­nize çalan iri kayaların üzerinde dağılıp kayaların

Page 187: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

DENİZE BAKIYORUM 1 87

dört yanına dökülüyordu. O iri kayaları, dalgakı­ranın duvarını korumak için oraya yığdıklarını ilk olarak orada düşünüp anladım. Bu kadarcık bir şey olsun öğrenmek beni sevindirdi.

Önümdeki iki kaya arasında bir yengeç vardı. Her gelen dalga yengeci bulunduğu yerden az daha aşağılara sürüklüyor, fakat dalga kırılıp parçalan­dıktan hemen sonra, o, ihtiyatlı bir iki adımla eski yerini almakta gecikmiyordu. O yengeci dalgaların büsbütün kayaların altına doğru sürükleyip sürük ­leyemiyeceği bütün dikkatimi oyalayan bir merak oldu bana. Ta karşıdan gelen bir dalgayı tutuyor, kayaya gelinceye kadar dalganın alçalıp yükseli­şini, hız alışını izliyordum. Bazan kayalara yakala­şan dalga, tam kayaların dibinde alçalınca, yeniden hız alıp doğrulacak açıklık kalmıyordu arada. Böy­le olunca, dalganın suları kayaların dibinde hızla dağılıyor, geri dönüyor, arkadan gelen dalganın sularına katılıyordu. Çoğu kayaların az ilerisinde yeniden doğrulan dalga bütün hızıyla kayaların üstüne, benim küçük yengecime, dört yanından saldırıyordu. Dalganın serpintileri ay;:ıklarımın di­bine düşüyor, rüzgara karışan küçük damlacıkları yüzüme, üstüme başıma vuruyordu. Gözlerimi be­nim korkusuz yengecimden ayıramıyordum. Daha kayaların tepesinden dalganın son suları dökülür­ken onun eski yerini aldığını görmek, beni coştu­ruyor, onu içimden sessiz sedasız, uzun uzun al­kışlıyordum.

Derken, küçük bir yelkenli, fenerin yanından orsalayıp limandan fırladı. Al işte! Bir çılgın daha! Rüzgara karşıydı yelkenlinin yolu. Dalgaların her-

Page 188: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

188 KENTE İNEN KAPLANLAR

biri o yelkenlinin yanında dağ gibiydi. Hey tanrım! Bu dünya gözüpek bir yığın yaratıkla dolu. Bir süre yengeci unutup küçük yelkenlinin gidişine daldım. Dalgaları umursamadan bir atılışı vardı ileriye! Öyle gözüpek, öyle yiğitçe, öyle keyifli!

Böyle ne kadar oyalandım? Farkında değil­dim. Neden sonra Ali'nin gölgesini ayaklarımın ucunda görüp başımı kaldırdım.

- Ne yapıyorsun orada? dedi. - Hiç, dedim. - Hadi kalk. Kahveye gidelim! - Vazgeç. - Prafa oynarız .. . - Bırak prafayı .. .

- Karpuz peynir ekmek alır yeriz . . . - İstemem. - Peki ne yapıyorsun burada? Gözüm sola voltalayan yelkenlideydi. Omuz-

larımı silktim. - E, peki? - Hiç. Denize bakıyorum! Ali başını denize çevirip rüzgarını tam bulan

yelkenliye baktı. - Sahi, dedi. Ne deniz! ayağının ucuyla hafif

ayağımı itti .: Git azıcık öteye! Ben de oturayım . . . Oturdu, denize bakmaya başladı. Onun için severdim keratayı. Ne desem an­

lardı.

1 9 55

Page 189: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BENİM KALBİM

MAHKEME kaleminin hükümet avlusuna bakan penceresinden bakınca onları gördüm : İkişer iki­şer kelepçelemişler. Yedi çocuk hepsi. Yedincisi tek kaldığı için iki bileğine vurmuşlar kelepçeyi. En küçükleri de o!

Bir iri kıyım jandarma önde, sağ başta yürü­yor. Geride elinde zimmet defteri bir iri kıyım jandarma daha. Belki de jandarmalar pek öyle enine boyuna şeyler değil. Ama çocuklar o kadar küçük ki! Kelepçelilerden başta giden en iri çiftin boyu, yanıbaşındaki jandarmanın koltuk hizasını aşmıyor. Hele yedincileri o tek başına kelepçele­nen, ardından gelen jandarmanın beliyle bir . . .

Yüreğim alt üst oldu birden! Görüp de başı­mı çevireceğim, yerimde durabileceğim, susarak karşılayabileceğim bir görüntü değil bu benim! Fırladım mahkeme kaleminden, salona çıktım. Ad­liye kapısına karşı durdum, salona girmelerini bekledim.

O sırada ilk bizim Reşat çıktı karşıma. Kolun­dan kavrayıp adliye kapısına döndürdüm onu da :

- Bak! dedim. Önde iri jandarma, ardında sağ sol bileklerin­

den çift çift kelepçelenmiş altı çocuk, sonra da tek

Page 190: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

190 KENTE İNEN KAPLANLAR

başına kelepçelenen en küçükleri .. En arkada, elin­de zimmet defteri, öbür jandarma . . .

- Gördün mü, ne hal?

Reşat dondu kalvı.

Ben susamam. - Zulüm bu! dedim. Ötesi yok, zulüm!

Jandarmalarla çocuklar adliye salonunu hızla geçtiler. Mahkemecilerin kapatıldığı merdiven al­tının kapısı önünde durd,ular.

Öndeki jandarma çocukların kelepçelerini çözmeğe başladı. Birinci çiftin, ikinci çiftin, üçün­cü çiftin kelepçelerini çözdü. Gözüm en küçükle­rindeydi benim. Sıra ona geldi. Jandarma kendi­sine dönünce, küçük hiçbir şey söylemesine sıra bırakmadan kollarını kaldırabileceği kadar yuka­rıya kaldırıp jandarmaya uzattı . . .

Ayakları yalınayak. Bir gömleği var, gömlek değil! Bir pantalonu var, pantalon değil! Sonra da o pantalon eskisi belinden kaymış. Erimiş gömleği yer yer fırlamış, sarkmış! Besbelli daha kendini derleyip toparlayacak yaşta değil!

Saçlarını sıfır numarayla kesmişler. Gülme­nin bütün çizgileri silinmiş yüzünden. Kırılmış hepimize talihsiz! Hepimize dargın, küskün!

Ama bir gözleri var, ne kadar ürkek, kaçamak da baksa yöresine, parıltısını vuruyor açığa. Ço­cukluğundan bir o ışıl ışıl gözler kalmış yaşayan!

Şeytan diyor, git al onu mümkünse jandarma­ların elinden! Önünde çömelip gömleğini pantalo­nunun içine bir güzel yerleştir. Kılığını kıyafetini

Page 191: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BENİM KALBİM 191

çeki düzenle. Belindeki o ipe benzer kemerle pan­talonunu sıkı sıkı bağla. Yüzünü gözünü sil bir sabunlu bezle. Cebine de beş on kuruş koy. Kıçına hafif bir tokat vurup, hadi, de, yallah! Uçsun git­sin kerata! Bak bakalım o dargın küskün anlamı kalıyor mu yüzünün!

Adliye salonu adam dolu. Kimse başını çevirip çocuklarla bir nebzecik ilgilnemedi bile. Merdiven altının boşluğu önünde, on onbeş kişi birikmiş. Onlar da mahkemecilerin yakınları. Bekliyorlar, mübaşirlerden biri seslensin, sanıklardan sırası ge­leni çaığrsın, da, merdiven altının kapısı açılsın! O kapının açılıp kapanması arasında, içerde bek­leşen mahkemeciler birbirlerinin üstünden başla­rını uzatırlar dışarıya. Dışarıda bekleşenler uza­nan başları görebilmek için harekete gelir iterler birbirlerini. Hasretlisi olduklarını görmeye çalışır iki taraf da karşılıklı. Şimdi kapı açılacak. Ço­cukları merdiven altına, öteki mahkemecilerin yanına, o küf, ter, cigara dumanı kokan loş bodru­ma indirecekler. Onlar da o umutla kapının açıl­masını gözlüyorlar. Şaşkın, yaşmaklı köylü kadın­lar, şayak pantalonlu, poturlu köylüler çoğu .. .

Fırladım, bekleşen kalabalığın önüne geçtim. Jandarmaya yaklaştım :

- Suçu ne bunun? Jandarma, elinde, çocuğun bileklerinden yeni

çekip aldığı kelepçe, sakin, başını bana çevirdi :

- Bilmem! Sonra çocuğu omuzundan tutup merdiven al­

tının kapısına doğru döndürdü.

Page 192: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

192 KENTE İNEN KAPLANLAR

Berbat bir yerdir orası. Kapıdan aşağıya, Oil

oniki basamak taş bir merdivenle, her yandan ka­palı bir bodruma inilir. Merdivenin üst başında, eni boyu, duvarın kalınlığından daha dar demir parmaklıklı tek penceresi vardır. Tavanda yirmi­beş mumluk bir lamba yanar. Bodrumun dip tara-fı, sirklerdeki vahşi hayvan demir parmaklıklı, bölmelere

kafeslerine benzer, ayrılmıştır. Katil-

den, ırza geçmekten, uyuşturucu madde kullan­maktan sanık yirmi otuz kişi kapatılmışlardır o parmaklıkların arkasına. Suçu daha hafif olanlar merdivenlerde birbiri üstüne yığılır bekleşirler.

Kalabalığın arasında sıkışıp kalan Reşat'ın yanına döndüm :

- Ne suçu, olur bunun? - Ne olacak? dedi arkamdan tanımadığım

biri. Hırsızlıktır!

Adama döndüm : - Hırsızlık mı? - Hırsızlık elbet? Ne olacak başka!? Hırsız demesine razı olmuyor, gönlüm o ço-

cuğa. Adamın güven uyandırmıyan bir suratı var.

- Geç a canım! dedim. Banka soymadılar ya?

Sinsi sinsi güldü :

- Ellerinden gelse banka da soyarlar! Kopuk takımı bunlar!

İncecik dudaklar. Hinoğlu hin, cam gibi mavi iki göz.

- Hadi beyim, dedim. Hadi! Geç Allahaşkına, parmak kadar çocuğa kelepçe! Hak mı bu?

Page 193: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BENİM KALBİM 193

Ceket cebinde dolmakalemi, dolmakaleminin sapıyla kıstırdığı mendili de var.

- Siz bilmezsiniz bu bacaksızları! ..

- Neleri varmış bilmiyecek? Talihsizler işte! Allahın garipleri! Hepsi bu!

Yukarıdan alarak güldü : - Siz böyle düşünürseniz! Üstelik kanun ada­

mısınız! . .

Gel de sabret! Şeytan diyor . . .

_:.._ Ne çalmıştır a canım? dedim, kendimi tut­maya çalışarak. Ya bir parça hurda demir, ya bir kova kömür. Erik, çağla, şu bu. Ne çalacak başka? Bunun için kelepçe vurulmaz ya bacak kadar ço­cuğa . . .

Ne desem yumuşamıyor. Hatta dikleşti büs­bütün :

- Peki ne yapmalı yani? Aferin mi demeli?

- Çok çok çekersin kulağını. Verirsin eline on beş yirmi kuruş. Hadi dersin gider. Keyif için hırsızlık yapmaz ya insan!

Dudak büktü :

- Oooo, maşaalah! Ne ala memleket! Sonra ciddileşti : Siz okul aile görmüşsünüz, tanımazsı­nız bu gibileri beyim. Elbet bilmeden anlamadan böyle konuşursunuz. Şimdiden gözünü korkutmaz­san ilerde büsbütün başa çıkılmaz bu bacaksızlar­la. En ufağının bir düzine sabıkası vardır bunla­rın! Bu gün erik çalan, çağla çalan, yarın ev de soyar banka da! İyisi mi yesinler cezayı, akılları başlarına gelsin.

Page 194: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

194 KENTE İNEN KAPLANLAR

Baktım olacak gibi değil, kestim attım :

- Ben bilmem, dedim. Merdiven altı değil bu, çocukların yeri!

Başını inatla salladı :

- Haksızsınız! Suçlu olmasalardı atılmazlar-dı merdiven altına!

İyice öfkelenmiştim artık :

- Haksız olsam ne olur?

- Ne demek ne olur?

- Hak buysa, haktan daha önemli şeyler de var bu dünyada!

Yüzü gerildi : - Neymiş onlar?

- Ne mi? dedim, sonra da duraladım.

- Evet ne?

- İster haklı olsun ister haksız! Benim kal-bim dayanmaz buna. On yaşında çocuğa kelepçe vurulmasına razı olmaz! Yetmez mi?

Yukarıdan alarak güldü gene :

- Laf!

Reşat koluma girdi :

- Hadi, dedi. Vazgeç. Uğraşma!

Bir iki adım uzaklaştık. Reşat sakin :

- Kimbilir ne işi vardır araştırsan buralarda uğursuzun, dedi.

Bu türlü hak savunucularının türlüsüyle kar­şılaştım hayatımda. Bilirim. Karıştırmadıkları halt kalmamıştır.

Page 195: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

BENİM KALBİM 195

- Bak, dedim. Hiç aklıma gelmedi, bunu sor­mak!

- Ne yapacaksın sorup da? Boşuna yorma kendini!

Doğruydu Reşat'ın dediği. Bu türlü ne akıl hocalarıyla didiştim durdum şimdiye kadar. Dü­şünsem hiçbirini ansıyamam doğru dürüst. Benim aklımda kalacak o küçük gene! Kelepçeli bilekle­rini jandarmaya uzatışım hiçbir zaman unutamı­yacağım. Onun kırık gönlünü, küskünlüğünü, açık­ça dile getiren yüzü, çocuk gözleri, gözümün önün­den gitmiyecek! O akıl hocası ne derse desin, zorla değil ya, ona hırsızlığı konduramıyorum!

1 956

Page 196: Turuz - Dil ve Etimoloji Kütüphanesi...ve . Baskı : Sümbül Basımevi Ebussuut Cad. No. 60/2 Sirkeci - İstanbul ... o acımasız bakışlar, dudaklarda o kan izi1 parçala

NECATİ CUMA LI ' nın öyküleri konu açısından olduğu kadar , kurgularındaki biçim değişiklikleriyle de dikkati çeker. Yazarın her öyküsünde daha önce yazdıklarını tekrara diışmemek çabası açıkça görülür. Fakat böyle de olsa CUMALI 'nın öyküleri belirgin öğeleriyle ikiye ayrılabilir. St,TSUZ YAZ , AY B ÜYÜRKEN UYUYAMAM , MAKEDONYA 1900 gibi kitaplarında topladığı öykülerinde yazar , daha çok dışa dönüktür. Anlattıklarında kendini geriye çekerek, nesnel kalır. Yayınlarımız arasında çıkan YALNIZ KADIN ile 1957 Sait Faik Armağanını alan D EGİŞİK GÖZ LE 'den sonra elinizde bulunan KENTE İNEN KAPLANLAR 'da yer alan öykülerinde .ise öz�el yan ağır basar. Bu öyküle­rinde CUMA I,I kendisi de yarattığı kişiler aras�na karışarak çoğunlukla onlarla bir arada yaşar.

K F.NTE İNEN KAPLANLAR, çoğu yazarın hiç bir yerde yayınlanmamış onsekiıyeni öyküsünden oluşmaktadır.

Kapak düzeni: Mehmet Akset