Ürün sosyalist dergi - sayı 31

129
ISSN 1302-2520 9 771302 252008 bağımsızlık, demokrasi ve önünde duramaz sosyalizm rüzgârının AKP AKP CEVAP O duvar o duvarınız, vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı va'dinden, ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır. O yalnız tarihin o durdurulmaz akışındandır. Bize karşı koyanlar karşı koymuş demektir: maddede hareketin, yürüyen cemiyetin ezelî kanunlarına. Sükûn yok, hareket var Bugün yarına çıkar, Yarın bugünü yıkar ve durmadan akar akar akar. Biz bugünün kahramanı, yarının münadisiyiz. Bu durmadan akan, yıkıp yapan akışın çizgilenmiş sesiyiz. Biz, adımlarını tarihin akışına uyduran temelleri çöken emperyalizme vuran, yarını kuran- larız. O duvar o duvarınız vız gelir bize vız! 1925, Nâzım Hikmet Sayı 31 Haziran - Temmuz 2011 ÜRÜN SOSYALİST DERGİ Haziran - Temmuz 2011 31

Upload: ulucinar-ajans

Post on 07-Mar-2016

233 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

Haziran Temmuz 2011

TRANSCRIPT

Page 1: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

ISSN 1302-2520

9 7 7 1 3 0 2 2 5 2 0 0 8

bağımsızlık, demokrasi ve

önünde duramazsosyalizm rüzgârınınAKPAKP

CEVAP

O duvaro duvarınız,vız gelir bize vız!Bizim kuvvetimizdeki hız,ne bir din adamının dumanlı va'dinden,ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır.O yalnıztarihin o durdurulmaz akışındandır.

Bize karşı koyanlarkarşı koymuş demektir:maddede hareketin,yürüyen cemiyetinezelî kanunlarına.

Sükûn yok, hareket varBugün yarına çıkar,Yarın bugünü yıkar ve durmadan akar akar akar.

Biz bugünün kahramanı,yarınınmünadisiyiz.Bu durmadan akan, yıkıp yapan akışın çizgilenmiş sesiyiz.

Biz,adımlarını tarihin akışına uyduran temelleri çöken emperyalizme vuran, yarını kuran- larız.

O duvaro duvarınız vız gelir bize vız!

1925, Nâzım Hikmet

Sayı

31

Haz

iran

- Tem

muz

201

RÜN

SO

SYA

LİST

DER

Haziran - Temmuz 2011 31

Page 2: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

Merhaba (2)Seçimden Sonra (3)12 Haziran 2011 Seçim Sonuçları (9)12 Haziran 2011 Seçiminde Tutumumuz (11)Seçimden Önce (15)Sözleşmeli Kamu Emekçilerinin Zaferi - Ali Uğur (20)Zavallı Hâle Gelen Türk-İş Yönetimi - Fatih Aydın (22)Liseli Gençliğe Saldırı - Ahmet Erhanlı (25)9 Mayıs Faşizme Karşı Zafer Günü - Muhsin Salihoğlu (31)Filistin Yazıları - Cemile Vuslat (35)1 Mayıs Gündeminden - (41)Devrim ve Karşıdevrim Notları II - İsmail Kaplan (48)SİP’in Hilesi (59)ABD, Usame Bin Ladin’i Öldürdü - Hülya Kortun (64)Libya Gündeminden (68)Haydi, Devrimci Dayanışmamızı Göstermeye (73)Gündemden (75)İçinden Devrim Geçmeyen Bir Film: Devrimden Sonra - M. Özgür Başer (87)Basından Bir Devin Çöküşü - Adnan Bostancıoğlu (93) Suriye’de Savaşı Medya Yarattı - Daniel Abdülfettah (96)

Osman Can, Nabi Yağcı, Orhan Gazi Ertekin - Deniz Gönül (101)Devrimin Öğrettikleri - V. İ. Lenin (106)Unutma (119)

Haziran - Temmuz 2011 İKİ AYDA BİR ÇIKARSayı: 31

YEREL SÜRELİ YAYIN ISSN 1302–2520

Kurucu Sahibi: Ural AteşerYazı İşleri Müdürleri: Nuri Samyeli, Selçuk Uzun, Ahmet Taştan

Eytişim Basın Yayın Reklam Sanat Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: Fatma Şenden ZırhlıİSTANBUL: Sıraselviler Cd. Billurcu Sok. Ocaklı Han No: 3/6 Beyoğlu Tel–Faks: 0212 245 28 11ANKARA: Adakale Sok. Özkazanç Apt. No: 18 K: 5 D:10 Kızılay / Çankaya Tel: 0312 435 89 42

İZMİR: İbrahim Sertçelik – Akdeniz Mah. 1343 Sok. 17/A Aydın Hanı Konak Tel: 0532 394 82 32 - 0554 970 25 15MERSİN: Osman Koçak – Çankaya Mah. 4721 Sok. Murat Apt. K: 3 Akdeniz Tel: 0324 239 42 35

e–posta: [email protected] web: www.urundergisi.comBaskı: Avcı Ofset/İst. – Davutpaşa Cd. İpek İş Merkezi No: 13 Topkapı – İstanbul 0212 612 58 32

Abonelik için: Türkiye İş Bankası Şişli Şubesi TL Hesabı: 1051 1289096 IBAN: TR08 0006 4000 0011 0511 2890 96 Türkiye İş Bankası Şişli Şubesi EURO Hesabı: 1051 3233509 IBAN: TR32 0006 4000 0021 0513 2335 09 Türkiye İş Bankası Şişli Şubesi USD Hesabı: 1051 3397979 IBAN: TR02 0006 4000 0021 0513 3979 79

urun_31_17haz.indd 1urun_31_17haz.indd 1 17.06.2011 16:53:2417.06.2011 16:53:24

Page 3: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

AKP, yeniden hükümet oldu. Binbir baskı ve hileyle 1970'lerin ikinci yarısındaki gerici-faşist Milliyetçi Cephe'yi hortlatmak, işçileri, emekçi-leri, gençleri, kadınları, yoksul çift çileri, Kürtleri, Alevileri, bütün ezilen halkları teslim almaya yetmeyecek. Emekçi halklar, meşru haklarını sa-vunmaktan vazgeçmeyecek. Sokaklar, meydanlar devrimin ve sosyaliz-min gür sesiyle dolacak. Hiçbir güç, özgürlük ve eşitlik rüzgârlarını dur-duramayacak.

Libya ve Suriye halkları, emperyalizmin saldırısına boyun eğmiyor. NATO'nun son teknoloji ürünü füzeleri, uçakları, gemileri, yarım ton-luk bombaları da, dünya kapitalist medyası eliyle en alçakça yöntemlerle yürüttüğü psikolojik savaşı da, halkları dize getiremiyor, getiremeyecek.

İşbirlikçi kapitalist egemenler, Amerikan ve Avrupa emperyalizminin emrinde Arap ve İslam halklarına karşı savaşmaktan, bölge halklarına bir kez daha ihanet etmekten yine utanmadılar. Türkiye halkları, alnımı-za sürülen bu lekenin hesabını soracak.

Emperyalist ve sömürgeci savaşlar yoluyla krizden çıkmak isteyen em-peryalizm, halkların direnişi karşısında daha da batağa saplanıyor. Em-peryalizm açtığı savaş ocaklarının ateşinde yanacak. Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman emperyalistleri ve uzantıları, döktükleri kanın, bağım-sızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin serpilip gelişmesini önleye-meyeceğini görecekler. Son sözü direnenler söyleyecek.

1 Mayıs yürüyüş ve mitinginde birlik ve dayanışma bayrağını yüksel-ten TKP dostları, 15-16 Haziran 1970'in 41. yılını birlikte kutlayarak bü-yük işçi direnişinin derslerini tartışıyorlar. Suphi-Bilen geleneğini bugü-ne ve yarına taşımanın yolunu birlikte açıyorlar. Liberal, şovenist ve dinci sapmalara paydos. Likidasyona, fetret devrine elbirliğiyle son vereceğiz.

Her zamanki çağrımızı yineleyerek bütün okurlarımızdan, fabrika-larında, okullarında, köylerinde, mahallelerinde yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerini, eleştiri ve önerilerini bizlere iletmelerini bekliyoruz.

Dostça selamlarımızla.

MERHABA

urun_31_17haz.indd 2urun_31_17haz.indd 2 17.06.2011 16:53:3017.06.2011 16:53:30

Page 4: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

3

Seçimden Sonra

AKP, tıpkı 12 Eylül 2010 referandumunda yaptığı gibi, 12 Haziran 2011 seçimlerinde de bütün sağcı, dinci ve milliyetçi güçleri kendi çatısı altında toplamaya dayanan antikomünist, Alevi düşmanı ve şovenist bir kampanya yürüttü. MHP'yi baraj altına düşürme hedefine ulaşamadıysa da kapitalist sağın tek partisi olma yolunda önemli bir adım attı. Seçime katılanların yak-laşık yüzde 50'sinin oyunu aldı ve seçim barajı sayesinde parlamentoya tek başına hükmedebilecek bir sayıya ulaştı.

AKP'nin elde ettiği 326 sandalye, özel bir yeteneğin değil, iç ve dış ser-maye gücünün devlet despotizmi ve dinsel gericiliğin gücüyle birleşerek, he-nüz siyasal bilince ulaşamamış emekçi kitlelerin beynini yıkayabilmesinin ürünüdür. Bu gücün panzehiri, işçi sınıfı, şehir ve köy emekçileri içinde ay-dınlatma ve örgütleme çalışmalarına sabırla devam etmek, hak mücadelesini sürdürmek, sokaklara ve alanlara çıkmak, kitlelerin önyargılarını mücadele içinde aşmalarına yardımcı olmaktır.

Halktan umudu kesmek, emekçi kitleleri siyasal bilince ulaşması imkânsız bir sürü olarak görmek, sosyalizmle ve devrimcilikle asla bağdaşmayan eli-tizme özgü bir yanılgıdır. Sonu, egemenlerin şu ya da bu kesiminin yanına savrulmaktır. Halka ulaşabilmek için egemen sınıfl arın kitleler içinde sis-temli olarak körüklediği önyargılara ödün vermemizi, sosyalist öğretimizi ve devrimci hedefl erimizi sulandırarak sermayeye, devlete ve dine yaklaşmamı-zı önerenler ise, bilerek bilmeyerek, düzene teslimiyeti savunmuş oluyorlar.

Biz her iki tutumu da reddediyoruz. Sosyalizmin ve devrimciliğin felse-fesi, amaçları ve siyasal programı haklı ve doğrudur; sosyalist ve devrimci felsefemizi, amaçlarımızı ve siyasal programımızı emekçi kitlelere mal etmek için daha ısrarlı, daha düzenli, daha uzun süreli çalışmaya devam edeceğiz.

ÜRÜN’den

urun_31_17haz.indd 3urun_31_17haz.indd 3 17.06.2011 16:53:3017.06.2011 16:53:30

Page 5: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

4

Bu hedefimize varmanın zeminini zaten işbirlikçi egemenler kendi yap-tıklarıyla yaratacaklar. Seçimlerden hemen sonra bütün çalışanlara, bütün ezilen ve sömürülen toplum kesimlerine ağır bir ekonomik saldırı dalgası gelecek. Büyük kapitalist şirketlerin kârlarını daha da arttırmak için emekçi-leri daha da yoksullaştıracak, işsizliği çoğaltacak, kitlelerin yaşam kalitesini düşürecek ekonomik önlemler paketinin eli kulağında. AKP'nin bütünüy-le kapitalizme ve emperyalizme hizmet edecek şekilde uyarlanmış ortaçağ dinciliğini topluma dayatma girişimleri de yoğunlaşacak. AKP iktidarının Amerikan ve Avrupa emperyalizminin bölge halklarına karşı saldırısında vurucu güç olmayı kabullenen işbirlikçi-yayılmacı dış politikası ise, ülkenin dış dengelerini olduğu kadar iç dengelerini de bozacak. AKP'nin sadece Türk ve Kürt halklarının değil, Arap ve Fars halklarının da düşmanı olduğu daha iyi anlaşılacak.

Seçimlerden sonra Türkiye'yi istikrar değil, istikrarsızlık bekliyor. İşçi sı-nıfının ve emekçilerin vahşice sömürülmesinden, özellikle gençliğin işsizliğe mahkûm edilmesinden kaynaklanan sosyal sorun da; Kürt halkının ayağa kalkması ve en temel demokratik haklarını her baskıya rağmen kitlesel öl-çekte talep etmesiyle artık ötelenemeyecek boyutlara ulaşan ulusal sorun da; Türkiye'yi Batı emperyalizmine ve NATO'ya kul köle eden işbirlikçi oligar-şinin ülke ve bölge halklarına karşı sömürgeci zincirin parçası olmasından kaynaklanan bağımsızlık sorunu da; hep birlikte, hükmünü icra edecek ve halk kitlelerini mücadeleye iten, sokaklara ve alanlara süren, onların kendi tecrübeleriyle siyasal bilince ulaşmasını kolaylaştıran bir ortam yaratacak.

Bu ortamı değerlendirebilmek, emekçi halk yararına köklü değişiklikler sonucu vermesini sağlamak ise sosyalist ve devrimci güçlerin bilincine, ör-gütlülük düzeyine ve stratejik-taktik siyasal becerisine bağlı olacak. Bilinci-mizi, örgütlülüğümüzü, kitlelerle kaynaşabilme, dostlarımızla birleşebilme ve düşmanlarımızı tecrit etme yeteneğimizi arttırmak bizim elimizde.

Bütün sosyalist ve devrimci güçleri mücadele bekliyor. Yılgınlık yok, tes-limiyet yok, vazgeçmek yok. Ülke, bölge ve dünya tarihi açısından canalıcı önemde büyük günler var önümüzde. Varsın egemenler, emekçi halk kitlele-rini bir kez daha aldattık, düzeni sağladık, sermayenin istikrarını yerleştirdik diye bayram yapsınlar. Onlar burunlarının ucunu göremiyorlar. Kapitalist zorbaların karşısına çok daha geniş kitlelerin çıkacağı günler yaklaşıyor.

Kapitalist egemenlerle anlaşarak köklü sorunlara çözüm bulma yanıl-gısından, düzen içi çözüm hayallerinden kurtulmak, zihniyet dünyamızı

urun_31_17haz.indd 4urun_31_17haz.indd 4 17.06.2011 16:53:3017.06.2011 16:53:30

Page 6: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

5

liberal, milliyetçi ve dinci ayartmalardan arındırmak büyük önem taşıyor. Emekçi halklar açısından, Amerikan emperyalizmiyle, Avrupa emperyaliz-miyle, AKP iktidarıyla, Fethullah Gülen hareketiyle, NATO'cu generallerle anlaşarak, onların suyuna giderek varılacak bir yer yok. CHP deneyimi de, Kürt ulusal hareketinin deneyimi de, İP ve SİP deneyimi de, HAS Parti de-neyimi de bu konuda paha biçilmez dersler sunuyor. Mustafa Suphi'lerden İsmail Bilen'lere TKP geleneğiyle yetişen kadrolar, sosyalist öğretiye sahip çıkmak, devrime ve sosyalizme gönül vermiş herkese Marksizm-Leninizmi benimsetmek için ellerinden geleni yapacaklar.

Bölgede durumDünya kapitalist sisteminin ABD önderliğindeki elebaşıları, Tunus ve

Mısır halk devrimleriyle başlayan süreci engelleyebilmek, bu ülkelerde sar-sılan egemenliklerini korumak, devrimlerin komşu ülkelere ve bütün Arap dünyasına yayılmasını durdurmak, kendi emekçi halklarına örnek olmasını önlemek için çok yönlü bir strateji izlediler.

Tunus ve Mısır'da sokakları ve alanları fetheden emekçi kitleleri siyasal iktidardan uzak tutmak, sömürülen ve ezilen halkın sosyal ve ekonomik dev-rim taleplerini bastırmak için bir yandan iktidardaki işbirlikçileri destekli-yor, bir yandan devrimci gençliği pohpohlayarak, kadroları ayartarak, işçileri oyalayarak, köylüleri kandırarak, bütün halkı bezdirerek devrim ateşini sön-dürmeye çalışıyorlar.

Bahreyn, Ürdün, Yemen, Fas, Cezayir, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi emperyalizm uşaklarının başta bulunduğu ülkelerde devrimci muhalefeti bastırmak ve etkisizleştirmek için sıkıyönetim, katliam, kitlesel tutuklama gibi baskı tedbirlerini ve muhalefeti devşirme, kontrollü ve sığ reformlara razı olma gibi siyasal rüşvet yöntemlerini kullanıyorlar.

Libya ve Suriye gibi emperyalizme tam teslim olmayan ülkelerde ise yö-netimleri devirmeye, gerici isyanlar tezgâhlayarak başa emperyalizmin ajan-larını geçirmeye, bu ülkeleri din, mezhep ve aşiret temelinde parçalayarak bölmeye çalışıyorlar. Zengin petrol kaynağına sahip Libya'ya faşist sömürgeci bir savaş bile açtılar.

Filistin ve Lübnan'da siyonist sömürgeciliğin hesaplarına karşı direnen bütün güçleri hem şiddet, hem ayartma yoluyla etkisizleştirmeye çalışıyor-lar. Irak'ta Amerikan işgalini sürdürme, Amerikan askerlerinin geri çekilme takvimini erteleme hedefini güdüyorlar. Sudan'da İslamcı yönetim ile Gü-

urun_31_17haz.indd 5urun_31_17haz.indd 5 17.06.2011 16:53:3017.06.2011 16:53:30

Page 7: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

6

ney'deki Hıristiyan halk arasındaki uzun süreli savaşı körükleyerek ülkenin her iki yarısının da emperyalizmin denetiminde kalacak şekilde bölünmesi hedefine ulaştılar.

Libya ve Suriye halkları ve yönetimleri şu ana kadar emperyalizme tes-lim olmayı reddettiler. Tunus ve Mısır halk devrimleri gibi, Libya ve Suriye halklarının emperyalist saldırıya karşı direnmesi de, dünya halklarına esin kaynağı oluyor ve emperyalizmin bunalımını derinleştiriyor.

AKP iktidarı, işbirlikçi oligarşinin diğer kanatlarının da onayıyla, bütün bölgede emperyalizmin uzantısı olarak hareket etmeyi seçti. NATO safl arın-da Libya'ya karşı savaştığı gibi, Libya ve Suriye'deki bütün gerici ve karşıdev-rimci grupları bir araya getirme, onları eğitme ve koordinasyonlarını sağ-lama görevini üstlendi. Irak ve Afganistan'da olduğu gibi, Türkiye'yi Batılı emperyalistlerin Arap ve İslam halklarına karşı karakolu ve kiralık askeri durumuna düşürdü.

Bu gelişme, Türkiye'yi Ortadoğu'ya daha sıkı şekilde bağlıyor, bölgedeki siyasal ortamın doğrudan parçası durumuna sokuyor. Türkiye egemen sı-nıfl arının bölgesel işbirlikçilik ve yayılmacılık politikası, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'deki Kürt ulusal hareketinin enternasyonal karakteriyle birleşince, Ortadoğu halklarının özgürlük ve eşitlik temelinde emperyalizme ve işbir-likçi kapitalist egemenlere karşı birlikte mücadele etmesinin yolu açılıyor. Tabii, emperyalizmin bölge halklarını birbirine karşı kullanma politikasını reddetme, sömürgeciliğin böl ve yönet politikasına karşı direnme anlayışı-nın bütün sosyalist, devrimci ve yurtsever güçler tarafından benimsenmesi şartıyla.

Dünyada durumDünya kapitalist sistemini sarsan büyük ekonomik bunalım, kapitalizmin

koruyucusu ve kollayıcısı kapitalist devletlerin ekonomiye merkezî müdaha-lesiyle üçüncü ve dördüncü yılında yumuşatıldıysa da, yeniden şiddetlenme-ye başlıyor. İrlanda, Yunanistan ve Portekiz'in ifl as durumu devam ediyor. İspanya ifl asın eşiğinde. İtalya, Fransa, İngiltere ve ABD, ciddi yavaşlama işaretleri veriyor.

Büyük finans sermayesinin, banka tekellerinin öncülüğünde sürdürülen neoliberal kapitalizm bütün tezleriyle ifl as ettiği ve kapitalist ekonomiyi, hat-ta sistemin bütününü batmanın eşiğine getirdiği hâlde, devletlerin oluk oluk para akıtmasıyla kurtarılan bankalar, siyasal etkilerini kullanarak neoliberal

urun_31_17haz.indd 6urun_31_17haz.indd 6 17.06.2011 16:53:3017.06.2011 16:53:30

Page 8: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

7

modelin dışına çıkılmasını ve kapitalizmin sosyal devletçi modellerine geçil-mesini önlediler. Dünya kapitalist sisteminin ana merkezleri, meşruiyetini yitirmiş vahşi bir sömürü ve talan düzenini sürdürmeye çalışıyor. Bunalımın yükünü işçi sınıfl arının ve emekçi halkların sırtına acımasızca yıkan finans tekellerinin kârları katlanırken işsizlik ve yoksulluk dalga dalga yayılıyor.

Tabii bu durum işçi sınıfl arının, emekçi tabakaların, geleceksizliğe mahkûm edilen gençliğin toplumsal ve siyasal tepkisini de doğurdu. Büyük tekellerin spekülasyonuyla fırlayan gıda fiyatlarının da etkisiyle derinleşen ekonomik krize dayanamayan Tunus ve Mısır emekçileri emperyalizmin uzantısı işbirlikçi oligarşilere karşı ayaklanarak bütün dünyada yeni bir dev-rimci yükseliş dönemini tetikledi.

Yunanistan son yıllarda işçi sınıfl arının ve emekçi halkların grev ve gös-terilerinde muazzam bir artışın yaşandığı ülke oldu. Bir günlük, iki günlük, dört günlük genel grevler haft alara uzayarak büyük bir toplumsal patlamaya dönüşüyor. İspanya'da meydanlar dört haft a süren oturma eylemlerine, Tah-rir meydanını örnek alan protestolara tanık oldu. İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Hindistan, Kuzey Kıbrıs, İtalya grev ve protestolara katılanların sayısındaki artışla dikkat çekiyor. Almanya ve İtalya'da nükleer enerjiye karşı çevreci tepkiler somut sonuçlar vermeye başladı. ABD'de işçi sınıfı ve kamu emekçileri daha hareketli. Latin Amerika'da ılımlı sola yöneliş eğilimi sürüyor.

urun_31_17haz.indd 7urun_31_17haz.indd 7 17.06.2011 16:53:3017.06.2011 16:53:30

Page 9: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

8

Neoliberal modelden ayrılmayan dünya kapitalizminin efendileri, buna-lımdan çıkışın geleneksel emperyalist seçeneğine başvurmakta gecikmedi-ler. Savaş yolunu seçtiler. Silahlanmayı körükleyerek, saldırdıkları zengin ülkelerin doğal kaynaklarına el koyarak tekellerin kârını arttırma ve ekono-miyi canlandırma, kendi emekçilerinin kapitalizme yönelik tepkilerini şove-nizmi ve militarizmi körükleyerek saptırma çözümünü benimsediler.

Kapitalizm ve emperyalizm bu politikalarla, bütün dünyayı yeni bir dev-rimler ve emperyalist savaşlar dönemine taşıdı. Devrimci isyanlar ve ayak-lanmalar, karşıdevrimci isyanlar, darbeler ve ayaklanmalar, emperyalist sa-vaşlar ve işgaller, emperyalist savaş ve işgallere karşı ulusal halk direnişleri, ulusal kurtuluş savaşları, sosyalist devrimler artık pratik meseleler olarak gündemin en ön sıralarında yer alıyor.

Bu koşullarda Amerikan emperyalizmiyle Avrupa Birliği emperyalistle-rinin işbirliği ve koordinasyonunda büyük bir yoğunlaşma görünüyor. Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi büyük ülkeler de Libya'nın boğazlanması örneğinde olduğu gibi, ABD-Avrupa ittifakının, bu ittifakın vurucu gücü NATO'nun paralelinde hareket ediyor. Dünya kapitalist siste-mine yön veren büyük devletlerin karşıdevrimci ittifakına karşı bütün dün-yada işçi sınıfı hareketi ile ezilen halklar hareketinin dayanışma içine gir-mesi, sosyalist güçler ile ulusal kurtuluşu amaçlayan bağımsızlıkçı güçlerin birlikte hareket edebilmesi büyük önem taşıyor.

***

Türkiye, bölge ve dünya yeni bir döneme girdi. Zihniyetimizi, progra-mımızı, çalışma tarzımızı bu yeni döneme göre uyarlamamız gerekiyor. Ka-pitalist gericiliğin ve karşıdevrimlerin egemen olduğu, ezilen ve sömürülen kitlelerin toplu mücadeleden uzaklaştırıldığı, bireylerin “her koyun kendi bacağından asılır” aldatmacasına kurban edildiği dönem sona erdi. Gerici-lik ve karşıdevrimler döneminde sosyalizmin ve devrimlerin aydınlanma-sından uzak tutulan kitlelere yönelecek, onların sınıf mücadelesinin pratiği içinde siyasal bilince kavuşmasına sabırla yardımcı olacağız. Gelgitli, çal-kantılı, zorlu bir dönemde işçi sınıfının, emekçi kitlelerin, ezilen halkların kapitalizmi ve emperyalizmi aşma gücüne kavuşması için elimizden gelen her şeyi yapacağız.

urun_31_17haz.indd 8urun_31_17haz.indd 8 17.06.2011 16:53:3117.06.2011 16:53:31

Page 10: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

9

12 Haziran 2011 seçim kampanyasını ülkenin bütün sağcı, gerici ve faşist güçlerini kendi çatısı altında birleştirme stratejisiyle yürüten AKP, bu strateji-sinde önemli bir başarı sağladı ve oylamaya katılan seçmenlerin yarısının oyu-nu topladı. Bu oyla, seçmen oylarının eşit biçimde temsil edilmesini gerektiren demokratik bir seçim sisteminde 550 kişilik parlamentoda ancak 275 sandalye kazanabilecekken, yüzde 10 seçim barajı sayesinde 326 sandalyeye sahip oldu; tek başına hükümet kurabilecek sayıya zar zor erişebilecekken, parlamentoyu tekeline alabilecek bir sayıya kavuştu.

Bu sonuçla, AKP, üçüncü dönem iktidarda kalmış oluyor. AKP, bir dönem daha TUSKON, MÜSİAD ve TÜSİAD oligarşisinin yürütme komitesi olarak işçi sınıfına, şehir ve köy emekçilerine, ezilen halklara, gençlere, kadınlara, aydınlara saldırmaya devam edecek. Bölge halklarına karşı Amerikan ve Av-rupa emperyalizminin maşalığını, NATO'nun kiralık askerliğini yapmayı sürdürecek.

AKP'nin fazladan 51 sandalye gasbetmesini sağlayan yüzde 10 barajını bile yok sayarak büyük zafer çığlıkları atan kapitalist yatık medya, halkın gözü-ne kül serpmeye devam ediyor. AKP, yüzde 49,91 oranına, daha önce Saadet Partisi'ne, Demokrat Parti'ye, Büyük Birlik Partisi'ne giden oyların neredeyse hepsini, Milliyetçi Hareket Partisi'ne giden oyların ise küçük bir kısmını, ko-münizm düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, şovenizm, dinsel bağnazlık ve milita-rizm temelinde alarak ulaştı. AKP, MHP'yi barajın altına itme hedefine eri-şemediyse de, sermaye, devlet ve din üçlüsüne bağlı bütün sağcı güçlerin tek temsilcisi olma, tek başına Milliyetçi Cephe olma hedefinde yeni bir aşamaya yükseldi.

Seçimde CHP, yüzde 25,92 oy oranıyla 135 sandalye, MHP yüzde 12,98 oy oranıyla 53 sandalye, çekirdeğini BDP'nin oluşturduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku ise yaklaşık yüzde 6 oy oranıyla 36 sandalye kazandı.

12 Haziran 2011 Seçim Sonuçları

urun_31_17haz.indd 9urun_31_17haz.indd 9 17.06.2011 16:53:3117.06.2011 16:53:31

Page 11: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

10

Listesine sosyalist kanattan Levent Tüzel ve Ertuğrul Kürkçü'yü, sağcı ve muhafazakâr Kürt kanadından Şerafettin Elçi ve Altan Tan'ı alan Kürt ulusal hareketi, 2007'deki 22 sandalyesini 36'ya çıkararak büyük bir seçim başarısı gösterdi.

Seçime Cumhuriyet Güçbirliği çerçevesinde bağımsız adaylarla giren İP ile, TKP adını kullanarak sosyalist güçleri yeni Kemalist bir platforma çekmeye çalışan SİP seçimlerde varlık gösteremedi.

Komünist, sosyalist ve devrimci demokrat güçler 12 Haziran seçimlerinde, sermayeden, devletten ve dinden bağımsız birleşik bir platformla seçmen kar-şısına çıkamadı.

AKP, bu seçim sonuçlarıyla hegemonik tek parti diktatörlüğü yolunda yeni hamleler için ciddi bir zemin kazanmış oldu. AKP yeni anayasa ve başkanlık sistemine geçiş gibi hedefl eri için parlamento içinde hem MHP, hem CHP, hem de BDP grupları içinde karışıklık çıkarma, çeşitli vaat ve hilelerle bu partilerin belirli kesimlerini etki alanına alma taktiğini ısrarla güdecek. AKP'nin par-lamentodaki güçleri kendi yörüngesine sokma gayretine karşı uyanık olmak gerekiyor.

AKP'nin temsil ettiği İslam-Türk-NATO Sentezcisi işbirlikçi kapitalist politikalara karşı siyasal, sosyal ve ideolojik mücadele eden güçler, bu seçim sonuçlarıyla tabii ki buharlaşmadı. Bu güçlerin tabanını oluşturan seçmenle-rin önemli oranda CHP ve BDP'nin başını çektiği bloka oy verdiği anlaşılıyor. Emperyalizme ve kapitalizme karşı ilkeli bir tutum almayan partilerin; serma-ye, devlet ve din üçlüsüne çeşitli ödünler vermeyi gerçekçi politika sayanların, emekçi halklara hayal kırıklığından başka verebileceği bir şey yok.

Gün serinkanlılığımızı koruma, mücadelemizi sürdürme, örgütlülüğümü-zü arttırma günüdür. Egemen güçlerin yörüngesinden çıkamayan, kasaplığı-mızı yapmaya hazırlanan sermaye uşaklarına baskı ve propaganda yöntemle-riyle teslim olanlar da içinde olmak üzere, emekçi kitlelere sabırla gideceğiz, aydınlanma ve örgütlenme çalışmamızı sürdüreceğiz.

Emperyalizmin ve kapitalizmin bizi içine hapsetmeye çalıştığı dar kalıp-lara sığamayız. Karamsarlığa, bezginliğe yer yok. Hayat öğretir. Henüz siyasal bilince kavuşamayan kitleler de hak mücadelesi temelinde önyargılarından arınır. Emperyalizmin ve kapitalizmin icra makamı olan AKP'nin heveslerini kursağında bırakacak tutarlı bir muhalefet cephesini örebilme imkânını sınıf mücadelesi yoluyla yaratabiliriz. Türkiye'nin kangrenleşmiş büyük sorunları var. Bu sorunların kaynağı ve sürdürücüsü olan egemenleri, büyük toplumsal patlamalar bekliyor.

urun_31_17haz.indd 10urun_31_17haz.indd 10 17.06.2011 16:53:3117.06.2011 16:53:31

Page 12: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

11

12 Haziran 2011 Seçiminde Tutumumuz

12 Haziran 2011’de yapılacak genel seçimler için Yüksek Seçim Kurulu’na başvurular 11 Nisan 2011 günü tamamlandı. Seçime katılacak siyasal parti-ler aday listelerini sunarken, seçime bağımsız giren adaylar da başvurularını yaptı.

Biz seçimlere ilişkin tutumumuzu, ülkenin, bölgenin ve dünyanın somut koşulları temelinde uluslararası işçi sınıfı hareketinin yüz altmış üç yıllık or-tak birikiminden ve Türkiye Komünist Partisi’nin doksan yıllık siyasal dene-yiminden yararlanarak belirliyoruz.

Dünya kapitalist sistemine yön veren emperyalist efendilerin ve işbirlikçi kapitalist oligarşilerin otuz yıllık neoliberal saldırısına artık dayanamayan dünya işçi sınıfl arının ve ezilen halkların ayağa kalktığı, Arap dünyasında halk devrimlerinin başladığı, bu devrimleri boğmak için emperyalist saldırı-ların yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. 21. yüzyıla damgasını vuracak yeni sosya-list devrimler ve ulusal kurtuluş devrimleri dönemi başladı.

urun_31_17haz.indd 11urun_31_17haz.indd 11 17.06.2011 16:53:3117.06.2011 16:53:31

Page 13: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

12

Türkiye seçime, 12 Eylül 1980 rejiminin yeni efendisi AKP’nin bağımsızlık, demokrasi ve sosya-lizm güçlerine karşı şiddetlenen saldırısı altında gidiyor. ABD-AB emperyalizminin işbirlikçisi TUSKON, MÜSİAD ve TÜSİAD kapitalist oligarşisinin yürütme komitesi olarak 8 yıldır iktidarı elinde tutan AKP, bütün emekçi-leri ve emeklileri yoksullaştıran, küçük çift çileri ve esnafı çökerten,

gençleri işsizliğe mahkûm eden, bağımsız ekonomik kalkınma imkânını yok eden, doğayı tahrip eden neoliberal İMF programını acımasız biçimde uy-guladı. Kürt halkına, Alevilere, bütün azınlık halklara karşı sistemli ayrım-cılık yaptı. AKP, kapitalist egemenlerin çok uzun süreden beri benimsediği Türk-İslam-NATO Sentezi’ni dinsel gericiliği git gide büyüterek ve laikliği, kadın haklarını, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü boğarak derin-leştiriyor. Daha geçenlerde NATO’nun füze kalkanı projesini kabul eden ve şu anda Libya halkını katleden emperyalist savaşa katılan AKP, ülke ve bölge halklarına karşı emperyalizmin uzantısı olarak hareket ediyor.

Sınıfsal olarak küçük ve orta burjuvazi ile okumuş meslek sahiplerine, emekçi tabakaların üst kesimine dayanan ana muhalefet partisi CHP, seçim programını ve aday seçimini, büyük sermayeye, ABD, AB ve NATO’ya güven verme temeli üzerinde kurguladı. 2002 seçimlerinden beri erimiş kapitalist merkez sağ partilerin bir kısım kadrolarını devşirdi. Büyük sermaye çevre-lerine, banka ve holding sahiplerine kârlarını arttırma güvencesi verirken, bütün halka sınırlı laikliği koruma; işçi sınıfına ve emekçilere taşeronlaşmayı önleme, sosyal devlet kazanımlarını koruma; kadınlara, kadın haklarını ko-ruma ve aile sigortası; gençliğe YÖK’süz üniversite; sola düşünce, ifade ve ör-gütlenme özgürlüğü vaadinde bulunuyor. CHP, füze kalkanı projesi ve Libya savaşı konusunda AKP’yle işbirliği yaptı ve NATO köleliğini savundu.

Türk sağının milliyetçi-faşist partisi MHP, küçük ve orta sermaye çevrele-rini, yerli ve yabancı tekelci sermayenin köşeye sıkıştırdığı küçük mülk sahip-lerini demagojik bir programla emperyalizme ve işbirlikçi büyük sermayeye bağlıyor. Kürt halkına karşı şovenist savaş çığırtkanlığı yapıyor. MHP, füze

urun_31_17haz.indd 12urun_31_17haz.indd 12 17.06.2011 16:53:3117.06.2011 16:53:31

Page 14: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

13

kalkanı ve Libya savaşı konusunda AKP ve CHP’yle birlikte açıkça NATO’cu bir tutum aldı.

Burjuvazinin üç büyük partisi dışında, Kürt ulusal hareketinin öncülü-ğünde oluşturulan “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku”, toplumsal mu-halefetin demokratik temsil hakkını gasp eden yüzde on seçim barajına karşı seçimlere bağımsız adaylarla giriyor. Blokun eksenini BDP’liler oluş-turuyor. Sosyalist solun bir kesimi ile Kürt hareketinin muhafazakâr-liberal, dinci ve kapitalist kanadı da blok içinde yer alıyor. DSİP ve EDP gibi “yet-mez ama evet”çi işbirlikçi gruplar da blokun içinde bulunuyor. EMEP Ge-nel Başkanı Levent Tüzel ile SGPH’den Ertuğrul Kürkçü sosyalist sol kesim-den gelen adaylar. KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi Kürt hareketinin muhafazakâr-liberal kapitalist kanadından. İslamcı Kürt aydını Altan Tan da adaylar arasında.

Blok, seçim bildirisinde, kendisinin, dinci ve milliyetçi blok ile ulusalcı blok karşısında demokrasi özlemi duyanların, özgürlükçü, eşitlikçi, demokra-tik ve sosyal bir anayasa için mücadele edenlerin alternatifi olduğunu açıkladı.

Ne var ki, Blok, seçim bildirisinde emperyalizme ve kapitalizme karşı tu-tum almaktan özenle kaçındı. ABD’ye, AB’ye, NATO’ya karşı bir tek söz bile etmedi. Kürt halkının varlığını, kültürünü ve dilini savunuyor, barış özlemi-ni dile getiriyor ama sistem içinde kalan uzlaşmacı bir platformu savunuyor. Bu niteliğiyle, ilkeli değil oportünist, devrimci değil reformcu, anti-emper-yalist ve anti-kapitalist değil, emperyalizm ve kapitalizmle işbirliğine açık bir çizgiyi temsil ediyor. Elini ilkeli biçimde bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm güçlerine değil, sermayeye, devlete ve dine uzatıyor. İşçi sınıfının ve ezilen halkların tutarlı öğretisini liberalizmle, milliyetçilikle ve dincilikle sulandı-rıyor. Sosyalist ve devrimci demokrat güçlerin devrimci ittifakını esas almı-yor, egemenlerle uzlaşmaya can atan oportünist güçleri içine alarak ilkesiz bir karma oluşturuyor. Blok, sosyalist ve devrimci demokrat güçleri, ulusal oportünizm ile sosyal oportünizmin koalisyonuna bağımlı kılıyor.

Biz işçi sınıfının ve emekçi halkların kapitalist sömürüden ve emperyalist zulümden kurtulma mücadelesini yürüten devrimci bir hareketiz. İşçi sını-fının ve emekçi halkın iktidarı, bu iktidara dayanarak sosyalist bir eşitlik ve özgürlük toplumu kurulması, yani siyasal ve sosyal devrim bizim varlık ne-denimizdir. Ne var ki, sosyal oportünizm, işçi sınıfının ve emekçi halkların dağ gibi yığılmış sorunlarını çözemez.

Biz bütün ulusların, bütün dillerin eşitliğinden ve özgürlüğünden yanayız.

urun_31_17haz.indd 13urun_31_17haz.indd 13 17.06.2011 16:53:3117.06.2011 16:53:31

Page 15: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

14

Bu bağlamda, ulusların kendi kaderini belirleme hakkını tavizsiz biçimde sa-vunuyoruz. Kürt halkının kendi kendini yönetme hakkını, anadilinde eğitim görme hakkını tanıyor, onurlu barışa ulaşma özlemini paylaşıyoruz. Ne var ki, ulusal oportünizm, Kürt halkının dağ gibi yığılmış sorunlarını çözemez.

Ulusal ve sosyal oportünizmin birlikteliği, sosyalist ve devrimci demokrat güçlerin bu oportünist birlikteliğin içinde eritilmesi; teorik ve pratik olarak, işçi sınıfını, emekçileri ve bütün ezilen halkları, kapitalizmin ve emperyaliz-min amansız gerçeklerini görüp bu sistemi aşmaya yöneltmediği için, ister istemez kitlelerde büyük hayal kırıklığı yaratacaktır.

Biz de içinde olmak üzere sosyalist ve devrimci demokrat çevrelerin ege-men sınıfın partilerine karşı ilkeli birlik oluşturma bilincini ve ustalığını gösterememesi hızla giderilmesi gereken büyük bir hata olmuştur. “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku” içinde yer alan bir kısım güçler, sosyalist ve devrimci demokratik güçlerin birliği gerçekleştirilebilseydi, kuşkusuz orada olabilir ve kendilerine yakışan şekilde, devrimci bir rol üstlenebilirlerdi.

İşçi sınıfını ve ezilen halkları temsil eden devrimci bir ittifakın bulun-madığı, sosyalist çevrelerin bir kısmının Blok’a sığındığı, bazı devrimci de-mokrat çevrelerin Kılıçdaroğlu CHP’sinden medet umduğu, bazı çevrelerin SİP’in vitrindeki adına kapıldığı, ÖDP’nin kendi başına seçime girdiği, bazı çevrelerin seçimi aktif olarak değil pasif olarak boykot ettiği, bazı çevrele-rin ne yapacağını bilemediği koşullarda, ilkeli ve merkezî bir seçim çalışması mümkün olmayacaktır. Seçimlerde, emperyalizme karşı dik duran, NATO’ya karşı mücadele eden, kapitalizmi aşmayı amaçlayan köklü adımları savunan, kardeş halkların yaşadığı ülkelerin işgaline karşı çıkan, halkların eşit ve öz-gür ortaklığını vurgulayan merkezî bir ortak program yok.

Siyasal ve sosyal devrimi savunan; ülkenin, bölgenin ve dünyanın için-de bulunduğu koşulların büyük toplumsal patlamalar olmadan ilerlemeyi imkânsız kıldığı bilinciyle işçi sınıfı ve emekçiler arasında günlük bilinçlen-me ve örgütlenme çalışmasını sürdüren bütün taraft arlarımız, kendi yerel koşullarına göre uygun gördükleri sosyalist ve devrimci demokrat adayları destekleyebilirler. Tabii, devrimci bir programın bayrağı altında yürümeyen tek tek dürüst adayların, ilkeli ve örgütlü bir karşı duruşun öznesi olamaya-cağını bilerek. Bu adaylar hatırına, sosyalist ve devrimci demokrat olmayan oportünist siyaset simsarlarına omuz vermemeyi bilerek. İlk fırsatta egemen-lerin safına geçip AKP’yle, Fethullahçılarla, TÜSİAD’la işbirliği yapacak yeni Ufuk Uras’lara ihtiyacımız yok.

urun_31_17haz.indd 14urun_31_17haz.indd 14 17.06.2011 16:53:3117.06.2011 16:53:31

Page 16: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

15

AKP’nin Seçim Stratejisi

AKP 12 Haziran 2011 seçim kampanyasını ülkenin bütün sağcı, geri-ci ve faşist güçlerini kendi çatısı altında birleştirme stratejisiyle yürütü-yor. Emperyalizmin ve kapitalizmin emrinde bütün sağcı, gerici ve faşist çevreleri birleştirme stratejisi, AKP’yi 12 Eylül 1980 faşizminin yolunu açan Milliyetçi Cephe olarak örgütleme ve tekleştirme politikasıdır. Re-cep Tayyip Erdoğan, 12 Eylül 1980 öncesi Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’in, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan’ın, Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş’in ve Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu’nun politikalarını, günümüz koşullarına uyarla-yarak, kendi şahsında birleştirmeye çalışıyor.

AKP’yi yeni Milliyetçi Cephe olarak örgütleme ve tekleştirme politika-sının özü, işbirlikçi kapitalist oligarşinin menfaatlerini korumak için işçi sınıfına, şehir ve köy emekçilerine, ezilen halklara, gençliğe, kadınlara, aydınlara düşmanlık gütmektir. Dinci-şovenist dogmaların mutlak ege-menliğini kurmak için komünizme, sosyalizme, demokrasiye, felsefeye ve bilime, sanata, eşitlik ve özgürlük düşüncesine, düşünce ve inanç öz-gürlüğüne topyekün saldırmaktır. Siyasal, sosyal ve ideolojik muhalefete hayat hakkı tanımayan yekpare ve hiyerarşik bir toplum kurma arzusunu hayata geçirmektir. Devrim düşüncesini toplumsal hafızadan silmektir.

Recep Tayyip Erdoğan her seçim mitinginde antikomünizm yapıyor. Kendisini dinlemeye gelen kitleleri Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, ka-dınlara, gençlere, sendikalara, derneklere, laik kesimlere karşı galeyana getirmeye çalışıyor. Toplumun en geri, en eğitimsiz ve bağnaz kesimlerine özgü akıldışı duyguları ve önyargıları körüklüyor. Yobazlığı, şovenizmi, cinsiyetçiliği, militarizmi, hoşgörüsüzlüğü daha da yerleştirmeye çalışı-yor. Yalan, ift ira, hakaret, özel yaşama saldırı, komploculuk, vicdansızlık tek geçerli kural oldu.

Erdoğan, Hopa’da AKP’nin su ve çay politikasını protesto eden Hopa halkına “Bunlar eşkiya” dedi. Hopa protestosunda polisin zehirli gaz ve cop saldırısıyla ölen emekli öğretmen Metin Lokumcu için, “Bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, şu anda kimliğini bilmiyorum, üzerinde de fazla durmak istemiyorum, ölmüş” dedi. Hopa protestocularını terö-

SEÇİMDEN ÖNCE

urun_31_17haz.indd 15urun_31_17haz.indd 15 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 17: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

16

rist sayarak özel yetkili ağır ceza mahkemesine sevk ettirdi ve tutuklattı. Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto etmek amacıyla Ankara’da gösteri yaparken polis panzerinin üstüne çıkan ve polis dayağıyla kalça

kemiği kırılan Dilşat Aktaş için, “Ankara’da polis panzerine tır-manan bir tane kız mıdır kadın mıdır, orasını bilemem” dedi. AKP’nin Kürt politikasını eleş-tiren köşe yazarı Nuray Mert’e “namert” dedi. YGS skandalını haber yaptığı için gazeteci Ab-

bas Güçlü’yü “Bunun bedelini ödeyecek” diyerek tehdit etti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu her gittiği yerde “Kılıçdaroğlu Alevi” di-yerek yuhalatıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde AKP’ye biat etmeyen subay-ları bir bir tasfiye ediyor. Nitekim, önümüzdeki Ağustos’ta Hava Kuvvet-leri Komutanı olması beklenen Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı da bu furyadan nasibini aldı ve tutuklandı. Erdoğan, Kürt politikacılarını CHP ve MHP’yle işbirliği yapmakla suçluyor. BDP’yi etki-sizleştirmek için internete verilen ses kayıtlarını, MHP’yi etkisizleştirmek için yine internete verilen görüntü kayıtlarını kullanıyor.

AKP, 12 Haziran seçimini kazanmak için eski Milliyetçi Cephe uygu-lamalarını günümüze taşıyor, ülkeyi baskı ve terörle teslim almaya çalı-şıyor. Dogmaları, akıldışı önyargıları yayarak halk kitlelerini gerçek so-runlarından uzaklaştırıyor, emekçilerin gözlerine kül serperek kapitalist sömürüyü, yoksulluğu, yolsuzluğu, işsizlik afetini, kölelik ve onursuzluk düzenini unutturmaya çalışıyor.

AKP’nin Hegemonya Saldırısı

AKP hegemonik tek parti diktatörlüğünü kurma yolunda saldırılarına devam ediyor. Sosyalist harekete ve Kürt halkına yönelik sistemli tutuk-lamalar adım adım genişledi, toplumun AKP ve Fethullah Gülen hareketi dışındaki her kesimine derece derece yöneldi.

AKP iktidarının hedefinde kimler yok ki: Grevci işçiler, hakkını ara-yan köylüler, işsizliğe isyan eden yoksullar, halk için eğitim ve halk için bilim isteyen gençler ve öğretmenler, YGS sahtekârlığına karşı çıkan li-

urun_31_17haz.indd 16urun_31_17haz.indd 16 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 18: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

17

seliler, Kürt politikacıları ve HPG’liler, Alevi toplumu, Ermeni toplumu, kadın hakları savunucuları, laiklik yanlıları, düşünce ve ifade özgürlüğü-nü savunan aydınlar, barış isteyen sanatçılar, bağımsızlık ve demokrasi isteyen yurttaşlar, emperyalist savaşa karşı çıkanlar, doğa katliamını dur-durmak isteyen çevreciler, Kemalist-ulusalcı partiler, Silahlı Kuvvetler, yüksek yargı kurumları, CHP ve son olarak MHP’liler.

İslam-Türk-NATO sentezcisi AKP, işbirlikçi kapitalizmi dinci ve şo-venist dogmalarla birleştiren antikomünist dünya görüşü doğrultusunda özlediği itaat toplumunu kurabilmek için devrimci ve ilerici halk güçleri-ne azgınca saldırıyor. Bu olgu şaşırtıcı değil. AKP gibi bir hareketten zaten bu beklenir.

AKP, öte yandan, her kritik dönemeçte emperyalizmin ve işbirlikçi egemen sınıfl arın maşalığını yapan aşırı sağcı, gerici, mukaddesatçı-milliyetçi-muhafazakâr, karşıdevrimci ve faşist bütün güçleri kendi hegemon-yası altında birleştirmek için, bu çevrelerde kendisine açıkça biat etme-miş yapıların yöneticilerine karşı da bir sindirme harekâtı yürütüyor. Bu harekâtını medyanın her köşesine yerleştirdiği işbirlikçi liberallerin paha biçilmez desteğiyle, halk kitlelerinin kafasını karıştırmak için kullanıyor.

AKP’ye ve işbirlikçi liberallere göre, AKP’nin söz konusu kesimlere yönelik tutuklama, sindirme, şantaj ve itibarsızlaştırma operasyonla-rı, AKP’nin “ileri demokrasi” yolunda attığı adımlardır; AKP, faşizme, kontrgerillaya, suç çetelerine, bürokratik oligarşiye, askerî darbelere, askerî vesayete karşı çıkmakta ve ülkeyi demokratikleştirmektedir.

Halkın kafasını karıştırmayı amaçlayan bu şaşırtmaca kesin olarak reddedilmelidir. AKP, burjuva anlamda bile olsa demokratikleşme adına faşizme, kontrgerillaya, suç çetelerine, bürokratik oligarşiye, askerî darbe-lere, askerî vesayete karşı bir politika geliştirmiyor. Aksine, AKP, faşizmin, kontrgerillanın, suç çetelerinin, bürokratik oligarşinin, askerî darbelerin, askerî vesayetin zihniyetini ve uygulamalarını, teorisini ve pratiğini gitgi-de artan bir iştahla soğuruyor; kendi dinci, dogmatik zihniyet dünyasının ve iktidar icraatının ayrılmaz parçası hâline getiriyor.

AKP’nin halk muhalefetinin her ifadesini suç sayması; sendikaları, dernekleri, yasal partileri, demokratik eylemleri illegal ilan etmesi; Kürt meselesinde tekrar inkârcılığa yönelmesi; YGS’deki ahlaksızlığı protesto eden yüz binlerce liseliyi ve onların ailelerini tehdit etmesi; heykelleri yık-ması; Alevi düşmanlığını körüklemesi; dinsel dogmaları bütün toplumu

urun_31_17haz.indd 17urun_31_17haz.indd 17 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 19: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

18

bağlayan tek geçerli ahlak ve mantık çerçevesi olarak dayatması; siyanürcü şirketleri, nükleer soyguncuları, HES talancılarını savunması; özel yetkili mahkemeleri, terörle mücadele yasasını, yüzde on seçim barajını, zorunlu din dersini ift iharla koruması; Amerikan ve Avrupa emperyalizmi savaş borusunu çalınca Arap ve İslam halklarına karşı kiralık asker olarak gö-rev yapmaktan utanmaması, bu gerçeği kanıtlıyor.

AKP, ülkeyi burjuva anlamda bile olsa demokratikleştirmiyor; Türki-ye’deki gericiliği, faşizmi ve karşıdevrimi kendi hegemonyası altına alarak tekleştiriyor. İşbirlikçi kapitalist oligarşinin tek temsilcisi olarak kalmak amacıyla faşizmin ve gericiliğin öteki odaklarını kendine boyun eğdirme-ye çalışıyor; bu yolda her türlü baskıyı, hileyi ve şantajı kullanıyor.

Gericiliğin ve faşizmin belirli bir karşıdevrimci odağın hegemonyası altında birleşmesi, sömürüye ve baskıya karşı mücadele eden işçi sınıfı-nın, köy ve şehir emekçilerinin, toplumsal muhalefeti oluşturan halk ke-simlerinin yararına değil, zararınadır. Emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele, hiç kuşkusuz, her türden gericiliği ve faşizmi ortadan kaldırma mücadelesidir. Bu mücadele içinde gericiliğin ve faşizmin şu ya da bu oda-ğını tercih edecek değiliz. Ancak, devrimci mücadelenin selameti açısın-dan, gericiliğin ve faşizmin tek bir odağın hegemonyası altında birleşme-sini değil, bölünmüşlüğünü tercih ederiz.

Halk düşmanlarının tek bir komuta altında birleşmesinden sevinç duymamız gerektiğini savunan işbirlikçi liberallere kanacak değiliz. Biz devrimci sorumluluğumuzu serinkanlı biçimde yerine getirmeye devam edeceğiz. AKP’nin gericiliği ve faşizmi kendi hegemonyası altında tekleş-tirme oyununu da teşhir edecek ve bozacağız.

AKP’ye Diktatörlük Yetkisi

Meclis 5-6 Nisan 2011 geceyarısı kabul ettiği yasa tasarısıyla hüküme-te çalışma hayatıyla ilgili kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verdi. Yüzde 10 barajının AKP’ye sağladığı ölçüsüz Meclis çoğunluğuna dayanarak kabul edilen bu yasa, AKP iktidarına, kamu emekçilerinin ka-zanılmış haklarını kökten budama imkânını tanıyor.

Yasaya göre, hükümet kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atan-ma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ile

urun_31_17haz.indd 18urun_31_17haz.indd 18 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 20: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

19

emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin konularda düzenleme ya-pabilecek.

Hükümet, Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanun, Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usulüne İlişkin Kanun, Yükseköğretim Personel Kanunu, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanu-nu gibi yasaları keyfine göre değiştirebilecek.

Hükümet, bu yasadan aldığı yetkiyle, Başbakanlık, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Devlet Personel Başkanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Dev-let Planlama Teşkilatı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı teşkilat kanunlarında değişiklik yapabilecek.

Meclis’te ezici bir çoğunluğa sahip olduğu ve istediği yasayı zaten çıka-rabildiği hâlde, AKP’nin kanun hükmünde kararname yoluna gitmesi, tek bir anlam taşıyor. AKP, kamu emekçilerinin kazanılmış haklarını, kamu emekçilerinin muhalefetine fırsat tanımadan, konu üzerinde hiçbir tartış-maya vakit bırakmadan ortadan kaldırmak istiyor.

AKP iktidarı, yangından mal kaçırırcasına çıkardığı bu yasayla, hem kapitalizmin işçi ve emekçi haklarına yönelik neoliberal saldırısını sürdü-rüyor, hem de devlet kadrolarında toptan kadrolaşmanın yolunu açıyor. Hükümete verilen kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi, kamuda çalışan işçileri, memurları ve çeşitli statülerle bölünmüş personeli daha ucuza, daha kuralsız ve daha güvencesiz biçimde çalışmaya mahkûm ede-bilmenin altyapısını kuruyor.

Kanun hükmünde kararname diktatörlük yetkisi demektir. AKP, bur-juva parlamenter sistemin en temel kurallarını bile çiğneyerek Meclis’in yasama yetkisini bakanlar kuruluna devrediyor. Kendisine yönelik her türlü muhalefete karşı giriştiği tutuklamalarla bir korku imparatorluğu yaratmaya çalışan AKP, saldırısını genişletiyor; işçi sınıfını ve emekçi hal-kı doğrudan doğruya hedef tahtasına oturtuyor.

İşçi sınıfının ve emekçi halkın çok önemli bir bileşenini oluşturan kamu emekçilerine yönelik bu diktatörlük saldırısına karşı, bütün sendi-kalar, bütün işçi ve emekçi dostları derhâl harekete geçmelidir. Yarın çok geç olabilir.

urun_31_17haz.indd 19urun_31_17haz.indd 19 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 21: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

20

Türkiye işçi sınıfının ayrılmaz bir parça-sını oluşturan kamu emekçilerinin 10 yıllık mücadelesi, sonunda, meyvesini verdi. AKP hükümeti 4B statüsünde çalıştırılan sözleş-meli kamu emekçilerine sürekli kadroya atan-ma, yani 4A statüsünde çalışma hakkını tanı-mak zorunda kaldı.

AKP hükümeti bu hakkı tanıyarak seçimlerde olası oy kaybını önlemek, 9 yıllık iktidarında bizzat kendisinin büyüttüğü sözleşmeli kamu emekçileri sorununu çözerek seçim yatırımı yapmak istiyor. Ne var ki, yıllardır sözleş-meli statüde çalıştırarak haklarını gasbettiği bütün emekçiler, başta sağlık emekçileri ve eğitim emekçileri olmak üzere, AKP’nin yaptıklarını unutma-yacak, onu oylarıyla da cezalandıracaklardır.

Hükümetin 2 Haziran 2011 günü çıkardığı “Devlet Memurları Kanunun-da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”, 4 Haziran Cumartesi günü Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanarak yü-rürlüğe girdi. Kararnameye göre, 30 gün içinde yazılı başvuruda bulunarak sürekli kadroya alınmalarını isteyecek olan sözleşmeli kamu emekçilerinin atanmaları 60 gün içinde tamamlanacak.

Bununla birlikte, kararname, 4B statüsünde bulunan herkesi kapsamıyor. Hükümet, yerel yönetimlerde çalışan sözleşmeli personeli kararname dışında bıraktı. Ayrıca, kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatı ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, ayın veya haft anın bazı günleri

Sözleşmeli Kamu Emekçilerinin Zaferi

Ali Uğur

urun_31_17haz.indd 20urun_31_17haz.indd 20 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 22: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

21

ya da günün belirli saatleri gibi kısmi zamanlı çalışanlar ile yükseköğretim kurumlarının araştırma-geliştirme projelerinde proje süreleriyle sınırlı ola-rak çalışanlar yine 4B statüsünde kalmaya devam edecek.

Sözleşmeli statüde çalıştırma uygulaması, işçi sınıfını bölerek kapitalist-lerin ve devletin daha sıkı denetimi altında daha ucuza çalıştırmayı öngören neoliberal kapitalist saldırının ürünüydü. 4B statüsünde çalıştırılan kamu emekçileri, iş güvencesine sahip sürekli kadrolu 4A statüsündeki emekçilerle aynı işi aynı koşullarda yaptıkları hâlde, sadece 12 aylık sürelerle çalıştırılıyor ve her yıl sözleşmelerinin yenilenmesi gereği onlara karşı bir tehdit unsuru olarak kullanılıyordu.

4B statüsünde çalıştırılan kamu emekçilerinin 4A statüsüne geçirilmesi, yaklaşık 200 bin kamu emekçisinin önemli bir hak kaybını giderecek. Ancak, kararname bütün 4B’lileri kapsamadığı gibi, kamu emekçilerinin farklı sta-tülere bölünmesi 4B ile de sınırlı değildir. 4C ve taşeron işçiliği de sürüyor. Hükümetin kararnamesi, 4C ve taşeron işçiliği sorununa, milyonlarca emek-çinin hak sorununa hiçbir çözüm getirmiyor.

Önce mevsimlik işçilerle sınırlı olan, daha sonra ise, özelleştirme sonucu işsiz kalan işçilerin geçirildiği ve bu çerçevede Tekel işçilerinin büyük eylem-lerine neden olan 4C uygulamasında, iş güvencesi olmadığı gibi, ücretsiz izin hakkı, eş-hastalık-eğitim nedeniyle atama, askerlik dönüşü işe başlama gibi haklar da bulunmuyor. Taşeron işçileri ise kamu kurumlarının işini yaptıkla-rı hâlde kamu emekçisi bile sayılmıyor ve çok daha güvencesiz bir konumda çalışmaya mahkûm ediliyor.

Toplu sözleşmeli, grevli, iş güvenceli çalışma hakkı bütün emekçilerin en doğal hakkıdır. İşçi sınıfını işçi-memur, kamu-özel, sürekli-geçici-mevsim-lik-taşeron olarak bölmek, kapitalizmin işçi sınıfını zayıf düşürmek, örgüt-lenmesini ve haklarını savunmasını engellemek, daha ucuza ve daha çok ça-lıştırmak için dayattığı uğursuz yöntemdir.

Sözleşmeli statüden sürekli statüye geçme hakkını söke söke kazanan kamu emekçilerinin zaferi, umuyoruz ki, kararname dışında bırakılan 4B’lilerin, yok sayılan 4C’lilerin ve sayıları milyonlara ulaşan taşeron işçileri-nin mücadelesine hız verecektir. Bütün işçi sınıfının toplu sözleşmeli, grevli, iş güvenceli çalışma hakkını kazanma hedefi önümüzde duruyor.

Sözleşmeli çalıştırılan hemşirelerin, doktorların, ebelerin, laborantların, öğretmenlerin, bütün emekçilerin ısrarlı mücadelesi sonuç verdi, AKP hükü-metine geri adım attırdı. Birlik ve mücadele asla boşa gitmez.

urun_31_17haz.indd 21urun_31_17haz.indd 21 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 23: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

22

Zavallı Hâle Gelen Türk-İş Yönetimi

Fatih Aydın

Sonu tek rakamla biten yıllar, Türkiye'deki kamu işçileri için toplu söz-leşme yıllarıdır. 2011 yılı da, özelleştirmelerden ve kapitalist iktidarların ka-muyu yok etme politikasına bağlı olarak sayıları giderek azalmasına rağmen, 230 bin kamu işçisinin toplu sözleşme görüşmelerinin yapıldığı yıldır. Henüz doğru dürüst bir müzakere bile yapılamadan bugüne gelindi. Yasal olarak 2011 Ocak ayından itibaren geçerli olabilecek bir toplu sözleşme imzalamak mümkünken, Hükümetin boşveren tavrından dolayı Haziran ayına geldiği-mizde bile hiçbir ilerleme olmadı.

urun_31_17haz.indd 22urun_31_17haz.indd 22 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 24: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

23

Hükümetin tavrı toplu sözleşmeleri seçimlerden sonraya bırakmak. Bu yolla kendi elini güçlendirmek. Seçim öncesi daha kırılgan olabileceklerini bildiklerinden, görüşmelerin ve imzanın seçim sonrasına kalması konusunda ısrarcılar. Çünkü, kamu işçilerine dönük olarak AKP Hükümetinin talepleri uzun zamandır biliniyor: Kamu işçisinin iş güvencesini azaltmayı hedefl iyor-lar. İstediği kişiyi istediği yerde ve zamanda çalıştırmayı öngören esnek çalış-ma hükümlerinin geçmesini istiyorlar. Kuralsızlığı istisna olmaktan çıkartıp kural hâline getirmek istiyorlar. Sendikasızlığı olabildiğince yaygınlaştırmak istiyorlar. Kısacası, işçilerin bugüne dek kazandıklarını parça parça elimiz-den almaya çalışıyorlar.

Elbette anlaşılabilir sebeplerle, kitlelerin bu kadar tepkisini çekecek bir po-litikayı da seçimlerden önce açığa çıkartmak istemiyorlar. AKP, başta kalmak isteyen her kapitalist, sağcı parti gibi, burjuva politikasının gereğini yapıyor.

Anlaşılmaz olan 230 bin işçinin temsilcisi olarak masanın diğer yanında oturan en büyük işçi örgütünün, Türk-İş'in tutumudur.

İlerici, mücadeleci sendikalar aylardır seçimleri bir fırsat olarak kullan-manın öneminden bahsediyorlar. Hükümetlerin halklara karşı en zayıf an-larının seçim dönemleri olduğunu bilmeyen yoktur. Sendikaların da bütün güçlerini rakiplerinin en zayıf anında en fazla hak elde etmek üzere yoğunlaş-tırmaları, dürüst ve namuslu sendikacılığın en temel gereğidir.

Ancak, Türk-İş yönetimi, bırakın bu süreci Hükümete boyun eğdirmek üzere kullanmayı, en basit sendikacılık kuralını bile işletmekten aciz bir gö-rüntü veriyor. 230 bin işçiyle birlikte tüm Türkiye'yi AKP'ye dar edebilecek gücü varken, bilerek, isteyerek, gönüllü olarak Hükümetin dümen suyundan çıkmadan, Hükümete en küçük bir rahatsızlık vermeden seçimlerin sonucu-nu bekliyor.

Bilinir, İstanbul ve Marmara bölgesi, işçi yoğunluğunun en fazla olduğu yerdir. İşçi mücadelesi vermek isteyen sendikaların merkezi çoğunlukla İs-tanbul'dadır. Buna karşın, istisnaları bir kenara bırakacak olursak, kamu işçi-si ağırlıklı olan sendikalar ise, bakanlarla ve bürokratlarla daha çok temas ve diyalog kurabilecekleri gerekçesiyle merkezlerini Ankara'da bulundururlar. Türk-İş'in de merkezi Ankara'dadır. Bakanlar ve bürokratlar bazen Türk-İş merkezine, bazen de Türk-İş yönetimi bakanlıklara giderler.

Ama, bu kez, bırakın Türkiye'yi, bırakın Ankara'yı ayağa kaldırmayı, ta-rihte ilk kez bir bakanı Türk-İş'e çağırmayı bile beceremeyen bir yönetim gör-dük karşımızda. İlk kez Türk-İş bir bakanın peşinden Türkiye'yi dolaşmaya

urun_31_17haz.indd 23urun_31_17haz.indd 23 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 25: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

24

başladı. İlk kez bir bakanın seçim gezisi esnasında ayırdığı yarım saati “mü-zakere” diye anlatabilen bir yönetim gördük.

Türk-İş, tabandan gelen görüşme ve eylem ta-leplerinden dolayı sıkıştığı için kamu toplu iş söz-leşmelerinden sorumlu Devlet Bakanı Hayati Ya-zıcı ile mutlaka bir görüşme ayarlamak istiyordu. Ama, Yazıcı, seçim gezisi dolayısıyla aday olduğu Trabzon'u bırakıp gelemeyeceğini belirtiyor. Eğer çok istiyorlarsa gelip kendisiyle boş bir vaktinde Trabzon’da görüşebileceklerini söylüyor. Bunun üzerine de Türk-İş yönetimi, “biz işçi sınıfı olarak seni de, tüm bakanlar kurulunu da buraya getirt-meyi biliriz; tarihimiz bu konuda onlarca örnekle

doludur” diyemiyor. Sanki marifetmiş gibi, Türk-İş sitesinden şu açıklamayı yapıyor:

“...Görüşmelere 2 Haziran 2011 tarihinde saat 10.30’da Trabzon’da, Türk-İş Trabzon İl Temsilciliğinde devam edilecektir. Bu görüşme, Devlet Bakanı Ha-yati Yazıcı ile Türk-İş Yönetim Kurulu arasında gerçekleşecektir.”

Neticede, 2 Haziran 2011’de görüşme yapıldı. Adı görüşme, ama, aslın-da dert aktarma, politikacının da bu derdi “hı, hı” diyerek kafa sallayarak dinlemesinden başka bir şey yapılmadı. Daha görüşme yapılmadan Bakanın vereceği cevap tüm ilgililer tarafından biliniyordu aslında: “Notumu aldım, en kısa sürede sayın Başbakan ile görüşeceğim”.

Bu kadar pasif, bu kadar beceriksiz, bu kadar kişilik yoksunu bir yönetimi daha önce hiç görmemiştik. Türkiye işçi sınıfı, bu insanları sırtından atma-dan, devrimci bir emek odağı yaratmadan, önümüz açılamayacak.

Türkiye işçi sınıfımız bu insanları hak etmiyor. Böylesi yöneticileri, sözde sendika önderlerini hak etmiyor. Geçmişte devrimci bir mücadele yürütmeyi başaran sınıfımız, bu insanları da koltuklarından kaldırmayı başaracaktır. Taşeronu, sözleşmelisi, geçicisi, kadrolusu, kadrosuzu, 4B, 4C statüsünde ça-lışanı tüm işçilerin birliği ile çözüm yakındır.

urun_31_17haz.indd 24urun_31_17haz.indd 24 17.06.2011 16:53:3217.06.2011 16:53:32

Page 26: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

25

Liseli Gençliğe Saldırı

Ahmet Erhanlı

YGS’de büyük hileÖSYM’nin 27 Mart 2011’de düzenlediği Yükseköğretime Geçiş Sınavı

(YGS), büyük bir hilenin oyuncağı oldu. Sınav kitapçıklarında soruların doğ-ru yanıtlarına ilişkin bir şifrenin kullanıldığı ortaya çıktı. Şifre en zor testin on dakika içinde yanıtlanmasına imkân veriyor. Böylece ÖSYM’nin kayırdığı tarikatçı-cemaatçi çevreler hiç emek harcamadan ön sıralara geçip istedikleri üniversitelerin istedikleri bölümüne yerleşebilecek.

Emekçilerin önünde başlı başına kapitalist bir engel olan bu adaletsiz sı-nava gece gündüz demeden çalışmak zorunda kalan yüz binlerce aday, bu hileyle ikinci bir darbe yedi. Çocuğunu okutabilmek için ekmeğinden kısarak dersanelere para yetiştirmeye çalışan emekçiler, bütün hak ve adalet kavram-larını ayaklar altına alan bu oyunla ikinci kez aldatıldı.

AKP iktidarı ve güdümündeki kadroların yönettiği ÖSYM, bu pervasız hilenin gerçek sorumlusudur ve bütün halka hesap vermelidir.

Tarikatçı-cemaatçi çevreler, geçen yıl KPSS sınavında soruları sızdırarak kendi yandaşlarına bütün soruları eksiksiz yanıtlama imkânını sağlamışlardı. Kendi eserleri olan bu skandala karşı haklı olarak ortaya çıkan tepkileri baha-ne ederek ÖSYM’yi tamamen ele geçirmenin yolunu buldular ve asıl vurgunu vurdular. Artık soru çalmaya, soru sızdırmaya gerek kalmadı. ÖSYM’de ka-yırmacılık artık merkezî olarak, bilgi işlem programlarıyla yapılıyor.

İstanbul’da 7 okulda adayların merkezî bilgisayar işlemiyle haremlik-se-lamlık olarak yerleştirildiği, kadın ve erkek öğrencilerin ayrı salonlarda sı-nava girmek zorunda bırakıldığı daha önce ortaya çıkmıştı. Şimdi de sınav şifresiyle istenilen aday topluluğuna zahmetsiz sınav kazandırıldığı anlaşıldı.

urun_31_17haz.indd 25urun_31_17haz.indd 25 17.06.2011 16:53:3317.06.2011 16:53:33

Page 27: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

26

Sınav zaten alın teriyle geçinen bütün emekçi çocuklarına karşı ayrımcı-lık yapıyordu. Sınav şifresi bu ayrımcılığı ikiye katlıyor ve genişletiyor. Artık AKP’nin, tarikatçı-cemaatçi çevrelerin gericiliğini benimsemeyen herkes hi-leyle saf dışı bırakılıyor. AKP’nin, Gülen cemaatinin işbirlikçi-dinci bağnaz-lığına boyun eğmeyen herkes, üniversite dışında kalmaya mahkûm ediliyor.

AKP’nin ve Gülen cemaatinin liseden mezun olmaya hazırlanan bütün gençliğe, bu gençlerin ailelerine yönelik bu ağır saldırısı hak ettiği şekilde ce-zalandırılmalıdır. Bırakın demokrasiyi, bırakın çağdaş hukuku, kanun varsa, bu yolsuzluk, yapanların ve yaptıranların yanına kâr kalamaz.

Liseli gençliğe, bütün liseli çocukların ailelerine yönelik bu saldırı, aynı zamanda, bütün halka kurulan bir tuzaktır. 12 Eylül faşizminin yeni efen-dileri, laikliğin ve kadın haklarının son kalıntılarını da yok edecek gerici ve karşıdevrimci kadrolaşmayı tamamlamak istiyorlar. Amerikan emperyaliz-minin sosyalizmi, devrimci ve demokratik güçleri kuşatma ve boğma planla-rı doğrultusunda, yıllar içinde kapitalist egemenlerin fideliğinde yetiştirilen gerici “altın nesil” devlette, kamu yönetim organlarında fethedilmedik yer bırakmak istemiyor.

12 Eylül 1980 öncesinde gerici-faşist Milliyetçi Cephe’nin devrimcilere ve solculara uyguladığı yoğun terörle dinci gericilere teslim edilen Fen Liseleri, devletin bilgi işleme dayalı bütün kurumlarının dinci gericilerin eline geç-mesinin başlangıcını oluşturdu. 12 Eylül’den sonra Kenan Evren-Turgut Özal koalisyonlarıyla her yönden güçlendirilen bu süreç, AKP iktidarında artık tepe noktasına varıyor. İktidara yerleştikçe pervasızlaşan işbirlikçi dinci ge-ricilik, çürümüşlüğü topluma dayatıyor. Emek, adalet, vicdan, hak, hukuk, erdem, liyakat duygularından vazgeçmek istemeyen bütün toplum kesimleri, bu çürümüşlüğe karşı koymalıdır.

Başta liseliler olmak üzere bütün gençliği, okul çağında çocuğu olan bütün aileleri, çağ-dışı bir yolsuzluk, baskı ve karanlık rejiminde yaşamak istemeyen bü-tün halkı, AKP’nin ve tarikatçı-cemaatçi çevrelerin gericiliğine, yolsuzluğuna, vurgunculuğuna, kayırmacılığına karşı mücadeleye çağırıyoruz.

urun_31_17haz.indd 26urun_31_17haz.indd 26 17.06.2011 16:53:3317.06.2011 16:53:33

Page 28: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

27

YGS sahtekârlığı örtbas edilemezYükseköğretime Geçiş Sınavı’nda yapılan büyük sahtekârlık, göz göre göre

örtbas edilmek isteniyor.Sınava giren bir milyon altı yüz doksan iki bin genci ve ailelerini mağdur

eden yöneticilerin imdadına önce Abdullah Gül koştu. Gül, “ÖSYM Başkanı Ali Demir’den aldığım bilgiler beni tatmin etti” dedi. Ardından, hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, “Cumhurbaşkanı’nın tatmin olduğu konuda biz de tatmin olmuşuzdur” dedi. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, “Sınavda hiçbir sorun yoktur, gençler rahat

olsun. Yapılan açıklamaları tatmin edici buluyorum” dedi. ÖSYM’nin bağlı olduğu YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, “En güve-nilir sınavdı. ÖSYM Başkanı’nın açıklama-ları beni de tatmin etti” dedi. TBMM Başka-nı Mehmet Ali Şahin, “ÖSYM Başkanı’nın açıklamaları beni rahatlattı ve tatmin etti” diye buyurdu.

Eğer kişisel bir işten değil, bütün halkı ilgilendiren kamusal bir işten söz ediyorsak, Gül’ün ve diğer yetkililerin kişisel “tatmin”i, bir suça ilişkin ya-sal inceleme, soruşturma ve yargılama süreçlerinin yerine geçemez. Kamusal işlerde cumhurbaşkanı makamında bulunan kişinin ve yüksek görevlilerin kişisel tatminine göre değil, yasalara göre karar verilir.

Milyonlarca insandan oluşan koca bir kitlenin ağır biçimde aldatılması söz konusudur. Şifrenin boyutlarına ilişkin gerçekler art arda ortaya çıkıyor. Tarikatçı-cemaatçi çevreleri kayırmak amacıyla sınavı manipüle eden şebe-ke aslında falso yapmış, suçüstü yakalanmıştır. Yetkililere düşen görev, suçu örtbas etmek değil, liseli gençlerin geleceğini çalan suçluları yakalamak ve gençlerin, ailelerinin mağduriyetini giderecek önlemleri hızla almaktır.

Buna karşılık, ağır biçimde al-datılan gençler ve aileleri bütün ülkede kitlesel gösterilerle YGS sahtekârlığını protesto ediyor. İstanbul, Ankara, Van, Adana, Mersin, İzmir, Balıkesir, Şanlıur-fa, Muğla ve Antalya’da yapılan

urun_31_17haz.indd 27urun_31_17haz.indd 27 17.06.2011 16:53:3317.06.2011 16:53:33

Page 29: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

28

protestolarda AKP ve Fethullah Gülen çevresi kınandı. Gençler ve aileleri, bu rezaletten kimlerin sorumlu olduğunu içgüdüsel olarak biliyor.

Egemen kapitalist sistem, “Çalışan kazanır, tembeller elenir. Çok çalışın, istediğiniz okula ve bölüme girin” masalıyla üniversite sınavlarını yıllar bo-yunca bir meşruiyet zırhına büründürmüştü. Akıllara durgunluk veren bir pervasızlıkla yapılan sahtekârlık, dinci-tarikatçı kadroları hiç çalışmadan milyonlarca gencin önüne geçiriyor. Egemenler, kitlelerin adalet, liyakat, eşitlik, duygularını ayaklar altında çiğnedi. Ele talkın verenler, salkımları yutmakta tereddüt etmedi. Merkezî kayırmacılık, emekçilere karşı zaten ayı-rımcı olan eleyici sınavın bin türlü beyin yıkamayla zar zor ayakta tutulan inandırıcılığını büsbütün ortadan kaldırmıştır.

Bir yandan baskı ve terörle, bir yandan propaganda ve beyin yıkamayla ayakta tutulan neoliberal kapitalist sömürü ve zulüm rejimi lime lime dökü-lüyor. YGS’de şifre sahtekârlığı egemen sistemin ne kadar çürüdüğünü göste-riyor. Çürümüşlükten kurtulmak, kendimize insanca yeni bir yaşam kurmak elimizdedir.

YGS iptal edilmelidir. Sınav şebekesi cezalandırılmalıdır. Üniversiteye gi-riş sınavsız olmalıdır. Bütün halkın eğitim hakkı tanınmalıdır. Parasız, ka-musal, bilimsel, demokratik, laik, anadilde eğitim ilkesi hayata geçirilmelidir. ÖSYM ve YÖK kapatılmalıdır. Üniversiteler ve bütün okullar eşitliğin, öz-gürlüğün, araştırma ruhunun, yaşama sevincinin merkezi olmalıdır. Kapita-listler için değil, emekçiler için üniversite istiyoruz. Halk için bilim, halk için eğitim istiyoruz. Adaletin olmadığı yerde eğitim olmaz, bilim olmaz.

Sınav stresiyle mide sancıları çeken, hayata küsen genç arkadaşlar, biliniz ki, çare var. Elbirliği edersek, insanca bir eğitime ve insanca bir yaşama ka-vuşabiliriz. AKP’nin ve Gülen çevresinin hiçe saydığı milyonlarca genci ve ailelerini destekliyoruz.

7 Nisan 2011

YGS sahtekârlığına aklamaAnkara Cumhuriyet Başsavcılığı, YGS’de ayyuka çıkan büyük sahtekârlığa

ilişkin yürüttüğü soruşturmada bugün öğleden sonra takipsizlik kararı ver-di. Sınavda şifrelemenin kesin olarak ortaya çıkmasına, dinci-tarikatçı der-sanelerin öğrencilerine şifrenin sızdırılmasına ilişkin sayısız verinin ortaya konulmasına rağmen verilen bu karar, yargı organlarını hükümetin doğru-dan uzantısı hâline getiren AKP iktidarının, yüz binlerce liseliyi ve onların

urun_31_17haz.indd 28urun_31_17haz.indd 28 17.06.2011 16:53:3417.06.2011 16:53:34

Page 30: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

29

milyonları bulan aile bireylerini hiçe saydığını kanıtlıyor. AKP, minareyi çalmış, kılıfını hazırlayamamış ama hukuku çiğneyerek kendini kurtaracak takipsizlik kararını aldırmıştır.

AKP’nin ve dinci-tarikatçı çetenin yolsuzluğunu örtbas eden bu karar hukuk dışıdır, gayri meşrudur. Bu örtbas kararı, ülkenin her yanında şifre sahtekârlığını protesto etmek için sokaklara dökülen on binlerce liseli gencin, onları üniversiteye gönderebilmek için her fedakârlığa katlanan ailelerinin ve bütün halkın vicdanında kabul görmeyecek, mahkûm edilecektir. Bu kadar açık haksızlığa kimse dayanamaz.

Dinci-tarikatçı skandalın patlamasından bu yana, büyük şifre sahtekârlığına ek olarak, ÖSYM’nin yüksek puan kazanması gerekenlere “sı-navı kazanamadınız” bilgisi, boş sınav kâğıtları verenlere “sınavı kazandınız” bilgisi verdiği, cezaevindeki adaylara eksik ve hatalı soru kitapçığı gönderdi-ği de kanıtlandı. Bütün bu kanıtları dikkate almayarak ÖSYM’yi ve AKP’yi aklayan söz konusu karar, milyonlarca yurttaşa, açık açık, bu kadar ağır bir yolsuzluğu bile sineye çekmek zorundasınız, siz bir hiçsiniz mesajını veriyor. İşbirlikçi kapitalist düzenin yeni efendisi AKP, despotizmde sınır tanımıyor.

urun_31_17haz.indd 29urun_31_17haz.indd 29 17.06.2011 16:53:3417.06.2011 16:53:34

Page 31: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

30

Faşizme karşı mücadelelerin tarihi ve son olarak Tunus, Mısır örnekleri, hukuksuzluğu ilke edinen küstah egemenlere, hakkı, hukuku, adaleti öğre-tecek tek gücün işçiler, emekçiler, gençler olduğunu ispatlıyor. Despotizmde sınır tanımayanlara ve hukuk yolunu kapatanlara yanıtı, bizzat halkın ver-mesi gerekecek.

İnanıyoruz ki, Türkiye halkı bu kadar açık haksızlığa göz yummayacaktır. YGS sahtekârlığı AKP’nin yanına kâr kalmayacaktır. Halk, AKP iktidarının umduğu gibi, bezginliğe kapılıp “böyle gelmiş, böyle gider” demeyecektir. Gençler, aileler, vicdan sahibi bütün insanlar, tercihini adaletten yana kulla-nacak, yolsuz zorbalara karşı harekete geçecektir.

YGS sahtekârlığı kapatılamaz. Bu sahtekârlığı özenle tezgâhlayanlar, ken-di elemanlarını hileyle yüz binlerce gencin önüne geçirip devlet içindeki kad-rolaşmalarını daha da yaygınlaştırmak isteyen gericiler, hak ettikleri cezayı bulacaklar.

11 Mayıs 2011

urun_31_17haz.indd 30urun_31_17haz.indd 30 17.06.2011 16:53:3517.06.2011 16:53:35

Page 32: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

31

9 Mayıs Faşizme Karşı Zafer Günü

Muhsin Salihoğlu

9 Mayıs Faşizme Karşı Zafer Günüdür. Hitler yönetiminde-ki işgalci faşist ordu-larını dört yıl süren savaşta kovalaya ko-valaya Almanya’nın başkenti Berlin’e giren sosyalist Sovyet or-duları, 66 yıl önce, 9 Mayıs 1945’te, Alman Başkomutanlığı’nı ka-yıtsız şartsız teslim olmak zorunda bırak-mıştı.

Faşizmin yıkılma-sı, dünya işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların büyük bir kazanımıydı. Bu za-ferle, Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri, kapi-talizmin dışına çıktı.

urun_31_17haz.indd 31urun_31_17haz.indd 31 17.06.2011 16:53:3517.06.2011 16:53:35

Page 33: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

32

Kısa süre içinde, Kuzey Kore, Kuzey Vietnam ve Çin de sosyalizme yöneldi ve dünyanın üçte biri sosyalist oldu. Sömürge imparatorlukları da yıkıldı ve birçok ülke ulusal bağımsızlığını kazandı.

Bugün çok farklı koşullarda bulunuyoruz. Amerikan emperyalizminin önderliğindeki dünya kapitalist sistemi, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ar-dından faşizmin mirasını devraldı. Sosyalist sisteme ve bağımsız ülkele-re karşı Soğuk Savaş’ı başlattı. Uzun ve karmaşık bir mücadeleden sonra, 1989-1991 karşıdevrimleriyle sosyalist sistemi dağıttı, çoğunu paramparça ettiği bu ülkeleri kapitalizme geri döndürdü ve bağımsız ülkelerin çoğunu da yeni sömürgesi durumuna getirdi. Yaklaşık 20 yıllık neoliberal saldırısıyla bütün dünyaya özelleştirme, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma politika-sını dayattı. İşçilerin, emekçilerin, ezilen halkların, kadınların, çocukların, kısacası bütün insanlığın siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel kazanımlarını geri aldı, insanlığı barbarlığa ve karanlığa mahkûm etti.

Ne var ki, kendisi açısından olumlu bütün bu koşullara rağmen kapita-lizm, 2008’de dünya çapında krize girdi. Krizin yüküyle ellerindeki son ka-zanımları da kaybetmek istemeyen işçi sınıfl arının, emekçi tabakaların, ezi-len halkların kitle eylemlerinde, isyan ve ayaklanmalarında meydana gelen büyük artışı boğmak için, kapitalist dünyanın emperyalist efendileri savaş politikasına yöneldi. Gezegenin bütününü kapitalizmin kölesi yapmak için, emperyalizme hâlâ tümden teslim olmamış bütün ülkelere karşı saldırı, savaş ve işgal politikası güdüyorlar.

Emperyalizm, sosyalist Küba’yı ve Kuzey Kore’yi ambargo ve ablukayla boğmaya çalışıyor. Venezüella ve Bolivya’yı yıkmak için sürekli komplo dü-zenliyor. Filistin, Irak ve Afganistan doğrudan doğruya işgal altında. Lib-ya NATO saldırısına uğradı. Emperyalizmin hedef tahtasında olan Suriye, Lübnan ve İran’a ise şimdilik psikolojik savaş uygulanıyor. Emperyalizm, Tunus ve Mısır’da işbirlikçi kapitalist diktatörleri deviren ama sokaklardaki ve meydanlardaki gücünü kendi iktidar organlarını oluşturarak taçlandıra-mayan halk devrimlerini etkisizleştirmek ve bir saray darbesi boyutuna in-dirgemek için her yola başvuruyor. Bahreyn, Ürdün ve Suudi Arabistan’da işbirlikçilerine destek çıkıyor. Bağımsızlığını ve onurunu her gün çiğnediği Pakistan’ı fiilen sömürge durumuna getirdi. Türkiye’yi kendisine daha sıkı bağlamak için işbirlikçi egemenlerin dizginlerini kısıyor, özerklik ve bağım-sızlık taslamalarıyla alay edip İran, Libya ve Suriye konusunda tam hizaya getiriyor. NATO’yu sadece Avrupa’da değil, bütün dünyada kapitalizmin ko-

urun_31_17haz.indd 32urun_31_17haz.indd 32 17.06.2011 16:53:3517.06.2011 16:53:35

Page 34: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

33

ruyucusu dev bir militarist örgüt durumuna yükseltti. Afrika, Asya ve Latin Amerika’da her ülkeye burnunu sokuyor.

Zaferden günümüzeFaşizme karşı zaferden bugüne kadar süren tarihsel deneyim emperyaliz-

me elini verenin kolunu kurtaramadığını gösteriyor. Emperyalizm, kapitaliz-min son aşamasıdır. Emperyalizm savaştır, gericiliktir, karşıdevrimciliktir. Emperyalizm mutlak egemenlik ister, daha azına razı olmaz.

Nitekim, ABD önderliğindeki emperyalizm; faşizmi yenen sosyalist siste-min, güçlü komünist partiler ve devrimci sendikalar oluşturarak kendisine muhalefet eden metropol ülke işçi sınıfl arının ve sömürge boyunduruğundan kurtulan bağımsız halkların kendisine dayattığı yarım egemenlikle yetin-mek zorunda kaldığı, kolunun kanadının kısıtlanmasını önleyemediği, işçi sınıfına ve ezilen halklara ödünler vermek zorunda kaldığı özel koşullarda, bu durumu değiştirmek için büyük bir seferberlik başlattı. Sinsi bir planla dünya çapında çok yönlü bir ideolojik savaş yürüttü. Liberalizm, milliyetçi-lik ve dincilik zehriyle komünistlerin, sosyalistlerin, devrimci demokratların, yurtseverlerin ideolojik bağışıklık sistemlerini zayıfl attı. İdeolojik olarak pel-teleştirdiği komünist partileri düzen partilerine dönüştürdü. İçi boşaltılmış insan hakları, özgürlük ve demokrasi masallarıyla sosyalist ülkelerde adım adım karşıdevrim tohumlarını ekti. Bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkeleri kendisine bağlamak için Üçüncü Dünya elitlerini yetiştirme programları baş-lattı. Amerikan üniversiteleri, Amerikan medyası, Amerikan film ve eğlence sanayii, bütün dünyayı kapitalizmin ve emperyalizmin ne kadar doğal ve an-lamlı olduğuna inandırmak için üç vardiya çalışan fabrika görevini üstlendi ve başarılı oldu. Bugün bütün kapitalist dünyada medya Amerikan medyası, üniversiteler Amerikan üniversitesi, film ve eğlence sanayileri Amerikan film ve eğlence sanayisi olarak klonlanmış bulunuyor.

Emperyalizmin barış içinde işbirliği masallarına kanan sosyalist ülkelerin yerinde bugün yeller esiyor. Sovyetler Birliği 15 parçaya bölündü. Emperya-lizme her türlü tavizi veren Gorbaçov Amerikan tezgâhıyla devrildi gitti, ye-rini kapitalizmin zavallı uşağı Yeltsin’e ve takipçilerine bıraktı. Amerika’nın her isteğini emir sayan Şevardnadze, yerini Amerikan vatandaşı Saakaşvili’ye bıraktı. Tito’nun ülkesi Yugoslavya 7 parçaya bölündü. Romanya’da Çavuşes-ku ve eşi kurşuna dizildi.

urun_31_17haz.indd 33urun_31_17haz.indd 33 17.06.2011 16:53:3517.06.2011 16:53:35

Page 35: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

34

Sömürgeciliğe ve feodalizme karşı güçlü ulusal kurtuluş devrimleriyle devrimci demokrat yönetimlere kavuşan ilerici Arap ülkeleri, emperyalizme karşı ilkesel tutum alacak yerde onunla uzlaşınca yeniden emperyalizmin pençesine düştüler. Nâsır’ın ilerici Mısır’ı, işbirlikçi Enver Sedat’ın ve Hüs-nü Mübarek’in bağımsızlığını ve onurunu yitirmiş köle ülkesine dönüştü. Irak’ta bir dönem Amerika’yla işbirliğine giren Saddam Hüseyin, kayıtsız şartsız teslim olmayı reddedip ülkesinin işgaline karşı direnince idam edil-di. Libya’da emperyalizmle uzlaşarak ayakta kalabileceğini sanan Muammer Kaddafi, tam teslimiyeti kabul etmeyince Libya NATO’nun faşist saldırısına uğradı. Muammer Kaddafi, oğlunu ve torunlarını kaybetti, kendisi de ölüm tehdidi altında direnişini sürdürüyor. Suriye’de emperyalizme ödünler vere-rek özelleştirmelere giden, ülkeyi yavaş yavaş yabancı sermayeye açan Beşşar Esad, emperyalizme tam köleliği kabul etmeyince, ülkesi ve kendisi psikolojik savaşın hedefi oldu. Afganistan devrimine ve Sovyetler Birliği’ne karşı anti-komünizm temelinde uzun süre Amerikan emperyalizmiyle işbirliği yapan Usame Bin Ladin, Arap ve İslam dünyasının bağımsız ve özgür yaşama hak-kına sahip olduğunu savununca şeytanlaştırıldı ve ABD emperyalizminin yargısız infazıyla öldürüldü.

Emperyalizme ve kapitalizme karşı ilkesel ve kararlı mücadeleden vazgeç-mek, bütün devrimciler ve ilericiler açısından ölümcül bir yanılgıdır. Emper-yalizme ve kapitalizme karşı yarım mücadele olmaz; sonuna kadar gitmek, emperyalizmi ve kapitalizmi ortadan kaldırmak gerekir. Uzun vadeli olarak bakıldığında, bütün devrimcilerin kulağına küpe olması gereken slogan şu-dur: Ya sosyalizm ve devrim, ya emperyalizm ve karşıdevrim. Başka seçenek yoktur ve olmayacaktır. Devrim ve sosyalizmden başka, özgürlüğe, adalete, kardeşliğe, demokrasiye, bağımsızlığa, hukukun üstünlüğüne, laikliğe, ka-dınların kurtuluşuna, çocuk haklarına, yaşanabilir doğaya götüren bir yol yoktur. Kapitalizm ve emperyalizm çıkmaz sokaktır.

9 Mayıs Faşizme Karşı Zafer Günü, bu dersler ışığında, emperyalizme ve kapitalizme karşı 21. yüzyıl devrimlerinin esin kaynağı olmaya devam ediyor.

urun_31_17haz.indd 34urun_31_17haz.indd 34 17.06.2011 16:53:3517.06.2011 16:53:35

Page 36: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

35

İsrail’in yeni katliamıSiyonist sömürgeci İsrail,

63 yıl önce terör yöntemleriy-le yurtlarından sürdüğü yüz binlerce Filistinli’ye yaşattığı büyük felaketi (El Nekbe) pro-testo eden binlerce Filistinli’ye 15 Mayıs 2011 günü Suriye, Lübnan ve Gazze sınırında ateş açarak 14 kişiyi öldürdü, ara-larında çocukların da olduğu yüzlerce kişiyi yaraladı. İsrail bu katliamla, yurdundan sürüp topraklarını gasbettiği Filistin halkına karşı sürekli işlediği insanlık suçlarına bir yenisini ekledi.

İsrail’in, sınıra doğru yürüyerek bütünüyle silahsız ve barışçı bir gösteri yapan sivil halka kurşunlarla yanıt verip planlı bir katliam yapması, El Fetih ile Hamas’ın 28 Nisan 2011 günü Mısır’ın aracılığıyla Kahire’de imzaladı-ğı anlaşmazlıklara son verme ve Filistin’i birleştirme anlaşmasının hemen ardından geldi. Filistin özerk yönetimini Batı Şeria’yı yöneten El Fetih ve Gazze’yi yöneten Hamas olarak 2007’de ikiye bölen çatışmaya son verme ka-rarı, Filistin halkının ve ilerici-devrimci örgütlerinin uzun süredir yürüttüğü kararlı birlik kampanyasının ürün verdiğini gösteriyordu. Birleşme anlaşma-sı, geçici bir ortak hükümet kurulmasını, Hamas ve El Fetih tutuklularının salıverilmesini, sekiz ay içinde cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin

Filistin Yazıları

Cemile Vuslat

urun_31_17haz.indd 35urun_31_17haz.indd 35 17.06.2011 16:53:3517.06.2011 16:53:35

Page 37: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

36

yapılmasını öngörüyordu.Aşırı sağcı-faşist İsrail

hükümeti, El Fetih-Hamas anlaşmasını İsrail’e karşı düşmanca bir hareket ola-rak gördüğünü açıklayıp protesto etmiş ve Filistin yönetimine aktarmakla yükümlü olduğu yıllık 1.4 milyar dolar tutarındaki gümrük gelirlerini vermeyi

durdurmuştu. El Fetih-Hamas anlaşması, İsrail’in koruyucusu ve kollayıcısı ABD’yi de rahatsız etmişti. Emperyalistler ve siyonistler, Filistin halkının bö-lünüp paramparça olmasını ve bu süre içinde İsrail’in yeni yerleşmeler kura-rak Filistin yurdunu bütünüyle yok edip yutmasını amaçlıyorlar.

Bilindiği gibi, Filistin yönetimi, bu yılın Eylül ayında yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, başkenti Doğu Kudüs olan ve 1967 savaşı öncesi sınırlar içerisinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulması kararını kabul ettirmek için oylama yaptırma çabasını sürdürüyor. İsrail, Filistin’de ulusal birliğin kurulmasını, böyle bir kararın kabul edilmesini kolaylaştıracak bir gelişme olarak değerlendiriyor ve önlemeye çalışıyor.

Arap dünyasındaki devrimci kalkışmalar ve bu kalkışmaları boğma ama-cını güden emperyalizmin kanlı ve sinsi saldırıları, bölgede yeni bir safl aşma ve güç dizilişi yaratıyor. İsrail ve ağababası ABD, bölgede yeni bir savaşın to-humlarını serpiyor. İsrail’in dünkü katliamını bu çerçevede görmek gerekiyor.

16 Mayıs 2011

Filistin halkıyla dayanışma güçleniyor2005 Temmuz'unda Filistin

toplumunu temsil eden siyasi parti, sendika, kitle ve taban ör-gütleri tarafından yayınlanan Filistin BDS (Boykot Et, Yatırım-ları Geri Çek, Yaptırım Uygula) Çağrısı'ndan bu yana giderek bü-yüyen BDS hareketi, İsrail işgal,

urun_31_17haz.indd 36urun_31_17haz.indd 36 17.06.2011 16:53:3617.06.2011 16:53:36

Page 38: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

37

sömürgecilik ve apartheid rejimi ile suç ortaklığı yapan şirketlere bir bir geri adım attırıyor.

Filistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi'nin verdiği bilgiye göre, Türkiye'de faaliyet gösteren Denizbank'ın da sahibi olan Fransız-Belçika ban-kası Dexia, artan baskılar sonucu İsrail'deki bankasını satışa çıkardı.

Dexia'nın, işgal altındaki Batı Şeria'daki uluslararası hukuka aykırı İsrail yerleşimlerine kredi verdiğinin ortaya çıkmasıyla Belçika'daki anti-emper-yalist enternasyonal dayanışma örgütü İntal (Dayanışmayı Küreselleştirin), bankaya karşı uzun bir teşhir ve protesto kampanyası yürüttü. Kampanyadan bunalan Dexia, 11 Mayıs 2011 tarihinde Brüksel'de yapılan genel kurulunda bankanın İsrail'deki kolunun satılacağını açıkladı.

Genel Kurula 45 kadar hissedar “İsrail sömürgeleştiriyor, Dexia finanse ediyor” kampanyası çerçevesinde katılım sağladı. Bir saati aşan süre boyunca platform üyeleri Dexia İsrail bankasının Filistin topraklarında inşa edilen ya-sadışı yerleşim yerlerinin finanse edilmesi hakkında sorular sordular.

Filistin'deki faaliyetleri ne-deniyle Dexia Yönetim Kurulu Başkanı Jean-Luc Dehaene ve CEO Pierre Mariani, STK'ların yanı sıra sendikalar, siyasi parti-ler ve diğer aktivistler tarafından yoğun soru yağmuruna tutuldu. Daha önce Dexia İsrail bankası-nın satılacağı bilgisi basına yan-sımıştı. Bu bilgi Yönetim Kurulu

Başkanı Dehaene tarafından açılış konuşmasında teyit edildi.Flaman ve Brüksel bölge temsilcileri dahil olmak üzere platform üyeleri

tarafından, uluslararası hukuk, kara para aklama, Doğu Kudüs'te verilen kre-diler, sağlığa erişim, seyahat özgürlüğü, güvenlik, tarım, Dexia'nın etik ilke-leri, Dexia tarafından tazminat ödenmesi, savaş suçu işlenmesi... gibi birçok konuda sorular soruldu.

Soruları yanıtlayan Dehaene, yerleşim yeri inşa etmek için açılan kredi-lere ilişkin kararın 2008'de daha önceki yönetim tarafından verildiğini be-lirtti. Dikkat çekici gelişme ise Dexia yönetiminin İsrail bankasını en kısa zamanda, gerekirse zararına satacağı kararıydı. Ayrıca Dehaene, Dexia’nın Filistin’deki yardım projelerine destek vermeye hazır olduğunu da açıkladı.

urun_31_17haz.indd 37urun_31_17haz.indd 37 17.06.2011 16:53:3617.06.2011 16:53:36

Page 39: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

38

Jean-Luc Dehaene’nin yaptığı açıklamanın ardından tekrar söz alan plat-form sözcüsü, Dexia İsrail bankasının satış sürecinin ve Dehaene’nin Filis-tin’deki projeleri destekleyeceği sözünün takipçisi olacaklarının altını çizdi.

25 Mayıs 2011

Mısır Gazze ablukasını kırıyorMısır'da yönetimi elinde tutan

Yüksek Askerî Konsey, Filistin'in Gazze bölgesi ile Mısır arasındaki Refah sınır kapısını sürekli açmaya karar verdi. Karar 28 Mayıs 2011 Cu-martesi günü uygulamaya girecek.

Yüksek Askerî Konsey, sınır ka-pısını sürekli açık tutma kararını, El Fetih ile Hamas'ın, Filistinlilerin

bölünmüşlüğüne son vermeyi ve ulusal birliği sağlamayı amaçlayan 28 Ni-san 2011 tarihli anlaşmasını destekleme amacıyla aldığını duyurdu. El Fe-tih ile Hamas arasındaki söz konusu anlaşma da zaten Mısır'ın aracılığıyla Kahire'de imzalanmıştı.

Bilindiği gibi, siyonist işgalci İsrail, Gazze ablukasını Hüsnü Mübarek re-jiminin Refah sınır kapısını sık sık kapatması ve açık tuttuğu sürelerde de geçişlere sistemli kısıtlamalar getirmesiyle sürdürebiliyordu. Sınır kapısının açılmasıyla Gazze'ye uygulanan vahşi abluka önemli ölçüde kırılmış olacak.

Mısır'da sokakları ve alanları fetheden ama diktatörü devirdiği hâlde dik-tatörlüğü deviremeyen 25 Ocak devriminin itici gücü olan işçi sınıfı, şehir ve köy emekçileri ile gençlik kitleleri; işbirlikçi kapitalist oligarşiye karşı ayakla-nırken, işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa son verilmesinin yanı sıra Filistin halkına düşman onursuz bağımlılık politikasının değiştirilmesini ve Mısır'ın Filistin halkının yanında yer almasını talep ediyorlardı.

İşçi ve emekçi kitlelerinin siyasal yaşama uyanması ve ataerkil uyuşukluk-tan kurtulması, Mısır'da taşları yerinden oynattı ve güç dengesini değiştirdi. Aslında Yüksek Askerî Konsey, Hüsnü Mübarek döneminin Amerikancı ve İsrail işbirlikçisi üst düzey kadrolarından oluştuğu hâlde, işbirlikçi oligarşi-nin devrimi zorla ezme arzusunu derhâl uygulama imkânına sahip olamadığı için, çeşitli manevralarla halkın rızasını alarak, kitleleri yatıştırarak, onların gönlünü hiç olmazsa belli konularda hoş ederek, iktidarda kalmaya çalışıyor.

urun_31_17haz.indd 38urun_31_17haz.indd 38 17.06.2011 16:53:3617.06.2011 16:53:36

Page 40: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

39

Filistin davasına açık düşmanlıktan vazgeçmek ve Filistin dostu görün-mek, ordu üst yönetimi açısından, bu manevraların bir parçası olarak günde-me geliyor. Oysa, Refah sınır kapısını sürekli açık tutma eylemi, bölgede İsrail siyonizminin ve onun efendisi Amerikan emperyalizminin işini zorlaştıra-cak ve Filistin'i yok etme planlarını bozacaktır. Yani, bu eylem, nesnel olarak antiemperyalist ve antisiyonist bir gelişmedir.

Her devrim bizatihi varlığıyla enternasyonalisttir. Mısır halk devrimi, sa-dece Mısır halkının değil, Filistin halkının da, bütün bölge ve dünya halkla-rının da kazanımıdır. Filistin halkına yönelik ablukayı kırma kararı, Yüksek Askerî Konsey'in lütfu değil, Mısır halkının başkaldırısıyla, 25 Ocak devrimi-nin atılımıyla sağlanan önemli bir dayanışma eylemidir.

Mısır'ın Gazze ablukasını kırma kararını sevinçle karşılıyoruz.25 Mayıs 2011

Yevm El Nekse katliamıSiyonist İsrail yönetimi gözünü kırpmadan yine Filistinlileri katletti.

İsrail’in 5 Haziran 1967 savaşında Arap ordularını yenilgiye uğratarak Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze ve Golan’ı işgal etmesini protesto eden binlerce Filistinli’ye sınır bölgesinde ateş açan resmî katiller sürüsü, hepsi sivil 23 ki-şiyi öldürdü, 225 kişiyi de yaraladı.

urun_31_17haz.indd 39urun_31_17haz.indd 39 17.06.2011 16:53:3617.06.2011 16:53:36

Page 41: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

40

Filistin halkı 5 Haziran 1967 tarihini Yevm El Nekse (Yenilgi Günü) ola-rak adlandırıyor. El Nekse, Filistinliler açısından 1948’te İsrail’in kurulması-na yol açan büyük felaketin (El Nekbe’nin) devamı sayılıyor. El Nekbe ve El Nekse, Filistin halkının vatansızlığa, köleliğe ve onursuz yaşamaya mahkûm edilmesi anlamına geliyor.

Filistin halkı El Nekbe’yi ve El Nekse’yi asla kabul etmedi. Filistinliler her 5 Haziran’da, siyonist işgalin genişletilmesini ve kendi topraklarında yaşayan Filistin halkının bir kesiminin daha sürgün edilmesini düzenledikleri eylem-lerle protesto ediyor. Hatırlanacağı gibi, 15 Mayıs 2011’de düzenlenen bu yılki El Nekbe gününde İsrail 15 Filistinli’yi öldürmüştü.

Filistin vatanını işgal eden siyonist sömürgeciler, zorla sürgün ettikleri Fi-listin halkının düzenlediği sivil gösteriyi vahşice dağıtarak, faşist özlerini bir kez daha ortaya koydular. Ama bu zorbalık artık ters tepiyor. Dünya kapitalist medyası İsrail’in katliamlarını ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, İsrail es-kisi gibi göz boyayamıyor, bütün halkların gözünde gerçek kimliğiyle teşhir oluyor.

Başta ABD olmak üzere emperyalist efendilerin kayıtsız şartsız desteğin-den yararlanan siyonistler, ne yaparlarsa yapsınlar, Filistin halkının kendi vatanında bağımsız ve özgür yaşama iradesinin önünde duramayacaklar. Bü-tün halklar, kendi kapitalist hükümetlerinin sömürgeci İsrail’e verdiği desteği sorgulamalı, reddetmeli ve Filistin halkıyla daha somut biçimde dayanışma içine girmelidir

6 Haziran 2011

urun_31_17haz.indd 40urun_31_17haz.indd 40 17.06.2011 16:53:3617.06.2011 16:53:36

Page 42: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

41

1 Mayıs 2011

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanış-ma günü 1 Mayıs yaklaşıyor. İşçi sınıfı ve dostları, 1 Mayıs’ı İstanbul’da Taksim meydanında milyonluk katılım hedefiy-le kutlayacak.

İstanbul’da ve ülkenin çeşitli yerlerinde alanları doldu-racak olan işçi sınıfı ve dostları, emeğin kazanılmış hakla-rına yönelik saldırıları, işsizliğin ulaştığı kitlesel boyutları, yoksulluğu, kuralsız, güvencesiz, esnek çalışma biçimlerini, taşeronlaşmayı, sendikal hak ihlallerini, düşünce özgürlü-ğüne yönelik girişimleri, ekolojik çevrenin katledilmesi ile emekçilerin uğradığı tüm haksızlıkları protesto edecekler. Kapitalist sömürüye ve emperyalist zulme karşı çıkıp ba-ğımsızlık, demokrasi, sosyalizm özlemini, onurlu barışa ulaşma arzusunu dile getirecekler.

Yıllar süren özverili mücadeleyle Taksim’de 1 Mayıs yasağını kıran ve 2010 yılında görkemli bir miting gerçekleştiren 1 Mayısçılar, bu yıl çok daha kitlesel bir miting için kolları sıvadılar.

Kapitalizmin otuz yıllık neoliberal saldırısına artık dünya çapında kitlesel tepki gösteren uluslararası işçi sınıfının ve başta Arap halkları olmak üzere ezilen halkların dipten ge-len devrimci dalgası, bu hedefi kolaylaştıracak. Yeni devrim-ci yükseliş dönemi emperyalizmin ve işbirlikçilerinin savaş ve karşıdevrim stratejisini çökertecek.

1 MAYIS GÜNDEMİ

urun_31_17haz.indd 41urun_31_17haz.indd 41 17.06.2011 16:53:3717.06.2011 16:53:37

Page 43: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

42

Tunus ve Mısır halkları, gerçekleştirdikleri devrimlerin yarattığı elverişli ortamı halk yararına gerçek kazanımlara dönüştürmek için güç topluyor; hâlâ iktidarı bırakmamak-ta direnen işbirlikçi kapitalist oligarşileri devirmek için ör-gütleniyor. Bütün zorluklara rağmen Libya halkı NATO’nun faşist savaşına boyun eğmiyor. Asya, Avrupa ve Amerika’da işçi sınıfının ve emekçilerin grev ve protesto hareketlerinde belirgin bir canlanma yaşanıyor. Japonya’daki nükleer fela-ket, kapitalist tekellerin beyin yıkamasıyla tepkisizleştirilen halkların gözünü açtı, doğayı korumak için yapılan miting-lerin sayısında ve çapında büyük artış var.

Libya’da emperyalizmin maşalığını kabul eden yerli ka-pitalist egemenlerin, ülke içinde AKP eliyle yürüttüğü saldı-rılara rağmen, metal işçileri, MESS’in grup sözleşmesindeki dayatmalarını kırmayı başardı. Liseli gençler, ülke çapında alanlara çıkıyor ve YGS sahtekârlığını protesto ediyor. Kürt halkı sivil direnişin çapını büyütüyor. Kapitalizmin mah-vettiği doğayı, dereleri, yaylaları, tarım toprağını, dağları korumak için “Anadolu’yu vermeyeceğiz” yürüyüşü devam ediyor. Faşizme ve despotizme, gericiliğin karanlığına karşı düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü, kadın haklarını, laik-liği koruma ve geliştirme bilinci yaygınlaşıyor. Liberal, mil-liyetçi ve dinci masalların büyüsü zayıfl ıyor.

1 Mayıs 2011, emperyalizmin işbirlikçisi TUSKON, MÜ-SİAD, TÜSİAD oligarşisini geriletmenin, oligarşinin yürüt-me komitesi AKP’yi durdurmanın dönüm noktası olmalıdır. 1 Mayıs 2011, aynı zamanda, emperyalizme ve kapitalizme karşı sömürüsüz, savaşsız ve sınırsız bir dünya isteyenlerin birleşme iradesini güçlendirmeli, likidasyonu ve şovenist isim hırsızlığını mahkûm etmeli, Türkiye işçi sınıfının en değerli varlığı, en büyük ustalığı, en ince hüneri olan partiyi siyaset gündemine taşıyan dönüm noktası olmalıdır.

1 Mayıs’ta, işte bu amaçlarla, hep birlikte yürüyeceğiz.

urun_31_17haz.indd 42urun_31_17haz.indd 42 17.06.2011 16:53:3817.06.2011 16:53:38

Page 44: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

43

Çağrımızdır

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, bu yıl İstanbul’da “1 milyon emekçi Taksim’e” sloganıyla kutlanacak. 1 Mayıs günü, sendikalar, meslek bir-likleri, işçi sınıfının kurtuluşu davasına gönül vermiş par-tiler, öğrenci dernekleri, köylü birlikleri, kadın örgütleri, Kürtlerin ve diğer ezilen halkların kurumları, Aleviler ve baskı altında tutulan inanç gruplarının kuruluşları, eşitlik ve özgürlük taleplerini haykıracak.

1 Mayıs 2011 aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının doksan yıllık meşru partisi TKP’ye gönül vermiş kadrolar ve taraf-tarların likidasyona son verme iradesini gösterecekleri gün olacak. TKP’liler dünya proletaryasının devrimci teorisini günümüz dünyasının devrimci pratiği ile birleştiren; serma-yeden, devletten ve dinden bağımsız olduğunu gururla ifade eden Mustafa Suphilerin ve İsmail Bilenlerin partisini ayağa kaldıracaklar.

Hiç kimse, TKP’yi AKP işbirlikçisi liberalizme, dincili-ğe, SİP yöneticilerinin şovenizmine, her alanda devrimciliği çürüten düzen içi çözüm hayallerine teslim edemeyecektir.

Bütün TKP üye ve sempatizanları, Birlik Dayanışma emektarları, İGD’liler, İKD’liler, İLD’liler, Barış Derneği aktivistleri, Köy-Koop’lular, Mustafa Suphi’den Deniz yol-daşa, Hasan Basri’den Ali İhsan Özgür ve Talip Öztürk’e, Boz Mehmet’ten Meryem Karakız’a, bu gelenek bizim diyen herkese çağrımızdır:

1 Mayıs’ta “SUPHİ’DEN BİLEN’E GELENEK YAŞIYOR” pankartı altında yürümeye davet ediyoruz.

SUPHİ’DEN BİLEN’E GELENEK YAŞIYOR GİRİŞİMİ

urun_31_17haz.indd 43urun_31_17haz.indd 43 17.06.2011 16:53:3817.06.2011 16:53:38

Page 45: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

44

Görkemli 1 Mayıs

İşçi sınıfı ve dostları, uluslararası birlik, mücadele ve da-yanışma günü 1 Mayıs’ı ülkenin dört bir köşesinde coşkuyla kutladı. İstanbul’da Taksim’e çıkan emekçiler bir milyonluk katılım hedefine ulaşarak Türkiye tarihinin en büyük mi-tingini gerçekleştirdiler.

1 Mayıs 2011’da ülke çapında milyonları alanlara topla-mayı başaran sendikalar, meslek birlikleri, devrimci ve ileri-ci partiler, öğrenci dernekleri, kadın örgütleri, köylü birlik-leri, Kürtler, Aleviler, bütün ezilen halklar ve kesimler, yirmi birinci yüzyılın yeni devrimler dönemine hazırlandıklarını gösterdiler. Kapitalist sömürüye ve emperyalist zulme karşı çıkan, bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm özlemini haykı-ran, eşitlik ve özgürlük sloganlarıyla yürüyen yüz binlerce işçi ve emekçi, emperyalizmin işbirlikçisi TUSKON, MÜSİ-AD, TÜSİAD oligarşisine ve bu oligarşinin yürütme komite-si AKP’ye artık kolay kolay boyun eğmez.

1 Mayıs 2011, aynı zamanda, Mustafa Suphi’lerin ve İs-mail Bilen’lerin TKP’sine gönül vermiş kadroların ve taraf-tarların likidasyonu aşma, partiyi yeniden ayağa kaldırma

urun_31_17haz.indd 44urun_31_17haz.indd 44 17.06.2011 16:53:3817.06.2011 16:53:38

Page 46: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

45

iradesini haykırdıkları bir gün oldu. “Suphi’den Bilen’e Gele-nek Yaşıyor” pankartı arkasında birlikte yürüyen TKP’liler,

işçi sınıfının sermayeden, devletten ve dinden bağımsız poli-tik örgütlenmesini önlemek amacını güden liberal, şovenist, dinci ablukaları kırma yolunda kilit bir adım atmış oldular. Taksim’de, İzmir’de ve Berlin’de bu bilinçle yürüyen gepe-genç liselilerden doksan birlik emektarlara kadar bu hedef için canla başla çalışan bütün insanlarımız, bölge ve dünya devriminin ayrılmaz bir parçasını oluşturacak olan Türkiye devriminin bütünsel başarısını da hazırlamış oluyorlar.

Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin son olarak Libya ve Suriye’ye yönelttiği kanlı saldırılar dünya kapitalist sistemi-nin gerçek bir mafya düzeni olduğunu bir kez daha kanıt-ladı. 1 Mayıs 2011, ülkenin, bölgenin ve dünyanın bu kritik döneminde, mücadele azmimizi pekiştiren esinlendirici bir gün oldu.

urun_31_17haz.indd 45urun_31_17haz.indd 45 17.06.2011 16:53:4117.06.2011 16:53:41

Page 47: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

46

Komünistlerden Berlin’de 1 Mayıs

Berlin’li komünistler, uzun yıllardan sonra TKP bayrağı-nı yeniden dalgalandırdılar. Yurtdışında yaşayan komünist-ler, ülkedeki gelişmelere paralel olarak birliği güçlendirmek, safl arı sıklaştırmak ve yeniden ayağa kalkışın yurtdışı aya-ğını oluşturmak üzere, 1 Mayıs 2011’e çok hazırlıklı girdiler. Mütevazi ama bir o kadar da nitelikli bir kortej oluşturmayı başaran Berlin’li komünistler, uzun yıllardır ayrı düşmüş TKP’lilerin birliğinin çok büyük bir hızla gerçekleştirilebi-leceğini de kanıtlamış oldular.

Berlinli TKP’liler de 1 Mayıs mitingine İstanbul ve İz-mir’deki yoldaşları gibi “SUPHİ’DEN BİLEN’E GELENEK YAŞIYOR’’ pankartı altında katıldılar. Yürüyüşe, bu pan-

kart altında 1 Mayıs sabahı saat 9.00 da, Alman Sendikalar Birliği’nin düzenlediği ve çeşitli ilerici-devrimci-komünist örgütlerin oluşturduğu ‘’Klassenkämpferischer Block’’ (Sı-nıfsal Mücadeleci Blok) içerisinde katılındı. Kortejde ayrıca Ürün önlükleri ve TKP bayrakları da yer aldı.

Yürüyüş esnasında “Suphi’den Bilen’e Gelenek Yaşıyor” pankartı hem diğer örgütlerin, hem dostlarımızın, hem de TKP’lilerin birliğine girmeyi reddedip başka kulvarlara yel-ken açan bir kısım eski arkadaşın da büyük ilgisini çekti.

urun_31_17haz.indd 46urun_31_17haz.indd 46 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 48: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

47

Tam tahmin ettiğimiz gibi, dostlarımızın neşesi, coşkusu ve merakı, diğerlerinin ise yakınmaları ve eleştirileri arttı.

Geleneksel 1 Mayıs şenliği büyük oranda Türkiye ve Kür-distanlı göçmen işçilerinin ve ailelerinin oturduğu “Küçük İstanbul’’ olarak adlandırılan Kreuzberg semtinde yapıldı. Bizler de, 1 Mayıs alanı olarak da anılan Mariannenplatz’da saat 12.00 den sonra standımızı açtık.

Güneşli güzel havada geçen ve birçok dost ve arkadaşımı-zın ziyaretine uğrayan standımıza ilgi çok büyüktü.

Standımızı pankartımızla süsledik. Standın yarısını Ürün Yayınları ve Deniz Yayınlarından çıkan Taha Parla’nın kitapları ile doldurduk. Standın diğer yarısına da, masrafl a-rımızı çıkartmak amacıyla, ellerimizle yaptığımız mezeleri-mizi sergiledik ve sunduk.

Standımızı ziyaret eden dostlarımızla güzel sohbetler yaptık. Yine, yurtdışındaki mitinglerin geleneksel eylem sonrası etkinliğine uygun olarak ziyaretçilerimize teklif et-tiğimiz mezelerimiz ve şarabımız da büyük ilgi gördü.

Etkinlik bizler açısından, dostumuz işçiler açısından ve kendimizi Almanya soluna anlatmak açısından çok başarılı geçti. En güzel yan ise, birçok dost ve arkadaşımızın, sene-ye daha zengin organize edilebilecek bir standın yanısıra, Berlin’de Ürün Sosyalist Dergi çerçevesinde daha geniş ve daha kapsamlı aktiviteler yapılmasını önermeleri oldu. Uzun yıllardır ayrı durduğumuz, görüşemediğimiz kimi dostları-mızla konuşma, tartışma, eleştiri ve önerileri karşılıklı alma imkânımız oldu.

Bu bağlamda, çok daha güçlü ve çok daha etkin bir Ürün Sosyalist Dergi çalışmasının zemini şimdiden döşenmiş oldu. Tabii ki ortak etkinlikler için bir yıl sonrasını bekle-meyeceğiz. TKP’liler likidasyona son vermek, komünistlerin birliğini sağlamak ve şoven SİP’in gerçek yüzünü yurtdışın-daki dost örgütlerimize göstermek için en kısa zamanda ha-rekete geçeceklerdir.

urun_31_17haz.indd 47urun_31_17haz.indd 47 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 49: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

48

Devrim ve Karşıdevrim Notları II

İsmail Kaplan

IFildişi Sahili’ne Fransız saldırısıFransız savaş uçakları, Fransa’nın eski sömürgesi olan Fildişi Sahili’nin

başkenti Abican’ı dün (5 Nisan 2011) bombaladı. Fildişi Sahili’nde geçen yılın Kasım ayında yapılan seçim sonuçları konusunda ortaya çıkan ihtilafı ba-hane eden Fransa’nın, Abican’a bomba yağdırması, egemen bir ülkeye karşı girişilmiş sömürgeci bir saldırıdır ve asla kabul edilemez.

Fransa, bombalama yetkisi-ni Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1975 sayılı kararından aldığını ve bu kararın gereğini yerine getirdiğini iddia ediyor. Oysa Güven-lik Konseyi’nin kararı hiçbir devlete Fildişi Sahili’ni bombalama yetkisi vermiyor. Fildişi Sahili’nde seçimi kimin kazandığı konusunda tutum

belirten karar, silahlı çatışmalara son verilmesini ve sorunun barışçı biçimde çözülmesini öngörüyor.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun ise Fransa’ya açıkça yar-dakçılık yapıyor. Oysa, Birleşmiş Milletler Anasözleşmesi’ne göre, Güvenlik Konseyi kararlarını yorumlama yetkisi de Güvenlik Konseyi’ne aittir. Genel Sekreter’in, tek bir devletin veya bir grup devletin, kararları kendi başlarına yorumlama yetkisi yoktur. Ban Ki-mun’un, böyle bir yetkisi olmadığı hâlde,

urun_31_17haz.indd 48urun_31_17haz.indd 48 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 50: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

49

Fransa’nın saldırısına onay vermesi, sömürgeci küstahlıkta sınır tanıma-yan bir hukuksuzluktur. Üstelik, Gü-venlik Konseyi’nin sürekli 5 üyesinden biri olan Rusya, Fransa’nın saldırısını açıkça kınamış ve kararın keyfî biçim-de yorumlandığını bildirmişken, Ban Ki-mun’un Fransa’nın suç ortaklığını yapması, hukuk dışı davranışta her öl-çüyü aştığını gösteriyor.

Libya’ya karşı faşist savaşın başını çeken Fransa, artık sömürgeci saldır-ganlığı kazanılmış hak sayıyor ve yarattığı oldubittilerle dünyayı 19. yüz-yılın vahşi ortamına geri döndürüyor. Sömürgeci saldırganlıkta ABD ve İngiltere’yle yarışıyor.

Bilindiği gibi, Fransa, 19. ve 20. yüzyılın önde gelen sömürgecilerinden bi-riydi. Başta Cezayir ve Tunus olmak üzere birçok Afrika ülkesini, Güneydoğu Asya’da Vietnam, Kamboçya ve Laos’u, Batı Asya’da Hatay bölgesi dahil Suri-ye ve Lübnan’ı sömürgeleştirmişti.

İkinci Dünya Savaşı’ndan iyice zayıfl ayarak çıkan Fransa, sömürgelerinde gerçekleştirdiği katliamlara ve soykırımlara rağmen özellikle Vietnam, Suri-ye ve Cezayir halklarının direnişine boyun eğmek ve sömürgelerinin bağım-sızlığını tanımak zorunda kalmıştı.

Fransa, sömürgelerinden çekildikten sonra, yeni sömürgeciliğe yöneldi. Mali bağımlılık yaratma, silah satışı, mal ihracı, dış yatırım, iç çatışmaları körükleme gibi yöntemlerle emperyalist niteliğinin gereklerini yerine getir-meye devam etti. Ne var ki, NATO’nun askerî kanadından çekilerek, Sovyet-ler Birliği ve Çin’le iyi ilişkiler kurarak, bağlantısız ülkelerle yakınlaşarak eski kötülüklerini bir süre unutturmayı, emperyalist imajını bir ölçüde örtmeyi başardı.

ABD’nin Afganistan, Kosova ve Irak işgaliyle başlattığı yeniden işgalci sömürgeciliğe dönüş kampanyasıyla cesaretlenen Fransa da, askerî yayıl-macılık, saldırı ve işgal yolunu seçti. ABD’yle iyice yakınlaştı. Kosova’ya ve Afganistan’a asker gönderdi. İran’ı, üzerine atom bombası atmakla tehdit etti. Suriye ve Lübnan’da ABD ile İsrail’in komplolarına ortak oldu. NATO’nun askerî kanadına geri döndü. Abu Dabi’de kalıcı üs kurdu. Tunus’a uşağı Zey-nel Abidin Bin Ali’yi korumak için polis birlikleri göndermeye kalktı. Son

urun_31_17haz.indd 49urun_31_17haz.indd 49 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 51: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

50

olarak, Libya’ya karşı savaşın başını çekti. Şimdi de, Fildişi Sahili’ni bomba-lıyor.

Faşizme yönelen aşırı sağcı ve ırkçı Sarkozy, kendi ülkesinde, kapitalist tekellerin ve devletin kriz politikasıyla köşeye sıkışan Fransız işçi sınıfının ve emekçilerinin gitikçe genişleyen ve radikalleşen hareketlenmesinden korku-yor. Sömürgeci saldırı politikasıyla, hem öteki halkların zenginliklerini yağ-malıyor, hem kendi halkını şovenizm ve militarizmle zehirliyor.

Ne var ki, amacına ulaşamayacak. Hak ettiği cezayı, hem saldırdığı halk-lar, hem sömürdüğü ve ezdiği Fransız emekçileri birlikte verecek. Fransız em-peryalizmi, işçi sınıfının, emekçilerin ve halkların öfk esinden kendini kurta-ramayacak.

6 Nisan 2011

IIMısır’da askerî yönetim halka saldırdıMısır’da askerî yönetim 8-9 Nisan 2011 gece yarısından sonra, Kahire’nin

ünlü Tahrir meydanında gösteri yapmaya devam eden devrimci halk kitlele-rine saldırdı, 2 kişiyi öldürdü, 71 kişiyi yaraladı.

Bu kanlı saldırı Mısır’daki geçici dengenin bozulmaya başladığını, askerî yönetimin oyalamalarından bıkan halkın tekrar harekete geçtiğini, devri-min ilerlemesinden korkan askerî yönetimin ise karşıdevrimci yüzünü ortaya koymak zorunda kaldığını gösteriyor.

8 Nisan Cuma günü Kahire’nin Tahrir meydanında toplanan on binlerce gösterici, Hüsnü Mübarek’in ve işbirlikçi kapitalist rejimin üst düzey yöneticilerinin yargılanması talebiyle gösteri yap-tı. Göstericiler, uzun yıllar Hüsnü Mübarek’in en yakın çevresinde yer alan ve şu anda askerî yönetimin başkanlığını yapan Mareşal Hüse-

yin Tantavi’nin de görevinden ayrılmasını ve yargılanmasını istedi.Göstericiler Tahrir meydanını terk etmeyeceklerini ve Hüsnü Mübarek’i

deviren ayaklanma sırasında yaptıkları gibi, sokağa çıkma yasağına uymaya-rak geceyi meydanda geçireceklerini açıkladı.

urun_31_17haz.indd 50urun_31_17haz.indd 50 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 52: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

51

İktidarı elinde tu-tan Yüksek Askerî Konsey’den meydanı mutlaka boşaltma emri-ni alan ilgili komutanlar, sokağa çıkma yasağının başladığı gece yarısından sonra saat 2’de halka ul-timatom vererek herkesin dağılıp evlerine gitmesini istediler. Göstericiler iste-ğe uymayınca askerlere ateş açma emir verildi. 20 subay ve asker emre uy-madı ve göstericilerin safına geçti. İyice sinirlenen komutanlar, göstericilerin arasına karışan subay ve askerlerin kendilerine teslim edilmesini istedi. Bu istek doğal olarak reddedildi. Ordu birlikleri bu kez gaz bombalarıyla saldır-dı ve halka ateş açtı. Yaşanan büyük kargaşaya rağmen göstericilerin çoğu meydanda tutunmayı başardı. Üç askerî araç yakıldı. Gün ışırken, devrimci halkın “Tantavi Mübarek’tir, Mübarek Tantavi’dir” sloganları altında askerî birlikler meydandan çekilmek zorunda kaldı.

Birbirini kollayan iki karşıt güç arasındaki geçici denge, yani, Hüsnü Mübarek’i deviren ayaklanma sırasında ve sonrasında halkın suyuna giden ordu üst yönetimi ile ordu yönetiminin suyuna giden halk arasındaki hassas denge, halkın devrimi ilerletmek için harekete geçmesi ve ordu üst yönetimi-nin kanlı saldırısıyla bozulmuş bulunuyor.

Bilindiği gibi, Mısır işçi sınıfının, gençliğin, emekçi tabakaların işsiz-lik, yoksulluk, yolsuzluk ve diktatörlüğe karşı temel istekleri hâlâ yerine ge-tirilmedi. Siyasal ve ekonomik iktidar, işbirlikçi burjuvazinin elinde kaldı. ABD’nin, Avrupa Birliği’nin ve İsrail’in yoğun desteğini alan Yüksek Askerî Konsey, işbirlikçi kapitalist rejimi küçük tavizlerle sürdürmeye çalışıyor ve halkı oyalayıp bezdirerek uygun saldırı anını bekliyordu.

Libya’daki karşıdevrimci ayaklanmada ABD’nin emriyle kilit bir rol üst-lenerek gerici isyancıları eğiten ve silahlandıran Mısır askerî yönetimi, uygun anın geldiği kanısıyla devrimci kitlelere karşı saldırıya geçti. Ancak umduğu-nu bulamadı ve üstelik binbir hileyle korumaya çalıştığı prestiji yerle bir oldu. Ordu üst yönetimi, şu anda, gerçekte olduğu gibi, karşı devrimci yüzüyle ken-di kendini teşhir ediyor.

urun_31_17haz.indd 51urun_31_17haz.indd 51 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 53: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

52

Halk şu saatlere kadar Tahrir meydanını boşaltmadı; göstericiler Cumar-tesi gecesini de Tahrir meydanında geçirdi.

Mısır halkının tamamen demokratik gösterisine askerî rejimin öldürücü şiddetle karşılık vermesi, kitlelerin siyasal bilincinde önemli etkiler doğura-caktır. Halk kitleleri siyasal gerçekleri kendi deneyimleriyle öğrenirler. Umu-yoruz ki, Mısır işçi sınıfı ve dostları 25 Ocak devrimini derinleştirip iktidarı bizzat kendi ellerine alacak bilinci ve ustalığı gösterirler.

Kahire, “zafer kazanan” demektir. Tahrir, “kurtuluş” demektir. Muzaff er Kahire’nin Kurtuluş meydanındaki Arap emekçi kardeşlerimizin devrimi kurtuluşa kadar ilerletmesini diliyoruz.

10 Nisan 2011

IIIEl Cezire’de istifaAmerikan emperyalizminin şu sıralardaki en etkili psikolojik savaş aygıtı

olan El Cezire şebekesinin önde gelen yöneticilerinden Gassan Bin Ciddu, şebekenin son dönemdeki yayın politikasını protesto ederek görevinden istifa etti.

Uzun yıllardır El Cezire’de Hivar Meft uh (Açık Diyalog) programını yö-neten ve aynı zamanda El Cezire’nin Beyrut Bürosu Müdürü olan Gassan Bin Ciddu, 23 Nisan 2011’de Lübnan Es Sefir gazetesine yaptığı açıklamada, “El Cezire’nin dürüst yayıncılık ve nesnellik idealinden vazgeçerek lağım gazete-ciliğine yöneldiğini ve artık haber merkezi olmaktan çıkıp kışkırtma ve sefer-berlik kampanyalarını yöneten bir harekât merkezine dönüştüğünü” söyledi.

Gassan Bin Ciddu, “Libya ve Suriye’de olmayan olayları varmış gibi gösteren, ilgisiz kişileri görgü tanığı olarak ekrana çıkaran, buna karşılık Bahreyn’de olan olayları görmezlikten gelen kanalın yayın politikasına artık dayanamadığını” belirtti.

Tunus kökenli ünlü gazeteciye göre, bağımsız ve tarafsız yayıncılık ilkesini bir yana atan El Cezire, Libya ve Suriye yönetimlerine karşı sistemli bir kara-lama kampanyası yürütüyor ve kritik bir dönemeçten geçen bölgede yayıncı-lık açısından kabul edilemez bir rol üstleniyor.

Emperyalizme uşaklık yapanın maskesi eninde sonunda düşer. Gassan Bin Ciddu’nun istifası, yalancı El Cezire şebekesinin artık kitleleri aldatama-yacağı günlerin uzak olmayacağını gösteriyor.

2 Mayıs 2011

urun_31_17haz.indd 52urun_31_17haz.indd 52 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 54: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

53

IVTunus’ta sokağa çıkma yasağıTunus’ta iktidarı hâlâ elinde tutan işbirlikçi kapitalist yönetim, 7 Mayıs

2011 Cumartesi günü başkent Tunus ve çevresinde sokağa çıkma yasağı ilan etti. Gece saat 9:00 ile sabah saat 5:00 arasında uygulanacak olan yasak, “ikin-ci bir emre kadar”, yani belirsiz bir süreyle geçerli olacak.

Tunus halkı, önce Zeynel Abidin Bin Ali’yi, sonra da Muhammed Gannuşi’yi deviren ama iktidarı emperyalizmin işbirlikçisi kapitalist oligar-şinin elinden alamayan 14 Ocak Devrimi’nin ardından mücadelesine devam ediyor. İşçi sınıfı, köylülük ve gençlik içerisinde bilinçlenme ve örgütlenme çalışmalarını sürdüren ve 14 Ocak Cephesi’nde birleşen devrimci ve ilerici güçler, halk devriminin sokaklardaki ve alanlardaki etkisini siyasal iktida-ra taşıma, kapitalist ekonomik ve siyasal sistemi koruyan devlet aygıtı yerine emekçi halkın kendi kendini yönetmesine dayanan devrimci iktidar organla-rını kurma mücadelesini sürdürüyor. Amerikan ve Fransız emperyalizminin yönlendirdiği kapitalist hükümet ise, küçük tavizlerle sistemi korumaya ça-lışıyor. İşçi ve köylü kitlelerini, devrimci gençliği sürekli oyalayarak devrimi adım adım etkisizleştirmek ve devrimi bütünüyle ezmenin koşullarını yarat-mak istiyor.

5 Mayıs Per-şembe ve 6 Mayıs Cuma günü başkent Tunus’ta, Gabes’te ve devrimi başlatan Sidi Buzid kasaba-sında, hükümetin is-tifasını ve devrimin temel taleplerinin karşılanmasını iste-yen büyük kitle gös-terileri, polisin gaz, cop ve demir çubuklarla halka saldırmasıyla vahşi biçimde dağıtıldı. Bu vah-şete rağmen binlerce kişi Cumartesi günü yine sokağa çıkıp gösterilere devam edince, Savunma Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı’nın ortak bildirisiyle gece so-kağa çıkma yasağı konuldu. Fransız Basın Ajansı AFP’nin bildirdiğine göre, polis, İçişleri Bakanlığı binasının etrafını dikenli tellerle çevirmiş bulunuyor.

urun_31_17haz.indd 53urun_31_17haz.indd 53 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 55: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

54

Tunus işçi ve köylülerini ezmek için sokağa çıkma yasağı ilan eden Tunus hükümeti, aynı gün, emperyalizmin iç ve dış saldırısına karşı kahramanca mücadele eden Libya hükümetini de tehdit etti. Tunus hükümeti, Tunus sınır bölgesini Libya’ya saldırmak için kullanan karşıdevrimcilere atılan top mer-milerinden birkaçının Tunus topraklarına düşmesini bahane ediyor. Oysa, Libya Başbakanı Ali Bağdadi El Mahmudi, yaptığı açıklamada, Tunus’un ka-sıtlı olarak hedef alınmadığını vurgulamış ve özür dilemişti.

Devrimin iç ve dış politikası da, karşıdevrimin iç ve dış politikası da bir bütündür. Tunus karşıdevrimci hükümeti, emperyalizmin politik-askerî stratejisi çerçevesinde içte ve dışta karşıdevrimci ve gerici bir politika izliyor. Dünya devrimci ve ilerici güçleri de, sosyalizmi, bağımsızlığı ve demokrasiyi ilerletmeyi amaçlayan politik-askerî stratejileri çerçevesinde içte ve dışta dev-rimci ve ilerici bir politika izlemelidir.

8 Mayıs 2011

VTunus’ta sokağa çıkma yasağı yumuşatıldıTunus’ta 7 Mayıs 2011’de gece 9 ile sabah 5 saatleri arasında sokağa çıkma

yasağı ilan eden işbirlikçi kapitalist hükümet, halkın sürdürdüğü protestolar üzerine, sokağa çıkma yasağını bir haft a sonra yumuşatmak zorunda kaldı. Savunma ve İçişleri bakanlıklarının yaptığı ortak açıklamaya göre, 14 Mayıs Cumartesi gecesinden itibaren yasak, gece yarısı ile sabah 4 saatleri arasında uygulanacak.

Tunus’ta Zey-nel Abidin Bin Ali’yi ve ardın-dan Muhammed Gannuşi’yi devi-ren halk devri-minden sonra işçi, köylü, emekçi ve gençlik kitleleri, iktidarı hâlâ elin-de tutan işbirlikçi

hükümetin, 14 Ocak devriminin temel hiçbir talebini yerine getirmediğini belirterek gösterilerini sürdürüyorlar. Siyasal ve ekonomik iktidarın kapita-

urun_31_17haz.indd 54urun_31_17haz.indd 54 17.06.2011 16:53:4317.06.2011 16:53:43

Page 56: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

55

list oligarşinin elinde kaldığını, özelleştirmelere son verme, işsizliği ortadan kaldırma, ücretleri insanca yaşayacak düzeye yükseltme, devrimci halkın bizzat yöneteceği yeni iktidar yapıları kurma yönünde adımlar atılmadığını belirten 14 Ocak Cephesi, sokağa çıkma yasağının derhâl ve bütünüyle kaldı-rılmasını istiyor. Yeni gösterilerde en çok, “Halk yeni bir devrim istiyor”, “Ne korku, ne terör, iktidar halka” sloganları atılıyor.

15 Mayıs 2011VI

Suriye’ye komplo konferansıİçeride işçi sınıfına, gençliğe, şehir ve köy emekçilerine, ezilen halklara

saldıran AKP hükümeti dış politikada emperyalizm işbirlikçiliğini yoğunlaş-tırıyor. AKP hükümeti, Irak halkına, Afganistan halkına, Libya halkına karşı emperyalist sömürgecilerle aynı saft a yer aldığı gibi, Suriye halkına yönelik emperyalist komploya da hevesle katılıyor.

ABD ve Avrupa Birliği, Suriye’de Beşşar Esad yönetimini, emperyalizme ve siyonizme bütünüyle teslim olmadığı için cezalandırmak ve devirmek is-tiyor. Emperyalistler, bu amaçla dünya çapında kapitalist medyayı seferber ederek büyük bir psikolojik savaş yürüttüğü gibi, Suriye içinde de özellikle gerici-faşist Müslüman Kardeşler örgütünü kullanıyor.

AKP hükümeti, Su-riye yönetimine karşı terör eylemleri düzen-leyen ve gerici bir is-yan çıkarmaya çalışan Müslüman Kardeş-ler örgütüne Antal-ya Falez Oteli’nde bir konferans düzenleme izni verdi. Suriye’yi emperyalizmin ve si-yonizmin önünde diz çöktürmek, mezhep savaşına sürüklemek ve parçalamak isteyen karşıdev-rimcilere yataklık etmek, Suriye halkına karşı düşmanca bir eylemdir.

AKP aynı dinci kapitalist dünya görüşünü paylaştığı Müslüman Kardeşler örgütünü destekleyerek emperyalist efendilerin gönlünü hoş tutmayı amaçla-dığı gibi, Suriye’yi hegemonyası altına almak ve fırsat bulursa bu ülkenin bir

urun_31_17haz.indd 55urun_31_17haz.indd 55 17.06.2011 16:53:4417.06.2011 16:53:44

Page 57: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

56

kısım toprağını ilhak etmek hayalini de kuruyor. AKP’nin işbirlikçi kapita-list oligarşinin çıkarları doğrultusunda bölgesel yayılmacılık hevesi, Türkiye halkına ancak felaket getirir. Emperyalizmin böl-yönet oyununa katılanlar, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olurlar.

Suriye halkı eninde sonunda ülkesindeki gerici kalkışmayı alt edecektir. Suriye işçi sınıfı ve emekçileri, ilerici ve yurtsever halk kesimleri, bir yan-dan ülkeyi emperyalist-siyonist-dinci ortaçağ saldırısına karşı savunmayı, bir yandan da, Esad yönetiminin emperyalizme taviz verme politikasının yol aç-tığı özelleştirme ve borsa vurgunlarını, antidemokratik baskıcı uygulamaları sona erdirmeyi başaracaklardır. Suriye halkı, bütün bölge halklarıyla birlikte emperyalizme, siyonizme ve kapitalizme karşı mücadelenin güçlü bir öznesi olacaktır.

Türkiye halkı, Suriye halkını bu zor zamanında yalnız bırakmayacaktır. AKP hükümetinin Su-riye Müslüman Kar-deşler örgütüne yatak-lık yapma politikasını protesto ediyoruz. Tür-kiye, emperyalizmin ve siyonizmin vuru-cu gücü olmayı kabul eden Suriyeli gericilere ve karşıdevrimcilere ev sahipliği yapamaz. 31 Mayıs 2011 günü Antalya’da başlayan konferans komplosuna derhâl son verilmelidir.

Türkiye ve bölge halkları, emperyalizmin güdümündeki ortaçağ zihniye-tine teslim olmayacaktır.

1 Haziran 2011

VIIPsikolojik savaşta son perdeKapitalist yatık medya, AKP’nin sistemli baskı ve beyin yıkama yoluyla

yüzde 50 oy toplamasını “Muhteşem zafer”, “Büyük Usta Erdoğan” manşet-leriyle kutluyor ve bunu sosyalist ve devrimci demokrat güçleri yıldıracak bir psikolojik savaş unsuru olarak kullanıyor. Dünya kapitalist sistemine egemen

urun_31_17haz.indd 56urun_31_17haz.indd 56 17.06.2011 16:53:4517.06.2011 16:53:45

Page 58: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

57

güçlerin psikolojik savaşı, kuşkusuz, AKP’yi kafalara kazımakla sınırlı değil. Batı emperyalizmi ve emperyalizmin Türkiye dahil her ülkedeki uşakları, ay-lardır Libya ve Suriye’ye karşı da sistemli bir psikolojik savaş yürütüyor.

Suriye’ye karşı yürütülen psikolojik savaşın büyük bir sahtekârlığı dün ak-şam deşifre edildi. İnternette açılan “Şam’da Eş-cinsel Kız” (A Gay Girl in Damascus) bloguyla bir anda Suriye’deki gerici ve karşıdevrimci ayaklan-manın sembolü hâline getirilen Emine Araf ’ın aslında var olmadığı dürüst internet eylemcileri tarafından kanıtlandı.

Kendisini ABD’nin ve Suriye’nin çift e vatan-daşı Emine Araf olarak tanıtan, söz konusu blogu yazan ve birçok paylaşım sitesinde Emina Araf adıyla profil açan kişinin, Amerikalı Tom Mac-Master olduğu açığa çıkarıldı. Suçüstü yakala-nınca blogunda okurlarından özür dilemek zo-

runda kalan Tom MacMaster, özür dilerken bile psikolojik savaş yalanlarını sürdürdü ve “bu hileye Ortadoğu halklarının diktatörlüklere karşı mücadele-sine dikkat çekmek ve Batı dünyasını aydınlatmak için başvurduğunu” yazdı.

Blogunda her gün, olmayan gösterilerde sözümona öldürülen, yaralanan, tutuklanan uydurma kişiler hakkında “bilgiler” veren Tom MacMaster’in se-naryosu bir süre sonra daha da renklendirilmiş, Emine Araf ‘ın Suriye polisi tarafından “kaçırıldığı” iddia edilmişti. Yalanda sınır tanımayan senaryo ge-reği, Emine Araf ’ın kurtarılması için başta Paris, Londra ve New York ol-mak üzere birçok yerde kampanyalar düzenlenmiş, Amerikalı senatörler ve Obama yönetiminin sözcüleri “Beşşar Esad yönetiminin Emine Araf ’ı derhâl serbest bırakması” için demeçler vermişlerdi.

Olmayan Emine Araf ’la söyleşi yaptıklarını iddia eden ve onun haberleri-ni bir dizi film gibi ısrarla sürdüren medya organları arasında, hepsi de “say-gın” geçinen Amerikan basın ajansı Associated Press, en tanınmış Amerikan gazeteleri New York Times ve Washington Post, İngiliz Guardian, Fransız Le Monde, Katar’dan meşhur El Cezire ve Türkiye’den hurriyet.com.tr de var.

Bu liste psikolojik savaşın ne derecede planlı, örgütlü ve yaygın olduğunu gösteriyor. Sizler de rast gelmişsinizdir, televizyonlarda spikerler en ağlamak-lı ifadelerle Suriye yönetiminin eşcinsel bir kadın eylemciye yaptığı zulmü günlerce aktarmışlar, onun kurtarılıp kurtarılamayacağı konusunda Ame-

urun_31_17haz.indd 57urun_31_17haz.indd 57 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 59: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

58

rikancı-dinci düşünce kuruluşlarını yöneten Ortadoğu uzmanlarına sorular yöneltmişler, bu uzmanların kestiği ahkâmları oturma odalarımıza boca et-mişlerdi.

Tom MacMaster’in foyasının düş-mesine yol açan gelişme, Emine Araf ’ın resmi olarak kullandığı fotoğrafın, Londra’da yaşayan Jelena Lecic isminde bir kadına ait olduğunun ortaya çıkma-sıyla başlamıştı.

Emperyalist ve kapitalist egemenler yalanda sınır tanımaz. Yatık medyanın yalanlarını haber sananlar bağımsız düşünme yetilerini kaybederler ve ister istemez emperyalizmin oyunlarına alet olurlar.

urun_31_17haz.indd 58urun_31_17haz.indd 58 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 60: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

59

SİP, işçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin, gençliğin ve kadınların mil-yonluk kitleler hâlinde ayaklanarak Tunus ve Mısır'da işbirlikçi kapitalist diktatörleri devirmesine düşmanca yaklaşmaya devam ediyor. Emperyaliz-min sadık uşağı Zeynel Abidin Bin Ali ile Hüsnü Mübarek'i tarih sahnesin-den silen, egemen sermaye sınıfı ile emekçi halk arasındaki güç dengesini değiştiren, dünyanın her yerinde sömürülen ve ezilen kitleleri esinlendiren ve yeni bir devrimci yükseliş dönemini başlatan büyük halk ayaklanmalarını düpedüz karalıyor. İşçi sınıfının ve emekçi halk kitlelerinin, işçi sınıfına ve emekçi halka özgü taleplerle, işçi sınıfına özgü yöntemlerle siyasal yaşama uyanmasının tarihsel önemini inkâr ediyor.

3 Mart 2011 tarihli “Tunus ve Mısır'da dinamik denge ve SİP” yazısında be-lirttiğimiz gibi, SİP'e göre, “Ortadoğu'da devrim filan yok.” Kemal Okuyan'ın sözleriyle, Tunus ve Mısır'da meydana gelen halk ayaklanmaları, esas olarak bir Amerikan planının ürünüdür ve bu ayaklanmaları, “korkaklığımızdan dolayı” karşıdevrim diye adlandıramayacaksak, gerici olarak damgalayama-yacaksak, en iyi ihtimalle “tamı tamına bir restorasyon” olarak nitelemeliyiz. (Kemal Okuyan'ın söz konusu görüşleri ayrıntılı biçimde işlediği yazıları için, bakınız, Sol, 7, 25, 26 Şubat 2011).

SİP, Tunus ve Mısır'da farklı görüşlere sahip komünist, sosyalist ve devrim-ci partilerin oybirliğiyle “halk devrimi” olarak tanımladığı, Fidel Castro'nun Fransız devrimine benzettiği devrimci kalkışmaları kötüleme çabasını, utanç verici bir hileyle taçlandırarak, Tunus ve Mısır devriminden söz eden dev-rimci çevrelerin görüşlerini karikatürleştiriyor.

SİP’in Hilesi

urun_31_17haz.indd 59urun_31_17haz.indd 59 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 61: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

60

SİP'in hilesi, emperyalizme köklü ödünler vermek zorunda kalsa da hâlâ bağımsızlığını korumaya çalışan Libya ile emperyalizmin kaşarlanmış uşak-larının başta bulunduğu Tunus ve Mısır'ı aynı çuvala koymak, Libya'ya karşı faşist bir savaş başlatan emperyalizmin yaptığı her türlü kötülüğü, Tunus ve Mısır'da hâlâ iktidarı elinde tutan kapitalist hükümetlerin sorumlu olduğu halk karşıtı karar ve eylemleri devrime bağlamak, devrimin eseri saymaktır.

Hileyi Kemal Okuyan başlattı. “Devrim zirve noktasına ulaştı” başlıklı alaylı yazısında yer verdiği uydurmaları devrimci çevrelerin görüşüymüş gibi yansıttı: “Devrim, Fransız savaş uçaklarının kokpitini ele geçirmiş bulunuyor. Tıpkı üzerlerine yağan füzeleri özgürlük ve demokrasi için bedel olarak gö-rüp selamlayan Libya halkına 'ayaklanın' çağrısı olarak değerlendirilebilecek top mermilerinin ateşlendiği Amerikan destroyerlerinin komuta merkezinin Mısır ve Tunus devrimi tarafından denetlendiği gibi…” (Sol, 20 Mart 2011)

Amerikancı Taraf yazarlarına layık uydurmaları devrimcilerin ağzına yakıştıran Kemal Okuyan'ın açtığı yolda ilerleyen Sol, Tunus'ta hükümetin, devrimi savunan kitlelerin gösterilerini bastırmak için gece sokağa çıkma yasağı ilan etmesini, alaylı bir dille, “Tunus'ta 'devrim' ilerliyor!” başlığıyla verdi. (Sol, 8 Mayıs 2011).

İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin bilinçli eylemi dışında bir devrim hayal eden, kitlelerin bağımsız eyleminden korkan SİP, görüldüğü gibi, karmakarı-şık bir anlayışla, devrim ile karşıdevrimi karıştırıyor; devrimin dinamik bir süreç olduğunu, egemen sınıf ile sömürülen sınıf arasında kıyasıya bir müca-delenin ürünü olarak ortaya çıktığını, devrimin ilk hamlesinden sonra da bu mücadelenin devam ettiğini kavramıyor.

Durumu kısaca netleştirmeye çalışalım.Birincisi, Tunus ve Mısır'da halk devriminden söz eden devrimci çevreler,

şu anda merkezî siyasal iktidar organlarının hâlâ işbirlikçi kapitalist oligar-şinin elinde olduğunu vurguluyorlar. Bağımsız eylemlerle devrimin ilk aşa-masında yıllanmış diktatörleri başlarından atan halk kitleleri, sokaklarda ve alanlarda gösterdikleri başarıyı kendi bağımsız iktidar organlarını kurma aşamasına götüremediler. Despotik burjuva devlet aygıtını dağıtamadılar, emperyalizme ve kapitalizme hizmet eden eski siyasal iktidar organlarının yerine kendi devrimci iktidarlarını oluşturamadılar. Çünkü, işçi sınıfının ve emekçi halkın devrimci partileri, uzun diktatörlük yıllarında ağır baskı altında yasaklı durumdaydılar. Gereken ölçüde örgütlü değildiler, sınıfl a ve kitlelerle yeterince bağ kuramamışlardı. Marksizm-Leninizmin yol gösteri-

urun_31_17haz.indd 60urun_31_17haz.indd 60 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 62: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

61

ciliğinden, devrimci teorinin aydınlığından kuşaklar boyunca uzak bırakı-lan milyonlarca emekçi, siyasal hayata yeni uyanıyor; bilinçleri ve tecrübeleri, kendi kaderlerini sürekli olarak kendi ellerinde tutmanın, kendi hayatlarını burjuvazisiz olarak örgütlemenin canalıcı önemini henüz yeterince fark ede-cek yükseklikte değil.

İkincisi, Tunus ve Mısır devrimlerinde şu anda bir ölçüde ikili iktidar yaşanıyor. Devrimci kitleler, sokaklarda ve meydanlarda gücünü koruyor; burjuvazi ise, merkezî hükümeti, parlamentoyu, polis örgütünü, ordunun üst yönetimini, yargı örgütünü, devlet televizyonunu elinde tuttuğu gibi, üretim araçlarına, fabrikalara, çift liklere, bankalara sahip olmaktan kaynaklanan ekonomik gücünü kaybetmemiş durumda.

Devrimci parti ve örgütler herhangi bir yasal düzenlemeye gerek kalma-dan serbest çalışmaya başladılar, sansürü ortadan kaldırdılar, gazete ve der-gilerini çıkardılar. Açık siyasal eylemde bulunma hakkını fiilen kazanan bu parti ve örgütler hızla bağımsız sendikalar, dernekler kuruyorlar. Özellikle Tunus'ta belirli illerde devrimi savunma komiteleri iş başında; bu komiteler, günlük yaşamı düzenlemeye başladı, merkezden gönderilen valileri kovuyor, polis müdürlerini il sınırları içine sokmuyor.

Ancak, topluca bakıldığında, devrimci kitlelerin çoğunluğu, tarafsız bir görünümle ortaya çıkan ordu üst yönetimine ve cumhurbaşkanına hâlâ gü-veniyor, onların ülkeyi yönetmesine rıza gösteriyor, merkezî iktidar onların elindeyken de onları sokaktan ve meydanlardan denetleyebileceğini sanıyor.

Üçüncüsü, emperyalizm ve işbirlikçileri, ikili iktidar durumunun farkın-da olarak, kitlelere ödünler veriyor. İktidar kendi ellerinde kaldıkça, verilen ödünlerin günün birinde geri alınabileceğini bilerek şu anda ücretleri arttı-rıyor, işsizlikle ve yoksullukla mücadele programları başlatıyor, eski rejimin önde gelen temsilcilerinin yolsuzluklarını soruşturuyor, servetlerine el koyu-yor, bir kısmını hapse atıyor, işkencecileri yargılıyor. Dış politikada da, Mısır yönetiminin İsrail uşaklığı politikasından uzaklaşıp Filistin davasına destek vermeye başlaması, Refah sınır kapısını açıp Gazze ablukasını kırması gibi, kitlelerin gönlünü okşayacak bağımsızlıkçı adımlara yöneliyor.

Dördüncüsü, ikili iktidar durumu geçici olmaya mahkûmdur, çok uzun süre devam edemez.

Bu yüzden devrimci güçler, halk devriminin temel taleplerinin hâlâ karşı-lanmadığını belirterek, devrimci bir geçici hükümet kurulması, özelleştirme-lerin iptal edilmesi, işbirlikçi oligarşinin servetine el konulması talepleriyle

urun_31_17haz.indd 61urun_31_17haz.indd 61 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 63: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

62

propaganda ve ajitasyon yapıyor, hızla örgütlenmeye çalışıyor, kitle gösterile-rine devam ediyor. Kitle gösterilerinde en sık atılan sloganlar, “iktidar halka devredilsin”, “ikinci bir devrime ihtiyacımız var” sloganları.

Emperyalistler ve işbirlikçi oligarşi ise, emekçi kitleleri sokaklardan ve meydanlardan evlerine geri çekmek, “anarşiye son verip düzeni kurmak”, olağan günlere dönmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Kitleleri kandırmak, oyalamak, bezdirmek için şimdilik esas olarak tatlı dile başvu-ruyor, havayı koklayarak zaman zaman şiddet kullanıyor ama şiddetin ters tepmesi, kitle eylemlerini hızlandırması durumunda hemen özür dileyerek günah keçisi ilan ettikleri birilerini görevden alıyorlar. Tunus ve Mısır'daki işbirlikçilerin, emperyalizmin Libya'ya savaş açmasından sonra kendilerini daha güvende hissettikleri görülüyor.

Beşincisi, kuşkusuz her devrim kendine özgüdür, başka hiçbir devrime benzemez. Yine de, Tunus ve Mısır devrimleri, çarı ve çarlık iktidarını de-virmeyi başaramasa da, milyonlarca işçiyi ve emekçiyi bir yıl boyunca grev, gösteri ve ayaklanmalarla sokaklara ve meydanlara döken 1905 Rus devrimi-ne çeşitli açılardan benzetilebilir.

Milyonlarca işçinin, şehir ve köy emekçisinin bağımsız siyasal özne olarak harekete geçmesi, siyasal eylemler içinde gücünün farkına varması, Rusya'nın iliklerine kadar sinen köle ruhunu mezara gömmüş, Rusya'yı zihniyet açısın-dan devrimci bir ülkeye dönüştürmüştü. 1905 devrimi, ne yazık ki, iktidarı devrimci halka veremedi; sonuçta, çarlık işbaşında kaldı, büyük toprak sahip-lerinin temsilcisi olan çar, iktidarı burjuvaziyle paylaştı.

Yine de, 1905 devrimi, Rusya proletaryasını ve yoksul köylülerini 1917'de iktidara taşıyan sosyalist Ekim Devrimi'nin provası oldu. Lenin'in, 1905 dev-riminde gördüğü iki temel eksiklik, yani, 1) kitlelerin yeterince sebatlı olma-yışı, burjuvaziye, burjuvazinin kâhyalarına kolayca güvenmesi, 2) ordu için-deki devrimcilerin yeterince örgütlü ve bilinçli olamayışı, şu anda Tunus ve Mısır devrimlerinde de göze çarpıyor.

Yine de, milyonlarca insanın kapitalist diktatörlerini devirecek bir ayak-lanmayı gerçekleştirmiş olması, Tunus ve Mısır'da taşları öylesine yerinden oynattı ki, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Emperyalizmin, hem bu ülke halklarını, hem Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı, hem de Tunus ve Mısır dev-rimlerini örnek alarak sokaklara ve meydanlara çıkan dünya halklarını zap-tetmesi hiç de kolay olmayacak. Dünya kapitalist sistemine egemen soygun-cuları ve işbirlikçilerini çok daha zor günler bekliyor.

urun_31_17haz.indd 62urun_31_17haz.indd 62 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 64: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

63

Türkiye'de 1950'lerin ortalarında başlayan devrimci yükseliş döneminde, Amerikancı kapitalist Bayar-Menderes diktatörlüğüne karşı yaygın gençlik ve halk hareketleri sonucunda açığa çıkan devrimci enerji, bu konuda bir fikir verebilir. Demokrat Parti iktidarı, bizzat halk tarafından değil, söz konusu hareketlerden yararlanan burjuvazinin bir kesimi tarafından gerçekleştirilen 27 Mayıs askerî darbesiyle yıkıldığı hâlde, iktidar duvarında açılan çatlaktan içeriye, 1960'ların ve 1970'lerin güçlü işçi sınıfı, emekçi halk ve gençlik ha-reketleri girdi. Devrim ve sosyalizm kavramları ülkenin en ücra köşelerine kadar ulaştı. Amerikancı büyük kapitalistler, bozulan dengeyi tekrar kura-bilmek için yirmi yıl uğraştı, işçi sınıfını ve dostlarının devrimci iradesini kırmak için 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbelerini de içeren kanlı bir dönemi başlattı.

Altıncısı, Tunus ve Mısır devrimleri altı ayı henüz doldurdu. Süreç devam ediyor, devrim ve karşıdevrim arasındaki kapışma hâlâ çok sıcak. Devrimci süreç bir günün, bir ayın, birkaç ayın işi değildir; inişleri, çıkışları, devri-min ve karşıdevrimin karşılıklı hamleleriyle uzayan bir dönemdir. Tunus ve Mısır'da son sözler henüz söylenmedi. Son sözü işçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin, devrimci gençliğin söylemesini umut etmeli ve onların zaferi-ni kolaylaştırmak için de kendi ülkemizde devrimci mücadeleyi yükseltmeye çalışmalıyız.

***

Tunus ve Mısır'daki büyük halk ayaklanmalarının ortaya çıkardığı dev-rimci imkânları görmemek, Tunus ve Mısır halk devrimlerini alay konusu yapmak, devrimcilikten nasibini alamamış ruhsuz seçkinlerin işidir. Devri-me bürokratik bir yaklaşımı, bağımsız kitle eyleminden duyulan korkuyu, işçi sınıfını ve emekçileri içten içe (ve hatta açıkça) küçümsemeyi ortaya ko-yan bu tutumu kesinliklikle reddetmeliyiz. SİP'in hilesini teşhir etmek kaçı-nılmaz bir görev olarak önümüzde duruyor.

urun_31_17haz.indd 63urun_31_17haz.indd 63 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 65: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

64

Amerikan özel savaş bir-liklerinin Pakistan’da gerçek-leştirdiği helikopter baskının-da, İslamcı örgüt El Kaide’nin lideri Usame Bin Ladin, oğlu, oğlunun eşi ve iki yakını, kal-dıkları konutta silahsız ve sağ yakalandıktan sonra so-ğukkanlı biçimde öldürüldü. Usame Bin Ladin’in cenazesi, geleneklere uygun olarak gö-

mülmek üzere ailesine teslim edilecek yerde, Amerikan askerleri tarafından denize atılarak ortadan kaldırıldı.

1-2 Mayıs 2011 gecesi yapılan bu yargısız infaz, Amerikan emperyalizmi-nin muhalifl erine karşı sürek avı uyguladığını, insanlığı orman kanununa teslim ettiğini bir kez daha gösterdi. ABD ortalıkta zorbalıktan başka bir şey bırakmadı. En temel hukuk kurallarını bile sürekli çiğniyor. En ağır suçun sanığı bile, ancak savunma hakkını hukuka uygun olarak kullanabileceği yargılama sürecinden sonra suçlu ilan edilip cezalandırılabilir. Tek bir tara-fın hem davacı, hem savcı, hem yargıç, hem cellat rolünü üstlendiği bir linç düzeni, en ilkel vahşete dönüştür.

Dünya kapitalist sistemi, sosyalist sistemin dengeleyici gücünü ortadan kaldırdıktan sonra, insanlığın binlerce yıllık mücadeleyle elde ettiği bütün kazanımları yok edip vahşete, barbarlığa, çıplak zorbalığa geri döndü. Hak,

ABD, Usame Bin Ladin’i Öldürdü

Hülya Kortun

urun_31_17haz.indd 64urun_31_17haz.indd 64 17.06.2011 16:53:4617.06.2011 16:53:46

Page 66: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

65

hukuk, adalet, meşruiyet, yasallık kavramlarını alay konusu yaptı. Bütün dünya güçlü olanın borusunun öttüğü bir mafya düzenine teslim edildi. Dev kapitalist şirketlerin kârlarını korumayı ve arttırmayı tek kural bellemiş dev-letler, bu mafya düzeninde işçi, emekçi ve halk düşmanı rollerini, ekonomik, askerî, siyasal ve ideolojik-kültürel güçlerinin belirlediği hiyerarşi içerisinde yerine getiriyorlar.

Amerikan emperyalistleri, Usame Bin Ladin’i ve yakınlarını suikastla orta-dan kaldırma operasyonuna “Geronimo” adını verdiklerini ilan ettiler. Kapitalist sömürgeci zorbalar övünürken eski suç-larını itiraf ediyorlar. Geronimo, Amerika kıtasını işgal eden beyaz, Hıristiyan yer-leşimci sömürgecilere karşı 19. yüzyılda büyük bir direniş gösteren Apaçi yerlile-rinin önderiydi. Kıtanın yerli halklarını soykırımdan korumak için sonuna kadar mücadele etti. Soykırımı önleyemedi ama bütün yerli halklar arasında, yerleşimci beyazların sömürgeciliğine karşı mücadelenin kahramanı olarak destanlaştı. Usame Bin Ladin’i ve yakınlarını katletme eylemine Geronimo adını veren küstah Yanki emperyalistleri, bugün başta Arap ve İslam halkları olmak üze-re, emperyalizme karşı özgürlük ve bağımsızlık için mücadele eden bütün halklara Kızılderililere reva gördükleri zulmü bilerek ve isteyerek uyguladık-larını kabul etmiş oluyorlar.

Emperyalistlerin Filistin, Irak, Libya, Afganistan halklarına, bütün Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarına bakışı ile Kızılderili halklara bakışı ara-sında en ufak bir fark yoktur. Kapitalizmin en son aşaması olan emperya-lizm savaştır, soykırımdır, faşizmdir, despotizmdir, militarizmdir, vahşettir, barbarlıktır, zulümdür, gericiliktir, karşıdevrimciliktir. Kapitalist tekeller ve devletler, kârlarını azamileştirmek, dünyadaki pazar paylarını arttırmak üzere, yerli halkların doğal kaynaklarını gasbetmek, işçilerini ve emekçile-rini sömürmek için eğer bir halkı toptan imha etmek gerekiyorsa, gözlerini kırpmadan imhaya girişirler. Sömürgecilerden, emperyalistlerden burjuva anlamında bile demokrasi, özgürlük, adalet, hukuk bekleyenler ölümcül bir yanılgı içindedirler.

urun_31_17haz.indd 65urun_31_17haz.indd 65 17.06.2011 16:53:4717.06.2011 16:53:47

Page 67: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

66

Usame Bin Ladin ve yakınlarının yargısız infazını Amerikan devletinin yöneticileri hep birlikte canlı yayınla Beyaz Saray’da oturma odasından izle-diler. Üstelik, bu toplu cinayet izleme sahnesini, Cumhuriyetçi Parti’ye oy ve-ren aşırı sağcı seçmenlerden alacakları oyu arttırmak hesabıyla medyaya ver-diler. Barack Obama, Joe Biden, Hillary Clinton, Robert Gates, Mike Mullen,

John Brennan ve diğer kurmayların, emrini verdikleri bir katliamı canlı izleyecek kadar alçalmaları, dünyanın en büyük devletini yö-netenlerin ahlak düzeyi ile mafya babalarının ahlak düzeyi arasında hiçbir fark kalmadığı-nı kanıtlayan bir belge olarak tarihe geçecek.

Tabii, Obama’nın, Bush’tan daha iyi bir katil olduğunu ispat ederek seçmen-den alacağı oyu artırabileceği hesabını yapması, kapitalist sistemin Amerikan halkını nasıl bir cehalete ve geriliğe mahkûm ettiğini de ortaya koyuyor.

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, İsrail, Japonya, Rusya ve NATO yönetimleri, Usame Bin Ladin’in öldürülmesinden sevinç duydukları-nı açıkladılar. Abdullah Gül de aynı koroya katıldı. Gül, verdiği demeçte şöyle dedi: “Terör örgütlerinin başlarının sonu, eninde sonunda canlı veya cansız bir şekilde ele geçirilmektir. Dünyanın en tehlikeli ve sofistike terör örgütü-nün başının da bu şekilde ele geçirilmiş olması, herkese ibret vesilesi olmalı. Büyük memnuniyetle karşılıyorum.”

En ağır suçlu bile olsalar, hukuk kurallarını çiğneyerek insanları öldür-mek, bu ölümlerden sevinç duymak bizim işimiz değil.

Kuşkusuz, biz, Usame Bin Ladin’in çizgisine taban tabana zıt bir dünya görüşüne sahibiz. Usame Bin Ladin dinsel dogmalara inanan, hiç değişmeye-cek, hiyerarşik, geri ve gerici bir dünyanın hayalini kuruyordu. Bütün dünya işçi ve emekçilerini değil, sınıf ayrımı olmadan İslam ümmetini esas alıyor ve emperyalizme karşı mücadeleyi bir din savaşı olarak görüyordu. Kuracağı dünyada kapitalist sömürüye ve bu sömürüyü koruyacak devlete yer veriyor-du. İşçilerin ve emekçilerin sendika kurması, grev yapması, parti kurması,

urun_31_17haz.indd 66urun_31_17haz.indd 66 17.06.2011 16:53:4717.06.2011 16:53:47

Page 68: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

67

haklarını kendi başlarına araması, kadınların erkeklerle eşitlik talep etmesi ona yabancıydı. Antikomünistti. Afganistan devrimine ve Sovyetler Birliği’ne karşı antikomünizm temelinde Amerikan emperyalizmi, Suudi gericiliği ve Pakistan gizli servisleriyle uzun yıllar işbirliği yapmıştı. Amerika’yla arası bozulduktan sonra, mücadele yöntemi olarak kitle örgütlenmesini ve kitle mücadelesini değil, terörü seçmişti ve sivil halka karşı terör uygulamayı em-peryalizme karşı mücadelenin kaçınılmaz yan etkisi olarak kabul ediyordu. Yaptığı eylemlerle halk kitlelerini devrimci mücadeleye yabancılaştırıyor ve emperyalizmin eline koz veriyordu.

Onunla tek paylaştığımız nokta, Arap ve İslam halklarının ABD ve Av-rupa emperyalizminden özgür ve bağımsız olarak yaşamaya hakları olduğu, Arap ve İslam halklarının bu amaçla mücadele etmeleri gerektiği, Arap ve İslam dünyasında emperyalizmle işbirliği yapan yönetimlerin hain olduğu düşüncesiydi.

Usame Bin Ladin’i ve yakınlarını öldüren Amerika, dünyanın en büyük teröristidir. Emperyalist terörizm, bilimsel, devrimci, demokrat, sosyalist bir dünya görüşüne ulaşacak kadar bilinçlenmemiş kesimlerde maalesef kör te-rör eğilimini daha da arttıracaktır. Biz Amerikan emperyalizminin kapitalist terörizmini mahkûm ediyor ve bütün ezilen halkların bilimsel, devrimci, de-mokrat, sosyalist bir dünya görüşü doğrultusunda emperyalizme ve işbirlik-çilerine karşı mücadelesini yükseltmek için çalışıyoruz.

urun_31_17haz.indd 67urun_31_17haz.indd 67 17.06.2011 16:53:4917.06.2011 16:53:49

Page 69: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

68

Katil NATO5 Mayıs 2011

Amerikan ve Avrupa emperyalizmi ile işbirlikçileri adına dünya halklarına karşı sayısız suç işleyen en büyük terörist örgüt NATO, Libya’ya açtığı faşist savaşta yeni bir katliam gerçekleştirdi. 30 Nisan-1 Mayıs 2011 gecesi düzenlediği hava saldı-rısıyla Libya lideri Muammer Kaddafi’nin küçük oğlu Seyfülarap Kaddafi’nin evini yerle bir eden NATO, Seyfülarap Kaddafi ile ile en büyüğü 10 yaşında olan üç çocu-ğunu öldürdü.

Muammer Kaddafi, bu saldırının bir benzerini 1986 yılında da yaşamıştı. O tarihte Amerikan emperyalizminin elebaşı Ronald Reagan’ın emriyle düzenlenen saldırıda, Muammer Kaddafi’nin evi bombalanmış ve 3 yaşındaki kızı öldürülmüştü.

29 yaşındaki Seyfülarap Kaddafi Almanya’da öğrenim görüyor-du ve kısa süre önce ülkesine dönmüştü. Seyfülarap Kaddafi sivil bir kişiydi ve bu saldırıyı gerçekleştiren kapitalist-emperyalist sö-mürgeci devletlerin de imzaladığı Cenevre savaş hukuku sözleşme-lerine göre, asla bir savaş hedefi olamazdı.

Ülkesine yönelik emperyalist saldırıya karşı direnme cesaretini gösteren Muammer Kaddafi’yi dize getirme gayretiyle oğlunu ve torunlarını öldürerek cezalandıran kapitalist-emperyalist haydut-lar, bu soğukkanlı katliamı hiçbir şekilde tevil edemezler. Hatırla-nacağı gibi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Libya’ya em-peryalist müdahaleye onay veren gayri meşru kararı bile “sivilleri koruma” bahanesine sığınıyordu.

LİBYA GÜNDEMİNDEN

urun_31_17haz.indd 68urun_31_17haz.indd 68 17.06.2011 16:53:4917.06.2011 16:53:49

Page 70: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

69

Libya’ya karşı savaşa katılan ve bu katliamın suç ortağı olan Türkiye egemenlerinin, katliamın hemen ardından Libya’yla diplo-matik ilişkileri fiilen bitirerek Trablus’taki Türkiye Büyükelçiliğini kapatmaları, sömürgecilere uşaklıkta sınır tanımadıklarını göste-riyor. Arap dostluğu ve İslam kardeşliği sloganları, Türkiye ege-menlerinin, emperyalizmin izin verdiği sınırlar içinde kârlarına kâr katmak için bölge halklarına karşı kullandıkları bir maskeden ibarettir. Cezayir savaşında, Irak savaşında, Afganistan savaşın-da Batı emperyalizminin uşaklığını yapan işbirlikçi kapitalistler, Libya’ya karşı da sömürgecilerin safında yer alarak Türkiye halkı-nın alnına yeni bir leke sürüyorlar.

Recep Tayyip Erdoğan, emperyalizme karşı direndiği için ev-ladı ve torunları öldürülen Muammer Kaddafi’nin acısını paylaş-madı. Aksine, bu acıyı kullanarak ve ölüm sırasının Muammer Kaddafi’ye geldiğini söyleyerek onu teslim olmaya çağırdı. “Torun acısı, evlat acısı gerçekten çok büyük bir acıdır. Kaddafi’nin de bu acıyı yaşadığını biliyoruz” diyen Erdoğan, Kaddafi’ye şöyle seslen-di: “Libya liderinin daha fazla kana gözyaşına yıkıma sebep olma-dan, kendisi için, ülkesinin geleceği için, derhâl Libya’dan uzak-laşmasını ve yönetimden çekilmesini bekliyoruz.” (3 Mayıs 2011, gazeteler). Emperyalizme karşı her fedakârlığı göze alarak direnen halklar, Erdoğan’ın bu sözünü hiç unutmayacaklardır.

Köle ruhlu insanlar, başı dik ve bağımsız yaşamayı vazgeçilmez ilke sayan özgür ruhları asla anlayamazlar. Onların sırf özgürlük-lerini ve bağımsızlıklarını korumak için nelere katlanabileceklerini kavrayamazlar. Dünya kapitalist sisteminin elebaşıları, ABD, AB, NATO ve işbirlikçi uşaklar, özgür ruhlu halkların mücadelesini kı-ramayacaklar. Libya halkı eninde sonunda kazanacak.

AKP’nin suç dosyası kabarıyor23 Mayıs 2011

Libya halkı ve yönetimi, Amerikan ve Avrupa Birliği emperya-lizminin NATO eliyle yürüttüğü faşist-sömürgeci saldırıya karşı bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve petrol kaynakları üzerin-

urun_31_17haz.indd 69urun_31_17haz.indd 69 17.06.2011 16:53:4917.06.2011 16:53:49

Page 71: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

70

deki egemenliğini savunmak için kahramanca direnmeye devam ediyor. Bu direnişi kırmak için emperyalizmin örgütlediği ve silah-landırdığı bir avuç gerici ise Libya halkını arkadan vuruyor.

Vatan haini karşıdevrimcilere NATO uçaklarının ve füzeleri-nin koruması altında Bingazi’de Libya Ulusal Geçiş Konseyi adlı kukla bir örgüt kurduran emperyalistler, bu kukla örgütü Libya’nın yasal otoritesi olarak kabul ettirmek için bütün dünyada diploma-tik bir seferberlik başlattı.

Bu seferberliğin parçası olarak, kukla örgütün başkanı Mustafa Abdülcelil bugün özel uçakla Ankara’ya geldi. Ankara’da iki gün kalacak olan hain Mustafa Abdülcelil, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından resmen kabul edilecek.

Oysa Türkiye halkı da emperyalist işgalin bütün acılarını ya-şamıştır. Türkiye’nin bütün yurtseverleri, Mustafa Abdülcelil’in, Kurtuluş Savaşı sırasında işgal ordularının maşalığı yapan yerli hainlerden hiçbir farkının olmadığını gayet iyi bilir.

Kâğıt üzerinde bile olsa Türkiye halkı adına kamu gücünü kul-lanan hiç kimse, kardeş Libya halkına ihanet eden kuklalara saygı gösteremez. AKP yönetimi, “düvel-i muazzama”ya karşı savaşan kardeş Libya halkını arkadan vuran kuklaları saygınlaştırarak Türkiye halkının yurtsever ve enternasyonalist geleneklerine bir kez daha ihanet ediyor.

AKP, Türkiye ve bölge halklarını etkilemek için Arap ve İslam halklarıyla dostluk sloganlarını tepe tepe kullanan bir geleneğin temsilcisidir. Ne var ki, AKP, kullandığı sloganların tam tersini ya-pıyor; Arap ve İslam halklarına karşı Batı sömürgecilerinin emir

urun_31_17haz.indd 70urun_31_17haz.indd 70 17.06.2011 16:53:4917.06.2011 16:53:49

Page 72: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

71

eri olarak hareket ediyor. AKP, Irak’ta, Afganistan’da ve son olarak Libya’da sömürgecilerin safında yer aldı. Şimdi de Suriye’ye karşı emperyalizmin oyununa katılmaya hazırlanıyor.

Görüldüğü gibi, AKP’nin Arap ve İslam halklarına karşı suç dosyası kabarıyor. Bugün Libyalı hain Mustafa Abdülcelil’i kabul eden AKP yönetimi, Suriye’de emperyalizmin maşalığını yapan gerici-faşist Müslüman Kardeşler örgütünün başı Riyad El Şakfa’yı da, daha geçenlerde, kabul etmiş, ona resmî bir basın toplantısı yaptırmış ve bu basın toplantısını El Cezire’den canlı olarak ya-yınlatmıştı.

Türkiye halkları, bütün dünya halklarının dostu olduğu gibi, Arap ve İslam halklarının da dostudur. Bu dostluğa ihanet eden AKP, karşısında sadece Arap ve İslam halklarını, bütün dünya halklarını değil, bizzat Türkiye halklarını da bulacaktır.

Kahraman Libya8 Haziran 2011

Amerikan ve Avrupa emperyalizminin yanlarına korucu uşak devletleri alarak NATO eliyle Libya’ya yönelttiği faşist saldırı, Rus-ya, Çin, Hindistan, Brezilya gibi büyük devletlerin sessiz suç ortak-lığıyla, katliam boyutlarında devam ediyor. NATO uçakları 7 Ha-ziran günü savaşın başlangıcından bu yana en ağır bombardımanı gerçekleştirerek Trablus’u yakıp yıktı. Gündüz saatlerinde yapılan saldırıda 29 kişi öldü.

urun_31_17haz.indd 71urun_31_17haz.indd 71 17.06.2011 16:53:5017.06.2011 16:53:50

Page 73: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

72

Hava saldırı-larından kısa bir süre sonra bir radyo konuşması yapan Libya lideri Muam-mer Kaddafi şunla-rı söyledi: “Tek bir seçeneğimiz var: vatanımızı savun-mak. Sonuna kadar

vatanımızda kalacağız. Ölü, diri, muzaff er farketmez. Asla teslim olmayacağız. Asla diz çökmeyeceğiz. Şehit olmak teslim olmaktan milyon kere daha iyidir.”

Emperyalist sömürgecilerin vahşi saldırısına karşı hiçbir dev-letten yardım almadan tek başına vatanını savunmayı seçen Libya halkı ve yönetimi, 19 Mart’tan bu yana direnişini sürdürüyor. Sa-vaşın başlangıcında, “Kaddafi’nin işi 3 günde bitecek” diye kestirip atan küstah emperyalistler, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in ağzından “Daha 4 aya ihtiyacımız olabilir” demeye başladılar.

İçeride emperyalizmin kuklası gerici hainlerin çıkardığı isyan-la, dışarıda dünya kapitalist sisteminin ekonomik ve siyasal am-bargosuyla boğuşurken, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük askerî gücü olan NATO’ya karşı kahramanca savaşan Libya, daha şimdi-den emperyalizmin kibrine ağır bir darbe indirdi. Libya’nın bu en elverişsiz koşullarda bile emperyalizme karşı direnmeyi seçmesi, bütün dünya halklarına esin kaynağı oluyor. En zor durumdayken bile direnmeye karar veren halklar eninde sonunda zafere ulaşırlar.

Kahraman Libya halkına karşı emperyalizmin safında yer ala-rak bir kez daha Arap ve İslam halklarına ihanet eden kapitalist egemenlerden ve iktidardaki temsilcileri AKP’den utanıyoruz. Bu utanç kaynağını kurutmak, alnımıza sürülen lekeyi silmek için ka-pitalizme ve emperyalizme karşı mücadelemizi yükseltmek zorun-dayız.

urun_31_17haz.indd 72urun_31_17haz.indd 72 17.06.2011 16:53:5017.06.2011 16:53:50

Page 74: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

73

AKP’nin “ileri demokrasisinde” yüzlerce çevik kuvvet polisi desteğin-de solcuların evlerine gece yarısı baskınları düzenleniyor. İktidara bağlı emniyet kuvvetleri, 9 Mayıs 2011 gecesi Şişli, Okmeydanı, Nurtepe ve Gazi Mahallesi’nde onlarca yurttaşın evlerine gece baskın düzenledi. Yaklaşık 50 kişinin göz altında olduğu belirtildi.

Aynı gece, Okmeydanı Haklar ve Özgürlükler Derneği, Gençlik Dernek-leri Federasyonu ve İdil Kültür Merkezi’nin de aralarında olduğu çok sayı-da yasal kurum basıldı. Baskınlarda cadde girişlerinin kapatıldığı, mahalle

sakinlerine karşı bir terör havası-nın estirildiği, bazı evlere kapılarının kırılarak girildiği haberleri geliyor. Yine aynı baskın-larda, geçen günler-de Bakırköy’de 200 bin kişilik ücretsiz

konser veren ve 1 Mayıs 2011 Taksim kutlamalarında sahneye çıkan Grup Yorum üyelerinden 3 kişinin de gözaltına alındığı bildiriliyor.

AKP’nin baskıcı, antidemokratik, tahammülsüz ve saldırgan yüzü bir kez daha açığa çıktı. İktidara geldiğinden bu yana her fırsatta işçi sınıfına, yoksul köylülere, öğrencilere, kadınlara, emeklilere, memurlara, doktorlara, öğret-menlere, gazetecilere ve emeği ile geçinen herkese saldıran AKP dün halkın yasal devrimci kurumlarına bir kez daha saldırdı.

Haydi, Devrimci Dayanışmamızı Göstermeye

urun_31_17haz.indd 73urun_31_17haz.indd 73 17.06.2011 16:53:5017.06.2011 16:53:50

Page 75: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

74

1 Mayıs’la yükselen toplumsal muhalefeti bastırmak ve kendine karşı çı-kan bütün toplum kesimlerine gözdağı vermek isteyen AKP, bildik saldırgan politikalarını sürdürüyor. AKP’nin Kürt muhalefetine, seçilmiş yöneticilere, sosyalistlere ve devrimcilere karşı uyguladığı bu 12 Eylülcü zihniyet son bu-lacak. AKP, bu faşizan tutumunu liberallerin ve döneklerin aymazlığından cesaret alarak sürdürüyor. Sevindiğimiz şey şu ki, AKP’nin ezilenlere düşman gerçek yüzünü Nabi Yağcı, Zülfü Dicleli, Roni Marguilles gibilerden ve cema-at televizyonları ile Taraf gazetesi gibi yayınlardan başka savunan kalmadı. AKP destekçileri artık bir avuç şakşakçıdan ibaretler. Bu partinin nefret söy-lemini, şovenizmini, din bezirganlığını, oligarşik özlemlerini, en küçük bir toplumsal muhalefete bile tahammülsüzlüğünü dürüst ve namuslu her yurt-taş görüyor.

Giderek artan toplumsal muhalefeti bu şekilde susturamayacaksınız. İşçi sınıfının, köylülerin, halkımızın emperyalizme, kapitalizme, liberalizme, din bezirganlığına tepkisini durduramayacaksınız. Ortadoğuda yükselen dev-rimci dalganın bu topraklara yeşermesini engellemeyeceksiniz.

Tüm dünyada Faşizme Karşı Zafer Günü olarak kutlanan 9 Mayıs’ta bu denli faşizan bir uygulamaya girişmekle size yakışanı yapmış oldunuz. Yer-leri belli insanların evleri, diktatörlükler dışında gece yarısı basılmaz. Bir

soruşturma varsa, yurttaşlar savcılığa davet edilirler. Ev-lerinde aranacak bir şey varsa, avukatla-rının gözetiminde aranma yapılmalı-dır. Tüm ezilenle-re, sömürülenlere, Kürtlere, Alevilere, laik ve solculara karşı şiddetten baş-

ka bir şey önermeyen, bir tek biat kültüründen anlayan AKP’nin bu keyfi, saldırgan, yasadışı gözaltı politikasını kınıyor, gözaltına alınanların derhâl serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.

urun_31_17haz.indd 74urun_31_17haz.indd 74 17.06.2011 16:53:5017.06.2011 16:53:50

Page 76: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

75

Ülke ve dünya gündeminde yer alan önemli konu-lara ilişkin olarak Ürün’ün çeşitli tarihlerde yaptığı değerlendirme ve açıklamaları sunuyoruz.

Emperyalizmin maşası10 Haziran 2011

AKP iktidarı, Türkiye’yi Amerikan ve Avrupa emper-yalizminin bölgesel planlarına daha sıkı şekilde bağlıyor. Em-peryalizm savaş borusunu ça-lınca, AKP, Arap ve İslam dos-tu kılığını çıkarıp kapitalizm dininin sadık hizmetkârı üni-formasıyla hizaya girdi, Arap

ve İslam halklarına karşı NATO safl arında savaşmaya başladı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin, emperyalizm

uşağı Libyalı gericilere 100 milyon dolar yardımda bulunacağını açıkladı. Davutoğlu, aynı zamanda, Suriye yönetimini tehdit etti. Bölgede emperyalizme karşı direnen her yönetimin yok edileceği-ni, bu rüzgârın önünde kimsenin duramayacağını iddia etti.

Libya halkına karşı sömürgeci savaşa fiilen katılan ve katkısını askerî, siyasi ve diplomatik alanlarda gitgide arttıran AKP hükü-meti, Suriye ve Beşşar Esad yönetimine karşı ABD, AB ve İsrail’in yürüttüğü psikolojik savaşa ateşli biçimde katıldığı gibi, Suriye’de

GÜNDEMDEN

urun_31_17haz.indd 75urun_31_17haz.indd 75 17.06.2011 16:53:5117.06.2011 16:53:51

Page 77: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

76

karşıdevrimci ayaklanma çıkarmaya çalışan gerici ve faşist örgüt-lerin koordinasyonunu yapma görevini de üstlendi. Yayılmacı he-veslerini gizlemeyen AKP, emperyalizmin izniyle tarihsel bir fırsat yakaladığı hayaliyle, Suriye’yi hegemonyası altına alma planları yapıyor. AKP aslında ateşle oynuyor, komşusunun evini zaptetme rüyası görürken kendisini de yakacak büyük bir yangına körükle gidiyor.

AKP, izlediği neoliberal kapitalist politikalarla Türkiye halkla-rını yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm ettiği gibi, işbirlikçi oligarşi-nin sömürdüğü ve ezdiği emekçilerin nafakasından kestiği milyon dolarları bölge gericilerine aktarıyor.

AKP, bütün bu davranışlarıyla, kendi foyasını ortaya çıkarıyor, emperyalizmin maşası olduğunu kanıtlıyor. AKP, sadece Türkiye emekçi halklarının değil, bütün bölge halklarının da düşmanıdır. AKP’ye elini veren, emperyalizmden kolunu kurtaramaz. AKP’nin sahte masallarına kanmamak bütün bölge halkları için canalıcı bir önem taşıyor.

Hatip Dicle’ye özgürlük10 Haziran 2011

Hatip Dicle, Kürt halkının özgür ira-desiyle seçilmiş milletvekili ve Demokra-si Partisi (DEP) genel başkanı iken 2 Mart 1994’te işbirlikçi kapitalist oligarşinin faşist komplosuyla dokunulmazlığı kaldırılıp tu-tuklanarak 10 yıl hapis yatırıldı. Demokra-tik Toplum Kongresi (DTK) eş başkanlığını

yaparken 26 Aralık 2009’da KCK davası gerekçesiyle yeniden tu-tuklandı ve hâlen hapiste bulunuyor.

Hatip Dicle, hapisteyken Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) adı-na Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı gösterildi. Ne var ki, Hatip Dicle’ye yeni komplo-lar kuruluyor. Bir basın açıklamasında “terör örgütü propaganda-sı” yaptığı gerekçesiyle Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdi-

urun_31_17haz.indd 76urun_31_17haz.indd 76 17.06.2011 16:53:5117.06.2011 16:53:51

Page 78: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

77

ği 1 yıl 8 ay hapis cezası, ne hikmetse, seçime 3 gün kala Yargıtay 9. Dairesi tarafından onandı. Kapitalist medyada kaynatılan kazanla, Dicle’nin adaylığının iptal edilmesi istendi.

Yüksek Seçim Kurulu ise bugün yaptığı toplantıda bu konuda karara varmak için Dicle’nin savunmasının alınmasını ve dosya-daki eksik belgelerin tamamlanmasını beklemeye karar verdi. Böy-lece, Hatip Dicle, olması gerektiği gibi, 12 Haziran seçimine aday olarak katılabilecek ve halk isterse seçilebilecek.

Yüksek Seçim Kurulu’nun komploya alet olmamasını olumlu buluyor ve bu tutumunu sürdürmesini talep ediyoruz.

Öte yandan, Hatip Dicle’ye verilen cezalar rejimin niteliğini açıkça ortaya koyması açısından değerlendirilmeyi hak ediyor. 10 yıllık ceza, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesindeki söz ve eylemler nedeniyle verildi. 1 yıl 8 aylık ceza, düşünce ve ifa-de özgürlüğünü kullanmanın bedelidir. Bir buçuk yılı bulan KCK tutukluluğu da, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün kul-lanılmasını cezalandırıyor. İşçi sınıfını, emekçileri, ezilen halkları zorla dilsiz ve örgütsüz bırakmaya çalışan, yurttaşlarını düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kullandıkları için sistemli olarak cezalandıran rejimler, despotik ve faşist rejimlerdir. Bu rejimlerin burjuva anlamında bile olsa demokrasi iddiasında bulunmasına sa-dece gülünüp geçilir.

Güneş balçıkla sıvanmaz7 Haziran 2011

Polonya Cumhurbaşkanı Bronislaw Komorowski’nin davetli-si olarak bu ülkeye resmî bir ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Varşova’da halkla ilişkiler çerçevesinde imaj par-latmak için gittiği bir okulda sorgulandı. Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınmasını eleştiren bir öğrenci, Gül’den, Türkiye’de gazetecilerin niçin tutuklandığını açıklama-sını istedi.

Sinirlenen Gül, “Tutuklanan kişiler yurt dışında gazeteci olarak geçiyor ama aslında şiddet kullanan örgütlerin üyeleridirler. Yaz-

urun_31_17haz.indd 77urun_31_17haz.indd 77 17.06.2011 16:53:5217.06.2011 16:53:52

Page 79: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

78

dıklarından dolayı tutuklanmıyorlar, kendileri de şiddetin içinde bulundukları için tutuklanıyorlar” diyerek tutuklu gazetecileri te-rörist ilan etti.

Sadece yazı yazdığı, ha-ber yaptığı, kitap hazırladığı, araştırma yaptığı, kitap çevir-diği, görüş belirttiği, kısacası, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullandığı için hapishanelere tıkılan devrimcileri, ilericileri, yurtseverleri, demokratları te-

rörist ilan etmek, Gül’ü ve baş sorumlularından biri olduğu rejimi kurtarmaz. Güneş balçıkla sıvanmaz. Demokratlık görüntüsü ver-mek için yurtdışında gittiğiniz bir okulda bile rejiminizin despotik ve faşist karakteriyle yüzleşmek, gepegenç bir öğrenciye hesap ver-mek zorunda kalırsınız.

Düşünce ve ifade özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğüne, top-lantı ve gösteri hakkına saygı göstermeyen bir rejim, burjuva an-lamda bile demokrasi değildir; despotik ve faşist bir yönetimdir ve gayrimeşrudur.

Komünistler, sosyalistler, devrimciler, ilericiler, emperyalizmin taşeronluğunu yapan bir avuç kapitalist şirketin işçileri ve emek-çileri sömürme, halkları ezme, doğayı mahvetme pahasına dur-madan zenginleşmesini, gitgide büyümesini tabii ki kabul etme-yeceklerdir. Bu adaletsiz sistemi kökten eleştirecek, siyasal, sosyal ve ideolojik muhalefetlerini sürdürecek, sistemi değiştirmek için örgütlenecek ve emekçi kitlelerle birleşeceklerdir. İşbirlikçi kapi-talist oligarşinin kâhyalığını yapanlara düşen, bu gerçeği içlerine sindirmektir.

Halka her türlü zorbalığı yaparken demokrasi, hele hele ileri demokrasi maskesi takınmak gülünç bir çabadır. Hiç ummadığı-nız anda bir genç gelir, maskenizi yüzünüzden alıverir. Maskeniz sıyrılınca gerçeği itiraf etmek yerine, yalanlara, ift iralara sarılmak da derdinize çare olmaz. Hem zalim, hem rezil olursunuz; rezil bir zalim olarak tarihe geçersiniz.

urun_31_17haz.indd 78urun_31_17haz.indd 78 17.06.2011 16:53:5217.06.2011 16:53:52

Page 80: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

79

Halka karşı terör1 Haziran 2011

AKP iktidarı, halkın toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hak-kını vahşice ortadan kaldırmaya devam ediyor. Dün (31 Mayıs 2011) Artvin’in Hopa ilçesinde Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto et-mek için toplanan halka zehirli gaz ve copla saldıran polis, gazdan etkilenen ve göğüs bölgesine darbe alan emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümüne sebep oldu.

Hopa halkı Başbakan Erdoğan’ın özellikle hidroelektik sant-rallarıyla Karadeniz’in derelerini kapitalist şirketlere peşkeş çek-me politikasına uzun süredir muhalefet ediyor. Hopa’nın ilerici ve devrimci güçlerinin öncülüğünde toplanan halk, Erdoğan’ın seçim mitingi yapmak için Hopa’ya gelmesinden yararlanarak bu muha-lefeti bizzat onun yüzüne karşı ifade etmek istedi. Polis “Su haktır, satılamaz” ve “AKP, Hopa’dan defol” pankartlarının açılması üze-rine saldırıya geçti. Meşruiyet yoksunu iktidar, Hopa’daki saldı-rıyla yetinmedi. Hopa’daki cinayeti protesto etmek için Ankara ve İstanbul’da toplanan göstericilere de şiddetle saldırdı, yüzden fazla kişiyi gözaltına aldı.

urun_31_17haz.indd 79urun_31_17haz.indd 79 17.06.2011 16:53:5217.06.2011 16:53:52

Page 81: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

80

Toplantı ve gösteri yürüyüşü haktır, ortadan kaldırılamaz. Mu-halefet haktır, bastırılamaz. Halk tabii ki kapitalist sömürüye, em-peryalist zulme, yoksulluğa, işsizliğe, yolsuzluğa, doğanın tahrip edilmesine, kerameti kendinden menkul despotların halka sorma gereğini bile duymadan onların yaşamını kökten değiştirecek ka-rarlar almasına, polisin zorbalığına karşı tepkisini dile getirecektir. Halkın yüzlerce yıllık mücadeleyle kazandığı bu demokratik hakkı ortadan kaldırmak isteyenler, sadece kendi sonlarını hızlandırırlar.

Kamu görevlileri halkın efendisi değil, hizmetkârıdır. Devlet yetkisini kullanan herkes, halkın iradesi doğrultusunda hareket et-mek zorundadır. Halkın iradesine uymayanlar, yönetme yetkisini kaybederler, gayrimeşru duruma düşerler. Bu ilkeler, sömürülen ve ezilen sınıfl arın yüzlerce yıllık mücadeleyle kazandığı demokrasi-nin alfabesidir.

Polisin zehirli gaz kullanmasına son verilmelidir. Metin Lokumcu’nun ölümüne sebep olanlar derhâl görevden alınmalı ve yargılanmalıdır. Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto eder-ken gözaltına alınanlar derhâl serbest bırakılmalıdır.

Despotizm ve faşizm AKP’yi halkın öfk esinden kurtarmaya yetmeyecektir

Almanya’da nükleer santraller kapatılacak1 Haziran 2011

Almanya’da iktidarda bu-lunan Hristiyan Birlik parti-leri (CDU/CSU) ile Hür De-mokrat Parti (FDP), Almanya halkının aylardır süren güçlü çevreci eylemlerine dayana-madı ve nükleer santrallerin en geç 2022 yılı sonuna kadar tümüyle kapatılmasını kararlaştırdı.

Koalisyon partilerinin temsilcileri, nükleer santrallerin 2021 yılında tümüyle kapatılmasını, ancak incelemeler için bir yıl daha süre tanınmasını karara bağladı. Almanya Başbakanı Angela Mer-

urun_31_17haz.indd 80urun_31_17haz.indd 80 17.06.2011 16:53:5217.06.2011 16:53:52

Page 82: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

81

kel Almanya’da, nükleer santrallerden vazgeçilmesinden sonra enerji alanında yepyeni bir mimarinin ortaya çıkacağını söyledi. Merkel, yenilenebilir enerji yatırımlarına daha fazla ağırlık verile-ceğini söyledi.

Nükleer santraller, bir avuç dev kapitalist şirketin kârlarına kâr katmak için, insan yaşamını, bütün canlıları ve doğayı mahvetme-yi göze almak demektir. Özellikle Japonya’daki Fukuşima santrali-nin yol açtığı felaketten sonra bu santralleri savunmak hükümetler açısından iyice zorlaştı.

Nükleer santralleri kapatma kararı, Almanya ve dünya halkla-rının uzun süreli muhalefetinin, kararlı kitle eylemlerinin doğru-dan sonucudur. Bu muhalefeti genişleterek sürdürmek gereklidir. Çünkü Almanya’da kapitalist hükümetlerin 2021-2022’ye kadar olan süreyi, halkı oyalamak, bezdirmek, rehavete itmek için kulla-nacağı, kapatma kararından geri dönmek için her fırsattan yarar-lanacağı beklenmelidir.

Almanya’nın atom santrallerini kapatması, dünyanın en büyük kapitalist ülkelerinden birinde ciddi bir çevrecilik zaferi anlamı-na gelecektir. Bu zaferi, bütün ülkelerde nükleer enerjiden vazgeç-me, insana, canlılara, doğaya saygılı enerji kaynaklarına yönelme, toplumları ve doğayı kapitalizme kurban etmeme hedefi için bir basamak olarak kullanmak gerekiyor. Alman hükümetinin kararı, Türkiye’de hükümetin Akkuyu ve Sinop’ta nükleer santral kurma kararını iptal ettirme mücadelesine de hız katacaktır.

Meşruiyet yoksunu iktidar30 Mayıs 2011

AKP iktidarı, toplantı ve gös-teri özgürlüğünü sistemli olarak ayaklar altına alıyor. En son iki ör-neğe değinelim.

Hükümet, Nisan ayı başlarında “Anadoluyu vermeyeceğiz” sloga-nıyla ülkenin dört bir tarafından

urun_31_17haz.indd 81urun_31_17haz.indd 81 17.06.2011 16:53:5217.06.2011 16:53:52

Page 83: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

82

Ankara’ya doğru yü-rüyüşe geçen Büyük Anadolu Yürüyüşü kervanlarını günler-dir Ankara’ya sok-mamakta direniyor. Kırk günlük yürü-yüşün ardından 21 Mayıs’ta Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde buluşan 11 kervanın yolcularını, inatla bir polis ordusunun kordonu içinde tutuyor. Yerli ve yabancı kapitalist şir-ketlerin talan ettiği ülkenin topraklarını, derelerini, ormanlarını, dağlarını, tohumlarını, bitkilerini, hayvanlarını korumak, tarımı-nın mahvedilmesine karşı çıkmak, köylülerin yaşam hakkını sa-vunmak, seslerini başkentte duyurmak için yürüyen yurttaşların en doğal haklarını kullanmalarına engel oluyor.

Üniversite sistemini yerli ve yabancı parababalarına peşkeş çek-mek için kamuoyu oluşturmaya çalışan YÖK’ün 27-28-29 Mayıs’ta

İstanbul Swiss Hotel’de düzen-lediği kongreyi protesto eden üniversiteli gençler ve eğitim emekçileri, polisin saldırısına uğradı. AKP, gençliğin, emeğin ve bilimin sesini duyurmak için sendikalarının ve derneklerinin çağrısıyla harekete geçen, üni-versiteleri kapitalistlerin emrin-de talanı ve dogmaları meşru-laştıran basit bir alet durumuna

düşürecek düzenlemelere geçit vermek istemeyen yurttaşların en doğal haklarını zorbaca ellerinden aldı.

Yurttaşların toplantı ve gösteri yapma hakkına saygı göstermek burjuva anlamda bile olsa demokrasi olduğunu iddia eden her re-jimin asgari meşruiyet ölçüsüdür. AKP hükümeti, bırakın asgari ölçüyü, “ileri demokrasi” olduğu iddiasındadır. Bu iddiayı kendi

urun_31_17haz.indd 82urun_31_17haz.indd 82 17.06.2011 16:53:5217.06.2011 16:53:52

Page 84: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

83

eylemiyle sürekli yalanlayan AKP, ileri, orta veya asgari demokra-sinin değil; despotizmin ve faşizmin alanında yer alıyor.

Despotizmin ve faşizmin alanında yer alan egemenler, toplumu yönetme meşruiyetinden yoksundurlar. Yönetme meşruiyetinden yoksun iktidarlar, zorbalıklarının bedelini öderler. Zulmün kalıcı olduğu görülmemiştir.

Dünya tarihi bu gerçeği doğrulayan sayısız kanıt sunuyor. Tari-he gitmeye gerek yok, içinde bulunduğumuz 2011 yılının deneyimi bile politikanın ve sosyolojinin en temel gerçeğini anlamaya yeter.

Gençlere saldıranlar ifl ah olmaz28 Mayıs 2011

YÖK, 27-28-29 Mayıs 2011 günleri İstanbul’da, “Cumhurbaşka-nının himayesinde” Uluslararası Yükseköğretim Kongresi düzen-liyor. Kongrenin amacı, yükseköğretim sistemini emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalist oligarşinin istemleri doğrultusunda doğru-dan doğruya kapitalist sınıfın temsilcilerinin emrine verme planı için kamuoyu oluşturmak.

Kongre fiilen akademisyenlere, öğrencilere ve üniversite çalı-şanlarına kapalı. Yerli ve yabancı sermaye temsilcileri, yüksek bü-rokratlar, büyük patronlar, kapitalizme iman etmiş dinciler kendi aralarında, emeğin ve bilimin temsilcilerine söz hakkı tanımadan tartışıyor.

Öğrenciler ve eğitim emekçileri ise, kongre sürerken, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanarak duru-mu protesto etmek, sendikalarının ve derneklerinin “halk için eğitim, halk için bilim” temel hedefi doğrultusun-

da gençliğin, emeğin ve bilimin sesini duyurmak istiyor. AKP hükümeti, polise en temel demokratik haklarını kullanmak iste-yen kitleye saldırma emrini veriyor. Gaz bombaları, cop ve plastik mermilerle kitle dağıtılıyor, gençler vahşice dövülüyor ve 13 genç gözaltına alınıyor.

urun_31_17haz.indd 83urun_31_17haz.indd 83 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 85: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

84

AKP’nin “ülkeye çağ atlatan ileri demokrasisi” işte bu. AKP, ka-pitalist sahtekârlık ve ikiyüzlülük alanında yeni bir rekor kırıyor. Demokrasi sloganları atarken despotizmi ve faşizmi hiçbir muha-lefete izin vermeden dayatmak istiyor.

Ne var ki, gençlere saldıranlar ifl ah olmaz. Gençlik kitlelerine düşmanlıkta sınır tanımayan iktidarların halkın nefretini nasıl topladığına ilişkin geçmişten ve günümüzden sayısız örnek var. Gençlik düşmanlığıyla temayüz eden Bayar-Menderes diktatörlü-ğü, Hüsnü Mübarek diktatörlüğü, Zeynel Abidin Bin Ali diktatör-lüğü ayakta kalamadı.

Gözaltına alınan gençler derhâl serbest bırakılmalıdır. AKP, gençliğin ve eğitim emekçilerinin iradesini kıramayacak, üniversi-teleri doğrudan doğruya sermayeye teslim edemeyecektir.

Siyanür suya karıştı18 Mayıs 2011

Kütahya’da siyanür kullanarak gümüş çıkaran madencilik şir-keti Eti Gümüş AŞ’de 7 Mayıs 2011 günü siyanür atık barajının patlaması, büyük bir çevre felaketine yol açıyor. Çevre Mühendisle-ri Odası’nın yaptırdığı incelemede, Köprüören köyünün içme suyu kaynağından 12 Mayıs’ta alınan nümûnede, kabul edilen sınırların yüzde 40 üzerinde siyanür çıktı. Bu oranda siyanür karışmış suyun içilmesi ve kullanılması, insan ve canlı sağlığı açısından ağır teh-like yaratır.

AKP iktidarı, bir avuç kapitalist şirketin, kâr hırsıyla, insanlara, canlılara ve çevreye ağır zararlar verdiği kanıtlanmış siyanür yön-temiyle maden işlemeciliği yapmasını teşvik ediyor. Özelleştirilen ve kapasitesinin üzerinde çalıştırılan Eti Gümüş AŞ’deki kazayı da önemsemeyen ve her şey kontrol altında diyerek çevre felaketini gizlemeye çalışan hükümet, insanlara, canlılara ve doğaya karşı suç işliyor.

Su kaynaklarını zehirleyen, tarımı mahveden, doğayı harap eden siyanürlü maden işlemeciliğine son verilmelidir. İnsan ve canlı ya-şamı, tarım ve temiz çevre kapitalistlerin kârına feda edilmemeli-

urun_31_17haz.indd 84urun_31_17haz.indd 84 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 86: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

85

dir. Artık görmeliyiz ki, kâr hırsıyla, işçileri sömüren, emekçileri yoksullaştıran, tarım ve hayvancılık imkânını köylülerin elinden alan, doğayı kirleten, halkı ölümcül hastalıklara mahkûm eden kapitalizme karşı mücadele etmek, yaşamı savunmak anlamına geliyor.

Operasyonlara son16 Mayıs 2011

12 Eylül rejiminin kanlı mirasını üstlenen AKP, Kürt illerini yangın yerine döndürdü. Bir yandan Kürt ulusal hareketini çeşitli vaatlerle oyalayan, bir yandan da bütünüyle yasal çalışma yürüten Kürt politikacılarını KCK operasyonuyla hapse dolduran AKP, sa-vaş politikasına devam ediyor. Kürt hareketini ortadan kaldırmak için ordu ve polisle koordineli biçimde kapsamlı bir plan uyguluyor.

Oysa, ülkenin kapsamlı bir barış politikasına ihtiyacı var. Önce 7, sonra 12 HPG’liyi öldürmek Kürt sorununu çözmez, daha da ağırlaştırır. Türk ve Kürt halkları arasında kan davası yaratarak, gençleri birbirine kırdırarak varılacak yer, karşılıklı yıkımdır. Hü-kümet, derhâl askerî operasyonlara son vermek, Kürt politikacıla-rını serbest bırakmak, sorunu eşitlik ve özgürlük temelinde onurlu bir barışa ulaşarak çözme niyetini gösterecek adımlar atmak zo-rundadır.

Kürt ulusal hareketi, sorunu barışçı biçimde çözme niyetinde olduğunu defalarca açıkladı. Türkiye halkı ve kâğıt üzerinde bile olsa Türkiye halkını temsil eden bütün kamu görevlileri, barış ni-yetine uygun karşılık vermek zorundadır. Türkiye halkının yüksek menfaati, şovenizm zehrini yaymaktan ve savaşı körüklemekten değil, ülkede çeyrek asırdır yaşanan kan kaybına son vermekten geçiyor.

AKP bir yandan emperyalizmin bölge halklarına yönelttiği saldırılara yataklık yapıyor, bir yandan ülkede kardeş savaşını tır-mandırıyor. AKP hükümeti, ABD, AB, NATO ve işbirlikçi kapi-talist oligarşi adına hareket etmekten vazgeçmelidir. Türk ve Kürt halklarına olduğu gibi, Arap ve Fars halklarına da ağır zarar veren iç ve dış savaş macerasından derhâl geri dönmelidir.

urun_31_17haz.indd 85urun_31_17haz.indd 85 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 87: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

86

AKP’nin iç ve dış yıkım politikasına son vermek, Türk ve Kürt halkları arasında barışı ve kardeşliği sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapacağız

İnternet sansürüne hayır14 Mayıs 2011

İşbirlikçi kapitalist oligarşinin yürütme komitesi AKP iktida-rı, temel hak ve özgürlükleri tümüyle ortadan kaldırmaya yönelik çok yönlü saldırısını sürdürüyor. İşçi sınıfının, emekçilerin, köylü-lerin, Kürt halkının, Alevilerin, gençlerin, kadınların, aydınların toplumsal muhalefetini susturmak ve boğmak amacıyla düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü sistemli olarak yok ediyor.

Bu saldırının son adımı, interneti devlet filtresi altına almak ve AKP’nin dogmatik dinci kapitalist anlayışına ters düşen her siteye erişimi engellemek. AKP, yerli ve yabancı sömürücüler adına bü-yük sansürcü rolüne soyunuyor.

Türkiye’de ve dünyada büyük kapitalist medyanın, emperyaliz-min dünya halklarına karşı psikolojik savaş aygıtı olarak hareket ettiğini biliyoruz. AKP’nin büyük sansür girişimi, yerli ve yabancı kapitalist medyanın amansız tekelini kırmak için internet ortamı-nı kullanmaya çalışan muhalif siteleri yok etmek amacını taşıyor.

Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunmak için AKP’nin büyük sansürüne karşı çıkmak zorundayız. İnternet or-tamı, AKP’nin temsil ettiği yerli ve yabancı tekellerin dikensiz gül bahçesi olamaz.

Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için, savaşsız ve sömürü-süz bir dünya için, özgür ve eşit bir yaşam için, internette devlet sansürüne hayır diyelim. 15 Mayıs 2011’de sansürsüz internet için AKP’yi protesto edelim. İnterneti emperyalist savaş kışkırtıcısı si-lah şirketlerinin, doğayı ve çevreyi mahveden nükleercilerin, siya-nürcülerin, HESçilerin, soyguncu bankaların, büyük holdinglerin, karanlık dogmalarla beyinleri esir alan din tacirlerinin, milyon-larca insanı aç, milyonlarca insanı işsiz bırakan kapitalist sistemin özel av alanı yaptırmayalım.

urun_31_17haz.indd 86urun_31_17haz.indd 86 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 88: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

87

Nazım Hikmet Kültür Merkezi tarafından desteklenen “Devrimden Son-ra” Mayıs ayı başında çeşitli sinemalarda gösterime girdi. Yönetmenliğini Mustafa Kamal Aybastı’nın üstlendiği; Ali Uyandıran, Metin Coşkun, Mert Fırat, Orhan Aydın, Aytaç Arman gibi tanınmış oyuncuların rol aldığı filmin müziklerini ise Cahit Berkay ve Emin İgüs’ün başını çektiği bir grup müzis-yen yapmış. Gerek taşıdığı iddialı isim, gerekse küçümsenemeyecek oyuncu kadrosunu hesaba katınca Devrimden Sonra gösterime girmeden önce adını duyurmayı başarmıştı. Çekimlerin ise gösterim tarihinden çok önce bitti-ği biliniyordu. Öyle anlaşılıyor ki filmin asıl “banisi” olan SİP’in (Sosyalist İktidar Partisi) seçim propagandasına katkı sağlamak üzere gösterim tarihi seçimden hemen önce olarak ayarlanmış. Buraya kadar olan kısmı yapımcıyı ilgilendiriyor. Son derece bilinçli olarak böyle iddialı bir isim taşıdığı anla-şılan filmin bizi ilgilendiren kısmı ise teknik veya sinemasal özelliklerinin ötesinde içeriği ve verdiği mesaj.

Ütopyalar ve solSosyalist kültür ve sanat dünyasında ütopya kavramının özel ve anlamlı

bir yeri olduğu muhakkak. Özellikle sosyalist sanat alanında devrim, top-lumsal kurtuluş ve gelecek gibi konuların her zaman en ilgi çekici ve üzerinde çalışılan başlıklardan olduğu bilinir. Sovyet sinemasının bu konuları yıllarca işlediği ve bu alanda pek çok parlak örnek verdiğini ise söylemeye gerek yok. Kısaca konu devrim olunca “devrimden sonra” ile alakalı bir film fikri kulağa sosyalistler için elbette ilgi çekici gelmeli. Devrimden Sonra sırf bu nedenle bile gerçek bir devrim yapma iddiasında olan sosyalistler açısından eleştirel bir ilgiyi hak ediyor.

İçinden Devrim Geçmeyen Bir Film:

Devrimden Sonra

M. Özgür Başer

urun_31_17haz.indd 87urun_31_17haz.indd 87 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 89: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

88

Biraz daha yakından bakmadan önce ilk sözü yönetmene bırakalım. Rö-portajlarındaki temkinli diliyle dikkat çeken yönetmen Aybastı, her hâlde ge-lecek eleştirileri de hesaplayarak: “Ben devrimi anlatmadım, ‘devrim olursa ne olur’u anlattım”* diyor. Gerçekten de filmde ne zaman gerçekleştiği tam belli olmayan (devrimin üstünden birkaç ay kadar geçtiği bazı diyaloglardan anlaşılıyor) bir devrimin ertesine ilişkin çeşitli manzaralar sunuluyor. Ço-ğunluğu günlük yaşamdan kesitler içeren sekiz ayrı hikâye var filmde. Bir başka deyişle kısa metrajlı olarak çekilmiş sekiz-dokuz kısa filmin birleşimi de diyebiliriz. Mekân ve senaryo olarak hikâyelerin arasında bir devamlılık yok. Bu da anlatılan hikâyeden –veya devrimden– bütünsel bir mesaj çıkart-mayı neredeyse olanaksız kılıyor. Tabii filmi yapanların izleyiciye böyle bir mesaj verme kaygısı var mı, o da ayrı bir soru.

Uyarı: İzlediğiniz bir SİP devrimidir!Görsel yetersizliklerinin ve eksikliklerinin ötesinde, aslında yönetmenin

“ben devrimi değil, sonrasını anlatmaya çalıştım” derkenki “incelikli” cevabı bile filmin taşıdığı büyük eksiklikleri gün yüzüne vuruyor. Elbette devrimi anlatmak zor iş. Eskinin koca ve muazzam enkaz yığınının yıkılışını ve onu savunan yerli ve yabancı sömürücü, işbirlikçi, gerici güçlere karşı örgütlü halkın nasıl çetin, dişe diş bir mücadele verdiğini anlatmak kolay iş değil. Ülkenin bugünkü politik atmosferi hesaba katılınca egemenlerden gelebile-cek tepkiler de süpriz değil. O hâlde kestirmeden gidip sosyalizmde konut, toprak, pahalılık ve işsizlik gibi sorunların nasıl çözüleceğini anlatmak daha kolay gözüküyor. Ne yazık ki, bahsettiğimiz gerçek bir devrim olacaksa pek de kolay değil.

Esasında yönetmen ve yapımcı filmi kameraya almadan önce J. Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün’üne, J. London’un Demir Ökçe’sine veya onlarca ben-zeri esere ufaktan da olsa bir göz atsalardı dünyanın neresinde olursa olsun devrimin öncesi ve sonrasıyla bütünlüklü bir süreç olduğunu ve emekçi kit-lelerin öfk esi, gücü, kavgası, örgütlülüğü olmadan bir devrimin ne öncesi, ne sonrası olamayacağını kolaylıkla görebilirlerdi.

Senaryoya hâkim olan algı ise bir görme ve farketme sorununun çok öte-sinde eksiklikler ve yanlışlar taşıyor. Bu yönüyle SİP’in temsil ettiği, “işçisiz işçi sınıfı devrimciliği” pratiğine alışkın olanlar için filmin kurgusu hiç şaşır-tıcı değil. Dahası, film taşıdığı mesajlarla bize SİP’in devrimden ne anladığını ve SİP ezkaza bir devrim yapsa neler olabileceğini gösteriyor. Bu yönleriyle

* Birgün gazetesi, 08 Mayıs 2011

urun_31_17haz.indd 88urun_31_17haz.indd 88 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 90: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

89

de yıllardır sayısız kez eleştririlere ve polemiklere konu olmuş olan Gelenek dergisinde resmedilen naif ve irrasyonel devrimcilik anlayışının resimli hâli gibi. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak; gerçek bir sosyalist devrim yapma derdi olanlar için avantaj bile sağlıyor: Devrim ne değildir? Nasıl yapılmaz?

Filmin iyi niyetli bir çaba olup olmadığının çok ötesinde izleyicide ısrarla uyandırmaya çalıştığı hava ise son derece rahatsızlık verici. Dün Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta faşist ve dinci çetelerin emekçilere ve ilericilere karşı kat-liamlar düzenleyebildiği, kuruluşundan itibaren emperyalizmin operasyon-larının hiç bitmediği bir ülkede, yapılan büyük devrime rağmen coşkusuz, kuru bir rahatlık havası hâkim. Komünistler film boyunca toplumun “seç-kin” ve bilinçli öncüleri olarak karşımıza ara ara çıkıyor. Oysa ortada devrimi kitlelerin yaptığına ilişkin hiç bir emare yok. Koca film boyunca emekçilerin çorbada tuz düzeyinde bile işin içinde olduğunu göremiyoruz. Kısacası SİP devriminde de “ayakların baş olamadığını” anlıyoruz.

Bir şey daha dikkat çekiyor. İzleyiciler olarak anlıyoruz ki dünyadaki nerdeyse tüm devrimlerden sonra karşılaşılan muazzam sıkıntılar, örneğin: emperyalizmin ağır ambargoları, iç savaş tehdidi, gerici ayaklanmalar vb. sal-dırılar bizim devrimimiz için büyük bir tehdit olmaktan uzakta. Meseleyi sinema dilinde bu şekilde ortaya koyduğunuzda insanın Türkiye’de yapılacak bir devrimin ne kadar “rahat ve huzurlu” koşullarda olacağına olan inancı pekişmeden edemiyor.* Peki film bu ham inancı neden bu kadar ısrarla gö-zümüze sokuyor? Yoksa sokaktaki insana veya devrimci kadrolara “ürkmeye gerek yok, devrim dediysek öyle uzun boylu değil” mesajı vermek daha mı ikna edici?

Devrim görevlilerin mi, kitlelerin mi eseri?Yıllar yılı egemen kültür tarafından ısıtılıp ıstılıp önümüze çıkartılan bir

solcu/devrimci/komünist tiplemesi var. Uzunca bir süreden beri yerli diziler-de de bu figüre alakalı alakasız zamanlarda rastlar olduk. Genelde sevimli, dürüst, çok konuşan ancak bir o kadar da naif, sözünün etkisi ve ciddiye-ti olmayan ve amaçsız bir tip bu. Kısaca insanda gerçek bir birey olmanın ötesinde bir karikatür kahramanı hissi uyandıyor. Anlıyoruz ki, bu tesadüfi olarak yaratılmamış bir karakter. Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele’sinde de, Sırrı Süreyya’nın Beynelmilel’inde de iyi yürekli, saf ama bir o kadar da ikna edi-cilikten ve inandırıcılıktan uzak bu tipleme çıkıyor karşımıza. Devrimden Sonra’da da –üstelik doğrudan sosyalist olma iddiasında olanlar tarafından

* http://www.ilericigenclik.org/haberler/devrimden-sonra-ya-da-sip-devrim-yaparsa

urun_31_17haz.indd 89urun_31_17haz.indd 89 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 91: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

90

yapıldığı söylenen bir filmde– devrimciler yine karikatürize bir hâlde görü-nüyor. Neredeyse tüm diyaloglar karşılıklı bir genelgeler ve talimler dizisini çağrıştırıyor. Kollarındaki kızıl bantlardan görevli oldukları anlaşılan komü-nist öncüler karşılaştıkları sorunlara bir teknisyen edasıyla yanıt üretmek-ten çekinmiyorlar. Filme yapılan eleştirilerin başında kitlelerin heyecanının yansıtılmaması geliyor. Oysa burada bir tutarsızlık yok. Tam tersine, en dev-rimcilerin bile heyecansız, rutin çalıştığı bir memlekette halk niye coşkulu olsun ki?

Devrimi çok farklı şekillerde tanımlamak mümkün. Ancak yapılabilecek farklı tanımlamaları ortak kesen bir kelime var mı diye baksak karşımıza muhtemelen “halk” çıkar. Oysa, inanmak zor ama ‘Devrimden Sonra’da halk yok. Peki ne var? Görevliler veya tebliğ memurları! Adına her ne dersek di-yelim –devrim komiteleri, konseyleri, sovyetleri– partinin memuru olarak fabrikalara, meydanlara, hastanelere gönderilen insanlar var. Bunlar da adeta bir mübaşir edasıyla ilgilileri (galiba bu ilgililer emekçiler oluyor) gerektiği zaman ve gerektiği kadar durumdan haberdar ediyorlar. Yetmediği yerde ka-rarnameler ve tebliğlerin anlatıldığı borşürlerle halka kendi yaptığı varsayı-lan devrimi anlatıyorlar. Bir devrimden sonra broşürler de, karar metinleri de, meydanları kaplayan propaganda afişleri de olabilir. Ancak bir emekçiler iktidarından bahsediyorsak; bu, aynı zamanda emekçilerin kendi öz ürünün-den de bahsettiğimiz anlamına gelir.

Özetle, sosyalizm üstteki bir avuç “seçkin” komünistin (o da nasıl oluyorsa artık!) tebliğleriyle değil; zaten sınıfın içinde örgütlenmiş, yerleşmiş devrimci unsurların partili/örgütlü müdahalesiyle kurulur. Aksi durumda, biz büyük bir iktidar değişiminden bahsetsek bile halkın kendisinin iktidara geldiğine inanması için tek bir sebebi bile yok demektir.

Devrim, Atatürk, Bayrak…Devrimi veya sonrasını (arada bir fark olmadığını söylemiştik galiba!) an-

latan bir filmin suya sabuna dokunmama ihtimali de elbette olmuyor. Da-hası, insan böyle bir filmden özellikle dokunulmayana, tabulara el atmasını bekliyor. Oysa, Devrimden Sonra pek çok tabuya dokunmuyor. Onu da geç-tik, bunları “ileride çözülecek” sorunlar kategorisine alıp şimdilik kaydıyla atlamayı bile denemiyor. Tam tersine, yüceltiyor ve adeta gözümüzün içine sokuyor. Böylece 28 Şubat’tan bu yana “Cumhuriyetimizin kazanımlarını” koruma, kollama vazifesi edinen ve bunu büyük gururla vurgulayan komü-nist partimizin pratiğiyle de sağlam bir bağ kurmuş oluyor!

urun_31_17haz.indd 90urun_31_17haz.indd 90 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 92: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

91

Filmin belki de en çarpıcı sahnelerinden biri, yurt dışındaki Türk askerî birliğinin anlatıldığı bölümde karşımıza çıkıyor. Birlik komutanına tebliğ edilen metinde “NATO başta olmak üzere emperyalist pakt ve birliklerden çıkıldığı ve hızla ülkeye dönmeleri” emrediliyor. Büyük bir heyecanla emri okuyan komutan hemen yanı başında duran Türk bayrağına bakarken –ar-kasındaki duvarda asılı Atatürk posterinden aldığı bağımsızlıkçı güçle olsa gerek– kadrajda mutlu ve kendinden emin bir ifade sergiliyor: İşte bağım-sız Türkiye! Bir sahnenin sinema dilinde onlarca farklı anlatımı olabilece-ği muhakkak. Fakat kesin olan bir şey varsa o da filmi yapanların böyle bir sahne kullanmalarının kesinlikle tesadüf olmadığı. Tıpkı koca film içesinde; bırakın Kürt kelimesini, ulusal sorunu çağıştırabilecek nerdeyse hiçbir şey olmaması gibi.

Böyle bir sahne ve böyle bir devrim üzerine söylenebilecek, yazılabilecek çok şey olmakla birlikte Marksistlerin, devrimcilerin meseleye nasıl yaklaş-tığına ilişkin en net yanıtı çok yeni sayılmayacak bir tarihte Lenin: “Marks Paris Komünü deneyimine dayanarak, proletaryanın ereklerine erişmek için hazır devlet makinesini ele geçirip kullanmakla yetinemeyeceğini, bu ma-kineyi kırması ve yerine bir yenisini getirmesi gerektiğini öğretir”* diyerek söylüyor.

SİP’in parti, devrim algısı ve gerçekler üzerineDevrimden Sonra’nın ilk günden başlayarak genel olarak iki ayrı eğilim

etrafında eleştirildiğini görüyoruz. Birinci gruptakiler, filmin içeriğine ve ta-şıdığı devrim algısına pek değinmeden, bu dönemde böyle bir film yapılması olumlu ve desteklenmesi gereken bir şeydir diyorlar. İkinciler ise (özellikle belirtelim ki bu gruptaki eleştirilerin çoğu örgütlü sol veya yurtsever çev-relerden yükseldi), filmde anlatılan hikâyenin gerçekçi olmadığı; dahası, bir sosyalist için gerçek olması pek de istenmeyecek çeşitli mesajları da barındır-dığı yönündeydi. Özellikle bu son söylediğimiz ve esasen bizim yazımızda da özetlenen bu eleştiriler karşısında, eleştirilenlerin eleştirilerine de kulak vermek herhâlde meseleyi daha anlaşılır kılacak.

Konu eleştirileri eleştirmek olunca sol.org.tr internet sitesi yazarı Kaan Arslanoğlu ilk göze çarpanlardan oluyor. 28.05.2011 günü bahsi geçen sitede yayınlanan ve “‘Devrimden Sonra’ filmi ve seçimden önce sosyalistler” başlı-ğını taşıyan yazısında Arslanoğlu filmi ve propagandası yapılmaya çalışılan

* Komün Dersleri, V. İ. Lenin, s. 131, Sol Yayınları

urun_31_17haz.indd 91urun_31_17haz.indd 91 17.06.2011 16:53:5317.06.2011 16:53:53

Page 93: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

92

SİP devrimini şu cümlelerle savunuyor: “Filmin amacı ne? Sosyalist devrimin bir ülkeye neler getirebileceğini gösterip, tartıştırmak. Bu bir “sanat” filmi değil, o açık. Bu bir propaganda filmi.” Ve asıl baklayı çıkartıyor ağzından: “Sosyalizmden bahsetme, devrimden bahsetme cesareti gösteren sanatçılar bu kadarsa, bunlarsa, bu iş bu kadardır ve daha iyisi gelene dek alanda rakip-sizdir. Tıpkı bugün TKP’nin böyle bir rakipsizlikle seçime girdiği gibi. Bin tane eleştiri getirebilirsiniz ona da, çoğu da doğrudur belki, ama başkası çık-madığı sürece alanda rakipsiz örnektir. İster şans deyin buna, ister şanssızlık, gerçeğin ta kendisidir.”*

“Gerçekler” konusunda özel bir hassasiyeti olduğunu anladığımız Ars-lanoğlu bu veciz açıklamasıyla bir çırpıda hangi gerçekleri hasır altı ediyor peki? Kendisinin TKP olarak adlandırdığı partinin gerçekte rakibi yok mu? Türkiye sosyalistlerinin, Kürt yurtseverlerinin on yıllar içinde zindanla-ra, sürgünlere, faşist baskı ve teröre, hukuksuzluklara rağmen türlü türlü yoksulluklar içinde adım adım örgütlediği siyasal pratikler Arslanoğlu’nun TKP’sinin şaşaası yanında sönük kaldığı için değerlendirme dışına nasıl da kolay itilebiliyor. İnsan sormadan edemiyor doğrusu: bugünün AKP’si de, yeri geldiğinde CHP’si ve diğer bilumum düzen güçleri de, emekçilere karşı aynı muktedir dili kullanmıyor mu? Güç bizde, imkân bizde; zaten rakip de yok, biz yaparız, işinize gelirse! Esasında Arslanoğlu’nun derin yanılgısı, pro-pagandasını yaptığı siyasi oluşumu aşırı derecede ciddiye alınması gereken bir güç olarak görmesinden kaynaklanıyor. “Steril” devrimciliğin adresi olan bu girişim, tıpkı yıllar yılı açıktan ve sayısız kez hakaretler ettiği Türkiye Ko-münist Partisi’nin adını bir kongre cambazlığıyla sahiplenmeye kalktığı gibi, aynı kolaycılıkla devrimi de çözebileceğini düşünüyor.

Başlarken de belirttiğimiz gibi, devrimden sonraya ilişkin bir ütopyanın tartışılması başlı başına iyi ve olumlu bir fikir. Sayıları gerçekten de az olma-yan oyuncuların ve teknik anlamda emek verenlerin çabasını küçümsemek ise haksızlık olacaktır. Fakat Türkiye gibi, tarihi, darbelerle, karşıdevrimci ör-gütlenmelerin karanlık operasyonlarıyla, bunun karşısında da şanlı direniş ve başkaldırılarla dolu olan bir ülkede yapılacak devrimden sonrasını anlatmak daha ciddiye alınması gereken bir iş. Belki “Devrimden Sonra”ya ilişkin ya-zılması, eleştirilmesi gereken daha çok şey var. Ama kesin olan bir şey varsa, o da, gerçek hayattaki bir devrime ve sonrasına ilişkin söylenecekleri emek-çilerin doğru bildikleri şekilde ve gür bir sesle söylemeyi başaracaklardır.

* http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kaan-arslanoglu/devrimden-sonra-filmi-ve-secimden-once-sosyalistler-42923

urun_31_17haz.indd 92urun_31_17haz.indd 92 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 94: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

93

Oğuzhan Müft üoğlu ile yaptığımız nehir söyleşi “Bitmeyen Yolculuk/Oğuzhan Müft üoğlu Kitabı” muhtelif tepkilere konu oldu. Çok sayıda olumlu görüşün yanısıra eleştiriler de geldi. Eleştirilerin muhatabı, elbette benden ziyade Oğuzhan Müft üoğlu. Zaten kendisi de çeşitli vesilelerle bunlara cevap verdi, veriyor.

Sözkonusu eleştiriler arasında Ürün Sosyalist Dergi’den (ÜSD) gelen, beni de konu edindiği için cevap vermek durumundayım.

* * *

Bir Devin Çöküşü

Adnan Bostancıoğlu

Birgün gazetesi yazarı Adnan Bostancıoğlu’nun, Devrimci Yol-ÖDP hareketinin lideri Oğuzhan Müft üoğlu’yla yaptığı ve “Bitmeyen Yolcu-luk/Oğuzhan Müft üoğlu Kitabı” adıyla yayınlanan büyük söyleşiyi ve bu söyleşide Oğuzhan Müft üoğlu’nun TKP’ye yönelttiği ift irayı okurla-rımız hatırlayacaklardır.Ürün Sosyalist Dergi, bu ift iraya karşı, 29 Mart 2011 günü, “Oğuz-han Müft üoğlu ve arkadaşlarına açık mektup” adıyla bir eleştiri yaz-mış, Oğuzhan Müft üoğlu’nu, Adnan Bostancıoğlu’nu ve diğer ilgilileri TKP’lilerden özür dilemeye davet etmişti.Adnan Bostancıoğlu, 13 Mayıs 2011 günü, Birgün Gazetesindeki köşe-sinde, “Bir devin çöküşü” adlı yazısıyla açık mektubumuzu yanıtladı. Adnan Bostancıoğlu’nun yazısını olduğu gibi yayınlıyoruz

BASINDAN

urun_31_17haz.indd 93urun_31_17haz.indd 93 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 95: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

94

ÜSD, kitabın 251. sayfasında geçen aşağıdaki bölüme itiraz ediyor:“Adnan Bostancıoğlu: DAL’da bulunduğunuz süre içerisinde başka siyasi

hareketlere yönelik operasyonlar da oldu. Bu sırada geçmiş yıllardan tanıdık insanlar gelip gitti mi?

Oğuzhan Müft üoğlu: Cuntanın en çekindiği grup Devrimci Yol olduğu için ilk operasyonu bize karşı düzenlemişlerdi. Diğerlerini sonraya bıraktılar. Dev-rimci Yol operasyonunda belirli bir mesafe aldıktan sonra, mart ayına doğru diğerlerine yöneldiler. Dev-Sol ekibi zaten 12 Eylül’ün hemen arkasından ya-kalanmıştı. Bir ara TKP’liler bizim yakalanmamızla ilgili Kızılay’da bir bildiri gibi bir şey dağıtmışlar, “Bir Devin Çöküşü” diye... Polislerden biri herhâlde moralimi bozmak için o bildirilerden birini getirip bana göstermişti. Çok tu-hafıma gitmişti. Solcu bazı gruplar, demek kendilerine rakip gördükleri bir sol grubun faşist cunta tarafından ortadan kaldırılmış olmasına çok sevinmişlerdi. Bir de sol neden yeniliyor diye uzun uzun sebep aranır.”

* * *ÜSD, sözkonusu dönemde Türkiye Komünist Partisi safl arında (bugün

yasal alanda faaliyet gösteren TKP ile ilgisi yok) mücadele eden arkadaşların yayın organı. İtiraz ettikleri ve eleştirdikleri husus da TKP’nin “Bir Devin Çöküşü” başlıklı bildiriyi dağıttığı iddiası.

Eski TKP’liler “Biz böyle bir bildiri dağıtmadık” diyorlar. Müft üoğlu ise “polisler bana böyle bir şey gösterdi” diyor.

Müft üoğlu ile meseleyi konuştum. Olaya itiraz eden arkadaşlara e-posta yazdığını, derdinin TKP’yi karalamak falan olmadığını, o dönemde solun kendi içindeki ilişkilerin gelmiş olduğu yerin vehameti üzerine örnek vermek istediğini belirttiğini söyledi. Böyle bir bildiriyi (ya da bildiriyi konu alan bir gazete haberini) gördüğünden kuşkusu olmadığını ilave etti. Hatta, kitapla il-gili yaptığı söyleşilerde, aralarında eski TKP’lilerin de bulunduğu bazı insan-ların bu metni hatırladıklarına dikkat çekti. Yazdığı e-postaya hakaretamiz cevaplar gelince “tartışmadan” çekildiğini belirtti.

* * *Belki bir gün işin aslı ortaya çıkar ama, olup bitene dair kimi tahminlerde

bulunmak mümkün. Evet, TKP’nin o dönemde merkezî düzeyde böyle bir bil-dirisi olmayabilir. Hatta yapılan açıklamadan yola çıkarak “böyle bir bildiri yoktur” diyebiliriz. Ama bu, partiye bağlı birimlerden birinin işgüzarlık yap-madığı anlamına gelmez. Ki, o dönemde bir bildiri hazırlamak için basit bir

urun_31_17haz.indd 94urun_31_17haz.indd 94 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 96: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

95

teksir makinasına sahip olmak yeterliydi. Ayrıca, benim TKP’li dostlarımdan birinin yorumuna göre, sözkonusu metin, pekâla bir “örgüt içi eğitim notu” da olabilir.

Bütün bunlar, şu gerçeği değiştirir mi: O dönemde sol içi çekişme öyle bir noktaya gelmişti ki, birinin başına gelen felaket bir diğeri için istihza vesi-lesi olabiliyordu. Bu anlamda, ÜSD’nin açıklamasında defalarca vurgulanan “dostluk, dayanışma ilişkisi” dönemi tarif etmekten hayli uzak. Haa, bir de işin sonrası var tabii... Ne zaman ki, hepimiz aynı darbenin sonucu işken-cehanelere, cezaevi koğuşlarına, hücrelerine doldurulduk; o zaman “aklımız başımıza geldi”. Eğer bir dostluk ve dayanışmadan söz edilecekse, maalesef “Basra harab olduktan sonra” yaşadık bu erdemleri!

Nitekim, ÜSD’nin bana yönelik “Sorularıyla söyleşiye yön veren Adnan Bostancıoğlu’nu da, sanki TKP’liler açısından çok olağan bir şeyden söz edili-yormuş gibi, hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeden, sorgusuz sualsiz bu ift irayı kabullenip kitapta aktarması nedeniyle kınıyor ve TKP’lilerden özür dilemeye davet ediyoruz” eleştirisi, bu bağlam içinde değerlendirilmeli. Yani, açık yü-reklilikle ifade etmeliyim ki, bu duruma şaşırmadım. Bunun özel olarak TKP ile ilgisi yok. Solun muhtelif kesimlerinin sahip oldukları radyolardan, gaze-telerden birbirlerini ihbar ettiği bir dönemden söz ediyoruz. Her şeye rağmen –hani klişe deyimiyle, gazetecilik refl eksi gösterip– konunun üzerine gitsem, elbette daha iyi olurdu. Ama bazen geçmişe dair tecrübeler insanın sorgula-yıcı yanını bastırabiliyor.

* * *Bir noktayı daha belirtmeden geçmeyeyim. ÜSD’nin “Bir Devin Çö-

küşü” ile ilgili temel iddiası, bir polis provokasyonu olduğu yönünde... Ne yalan söyleyeyim, bana da bu hiç inandırıcı gelmedi. Yani, polisin “dur şu Dev-Yol’cuların moralini bozayım” diye oturup bildiri yazacağını düşün-mek, o günleri “içerden” yaşayanlar için hakikaten biraz tuhaf olur. Kaldı ki, DAL’da işkence gören bir devrimcinin moralini bozacak son şey, herhâlde bu tür bir bildiri olurdu. Hepimiz biliyoruz, polisin “daha etkili” yöntemleri vardı ve “değerli vaktini” bunlara harcadı!

Sonuç olarak; ortada yaşanmış ve gurur duyamayacağımız bir “sol içi iliş-kiler” tarihi var ve hepimiz için derslerle dolu. Ve hiçbirimiz bir diğerimizden daha masum değiliz. Elbette bazı “nüanslara” rağmen...

13 Mayıs 2011

urun_31_17haz.indd 95urun_31_17haz.indd 95 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 97: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

96

Suriye’de gösteriler ne zaman ve hangi taleplerle başladı? Olayların Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki isyanlardan etkilendiğini düşünüyor musunuz?

Gösterilerin 6. haft asındayız. Kuzey Afrika’daki gösterilerden muhakkak etkilendi, ama benzeşmesi yok. İnsanlar demokrasi, olağanüstü hâlin kaldı-rılması, siyasi tutukluların serbest kalması, siyasi partiler kanununun çıkarıl-ması, ekonomik ve sosyal haklar için talepte bulundular. On binlerce kişi bu gösterilere her cuma günü katılıyor.

Gösterileri örgütleyen belirli bir grup ya da parti var mı?Başta insanlar örgütlenmiyordu. Ama Cuma namazlarından sonraki gös-

terilere binlerce kişi katılıyordu. Arkalarında herhangi bir siyasi parti yoktu. Başta bahsettiğim taleplerle gösteriler düzenleniyordu. Suriye rejimi de bu gösterileri olumlu karşıladı. Talep edilen reformlar 2005 yılında rejim tara-fından zaten açıklanmıştı.

Suriye’de Savaşı Medya Yarattı

Dünya kapitalist sisteminin emperyalist efendileri Amerika ve Avrupa Birliği’nin, İsrail ve Türkiye dahil bütün ülkelerdeki emperyalizm uşak-larını kullanarak Suriye’ye karşı yürüttükleri psikolojik savaşı teşhir eden bir söyleşiyi 9 Mayıs 2011 tarihli hürriyet.com.tr’den aktarıyoruz. Merve Arkan’ın El Arabiya Türkiye Temsilcisi Daniel Abdülfettah’la yaptığı ve “Suriye’de Savaşı Medya Yarattı” başlığını taşıyan söyleşi, kapitalist medyada pek ender görülen bir dürüst gazetecilik örneği ola-rak kutlanmayı hak ediyor. Amerikan papağanlığı yapmayı gazetecilik sanan medya yorumcularını, bu örnekten ders alarak, mesleklerinin gerektirdiği araştırmacılığı yapmaya ve gerçeğe bağlı kalmaya davet ediyoruz. İsteyen herkes dürüst gazetecilik yapabilir. Hiç kimse emper-yalizmin psikolojik savaşının vurucu gücü olarak hareket etmemelidir. Halklar, savaş suçlularını aff etmeyeceklerdir.

Daniel Abdülfettah

urun_31_17haz.indd 96urun_31_17haz.indd 96 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 98: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

97

‘Reformları sürdürmek imkânsızdı’2005’ten 2011’e kadar bu konuda neden fazla adım atılmadı?Ben mecbur kaldıklarına inanıyorum. 14 Şubat 2005’te gerçekleşen Hariri

suikastının sorumluluğunu Suriye’ye atmaya çalıştılar. Suriye rejimi yok edil-mek istendi. ABD ve bölgedeki müttefikleri Suriye rejimine karşı çaba göster-diler. Bu dönemde reformları sürdürmek imkânsızdı. Ardından da bölge üç ayrı savaşa sürüklendi. Irak, İsrail’in güney Lübnan’a saldırısı ve Gazze’deki savaş. Suriye de o sırada bunlarla meşguldü.

Gösterilerde halka ateş açıldığı yönündeki haberler için ne düşünüyorsunuz?Ben hepsine inanmıyorum. Suriye’de halka neden ateş açılsın, bana hiç

mantıklı gelmiyor. Rejim, gösteri düzenleyen on binlerce insana hiç kar-şı çıkmadı, isteklerine icabet etti. Dera valisi görevden alındı. 2 gün içinde istihbarat başkanları, istihbarat subayları sorguya çekildi. Olağanüstü hâlin kaldırılması normalde 4 yıl içinde yasalaşabilecek bir şeyken, iki haft a için-de yasalaştı. Suriye hantal bir bürokrasiye sahip, buna rağmen 15-20 günde bir şeyler yapmaya başladılar. Bölgede görüyoruz ki kim ateş açarsa anında NATO müdahalesiyle yok edilecek. Suriye rejimi zeki bir rejimdir. Şimdi niye insanlara ateş açsınlar ki?

urun_31_17haz.indd 97urun_31_17haz.indd 97 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 99: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

98

‘Göstericilerin sayısı azaldı’Güvenlik güçlerinin yüzlerce göstericiyi öldürdüğü yönünde haberler var?

Bu haberler doğru değilse, basın neden Suriye’yi hedef tahtasına oturttu?Ateş açılmadığını söylemek mümkün değil. Ama kim açıyor, neden

açılmış? Türkiye’de Balyoz darbe planından bahsediliyor. Plana göre amaç Türkiye’yi ikiye bölmekti. İki taraf birbiriyle çatışacaktı ve bir kaos ortamı yaratılacaktı. Hükümetin bu işi yönetemediği ve insanları öldürdüğü söyle-necekti. Bu plan hayal ürünü olsa bile, Suriye’de gerçekleştirildi. Bu nedenle başta on bin insan sokağa çıkarken, artık bu sayı 300’e kadar düştü.

Silahlı güçlere provokasyon amacıyla mermi atarsanız hangi ülkede olursa olsun karşılık alacaksınız. Bu ortamda mutlaka ortamda siviller de olacaktır. O kalabalığa da ateş açarsanız onlarca insanı katletmiş olursunuz. Bunları anlattığınızda da Batı medyası sizi “Baas Partisi’ni destekliyorsunuz” diye yaft alıyor.

‘Ülkeden kaçanlar intikam istiyor’Bu karmaşayı yaratmaya çalışan, çatışmayı tetikleyen kim?Suriye düşmanlarla ve dostlarla çevrili bir ülke. Dostları Türkiye, İran,

Lübnan’da Hizbullah, Filistin ve Hamas hareketi. Ancak geri kalanların dostane bir yaklaşımı yok. Hele de Batı ve ABD. Mesele, İsrail’in güvenliğiy-le ilgili. Peki bu silahlı grupların arkasında kim var? Hatırlamak gerekir ki Suriye’den kovulan, hatta kaçan eski Devlet Başkan Yardımcısı Abdulhalim Haddam, ülkeyi terk ettiğinde hain olarak nitelendirilmişti. Kime bağlı ol-duğu da, İsrail’de ortaya çıktığında belli oldu. Öncesinde de Baas’tan kopan Hafız Esad’ın kardeşi var. Kendisi, Suriye’ye karşı çalışmalarıyla tanınan bir adam.

2000’de birinci reform hamlesinde, yolsuzlukla mücadelede sırasında mal varlığına el konanların hepsi, ABD’de, Fransa’da oturuyor. Hepsi Suriye’den intikam almak istiyor. Kendi çıkarlarına yeniden kavuşmak istiyorlar. ABD ve Batı, bu kesimleri destekliyor.

‘Ak parti’yi kullanmak istediler’Müslüman Kardeşler’in ya da diğer dinci grupların gösterilerdeki rolüyle

ilgili ne düşünüyorsunuz?Suriye’de birçok insan Müslüman Kardeşler’in katıldığını görünce göste-

rilerden çekildi. Müslüman Kardeşler, aşırı Sünni bir İslami gruptur. Suriye

urun_31_17haz.indd 98urun_31_17haz.indd 98 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 100: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

99

çok farklı mezhep ve dinden oluşan bir toplum. Böyle bir toplumu Müslüman Kardeşler’e bırakacak değiller. Hiçbir Suriyeli bunu kabul etmez.

Müslüman Kardeşler, silahlı mücadeleyi benimseyen bir grup. Türkiye’de AKP’yle ya-kın tarafl arla da toplantı yaptılar. Biz Ak Parti gibi olacağız, ılımlı İslam’a döneceğiz mesajı vermek istediler. Ak Parti’yi kullanmak iste-diler. Ama kuruluş amaçları bundan çok fark-lı. Bin Ladin’in kafasından giden bir grup. Bu grubun Suriye gibi önemli bir kaleyi ele geçir-

mesi Türkiye için de büyük bir tehlike.Sünniler arasında Müslüman Kardeşler’in etkisi ne? Ülkede Alevi-Sünni ça-

tışmasını mümkün görüyor musunuz?Suriye’nin yüzde 60’ı Sünni. Hepsi Müslüman Kardeşler’i desteklemiyor.

Bu grubu fazla tasvip edecek bir kesim olduğunu sanmıyorum.Genel olarak Sünni-Alevi çatışması mümkün elbette. Suriye’de sadece

Cuma günü yapılan eylemler var. Ama basında Suriye haft anın 7 günü ya-nıyormuş gibi yansıtılıyor. Medya bunu yaratmak istiyorsa yapabilir. Cuma namazından sonra 1-2 saat gösteri yapıp dağılan insanlar var. Bu olaylarda provokasyon yoluyla her şehirde 5-6 kişi öldürürsünüz. Sonra da şehit cena-zelerinde Salı’ya kadar milleti hareketlendirmeye devam edersiniz. Bu şekilde Suriye’de sürekli bir ayaklanma görüntüsü yaratırsınız.

‘Suriye Libya olmaz’Siz bir NATO müdahalesini olası görüyor musunuz? Suriye’den nasıl bir

değişim istiyorlar?Şunu vurgulamak gerekir ki bu sadece medyada olan bir savaş. Eğer iste-

dikleri bir talep yerine getirilse, medya bu savaşı bitirir.ABD Dışişleri Bakanlığı, İran’la, Lübnan’daki Hizbullah örgütüyle,

Hamas’la ilişkilerini kessin, Suriye’de ayaklanma biter dedi. Suriye rejimi ABD’ye karşı güçlerle birlikte hareket ederse, bu rejimi ortadan kaldıracak-larını her zaman söylediler. İki haft a önce açılan Londra merkezli muhalif Barada kanalına 6 milyon dolar destek verdiler. Daha önce Pentagon ve Beyaz Saray Suriyeli muhalifl ere 51 milyon dolar para verdiklerini açıkladı. Şimdi Suriye’de insanlar ayaklanıyor demek anlamsız.

urun_31_17haz.indd 99urun_31_17haz.indd 99 17.06.2011 16:53:5417.06.2011 16:53:54

Page 101: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

100

Suriye’de Libya gibi bir savaş olmayacak. Ordu halka ateş açmayacak. Suriye’de rejim bu yöntemlerle değişmeyecek. Ayrıca Mısır ve Tunus’ta ol-duğu gibi devlet başkanı istifa da etmeyecek. Asker ve istihbarat devlet baş-kanının elindedir. Asker Tunus’ta olduğu gibi ihanet etmez ya da istihbarat Mısır’daki gibi rejimi satmaz.

Peki ne olacak? Suriye bu tür krizlere en az on defa maruz kaldı ve hep-sinden kurtuldu. Bu filmi defalarca gördük. Bir NATO harekâtı söz konusu olabilir. O sıkıntı yaratır. Türkiye, İran, Hamas, Hizbullah da işin içine girer. Başta Türkiye olacak, çünkü bir NATO ülkesi.

‘Türkiye zarar görür’Bu olayların Türkiye’ye etkisi ne olur ve Türkiye’nin Suriye politikası hak-

kında ne düşünüyorsunuz?Türkiye bu konuda nasıl bir tavır takınırsa takınsın, zarar görecektir. Ey-

lemlere destek verirse rejimi karşısına alacak ve iyi ilişkilerini kaybedecektir. Örneğin Suriye son dönemde Katar’ı düşman ilan etti.

Suriye devlet televizyonu, El Cezire üzerinden Katar’ın yaydığı yalan ha-berleri ortaya çıkartıyor. Çok komik şeyler yapılıyor. Daha önce El Arabiya’da yayınlanan Bağdat’taki işkence görüntülerini El Cezire “İşte şu anda Şam so-kaklarında bunlar yapılıyor” diye yayınladı.

Türkiye Müslüman Kardeşler’e yanaştı, Suriye hükümeti rahatsız oldu. Türkiye, bizde demokrasi var, herkes konuşabilir dese de, Suriye bunu kabul edemez. Bu nedenle ilişkiler kötüye sürüklenebilir.

Bu ayaklanmadan çıkar sağlamaya çalışanlar Türkiye’yle ilişkilerin kö-tüye gitmesini ister. Ancak Türkiye’nin imkânları var. Yapması gereken, Suriye’deki durumun gerçeğine vakıf olmaktır. Yani istihbarat çalışması ya-pacak.

Fakat Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’i kahraman olarak gören müşavir-leri varsa ve onları da dinliyorsa, onun neticesine Türkiye katlanır.

urun_31_17haz.indd 100urun_31_17haz.indd 100 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 102: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

101

Osman Can ile Orhan Gazi Ertekin adları bir zamanlar hep birlikte anı-lırdı ve her ikisi de belli çevrelerde çok ünlüydü. “Bir zamanlar” dediğimize bakmayın, daha geçen yıla kadar her ikisi de belli çevreler için “vesayete karşı demokrasi” figürleriydiler. Yargı çevrelerindeki Kemalistlerin etkisi altındaki Yargıçlar ve Savcılar Birliği Yarsav'a karşı, demokrasi güçlerini temsil etmek üzere Demokrat Yargı Derneği’ni kurmuşlardı.

Osman Can bir dönem Anayasa Mahkemesi Raportörlüğü yapmıştı. Er-tekin ise hâlen Beypazarı'nda hâkimlik yapıyor. Solun dışına çıkarak AKP hükümetine “yetmez ama evet” diyerek destek olan eski solcu, yeni sağcı çev-relerde ve Fettullahçılar arasında “yargıda Kemalist tahakküme son verecek insanların temsilcileri” olarak revaçta idiler.

Osman Can'ı bizim için daha da ilginç kılan bir etken daha var. Kendisi eski solcularca düzenlenen pek çok panele demokrasi havarisi gibi konuşmacı olarak katılmış bir insandır. Kamuoyunun geniş bölümü, bu ismi, katıldığı bir iki panelde yumurta, boya atıldığı için daha rahat hatırlayabilir.

Yumurta atılan o panellerden biri de Yetmez Ama Evet Platformu tarafın-dan 5 Eylül 2010 tarihinde İzmir Tepekule Kongre Merkezi'nde düzenlenmiş-ti. Katılımcılar arasında ırkçı, dinci faşist Vakit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak ile “demokrasi mücahidimiz” Osman Can, akademisyen Ferhat Ken-tel, Taraf yazarı ve DSİP'li Roni Margulies ile komünist eskisi, AKP'li, Taraf yazarı Nabi Yağcı yer alıyordu. Baskın Oran yorgun olduğu için, Lale Mansur dizi çekimleri nedeniyle katılamamış panele.

Osman Can, Nabi Yağcı, Orhan Gazi Ertekin

Deniz Gönül

urun_31_17haz.indd 101urun_31_17haz.indd 101 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 103: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

102

Bu ekip, bir eksik bir fazla ile ülkenin dört bir yanında panellere katılarak 12 Eylül 2010 referandumundan sonra ülkenin nasıl da ilerleyeceğini, nasıl da demokrasi geleceğini, nasıl da askerî vesayetin sona ereceğini, nasıl da geli-şeceğimizi, en pespaye liberal, içi boş sözlerle anlatıyorlardı. Boykot diyenleri de, bizim gibi “hayır” diyenleri de şiddetle eleştirip dogmatik olmakla suçlu-yorlardı.

Bugün ise Osman Can'ın gerçek yüzü açığa çıkmış durumda. Aşağıda nedense yaygın olarak kullanılmayan bir haberin ayrıntılarını göreceksiniz. Bu haberin malumat yığınları arasında kaybolma-ması gerekiyor. Çünkü, AKP'nin tüm liberal, özgürlükçü lafl arının tamamen bir göz boyamadan ibaret kaldığını doğ-rudan aktarabilen bir haber bu. Liberal çevrelerin halka inançsızlıklarından, kendilerini nasıl da muktedirlere yaran-mak mecburiyetinde hissettiklerini gös-teren bir haber bu.

Fakat, açığa çıkan bu gerçeklere rağmen, bizi geçmişimizden dolayı doğ-rudan ilgilendiren Nabi Yağcı'nın bu güne kadar en ufak bir utanma be-lirtisi göstermediğini kaydedelim. Osman Can'ın aslında AKP tarafından (Ertekin'in güzel tanımıyla) “sefer görev emriyle” yargı çevrelerine ve liberal çevrelere yollandığını önceden bilip bilmediğini, biliyorsa, kendisinin de mi böylesi bir görevinin olup olmadığını, bilmiyorsa bu kadar cehaletin nasıl olup da kendisinde yoğunlaşabildiğini, buna rağmen hâlâ nasıl olup da AKP güzellemeleri yapabildiğini sormak bizim en doğal hakkımızdır sanırız.

23 Mayıs 2011, gazetelerden alıntı

Bakanlık göstersin eşeğe oy veririm!

Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Beypazarı Hâkimi Orhan Gazi Er-tekin, referandumda kabul edilen Anayasa değişikliği ile yapısı tamamen de-ğişen HSYK üyelikleri için adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının sandığa gittiği seçimlerden önce yaşananları ortaya koyan 'yargıyı sarsacak' bir kitap yazdı.

urun_31_17haz.indd 102urun_31_17haz.indd 102 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 104: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

103

Gazetevatan'ın haberine göre, "Yargı Meselesi Hallonuldu Yargının ‘Eşekli Demokrasi’ ile İmtihanı" isimli kitapla, HSYK seçimleri sırasında yaşanan ve büyük çoğunluğu bilinmeyen skandallar gün yüzüne çıkıyor.

Demokrat Yargı Derneği, Anayasa Mahkemesi eski raportörü Osman Can ve Ertekin’in eşbaşkanlığında kuruldu. Dernek önce YARSAV’a alternatif olarak ortaya çıktı.

Anayasa değişikliğine ilişkin referandumda “Evet” oyu verilmesi için aktif bir çalışma yürüten dernek, Anayasa değişikliğinin kabul edilmesinin ardın-dan yapılan HSYK üyeliği seçimlerinde büyük çalkantı yaşamıştı. Bu süreçte Osman Can ve aralarında Yargıtay üyelerinin de olduğu bakanlık yanlısı bazı üyeler dernekten ayrılmıştı. Ertekin, HSYK üyeliği seçiminin perde arkasını anlattığı kitabında yargıyı sarsacak perde arkası olayları ile çarpıcı tespitleri okurlarla paylaşıyor.

Kitabın isminin kaynağıErtekin kitabının ismini, Adalet

Bakanlığı’nın “Seçimlerde aday çıkar-mamaları karşılığında, HSYK seçimle-rinde bakanlığın listesinde iki Demok-rat Yargı adayına yer verilmesi” teklifi sırasında bir hâkimin dile getirdiği “Ba-kanlık eşeği aday gösterse eşeğe de oy veririm” sözlerinden alıyor.

Ertekin kitabında, Demokrat Yargı’nın HSYK seçiminden önce ilke-leri ortaya koyabilmek için bir platform oluşturulmasını önerdiği, bu öneriye Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in önce sı-cak baktığı ancak daha sonra vazgeçerek “bakanlık listesi” ile seçime girmeye karar verildiğini anlatıyor.

HSYK 1. Daire Başkanı olan dönemin Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur ile görüştüğünü ve niyetini o görüşmede anladığını kaydeden Ertekin, şimdiki Adalet Bakanı dönemin Müsteşarı Ahmet Kahraman ve Okur’un ayrı listeler oluşturduklarını, bunlardan Okur’un listesinin esas alındığını, Kahraman’ın listesindeki isimlerin ise daha sonra Yargıtay üyesi seçildiğini iddia etti.

urun_31_17haz.indd 103urun_31_17haz.indd 103 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 105: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

104

HSYK seçimini Adalet Bakanlığı listesi kazanmış ancak dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve bakanlığın tüm yetkilileri listenin bakanlığın liste-si olduğunu reddetmişlerdi. Ancak Ertekin’in kitabında yer alan tutanaklar, HSYK seçim sürecinin bakanlık tarafından yürütüldüğünü ve listenin de Ba-kanlığın listesi olduğunu açıkça ortaya koydu.

"Bakanlık dedikodu üretti"Ertekin, Bakanlığın, kendi listesinden aday olmayanlara yönelik elindeki

bilgileri kullanarak “Türbanlı karısının başını açmış”, “İçki içiyormuş” tü-ründe bilgilerle insanların linç edilmek istendiğini öne sürdü.

Bakanlığın vaatleri...Ertekin kitabında şu ifadelere yer verdi:"Adliyelerde Başsavcılar ve Komisyon Başkanları aracılığıyla toplantılar

yapıldı. Yargıtay ve Danıştay’a yeni daireler kurulacağı ve 100 Yargıtay, 50 Danıştay üyesinin yeni HSYK tarafından seçileceği söylentisi yayıldı. Böy-lece büyük bir kaymak potansiyelinin gözleri kamaştırması bekleniyordu. Unvanlar, terfi beklentileri, tayinler, benzeri ikbal alanları ve Bakanlık bü-rokratlarının bu ilk girişimleri; yargıya bir ‘devlet tüccarlığı’ zihniyetiyle ba-kıldığını gösteriyordu."

Ertekin, bakanlık bürokrasinin Demokrat Yargı’nın çekirdek kadrosuna karşı da soğuk savaş argümanları ile teyakkuza geçerek yalnızlaştırma tak-tiği uyguladığını belirterek “Bir yönetim kurulu üyemiz, kendisine Bakanlık bürokratlarınca sıkça ‘bunlar komünist’ ve ‘bunlar Kürt’, ‘bunlarla nasıl yan yana geliyorsunuz?’ denildiğini aktarıyordu” diye yazdı.

TUTANAKLARI YAYINLADI

Bakanlık göstersin eşeğe oy veririm!* Aracı (Osman Can): Bir yüksek yetkili ile görüştüm. Benden bakanlık

listesi için 2 isim vermemizi istedi. Gerekirse ‘daha üst yetkili’ ile görüşerek ve biraz daha bastırarak sayının 3 olmasını sağlayabilirim.

* Orhangazi Ertekin: Bakanlık tarafından yürütülen ve bürokratların aday olduğu bir listeye dahil olmamalıyız. Demokratik ve sivil yöntemlerde ısrar etmeliyiz.

urun_31_17haz.indd 104urun_31_17haz.indd 104 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 106: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

105

Şeytanla işbirliği yaparım* Kıdemli bir hâkim: Yüksek yetkili kim bilmiyorum. Ama HSYK seçimi-

ni Bakanlık ve müsteşar yürütmektedir. Onlarla oturmadan liste oluşturu-lamaz. Bu bürokratları da kızdırır. Bu işin tek patronu bürokratlardır. Ben şahsen Adalet Bakanlığı eşeği aday gösterse, eşeğe oy veririm.

Çok kıdemli bir hâkim: HSYK ele geçirildiğinde sadece Yargıtay ve Danış-tay yeniden yapılanmayacak, hükümetin yürüttüğü siyaseti, özelleştirmeleri engelleyen güçler de devreden çıkacaklar. Ben YARSAV’ın kazanacağı bir sa-baha uyanacağıma şeytanla bile işbirliği yaparım.

Demokratik seçimi ilerde yaparız!* Çok kıdemli bir başka hâkim: Dini bu işlere karıştırmayalım. Bizim için

önemli olan kazanmak. Siz ise önemli olan adalettir diyorsunuz. Bu seçim her şeyden önemli. İlerde demokratik bir seçim yapılabilir.

* Kıdemli bir hâkim: Bizim derdimiz, toplumun tüm renklerinin yeni HSYK ’ya yansımasıdır. Yani ele geçirmek değil, ele geçirilemez olmasını sağ-lamaktır.

* Orhangazi Ertekin: Adalet Bakanlığı bu süreci yönetir ve bürokratlar da aday olursa ve bu dernek de listeye eklemlenirse, biz bu dernekten ayrılırız.

‘Osman Can’a sefer görev emri verildi’Ertekin kitabında Demokrat Yargı Derneği’ni birlikte kurduğu Osman

Can’a sert eleştiriler yöneltti:"Can’ın, yargı tartışmaları ve son HSYK seçiminin bu ilk hazırlık süre-

cindeki tavır alışlarını, bir “siyasi memuriyet” hâli ve bir “eleman” tutarlılığı içinde ele almanın daha doğru ve mantıklı olduğu yönündeki bakışın daha önemli bir teşhise yol açacağı düşünülebilir. "

Başbakan Erdoğan’ın yeni anayasayı sivil toplumun yapacağını açıkla-masından sonra, “kendi anayasanı kendin yap” gibi kampanyalar üzerin-den “Anayasa Çalışma Grubu”, “Yeni Anayasa Platformu” gibi sivil toplum örgütleri kurulduğuna dikkati çeken Ertekin, Osman Can’ın da bu çalışma-lara katılmak için raportörlüktün ayrıldığını dile getirerek, “Yani, anayasa yapılacak, toplanın! Anayasa yapıldı, dağılın! Doğrusu, Osman Can’a yeni bir ‘sefer görev emri’nin geldiği anlaşılıyordu: Anayasa yapacak bir halk inşa edin hemen!” dedi.

urun_31_17haz.indd 105urun_31_17haz.indd 105 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 107: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

106

Devrimin Öğrettikleri

V. İ. Lenin

Her devrim, büyük halk yığınlarının yaşamında sert bir dönüm noktası-nın belirtisidir. Bu dönüm noktası olgunlaşmaya erişmedikçe, hiçbir gerçek devrim meydana gelemez. Ve, tıpkı bir insan yaşamındaki her dönüm nokta-sının onun için derslerle dolu olması, ona birçok şey yaşatıp duyurması gibi, devrim de bütün halka, az zaman içinde, en özlü ve en değerli dersleri verir.

Devrim sırasında, milyonlarca ve on milyonlarca insan, her haft a, olağan, uyuşuk bir yaşam yılındakinden daha çok şey öğrenir. Çünkü bütün bir hal-kın yaşamındaki sert bir dönüm noktası sırasında, çeşitli toplumsal sınıfl arın izledikleri erekler, ellerinde bulunan güçler ve eylem araçları ayrı bir açıklıkla görülür.

Her bilinçli işçi, her asker, her köylü, özellikle şimdi, Temmuz sonunda, devrimimizin birinci evresinin bir başarısızlığa vardığının açıkça ortaya çık-tığı sırada, Rus devriminin öğrettiklerini derinden derine düşünmelidir.

Gerçekten, işçi ve köylü yığınlarının devrim yaparken neler elde etmek istediklerine bakalım. Bu yığınlar devrimden ne bekliyorlardı? Devrimden özgürlük, barış, ekmek, toprak bekledikleri biliniyor.

Oysa, şimdi ne görüyoruz?Özgürlük yerine, eski keyfe bağlı yönetimin yeniden kurulmasına başla-

nıyor. Askerler için cephede ölüm cezası yeniden yürürlüğe kondu. Büyük toprak sahiplerinin topraklarına kimseye danışmaksızın el koymuş bulunan köylüler, mahkemelere veriliyor.

İşçi gazetelerinin basımevleri talan edildi. İşçi gazeteleri yargılanmaksızın yasaklandı. Bolşevikler, çoğu kez onlara karşı en küçük bir suçlamada bile bu-lunulmadan ya da açıkça karaçalıcı suçlamalarda bulunularak, tutuklanıyor.

Çev.: M. Ardos

urun_31_17haz.indd 106urun_31_17haz.indd 106 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 108: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

107

Belki de bolşeviklerin konusu oldukları kovuşturmaların özgürlüğe bir saldırı oluşturmadıkları, çünkü haklarında açık suçlamalar bulunan belirli kişilerden başkasını gözetmedikleri ileri sürülecek. Ama bu itiraz, herkesçe bilinen ve açık bir kötü niyet taşımaktadır. Gerçekten, bireyler tarafından iş-lenmiş bulunan suçlar için, bu suçlar bir mahkeme tarafından tanıtlanmış ve kabul edilmiş olsalar bile, bir basımevi nasıl talan edilebilir ve gazeteler nasıl yasaklanabilir? Eğer hükümet tüm bolşevik partiyi, yönelimini, fikirlerini suçlu olarak kabul etmiş bulunsaydı, işin rengi değişirdi.

Ama özgür Rusya hükümetinin bunların hiçbirini yapamayacağını ve hiçbirini de yapmadığını herkes biliyor.

Bolşeviklere karşı yöneltilen suçlamaların karaçalıcı niteliğini özellikle gösteren şey, bolşevikler tarafından savaşa karşı, büyük toprak sahiplerine karşı ve kapitalistlere karşı yürütülen savaşım nedeniyle, büyük toprak sa-hipleri ile kapitalistlerin gazetelerinin bolşeviklere kudurmuşçasına saldır-maları, ve bu gazetelerin, hiçbir bolşeviğe karşı henüz hiçbir suçlamada bulu-nulmamasına karşın, açıkça bolşeviklerin tutuklanma ve kovuşturulmasını istemeleridir.

Halk barış istiyor. Oysa, özgür Rusya’nın devrimci hükümeti, gizli antlaş-maların, Rusya kapitalistlerinin yabancı halkları soyup soğana çevirebilme-leri için, eski çar Nikola II’nin İngiliz ve Fransız kapitalistleri ile imzalamış bulunduğu gizli antlaşmaların ta kendilerinin uygulaması olarak, fetihler sa-vaşına yeniden başladı.

Bu gizli antlaşmalar hâlâ yayımlanmadı. Özgür Rusya hükümeti sorunu kaçamaklarla başından savdı ve bugüne değin hiçbir halka hakkaniyetli bir barış önermedi.

Ekmek yok. Açlık, yeniden tehdit ediyor. Herkes görüyor ki, kapitalistler ve zenginler, savaş gereçleri üzerinde hazineyi utanmadan aldatıyorlar (bu-gün savaş halka günde 50 milyon rubleye mal oluyor); fiyatların yüksekliği sayesinde, aşırının aşırısı kârlar vuruyorlar, oysa üretimin ve ürünlerin bölü-şümünün işçiler tarafından ciddi bir sayımını örgütlemek için hiç, ama hiçbir şey yapılmamıştır. Gitgide daha tepeden bakan bir duruma gelmiş bulunan kapitalistler, hem de halkın emtia kıtlığından sıkıntı çektiği bir sırada, işçileri sokağa atıyorlar.

Köylülerin pek büyük çoğunluğu, büyük toprak mülkiyetinin varlığını bir haksızlık ve bir hırsızlık olarak gördüklerini, uzun bir kongreler dizisin-de, yüksek sesle ve anlaşılır bir dilde açıklamış bulunuyor. Ve devrimci ve demokratik olduğunu söyleyen hükümet, aylardır köylüleri atlatmaya, onla-

urun_31_17haz.indd 107urun_31_17haz.indd 107 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 109: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

108

rı vaatler ve oyalamalarla aldatmaya ara vermiyor. Aylar boyu kapitalistler, bakan Çernov’un toprakların alınıp satılmasını yasaklayan yasayı resmen yayınlamasına izin vermediler. Ve en sonu bu yasa resmen yayımlandığı za-man da, kapitalistler, Çernov’a karşı, bugüne değin sürdürdükleri tiksinç bir kara çalma kampanyası açtılar. Hükümet, büyük toprak sahiplerini savunma çabasında öylesine bir küstahlığa varmıştır ki, topraklara “keyfî olarak” el koymuş bulunan köylüleri mahkemeye vermeye başlıyor.

Kurucu Meclisi, kapitalistlerin toplanmasını ertelemeye ara vermedikleri o Meclisi beklemeleri öğütlenerek, köylüler atlatılıyor. Bolşeviklerin baskısı altında, toplantı tarihinin 30 Eylül olarak saptanmış bulunduğu şu anda, ka-pitalistler yüksek sesle, bu sürenin çok kısa, “olanaksız” olduğunu haykırıyor-lar; ve Meclisin daha sonraki bir tarihe ertelenmesini istiyorlar... Kapitalistler ve büyük toprak sahipleri partisinin –“kadet” parti ya da “halkın özgürlüğü” partisi– en etkili üyeleri, örneğin Panina gibi, açıkça, Kurucu Meclisin savaş sonuna ertelenmesini öğütlüyorlar.

Toprak için, Kurucu Meclise değin bekle. Kurucu Meclis için, savaşın so-nuna değin bekle. Savaşın sonu için, tam zafere değin bekle. İşte durum bu. Hükümette çoğunluğu ellerinde tutan kapitalistler ve büyük toprak sahipleri, köylülerle düpedüz alay ediyorlar.

IIAma çarlık iktidarı devrildikten sonra, özgür bir ülkede bu nasıl olabildi?

Özgür olmayan bir ülkede, halk kimsenin seçmediği bir çar ile, bir avuç bü-yük toprak sahibi, kapitalist ve memur tarafından yönetilir.

Özgür bir ülkede, halk yalnızca bu amaçla kendi seçtiği kimseler tarafın-dan yönetilir. Seçimlerde, halk, partilere bölünür, ve nüfusun her sınıfı her zaman kendi öz partisini kurar. Böylece, büyük toprak sahipleri, kapitalistler, köylüler, işçiler, ayrı ayrı partiler kurarlar. Bu nedenle, özgür ülkeler halkı, partiler arasında açık bir savaşım ve özgür uzlaşmalar aracılığıyla yönetilir.

Çarlık iktidarının, 27 Şubat 1917 günü devrilmesinden sonra, Rusya dört aya yakın bir süre boyunca özgür bir ülke gibi, özgürce kurulmuş partiler arasında açık bir savaşım ve özgür uzlaşmalar aracılığıyla yönetildi. Bundan ötürü, Rus devriminin gelişmesini anlamak için, her şeyden önce başlıca han-gi partilerin karşı karşıya bulunduklarını, bunların hangi sınıfl arın çıkarları-nı savunduklarını, bütün bu partiler arasında hangi ilişkilerin var olduğunu göstermek gerekir.

urun_31_17haz.indd 108urun_31_17haz.indd 108 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 110: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

109

IIIÇarlığın devrilmesinden sonra, devlet iktidarı birinci Geçici Hükümetin

eline geçti. Bu hükümet burjuvazi temsilcilerinden, yani büyük toprak sahip-lerinin kendilerine katıldıkları kapitalistlerden kurulmuştu. Kapitalistlerin baş partisi olan “kadet” parti, burjuvazinin yönetici ve hükümet partisi ola-rak, bu hükümette birinci yeri tutuyordu.

Çar birlikleri ile savaşmış ve özgürlük için kanlarını dökmüş olanların, el-bette kapitalistler değil, ama işçiler, köylüler, denizciler ve askerler olmalarına karşın, iktidar bu partinin eline rastlantı sonucu düşmedi. İktidar kapitalist-ler partisinin eline, bu sınıf zenginlik, örgütlenme ve eğitimin verdikleri güce sahip bulunduğu için düştü. 1905’ten bu yana, ve özellikle savaş sırasında, kapitalistler ve onlarla birlikte yürüyen büyük toprak sahipleri sınıfı, örgüt-lenmeleri bakımından Rusya’da büyük ilerlemeler yaptılar.

Kadet parti, 1905’te olduğu kadar 1905’ten 1917’ye değin de, her zaman kralcı bir parti oldu. Halkın çarlık zorbalığı üzerindeki yengisinin ertesi günü, bu parti cumhuriyetçi olduğunu açıkladı.

Tarih, halk krallığın üstesinden geldiği zaman, kapitalist partilerin, yeter ki kapitalistlerin ayrıcalıklarını ve halk üzerindeki mutlak iktidarlarını kur-tarabilsinler, cumhuriyetçi olmaya her zaman boyun eğdiklerini gösterir.

Söze gelince, kadet parti “halkın özgürlüğü”nden yanadır. Gerçekte ise, kapitalistlerden yanadır o; bu nedenle, bütün büyük toprak sahipleri, bütün kralcılar, bütün yüz karalar, hemen onun yanında yer almışlardır. Basın ve seçimler bunun tanığıdır. Devrimden sonra, bütün burjuva gazeteler ve tüm yüz karalar basını, kadetler ile birlikte şakımaya koyuldular. Açıkça seçimlere girmeyi göze alamayan bütün kralcı partiler, Petrograd’da olduğu gibi, kadet partiyi desteklediler.

İktidarın egemeni olarak, kadetler bütün güçlerini, İngiliz ve Fransız ka-pitalistleri ile gizli soygunculuk antlaşmaları imzalamış bulunan çar Nikola II tarafından başlatılan fetih ve yağma savaşını sürdürmekte kullandılar. Bu antlaşmalar, Rus kapitalistlerine, zaferi durumunda, hem İstanbul’un, hem Galiçya’nın, hem de Ermenistan’ın vb. ilhakını vaadediyorlardı. Halka gelin-ce, işçiler ve köylüler için dirimsel bir önem taşıyan bütün büyük sorunların çözümünü, toplantı tarihini bile saptamadığı Kurucu Meclise erteleyen ka-detler hükümeti, kaçamaklar ve boş vaatler aracılığıyla onu aldatıyordu.

Özgürlükten yararlanan halk, kendi kendine örgütlenmeye başladı. İşçi, asker ve köylü vekilleri Sovyetleri, Rusya nüfusunun pek büyük çoğunluğunu

urun_31_17haz.indd 109urun_31_17haz.indd 109 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 111: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

110

oluşturan işçi ve köylülerin başlıca örgütü idiler. Bu Sovyetler, daha Şubat Devrimi sırasında kurulmaya başlamışlardı; birkaç haft a sonra, Rusya büyük kentlerinin çoğunda ve birçok kasabada, işçi sınıfı ve köylülüğün bütün bi-linçli ve ileri öğeleri Sovyetler içinde biraraya gelmiş bulunuyorlardı.

Sovyetler tam bir özgürlük içinde seçilmişlerdi. İşçi ve köylü, halk yığınla-rının gerçek örgütleri, halkın pek büyük çoğunluğunun gerçek örgütleri idi-ler. Asker üniforması giymiş işçiler ve köylüler silahlı idiler.

Söylemek gereksiz ki, Sovyetler tüm devlet iktidarını ele alabilirlerdi ve almalıydılar da. Devlet içinde, Kurucu Meclis toplanana değin, Sovyetlerden başka hiçbir iktidar olmamalıydı. Yalnız o zaman devrimimiz gerçekten halk-çı, gerçekten demokratik olurdu. Barışı gerçekten özleyen, bir fetih savaşında gerçekten çıkarları olmayan emekçi yığınlar, fetih savaşına bir son vermeye ve barışı getirmeye yetenekli bir siyaseti, gözü peklik ve sarsılmazlıkla, yalnız o zaman uygulamaya başlayabilirlerdi. İşçiler ve köylüler, “savaş sayesinde” aşırının aşırısı kârlar sağlayan ve ülkeyi yıkım ve açlığa sürüklemiş bulunan kapitalistlere yalnız o zaman boyun eğdirebilirlerdi. Ama, Sovyetlerde, dev-rimci işçilerin, tüm devlet iktidarının Sovyetlere verilmesini isteyen bolşevik sosyal demokratların partisi yanında yalnız bir milletvekilleri azınlığı yer alı-yordu. Milletvekilleri çoğunluğuna gelince, bu çoğunluk iktidarın Sovyetlere verilmesine karşı olan menşevik sosyal-demokrat parti ile sosyalist-devrimci parti yanında yer alıyordu. Burjuvazi hükümetinin varlığına son vermek ve onun yerine bir Sovyetler hükümeti geçirmek yerine, bu partiler burjuvazi hükümetinin desteklenmesinin, onunla uzlaşmanın, bir koalisyon hükümeti kurulmasının doğru olduğunu öne sürüyorlardı. Devrimin ilk beş ayı içinde-ki gelişmesinin özsel içeriği, işte halk çoğunluğunun kendilerine bel bağlamış bulunduğu sosyalist-devrimci ve menşevik partiler tarafından uygulanan bu burjuvazi ile uzlaşma siyasetinde bulunur.

IVİlkin sosyalist-devrimciler ve menşeviklerin burjuvazi ile bu uzlaşma si-

yasetinin nasıl uygulandığını görelim. Sonra halkın hangi nedenle onlara gü-vendiğini araştıracağız.

VMenşevikler ve sosyalist-devrimcilerin kapitalistler ile uzlaşma siyaseti,

bazı şu, bazı bu biçim altında, Rus devriminin bütün evrelerinde uygulandı.

urun_31_17haz.indd 110urun_31_17haz.indd 110 17.06.2011 16:53:5517.06.2011 16:53:55

Page 112: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

111

Tam 1917 Şubatı sonunda, halk zaferi kazanır ve çarlık iktidarı devrilir devrilmez, kapitalistlerin Geçici Hükümeti, “sosyalist” olarak, Kerenski’yi içine aldı. Aslında, Kerenski hiçbir zaman sosyalist olmamıştı; o bir trudo-vikten başka bir şey değildi ve ancak 1917 Martından sonra, yani bu iş artık hiçbir tehlike göstermediği ve elverişli olmaktan geri kalmadığı zaman sos-yalist-devrimciler arasında yer almaya başladı. Kapitalist Geçici Hükümet, Petrograd sovyeti başkan yardımcısı Kerenski aracılığı ile, hemen sovyeti kendine bağlamaya, onu evcilleştirmeye girişti. Ve Sovyet –yani orada ağır basan sosyalist-devrimciler ile menşevikler– evcilleşmeye razı oldu: kapitalist Geçici Hükümet kurulur kurulmaz, verdiği sözleri yerine getireceği “ölçüde”, “onu desteklemeyi” kabul etti.

Sovyet, kendini, Geçici Hükümetin işlerini bir gerçekleme, bir denetleme organı olarak görüyordu. Sovyet liderleri, hükümet ile bağlantıyı sağlamak üzere, “irtibat komisyonu” denen bir komisyon kurdular. Bu irtibat komisyo-nu içinde, Sovyetlerin, doğrusunu söylemek gerekirse koltuksuz ya da resmî olmayan bakanlar olan sosyalist-devrimci ve menşevik liderleri, kapitalistle-rin hükümeti ile durmadan görüşüp konuşmakta idiler.

Bu durum bütün Mart ayı ve hemen hemen bütün Nisan ayı boyunca sürdü. Zaman kazanmaya çalışan kapitalistler, oyalamalara ve kaçamaklara başvuruyorlardı. Bu dönem boyunca, kapitalist hükümet devrimi geliştirmek için az buçuk ciddi hiçbir önlem almadı. Hatta doğrudan doğruya kendisine düşen ivedi görevini –Kurucu Meclisi toplantıya çağırmak– yerine getirmek için bile, hükümet kesinlikle hiçbir şey yapmadı; sorunu yerel örgütler önü-ne koymadı, onu irdeleyecek merkez komisyonunu bile kurmadı. Hüküme-tin yalnızca bir tek kaygısı vardı: Çarın İngiltere ve Fransa kapitalistleri ile imzalamış bulunduğu uluslararası soygunculuk antlaşmalarını gizlice yeni-lemek; devrimi, elden geldiğince sakınımlı bir biçimde ve belli etmeyerek en-gellemek; her şeyi vaat etmek, hiçbirini tutmamak. “İrtibat komisyonu”nda, sosyalist-devrimciler ve menşevikler, tumturaklı sözlerle, vaatlerle, “caksın ve ceksin”lerle avutulan enayiler gibi görünüyorlardı.

Sosyalist-devrimciler ve menşevikler, masaldaki karga gibi, kendilerini pohpohlara kaptırıyor, ve onlarsız hiçbir işe girişmediklerini söyledikleri Sovyetlere karşı duydukları yüksek saygının inancasını veren kapitalistleri kıvançla dinliyorlardı.

Gerçekte, kapitalistlerin hükümeti devrim için kesin olarak hiçbir şey yapmış olmaksızın zaman geçiyordu. Ama, devrime karşı hükümet bu za-

urun_31_17haz.indd 111urun_31_17haz.indd 111 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 113: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

112

man içinde, gizli soygunculuk antlaşmalarını yenileme, ya da daha doğru-su, İngiliz-Fransız emperyalizminin diplomatları ile, daha az gizli olmayan tamamlayıcı görüşmeler aracılığıyla bu antlaşmaları onaylama ve “canlan-dırma” başarısını da göstermişti. Devrime karşı, hükümet, bu zaman içinde, harekât alanlarında bulunan ordunun general ve subaylarının karşıdevrimci bir örgütünün (ya da en azından bir yaklaşmanın) temellerini atma başarısını göstermiştir. Devrime karşı, hükümet, işçilerin baskısı altında ödün üzerine ödün verme zorunda kalan, gene de, aynı zamanda üretimi baltalamaya ve kendileri için en elverişli zamanda durdurulmasını hazırlamaya başlayan sa-nayicileri, fabrikacıları, işyeri sahiplerini örgütlemeye başlamıştı.

Bununla birlikte, öncü işçi ve köylülerin Sovyetler içindeki örgütlenme-si de durmadan ilerliyordu. Ezilen sınıfl arın en iyi temsilcileri, hükümetin, Petrograd Sovyeti ile uzlaşmasına karşın, Kerenski’nin tumturaklı konuşma-larına karşın, “irtibat komisyonu”nun varlığına karşın, bir halk düşmanı, bir devrim düşmanı olarak kaldığını da anlıyorlardı. Yığınlar, eğer kapitalistlerin direnci kırılmazsa, barış davasının, özgürlük davasının, devrim davasının hiç kuşku götürmez bir biçimde yitirileceğini anlıyorlardı. Yığınlar arasındaki sabırsızlık ve öfk e büyüyordu.

VIBu sabırsızlık ve öfk e, 20-21 Nisan günleri taştı. Hareket kendiliğinden

olmuş, kimse onu hazırlamamıştı. Bu hareket öylesine açık bir biçimde hükü-mete karşı yönelmişti ki, hatta bir alay, silahlı gösteride bulundu ve bakanla-rı tutuklamak için Marie sarayına gitti. Hükümetin artık tutunamayacağını herkes açıkça gördü. Sovyetler, ne yandan gelirse gelsin en küçük bir dirençle karşılaşmaksızın iktidarı alabilirlerdi (ve almalıydılar da). Bunu yapacak yer-de sosyalist-devrimciler ve menşevikler, yıkılmakta olan kapitalist hükümeti desteklediler, uzlaşmalar ardında koşarak ona daha çok bağlandılar ve devri-mi yıkıma götüren daha da kötü işlere giriştiler.

Devrim, bütün sınıfl arı, olağan zamanda, barış zamanında görülmemiş bir çabukluk ve bir derinlik ile eğitir. Daha iyi örgütlenmiş ve sınıfl ar savaşı-mı ve siyaset konusunda daha deneyimli olan kapitalistler, kendilerini öbür sınıfl ardan daha hızlı yetiştirdiler.

Hükümetin durumunun tutulacak yeri olmadığını görerek, işçileri aldat-mak, bölmek ve güçten düşürmek için, 1848’den beri öteki ülkeler kapitalist-lerinin onlarca yıl boyunca kullanmış bulundukları bir yönteme başvurdular.

urun_31_17haz.indd 112urun_31_17haz.indd 112 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 114: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

113

Bu yöntem, “koalisyon” denilen, yani burjuvazi temsilcileri ile sosyalizm dö-neklerini bir araya getiren bir hükümet kurmaya dayanır.

Devrimci işçi hareketinin yanında, özgürlük ve demokrasinin başka yer-lerde olduğundan daha uzun zamandan beri var oldukları ülkelerde, İngiltere ve Fransa’da kapitalistler bu yöntemi birçok kez büyük bir başarı ile kullan-mışlardır. Burjuva bir hükümete girmiş bulunan “sosyalist” önderler, kendi-lerini kapitalistler için paravana, işçiler karşısında aldatma aleti rolü oynayan ciğeri beş para etmez adamlar, kuklalar olarak göstermekten geri kalmıyor-lardı. Rusya’nın “demokrat ve cumhuriyetçi” kapitalistleri de bu aynı yönteme başvurdular. Sosyalist-devrimciler ile menşevikler kendilerini hemen oyuna kaptırdılar ve 6 Mayıs günü, Çernov, Çereteli ve hempalarını içine alan bir “koalisyon” hükümeti, artık bir oldu bitti idi.

Sosyalist-devrimci ve menşevik partiler alıklarının, önderlerinin bakan-lık şanının parıltıları altında hayranlıktan kendilerinden geçmiş bir biçimde, etekleri zil çalıyordu. Kıvanç içindeki kapitalistler, ellerini ovuşturuyorlar-dı; halka karşı, kendilerine “cephelerdeki saldırı eylemlerini”, yani gerçekten durmak üzere olan emperyalist soygunculuk savaşının yeniden başlamasını destekleme sözü vermiş bulunan “Sovyetler önderleri”nin yardımını sağla-mışlardı. Kapitalistler bu önderlerin kasıntılı güçsüzlüğünü iyi tanıyorlardı; burjuvazi tarafından –üretimin denetimi ve hatta örgütlenmesi konusunda, barış siyaseti konusunda, vb.,– verilmiş bulunan sözlerin hiçbir zaman tutul-mayacağını biliyorlardı.

Öyle de oldu. Devrimin gelişmesinin ikinci evresi, 6 Mayıstan 9 ya da 19 Hazirana değin, sosyalist-devrimciler ve menşevikler ile güçlük çekmeksizin oynamayı hesaplamış bulunan kapitalistlerin hesaplarını eksiksiz bir biçimde doğruladı.

Peşehonov ve Skobelev, kapitalistlerin kârları üzerinden %100 vergi alı-nacağını, kapitalistlerin “direnç”inin “kırılmış bulunduğunu” vb. söyleyerek, cafcafl ı sözlerle hem kendilerini hem de halkı aldatırlarken, kapitalistler güç-lenmeye devam ediyorlardı.

Kapitalistlere boyun eğdirmek için bu zaman boyunca pratik olarak hiç, ama hiçbir şey yapılmadı. Bakan olmuş sosyalizm dönekleri, hem de tüm dev-let yönetim aygıtı, bürokrasi (memurlar) ve burjuvazinin ellerinde kalmaya devam ederken, gerçeklikte ezilen sınıfl arı aldatmaya yönelik konuşma maki-nelerinden başka bir şey değildiler. Sanayi müsteşarı ünlü Palçinski, kapita-listlere karşı yönelmiş bulunan bütün önlemlerin gerçekleşmesini engelleyen

urun_31_17haz.indd 113urun_31_17haz.indd 113 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 115: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

114

bu aygıtın tipik temsilcisi idi. Bakanlar gevezelik ediyor ve işler oldukları gibi kalıyorlardı.

Burjuvazi, devrime karşı savaşmak için, özellikle bakan Çereteli’yi kulla-nıyordu. Kronştad’ı “yatıştırma”ya gönderdiler onu: oradaki devrimciler, hü-kümet tarafından atanmış bulunan komiseri görevinden alma saygısızlığını göstermişlerdi. Kronştad’ı “Rusya’dan ayrılmak” istemekle suçlayan, bu bu-dalalığı ve başka benzerlerini her ton üzerinden yineleyen, küçük-burjuvaziye ve ham kafalara korku salan burjuva basın, Kronştad’a karşı son derece gürül-tülü; kinci, azgın bir yalan, kara çalma ve kışkırtma kampanyası açtı. Anla-yışı kıt ve ürküntüye kapılmış ham kafaların en tipik temsilcisi olan Çereteli, burjuvazi tarafından atılmış bulunan kara çalmalar oltasını eşi bulunmaz bir “iyi niyet” ile yuttu; karşıdevrimci burjuvazinin bir uşağı rolünü oynadığını anlamaksızın, büyük bir çaba ile Kronştad’ı “yıldırımla vurulmuşa döndür-meye ve ona boyun eğdirmeye” koyuldu. Sayesinde devrimci Kronştad ile bir “uzlaşma”nın yapıldığı bir alet durumuna düştü, şöyle ki, kent komiseri düpe-düz hükümet tarafından atanmıyor, ama Kronştad’da seçiliyor ve hükümet tarafından kabul ediliyordu.

Sosyalizmden burjuvazi kampına geçmiş bulunan dönek bakanlar, za-manlarını işte bu sefil uzlaşmalar için harcıyorlardı.

Devrimci işçiler karşısında ya da Sovyetlerde, hükümetin savunmasını üzerine almak için burjuva bir bakanın boy gösteremediği her yerde, ger-çekten burjuvazi yararına çalışan, bakanlar kurulunu savunmak için kan ter içinde kalan, vaatleri, vaatleri ve vaatleri yineleyerek, ve ona beklemeyi, bekle-meyi ve beklemeyi öğütleyerek halkı atlatan “sosyalist” bir bakanın –Skoblev, Çereteli, Çernov, daha başkaları– ortaya çıktığı (ya da daha çok burjuvazinin oraya gönderdiği) görülüyordu.

Bakan Çernov’un vakti, özellikle burjuva meslektaşları ile yaptığı pazar-lıklar tarafından dolduruluyordu; ta Temmuza değin, 3-4 Temmuz hareketi sonucu başlayan yeni “iktidar bunalımı”na değin, kadet bakanların istifası-na değin, bakan Çernov tüm zamanını yararlı, ilginç ve halkın özlemleri-ne derinden derine uygun bir işe ayırdı: burjuva meslektaşlarını hiç olmazsa toprakların alım satım işlemlerini yasaklamaya razı etmek için “yüreklendi-riyor”, onları bunu yapmaya çağırıyordu. Petrograd’daki Rusya köylü tem-silcileri kongresinde (sovyet), bu önlem, köylülere gösterişli bir biçimde vaat edildi. Hiçbir zaman tutulmayan bir vaat. Kadet bakanların istifası ile aynı anda kendiliğinden bir patlama olan 3-4 Temmuz devrimci dalgası bu önle-

urun_31_17haz.indd 114urun_31_17haz.indd 114 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 116: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

115

mi uygulamasını sağladığı zamana değin, Çernov bu vaadi ne Mayısta, ne de Haziranda tutabildi.

Ama, hatta o zaman bile, büyük toprak sahiplerine karşı, toprak için sava-şım içinde bulunan köylülerin durumunu ciddi olarak düzeltmekte yetersiz, yalıtık bir önlemden başka bir şey olmadı bu.

Cephede, emperyalist soygunculuk savaşına yeniden başlama görevi, em-peryalist, karşıdevrimci görevi, halkın sevmediği bir Guçkov’un üstesinden gelemediği bu görev, sosyalist-devrimci partinin çiçeği burnunda üyesi, “dev-rimci demokrat” Kerenski tarafından bu sırada parlak bir biçimde ve başarı ile yerine getirilmişti.

Kerenski, kendi belâgatiyle kendinden geçiyordu; onu satranç tahtası üze-rinde ileri sürülen bir piyon gibi oynatan emperyalistler, ona dalkavukluk ediyor, pohpohluyor, göklere çıkarıyorlardı.

Bütün bunlar, kapitalistlerin çıkarlarına inanç ve sevgi ile hizmet ettiği, ve “devrimci birlikleri”, çar Nikola II tarafından İngiltere ve Fransa kapitalistleri ile imzalanan antlaşmaların uygulanması olarak, Rus kapitalistlerinin İstan-bul ve Lvov’u, Erzurum ve Trabzon’u elde etmeleri için yürütülmüş bulunan savaşın yeniden başlamasını kabul etmeye çağırdığı içindi.

Rus devriminin ikinci evresi, 6 Mayıstan 9 Hazirana değin, böyle geçti. Karşıdevrimci burjuvazi, “sosyalist” bakanların perdesi ve koruyuculuğu al-tında, pekişti, güçlendi; aynı zamanda hem dış düşmana, ve hem de iç düşma-na, yani devrimci işçilere karşı bir saldırı hazırladı.

VIIDevrimci işçilerin partisi, bolşevik parti, yığınların karşı konmaz bir bi-

çimde artmış bulunan hoşnutsuzluk ve öfk elerini örgütlü bir biçimde açığa vurmalarını sağlamak ereğiyle, 9 Haziran için Petrograd’da bir gösteri hazır-lıyordu. Burjuvazi ile uzlaşmaları içinde sıkışıp kalmış ve emperyalist saldırı siyaseti tarafından bağlanmış bulunan sosyalist-devrimci ve menşevik ön-derler, yığınlar arasında sahip oldukları etkinin yıkıldığını sezerek korkuya kapıldılar.

Ve bu kez sosyalist-devrimciler ile menşevikleri karşıdevrimci kadetlere bağlayan şey, gösteriye karşı genel bir homurdanma oldu. Sosyalist-devrim-ciler ile menşeviklerin yönetimi altında ve bunların kapitalistler ile uyuşma siyasetleri sonucu, küçük-burjuva yığınlar tarafından karşıdevrimci burjuva-zi ile bir ittifaka doğru gerçekleştirilen yüzgeridönüş büsbütün belirginleşti,

urun_31_17haz.indd 115urun_31_17haz.indd 115 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 117: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

116

heyecan verici bir özgülükle belirdi. 9 Haziran bunalımının tarihsel önemi, sınıfsal anlamı, işte budur.

İşçileri, o sırada, birleşmiş bulunan kadetler, sosyalist-devrimciler ve men-şeviklere karşı umutsuz bir kavgaya sürüklememek kaygısı ile davranan bol-şevikler, gösterinin yapılmasından vazgeçtiler. Ama, hiç değilse yığınların bir güven kalıntısını korumak isteyen sosyalist-devrimci ve menşevik partiler, kendilerini 18 Haziran günü ortak bir gösteri saptama zorunda gördüler. Bur-juvazinin öfk esi doruk noktasında idi, çünkü o, bu kararı haklı bir biçim-de küçük-burjuva demokrasisinin proletaryaya doğru eğildiğinin göstergesi olarak yorumluyordu; cephede saldırıyı başlatarak, demokrasinin eylemini kötürümleştirmeyi kararlaştırdı.

Gerçekten, 18 Haziran günü, devrimci proletaryanın sloganları, bolşeviz-min sloganları, Petersburg yığınları arasında son derece gösterişli bir zafer kazandı ve, 19 Haziran günü de, burjuvazi ve bonapartçı Kerenski, cephede saldırının, tam da 18 Haziran günü başlamış bulunduğunu gösterişli bir bi-çimde bildiriyorlardı.

Pratik olarak, saldırı, engin emekçiler çoğunluğunun iradesine karşı, soy-gunculuk savaşının kapitalistler yararına yeniden başlaması anlamına geliyor-du. Bundan ötürü, saldırı, zorunlu olarak, bir yandan şovenizmin olağanüstü bir belirginleşmesini ve askerî (ve dolayısıyla siyasal) iktidarın bonapartçılar askerî kliğine geçişini; öte yandan, yığınlara karşı zor kullanılmasını, enter-nasyonalistlerin canına kıyılmasını, ajitasyon özgürlüğünün kaldırılmasını, savaş düşmanlarının tutuklanmalarını ve kurşuna dizilmelerini içeriyordu.

Eğer 6 Mayıs günü, sosyalist-devrimcileri ve menşevikleri burjuvazinin zafer arabasına bir ip ile bağladıysa, 19 Haziran günü de, kapitalistlerin uşak-ları olarak, onları bir zincir ile oraya perçinledi.

VIIISoygunculuk savaşının yeniden başlaması sonucu, yığınların öfk esi, doğal

olarak, artan bir hızlılık ve zorluluk ile yoğunlaştı. 3 ve 4 Temmuz günleri, yığınların öfk esi, bolşeviklerin elbette elden geldiğince örgütlü bir biçim ver-meye çalışacakları patlayışı bir yerde durdurmak için gösterdikleri çabalara karşın, patlak verdi.

Burjuvazinin köleleri olan, efendileri tarafından zincire vurulmuş bulu-nan sosyalist-devrimciler ile menşevikler, hem gerici birliklerin Petrograd’a çağrılmasını, hem ölüm cezasının yeniden yürürlüğe girmesini, hem işçilerin

urun_31_17haz.indd 116urun_31_17haz.indd 116 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 118: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

117

ve devrimci birliklerin silahsızlandırılmasını, hem de tutuklamaları, kovuş-turmaları, gazetelerin yargılanmadan yasaklanmasını, her şeyi kabul ettiler.

Burjuvazinin hükümet içinde tamamen alamadığı ve Sovyetlerin de iste-medikleri iktidar, kadetler ve yüz-karalar, büyük toprak sahipleri ve kapita-listler tarafından, kolayca anlaşılabileceği gibi, sınırsız koşulsuz desteklenen bonapartçıların, askerî kliğin eline düştü.

Düşüşten düşüşe. Burjuvazi ile uzlaşma eğik düzlemine bir kez girdikten sonra, sosyalist-devrimciler ile menşevikler karşı konmaz bir biçimde kaydı-lar ve dibi buldular. 28 Şubat günü, Petrograd sovyetinde, burjuva hükümete koşullu bir destek sözü vermişlerdi. 6 Mayıs günü, onu bozgundan kurtarıyor ve, saldırıyı kabul ederek, hükümetin uşakları ve savunucuları durumuna ge-liyorlardı. 9 Haziran günü, devrimci proletaryaya karşı amansız kin, yalan ve kara çalma kampanyasında, karşıdevrimci burjuvazi ile birleşiyorlardı. 19 Haziran günü, yağma savaşının, bir gerçek durumuna gelmiş bulunan yeni-den başlamasını onaylıyorlardı. 3 Temmuz günü, gerici birliklerin getirtilme-sini kabul ediyorlardı; iktidarın kesin olarak bonapartçılara bırakılmasının başlangıcı oldu bu. Düşüşten düşüşe.

Sosyalist-devrimci ve menşevik partilerin bu yüz kızartıcı sonu, bir rast-lantı sonucu değil; küçük patronların, küçük-burjuvazinin iktisadî durumu-nun, Avrupa deneyimi tarafından birçok kez doğrulanmış bulunan sonucu-dur.

IXKüçük patronların “zengin olmak”, gerçek patronlar durumuna gelmek,

“ensesi kalın” patron düzeyine, burjuvazi düzeyine yükselmek için, bütün güçlerini kullandıklarını, her şeyi yaptıklarını elbette herkes gözlemlemiştir. Kapitalizm hüküm sürdükçe, küçük patronların şundan başka bir seçenekleri yoktur: ya kapitalist olmak (en iyi durumda, ancak yüz küçük patrondan bi-rinin başına gelebilir bu), ya da yıkıma uğramış küçük patron, yarı-proleter, sonra da proleter durumuna düşmek. Bu, siyasette de böyledir: küçük-bur-juva demokrasisi, özellikle önderleri, burjuvazinin kuyruğuna takılır. Kü-çük-burjuva demokrasisi önderleri, kendi yığınlarını, büyük kapitalistler ile bir uzlaşma olanağı üzerindeki vaatler ve inançlarla avuturlar. İşler iyi gitti-ğinde, kapitalistlerden, çok kısa bir zaman için ve emekçi yığınların çok kü-çük bir yüksek katmanı yararına, ufak tefek ödünler koparırlar. Ama, bütün önemli sorunlarda, bütün kesin sorunlarda, küçük-burjuva demokrasisi, her

urun_31_17haz.indd 117urun_31_17haz.indd 117 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 119: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

118

zaman, güçsüz bir uzantısı olduğu burjuvazinin kuyruğuna takılmış ve her zaman malî kralların elleri arasında yumuşak bir alet olmuştur. İngiltere ve Fransa’nın deneyimi, bu gerçeği birçok kez doğrulamıştır.

Özellikle emperyalist savaş ve bu savaşın yol açtığı derin bunalım tara-fından etkilenmiş bulunan olayların aşırı bir hızlılık ile olup bittikleri Rus devrimi deneyimi, 1917 Şubatından Temmuzuna değin süren bu deneyim, küçük-burjuvazinin kararsızlığı üzerindeki eski marksist beliti (axiome), dikkate değer bir güçlülük ve açıklık ile doğrulamıştır.

Rus devriminin öğrettiği şudur ki, emekçi yığınlar savaşın demir kıska-cından, açlıktan ve büyük toprak sahipleri ile kapitalistlerin boyunduruğun-dan, kendilerini ancak ve ancak, sosyalistdevrimci ve menşevik partilerden büsbütün kopma, bu partilerin düşmanla işbirlikçi rolünün bilincine açıkça varma, burjuvazi ile her türlü uzlaşmayı geri çevirme, gözü pek bir biçimde devrimci işçilerin safl arına geçme koşulu ile kurtarabilecektir. Yalnızca dev-rimci işçiler, eğer yoksul köylüler tarafından desteklenirlerse, kapitalistlerin direncini kıracak, halkı toprağın ödenmesiz fethine, tam özgürlüğe, açlık üzerindeki yengiye, savaş üzerindeki yengiye, adil ve sürekli bir barışa götü-recek durumdadırlar.

SonsözBu makale, metinden anlaşıldığı gibi, Temmuz sonunda yazıldı.Devrimin Ağustos ayı içindeki tarihi, makalenin içeriğini büsbütün doğ-

ruladı. En sonu, Ağustos sonunda, Kornilov ayaklanması, karşıdevrimci ge-neraller ile birleşmiş bulunan kadetlerin, Sovyetleri dağıtmak ve krallığı ye-niden kurmak istediklerini halka açıkça göstererek, devrimi yeni bir dönüm noktasına götürdü.

Devrimin bu yeni dönüm noktasının gücü nedir ve burjuvazi ile o uğursuz uzlaşma siyasetine bir son verme başarısını gösterecek midir? Yakın gelecek işte bunu gösterecek...

Makale Temmuz 1917 sonunda;sonsöz, 6 (19) Eylül 1917 günü yazıldı.

Makale 12 ve 13 Eylül (30 ve 31 Ağustos) 1917 günleriRaboçi gazetesi sayı 8 ve 9’da yayınlandı.

İmza: sayı 8’de, N-kov, sayı 9’da, N. Lenin

urun_31_17haz.indd 118urun_31_17haz.indd 118 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 120: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

119

Hayatını işçi sınıfı mücadelesine adamış bir öğretmen, bir aydın, bir sendika eğitimcisi, bir örgütçü ve bunların hepsini yapmasını sağlayan yönüyle bir militan. TKP’nin savaş erlerinden biri, işçi sınıfının Süley-manı, Süleyman Üstün. Ölümünün dördüncü yıl dönümde yine mezarı başında buluştuk; yoldaşları, aile-si, çalışma arkadaşları, öğrencileri, dostları, onu örnek alan genç işçiler, hâlâ ondan öğrenmeye devam eden-ler. 19 Mayıs 2007’de yitirdiğimiz Süleyman Hoca’nın resmini daha 18 gün önce yani 1 Mayıs’ta taşıyarak onu çok sevdiği işçilerle, işçi sınıfıyla

İşçi Sınıfının Süleymanıyla Birlikte Yürüyoruz

buluşturanlar olarak şimdi de mezarı başındaydık.

“Dalgaları karşılayan gemiler gibi…”

Süleyman Üstün 1927’de Tekirdağ’ın Saray ilçesinin Karlı Köyü’nde bir çift çi ailesinin çocuğu-olarak dünyaya geldi. Köy ilkokulu-nu bitirdikten sonra Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde okumaya başladı. Me-zun olduktan sonra zorunlu hizme-tini tamamlamak için Çerkezköy’ün Yanıkağıl köyünde göreve başladı. Yanıkağıllılarda Üstün ailesinin hatı-rası hâlâ sımsıcak.

Süleyman Üstün ilerleyen yıllar-da İstanbul’a yerleşerek öğretmen hareketinin içine girmişti. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kurucuları arasında yer almış, TÖS İstanbul İl Başkanlığını yapmıştı. Aynı dönemlerde işçi hareketiyle de bağlar kuruyor, Türkiye İşçi Partisi (TİP) çalışmalarına katılıyordu. O artık yüzünü sosyalizme dönmüştü. Öğretmen hareketi içerisinde Dev-rimci Eğitim Şurası, Büyük Eğitim Yürüyüşü ve dört gün süren Genel Öğretmen Boykotu gibi emek hareke-tindeki önemli köşe taşlarında; siya-sal alanda ise TİP’in meclise girmesi çalışmalarında Süleyman Hoca’nın eşsiz katkıları olmuştur. O yıllarda Türk-İş içerisinde yükselen işçi ha-reketi Türk-İş’in kabına sığamaz ve büyük bir kopuşla 1967’de DİSK ku-rulur. Süleyman Üstün DİSK’in ku-

UNUTMA

urun_31_17haz.indd 119urun_31_17haz.indd 119 17.06.2011 16:53:5617.06.2011 16:53:56

Page 121: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

120

ruluş çalışmalarına da katkı koymuş-tur. DİSK kurulduktan sonra ise ilk defa Lastik-İş Sendikası’nda olmak üzere işçi eğitimleri vermeye başlar. Süleyman Hoca bir sendika eğitim-cisi olmanın dışında iyi bir örgütçü, yaratıcı bir taktikçi, eşsiz bir propa-gandacı ve ajitatördü. 15-16 Haziran Genel Direnişinde tutuklanan 32 ki-şiden biri olması da burjuvazinin de bu özelliklerini bildiğinin ve bu dire-nişteki yerinin bir işareti olsa gerek.

1960’ların toplumsal yükselişini durdurmak isteyen burjuvazi işçi sı-nıfının ve yükselen devrimci öğrenci hareketinin karşısına 12 Mart faşiz-miyle çıktığında da işçi sınıfının Sü-leymanı mücadeleden geri durmadı. 27 gün süren Gayrettepe’deki işken-ce günlerinin ardından yaralarının iyileşmesi için uzun süren bir tedavi görmek durumunda kaldı. 12 Mart karanlığının yırtılıp atılmasında ve yeniden yükselen işçi hareketine eği-timci ve örgütçü olarak büyük kat-kılar verdi. Sınıf bilinçli işçi önder-lerinin yetiştirilmesindeki emeği ise tartışılmaz.

Hemen hemen her grev çadırında, her işçi direnişinde sesi işçilerin ku-laklarında fikirleri zihinlerinde yan-kılanmıştır. DİSK’teki görevlerini yü-rüten Süleyman Üstün işçi sınıfının öncü partisi TKP ile de bağ kurmuştu. 1979 yılında İlerici Kadınlar Derneği (İKD) başkanı Beria Önger’in ara se-çimlere bağımsız senatör adayı olarak girmesiyle birlikte seçim çalışmaları-nın aranan konuşmacısı olarak can-la başla işçi sınıfı adayının seçilmesi

için çalışmıştı. Yükselen ATILIM günleri karşısında burjuvazi tekrar ve daha ağır bir şekilde faşizme baş-vurarak 12 Eylül darbesini gerçek-leştirir. Bu aynı zamanda Süleyman Üstün’ün politik göçmenlik hayatı-nın başlamasıdır. Zor ve kasvetli göç-menlik dönemi tekrar yurda dönüşü ve sendikal çalışmalara katılmasıyla son bulacaktır. Süleyman Hoca son nefesini verdiğinde dahi hâlâ görev başında bulunan bir sendika eğitim-cisiydi. Hasta yatağında bir yandan 1 Mayıs tartışmalarını izliyor, bir yan-dan da kendisini yalnız bırakmayan çalışma arkadaşlarıyla işçi hareketi ve 1 Mayıs tartışmaları ile ilgili değer-lendirmelerde bulunuyordu.

Yoldaşlarımızı anmak onları an-lamaktır

Süleyman Hoca’yı hatırlamak demek onun yaşamından dersler çı-karmak demektir aslında. Bir yaşam nasıl işçi sınıfı davasına adanır, bir insan ne kadar fedakarca bu uğurda çalışabilir diye sorarsak işçi sınıfı-nın Süleymanı buna gösterilebilecek en güzel örneklerdendir. Süleyman Hoca yaratıcı düşünmek, insanların kalplerine ve bilinçlerine aynı anda seslenmek, onları sınıfın amaçları doğrultusunda seferber edebilmek demektir. Süleyman Hoca kişisel yeteneklerini sınıf kavgasında geliş-tirmek ve yine bu kişisel yetenekleri kavgaya sunmak demektir. Öğren-mek, öğretmek, fedakarca çalışmak, kendini kavgaya adamaktır Süley-man Hoca.

urun_31_17haz.indd 120urun_31_17haz.indd 120 17.06.2011 16:53:5917.06.2011 16:53:59

Page 122: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

121

1960’ların devrimci yükseliş dö-neminde sosyalizme yönelen ve ya-şamını Türkiye halklarının emper-yalizm ve kapitalizmden kurtuluş mücadelesine adayan gençlik ön-derlerinden İbrahim Kaypakkaya’yı (doğumu 1949) anıyoruz. TKP-ML/TİKKO hareketinin kurucusu Kay-pakkaya, 18 Mayıs 1973’te 12 Mart 1971 faşist cuntasının emrindeki iş-kenceciler tarafından öldürülmüştü.

İbrahim Kaypakkaya, 1960’larda uluslararası komünist hareketi saran devrim ve sosyalizm stratejilerine ilişkin tartışmalar sırasında, Çin Ko-münist Partisi’nin görüşlerinden et-kilenmiş ve Maoizmi benimsemişti.

O sıralarda Çin Komünist Partisi, Sovyetler Birliği’ne ve sosyalist sis-temin çoğunluğuna karşı milliyetçi bir çizgiye yönelmiş ve bütün dünya halklarını ABD’nin başını çektiği emperyalizme karşı tutarlı mücade-leden saptıran antikomünist “sosyal emperyalizm” teorisini ortaya atmış-tı. Dünya kapitalist sistemi ABD’nin önderliğinde birleşik bir cephe olarak hareket ederken dünya sosyalist sis-temini, kapitalist ülkelerin işçi sınıfı hareketini ve emperyalizme bağımlı halkların kurtuluş hareketini bölen bu teori, emperyalizmin ekmeğine yağ sürmüş ve daha sonra sosyalist sistemi ortadan kaldıran karşıdev-

rimci kapitalist restorasyonların işini epeyce kolaylaştırmıştı.

Çin Komünist Partisi, ayrıca, o sıralarda, dünya komünistlerine, Çin devriminin özgün koşullarını meka-nik biçimde her yerde geçerli sayan bir stratejiyi dayatıyordu. İşçi sınıfı-nın devrime fiilen önderlik edecek ve bu devrimin temel gücünü oluştura-cak güçte olmadığı varsayımıyla, işçi sınıfını değil, köylülüğü temel güç sayan, devrimin köylerden şehirle-re yöneleceğini öngören bu strateji, Türkiye sosyalist hareketi içerisinde de belli bir etki sağlamıştı.

Türkiye Komünist Partisi’nin ülke içinde doğrudan doğruya örgüt-lenmeyip Türkiye İşçi Partisi’ni des-teklediği, ilerici ve devrimci gençlik hareketi içerisinde Kemalizmi ve sos-

İbrahim Kaypakkaya’yı Anıyoruz

urun_31_17haz.indd 121urun_31_17haz.indd 121 17.06.2011 16:53:5917.06.2011 16:53:59

Page 123: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

122

yalizmi eklektik biçimde birleştiren Milli Demokratik Devrim (MDD) akımının güç kazandığı o yıllarda, İbrahim Kaypakkaya bu akım içinde yer aldı.

İbrahim Kaypakkaya, MDD akı-mının ve ardından da Türkiye’de Ma-oist hareketin merkezini oluşturan Proleter Devrimci Aydınlık-Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi grubunun Kemalist milliyetçi önyargılarından kendini kısa sürede kurtardıysa da, Maoizmin genel ideolojik ve poli-tik çerçevesini aşamadı. Türkiye’de emperyalizme bağımlı kapitalizmin gelişmişlik derecesini değerlendire-medi. Emperyalizme bağımlı orta derecede gelişmiş kapitalist bir ülke olan Türkiye’yi yarı-feodal bir ülke olarak tanımladı. 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’nin deneyimine rağmen, işçi sınıfının devrimin fiilî öncü ve temel gücü olduğunu göre-medi. Temel güç olarak nitelendir-diği köylülere dayanarak köylerden şehirlere yönelecek bir stratejiyi be-nimsedi. Çin yönetiminin ortaya at-

tığı “sosyal emperyalizm” teorisinin antikomünist özünü ve emperyaliz-me karşı mücadeleye verdiği zararla-rı kavrayamadı.

Maoist akımın Marksizm-Leni-nizme ters düşen ideolojik ve politik yanılgılarını paylaşsa da, İbrahim Kaypakkaya, Türkiye halklarının bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine özveriyle katıldı. 12 Mart faşizminin baskılarına boyun eğmeyi reddederek halkı örgütleme çalışmalarını sürdürdüğü Dersim’de esir düştü. Devrimci onurunu savu-narak işkencecilere sır vermedi.

Kapitalist egemenler, onun yaşa-masını kendilerine yönelik büyük bir tehlike sayarak, tıpkı Suphi’lere, Mahir’lere, Deniz’lere, Sinan’lara ve bütün devrim şehitlerimize yap-tıkları gibi, onu öldürmeyi seçtiler. Devrimci önderleri yok ederek dev-rim hareketini durdurabileceğini sanan egemenler, bir kez daha yanıl-dılar. İbrahim Kaypakkaya, devrim-ci mücadele içinde yaşamaya devam ediyor.

ODTÜ’de Amerikan Büyükelçi-si Kommer’in arabasının yakılması olayıyla öne çıkmış 68 Kuşağı dev-rimcilerinden, ömrü boyunca sosya-lizm mücadelesini yürütmeye gayret eden mütevazi, sakin ama yılmaz

kişilikli Halil Çelimli, dün, 13 Mayıs 2011 tarihinde, Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.

TSİP’te, TKP’de, son olarak ÖDP’de aktif siyaset yaparak hiçbir zaman mücadeleden kopmayan de-

Halil Çelimli’yi Kaybettik

urun_31_17haz.indd 122urun_31_17haz.indd 122 17.06.2011 16:53:5917.06.2011 16:53:59

Page 124: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

123

ğerli insan Halil Çelimli, vasiyetine uygun olarak sosyalizmin ev-rensel ezgisi Enternasyonal marşıyla toprağa verildi.

Halil Çelimli’nin ardın-dan ağlamıyoruz. Halil yol-daşın devrim ve sosyalizm mücadelesinde taşıdığı bayra-ğı genç kuşaklara devrederek huzurla bu topraklardan göçtü-ğünü biliyoruz.

Rahat uyu değer-li Halil Çelimli yoldaşımız. Sen

l Çelimli, vasiyetine osyalizmin ev-nternasyonal verildi.

i’nin ardın-z. Halil yol-ve sosyalizm aşıdığı bayra-ra devrederek

aklardan göçtü-

değer-mli

n

Devrim Kahramanları Unutulmaz

Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin kukla-sı 12 Mart 1971 cuntasının 6 Mayıs 1972’de idam sehpasına çıkardığı üç yiğit devrimci, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, dün başta İs-tanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere ülkenin birçok yerinde düzenlenen yürüyüş, miting, basın açıklaması, panel ve törenlerle coşkuyla anıldı. Ankara’daki anma töreni, bağımsız-lık, demokrasi ve sosyalizm mücade-lesinin avukatı Halit Çelenk’in En-ternasyonal marşı eşliğinde toprağa verilmesi töreniyle birleşti.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 1960’ların devrimci yükseliş döneminde gençlik müca-

delesi içinde sosyalizme yönelmiş ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu kurmuşlardı. Kapitalizme ve emper-yalizme karşı ülke, bölge ve dünyada yeni bir devrimci kabarmanın ya-şandığı, bu kabarmayı boğmak üzere emperyalizmin ve uşaklarının azgın bir saldırı, savaş ve işgal politikasına yöneldiği günümüzde işçiler, emek-çiler, gençler, ezilen halklar devri-min bu üç kahramanını unutmadı, onların anısına kitlesel şekilde sahip çıktı.

Kapitalizme ve emperyalizme karşı devrim mücadelesine öncülük eden ve bu mücadelenin belkemiğini oluşturan işçi sınıfı ile işçi sınıfının yolunda yürüyen ilerici gençler, üç

üzülme, devrimci mücadele içinde yer alanlar eksilmiyor, sü-

rekli artıyor. Tüm şehitle-rimize olduğu gibi, Halil Çelimli’ye de sözümüz devrim ve sosyalizm.

Ürün olarak Halil Çelimli’nin başta yol-

daşları olmak üzere, ailesine, sevenlerine ve

tüm yakınlarına baş-sağlığı diliyo-

ruz.

urun_31_17haz.indd 123urun_31_17haz.indd 123 17.06.2011 16:53:5917.06.2011 16:53:59

Page 125: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

124

kahramanın taktik ve stratejik ha-talarından ders çıkarıyor. Onların özlemlerini, onların amacını payla-şıyor; fakat onların özlemlerini, on-ların amacını gerçekleştirmek için, sınıf ve kitle örgütlenmesini, kitle mücadelesini, kitle içinde parti çalış-masını esas alıyor.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam sehpasın-da haykırdıkları son sözler bugün de yolumuzu aydınlatıyor: “Yaşa-sın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm yüce ideoloji-si! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!”

Tam bağımsızlık, işçileri ve emek-çileri sömüren, onları yoksulluğa, işsizliğe ve köleliğe mahkûm eden, halkları ezen, bölge halklarına karşı emperyalizmin yardakçılığını yapan işbirlikçi kapitalist oligarşinin ikti-darına son verilmesini gerektiriyor.

Marksizm-Leninizmi yaşatmak,

işçi sınıfının siyasal ve sendikal ör-gütlerinin, sermayeden, devletten, dinden bağımsız dünya görüşünü benimsemesini ve bu dünya görüşü doğrultusunda hareket etmesini ge-rektiriyor.

Türk ve Kürt halklarının kardeş-liği, enternasyonalizm temelinde tam eşitliğe ve özgürlüğe dayalı bir mü-cadele birliğini savunmayı gerektiri-yor. Bütün dillerin, bütün halkların siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda tam eşitliğini ve özgürlü-ğünü benimsemeden kardeşlik sağ-lanamaz.

Gerçek devrimcilik, toplumun temel üretici gücü olan işçileri ve köylüleri, siyasal ve sosyal yaşamın da yönetici gücü olarak kabul etmeyi gerektiriyor. Üretenlerin kendi ken-dini yönetebilecek güçte olduğunu benimsemeden, elitizmin kibrinden kurtulmadan sosyalizme ve sınıfsız, sömürüsüz, devletsiz, sınırsız bir dünyaya varamayız.

urun_31_17haz.indd 124urun_31_17haz.indd 124 17.06.2011 16:54:0017.06.2011 16:54:00

Page 126: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

125

Emperyalizme karşı mücadele etmeden, bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, laiklik, kadın hakları, işçi hakları, çocuk hakları, adalet, hu-kuk, eşitlik, kardeşlik, yaşanabilir bir doğa asla gerçekleşemez. Emperya-lizm barbarlıktır, gericiliktir, savaş-tır, gerçek bir mafya düzenidir. Em-

peryalizme karşı ilkesel tavır almak, devrimciliğin asgari koşuludur.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Türkiye işçi ve emek-çilerinin, ezilen halkların yoldaşları olarak hep aramızda yaşamaya de-vam edecek.

Sosyalist Avukat Halit Çelenk’i Yitirdik

Avukatımız Halit Çelenk bağım-sızlık, devrim ve sosyalizm mücade-lesinde yaşayacak.

Daha çok “Denizlerin avukatı” olarak bilinen sosyalist avukat Ha-lit Çelenk, 1921 yılında Antakya’da doğdu. 1944 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi ve ömrü boyunca vazgeçmeyeceği avukatlığa başladı. Sosyalizm mücadelesine 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne üye olarak girdi.

Denizlerin 6 Mayıs 1972 yılında idam edilmelerinin yıldönümünden bir gün önce Ankara’da hayatını kaybetti.

Sosyalist avukatımız Halit Çe-lenk, 90 yıllık ömründe hep ezilen-lerle, dışlananlarla, işten atılanlarla, işkence görenlerle, tutuklananlarla birlikte oldu; onların sesi, soluğu, sa-vunmanı oldu.

Halit Çelenk, hem 12 Mart, hem de 12 Eylül faşizmlerinde devrimci-lerin ve sosyalistlerin savunmalarını bütün baskı ve yıldırma gayretlerine rağmen onuruyla korudu. Asla mad-di olarak zenginleşmeyi hedefl emedi. Halkının yanında, sömürülenlerin yanında, ezilenlerin yanında bağır-madan, çağırmadan, sessizce ama dimdik durmasını bildi.

TİP, TKP, DİSK, Barış Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Dev-Yol, Türkiye Öğretmenler Sendikası, TÖB-DER, TBKP, Türk Tabibleri Bir-liği, İnsan Hakları Derneği ve isimli

urun_31_17haz.indd 125urun_31_17haz.indd 125 17.06.2011 16:54:0017.06.2011 16:54:00

Page 127: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

126

isimsiz pek çok örgütün avukatlığını üstlendi.

Sağlam hukuk bilgisiyle insan haklarının, söz ve ifade özgürlüğünün evrensel normlara kavuşması için de-falarca yazılar yazdı, bilirkişilik yaptı.

“İdam Gecesi Anıları”, “THKO Davası, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Arkadaşlarının Sor-gu ve Savunmaları”, “Devlet Güven-lik Mahkemeleri Niçin Kaldırılma-lı”, “Hukuksuz Demokrasi”, “Umut Hangi Dağın Ardında”, “Barış Savaş-çıları”, “Beş Kapı Beş Kilit” adlı eser-leri kazandırdı.

Sosyalist avukatımız Halit Çelenk işçi sınıfının, devrimcilerin, sosya-

listlerin, ilerici gençlerin bağımsızlık, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşayacak. Devrim günü geldiğinde, bayrağımızı dalgalandıran emekçile-rimiz onun da adına yer verecekler.

Türkiye işçi sınıfının büyük şairi, Türkiye Komünist Partisi'nin özveri-li sanatçısı Nâzım Hikmet, 3 Haziran 1963'de öldü. TKP Merkez Komitesi üyesi olarak görev yaparken aramız-dan ayrılan Nâzım yoldaş, aslında bağımsızlık, devrim, sosyalizm mü-cadelesinin her adımında bize eşlik etmeye devam ediyor.

Üzüntümüzü, sevincimizi, çare-sizliğimizi, kahramanlığımızı, sab-rımızı, öfk emizi, sevdamızı, yurt sevgimizi, enternasyonalist dayanış-mamızı onun şiirleriyle yaşıyoruz.

Nâzım Hikmet Aramızda

Kapitalist egemenlere, emperyalist efendilere hadlerini onun dizeleriy-le bildiriyor, sömürüsüz, savaşsız ve sınırsız yepyeni bir dünya özlemini onun sözleriyle haykırıyoruz.

Nâzım Hikmet aramızda. Tür-kiye devrimi zafere ulaştığında, bu güzelim ülkede özgürlük en şanlı el-bisesiyle, işçi tulumuyla elini kolunu sallayarak dolaştığında, Nâzım, tıpkı bugün olduğu gibi, yine aramızda olacak.

Onu “Vatan Haini” şiiriyle anıyo-ruz.

urun_31_17haz.indd 126urun_31_17haz.indd 126 17.06.2011 16:54:0017.06.2011 16:54:00

Page 128: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

127

VATAN HAİNİ

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.Vatan çift liklerinizse,kasalarınızın ve çek deft erlerinizin içindekilerse vatan,vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa,vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan,ben vatan hainiyim.Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

urun_31_17haz.indd 127urun_31_17haz.indd 127 17.06.2011 16:54:0017.06.2011 16:54:00

Page 129: Ürün Sosyalist Dergi - Sayı 31

urun_31_17haz.indd 128urun_31_17haz.indd 128 17.06.2011 16:54:0017.06.2011 16:54:00