uluslararasi İslÂm ve model İnsan -...
TRANSCRIPT
-
ULUSLARARASI İSLÂM VE MODEL İNSAN
SEMPOZYUMU
International Symposium On Islam And Model Human
المؤتمر الّدولي عن اإلسالم واإلنسان النّموذجيّ
26-27-28 Nisan 2018 – KAHRAMANMARAŞ
Adres:
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi Kültür Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı
Kültür ve Turizm Şube Müdürlüğü
(0 344 223 76 71)
&
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı
Tel: (0344 300 27 01)–
e-mail:
mailto:[email protected]
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN
SEMPOZYUMU
26-27 NİSAN 2018
Düzenleme Kurulu Başkanı
Cevdet KABAKCI
(Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı)
Editör
Prof. Dr. M.Akif ÖZDOĞAN
Doç. Dr. Faruk ÇİFTÇİ
Dr. Ögr. Üyesi Fatih TİYEK
Dr. Ögr. Üyesi Veli ABA
Arş. Gör. Sezai KORKMAZ
Arş. Gör. İrfan KARA
Dizgi&Mizanpaj ve Tasarım
Arş. Gör. Sezai KORKMAZ
Arş. Gör. İrfan KARA
ŞÜKRAN İŞÇİ
ISBN
978-605-4996-62-9 (Tk.)
978-605-4996-63-6
Basım Tarihi
EKİM 2018
Yapım &Baskı
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Kültür ve Turizm Şube Müdürlüğü
Yönetim Yeri
Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı
Kültür ve Turizm Şube Müdürlüğü
0 (344) 225 24 15 - 16
www.kahramanmaras.bel.tr
Bu eserin bütün hakları saklıdır. Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinden
yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde
kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayımlanamaz.
http://www.kahramanmaras.bel.tr/
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
472
KUR’ÂN’DA OLUMSUZ ÖZELLİKLERİ ANLATILAN İNSAN İLE HALİFE OLUŞU
ARASINDAKİ DİYALEKTİK İLİŞKİ
Yakup BIYIKOĞLU
ÖZET
Kur’ân a göre olarak değerli varlık insandır. Bu mukaddes özelliği nedeniyle Allah’ın (cc) meleklere
Hz. Âdem’in üstünlüğünü kabul etmelerini ve ona saygı duymalarını emreder. (Bakara 2/34/İsrâ 17/61)
Böylece İblis hariç bütün meleklerin bu emre uyup Hz. Adem’in üstünlüğünü kabul etmeleri (A’raf
7/11) haber verilmektedir. Yine genel olarak insanı yücelterek Yüce Allah’ın, insan suretini yarattığında
ruhundan ona üflemesi (Hicr 15/29), Âdemoğlunu diğer yarattıklarımızdan üstün kılması (İsrâ 17/70)
ayetlerde zikredilmektedir. Son olarak da Tîn Sûresinde nihaî olarak insanın en güzel surette
yaratıldığından haber verilmektedir.
Tüm bunların yanında Mekkî ayetler bağlamında bakıldığında ayetlerin bir kısmında da insan
yerilmektedir. Şöyle ki bu hususlar için Kur’an’da insan hakkında Rabbine karşı nankör (Adiyât 100/6),
aciz (Maide 5/31), hırsına düşkün (Fecr 89/16-20) ve insanın sabır ve tahammül olarak zayıf olduğundan
haber verilmektedir. (Nisâ 4/28) Böyle olmakla beraber olumsuz nitelikleri olan insanın yerde ve gökte
ne varsa hepsinin emrine verildiği de anlatılmaktadır (Bakara 2/29). Yine varoluşsal değeri yanında,
insanın davranışlarına göre dereceleri olup, hadislerde bu bağlamda insanın kutsiyetinden
bahsetmektedir.
Sonuç olarak insan olumsuz ve zayıf özellikleriyle öne çıksa da Allah Teâla’nın varoluşsal olarak ona
atfettiği kutsal bir özellik dikkat çekicidir. Zira Kur’ân da bu iki zıt durum birleştirilerek insanın
yeryüzünde halife olmasına vurgu yapar. (Bakara 2/30) Bu çalışmamızda, İslâm’da insana verilen iki uç
vasıflar arasında nasıl bir diyalektik ilişki kurulduğunu açıklamaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Ayet, İnsan, Halife ve İnsan vasıfları.
THE DIALECTICAL RELATION BETWEEN THE HUMAN WHO DESCRIBED WITH
NEGATIVE CHARACTERISTICS IN QUR’AN AND THE HUMAN AS A CALIPH
ABSTRACT
According to the Qur'an the valuable creature is the humanbeing. Because of this holy attribute Allah
(cc) commands angels to accept the supremacy of Adam and to respect him. (2/34; 17/61). It is reported
that all the angels except Iblis had obeyed this command and accepted his supremacy (7/11). Again it is
narrated that Allah exalted human being by breathing into him of His Spirit and by preferring him above
many of those whom He created with a marked preferment. Finally, it is reported in surah al-Tin that
the human being is ultimately created of the best stature.
Besides all these the human being is criticised in the context of the Makkî verses as follows: man is an
ingrate unto his Lord (100/6), helpless (5/31), greedy (89/16-20) and weak in terms of patience and
endurance (4/28). Nonetheless Allah says that He created all what is in the earth for the human being
(2/29) who has the negative characteristics mentioned above. Besides their existential value there are
ranks for human beings according to the life they set forth. Prophetic traditions also mention this
sanctity.
As a result, although human being becomes prominent with his negative and weak features, the sacred
feature attributed existentially to him by Allah is remarkable. The Qur'an also combines these two
opposite conditions to emphasize that the man is the caliph on earth (2/30). In this work, we will try to
explain how a dialectical relation is established between these two extreme qualities given to man in
Islamic religion.
Key Words: Qur’an, Qur’anic verses, Human being, Caliph and Characteristics of human being.
Dr.Öğr.Üyesi, Namık Kemal Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri, Tefsir Anabilim Dalı.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
473
Giriş
Varoşsal baktığımızda Kur’an-ı Kerîm insanı ikili bir vasıfta anlatır. Şöyle ki bu durum: “Kurumuş
balçıktan insan yaratması”1, “İnsanı (en güzel şekilde) tesviye kılıp ona rûhundan üflemesi”2 şeklinde
beyan edilir. Bu şekilde Kur’ân ontolojik olarak varlığında iki farklı alanın birleştiğini ortaya koyar.
Nitekim Kur’ân, bir yönüyle insanın ölümlü olduğuna yani bedenine; diğer yönüyle de ölümsüz ruh
yönüne dikkat çeker. Böyle olmakla birlikte Yüce Allah Kur’ân’da iki yönüne vurgu yapılan insanın
olumsuz ve olumlu özelliklerinden ayrı ayrı bahseder. Ancak Yüce kitap’ta bu iki zıt yönü arasında
diyalektik ilişki kurularak insanın eşref-i mahlûkat oluşu ile halifetullah vasfı ilişkilendirir.
Bu iki cenahın birleşimin en güzel örneğini İslâmî ilimlerden tasavvuf alanında görmek mümkündür.
Zira insanı, kâmil vasfıyla buluşturmayı hedefleyen Tasavvuf’a göre bu ayrım, nâsut-lâhut şeklinde
şekil/sûret-öz/aslî şeklinde tasnif edilir.3 Zira insandaki olumsuz özellikler bedeninin, olumlu vasıflar
ise ruhî/öze dair hususların tezahürü olarak karşımıza çıkar.
Çalışmamızda öncelikle Kur’ân ve tefsirler çerçevesinde ve pratik değer olarak da sünnet, zühde dâir
olgular çerçevesinde insanın selbî vasıflarıyla halifetullah oluşu arasında nasıl bir mantıksal ilişki
kurulduğunu sunmaya çalışacağız. Kaynak olarak da bu hususa ışık tutacak ilk dönem ve modern dönem
tefsirlere başvuracağız. Bu meyanda insan eğitimi ve ahlâk-i kemâl hususlarında tasavvufî eserleri de
dikkate almak suretiyle konuyu aydınlatmaya çalışacağız.
A- İNSAN KELİMESİNİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
Kur’ân’ı Kerim’de insan köküne müteallik kullanımlar seksen dört yerde geçmektedir. Bunların altmış
beşi “insan” şeklinde geçmektedir. On sekiz yerde “ins” ve bir yerde de “insî” olarak geçmektedir.
Kur’ân’da sûre ismi olarak da verilmesi suretiyle insan üzeri dikkat çekilmek istenmiştir.
Kök olarak ise nesy (unutmak) ve üns (alışmak) olmak üzere iki kök ile irtibatlandırılmıştır. Birinci
anlamda İbn Abbas’a (v. 68/687) nispetle, “ahdini unutması” sebebiyle nisyan anlamında bu ismi aldığı
rivâyet edilmektedir. İkincisinde ise, insan ile “üns” mastarı arasında irtibat kurulmuştur. Bu bağlamda
“alışmak ve uyum sağlamak” anlamlarına gelen üns, Türkçe de kullanılan ünsiyet ile alakalı olup4
teennüs “insan olmak” olmak; cana yakın olmak ve vahşi hayvanı evcilleştirme anlamında ist’inâs
anlamına gelmektedir Enes kelimesi de vahşetin karşıtıdır.5 Ragıb el-Isfehâni’ye göre ürkmek
anlamında “nüfûr/نفور” kelimesinin zıddı olarak verilmesi kendi cinsleriyle uyum içerisinde hayatını
idame ettirebilmesidir. İnsanın yaratılış olarak tabiatında sosyal bir varlık olması da bu sebepten
ötürüdür.6
B- KUR’ÂN’A GÖRE İNSANIN ÖZELLİKLERİ
Yüce Kitabımıza baktığımızda genel olarak insan övülse de, bir takım olumsuz vasıflarıyla tasvir
edilerek yerilmektedir. İki zıt vasıfların kendinde toplandığı ve bu şekilde kendine değer atfedilen
insanoğlunu ayet, hadis ve tefsirler perspektifinde açmaya çalışalım. Öncelikle insanın Kur’ân’da
belirtilen olumsuz yönlerinden başlayalım.
1. Olumsuz Özellikleri/Zaafları
Kur’ân, öz olarak topraktan yaratıldığı zikredilen insanın, daha sonra biyolojik olarak cinsel ilişkiye
dayalı yaratıldığından bahseder. Sonra ise ayetlerde insanoğluna Fravun ve Nemrût örneğinde olduğu
gibi, istiğnâda bulunarak kendini ilah addetmesi durumunda, ona “değersiz/önemsiz bir sudan
yaratıldığının hatırlatılmaktadır.7 İnsanın ruh-beden bütünlüğü olmadan anılmaya değer bir varlık
1 En’âm 6/2; Hicr15 /28, Sâd 38/ 71. 2 Hicr 15/29; Sâd 38/72. 3Yaşar Nûri Öztürk, Mevlâna ve İnsan, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1992, s. 39; Rûh Allah’ın yaratıklarına dair emrinin adır.
Dolayısıyla bu bağlamda ruh evrende yaşamın menşei olarak görülür. Kur’an’da ruhun başka nefs, fıtrat, melek, Hz.İsa vb
anlamlarda kullanıldığı da görülmektedir. Bkz. Khosrow Bagheri, Islamic Educatution, Alhoda, Tahran 2005, s. 32; Şaban
Karasakal, “Mental Concept in the Qur’an/Kur’ân’da Rûh Kavramı”, International Journal of Social Sciences, Number: 28, II,
Autumn 2014, s. 282-288. 4Cemaluddin Nuhammed b. Mükrim İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrût ts., VI, s.11; İlhan Kutluer, “İnsan”, DİA,
İstanbul 2000, XXII, s. 320-321. 5 İsmail Hammâd el-Cevherî, es-Sıhah, thk. Ahmed Abdulgafur Atâr, Dâru’l-Âlem, Beyrût 1984, III, 905; İbn Manzûr,
Lisânu’l-Arab, VI, 14-15. 6 Râgıb el-Isfehanî, el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Seyyid Geylanî, Dâru’l-Marife, Beyrût, ts., s. 28. 7 Mürselât 77/20.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
474
olmayacağı belirtilmektedir.8 Velhasıl nutfe (sperm), ‘alak (pıhtı) ve mudgâ (et parçası) olarak başlayıp
sonra kemikleşmesi, kas ve iskelete dönüşmesi ve son olarak da bunları yaratana bir kulluk borcu olduğu
da hatırlatılmaktadır.9. Ancak durum böyle iken, Kur’ân’da bir damla sudan yaratıldığı beyan edilen
insanın, Yaratanına birden düşman kesildiğinden bahsedilmesi manidardır.10 Böylece insanın yaratılış
serüvenine dikkat çekilerek topraktan halk edilen ve sonra biyolojik olarak mücessem bedenin çürüyüp
toprak olacağı ve sonra oradan hesap için çıkarılacağı kendine hatırlatılmaktadır.11 Bu meyanda Kur’ân
da olumsuz özellikleri anlatılan insanla ilgili ayetlerin pek çoğunun Mekkî olması dikkat çekicidir. Bu
hususta ayetlerin ilk muhataplarının müşrikler olması sebebiyle insanın olumsuz vasıflarla
anlatılmasının muhtemel olduğu söylenebilir. Kur’an’ın öngördüğü insan vasıfları bunların zıddıdır.
İnsanın olumsuz olarak Kur’ân’da öne çıkan rûhî özellikleri şunlardır:
a) Nankörlük
Kur’ân, insanın nankör oluşundan bahseder. Şöyle ki ayetlerde “ İnsan rabbine karşı son derece
nankördür.”12, “Kendini mahveden insan ne nankördür”13 ve “…insan gerçekten apaçık nankördür”14
buyrulmaktadır. Yine inançsızlık ve inkâr bağlamında Yüce Allah şöyle buyurur: “Sizi dirilten, sonra
öldüren sonra yine diriltecek olan O’dur. İnsan kesinlikle çok nankördür.”15 “…Bizim ayetlerimizi hain
ve nankörlerden başkası inkâr etmez”16. Cenâb-ı Hak bu ayetleri cevabı olarak nankörlüğün karşılıksız
kalmayacağını, her nefisin ölümü tadacağını, insanın dünyada hayır ve şer açısından denendiğini, sonra
da mutlaka Allah’a hesap verilmek üzere insanın döndürüleceği belirtilmektedir.17
Ayetlerden hareketle insan fıtratı, potansiyel bir özellik olarak şiddet-darlık anında kendisine bir nimet
verilmesi için Allah’ın (cc) fazlını ve rahmetini çok uman bir psikolojik bir yapıya sahiptir. Ancak,
bolluk ve rehavet geldiğinde ise rabbinden hemen yüz çeviren özelliği de bulunan bir varlıktır.
Dolayısıyla insanın Allah’a bağlılık gösterme konusunda zafiyeti vardır.18
b) Geçici Hazza/Menfaatine Düşkünlük
Kur’ân-ı Kerim’de bu husus şöyle anlatılır: “…Zira Rabbim esirgeyip korumazsa nefis insanı daima
kötülüğe, şehevî arzulara yöneltir…”19. İnsanın nefis taşıması itibarıyla geçici hazlara düşkün olduğu
malumdur. İnsanın bu yönüyle ilgili olarak kendine özgü nefsinin doğasında bi’l-kuvve olarak tutkulara
eğilim, kötülüğü buyurganlık özelliği bulunmaktadır. Dolayısıyla insanoğlu, nefsine uyarak kendini
kontrol altına almaz ve nefsinde bulunan olumsuz hasletlerden uzaklaşmazsa fenalığa düşmesi
kaçınılmaz olacaktır.20
c) Cimrilik/Eli Sıkı Olma
“De ki: Şayet Siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla elinizi sımsıkı
tutardınız. Zaten insan son derece cimridir/eli sıkıdır.”21 Burada insanın tavırlarıyla, zaten şuur altındaki
cimrilikleri maddiyata hırslı oluşu yansıtılmaktadır. Ayetin son kısmında da egoizmin, iman ve ahlak
terbiyesinden yoksun bırakan köklü bir karakter oluşuna işaret edilmektedir.22 Yine “الشح” tabiriyle
insanın cimri ve bencil oluşundan bahsedilmektedir.23 Yine insanın malı aşırı sevme mala karşı aşırı
8 Kutluer, “İnsan”, XXII, s. 321. 9 Hâc 22/5; Mu’minûn 23/ 12-15; Furkân 25/54; Fâtır 35/11; Zümer 39/6; Mü’min 40/67; Necm 53/45-46; Vâkıa 56/57; Kıyâme
75/37; İnsan 76/1-3; Mürselât77/20-23; Abese 80/18-19; Târık 86/5 ve ‘Alâk 96/1-2. 10 Nahl 16/4. 11 “O topraktan sizi de yarattık, oraya tekrar döndüreceğiz ve yine oradan biz sizi bir daha çıkaracağız.” (Tâhâ 20/55) 12 İsrâ 17/67; Âdiyât 100/6. 13 Abese 80/17. 14 Zuhruf 43/15. 15 Hacc 22/66. 16 Lokman 31/32. 17 Enbiyâ 21/35. 18 Fahreddin er-Râzî, Mefâtihü’l-Gayb, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1981, XXI, s. 11-12. 19 Yûsûf 12/53. 20 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dinî, Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1979, V, s. 2873. 21 İsrâ 17/100. 22 Kur’an Yolu, Komisyon, DİB. Yayınları, Ankara 2006, III, s. 525. 23 Nisâ 4/128
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
475
düşkünlüğü (24(حبا جما, cimriliği huy edinip zenginleştikçe pintileşmesi25 ve son derece dünya malına
düşkünlüğü26 Kur’ân’ın zemmettiği hususlardandır. Âdiyât Sûresi’nde belirtilen “hayr” kelimesi, “şayet
bir hayır bırakırsa”27 mal anlamında tefsir edilmektedir. Dolayısıyla burada mal isminin verilmesinin
sebebi ise, insanın doğasında mala karşı bir eğilimin olması ve insanının menfaati nedeniyle bunu hayır
gibi değerlendirmesidir. İnsan bu yönüyle de Kur’ân’da yerilmiştir. Zira “لشديد” ifadesiyle de, malı elde
etmede güçlü olması ve bu uğurda kendini bir hırs kaplaması anlatılmaktadır. Ancak kulluk/şükür için
vermeye gelince bu hususta pintileşir ve kaçınır da kaçınır.28
Burada insanda potansiyel olarak cimriliğin olduğu anlaşılmaktadır. Bu hususta insanın bu vasfı
hakkında iki görüş beyan edilebilir. Birincisi, insan muhtaç olduğu ve ihtiyacını giderecek olan şeyi
sever. İhtiyaç duyduğu şeyleri kendine güzel görür. Bunlar ise dışarıdan bir şey edinmeye yaradığı için
onun nazarında değer bulur. O halde insanın asıl vasfı cimri olmasıdır. İkincisi, insan vacip olan infakın
dışına çıkarak, övgü almak için harcama yapar. Ancak hakikatte bunun karşılığında kesinlikler bir bedel
veya menfaat bekler. Böylece bedel beklentisi nedeniyle gerçekte cimri/kıs kıs olmuş olur.29
d) Umutsuzluk
Kur’ân’da umutsuzluk insanın umutsuzluğa dair vasfına dair ayetleri şöyle sıralayabiliniriz: “Biz İnsana
bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer. Ona bir kötülük dokununca da hemen umutsuzluğa
düşer”30, “…Yaptıklarından dolayı başlarına bir kötülük geldiğinde, bir de bakarsın ümitsizliğe
düşmüşlerdir”31, “İnsan, iyiliği istemekten bıkmaz. Eğer ona bir kötülük dokunursa birde bakarsın
ümitsizliğe düşer, karamsar olur.”32 ve “İnsana katımızdan bir nimet versek sonra da ondan bunu çekip
alsak, kuşkusuz o ümitsizliğe düşüp inkara sapar”33 şeklinde dikkat çekilir. Bu ayetler ekseninden
bakıldığında, yeûs kelimesi, ümitsizlik ve yeise düşme anlamına gelmektedir. Zira buradan insanın
tabiatında bencillik olup sıkıntılar karşısındaki dayanıksızlığı ve hemen ümitsizliğe düşebileceği
anlaşılmaktadır.34 Ancak Kur’ân’ı Kerim’e baktığımızda, zorluklar, günahlar ne kadar çok olurlarsa
olsun insanların ümitsizliğe düşmemesi tavsiye edilmektedir. Çünkü Allah’ın gücü her şeyin üstünde,
acıması ise sonsuzdur. Ümitsizliğe düşmek Allah’a iman ve güveni olmayan kişiler için söz
konusudur.35 Bu nedenle ümitsizlik, küfür ve inkâr vasfı telakki edildiğinden bunu imana zıt durum
olarak kabul etmek mümkündür.
e) Unutkanlık
İsrâ Sûresinde bu durumla ilgili şu ayet zikredilebilir. “Zaten biz insanoğluna ne zaman bir nimet
lütfettiysek (nimeti unutarak nankörce) bizden yüz çevirir…”36. Mücâhid’e (v. 103/721) göre “bizden
uzaklaşır/yüz çevirir” ifadesinin izahı da şu şekilde yapılabilir:
İnsanın zaaflarından birisi de unutkanlıktır. Şöyle ki Allah’ın kuluna mal ve sağlık vermesi, yine kulun
her şeyi elde ermesi konusunda rızkını açar. Sonra kul da tüm bu iyilikleri unutup Allah’a itaat ve
ibadetten yüz çevirir.37 Kur’ân’da bu unutma özelliğinin mal genişlik üzere şımarıklığa dönüştüğüne
dikkat çekilir.38 Dahası kulun kendi yaratılışını unutup büyüklenmesi, tekrar diriltilmeye dair Rabbini
inkâra gitmesi zafiyetindeki vahametin büyüklüğünü göstermektedir.39 Şimdi nimetleri unutması
zafiyetinin sonucu olarak tezahür eden insanoğlunun şımarması üzerinde duralım.
24 “Malı yığmacasına sevdikçe seviyorsunuz.” (Fecr 89/20) 25 “Biriktirip depo edeni de”, “Zenginleştikçe cimrileşir.” (Meâric 70/18, 21) 26 “Onun mala karşı aşırı derecede sevgisi vardır.” (Adiyât 100/8) 27 Bakara 2/180. 28 Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili, IX, s. 6021. 29 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXI, s. 64. 30 İsrâ 17/83. 31 Rûm 30/36. 32 Fussilet 41/49. 33 Hûd 11/9. 34 Kur’an Yolu, III, s. 152. 35Al-i İmrân 3/160; Yûsuf 12/87; Ankebût 29/23 ve Mümtehine 60/13. Bu hususta geniş malumat için bkz. Yakup Bıyıkoğlu,
“Zümer 53. Ayet bağlamında Kur’an’ın Ümitsizliğe Bakışı”, Diyanet İlmî Dergi, Ankara 2015, cilt: LI, sayı:2, s. 37-65. 36 İsrâ 17/83. 37Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Muhammed es-Selâme, Dâru Taybe, Riyâd 1999, V, s. 113. 38 Hûd 11/10-11. 39 Yâsîn 36/ 78.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
476
f) Böbürlenme/Şımarıklık
“Başına gelen sıkıntıdan sonra ona bir nimet versek ‘kötülük benden gitti’ der. Kuşkusuz o, çok şımarık
ve böbürlenen biridir.”40 Hûd Sûresinde geçen “فخور” kelimesi “لفرح” ile kullanıldığında sevinçten
şımarma ve böbürlenme anlamına gelir. Zira tefsire baktığımızda buradaki sevinç, genişlik ve bolluk
halinde vuku bulan bir durumdur. Bu sevinç şımarıklık psikolojisi oluşturacağından bunun küfre
götürme potansiyeli vardır. Dolayısıyla bu halette şımaran kimseleri Allah (cc) sevmez. Fehûr, burada
kendisine verilen bir malla şımarıp fakirlere karşı övünen kimsedir. Ya da nebiler ve resullere karşı
onları yalanlama şeklinde övünme vasfını anlatır. Zira mal sahibi olarak bolluk ve genişliğe sahip
kimselerin şımarıklıklarından peygamberlerin risâletini kabul etmeme adetleri böyledir. Zuhruf 43/31
ve Sebe’ 34/35 ayetlerinde belirtilen durum da bu minvaldedir.41 Yine başka bir ayette hazinesin
anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluğun taşıdığı Kârun ile ilgili olarak, “…servetine güvenip de sakın
şımarma. Zira Allah şımaranları sevmez”42. Kur’ân, inkârcı konumunda böbürlü şımaran bu tipleri
“mütref (zengin şımarıklar) olarak tavsif etmiştir. Onlar elçiler tarafından uyarılmış, ancak fıska devam
ettiklerinden yıkıcı azapla muamele görmüşlerdir.43
g) Acelecilik
“İnsan iyiliği istediği gibi, kötülüğü de ister. İnsan, çok acelecidir”44. Ayette belirtildiği üzere insanın
aleyhinde olanı lehine gibi istediğine vurgu yapılmaktadır. Yine “وكان اإلنسان عجوَل” ibaresinden
hareketle, Hz. Adem’den yaratılan bazı cesetlerin ruh üflendiği sırada acelecilik vasfıyla müsemma
kılındığından bahsedilmektedir. Ancak bütün insanlar tabiat olarak aceleci yaratıldığı görülmektedir. Bu
nedenler insanoğlunun bir iş yahut bir durum da aynı şekilde sabrettiğini görmek mümkün değildir.
Mesala, bir nimet edinmesi için sabretse bile bir sure sonra sıkılır. Şiddet ve musibet anında da sürekli
olarak asla sabredemez. Bir halden başka değişik hallere girer. Hz. Mûsa’nın kavmine “men” ve “selvâ”
indirildiğinde kavmi sabredememiş Hz. Musâ’dan iki çeşit yiyeceğe tahammül edemeyip kendilerine
tarım ürünleri verilmesini talep etmişlerdi.45 Zor durumlarda sabırla kendisine hayırla dönecek olan bir
şey hususunda vakur olma yerine, acele ile sonuca gitmek ister. Zira insanın yaratılışında acelecilik
vardır.46 Bu yaratılış husus başka bir ayette “İnsanoğlu pek aceleci yaratılmıştır…”47 olarak teyit
edilmektedir.
Yine Kur’ân’da insanın aceleciliğinin bir tezahürü olarak “sabırsız ve hırslı” yaratıldığı ve dolayısıyla
bu aceleciliğin verdiği hırstan dolayı cimri oluşundan bahsedilmektedir.48 Dolayısıyla insanın zaaflarla
mündemiç yaratıldığı, bir zaafından başka bir zaafın zuhur ettiğini görülmektedir. Bu da insanın
potansiyel olarak zaaflarla dolu olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
h) İnkârcılık/Rabbine Düşmanlık
Kulun zaaflarına karşı koyamayınca inkârcı konumuna düşebilmektedir. Nitekim Nahl Sûresi’nde
belirtildiği üzere insanın inkâra bakan bir yapısı vardır. Mesela, Mekke müşriklerinin en bariz özelliği
tekrar dirilişi49 ve ahireti inkârdır. Nitekim ayette Yüce Allah (cc) insanı bir nutfeden (sperm) yarattık
dedikten sonra insanın yaratıcısına karşı amansız düşman kesildiğinden bahseder.50
Ayetin sebeb-i nüzulüne göre, “insan” lafzından kastedilen Ubey b. Halef olup onun çürümüş kemikleri
alması ve bunların tekrar dirilteceğine dair inkârcı vasfına işaret vardır. Bu hususu ayette: “Şu insan
bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı hiç düşünmez mi ki, şimdi kalkmış bize apaçık düşman
kesiliyor”51 şeklinde hatırlatılmaktadır. Bir sonraki ayetle birlikte düşünüldüğünde, insanın kendi
40 Hûd 11/10. 41Ebû Mansûr el-Mâtûrîdî, Te’vilâtu’l-Kur’ân, Mizan Yay., thk. Hatice Boynukalın, İstanbul 2006, VII, 136. 42 Kasas 28/76. 43 İsrâ 17/16. 44 İsrâ 17/11. 45 Bakara 2/61. 46 Mâturîdî, Te’vilât, (thk. Halil İbrahîm Kaçar), VIII, 234-235. 47 Enbiyâ 21/37. 48 Meâric 70/19-21. 49Müşriklerin ahiret inancı olarak en çok karşı çıktıkları hakikat, hiç şüphesiz öldükten sonra tekrar dirilmek inancı olmuştur.
Müşriklerin diriliş hakikatini inkâr gerekçeleri konusunda bkz. İskender Şahin, Semantik Analizler Işığında Kur’an’da Diriliş
Gerçeği, Sage Yay., Ankara 2011, s. 181-197. 50 Nahl 16/4. 51 Yâsîn 36/77.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
477
yaratılışı üzerinde tefekkür etmeyip küstahça bir tavırla yüce yaratanın ve nebilerin bildirdiklerini
aklıyla inceleyip inkârî bir tavır içine olmasının ne derece çelişik olduğu görülecektir. Zira bu ayette
nutfe ve çürümüş kemik kıyaslanmaktadır.52 Buradan hareketle vahiyle insanoğlunun kulluğunda
çelişkili bir hal üzere olduğuna da dikkat çekmektedir. Bu husus ise insana dair iki ayrı yönün
bulunmasının diyalektiğini ortaya koymaktadır.
ı) Zalimlik/Cahillik
İnsanın bir başka olumsuz yünü cehalete dayalı zalim olmasıdır. Kur’ân’da bu hususa: “Şüphesiz biz
emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik onlar da onu yüklenmekten sakındılar. Onu insan yüklendi.
Çünkü çok zalim ve câhildir.”53 ayetiyle işaret edilmektedir. Burada emanetin göklere, yere ve dağlara
teklif edilmesi emanetin şanını ve durumunu yüceltmektedir.
Bu konuda iki vecih vardır: birincisi yerde ve gökteki bütün gezegenler dâhil ne varsa hepsi Allah’a
itaat ederler. Bunlar tesbîh etmek suretiyle Allah’ın kendilerine verilen âdetullah bağlamında
vazifelerini ifa ederler. Zira Allah ister gönüllü ister istemeyerek onların bu itaatini Kur’ân’da “ قالتا...
şeklinde belirtir. Ayetteki emanet, itaat anlamına gelir. Ancak insan konuşmak ve salahiyet 54”أتينا طامعين
olarak mükellef bir varlık oluşu nedeniyle emanetin edasının lüzumu gibi, vazifeyi vücuda getirmesi de
gerekmektedir. Burada emanetin cansız varlıklara yüklenmesi, onların bu vazifeden kaçınmaları ise
mecâzî bir durumdur. Çünkü emaneti yüklenenin, bunun eda sorumluluğunu bilmesi ve gereğini
yapması lazımdır. Ancak insan, eda edilmesi ihtimalli zor bir durumda insan bu yükün altına girmiştir.
Böylece insan, zayıflığı ve rehavetine rağmen emaneti yüklenmiştir. Ayetteki “gerçekten insanın
zalimdir, cahildir” ifadesi, emaneti yüklendi ve sonrasında emanete vefa göstermedi, yani ahdini bozdu
anlamına gelir. Velhasıl gökler, yer ve dağların bile yüklenemediği reddedilmesi gereken bir durumda
insanın böyle zor bir yükün altına girme teklifine icabet etmesi, onun zalim ve cahil oluşunu temsilî
olarak ortaya koymak içindir.55
k) Şükürsüzlük
Nankörlüğün diğer bir ifadesi şükürsüzlüktür. Ayette bu husus şöyle anlatılır: “Ey insanlar! Allah size
görecek göz, işitecek kulak, anlayacak kalp (akıl) vermiştir. Ne az şükrediyorsunuz.”56. Burada Cenâb-ı
Hak, verilen nimetlere karşı şükrün ne kadar az oluşu anlamında bir telmih vardır.57 Yine benzer
özellikle yoktan var edilen insanın, neredeyse hiç şükretmediğinden bahsedilmektedir.58 Aynı zamanda
mahiyet olarak “kulların gereği gibi şükredenlerin az oluşu” da haber verilmektedir.59
l) Zayıf ve Acizlik
“Allah sizin işinizi kolaylaştırmak ister. Zira insan zayıf olarak yaratılmıştır”60. Bu ayette Cenab-ı Hak
insanın zaaflarından birisi olarak zayıf oluşunu öne sürmektedir. İnsanın zayıf olarak yaratılmasından
maksat, kulluk imtihanını kazanmak için güç ve donanımdan mahrum olması değil, kendisinde bazı
zaafların bulunmasıdır. Bunların başında cinsel arzular gelmektedir. Yine başka bir zafiyeti yukarıda
belirtildiği üzere mal tutkusudur.61 Dolayısıyla Allah (cc) insana, şehvet ve mal tutkusunda olduğu gibi,
gazap vb olumsuz hususlarda meşru dairede hareket etmesi emretmektedir.
m) Haset ve Çekememezlik Kur’ân’ın insanın vasıfları üzerinde durduğu diğer bir husus kıskanç olmasıdır. Ayette, “…onlar bunu,
kendilerine gerçek apaçık belli olduktan sonra, kıskançlıklarından dolayı yapmaktadırlar…”62. Burada
insanın haset yönüne dikkat çekilmektedir. Tanım olarak haset, bir nimetin hak edenin eline geçtiğinde
52 Kur’an Yolu, IV, 513. 53 Ahzâb 33/72. 54 Fussilet 41/11. 55 Muhammed b. Ömer Zemahşerî, Keşşâf, thk. Ahmed Abdulmevcûd, Mektebetü Ubeykân, Riyâd 1998, V, s. 102-103. 56 Mü’minûn 23/78. 57 İbn Kesîr, Tefsiri, V, s. 488. 58 Mülk 67/23. 59 Sebe 34/13. 60 Nisâ 4/28. 61 Kur’an Yolu, II, s. 49. 62 Bakara 2/109.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
478
onun elinden çıkmasını arzulamaktır. İnananlar için bu duygu gıpta/özen olur ki, müminler de birbirine
gıpta ederler. Anacak münafıklarda bu durum haset şeklinde zuhur eder.63
Felak Sûresinde hasetçinin haset ettiğinde onun şerrinden Allah’a sığınma duasının öğretilmesi,
durumun vahametini ortaya koymaktadır. Alusî’ye (v. 1246/1830) göre burada hak edilen nimetin bir
kimsede olmasını çekememezlik ve istemezlik şeklinde iki anlamda alınabilir. Sonuç olarak varılan
nokta, her iki cihette kıskanç kişi, Allah katında gazap duyulandır. Dolayısıyla doğasında kıskançlık
bulunan kimse bu hasletiyle savaşıp kardeşine iyi davrandığında sevap büyük ecir kazanacaktır.64
Hadiste belirtildiği üzere mümin kardeşine sadece hayır yolunda imrenecektir.65 Sonuç olarak hasedin
Türkçe karşılığı, kıskançlık değil, başkasının elindeki nimetten rahatsız olma anlamında
çekememezliktir.66
2. Olumlu Özellikleri
Kur’ân insanın olumsuz vasıflarını, başka bir deyişle zaaflarını ortaya koyarak bunları terk etmesi
gerektiğini açıklar. Böylece Allah katında değer bulmayan, insana yakıştırılmayan vasıflar üzerine
dikkat çekildikten sonra, insanını yaratılış gayesine ve kendisine bahşedilen güzel hasletler üzerinde
durulur. Bunlar üzerinde kısaca açıklayalım.
a) İlahî Nefhâ Taşıması
İnsanoğlu ilahî nefha/ruh taşıyan bir varlıktır. Bu durum Hicr Sûresinde anlatılmaktadır. Cenab-Hak,
meleklere kurumuş balçıktan insan yaratacağını beyan ettikten sonra: “ Ona güzel bir şekil verip
ruhumdan üfleyince, siz hemen ona secde edin!”67 emriyle saygı anlamında meleklerin ona secde
ettiklerini, sadece İblis’in secde etmediğini ve onun meleklerle birlikte hareket etmekten kaçındığı
bildirmektedir.68 Yine başka ayetlerde belirtildiği üzere İblis’in, Allah Teâla’nın insana verdiği değeri
çekemeyerek, kendinin ateşten, Adem’in ise topraktan yaratıldığına dair mukayese edişini de
görmekteyiz.69 Hatta inatçılığını ve istikbârını kendi varlığıyla ilintilendirerek “İblis, kuru çamurdan
sûret verilen bir balçıktan yarattığın beşere secde edeyim diye var olmadım”70 şeklinde Allah’a karşı
isyanını ve çekememezliğinin dozunu ortaya koymuştur.
Yüce Allah, ruhundan üflemesiyle ilk insan olan Adem’in biyolojik gelişimi tamamlamış, ruh-beden
ikilisiyle bir forma bürünmüş sûret şeklinde en gelişmiş canlı türünü yaratmıştır. Sonra meleklere, Hz.
Adem’e secdeye (tekrîm) etmeyi emretmiş İblis hariç hepsi secde etmiştir. Bunun üzere İblis, kendi
ontolojisini daha üstün sayarak ve kendine göre kurguladığı mantıkla Allah’ın bu emrine karşı
gelmiştir.71
Kur’ân’a baktığımızda Allah Teâla insanoğluna yaratıcısını ve kendi atasını tanımasını yararlı görmüş
benzer anlatımlarla bu hususu tekrar etmiştir.72 Bu süreçte insanın önce şekilsel nasıl yaratıldığı,
biyolojik forma hangi süreçlerle kavuştuğu ve ilahî nefhanın üflenmesiyle ruh ve beden bütünlüğünün
oluşumu haber verilmektedir. Zira beden, insanın fizyolojik, ruh ise metafizik boyutunu ifade
etmektedir.73
Ayet bağlamında Hz. Âdem’e ruhun üflenmesi konusunda iki görüş vardır. Birincisi, hava şeklinde
kabul edilen ruhu cismin boşluğuna akıtmaktır. Burada üfleme şeklinde bir beyan olduğundan lafzın
zahiri olarak ruhun, rüzgar ve hava gibi bir şey olduğu hissini vermiştir. İkincisi, Cenab-ı Hak Âdem’e
ruhumdan üfledim diyerek, insanın kıymetini göstermek için onu yücelterek kendi zât-ı ilahiyyesine
nispet etmiştir.74
İşte bu ruhun tecellisi olan inansının varlıkta eşsizleşmeyi istemesi diğer bütün varlıklar üzerinde
hâkimiyet kuma konusunda kendinde yetkinlik istemektedir. İmam Gazâlî’nin (505/1111) belirttiği
63 R. Isfehânî, Müfredât, s. 118. 64 Ebu’l-Fadl Şihâbu’d-Dîn, el-Alûsî, Ruhu’l-Meânî, İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut ts., XXX, s. 284. 65 Muhammed İsmail el-Buharî, Câmiu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992, İlim, 15. 66 Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili, IX, s. 6402-6406. 67 Hicr 15/29. 68 Hicr 15/30-31. 69 A‘râf 7/11; krş., İsrâ 17/61. 70 Hicr 15/33. 71 Kur’ân Yolu, III, s. 349-350. 72 Bakara 2/30-39; A‘raf 11-25. 73 İsrâ 17/75; ayrıntılı bilgi için bkz. Kur’an Yolu, III, s. 350. 74 Râzî, Mefâtih, XIX, s. 186.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
479
üzere, insanın canlı ve cansız varlıklar üzerinde hâkimiyet kurma arzusu, ruhun ilahi âlemden
gelmesinin bir sonucu olarak varlıkları malzeme şeklinde sürekli kullanması, ulaşamadıkları konuda da
epistomolojik olarak hâkimiyet gücünü gerçekleştirmek isteyişinden kaynaklanmaktadır.75 İste
insanoğlu bi’l-kuvve/potansiyel olan bu gücünü bedenine ilahî nefha vasfı taşımasından almıştır. Başka
bir deyişle diğer tüm varlıklar insan ve ona hizmet için yaratılmıştır.
b) Diğer Varlıklara Nazaran Üstün Tutulması
İnsanın üstün oluşuyla ilgili ayetler, Yüce Allah pek çok nimeti insanoğlunun emrine vermiştir. İsrâ
Sûresi 70. ayetteki “tekrîm kılmak”, şan, şeref ve nimetler şeklinde anlamlandırılmıştır. Zira İslâm’da
birinin kerîm kılınması, Yaratanın insanlara şeref, soy ve asalet gibi meziyetler vermesi yanında insana
mal ve mülke dayalı bolluk vermesini de ifade eder. Bu ayetten hareketle, Allah insanı lütfuna mazhar
kılmış ve varlıklar içerisinde en değerli yaratmıştır. Hatta bu durum kadîm tefsirlerde olduğu gibi insan
mı üstün melek mi tartışmalarına varmıştır.76 Ancak bu hususta İbn Aşûr, burada insanla melek arasında
bir mukayese olmayıp burada bazı varlıkların insanın hizmetine sunulmasından ve doğal olarak
bunlardan faydalandığından bahseder.77
Râzî (v. 606/1209), buradaki üstünlük konusunu anlatmak için çağının malumatı bağlamında imkânları
kullanarak açıklama yapar. O, insanın diğer varlıklara mukayeseli olarak asıl şerefli ve üstün oluşunu
“eşyanın gerçeklerini aslına uygun olarak kavrama yeteneği olarak akıl gücü” vasfına bağlar. Hatta Râzî,
tasavvufî söylemle işi marifetullah’a getirir. Şöyle ki akıl yeteneği, madde manâ âlemindeki sırlara
ulaşmak ve Allah’ın ruhlar ve cisimler âleminde yarattığı gücü görmek marifetullah ile olur.
Marifetullah’a ulaşma bağlamındaki akla doğma özelliği insana mahsus olduğundan bu husus insanı
varlıklar arasında en değerli kılmaktadır.78 Yine insanoğlunun aklıyla üretip güzel şeyler ortaya koması
sadece ona has bir durumdur. Mesala gemi vb araçlar yapması çok anlamlıdır. Tonlarca yükü gemiyle
uzak mesafelere taşıyabilmesi sadece insana has bir durumdur. Yine insanın reis ve yönetici olup
etrafındakileri kendine tabi kılması kendisine tekrîm edilen bir husustur.79
İnsansın meleklere üstünlüğü tartışmalı konu olmakla beraber, Bakara Sûresindeki ayetteki meleklere
verilen secde emrinden insanın üstün ve değerli olduğu anlaşılmaktadır. Burada “Adem’e secde edin”80
emrindeki secde, son derece tevazu ile alçalıp saygı duymak olup tam olarak kibrin zıddıdır. Bu secde
ibadet amacıyla yapılan niyeti şart olan secde olmayıp tezellül ve kayıtlı bir ta‘zimdir. Yoksa Allah’tan
başkasına secde edilmez. Buradan hareketle melekler Adem’e bizzat musahhar değil, onun halife
olmasına hizmetkar olacaktır. Dolayısıyla asıl ma‘bûd olan Allah Teâla olunca, Adem’e (as) yapılan
secde ibadet olamaz.81
Sonuç olarak diyebiliriz ki insan övülen böyle bir babanın evladır. Kendileri bu halifenin halifesidirler.
İnsan da bu payeyi bilerek yaşamalı, kendisine verilen bu değeri heder etmeden saygınlığını ömrü
boyunca ahlâk-i kemâl üzere koruyarak hayatını idame ettirmelidir.
c) Nimetlerin Emrine Musahhar Kılınması
Göklerde yerde ne varsa hepsi insanoğluna verilmiştir. Zira bu durum ayette şöyle anlatılır: “Göklerde
ve yerde bulunan her şeyi kendi lütfünden sizin emrinizse vermiştir. Kuşkusuz bütün bunlarda, düşünen
toplum için ibretler vardır.”82 Burada başkalarının aracı oluşuyla değil, yalnız Allah’ın (cc) teshîr
kılmasıyla yer gök arasında ne varsa hepsini insanların menfaat ve maslahatına hizmet ettirmiştir.
Ayetteki “جميعا منه” ifadesi de Keşşâf sahibine göre, Allah’ın bütün bu eşyayı ondan alıp onun katından
husule gelerek teshir etmesidir. Yani O, kudret ve hikmeti ile tabiatta ne varsa hepsinin yaratıcısı ve
sonra da insanın hizmetine verendir.83 Buradan hareketle insanın bedeni ve ruhî olarak iki haysiyeti
vardır. Bedeni olarak bakıldığında insan yer ve gök arasında zerre denmeyecek kadar küçüktür. Ancak
75 Kur’ân Yolu, III, s. 350-351. 76 Râzî, Mefâtih, XXI, s. 13 77 Muhammed Tâhir İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru Tûnisiyye, Tûnus 1984, VII, s. 166. 78 Râzî, Mefâtih, XXI, s. 13-15. 79 Râzî, Mefâtih, XXI, s.15-17; Kur’an Yolu, III, s. 503-504. 80 Bakara 2/34. 81 Elmalılı, Hak Dinî Kur’an Dili, I, s. 318-319. 82 Câsiye 45/13. 83 Zemahşerî, Keşşâf, V, s. 484.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
480
ruhî haysiyetine gelince diğer ecrâm ve ecsâm arasında âleminin haiz olmadığı yüce/yüksek bir
konumdadır. Ayette anlatılan “teshîr” de insanın bu yönünü ortaya koymaktadır.84
d) En Güzel Surette Yaratılması
“En güzel biçim” diye tercüme edilen Ahsen-i takvim tamlaması, insana Yüce Mevla tarafından
bahşedilen en güzel ve mükemmel yapı olup insanın, fizyolojik ve ruhsal olarak en güzel şekilde
yaratıldığını ifade eder. Nitekim Cenab-ı Hak, insanı kendi eliyle yarattıktan sonra ona ruhundan
üflemek suretiyle sıfatlarından beşeri düzeyde vererek ezene bezene yaratmıştır.85 İnsana beşeri
sıfatlarından vermesi hadislerde işaret edilmektedir.86 Bu nedenle müfessirler Yüce Allah’ın insandan
daha güzel bir mahlûk yaratmadığına, onu akıl sahibi düşünen, konuşan iradeli ve hikmetle hareket edip
etrafındakileri kontrol altın alabilen varlık oluşuna işaret ederler. Zira Hay, âlim, kâdir, mürîd,
mütekellim, semî, besîr, müdebbir ve hekîm gibi sıfatlar Allah’ın (cc), yaratılması sonrasında ilahî
nefhaya dair insandaki yansımaları, aynı zamanda tecellileridir.87
Tîn Sûresindeki insanın en güzel surette yaratılmasının anlamı şudur: Ona cisim ve diğer mahlûklardan
daha iyi özellik verilmiştir. Ayrıca ona akıl ve anlayış olarak üstün kabiliyetler verilmiştir. Bunlar başka
mahlûkatta bulunmayan özelliklerdir. Bu vasıfta Ahsen-i takvim insan olmanın en güzel örneğini
peygamberlerde görmek mümkündür. Sonra insan bu vasıfları bırakırsa alçak bir konuma düşecektir.
Hatta öyle olur ki hiçbir mahlûk o kadar aşağıya düşemez. Bu konum da hırs ve behimî duygularla
gelinebilecek bu en düşük seviye, toplumda görülebilecek en olumsuz bir vakıadır. Hatta insan öyle bir
konuma düşer ki en rezil olan kişi ondan utanır.88 Ayrıca bu durumun ahiretle ilgisi bağlamında, görüntü
ve şekil olarak insanın en güzel sûrette yaratılışı, dönüşün Allah’a olacağı da Kur’ân’da
hatırlatılmaktadır.89
C- OLUMSUZ VASFILAR TAŞIYAN İNSAN İLE HALİFETULLAH OLUŞU ARASINDAKİ
BÜTÜNLÜK MESELESİ
Allah Teâla’nın insana bahşettiği özellikler arasında kendisine verdiği yetki bağlamında önemli şey
onun hilâfet vasfıdır. Lügate baktığımızda hilafet, “bir kimsenin diğerinin yerini alması, onu temsil
etmesi ve yetki ve salahiyetlerini kullanması anlamına gelir.”90 Ayette belirttiği üzere, “Hani hatırlayın
ki Rabbin meleklere yeryüzünde halife yaratacağım demişti…”91 ayetindeki hâlife, ya Yüce Allah’ın
halifesi ya da daha önce yeryüzünde yaşamış şuurlu varlıkların halifesidir. Meleklerin ise ayetin
devamında insanoğlunun neler yapacağına bilmelerine rağmen Adem’in halife olarak yaratılmasının
hikmetinden “…yer yüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek” şeklinde Yüce Allah’a sualde
bulunmaları, Hz. Adem’in buna layık olduğunu göstermek için bir imtihan olduğunu bildirmek,
Âdem’in (a.s) ve insanoğlunun Allah’ın halifesi olacaklarını izhar etmek içindir.92
Fahreddin Râzî, halifeyle ilgili farklı kavillerin olduğunu beyan eder. Birinci Âdem’dir. İkincisi
halifeden murat, Hz. Âdem’in zürriyetidir. Yüce Allah’ın Hz. Âdem’i niçin halife isimlendirdiği
konusunda ihtilaf edimiştir. Buradan da iki görüş ortaya çıkmıştır:
Birinci olarak, İbn Abbas’tan rivâyetle, Allah (cc) cinleri yeryüzünden sürüp Hz. Âdem’i yeryüzünde
iskan ettirince, o kendisinden önceki bu cinlerin halefi anlamında halifesi olmuştur. İkinci olarak ise,
İbn Mesûd, İbn Abbas ve Suddi’den rivâyetle Allah, Hz. Âdem’i halife olarak isimlendirmiştir. Böylece
Hz. Âdem’e kulları arasında hükmetme yetkisi verilmiştir. Bu yetkiyle o, Allah’ın halifesidir. Halifeden
muradın Hz. Âdem’in zürriyeti olduğunu söyleyenlere gelince Allah (cc) onlar birbirinin yerlerine
geçtiği için yaratının bunları halife seçtiği söylenir. Bu görüş ise Hasan el-Basrî’ye (v. 110/728) aittir.
Bu görüş ise en sağlam olup “sizi yeryüzünün halifeleri yapan, O Allah’tır”93 ayeti bu söylemi teyit
84 Elmalılı, Hak Dinî Kur’an Dili, VI, s. 4313-4315. 85 Kur’an Yolu, V, 590-591. 86 Buharî, İsti’zân, 1; Müslim, Birr, 115. 87 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Dâru İbni Kesîr, Dimeşk-Beyrût 1998, V, s. 567. 88 Ebu’l-Âla el-Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’ân, İnsan Yay., İstanbul 1988, VII, s. 165-166. 89 Teğabun 64/3. 90 R. Isfehânî, Müfredât, s. 155-156. 91 Bakara 2/30. 92 Kur’an Yolu, I, s. 101. 93 En’âm 6/165.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
481
etmektedir. Buna göre “الخليفة” lafzı müzekker ve müennes olduğu gibi, müfret ve çoğul anlamında da
kullanılabilen kelimedir.94
Allah’tan sonra gelip de O’nun yerine geçmek söz konusu olmayınca, Hz. Âdem ve zürriyeti yeryüzünde
adaletle hüküm vermek için yönetim işlerinde Allah’ın temsilcisi oldukları ve birbiri arkasından
geldiklerinden ötürü, Hz. Adem’in soyuna halife unvanı verilmiştir.95 Yeryüzünde Allah’ın has vekili
addedilen insanın bu şerefli vazifeyi yerine getirebilmesi için kendine yetki verilmiştir. O halde insanın
kendisine verilen akıl nimetiyle ilahi buyrukların hepsi üzerinde düşünerek bunlar hakkında tasarrufta
bulunması vaciptir. Yine bu üstün payenin içini doldurmak için insanın nefsin olumsuz özelliklerini
kontrol altında tutup iman ve irfan hürriyetine ulaşması gerekmektedir. Aksi takdirde bu göreve ehil
olamayacaktır.96 Buradan anlaşılan, halife vasfını taşıyan değerli varlığın kendine verilen yetkiyle iman,
ilim ve irfan ekseninde yeryüzünü imar etmek ve bu vasfını ömrü boyunca sürdürmektir.
Meleklerin nasıl böyle bir soru sormaları hakkında bu sualin zelle (dil sürçmesi) olduğunu söylenir.
Tabii olarak onların “ben bir halife yaratacağım” söylemine böyle sualle karşılık verilmesi lüzumsuzdur.
Yoksa burada, ‘sen böyle yapıyorsun biz de böyle yapıyoruz şeklinde O’nun fiili inkâr ediliyormuş gibi
hoş olmayan bir durum ortaya çıkar. Bu husus ise ayet devamında “…ben sizin bilmediğiniz şeyleri
biliyorum” şeklinde açıklığa kavuşmaktadır.97 Zira her şeyde olduğu gibi burada da mutlak bilgi Allah’ın
elindedir. Böylece melekler, yeryüzünde halife kılınacak bir kimsenin şehvet, gazap ve akıl kuvvelerinin
üzerinde bulunduğunu, ilk iki sıfatın fesat çıkartmak ve kan dökmeye sebep olacağını, son sıfatın ise
ilahî marifet, itaat, ibadet ve iyiliği gerektireceği şeklindeki sırrı öğrenmek çabasına girdiler. Allah da
(cc) ayetin sonunda bunun hikmetini onlara bildirmiştir.98
1. Ayet Çerçevesinde İki Zıt Yönün Telifi
Bakara Sûresi 30. ayette, halifelik ve ifsâd-kan dökücülük şeklinde iki yön ortaya konmaktadır. Ayette
Cenab-ı Hak bir yandan yaratacağı insandan halife olarak bahsetmekte ve melekler ise potansiyel olarak
insanın bozguncu ve kan dökücü oluşuna dair sualde bulunmaktadır. Allah da kendi ilminin üstünlüğünü
ortaya koyarak insanın bu özelliklerden sıyrılıp emaneti yüklenmesini ortaya koymaktadır.
Bu iki yönün en güzel cemini İslâmî ilimlerde tasavvufî düşünce de görmek mümkündür. Zira tasavvufa
göre insan vasat-ı câmi‘a (toplayıcı ortam) dır.Yani zıtları bir arada toplayabilen bir varlık olarak
yaratılmıştır. İyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer vs. insanda toplanmıştır. Bu bağlamda Kur’ân, insanı
“didişme ve tartışmaya en fazla sahne olanı”99 olarak anlatır. Dolayısıyla insan sadece dünya ile değil,
muhtemelen ondan önce iç dünyasıyla da diyalektik ilişki kurmaktadır. Zira insanın erişilmezliği de bu
diyalektikten kaynaklanmaktadır. Bünyesinde mevcut bulunan “zıtların çarpışması” çıkartıldığında
insan anlamsız ve hiç konumunda oluverir. Bu nedenle sûfî düşünce “melek insan” anlayışına karşıdır.
Ayette melekler, insanın yaratılışlarına itiraz ettiklerini ve insanı “kan dökücülük ve bozgunculukla
vasfetmeleri” ve Allah’ında (c.c) insanın halife addederek onu yücelttiğine şahit olmaktayız. Bu
bağlamda Kur’ân, karşıt argümanlar ortaya koyarak, “Allah’ın halifesi” olarak vasıflanan insana tüm
varlıkları emrine vererek boyun eğdirttiğini (teshîr) haber vermektedir.100
Tasavvuf felsefesi bağlamında bakacak olursak insan, nâsuti olarak ölümlü bir varlık iken, toprağın
özünden yaratılarak özde yaratıcı kudret ile aynı görülür. Bu öze Kur’an ilahî nefha der. Bu da
yaratıcının nefhası demektir. Dolayısıyla insan da bu özü ortaya çıkarma arzusu vardır. Zira insanın
hayat macerasının diyalektik temelinde olan budur. Bu durum Sartre’deki yaratılış felsefesiyle de
örtüşmektedir. Zira filozof, insanı tanrı olma savaşını veren bir varlık tanımlayarak, insanda derin bir
tanrı /hakim olma özlemi olduğundan bahseder.101 Kur’ân ise yaratılan insanı tekrîm ederek, onun
varlığın en mükemmeli, yaratıcının yeryüzündeki temsilcisi, yüce emanetin taşıyıcısı olarak
94 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, II, s. 180-181. 95 Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşr., İstanbul 1989, I, s. 139. 96 Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay., İstanbul 1991, I, s. 143. 97 Mâturîdî, Te’vilât, thk. Ahmet Vanlıoğlu, İstanbul 2005, I, s. 72. 98 C. Yıldırım, Kur’an Tefsiri, I, s. 44. 99 Kehf 18/54. 100 Öztürk, Kur’an’ı Anlamaya Doğru, (3. Baskı),Yeni Boyut, İstanbul 1993, s. 90-91; İsrâ Sûresi 70. ayetten hareketle insan
yüce olmasına rağmen bazı şuurlu varlıklardan üstün değildir. Dünya ötesi planlarda insan ötesi üstün şuurlular yaşadığı
görüşleri de mevcuttur. Bkz. Öztürk, Kur’an’daki İslam, Yeni Boyut (11 baskı), İstanbul 1995, s. 189. 101 Öztürk, Kur’an’ı Anlamaya Doğru, s. 91.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
482
vasıflandırır. Bütün varlıkların insanın emri ve hizmetine verildiğini hatırlatır. Dolayısıyla insan
etrafındakilerin hâkimi, efendisi ve mutasarrıfı kılınmıştır.102
İnsanın halifelik sırrı, iki farklı ciheti birleştirme vasfında yatmaktadır. İnsan hilafet ve emanet sahibi
olmasının yanında bir hayli olumsuzluğun kendinde toplandığı bir varlıktır. Kur’ân, mükemmellik
örneği olarak sunduğu peygamberleri bile beşeri niteliklerden ayrı düşünülmememsini istemez. Bu
minvalde insan iki kutuplu oluşuyla mükemmel ve güzeldir.103 Zira insan meleklerden farklı olarak
hilafeti gerçekleştirecek fıtratta ve kabiliyette yaratılmış olup fıtratını bozmadığı sürece yaratılış
vazifesini başarabilecektir.104
Bütün bunlar bizi insanın melek ve şeytan dışı bir varlık olduğuna götürmektedir. Zira her ikisinde
görmek insan hakikatine ters düşer. İnsanı varlık yapısındaki zıtların birlikteliğinde sevmek, iyiye
güzele çağırmak esastır. Kur’ân’ın ifade ettiği de bağlamda ele alınabilir.105 Bütüncül yaklaşımla
bakılacak olursa diğer varlıklara olan üstünlüğü yönünden insan güzel yaratılışı ile övünürken, diğer
taraftan manevî ve ahlâkî çöküş tehlikesiyle karşı karşıyadır106. Zira bu iki yön, “Ahsen-i takvim” ve
“Esfel-i sâfilîn” terkipleriyle Tîn Sûresinde veciz olarak beyan edilmiştir.
2. İnsanın Halifetullah Oluşu ve Üstünlüğü
Yüce Allah, bir arş veya cennet veya melek yaratacağım demememiş, özellikle Hz. Âdem’i
onurlandırmak için bir halife yaratacağım demiştir.107 Zira yeryüzünde halife oluşu kendisine bildirilen
insan, akıl sahibi olma vasfıyla varlığında tecelli eden hakikati kavrama gücüne sahiptir. Buradan
hareketle varlığına dönük benliğini aşarak kemale erebilme gücüne sahiptir. Zira onun kemal yönü fiilen
olmasa da potansiyel olarak meleklerden üstün seviyede yaratılmıştır.108
Kur’ân’ın insanla ilgili temel beyanı onun yeryüzünde halife olarak görevlendirilmesidir. Bu anlamda
hilafet, yeryüzünü imar etmek ve maslahat oluşturmak için insana verilmiştir. Nitekim insan bu vasıfları
haiz olarak donatılmıştır. Asırlar boyu da bu sorumluluğu sürdürmek için yükümlülük altındadır. Bu
bağlamda akıl-iradesiyle kötülüğü anlayıp bunlardan birini seçmek için özgürlük hakkı da kendisine
verilmiştir. İnsanın bu emaneti yüklenmesi ve devam ettirmesi konusundaki engel yine insanın
kendisidir. Çünkü o, önceden kendine verilen zaaflarla doludur. İnsan değerliliğini sürdürebilmesi için
bu zaaflardan kurtarabilmesi gerekir. Ancak özünde en güzel surette yaratılan insanın bunu
başaramadığı anda aşağıların aşağısı da olması muhtemeldir.109 Bu husus insanın zıt konuma dair iki
frekans arasında gidip gelmesi şeklinde Kurân’da veciz olarak belirtilmiştir.110
3. İnsan-ı Kâmil Yolunda İnsan
İnsan mükemmel bir canlı olmaktan ziyade, mükerrem kılınmış bir varlıktır. Zira tasavvufi anlayışa göre
insan melek ve hayvan arası bir varlıktır. Bu meyanda hayır ve şer arasında gidip gelme potansiyelinde
yaratılmıştır. Özetle insan öz benlik olarak nefis, beden kalıbında tevdi edilen ilahi nefha olarak ruh ve
idrak olarak da akıl unsurlarından oluşur.111 Bedenin ruh ile ilişkisi bağlamında şunlar söylenebilir: Ego
veya benliğin özelliği bunların kendiliğinden olmasıdır. Zira bedeni oluşturan fiiller kendi kendilerine
tekerrür ederler. Beden, ruhun birikmiş fiil ve alışkanlıklarıdır. Dolayısıyla beden ruhtan ayırt edilemez.
Beden sürekli şuur unsurudur ki dışarıdan sabit ve istikrarlı bir şekilde görülebilir.112
İnsan-ı kâmil olan kişi, Hak ile halk arasında köprü vazifesi görür. Hakikatte Hz. Peygamber ile onun
varisi olan insan-ı kâmilin bir özelliği de Allah’ın ahlakıyla bezenip ahlâk-ı kâmile ulaşma gayesi
taşımasıdır. Dolayısıyla insan-ı kâmil mertebesine ulaşan kimse eşyadaki hakikatleri bilir. İlahî isim ve
sıfatlar hiçbir varlıkta insan-ı kâmilde olduğu kadar net görülmez.113 Özetle bu husus, insanlık olarak ve
Allah’a yakınlaşma bağlamında ulaşılacak en üst mertebedir. Aynı zamanda tasavvufta insanın, Hakka
102 Öztürk, Kur’an’ı Anlamaya Doğru, s. 96. 103 Öztürk, Mevlana ve İnsan, Yeni Boyut, 1992 İstanbul, s. 42 104 Kur’an Yolu, I, s. 101. 105 Öztürk, Kur’an’daki İslam, s. 366. 106 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXI, s. 13-14. 107 Abdurrahman Kuşeyrî, Letâifu’l-İşâret, trc. Mehmet Yalar, İlkharf Yay., İstanbul 2013, I, s. 64. 108 Kutluer, “İnsan”, XXII, s. 323. 109 Kutluer, “İnsan”, XXII, s. 321; krş. Kur’an Yolu, I, s. 101. 110 Tîn 95/4-5. 111 Hasan Kamil Yılmaz, Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Neşr., (20 baskı), İstanbul 2015, s. 303-309. 112Muhammed İkbal, İslam’da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. N. Ahmet Asrar, Birleşik Yay., İstanbul ts., s. 146. 113 Mehmet Aydın, “İnsân-ı Kâmil”, DİA, İstanbul 2000, XXII, s. 331.
-
ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ
483
vuslat yolunda riyazet olarak ulaşılması istenen makamdır. Bunun içinde tasavvufta belirlenen seyr-ü
sülûk mertebelerini aşmak gerekir.
SONUÇ YERİNE
Mahlûkat içerisinde en değerli varlık addedilen insan küçük kâinat olarak vasıflandırılmaktadır
Dolayısıyla insan, âlemin özetidir. Başka bir deyişle âlem insanda özet olarak mevcuttur. Bu nedenle
insan, tasavvufî şiirlerde zübde-i âlem, âleme sığmayan, âlemin kendine sığabildiği varlık olarak
tanımlanmaktadır.
Kur’ân ve sünnet perspektifinden bakıldığında, insan halifetulleh olması yanında, bir dizi
olumsuzlukları uhdesinde barındırma özelliğinde yaratılmıştır. Onun bu zıt hasletleri bir arada tutması
şeklinde zuhur eden diyalektik ilişki, insanı değerli kılan yönüdür. Kur’ân’ın insan hakkında beyanı da
bu yöndedir. Nitekim insan bilkuvve olarak kendinde bulunan olumsuz vasıflardan çaba gösterip
kurtulduğunda, Allah Teâla’nın kendinden istediği ahlâk-ı kemal konumuna varabilecektir. Aksi
takdirde, olumsuz vasıflar üzerinde kalarak en aşağı bir çöküş içinde olması kaçınılmaz olacaktır.
KAYNAKÇA
Alûsî, Ebu’l-Fadl Şihâbu’d-Dîn, Ruhu’l-Meânî, İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut ts .
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşr., İstanbul 1989.
Aydın, Mehmet, “İnsân-ı Kâmil”, DİA, İstanbul 2000.
Bıyıkoğlu, Yakup, “Zümer 53. Ayet bağlamında Kur’an’ın Ümitsizliğe Bakışı”, Diyanet İlmî Dergi,
Ankara 2015, cilt: LI, sayı: 2.
el-Buharî, Muhammed İsmail, Câmiu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992.
Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dinî, Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1979.
Isfehanî, Râgıb, el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Seyyid Geylanî, Dâru’l-Marife,
Beyrût, ts.
İbn Aşûr, Muhammed Tâhir, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru Tûnisiyye, Tûnus 1984.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Muhammed es-Selâme, Dâru Taybe, Riyâd
1999.
İbn Manzûr, Cemaluddin Nuhammed b. Mükrim, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrût ts.
Karasakal, Şaban, “Mental Concept in the Qur’an/Kur’ân’da Rûh Kavramı”, International Journal of
Social Sciences, Number: 28, II, Autumn 2014.
Khosrow Bagheri, Islamic Educatution, Alhoda, Tahran 2005.
Kur’an Yolu, Komisyon, DİB. Yayınları, Ankara 2006.
Kuşeyrî, Abdurrahman, Letâifu’l-İşâret, trc. Mehmet Yalar, İlkharf Yay., İstanbul 2013.
Kutluer, İlhan, “İnsan”, DİA, İstanbul 2000.
el-Mâtûrîdî, Ebû Mansûr, Te’vilâtu’l-Kur’ân, Mizan Yay., thk. Hatice Boynukalın, İstanbul 2006.
---------, Te’vilât, thk. Ahmet Vanlıoğlu, İstanbul 2005.
Mevdudî, Ebu’l-Âla, Tefhimu’l-Kur’ân, İnsan Yay., İstanbul 1988.
Muhammed İkbal, İslam’da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. N. Ahmet Asrar, Birleşik Yay.,
İstanbul ts.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin, Câmiu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992.
Öztürk, Yaşar Nuri, Mevlâna ve İnsan, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1992.
---------, Kur’an’ı Anlamaya Doğru (3. Baskı), Yeni Boyut, İstanbul 1993.
---------, Kur’an’daki İslam, Yeni Boyut (11 baskı), İstanbul 1995.
Râzî, Fahreddin, Mefâtihü’l-Gayb, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1981.
Şahin, İskender, Semantik Analizler Işığında Kur’an’da Diriliş Gerçeği, Sage Yay., Ankara 2011.
Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Dâru İbni Kesîr, Dimeşk-Beyrût 1998.
Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay., İstanbul 1991.
Yılmaz, Hasan Kamil, Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Neşr., (20 baskı), İstanbul 2015.
Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, Keşşâf, thk. Ahmed Abdulmevcûd, Mektebetü Ubeykân, Riyâd 1998.