uluslararasi İslÂm ve model İnsan -...

15

Upload: others

Post on 16-Feb-2021

13 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • ULUSLARARASI İSLÂM VE MODEL İNSAN

    SEMPOZYUMU

    International Symposium On Islam And Model Human

    المؤتمر الّدولي عن اإلسالم واإلنسان النّموذجيّ

    26-27-28 Nisan 2018 – KAHRAMANMARAŞ

    Adres:

    Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi Kültür Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı

    Kültür ve Turizm Şube Müdürlüğü

    (0 344 223 76 71)

    &

    Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı

    Tel: (0344 300 27 01)–

    e-mail:

    [email protected]

    mailto:[email protected]

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN

    SEMPOZYUMU

    26-27 NİSAN 2018

    Düzenleme Kurulu Başkanı

    Cevdet KABAKCI

    (Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı)

    Editör

    Prof. Dr. M.Akif ÖZDOĞAN

    Doç. Dr. Faruk ÇİFTÇİ

    Dr. Ögr. Üyesi Fatih TİYEK

    Dr. Ögr. Üyesi Veli ABA

    Arş. Gör. Sezai KORKMAZ

    Arş. Gör. İrfan KARA

    Dizgi&Mizanpaj ve Tasarım

    Arş. Gör. Sezai KORKMAZ

    Arş. Gör. İrfan KARA

    ŞÜKRAN İŞÇİ

    ISBN

    978-605-4996-62-9 (Tk.)

    978-605-4996-63-6

    Basım Tarihi

    EKİM 2018

    Yapım &Baskı

    Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

    Kültür ve Turizm Şube Müdürlüğü

    Yönetim Yeri

    Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı

    Kültür ve Turizm Şube Müdürlüğü

    0 (344) 225 24 15 - 16

    www.kahramanmaras.bel.tr

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinden

    yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde

    kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayımlanamaz.

    http://www.kahramanmaras.bel.tr/

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    472

    KUR’ÂN’DA OLUMSUZ ÖZELLİKLERİ ANLATILAN İNSAN İLE HALİFE OLUŞU

    ARASINDAKİ DİYALEKTİK İLİŞKİ

    Yakup BIYIKOĞLU

    ÖZET

    Kur’ân a göre olarak değerli varlık insandır. Bu mukaddes özelliği nedeniyle Allah’ın (cc) meleklere

    Hz. Âdem’in üstünlüğünü kabul etmelerini ve ona saygı duymalarını emreder. (Bakara 2/34/İsrâ 17/61)

    Böylece İblis hariç bütün meleklerin bu emre uyup Hz. Adem’in üstünlüğünü kabul etmeleri (A’raf

    7/11) haber verilmektedir. Yine genel olarak insanı yücelterek Yüce Allah’ın, insan suretini yarattığında

    ruhundan ona üflemesi (Hicr 15/29), Âdemoğlunu diğer yarattıklarımızdan üstün kılması (İsrâ 17/70)

    ayetlerde zikredilmektedir. Son olarak da Tîn Sûresinde nihaî olarak insanın en güzel surette

    yaratıldığından haber verilmektedir.

    Tüm bunların yanında Mekkî ayetler bağlamında bakıldığında ayetlerin bir kısmında da insan

    yerilmektedir. Şöyle ki bu hususlar için Kur’an’da insan hakkında Rabbine karşı nankör (Adiyât 100/6),

    aciz (Maide 5/31), hırsına düşkün (Fecr 89/16-20) ve insanın sabır ve tahammül olarak zayıf olduğundan

    haber verilmektedir. (Nisâ 4/28) Böyle olmakla beraber olumsuz nitelikleri olan insanın yerde ve gökte

    ne varsa hepsinin emrine verildiği de anlatılmaktadır (Bakara 2/29). Yine varoluşsal değeri yanında,

    insanın davranışlarına göre dereceleri olup, hadislerde bu bağlamda insanın kutsiyetinden

    bahsetmektedir.

    Sonuç olarak insan olumsuz ve zayıf özellikleriyle öne çıksa da Allah Teâla’nın varoluşsal olarak ona

    atfettiği kutsal bir özellik dikkat çekicidir. Zira Kur’ân da bu iki zıt durum birleştirilerek insanın

    yeryüzünde halife olmasına vurgu yapar. (Bakara 2/30) Bu çalışmamızda, İslâm’da insana verilen iki uç

    vasıflar arasında nasıl bir diyalektik ilişki kurulduğunu açıklamaya çalışacağız.

    Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Ayet, İnsan, Halife ve İnsan vasıfları.

    THE DIALECTICAL RELATION BETWEEN THE HUMAN WHO DESCRIBED WITH

    NEGATIVE CHARACTERISTICS IN QUR’AN AND THE HUMAN AS A CALIPH

    ABSTRACT

    According to the Qur'an the valuable creature is the humanbeing. Because of this holy attribute Allah

    (cc) commands angels to accept the supremacy of Adam and to respect him. (2/34; 17/61). It is reported

    that all the angels except Iblis had obeyed this command and accepted his supremacy (7/11). Again it is

    narrated that Allah exalted human being by breathing into him of His Spirit and by preferring him above

    many of those whom He created with a marked preferment. Finally, it is reported in surah al-Tin that

    the human being is ultimately created of the best stature.

    Besides all these the human being is criticised in the context of the Makkî verses as follows: man is an

    ingrate unto his Lord (100/6), helpless (5/31), greedy (89/16-20) and weak in terms of patience and

    endurance (4/28). Nonetheless Allah says that He created all what is in the earth for the human being

    (2/29) who has the negative characteristics mentioned above. Besides their existential value there are

    ranks for human beings according to the life they set forth. Prophetic traditions also mention this

    sanctity.

    As a result, although human being becomes prominent with his negative and weak features, the sacred

    feature attributed existentially to him by Allah is remarkable. The Qur'an also combines these two

    opposite conditions to emphasize that the man is the caliph on earth (2/30). In this work, we will try to

    explain how a dialectical relation is established between these two extreme qualities given to man in

    Islamic religion.

    Key Words: Qur’an, Qur’anic verses, Human being, Caliph and Characteristics of human being.

    Dr.Öğr.Üyesi, Namık Kemal Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri, Tefsir Anabilim Dalı.

    [email protected]

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    473

    Giriş

    Varoşsal baktığımızda Kur’an-ı Kerîm insanı ikili bir vasıfta anlatır. Şöyle ki bu durum: “Kurumuş

    balçıktan insan yaratması”1, “İnsanı (en güzel şekilde) tesviye kılıp ona rûhundan üflemesi”2 şeklinde

    beyan edilir. Bu şekilde Kur’ân ontolojik olarak varlığında iki farklı alanın birleştiğini ortaya koyar.

    Nitekim Kur’ân, bir yönüyle insanın ölümlü olduğuna yani bedenine; diğer yönüyle de ölümsüz ruh

    yönüne dikkat çeker. Böyle olmakla birlikte Yüce Allah Kur’ân’da iki yönüne vurgu yapılan insanın

    olumsuz ve olumlu özelliklerinden ayrı ayrı bahseder. Ancak Yüce kitap’ta bu iki zıt yönü arasında

    diyalektik ilişki kurularak insanın eşref-i mahlûkat oluşu ile halifetullah vasfı ilişkilendirir.

    Bu iki cenahın birleşimin en güzel örneğini İslâmî ilimlerden tasavvuf alanında görmek mümkündür.

    Zira insanı, kâmil vasfıyla buluşturmayı hedefleyen Tasavvuf’a göre bu ayrım, nâsut-lâhut şeklinde

    şekil/sûret-öz/aslî şeklinde tasnif edilir.3 Zira insandaki olumsuz özellikler bedeninin, olumlu vasıflar

    ise ruhî/öze dair hususların tezahürü olarak karşımıza çıkar.

    Çalışmamızda öncelikle Kur’ân ve tefsirler çerçevesinde ve pratik değer olarak da sünnet, zühde dâir

    olgular çerçevesinde insanın selbî vasıflarıyla halifetullah oluşu arasında nasıl bir mantıksal ilişki

    kurulduğunu sunmaya çalışacağız. Kaynak olarak da bu hususa ışık tutacak ilk dönem ve modern dönem

    tefsirlere başvuracağız. Bu meyanda insan eğitimi ve ahlâk-i kemâl hususlarında tasavvufî eserleri de

    dikkate almak suretiyle konuyu aydınlatmaya çalışacağız.

    A- İNSAN KELİMESİNİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

    Kur’ân’ı Kerim’de insan köküne müteallik kullanımlar seksen dört yerde geçmektedir. Bunların altmış

    beşi “insan” şeklinde geçmektedir. On sekiz yerde “ins” ve bir yerde de “insî” olarak geçmektedir.

    Kur’ân’da sûre ismi olarak da verilmesi suretiyle insan üzeri dikkat çekilmek istenmiştir.

    Kök olarak ise nesy (unutmak) ve üns (alışmak) olmak üzere iki kök ile irtibatlandırılmıştır. Birinci

    anlamda İbn Abbas’a (v. 68/687) nispetle, “ahdini unutması” sebebiyle nisyan anlamında bu ismi aldığı

    rivâyet edilmektedir. İkincisinde ise, insan ile “üns” mastarı arasında irtibat kurulmuştur. Bu bağlamda

    “alışmak ve uyum sağlamak” anlamlarına gelen üns, Türkçe de kullanılan ünsiyet ile alakalı olup4

    teennüs “insan olmak” olmak; cana yakın olmak ve vahşi hayvanı evcilleştirme anlamında ist’inâs

    anlamına gelmektedir Enes kelimesi de vahşetin karşıtıdır.5 Ragıb el-Isfehâni’ye göre ürkmek

    anlamında “nüfûr/نفور” kelimesinin zıddı olarak verilmesi kendi cinsleriyle uyum içerisinde hayatını

    idame ettirebilmesidir. İnsanın yaratılış olarak tabiatında sosyal bir varlık olması da bu sebepten

    ötürüdür.6

    B- KUR’ÂN’A GÖRE İNSANIN ÖZELLİKLERİ

    Yüce Kitabımıza baktığımızda genel olarak insan övülse de, bir takım olumsuz vasıflarıyla tasvir

    edilerek yerilmektedir. İki zıt vasıfların kendinde toplandığı ve bu şekilde kendine değer atfedilen

    insanoğlunu ayet, hadis ve tefsirler perspektifinde açmaya çalışalım. Öncelikle insanın Kur’ân’da

    belirtilen olumsuz yönlerinden başlayalım.

    1. Olumsuz Özellikleri/Zaafları

    Kur’ân, öz olarak topraktan yaratıldığı zikredilen insanın, daha sonra biyolojik olarak cinsel ilişkiye

    dayalı yaratıldığından bahseder. Sonra ise ayetlerde insanoğluna Fravun ve Nemrût örneğinde olduğu

    gibi, istiğnâda bulunarak kendini ilah addetmesi durumunda, ona “değersiz/önemsiz bir sudan

    yaratıldığının hatırlatılmaktadır.7 İnsanın ruh-beden bütünlüğü olmadan anılmaya değer bir varlık

    1 En’âm 6/2; Hicr15 /28, Sâd 38/ 71. 2 Hicr 15/29; Sâd 38/72. 3Yaşar Nûri Öztürk, Mevlâna ve İnsan, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1992, s. 39; Rûh Allah’ın yaratıklarına dair emrinin adır.

    Dolayısıyla bu bağlamda ruh evrende yaşamın menşei olarak görülür. Kur’an’da ruhun başka nefs, fıtrat, melek, Hz.İsa vb

    anlamlarda kullanıldığı da görülmektedir. Bkz. Khosrow Bagheri, Islamic Educatution, Alhoda, Tahran 2005, s. 32; Şaban

    Karasakal, “Mental Concept in the Qur’an/Kur’ân’da Rûh Kavramı”, International Journal of Social Sciences, Number: 28, II,

    Autumn 2014, s. 282-288. 4Cemaluddin Nuhammed b. Mükrim İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrût ts., VI, s.11; İlhan Kutluer, “İnsan”, DİA,

    İstanbul 2000, XXII, s. 320-321. 5 İsmail Hammâd el-Cevherî, es-Sıhah, thk. Ahmed Abdulgafur Atâr, Dâru’l-Âlem, Beyrût 1984, III, 905; İbn Manzûr,

    Lisânu’l-Arab, VI, 14-15. 6 Râgıb el-Isfehanî, el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Seyyid Geylanî, Dâru’l-Marife, Beyrût, ts., s. 28. 7 Mürselât 77/20.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    474

    olmayacağı belirtilmektedir.8 Velhasıl nutfe (sperm), ‘alak (pıhtı) ve mudgâ (et parçası) olarak başlayıp

    sonra kemikleşmesi, kas ve iskelete dönüşmesi ve son olarak da bunları yaratana bir kulluk borcu olduğu

    da hatırlatılmaktadır.9. Ancak durum böyle iken, Kur’ân’da bir damla sudan yaratıldığı beyan edilen

    insanın, Yaratanına birden düşman kesildiğinden bahsedilmesi manidardır.10 Böylece insanın yaratılış

    serüvenine dikkat çekilerek topraktan halk edilen ve sonra biyolojik olarak mücessem bedenin çürüyüp

    toprak olacağı ve sonra oradan hesap için çıkarılacağı kendine hatırlatılmaktadır.11 Bu meyanda Kur’ân

    da olumsuz özellikleri anlatılan insanla ilgili ayetlerin pek çoğunun Mekkî olması dikkat çekicidir. Bu

    hususta ayetlerin ilk muhataplarının müşrikler olması sebebiyle insanın olumsuz vasıflarla

    anlatılmasının muhtemel olduğu söylenebilir. Kur’an’ın öngördüğü insan vasıfları bunların zıddıdır.

    İnsanın olumsuz olarak Kur’ân’da öne çıkan rûhî özellikleri şunlardır:

    a) Nankörlük

    Kur’ân, insanın nankör oluşundan bahseder. Şöyle ki ayetlerde “ İnsan rabbine karşı son derece

    nankördür.”12, “Kendini mahveden insan ne nankördür”13 ve “…insan gerçekten apaçık nankördür”14

    buyrulmaktadır. Yine inançsızlık ve inkâr bağlamında Yüce Allah şöyle buyurur: “Sizi dirilten, sonra

    öldüren sonra yine diriltecek olan O’dur. İnsan kesinlikle çok nankördür.”15 “…Bizim ayetlerimizi hain

    ve nankörlerden başkası inkâr etmez”16. Cenâb-ı Hak bu ayetleri cevabı olarak nankörlüğün karşılıksız

    kalmayacağını, her nefisin ölümü tadacağını, insanın dünyada hayır ve şer açısından denendiğini, sonra

    da mutlaka Allah’a hesap verilmek üzere insanın döndürüleceği belirtilmektedir.17

    Ayetlerden hareketle insan fıtratı, potansiyel bir özellik olarak şiddet-darlık anında kendisine bir nimet

    verilmesi için Allah’ın (cc) fazlını ve rahmetini çok uman bir psikolojik bir yapıya sahiptir. Ancak,

    bolluk ve rehavet geldiğinde ise rabbinden hemen yüz çeviren özelliği de bulunan bir varlıktır.

    Dolayısıyla insanın Allah’a bağlılık gösterme konusunda zafiyeti vardır.18

    b) Geçici Hazza/Menfaatine Düşkünlük

    Kur’ân-ı Kerim’de bu husus şöyle anlatılır: “…Zira Rabbim esirgeyip korumazsa nefis insanı daima

    kötülüğe, şehevî arzulara yöneltir…”19. İnsanın nefis taşıması itibarıyla geçici hazlara düşkün olduğu

    malumdur. İnsanın bu yönüyle ilgili olarak kendine özgü nefsinin doğasında bi’l-kuvve olarak tutkulara

    eğilim, kötülüğü buyurganlık özelliği bulunmaktadır. Dolayısıyla insanoğlu, nefsine uyarak kendini

    kontrol altına almaz ve nefsinde bulunan olumsuz hasletlerden uzaklaşmazsa fenalığa düşmesi

    kaçınılmaz olacaktır.20

    c) Cimrilik/Eli Sıkı Olma

    “De ki: Şayet Siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla elinizi sımsıkı

    tutardınız. Zaten insan son derece cimridir/eli sıkıdır.”21 Burada insanın tavırlarıyla, zaten şuur altındaki

    cimrilikleri maddiyata hırslı oluşu yansıtılmaktadır. Ayetin son kısmında da egoizmin, iman ve ahlak

    terbiyesinden yoksun bırakan köklü bir karakter oluşuna işaret edilmektedir.22 Yine “الشح” tabiriyle

    insanın cimri ve bencil oluşundan bahsedilmektedir.23 Yine insanın malı aşırı sevme mala karşı aşırı

    8 Kutluer, “İnsan”, XXII, s. 321. 9 Hâc 22/5; Mu’minûn 23/ 12-15; Furkân 25/54; Fâtır 35/11; Zümer 39/6; Mü’min 40/67; Necm 53/45-46; Vâkıa 56/57; Kıyâme

    75/37; İnsan 76/1-3; Mürselât77/20-23; Abese 80/18-19; Târık 86/5 ve ‘Alâk 96/1-2. 10 Nahl 16/4. 11 “O topraktan sizi de yarattık, oraya tekrar döndüreceğiz ve yine oradan biz sizi bir daha çıkaracağız.” (Tâhâ 20/55) 12 İsrâ 17/67; Âdiyât 100/6. 13 Abese 80/17. 14 Zuhruf 43/15. 15 Hacc 22/66. 16 Lokman 31/32. 17 Enbiyâ 21/35. 18 Fahreddin er-Râzî, Mefâtihü’l-Gayb, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1981, XXI, s. 11-12. 19 Yûsûf 12/53. 20 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dinî, Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1979, V, s. 2873. 21 İsrâ 17/100. 22 Kur’an Yolu, Komisyon, DİB. Yayınları, Ankara 2006, III, s. 525. 23 Nisâ 4/128

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    475

    düşkünlüğü (24(حبا جما, cimriliği huy edinip zenginleştikçe pintileşmesi25 ve son derece dünya malına

    düşkünlüğü26 Kur’ân’ın zemmettiği hususlardandır. Âdiyât Sûresi’nde belirtilen “hayr” kelimesi, “şayet

    bir hayır bırakırsa”27 mal anlamında tefsir edilmektedir. Dolayısıyla burada mal isminin verilmesinin

    sebebi ise, insanın doğasında mala karşı bir eğilimin olması ve insanının menfaati nedeniyle bunu hayır

    gibi değerlendirmesidir. İnsan bu yönüyle de Kur’ân’da yerilmiştir. Zira “لشديد” ifadesiyle de, malı elde

    etmede güçlü olması ve bu uğurda kendini bir hırs kaplaması anlatılmaktadır. Ancak kulluk/şükür için

    vermeye gelince bu hususta pintileşir ve kaçınır da kaçınır.28

    Burada insanda potansiyel olarak cimriliğin olduğu anlaşılmaktadır. Bu hususta insanın bu vasfı

    hakkında iki görüş beyan edilebilir. Birincisi, insan muhtaç olduğu ve ihtiyacını giderecek olan şeyi

    sever. İhtiyaç duyduğu şeyleri kendine güzel görür. Bunlar ise dışarıdan bir şey edinmeye yaradığı için

    onun nazarında değer bulur. O halde insanın asıl vasfı cimri olmasıdır. İkincisi, insan vacip olan infakın

    dışına çıkarak, övgü almak için harcama yapar. Ancak hakikatte bunun karşılığında kesinlikler bir bedel

    veya menfaat bekler. Böylece bedel beklentisi nedeniyle gerçekte cimri/kıs kıs olmuş olur.29

    d) Umutsuzluk

    Kur’ân’da umutsuzluk insanın umutsuzluğa dair vasfına dair ayetleri şöyle sıralayabiliniriz: “Biz İnsana

    bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer. Ona bir kötülük dokununca da hemen umutsuzluğa

    düşer”30, “…Yaptıklarından dolayı başlarına bir kötülük geldiğinde, bir de bakarsın ümitsizliğe

    düşmüşlerdir”31, “İnsan, iyiliği istemekten bıkmaz. Eğer ona bir kötülük dokunursa birde bakarsın

    ümitsizliğe düşer, karamsar olur.”32 ve “İnsana katımızdan bir nimet versek sonra da ondan bunu çekip

    alsak, kuşkusuz o ümitsizliğe düşüp inkara sapar”33 şeklinde dikkat çekilir. Bu ayetler ekseninden

    bakıldığında, yeûs kelimesi, ümitsizlik ve yeise düşme anlamına gelmektedir. Zira buradan insanın

    tabiatında bencillik olup sıkıntılar karşısındaki dayanıksızlığı ve hemen ümitsizliğe düşebileceği

    anlaşılmaktadır.34 Ancak Kur’ân’ı Kerim’e baktığımızda, zorluklar, günahlar ne kadar çok olurlarsa

    olsun insanların ümitsizliğe düşmemesi tavsiye edilmektedir. Çünkü Allah’ın gücü her şeyin üstünde,

    acıması ise sonsuzdur. Ümitsizliğe düşmek Allah’a iman ve güveni olmayan kişiler için söz

    konusudur.35 Bu nedenle ümitsizlik, küfür ve inkâr vasfı telakki edildiğinden bunu imana zıt durum

    olarak kabul etmek mümkündür.

    e) Unutkanlık

    İsrâ Sûresinde bu durumla ilgili şu ayet zikredilebilir. “Zaten biz insanoğluna ne zaman bir nimet

    lütfettiysek (nimeti unutarak nankörce) bizden yüz çevirir…”36. Mücâhid’e (v. 103/721) göre “bizden

    uzaklaşır/yüz çevirir” ifadesinin izahı da şu şekilde yapılabilir:

    İnsanın zaaflarından birisi de unutkanlıktır. Şöyle ki Allah’ın kuluna mal ve sağlık vermesi, yine kulun

    her şeyi elde ermesi konusunda rızkını açar. Sonra kul da tüm bu iyilikleri unutup Allah’a itaat ve

    ibadetten yüz çevirir.37 Kur’ân’da bu unutma özelliğinin mal genişlik üzere şımarıklığa dönüştüğüne

    dikkat çekilir.38 Dahası kulun kendi yaratılışını unutup büyüklenmesi, tekrar diriltilmeye dair Rabbini

    inkâra gitmesi zafiyetindeki vahametin büyüklüğünü göstermektedir.39 Şimdi nimetleri unutması

    zafiyetinin sonucu olarak tezahür eden insanoğlunun şımarması üzerinde duralım.

    24 “Malı yığmacasına sevdikçe seviyorsunuz.” (Fecr 89/20) 25 “Biriktirip depo edeni de”, “Zenginleştikçe cimrileşir.” (Meâric 70/18, 21) 26 “Onun mala karşı aşırı derecede sevgisi vardır.” (Adiyât 100/8) 27 Bakara 2/180. 28 Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili, IX, s. 6021. 29 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXI, s. 64. 30 İsrâ 17/83. 31 Rûm 30/36. 32 Fussilet 41/49. 33 Hûd 11/9. 34 Kur’an Yolu, III, s. 152. 35Al-i İmrân 3/160; Yûsuf 12/87; Ankebût 29/23 ve Mümtehine 60/13. Bu hususta geniş malumat için bkz. Yakup Bıyıkoğlu,

    “Zümer 53. Ayet bağlamında Kur’an’ın Ümitsizliğe Bakışı”, Diyanet İlmî Dergi, Ankara 2015, cilt: LI, sayı:2, s. 37-65. 36 İsrâ 17/83. 37Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Muhammed es-Selâme, Dâru Taybe, Riyâd 1999, V, s. 113. 38 Hûd 11/10-11. 39 Yâsîn 36/ 78.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    476

    f) Böbürlenme/Şımarıklık

    “Başına gelen sıkıntıdan sonra ona bir nimet versek ‘kötülük benden gitti’ der. Kuşkusuz o, çok şımarık

    ve böbürlenen biridir.”40 Hûd Sûresinde geçen “فخور” kelimesi “لفرح” ile kullanıldığında sevinçten

    şımarma ve böbürlenme anlamına gelir. Zira tefsire baktığımızda buradaki sevinç, genişlik ve bolluk

    halinde vuku bulan bir durumdur. Bu sevinç şımarıklık psikolojisi oluşturacağından bunun küfre

    götürme potansiyeli vardır. Dolayısıyla bu halette şımaran kimseleri Allah (cc) sevmez. Fehûr, burada

    kendisine verilen bir malla şımarıp fakirlere karşı övünen kimsedir. Ya da nebiler ve resullere karşı

    onları yalanlama şeklinde övünme vasfını anlatır. Zira mal sahibi olarak bolluk ve genişliğe sahip

    kimselerin şımarıklıklarından peygamberlerin risâletini kabul etmeme adetleri böyledir. Zuhruf 43/31

    ve Sebe’ 34/35 ayetlerinde belirtilen durum da bu minvaldedir.41 Yine başka bir ayette hazinesin

    anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluğun taşıdığı Kârun ile ilgili olarak, “…servetine güvenip de sakın

    şımarma. Zira Allah şımaranları sevmez”42. Kur’ân, inkârcı konumunda böbürlü şımaran bu tipleri

    “mütref (zengin şımarıklar) olarak tavsif etmiştir. Onlar elçiler tarafından uyarılmış, ancak fıska devam

    ettiklerinden yıkıcı azapla muamele görmüşlerdir.43

    g) Acelecilik

    “İnsan iyiliği istediği gibi, kötülüğü de ister. İnsan, çok acelecidir”44. Ayette belirtildiği üzere insanın

    aleyhinde olanı lehine gibi istediğine vurgu yapılmaktadır. Yine “وكان اإلنسان عجوَل” ibaresinden

    hareketle, Hz. Adem’den yaratılan bazı cesetlerin ruh üflendiği sırada acelecilik vasfıyla müsemma

    kılındığından bahsedilmektedir. Ancak bütün insanlar tabiat olarak aceleci yaratıldığı görülmektedir. Bu

    nedenler insanoğlunun bir iş yahut bir durum da aynı şekilde sabrettiğini görmek mümkün değildir.

    Mesala, bir nimet edinmesi için sabretse bile bir sure sonra sıkılır. Şiddet ve musibet anında da sürekli

    olarak asla sabredemez. Bir halden başka değişik hallere girer. Hz. Mûsa’nın kavmine “men” ve “selvâ”

    indirildiğinde kavmi sabredememiş Hz. Musâ’dan iki çeşit yiyeceğe tahammül edemeyip kendilerine

    tarım ürünleri verilmesini talep etmişlerdi.45 Zor durumlarda sabırla kendisine hayırla dönecek olan bir

    şey hususunda vakur olma yerine, acele ile sonuca gitmek ister. Zira insanın yaratılışında acelecilik

    vardır.46 Bu yaratılış husus başka bir ayette “İnsanoğlu pek aceleci yaratılmıştır…”47 olarak teyit

    edilmektedir.

    Yine Kur’ân’da insanın aceleciliğinin bir tezahürü olarak “sabırsız ve hırslı” yaratıldığı ve dolayısıyla

    bu aceleciliğin verdiği hırstan dolayı cimri oluşundan bahsedilmektedir.48 Dolayısıyla insanın zaaflarla

    mündemiç yaratıldığı, bir zaafından başka bir zaafın zuhur ettiğini görülmektedir. Bu da insanın

    potansiyel olarak zaaflarla dolu olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

    h) İnkârcılık/Rabbine Düşmanlık

    Kulun zaaflarına karşı koyamayınca inkârcı konumuna düşebilmektedir. Nitekim Nahl Sûresi’nde

    belirtildiği üzere insanın inkâra bakan bir yapısı vardır. Mesela, Mekke müşriklerinin en bariz özelliği

    tekrar dirilişi49 ve ahireti inkârdır. Nitekim ayette Yüce Allah (cc) insanı bir nutfeden (sperm) yarattık

    dedikten sonra insanın yaratıcısına karşı amansız düşman kesildiğinden bahseder.50

    Ayetin sebeb-i nüzulüne göre, “insan” lafzından kastedilen Ubey b. Halef olup onun çürümüş kemikleri

    alması ve bunların tekrar dirilteceğine dair inkârcı vasfına işaret vardır. Bu hususu ayette: “Şu insan

    bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı hiç düşünmez mi ki, şimdi kalkmış bize apaçık düşman

    kesiliyor”51 şeklinde hatırlatılmaktadır. Bir sonraki ayetle birlikte düşünüldüğünde, insanın kendi

    40 Hûd 11/10. 41Ebû Mansûr el-Mâtûrîdî, Te’vilâtu’l-Kur’ân, Mizan Yay., thk. Hatice Boynukalın, İstanbul 2006, VII, 136. 42 Kasas 28/76. 43 İsrâ 17/16. 44 İsrâ 17/11. 45 Bakara 2/61. 46 Mâturîdî, Te’vilât, (thk. Halil İbrahîm Kaçar), VIII, 234-235. 47 Enbiyâ 21/37. 48 Meâric 70/19-21. 49Müşriklerin ahiret inancı olarak en çok karşı çıktıkları hakikat, hiç şüphesiz öldükten sonra tekrar dirilmek inancı olmuştur.

    Müşriklerin diriliş hakikatini inkâr gerekçeleri konusunda bkz. İskender Şahin, Semantik Analizler Işığında Kur’an’da Diriliş

    Gerçeği, Sage Yay., Ankara 2011, s. 181-197. 50 Nahl 16/4. 51 Yâsîn 36/77.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    477

    yaratılışı üzerinde tefekkür etmeyip küstahça bir tavırla yüce yaratanın ve nebilerin bildirdiklerini

    aklıyla inceleyip inkârî bir tavır içine olmasının ne derece çelişik olduğu görülecektir. Zira bu ayette

    nutfe ve çürümüş kemik kıyaslanmaktadır.52 Buradan hareketle vahiyle insanoğlunun kulluğunda

    çelişkili bir hal üzere olduğuna da dikkat çekmektedir. Bu husus ise insana dair iki ayrı yönün

    bulunmasının diyalektiğini ortaya koymaktadır.

    ı) Zalimlik/Cahillik

    İnsanın bir başka olumsuz yünü cehalete dayalı zalim olmasıdır. Kur’ân’da bu hususa: “Şüphesiz biz

    emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik onlar da onu yüklenmekten sakındılar. Onu insan yüklendi.

    Çünkü çok zalim ve câhildir.”53 ayetiyle işaret edilmektedir. Burada emanetin göklere, yere ve dağlara

    teklif edilmesi emanetin şanını ve durumunu yüceltmektedir.

    Bu konuda iki vecih vardır: birincisi yerde ve gökteki bütün gezegenler dâhil ne varsa hepsi Allah’a

    itaat ederler. Bunlar tesbîh etmek suretiyle Allah’ın kendilerine verilen âdetullah bağlamında

    vazifelerini ifa ederler. Zira Allah ister gönüllü ister istemeyerek onların bu itaatini Kur’ân’da “ قالتا...

    şeklinde belirtir. Ayetteki emanet, itaat anlamına gelir. Ancak insan konuşmak ve salahiyet 54”أتينا طامعين

    olarak mükellef bir varlık oluşu nedeniyle emanetin edasının lüzumu gibi, vazifeyi vücuda getirmesi de

    gerekmektedir. Burada emanetin cansız varlıklara yüklenmesi, onların bu vazifeden kaçınmaları ise

    mecâzî bir durumdur. Çünkü emaneti yüklenenin, bunun eda sorumluluğunu bilmesi ve gereğini

    yapması lazımdır. Ancak insan, eda edilmesi ihtimalli zor bir durumda insan bu yükün altına girmiştir.

    Böylece insan, zayıflığı ve rehavetine rağmen emaneti yüklenmiştir. Ayetteki “gerçekten insanın

    zalimdir, cahildir” ifadesi, emaneti yüklendi ve sonrasında emanete vefa göstermedi, yani ahdini bozdu

    anlamına gelir. Velhasıl gökler, yer ve dağların bile yüklenemediği reddedilmesi gereken bir durumda

    insanın böyle zor bir yükün altına girme teklifine icabet etmesi, onun zalim ve cahil oluşunu temsilî

    olarak ortaya koymak içindir.55

    k) Şükürsüzlük

    Nankörlüğün diğer bir ifadesi şükürsüzlüktür. Ayette bu husus şöyle anlatılır: “Ey insanlar! Allah size

    görecek göz, işitecek kulak, anlayacak kalp (akıl) vermiştir. Ne az şükrediyorsunuz.”56. Burada Cenâb-ı

    Hak, verilen nimetlere karşı şükrün ne kadar az oluşu anlamında bir telmih vardır.57 Yine benzer

    özellikle yoktan var edilen insanın, neredeyse hiç şükretmediğinden bahsedilmektedir.58 Aynı zamanda

    mahiyet olarak “kulların gereği gibi şükredenlerin az oluşu” da haber verilmektedir.59

    l) Zayıf ve Acizlik

    “Allah sizin işinizi kolaylaştırmak ister. Zira insan zayıf olarak yaratılmıştır”60. Bu ayette Cenab-ı Hak

    insanın zaaflarından birisi olarak zayıf oluşunu öne sürmektedir. İnsanın zayıf olarak yaratılmasından

    maksat, kulluk imtihanını kazanmak için güç ve donanımdan mahrum olması değil, kendisinde bazı

    zaafların bulunmasıdır. Bunların başında cinsel arzular gelmektedir. Yine başka bir zafiyeti yukarıda

    belirtildiği üzere mal tutkusudur.61 Dolayısıyla Allah (cc) insana, şehvet ve mal tutkusunda olduğu gibi,

    gazap vb olumsuz hususlarda meşru dairede hareket etmesi emretmektedir.

    m) Haset ve Çekememezlik Kur’ân’ın insanın vasıfları üzerinde durduğu diğer bir husus kıskanç olmasıdır. Ayette, “…onlar bunu,

    kendilerine gerçek apaçık belli olduktan sonra, kıskançlıklarından dolayı yapmaktadırlar…”62. Burada

    insanın haset yönüne dikkat çekilmektedir. Tanım olarak haset, bir nimetin hak edenin eline geçtiğinde

    52 Kur’an Yolu, IV, 513. 53 Ahzâb 33/72. 54 Fussilet 41/11. 55 Muhammed b. Ömer Zemahşerî, Keşşâf, thk. Ahmed Abdulmevcûd, Mektebetü Ubeykân, Riyâd 1998, V, s. 102-103. 56 Mü’minûn 23/78. 57 İbn Kesîr, Tefsiri, V, s. 488. 58 Mülk 67/23. 59 Sebe 34/13. 60 Nisâ 4/28. 61 Kur’an Yolu, II, s. 49. 62 Bakara 2/109.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    478

    onun elinden çıkmasını arzulamaktır. İnananlar için bu duygu gıpta/özen olur ki, müminler de birbirine

    gıpta ederler. Anacak münafıklarda bu durum haset şeklinde zuhur eder.63

    Felak Sûresinde hasetçinin haset ettiğinde onun şerrinden Allah’a sığınma duasının öğretilmesi,

    durumun vahametini ortaya koymaktadır. Alusî’ye (v. 1246/1830) göre burada hak edilen nimetin bir

    kimsede olmasını çekememezlik ve istemezlik şeklinde iki anlamda alınabilir. Sonuç olarak varılan

    nokta, her iki cihette kıskanç kişi, Allah katında gazap duyulandır. Dolayısıyla doğasında kıskançlık

    bulunan kimse bu hasletiyle savaşıp kardeşine iyi davrandığında sevap büyük ecir kazanacaktır.64

    Hadiste belirtildiği üzere mümin kardeşine sadece hayır yolunda imrenecektir.65 Sonuç olarak hasedin

    Türkçe karşılığı, kıskançlık değil, başkasının elindeki nimetten rahatsız olma anlamında

    çekememezliktir.66

    2. Olumlu Özellikleri

    Kur’ân insanın olumsuz vasıflarını, başka bir deyişle zaaflarını ortaya koyarak bunları terk etmesi

    gerektiğini açıklar. Böylece Allah katında değer bulmayan, insana yakıştırılmayan vasıflar üzerine

    dikkat çekildikten sonra, insanını yaratılış gayesine ve kendisine bahşedilen güzel hasletler üzerinde

    durulur. Bunlar üzerinde kısaca açıklayalım.

    a) İlahî Nefhâ Taşıması

    İnsanoğlu ilahî nefha/ruh taşıyan bir varlıktır. Bu durum Hicr Sûresinde anlatılmaktadır. Cenab-Hak,

    meleklere kurumuş balçıktan insan yaratacağını beyan ettikten sonra: “ Ona güzel bir şekil verip

    ruhumdan üfleyince, siz hemen ona secde edin!”67 emriyle saygı anlamında meleklerin ona secde

    ettiklerini, sadece İblis’in secde etmediğini ve onun meleklerle birlikte hareket etmekten kaçındığı

    bildirmektedir.68 Yine başka ayetlerde belirtildiği üzere İblis’in, Allah Teâla’nın insana verdiği değeri

    çekemeyerek, kendinin ateşten, Adem’in ise topraktan yaratıldığına dair mukayese edişini de

    görmekteyiz.69 Hatta inatçılığını ve istikbârını kendi varlığıyla ilintilendirerek “İblis, kuru çamurdan

    sûret verilen bir balçıktan yarattığın beşere secde edeyim diye var olmadım”70 şeklinde Allah’a karşı

    isyanını ve çekememezliğinin dozunu ortaya koymuştur.

    Yüce Allah, ruhundan üflemesiyle ilk insan olan Adem’in biyolojik gelişimi tamamlamış, ruh-beden

    ikilisiyle bir forma bürünmüş sûret şeklinde en gelişmiş canlı türünü yaratmıştır. Sonra meleklere, Hz.

    Adem’e secdeye (tekrîm) etmeyi emretmiş İblis hariç hepsi secde etmiştir. Bunun üzere İblis, kendi

    ontolojisini daha üstün sayarak ve kendine göre kurguladığı mantıkla Allah’ın bu emrine karşı

    gelmiştir.71

    Kur’ân’a baktığımızda Allah Teâla insanoğluna yaratıcısını ve kendi atasını tanımasını yararlı görmüş

    benzer anlatımlarla bu hususu tekrar etmiştir.72 Bu süreçte insanın önce şekilsel nasıl yaratıldığı,

    biyolojik forma hangi süreçlerle kavuştuğu ve ilahî nefhanın üflenmesiyle ruh ve beden bütünlüğünün

    oluşumu haber verilmektedir. Zira beden, insanın fizyolojik, ruh ise metafizik boyutunu ifade

    etmektedir.73

    Ayet bağlamında Hz. Âdem’e ruhun üflenmesi konusunda iki görüş vardır. Birincisi, hava şeklinde

    kabul edilen ruhu cismin boşluğuna akıtmaktır. Burada üfleme şeklinde bir beyan olduğundan lafzın

    zahiri olarak ruhun, rüzgar ve hava gibi bir şey olduğu hissini vermiştir. İkincisi, Cenab-ı Hak Âdem’e

    ruhumdan üfledim diyerek, insanın kıymetini göstermek için onu yücelterek kendi zât-ı ilahiyyesine

    nispet etmiştir.74

    İşte bu ruhun tecellisi olan inansının varlıkta eşsizleşmeyi istemesi diğer bütün varlıklar üzerinde

    hâkimiyet kuma konusunda kendinde yetkinlik istemektedir. İmam Gazâlî’nin (505/1111) belirttiği

    63 R. Isfehânî, Müfredât, s. 118. 64 Ebu’l-Fadl Şihâbu’d-Dîn, el-Alûsî, Ruhu’l-Meânî, İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut ts., XXX, s. 284. 65 Muhammed İsmail el-Buharî, Câmiu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992, İlim, 15. 66 Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili, IX, s. 6402-6406. 67 Hicr 15/29. 68 Hicr 15/30-31. 69 A‘râf 7/11; krş., İsrâ 17/61. 70 Hicr 15/33. 71 Kur’ân Yolu, III, s. 349-350. 72 Bakara 2/30-39; A‘raf 11-25. 73 İsrâ 17/75; ayrıntılı bilgi için bkz. Kur’an Yolu, III, s. 350. 74 Râzî, Mefâtih, XIX, s. 186.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    479

    üzere, insanın canlı ve cansız varlıklar üzerinde hâkimiyet kurma arzusu, ruhun ilahi âlemden

    gelmesinin bir sonucu olarak varlıkları malzeme şeklinde sürekli kullanması, ulaşamadıkları konuda da

    epistomolojik olarak hâkimiyet gücünü gerçekleştirmek isteyişinden kaynaklanmaktadır.75 İste

    insanoğlu bi’l-kuvve/potansiyel olan bu gücünü bedenine ilahî nefha vasfı taşımasından almıştır. Başka

    bir deyişle diğer tüm varlıklar insan ve ona hizmet için yaratılmıştır.

    b) Diğer Varlıklara Nazaran Üstün Tutulması

    İnsanın üstün oluşuyla ilgili ayetler, Yüce Allah pek çok nimeti insanoğlunun emrine vermiştir. İsrâ

    Sûresi 70. ayetteki “tekrîm kılmak”, şan, şeref ve nimetler şeklinde anlamlandırılmıştır. Zira İslâm’da

    birinin kerîm kılınması, Yaratanın insanlara şeref, soy ve asalet gibi meziyetler vermesi yanında insana

    mal ve mülke dayalı bolluk vermesini de ifade eder. Bu ayetten hareketle, Allah insanı lütfuna mazhar

    kılmış ve varlıklar içerisinde en değerli yaratmıştır. Hatta bu durum kadîm tefsirlerde olduğu gibi insan

    mı üstün melek mi tartışmalarına varmıştır.76 Ancak bu hususta İbn Aşûr, burada insanla melek arasında

    bir mukayese olmayıp burada bazı varlıkların insanın hizmetine sunulmasından ve doğal olarak

    bunlardan faydalandığından bahseder.77

    Râzî (v. 606/1209), buradaki üstünlük konusunu anlatmak için çağının malumatı bağlamında imkânları

    kullanarak açıklama yapar. O, insanın diğer varlıklara mukayeseli olarak asıl şerefli ve üstün oluşunu

    “eşyanın gerçeklerini aslına uygun olarak kavrama yeteneği olarak akıl gücü” vasfına bağlar. Hatta Râzî,

    tasavvufî söylemle işi marifetullah’a getirir. Şöyle ki akıl yeteneği, madde manâ âlemindeki sırlara

    ulaşmak ve Allah’ın ruhlar ve cisimler âleminde yarattığı gücü görmek marifetullah ile olur.

    Marifetullah’a ulaşma bağlamındaki akla doğma özelliği insana mahsus olduğundan bu husus insanı

    varlıklar arasında en değerli kılmaktadır.78 Yine insanoğlunun aklıyla üretip güzel şeyler ortaya koması

    sadece ona has bir durumdur. Mesala gemi vb araçlar yapması çok anlamlıdır. Tonlarca yükü gemiyle

    uzak mesafelere taşıyabilmesi sadece insana has bir durumdur. Yine insanın reis ve yönetici olup

    etrafındakileri kendine tabi kılması kendisine tekrîm edilen bir husustur.79

    İnsansın meleklere üstünlüğü tartışmalı konu olmakla beraber, Bakara Sûresindeki ayetteki meleklere

    verilen secde emrinden insanın üstün ve değerli olduğu anlaşılmaktadır. Burada “Adem’e secde edin”80

    emrindeki secde, son derece tevazu ile alçalıp saygı duymak olup tam olarak kibrin zıddıdır. Bu secde

    ibadet amacıyla yapılan niyeti şart olan secde olmayıp tezellül ve kayıtlı bir ta‘zimdir. Yoksa Allah’tan

    başkasına secde edilmez. Buradan hareketle melekler Adem’e bizzat musahhar değil, onun halife

    olmasına hizmetkar olacaktır. Dolayısıyla asıl ma‘bûd olan Allah Teâla olunca, Adem’e (as) yapılan

    secde ibadet olamaz.81

    Sonuç olarak diyebiliriz ki insan övülen böyle bir babanın evladır. Kendileri bu halifenin halifesidirler.

    İnsan da bu payeyi bilerek yaşamalı, kendisine verilen bu değeri heder etmeden saygınlığını ömrü

    boyunca ahlâk-i kemâl üzere koruyarak hayatını idame ettirmelidir.

    c) Nimetlerin Emrine Musahhar Kılınması

    Göklerde yerde ne varsa hepsi insanoğluna verilmiştir. Zira bu durum ayette şöyle anlatılır: “Göklerde

    ve yerde bulunan her şeyi kendi lütfünden sizin emrinizse vermiştir. Kuşkusuz bütün bunlarda, düşünen

    toplum için ibretler vardır.”82 Burada başkalarının aracı oluşuyla değil, yalnız Allah’ın (cc) teshîr

    kılmasıyla yer gök arasında ne varsa hepsini insanların menfaat ve maslahatına hizmet ettirmiştir.

    Ayetteki “جميعا منه” ifadesi de Keşşâf sahibine göre, Allah’ın bütün bu eşyayı ondan alıp onun katından

    husule gelerek teshir etmesidir. Yani O, kudret ve hikmeti ile tabiatta ne varsa hepsinin yaratıcısı ve

    sonra da insanın hizmetine verendir.83 Buradan hareketle insanın bedeni ve ruhî olarak iki haysiyeti

    vardır. Bedeni olarak bakıldığında insan yer ve gök arasında zerre denmeyecek kadar küçüktür. Ancak

    75 Kur’ân Yolu, III, s. 350-351. 76 Râzî, Mefâtih, XXI, s. 13 77 Muhammed Tâhir İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru Tûnisiyye, Tûnus 1984, VII, s. 166. 78 Râzî, Mefâtih, XXI, s. 13-15. 79 Râzî, Mefâtih, XXI, s.15-17; Kur’an Yolu, III, s. 503-504. 80 Bakara 2/34. 81 Elmalılı, Hak Dinî Kur’an Dili, I, s. 318-319. 82 Câsiye 45/13. 83 Zemahşerî, Keşşâf, V, s. 484.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    480

    ruhî haysiyetine gelince diğer ecrâm ve ecsâm arasında âleminin haiz olmadığı yüce/yüksek bir

    konumdadır. Ayette anlatılan “teshîr” de insanın bu yönünü ortaya koymaktadır.84

    d) En Güzel Surette Yaratılması

    “En güzel biçim” diye tercüme edilen Ahsen-i takvim tamlaması, insana Yüce Mevla tarafından

    bahşedilen en güzel ve mükemmel yapı olup insanın, fizyolojik ve ruhsal olarak en güzel şekilde

    yaratıldığını ifade eder. Nitekim Cenab-ı Hak, insanı kendi eliyle yarattıktan sonra ona ruhundan

    üflemek suretiyle sıfatlarından beşeri düzeyde vererek ezene bezene yaratmıştır.85 İnsana beşeri

    sıfatlarından vermesi hadislerde işaret edilmektedir.86 Bu nedenle müfessirler Yüce Allah’ın insandan

    daha güzel bir mahlûk yaratmadığına, onu akıl sahibi düşünen, konuşan iradeli ve hikmetle hareket edip

    etrafındakileri kontrol altın alabilen varlık oluşuna işaret ederler. Zira Hay, âlim, kâdir, mürîd,

    mütekellim, semî, besîr, müdebbir ve hekîm gibi sıfatlar Allah’ın (cc), yaratılması sonrasında ilahî

    nefhaya dair insandaki yansımaları, aynı zamanda tecellileridir.87

    Tîn Sûresindeki insanın en güzel surette yaratılmasının anlamı şudur: Ona cisim ve diğer mahlûklardan

    daha iyi özellik verilmiştir. Ayrıca ona akıl ve anlayış olarak üstün kabiliyetler verilmiştir. Bunlar başka

    mahlûkatta bulunmayan özelliklerdir. Bu vasıfta Ahsen-i takvim insan olmanın en güzel örneğini

    peygamberlerde görmek mümkündür. Sonra insan bu vasıfları bırakırsa alçak bir konuma düşecektir.

    Hatta öyle olur ki hiçbir mahlûk o kadar aşağıya düşemez. Bu konum da hırs ve behimî duygularla

    gelinebilecek bu en düşük seviye, toplumda görülebilecek en olumsuz bir vakıadır. Hatta insan öyle bir

    konuma düşer ki en rezil olan kişi ondan utanır.88 Ayrıca bu durumun ahiretle ilgisi bağlamında, görüntü

    ve şekil olarak insanın en güzel sûrette yaratılışı, dönüşün Allah’a olacağı da Kur’ân’da

    hatırlatılmaktadır.89

    C- OLUMSUZ VASFILAR TAŞIYAN İNSAN İLE HALİFETULLAH OLUŞU ARASINDAKİ

    BÜTÜNLÜK MESELESİ

    Allah Teâla’nın insana bahşettiği özellikler arasında kendisine verdiği yetki bağlamında önemli şey

    onun hilâfet vasfıdır. Lügate baktığımızda hilafet, “bir kimsenin diğerinin yerini alması, onu temsil

    etmesi ve yetki ve salahiyetlerini kullanması anlamına gelir.”90 Ayette belirttiği üzere, “Hani hatırlayın

    ki Rabbin meleklere yeryüzünde halife yaratacağım demişti…”91 ayetindeki hâlife, ya Yüce Allah’ın

    halifesi ya da daha önce yeryüzünde yaşamış şuurlu varlıkların halifesidir. Meleklerin ise ayetin

    devamında insanoğlunun neler yapacağına bilmelerine rağmen Adem’in halife olarak yaratılmasının

    hikmetinden “…yer yüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek” şeklinde Yüce Allah’a sualde

    bulunmaları, Hz. Adem’in buna layık olduğunu göstermek için bir imtihan olduğunu bildirmek,

    Âdem’in (a.s) ve insanoğlunun Allah’ın halifesi olacaklarını izhar etmek içindir.92

    Fahreddin Râzî, halifeyle ilgili farklı kavillerin olduğunu beyan eder. Birinci Âdem’dir. İkincisi

    halifeden murat, Hz. Âdem’in zürriyetidir. Yüce Allah’ın Hz. Âdem’i niçin halife isimlendirdiği

    konusunda ihtilaf edimiştir. Buradan da iki görüş ortaya çıkmıştır:

    Birinci olarak, İbn Abbas’tan rivâyetle, Allah (cc) cinleri yeryüzünden sürüp Hz. Âdem’i yeryüzünde

    iskan ettirince, o kendisinden önceki bu cinlerin halefi anlamında halifesi olmuştur. İkinci olarak ise,

    İbn Mesûd, İbn Abbas ve Suddi’den rivâyetle Allah, Hz. Âdem’i halife olarak isimlendirmiştir. Böylece

    Hz. Âdem’e kulları arasında hükmetme yetkisi verilmiştir. Bu yetkiyle o, Allah’ın halifesidir. Halifeden

    muradın Hz. Âdem’in zürriyeti olduğunu söyleyenlere gelince Allah (cc) onlar birbirinin yerlerine

    geçtiği için yaratının bunları halife seçtiği söylenir. Bu görüş ise Hasan el-Basrî’ye (v. 110/728) aittir.

    Bu görüş ise en sağlam olup “sizi yeryüzünün halifeleri yapan, O Allah’tır”93 ayeti bu söylemi teyit

    84 Elmalılı, Hak Dinî Kur’an Dili, VI, s. 4313-4315. 85 Kur’an Yolu, V, 590-591. 86 Buharî, İsti’zân, 1; Müslim, Birr, 115. 87 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Dâru İbni Kesîr, Dimeşk-Beyrût 1998, V, s. 567. 88 Ebu’l-Âla el-Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’ân, İnsan Yay., İstanbul 1988, VII, s. 165-166. 89 Teğabun 64/3. 90 R. Isfehânî, Müfredât, s. 155-156. 91 Bakara 2/30. 92 Kur’an Yolu, I, s. 101. 93 En’âm 6/165.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    481

    etmektedir. Buna göre “الخليفة” lafzı müzekker ve müennes olduğu gibi, müfret ve çoğul anlamında da

    kullanılabilen kelimedir.94

    Allah’tan sonra gelip de O’nun yerine geçmek söz konusu olmayınca, Hz. Âdem ve zürriyeti yeryüzünde

    adaletle hüküm vermek için yönetim işlerinde Allah’ın temsilcisi oldukları ve birbiri arkasından

    geldiklerinden ötürü, Hz. Adem’in soyuna halife unvanı verilmiştir.95 Yeryüzünde Allah’ın has vekili

    addedilen insanın bu şerefli vazifeyi yerine getirebilmesi için kendine yetki verilmiştir. O halde insanın

    kendisine verilen akıl nimetiyle ilahi buyrukların hepsi üzerinde düşünerek bunlar hakkında tasarrufta

    bulunması vaciptir. Yine bu üstün payenin içini doldurmak için insanın nefsin olumsuz özelliklerini

    kontrol altında tutup iman ve irfan hürriyetine ulaşması gerekmektedir. Aksi takdirde bu göreve ehil

    olamayacaktır.96 Buradan anlaşılan, halife vasfını taşıyan değerli varlığın kendine verilen yetkiyle iman,

    ilim ve irfan ekseninde yeryüzünü imar etmek ve bu vasfını ömrü boyunca sürdürmektir.

    Meleklerin nasıl böyle bir soru sormaları hakkında bu sualin zelle (dil sürçmesi) olduğunu söylenir.

    Tabii olarak onların “ben bir halife yaratacağım” söylemine böyle sualle karşılık verilmesi lüzumsuzdur.

    Yoksa burada, ‘sen böyle yapıyorsun biz de böyle yapıyoruz şeklinde O’nun fiili inkâr ediliyormuş gibi

    hoş olmayan bir durum ortaya çıkar. Bu husus ise ayet devamında “…ben sizin bilmediğiniz şeyleri

    biliyorum” şeklinde açıklığa kavuşmaktadır.97 Zira her şeyde olduğu gibi burada da mutlak bilgi Allah’ın

    elindedir. Böylece melekler, yeryüzünde halife kılınacak bir kimsenin şehvet, gazap ve akıl kuvvelerinin

    üzerinde bulunduğunu, ilk iki sıfatın fesat çıkartmak ve kan dökmeye sebep olacağını, son sıfatın ise

    ilahî marifet, itaat, ibadet ve iyiliği gerektireceği şeklindeki sırrı öğrenmek çabasına girdiler. Allah da

    (cc) ayetin sonunda bunun hikmetini onlara bildirmiştir.98

    1. Ayet Çerçevesinde İki Zıt Yönün Telifi

    Bakara Sûresi 30. ayette, halifelik ve ifsâd-kan dökücülük şeklinde iki yön ortaya konmaktadır. Ayette

    Cenab-ı Hak bir yandan yaratacağı insandan halife olarak bahsetmekte ve melekler ise potansiyel olarak

    insanın bozguncu ve kan dökücü oluşuna dair sualde bulunmaktadır. Allah da kendi ilminin üstünlüğünü

    ortaya koyarak insanın bu özelliklerden sıyrılıp emaneti yüklenmesini ortaya koymaktadır.

    Bu iki yönün en güzel cemini İslâmî ilimlerde tasavvufî düşünce de görmek mümkündür. Zira tasavvufa

    göre insan vasat-ı câmi‘a (toplayıcı ortam) dır.Yani zıtları bir arada toplayabilen bir varlık olarak

    yaratılmıştır. İyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer vs. insanda toplanmıştır. Bu bağlamda Kur’ân, insanı

    “didişme ve tartışmaya en fazla sahne olanı”99 olarak anlatır. Dolayısıyla insan sadece dünya ile değil,

    muhtemelen ondan önce iç dünyasıyla da diyalektik ilişki kurmaktadır. Zira insanın erişilmezliği de bu

    diyalektikten kaynaklanmaktadır. Bünyesinde mevcut bulunan “zıtların çarpışması” çıkartıldığında

    insan anlamsız ve hiç konumunda oluverir. Bu nedenle sûfî düşünce “melek insan” anlayışına karşıdır.

    Ayette melekler, insanın yaratılışlarına itiraz ettiklerini ve insanı “kan dökücülük ve bozgunculukla

    vasfetmeleri” ve Allah’ında (c.c) insanın halife addederek onu yücelttiğine şahit olmaktayız. Bu

    bağlamda Kur’ân, karşıt argümanlar ortaya koyarak, “Allah’ın halifesi” olarak vasıflanan insana tüm

    varlıkları emrine vererek boyun eğdirttiğini (teshîr) haber vermektedir.100

    Tasavvuf felsefesi bağlamında bakacak olursak insan, nâsuti olarak ölümlü bir varlık iken, toprağın

    özünden yaratılarak özde yaratıcı kudret ile aynı görülür. Bu öze Kur’an ilahî nefha der. Bu da

    yaratıcının nefhası demektir. Dolayısıyla insan da bu özü ortaya çıkarma arzusu vardır. Zira insanın

    hayat macerasının diyalektik temelinde olan budur. Bu durum Sartre’deki yaratılış felsefesiyle de

    örtüşmektedir. Zira filozof, insanı tanrı olma savaşını veren bir varlık tanımlayarak, insanda derin bir

    tanrı /hakim olma özlemi olduğundan bahseder.101 Kur’ân ise yaratılan insanı tekrîm ederek, onun

    varlığın en mükemmeli, yaratıcının yeryüzündeki temsilcisi, yüce emanetin taşıyıcısı olarak

    94 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, II, s. 180-181. 95 Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşr., İstanbul 1989, I, s. 139. 96 Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay., İstanbul 1991, I, s. 143. 97 Mâturîdî, Te’vilât, thk. Ahmet Vanlıoğlu, İstanbul 2005, I, s. 72. 98 C. Yıldırım, Kur’an Tefsiri, I, s. 44. 99 Kehf 18/54. 100 Öztürk, Kur’an’ı Anlamaya Doğru, (3. Baskı),Yeni Boyut, İstanbul 1993, s. 90-91; İsrâ Sûresi 70. ayetten hareketle insan

    yüce olmasına rağmen bazı şuurlu varlıklardan üstün değildir. Dünya ötesi planlarda insan ötesi üstün şuurlular yaşadığı

    görüşleri de mevcuttur. Bkz. Öztürk, Kur’an’daki İslam, Yeni Boyut (11 baskı), İstanbul 1995, s. 189. 101 Öztürk, Kur’an’ı Anlamaya Doğru, s. 91.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    482

    vasıflandırır. Bütün varlıkların insanın emri ve hizmetine verildiğini hatırlatır. Dolayısıyla insan

    etrafındakilerin hâkimi, efendisi ve mutasarrıfı kılınmıştır.102

    İnsanın halifelik sırrı, iki farklı ciheti birleştirme vasfında yatmaktadır. İnsan hilafet ve emanet sahibi

    olmasının yanında bir hayli olumsuzluğun kendinde toplandığı bir varlıktır. Kur’ân, mükemmellik

    örneği olarak sunduğu peygamberleri bile beşeri niteliklerden ayrı düşünülmememsini istemez. Bu

    minvalde insan iki kutuplu oluşuyla mükemmel ve güzeldir.103 Zira insan meleklerden farklı olarak

    hilafeti gerçekleştirecek fıtratta ve kabiliyette yaratılmış olup fıtratını bozmadığı sürece yaratılış

    vazifesini başarabilecektir.104

    Bütün bunlar bizi insanın melek ve şeytan dışı bir varlık olduğuna götürmektedir. Zira her ikisinde

    görmek insan hakikatine ters düşer. İnsanı varlık yapısındaki zıtların birlikteliğinde sevmek, iyiye

    güzele çağırmak esastır. Kur’ân’ın ifade ettiği de bağlamda ele alınabilir.105 Bütüncül yaklaşımla

    bakılacak olursa diğer varlıklara olan üstünlüğü yönünden insan güzel yaratılışı ile övünürken, diğer

    taraftan manevî ve ahlâkî çöküş tehlikesiyle karşı karşıyadır106. Zira bu iki yön, “Ahsen-i takvim” ve

    “Esfel-i sâfilîn” terkipleriyle Tîn Sûresinde veciz olarak beyan edilmiştir.

    2. İnsanın Halifetullah Oluşu ve Üstünlüğü

    Yüce Allah, bir arş veya cennet veya melek yaratacağım demememiş, özellikle Hz. Âdem’i

    onurlandırmak için bir halife yaratacağım demiştir.107 Zira yeryüzünde halife oluşu kendisine bildirilen

    insan, akıl sahibi olma vasfıyla varlığında tecelli eden hakikati kavrama gücüne sahiptir. Buradan

    hareketle varlığına dönük benliğini aşarak kemale erebilme gücüne sahiptir. Zira onun kemal yönü fiilen

    olmasa da potansiyel olarak meleklerden üstün seviyede yaratılmıştır.108

    Kur’ân’ın insanla ilgili temel beyanı onun yeryüzünde halife olarak görevlendirilmesidir. Bu anlamda

    hilafet, yeryüzünü imar etmek ve maslahat oluşturmak için insana verilmiştir. Nitekim insan bu vasıfları

    haiz olarak donatılmıştır. Asırlar boyu da bu sorumluluğu sürdürmek için yükümlülük altındadır. Bu

    bağlamda akıl-iradesiyle kötülüğü anlayıp bunlardan birini seçmek için özgürlük hakkı da kendisine

    verilmiştir. İnsanın bu emaneti yüklenmesi ve devam ettirmesi konusundaki engel yine insanın

    kendisidir. Çünkü o, önceden kendine verilen zaaflarla doludur. İnsan değerliliğini sürdürebilmesi için

    bu zaaflardan kurtarabilmesi gerekir. Ancak özünde en güzel surette yaratılan insanın bunu

    başaramadığı anda aşağıların aşağısı da olması muhtemeldir.109 Bu husus insanın zıt konuma dair iki

    frekans arasında gidip gelmesi şeklinde Kurân’da veciz olarak belirtilmiştir.110

    3. İnsan-ı Kâmil Yolunda İnsan

    İnsan mükemmel bir canlı olmaktan ziyade, mükerrem kılınmış bir varlıktır. Zira tasavvufi anlayışa göre

    insan melek ve hayvan arası bir varlıktır. Bu meyanda hayır ve şer arasında gidip gelme potansiyelinde

    yaratılmıştır. Özetle insan öz benlik olarak nefis, beden kalıbında tevdi edilen ilahi nefha olarak ruh ve

    idrak olarak da akıl unsurlarından oluşur.111 Bedenin ruh ile ilişkisi bağlamında şunlar söylenebilir: Ego

    veya benliğin özelliği bunların kendiliğinden olmasıdır. Zira bedeni oluşturan fiiller kendi kendilerine

    tekerrür ederler. Beden, ruhun birikmiş fiil ve alışkanlıklarıdır. Dolayısıyla beden ruhtan ayırt edilemez.

    Beden sürekli şuur unsurudur ki dışarıdan sabit ve istikrarlı bir şekilde görülebilir.112

    İnsan-ı kâmil olan kişi, Hak ile halk arasında köprü vazifesi görür. Hakikatte Hz. Peygamber ile onun

    varisi olan insan-ı kâmilin bir özelliği de Allah’ın ahlakıyla bezenip ahlâk-ı kâmile ulaşma gayesi

    taşımasıdır. Dolayısıyla insan-ı kâmil mertebesine ulaşan kimse eşyadaki hakikatleri bilir. İlahî isim ve

    sıfatlar hiçbir varlıkta insan-ı kâmilde olduğu kadar net görülmez.113 Özetle bu husus, insanlık olarak ve

    Allah’a yakınlaşma bağlamında ulaşılacak en üst mertebedir. Aynı zamanda tasavvufta insanın, Hakka

    102 Öztürk, Kur’an’ı Anlamaya Doğru, s. 96. 103 Öztürk, Mevlana ve İnsan, Yeni Boyut, 1992 İstanbul, s. 42 104 Kur’an Yolu, I, s. 101. 105 Öztürk, Kur’an’daki İslam, s. 366. 106 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXI, s. 13-14. 107 Abdurrahman Kuşeyrî, Letâifu’l-İşâret, trc. Mehmet Yalar, İlkharf Yay., İstanbul 2013, I, s. 64. 108 Kutluer, “İnsan”, XXII, s. 323. 109 Kutluer, “İnsan”, XXII, s. 321; krş. Kur’an Yolu, I, s. 101. 110 Tîn 95/4-5. 111 Hasan Kamil Yılmaz, Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Neşr., (20 baskı), İstanbul 2015, s. 303-309. 112Muhammed İkbal, İslam’da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. N. Ahmet Asrar, Birleşik Yay., İstanbul ts., s. 146. 113 Mehmet Aydın, “İnsân-ı Kâmil”, DİA, İstanbul 2000, XXII, s. 331.

  • ULUSLARARASI İSLAM VE MODEL İNSAN SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2018 KAHRAMANMARAŞ

    483

    vuslat yolunda riyazet olarak ulaşılması istenen makamdır. Bunun içinde tasavvufta belirlenen seyr-ü

    sülûk mertebelerini aşmak gerekir.

    SONUÇ YERİNE

    Mahlûkat içerisinde en değerli varlık addedilen insan küçük kâinat olarak vasıflandırılmaktadır

    Dolayısıyla insan, âlemin özetidir. Başka bir deyişle âlem insanda özet olarak mevcuttur. Bu nedenle

    insan, tasavvufî şiirlerde zübde-i âlem, âleme sığmayan, âlemin kendine sığabildiği varlık olarak

    tanımlanmaktadır.

    Kur’ân ve sünnet perspektifinden bakıldığında, insan halifetulleh olması yanında, bir dizi

    olumsuzlukları uhdesinde barındırma özelliğinde yaratılmıştır. Onun bu zıt hasletleri bir arada tutması

    şeklinde zuhur eden diyalektik ilişki, insanı değerli kılan yönüdür. Kur’ân’ın insan hakkında beyanı da

    bu yöndedir. Nitekim insan bilkuvve olarak kendinde bulunan olumsuz vasıflardan çaba gösterip

    kurtulduğunda, Allah Teâla’nın kendinden istediği ahlâk-ı kemal konumuna varabilecektir. Aksi

    takdirde, olumsuz vasıflar üzerinde kalarak en aşağı bir çöküş içinde olması kaçınılmaz olacaktır.

    KAYNAKÇA

    Alûsî, Ebu’l-Fadl Şihâbu’d-Dîn, Ruhu’l-Meânî, İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut ts .

    Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşr., İstanbul 1989.

    Aydın, Mehmet, “İnsân-ı Kâmil”, DİA, İstanbul 2000.

    Bıyıkoğlu, Yakup, “Zümer 53. Ayet bağlamında Kur’an’ın Ümitsizliğe Bakışı”, Diyanet İlmî Dergi,

    Ankara 2015, cilt: LI, sayı: 2.

    el-Buharî, Muhammed İsmail, Câmiu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992.

    Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dinî, Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1979.

    Isfehanî, Râgıb, el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Seyyid Geylanî, Dâru’l-Marife,

    Beyrût, ts.

    İbn Aşûr, Muhammed Tâhir, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru Tûnisiyye, Tûnus 1984.

    İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Muhammed es-Selâme, Dâru Taybe, Riyâd

    1999.

    İbn Manzûr, Cemaluddin Nuhammed b. Mükrim, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrût ts.

    Karasakal, Şaban, “Mental Concept in the Qur’an/Kur’ân’da Rûh Kavramı”, International Journal of

    Social Sciences, Number: 28, II, Autumn 2014.

    Khosrow Bagheri, Islamic Educatution, Alhoda, Tahran 2005.

    Kur’an Yolu, Komisyon, DİB. Yayınları, Ankara 2006.

    Kuşeyrî, Abdurrahman, Letâifu’l-İşâret, trc. Mehmet Yalar, İlkharf Yay., İstanbul 2013.

    Kutluer, İlhan, “İnsan”, DİA, İstanbul 2000.

    el-Mâtûrîdî, Ebû Mansûr, Te’vilâtu’l-Kur’ân, Mizan Yay., thk. Hatice Boynukalın, İstanbul 2006.

    ---------, Te’vilât, thk. Ahmet Vanlıoğlu, İstanbul 2005.

    Mevdudî, Ebu’l-Âla, Tefhimu’l-Kur’ân, İnsan Yay., İstanbul 1988.

    Muhammed İkbal, İslam’da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. N. Ahmet Asrar, Birleşik Yay.,

    İstanbul ts.

    Müslim, Ebu’l-Hüseyin, Câmiu’s-Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 1992.

    Öztürk, Yaşar Nuri, Mevlâna ve İnsan, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1992.

    ---------, Kur’an’ı Anlamaya Doğru (3. Baskı), Yeni Boyut, İstanbul 1993.

    ---------, Kur’an’daki İslam, Yeni Boyut (11 baskı), İstanbul 1995.

    Râzî, Fahreddin, Mefâtihü’l-Gayb, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1981.

    Şahin, İskender, Semantik Analizler Işığında Kur’an’da Diriliş Gerçeği, Sage Yay., Ankara 2011.

    Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Dâru İbni Kesîr, Dimeşk-Beyrût 1998.

    Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay., İstanbul 1991.

    Yılmaz, Hasan Kamil, Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Neşr., (20 baskı), İstanbul 2015.

    Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, Keşşâf, thk. Ahmed Abdulmevcûd, Mektebetü Ubeykân, Riyâd 1998.