vatan partisinin eğitimle ilgili yapacaği ilk işler
DESCRIPTION
Değerli Kardeşim Vatan Partisinin bir adayı olarak, eğitim yol haritamızın, eldeki olanaklarla (büyük kaynak talebi olmadan) daha iyi nasıl yönlendirilebileceği konusundaki görüşlerimi siz değerli dostlarımla paylaşmak istiyorum. Bu ülkede eğitimden şikâyeti olmayan kimse yok; çözüm olarak her yıl değişen sınav ve müfredat gündeme getiriliyor. Çok daha iyilerini başarmamız mümkün. Yeter ki eğitimi, çıkarlarımızın ve beynimizin bir yerlerinde sakladığımız gizli amaçların bir aracı olarak görmeyelim. Düşüncelerinizi iletmeniz yol haritamızın daha doğru yönelmesini sağlayacaktır. SaygılarımlaTRANSCRIPT
1
VATAN PARTİSİNİN EĞİTİMLE İLGİLİ YAPACAĞI
İLK DÜZENLEMELER
Prof. Dr. Ali Demirsoy, Vatan Partisi Erzincan Milletvekili adayı
Eğitim deyince ne anlıyorsunuz: Eğitim karışık ve zor bir iştir. Dünyada ben eğitim
sorunlarımı tümüyle çözdüm diyebilecek bir ülke yoktur. Çünkü dinamiktir; zaman içinde
koşullar değiştikçe, mantığı değişmezse de eğitimin ögeleri değişir. Her eğitim sisteminin
tenkit edilir bir yanı vardır. Çünkü bireylerin ve toplumun farklı beklentileri vardır. Bu
beklentileri doyuramadığınız sürece tenkide uğrarsınız.
Eğitim istenen nitelikte insan yetiştirmedir: Eğitimin en belirgin yüzü istediğiniz nitelikte
gençlik ve gelecek kuşak yetiştirme mesleği olmasıdır. Bu değişim hemen olmasa da
kuluçkaya yumurta kor gibi, eğitim sisteminde yapacağınız oynamalar, yıllar sonra karşınıza
istediğiniz ya da korktuğunuz nitelikteki bir kuşağı çıkarabilir.
Eğer bir toplum ya da hükümet ırkçı bir kuşak yetiştirmek isterse, ona göre eğitim
sistemini düzenler, eğer bir toplum ya da hükümet dinci ve kinci bir kuşak yetiştirmek isterse
eğitimini ona göre düzenler, eğer bir toplum ya da hükümet uysal ve biat kültürüne sahip bir
kuşak yetiştirmek isterse eğitim sistemini ona göre düzenler, eğer bir toplum ya da hükümet
evrensel değerlere sahip bir kuşak yetiştirmek isterse eğitim sistemini ona göre düzenler.
Buna örnek ülkeler var mı? 1900’lu yılların Almanya’sı belki de en çok bilim adamı,
düşünür, sanatkâr insana sahip olmasına karşın uygulanan eğitim on yıl içinde kana susamış
ırkçı bir gençlik yarattı. Koyu dindar ülkelerin hali ortada; eğitim sistemleri dogmayla
doldurulmuş bu sistemlerde yetişen gençlik ya da kuşaklar ise birbirleriyle kavgalı ve her
türlü pisliğe bulaşmış durumdadır.
Bugün dünya liderliğine soyunan Çin’i Çin yapan Mao’nun eğitim politikası; dünya devi
olan Japonya’yı Japonya yapan Hirtto’nun eğitim politikasıdır (bu ülkelerde ne garipti ki
Ateistlerin oranı %70’lerden fazladır!).
2
Atatürk ve arkadaşları çağdaş eğitim için o günün koşullarında örnek alınacak bir sistemi
yerleştirmeye çalıştılar. Slogan belliydi: Vicdanı hür, düşüncesi hür, bağımsız düşünebilen,
laik, dogmalardan arınmış, en hakiki mürşit ilimdir diyen gençlik oluşturmaktı. Amaç evrensel
insan yetiştirmeydi.
Cumhuriyet eğitim hamlesini istenen düzeyde başarabildi mi? Ne yazık ki bu girişimler,
önce Köy Enstitülerine yönelik yıkıcı propagandalar ile zayıflatıldı ve o andan itibaren de fikri
ve vicdanı hür, hakiki ilim fendir diyen bir zihniyetten peyderpey uzaklaştırıldı. Sonunda
dindar ve kindar gençlikten söz edilmeye başlandı.
Eğitim sistemi hiçbir zaman rayına oturmamıştı; ancak gelecek kuşakları kendi
saplantıları yönünde eğitmeye çalışan yöneticiler, eğitim sistemiyle sürekli oynamaya
başladılar. Bakın son 15 yıla; hiçbir sınav bir sonrakine benzemiyor; müfredat dogmayı
güçlendirilecek biçimde yeniden yeniden düzenleniyor. İlgili bakanlıktan yeni başlayan
çocuğuna kadar herkes şaşkın ve endişeli; dümeni kopmuş tekne gibi sürükleniyor. Aynı istek
ve sözler tekrarlanıyor: Ezbere dayanmayan eğitim, sınırlı sayıda çocuk olan sınıflar; akıllı
tahtalar ve benzeri öneriler gına getirdi. Aslında bunlar eğitimin kalitesini etkiler; ancak esas
büyük tehlike eğitimi düzenleyenlerin beyninde saklı olan amaçtır. Ne yazık ki İlköğretime
din dersi (seçmeli-zorunlu) konduğunda, gelecek kuşağın niteliği belirlenmiş oldu. Dogma ile
bugüne kadar insanlar nereye gitmişlerse, bu kuşaklar da bundan sonra oraya gideceklerdir.
Eğitimin en etkili aracı model olma ve model göstermedir
Brezilya’da örneğin Pele model olarak gösterilir; bu nedenle gençlerin tümü futbolcu
olma beşindedir; Afrika ülkelerinin çoğunda da böyledir. Japonya’da gençlerin hayali
Samuray olmadır. İslam ülkelerinde iyi bir imam olmalarıdır.
Gençlerinize, onun geleceğini etkileyecek, yol gösterecek, modeller göstermelisiniz.
Çocuklarımıza kimi model olarak gösteriyoruz: İnşallah büyür, paşa, padişah, cumhurbaşkanı,
başbakan, profesör, doktor, mühendis, öğretmen olursun deriz. Aslında bu sözler bir
unvandır ve kişinin bizzat kendisinin niteliği ile ilgili değildir. İnşallah büyür, bir Einstein, bir
Pastör, bir Betoven olursun demeyiz. Bizim ülkemizde kimlik olarak gösterilen birkaç ad
vardır, büyürsen örneğin Fatih Sultan Mehmet, Atatürk gibi olursun deriz. Çoğunluk da ölmüş
olanları çocuklarımıza model ya da örnek olarak gösteririz. Elinizi vicdanınıza koyunuz,
3
çocuklarınıza inşallah büyüdüğü zaman “yaşamakta olan” şu adam gibi olsun diye bir ad
veriyor musunuz? Nasıl oluyor da 80 milyon insan içinde model göstereceğiniz birkaç kişi
bulamıyorsunuz. Üniversitelere, yollara, köprülere, büyük binalara tarihte yaşamış, bize göre
önemli işler başarmış, bir başkasına göre işgalci, gaspçı, uygarlıkları yerle bir eden kişilerin
adlarını veriyoruz. Marifetmiş gibi, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadığını söyleyip,
örneğin Cengiz Hanı, Timur’u, 35 yıl at sırtında cihat yaptı diyerek padişahlarımızın model
olarak gösteriyoruz. Çocuklarımızın günün en çok televizyon seyrettiği zamanlarında çeşitli
adlarla cıvık programlar diyebileceğimiz programlara çıkarılan insanları model almaktadırlar.
Eğitimin en etkili yönlendirmesi nasıl olur? Çocuğunuzu karşınıza alıp, tarihten övgü dizilmiş
bazı kişileri göstererek ya da şu anda etkili makamları sayarak ya da şu anda şu ya da bu
şekilde haksız olarak göze batan adamları model göstererek onu eğitemezsiniz, doğru adam
yapamazsınız. Çocuğunuzu eğitmede en etkili yol, onu alıp gözünün içeni bakarak, oğlum ya
da kızım büyüdüğün zaman benim gibi ol diyebilmelisiniz. Çocuk, modeli görmeli, tutmalı,
işitmeli, hissetmelidir. Tarihteki model, ulaşamadığı, görmediği model onun için hikâyedir.
Burada çok önemli bir hususun eğitimimize girmesi gerekiyor. Tarih kitaplarımızda, yakıp
yıkan, onun bunun yerleşik düzenindeki toprağını ele geçirmişler, cihat yapmışlar, öldürmüş
köle almış olanlar kahraman ve büyük adam olarak anlatılarak hep yanlış model gösterildi.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Mezarlığına gidiniz. Benim tarihim açısından bu mezarlardakilerin
hepsi saygıdeğer insanlardır. Ancak Türkiye sınırları dışında hiç kimsenin model alacağı ya da
çocuklarına anlatacağı insanlar değildir. Bir yabancının devlet mezarlığımızı gezdiği
görülmemiştir. Çünkü örnek alacağı bir şey yoktur. Hepsi asker kökenlidir; devlet büyüğü
olarak Bülent Ecevit hariç, bu mezarlığa koymak için belli ki tek bir sivil bulamamışız. Halbuki
bizim tutucuların akşam sabah yerden yere vurdukları Charles Darvin’in mezarını senede 40
milyon insan ziyaret ediyormuş.
Vatan Partisi, eğitim müfredatını, yeniden bu bakış açısıyla değiştirip, Milli değerlerimizi
yıpratmadan, gerçek modelleri ve kişileri örnek olarak vermek, onları evrensel değerlere
sahip olarak yetiştirmek çabasında olacaktır. Gerçek aydın olmanın yolunu açacaktır. Bunun
ilk koşulunun da dini ve ırkçılık yönlendirmelerinin siyasetten ve eğitimden arınmasından,
geçtiğinin bilincindedir.
4
Vatan Partisi bu konuda ne düşünüyor?
Vatan Partisi’nin ilkesi ve parti programı, Almanya, Fransa ve birçok ülkede olduğu gibi
okulların tümünü devlet okulu haline getirmedir. Ancak 2015’in rakamlarına göre 228 bin
derslik, 300.000 bin öğretmen açığı bulunan bir ülkede bunu hemen başarmak kolay değildir.
Kaldı ki 17 yılda 7 bakan ve en az 20 defa sınav sistemi değiştiren bir eğitim sistemi
arapsaçına dönmüş demektir. Orta eğitimde yaklaşık 17, yükseköğretimde 5,5 milyon
öğrencisi olan bir sistemi hemen devletleştirmek ve kökten değiştirmek kolay değildir. Bunu
hiçbir hükümet başaramaz. Tümüyle devletleştirmek için en azından 15-20 senelik bir hedef
koymak gerekir. Eğitim sloganlarla ve dar dünya görüşü ile yürütülecek bir alan değildir.
Hiçbir şey eğitim kadar zamana gereksinme göstermez. Bir insanın yetiştirilmesi nereden
bakarsanız bakın 18 senedir. Dolayısıyla akılcı plan yaparak, sabırla sonuca ulaşabiliriz.
Devlet okulları dense de, bunu bir kamu işletmesi gibi düşünmemek, yarışmaya açık,
başarısı ödüllendirilen ve bilimsel yöntemlerin dışında hiçbir şekilde yönlendirilemeyen, yarı
özerk bir sistem olarak düşünmek gerekiyor.
Vatan Partisi belirli saplantıları olan bir gençlik değil, dünya vatandaşı yetiştirmek istiyor.
Yetiştireceğimiz gençliğin niteliği ve kalitesi dünyanın neresine giderseniz gidin geçerli olsun
istiyor. Peru’ya da gitse, Çin’de gitse, Zimbabwe’ye de gitse, Almanya’ya da gitse orada iyi
eğitilmiş bir insan gibi tercih edilir olabilmelidir.
Bunun için Vatan Partisi ne planlıyor? Eğitimin ilk 13 yılı kesinlikle zorunlu olmalıdır ve
evrensel bilgi olarak tanımlanan bilgilerin (yazılanları okuyabilmek ve düşünebilmek için
resmi dilinin, fiziğin, kimyanın, biyolojinin, jeolojinin ve bunları anlayabilmek için
matematiğin) ağırlıklı olarak verildiği bir süreç olmalıdır. Bu bilgiler, ülkesinin sınırları dışına
çıktığında kendisine yol gösterecek, güç verecek, tercih edilmesini sağlayacak bilgilerdir.
Sınırların kalktığı, iş gücünün neredeyse serbest dolaştığı, dünyanın küçülüp bir işletim
sistemi olduğu bir zamanda gençlerinin beynini dogma ve ülkesinin dışında bir işe yaramayan
bilgilerle dolduran zihniyet, ihanet içindedir.
Eğitimin ilk 13 yılından sonra gerek duyanlara, dini, geleneği, yöresel kültürü, tarihi ve
evrensel olmayan benzeri bilgilerin alınmasını sağlayan ortamların oluşturulması da de
devletin görevi olmalıdır.
5
Dünya hızla küçülüyor, toplumlar nitelikli insanların peşinden koşuyor; nitelikli iş aslanın
ağzında; bunları zamanında edinemeyenler de ayaklar altında. Çocuklarınızın bunların
hangisine layık olmasını istiyorsunuz? O zaman tüm saplantılarınızdan arınarak düşünelim.
Biz insanların zamanı, özellikle teknolojik gelişmeleri izleme, uygulama nedeniyle gittikçe
daralmaktadır. Zamanını en verimli şekilde kullananlar bu yarıştan başarıyla çıkabilir. Açıkça
belirli zaman diliminde çocuklarına en yararlı bilgileri veren ülkeler bu yarışta önde olur;
öbürleri ise nal toplar.
En kötü yorum nedir biliyor musunuz? Onu da yapsın bunu da yapsın mantığıdır. Tekrar
vurguluyorum, birim zamanda belirli bir iş yapılır; bu zamanı en değerli bilgilerin anılmasında
da kullanabilirsiniz kendi saplantılarınızı öğretmeyle de doldurabilirsiniz. İkisini aynı başarıyla
yapamazsınız. Birinden özveride bulunmanız gerekir. Yani çocuklarınızın geleceği için
saplantılarınızdan mı yoksa çocuklarınızın dünya vatandaşı olmasını sağlayacak bilgilerden mi
özveride bulunmak istiyorsunuz? Tekrar vurguluyorum, bilginin çok, zamanın dar olduğu
zamanımızda bu ikisini atbaşı götürmek olanaksızdır; birinden birine karar vermeniz
gerekiyor.
İçerik ne olmalıdır? Çocuklarınız ezbere okudukları dini kitapları, namaz başları, mitolojik
öyküler, kanıtlanmamış ve tekrarlanmamış bilgiler, bir başka toplum için geçerliliği olmayan
hatta tanınmayan hatta nefret edilen bilgiler ile mi yollarını bulacaklar, tercih edilecekler;
yoksa her ortamda ben de varım diyen bilgileri ile mi yollarını bulacaklar? Buna karar
vermeliyiz.
Vatan Partisi’nin eğitim politikası, ayaklarının üzerinde durabilen, yaratıcı, değişebilir,
dünyanın her yerinde herkesle yarışmaya girebilir, aydın, kendi dünyası ile barışık, insan
haklarına saygılı, din, ırk farkını ortadan kaldırmış bir gençlik yetiştirmedir. Bunun
gerçekleşmesini de
● bu güne kadar gizli amaçları doğrultusunda eğitim sistemini çorbaya çeviren
hükümetlerin dayattıkları eğitim politikasını,
● A’dan Z’ye, sınav ve değerlendirme sistemini,
● ders içeriklerini yeniden düzenleyip, özellikle dogmadan kaynaklanan bilgileri
müfredatın dışına çıkararak,
● kuramsal eğitimden ziyada uygulamalara ağırlık vererek;
6
● aldığı bilgileri yaşamında ve yaratıcılığında kullanabilecek bir eğitim sistemiyle
gerçekleştirmeyi tüm ayrıntısı ile planlamıştır.
Bugün başarılı okul dendiğinde ne anlaşılıyor?
Bugün başarılı bir okul dendiğinde bir yerlerin sınavını kazanan öğrencilerinin sayısını
sunmaktadırlar. Sistem, bilgi pompalayan, test tekniğiyle soruları olabildiğince hızlı çözmeye
yönelmiş bir sistemdir. Bu sistemin kurallarına uymayanlar eleniyor. Elenenlerin başka şansı
da bulunmuyor.
BÜTÜN BUNLAR NASIL VE HANGİ SIRAYA GÖRE YAPILACAK?
1. İlk olarak okullara ilk ve orta eğitimi (yüksek eğitim için başka önerilerimiz olacaktır)
kayıt sistemini düzenlemek ve korumak gerekiyor. Aslında okullardaki kayıt sistemi ve hangi
okula kimlerin gideceği her ne kadar kurallara bağlanmış ise de bu kurallar sadece bazı
garibanlar için geçerli olmaktadır.
Ben çocuklarımı Ankara/Mutlukent’te evime en yakın devlet ilkokuluna yazdırdım. Kayıt
günlerinde okulun kapısına “bu okulda ikametgâha göre kayıt yapılmaktadır; lütfen bu
konuda müracaat etmede ısrarlı olmayınız” yazılı büyük bir pano asıldı. Okul başladı, 15
çocuğa bile dar gelecek sınıflara 40’ar çocuk gelmişti. Sıralar arasında geçecek aralık yoktu;
derslerin sonunda sınıflarda oksijen kalmıyordu; öğretmen sevmek için bile öğrencilere
ulaşamıyordu. Ankara’nın en gözde mahallelerinden birinde ve devlet erkânın çoğunun
oturduğu böyle bir mahallede bile perişanlık yaşanıyor.
Neydi bu rezilliğini nedeni? Toplantı ve soruşturmaların sonunda öğrendik öğrencilerin
%75’i bırakın yakın mahallelerin, 20-30 km uzaktaki yerlerden taşınarak geliyordu. Akşam ve
sabah başlama ve dağılma sırasında servis arabalarının üzerindeki gideceği gösteren
tabelalardan bunu hemen anlayabiliyorsunuz. Ankara’nın en uzak mahallelerinden bile servis
geliyordu. Bu gözlem sadece bu okulla ilgili değil, bu bölgedeki ve Türkiye’nin birçok
okulunda böyle. Düşman olsa çocuklara bu eziyeti yapmaz. Nelere mal oluyor görelim:
7
1. Her biri 15-30 km yol alarak gelen bu otobüsler, Ankara’nın en önemli ana caddesi
olarak bilinen Ankara-Eskişehir yolunu felç ediyor, 10 dakikada gideceğiniz yolu, akşam sabah
bir saatten aşağı alamıyorsunuz. Zaman zamanımızın en değerli unsurudur.
2. Yüzlerce servis arabası hava kirlenmesine neden oluyor; ithal malı mazotu kullanarak
ülkemize oldukça önemli yük getiriyor; yedek parça, lastik gibi giderleri de ekleyince karşınıza
önemli bir bütçe çıkıyor.
3. Gereksiz bir hizmet karşılığı, arabalar sadece günde çoğunluk iki defa kullanılıyor;
diğer zamanlar ya bir yerlerde park ederek bekliyor. Verimli olarak kullanılamıyorlar.
4. Burada çalışan şoför ve muavinler, sınırlı iş yaparak sosyal haklardan ve sağlık
hizmetlerinden ömür boyu yararlanıyor, sigortalı oluyor, emekli maaşı alıyor. Hâlbuki
insanları çok daha üretken ve verimli işlerde kullanmak olasıdır ve çağın da gereğidir.
5. Öğrenciler okula gidebilmek için sabah karanlıkta kalkıyorlar; uykularını alamıyorlar;
bunun getirdiği bezginlikle okulu da sevmiyorlar. Akşam aynı yorgunlukla eve gidiyorlar;
ödevlerini gereği gibi yapamıyor; evdeki ilişkilerinde de gerginleşiyorlar.
6. Aileler bu taşıma için hatırı sayılır paralar ödüyorlar.
7. Zaman zaman kazalarla her yıl hatırı sayılır sayıda çocuğumuzu yitiriyoruz.
8. Çocuklar serviste önemli zaman yitiriyor.
2. İlk ve orta eğitim ders müfredatını yeniden düzenlemek gerekiyor. Çünkü bugün
dünyada teorik olarak verilen bilgilerle bir yere gidemeyeceği anlaşılmış durumda. Yaratıcı
insanı teorik bilginin uygulaması ile birlikte oluşturabiliriz. Kaldı ki teorik olarak verilen
bilgilerin okul bitimini izleyen bir yıl içinde %50’sinin; daha sonra da ilgi sürmez ise peyderpey
10 yıl içinde %80-90’nın yitirildiği bilinmektedir. Bu sürede o konuda yeni bilgiler ekleneceği
için; kişinin mezun olduğu konudaki bilgisi neredeyse sıfırlanmış oluyor.
Temel eğitimin dışında yabancı diller ve ülke içinde kullanılan dillerle ilgili seçmeli dersler
devlet tarafından açılacak; bu dillerle ilgili daha ileri kurslar için ailelerin parasal katkısı,
okulun organizasyonu ile açılabilecektir.
8
Uygulamaya yönelik olmayan eğitim er ya da geç unutulmaya mahkûmdur. Bu nedenle
öğretmen eğitiminden başlayarak ilköğretime kadar uygulamalı eğitime ağırlık vermek
gerekiyor.
Deneysel öğrenme: Her okulun belirli (örneğin yüzölçümünün %10’u) bir alanı deney ve
gözlem odası olarak ayrılır. Bu odalarda her sınıfın belirli bir düzen içinde gözlem, deney
yapması, burada ve evde yapacakları gözlem ve deneyleri sunma olanağı yaratılır. Bu sunum
ve gözlemlerin içeriği Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan ve her yıl yeniden gözden
geçirilen, fizik, kimya, biyoloji materyallerini araştırma nesnesi olarak kullanılmasını öngören,
çocukların kendi olanakları ile yapabilecekleri her alanda 100 kadar deney bir föy halinde
hazırlanarak öğrencilere ve öğretmenlere dağıtılır.
Yapılan deney ve gözlemlerin %50’sinin bu föylerden, geri kalan yarısının da aynı
alanlarda, farklı materyallerle öğrenci-öğretmen işbirliği ile hazırlanması öngörülür.
Bu föylerde, öğrenci tarafından, başından (deney taslağını sunumdan) başlayarak,
bulguları ve yorumları sununcaya kadar belirli belirli bir protokol içerisinde nasıl hazırlanması
gerektiği öğretilir. Alt başlıkların hangi kural ve protokole göre yazılacağı tek tek belirtilir.
Kitap içeriklerini yeniden düzenleme: Ders kitapları aynı sayfada kutular şeklinde ya da
sayfanın başından dibine bantlar şeklinde üç farklı renkte bilgi verilecek biçimde hazırlanır.
Renklerden biri her öğrencinin bilmekle yükümlü olduğu bilgileri (yani zorunlu müfredatı),
başka bir renk o konu ile ilginç ve merak uyaracak bilgileri içerir; diğer bir renk ise o alan ile
ilgili ayrıntılı bilgileri, ucu açık soruları ya da konu ile ilintili başka bilgileri içerir. Son iki
renkten öğrenci sorumlu tutulmaz.
Kitapların içeriği ülkenin tümünde aynı da olabilir (tartışılıp karar verilecek)ya da benzer
bilgileri eğitim boyunca veren 4 (!) farklı format halinde de olabilir. Seçim öğretmene
bırakılır.
3. Eğitimde zamanı olabildiğince verimli kullanmak gerekiyor. Bu durumda öğrencileri en
geç 18 yaşına kadar, evrensel olmayan, kişiye dünya vatandaşı kimliği kazandırmayan
bilgilerden uzak tutmak gerekiyor. Daha doğrusu müfredattan bu bilgilerin çıkarılması
gerekiyor.
9
Dünyanın neresinde olursanız olun, her eğitim kurumunda öncelikle belirli bilgilerin
öncelikle verilmesi ve kazandırılması gerekiyor. Bu bilgilerden bir çeşit çalınarak özellikle
siyasete alet edilen konularla gençlerin zamanın çalınması tam bir ihanettir. Bu cümleden ilk
ve orta eğitimde ilk ve ağırlıkla olarak:
Resmi dil (homojen ülkelerde anadil de denebilir; çeşitli unsurları barındıran ülkelerde
resmi dil), vücudumuzu ve çevreyi tanımaya yönelik biyoloji; evreni ve çevreyi tanımaya
yönelik fizik ve kimya; bunları anlayabilmek için de uygulanabilir matematik dersleri ağırlıklı
olarak verilmelidir. Bu derslerin haricinde devletin temel eğitiminde başka hiçbir ders ve kurs
devlet tarafından verilemez.
Müzik, spor ve güzel sanatlar da müfredat içinde yer alacaktır. Bu üç alanda ve temel
derslerde daha ayrıntılı ve özel bilgi almak isteyenlere, giderleri aileler tarafından
karşılanmak kaydıyla, belirli bir ücret okul yönetimine ödenmek kaydıyla, kendi okullarının
olanakları kullanılarak (1 ve 2 yarı yıl olarak) açılabilir. Okul yönetimleri yer sağlamakla
yükümlü tutulur.
Unutmamak gerekiyor ki, bir insan, dünyanın her yerinde ancak bu bilimlerle yolunu
bulabilir ve yaratıcı olabilir.
Aileler de eğitime monte edilmelidir
Japonya’da olduğu gibi, aileler de eğitime monte edilmelidir. Özellikle hafta sonları,
çocuklarıyla birlikte okulda çeşitli faaliyetler düzenlenmelidir. Çocukları ile birlikte
eğitilmeleri ve çeşitli işlevlere birlikte aktif olarak katılmaları pedagojik becerilerin
geliştirilmesi bakımından gerekli görülmektedir. Bu katılım zorunlu da olabilir, ailelerin
isteğine bağlı da olabilir. Akıllıca yapılmış bir program, ailelerin de ilgisini çekecektir.
4. Okul sonrasını da zorunlu eğitim sisteminin içine alınması gerekiyor
Geçmişte yüzyılda kazanılan bilgi, günümüzde haftada, belki de günde elde ediliyor.
Bunun anlamı şudur: Geçmişte bir okulu bitiren bir kişinin bilgisi bireye uzun zaman yeterli
olabiliyordu. Ancak günümüzde okul bittikten çok kısa bir süre sonra, edinilmiş bilgi yeni
bilgiler karşısında yetersiz kalıyor. Eğer kişi ilgili alanda belirli bir süre çalışmıyorsa, ilk yıl
10
edindiği bilginin yarısı ilk 10 yılda ise %80’ni unutuluyor; yeni bilgiler karşısında neredeyse
sıfırlanıyor.
Bu durumda devletin eğitim sorumluluğu geçmişte olduğu gibi okul bitince sonlanmıyor,
bir anlamda mezara kadar sürüyor. Bu anlamda Vatan Partisi’nin eğitim sorumluluğunu
bölmelere ayırırsak:
1. Okul öncesi eğitim ve öğretim
2. İlk ve orta eğitim ve öğretim
3. Yüksek eğitim ve öğretim
4. Okul sonrası eğitim olarak tanımlayabiliriz.
İlk iki eğitim anayasal olarak devlet güvencesinde ve sorumluluğunda; yükseköğretim
devlet denetiminde; ancak sorumluluğunda olmayacaktır; okul sonrası eğitim kişinin ve
şirketlerin sorumluluğunda, devletin organizatörlüğünde olacaktır.
Son iki eğitimde devletin müdahalesi, yönetimin ve eğitimin dışındaki hususlarda
olacaktır. Okul sonrası eğitim bu güne kadar uygulanan meslek içi eğitimden farklı olacaktır.
Öyle ki: Okul sonrası eğitim, devletin ilgili kuruluşlarının (mühendislik ise ilgili bakanlığın,
sağlık ise ilgili bakanlığın, tarım ve hayvancılık ise ilgili bakanlığın gibi) organizasyonu ile ilgili
alanlarda seminer, sürekli dergi, föy gönderilmesi ve belirli aralıklarla yapılacak sınavlarla
yürütülecek ve makamsal yetkiler ancak başarılılar arasından seçilebilecektir.
Yeni bilgileri içiren föy, dergi vs’nin (gerektiğinde seminer ve çalıştay) hazırlanmasında
hem çalışanlara hem okulu bitirmiş öğrencilerine hazırlayıp gönderilmesinde sorumlu ve
yetkili tutulacaktır.
Eğitimin her kademesinde, eğitim, olabildiğince görsel, işitsel ve en önemlisi bire bir
temas ile yapılmaya çalışılacaktır. Proje hazırlama ve sunma eğitimin en önemli işlevlerinden
biri olacaktır. Bunun için şehirlerde olabildiğince sanayi ve teknoloji müzeleri ile doğa tarihi
müzeleri kurulmaya; sanayi ile bu kurumlar arasındaki ilişkiler belirli bir protokolle daha etkin
ve karşılıklı yararlanmaya dönük olarak yapılacaktır.
Kendi ayakları üzerinde durabilme
11
Vatan Partisi’nin yükseköğretimde en önem verdiği eğitim projesi bu ülkenin üreten
insan yetiştirmesi bakımından çok önem taşımaktadır. Gerçekçi olmak gerekiyor. Eğitim
sürecinde neredeyse 20 milyon genci olan, gelişmişlik düzeyi orta, kaynakları sınırlı olan bir
ülkede bu gençleri devlet kapısında istihdam etmek mümkün değildir. Bu nedenle 9
üniversite mezunundan sadece biri kendi alanında çalışıyormuş (işsizlik oranı ise niteliksizlere
göre 3 kat fazla). Hiçbir hükümetten bu sorunu kökten çözmesini bekleyemeyiz. Kuramsal
bilgilerle doldurulmuş öğrencilerin ise okul sonrasında kendi işlerini kurmak için yeterince
başarılı olduklarını söyleyemiyoruz. Bunun için yükseköğretimde iki önemli hususu gündeme
sokmak istiyoruz.
1. Üniversitede eğitim, öğretim kazanırken; farklı bazı işlerde beceri kazandırmayı
birlikte kazandırmak. Bunun için üniversitelerde mesai sonrası ya da tatil günlerinde açılmak
üzere çeşitli alanlarda, uzmanı ya da öğreticisi üniversite içinden ya da dışından; kariyer
yapmış olması da koşul olmayan kişilerce çok sayıda kurs açılacaktır. Örneğin dijital kamere
tamir kursu; kalıp yapma kursu; soğutucu tamir kursu; cam işleri kursu; çömlek işleri kursu;
boyama kursu; benzer yüzlerce çeşit kur açılacak. Kişi bu becerisiyle mezuniyetinde sonra iş
kurup çalışabilecek düzeye getirilecektir. Bunun için ilgili mercilerle ilişkiye geçilip sertifika ve
yetki belgesi de verilebilir. Giderleri büyük ölçüde devlet tarafından; belki ileri kurslarda
kişinin kısmen katkısı ile yürütülecektir.
2. Üniversite öğrencilerine kendi kaynaklarından karşılanmak üzere şirket
kurduracaktır.
Üniversitenin kendi kaynaklarından ya da başka kanallardan her yıl, her biri örneğin 10
öğrenciden oluşan, her biri farklı bir alana yönelmiş yaklaşık 50 şirket kurulacaktır. Örneğin
her birine 10.000 Tl kuruluş kaynağı verilecektir. Bu öğrencilere eğitim dışında üniversitelerin
hocaları gerekirse dışarıdan alınan uzman ve okutmanlarla, bir şirket nasıl kurulur, bir mal
nasıl ihraç ya da ithal edilir, gümrük formaliteleri nasıl düzenlenir; bir malı en ucuz ve en
kaliteli nerede bulabilirsiniz; anlaşmalar nasıl yapılır; krediler nelerdir nasıl kullanılır gibi bir
şirketin karşılaşacağı tüm sorunlar bu haçalar tarafından şirket kurucularına ayrıntısı ile
anlatılır. Okul süreci içinde ya da bitirince bu şirketlerin aktif yaşama atılması teşvik edilir.
Üniversitenin buna ayıracağı kaynak senede 500.000 Tl olsun (üniversiteler bunu gözden
çıkarmalı); her yıl bu şirketlerden sadece 5’i başarılı olursa ülke çok şey kazanır. Müteşebbis
insan yetiştirmenin onurunu yaşar. Zaman içinde Amerika üniversitelerinin bir kısmında
12
olduğu gibi, bu şirketlerin oluşturduğu vakıflar ile üniversiteye bu şirketler aracılığıyla önemli
destekler sağlanabilir. Böyle bir girişimin esas amacı girişimci gençler yetiştirmedir.
Herkes yükseköğretimi bitirecek diye bir kural olmamalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti aslında bir hata yaptı. Herkesin üniversiteyi bitirebileceğini
varsayarak önüne öyle bir hedef koydu. Aileler de buna inandı ya da kandı. Ailelerin çoğu
çocuklarının bir üniversiteyi bitirecek yetenekte olduğunu düşünüyor. Üniversitelerinizde
dünya standardı uygulamazsanız, aileler haklı çıkıyor.
Özel amaçlarla aklı çelinenler, tamamen çaresiz olanlar, doğru dürüst bir yönlendiriciyi
tanıma şansını yakalayamayanlar ve fakirlikten adım bile atamayan çocuklar dışında herkes
lise→ üniversiteye kapat atmaya çalışıyor.
Bu nedenle bir insanı sorgularken hangi üniversiteyi bitirdin diye başlıyoruz; hangi okulu
çoğunluk demiyoruz. Hâlbuki insanların yetenek ve becerileri iyi düzenlenmiş bir eğitim
sisteminde hakkıyla sadece bir yerlere ulaşabilmeye yeterlidir. Eğitimin başarısı, bu kişinin
ulaşabildiği yere kadar başarıyla götürebilme ve gereği gibi o yerin bilgisini ve becerisini
kazandırmadır.
Doğru dürüst bir üniversite eğitiminde herkesin başarılı olması öngörülmez. Bunun için
ön çalışmaların yapılması gerekir. Bu nedenle temel eğitim süreci içerisinde özel yetiştirilmiş
rehber öğretmenlerin kurul kararları ile öğrencinin bundan böyle nereleri okuyabileceği bir
konusunda bir rapor hazırlanır (örneğin hemşirelik, çıraklık, meslek okulları ya da fen,
mühendislik, sosyal ya da güzel sanatlarla ilgili üniversite bölümleri önerilir) ve ailesine
bildirilir.
Türkiye’deki eğitimin yumuşak bağrı üniversite giriş sınavlarıdır. Tüm eğitim bu sınavı
kazanma üzerine kurulmuştur. Toplumun önde gelen birkaç sorunundan biridir. Büyük
harcamalar yapılmaktadır. Bu sınav, çocukların kendini geliştirebilmeleri ve ruhsal olarak
olgunlaşmalarını sağlayacak hobilerinden ve uğraşılarından uzak tutmaktadır. Neredeyse
anaokulundan başlayan bir eziyet halini almıştır.
Sonuçta üniversiteyi okuyan her 9 öğrenciden birinin okuduğu alanda ekmek parası
kazandığı varsayılmaktadır. Birkaç gözde mesleğin dışında, iş bulma büyük çabalar
gerektirmektedir. Üniversite okuyanların önemli bir kısmının okuduğu alanı isteyerek
seçmediği de bilinmektedir. Sonuç: Mesleğini sevmeyen, iş bulamamış, küskün ve ruhsal
13
olarak çökmüş bir gençlikle karşı karşıyayız. Ne yapalım? Avrupa’daki modelleri örnek olarak
gündeme getirmek kolaycılık; çünkü çalışan kişi başına çocuk sayısı karşılaştırılamayacak
kadar farklıdır. Burada yeni bir eğitim modeli yaratmak zorundayız.
Vatan Partisi’nin bu konuda uzun zamandan bu yana gelen bir çalışması bulunmaktadır.
İzninizle benim kişisel fikirlerimi de katmak suretiyle açıklamaya çalışayım.
Şu anda batı dünyasında meslek seçme test sınavları (MOP) geliştirilmiştir. Başarıyla
uygulanmaktadır; uygun 900 mesleği neredeyse kusursuz şekilde saptayabilmektedir. Senesi
daha sonra kararlaştırılma kaydıyla, örneğin orta öğretimin sonunda, çocuklara bu test
uygulanarak hangi meslek ve alanlara yeteneği olduğu, özellikle de hangi meslek gruplarını
sevdiği saptanabilmektedir. Bu durumda:
Meslek liseleri: Ara iş gücü yetiştiren meslek okulları (motor, torna, tesviye, döküm,
elektrik, elektronik) uygulamaya yönelik tarafları güçlendirilerek sürdürülecek. Bu okullardan
mezun olanlara yüksekokullarda kendi konusundaki bölümlere %50’li, üniversitelerdeki
fakültelerin kendi alanı ile ilgi bölümlere %10 kontenjan ayrılacaktır. Ayrıca bu alanlara
başvurduklarında aldıkları giriş puanına örneğin %10-20 kadar ek yapılır. Bu kontenjanlara
lise çıkışlılar kesinlikle alınamaz.
Meslek okullarından mezun öğrenciler kendi alanları dışındaki yüksekokul ve üniversite
bölümlerine başvurmaları halinde kontenjan ve puan eklenmesi uygulanmaz; genel kurallar
geçerli olur. Aynı anda ilgi alanına ve başka alana başvuranlara katsayı artırımı uygulanmaz
(ya da daha az uygulanır).
Alan liseleri: Bu günkü başındaki adı ne olursa olsun liselere denk alan meslek liseleri
açılacak (hukuk, siyasal, uluslararası ilişkiler ya da tarım üretimi adı altında orman, ziraat,
veterinerlik, su ürünleri, biyoteknoloji ya da mühendislikleri ve elektroniği kapsayan liseler ya
da güzel sanatları kapsayan liseler açılacaktır). Böylece dünyada her alanda artmış bulunan
bilginin daha kolay özümlenmesi sağlanabilecek hem de öğrencinin ilgi duymadığı alanlara
harcayacağı zaman kısıtlanacaktır. Her alanın ilgili üniversite sadece ilgili bölümüne
girmesinde puanını artıracak belirli bir katsayı kullanılacaktır. İsterse bu katsayıyı
kullanmadan üniversitelerin herhangi bir bölümüne da başvurabilecektir.
14
Geleneksel liseler: Üçüncü tip lise, bugünkü geleneksel lisenin benzeri olacaktır. Buradan
çıkanlar kariyer yapmaya daha uygun yetiştirilecektir. Fizik, kimya, biyoloji, matematik,
astronomi, arkeoloji, antropoloji ve benzer onlarcası bu okullardan gelenlerden olacaktır.
ÜNİVERSİTEYE NASIL GİRİLECEKTİR?
Türkiye’nin ilk birkaç sorunundan biri öğrencilerin gerek orta eğitimde gerekse
yükseköğretimde iyi okullarda okutulması için harcanan büyük meblağlar ve verilen büyük
emeklerdir. Doğan çocuk anaokulundan neredeyse ölünceye kadar olgunlaşmayı ve bilgiyi
artıran (içselleştiren) değil, sadece ve sadece belirli bir puan tutturarak bir yerleri kazanma
paranoyasına kapılmış durumdadır. Ne çocuğun ne ailenin ne çevrenin huzuru kalmamıştır;
en neşeli durumlarında bile düşüncelerinin arka planında çocukların sınav derdi bulunur.
Dershane ticareti Türkiye’nin belki de en büyük sektörü olmuştur; ailelerin mali olarak belini
bükmüştür. Yitirilen zaman ve emek de cabası…
Üniversite giriş sınavları belirli bir süre bu soruna çözüm gibi gözüktü. En azından doğru
ve tarafsız yapılması –yeterli olmasa bile- toplumunda güven oluşturduğu için fazla ses
çıkaran olmadı. Ancak gelen öğrenci kitlesinin artması, parasal giderlerin ağırlaşması ve haklı
ya da haksız sınav sistemine düşen gölgeler, bu işin bundan böyle pek de sağlıklı
yürümeyeceği kuşkusunu doğurmuştur.
Bu durumda üniversitelere büyük bir sorumluluk daha yüklenmelidir. Orta eğitimi
tamamlayan öğrenciler, isteklerine göre, üniversitelerde bir zamanlar başarıyla yürütülen
FKB (Fizik, Kimya, Biyoloji), FKM (Fizik, Kimya, Matematik), Sosyal bilimler, Güzel Sanatlar, Dil
bilimleri gibi sayısı 10’u geçmeyen bilim alanlarına sınavsız kayıtlarını yaptırabilmeli ve o
alanda üniversite hocalarından ya da eğiticiler tarafından ön hazırlık adı altında çok yoğun bir
eğitime sokulup, sene sonunda merkezi sınavla başarısına göre okuduğu konu ile ilgili tercih
ettiği fakültelere kaydını yaptırabilmeli; başaramayanlar ise ya tekrarlayabilmeli ya da
üniversite dışında bırakılmalıdır. Böyle bir uygulama, orta eğitimdeki okullar arasında çok
belirgin olan eğitim kalitesi farkını, en az düzeye indirerek, herkesin aynı anda yarışmaya
girebilmesini sağlaması bakımından adil bir sistem de olacaktır.
15
Üniversiteler, alanlar bakımından benzer ders içeriği izleyerek, bir üniversitenin okul
öncesinden mezun olmuş bir öğrenciye başka bir üniversitenin aynı alandaki bir programına
da başvurma hakkı verilebilir.
Böyle bir uygulama öğrencilerin asıl mesleklerinin (lisans) eğitimine başlarken çok
güçlendirilmiş bir alt yapıyla başlaması sağlanacağı için, başarı oranı da yükseltilmiş olacaktır.
Böylece velilerin senede bir rakama göre 20 milyar dolar bir rakama göre daha fazla
ödediği para yanlarında kaldığı gibi, her aşamada paranoya haline dönüşmüş sınav gerginliği
de önemli ölçüde giderilmiş olacaktır.
EĞİTİMDEKİ UZATMA SORUNU
Af ve uzatmalar: Üniversiteleri rahatsız eden diğer bir uygulama ise, öğrencilerin
zamanında üniversiteyi bitirememe durumunda yaşanılan gerginlikler ve siyasi iktidarların
çoğunluğu taviz biçiminde gelişen af uygulamalarıdır. Yıllarca önce okuyan öğrenci karşınıza
geliyor ve okuduğum günün bilgilerinden beni sınav yapın diyor. Müfredat değişmiş, hoca
değişmiş, bulabilirsen bul. Sonunda çoğumuz bizden bulmasın deyip, diplomasını veriyoruz.
Eğitimde müsamaha, vatana ihanettir (Alman Atasözü)
Üniversitelerde (1960’lı yıllarda olduğu gibi) sonsuz süre ile okuma hakkı verilebilir.
Ancak 4 ya da 5 ya da 6 yıllık okullarda, bu sürenin uzatılması durumunda her sene bir önceki
senenin iki katı kadar harç (yani katlanarak) alınarak kişiye bitirmeye zorlatılabilir. Okuduğu
yıl ne olursa olsun, en son müfredattan sorumlu tutulur.
Böyle bir sorunu Türkiye nasıl çözebilirdi ve nasıl çözmeli?
Aslında dünya üniversitelerini üne kavuşturan ve aranan üniversiteler arasına sokan ne
gariptir ki para getiren mesleklerin dışındaki yetiştirdiği adamların yetkinliğidir. Bunlar: Dil
bilimci, tarihçi, felsefeci, biyolog, kimyager, fizikçi, matematikçi, arkeolog, sosyolog vb
(çoğumuzun övgüyle bahsettiği; ancak çocuğumuzu göndermekten kaçındığı) mesleklerdir.
Türkiye’nin şu anda en çok gereksinme duyduğu araştırma alanlarıdır. Öncelikle bu alanlara
çalışkan, zeki ve becerikli insanları yönlendirmeniz gerekir. Ama nasıl?
16
ÖĞRETİM ÜYESİ AÇIĞI NASIL GİDERİLEBLİR?
Bunun için üniversite giriş sınavlarında sıralamaya girmiş ilk 2000 öğrenciye, üniversitede
okurken tüm giderlerini karşılama, daha sonra da yüksek lisans ve doktora programlarına
kayıt olma ve bitirinceye kadar da yine giderlerini karşılama garantisi verilerek ve daha sonra
da öğretim üyesi kadrosu verileceğinin güvencesi verilerek bu uygulama ile öğretim üyesi
açığı giderilmelidir.
Yurt dışı doktora bursları için son 20 yılda resmi olarak 20 milyar dolar ödendiği
söyleniyor. Kaldı ki gidenlerin neredeyse yarısının dönmediğini biliyoruz. Bu para yurt içinde
kalabilir. Böyle bir programdan sonra üniversiteler açılsaydı iyi olacaktı.
Üniversiteler arasındaki farkın kaldırılması için ilk adımlar
Her meslek grubunda eğitim ve öğretimde kullanılan dünyanın gözde teksbuk olarak
adlandırılan temel kitapları vardır. Bu kitaplar sayesinde dünyanın önde gelen üniversiteleri
sanki ortak bir program yürütüyormuş izlenimi yaratırlar. Devletin destek ve teşvikiyle, ister
YÖK, ister TÜBİTAK, ister özel teşebbüse olanak sağlama ile bu kitaplar orijinaline bire bir
benzer şekilde Türkçeye çevrilmelidir. Aynı konuda eğitim veren bölümler, ilke olarak, bu
müfredat tabanında bir eğitim yürütme kararı vermelidirler. Ayrıca her üniversite belirli
ölçüde kendi programını da ekleyebilmelidir.
Telif kitap yazanlara teşvik sağlanacak, ilk birkaç baskısında vergiden ve stopajdan muaf
tutulacaktır. Telif kitaplarda verilecek bilginin alana göre özellikle bu coğrafyanın ve
ülkemizin özelliklerini yansıtmasına ve sorunların çözümüne yönelik olanlar
ödüllendirilecektir.
SONUÇ: Eğitim dinamik bir süreçtir. Zaman ve koşullara göre değişmesi kaçınılmazdır.
Ancak değişmeyen temel kuralları bir daha vurgulayarak ders içeriklerini buna göre
düzenlemek gerekir. Yetiştireceğimiz gençlerin, dürüst, saygılı, meraklı, araştırıcı, yaratıcı,
girişken, işbirliğine yatkın, kendini yenileyebilen, yorumlarını dogmayla değil bilimsel olarak
açıklayabilen; ailesine, ülkesine ve tüm insanlığa saygılı; çevre bilinci gelişmiş; sosyal; sanata,
spora eğilimi olan gençleri geliştirmeyi amaçlar. Eğitim müfredatının zaman dilimi içinde en
yararlı, geçerli bilgileri verecek biçimde içeriğinin düzenlenmesini öngörür. Eğitimde dinsel ve
ırkçı söylemlerin özellikle ilk 8 yılda işlenmemesini; kuramsa öğrenme yerine deneyse
17
öğrenmenin ağırlıklı olmasını öngörür. Öğretmenlere, meslek hayatları süresince,
gönderilecek dergi, föy ve benzeri eğitim araçları ile yeni bilgiler iletilecektir. Meslek
oklarından mezun olanlara meslek yaşamı boyunca kurslar, yeni alet ve materyal bilgilerini
içeren dergi ve föylerle malzeme ve yöntem bilgileri kazandırılacaktır.
Bu eğitim projesinin uygulanmasından belirli bir süre sonra üniversiteden mezun olanlar
kendi alanları ile ilgili devlet yeterlik sınavı uygulanacak. Diplomanın verdiği hakları
kullanabilmek için belirli bir yeterlik istenecektir. Ayrıca bu sınavlarla yetki baremini
belirleyen bir gruplandırma yapılacaktır.
Sunulan bu eğitim yol haritasının en önemli tarafı, şu ana kadar kullanılan kaynaklardan
öte başka kaynağa gerek göstermemesi, elde olanlarla en iyi verimin alınmasını
öngörmesidir.
Prof. Dr. Ali Demirsoy 29.05.2015
Değerli Kardeşim
Vatan Partisinin bir adayı olarak, eğitim yol haritamızın, eldeki olanaklarla (büyük kaynak
talebi olmadan) daha iyi nasıl yönlendirilebileceği konusundaki görüşlerimi siz değerli
dostlarımla paylaşmak istiyorum. Bu ülkede eğitimden şikâyeti olmayan kimse yok; çözüm
olarak her yıl değişen sınav ve müfredat gündeme getiriliyor. Çok daha iyilerini başarmamız
mümkün. Yeter ki eğitimi, çıkarlarımızın ve beynimizin bir yerlerinde sakladığımız gizli
amaçların bir aracı olarak görmeyelim.
Düşüncelerinizi iletmeniz yol haritamızın daha doğru yönelmesini sağlayacaktır.
Saygılarımla