web viewbugün tamil nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır...

144
Yale Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu'na girerek resim öğrenimi gördü. 1962'de eğitimini tamamlayarak Türkiye'ye döndü. Bir süre Robert Kolej'de ders verdikten sonra 1971'de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü'nde Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak girdi. Deniz insanlarının yaşam koşullarını eleştirel bir yaklaşımla tuvale yansıtan Kabaş, kullandığı simgesel öğelerle yapıtlarına dramatik bir anlatım katmaktadır. Kompozisyonlarında çoğu kez fırtınalı bir denizi yalın ve uyumlu renklerle dengeli bir öz-biçim bütünlüğü oluşturacak biçimde betimler. Güçlü bir desen anlayışına sahip olan Ka- baş'ın oymabaskı alanında da çalışmaları vardır. Kabataş, Karadeniz Bölgesi'nde, Ordu iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Aybastı'nm Merkez bucağına bağlı olan dört köy, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3644 sayılı yasa uyarınca birleştirilerek merkezi Kabataş kasabası olmak üzere ilçe yapılmıştır. Kabataş Belediyesi 1971'de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 21.335; kasaba, 8.669. Kabataş Çeşmesi, HEKIMOGLU ALI PAŞA ÇEŞMESI olarak da bilinir, İstanbul'da, aynı adı taşıyan semtte çeşme. Sadrazam Hekim- oğlu Ali Paşa tarafından 1732/33'te yaptırılmıştır. 1957'de Meclis-i Mebusan Caddesi açılırken, eski yolun batısındaki özgün yerinden kaldırılarak caddenin deniz yanındaki bugünkü yerine taşınmıştır. Osmanlı geç klasik dönem çeşmelerinin son örneklerinden biri olan Kabataş Çeşmesi, altı basamaklı mermer bir tabanın üstünde yükselen, kare planlı bir yapıdır. Duvarları mermer kaplamadır, dört cephesinde de musluk ve yalakları vardır. Kabartma örgelerle oluşturulmuş bezemeleri deniz ve cadde cepheleriyle geniş saçaklarının dibinde toplanmıştır. kabazit, hidratlı sodyum ve kalsiyum alü- minosilikat ([Ca,Na 2 ] AI2Sİ4O126H2O) yapısında sık rastlanan bir zeolit minerali. Çoğunlukla gevrek camsı, beyaz ile ten kırmızısı arasında değişen renklerdeki rom- boedral kristaller halinde, bazaltların ya da andezitlerin içindeki boşluklarda bulunur. Bu biçimde en yaygın rastlandığı yerler, İtalya'daki Torino, Kuzey İrlanda, Avus- tralya'daki Melbourne ve Nova Scotia'da Fundy Körfezi yakınındaki alanlardır. Kristal yapısındaki silisyum, alüminyum ve oksijen atomları, kafes biçiminde, sağlamca birbirine bağlanmış üç boyutlu bir örgü oluşturur; bu örgüyü, sodyum ve kalsiyum ile su moleküllerinin doldurduğu açık kanallar keser. Yapıda silisyum atomlarının yerini aluminyum atomlarının alması durumunda, örgüde eksi yüklü bölgeler oluşur; bunun sonucunda kabazit, su yumuşatıcılarında önem taşıyan katyon değiştirme özelliği (çözünmüş sodyum, potasyum, magnezyum ve kalsiyum, boşluklarda kolaylıkla birbirlerinin yerini alırlar) kazanır. Değişime uğramış volkanik çökellerde en bol bulunan zeolit türü olan kabazit, zeolit- lerin arasında oluşum biçimleri, kimyasal ve fiziksel özellikleri ve iç yapıları bakımından birbirlerine çok benzeyen mineraller grubunun en önemli üyesidir. Grubun öteki üyeleri arasında gmelinit, eriyonit ve levin yer alır. Bu mineraller kabazitten ve birbirlerinden, üç boyutlu örgülerinin geometrik biçimiyle ayrılırlar. Kimyasal formülleri ve ayrıntılı fiziksel özellikleri için bak. zeolit (tablo). Kabba, Nijerya'nın ortagüney kesiminde, Kvvara eyaletinde kent. Osse Irmağı yakınlarında, Yoruba Tepelerinde (400 m) kuruludur. Lokoja, Ökene, Ikare. Ado-Ekiti ve Egbe'den gelen yolların kavşağında yer alır. Yam, manyok, mısır, kocadan, karite tohumu, yerfıstığı, fasulye, pamuk ve el dokuması gibi ürünlere dayalı bir ticaret merkezidir. Yöredeki Yoruba, İgbira ve Bunu (Kabba) halkları için bir alışveriş merkezi işlevini de görür. Çevresindeki akarsularda bir miktar altın çıkarılır. Oyi Yerel Yönetim Konseyi'nin yer aldığı kentte bir tarım yüksekokulu (1963), bir kız yüksek öğretmen okulu ve bir hastane vardır. Nüfus (en son tah.) 25.804. Kâbe, Mekke'de Harem-i Şerifin ortasında bulunan ve bütün Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri kutsal yapı. Bevtullah (Tann'nın Evi), Beytü'l-Haram (Kutsal Ev), Beytü'l-Atik (Eski Ev) ve Mescidü'l- Haram (Kutsal Mescid) gibi adlarla da anılır. Kuran'a göre Kâbe, insanlar için ilk kurulan evdir. Hz. İbrahim'in makamının da bulunduğu bu kutsal yeri, gücü yeten herkesin haccetmesini istemek, Tann'nın insanlar üzerindeki bir hakkıdır (Âl-i İmran 96-97). Tann bu kutsal evi insanlar için bir toplantı ve güven yeri (Bakara 125), bir kıyam evi (Mâide 97) yapmış, yerini de Hz. İbrahim'e açıklamıştır. (Hacc 26). Gene Hz. İbrahim' le oğlu Hz. İsmail'e, tavaf ve ibadet edenler için Kâbe'yi temizlemelerini buyurmuştur. (Bakara 125). Kuran'a göre Hz. ibrahim ve Hz. İsmail Kâbe'yi birlikte inşa etmişlerdir (Bakara 127). Kâbe, planı 12 m x 10 m boyutlannda, yüksekliği 15 m olan dikdörtgenler prizması biçiminde bir yapıdır. Yörenin siyah renkli taşından yapılmıştır. Şazarvan denen, 25 cm yüksekliğindeki, 30 cm kadar dışa taşan bir taban üstünde yükselir. Köşeleri (rükn) dört ana yöne bakar. Doğu köşesi Rüknü'ş- Şarki ya da (Hacerü'l- Esved'in bu köşeye yakın olması nedeniyle) Rüknü'l-Esved, batı köşesi Rüknü'ş-Şami, güney köşesi Rüknü'l-Yemani, kuzey köşesi de Rüknü'l- Iraki olarak anılır. Kuzeybatı duvarında, yerden yaklaşık 2 m yükseklikte bir kapısı vardır. Bu kapı kullanılacağı zaman önüne, tekerlekleri tahtadan bir merdiven (daraç ya da madrac) getirilir. Doğu köşesinde, yerden yaklaşık 1,5 m yükseklikte duvara yerleştirilmiş olan Hacerü'l- Esved ile kapı arasında kalan bölüme Multazam adı verilir. Hacılar ellerini bu bölüme koyarak dua ederler. Kuzeybatı duvannın üstünde altın yaldızlı bir oluk (mizab) yer alır. Yağmur sulan bu oluktan mozaikti taş döşemeye akar. Kâbe'nin içinde tavanı taşıyan üç tane ahşap sütunla, çatıya çıkmak için kullanılan bir merdiven yer alır; tavanda belli zamanlarda kullanılan altın ve gümüş kandiller vardır. Duvarlar ve döşeme mermer kaplıdır. Kâbe, yere kadar inen ve ucundaki bakır halkalarla şazarvana tutturulan siyah bir örtü ile örtülür.- Kisve ya da sitare denen örtünün kapı ve oluklara rastlayan yerleri kesiktir. Kesik yerlerin kenarları sırma işlemelidir. Her yıl yenisiyle değiştirilen bu örtü, Osmanlı döneminde Mısır'da özel olarak dokutulurdu. 17. yüzyılda da İstanbul'da hazırlanıp surre alayıyla(*) Mekke' ye götürülmeye başladı. Bu örtünün üstüne altın ya da gümüş sırma ile kelime-i şahadet işlenirdi. Örtünün üstüne yukarıdan aşağıya doğru üçte ikisini kaplayacak biçimde geçi- rilen altın işlemeli şerite hizam denir; bunun üstüne çeşitli sureler yazılıdır. Her yıl 25 ya da 28 Zilkade'de bu örtü kaldırılır, yerine geçici olarak, uçları yerden ancak 2 m yukanya kadar inen beyaz bir örtü örtülür. Buna Kâbe'nin ihrama girmesi denir. Hac bittiği zaman da Kâbe yeni örtüyle örtülür. Kâbe'nin kuzeybatı duvarının tam karşısında, 1 m yükseklikte ve 1,5 m kalınlıkta, 337 Kabelvâg yarım daire biçiminde beyaz mermerden bir duvar vardır. Uçları, Kâbe'nin batı ve kuzey köşelerine 2 m kadar yaklaşan bu duvarın çevrelediği alana Hatim adı verilir ye Kâbe'nin içi sayılır. Hicr ya da Hicr-i İsmail de denen bu bölümde Hz. İsmail ile Annesi Hacer'in gömülü olduklanna inanılır. Kâbe'nin tavaf edildiği taş döşemenin adı Metaf'tır. Bu döşeme üstünde, Kâbe'nin kuzeyine gelen yerde Mahzen ya da Nican (tekne) denen sığ bir çukur vardır. Hz. ibrahim ve Hz. İsmail'in Kâbe'yi yaparken bu çukurda harç kardığı söylenir. Gene aynı yönde, Metaf'ın biraz dışında Makam-ı İbrahim denen bir taş bulunur. Bugün küçük kubbeli bir yapı ve cam bir muhafaza içine alınmış olan bu taşı Hz. İbrahim'in Kâbe'yi inşa ederken iskele gibi kullandığına, üstündeki çukurluğun da onun ayak izi olduğuna inanılır. Makam-ı İbrahim'in biraz daha dışında Zemzem kuyusu bulunur. Hadislerde bildirildiğine göre Âdem dünyaya indirildikten ve lövbesi kabul edildikten sonra, ibadetetmek için Tann'dan bir yer ister. Kendisine, meleklerinki gibi bir mescit yaparak orada ibadet etmesi söylenir. Âdem, meleklerin de yardımıyla Kâbe' yi inşa eder; Cennet'ten getirdiği bir taşı

Upload: lycong

Post on 06-Mar-2018

226 views

Category:

Documents


2 download

TRANSCRIPT

Page 1: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Yale Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu'na girerek resim öğrenimi gördü. 1962'de eğitimini tamamlayarak Türkiye'ye döndü. Bir süre Robert Kolej'de ders verdikten sonra 1971'de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü'nde Temel Sanat Eğitimi Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak girdi.Deniz insanlarının yaşam koşullarını eleştirel bir yaklaşımla tuvale yansıtan Kabaş, kullandığı simgesel öğelerle yapıtlarına dramatik bir anlatım katmaktadır. Kompozisyonlarında çoğu kez fırtınalı bir denizi yalın ve uyumlu renklerle dengeli bir öz-biçim bütünlüğü oluşturacak biçimde betimler. Güçlü bir desen anlayışına sahip olan Ka- baş'ın oymabaskı alanında da çalışmaları vardır.Kabataş, Karadeniz Bölgesi'nde, Ordu iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Aybastı'nm Merkez bucağına bağlı olan dört köy, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3644 sayılı yasa uyarınca birleştirilerek merkezi Kabataş kasabası olmak üzere ilçe yapılmıştır.Kabataş Belediyesi 1971'de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 21.335; kasaba, 8.669.Kabataş Çeşmesi, HEKIMOGLU ALI PAŞA ÇEŞMESI olarak da bilinir, İstanbul'da, aynı adı taşıyan semtte çeşme. Sadrazam Hekim- oğlu Ali Paşa tarafından 1732/33'te yaptırılmıştır. 1957'de Meclis-i Mebusan Caddesi açılırken, eski yolun batısındaki özgün yerinden kaldırılarak caddenin deniz yanındaki bugünkü yerine taşınmıştır.Osmanlı geç klasik dönem çeşmelerinin son örneklerinden biri olan Kabataş Çeşmesi, altı basamaklı mermer bir tabanın üstünde yükselen, kare planlı bir yapıdır. Duvarları mermer kaplamadır, dört cephesinde de musluk ve yalakları vardır. Kabartma örgelerle oluşturulmuş bezemeleri deniz ve cadde cepheleriyle geniş saçaklarının dibinde toplanmıştır.kabazit, hidratlı sodyum ve kalsiyum alü- minosilikat ([Ca,Na2] AI2Sİ4O126H2O) yapısında sık rastlanan bir zeolit minerali. Çoğunlukla gevrek camsı, beyaz ile ten kırmızısı arasında değişen renklerdeki rom- boedral kristaller halinde, bazaltların ya da andezitlerin içindeki boşluklarda bulunur. Bu biçimde en yaygın rastlandığı yerler, İtalya'daki Torino, Kuzey İrlanda, Avus- tralya'daki Melbourne ve Nova Scotia'da Fundy Körfezi yakınındaki alanlardır. Kristal yapısındaki silisyum, alüminyum ve oksi-jen atomları, kafes biçiminde, sağlamca birbirine bağlanmış üç boyutlu bir örgü oluşturur; bu örgüyü, sodyum ve kalsiyum ile su moleküllerinin doldurduğu açık kanallar keser. Yapıda silisyum atomlarının yerini aluminyum atomlarının alması durumunda, örgüde eksi yüklü bölgeler oluşur; bunun sonucunda kabazit, su yumuşatıcılarında önem taşıyan katyon değiştirme özelliği (çözünmüş sodyum, potasyum, magnezyum ve kalsiyum, boşluklarda kolaylıkla birbirlerinin yerini alırlar) kazanır.Değişime uğramış volkanik çökellerde en bol bulunan zeolit türü olan kabazit, zeolit- lerin arasında oluşum biçimleri, kimyasal ve fiziksel özellikleri ve iç yapıları bakımından birbirlerine çok benzeyen mineraller grubunun en önemli üyesidir. Grubun öteki üyeleri arasında gmelinit, eriyonit ve levin yer alır. Bu mineraller kabazitten ve birbirlerinden, üç boyutlu örgülerinin geometrik biçimiyle ayrılırlar. Kimyasal formülleri ve ayrıntılı fiziksel özellikleri için bak. zeolit (tablo).Kabba, Nijerya'nın ortagüney kesiminde, Kvvara eyaletinde kent. Osse Irmağı yakınlarında, Yoruba Tepelerinde (400 m) kuruludur. Lokoja, Ökene, Ikare. Ado-Ekiti ve Egbe'den gelen yolların kavşağında yer alır. Yam, manyok, mısır, kocadan, karite tohumu, yerfıstığı, fasulye, pamuk ve el dokuması gibi ürünlere dayalı bir ticaret merkezidir. Yöredeki Yoruba, İgbira ve Bunu (Kabba) halkları için bir alışveriş merkezi işlevini de görür. Çevresindeki akarsularda bir miktar altın çıkarılır. Oyi Yerel Yönetim Konseyi'nin yer aldığı kentte bir tarım yüksekokulu (1963), bir kız yüksek öğretmen okulu ve bir hastane vardır. Nüfus (en son tah.) 25.804.Kâbe, Mekke'de Harem-i Şerifin ortasında bulunan ve bütün Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri kutsal yapı. Bevtullah (Tann'nın Evi), Beytü'l-Haram (Kutsal Ev), Beytü'l-Atik (Eski Ev) ve Mescidü'l- Haram (Kutsal Mescid) gibi adlarla da anılır.

Kuran'a göre Kâbe, insanlar için ilk kurulan evdir. Hz. İbrahim'in makamının da bulunduğu bu kutsal yeri, gücü yeten herkesin haccetmesini istemek, Tann'nın insanlar üzerindeki bir hakkıdır (Âl-i İmran 96-97). Tann bu kutsal evi insanlar için bir toplantı ve güven yeri (Bakara 125), bir kıyam evi (Mâide 97) yapmış, yerini de Hz. İbrahim'e açıklamıştır. (Hacc 26). Gene Hz. İbrahim' le oğlu Hz. İsmail'e, tavaf ve ibadet edenler için Kâbe'yi temizlemelerini buyurmuştur. (Bakara 125). Kuran'a göre Hz. ibrahim ve Hz. İsmail Kâbe'yi birlikte inşa etmişlerdir (Bakara 127).Kâbe, planı 12 m x 10 m boyutlannda, yüksekliği 15 m olan dikdörtgenler prizması biçiminde bir yapıdır. Yörenin siyah renkli taşından yapılmıştır. Şazarvan denen, 25 cm yüksekliğindeki, 30 cm kadar dışa taşan bir taban üstünde yükselir. Köşeleri (rükn) dört ana yöne bakar. Doğu köşesi Rüknü'ş- Şarki ya da (Hacerü'l-Esved'in bu köşeye yakın olması nedeniyle) Rüknü'l-Esved, batı köşesi Rüknü'ş-Şami, güney köşesi Rüknü'l-Yemani, kuzey köşesi de Rüknü'l- Iraki olarak anılır. Kuzeybatı duvarında, yerden yaklaşık 2 m yükseklikte bir kapısı vardır. Bu kapı kullanılacağı zaman önüne, tekerlekleri tahtadan bir merdiven (daraç ya da madrac) getirilir. Doğu köşesinde, yerden yaklaşık 1,5 m yükseklikte duvara yerleştirilmiş olan Hacerü'l-Esved ile kapı arasında kalan bölüme Multazam adı verilir. Hacılar ellerini bu bölüme koyarak dua ederler. Kuzeybatı duvannın üstünde altın yaldızlı bir oluk (mizab) yer alır. Yağmur sulan bu oluktan mozaikti taş döşemeye akar.Kâbe'nin içinde tavanı taşıyan üç tane ahşap sütunla, çatıya çıkmak için kullanılan bir merdiven yer alır; tavanda belli zamanlarda kullanılan altın ve gümüş kandiller vardır. Duvarlar ve döşeme mermer kaplıdır.Kâbe, yere kadar inen ve ucundaki bakır halkalarla şazarvana tutturulan siyah bir örtü ile örtülür.- Kisve ya da sitare denen örtünün kapı ve oluklara rastlayan yerleri kesiktir. Kesik yerlerin kenarları sırma işlemelidir. Her yıl yenisiyle değiştirilen bu örtü, Osmanlı döneminde Mısır'da özel olarak dokutulurdu. 17. yüzyılda da İstanbul'da hazırlanıp surre alayıyla(*) Mekke' ye götürülmeye başladı. Bu örtünün üstüne altın ya da gümüş sırma ile kelime-i şahadet işlenirdi. Örtünün üstüne yukarıdan aşağıya doğru üçte ikisini kaplayacak biçimde geçirilen altın işlemeli şerite hizam denir; bunun üstüne çeşitli sureler yazılıdır. Her yıl 25 ya da 28 Zilkade'de bu örtü kaldırılır, yerine geçici olarak, uçları yerden ancak 2 m yukanya kadar inen beyaz bir örtü örtülür. Buna Kâbe'nin ihrama girmesi denir. Hac bittiği zaman da Kâbe yeni örtüyle örtülür.Kâbe'nin kuzeybatı duvarının tam karşısında, 1 m yükseklikte ve 1,5 m kalınlıkta,

337 Kabelvâg

yarım daire biçiminde beyaz mermerden bir duvar vardır. Uçları, Kâbe'nin batı ve kuzey köşelerine 2 m kadar yaklaşan bu duvarın çevrelediği alana Hatim adı verilir ye Kâbe'nin içi sayılır. Hicr ya da Hicr-i İsmail de denen bu bölümde Hz. İsmail ile Annesi Hacer'in gömülü olduklanna inanılır.Kâbe'nin tavaf edildiği taş döşemenin adı Metaf'tır. Bu döşeme üstünde, Kâbe'nin kuzeyine gelen yerde Mahzen ya da Nican (tekne) denen sığ bir çukur vardır. Hz. ibrahim ve Hz. İsmail'in Kâbe'yi yaparken bu çukurda harç kardığı söylenir. Gene aynı yönde, Metaf'ın biraz dışında Makam-ı İbrahim denen bir taş bulunur. Bugün küçük kubbeli bir yapı ve cam bir muhafaza içine alınmış olan bu taşı Hz. İbrahim'in Kâbe'yi inşa ederken iskele gibi kullandığına, üstündeki çukurluğun da onun ayak izi olduğuna inanılır. Makam-ı İbrahim'in biraz daha dışında Zemzem kuyusu bulunur.Hadislerde bildirildiğine göre Âdem dünyaya indirildikten ve lövbesi kabul edildikten sonra, ibadetetmek için Tann'dan bir yer ister. Kendisine, meleklerinki gibi bir mescit yaparak orada ibadet etmesi söylenir. Âdem, meleklerin de yardımıyla Kâbe' yi inşa eder; Cennet'ten getirdiği bir taşı da Kâbe'ye yerleştirir. Başlangıçta bembeyaz olan bu taş, zamanla günahkârların ellerinin ve kesilen kurbanların kanlarının sürülme- siyle

siyahlaşan Hacerü'l:Esved'dir. Kâbe, gene bu rivayetlere göre Âdem'in ölümünden sonra göğe çekilmiş ya da Nuh Tufanı'n- da yıkılarak yeri belirsiz hale gelmiştir. Hz. İbrahim'e Kâbe'yi yeniden yapması buyrulunca, ilk yeri ona bir bulut aracılığı ile gösterilir. Eski ölçülerine uygun biçimde yeniden yapılan Kâbe'nin duvarları biraz yükselince, Nuh Tufanı'ndan beri Ebu Kubeys Dağında bulunan Hacerü'l-Esved getirilerek yerine yerleştirilir.Kâbe İslam tarihçilerinin verdikleri bilgiye göre çeşitli zamanlarda birçok kez yeniden yapılmış ya da onarılmıştır. Örneğin Ama- lekliler (Âmalikalılar) ve Cürhümlüler onu ikinci ve üçüncü kez yeniden yaptılar. Hz. Muhammed'in büyük dedelerinden Kusay bin Kılab, Kâbe'yi dördüncü kez inşa etti. Hz. Peygamber 35 yaşlarındayken beşinci kez yeniden yapılan Kâbe, tütsü yapan bir kadının yol açtığı yangında yandı, arkasından da sel suları duvarlarına zarar verdi. Duvarlar yıkılıp eski temeller üstünde yeniden inşa edildi; Cidde kıyılarında karaya oturan bir geminin keresteleri getirilerek tavan yapıldı. Kâbe, Abdullah bin Zübeyr' in halifeliğini ilan etmesi üzerine Mekke'nin Emevi ordularınca kuşatılması sırasında yandı ve duvarları çatladı. Kuşatmanın kaldırılmasından sonra Abdullah, Kâbe'yi yıkarak el-Hatim'i de içine alacak biçimde altıncı kez yeniden yaptırdı. Mekke'yi ele geçirerek Abdullah bin Zübeyr'i öldüren Haccac bin Yusuf Kâbe'yi eski durumuna çevirdi. Osmanlı padişahı I. Ahmed döneminde onarımdan geçirilen (1611) Kâbe'nin IV. Murad döneminde (1623-40) sel sularına dayanamayan iki duvarı yıkıldı. IV. Murad'ın görevlendirdiği mimar Rıdvan Ağa da bütün duvarları yıktıktan sonra, eski temeller üstünde yeniden yaptı.Kabeiroi bak. KabirlerKabelvâg, Norveç'in kuzeyinde Nordland ilindeki (fylke) Lofoten Adalarında, tarihsel önem taşıyan köy. Lofoten'in en önemli kasabası olan Svolvaer'in hemen güneybatısında, Austvâg0ya Adasının güney kıyısında yer alır. 12. yüzyılın başında burada bir kilise ve balıkçı barınağı yaptıran

Page 2: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kabızlık 338

Kral 0ystein tarafından Vâgan adıyla kuruldu. Güzel manzaralı sarp kayalıkların altında kurulmuş olan bu küçük liman, yüzyıllar boyunca morina balıkçılığı açısından önem taşıdı. Günümüzde liman kullanılmamakta, Kabelvâg bir yazlık tatil merkezi olarak tanınmaktadır. Köy yakınlarında 0ystein'in bir heykeli vardır. Kabelvâg'ı da içine alan kırsal belediyeye (herredskommurıe) eski yerleşmenin anısına Vâgan adı verilmiştir. Nüfus (en son) 1.179.kabızlık, kalınbağırsağın alt bölümlerindeki dışkının çeşitli nedenlerle birikerek anüs- ten kuru ve sertleşmiş olarak çıkması. Kabızlık nedenleri arasında yeme alışkanlıklarında düzensizlik, kalınbağırsakta spazm, tifo gibi enfeksiyon hastalıkları, merkez sinir sistemi hastalıkları, morfin ve kodein gibi ilaçlar, yeterince posalı gıda alınmaması ve müshillerin aşırı miktarda kullanımı sayılabilir. Bağırsak tıkanması ve karın kaslarının zayıflığı da önemli nedenlerdendir. Yolculuk, geçici bir hastalık, yeme ve uyuma alışkanlıklarında değişmeler nedeniyle günlük etkinliklerin ve yaşam alışkanlıklarının değişmesi de geçici kabızlığa neden olabilir.Kabil bak. Habil ile KabilKâbil, Afganistan'ın doğu kesiminde il (vilayet). Doğuda Lagman ve Nangarhar, güneyde Logar, batıda Verdek, kuzeyde de Pervan ve Kapisa illeriyle çevrilidir. Afga-nistan'ın en kalabalık ve en küçük (4.583 km2) ilidir. Batı kesiminde yükselen dağlar arasında ülkenin başkenti ve il merkezi Kâbil kenti yer alır. Kâbil Irmağının boydan boya geçtiği ilin Pakistan'la ve komşu illerle karayolu bağlantısı

vardır. Kâbil kentinin 80 km kuzeyinde uzanan ve İslam öncesi dönemde bir kültür merkezi olan Daman Dağı vadisi geçmişte Begram, Houpian, Cartana, Cadrusi gibi canlı kentlere beşiklik etmiştir. Kâbil ili 1979'daki Sovyet işgalinin ardından Sovyet ve Afgan ordu birlikleriyle Afgan mücahitleri arasında zaman zaman büyük çatışmalara sahne olmuştur. Yerleşik nüfus (1982 tah.) 1.517.909.Kâbil, Afganistan'ın başkenti ve en büyük yerleşim yeri. Kâbil ilinin (vilayet) merkezi, ülkenin kültürel ve ekonomik yaşamının odağıdır. Kâbil Irmağı kıyısında, yaklaşık 1.800 m yükseklikte yer alır. Sarp Asamayi ve Şirdervaze sıradağlan arasında kalan üçgen biçimli bir vadide kuruludur. Karayoluyla Afgan illerinin çoğuna, kuzeydeki eski Sovyet cumhuriyetlerine ve doğudaki Pakistan'a bağlanır.Kâbil kentinin tarihi 3 bin yıldan önceye dayanır. Kentin adı Veda ilahilerinin bir derlemesi olan Rigveda'da (ÎÖ y. 1500) geçer. İskenderiyeli gökbilimci, coğrafyacı ve matematikçi Ptolemaios İS 2. yüzyılda kente ilişkin bilgiler verir. Köklü bir geçmişe dayanan Kâbil'in önemi, kuzeyden gelen yollan Hindukuş Dağlan, güneyden gelen yollan Gazne ve Gerdez, Pakistan'la Hindistan'dan gelen yollan da Hayber Geçidi aracılığıyla denetlemesine olanak veren stratejik konumundan gelir. İlk kez 8. yüzyılda bölgesel bir yönetim merkezi oldu; bu konumunu yaklaşık 80 yıl sürdürdükten sonra rakip bir hükümdann yönetimine girdi. 13. yüzyılda Moğol hükümdan Cengiz Han'ın saldırılanndan büyük zarar gördü. Hint-Türk İmparatorluğu'nun kurucusu sayılan Babür'ün merkezi (1504-26) oldu. iranlı Nadir Şah tarafından ele geçirilene değin Babürlülerin yönetiminde kaldı. 1776'dan sonra Afganistan'ın başkenti yapıldı. I. İngiliz-Afgan Savaşı (1839-42)

sırasında kentteki İngiliz garnizonlarında bulu-nan bütün askerler öldürüldü. Sovyetler Birliği'nin 1979'da Kâbil kentine havadan çok sayıda birlik indirerek giriştiği işgalin ardından, başlıca harekât merkezi oldu. 1980 başında kentte bir Sovyet askeri komutanlığı kuruldu. Kâbil'in Mücahitlerin eline geçtiği 1992'ye değin, kentin içinde, banliyölerinde ve bir gerilla üssü olan yakındaki Pegman'da mücahitlerle Sovyet ve Afgan ordusu arasında zaman zaman yoğun çatışmalar oldu. Sovyetler, Kâbil Havaalanı'nı bütün hava taşıtlarının her hava koşulunda inebileceği biçimde yeniden düzenleyerek askeri tesisler kurdular.Eski ve yeni yapıların iç içe geçtiği bir mimari yapısı olan Kâbil, yakın dönemde sürekli bir büyüme göstermiştir. Eski kentinbüyük bölümü yıkılmış ve çağdaş çizgilerle yeniden inşa edilmiştir. Kâbil'de bazı eski hükümdarlann mezarlarının da bulunduğu birçok tarihsel yapı ve bir dizi güzel bahçe vardır. Babür'ün mezannı banndıran ve onun adını taşıyan bahçe, eski kentin batı ucunda ve Şirdervaze'nin eteğinde yer alan gözde bir dinlenme yeridir. Parlamento ve bakanlıklar Darü'l-Aman Sarayı'ndadır. Kâbil Üniversitesi 1931'de kurulmuştur.Kentin sanayi kuruluşlan arasında gıda işleme tesisleri, yapay ipek ve yün imalathaneleri, bir mobilya fabrikası, bir dökümhane ve bir mermer işletmesi sayılabilir. Halkın büyük bölümü Peştu olmasına karşın, daha çok Farsçanın Dari lehçesi konuşulur. Nüfus (1988 tah.) 1.424.000.Kâbil Irmağı, Eski Yunanca KOPHES, Af-ganistan'ın doğusunda ve Pakistan'ın kuzey-

batısında akarsu. Toplam 700 km'yi bulan çığırının 560 km'lik bölümü Afganistan sınırlan içinde kalır. Kâbil'in 72 km batısın-daki Senglah Sıradağlanndan doğar. Doğuya doğru akarak Kâbil ve Celalâbad kentlerinden geçer. Hayber Geçidinin kuzeyinde Pakistan'a girdikten sonra Peşaver'i aşar ve İslamâbad yakınlannda İndus Irmağıyla birleşir. Başlıca kolları Logar, Pencşer, Konar ve Alingar'dır.Sulama amacıyla üzerinde kurulmuş setlerden dolayı, yaz aylannda Kâbil kentinin batı kesiminde genellikle' kurur. Sulama çalışmaları Celalâbad ve Peşaver yöresinde de çok yaygındır. Akarsuyun Pencşer'le birleştiği yerin birkaç kilometre aşağısında bir hidroelektrik enerji santralı inşa edilmiştir. Kâbil Irmağı vadisi Afganistan ile Pakistan arasında doğal bir yol oluşturur; Büyük İskender İÖ 4. yüzyılda Hindistan'ı istila etmek için bu yolu kullanmıştır. 1945'te vadiden Peşaver-Celalâbad-Kâbil Karayolu geçirilmiştir. Kâbil kentinin aşağısında, altı düz teknelerle ırmakta ulaşım yapılabilir.

kabile, kültürel antropolojide, toplumsal örgütlenmenin belirli bir kuramsal tipi. Kabile örgütlenmesinin, aynı soydan geldiklerine ilişkin geleneksel inançlar taşımalarıyla tanımlanan, aile düzeyinin üstünde geçici ya da kalıcı bir siyasal bütünleşme gösteren ve aynı zamanda ortak bir dilleri, kültürleri ve ideolojileri olan küçük gruplara dayalı olduğu varsayılır. İdeal kabile modelinde, kabile mensupları aynı kabile adını paylaşırlar, bitişik bir alanda yaşarlar ve tarım, ticaret, ev yapımı, savaş ya da dinsel törenler gibi ortak etkinlikleri hep birlikte yürütürler. Kabileler genellikle (bandlar, klanlar, köyler ya da mahalleler gibi) daha küçük yerel

topluluklardan oluşurlar; kendileri ise kavim ya da ulus denen daha yüksek öbekleş- meler içinde yer alabilirler. Belirli bir ideal tip olarak kabile, kültürel evrimciler tarafından, zaman içinde önce katmanlaşmış bir topluma ve sonra ilkel devlet(*) olarak bilinen toplumsal örgütlenme tipine doğru gelişecek olan toplum-sal örgütlenme türü ve aşaması olarak ta-nımlanır. Bir ideal tip olarak kabilenin birliği, belirli bir toprak ile özdeşleşmeden değil, geniş bir akrabalık çevresi oluşturduğu duygusundan kaynaklanır. Etnografyada bilinen kabilelerin pek azı ideal kabile modelinin tüm özelliklerini yansıtır. Uganda'da yaşayan Ambalar her ne kadar bir kabile sayılıyorsa da, tamamen farklı iki dil konuşurlar; Zuni "kabile"si tek bir topluluktan oluşur; Kenya'daki Dorobo- lar ise, aralarında dağınık olarak yaşadıkları Nandiler ile Masailer için avlanır ve onlara çeşitli törensel hizmetler sunarlar. Bir antropoloji terimi olarak kabile, 20. yüzyılın sonlarına doğru gözden düştü. Bunda, bazı antropologların içeriğinin kesinlikli biçimde tanımlamayacağı gerekçesiyle terimin kendisine, bazılarının ise sözcüğün sömürge ortamlannda yüklendiği olumsuz çağnşımlara karşı çıkmaları önemli rol oynamıştır. Özellikle Afrikalı bilim adamları, kabile teriminin hem bilimsel doğruluktan uzak, hem de kötüleyici ve aşağılayıcı olduğu kanısındadırlar. Bu yüzden günümüzde pek çok antropolog, kabile yerine etnik grup terimini yeğlemektedir. Ortak bir dile ve atalara sahip olup aynı kültürel ve tarihsel geleneği paylaşan bir insan grubu olarak tanımlanan etnik grup teriminin kul-lanımı, özellikle çağdaşlaşma çabası içindeki ülkeler bağlamında anlamlı olabilir. Böyle koşullarda, kişinin geniş akrabalık bağları içindeki yerinin, kimliğini ve topraktan yarar-lanma hakkını belirlemede, köyüne ya da bölgesine göre daha büyük önem taşıdığı durumlar söz konusudur. Ayrıca bak. aşiret; boy; klan; tribus.

Kabiliye, Cezayir'in kuzey kesiminde dağlık kıyı bölgesi. Cezayir kenti ile Skikda kenti arasında yer alır. Bou-Zagga Dağla- n (cebel) aracılığıyla batıda Tel Atlasları'y- la birleşir. Üç bölüme ayrılır: 1) Batıda Isser, güneydoğuda da Summam çaylanyla çevrili olan Büyük Kabiliye ya da Curcura

Kâbil, arkada Asamayi ile Şirdervaze sıradağları, AfganistanJ. Allan Cash - EB Inc.

Page 3: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Dağları, 2) Bicaye Körfezinin çevresini kaplayan Küçük Kabiliye, 3) Bougar'oûn Burnunun hinterlandını oluşturan Kollo Kabiliyesi.Kıyı tepelerinden Cezayir-Bicaye yolunun geçtiği Sebau Çayı vadisiyle ayrılan Büyük Kabiliye, doğu-batı doğrultusunda 40 km boyunca uzanan testere biçimli sırtların oluşturduğu iki dizi olarak güneye doğru yükselir. Başlıca dorukları Lalla Hedice (2.307 m), Akouker (2.305 m) ve Haizer'dir (2.133 m). Yıllık yağış miktarı 1.000-1.500 mm'yi bulur;, kış aylarında kar da yağar. Curcura ve Akfadou ulusal parklarındaki sedir ve iğneyapraklı ağaç ormanlarında yaban domuzu, sırtlan, yaban kedisi ve maymun yaşar. Doğal ağaçlıkların önemli bir bölümü ortadan kalkmıştır. Yüzey şekilleri sarp ve engebelidir; girdaplı suların geçtiği derin boğazlarla yarılmış, döküntü kumtaşı oluşumlu çıplak sırtlar göçebe topluluklar için pek az mevsimlik otlak yeri bırakır. Bununla birlikte nüfus yoğunluğu yüksektir; doğuya bakan yamaçların sırtlarında, Sebau ve Summam vadilerinde aşın kalabalık toplu köyler yer alır. Geçimlik tarım, ağaçların arasındaki minik tarlalarda yapılır. Yaygın yoksulluk nedeniyle ülkenin başka yerlerine ve Fransa'ya göçler öteden beri yoğundur. Cezayir kentinin 88 km doğusunda, demiryolu hattının başlangıç noktasında bulunan Tizi Uzu, yörenin başlıca kentidir. Büyük Kabiliye, Djama-n-Sa- haridj'deki sepetçilik ve ahşap oymacılığı ile Beni Yenni'deki marangozluk, bıçakçılık ve kuyumculuk gibi el sanatlarıyla tanınır. Küçük Kabiliye, Bicaye Körfezi çevresinde denize yakın dik kayalıklardan oluşur. Bicaye-Setif yolunun 8 km uzunluğundaki Chabet el-Aİcra'yı (Ölüm Boğazı) aşarak geçtiği Babor Masifi, en yüksek noktalarına Babor (2.004 m) ve Ta Babor (1.966 m) dağlarında ulaşır. Kuzey Afrika'da Cezayir göknannın (Abies numidica) yetiştiği tek yer olan dağlar zengin ormanlarla kaplıdır. Yörenin nüfusu seyrek, ulaşım ağı da yetersizdir. Yer yer maden yatakları ve su kaynaklarına rastlanır. Vadilerde meyve plantasyonları vardır. Setif yakınlarındaki Agrioun Çayı üzerinde yer alan Irhil Emda Barajı (1954) dışında birkaç hidroelektrik enerji santralı daha kurulmuştur. Başlıca yerleşim merkezi, Bicaye'nin 93 km güneydoğusundaki Ain el-Kebira'dır (Perigot- ville).Kollo Kabiliyesi Cicel'den Skikda'ya kadar uzanır ve el-Gufi Dağında 1.186 m'ye ulaşır. Dağ zincirini bir dizi dik ve derin boğaz parçalar. Çalılarla karışık meşe ormanları seyrek bir nüfusu barındırır; yerleşmelerin çoğu sınırlı tanma dayalı geçici barınak ve çadırlardan oluşur. Yörenin başlıca geçim kaynağı Kollo'dan ihraç edilen mantardır. Adı kabile sözcüğünden gelen Kabiliye'nin bütününde ve özellikle Büyük Kabiliye'de Berberi halkı ve kültürü en saf biçimiyle varlığını sürdürür. Dağlardaki müstahkem mevzilerine dayanarak Romalılara, Araplara ve Osmanlılara boyun eğmeyen Berberi- ler, 1850'lerde Fransızlara karşı da güçlü bir direniş gösterdiler. Bölgeyi denetlemek için 1857'de National Kalesi (bugün L'Arbaa Nai't Irathen) inşa edildi. Fransız çiftçiler ancak son Berberi ayaklanmasının bastırılmasından (1870-71) sonra bölgeye yerleşebildi.Kabiliyeliler, Cezayir'de, Akdeniz'den Büyük Kabiliye Dağlarının güney yamaçlarına ve Dellys'ten Aokas Burnuna (re's) kadar uzanan yan dağlık bölgede yaşayan Berberi halk. 1970'lerin sonlarında sayıları 2 milyonu buluyordu. Çoğunlukla Müslüman olmakla birlikte aralarında az sayıda

Hıristiyan da bulunur. Temel geçim kaynaklan tanırıdır; tahıl ve zeytin üretir, keçi sürüleri

beslerler. Hami-Sami dil ailesine bağlı Berberi dillennden biri olan Kabiliye (Zuvava) dilini konuşurlar. Geleneksel olarak her köy, oruç tutacak yaşa gelmiş erkeklerin oluşturduğu bir meclisçe yönetilir. Mülkiyet ve kişi haklanyla ilgili anlaşmazlıklarda ve suçlarda örf ve âdet hukukuna başvurulur. Köyler rakip klanlara bölünmüştür. Toplumsal örgütlenme kast sistemine dayanır. Kasaplar ve demirciler toplumun en aşağı kesimi olarak görülür. Ayrıca eskiden köle olanlardan oluşan bir serf sınıfı vardır. Erkeklerin geleneksel giysisi uzun ve bolca bir entari ile çevresine yün atkı sarılmış yün bir takkeden oluşur. Kadınlar genellikle yılankavi şeritler biçiminde dokunmuş açık renkli pamuklu giysiler ve başı örten ipek bir eşarp kullanırlar.Kabinda, CABINDA olarak da yazılır, Atlas Okyanusu kıyısında, Kongo Halicinin kuze-yinde Angola'ya bağlı il. Ülkenin ana bölümü dışında kalan Kabinda, Angola'dan Zaire topraklarıyla aynlır. Kuzey ve kuzeydoğuda Kongo, güney ve güneydoğuda da Zaire ile çevrilidir. En geniş yeri 112 km, kıyılannın toplam uzunluğu 90 km, yüzölçümü ise 7.270 knr'dir. Kıyılarının açıklarında petrol yataklarının keşfedilmesinden sonra ham petrol en önemli ihraç ürünü haline gelmiştir. İlin öteki önemli ticaret ürünleri kereste, palmiye yağı ve tohumu, kakao ve kahvedir. Ayrıca kauçuk, meyve ve fildişi ticareti yapılmakta, altın çıkarılmaktadır; çevrede manganez ve fosfat yatakları da bulunmuştur. İlin başlıca kenti, Lulondo Irmağının sağ kıyısında bir petrol limanı olan Kabinda'dır. Nüfus (1992 tah.) 168.000.kabine, bazı parlamenter sistemlerde, par-lamentoya karşı sorumlu olarak yürütme yetkilerini kullanan ve hükümetin çekirdeğini oluşturan siyasal organ. Parlamenter sistem gibi kabine de İngiltere'de ortaya çıkmış bir kurumdur. Geçmişte bütün yetkileri elinde tutan İngiliz hükümdarları günlük işleri yürütmek için özel Danışma Kurulu'ndan yararlanırlardı. Önceleri yalnızca hükümdara karşı sorumlu olan bu kurula, 13. yüzyıldan sonra parlamentonun istediği kişiler atanmaya başladı. 16. yüzyılda hükümdarların, güvendikleri kurul üyelerini cabinet denen çalışma odala- nna çağırarak, devlet işleriyle ilgili konuları öncelikle bu küçük toplantılarda kararlaştırmaları kural haline geldi. Hanover hanedanı döneminde kabinenin kralsız toplanması bir teamül niteliğini kazandı. 18. yüzyılın ikinci yarısında kabine, yürütme yetkilerini kullanan, parlamentoya karşı sorumlu bir kuruma dönüştü. Günümüz İngiltere'sinde yürütme organının birinci kanadını oluşturan hükümdarın yetkisi, parlamentoda çoğunlukta bulunan

339 Kabirler

partinin başkanını başbakan olmaya ve hükümeti oluşturmaya çağırmak gibi biçimsel bir işlemle sınırlıdır. Yürütme organının ikinci kanadı ise Özel Danışma Kurulu, bakanlar kurulu ve kabineden oluşan üç kurumu kapsar. Danışma Kurulu yalnız onursal görev yapan yaklaşık 300 üyeli bir organdır. Hükümet işlerini üç ayrı kategoriden bakanların yer aldığı bakanlar kurulu görür; bu bakanların sayısı yüze kadar çıkabilir. İngiliz yürütme sisteminin temel organı, hükümetin çekirdeğini oluşturan kabinedir. Kabinedeki üye sayısı günümüze kadar en az beş, en çok 23 kişi olmuştur. Kabinede genellikle en önemli bakanlıkla- nn başında bulunan bakanlar yer alır. Bazı kabine üyelerinin bakanlık örgütü yoktur; bunlar başbakanın kendilerine verdiği işleri görürler. Kabinenin oluşumunda, bakanlar kurulunda olduğu gibi son söz başbakanındır. Sorumluluk açısından bakanların kabine üyesi olması ya da olmaması arasında bir fark yoktur. Parlamentonun güvensizlik oyu vermesi durumunda bakanlar kuruluyla bir-likte kabine de düşer. İngiliz siyasal sisteminde resmen yer almamakla birlikte, uygulamadan çıkmış önemli bir yürütme organı da iç kabinedir. Başbakana yakın kabine üyelerinden oluşan bu organ günlük önemli işlerin görüşüldüğü dar bir komite olarak çalışır. Hükümet politikasını belirleyen

birçok önemli karar iç kabineden çıkar. İki dünya savaşı sırasında kurulan savaş kabineleri de bir tür iç kabine niteliğini taşımıştır. Değişik yürütme kurullanna dayalı parlamenter sistemin uygulandığı bir başka ülke olan Fransa'da bakanlar kurulu, cumhur-başkanının başkanlığında, başbakan ve ba-kanlardan oluşan, en önemli kararları almaya yetkili yürütme organıdır. Başbakanın başkanlığında toplanan kabine kurulu ise bakanlarla müsteşarları kapsar; işlevi bakı-mından bakanlar kurulu için bir hazırlık organı niteliğini taşır. 1958 Anayasası'nın müsteşarlara bakanlar kurulunda da yer vermesiyle, iki organ arasındaki fark azal-mıştır. Bakanlıklar arası kurul ise, belli bir sorunun çözümüyle ilgili bakanlardan oluşur. Bakanların kendilerine yardımcı olabilecek idari ve teknik personelden oluşturduğu kurullara da bakanlık kabinesi denir. ABD'de bütünüyle değişik bir kabine sistemi uygulanır. Başkan bakanlık örgütlerini yönetmek üzere Kongre dışından secre- tary denen bakanlar seçer; Senato'nun bu bakanları onaylaması gerekir. Anayasada yer almayan kabine toplantıları, George Washington'dan beri bir gelenek olarak sürdürülmektedir. Ama başkanlar kabinenin işleyişinde genellikle farklı yöntemler benimsemişlerdir. ABD'de kabine toplantıları yalnızca bakanlarla sınırlı değildir ve kural olarak oylama yapılmaz. Ayrıca bak. bakanlar kurulu; hükümet.Kabirler, Yunanca KABEIROİ, Frigya kökenli olduğu sanılan bir grup tanrı. Bereket getirdiklerine ve gemicileri koruduklarına inanılan Kabirlere, Anadolu'nun büyük bö-lümünde, çevredeki adalarda, Makedonya ile Yunanistan'ın kuzey ve orta kesiminde tapınılırdı. Başlangıçta Kabirlerin sayısı be-lirsizdi. Ama daha sonra Aksiokersos ile oğlu ve hizmetkârı Kadmilos (ya da Kasmi- los) adlı iki erkek Kabirin yanı sıra, ikincil önemde Aksieros ve Aksiokersa adlı bir çift dişi Kabir ortaya çıktı. Eski Yunanlılar bunları kendilerine özgü çeşitli tanrılarla özdeşleştirdiler. Kabir kültü, bereket gücüne tapınma, arınma ve eriştirme törenlerini içeriyordu.Kabis 340

Kabirler çoğu zaman Samothrâki'nin (Se- mendirek) Büyük Tannlan'yla özdeşleştiril- miştir. Samothrâki'deki gizem ayinlerine pek çok kişi katılır ve eriştirme törenlerinin kötü talihe karşı genel bir koruma sağladığına inanılırdı. Büyük İskender'in ölümünden (İÖ 323) sonraki dönemde Kabir kültü doruk noktasına ulaştı.Kabis, Fransızca GAB£S, Latince TACAPA, Tunus'un güneydoğusunda il (vilaye) ve il merkezi kent. Kabis kenti, Kabis Körfezine bakan bir Akdeniz vahasında, başlıca su kaynağını oluşturan ve 10 km yukarıdaki Resü'l-Vad'den doğan Kabis Irmağının ağzında yer alır. Romalılar tarafından Tacapa adlı bir ticaret merkezi olarak kuruldu. Osmanlı egemenliği sırasında gerileyerek önemini yitirdi. Fransız protektora yönetimi altında (1881-1955) kara ve demir yollarıyla bir limanın inşa edilmesi bir ölçüde canlanmasını sağladı. Günümüzde çevresinde küçük ölçekli balıkçılık, meyvecilik ve dokumacılık yapılan önemli bir vaha ve ticaret merkezidir. Başlıca sanayi kuruluşları fosforik ve sülfürik asit fabrikalarını kapsayan bir kimya kompleksi ile demir ve çimento tesisleridir.Kabis ili, ülkenin ortagüney kesimindeki yan kurak toprakların büyük bölümünü kapsar. Berberi zeytin yetiştiricilerinin oturduğu Matmata'yı, Beni Zid göçebelerinin ticaret merkezi el-Hamma'yı ve birkaç önemli vahayı daha içine alır. Tuzer ve Şattü'l-Cerid bölgelerinde hurma yetişir. Nüfus (1984) kent, 92.298; (1990 tah.) il, 276.300.Ka'biye, Ebu'l-Kasım Abdullah bin Ah- med el-Belhi el-Ka'bi'nin (ö. 931) kurduğu Mutezile kolu.Mütezilenin Bağdat okulunun önde gelen temsilcilerinden el-Hayyat'm öğrencisi el- Ka'bi'nin temel yapıtı el-Makalat adını taşır. Ka'biyeye göre, Tann'nın niteliklerini bilmek onun özünü bilmektir. Tanrı en yetkin bilgiye sahip olduğu için istence (irade) gereksinimi

Bir KabiliyeliPaul Aimasy

Page 4: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

yoktur. Tann'nın istencinden söz etmek, onun yaratıcılığından ya da buyruklarından söz etmek demektir. Tann'nın görmesi ve duyması da görülecek ve duyulacak şeyleri bildiği anlamına gelir. Tann olanaksız şeyler yapamaz, ama yapmış olduklanndan başkasını, olanaklı bulunması koşuluyla yapabilir. Ahlaki özneler olan insanlara yardım etmek için, yapabileceğinin en iyisini yapması gerekir. Tann'nın adları ancak vahiyle bilinebilir. Ona us yoluyla adlar verilemez.Bilgi, bir şeye olduğu gibi inanmak demektir; inanç da zamanla bilgi niteliği kazanır. Başkasından duyularak elde edilen inanç bilgi değildir, ama doğru ise bilgi kadar geçerli ve kurtarıcıdır. Tann'nın baş- langıçsız (kadim) olduğunu bilmek, onun yaratan olduğunu bilmenin temelini oluşturur. Sonradan olan (hadis) şeylerin bir yaratıcıya gereksinim duyduğunu bilmek zorunludur. Nesneler, bilginin ahlaki niteliğini belirler.Bazı tanrısal eylemlerde bireyin çıkarları zedeleniyorsa bu toplumun çıkarları içindir. Küçük günahlar Cehennem'de cezalandınl- maz, ama büyük günah oluşturmak üzere birbirine eklenebilir. Ödül, Tann'nın cömertliğinin zorunlu bir sonucudur. Ödülün tamamı bu dünyada verilebileceği gibi öbür dünyaya da bırakılabilir. Günahlar ödül hakkının yitirilmesine neden olur, ama tövbe kişiye bu hakkı yeniden kazandırır. Hz. Muhammed'i ve tebliğ ettiklerini onaylayan kişi ne söylerse söylesin mümin sayılır.kablo, elektriksel ve elektronik sistemlerde, enerji iletimi ya da haberleşme amacıyla bir yerden başka bir yere elektrik iletmekte kullanılan iletken malzeme ya da iletken malzemeler grubu. Enerji iletiminde kullanılan kablolar çıplak (yalıtılmamış), yalıtılmış, zırhlı (bükülgen metal kılıflı), basınçlı yağlı, basınçlı gazlı, metal boru kılıflı vb gibi türlere ayrılır. İletişimde kullanılanlar ise eşeksenel (koaksiyal) kablolar ile telefon, telgraf ve kontrol kabloları vb gibi sınıflandırılır. Hava, yeraltı ya da denizaltı kablosu terimleri, hem enerji iletimi, hem de iletişim kabloları için kullanılır. Elektrik teli ile elektrik kablosu arasında belirgin bir fark yoktur; ama genellikle elektrik teli terimi çıplak ya da yalıtılmış tek bir metal iletken için, kablo terimi ise birbirine sarılmış iletkenler ya da bir arada bulunan ve birbirinden yalıtılmış iletkenlerden oluşan iletkenler grubu için kullanılır.Enerji iletim kabloları. En yaygın kullanılan ve en yalın kablo türü direkler ya da çelik kuleler arasına gerilen hava kablosu- dur. Bu kablolar, genellikle bakır ya da alüminyum tellerin eşmerkezli katmanlar oluşturacak biçimde birbirine sarılmasıyla yapılır. Bakır ya da alüminyum kullanılmasının nedeni bu metallerin elektriksel iletkenliklerinin yüksek oluşudur; tellerin birbirine sarılmasının nedeni ise, kablonun bükülgenliğini artırmaktır. Hava kablolan, kar yükü ya da sert rüzgârlar nedeniyle büyük mekanik gerilmelerin etkisinde kaİır. Bakırın ve alüminyumun mekanik dayanımı yeterince yüksek olmadığından kimi zaman bunların alaşımları kullanılır. Alaşım kulla-nılması mekanik dayanımı yükseltir ama elektriksel iletkenliği olumsuz yönde etkiler. Bu sorunun daha yaygın çözümü, bakır (ya da alüminyum) teller birbirine sarılırken araya belirli sayıda yüksek dayanımlı çelik tel katmaktır. Bu çelik tellerin her biri çinko, bakır ya da alüminyumla kaplanarak yenime (korozyon) karşı korunur.Hava kablolarının çoğunda, özellikle yüksek gerilim kablolarında, yalıtım ya da başka amaçlı bir kılıf bulunmaz. Daha alçak gerilimlerde kullanılan kablolarda ise asfalt emdirilmiş pamuklu şerit, polietilen ya da başka bir malzemeden yapılmış bir kılıf bulunur. Bu kılıf, dokunma sonucunda ortaya çıkacak elektrik çarpmalarına karşı bir ölçüde koruma sağlar, ayrıca hattın topraklı (toprak potansiyelinde) bir cisme geçici olarak değmesi sonucunda kısa devre oluşmasını önler.Önemli bir enerji kablosu türü de yeraltı kablosudur. Yer darlığı yüzünden ya da güvenlik nedeniyle hava hatlarının kullanılamadığı kent içi bölgelerde yaygın olarak kullanılan bu tür kablolar yeraltında açılan kanallara döşenir. Yeraltı kablolarında mekanik dayanım sorunu önem taşımadığı için bu tür kabloların iletkenlerinde ticari saflıkta bakır ya da alüminyum kullanılır; aynca, en küçük çapta en büyük elektriksel iletkenlik sağlamak amacıyla iletkenler özel olarak biçimlendirilir ve sıkışık olarak yerleştirilir.

Elektrik enerjisinin üretildiği nokta (üreteç) ile tüketildiği nokta (kullanıcı) arasındaki elektrik devresinin önemli bir bölümünü bu tür hava ve yeraltı kabloları oluşturur. Ama bazı uygulamalarda devrenin bir bölümünde ya da tümünde özel kablo türleri kullanmak gerekir. Bu kablo türlerinin kullanılmasını gerektiren koşullara ve kullanım alanlanna aşağıdaki örnekler verilebilir: Çelik üretim tesisleri, kazan daireleri ve elektrikli fırınlar (yüksek sıcaklık); gezici donanımlar (titreşim); gemiler, kimya sanayisi (yenim); denizaltı ve madencilik (mekanik zorlamalar) ; çeşitli amaçlarla kullanılan taşınabilir aygıtlar (fazla eğilip bükülme). Nükleer reaktörlerin yakınlarında, güdümlü füzelerde ve yapay uydularda kullanılan kablolar ise çeşitli tür ve yoğunluktaki ışınımlara, çok yüksek (ya da çok alçak) sıcaklık ve basınçlara dayanıklı olma-lıdır.İletişim kabloları. İletişimde (haberleşme) kullanılan kabloların, enerji iletimi kablola- nna göre çok farklı işlevleri vardır ve tasarımlan da çok değişiktir. Enerji kablolan hem yüksek gerilim altında çalışırlar, hem de ilettikleri akımın şiddeti büyüktür; buna karşılık iletişim kablolannda gerilim de, iletilen akım da düşüktür. Enerji kablolan doğru akım ya da alçak frekanslı (örn. 50 Hz) alternatif akımda kullanılır. Telefon kabloları daha yüksek frekanslarda; radar, televizyon ve başka iletişim sistemlerinde kullanılan eşeksenel kablolar ise 10.000 MHz'e (1 MHz=106 Hz) ulaşabilen çok yüksek frekanslarda kullanılır. Enerji kabloları genellikle üç ya da daha az sayıda iletkenden oluşur, bu iletkenlerin çapları da birkaç santimetreden fazladır. Bir telefon kablosunda ise her birinin çapı 0,125 cm'yi geçmeyen birkaç bin iletken bulunabilir.Telefon kablolarında yalıtkan olarak genellikle kuru selüloz (iletkene kâğıt şerit sarılması ya da iletkenin kâğıt hamuruyla kaplanması biçiminde) ya da polietilen kullanılır. Yalıtkanın kalınlığı milimetrenin kesri kadardır. Kontrol amacıyla kullanılan kablolarda ise iletken sayısı daha az, ilet-kenlerin çapları ve yalıtkan kalınlığı daha büyüktür.Eşeksenel kablo iki iletkenli bir kablodur; bu iletkenlerden biri boru (tüp) biçimindedir, öteki iletken ise kesiti dairesel, çapı da borunun çapından daha küçük olan bir teldir ve borunun içine, boruyla eşeksenli olacak biçimde yerleştirilmiştir. Bu tel, seyrek olarak yerleştirilmiş yalıtkan destekler aracılığıyla borunun tam ortasında tutulur. Birkaç eşeksenel kablo, iletişim amaçlı başka iletkenlerle birlikte, ortak bir kılıf içine yerleştirilebilir.iletişim kablolannda da enerji kablolannda kullanılanlara benzer koruyucu kılıflar kullanılır. Koruyucu olarak genellikle alü-minyum ya da kurşun alaşımlarından borular ya da metal şerit-termoplastik malzeme kanşımı kılıflar kullanılır.Telefon ve telgraf iletişiminde kullanılan uzun denizaltı kabloları yukanda anlatılan kablo türlerinden farklı yapıdadır. Bunlarda içte tek parçalı bir iletken ya da bükül bir iletken demeti, bunun dışında gütaperka ya da polietilen bir yalıtkan katman bulunur; bunun çevresine çoğu kez eşeksenli silindi- rik bir iletken yerleştirilir, daha dışta asfalt ya da katran emdirilmiş jüt örtüsü, en dışta da yüksek dayanımlı çelik telden yapılmış zırh bulunur. Ayrıca bak. denizaltı kablosu.

kablo (mekanikte) bak. tel halatkablolu televizyon, televizyon sinyallerinin eşeksenel kablolar aracılığıyla dağıtıldığı sistemlerin ortak adı. 1950'lerin başlarında ABD'de ortaya çıkan bu sistemin amacı, uzak ve dağlık bölgelerin ticari yayın ağından daha fazla yararlanmasını sağlamaktı. 1960'larda, sinyallerin yüksek binalardan yansıması nedeniyle yerel televizyon yayın- lannın iyi alınamadığı pek çok büyük yerleşim merkezinde de kablolu televizyon kullanılmaya başladı. Ortak antenli televizyon olarak bilinen bu sistemde, vericinin yayınladığı sinyalleri almak amacıyla, açık ve yüksek bir yere ortak anten kurulur. Bu antenle alınan sinyaller, bu servise abone olan çevredeki evlere ve kuruluşlara eşeksenel kablolar aracılığıyla iletilir. Aboneler,

Page 5: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

sistemin kuruluş ücretine ek olarak belirli bir aylık servis ücreti öderler. Bu tür sistem-ler yalnızca ABD'de değil, Kanada'da ve başka birçok ülkede de kullanılmaktadır. Türkiye'de de PTT tarafından son yıllarda önce Ankara'da, ardından İstanbul'da hiz-mete sokulmuştur.1970'lerin ortalarından bu yana, özel yayın hizmetleri sağlayan pek çok kablolu televizyon sistemi ortaya çıktı. Bu sistemler abonelerine yüksek nitelikli televizyon yayınları ulaştırmanın yanı sıra, ek televizyon kanalları da sağlamaktadır. Bazı sistemler, normal televizyon yayın bandı frekanslarına ek olarak, bu bandın dışındaki frekansları da kullanmakta, böylece abonelere 50'den fazla kanal sağlayabilmektedir. Abonenin televizyon alıcısına eklenen bir frekans değiştirici, normal yayın bandı dışındaki bu sinyallerin alınabilmesini olanaklı kılar. Kanal sayısının artması daha geniş programcılığa olanak sağlar. Böylece uzak kentlerin televizyon programlarının, hava durumu ve borsa haberlerinin, kültürel etkinliklere ilişkin ya da yerel kuruluşlar ve eğitim kurumlarınca hazırlanmış programların yayını ger-çekleştirilebilir. Bazı kablolu televizyon sistemleri kanallarını kent meclisi toplantılarına ve yerel yönetim etkinliklerine ayırırken, bazıları da yerel ya da ülke çapında yayın yapan televizyon istasyonlarınca yayınlanmayan spor olaylarını ve en son filmleri yayınlayarak paralı televizyon programcılığına bir geçiş sağlar. Bazı kablolu sistemler ise abonelerine "iki yönlü kanal" hizmeti sunar. Böylece aboneler, sistem içindeki program üretim merkezlerine ya da bilgi merkezlerine ulaşabilirler. Kablo bağlantısını kullanarak izleyiciler evlerinden, örneğin bir kamuoyu araştırmasına katılabilirler ya da çeşitli yazılı ve grafik malzemeyi (örn. referans kitaplarından alıntılar, konser programları, yemek tarifleri vb) ekranlarına getirebilirler. Videoteks denilen bu sistem ilk olarak Almanya ve İngiltere'de kullanıl-mıştır. Abonelerin ev bilgisayarlarıyla bilgisayar ağlarına ulaşmalarını, bilgi bankalarına girebilmelerini ve öteki çevrimiçi kullanıcılar ile mal siparişi, banka işlemleri gibi işler için bağlantı kurabilme olanağını sağlayan iki yönlü kanal televizyon sistemleri üzerinde de çeşitli denemeler yapılmıştır.kabotaj hakkı, bir devletin, kendi limanları arasında deniz ticareti konusunda tanıdığı ayrıcalık. Bu ayrıcalıktan yalnızca yurttaşlarının yararlanması ulusal ekonomiye önemli bir katkı sağlayacağından, devletler yabancı bandıralı gemilere kabotaj yasağı koyma yolûpa gitmişlerdir. Bazı uluslararası sözleşmelerde de kabotaj yasağı koyma yetkisine ilişkin hükümler yer alır.Osmanlı Devleti'nin kapitülasyonlar çerçevesinde yabancı bandıralı gemilere tanıdığı kabotaj ayrıcalığı Lozan Antlaşması'yla (1923) kaldırılmıştır. 20 Nisan 1926 tarih ve 815 sayılı yasaya göre akarsularda, göllerde, Marmara Denizi ile Boğazlar'da, bütün karasularda ve karasular içinde kalan körfez, liman, koy ve benzeri yerlerde makine, yelken ve kürekle hareket eden taşıtları, duran ve yüzen araçları bulundurma ve bunlarla mal ve yolcu taşıma hakkı Türk yurttaşlarının tekelindedir. Ayrıca dalgıçlık, kılavuzluk, kaptanlık, çarkçılık, tayfalık ve benzeri mesleklerin Türk yurttaşlarınca yerine getirilebileceği belirtilmiştir. Yabancı gemiler yalnız Türk limanlarıyla yabancı ülkelerin limanlan arasında insan ve yük taşıyabilir.kabriyol, İtalyanca CABRIOLE, balede bir sıçrayış. Eskiden yalnızca erkeklerce yapılırdı. Kabriyolde dansçı, baldırlannı havada makas hareketiyle birbirine vurur. Vuruş gerçekleşince bacaklar vücutla 45 ya da 90 derecelik bir açı oluşturacak biçimde öne, yana ya da geriye uzatılır. Dansçı tek ayağı üzerine yere inebilir, ardından öbür ayağını beşinci bale duruşu konumuna getirir. Buna kapalı kabriyol (cabriole fermee) denir. Dansçının adımım havada ikinci ayağıyla tamamlamasına da açık kabriyol (cabriole ouverte) adı verilir.

kabuk, bir ya da iki yöne doğru eğrilikli, etkisi altında bulunduğu kuvvetleri iki boyutta yayan yüzeysel taşıyıcı. Bir yöne doğru eğrilikli kabuğa yarım silindir, iki yöne doğru eğrilikli kabuğa da semer biçimleri örnek gösterilebilir. Kabuk, mimarlıkta genellikle sergi ve spor salonları, istasyon ve terminaller, fabrika, hangar ve depolar, büyük mağazalar gibi geniş açıklıklı mekân- lann üzerinin çok az bir kalınlıkla (dolayı-sıyla çok ekonomik olarak) örtülmesinde kullanılır. Basınç ve çekme kuvvetlerine karşı dirençli her malzemeden (ahşap, çelik, plastik) oluşturulabilirse de, asıl betonarme ile uygulanır. Ama kabuğun taşıma gücü, yapıldığı malzemeyle ya da kalınlığıy- la değil, biçimiyle bağlantılıdır. Bir tabaka karton iki kenarından iki kutunun üstüne konursa, kendi ağırlığını bile taşıyamayarak bükülür ve düşer. Ama kıvnlarak bir yanm silindir haline

getirildikten sonra aynı deney yapılırsa, karton yalnız kendini değil, üstüne konacak başka bir ağırlığı bile taşır. Çünkü yeni biçimi dolayısıyla bir direnç kazanmış ya da başka bir deyişle tek yöne doğru eğriliği olan bir kabuk haline gelmiştir. Doğada da insan kafatası, yumurta kabuğu, fındık ve ceviz gibi yemiş, istiridye, midye ve salyangoz gibi hayvan kabukları, aynı ilkenin geçerli olduğu ör-neklerdir.Mimarlıkta kabuk uygulamalan 20. yüzyılda ortaya çıktı. İspanyol mimar Antonio Gaudi, Barselona'da daha 1909'da yaptığı uygulamalarda kabuk ilkesine dayanan taşı-yıcılar kullandı. 1920'lerde ise, her üçü de Alman olan Walter Bauersfeld (1879-1959), Franz Dischinger (1887-1953) ve Ulrich Finsterwalder (1897) adlı mühendisler hem uygulamaları, hem de kuramsal çalışmala- nyla konunun gelişmesinde önemli rol oynadılar. Gittikçe daha büyük açıklıklar daha ince kabuklarla örtülebilir hale geldi. Örneğin Paris'te yapılan CNIT Sergi

341 kabuk

Binası'nın (1958; Camelot, Esquiilan, De Mowilly ve Zehrfuss) 205 m'lik açıklığını örten kabuğun kalınlığı yalnızca 13 cm idi. Böylece kabuk kalınlığının örtülen açıklığa oranı 1/1.570 oluyordu. Bu oran Roma'daki San Pietro Bazilikası'nın kubbesinde (aslında kabuk değildir) 1/13, tavuk yumurtasında 1/100, ilk kabuk uygulaması olan Zeiss Planetaryumu'nda ise 1/666'dır.Dünyadaki kabuk uygulamaları arasında önemli örnekler şunlardır: Zeiss Planetar- yumu (1925, Jena, ADC; W. Baursfeld ve F. Dischinger), Reims Hali (1928-29, Fransa; E. Freyssinet), Zarzuela Hipodromu Tribünleri (1935, Madrid, İspanya; Eduar- do Torroja), Lambert-St. Louis Havaalanı (1953-55, Missouri, ABD; George Hell-

muth, Joseph Leinweber, Minoru Yamasa- ki), TWA Terminali (1956-62, John F. Kennedy Uluslararası Havaalanı, New York kenti, ABD; Eero Saarinen), Spor Salonu (1957-59, Roma, İtalya; Pier Luigi Nervi), Sidney Öperası (1957-73, Avustralya; J0rn Utzon). Ayrıca, Meksikalı Mimar Felix Candela da(*) pek çok yapısında kabuk konstrüksiyonlar kullanmıştır.kabuk, hayvanların birçoğunda görülen koruyucu dış örtü. Temel bileşeni yumuşak-çalarda kalsiyum karbonat (kalker ya da kireç), eklembacaklılarda kitin, sürüngenlerden kaplumbağalarda keratin, tekhücre- lilerden deliklilerde (Foraminiferida takımı) kalsiyum karbonat, ışınlılarda (Radiolaria altsınıfı) silistir. Derisidikenlilerin kalsiyum karbonatlı iskeleti, denizkestanelerinde sert levhacıkların kaynaşmasıyla oluşan bir kabuğa dönüşmüştür.Değişik hayvan gruplarına özgü kabuklar genellikle değişik adlarla tanınır. Çiftçenet-

Klerden

(Bivalvia sınıfı) yumuşakçalann kabukları için kapak ya da çenet, kaplumbağa kabukları için bağa, tekhücrelilerin kabuklan için testa adı yaygın biçimde kullanılmaktadır. Ayrıca denizkabuğu olarak da bilinen salyangoz, midye, istiridye gibi suda yaşayan yumuşakçalann kabuklan ilginç biçim, yapı, renk ve desen özellikleriyle insanların dikkatini çekmiş, bezeme ya da koleksiyon amacıyla kullanılmıştır. Ayrıca bak. vücut örtüsü.

Çeşitli kabuk örnekleriAna Yayıncılık Arşivi

Page 6: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kabuk 342

kabuk, odunsu bitkilerin gövde ve köklerinde büyütkendokunun dışında kalan, başka bir deyişle bitkinin odun bölümünü çevreleyen dokuların oluşturduğu dış katman. Kalınlığı genellikle odun bölümüne göre çok daha az olan bu katman başlıca iç ve dış kabuk olmak üzere ikiye ayrılır. Büyütkendokunun dışa doğru bölünmesiyle oluşan iç kabuk, yapraklardan bitkinin öbür bölümlerine besinlerin iletilmesinde rol oynayan ikincil soymukdoku hücrelerini içerir. Ölü dokulardan oluşan dış kabuk ise mantar büyütkendokusunca (fellogen) üretilir; mantardoku ile yaşlı, ölü soymukdoku hücrelerini içeren tabakalanmış dış kabuğa ritidom adı verilir. Süberinle dolan ölü mantar hücrelerinin su ve gaz geçirgenlikleri hemen hemen tümüyle yok olduğu için kabukla kaplı kök ve gövdelerde, iç dokularla atmosfer arasındaki gaz alışverişi, mantardokudaki lentiseller (süngersi yapılar) aracılığıyla sağlanır. Ayrıca bak. kor- teks; mantardoku.kabukböceği, YAZICIBÛCEK olarak da bilinir, Coleoptera (kınkanatlılar) takımının Scolytidae (Ipidae) familyasını oluşturan 2 bini aşkın böcek türünün ortak adı. Bitkilere büyük zarar veren bu böcekler genellikle 6 mm'den kısa, kahverengi ya da siyah renkli ve silindir biçimlidir. Kısa ve çoğu kez dirsekli olan duyargaları birçok türde

topuz uçludur. Larvaları yumuşak, kirli beyaz, bacaksız ve içe doğru hafifçe kıvrıktır.Bazı türlerin erkekleri, delerek girdiği ağaçların içinde bir çiftleşme odası hazırlar ve burada 60 kadar dişiyi dölleyebilir. Daha sonra her dişi anayol denen bir üreme yolu açar. Öbür türlerdeyse çiftleşme genellikle ağacın dışında, giriş deliği yakınında gerçekleşir. Kabukta üreyen dişiler yumurtalarını anayolun iki yanında açtıkları yumurta oda- cıklanna koyar. Bu yumurtalardan gelişen yeni kuşak erişkinlerin her biri kendi yollarını açarak dışarı çıkar. Odunda üreyen dişilerse yumurtalarını anayola tek tek ya da kümecikler halinde bırakır ve yeni gelişen erişkinler de anayolu kullanarak dışarı çıkar. Büyük bölümü kök, gövde, dal gibi bitkilerin odunlaşmış bölümlerine zarar veren bu böcekler arasında yaprak, meyve ya da tohuma zarar veren türler de vardır. Bir bölümü tek bir ağaç türünü yeğlerken öbürleri birçok ağaç türünde yaşayabilmektedir. Bazı kabukböcekleriyse ağaçlara çeşitli hastalıklar bulaştırır. Örneğin karaağaç kabukböceği(*) mantar sporlarının neden olduğu karaağaç hastalığmın(*) taşı- yıcısıdır. Kabukböceklerinin Türkiye or-manlarında önemli zararlara yol açan birçok türü vardır. Bunlar arasında karaağaç kabukböcekleri (çeşitli Scolytus türleri), çamlarda görülen ormanbahçıvanı(*) (Blas- tophagus pirıiperda ve B. minör), uzunluğu 9 mm'ye ulaşabilen dev kabukböceği (Den- droctonus micans), servi kabukböceği (Phloeosinus armatus), çam kabukböcekleri (Ips sexdentatus ve I. acuminatus) ve odun oyucuları (çeşitli Xyleborus türleri) sayılabilir. .

Kabuki tiyatrosu, gerçekçilikle biçimciliğin, müzik, dans ve mimle gösterişli sahne ve kostüm tasarımının zengin bir karışımı olan geleneksel Japon halk eğlencesi. Sözcük modern Japoncada üç karakterle yazı-

lir; ka "şarkı", bu "dans", ki de "beceri"yi belirtir.

Kabuki oyunları büyük ölçüde liriktir. Edebiyat yapıtı olarak kabul edilen önemli örneklere rastlanmakla birlikte, bu oyunlar daha çok, oyuncularının görsel ve vokal açıdan olağandışı boyutlara varan becerilerini gösterebilmelerinin birer aracı sayılır. Bu oyuncular Kabuki geleneklerini, çok küçük değişikliklerle kuşaktan kuşağa taşımıştır. Çoğu, soylarını ve oyunculuk tarzlarını ilk Kabuki oyuncularına bağlar, onları ustaları olarak görür ve aynı adı taşıyan kaçıncı kuşak oyuncu olduklarını göstermek için adlarının sonuna bir numara eklerler. Geleneksel Kabuki tiyatrosunda oyuncularla izleyiciler arasında sürekli bir etkileşim vardı. Oyuncular

sık sık kalabalığa seslenmek için oyunu keser, izleyiciler de uygun sözlerle ya da önceden bilinen biçimlerde alkışlayarak karşılık verirdi. İzleyiciler oyun sırasında, en çok beğendikleri oyuncuların adlarını da bağırabilirdi. Kabuki programları sabahtan akşama değin sürdüğü ve izleyicilerin çoğu genellikle tek bir oyunu ya da sahneyi izlemeye geldiği için salonda sürekli bir giriş çıkış olurdu. Yemek saatlerinde de izleyicilere yiyecek dağıtılırdı. Programlarda dört mevsimi yansıtan temalara ve göreneklere yer verilir ya da çağdaş olaylardan alınmış konular işlenirdi. 17. yüzyıl sonlarından bu yana oyuncuların sahne ağzı ve önsahneyle izleyiciden ayrıldığı çoğu Batı tiyatrosunun tersine, Kabuki oyuncuları sürekli izleyicilerin arasına karışırdı. Ana sahnenin iki yanından salonun arkasına kadar uzanan ve hanamiçi (*) adı verilen yüksek iki geçit de kullanıldığında izleyici üç sahneyle çevrelenmiş olurdu. Kabuki tiyatrosu 16. yüzyıl sonlarında, eski bir din görevlisi olan İzumo Okuni adlı kadın dansçının gerçekleştirdiği, Budacı ayinlerin parodilerine yer veren gösterilerin ilgi görmesiyle ortaya çıktı. Okuni kadınlardan oluşan bir topluluk kurarak serbest dansı geliştirmiş ve uzun yıllar sürecek bir geleneği başlatmıştı. Kabuki uzun tarihi boyunca bir yandan oyuncularının adlarının kötüye çıkmasıyla ün salarken, bir yandan da sanatsal açıdan saygınlık kazandı.Kabuki, Toİcugava dönemi (1603-1867) beğenilerinin etkisiyle büyük gelişme gös-terdi. Bu dönemde Ukiyo-e sanatçıları ağaç baskılarında gündelik yaşamdan görüntüleri ve halktan insanların parlak giysilerini konu alıyorlardı. Yeni biçim ve düşünceleri her zaman kolaylıkla özümseyebi- len Kabuki, çarpıcı olanın yanı sıra, sıradan olana duyulan bu ilgiyi de yansıtmaya başladı.Kabuki, eski Japon dramatik sanat gele-neklerini birleştiren eklektik bir tiyatro olarak değerlendirilir. Her ikisi de çok eskilere uzanan No tiyatrosu(*) ile imparatorluk sarayının dansları bugaku(*) öteden beri soylularla samuraVlerin tekelindeydi. Kabuki ise kasabalılarla çiftçilerin tiyatrosu oldu. Bugaku ve No'da aşın bir incelik vardı. Kabuki ise kısıtlama tanımayan, kaba saba olabilen bir tiyatroydu; güzelliği aşırı süslülüğe, gösterişe dayanıyor; düşünceden çok duyulara sesleniyordu. Kabuki en çok No tiyatrosu ve 17. yüzyılda gelişen kukla tiyatrosu

cocruri'den etkilendi. Malzemesinin çoğunu No tiyatrosundan aldı. 1652'de yasaklanmasından sonra da kyoen (No gösterilerindeki komik ara oyunlar) uyarlama ve parodileriyle kendini yeniden kabul ettirdi. Yeniden oluşturulan Ka- bukVde artık kadın oyunculara yer yoktu. Onnagata denen erkek oyuncular kadın rollerini oynamaya başladılar ve çoğunlukla dönemlerinin en gözde oyunculan oldular, Kabuki'de konu bakımından tarihsel oyun (<cidaimono) ve orta sınıf oyunu (sevamono) aynmı vardır. Programda genellikle önce tarihsel oyun, sonra orta sınıf oyunu sahnelenir; ikisinin arasında da cinler, fahişeler ve çeşitli egzotik

yaratıkların rol aldığı bir ya da iki danslı oyun yer alır. Gösteri kalabalık kadrolu, canlı bir dans finali (ogiri şosagoto) ile sona erer. Asıl amaç eğlendirmek ve oyuncuların becerilerini ortaya koymasına olanak ver- mekse de, oyunlar didaktik bir öğe de içerir; kanzen çoaku (erdemliyi ödüllendir, kötüyü cezalandır) kavramıyla dile getirilen bir ideali savunur. Dünyanın geçiciliği (Bu- dacılıktan) ve ödevin önemi (Konfüçyüsçü- lükten) gibi dinsel düşünceler ya da daha genel ahlak yargılanyla ilgili çatışmaları ortaya koyar. Ahlakla insanın tutkulannın çatışmasından trajedi doğar. Yapısal açıdan oyunlar, karmaşık bir olay örgüsü içinde iki ya da daha çok temadan oluşur, ama Batı

S...

Kabukböceklerinden Dendroclonus valensWilliam E. Ferguson

Bir Kabuki tiyatrosu, Utagava Toyokuni'nin bir ağaç baskısı, y. 1800; British Library, LondraBritish Library, Londra

Page 7: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

tiyatrosunda özen gösterilen güçlü bir bir-leştirici öğe bulunmaz. İç içe geçmiş çeşitli episodlar son bir dramatik doruk noktasına doğru gelişir.Yeni biçimleri kolayca özümseyebilmesine karşın, Kabuki çok biçimsel bir tiyatrodur. Kutsal yerler ve tapınaklarda oynanan eski tiyatro örneklerinden alınmış çok sayıda göreneği sürdürür. En çok dans öğesiyle tanınır. İster onnagata'nm ölçülü, akıcı hareketleri, ister erkek karakterlerin abartılı duruşları olsun, oyuna dans öğesini katmak için her fırsat değerlendirilir. Oyunculuk neredeyse danstan ayırt edilemeyecek kadar stilize edilebilir.Günümüzde, her ikisi de Tokyo'da bulunan 1.600 kişilik Kabuki Tiyatrosu'nda (Kabuki-za) ve Ulusal Tiyatro'da düzenli Kabuki oyunları sahnelenmekte, öteki tiyatrolar da arada bu gösterilere yer vermektedir. Ayrıca çeşitli Kabuki toplulukları Tokyo dışında da gösteri yapar. Bu toplulukların çoğunda aynı oyuncular yer alır. Kabuki Tiyatrosu'ndaki ortalama bir programın uzunluğu beş saat, Ulusal Tiyatro'da ise yaklaşık dört saattir. Kabuki Tiyatrosu tutucu bir yaklaşımla oyunculara verilen geleneksel önemi korumakta ve programını yıldız oyunculara göre düzenlemektedir. Ulusal Tiyatro ise oyunun kendisini vurgulamakta, tarihsel geleneği korumaya ve Kabuki'yi klasik bir tiyatro olarak sürdürmeye çalışmaktadır.

kabuklu yıldız, yaygın bir gaz halkası ya da kabuğuyla çevrelenmiş yıldızların ortak adı. Gaz kabuğu, bu yıldızların tayfında özgün soğurma ya da salım çizgileri örgüsü oluşturur. Kabuklu yıldızların tümü, tayf tipi B olan sıcak yıldızlardır. Bazı yıldızların kabukları oldukça kararlıdır, ama bazılarınınki, zaman içinde kaybolur ya da bunların yerini yeni kabuklar alır.

kabuklubit, KOŞNIL olarak da bilinir, Ho- moptera (eşkanatlılar) takımının çeşitli familyalarından bitki bitlerinin ortak adı. Eşeysel ikibiçimlilik bu böceklerin en belirgin özelliklerinden biridir. Dişilerde bacaklar ve duyargalar körelmiş, kanatlar kaybolmuştur. Buna karşılık erkeklerde narin yapılı bir çift kanat, iyi gelişmiş bacaklar ve

duyargalar görülür. Ağız parçalan bulunmaz. Kabuklu bitlerin vücudunu mum bezlerinin salgıladığı koruyucu bir katman örter. Yumurtalar mum iplikçiklerinden oluşan bir yığma gömülmüş ya da dişinin salgıladığı kabuğun altında korunmuştur.Kabuklubit türleri konak bitkilerin dağılım alanlanyla sınırlıdır. Bu bitler konak bitkilerin köklerine, kabuğuna, yapraklanna, sürgünlerine ya da meyvelerine dadanır. Örneğin mor koşnil (Mytilococcus beckiî) turunçgiller ve güllere, kırmızı koşnil (Aoni- diella aurantii) turunçgiller, zeytin, üzüm gibi tanm bitkilerine büyük zarar verir. Ama bazı kabuklubitlenn salgısı çeşitli ürünlerin elde edilmesine yarar. Örneğin lak böceğinin salgısı (Laccifer lacca) gomalak ve vernik eldesinde, kırmız böceğinin salgısı (Dactylopius coccus) boya eldesinde, Ceroplastes ceriferus ve Ericerus pe-la türlerinin salgısı Çin mumu(') eldesinde kullanılır. Ayrıca bak. Aspidiotus; torbalı koşnil; virgül koşnili.

kabuklular (Crustacea), Arthropoda (ek-lembacaklılar) filumundan, çoğu suda yaşayan 30 bini aşkın türün oluşturduğu omurgasız hayvanlar sınıfı. Büyük bir çeşitlilik gösteren bu hayvanlar

değişik sınıflandırma sistemlerine göre birçok altsınıfa ve takıma

ayrılır. Yaygın kabul gören sınıflandırmalarda kabuklular sekiz altsınıf altında toplanmaktadır: Nal kabuklularmı(*) içeren Cep- halocarida; supirelerinin de (Cladocera takımı) yer aldığı Branchiopoda{*)\ midyekari- deslerini(*) içeren Ostracoda; Copepoda,ya da kürekayaklılar(*); Mystacocarida{*)\ ba- hkbitlerini içeren Branchiura(*)\ Cirripe- dia(*) ya da sülükayaklılar; tespihböcekleri (Isopoda ya da eşayaklılar takımı), kril (Euphausiacea takımı), karides, yengeç, ıstakoz ve benzerlerini {Decapoda ya da onayaklılar takımı) içeren Malacostracai*). Son yıllarda yapılan araştırmalara dayanarak kabukluları altfilum düzeyine yükselten ve taksonlan önemli ölçüde yeniden düzenleyen sınıflandırma sistemleri önerilmektedir.

Geniş takımlarda yer

alan türler arasında, yaşama ortamlarına uyarlanmanın bir sonucu olarak yapı ve davranış bakımından önemli aynmlar görülür. Bazı asalak kürekayaklılar, sülükayaklılar ve eşayaklılarda ortaya çıkan

değişiklikler öylesine aşırıdır ki bu hayvanların erişkinleri yalnız kabuklula-ra değil,

eklembacaklılara özgü yapılannı

343 kabuklular

da yitirmiştir. Dolayısıyla tüm kabukluları kısa bir tanım altında toplayabilmek olanaksızdır.Kabukluların büyük bir bölümü denizlerde ve tatlı sularda yaşar. Tropik bölgelerden kutuplara kadar tüm denizlerde dağılım gösteren bu hayvanlar özellikle kıyı sulann- da ve açık denizlerin yüzey ya da üst katman sularında yaygındır. Bu kesimlerde kürekayaklılar hayvan varlığının yaklaşık yüzde 70'ini kapsayabilir. Ama kabuklula- nn sayısı derinlik arttıkça azalır. En derin-

lere inebilen onayaklılar 5.500 m'nin altında yaşayamaz. Yeryüzündeki tatlı su göllerine ve ırmaklara dağılmış birçok kabuklu türü de vardır. Öte yandan çeşitli kara yengeçleri ve pagurlar kara yaşamına oldukça uyarlanmış olmakla birlikte larva evrelerini denizde geçirir. Eşayaklılarsa karaya en iyi uyarlanmış türlerden oluşur.Yaşayan eklembacaklıların en iri ve en küçük üyeleri kabuklular arasındadır. Bunlardan Alonella cinsi erişkin supireleri 0,25 mm'den daha kısadır. Macrocheira cinsinden dev Japon örümcek yengeçlerinin kabuk genişliği ise bazen 45 cm'nin üstüne çıkar, kıskaçları

arasındaki açıklık da 4 m'ye yakındır. Her takımda iri türler bulunmasına karşın kabukluların çoğu küçük yapılı hayvanlardır.Kabukluların vücudu tüm eklembacaklılar gibi bir dizi bölütten oluşur. Bölütler birbirleriyle kaynaşmış ya da ince kitinli bölgelerden birbirine eklemlenmiş olabilir. En azından ilk dört bölüt başı oluşturacak biçimde kaynaşırken ağzın önündeki iki bölütten küçük (ya da birinci) ve büyük (ya da ikinci) duyarga adı verilen uzantı çiftleri çıkar.

Kabuklubitlerden Lecanium conicFran Hall-Photo Researchers

midyekarideslerinin nauplius larvası

sülükayaklıların cypris larvası

Kabukluların larva tipleri(Sağ üst) Cambridge University Press; (öbürleri) A. & C. Black Ltd., Londra

Page 8: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kabuklular 344

Ağzın arkasındaki bölütlerden çıkan uzantı çiftleri (çeneler) beslenmeye ve yiyeceklerin çiğnenmesine yarar. Başı izleyen göğüs bölümüne geçiş çoğu kez belirgin değildir ve türlere göre değişen sayıda bölüt başla kaynaşarak sefalotoraks ya da başlıgöğüs denen bölümü oluşturur. Genellikle başın arka kenarından başlayan kabuk bazı grupların tüm vücudunu ve bacak uzantılarını örter. Sülükayaklılann yumuşak kabuğu kalkerli levhalarla desteklenmiştir.Dış iskelet olarak da bilinen koruyucu vücut örtüleri hayvanın büyümesini engellediğinden düzenli biçimde atılarak yenilenir. Tek sıralı üstderi katmanı tarafından salgılanan ve tüm vücudu örten bu yapı asalak

Kabukluların temsili üyeleri

(,Branchipus) John VViley & Sons, Inc., (Ocypode) A. & C. Black Ltd., Londra, (Hyperia) John VViley & Sons, Inc., (Makrocylindrus) L. Fage, (.Armadillidum) L. B. Holthuis, (öbürleri) Oxford University Press Inc.

kürekayaklılardaki gibi esnek ya da yengeç ve ıstakozlardaki gibi son derece sert olabilir. Mum katmanı ve kitinli katmandan oluşan dış iskelet genellikle kalsiyum tuzlarının birikimiyle sertleşmiştir. İç iskelet biçiminde içeri doğru büyüyen vücut örtüsü, kaslara destek yüzeyleri sağlar.

Kürekayaklılar ve onayaklılardan Lucifer cinsinin üyeleri gibi küçük yapılı kabuklularda özelleşmiş solunum organı yoktur. Dış ortamla gaz alışverişi ince vücut örtülerinden gerçekleşir. Kabuğun iç duvarı genellikle zengin damar ağıyla kaplıdır ve birçok grupta solunum organı olarak işlev görür. Öbürlerinde genellikle göğüs uzantılarının başkalaşıma uğramasıyla solungaçlar oluşmuştur. Solungaçlar onayaklılarda görüldüğü gibi kabuk altında kalabilir. Bazı kara yengeçlerinde solungaç bölmeleri son dere-

ce genişleyerek havayla solumaya uyarlanmıştır.Kabukluların uzantıları büyük bir çeşitlilik gösterir. Bunlar temel olarak bir sap ve sap üstünde dallanan içkol ile dışkoldan oluşur. İçkol ve dışkolda

bulunabilen çeşitli yapılar vücuttaki yerine göre solunuma ya da beslenmeye yarayacak biçimde özelleşmiştir.Malacostraca altsınıfı dışında tüm kabuklu-ların larva ve erişkinlerinde görülen küçük duyargalar bazen iki ya da üç

dallı olabilir. Çoğu kez duyu organı olarak

kullanılmasına karşın bazen yüzmeye ya da erkeklerin çiftleşme sırasında dişiyi kavramasına yardımcı olur. Ayrıca

sülükayaklılann sert yüzeylere tutunmasını

sağlar. Larvalarda ağzın yakınında yer

alan ve besinlerin ağıza taşınmasına yarayan büyük duyargalar gelişmenin sonraki aşamalannda

ağzın ön tarafına yerleşir.

Genellikle yer değiştirme organı olarak kullanılan büyük duyargalar bazen erkeklerde kavrama, asalaklardaysa tutunma organı olarak işlev görür. Malacos-' traca altsınıfında bu yapılar özellikle duyu organı olarak gelişmiştir. Çeneler özelleşmiş yapılarıyla besinlerin tutulmasını, kesilmesini, öğütülmesini ve ağıza taşınmasını sağlar. Baş bölümünün arkasında yer alan bacak uzantıları çeşitli gruplarda değişik işlere uygun olarak

özelleşmiştir. Göğüs bölümündeki birinci, ikinci ya da üçüncü çift uzantılar ağız parçalanna yardımcı çene ayaklan olarak başkalaşmış, sonraki yürüme ayaklarının dışkolları bazen yüzme, solunum gibi işlevleri üstlenmiş ya da tümüyle kaybolmuştur. Çene ayaklannı izleyen yürüme ayaklan bazen kıskaç biçimini almıştır. Bu kıskaçlardan öndeki çift iyice gelişerek etkin bir silaha dönüşebilir. Karın bölümündeki uzantılar temel olarak yüzme organlarıdır. Karnın gerisindeki son uzantı çiftiyse kuyruk yelpazesini oluşturacak biçimde özelleşmiştir.Vücut boyunca uzayan sindirim sisteminin önbağırsak ve sonbağırsak bölümleri dış iskeletin bir uzantısı olarak kitinle kaplıdır. Uzunluğu büyük değişiklik gösteren ortaba- ğırsaktaki çıkıntılar sindirim ve emilim et-kinliğini yükseltirken bunlardan genellikle önbağırsağa yakın bulunan çift, salgı bezi işlevi görür. Önbağırsak çok güçlü kaslarla donanmıştır. Malacostraca altsınıfında, özellikle onayaklılarda, önbağırsak genişle-yerek besin parçalannı öğütmeye ve süzmeye yardımcı dişleri ve dikenleri taşır. Kan vücut boşluklan ya da kanallar boyunca akar. Sülükayaklılarda, midyekaridesleri- nin çoğunda ve kürekayaklılarda kalp yoktur. Kan vücudun düzenli hareketleriyle pompalanır. Basit yapılı kabuklularda kalp, sondaki dışında her bölüte kapakçıklı bir çift delikle (ostium) açılan, duvarlan kaslı uzun bir boru biçimindedir. Daha üstün yapılı kabuklularda kalp kısalırken delik sayısı da azalmıştır. Solunum organlanna bağlı olan kalbin yeri genellikle göğüs ya da başlıgöğüs bölümündedir. Ama eşayaklılarda kalp karın bölümünde yer alır. Duyarga ve çene bölütlerindeki birer çift bez temel boşaltım organlarını oluşturur. Bu bezlerin her iki çifti ancak ender durumlarda işlevseldir. Öbür bezler sindirime yardımcı olan, kurumayı engelleyen ya da çeşitli yüzeylere yapışmayı sağlayan maddeleri salgılar. Bazı salgıların tuzlu suyla karşılaştığında ışıldama özelliği vardır.Sinir sistemi ilkel örneklerde göz ve duyar-galara sinir gönderen beyin gangliyonuyla vücudun alt bölümünde uzanan gangliyon zincirinden oluşur. Üstün yapılı kabuklularda sinir sistemi çok daha karmaşıktır. Bıı karmaşıklık özellikle beyin gangliyonunun yapısında, ek sinir merkezlerinde ve vücuda

(Branchiopoda altsınıfı)

(Cirripedia altsınıfı)

balıkbiti Argulus(Branchiura altsınıfı)

(Cephalocarida altsınıfı)

Malacostraca altsınıfı

tespihböceği Armadillidium (Isopoda takımı)

Makrocylindrus (Cumacea takımı)

(Ostracoda altsınıfı)

Page 9: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

dağılan sinirlerde ortaya çıkar. Kabuklularda iki çeşit göz vardır: Alın gözü ya da nauplius gözü ile bileşik göz. îlk larva evrelerinde ve bazı grupların erişkinlerinde bulunan alın gözü, üç ya da dört basit gözden oluşur. Bileşik gözler gelişmenin ileri aşamalarında, alın gözleri köreldiğinde ya da kaybolduğunda belirir. Bir sap üstünde ya da sapsız olabilen bileşik gözlerin yapısı büyük ölçüde böceklerinkine benzer. Görsel alıcılar, küçük yapılı kabukluların birçoğunda ve mağaralarda ya da derin denizlerde yaşayanlarda yoktur. Kabukluların başkalaşıma uğramış diken ya da kılları dokunma, koku gibi duyumları almaya, vücuda değen suyun hızını ve yönünü saptamaya uyarlanmıştır.Kabukluların çoğu ayrı eşeylidir. Eşey belirleyen genlerin erkeklerde androjen bezlerinin salgıladığı hormonları denetlediği sanılmaktadır. Sülükayaklılarda, bazı asalak eşayaklılarda, ender olarak onayaklılar- da erkek ve dişi üreme organlarının aynı bireyde görüldüğü erdişilik olayına rastlanır. Döllenmesiz üreme Branchiopoda ve Ostracoda altsınıfında yaygındır. Ayrı eşeyli türlerde eşeysel ikibiçimlilik genellikle çok belirgin olarak ortaya çıkar. Örneğin erkek-lerde çoğu kez dişiyi tutmaya yarayan kavrayıcı organlar gelişmiştir. Bu organlar birinci ve ikinci duyargalar, yürüme ayaklan ya da'ağız parçalan olabilir. Üreme deliğinin bulunduğu bölgedeki bazı uzantılar spermayı dişiye aktarmaya yarayacak biçimde özelleşmiştir. Üstün yapılı onayaklı- larda erkek dişilerden daha iri olmakla birlikte, öbür gruplarda erkekten daha iri yapılı dişilere çok daha sık rastlanır. Bazı asalak kürekayaklılar ve eşayaklılarda cücc yapılı erkek son derece iri olan dişilere bir asalak gibi tutunmuştur.Yumurtalar Branchiopoda altsınıfının bazı üyelerinde ve kürekayaklılarda kabuğun çenetleri arasında, sülükay aklılarda ise manto boşluğunda saklanır. Malacostraca altsınıfında yürüme bacaklarının dibindeki bir kuluçka kesesi ya da karnı uzantılan, yumurtaların taşınmasına yarar.Yumurtadan çıkan kabukluların büyük bölümü erişkinlerden az ya da çok değişik görünüştedir ve bir dizi serbest yüzme yeteneğindeki larva evresinden geçer. Bu evrelerin başlangıcında nauplius tipi larva yer alır. Bu larvalann gövdesi oval, bölüt- süz ve uzantılan üç çifttir. Uzantılar erişkinlerin birinci ve ikinci duyargalan ile çenele-rine karşılık gelir. İkinci duyarga ve çene uzantılannm dibindeki dikenler besinleri tutmada ve ağza götürme işlevi görmekle birlikte her üç uzantı da yüzmeye yarar. Gelişme sürdükçe vücut uzamaya, uzantılar belirmeye, arka bölüm bölütlenmeye, sırttaki vücut örtüsü kıvrım yaparak kabuğu oluşturmaya başlar. Başın yanlannda, kitinli kabuk altında bileşik gözler gelişmeye baş-larsa da işlevsellik kazanması sonraki evrelere kalır. Branchiopoda altsınıfından bazı türler ve kürekayaklılar gibi ilkel kabuklularda bu gelişim evresinin ilk aşamaları yumurta içinde tamamlanır. Özellikle Malacostraca altsınıfının üyelerinde yumurtadan vücutlan az ya da çok bölütlü zoea tipi larva çıkar. Sülükayaklılarda nauplius erişkin ev-reden önce cypris tipi larvaya dönüşür.Denizde yaşayan kabuklular, özellikle ıstakoz, karides, yengeç gibi onayaklılar, insanlar için önemli besin kaynaklandır. Plankton hayvanları arasında yer alan Calanus cinsi kürekayaklılar ve kril birçok balık türünün, deniz kuşlarının ve balinaların besinidir. Belirli alanlarda denizin rengini değiştirecek ölçüde çoğalabilen krilden in-san yiyeceği olarak geniş ölçekli yararlanma yollan araştırılmaktadır. Öte yandan kara yengeçleri gibi bazı kabuklular tarım alanla- nnı yağmalayarak önemli zararlara yol açar. Sülükayaklılar gemilerin altına yapışarak hızı yarı yarıya düşürecek ölçüde kirlenmeye neden olabilir. Eşayaklılardan Lim- noria cinsinin üyeleri su içindeki ahşap malzemeye, Sphaeroma cinsinin üyeleri su içindeki kiltaşlarına ve kalsiyum içeren

betona zarar verir. Kabukluların birçoğu asalak solucanlara arakonaklık yaparak, bu hayvanların insanlara ye öbür omurgalılara bulaşmasına yol açar. Örneğin kürekayaklı- lardan Cyclops cinsi Medine kurdunun, çeşitli tatlı su kabukluları da akciğer kelebeğinin arakonağıdır.Balıkbitleri, bazı kürekayaklılar ve eşayak- lılar gibi kabuklular balıklarda asalak yaşar. Eşayaklıların Cymothoidae familyası hem deniz, hem tatlı su balıklarında asalak yaşamasıyla dikkat çeker. Bu hayvanlar balıkların derisi üstünde, solungaç kapakla- n altında, ağız boşluğunda ya da vücut boşluğunda yerleşir.Jeolojik kayıtların başlangıcından önce kabuklulara ait altsınıfların farklılaştığı sa-nılmaktadır. Bu hayvanların ortak atası olasılıkla, nal kabuklusuna ya da Branchiopoda altsınıfından Triops (Apus) cinsine benzer hayvanlardır.Kabulî (d. y. 1437 - ö. y. 1478, İstanbul), siyasal ve toplumsal olayları anlatan şiirleriyle ün yapmış Osmanlı divan şairi.Yaşamına ilişkin aynntılı bilgi yoktur. Divanında, II. Mehmed (Fatih) döneminde İstanbul'a giden İranlı şairlerden olduğu belirtilir. Yaşamının büyük bölümünü gezilerle geçirdi ve büyük bir olasılıkla 1472'den önce Anadolu'ya gitti. Amasya'da Şehzade Bayezid'in (sonra II. Bayezid) yanında bulundu ve ona kasideler yazdı. Daha sonra İstanbul'da padişahın yakın çevresine girdi. Seferlere katıldı, eğlence toplantılarında bulundu. Yaşamının sonlanna doğru saray çevresinden uzaklaştmldı.Kabulî, Külliyât-ı Divan-ı Kabulî (1948) adıyla İsmail Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanan Divan'ım Farsça yazmış ve 1475'te II. Mehmed'e sunmuştur. Uzun Hasan'ın savaşlarından başlayarak Kırım, Eğriboz, Firuzlu, Yemişli ve Kefe'nin (bugün Feodariya) alınmasını anlatan dizelerin bulunduğu yapıt dört bölümden oluşur. Yapıtta 12 Türkçe gazel vardır.Kaburagi Kiyokata, asıl adı KABURAGI KENiçi (d. 31 Ağustos 1878, Tokyo - ö. 3 Mart 1972, Kama-Kura, Japonya), Meici dönemindeki (1868-1912) Tokyo'yu ve halkın yaşam biçimini betimlediği yapıtlanyla tanınan Japon ressam.Babası gazeteci ve romancıydı. Kaburagi resim öğrenimine 1891'de Uİciyo-e (Geçici Dünyadan Resimler) geleneğine bağlı Mi- zuno Toşikata'nın yanında başladı. Yaklaşık 17 yaşında oldukça tanınan bir gazete ressamı olmuştu. 1900'de ressam arkadaşla- nyla birlikte Ugokai (Ayaktakımı) adlı bir grup kurdu. Amacı, bozularak yüzeysel bir tür resmine ve ilüstrasyona dönüşmüş olan Ukiyo-e sanatını geliştirmekti. Tokyo'yu ve kent yaşamını betimlediği resimlerine psikolojik bir derinlik ve canlılık katarak başarı kazandı. En önemli yapıtları "Kadın Yazar Higuçi İçiyo'nun Mezarı", "Sağanağın Ardından Aydınlanış" ve "Tsukici Aka- şiço"dur.kaburga, göğüs kafesinde yer alan dar, uzun ve eğik kemiklerin ortak adı. Kaburgalar arkada omurlara, üstün yapılı omurgalılarda da önde göğüs kemiğine bağlanır.

345 Kabus bin Said

Başlıca işlevi göğüs boşluğundaki organlan korumak ve bu bölgedeki kaslara destek olmaktır.Balıklarda omurlann yan çıkıntılanna bağlanan ve önde birbiriyle birleşmeyen iki dizi kaburga bulunur. Üsttekilerin evrimleşerek karada yaşayan omurgalılardaki kaburgalan oluşturduğu düşünülmektedir. Evrim sürecinde kaburgaların göğüs kemiğine bağlanarak göğüs kafesini oluşturması sürüngenler düzeyinde ortaya çıkar. Daha ilkel canlılarda kaburgalar, bütün omurlarla bağlantılıydı; bu durum günümüzde yaşayan bazı sürüngenler (örn. yılanlar) için de geçerlidir. Memelilerde yalnız göğüs omurları kaburgalara bağlıdır. Boyun bölgesinde omurlara kaynaşan kaburgaların kalıntıları, boyun omurlarının yan çıkıntıları halini almıştır.Memelilerde kaburga çiftlerinin sayısı oldukça değişkendir; örneğin balinada dokuz çift kaburga varken tembelhayvanda bu sayı 24'tür.

Gerçek kaburgalar 3-10 çift arasındadır. İnsanda 12 çift kaburga vardır. Gerçek kaburga olarak adlandırılan ilk yedi çift, kıkırdaklarla doğrudan göğüs kemiğine bağlanır; 8., 9. ve 10. çiftler kıkırdaksı bir yapı ile 7. kaburga ile birleşir. Serbest kaburga olarak bilinen 11. ve 12. çiftlerin uzunluğu öbürlerinin yansı kadardır ve göğüs kemiğine ulaşmaz. Gerçek kaburga-larda iki eklem yüzü bulunan küçük bir baş bölümü vardır. Yüzlerden biri omurun gövdesi, öbürü omurun yan çıkıntısı ile eklemlenir. Kaburga başının bitişiğindeki dar alan kaburga boynu, kemiğin geri kalan bölümü ise kaburga gövdesi olarak adlandırılır.kaburga, NERVÜR olarak da bilinir, bir kubbe ya da tonozu taşımak için iç yüzeyinde oluşturulan çıkıntılı silme. Bir kemer işlevi görür ve üstündeki kubbe ya da tonozun yükünü ayaklara iletir. Özellikle gotik mimarlıkta örtü strüktürünün temel öğesi olarak kullanıldı. Bir mekânın üzerinin örtülmesi için önce karşılıklı çapraz köşelere oturan kaburgalar yapılır, sonra bunların arasında kalan küresel üçgen biçimli yüzeyler kapatılarak kaburgaların taşıdığı örtü oluşturulurdu.kaburgalararası kaslar, kaburgalann arasında uzanan ve soluk alma, zorlu soluk verme gibi hareketlerde kaburgalan bir araya çeken kısa kasların ortak adı. Göğsün her iki yanındaki kaburga çiftlerinin arasında bir dizi iç ve dış kaburgalararası kas bulunur.kaburgalı kubbe, iç yüzeyi boyunca belirli aralıklarla düzenlenmiş, merkezde birleşen çıkıntılı kaburgalann yer aldığı kubbe. Ayrıca bak. kubbe.kaburgalı tonoz, birden fazla yüzeyi olan ve bu yüzeylerin ara kesitleri boyunca çıkıntılı kaburgalan bulunan tonoz. Ayrıca bak. tonoz.Kabus bin Said (d. 18 Kasım 1940, Umman), Umman sultanı.İngiltere'de, Suffolk'taki Bury Saint Ed- munds ile Berkshire'daki Kraliyet Askeri Akademisi'nde öğrenim gördü. 1965'te babası Said bin Teymur tarafından ülkesine geri çağrıldı ve altı yıl süreyle tutuklandı. Bu sürede babası, diktatörlük yönetimini daha da sertleştirdi. Kabus 1970'te İngilizlerin desteğiyle tahtı ele geçirdi ve babasını sürgüne gönderdi. Karayolu, hastane, okul, haberleşme sistemleri, sanayi ve liman tesisleri yapımı gibi bir dizi iddialı projeyiKabusname 346

yürürlüğe koydu. Babasının katı ahlak yasa-larını yürürlükten kaldırdı. On yedi üyeli bir kabine ve bir belediye meclisleri sistemi kurdu. Ama siyasal güç gene de kraliyet ailesinde kaldı. Kurduğu siyasal düzen, işçi-işveren anlaşmazlıkları, hazinenin istikrarsızlığı , teknokrat eksikliği ve Dofar'daki ayaklanma gibi sorunlarla karşılaştı. Kabus, ülkesini Arap Birliği ile Birleşmiş Millet- ler'e sokup ılımlı Arap güçleriyle aynı safta yer alarak Umman'ın yalnızlığının giderilmesi yolunda önemli gelişmeler sağladı.

Kabusname, Keykâvus bin İskender'in(*) 1082'de oğlu Gilan Şah için Farsça yazdığı ve oğlunun kişiliğinde bütün kuşaklara öğütler verdiği ahlak ve siyaset kitabı.Bir önsöz ile 44 bölümden oluşur. Bu bölümlerde Tann'yı bilmek, ana ve baba hakkı, gençlik ve yaşlılık hali, yemek yeme ve şarap içmenin kuralları, konuk ağırlama, tavla ve satranç oynama, cinsel birleşmenin fayda ve zararları, hamama girme zamanı, eş olarak kadın seçme, çocuk eğitimi gibi çok çeşitli konular ele alınmıştır. Her bölümün sonunda konuyla ilgili bir öykü yer alır. Keykâvus'un anılarına dayanan bazı öyküler sonunda verilen manzum parçalarla zenginleştirilmiştir. Birçok yazma nüshası bulunan Kabusname dokuz kez İran'da, bir kez de Hindistan'da basılmıştır. İran'da Said Nefisî'nin yayımladığı Kabusname en güvenilir ve eksiksiz nüsha olarak kabul edilir. Yapıt İngilizce (The Naşîhat-nâma known as Qâbüsnâma; 1951), Fransızca (Le Cabous Name\ 1866) ve Almanca (Buch des Kabus; 1811) gibi Batı dillerine, Kazan Türkçesine (Kabusname-, 1880) ve Rusçaya da çevrilmiştir, Kabusname dört kez de Türkiye Türkçesine çevrilmiştir. Bunların en eskisi

Page 10: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Germiyan beyi Süleymanşah (hd 1361-88) adına Şeyhoğlu Sadreddin'in yaptığı çeviridir. En ünlüsü ise Mercimek Ahmed'in çevirisidir (1432). 15. yüzyıl Türk düzyazısının en güzel ye en yalın örneklerinden biri olan bu Kabusname çevirisini, 18. yüzyılda Nazmizade Murtaza divan nesrine uygun biçimde yeniden yazmıştır. Mercimek Ahmed'in çevirisi ayrıca 1944'te Orhan Şaik Gökyay, daha sonra de Atilla Özkırımlı tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır.

Kabwe, eskiden BROKEN HILL. Doğu Afrika'da, Zambia'nın Orta ilinin merkezi keat. Denizden 1.180 m yükseklikte, Lu- saka'nın kuzeyinde ve Büyük Kuzey Yolu üzerinde yer alır. Önemli bir ulaştırma ve madencilik merkezidir. 1903'te kurulan Rodezya Broken Hill Geliştirme Kumpanyası, ülkenin yabancı maden şirketlerine açılmasında etkili oldu. Yüksek tenörlü çinko, vanadyum ve kurşun cevherlerini çıkarmak için açılan madenlerden sonra Rodezya'daki (bugün Zimbabve) ilk demiryolu hattı burada döşendi. Mulungushi Irmağı üzerinde, kentin 51 km güneydoğusunda 1924'te hizmete açılan santral da, Afrika'nın ilk hidroelektrik santrallanndan biridir. Zambia Demiryollan'nın ve Orta Afrika Karayolu Hizmetleri adındaki büyük taşımacılık şirketinin yönetim merkezi Kab- we'dedir. Kenti çevreleyen geniş tarım alanlarında mısır ve tütün ekimi yapılır. 1921'de, yöredeki madenlerde hayvan ve insan (Kabvve insanı ya da Homo sapiens rhodesiensis) fosilleri ile taş aletler bulunmuştur. Nüfus (1988 tah.) 200.290.

Kabwe insanı, eskiden RODEZYA İNSANI, BROKEN HILL INSANI olarak da bilinir, Kuzey Rodezya'daki Broken Hill'de (bugün Kabvve, Zambia) bulunan fosil kalıntılarıyla tanınan soyu tükenmiş insan. .Kalıntılar hemen hemen tam bir kafatası, üstçene kemiği parçaları, sağrı kemiği, leğen kemiği parçaları ile kol ve bacak kemiklerinden oluşur. Bu örneklerin ilk sınıflandırma çalış-malarında önemli görüş ayrılıkları doğmuş, ama günümüzde Homo sapiens rhodesiensis alttürü olarak tanınmaları yolundaki eğilim ağırlık kazanmıştır. Kabwe insanının kafatası iri, profili önden basık, alın boyunca devam eden kaş kemeri çok geniş, artkafa çıkıntısı, üstçene kemiği ve damağı çok iridir. Bu özellikleriyle Neanderthal insanına benzerken beyin hacmi, kol ve bacak kemikleri bakımından ayırt edilemeyecek ölçüde günümüz insanına yaklaşır. 1935'te Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Cape Tovvn'ın kuzeyindeki Saldanha Koyunda, Kabwe insanına ait ikinci bir kafata- sıyla birlikte, Abbevillien kültürüne özgü aletler ve Pleyistosen Bölümden kalma hayvan fosilleri bulunmuştur. Jeolojik kanıtlar, Saldanha ya da Hopefield insanı olarak adlandırılan bu örneğin Kabvve insanından önce yaşadığını göstermektedir.Kachemak kültürü, Alaska'da Kenai Ya-rımadasının güneyindeki Kachemak Koyu çevresinde gelişmiş kültür. Üç evreye ayrılan kültürün ilk evresi İÖ 8. yüzyıla, üçüncü evresi işe yazılı tarih dönemlerine kadar uzanır. İlk evre öbür ikisine oranla daha belirgin bir Eskimo kültürü özelliği gösterir. Kıyı yerleşmelerinde yaşayan Kachemak halkı ren geyiği, sığın, ayı ve fok gibi deniz memelileri ile balık, kuş ve yumuşakçaları avlayarak geçinirdi. Birinci evrenin başlan dışında balina avcılığı da yapıldığı sanılmaktadır. Bulgular, aletlerin önceleri başta arduvaz olmak üzere taşlann kabaca düzel-tilmesiyle yapıldığını, daha sonra ise perdahlama yönteminin benimsendiğini ortaya koymaktadır. Yörede taştan oyulmuş yuvarlak ya da oval taş kandillerin yanı sıra aslına son derece yakın insan figürleri de bulunmuştur. Bakır aletler ve çanak çömlek ise üçüncü evrede ortaya çıkmıştır. Kaya resimlerinde genellikle stilize edilmiş insan ve hayvan figürleri görülür.İlk evrenin evlerine ilişkin pek bilgi yoksa da, ikinci evrede taş ve balina omurgasından, sonralan da yansı yeraltında olan çantı tipi ağaç evler yapılmıştır; ayrıca her üç evrede de köpek beslendiği anlaşılmaktadır. Mezarlarda hoker (dizleri karnına doğru çekilmiş) durumunda iskeletlerin yanı sıra ölü armağanları da bulunmuştur. Son evrede ölünün gözlerinin üzerine kemik ya da boynuzdan yapılmış gözler konmaya başladığı görülmektedir. Kachemak halkının Doğu Asya ve başka komşu bölgelerin

yanı sıra Kodiak Adası halkı ile de kültürel bağlan olabileceği öne sürülmüştür.Kachin, Kaçin dilinde JINGPHAVV MUNG- DAN. Yukarı Myanmar'ın (Birmanya) en kuzeydeki ili. Sık ormanlarla kaplı 89.041 knr'lik bir alanda yer alır. Kuzeybatıda Arunaçhal Pradesh (Hindistan), kuzeyde Tibet ve Çin, doğuda da Yunnan (Çin) ile çevrilidir. Kumon Sıradağları il sınırları içindedir. İlin sularını, Irrawaddy'nin kaynak suları olan Mali ve Nmai ırmakları ile Chindwin'in Hukawng Vadisinde akan yukarı havzası toplar. Güneybatıdaki Indaw- gyi, Myanmar'ın en büyük gölüdür. İlde yetiştirilen başlıca geçimlik ürünler pirinç, sebze, tütün ve pamuktur. Sahmavv yakınlarında şekerkamışı yetiştirilir ve işlenir. Tepelik bölgelerde yaşayanlar ticari ürün olarak afyon üretir. Başlıca yerleşim bölgeleri, il merkezi Myitkyina, Bhamo, Mogaung ve Putao kentleridir. Myitkyina,Bhamo ve Namti'de şeker ve alkol fabrika- lan bulunur. Kuzeydeki Rangoon'dan gelen demiryolu hattı Myitkyina'da son bulur. Buradan başlayan Stilvvell Yolu ise kuzeyde Arunaçhal Pradesh'e ulaşır; güneydoğuda da Bhamo üzerinden Shan ilindeki Birmanya Karayolu'na bağlanır. İl merkezinin öbür kentlerle karayolu bağlantısı vardır. Ulaşımda, ırmaklardan da yaygın biçimde yararlanılır.İlin batı kesiminde, yüzyıllardır işletilmekte olan kehribar ve yeşim taşı madenleri yer alır. Burada çıkarılan değerli taşlardan ötürü Çinliler, 18. yüzyıldan başlayarak Kachin topraklan üzerinde hak iddia etmişlerdir. İlin kuzeydoğu sının üzerindeki anlaşmazlık, 1960'larda Myanmar'ın Hpimav 7aw- lam ve Kanfang köylerini Çin'e bırak ısına değin sürmüştür.İlin güneyindeki vadilerde çoğunlukla Şanlar ve Birmanlar yaşar; dağlık hinterlantta ise nüfusun büyük bölümünü Kaçinler(*) oluşturur. Bugünkü Kachin iline denk düşen bölge, tarihte hiçbir zaman Birmanya krallannın yönetimine girmeyip doğrudan İngiliz egemenliğine geçmiştir. 1947 Anaya-sasıyla ile geniş özerklik tanınırken, 1974 Anayasası öteki illerle birlikte Kachin'in de özerkliğini büyük ölçüde sınırlamıştır. Nüfus (1983) 904.794.

kachina, Pueblo Yerlilerinin dinsel uygu- lamalannda, insan ile Tanrı arasında aracı görevi yapan 500'den fazla kutsal ata ruhunun ortak adı. Her kabilenin kendine özgü bir ata ruhu vardır. Kachina'ların, yılın yarısını kabile ile birlikte geçirdiklerine ve geleneksel törenlerde kachina maskeleri takılarak ayinin tam anlamıyla yerine getirilmesi durumunda kendilerini topluluğa gösterdiklerine inanılır. Gene bu inanca göre maske üzerinde temsil edilenler, maskeyi taşıyanın içinde gerçekten varlık bulur ve onda geçici dönüşümlere yol açar. Kabile erkeklerinin çocuklar için yaptığı, küçük oyma tahta bebekler biçiminde kachina'lat da vardır. Bu bebekler birer oyuncak olma- lannın yanı sıra, kachina'lann kimliğini ve giysilerinin simgelerini çocuklara öğretmeye yarayan araçlardır. Tinsel varlığın kimliği, genellikle basit ve kabaca yapılmış bebeğin biçiminden çok, maskelerde kullanılan renkler ile alımlı tüyler, deriler ve kumaşlardan oluşan süslerden anlaşılır.

Kacikava AILESİ (Ü. 17. yy - 19. yy başları), çok sayıda lake işi sanatçısı yetiştirmiş Japon aile. Edo'da (bugün Tokyo) kurduk- lan okul 200 yılı aşkın bir süre etkin olmuştur.Ailenin kurucusu ve sanat geleneğinin başlatıcısı olarak kabul edilen Kyuciro (Ki- ciro), bir ipek kordonla birbirine tutturulmuş, sıkıca iç içe geçen küçük kutulardan oluşan lake işi mro'ların(*) çok zarif örneklerini yaptı. Dış yüzeyi büyük emek harcayarak özenle bezenen ve yüksek sınıftan erkeklerin obi'nin (geniş kuşak) üstüne taktıklan inro, koleksiyoncuların çok değer verdiği bir eşyaydı. Kacikava ailesi sanatçı- lan aynca lake işi netsuke (ilaç kutulannı, tütün ve para keselerini erkeklerin kuşağına tutturmak için kullanılan insan, hayvan ya da bitki biçiminde oyulmuş kancalar) tasa- nmları da yaptılar. Kacikava sanatçılarının olağanüstü ustalıklannı ortaya koyan örnekler Londra'daki Victoria-Albert Müze- si'nde ve New York kentindeki

Charles A. Greenfield Koleksiyonu'nda yer almaktadır.

Kaç bak. KuçKaçak Köle yasaları, ABD tarihinde, bir eyaletten öbürüne ya da federal topraklardan birine kaçan kölelerin yakalanarak geri gönderilmesini öngören yasalar. Kongre'de 1793 ve 1850'de kabul edilen Kaçak Köle yasaları 1864'te kaldırılmıştır.1793'te kabul edilen Kaçak Köle Yasası, ABD Anayasası'nın IV. Maddesi'nin 2. Bölümü'ne dayanarak federal bölge mahkemesi, eyalet bölge mahkemesi ve eyalet sulh mahkemesi yargıçlarını kaçak olduğu iddia edilen köleler hakkında jürisiz bir duruşmada karar vermeye yetkili kılıyor ve temyiz yolunu kapatıyordu. Yasa Kuzey eyaletlerinde güçlü bir muhalefetle karşılaştı. Eyaletlerin bazılarında federal yasanın uygulanmasını engellemek amacıyla kişi özgürlüklerine ilişkin yasalar çıkarıldı ve karara itiraz edenlere jürili bir duruşmada yargılanma hakkı tanındı. 1810'lara gelindi-ğinde birçok kişi 1793 yasasına tepki olarak Yeraltı Hattı'yla(*) Güney'den, New Eng- land ya da Kanada'ya kaçan kölelere sistemli biçimde yardım etmeye başlamıştı. Güney eyaletlerinin daha etkin bir yasal düzenleme istemeleri üzerine 1850'de ikinci Kaçak Köle Yasası çıkarıldı. Bu yasaya göre, kaçaklar kendi lehlerine tanıklık edemeyecek, yargılanmaları da jürili bir duruşmada yapılamayacaktı. Yasayı uygulamayı reddeden ya da kaçak bir kölenin serbest kalmasına göz yuman federal görevliler için yüksek cezalar öngörülmüştü; kaçaklara yardım eden kişilere de ceza uygulanacaktı. Ayrıca mahkemelerin yanı sıra özel adli görevliler de yasanın uygulanmasında yetkili kılınmıştı. Ağır önlemler içeren bu yasanın sonucunda köleliğin kaldırılmasını isteyenlerin sayısı arttı, Yeraltı Hattı daha etkin biçimde kullanıldı ve birçok Kuzey eyaletinde kişi özgürlüğüne ilişkin yasalar çıkarıldı. Aralık 1860'ta Güney Carolina' mn Birlik'ten ayrılışına gerekçe olarak gösterilen nedenler arasında bu eyalet yasaları da sayılmıştı. Sonuçta 1850 yasasının uygulanmasına yönelik çabalar büyük tepki uyandırdı ve kölelik sorunundaki kutuplaş-manın artmasında önemli bir rol oynadı. Kaçak Köle yasaları Amerikan İç Savaşı'nın başlamasından sonra, bir süre daha Birlik yönetimine bağlılığını sürdüren sınır eyalet-lerinde uygulandı. Sonunda 28 Haziran 1864'te yürürlükten kaldırıldı.kaçak savaş eşyası, savaş hukukunda, askeri amaçlı bir nitelik taşıdığı için savaşan bir devlete gönderilmemesi gereken mallar. Kaçak savaş eşyasına ilişkin kurallar ortaçağ sonlarında oluşmaya başladı ve önde gelen denizci devletlerin gereksinimlerine bağlı olarak sürekli bir gelişme gösterdi. De Iure Belli ac Pacis (1625; Savaş ve Barış Hukuku, 1967) adlı yapıtında taşınmaları sırasında silahların yanı sıra el konabilecek yüklerle ilgili değişik görüşlerin bir değerlendirmesini yapan Hugo Grotius, üçlü bir sınıflandırma önerdi. Daha sonra bunu temel alan farklı sınıflandırmalar da yapıldı. Ama bu sınıflandırmalar uygulamada pek etkili olmadığından, devletler el koyacakları kaçak savaş eşyaları konusunda ülkeden ülkeye ve savaştan savaşa değişen listeler ilan ettiler.1908-09 yıllarında Londra'da bir araya gelen 10 denizci devlet, savaşan taraflarca tarafsız ticarete uygulanabilecek kısıtlamalar üzerinde anlaştılar. Kabul edilen Londra Bildirisi'nde mallar, mutlak kaçak savaş eşyası, koşula bağlı kaçak savaş eşyası ve serbest mallar olmak üzere üçe ayrıldı. Birinci bölümdeki mallara (askeri donanım), gönderildiği liman neresi olursa olsun, düşman topraklarında el konabilecekti. Yiyecek, giyecek, lokomotif ve vagon gibi kalemlerden oluşan ikinci bölümdeki mallar ancak düşman bir devlete gönderilmekteyse kaçak savaş eşyası sayılacaktı. Üçüncü bölümdeki mallara ise hiçbir biçimde el konmaması kararlaştırıldı.Bildiride öngörülen ilkeler, devletlerce onaylanarak yürürlüğe girmemesine karşın I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde, her iki tarafça da genel olarak benimsendi. Ama savaş ilerledikçe kauçuk, pamuk ve sabun gibi mallar serbest listeden alınarak mutlak kaçak savaş

Page 11: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

eşyası arasına katıldı. Zamanla geçerliliği kalmayan bildiri 1916'da bütünüyle bir yana bırakıldı.Kaçak savaş eşyası konusunda bütün tarafların onaylayacağı bir sınıflandırma yapma zorluğunun dışındaki bir sorun da tarafsız devletler arasındaki deniz ticaretiydi. Başlangıçta tarafsız bir devletin bir başka tarafsız devlete mal göndermesi ilke olarak serbest sayılıyordu. Ama 19. yüzyılda ABD ve İngiltere, mallara el koyma hakkını, düşman bir ülkeye gönderilmek üzere tarafsız bir devletin limanına getirilen mallan da kapsayacak biçimde genişlettiler. Bu tutumlarını uluslararası hukuktaki tarafsız limana getirilen malların düşman bir devlete gönderilebileceği öğretisine dayandırdılar. Böylece uygulama düşman bir ülkeyi tarafsız ticaretin her türlü yararından yok-sun bırakma hakkının benimsenmesi biçiminde gelişti. I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri Avrupa'daki tarafsız ülkelere kotalar uygulayarak bu ülkelerin yabancı kaynaklardan sağladıklan mallan düşman devletlere göndermelerini önlemeye çalıştılar.II. Dünya Savaşı başlarında Müttefikler'in ve Almanya'nın yaptığı açıklamalarla yeniden mutlak ve koşula bağlı kaçak savaş eşyası aynmı ortaya kondu. Buna göre tarafsız ülkelere yalnızca savaşan devletlerden gemiler ve kotalar için onay belgesi alarak güvenli bir deniz ticareti yürütme olanağı tanınıyordu. Tarihte ilk kez İngiltere'nin 1590'da başvurduğu bu uygulama, I. Dünya Savaşı'nda da bir ölçüde benimsenmişti. II. Dünya Savaşı'yla birlikte uygulamanın genel bir kabul görmesi, savaş zamanında deniz ticaretinin yalnızca savaşan devletlerin onayıyla yürütülebileceğini öngören bir ilkenin ortaya çıkmasını sağladı.kaçakçılık, bir malı yasalara aykırı olarak gizli yollardan yurda sokma ya da yurttan çıkarma. Gümrük vergisinden kaçmak, ihracat ya da ithalat yasağını aşmak için başvurulan bir yoldur. Kaçakçılığa genellikle yüksek gümrük duvarlarıyla ticari değeri yükselen ürünler (örn. çay, kahve, tütün, içki, ipek) ya da yasak altına alınan mallar (örn. altın, döviz, uyuşturucu, silah) konu olur.Kaçakçılığın geçmişi ticaretle ilgili ilk vergilerin konmasına ya da ilk ticari düzenlemelere kadar indirilebilir. Kaçakçılığın en parlak dönemi sayılan 18. yüzyılda İngiltere'ye kaçak yollardan giren çay, tütün, baharat, ipek ve alkollü içki yasal yollardan getirilen miktarı bir hayli aşıyordu. Fransa' da tütün tekeli ve tuz üzerindeki aşırı yergiler nedeniyle kaçakçılık çok yaygındı. İngiltere öteki ülkelerle anavatan üzerinden ticaret yapmayı öngören merkantilist politikasını kolonilerine kabul ettiremedi. 18. yüzyılın ortalarında Amerika'daki kolonilere ait 40'tan fazla gemi İspanyol egemenliğindeki topraklarla doğrudan ticaret yapıyordu.Çin yönetiminin afyon kaçakçılığını önleme girişimleri, 1840'larda Afyon Savaşlan' na yol açtı. 19. yüzyılda İngiliz Hindistanı'n- daki eyaletlerin değişik vergi oranları uygulaması yaygın bir tuz kaçakçılığına yol açtı. Bu dönemde Goa ile Hindistan ve Cebelitarık ile İspanya arasında gümrük vergisine tabi her türlü eşyanın kaçakçılığı yapılıyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısında Afrika'da, özellikle Portekiz sömürgelerinden Boer devletlerine, Fransız sömürgele- 347 Kaçar

rinden de Altın Kıyısı ve Nijerya'ya yönelik alkollü içki kaçakçılığı gelişti.ABD'de 20. yüzyıldaki içki yasağı(*) döneminde Avrupa ve Batı Hint Adalarından gemilerle Atlas Okyanusu kıyılarına getirilen içkiler Kanada sınırı üzerinde kamyonlarla gümrükten kaçırılıyordu.Tarih boyunca pek az değişen kaçakçılık yöntemleri, temelde kaçak malı gümrük denetimine takılmayacak bir yolla sınırdan geçirmeye ya da kaçak malı başka bir yük içinde, taşıtların gizli bölmelerinde ya da kişilerin tahmin edilemeyecek bir yerinde saklayarak gümrük denetimini atlatmaya dayanır.Türkiye'de kaçakçılığın önlenmesi için 1932'de çıkarılan yasaya göre, genel tanımın çerçevesine giren eylemlerin dışında, vergiye tabi bir malın hileli ve yasadışı yollarla eksik resim ve vergi ödeyerek ya da hiçbir resim ve vergi ödemeden ihraç ya da ithal edilmesi, Bakanlar Kurulu'nca saptanacak madde ve eşyanın İçişleri ve Maliye ve Gümrük bakanlıklarınca gösterilecek

makamlardan izin almaksızın güvenlik böl-gelerine sokulması, yabancıların Türk kara-sularına girerek avlanması, kaçak malların taşınması, satılması, satın alınması ya da bunların alınıp satılmasına aracılık edilmesi de kaçakçılık suçunu oluşturur. Yasanın suç saydığı bu eylemlerden birden fazlasının işlenmesi durumunda, her eylem için ayn ceza verilmez. Kaçakçılık suçu cürüm niteliğinde olduğundan, kasıt öğesinin var olması zorunludur.Kaçan, Hasan (d. 10 Aralık 1957, Kayseri), genç kuşaktan Türk karikatürcü. Orta-öğrenimini istanbul'da tamamladı. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (bugün Mimar Sinan Üniversitesi) Grafik Bölümü'ne girdi; ama öğrenimini bitirmeden ayrıldı. İlk kari-katürü 1971'de Gırgır dergisinde yayımlandı. Aynı yıl bu derginin sürekli çizerleri arasına katıldı. 1977'de Gırgır'dan ayrılarak birkaç arkadaşıyla birlikte Mikrop (30 Mart 1978-5 Temmuz 1979, 68 sayı) adlı bir mizah dergisi yayımlamaya başladı. Bu derginin kapanması üzerine yeniden Gırgır' a döndü. Ayrıca Fırt dergisinde de çizdi. 1988'de Kaçan ve bir grup arkadaşı Gırgır' dan ayrılarak Hıbır adlı mizah dergisini kurdu. 1992'de ise, gene aynı grupla birlikte, Joker adlı resimli roman dergisinin kurucuları arasında yer aldı.Hasan Kaçan, 1970'lerin başında Oğuz Aral'ın öncülüğünü yaptığı ve güncel toplumsal olayları somut karikatür yoluyla taşlayan karikatür anlayışının genç kuşak temsilcilerindendir. Yarattığı "Cork" ve "Eşşek Herif" gibi tipler aracılığıyla geniş kitlelere kara mizahla seslenmeyi amaçlamıştır. Çağdaşı başka karikatürcüler gibi, önceleri yalnızca çizgi romana özgü olan düşünce balonlarını karikatüre de uygulayarak hareketlilik sağlamıştır. Kaçan'ın Eşşek Herif (1989) ve Cork (1990) adlı iki albümü yayımlanmıştır.Kaçar, Hindistan'ın kuzeydoğusunda, Assam eyaletinin ortagüney kesiminde il. Yönetim merkezi Silçar'dır. Surma Irmağı vadisinin yukansında yer alan il tepelerle çevrilidir ve yüzölçümü 6.962 km2'dir. Irmağın alüvyonlu ovasındaki geniş çukurlar ırmak taşkınlannda göle dönüşür. Ovanın başlıca ürünü pirinçtir; bölgede ayrıca çay ve pamuk yetiştirilir. Assam'ın en fazla nüfus yoğunluğuna sahip illerinden biri olan Kaçar'da çay işlenir ve pirinç unu üretilir. Silçar'dan geçen bir demiryolu ilin tümüne hizmet verir.Kagar 348

İlin adı, 18. yüzyılın başlarında buraya yerleşen Kaçari kabilesinden gelir. Kaçar, 1830'da imzalanan bir antlaşmayla bölgeyi işgal eden Birmanyalılan yenilgiye uğratan İngilizlerin eline geçti. Nüfus (1971) 1.713.318.Kaçar HANEDANI, Zendlerin çöküşünden sonra İran'ı birleştirerek 1794-1925 arasında hüküm süren Türkmen hanedanı.İran'ın güneyinde hüküm sürmekte olan Muhammed Kerim Han Zend'in ölümünden (1779) sonra, Kaçar aşiretinin önderi Ağa Muhammed Han (hd 1779-97) İran'ı yeniden birleştirmeye girişti. 1794'e değin bütün rakiplerini ortadan kaldırdı ve Gürcistan ile Kafkasya'da eskiden İran'a bağlı olan topraklar üzerinde İran egemenliğini yeniden kurdu. 1796'da resmen şah olarak tahta çıktı. Onun ardından tahta çıkan yeğeni Feth Ali Şah (hd 1797-1834) İran'ın bu topraklar üzerindeki egemenliğini sürdürmek istediyse de, Gülistan (1813) ve Türkmençay (1828) antlaşmalarıyla Kafkasya'yı Rusya'ya bırakmak zorunda kaldı. Feth Ali döneminde Batı'yla diplomatik ilişkiler arttı ve Avrupalılar İran üzerinde yoğun bir diplomatik çekişmeye giriştiler. Nasıreddin Şah (hd 1848-96) iran'ın bağımsız-lığını korumak için, Büyük Britanya ile Rusya arasında doğan güvensizlikten yararlandı.Zayıf ve yeteneksiz bir hükümdar olan Muzaffereddin Şah (hd 1896-1907) 1906'da hükümdann yetkilerine bazı kısıtlamalar getiren bir anayasayı kabul etmek zorunda kaldı. Onun oğlu Muhammed Ali Şah (hd 1907-09) anayasayı yürürlükten kaldırmaya çalışırken 1909'da tahttan indirildi. On bir yaşında tahta çıkan Ahmed Şah (hd 1909- 25) İran'ın bütünlüğünü ve hanedanının geleceğini

korumak için yeterli deneyimden yoksundu. I. Dünya Savaşı (1914-18) sırasında İran'ın Rus, ingiliz ve Osmanlı birliklerince işgal edilmesi Ahmed Şah için çok sarsıcı oldu. Şubat 1921'de bir darbe düzenleyen Rıza Han (1925-41 arasında Rıza Şah Pehlevi) ülkede büyük nüfuz elde etti. Ekim 1925'te Ahmed Şah resmen tahttan indirildi.Kaçh, Pakistan'da, Belucistan eyaletindeki Sibi ilinde ilçe. 1965'te Kalat ilçesinin bir bölümünden oluşturulan Kaçh, kuzeydoğuda Sibi, güneydoğuda Nasırâbad, güneyde Lafkana ve batıda da Kalat ilçeleriyle çevrilidir. Kalat'ta hüküm süren Mirvari Ahmedzai hanları tarafından yönetilen toprakların bir parçası plan bölgeye 1839'da İngiliz ordusu girdi. İngilizler bugün Kaçh ilçesinin bulunduğu topraklan Kalat hükümdarı Hudadad Han'dan kiralayarak 1883-1903 arasında ellerinde tuttular. Kaçh 1948'de Kalat'ın öteki kesimleriyle birlikte Pakistan'a bağlandı.İlçe, kuzeyde ve kuzeybatıda Bolan Tepe- leriyle çevrili olan Kaçh Ovasının üzerinde yer alır. Bölge yarı kuraktır; ilçe merkezi Dadhar'da sıcaklık yazları 51°C'ye kadar yükselir. Başlıca akarsular Nari Irmağı ile güneye doğru akarken zaman zaman yeraltına inen Bolan Irmağıdır. Deprem kuşağında bulunan bölgede kocadan (covar), buğday, pirinç, arpa yetiştirilir, sığır, at ve deve beslenir. El sanatlan arasında deri işleme, zamk yapımı ve ipek kumaş doku-macılığı sayılabilir. Dadhar'da ayakkabı, tanm araçları ve bıçak üretilir; Maç yakınında kömür çıkarılır. Nüfusun büyük bölümü Beluci ve Camot aşiretlerindendir. Bolan Geçidinin doğu ucunda bulunan Dadhar, karayoluyla kuzeydoğudaki Sibi ve güneydoğudaki Jacobabad kentlerine bağlanır. Nüfus (1981 geç.) 308.000.Kaçinler, Myanmar'm (Birmanya) kuzeydoğu kesimindeki Kachin ilinde, komşu Arunaçhal Pradesh ile Nagaland'da (Hindistan) ve Yunnan'da (Çin) kabileler halinde yaşayan halklar. Sayıları 245 bin dolayındadır. Kaçinlerin yaklaşık 150 bini Myan- mar'da, 93 bini Çin'de, küçük bir bölümü de Hindistan'da yaşar: Tibet-Birman öbeğine bağlı diller konuşan Kaçinler bu dillere göre Çingpo, Atsi, Maru, Laşi, Nung ve Lisu (Yeren) gibi adlar alırlar. Kaçinlerin çoğunluğunu, Dingpo dilini konuşanlar oluşturur. Kaçinlerin yaşadığı toprakların büyük bölümü İngiliz yönetimi sırasında (1885-1947) sınır bölgesi sayılarak özel bir yönetime bağlanmış, 1980'lerde de Myan- mar'a bağlı ve yarı özerk statüdeki İCac- hin(*) ili oluşturulmuştur.Babayanlı bir kabile örgütlenmesi gösteren geleneksel Kaçin toplumunda ekonomi, yamaçlarda yapılan dönüşümlü pirinç ekiminin yanı sıra savaş ganimetlerinden elde edilen gelire dayanıyordu. Siyasal otorite, akraba gruplarından destek alan reislerin elindeydi. Bugün dağlık bölgelerde seyrek ve dağınık bir nüfus oluşturan Kaçinlerin toprakları, Myanmar'daki başka halkların da yaşadığı verimli vadileri içine alır. Vadilerde yaşayanlar Budacıdır; geleneksel Kaçin dini ise, hayvan kurban etme törenlerini içeren bir tür animist ata kültüdür. Kaçinlerin yaklaşık yüzde 10'u da Hıristiyanlığı benimsemiştir. Kaçinler arasında erkeklerin, dayılarının kızlarıyla evlenmesi onaylanıp özendirilirken, halalarının kızlarıyla evlenmeleri yasaklanmıştır.Kaçkar Dağı, Karadeniz Bölgesi'nin en yüksek dağı (3.932 m). Doğu Karadeniz Sıradağlarına bağlı kıyı dağlarının da en yüksek noktasıdır ve Pazar kentinin yaklaşık 40 km güneydoğusunda yer alır. Doruğu, Artvin ili sınırları içindedir.Dağın temeli Kretase (Tebeşir) Dönemine (y. 136-65 milyon yıl önce) ait kalker ve şistlerden oluşur. Doruk kesiminde granit ve granodiyoritli kütleler ile bazaltlar yaygındır. Dağın doruğu, testere dişini andıran parçalı bir görünümdedir. Bunun nedeni, donma ve çözülme olayları sonucunda parçalanmış ve Pleyistosen Bölüm (y. 2,5 milyon-10 bin yıl önce) buzullarının oyduğu buzyalaklarınca (sirk) kemirilmiş olmasıdır. Doğu Karadeniz Sıradağlarının öteki dağla- nnda olduğu gibi, Kaçkar Dağında da Pleyistosen Bölümde çok yaygın olan buzul- lann meydana getirdiği yüzey şekillerine rastlanır. Bunlar, tekne vadiler, hörgüç kayalar, çeşitli büyüklükteki buzyalakları ve eski buzulların taşıyıp bıraktığı

Page 12: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

buzultaşlar- dır (moren). İçinde su toplanan bazı buzya- laklannda buzyalağı gölleri oluşmuştur. Kaçkar Dağının yüksek kesimlerinde 13 tane buzyalağı gölü vardır. Bunlardan altısı Deniz Gölü, Küçük Deniz Gölü, Büyük Deniz Gölü, Derebaşı Gölü, Öküzyatağı Gölü ve Meterez Gölü adıyla anılır. Belli bir adı olmayan öteki göller çok küçüktür.

Bu göllerin tümü de 2.700 m'den daha yüksektedir. En yüksekteki Büyük Deniz Gölünün deniz düzeyinden yüksekliği 2.910 m'dir. En büyükleri olan Deniz Gölünün çapı 300 m'dir.Kaçkar Dağında üç küçük vadi buzulu vardır. Doruğun kuzey kesiminde yer alan buzulların en büyüğü batıdakidir. Uzunluğu yaklaşık 1,5 km olan ve dili 2.850 m'ye kadar inen bu buzulun genişliği başlangıç kesiminde 400 m, dil kesiminde ise 500 m'dir. Buzul vadileri, yukarı kesimlerde bazaltların, aşağı kesimlerinde de granit ve granodiyoritlerin içinde oluşmuştur. Buzulların yan ve dil kesimlerinde çizilmiş ve cilalanmış buzultaşlara rastlanır. Bunlar bazalt, granit ve granodiyoritlerin parçalanıp sürüklenmesi sonucunda oluşmuştur. Buzulların dil kesimindeki buzultaşlar, bu buzulların, eskiden daha aşağılara kadar indiğini gösterir. Önlerinde kesintisiz setler oluşturan cephe buzultaşları ise, üç buzulun da 19. yüzyılın ikinci yarısından beri gerilediğini ortaya koyar.Kaçkar Dağında orman üst sınırı, 2.000 m'ye kadar çıkar. Yüksek kesimlerde ladinlerle göknarların karıştığı ormanlar vardır. Kızılağaçlar ise dağın kuzeye bakan yamacında 2.000 m yükseklikteki Aşağı Kavran Yaylasının yakınlarına kadar sokulur. Güney yamaçta ise sarı çam ormanlarına rastlanır. Her iki yamaçta da en yüksek kesimler çayırlarla kaplıdır.Kaçkar Dağının doğu ve güney yamaçla- nndan kaynaklanan sular Çoruh Irmağının kollarını besler. Kuzey yamaçlarından çıkan sular ise Ardeşen'in batısında Karadeniz'e dökülen Fırtına Deresinin başlangıç kollarını oluşturur.Kaçkar Dağının yüksek çayırlıklarına yaylacılık yapma amacıyla çıkılır ve bu kesim yalnızca yazın belli bir nüfus barındırır. Yaylacılık yapanlar buzyalağı gölleri ile çevrelerindeki çayırlardan yararlanarak sürülerini yayarlar.Kaçkar Dağı, doğal güzelliklerinin yanı sıra buzyalağı göllerinin soğuk sularında alabalık avlama olanağı da sunar. Bu bakımdan büyük bir turizm potansiyeli taşımaktadır. Kuzey yamaçlarından inen yolun geçtiği 1.200 m yükseklikteki Ayder Kaplıcası, dağın turizm potansiyeline çeşitlilik katar. Mayıs ile ekim arasında ilgi gören ve iki kaynaktan çıkan 33°C ve 46°C sıcaklıktaki kaplıca sularının çeşitli hastalıklara iyi geldiği bilinir. Çevresinde bir çarşı ile konaklama tesisleri olan kaplıca, kışın yol- lann kapanması nedeniyle boş kalır.Kaçkar, dağcıbk sporu açısından uluslararası düzeyde ilgi görmektedir. Doruğa tırmanmak isteyen dağcılar bazen Yusufeli yönünden Altıparmak (eskiden Heveg) Vadisini izleyerek Yaylalar (eskiden Hevegi- kiskin) köyü üzerinden Kaçkar'a çıkarlar. Bazı dağcılar ise, dağın kuzey yamacını deneyerek Çamlıhemşin yönünden Fırtına Deresinin kolu olan Hala Deresi vadisini izleyip Ayder Kaplıcası ve Kavran Yaylasından geçerek doruğa ulaşırlar.

kaçma, FIRAR olarak da bilinir, tutuklanan ya da hapsedilen bir kimsenin tutukevinden ya da cezaevinden kaçması. Türk Ceza Kanunu'nun 298. maddesine göre, kaçmanın cezası 2 aydan 6 aya kadar hapistir. Suçun şiddet ya da gözdağına başvurma, kapı ya da pencere kırma, duvar delme, kaçmaya engel olacak araçları bozma yoluyla işlenmesi durumunda ceza 1 yıldan 3 yıla kadar

artırılır. Kaçma eyleminin birden çok kimse tarafından birlikte ya da silah kullanılarak işlenmesi durumunda 4 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası verilir. Hüküm giymiş bir kimsenin kaçması durumunda, ceza ömür boyu hapis ise, cezasının bir yılı geceli

Kaçkar DağıMetin Tuncel

Page 13: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

gündüzlü bir hücrede yalnız başına bırakılması yoluyla çektirilir. Öteki hapis cezala-rında ise, geri kalan ceza süresine bu sürenin altıda birinden üçte birine kadar bir süre eklenir. Eklenen süre 4 aydan az, 2 yıldan çok olamaz. Kaçan tutuklu ve hükümlü herhangi bir zor ve baskı olmaksızın 15 gün içinde kendiliğinden teslim olursa, öngörülen cezanın altıda birine hükmolu- nur. Kaçma eylemine yardımcı olanlar, kaçan kimsenin suçunun ağırlığına ve çek-mekte olduğu cezanın geri kalan tutarına göre 1 yıldan 12 yıla kadar hapisle cezalandırılır (m. 301).Kaçmaz, Ahmet (d. 1938, İstanbul), siyaset adamı. 1955'te Ankara Atatürk Lisesi' ni, 1960'ta İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'ni bitirdi. 1974'e değin Devlet Su İşleri ve Devlet Demiryolları genel müdürlüklerinde, özel sektöre bağlı şirketlerde mühendis olarak çalıştı. 1968'de Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. 1974'te, kurucuları arasında yer aldığı Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) genel başkanlığına getirildi. 12 Eylül 1980 harekâtından sonra, kendisi ve partisi hakkındaki kovuşturmalar nedeniyle yurtdışına çıktı. Siyasal sığınmacı olarak Almanya'da yaşamını sürdürdü. 1990'da yurda döndü. Kaç- maz'ın İleri Demokrasi (1977), Yaşasın Sosyalizm (1978) ve 8. Kuruluş Yılında TSIP (1982) adlı kitapları vardır.Kadalor, Hindistan'ın güneydoğusunda, Tamil Nadu eyaletine bağlı Güney Arkot ilinin merkezi kent. Bengal Körfezinin kıyısında yer alır. Adı, "kavşak kenti" anlamına gelen kuttal-ur sözcüğünden türemiştir ve Ponnaiyar Irmağı ile kolu olan Gadilam'ın birleştiği noktadaki konumunu belirtir. Bu ırmaklar, sık sık taşarak kente zarar verir.Eski bir liman kenti olan Kadalor, İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'nın 1682'de burada ticari haklar elde etmesinden sonra hızla geliştiyse de, sonraki yıllarda Madıas' ın gölgesinde kaldı. Bugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz altındadır; bunun hemen hemen tümünü Malezya ve Singapur'la yapılan ticaret oluşturur. Kentte balıkçılık ve gemi yapım sanayileri yavaş bir gelişme göstermektedir. Başlıca öğrenim kurumu Madras Üniversitesi'ne bağlı bir yüksekokuldur. Nüfus (1981) 127.625.Kadamba AILESI, İS 4. ve 6. yüzyıllar arasında, Hindistan Yanmadasındaki Mysore kentinin kuzeybatısında hüküm sürmüş hanedan.Ailenin hizmetindeki vakayiname yazarları Kadambalann Hindistan'ın kuzey bölgelerinden göç ettiğini öne sürerse de, başka kaynaklarda Kuntalalı (Kuzey Kanaralı) oldukları yazılıdır. Güvenilirliği kuşkulu olan eski bir yazıta göre hanedanın kurucusu Mayuraşarman adlı Brahmandır. Bir Pallava yetkilisinin kendisini aşağılaması üzerine savaşçı olarak yaşamaya başlayan Mayuraşarman, geniş topraklar elde etmiş ve ülkenin batı kıyısında bağımlı bir hüküm-darlık kurmak için Pallavalarla pazarlık edebilecek güce ulaşmıştır. Dharmamaha- racadhiraca (Kralların Yasal Kralı) unvanını taşıyan oğlu Kangavarman ise, büyük olasılıkla Vakateka kralı Vindhyaseva'nm yenilgiye uğrattığı Kuntala kralıdır. Onun torunu Kakusthavarman (hd y. 425-450), yaptığı evlilikler aracılığıyla gerek Gupta- lar, gerekse öteki kral aileleriyle ittifak kurmuş güçlü bir hükümdardır. Ölümünden sonra, küçük

oğlu Krishnavarman krallığın güney bölümünde bağımsız bir prenslik kurmuştur. Ailenin iki kolu arasında bu yüzden çıkan savaşta, daha güçsüz durumda olan kol başlangıçta üstün gelmişse de, kısa süre içinde Pallavaların, ardından da öteki Kadambalann egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Acavarman'ın hükümdarlığı sırasında II. Pulakeşin'in Banavasi'yi ele geçirmesiyle Kadamba Krallığı sona ermiştir.kadans, DURGU ya da KALIŞ olarak da bilinir, müzikte, bir cümlenin ya da yarım cümlenin, bir cümle parçacığının ya da bütün bir bestenin sonunu gösteren düzen. Kadans kavramı, herkesçe kabul edilen, özellikle de armonik nitelikteki gelenekleş- miş uygulamaları kapsar. Kadans, edebiyattaki noktalama işaretlerine benzer bir işlev görür ve görece bir bitiş duygusu uyandırır. Latince cadere (düşmek) sözcüğünden türetilmiş olan bu terim başlangıçta, ortaçağın sonlarındaki çoksesliliğin belli bazı tiplerin- deki biçimsel bitişlerde tenor partinin aşamalı bir biçimde inişi için kullanılmaktaydı. 17. yüzyılda işlevsel armoninin ortaya çıkmasıyla birlikte kadans özellikle eşsesli müzikte, önceleri düşünülmeyen yapısal bir önem kazandı.Bu salt armonik içerik içinde üç ana tip kadans gelişti: Yetkin (tam) kadans, yarım kadans ve aldatıcı (ya da sürpriz) kadans. Yetkin kadans ya özgün (otantik) kadans ya da yan (plagal) kadans olabilir. Özgün kadansta sondan bir önceki akor, tonikte karar kılan dominant notadadır. Yan kadansta ise sondan bir önceki nota, tonikte karar kılan alt dominant ya da altçeken notadadır; dolayısıyla bu tür kadans altçeken kadansı olarak da bilinir. Gerçek, kesin bir bitişi yalnızca özgün kadans yaratır. Yarım kadanslar özellikle cümlelerin ya da dönemlerin ortasında yer alır. Yanm kadanslar tonik yerine dominantta karar kıldıklan, bunun sonucu olarak daha önce yaratılmış olan armonik gerilimde tam bir rahatlama sağlayamadıklan için, işlevlerini ancak yarı yarıya yerine getirirler. Gerçekte cümlenin ya da dönemin geri kalan bölümüne, sonul bir tonik kadansta karar kılıncaya kadar bir ileri atılım sağlayan da, yarım kadansla özgün tonik arasında oluşmuş bulunan bu artık gerilimdir. Geçici bir niteliğe sahip olmaları bakımından, aldatıcı kadanslar da yarım kadanslara benzerler; ama aldatıcı kadanslarda dominant akoru submediant olarak bilinen altıncı dizi derecesi üzerinde oluşturulan akor izler. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan "aldanış", yalnızca hızla toniğe dönme ve onun yetkin bir kadansla pekiştirilmesi isteğini güçlendirir.Tek bir melodi çizgisinden oluşan teksesli müzikte, örneğin dinsel melodide, bazı melodi düzenleri kadansı çağrıştırır. Bir kültürün içindeki melodi tarzları, çoğunlukla bir melodinin gerçek son notasını ve o notaya nasıl erişileceğini belirler. Japon müziğinin bir bölümünde olduğu gibi bazı ritim kalıpları kadans göstergeleri olarak tanımlanabilir. Kolotomik yapı, yani belirli çalgıların sistemli bir biçimde değişmeyen ritim aralıklarıyla kullanılması, bazen kabul edilmiş kalıp sona yaklaşırken, kadansı haber verebilir (örn. Endonezya gamelan orkestrası).Kâdâr, Jânos, asıl adı JÂNOS CSERMANCK (d. 26 Mayıs 1912, Fiume [bugün Rijeka, Hırvatistan} - ö. 6 Temmuz 1989, Budapeşte, Macaristan), Macaristan başbakanı (1956-58; 1961-65) ve Macaristan Sosyalist İşçi Partisi'nin birinci sekreteri (1956-88). 1956'da Sovyet karşıtı Imre Nagy hükümetinden Sovyet yanlısı rejime geçişte önemli rol oynamıştır.Makine teknisyeni olan Kâdâr 1931'de o sırada yasadışı olan Komünist Partisi'ne ce partiden çıkarıldı, tutuklandı (1951-53); bu sırada işkence gördüğü ileri sürüldü.1954'te yeniden saygınlığına kavuşan Kâdâr, Imre Nagy'nin 23 Ekim 1956 ayaklanmasından sonra kurduğu kısa ömürlü hükümette görev aldı. 4 Kasım'da Sovyet birlikleri ülkeyi işgal edince Nagy hükümetinden ayrılarak SSCB'nin gözetimi altında yeni bir hükümet oluşturdu ve 1958'e değin başbakan olarak görev yaptı. Ayaklanmayı bastırmak için baskıcı önlemlere başvurdu. 1961'den 1965'e değin bir dönem daha başbakanlık yaptı. Dış politikada Mosko-va'ya yakın bir çizgi izledi. İç politikada ise daha bağımsız bir tutüm aldı ve yaşam düzeyini

yükseltmeye çalıştı. Daha önceki Stalinci parti önderlerinden farklı olarak siyasal gözetimi olabildiğince azalttı, zamanla ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların bir bölümünü de kaldırdı. Devlet denetimindeki ekonominin birçok sektöründe 1960'lardan

sonra kârlılığı hedefleyen uygulamalara geçildi. Kâdâr'ın iktidarı döneminde Macaristan'ın kültürel ve ekono-mik yaşamında önemli canlanma görüldü. 1988'de parti birinci sekreterliği görevinden alınarak, daha çok törensel niteliği olan parti başkanlığına getirildi. 1989'da ise

parti başkanlığından ve Merkez Komitesi'ndeki görevinden de alındı.Kâdâr, Jânos (d. 1 Nisan 1918, Budapeşte, Macaristan - ö. 1 Haziran 1979, Los Angeles, ABD), 1960'ların başlarında Çekoslovak sinemasında yaşanan canlanmada önemli rol oynayan sinema yönetmeni.Prag'daki Karlova Üniversitesi'nde ve Bra- tislava'daki Sinema Okulu'nda öğrenim gördü. II. Dünya Savaşı yıllarını bir Nazi çalışma kampında geçirdi. Savaştan sonra bir süre Bratislava'daki Koliba Stüdyç- lan'nda, 1947'den sonra da Prag'daki Barran- dov Stüdyolan'nda senaryo yazarlığı ve yönetmen yardımcılığı yaptı. 1945'te Bratislava' dayken önemli bir belgesel film çekti. 1950'de çektiği, konulu ve uzun metrajlı ilk filmi olan Katka adlı komedi, savaş sonrası Çekoslovak sinemasında bir dönüm noktası olarak değerlendirildi. Bunu Elmar Klos ile birlikte yönettiği bir dizi önemli film izledi. Bunların arasında siyasal gerilim filmi Unos (1952; Kaçırma), Moskova Film Şenliği'nde birincilik ödülünü kazanan Smrt si rikâ Engelchen (1963; Ölümün Adı Engelchen), Obilovany (1964; Suçlama) ve Nazilerin Yahudilere uyguladığı baskılar konusunda kendisiyle ilgili ahlaki bir karar almak zorunda kalan sıradan bir Çekoslovakya yurttaşının öyküsü olan Obchod na korze (1965; Ana Caddedeki Dükkân) sayılabilir. Üluslararası düzeyde büyük ilgi gören Obchod na korze 1965'te ABD'de New York

349 Kâdâr, Jânos

girdi. Sonraki 12 yıl boyunca birçok kez tutuklandı. 1942'de partinin Merkez Komi- tesi'ne, 1945'te ise Politbüro'ya alındı. Sa-vaştan sonra içişleri bakanı oldu (1949). 1950'de Stalincilerle anlaşmazlığa düşün-

Jânos Kâdâr, 1963AP / Wide World Pholos

Page 14: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kadarif, el- 350

Sinema Eleştirmenleri Ödülü ile en iyi yabancı film dalında Oscar kazandı.Kâdâr 1968'de ABD'ye göç etti. Orada çektiği filmler arasında, Bernard Malamud' un bir öyküsünden uyarlanan The Angel Levine (1970; Melek Levine), Adrift (1971) ve Lies My Father Told Me (1975; Babamın Bana Söylediği Yalanlar) sayılabilir. Kâdâr 1976'da Amerikan Sinema Enstitüsü'ne bağlı sinema okulunun yöneticiliğine getirildi.Kadarif, el-, Sudan'ın ortadoğu kesiminde, Doğu Bölgesi'ndeki Kassala ilinde (mü- diriye) kent. Kassala kentinin yaklaşık 200 km güneybatısında yer alır. Denizden 608 m yüksekte bulunan kentte pamuk, tahıl, susam ve saman ticareti yapılır. Kentin kuzeybatısında Gaş Sulama Projesi uygulamaya konmuştur. El-Kadarif'te çırçır, iplik ve sabun fabrikaları vardır. Kent kara ve demir yoluyla Kassala'ya bağlanır. Nüfusun büyük bölümünü Araplar ve Nübyeli Sudanlılar oluşturur; kentte ayrıca küçük bir Buce topluluğu yaşar. Nüfus (1973) 66.465.kadastro, devletin arazi ve arsaların alan, sınır ve hukuki durumlarını saptayarak plana bağlaması. Tapu sicilinin bir öğesidir. Taşınmazların güvenliğinin korunması, adil bir vergi düzeninin kurulması ve taşınmaz üzerindeki rehin işlemlerinin kolaylaştırılması açısından büyük yarar sağlar. Öte yandan arazi etütlerinden elde edilen verilerin kadastro haritalarına işlenmesi, her bölgenin veriminin saptanmasına ve tarımsal istatistiklerin yapılmasına olanak verir. Baraj yapımı gibi teknik çalışmalarda ve kentlerin imar planlarının uygulanmasında da kadastro haritalarından yararlanılır.Osmanlı Devleti'nde yerleşmelerin çok dağınık olması ve eski hukukta tapu sicili sisteminin yer almaması nedeniyle, kadastro çalışmalarına oldukça geç bir tarihte başlandı. 1912'de taşınmaz malların sınırlarının belirlenmesine ilişkin bir yasa çıkarıl- dıysa da, savaş nedeniyle bu yasa uygulanamadı. Cumhuriyet döneminde kadastroyla ilgili ilk yasal düzenleme Mayıs 1925'te yapıldı. Aralık 1934'te çıkarılan 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu'yla kent ve kasabalarda kadastro çalışmalarına başlandı. Arazi kadastrosuna ise 1950'de geçildi. 21 Haziran 1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'yla kadastro işlerinin yürütülmesi yeni esaslara bağlandı. "Türkiye'de henüz bütün taşınmazların kadastrosu tamamlanmamıştır. Kadastro işleri Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nce yürütülür. Ayrıca taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil ya da şerh verilecek öteki haklara, sınır ve yüzöl-çümü uyuşmazlıklarına, kadastroyu ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara bakmak üzere "kadastro mahkemesi" adıyla tek yargıçlı ihtisas mahkemeleri kurulmuştur. Bu mahkemeler 3402 sayılı yasayla yeniden düzenlenmiştir.Kadastro Mekteb-i Alisi, KADASTRO ME MURLARI MEKTEBI olarak da bilinir, 1911'de, İstanbul'da açılan meslek okulu. Tapu ve kadastro işlerinde çalıştırılacakların eğitimini sağlamak amacıyla, Defter-i Hakanı Nezareti bünyesinde, idadi düzeyinde bir meslek okulu kuruldu. Okul 25 Ocak 1912'de yüksekokul düzeyine çıkartıldı ve adı Kadastro Mekteb-i Âlisi'ne çevrildi. İki "şu- be"li okulun hukuk bölümü iki, riyaziye (matematik) bölümü bir yıllıktı. 1915'e değin hukuk bölümü 59, riyaziye bölümü 85 mezun verdi. Daha önce askerlik yükümlülüğünün dışında tutulan öğrenciler, I. Dünya Savaşı'nda askere alınınca okul kapandı. 1925'te Ankara'da, lise dengi olarak Kadastro Meslek Mektebi adı ile yeniden açıldıysa da, uygun yapı bulunamadığından gene İstanbul'a taşındı. Bir kurs gibi ve öğleye değin öğretim verirken 1933'te yeniden düzenlendi, adı da Tapu ve Kadastro Tatbikat Mektebi oldu. 1936'da Ankara'ya taşın-dıktan sonra okula bir parasız yatılı bölümü eklendi. Bir yıllık matematik bölümüne lise ikinci sınıf öğrencileri ve mezunları, hukuk bölümüne ise Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'yle öteki kamu kuruluşlarının görevlilerinden lise mezunu olanlar sınavla alınıyordu. Okul 1946'ya değin 1.240 mezun verdi. Aynı yıl Tapu ve Kadastro Okulu adıyla. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlü- ğii'ne bağlı lise dengi öğretim veren bir meslek okuluna (bugün Tapu ve Kadastro Meslek Lisesi)

dönüştürüldü. Bu okulu bitirenler tapu fen memuru ve tapu sicil muhafızı olarak görevlendiriliyorlardı.

kadayıf, hazırlanış biçimine ve kullanılan malzemeye göre değişik çeşitleri bulunan hamur tatlısı.Tel kadayıf, hamurdan yapıldıktan sonra kurutulmuş çok ince tellerle hazırlanır. Kadayıf telleri içi yağlanmış bir tepsiye döşenir. Buna dövülmüş ceviziçi (badem, fındık, fıstık içi de olur) serpildikten sonra gene kadayıf telleriyle örtülür. Üstüne kız-dırılmış yağ yedirilip fırında kızartılır. Sı-cakken soğuk şerbet dökülür. Şerbetle birlikte süt de konarak daha yumuşak tel kadayıf hazırlanabilir.Ekmek kadayıfı özel bir hamurdan, tepsi ekmeği biçiminde hazırlanmış ve kızartılmış olarak satılır. Yumuşatmak için suda kayna-tılır. Çektiği su akıtılır, üstüne şerbet dökülüp fırına konur, şerbeti çekinceye değin tutulur. İki kadayıftan yapılıp arasına kaymak konarak yenene çift katlı ekmek kadayıfı denir.Yassı kadayıf da yaklaşık 10 cm çapında yassı parçalar halinde hazırlanmış olarak satılır. Bu parçalar suda yumuşatılır. Yumurtaya bulanıp yağda kızartıldıktan sonra soğuk şerbete atılır. Üstüne dövülmüş ceviziçi konarak yenir.Türk tatlıları içinde önemli bir yeri olan kadayıfın eski yemek kitaplarında "beyaz kadayıf", "yağsız kadayıf", "yufkalı kadayıf", "fodla kadayıf", "yumurtalı kadayıf' gibi çeşitlerinin adı geçmektedir.

Kadazanlar bak. DusunlarKaddafi, Muammer (el-) (d. 1942, Sirte yakınları, Libya), 1970'ten bu yana Libya devlet başkanı.Libya'nın liman kenti Sirte ile Sebha arasındaki bir çölde doğdu. Babası göçebe bir Berberi köylüsüydü. Dedesi 1911'de İtalyan işgalcilerince öldürülmüş, babası ve amcası da sömürgeciliğe karşı mücade-

leden dolayı uzun yıllar hapiste kalmışlardı. İlk ve orta öğrenimini Sebha'da tamamlayan genç Kaddafi, 1963'te Bingazi'deki Libya Üniversitesi'nden mezun oldu. Ardından Libya Askeri Akademisi'ne girerek 1965'te burayı bitirdi. Ertesi yıl İngiltere'de altı aylık zırhlı savaş kursu gördü. 1969'da Libya Kara Kuvvetleri'nde yüzbaşılığa yükseldi.Daha öğrencilik yıllarında etkin siyasete katılan Kaddafi, Özgür Subaylar Hareketi adlı gizli örgütün Eylül 1969'da askeri bir darbeyle Kral I. İdris'i tahttan indirmesinde etkin rol oynadı. Ardından albay rütbesiyle Libya silahlı kuvvetler başkomutanlığına ve Devrim Komuta Konseyi başkanlığına getirildi. İslam ilkelerine dayalı ve sola dönük bir yönetim biçimi kurmaya yöneldi. Öte yandan Arap milliyetçiliği doğrultusunda Batı karşıtı bir dış politika benimsedi. 1970'te ABD ve İngiltere'nin Libya'daki askeri üslerini kapattı; ayrıca Yahudi ve İtalyan azınlığın mülklerine el koyarak çoğunu sınır dışı etti. 1973'te Libya'daki yabancı petrol şirketlerini millileştirdi. Aynı yıl "kültür devrimi" olarak nitelendirdiği bir hareket başlattı. İslam düşüncesini benimsetmeyi ve bürokrasiye karşı mücadeleyi amaçlayan bu hareket sırasında halk komiteleri aracılığıyla toplumsal ve siyasal yaşamın bütün alanlarında yeni bir örgütlenmeye gidildi. 1976'da ülke yönetiminin en üst organı olan Genel Halk Kongresi toplandı. Ertesi yıl ülkenin resmî adı

Libya Arap Sosyalist Halk Cemahiriyesi olarak değiştirilirken, Devrim Komuta Konseyi de dağıtıldı. Genel Halk Kongresi sekreterliğini üstlenen Kaddafi, 1979'da bu görevden çekilmekle birlikte devlet başkanı olarak yönetimdeki ağırlığını sürdürdü. Aynı dönemde Libya ile bazı komşu Arap ülkeleri arasında siyasal birlik sağlama yolundaki girişimleri sonuçsuz kalan Kaddafi, İsrail ile barış için görüşmelere oturulmasına karşı çıkarak, Red Cephesi olarak bilinen sertlik yanlısı ülkelerle işbirliği yaptı. Öte yandan çevre ülkelerin iç işlerine karışan bir dış politika izleyerek bazı dış müdahalelere girişti. Mısır ve Sudan'daki başarısız askeri darbe girişimlerine karışmanın yanı sıra iç savaşın sürdüğü Çad'a Libya kuvvetleri gönderdi. Bu arada dünyanın çeşitli yerlerinde şiddet yanlısı örgütlere mali destek verdiğini öne süren Reagan başkanlığındaki ABD yönetiminin baş hedeflerinden biri durumuna geldi. Nisan 1986'da bir bölümü Sirte Körfezi yakınlarında seyreden 6. Filo'dan, öbür bölümü ise İngiltere'deki ABD üssünden kalkan bombardıman uçakları Trablusgarp ve Bingazi' yi bombaladılar. Bu saldırı sonucunda ölen yüzü aşkın Libyalı arasında Kaddafi'nin manevi kızı da bulunuyordu. Kaddafi, Türkiye'de Yeşil Kitap (1979, 1981, 1982) adıyla yayımlanan üç ciltlik yapıtında İslam sosyalizminin bir biçimi sayılan siyasal görüşlerini açıklamıştır.Kaddapa, Hindistan'ın güney kesimindeki Andhra Pradesh eyaletinin güneybatısında il ve il merkezi kent. Tirupati'deki kutsal tepe pagodası Şri Venkateşvara'ya kuzeyden bir geçit oluşturur. Kentin adı da Telugu dilinde "kapı" anlamına gelen kada- pa sözcüğünden türemiştir. Penner İrmağının 8 km güneyinde yer alan kent, üç yanından Nallamalai ve Palkonda tepele- riyle çevrilidir. Tarıma dayalı ekonomisinde yerfıstığı, pamuk ve kavun gibi ürünler önemli yer tutar. Kentte, Tirupati'deki Şri Venkateşvara Üniversitesi'ne bağlı iki dev-let yüksekokulu vardır. Kaddapa ili, Doğu Gatlar'm güney bölümünde 15.356 knr'lik bir alan kaplar. Bu

Muammer Kaddafiiletişim Yayıncılık Arşivi

Page 15: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

bölgede, yer karosu ve masa kaplaması yapımında kullanılan ince taneli kireçtaşı çıkartılır. Nüfus (1981) kent, 103.125; il, 1.933.304.Kaddiş, Yahudilikte, bütün sinagog ayinlerinin ana bölümlerinin ardından Aramca okunan hamd duası. Duanın çekirdeğini şu sözler oluşturur: "Kendi iradesiyle yarattığı dünyanın her köşesinde Tann'nın yüce adı övülsün ve kutsansın. Hükümranlığı sen yaşarken kurulsun." Cemaat bu sözleri "Yüce adı sonsuza değin mübarek olsun" biçiminde yanıtlar. Kaddiş'in temelindeki düşüncenin bir yansıması Yeni Ahit'teki Rabbin Duası'nda(*) da görülebilir. Kaddiş duasında, Tann'ya övgünün yanı sıra mesi- hin bir an önce gelmesi için de yakarılır.Başlangıçta Kaddiş, haham okullarında Haggada derslerinin sonunda ya da vaazdan sonra okunurdu. Zamanla sinagog ayinlerinin düzenli bir parçası durumuna geldi. Ölülerin dirilişi mesihin gelişiyle ilişkilendi- rildiği için Kaddiş giderek yas tutanların da duası oldu. Aileden birinin ya da yakın bir akrabanın ölümünü izleyen 11 ay süresince yas tutanlar bu duayı okurlar. Kaddiş'in uzun ve kısa metinleri vardır.Kaddolar, Kuzey Amerika'da, Kaddo dil ailesine bağlı diller konuşan Yerli topluluklarının oluşturduğu kabile birliklerinin ortak adı. Asıl Kaddolar, bugün Louisiana ve Arkansas'nun bulunduğu Aşağı Red Irmağı bölgesinde yaşıyorlardı. 17. yüzyılın sonlarında, Red Irmağı ve kollan boyunca dağılmış köylerde yaşayan 8 bin kadar Kaddo vardı. Bu bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda Yerli sanatının çok çarpıcı örnekleri ortaya çıkarıldı. Gene bu

arkeolojik araştırmalara göre Kaddolar bölgede çok uzun süre yaşamıştı. 18. yüzyıl boyunca Fransızlarla İspanyollar, Kaddola- nn bölgesine egemen olabilmek için mücadele ettiler; kabile başlangıçta Fransızlarla iyi ilişkiler kurmuştu. 18. yüzyılın sonlann- da, beyazlardan gelen çeşitli baskılarla kabile yaşamları bozulan Kaddoların çoğu, kendi topraklannda gezgin gibi yaşamaya başladı. ABD'nin Louisiana'yı satın almasından sonra beyaz göçmenlerin sayısı iyice artınca kabile daha güneye çekildi. 1835'te yapılan antlaşmayla da tüm topraklarını ABD'ye bıraktı ve güneybatıya doğru göç ederek Texas'taki öbür kabilelerle birleşti. Kaddolar, bir süre banş içinde yaşadılarsa da, 1859'da beyazlardan gelebilecek bir katliam tehdidi karşısında Oklahoma'nın ortadoğu kesimlerine doğru kaçtılar. Orada Washita Irmağı kıyılarında kendileri için ayrılmış bir kampa yerleştirildiler.Avrupalılarla ilk kez ilişki kurduklan dönemde Kaddolar, tanmla uğraşan yarı yerleşik bir topluluktu. Kazıklar üstüne inşa edilmiş, saz damlı, koni biçiminde evlerde otururlardı. Bu evler, ortasında tapınak kütleleri bulunan tören merkezlerinin çevresinde toplanmıştı. Çanak çömlek ve sepet yapımında usta olan Kaddolar, bitki liflerinden kumaş dokur, özel günlerde kuş tüyleriyle süslenmiş kumaşlar örtünürlerdi. Aynca burunlarına halka takar ve vücutla- nna dövme yaptırırlardı.Kaddolarda soy anayanlıydı. Dinsel ve siyasal etkinlikler bir üst grup tarafından yönlendirilir; miras yoluyla devralman bu statü, kafaya ya da vücudun başka bir bölümüne yapılan kalıcı işaretlerle belirtilirdi. Kaddolarda, yamyamlık ve

insan kurban etme gibi âdetler olduğu yolunda bazı iddialar da vardır. Bu ve başka özelliklere dayanarak Kaddoların, Meksika ve Yuca- tân'daki yüksek Yerli kültürleriyle ilişkili olduğu öne sürülür.

kadeh, içki içmek için kullanılan, genellikle silindir ya da ters koni biçimindeki kap. Ayaklı ya da ayaksız türleri vardır. Bazılarının tek ya da çift kulpu olabilir. Bilinen ilk örnekler, Mıken uygarlığına ait seramik kadehlerdir. Roma'da camdan ya da altın ve gümüş gibi değerli metallerden kadehler

kullanılırdı. 9. yüzyılda Orta Avrupa'da da cam kadehler yapıldı. Haçlı seferleriyle Suriye ve Mısır'dan Avrupa'ya getirilen kadehler çok tutuldu. Rönesans'ta ve sonra da barok dönemde çok değişik kadehler ortaya çıktı. 18. yüzyıldan sonra porselen kadehler moda oldu. Günümüzde daha çok camdan ya da kristalden yapılan kadehler, içilecek içkiye göre biçimlendirilir ve buna göre şampanya, konyak, beyaz ve kırmızı şarap kadehleri gibi adlarla tanımlanır.

kadeh likeni, Cladonia cinsinden, genellikle toprağın yüzeyinde ya da kayaların üzerinde yaşayan, renkleri san, gri ya da kahverengi arasında değişen kadeh biçimli likenlerin ortak adı. Zamksı ya da nişastalı

351 kadehmantarları

C. pyxidata yaklaşık 2,5 cm'ye kadar büyü- yebiİen küçük bir kadeh biçimindedir.kadehmantarları (Discomycetes), asklı- mantarlardan, üst yüzeylerine spor keseleri

>

Üstü desenli, kedi biçimli, kırmızırenkli bir Kaddo kabı, Amerika Yerli Müzesi,

Heye Vakfı, New York kentiMuseum of the American Indıan, New York

Kaden likeni (Cladonia coccifera)Vernon Ahmad|ian

bir madde içeren bu likenler süt ya da şurupla kaynatılarak boğmaca ve göğüs hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Kadeh likenleri içinde en iyi bilinen türlerden

Gümüş şarap kadehi, Tafig dönemi (608-907); Victoria ve Albert Müzesi, Londra

Victoria and Albert Museum. Londra

(Yukarıdan aşağıya) kuzugöbeği (Morchella esculenta)-, Helvella gigas; Sarcoscypha coccinea\ Helvella infula

(Yukarıdan aşağıya) Franklin K. Anderson - EB Inc..Larry C Moon - Tom Stack and Associates;

VVİlliam Cibula; Larry C. Moon - Tom Stack and Associates

Page 16: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kaden-Bandrowski, Juliusz 352

(ask) yerleşmiş disk, kadeh ya da çanak biçimli yapılarla (apotesyum) ayırt edilen mantarların oluşturduğu grup. Bu grubun bazı üyeleri bitkilerde önemli zararlara yol açan hastalık etkenleridir (örn. şeftali gibi sert çekirdekli meyvelerde çürüklüğe neden olan Monilinia). Büyük bir bölümü gübre yığınlarında ve çürümüş bitki artıkları üzerinde yaşayan kadehmantarlarında her bir askın içinde genellikle sekiz askospor bulunur; apotesyumlar çoğunlukla çanak görünümü alacak biçimde dışa doğru açılırsa da, toprak altında yumrumsu apotesyumlar geliştiren Tuberales üyeleri gibi ayrıksı örneklere de rastlanır. Bu mantarların birçoğu askosporlarını (ballistospor) bulundukları yerden dışarıya doğru hızla fırlatırlar. Hel- vella ve Peziza cinsleri gibi bazı mantarlarda çok sayıda askospor tıslama sesini andıran patlamalarla bir bulut yığını biçiminde fırlatılır.Kıvrımlı, süngerimsi şapkalarla ayırt edilen 15 kadar türün oluşturduğu Morchella cinsinin üyeleri biçim ve yetişme ortamı açısından çeşitlilik gösterir. Ormanlarda yaz boyunca rastlanan kuzugöbeği (M. esculen- ta) çok sevilerek yenen bir mantardır. Verpa cinsinden, çan biçiminde şapkaları olan yenebilen mantarlar ilkbaharın ilk günlerinde ormanlarda bolca bulunur. Gyromitra türlerinin çoğunun zehirli olmasına karşılık, kumlu topraklarda ve orman-larda yetişen G. brunnea yenebilen bir mantar türüdür.Yaklaşık 50 tür içeren Peziza cinsinin üyelerine özellikle çürümüş odun ve gübre yığınlarında rastlanır; Pyronema ve Anthra- cobia cinsi mantarlar ise, yanmış odunlar üzerinde ve çürüntülü topraklarda yetişir.Zehirli ve zehirsiz türler içeren Helvella cinsinden H. gigas karların erimeye başladığı dönemlerde ortaya çıkar. Renkleri sarı ya da kahverengi arasında değişen ve eyersi bir görünümü olan H. infula'ya yaz sonundan sonbahar başına değin ormanlarda, özellikle çürümüş odunlar üzerinde rastlanır.Sarcoscypha ve Geopyxis türleri de çanak ya da kâse biçimli mantarlardır.Kaden-Bandrowski, Juliusz (d. 24 Şubat 1885, Rzeszövv, Galiçya, Avusturya-Maca- ristan İmparatorluğu - ö. 6/10 Ağustos 1944, Varşova, Polonya), roman ve öykü yazarı. Gerçekçi ve dışavurumcu yapıtlarıyla, I. Dünya Savaşı sonrası Polonya toplumunu acımasız bir dille yermiştir. Müzik öğrenimi gören Kaden-Bandrovvs- ki, 1914'te Pilsudski Lejyonları'na bağlı 1. Tugay'a katıldı. 1918-20 arasında, Polonya ordusunda basın bürosunun yöneticisi olarak çalıştı. 1925'te Miasto mojej matki (Anamın Kasabası) başlığıyla kitaplaştırdığı öykülerinde çocukluk anılarına yer verdi. Czarne skrzydta (1928-29; Kara Kanatlar) ve Mateusz Bigda (1933) adlı romanlanyla üne kavuştu. Bu yapıtlarında, Polonya'nın kömür çıkarılan bölgelerindeki yaşamı ve Polonya hükümet çevrelerini anlatıyordu.kader, dinsel düşüncede, Tann'nın insanla- nn bütün eylemlerini ve geçmişteki ya da gelecekteki bütün olaylan ezelden bilmesini ya da belirlemesini dile getiren kavram.İslamda altı temel iman koşulundan biri sayılan, ama Kuran'dan değil hadislerden kaynaklanan kader inancı Tann'nın ilim, irade ve yaratma (tekvin) nitelikleriyle iliş- kilendirilir. Kader kavramını bütünleyen kazâ kavramı ise, kaderin ezelden belirlediği şeylerin, yeri ve zamanı geldiğinde Tann'nın yaratmasıyla varlık alanına çıkmasını belirtir. Maturidi kelam bilginlerine göre kader, Tann'nın ilim ve irade nitelikleriyle bağlantılı olduğu için başlangıçsızdır (kadim); kazâ da yaratma niteliğiyle bağı dolayısıyla başlangıçsızdır ama kaderi izler. Buna karşılık Eş'ari bilginlerine göre kader. Tann'nın nesneleri istemine bağlı olarak var etmesidir; bu nedenle eylemiyle bağlantılıdır ve başlangıçsız değildir, yaratılmıştır (hadis). Kazâ ise Tann'nın her şeyi ezelde irade etmesi olduğu için Tann'nın özüne ilişkindir ve başlangıçsızdır.Kaderi, Tann'nın başlangıçsız ilmiyle in- sanlann bütün eylemlerini ve durumlarını bilmesine dayandıran yoruma göre. Tanrı' nın olacak her şeyi belirlemesi bilgisine, bilgisi de bilinene bağlıdır. Dolayısıyla Tann'nın bilgisi, olacak şeylerin nedeni değildir; belirlemesi (takdir) de olacak şeyleri önceden saptaması anlamına gelir.

İnsanın irade özgürlüğünü savunan Kaderiye(*), kader inancını bu yorumuyla da yadsır. Bu yorumda birleşen kelam okulları ise, Tarın' nın olmuş ve olacak her şeye güç yetirebile- ceği, her şeyin onun iradesine bağlı olduğu ve insanın bütün eylemlerinin onun yaratmasıyla gerçekleştiği biçimindeki kader yorumunda anlaşmazlığa düşer.İkinci yorumu temellendirebilmek için bazı kelam okulları yaratıcı güçle yapabilme gücünü (istitaat) ayırırlar. Maturidilere göre insanda yapabilme gücü bulunmakla birlikte bu güç yaratıcı değildir; yaratıcı olan yalnızca Tann'dır. Dolayısıyla insan eylemlerinin yaratıcısı Tanrı, yapıcısı ise insanın kendisidir. İnsan bir eyleme karar verdiği zaman, külli (herhangi bir işe yönlendirilmemiş) iradesi cüz'i (belli bir işe yönelmiş) irade biçimini alır. İnsanın seçiminin eylem üzerindeki etkisi, külli iradeyi cüz'i kılmakla sınırlıdır. İnsan karar vererek bir eyleme yönelince Tanrı mutlak kudreti ile o eylemi yaratır.Buna karşılık Eş'arilere göre insanın yapa-bilme gücü eylemleri üzerinde doğrudan etkili değildir. Cüz'i iradeyi bir eyleme yönelmek, "tutunmak" (taalluk) olarak anlayan Maturidiyeye karşı Eş'ariye, cüz'i iradenin yalnızca bir eğilim (meyi) olduğunu savunur. İnsanın bir eylemi istemesi ve ona yönelmesi, ona yalnızca eylemi kazandırır (kesb). Öte yandan Cebriyeye(*) göre insanın kendi eylemleri üzerinde hiçbir etkisi yoktur, bütünüyle kadere bağımlıdır. Bu anlayışın doğal sonucu insanın Tanrı karşısındaki sorumluluğunu da yadsımaktır. Mutezile ise Tann'nın, insan eylemlerini ortaya çıkmadan önce bildiğini, ama eylem üzerinde bir etkisi olmadığını savunur. Buna göre insan tam anlamıyla özgürdür ve eylemlerinin yaratıcısı da kendisidir.Hıristiyanlıkta kader inancı, Tann'nın kur-tuluşa ulaştırmayı dilediği kullarını ezelden belirlediği biçiminde yorumlanan kutsal metinlere dayanır (örn. Paulus'un Romalılara Mektubu 8:29-30). Bu çerçevede üç tür kader öğretisi gelişmiştir. Yarı-Pelagiusçu- luk, adcılığın bazı biçimleri ve Arminius- çulukla bağlantılı olan "Bir'lik" öğretisine göre kaderin temelini, Tann'nın her şeyi önceden bilmesi oluşturur. Tanrı, gelecekte imanlı ve erdemli olacağını bildiği kişilerin kurtuluşa ermesini de önceden belirlemiştir. Bu kuramın tam karşısında yer alan "ikili kader" öğretisi genellikle Jean Calvin'le özdeşleştirilir, ama daha çok Dort Sinodu'y- la bağlantılıdır. Bu öğretiye göre Tann, kişilerin imanına, yüreğındeki sevgiye ya da erdemliliğine bakmaksızın kimleri kurtarıp kimleri lanetleyeceğini ezelden belirlemiştir. Bu yaklaşıma Aziz Augustinus ve Martin Luther'in bazı yazıları ile Jansencilerin düşüncelerinde de rastlanır. Aziz Augustinus ile Martin Luther'in öteki yazılarında, II. Orange Konsili'nin (529) kararlannda ve Aquino'lu Aziz Tommaso'nun yapıtlannda dile gelen üçüncü öğretiye göre insanın kurtuluşu Tann'nın karşılıksız kayrasına, dolayısıyla kadere, buna karşılık ebedi ceza ise kişinin işlediği günahlara bağlıdır.Kaderiye, İslam düşüncesinde, insanın irade özgürlüğünü ve yapabilme gücünü (Arapça kader: "güç") savunan düşünce ve inanç akımı. İnsanın bütün eylemlerini Tann'nın belirlediğini ve yarattığını öne süren Cebriyeyle(*) birlikte, İslamda irade özgürlüğü konusundaki iki uzlaşmaz eğilimden birini oluşturur. Tabiun dönemi bilginlerinden Mabed bin Halid el-Cüheni'nin (ö. 699) öncülük ettiği akımGaylan bin Müslim el-Kıpti ed-Dımaski (ö. 699) tarafından sistemli biçimde geliştirilmiştir. Kaderiye adı, insanın özgür iradesini kullanarak iyi ile kötü arasında bir seçim yapabileceğini savunan Mutezile için de kullanılır. Ama tevhid ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalan Mutezile, Hz. Muhammed'e dayandırılan "Kaderiye bu ümmetin Mecusisidir" (iki karşıt yaratıcı ilke kabul eden Zerdüşt dinine inananlar) ve "onlar kaderde Allah'ın hasımlarıdır" hadisleri dolayısıyla bu adlandırmayı reddetmiş, Ashâbü'1-adl ya da ehlü'l- adl adlarını benimsemiştir. Kaderiyenin temelini, Tann'nın kimseye zulmedemeyeceği, adalete aykırı davrana- mayacağı ilkesi oluşturur. Eylemlerinden sorumlu tutulduğuna

göre, insanın irade özgürlüğü olmalıdır; yoksa eylemlerin hesabını vermeye zorlanması adalete aykın olur. Kaderiyeye karşı çıkanlar, adalet sorununu yanıtsız bırakarak, insana irade özgürlüğü yakıştırmanın, Tann'nın her şeye gücünün yettiğini ve mutlak yaratıcı güce sahip olduğunu yadsımak anlamına geldiğini sa-vunurlar. Eş'ariye ve Maturidiye gibi itikadi mezhepler bu iki uç arasında uzlaştırıcı bir yol bulmaya çalışmışlardır. Hem Kaderiye hem de karşıtları kendi görüşlerini desteklemek amacıyla Kuran âyetlerine başvururlar. Kaderiye özellikle "Kim doğru yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmıştır" (İsrâ 15) ve "İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir" (İsrâ 7) biçimindeki âyetleri kanıt gösterir. "Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Ama o, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir" (Nahl 93) biçimindeki âyet ise Kaderiyeye karşı öne sürülen kanıtlar ara-sındadır. Bazı kelam bilginleri hem Kaderiyeyi hem de Cebriyeyi sapkınlık saymış, uzlaştırıcı görüşleri ise belirsizliği nedeniyle eleştirmiştir. Sonuç olarak, Tann'nın adaleti ile mutlak gücünün bağdaştırılması her zaman tartışmalı kelam sorunlan arasında yer almıştır.Kadeş, Eski Mısır dilinde KODE, bugün TELEN-NEBİ MİND, Suriye'nin Humus valiliğinde (muhafaza), Âsi Irmağı kıyısında antik kent. Eski Mısır kaynaklarında ilk kez III. Tutmosis'in (hd İÖ 1504-1450) Filistin'deki Megiddo'da Kadeş prensi önderliğindeki bir ayaklanmayı bastırması dolayısıyla sözü edilir.Kadeş, Hitit egemenliğine girinceye (İÖ y. 1370) değin Mısır'ın ileri karakollarından biriydi. 13. yüzyıl boyunca Suriye'ye doğru Mısır yayılmasının izlediği yol üzerinde stratejik konumunu korudu. Mısır firavunuI. Seti kenti ele geçirdi. Kadeş daha sonraII. Ramses ile Hitit kralı Muvatalli arasındaki ünlü savaşa (İÖ 1286; bazı kaynaklara göre İÖ 1299) sahne oldu. II. Ramses'in savaşı kazandığını ilan etmesine karşın, savaş gerçekte iki devlet arasında silah bırakışmasıyla sonuçlanmıştı. Deniz Halkla- nnın istilası (İÖ y. 1200) üzerine Kadeş tarihten silindi.Kadeş Antlaşması, Mısır firavunu II. Ramses'le Hitit kralı III. Hattuşili arasında imzalanan antlaşma (İÖ 1270).İÖ 1286'daki Kadeş Savaşı'nın ertesinde Hitit ve Mısır devletleri, Asur Krallığı'nın yarattığı ortak tehlike karşısında yeniden diplomatik ilişki kurdular. Mısır firavunuII. Ramses Hititlere armağanlar göndererek ilk dostluk girişiminde bulundu. Hititlere bağlı Mitanni Krallığı'nın Asurlarca ilhak edilmesi de iki devleti yakınlaştıran bir gelişme oldu. Sonunda Hitit kralı III. Hattuşili'yle II. Ramses arasında Kadeş Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre taraflar, karşılıklı olarak birbirlerinin egemenlik haklanna saygı gösterecek, Suriye'yi iki ülke arasında bölüştüren ortak sınırın güvenliğini ve Suriye'nin savunmasını birlikte sağlayacak, dostluğu sonsuza değin koruyacak ve düşman saldırılarında ortak hareket edeceklerdi. Kuzey Suriye Hitit, Filistin ve Güney Suriye ise Mısır topraklarına katılacak, tutsaklar ve kaçaklar isteğe bağlı olarak koşulsuz geri verilecekti. Antlaşmanın sürekliliğini sağlamak amacıyla daIII. Hattuşili'nin kızı II. Ramses'le evlendirildi.Akad ve Mısır dillerinde hazırlanan antlaşma metninin bir yüzünde III. Hattuşili'nin, öbür yüzünde de karısı Puduhepa'nın damga mühürlerini taşıyan Akadca nüshasının kil bir tabletteki kopyası Boğazköy arşivlerinde bulunmuştur. Kadeş Savaşı'nın tarihini İÖ 1299 olarak belirleyen bazı kaynaklara göre Kadeş Antlaşması gene 16 yıl sonra İÖ 1283'te imzalanmıştır.Kadeş Savaşı (İÖ 1286), II. Ramses komutasındaki Mısırlılar ile Muvatalli yöne-timindeki Hititler arasındaki büyük çatışma. II. Ramses, Humus'un güneybatısında, Âsi (Orontes) Irmağı kıyısında bulunan Kadeş'i geri almaya çalışıyordu. Bu amaçla dört tümen ve yardımcı kuvvetlerle Suriye' yi işgal etti. Buna karşılık Muvatalli kendisine bağlı vasal devletler arasında büyük bir birlik oluşturdu. Kentteki tepenin arkasına sakladığı ordusunun daha kuzeydeki Halep'te bulunduğu yönünde yanıltıcı haberler yaydı. Bu tuzağa düşen

Page 17: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Ramses, ordusunu hemen Kadeş'e doğru yola çıkardı; birlikleri Asi Irmağının vadisi yolu boyunca dar bir yürüyüş kolu halinde ilerlemeye başladı. Akşama doğru firavun birinci tümeniyle Kadeş'e vardı ve kamp kurdu. O sırada yakalanan Hititli iki öncü asker, çok geç olmakla birlikte gerçeği itiraf etti. Hititler ırmağı geçtiler ve ikinci tümeni bozguna uğratarak Mısır kampına hücum ettiler. Birinci tümeni de imha edilen Ramses, Hititjere arkadan saldıran yardımcı kuvvetleri sayesinde kurtulabildi. Ama Mısırlılar, uğradıkları kayıplara karşın Hititleri ırmağa iterek savaş alanını ellerinde tuttular. Ertesi gün, sonuçsuz kalan çarpışmalardan sonra Ramses ordusunu geri çekmek zorunda kaldı. Bundan sonra Hititler güneye, Şam bölgesine doğru ilerleyerek Mısırlıların yeniden Suriye'ye girmesini önlediler. Ramses, çarpışmanın gerçeğe aykırı bir öyküsünü çok sayıda tapmağa kaydettirdi. Ama Boğazköy'deki kazılar sonucunda ortaya çıkarılan Hitit belgeleri çarpışmanın gerçeğe daha yakın bir öyküsünü ortaya koymuştur. Bazı kaynaklar Kadeş Savaşı'nın tarihini İÖ 1299 olarak belirlemektedir.Kadetler, Rusça tam adı KONSTITUTSİONNO- DEMOKRATIÇESKAYA PARTÎYA (Anayasacı Demokrat Parti) ya da PARTİYA NARODNOY SVOBODI (Halkın Özgürlüğü Partisi), 1917 Devrimi öncesinde Rusya'da İngiltere benzeri bir meşruti krallık kurulmasını savunan siyasal parti.Rusya'daki ilk büyük liberal topluluk olan Kurtuluş Birliği'nin yanı sıra, yerel liberal etkinliğin odağı durumundaki meclislerle (zemstvo) ilişkili öteki liberallerce Ekim 1905'te kuruldu. 10 Mayıs-21 Temmuz 1906 arasında toplanan birinci Duma'da (Devlet Meclisi) ağırlığı elde etti. Ama despotik yönetim geleneği, I. Dünya Savaşı'nın yol açtığı toplumsal sarsıntı ve gitgide artan devrimci coşku öteki siyasal grupları güçlen-dirdi. Sonraki Duma'larda Kadetler eski güçlerini yitirdiler. 1917 Şubat Devrimi'nin ertesinde kurulan ilk geçici hükümetin dört üyesi Kadet'ti. Parti önderlerinden tarihçi Pavel Milyukov kısa bir süre dışişleri bakanı olarak görev yaptı. Bolşevik yönetimi 11 Aralık 1917'de Kadet örgütünü yasadışı ilan etti.kadı, HAKİMÜ'5-ŞER'L olarak da bilinir, İslam hukukunda şeriata göre hüküm veren yargıç.Kadıların yetki alanı kuramsal olarak hem özel hukuka, hem de ceza hukukuna ilişkin davaları kapsıyordu. Ama uygulama zamana ve mekâna bağlı olarak farklılık göstere- biliyordu. Örneğin Osmanlı Devleti'nde, Tanzimat sonrasında yalnızca miras, vakıflar, evlilik ve boşanma gibi konulardaki davalara bakıyorlardı. Başlangıçta, yani İs- lamm ilk dönemlerinde, kadıların yönetsel görevleri yoktu; yalnızca anlaşmazlıklarda hakemlik ediyor ve kendilerine ulaşan şikâyetleri karara bağlıyorlardı. Ama zamanla vakıfların yönetimini, yetimlerin ve kendi çıkarlarını gözetemeyecek durumda olanların mülklerinin vasiliğini, ayrıca vasisi bulunmayan kadınların evliliklerinin denetimini üstlendiler.Kadıların ilk İslam toplumlarında çok önemli işlevleri vardı. Bu nedenle kadı olabilmek için birçok koşulu yerine getirmek gerekiyordu. Kadı günahtan sakınan, erdemli, yetişkin ve özgür (köle olmayan) bir Müslüman olmalı, şeriatı iyi bilmeliydi. Fıkıh bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre müçtehid olmayan kişinin kadı atanması caiz değildi; ancak içtihat düzeyinde bilgili kişilerin bulunmaması durumunda bir başkası da kadı atanabilirdi.İkinci halife Hz. Ömer, İslam toplumunda ortaya çıkan her anlaşmazlığı kendisinin doğrudan çözmesi zorunluluğundan kurtulmak amacıyla ilk kez kadı atadı. Hz. Ömer döneminden (634-644) sonra adaletin kadılar aracılığıyla yerine getirilmesi kurumlaştı. Abbasi halifesi Harun Reşid döneminde (786-809) Ebu Hanife'nin öğrencilerinden Ebu Yusuf'un başkadılık (kadi'l-kudat) görevine atanmasına değin kadılar davaları şeriatın temel kaynakları olan Kuran, sünnet, icma ve kendi içtihatlarına göre karara bağlıyorlardı. Ebu Yusuf'tan sonra, Abbasi ve Osmanlı dönemleri boyunca sistemleşen Hanefi fıkhı temel alındı.Osmanlı döneminde gerek şer'î, gerekse örfî hukuk davalarına bakan; dolayısıyla ilke olarak, reayanın da sipahisini şikâyet edebildiği kadı mahkemelerinin varlığı, tımar sisteminin görece merkezî denetim altındaki işleyişi bakımından önem taşıyordu. Kadılık görevine medreseleri bitiren ve mülazemet (adaylık) alan kişiler

atanırdı. Kadılar atandıkları yerin askeri işleri dışında bütün yerel ve yönetsel işlerini de yürü-türlerdi. 16. yüzyılın ortalarına değin, gün-delikleri 40-150 akçe arasında olan bütün kadılar, bağlı oldukları yere göre Anadolu ya da Rumeli kazaskerleri tarafından atanırdı. Gündelikleri 150 akçeden yukarı olan büyük kadıların atanması ise kazaskerin önerisiyle sadrazamca yapılırdı. 16. yüzyılın ortalarında kadılar padişahın onayı ile şeyhülislam tarafından atanmaya başladı.

353 Kadıköy

Osmanlılarda kadılar, kuzat (kaza kadıları) ve mevali (sancak ve eyalet kadıları) olmak üzere iki sınıftı. Kaza kadıları da Rumeli, Anadolu ve Mısır kadıları olmak üzere üçe ayrılıyordu. Bunlar bulundukları bölgenin kazaları dışında görev yapamazlardı. Örneğin bir Rumeli kazasında görev yapan kadılar Rumeli kazaskeri defterinde (akdiye defteri, sonraları tarik defteri) kayıtlı olur, Anadolu ya da Mısır kazalarına atanmazlardı. Rumeli kazaları önemlerine göre dokuz, Anadolu kazaları 10, Mısır kazaları da altı dereceye ayrılmıştı. Her bölgenin en üst dereceli kadılıkları sitte adını alır, sitte-i Rumeli, sitte-i Mısır biçiminde ayrılırdı. Her bölgenin sitte derecesine ulaşan kadılarına eşraf-ı kuzat denirdi. Sitte-i Rumeli'den seçilen iki kişi Rumeli kazaskeri divanında, sitte-i Anadolu ve sitte-i Mısır'dan seçilen iki kadı da Anadolu kazaskeri divanında danışmanlık yaparlardı. Bu danışmanlara tahtabaşı adı verilirdi. Bulundukları bölgenin kazalarında dolaşarak görev sürelerini tamamlayan kaza kadıları emekli olur ya da yasal bekleme süresi sonunda mevleviyete (sancak ve eyalet kadılıkları) geçerdi.Mevleviyet düzeyindeki kadıların 300 akçe gündeliklileri sancaklarda, 500 akçe günde- liklileri de eyalet merkezlerinde kadılık yaparlardı. Mevleviyet rütbeleri aşağıdan yukarıya devriye(*) mevalisi, mahreç(*) mevalisi, Bilâd-ı Hamse(*) aşamalarından oluşur, bunların üstünde de Haremeyn (Mekke ve Medine) kadıları ile İstanbul kadısı(*) yer alırdı. Mansıb ve paye olarak ikiye ayrılan mevleviyet sınıfında İzmir paye-i mücerredi, Edirne paye-i mücerredi, devriye, mahreç, Bilâd-ı Hamse, Galata, İstanbul, Anadolu ve Rumeli payelerini alanlar, ertesi yıl mansıba geçerlerdi.1869'da nizamiye mahl&meleri kurulunca, kadıların yetkisi şer'i yargıyla sınırlandı. 1914'te çıkarılan yasayla da kadılık koşulları ve şeriye mahkemelerinde bakılacak davalar belirlendi. 9 Nisan 1924'te yayımlanan 469 sayılı yasayla da şeriye mahkemeleri kapatıldı ve Türkiye'de kadılık unvanı kaldırıldı.

Kadı Burhaneddin bak. Burhaneddin(KADI)

Kadı Burhaneddin Devleti, 1381-98 arasında Kayseri ve Sivas dolaylarına egemen olan Türk beyliği.1380'de çocuk yaşta tahta çıkan Eretna beyi Mehmed'e saltanat naibi olan ve kısa sürede yönetimi bütünüyle ele geçirerek Sivas'ta sultanlığını ilan eden Kadı Burha- neddin(*) tarafından kuruldu (1381). Burhaneddin, Türkmen ve Moğollardan oluşan ve paralı bir kapıkulu örgütü olan küçük, ama güçlü bir ordu kurarak Eretna Beyliği' ne(*) ait bütün topraklara egemen oldu. Yöresindeki beyliklerle yaptığı savaşlar sonucunda kendi beyliğini Örta Anadolu'da güçlü bir devlet durumuna getirdi. Ölümünden sonra, 14 yaşındaki oğlu Alaeddin Ali hükümdar ilan edildi. Bu sırada Anadolu'ya giren Timur'un yarattığı tehlike üzerine aynı yıl Sivas halkının kenti Osmanlı padişahı I. Bayezid'e (Yıldırım) teslim etmesiyle Kadı Burhaneddin Devleti son buldu. Alaeddin Ali Bey de Osmanlı hizmetine girdi.Zile Medresesi, Kayseri Şeyh Müeyyed Çeşmesi, Turhal, Tokat ve Amasya kaleleri Kadı Burhaneddin Devleti mimarisinden günümüze kalan başlıca yapılardır.

Kadıköy, İstanbul kentini oluşturan ilçelerden biri. Yüzölçümü 33 km2 olan Kadı-

Kadıköy Barajı 354

köy ilçesi kuzeyde Üsküdar, kuzeydoğuda Ümraniye, doğu ve güneydoğuda Maltepe ilçeleri, güney, güneybatı ve batıda da Marmara Deniziyle çevrilidir. İstanbul'un Anadolu yakasında ve tümüyle metropoliten alan içinde yer alır. Kadıköy yöresinde kurulan ve çok sayıda kulübeden oluşan ilk yerleşme Geç Kalkolitik Çağa (İÖ 4000-3500) aitti ve bugünkü Fikirtepe'deydi(*). İÖ 680'de Yunanistan'dan gelen Megaralılar ise bugünkü Kadıköy'de Khalkedon adıyla anılan yerleşmeyi kurdular. Önceden bir tarım alanı olan Khalkedon, Bizans döneminde gelişmeye başladı. 451'de, bir piskoposluk merkezi olan Khal- kedon'da Khalkedon Konsili(*) toplandı. Konstantinopolis'in (İstanbul) alınışından sonra Khalkedon, II. Mehmed (Fatih) tarafından İstanbul kadısı Hızır Bey'e verildiği için, yerleşmenin Kadıköy adım aldığı sanılmaktadır. İlk Türk mahalleleri bugün Osmanağa Camisi'nin bulunduğu çevrede kuruldu.Yapılan her cami ve mescit küçük bir yerleşim çekirdeği oluştururken, Kadıköy' deki Rum ve Türk mahalleleri birbiriyle ilişki içinde gelişmelerini sürdürdü. 18. yüzyıla değin Kadıköy, genellikle zengin Rumların yerleştiği bir sayfiye yeriydi. Daha sonra Altıyol, Bahariye, Moda, Yoğurtçu, Göztepe, Erenköy ve Bostancı gibi semtlerdeki köşklerde Levantenler ve çeşitli devlet katlarındaki paşalar oturmaya başladı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Kadıköy' den Bostancı'ya kadar uzanan kıyı şeridi bostanlarla kaplıydı. Prost Planı'na göre Kadıköy, Acıbadem'den Bostancı'ya kadar uzanıyordu. Sonraki yıllarda Kurtköy-Pen- dik-Kartal yöresinin sanayi alanı olarak belirlenmesi, ülkenin çeşitli kesimlerinden İstanbul'a göç edenler için Kadıköy ile çevresini çekici bir yerleşme yeri durumuna getirdi. Kısa sürede Ankara asfaltının iki yanı gecekondularla dolmaya başladı. Öte yandan 1965'te çıkartılan Kat Mülkiyeti Kanunu da imarlı alanlarda apartmanlaş- mayı özendirdi ve böylece İstanbul'un öteki kesimleri gibi Kadıköy de köklü bir yapısal dönüşüm sürecine girdi. Bütün bunlara karşın Kadıköy, aralarında köşklerin de bulunduğu, bahçeli ve seyrek konutlardan oluşan dokusunu daha uzun yıllar korudu. 1972'de onaylanan Bostancı-Erenköy Böl- geleme İmar Planı ve 1973'te açılan Boğaziçi Köprüsü, Kadıköy'ün yapısını tümüyle değiştirdi. Köprü, kentin iki yakası arasındaki ilişkiyi güçlendirerek nüfus dengesinde Kadıköy'ün ağırlık kazanmasına yol açarken, planın uygulanması da Kızıltoprak ile Bostancı arasındaki yapılaşmanın 10 yıl içinde iki buçuk katına çıkmasına neden oldu.Günümüzde İstanbul merkezî iş alanı, Kadıköy'ün bir bölümünü de içine alır. Kentteki önemli ticari kuruluşların çoğunun

Kadıköy'de birer şubesi vardır. Çeşitli yön-lerden istanbul'un en çekici yerlerinden biri durumuna gelen Bağdat Caddesi ile çevresinde üst gelir grubu için konutlar oluşmuştur. İstanbul'u Anadolu'ya ve bu yakadaki banliyölere bağlayan demiryolunun başlangıç noktası Haydarpaşa Gan'dır D-100 Karayolu da ilçe topraklarından geçer. Büyük bir yat limanı yapılan Kalamış Koyu ile Pendik arasında yapımı tasarlanan kıyı yolunun Bostancı'ya kadar olan bölümü 1988'de tamamlanmıştır. Haydarpaşa, Kadıköy ve Bostancı iskeleleri, ilçeyle kentin öteki kesimleri arasında deniz ulaşımını sağlar. Marmara Üniversitesi'nin bazı

Kadıköy, eski Kadıköy iskelesi (solda), eski Kadıköy Hali (ortada), yeni vapur iskelesi (sağda)

Uğur Saner

Page 18: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

birimleri ile Numune, Haydarpaşa Askeri, SSK Göztepe hastaneleri gibi bazı önemli sağlık kurumları ilçe sınırları içindedir. Daha önce İstanbul Belediyesi'ne bağlı bir şube olan Kadıköv Belediyesi, 1984'te yapılan düzenlemeyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı bir ilçe belediyesi durumuna getirilmiştir. Nüfus (1990) 648.282. Ayrıca bak. İstanbul.

Kadıköy Barajı, Edirne il sınırları içinde, Davent Deresi üzerinde kurulu toprak dolgu baraj. 4.450 hektarlık bir alanın sulanması, 2 milyon metreküp içme suyu sağlanması ve Davent Deresinin denetim altına alınarak taşkınların önlenmesi amacıyla 1967'de yapımına başlandı ve 1972'de tamamlandı. Temelden yüksekliği 39,5 m, kret kotu 86 m, talvegden yüksekliği 34,1 m, normal su kotu 802 m, depolama hacmi 65,68 milyon m3, göl alanı 6,20 km2 ve dolgu hacmi 1.249.287 m"tür.

kadıköytaşı bak. kalsedonkadın-doğum hekimliği, DOGUM HEKÎMLÎ- Gi olarak da bilinir, tıpta, kadın üreme organlarının hastalıkları ve gebelik, doğum ve loğusalık süresince kadının sağlığı ile ilgilenen uzmanlık dalı. Kadın hastalıkları hekimliği (jinekoloji) ile doğum hekimliği (obstetrik), tarih boyunca farklı gelişim süreçleri izledi. Doğum olayının uzun süre ebelerin uzmanlık ve yetki alanında kalmasından sonra, 17. yüzyılda Avrupa'da kraliyet ailesi üyelerinin ve soyluların doğumlarına hekimler de katılmaya başladı. Zamanla bu uygulamalardan orta sınıflar da yararlanır oldu. Forsepsin bulunması, anestezinin doğumda kullanılmaya başlaması, Macar hekim Ignaz Semmel- weis'ın loğusa hummasının nedenini bulması ve doğum odasında antisepsi yöntemlerini kullanması doğum hekimliğinin gelişmesini sağladı. Hastanelerde, özellikle ameliyathanelerde aseptik koşulların sağlanması sezaryen ameliyatının da doğumda bir seçenek olarak yerleşmesine yol açtı. Doğum hekimliği 19. yüzyılın başında Avrupa ve ABD'de tıbbın ayrı bir dalı olarak tanındı ve yerleşti. 20. yüzyılda doğum hekimliği özellikle doğum kontrolü ve sağlıklı doğum oranının yükseltilmesi alanlarında gelişti. Doğum öncesi bakım uygulamaları ve gebelerin güç doğum ve doğuştan yapı bozuklukları konularında eğitilmesi 1900'lerde başlayan yeniliklerdendi. 1950'lerde hormon içeren doğum kontrol haplarının geliştirilmesi, doğum hekimlerinin doğurganlık ve üreyebilir- liği giderek artan oranda denetleyebilmelerine olanak verdi. Amniyosentez, ultrason gibi yöntemlerin bulunması ve geliştirilmesi doğuştan bozuklukların doğumdan önce anlaşılabilmesini kolaylaştırırken, bozukluk söz konusu olan gebeliğin kürtajla sonlandı- nlmasmı sağladı. Buna karşın, döllenmiş embriyonun yapay yöntemlerle dölyatağına yerleştirilmesi kısır çiftlerin çocuk sahibi olmasına yardımcı oldu.Kadın hastalıkları hekimliğinin geçmişi Eski Yunan ve Roma uygarlıklarına uzanır. Bu konuya yeniden ilginin doğması 1566'da Caspar Wolf'un Zürich'te yayımladığı kapsamlı jinekoloji ansiklopedisiyle kendini belli ediyordu. 19. yüzyılın ilk yarısında başarılı yumurtalık ve dölyatağı ameliyatları yapılıyordu. Jinekolojide cerrahinin yaygınlaşmasını sağlayan iki gelişme anestezi ve antisepsi yöntemlerinin kullanılması oldu. ABD'li cerrah James Marion Sims ve cerrahi jinekolojinin öbür öncülerinin karşılaştığı en büyük sorunlardan biri, toplumun kadın üreme organlarının muayene sırasında görülmesi konusundaki tutucu tavrı oldu. 1880'lerde ayrı bir uzmanlık dalı olarak kabul edilen kadın hastalıkları hekimliğinin ilgi alanının doğum hekimliği ile bir olması bu iki alanın birleşmesine yol açtı. Günümüzde bir kadın hastalıkları hekiminin leğen bölgesinin (pelvis) cerrahi girişimlerini ustalıkla yapabilmesi, kadınlarda> boşaltım yolları ile üreme organlarının hastalıkları birbirine çok karışabildiği için boşaltım hastalıkları konusunda bilgi sahibi olması ve bazı hastalıklarda ortaya çıkabilen psikiyatrik bozukluklarda sağlıklı bir yaklaşım be- nimseyebilmesi gerekir. Bu alanda en sık rastlanılan bozukluklar dölyatağı, dölyatağı boynu ve yumurtalıkların çeşitli urları ve kistleri, âdet kanamasına ilişkin rahatsızlıklar ile kısırlıktır.kadın efendi, 19. yüzyıla değin KADIN, Osmanlı padişahlarının nikâhlı karılarına verilen unvan.

Osmanlı sarayında padişahın gözüne giren cariye, önce gözde, sonra ikbal ya da hasodalık olur, ikballerin en sevilenleri ve kıdemlileri de başikbal ya da kadın sanını alırlardı. Kadın derecesine yükselebilmek için kadınlardan birinin ölmesi ya da padişahın gözünden düşmesi gerekirdi. Ama padişahtan çocuk doğuranlar, sıra beklemeksizin kadınlar arasına katılırdı. Padişahın en çok sevdiği kadınlar haseki sultan sanını alır, öbürleri başkadın, ikinci kadın, üçüncü kadın vb biçimde anılırlardı.Kadın unvanı alan cariye, haremde özel bir törenle samur kürk giyer, padişahın eteğini öptükten sonra kendisine ayrılan daireye yerleşirdi. Kadınlar, öteki cariyelerden farklı olarak kopçaları elmastan ve yenleri kürk kaplı giysi giyerlerdi. Başlarına ve omuzlarına keşmir şal örter, alınlarında bir tutam saçı kadınlık simgesi olarak açıkta bırakırlardı.19. yüzyılın ilk yansında kadın yerine kadın efendi unvanı yerleşti. Abdülmecid döneminde (1839-61) de kadın efendilerin padişahın nikâhlı eşleri sayılmaları öngörüldü. Bununla bağlantılı olarak da biçimsel bir düzenleme yapılarak padişahın ilk dört eşine İslam kurallarına göre nikâh kıyıldı ve resmen kadın efendi (içlerinde en yaşlısına da başkadın efendi) sanı verildi. Haremde başkadın efendinin yeri valide sultandan sonra gelirdi. Oğlu tahta çıkan kadın efendi de valide sultan olurdu. Kadın efendilerle ilgili son düzenleme 19. yüzyılın ikinci yarısında yapıldı. Yazışma-larda onlara da, vezirlere özgü "devletlû" deyimi ile hitap edilmesi kural oldu. Kadın efendilerin başlarına, çevresi tüylü hotoz koymalan, topuz yaptıkları saçlarına mü-cevherli iğne ve tokalar takmalan, altın işlemeli ve kürklü sevai, simsimiyeden entari giymeleri, göbekleri üstüne de kadınku- şağı bağlamaları gelenek halini aldı.kadın hakları, kadınların toplumsal yaşamın bütün kesimlerinde erkeklerle eşit bir biçimde sahip olmalan gereken hakların bütünü. Kadının aile içinde, ana olarak ve çalışma yaşamında özel biçimde korunmasını öngören kuralları da içine alır. Kadın erkek eşitliği ve herkesin insan haklarından eşit olarak yararlanması ilkesi Birleşmiş Milletler Antlaşması (1945), İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi (Torino, 1961), Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Antlaşması (BM, 1966), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri gibi temel belgelerle koruma altına alınmıştır. Ulusal anayasa ve yasalar da aynı yönde kurallar içerir. Bu belgeler daha somut düzeyde serbestçe evlenme ya da eşini özgürce seçebilme hakkı başta olmak üzere, kadınların siyasal (seçme, seçilme ve kamu hizmetlerine girebilme) ve sosyal haklannı (eşit işe eşit ücret, doğum öncesi ve sonrası izin, zor ve ağır işlerde çalıştırılmama vb) tanırlar (bak. kadınlara oy hakkı). Gene de çeşitli toplumsal, ekonomik, dinsel vb baskı ve eşitsizlikler, pek çok ülkede kadınların bu haklardan gerçekten yararlanabilmelerini zorlaştırmaktadır. Ayrıca pek çok ülkede kocanın yasal olarak ailenin başı olması, kadının onun soyadını taşıması zorunluluğu, izinsiz dışarıda çalışamaması vb gibi eşitliği bozan ve kadını bağımlı kılan kurallar da hâlâ yürürlüktedir. Türkiye'de Cumhuriyet döneminde kadınlara öncelikle eğitim ve kamu hizmetlerine girebilme alanında eşit haklar tanındı. Bu yolla kadınların sosyal ve mesleki yaşamda rol alması amaçlandı. Buna koşut olarak kadına toplumsal yaşamda ikinci planda ve bağımlı bir rol veren dinsel kuralların yerini laik kurallar aldı. Kadınlar evlilik, boşanma, velayet, veraset gibi konularda da erkekle eşit haklara sahip oldular; çok kadınla evlenme yasaklandı. Bununla birlikte, kadına birçok hak tanıyan Türk Medeni Kanunu, bazı konularda eşitlikten ayrıldı (örn. Türk Medeni Kanunu'na göre ailenin reisi erkektir; evli kadın kocasının soyadını taşır, onun ikametgâhına tabidir). Türk Ceza Kanunu da, zina suçunu kadın ve erkek açısından ayrı ayrı

düzenleyerek eşitlik temeline bağlı kalmadı. Buna karşılık, sosyal nitelikteki yasalara (örn. İş Kanunu ve emeklilik yasalarına) kadınlarla ilgili olarak, sağlık açısından daha koruyucu ve gözetici hükümler kondu.Cumhuriyet döneminde kadınların elde ettiği en önemli kazanım siyasal haklar konusunda oldu. 3 Nisan 1930'da Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanıyan Belediye Kanunu kabul edildi. Böylece kadınlar da belediye meclisi üyeliğine seçilebilmeye başladı. Bunun üzerine, 7 Şubat 1924'te kurulmuş olan Türk Kadınlar Birliği, 11 Nisan'da kadınlara tanınan yeni siyasal hak dolayısıyla İstanbul'da büyük bir kadın mitingi düzenledi. 26 Ekim 1933'te Türk kadınlarına köy ihtiyar heyetleri seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı vermek amacıyla Köy Kanu- nu'nda gereken değişiklik yapıldı. 5 Aralık 1934'te ise Türk kadınlarına milletvekili genel seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanıyan anayasa değişikliği Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) kabul edildi. Gene İstanbul'da 7 Aralık'ta bu yasanın kabul edilmesi dolayısıyla büyük bir kadın mitingi daha yapıldı. 8 Şubat 1935'te yapılan milletvekili genel seçimlerinde kadınlar ilk kez milletvekili seçme ve seçilme haklarını kullandılar. Bu seçimlerin sonunda oluşturulan beşinci dönem TBMM'ye 18 kadın milletvekili girdi. Türkiye'de kadınlara siyasal hakların tanınmasından hemen sonra, Uluslararası Kadınlar Birliği XII. Kongresi'ni Türkiye'de yapmaya karar verdi. Ama nisanda yapılan kongreden sonra, mayıs başında Türk Kadınlar Birliği genel başkanı Lâtife Bekir (Çeyrekbaşı), Türk kadınlarına bütün siyasal haklarda eşitlik tanındığından Türk Kadınlar Birliği'riin kuruluş amacını gerçekleştirdiğini ve birliğin yakında feshedileceğini açıkladı; gerçekten de birlik 10 Mayıs 1935'te kendini feshetti. Bundan sonraki dönemlerde TBMM'ye az sayıda kadın üye katılabildi; gerçekte kadınların siyasal yaşamda etkin rol almaları sağlanamadı.kadınbudu, koyun kıyması ve pirinçle hazırlanan bir çeşit köfte. Köfte yapılacak yağsız koyun kıymasının yansı kavrulur. Çiğ kıyma ile birlikte içine çok ince doğranmış soğan, haşlanmış pirinç, maydanoz, rendelenmiş kaşarpeyniri, kekik ve tuz da katılarak yoğrulur. Daha sonra ince uzun köfte biçimine getirilip önce una, ardından da çırpılmış yumurtaya bulanarak yağda kızartılır. Hazırlanışı zaman ve beceri gerektiren kadınbudu eski bir Anadolu yemeğidir.Kadıncık hidroelektrik santralları, Tarsus'un 29 km kuzeyinde, Kadıncık Deresi üzerinde kurulu olan iki hidroelektrik santral. Çukurova Elektrik A.Ş.'ye bağlı olan santrallardan Kadıncık I, 1971'de hizmete girmiştir. İki üniteli olan Kadıncık I Hidroelektrik Santralı'nın gücü 70.000 kW ve yıllık üretim kapasitesi 200-300 milyon kW- sa'dır. 1974'te hizmete giren Kadıncık II Hidroelektrik Santralı'nın kurulu gücü ise 56.000 kW'dir.Kadınhanı, İç Anadolu Bölgesi'nde, Konya iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 389 km2 olan Kadınhanı ilçesi doğuda Sarayönü ilçesi, güneyde Selçuklu, güneybatıda Derbent, batıda Ilgın, kuzeyde Yunak ilçeleriyle çevrilidir. İlçe topraklan Cihanbeyli Platosunun yer yer dalgalı olan batı kesiminde yer alır. Erenler Dağının kuzey uzantıları güneyden ilçe topraklarına sokulur. Yüksek kesimlerde ardıç ve karaçam topluluklan bulunan ve genellikle çıplak olan bu dağlardan, birkaç küçük akarsu doğar. İlçe ekonomisi tarıma dayalıdır. Su kaynaklarının kısıtlı, sulamanın da yetersiz olması nedeniyle kuru tarım yapılır. Çok sayıda tarım makinesi kullanılması sonucunda üretim miktarları yükselmiş, ama ürün çeşitliliği azalmıştır. İlçede yetiştirilen başlıca tarla ürünleri buğday, şeker pancarı, arpa ve yulaftır. Sulanabilen alanlarda meyvecilik yapılır; en çok üzüm ve elma yetiştirilir. Hayvancılık da yaygındır; en çok koyun ve Ankara keçisi beslenir. İlçenin kuzey kesiminde kurulan Altmova Tarım İşletmesi, bitkisel üretim ve hayvancılığın gelişmesinde etkili olmuştur. Kadınhanı, 1223'te Anadolu Selçukluları hanedanından bir kadının yaptırdığı kervansarayın çevresinde

Page 19: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

konaklama yeri olarak gelişmiş bir yerleşmedir. 19. yüzyıl sonlarında Konya vilayetinin Merkez kazasına bağlı bir nahiye merkeziyken, 1914'te Saideli adıyla kaza, Cumhuriyet döneminde de Kadınhanı adıyla ilçe merkezi yapılmıştır. Konya-Afyonkarahisar karayolu kentin güneyinden, demiryolu ise kentin kuzeyinden geçer. Gelişmiş ulaşım bağlantıları sayesinde canlı bir ticaret yaşamı olan kent, il merkezi Konya'ya 53 km uzaklıktadır. Kadınhanı Belediyesi 1885'te kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 45.168; kent, 15.907.Kadınlar Dünyası, İstanbul'da önce günlük, sonra haftalık olarak yayımlanan gazete (4 Nisan 1913-7 Mayıs 1921). Nuriye Ulviye Mevlan'ın imtiyaz sahipliği ve Emine Seher Ali'nin sorumlu yazı işleri müdürlüğünde yayımlanmaya başladı. Yazarlan

355 kadınlara oy hakkı

kadın olan gazetenin, mezhep aynmı gözet-meksizin bütün Osmanlı kadınlarının yapıt- lanna açık olduğu belirtiliyordu. Resim ve fotoğrafa sık sık yer veren gazetede kadın haklan, çocuk eğitimi, kültür, edebiyat ve moda gibi bölümler yer alıyordu. Günlük olarak 152 sayı yayımlanan Kadınlar Dünyası, yayımını daha sonra haftalık olarak sürdürdü. İlk haftalık sayısında kadın hak- lannın savunulmasının amaçlandığı ve bunun için örgütlenmenin önemi dile getiriliyordu. Döneminin en etkili yayınlarından olan Kadınlar Dünyası, 194. sayısıyla yayımına son verdi.kadınlara oy hakkı, cinsiyet aynmı göze-tilmeksizin kadınların da erkekler gibi genel ve yerel seçimlerde oy kullanabilmeleri. Eşitlik ilkesi klasik Batı demokrasilerinde başlangıçtan beri ön plana çıkarılmışsa da kadınlara oy hakkının tanınması için uzun bir mücadele dönemi gerekmiştir. Kadınlara oy hakkı sorunu ilk kez 19. yüzyılda tartışılmaya başladı. Mücadele özellikle Büyük Britanya ve ABD'de yo- ğunlaştıysa da kadınlara oy hakkı veren ilk ülkeler bunlar olmadı. Yeni Zelanda'dan (1893) sonra, 20. yüzyılın başlarında Avustralya'da (1902), Finlandiya'da (1906) ve Norveç'te (1913) kadınlar ulusal seçimlerde oy kullanma hakkını kazandılar. İsveç ve ABD'de ise bazı yerel seçimlerde oy kul-lanma hakları vardı. ABD'de kadınlara oy hakkı hareketi, Luc- retia Mott ve Elizabeth Cady Stanton gibi kadınların etkinlikleriyle' köleliğe karşı çıkan hareketlerin içinden gelişti (bak. Sene- ca Falls Kongresi). 1869'da, kadınlara oy hakkı verilmesini sağlamak için Stanton ve Susan B. Anthony'nin önderliğinde Kadınlara Oy Hakkı Ulusal Derneği ve Lucy Stone'un önderliğinde Amerikan Kadınına Oy Hakkı Derneği kuruldu. Bu örgütlerin çabaları 1920'de anayasanın 19. Ek Madde- si'nin onaylanmasıyla başanya ulaştı. 1914-36 döneminde aralannda ABD (1920), Büyük Britanya (1918 ve 1928), Sovyetler Birliği (1917), Birmanya (bugün Myanmar; 1922), Ekvador (1929) ve Türkiye'nin de (1934) bulunduğu 28 ülkede kadınlar ulusal seçimlerde oy kullanma hakkını elde ettiler. Iİ. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Fransa, İtalya, Romanya, Yugoslavya ve Çin de bu ülkelere katıldı. İzleyen 20 yılda, kadınların oy kullanabildiği ülkelerin sayısı 100'ü aştı. Bu artışta, II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanan ülkelerin hemen tümünün anayasalarında kadınlarla erkeklere eşit oy hakkı tanımasının da payı vardı. 1971'de isviçre'de, kadınlara federal seçimlerde ve çoğu kanton seçiminde oy kullanma hakkı verildi-. 1973'te Suriye'de, 1976'da Liechtenstein'da kadınlar oy hakkına kavuştu. Basra Körfezindeki tutucu Arap ülkelerinde ise kadınlara oy hakkı hâlâ tanınmamıştır. Uluslararası alanda bu konudaki en önemli belge, BM'nin 20 Aralık 1952'de kabul ettiği, 31 Mart 1953'te imzaya açılan ve 7 Temmuz 1954'te yürürlüğe giren Kadınların Siyasal Haklan Sözleşmesi'dir. Burada kadınların bütün seçimlerde erkeklerle eşit koşullar altında oy kullanma, seçilme ve kamu hizmetlerine girme hakları düzenlenmiştir. Sözleşmeyi onaylayan ülkeler arasında yer alan Türkiye kadınların siyasal haklan konusunda 1930'lardan beri demokratik bir tutum içindedir. Kadınlara beledi-ye meclislerine (1930), köy ihtiyar heyetlerine (1933) ve Türkiye Büyük Millet Meclisi' ne üye seçme ve seçilme (1934) hakları tanınmıştır. Ayrıca bak. kadın haklan.kadınların özgürlüğü hareketi 356

kadınların özgürlüğü hareketi, kadınları toplumda erkeklere tanınan haklara kavuş-turarak aradaki eşitsizliği gidermeye, mes-leklerini ve yaşam biçimlerini özgürce seçmelerini sağlamaya yönelik toplumsal hareket.Avrupa'da kadın haklan ilk kez Aydınlanma çağında gündeme geldi. Condorcet gibi bazı 18. yüzyıl düşünürleri kadınlann özgürlüğünü savundu. Fransız Devrimi'nin başında Olympe de Gouges Declaration des droits de la femme et de la citoyenne'i (Kadın ve Kadın Yurttaş Haklan Bildirisi) yazdı. Bildiri İngiltere'de de etkili oldu ve 1792'de Mary Wollstonecraft'm A Vindica- tion of the Rights of Women (Kadın Hakla- nnın Bir Savunusu) adlı kitabı yayımlandı. Yapıt kadınlann yalnızca erkekleri hoşnut etmek için yaratıldığı düşüncesine karşı çıkıyor, kadının eğitimde, iş dünyasında ve siyasette erkekle aynı muameleyi görmesini, aynı ahlak ölçüleriyle yargılanmasını istiyordu. Hareketin ABD'ye ulaşması ya- nm yüzyıl kadar bir zaman aldı. 1848'de New York eyaletindeki Seneca Falls ve Rochester'da toplanan Kadın Hakları Kon- gresi'nde (bak. Seneca Falls Kongresi) Eli- zabeth Cady Stanton ve Lucretia Mott kadınların toplumda aşağılanarak haksızlığa uğradığını belirten ve bu adaletsizliğin dü-zeltilmesini isteyen bir kadın hakları bildirisi sundular. Bu bildiriden sonra kadınlara oy hakkı(*) verilmesi için bir mücadele başlatıldı. Benzer bir mücadele İngiltere'de 1903'te E. Pankhurst'ün kurduğu Toplumsal ve Siyasal Kadın Birliği çevresinde gelişti.Kadınların özgürlüğü hareketi görece yavaş ilerledi. Kadın haklarının(*) yasalara yansıması da uzun yıllar aldı. Örneğin köklü bir feminist geleneğin bulunduğu Fransa'da kadınlar oy verme hakkını ancak 1944'te kazanabildiler. 1949'da Simone de Beauvoir bütün dünyada en çok satan kitaplar arasına giren Le Deuxieme Sexe (1949; İkinci Cins, 1962/Kadın, 1969-81, 3 cilt) adlı yapıtında kadın özgürlüğünün aynı zamanda erkeklerin de özgürlüğü olduğu düşüncesini ileri sürerek feminist bilincin güçlenmesine katkıda bulundu. Bunu izleyen ikinci önemli çalışma ABD'li Betty Friedan'ın Feminine Mystique (1963; Kadınlığın Gizemi, 1983) adlı kitabıydı. Kadım edilgen roller üstlenmeye ve erkek egemenliğine bağımlı kalmaya koşullandıran köreltici eve bağlılık anlayışına karşı savaş açan Friedan 1966'da bir grup feministle birlikte Ulusal Kadın Örgü- ttf'nü kurdu. Erkeklerle eşit haklar talep eden kadın örgütlerinin sayısı 20. yüzyılın sonlarına doğru artmaya başladı. Bu örgütler, sözleşme ve mülkiyet hakları, kazançların değerlendirilmesi, özellikle de cinsiyet ve çocuk doğurma konularında yasalarda değişiklik yapılması için mücadeleye giriştiler.Birleşmiş Milletler'in kadınların konumuyla ilgili komisyonuna katılan ABD'li üyeler, 1975'in Uluslararası Kadın Yılı olarak ilan edilmesini sağladılar. Böylece, kadınlar uluslararası konferanslarda ülkelerini temsil etmeye başladılar ve Mexico'daki konferansta gelecek 10 yıl için bir Dünya Eylem Planı kabul ettiler. Planın amacı kadınların karar verme sürecine ve kamu yaşamının her alanına katılmasını sağlamaktı. Genelde kadınların özürlüğü hareketi kadınları zayıf, edilgen, aklıyla değil duygularıyla davranan kişiler olarak gören egemen anlayışa karşı çıkar. Hareket ayrıca kadınlann cinsel nesneler olarak görülmesini eleştirir. Kadınların kimliklerinin ve kişiliklerinin bilincine varmaları hareketin öncelikli hedefleri arasındadır.Kadınların özgürlüğü hareketi çeşitli top-lumlarda değişik kesimlerin tepkisiyle karşı-laştı; yer yer yalnız erkeklerin değil, kadınlann da bu harekete karşı direndiği görüldü. Benzer biçimde hareketin amaçlarında da ülkeden ülkeye değişiklik görüldü. Bazı yerlerde başlık parasının kaldırılması, örtünme ve kaç-göç konusundaki kuralların yumuşatılması hedef alındı. Birçok ülkede, sözleşme yapmak ya da dava açmak konula- nnda kocanın iznini gerektiren yasal uygulamaya karşı çıkıldı. Sanayi toplumlarında eşit işe eşit ücret talebinde bulunulurken magazin basınının körüklediği kadın tipiyle mücadeleye de girişildi.

kadıntuzluğu, DÎKENÜZÜMÜ olarak da bilinir, kadmtuzluğugiller (Berberidaceae) fa-milyasının Berberis cinsini oluşturan, kışın yapraklarını döken ya da dökmeyen 500 kadar dikenli çalı türünün ortak adı. Çoğunlukla kuzey ılıman kuşakta, özellikle de Asya'da yaygındır.Berberis türlerinin sarı renkli odunları, altı taçyapraktan oluşan sarı renkli çiçekleri vebir ya da daha çok tohum içeren kırmızı,

■■■■

Kadıntuzluğu (Berberis crataegina)Turhan Baytop koleksiyonu

sarı, mavi, mor ya da siyah renkli üzümsü meyveleri (bakka) vardır; yaprak saplarının tabanında genellikle üç dallı dikenler bulunur. Odunlarından tornacılıkta ve kürdan yapımında yararlanılan bu bitkilerin bazılarının köklerinden san bir boya çıkarılır, bazı türlerin meyvelerinden de tatlı yapılır. En çok 2 m'ye kadar uzayabilen adi kadıntuzluğu (Berberis vulgaris) kışın yapraklarını döken bir çalıdır. Çok sayıda çiçekten oluşan çiçek salkımları ve parlak kırmızı renkli meyveleri vardır. Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'da yayılan, Türkiye'de ise özellikle Kuzey Anadolu'da yetişen bu türün süs bitkisi olarak yetiştirilen pek çok çeşidi geliştirilmiştir. Bitkinin berberin ve benzeri alkaloitleri içeren kökleri (amberparis kökü) iştah açıcı, kuvvet verici ve ateş düşürücü olarak kullanılır. İran ve Türkiye kökenli bir tür olan B. crataegina' nın olgunlaştığında siyaha dönen meyvelerinden bazı yörelerde besin olduğu kadar idrar artırıcı ve balgam söktürücü ilaç olarak da yararlanılır; ayrıca, bitki kimi zaman çit olarak kullanılır. Doğu Akdeniz, Yunanistan, Batı Anadolu ve Ege Adala- rı'nda doğal olarak yetişen B. cretica ile İran, Kafkaslar ve Türkiye'de yetişen B. integerrima ufak boylu çalılardır.Berberis türleri, tahıllarda kara pas hastalığına yol açan Puccinia graminis mantarının arakonağı olduğu için bazı bölgelerde yetiştirilmeleri yasaklanmıştır.kadmtuzluğugiller bak. Berberidaceaekadırga, ÇEKTIRME olarak da bilinir, 18. yüzyıla değin, çoğunlukla Akdeniz'de kullanılan, iki direkli yelkenle ve küreklerle hareket ettirilen ahşap savaş ve ticaret gemisi. Kadırga adı, Yunanca katergon sözcüğünden gelir. Yabancı donanmalardaki benzerlerine gali ya da galea denirdi. Yirmi beş oturaklı ve 49 kürekli olan sıradan kadırgalarda her kürek 4-5 forsa ya da kürekçi tarafından çekilirdi.İç ve dış süslemelerine de özen gösterilen kadırgaların baş kasara altlarında top evi bulunurdu. İki direkli Türk kadırgalarında, gerektiğinde direkler aşağıya alınabiliyordu. Pruva direği kabasorta donanımlı ve tek serenliydi. Gabya direği ise subya donanım-lıydı. Türk kadırga tipini Venedik tipinden ayıran başlıca özellik, Latin yelkeni açmasıy- dı. Kadırga teknesinin darlığı da, sert havalarda yelkenle apazlama seyrini engelleyebiliyordu. Kadırgalarda üç tür yelken vardı. Örta yelken normal havalarda, cankurtaran yelkeni hafif rüzgârda, borda yelkeni de fırtınada kullanılıyordu. Su düzeyine oldukça yakın alçaklıktaki kadırga teknelerinin boyu ortalama 47 m, genişliği 6 m'ydi. Kıç yüksekliği 18, baş yüksekliği 11 karıştı. Kürekleri, güverte hizasını aşan kürek küpeştelerine takılıyordu. Kürekçi oturaklarının arasında boydan boya baş-kıç ara köprüsü bulunmaktaydı. Bu köprünün başında gülle atan bir top, iki bordasında da birer top (takip topları) vardı. Aynalıklı kıç tarafındaki kaptan kamarasının önünde, üst tava denen boşluk, baş tarafta da romlata (gemiciler kamarası) yer almaktaydı.

Page 20: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Teknenin iki yanında borda boyunca kanat denen şahnişinler uzanırdı. Geminin başı, gaga denen sivri bir burunla biterdi. Osmanlılardan önce, 13. yüzyılda Anadolu Selçukluları donanmasında da vurucu güç kadırgalardı. Umur Bey'in yeşil bayraklı kadırgasının adı "Gazi"ydi. Kadırga askerleri de "yaya bekârlar"dı. Yükselme döne-minde Osmanlı donanmasının savaş gemileri genellikle çekdiri sınıfındandı. Kadırga, baştarde denen en büyük çekdiri türünden sonra yer almakta ve tekne sayısı olarak ilk sırayı tutmaktaydı. Osmanlı kadırgaları za- kala ve bey kadırgaları olmak üzere iki sınıftı. Zakalalar devlet tersanelerinde yapılırken, bey kadırgalarını deryabeyleri kendi bölgelerindeki gemi tezgâhlarında yaptırırlar, deniz savaşlarında da doğrudan kendileri komuta ederlerdi. 15. ve 18. yüzyıllar boyunca önemini koruyan kadırgaların yerini I. Abdülhamid döneminde (1774-89) kalyonlar(*) almaya başladı.Kadışehri, İç Anadolu Bölgesi'nde, Yozgat iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Çekerek'e bağlı bir bucak olan Kadışehri, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3644 sayılı yasayla ilçe yapılmıştır.Kadışehri Belediyesi 1976'da kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 24.400; kasaba, 4.195.Kadıyanilik, AHMEDIYE ya da MİRZAIYE olarak da bilinir, Mirza Gulam Ahmed'in (1839-1908) Hindistan'da 18. yüzyılın sonlarında kurduğu dinsel hareket. Mirza Gulam, adını ilk kez Kadıyan'da yerel gazetelerde İslamı savunan yazılarıyla duyurdu (1877-78). 1857'de giriştikleri ayaklanma İngilizlerce şiddetle bastırılan Müslümanlar Mirza Gulam'a bu yazıları nedeniyle büyük ilgi gösterdi. Mirza Gulam, Berahin-i Ahmediye adlı yapıtında bir yandan İslamı savunurken, bir yandan da keramet ve kehanetlerinden söz etti. Vahyin kesilmediğini, Hz. Muhammed'e eksiksiz uyan kişinin onun dış ve iç bütün bilgileriyle donanacağını, sezgiye dayanan bilgilerinin peygamberin bilgisini andırdığını, bu yolda pek çok ilham aldığını bildirdi. Cihadı da kılıçla değil, barışçıl yöntemlerle yapılacak bir savaş olarak yorumladı. Mirza Gulam, kendisini müceddid ilan ettikten bir süre sonra yandaşlarından biat alarak ayrı bir topluluk oluşturdu (1888).On madde halinde açıklanan biat koşullarına göre Mirza Gulam'a bağlananlar şirkten (Tanrı'ya ortak koşma) ve her türlü büyük günahtan sakınacak, namazlarını aksatmadan kılacak, bütün insanlara iyi davranacak, her durumda Tanrı'ya bağlı kalarak kendilerini ona adayacak, Kuran'ın göster-diği yolda gidecek, İslama bağlılığa her şeyden çok değer verecek, dinini dünyanın üstünde tutacak ve kendisini her konuda Mirza Gulam'a bağlayarak ölünceye değin ona itaat edecekti.Mirza Gulam, bir süre sonra da Kadıyani- liğin temel inancını belirleyen düşüncelerini açıkladı (1891). Buna göre Hz. İsa çarmıha gerildiğinde ölmemiş, inançlarını yaymak için Keşmir'e gitmişti. Burada 120 yaşlarında ölmüş ve Srinagar'da gömülmüştü. Bu nedenle kıyamet öncesinde gelmesi beklenen mesih Hz. İsa değil, Hz. Muhammed'in ümmetinden ona çok benzeyen birisi olacaktı. Müslümanların beklediği mehdi de ayrı biri değil, aynı kişiydi; o da Mirza Gulam'ın kendisiydi. Mirza Gulam, daha sonra da nebi ve resul olduğunu öne sürdü (1902). Ama bunun mecazi anlamda anlaşılması gerektiğini, kendisinin yeni bir din ve şeriat getirmediğini belirtti. Bir süre sonra Hindular için de Tanrı Krişna'nın bedenleş- mesi olduğunu açıkladı (1904).Mirza Gulam'ın ölümünden (1908) sonra hareketin başına Hakim Nureddin geçti. Bu dönemde hareket içinde görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Üyelerin bir bölümü, Mirza Gulam'ın nebiliğine inanmayan Müslümanların kâfir olduğunu öne sürerken, başkaları buna şiddetle karşı çıktı. Hakim Nureddin' in ölümünden sonra (1914) Kadıyaniler Lahor ve Kadıyan kollan biçiminde ikiye aynldı. Kadıyan kolu, kendilerine ikinci halife unvanıyla Mirza Gulam'ın oğlu Mirza Beşirüddin Mahmud Ahmed'i (1889-1965) seçtiler. Kadıyan kolunun merkezi 1947'de Kadıyan'dan Rabva'ya taşındı.Mirza Gulam'ın nebilik savlarını temelden yadsıyan Lahor kolu ise Hakim Nureddin'in ölümünden sonra Lahor'a yerleşerek Mev- lânâ Muhammed Ali'nin önderliğinde Ah- mediye Encümen-i İşaat-ı İslam adlı örgütü kurdu ve

günümüze değin çalışmalarını bu örgüt aracılığıyla yürüttü.Kadıyaniler, 1913'ten başlayarak dünyanın her yerinde misyonlar kurdular. Eylül 1974'te Pakistan'da "İslam dışı azınlık" ilan edildiler. Bugün Avrupa'da ingiltere, Hollanda, Almanya, Danimarka, İspanya ve İsviçre'de, Güney Amerika ve ABD'de, Asya ve Pasifik Adalarında, özellikle Afrika'da etkinliğini sürdüren etkili misyonları vardır. Bütün dünyada Kadıyanilerin toplam sayısı 2-10 milyon arasında tahmin edilmektedir.

Kadızade Ahmed Şemseddin Efendibak. Ahmed Şemseddin Efendi (KADIZADE)

Kadızade-i Rumi, tam adı MUSA PAŞA BIN MAHMUD BIN MEHMED SALAHEDDIN (d. 1337, Bursa - ö. 1412, Semerkand), Türk astronomi ve matematik bilgini.Bursa kadılığı yapan Mahmud Çelebi'nin oğluydu. Medrese öğrenimini Bursa'da ta-mamladı. Daha sonra matematik ve astronomi alanındaki bilgisini geliştirmek için dönemin ünlü bilim merkezlerinden Horasan'a gitti. Orada Cürcani'nin öğrencisi oldu. Daha sonra Uluğ Bey'in yanına giderek aynı zamanda bir matematik medresesi olan Semerkand Gözlemevi'nde çalıştı. Kâşi'nin ölümünden sonra buranın yöneticiliğine ve başmüderrisliğine getirildi. Bu görevi sırasında o dönemin en yetkin astronomi cetvelleri olan Zîc-i Uluğ Bey'in hazırlanmasına katıldı.Astronomi ve matematiğin yanı sıra felsefeyle de uğraşan Kadızade-i Rumi, inanç alanına giren konularla bilim alanına girenlerin birbirinden ayrılması gerektiği yolundaki görüşleri nedeniyle hocası Cürcani tarafından eleştirildi. Kâşi'nin Risale fi İstih- raci'l-Ceyb Derece Vahide adlı yapıtına hazırladığı şerh en önemli yapıtıdır. Muhtasar fi'l-Hisab, Şemseddin Semerkandi'nin Eşkâlü't-Tesis'mm şerhi olan Şerh-i Eşkâli't-Tesis (1852) ve Çağmini'nin Mülahhas fi'l-Hey'e'sinin şerhi olan Şerh-i Mülahhas fi'l-Hey'e ise öbür önemli yapıtlarıdır.

Kadızadeliler, FAKILAR olarak da bilinir, 17. yüzyıl ortalannda etkili olan Osmanlı ilmiye topluluğu. Tasavvufa ve tarikatlara karşı çıkarak bunları dinsizlik saymıştır.Topluluğa adını veren Küçük Kadızade Mehmed Efendi, Birgivi Mehmed Efendi' nin (ö. 1573), katı kurallar öngören Tarika- tü'l-Muhammediyye adlı yapıtı ve vaazları doğrultusunda girişilen bazı eylemlere ön ayak oldu. I. Ahmed'in ölümünden sonra şeriatın savunucusu olarak ortaya çıktı. 1631'de getirildiği Ayasofya vaizliği sırasında devletin karşılaştığı bunalımları, şeriata aykırı gidişin doğal sonucu sayarak özellikle ayaktakımım saraya ve tarikatlara karşı kışkırttı. Bir yandan da IV. Murad'ın yakın çevresine girmeyi başardı, onun tütünü yasaklamasında ve bu yasağa uymayan çok sayıda kişiyi idam ettirmesinde etkili oldu.Kadızade Mehmed Efendi'nin ölümünden (1635) sonra ona bağlı kürsü şeyhleri tarikat düşmanlığını körüklemeyi sürdürdüler. Şey-hülislamdan da amaçları doğrultusunda fetvalar almaya çalıştılar. Bu arada İstanbul'da tekkelere yönelik saldırılar çoğaldı. Kadızadeliler, bazı saray görevlileriyle başkentin karaborsacı ve faizci esnafını da yanlarına aldılar. 1656'da Fatih Camisi'nde toplanarak esnafı ve ayaktakımım harekete geçirdiler. Zorbalıklarının ve çıkardıkları karı- şıklıklann gittikçe artması üzerine Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa, Üstüvani Mehmed Efendi, Türk Ahmed ve Divane Mustafa gibi önde gelen Kadızadelileri Kıb- ns'a sürerek etkinliklerine son verdi.

kadife, yüzeyi kısa ve sıkı havlarla kaplı halde dokunmuş kumaş. Giysilerde ve döşemecilikte kullanılır. İpek, pamuk ya da yapay elyaftan, havlı dokuma yöntemiyle üretilir. Düz kadifeler, ucu makaslanmış ipliklerden oluşan, desensiz ve yumuşak bir yüzeye sahiptir. Kadife kumaşların tersi düzdür. Uygulanan dokuma yöntemi kumaşın tersinden anlaşılabilir. Kadifeler fitilli, kordlu ya da desenli olarak da üretilebilir.

kadifebalığı bak. yeşilsazankadifeçiçeği, bileşikgiller (Asteraceae) fa-milyasının, Tagetes cinsini oluşturan 30 ka-

357 kadir

dar biryıllık otsu bitki türünün ortak adı. Anayurdu Kuzey Amerika'nın güneybatı kesimleri ile Güney Amerika'dır.Tagetes türlerinin tek tek ya da kümeler halinde bulunan sarı, turuncu ya da kırmızı renkli gösterişli çiçekleri, gövdeye karşılıklı dizilen, ince parçalı ve keskin kokulu yaprakları ve her çiçek başçığının altında çanaksı bir yapı oluşturan bürgüleri (yapraksı yapılar) vardır. T. erecta ve T. patula gibi bazı türler bahçelerde yaygın bir biçimde süs bitkisi olarak yetiştirilirler. Anayurdu Güney Amerika olmasına karşın dünyanın pek çok yöresine yayılmış, sarımsı yeşil çiçekli bir tür olan T. minuta'y 'â Anadolu'da da Karadeniz ve Ege kıyılarında rastlanır.Kadifekale, İzmir'in Kadifekale semtinde, kente ve körfeze egemen konumdaki tepenin (eskiden Pagos Dağı) üstünde kale. İskender'in komutanlarından Lysimakhos tarafından İÖ 4. yüzyılın sonunda yaptınldı- ğı sanılmaktadır. Beden duvarlarının, bombeli yüzeyli taşlarla örülmüş alt bölümleri bu dönemden kalmıştır. Daha sonra Romalılar ve Bizanslılarca onarılıp genişletilen kale, 1402'de Timur'un ordularınca yıkılmış, 1668'deki depremden de büyük zarar görmüştür. Bugün güney duvarları ile batıda, kente ve körfeze bakan beş burcu ayaktadır. İçindeki sarnıcın Bizans döneminden kaldığı sanılır. Eskiden kapısının üstündeki mermer Amazon kabartmasının Türkler tarafından Saba melikesi Kaydafa' ya yakıştırıldığı ve bu adın zamanla bozularak Kadifekale'ye dönüştüğünü ileri süren kaynaklar vardır.kadi'l-kudat, KADİ'L-KUZAT olarak da bilinir, ortaçağ İslam devletlerinde başkadı.İslam tarihinde ilk kadi'l-kudat, 780'de Bağdat kadılığına atanan İmam Ebu Yusuf'tur (ö. 798). Abbasilerde kadi'l-kudat, Büyük Divan'ın vezirden sonra gelen üyesi ve adliye örgütünün de başıydı. Aynı zamanda Bağdat başyargıcı olan kadi'l-kuda- tın, kadıları atama yetkisi vardı. Samaniler- de Divan-ı Kadı denen adalet kuruluna başkanlık eder, buyruğundaki kadılar aracılığı ile ülkede şeriatı uygulardı. Büyük Selçuklularda hukuksal ve şer'i konulardan sorumlu olan kadi'l-kudat, Hanefi fıkhına göre fetva verirdi. Askeri yargının başı ise kadi'l-leşker (ordu kadısı) idi. Anadolu Selçuklularında Konya kadısı aynı zamanda kadi'l-kudattı. Kayseri, Aksaray, Sivas, Niksar, Şarkikarahisar ve Tokat kadılıkları, Konya kadısına bağlıydı. İlhanlılarda kadi'l- kudat, merkeze bağlı İslam ülkelerindeki şer'i ve hukuksal konulara bakmakla yükümlü divanın (Divan-ı Kuzat-ı Memalik) başkanıydı. Ayrıca Irak'ta da bağımsız bir kadi'l-kudat bulunurdu. İlhanlı kadi'l-kuda- tı yargılama, mahkeme sicil ve tutanaklarını düzenletme, hüccet verme, ukud, nikâh, kısmet, miras, zekât vb gibi işlerin yürütülmesiyle görevliydi. Memlûklerde başkent Kahire'de dört Sünni mezhebin birer kadi'l- kudatı, bunların üstünde de kadi'1-dari'l-adl denen büyük yargıç vardı. Şam ve Halep'te-ki mezhep kadi'l-kudatları, bağlı medreseleri denetlemekle de görevliydiler.

Kadifeçiçeği (Tagetes erecta)Derek Fell

Page 21: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kadir, astronomide, yıldızların ya da öteki gökcisimlerinin parlaklık ölçüsü. Gökcisminin parlaklığı arttıkça kadirini gösteren sayı küçülür. Eskiden yıldızlar altı kadir sınıfına ayrılmıştı ve en parlak yıldızların kadiri 1 olarak kabul edilmişti. 1850'de İngiliz astronom Norman Robert Pogson, günümüzde kullanılan sistemi geliştirdi. Buna göre, iki kadir arasında oransal olarak 2,512 değerin-kadir alayı 358

de bir parlaklık farkı vardır; örneğin, 5. kadirden bir yıldız, 6. kadirden bir yıldıza oranla 2,512 kat daha parlaktır. Böylece, beş kadirlik fark, 100 katlık bir parlaklık farkına karşılık gelir.Ölçeğin standartlaştınlmasından ve en parlak yıldızların kadirinin sıfır olarak kabul edilmesinden sonra, aydınlatma gücü sıfırına kadirden çok yüksek yıldızların olduğu fark edildi ve ölçeğe eksi kadirler eklendi.Herhangi bir gökcisminin, Yer'deki bir gözlemci tarafından algılanan parlaklığına o cismin görünen (ya da görünürdeki) kadiri denir. Güneş'in görünen kadiri —26,7, dolunay zamanında Ay'mki —11 ve parlak Akyıldız'ınki ise -1,5'tir. Ancak en güçlü teleskoplarla görülebilen en soluk yıldızların görünen kadiri yaklaşık 20'dir. Mutlak kadir ise, bir gökcisminin 10 parsek (32,6 ışık yılı) uzaklıktan gözlemlenmesi durumunda göstereceği parlaklıktır. Güneş'in mutlak kadiri 4,8'dir.Bolometrik kadir, bir yıldızın yalnızca göze görünür ışığının değil, tüm ışınımının hesaba katılmasıyla elde edilen kadiridir. Işınım tayfının yalnızca çok dar bölümlerinde belirlenen kadire ise monokromatik kadir denir. Dar bant kadiri, biraz daha geniş bir tayf bölümünü, geniş bant kadiri ise daha da geniş bir tayf bölümünü temel alır. Fotoğraf levhaları, mavi ışığa çıplak göze oranla daha duyarlı olduğundan fotoğ- rafik kadire kimi zaman mavi kadir de denilir. Göz en çok sarı ışığa duyarlı olduğundan görsel kadir sarı kadir olarak da adlandırılır. Ayrıca bak. renk indeksi.kadir alayı, Osmanlı padişahlarının Kadir Gecesi namaz kılmak için camiye gidiş gelişlerinde yapılan tören. Ramazan ayının 27. gecesi olan Kadir Gecesi'nde, Ösmanlı padişahı kalabalık bir alayla saraydan çıkar, maiyetiyle bir camiye, genellikle Ayasofya'ya giderek burada hünkâr imamının kıldırdığı kadir namazına katılır, aynı tören alayı ile saraya dönerdi. Ramazanın yaz mevsimine rastladığı yıllarda padişah, yazlık sarayından gündüz Top- kapı Sarayı'na gelir, iftarı burada yaptıktan sonra törene katılırdı. Kadir alayına, teşrifattaki ilmiye üyeleri ile sivil ve askeri görevlilerin katılmaları kuraldı. Ayrıca nöbetçi has odalılar da padişaha eşlik ederlerdi. Tören gece yapıldığı için, saraydaki Hırka-i Şerif Dairesi'nden Ayasofya'ya kadar uzanan yolun her iki yanı akkâmlarca meşalelerle aydınlatılırdı. II. Abdülhamid, bu eski geleneğe son vererek kadir namazını Yıldız Camisi'nde kılmıştır.Kadir Gecesi, Müslümanlarca kutsal sayılan gecelerden biri. Kuran, bu geceyi "leyletü'l-mübarek" (kutsal gece) olarak anar (Duhan 3) ve Kuran'ın kadir gecesi indirildiğini bildirir (Kadir 1-5). Gene Kadir suresine göre bu gece bin aydan daha hayırlıdır; Tanrı'nın izniyle melekler bu gece her iş için iner ve tanyeri ağarıncaya değin esenlik hüküm sürer.Hz. Muhammed Kadir Gecesi'nin ramazan ayının son 10 günü içinde gizli olduğunu ve büyük olasılıkla 27. gece olduğunu belirtmiştir. Hadislerde bildirildiğine göre, Kadir Gecesi ibadet eden kişinin bütün günahları bağışlanır, hiçbir duası geri çevrilmez; geceyi izleyen gün tutulan oruç bütün yıl boyunca tutulan oruca eşit sayılır. Bu nedenle bütün gecenin Kuran okuyarak, namaz kılarak, düşünerek ve dua ederek geçirilmesi öğütlenir.Osmanlı döneminde Kadir Gecesi bütün camilerde, özellikle de Ayasofya ve Eyüp- sultan camilerinde sabaha değin ibadet edilirdi. Ayasofya'da bazı şeyh ve dervişler tarikat ayinleri yapar, tekkelerde Kuran hatimleri indirilirdi. Padişahlar da bu gece kadir alayı(*) denen bir törenle bir camiye, genellikle Ayasofya'ya gider, burada cemaatle birlikte namaz kılarak dönerdi.Kadiriye, 12. yüzyıl başlarında Abdülkadir Geylani'nin(*) kurduğu tarikat. Anadolu'ya ilk kez Eşrefiye tarikatının kurucusu Eşref- oğlu Rumi (1353-1469) aracılığıyla gelmiş ve

Ismailiyenin kurucusu İsmail Rumi (ö. 1631) tarafından yayılmıştır. İsmail Rumi İstanbul'da, tarikatın Osmanlı topraklarındaki merkez tekkesi niteliğindeki Kadiriha- ne'yi kurmuş, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli yerlerinde de 40 kadar Kadiri tekkesi açmıştır. Türkiye'de varlıklarını günümüzde de sürdüren Kadiriler, "burhan gösterme" adı altında şiş saplama, kızgın fırına girme, ateşle oynama gibi gösteriler yaparlar. İslam dünyasında Fas'tan Endonezya'ya kadar geniş bir alanda etkili olan Kadiriyenin

Eşrefiye ve Rumiye dışında varlığını sürdüren başka büyük kolları Esediye, İseviye, Ekberiye, Yafiiye, Hilaliye, Garibiye ve Halisiyedir. Kadiriye'ye göre bir mürit önce bir çile dönemi yaşayarak zahidliğe bütünüyle alışmalı, sonra maddi dünyaya geri dönerek bir yandan haz ve nasibini alırken, bir yandan da başka insanları uyarmalıdır. Ama dünya ve ahiret nimetlerinin insan ile Tanrı arasında bir perde olduğunu unutmamalı, bıı nimetleri değil, Tanrı'nın kendisini amaçlamalıdır. Günlük yaşamında Tanrı'nın buyruklarını yapmalı, yasaklarından kaçınmalı ve kadere boyun eğmelidir. Tanrı'ya kulluk ederken edimleri bir sıraya koymalı, önce farz olan buyrukları yerine getirmeli, sonra vacib ve sünnet olanları yapmalı, bunları da nafile ibadetler izlemelidir. En kuşatıcı ve yetkin ibadet ise Tanrı'nın anılmasıdır (zikr).Tarikat zinciri Hz. Ali'ye ulaşan Kadiriye, bütün Alevi tarikatlar gibi açık zikri (zikr-i celi) benimser. Genellikle topluca yapılan zikir sırasında halka biçiminde dizilen müritler ellerini birbirlerinin omuzlarına koyarlar. Daha çok "Hu" diyerek zikreden Kadiriler bu sırada gözlerini kapar, başlarını kelime-i tevhidi temsil edecek biçimde sağa sola sallarlar. Kadiriler ayrıca bir kez sabah namazından sonra, bir kez de günün uygun zamanında Tanrı'ya hamd, peygambere salat ve selam ile dualardan oluşan Arapça dua (vird) okurlar.Kadirli, Akdeniz Bölgesi'nde, Adana iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 1.497 km2 olan Kadirli ilçesi doğuda Kahra-manmaraş ili, güneydoğuda Düziçi, güneyde Osmaniye, güneybatıda Ceyhan, batı ve kuzeyde de Kozan ilçeleriyle çevrilidir. İlçe topraklan Çukurova'nın kuzeydoğu kesimindeki Ceyhan Ovası ya da YukarıOva ile daha kuzeydeki Dibek Dağlarının güney uzantıları arasında yer alan bir geçiş alanıdır. İlçe topraklarının sularını Kesik Suyu ile Savrun Çayı toplar; Ceyhan Irmağı da güneydoğuda Düziçi ilçesiyle doğal bir sınır oluşturur. Kesik Suyu üzerinde sulama amaçlı Kesiksuyu Barajı kurulmuştur. Ceyhan Irmağı üzerinde kurulan sulama, taşkın önleme ve enerji üretimi amaçlı Aslantaş Baraj Gölünün bir bölümü ilçe sınırları içindedir.İlçe halkının ana geçim kaynağı tarımdır. En çok buğday, çiğit, pamuk, portakal, arpa, mandalina ve yerfıstığı ile az miktarda mısır, üzüm ve soya yetiştirilir. Dağlık yörelerde ise küçükbaş hayvancılık önem taşır. İlçenin güneydoğusunda Karatepe- Aslantaş Milli Parkı(*) kurulmuştur. Kadirli yöresi, Çukurova'daki en eski yerleşim alanlarından biridir. Ceyhan Irmağı yakınındaki Karatepe ve Domuztepe'de yapılan kazılar, buradaki yerleşipıin tarihinin İÖ 1200'lere uzandığını göstermektedir. Hitit ve Fenike yazıtlarının bulunduğu Karatepe, daha sonra bir Asur yerleşmesi durumuna gelmiştir. Domuztepe'de kale duvarlan, sfenksler ve kapıların yanı sıra taştan yapılmış bir zeytinyağı presi bulunması, daha İÖ 1200'lerde yağın bilinip üretildiğini ortaya koyar. Yörenin Roma döneminde

Flaviopolis adıyla anıldığı bilinmektedir. 14. yüzyılda Dulkadıroğullarının eline geçen Kadirli yöresi 16. yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarına katıldı. Dulka- dıroğulları ve Osmanlı dönemlerinde Kars- zulkadriye ve Karspazarı adlanyla anılan yerleşme, 19. yüzyıl sonlarında Adana vilayetinin Kozan sancağına bağlı bir kaza merkeziydi. 1920'de Kozan iline bağlanan Karspazarı, 1926'da adı Kadirli biçiminde değiştirilerek Adana iline bağlandı. İl merkezi Adaııa'ya 97 km uzaklıkta olan Kadirli, Çukurova'nın önemli kentlerinden- dir. 1940'lardan başlayarak, ama özellikle 1950'lerden sonra, Çukurova'ya yönelen göçten Kadirli de etkilendi; ilçenin kır ve kent nüfusu hızla arttı. Çoğunlukla tarım işçilerinin gerçekleştirdiği bu göç, tarımda makineleşmenin yaygınlaşması ile toprak mülkiyetindeki bütünleşmenin yanı sıra sanayi yatırımlarının yapılmaması nedeniyle 1965'ten sonra ilçe dışına göçe dönüştü. İlçedeki başlıca tarihsel yapılar, Hititler- den kalma Domuztepe ve bugün bir açıkha- va müzesine dönüştürülmüş olan Karatepe ile Roma yapısı Cem ve Haçlıların yaptığı Kum kaleleridir. Romalılann tapınak olarak yaptığı, Hıristiyanlık döneminde bazilikaya çevrilen ve 1489'da camiye dönüştürülen, bugün yıkık durumdaki Alacami ve 19. yüzyıl yapısı olan Hamidiye Camisi kentteki önemli tarihsel yapılardandır. Kadirli Belediyesi 1876'da kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 114.091; kent, 55.061.

Kadisiye, el-, Irak'ın güney kesiminde il (muhafaza). 8.507 km2'lik alanıyla ülkenin en küçük illerinden biridir. Eski ed-Divani- ye ilçesinin (liva) yerine 1969'da oluşturulmuştur. Fırat Irmağının kollarınca akaçla- nır. İlin bazı kesimlerinde sulama yapılır. Bağdat-Basra arasındaki kara ve demir yolu el-Kadisiye'den geçer. İl merkezi ed-Diva- niye kentidir. 1980'lerde kazılmaya başlayan Sümer kenti Nippur'un kalıntıları ed- Divaniye'nin kuzeybatısında yer alır. Nüfus (1985 tah.) 511.799.

kadıştu bak. kedeşa

kadmiyum (Cd), periyodik tablonun Ilb grubunda (çinko grubu) yer alan kimyasal element. Gümüş beyazlığında, kolayca par- latılabilen bir metaldir.

Kadiriye zikri, bir oymabaskı, 18. yyAra Güler Arşivi

Page 22: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Özellikleri, bulunduğu yerler ve kullanım alanları. Kadmiyum hemen hemen kalay kadar yumuşak ve büküldüğünde kalay gibi ses veren, levha haline getirilebilen bir metaldir. Görece düşük sıcaklıklarda erir ve kaynar; buharı koyu sarı renkli ve tekatom- ludur. Metal halde kuru havada kararlıdır, nemli havada ise bir oksit katmanıyla kaplanır; akkor sıcaklığa ısıtıldığında yanar ve mineral asitlerde kolaylıkla çözünür. Kadmiyum tozu ve buharı solunum yoluyla alındığında zehirlenmeye neden olur. Kadmiyum elementini ilk olarak 1817'de Alman kimyacı Friedrich Stromeyer, bir çinko karbonat örneğinde buldu; aynı yıl K. S. L. Hermann ve J. C. H. Roloff bir çinko oksit örneğinde kadmiyuma rastladılar. İlaç yapımında kullanılan bu iki çinko bileşiği de, arılıkları bakımından inceleniyordu. Yerka-buğunda eser halde (milyonda 0,2 oranında) bulunan kadmiyuma birkaç mineralin yanı sıra, başta yan ürün olarak elde edildiği çinko cevherleri olmak üzere bazı cevherlerde az miktarda rastlanır. Kadmiyum çoğunlukla çinko derişkilerinin sinterlenme- sinde ortaya çıkan gazlardan, kurşun ergitme fırınlarından çıkan gazlardaki tozlardan ve çinkonun elektroliz yoluyla arıtılması süreçlerinde oluşan çeşitli atıklardan elde edilir.Üretilen kadmiyumun çoğu demir, çelik, bakır, pirinç ve öbür alaşımların yenime (korozyon) karşı korunmasında, elektroliz yoluyla kaplamada kullanılır. Kadmiyum kaplama özellikle alkalilerin etkisine karşı dayanıklıdır. Ayrıca kadmiyumdan, nikel oksit ya da gümüş katotlu yeniden dolduru-labilir pillerde anot olarak yararlanılır. Kadmiyum pek çok ağır metalle birleşerek çeşitli alaşımlar oluşturur; bunların en önemlileri yatak alaşımları ile lehimlerde kullanılan düşük erime noktalı alaşımlardır. Kadmiyum ısıl nötronları etkin bir biçimde soğurduğundan, bazı nükleer reaktörlerin denetim çubuklarında da kullanılmaktadır.Kadmiyum doğada, kadmiyum-106 (yüzde 1,2), kadmiyum-108 (yüzde 0,9), kad- miyum-110 (yüzde 12,4), kadmiyum-111 (yüzde 12,8), kadmiyum-112 (yüzde 24), kadmiyum-113 (yüzde 12,3), kadmiyum-114 (yüzde 28,8) ve kadmiyum-116'dan (yüzde 7,6) oluşan sekiz izotopun karışımı halinde bulunur.Başlıca bileşikleri. Kadmiyum kimyasal bileşiklerinin hemen hemen tümünde, özellikle halojenürlü karmaşık iyonlar gibi birçok kararlı karmaşık iyon oluşturan renksiz Cd+2 iyonunda olduğu gibi +2 değerlidir. Kadmiyum metalinin kadmiyum II haloje- nür eriyiklerinde çözünmesiyle +1 değerli birkaç bileşiği hazırlanmıştır. Bu yolla oluşan iki atomlu kadmiyum I iyonu (Cdî2) suda kararsızdır ve hemen kadmiyum mecali ile kadmiyum Cd+2

iyonuna ayrışır.Kadmiyum bileşiklerinin en önemlisi kadmiyum oksittir (CdO). Kadmiyum buharlarının havada yakılmasıyla elde edilen ve kahverengi bir toz olan kadmiyum oksit, öbür kadmiyum tuzlarının pek çoğunun üretiminde kullanılan bir başlatıcı maddedir. Ticari açıdan önemli olan bir başka bileşiği ise kadmiyum sülfürdür (CdS). Ço-ğunlukla bir kadmiyum çözeltisinin, çözü- nebilen bir sülfürle işlem görmesiyle üretilen ve parlak sarı bir pigment olan (kadmiyum sarısı olarak da bilinir) kadmiyum sülfür, kükürte ve yükseltgenmeye karşı dayanıklılığı ve renginin kararlı olması nedeniyle üstün nitelikli boyalarda ve ressamların toz boyalarında kullanılır. Çoğunlukla kadmiyum tuzlarının çözeltilerinden hidrojen selenür ya da alkali selenürlerle çöktü-rülen kadmiyum selenür (CdSe) bileşiği sanayi açısından önemlidir. Çöktürme koşullarının değiştirilmesiyle sandan parlak kırmızıya kadar değişen kararlı renklerde üretilebilen bu bileşik, tek başına ya da kadmiyum sülfürle karışım halinde yaygın biçimde kullanılan üstün nitelikli bir pigmenttir.atom numarasıatom ağırlığı 112,40erime noktası 321°Ckaynama noktası 165°C özgül ağırlığı 8,65 (20°C'de)birleşme değeri 2elektronların yerleşimi 2-8-18-18-2 ya da (Kr)4rf105s2

kadmiyum zehirlenmesi, kadmiyumun ya da kadmiyum bileşiklerinin, genellikle sindirim ya da solunum yoluyla vücuda girmesiyle ortaya çıkan zehirlenme. Zehirlenme, içi kadmiyum kaplı kaplarda hazırlanan asitli yiyecek ya da içeceklerin (örn. limonata) alınmasıyla ortaya

çıkabilir. Kadmiyumun vücuda girmesinden 15 dakika sonra başlayan bulantı, kusma, ishal ve bitkinlik 24 saat içinde hafifler. Sanayide çalışanlarda solunum yoluyla vücuda giren kadmiyum buharı, akciğerlerde kimi zaman öldürücü olabilen, son derece şiddetli ve akut iltihaplanmaya yol açar. Soluma sonucu oluşan kronik zehirlenme, koku alma duyusunun yitimi, öksürük, solunum güçlüğü, kilo kaybı ile karaciğer ve böbrek dokusunun örselenmesine neden olabilir. Kadmiyum zehirlenmesi kalsiyum disodyum edetat adlı maddenin ağızdan verilmesiyle tedavi edilir.Kadmos, Yunan mitolojisinde, Phoiniks'in ya da Fenike kralı Agenor'un oğlu ve Europa'nın ağabeyi. Efsaneye göre Europa, Zeus tarafından kaçırılınca Kadmos onu bulmaya gönderilir. Ama Europa'yı bulamaz ve Delphoi kâhinine danışır. Kâhin, Kadmos'a, aramaya son vermesini, bunun yerine bir ineği izlemesini ve hayvanın

dinlenmek üzere durduğu yerde bir kent kurmasını emreder, inek, Kadmos'u Boio- tia'ya (İnek Diyan) götürür ve Kadmos burada Thebai kentini kurar. Sonraları Kadmos, öldürdüğü bir ejderin dişlerini toprağa gömer ve bunlardan Spartoi (Ekilmiş) adlı silahlı adamlar türer. Topraktan çıkar çıkmaz birbirleriyle kavgaya tutuşan bu adamlardan sağ kalan beşi Kadmos'a Thebai kalesi Kadmea'mn inşasında yardım ederler ve kentteki en soylu ailelerin kurucusu olurlar. Kadmos daha sonra Ares ile Aphrodite'nin kızı Harmonia'yla evlenir.

359 kadril

Kadmos'un Aphrodite'den Polydoros adında bir

erkek ile İno, Autonoe, Agaue (Agave) ve Semele adlarında dört kızı olur. Kadmos ve Harmonia sonunda Illyria'ya çekilirler. Ama tanrıları kızdıran Illyrialılar cezalandırıldıklarında Zeus, Kadmos ve Harmonia'yı siyah yılanlara dönüştürerek kurtarır ve "Kutsanmışların Adaları"na gönderir. İnanışa göre Eski Yunanlılara alfabeyi Kadmos getirmiştir.Kadoma, Japonya'da, Honşu Adasındaki Osaka kentsel ilinde (fu) kent. Osaka kentine komşudur; Yogo Irmağının sol kıyısında yer alır. Burada yetiştirilen lotus çiçeğiyle ünlüdür. 1909'da Osaka'yla demiryolu bağlantısının kurulmasından sonra sanayi hızla gelişmiştir. Kentte, 1933'te merkezini buraya taşıyan Matsushita Electric Industrial Company, Ltd.'nin kurup işlettiği elektronik makine, elektrikli aygıt, plastik eşya ve yapı malzemesi fabrikaları vardır. Nüfus (1990) 142.288.

Kadoma, eskiden GATOOMA. Zimbabve'nin orta kesimindeki, Batı Mashonaland ilinin merkezi kent. Adını yakınlardaki Kadoma (Gatooma) Tepesinden alır. 1907'de köy olarak kurulan Kadoma, 1917'de belediye statüsüne kavuştu. Verimli topraklarla kaplı bir bölgede, Harare (Salisbury) ile Bulavva- yo arasında uzanan demiryolu ve karayolu üzerinde yer alır. Kentte pamuk, mısır, tütün ve sığır ticareti yapılır, pamuklu kumaş dokunur. Zimbabve'nin en büyük altın madeni, kentin 8 km kuzeydoğusundaki Eiffel Flats'tedir. Kentte krom, nikel ve pirit çıkarılır. Kadoma'da 1925'te kurulan Kadoma Tanmsal Araştırma Merkezi ve Orta Afrika Pamuk Zararlılan Araştırma Kurumu'na bağlı Tarımsal Araştırma Kurulu etkinlik gösterir. Nüfus (1982 geç.) 44.600.

kadril (Fransızca quadrille), 18. ve 19. yüzyıllarda moda olan ve dört çiftin bir kare oluşturarak yaptıkları dans. İngiliz soylularının 1815'te seçkin Paris salonlarından İngiltere'ye getirdiği bu dans dört, bazen de beş contredanse'tan(*) oluşuyordu. Contre- danse gibi kadril de karmaşık adımlardan

çok, iç içe örülmüş figürlerin bir arada uygulanmasına dayanıyordu. Kadrilin her bölümü tour de deux mains (iki elli dönüş), chaîne des dames (hanımlar zinciri) gibi çeşitli figürler birleştirilerek yapılıyordu. Kadril çoğunlukla opera melodilerinden bir potpuri ile

yapılırdı. Kadrilin bir çeşidi olan lancers, 1800'lerin sonlarında

yaygınlaştı. 20. yüzyılın ortalarında ise halk dansı yapılan kulüplerde kadril hâlâ yaygındı.

48

&

elli qilfîî!î - liligff:»

Kadmos'u ejderhayı öldürürken canlandıran siyah figürlü bir Lakonıa kyliks'Men ayrıntı; Louvre Müzesi, ParisMusee du Louvre. Paris; fotoğraf, H. Roger • Viollet

Kadril dansıBettmann Archive

Page 23: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kadro 360

Kadro, İstanbul'da yayımlanan aylık düşün dergisi (Ocak 1932-Aralık/Ocak 1934-35). Savunduğu düşüncelerle bir yayın organının gücünü aşan siyasal ve düşünsel bir etki yaratmıştır.1931'de çıkarılan basın yasasının getirdiği sıkı denetim koşullan nedeniyle Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) ve Başbakan İsmet Paşa'nm (İnönü) özel izniyle yayımlanmaya başladı. Kurucuları Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Şevket Süreyya (Aydemir), Vedat Nedim (Tör), Burhan Asaf (Belge), Şevki (Yazman) ve İsmail Hüsrev (Tökin), derginin sahibi Yakup Kadri, yayın müdürü ise Vedat Nedim'di. Kadro'mm çıkış nedeni, derginin ilk sayısında şöyle açıklanıyordu: "Türkiye bir inkılap içindedir... neslimizin muhtaç olduğu inkılap şevkini her zaman uyanık tutmak ve inkılabımızın bir bakışta idrakimizi durdurur gibi gözüken coşkun ve mürekkep cereyanına daima hâkim kalabilmek için, onun prensiplerini hududu muayyen kriter- yumlar şeklinde bilmeye, benimsemeye ve benimsetmeye mecburuz. Kadro bunun için çıkıyor".Kemalizmin kapitalizm ve sosyalizmin dışında bir "üçüncü yol" olduğu savından hareket eden Kadro'nun ekonomide devletçilik, sınıfsız-çelişkisiz toplum, yeni tarih ve dil anlayışı gibi iddialı düşüncelerle ortaya çıkışı, dönemin aydınları, devlet yöneticileri ve iş çevreleri arasında geniş yankılar uyandırdı. Bazı çevreler Kadro yazarlarının Marksist olduğunu ileri sürerken, bazıları da korporatist anlayışı savunduklan ve yaşamın her alanında devlet denetiminden yana oldukları için onları faşistlikle suçladı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker, Kadro'nun parti programında yer almayan görüşleri savunduğunu ileri sürüyor, Falih Rıfkı'nm (Atay) Hakimiyet-i Milliye'ü ve Ahmet Hamdi'nin (Başar) Kooperatifi dışındaki tüm etkin yayın organları Kadro'yu sert bir dille eleştiriyorlardı.Kadro dergisi, bütün bu eleştirilere karşın uzun süre Mustafa Kemal'in desteğiyle devletten para yardımı gördü. Ama dergiye yöneltilen eleştirilerin giderek siyasal rejimi hedef alan bir çizgiye ulaşması üzerine, Mustafa Kemal dergiden desteğini çekti. Dergi sahibi Yakup Kadri'nin Tiran elçiliğine atanmasından sonra Kadro'nun yayın kurulu dağıldı ve dergi 35-36. birleşik sayısıyla yayımına son verdi. Ankara iktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (AİTİA) Kadro'mm bir tıpkıbasımını yayımlamıştır (1978-80 , 3 cilt, yay. haz. Cem Alpar).Kadro Hareketi, Kadro(*) dergisi çevresinde toplanan bir grup aydının, Kemalizmin kapitalizm ve sosyalizm dışında bir "üçüncü yol" olduğu savıyla başlattığı siyasal düşünce akımı.Cumhuriyet yönetiminin Türkiye'de de etkisini gösteren 1929 Büyük Bunalımı'na karşı bir dizi ekonomik önlem aldığı ve devletçilik uygulamalarını yaygınlaştırdığı bir dönemde Şevket Süreyya (Aydemir), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Vedat Nedim (Tör), Burhan Asaf (Belge), İsmail Hüsrev (Tökin) ve Şevki (Yazman) Kadro adlı bir dergiyi yayımlamaya başladılar. Kadro'ya. göre 1919'da Kurtuluş Savaşı ile başlamış olan Kemalist devrim henüz bir kurama ve temel programa kavuşamamıştı. Derginin amacı devrimin kuramsal temellerini oluşturmak ve amaçlarını saptamaktı.Kadro'nun çıkış noktası, Kurtuluş Savaşı içinde doğmuş ve gelişmiş olan Kemalizmi bütün azgelişmiş ya da yarı-sömürge ülkeler için örnek alınması gereken bir devrim modeline dönüştürmekti. Kadro Hareketi' nin başını çekenlerin arasında Şevket Süreyya, Vedat Nedim gibi bazı eski Marksistler de vardı ve dergide ortaya konan siyasal çözümlemeler genellikle bu düşünceden esinlenmişti. Onlara göre Kemalist devrim, sınıf özelliği taşıyan Fransız Devrimi (1789) ve Sovyet Devrimi'nden (1917) bambaşka koşullarda doğmuştu. Sınıf çatışmasının değil, kapitalist-emperyalist ülkelerle sömürge ya da yarı-sömürge ülkeler arasındaki çatışmanın ürünüydü. Bu nedenle yepyeni bir devrimdi ve bütün azgelişmiş ülke devrimlerine örnek oluştur-malıydı, Aynı nedenle, uygulanacak program dünyaya egemen olmaya çalışan kapitalizmin olduğu kadar sosyalizmin de dışında, onlardan farklı, bir "üçüncü yol" olmalıydı. Sımflann

olmadığı ya da yeterince oluşup belirginleşmediği ve dolayısıyla da sınıf çatış-malarının bulunmadığı azgelişmiş ülkelerde dayanışmacı bir toplumsal çözüme ancak, sınıf farklan doğurmayacak bir iktisat politikası izlenerek ulaşılabilirdi. Bu amacı gerçek-leştirebilecek tek politika, devletçilikti. Kadro dergisi, 1930'larda izlenen devletçi ekonomi politikayı desteklemekle birlikte, onu yetersiz bulduğunu da açıkladı. Dergiye göre devletçilik yalnızca bir iktisat politikası değil, ülkenin ekonomik bağımsızlığını kazanmasını sağlayacak tek yoldu. Bu politikanın sonu-cunda ülkede sınıfsal farklılıklar yaratılma-yacak ve toplumsal dayanışmanın sürmesi sağlanacaktı. Kadro Hareketi, bütün devrimlerin "halka rağmen" ama "halk için" yola çıkan, kendi içinde tutarlı bir kadro tarafından başarıldığı savından hareketle, Kemalist devrimin başarısını da devrimin hizmetinde çalışacak bir öncü kadronun yaratılmasında görüyordu.Kadro Hareketi, aslında Kemalist devrimin radikal sol bir yorumuydu. Ama devletçilik uygulamalarının giderek yaygınlaşması üzerine, bu uygulamanın en kararlı savunucusu olan Kadro dergisi gerek Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki bazı çevrelerin, gerekse özel girişime yakın bazı kuruluşların (örn. İş Bankası ve çevresi) boy hedefi oldu ve sürekli olarak eleştirildi. Eleştirilerin ve dergiye yönelik saldırıların artması karşısında, Kadro yayımını durdurmak zorunda kaldı.Kadro Hareketi, yalnızca Cumhuriyet dö-neminin düşünce tarihi açısından değil, daha sonra gündeme gelen siyasal sorunlara çok önceden dikkat çekmesi bakımından da önem taşımaktadır. Türkiye'nin kalkınma sorunları hakkında Kadro'da ortaya konan temel görüşler, sonraki yıllarda çoğu kez hiç değişmeksizin ya da güncel siyasal sorunlar karşısında yalnızca biçim değiştirerek, yeniden gündeme gelmiştir. Örneğin, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra yayımlanan Yön dergisi, Kadro dergisiyle benzer görüşleri savunmuştur.

Kaduna, Nijerya'nın ortakuzey kesiminde eyalet. Savanlardan oluşan 45.600 knr'lik bir alanı kaplar. Geleneksel Zaria emirliği ile Jemaa kentini içine alır. Güney kesiminin büyük bölümü, köle avcılığı sırasında zarar görmüştür. Zaria yöresinde surlarla çevrili pek çok yerleşme vardır. Eyalette aralarında Müslüman olmayanların da bulunduğu 30 kadar etnik topluluk yaşar; bunların içinde en kalabalık grup Gbari- lerdir.Eyaletin doğal bitki örtüsü savanlardan oluşur. Kaduna'da yetiştirilen pamuk ve yerfıstığı ihraç edilir. Öteki ticari ürünler olan karite meyvesi, zencefil, biber, soğan, soyafasulyesi, fadama adlı taşkın ovalann- da yetiştirilen sebze ve şekerkamışından elde edilen arıtılmamış şeker de ülkenin öteki kesimlerine kamyonlarla sevk edilir.Bir sigara fabrikası bulunan Zaria'da tütün de önemli bir ticari üründür. Başlıca geçimlik ürünler kocadan ve darıdır; ayrıca Kaduna kentinde, kocadarının mayalı içki yapımında kullanıldığı bir fabrika vardır. Sığır, keçi, tavuk, beçtavuğu ve koyun yetiştirilen ilde bir başka ekonomik uğraş ihracata yönelik deri tabaklamadır.Eyalet merkezi Kaduna kenti, Nijerya'nın en büyük tekstil merkezidir. Ayrıca bir petrol rafinerisi, otomobil montaj fabrikası, bir çelik haddehanesi, çimento fabrikası ile metal, plastik ve seramik eşya üreten fabrikalar yer alır. Warri'den gelen yaklaşık 600 km uzunluğundaki petrol boru hattı kente enerji sağlar. Bir başka sanayi merkezi de eyaletin en büyük kenti olan Zaria'dır. Kentte tütün ve çiğit işlenir; dokuma, bisiklet imal edilir; ayrıca basımevle- ri vardır. Pamuklu dokumacılık ve yörede yetişen indigo (çivit) ile yapılan boya- macılık, deri işleme, rafya örücülüğü ve özellikle Gbariler arasında yaygın olan çanak çömlek yapımı gibi geleneksel el sanatları da ekonomideki önemini korumaktadır. Eyaletin güney kesiminde, Jos Platosunun batı sınırındaki Kafanchan yakınlarında kalay ve tantalit madenleri işletilir.Zaria'da Ahmadu Bello Üniversitesi'yle (1962) tarım, hayvancılık ve eğitim enstitüleri yer alır.

Kaduna'da çeşitli alanlarda uzmanlık eğitimi sağlayan tıp okulları ile enstitüleri bulunur. Arkeoloji ve etnografya alanlarında uzmanlaşmış Ulusal Müze de (1975) burada yer alır. Kafanchan kenti de bir yükseköğretim merkezidir.Kaduna ve Zaria kentleri önemli demiryolu merkezleridir. Güneyde Lagos ve Port Harcourt'tan başlayan hatlar bu iki kentten geçerek kuzey ve doğudaki Kaura Namoda, Jos ve Nguru'ya ulaşır. Bir başka demiryolu kavşağı olan Kafanchan'dan ise kuzeydoğudaki Maiduguri ile güneydeki Port Harcourt'tan gelen ana hatlar geçer. Kaduna ve Zaria kentleri ise karayolu ulaşımında merkez durumundadır. Nüfus (1991) 3.628.300.

Kaduna, Nijerya'nın, ortakuzey kesiminde, Kaduna eyaletinin merkezi kent. Nijer' in başlıca kollarından olan Kaduna Irmağı kıyısında yer alır. Kuzey Nijerya'nın ilk İngiliz valisi, Sir (sonradan Lord) Frederick Lugard'ın emriyle Lagos-Kano Demiryolu üzerinde, demiryolu köprüsünün bulun-

duğu yerde 1913'te kurulmaya başladı. Adı Hausa dilinde "timsahlar" anlamına gelir. 1917'de, 160 km güneybatıdaki Zun- geru'nun yerine Kuzey illeri yönetim merkezi oldu; Kuzey Nijerya'nın altı eyalete ayrılmasından sonra da 1954-67 arasında Kuzey Bölgesi'nin merkezi olarak hizmet verdi. İslam öğeleri taşıyan, basitleştirilmiş bir üslupta inşa edilmiş olan yasama meclisi binası Lugard Hail kentin ana caddesinin başında yer alır. Sokoto sultanı (sardauna) ve Kuzey Nijerya'nın başbakanı Sir Ahma- du Bello'nun İbolarm düzenlediği bir askeri darbe (Ocak 1966) sırasında Kaduna'da öldürülmesi, Nijerya'da iç savaşın (1967-70) başlamasına yol açmıştır.Kaduna, 1950'lerin sonlarından başlayarak, kuzey eyaletlerinin ticaret ve sanayi merkezi haline geldi. Kentte Nijerya Borsa- sı'nın bir şubesi vardır. Sanayi kuruluşlarının çoğu Kaduna Irmağının güneyinde, ana demiryolu kavşağının yakınlarında toplanmıştır. Nijerya'nın en büyük iplik ve dokuma fabrikalarının bulunduğu kentte, ayrıca giysi, bira, meşrubat, deri, seramik ve plastik eşya, ilaç, mobilya, televizyon üretilir, gıda maddeleri işlenir. Kentte çeşitli basım ve yayın evleri de yer alır. Ağır sanayi ürünleri arasında çelik, alüminyum ürünleri, çimento, asbest çimentosu, beton bloklar, elektrik motorları, askeri gereçlçr ve patlayıcı maddeler sayılabilir. Kentte ayrıca bir çelik haddehanesi, bir otomobil montaj tesisi ve Nijer Deltasmdaki petrol yataklarından yaklaşık 600 km uzunluğundaki borularla gelen petrolü işleyen bir rafineri vardır. 1980'lerin başında bir petrokimya tesisi hizmete girmiştir.Aynı zamanda bir inşaatçılık merkezi olan Kaduna'da 1980'lerin başlarında bir borsa açılmıştır. Birçok gemicilik şirketinin kentte büroları vardır. Pamuk, yerfıstığı ve karite tohumu için bir toplama merkezi olan kentte kocadan, darı, mısır ve kolanın yanı sıra keçi, sığır ve kümes hayvanları ticareti yapılır. Merkezi Kaduna'da bulunan Hayvancılık Hizmetleri Eğitim Merkezi, kuzey eyaletlerindeki hayvan çiftliklerine hizmet verir.Kaduna Politeknik Okulu ile Nijerya Savunma Akademisi'nin bulunduğu kentte kiliseye bağlı öğretmen yüksekokulları ile Kaduna Eyalet Kütüphanesi de yer alır. Kentte ayrıca Nijerya Jeolojik Araştırma Kurumu'nun (1930) merkezi ile ülkenin fosil, mineral ve kay aç örneklerinin sergilendiği bir müze vardır. Ulusal Müze'de ise Kuzey Nijerya sanatından örnekler sergilenir. Kentte radyo ve televizyon

Kaduna'da Lugard Binası, NijeryaPicturepoint. Londra

Page 24: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

istasyonlan, bir yarış pisti, Ahmadu Bello Stadyumu (1964), birkaç hastane, Nijerya Tripanozo- miyaz Araştırma Enstitüsü (1951) ve Ulusal Göz Hastalıkları Merkezi de yer alır.Lagos, Port Harcourt ve Zaria'dan gelen jyıa demiryolu hatları Kaduna'nın güneyinde birleşir. Lagos-Kano karayolu iseJtent ten geçer. Kaduna'nın 8 km kuzeyinde bir de havalimanı vardır. Nüfus (1991 tah.) 301.900.Kaduna Irmağı, Nijerya'nın orta kesiminde, Nijer Irmağının ana kolu. Jos kentinin 29 km güneybatısındaki Jos Platosundan doğar ve kuzeybatı yönünde akarak Kaduna kentinin 35 km kuzeydoğusunda bir kavis çizer. Daha sonra güneybatı ve güney yönünde ilerler ve 547 km'lik çığırını tamamlayarak, Pategi'nin karşısında yer alan Mureji'de Nijer Irmağıyla birleşir. Çığırının büyük bölümünde seyrek ağaçlıklarla kaplı savanlar arasında akar. Aşağı bölümünde geniş Nijer taşkın ovalanna (fadama) girmeden önce birkaç boğazdan, bu arada Shiro- ro'da bulunan 3 km'lik granit bir koyaktan geçer.Hausa dilinde "timsahlar" anlamına gelen Kaduna'nın taşıdığı su miktarı, mevsimlere göre büyük değişiklik gösterir. Temmuz- ekim arasında Zungeru'nun aşağısında kalan bölümü hafif teknelerle ulaşıma elverişlidir. Yerel ürünlerin taşınmasında yararlanılan ırmakta balık da avlanır. Gbariler (Gvariler) ırmağın yukarı kesimindeki taşkın ovalarında pirinç ekerler. Ama pirinç ve şekerkamışı üretiminin temel uğraş olduğu asıl yer, Nupe topraklarının yer aldığı güney ovalarıdır. Bida, Edozhigi ve Badeggi yakınlarında büyük pirinç ekim alanları doğal yollarla sulanır. Irmak kıyısındaki en büyük kentler olan Zungeru ve Kaduna'da demir-yolu köprüleri vardır.

Kadügli, Sudan'ın ortagüney kesiminde, Kordofan bölgesine bağlı Kordofanü'l-Ce- nubiye ilinin (müdiriye) merkezi kent. Denizden yüksekliği 513 m'dir. Beyaz Nil Ovasının kuzey ucunda, el-Ubeyyid kentinin 240 km güneybatısında yer alır. Kentte arapzamkı ve çiftlik hayvanı ticareti yapılır, kumaş, sabun ve deri eşya üretilir. El- Delinc'e karayoluyla bağlanan Kadügli'de iç hat seferlerinin yapıldığı bir havalimanı vardır. 19. yüzyıl başlarında Mısır yönetimi altına giren kentin, bu dönemde Mısır ordusu için köle toplama merkezi olduğu sanılmaktadır. Nüfus (1973) 18.468.

Kaedi, Batı Afrika'da, Moritanya'nın güney kesimindeki Gorgol ilinin merkezi kent. Senegal Irmağının sağ kıyısında, akarsuyun Gorgol'la birleştiği noktada kurulmuştur. İki akarsuyun ve kollarının kıyıları

bazı mevsimlerde sular altında kalır. Ekime elverişli olan bu kesim ülkede en yoğun yerleşik nüfusu barındırır. Kuzeyden daha çok yağış alan öteki bölgelerde zebu, koyun ve keçi beslenir; bunlann deri ve köseleleri ihraç edilir. Nüfus (1988) 30.515.

Alfabetik sıralama sözcük esasına göre yapılmıştır.

kafa avcılığı, özellikle dinsel nedenlerle, insan başını kesip çeşitli yöntemlerle gövdeden ayrı olarak saklama geleneği. Bu geleneği açıklamak için kafa avcılığı ile çeşitli inanışlar arasında ilişki kurulmuştur. Bu görüşlere göre kafa avcılığı, başın ruhun merkezi olduğu yolundaki inançlarla, kur-banın ruhunu elde etmek amacıyla tüm vücudunun ya da bir bölümünün yenmesi biçimindeki bazı yamyamlık gelenekleriyle ya da fallusçu kültler ve toprağı verimli kılmak için düzenlenen bereket törenleri ile ilişkilidir. Dolayısıyla, daha çok tarım

toplumlarıyla özdeşleştirilen insan kurban etme geleneğine de dönüşebilir.Geçmişi Paleolitik Çağa uzanan kafa avcılığına dünyanın pek çok yerinde rastlanır. Bavyera'daki Ofnet'te bulunan Üst Paleoli- tiz Azilien kültüre ait kalıntılarda, özenle kesilmiş başların gövdelerden ayn gömüldüğü görülmüştür. Bu da başın özel bir kutsallık ya da önem taşıdığı yolundaki inanışa işaret eder.İrlanda ve İskoçya'da ortaçağ sonlarına değin rastlanan bu uygulama kara Avrupa'

361 kafa avcılığı

sında, Balkanlar'da 20. yüzyılın başlarına değin sürmüştür. Örneğin Karadağlılar kes-tikleri kafayı, üstündeki saçlardan tutarak taşırlardı. 1912-13 Balkan Savaşları'nda, baş yerine burun kesilmeye başladı. Bu uygulamada üst dudak da burunla birlikte kesiliyor ve bıyıklardan tutarak taşınıyordu.Herodotos, Asyalı kafa avcılarından söz etmiştir. British Museum'da bulunan bir Ninive alçak kabartmasında da, öldürdükleri kişilerin başlannı keserek yanlarında götüren Asurlar betimlenmiştir.Afrika'da, birçok âdetleriyle Endonezya kültürünü çağrıştıran Nijeryalıların kafa avcılığı yaptıkları bilinmektedir. Endonez-ya'da olduğu gibi Nijerya'daki kafa avcılığı da ürünlerin bereketi, evlilik ve kurbanın öteki dünyada hizmetkâr olma yükümlülüğü gibi inançlarla bağlantılıydı.Birmanya'da (bugün Myanmar) Hindistan' daki kafa avcısı kabilelerinkine benzer âdetleri olan çeşitli topluluklar vardı. Lava halkı (Valar) ise yalnızca belli bir mevsimde, tarladaki ürünün bereketini artırmak için ruhlara gerek duyulduğunda kafa avına çıkardı. Borneo, Endonezya'nın büyük bö-lümü, Filipinler ve Tayvan'da da benzer yöntemler uygulanırdı. Filipinler'in Luzon Adasında yaşayan bazı halkların 20. yüzyıl başlarına değin kafa avcılığını sürdürdüğü bilinmektedir. Endonezya'da kafa avcılığı Seram yöresinde (Alfurlar) ve Yeni Gine'de yaygındı. Assamlı (bugün Nagaland) Lhota Nagalar gibi Yeni Gine'deki Motular da, boynuzgaga kuşunun kafasını başarılarının göstergesi olarak taşırlardı. Bataklar arasında ve Tanimbar Adaları gibi çoğu bölgede ise kafa avcılığının yerini yamyamlığın aldığı öne sürülmüştür.Kafa avcılığının, Okyanusya'da da yam-yamlıkla iç içe geçerek onun gölgesinde kaldığı sanılır. Ama bu adaların çoğunda, benzeri uygulamalar sırasında kafanın kesilip sergilenmesi özel bir önem taşımıştır. Mikronezya'nın bazı yörelerinde savaşçılar, öldürdükleri düşmanın kafasını dans ederek ortada dolaştırırlardı.Melanezya'da kesilen kafa çoğunlukla mumyalanarak korunur, bazen de savaşçının, ölen kişinin ruhunu alması amacıyla maske olarak kullanılırdı. Benzer bir biçimde, Avustralya Yerlilerinin de, ölen düşmanın ruhunun öldürene geçtiğine inandıkları kaydedilmiştir. Yeni Zelanda'da ise, düşmanın kesilen kafası kurutularak saklanır, böylece yüz hatları ve dövme gibi özel işaretler korunmuş olurdu. Zamanla döv- ~ meli "kafaların- Avrupalılarca aranan bir süs eşyası olması, bu tür kafa avcılığının artmasına yol açtı. Avrupa'da hediyelik eşya olarak Maori ürünlerine talep artınca, "salamura kafa", gemi yük listelerinin sıradan maddelerinden biri oldu.Jıbarolar (Hivarolar) gibi Güney Amerika Yerlilerinde, genellikle kafatası çıkarıldıktan sonra kalan deri kızgın kumla doldurularak saklanırdı. Böylece insan kafası, küçük bir maymun kafası boyutlarına iner ve hatları olduğu gibi korunurdu. Bu bölgede, kafa avcılığı ile yamyamlık arasında tören- sel bir ilişki olduğu da sanılmaktadır. Aynı şey, bazı hayvanların kafalarında da uygulanırdı.Kafa avcılığına getirilen yasaklamalara karşın, 20. yüzyılın ortalanna değin ender de olsa bu tür uygulamalara rastlanmıştır. Okyanusya'da kafa avcılığının yasaklanması, geleneksel toplumun çöküşünde ve buna bağlı olarak nüfustaki azalmada en önemli etkenlerden biri olarak görülür.

Kaedi'den tipik bir görünüm, MoritanyaCaracciolo - Banoun - M. Grimoldi

Page 25: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kafa çiftleri 362

kafa çiftleri, KAFATASI SİNÎRLERİ olarak da bilinir, omurgalılarda, baş ve göğüs bölgesindeki duyu organları ile kasların beyinle doğrudan bağlantısını sağlayan ve vücudun sağ ve sol yarısında birer tane olmak üzere çiftler halinde bulunan sinirlerin ortak adı. Üstün yapılı omurgalılarda 12 kafa çifti vardır. Bunlar üstlendikleri işleve, ilgili oldukları bölgeye göre aldıkları adla (örn. görme, dilaltı), özel adlarıyla (örn. vagus) ya da her birine özgü olan Roma rakamıyla (örn. I. kafa çifti) bilinir. Basit yapılı omurgalılarda 10 kafa çifti vardır. Bu sinirler hareket ya da duyu siniri hücrelerini ya da her ikisini birden içerir. Göğüs ve karnın üst bölümlerindeki birçok organa uzanan X. kafa çifti (vagus) en önemlilerinden biridir. Kafa çiftleri para-sempatik sinir sisteminin bir parçasıdır. Ayrıca bak. otonom sinir sistemi.kafa derisi yüzme, zafer işareti olarak düşmanın saçıyla birlikte kafa derisinin tamamını ya da bir bölümünü yüzüp saklama geleneği. Daha çok Kuzey Amerika Yerlilerine özgü bir savaş geleneği olarak bilinmesine karşın, başka kültürlerde de görülmüştür. Herodotos, İskitlerde ve Sibirya'nın batısında yaşayan bazı halklarda bu uygulamanın varlığından söz etmiş, Pers- lerin de düşmanlarının kafa derisini yüzdüğü öne sürülmüştür.Kafa derisi yüzme Amerika Yerlilerinin tümünde görülmediği gibi, beyazların Kuzey Amerika'ya gelmelerinden önce böyle bir uygulamanın olmadığını söyleyen araştırmacılar da vardır. Bu âdet başlangıçta, büyük olasılıkla bugün ABD'nin doğusu ile aşağı St. Lawrence yöresini ve Güney Amerika'daki Gran Chaco'yu kapsayan sınırlı bir alanda gelişti. Fransız, ingiliz, Felemenk ve İspanyol kolonicilerin, düşmanlarının kafa derileri karşılığında büyük ödüller koymalarının ardından Kuzey Amerika'nın orta ve batı kesimlerine yayıldı. Pek çok Amerikalı sınır muhafızı ve asker de kafa derisi avcılığına girişti. Kafa derisi yüzme Güneydoğu Yerlileri için bir savaşçı olmanın ve ölülerin ruhlarını yatıştırmanın ön koşuluydu. Kuzeydoğu Yerlileri arasında ise tutsak almak kafa derisi yüzmekten daha önemliydi. Ova Yerlilerinde, bir savaşçı için en büyük onur, düşmana canlı iken dokunmaktı. Ama savaşta elde edilen zaferin simgesi olarak kafa derisinin yüzülmesi de önem taşırdı. Kafa derisi genellikle ölü düşmanın kafasından yüzülmekle birlikte, bazı Ova Yerlileri canlı kurbanları yeğlerdi. Bu işlem her zaman ölümle sonuçlanmaz, bazı kurbanlar kafa derileri alındıktan sonra canlı olarak serbest bırakılırdı. Dinsel törenlerde armağan olarak sunulan kafa derileri, bazen de zafer dansında kadınlar tarafından taşınır ve daha sonra ya atılır ya da takı ve tılsım olarak kullanılırdı.kafadanayaklılar (Cephalopoda), KAFA- DANBACAKLILAR olarak da bilinir, Mollusca (yumuşakçalar) filumundan ahtapot, kalamar ve mürekkepbalığı gibi tanınmış örnekleri içeren omurgasız deniz hayvanları sınıfı. Bu sınıf üyelerinin yaşadığı bilinen yaklaşık 130 cinsi ve 650 türü vardır. Ama Paleozo- yik (Birinci) Zamanın sonlarında (Paleozo- yik Zaman y. 570-225 milyon yıl önce) ve Mezozoyik (İkinci) Zamanda (y. 225-65 milyon yıl önce) büyük bir çeşitlilik kazanan kafadanayaklıların tür sayısı, varlıklarını sürdürebilenlerden çok daha fazladır. Am- monitler ve belemnitler soyu tükenmiş kafadanayaklıların en iyi bilinen örneklerini oluşturur.Sınıflandırma. Yaşayan kafadanayaklıları önceleri çiftsolungaçlılar anlamına gelen Dibranchia grubuna yerleştiren uzmanlar bu hayvanları iç yapılarına bakmaksızın kol sayılarına göre sekizayaklılar anlamına gelen Octopoda ve onayaklılar anlamına gelen Decapoda adıyla ikiye ayırmışlardır. Aynı

uzmanlar fosil türlerin tümünü dört solungaçlı Nautilus cinsiyle birlikte Tetrabranchia adını verdikleri grupta toplarlar. 1838'de d'Orbigny tarafından önerilen bu yapay sınıflandırma, fosillerin yumuşak parçalarını saptamaya yarayan X ışını tekniklerinin geliştirilmesi ve yeni fosillerin bulunmasıyla giderek değişikliğe uğramıştır. Günümüzde birçok uzmanın görüş

birliğine vardığı sınıflandırmada kafadanayaklılar üç altsınıfa ayrılır. Buna göre yalnız Amrnonoidea (bak. ammonit) altsınıfı tümüyle fosil türleri kapsarken geriye kalan fosil örnekler öbür iki altsınıfta yer alır. Nautiloidea altsınıfında Nautilus (bak. notilus) yaşayan türleri olan tek cinstir. Coleoidea altsımfıy- sa soyu tükenmiş Belemnoidea (bak. belem- nit) takımı ile Sepioidea (bak. mürekkepbalığı), Teuthoidea (bak. kalamar), Octopoda (bak. ahtapot) ve Vampyromorpha takımlarını içerir. Bu son takımın bilinen tek

bir türü vardır.

Boyutlar ve dağılım. Boyutları bakımından büyük çeşitlilik gösteren kafadanayaklılar arasında dev kalamarlar (Architeuthis cinsi) yaşayan en iri omurgasızlardır. Bunlardan A. dux türünün uzunluğu dokunaçlarıyla birlikte 18 m'ye yaklaşır. Gene bir kalamar cinsi olan ldiosepius 2 cm dolayındaki uzunluğuyla bu sınıfın en küçük üyesidir. Kol açıklığı 9 m'yi bulan ahtapotlar bilinmekle birlikte çoğunda kol uzunluğu 30 cm'yi geçmez. Kabuklu yumuşakçaların en irisi sayılan, Kretase (Tebeşir) Döneminden (y. 136-65 milyon yıl önce) kalma bir fosil ammonit türünün (Pachydiscus seppenra- densis) kabuk çapı 205 cm olarak ölçülmüştür.Kafadanayaklılar tümüyle denizde yaşamaya uyarlanmış hayvanlardır. Kızıldeniz gibi tuzluluk oram çok yüksek alanlarda yaşayabilmelerine karşın acı sulara girebilen pek az türü belirlenmiştir. Genel olarak açık denizlerin yüzeye yakın sıcak ve ılıman sularında geniş bir coğrafi dağılım gösterirler. Ahtapotların çoğu dipte yaşamayı yeğ-lediklerinden dağılımları çok sınırlıdır. Ama Octopus vulgaris ve O. macropus türleri akıntıyla sürüklenen larvaları yardımıyla hemen hemen tüm denizlere yayılmıştır. Davranış biçimleri. Kafadanayaklılar duyu organları ve sinir sistemlerinin yoğunluk kazandığı gelişmiş baş bölümleri ile şaşırtıcı bir gelişme gösteren beyinleri bakımından omurgasız hayvanlar arasında benzersizdir. Merkezî sinir sisteminin başlıca merkezi konumundaki gangliyonlarm bir araya top-lanmasıyla oldukça karmaşık yapılı bir "be-yin" oluşmuştur. Özellikle Octopus cinsi ahtapotlara uygulanan besin seçme, ödül, ceza, labirentte yol bulma, biçimleri tanıma gibi deneylerde bu hayvanların öğrenme yeteneklerinin yanı sıra dikkate değer ölçüde zeki oldukları kanıtlanmıştır.

Kafadanayaklıların renk değiştirme yeteneği çok gelişkindir. Büyük bölümünün derisinde renk hücreleri (kromatofor) ve yansıtıcı hücreler (iridosit) bulunur. Kromatoforlar beynin denetlediği sinirlerle genişleyip büzülürken kahverengi, siyah, kırmızı,'sarı ya da turuncu renkler belirir.

Renkler ve renk düzenleri saldırı, gizlenme, dinlenme, uyarı ya da korunma gibi özeİ davranış biçimlerine uygun olarak değişir.Kafadanayaklılar hem korunmak hem ka-çabilmek için mürekkep ya da sepya adıyla bilinen bir madde püskürtür. Örneğin Octopus cinsinin üyeleri bir müren balığının saldırısı karşısında saldığı mürekkep bulutunun arkasına gizlenip kaçarken bu maddeyle saldırganın görme ve koklama duyularını da geçici bir süre felç eder. Nautilus ve Octopus dışında birçok kafadanayaklıda biyolojik ışıldama(*) sağlayan özel ışık organları (fotofor) vardır.Çoğu etçil olan bu sınıf üyelerinin başlıca besinleri balıklar ve kabuklulardır. Ahtapot, kalamar ve mürekkepbalığı avlarına büyük bir

sabır ve ustalıkla yanaşır. Bazıları kollarının ucunu oynatarak küçük balıkların dikkatini çeker. llex cinsi kalamarlar ile uskumruların beslenme zincirindeki konumu oldukça ilginçtir: Erişkin kalamarlar uskumru yavrularını yerken, erişkin uskumrular kalamar yavrularını yer.

özelleşmiş kol (hectocotylus) vantuzlar

yutak karaciğer mide köıbağırsak iç kabuk

Kalamarın (Loligo cinsi) iç yapısı

tükürük ı i \ \ -bezi | mürekkep \ bağırsak \ solungaç kalbi altçene dişlidil

huni anûs kesesi solungaç kalp

Page 26: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Yer değiştirme. Kafadanayaklılar dipte sürünerek, yüzerek ya da en çok püskürttükleri suyun itme gücüyle yer değiştirirler. Manto boşluğuna çekilen su, kasların güçlü kasılımıyla dışarıya püskürtülür. Suyu püskürtmekte kullanılan organ (huni) çeşitli yönlere çevrilebildiğinden hayvanın istediği yöne doğru gitmesini sağlar. Kalamarlar yanlarındaki yüzgeçleri yavaş hareketler yapmak ve belli bir yerde durmak için kullanır. Bazı kalamarlar huniden fışkıran suyun itme gücüyle su yüzeyinden fırlayıp yüzgeçlerini gererek havada uzun bir süre süzülebilir. Dipte yaşayan

ahtapotlar kollarını ve kol

vantuzlarını (çekmenler) kullanarak sürünme hareketleri yapar. Vücutları öylesine esnektir ki göz çapından biraz daha geniş açıklıklardan geçebilirler. Ahtapotların açık denizlerde sürüler halinde göç ettikleri de belirlenmiştir. Etkin biçimde yüzenler ve dipte yaşayanların çoğunda hidrostatik organ yoktur. Ama mürekkep- balıkları gözenekli iç kabuklarına, notilus ise kabuk odacıklarına doldurduğu gazla su içinde duracağı yüksekliği ayarlar. Bazı türlerin manto ucundaki yağ hücreleri de aynı işlevi görür. Dış yapı. Kafadanayaklıların vücudu iki- yanlı bakışımlıdır. Vücudu örten kaslı doku katmanı (manto) torba biçiminde ya da uzamıştır. Karın bölümünde oluşan manto boşluğuna solungaçlar, sindirim, boşaltım ve üretim sistemleri açılır. Mantonun sıkıca sardığı ön bölüm (baş) ağzı çevreleyen kollar, bir çift göz ve altta başkalaşıma uğramış bir kol olan huniden oluşur. Uzantılar ilkel yapılı Nautilus cinsinde küçük, vantuzsuz ve 90 dolayında olmasına karşın öbürlerinde 8 ya da 10 vantuzlu kol biçiminde gelişmiştir. Ahtapotun sekiz tane uzun ve sarılıcı kolu vardır. Kalamarlar ve mü- rekkepbalıkıarının ise çengel ya da diş taşıyan, keratin halkalı vantuzlarla donanmış 10 kolundan sekizi kısa, dokunaç olarak bilinen ikisi uzundur. Yumuşakçalara özgü karakteristik kabuk oluşumu notilus dışındaki kafadanayaklılarda iyice körelmiş ya da kaybolmuştur. Bazı mürekkepbaiıklarm- da (Spirulidae familyası) körelmiş olmakla birlikte kıvrımlı ve odacıklı bir kabuk

oluşumu vardır. Öbürlerinde sırttaki bir deri girintisinde oluşan keratinli ve düz iç kabuk ender olarak kalker birikimiyle kalınlaşır (Sepia cinsi). Octopoda takımından Argonauta cinsinin dişilerinde görülen kıvrılmış dış kabuk uçları genişlemiş bir çift kol tarafından salgılanır ve yumurta kesesi olarak işlev görür.İç yapı. Kafadanayaklıların tümünde kıkırdak parçalarından oluşan iç iskelet bulunur. Bu yapılar baştaki sinir merkezlerini korur, ayrıca solungaçları, kollan, "boyun" bölümünü ve yüzgeçleri destekler. Sindirim sistemi genel olarak deri kıvrımıyla (dudak) çevrili bir çift çene ile dişlidilin (radula) oluşturduğu ağzı, yutak, tükürük bezleri, mide, körbağırsak, karaciğer ve bağırsağı kapsar. Notilus ve bazı derin deniz ahtapotları dışında anüs yakınında mürekkep kesesi vardır. Bu kese koyu renkli mürekkep sıvısını salgılar.

Coleoidea altsınıfının tüm üyelerinde kanın damarlar içinde aktığı kapalı kan dolaşımı görülür. Notilusta kan kısmen küçük boşluklarda akar. Kanın rengi, bileşiminde bakır bulunan hemosiyanin adlı solunum pigmentinden ötürü mavidir.Bir karıncık ile solungaç sayısına göre bir ya da iki çift kulakçıktan oluşan kalbe ek olarak iki solungaçlılara solungaç tabanında birer solungaç kalbi bulunur. Mantonun art arda kasılıp genişlemesi solungaçlarda deniz suyunun dolaşmasını ve su ile kan arasında gaz alışverişini sağlar. Teleğe benzeyen solungaçlar ortadaki eksenin iki yanında dizili

kılcal damar yapraklarından oluşur.Böbreksi bez azotlu metabolizma artıkları-

nın atılmasını sağlayan boşaltım organıdır. Bu bezler notilusta dört,

Coleoidea üyele-rinde iki tanedir.Çok gelişmiş olan merkezî sinir sisteminin ana gangliyon merkezleri baş bölümünde yer alır.

Mürekkepbalıklarınm bazılarında bu merkezler özelleşerek alt bölümlere ayrılmıştır. Gözler, kimyasal alıcılar, denge ve dokunma organlan bilinen duyu organ- lannı oluşturur. Gözler notilusta merceksiz açık çukurlar halinde olmasına karşın Coleoidea altsınıfında karmaşık ve omurgalılara yakın bir yapı kazanmıştır.Üreme ve yaşam çevrimi. Kafadanayaklılar genellikle ayn eşeylidir. Eşeysel ikibiçimli- lik yaygın olarak görülürse de genellikle boyutların ve çeşitli bölümlerin oranları arasında küçük farklılıklar biçiminde ortaya çıkar. Ama örneğin Argonauta cinsinde erkekler dişilerden hem çok küçük, hem de çok değişik görünüştedir. Dişilerin basit yapılı üreme sisteminde gonat (eşey bezi) ve bir çift yumurta kanalı bulunur. Bazı türlerde bunlara yumurtayı kalın bir salgıyla kuşatan rıidament bezleri eklenir. Erkeklerin üreme sisteminde ise sperma kanalı boyunca yer alan odacık ya da keselerde

sperma içeren uzun

spermatoforlar (sperm kapsülleri) oluşur. Son

kese aynı zamanda

spermatoforlar için depo işlevi görür.Erkek çiftleşme sırasında spermatoforları- nı özelleşmiş bir kol (hectocotylus) yardımıyla dişinin manto boşluğuna ya da üreme deliğinin yakınına bırakır. Bu kol Argonauta ve Tremoctopus cinslerinde koparak dişinin manto boşluğunda kalır. Çiftleşme davranışı bazı

kalamar türlerinde binlerce bireyin oluşturduğu sürülerde topluca gerçekleşir.

Yumurtalar çiftleşmeden kısa bir süre sonra bırakılır. Dökülen yumurta sayısı türlere göre birkaç düzineden başlayarak 100 bine kadar çıkar. Kafadanayaklıların büyük bölümünde yumurtalar jelatinsi ve saydam ya da derimsi bir kılıf içindedir. Yumurta bakımı yalnız Octopoda takımında gözlenmiştir. Dişilerin çoğu yumurtalar üzerinde kuluçkaya yatarken Argonauta cinsinde dişiler yumurtalarını salgıladıkları özel kabuk içinde taşırlar. Mürekkepbalık- ları beyaz renkli yumurta kılıflarını gizleyebilmek için üstlerine mürekkep püskürtür. Yumurtaların açılma süresi değişmekle birlikte Octopus cinsinde yaklaşık 50 gün, Loligo cinsinde 40 gündür. Yumurtadan çıkan hayvan türlere göre ya erişkine çok benzer ya da erişkinden çok farklı yapıdadır ve bir larva evresinden geçer. Örneğin iri yumurtalı ahtapotlar ve mürekkepbalıklan- mn yumurtalarından çıkan yavrular erişkine benzerken, özellikle Oegopsida alttakımın- dan kalamarlar uzun bir larva evresinden geçerek başkalaşıma uğrar. Araştırma yapılan türlerde erişkinlerin ömrü genellikle 5-12 ay dolayındadır. Ama bazı iri yapılı okyanus türlerinin ömrü çok daha uzun olabilir. Küçük yapılı ahtapot ve kalamarlarda erkeklerin büyük bölümünün çiftleşmeden sonra, dişilerin ise ilk büyük yumurta dökme döneminden sonra öldükleri gözlenmiştir.Önemi. Kafadanayaklılar jeolojik zamanlardaki kadar bol olmasalar da deniz hayvanları arasında önemini korumaktadır. Bu hayvanlar ülkelerin birçoğunda beslenme alışkanlığının önemli bir parçasını oluşturmamalarına karşın besin kaynağı olarak büyük bir potansiyele sahiptirler. Yıllık kalamar üretimi 600 bin ton dolayında olan Japonya başta olmak üzere Kore Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi Uzakdoğu ülkelerinde kafadanayaklılar yaygın biçimde tüketilmektedir.

Kafanchan, Nijerya'nın orta kesimindeki Kaduna eyaletinin güney bölümünde kasaba. Benue Irmağının kolu Mada'ya dökülen bir akarsuyun yakınlarında yer alır. Eski adı Jema'a Mallam (Bilge Mallam'ın İzleyicileri) olan kasaba, 71 km kuzeydoğudaki Jos kalay madencilik merkezine 1927'de demiryoluyla bağlandıktan sonra gelişti 1933'te, kasabanın 17,5 km güneydoğusundaki Jemaa' da hüküm süren emir tarafından başkent seçilen Kafanchan, emirliğin en büyük kasabası oldu. Günümüzde de, Jemaa Yerel Yönetim Konseyi'nin merkezi buradadır.Zencefil üretilen başlıca bölgelerden birinin merkezinde yer alan Kafanchan aynı zamanda

ihraç amacıyla yerfıstığı ve pamuk toplanan bir merkezdir. Yörede yaşayan Kagorolar ve Gbariler (Gvariler) temel gıda ürünü olarak kocadan ve darı yetiştirirler. Kafanchan'da ve 8 km doğudaki Kagoro yöresinde kalay ve kolumbit madenciliği önemlidir. Kafanchan'da bir Katolik öğretmen okulu ile bir hastane vardır. Jemaa ve Jos'a karayoluyla bağlanan kasaba Jos, Maiduguri, Kaduna ve Port Harco- urt'a uzanan demiryolu hatlarının kavşağında yer alır. Nüfus (en son sayım) ilçe, 7.016.

kafatası, omurgalılann başlarında, birkaç kemiğin birbiriyle

kaynaşmasıyla oluşan, beyin ve bazı duyu organlarım koruyan

kasılgan dokunaçlar (uzamış)

kalamar (Loligo)

içeri çekilebilen dokunaçlar (dışarıda)

notilus (Nautilus)

Kafadanayaklıların temsili üyeleri

artkafai- kemiği ,

artkafa' " çıkıntısı

'JL- altçene

İnsan kafatasının sağdan görünüşüJ. Buettner - Janusch, The Ofigins of Man (1966); John Wiley & Sons, Inc.

yankafa kemiği

363 kafatası

Page 27: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kafatası iç kalıbı 364

yapı. İnsanda kafatasının beyni içine alan küremsi arka bölümü yüz bölümüne oranla daha geniştir. Oysa, öbür hayvanların çoğunda üstçene ve burnu da içeren yüz bölümü, arkadakine göre daha büyüktür. İnsanda kafatasına destek olarak başın öne eğilmesini sağlayan ve atlas olarak bilinen birinci boyun omuru ikinci boyun omurunun üzerinde dönerek başın sağdan sola hareket etmesini sağlar.İnsanda, kafatasının tabanını artkafa (ok- sipital) kemiği oluşturur. Bu kemiğin ortasında içinden omuriliğin geçtiği bir delik (foramen magnum) vardır. Yankafa (parye- tal) ve şakak (temporal) kemikleri kafatasının tavanını, alın (frontal) kemiği ise ön duvarını oluşturur. Tabanda kamamsı (sfe- noit) ve kalbursu (etmoit) kemikler, yüz bölgesinde, göz yuvasının altında şakak kemiğiyle birleşerek elmacık kemerini oluşturan yanak kemiği, damak kemikleri ve üstçene kemiği yer alır. Burun delikleri, sapan kemiği ile birbirinden ayrılmıştır; burnun kemik yapısında ayrıca gözyaşı ve koni kemikleri de yer alır. Kafatası kemiklerinin arasındaki zikzak birleşme çizgileri geçici eklemlerdir; bu eklemler bebekte gevşek olmalarına karşın yaş ilerledikçe birbiriyle kaynaşır. Köpekte olduğu gibi birçok memeli kafatasında orta çizgide arkaya, aşağı doğru uzanan ve çeneleri kapatmaya yarayan şakak kaslarının bağlandığı bir çıkıntı yer alır.kafatası iç kalıbı, kafatasının içinden alınan kalıp. Genellikle paleoantropologlar, fosil hayvanların ve soyu tükenmiş insanların beyinlerinin biçimini ve yaklaşık boyutlarını saptamak için bu işlemden yararlanırlar. Fosillerde yalnız iskelet yapısı korunabildiğinden, bir fosilde beyinle ilgili boyut ve biçim belirlemesi yapabilmek için kafatasının iç kalıbının çıkarılması ve boşluk hacminin ölçülmesi zorunludur. Fosil kafatasının boşluk hacminin saptanması beynin boyutları hakkında kabaca bir fikir verir. Örneğin günümüz insanında beyin, toplam kafatası boşluk hacminin yalnızca üçte ikisini kaplar. Ayrıca beynin büyüklüğü hiçbir zaman doğrudan zekâ ile bağlantılı değildir.kafatası indisi, kafatasının genişliğinin uzunluğuna oranı. Kafatasının uzunluğu iki kaşın ortasındaki nokta (glabella) ile başın arkasındaki en çıkıntılı nokta arasındaki uzaklık, genişliği ise kulakların biraz üstünde ve arkasında yer alan en çıkıntılı iki nokta arasındaki uzaklıktır. Kafatası indisi genişliğin 100 ile çarpımının uzunluğa bö-lünmesiyle hesaplanır. İndisi 75'ten az olan kafataslan tepeden bakıldığında dar ve uzun bir görünüm verir. Avustralya ve Güney Afrika Yerlilerine özgü bu kafatası biçimi dolikosefal olarak bilinir. İndis 75-80 arasındaysa kafatası ovale yakındır; mezati- sefal olarak adlandırılan bu biçim Avrupalılar ile Çinlilerde görülür, indisin 80'in üstünde olması brakisefallik olarak bilinir; bu tip kafataslan Moğollarda ve Andaman Adalannın Yerlilerinde görülür.kafatası sinirleri bak. kafa çiftlerikafatasına tapınma, çeşitli tarihöncesi halklann ve günümüzde bazı ilkel halkların genellikle atalarına ait insan kafataslanm dinsel amaçla yüceltmesi. Kafatasının iskeletin öteki bölümlerinden ayrı korunup saklanması ve yüceltilmesi büyük olasılıkla Alt Paleolitik Çağda başlamış ve çeşitli biçimlerde tarihöncesi çağlar boyunca sürmüştür. Bazı bilim adamlarına göre bu çağlarla ilgili buluntular Tarihöncesi insanın yamyamlık eğiliminin kanıtıdır. Ama araştırmacıların çoğu, bu kafataslarının, ölümden sonra uzun süre tapınılmak üzere temizlenerek hazırlandığı görüşünde birleşmektedir. Kahraman atalara gösterilen saygının kafataslarına da gösterildiği ve yaşayanlara, ataların koruyuculuğunu ve yardımını sağlayacağına inanıldığı düşünülmektedir.Tarihöncesi insanı hayvan kafataslarına da özel bir ilgi gösterirdi. Bu çağlarda hayvan kafataslan büyük olasılıkla av büyüsü olarak kullanılırdı.Kafdağı, eskiden KUH-İ KAF, olağanüstü özellikleri olduğuna inanılan efsanevi dağ. İslam kozmolojisinde dünyanın çevresini kuşak gibi sardığı kabul edilmiştir. Eski bilginlerin görüşlerine göre dünyanın çevresi gemilerin geçemediği, kıyıları görülemeyen karanlık bir su kütlesi olan Bahr-i Muhit ya da "Ukiyanus"la (Okyanus) kaplıdır. İranlıların ve Eski Yunan düşünürlerinin görüşlerine çok benzeyen bu

inanışa göre bu su kütlesinden sonra da her şeyi bir kuşak gibi çevreleyen Kafdağı gelir. Eski Arap yazarlarından Yakut'un Mu' cem, Kazvini'nin Acaibü'l-Mahlukat, İbnü'l- Verdi'nin Haridatü'l-Acaib adlı yapıtlarında verilen bilgilere göre Kafdağı yeşil zümrüttendir ve gökyüzünün rengi onun yansımasından gelir. Bir başka kaynakta da Kafdağı 'mn zümrütten bir kayaya dayandığı, "el-vatad" (kazık) da denen bu kayanın, Tanrı tarafından kendi kendine duramayan dünyaya bir destek olmak üzere yaratıldığı anlatılır. Bazı söylencelerde Tann'nın bir melek yarattığı, meleğin dünyayı omuzlarına alıp elleriyle tuttuğu ve yeşil yakuttan dört köşeli bir kayaya dayandığı geçer. Bazı söylencelere göre de dünyayı büyük bir öküz ya da öküz-balık karışımı bir varlık taşımakta ve bir kayaya dayanmaktadır. Yaygın bir inanış da Kafdağı'nın, dünyadaki öbür dağların anası olduğudur. Bütün öbür dağlar, yer altından dallar ve damarlarla Kafdağı'na bağlıdır. Tanrı bir yeri sarsmak ya da yok etmek isteyince bu dallardan birini oynatır. İnsanların aşmasına olanak olmayan Kafdağı'na dünyanın sonu gözüyle bakılır. Bu efsanevi dağ, görünen ve görünmeyen dünyalar arasındaki sınırdır. Önün ardındakile- ri Tanrı'dan başkası bilemez. Kafdağı Hint mitolojisinde de geçer ve benzer özellikler taşır. Arapların anka, İranlıların simurg dedikleri efsanevi kuşun Kafdağı'nda yaşadığına inanılır. Binbir Gece Masalları'nda da bir motif olarak Kafdağı'na sık sık rastlanır. Tasavvuf düşüncesinde Kafdağı ve simurg "gönül" ve "insan-ı kâmil" (yetkin insan) kavramlarını simgeler. Divan şiirinde Kafdağı ulaşılması çok güç olan bir yer ya da makamı, görkemlili- ğin, büyüklüğün ölçüsünü belirtir. Kaf ve anka bir arada kullanılarak çeşitli söz sanat- lan oluşturulur.kafein, önemli fizyolojik etkileri olan kafein adlı alkaloit grubunun azotlu organik bileşiği. Çay, kahve, kakao, guarana bitkisinin tohumları ve kola meyvesinde bulunur.Saf kafein (trimetilksantin), beyaz toz ya da yumuşak iğnemsi kristaller halinde bulunur; atmosfer basıncında 238°C'de erir ve 178°C'de süblimleşir. Sıcak suda çok kolay çözünür; çözelti soğutulunca kafein mono- hidrat kristalleri halinde dibe çöker. Genellikle organik çözücülerde sıcak suya oranla daha az çözülür. Kokusuzdur ancak acımsı bir tadı vardır.Öğütülmüş kahvedeki kafein, toplam ağırlığın yaklaşık yüzde 0,75-1,5'ini oluşturur.Büyük bir fincan kahve yaklaşık 100 mg kafein içerir. Çaydaki kafein büyük ölçüde çayın demliliğine bağlı olarak değişse de bir fincanda ortalama 40 mg, 350 ml'lik bir bardak kolalı içecekte de ortalama 40 mg kafein vardır.Kafeinin merkez sinir sistemi, kalp, kan damarları ve böbrekler üzerinde uyarıcı etkisi vardır; aynı zamanda hafif bir idrar söktürücüdür. Uyarıcı etkisi nedeniyle önceleri morfin ve barbitürat gibi ilaçların aşırı alınmasıyla ortaya çıkan solunum baskılan- masmda antidot olarak kullanılmış, ancak etki süresinin kısa olduğu, hatta bu etkinin tartışmalı olduğu anlaşılmıştır. Kafein alan-larda hareket ve duyu işlevlerinde artma, daha az yorulma ve uyanıklığın artması gibi olumlu etkiler de gözlenebilir. Bu etkiler, sabah uyandıktan sonra kahve ya da kafein içeren bir şey içmek için duyulan isteği açıklayabilir. Bununla birlikte, kafeinin kimi zaman kolayca sinirlenme ya da bunaltı, gerginlik, baş ağrısı ve uykusuzluk gibi olumsuz etkilere neden olduğu da bilinmektedir. 1980'lerin ortalarında, kafeini alınmış kahve ve içeceklerin yaygın olarak piyasaya sunulması, tüketicilerin sevdikleri içecekleri alırken kafein alımını kısıtlamalarını da sağlamıştır.

kafes, bazı İslam ülkelerinde, evlerin içinin dışarıdan görünmemesi için pencerelerde camın önüne yerleştirilen ve çıtalarla oluşu- turulan siper. Çıtalar, kafes çatması denen bir çerçevenin içine çoğunlukla çaprazlama olarak iki yönde ve aralarından parmak geçecek sıklıkta yerleştirilirdi. Bazı kafesler yukarıya doğru sürgülü yapılır, bazılarında

bir göz deliği ya da açılır kapanır bir yavru kafes de bulunurdu. Aşağıya bakıp kapıyı çalanı görebilmek için, birinci kattaki kafes-lerin dışa doğru bombeli yapıldığı da olurdu. Ayrıca bak. müşrefiye.Başta kuş olmak üzere, içine çeşitli hayvanların konduğu, metal tel (kafes teli) ya da parmaklıkla oluşturulmuş değişik biçim ve büyüklükteki mahfaza ya da barınaklara da kafes denir (örn. kuş kafesi, tavuk kafesi, aslan kafesi vb).kafes işi, metal, ahşap, deri, taş, seramik vb malzemelerde bezeme amacıyla delikler açılarak bir desen oluşturulması. Bütün görsel sanatlarda eski çağlardan bu yana kullanılan bir oyma tekniğidir. Ayrıca bak. delik işi; şebeke.kafeterya, müşterilerin, yemekleri açık büfeden kendilerinin alıp yediği (selfservis) lokanta. Müşteri, seçtiği yemekleri genellikle bir tepsiye koyduktan sonra parasını peşin olarak kasaya öder ve masaya kendisi taşır. Müşteri akışını kolaylaştırmak için tasarlanmış modern kafeteryalar, çok sayıda insana, kısıtlı bir süre içinde ucuz ve etkin hizmet verilmesini sağladığından, özellikle okul, hastane, işyeri gibi kuruluşların gereksinmeleri için uygundur. Çabuk hizmet sağlamanın yanı sıra, kafeteryada öteki lokantalardan daha az personel kullanılır.İlk kafeteryanın, 1891'de Kansas kentindeki (Missouri, ABD) Genç Kadınlar Hıristiyan Birliği'nde (YWCA) açıldığı kabul edilir. Çalışan kadınlara ucuz yemek sağlamak amacını güden bu kuruluş, Chicago'da bulunan ve bir ölçüde günümüzdeki selfser- vis lokantalara benzeyen bir kulübü örnek almıştı. 1890'larda çeşitli ABD kentlerinde halka açık kafeteryalar hizmete girdiyse de bu tür lokantalar, ancak 20. yüzyıl başlarında, fabrika gibi büyük işyerlerinde çalışanlara yemek sağlamanın elverişli yolu olarak benimsendikten sonra yaygınlaştı. Bugün dünyanın pek çok yerinde, işyerlerindekile- rin yanı sıra ticari amaçla işletilen çok sayıda kafeterya vardır; bazılarında çay, kahve gibi sıcak içecekler ve meşrubat da satılan bu kafeteryalar, hazır yemek sağlayan kuruluşlarla birlikte büyük bir sanayi oluşturur.Kaffeklubben Adası, Kuzey Buz Denizinde ada. Grönland'daki Morris Jesup Burnunun {kap) 37 km doğusunda yer alır. Yer üzerinde en kuzeydeki kara parçalarından biridir. Adayı 1900'de ABD'li kâşif Robert E. Peary keşfetti. 1921'de buraya gelen Danimarkalı kâşif Lauge Koch adaya Kopenhag'daki Mineraloji Müzesi'ndeki Kaf- feklubben'in (Danimarka dilinde "kahve kulübü") adını verdi. 1969'da Kanadalı bir keşif heyeti, adanın en kuzey noktasının o güne değin dünyanın en kuzey kara noktası sayılan Morris Jesup Burnundan 750 m daha kuzeyde olduğunu belirledi. Danimarka Jeodezi Enstitüsü'nün yaptığı doğrulanmamış ölçümler, Kaffeklubben'in de kuzeyinde (henüz ad verilmemiş) bir başka adanın bulunduğunu göstermiştir.Kaffraria, Afrika'nın güneydoğu kıyıları boyunca uzanan bütün topraklara Portekiz-lilerce verilen genel ad. İslamda Kuran'ı ve Hz.Muhammed'i yadsıyanlar için kullanılan "kâfir" sözcüğünden türemiştir. Kaffraria adı 19. yüzyılda Transkei ve Ciskei'de Zosa (Xhosa) dili konuşan halkların yaşadığı top-raklar için kullanıldı. 19. yüzyılda Zosa'yla eşanlamlı kullanılan Kaffir adı zamanla küçültücü bir anlam kazandı. 1847'de Kap Sınır Savaşları (1779-1879) sırasında İngiliz hükümeti, Keiskama ve Kei ırmakları arasında Zosaların Angyika grubu ile Athem- buların ve Fingoların (Mfengular) yaşadığı bölgeyi Kaffraria adıyla kraliyet kolonisi olarak ilhak etti. 1857'den sonra bu bölge beyazların yerleşimine açıldı. Sonunda 1865'te Kap Kolonisi'yle birleştirildi.

Kafes, Paçacıoğlu Evi, Bağlar, SafranboluHasan Kuruyazıcı

Page 28: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kâfi Hasan Efendi (d. 1544, Akhisar [bugün Prusaç, Bosna-HersekJ - ö. 1616, Akhisar, Bosna), Osmanlı bilgin ve şair. Akhisar'da başladığı öğrenimini 1566'da İstanbul'a giderek sürdürdü. 1575'te Akhisar'a dönüp bir süre müderrislik etti. Akhisar kadısı oldu (1583). Kadılık görevini çeşitli yerlerde sürdürdü. 1596'da III. Meh- med'in Eğri Seferi'ne, 1605'te Lala Meh- med Paşa'nın Estergon (Esztergom) Seferi' ne katılan ulema arasında yer aldı. Daha sonra memleketine dönerek ölünceye değin müderrislik etti. Dil, fıkıh, kelam, mantık, tarih ve siyaset konularında çok sayıda kitap yazan Kâfi Hasan Efendi'nin en önemli yapıtları, siyasetle ilgili Usulü'l- Hikem fi Nizami'l-Alem (ty) ve bir tarih yapıtı olan Nizamü'l-Ulema ila Hatemi'l- Enbiya'âu.kâfir, çoğul KÜFFAR, KEFERE ya da KÂFIRUN, İslamda, Tanrı'nın varlığına ve birliğine inanmayan, Kuran'ı ve Hz. Muhammed'i yadsıyan kimse. Arapçada "örtme" ve "gizleme" gibi anlamlar taşıyan küfr (küfür) sözcüğünden türemiştir. Kuran'da kâfirle eşanlamlı olarak fâsık, fâcir, zalim, mutedi ve müsrif sözcükleri de yer alır. Ayrıca bak. küfür.

Kâfirler, Afrika'nın güneyinde Bantu dili konuşan bazı halklarla (bak. Zosalar) Afga-nistan'ın kuzeydoğusundaki Hindukuş Dağlarında yaşayan Nuristanlılar için kullanılan küçültücü ad. İslamda, Kuran'ı ve Hz. Muhammed'i tanımayanları niteleyen "kâfir" sözcüğünden kaynaklanır. Bu küçültücü anlamıyla, özellikle Güney Afrika'da Siyah nüfusun üyeleri "kâfir" (İngilizce kaffir) adıyla anılır.

kafiye bak. uyakKafka, Franz (d. 3 Temmuz 1883, Prag, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu - ö. 3 Haziran 1924, Kierling, Viyana yakınları, Avusturya), Çek asıllı Avusturyalı öykü ve roman yazan. Yapıtlannda çağımız insanının korkulanm, yalnızlığım, kendi kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini dile getirmiştir. Günümüze değin çok

farklı açılardan yorumlanan yapıtlarını konu ve biçim açısından edebiyat tarihinin belirli bir akımı içerisine yerleştirmek zordur.Yaşamı. Kafka'nın anne ve babası farklı kökenliydi. Taşralı Çek proletaryasından gelen babası, evlendikten sonra Prag'a yerleşmiş, zamanla zengin bir tüccar olarak tek amacına, toplumsal saygınlığa erişmişti. Annesi ise aydın, varlıklı Alman Yahudisi bir burjuva ailesinden geliyordu. Kafka'nın alıngan, huzursuz, ürkek, çekingen, alçakgönüllü, çevresiyle zor ilişki kuran, duygulu kişiliği büyük ölçüde annesinden kaynaklanıyordu. Ailesiyle olan ilişkisi, Yahudi asıllı oluşu, içinde yaşadığı toplum ve siyasal ortam, onun çevresine yabancılaşmasına yol açtı. Ailenin, Prag'da yaşayan Alman toplumuyla kaynaşma çabaları doğrultusunda Kafka ile üç kız kardeşi Alman okullarında okumuşlar, Kafka Almancayı anadili olarak kullanmıştı. Çek kökenli bir Yahudi aileden geldiği halde anadilinin Almanca olması nedeniyle tam bir Çek sayılmadı; öte yandan Bohemyalı Almanlar da onu tam anlamıyla kendilerinden görmediler. Ama Çek- çeyi de iyi bilen Kafka Çek halkıyla arasındaki bağları yaşamı boyunca koparmamaya çalıştı, Prag'ın eski kent kesiminden çok az ayrıldı.Kafka ortaöğrenimi için 1893-1901 arasında Prag'da Eski Kent Devlet Lisesi'ne gitti. Almanca

öğretim yapan bu okul, tutucu, hoşgörüden yoksun, Kafka'ya çok anlamsız

365 Kafka, Franz

gelen eğitim anlayışıyla, onun daha çok içine kapanmasına neden oldu. 1901'de liseyi bitiren Kafka, babasının zoruyla Prag Üniversitesi'nde hukuk öğrenimine başladı. Ama bunun yanı sıra daha çok ilgisini çeken sanat tarihi ve Alman edebiyatı gibi dersleri de izledi. Beschreibung eines Kampfes (Bir Savaşın Tasviri, 1967, 1983) adlı ilk öyküsünü de bu öğrencilik yıllarında yazdı. 1906'da hukuk doktorasını tamamladı. Stajını önce bir avukatlık bürosunda, sonra da mahkemede yaptı ve 1907'de Assicurazioni Generali adlı ünlü İtalyan sigorta şirketinde çalışmaya başladı. Bir yıl sonra ise Prag'daki Bohemya Krallığı İş Kazaları Sigorta Şirketi'ne geçti. Bu yıllarda Max Brod'la dost oldu. Onun sayesinde Prag edebiyat çevresine girdi, düşünür Felix Weltsch, yazar Oskar Baum, Gustav Janouch ve Franz Werfel'le tanıştı.Kafka sigorta şirketindeki büro çalışmasından sıkılıyor, kendini bu çalışma düzenine yabancı görüyordu. Çevreye yabancılaşma duygusu 1912'ye değin gittikçe yoğunlaşarak o yıllardaki yapıtlarına da yansıdı. 1908-12 arasında toplumsal ve siyasal olaylara duyduğu ilgi de artmıştı. Sık sık önemli Çek siyaset adamlarının konferanslarına gidiyor, Prag'ın önde gelen aydınlarının toplantılanna katılıyordu. Bu yıllarda din olarak Yahudilikle de ilgilendi ve İbranice öğrendi. Bir yandan da Max Brod'la birlikte Riva'yı, sonra Paris'i, Weimar'ı ve Kuzey İtalya'yı gezdi.1912'de Max Brod'un yanında Berlinli Felice Bauer'le tanıştı. 1914 ve 1917'de Felice'yle iki kez nişanlanmasına karşın, evliliğin kendisini yazmaktan alıkoyacağı korkusuyla bir türlü evlenemedi. Felice Bauer'le olan ilişkisinden geriye 500'ün üzerinde mektup kaldı. Bunlar Kafka'nın ölümünden çok sonra, 1967'de Briefe an Felice (Felice'ye Mektuplar) adıyla yayımlandı.1914'te başlayan I. Dünya Savaşı'nda Kafka zayıf vücut yapısı nedeniyle askere alınmadı. Büyük kız kardeşinin iki çocuğuyla birlikte savaş boyunca kalmak üzere baba evine gelmesi üzerine ayrı bir eve taşındı. Bu arada geniş bir çevrede tanınmaya başlamıştı. 1915'in sonbaharında, Çarl Sternheim kendisine verilen Fontane Ödü- lü'nü Kafka'ya aktarmayı uygun gördü.1917'de Kafka'nın vereme yakalandığı an-laşıldı. 1920'de Milena Jesenka ile mektup-laşmaya başladı. Bu onun yaşamındaki önemli olaylardan biriydi. Kafka'nın yapıt- lannı Çekçeye çevirmek için izin isteyen Çek gazeteci ve çevirmen Milena, ondan 12 yaş küçüktü ve evliydi. Birleşmelerinin olanaksızlığını bilmelerine karşın aralarındaki ilişki ve mektuplaşma uzun yıllar sürdü. Kafka'nın ölümünden sonra bu mektuplar Briefe an Milena (Milena'ya Mektuplar, 1961, 1967/Sevgili Milena, 1982, 1989) adıyla yayımlandı.Sağlığının kötüye gitmesi üzerine Kafka 1922'de emekliliğini istedi. Son dönemlerini Dora Diamant adlı 20 yaşındaki bir genç kızla mutlu bir biçimde geçirdi. Ama durumunun iyice kötüleşmesi üzerine 1924'te Viyana yakınlarındaki Kierling Sanatoryu- mu'na kaldırıldı. İyileşemeyerek orada öldü ve Prag'da toprağa verildi.Yapıtları. Kafka'nın 1912'den önceki erken dönem yapıtlarının yaşamında önemli bir yeri vardır. Bunlar Bir Savaşın Tasviri ve çevreye yabancılaşma duygusunu ilk kez ortaya koyduğu Hochzeitsvorbereitungen auf dem Lande (1907; Taşrada DüğünKafkas dilleri 366

Hazırlıkları, 1979, 1991) gibi uzun öykülerle bir dizi kısa düzyazıdır. Kafka bunlardan yaptığı bir derlemeyi 1912 sonlarında Die Betrachtung (Gözlem) adıyla yayımlamıştı. Sağlığında çıkan bu ilk yapıtında bile, sonraki büyük yapıtlarının dil ustalığı ve bazı temel konulan izleniyordu. Kafka'nın yaşamı baştan sona güçlü ve sert bir baba imgesinin gölgesinde geçmiş, babasıyla aralarında hiçbir zaman yakın bir ilişki kurulamamıştı. Tam

tersine, bu sağlıksız baba-oğul ilişkisi Kafka'nın içine kapanmasını hızlandırdı. Babasına yazdığı 61 sayfalık Brief an den Vater'de (Babaya Mektup) Kafka, yazarlığı seçmesinin ve sürekli boşa çıkan evlenme girişimlerinin nedenini, üstün baba kişiliğinin baskısından kurtulma çabaları olarak değerlendirir. 1912'de bir gece içinde yazdığı Das Urteil (Yargı) adlı öyküsü de, babasına beslediği duyguları dile getiren yapıtlarından biridir. Aynı yıl içinde yazdığı Die Verwandlung (Değişim, 1959, 1991) adlı öyküsünde de gene oğul ve baba söz konusudur. Ama bu onun aynı zamanda, çevreye yabancılaşma duygusunu en güçlü biçimde yansıttığı yapıtıdır. Öykünün kahramanı Gregor Samsa bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanır. Bilinci dışında gerçekleşen bu değişimi kendisinin bir türlü kabul edememesine karşılık, çevresi (ailesi ve patronu) kısa bir şaşkınlıktan sonra onun artık bir böcek olduğunu kabullenirler. Böcek olmakla alışageldiği şeylerden kopup yepyeni bir konuma giren Samsa, o güne değin sürdürdüğü yaşama ve çevresindekilere değişik bir gözle bakar. Değişim motifine Kafka'nın birçok yapıtında rastlanır. Hepsinde de yapıtın kahramanı birdenbire, o güne değin sürdürdüğü yaşama tümüyle ters bir durumla karşılaşır. Yapıtların hepsinde değişimin taşıdığı anlam hemen hemen aynıdır: Alışageldiği dünyadan, durumlardan koparılıp yepyeni, kendisine yabancı durumlarla karşı karşıya bırakılan insan, o güne değin sürdürdüğü yaşamın ne kadar yanlış, yalanlarla dolu olduğunu anlar. Gene bir değişimin işlendiği Ein Bericht für eine Akademie (Bir Akademiye Rapor) adlı öykünün kahramanı maymun, insanlar tarafından yakalanıp bir kafese kapatılınca, tek çıkar yol olarak insan olmayı seçer. Kafka, yedi bölümünü 1912'de yazdığı ilk romanına Der Verschollene (Yitik) adını vermişti. Ama romanın ancak ilk bölümü onun sağlığında yayımlandı (1913). Max Brod yapıtın tümünü Kafka'nın ölümünden sonra Amerika (Amerika, 1970, 1983) adıyla yayımladı. Romanda, 16 yaşında ailesinden ayrılarak Amerika'ya, zengin amcasının yanma gitmeyi amaçlayan Praglı delikanlının oradaki yaşantısı kendi ağzından anlatılır. İyimser tutumuyla bu roman Kafka'nın öbür iki romanından ayrılır. Yapıttaki labirent görünümlü merdiven ve koridorlar, Kafka'nın sonraki romanlarının temel atmosferinin ipuçları sayılır. Kafka'nın ikinci büyük romanı Der Pro- zess'i (Dava, 1968, 1984) yazmaya başlaması, Felice'yle ilk nişanını bozduğu 1914'e rastlar. Değişim temeli üzerine kurulu anla- tılanna benzer bir biçimde roman, kahramanın, açıklayamadığı bir nedenle, alışageldiği yaşamından uzaklaştırılıp yepyeni bir çevreye gözlerini açmasıyla başlar. Banka memuru Joseph K., 30. yaşgünü sabahında tanımadığı kişilerce uyandırılarak bilmediği bir suçtan tutuklanır. Anımsadığı belirli bir suçu olmamasına karşın, kendini savunma çabasına düşer. Romanın tümü, art arda dizilmiş bağımsız bölümler halinde K.'nın bu gizlerle dolu yargı mekanizmasının içine sürüklenmesi ve bu mekanizma üzerindeki denetimini gittikçe yitirmesiyle sürer. Ama hiçbir yargıçla yüz yüze gelmeyen Joseph K., 31 yaşına basmasından bir gün önce kendisini tutuklamış olan iki kişi tarafından evinden alınır ve öldürülür. (Fransız oyuncu ve yönetmen Jean Louis Barrault ile Andre Gide'in bu romandan uyarladıkları tiyatro oyunu 1963'te Duruşma adıyla Türkçeye çevrilmiştir.) Romanın özü, K.'nın izlediği yanlış yol, kitabın sonunda yer alan ve Kafka'nın kısa öykü olarak tek başına da yayımladığı Vor dem Gesetz (Yasa Önünde) adlı öyküde odaklaşır. Kafka'nın Dava ile aynı yıl içinde yazdığı In der Strafkolonie (Ceza Sömürgesi, 1955, 1968) adlı öyküsü de suç sorununu işlemesi açısından Dava ile ilişkilidir.Kafka'nın 1922'de yazdığı ve üçüncü büyük romanı olan Das Schloss da (Şato; 1966, 1989) tamamlanmadan kaldı; yapıtla- nmn çoğu gibi ölümünden sonra Max Brod tarafından yayımlandı. Roman, K.'nın (buradaki ve Dava'daki "K." adları Kafka'nın kendi adının baş harfinden kaynaklanır) bir kış gecesi geç vakit bir köye gelmesiyle başlar. Köy, yanında bulunduğu şatonun malıdır, ve şatodaki dükün

KafkaArchiv für Kunst und Geschichte. Berlin

Page 29: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

izni olmadan kimse köyde kalamamaktadır. K. ise ölçüm memuru olarak şato tarafından o köye atandığını ileri sürer. Roman K.'nın yedi gün süreyle şatoya yaklaşmaya, orada görevli bir memurla konuşmaya çalışmasıyla sürer. Ama bütün çabalar boşunadır. K. şatoya yaklaştığını sandığı her defasında oradan daha da uzaklaştığını görür. Köylüler tarafından da sürekli dışlanır; bir türlü kendini onlara kabul ettiremez. Değerlendirme. Kafka'nın yaşamı ve kişiliğiyle ilgili önemli ipuçları, ardında bıraktığı ve öbür yapıtlarından daha kapsamlı olan mektup ve günlüklerinde yer alır. 1910'da tutmaya başladığı günlüğü Tagebücher (Günce 1910-1923, 1983/ Günlükler, 1985) onun kişiliğinin anlaşılmasında, çevresiyle zor ilişki kurabilmesinin ve evlilikten kaçmasının nedenleri konusunda yardımcı olur. Kafka'nın, çevresiyle ilişkilerini en aza in-dirgeyerek kendini yazarlığa verdiği yaşama biçimini, düşünce dünyasını ve kendine özgü dindarlığını bu kaynaklar açığa vurur. Bu konudaki bir başka önemli kaynak da 1919'da babasına yazdığı, ama hiç göndermediği Brief an den Vater'dir.Kafka'nın son dönem yapıtları yargı, ceza ve dava temalannı işler. Bu temaların seçiminde Kierkegaard'm düşüncelerinin etkisini görenler olmuşsa da, Kafka'nın çalışmalarının, Kierkegaard'ı tanımasından çok önce kaleme alındığı bir gerçektir. Bugüne değin eleştirmenler onun yapıtlarının tümünü çok değişik açılardan ele almışlardır. Kafka'ya din açısından yaklaşanlar, anlattıklarını ilahiyat kavramlarıyla açıklamaya çalışanlar olduğu gibi, yapıtlarını, özellikle Amerika'yı psikanaliz aracılığıyla çözümlenmek isteyenler, gerçek-düş ilişkisi üze-rinde duranlar da çıkmıştır. Fransa ve İtalya'da Kafka daha çok gerçeküstücülük ve varoluşçuluk doğrultusunda yorumlanmış, toplumcu gerçekçiler ise onun yapıtla- nna kapitalist düzende insanın kendi kendine yabancılaşması sorunu doğrultusunda yaklaşmışlardır. Kafka'nın yapıtlarını estetik boyutları içinde ele alan, yaşamının ancak yapıtlarından yola çıkılarak değerlendirilebileceğini savunan eleştirmenler de olmuştur.Kafka'nın bütün öykü ve romanlarında dış dünyanın gerçekleriyle değil, kendi içinde geçerliliği olan bir dünya ile karşılaşılır.Yapıtlar ilk başta açık seçik, kolay anlaşılır etkisi uyandırır. Bu etkiyi yaratan. Kafka' nın dili ve anlatım biçimidir. Bu, son derece açık, saydam ve kendi mantığını sürdüren bir dildir, ama gerçekleri yansıtmaz. Kafka bu dili, yaşamın karmaşıklığını, çelişkilerini daha iyi vurgulayabilmek için kullanır. Bu yapay dil, gerçekle uyum sağlamak, bütünleşmek yerine, kendine özgü bir gerçek yaratır. Dildeki ve anlatımdaki açık seçikli- ğin yapıtta giderek kaybolması ile kişiler ve olaylar karmaşıklaşır, izlenmeleri zorlaşır. "Ama"lı, "gerçi"li cümleler, sürekli karşı- tezler getirir. Ölayların anlatımı, kahramanın görüş açısıyla sınırlanmıştır; onun gördüklerinin ve başkalarından dinlediklerinin dışına çıkılmaz. Yirmi yıl süren dostlukları sonunda Kafka bütün yapıtlarını, ölümünden sonra yakması için Max Brod'a bırakmıştı. Ama Brod bu isteği yerine getirmeyerek bu yapıtları bastırdı. 1935'te başlanan ilk toplu basım önce engellendi, sonra da yasaklandı. Nazilerin Çekoslovakya'yı işgali sırasında üç kız kardeşi toplama kamplarına yollanarak öldürüldü, Kafka ile ilgili birçok belge yok edildi. Bütün bu nedenlerle Kafka ancak ölümünden çok sonra Fransa, İngiltere ve Amerika'da ün kazanmıştır. Almanya'da yaygın edebiyat çevrelerince tanınması ise 1950'lerde toplu yapıtlarının yayımlanma- sıyla gerçekleşmiştir. Bu nedenlerle de çoğu kez savaş sonrası yazarlarla birlikte değerlendirilmektedir.Kafkas dilleri, Kafkasya yerli halklarının konuştuğu, Hint-Avrupa, Altay ve Hami- Sami gibi geniş dil aileleriyie yakınlığı olmayan diller. Kafkas dilleri. Büyük Kafkaslar çevresinde konuşulan 30-40 dili kapsar. Bu diller en az iki, bazı uzmanlarca da beş kadar farklı dil ailesine ayrılır. Kafkas dillerinin Kafkasya dışında konuşulan dillerle köken bakımından yakınlığı olduğu ileri sürülmüşse de, bu yakınlık henüz kanıtlanamamıştır. Bazı dilbilimciler, Kafkas dillerinin Bask diliyle birlikte "Iber-Kafkas" dil ailesi adı altında sınıflandırılabileceğini ileri sürmüştür. Bazıları ise, eskiden Ortadoğu'da konuşulan ve henüz herhangi bir dille yakınlığı

saptanamamış dillerle (örn. Sümerce ve Hurri- Urartu dili) Kafkas dilleri arasında bir ilişki kurmaya çalışmışlardır. Ama birçok dilbilimci Kafkas dillerinin Güney Kafkas (Kart- veli), Kuzeybatı Kafkas (Abhaz-Adıge) ve Kuzeydoğu Kafkas (Nah-Dağıstan) dilleri olmak üzere üç öbekte toplanabileceği ko-nusunda görüş birliğine varmıştır. Güney Kafkas (ya da Kartveli) dil ailesi Gürcüce, Megrelce (Mingrelce), Lazca ve Svancayı kapsar. Gürcistan'ın resmî dili olan Gürcüce, eski bir edebiyat geleneği olan tek Kafkas dilidir; Gürcü edebiyatının ilk örnekleri İS 5. yüzyıla aittir. Gürcü dilindeki ilk yazıtlarda Arami alfabesinden türeyen. Yunan alfabesinden de etkiler taşıyan eski Gürcü yazısı kullanılmıştır. Yuvarlak biçimli işlek bir yazı olan çağdaş Gürcü yazısı eski yazının bir devamıdır; ama süreç içinde birçok değişikliğe uğramıştır. Megrelce, Lazca ve Svancada ise yazı gelişmemiştir. Bazı dilbilimciler, Megrelce ve Lazcayı aynı dilin lehçeleri olarak ele alır. Megrelce ve Lazca Karadeniz kıyısında, Svanca ise Elbruz Dağının güneyindeki yüksek vadilerde konuşulur.

Page 30: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

367 Kafkaslar

Kartveli dillerinin yakın akraba olduğu ve ortak bir dilden türediği sanılmaktadır. Ses sistemleri, oldukça benzerdir. Ama Svancanm lehçeleri, öbür Kartveli dillerinde bulunmayan ünlülere de yer verir ve bu lehçelerdeki bütün ünlülerin kısa ve uzun biçimleri vardır. Gürcücede ise sözcük kökleri bazen altı ya da daha az ünsüzden oluşan kümelerle başlar. Kart- veli dillerinde oldukça gelişmiş bir bükün (sonek ve türetme) sistemi vardır. Eylem kategorileri, daha çok önek ve soneklerle belirtilir. Eylem çekimi çokkişili- dir; yani, eylem biçimleri hem özneyi, hem de dolaylı ya da dolaysız tümleci belirtir. Eylemin gerçekleştiği yer, yönü ve görünüşü ise, eylem kökünün önüne getirilen öğelerle belirtilir. Kartveli dillerinde ad, adıl ve sıfat durumlarının sayısı 6-11 arasında değişir; bunlardan 6'sı (yalın, tamlayan, eden, yönelme, çıkma ve belirteç) hepsinde görülür. Eden durumu, geçişli eylemin öznesini, yalın durum ise dolaysız tümleci belirtir. Kartveli dillerindeki Kafkas kökenli temel sözcükler ve dilbilgisi öğeleri ayrıştırılarak İlk-Kart- veli (Proto-Kartveli) dili yeniden kurula-bilir. Bu dilin belirgin özelliklerinden biri, ünlü almaşmasıdır; yani, bir sözcüğün farklı biçimleri, sözcüğün dilbilgisel işlevine bağlı olarak ya bir ünlü içerir ya da içermez. En çok Gürcüce ve Svancada korunmuş olan almaşma olgusu Hint-Avrupa dillerindekiyle koşutluk içindedir. Bu olgu, Gürcüce ve Svancanın eski bir tarihte bu dillerin etkisinde kalmış olabileceğini gösterir. İlk-Kartveli dilindeki Hint-Avrupa kökenli sözcükler de bu varsayımı doğrulamaktadır. İlk-Kartveli dilindeki adıllaşma sistemi, Svancada korunmuş, öteki Kartveli dillerinde ise ortadan kalkmıştır. Bu da Svancanın İlk-Kartveli dilinden Gürcüce ve Laz-Megrel dilinden daha önce aynlmış olduğunu gösterir.

Kuzeybatı Kafkas (ya da Abhaz-Adıge) öbeği Abhaz, Abaza, Adıge, Kabartay ve Ubıh dillerini kapsar. Abhaz dili AbhazÖzerk Cumhuriyeti'nde, bu öbeğe bağlı öbür diller ise Kafkasya'nın kuzeybatısında konu-şulur. Abhaz-Adıge dillerinde birbirinden çok farklı lehçelere rastlanmaz. Bu dillerin ses sistemlerinde sınırlı sayıda ayırıcı ünlü, buna karşılık 80 kadar ayırıcı ünsüz vardır. Ad sistemleri basit olmakla birlikte, eylem çekimi oldukça karmaşıktır. Adıge, Kabartay ve Ubıh dillerinde adın yalnızca iki ana durumu vardır, bu öbeğe bağlı öbür diller- deyse adm durumlarına rastlanmaz. Abhaz ve Abaza dillerinde, kişi ve nesnelerin dilbilgisel sınıfları ayrışmıştır. Abhaz-Adıge dillerinde eylem çokbireşimlidir; yani, çeşitli sözcüklerin kaynaştırılmasıyla bütün bir tümceyi belirten bileşik sözcükler oluşturulabilir. Önek ve soneklerle belirtilen eylem kategorileri, yalnızca kişi ve sayıyı değil eylemin geçişli ya da geçişsiz olduğunu, yöneldiği nesneyi ya da olabilirliğini de gösterir. Eylem çekiminde, en fazla dört kişi belirtilir. Eylem biçimleri, birbirini izleyen dokuz kadar biçimbirimi içerebilir.Kuzeydoğu Kafkas (ya da Nah-Dağıstan) öbeği, Nah ve Dağıstan dillerinden oluşur. Çeçen ve İnguş dillerini içeren Nah dilleri, esas olarak Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti'nde konuşulur. Bir başka Nah dili olan Bats ise Gürcistan'da konuşulur. Dağıstan dilleri üç öbeğe ayrılabilir: 1) Dağıstan'ın iç ve batı kesimleriyle Azerbaycan'ın bir bölümünde konuşulan Avar-Andi-Dido dilleri, 2) Dağıstan'ın iç kesimlerinde konuşulan Lak-Dargva dilleri, 3) esas olarak Dağıstan'ın güneyinde konuşulan Lezgi dilleri.Kafkas dillerinin öbür iki ailesiyle karşılaş-tırdığında, Nah-Dağıstan dillerinin ortak bir

kökene bağlanmaları daha güçtür. Bazı dilbilimciler, Nah-Dağıstan dillerini Abhaz- Adıge dilleriyle birlikte tek bir aile (Kuzey Kafkas) içinde sınıflandırır. Başka dilbiiim- çiler ise, Nah dilleri (Orta Kafkas) ile Dağıstan dillerini (Doğu Kafkas) ayrı aileler içinde ele alır.Nah-Dağıstan dilleri, ses sistemleri bakımından çeşitlilik gösterir. Bu dillerde beş asal ünlü (a, e, i, o, u) vardır; ek biçimlerle ünlü sayısı 30'a kadar çıkarılabilir. Nah dillerinin ünsüz sistemleri, Kartveli dil- lerininkiyle benzerlik gösterir. Çoğu Dağıstan dilinde titreşimsiz ünsüzlerin güçlü ve zayıf biçimleri arasında belirgin bir karşıtlık vardır. Bütün Kafkas dilleri, titreşimli (ses. tellerinin titreşimiyle oluşur), titreşimsiz soluklu (ses telleri titreşmez, soluk sesi duyulur) ve gırtlaksıllaşmış (gırtlağın ağzındaki küçük kapağın kapanmasıyla çıkan- hr) olmak üzere üç tür kapantıya yer verir. Nah-Dağıstan dillerinde dilbilgisel sınıflar (Bats dilinde sekiz, Çeçen dilinde altı tane) nesneleri kişilerden ayırır. Kartveli dillerinde olduğu gibi bu dillerde de tümce kuruluşu eden durumuna dayanır.Çağdaş Kafkas dilleri, Kuzey Kafkas dillerine özgü sözcük dağarcığını korumuştur. Bölgedeki yazılı diller, resmî dillerdir. Basın, radyo ve televizyon yerel dillerde yayın yapar. Ilköğrenimde de, öğrenciler anadillerinde öğrenim görür. Kuzey Kafkas alfabeleri, 1936-38 arasında benimsenen Kiril alfabesine dayanır.

Kafkaslar, Rusya Federasyonu'nun Avrupa kesiminin güneybatısı, ile Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan topraklarını içine alan coğrafi bölge ve dağ sistemi. Dağlar, Kafkas Dağları adıyla da anılır. Batıda Karadeniz ve Azak Denizi, doğuda Hazar Deniziyle çevrilidir.

Nogay Stepleri

Beştau ,Çerkessk* O 1400 • Mineralniye Vod.

• PyatigorskR U S Y A F E D .

Sf Wclk TEHEK SKAMOLSbruz / Bemgi Ain>"'ç"rtrânADA<5L y >,564.2 /s»*, suNJ»sl «\wja î&ozrt

5204 . oroonikid»,046 M AŞhara*5Q68

SKST >-----"KobiM WeWîSmta7ş,- Karaugom ^^ \o Buzulu fs,

»Çiatura '<4iAkusa-- 'KUTAISI GÜRCISTAN V

Transkafkaş^a

Mi Bayramlı

.Stepanakert

Yükseklikler metre

2.0002000

PrikumskiStavropol Yükseltileri

Kuma Havzası

- --»Neftekumska s Ö n ü

Stavropol,

s ö rı üs Maykop , Nevinnomısk

A Bellibaşlı yükseklik noktaları

HAZAR

DENİZİMahaçkala

Suhumi

DAĞISTAN^Derbent

Batum^■Bazar-Dyuzi jMingeçaurTrabzon Apşer

on İÇ2SVYarımadası

AZERBAYCAN.

Gence • Oaşkesan

KOBISTAN

;Aragats -5

4090 *ERMEMİSTAN

Martuni

Erzurum,

Page 31: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

368 Kafkaslar

NAHÇİVAN '

'», N^hçıvan

Kafkas Dağları

Lenkoran .ten koran, Düzlüğü

Vanaau.-~~> 44- ■________:_____I \

Page 32: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kafkasya halkları 368

Genellikle kuzey-güney doğrultulu çeşitli sıradağlardan oluşan Büyük Kafkaslar'ın uzunluğu yaklaşık 1.200 km'dir. Dağlardaki başlıca doruklar Elbruz (5.642 m), Dihtau (5.203 m), Koştantau (5.151 m), Şhara (5.068 m) ve Kazbek'tir (5.033 m). Dağlarda, 1.424 km2'lik alan kaplayan 2.200 buzul vardır. Güneydoğu doğrultusunda bölgeyi boydan boya geçen dağların güneyinde kalan topraklara Transkafkasya (Kafkasar- dı), kuzeyine ise Kafkasönü denir. En önemlileri Mamison ve Daryal olan geçitlerin yanı sıra Gürcistan ve Osetya askeri karayolları da dağları yararak bu iki bölgeyi birbirine bağlar. Kafkasönü bölgesi çoğu tahıl ekimi yapılan geniş düzlüklerden oluşur; Transkafkasya ise benzer düzlüklerle ve Küçük Kafkaslar'la kaplıdır. Kafkaslar'da bol su kaynağı vardır. En derin ve büyük ırmaklar Rioni, Kura ve Aragvi'dir; en büyük göl ise Sevan'dır. Dağların yamaçları meşe, kestane, kayın, kızılağaç, çam, dişbudak ve ıhlamur gibi ağaçlardan oluşan ormanlarla kaplıdır. Böl-gede elik, geyik, ayı, vaşak, tilki ve Avrasya bizonu gibi hayvanlar yaşar. Berrak ırmaklar ve göllerde bol miktarda alabalık vardır. Kafkas Dağları kömür, demir cevheri, kurşun, çinko, bakır, molibden, manganez gibi maden yataklarıyla yeraltı kaynakları bakımından da zengindir. Azerbaycan' da, ayrıca Krasnodar ile Stavropol bölgelerinde petrol çıkarılır. Doğal gaz yatakları da son zamanlarda büyük önem kazanmıştır. Kafkas Dağlan aynı zamanda maden sulan, yapı malzemesi olarak kullanılan taşlar ve öteki mineraller açısından da zengindir.Kafkasya halkları, Kafkasya'da yaşayan çeşitli etnik topluluklara verilen ad. Kafkasya, coğrafi açıdan sıradağlar, platolar, dağ etekleri, vadiler, ovalar, ırmaklar ve göllerden oluşan karmaşık bir bölgedir. Çayırlar, ormanlar, bataklıklar ve kurak steplerle kaplı olan bölgenin değişik yerlerinde, birkaç yüz kişiden oluşan dil topluluklarından, sayılan milyonlan bulan büyük ulusal topluluklara kadar 50'nin üzerinde halk yaşar. Bu çeşitlilik çok eski çağlara değin uzanır. Plinius (Yaşlı), Romalılann bölgede işlerini ancak 80 çevirmenle yürütebildiğini belirtiyordu. Arap coğrafyacılar ise Kafkasya'ya Cebelü'l-Elsine (Diller Dağı) adını vermişlerdi .Kafkasya'da konuşulan diller dört ayn dil ailesinden gelir: Kafkas (ya da Eski Kafkas), Hint-Avrupa, Türk ve Sami dil aileleri. Son üç gruba giren toplulukların Kafkasya'ya sonradan göç ettikleri bilinmektedir. Kafkasya dillerini konuşanlar ise bölgede tarihin başlangıcından beri oturan yerli halklardan oluşur. Kafkasya'nın yerli halkları iki kuzey, bir de güney koluna aynlır. Gürcülerin yanı sıra onlarla yakın akraba olan Megrelleri, Lazlan ve Svanları kapsayan güney kolu (1979 nüfusu 3.571.000) Transkafkasya'nın batı kesiminde yaşar. Daha küçük olan iki kuzey kolu ise pek çok halkı içine alır. Bu halklann en kalabalık olanları, Kuban ve Yukan Terek havzalarına yerleşmiş olan Kabartaylar (322.000) ile Büyük Kafkaslar'ın orta kesiminde yaşayan Çeçenler, İnguşlar ve Batlardan oluşan Veynahlardır (940.000).Ermenilerin (4.150.000) ataları olan Hint- Avrupa halklan Transkafkasya'ya İÖ 10. yüzyıl başlarında gelmişlerdir. Bir başka eski Hint-Avrupa kökenli topluluk da, Büyük Kafkaslar'ın orta kesiminde yaşayanOsetlerdir (542.000). Bu topluluk, İÖ 7. yüzyıldan, Hunların baskısıyla Kafkasya'ya sığındıkları İS 4. yüzyıla değin Güney Rusya steplerinde dolaşan ve sırayla İskitler, Sarmatlar, Alanlar olarak anılan Doğu İran kökenli göçebe halkların bir kalıntısı- dır. Kuzeyde yaşayan ve daha çok Ruslarla Ukraynalıları kapsayan Slav kökenli toplu-luklar Kafkasya nüfusunun üçte birinden fazlasını oluşturur. Son olarak Kürtler, Talişler, Tatlar, Yunanlılar ve Çingeneler gibi çeşitli bölgelere dağılmış Hint-Avrupa kökenli

halklar sayılabilir. Türk kökenli halklar güneybatıda yaşayan Azeriler (Azerbaycan'da 5.447.000) ile ku- zevde yaşayan Kıpçak Türklerinden (Ku- mıklar, 228.000; Nogaylar, 60.000; Karaçay- lar 131.000 ve Balkarlar 66.000) oluşur. Kafkasya'nın Sami kökenli tek halkı, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlılardan kaçarak Rus topraklarına geçen ve daha çok kentlerde yaşayan Asurilerdir (25.000). Kafkas halklarının geleneksel ekonomisi tarım, hayvancılık (sığır ve koyun) ve el sanatlarına dayanır. Başlıca tarım ürünleri darı, arpa, buğday ve mısırdır. Şarap üretimi Transkafkasya'da, özellikle de Gürcistan'da çok gelişmiştir. Halı dokumacılığı gibi el sanatları Rusya'ya bağlı Dağıstan ile Ermenistan ve Azerbaycan'da yaygındır. Ağaçsız yaylalarda köyler, bir araya küme-lenmiş ve dağ yamaçlarına kurulmuş taş evlerden oluşur. Kafkasya'nın batı kesiminde ise köyler, çitlerle çevrili ayrı çiftliklerden oluşur; buradaki evler ahşaptan ya da kille sıvanmış sazlardan yapılmıştır. Trans-kafkasya'nın orta ve doğu bölgelerinde evler direkler üzerinde duran kubbe biçimli bir çatı kemeriyle örtülür; çatıların tepesinde pencere ya da baca olarak kullanılan bir açıklık bulunur.Kafkasya'nın her yerinde ataerkil klan sisteminin ve kabile yapısına dayalı toplumsal örgütlenmenin izlerine rastlanır. Bu özellikler en çok dağlılar arasında korunmuştur. Bununla birlikte kabile sistemi genelde yavaş yavaş yerini köy toplulukları sistemine bırakmıştır. Geçmişte feodal ilişkilerin en güçlü olduğu yerler Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile Kafkasya'nın kuzeyindeki bazı kesimlerdir. 1917 Sovyet Devrimi'nden sonra birçok etnik geleneğin sürmesine karşın, kolektifleştirme köklü değişiklikler yaratmış, bu arada Rus etkisi de giderek artmıştır.Kafkasya'nın başlıca geleneksel dinleri özellike Türk toplulukları arasında yaygın olan İslam, Ortodoks Kilisesi ile Ermeni Gregoryen Kilisesi'nin temsil ettiği Hıristiyanlık ve Yahudiliktir. Ayrıca çok sayıda dinsel azınlık vardır.

Kâfrü'ş-Şeyh, Aşağı Mısır'da, Nil Deltasının orta kesiminde il {muhafaza). Batıda Nil'in kolu Reşid, doğuda da Dekahliye iliyle çevrilidir. 1949'da hemen güneyindeki el-Garbiya ilinin bir bölümü üzerinde kuruldu. Mısır sultanı (1917-22) ve kralı (1922- 36) I. Fuad'ın onuruna Fuadiye ili adını aldı; krallığın yıkılmasından (1952) sonra 1955'te adı Kâfrü'ş-Şeyh olarak değiştirildi. İlin kuzeyinde, denizden dar bir kıyı şeridiy- le ayrılan, yaklaşık 56 km uzunluğunda büyük bir tuzlu su lagünü olan Burullus Gölü (buheyret) bulunur. Kanallar ve Nil'in küçük kollanyla beslenen göl, bir bölümü pirinç ekimi için ıslah edilmiş geniş tuz bataklıklanyla çevrilidir; balıkçı köyü Bal- tim, gölün doğu kıyısında yer alır. İlin yüzölçümü 3.437 km2'dir. İlde, Nil Irmağının kolu olan Dimyat üzerindeki Zifta Barajı'ndan sağlanan suyla pamuk, pirinç, mısır ve buğday yetiştirilir.1980'lerin başında şeker pancan yetiştirilmeye başlamış ve balık üretme çiftlikleri kurulmuştur. Sanayileri temelde tarıma dayalı önemli pazar kentleri Disuk ve Biyala dır; bu kentlerde çırçır fabrikaları ile pirinç ve şeker pancarı işleme tesisleri vardır. Öteki sanayi kuruluşları il merkezi Kâfrü'ş- Şeyh'te toplanmıştır. Süveyş Kanalı'nın inşasından sonra Hıdiv İsmail Paşa'nm (hd 1867-79) emriyle yaptırılan dört deniz fenerinden biri Burullus Gölünün doğu ucunun kuzeyinde yer alır. Nüfus (1990 tah.) 1.968.000.

Kâfrü'ş-Şeyh, Aşağı Mısır'da, Nil Deltasının orta kesiminde bulunan Kâfrü'ş-Şeyh ilinin (muhafaza) merkezi kent. Akdeniz kıyısında, Tahta kentinin yaklaşık 40 km kuzeybatısında, verimli topraklarla kaplı bir ovada yer alır. Kentteki fabrikalarda pamuk işlenir, sigara, pirinç kabuğu yağı, kimyasal maddeler ve pirinç sapından karton üretilir. Kral I. Faruk'un

(hd 1936-52) sarayının bulunduğu kent, Mahalletü'l- Kübra'da ana demiryoluyla birleşen bir yan hat aracılığıyla Reşid ve Kahire'ye bağlanır. Nüfus (1986) 102.910.

Kafsa, GAFSA olarak da yazılır, Latince CAPSA, Tunus'un ortabatı kesiminde kent. Bölgedeki ilk yerleşmeyle ilişkilendirilen Mezolitik Çağ Capsien kültürü (bu bölgede İÖ y. 6250) adını antik kentten alır. Yörede ilk Numidia kenti İÖ 106'da Romalılarca yıkıldıktan sonra İmparator Traianus tarafından yeniden inşa edildi. Bundan sonra sırasıyla Bizans, Arap, Berberi ve Os-

manii yönetimleri altına girdi. Günümüzde, sulamayla meyve yetiştirilen önemli bir vaha ve Şattü'l-Cerid tuz düzlüklerinden elde edilen fosfatın ana yükleme merkezidir. Sefakis (Sfax) limanına kara ve demir yoluyla bağlanır.Zengin fosfat madenlerinin işletildiği çevre bölgede genellikle göçebelerle alfa, tahıl, hurma ve zeytin yetiştiren çiftçiler yaşar. Nüfus (1984) kent, 60.970.

kaftan, Ortadoğu'da erkeklerin giydiği Mezopotamya kökenli uzun giysi. Osmanlı-larda 1828'de yapılan giyim kuşam değişikli-ğine değin kullanılmış, İran'da, Arap ülke-lerinde ve Kuzey Afrika'da da yaygınlık kazanmıştır. Genellikle pamuk, ipek ya da bu ikisinin karışımı kumaşlardan yapılır.Kaftanın uzun, geniş yenleri vardır. Çoğu zaman bir kuşakla bağlanırsa da, önü açıktır. Ortaçağdan başlayarak Hasidi Yahudilerinin giydiği siyah rahip latasına da kaftan denir.Osmanlı erkeğinin toplum içindeki konumunu belli etme gibi bir özelliği de olan kaftan, aynı zamanda ödüllendirme amacıyla padişah ya da sadrazam tarafından devlete yararlık gösterenlere, vezirlere, beylerbeylerine ve yabancı ülke elçilerine de giydirilirdi. Murassa, keçe, çuha gibi çeşitleri olan kaftanların kışın giyilenleri kürkle de kaplanırdı. Osmanlı hanedanının ya da devlet adamlarının ve varlıklı kişilerin kullandığı kaftanlar zengin işlemeli, değerli taşlarla süslü olurdu.Kaftancıoğlu, Ümit (İlhan), asıl adı GA RIP TATAR (d. 1934, Hanak, Kars - ö. 11 Nisan 1980, İstanbul), yapıtlarında Doğu Anadolu köylülerinin çeşitli sorunlarını, doğayla mücadelelerini, yerel anlatım özel-

liklerinden ve folklorik öğelerden de yarar-lanarak çarpıcı biçimde sergileyen yazar.İlköğrenimini Hanak'ın Saskara (bugün Koyunpınarı) köyünde tamamladıktan sonra

Kafsa'da içkale, TunusJ. Allan Cash - EB Inc.

Ümit Kaftancıoğlu, 1977Ara Güler

Page 33: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

maddi olanaksızlıklar nedeniyle birkaç yıl okuma olanağı bulamadı. 1957'de Cıla- vuz İlköğretmen Okulu'nu bitirdi. 1957-60 arasında Mardin'in Derik ilçesinde ilkokul öğretmenliği yaptı. 1964'te Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü'nün Edebiyat Bölümü'nü bitirdi. Kısa bir süre ortaokul öğretmenliği yaptıktan sonra program yapımcısı olarak TRT'ye girdi. Siyasal bir cinayete kurban gitmeden önce İstanbul Radyosu'nda "Köy Yayınları"nda çalışıyordu.Küçük yaşlarda okuma yazma öğrenen ve köy enstitüsü geleneğinin devam ettiği Cıla- vuz İlköğretmen Okulu'nda edebiyatla ilgilenmeye başlayan Kaftancıoğlu, çeşitli gazete ve dergilerde çıkan öykü, röportaj ve incelemeleriyle adını duyurdu. Dönemeç adlı öyküsüyle 1970 TRT Büyük Ödülü'nü, "Hakkullah" adlı röportajıyla 1972 Ali Naci Karacan Ödülü'nü kazandı. İlk öykü kitabı Dönemeç''le ilk romanı Yelatan'ı da aynı yıl çıkardı. 1980'de çocuk öykülerinden oluşan Çocuk ve Kent adlı yapıtıyla Başkent Yarış-masında üçüncülük ödülünü kazandı. Kaf- tancıoğlu'nun bunlardan başka Tüfekliler (1974) adlı bir romanı, Çarpana (1975) adlı bir öykü kitabı, Tek Atlı Tekin Olmaz (1973) adlı bir destan-masalı ile Köroğlu Kolları-Halk Destanları (1974), Köroğlu Kol Destanları (1979) ve Allın Ekin (1980) adlı incelemeleri vardır. Kitaplarına girmemiş öyküleri ölümünden sonra İstanbul Allak Bullak (1983) adlı kitapta toplanmıştır.Kafue, Doğu Afrika'da, Zambia'nın güney kesimindeki Orta ilinde kent. Başkent Lu- saka'nın yaklaşık 40 km güneyinde, Kafue Irmağının kuzey yakasında yer alır. Irmağın suları bir kanalla Chilanga ve Lusaka'ya yöneltilmiştir. Kafue'deki hidroelektrik santraldan beslenen sanayi bölgesinde bir gübre (amonyum nitrat) fabrikası, entegre bir dokuma tesisi, bir demir-çelik kompleksi, fiberglas balıkçı teknesi yapılan bir işletme, bir tabakhane, bir kâğıt hamuru ve kâğıt fabrikası, bir bakır işleme ünitesi, bir torba ve çuval fabrikası ile bir montaj ve onarım tesisi yer alır. Bir yeşil kuşak, Zambia'daki kentsel yerleşmelere oranla daha yoğun yapılaşmış olan konut bölgesini sanayi bölgesinden ayırır. Büyük Kuzey Karayolu ve bir demiryolu hattı Kafue içinden geçerek kenti Mazabuka ve Lusaka' ya bağlar. Nüfus (1980) 29.794.

Kafue Irmağı, Doğu Afrika'da, Zaire- Zambia sınırında doğan akarsu. Genellikle güneye doğru menderesler çizdikten sonra, akaçladığı Lukanga Bataklığı yakınında batıya döner. Ardından da güneye ve doğuya kıvrılarak Kafue Düzlükleri ile Kafue Boğazından geçer. 960 km yol aldıktan sonra Chirundu (Zimbabve) yakınlarında Zim- babve Irmağına dökülür. Zambia'nın en büyük ırmaklarından biri olan Kafue'den sulama amacıyla yararlanılır. Kafue Ulusal Parkı'nın da yer aldığı ırmak havzasında çok sayıda av hayvanı yaşar. Irmak sistemi Zambia'nın orta kesimini kaplayan platoyu, özellikle Meshi Teshi Geçidi ile Kafue Boğazında boydan boya yarar. Kafue Boğazında bir hidroelektrik santral yapılmıştır. Çağlayanlar ve ivinti yerleri yüzünden ırmakta ancak küçük teknelerle ulaşım olanaklıdır. Lusaka'nın 40 km güney-güneyba- tısındaki Kafue'de bir köprü bulunur.

Kafue Ulusal Parkı, Doğu Afrika'da, Zambia'nın ortagüney kesimindeki Kuzeybatı, Orta ve Güney illerinde park. 1950'de Lusaka'nın 322 km batısında 22.400 knr'lik bir alanda kurulan park Kafue Irmağının orta kesimleri ile bu ırmağın iki kolu (Lufupa ve Lunga) boyunca uzanan düz ve hafif engebeli bir platodan oluşur. Güneyde karışık ormanlar, sık çalılıklar, ağaçlık alanlar ve çayırlardan oluşan bitki örtüsü kuzeyde geniş alüvyonlu otlaklara ve yaprak- dökmeyen küçük ormanlara dönüşür. Kuzeybatıdaki sürekli bataklıkların suları Bu- sanga taşkın ovaları üzerinden Lufupa Irmağına doğru boşalır. Parktaki yabanıl hayvanlar arasında suaygırı, manda, zebra, fil, kara gergedan, aslan, samur, oribi, kudu, impa- la, demirkır antilop, geyik,

gnu, sitatunga, duiker ve timsah sayılabilir. Akbaba gibi yırtıcı kuşlarla birlikte eğergaga, taçlı turna, karabatak, arıkuşu gibi pek çok kuş türünü barındıran parkta Ngoma, Kalala, Nanzhi- la, Chunga, Kafwala, Lufupa, Moshi ve Ntemwa'da kamp yerleri vardır. Parkta yaya olarak safari yapılmaktadır.

kâfur (CıoHiöO), KÂFURU olarak da bilinir, çok eski zamanlardan beri tütsü ve ilaç olarak kullanılan organik bileşik. Günümüzde, daha çok nitroselüloz türevlerini yumuşatıcı ve böcek (örneğin güve) kovucu olarak kullanılan bu bileşikten özellikle bazı cilt hastalıklarının, kaşıntı ve romatizma ağrılarının tedavisinde hâlâ yararlanılır.Kâfur doğal yolla, Japonya ve Çin kökenli bir bitki olan kâfur ağacının (Cinnamomum camphora) odunundan çıkarılır; toz haline getirilmiş odunun su buharıyla damıtılması sonucu elde edilen uçucu yağ soğukta bekletilerek kâfur çöktürülür, süblimleşme yoluyla temizlenir. Ama 1930'lar- dan bu yana daha çok bileşimsel yolla pinerden elde edilmektedir. Keton yapısında bir terpen türevi olan kâfur, katışıksız halde 178°C-179°C'de eriyen, beyaz mumsu bir katıdır.

Kâfur, Ebu'l-Misk (ö. 968), İhşidiler(*) döneminde vezirliğe yükselen Etiyopyalı ya da Sudanlı köle. Unucur (hd 946-961) ve Ali (hd 961-966) dönemlerinde Mısır'ın fiili hükümdarı olmuş, vezirlik unvanını daha sonra almıştır.İhşidi hanedanı hükümdarlarının ilki olan Muhammed bin Tuğc'un kölesiydi. Yete-neklerini fark eden efendisinin çocukla-

369 Kagabalar

nm eğitmekle görevlendirildi ve subaylığa yükseltildi. Suriye ve Hicaz seferlerinde olağanüstü askeri başarı gösterdi ve ölüm döşeğindeki hükümdarın vasiyeti gereğince Muhammed bin Tuğc'un iki oğlundan birinin velisi oldu. Böylece Unucur'un ve onun ardılı Ali'nin tahtta bulunduğu dönemde Mısır'ın gerçek yöneticisi durumuna geldi; 968'e değin ülkeyi kendi adına yönetti. Ölümünden sonra Fatımiler İhşidi- leri devirerek Mısır'da iktidarı ele geçirdi.Kâfur'un yönetimi sırasında saray yaşamının görkemi efsaneleşirken ülke salgın has-talıklardan, kıtlıktan ve şiddetli bir depremden büyük zarar gördü. Gerçek bir bilim adamı olan Kâfur, döneminin büyük Arap şairi Mütenebbi'nin hem koruyucusu, hem de bir dönem dostu oldu.kâfurlu afyon tentürü, öksürük kesici, ayrıca ishal tedavisinde ağrı kesici olarak kullanılan narkotik ilaç.Resmî İngiliz ve ABD farmakopelerine göre kâfurlu afyon tentürü yüzde 0,4 afyon (yüzde 0,04 morfin) ve yüzde 45 alkol içerir. Karışım, afyon tentürü (laudanum) ya da toz halindeki afyondan hazırlanır. Bu formül 1700'lerden bu yana zaman zaman küçük değişikliklere uğramıştır.Kafze, İsrail'de, Nasıra'nın güneyinde, 45- 60 bin yıl öncesine ait fosilleşmiş 11 tane insansı iskeletinin bulunduğu kaya barınağı. Cebel Kafze yöresinde ilk kazıyı 1930'ların başında Kudüs'teki Fransız başkonsolosu R. Neuville gerçekleştirmiş, 1960'larda ve 1970'lerin başında da Paris Üniversitesinden Bernard Vandermeersch yeni kazılar yapmıştır.Ortadoğu'da bulunmuş bu döneme ait en büyük fosil grubunu oluşturan kalıntılar, Avrupa'da genellikle Neanderthal insanıyla birlikte düşünülen Mousterien (taş alet) kültüre bağlanır. Ama Vandermeersch, Kafze'deki kalıntıları Homo sapiens sapi- ens'e, yani günümüz insanına ait kalıntılar olarak sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırmaya göre Kafze kalıntıları bugüne değin bulunmuş en eski Homo sapiens sapiens kalıntılarını oluşturur. Bazı uzmanlar ise bu kalıntıları "klasik olmayan" Neanderthal biçiminde sınıflandırmıştır.

Kaga, Japonya'nın Honşu Adasındaki İşi- kava ilinde (ken) kent. Daişoci Irmağı (gava) kıyısında yer alır. Daişoci kentinin, Katayamazu ve Yamaşiro gibi kaplıca mer-kezlerinin yanı sıra birkaç kasabayla birleşmesi sonucunda 1958'de oluşturulmuştur.Eski Daişoci kenti Kaga'nın orta kesimini oluşturur. Bu eski tapınak kenti Tokugava- (Edo) döneminin (1603-1867) başında Mae- da ailesince yaptırılan bir kale çevresinde gelişmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra gelişen sanayi ürünleri arasında elektrikli makineler, çanak çömlek, ipek ve sentetik kumaşlar ile bisiklet zinciri sayılabilir.Kaga önemli bir turizm merkezidir. Enu- ma Tapınağı içinde, Kobori Enşu'nun (1574-1647) kurduğu bir çay töreni evi yer alır. Birkaç tapmağın bulunduğu kent, kaplıcaları ve doğal güzelliğiyle de çok turist çeker. Nüfus (1985) 68.630.Kagabalar, KOGUALAR olarak da bilinir, Kolombiya'da, Sierra Nevada de Santa Marta'nın eteklerinde yaşayan Güney Amerika Yerli halkı. Bir Arhuvako dili konuşurlar. Yüzyıllar öncesine inen yerleşmeleri derin koyaklarda ve dar vadilerde kuruludur. 1970'lerde sayıları 4 bin kadardı.

Page 34: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kagame, AIexis 370

Sierra Nevada de Santa Marta'nın kuzey yanında oturan Kagaba toplulukları, Avrupa uygarlığıyla 400 yılı geçen aralıklı ilişkiler yoluyla yeni tarım ürünlerini, evcil hayvanları, aletleri, konut tiplerini ve giyim biçimini benimsemekle birlikte, Yerli görünüm ve kültürlerini korumuşlardır. Dağın güney yamaçlarındaki Kagabalar ise Avrupalılarla ve Yerli olmayan Kolombiyalılarla kurdukları yakın ilişkiler ve evlilikler sonunda etnik ve kabile özelliklerini büyük ölçüde yitirmişlerdir.Kagabalar dağın tepesiyle yamacı arasında değişik zamanlarda ve değişik yüksekliklerde yetişen manyok, mısır, patates, muz, şekerkamışı gibi bitkilerin yanı sıra soğan, fasulye, koka ve tütün yetiştirirler.Kagame, (Abbe) Alexis, ALEGISI olarak da yazılır (d. 15 Mayıs 1912, Kiyanza, Ruan- da), Ruandalı şair, tarihçi ve Katolik papaz. Hem anadili olan Ruanda dilini (Kinya- ruanda), hem de Fransızcayı kullanarak ülkesinde yazılı sanatın tanıtıcısı olmuştur.Batusi kabilesi ileri gelenlerinden birinin oğluydu. 1928'de vaftiz edildi; 1941'de de papazlığa atandı. 1955'te Roma'daki Papalık Gregorius Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Doktora çalışmasının gerek ön-cesinde, gerek sonrasında öğretmenlik, ya-yıncılık ve araştırmacılık gibi etkinliklerde bulundu; Kinyamateka adlı derginin yayın yönetmenliğini üstlendi ve bir dizi bilimsel yapıtla sonuçlanan araştırmalar yaptı. 1955'ten bu yana Butare'deki Katolik misyoner yerleşmesinde oturan Kagame kutsal görevlerini ve bilimsel çalışmalarını bir arada sürdürmektedir.Kagame başlıca kitaplarından Inganji Ka- ringa'âa (1943; Muzaffer Davullar) eski Ruandalıların tarihini konu aldı. Ardından Isoko y'Amâjyambere (1949-51, 3 cilt; Ge-lişmenin Kaynakları) adlı epik şiiri, La poesie dynastique au R vanda (1951; Ruanda Hanedan Şiirleri) -e Introduction aux grands genres lyriques de l'ancien Rwanda (1969; Eski Ruanda'nın Büyük Lirik Şiirine Giriş) yayımlandı. En önemli yapıtı olan Umulirimbyi wa Nyili-ibiremwa (1950, 3 cilt; Yaratan Tann'nın Şarkıcısı) adlı uzun Hıristiyan destanını 1941'de yazmaya başladı. Daha az bilinen yapıtları arasında Mata- baro Ajya Iburayi (1938-39; Matabaro Avrupa'ya Gidiyor) adlı novellası, Umwaduko yv'Abazunga muli Afrika yo hagati (1947; Avrupalıların Orta Afrika'ya Gelişi) adlı tarihsel şiiri ve icara nkumare irungu (1947; Otur da Seni Eğlendireyim), Indyohesha- birayi (1949; Patatesin Tadı Tuzu) ve Iyo wiliwo nta rungu (1949; Gün Nasıl Hoşça Geçirilir) gibi eğlenceli hafif kitapları sayıla-bilir.Kagamigahara, Japonya'nın Honşu Ada-sındaki Gifu ilinde (ken) kent. Gifu kentinin doğusunda yer alır. 1868'deki Meici Restorasyonu sırasında burada bir askeri üs kurulmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD kuvvetlerinin işgal ettiği kent günü-müzde Japon Hava Savunma Kuvvetleri'n- ce kullanılmaktadır. Uçak ve taşıt tesisleri ile dokuma fabrikalarının bulunduğu Kaga-migahara, Çukyo sanayi bölgesi içindedir. Nüfus (1990) 129.682.Kaganoviç, Lazar Moiseyeviç (d. 22Kasım 1893, Kabani, Kiev yakınları, Ukray-na, Rus Çarlığı - ö. 25 Temmuz 1991, Moskova), Stalin döneminde önemli yönetim ve parti görevlerinde bulunan Sovyetler Birliği Komünist Partisi (KPSS) yöneticisi.Yahudi bir ailenin oğluydu. Yaşamını kunduracılık yaparak kazanan Kaganoviç, 1911'de Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi' ne girerek Bolşeviklere katıldı. 1917 Ekim Devrimi'nin ardından Taşkent'te kurulan Sovyet yönetiminin başına getirildi. Türkis-tan'da Sovyet yönetiminin yerleşmesinde

gösterdiği başarıyla Stalin'in dikkatini çekti ve onun tarafından yerel parti örgütlerinin etkinliklerini denetlemekle görevlendirildi. 1924'te Merkez Komitesi'ne girdikten sonra Stalin'in siyasal rakiplerine karşı yürüttüğü mücadelede önemli rol oynadı. Yetenekli bir örgütçü ve yönetici olarak yaptığı ünün de yardımıyla parti yönetiminde hızla yükselerek, 1930'da Politbüro asıl üyesi oldu. 1920'dan sonra başlayan hızlı kolektifleştirme hareketi sırasında, Stalin'in bu uygulamayı ısrarla savunan az sayıdaki üst düzey danışmanı arasında yer âldı. Partinin Moskova bölge örgütü başkanı olarak görev yaptığı 1930-35 arasında örgütün bütünüyle Stalin'in denetimi altına girmesini sağladı. Aynı dönemde, Moskova metrosunun yapımı ve başarısızlığa uğrayan kolektif sistemi ayakta tutmak için kolektif çiftliklere tarım araç ve gereçlerinin dağıtımı işlerinde önemli sorumluluklar üst-lendi.Politbüro içinde S.M. Kirov'un, köylülüğe bazı ödünler verilmesi yolundaki önerilerine ve yönetim üzerinde Stalin'in denetiminin azaltılmasına yönelik girişimlerine V. M. Molotov'la birlikte kesin bir biçimde karşı çıkan Kaganoviç, Stalin'in "Büyük Temizlik" hareketi sonrasında kurduğu Po- litbüro'da Molotov'la birlikte çekirdek kadroyu oluşturdu. Bu tarihten Stalin döneminin sonuna değin Sovyetler Birliği'ndeki ağır sanayi çalışmalarının yürütülmesinde büyük sorumluluk üstlendi. 1935'te ulaştırma, 1937'de ağır sanayi, 1939'da da yakıt sanayisi ve petrol sanayisi halk komiserliğine atandı. Kruşçev döneminde yöneticilik yanı ağır basan çeşitli görevlere getirildi. Kruşçev'in Stalin dönemine ilişkin eleştiri kampanyasını başlattığı KPSS XX. Kongre- si'nin (Şubat 1956) ardından Kruşçev'i yönetimden uzaklaştırmayı amaçlayan parti içi muhalefet grubu içinde yer aldı. Bu grubun Kruşçev tarafından etkisiz hale getirilmesinden sonra (Haziran 1957), bütün yönetim ve parti görevlerinden alındı. 1960'ların başlarında da partiden atıldı. 1963'te Batılı bir gazetecinin Kaganoviç'in mezarını gördüğünü ileri sürmesi üzerine öldüğü sanıldıysa da sonradan bunun doğru olmadığı ortaya çıktı.

Kagava, Japonya'da, Şikoku Adasındaki en küçük il (ken). Honşu Adasındaki Oka- yama ilinin karşısında yer alan Kagava,Japon İç Denizine (Seto-naikai) bakar. Şodo ve açıklarındaki öteki adalarla birlikte 1.880 knr'lik bir alanı kaplar. Sıcak ve az yağışlı bir iklime sahip olan ilin sulannı aralarında Koto ve Doki ırmaklarının da bulunduğu akarsular toplar; il topraklarında çok sayıda küçük göl vardır. Japon İç Denizine egemen konumdaki Yaşima Burnu 1184'te Taira (Heike) ve Minamoto (Genci) klanları arasında yapılan büyük bir deniz çarpışmasına sahne olmuştur. İlde yoğun tarım yöntemiyle pirinç, arpa ve buğday yetiştirilir; güneyde mandalina Şodo Adasında da zeytin üretilir. Japonya' nın tuz

gereksiniminin büyük bölümünü Kagava sağlar. İlde ayrıca lak, iş eldiveni ve vantilatör üretilir. Şodo Adasındaki taş- ocaklanndan çıkanlan taşların ilk Osaka Şatosu'nun yapımında kullanıldığına inanılır.İl merkezi Takamatsu, Kagava'mn Honşu Adası ile bağlantısını sağlayan bir liman kenti ve Şikoku ile Japon İç Denizi Ulusal Parkı'm ziyaret eden turistlerin uğrak yeridir. Kentteki Tamamo Parkı'nda 16. yüzyıla ait bir şatonun kalıntıları yer alır. Ritsurin Parkı (koen) ise Japon peyzaj mimarlığının en iyi örneklerinden biri olarak kabul edilir. Kentin 31 km güneybatısında bulunan, 19. yüzyıla ait Kotohira-gu (Kotohira Tapınağı) çok sayıda ziyaretçi çeker. Nüfus (1990 geç.) 1.023.434.Kagava Kageki, KEIEN olarak da bilinir (d. 25 Mayıs 1768, Tottori - ö. 26 Nisan 1843, Japonya), Japon şair ve geç Tokugava (Edo) dönemi (1603-1867) edebiyat araştırmacısı. Keien şiir okulunun kurucusudur. Bir samurai ailesinin çocuğuydu. On dokuz yaşında evden ayrılarak Kyoto'da Kagava Kagetomo'nun öğrencisi oldu. Kagava ailesi tarafından evlat edinildiyse de daha sonra Kagetomo'yla arası açıldı.1796'da Ozava Roan ile tanıştı; geleneksel ve biçimsel şiir tarzını reddederek duygula- nn içten ve basit dışavurumunu savunan bu şairden çok etkilendi. Şiirin tonunu düşünsel içeriğinden önemli bulan şirabe (uyum) kavramını savunmaya başladı. 19. yüzyıl başlarında Kyoto'nun önde gelen şairi duru-muna geldi ve Keien okulunu kurdu. Kamo Mabuçi'nin şiir tarzının eleştirisini yaptığı Şingaku iken'in (1811) yayımlanmasıyla ünü daha da arttı. Bu döneme ait pek çok şiiri Keien İsşi (1828) adlı derlemede yayımlandı.Görüşleriyle ve kurduğu okulla Mabuçi' nin ve başka yerleşik okulların izleyicilerinin düşmanlığını kazanan Kagava Kageki bütün saldınlara karşın, etkisini ölümünden sonra da korudu. Keien okulu 19. yüzyıl sonlarına değin Japon şiirine egemen oldu.

Kagava'daki Kotohira Tapınağı, JaponyaConsulate General of Japan, New York

Page 35: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kagava Toyohiko (d. 10 Temmuz 1888, Kobe - ö. 23 Nisan 1960, Tokyo, Japonya), Japon işçi hareketi ile özellikle yoksullara dönük demokratik akımlarda önemli rol oynayan Hıristiyan toplumsal reformcu ve yazar.İngilizce öğrenmek için bir Kitabı Mukaddes kursuna girdikten kısa süre sonra Hıristiyanlığı benimsedi. Japonya'da başladığı din öğrenimini sürdürmek üzere ABD'ye gitti. Ülkesine dönüşünde, Kobe'nin yoksul mahallelerinde yaşamayı yeğleyerek, işçi hareketi ve toplumsal yardım kuruluşları içinde etkinlik göstermeye başladı. Bu dönemde, 1925'te erkek yurttaşlar için genel oy hakkının elde edilmesiyle sonuçlanan kampanyada etkin rol oynadı ve Japon İşçi Federasyonu'nun kuruluşunda görev aldı. İşçiler arasında yürüttüğü çalışmalar nedeniyle 1921'de ve 1922'de kısa sürelerle tutuklandı. Salıverildikten sonra başta kendi ülkesinde olmak üzere, dünyanın önemli kentlerinde Hıristiyanlığı yayma amacıyla uzun kampanya gezilerine çıktı.1928'de Savaş Karşıtı Ulusal Birlik adlı örgütü kurdu. 1940'ta, Japonya'nın Çin'e saldırısından ötürü bu ülkeden özür dilediği için tutuklandı. Ertesi yıl yaklaşmakta olan savaş tehlikesinin önüne geçmek amacıyla ABD'ye giden bir grubun içinde yer aldı. II. Dünya Savaşı'nın ardından Japonya'ya dönerek kadınların oy hakkı için yürütülen mücadeleye önderlik etti.1921 ve 1922'de hapiste bulunduğu sırada yazdığı Şişen Okoete (Ölüm Hattını Geçiş) ve Taiyo o İru Mono (Güneşe Ateş) adlı ilk iki romanı da en çok satan kitaplar arasına girdi. Ayrıca pek çok sosyolojik ve dinsel incelemesi ile Albert Schweitzer'in yapıtlarından çevirileri yayımlandı.Kagera Irmağı, Nil Irmağının kolu ve Victoria Gölüne dökülen en uzun akarsu. Tanganika Gölünün kuzey ucu yakınlarında Burundi'de doğar. Zaire ile Ruan- da arasında, Kivu ve Tanganika göllerinin doğusundaki dağlık bölgeden doğan akarsuların beslediği Nyavvarango (Niava- rango) ve Ruvubu (Ruvuvu) adlı iki kolun birleşmesiyle oluşur. Kagera, yaklaşık 400 km boyunca kuzey ve doğu yönlerinde akar. Kuzeye doğru ilerleyen orta çığırıyla Tanzanya-Ruanda sınırını oluşturduktan sonra doğuya dönen ırmak bu kez Tanzan- ya-Uganda sınırının bir bölümünü çizer ve Tanzanya'ya girerek Victoria Gölüne dökülür.Yer yer göller ve bataklıklarla kaplı dağlık Kagera Havzası daha çok Ruanda topraklarında kalır ve Kagera Ulusal Parkı'nı içine alır. Kagera'mn en uzun kolu Lukara- ra, en güneydeki kolu ise Ruvironza'dır (Luvironza). Irmağın büyük bölümü ulaşıma elverişsizdir; tek liman olan Kyaka'da (Tanzanya) su kesimi az olan yük gemileri çalışır.Kageran Yağmur Katı, Afrika'da Pleyis- tosen Bölümde (y. 2,5 milyon-10 bin yıl önce) oluşan kayaç katmanları ve bu kayaç- lann çökeldiği zaman dilimi. Daha yağışlı iklim koşullarını simgeleyen Kageran Yağmur Katı, adını Uganda'daki Kagera Irmağı kıyılarında oluşan ve ilk kez burada saptanan çökellerden alır. Kageran'ın Kuzey Yarıküre'deki kara buzullarının ilerlemesiyle eşzamanlı olduğu ve Alt Pleyistosen Bölümü simgelediği sanılmaktadır. Kageran Yağmur Katını, Kageran-Kamasiyen Yağ- murarası Kat dönemi (ya da kuru dönem) izler.kâgir, taş, tuğla, beton vb gibi organik olmayan malzemeyle inşa edilmiş her türlü yapı. Kâgir yapı ilkel insanın az bulunan doğal mağaralar yerine, taş yığınlarından yapay barınaklar yapmaya çabalamasıyla ortaya çıktı. İrlanda'nın Aran Adalarında Tarihöncesinden kalma kısmen toprağa gömülü, daire planlı taş kulübeler bulunmuştur. Eski Mısır'da İÖ 4. binyılda geliştirilen karmaşık duvar örme tekniklerinin örneklerine eski strüktürlerin en cüretlisi olan Piramitler'de karşılaşılır.Kâgir yapım malzemelerinin seçimini her zaman çevredeki jeolojik oluşumlar ve koşullar belirler. Örneğin Eski Mısır tapmaktan Nil

boyundaki kireçtaşı, kum taşı, su- mermeri, granit, bazalt ve porfir ocaklann- dan çıkartılan malzemeyle yapılmıştır. Bir başka eski uygarlık merkezi olan Mezopotamya'da ise taşocaklarmın bulunmamasına karşılık zengin kil kaynakları vardı. Bunun sonucu olarak Asur ve Pers imparatorlukla- nnda kâgir yapılar kerpiçle yapılmış ve bazısının cepheleri fırında pişirilmiş sırlı tuğlalarla kaplanmıştı.Taş ve kil, ortaçağda ve sonrasında da kâgir yapımın temel malzemesi oldu. Kâgir yapım alanında önemli bir adım, Romalıla- nn betonu bulmalarıyla atıldı. Kesme taş bloklarla örülen duvarlarda harç kullanmaya gerek yoktu. Ama Romalılar gene de, bir tür volkanik kül olan pozolandan yaptıkları çimentonun değerini hemen anladılar. Su, kireç ve taş kırıkları ile kanştırı- lan bu çimento, suyunu kaybedince betona dönüşüyordu. Bu betonla yapılan ve yü-zeyleri taş ya da pişmiş toprak malzemeyle kaplanan duvarlar hem daha ucuza çıkıyor, hem de daha kısa sürede bitirilebili- yordu.Taşıyıcı sistemleri biçimlendirmede daha özgür davranma olanağı veren beton, Romalıların uzun zamandır bildikleri, ama az kullandıkları kemeri, temel strüktür öğelerinden biri olarak geliştirmelerini sağladı. Kemerin kullanılmasından önce yapı ustala- n, taşın bir açıklığı geçmek için yatay bir yapı öğesi olarak kullanıldığında, kendi ağırlığından ve üstüne konan herhangi bir cismin ağırlığından doğan çekme kuvvetine karşı dayanamayarak kırılması yüzünden önemli bir kısıtlamayla karşı karşıya idiler. Çünkü kırılmayı önleyebilmek için geçilen açıklığı küçük tutmak zorunda kalıyorlardı. Mısırlılar tapınaklarının çatılarını, birbirlerine yakın yerleştirilmiş sütun ve ayaklara oturttukları taş plaklarla örtmüşler, Yunanlılar ahşap çatı kirişlerinin üstünü ince taş levhalarla kaplamışlardı. Bunlar yangına ve iklim koşullarına da dayanıklı değildi. Oysa kemerde kilit taşından üzengi taşına kadar kâgir strüktürün tümü basınca çalışıyor, çekme kuvvetini ortadan kaldırıyordu. Taşın basınç kuvvetine karşı dayanıklılığı yüksekti ve Romalılar bu sayede büyük açıklıklı köprüler, birçok sukemeri yaptılar. Kemeri yatay bir doğru üzerinde öteleyerek (ilerleterek) tonozu buldular ve bununla Roma' daki Venüs Tapmağı gibi yapıların üstünü başarıyla örttüler. Kemeri, kilit taşından geçen düşey eksen çevresinde döndürerek de, Roma'daki Pantheon'da kullanacakları kubbeyi oluşturdular. İki beşik tonozu birbirine dik yönde kesiştirerek büyük hamamlarda kullandıkları çapraz tonozu geliştirdiler.Ortaçağda Roma mimarlığının beşik kemeri önemli bir değişim geçirdi, sivri kemerin geliştirilmesiyle, uygun aralıklı ayaklara yaslanan sağlam bir iskelet sistemi kurulabildi. Romalıların katı, kitlesel yapıları yerlerini, dışta uçan payandalarla desteklenen, yüksek, sivri çapraz tonozlara bıraktı. Kalın harçlı derzlerle birleştirilen daha küçük boyutlu taşlarla, kâgir yapım sistemini yetkinleştiren esnek ve narin bir strüktür ortaya çıktı. Her yapı birimi öbürünün üstüne oturarak yükseldiğinden, birleşme noktalarındaki basıncın homojen olarak dağıtılabilmesi için harç kullanılması gerekiyordu. Gotik yapım tekniklerinin ortaya çıkmasıyla, geniş açıklıkları yalnızca basınca çalışan malzemeyle geçme sorunu çözülmüş oldu. 16. yüzyılda makasın geliştirilmesi, 17. yüzyılda bilimsel strüktürel analizin başlatılması ve 19. yüzyılda yüksek çekme kuvvetlerine karşı dayanıklı çelik ve betonarme gibi malzemelerin geliştirilmesi, açıklıkların geçilmesinde kâgir sistemlerin önemini azalttı. Kâgir, betonun ana malzemesi Portland çimentosunun icadı ile 20. yüzyılda Roma öncesindeki rolüne yeniden kavuşarak, düşey bölme duvarlarının oluşturulması biçiminde kullanılır oldu.Kâgir yapım temelde kil, kum, çakıl ve taş gibi yüzeyden ya da ocaktan çıkartılan malzemelere dayanır. En çok kullanılan taşlar granit, kireçtaşı, kumtaşı ve mermerdir. Taşın yanı sıra

çeşitli cins killer de, tuğla ve beton blok gibi işlenmiş malzeme haline getirilir.Taşın biçimlendirilmesi ve işlenmesi için değişik araçlar, aletler kullanılır. Bunlar çekiç, madırga, murç ve keski gibi el aletlerinden, katarakt makineler, daire testereler, silme ve perdahlama makineleri ve tornalara kadar çok çeşitlidir. Ayrıca taşın şantiyede işlenmesi için de gene hafif el aletlerinden motorlu vinçlere kadar pek çok araç geliştirilmiştir.Mimarların çoğu, geleneksel kâgir yapıma, rengi, ölçeği, dokusu, deseni ve dayanıklılık duygusu yaratan görünümü nedeniyle önem verir. Estetik çekiciliğinin yanı sıra, kâgir yapım teknikleri ses yalıtımı, yangına daya-nıklılık ve günlük ısı değişimleri karşısındaki yalıtkanlık açısından da olumlu niteliklere sahiptir. Kâgir yapıların kalın duvarları, çağdaş gökdelenlerin çelik ve cam duvarla- nndan çok daha etkili bir yalıtım sağlar.20. yüzyılın konut mimarlığında kâgir yapım, ahşap iskeletle bağlantılı olarak da sık sık kullanılmaktadır. Nem geçirmez boşluk- lu duvarlar, çoğunlukla iki ayrı duvar biçiminde oluşturulur. Temelde taş bloklar kullanılır. Yapı yönetmeliklerinin çoğu yangın duvarlarının kâgir olmasını zorunlu kılar.Kagoşima, Japonya'da, Küşü Adasının güney ucunda kent ve il (ken). Osumi ve Amami adalarıyla (şoto) Tokara Takımada- lannı da (retto) içine alır. Yüzölçümü 9.167 km2 olan ilin güney kıyısında, karaya derinlemesine giren Kagoşima Körfezi bulunur. Önceleri körfezde bir ada olan etkin On Yanardağı 1914'teki püskürme sonucu doğu kıyısına bağlanmıştır. Engebeli coğrafi yapısı ve volkanik küllü toprakları nedeniyle ilde yalnızca tütün, tahıl ve tatlıpatates yetiştirilir. İç bölgelerde orman işletmeciliği yapılırken kıyılarda balıkçılık önem kazanır. Başlıca sanayi dalları gıda işleme, ahşap işçiliği ve geleneksel el sanatlarıdır. Erkek giysilerini kadın giysileriyle birlikte yıkamama geleneği bazı köylerde hâlâ sürdürülmektedir. İl merkezi Kagoşima, Küşü'nün güney kesiminin ticaret, kültür ve ulaşım merkezidir. Kagoşima Körfezi kıyısında, On Yanardağının karşısında yer alan kent, bazı kişilerce "Doğu'nun Napoli'si" olarak adlandırılır. Körfezin girişinde bulunan İbusuki, kaplıcalarıyla ünlü bir turizm merkezidir. Japonya'nın tek astropik bölgesi olan

372 Kagoşima

Page 36: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kagu 372 1890'!ardan başlayarak Kagvva ilerici gö-rüşlü, yetkin bir diktatör olarak krallığı yönetti. İngilizlere bağlı kaldıysa da hiçbir Amami

Adalarında tropik meyveler, şeker- zaman boyun eğmedi. Lukiko'da (danışma kamışı ve kâfur üretilir. Kagoşima kentinde meclisi) toplanan kabile şeflerine kolayca

egemen oldu. Ama özellikle 1920'lerin başlarında kralla anlaşmazlığa düştü.İngiliz koloni görevlilerinin Bağanda şefleriyle katikiro'nun aracılığı olmaksızın doğrudan ilişki kurma yetkisi yüzünden bir İngiliz yöneticiyle çatışınca 1925'te iktidardan uzaklaştırıldı. Aynı yıl Kagvva, sadık bir İngiliz yanlısı olarak doğrudan kolonilerden sorumlu dışişleri bakanına başvurduysa da İngiltere, koloni

yöneticisini destekledi. Kagvva 1926'da istifa etmek zorunda kaldı.

Kagyupa (Tibetçede "Aktarılan Sözcük"), BKA -BRGYUD-PA olarak da yazılır, Tibet'teki en geniş üçüncü Budacı mezhep. Üyeleri, 11. yüzyılda yaşamış ünlü öğretmen Mar- pa'nın izleyicileridir. Mar-pa Budacı metin çevirileriyle ünlenmekle birlikte aile reisi olarak yaşamayı sürdürdü. Hindistan'da usta yogi Naropa'nm yanında yetişti ve öğretisinde Hatha Yoga'mn kuvvete ağırlık veren

uygulamalarını benimsedi. En önemli öğrencisi olan Mi-la ras-pa Tibet tarihinin en büyük ermiş şairi kabul edildi. Mi-la ras-pa'nın öğretiyi aktardığı Sgam-po-pa' mn öğrencileri ise, öğreti açısından aralarında çok az fark bulunan ve genellikle manastırlarının adıyla tanınan altı ayrı Kagyupa okulu kurdular. Bunlardan, bir alt mezhebin takma adıyla Kızıl ya da Siyah Şapka olarak da bilinen Karma-pa okulu Tibet'te, günümüzün egemen okulu olan Dge-lugs-pa'nın (Sarı Şapka) 15. yüzyıldan 17. yüzyılın başlarına değin başlıca rakibi oldu. 'Brug-pa okulu ise Bhutan'da Budacı- lığın en önemli kolu haline geldi.

kağan, KAĞAN olarak da bilinir, eskiden Türklerde han(*) kavramı ve sözcüğünden türeyen hükümdarlık unvanı. Kağa ya da kaga (büyük) ile han sözcüklerinin birleşmesinden oluşur ve "hanlar hanı" anlamına gelirdi. Gene birleşik bir sözcük olan kağa- tun (kağa ve hatun), kağan eşlerine verilen bir unvandı. Karamanlılarla birlikte, kağanın yerini alan ve gene han (khan) sözcüğüyle ilişkili görülen hakan(*) unvanı yaygınlaşmıştır.Çok eski bir geçmişte klan ve kabileler henüz bağımsız bir konumdayken, han sözcüğü büyük bir olasılıkla böyle tek bir kandaş birimin şef ya da başkanım ifade ediyordu. Boyların birleşip federasyon ve konfederasyonlar oluşturması sürecinde, yalın kabile şefliğinin üzerinde başka yönetim kademeleri oluştukça, bunların adları han sözcüğünden türetilerek yaşatıldı; söyleniş ve yazıya geçiriliş biçimlerine göre de, aralarında nüanslar oluştu. Kağan unvanını ilk olarak Siyenpiler (Xianbei) kullandı. Daha sonra kurulan Türk devletlerinden Aparlar, Göktürkler, Uygurlar büyük hanlara kağan diyorlardı. Göktürklerde federe devlet yapısının bir sonucu olarak aynı zamanda iki kağan bulunduğu olurdu. Türk törelerine göre tanrıların (tengri) yeryüzündeki vekili sayılan ve onlarla görüştüğüne inanılan kağan, tanrısal yetkiyi temsil ediyordu. Budunun atası, boylar birliğinin başıydı. Katma çıkan önünde eğilir, yüzüne bakamaz, otur demedikçe oturamazdı. Kağanın buyruklarına "yarlığ" denirdi.

Moğollarda kağan yerine kaan unvanı kullanılırdı. Kurultayca seçilen kaan, bağlı hanlar ve beylere yarlığ vererek hükümdar-lıklarını onaylardı. Bağlı hanlık ve beylik- lerdeki yazışmalarda da önce kaanm adı geçerdi.kâğıt, çoğunlukla selüloz elyafının elek üzerinde keçeleştirilmesi yoluyla elde edilen ince yaprak (safiha). Yazılı iletişimde ve bilginin saklanmasında kullanılan temel malzeme olan kâğıttan ambalajlama, paket-leme, yalıtma, fotoğrafçılık, temizlik gibi çok çeşitli kullanım alanlarında da yararlanılır.TARİHİ. İnsanların üzerine yazı yazdıkları ilk malzemeler taş ve kil tabletler ile ağaç levhalardı. İÖ 3000'lerde Mısırlılar, bu amaç için, Nil Irmağı boyunca bol miktarda yetişen papiriis bitkisinden yararlanmaya başladılar. Bu bitkinin gövdesindeki lifli katmanlar çıkarılıp yan yana dizilir, böylece oluşan yaprak ıslatılır ve daha sonra da tokmaklanarak sıkıştırılırdı. Aynı dönemlerde İbranilerin tirşeden (hayvan derisi), Pergamonluların (Bergama) parşömenden, Perslerin bambu örgüsünden ve Çinlilerin ipek yapraklardan yararlandığı bilinmektedir.Kâğıdı İS 2. yüzyılda Çinlilerin geliştirdiği kabul edilir. O dönemde imparatorluğu yönetmekte olan Han hanedanının tarım bakanlığını yapan Cai Lun İS 105'te dut ağacı ve öbür soymuk elyafının yanı sıra balık ağları, eski paçavralar ve kenevir atıklarından yararlanarak kâğıt yapraklar üretmeyi başardı. Çinliler, geliştirdikleri bu yeni sanatı uzun süre titizlikle gizlediler; ama 8. yüzyılın başlarından itibaren kâğıt yapımcılığı yavaş yavaş batıya doğru yayıldı ve 751'de Orta Asya'daki Semerkand'da kâğıt üretilmeye başladı. Öte yandan daha önce Türklerin ipek elyafından tokmaklama tekniğiyle hamur hazırladıkları ve böylece elde ettikleri yaprağa "kakat" ya da "kakaç" dedikleri bilinmektedir. Daha sonra kakat sözcüğü kağat olarak Arapçaya ve Farsçaya geçti. İslam kültürünün en parlak döneminde halifelik yapan Harun Reşid zamanında, 793'te Bağdat'ta ilk kâğıt imalathanesi kuruldu. Avrupa ise kâğıt yapımını Araplardan öğrendi. Bu tekniği önce İtalyanlar, 9-11. yüzyıllar arasında Sicilya'yı ellerinde tutan Araplardan öğrendiler ve daha sonra Avrupa'ya yaydılar. 14. yüzyılda, başta İspanya, İtalya, Fransa ve Almanya olmak üzere çoğu Avrupa ülkesinde kâğıt üretimi yapılmaktaydı. 1450'de mat- baanin keşfiyle kâğıda gereksinim hızla arttı.Bu dönemde kâğıt hamuru keten ve pamuk paçavralarından hazırlanıyordu ve bu teknik 18. yüzyıla değin fazlaca değişmeden kaldı; ama bu yüzyılda kâğıda gereksinimin daha da artmasıyla hammadde sıkıntısı çekilir oldu ve daha bol bulunan bir hammaddenin kullanılacağı yeni bir imalat tekniği aranmaya başladı. Bu amaçla önce ağaç liflerinin mekanik yolla gövdeden ayrılması yöntemi geliştirildi; ardından, ağacın çeşitli kimyasal çözeltilerle işlenerek, ağaçtaki odunözünün (lignin) ve öteki bileşenlerin

Kagoşima Körfezi ve On Yanardağı, JaponyaImperial Press - FPG/EB Inc.

1949'da kurulmuş bir üniversite vardır. Nüfus (1990) kent, 536.685; (1990 geç.) il, 1.797.766.kagu (Rhynochetus jubatus), Gruiformes (tavuksular) takımının Rhynochetidae famil-yasından Yeni Kaledonya'ya özgü, uçama- yan kuş türü. Soyu tükenmek üzere olan bu kuşlar Rhynochetidae familyasının tek üyesidir. Uzunlukları 55 cm dolayında, vücutları tıknaz, seyrek tüyleri genel olarak boz,

Kagu (Rhynochetus jubatus)Cy La Tour

gaga, bacak ve gözleri kızıla yakın turuncu-dur. Tepeliği dikleşebilir. Kur yapma davra-nışları sırasında siyah, beyaz ve pas renkli beneklerle bezeli kanatlarını açarak "dans" ederler. Yüksek perdeden çıkan keskin ya da kesikli ötüşleri özellikle geceleri duyulur. Kagular ormanda salyangozları ve böcekleri yiyerek beslenir. Yeni Kaledonya'ya köpeklerin getirilmesi bu kuşların sayılarını azaltan temel etken olmuştur.Kagvva, Sir Apolo (d. y. 1869 - ö. Şubat 1927, Nairobi, Kenya), 1890-1926 arasında Buganda başbakanı (katikiro).Dine bağlı bir Anglikan olan Kagvva, Bagandalar arasındaki iç savaşlarda (1888- 92) Protestan kanadın önderlerinden biriydi. 1890'da Kral Mvvanga yeniden tahta çıkınca katikiro oldu ve Mwanga'nın hükümdarlığı boyunca gitgide güç kazandı. 1897'de Mvvanga'nın ülkeden kaçması üzerine, çocuk yaştaki yeni kralın (kabaka) reşit olmasına (1914) değin kral naibi olarak görev yaptı. Sudanlılardan oluşan İngiliz birliklerinin ayaklanması sırasında İngilizlere sağladığı destek sayesinde, Buganda için göreli bir özerklik elde etmeyi başardı.

Page 37: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

ayrılması ve geriye yalnızca liflerin bırakılması tekniği uygulamaya kondu.1800'e değin, kâğıdın mürekkep dağıtmasını önlemek için yapraklar bitkilerden ya da hayvanlardan elde edilen tutkallarla sıvanırdı (aharlama). Bu tarihte Almanya' da Moritz Friedrich Illig, kâğıdı teknelerde kolofan ve şapa yatırarak geçirimsiz kılmayı başardı. Öte yandan 1774'te klor elementinin bulunmasıyla, günümüzde de yaygın olarak kullanılan, kâğıt hamurunun klorla beyazlatılması tekniği geliştirildi.Kâğıt makinesi geliştirilmeden önce yapraklar tek tek üretilirdi. Bunun için odun hamuru önce bir teknede istenen ölçüde seyreltilir; ardından, alt tarafı elek biçimindeki bir kalıp tekneye daldırılarak ağaç hamuru ince bir katman halinde dışarı çekilirdi. Hamurun suyu elekten süzüldükten sonra da yaprak iki keçe arasına yerleştirilerek preslenirdi. 1798'de Fransız mucit Nicolas-Louis Robert, hareketli bir elek bant düzeneği geliştirdi. Kâğıt hamuru tekneden banta sürekli olarak besleniyor, bant da yaprağı kırmadan bir çift merdanenin arasına taşıyordu. 1807'de İngiliz mucit kardeşler Henry ve Sealy Fourdrinier, bu makinenin gelişmiş bir modelini imal ederek patentini aldılar. İki yıl sonra da İngiliz kâğıt imalatçısı John Dickinson tek silindirli (Yankee tipi) bir kâğıt makinesi yaptı. 1875'te, o sıralarda yeni geliştirilmiş olan fotogravür tekniğiyle gerçekleştirilen tramlı baskılarda kullanılan kâğıtların, makinelerin yardımıyla ışığa duyarlı malzemeyle kaplanmasına yönelik bir işlem geliştirildi. 1884'te de Alman mucit Cari F. Dahi, sülfat yöntemiyle kraft selülozu hazırlamayı başardı.KÂĞIT ÜRETİMİ. Eski bir sanat olan kâğıt yapımı yeni buluşlarla oldukça gelişmiş bir

sanayiye dönüşmüşse de temel işlemler hemen hemen aynı kalmıştır. Bu işlemler başlıca beş aşamaya ayrılır: 1) Selüloz elyafının su içinde öğütülmesiyle liflerin birbirinden tümüyle ayrılması vc suya doyarak suda asıltı durumuna gelmesi, 2) hazırlanan bu kâğıt hamurunun, kafes örgülü bir eleğin üzerinde süzülerek

keçe- leşmiş elyaf yaprağı durumuna dönüşme-si, 3) ıslak yaprağın sıkıştırılarak suyunun büyük bir bölümünün uzaklaştırılması, 4) suyun geri kalan bölümünün buharlaşmayla uzaklaştırılması, 5) kuru yaprağın, kullanım alanının gereklerine göre yeniden sıkıştırılması, kuşelenmesi ya da yüzeyinin tutkallanması.Elyaf kaynakları. Bütün bitkilerin hücre duvarları düz zincirli bir polisakkarit olan selüloz elyafı içerir.

Islak haldeyken bile dayanımı çok yüksek olduğundan, selüloz elyafı kâğıt yapımı için son derece elverişli bir malzemedir. Günü-müzde en yaygın kullanılan elyaf kaynağı, ormanlardan kesilen ağaç tomruklarıdır. Ağacın gövdesi temel olarak liflerden oluşur; gövdede özekdoku (parenkima) ve özbölüm gibi lifsiz maddeler çok az miktarda bulunur. İğneyapraklı ağaçlardan elde edilen yumuşak odunlardaki liflerin uzunluğu 2-4 mm, yaprakdöken ağaçlardan elde edilen sert odunlardakinin ise 0,5-1,5 mm arasındadır. Uzun lifler kâğıdın dayanımını artırır; kısa lifler ise dolgu maddesi etkisi gösterir ve kâğıdın yüzeyine düzgünlük ve matlık kazandırır. Odun hamurunun hazırlanmasında sülfit işleminin uygulandığı ilk dönemlerde çoğunlukla ladin ve göknar ağaçları yağlenirdi. Teknolojik gelişmeler sonucunda ve özellikle sülfat işleminin bulunmasıyla bütün ağaç türleri kullanılabilir oldu.II. Dünya Savaşı'ndan sonra, kereste fab-rikalarının odun talaşı gibi atıkları da ham-madde olarak kullanılmaya başladı ve kâğıt fabrikaları giderek tomruk yerine yonga depoladılar.Renk, dayanım, pürüzsüzlük ve görünüm açısından üstün nitelikli kâğıtların üretilme-sinde daha çok dokuma sanayisinin pamuklu ve keten kumaş atıklarından, kullanılmış paçavralardan ve kıtıklardan elde edilen elyaftan yararlanılır. Kesilerek içindeki ya-

bancı maddeler ayıklanan paçavralar, sey- reltik kalsiyum hidroksit ve sodyum hidroksit ya da sodyum karbonat çözeltisiyle pişirilir ve yıkanır. Daha sonra mekanik yolla dövülen malzemenin lifleri ve ipçikleri kısaltılır ve bunların birbirine sıkıca bağlanması sağlanarak yaprağın dayanıklılığı artırılır.Kâğıt hamuru yapımında atık kâğıt ve kartonların yeniden değerlendirilmesi, ağaç elyaf gereksinimini azalttığı gibi, katı atıkla-

373 kâğıt

n en aza indirerek önemli bir çevre kirliliği sorununa da çözüm getirmiştir. Atık kâğıtlar, yüksek nitelikli kâğıtlar, eski oluklu mukavvalar, gazete kâğıtları ve karışık kağıtlardan oluşur. Toplanan bu atık kâğıtlar sınıflandırıldıktan sonra karıştırıcılı silindir tanklarda sıcak su, sodyum hidroksit, sodyum karbonat, sodyum silikat, fosfatlar ve ıslatıcılar gibi kimyasal katkı maddeleriyle birlikte karıştırılarak liflere ayrılır ve dağıtılır. Hamurun içinde kalan çöpler ve metaller özel aygıtlarla toplanıp ayrıldıktan sonra yıkanır ve üretilecek kâğıdın cinsine göre mürekkebi

giderilir ya da doğrudan üretime girer. Bu yolla elde edilen hamurun dayanımı düşük olduğundan ham elyaftan hazırlanan hamurla karıştırılarak kullanılabilir.Selüloz elyafı bitki saplarının başlıca bileşeni olduğundan, çok sayıda bitki kâğıt üretiminde hammadde olabilir. Dünyanın ormanca fakir olan bölgelerinde, kâğıt üretimi önemli ölçüde yıllık bitkilere ve tarımsal ürünlere dayanır. Örneğin, çoğu ülkede samandan yararlanılır.

Odunsu olmayan bitkilerin sapları oduna göre daha az selüloz ve odunözü içerdiğinden, bunlardan hazırlanan kâğıtlar serttir ve daha kolay yırtılır. Odunsu olmayan bitkilerden hamur hazırlamada kullanılan kimyasal maddeler sodyum hidroksit, sodyum karbonat, kalsiyum hidroksit ve sodyum sülfür ile sodyum hidroksit karışımı olan kraft likörü (pişirme çözeltisi) gibi alkalilerdir. Bazı Güney Amerika ülkelerinde ve Ortadoğu'da başlıca kâğıt hammaddesi olan şekerkamışı küspesi yüzde 65 oranında ve uzunluğu 1,5-7 mm arasında değişen lifler içerir. Lifsiz özbölüm mekanik yolla ayrıldıktan sonra sodyum hidroksit ya da kraft likörüyle pişirilerek hamur hazırlanır. Akdeniz çevresinde özellikle İspanya'nın güney ve Afrika'nın kuzey bölgelerinde yetişen bir çöl bitkisi olan alfa otu, odunsu olmayan bitkilerin çoğundan daha fazla selüloz içerdiğinden ve bütün liflerinin boyu ile biçimi aynı olduğundan, ayrıca kâğıt makinesinde suyunu serbestçe bıraktığından kâğıt yapımı için uygun bir maddedir. Alfa otundan hazırlanan baskı kâğıtları oldukça esnek ve mattır, ayrıca nem değişikliklerinden etkilenmez.Gövdesinin sertliği ve yoğunluğu oduna benzeyen, kolayca büyüyebilen ve Asya'nın güneydoğusunda bolca yetişen bambu bitkileri de Hindistan'da, Tayland'da, Fili- pinler'de ve Çin'de kâğıt üretiminde yaygın olarak kullanılır. Liflerinin büyük bir bölümünü uzun, esnek ve öbür maddelerden kolayca ayrılabilen soymuk liflerinin oluşturduğu keten, kenevir, jüt ve kenaf bitkileri dokumacılıkta ve halat yapımında kullanılır. Bunların ikinci kalite olanlarından ve artıklarından kâğıt yapımında da yararlanılır. Bu bitkilerden elde edilen kâğıt, son derece dayanımlı ve uzun ömürlü olduğun-dan, aşındırıcı ve paket kâğıtlarının yapımında kullanılır. Ayrıca teksir kâğıdı, kopya kâğıdı gibi çok hafif ve dayanıklı kâğıtla- nn yapımında da bu bitkilerden yararlanılır. Üstün nitelikli sigara kâğıdı üretimi için özel keten yetiştirilir.Doğal selüloz elyafının boyutları ve biçimi farklıdır; buna karşılık istenilen uzunlukta ve çapta eşboyutlu yapay elyaf üretilebilir. Yapay elyaf, özellikle uzun liflerin gerekli olduğu dayanıklı ve kalın kâğıtların üretiminde kullanılır. Öte yandan, güçlü asitlere karşı bile dayanıklı yapay elyaf türleri hazırlanabilir. Bu elyaflardan üretilen kâğıtlar ise kimyasal süzme işlemlerinde kullanılır. Isıya ve kimyasal etkilere karşı çok dayanıklı olan cam elyafından da kâğıt

18. yüzyılda bir kâğıt üretim atölyesiFig. 1 'deki işçi yaprak kalıbını hamur tenekesine daldırmakta. Fig. 2'deki işçi, kalıptaki

hamuru ıslak haldeyken bastırarak yaprak durumuna getirmekte. Fig. 3'teki işçi ise, yapraklan kalıptan ayırarak, Fig. 4'teki preste sıkıştırılmak üzere hazırlamakta. 1751-52'de Deniş Diderot

ile Jean Le Rond d'Alembert'in yayımladıkları Encyclopedie'öe yer alan bir ağaç baskı Van Nostrand Reinhold Co.

Page 38: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kâğıt 374

üretilebilmektedir. Ne var ki yapay elyaf doğal elyafa göre daha pahalıdır. Bu nedenle ancak çok üstün nitelikli kâğıtların üretiminde yapay elyafa başvurulur. Yapay elyaftan hazırlanan kâğıtlar ile keçeleştirile- rek hazırlanan dokuma türleri arasında büyük benzerlik olduğundan, bu tür kâğıtlar ile kumaşlar arasında belirgin bir ayırım yapmak zordur.Odun hamurunun elde edilmesi. Odun hamurları mekanik ya da kimyasal işlemlerle hazırlanır. Mekanik yolla hazırlama işleminde, tomruklar önce kesilir ve büyük döner tamburlarda kabuklan soyulur. Daha sonra nem oranının yüzde 45-50'ye çıkarılması için ıslatılır ve doğal kumtaşı ya da silisyum karbür ve alüminyum oksitten yapay olarak hazırlanmış aşındırıcıların (şlayfer taşı) yardımıyla öğütülerek lifleri ayrılır. Hamur daha sonra bir dizi elekten geçirilerek yabancı maddeden, lifleri ayrılmamış kıymıklardan, budaklardan ve kabuklardan anndmlır ve kâğıt fabrikasında kullanılmak üzere depolanır.

Kimyasal hazırlama yöntemi ise, odun yongalannın kimyasal çözeltilerle çok yüksek sıcaklık ve basınç koşulları altında pişirilmesi işlemine dayanır. Fazla kükürt dioksit içeren sülfit tuzları ve sodyum hidroksitle sodyum sülfür kanşımından hazırlanan çözeltiler, fınnlamada kullanılan kimyasal maddelerdir. Pişirme sonucunda odunözü çözünür ve lifler bütün olarak ayrılır. Beyazlatma işlemiyle de daha ileri bir arıtma gerçekleştirilir. Alkali çözeltilerle özütleme ve beyazlatma yoluyla arılaştınlan kimyasal odun hamuru alfa

hamuru ya da çözünen hamur olarak da bilinir ve reyon (yapay ipek) ile selüloz filmi üretiminde, selüloz nitrat, selüloz asetat gibi selüloz türevlerinin eldesinde kullanılır.

Yankimyasal işlemler ise, odun yongalarının odunözünü yumuşatmaya ve yalnızca bir bölümünü sülfit ya da alkali çözeltisiyle çözmeye yetecek miktarda ve koşullarda pişirilmesiyle hazırlanır. Yumuşatılmış yon- galann lifleri daha sonra aynlır.ABD'li kimyacı B.C. Tilghman 1857'de sülfüröz asidinin odunu yumuşattığını ve liflerinden ayırdığını gözlemledi; ayrıca, yüksek sıcaklık ve basınç koşulları altında, kalsiyum hidroksit gibi alkalilerin hamurun yanmasını ve renginin bozulmasını önlediğini buldu. 1870'lerde İsveç, İngiltere, Almanya ve Avusturya'da sülfit işlemiyle ilgili araştırmalar hızlandı ve birkaç yıl içinde bu işlem Avrupa ve Kuzey Amerika'da ticari olarak uygulanmaya başladı. Sülfit hamuru, paslanmaz çelikten ya da aside dayanıklı seramikle kaplanmış çelikten basınçlı kaplarda pişirilir. Odun yongalarıyla doldurulduktan sonra pişiriciye yüzde 4-8 oranında suda çözünmüş halde serbest kükürt dioksit, yüzde 2-3 oranında bisülfit içeren sıcak sülfit likörü pompalanır. Buharla pişirme işlemi tamamlandıktan sonra boşaltma vanası hızla açılarak yongalar boşaltma haznesine alınır. Boşaltmanın şiddetinden lifler açılır. Hamur, yüzde 1-6 oranında budak, pişmemiş yonga, kabuk, lif demetleri ve kıymıklar gibi istenmeyen maddeler içerdiğinden, tane büyüklüğüne göre ayırma yapan eleklerden geçirilerek temizlenir. Yumuşak odundan hazırlanan sülfit hamurlarının rengi oldukça açık ve dayanımı daha iyi olduğundan beyazlatılmış halde öğütülmüş kâğıt hamuruyla karıştırılıp baskı kâğıtlann- da kullanılabilir. Parlak beyaz kâğıt üretiminde, hamurda kalan odunözü beyazlatma işlemiyle giderilir.

1851'de odunun sodyum hidroksitle yüksek sıcaklık ve basınç koşullannda pişirilmesi yöntemi geliştirildi. Ayrıca, bu işlem sırasında sodyum hidroksit çok fazla tüketildiğinden, bu çözeltinin kullanılmış pişirme liköründen geri kazanılmasına yönelik yeni teknikler bulundu. 1884'te Alman kimyacı Cari F. Dahi, alkali hamur hazırlama

işlemlerinde kullanılan sodyum karbonatın yerine sodyum sülfattan yararlanılabileceğini gözlemledi. Bunun üzerine sodyum hidrok-sit ile sodyum sülfürden oluşan pişirme likörleri kullanılmaya başladı. Bu likörle sürdürülen işleme sülfat işlemi, elde edilen hamura ise kraft hamuru denir; kraft hamuru, soda hamuruna oranla daha dayanıklıdır.Sülfat işleminde, odun yongaları ve pişirme likörü, yüksek sıcaklık ve basınç altında pişirme kazanlanna ya da çok bölmeli yüksek kulelere beslenir. Yongalar aşağı doğru inerken hem doyar (emprenye), hem de pişer. Öteki bölmelerde ise, kullanılmış likör temizlenerek yongalardan arındırılır.

Kesikli çalışan pişirme kazanlannda ise kazana önce

yongalar doldurulur, ardından da daha önce kullanılmış "siyah likör" ile kimyasal geri kazanım tesisinde hazırlanan sodyum hidroksit ve sodyum sülfür çözelti-sinden oluşan "beyaz likör" karışımı pom-palanır. Pişirici doğrudan buharla ya da pişirme likörünün bir ısı değiştiriciden geçi-

rilmesi yoluyla ısıtılır. Kraft hamuru hazırla-ma sürecinde (bak. çizim 1) pişirme işlemi tamamlandıktan sonra hamur kullanılmış likörden temizlenir, elenir, ardından ya doğrudan kâğıt makinesine ya da beyazlatma bölümüne gönderilir. Kullanılmış likörün bir bölümü bir sonraki pişirmede yararlanılmak üzere beyaz likörle karıştırılırken, öbür bölümü pişirmede gerekli olan kimyasal maddelerin hazırlanmasında kullanılmak üzere geri kazanma bölümüne gönderilir. Pişirmede kullanflan sodyum, kullanılmış likörün içinde sodyum tuzları ve organik türevleri halinde bulunur; bu nedenle, üretim maliyetlerinin düşürülmesi amacıyla geri kazanılarak yeniden kullanılır. Yankimyasal hamur hazırlamada, yonga- lann yumuşatılması ve inorganik çözeltilerle pişirilmesi işlemleri kimyasal hamur hazırla- madakinin aynısıdır; ama daha az miktarda kullanılır, kimyasal çözelti ve pişirme görece daha düşük basınç ve sıcaklık altında gerçekleştirilir. Pişirmede temel olarak nötr sodyum sülfit çözeltisi kullanılmakla birlikte, kimi zaman sodyum hidroksit, sodyum bisülfit ve kraft pişirme liköründen de yararlanılır. Pişirme işleminden sonra yumuşamış yongalar disk tipi incelticilerde (rifayner) öğütülerek lifler halinde ayrılır ve hamur hazırlanır. Beyazlatma ve yıkama. Kâğıt hamurlarının beyazlatılmasında kalsiyum ve sodyum hi- pokloritlerin kullanılması 19. yüzyılın başla- nna dayanır. Sülfit hamuru üretiminin ilk günlerinde düşük yoğunluktaki hamurun kalsiyum hipokloritle tek aşamalı bir işlemle beyazlatılması sonucunda istenilen beyazlık elde edilebilmişti. Bu basit beyazlatma işlemi kraft hamuru için uygun olmadığından beyazlatılmamış hamurun tipine ve istenilen özelliklere göre çeşitli kimyasal işlemlerin uygulandığı çok aşamalı beyazlatma yöntemleri geliştirildi.

kütük kabuk soyma tamburu

çökelme tankı

hamur tankı

öğütüc

ü

jordanhamur teknesi

bitmiş kâğıt

elekaltı suyu kurutucu kalender Çizim 1: Kraft hamuru hazırlama süreciD. Meighan'ın çizimi

atık kanalı budak, düğüm ve lif demeti tutucuları ve elekler

Page 39: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Modern bir beyazlatma tesisinde, beyazlatı-lacak hamur önce yüzde 3-4 oranında klor gazıyla 2rC-27°C'de hızla karıştırılır. Klorun hamurdaki karbonhidrat olmayan bileşenlerle tepkimeye girmesi sonucunda odun- özünün bir bölümü çözünür. Bunu izleyen aşamada klorlu bileşikler seyreltik sodyum hidroksit çözeltisiyle özütlenerek çözünür ve sonra da yıkanır. Son aşamada çok bazik bir hipokloritle çözelti nötrleştirilir ve son bir yıkamadan geçirilir. Son beyazlatma aşamalarında az miktarda klor dioksit (CIO2) kullanılarak selüloz bozunmadan yüksek beyazlık ve arılık elde edilebilmektedir.Hamurun hazırlanması. Selüloz elyafı ha-lindeki kâğıt hamuru, kâğıt makinesine girmeden önce mekanik bir işlemden geçirilir. Bu işlem liflerin kesilmesi, dövülmesi, birbirine sürtülmesi ya da ezilmesi gibi çeşitli yollarla yapılabilir. Ezme ve dövme işlemleri, elyaftaki suyun daha iyi işleyerek liflerin şişmesini ve esnek olmasını sağlar. Ayrıca bu mekanik işlemler sonucunda elyaf yüzeyi üzerindeki çok ince iplikçikler ayrılır ve lifler saçaklanır. Öğütme işlemi uygulandığında elyafın su bırakma oranı azaldığından bu işlem, daha gözeneksiz, daha yumuşak ama yırtılma dayanımı daha yüksek kâğıtların üretiminde uygulanır. Eskiden tokmaklarla sürdürülen öğütme işlemi günümüzde, hollender denilen makinelerle yapılır. Hollender, bir yatak üzerinde hareket eden ağır bir merdaneden (vals) oluşur. Öğütme ilerledikçe merdane bütün ağırlığıyla elyafın üzerine binecek biçimde yavaş yavaş aşağıya indirilir. Böylece elyaf ezilip dağılarak saçaklanır ve suyu soğura- rak şişer. Bu yolla öğütülen elyaf kâğıt

makinesinin eleği üzerinde suyunu daha geç bırakır ve daha iyi bağlanır. Hollenderler daha çok özel kâğıt üreten küçük imalathanelerde kullanılır. Büyük gibi malzemelerden yararlanılır. İç tutkallamada en çok kullanılan madde, elyafa yüzde 1-5 arasında katılan dağılmış haldeki reçine sabunudur.Kâğıdın beyazlığını, ışık ve baskı geçir- mezliğini, yüzey düzgünlüğünü ve mürekkep emme özelliğini artırmak amacıyla da hamura çeşitli dolgu maddeleri katılır. Kaolin (alüminyum silikat), rutil ve anataz minerallerinden elde edilen titan dioksit, özellikle sigara kâğıdında kullanılan öğütülmüş ya da çöktürülmüş kalsiyum karbonat, çinko oksit, çinko sülfür, baryum sülfat, kalsiyum sülfat, talk ve asbest en çok kullanılan dolgu maddeleridir. Dolgu maddelerinin elyafa tutunması alüminyum sülfatla gerçekleşir. Renkli kâğıtların hazırlanmasında, selüloza karşı ilgisi olan direk boyalar, öğütülmüş odun ile beyazlatılmış hamura karşı ilgisi olan suda çözünen boyalar ve renkli pigmentler kullanılır.Lifler arasındaki bağlan güçlendirmek ve kâğıdın kuru dayanımını artırmak amacıyla öğütülmüş hamura katılan maddeler ise etkin katyonlar içeren nişastalar, poliakrila- mit reçineler, keçiboynuzu zamkı gibi doğal zamklardır. Bütün kâğıtlar suyla ıslandığında dayanımlannın yüzde 90-95'ini kaybeder. Yaş dayanımı artırıcı maddeler katılmış kâğıtlarda bu oran yüzde 60'a kadar düşebilir. Üre formaldehit ve melamin formaldehit gibi organik reçineler, kâğıdın dayanımını artırmakta kullanılan başlıca malzemelerdir.

Yaprağın elde edilmesi. Kâğıt hamurundan yaprak elde edilmesinde kullanılan başlıca iki tür makine vardır; bunlar, merdaneli makineler ile Fourdrinier makineleridir. Silindirli makineler, üzeri elekle kaplı ve seyreltilmiş kâğıt hamuru dolu bir tekne içinde dönen bir ya da birden çok merdaneden oluşur. Kâğıt hamuru silindirde süzülürken, elek suyu sürekli olarak uzaklaşır.

kalender375 kâğıt kromatografisi

amaçlar için çeşitli maddelerle kaplanır, doyurulur ve ince yaprak haline getirilir. Kuru dönüştürme işleminde ise torbalar, zarflar, kutular, küçük rulolar ve kâğıt paketler yapılır. Kaplama işleminde, kaolin, titan dioksit, kalsiyum karbonat ya da saten beyazı (çöktürülmüş kalsiyum sülfat ve alüminyum hidroksit karışımından oluşan beyaz pigment) gibi pigmentlerden oluşan sulu kanşımlar kullanılır. Kaplama işlemi kâğıt makinesindeki kurutma bölümleri arasında uygulanabileceği gibi, daha sonra ayrı bir makinede de gerçekleştirilebilir.

TÜRKİYE'DE KÂĞIT SANAYİSİ. Türkiye'de kâğıt Osmanlı döneminde 1453'ten başlayarak Beykoz, Kâğıthane, Yalova ve Bursa'da kurulan kâğıthanelerde üretilmiştir. İlk kâğıt makinesi ise 1846'da İzmir'deki Halkapı- nar'da kuruldu. Bu dönemde kâğıt yapımında, tutkallama işleminde ve kâğıt süslemesinde (tezhip, ebru) büyük gelişmeler

Türkiye'de üretilen başlıca kâğıt türlerive gramajlarıtürü gramajı

(gr/m0)

ölçekli kâğıt fabrikalarında ise kesiksiz çalışan çeşitli incelticilerden yararlanılır. Bu aygıtlarda elyaf önce bıçaklı selüloz açıcılarda (hidropulper) açılır. Çok çeşitli türleri olmakla birlikte, bu açıcılar genellikle büyük ve üstü açık bir tank ile hamur-su kanşımmı çeviren ve elyafı açan bir ya da birden çok döner bıçaklı bir donanımdan oluşur. Ama burada hamurun serbestliği azalmaz ve elyaf saçaklanmaz. İlk kesiksiz çalışan inceltici olan ve adını

mucidinden alan jordan makinesi, üstü bıçaklarla donatılmış konik bir rotor ile elyafı işleyen sabit bıçaklardan oluşur. Hareketli ve sabit bıçaklar karşılıklı ve uyumlu bir biçimde işler.Kâğıt hamuruna, liflerin arasındaki bağı güçlendirmek amacıyla çeşitli dolgu maddeleri, tutkallama maddeleri, yaş dayanım sağlayan reçineler, köpük söndürücüler ve boyalar katılır.Tutkallama, kâğıdın mürekkep gibi sulu çözeltileri geçirmesini ve yaymasını önler. Iç tutkallama, tutkallama maddesinin hamura iyice kanştınlması yoluyla yapılır; yüzey tutkallama ise tutkal presinde ya da kalenderde gerçekleştirilir. Tutkallama maddesi olarak hayvansal tutkallardan, reçine tutkalından, yapay reçinelerden, kazein, polivinil alkol, nişasta, mum karışımıFourdrinier makinesinde ise hamur elek biçimindeki hareketli bantta süzülür. Son yıllarda bu iki türden başka çeşitli kâğıt makineleri de geliştirilmiştir. Çoğunlukla biçimlendiriri (former) denen bu makinelerin bazılannda klasik hareketli elek sistemi korunmakla birlikte, kâğıt daha çok emme silindirlerde biçimlendirilir; bazılan ise yal-nızca emme silındirleriyle çalışır. Bir başka türde ise hamur iki elekli bant arasında

sıkıştınlır ve elek suyu her iki yana doğru süzülür.Çizim 2'de görülen modern bir Fourdrinier makinesinin başlıca bölümleri, hamurun dağıtıldığı hamur teknesi; yaprağın oluştuğu ve suyunun bırakıldığı elek masası; elekten alınan yaprağın keçeler arasında sıkıştınldı- ğı presler; sıkıştırılmış yaprağın buharla ısıtılan silindirlerde kurutulduğu kurutma bölümü; kâğıt yüzeyinin nişasta, tutkal ya da benzer maddelerle tutkallanarak iyileşti- rildiği yüzey tutkallama presleri; yüzeyin baskıyla

düzgünleştirildiği kalenderler ve kâğıdın sanldığı bobinlerdir.

Kâğıt makinesini terk eden kâğıt bobinler, piyasaya sevk edilmeden önce çeşitli tamam-lama (ikmal) işlemlerinden geçirilir. Başlıca iki tür tamamlama işlemi vardır. Yaş dönüştürme işleminde bobin kâğıt, özel kaydedildi. Ama bu imalathaneler kapitülasyonlar ve yabancılara tanınan çeşitli aynca- lıklar nedeniyle yabancı şirketlerle rekabet edemediklerinden kuruluşlarından kısa bir süre sonra kapatıldı. Modern anlamda kâğıt sanayisi Cumhuriyet döneminde kuruldu. İzmit'te kurulan ve önceleri adı Sümerbank Kâğıt ve Karton Fabrikası olan tesis 1936'da üretime geçti. 1950'de genişletilen tesisin adı Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları (SEKA) olarak değiştirildi. Zamanla bu tesislere İzmit'te ve başka bölgelerde sekizi kamuya ve 30'u özel sektöre ait yeni fabrikalar eklendi ve 1936'da 10 bin ton olan kâğıt ve karton kapasitesi günümüzde 1 milyon tona ulaştı. 1991'de 403.144 tonunu SEKA'nın, 446.952 tonunu özel sektörün gerçekleştirdiği 850.096 ton kâğıt üretimi yapılmıştır. Kamu sektörü, üretiminin yüzde 85'ini orman kaynaklanndan, geri kalan hammadde ihtiyacının yüzde 10'unu ise kamış, kendir, saman gibi öbür bitkisel elyaftan, yüzde 5'ini de atık kâğıtlardan elde edilen liflerden sağlamaktadır. Odun selülozu tümüyle kamu

sektörünce üretilmektedir. Özel sektör ise orman kaynaklanndan hiç yararlanamamakta, kâğıt hamuru gereksinimini biryıllık bitkilerden elde eden birkaç tesis dışında, tümüyle yerli atık kâğıtlardan ya da dışalım yoluyla gelen selüloz ve atık kâğıttan karşılamaktadır.

kâğıt katlama bak. origamikâğıt kömür bak. disodilkâğıt kromatografisi, çözünmüş, yani sıvı haldeki kimyasal bir kanşımın kâğıt yaprak üzerinde farklı oranlarda taşınarak bileşenlerine aynlması ilkesine dayanan kromato- grafi tekniği. Kâğıt kromatografisi çok az

0 Hamur 60-150

hamur teknesi pres bölümü ^elek masası

kurutma bölümü

Çizim 2: Fourdrinier tipi kâğıt makinesinin başlıca bölümleriVan Nostrand Reinhold Co.

Page 40: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kâğıt oyunu 376

malzeme gerektiren, ucuz ve etkin bir çözümleme yöntemidir.Sabit faz olarak kâğıdın yapısındaki sudan yararlanılan, kimi zaman ise kâğıda önceden uygun bir çözücü emdirilen bu yöntemde ilk olarak, ayrılacak karışım süzgeç kâğıdının bir kenarına nokta ya da kenar boyunca düzgün bir çizgi biçiminde damlatılır. Daha sonra hazırlanan bu kâğıt, içinde bileşenlerin değişik oranlarda çözünebildiği bir çözücü (hareketli faz) bulunan geliştirme tankına yerleştirilir; çözücü, kâğıt üzerinde ya aşağıdan yukarıya ya da yukarıdan aşağıya doğru yürütülür. Karışımın bileşenleri kâğıt üzerinde, çözücüyle kâğıdın içerdiği su (yani iki sıvı) arasındaki dağılma derecelerine göre farklı hızlarda hareket ederek birbirinden ayrılır. Hareketli faz kâğıdın öbür kenarına ulaşmadan işlem durdurulur ve kâğıdın üzerindeki çözücü buharlaştırılır. Ayrılan bileşenlerin yerleri genellikle, bu maddelerle renkli bileşikler oluşturan özel ayıraçlar yardımıyla ya da morötesi ışık altında belirlenir. Karışımın bütün bileşenleri tek yönlü bir sürüklenmeyle yeterince birbirinden ayrılamazsa, kâğıt 90° çevrilerek işlem başka bir çözücüyle yinelenir. Kâğıt kromatografisi aminoasitler, peptit- ler, karbonhidratlar, steroitler ve purinler ile basit organik bileşiklerin karmaşık karışımlarının çözümlenmesinde yaygın olarak kullanılır. Bu yöntemden ayrıca inorganik iyonların ayrılmasında da yararlanılır. Karş. ince katman kromatografisi. Ayrıca bak. kromatografi.kâğıt oyunu, İSKAMBIL OYUNU olarak da bilinir, eğlence ya da kumar amacıyla, bir ya da birden çok desteden oluşan oyun kâğıdıyla(*) oynanan oyunların genel adı. Oyun kâğıtlarıyla yaşıt olduğu ve Çinlilerin kâğıt paralan karıştırarak çeşitli kombinezonlar kurmaya başlamasıyla ortaya çıktığı sanılır. Çinliler bu kâğıt paralan hem oyun kâğıdı olarak kullanıyor, hem de bahis olarak ortaya sürüyorlardı. Çin'de bugün oyun kâğıttan için yaygın olarak kullanılan terim "kâğıt biletler" anlamına gelmektedir. İlk oyun kâğıtlarının üzerinde çoğunlukla yalnızca numara vardı. Çin'de bu tür kâğıtlar, büyük numaralı kâğıdın küçük numaralı kâğıdı almasına ya da belirli kâğıt kombinezonlarının kazanmasına dayalı oyunlarda kullanılıyordu. Bu iki ilke bugün de iki ana kâğıt oyunu grubunun temelini oluşturmaktadır.Hindistan'da satranç tahtası üzerine dizilerek bütünüyle ustalığa dayalı bir oyunu oynamada kullanılan yuvarlak kâğıtların çeşitli şans oyunlarına kaynaklık ettiği öne sürülmüştür. Ama bu oyunla ilgili herhangi bir yazılı kayıt yoktur. Bir İran oyunu olan as nas'm da modern kâğıt oyunlarının gelişim zincirinin bir halkasını oluşturduğu kabul edilir.Hükümdarların, soylulann ve hükümetlerin zaman zaman başvurduğu sert yasaklar kâğıt oyunlarının her sınıftan insanlar arasında tutulmasını önleyememiştir. Oyun kâğıtlarıyla oynanabilecek oyunların sayısı neredeyse sınırsızdır ve bugüne değin çok sayıda kâğıt oyunu geliştirilmiştir. Oyunların tamamı kâğıtlann büyüklük sırasına ya da kâğıtlarla yapılan kombinezonlara dayanır. Bazı oyunlar belirli sayıda (genellikle dört) oyuncuyla oynanmak üzere tasarlanmıştır. Öteki oyunlarda makul bir sayıyı aşmamak koşuluyla daha fazla oyuncu bulunabilir. Oyunlann çoğunda oyuncular öteki kâğıtların kurallara uygun olarak açılmasına değin yalnızca kendi ellerindeki kâğıtlan bilirler. Kâğıtların büyüklük sırasına dayalı oyunlar. Bu oyunlarda, her elde bir kâğıt öbür kâğıtlara üstün gelir. Kâğıtlar genellikle saat yönünde dağıtılır ve bir elin oynanışı sırasında her oyuncu yere, gene aynı yöndeki sırayı izleyerek bir kâğıt atar. Ama ombre gibi İspanyol kökenli oyunlarda kâğıtlar saat yönünün tersine dağıtılır ve oynanır. Her bir el, yere ilk atılan kâğıdın renginden olan en büyük kâğıt tarafından alınır. Genellikle, oyunun kuralları uyann- ca belirlenmiş koz renginden herhangi bir kâğıt öteki bütün

kâğıtlardan üstün sayılır. Koz rengi dışındaki bütün renkler el alma sırasında birbirine eşit değerdedir; ama puanlama gibi konularda birbirlerine göre daha değerli ya da değersiz olabilirler. Bu türden ilk oyunlardan biri 16. ve 17. yüzyıllarda çok tutulan İngiliz kâğıt oyunu triumph'du(*). Daha sonra üç kişiyle oynanan İspanyol oyunu ombre çok moda oldu. 18. yüzyılda İngiltere'de loo, İrlanda'da ise spoil five "ulusal" oyunlara dönüştü. 19. yüzyılda ecarte Fransa'da, nap İngiltere'de, euchre ise ABD'de benzer bir konum kazandı. 20. yüzyılda da vist(*) ve briçin(*) çeşitli biçimleri aynı konuma ulaştı.Kombinezonlara dayalı oyunlar. Öteki oyunlara göre daha eski bir oyun grubu olan bu türden oyunlarda amaç önceden belirlenmiş puan değerine sahip kâğıt kombinezonları oluşturmaktır. Bu ilke eski Çin domino oyunlannda da görülmektedir. Bu oyunların günümüzdeki en popüler örneği pokerdir(*). Pokerin, antika meraklısı Jo- seph Strutt'm, Sports and Pastimes of the People of England (1801; İngiltere'de Spor ve Halkın Boş Zaman Eğlenceleri) adlı kitabında İngiltere'de oynanan en eski oyun olduğunu belirttiği bir ispanyol oyunu olan primero'dan türediği sanılmaktadır. Prime- ro'dan, bugün de popüler bir İngiliz oyunu olan brag(*), ardından, 19. yüzyıl başlarında ABD'de modern poker doğdu. Kâğıtları kombinezonlar biçiminde grupla- maya dayanan bir başka popüler oyun da remi ve onun sayısız türleridir. Bu oyun grubunda yer alan konken ABD'ye 1900'lerin başlarında Meksika'dan girmiştir. 1949'da Latin Amerika'da geliştirilen ka- nasta kısa sürede Kuzey Amerika'ya ve Avrupa'ya yayılmıştır. Hem sıraya, hem de kombinezona dayalı oyunlar. Başta piket(*) olmak üzere çeşitli oyunlar, her elde bir kâğıt oynama ve kâğıt grupları oluşturma yöntemlerinin birlikte kullanılmasına dayanır. Bezik(*) de benzer bir düşünceden yola çıkar, ama iki desteyle (bazen daha çok) oynanır; bu oyunda bellek gücü çok önemlidir. Dört kişiyle oynanan biçimi ABD'de oldukça popüler olan pi- nokl(*) grubu oyunlar da bu tür oyunlar arasında yer alır.Tek kişilik oyunlar. Tek başına oynanabilen en az 350 kâğıt oyunu çeşidi bilinmektedir. Bu oyunlar bir ya da iki desteyle oynanır. Oyunlar genellikle bazı kilit kâğıtların açılması ve öteki kâğıtların kurallarına uygun biçimde -sırayla bunların üzerine kurulmaya çalışılmasıyla başlar. Başarı ya da başarısızlık büyük oranda kâğıtların başlangıçtaki rasgele dizilişine bağlıdır. Ama iki desteyle oynanan oyunlarda başan- da yeteneğin de payı vardır.Çocuk ve parti oyunları. Çocuk oyunları bütün yaş gruplarına hitap etmek zorunda olduklanndan daha basit kurallara dayanır. Çocuklar bu oyunlan, yetişkinlerle oynaya-bildikleri ve kazanma şansları da bulunduğu için çok severler. Çoğu çocuk oyunu, makul bir sayıyı aşmamak koşuluyla çok sayıda kişi tarafından oynanabilir. Bu tür oyunların en çok tutulan örneklerinden biri old maid'dir.Kumarhane oyunlan. Avrupa'da en yaygın biçimde oynanan kumarhane oyunlan ba-kara^), onun daha popüler versiyonu şi-mendifer ve trenıe et quarante'tır. ABD'de en popüler kumarhane oyunu ise yirmibir- dir(*). Bunların tümü 15. ve 16. yüzyıl Avrupa oyunlanndan türetilmiştir ve ortak özellikleri oyun tekniğindeki aşırı basitliktir. Oyunlann temel ilkesi, üst değerleri belirli bir sayıyı (bakarada 9, yirmibirde 21) geçmeyen kâğıtları toplamak ve oyuncunun mu yoksa kasanın mı kazanacağı üzerine bahse girmektir.kâğltballğl, Lampridiformes takımının Trachipteroidei alttakımını oluşturan ve ol-dukça derin sularda yaşayan deniz balıklarının ortak adı. Vücutlan yanlardan son derece basıklaşmış olan bu balıkların Tra- chipteridae familyasına giren üyeleri tüm okyanuslara ve Akdeniz'e dağılmıştır. Başları küt, ağızları dar, dişleri az gelişmiş ve gövdeleri uzundur. Sırt yüzgecinin gövde boyunca uzanmasına karşın göğüs yüzgeçleri küçük, kann yüzgeçleri 1-10 ışınlı, kuyruk

yüzgeci bazı türlerde iyice körelmiş ya da anüs yüzgeci gibi hiç gelişmemiştir. Öbürlerinde kuyruk yüzgecinin uzun ışınlı üst parçası gövdeyle dik açı yapar. Yüzgeçleri destekleyen ışınların bazıları önceleri ip gibi uzarken zamanla kısalır ya da tümüyle kaybolur. Derin sularda büyük bir basınç altında yaşayan bu balıkların deniz yüzeyinde basınç değişikliğinden ötürü çeşitli bölümleri kopmuş örneklerine rastlanır. En bol bulunan türü Atlas Okyanusunun kuzeydoğu kesimlerinde yaşayan Trachipterus arcticus türüdür. Öbür türler arasında uzunluğu 3 m'ye kadar ulaşan T. trachypterus Büyük Okyanusta, Akdeniz, Ege ve Marmara denizlerinde, uzunluğu 1 m dolayındaki Zu cristatus Büyük Okyanusun batı, Atlas Okyanusunun güney kesimlerinde, Akdeniz' de ve Ege Denizinin güneyinde yaşar.Regalecidae familyasında yer alan kâğıtba- lıklarınm vücudu şerit biçiminde, karın yüzgeçlerinin birinci ışını uzamış, çeneleri dişsizdir. Özellikle sıcak denizlerde geniş bir dağılım gösteren bu balıklann Regalecus glesne türü Atlas Okyanusunun kuzey ve güney kesimlerinin yanı sıra Akdeniz ve Ege Denizine yayılmıştır. Ayrıca Marmara Denizinde yaşadığını belirten kayıtlar da vardır. Gövdesi parlak gümüş renginde, gövde boyunca uzanan ve başın üstünde yele gibi yükselen sırt yüzgeci ise kırmızıdır. Yaklaşık 9 m uzunluğa ve 300 kg ağırlığa erişebilir. Eski denizciler yüzeyde ender olarak rastlanan bu son derece uzun gövdeli balıkları "deniz ejderi" sanmıştır.Aynı alttakımda yer alan ve üyeleri sıcak denizlerde yaşayan Lophotidae familyasının iki, Radiicephalidae familyasının tek bir türü bilinmektedir.Kâğıtçı, Mehmed Ali (d. 1899, İstanbul - ö. 1 Ekim 1982, İstanbul), kimyager ve kâğıt mühendisi. Türk kâğıt sanayisinin kurucusudur.

Kâğıtbalıklarından Regalecus glesneRichard Ellis

Page 41: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

İlköğrenimini Heybeliada Necmü'l-İrfan Okulu'nda, liseyi İstanbul Sultanisi'nde (İs-tanbul Erkek Lisesi) tamamladı. Darülfü- nun-ı Osmani Fünun Medresesi Kimya Bölümü'nü bitirdi (1922). Sanayi Kimya Enstitüsü'nde öğretim görevlisi ve Heybeliada Bahriye Mektebi'nde kimya öğretmeni olarak görev yaptı. Dört yıl Almanya ve Fransa'da selüloz ve kâğıt sanayisi üzerine araştırmalar yaptı. Grenoble Üniversitesi' ne bağlı Fransız Kâğıt Mühendisliği Okulu' nu bitirerek kâğıt mühendisi oldu. 1927'de Türkiye'ye döndü. Yedi yıl süren çalışma ve mücadele sonunda kâğıt ve selüloz sanayisinin kurulması projesini I. Beş Yıllık Sanayi Planı'na (1934-38) aldırmayı başardı. 14 Ağustos 1934'te temeli atılan fabrikanın başlangıcından bitimine değin kurucu müdür, kâğıt mühendisi ve kimyager olarak görev yaptı. 6 Kasım 1936'da ikinci kâğıt fabrikasının temelinin atılmasında rol oynadı. Selüloz ve şap yapımı konusundaki buluşlarının yanı sıra Kütahya'da çini sana-yisinin geliştirilip modernleştirilmesi için bir laboratuvar kurulması yolunda çalışmalarda bulundu. 1941'de İzmit Selüloz Sanayii Müessesesinden ayrılan Kâğıtçı, 1942'de İstanbul Belediye Kimyahanesi Müdürlüğü'ne atandı. Aynı zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesinde kâğıtçılık dersleri verdi. Belediye Kim- yahanesi'nin yerini alan Şehir Hıfzıssıhha Enstitüsü'nde çalışmalarını sürdürdü. 1964'te buradan emekli oldu. Kâğıt sanayi- sindeki buluşları nedeniyle yurtiçinde' ve yurtdışında çeşitli ödüller aldı. Ayrıca yerli ve yabancı basında bilimsel yazıları yayımlandı. Başlıca yapıtları arasında Kimya-yı Sınai Laboratuvarı Kitabı (1925), Selüloz ve Kâğıt (1928), Kâğıtçılık Tarihçesi (1936), Besin Kılavuzu (1949), İktisadi Kalkınmamız ve Tabii Servet Kaynaklarımız (1952), Afyon (1960), Kâğıtçılığımız ve Engelleri1964), Hatırladıklarım ve Düşündüklerim1966), Uluslararası Kâğıtçılık Kongresi1968), Kağıtçılığımız (1977) sayılabilir.Kâğıtçıbaşı, Çiğdem (d. 29 Ocak 1940, İstanbul), sosyal psikolog. Türkiye'de sosyal psikolojinin gelişmesine yaptığı katkılarla

tanınmış, bu konuda ilk Türkçe kitabı (İnsan ve insanlar: Sosyal Psikolojiye Giriş, 1976) yazmıştır.1959'da İstanbul Amerikan Kız Koleji'ni,

1961'de yükseköğrenim için gittiği ABD'de, Wellesley College'ı bitirdi. 1966'da Berke- ley'de California Üniversitesi'nde sosyal psikoloji dalında doktorasını tamamladı. 1969-73 arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev aldı. 1973'te Boğaziçi Üniversitesi'ne girdi. 1974'te doçent, 1979'da da profesör oldu. California (1973 yazı), Columbia (1979) ve Harvard (1983-84) üniversitelerinde konuk öğretim üyesi olarak bulundu. 1988'de Uluslararası Kültürlerarası Psikoloji Derne- ği'nin yönetim kurulu üyeliği ve başkanlığı ile Uluslararası Psikoloji Bilimi Birliği'nin yönetim kurulu üyeliğine seçildi. AnaBri- tannica Genel Kültür Ansiklopedisi'nin Danışma Kurulu başkanıdır - 1993'te Boğaziçi Üniversitesi'ndeki görevim sürdürmekteydi.Alanında yaptığı çalışmalardan dolayı 1972 ve 1982'de Kanada Uluslararası Gelişim Araştırmaları Merkezi (IDRC) araştırma, 1980'de Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilimler, 1983-84'te Fulbright ve Bunting, 1985'te Phi Beta Kappa, 1991'de MEAvvards ve 1993'te Hollanda İleri Araştırma Enstitüsü ödüllerini alan Kâğıtçıbaşı aile, göç, çocuk gelişimi ve cinsiyet rolleriyle ilgili kuramsal ve uygulamalı çalışmalar yaptı; sosyal değişmenin psikolojik boyutlarını inceledi, geniş çaplı uygulamalara dönüşen Anne-Çocuk Eğitim Programları geliştirdi. Çok sayıda yayımlanmış makalesi, ayrıca İngilizce ve Türkçe yapıtları vardır. Bunlardan başlıca- ları Sosyal Değişmenin Psikolojik Boyutları (1972), Gençlerin Tutumları: Kültürlerarası Bir Karşılaştırma (1973), Dış Ülke Yaşantısının Etkileri (1975), Çocuğun Değeri: Türkiye'de Değerler ve Doğurganlık (1980), The Changing Value of Children in Turkey (1982; Türkiye'de Çocuklara Verilen Değerin Değişmesi) ve İnsan-Aile-Kültür'dür (1990).

kâğıtdutu (Broussonetia papyrifera), dutgiller (Moraceae) familyasından, Japonya kökenli küçük ağaç. Yüksekliği 10-15 m arasında değişen bu ağacın 7-20 cm uzunlukta yumurta biçimli ve dişli kenarlı yaprakları ile turuncu-kırmızı renkli küremsi meyveleri vardır.Kötü koşullara dayanıklı, hızlı büyüyen bir ağaç olan kâğıtdutu en iyi gelişmeyi

zengin, derin ve nemli balçık topraklarda gösterir. Ağacın kabuklarından çıkarılan lifler Doğu'da kâğıt yapımında, Polinezya' da ise tapa (yaprakların ya da liflerin işlenmesiyle yapılan bez) üretiminde kullanılır. Kâğıtdutu ayrıca park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.Kâğıthane, Marmara Bölgesi'nde, İstanbul kentini oluşturan ilçelerden biri. Eskiden Şişli'ye bağlı olan sekiz mahalle, 19 Haziran 1987 tarihli ve 3392 sayılı yasa uyarınca birleştirilerek ilçe yapılmıştır.Kâğıthane Belediyesi 1989'da kurulmuştur. Nüfus (1990) 269.042.Kağızman, Doğu Anadolu Bölgesi'nde, Kars iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 1.792 km2 olan Kağızman ilçesi doğuda Digor ilçesi, güneydoğuda İğdır, güneyde Ağrı illeri, batıda Sarıkamış, kuzeybatıda Selim ilçeleri, kuzeyde de Merkez ilçeyle çevrilidir.Kars ilinin güney kesimindeki Kağızman toprakları, Erzurum-Kars Platosunun(*) güneydoğusunda yer alır. İlçe, yüzey şekilleri bakımından yüksek ve engebelidir. Büyük bir bölümünü dağlar kaplar. Batıdaki Aladağ'ın 3.138 m'ye erişen doruğu ilçenin en yüksek noktarıdır. İlçe topraklarındaki öteki önemli yükselti, kuzeydoğuda yer alan Yağlıca Dağıdır (2.961 m). İlçenin güney kesiminde doğu-batı doğrultusunda uzanan Karasu-Aras Dağları, Ağrı iliyle doğal sınır oluşturur. Bu dağlardan kaynaklanan birçok küçük akarsuyla beslenen ArasIrmağı, ilçe topraklarının ortasından kabaca batı-doğu doğrultusunda geçer. İlçenin gü-neybatı kesimindeki Deniz Gölü ile akarsularda bol miktarda balık vardır. Genellikle dar ve derin bir vadide akan ve yer yer tabanını genişleten Aras'ın iki yanında şerit biçiminde düzlükler uzanır. Bayram Deresi vadisi, Kağızman Deresi vadisi ve Aras Irmağı vadisindeki düzlükler kuytuda yer almaları nedeniyle mikroklima oluşturur. Oldukça ılıman iklimli olan bu düzlükler tarla ve bahçe tarımına elverişlidir.İlçe halkının başlıca geçim kaynağı tarımdır. ilin öteki ilçelerinde olduğu gibi, Kağızman'da da hayvancılık yaygındır. Bunun yanı sıra mikroklima oluşturan alanlar bitkisel üretimin çeşitlenip gelişmesine yol açmıştır. İlçede başta kayısı (1984'te 8.370 ton) olmak üzere elma, buğday, arpa ve patates yetiştirilir; sebze üretimi yapılır. Yazın yaylalara çıkarılan koyun sürüleri kışın kuytu yerlerdeki komlarda barındırılır. Hayvan sayısı yüksek olmakla birlikte, canlı hayvan ticareti yaygın olduğundan, hayvansal ürün miktarı düşüktür. Sığırcılığı geliştirmek amacıyla ilçede bir boğa deposu kurulmuştur. İlçe topraklarında kayatuzu, asbest, magnezit yatakları vardır.Yöreye ilk olarak Kalkolitik Çağda (İÖ 5500-3500) yerleşikliğini gösteren buluntular ele

geçirilmiştir. Yöre sırasıyla Urartu, Kimmer, İskit, Med, Pers, Selevkos, Ermeni ve Sasani yönetimi altına girdi; önce Roma, daha sonra da Bizanslılar ile Sasaniler arasında el değiştirdi. 7. ve 8. yüzyıllarda Arap akınlarına uğrayan yöre, daha sonra Selçuklu, Gürcü, İlhanlı ve Karakoyunlu egemenliğine girdi; 1534'te I. Süleyman (Kanuni) tarafından Osmanlı top-raklarına katıldı. 1876 tarihli Erzurum vilayet salnamesine göre Kağızman, Kars sancağına bağlı bir kaza merkeziydi. 1878'den 1918'e değin Rus işgalinde kalan Kağızman, 1918-20 arasında da Ermeni güçlerinin etkinlik alanındaydı.Aras Irmağı kıyısında kurulmuş olan Kağızman kenti, kuzeybatısındaki dağlan Paslı Geçidinden (2.020 m) aşan karayoluyla il merkezi Kars'a 76 km uzaklıktadır.Kağızman Belediyesi 1923'te kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 49.129; kent, 15.274.kağnı, ÖKÜZ ARABASI olarak da bilinir, tek parça ahşaptan yapılmış iki tekerleği bulunan ve dingili tekerleklerle birlikte dönen ilkel araba. Daha çok kırsal kesime özgü bir taşıt olmakla birlikte, savaşlarda topların çekilmesinde ve cephane taşınmasında da kullanılmıştır. Fransız Devrimi sırasında mahkûmlar giyotine kağnıyla götürülürdü.Türklerin Orta Asya'dan beri kullandıklan ve "kangh", "kanlı" gibi adlarla andıkları kağnı, Anadolu'da motorlu taşıtlann yaygın olmadığı kırsal alanlarda günümüzde de kullanılmaktadır. Anadolu'nun birçok yerinde az çok farklı adlarla anılan üç bölümden oluşur: Tekerleklerle dingil, boyunduruk ve ok. Genellikle 80 cm çapında olan tekerleklerin ortasındaki köşeli deliklere geçirilen 2 m uzunluğundaki dingil, tekerleklerle birlikte döner. Her iki tekerlekte dingilin aşınma etkisiyle çıkmasını önleyen destekler bulunur. Boyunduruk, kağnıya koşulan her iki öküzün boynunun üzerine konan ağaçtır. Arabaya koşulan hayvanla- nn yürümelerini ve arabayı çekmelerini sağlar. Boyunduruk bir kayışîa kağnıya bağlanır. Dingil üzerinde boydan boya uzatılan yan ağaçlara ok denir. Yörelere göre farklılık göstermekle birlikte okun uzunluğu

Kâğıtdutu (Broussonetia papyrifera)Douglas David Dawn

378 kağnı

Page 42: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kahanamoku, Duke Paoa 378

genellikle 4 m olur. Kağnının yük konacak bölümü okların üstüne konan kalın ve enli tahtalarla oluşturulur. Taşınacak yük sap, ot, saman gibi korumayı gerektiren şeyler- se, kağnı üzerine "çeten" yerleştirilir. Çeten, altı kağnı çevresi kadar, üst yanı daha geniş, ince söğüt dallarından örülmüş ve gerektiği zaman kullanılan eklerdendir. Boyunduruğun oklara bağlandığı yerde, kağnı durduğunda yükün hayvanın boynuna binmemesi amacıyla dikilen "dayak" bulunur. Zincirle kağnı okuna bağlı olan dayak, hareket halindeyken ucu yerde, zincire bağlı olarak sürüklenir.

Kahanamoku, Duke Paoa (d 26 Ağustos 1890, Waikiki yakınları, Oahu - ö. 22 Ocak 1968, Honolulu, Hawaii), Olimpiyat Oyun- lan'nda üç altın madalya kazanan Havvaiili yüzücü. Yüzmede makaslamanın yerini alan çırpma vuruşunun gelişmesine yaptığı katkıyla tanınır.5 Temmuz 1913 ile 5 Eylül 1917 arasında 100 yarda serbestte üç dünya rekoru kırdı. (En son rekor derecesi olan 53 sn'nin altına 1922'de Johnny Weissmuller indi.) Aynı dalda 1913'te salon, 1916-17 ve 1920'de de açık havuz ABD şampiyonu oldu. 1912 Stockholm Olimpiyat Öyunları'nda 100 m serbestte birincilik kazandı. 1920 Anvers Olimpiyat Oyunları'nda bu başarısını yinelediği gibi, 800 m bayrak yarışını kazanan ABD takımında da yer alarak bir altın madalya daha elde etti.1920'lerin ortalarından sonra zaman zaman sinema oyunculuğu, 1932'den 1961'e değin de Honolulu kentinin ve ilinin (co- unty) şerifliğini yaptı.

Kahiga, Samuel (d. Ağustos 1946, Thika, Kenya), Kenyalı romancı ve öykü yazarı. Thika High School'u bitirdikten sonra Nairobi Üniversitesi'nde güzel sanatlar ve tasarım eğitimi gördü. En çok bilinen ilk dönem yapıtlarından Potent Ash (1968; Kudretli Kül) adlı öykü kitabını kardeşi Leonard Kibera ile birlikte yazdı. Bu derlemedeki yedi öyküsünde Nairobi'nin kuzeyinde Kikuyuların yaşadığı kırsal alandaki gençlik yaşantılarını, 1950'lerin ortalarındaki bağımsızlık mücadelesi sırasında buradaki yaşamı, sonraları modern Kenya'da Batılılaşan kentli orta sınıf çevresini anlattı. Bu son temayı The Girl From Abroad (1974; Uzaktan Gelen Kız), Lover in the Sky (1975; Gökteki Sevgili) ve When the Stars are Scattered (1979; Yıldızlar Dağıldığında) gibi melodramatik romanlarında da işledi. Bu romanlarında temel okur kitlesini oluşturan Kenya'nın eğitimli, meslek sahibi sınıfının kırık aşklarını konu aldı. Sonraki kısa öyküleri Flight to Juba (1979; Juba'ya Uçuş) adlı kitabında yayımlandı. Kahiga kolay okunan bir üslupla ve konuşma diliyle yazdığı geleneksel aşk öykülerinde çağdaş Kenya'nın toplumsal ve siyasal sorunlarının ince bir eleştirisine de yer verdi.

kâhinlik, doğal olayları ya da insan yapısı nesneleri gözlemleyerek ya da "tanrısal güçler"le ilişki kurarak geleceği söyleme sanatı. Bütün çağ ve uygarlıklarda hemen her alanda rastlanan kâhinlik uygulaması Batı'da özellikle astroloji(*) biçiminde yay-gınlaşmıştır. Halk arasında yaygın biçimi genellikle falcılık(*) olarak adlandırılır. Gözleme ve yoruma dayalı kehanetin temelini dış olgulardan çıkarılan sonuçlar oluşturur. Yoruma dayalı kehanette özellikle düzenlenmiş rastlantılara başvurulur, ama sezgisel teknikler de kullanılır. Örneğin kurban hayvanlarının bağırsaklarını in-

celeyerek, kürek kemiğine bakarak ya da kül üzerindeki ayak izlerine başvurarak kehanette bulunan kâhin, kehanetin doğruluğunu sağlayabilmek için özel önlemler almak zorundadır. Buna karşılık gökcisimlerinin gözlemine dayanan astrolojide kâhin görece edilgen durumdadır. Hava koşullarını, oyun kâğıtlarının (örn. tarot kartları) sıralanışını ve toprağa serpilen nesnelerin dağılımını yorumlamak da yaygın yöntemler arasındadır. Eski çağlardan beri yaygın olan kura yöntemi özellikle zar atma biçiminde bugün de sürmektedir. Sezgiye dayalı kehanette ise istençdışı duyu ve hareketler ile zihinsel izlenimlere başvurulur. Sezgiyle geleceği okuyan kâhinlerin ilk örneği şanjanlardır. Cicero'nun De divinatione /-// (İÖ y. 44; Kehanet Üzerine) adlı yapıtı ilkçağ kâhinliğine ilişkin en güvenilir kaynaktır. Kâhinler eski çağlardan beri danışmak amacıyla bazı şairlere ve yazılı kaynaklara başvurdular. İlk çağda kehanetleri yorumlayabilmek için yapıtlarına başvurulan şairlerin başında Vergilius geliyordu. Çin'de kura ve sayı kehanetlerinde temel başvuru kaynağı Yi Jing (Dönüşümler Klasiği) adlı metindi. Sonraları Batı'da Kitabı Mukaddes kehanet için başvurulan başlıca metin oldu.Eski Roma'da resmî kâhinlerin (augur) görevi, geleceği haber vermekten çok, özellikle siyasal ve askeri kararları tanrıların onaylayıp onaylamadığını ortaya çıkarmaktı. Eski Yunanlı ve Romalı kâhinler için, seçilerek gözlemlenen alametler(*) (örn. şimşek, gökgürültüsü, kuşların uçuşu ve haykırışı, kutsal tavukların gagalamaları) rastlantısal alametlerden (örn. yere tuz saçılması, aksırma, tökezleme) daha önemli sayılırdı. Tanrıların kutsal hayvanlarının (örn. Artemis'in ayısı, Apollon'un kurdu, Zeus'un kartalı, Asklepios'un yılanı, Miner- va'nın baykuşu) ansızın gözükmesi ikinci tür alametler arasında yer alıyordu. Tanrısal güçlerle ilişki kurulan kâhinlik uygulamasının başlıca özelliği, kehanetin belirli bir kişinin isteği üzerine gerçekleşmesi, gene belirli bir kişi ya da yerle bağlantılı olmasıydı.Latince orare (yakarmak, konuşmak) kö-künden türetilen oraculum sözcüğü hem kâhinin tanrıyla kurduğu ilişkiyi, hem de kehanet merkezi anlamlarım içeriyordu. En eski kehanet merkezlerinden biri, Apollon'un, Korinthos Körfezinin yukarısında, Parnassos Dağının eteklerinde Del- phoi'de bulunan tapmağıydı. Bu kehanet merkezi başlangıçta, Yer'i simgeleyen Tanrıça Gaia'ya aitti. Tapmağı, Gaia'nın çocuğu yılan Python koruduğu için kehanet merkezi onun adıyla biliniyordu. Apollon burayı daha sonra ele geçirmişti. Delphoi Tapınağı'nın kadın medyumu da Pythia adıyla anılırdı. Delphoi Tapmağı'ndan Ho- meros'un yapıtlarında da söz edildiği ve bir Miken yerleşmesinde bulunduğu halde ünü ancak İÖ 7. ve 6. yüzyıllarda bütün Yunan dünyasına yayıldı. Pythia'ya daha çok savaşların ya da siyasal girişimlerin sonuçlarını öğrenmek amacıyla başvurulurdu. Delphoi' den başka Thebai'de, Tegyra'da, Boiotia' daki Ptoon'da, Phokis'teki Abai'de, Tesel- ya'daki Korope'de ve Apollon'un doğum yeri olan Delos'ta da kehanet merkezleri vardı. Apollon'un Anadolu'da Patara, Brankhidai, Klaros ve Gryneion'daki kehanet merkezleri ise Delphoi kadar ünlü değildi. Zeus'un, Yunanistan'ın kuzeybatısında Dodona'da bulunan tapınağı bir olasılıkla Eski Yunan'ın en eski kehanet merkeziydi. Burada rahipler (sonradan rahibeler) kutsal meşenin yapraklarının hışırtısını, kutsal bir pınarın sesini ve bir gong vuruşunu dinleyerek tanrının isteklerini

bildirirlerdi. Zeus'un Olympos'taki sunağında ise rahipler sunulara bakarak kehanette bulu-nurdu. Eskiden Mısır tanrısı Amon'a ait olan Libya'daki Siva Vahası da Zeus'un kehanet merkezleri arasındaydı. Uykuya yatarak geleceği görme yeteneğinde ise yeraltı güçlerinin etkili olduğuna inanılırdı. Sakatlar hekimlik tanrısı Asklepios'un Epidauros'taki tapınağında uyurlar ve düşlerinde dertlerine çare bulacaklarına inanırlardı. Kâhinler, kahraman Amphiara- os'un Attika'da Oropos'taki kehanet merkezinde hayvan postları üzerinde, Argonotlardan Erginos'un oğlu Trophonios'un Leu- adhia'daki kehanet merkezinde ise toprağın içinde bir delikte uykuya yatarlardı ony- sos'un Amphikleia'daki kehanet me zinde de kehanet için uykuya yatılırdı. Orta Yunanistan'da Akheron Irmağının yakınlarında ise ölülere danışılan bir kehanet merkezi vardı.Mısırlılar ve İbraniler de kâhinlik gücüne inanırlardı. Mısırlılar sokaklarda dolaştırılan tasvirlerin hareketlerinden, İbraniler de kutsal nesne ve düşlerden anlam çıkarırlardı. Babil'de de rahibeler düşleri yorumlarlardı. İtalya'daki Sibylla kültü, Cumae'ye Anadolu'daki Erythrai'den gelmişti. Prae- neste'de (bugün Palestrina), kâhinlerin yere atılan kemikleri yorumlayarak geleceği okuduğu Fortuna Frimigenia kehanet merkezi çok ünlüydü; imparatorlar bile buraya gelerek kâhinlere danışırdı. Tanrıça Albu- nea'mn Tibur'daki (bugün Tivoli) kehanet merkezinde düzenlenen ayinler, Eski Yunan kahramanı Amphiaraos'un ayinlerine benziyordu. Eski Türklerde kâhinlik görevini, başka dinsel görevlerle birlikte kam (şaman) adı verilen din adamları yapardı. Kamlar iyi ve kötü ruhlarla ilişki kurmak, kişileri kötülüklerden korumak, gelecekle ilgili önerilerde bulunmak, hastaları iyileştirmek gibi hizmetleri de yerine getirirlerdi.Kahire (Arapçada "Üstün Gelen"), Mısır' m başkenti. Afrika'nın en büyük kentidir. Büyük bölümü Nil Irmağının doğu kıyısında, ırmağın Reşid ve Dimyat kollanna ayrıldığı noktanın biraz aşağısında yer alır. 1300 yılı aşkın süredir aynı alanda, aynı adla yer alan kent, Doğu ile Batı'nın, eski ile yeninin gelişigüzel bir bileşimini yansıtır. Kahire kenti Kahire iliyle (muhafaza) hemen hemen aynı alanı kaplar. Çöl yükseltileri arasında sıkışmış olan güneydeki dar kesimi ve ırmak deltasına doğru genişleyen kuzey kesimiyle bir yelpazeyi andırır. Arazi yapısı ve sulama giderlerinin fazlalığı çöle doğru gelişmesini engellediğinden, yüzyıllar boyunca önce ırmağa doğru, daha sonra da kuzey ve güney yönünde büyümüştür. Tipik bir çöl ikliminin egemen olduğu kentte gece-gündüz sıcaklık farkı çok yüksektir. Yazın gündüzleri 320C-43°C'yi bulan sıcaklık, geceleri Nil'den gelen esintilerin de etkisiyle 18°C-24°C'ye kadar iner. Kısa süren kış aylarında Yengeç Dönencesi'nde bulunan Güneş gündüzlerin ılık geçmesini sağlar, ama geceler oldukça serin ve nemlidir. Kentin yağış aldığı tek mevsim kıştır. Geçmişte yörede Memphis ve Babil gibi antik yerleşmelerin bulunmasına karşın, bugünkü kentin gelişmesi Mısır'a İsla- mı yayan Arapların 641'de kurduğu el- Fustat kasabasıyla başladı. Sonraki yüzyıllarda el-Fustat çevresinde bir dizi yeni yerleşim alanı açıldı. 969'da kenti ele geçiren Fatımilerin komutanı Cevher, var olan yerleşimin kuzeydoğusunda surlarla çevrili dikdörtgen planlı bir kent kurdu. Başlangıçta el-Mansuriye olarak anılan kente, Fatımilerin merkezi olmasından (973-974) sonra Kahire adı verildi.

379 Kahire

Page 43: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kahire ve (çerçeve içinde) metropoliten alan

Page 44: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kahire halısı 380

Eyyubilerin kurucusu Salaheddin, Kahire' yi büyük bir kent durumuna getirdi ve geniş bir alanı kaplayan topraklarını buradan yönetti. Memlûk sultam I. Baybars zamanında Memlûklerin merkezi olan kent, ortaçağ boyunca en parlak dönemini Memlûk yönetimi altında yaşadı. 1340'larda 500 bine ulaşan nüfusuyla Afrika, Avrupa ve Ortadoğu'nun en büyük kenti durumuna gelmenin yanı sıra Doğu ile Batı arasındaki ticarette kilit bir bağlantı noktası niteliğini kazandı. El-Ezher Üniversitesi kentin aynı zamanda İslam bilimlerinin merkezi olmasını sağladı. Memlûklere bağlı zengin topraklardan gelen vergiler önemli bir gelir kaynağıydı. Kentteki en önemli mimari yapılar bu dönemde inşa edildi. Kentin veba salgını (1348) ve Timur'un doğu sınırlarındaki istilasıyla (1400) başlayan gerilemesi, keşif-

lerin baharat yolunun önemini azaltmasıyla

daha da hızlandı. Osmanlılann Mısır'ı ele geçirmesiyle (1517) siyasal özerkliğini yitiren Kahire, yalnızca bir eyalet merkezi durumuna geldi. Napoleon'un 1798'deki Mısır seferiyle Kahire'de kurduğu yönetim 1801'e değin sürdü. 1805'te valiliğe atanan Mehmed Ali Paşa'nın kurduğu hanedan Kral I. Faruk'un iktidardan devrilmesine (1952) değin Mısır'ı yönetti.Kentin bugünkü yapısı tarihiyle yakından ilgilidir. Kalabalık bir nüfusu barındıran ve Batı tipinde kurulmuş kesimi çevreleyen gecekondü görünümündeki üç eski mahallenin en büyüğü Fatımilerce kurulan yerleşim alanıdır. Burada Baybars Camisi ve Sala-heddin Kalesi gibi çok sayıda tarihsel yapı vardır. Öteki eski mahalleler geçmişte kentin banliyöleri olan Bulak ve Mısrü'l-Kadi- me'dir (el-Fustat). Kentin modern merkezi olan el-Azbakiye ile yakınındaki büyük ticaret merkezleri ve konut alanları yoksul eski mahallelerle çarpıcı bir karşıtlık oluşturur. Kentin ana caddesi Nil'e koşut uzanan ve televizyon binası, katedral, belediye binası ve lüks otellerin çevrelediği el-Kurniş Caddesi'dir. Nil kıyısındaki modern kesimler ile eski mahalleler arasında bulunan kesimde alt orta sınıflar yaşar. Ulusal Kitaplık ve İslam Sanatlan Müzesi burada yer alır. Metropoliten alanın doğusunda din büyüklerine ve Memlûk sultanlarına ait mezarlar bulunur. "Ölüler Kenti" adı verilen ve dünyada başka örneği bulunmayan bu yörede nüfusun en yoksul kesiminin bir bölümü (250 bin kişi kadar) yaşar. Belediye hizmetlerinden yoksun olan yörede, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan hızlı nüfus artışının etkisiyle yapılmış olan görece modern, yeni yapılara da rastlanır. Son yıllarda kentin batı ve kuzey kesimleri konut alanları olarak hızla büyümektedir. Tarımsal

topraklardan ya da sulama yoluyla çölden elde edilen alanlarda Heliopolis ve Nasr kenti gibi çeşitli yerleşmeler kurulmuştur.Kahire Mısır, Roma, ortaçağ Arap ve Osmanlı mimarisinden zengin örnekler barındırır. Kentin tescil edilmiş olan 400'den fazla tarihsel anıtı İS 130 ile 19. yüzyıl başlan arasındaki dönemden kalmadır. En eski kesimlerde üstü sıvalı ve iki-dört katlı tuğladan evler egemendir. Bazı eski evlerde yöreye özgü ahşap pencere kafesleri (müş-

refiye) bulunur. Geleneksel konutlar çeşmeli bir avluya açılır; erkek ve kadınların yaşadığı bölümler ayrıdır. Kentin 19. yüzyılda inşa edilen kesimindeki binaların taştan yapılmış zengin bezemeli dış yüzeylerinde, kubbeciklerinde ve romanesk eşiklerinde abartılı Avrupa etkisi görülür. 20. yüzyıl başlannda kurulan Batı etkisindeki kesimlerin fazla yüksek olmayan taş ya da betonarme binaları Paris'teki yapılar örnek alınarak yapılmıştır. Nil kıyısındaki Akdeniz tipi binalarda eski Mısır mimarisinin bazı

özellikleri korunmuştur.Geçmişte dinsel ve etnik açıdan karmaşık olan kent nüfusu giderek türdeş bir yapı kazanmaktadır. Günümüzde nüfusun yüzde 90'ını Müslümanlar oluşturur; geri kalanla- nn çoğunluğu Kopt Kilisesi'ne bağlı Mısırlı Hıristiyanlardır. Ayrıca az sayıda Katolik ve Protestan (çoğu Avrupa kökenli) ile küçük bir Yahudi topluluğu vardır. Kentin çok yüksek olan nüfus artış hızı ciddi sorunlar doğurmaktadır.Kahire'nin ekonomisi başlangıcından bu yana yönetsel işlevlerine, iç ve dış ticarete ve sanayi üretimine dayanmıştır. Büyük ölçekli sanayileri dokumacılık (genellikle pamuklular), demir-çelik, gıda ve tütün işlemenin yanı sıra tüketim mallarıdır. El emeğine dayanan geleneksel sanayiler de önemli bir yer tutar. Mısır'ın en önemli banka ve finans kuruluşları ile ulaşım şirketlerinin merkezleri Kahire'dedir.Kahire Üniversitesi, Ayn ..Şems, el-Ezher Üniversitesi ve Amerikan Üniversitesi gibi kurumlarıyla yükseköğretim merkezi olan Kahire'ye öteki Arap ülkelerinden çok sayıda öğrenci gelir. Kentteki başlıca müzeler Tutanhamon'a ait hazinelerin sergilendiği Mısır Müzesi, İslam öncesi döneme ait ikon, dokuma ve taşların sergilendiği Kopt Müzesi, Memlûk Kuran'ları ile ahşap, pirinç ve cam eşyaların sergilendiği İslam Sanatları Müzesi'dir.Kahire ülkenin öteki kentlerine demiryol-larıyla bağlanır. Heliopolis yakınında ulus-lararası bir havalimanı vardır. Kent içinde yaygın olarak kullanılan atlı araba, eşek ve develer yerini otomobillere, otobüs ve 1987'de kullanılmaya başlayan ve Afrika' daki ilk yeraltı taşımacılığı örneği olan metroya

bırakmıştır. Kentin yüzölçümü 214 knr'dir. Nüfus (1990) 6.452.000.

Kahire halısı, 15. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında Kahire'de ya da yakın çevresinde dokunduğu sanılan döşeme yaygısı. Mem- lûkler döneminde yapılan ilk örneklerin özelliği merkezî geometrik desenli olmala- ndır. Bu desenler içleri ışınsal olarak yayılan ya da salkımlar halinde düzenlenmiş küçük parçalara ayrılmış karmaşık yıldız, sekizgen ya da çokgen biçimli büyük madalyonlardan oluşur. Osmanlılann 1517'de Mısır'ı ele geçirmesinden kısa bir süre önce yapılmış örneklerde üçten fazla renk bulunmadığı için, altı renkli Kahire halılarının daha eskiden kaldığı sanılmaktadır. Kayıtlarda pek çok büyük boy halının dokunduğu geçmekteyse de, Viyana'daki Avusturya Üygulamalı Sanatlar Müzesi'nde bulunan saf ipekten görkemli bir örneğin dışında günümüze ulaşanlar hep küçük boy olanlar-

dır. Bunların iki ucunda desen olarak baklavalı bölmeler yer alır. Mısır'ın fethi çeşitli başka desenlerin ortaya çıkmasına yol açmış, ardından da Osmanlı tarzında, yuvarlak madalyonlu ve çiçekli pek çok Kahire halısı üretilmiştir. Memlûk ve Ös- manlı tarzındaki Kahire halılarının Güney Avrupa ülkelerine büyük miktarlarda ihraç edildiği sanılmaktadır.

Kahire konferansları, II. Dünya Savaşı sırasında Müttefik liderleri Winston Chur- chill ve Franklin D. Roosevelt'in Almanya' ya karşı yeni cephe açma planlanm tartıştıkları iki ayrı konferans (22-26 Kasım ve 2-7 Aralık 1943). İkincisine Türkiye cumhur

Kahire'den bir görünüm, (önde) Sultan Hasan Camisi (y. 1361)Annan Photo Features

Memlûk döneminden bir Kahire halısı, 15. yy; Tekstil Müzesi, Washington, D.C

Textile Museum Collection. Washington, D.C.; fotoğraf Otto E. Nelson-EB Inc.

Page 45: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

başkanı İsmet İnönü de katılmış ve Türkiye'nin Müttefiklerin yanında hemen savaşa girmesi yolundaki öneriyi geri çevirmiştir.1942 sonlannda Müttefiklerin Kuzey Afrika'ya asker çıkarması ve Sovyet ordularının Stalingrad'ı (sonradan Volgograd) Almanlardan kurtarmasından sonra Müttefikler savaşta üstünlük kazanmaya başladı. Müttefik önderleri, Fransa ve İtalya'ya asker çıkarıp yeni cepheler açmayı ve o güne değin tarafsızlığını koruyan Türkiye'yi de kendi yanlarında savaşa sokmayı amaçlıyorlardı. 19 Ekim 1943'te Moskova'da toplanan Müttefik ülkelerin dışişleri bakanları, Türkiye' nin durumunu da ele aldılar. Sonuçta Ankara'nın öncelikle Müttefik hava kuvvetlerine havaalanlarını açmaya, yıl sonunda da savaşa katılmaya ikna edilmesi kararlaştırıldı, ingiltere dışişleri bakanı Sir Anthony Eden, Moskova dönüşünde Kahire'de Türkiye dışişleri bakanı Numan Menemencioğlu'yla buluşarak Müttefiklerin bu doğrultuda aldığı kararı bildirdi. 5-16 Kasım arasında sürdürülen görüşmelerde Türkiye tarafsızlık konumunu değiştirmeye yanaşmadı.Bu girişimin ardından Churchill ve Roose- velt 22-26 Kasım 1943'te Kahire'de bir araya geldiler. Bu görüşmelerde ağırlıklı olarak Normandiya Çıkarması'nın nasıl yürütüleceğine ilişkin planlar tartışıldı. Müttefikler bu arada, Çin'in meşru yönetimi olarak tanıdıkları Milliyetçi hükümetin başında bulunan Çan Kay-şek'le birlikte bir bildiri yayımlayarak, Japonya'nın 1914'ten beri elinde tuttuğu Çin topraklarından çıkarılmasını ve Kore'nin bağımsızlığa kavuşturulmasını amaçladıklarını açıkladılar.İlk Kahire zirvesinin ardından Churchill ve Roosevelt, 28 Kasım'da SSCB lideri Stalin' le Tahran'da bir araya geldiler. Tahran Konferansı'nda(*) Churchill Türkiye'nin savaşa girmeye ikna edilmesi konusunu yeniden gündeme getirdi ve bu konuda ısrarlı oldu. Stalin, Balkanlar ve Doğu Avrupa' daki Sovyet ilerleyişini durdurma hedefinin gözetildiğini düşünerek önerileri kuşkuyla karşıladı. Bununla birlikte konferans sonunda "Türkiye'nin savaşa girmesinin, Müttefiklerce askeri bakımdan istendiği" açıklandı.2 Aralık 1943'te Kahire'de yeniden bir araya gelen Churchill ve Roosevelt, Türkiye konusundaki istekleri görüşmek üzere Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile buluştular. 3-7 Aralık arasında süren görüşmelerde Churchill Türkiye'nin Şubat 1944 ortalarında kendi yanlarında savaşa katılmasını,.aynı dönemde Türkiye'ye gidecek ABD ve İngiliz hava filolarını kabul etmesini istedi. Bu yapılmazsa "Müttefiklerin Türkiye ile işbirliği yapma umutlarını tümüyle yitireceklerini" söyledi. İnönü ise Müttefiklerin safında savaşa katılmaya ilke olarak karşı olmadıklarını, ama Türkiye'nin askeri donanımının çok yetersiz olduğunu söyledi. Türk ordusunun askeri gereksinimleri karşılanmadan ve savaş sonrası siyasal durumu önceden tartışmaksızın Türkiye'nin bu tür bir yükümlülük altına giremeyeceğini söyledi.Zirve Türkiye'nin havaalanlarını Müttefik filolarına açıp açmama konusundaki kararını 15 Şubat 1944'e değin taraflara bildirmesi ve bir askeri yardım programı hazırlanması kararlarıyla sona erdi.Kahitaiar, Meksika'nın kuzeybatı kıyısı ile Sinaloa, Fuerte, Mayo ve Yaqui ırmaklarının aşağı çığırlarında yaşayan Kuzey Amerika Yerli topluluğu. Yuta-Aztek dil ailesine bağlı olan, birbirine çok yakın Yaki ve Mayo lehçelerini konuşurlar. İspanyollarla karşılaştıkları 1533'te sayılan 115 bini bulu-yordu. 1980'lerin sonlannda varlığını sürdüren iki ana kabileden Yakilerin nüfusu 25 bin, Mayolarmki ise 80 bindi.İspanyol istilasına karşı Yakilerin gösterdiği direniş pek uzun sürmedi. Cizvit misyon- lannm çevresinde toplanmaya başlayan iki kabile, 17. yüzyılda bütünüyle Hıristiyanlığı kabul etti. 19. yüzyılda Meksika yönetimine karşı girişilen ayaklanmayı Yakiler 20. yüzyıl-da da sürdürdü. Meksika yönetimi 1886'dan sonra zor yoluyla binlerce Yaki ve Mayoyu

Sonora, Oaxaca ve Yucatân'a sürdü. Geri kalanlar sonunda ABD'nin güneybatısına kaçtı.Geçimlik tanmla uğraşan Kahitaların çoğu çöl düzlüklerinde, bir bölümü de Batı Durango dağlık bölgesinde yaşardı. Dağlık bölgede bütünüyle yaz yağmurlarına bağımlı kuru tarım yapılır, düzlüklerde ise yılda iki kez ürün ahnmasını sağlayan taşkın ovala- nnda mısır, fasulye ve kabak yetiştirilirdi. Günlük beslenmede çeşitli yabanıl bitkilerden de yararlanan Kahitaiar çanak çömlek, sepet ve pamuklu dokuma da üretirdi.İspanyollann rancheria (çiftlik) olarak ad-landırdığı, dağınık ev kümelerinden oluşan özerk Kahita yerleşmeleri, genellikle akrabalık bağı olmayan aileleri barındırırdı. Barış dönemlerinde bir yaşlının ya da bir grup yaşlının yönettiği rancheria'lar, bir savaş çıktığında güçlü bölgesel kabile örgütleri biçiminde bir araya gelirlerdi.Yaki ve Mayo kabileleri günümüzde mısır, fasulye, kabak ve pamuk gibi ürünlere dayalı geçimlik tarımın yanı sıra başta sığır ve koyun olmak üzere hayvancılıkla uğraşır, avcılık ve yabanıl bitki toplayıcılığını da bir ölçüde sürdürürler. Daha çok kasabalarda toplanmış olmalarına karşın, bu kasabaların çevresindeki kırsal alanda kurulmuş dağınık evlere de rastlanır. Mayolarda kasaba düzeyinde yönetim yapısı çözüldüğünden ilişkiler daha çok aile temeline dayanır. Kerpiçten yapılan bahçeli evler genellikle kamıştan bir çitle çevrilidir. El sanatlannın çoğu unutulmaya yüz tutmuş, çömlekçilik ve pamuklu dokumacılığı hemen hemen ortadan kalkmıştır. Giysiler artık ticari amaçla ve dışandan alınan kumaşlardan yapılmaktadır.Bütün Orta Amerika'da yaygın olan, vaftiz ilişkisine benzer törensel akrabalık son derece gelişmiştir; bu akrabalık bağı aileler arasında belirlenmiş kurallara dayalı işbirliğini yürütmede bir araç işlevi görür. Katolik olan Yaki ve Mayolann İsa'ya, Meryem'e ve öteki azizlere tapınma biçimleri Hıristiyanlık öncesi dinlerinden kalma belirgin izler taşır. Meryem'e bir ana tannça gibi tapılır. Isa onuruna düzenlenen törenlerde, büyük olasılıkla Hıristiyanlık öncesi törenlerden kalma tabulara özenle uyulur.kahkahaçiçeği (Ipomoea purpurea), kah- kahaçiçeğigiller (Convolvulaceae) familya-

381 Kahn, Albert

sından Orta ve Güney Amerika kökenli biryıllık tırmanıcı bitki. Yaygın bir biçimde süs bitkisi olarak yetiştirilen bu türün üzeri tüylü, kalp biçimli yaprakları, sabahın erken saatlerinde açan ve ancak güneşin yükselmesiyle birlikte kapanan pembe, mor ya da beyaz renkli çiçekleri vardır.

kahkahaçiçeğigiller bak. ConvolvulaceaeKahlo (de Rivera), Frida, asıl adı MAGDALENA CARMEN FRIDA KAHLO Y CALDERÖN (D. 6Temmuz 1907, Coyoacân - ö. 13 Temmuz 1954, Coyoacân, Meksika), ilkel görünümlü, keskin hatlı ve parlak renkli kendi portreleriyle tanınan Meksikalı ressam. Gerçeküstücü akım

içinde sayılmış, ama kendisi buna karşı çıkmıştır. 1929'da evlendiği ünlü duvar ressamı Diego Rivera'dan 1939'da boşanmış, ama 1941'de onunla ikinci kez yaşamını birleştirmiştir.Kahlo 18 yaşındayken bir otobüs kazasında ağır biçimde yaralandı ve 35 kadar ameliyat geçirdi. Uğradığı travmadan kurtulması için gerekli uzun toparlanma döneminde kendi kendine resim yapmayı öğrendi. İlk resim denemelerini birkaç yıl önce tanışmış olduğu Rivera'ya gösterdi. Onun özendirmesiyle resim yapmaya devam etti. Evlendikten sonra, ABD'nin çeşitli kentlerinden duvar resmi siparişleri almış olan Rivera'yla birlikte dolaştı (1930-33). 1938'de önde gelen gerçeküstücü ressamlardan Andre Breton'la tanıştı. Çalışmalarında ondan büyük destek gördü. Hem Breton, hem de Marcel Duchamp ABD ve Avrupa'da onun yapıtlarının sergilenmesinde önemli rol oynadılar. Kahlo 1943'te La Esmeralda'daki Eğitim Bakanlığı'na bağlı Güzel Sanatlar Okulu'na resim öğretmeni olarak atandı. Coyoacân' daki evi bugün onun anısına müze haline getirilmiştir.

Kahlur (Hindistan) bak. BilaspurKahn, Albert (d. 21 Mart 1869, Rhauen, Vestfalya [Almanya] - ö. 8 Aralık 1942, Detroit, ABD), otomobil fabrikası tasarım- lanyla tanınan öncü sanayi miman ve plan-lamacı. Döneminde dünyanın en önde gelen sanayi mimarı ve "modern fabrika tasarımının öncüsü" olarak anılmıştır.Babası bir hahamın oğluydu. 1881'de ailesiyle birlikte ABD'ye gitti. Resmî eğitim görmedi, ama Michigan'ın tanınmış mimar- lanndan George D. Mason'ın yanında yetişti. Daha sonra American Architect dergisinin açtığı bir yarışmada kazandığı bursla bir yıl Avrupa'yı dolaştı. Detroit'te çeşitli mimarlarla birlikte çalıştıktan sonra 1895'te, ileride mimarlık alanındaki en büyük şirketlerden biri haline gelecek olan kendi bürosunu kurdu. 1904'te, Packard Motor Company'nin siparişiyle ilk otomobil fabrikası tasanınım gerçekleştirdi. Betonarme iskelet sisteminin kullanüdığı ve fabrikalarda geleneksel kâgir strüktürden yeni-likçi bir kopuşu simgeleyen bu yapı Kahn'ın adının duyulmasını sağladı. Sonraki projelerinde Kahn bütün birimlerin tek çatı altında toplandığı fabrika tipini yarattı; ardından da bugün en yaygın sistem olan, bütün birimlerin aynı kata yerleştirildiği fabrika şemasını geliştirdi. Büyük boyutlarına karşın, boydan boya cam perde duvarlan ve çatı pencereleriyle bir hafiflik ve zariflik duygusu uyandıran Detroit'teki Chrysler Corporation Pres Atölyesi (1936) bu sistemin bir örneğidir.Kahn 30 yıl boyunca büyük Amerikan otomobil şirketlerinin en gözde mimarı oldu. Ford için binden çok proje hazırladı.Kahn, Gustave 382

Bunların arasında dünyanın en büyük sanayi yapılarından biri olan River Rouge Montaj Fabrikası da vardır. Dünyanın her yanından fabrika, dökümhane ve depo tasarım siparişleri alan Kahn 1929'da da Sovyet hükümetinden aldığı öneri üzerine Stalin- grad'da (sonradan Volgograd) bir traktör fabrikası (1930) inşa etti. Kahn'm bürosu bu tasarımın ardından SSCB'de 521 fabrikanın daha tasarımını yaptı ve bunu izleyen 10 yıl içinde bini aşkın Sovyet mühendisini eğitti.Kahn, Gustave (d. 21 Aralık 1859, Metz - ö. 5 Eylül 1936, Paris, Fransa), Fransız şiirinde vers libre'i (serbest nazım) bulduğunu iddia eden şair ve edebiyat kuramcısı.Paris'te öğrenim gördü. Dört yıl Kuzey Afrika'da yaşadıktan sonra 1885'te Paris'e döndü. La Vogue, La Symboliste ve La Revue Independante gibi birçok edebiyat dergisinin çıkarılmasına katkıda bulundu. Bu dergilerde şiirlerini yayımladı ve simgeciliğin çevresinde gelişen çeşitli kuramları ele aldı. Önce Les Palais Nomades (1887; Göçerler Sarayı), Chansons d'amant (1891; Âşığın Şarkıları) ve Domaine de fee (1895; Periler Dünyası) başlıklarıyla yayımladığı ilk şiirlerini 1897'de Premiers poemes'de (İlk Şiirler) topladı ve kitabın önsözünde vers libre kuramını açıkladı. Bu nazım biçimini ilk geliştirenin kimliği kesin olarak bilinmemekle birlikte Kahn bu tarzın ilk

Kahkahaçiçeği (Ipomoea purpurea)Vesile Buket

Page 46: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

ve en etkili savunucusu oldu. Aleksandren geleneğini kırarak şiirin ritmini alışılmış pro- zodi kurallarına değil, içerdiği düşüncelere bağlamaya çalıştı. Şiirlerinde değişken bir müziksel ritimle geri planda kalan ince ses uyumlarım yakalamayı başardı. Ayrıca

Fransız şiir tarihine çok kişisel bir katkı niteliğindeki Symbolistes et decadents (1902; Simgeciler ve Dekadanlar) adlı kitabı yazdı.Kahn, Herman (d. 15 Şubat 1922, Bayon- ne, New Jersey - ö. 7 Temmuz 1983, Chappaqua, New York, ABD), ABD'li fizikçi ve strateji uzmanı. Nükleer savaş konusunda tartışma yaratan çalışmalarıyla tanınır.Gençliği New York kenti ve California'da geçen Kahn 1945'te Los Angeles'daki Cali-fornia Üniversitesi'ni bitirdi. Sonraki üç yıl boyunca çeşitli uçak fabrikalarında çalıştı ve lisansüstü eğitimini California Teknoloji Enstitüsü'nde tamamladı. 1948'de büyük ölçüde ABD Hava Kuvvetleri'nin mali destek sağladığı özel bir araştırma merkezi olan Rand Corporation'a girdi. Burada, oyun kuramı, yöneylem araştırması ve sistem analizi gibi yeni çözümsel tekniklerin askeri stratejiye uygulanması konusunda çalışmalar yaptı.Kahn adını, termonükleer savaşın konvan- siyonel savaştan farklılığının niteliksel değil yalnızca niceliksel olduğu, bu nedenle aynı biçimde çözümlenmesi ve planlanması ge-rektiğini önerdiği yapıtı On Thermonuclear War'un (1960; Termonükleer Savaş Üzerine) yayımlanmasıyla duyurdu. 1961'de Rand Corporation'dan ayrıldı ve New York'taki Croton-on-Hudson'da, ulusal güvenlik ve kamu politikası konularında araştırma yapmak üzere Hudson Enstitüsü'nü kurdu. Enstitünün başkanlığını ve araştırma müdürlüğünü üstlendi. Kahn'ın öteki kitapları Thinking About the Unthirıkable (1962; Düşünülemezi Düşünmek), The Emerging Japanese Superstate (1970; Doğmakta Olan Japon Süper Devleti), The Next 200 Years (1976, W. Brown ve L. Martel'le birlikte; Gelecek 200 Yıl) ve The Corning Boom'dur (1982; Yaklaşan Patlama).Kahn, Louis I(sadore) (d. 20 Şubat 1901, Osel, Estonya - ö. 17 Mart 1974, New York kenti, ABD), güçlü ve kütlesel görünümlü yapılarıyla ülkesinde yaygın olan Uluslararası Üslup'tan ayrılan ABD'li mimar. II. Dünya Savaşı sonrasının, üzerinde en çok tartışılan mimarlarından biridir. Küçük yaşta ailesiyle birlikte ABD'ye göç etti. 1924'te Philadelphia'daki Pennsylvania Üniversitesi'ni bitirdikten sonra Avrupa'yı dolaşarak mimarlık yapıtlarını inceledi, taslaklarını çizdi. 1941'de George Howe'la, 1942-44 arasında da Hovve ve Oscar Stono- rov'la ortak çalıştı. Yale Üniversitesi'nde mimarlık dersleri verdiği dönemde (1947-57) ilk önemli işi olan Conneçticut eyaletinde New Haven' daki Yale Üniversitesi Sanat Merkezi'ni gerçekleştirdi (1952-54). Bu yapı, Mies van der Rohe'nin çalışmalarını çağrıştıran bazı özelliklerine karşın, Uluslararası Üslup'tan belirgin biçimde ayrılıyordu. Kahn'ın ikinci önemli yapısı New Jersey eyaletinde Tren- ton'da yaptığı Yahudi Cemaati Merkezi (1955-56) oldu.Kahn 1957'de Pennsylvania Üniversitesi'nde mimarlık profesörü oldu. Burada inşa ettiği Richards Tıp Araştırmaları Merkezi (1960),

özellikle servis alanlarıyla kullanma alanlarının birbirinden ayrıldığı çözümüyle dikkati çekti. Yapıda merdivenler, asansörler, havalandırma ve tesisat boruları vb servis öğeleri dört kulede toplanmış ve bunlar yaşama ve çalışma mekânları gibi kullanma alanlarından bütünüyle ayrılmıştı. Kahn, California eyaletinde La Jolla'daki Saik Biyoloji Araştırmaları Enstitüsü'nde (1959-65) kaba dokulu çıplak beton panolar kullandı.New York'ta Rochester'daki Birinci Üni- teryen Kilisesi'nde dört köşedeki kulelerin pencerelerinden gelen ışık ana mekânı ay-dınlatıyordu. Eleştirmenler bu yapıyı da, Kahn'ın öbür yapılan için kullandıkları sert, kütlesel, güçlü ve anıtsal gibi terimlerle tanımladılar. Kahn Pennsylvania'daki Bryn Mawr College'ın (1961-65) yatakhanesini aydınlatmak için de kulelerden yararlandı. Bangladeş'in başkenti Dakka'daki Meclis Bi- nası'yla Ahmedâbad'daki Hindistan İşletme Enstitüsü'nün tasanmlannda kentin sıcak ve güneşli ikliminde ışığın denetlenmesi sorunu-nu belirleyici bir öğe olarak ele aldı. Her iki yapıda da duvarlarda ışığın iç mekâna göz almadan girebileceği geometrik biçimli büyük açıklıklar bırakmıştı. Son yapısı olan New Haven'daki Yale ingiliz Sanatı Merkezi ölü-münden sonra, 1977'de tamamlandı.Kahn, Reuben Leon (d. 26 Temmuz 1887, Kovno [bugün KaunasJ, Litvanya - ö. 22 Temmuz 1979, Miami?, ABD), ABD'li immünolog. Kandaki tepkimelerle ilgili ça-lışmaları sonunda frengi tanısında kullanılan bir test bulmuştur.Ann Arbor'daki Michigan Üniversitesi'nde bakteriyoloji (1928-48) ve seroloji (1951- 57) dersleri verdi. Daha sonra, Wash- ington'daki Hovvard Üniversitesi Tıp Oku- lu'nda mikrobiyoloji profesörü (1968-73) ve araştırmacı olarak bulundu.Michigan Eyaleti Sağlık İdaresi'nde immü-nolog olarak çalışırken (1920-28), denetimli koşullarda mikrop bulaştırılmış kan örneğini sığır kalp kası serumu ve bir miktar kolesterolle karıştırınca, çözeltinin bulanık- laştığını gördü. Kahn testi olarak adlandın- lan bu test, kısa süre önce aşılanmış ya da frengiden başka hastalığı olan kişilerde

yalancı olumlu sonuçlar vermekle birlikte, Wasserman testine göre daha güvenilir sayılır.Kahn, bulduğu testte sıcaklık, tuz yoğunluğu ve serumun sulandınlma düzeyinin değişti-rilmesi durumunda, tepkimenin verem, sıtma ve cüzam etkenlerinin varlığını da ortaya çıkardığını gösterdi. Evrensel serum tepkimesi olarak adlandırdığı testini, An Introduction to the Universal Serologic Re- action in Health and Disease (1951; Sağlıklı ve Hasta Bireylerde Evrensel Serum Tepkimesine Giriş) adlı kitabında açıkladı. Işınımın hayvanlardaki bağışıklık üzerine etkilerini araştırdığı ve Atom Enerjisi Komisyo- nu'nca (AEC) desteklenen çahşmalannda, ışınımın, yabancı proteinlerin antikorlarla tepkimeye girdiği bölgeyi zedelediğini buldu. Bu buluş aşılann etkisinin artınlması yolunu açtı.

Kahnweiler, Daniel-Henry (d. 25 Haziran 1884, Mannheim, Almanya - ö. 11 Ocak 1979, Paris, Fransa), Alman asıllı Fransız sanat galerisi sahibi ve yayımcı. Pablo Picasso'nun yakın dostu ve kübizmi ilk destekleyenlerden biridir. Maliye öğrenimi gördü, ama sanatla uğraşmayı seçerek Paris'e yerleşti. 1907'de burada küçük bir galeri açtı. Çeşitli genç sanatçıların çalışmalanyla ilgilenerek kısa zamanda Picasso, Georges Braque, Andre Derain, Maurice de Vlaminck, Fernand Leger ve Juan Gris'in bütün yapıtlarını sergiledi. Ayrıca Guillaume Apollinaire, Andre Malraux ve Antonin Artaud gibi yeni tanınmaya başlayan edebiyatçıların yapıtlarını yayımladı. I. Dünya Savaşı başladığında Kahnweiler Paris dışmdaydı ve Alman vatandaşı olduğundan geri dönemedi. Galerisi kapatılarak mallanna el kondu. Şubat 1920'de Paris'e döndü ve iki yıl boyunca devletçe el konan mallannın açık artırmayla satılmasına tanık oldu. Eylül 1920'de Simon Galerisi'ni açtı.1937'de Fransız vatandaşlığına geçti. II. Dünya Savaşı başlayınca baldızı Louise Leiris mallarını ve işini satın aldı; galerinin adını da Louise Leiris Galerisi olarak değiştirdi. Alman işgali sona erince, Louise Leiris Galerisi'nin yönetimini üstlenen Kahnvveiler ölümünden kısa bir süre öncesine değin bu görevi sürdürdü.Yakından tanıdığı sanatçılar üzerine yazdığı monografilerin yanı sıra anılarını içeren Mes galeries et mes peitıtres (1961; Galerilerim ve Ressamlarım) adlı bir kitabı da vardır.

Kahondeler bak. BakaondelerKahr (Şövalyesi), Gustav (d. 29 Kasım 1862, Weissenburg, Bavyera - ö. 30 Haziran 1934, Münih, Almanya), Bavyeralı muhafazakâr kralcı siyaset adamı. 1920'lerin başlarındaki sol karşıtı ayaklanmalar sırasında kısa bir süre Bavyera başbakanı olarak görev yapmış, daha sonra fiilen bir diktatör konumuna gelmiştir.1917'de Yukarı Bavyera'ya eyalet valisi olarak atandı. Mart 1920'de Weimar Cum- huriyeti'ne karşı girişilen başarısız Kapp Darbesi'nin hemen ardından Bavyera başbakanı oldu. Paramiliter bir grup olan Anavatan Muhafızları (Einwohnerwehren) ve öteki gerici unsurların desteğiyle solcu işçi ve asker konseylerini kısa sürede dağıttı. Ama Müttefiklerin baskısıyla Haziran 1921'de Anavatan Muhafızları örgütünün de dağıtılması, ardından da düzenin sağlanması konusundaki devlet kararnamesine karşı Bavyera Parlamentosu'nun kendisini desteklememesi üzerine, Eylül 1921'de gö-revden çekildi.İki yıl sonra, Fransa'nın Ruhr'u işgal etmesiyle sonuçlanan büyük karışıklıklar sırasında Bavyera hükümetince Eyalet Genel Komiserliği'ne (General-Staatskommi- sar) atandı ve diktatör yetkileriyle donatıldı. Weimar Cumhuriyeti'ne açıkça meydan okuyarak Bavyera'nın Almanya'dan ayrılması ve kralcı bir yönetim kurulması konusunda planlar yapmaya girişti. Ama Adolf Hitler'in Kasım 1923'teki Birahane Darbesi' nin ardından bu planlardan vazgeçmek zorunda kaldı. Bastırılmasında görev almak zorunda kaldığı bu darbe, bir anlamda kendi planlanna da uygun düşüyordu. Bunu izleyen şubat ayında görevden çekilen Kahr, sonradan Bavyera idare mahkemeleri başkanı oldu. Nazilerin Haziran 1934'teki temizlik hareketi sırasında öldürüldü.

kahraman, edebiyatta, geniş anlamıyla bir yapıtın başkişisi. Daha dar anlamda Gılga- mış, Ilyada, Beo\vulf, La Chanson de Ro- land (Roland'ın Şarkısı) gibi kahramanlık destanlarının ya da eski halk efsanelerinin yüceltilmiş kişilerine de kahraman denir.Efsane kahramanları, bir halkın tarihinin ilk dönemlerinde yaşadığı kabul edilen, beceri, güç ve cesaret bakımından sıradan insanlardan çok üstün, soylu kişilerdir. Genellikle, üstlenecekleri rol için dünyaya gelmişlerdir. Yunanlı Akhilleus ve İrlandalı Cü Chulainn gibi bazıları yarı-tanrısal kökenli, olağanüstü güzel ve erken gelişmiş karakterlerdir. Bazıları ise Anglosaksonla- nn Beovvulf'u ve Rusların İlya Muromets'i gibi başlangıçta haklarında hiçbir şey bilinmeyen, yavaş gelişen tiplerdir.

Gustave Kahn, Roger Casse'ın bir yağlıboya çalışması, 1931; özel koleksiyon

Giraudon-Art Resource/EB Inc.

sf

iHm

«T

SReuben Kahn

Michigan Historical Collections of the University of Michigan

Page 47: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Savaş ve tehlike kahramanın olağan uğraşıdır. Çevresindekiler soyludur; yandaşlarına karşı cömert ve hoşgörülü, düşmanlarına karşı ise acımasızdır. Savaşta yiğit, günlük yaşamda yetenekli ve beceriklidir. Ev yapabilir, yelken açabilir. Gemisi kazaya uğrarsa herkesten iyi yüzer. Bazen, Odysseus örneğindeki gibi kurnaz ve bilgedir, ama genellikle fazla ince düşünceli olmaz. Düşünceden çok eylem adamıdır. Hiçbir kısıtlamayı kabul etmeyen kendine özgü onur anlayışına göre yaşar. Tepkileri genellikle içgüdüsel, önceden kestirilebilir ve kaçınılmaz niteliktedir. Tehditleri cesaretle karşılar; bazen felakete çağrı çıkarır. Sonraki çağların ölçütlerine göre, aşırı basit özellikler taşır. Kendini beğenmesiyle, armağanlar ve ödüllerden hoşlanmasıyla ve üne düşkünlüğüyle çocuksudur. Zaman zaman önemsiz şeyler için kendisinin ve başkalarının yaşamını tehlikeye atacak kadar çılgındır. Örneğin Roland, savaşta köşeye sıkıştığı ^zaman yardım istemek için imdat borusunu çalmayacak kadar gururludur; bu yüzden de ölür. Ama kahraman karakteri gene de okurların ilgisini çekmekte ve edebiyatta büyük önem taşımaktadır.Edebiyatta kahramanların ortaya çıkışı, şairlerin ve okurların dikkatlerinin ölümsüz tanrılardan ölümlü insanlara çevrilmesiyle başlayan bir düşünce devriminin ifadesidir. Herkes gibi acı çeken ölümlü kahramanlar, çabalarıyla torunlarının anılarından hiç si-linmeyecek bir anlık görkemi yaratmaya uğraşırlar. Bunlar, edebiyattaki ilk insan karakterlerdir ve yaşantıları canlılığını hiç yitirmez.Kahraman, Nihat (d. 1951, Denizli), toplumsal sorunları işlediği figüratif yapıtla-rıyla tanınan ressam. Sanat eğitimini 1968- 72 arasında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü'nde yaptı. Avrupa sınavını kazanarak 1972'de gittiği Paris'te dört yıl kaldı. 1978-81 arasında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü'nde ders verdi. Daha sonra Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi'nde resim öğretmenliği yaptı. 1981'de 42. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde başarı; Vakko'nun düzenlediği "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" konulu resim yarışmasıyla, Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen "Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Devrimler" konulu resim yarışmasında mansiyon; DYO'nun Ödüllü Resim yarışmalarında da 1982 ve 1984 yıllarında çeşitli dereceler aldı.Resmi, daha çok düşünsel boyutlarda gelişen bir olay olarak kabul eden Kahraman, konu olarak toplumsal sorunları işlemiş ve bu sorunların içeriğine uygun özgün bir resim dili oluşturmuştur. Alışılmışın dışında, belirsiz, soyut ama kompozisyona egemen bir mekân olarak biçimlendirdiği doğa, işlediği konu ile uyum içindedir. Konuyu canlı renklerle daha da vurgulayan Kahraman, resimlerinde yer yer soyut-dışavurum- cu anlayışla lekeler kullanmış ve konunun dramatik ağırlığına uygun olarak hareketli soyut öğelerden de yararlanmıştır.kahramanlık öyküsü, soylu savaşçıların ve hükümdarların kahramanlıklarını dramatik bir üslupta anlatan öykü. Konuları, bakış açıları ve üsluplarıyla kahramanlık şiirlerinin düzyazı alanındaki karşılığı sayılır. Sözlü ya da yazılı olabilmekle birlikte anlatılmak üzere üretilen bu öykülerde, sözlü gelenekteki birçok kalıplaşmış ifade biçiminden yararlanılır. Türün önemli bir örneği, İrlanda'da 8. ve 11. yüzyıllar arasında yazıya geçirilen, Cü Chulainn adlı kahramanı ve arkadaşlarını konu alan Ulster efsaneleridir(*). İÖ 1. yüzyılda geçen olayları anlatan bu öyküler, Eski Kelt bilginleri druid'lerin etkisindeki Hıristiyanlık öncesi dönem soylularının âdetlerini yansıtır. 12. yüzyılda gene İrlanda'da yazıya geçirilen bir öykü dizisi de Finn MacCum- tıaıll (MacCool) ile oğlu şair Oisı'n (Ossian) ve Fianna Eireann adlı seçkin savaşçı ve avcıların kahramanlıklarını anlatan Fenian efsaneleridir(*). Öykülerin arasına, genellikle onlardan daha eski olan, çoğunlukla da konuşmalardan oluşan manzum parçalat

383 kahramanlık şiiri

serpiştirilmiştir. Bu manzum parçalar yü-zünden, bu öykülerin kaybolmuş bir dizi

kahramanlık şiirinden kaynaklanmış olabi-leceği düşünülmüştür. İrlanda edebiyatındaki kahramanlık öyküleri arasında yalnızca Cooley Boğası Destanı(*) kapsamı bakımından destan özellikleri gösterir. Ulster çevriminin parçası olan bu öykünün günümüze ulaşan kopyası, aslından oldukça uzaktır. İrlanda kahramanlık öykülerinin şiirsel dili, Lady Gregory'nin Cuchulain of Muirthemne (1902; Muirthemne'li Cuchulain) ve Gods and Fighting Men (1904; Tanrı ve Savaşan İnsanlar) adlı yapıtlarında ustalıkla korunmuştur.Kahramanlık öykülerinin başka örnekleri arasında 13. yüzyıl İzlanda sagaları sayılabilir. Völsunga saga (y. 1270) ve Thidriks saga (y. 1250) gibi "kahramanlık sagaları" 4. ve 6. yüzyıllar arasındaki Germen sözlü edebiyat geleneğine dayanır ve zamanla yitirilmiş kahramanlık şiirlerinden birçok dize içerir. Her ikisi de yaklaşık 1300'e tarihlendirilen Grettis saga (Grettir'in Şagası) ve Njâls saga (Njâll'm Sagası) gibi İzlanda sagaları ise, sanatsal nitelikleri bakımından daha üstündür. Bu sagalar, İzlanda'da yaşamları kan davasının katı ve karmaşık kurallarınca yönetilen aileleri konu alır.Türk edebiyatında kahramanlığı konu alan öykülere çok eski dönemlerden beri rastlan-maktadır. Halkın yiğitlik ve kahramanlığa duyduğu hayranlık, özellikle de şehitlik ve gazilik mertebelerine ulaşma umudu, bu tür yapıtlara büyük bir ilgi duyulmasına yol açmıştır. Hz. Muhammed'in düşmanlarına karşı kazandığı zaferleri, Hz. Ali'nin devlerle çarpışmasını ve inamlmaz kahramanlıklarını konu alan halk öyküleri ile divan edebiyatın-daki gazavatname(*) ve zafernameler(*) bu türün örnekleri arasındadır. Kahramanlık öy-küleri Milli Edebiyat döneminde yazarların ilgi duyduğu bir tür olmuş, Cumhuriyet sonrası dönemde de özellikle Kurtuluş Sava- şı'nı konu alan yapıtlar verilmiştir.kahramanlık şiiri, soylu savaşçıların ve hükümdarların kahramanlıklarını, ağırbaşlı, yüce ve dramatik bir üslupla, belirli biçimsel kurallara bağlı kalarak anlatan şiir. Genellikle bir telli çalgı eşliğinde okunan ya da şarkı olarak söylenen bu şiirler, halk ozanlarının yapıtlarıyla kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.Günümüze ulaşan kahramanlık şiirleri ara-sında, eski çağlardan bugüne değin dünyanın birçok yerinde ortaya konmuş çok çeşitli yapıtlar vardır. Bir kahramanın atalarını ve yaptıklarını öven, ölümüne ağıt yakan panegyrikos'lar(*) türün ilk örnekleri kabul edilir. Kahramanlık şiirlerinin bir başka örneği ise, tek bir olayı anlatan kısa ve dramatik şiirlerdir. Vikinglerin Essex'e düzenledikleri akınları anlatan Eski İngilizce "The Battle of Maldon" (y. 991; Maldon Çarpışması) ve babayla oğlu arasındaki düelloyu konu alan Hildebrandslied (y. 800; Hildebrand'ın Şarkısı) bunlara örnek gösterilebilir. îlyada ve Odysseia gibi destanlar, kahramanlık şiirlerinin gelişmiş biçimleridir.Kahramanlık şiirlerinin çoğu, geride kalmış belirsiz bir "kahramanlık çağı"ndan söz eder. Kahramanların büyük beceri ve cesaret gerektiren olağanüstü işler başardığı bu dönemin özellikleri, edebiyattan edebiyata değişiklik gösterir. İÖ 8. yüzyılda ortaya çıkan Homeros destanları, İÖ y. 1200'de Troya'yla yapıldığı sanılan bir savaş etrafında gelişir. Germen, iskandinav ve Britanya halklarının kahramanlık şiirleri, genellikle Ger-

Page 48: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kahramanlık trajedisi 384

men kavimlerinin göçünün gerçekleştiği 4-6. yüzyıllar arasını konu alır. Bu öykülerde anlatılan kahramanların bazıları tarihsel kişi-liklerdir; ama bu kahramanların yaptıkları işler, bir sanat yapıtı ortaya koymak üzere, genellikle de tarihsel olayların akışına bağlı kalınmadanGene de, her şair ya da dinleyici, anlattığı ya da dinlediği kahramanlık öyküsünün bir doğruluk payı olduğunu varsayar. Öyküler, kişisel olmayan nesnel bir üslup taşırlar. Ayrıntıların canlı ve gerçekçi anlatımı, ara sıra ortaya çıkan olağanüstü öğelere baskın gelir ve öyküyü inandırıcı kılar. Kahramanın yaptığı bütün günlük ve sıradan .işler de ayrıntılarıyla, tek tek anlatılır. Örneğin Homeros, Akhilleus'un savaşta ne giydiğini, zırhını nasıl kuşandığını, savaş arabasına binişini ve atlarına seslenişini ayrıntılarıyla anlatırken o kadar inandırıcıdır ki, atların Akhilleus'la konuşmaları destandaki gerçeklik duygusunu bozmaz.Eski çağlara ait kahramanlık şiirlerinin birçoğu tümüyle kaybolmuştur. Ama bu şiir geleneği, sözlü edebiyatın varlığını koruduğu toplumlarda günümüzde de sürmektedir. 19. yüzyılın sonlanyla 20. yüzyılda yapılan derleme çalışmaları sayesinde Rusya, Estonya, Yugoslavya, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yunanistan'daki öykü anlatıcılarının ürünü olan birçok kahramanlık şiiri ortaya çıkarılmıştır. Örta Asya'da da Moğol ve Türk halklarına ait birçok kahramanlık şiiri toplanmıştır. Tian Shan (Tanrı Dağları) bölgesinde yaşayan Karakırgızlar türün en güzel örneklerini vermiştir. Sibirya'nın kuzeyinde yaşayan Yakutlar, Japonya'nın kuzeyinde yaşayan Aynular ve bazı Arap kabileleri de yakın zamanlarda kahramanlık şiirleri ortaya koymuşlardır.Çağdaş araştırmacıların bu halklar arasında yaptığı çalışmalar, uzun destanların sözlü geleneğin ürünü olup olamayacağı konu-sundaki kuşkuları gidermiş ve Homeros gibi Antik Çağ' şairlerinin yapıtlarını ortaya koyarken hangi yöntemlerden yararlandık-larına ışık tutmuştur. Bu şairler, sözlü geleneğin parçası olmuş birçok öyküyü genel hatlarıyla biliyor, toplantı, veda etme, zamanın geçmesi, zafer ya da yenilgi gibi olayları anlatmakta kullanılan bir dizi kalıbın da yardımıyla şiirlerim doğaçlama olarak kuruyor, tanıdık sahnelerle yeni olay ve ayrıntıları ustaca kaynaştırıyorlardı. An-lattıkları öyküyü ezberlemiyorlar, yeniden anlattıklarında çoğu zaman değişikliklere yer veriyorlardı. ABD'li Homeros uzmanı Milman Parry 1934'te, Sırbistan'ın güneyinde okuma yazması olmayan bir halk ozanının anlattığı 12 bin dizelik (Odysseia uzunluğunda) bir epik şiiri kayda geçirmiştir. Özbek ve Karakırgız halk ozanları arasında derleme çalışmaları yapan Rus araştırmacılar da çok güçlü bir belleğin ve doğaçlamanın ürünü olan kahramanlık şiirleri ortaya çıkarmışlardır.Türk edebiyatında da yiğitlik, yurt sevgisi gibi konulan ya da tarihsel olaylan coşkulu bir anlatımla işleyen kahramanlık şiirleri ortaya konmuştur. Bu tür yapıtlara^ epik şiir ya da hamasi şiir adlan da verilir. Aşık edebiyatında çeşitli zaferleri konu alan şiirler ile destan ve koçaklamalarda işlenen kahramanlık temalan, Milli Edebiyat döneminde ve Cumhuriyet sonrası dönemde Kurtuluş Sava- şı'nı konu alan şiirlerle daha da yaygınlık kazanmış, Yahya Kemal Beyatlı, Behçet Kemal Çağlar, Arif Nihat Asya, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi şâirler bu türde ürünler vermişlerdir. Cumhuriyet döneminde aynca, kahramanlık şiirlerinin toplandığı birçok antoloji yayımlanmıştır. Ayrıca bak. gazavatname; koçaklama.

kahramanlık trajedisi, İngiliz tiyatrosunda Restorasyon dönemine özgü oyun türü. On iki hecelik dizelerden oluşan aleksan- dren ölçüyle yazılan bu oyunlarda aşk ve cesaret temaları işlenmişti. 17. yüzyıl başla- nndaki Fransız klasik tiyatrosunu ve Willi- am Davenant'ın kahramanlık oyunlarını örnek alan Restorasyon dönemi oyun ya- zarlan, kahramanlık şiirlerinin uzunluğunu, dilini ve uyaklarını tiyatroya

uyarlamaya çalıştılar. Kahramanlık trajedisinin önde gelen adlanndan John Dryden, bu yeni türü "minyatür kahramanlık şiiri" olarak tanım-ladı.Taklit ettikleri kahramanlık şiirleri gibi, kahramanlık trajedileri de geniş ve açık mekânlarda savaşçı kahramanlar, yüce gönüllü hanımlar arasında geçer, büyük ölçüde bir retorik gösterisi halindeki abartılı konuşmalar içerir. Bu oyunlarda gurur ve tutkulann yönlendirdiği soylu kahramanlar, aşk ve onur konulannı incelikli mecazlara yer veren uyaklı bir dille tartışırlar. Vahşi savaşlar ve talihin beklenmedik biçimde tersine dönmesi gibi, geleneksel destan öğeleri içeren bu idealize edilmiş oyunlardaki temel olay örgüsünü, kahramanın bir kadına olan aşkıyla ülkesine beslediği sevgi arasında kalması oluşturur. İçerdikleri trajik öğelere karşın kahramanlık trajedileri, genellikle mutlu sonla biter. Bu türün en tipik örneği, Dryden'ın Almanzor and Al- mahide adlı iki bölümlük yapıtıdır. Bu oyun, daha çok The Conquest of Granada (.1670-71; Granada'nın Fethi) adıyla bilinir. Öbür Restorasyon dönemi yazarları gibi Dryden da Aureng-Zebe (1675) adlı son kahramanlık trajedisini tamamladıktan sonra 17. yüzyıl sonlarına doğru uyaklı beyitlerin yerini alan açık ölçüye dönmüştür. Buckingham dükü kahramanlık trajedilerin- deki abartılı tutumu, The Rehearsal (1671; Prova) adlı oyununda alaya almıştır.

Kahramanmaraş, topraklarının bazı bölümleri Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri, daha büyük bölümü Akdeniz Bölgesi sınırları içinde kalan il ve il merkezi kent. Yüzölçümü 14.327 km3 olanKahramanmaraş ili doğuda Malatya ve Adı-yaman, güneydoğu ve güneyde Gaziantep, güneybatı ve batıda Adana, kuzeybatıda Kayseri, kuzeyde de Sivas illeriyle çevrilidir.Doğal yapı. İlin yüzey şekilleri Toros- lar'ın parçası olan dağlar, platolar ve tektonik kökenli düzlüklerden oluşur. En önemli yükseltiler kuzeyde Hezanlı Dağı (2.283 m), doğuda Nurhak Dağı (3.081 m), batıda Dibek ve Binboğa (Işık Dağında 2.935 m) dağları ile orta kesimdeki Berit Dağı (3.027 m), Engizek Dağı (2.814 m) ve Ahır (Maraş) Dağıdır (2. 342 m). Platolar özellikle ilin kuzey kesiminde yer alır. Berit Dağı çevresinde yer alan ve yüksekliği yer yer 1.000 m'ye kadar inen platolar, kuzey-

deki platolara göre, iklim koşulları ve bitki örtüsü açısından hayvancılığa daha elverişlidir.İlin kuzey kesiminde yer alan ve çevresi dağlarla çevrili olan Elbistan Ovası(*), Doğu Anadolu'nun güneyinde batı-doğu doğ-rultusunu izleyen tektonik kökenli Malatya- Uluova-Palu-Muş çöküntü ovaları dizisinin ilk ovasıdır. İlin orta kesimindeki dağlık alan Elbistan Ovasını güneydeki Kahramanmaraş

Ovasından ayırır. Kahramanmaraş Ovası, Kahramanmaraş-Hatay Çöküntü 01uğunun(*) kuzey kesimini oluşturur. İl topraklarının sulannı toplayan akarsular çöküntü alanlarındaki eğime bağlı olarak akarlar. Söğütlü, Hurman, Göksün ve Aksu çaylarıyla büyüyen Ceyhan Irmağı(*) Elbistan kenti yakınlarından doğar. İlin doğu kesimindeki küçük bir kesimin sulan ise Nurhak ve Engizek dağlarından çıkan Göksu aracılığıyla il sınırları dışında Fırat'a ulaşır. Bu akarsulardan Aksu üzerinde sulama amaçlı Kartalkaya Barajı, Ceyhan Irmağı üzerinde de sulama ve enerji amaçlı Menzelet Barajı kurulmuştur. İlin orta ve güney kesimindeki dağların alçak kesimlerinde meşe ve ardıçlar, yükseklerde ise kızıl çam, kara çam ve göknar- lardan oluşan ormanlar geniş yer tutar. Ekonomi. İl ekonomisinin temelini tanm oluşturur. Doğal yapı ve iklim özellikleri, Kahramanmaraş'ta çeşitli tarım ürünlerinin yetiştirilmesine olanak sağlar. 1972'de açılan Kartalkaya Barajı 22 bin hektardan çok tanm alanının sulanmasını sağlayarak, Narlı

Kahramanmaraş İliAna Yayıncılık Arşivi

Page 49: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

ve Kahramanmaraş ovalarında sebze ve meyve üretimini önemli ölçüde artırmıştır. 1989'da ilde yetiştirilen başlıca ürünlerin miktarı şöyleydi: 483.584 ton şeker pancarı, 362.558 ton buğday, 111.206 ton üzüm, 73.995 ton arpa, 67.076 ton nohut, 51.336 ton domates, 33.937 ton soğan, 28.407 ton fasulye, 27.048 ton çiğit ve 25.897 ton elma. Ayrıca azımsanmayacak miktarda armut, kayısı, dut, ceviz ve antepfıstığı yetiştirilir. Eskiden geniş yer tutan çeltik ekimi günümüzde önemini yitirmiştir.

Kahramanmaraş, 19. yüzyıl sonlanyla 20. yüzyıl başlarında Anadolu'nun başlıca hay-vancılık merkezlerinden biriydi. Bu dönemde çevredeki vilayetlerden gelen Türkmen aşiretler sürülerini yazın Maraş'ın yaylalarına çıkarırlardı. Yörede, Maraş ineği adıyla ünlü üstün nitelikli bir sığır cinsi beslenirdi. Taşımacılığa bağlı olarak devecilik, atçılık ve çeki hayvancılığı yaygındı. Bugün de özellikle kuzeydeki dağlık kesimde mera hayvancılığı birincil geçim kaynağıdır. Sayıca azalmış olmakla birlikte bazı aşiretler hâlâ yaylacılık yapar. En çok koyun, kıl keçisi ve inek yetiştirilir; kümes hayvancılığı ve arıcılık da yapılır. 1958'de Türkoğlu İnekhanesi adıyla kurulan Kahramanmaraş Tarım İşletmesi koyunculuk ve tavukçuluk yapılan bölümleri, inekhanesi ve yem bitkileri üreten birimleriyle il hayvancılığına katkıda bulunur. Başlıca hayvansal ürünler deri ve süttür. İl dışına çok miktarda canlı hayvan satışı yapıldığından et üretimi düşüktür.Kahramanmaraş, 1968'de kalkınmada öncelikli iller kapsamına alınmışsa da kurulan sanayi tesisleri, genellikle tarım ürünlerini işleyen birkaç kamu ve özel kesim yatırımıyla sınırlı kalmıştır. Bunlardan en önemlisi, iş olanağı sağladığı bini aşkın işçisiyle iplik, pamuklu dokuma ve hazır yatak takımı üretimi yapan Sümerbank'm Kahramanmaraş Pamuklu Sanayii Müessesesidir. İlin öteki önemli sanayi kuruluşları Afşin- Elbistan Termik Santralı, Elbistan'daki şeker ve Göksun'daki yem fabrikaları, Çuko- birlik'in Kahramanmaraş kentindeki çırçır fabrikası ile özel kesime ait iplik, dokuma, çırçır, un, bitkisel yağ, toz ve yaprak biber, inşaat demiri, tarım araçları, madeni eşya, yonga levha ve kaplama, tuğla ve kiremit fabrikalarıdır.İlin başlıca mesire yerleri Andırm'da Çınar Geçidi, Merkez ilçede Çamlık, Kapıçam, ve Başkonuş adlarıyla kurulmuş olan orman içi dinlenme yerleridir.Yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin sayılan ilin çeşitli kesimlerinde ma- densuyu kaynakları ve mermer, Afşin yöresinde çimento hammaddesi, Elbistan yöresinde demir ve linyit, Göksün yöresinde aluminyum ve demir,

Pazarcık yöresinde manganez, tuğla ve kiremit hammaddesi, Türkoğlu yöresinde barit, tuğla ve kiremit hammaddesi, Merkez ilçede de barit yatakları vardır.Tarih. Döngel köyündeki mağaralarda yapılan araştırmalarda ele geçen buluntular, yörede insan yerleşiminin Üst Paleolitik Çağda (y. 45-15 bin yıl önce) başladığını, Neolitik (İÖ 8000-5500) ve İlk Tunç (İÖ 3500-2000) çağlannda sürdüğünü göstermektedir. Yöre Orta Tunç Çağında (İÖ 2000-1500) Suriye ve Mezopotamya'yı Ka- padokya ile Anadolu'nun başka kesimlerine bağlayan önemli kervan yollarının kavşağın- daydı. Hititlerin dağılma döneminde kurulan devletlerden Gurgum kent devleti aralıklarla Urartu ve Asurlara bağlandı. İÖ 7. yüzyılda Kimmer ve İskit istilasına uğra-yan Gurgum, bu yüzyılın sonunda Medle- rin, İÖ 6. yüzyılda da Perslerin yönetimine girdi. Uzun yıllar Perslerin Kapadokya Sat- raplığı sınırları içinde kaldıktan sonra, İÖ 333'te Makedonyalıların eline geçti. Kapa- dokyalıların Makedonya yönetimine karşı ayaklanmasından yararlanan Pers kökenli Ariarathes bağımsızlığını ilan etti. Ariarat- hes'in kurduğu Kapadokya Krallığı daha sonra Pontus Krallığı'na bağımlı hale geldi. Yörenin merkezi olan Markasi bir süre Kommagene Rrallığı'mn denetimi altında kaldıktan sonra İS 1. yüzyılda Roma'ya bağlandı. Daha sonra Araplarla Bizanslılar arasında çekişmelere neden olan yöre, 1098'de Urfa Haçlı Kontluğu'nun, 1103'te Selçukluların eline geçti. Daha sonra Kilik- ya Krallığı ve Eyyubi yönetimlerinde kaldı; Selçuklu döneminde Babailerin ayaklanmasına sahne oldu. İlhanlı işgalinin ardından Memlûklere bağlandı, çevreye Türkmenler yerleştirildi. 1337'de Dulkadıroğullarınm yönetimine girdi. 16. yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarına katıldı ve 1522'de Zul- kadriye Eyaleti'ne bağlandı. Eyaletin adı 1831'de Maraş olarak değiştirildi.1898'de Halep vilayetine bağlı bir sancak olan Maraş, Mondros Mütarekesi' nin imzalanmasıyla 22 Şubat 1919'da İngiliz işgali altına girdi, ingilizler kısa bir süre sonra Musul'a karşılık Anadolu'nun güney kesiminden çekildiler. İşgale karşı düzenlenen Ulucami Mitinginin ardından, 30 Ekim 1919'da Fransız birlikleri Maraş'a girdi. İşgalci Fransızlara ve onlarla işbirliği yapan Ermenilere karşı Sütçü İmam'm başlattığı silahlı direniş halktan geniş bir destek gördü. Direnişi örgütlemek için 29 Kasım 1919'da Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Araplar (13 Ocak 1920) ve Harabe (19 Ocak 1920) çatışmaları ile 21 Ocak 1920'de başlayan Maraş kent savaşları, sonunda Fransizları çekilmeye zorladı (11 Şubat 1920).Kurtuluş Savaşı sırasında halkın gösterdiği direnişten dolayı 7 Şubat 1973'te adı Kahra-manmaraş olarak değiştirilen il ve il merkezinin yakın tarihindeki en önemli olay, 100'ü aşkın yurttaşın katledilmesine yol açan Kahramanmaraş Olaylaridır (19-24 Aralık 1978).Kentin yapısı. Eski Asur kaynaklarında geçen Markasi'nin önemli ticaret yollarının kavşağında bir ticaret kolonisi olarak kurulduğu sanılır. Geç Hitit devletlerinden Gur- gum'un merkezi olan Markasi'nin adı, Roma döneminde İmparator Gaius Caesar Germanicus'un (Caligula) onuruna Germa- niceia olarak değiştirildi. Bizans döneminde Germanikeia olarak anılan kente daha sonra Marasion adı verildi. Bu ad zamanla Maraş biçimine dönüştü.Ahır Dağının güneybatı eteklerinde kurulu olan Kahramanmaraş kenti, temelde tarım ürünlerinin toplanıp işlendiği ve pazarlandı- ğı bir merkezdir. Kalenin güneybatı eteklerinde yoğunlaşan yerleşim alanı ovaya doğru yayılmıştır. Çevresi zeytinlik, bağ ve sebze bahçeleriyle kaplıdır.

385 Kahramanmaraş-Hatay Çöküntü

1950'lerde kırsal alanlarda gizli işsizliğin artması, 1960'larda ulaşım sorununun çözülerek ülkenin öteki kesimleriyle bağlantısının güçlendirilmesi, kentin çekici bir merkez olarak göç almasına neden oldu. 1950'de 34.641 olan kent nüfusu 1960'ta 54.447'ye, 1970'te de bir kat artarak 110.761'e çıktı. 1980'de 178.557'ye

ulaşan nüfus 1985'te 210 bini aştı ve 1990'da da 230 bine dayandı. İmalat sanayisinin fazla gelişmemiş olmasına karşın, metal eşya ve makine üretimi, dokumacılık, orman ürünleri ve gıda imalatına dayalı küçük sanayi oldukça canlıdır. Metal eşya ve makine üretimi dalında çalışan atölyelerde bakır ve alüminyum levha, geleneksel bakır dövmeciliğiyle hediyelik eşya, kalorifer kazanı, tarım araç ve makineleri üretimi yapılır. Dokumacılık dalında çok sayıda çırçır, pamuklu dokuma, halı ve kilim üreten atölye vardır. Hızar, marangoz ve mobilya atölyelerinin yanı sıra bir bölümü Arap ülkelerine ihraç edilen biberin işlendiği atölyeler ile zeytinyağı arıtma, tuz öğütme tesisleri ve deterjan imalathaneleri vardır. Ünlü Maraş dondurması kenti simgeleyen bir üründür.Kayseri, Gaziantep, Adana ve İskenderun'a nitelikli karayollarıyla bağlı olan kent, Ankara'ya 602 km uzaklıktadır. Fevzipaşa- Narlı demiryolundan Köprüağzı yakınlarında ayrılan bir şube hattı Kahramanmaraş'a ulaşır.Kahramanmaraş Devlet Hastanesi ve bir özel hastane kente sağlık hizmeti verir. Kentteki yükseköğretim kurumları, Gaziantep Üniversitesi'ne bağlı Kahramanmaraş Ziraat Fakültesi ve Kahramanmaraş Meslek Yüksekokulu'dur.Tarihsel yapılar. Kent merkezindeki bir tepede yer alan ve birçok_ kez onarıldığı bilinen Maraş Kalesi'nin İÖ 1 - İS 2. yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Yapım tarihi bilinmeyen ve bir mescit ile bir türbesi olan Dulkadıroğullarından kalma Taş Medrese, Taşhan ve Maraş Ulucamisi (1496) ile 15. yüzyıl yapısı olduğu sanılan Haznedarlı ve Hatuniye camileri ve İklime Hatun Mescidi (1549) kentin en eski tarihsel yapılarını oluşturur. 18. yüzyıl yapısı olduğu sanılan Tuzhan ile 19. yüzyılda yapıldığı sanılan Hışırhan, öteki önemli tarihsel yapılardır.Kahramanmaraş Müzesi 1963'te kaledeki bir yapıda geçici olarak açılmış, 1976'da da yeni yapısına taşınmıştır. Müzede arkeolojik araştırmalarda ele geçirilen Tarihöncesi- ne ait buluntular, Hitit çanak çömleği ve kabartmaları. Roma ve Bizans dönemlerinden kalma heykeller ve sikkeler ile çevreden derlenen etnografik yapıtlar sergilenmektedir.Kahramanmaraş Belediyesi, Cumhuriyet' ten önce kurulmuştur. Nüfus (1990) il, 892.952; kent, 228.129.Kahramanmaraş-Hatay Çöküntü Oluğu, Akdeniz Bölgesi'nin doğusunda, ku- zey-güney doğrultusunda uzanan tektonik kökenli çöküntü çukuru. Batıda Amanos Dağları, doğuda Gaziantep Platosunun yüksek kenan ve onun güney uzantısı gibi görünen dağlarla çevrilidir. Güneyde genişleyerek Amik Ovasını oluşturur.Kuzeydeki sınırı Kahramanmaraş kentinin yaslandığı Ahır Dağıdır. Güneyde ise Ziyaret Dağının yamaçları önünde sona erer. Bu sınırlar arasında uzunluğu yaklaşık 170 km'dir. Amik Ovasında 40 km'yi bulan genişliği, kuzey kesimindeki tepeler arasında parçalara ayrılarak birkaç kilometreye kadar düşer.

Kahramanmaraş'ın genel görünümüNezih Başgelen

Page 50: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kahramanmaraş Olayları 386

Kahramanmaraş-Hatay Çöküntü Oluğunun bir devamı olarak kuzeydoğuya uzanan dar olukta Ceyhan'ın kollarından Aksu ile bir dizi göl yer alır. Bu dar oluğu Kahra- manmaraş-Malatya karayolu ve Fevzipaşa- Malatya demiryolu izler. Çöküntü çukurunun güneyinde de Ziyaret Dağının çevresini dolaşan Asi Irmağı, bu dağ ile Amanoslar arasındaki dar bir vadiyi izler. Suriye'nin batısında, Taberiye ve Lût göllerinin yer aldığı tektonik kökenli Gor Çukuru ile devam eden Kahramanmaraş-Hatay Çöküntü Oluğu, Doğu Afrika'daki büyük göllerin bulunduğu çukurluğa ulaşan çok uzun bir kırık hattının en kuzey ucunu oluşturur.Kahramanmaraş-Hatay Çöküntü Oluğunun suları farklı doğrultulara yönelir. Kuzey kesiminin sulan, Aksu'ya ulaşır. Fevzi- paşa yöresinin sulannın toplandığı Karagöl bataklık alanı günümüzde kısmen kurutulmuş durumdadır. Amik Gölünün kurutulmasından sonra güney kesiminin sulannı toplayan Karasu ve Afrin Çayı doğrudan Asi Irmağına ulaşır. Çukurun alçak kesimleri alüvyonlarla kaplıdır. Kenarlanndaki sel yataklarının önlerinde birikinti konilerine rastlanır. Şiddetli yağışlardan sonra akım düzeni olmayan Amik Gölü gibi kurutulmuş çukurluklarda sular birikir. Hassa' nın(*) doğu kesiminde bazaltlı lavlann yayılmasıyla oluşmuş ve "leçe" olarak bilinen, üstünde yürünmesi güç kayalık alanlar vardır.Suriye'yi Anadolu'ya ve Akdeniz'e bağlayan önemli yolların geçtiği çöküntü çukuru çok eski çağlardan beri yerleşim alanı olmuştur. Günümüzdeki en önemli yerleşme merkezleri Kahramanmaraş, İslâhiye, Hassa, Kınkhan, Reyhanlı ve Antakya'dır. Çukurdaki ovalar, verimli topraklarla kaplı ve sulama sorunlan çözülmüş önemli tanm alanlandır. Bu ovalarda en çok tahıl, baklagiller, pamuk ve yağlı tohumlar üretimine yönelik' tarla tanmı yapılır. Bazı kesimlerde bağlar ve zeytinlikler geniş yer tutar.

Kahramanmaraş Olayları, Arahk 1978' de Kahramanmaraş kentinde mezhep çatışması sonucu patlak veren ve 100'ü aşkın kişinin ölümüyle sonuçlanan toplu saldın.Siyasal nedenlerle körüklenen Alevi-Sünni ayrılığının Kahramanmaraş'ta gerginliği tır-mandırdığı bir dönemde, 20 Aralık'ta kentteki sinemalardan birine patlayıcı madde atıldı. Ardından "sinemayı Alevi komünistlerin bombaladığı" söylentisi yayıldı ve solcu olarak bilinen iki öğretmen, kendilerini bombalama olayından sorumlu tutan bir grup sağcı gencin saldırısı sonucu yaşamlarını yitirdi.23 Aralık'ta öğretmenlerin cenazeleri kal-dırılırken büyük olaylar oldu. Cenazelerin getirildiği camide bulunanlar ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarken bir yandan da "cenaze törenine katılanlann camileri ateşe verdiği" söylentisi kentin Sünni mahallelerine hızla yayıldı. Bunun üzerine harekete geçen silahlı ve sopalı kalabalık gruplar Kahramanmaraş'ın Alevi mahallelerine saldırdılar. Aralarında çocuk- lann da bulunduğu çok sayıda kişi bu saldırılar sırasında öldü; evler, işyerleri yakılıp yıkıldı; yüzlerce kişi yaralandı. Günlerce süren saldırı ve çatışmalan önlemekte yerel güvenlik güçleri yetersiz kalınca Kayseri ve Gaziantep'ten askeri birlikler gönderildi. Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümet olaylar üzerine, 26 Aralık'ta arala- nnda Kahramanmaraş, Ankara ve İstanbul'un da bulunduğu 13 ilde sıkıyönetim ilan etti. Bu arada İçişleri Bakanı İrfan Özaydınh da istifa etti, yerine Hasan Fehmi Güneş getirildi. Kahramanmaraş Olayları 1970-80 arasında Türkiye'deki siyasal şiddet eylemlerinin doruk noktasıydı.Kahramanmaraş Olayları ile ilgili olarak daha sonra açılan davada 22 kişi hakkında ölüm cezası verildi. Yargıtay aşamasında 13 kişinin cezası onaylandı, ama uygulanmadı. Nisan 1991'de kabul edilen Terörle Mücadele Kanunu'yla mahkûmlar serbest bırakıldı.Kahramanname, efsanevi İran şahlann- dan Tahmasb'm oğlu Kahraman'ın serüvenlerini konu edinen İran halk öyküsü.

Öyküye göre üç yaşındayken bir dev tarafından kaçırılarak Kafdağı'na götürülen Kahraman, orada devler tarafından büyütülür. Pehlivanlığı, at gibi kullandığı altı ayaklı, dört gözlü, boynuzlu deniz canavan ve "Gamgam" diye adlandırılan elmas kılıcıyla ünlenir. Dağlarda dolaşıp bir yandan yurdunu ararken, bir yandan da serüven peşinde koşar. Bu arada Hindistan seferi şırasında İran şahı Huşeng'le karşılaşır ve İran ordusundaki yiğitlerden pek çoğunu yener. Onu tanıyan Kahtarasb, Huşeng' in buyruğuna girmesini sağlar. Hindistan' m fethedilmesinde yararlıklar göstererek, Hindistan hükümdarının kızıyla nişanlanır. Aynca nişanlısını ve Huşeng'in yiğitlerinden Behram'm annesini bir devin elinden kurtarır ve Karun'un tılsımını elde eder. Daha sonra İran'a dönerek nişanlısıyla evlenir.Ebu Tahir Tarsusi'nin Arapça yazdığı öykünün Farsça ve Türkçe nüshalan da vardır. Mehmed Emin Yümnî'nin Hikâye-i Tercüme-i Kahraman Katil (1868) adıyla Türkçeye çevirdiği kitabın Kahraman Katil (1930) adını taşıyan Latin harfli ilk baskısını halk kitapları yazan Süleyman Tevfik Özzorluoğlu hazırlamıştır.Kâhta, topraklarının bir bölümü Doğu Anadolu Bölgesi, daha büyük bölümü Gü-neydoğu Anadolu Bölgesi sınırları içinde kalan, Adıyaman iline bağlı ilçe ve ilçe

merkezi kent. Yüzölçümü 1.854 km2 (1989) olan Kâhta ilçesi doğuda Gerger ilçesi, güneydoğu ve güneyde Şanlıurfa ili, güney-batıda Samsat ilçesi, batıda Merkez ilçe, kuzeyde de Sincik ilçesi ve Malatya iliyle çevrilidir.Adıyaman ilinin doğu kesiminde yer alan ilçe topraklan, Doğu Anadolu Bölgesi'nde kalan kuzeydeki dağlık kesim ile güneydeki düzlük alanlardan oluşur. İlçenin kuzeyini Malatya Dağlarının uzantıları engebelendi- rir. En önemli yükselti Nemrut Dağıdır (2.206 m). Dağlık alanlardan güneye doğru gidildikçe, önce plato alanlanna, daha sonra da geniş ovalara geçilir. İlçe topraklannı Malatya Dağlarından kaynaklanan ve Fırat'ın kollarından biri olan Kâhta Çayı ile ilçe sınırlan dışında başka akarsularla birleşerek Fırat'a katılan Kalburcu Çayı sular. Eskiden Fırat Irmağı güneydoğu ve güneyde doğal

sınır oluştururdu. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kasamındaki Atatürk Ba- rajı'nda su tutulmaya başlanmasından sonra ilçe topraklarının bir bölümü sular altında kalmıştır. Atatürk Baraj Gölünün bazı ke-simleri ilçe sınırları içindedir. İlçe halkının geçim kaynağı tanmdır. Buğday, arpa, nohut, mercimek ve üzümün yanı sıra, az miktarda pamuk, antepfıstığı ve elma yetiştirilir. Dağlık kesimlerde küçükbaş hayvanlar beslenir. Kâhta, tarihi Hunilere dayanan önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İÖ 8. yüz-yılda Asur, İÖ 6. yüzyılda Pers, İÖ 4. yüzyılda Makedonya ve Selevkos egemenliğine giren yörede İÖ 2. yüzyılda Kommage- ne Kralhğı(*) kuruldu. Nemrut Dağı(*), Kommagene'nin dinsel, günümüzde Koca- hisar köyü yakınında Eski Kâhta olarak bilinen yerde kurulan Arsameia ise yönetsel

merkeziydi. İS 1. yüzyılda Romalıların eline geçen Arsameia, Bizans döneminde Fırat Kentleri Theması sınırlan içindeydi. Arap, Ermeni, Artuklu, Haçlı yönetimlerinden sonra yörede egemen olan Selçuklular döneminde Babailerin önderlik ettiği bir halk ayaklanması oldu. Kâhta sırasıyla Moğol, Memlûk etkilerinde kaldıktan sonra Dul- kadıroğullarınm egemenliğine girdi. 1516' da Osmanlı topraklanna katılan Kâhta, 19. yüzyıl sonlannda Mamuretü'l- Aziz (Elazığ) vilayetine bağlı bir kazaydı. Cumhuriyet sonrasında Malatya'nın ilçelerinden biri olan Kâhta, 1954'te il yapılan Adıyaman'a bağlandı. İl merkezi Adıyaman'a 36 km uzaklıktaki Kâhta (eskiden Kölük) kenti, gelişmekte olan bir yerleşmedir. İlçede her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği, dünyaca ünlü çok sayıda tarihsel yapı kalıntısı vardır. Bunlann en önemlisi, kral mezarlannın, heykellerin ve çeşitli kabartmaların bulun

duğu Nemrut Dağı Milli Parkı'dır(*). Eski Kâhta'daki Kâhta Kalesi'nin Hititlerden kaldığı sanılmaktadır. Kâhta kentinin 12 km kadar kuzeyindeki Karakuş Höyüğü'nün yamaçlannda, üstlerinde Roma kartalı ile Mithradates kabartmaları bulunan dört sütun da Kommagene Krallığı döneminden kalmadır. Gene kentin kuzeyinde yer alan sütunlu Cendere Köprüsü'nün Kommagene ya da Roma yapısı olduğu sanılmaktadır.Kâhta Belediyesi 1920'de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 94.928; kent, 40.281.

Kâhta Kalesi, Eski Kâhta, AdıyamanNezih Başgelen

Page 51: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kâhta Kalesi, Adıyaman ilinde, Kâhta kentinin 20 km kadar kuzeyinde. Damlacık bucağına bağlı Kocahisar köyü (Eski Kâhta) yakınında bulunan yalçın tepenin üzerindeki kale. Tepenin eteğinden Kâhta Çayı akmaktadır. Kalenin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte, İÖ 11. yüzyıldan, Hititlerden kaldığı sanılmaktadır. Daha sonra yöreyi ele geçiren çeşitli uygarlıklarca onarılıp ekler yapılarak kullanılmış, en son I. Mahmud döneminde onarım görmüştür.Kalenin içindeki düzlükte cami, hamam, su sarnıcı gibi yapıların kalıntıları vardır. Bir kaya kabartmasında da Kommagene kralı I. Mithradates, Herakles'le el sıkışırken canlandırılmıştır. En ilginç kalıntı ise kaleden aşağıdaki çaya inen 400 m uzunluğundaki merdivenli yoldur. Kuşatma durumunda kalenin su gereksinimini çaydan karşılamak için kayaların arasına oyularak yapılmış olan bu yol, uygun yerlerde açıktan geçmekte, bazı noktalarda da minare içi gibi düzenlenmiş merdiven yuvalarının içinde dönerek inmektedir.Kalenin güney yamacındaki kayaya kazılmış büyük Yunanca yazıtta Kommagene Krallığı'nın başkenti Arsameia ve Kral An- tiokhos üzerine bilgi verilmektedir. Yazıtın altında basamaklarla inilen derin ve büyük bir dehliz vardır.Kahuilyalar, Yuta-Aztek dil grubundan Amerika Yerli halkı. California'nın güney kesiminde, San Bernardino ve San Jacinto dağlarının güneyindeki derin vadilerde ve çöl düzlüklerinin iç havzalarında yaşamışlardır.Kahuilyalar sazdan ya da kerpiçten yapılmış evlerde ya da çardaklarda otururlardı. Sepetçilikte ve çömlekçilikte ustaydılar. Toplum düzeni babayanlıydı. Anlaşıldığı kadarıyla kabile iki alt bölüme ayrılıyor, evlilik ve soy gibi konular bu sistem içinde düzenleniyordu. Ayrıca belli bölgelere bağlı birçok küçük grup ve klan vardı.1980'lerde Kahuilyaların torunlarından yaklaşık 900 kişi kalmıştı. İçlerinden bazıları Palm Springs gibi sayfiye yerlerindeki topraklarını ya da Salton Gölü yakınların

daki geniş sulu tarım arazilerini satarak ya da işleterek zengin oldu.

Kahun, Eski Mısır'da kent. Günümüzdeki el-Feyyum ili (muhafaza) içinde kalır. II. Sesostris'in (hd İÖ 1897-78) yaptırdığı La- hun Piramidi'nde çalışan işçilerle ustaların kalması için kurulmuş, piramidin yapımı tamamlanınca da boşaltılmıştı. Burada ingiliz arkeolog Sir Flinders Petrie'nin yaptığı kazıda (1888-90) çapraz caddeler boyunca uzanan, kerpiç duvarlı, ağaç kirişler üstüne oturtulmuş düz toprak damlı evler bulundu. Bunların açık avluları ve portikleri vardır. Bir kaide üstünde

yükselen, yivli ahşap sütunların ilk örnekleri de burada ortaya çıkarıldı. Ayrıca Girit'te yapılmış renkli Kamâres çanak çömleği ile Kıbrıs'tan gelmiş siyah renkli kaplar da ele geçti.

kahve, kökboyasıgiller (Rubiaceae) famil-yasının Coffea cinsinden tropik çalı türlerine, bu türlerin tohumlarına ve tohumlardan hazırlanan içeceğe verilen ad. Kahve

sözcüğünün Arapça qahwah'dan türediği yolundaki yaygın görüşe karşılık, bazı eti-mologlar sözcüğün yabani kahve bitkisinin anayurdu olduğu sanılan Keffe'den (Eti-yopya'da il) geldiğini savunurlar.Kahve bitkisinin ilk kez 15. yüzyılda Arabistan'ın güneyinde yetiştirilmeye baş-lamasıyla, o bölgedeki halkların kahve içme alışkanlığı giderek artmış, 16. ve 17. yüzyıllar arasında da Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Türkiye'ye ise ilk kez 16. yüzyılda Habeşistan (bugün Etiyopya) valisi Özde- mir Paşa tarafından getirilmiştir. 17. yüzyıl sonlarına değin dünya kahve üretiminin hemen hemen tamamı Arabistan'ın güneyindeki Yemen vilayetinden sağlanmış, ancak içecek olarak değerinin giderek artması üzerine önce 1658'de Seylan'da (bugün Sri Lanka), sonraki yıllarda ise Cava Adası (1696), Surinam (1718), Martinik (1723), Brezilya (1727), Jamaika (1730), Küba (1748), Porto Riko (1755), Kosta Rika (1779), Venezuela (1784), Meksika (1790) ve Kolombiya'da (18. yy sonlan) kahve tarımına başlanmıştır.Tarımı yapılan ilk kahve türü Coffea arabica'dır; geçmişte Arabistan'da yetiştirilen bu tür günümüzde daha çok Latin Amerika'da, Doğu Afrika ve Kongo Havzası kökenli olduğu sanılan C. robusta ise Afrika ve Madagaskar'da yetiştirilir. Bu iki türün aynca Asya'da da tarımı yapılır. Doğu Yarıküre'nin tropik kesimlerinde yabani olarak yetişen 25 kadar kahve türü vardır. C. arabica'dan iri tohumlu ve üstün kaliteli pek çok çeşit geliştirilmiştir (örn. maragype, bourbon, caturra).Kışın yapraklanm dökmeyen küçük bir ağaç ya da çalı özelliğindeki kahve bitkisi yabani olarak 8-10 m'ye kadar büyüyebilir. Kokusu yasemini andıran küçük beyaz çiçeklerin oluşturduğu gösterişli çiçek demet-

387 kahve pası

leri ve olgunlaşınca kırmızıya dönüşen 15-18 mm uzunluğunda meyveleri vardır. Meyvelerin etli özü içinde düzgün yüzeyleri birbirine değen iki tohum bulunur; her bir tohum biri ince ve sert, öbürü zanmsı iki kabukla örtülüdür.Kahve tarımında sıcaklık ve yağış çok önemlidir. Bitki genellikle sıcaklığın 23°C- 28°C, yıllık yağışınsa 1.500-2.000 mm olduğu bölgelerde iyi gelişir; ancak C. arabica için yıl boyunca 2-3 aylık bir kurak dönem gereklidir. Dikim için genellikle ormanlarda açılan alanlar yeğlenir. Kahve, tohumla ya da çelikle üretilir. Fidanlıklarda geliştirilen fidanlar yağmur mevsiminin başlamasıyla birlikte asıl yerlerine dikilir ve yaklaşık 3-4 yıl sonra meyve vermeye başlar. Kahve bitkisine zarar veren en önemli hastalık, Hemileia vastatrix mantarının yol açtığı kahve pasıdır(*).Kahve hasadına, meyvelerin tümüyle ol- gunlaşarak kırmızımsı mor bir renk aldıklan dönemde başlanır. Meyveler elle toplanıp makinelerde işlenerek yeşil renkli çekirdekleri açığa çıkarılır, daha sonra çekirdekler kavrulup öğütülür. Kavrulma sırasında karbon dioksit ve

karbon monoksit gazlarının yanı sıra, başka bazı uçucu bileşiklefî, de açığa çıkaran kahve çekirdeklerinin kavrulma sonunda ağırlıkları azalır; renkleri es- merleşerek kahverengi olarak bilinen renge döner. Kavrulma işleminin en önemli sonucu, kahvenin özgün kokusunun açığa çıkmasıdır. Kahve doğrudan toz olarak tüketildiği gibi, işlenerek eriyebilen kahveye ve kafe- insiz kahveye de dönüştürülür.Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri tarafından sıcak ya da soğuk olarak içilen ve dünya içecek tüketiminde çaydan sonra ikinci sırayı alan kahve çok sevilen bir içecektir. Kahve farklı yöntemler ve aletler yardımıyla çok çeşitli biçimlerde hazırlanır. Batı'da genel olarak Türk kahvesi adıyla anılan Ortadoğu ülkelerine özgü içecek, toz kahvenin doğrudan su içine katılıp kaynatılmasıyla hazırlanır. Buna karşılık özel kaplar içinde toz kahvenin suyla karıştırıldıktan sonra süzülmesine ya da içinden buhar geçirilmesine dayalı kahve hazırlama yöntemleri Batı'ya özgüdür.Yeşil kahve tanelerinde tanen, uçucu yağ, sabit yağ ve yüzde 0,8-2,5 oranında kafe- in(*) alkaloiti bulunur. Bileşimindeki kafeinden ötürü kahvenin beyin ve kalp etkinliğini uyarıcı, ayrıca idrar söktürücü etkileri vardır. Bu nedenle kavrulmuş kahveden hazırlanan sulu çözeltiler uyku giderici, baş ağnlarım azaltıcı, kalp kuvvetlendirici, haz- mettirici ve alkaloit zehirlenmelerinde panzehir olarak kullanılır.Dünya çekirdek (taze) kahve üretimi 6 milyon ton dolayındadır. 1991-92 döneminde 1,7 milyon tonla Brezilya, 900 bin tonla Kolombiya ve 408 bin tonla Endonezya en çok kahve üreten ülkeler olmuştur. Öbür ülkeler arasında 200 bin tonu aşan üretimle- riyle Meksika, Fildişi Kıyısı, Etiyopya ve Hindistan sayılabilir.

kahve pası, kahve bitkilerinde, Hemileia vastatrix mantannın yol açtığı önemli hastalık. Afrika, Yakındoğu, Asya ve Avustralya'nın kahve yetiştirilen bölgelerinde uzun zamandan beri bilinen bu hastalığın 1970'te, Batı Yarıküre'de de (Brezilya) yaygın olduğu anlaşıldı. Pas, Sri Lanka ile Cava'daki verimli kahve alanlarına çok önemli zararlar verdi.Yaprakların üst yüzeyinde oluşan küçük, yeşilimsi yağlı noktalar hastalığın başlıca

"Palm Canon'a Beyaz Adamlar Gelmeden Önce" Edvvards S. Curtis'in The North American Indian adlı

yapıtından bir Kahuilya Yerlisini gösteren fotoğraf, 1924Newberry Library, Chicago

Kahve (Coffea arabica)Donald P Watson-EB Inc.

Page 52: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kahve yasağı 388

belirtisidir. Giderek genişleyip turuncu-kır- mızı renkli, büyük yuvarlak lekeler haline gelen bu noktalar sonunda sarı kenarlı kahverengi lekelere dönüşür. Yaprakların alt yüzeyinde, hastalığın ileri aşamalarında siyahlaşan turuncu sarı renkli ve tozlu bir görünümü olan pas kabarcıkları bulunur. Hastalıklı ağaçlar paslı yaprakların dökül-mesiyle çıplak bir görünüm alır ve birkaç yıl içinde kurur.Hastalık yağışlı mevsimlerde mantar öldürücü ilaçların püskürtülmesiyle denetim altına alınır. Kahve üretiminin yapıldığı bazı bölgelerde kahve ağaçlan pas mantarlarının üremelerinin zor olduğu daha yüksek ve daha serin yerlere taşınmıştır. Ayrıca hastalığın bulaştığı alanlarda karantina uygulaması hastalığın uzak mesafelere yayılmasını azaltmıştır.kahve yasağı, 16. ve 17. yüzyıllarda din açısından haram olduğu gerekçesiyle kahve içmeye ve kahvehane açmaya getirilen ya-saklama.Ortadoğu ülkelerinde kahve tiryakiliği 15. yüzyılda yaygınlaştı. Dönemin hekimleri kahvenin insan sağlığına etkisi konusunda farklı görüşler ileri sürerken, İslam bilginleri arasında da kahvenin haram sayılıp yasaklanması konusunda tartışmalar başladı. İlk kahve yasağı 1511'de Mekke'de kondu; kısa bir süre sonra Kahire'de de benzer bir yasaklama getirildi. Ama ne kahve içme alışkanlığı, ne de kaçak olarak çalışan kahvehaneler önlenebildi. Osmanlı Devleti'nde ise kahve içme alışkanlığı I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-66) İstanbul'da yaygınlaştı. İlk kahvehane 1554'te Tahtakale'de açılmış, bunu Küçük- pazar ve başka semtlerde yenileri izlemişti. Ama gençlerle çocukların da kahvehanelere gitmeleri, buralarda çıraklık etmeleri çeşitli tartışmalara yol açtı. Kahvehanenin meyhaneden farksız olduğu ileri sürülerek böyle yerlere girişin kısıtlanması istendi; camilerde kahvehanelere karşı vaazlar verildi. Bu arada Şeyhülislam Ebussuud Efendi, "kömürleşmiş kahvenin haram sayılması gerektiği" yolunda bir fetva yayımladı. Ama kahvehaneleri kapatma isteğinin asıl nedeni, bu yerlerin, yönetimin açıkça eleştirildiği bir ortam oluşturmasıydı. İlk yasak III. Murad döneminde (1574-95) çıkarılan bir fermanla kondu. Ama kahve tiryakiliği ve kaçak kahvehanelerin açılması önleneme- yince yasak kaldırıldı. Bu arada tütünün yaygınlaşması, sorunu yeniden gündeme getirdi. Yeniçerilerin kışlalarını bırakıp sık sık kahvehanelere gitmeleri, buralarda başka askerlerle ve halktan kişilerle kaynaşmaları önemli bir sorun oldu. III. Mehmed (1595-1603) ve I. Ahmed (1603-17) dönemlerinde kahve yeniden tütünle birlikte yasaklandı. IV. Murad ise (hd 1623-40) kahve-yi, tütünü, afyonu yasakladığı gibi, yakalanan tiryakileri de idam ettirdi.IV. Mehmed (Avcı) döneminde (1648-87), "kömürleşmemiş oranda kahvenin haram sayılmayacağı" yollu bir fetvayla yürürlükteki yasak kaldırıldı. 1826'da Yeniçeri Oca- ğı'nın kaldırılması sırasında kahvehaneler bir kez daha kapatıldıysa da, kahve içmek serbest bırakıldı. 1830'da da kahvehane yasağına son verildi.kahvehane, KAHVE ve KIRAATHANE olarak da bilinir, kahve, çay, meşrubat vb ile nargile içilen, tavla, domino, kâğıt oyunları oynanan yer. Kıraathane adı, kahvelerin, müşterilerinin okuması için gazete ve dergi de bulundurdukları daha eski dönemden kalmıştır.Kahvehaneler, kahvenin Osmanlılar arasında bir içecek olarak 16. yüzyıl ortalann- da yaygınlık kazanmasıyla ortaya çıkmaya başladı. 1554'ün sonlanna doğru Halep'ten gelen Hakem ve Şam'dan gelen Şems adlı iki kişinin İstanbul'da Tahtakale semtinde ilk iki kahvehaneyi açtığı bilinmektedir. Bu tarihten sonra istanbul'da, ardından da ülkenin başka kentlerinde sayılan hızlaçoğalan kahvehaneler, zamanla kasaba ve köylere kadar yayıldı, her sınıftan insanın devam ettiği yerler oldu. Kentlerde kahve-hanelere dönemin sanat, edebiyat ve düşün

adamları uğruyor, memur, kadı ve müderris gibi devlet katında yeri olan kişiler buralarda bir araya geliyor, sohbet ediyor, siyasal konulan tartışıyorlardı. 1583'te III. Murad, günlük siyasal olayların konuşulduğu, devlet işlerinin eleştirildiği yerler haline geldikleri gerekçesiyle kahvehaneleri kapattı. Bundan sonraki padişahların zaman zaman açılmasına izin verip zaman zaman yeniden kapattıkları kahvehaneler, IV. Mehmed (Avcı) zamanında çıkarılan bir fetva ile serbest bırakıldı.IV. Murad döneminden sonra kahvehanelerin çoğunu yeniçeri ortalarının ileri gelenleri, zorbalar ve kabadayılar işletmeye başlamıştı.

Her yeniçeri ortasının ayrı kahvehanesi vardı. Bunlann kapılarının üstünde bağlı oldukları ortanın simgesi bulunurdu. II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdıktan (1826) sonra yeniçeri ortalarının kahvehanelerini de kapattı, birçoğunu da yıktırdı. Bu kahvehanelerde âşıklar toplanır, çalıp söylerler, meddahlar gösteri yaparlardı. Bazı kahvehanelerde Karagöz de oynatılırdı.Daha sonraları tulumbacılann işlettikleri ve devam ettikleri çalgılı kahvehaneler ortaya çıktı. Semai kahvehaneleri de denen bu kahvehanelerde kavga gürültü çıkmaması için akşamları halk kitapları okunur, bu bazen günlerce sürerdi. Semai kahvehanelerinin en ünlüleri Beşiktaş, Tophane, Çeş- memeydanı, Boğazkesen, Halıcıoğlu, Eyüp gibi semtlerde toplanmıştı. Cumhuriyet'ten sonra 1926-27 yıllarında alınan kararlarla İstanbul külhanbeyleriyle birlikte tulumbacı geleneğinden gelen semai kahvehaneleri de tarihe karıştı.19. yüzyılda İstanbul'da bir tür kulüp niteliğinde kahvehaneler de vardı. Buralarda başka kahvehanelerde olduğu gibi oyun oynanmaz, dergi, kitap ve günlük gazete okunur, sanat ve siyaset konularında sohbet edilirdi. Namık Kemal'in de sürekli gittiği Beyazıt'ta Okçularbaşı'ndaki Uzunkahve, Şehzadebaşı'ndaki Fevziye Kıraathanesi ve Mehmet Efendi Kıraathanesi bunların en ünlüleriydi. Bazılarında cuma, pazar ve ramazan gecelerinde zamanın ünlü incesaz takımları gösteri yapardı. Bu türün ünlü örnekleri Taksim'deki Eftalapulos, Tepeba- şı'ndaki Kanun-ı Esasi, Beyazıt'taki Küllük, Sultanahmet'teki Köşe, Vezneciler'deki Darüttalim, Nuruosmaniye'deki İkbal, Ankara Caddesi'ndeki Meserret kahvehaneleridir. İkbal ve Meserret kahvehanelerine Sait Faik ve Orhan Kemal gibi yakın dönemin ünlü

sanatçılan da giderlerdi.

Günümüz kahvehanelerinin çoğu yalnızca tavla ve kâğıt oyunlannın oynandığı yerlerdir. Bazılarında bilardo masası da vardır. Bunlara daha çok gündüzleri işsizler, emekliler ve öğrenciler, akşamları da oyun oynamak için

işçi, memur ve esnaf gitmektedir. Televizyon kahvehanelerin ayrılmaz bir parçası olmuştur.

Kahverengi Gömlekliler bak. SAkahverengi mika bak. flogopitkahverengi yılan, baskın olan kahverengi renklerinden ötürü çeşitli yılanlara verilen ortak ad. Kahverengi yılanlann Yeni Gine' de ve Avustralya'da bulunan ince uzun yapılı, küçük başlı Demansia textilis türü, Elapidae (kobragiller) familyasının bu bölgedeki yumurtlayan tek üyesidir. Yumurtadan çıkan yavru yılanlar çizgilidir; ama erişkinlerin rengi

çevre rengine uyarlanarak kumlu arazide kahverengi, çalılıklarda yeşilimsi olur. Uzunlukları 2,1 m dolayındadır.

Kahverengi yılanlardan Storeria dekayiD.M. Dennis

Çok saldırgan ve son derece zehirli olan bu yılanlar vücutlarının ön bölümünü dikleşti- rerek avının üstüne atılır. Yenidünya'da Colubridae familyasından Storeria cinsinin iki türüne kahverengi yılan adı verilir. Doğu

Kanada'dan Honduras'a kadar yayılmış olan bu yılanlar en çok 30 cm uzunluğunda, küçük, ürkek ve zararsızdır. Bunlardan S. dekayi türü yoğun nüfuslu bölgelerde yaşayabilen tek Kuzey Amerika yılanıdır.

Bir Osmanlı kahvehanesiAra Güler Arşivi

Page 53: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kâhya, Osmanlı Devleti'nde esnaf temsil-cilerine, konakların işlerini yürütenlere verilen ad. Farsça kethüda(*) sözcüğünün bo-zulmasıyla ortaya çıkmıştır.Esnaf kâhyaları, esnaf tarafından seçilir ve kadı hüccetiyle atanırlardı. Resmî kuruluşlarda meslek örgütlerini temsil eden bu kişiler (örn. kayıkçılar kâhyası, saraçlar kâhyası), ilgili esnaf sandıklarından "kâhyalık" denen bir ücret alırlardı. Hükümet emirlerini esnafa duyurmak, narh, üretim ve satış işlerini düzenlemek de görevleri arasındaydı. Bu nedenle esnaf, resmî makamlarla iyi ilişkiler kurabilecek kişileri kâhya seçmeye özen gösterirdi. II. Abdül- hamid (hd 1876-1909) kâhyalıkları Mabeyn görevlilerine vererek esnafı sarayın denetimine almaya çalıştı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra ise İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1912'de çıkardığı bir talimatnameyle kâhyalığı kaldırarak esnafı daha iyi denetleyebilmek amacıyla kâtib-i mesuller (sorumlu sekreter) atadı.Devlet ileri gelenlerinin ve zenginlerin konaklarındaki kâhya ise günlük harcamaları yapar, bakım ve onarım gibi işleri yürütürdü. Ayrıca sadaret kethüdasına kâhya bey, saray hareminde cariyelerin amirine kâhya kadın denirdi.Kai Adaları, Endonezya dilinde KEPULAU-AN KAI, KEY ADALARI, KEI ADALARI YA DA EWABADALARI olarak da bilinir, Maluku Adalarının güneydoğusunda adalar grubu. Banda Denizinde, Seram Adasının güneydoğusunda ve Aru Adalannın batısında yer alır. Endonezya'nın Maluku ilinin (propinsi) bir bölümünü oluşturur ve Kai Besar (Büyük Kai), Kai Kecil (Küçük Kai), Kai Dulah ile Kur ve Tayandu adalarını kapsar. Toplam kara yüzölçümü 1.438 km2'dir. Kai Besar dik yarlarla denize inen ve yüksekliği 900 m'ye kadar ulaşan dağlık bir adadır. Genelde sığlıklarla, çevrili olan adalar iyi cins kereste elde edilen sık bir orman örtüsüyle kaplıdır.Adalann bitki örtüsü incir ve demirağacı ile çeşitli palmiye ve mangrov türlerini kapsar. Hayvan varlığı arasında yaban domuzu, kuskus, küçük bir tür yeşil kertenkele, nadir bir güvercin türü, kızıl papağan, bir dizi nadir kelebek türü ve ilginç kınkanatlı böcekler sayılabilir. Kayalıklarda çok sayıda kaplumbağa yaşar.Ada sakinleri, Malay kökenlilerle önemli ölçüde kanşmış olan, tipik siyah tenli Papua- hlardır. Misyonerlerin çalışmaları sonunda çoğunluğu Hıristiyanlığı benimsemiş olan bu topluluklar arasında birçok Müslüman da vardır. Toplum örgütlenmesinin temelini komünler oluşturur. Ekilmeyen topraklar köyün ortak malı sayılır; ekili topraklar ise işlendikleri sürece özel mülkiyet altında kalır. Ahşap oymacılığı ve sepet örücülüğünde usta olan adalılar, kayık yapımında da ileri teknikler kullanırlar. Adalarda muz, yam, mısır, pirinç ve tütün yetiştirilir. Kai Besar'ın batı kıyısındaki Banda Elat ile doğu kıyısındaki Banda Eli toplulukları, 17. yüzyıl başlarında Hollandalıların kendi ada- lanndan sürdüğü Banda Adaları Yerlilerinin soyundan gelir. Başlıca ticari ürünler kopra, kereste, deniz hıyarı ve kaplumbağa kabuğudur. Kai Kecil'in batı kıyısındaki Tual, yönetim merkezi ve en önemli limandır. Nüfus (1971) 108.328.Kaibara Ekiken, asıl adı ATSUNOBU (d. 17 Aralık 1630, Fukuoka - ö. 5 Ekim 1714, Japonya), Tokugava (Edo) döneminin (1603-1867) ilk yıllarında yaşamış düşünür, gezi yazarı ve öncü botanikçi. Konfüçyüsçü- lüğü her sınıftan Japonun anlayabileceği yalın bir dille açıklamış, Konfüçyüsçü ahlak öğretisini kadınlara, çocuklara ve Japonya' nın alt sınıflarına uygulayan ilk kişi olmuştur.Tıp öğrenimi gördüyse de 1657'de hekimliği bırakarak Yamazaki Ansai ve Kinoşita Cun-an'm yanında ünlü Yeni-Konfüçyüsçü düşünürlerden Çinli Zhu Xi'nin öğretisi üzerinde çalışmaya başladı. Çok gezen ve çok sevilen bir öğretmen oldu. Tuttuğu ayrıntılı gezi notları, sonradan aynı yolları izleyenler için bir rehber işlevi gördü. Japonya'da botaniğin kurucusu sayılan Kaibara Ekiken'in Yamato honzo (Japon Bitkileri) adlı yapıtı Batı'da da ilgi uyandırdı.

Kaibara Ekiken Zhu Xi'nin hiyerarşik toplum düzeni konusundaki Yeni-Konfüçyüsçü görüşlerini vurgulayan yaklaşık 100 felsefi kitap yazdı, Taigi roku (Çiddi Kuşkular) adlı kitabında ise Zhu Xi'nin dualizmi- ne karşı çıkarak tek bir yaratıcı gücün varlığını savundu. Doci kun (Çocuklara Dersler) adlı kitabında ana babalara doğru ya da yanlış her sözlerine itiraz etmeden ve saygıyla uyması gereken çocuklarını ciddi bir disiplin içinde yetiştirmelerini öğütledi. Genellikle ona atfedilen Onna daigaku da (Kadınlar İçin Büyük Ders) uzun süre Japon kadını için ahlak konusundaki en önemli metin olarak kaldı. Kitapta kadının ana babasına, kayınvalide ve kayınpederine, kocasına, eğer dulsa en büyük oğluna boyun eğmesi savunuluyordu. Buna karşılık Kaibara 45 yıl birlikte mutluluk içinde yaşadığı kansı Token'e eşitsiz davranmadı. Araştırmacı, kaligraf ve şair olarak tanınan Token'in kocasının kitaplannın asıl yazarı olduğu öne sürülmüştür.

kaide, Antik Çağ mimarlığında üstüne sütun ve benzeri yapısal bir öğenin bastığı ya da heykel, vazo vb dekoratif öğelerin yerleştirildiği taban. Kare, sekizgen ya da daire planlı olabilir. Tek bir kaidenin üstüne bir grup sütun da getirilebilir. Kaide aşağıdan yukanya doğru taban (jplinthos), gövde ve korniş (ya da korniş silmesi) olmak üzere üç bölüme ayrılır.Kaideden, tek bir sütuna daha etkili bir görünüm kazandırmak amacıyla ilk yararla-nanlar Eski Romalı mimarlar oldu. Kaide o dönemde zafer taklarında da kullanıldı. Rönesans döneminde İtalyan mimarlık ku-ramcıları, kaidenin sütun düzeninin (bak. düzen) aynlmaz bir parçası olduğuna karar verdiler. Kaidenin yüksekliğini sütun boyuna göre belirleyen kurallar geliştirildi; sütun

boyu arttıkça, kaidenin de yükseltilmesi zorunlu görüldü.Kaieteur Çavlanı, Guyana'nın ortabatı kesiminde, Potaro Irmağı üzerinde büyük çağlayan. Bir kumtaşı platosunun kenann- dan, 226 m yükseklikten dökülür. 8 km uzunluğundaki bir boğazı geçtikten sonra 25 m yükseklikten bir kez daha dökülür. Tepe

genişliği 90-105 m arasında değişen çavlan 1930'da kurulan Kaieteur Ulusal Parkı'nın en önemli öğesidir. Turistler burayı genellikle Georgetovvn'dan kiralanan uçaklarla dolaşır. Aynca hem karayoluyla hem de ırmak üzerinden bu bölgeye ulaşılabilir. Çavlanı ilk kez 1870'te İngiliz jeolog C.Bar- rington Brown saptamıştır.Kaifeng, Wade-Giles yazımında K-AI-FENG, Çin'de, Henan yönetim bölgesinin (sheng) kuzey kesiminde kent. Yöre düzeyinde bir belediye (shi) ve Kaifeng yöresinin (diqü) yönetim merkezidir. Yerini Zhengzhou'un aldığı 1955'e değin yönetim bölgesinin merkezi olmuştur. Kuzey Çin Ovasının güney bölümünde, Huang Irmağının (he) güneyinde, Huai Irmağına doğru güneydoğu yönünde akan çok sayıda çayın bulunduğu bir keşimde yer alır.İÖ 4. yüzyılda Daliang adıyla Wei hanedanının başkenti oldu. Weiler yörede önce Huang Irmağı ile Shandong'un kuzey kesimine doğru akan Jin Irmağını (shui) birleştiren Langtang'ı ve daha birçok kanalı inşa ettiler. İÖ 3. yüzyılın sonunda Qin hanedanına (İÖ 221-206). bağlı kuvvetlerce yakılıp yıkılan Daliang, İS 5. yüzyıla değin orta büyüklükte bir pazar kasabası olarak kaldı. 5. yüzyılın sonunda Tabgaç (Kuzey Wei) hanedanı döneminde bir komutanlık merkezi, 6. yüzyılda da Bian Zhou adıyla yöre oldu. Sui hanedanı döneminde (581-618) Huang Irmağını Huai Irmağına, Yangtze Irmağına ve bugünkü Hangzhou bölgesine bağlayan Büyük Kanal'ın inşa edilmesiyle yeniden ülkenin en önemli ticaret kentlerinden biri durumuna geldi. Güney Çin'den gelen bütün gelirleri ve özel gemilerin büyük bölümü Bian Zhou kentinden geçmeye başladı. 7. yüzyıl başlannda inşa edilen, Shandong'un batı kesimiyle bağlantılı kanalın da kavşak noktası olan kentin önemi Tang hanedanı döneminde de (618- 907) sürekli arttı. 756'dan sonra, Xuanwu adlı bölgenin başına getirilen askeri valinin merkezi oldu. Tang hanedanının yıkılması üzerine Kuzey Ovasına egemen olan çeşitli yerel hanedanlarca Doğu başkenti olarak kullanıldı. Ardından imparatorluğu yeniden birleştiren Kuzey Song hanedanınca (960- 1127) başkent seçildi. İlk dönemlerinden başlayarak kozmopolit bir yapı kazanan kent, yüzyıllar boyunca, Çin'deki tek örgütlü Yahudi topluluğunun yaşadığı yer oldu (bak. Kaifeng Yahudileri).Kaifeng Yahudileri 390

Kaifeng, temelde bir ticaret merkezi niteliği taşıyan ilk Çin başkentiydi. Song hanedanı döneminde büyük olasılıkla Doğu'nun en önemli ticaret merkeziydi. Dört büyük kanalın odak noktası olarak tahıldan ve ticaret mallarından büyük gelir sağlıyordu. Aynca demir işlemeciliğini de kapsayan bir sanayi kompleksi vardı. Çevresine üç sıra sur çekilmişti. 11. yüzyılda nüfusu 600-700 bin arasındaydı.Jin (Rujhen) hanedanının (1115-1234) Kuzey Çin'i istila etmesi kente ağır bir darbe indirdi. 1127'de ele geçirilerek yağmalandı ve dış surlarının yıkılması nedeniyle yerleşim alanı iç kentle sınırlandı. Jin yönetimi altında önce Bian-Jing adını aldı, ardından Güney başkenti oldu. 1234'ten 1368'e değin süren Moğol istilası döneminde Henan'ın yönetim merkezi yapıldı. Ming hanedanının (1368-1644) ilk imparatoru kenti çevreleyen yeni surlar inşa ettirdi. 1642'deki bir ayaklanma sırasında asi kuvvetler, Huang Irmağının yolunu değiştirerek kenti su baskınına uğrattı. Geçici olarak terk edilen kent ancak 1662'de onarıldı.Kaifeng, Ming ve Qing (Mançu) (1644- 1911/12) dönemlerinde bir yönetim merkezi olarak kaldıysa da, 11. yüzyıldaki ticari önemine bir daha ulaşamadı. Öte yandan Moğol ve Ming dönemlerinde Büyük Ka- nal'ın daha doğuya taşınması nedeniyle kuzey-güney ulaşım ağındaki kilit konumunu yitirdi. Huang Irmağının akışını düzenleyen çalışmaların ihmal edilmesinden sonra ırmağın suyolu işlevi azaldı ve sel baskınları sıklaştı.20. yüzyılda kuzey-güney bağlantısını sağ-layan iki demiryolu kentin uzağından geçirildi. Böylece konumunun daha da sarsılmasına karşın, doğu-batı yönündeki Lungai

korniş

gövde

Korent düzeninde bir kaidePenguin Books Ltd.

Kaieteur Çavlanı, GuyanaPeter L. Gould

390 Kaifeng

Page 54: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

391 Kainciler

Demiryolu'yla bu hatlara bağlandı ve sanayi bakımından belirli bir gelişme gösterdi. Keten dokumacılığı ve demir alet yapımı gibi eski, yerleşik el sanatlarının yam sıra bir makine sanayisi merkezi oldu. Ayrıca tarım makineleri, çinko ve kimya sanayileri kuruldu. Günümüzde Song döneminin bazı kalıntılarını hâlâ barındıran Kaifeng, tıp okulu, kütüphaneleri ve bölge müzesiyle bir kültür merkezi niteliği de kazanmıştır. Nüfus (1989 tah.) 483.900.Kaifeng Yahudileri, Çin'in Henan yönetim bölgesinde yaşamış eski bir dinsel topluluk. Yahudiliği benimseyerek bu dinin kurallarını yüzyıllar boyunca büyük bir titizlikle uygulamaları öteden beri araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Bilindiği kadarıyla ünlü Cizvit misyoner Matteo Ricci Çinli Yahudilerin varlığından haberdar olan ilk Batılıydı. 1605'te tümüyle Çinli görünümünde genç bir adam onu görmeye geldi ve Kaifeng'da tek Tanrı'ya inanan çok sayıda insanın yaşadığını, kendisinin de onlardan biri olduğunu söyledi. Üç yıl sonra topluluğu ziyaret eden bir Çinli Cizvit yalnızca başhahamın girebildiği Kudüsülakdes'i olan büyük bir sinagogun varlığını ve topluluğun Yahudiliğin tüm kurallarına eksiksiz uydu-ğunu doğruladı. Çinli cemaatin Yahudiliği hiçbir kuşkuya yer bırakmıyordu; Sebt gününü ve belli başlı bütün dinsel bayramları kutluyor, sünnet oluyor, Tora'yı (Tevrat'ın ilk beş kitabı) okuyorlardı. İbranice yazıtları vardı. Sinagogların duvarlarında resim yerine üzerinde adlar yazılı tabletlere yer veriyor, domuz eti yemiyorlardı. Çince adları olan Tiaojin jiao'ı (etin sinirlerini çıkarın), Yahudiliğin yiyecek konusundaki kuralla-rından esinlenerek benimsemişlerdi.1663 tarihli, bugüne ulaşmış taş bir tablette, ilk insan olarak Adem'e, dinin kurucusu olarak Hz. İbrahim'e ve kutsal yazıların ortaya çıkışında Musa'nın rolüne değinilmektedir. Ayrıca Yahudilik ile Konfüçyüs- çülük arasındaki benzerliğe de işaret edilir. 1512 tarihli bir tablette de, Yahudiliğin Çin'e, Han hanedanının (İÖ 206-İS 220) son döneminde girdiği öne sürülür. Ama Yahudiler daha büyük bir olasılıkla yaklaşık 1127'de Hindistan ya da İran üzerinden Kaifeng'a gelmiş, buradaki bilinen en eski sinagogu 1163'te inşa etmişlerdir. Çin'deki Yahudi cemaatinin dinsel yaşamı, 1644'te Qing (Mançu) hanedanının kurulmasına yol açan uzun karışıklık döneminden sonra bir daha eski düzenine kavuşmadı. 1642'de kentin ele geçirilmesini önlemek için sular altında bırakılması sinagogun yıkılmasına yol açtı. Dinsel coşku da bir daha geri gelmemek üzere hızla yok oldu. Yaşlı kuşakların ölmesiyle, geleneklerle bağlar, bir daha onarılama'yacak biçimde koptu. Sinagog 1653'te yeniden yapıldıysa da 1700'lerde Kaifeng'da İbranice kullanılmaz olmuştu. Son Çinli haham da 1800'de ölünce, Kaifeng'da Yahudilik bütün etkisini yitirdi. Hıristiyan misyonerler Tora rulolarını, İbranice yazmaları ve kayıtları satın almaya başladılar. Bu belgeler zamanla Avrupa ve ABD'deki kütüphane ve müzelere girdi.1760'ta Londra'daki Portekizli Yahudilerin Çin Yahudileriyle ilişki kurma girişimleri başarısız kaldı. 1815'te Londralı Yahudilerin çabaları da sonuç vermedi. 1850'de Hong Kong'daki Anglikan Misyonu tarafından Kaifeng'a gönderilen iki Çinli Hıristiyan sinagogu ziyaret ederek. Tora rulolarını ve Eski Ahit'in İbranice yazmalannı elde ettiler. İbranice yazıtların örneklerini de yanlarında götürdüler. O dönemde Kaifeng'da Yahudiliğin pek az izi kalmış olmasına karşın, bu yoldan elde edilen bilgiler (Şanghay'da 1851'de yayımlanmıştır), topluluğun tarihinin yazılmasına olanak verdi. 1866'da Kaifeng'ı ziyaret eden Protestan bir misyonere, Çinli Yahudilerin yoksulluk yü-zünden sinagoglarını yıkarak taşlarını cami yapımında kullanmak isteyen Müslümanlara satmak zorunda kaldıkları anlatılmıştı.1870'te Kaifeng'dan Hong Kong'a bir mektup geldi. Bu, bir İngiliz subayın 26 yıl önce

gönderdiği mektuba yanıttı. Mektupta Kaifeng Yahudilerinin kötü kaderi, hüzün dolu bir anlatımla dile getiriliyordu. Çin'deki Avrupalı Yahudilerin, Kaifeng cemaati için para toplama girişimleri başansız kalınca Çinli Yahudiler Şanghay'a göç etmeye çağrıldılar. 1900'lerin başlarında. Şanghay'a gelen yaşlı bir adamla oğlu, bir zamanlar çok canlı olan cemaatin kalan son üyelerinden olduklarını söylediler.Çin'de bin yıldan fazla süreyle başka Yahudi cemaatlerinin de bulunduğuna ilişkin çok kuvvetli kanıtlar vardır, ama bunların arasında yalnızca Kaifeng Yahudilerinin tarihi ayrıntılarıyla belgelenebilmiştir.Kaifu Toşiki (d. 2 Ocak 1931, İçinomiya, Japonya), 1989-91 arasında başbakanlık gö-revinde bulunan Japon siyaset ve devlet adamı.Bir fotoğraf stüdyosu sahibinin oğlu olan Kaifu 1954'te Tokyo'daki Vaseda Üniversi-tesi'ni bitirdi. Siyasete atılarak 1960'ta Liberal Demokrat Parti'den (LDP) Temsilciler Meclisi'ne seçildi. Daha sonra girdiği seçim-lerde de sandalyesini korudu. Miki Takeo' nun başbakanlığındaki hükümetin birinci sekreter yardımcısı olarak görev yaptı (1974-76). Ardından Fukuda Takeo'nun hükümetinde eğitim bakanı olarak yer aldı (1976-77). Aynı görevi Nakasone Yasuhiro döneminde de bir süre yürüttü (1985-86).Mali skandallar ve iktidardaki LDP'ye yönelik yaygın hoşnutsuzluklar nedeniyle Takeşita Noboru ve Uno Sosuke'nin art arda başbakanlıktan çekilmesinden sonrâ, Uno'nun dönemini tamamlamak üzere 8 Ağustos 1989'da parti başkanlığına getirildi. Ertesi gün de Temsilciler Meclisi'nde başbakanlığa seçildi. Ekimde yapılan parti kongresinde iki yıl daha başkan olarak kalması benimsendi. Şubat 1990'daki Temsilciler Meclisi genel seçimlerinde LDP'nin büyük bir zafer kazanmasıyla yasama organında sağlam bir çoğunluğa dayanma olanağını buldu. Ama parti içi hiziplerin yeterli desteğini sağlayamayınca, Ekim 1991'de parti başkanlığı ve başbakanlık görevlerini Kiiçi Miyazava'ya bırakmak zorunda kaldı.Kaigetsudo Ando, OKAZAKI GENŞÎÇİ olarak da bilinir (d. 1671 - ö. 1743, Japonya), erken dönem Ukiyo-e ressamı. Kaigetsudo okulunu kurdu. Bu okulda, üsluplarında az ya da çok benzer yanlar bulunan çeşitli ressamlar yer alıyordu. Ando, renkleri ustaca ve ölçülü biçimde kullanarak, cesur ve düzenli fırça vuruşlarıyla yaptığı ünlü fahişelerin resimleriyle tanındı. Aynı dönemdeki başka ressamların da onunkilere şaşılacak derecede benzer fahişe resimlerinin bulunması, Ando'nun bir atölye işlettiği ve burada birçok öğrencisinin onun yönetimi altında çalıştığının düşünülmesine yol açtı. Kendi elinden çıkmış hiçbir baskısı günümüze ulaşmamıştır.1714'te Oşima Adasına sürgün edildiği dışında, yaşamına ilişkin bir bilgi yoktur. Aynca adının Ando olarak mı, yoksa Yasu- nobu olarak mı okunacağı da belirsizdir. En çok tamnan resimleri arasında "Fahişe ve Hizmetindeki Genç Kız", "Ayakta Duran Güzel" ve "Meltemde Güzel" sayılabilir.Kaiho Yuşo (d. 1533, Omi eyaleti - ö. 1 Mart 1615, Kyoto, Japonya), Âzuçi-Momo- yama döneminin (1573-1600) paravana resimleriyle tanınmış sanatçısı. Asker bir ailenin çocuğuydu. Kyoto'ya yerleşti ve din adamı oldu. Daha hayattayken ünlendi; Toyotomi Hideyoşi ile İmparator Go- Yozei gibi önemli kişiler tarafından korundu. Önce bir Kano okulu sanatçısının (büyük olasılıkla Eitoku'nun) yanında yetiştikten sonra kendi bağımsız resim okulunu kurdu. Hem Eitoku'nun geliştirdiği zengin ve renkli resim üslubunda, hem de Zen Budacı rahip-ressamların çok daha yumuşak tek renkli mürekkep resmi geleneğinde ustalaştı. Tek renkli mürekkeple yaptığı figürlerde (örn. Çinli bilgelerin resimleri), 13. yüzyılın başlarında yaşamış olan ve resimleri Japonya'da çok sevilen Çinli ressam Liang Kai'ın uyguladığı tekniğe benzeyen genpitsu (en az fırça vuruşu)

tekniğini kullandı. Bu portreleri, giysileri üzerlerinden çuval gibi dökülen, belli belirsiz çizilmiş figürlerinden ötürü fukuro-e diye anılır. Yuşo'nun yapıtlarının bazısı Kyoto'daki Myoşin-ci'de (Myoşin Tapınağı) ve Kyoto Onişi Sanat Müzesi'nde bulunmaktadır. Kano üslubundaki paravana resimleri zarif çizgileri (örn. "Erik Ağacı", Kennin Kyoto) ve parlak renklerinin uyumuyla (örn. "Balık Ağları", Tokyo Ulusal Müzesi) dikkati çeker. Bütün bu özellikleriyle kendisinden sonraki sanatçılar üzerinde etkili olmuştur.Kaikei (ü. 1183-1236), Budacı heykelin geleneksel kalıplarının oluşturulmasında önemli rol oynamış Japon sanatçı. Babası Kokei ve karde'şi Unkei(*) ile birlikte, Japonya'nın eski başkenti Nara'da Kofuku-ci (Kofuku Tapınağı) ve Todai-ci (Todai Tapmağı) için heykeller yaptı. Dönemine özgü dolaysız ve gerçekçi anlatımı benimsemişse de daha çok, kardeşiUnkei'nin olağanüstü dinamik üslubunun tersi olan yumuşak ve incelikli tutumuyla tanınır. Günümüze ulaşan 20 kadar yapıtı arasında Budacı bir rahip olarak canlandırılmış Japon Savaş Tanrısı Haçiman'ın ve çocukların koruyucusu Cizobosatsu'nun boyalı heykelleri de (her ikisi de Todai-ci'de) vardır. Kaikei daha sonra keşiş olmuş ve Anami Butsu adını almıştır. Bu nedenle üslubu, Anami üslubu olarak da bilinir.Kaikoura Sıradağları, Yeni Zelanda'da, Güney Adasında ikiz dağ sıraları. Adanın kuzeydoğu kıyısına koşut olarak 100 km boyunca uzanır. "Kerevit yemek" anlamına gelen adı bir Maori efsanesine dayanır. İç Kaikouralar Tapuaenuku'da 2.885 m'ye, Kıyı Kaikouralan ise Manakau'da 2.610 m'ye ulaşır. Sıradağlar, oluşum halinde kırıkların bulunduğu güneydoğu yamacında daha diktir. Clarence Irmağı sıradağlann arasından geçer; Avvatere Irmağı ise İç Kaikouralar'ın batısında akar. Eteklerdeki orman örtüsü kesim yüzünden azalmıştır.Dağların doğu ucunda küçük Kaikoura Yarımadası uzanır. 1770'te buraya "Seyir Yeri" adını veren Kaptan Cook, güncesinde 57 Yerlinin dört çifte kanoyla gemisine doğru geldiklerini, bir süre gemiyi seyrettikten sonra kıyıya geri döndüklerini anlatır. Yarımadada 1850'de kurulan ve 1981 geçici sayımına göre 2.150 kişiyi barındıran Kaikoura yerleşmesi çiftçilik, mandıracılık ve koyun yetiştirme merkezidir. Yerleşmede bir kireç fabrikası, kerevit işleme tesisi ve bir deniz biyolojisi araştırma istasyonu da vardır.Kailas Sıradağları bak. Gangdisi SıradağlarıKailasanatha Tapınağı, Hindistan'ın Ma- harashtra eyaletindeki Evrengâbad kentinin 29 km kuzeybatısında ortaya çıkarılan Ello- ra Mağaralarında bulunan 8. yüzyıl tapınağı. Ayrıca bak. Ellora Mağaraları.Kailua-Kona, ABD'nin Hawaii eyaletinde, Havvaii Adasının ortabatı kesiminde tatil merkezi. Hualalai Dağının eteğinde, Kailua Koyu kıyısında yer alır. Önemli bir balıkçılık merkezi ve Kuzey Kona bölgesinin başlıca köyüdür. Hawaii'yi keşfeden İngiliz denizci ve kâşif Kaptan James Cook 16 Ocak 1779'da burada karaya çıktı ve 14 Şubat'ta Kealakekua Koyu kıyılarında Yerlilerle çıkan çatışma sırasında öldürüldü; Napoopoo köyünün karşı kıyısına 1874'te Cook'un anısına bir anıt dikildi. 1792'de adalara portakal ağacını getiren Kaptan George Vancouver iki yıl sonra da Kealake- kua'ya ilk sığır ve koyunu tanıttı. Eskiden Kral I. Kamehameha'nın sarayının bulunduğu yerde günümüzde modern bir otel vardır. Mokuaikaua Kilisesi 1823'te Vali Kuakini tarafından yaptırılmıştır. Bugün bir müze olan Hulihee Sarayı (1837) 19. yüzyılda Hawaii krallarının yazlık sarayıydı. Denizden 300-600 m yükseklikte, küçük çiftliklerde yetiştirilen kahve Kona bölgesinde işlenir. Nüfus (1990) Kailua, 9.126.Kailyard okulu, İskoç romanında 19. yüzyıl sonlarında gelişen akım. Başlıca özelliği sıradan köy yaşamının duygusal bir biçimde

Page 55: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

idealize edilmesidir. Adını İskoçya Gaelcesinde "köy evine bitişik küçük lahana tarlası" için kullanılan kail-yard sözcüğünden alır. Auld Licht Idylls (1888) ve A Window in Thrums (1889) adlı yapıtların yazarı Sir James Barrie, lan Maclaren (asıl adı John Watson) ve S. R. Crockett gibi Kailyard okulu yazarlarının yapıtları İskoçya, İngiltere ve ABD'de geniş bir okur kitlesi buldu ve pek çok taklitçiye esin kaynağı oldu. Doğal ve inceliksiz üslupları ve dar bakış açılarının kısa sürede hoş olmayan bir duygusallığa dönüşmesi ise çağdaş iskoç gerçekçilerinin ve 20. yüzyıl yazarlarının tepkisine yol açtı.Kaim, tam adı EBU CAFER ABDULLAH EL- KAIM Bİ-EMRİLLAH (d. 8 Kasım 1001 - ö. 2 Nisan 1075), 1031-75 arasında Abbasi halifesi.Babası Kadir'in (hd 991-1031) ölümü üzerine halife oldu. Büveyhi hükümdarı Ebu Kalicar'm ölümünden sonra oğulları arasında çıkan taht kavgasından yararlanmak için, Büyük Selçuklulara yakınlaşarak onların desteğini sağlamaya çalıştı. Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey'i gizlice Bağdat'a davet etti. 1055'te Bağdat'a giren Tuğrul Bey, Büveyhilerin Abbasiler üzerindeki egemenliğine son verdi. Kaim, Tuğrul Bey'in kızı Arslan Hatun'la evlenerek (Mart/Nisan 1056) Büyük Selçuklularla ilişkilerini daha da pekiştirdi. Bir söylentiye göre Tuğrul Bey'in ayaklanan kardeşi İbrahim Ymal'la uğraştığı bir sırada, Bağdat'a giren Büveyhi komutanı el-Besasiri tarafından hapsedil- diyse de Tuğrul Bey tarafından kurtarıldı (1059). Alp Arslan ve Melikşah dönemlerinde de Büyük Selçuklularla iyi ilişkilerini sürdüren Kaim, bu sayede halifeliğin manevi otoritesini Sünni İslam dünyasına kabul ettirmeyi başardı.Kaim, tam adı EBU'L-KASIM MUHAMMED EL-KAIM Bİ-EMRİLLAH (d. 893 - ö. 18 Mayıs 946, Sûsa, Kuzey Afrika), 934-946 arasında Fatımi halifesi.İlk Fatımi halifesi Mehdi'nin (hd 909-934) oğluydu. 911'de veliaht ilan edildi. 912'de Kuzey Afrika'da Kitame kabilesinin başlattığı ayaklanmanın bastırılmasıyla görevlendirildi. Aynı yıl Trablus'ta çıkan ayaklanmayı da bastırarak kenti aldı. Temmuz 914'te Fatımi komutanı Hubase bin Yusuf' la birlikte Mısır'ı fethetmek üzere İskenderiye'ye girdiyse de Abbasi güçlerine yenildi. 919'daki ikinci girişimi de başarısızlıkla sonuçlandı. Babasının ölümünden sonra, kıtlık yüzünden ayaklanmaların baş gösterdiği bir dönemde tahta çıktı (934). İlk iş olarak, Mehdi'nin oğlu olduğunu öne süren İbn Talut'un başlattığı ayaklanmayı bastırdı. 935'te üçüncü kez Mısır'ı alma girişiminde bulundu. Ama Zeydun komutasında gönderdiği güçler Mısır valisince yenilgiye uğratıldı. Kuzey Afrika'da gittikçe güçlenen Sünni önder Ebu Yezid'e karşı mücadelenin sürdüğü bir dönemde hastalanarak öldü.kaime, KAİME-I MUTEBERE, EVRAK-I NAKDÎYE, SEHIM KAİMESI olarak da bilinir, 1830-1914 arasında çıkarılan Osmanlı devlet tahvillerine ve banknotlarına verilen ad. Osmanlı yazışma sisteminde üst makamdan alt makama yazılan resmî yazılar da kaime olarak adlandırılmıştır.Hazine bonosu niteliğindeki ilk tahvil 1830'da çıkarıldı ve yazışmalardaki kaimelere benzediği için de bu adla anıldı. 1840'ta, Maliye Nazırı Hacı Saib Paşa'nm girişimiyle 16 milyon liralık, yüzde 8 faizli, her biri 500 kuruş değerinde kaimeler piyasaya sürüldü. Elle yazılan ve seri numaralan olmayan bu bonolar, kısa zamanda piyasadan çekilerek yerlerine 1843 ve 1847'de yenileri çıkanldı. 100, 50, 25 kuruşluk kupürler halindeki 1847 kaimelerinin baş tarafına tuğra, altına da maliye nazınnın mührü konmuştu. Arkasında ise "Nezaret-i Celile-i Umur-ı Maliye" damgası vardı. 1858'de yeni bir tertip kaime daha çıkarıldı.1860'a değin piyasaya sürülen kaimelerin değeri 1,1 milyar kuruştu. Ama karşılığı altın olmayan bu bonolar halktan ilgi görmedi; taklit kaygısı da buna eklenince değerleri giderek düştü. Kaimelerin geçerlilik alanı İstanbul ve çevresiyle sınırlıydı. 1860'ta çıkarılan kaimeler yüzde 6 faizliydi. 1863'te Bank-ı Osmanî-i Şahane (bugün Osmanlı Bankası) kurulunca, karşılığı altm olan banknot kaime çıkarma yetkisi bu bankaya verildi. Piyasadaki bütün

eski kaimelerin toplanması için, nominal değerlerinin yüzde 40'mın nakden, yüzde 60'ının da esham-ı cedide olarak ödenmesi öngörüldü. 500, 1.000, 5.000 ve 10.000 kuruşluk, faizsiz, yalnızca hazine ve banka işlemlerinde kullanılan kupürler hazırlandı. Bir yandan da savaşların getirdiği ekonomik sıkıntıların hafifletilmesi için hazine bonosu niteliğindeki kaimelerin çıkarılması sürdürüldü. Bank-ı Osmanî'nin hükümete 9 milyon lira borç vermesi üzerine tüm kaimelerin piyasadan çekilmesi yoluna gidildi. 1876'da piyasaya 600 bin keselik yeni kaimeler sürüldü. Bunlar Hicaz, Yemen ve Trablusgarp dışında ülkenin her yerinde geçiyordu. Ama karşılıklarının değersiz madenler olması nedeniyle, kısa zamanda değerlerinin yüzde 90'ını yitirdiler. Konu, hükümetle Bank-ı Osmanî arasında da sorun oldu. Bu nedenle kaimelerin arkasına güven verici numara konması, bundan da bankanın bir komisyon alması yoluna gidilerek uzlaşma sağlandı. 1878-80 arasında bütün kaimeler toplanarak bakır paralarla birlikte imha edildi. 1914'te savaş koşulları öne sürülerek son kez 16.702.106 kuruş tutarında, Avrupa banknot sistemiyle aynı ve karşılığı altın olan kaimeler çıkarıldı. Bu banknotlar Cumhuri- yet'in ilk yıllarında sürümden kaldırıldı.

kâinat bak. evrenKainciler, İS 2. yüzyılda, büyük olasılıkla Roma İmparatorluğu'nun doğu bölgelerinde gelişen gnostik mezhebin üyeleri. Adlarını Kitabı Mukaddes'te (Tekvin 4:1) Âdem'in iki oğlundan, kardeşi Habil'i öldüren Kain'den (Kuran'da Kabil) alırlar. Aziz Irenaeus gibi ilk Hıristiyan yazarların yapıtlarında sözü edilen Kainciler, Hıristiyan ilahiyatçı Origenes'e göre İsa'dan tümüyle ayrılmışlardı. Yaptıkları Eski Ahit yorumunda Yahudilerin tanrısı Yehova'nın gnostiklerin çoğunun inandığı gibi yalnızca bir alt-tann olmakla kalmayıp, dünyayı yaratırken insandaki tannsal öğe ile bilinmeyen kusursuz Tann'nın bütünleşmesini önlemeyi tasarladığı için doğrudan doğruya kötü olduğunu savunuyorlardı. Kainciler Kitabı Mukaddes'in yerleşmiş değerlerini de tersine çevirerek içrek ve kurtarıcı bilgi (gnosis) sahibi olarak gördükleri Kain (Kabil), Esav ve Sodomlular gibi dışlanmış kişiliklere saygıyla bağlandılar; onların mantıksız, kıskanç bir yaratıcı olan Hystera (Rahim) tarafından cezalandırıldığını savundular. Saygı gösterdikleri Kitabı Mukaddes kişiliklerinden Havva ve Yahuda İskariyot'un adını taşıyan kitaplan vardı.Kainciler gerçek kusursuzluğa, dolayısıyla da kurtuluşa ancak Eski Ahit'in bütün yasalannı yıkarak ulaşılabileceğine inandıklarından ahlaksız gnostikler olarak da adlandırıldı. Kitabı Mukaddes'in kurallarına karşı gelmeyi dinsel görev sayıyor, Irenae- us'un yazdığına göre Kitabı Mukaddes'in emirlerine her karşı gelişlerinde meleklerin adını anıyorlardı. Bir insan ömrü Kitabı Mukaddes'in bütün yasalarını çiğnemeye yetmeyeceğinden, kurtuluşu yaratılmış dünyada aramak yerine bu dünyadan kaçmayı amaçladılar. Kitabı Mukaddes'teki öyküleri altüst ederek dualist varoluş anlayışlarını kutsal metinlere dayandırdılar.

Page 56: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kaineus 392

Kaineus, Yunan mitolojisinde, Lapithler- den (Lapithai) Elatos'un oğlu. Lapithlerin kralı Peirithoos'un düğününde konuklar arasında yer alan Kentaurlar (at adamlar) geline ve başka kadınlara sarkıntılık ederler. Bunun üzerine çıkan kavgaya Kaineus da katılır ve bedeninin yaraya bağışıklığı sayesinde beş Kentaur'u öldürür. Kaineus'u yalnız başlarına yenme umudunu yitiren öteki Kentaurlar bir araya gelirler ve Kaine- us'un üstüne, bir daha yeryüzüne çıkamayacağı kadar çok çam ağacı yığarlar. Kaine- us'a yönelik bu saldırı, Eski Yunan sanatının gözde konularından biridir. Sonraları ortaya çıkmış bir öyküye göre başlangıçta Kainis adlı bir kız olan kahraman, Deniz Tanrısı Poseidon'un isteklerine teslim olması karşılığında armağan olarak erkek cinselliğini ve yaraya bağışıklık niteliğini kazanmıştır.kainit:, hidratlı potasyum ve magnezyum klorosülfat (KMgS04Cl-3H20) yapısında doğal çift tuz. Başkalaşım (metamorfizma) ürünü olarak yalnızca potas çökellerinde, öteki tuzlarla birlikte bulunur. Almanya'nın orta ve kuzey kesimlerindeki büyük tuz çökellerinin başlıca bölümünü oluşturur. Kainit, su ile İlişkiye girdiğinde, epsomit ve silvite dönüşür. Kimyasal formülü ve ayrıntılı fiziksel özellikleri için bak. sülfat mineralleri (tablo).Kainji Gölü, Nijerya'nın batı kesiminde baraj gölü. Nijer ve Kwara eyaletleri arasındaki sınırda, Nijer İrmağı üzerinde yer alır. 1968'de, denizden i.014 km içeride Kainji Barajı'nın yapılmasıyla oluşan gölün yüzöl-çümü 1.300 knr'dir. Baraj gölünün oluştu-rulması Nijer Irmağındaki Foge Adasının, Bussa kasabasının ve ırmak boyundaki öteki yerleşim alanlarının sular altında kalmasına yol açtı. Yauri emirliğinin merkezi eski Yelvva kasabasının bir bölümü de sular altında kaldı. Bunun sonucunda Kwara ve Nijer eyaletlerinde oturan ve çoğu Reşe (Gungunci, Gungava), Busa (Busava, Bus- sangi), Kamberi, Nupe, Lopava ve Laro halklarından oluşan yaklaşık 50 bin kişi yerlerinden oldu. Bu insanların çoğu, eski Bussa'nm 35 km güneyinde kurulan Yeni Bussa kasabası gibi, hükümetin göl kıyısında yaptırdığı (1966) "Yeni Yerleşim Köyle- ri"nde yaşamaya başladı. Kainji Gölü Ulusal Parkı'nın içinde (3.910 km2) Borgu ve Zugurma av hayvanları koruma alanları yer alır. Yağışsız geçen kasım-mart ayları arasında ziyaretçilere açık tutulan ve yabanıl yaşam bakımından oldukça zengin olan parkta babuin, duiker, suaygırı, sırtlan, düğmeli domuz ile demir- kır ve kob gibi antilop türleri bulunur.1969'da açılan Kainji Barajı Nijerya'nın en büyük barajlarından biridir. Yüksekliği 66 m, genişliği 550 m kadardır. Elektrik enerjisi sağlamanın yanı sıra, içlere doğru Sokoto eyaletindeki Yelvva'ya kadar ırmak ulaşımını kolaylaştırır; Nijer Irmağının Kaduna Irmağı kavşağına kadar olan bölümünde su kontrolüne olanak sağlar; Nijer üstünde köprü işlevi görür; ayrıca sulama ve balıkçılığa olanak verir.Kairov, İvan Andreyeviç (d. 26 Aralık 1893, Ryazan, Rus Çarlığı - ö. 29 Ekim 1978, SSCB), pedagoji kuramı üzerine sayısız yapıtı olan eğitimci. Moskova Üniversitesi'nde fizik ve matematik fakültesinin doğa bilimleri bölümünde öğrenim gördü. Daha sonra Moskova Üniversitesi'nde, Moskova Timiryanzev Tarım Akademisi'nde ve Lenin Pedagoji Ens- titüsü'nde dersler verdi. Ayrıca, eğitim bakanı, Yüksek Sovyet üyesi, Sovyetler Birliği Pedagojik Bilimler Akademisi başkan yardımcısı ve başkanı olarak görev yaptı. Finlandiya, Çekoslovakya, Polonya ve İngiltere'de düzenlenen eğitim konusundaki konferanslara delege olarak katıldı. 1957'de III. Uluslararası Atom ve Hidrojen Silahlarının Yasaklanması Konferansı'nda Sovyet heyetinin başkanlığını yaptı. Üç kez Lenin Nişanı, Sosyalist İşçi Kahramanı unvanı ve başka nişanlar aldı. Kairov'un en tanınmış yapıtı Pedagogika'dır (1956).

Kaisareia bak. KayseriKaiser, Georg (d. 25 Kasım 1878, Magde- burg, Almanya - ö. 4 Haziran 1945, Asco- na, İsviçre), Alman dışavurumculuğunun önde gelen oyun yazarlarından.Burjuva kökenli bir ailenin çocuğuydu. 1894'te liseden ayrılıp ticaretle uğraşmaya başladı. 1898'de bir şirketin temsilcisi olarak Buenos Aires'e gitti. Sıtmaya tutulduğu için 1901'de ülkesine geri döndü. Uzun süren nekahet döneminde yazdığı ilk oyunların çoğu yergili komedilerdi ve fazla ilgi görmedi. Kaiser ilk büyük başarısını keskin ve ateşli bir dil kullandığı ve iyi oyun kurmadaki olağanüstü yeteneğini gösterdiği Die Bürger von Calais'yle (1914; Calais'li- ler) kazandı. Ardından insanoğlunun, para ve makinelerin egemenliğindeki modern

dünyayla arasındaki amansız çelişkiyi işlediği bir dizi oyun yazdı. Von Morgens bis Mitternachts (1916; Bir Gün İçinde, 1944), Die Koralle (1917; Mercan), Gas I (1918), Gas II (1920), Hölle, Weg, Erde (1919; Cehennem, Yol, Yeryüzü), Nebeneinander (1923; Yan Yana), Zweimal Oliver (1926; İki Kez Oliver) ve müziğini Kurt Weill'ın yaptığı Der Silbersee (1933; Gümüş Göl) gibi oyunlarıyla dışavurumculuğun önderlerinden biri olarak kabul edildi.Ama dışavurumculuk, Kaiser'in yazarlık yaşamında yalnızca bir dönemdi. Sanatsal olgunluğunun ürünleri sayılan sonraki ya-pıtlarının havası daha içtendi ve büyük bir aşk deneyimini yansıtıyordu. Oktobertag (1928; Ekim Günü), Der Gartner von Toulouse (1938; Toulouse'lu Bahçıvan), Alain und Elise (1940) gibi oyunlar bunlardan bazısıdır. 1938'de oyunları Naziler tarafından yasaklanan Kaiser İsviçre'ye kaçtı ve verimli yazarlık yaşamını orada sürdürdü. Son yapıtı olan ve Zweimal Amphitryon (İki Kez Amphitryon), Pygmalion ve Bellero- plıon'dan oluşan mitolojik üçlemesi ölümünden sonra, 1948'de yayımlandı.

Kaiser, Henry J(ohn) (d. 9 Mayıs 1882, Sprout Brook, Ne w York - ö. 24 Ağustos 1967, Honolulu, ABD), ABD'Ii sanayici. Aralarında Kaiser Aluminum, Kaiser Steel, Kaiser Cement and Gypsum'un da bulunduğu 100'den fazla şirket kurmuştur.1913'te Washington'da bir çimento tüccarının yanında çalıştığı sırada, müşterilerinden biri olan bir Kanada yol yapım şirketi iflas edince borç bularak şirketin üstlendiği projeyi devraldı ve işi kâr ederek tamamladı. 1913'ten 1930'a değin California'da barajlar, Mississippi Irmağında setler, Küba'da toplam 320 km uzunluğunda karayolu ve 500 köprü yaptı. Ayrıca işlerine malzeme sağlayabilmek için İcum ve çakıl ocakları kurdu. 1931-45 arasında, çeşitli inşaat şirketlerinin, başka büyük projelerin yanı sıra Hoover, Bonneville ve Grand Coulee barajlarının yapımında bir arada çalışmak üzere örgütlenmelerine yardımcı oldu. Shasta Barajı'nın yapımında kullanılacak çimentoyu sağlayabilmek için 1939'da California'mn Permanente kentinde bir çimento fabrikası ve yaklaşık 15 km uzunluğunda bir taşıyıcı band sistemi kurdu.II. Dünya Savaşı sırasında, üretim zinciri yöntemiyle 4,5 gün gibi kısa bir sürede gemi inşa edebilen yedi tersane işletti. Savaşın sonlarına gelindiğinde Kaiser'in tersaneleri ABD Denizcilik Komisyonu için 1.490 gemi üretmişti. Kaiser, 1941-42 yıllarında tersa-neleri için çelik üretmek amacıyla ABD'nin

batı kıyılarındaki tek entegre çelik tesisini, 1944'te de Kaiser Gypsum'u kurdu. Ardından, otomotiv sanayisi alanında etkinlik gösteren Kaiser-Frazer'a alüminyum sağlamak üzere Alcoa şirketinden alüminyum tesisleri satın aldı, ama 1953'te sanayide yaşanan durgunluk nedeniyle otomobil üretimine son verdi. Aynı dönemde Kaiser Aluminum & Chemical Corporation kâr eden bir kuruluş haline geldi. Kaiser 1954'ten 1960'a değin sonradan 21 milyon doların üzerinde bir fiyatla Hilton oteller zincirine satılan Hawaii Tatil Köyü'nün yapımını yönetti. 1942'de, tersane işçileri için ilk koruyucu sağlık örgütünü kuran Kaiser, sonradan Kaiser Vakfı Sağlık Hizmetleri Planı çerçevesinde 19 hastane kurarak 1 milyondan fazla kişiye sağlık hizmeti sundu.Kaiserslautern, Almanya'nın güneybatı ke-siminde, Rheinland-Pfalz eyaletinde (Land) kent. Haardt Dağlarıyla Saar-Nahe (Kuzey Pfalz) Platosu arasında yer alır. Pfalz Ormanı Doğa Koruma Alanı'yla çevrilidir. Karo- lenjler döneminde (751'den sonra) bir kraliyet malikânesinin bulunduğu kentin adı, yöredeki Lauter suyundan ve 12. yüzyılda burada bir saray yaptıran İmparator (Kaiser) I. Friedrich'ten (Barbarossa) gelir. 1276'da bir kraliyet kenti olan Kaiserslautern 1375'te Pfalz elektörlerinin yönetimine girdi. Pfalz 1848-49 yıllarında demokratik devrimin odak noktası oldu. II. Dünya Savaşı sırasında ciddi hasar görmesine karşın bazı eski yapıları ayakta kalabildi. Pfalz'ın batı kesiminin kültür merkezi olan kentte çeşitli okullar, müzeler, bir tiyatro ve bir de konser binası vardır. Trier-Kaisers- lautern Üniversitesi kampusunun bir parçası olarak 1970'te kurulan üniversitesi 1975'te özerklik kazandı. Kaiserslautern önemli bir bankacılık ve demiryolu transit taşımacılığı merkezidir. Kentte ayrıca makine, dokuma ve otomobil sanayileri de gelişmiştir. Nüfus (1989 tah.) 96.990.kaishu, Wade-Giles yazımında K'AI-SHU (Çincede "standart yazı"), Çin kaligrafisinde son Han hanedanı döneminin (İS 23-220) resmî yazı türü. Daha önce ortaya çıkan lishu yazısının basitleştirilerek daha akıcı ve kolay bir biçime sokulmasıyla geliştirilmiştir. Başlıca özellikleri, farklı kalınlıktaki vu-ruşlarla düz çizgiler ve belirgin köşeler elde edilmesidir. Kaligrafi ustalığının devlet hiz-metinde başarılı olmanın koşullarından sayıl-dığı Tang hanedanı (618-907) döneminde büyük gelişme göstererek en önemli yazı türü olmuştur. Günümüzde de standart yazı ve baskı karakterlerinin örneği olarak kullanılır.

Georg Kaiser, y. 1928Archiv für Kunst und Geschichte, Berlin

Page 57: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kaişinto bak. İlerici PartiKaithal, Hindistan'ın kuzeybatı kesiminde, Haryana eyaletinin Kurukshetra ilinde kent. Sanskrit dilinde yazılmış Mahabhara- ta'da (Bharata Hanedanının Büyük Destanı) sözü edilen Pandava kralı Yudhishthira tarafından kurulduğu söylenen Kaithal, daha sonra Müslümanların kültür merkezi durumuna geldi. Tarihsel yerleri arasında, Hindulara ait kutsal yıkanma yeri ve 13. yüzyıldan kalma ermiş mezarları sayılabilir. Günümüzde bir tarımsal pazar merkezi olan Kaithal 1867'de belediye oldu. Çırçır fabrikalarının ve güherçile işleyen tesislerin bulunduğu kentte, ayrıca çanak çömlek ve lakeli tahta işleri üretilir, metal işlenir. Kaithal'da Kurukshetra Üniversitesi'ne bağlı üç yüksekokul vardır. Nüfus (1981) 58.385.

Kaiyuan, Wade-Giles yazımında K'AI-YO- AN, Çin'de Yunnan yönetim bölgesinin (sheng) güney kesiminde kent. Honghehani- zuyizu (Hong-He Hani-Yi) Özerk Yöresi'nin (zizhizhou) il (xian) merkezidir. Önceleri küçük bir köy olan Kaiyuan, yönetim bölgesinin merkezi Kunming'den günümüzde Vietnam sınırlan içinde kalan Haiphong limanına uzanan demiryolunun tamamlanmasından (1910) sonra, hızla gelişmeye başladı. Bu tarihte demiryolu boyunca Yili- ang ilindeki Gaobaozhun'da, Milo ilinde ve Kaiyuan'in kuzeyindeki Xiaolongtan'da kömür yatakları bulundu. 1932'de Gejiu'da bir kalay ergitme fırınının kurulmasından sonra, Kaiyuan hızla gelişmekte olan kalay madenciliği sanayisine kömür sağlayan bir merkez durumuna geldi. Günümüzde 1950'lerden bu yana sürekli bir gelişme gösteren kömür madenciliği ve termik enerji üretiminin yanı sıra kerestecilik de kent ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Nüfus (1970'lerin ortaları) 10.000-50.000.

Kajanus, Robert (d. 2 Aralık 1856, Hel- singfors [bugün Helsinki] - ö. 6 Temmuz 1933, Helsinki, Finlandiya), Fin ulusal müziğinin başlıca savunuculanndan orkestra şefi ve besteci.Helsinki, Leipzig ve Paris'te öğrenim gördü. 1882'de Finlandiya'nın ilk tam senfoni orkestrası olan Helsingfors Orkesterföre- ning'i (Helsinki Orkestra Birliği) kurdu. 1914'te devlet senfoni orkestrasıyla birleşen bu orkestrayı 1932'ye değin yönetti ve arkadaşı Jean Sibelius'un yapıtlarının standart yorumcusu olarak tanındı. Ayrıca koro ve orkestra okulları kurdu. Alman romantik bestecilerinden ve Fin halk müziğinden etkilenerek yaptığı besteler arasında Kale- vala'dan kaynaklanan Kullervo (1881) ve Aino (1885) adlı iki senfonik yapıt, orkestra için iki Fin rapsodisi, kantatlar, piyano yapıtları ve şarkılar vardır.kaju, sakızağacıgiller (Anacardiaceae) fa-milyasından, derimsi yapraklı bir ağaç ya da çalı olan Anacardium occidentale'nin to-

humlarına verilen ad. Verimli ve nemli topraklarda 12 m'ye kadar büyüyebilen bu

ağacın tohumları kadar, sandal, odunkömü- rü vb üretiminde kullanılan odunu ve arap- zamkma benzeyen zamkı da değerlidir.Kökeni Orta ve Güney Amerika'nın tropik kesimlerine uzanan kaju 15. yüzyılda Portekizli misyonerlerce Doğu Afrika ve Hindistan'a götürülerek bu bölgelerin kıyıya yakın alçak kesimlerinde yaygınlaşmıştır.Büyük, kahn bir fasulyeyi andıran 2,5 cm uzunluğundaki kaju tohumları, kaju elması denen sarımsı-kırmızı renkli, şişkince bir gövdenin bir ucuna tutunarak ilginç bir görünüm sergiler. Tohumlar üst üste iki kabukla örtülüdür: Bunlardan, olgunlukta alacalı kırmızı bir renk alan zeytin yeşili dış kabuk düzgün yüzeyli, camsı, ince ve esnek; kınlarak açılabilen iç kabuk ise sen yapılıdır. Kabuklann arasında insan derisinde kabarcık oluşturan kahverengi bir yağ bulunur; yılda 500 bin tondan fazla üretilen bu yağ böcek öldürücü ve yağlayıcı olarak, aynca plastik üretiminde kullanılır. Özgün bir kokusu ve tadı olan kaju Hindistan'ın güney kesimlerinde çeşitli et ve sebze yemeklerinin hazırlanmasında, kaju elması ise yerel olarak içecek, reçel ve marmelat yapımında kullanılır.Meyveler elle toplanır; etli ve şişkin bölümden aynlan tohumlar güneşte kurutulur. Bazı yörelerde kuru kaju tohumlan yanan odunla- nn arasına yerleştirilerek ilkel yöntemlerle kavrulur. Ancak bu işlem sırasında sıcaklığın etkisiyle patlayan tohumlardan akan yağ kolaylıkla alev alarak, göz ve deri için zararlı olan bir duman açığa çıkanr. Geliştirilmiş kavurma yöntemlerinde ise, zehirli maddeler kavurma silindirinde giderildikten sonra, iç kabuk elle kınlarak açılır ve çekirdek ısıtılarak yüzeyini saran derimsi kabuğundan aynhr.kakadu, Psittacidae familyasının Cacatui- nea altfamilyasını oluşturan tepelikli papa-

393 kakao

ğanların ortak adı. Doğal olarak Malakka Yarımadasından Solomon Adalanna kadar uzanan bölgede ve Avustralya'da bulunur. On yedi türden oluşan bu papağanların çoğu vücutlarına serpiştirilmiş kırmızı ya da sarı lekelerin dışında beyaz, bazıları

siyah renklidir. Kıvrık ve sağlam gagaları kabuklu yemişleri kırmaya, kökleri bulup çıkarmaya ya da ağaç kabuklarının altındaki böcek larvalarını avlamaya yarar. Solucana benzeyen dilleri beslenmelerine yardımcı olur. Kakadular ağaç tepelerinde yaşar ve ağaç kovuklannda bannır. Gürültülü geniş sürüler halinde tarla ürünlerini yağmalayarak zarar

verdikleri de olur. Kakadular arasında iyi konuşabilme yeteneğine ender olarak rastlamr. Bazıları 50 yıldan fazla yaşar.Cacatua cinsi genellikle beyaz renklidir. Ama 38 cm uzunluğundaki, pembe kakadu- nun (C. leadbeateri) tüyleri pembe, öne doğru uzamış tepeliği kırmızı ve san bir bantla bezelidir. Avustralya'nın iç kesimlerinde geniş bir dağılım gösteren bu tür, kakadu- lann en güzeli ve eğitilmesi en güç olanıdır.Avustralya'nın kuzeydoğu kesimlerinde, Yeni Gine Adası ve Aru Adalannda görülen palmiye kakadusu (Probosciger aterrimus) kakadulann en iri yapılı ve tüm papağanlann en iri gagalı olamdır. Yalnız yaşayan ve uzunluğu 65-75 cm arasında değişen bu türün kırmızı renkli çıplak yüzü heyecanlandığında mavileşir.kakao, kolaağacıgiller (Sterculiaceae) fa-milyasından, Amerika'nın tropik kesimlerinde yaygın bir ağaç olan Theobroma cacao'ya, bu ağacın tohumlarından elde edilen toz halindeki ürüne ve bu tozdan hazırlanan içeceğe verilen ad.

Kakao ağacının (Theobroma cacao) kabuğundan çıkan tomurcuk ve çiçekler (solda); gövdesinde oluşan meyveler (ortada); içinde tohumları taşıyan açık bir meyve (sağda)

(Sol) OAS, (orta) Cia Shell de Venezuela, (sağ) fotoğraf. Richard Harrington - Three Lions Inc.

Kaju elması ve tohumu (Anacardium occidentale)W. H. Hodge

Sarı tepeli kakadu (Cacatua galerita)Warren Garst - Tom Stack & Associates

Page 58: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kakaoyağı 394

Kolomb öncesi dönemde Orta Amerika' nin tropik kesimlerinde yaşayan Yerliler, özellikle de Mayalar ve Aztekler kakao çekirdeklerinin besin maddesi olarak değerini biliyorlar ve bunları yalnızca içecek hazırlamakta değil, para olarak alışverişlerinde de kullanıyorlardı. Çekirdeklerin 16. yüzyılda Avrupa'ya götürülmesinden sonra kakao tozu ve yağı gibi yan ürünler elde edildi ve çikolata üretimine yönelik yöntemler geliştirildi. Kakao ağacı tropik bölgelerin alçak ve nemli kesimlerinde yetiştirilir. Yüksekliği 12 m'ye ulaşabilen bu kalın gövdeli ağacın 30 cm uzunluğunda derimsi yaprakları, doğrudan ağacın gövdesinden ya da dallarından çıkan kötü kokulu, küçük, pembemsi çiçekleri ve sarımsı kahverengiden mora kadar değişen renklerde, uzunluğu 35 cm'ye varan iri meyveleri vardır. Yüzeyi dilimli bir özellik gösteren bu meyvelerin her birinde pembemsi renkli öze gömülü olan, yaklaşık 2,5 cm boyunda 20-40 kadar tohum, yani kakao çekirdeği bulunur. Kakao ağaçları dört yaşından sonra her yıl 60-70 meyve verebilir.Olgunlaşan meyveler toplanarak içinden çıkarılan çekirdekler birkaç gün mayalanmaya bırakılır; daha sonra kurutma, temizleme ve kavurma işlemlerinden geçirilip öğütülerek çikolata lapası denen bir macun elde edilir. Bu macun doğrudan çikolata üretiminde kullanıldığı gibi, preslenerek kakao tozuna ve yağına da dönüştürülebilir. Kakaodan genellikle su ya da sütle karıştırılarak, sıcak içecekler hazırlanır; ayrıca dondurma, pasta ve kek yapımında kullanılır. Dünya kakao çekirdeği üretimi ortalama 2 milyon ton dolayındadır. Bu üretimin yarısını Fildişi Kıyısı ve Brezilya sağlarken, Gana, Kamerun ve Nijerya da 100 bin tonun üzerine çıkan üretimleriyle başlıca üretici ülkeler arasında yer alır.kakaoyağı, kakao çekirdeklerinden çıkarılan açık sarı renkli, bitkisel yağ. Tadı ve kokusu çikolatayı andıran bu yağ çikolata, şekerleme, merhem ve tuvalet malzemelerinin yapımında kullanılır. Oda sıcaklığında katı olmasına karşılık vücut sıcaklığının hemen altında kolaylıkla erimesi en önemli özelliğidir. Acılaşmayı önleyici bazı maddeler (yükseltgenme önleyiciler) içerdiği için en dayanıklı yağlardan biri olan kakaoyağı, iki ile beş yıl arasında bozulmadan saklanabilir. Rengini ve kokusunu gidermek amacıyla yapılan işlemler sırasında yükseltgen- meyi önleyici maddeler de ortamdan uzak-laştığından yağın acılığı artar. Kakaoyağı çikolatanın başlıca bileşenlerinden biridir; çikolata üretiminde kullanılan çikolata lapasının içinde yeterince kakaoyağı bulunmadığı için bu karışıma dışarıdan bir miktar daha yağ katılması gereklidir. Kakaoyağı çikolata lapasının hidrolik presten geçirilmesiyle elde edilir; elde edilen miktarın çikolata üretimindeki talebe yetişememesi ve çok pahalı olması nedeniyle kakaoyağmın yerine kullanılabilecek başka maddeler geliştirilmiştir. Bileşimine girdiği ürüne mumsu bir tat veren bu maddelerin saf çikolata olarak satılan ürünlere katılması pek çok ülkede yasaklanmıştır. Ayrıca bak. çikolata.Kakçikel dili, Maya dillerinin Kiçe öbeğine bağlı dil. Guatemala'nın ortabatısında konuşulur. Aynı bölgede konuşulan Tsutu- hil dili de Kakçikel diliyle yakın akrabadır ve bazı dilbilimcilerce bu dilin lehçesi sayılır. Kakçikel ve Tsutuhil dilleri, dilbilgisi ve sesbilgisi bakımından Kiçe diliyle büyük benzerlik gösterir. Kakçikel dilinde yazılmış önemli yapıtlardan Kakçikellerin Tarihi, 16. yüzyıldan kalmadır. İspanyolca- nın yazım kurallarından uyarlanmış kuralların kullanıldığı yapıtta, Kakçikel halkım yöneten sınıfların tarihi anlatılır. Ayrıca bak. Kiçe dili; Maya dilleri.

Kakçikeller, Guatemala'nın ortabatısında- ki yaylalarda yaşayan Maya kökenli Yerli halk. Dil ve kültür bakımından komşuları Kiçeler(*) ve Tsutuhillerle(*) büyük benzerlik gösterirler. Tarımla geçinen Kakçikellerin kültür ve dini, İspanyol-Maya karışımıdır. Temel yerleşme

birimleri munici- /«'o'lardır (belediye). Ortak bir dile sahip olmakla birlikte, farklı municipio'da yaşayanlar etnik kökenlerinin farklı olduğunu öne sürerler. Genellikle her municipio'da Kakçikel dilinin farklı bir lehçesi konuşulur. Bununla birlikte Kakçikel lehçelerinden birini konuşanlar öteki Kakçikel lehçelerini tümüyle, Kiçe ve Tsutuhil dillerini de bir ölçüde anlarlar. Her topluluğun siyasal ve dinsel örgütlenme biçimi, giysileri, koruyu-cu azizleri ve ekonomik özellikleri farklıdır. Municipio dışı evlilikler yaygın değildir. Ayrıca bak. Mayalar.

kakemono, Japon sanatında duvara asılmak için yapılan rulo resmi. Ayrıca bak. rulo resim.

Kaketyalar, İspanyol fetihleri sırasında Maracaibo Gölü kıyılarında yaşayan Vene- zuela'nın kuzeybatı kesimlerinin Yerli halkı. İspanyollara köle olmamak için iç kesimlere göç etmiş, ama sonunda komşuları Kirikireler ve Hiraralar gibi yok edilmişlerdir.Aynı dili (Aravak) konuşan Kaketyalar ve Hiraralann kültürleri de birbirine çok benzerdi. Yoğun, sulu tarım yaparak mısır, tatlıpatates ve manyok yetiştirirlerdi. Ayrıca avcılıkla uğraşır, kaktüs meyvelerini ve doğadaki çeşitli bitkileri toplarlardı. Köyler ikili, dörtlü bloklar ve sıralar halinde düzenlenmiş, damları sazla kaplı evlerden oluşurdu. Kaketyalar yalnızca cinsel organlarını örter, ayrıca çeşitli süsler ve vücut boyaları kullanırlardı. Çömlekçilikte ustaydılar; çok az giysi kullandıklarından dokumacılık gelişmemişti. Toplumsal ve siyasal düzenleri konusunda bilgi çok azdır. Yalnızca başlarında çok sayıda şefin bulunduğu ve üst sınıf arasında çokkarılılığın yaygın olduğu bilinmektedir. Güneş'e ve Ay'a tapar, onlara insan kurban ederlerdi. Aynca her ailenin taptığı kendi putları da vardı.

kakım, (Mustela erminea), AS olarak da bilinir, Mustelidae familyasından, küçük yapılı etçil türü. Coğrafi bakımdan Kuzey Kutup bölgesinden Avrasya'ya, Kuzey Afrika'ya ve Kuzey Amerika'nın kuzey kesimlerine kadar yayılan bu hayvanlara en çok çalılık ya da ormanlık yerlerde rastlanır. Kakımlar ince uzun yapılı, çevik ve oldukça oburdur. Uzunlukları 5-12 cm'lik kuyrukları dışında 13-30 cm'dir. Ağırlıklarıysa 300 gr'yi geçmez. Dişiler erkeklerden, kuzeyde yaşayanlar güneydekilerden daha küçüktür. Yaz aylarında kakımın gerdanı ile karnı arasındaki tüyleri kirli beyaz, öbür bölümleri kahverengidir. Soğuk bölgelerde kış postu, kuyruk ucundaki siyah tüyler dışında beyazdır. Post rengi kışı sert geçmeyen yerlerde kısmen beyazlaşır.Kakımlar küçük memelileri, kuşları, yu-murtaları, kurbağaları ve daha seyrek olarak omurgasızları yer. Küçük avlarını ense-lerinden, daha iri olanları boyun altından 10 aya ulaşabilir. Kakımlardan kışın elde edilen ve ermin adıyla tanınan kürkler, katıksız rengi ve güzelliğinden ötürü kürk ticaretinde büyük bir değer taşır.Kakımlar Türkiye'de Ege ve Akdeniz bölgeleri dışında kalan dağlık ve ormanlık kesimlerde yaşar. Özellikle Anadolu'nun doğusunda ve Karadeniz Bölgesi'nde yaygın olarak görülür.kakırca, Rodentia (kemiriciler) takımının Gliridae familyasından yedi cins ve 20 kadar

memeli türünün ortak adı. Altı cinsi Pale- arktik bölgede, Graphiurus cinsi Orta ve Güney Afrika'da yaşar. Kakırcalar iri gözlü, yumuşak tüylü, yuvarlak kulaklı, uzun kuyruklu hayvanlardır. Kuyruk tüyleri sık,

bazen oldukça kabarıktır. Genel olarak sincabı andıran bu hayvanlar sincaplar gibi ağaçta yaşar ve arka ayakları üstünde durarak beslenir; ama sincapların tersine besinlerini gece arar.Kakırcalar ağaçlarda, çalılıklarda, kaya oyuklarında ve bitkisel maddelerden yapılmış yuvalarda yaşar. Yiyecekleri arasında meyveler, kabuklu yemişler, kuş yumurtaları, küçük hayvanlar ve çeşitli böcekler sayılabilir. Bazen meyve bahçelerine dadanır ve meyveleri ısıra ısıra dolaşarak bu bahçelere önemli ölçüde zarar verir. Kakırcalar aşırı uykucu hayvanlar olarak tanınır. Büyük kakırca (Glis glis) ve fındık kakırcası (.Muscardinus avellanarius) gibi türler sonbaharda iyice yağlanarak kışa girer ve biriktirdiği besinleri yemek için uyandığı kısa süreler dışında kışı uyuyarak geçirir. Her iki türün de kış uykusu eylül ya da

Büyük kakırca (Glis glis)Schunemann - Bavaria Verlag

kavrayarak yakalar. Dişiler bir batında 3-13 yavru doğurur. Gebelik süresi dölyatağın- daki yuvalanmanın gecikmesinden ötürü

Kakım (Mustela erminea)Alan P Nielsen'in çizimi

Page 59: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

ekimden başlayarak nisana değin uzayabilir. Kakırcalar yılda genellikle bir, bazen iki kez ürer. Dişiler üç ya da dört haftalık gebelik süresinin ardından sayıları iki ile dokuz arasında değişen yavru doğurur.Kakırcaların en irisi olan büyük kakırcanın rengi boz, uzunluğu 15 cm'lik kuyruğu dışında en çok 20 cm dolayındadır. Büyük kakırcaların etine sofralarında seçkin bir yer ayıran Romalılar bu hayvanları özel olarak beslemişlerdir. En küçük kakırcalar- dan olan fındık kakırcasımn uzunluğu kuyruğu dışında 10 cm'yi geçmez. Genel olarak rengi sarımsı kahve, çene altı ve parmaklan beyazdır. Kuyruğu dışındaki uzunluğu 8-13 cm, kuyruğu 8-10 cm olan orman kakırcasımn (Dryomys nitedula) rengi kızıl kahve, kuyruğu kabarık tüylüdür. Japon kakırcasımn (Glirulus Japonicus) başından kuyruğuna kadar koyu renkli bir çizgi uzanır.Türkiye'de en yaygın olarak görülen büyük kakırca ve orman kakırcasımn yanı sıra yüzünün yanlarında birer siyah çizgi bulunan, kahverengi tüylü meşe kakırcası (Eli- omys quercinus), bozkır kakırcası (E. mela- nurus), boz kakırca (Myomimus roachi) ve fındık kakırcası da yaşar.

Kakiemon porseleni, en çok Tokugava (Edo) döneminde (1603-1867), Hizen eyaletinde (Saga bölgesi), İmari limanı yakmla- nndaki Arita'da fırınlar kurmuş olan Sakai- da ailesinin ürettiği Japon porseleni. Tipik tabak, kâse ve vazoları genellikle sekizgen, altıgen ya da kare biçimlidir; bunun nedeni

belki de köşeli biçimlerin fırındaki çarpılma-larının yuvarlak biçimlere göre daha az belli olmasıdır. Sakaida ailesi Çinlilerin sır üstü tekniğinin sırrını öğrenene değin porselenler sır altı tekniğinde uçuk mavi renkli yapılıyordu. I. Sakaida Kakiemon, Kanei döneminde (1624-43) Arita'da sır üstü tek-niğini daha yetkin hale getirdi. Bu tekniğin uygulamayı sürdüren aile üyelerinin birço-ğunun Kakiemon adını taşımasından ötürü de üslup aynı adla tanındı. Kakiemon porse-lenlerinin tipik renkleri demir kırmızısı, açık mavi, mavimsi yeşil ve sandır; bazen de az miktarda yaldız kullanılır. 1680'lerden 1720'ye değin desenler belirgin biçimde asimetrik yapılmış, eşyanın büyük bölümü beyaz bırakılmıştır. En ünlü Kakiemon bezeme deseni yapraklı küçük dallardan ve küçük bıldırcın figürlerinden oluşur. Felemenkli tüccarların Avrupa'ya ithal ettikleri bu porselenler, aralarında İngiltere'deki Chelsea, Bow, Worcester, Almanya'daki Meissen ve Fransa'daki Chantilly imalathaneleri de olmak üzere çeşitli imalathanelerde üretilen ilk porselenlerin bezemesini oldukça etkilemiştir. Kakiemon porselenlerinin Avrupa'da pek çok kopyalan üretilmiştir. Bunlar, ender bulunan özgün Kakiemon porselenlerine göre Batı'da daha çok tanınır.Kakinada, KOKANADA olarak da bilinir, Hindistan'ın güney kesiminde, Andhra Pra- desh eyaletinin kuzeydoğusunda. Doğu Go- davari ilinin merkezi kent. Bir liman kenti

olmasına karşın, demirleme yeri 8-10 km açıklarda olduğundan, limanı günümüzde pek kullanılmamaktadır. Irmağın getirdiği alüvyonlarla sürekli büyüyen bir delta alanında yer aldığından limanın derinliğini 1,2-1,8 m'de sabit tutabilmek için deniz dibi sürekli taranmaktadır. Pamuk, yerfıstığı, şeker ve tütün ihracı yapılan kentte un ve demir fabrikası vardır; 1970'lerde deniz suyundan buharlaştırma yoluyla tuz elde eden bir tesis kurulmuştur. Kentte, Andhra Üniversitesi'ne bağlı yüksekokullar vardır. Nüfus (1991) 279.875.Kakinomoto Hitomaro, KAKİNOMOTO NO HITOMARO olarak da bilinir (ö. 708, Japonya), Japonya'nın ilk büyük edebiyatçısı sayılan ve yüzyıllardır ülkesinde derin saygıyla anılan şair. Zamanının en önemli iki şiir biçiminde (tanka ve çoka) yazdığı şiirler günümüze ulaşmış, büyük olasılıkla 5,7,7 hecelik iki üçlükten oluşan sedoka (başı yinelenen şiir) biçimini de kullanmıştır. İkincil bir şarkı biçimi olan sedoka'yı ilk kez edebiyata uyarladığı sanılmakta, ondan sonra da bu biçimin pek kullanılmadığı bilinmektedir. Özgünlüğü saptanabilmiş tanka (kısa şiir) biçiminde 61 ve çoka (uzun şiir) biçiminde 16 şiirinin yanı sıra gene ona atfedilen birçok başka şiir ilk ve en geniş Japon şiiri derlemesi olan Manyoşu'da (On Bin Yaprak Derlemesi) yer alır. Derleyicilerin notlarıyla birlikte yayımlanan bu şiirler, Kakinomoto Hitomaro'nun yaşamı konusundaki sınırlı bilgilerin başlıca kaynağıdır.Kakinomoto Hitomaro'nun Nara yakınlarında doğduğu ve büyüdüğü kabul edilir. Sarayda küçük bir görev alarak art arda iki imparator döneminde hizmet etti. En ünlü şiirlerinden bazılarında imparatorun etkinliklerini övdü. Daha sonra il yönetiminde memurluk yaptı. İvami yöresinde (bugün Şimane ili) öldüğü sanılmaktadır. Eldeki bilgilere göre en az iki kez evlenmişti.Japon toplumunun uygarlaşma sürecinde yazılı kültüre geçiş döneminde yaşayan Kakinomoto Hitomaro şiirlerinde ilkel şarkıların sıcaklığıyla yeni çağın incelmiş beğeni ve yazı teknikleri arasında olağanüstü bir denge kurmayı başardı. Yazılı kültür öncesi şarkılardan katı teknikleri, yalın betimlemeleri, sınırlı bir ilgi alam ve konu dağarcığım miras alarak bunlara yeni konular ve üsluplar kattı. Aynca konuyu ele alış tarzı ve ton üzerinde önemle durarak söz sanatında ve şiir yapısında bir bölümünü Çin şiirinden aldığı sanılan yeni teknikler geliştirdi. Uzun şiirlerin birçoğunda yaşanan zamanı, Japonya'nın ve Japon halkının kutsal geçmişine bağlayan görkemli bir "açılış" bölümüne yer verdi. Hitomaro'nun bütün şiirlerinde derin bir lirizm, insan sevgisi ve yurttaşlarıyla özdeşleşme göze çarpar. En önemli çalışmaları arasında yıkılan başkent Omi üzerine yazdığı şiir, Prens Karu'nun Aki ovalarına yaptığı geziyi anlatan kutlama, biri ilk kansının ölümü, öbürü de ikinci karısından ayrılması üzerine yazdığı iki şiir, Prens Takeçi'nin ölümüne ağıt ve Samine Adasında bulunan bir erkek cesedi üzerine yazdığı şiirdir.kakma, bezeme sanatında ahşap, metal ya da taş bir zemin ya da yüzey üstünde açılan yuvalara başka tür ya da renkte malzemeden ince tabakalar gömerek bir desen oluşturma tekniği. Mine işlerinden mobilya bezemesine

(dolap, koltuk, masa. Kuran mahfazası vb), çeşitli gündelik kullanım eşyasından (çekmece, rahle, silah vb) yapı

395 Kakongo Krallığı

öğelerine (kapı, kürsü, kepenk vb) kadar çok çeşitli yerlerde uygulanabilir. Kakma malzemesi olarak bağa, fildişi, sedef, çeşitli cinsten tahtalar ve madenler kullanılır. Tam anlamıyla kakma sayılmasa da marketöri ve Boulle işi(*) de sık uygulanan benzer

tekniklerdir. Ayrıca kaplamanın da bu teknikle yakın ilişkisi vardır.kakofoni bak. hoşses-betses

Kakogava, Japonya'da Honşu Adasının Hyogo ilinde (ken) kent. Kako Irmağının (gava) aşağı vadisinde yer alır. Tokugava (Edo) döneminde (1603-1867) zengin bir ırmak limanı olan Kakogava, 1888'de Sanyo, 1913'te de Banşu demiryolu hatlarının açılmasından sonra sanayileşmeye başladı. Önce gübre ve yünlü dokuma sanayileri, II. Dünya Savaşı'ndan sonra da demir, çelik, makine, iplik ve kimyasal madde üreten tesisler kuruldu. Aynı dönemde kentin kuzeyindeki tepelerde geniş bir konut alan' oluşturuldu. Harima Sanayi Bölgesi'nin bir parçasını oluşturan Kakogava'nm dışarıyla bağlantısını güneydeki Befu dış limanı sağlar. Nüfus (1990) 239.803.Kakongo Krallığı, 15. yüzyılda Afrika'nın Atlas Ökyanusu kıyılarında, Loango ve Ngoy krallıkları arasında kurulan devlet. Toprakları bugün Kabinda'nın bulunduğu bölgenin merkezinden, doğuda Zaire'ye kadar uzanıyordu. Krallığın başlıca kenti, 16. yüzyıldan sonra önemli bir köle ihraç merkezi olarak gelişen Malemba'ydı. 1700'den sonra sayıları giderek artan Fransız, İngiliz ve Portekiz ticaret gemilerinin uğrak yeri durumuna gelen limanı genişletmek için çalışmalar başlatıldı. Aynı dönemde "liman valisi" ile "ticaret ve Avrupalılarla ilişkiler başkanı" olarak adlandırılan krallık görevlileri, tahtla hemen hemen aynı nüfuz ve saygınlığa ulaştılar. Öte yandan kölecilik Kakongo Krallığı'nın toplumsal ve siyasal yapısında önemli değişikliklere^ neden oldu. Kişilerin saygınlıkları sahip oldukları köle sayısıyla ölçülmeye başlarken, soylu olmayan özgür kişiler özgürlüklerini yitirip köle durumuna düşmeye ya da soylular sınıfına yükselmeye başladılar. Gittikçe güçlenen soylular ise özerkliklerini ilan ederek kralı göstermelik bir güç durumuna getirdiler. Soyluların 1830'lardan sonra merkezî otoriteyle olan bütün ilişkilerini koparmalarıyla krallık dağıldı.

Sır üstü tekniği ile bezenmiş Kakiemon porseleni kâse, 17. yy sonu, Edo dönemi; Güzel Sanatlar Müzesi, Boston

Museum of Fine Arts, Boston

Ahşap üstüne sedef ve bağa kakmaHayati Tezel Koleksiyonu

Page 60: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kakoyannis, Mikhail 396

Kakoyannis, Mikhail (d. 11 Haziran 1922, Limasol, Kıbrıs), Yunanlı sinema yönetmeni. 1960'larda konularını Yunan tarihinden ve yaşamından alan uluslararası yapımlarla adını duyurmuştur. İngiltere'de hukuk öğrenimi gördü ve bir süre hukukçu olarak çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz yayın kuruluşu BBC için Yunanca programlar yaptı. Oyunculuk ve yönetmenlik okullarına gitti ve 1946'da sahneye çıktı. 1953'te Atina'ya giderek ilk filmi Kyriakatiko Ksypnima'yı (Pazarları Uyanmak) çekti. İkinci filmi Stella da (1955) Melina Mercouri'yi çağdaş bir Car- men rolünde oynattı. Ardından, fonda Yu-nanistan'daki gündelik yaşamın yer aldığı tutkulu ve duygu dolu iki film çekti.1960'larda uluslararası dağıtımcıların ilgisini çekecek filmlere yöneldi. Euripides'ten uyarladığı üçlemenin ilki olan Elektra (1961) uluslararası düzeyde ilgi gördü. Bu filmin müziklerini Mikis Theodorakis yapmış, görüntülerini Waiter Lassally çekmiş, başrolünde de İrene Papas oynamıştı. Ka-koyannis, başrollerini Anthony Quinn, Alan Bates ve İrene Papas gibi tanınmış oyuncuların paylaştığı İngiliz yapımı Zorba the Greek'le (1965; Zorba) dünya çapında başarı kazandı. Dört dalda Oscar'a aday gösterilen film, Lassally'ye en iyi görüntü ve Lila Kedrova'ya en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar'larını kazandırdı. Kakoyan- nis'in ABD yapımı olarak çektiği Euripides üçlemesinin ikinci filmi The Trojatı Wo- men'da (1972; Troyalı Kadınlar) Katharine Hepburn, Vanessa Redgrave ve İrene Papas rol aldı. Kakoyannis 1977'de Iphigeneia ile Euripides üçlemesini tamamladı.kaktüs, kaktüsgiller (Cactaceae) familya-sından, genellikle yapraksız, büyük ve etli gövdeleriyle ayırt edilen çeşitli bitkilerin ortak adı. Kurak bölgelere kolaylıkla uyum sağlayabilen bu bitkilerin büyük bir bölü-münün anayurdu Amerika'dır.Kaktüsler en iyi, hiç taze organik madde içermeyen, suyu tümüyle çekilmiş topraklarda yetişirlerse de, çeşitli toprak tiplerine de dayanıklıdırlar. Kurak bölgelerde yaşa-malarına karşın genellikle büyüme dönem-lerinde suya gereksinim duyan bu bitkiler saksıda yetiştirildiklerinde tümüyle susuz bırakıldıkları zaman diriliklerini kaybederler, aşın sulandıklarında ise ölürler. Bu gruptaki bitkilerin bazılarından besin ve ilaç olarak yararlanılır. Çeşitli Opuntia (kaynanadili) türlerinin meyveleri, özellikle de frenkinciri (O.ficus-indica) yemiş olarak tüketildiği gibi hayvan' yiyeceği olarak da kullanılır ve bu amaçla ılıman bölgelerde geniş ölçüde yetiştirilir. Gene halk arasında bazı kaktüs meyvelerinden içecek hazırlanır. Bileşiminde meskalin (halüsinojen etkili bir bileşik) bulunan bazı kaktüs türleri (örn. peyote kaktüsü) çok eskiden beri Kuzey Amerika Yerlilerinin dinsel ayinlerinde kullanılmaktadır. Kaktüslerin gövde yapılarında ilginç bir evrimleşme gözlenir. Gece çiçek açan Hylo- cereus undatııs'un, köşelerinde 5 cm eninde dalgalı kanatlar bulunan üç köşeli ve dikenli gövdeleri vardır; bu kanatların üzerinde kısa sürede dökülen küçük yapraklar çıkar. Kaynanadili türlerinde gövdeler yassılaşa- rak, uzaktan bakıldığında etli dev yaprakla- n andıran bir görünüm almıştır; oysa, narin yapılı gerçek yapraklar çıktıktan birkaç hafta içinde dökülür. Her yaprağın gövdeye bitiştiği yerde diken ve kılçıklarla kaplı, areol denen bir çıkıntı bulunur. Ayrıca pek çok kaktüs türünde de areol ve dikenlerle bezenmiş dilimli bir gövde yapısına rastlanır.Kaktüs gövdelerinin iç yapısı genel olarak ikiçeneklilerinkine benzer; büyütkendoku katmanı gövdenin iç kesimindeki odunsu dokularla dışına yakın dokular arasında yer alır. Ancak gövdenin büyük bölümü ince çeperli depo hücrelerinden oluşur; bu hücreler su kaybını önleyen jelatinimsi madde-lerle doludur. Kaktüslerin gövdeleri hem besin üreten, hem de depolayan organlardır.Bazı kaktüs türleri, toprak yüzeyinde oluş-turdukları küçük bitkicikler aracılığıyla

eşeysiz olarak üretilebilir; dokusal özellikleri uyan bazı kaktüs türleri ise birbirleri üzerine aşılanabilir. Kaktüslerdeki üreme esas olarak tohumlarla gerçekleşir. Areoller üzerinde tek tek çıkan çiçeklerinin birbirine benzeyen tüpsü çanakyapraklan ve taçyap- raklan, tek gözlü bir yumurtalığı ve çok sayıda tepeciğe bölünmüş boyuncuğu vardır. Tozlaşma rüzgârlar ya da kuşlar yoluyla olur; tozlaşma

ve döllenmenin ardından tohumtas- laklan tohumlara, yumurtalık da meyveye dönüşür. Tozlaşmadan hemen sonra çiçek tüpü düşer ve yerinde belirgin bir iz biralar.kakule (Ellettaria cardamomum), zence-filgiller (Zingiberaceae) familyasından çokyıl- lık otsu bitki ve bu bitkinin baharat olarak kullanılan kuru meyveleri. Hindistan'ın gü-neyindeki nemli ormanlarda kendiliğinden yetişen bu bitkinin Hindistan, Sri Lanka ve Guatemala'da yaygın olarak tarımı yapılır.Dallanmış bir toprakaltı gövdesinden çıkarak 3-5 m yüksekliğe erişen bu büyük yapraklı bitkinin mor damarlı beyaz dudak- lan olan 5 cm çapında, yeşilimsi çiçekleri ve uzunluğu 8-

15 mm arasında değişen, üç gözlü kapsül yapısında yeşil renkli meyveleri vardır; her bir meyvenin içinde kırmızımsı kahverengiden siyaha kadar değişen renklerde, sert ve böbreksi 15-20 tohum bulunur. Kâfuru hatır-latan hoş kokulu tohumlar başlıca bileşenleri sineol ve a - terpinil asetat olan yüzde 2-10 oranında uçucu yağ içerir.

Olgunlaşmadan hemen önce toplanan meyveler güneşte ya da özel fınnlarda

Çeşitli kaktüs örnekleriM. Pahl'ın çizimi

Kakule (Ellettaria cardamomum)W. H. Hodge

Page 61: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

398 Kalaçuri

kurutulur; bazen kükürt dumanıyla rengi ağartılır; daha sonra saplarından kurtarılarak temizlenir.Özellikle Yakındoğu ve Uzakdoğu ülkelerinde baharat olarak yaygın biçimde kullanılan kakuleden ayrıca iştah açıcı, hazmı kolaylaştırıcı ve gaz söktürücü ilaç olarak da yararlanılır.Gene aynı familyadan, Asya ve Afrika'da baharat olarak kullanılan, kimi zaman gerçek kakuleye karıştırılarak satılan Amo- mum, Aframomum ve Alpinia türlerine de kakule adı verilir.

Kâkuyiler, KÂKVEYHILER olarak da bilinir, 1008-1119 arasında Orta ve Batı İran'a egemen olan Deylemli hanedan.Hanedanın kurucusu, Isfahan valisiyken Büveyhilerin güçsüzlüğünden yararlanarak 1008'de bağımsızlığını ilan eden İbn Kâku- ye'dir (hd 1008-41). Asıl adı Alaü'd-Devle Muhammed olan İbn Kâkuye 1023'te He- medan'ı, 1028'de Rey'i aldı. 1029'da Gazne- li Mahmud'a bağlandı. Daha sonra bağımsızlığını kazanmak için giriştiği savaşta Gaz- neli ordusuna yenildi (1034). Gaznelilerin eline geçen İsfahan'ı uzun bir mücadele yürüterek geri aldı. Hükümdarlığının bu ikinci döneminde, veziri ve saray nazırı olan ünlü hekim ve filozof İbn Sina'nın önerisiyle Isfahan surlarını tahkim etti. Disiplinli bir ordu kurdu, bilginleri ve sanatçıları korudu.İbn Kâkuye'nin ölümünden sonra hanedan Isfahan ve Hemedan kollarına ayrıldı. İsfa-han'da tahta geçen büyük oğlu Ebu Mansur Feramurz (hd 1041-51), Büyük Selçukluların egemenliğini tanımak zorunda kaldı (1044) ve İsfahan'ın 1051'de Büyük Selçuklu başkenti olması üzerine ikta olarak Yezd ve Eberkûh'u aldı. Hemedan valisi olan I. Ebu Kalicar Gerşasb (hd 1041-49) Niha- vend'i merkez edinerek bir süre bağımsız kaldı. 1042'de Hemedan'm 1047'de de Kin- kavar'm Büyük Selçukluların eline geçmesi üzerine Büveyhilere sığındı. Sultan Mev- dud'un çağrısına uyarak küçük bir orduyla Gazne'ye giderken yolda öldü. Böylece Kâkuyilerin Hemedan kolu sona erdi. Hanedanın son üyeleri Ebu Mansur Ali (hd 7-1095) ve II. Ebu Kalicar Gerşasb (hd 1095-1119), Büyük Selçuklularla evlilik yoluyla akrabalık ilişkisi kurarak onlara bağlı kaldılar.

kal işlemi bak. ergitmekala, yılanyastığıgiller (Araceae) familya-sından, Zantedeschia türlerine verilen ad. Anayurdu Güney Afrika olan bu türlerin çoğu gösterişli yaprak ve çiçekleri nedeniyle

yaygın biçimde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Parlak beyaz renkli çiçekyaprağından (spata) ötürü gelinçiçeği adıyla da anılan kala ya da salon kalası (Z. aethiopica) çiçekçilikte çok

değerli türlerden biridir; bitkinin kalın bir köksaptan çıkan mızraksı yaprakları vardır. Yaprakları yüreği andıran yumru kala ya da rikardya (Z. elliottiana) koyu sarı, Z. rehmannii ise pembemsi-mor renklidir; her iki tür de süs bitkisi olarak yetiştirilir. Beyaz lekeli yapraklarıyla ilginç bir görünümü olan Z. albomaculata'mn çiçekyaprağı ise dip bölümünde morumsu kahverengi lekeler bulunan beyaz, sarı ya da pembe renklidir.Gene aynı familyadan bir su bitkisi olan Calla palustris de yaygın olarak kala adıyla anılır. Kuzey ılıman bölgelerin soğuk kesimlerinde ve kutupaltı bölgelerde su kenarlarında yetişen bu bitki yürek biçimli yapraklan, gösterişli beyaz çiçekleri ve parlak kırmızı renkli meyve salİcımlarıyla hoş bir görünüm sergiler; özsuyu güçlü bir zehir etkisi gösterir.Kala-i Sultaniye Antlaşması bak. Kale-i Sultaniye Antlaşmasıkalaazar, hayvanlardan insana tatarcığın (Phlebotomus) ısırmasıyla geçen Leish- mania donovarıi adlı tekhücrelinin bulaştırdığı kronik enfeksiyon hastalığı. Akdeniz bölgesi, Asya, Afrika ve Latin Amerika'da sık görülür. Akyuvar sayısında azalma (lö- kositopeni), hafif derecede kansızlık, kilo kaybı ve dalak büyümesine neden olur; serum proteinlerinin miktar ve türlerinde değişmeler görülür. Belirtiler etkenin vücuda girmesinden en az iki ay sonra ortaya çıkar ve giderek ağırlaşır. Bir iki yıl içinde tedavi edilmeyen hastaların yüzde 95'i sonradan gelişen farklı bir enfeksiyon nedeniyle ölür. Tedavide antimon bileşikleri ve aromatik diamidin bileşikleri kullanılır. Bu ilaçların yararlı olmadığı vakalarda Amfote- risin B'nin etkili olduğu saptanmıştır. Tatar-cıkla savaş hastalığın denetlenmesinde büyük önem taşır. Ayrıca bak. şark çıbanı.kalabarbaklası, baklagiller (Fabaceae) fa-milyasından, Batı Afrika kökenli çokyıllık, tırmanıcı bir bitki olan Physostigma veneno- sum'un zehirli tohumlarına verilen ad. Bitkinin salyangoz biçiminde kıvnk çiçekleri ve her biri iki ya da üç tohum içeren yaklaşık 15 cm uzunluğunda meyveleri vardır. Eskiden Yerliler tarafından ok zehiri yapımında kullanılan kalabarbaklası koli- nerjik etkili bir bileşik olan eserin(*) ve benzeri alkaloitleri içerir.kalabaşağacı (Crescentia cujete), Bigno- niaceae familyasından Amerika'nın tropik kesimlerinde genellikle süs amacıyla yetiş-tirilen ağaç. 7,5-15 m yüksekliğindeki

ağacın, uzunluğu 50 cm'ye varan iri meyveleri vardır; meyvelerin sert kabukları, içi boşaltılıp kap olarak kullanılır.

Kalabriyen Kat, Avrupa'nın Akdeniz böl-gesinde Pleyistosen Bölümde (y. 2,5 mil- yon-10 bin yıl önce) oluşan deniz çökellerinin başlıca bölümü ve bu kayaçların çökel- diği zaman dilimi. Sisilyen Katın altında yer alan Kalabriyen Kat, Pleyistosen yaşlı kara kökenli çökellerin dünyanın her yerinde rastlanan bölümü olan Villafrankiyen Katın en azından

bir bölümüne karşılık gelir. Adını İtalya'daki Calabria'da saptanan yüzey oluşumlarından alır. Yeni sınıflandırma sistemlerinde Kalabriyen Kat ile Sisilyen Kat arasına Emiliyen Kat eklenmiştir. Kalabriyen Kat, soğuk suda yaşayan omurgasız fosilleri içerir.

Kalaçlar bak. HalaçlarKalaçuri HANEDANI. Hindistan tarihinde farklı zamanlarda ve yerlerde hüküm sürmüş birkaç hanedanın ortak adı. Aynı ada sahip olmaları ve ortak bir atadan geldiklerine ilişkin yaygın inanç dışında hanedanların birbirleriyle ilişkisini gösteren çok az bilgi vardır.Bilinen ilk Kalaçuri hanedanı (İS y. 550- 620) Maharashtra'nın kuzeyi, Gucerat, Malva (Malava) ve Dekkan'm batısının bir bölümünde hüküm sürdü. Başkentlerinin Narmada Vadisindeki Mahishmati olduğu sanılmaktadır. Geniş bir alana yayılmış yazıt ve madeni paralarda bu hanedanın üyelerinden Krshnaraca, Şankaragana ve Buddharaca'nın adına rastlanır. Badami Çalukyalarının 7. yüzyılın başlarında güç- lenmesiyle birlikte yöredeki egemenliğini yitiren Kalaçuri hanedanının, Malva bölgesinde daha ileri bir tarihe değin varlığını koruduğu sanılmaktadır.Bir başka Kalaçuri hanedanı 1156-81 arasında Dekkan'da hüküm sürdü. Soyu Madhya Pradesh'teki Kalancara ve Daha- la'yı fetheden Krişna'ya dayanan hanedanın Karnataka'da egemen olmasını sağlayan, başlangıçta Banavasi, Nolambapadi ve Tarddevadi'de Kalyan Çalukyalarının hizmetinde çalışan ve Çalukya hükümdarı III. Taila'yı devirerek tahtı ele geçiren Bicca- la'ydı. Kalaçuriler, Biccala'nın oğullan So- meşvara ve Sankama'nın hükümdarlık dönemlerinde Karnataka'daki egemenliklerini korudular. Ama 1181'den sonra başa geçen Biccala'nın öbür iki oğlu Ahavamalla ve Singhana'nın hükümdarlığı sırasında iktidar aşamalı olarak Çalukyalara geçti. Kalaçuri- lerin Karnataka'daki hükümdarlığı kısa sürmekle birlikte, bu dönemde Lingayat ya da Viraşaiva adlı bir Hindu mezhebinin ortaya çıkması nedeniyle hanedan tarihsel öneme sahiptir.Kalaçuri hanedanlarının en ünlüsü Hindistan'ın orta kesiminde hüküm sürenidir. Merkezi antik Tripuri kenti (bugün Tevar) olan hanedanın 8. yüzyılın başlarında kurulduğu sanılmaktadır. Hanedanın ilk dönemlerine ilişkin fazla bilgi yoktur. Bilinen ilk kralları I. Kokalla'dır (hd y. 850-885). Kalaçuriler I. Kokalla'yla II. Kokalla'nın (hd y. 990-1015) hükümdarlıkları arasındaki dönemde iktidarlarını sağlamlaştırdılar ve öbür hanedanlarla ilişki kurdular. I. Kokalla'nın Pratiharalara, Uttar Pradesh'te yaşayan Kalaçurilere, Marvar'da yaşayan Guhi- lalara, Şakambhari'de yaşayan Çahamana- lara ve Vanga (Bengal) ile Konkan krallarına karşı kazandığı ileri sürülen zaferler gerçek olmakla birlikte, bir ölçüde abartılıdır. Dekkan'm güçlü Rashtrakuta haneda-

Kala (Zantedeschia aethiopica)Vesile Buket

Kalabaşağacı (Crescentia cujete)Bradley Smith - Photo Researchers

Page 62: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kalah 398

nıyla evlilik yoluyla ilişkiler kuran ve I. Yuvaraca döneminde (hd y. 915-945) olduğu gibi zaman zaman Rashtrakutalann içişlerine karışan Kalaçuriler, 9. yüzyılın ortalarından 11. yüzyılın sonlarına değin Güney Kosala, Kalinga, Gauda ve Vanga krallıklarına karşı düşmanca bir politika izlediler. Hanedanın kayıtlarında Gurcaralar, Çanda- lalar, Doğu Çalukyalar, Gucerat Çalukyala- rı ve başka hanedanlarla yapılan savaşlara ilişkin bilgi vardır.Yaklaşık 1015-41 arasında hüküm süren Gangeyadeva, geleneksel rakipleri Dakshi- nakoşala ile Orissa'yı yendikten sonra Vara- nasi bölgesini ele geçirmek için kuzeydeki Palalara bir saldın düzenledi. Aynca Kalyan Çalukyalanna karşı önemli bir başan kazandı. Gangeyadeva'nın oğlu Karna (hd 1041-73) ise maceracı olarak nitelenebilecek bir askeri politika izledi. Varanasi-Allah- âbad bölgesini tümüyle denetimi altına aldı ve Doğu, Güney, Orta ve Batı Hindistan'a askeri seferler düzenledi. Ama başarıları kısa ömürlü oldu ve onun ardından tahta geçen Yaşahkarna'yla (hd 1073-1123) Vica- yasimha'nın (hd 1188-1209) dönemlerinde Kalaçuriler güçlerini hızla yitirdiler. Bu dönemde Kalaçuri topraklarına giren komşu Gahadavalalar, Paramaralar ve Çandel- lalar 1211'den sonra Baghelkhand ve Daha- lamandala'nın büyük bölümünü ele geçirdiler.Tarihte bilinen iki Kalaçuri hanedanı daha vardır: Sarayupara Kalaçurileri ve Ratan- pur Kalaçurileri. Sarayupara hanedanı Sa- rayu (bugün Ghaghara) Irmağının kıyılarıyla Uttar Pradesh'teki Bahraiçh ve Gonda illerinde hüküm sürdü. 8. yüzyılın sonlarında iktidarı ele geçiren hanedan, krallığın yıkıldığı 11. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde Ghaghara ve Gandak ırmakları arasındaki bölgeyle Bahraiçh, Gonda, Basti ve Gorakhpur illerini de topraklarına katmıştı.Ratanpur Kalaçurilerinin yönetim merkezi başlangıçta Tummana (bugün Bilaspur ili), sonraları ise Bilaspur'un 26 km kuzeyindeki Ratanapura'ydı. Önceleri uzaktan akraba oldukları Tripura Kalaçurilerinin hizmetinde çalışan Ratanpur Kalaçurileri 11. yüzyılın başlarında iktidarı ele geçirdiler ve 12. yüzyılın başlannda I. Cacalladeva'nm hü-kümdarlık döneminde güçlenip iktidarlanm sağlamlaştırdılar. Hanedanın tarihine ilişkin belgeler kuruluşundan Pratapamalla'nın hü-kümdarlığına (y. 1188-1217) değin süreklilik gösterir. Bundan sonrasına ilişkin tek bilgi hanedanın 15. yüzyılda Ratanpur ve Raipur olarak iki kola aynldığıdır.Kalah, KALHU olarak da yazılır, bugün NIMRUD. Irak'ın Ninive ilinde (muhafaza), Musul'un güneyine düşen antik Asur kenti. 1845-51 arasında A.H.Layard'ın ortaya çıkardığı yerleşmede, daha sonra M.E.L. (sonradan Sir Max) Mallowan çeşitli kazılar yapmıştır (1949-58). İÖ 13. yüzyılda I. Şalmanezer'in Kurduğu Kalah, Kral II. Asurnasirpal'in (hd IÖ 883-859) burayı krallık sarayının merkezi ve Asur'un askeri başkenti olarak ilan etmesine değin önemsiz bir yerleşme olarak kaldı. Asurnasirpal'in 26 hektarlık bir alanı içine alan akropoliste başlattığı çalışmalar ve surlarla çevrili dış kent, oğlu III. Şalmane- zer ve öbür

krallar döneminde tamamlandı. Kentteki en önemli dinsel yapı olan Ezida İÖ 798'de Kraliçe Sammu-ramat (Yunan efsanelerindeki Semiramis) tarafından yaptırıldı. Yazı Tanrısı Nabu'nun (Nebo) ve eşi Taşmetum'un (Taşmit) tapmakları da bu yapının içinde yer alıyordu. Tapmağın kütüphanesinde ve ek yapısında çok sayıda din ve büyü kitabının yanı sıra Asurahiddina'nın (hd lö 680-669) son vasiyetini de içeren bazı belgeler bulunuyordu. Dış kentin en önemli yapısı 4,8 hektarlık bir cephanelik olan Şalmanezer Kalesi'ydi. Burada ve öteki yapılarda binlerce oyma fildişi bulunmuştur. İÖ 9. ve 8. yüzyıllardan kalma bu yapıtlar günümüzde dünyanın en zenginfildişi koleksiyonlarından birini oluşturmak-tadır.İÖ 7. yüzyılda Şarrukin hanedanının oturmak üzere Ninive'yi seçmesi üzerine, Kalah eski önemini yitirdi. Gene de İÖ 612'de Ninive'nin düşmesine değin önemini korudu.Kalahandi, Hindistan'ın doğu kesimindeki Orissa eyaletinin güneybatısında il. Yüzöl-çümü 11.835 knr'dir. Bir bölümü verimli topraklarla kaplı bir ovada, geri kalanı da Doğu Gat Sıradağlarının uzandığı engebeli bir arazide yer alır. İndravati ve Tel ırmaklarının suladığı il topraklarında pirinç, buğday ve öteki tahıllar yetiştirilir. Ormanlardan kereste, bambu ve salağacı elde edilir. Kalahandi'de zengin mineral yatakları bulunmakla birlikte, bunlar henüz işletilme- mektedir. Belkhandi ve Gudahandi'de arkeolojik kalıntılar ortaya çıkarılmıştır. İlin merkezi Bhavanipatna'da eski bir saray ve fen bilimleri yüksekokulu vardır. Nüfus (1981) 1.339.192.Kalahari, Afrika'nın güney kesiminde, büyük bir bölümü kumla kaplı havza biçiminde çöl alanı. 260.000 knr'den fazla bir alanı kaplar. Kuzeyde Zambezi Irmağını besleyen kollar doğuda Transvaal ve Zim- babve platoları, güneyde Orange Irmağı, batıda da Namibia platolarıyla çevrilidir.Kalahari'ye "'çöl" yerine susuz bölge demek daha doğrudur. Kumluk olmakla birlikte yaygın bir bitki örtüsüne sahip bölgede, Ökavango Deltasının kollarıyla beslenen Boteti Irmağı ve kolları dışında kalıcı bir yüzey suyu görülmez. Bölgenin yüzde 90'ından fazlasını, rüzgâr ve sularla taşman kumlar kaplar. Deniz düzeyinden 900-1.100 m yükseklikte yer alan Kalahari'nin yüzey şekilleri genelde tekdüze bir görünüme sahip olmakla birlikte, güneydoğuda, güneybatıda ve kuzeybatıda yer yer eski kayaçların kalıntılarından oluşmuş tepeler yükselir. Bölgenin kuzeydoğu kesimindeki Makgadikgadi (eskiden Makarikari) çöküntü alanı, tabanı kumsu alkali killerle kaplı iki büyük çukurdan oluşur. Makgadikgadi yöresinin batı kesiminde yer alan Ntwetwe Tuzlasındaki barkan(*) kumulları bölgedeki tek doğal kumul oluşumudur. Boteti Irmağının güneyinde eski ırmak vadileri yer alır. Bu vadiler daha sonra yerlerini çayırlarla kaplı çukurluklara ve düzlüklere bırakır. Alçak enlemlerde yer alan bölgelere özgü sıcak step ikliminin hüküm sürdüğü bölgede gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok yüksektir. Yağış yöresel ve düzensizdir; kış gecelerinde de don olaylarına sık rastlanır.Kalahari'nin doğal bitki örtüsü ağaç, bodur çalı ve öbek halinde otlarla tabana yakın kesimlerde yetişen sürünücü, tırmanıcı, yumrulu ve soğanlı bitkilerden oluşur. Bölgede çeşitli antilop türleri, zürafa, zebra ve fil gibi hayvanlar yaşar. Nüfusun dağınık ve seyrek olduğu Kalahari'de nüfusun büyük bölümünü Bantu dilleri konjışan Afrikalılar oluşturur; bölgede ayrıca büyük bir San topluluğu ile az sayıda Avrupalı yaşar. Büyük yerleşmeler arasında düzenli yollar bulunmakla birlikte, bölgenin büyük bölü-münde yollar kesintili ve yetersiz olduğundan ulaşım ancak kamyon gibi güçlü araçlarla yapılabilir.Kalais ile Zetes, Yunan mitolojisinde Boreas ile Oreithyia'nın kanatlı ikiz oğulla- n. Argonotlarla birlikte Trakya'daki Salmi- dessos'a vardıklarında, kız kardeşleri Kleo- patra'yı o ülkenin kralı olan kocası Phineus tarafından atıldığı hapisten kurtararak öz-gürlüğe kavuştururlar. Bir başka öyküye göre

ise, Phineus'u Harpyalardan kurtarırlar. Argonotların dümencisi Tiphys'le tartıştıkları için Tenos Adası yakınlarında Herak- les tarafından öldürülürler. Kalais, Campa- nia'daki Cales'in kurucusu sayılır.Kalakaçaryakatha (Öğretmen Kalaka'nın Öyküsü), Caynacılığm Şvetambara tarikatında kutsal metinlerin dışında kalan bir yapıt. Kalaka (ya da Kalakaçarya) efsaneleri dizisi İS y. 12. yüzyıl ya da öncesinde ortaya çıkmış, Sanskrit, Prakrit, Apabh- ramşa ve Gucerat gibi dillerde değişik biçimleri yazılmıştır. Çoğu resimlenmiş olan yazmalar 12-16. yüzyıllar arası Batı Hint minyatürcülüğünün en iyi örneklerini içerir. Değişik anlatımlar genellikle Kalaka'nın yaşamındaki dört olayı ele alır: Kız kardeşi rahibe Sarasvati'yi kaçıran kötü kalpli Uc- cayini (bugün Uccain) kralı Gandabhilla'yı Şakaların yardımıyla tahttan indirişi; Par- yushana şenliğinin tarihinin bir gece ileri almışı; Kalaka'nın kendini beğenmiş bir keşiş olan öğrencisinin öğrencisi Sagaraçan- dra'yı azarlayışı ve tanrıların kralı Şakra'nın (İndra) önünde nigoda (görünmez küçük varlıklar) öğretisini açıklayışı. Uzun süre bu efsanelerin Kalaka adlı üç ayn öğretmenden kaynaklanmış olabileceği düşünülmüşse de yakın tarihli araştırmalar gerçekte tek bir Kalaka olduğunu göstermiştir. Bu kişi pek çok metin yazmış ve İÖ 57'den en az 20-30 yıl önce yaşamıştır. Bugün Arya Şyama ile aynı kişi olduğuna inanılmaktadır.Kalakaua, tam adı DAVID KALAKAUA (d. 16 Kasım 1836, Honolulu - ö. 30 Ocak 1891, San Francisco, ÂBD), 1874-91 arasında Hawaii kralı.Ardında bir vâris bırakmadan ölen V. Kamehameha'nın yerine tahta aday gösterildi (1873). Ama yasama meclisi William Charles Lunalilo'yu kral seçti. Ertesi yıl Lunalilo'nun ölümü üzerine tahta geçen Kalakaua, hükümdarlığı boyunca ABD yanlısı bir politika izledi. 1876'da ABD'yle bir karşılıklı işbirliği antlaşması imzaladı. Ertesi yıl ABD'ye Pearl Harbor'da bir deniz üssü kurma ayncahğı tanıdı.Adı çeşitli yolsuzluklara karışan ve izlediği politikayla ırkçılığı körükleyen Kalakaua, geleneklere dayalı mutlakıyetçi bir yönetim kurmak için çaba gösterdiyse de, artan muhalefet karşısında 1887'de meclise karşı sorumlu hükümetlerin kurulmasını öngören yeni anayasayı yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Ama yönetimine karşı sürdürülen muhalefet giderek güçlendi ve 1889'da silahlı bir ayaklanmaya dönüştü. Kalakaua, 1891'de ABD'ye yaptığı bir ziyaret sırasında öldü. Ülkedeki karışıklıklar, yerine geçen kız kardeşi Liliuokalani'nin hükümdarlığı sırasında da sürdü ve 1893'te düzenlenen bir darbeyle krallık yönetimi yıkıldı.

kalakbaşlılar (Rhynchocephalia), Triyas (y. 225-190 milyon yıl önce) ve Jura (y. 190-136 milyon yıl önce) dönemlerinde ortaya çıkan ve günümüzde yalnız Yeni Zelanda'da yaşayan tuatara(*) türüyle temsil edilen sürüngenler takımı.

Yazımı aynı olan başlıklar kişiler, yerler, kavram,

kurum ve nesneler biçiminde sıralanmıştır.

Kalalar bak. Valarkalamar, Teuthoidea takımını oluşturan 10 kollu kafadanayaklılann ortak adı. Hemen hemen tüm denizlerde bulunan bu omurgasız hayvanların hem etkin biçimde yüzebilen, hem de akıntılarla sürüklenen türleri vardır. Uzunluktan dokunaçlarıyla birlikte

Nimrud'da II. Asurnasirpal'in sarayının kapısındaki kanatlı boğa kabartması, Metropolitan Sanat Müzesi, New York

kentiMetropolitan Museum of Art, New York

Page 63: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

yaklaşık 1,5 cm'den başlayarak 20 m'nin üstüne kadar çıkar.Kalamarların başı kısa, gövdesi uzundur. Kollanndan ikisi ince ve uzun yapılı doku-naçlara dönüşmüştür. Dokunaçların genişleyen ucunda dişli ve keratin halkalı dört sıra vantuz (çekmen) bulunur. Çoğunda vücuda destek sağlayan telek biçimli ve keratinli bir iç kabuk vardır. Son derece karmaşık bir yapısı olan ve insan gözüne yakın özellikler taşıyan gözleri genellikle başın iki yanına yerleşmiştir.Kalamarların yaşam biçimleri ve davranıştan hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır. Bazıları yumurtalarını yüzeye yakın su bitkilerine yapıştırırken öbürleri deniz dibine bırakır. Bazı türlerde yumurtadan çıkan kalamarlar erişkine benzer; öbürleri yumurtadan çıktıktan sonra bir larva evresinden geçer. Işıldama özelliği olan türlerin sayısız ışık organı (fotofor) vardır. Bu özelliğin aynı türden bireylerin birbirini tanımasına ve avın dikkatini çekmeye yaradığı sanılmaktadır.Sayılan son derece kabarık olan kalamarlar kaşalot ve kemiklibahklar gibi birçok hayvanın yanı sıra insanların da besin kaynaklan arasındadır.

Kalamâta, KALÂMAI olarak da bilinir, Yu-nanistan'da, Messenia ilinin.(nomös) merkezi kent. Peloponnesos'un güneyinde bir sanayi ve liman kentidir. Nedhon Irmağı (potamös) kıyısında, Messeniakos Körfezinin (kölpos) girişinde yer alır. Peloponnesos'un Pâtrai'den sonraki başlıca ihracat limanı ve Messenia piskoposluğunun merkezidir. Küçük yolcu gemilerinin uğradığı kentte eskiden beri ipekli kumaş, un, içki ve tütün üretilir. Kent, Messenia Ovasında yetiştirilen ünlü Kalamâta zeytini, frenküzü- mü ve öteki meyveler için bir pazar merkezidir. Pâtrai ve Atina'yla demiryolu bağlantısı olan kentte bir de havaalanı vardır.10. yüzyılda bir Bizans yerleşmesi olan Kalamâta, IV. Haçlı Seferi'nden (1198- 1204) sonra, Villehardouin ailesinin fief i haline geldi (1208); günümüzde kentin dışındaki bir tepede yer alan şato Villehardouin ailesi tarafından yaptırılmıştır. Venedikliler Kalamâta'yı önce Osmanlı-Venedik Savaşı (1463-79) sırasında, daha sonra da 1685'te işgal ettiler. Kent, Peloponnesos'ta 1770 ve 1821'de başlayan ayaklanmaların merkezi oldu. 1824'te, Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki kuvvetler tarafından yağmalandı. Yunanistan'daki İngiliz kuvvetleri 1941'de Kalamâta üzerinden ülkeyi terk ettiler. Nüfus (1981) 42.075.Kalamazoo, ABD'de, Michigan eyaletinin güneybatı kesimindeki Kalamazoo ilinin (county) merkezi (1830) kent. Kalamazoo Irmağı kıyısında, Grand Rapids'in 80 km güneyinde yer alır. 1829'da Titus Bronson bölgede bir kulübe yaptığı zaman, burada, büyük olasılıkla yöredeki ivintiler nedeniyle, Kee-Kalamazoo (Yerli dilinde "kaynayan su") olarak bilinen bir kürk ticaret merkezi bulunuyordu. Önceleri Bronson adıyla anılan yerleşmenin adı daha sonra Kalamazoo olarak değiştirildi. Resmî bir tapu dairesinin kurulması ve Michigan Merkezî Demiryolu'nun (1846) bölgeye ulaşmasından sonra hızla gelişmeye başlayan kent, 1850'lerde Hollandalı çiftçilerin yetiştirdiği kerevizle tanındı. Kentte 1874'ten sonra önem kazanan kâğıt sanayisinin yanı sıra ilaç, araba parçaları ve metal eşya üretilmektedir. Başlıca yükseköğrenim kurumları Kalamazoo College (1833), Batı Michigan Üniversitesi (1903), Nazareth College (1924) ve Kalamazoo Valley Community College'dır (1966). Eski yollann,

eski bir çiftlik avlusunun ve yöreye ilk yerleşen göçmenlere ait restore edilmiş bir çiftlik evinin bulunduğu alan koruma altına alınıp halkın ziyaretine açılmıştır. Nüfus (1990) kent, 80.277; metropoliten alan, 223.441.Kalambo Çavlanı, Afrika'da hiç kesintisiz olarak dökülen en yüksek ikinci çavlan (en yükseği Güney Afrika'da Tugela Çavlanı). Doğu Afrika'da, Tanzanya-Zambia sınırında, Tanganika Gölünün güneydoğu kıyısı yakınlarında, Kalambo Irmağı üstünde yer alır. 215 m'den dökülen çavlan, ırmağın 10 km'lik bölümünde görülen 917 m'lik inişin bir parçasıdır. Uçurumun dibi, ender bulunan dev marabuların üreme yeridir. Kalambo Boğazından çıkarılan ilkel aletlerin tarihi, karbon-14 testiyle İÖ 300 bin olarak saptanmıştır.kalamin, başlıca iki çinko mineralinin ortak adı. Kalamin adı daha sonra terk edilmiş ve bu iki mineral hemimorfit(*) (hidratlı çinko silikat) ve smitsonit(*) (çinko karbonat) olarak adlandırılmıştır.kalamin pirinci, bakır parçacıklarının odunkömürü ve kalamin ya da smitsonit gibi bir çinko cevheriyle, kapalı bir potada akkor sıcaklıkta (y. 1.300°C ya da 2.400°F) ısıtılmasıyla elde edilen bir bakır çinko alaşımı. Cevher, bakırın içinde yayman bir

399 Kalaşnikov

çinko buharına indirgenir. Önce Anadolu' da geliştirilen bu yöntem, İÖ 1000'lerden beri pirinç üretiminde kullanılagelmiştir. Romalılar da pirinç sanayisini bu yönteme dayalı olarak kurmuşlardı. Kalamin pirinci, bakımı çinko ile birlikte eritilmesiyle elde edilen pirinçten daha değerli kabul edildiğinden, bu yöntem, çinko metalinin bulunmasından çok sonra 18. yüzyıla değin kullanılmıştır. Ayrıca bak. pirinç.Kalamukhalar bak. Kapalikalar ve Kala- mukhalarKalanchoe, damkoruğugiller (Crassulace- ae) familyasından etli süs bitkilerinin oluşturduğu cins. Bryophyllum ve. Kitchingia cinsleri de bazı uzmanlarca bu cins içinde smıflandınlır.K. tomentosa, K. marmorata, K. pinnata, K. beharensis, K. daigremontiana ve K. fedtschenkoi türleri alışılmadık yapraklarıy- la oldukça ilgi çekicidir. K. blossfeldiana' dan türetilen rengârenk çiçekli çeşitler, uzun süre solmayan çiçekleri nedeniyle özellikle kışın çok satılan saksı bitkileridir. Kalanchoe türleri yaprak ve gövde çeliklerinden kolaylıkla çoğaltılabilir; etli bitkiler oldukları için fazlaca su gereksinimleri olmayan, ancak güneşli yerleri seven bu türler bakımları kolay olduğu için evlerde yaygın olarak yetiştirilir.Kalantiyaw Yasa Derlemesi, İspanyollar- dan önceki Filipinler kültüründen günümüze ulaşmış az sayıdaki yazılı belgeden biri. 1433'te yazıldığı sanılan ceza yasası niteli-ğindeki bu derleme 1614'te Panay Adasında bulunmuştur.Belirli ahlaki ve toplumsal suçlar için uygulanacak cezaları saptayan 18 maddeden oluşur. Verilecek ceza işlenen suçun ağırlığına göre küçük bir para cezasından, doğranarak timsahlara atılmaya kadar değişir. Kutsal ağaçları kesmek, gece yürüyüşleri sırasında şarkı söylemek ve beyaz maymunları öldürmek gibi suçların çoğu Filipinler' deki eski dinsel inançlara ışık tutar.Kalasin, Tayland'ın Kuzeydoğu bölgesinde il (changwat) ve il merkezi kent. Korat Platosu üzerinde yer alır. Kalasin kenti Pao Irmağının doğu kıyısında, Khon Kaen'den Sakon Nakhon'a uzanan ana karayolunun üzerinde yer alır. 6.947 km2'lik bir alanı kaplayan ilin sularını Pao ve Yang ırmakları toplar. İlde çiftlik hayvanları beslenir ve karpuz yetiştirilir. Irmak vadilerinde yetiştirilen başlıca ürün pirinçtir. Nüfus (1986 tah.) 32.436; (1980) il, 722.581.Kalaşnikov, AK-47 olarak da bilinir, dünyada yaygın olarak kullanılan Sovyet yapısı saldırı tüfeği. Adını tasarımcısı Mihail Ti- mofeyeviç Kalaşnikov'dan (d. 1919) alır. AK harfleri

"otomatik Kalaşnikov"un Rusça karşılığı olan "Automat Kalaşnikov" sözcüklerinin baş harflerini, 47 ise tasanm- landığı yıl olan 1947'yi simgeler. Otomatik ya da yarı otomatik olarak kullanılabilir ve orta güçte 7,62 mm'lik mermi atar. Mermi çapı Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'n- ca (NATÖ) kullanılan ölçüyle aynı olmakla birlikte, kovanı daha kısa, daha hafif ve daha az güçlüdür. Bu nedenle geri tepmesi de daha hafiftir.AK-47 iyi tasarımlanmış, kısa bir silahtır. Namlusunun üzerinde yer alan ayrı bir gaz dönüş borusu ve 30 mermilik kutu biçiminde uzun bir mermi haznesi vardır. Çevrim- sel atış hızı dakikada 600 atıştır. Biı'çokKalat 400

ülkede iki temel tasarımı üretilmektedir. Bunlardan birinde kabza ahşap, öbüründe ise katlanabilir ve metaldir.1980'lerin başlarında Varşova Paktı ülkele-rinde AK-47'lerin yerini, daha gelişmiş bir model olan ve daha iyi nişan alma olanağı sağlamakla birlikte işleyişi temelde aynı olan AKM tipi tüfekler almaya başladı. AK-47 ve geliştirilmiş modeli olan AKM, SSCB ve öteki sosyalist ülke ordularının yanı sıra dünyanın çeşitli yerlerinde bağımsızlık mücadelesi veren gerillaların temel silahı olma niteliğini korumuştur. Silahın üretildiği ülkeler Rusya, Bulgaristan, Çin Halk Cumhuriyeti, Macaristan, Kuzey Kore, Polonya ve Romanya'dır.

Kalat, Pakistan'ın Belucistan eyaletinde kent, ilçe ve il. Afganistan'daki Kalat-ı Gilzaî ile karıştırılmaması için, yerel olarak Kalat-ı Beluci ve efsanevi kurucusunun anısına Kalat-ı Seva adlarıyla da anılan kent, Kalat Vadisinin batı ucunda yer alır. Kalat kenti, Shas-i Mardan Tepesinin ovaya doğru yaptığı bir çıkıntıda kurulu küçük bir alışveriş merkezidir; karayoluyla Ketta, Pasni ve Karaçi'ye bağlanır. Kalat hanlarının sarayının bulunduğu kalenin (Miri) içindeki eski yerleşmenin 1935 depreminde kısmen yıkılmasından sonra, kent bugünkü yerine taşınmıştır.15. yüzyılda Mirvarilerin eline geçen Kalat, 1839'daki İngiliz işgaline değin Umman kökenli Mirvari Ahmedzai hanlarının başkenti olarak kaldı.Yüzölçümü yaklaşık 18.000 km2 olan Kalat ilçesi 1955'te oluşturulmuştur. Büyük ölçüde dağlık bir alanı kaplayan ilçede uzun ve dar vadilerin ayırdığı sıradağlar yer alır. Mastung gibi bazı verimli vadiler, ırmaklar, kâriz denen yeraltı su kanalları ve kaynaklarla sulanır. Yazlar serin, kışlar ise soğuk ve karlı geçer; yıllık yağış miktarı yeterli düzeydedir. Buğday, arpa, kavun, kocadan ve çeşitli meyvelerin yetiştirildiği ilçede kömür (Spezand yakınları), demir cevheri ve sülfür çıkarılır. Yerel ürünler arasında halı, nakış işleri, deri eşyalar, palmiye ağacından yapılmış çanta ve hasırlar sayılabilir. Seyrek olan nüfus Brahui ve Beluci halklarından oluşur. Eskiden yerel bir hükümdarlık olan Kalat, gelişmesinin doruğuna 16. yüzyılda, Delhi (Kandehar) sultanlanna bağlı olan Ahmedzai hanları döneminde ulaştı. 19. ve 20. yüzyıllarda hanların yönetimindeki topraklar sürekli daraldı ve Kalat 1948'de Pakistan'a bağlandı. Kalat, Huzdar, Las Bela ve Haran ilçelerinden oluşan Kalat ilinin yüzölçümü 187.000 km2'dir. Huzdar'daki Chalavan'da, Kud Irmağının hemen batısında yapılan Nindovari kazılarında, İndus Vadisi uygarlığıyla (İÖ 3-2. binyıllar) aynı döneme rastlayan Külli kültürüne ait yerleşmeler ortaya çıkarılmıştır. Nüfus (1981 geç.) kent, 11.000; ilçe, 333.000; il, 1.020.000.

Kalat Cermo bak. CermoKalaupapa, MAKANALUA olarak da bilinir, ABD'nin Hawaii eyaletinde, Molokai Adasının kuzey kıyısında yarımada. 26 knr'lik bir platoyu kaplayan Kalaupapa tarıma elverişli değildir. Yükseklikleri 600 m'ye varan uçurumlarla adanın öteki kesimlerinden ayrılır. Yarımadanın doğusunda bulunan ve bugün terk edilmiş olan Kalavvao köyü, 1866'da Kral V. Kamehameha tarafından bir cüzam kolonisi olarak kuruldu. Belçikalı misyoner Damien 1873'ten 1889'a değin burada yaşayarak

Kalamarlardan lllex coindetı, öne doğru yüzerkenDouglas P Wilson

Page 64: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

cüzamlılara yardımcı olmaya çalışmış, bu davranışıyla sonraki yıllarda koloniye yerleşen gönüllülere örnek olmuştu. Günümüzde bir cüzam hastanesi bulunan ve tamamı cüzamlılara ayrılan yarımada ABD Sağlık Bakanlığı tarafından yönetilmektedir. Kalavvao ili (co- unty) olarak anılan bölge resmî bir yönetime sahip olmadığından eyalet meclisinde Maui ilinin bir bölümü olarak temsil edilir.kalaverit, sülfür minerallerinin krennerit grubundan bir altın tellür minerali (AuTe2). Krenneritin(*) yapısal olarak değişime uğ-ramış bir biçimi olduğu kabul edilir. Çoğun-lukla, yapısındaki altının bir bölümünün yerini gümüş almış durumdadır. Genellikle

düşük sıcaklıklarda oluşmuş damarlarda bulunur. Bunun en belirgin örneklerine, Avustralya'daki Kalgoorlie'de, ABD'de Colorado'daki Cripple Creek'te ve adını aldığı California'daki Calaveras ilinde rastlanır. Monoklinal sistemde kristalleşir. Ay- nntılı fiziksel özellikleri için bak. sülfür mineralleri (tablo).Kalavun, KALAUN olarak da bilinir, tam adıEL-MANSUR SEYFEDDIN EBU'L-MAALI EL-KALA-VUN EL-ALFİ (ö. 1290, Kahire yakınlan), Mısır Memlûk sultanı (1279-90). Burci Memlûklere dayanan ilk hükümdardır.Eyyubiler döneminde Kıpçak'tan Mısır'a götürülen bir köleydi. 1247'de azat edildi ve Eyyubi ordusuna asker olarak alındı. Kısa sürede askeri yeteneğiyle dikkati çekti ve Memlûk Devleti'nin kuruluş yıllarında, özellikle I. Baybars döneminde (1260-77) İlhanlılara ve Doğu Akdeniz ile Güneydoğu Anadolu'daki küçük devletlere karşı önemli başarılar elde etti. 1280'de çocuk yaşta tahta çıkan Adil Bedreddin Selemiş'in naipliğine atandı. Aynı yıl bir saray darbesiyle iktidarı ele geçirdi. Suriye'de ayaklanan Şungurü'l-Aşkar'la barış yaptıktan sonra İlhanlı, Frank ve Ermeni birliklerinden oluşan müttefik bir orduyu Humus'ta yendi (30 Kasım 1281). İlhanlı hükümdan Arguıı' un Memlûklere karşı Hıristiyan Batı dünyası ve Franklarla ittifak oluşturmaya çalışması üzerine, Frank kontluklarıyla yaptığı antlaşmaları bozarak 1285'te Lübnan'a girdi ve birçok kabileye boyun eğdirdi. 1287'de de Sungurü'l-Aşkar'ın üzerine yürüyerek onu hükümdarlığından vazgeçmeye zorladı. Trablüsşam kontu VII. Bohemond'un ölümünden sonra çıkan iç karışıklıklardan yararlanarak Trablusşam'ı ele geçirdi (1289). Bu arada Nübye (Sudan) kralı Şemamum'u iki kez yendiyse de bölgede kalıcı bir etkinlik kuramadı. Akkâ'yı almak için yaptığı hazırlıklar sırasında öldü.Suriye'de Memlûk egemenliğini pekiştiren Kalavun, Çerkeş kölemenlerden oluşan ve el-Burc hisarına yerleştikleri için Burciler olarak adlandırılan güçlü bir ordu kurdu. Bahri Memlûklerinden olan komutanların sultanı seçme yetkisini kaldırarak yönetimin kendi soyuna geçmesini sağladı. Ayrıca bayındırlığa önem vererek Kahire, Şam, Halep ve Baalbek'te yeni yapılar yaptırdı. Kahire'deki Kalavun Medresesi ve Türbesi diye anılan ve bir medrese, türbe ve hastaneden oluşan yapılar topluluğu bıraktığı yapıtların en önemlisidir.

Kalavun Medresesi ve Türbesi, KALAVUN CAMISI olarak da bilinir, beşinci Memlûk sultanı Kalavun'un 1283-85 arasında bugünkü Kahire kentinin bulunduğu yerde yaptırdığı yapı

topluluğu. Bir medrese, türbe ve hastaneden oluşur. Bugün yıkıntı halindeki hastane Memlûk döneminin en önemli yapılarından biridir. Kabaca kuzey-giiney doğrultusundaki bir koridorun batısında medrese, doğusunda türbe yer alır. İkisinin kapıları karşılıklı yerleştirilmiştir. Medresenin şadırvanlı avlusunun güney kenarında büyük bir eyvan vardır. Burası iki ayak sırasıyla, üç sahna ayrılmıştır. Orta sahnın dibinde bir de mihrabı bulunan bu mekân mescit olarak kullanılır. Bunun karşısında, yani avlunun kuzey kenarında daha küçük bir eyvan bulunmaktadır. Öteki kenarlar boyunca öğrencilerin hücreleri sıralanır. Kare planlı türbeye zarif alçı işleriyle bezeli bir kapıdan geçilir. Türbenin başlangıçta büyük olasılıkla ahşap olan kubbesi, dört ayak ve dört sütunu birbirine bağlayan sekiz tane kemer üstüne oturur. Böylece kare mekânın içinde bu sekizgeni saran bir çevre koridoru ortaya çıkar. Bu plan düzeni Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı anımsatır. O dönemde az rastlanan at nalı kemerler yapının her yerinde kullanılmıştır.Yapıların dış cepheleri Norman kiliselerini andırır biçimde düşey kemerli düz nişlerle bezenmiştir. Bu nişlerin içine renkli camlı pencereler yerleştirilmiştir. Tepeleri maz-gallarla biten duvarlar, kabartma geometrik desenlerle donatılmıştır.

kalay (Sn), periyodik tablonun IVa grubunda (karbon grubu) yer alan kimyasal element; gümüşsü beyaz renkli, yumuşak bir metaldir. Günümüzde lehimlerde, gıda ürünlerinin saklandığı çelik kutuların kaplanmasında ve yatak metallerinde yaygın olarak kullanılır.Bulunduğu yerler, özellikleri ve kullanım alanları. Kalayın bakirli alaşımı olan tuncun kullanımı çok eski çağlara dayanır. Irak'ta İÖ 3500'lere ait yüzde 10-18 oranında kalay içeren tunç aletlere rastlanmıştır. İÖ 1500'lerde Kafkasya'da ve daha sonra İran' da, İngiltere'de, Fransa'da ve İspanya'da kalay madenciliği yapıldığına ilişkin kanıtlar vardır. Fenikelilerin İÖ 1100'lerde ticaret yoluyla tunç kültürünü Doğu Akdeniz'e yaydıkları düşünülür. 9. yüzyılda Malezya ve Çin, 18. yüzyılda Endonezya ve Tayland gibi bölgelerde de kalay madenleri açılmıştır. 20. yüzyılın başlarında da Bolivya, Zaire ve Nijerya'da önemli kalay yatakları bulunmuştur.Yerkabuğundaki volkanik kayaçlarda yaklaşık milyonda bir oranında bulunan kalay, doğada çoğunlukla, bir kalay oksit minerali olan kasiterit cevher yatakları biçiminde bulunur; bununla birlikte kimi yerlerde doğal metal kütlelerine de rastlanmıştır. Ağır ve kimyasal etkilere karşı dayanıklı olan kasiterit, çoğunlukla su akışının çok yavaş olduğu akıntılarda büyük plaser çö- kelleri oluşturur. Kalay bu cevherin yansımalı fırınlarda kömürle indirgenmesi yoluyla elde edilir. Kalay kaplı hurda malzemelerden kalayı geri kazanmak için çeşitli işlemler geliştirilmişse de bunlar genellikle ekonomik değildir.

Cripple Creek yakınlarında bulunan kuvars içinde kalaverit örneği, Colorado

B.M. Shaub

Page 65: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kalay zehirli olmayan, sünek ve dövülgen bir metaldir ve haddeleme, döndürme ve ekstrüzyon gibi çeşitli soğuk işlem teknikle-riyle işlenebilir. Havadaki oksijenle hemen tepkimeye girerek koruyucu kalay (IV) oksit katmanını oluşturduğundan, açığa çıkarıldı-ğında kalay rengi değişmez. Erime noktasının düşük olması ve demir, çelik, bakır ve bakır alaşımlarının temiz yüzeylerine sıkıca tutunabilmesi nedeniyle yükseltgenmeyi ön-leyici kaplama malzemesi olarak kullanılır. Kalay, beyaz (beta) kalay ve gri (alfa) kalay olmak üzere iki ayrı biçimde bulunur. Beyaz kalayın sünek ve dövülgen olmasına karşılık gri kalay toz halindedir ve kullanımı yaygın değildir. Gri kalay 13,2°C'nin üstünde beyaz kalaya dönüşür; 100°C'nin üstünde bu dönüşüm çok hızlı gerçekleşir. Parlak beyaz metalin düşük sıcaklıklarda ani olarak gri biçime dönüşmesi ise "kalay vebası" olarak adlandırılır. Bu dönüşüm -50°C'nin altında çok hızlıdır. Bu nedenle metalin çok soğuk bölgelerde kullanılması ciddi sorunlara yol açar. Ama ticari değeri olan yüksek tenörlü kalay cevherlerinde kalayla birlikte yer alan az miktarlardaki antimon, bizmut, bakır, kurşun, gümüş ve altın bu dönüşmeyi önler.Beyaz kalay tetragonal, gri kalay ise elmas gibi izometrik (kübik) sistemde kristalleşir. Kalay, büküldüğünde kristallerin birbirine sürtünmesi sonucu kendine özgü bir ses çıkarır. Kuvvetli asit ve bazlardan kolayca etkilenir ama nötr çözeltilerden çok fazla etkilenmez. Klor, brom ve iyotla kolay tepkimeye girmesine karşılık, flüorla oda sıcaklığında çok yavaş tepkir. Arı halde kalay başta teneke yapımında olmak üzere dökme demir, bakır ve bakır alaşımlarından yapılan eşyaların kaplanmasında, damıtık su borularında, elektrik sigortası tellerinde, diş macunu, tıraş kremi gibi malzemelerin doldurulduğu tüplerde, elektrikli kaplama işlemlerinin anotlarında, düz cam yüzdürme havuzlarında, levha ve folyolarda kullanılır. Kalayın bakır, kurşun, antimon, bizmut, kadmiyum, gümüş gibi metallerle kolaylıkla oluşturduğu alaşımlardan da pek çok alanda yararlanılır. Kalay, tenekeden sonra en çok yumuşak lehimlerde kurşunlu alaşım olarak kullanılır. Bir yatak alaşımı olan Babbitt metali (beyaz metal) kalay temelli bakır ve antimon içeren bir alaşımdır. Sünekliği ve kolay işlenebilirliği pek çok metalden üstün olan sert kalay da (kral madeni) antimon ve bakır içeren bir kalay alaşımıdır ve ev araçları yapımında uzun yıllardır kullanılmaktadır. Çeşitli baskı işlemlerinde kullanılan hurufat alaşımı ise değişen oranlarda kalay, antimon ve kurşundan hazırlanır. Tunç, kalay oranı fazla bir tunç türü olan çan alaşımı, fosforlu tunç ve basınçlı döküm alaşımı da önemli kalay alaşımlarıdır. Ni- yobyumlu alaşımı ise 18 K (-225°C) gibi düşük sıcaklıklarda bile kullanılan bir üstün- iletkendir ve bu özelliğini çok güçlü magne- tik alanlarda bile korur. Düşük nötron soğurma özelliği olan zirkonyuma yüzde 1,5 oranında kalay katılarak elde edilen yenime karşı dayanıklı zirkalay-2 alaşımı, soğutucu olarak basınçlı su kullanan nükleer reaktörler için uygun bir yapı malzemesidir.Cevher hazırlama, ergitme ve arıtma. Birikinti çökellerinden elde edilen derişkiler doğrudan ergitilebilir; ama yüzde 40-60 oranında kalay içeren maden damarlarındaki çökeller önce altı yanma odalı Herreshoff finnmda 650°C-760°C'de kavrulur ve daha sonra hidroklorik asitle yıkanarak kükürt ile öbür metal katışkılardan temizlenir. Yıkama ve kurutmadan da geçen cevher ergitilmeye hazır duruma gelir. Kalay diok- sitin karbonla indirgendiği sıcaklıkta demir gibi başka metallerin oksitleri de indirgenerek kalayla sert bileşikler oluşturduğundan; kalay, ergitme sıcaklığında çok akışkan bir yapı kazanarak tuğlamsıların (refrakter) gözeneklerini doldurduğundan ve fırın kap- lamalarıyla tepkimeye girerek cüruf oluşturduğundan, ergitme iki aşamada gerçekleştirilir. İlk aşamada bir yansımalı (döner alevli) fırın ya da yüksek fırında birincil ergitme yapılır, ikinci aşamada da cüruf ve kaymak yeniden işlem görür. Kesikli bir işlem halinde sürdürülen ergitme işlemi, 1.200°C-1.300°C'de 10-12 saatte tamamlanır, daha sonra fırının

içindekiler bir çöktürücü- ye alınır ve üstteki cüruf genellikle bir dökme demir potaya çekilir. Çöktürücünün altındaki erimiş kalay ise arıtılmak üzere çubuklar halinde dökülür. Yüzde 10-25 kalay içeren cüruf aynı tür bir fırında, ama bu kez 1.480°C gibi daha yüksek bir sıcaklıkta yeniden ergitilir. İndirgeyici olarak çok ince öğütülmüş antrasitten yararlanılır; öte yandan malzemenin erimesini ve indirgenmesini kolaylaştırmak üzere firma kireçtaşı ve demir metali de katılır. Günümüz-de kalay ergitme işlemleri 3 fazlı modern Heroult ark fırınlarında yapılmaktadır. Ergitme sonunda elde edilen ham kalay ısıyla ya da elektroliz yoluyla arıtıldığı son bir işlemden geçer. Isıyla arıtmada, ham kalay küçük bir yansımalı fırında erime noktasının üstüne kadar ısıtıldıktan sonra bir kaynatma kazanma alınır. Erime noktalan kalaydan daha yüksek olan metaller fınnda cüruf halinde kalır. Erimiş kalay kaynatma kazanında buhar ve basınçlı havayla karıştırıldığında geri kalan katışkılar hafif bir cüruf oluşturur ve ergitmeye geri gönderilir. En az yüzde 99,8'lik arı kalay kalıplara dökülerek külçe haline getirilir. Elektroliz yoluyla arıtılan kalayın arılık derecesi, fınnlarda arıtılana göre daha yük-sektir (yüzde 99,99'un üzerinde). Genellikle kalay temelli alaşımlar halindeki hurda metalden de yılda birkaç bin ton kalay geri kazanılmaktadır. Kalayın 24 izotopu saptanmıştır. Doğal kalay 10 kararlı izotopunun kanşımı halinde bulunur; bunlar kalay-112 (yüzde 0,96), kalay-114 (yüzde 0,66), kalay-115 (yüzde 0,35), kalay-116 (yüzde 14,30), kalay-117 (yüzde 7,61), kalay-118 (yüzde 24,03), kalay-119 (yüzde 8,58), kalay-120 (yüzde 32,85), kalay-122 (yüzde 4,72) ve kalay-124'tür (yüzde 5,94).Bileşikleri. Kalay +2 ve +4 değerlikli olduğu iki ayn bileşik dizisi oluşturur. Ticari açıdan önemi olan kalay II bileşikleri şunlardır: Kalaylamada ve polimerlerin, boyaların üretiminde indirgeyici olarak kullanılan kalay (II) klorür (SnCb), kaplamada ve kimyasal ayıraç olarak kullanılan kalay tuzlarının üretiminde başlangıç maddesi olan kalay (II) oksit (SnO) ve diş macunlarının başlıca bileşeni olan kalay (II) flüorür (SnF2). +4 değerlikli öbür kalay tuzlarının üretiminde başlangıç maddesi ve parfümlerde kararlılaştırıcı olarak yaygın biçimde kullanılan kalay (IV) klorür (SnCU) ve çelik parlatma tozu ile bazı sanayi işlemlerinde katalizör olarak yararlanılan kalay (IV) oksit (SnC>2) ise kalayın +4 değerlikli olduğu önemli bileşikleridir. Kalayın karbonla bağ oluşturduğu 500'den çok organokalay bileşiği vardır. Organoka- lay kararlaştırdılar, polivinil klorürün ışık ve ısı karşısında değişmesini önleyici malzeme olarak kullanılır. Ayrıca çok sayıdaki başka organokalay bileşiği de zararlı öldürücülerinin ve mantar ilaçlarının başlıca bileşenidir.atom numarası 50atom ağırlığı 118,69erime noktası 231,88°Ckaynama noktası 2.260°C yoğunluğu

(beyaz) 7,31 gr/ml(gri) 5,75 gr/ml

yükseltgenme durumları + 2, + 4elektronların yerleşimi 2-8-18-18-4 ya da

ls22s22p63rV 3dI04s24p64/°5j25p2

kalay folyo, gıda maddelerinin paketlen-mesinde kullanılmak üzere kalaydan hazırlanan ince metal yaprak. Kalayın insan vücudu üzerinde, zehirleyici herhangi bir etkisi yoktur. Elektrik devrelerinde kullanılan kapasitörlerin yapımında da kalay folyodan yararlanılır. Ayrıca bak. folyo.kalay kaplama, siyah vernikle kaplanmış teneke ve sert kalaydan süs ya da kullanım eşyası. Eritilmiş kalay ya da ' kalay-bakır

alaşımına daldırılan demir ya da çelik teneke levhalar çaydanlık, tepsi, semaver ve şamdan gibi çeşitli ev ve süs eşyası biçiminde işlenirler. Bu malzemeler daha

sonra yöreye göre farklılık gösteren, ama genel olarak beziryağı, kurutucu maddeler ve boyalarla hazırlanan siyah vernikle cilalanır.İngiltere'deki en önemli kalay kaplama ürünler Pontypool işi olarak bilinenlerdir. Bunlar Allşood ailesinin Pontypool'daki imalathanesinde, daha sonra da Monmo- uthshire'daki Usk'ta üretilmiş ve gerek parlaklıkları, gerekse dayanıklılıklanyla ün kazanmıştır. Bu niteliklere Allgood ailesi zanaatçıları çeşitli deneyler sonucunda ulaş-mışlar ve aynı zamanda kendilerine özgü bir teneke üretme tekniği de geliştirmişlerdi. Pontypool'daki imalathaneyi 1732 dolayla- nnda Edward Allgood kurmuştu. Burada kalay eriyiğine daldırılmış ince demir levhalardan yapılan süs ve günlük kullanım eşyası, beziryağı, ombra (kahverengi bir demir oksidi) ve doğal kurşun oksidinden (mürdesenk) bir karışımla vernikleniyor, renkli bezemeye zemin oluşturan koyu renk ise asfalt ya da kömür katranıyla elde ediliyordu. Birkaç kat vernik sürülen eşya çoğunlukla üç hafta kadar bir süre içinde birçok kez düşük sıcaklıkta fırınlanıyor ve sonuçta cila ısıya oldukça dayanıklı hale geliyordu.Pontypool işi çaydanlık, tepsi, tabak ve süs eşyası daha çok Çin figürleriyle bezenirken, Usk'ta üretilenlere kır sahneleri işleniyordu. Pontypool'daki imalathane 1822'de kapandı; Usk'taki ise 40 yıl daha üretimini sürdürdü. Pontypool işlerinin en zengin koleksiyonu Cardiff'teki Gal Ulusal Müzesi ile Gwent'teki Newport Müze ve Sanat Galerisi'nde bulunmaktadır. İngiltere dışında kalay kaplama eşya üretilen başlıca merkezler Hollanda'da Ze- ist ve Hoorn, Fransa'da Paris ve ABD'de Pennsylvania'dır. 18. yüzyılın ilk yarısında Avrupa'da başlayan, kısa bir süre sonra da ABD'de yaygınlaşan kalay kaplama ticareti 19. yüzyılın sonlarında sona ermiştir.kalay sırlı seramik 402

kalay sırlı seramik, KALAY MINELI SERAMIK olarak da bilinir, içine renk verici madde katılmadığı zaman beyaz olan opak bir sırla kaplı seramik. Fayans(*), majolika(*) ve Delft seramiği(*) de bu tür seramiklerdendir. Aslında bu, kalay oksit eklenerek saydamlığı giderilmiş kurşun sırıdır. Kalay sırın, pişirilmiş toprak kaptaki renk kusurlarını örtmek amacıyla geliştirilmiş olduğu kesindir. Kalay sırlı kapların bezemesi

ingiliz işi kalay kaplama çay takımı, y. 1800Helga Studio, Boston

402 kalay kaplama

Page 66: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

genellikle yüksek ısılara dayanıklı boyalarla yapılır. Ama pişirildikten sonra sırlanmadan boyanan kurşun sırlı seramikten farklı olarak kalay sırlı seramik, bir kez pişirildikten sonra sıra batırılıp öyle boyanır. Bundan sonra seramik, daha düşük bir ısıda ikinci kez pişirilerek boya ile sırın kalıcı biçimde birbirine kaynaşması sağlanır. Bazen boyanmış bezemenin üstüne sürülen saydam bir kurşun sır üçüncü kez pişirmeyi gerektirir. Kalay sırın kurşun sırdan üstünlüğü, pişerken akmaması ve böylece de renk verici maddelerin bulanıklaşmasına yol açmamasıdır. Sakıncası ise (taze sıva üstüne yapılan fresklerde olduğu gibi) sır yüzeyinin, düzeltmeleri olanaksız kılacak ölçüde emici olmasıdır. 18. yüzyılda Alman kalay sırlı seramikleri sır üstü boyalarıyla ya da porselende olduğu gibi boyanın pişirilmiş sırın üstüne uygulanmasıyla bezeniyordu. Bu tip seramikler zaman zaman fayans- porselen olarak adlandırılmıştır.Asurların bulduğu ve yaklaşık İS 9. yüzyılda Mezopotamya yöresinde yeniden canlanan kalay sırlı seramik, Müslüman İspanya'ya ve Mayorka Adası yoluyla da majolika adıyla tanındığı İtalya'ya yayıldı. Özellikle Faenza'da yapılanlar başta olmak üzere çok beğenilen İtalyan majolikası 16. yüzyıl başlarında Fransa'da taklit edildi. İlkin Fransız kalay sırlı seramikleri ve daha sonra İspanya, İskandinavya ve Almanya' da yapılan seramikler için kullanılan fayans sözcüğü Faenza kentinin adından gelmektedir. 17. yüzyılın başlarında Felemenk'te Delft kentinde yapılan kalay sırlı seramik, İngiltere'ye de buradan geçti. Felemenk ve İngiltere'de üretilen kalay sırlı seramiklerin Delft seramiği adıyla bilinmesinin nedeni budur.Mısır'da yapılan mavi sırlı seramiklerle Yakındoğu ülkelerinde üretilen çinilere fayans denmesinin yanlış olması gibi, İtalyan üslubunda, ama İtalya dışında yapılan kalay sırlı seramikleri belirtmek için majolika sözcüğünün kullanılması da doğru olmayan bir tanımlamadır.

kalbur, tahıl, kuru bakliyat ve başka iri taneli maddeleri büyüklüklerine göre ayırmak ya da içindeki yabancı maddeleri ayıklamak için kullanılan büyük delikli ya da seyrek telli araç. Eski dönemlerde kalburların gözenekli bölümleri dayanıklı bitki saplarından, delik açılan hayvan derilerinden, iplik gibi ince ince kesilip bükülmüş deri kaytanlardan ya da at kuyruğu kıllarından yapılırdı. Bugün bu iş için teller kullanılır. Kalburun kasnağı ise ince ve bükülebilir ahşaptan ya da seyrek olarak tenekeden yapılır. Ayrıca bak. elek.

kalburluborular, çiçekli bitkilerde, soy- mukdokuyu oluşturan en önemli hücre grubu. Çekirdekleri parçalanarak kaybolmuş, uzun silindir ya da boru biçimli bu canlı hücrelerin enine çeperleri kalbur gibi deliklidir. Kalburluboruların başlıca işlevi besinlerin (özellikle şekerlerin) iletilmesi- dir. Eğreltiotlan ve iğneyapraklılar gibi basit yapılı damarlı bitkilerde, iletim görevini daha ilkel elemanlar olan kalburlu hücre demetleri üstlenir. Kalburluboru elemanları genellikle çekirdek içeren arkadaşhücrele- riyle yan yana bulunur; arkadaşhücrclcri kalburluborularla aynı ana hücreden oluşur. Kalburluborularla birlikte işlevlerini yürüten arkadaşhücreleri, bu hücrelerden ayrıldıklarında ölürler. Basit yapılı damarlı bitkilerin kalburlu hücrelerinin gerçek arkadaşhücreleri yoktur. Ayrıca bak. soymuk- doku.

kalça, anatomide uyluk kemiği (femur) ile leğen kemiğinin arasındaki eklem ve bu eklemin çevresindeki bölgenin ortak adı. Uyluk kemiğinin yuvarlak başı kalça kemiğinin asetabulum adlı yuvasına oturur. Bu eklem bacağa serbest dönme hareketi yaptırabilen yumrulu yuvalı eklem türüdür. Amfibyumlar ve sürüngenlerde kalça kemeri görece zayıf olduğu için uyluk kemiği vücut ağırlığını taşıyamayacağından yere dikey değil paralel uzanır. Bu durum vücudun yerçekimine karşı yeterli direnç oluşturmasına engel olduğu için bu hayvanlarda gövdenin bir bölümü genellikle yerdedir. Memelilerde uyluk kemiğinin kalça eklemine dikey olması hayvanın kendini yerden kaldırmasını sağlar, koşma ve atlamayı kolaylaştırır. Ayrıca bak. bacak.

kalça kası, GLUTEUS KASI olarak da bilinir, insan kalçasında üst ucu kalça kemiğine, alt ucu uyluk kemiğinin üst bölümünde yer alan büyük çıkıntıya yapışan kasların ortak adı.Kalçanın yüzeyinde yer alan büyük kalça kası, oldukça geniş ve kalındır. Kirişleri yukarıda kalça kemiği ile kuyruksokumu ve sağrı kemiklerine, aşağıda kalça kemiğinden kaval kemiğine uzanan bağ ile uyluk kemiğinin üst bölümüne yapışır. Başlıca işlevi, otururken ayağa kalkma, koşma ve tırmanma gibi hareketlerde uyluğu doğrultmak ve dış yana çevirmektir.Daha aşağıda yer alan orta ve küçük kalça kasları, kalça kemiğinden uyluk kemiğine uzanır; her ikisi de uyluğun vücuttan uzak-laşmasına yardımcı olur. Bu kasların öndeki bölümleri uyluğu iç yana çevirirken, arkadaki lifler 'de doğrulmasını ve dış yana dönmesini sağlar. Yürürken ya da koşarken bir bacak havaya kalktığında karşı tarafın küçük ve orta kalça kasları kasılarak kalçayı aşağıya çeker ve aşağı inmeye başlayan bacağı da kaldırır.Orta kalça kasının kesilerek zedelenmesi ya da felce uğraması durumunda kalçanın aşırı bir şekilde yana hareket etmesi ve öbür yandaki kalçanın düşüklüğü nedeniyle hasta aksayarak yürür.Kaide, KHALDEA olarak da yazılır, Asur dilinde KALDU. Babil dilinde KAŞDU. İbranice KASDDİM, Babil'in güneyinde Eski Ahit'te de sık sık sözü edilen bölge. Arabistan Çölü ve Fırat Deltası arasında, Basra Körfezini çevreleyen toprakları kapsıyordu.Kaide adının geçtiği ilk kaynak Asur kralı II. Asurnasirpal'in (hd İÖ 883-859) vakayi- namesidir; daha önceki belgelerde bölgeden Basra olarak söz edilir. İÖ 850'de Kalde'ye saldıran Asur kralı III. Şalmanezer, "Kaldu Denizi" olarak adlandırdığı Basra Körfezine kadar ulaştı. II. Şarrukin'in Asur tahtına çıktığı İÖ 721'de, Bit-Yakin (Kalde'nin bir yöresi) hükümdarı Kaideli II. Mardukapal- iddina (Kitabı Mukaddes'te Merodak-bala- ban) Babil tahtını ele geçirerek, Asur'un baskısına karşın, İÖ 710'a değin başta kalmayı başardı. Sonunda kaçmak zorunda kalınca, Bit-Yakin Asur'un denetimi altına girdi.Asur'un gerilemeye başlaması üzerine, Nabupolassar adlı yerli bir vali, İÖ 625'te halkın desteğine dayanarak Babil hükümdarı oldu ve İÖ 539'daki Pers istilasına değin başta kalan Kaide hanedanının temelini attı. Nabupolassar'ın ardından tahta çıkan II. Nebukadnezar'ın (hd İÖ 605-562) ve Nabunaid'in (hd İÖ 556-539) başarılı yöne-

timleri, "Keldani" (Kaideli) ve "Babilli" sıfatlarının eşanlamlı hale gelmesini sağladı. Birçok eski yazar "Keldani" terimini aynı zamanda klasik Babil edebiyatı, özellikle de geleneksel astronomi ve astroloji eğitimi almış rahipleri ve öteki kişileri tanımlamak için kullanmaya başladı.kaldera (İspanyolca caldera: "kazan"), çapı birkaç yüz metre ile birkaç kilometre arasında değişen ve iç kenarları uçurumlarla çevrili, geniş, çanak biçiminde volkanik çöküntü. Kalderalar çoğunlukla bir yanardağ konisinin tepe bölümünün, alttaki magma (erimiş kayaç) katmanının püskürmelerle boşalması sonucunda çökmesiyle oluşur. Yanardağ püskürmeleri sonucunda birçok koni birden çökebilir ve sonuçta yanardağın üst bölümü yok olarak büyük bir boşluk ortaya çıkabilir. Eskiden, bu püskürmelerle birlikte dağın tepesinin havaya uçtuğu sanılırdı; ama sonraki incelemeler, dağın tepesindeki kayaçların pek az bir bölümünün dışarı atıldığını, geri kalanının ise ortadaki boşluğun içine çöktüğünü açığa çıkardı. İzleyen evrede, küçük patlamalarla kaldera- nın tabanında küçük koniler oluşabilir ve bunlar daha sonraki bir aşamada suyla dolarak, ABD'de Oregon'daki Crater Gölü gibi bir göle dönüşebilir.Volkanik bölgelerde daha sarp, profili daha düzensiz ve genellikle kalderalardan daha büyük başka çöküntülere de rastlanır. Bunların çoğunlukla yerkabuğundaki tektonik hareketler, örneğin kırık ya da çatlak~ oluşumları sonucunda ortaya çıktığı sanıl-maktadır; bu nedenle bunlara yanardağ- tektonik çöküntüleri denir. Ama bu oluşumların gelişmesinde, ani lav püskürmelerinin de kısmen etkili olduğu kabul edilir. Bunun en belirgin örnekleri, Yeni Zelanda' daki Rotorua-Taupo Havzası ile Sumatra' daki Toba Gölü havzasıdır.kaldıraç, LEVYE ya da MANIVELA olarak da bilinir, kol kuvveti etkisinin artırılmasında kullanılan basit makine. İlk çağlarda insanlar, ağır kayaların oynatılması ya da toprağın kazılması amacıyla çeşitli kaldıraç türleri geliştirmişlerdi. Kuyulardan su çekmekte

fındık F

kullanılan serenlerde de kaldıraç ilkesinden yararlanılır; bu aygıt, ortasına yakın bir yerinden bir desteğe hareketli biçimde yer-leştirilmiş olan ve bir ucuna ağırlık, öteki ucuna ise kova asılı bulunan uzun bir sırıktan oluşur. Herhangi bir kimse, bu düzeneğin uzun kolunu aşağıya bastırarak, kendi ağırlığının birkaç katı kadarını kaldırabilir. IÖ 1500'lerde Mısırlıların ve Hintlilerin, kuyudan su çekmekte ve askerlerin korunakların üstünden aşırılmasında, bu tür kaldıraçlardan yararlandıkları bilinmektedir.İÖ 5000'lerde Mısır'da geliştirildiği sanılan bir başka ilginç kaldıraç türü de, tartı işlerinde kullanılan terazidir. Bu aygıt da, tam ortasından hareketli biçimde desteklenen ve bir ucuna standart bir ağırlık, öteki ucuna ise, ağırlığı ölçülecek cisim asılan bir koldan oluşur.Çizimin sol tarafında,/noktasındaki desteğin üzerinde kolayca hareket edebilen bir kaldıraç görülmektedir; bu düzeneğin yardımıyla a noktasına F kuvveti uygulayan bir kimse, b noktasında, uyguladığı kuvvetten daha büyük bir P kuvveti elde edebilir. Örneğin, af uzunluğu bf uzunluğunun beş katıysa, P kuvveti de F kuvvetinin beş katı olur. Çizimin sağ tarafında ise, uçlarından / noktasında bir pimle birleştirilmiş iki koldan oluşan bir fındık kırıcı görülmektedir; bu aygıtta eğer af uzunluğu bf uzunluğunun üç katı olursa, b noktasında etkiyen P kuvveti, a noktasında uygulanan F kuvvetinin üç katı olur.

(Üstte) Delft seramiği tabak, 17. yy, Felemenk; (altta) sır altı tekniğiyle bezenmiş İngiliz Delft seramiği tabak, y.

1700; Bristol, Victoria ve Albert Müzesi, Londra(Üst) Connoisseur VVİnnetka III, (alt) Victoria and Albert Museum, Londra;

fotoğraf. EB Inc.

iki kaldıraç türü

403 kalenderleme

Page 67: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kaldırıcı, ağır yüklerin kaldırılıp indirilme-sinde kullanılan mekanik aygıt. Kaldırıcılardan kimi zaman yüklerin yatay doğrultuda hareket ettirilmesinde de yararlanılır. Kaldırıcılar çoğunlukla palanga sistemiyle çahşır. Palanga, bir ya da daha çok sayıda sabit makara ile üzerinde kanca ya da benzeri bir bağlantı öğesi bulunan hareketli bir makaradan ve bu makaraları birbirine bağlayan kablo ya da kayış düzeneğinden oluşur. Kaldırıcılar insan gücüyle ya da elektrik motoruyla hareket ettirilebilir. Fabrikalarda ve depolarda, genellikle yere ya da duvara yerleştirilmiş elektrikli kaldırıcılar kullanılır.kaldırıcı kas, vücudun herhangi bir bölümünü. kaldırmaya yarayan kasların ortak adı. İnsan vücudundaki başlıca kaldırıcı kaslar ağız köşesini yukarı kaldıran kas, leğen bölgesindeki iç organları yerinde tutan kas, her iki cinste anüs kanalını ve kadında dölyolunu büzen kas, solunum sırasında kaburgaları yukarı kaldıran kaslar, üst dudağı kaldıran kaslar, üst göz kapağını kaldıran kas, erkekte prostat bezini destekleyen ve işemeyi denetleyen kas, kürek kemiğini kaldırıp içe ve dışa çeviren kas ile ağızda yumuşak damağı yukarı kaldıran kastır.Kaldor, Nicholas, BARON (d. 12 Mayıs 1908, Budapeşte, Avusturya-Macaristan - ö. 30 Eylül. 1986, Cambridge, İngiltere), Macar asıllı İngiliz iktisatçı. Keynes sonrası iktisatçıların önde gelen temsilcilerinden biridir.Varlıklı bir avukatın oğluydu. Budapeşte' de ve London School of Economics and Political Science'da öğrenim gördü; 1932-47 arasında aynı okulda ders verdi. Ulusal İktisadi ve Toplumsal Araştırma Enstitüsü'n- de araştırma asistanlığı yaptıktan (1943- 45) sonra, Alman sanayisinin savaş sırasında bombardımandan gördüğü zararı saptamak için ABD'nin İngiltere'de görevlendirdiği iktisadi plancıların başına getirildi (1945). Savaştan sonra Avrupa Ekonomik Komisyonu'nun (ECE) Araştırma ve Planlama Bölümü'nün müdürü olarak Cenevre' de bulundu (1947-49). 1949'da Cambridge' deki King's College'a öğretim üyesi olarak atandı ve 1966'da aynı üniversitede adına bir kürsü kuruldu. Başkanlığını Lord Rad- cliffe'in yaptığı Kraliyet Vergi Komisyo- nu'nda çalışırken (1951-55) İşçi Partisi'nin iktisat politikalarının oluşturulmasına katkıda bulundu. Ünlü yapıtlarından An Ex- penditure Tax (1955; Harcama Vergisi), bu komisyonda yaptığı, ama benimsenmeyen bir vergilendirme önerisinin kitap haline getirilmiş biçimidir. 1950'lerde ve 1960'larda özel iktisat danışmanı olarak Hindistan (1956), Türkiye (1962) ve İran (1966) gibi ülkelerde bulundu. Ayrıca İşçi Partili maliye bakanlarına (1964-68; 1974- 76),

partinin muhalefette bulunduğu 1980'lerde de parti lideri Neil Kinnock'a iktisat danışmanlığı yaptı. 1974'te baron unvanıyla ömür boyu Lordlar Kamarası üyeliğine seçildi. İngiltere'nin Muhafazakâr başbakanı Margaret Thatcher'ın parasalcı politikalarına şiddetle karşı çıkan Kaldor'un son kitaplarından biri olan The Scourge of Monetarism (1982; Monetarizmin Kırbacı), bu politikaların eleştirisine ayrılmıştır.Kaldor'un Türkiye iktisat tarihi bakımından önemi, 1962'de Devlet Planlama Teşkilatının (DPT) önerisi ve hükümetin davetiyle geldiği Türkiye'de, Türk vergi sistemi üzerine yazdığı rapordan ileri gelir. Kaldor, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nm finansmanının yoğun biçimde tartışıldığı o günlerde planlı kalkınmanın önündeki başlıca engelin tasarruf yetersizliği olduğu saptamasından yola çıkarak, tarımın hızla mo- dernleştirilmesini ve etkili bir biçimde vergilendirilmesini savundu. Bunun için önerdiği yöntem, tarımsal gelirleri toprak sahiplerinin beyanlarına göre değil, toprağın coğrafi ve fiziksel özelliklerine bakılarak saptanacak bir "potansiyel verim" ve buna denk düşen gelir düzeyine göre vergilemekti. Kaldor'un önerdiği bu "arazi vergisi", dönemin İnönü başkanlığındaki koalisyon hükümeti içinde sert tepkilerle karşılaştı ve reddedildi. Bunun üzerine DPT'nin ilk kalkınma planını hazırlayan uzman ve yöneticilerden bir bölümü görevlerinden ayrıldılar.Kaldy-Nagy, Gyula (d. 1927, Nagydem), özellikle Osmanlı tarihi ve Türk-Macar ilişkileri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Macar Türkolog. Budapeşte Üniversitesi'nde Türkoloji öğrenimi gördü. Türk tarihi ve paleografyası ile Budin maliye defterleri üzerinde araştırmalar yaptı. İstanbul'da Başbakanlık Arşi- vi'nde ve Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde çalıştı (1963-64). Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde ders verdi (1966-67). 1974'te Budapeşte'de Eötvös Lorand Üniversitesi'nde Studia Turco-Hun- garica adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Başlıca yapıtları arasında, Rechungsbücher tür- kischer Finanzstellen in Buda 1550-1580 (1962; Budin'de Türk Mali Makamlarının 1550-1580 Yıllarına İlişkin Defterleri), Magyarorszagi török adösszeirâsok (1970; Kanuni Devri Budin Tahrir Defteri [1546- 1562], 1971), Szüleyman Szultan (1973; Sultan Süleyman) sayılabilir.

Kale, Akdeniz Bölgesi'nde, Antalya iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Eskiden Kaş'a bağlı bir bucak olan Kale, 19 Haziran 1987 tarihli ve 3392 sayılı yasayla ilçe yapılmıştır. Kale (eskiden Zümrütkaya) Belediyesi 1968'de

kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 20.656; kent, 13.793. Ayrıca bak. Demre.

Kale, Ege Bölgesi'nde Denizli iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Yüzölçümü 727 km2

(1989) olan Kale ilçesi doğu ve kuzeydoğuda Tavas, güneydoğuda Beyağaç ilçeleri, güney, güneybatı ve batıda Muğla, kuzeybatı ve kuzeyde de Aydın illeriyle çevrilidir.İlçenin doğu ve güneydoğusu yüksekliği yer yer 1.000 m'ye ulaşan dağlık bir alanla kaplıdır. Bu dağlardan kaynaklanan Büyük Menderes'in kollarından Akçay, ilçenin ba-tısında güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda akar ve bu kesimde Muğla iliyle doğal sınır oluşturur. Akarsu üzerinde kurulan Kemer Barajı ardında oluşan yapay gölün bir bölümü ilçe sınırları içindedir. Güneyde Akçay boyunca uzanan Eskere Ovası, ilçenin başlıca tanm alanıdır. Tavas Ovasının güneybatı kesimi de ilçe topraklarına sokulur. İlçede başlıca ekonomik etkinlik tarımdır. Başlıca tarımsal ürünler buğday, arpa, mısır ile baklagillerden nohuttur; ayrıca bağcılık yapılır, elma ve şeftali yetiştirilir. İlçe top- raklannda linyit yataklan vardır. Kale'nin tarihine ilişkin bilgiler sınırlıdır. Kuruluş tarihi bilinmeyen Tabai Kalesi'nin çevresinde gelişen yerleşme, Tavas adıyla anıldı. Daha sonra Tavas Ovasının doğusundaki Yarangüme köyüne taşınan yerleşmenin yönetsel merkezi Tavas adıyla anılmaya başladı. Eski Tavas ise yanındaki kale nedeniyle önceleri Kaletavas, sonra da yalnızca Kale adını aldı. Tavas ilçesine bağlı bir bucak merkezi olan Kale kasabası, 1959'da ilçe merkezi yapıldı. Halkın geçim kaynaklarından biri dokumacılık olan kasaba, gelişmemiş küçük bir yerleşmedir. Ulaşım olanakları kısıtlı olan Kale kasabası, il merkezi Denizli'ye 71 km uzaklıktadır.Kale Belediyesi 1899'da kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 19.089; kasaba, 6.950.

Kale, Doğu Anadolu Bölgesi'nde, Malatya iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Merkez ilçeye bağlı bir bucak olan Kale, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3644 sayılı yasayla ilçe yapılmıştır. Nüfus (1990) ilçe, 8.564, kasaba, 818.

kale, bir yeri dış saldırılara karşı korumak amacıyla yapılan, kalın ve yüksek duvarlarla bunların üstüne belli aralıklarla yerleştirilen burçlardan oluşan yapı. Kale, daha geniş bir alanı ya da sınırları korumaya yarayan surdan ve setten küçük, askerlik açısından önemli bir noktayı ya da bir özel mülkü korumaya yarayan hisardan ve şatodan büyüktür. Arapça kökenli kale sözcüğünün bu dile, yüksek bir yerdeki, savunması güçlü, berki-

Kale Camisi 404 mesi, önlerine hisarpeçe denen perde du-varları yapılması gibi önlemlerle bu zayıflık-

ların giderilmesine çalışıldı. Kapı kanatlarıtilmiş yerleşme anlamındaki Farsça kalat da kalın ahşaptan yapılıp metal levhalarlasözcüğünden girdiği düşünülmektedir. Kale kaplanırdı. Bazısında yukarıdan aşağıya birbir yerleşmeyi çepeçevre sarabileceği gibi, giyotin gibi inen demir kafesler de vardı,onun dışında, savunma açısından daha uy- Kalelerin en gösterişli yeri olması nedeniylegun bir yere de yapılmış olabilir. kapılar yazıt, kabartma ve heykellerle beze-Çatalhöyük(*) gibi çok eski yerleşmelerde nirdi. Helenistik Dönemde yapılmış olanevler birbirine bitişik yapılmıştı; böylece Side ve Perge (Aksu) gibi kentlerin kaleleribunların penceresiz dış duvarları, bir kale görkemli kapılarla donatılmıştı,duvarı gibi, savunmaya yardım edebiliyor- Kalelerde ayrıca potern denen, bedendu. Bir yerleşmenin tümünü savunma duvarlarının altından geçen gizli yeraltıamaçlı yapılarla kuşatmak, kent kültürünün yolları da bulunurdu. Bunlar düşmana bas-ilk geliştiği yer olan Mezopotamya'da orta- kın yapmak, dışarıdan gizlice yardım almakya çıktı. Mezopotamya'daki ünlü kentlerin için ya da son kaçış yolu olarak kullanılırdı,hepsinin kalesi, bazen de iç içe birkaç kat Hattuşa'da bunun çok iyi korunmuş birsum vardı. örneği vardır.Kaleler önceleri sıkıştırılmış topraktan Kaleler düzgün planlı olabileceği gibi,tümsekler biçiminde yapılırdı. Sonraları bulundukları arazinin koşullarına uyan bi-kerpiç duvar kullanıldı. Yapımı zor ve çimlerde de olabilir. Düzgün olanlar dahapahalı olan taş duvar daha ileriki dönemler- çok kare ya da dikdörtgen planlıdır. Bazıde uygulandı. Troya'da görüldüğü gibi, taş Eski Mısır kaleleri, Roma castrum ları(*),bir altyapının üstüne kerpiç duvarın getiril- Arap ribatları ve Türkistan'da bulunanmesi de sık sık rastlanan bir uygulamaydı. Türk kaleleri bu türdendir. Arazi koşulları-Duvarlar dolu gövdeli olduğu gibi, sandık na uyanlar daire ya da elipse yaklaşanya da kazamatlı duvar denen biçimde, içi biçimler gösterir. Batı Anadolu'daki Antikboş kutular halinde de yapılırdı. Sandık Çağ kentlerinde, düzlükte ya da bir suduvarın Anadolu'da bulunup kullanıldığı, kıyısında bulunan yerleşmelerde, hemenbaşka yerlere buradan gittiği düşünülmek- yakınındaki tepeyi de sur koruması altınatedir. Hattuşa'daki (Boğazköy) gibi birçok alan bir kale tipi kullanılmıştır. PrieneHitit savunma yapısında bu tür duvarlar (Güllübahçe), Pergamon (Bergama) gibikullanılmıştır. kentlerin kaleleri buna örnektir.Kale duvarlarının gittikçe daha yüksek Türkiye'de pek çok kale bulunur. Ana-

yapılması, payandalarla desteklenmesini ge-

rektirdi; bundan da önce içleri dolu, dahaeski yapı Mersin'deki Yümüktepe yer-sonra da boş burçlar türedi. Burçlar yüksek-

likleriyle etkili bir savunma sağlamaktanolarak da Hattuşa, Alişar, Zincirli,başka, kale duvarını yalnız üstten değil,

yandan da korumaya yarıyor, üstelik gözet-

teme için de kullanılıyordu. Hem kalebüyüdükçe kale de büyütülmüştür,duvarlarının, hem de burçların tepesi, bar-

Böylece oluşmuş dokuz ana yerleşme katı-bata denen ve arkasına saklanarak atışbelirlendiği bu kentte, iç içe halkalaryapmaya yarayan dişli korkuluk duvarları

biçiminde kale kalıntıları da vardır. Anado-halinde sona erer. ^unların bir balkon gibi

lu'daki Antik Çağ kentlerinin hemen hepsi-dışa taşacak biçimde yapılması ve döşemele-

rinde delikler bırakılması, kale duvarlarınalümü daha sonra Helenistik dönemle Roma

tırmanmak isteyen düşmanın üstüne kaynar

su, kızgın yağ, zift ve kurşun gibi şeyler

akıtmayı kolaylaştırır. Barbataların arkasın-

da askerlerin durması ve bir yerden başka

Page 68: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

yere ulaşabilmesi için bütün duvarlar ve Bizanslılar özellikle İran ve Arap saldırıları-burçlar boyunca dolanan seğirdim yolu (ya na karşı sınır kentlerini, anayolları, geçitlerida yeri) bulunur. Kalelerin içinde genellik- kalelerle koruma altına aldılar. Onlarınle, düşmanın dış duvarları aşaması halinde zamanında bazı ticaret ayrıcalıkları eldeen son savunma noktası olarak kullanılmak eden İtalyan kent devletleri de üslendikleriüzere bir de içkale yapılmıştır. yerlere kaleler yaptılar. Batı Anadolu'daMancınık, koçbaşı gibi saldırı silahlarının Abydos ve Phokaia'da (Foça) Venediklile-bulunması, kale duvarlarının daha iyi ko- rin, Edremit, İzmir ve Galata'da Cenevizle-runmasını gerektirdi; kalenin dışında ikinci rin kaleyle korunmuş yerleşmeleri vardı,bir sur ya da hendek gibi, bu tür araçları Ortaçağdan kalma en ünlü kalelerden biriuzak tutmaya yarayan önlemlerin alınması- de St. Jean Şövalyeleri'nin yaptığı Bodrumna yol açtı. Kalesi'dir (*).Kalelere giriş çıkışı sağlayan kapılar sa- Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başladık-vunma açısından zayıf noktalardı. Kapıla- tan sonra buldukları kaleleri onararak kul-nn, burçların altına ya da arasına yerleştiril- landılar, bunlara ekler yaptılar ya da yenile-

rini kurdular. Bunların en ünlülerinden biri Diyarbakır Kalesi'dir(*), Divriği Kalesi ise Mengüceklerden kalmadır. Kayseri, Konya, Sivas gibi önemli Anadolu Selçuklu yerleşim merkezlerindeki kaleler neredeyse tümüyle yenilenmiştir. Daha sonra hapishane olarak kullanılarak kötü bir ün yapmış olan Sinop Kalesi de bu dönemde onarılmıştır.Osmanlılar Anadolu'da çok sayıda büyük kale yapmadılar. Bunda, Osmanlı ordularının çok daha geniş bir alanda güvenliği sağlayabilmesinin yanı sıra, merkezî iktidara karşı yerel direnme odağı olabilecek herhangi bir tahkimatın istenmemesinin de payı vardır. İlk dönemlerde I. Bayezid (Yıldırım) tarafından İstanbul Boğazı'nda yapılan Anadolu Hisarı'nın(*) karşısına II. Mehmed (Fatih) Rumeli Hisarı'nı(*) yaptırdı. İstanbul'un alınmasından sonra Altın Kapı çevresindeki sur ve burçlar da kullanılarak Yedikule(*) yapıldı. II. Mehmed döneminde Çanakkale Boğazı'nda Kale-i Sultaniye^), Kilitbahir(*) gibi kaleler kuruldu. II. Bayezid döneminde (1481-1512) Çeşme Kalesi'nin, I. Süleyman (Kanuni) döneminde de (1520-66) Marmaris Kalesi'nin yapıldığı bilinmektedir. Başka bir kale türü de, duvarları ahşapla yapılan palankadır. Osmanlı Devleti'nin

Avrupa'daki vilayetlerinde böyle pek çok kale vardı. Macaristan, Eflâk, Boğdan, Bosna, Hersek ve Balkanlar'ın kuzeyindeki bazı kentler palankalarla kuşatılmıştı. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre, Temeşvar (bugün Timişoara) kenti, sulak bir arazide olduğu, yakınlarında sur yapmaya elverişli taş çıkmadığı için, ağaç direklerle oluşturulan bir palankayla korunmuştu. Direklerin üstüne daha ince dallar sepet örgüsü gibi sarılmış, araları da toprakla doldurulup sıkıştırılmıştı.Kale Camisi, Sivas'ın Divriği ilçesinde cami. Yazıtına göre Mengücekli Şehinşah bin Süleyman tarafından 1180/81'de Mera- galı Hasan bin Firuz'a yaptırılmıştır. Bilinen en eski Mengücekli camisidir ve önemli bir değişiklik geçirmeden günümüze ulaşmıştır. Planı yaklaşık 15 m x 20 m boyutlarında bir dikdörtgen biçimindedir. Dikdörtgenin kuzeye bakan kısa kenarında iyice dışarı çıkıntılı taçkapı yer alır. Kapı boşluğunun üzeri düz bir lentoyla geçilmiştir. Bu lento ile taçkapmın teğet sivri kemerinin arasında kalan yüzey, çok sık yıldız geçmelerden oluşan bir bezemeyle kaplıdır. Kemerle bordür arasındaki üçgen alanlarda turkuvaz renkli altıgen çini mozaiklerin izleri vardır. İç mekân, mihrap duvarına dik iki ayak sırasıyla uzunlamasına üç sahna ayrılmıştır. Her sırada üç tane olan taş ayaklar kare kesitlidir. Orta şahın boydan boya uzanan bir beşik tonozla örtülüdür. Bu tonoz, ayakları ortada birbirine bağlayan üç kemerle sağlamlaştırılmıştır. Yan satımların üzerinde bir sırada dizilmiş dörder kubbe yer alır.Kale-i Sultaniye, SULTANKALE olarak da bilinir, II. Mehmed'in (Fatih) Çanakkale Boğazı'nın iki kıyısında karşılıklı olarak yaptırdığı iki kaleden Anadolu yakasında olanı. Rumeli yakasındaki Kilitbahir Kale- si'dir(*). Kale-i Sultaniye bugün, çevresinde gelişmiş olan ve adını ondan alan Çanakkale kentinin içinde kalır. Evliya Çelebi'ye göre 1452'de yaptırıldığını, I. Süleyman (Kanuni) döneminde de 1551'de onarıldığını gösteren yazıtlar vardır. Planı yaklaşık 100 m x 150 m boyutlarında düzgün bir dikdörtgen biçimindedir. Bu dikdörtgenin batıda, boğaz kıyısınca uzanan kısa kenarını oluşturan beden duvarı bugün yoktur. Yer yer 8 m'yi bulan beden duvarla-

nnın kalınlığı ortalama 5 m'dir. Bu duvarlar tepede 2 m yüksekliğindeki barbata kalkan- larıyla sona erer. Kalkanların arasındaki mazgalların genişliği de 2 m'yi bulur. Bar-batanın gerisinde geniş bir seyirdim yolu çepeçevre bütün kaleyi dolanır. Kalenin dört köşesindeki büyük burçlardan, yıkık olan batı duvarının uçlarındaki iki tanesi de günümüze ulaşmamıştır. Öbür iki burçtan güneydoğu köşesindeki üç çeyrek silindir, kuzeydoğu köşesindeki altıgen prizma biçiminde dışa taşar. Bunlardan başka doğu duvarı üzerinde iki tane beşgen, kuzey ve güney duvarlarının ortasında da birer tane yarım daire planlı burç daha vardır. Kale kapısı da kuzey duvarındaki burçta yer alır. Bu burca iç tarafta bitişik bir cami inşa edilmiştir.Kale avlusunun ortasında 29 m x 44 m boyutlarındaki içkale yer alır. Yüksekliği 22 m'yi aşan bu yapının zemin katına, kuzeye bakan kısa kenarına bitişik bir merdivenden çıkılarak girilir. 4 m düzeyindeki bu zemin katın üstünde iki kat daha vardır. İçkalenin duvarlarının kalınlığı 7 m'den fazladır; ortasında da 5 m genişliğinde bir duvar kütlesi yükselir. Böylece iç mekân bu kütlenin çevresini saran bir koridor biçimini almıştır. Uçları dış duvarlarla ortadaki kütleye oturan büyük ahşap kirişlerin taşıdığı kat döşemeleri de ahşaptır. İç mekân yukarıda, iki sıra halinde 10 kubbe ile örtülüdür. Kubbelerin üstü dol-durularak yapının damı, gene çepeçevre barbatalı bir teras biçiminde düzenlenmiştir. Kale avlusunda, içkalenin güneybatı köşesinde sonradan bir cami inşa edilmiştir.Kale-i Sultaniye bugün askeri müze olarak kullanılmaktadır.Kale-i Sultaniye Antlaşması, KALA-1 SUL-TANÎYE ANTLAŞMASI olarak da bilinir, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında Kale-i Sultaniye'de (Çanakkale) imzalanan dostluk ve ittifak antlaşması (5 Ocak 1809). Bu

antlaşmayla Boğazlar'm yabancı savaş ge-milerine kapalı tutulması ilkesi bir yükümlülük olarak ilk kez uluslararası bir antlaşmada yer almış, gene ilk kez, İngiltere Boğazlar Sorunu'nun taraflarından biri olmuştur. Napoleon Bonaparte'ın imparatorluğunu ilan etmesinin (1804) ardından Avrupa'da yeni güç dengeleri oluştu. İngiltere, Rusya, Avusturya ve Napoli ile ittifak kurdu. Bu arada, Osmanlı Devleti'nin Fransa ile dostluğu, bu ülkenin Eflâk ve Boğdan beylerinin değiştirilmesini, Boğazlar'm da Ruslar'a kapatılmasını istemesinden sonra düşmanlığa dönüştü. 1806'da Rus birlikleri Dinyes- ter'i geçerek Osmanlı topraklarına girerken, ingiltere de İstanbul'dan Fransa ile ilişkilerin kesilmesini, Boğaz istihkâmlarının bölgedeki İngiliz donanmasına teslim edilmesini, Eflâk ve Boğdan'ın da Rusya'ya bırakılmasını istedi. Bir İngiliz filosu 1807'de İstanbul önlerine geldi. Bunu, İngilizlerin Mısır'a çıkarma yapması izledi.Bütün bu gelişmeler karşısında Osmanlı Devleti, Kabakçı Mustafa Ayaklanmasının (1807) ve Alemdar Olayı'nın (1808) birbirini izlediği iç bunalım ortamında etkili bir dış politika yürütemedi. Ama II. Mahmud döneminde (1808-39) büyük devletler arasında yeni dengeler oluştu. Napoleon Bonaparte'ın Rus çarı ile imzaladığı Tilsit Antlaşması (1807) ingiltere'nin Osmanlı Devleti' ne yakınlaşmasını sağladı. Bu yakınlaşma, Fransa'nın İngiltere'yi abluka altına alma girişimleri sırasında daha da arttı. Rusya'ya yaklaşan Fransa'ya karşı halk arasında gittikçe artan düşmanlık da dikkate alınarak, Bâbıâli'de İngiltere ile barış yapılması gündeme geldi. Fransa'nın İstanbul'daki işgüderi, Osmanlı Devleti'nin İngiltere ile anlaşmasının Fransa'ya savaş açmak anlamına geleceğini duyurunca, İngiltere ile görüşmelerin gizli tutulması yoluna gidildi. Osmanlı delegesi Vahid Efendi

ile İngiliz delegeleri arasında Kale-i Sultaniye'de Hadımzade Çiftliği'nde sürdürülen barış görüşmeleri anlaşmayla sonuçlandı. On iki maddelik Kale-i Sultaniye Antlaşması'mn 11. maddesi Boğazlar'ı bütün yabancı savaş gemilerine kapatıyordu. Ek olarak imzalanan dört maddelik ittifak antlaşması ise, Fransa'nın savaş açması halinde ingiltere'nin Osmanlı Devleti'ne askeri yardımda bulunmasını ön-görüyordu.Kaleb, Eski Ahit'e göre Musa'nın Güney Filistin'deki Kadeş'ten Kenan ülkesine gön-derdiği casuslardan biri. Gidenler arasından yalnızca Kaleb ile Yeşu, İbranilere (İsrail- oğullan) ülkeyi ele geçirmeleri için derhal harekete geçmelerini salık verdiler, inancının sağlamlığından ötürü bu topraklar ödül olarak Kaleb ve soyuna vaat edildi (Sayılar 13-14). Bunun üzerine Kaleb, Anak'ın üç oğlunu sürdükten sonra Hebron'a yerleşti. Kızı Aksa'yı, yakınlardaki Debir'i alan kardeşi Otniel'e verdi (Yeşu 15:13-19; karş. Yeşu 14:6-15; Hakimler 1:10-20). Davud zamanında Hebron'un güneyindeki Maon' da Kaleb'in soyundan gelen, Abigail'le evli Nabal adlı biri yaşıyordu (İ Samuel 25). Kaleb öyküleri, büyük olasılıkla, güneyden gelerek Filistin'i istila eden bir boyun başından geçenlerle ilgilidir. Bu kavim Hebron bölgesi ile güneyine yerleşmiş ve sonunda Yahuda kabilesi içinde eriyip gitmiştir. Kaleb'in Yahuda kabilesinden geldiğinin söylenmesi (Sayılar 13:6 ve 34:19); sonraki gelenekte de, Kaleb'e Hebron'u Yahuda'nın verdiğinin öne sürülmesi, bunu gösterir (Hakimler 1, 10, 20). I. Tarihler 2'de verilen soykütüklerine göre Kaleb, Yahuda'nın soyundan gelmektedir. "Kaleb" sözcüğü "köpek" anlamına geldiğinden, bazı araştırmacılar eskiden bu boyun toteminin bir köpek olduğunu öne sürmüşlerdir.kalebentlik, Osmanlı Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun devlet memurlarının görev-

405 kalenderleme

Anamur Kalesi, MersinAra Güler

Page 69: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

lerinden doğan suçlar için getirdiği ağır ceza. Bu cezaya mahkûm olanlar hükümlülük süresini kapalı olarak bir kalede tamamlarlardı.1840'ta çıkarılan Ceza Kanunname-i Hü-mayunu'nun 1858'deki değişikliğinde yer alan kalebentlik, aynı yasanın kamu görevlisi olmayanlar için öngördüğü kürek ve pranga cezalarının emsaliydi. Kalebentlik, siyasal nitelikli suçlarla görevi kötüye kullanmadan doğan suçlar için geçerliydi. Kalebentliğe mahkûm olanlar, devletin bu ceza için önceden belirlediği kalelerden birine gönderilir, kimseyle görüştürülmeden sürekli gözetimde tutulurdu. Cezanın müebbet (ömür boyu) ve muvakkat (3-15 yıl arasında) olarak iki türü vardı. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) aydınları ve meşrutiyet yanlısı devlet adam-larını sindirmek için genellikle bu ceza uygulanmıştır. İdam cezası padişahça sürgüne çevrilen Midhat Paşa'nm Taife, Namık Kemal'in de askeri tutuklu olarak Magosa' ya gönderilmeleri de kalebentlik cezasıydı.Kalecik, İç Anadolu Bölgesi'nde, Ankara iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 1.318 km2 (1989) olan Kalecik ilçesi kuzeyde Çankırı, doğuda Kırıkkale illeri, güneyde gene Kırıkkale ili ve Elmadağ ilçesi, batıda da Akyurt ve Çubuk ilçeleriyle çevrilidir.Ankara ilinin kuzeydoğu kesiminde yer alan ilçe toprakları batı ve güneydeki dağlık ve engebeli kesimler ile bu dağlık alanı kabaca güney-kuzey doğrultusunda yaran

405 Kalecki, Michal

doğudaki Kızılırmak Vadisinden oluşur. İlçenin batı kesimini Karbasan Dağı, güney kesimini de İdris Dağı (1.992 m) engebelen- dirir. Doğudaki Kızılırmak kıyısında düzlükler uzanır.İlçe halkı geçimini tarımdan sağlar. En çok şeker pancarı, buğday, arpa, elma ve armut yetiştirilir. Baklagiller ve ayçiçeği üretimi azdır. Hayvancılık ikincil bir uğraş niteli-ğindedir. İlçe topraklarında bentonit ve mermer yatakları vardır.Hititler tarafından kurulduğu sanılan yerleşme, Roma döneminde Ankara'yı Çankırı'ya bağlayan yol üzerindeki konumundan dolayı önem taşıyordu. Kalecik, 20. yüzyıl başlarında Ankara vilayetinin Ankara sancağına bağlı bir kaza merkeziydi.Gelişmemiş bir kasaba olan Kalecik, An- kara-Çankırı-Kastamonu karayolunun 5 km güneyinde yer alır. Kuzeybatısındaki dağlık alanı Baykuşbeli Geçidinde (1.365 m) aşan bu karayoluyla il merkezi Ankara' ya 67 km uzaklıktadır. Ankara-Irmak-Zon- guldak demiryolu da kasabanın doğusundaki Kalecik istasyonundan geçer. Kasabadaki başlıca tarihsel yapılar Kızılırmak'tan su almak için yapılmış 4 km'lik bir yeraltı yolu bulunan ve Romalılar tarafından yapıldığı sanılan Kalecik Kalesi, Çankırı yolundaki iki Hitit aslan heykeli, 15. yüzyıl yapısı Saray (Şehsuvar) Camisi ve Kazancı- baba Türbesi ile 18. yüzyıl yapısı Çarşı Hamamı'dır.Kalecik Belediyesi 1878'de kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 25.043; kent, 10.051.Kalecik Barajı, Adana ilinde, Kalecik Deresi üzerinde kurulu olan kaya dolgu baraj. 4.890 hektarlık bir alanın sulanması amacıyla 1983'te yapımına başlanan baraj, 1985'te tamamlandı. Barajın temelden yüksekliği 80 m, talvegden yüksekliği 77 m, kret kotu 537 m, normal su kotu 535 m, dolgu hacmi 1 milyon m3 ve göl alanı 1,36 knr'dir.Kalecki, Michat (d. 1899, fcodz [bugün Polonya'da], Rus Çarlığı - ö. 17 Nisan 1970, Varşova), Polonyalı iktisatçı. Hem kapitalist, hem sosyalist ülkelerde çalışmış, her iki sisteme de eleştirici gözle yaklaşmıştır.Gdansk Politeknik Okulu'nda başladığı mühendislik eğitimini ülkesindeki ekonomik sıkıntılar yüzünden yarıda bırakmak zorunda kaldı. Gazetecilik yaptığı sırada iktisatla ilgilenmeye başladı. 1929-37 arasında Polonya İktisadi Dalgalanmalar ve Fiyatlar Araştırma Kurumu'nda ekonometri uzmanı olarak çalıştı; burada matematik ve istatistik tekniklerini kullanmadaki yetkinliğini ortaya koydu. 1933'te Lehçe yazdığı bir yazıda Keynes'in General Theory of Em- ployment, Interest and

Money (1935-36; İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi, 1969, 1980) adlı kitabının başlıca öğelerini inceledi. 1936'da gittiği İngiltere'de Keynes çevresinde oluşan ve J. Robinson, P. Sraffa, M. Dobb, R. Kahn gibi iktisatçıların bulunduğu tartışma grubunun içinde yer aldı. 1940- 45 arasında Oxford İstatistik Enstitüsü'nde, 1946-54 arasında da iktisatçı olarak Birleşmiş Milletler'de (BM) çalıştı. 1955-67 arasında Polonya'da devlet görevlerinde bulunurken iktisat dersleri de verdi; BM'nin World Economic Reports ile Polonya Planlama Komisyonu'nun perspektif planının hazırlanışına katkıda bulundu. BM'de çalışırken McCarthy'ciliğin, Polonya'dayken Stalinizmin baskılarına uğradı. 1966'da Po-lonya Bilimler Akademisi üyeliğine seçildi.Kendine özgü bir Marksist olan Kalecki, yapıtlarında istatistikten ve matematiksel

Page 70: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kaledin, Aleksey Maksimoviç 406

yöntemlerden geniş ölçüde yararlandı; ku-ramlarını olabildiğince kesin biçimde formüle etmeye çaba gösterdi. Meslektaşı ve yurttaşı Oskar Lange ile birlikte, Batı'da kullanılan modern iktisat yöntemlerinin Doğu Bloku'na sokuluşuna ön ayak oldu. En önemli katkıları makro iktisadın dinamik çözümleme alanına ilişkindir. Önemli yapıtlarından Introduction to the Theory of Growth in a Socialist Economy (1969; Sosyalist Ekonomide Büyüme Teorisine Giriş, 1977) Türkçeye çevrilmiştir.Kaledin, Aleksey Maksimoviç (d. 24Ekim 1861, Ust-Hopyorskaya, Rus Çarlığı - ö. 11 Şubat 1918, Novoçerkassk, Rusya), Çarlık ordusu subayı ve Kazak önderi. Ekim 1917'de iktidarı ele geçiren Bolşeviklere karşı askeri direnişi ilk örgütleyenlerden biridir.Bir Don Kazağının oğlu olan Kaledin, I. Dünya Savaşı sırasında, önce Galiçya'daki bir süvari tümeninin, ardından da 1916'da Lutsk'a (Ukrayna) bir saldırı düzenleyen 8. Ordu'nun komutanlığını yaptı. Şubat 1917'de çarlık yönetiminin yerine kurulan geçici hükümetin yaptığı askeri reformlara karşı çıktığından, Mayıs 1917'de ordudan istifa etmeye zorlandı. Don bölgesine geri dönerek özerklik için mücadele eden Kazakların yanında yer aldı ve 8 Haziran 1917'de Don Kazaklarının atamanı seçildi.Bolşeviklerin yönetimi ele geçirmesinden sonra fiilen bağımsız bir konum kazanan Don toprakları, Petrograd (bugün Peters- burg) ve Moskova gibi devrimci merkezlerden kaçan tutucu ve liberal politikacılarla askeri görevlilerin bir sığmağı durumuna geldi. Kaledin sığınanları iyi karşıladığı gibi topraklarında Beyaz Ordu'nun örgütlenmesine de izin verdi. Kendisi de yeni Kazak askeri birlikleri örgütledi ve siyasal desteğini genişletmek için hükümetine hakları kısıtlı, Kazak olmayan topluluklardan da temsilciler aldı. Ama Bolşeviklerin Don bölgesindeki güç odağını ortadan kaldırmak için Aralık 1917'de gönderdiği ordu karşısında, düzenli Kazak alaylarının çoğundan ve sanayi işçilerinden destek alamadı. Ocak 1918'in sonlarında Taganrog'u terk etmek zorunda kaldı. Bir dizi askeri yenilginin ardından Rostov'un Don bölümünü de yitirme tehlikesiyle karşılaşınca intihar etti.Kaledoniyen dağoluşumu, Avrupa'da Paleozoyik (Birinci) Zamanın (y. 570-225 milyon yıl önce) ilk evrelerinde gerçekleşen dağoluşumu olayı. Yerkabuğunun biçim değiştirmesi (tektonizm) sonucunda Kale-doniyen Jeosenklinalin bazı bölümleri kıv-rılmış ve itilmiş, böylece Galler'in güney kesiminden İskoçya'ya ve İskandinav ülke-lerine kadar uzanan bir dağ dizisi oluşmuştur.Tüm Erken Paleozoyik Zaman süresince görece küçük dağoluşumu olayları Kaledo-niyen Jeosenklinali etkiledi. Ama Silüriyen Dönemin (y. 430-395 milyon yıl önce) sonlarında bu küçük olaylar çökelmenin jeosenklinal evresini sona erdiren çok büyük bir dağoluşumuyla doruk noktasına ulaştı. Kaledoniyen dağoluşumu, Avrupa' nin kuzeyinde boydan boya uzanan ve Ardennes ile Sudetler masiflerinde görülebilen kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu bir yapı oluşturdu. Yoğun Kaledoniyen defor- masyon, Spitsbergen ve Bear Adasındaki Erken Paleozoyik kayaçları da etkiledi. Aynca kıvrımlanmalar ve plütonik etkinliklerden Rusya'daki Angara ve Ural jeosen- klinalleri de etkilendi.Kaledoniyen dağoluşumu sonucunda Avrupa coğrafyasında büyük değişiklikler ortaya çıktı. Günümüzdeki Kaledoniyen Jeosenklinali ve Baltık Kalkanını içine alan büyük bir kara parçası oluştu. Devoniyen Döneme (y. 395-345 milyon yıl önce) özgü Eski Kırmızı Kumtaşları bu kara parçası üzerine çökeldi.

Kaledonya, Britanya'nın kuzeyinde. Roma egemenliğinin dışında kalan ve yaklaşık olarak bugünkü İskoçya topraklarını kaplayan bölgenin eski adı. Agricola komutasındaki Romalılar Kaledonların yaşadığı bölgeyi ilk kez Graupius Dağındaki çarpışmanın ardından İS 82'de işgal ettiler. Inchtut- hil'de (Dunkeld

yakınları) bir lejyon kalesi ve stratejik dağ geçitlerinde birkaç yardımcı kale inşa etmelerine karşın, y. 90'da Inc- htuthil'den ve Earn Irmağının kuzeyindeki yerlerden, Traianus döneminde de (98-117) bütün bölgeden çekilmek zorunda kaldılar. İmparator Hadrianus Roma egemenliğindeki topraklar ile Kaledonya arasında Che- viot Tepelerinin güneyinden geçen bir sınır çizdi. Sonraki yıllarda bu sınırı daha kuzeye taşıyan Romalılar, y. 142'de Forth Körfezini yeniden ele geçirdiler ve yeni sınırlarını korumak için Antoninus Duvarı'nı inşa ettiler. Cheviot Tepelerinin kuzey kesimi 180-185 arasında Roma yönetimine girdi; bunu daha kuzeydeki yörelerin geçici işgali (209, 296) izledi. Bölgede yapılan kazılarda, içlerinde Roma ticaret malları bulunan, yöreye özgü göl evleri (craıınog) ve taştan yapılmış yeraltı evleri (weem) ortaya çıkarılmıştır.

Kaledonya Kanalı, İskoçya'nın doğu ve batı kıyılarını birleştiren suyolu. Kanalla ilgili ilk çalışmalar, İngiliz hükümetinin 1773'te etüt için James Watt'ı görevlendir- mesiyle başladı. Thomas Telford tarafından inşa edilen ve 1822'de açılan kanal, Beauly Halicindeki kuzey girişinden Fort William yakınlarındaki güney girişine kadar toplam 100 km boyunca uzanır. Yaklaşık 35 km'si yapay bölümlerden oluşur. Kanalda bulunan 29 havuzdan çoğunun yükseltme düzeyi 2,4 m kadardır. Eskiden ekonomik önemi büyük olan kanal günümüzde modern okyanus gemilerinin geçişine elverişli olmadığından pek az kullanılmaktadır.

Kaleköy, Elazığ'ın Baskil ilçesinde, Fırat Irmağı kıyısında, tarihi Kalkolitik Çağa değin giden kale kalıntısı. Ayrıca bak. Aşağı Fırat Projesi.

kalem bak. aklâmkalem, hat sanatında yazı çeşitlerinin her biri. Örneğin kalem-i sülüs (ya da sülüs kalemi) sülüs yazı, kalem-i kûfi (ya da kûfi kalemi) kûfi yazı anlamına gelir. Ayrıca altı çeşit yazıyı topluca tanımlayan aklâm-ı sitte (*) terimi "altı kalem" ya da "şeş kalem" biçiminde de kullanılır. Ölçülü bir yazının bağlı olduğu kurallara da kalem adı verilir. Örneğin sülüs kalemi "dört kısmı düz, iki kısmı yuvarlak" biçiminde tanımlanır.

Kalem, İstanbul'da yayımlanan haftalık Türkçe-Fransızca mizah dergisi (3 Eylül 1908-29 Haziran 1911). Çağdaş Türk mizah ve karikatürünün öncüsü sayılan başlıca yayın organları arasındadır.II. Meşrutiyet'in ilanını izleyen günlerde Salah (Cimcoz) ve Celal Esat (Arseven) beylerce çıkarılmaya başladı. Dergideki mizah yazıları, Fransızca çevirileriyle birlikte yayımlanıyordu. Dergide Sedat Nuri (İleri). Izzed Ziya, L. Andres, İon, A. Rigopulos, Scarselli, Pahatrekas, Plaicek d'Ostoya gibi Türk ve yabancı çizerlerin karikatürlerine, Refik Halit (Karay), İzzet Melih (Devrim),Hüseyin Rahmi (Gürpınar), Ahmed Rasim, Mithat Cemal (Kuntay) gibi yazarların mizah ürünlerine ve dönemin tanınmış Fransız mizah ustalarına yer veriliyordu.Kalem yalnızca yazınsal düzeyiyle değil, kâğıt ve baskı niteliğiyle de seçkin bir yayın organıydı. Geçmişte kalan II. Abdülhamid dönemini (1876-1909) sorgulamakla kalmıyor, İttihat ve Terakki yönetimini de eleştiriyordu. Bu nedenle iktidarla sık sık çatıştı ve baskılar yüzünden 130. sayısında yayımına son verdi. Türk karikatürünün öncülerinden Cemil Cem de bu dergideki karika türleriyle tanınmış, 1909'da Kalemin Cemil Cem'in yapıtlarından seçerek yayımladığı bir derleme Türk karikatürünün ilk albümü olmuştur.

kalem, KESKI olarak da bilinir, ağaç, taş ya da metal gibi sert malzemelerin işlenmesinde ya da biçimlendirilmesinde kullanılan, bir ucu keskin metal kesici alet. Kalemle malzeme işlenirken çoğunlukla bir tokmak ya da çekicin yardımına başvurulur. İÖ 8000'lerde kullanılan ilk kalemler çakmaktaşından yapılıyordu; sonraları Mısırlılar, ağaç ve yumuşak kayaların işlenmesi amacıyla bakır ve tunç kalemler geliştirdiler. Günümüzde kullanılan kalemler

çelikten ve kullanım amacına uygun olarak çeşitli boyutlarda yapılır.

kalem, yazı yazmakta ya da çizim yapmakta kullanılan alet. Aynca bak. kamışkalem; kurşunkalem; mürekkepli kalem.

Kalemie, LUKUGA olarak da bilinir, eskiden (1915-66) ALBERTVILLE. Zaire'de, Shaba böl-gesinin kuzeydoğusundaki Tanganika kırsal alt bölgesinin merkezi kent. Tanganika Gölünün batı kıyısında, Lukuga Irmağının gölden çıktığı noktada yer alan önemli bir liman kentidir. Bir havaalanının bulunduğu kent Lubumbashi ve Kananga'ya demiryoluyla bağlanır. 1915'te Büyük Göller De- miryolu'nun son durağı olarak seçilen ve yakınındaki terk edilmiş Albertville kasabasının adı verilen Kalemie o dönemde İngilizlerle Belçikalılara ait bir askeri üstü. Günümüzde Hint Okyanusu kıyısındaki Dar es- Salaam'dan (Tanzanya) Lubumbashi'ye gelen ithal mallarının büyük bölümü ülkeye Kalemie limanından girer. Kentte ticari balıkçılık yapılır, dokuma ve çimento üretilir. Yakınında Bendera hidroelektrik santralı vardır. Nüfus (1984) 70.694.

kalemişi, KALEMKÂRI olarak da bilinir, mimarlıkta duvar, tonoz, kubbe gibi düz ya da eğri yapı yüzeylerinde, kurumuş sıvanın üstüne fırçayla yapılan renkli bezeme. Anadolu'da bu türden en eski duvar bezemelerine, taş üstüne uygulanmış olarak eski Selçuklu yapılarında rastlanır. Anadolu Selçukluları ve beylikleri dönemlerinden kalma örneklerin arasında ahşap üstüne yapılmış olanlar da vardır. Osmanlı döneminde de gerek saray ve konak gibi sivil yapılarda, gerekse başta camiler olmak üzere dinsel

yapılarda çininin yanında en önemli duvar bezeme yöntemi olarak uygulanmıştır.

kalemiye, KALEMIYE SILKI olarak da bilinir, Osmanlı Devleti'nde, resmî dairelerde yazı işleriyle uğraşan kalem (çoğulu aklâm [*]) bürolarında çalışan sivil personelin oluştur-duğu sınıfa verilen ad.İlmiye, mülkiye ve seyfiye (ya da askeriye) ile birlikte dört ana meslek sınıfından biri olan kalemiye görevlilerinin çalıştığı en önemli kalemler Divan-ı Hümayun, Hazi- ne-i Âmire ve Defter-i Hakani'ydi. Kalemiye sınıfmdakiler zabit ve kâtip olarak ikiye ayrılırdı. Kalem zabitleri hâcegân (birinci derecede kâtip) rütbesindeydiler. Bunlar arasından yükselenler, kalemiyenin ileri aşamaları olan ve menasıb-ı sitte (şıkk-ı evvel, şıkk-ı sani ve şıkk-ı salis defterdarlıkları, defter eminliği, reisülküttaplık, ve nişancılık) adı verilen görevlere atanırlardı. 19. yüzyılda kalemiye görevlilerine beylerbeyi ve vezir aşamalarına kadar yükselme olanağı da tanındı.Kalemiyenin üst kadrolarına atananlar, kalemiye ricali adı verilen seçkin ve saygın bir grup oluştururlardı. Bir kalemdeki başkâtip, mümeyyiz ve hâcegân rütbeli görevlilere kalem erkânı, kalemin amirine de kalem reisi denirdi. Kalemiye sınıfı adayları kalem şakirdi adıyla anılır, bunlar kadrolu olarak kâtipliğe atanınca halife ya da kalem efendisi sanını alırlardı. Her kalem aynı zamanda kitabet, hat, edebiyat, diplomasi vb öğretilen bir okuldu. Bu gelenek özellikle 19. yüzyılda önem kazandı. Osmanlı devlet yönetiminde önemli sorumluluklar alan birçok yönetici ve diplomat kalemiye sınıfından yetişti.Kalemiye üyelerine, 18. yüzyılın sonlarına değin kalem zeametleri adı altında dirlikler

Kalemişi, Üç Şerefeli Cami'nin son cemaat yeri kubbelerinden birinin içi, Edirne

Nezih Başgelen

407 kalenderleme

Page 71: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

veriliyordu. Tımar sistemi bozulunca merkez ve taşradaki kalemiye personeline, hazineden aylık bağlamak yerine, iş sahiplerinden "kalemiye" adı altında alman harcın belirli miktarının verilmesi benimsendi. Bâb-ı Defteri'de kalemiye aylıklarının kaynağını ise Mevkufat Kalemi'ne bağlı çiftliklerden alınan yüzde 10 oranındaki kalemiye vergisi oluşturuyordu.

kalemkâri, 17. yüzyılda, başta Golkonda (bugün Haydarâbad) olmak üzere Hindistan'ın çeşitli merkezlerinde üretilmiş bir tür boyalı dokuma. Çoğunlukla seccade, örtü ve yatak örtüsü olarak kullanılırdı.Bu dokumaların desenleri, hem varlıklı yönetici sınıfın İran etkisindeki beğenisini,

hem de Doğu'da fantastik ve kendi kültürlerine aykırı öğeler arayan Batılı tüccarların beğenisini ortaya koyuyordu. İhraç edilmek üzere üretilen kumaşların desenleri Avrupalı tüccarların getirdiği örneklere göre yapılıyordu. Bunların önemli bir özelliği de, parlak kırmızı renkleriydi. Golkonda'da ayrıca tapmakların duvarlarına asmak üzere, üstünde Tanrı Krişna'nın yaşamından sahnelerin betimlendiği boyalı, gümüş telle işlenmiş örtüler de yapılmıştır.Osmanlılarda ince kumaş ya da tülbent üstüne fırçayla yapılan, genellikle tek renkli bezemeler de kalemkâri olarak anılırdı. Günümüzde baskı kalıplarının kullanıldığı yazmaların bezenmesi eskiden fırçayla ger-çekleştirilirdi.kalemtıraş, MIFREZ olarak da bilinir, hat sanatında kamışkalemin ucunu kesmek için kullanılan bıçak.Kalemtıraş üç parçadan oluşur. Su verilmiş çelikten yapılan kesici ağza tığ denir. Sap ise kemik, fildişi, abanoz ve mercandan, pelesenk, hünnap ve öd ağacından, yeşim, bağa ve boynuzdan, Hacı Maksud taşından ya da (bazen altın işlemeli) çelikten yapılır. Sapla tığı birbirine bağlayan, genellikle çelikten, bazen de altın ya da gümüşten yapılan bileziğe parazvana adı verilir. Kalem ucu kesilen kalemtıraştan başka, bir de mihfere denen ve yazıdaki hataları kazıyarak düzeltmeye yarayan tashih kalemtıraşı vardır.Eskiden kalemtıraşçılık bir sanat olarak gelişmişti. Ünlü ustaların elinden çıkan kalemtıraşların üstünde, parazvanaya yakın bir yerde, gömme ya da kabartma olarak imza bulunurdu.Kalencinler, Kenya'nın ortabatı kesimi, Tanzanya'nın kuzeyi ve Uganda'da yaşayan Nandi, Kipsigi, Suk (Pokot), Tatoga ve öteki akraba halklara verilen ortak ad. Nil-Sahra dil ailesinin Çari-Nil koluna bağlı Doğu Sudan dillerini konuşurlar. "Sana söylüyorum" anlamına gelen Kalencin terimi, 1940'lardan sonra yerleşmiştir. 1500'de Rift Vadisine doğru yayılan, ama 18. yüzyılda Masailerin baskısı üzerine bugün yaşadıkları Rift Vadisi ile Victoria Gölü arasındaki alana sıkışan Kalencinlerin temel geçim kaynağı tarımdır.

Kalenderhane Camisi, İstanbul'da Vezneciler semtinde, Bozdoğan (Valens) Su Kemeri'nin dibinde, camiye çevrilmiş Bizans kilisesi. Maria Kyroitissa Akataleptos adına yapıldığı sanılmaktadır. Aynı yerde 6. yüzyılda yapılmış, 8. yüzyılda ve 10-12. yüzyıllar arasında eklerle genişletilmiş bir kilisenin 12. yüzyıl sonunda son biçimini almasıyla oluşmuştur. 1204-61 arasında kentin Latin işgali altında bulunduğu sırada Fransiskenlerce kullanıldı. İstanbul'un fethinden sonra II. Mehmed (Fatih) burasını zaviye olarak (Kalenderi tarikatı dervişlerine) vakfetti. Ardından Arpa Emini Mustafa Efendi zaviyeye bir mekteple bir medrese yaptırdı. 18. yüzyılda yeniden ele alınan yapıya mihrap ve minber eklendi. 1928'de minaresine yıldırım düştü. Kısa bir süre sonra da, yerine konservatuvar yapılmak üzere medrese yıkıldı, ama bu tasan ger- çekleştirilmedi. Yapı 1966-72 arasında İstanbul Teknik Üniversitesi ve Harvard Üni- versitesi'nin ortak çalışmasıyla onarıldı.Yapının planı kapalı Yunan haçı şemasına göre düzenlenmiştir. Orta mekân pencerelerle delinmiş bir kasnağa oturan bir kubbeyle örtülüdür; kasnak pandantiflerin üstünde yükselir. Haçın kollarının üzerini ise dört yanda birer beşik tonoz örter. Batıda biri dış ve biri iç olmak üzere iki narteks yer alır. Zamanında iki katlı olan iç narteksin bugün yalnızca alt katı bulunmaktadır. Doğu duvarındaki yarım daire planlı apsis günümüze ulaşmamış, dışa taşan bölümü yıkılmış, yeri düz bir duvar örülerek kapatılmıştır. Kilisenin özgün iç duvar bezemelerinden günümüze yalnızca mermer levhalar kalmıştır. Ama izlerden duvarların zamanında çok zengin mozaik ve fresklerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır.kalenderi, âşık edebiyatında aruzun me- fûlü mefâîlü mefâîlü feûlün kalıbıyla yazılan ve özel bir besteyle okunan şiir türü. 19. yüzyılın sonlanna doğru yazılmaya başlamıştır.Kalenderi sözcüğünün Kalenderiye tarikatı ayinlerinde toplu olarak okunan nefeslerden, nutuklardan geldiği ileri sürülür. Ka- lenderîler gazel, murabba, muhammes, müseddes biçimlerinde olabilir. Gazel biçimindeki kalenderîlerin her dizesinin altına mef- ûlü feûlün kalıbında bir ziyade eklenerek bir tür müstezat olan ayaklı kalenderi oluşturulur.Önceleri alay, taşlama, telmih (anıştırma), nükte biçimlerinde yazılan kalenderîlerde, sonraları aşk ve özlem de konu edilmiştir. Ezgilerine göre "düz kalenderi", "Acem kalenderîsi", "Emrah kalenderîsi" gibi adlarla anılan kalenderi türleri vardır. Kalenderi yazmak ve söylemek büyük bir ustalık sayılmış, âşık fasıllarında çalınıp söylenmesine büyük önem verilmiştir.Kalenderilik, dinsel ve toplumsal kuralları önemsemeyen (bi-şer) gezici dervişlerin oluşturduğu, Melamilikten kaynaklanan tarikat. Belli bir kurucusu (piri), merkezi ve kuralları olmadığı için büyük ölçüde tarikat tanımının dışında kalır.Şiilik ile Batıniliğin etkisinde- bir yaşam felsefesi benimseyen Kalenderilik genellikle Ebu Hafs el-Haddad, Hamdun Kassar, Ebu Said, Ebu'l-Hayr gibi ünlü mutasavvıflara bağlanır. Ama tarikata belli bir düzen getiren, izleyicileri aracılığıyla Hindistan, Mısır, Suriye, İran, Irak ve Orta Asya'ya yayılmasını sağlayan Cemaleddin Savi'dir (12. yy). Daha sonra Bahaeddin Zekeriya Multani, Fahreddin Iraki ve Seyyid Hüseynî gibi mutasavvıflar da Kalenderiliği etkilemişlerdir.Dünya malına, giyim kuşama önem vermeyen, geçimlerini dilenerek sağlayan Kalen- derilerin en belirgin özellikleri ehl-i beyte (Hz. Muhammed'in ev halkı) karşı duyduk- lan derin sevgiydi. Saç, sakal ve bıyıklarını kazıtmalarının (çardarb) nedeni, yüzün Tanrı'yı, kıllann da onun niteliklerini simgelediği inancıydı. Bu davranışlan, Tanri nın niteliklerini değil, kendisini amaçladık- lanm anlatıyordu. Önlara göre gerçekte her varlıkta görünen Tanrı'ydı; bu gerçeği kavradıktan sonra bütün inançlar ve kurallar anlamım yitiriyordu. Kâbe ile puthane, Tanrı'ya tapınma ile bir güzele tapınma arasında fark yoktu. Kalenderîlerin bu inancı, erkek-kadm ayrımı

yapmaksızın güzele tapınma (mahbub peresti) geleneğini ortaya çıkardı.Anadolu Selçukluları döneminde Anadolu'da çoğalmaya başlayan Kalenderiler, I. Süleyman (Kanuni) döneminde Rafızi sayılarak Osmanlı sınırlarının dışına sürülmekle birlikte Anadolu'da varlıklarını korudular. Kalenderilik, felsefesiyle olmasa da görünüş ve yaşam biçimiyle Mevlevilik, Bektaşilik, Halvetiiik gibi tarikatlar içinde sürmüştür.kalenderleme, kâğıt ya da kumaş gibi malzemelerin, üretim sırasında bir dizi sıcak merdanenin arasından geçirilerek, yüzeyle-

Bir kalemkâri örtüden ayrıntı, Golkonda, 17. yy; Hindistan, özel koleksiyon

P. Chandra

Page 72: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kalenderoğlu 408

rinin pürüzsüzleştirilmesi ve sıkıştırılması işlemi. Kalender merdaneleri yüzeyi sertleş-tirilmiş ya da elyaf kaplanmış çelikten yapılır. Kâğıt üretiminde kullanılan merdaneler, santimetre başına yaklaşık 90 kg basınç uygularlar. Kalenderleme işlemi, kâğıda parlak ve düzgün bir yüzey kazandırır. Dokumacılıkta ise kalenderleme işlemi pamuklu, keten, ipek ve yapay ipekle dokunmuş kumaşların parlaklığını ve yumuşaklığını artırmak amacıyla uygulanır.Kalenderoğlu, KALENDER ŞAH, KALENDER ÇELEBI olarak da bilinir (ö. 1527), Osmanlı yönetimine karşı Celali Ayaklanmalan'n- dan(*) birine önderlik eden şeyh. Aleviler ve Bektaşiler arasında Şah Kalender, Genç Kalender adlarıyla da anılır.İnanışa göre Hacı Bektaş Veli postuna oturan Kalenderoğlu, Balım Sultan'm soyundan geliyordu. Celali Ayaklanmaları içinde dinsel kökenli son ayaklanma olan Kalenderoğlu Ayaklanması önce Bozok'ta (Yozgat) Alevi Türkmenler arasında başladı (1526). Vergi toplayıcıların yolsuzluklarından yakınan ve I. Süleyman'ın (Kanuni) arazi tahririni yenilemesinden zarar gören Sünni halkın da katılmasıyla kısa sürede Sivas, Amasya ve Tokat yörelerine yayıldı. I. Selim (Yavuz) döneminde dirliklerine el konulan Dulkadırlı sipahilerin de Kalender- oğlu'na katılmasıyla ayaklanma büyük boyutlara ulaştı. Mohaç Seferi'nden dönen I. Süleyman, Sadrazam Makbul İbrahim Paşa' yı ayaklanmayı bastırmakla görevlendirdi. Kalenderoğlu, İbrahim Paşa'mn Anadolu beylerbeyi Behram Paşa komutasında gönderdiği öncü Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğrattı. Çarpışmalarda, Karaman beylerbeyi Mahmud Paşa gibi çok sayıda Osmanlı beyi öldü. Bu olayın hemen ardından ayaklanma bölgesine giren İbrahim Paşa, Dulkadırlı sipahilere dirliklerin geri verileceğini bildirerek ayaklanmacıları böldü. Kalan güçler arasında da çözülme başlayınca Kalenderoğlu Osmanlı kuvvetlerince yakalanarak öldürüldü.Kalesiyen Altkat, Avrupa'nın kuzeyinde Holosen Bölümde (y. 10 milyon yıl öncesinden günümüze) oluşan kayaç katmanları ve bu kayaçlann çökeldiği zaman dilimi. Adını Fransa'daki bir dizi çökelden alan Kalesiyen Altkat sırasında deniz düzeyi yükselmiştir. Kalesiyen, Orta Flandriyen Kat ile eşzamanlıdır. Hollanda'daki Kalesiyen çökeller Alt Turbanın üzerinde ve Velsen Katmanının altında yer alır. 6-8 bin yıl önce geliştiği sanılan Kalesiyen çökeller, denizin kıyılan sürekli basması sonucunda oluşmuşlardır.Kalevala, Fin ulusal destanı. Elias Lönnrot tarafından Fin sözlü geleneğine ait şarkı, balad ve masallardan yapılan derlemenin yeniden kurgulanmasıyla oluşturulmuştur. 1835'teki ilk basımı 32, 1849'daki genişletilmiş basımı ise 50 kantodan oluşur. Destandaki kahramanların yaşadığı ülke olan Kalevala (kahramanlar ülkesi) Finlandiya'nın şiirsel adıdır. "Kalevaoğulları"nın önderi, doğaüstü gücü olan ve Finlilerin arpa benzeyen telli çalgısı kantele'yi ustalıkla çalan yaşlı bilge Vâinâmöinen'dir. Destanın öteki karakterleri arasında, dünyanın yaratılışı sırasında "cennetin kapakları"nı yapanlardan usta demirci Ilmarinen, kaygısız savaşçı ve çapkın Lemminkâinen, kuzeydeki güçlü Pohjola ülkesinin kadın hükümdarı Louhi ve kaderin köleliğe mahkûm ettiği trajik kahraman Kullervo sayılabilir.Destanın başlıca olayları, dünyanın yaratılışı ve Vâinamöinen, Ilmarinen ve Lemmin- kâinen'in Louhi'nin güzel kızını elde etmek için Pohjola'ya yaptıkları serüven dolu yol-culuklardır. Bu yolculuklar sırasında tuz, yiyecek ve altın üreten, mutluluk ve refah kaynağı tılsımlı direk sampo'nun demiri dövülür ve sampo Kalevala halkına verilir. Kalevala, Hıristiyanlık öncesi dönemin koşul ve düşüncelerini yansıtır. Ama yapıttaki son kanto, putperestliğin etkisini yitirmesinin habercisi gibidir. Bu bölümde Marj atta adlı genç kızın doğurduğu erkek çocuk, Karelia

kralı olarak vaftiz edilir. Putperest Vâinamöinen ise, kantele'sım ve şarkılarını geride bırakarak Finlandiya'dan ayrılır.Kalevala bir vurgulu bir vurgusuz ve bir vurgulu iki vurgusuz ayaklardan oluşan sekiz heceli uyaksız dizelerle yazılmış, yapıtta aliterasyon, koşutluk ve yinelemelere yer verilmiştir. Kalevala Fin ulusal ruhunun temelini oluşturmanın yanı sıra, 20'den fazla dile çevrilerek birçok önemli sanat yapıtına da esin kaynağı olmuştur. Akseli Gallen-Kallela'nın resimleri ve Jean Sibel- ius'un besteleri bunlara örnek gösterilebilir. Henry Wadsworth Longfellovv'un The Song of Hiavvatha (Hiawatha'nın Şarkısı) adlı şiirinin epik üslup ve ölçüsünde de Kaleva- /û'nm etkileri görülür. Kalevala, 1965'te aynı adla Türkçeye de çevrilmiştir.

kaleydoskop (Yunanca kalos: "güzel", e'idos: "biçim", skopein: "seyretmek"), renkli küçük cam parçalarım bakışımlı (simetrik) bir geometrik desen halinde yansıtan aynalardan oluşan optik aygıt. Aygıtın cam parçalarını içeren bölümünü döndürerek ya da sallayarak, sonsuz sayıda desen elde etmek olanaklıdır. Kaleydoskopu 1816'da Sir David Brewster icat etti. Oyuncak olarak satılan kaleydos-koplardan, tasarımcılar da esinlenmek ama-cıyla yararlanırlar. Kaleydoskop, birbirlerine göre çeşitli açılarda yerleştirilen ayna sistemlerinin görüntü oluşturma özelliklerini sergiler. Birbirleriyle dik açı yapacak biçimde yerleştirilen iki aynanın arasına bir cisim konduğunda, her iki aynada da cismin görüntüsü oluşur. Öte yandan bu iki görüntü de öteki aynalarda yansır ve böylece ortaya, bakışımlı olarak yerleştirilmiş dört cisim görüntüsü çıkar. Eğer aynaların arasında 60°'lik bir açı bulunursa, tek bir cisimden, düzenli olarak yerleştirilmiş altı görüntünün heksagonal bakışımlı deseni oluşur. Basit bir kaleydoskop, birer kenarları boyunca birbirine değen iki ince şerit aynadan, bazen de 60° ya da 45°'lik bir açıyla bükülmüş parlak bir alüminyum yapraktan oluşur. Aynalar, bir ucunda gözlem deliği bulunan bir tüpün içine yerleştirilir. Tüpün öteki ucunda ise, ince ve yassı döner bir kutu bulunur; kutu, iki cam diskten yapılmıştır ve dış taraftaki cam yayınım (difüz- yon) ekranı görevi görür. Kutu renkli cam parçalarıyla doludur. Kutu döndürüldüğünde ya da sallandığında, cam parçaları yer değiştirir ve her seferinde ayrı bir desen oluştururlar.Bazı kaleydoskoplarda bu tür bir kutu bulunmaz ve görüntü desenleri bir merceğin yardımıyla uzaktaki cisimlerin görüntülerinden elde edilir.

kalfa bak. halifeKalfagil, Sabit (d. 1934, Elazığ), fotoğraf sanatçısı. Yükseköğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde yaptı. Bu sırada fotoğrafa olan ilgisi daha çok arkeoloji ve mimarlık yapıtlarının belgelenmesine yönelikti. Mimar olarak devlet hizmetinde çalışırken bir yandan fotoğrafçılığı da sürdürdü. Her fırsatta geziler yaparak Anadolu'nun doğasını, insanım ve kültür değerlerini belgeledi. 1960'larda Turizm ve Tanıtma Bakanlığı'nın ve bazı bankala- nn düzenlediği yarışmalarda ödüller kazandı. Sonraları daha çok insanları konu alan fotoğraflar çekmeye başladı. Birçok diapo- zitif gösterisi düzenledi ve 1973'te bir kişisel sergi açtı. Yurt içinde ve dışında karma sergilere katıldı.1978'de Devlet Güzel Sanatlar Akademi- si'ne (bugün Mimar Sinan Üniversitesi) bağlı olarak kurulan Fotoğraf Enstitüsü'nde

MM| w

"s.

öğretim görevlisi oldu. Yeni Fotoğraf (1976- 81) dergisinde fotoğraf üzerine yazılar, eleştiriler yazdı. 1981'de Fotoğraf Sanatında Kompozisyon adlı bir kitap yayımladı. Aynı yıl FİAP'ın uluslararası yarışmasının diapo- zitif dalında ikincilik ödülünü kazandı. 1983'te Devlet Fotoğraf Yarışması'nm dia- pozitif dalında, 1988'de D.D.Y. Fotoğraf Yarışması'nda ve İslam Konferansı Örgütü Uluslararası Fotoğraf Yarışması'nda birincilik ödülleri aldı. Aynı yıl Fatih Anıtları adlı albümü yayımlandı.

Kalfazade bak. İsmail ÇinarîKalff, Willem, KALF olarak da yazılır (d. 3 Kasım 1619, Rotterdam - ö. 31 Temmuz 1693,

Amsterdam, Felemenk), zengin ölü- doğalarıyla tanınan Felemenkli ressam. En

çok şölen sahneleriyle değerli eşyaların resimlerini yapmıştır. Yapıtları varlıklı 17. yüzyıl Amsterdam soyluları tarafından çok tutulmuştur. "Meyveli Ölüdoğa" (1659, Ermitaj, Petersburg) ve "Gümüş Sürahili

Sabit Kalfagil'in bir yapıtıSabit Kalfagil

"Çin Kaseli Ölüdoğa", VVİllem Kalffın bir çalışması; Prusya Kültür Varlıkları Devlet Müzesi, Berlin

Staatlische Museen der Siftung Preusischer Kulturbesitz, Berlin

409 kalenderleme

Page 73: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

ve Meyveli Ölüdoğa" (Devlet Müzesi, Amsterdam) adlı resimleri 17. yüzyıl ortalarında Felemenklilerin lükse olan meraklarını yansıtmaktadır. Kalff'ın altın ve gümüş kaplarla meyveleri betimlediği zengin ama denetimli kompozisyonlarında güçlü bir ışık kullanımı görülür.Kalgan bak. Zhangjiakoukalgay, eskiden KAĞILGAY, KAGALGAY ya da KALGA, KALGAY SULTAN olarak da bilinir, Kırım Hanlığı'nda veliahta verilen unvan. Kalgay unvanı ilk kez 1446'da Mengli'ye (sonradan Mengli Giray) verildi. Kalgay, Cengiz yasası uyarınca giray(*) unvanı taşıyan Kırım hanınca seçilir, Osmanlı padişahının fermanıyla atanırdı. Han sefere gidince, kalgay Kırım'da kalır ve yönetim işlerine bakardı. Bazen küçük bir süvari ordusuyla akınlar düzenlediği de olurdu. Geleneğe göre, han ölünce yerine kalgay tahta çıkar, nureddin(*) denen ikinci veliaht da kalgay olurdu.Akmescit'in güneyindeki Aksaray'da oturan kalgay, Kırım'ın gümrük ve tuzlalarının gelirini alırdı. Akmescit ve yöresinin yönetimi de görevleri arasındaydı. Kalgay, kendi adına yarlığ çıkarabilir, yabancı hükümdarlarla doğrudan yazışabilirdi. Kırım hanının imzaladığı antlaşma metinlerinde kalgayın da adına yer verilirdi. Antlaşma metninde adına yer verilmemesi durumunda kalgay, banş imzalanan devlete savaş açabilirdi. Kalgay unvanını Kırım'daki Şirinler de kullanmıştır.

Kalgoorlie, Batı Avustralya'nın ortagüney kesiminde kasaba. Bitişiğindeki Boulder ile birlikte, Nullarbor Ovası ve Büyük Victoria Çölünün batı kıyısındaki Doğu Coolgardie altın yatakları bölgesinin en önemli yerleşmesini oluşturur. Paddy Hannan'ın 1893'te bölgede altın bulmasıyla kurulan ve Han- nan's Find (Hannan'ın Keşfettiği Yer) olarak anılan ilk yerleşme daha sonra, Yerlilerin yerel bir çalı için kullandığı galgurli sözcüğünden türetilen bugünkü adını aldı. Hemen güneydeki Boulder ise 1905'te, sayıları 20 bini bulan işçilere kalacak yer sağlama amacıyla kuruldu.1903'te doruk noktasına ulaşan altın üretimi, yüzeydeki madenlerin tükenmesi üzerine 1929'a değin düşüş gösterdi. Denetimli üretim, maden çıkarma ve işleme yöntemlerindeki gelişmeler ve altın fiyatlarındaki artış gibi etkenlerle sağlanan istikrar, 1970'lerin başlarına değin sürdü. Bu tarihten sonra, üretim maliyetlerinin artması ve dünya altın fiyatlarındaki durgunluk yüzünden üretim yeniden düştü. 1978'in sonuna gelindiğinde yalnızca bir büyük altın madeni işletiliyordu. 1980'lerde artan fiyatlar, altın arama ve çıkarma çalışmalarına yeni bir canlılık kazandırdı. Günümüzde bölgenin temel madeni olarak altının yerini nikel almıştır. 40 km güneydeki Kambalda'da bir nikel madeninin bulunmasının (1966) ardından Kalgoorlie, bu yörenin gereksinimlerini karşılayan bir merkez durumuna geldi. Kasabadaki nikel ergitme tesisinin yapımına 1971'den sonra başlandı. Kasabanın öteki sanayi kuruluşları arasında cevher işleme tesisleri, dökümhaneler, makine ve bira fabrikaları sayılabilir. Perth'e (598 km batıda) giden Büyük Doğu Karayolu üzerinde bulunan Kalgoorlie, eyalet demiryolu sistemiyle 416 km güneydeki Esperance'a, Trans-Avustralya De- miryolu'yla Güney Avustralya'daki Port Augusta ve Port Pirie'ye bağlanır. Kurak bir bölgede yer alan kasabanın su gereksinimini, Helena Irmağı üzerindeki Mundaring Barajı'ndan (Perth'in 24 km batısında) su taşıyan Goldfield Su Sistemi karşılar. Batı Avustralya Maden Okulu 1903'te Kalgoorlie'ye taşınmıştır. 1972'de keşfedilen kuzeydeki Yeerlirrie uranyum yataklarının işletilmesi için bir metalürji araştırma merkezinin kurulması tasarlanmıştır. Nüfus (1985 tah.) kasaba, 10.390; Kalgoorlie-Boulder kentsel alanı, 25.630.

Kalhu bak. Kalah

kalıcı diş, yaşamları süresince iki kez diş çıkartan omurgalılarda son çıkan dişlerin ortak adı. İnsanda, alt ve üst çenelerde dörder kesici, ikişer köpekdişi, dörder küçük azı ve altışar büyük azı olmak üzere 32 tane kalıcı diş vardır. Kalıcı azılar, arkadaki dişetlerinden, sütdişlerinin gerisinden çıktıkları ve geçici sütdişlerinin yerine gelmedikleri için geçici dişlerden de sayılabilir. Kalıcı üst kesiciler ve köpekdişleri alttaki kesici ve köpekdişlerinden daha iridir; öte yandan alt azılar üst azılardan büyüktür. Günümüz insanında azıdişieri birinciden üçüncüye doğru küçülür; insangil fosillerinde ise azıdişlerinin büyüklüğünün değişken olduğu gözlenmiştir. İlk çıkan kalıcı diş birinci büyük azıdişidir. Kalıcı dişlenme genellikle 20 yaşma doğru yirmi yaş dişi olarak da bilinen üçüncü büyük azıların çıkmasıyla sonlanır. İnsanların çoğunda yirmi yaş dişlerinin biri ya da birkaçı eksiktir. Ayrıca bak. sütdişi.

kalıktepe, MONADNOK olarak da bilinir, çevresine göre daha yükseğe uzanan, aşınma (erozyon) sürecinden arta kalan tepe. Kalıktepeler, sert kayaçların aşınmaya di-renmesi sonucunda ortaya çıkar. Çoğunlukla kuvarsit ve fazlaca çatlamamış volkanik kayaç kütlelerinden oluşur. Benzer tropik yüzey şekilleri olan adatepelerin tersine, kalıktepeler genellikle nemli ve daha ılıman iklim koşullarında görülür.

kalınbağırsak, omurgalılarda incebağır- saktan anüsün vücut yüzeyine açıldığı yere değin uzanan, içi boş organ. Körbağırsak (çekum), kolon, düzbağırsak (rektum) ve anüs olmak üzere dört bölümü vardır.İnsanda yaklaşık 1,5 m olan kalınbağırsak incebağırsaktan (insanda yaklaşık 7 m)

daha kahn ve kısadır. Körbağırsak kalınba-ğırsağın ilk bölümüdür ve karın boşluğunun sağ alt bölümünde incebağırsakla birleşir. Bunu izleyen kolon, karnın sağ yanında yukarı uzanır, midenin altında karın boşluğunu enine geçer ve sol tarafta aşağı doğru iner. Kolonun düzbağırsakla birleşen S biçimli son bölümü sigmoit kolon adını alır. Kalınbağırsağın içini döşeyen mukoza oldukça düzdür; sıvıların emilmesinde rol oynar ve artık maddenin kayganlaşmasmı sağlayan sümüksü bir salgı yapar. İncebağır- sak enzimleri kalınbağırsağın başlangıç bölümlerinde sindirim işlevini tamamlar; bu bölümde ayrıca bakteriler B vitaminleri (B12, tiyamin ve riboflavin) ile K vitamini yapımını sürdürür. Kalınbağırsağın en önemli işlevi sindirilmiş artıklardaki su ve elektrolitlerin emilerek kana geçmesini sağ-lamaktır; bu olay insanda 24-30 saat kadar sürer. Ayrıca vücuttan atılıncaya değin dışkı kalınbağırsakta depolanır. Bağırsağın öğütme hareketleri, sindirilmiş artıkların ağır ağır emici duvarlara yaklaşmasını sağlar. Artık maddelerin daha hızlı hareket etmesini sağlayan şiddetli kitle hareketi (mide- kahnbağırsak refleksi), günde yalnız iki, üç kez ortaya çıkarak bağırsaktaki maddeyi anüse doğru iter.Hayvanlardan bitkiyle beslenen birincil tüketicilerde kalınbağırsak genellikle daha uzundur. Örneğin, öncelikle bitkisel besinler alan iribaşlarda uzun, kıvrımlı bir kalınbağırsak vardır. Kurbağa olgunlaştıkça ve daha çok

böceklerle beslenmeye başlayınca kalınbağırsağının kısaldığı gözlenir. Et gibi proteince zengin besinler incebağırsakta hızla sindirilebilirken, bitki hücrelerinin sert, selülozlu liflerinin sindirilmesi için çok daha fazla kimyasal tepkime ve öğütme hareketi gerekir. Kalınbağırsaktaki yavaş sindirim süreci bu işlevi üstlenir.Yeni doğan bebeklerin kalınbağırsaklarında K vitamini yapımını sağlayan bakteriler yoktur. Bu vitaminin eksikliği aşırı kanamalara yol açabileceğinden doğumu izleyen birkaç hafta boyunca bebeğe dışarıdan K vitamini verilmelidir. Kalınbağırsağın en sık rastlanılan bozuklukları arasında, kolit gibi iltihaplı hastalıklar, divertiküloz ile iyi ve kötü huylu urlar sayılabilir.kalıp, malzemelere biçim vermekte kullanılan alet. Madeni para ve madalyaların basımında kullanılan sertleştirilmiş çelik kalıplar, içinden metal ya da plastik malzeme geçirilen delikli blok kalıplar ve içindeki boşluğa sıvı metal ya da plastik dökülen kalıplar gibi çeşitli tipleri vardır. İçindeki boşluğa eriyik metal ya da plastik dökülen kalıplarda, malzeme soğuyup sertleşerek istenilen biçimi alır. Kalıplar, kullanım alanlarına göre çeşitli malzemelerden yapılabilir. Örneğin metal dökümünde kum, plastik dökümünde sertleştirilmiş çelik ve çeşitli başka amaçlar için ise alçıdan yapılmış kalıplar kullanılır. Ayrıca bak. mulaj döküm; yitik mum yöntemi.kalıtım, fiziksel ve zihinsel özelliklerin gen adı verilen temel birimler aracılığıyla bir kuşaktan sonrakine aktarılması.19. yüzyılın sonlarına değin kalıtımla geçen özelliklerin anne ve babanın özelliklerinin karışımı olduğu düşünülüyordu. Buna göre, kısa boylu bir kadın ile uzun boylu bir erkeğin çocukları orta boylu olmalıydı. 1866'da Avusturyalı keşiş Gregor Mendel bezelyeler üstüne yaptığı çaprazlama deneylerinin sonuçlarını yayımladı. Mendel'in üeri sürdüğü temel kalıtım yasaları şunlardı: Günümüzde gen adı verilen kalıtım öğeleri birbiriyle karışmadan bütünlüklerini korur; öğelerin bazıları başat (dominant), bazıları da çekiniktir (resesif); çiftleşen bireyler bir sonraki kuşağın her üyesine kalıtım öğelerinin yalnız yarısını geçirir; aynı anne babadan oluşan farklı bireylerin genetik yapısı farklıdır. Mendel'in çalışmalarının önemi ölümünden yıllarca sonra, 1900'de anlaşıldı ve çağdaş genetik biliminin temelini oluşturdu.Kalıtımın rolünün tam olarak anlaşılması için canlının genotipi ile fenotipinin ayrımının yapılması gerekir. Genotip bireyin genetik yapısıdır. Dış görünüme yansımadığı kalıtımbilim 410

ya da dışa vurulmadığı halde sonraki kuşaklara geçirilen çekinik özellikleri içerebilir. Dahası, genotip değşinimler (mutasyon) dışında bireyin yaşamı boyunca değişmez. Öte yandan, canlının görünür özelliklerini belirten fenotip bireyin genetik yapısı ile çevre koşullarının karmaşık etkileşimlerinin ürünüdür. Örneğin genetik yapısı gereği yüksek olması gereken bir ağaç, elverişli koşulların bulunmadığı soğuk ve rüzgârlı bir dağ yamacında bodur bir çalı boyunda kalabilir. Genotipin tersine fenotip oldukça değişkendir. İnsanda derinin rengini belirleyen farklı genler olabilir; ancak bireyin derisinin rengi güneş ışınlarına maruz kalmasıyla yakından ilişkilidir.Genetik bilginin fenotipe dönüşmesi oldukça karmaşık bir süreçtir. Hücre düzeyinde genler enzim yapısını etkiler. Enzimler de hücrenin metabolizmasının düzenlenmesinde rol oynar. Bireyin özelliklerinin birçoğu birden çok gen tarafından belirlenir ya da denetlenir. Bazen de aynı özelliği belirleyen tek bir genin farklı biçimlerde var olduğu görülür; bunlar alel adını alır. Çok- genlilik ve alel oluşumu, kalıtsal özelliklerin ileri derecede değişkenlik göstermesini açıklayabilir. Aynca bak. genetik.

kalıtımbilim bak. genetikkalıtsal leptositoz bak. Akdeniz kansızlığı

Page 74: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kalıtsal sferositoz, doğuştan gelen ve alyuvarların parçalanmasıyla ortaya çıkan kansızlık. Hastalığın neden olduğu başlıca bozukluklar dalak büyümesi, alyuvarların küre biçimini alması ve hücre zarlarının kolayca zedelenebilmesidir. Kalıtsal sfero- sitozlularda orta şiddette, kronik hemolitik kansızlık vardır. Zaman zaman kemik iliğinin hücre yapma yeteneğinin ortadan kalkması aplastik kansızlığa neden olur. Aynı ailenin bireylerinde sık rastlanma eğilimi gösteren hastalık, otozomal başat geçişlidir ve Siyah ırkta çok ender, Kuzey Avrupalılarda ise sık görülür. Belirtiler doğuşta vardır ya da yaşlılıkta ortaya çıkar. Hastalığın varlığı sıklıkla çocukluk ya da ergenlik döneminde anlaşılır. Hemen tüm vakalarda dalağın çıkartılması kansızlığın düzelmesini sağlar. Bu tedavi yöntemi kan yapımındaki bozukluğu gidermese de ciddi bir sakatlığı engeller.

kalıtsal sürüklenme, GENETIK ÖRNEKLEME HATASI ya da GENETIK SÜRÜKLENME olarak da bilinir, küçük bir türdeş topluluğun genlerinin tümüyle rastlantıya bağlı olarak değişmesi. Kalıtsal sürüklenme, bir türdeş topluluktan genetik özelliklerin kaybolmasına ya da bir türdeş toplulukta alellerin korunmasına ve üreme değerine bağlı olmaksızın genetik özelliklerin geniş bir dağılım göstermesine yol açar. Kalıtsal sürüklenme, olayların akışını ancak rastlantıların değiştirebileceği ölçüde küçük bir gen havuzuna sahip olan türdeş topluluklarda istatistiksel bir etki yapar. Daha geniş topluluklarda belli bir alel o kadar çok birey tarafından taşınır ki, biyolojik bakımdan elverişsiz koşullar oluşmadan gen havuzundaki denge kalıtsal sürüklenmeyle değişmez. Ayrıca bak. kurucu topluluk ilkesi.

Kali (Sanskrit dilinde "Siyah"), Hinduizmde, ortalığı yakıp yıkan, önüne geleni yutan kötü bir tanrıça. Hintlilerin yaşamın karşıt görünen yönlerini bir araya getirme eğilimlerine uygun olarak, sakin ve zararsız biçimlere de bürünebilen Şakti'nin (Devi ya da en büyük tanrıça) vahşi ve korkunç yönünü temsil eder. Seyrek dişleri ve dışarı sarkmış diliyle çok çirkin, kana bulanmış kapkara yüzlü bir cadı olarak betimlenir. Dört eli vardır; ellerinde kılıç, kalkan, bir devin kesik eli ya da bir boğma ilmiği bulunur. Bazen de elleri kendine duyduğu güveni anlatırcasına öne doğru uzatılmıştır. Kafa- taslarından yapılma gerdanlık ya da kesik ellerden oluşan kuşak gibi süsler dışında çıplaktır. Resim ve heykellerde genellikle eşi Şiva'nın hareketsiz bedeni üzerinde dans ederken gösterilir.Kali'nin kana susamışlığı, yeryüzüne düşen her damla kanından kendisi gibi bin şeytan yaratan Raktavica'yı öldürmekle görevlen-dirilmesine bağlanır. Kali bir mızrak sapladığı Raktavica'yı havada tutar ve akan kanı toprağa dökülmeden içer. Hindistan'daki Kali tapmaklarının en ünlülerinden biri Kalküta'daki Kalighat'tır; buralarda her gün tanrıçaya keçiler kurban edilir.

Hindistan'da 19. yüzyıla değin, adam öldürüp soygunculuk yapan haydutlar Kali'ye tapar, kurbanlarını törenle ona sunarlardı.Kali ile en büyük tanrıçanın gene bir kötü yönünü temsil eden Durga arasında bağ kurulur; çoğu kez ikisi aynı kişi sayılır.

Kalî, asıl adı EBU ALI ISMAIL (d. Mayıs 901, Malazgirt - ö. 19/20 Nisan 967, Kurtuba [Cördoba], İspanya), Arap dil bilgini. 915'te Bağdat'a gitti. Abdullah bin Muham- med el-Bağavi, Abdullah bin Süleyman bin el-Eşas es-Sicistani, İbn Düreyd, İbnü's- Serrac, İbnü'l-Enbari gibi dil ve edebiyat bilginlerinden nahiv, Arap dili ve edebiyatı dersleri aldı. Musul'da Ebu Ya'la el-Mavsi- lî'den hadis okudu. 942'de Endülüs'e giderek orada ders verdi. Endülüs Emevi halifesi III. Abdurrahman'ın oğlu Hakem (sonra II. Hakem) tarafından korundu ve desteklendi. Başlıca yapıtları arasında dil ve şiirle ilgili ayrıntılı bilgiler veren Kitabü'l- Amalî ve'z-Zeyl ve'n-Nevadir (1906) ve önemli bir sözlük çalışması olan, ama tamamlanmadan kalan Kitabü'l-Bari fi Ga- ribi'l-Hadis sayılabilir. Bu sonuncu yapıt Londra'da A.S. Fulton tarafından İngilizce olarak ve bir önsözle birlikte A Facsimile of the Manuscript of al-Kitab al-Bari'fi'l-Lug- hah adıyla yayımlanmıştır (1933).

Kali Glagah Faunası, Güneydoğu Asya' daki fosil kahntılanyla tamnan Alt Pleyisto- sen Dönemden kalma omurgalı hayvanlar topluluğu (Pleyistosen Dönem y. 2,5 milyon- 10 bin yıl önce). Bu faunanın bulunduğu ve 2 milyon yıldan daha önceye uzanan Kali Glagah Çökelleri, Tiji Djulang Yataklarının üstünde yer alır. Kali Glagah Faunası, Yukan Birmanya'daki Irravvaddy Yatakla- nyla olduğu kadar, Hindistan'ın Sivalik Tepelerindeki gene Alt Pleyistosen Dönemde oluşmuş Pinjor Kuşağıyla ilişkilidir. Atlar, develer, gergedanlar ve antilop bu faunanın ayırt edici türlerini oluşturur.Kalibangan, Hindistan'ın kuzeybatısında (bugün Racasthan), İndus Vadisi uygarlığına ait antik kent. Hindistan Arkeolojik Yüzey Araştırmaları genel müdürü A. Ghosh tara-fından bulunmuştur. Hem Harappa, hem de Harappa öncesi kalıntıları banndırdığın- dan, bu iki kültür arasındaki geçiş döneminin açıkça gözlenmesine olanak verir. Harappa öncesi kültür, bakır ve çanak çömlek üretimine geçmekle birlikte bir yazı sistemi geliştirememiştir. Bu kültürden kalma yı-kıntılar daha geç Harappa kültürlerinin düzenli yerleşim biçiminden ve pişmiş tuğladan yoksundur. Harappa dönemi buluntu- lan arasında tahkim edilmiş bir kale ile bir mezarlık ortaya çıkarılmıştır.kalibre, ateşli silahlarda, silah namlusunun iç çapını ya da mermi çapını gösteren ölçü birimi. Yivli namluların ölçümünde kalibre, yivlerin çıkıntıları arasındaki' uzunluğu ta-nımlar. Kimi zaman silahın kamasından namlu ağzına kadar olan uzunluğunun namlu çapına oranı da kalibre olarak ifade edilir.İngiltere'de kalibre genellikle inçin binde- likleri (örn. .303) olarak belirtilirken, ABD'de çoğunlukla inçin yüzdelikleri (örn. .30) olarak belirtilir. Avrupa'da ve geri kalan ülkelerin çoğunda ise milimetre olarak ifade edilir. Bir silahın kalibresi inçten milimetreye ya da milimetreden inçe çevrilmez, silahın yapıldığı ülkede kullanılan birimle ifade edilir. Ayrıca bak. namlu çapı.kaliçi, KALIÇE ya da KIREÇTAŞI KABUĞU olarak da bilinir, toprağın içinde ya da üstünde katılaşmış ya da sertleşmiş katman olarak bulunan kalsiyum bakımından zengin sert kabuk(*). Kurak ya da yankurak bölgelerde iklim koşullarındaki dalgalanmalara sonucunda kalkerli maddelerin üzerinde oluşur. Yüzey sularında çözünmüş halde bulunan kalsit, kurak koşulların etkisiyle suyun buharlaşması üzerine yüzeyde çöke- lir. Karbon dioksitle doymuş yağmur suyu asit rolü oynayarak kalsiti çözündürür ve toprak parçacıklarının üzerine yeniden çö- keltir.

Toprağın içindeki boşluklann dolmasıyla da geçirimsiz bir kabuk oluşur.Kalidasa (ü. İS y. 5. yy, Hindistan), Sanskrit şiir ve oyunları bu dildeki edebiyatın başyapıtları sayılan büyük Hintli yazar. Özgünlüğü saptanan altı yapıtı Abhicnanaşa- kuntala (Şakuntala'nm Alameti), Vikra- morvaşi (Yiğitlikle Kavuşulan Urvaşi) ve Malavikagnimitra (Malavika ve Agnimitra) adlı oyunları, Raghuvamşa (Raghu Hanedanı) ve Kumarasambhava (Savaş Tannsmın Doğuşu) adlı epik şiirleri ve "Meghaduta" (Haberci Bulut) adlı lirik şiiridir. Çoğu klasik Hintli yazar gibi Kalidasa'nın yaşamı ve çevresi konusunda çok az bilgi vardır. Şiirleri özgür düşünceli, ama Hindu dünya görüşünü benimsemiş bir Brahman olduğunu düşündürür. Adının "Kali'nin hizmetkârı" anlamına gelmesi Kali'nin eşi olan Tann Şiva'ya inandığına işaret eder. Ama başta Vişnu olmak üzere zaman zaman öbür tanrılara da övgüler düzdüğü görülür.Kalidasa bir Seylan (Sinhali) efsanesine göre, 517'de tahta çıkan Kumaradasa'nın hükümdarlığı döneminde Seylan'da öldü. Daha yaygın bir inanca göre ise, efsanevi kral Vikramaditya'nm Uccain'deki sarayının "dokuz cevher"inden biriydi. Ama Vik- ramaditya (Yiğitlik Güneşi) lakabıyla bilinen birden çok kral vardır; ayrıca bu dokuz seçkin saraylının hepsi aynı dönemde yaşamış olamaz. Kalidasa'nın da ancak oyunlarından birinin kahramanı olan ikinci Şunga kralı Agnimitra'nın hükümdarlığı (İÖ y. 2. yy) ile Kalidasa'yı öven Aihole (Aivalli) yazıtı (İS 634) arasında bir dönemde yaşadığı kesin olarak söylenebilir. 473 tarihli Mandasor yazıtında taklit edildiği anlaşılmakta, ama adı anılmamaktadır. Tarihleme konusunda, bütün bu kopuk bilgi ve tahminleri dikkate alan tek bir varsayım geliştirilememiştir. Araştırmacıların hepsinin değilse de pek çoğunun görüşüne göre Kalidasa, Vikrama- ditya lakabını taşıyan II. Çandra Gupta'nın hükümdarlık döneminde (y. 380 - y. 415) yaşadı. İnandırıcı bulunan bu varsayımın temelinde, yapıtlarının, parlak Gupta hane-danının kültür değerlerini kusursuz bir biçimde ve bütün yönleriyle dile getirmesi yatıyordu. Kalidasa'ya mal edilen pek çok yapıt bulunmakla birlikte, uzmanlar bunlardan altısının kesinlikle onun elinden çıktığını, "Rtusamhara"'yı (Mevsimler Çelengi) ise gençliğinde yazmış olabileceğini saptadı. Ama bu yapıtlardan yola çıkarak şiirsel ve düşünsel gelişimini izleme girişimleri, klasik Sanskrit edebiyatın kişisel olmaması yüzünden sonuçsuz kaldı. Yapıtları, Hint geleneğinde Sanskrit dilinin ve kültürünün içkin edebi niteliklerinin somutlanması biçiminde değerlendirilerek Sanskrit edebiyatın temel örneği olarak alındı.Kalidasa'nın en ünlü oyunu olan Abhicna- naşakuntala Hint edebiyatında gelmiş geçmiş en büyük yapıt sayılır. Konusu Mahab- harata destanından alman oyunda bir su perisinin kızı olan Şakuntala'nın Kral Dush- yanta'yla gizlice evlenmesi, doğurduğu erkek çocuğu saraya götürürken kralın ileride kendisini tanıyabilmek için verdiği yüzüğü ırmağa düşürmesi, oğluyla birlikte kral tarafından reddedilmesi ve sonunda cennette birleşmeleri anlatılır. Çocuk, Hint ulusuna adını veren Bharata'dır. Bir aşk masalı biçiminde yeniden yazılan öykünün kahramanları eski soylu ülküleri temsil eder. Kız duygusal ve özverilidir; yalnızca doğanın güzellikleriyle ilgilenir. Dharma'nın (dinsel ve toplumsal yasalar) baş hizmetkârı olan kral ise toplumsal düzenin koruyucusu, tuttuğunu koparan bir yiğit, ama aynı zamanda sevgilisini yitirmenin acısını çeken yumuşak biridir. Olay örgüsü ve karakterler, Kalidasa'nın yaptığı değişiklikle daha inandırıcı olmuştur. Öyunda Dushyanta sevgililerin ayrılmalarından sorumlu tutulmaz; bir kâhinin laneti yüzünden yanlış davranır. Kalidasa'nın bütün yapıtlarında olduğu gibi, doğanın güzelliği dünya edebiyatında eşi zor bulunan zarif eğretilemelerle betimlenir.Adında vikramaditya ile ilgili bir söz oyunu bulunduğu sanılan Vikramorvaşi'de, Hindu dininin en eski kutsal metinleri olan Vedalar kadar eski bir efsane değiştirilerek anlatılır. Tanrıça Kali, Cabalpur yakınında Bheraghat'taki bir alçak

kabartma, 10. yy; Madhya Pradesh, HindistanPramod Chandra

411 kalenderleme

Page 75: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Konusu Kral Pururavas'ın su perisi Urvaşi'ye duyduğu aşktır. Oyunun dördüncü perdedeki ünlü "delilik sahnesi"nde acı içindeki kral çok güzel bir ormanda dolaşırken, çiçekler ve ağaçlarla sevgilisiymiş gibi konuşur. Sahnenin bir bölümü şarkılı ve danslı olarak düşünülmüştür. Yüce bir amaç gütmeyen Malavikagnimitra da en az öbür yapıtları kadar başarılıdır ama onlardan farklıdır; komik ve neşeli bir harem entrikasını konu alır. Bazı tarihsel olaylara göndermede bulunan oyun bu bakımdan benzersizdir, ama olayların tarihe uygunluğu çok tartışılmıştır.Kalidasa'nın kav ya üslubundaki şiirleri epik ve lirik olmak üzere ikiye ayrılır. Raghuvamşa ve Kumarasambhava adlı uzun şiirleri epiktir. Birinci şiirde, kahraman Rama'nın atalarının ve torunlarının efsaneleri anlatılır. İkincisi ise, Şiva'nın eşi Parvati tarafından baştan çıkarılması, Kama'nın (Arzu Tanrısı) tutuşması ve Şiva'nın oğlu Kumara'nın (Skanda) doğumu ile ilgili pi- karesk bir öyküdür. Öyküler yalnızca kıtaların zincirleme bir düzen içinde sıralanmasını sağlar. Her kıta ölçü ve dil açısından kusursuzdur; karmaşık ve uyumlu imgelerle doludur. Şiirler Kalidasa'nın Sanskritin şiirsel olanaklarından yararlanmadaki ustalığının eşsiz örneklerini oluşturur. Lirik "Meg- haduta" şiirinde ise bir âşığın uzaktaki sevgilisine söylediği sözlerin arasına, Kuzey Hindistan'ın kuzey kesimindeki dağların, ırmakların ve ormanların ustalıklı betimlemeleri serpiştirilmiştir. Kalidasa yapıtlarında üstünlüğünden ve gücünden emin saray çevresini yansıttı. Eski Brahman dinsel geleneğinin, özellikle de Sanskritle olan törensel ilgisinin, yeni ve parlak dünyevi Hinduizmin gerekleri ile birleştirilmesine belki de en büyük katkıda bulunan yazar oldu. Ama Gupta rönesansını özetleyen bu bütünleşme, zayıf toplumsal tabanından dolayı uzun süre yaşamadı. Gupta İmparatorluğu'nun çöküşünü izleyen huzursuzluklarla birlikte, Kalidasa da, Sanskrit edebiyatın ve Hint aristokrasisinin bir daha karşılaşamayacağı bir kusursuzluk örneği olarak tarihte kaldı. Çağdaş Batı toplumlarında Kalidasa'ya duyulan ilgi, Sir William Jones'un Şakuntala'nın öyküsünü çevirmesi (1789) ile başladı. Bir Batı diline aktarılmış en eski Hint yapıtlarından biri olan bu çeviriden Alman- caya yapılan çeviri de Johann Wolfgang von Goethe'nin hayranlığım uyandırdı.kaliforniyum (Cf), periyodik tablonun Illb grubunda yer alan, aktinitler dizisinden 98 atom numaralı yapay kimyasal element. Doğada serbest halde bulunmaz. İzotopla-rından kaliforniyum-245'i ilk olarak 1950'de Berkeley'deki Çalifornia Üniversitesi'nden Stanley G.Thompson, Kenneth Street Jr., Albert Ghiorso ve Glenn T. Seaborg, 96 atom numaralı küriyum elementini 152,4 cm'lik bir siklotronda helyum iyonuyla bombardıman ederek buldular.Kaliforniyum izotoplarının tümü radyoaktiftir ve en uzun ömürlü izotopları berkelyum-249 ya da kaliforniyum-249'dan üretilir. Bunlar, kaliforniyum-249 (yarı ömrü 360 yıl), kaliforniyum-250 (yan ömrü 13 yıl), kalıforniyum-251 (yan ömrü 800 yıl) ve kaliforniyum-252'dir (yan ömrü 2,65 yıl). Bu izotoplar, asidik sulu çözeltilerde +3 değerli olan kaliforniyumun kimyasını inceleme çalış- malannda ve mikrogram ölçeğinde kaliforni-yum oksiklorür (CfOCİ), kaliforniyum oksit (Cf203) ve kaliforniyum triklorür (CfCl3) bileşiklerinin hazırlanmasında eser miktarda kullanılır. +2 değerli olduğu bileşiklerinin de bulunduğuna ilişkin bazı veriler vardır. Metal haldeki kaliforniyum ise henüz hazırlana- mamıştır.Ani çekirdek bölünmesi (fisyon) sonucu yüzde 3'ü bozunan kaliforniyum-252'nin bir mikrogramı dakikada 170 milyon nötron açığa çıkardığından, bu izotoptan sanayide ve tıpta yoğunluğu yüksek nokta nötron kaynağı olarak yararlanılır.atom numarası 98en kararlı izotopu 251 değerliği

3elektronların yerleşimi 2-8-18-32-28-8-2 ya da (Rn) 5/10

7i2

Kalighat resimleri, Hindistan'da 19. yüzyılda Kalkütalı sokak sanatçılarının Kalighat

Tapınağı'nı ziyaret eden hacılara satmak üzere yaptıkları suluboya resimlere verilen ad. Kalın fırça çizgileri, göz alıcı renkler ve hızlı üretime uygun basit biçimler bu resimlerin en belirgin nitelikleridir.Çoğu yaklaşık 40 cm x 30 cm boyutlarında olan Kalighat resimlerinde geri planı doldurmak kaygısı görülmez. En çok popüler Hindu tanrıları konu alınmış, ama günlük yaşamdan sahnelere de yer verilmiştir. Kalighat resimleri ucuz, renkli taş baskılarla rekabet etmek amacıyla ortaya çıkmış, ama onların karşısında dayanamayarak

kısa sürede yok olmuştur. Yine de çekicilik ve canlılık gibi nitelikleriyle başta Camini Roy olmak üzere birçok modern Hintli ressam üzerinde etkili olmuştur.

kaligrafi, harflerin doğru biçimlerini, ara- lanndaki oranlan ve boşlukları belirli kurallara göre düzenleyerek güzel ve zarif yazı yazma sanatı. İslam kültür çevresinde bu sanat hat(*) ya da hüsn-i hat olarak anılır.Sanatçıya çok çeşitli estetik olanaklar sunan kaligrafi, özellikle alfabenin kendi başına bir sanat biçimine dönüştüğü Çin, Japonya ve Kore'de resim ya da heykel sanatlarıyla eşdeğerde tutulur.Yunan yazısı. İlk Yunan yazısının çeşitli biçimleri İS y. 8. yüzyıla değin birbirine çok benziyordu. Ama kitapları kopya etmede kullanılanla belge ya da mektuplarda kulla-nılanlar arasında gene de bir aynm yapıla-bilmektedir. Kitap yazıları çoğunlukla daha stilizeydi ve genellikle belirgin, okuması daha kolay büyük harflerle yazılırdı. Belgelerde kullanılan yazılar ise metne göre (özel mektuplar, resmî belgeler vb) değişen çeşitli biçimler alıyordu. Bunlar ayrıca hızlı yazılmaları sonucu yuvarlak ve akıcı bir biçim aldıkları için, "işlek" olarak nitelenir.Bizans döneminde, Yunan yazısında küçük harflerin bulunuşu ve büyük harflerin resmî bir nitelik kazanması gibi birkaç temel gelişme oldu. 12. yüzyıldan 15. yüzyıla değin Yunan yazısı, neredeyse ilk yazıya benzeyen resmî yazıyla, Bizans döneminde ortaya çıkan ve daha kişisel olmakla birlikte akademik niteliğini de koruyan yazının bir karışımı biçimindeydi. Bu yazıların her ikisinin de Rönesans'ta baskı harflerinin üsluplarının gelişmesinde önemli etkileri oldu.kaliko 412

Latin yazısı. Roma el yazısının Yunan el yazısıyla benzer bir gelişme gösterememesinin nedeni, büyük olasılıkla çok daha sonra ortaya çıkan bir yazı olmasıydı. İS 4. yüzyıl boyunca bu yazının, biri basit büyük harfler, öbürü eğik büyük harflerle yazılan başlıca iki biçimi vardı. "Rustik" diye anılan basit büyük harfler kitap yazmada, "işlek" büyük harfler ise ticari yazılarda kullanılıyordu; işlek harflerle hızlı yazarken kalemi kâğıdın üstünden sık sık kaldırmak gerekmiyordu. Büyük olasılıkla 1-4.

yüzyıllar arasında geliştirilen Latin küçük harfi, daha sonra Charlemagne'ın gerçekleştireceği bazı yeniliklere temel oluşturdu.14. yüzyılla 16. yüzyıl arasında hümanizmin canlanması sırasında, sonraki bütün el yazısı ve baskı harfi türlerini etkileyecek olan iki yazı biçimi, Latin ve İtalik yazılar ortaya çıktı.Sonraki 2-3 yüzyıl boyunca Avrupa'da kaligrafi hem dekoratif, hem işlevsel nitelikli yazılarla zenginleşti. Süslemeler göz alıcı ve çoğunlukla abartılıydı; yazmalar, bilgilendirmek amacıyla olduğu kadar, bir yazı biçimini göstermek amacıyla da yazılıyordu. Batı kaligrafisinde grafik sanatlara duyulan ilginin yeniden canlandığı 20. yüzyıla değin bu verimli "Altın Çağ"a benzeyen ikinci bir dönem daha yaşanmadı.Sami yazısı. Farklı nedenlerle de olsa Ortadoğu'da da kaligrafiye çok önem veril-mişti. Gerek İbraniler, gerek Müslümanlar dillerinin ilahi niteliğine inanıyorlardı. Ama İslamda bir sanat biçimi olarak kaligrafiye (hat) genellikle çok daha fazla önem verildi. Hindistan'da konuşulan Sanskrit ve başka dillerdeki elyazmaları, Arami kaligrafisinin yayılmasından kaynaklanan en önemli geliş-meler oldu.Doğu yazısı. Bir sanat biçimi olarak kaligrafi en yüksek düzeyde Çin, Japonya ve daha sınırlı olarak Kore'de değerlendirildi; başlangıcından (İÖ y. 1700) günümüze değin sanatsal anlatımın zengin ve çok çeşitli biçimlerinden biri olageldi. Japonya'da bugün de her yıl kaligrafi yarışmaları düzenlenir ve her yaştan, her meslekten çeşitli insanlar yapıtlarının sergilenmeye değer bulunması için yarışırlar.Çin kaligrafisi, standart yazı olarak bilinen ve günümüzde kullanılan yazının ortaya çıkışma değin dört aşamadan geçti. Jiagu- wen{*) ve jinwen (metal yazısı) bu aşamalardan ilk ikisiydi. Çincede üstüne yazıldık- •lan malzemelerin adıyla anılan bu yazılar, modern yazının pek çok özelliğini taşır. İÖ 3. yüzyılda İmparator Qin Shi Huang Di ülkeyi birleştirdi ve her yerde xiaozhuan(*) üslubu olarak adlandırılan tek bir yazı kullanılmasını sağladı. Üçüncü aşamayı oluşturan bu zarif ve dengeli yazının en önemli sakıncası hızlı yazılamaması ve kullanışlı olmamasıydı. Dördüncü aşamayı, daha hızlı yazabilmeye yönelik bir girişim olan ve özellikle kâtiplerin kullanması için geliştirilen lishu(*) adlı resmî ya da düzgün üslup oluşturdu. Lishu'mın hızlı yazılabil- mesinden ötürü fırça vuruşlarında farklılıkların ortaya çıkması kaçınılmazdı; bu ise doğal bir sonuç olarak yaratıcılığa olanak sağladı. Kaishu{*) diye anılan yazıda bu olanak daha da arttı. Kaishu 2.000 yıl boyunca temelde bir değişime uğramadan günümüze ulaşmıştır. Kaligrafa en büyük kişisel özgürlüğü sağlayan bu yazı, her çeşit ustalık gösterisine olanak tanır. (Ayrıca bak. Çin yazı sistemi.)Hem Japonlar, hem de Koreliler Çin yazısını kendi dillerine uyarlamışlar, amaJaponlar çok daha yaratıcı olmuşlardır. Usta Japon kaligrafları Çin yazı sisteminden alınma kanci{*) ve yerli hiragana işaretlerini birbirine karıştırarak oldukça kişisel bir tarz yaratmışlardır.kaliko, düz ya da çizgili olarak dokunmuş, tek ya da çok renkli basit baskı desenleri olan saf pamuklu kumaş. En geç 11. yüzyılda Hindistan'ın Kojikod (eskiden Ka- likut) kentinde dokunmaya başlamış, 17. ve 18. yüzyıllarda Hindistan'la ingiltere arasındaki ticaretin önemli bir öğesi olmuştur.12. yüzyılda Hintli yazar Hemaçandra'nın sözünü ettiği çhimpa, Lotus desenli (çha- panti) kaliko dokumalardı. Günümüze ula-şabilen en eski (15. yy) kaliko parçaları ise Hindistan'da değil, el-Fustat'ta (Eski Kahire) bulundu. Kumaşın desen basılmayacak bölümleri boya tutmayan bir maddeyle kaplandıktan sonra desenin basıldığı bu örnekler Gucerat'ta üretilmişti. Babürlü döneminin başlıca üretim merkezleri Guce-rat'ta, Racasthan'da ve Madhya Pradesh'in Handeş bölgesindeki Burhanpur'daydı. Ah- medâbad'da ise daha ucuz baskı desenli pamuklu dokuma üretiliyordu.

"Kuş Tutan Kadın", bir suluboyaKalighat resmi, 19. yy sonları, özel koleksiyon

Pramod Chandra

Page 76: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

İhracata yönelik ürünlerde desenler ya-bancıların beğenilerine göre belirlenirken, yerel tüketim için yapılanlarda daha basit desenler kullanılıyordu; bunlarda küçük çiçekler, çam kozalakları, geometrik örgeler ve damalı dokumalar gözdeydi. Dokumayı zenginleştirmek için bazen sim katılıyordu. Kaliko İngiltere'de bir ölçüde elbiselik kumaş, ama daha çok duvar ve yatak örtüsü olarak, Hindistan'da ise hemen hemen yalnız giysi yapımında kullanılıyordu. Hintli kadın giysisinin temel öğesini oluşturan sariler çoğunlukla baskılıydı.Dokuma, atkı ipliği çözgü ipliğinin bir altından, bir üstünden geçirilerek yapılır. Kaliko genellikle pamuk lifinin doğal renginde dokunur. Büyük miktarlarda kaliko daha sonra beyazlatılır, boyanır ve üzerlerine her türlü ev ya da giyim eşyasına uygun düşecek baskılar yapılır. Genellikle biri zemin, öteki desenin rengi olmak üzere iki renk kullanılır. Parça kumaşa düz zemin rengi verildikten sonra, döner bir silindirle desen basılır. Kumaşın inceliği ve kalitesi kullanım amacına göre değişir; çok güzel, saydam örneklerden, dayanıklı, kalın dokumalara kadar sonsuz çeşitlilikte kaliko vardır.Kalikut bak. KojikodKalimantan, Borneo(*) Adasının Endo-nezya'ya ait bölümüne verilen ad. Endo-

nezyalıların coğrafi bir terim olarak bütün ada için kullandıkları Kalimantan adının kökeni bilinmemektedir. Gene Borneo Adasında yer alan ve Malezya'ya bağlı bir eyalet olan Sarawak'ta Kelamantan terimi, Borneo'nun kuzeyinde yaşayan ve sagu (palmiye ağacından çıkartılan bir tür nişasta) yiyen halklar için kullanılır. Kalimantan Batı Borneo(*), Orta Borneo(*), Güney Borneo(*) ve Doğu Borneo(*) olmak üzere dört ile (propinsi) ayrılır.

Kalimantan Barat bak. Batı Borneo

Kalimantan Selatan bak. Güney Borneo

Kalimantan Tengah bak. Orta Borneo

Kalimantan Timur bak. Doğu BorneoKâlimnos, Ege Denizinde, Yunanistan'a bağlı Oniki Ada'dan biri. Dağlık olan adanın yüzölçümü 111 km2'dir. Güneydoğu kıyısındaki bir koyun ucunda yer alan ve ada nüfusunun çoğunluğunu barındıran yönetim merkezi Kâlimnos (Pothia), adanın en büyük limanı ve Ege'de önemli bir ticaret merkezidir. Geçmişi klasik çağa inen sünger avcılığı günümüzde başlıca geçim kaynağıdır. Her yıl Paskalya'dan sonra adadan hareket eden bir sünger filosu Kuzey Afrika kıyılarında altı ay kadar avlanır. Adanın ortasına doğru uzanan volkanik Vathis Vadisi kaynak sularıyla besle-nir ve turunçgil, zeytin, incir ve üzüm yetiştirilmesine olanak verir. Rum Ortodoks Kilisesi'nin metropolit piskoposu da adada oturur. Peloponnesos'taki Epidauros'tan gelen bir Dor kolonisince yerleşime açıldığı sanılır. Kendisine ait bir para birimi olan ada, Atina'nın İÖ 5. ve 4. yüzyıllarda oluşturduğu iki birlikte de yer aldı. Bir Pers satraplı-

ğıyken, 332'de Büyük İskender'in ordularınca ele geçirildi. Daha sonra Roma'mn Asya Eyaleti'ne bağlandı. 1310'a değin Venedik işgalinde kaldı. Bu tarihten sonra Rodos Şövalyeleri'nin eline geçti. 1522'de öteki adalarla birlikte Osmanlı yönetimine girdi. 1912'de İtalyanlarca işgal edildi. İtalyanların özümlemeci politikalarına direnen Kâ- limnosluların çoğu II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'ye kaçtı. Adadaki antik buluntular arasında Damos nekropolü ve 100'den fazla antik Yunan yazıtı sayılabilir. Nüfus (1981) ada, 14.295; merkez, 10.118.Kalinga, Hindistan Yarımadasında Andhra Pradesh'in kuzeyi ve Orissa'nın büyük bölümüyle Madhya Pradesh'in bir bölümünü içine alan bölgeye geçmişte verilen ad. Güneyde Godavari Irmağına kadar uzanan bölge, Godavari ile Krişna arasında kalan Andhralara ait Vengi topraklarını kapsamı-yordu. Hinterlandı, yarı Hindulaşmış kabi-lelerin yaşadığı dağlık ve sık ormanlarla kaplı topraklardan geçerek Hindistan'ın orta kesimine ve Ganj Ovasına kadar uzanıyordu. Bölgedeki Koringa (Kakina- da), Vishakhapatnam, Çikakol ve Gancam limanları ile Racahmundri ve Vizianagaram gibi önemli kentlerin, Birmanya'nın (bugün Myanmar) yanı sıra daha güneydeki ve doğudaki bölgelerle yaygın ticari ilişkileri vardı. Kalinga'dan Plinius'un tarihinde de söz edilir.

Kalimantan'da Barito Irmağı boyunda bir yüzen ev, EndonezyaAva Hamilton

413 kalenderleme

Page 77: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kalinga, Magadha Krallığı'na Nanda hanedanının (İO y. 343 - y. 321) kurucusu Mahapadma tarafından bağlandı. Ama hanedanın yıkılışından kışa bir süre sonra imparatorluktan ayrıldı. İÖ 3. yüzyılda kanlı bir savaştan sonra Maurya hükümdarı Aşoka tarafından ele geçirildi. Bu savaşın Aşoka'nın Budacılığı kabul etmesine katkıda bulunduğu söylenir. Bölgenin kıyı kesimleri bir süre Koşala'nın güneyinde yaşayan ve eskiden Bastar'a bağlı stratejik Çakrakotta kentini elinde tutan Somavamşa hanedanının egemenliğine girdi. Daha sonra Somavamşa hanedanının yerini sırasıyla Yayatiler, Vishnukundiler, Bhancalar ve Bhauma Karaları aldı.Kalinga'nın en ünlü hükümdarları Doğu Gangalardı. 11. yüzyılın ortalarında bölgenin yönetimini ele geçiren hanedan, Vengi' deki Doğu Çalukya hanedanına karşı bazen çatışma, bazen de ittifak politikası izledi. Ünlü Doğu Ganga hükümdarı Anantavar- man Çodagangadeva 12. yüzyılda Puri'deki Cagannatha Tapınağı'nı, I. Narasimha ise 13. yüzyılda Konarak'taki (Konarka) Güneş Tanrısı Tapınağı'nı inşa ettirdi. 1238-1305 arasında Doğu Gangalar kuzeyden gelen Müslümanların akınlarına başarıyla direndiler. Ama Delhi sultanının 1324'te güneyden giriştiği saldırılar hanedanın çöküşüne yol açtı.Kalinga-Apayao, Filipinler'de, Luzon Adasının ortakuzey kesiminde il. 1966'ya değin Mountain ilinin bir parçasıydı. Yüzöl-çümü 7.048 km2'dir. 2.600 m yükseklikteki dağlarla çevrili Chico Irmağı vadisini de içine alır. Ormanlar ve çayırlarla kaplı olan il tarıma elverişli değildir. Başlıca kentleri il merkezi Tabuk, Lubuagan, Conner, Bayag ve Luna'dır. Nüfus (1980) 185.063.Kalinin bak. TverKatinin, Mihail İvanoviç (d. 19 Kasım 1875, Verhnyaya Troitsa, Tver eyaleti, Rus Çarlığı - ö. 3 Haziran 1946, Moskova, SSCB), 1919-46 arasında SSCB'nin devlet başkanlığı görevinde bulunan siyaset ve devlet adamı.Bir köylü ailesinin oğluydu. 1893'te Peters- burg'a giderek bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başladı. 1898'de Rus Sosyal De-mokrat İşçi Partisi'ne (RSDRP) girdi ve partinin Lenin önderliğindeki Bolşevik ka-nadının Rusya'daki ilk destekçileri arasında yer aldı; 1899'da ve 1903'te iki kez tutuklandı. Hapisten çıktıktan sonra Petersburg'da 1905 Devrimine katıldı. 1912'de RSDRP Merkez Komitesi aday üyesi ve Rusya Bürosu üyesi oldu. Aynı yıl parti gazetesi Pravda nın kurucuları arasında yer aldı.1917 Ekim Devrimi'nden sonra, 1914'te adı Petrograd olarak değiştirilen Petersburg kentinin belediye başkanı olarak görev yaptı. Mart 1919'da Rusya Sovyetleri Kongresi Merkez Yürütme Komitesi başkanlığına seçilerek Sovyet devletinin başkanı oldu. 1924'te unvanı Tüm Birlik Merkez Yürütme Komitesi başkanı olarak değiştirildi; 1938- Mart 1946 arasında ise Yüksek Sovyet Prezidyumu başkanı unvanını taşıdı. Aralık 1925'te Politbüro asıl üyesi oldu.1920'lerde parti içinde gelişen sanayi ve tarım politikalarına ilişkin tartışmalarda, partinin sağ kanadını destekleme eğilimi göstermekle birlikte, önemli konularda Sta- lin'in yanında yer aldı. Bu nedenle Stalin'in 1930'lardaki Büyük Temizlik hareketi sırasında tasfiyeye uğramadığı gibi, üst düzey parti ve yönetim görevlerini de ölümünden kısa bir süre öncesine değin sürdürdü.Kaliningrad, Rusya Federasyonu'nun ba-tısında yönetim birimi (oblast). 15.100 km2'lik bir alanı kaplayan topraklarının büyük bölümü Pregolya İrmağı havzasında yer alır. Merkezi Kaliningrad kentidir. 1945'teki Potsdam Konferansı sonucu SSCB'ye bırakılan Alman Doğu Prusyası' nın kuzey kesimi üzerinde oluşturuldu. Kıyısı boyunca, Baltık Denizinden uzun kıyı dilleriyle ayrılan Vistül (Vislinski) ve Kur- land (Kurski) lagünleri uzanır. Büyük bölümünde, alçak ve hafif eğimli tepelerle ba-taklık düzlükler uzanır. Yaklaşık yüzde 20'si meşe, çam, ladin, kayın ve gürgen ağaçla-rından oluşan ormanlarla kaplıdır. Eskiden nüfusun büyük bölümünü olşturan Almanlar

bölgeden sürülmüş ya da kaçmış ve onların yerlerini Ruslar almıştır. Başlıca sanayi dalları makine, metal ve kâğıt hamuru üretimidir. Eskiden Töton Şövalyeleri' nin tekelinde olan kehribar bugün Yantar- m'daki büyük bir tesiste üretilmektedir. Kıyılarda balıkçılık önemlidir. İlde tahıl, patates, sebze ve süt ineği yetiştirilir. Nüfusun yaklaşık yüzde 77'si kentlerde yaşar. Nüfus (1990 tah.) 878.000.

Kaliningrad, eskiden (1946'ya değin) KÖ- NIGSBERG, Rusya Federasyonu'nun Kaliningrad yönetim biriminin (oblast) merkezi kent ve liman. Pregolya Irmağı kıyısında ve Vistül Lagününün (Vislinski Zaliv) biraz yukarısında yer alır. Önceleri Almanya' nın Doğu Prusya'daki bir deniz üssü iken, 1945'teki Potsdam Konferansı sonucu SSCB'ye bırakıldı. Günümüzde de Baltık Denizi kıyısında önemli bir deniz üssü konumundadır. 1255'te Töton Şövalyeleri tarafından kurulan kale, 1286'da bir kente dönüştü. 1340'ta Hansa Birliği'ne katılan kent 15. yüzyılda Töton Şövalyeleri'nin büyük ustasımn karargâhı, daha sonra Prusya düklerinin başkenti oldu. Immanuel Kant 1544'te kurulan Königsberg Albertus Üniversitesi'nde profesörlük yaptı. I. Fried- rich (1701) ve I. Wilhelm (1861) Prusya kralı olarak kentte taç giydiler. II. Dünya Savaşı sırasında kentin tarihsel yapılarından çoğu yıkıldı. Aynı zamanda önemli bir ticaret ve balıkçılık limanı olan Kaliningrad, bir tarama kanalıyla Baltık limanına bağlanır. Başlıca sanayi ürünleri makine, kâğıt ve kerestedir. Nüfus (1991) 408.100.

Kaliningrad, Rusya Federasyonu'nun ba-tısındaki Moskova yönetim biriminde (oblast) kent. Moskova kentinin kuzeydoğusunda yer alır. 1928'den sonra başkentin konut alanı ve sanayi banliyösü olarak kurulan Kaliningrad, 1938'de kent statüsü kazandı. Kentte başta ipekli kumaş olmak üzere dokumacılık yapılır, gıda sanayisi donanımı üretilir. Nüfus (1989 geç.) 160.000.

kalipso, başta Trinidad olmak üzere güney ve doğuda kalan Antil Adalarında yaygın olarak söylenen bir tür halk şarkısı. Sözleri genellikle nükteli ve yergilidir. Siyasal ve toplumsal önem taşıyan güncel ve yerel olayları konu alır. İmalı ve alaycı bir havası vardır.Antil Adaları dışında 1950'lerin sonlarında yaygınlaşan kalipso 19. yüzyılın başlarında ortaya çıktı. Büyük Perhiz'den önceki karnaval günlerinde, başlarında halk şarkıcılarının (shatwell) bulunduğu köle topluluktan sokaklarda dolaşarak üstü örtülü sözlerle sevilmeyen politikacıları hedef alan şarkılar söylerlerdi.Yılın ilk gününden Büyük Perhiz'in ilk gününe uzanan günümüzdeki karnaval mevsiminde, sözleri yenilenmiş şarkıların söylendiği gece gösterileri yapılır. Karnavalın sonlarında en çok beğenilen 50 kadar kalipso repertuarda kalır ve en başarılı bulunan şarkıcı "kral" seçilir.Kalipsonun yapısı baladmkine benzer; sekiz dizelik kıtalan nakarat dörtlükleri izler. Basit uyak düzenine karşılık çok yaratıcı ve özgün bir dili vardır. Şarkıcı, bellekte kolayca kalan çarpıcı bir adla (örn. Güçlü Vurguncu, Melodi Lordu, Attila) sahneye çıkarak yeni türemiş gündelik deyimlerin kullanıldığı basit bir anlatım içinde İspanyol, Kreol ve Afrika dilleriyle kurulmuş cümle parçacıklarını bir araya getirir. Yerel konuşma kalıplarının abartılarak kullanılmasına ve vurgulann çarpıtılmasına, kalipsonun alışılmış özelliğini oluşturan senkoplu ritmiyle müzik eşlik eder. Kalipso şarkıcısı, ya kendi sözlerini bilinen kalipso melodilerinden biriyle söyler ya da kendine özgü basit bir ezgi uydurur.Kalipsoda en çok kullanılan eşlik çalgıları shak-shak (maraka), gitar, cuatro (telli bir çalgı) ve tamboo-bamboo'dur (yere vurulan değişik uzunluklardaki bambu sırıklar). II. Dünya Savaşı'ndan sonra çelik bidon da yaygın kalipso çalgılarından biri olmuştur.Kalisz, Polonya'nın ortabatı kesiminde il (wojewödztwo). 1975'te kurulan il 6.512 km2'lik bir alanı kaplar. Kuzeyde Poznan ve Konin, doğuda Sieradz, güneyde Czçstoc- howa ve Opole, batıda Wroclaw ve Leszno illeriyle çevrilidir. Ekonomisi dokuma, giyim eşyası,

kimyasal maddeler, kâğıt, elektrikli makineler ve inşaat malzemesi üretiminin yanı sıra tarıma dayanır; verimli topraklarında buğday, çavdar, şeker panca- n ve patates yetiştirilir. İldeki kasaba ve kentler kara ve hava yollarıyla ülkenin büyük ticaret merkezlerine bağlanır. Kuzey yönünde ili boydan boya geçen Prosna Irmağı kıyısında kurulu olan il merkezi Kalisz kenti dokuma ve giysileriyle ünlüdür. İlin gür ormanlannda sağlık ve dinlence amaçlı çok sayıda kaplıca bulunur. İlde 2. yüzyıla ait birçok Roma yerleşmesinin kalıntısı bulunmuştur. Nüfus (1991 tah.) 710.800.Kalisz, Polonya'nın ortabatı kesiminde Kalisz ilinin (wojewödztwo) merkezi kent. Yöredeki kazılarda Tarihöncesine ait bir köyün kalıntılan ortaya çıkarılmıştır. İS 2. yüzyılda yaşayan coğrafyacı Ptolemaios buradaki yerleşmeden Calisia adıyla söz eder. 12-14. yüzyıllar arasında büyük bir şatonun bulunduğu Kalisz, 1282'de kent ayrıcalıklan aldı.Günümüzde sanayileşmiş olan kentin eko-nomisi 15. yüzyılda başlayan dokumacılığa dayanır. Güzel manzaralı birçok parkın, tarihsel kiliselerin ve bir bölge müzesinin bulunduğu kentte her yıl bir ulusal tiyatro şenliği düzenlenir. Nüfus (1990 tah.) 106.100.kalitatif analiz (kimyada) bak. nitel çözümlemekalite, Osmanlı donanmasında 18. yüzyıla değin kullanılan çekdiri sınıfından küçük savaş gemisi. Adı İtalyanca gelotta'dan gelir.Kürekle çekilen Osmanlı kaliteleri, 19-24 oturaklı (çift kürekli), ortalama 25 m boyunda ve firkateden büyük, pergendeden küçüktü. Yardımcı hareket öğesi olarak yelken donanımları da bulunurdu. Genellikle savaş hattı gerisinde, izleme ve keşif işlerinde kullanılırlardı. Donanma-yı Hü- mayun'daki çok sayıda kalitenin dışında, Tuna'daki ince donanmada da 20 dolayında kalite vardı. Her kalitenin baş tarafında savunma ve takip topu yer alırdı. Aynı zamanda birer savaş gemisi olduklarından, Garp Ocakları filolarındaki benzeri teknelerin donammlan farklıydı. Reislerinin adlany- la (örn. Kalite-i Dana Halil, Kalite-i Derviş Ali) anılan kalitelerde ortalama 3-6 usta azap, 9-12 acemi azap bulunurdu.kalkan, kolda taşınan ve vücudu korumakta kullanılan eski bir savunma silahı.Ateşli silahların bulunmasından önce sa-vaşlarda kullanılan kalkan, kılıç, gürz, kargı, mızrak, ok gibi silahlar karşısında siperkalkan duvarı 414

işlevi görürdü. Daire, dörtgen ya da oval gibi çeşitli biçimlerde, metalden, gergedan ve fil derisinden, jütten (ip) ya da ağaçtan yapılır ve üstü bezenirdi. Savaşçı kalkanı, bir kolunu arkasındaki sap ya da kamıştan geçirerek tutar, öbür koluyla da silahını kullanırdı.Eski Yunanlıların kalkanları savaşçının bütün vücudunu örtecek kadar uzun ve oval biçimliydi. Savunma aracı olmaktan başka, çadır ya da gölgelik gibi kullanılır, savaş alanından yaralı ve ölü taşımaya da yarardı. Sonradan daha hafif ve daire biçimli kalkanlar kullanılmaya başladı. Romalıların önceleri düz yüzeyli altıgen kalkanları vardı. Sonradan Roma ordusunda clipeus denen yuvarlak, şutum denen uzun oval biçimli iki tür kalkan kullanıldı. İÖ 1. yüzyıla doğru ise dört köşe ya da yarım daire biçiminde, üstünde sahibinin ve birliğin adının yazılı olduğu kalkanlar ortaya çıktı. Avrupa'da yaygın biçimde kalkan taşıma geleneği 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra son buldu. Kalkan, törenlerde kullanılan simgesel bir araç durumuna geldi. Türklerin çok eski çağlardan beri kalkan kullandığı bilinmektedir. Kalkan sözcüğünün Eski Türkçedeki "kalkang"dan geldiği kabul edilir. Türkler kullanım amacına göre yuvarlak ya da dikdörtgen biçimli, bombeli ya da düz kalkan kullanırlardı. Osmanlılarda demirden yapılan kalkanlara hacefe, örülmüş saz üstüne deri gerilerek hazırlananlara deraka ya da matrak, demir ve çelikten yuvarlak biçimlilere yeleb denirdi. Bunların yanında incir ağacından yapılmış iki yüzü deri kaplama kalkanlarla, bükülmüş ipten yapılmış oldukça hafif kalkanlar da vardı. Cirit oyunlarında da atılan değnekten korunmak için "cirit kalkanı" adı

414 kalenderleme

Page 78: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

415 Kalki

verilen bir tür hafif kalkan kullanılırdı. Avrupa'da olduğu gibi Osmanlılarda da ateşli silahların çıkmasından sonra kalkan ortadan kalktı.Günümüzde sert plastikten ya da hafif metallerden yapılma kalkanlar yalnız polisler tarafından kullanılmaktadır.kalkan duvarı, bir beşik çatının iki ucunu kapatan üçgen biçimli duvar. Antik Çağ mimarlığındaki alınlıklar da tapmakların kalkan duvarıdır.Eğimli çatılı yapılarda kalkan duvarının üstü genellikle çatının eğimine uydurulur ve saçaklarla sınırlanır. Kalkan duvarı çatı hizasını parapet oluşturacak biçimde aşarsa, üstü eğimli değil de basamaklar halinde düzenlenebilir. Amsterdam'da ortaçağın sonlarından kalma yapılarda parapetli kalkan duvarı uygulamasının ilk ve en gelişmiş örnekleri görülür.kalkanbalığı, KALKAN olarak da bilinir, Pleuronectiformes (yassıbalıklar) takımının Scophthalmidae ve Bothidae familyalarından deniz balıklarının ortak adı. Bazı uzmanlar bu iki familyayı Scophthalminae ve Bothinae altfamilyaları olarak Bothidae familyasında toplar. Kalkanbalıklannın vücudu takımın öbür üyeleri gibi iyice basıklaşmış ve oval ya da yuvarlakça bir biçim almıştır. Gözler vücudun sol tarafında yer alır. Başın üstünden başlayan sırt yüzgeci üstten, başın hemen gerisinden başlayan anüs yüzgeci alttan kuyruk yüzgecine değin uzanır ve bazen her ikisi de kuyruk yüzgeciyle birleşir. Dipte yaşayan bu az hareketli balıklar genellikle küçük balıklar ve kabuklularla beslenir. Dibe yatan kör yanlan (gözlerin bulunmadığı alt bölüm) beyaz ya da kirli beyaz, gözlü yanları genellikle esmer üstüne koyu lekelidir. Scophthalmidae familyasından bayağı kalkan (Psetta maxima) ile çivisiz kalkan (Scophthalmus rhombus), kalkanbalıklannın en iyi bilinen türleridir. Türkiye sularında rastlanan öbür türler ise daha küçük yapılıdır.Bayağı kalkanın vücudunda gerçek pullar yerine düğme biçimli kemik kabarcıklar vardır. Yalnız Karadeniz'de yaşayan P. m. maeotica alttüründe düğmeler göz çapından büyüktür ve vücudun her iki yanında da bulunur. Uzunlukları en çok 1 m, vücutları oldukça yuvarlaktır. Üreme mevsimleri mart ayından haziran ayına değin sürer. Eti en lezzetli balıklar arasında sayılan bu alttür aşırı avlanma sonucu giderek azalmış ve son yıllarda avı kısıtlanmıştır. Aynı alttürün P. m. maeotica torosa formu Azak Denizinde yaşar. Akdeniz, Ege ve Marmara denizlerinde, ayrıca Fas'tan başlayarak Kuzey Kutup Dairesi'ne kadar Atlas Okyanusunun doğu kıyılarında yayı- lım gösteren P. m. maxima alttüründe düğmeler küçüktür ve yalnız gözlü yanda bulunur. Bu alttürün de uzunluğu en çok 1 m dolayındadır. Bazı uzmanlar her iki alttü- •rü, tür düzeyinde (P. maxima ve P. maeotica) sınıflandırmaktadırlar. Çivisiz kalkanın vücu-du pullu, uzunluğu en çok 75 cm, gözlü yanı açık kahverengi zemin üstüne siyah lekelidir. Türkiye'yi çevreleyen tüm denizlerde ve Avrupa'nın batı kıyılannda yaşar. Scophthalmidae familyasının Türkiye sula- nnda bulunan öbür iki türünden Lepidor- hombus boscii oval biçimli, pulları kolay dökülen bir türdür. Sırt ve anüs yüzgeçlerinin arka bölümlerinde ikişer iri siyah leke vardır. Uzunluğu 40 cm'ye ulaşabilir. Phrynorhombus regius türü en çok 20 cm uzunluğundadır. Gözlü yanında kuyruğa yakın siyah bir halka bulunur. Pulları kolay dökülmez.Bothidae familyası 30 cins ve yaklaşık 200 türüyle çok daha geniş bir gruptur. Özellikle tropik ve ılıman denizlerde yaşayan bu balıkların çoğu küçük ve daha oval yapılıdır. Ama ABD'nin Atlas Okyanusu kıyılarında görülen Paralichthys dentatus türü 90 cm uzunluğa ulaşır. Bu tür gibi ticari değeri yüksek olan ve ağırlığı 20 kg'yi bulan P. brasiliensis, Atlas Okyanusunun Güney

Amerika kıyılarında yaşar. Bu familyanın Türkiye sularında yaşayan en iri üyesi 45 cm uzunluğa erişebilen Bothus podas podas alttürüdür. Akdeniz ve Ege Denizinde yaşayan bu balıkların iki göz arası açık ve gözlü yanları pulludur. Gene aynı sularda yaşayan Arnoglossus rueppeli türünün uzunluğu en çok 15 cm'dir. Türkiye'yi çevreleyen tüm sularda bulunan türlerden A. thori'mn uzunluğu en çok 25 cm ve sırt yüzgecinin ikinci ışını öbürlerinden uzundur. A. laterna'nin uzunluğu en çok 20 cm, A. kessleri türünün uzunluğu 10 cm dolayındadır.Kalkandere, Karadeniz Bölgesi'nde, Rize iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Yüzölçümü 95 km- olan Kalkandere ilçesi doğuda Merkez ilçe, güneyde İkizdere ilçesi, batıda Trabzon ili, kuzeyde de İyidere ve Derepazarı ilçeleriyle çevrilidir. Alan bakımından ilin küçük ilçelerinden biri olan Kalkandere, Rize ilinin batı kesiminde yer alır. Doğu Karadeniz Sıradağlarına bağlı kıyı dağlarının kuzey yamaçlarını kaplayan topraklan kısa ve hızlı akışlı akarsularla parçalanmıştır. Bu akarsulardan en önemlisi, batıda Trabzon iliyle doğal sınır çizen İyidere'dir. Güneydeki dağlık alan ormanlarla kaplıdır.İlçe halkının temel ekonomik uğraşı çay tarımıdır. 1984'te ilçenin çay üretimi 40.386 tondu. Ayrıca az miktarda armut, patates, mısır ve fındık yetiştirilir. Ekilebilir alanları sınırlı olan ilçenin dağlık kesimlerinde hayvancılık yapılır. Bizans, Selçuklu ve Trabzon İmparatorluğu yönetimlerinden sonra 1461'de Osmanlı topraklarına katılan yerleşme, 19. yüzyıl sonlarında Trabzon vilayeti Lazistan sancağının Rize kazasına bağlı bir nahiye merkeziydi. Daha sonra Karadere adıyla Merkez ilçeye bağlı bir bucak merkezi, 1960'ta da Kalkandere adıyla ilçe merkezi yapıldı. Kırsal nitelikli küçük bir yerleşme olan Kalkandere kasabasında 1960'larda çay işleyen bir atölye ile bir fabrika açılmıştır. İl merkezi Rize'ye 21 km uzaklıktadır. Kalkandere Belediyesi 1953'te kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 21.978; kasaba, 8.263.

kalkanlı yarımkanatlılar (Pentatomidae), Heteroptera (yarımkanatlılar) takımından 5 bini aşkın türü kapsayan böcek familyası. Kötü kokulu salgılarıyla tanınan bu böcekler gezindikleri bitki, meyve ya da yapraklarda tiksindirici bir koku bırakabilirler. Renkleri kahverengi, yeşil, turuncu, düz ya da karışıktır. Birçok türde, yaşadıkları ortamın (örn. yaprak, kabuk vb) renklerine uygun olan bu renk ve desenler etkili bir maskelenme (kamuflaj) sağlar. Baş ve ön- göğüs bölümleri öne doğru sivrilen bir üçgen biçimindedir. Bazı türlerde üçgen biçimli bölge bütün karın bölümünü örtecek biçimde genişleyen bir kalkana dönüş-müştür.Pentatomidae üyelerinin uzunluğu genellikle 5-12 mm arasında değişir. Bu uzunluk aralığının dışında kalan az sayıdaki örnek-lerden Oncomeris flavicornis, uzunluğu 50 mm'yi aşan ve coğrafi dağılımı çok geniş olan bir türdür. Bazı türlerde erkek ve dişinin görünüş farklılığı düzeyinde eşeysel ikibiçimlilik ortaya çıkar. Erişkinler kışın soğuk bölgelerde kış uykusuna girerken ılıman bölgelerde etkinliklerini azaltırlar. Dişiler kümeler ya da sıralar halinde, 100 dolayında girintili çıkıntılı, fıçı biçiminde yumurta bırakır. Bazı türlerin dişileri bıraktıkları yumurtaların ve yumurtadan yeni çıkmış larvaların yakınlarında bulunur.Güney Pasifik'te yaşayan Tessaratoma ja- vanica, Doğu Asya'da yaşayan T. papillosa gibi türlerde ses organları vardır. Bu organlar tehlike karşısında güçlü sesler çıkarmaya yarar. Ayrıca T. papillosa türü kötü kokulu salgısını 15-30 cm uzağa püskürtebilir. Bitkiyle beslenen Pentatomidae üyeleri meyvelerde beneklenmeye ya da renk deği-şimine yol açabilir. Yırtıcı olan türler ise öbür

böcekleri avlar. Kımıl(*) (Aelia cinsi, özellikle A rostrata) ve süne(*) (Eurygaster cinsi, özellikle E. integriceps) en önemli ekin zararlısı türler arasındadır. Bu iki tür, bambulla(*) birlikte Türkiye'nin buğday üretimine en büyük zararı veren böceİc türlerini oluşturur. Pamuk, fasulye, üzümsü meyveler, domates gibi tarla ürünlerinde Nezara viridula, lahana ve benzeri bitkilerde lahana tahtakurusu (Eurydema olerace- um), tropik ve astropik bölgeler ile Kuzey Amerika'daki lahana, şalgam gibi bitkilerde Murgantia histrionica, Kuzey Amerika pirinç tarlalarında Oebalus pugneax önemli ekonomik zararlara yol açar. Pentatomidae familyasındaki tür çeşitliliği nedeniyle bazı uzmanlar bu grubu birkaç familyaya ayırırlar. Örneğin karın bölümü de göğüs kalkanıyla örtülmüş türler Scutel- leridae familyasında sınıflandırılır.

kalkantit, hidratlı bakır sülfat (CuS04 5H2O) yapısında, sık rastlanan bir sülfat minerali. Bakır çökellerinin yükseltgenmiş

Page 79: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

halde sıkça görülür. Eskiden Şili'nin önemli bir cevheri olan kalkantit, ABD'de Monta- na'daki Butte'den de elde edilir. Bir zamanlar gümüş cevherlerinin indirgenmesinde kullanılmak amacıyla büyük miktarlarda Nevada'daki Comstock Damarı'na gönderilirdi. Kalkantitin mavi renkli kristalleri, kuru havada suyunu yitirerek mat yeşilimsi- beyaz bir toz haline dönüşür. Ayrıntılı fiziksel özellikleri için bak. sülfat mineralleri (tablo).kalkarenit, kum tanesi boyutlarındaki (0,06-2 mm) kalkerli taneciklerden oluşan tortul kayaç. Çözeltiden çok mekanik etkilerle çökelir. Fosil maddelerinden, çakıllardan, karbonatlı kayaç tanelerinden ve oolit- lerden (eşmerkezli küresel yumrular) oluşan bu parçacıklar akan sularla taşınır ve ayrışır. Kayaç, hemen tümüyle kabuk molozlarından oluştuğunda kokina(*) adını alır.Kalkaşandi, asıl adı ŞİHABEDDİN EBU'L- ABBAS AHMED BIN ABDULLAH (d. 1355, Kalka- şanda, Kahire - ö. 16 Temmuz 1418, Kahire), Arap eğitimci ve tarihçi. Beni Bedr bin Fizare kabilesinden geliyordu. Küçük yaşta İskenderiye'ye giderek din, edebiyat ve felsefe öğrenimi gördü. Uzun süre kadılık yaptı, fıkıh ve hadis dersleri verdi. Tarih, coğrafya ve doğa bilimleri üzerine incelemeler yaptı. 1389'da Memlûklerde resmî yazışmaları yürüten ve resmî belgeleri düzenleyen Divan-ı İnşa'ya girdi ve 29 yıl orada çalıştı.1409'da tamamladığı Nihayetti'l- Ereb fi Marifeti'l- Kabaili'l-Arab (1914) adlı yapıtı, Arap kabileleri ile Arapların eski yurtlarından söz eder. Subhü'l-A'şâ fi Kitabeti'l- İnşa (1913-19) Kalkaşandi'nin en önemli yapıtı kabul edilir. 1411'de tamamlanan bu kitap devletin haberleşme örgütünde çalışanlar için gerekli temel bilgileri içerir ve bir ansiklopedi niteliğindedir. Yapıtın çeşitli bölümleri bazı Batı dillerine çevrilmiştir. Öteki yapıtları arasında, Hz. Muhammed için yazdığı Kaside fi Medhü'n- Nebi (1871) adlı medhiye ile Şafii fıkhına ilişkin Guyusii'l- Havami fi Şerhti Camii'l- Muhta- sarat sayılabilir.Kalkbrenner, Frederic (d. Kasım 1785, Kassel yakınları, Hessen-Kassel - ö. 10 Haziran 1849, Enghien-les-Bains, Fransa), Alman asıllı Fransız piyanist, besteci ve öğretmen. Çoğu piyano yapıtlarından oluşan bestelerinde virtüözlüğü öne çıkarmıştır.Paris Konservatuvarı'nda Nicodami, Louis Adam ve Charles-Simon Catel'in öğrencisi oldu. 1814'te Londra'ya yerleşerek piyanist- liğe başladı. 1824'te Paris'e dönerek Pleyel'- in piyano yapım şirketine girdi. 1825-35 arasında yorumcu olarak ününün doruğuna eriştikten sonra Liszt, Chopin ve Thalberg gibi piyanistlerden oluşan yeni kuşağın gölgesinde kaldı.Kalkbrenner'in çalışında duygusal güç değilse de güzel ve duru bir ton egemendi. Özellikle oktavları kullanmada usta olan Kalkbrenner teknik geliştirmeye yönelik bir el kılavuzu icat etmiş, bir de piyano metodu yazmıştı.

kalkeduvan bak. kalsedonkalker bak. kireçtaşıkalkerli sünger, Calcispongiae (ya da Calcarea) sınıfından süngerlerin ortak adı. Kalsiyum karbonat iğneciklerden kurulu iskeletleriyle ayırt edilen bu süngerler ge-nellikle ılıman bölgelerdeki derin olmayan kayalık diplerde yaşar. Çoğu soluk renkli ve küçük yapılıdır. Boyları ender olarak 15 cm'nin üzerine çıkar.

Kalkhas, Yunan mitolojisinde, Troya Savaşı yıllarında Yunanlıların en ünlü kâhini. Apollon'un rahiplerinden Thestor'un oğludur. Kuşatmanın ne kadar süreceğini önceden söyler. Miken kralı Agamemnon'un kızı İphigeneia'nın(*) kurban edilmesini ister ve Yunanlıların Troya'yı ele geçirmesini sağlayan tahta atın yapılmasını öğütler. Sonunda, daha üstün bir kâhinle karşılaşır. Bu kez onun, Kalkhas'm öleceği yönündeki kehaneti gerçekleşir: Savaştan sonra, Kla- ros'ta ya da Italya'daki Siris'te kâhin Mop- sos'la giriştiği kehanet yarışmasında yenilince üzüntüsünden ölür ya da intihar eder. Bir başka öyküye göre, Troya Savaşı'ndan sonra ülkesine dönmeyip Anadolu'da kalır. Kâhin Mopsos'la Kolophon'da (Değirmen- dere) karşılaşır ve kehanet yarışmasında yenilince intihar eder, Notion'da (Ahmet- beyli) gömülür.Anadolu söylencelerinde Kalkhas-Mopsos yarışması çeşitli biçimlerde anlatılır. Bunlar-dan birine göre, Likya kralı bir sefer öncesinde iki kâhini de çağırarak onlara danışır. Kalkhas kazanacağını, Mopsos ise yenileceğini söyler. Sonuç Mopsos'un öngördüğü gibi olunca Kalkhas kendini öldürür.

kalkınma bak. iktisadi kalkınmakalkınma bankası, azgelişmiş bölgelerde, üretken yatırımların geliştirilmesine yönelik teknik yardımla birlikte orta ve uzun vadeli sermaye sağlamak amacıyla ulusal ya da bölgesel düzeyde oluşturulan mali kurum.Kalkınma bankalarının sayısı 1950'lerden sonra Uluslararası İmar ve Gelişme Bankası (Dünya Bankası) ile bağlı kuruluşların da desteğiyle hızla arttı. Büyük bölgesel kalkınma bankaları arasında 1959'da kurulan Amerika Kıtası Kalkınma Bankası, 1966'da kurulan Asya Kalkınma Bankası ve 1964'te kurulan Afrika Kalkınma Bankası sayılabilir. Kalkınma bankaları belirli ulusal ya da bölgesel projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla özel ya da kamu kuruluşlarına borç verebilir ya da başka mali kurumlarla birlikte destek sağlayabilir. Bu bankaların temel etkinliklerinden biri de özel sektörün yatırım olanaklarının geliştirilmesidir. Kalkınma bankalarının çoğunun sanayi sektörüne yönelik etkinlikte bulunmasına karşın bazıları tarım sektörüyle de ilgilenir. Kalkınma bankaları, sermaye piyasalarının gelişmemiş olmasının ve ticari bankaların uzun vadeli finansman sağlamaktaki isteksizliğinin doğurduğu boşluğu doldurur. Devlet bu tür bankaları kendisi kurarak işletebileceği gibi, özel sektörce kurulanlara da önemli sermaye desteği sağlar. Kalkınma bankalarınca sağlanan finansmanın biçimi (öz sermayeye katılma ya da kredi) ve maliyeti bu bankaların sermaye maliyeti ile elde ettikleri kârın ve dağıttıkları kâr payının düzeyine bağlıdır.Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği (Regio- nal Cooperation for Development-RCD), Türkiye, İran ve Pakistan arasında bölgesel işbirliğini güçlendirmek amacıyla kurulan örgüt. Aynı zamanda Merkezi Antlaşma Teşkilatı'nın (CENTO) üyesi olan bu üç ülkenin arasındaki ekonomik ve kültürel işbirliğini geliştirmek amacıyla 1960'ların başında üst düzeyde çeşitli girişimler yapıldı. Sonunda 20-21 Temmuz 1964'te İstanbul'da devlet başkanlarının katıldığı bir toplantıda RCD kuruldu. Örgütün amaçlan arasında ticarette serbestliğin sağlanması, ticaret odaları arasında daha yakın ilişkilerin kurulması, posta tarifelerinin indirilmesi, bölgede hava taşımacılığının geliştirilmesi, gemicilik alanında işbirliğine gidilmesi, demiryolu ve karayolu bağlantıları ile turizmin geliştirilmesi, vize uygulamasının kaldı- nlması, teknik işbirliği yapılması ve kültürel bağlantıların artınlması bulunuyordu. Karar verme yetkisi her üç ülkeden bakanların katılacağı Bakanlar Konseyi'ne verildi. Ayrıca Bölgesel Planlama Komitesi ve Koordinasyon Komitesi oluşturuldu.1965'te teknik işbirliği konusunda genel bir anlaşma imzalanarak bazı karma işletmeler kuruldu. 1968'de üç ülkenin ticaret ve iktisat bakanları, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nın da (UNCTAD) yardımıyla bölgesel ticaretin önündeki engelleri kaldır-maya yönelik ortak bir çalışma içine girmeyi

kararlaştırdılar. Kısa sürede 50 ortak sanayi projesinin yürürlüğe konması konusunda anlaşmaya varıldı.Ama RCD, varlığını uzun süre korumasına karşın, amaçlanan ekonomik işbirliği konusunda başarılı olamadı. CENTO'nun 1980'de feshedilmesinin ardından da varlığına son verildi. 1985'te RCD'nin bir uzantısı olarak Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (ECO) oluşturulmuştur.Kalki, KALKİN olarak da bilinir, Hindu tanrısı Vişnu'nun gelecekteki görünümü {avatar). Günümüzde sürmekte olan Kali çağının sonunda erdem ve din ortadan kalkıp dünya adil olmayanlann egemenliğine girince, kötüleri yok etmek ve yeni bir çağı başlatmak üzere ortaya çıkacağına inanılır. Beyaz bir atın üstünde elinde kuyrukluyıldız gibi parlayan, kınından sıy- nlmış bir kılıçla görüneceği kabul edilir. Resim ve heykellerine Vişnu'nun öteki av atar' larınınki kadar sık rastlanmaz; bunlarda at üstünde ya da atıyla birlikte

...

«B^JBBMSRSOPP'HSPS?El Teniente'den kalkantit örneği, Rancagua, Şili

Field Museum of Natural History. Chicago; fotoğraf, John H. Gerard-EB İne

kuşaklarında oluşur ve maden kazıları yapılan yerlerde kerestelerin ve duvarların üzerinde maden sularından kristalleşmiş

Kalki, bir Nepal minyatürü, 17. yy; özel koleksiyonPramod Chandra

Page 80: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

kalkojenler 416

betimlenir. Dünyanın sonu konusundaki bazı söylencelere göre, Kalki'nin atı yeryüzüne sağ ayağıyla vuracak ve dünyaya destek veren kaplumbağa boşluğa yuvarla- nacaktır. Daha sonra tanrılar yeryüzünü bir kez daha ilk saflığına geri döndüreceklerdir.kalkojenler bak. oksijen grubu elementleriKalkolitik Çağ, Tarihöncesi uygarlığının gelişme sürecinde Neolitik Çağdan sonraki ve Tunç Çağından önceki 4. aşama. Dünyanın çeşitli yörelerindeki insan toplulukları bu evreye değişik zamanlarda ulaşmışlardır. Anadolu'da Kalkolitik Çağ İÖ 5500-3500 arasında yer alır. Bakırın ilk kez ergitme yöntemiyle elde edilerek taşın yanı sıra alet yapımında da kullanılmaya başlaması, bu çağın Kalkolitik (Bakır-Taş) olarak adlandırılmasına yol açmıştır. Eskiden Bakır Çağı olarak da anılan ve Tunç Çağının başlangıcı kabul edilen bu uygarlık aşaması, genellikle çanak çömleklerde görülen özelliklere göre Erken (İÖ 5500-5000), Orta (İÖ 5000-4000) ve Geç (İÖ 4000-3500) olmak üzere üç evreye ayrılır. İlk evrenin özelliği çanak çömleğin açık zemin (krem) üstüne koyu renk ile (kırmızı), son evrenin özelliği ise koyu zemin (siyah) üstüne açık renk ile (beyaz) boyanmış olmasıdır.Anadolu'daki Kalkolitik Çağa zaman bakı-mından Avrupa'da Beaker kültürü, Ege yöresi ve Yunanistan'da Orta ve Geç Neolitik Çağ, Mezopotamya'da Halaf ve Obeyt kültürleri, Suriye ve Filistin'de Halaf ve onu izleyen Yermuk kültürleri karşılık gelir.kalkopirit, PIRITLİ BAKIR olarak da bilinir, bakır ve demir sülfür (Cu2Fe2S4) yapısında, doğada en sık rastlanan bakır minerali. Çok önemli bir bakır cevheridir. En yaygın elde

edildiği yerler İspanya'daki Rio Tinto, Ja- ponya'daki Ani, ABD'de Montana'daki Butte ve Missouri'deki Joplin'dir. Buralarda, orta ve yüksek sıcaklıklarda çökelmiş cevher damarlarında bulunur. Türkiye'deki en önemli kalkopirit yatakları, Balıkesir'in kuzeyindeki Edincik'te, Sivas'ın güneybatısındaki Gemerek'te, Kastamonu'nun kuzeyindeki Küre'de ve Artvin'in kuzeybatısındaki Murgul'dadır. Kalkopirit, tetragonal sistemde kristalleşen bir sülfür mineralidir. Aynı grupta bulunan stannit ile kalkopiritin kristal yapısı, sfaleritinkine benzer. Ayrıntılı fiziksel özellikleri için bak. sülfür mineralleri (tablo).kalkosit, bakır sülfür (CU2S) yapısında, sık rastlanan bir bakır minerali. Önemli bir bakır cevheridir. Elde edildiği başlıca yerler, ABD'de Nevada'daki Ely ve Arizona' daki Morenci sülfür mineralleri çökelleridir;Namibia'daki Tsumeb'de ve ABD'de Mon- tana'daki Butte'de sülfür damarlarında bor- nit

ile birlikte bulunur. Görece düşük sıcaklıklarda oluşan bir sülfür minerali (bak.

arjiroz) olan kalkosit doğal bakıra ve başka bakır cevherlerine dönüşür. Ayrıntılı fiziksel özellikleri için bak. sülfür mineralleri (tablo).

kalkotrikit, bakır oksit minerali küpritin bir türü. Ayrıca bak. küprit.

kalkülatör bak. hesap makinesiKalküta, Bengalce KALIKATA, Batı Bengal eyaletinin merkezi ve Hindistan'ın eski başkenti (1772-1912). Ülkenin en geniş metropoliten alanı ve başlıca limanıdır. Bengal Körfezine dökülen Ganj'm kolu Hugli Irmağının doğu kıyısında yer alır.

Ganj'ın ağzından 154 km kadar içeride kuruludur. Canlı ticareti ve sanayisiyle Hin-distan'ın doğusundaki en gelişmiş kentsel merkezdir. Yüzölçümü 100 km2 olan kent, ayrıca 1.380 km2'lik bir metropoliten alana sahiptir.Kentin ticarete son derece elverişli bir konumu vardır; ama ırmağın alçak ve bataklık olan sıcak ve nemli kıyıları yerleşim için pek uygun değildir. Irmak yakasında denizden en fazla 9 m yüksekte olan arazi doğuya gidildikçe yerini daha alçak bataklıklara bırakır. Batı yakasında da benzer bir durum görülür. Bu nedenle metropoliten alan iki yakada da ancak 5-8 km genişliğindeki bir şeride yayılır. Bataklıkları kurutma projeleri, kullanıma elverişli arazilerin daha da genişletilebileceğini göstermiştir. Kentin önde gelen banliyöleri Hao- ra, Baranagar, South Dum Dum, Güney Banliyösü Alanı (Behala) ve Garden Re- ach'tir. Kent nüfusunun üçte biri gecekondu mahallelerinde yaşar. Kalküta'da astro- pik bir iklim

egemendir. Yıllık ortalaması 1.626 mm olan yağışların büyük bölümünü yaz musonları getirir.Kalküta dünyada en çok jüt işlenen kenttir. Gıda maddeleri, çorap, ayakkabı, dokuma, demir ve çelik eşya üretimi de önem taşır. Batı Bengal ve çevre eyaletlerdeki maden ocakları, çay plantasyonları ve sanayi kuruluşlarının yönetim ve finans işleri de Kalküta'dan yürütülür. Kentin limanından yurtdışına sevk edilen başlıca ürünler ham çelik, pik demir, kömür, makine parçaları, jüt çuval, şeker ve çaydır. Kent aynı zamanda çok sayıdaki yabancı banka şubesi, ticaret odası ve hisse senedi borsasıyla Hindistan'ın doğu kesiminin finans merkezidir.20. yüzyılda kentin görünümü büyük ölçüde değişmiştir. Bir zamanlar görkemli mali-kânelerin bulunduğu merkezdeki eski Çav- ringhi semtine işyerleri egemen olmuştur.

Kentin başlıca dinlenme yerlerinden biri olan Meydan, ırmak kıyısında yaklaşık 500 hektarlık bir alanı kaplar; önemli spor karşılaşmaları burada yapılır. Kentin mima-

risinde. Batı ve Doğu etkileri iç içedir. Genellikle en güzel yapısı sayılan Victoria Memorial, klasik Batı ve Babürlü üsluplarının bir karışımıdır. Kentteki öteki yapılar ise İngiliz, Dor-Helen, gotik, İtalyan ve Magrip mimarlıklarının daha saf örnekleridir.Önemli bir eğitim ve kültür merkezi olan Kalküta Bengalce, İngilizce, Hintçe ve Urdu dili konuşan kozmopolit bir nüfusa öğrenim olanağı sağlar. Başlıca yükseköğretim kurumlan Kalküta, Cadavpur ve

\ ' " <. ıKsS^, .M

■ pMBi ^flgg^^^^hyjOTL Ş

JHIİ

Oklahoma'dan kalkopirit kristali örneğiEarth Science, Washington University, St. Louis, Missouri; fotoğraf, John

H. Gerard

Bristol'den kalkosit örneği, ConnecticutEmil Javorsky - EB Inc.

Victoria Memorial, KalkütaTaurus Photos

Page 81: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Rabindra Bharati üniversiteleridir. İstatistik, doğa bilimleri, halk sağlığı ve benzeri konularda uzmanlaşmış araştırma kurumları da vardır. Ülkenin en eski müzesi olan Hint Müzesi özellikle arkeoloji ve eski para bölümleriyle dikkati çeker. Öteki müzelerde de arkeolojik ve tarihsel buluntular, halk sanatı örnekleri ve daha başka sanat ürünlerinden oluşan çeşitli koleksiyonlar sergilenir. Ulusal Kütüphane, Bengal Asya Derneği, Bengal Edebiyat Derneği ve Kalküta Üniversitesi'nde değerli kitap koleksiyonları vardır.Kalküta'da caddeler genellikle dar ve ba-kımsızdır. Motorlu taşıtlarla ulaşım yakın bir geçmişe dayanır. Hindistan'ın ilk metrosunun yapımına 1973'te Kalküta'da başlanmıştır. Ulusal kara ve demir yolları Kalkü- ta'yı öteki kentlere bağlar. Sealdah ve Haora istasyonlarında birkaç demiryolu hattı kesişir. Hava ulaşımı Dum Dum Uluslararası Havalimanı'ndan yapılır. Nüfus (1991) kent, 4.388.262; metropoliten alan, 10.916.272.Kalküta Kara Delik Olayı, Hindistan'ın Kalküta kentinde bazı İngiliz asker ve görevlilerin ölümüne yol açtığı öne sürülen hapis olayı (20 Haziran 1756). Hindistan'da emperyalist bir politika izlenmesinin haklılığını savunmak için kullanılan olayın doğruluk ölçüsü konusunda yoğun tartışmalar olmuştur.Olayı hazırlayan gelişmeler, İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'nın Yedi Yıl Savaşı' nın hemen öncesinde olası bir Fransız saldırısına karşı Kalküta'yı tahkim etmek istemesiyle başladı. Bu girişime tepki gösteren Bengal nevab'ı (mülki amir) Siracü'd- Devle Kalküta'ya saldırarak John Z. Hol- well komutasındaki İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası garnizonunu teslim olmak zorunda bıraktı. Hohvell ve çarpışmalardan sağ kurtulan İngilizler, gece kumpanyanın hafif suçluları cezalandırmak için kullandığı ve halk arasında "Kara Delik" olarak bilinen hücreye kapatıldılar. Kara Delik, 5,5 m uzunluğunda, 4,5 m genişliğinde ve iki küçük penceresi bulunan bir odaydı. Holvvell daha sonra odaya kapatılan 146 kişiden ancak 23'ünün sağ çıktığını öne sürdü. İngiliz kahramanlığının örneği olarak yaygın propagandası yapılan olay, aynı zamanda nevab'ın acımasızlığının bir kanıtı olarak işlendi.1915'te olayı araştıran D.H. Little, Hol- well'e bir tanık olarak güvenilemeyeceğine ve açıklamalarındaki çelişkilere dikkat çekerek, nevab'm olaydaki rolünün, kayıtsız kalmaktan öteye gitmediğini açıklığa kavuşturdu. Böylece olayın ayrıntıları konusunda da bazı kuşkular belirdi. Brijen Gupta, 1959'da yaptığı inceleme sonunda, olayın gerçekten geçtiğini, ama Kara Delik'e girenlerin sayısının 64 dolayında olduğunu ve bunlardan 21'inin Kara Delik'ten sağ çıktığını öne sürdü.Kalküta Üniversitesi, Hindistan'ın Kalküta kentinde devlet denetiminde yükseköğretim kurumu. İngilizlerin Londra Üniver- sitesi'ni örnek alarak 1857'de kurduğu üniversite, başlangıçta Hindistan'ın kuzey kesimine yayılmış yüksekokullara giriş için sınav yapan ve derece veren bir üst kuruluştu. 1904'ten sonra denetim işlevinin yanı sıra adım adım öğretim programlarına da geçti. 1970'lerin ortalarına gelindiğinde doğrudan denetimi altındaki 13 yüksekokul, kendisine bağlı 200'den fazla yüksekokul ve lisansüstü eğitim veren 16 fakültesiyle dünyanın en büyük üniversiteleri arasına girmiş bulunuyordu. Üniversiteye bağlı Eski Hint tarihi ve uygarlıkları fakültesi, uygulamalı matematik fakültesi ile radyofizik ve elektronik enstitüsü, devletin bu dallardaki yüksek lisans çalışmaları için belirlediği kurumlardır. Eğitim dili İngilizcedir.kallavi, Osmanlılarda sadrazam ve vezirlerin giydiği resmî kavuk. 16. yüzyıldan sonra, II. Mahmud dönemindeki (1808-39) giyim-kuşam değişikliklerine ve fesin başlık olarak yaygınlaşmasına değin kullanılmıştır.Kesik ve dilimli piramit biçiminde olan kallavinin yüksekliği 40 cm kadardı. Yumuşak ve ince keçeden yapılır, içi ve başa oturacak bölümü bir yuva biçiminde olurdu. Üstüne ince Hint tülbendi sarıldıktan sonra sağdan sola

doğru 6-7 cm kalınlığında sırma harçla süslenirdi.Kâllay, Miklös (d. 23 Ocak 1887, Nyı'regy- hâza, Macaristan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu - ö. 14 Ocak 1967, New York kenti, ABD), II. Dünya Savaşı sırasında başbakanlık yapan Macar siyaset adamı. Macaristan'la Nazi Almanyası arasındaki ittifaka son verme çabalan başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Toprak sahibi köklü ve nüfuzlu bir ailenin oğluydu. 1921-29 arasında Nyı'regyhâza'da önemli yönetim görevleri üstlendikten sonra, Ticaret Bakanlığı'nda bakan yardımcısı vekili (1929-31), ardından da tarım bakanı (1932-35) olarak görev yaptı. Başbakan Gyula Gömbös'ün izlediği aşırı sağ politika- lan onaylamadığı için 1935'te bakanlık görevinden istifa etti, 1942'ye değin etkin siyasal yaşamın dışında kaldı. Macaristan'ı Nazi Almanyası'yla tehlikeli bir ittifaka sokmuş olan Lâszlö Bârdossy hükümetinin görevden alınması üzerine, kral naibi Miklös Horthy tarafından, ülkenin Almanya'ya bağımlılığına son verecek bir hükümet kurmakla görevlendirildi (1942). Kâllay hükümeti döneminde (9 Mart 1942-19 Mart 1944) Macar Yahudileri kara Avrupa'sının öteki ülkelerindeki soydaşlanndan çok daha güvenli koşullar altında yaşadılar; komünistler dışındaki sol siyasal partiler ve basın, baskıya uğramadan etkinliklerini sürdürdü. Buna karşılık dış ilişkilerde, Sovyetler Birli- ği'yle silahlı çatışma politikasını sürdüren Kâllay hükümeti, Batılı devletlerle barışçı ilişkiler kurmaya çalıştı.Nazilerin, Kâllay hükümetinin ikircikli ve güvenilmez politikası karşısında Mart 1944'te Macaristan'ı işgal etmesi üzerine bir süre gizlendi. Sonunda yakalanarak önce Dachau, ardından da Mauthausen toplama kampına gönderildi. Almanya'nın savaşta yenik düşmesi üzerine salıverildi. 1946'da kendi isteğiyle Macaristan'dan aynldı, 1951'de ABD'ye yerleşti. Hungarian Pre- mier; A Personal Account of a Nation's Struggle in the Second World War (Macar Başbakanı; Bir Ulusun II. Dünya Savaşı'n- daki Mücadelesinin Kişisel Değerlendirmesi) başlıklı anıları 1954'te yayımlandı.Kallergis, Dimıtrios (d. 1803, Girit - ö. 24 Ocak 1867, Atina, Yunanistan), Yunanistan'ın bağımsızlığım kazanmasını izleyen dönemde siyasal yaşamda etkili olan devlet adamı.Yunan ordusunda albay rütbesiyle görevliyken, Eylül 1843'te Yunanistan kralı Ot- ho'ya karşı bir ayaklanma başlattı. Ayaklanma sonucunda Otho, Bavyeralılardan oluşan maiyetini görevden uzaklaştırarak yerlerine Yunanlıları geçirmek ve daha liberal yeni bir anayasa yürürlüğe koymak (1844) zorunda kaldı. 1845'te sürgüne gönderilen Kallergis, Yunanistan'a dönüşünde ülkede bir devrim başlatmaya çalıştıysa da sonuç alamadı (1848). 1854'te bakan olarak Aleksandros Mavrokordâtos hükümetine girdi. Ama Otho'nun baskıları sonucunda Ekim 1855'te bu görevinden istifa etmek

417 Kallikrates

zorunda kaldı. Otho'nun tahttan indirilme-sinden sonra, Danimarka prensi Vilhelm'in 1863'te I. Georgios olarak Yunanistan tahtına çıkmasıyla sonuçlanan görüşmelere katıldı.

Kallias (ü. İÖ 5. yy ortası), Eski Atina'nın en ünlü diplomatlarından biri. İÖ 449/ 448'de uzun yıllardır aralıklarla süren Pers Savaşları'nı resmen sona erdiren Kallias Banşı'na adını vermiştir.Kallias'm, saldırgan Persler karşısında Yu-nanlıların zaferiyle sonuçlanan Marathon Savaşı'nda (İÖ 490) ve Olimpiyat Oyunla- n'nda üç kez kazandığı araba yanşlarında kendini gösterdiği söylenir. Kallias Barışı öncesindeki görüşmelerin yanı sıra İÖ 446/ 445'te Atina ile Sparta arasında imzalanan Otuz Yıl Banşı'na da katkıda bulunduğu sanılmaktadır.

Kallias (ü. İÖ 5-4. yy), gençliğindeki taşkınlıkları yüzünden şairlerin alaya aldığı, ama sonradan başarılı bir komutan ve diplomat olarak ün kazanan Atinalı. Ünlü diplomat

Kallias'ın torunudur. Aristopha- nes'in ve başka şairlerin oyunlarında sık sık alay konusu edilir. Hatip Andokides, Gizemler Üzerine adlı konuşmasında Kallias'ı hedef göstererek suçlar. Ama Kallias Atinalı filozoflarla dostça ilişkiler kurmuştur. Ksenophon'un Symposion (Şölen, 1962) ve Platon'un Protagoras adlı diyaloglan Kallias'ın evinde geçer. Kallias İÖ 390'da, Atina ve müttefiklerinin Sparta'ya karşı verdiği Korinthos Savaşı'nda (İÖ 395-387) Korint- hos yakınlarındaki bir Sparta birliğini bozguna uğratan İphikrates'in yanında bir piyade alayına komuta etmiştir. Sparta ve Atina arasında yedi yıldır süren bir savaşın sona erdirilmesi için görüşmeler yapmak üzere İÖ 371'de Sparta'ya giden heyetin başkanı da Kallias'tı.

Kallikrates (ü. İÖ 5. yy), Atinalı mimar. Atina Akropolisi'ndeki Athena Nike Tapı- nağı'nı, İktinos'la birlikte de gene aynı yerdeki Parthenon'u yapmıştır.İÖ 449 tarihli bir yazıttan senato tarafından akropoliste Athena Nike'ye adanmak üzere bir tapınak yapmakla görevlendirildiği öğrenilmektedir. Kallikrates bunun üzerine akropolisin güneybatı köşesindeki

Kallimakhos 418

çıkıntının üstünde yer alacak ve Pentelikhon mermeriyle yapılacak, İon düzeninde küçük bir yapı tasarladı. İÖ 448'de yapımına başlanan tapmak İÖ 421'de tamamlandı.Kallikrates, İktinos'la birlikte, Yunan top-raklarında Dor düzenindeki en büyük tapınak olan Parthenon'u da yaptı. İÖ 447'de başlandığı sanılan yapı İÖ 438'de tamamlandı (bezemelerinin bitmesi İÖ 432) ve aynı yıl Panathenaia Oyunları sırasında Tanrıça Athena'ya adandı.Üslubuna bakılarak, Atina'da İlissos Irmağı kıyısında, 1778'de yıkılan küçük bir İon tapınağının da Kallikrates'in olduğu düşü-nülmektedir. Delos Adasında Atinalılar tarafından yaptırılan Dor düzenindeki Apollon Tapınağı da Kallikrates'in yapıtı olabilir. Rhys Carpenter The Architects of the Parthenon (Parthenon'un Mimarları) adlı çalışmasında Sunion'daki Poseidon'a adanmış Hephaistion'un, Akarnania'daki Ares Tapınağı'nın ve Rhamnous'taki tapınağın da Kallikrates'in elinden çıktığını öne sürmektedir.

Kallimakhos (ü. İÖ 5. yy sonları), Atinalı olduğu sanılan Eski Yunanlı heykelci. Genç bir kızın mezarına bırakılmış bir sepetin çevresinde boy veren akantus (kenger) yapraklarından esinlenerek Korent sütun başını geliştirdiği kabul edilir.Kallimakhos'un kendi elinden çıkmış hiçbir heykel günümüze ulaşmamıştır. Erekh-

Athena Nike Tapınağı, Atina Akropolisi, YunanistanA.F. Kersting

Page 82: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

theion'daki sürekli yanan altın lambayı onun oyduğu sanılır.İlçağ yazarları Kallimakhos'un ayrıntının, inceliğin ve zarafetin heykelcisi olduğunu belirtirler. Bu açıdan bakıldığında, Korent sütun başım onun geliştirmiş olması güçlü bir olasılıktır. Gene aynı nedenlerle, bazı araştırmacılar dans eden Mainadları betim-leyen bir dizi kabartmanın Kallimakhos'a ait olduğunu savunur. Bu kabartmalardan birinin Roma dönemi kopyası bugün New York'ta, Metropolitan Sanat Müzesi'n- dedir.Kallimakhos (d. İÖ y. 305, Kyrene, Kuzey Afrika - ö. İÖ y. 240), Eski Yunanlı şair ve bilgin. Ünlü İskenderiye okulunun önde gelen temsilcileri arasındadır. İskenderiye' ye göç ettikten sonra orada Kral II. Ptole- maios tarafından, Helenistik dünyanın en önemli bilgi merkezi olan kraliyet kütüphanesinin arşiv yöneticiliğine atanmıştır.Çok sayıda yapıt veren Kallimakhos'tan günümüze yalnızca, çoğu 20. yüzyılda ortaya çıkarılan bazı parçalar kalmıştır. Büyük olasılıkla İÖ 270'te yazdığı en ünlü şiir yapıtı, karanlıkta kalmış göreneklerin, şenliklerin ve kökeni belirsiz adların efsanevi kaynaklarını açıkladığı dört bölümlü Aitia (Nedenler) adlı elejidir. Ortak bir konu çevresinde toplanmış, birbirinden oldukça bağımsız kısa episodlardan oluşan şiirin bu yapısı Romalı şair Ovidius'un Fasti ve Metamorphoses (IS y. 1-8; Değişişler, 1935, 1. cilt) adlı yapıtlarına örnek olmuştur. Kallimakhos'un özel konular dolayısıyla yazdığı elej ilerin en ünlüsü olan Berenikes plokamos (Berenike'nin Saç Örgüsü) daha sonra Catullus'un Coma Berenices adıyla Latinceye uyarladığı süslü bir saray şiiridir.Kallimakhos'un öbür yapıtları arasında, çeşitli konuların işlendiği 13 kısa şiirden oluşan İambos, küçük ayrıntılarla bezenmiş yeni bir şiirsel anlatım getiren küçük destan Hekale ile eski öğrencisi Rodoslu Apolloni- os'a karşı yazdığı polemik şiiri İbiş sayılabilir. (Apollonios'un Argonautika adlı büyük destanı hocasının beğenilerine karşı bir başkaldırı niteliğindedir.) Hymnoi adlı yapıtında Homeros Ilahileri'nin geleneksel dinsel biçimini tümüyle özgün ve edebi bir kullanıma uyarlamıştır. Günümüze 60 kadar parçası ulaşan Epigrammata adlı yapıtında, çeşitli kişisel konuları kusursuz bir sanatsal ustalıkla işler. Çok sayıda düzyazı yapıtı arasında en ünlüsü, İskenderiye Kü- tüphanesi'nin bir katalogudur. Yörede bulunan bazı papirüs kayıtları Kallimakhos'un ilkçağın son dönemlerinde geniş bir çevrede okunduğunu ortaya koyar. Kallimakhos, Catullus gibi birçok Romalı şaire örnek olmuştur.

Kallinikos (HELİOPOLÎSLİ). KALİNNÎKOS olarak da yazılır (d. Heliopolis, Suriye; ü. 673), ısısı yüksek, söndürülmesi güç bir eriyik olan ve hortumlarla düşman gemilerinin ya da ordularının üstüne püskürtülen Rum ateşini(*) bulduğu sanılan mimar.Yahudi olan Kallinikos, ülkesindeki Arap-lardan kaçarak Konstantinopolis'e (İstanbul) sığındı. Orada yaptığı Rum ateşi, uzun süre yalnız Bizans imparatoruyla Kallini- kos'un ailesinin bildikleri bir devlet sırrı olarak saklandı. Bugün de kesin niteliği bilinmeyen karışımın neftyağı, zift, sülfür, belki bir miktar güherçile ve bilinmeyen başka bazı bileşenlerden oluştuğu sanılmaktadır. Rum ateşi ilk kez 673'te Konstantino- polis'i kuşatan bir Arap donanmasına karşı başarıyla kullanılmıştır.

Yazımı aynı olan başlıklarkişiler, yerler, kavram, kurum ve nesneler

biçiminde sıralanmıştır.

Kallinos (ü. İÖ 7. yy ortaları, Ephesos [Efes], İonya, Batı Anadolu), Eski Yunanlı ağıt şairi. Yapıtlarından günümüze ulaşmış az sayıdaki parça, Anadolu'nun Rusya'nın güneyinden gelen Kimfnerlerce istila edildiği karışık döneme ilişkindir. Bu parçaların en uzunu, yurtlarını var güçleriyle savunmaları için gençlere yapılmış bir çağrıdır. Kallinos'un kullandığı sözcük ve imgeler Homeros'unkileri andırır, ama anlatım tarzı tümüyle kendine özgüdür.Kalliope, Yunan mitolojisinde dokuz Mu-sa'nın en önemlisi ve epik şiirin koruyucusu. Zeus'un buyruğuyla, Tanrıça Aphrodite ile Tanrıça Persephone arasında Adonis konusunda çıkan anlaşmazlığa hakemlik eder. Çoğu öyküye göre lir çalan kahraman Orpheus, Trakya kralı Oiagros ile Kallio- pe'nin oğludur. Kalliope, Apollon'dan da Hymenaios ve İalemos adlarında iki erkek çocuk doğurur. Bazı söylencelere göre Kal-liope, Troya Savaşı'nda ölen Trakya kralı Rhesos'un annesidir; başka söylencelerde ise melodi ve ritmin yaratıcısı Linos'un annesi olarak tanımlanır. Çömlekçi Ergoti- mos'un İÖ y. 570'te yaptığı François vazosunu süsleyen desende Kalliope de betimlenir.Kallipolis bak. GeliboluKallisthenes (OLYNTHOS'LU) (Ü. İÖ 4. yy, ortası), Eski Yunanlı tarihçi. Amcası ve eski öğretmeni Aristoteles'in önerisi üzerine Büyük İskender'in Asya seferinin resmî tarihçisi olarak atandı. Kral Barışı'ndan (İÖ 386) Phokis Savaşı'na (İÖ 355) değin Yunanistan tarihi ile Phokis Savaşı'nın ve Büyük İskender'in Asya seferinin öyküsünü kaleme aldı. Ayrıca başka yapıtlar da verdi. Bazı Doğu geleneklerini benimsemesini eleştirerek İskender'i gücendirince hapse atıldı ve orada öldü. Arkadaşı Theoprastos, Kallisthenes'in ölümü üzerine Kallisthenes e peri penthous (Kallisthenes ya da Acı Üzerine Bir İnceleme) adlı kitabını yazdı. Kallisthenes'in yapıtlarından hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Yapıtlarında iskender'in tanrı soyundan geldiği yönündeki öyküye yer verdiği bilinmekte ve bu öyküden söz eden ilk yazar olabileceği düşünülmektedir.Kallisto, Yunan mitolojisinde, bazı öykülere göre bir nympha (su perisi), bazı öykülere göre Arkadialı ya da Nykteuslu Lykaon' un ya da Keteus'un kızı. Tanrıça Artemis'in av arkadaşlarından olan Kallisto, evlenmemeye yemin ettiği halde Zeus'un sevgilisi olur. Efsanenin değişik biçimlerine göre ya ilişkilerini Hera'dan gizlemek için Zeus ya da yeminini bozmasına öfkelenen Hera ile Artemis'ten biri, onu ayıya dönüştürürler. Daha sonra bir av sırasında, kıskanç Hera' mn yanıltması yüzünden Kallisto'yu gerçek bir ayı sanan Artemis onu öldürür. Bunun üzerine Zeus, Kallisto'dan olan çocuğu Arkas'ı, yetiştirmesi için dişi titan Maia'ya verir. Zeus'un gökyüzüne yerleştirdiği Kallisto da Büyükayı (Ursa Maior) takımyıldızına dönüşür. Bir başka söylenceye göre de Arkas,

bir av sırasında tam annesini öldürecekken Arktophylaks takımyıldızına dönüşür.Kallisto, Jüpiter'in dört Galilei uydusundan en dışta olanı. Jüpiter'e ortalama 1.880.000 km uzaklıkta bir yörüngede dolanır. Kallisto'nun ortalama yoğunluğu suyun yoğunluğunun ancak 1,83 katı ya da Ay'ın yoğunluğunun yarısı kadardır; bu durum, uydunun yarı yarıya kayaçlardan ve buzullardan oluştuğunu gösterir. Buna karşılık, Kallisto'nun yüzeyinde fazlaca saf su buzuna rastlanmaz. Yüzeyinin kızılötesine yakın tayfında su buzu çizgileri görülür ama bu çizgiler oldukça zayıftır. Ayrıca, uydunun yüzeyi oldukça karanlıktır; bu da, buzun koyu renkli maddelerle karışmış halde bulunduğunu düşündürmektedir.Kallisto, Jüpiter'in uyduları arasında en çok kratere sahip olanıdır. Kraterlerin

"Aphrodite Genetriks", Kallimakhos'un bir heykelinin Roma kopyası, İÖ y. 475; Louvre Müzesi, Paris

Cliche MusĞes Nationaux, Paris

Page 83: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

dağılımının incelenmesinden bunların, 4 milyar yıl kadar önce Güneş sistemindeki tüm gökcisimlerini etkileyen şiddetli göktaşı bombardımanı sırasında oluştuğu anlaşılmaktadır. Öbür Galilei uydularının tersine, Kallisto'nun yüzeyindeki kraterlerin biçimi iç etkinliklerle fazlaca değişmemiştir. Örta büyüklükte (birkaç 10 km çapında) çok sayıda kraterin yanı sıra, birkaç bin kilometre çapında krater çukurları da bulunmaktadır. Bu yapılanma büyük olasılıkla çok büyük çarpışmalar sonucunda oluşmuştur. Benzer biçimler Merkür'de ve Ay'da da bulunur ama bunların kabuklarının bileşimi farklıdır. Kallisto'nun yüzeyinde belirgin çıkıntılar yoktur. Bunun nedeni belki de ilk oluşum sırasında buzca zengin kabuğun ısıl yumuşamasıdır.Kallistos (ö. 1363, Konstantinopolis [İstan-bul]), Konstantinopolis patriği ve din bilgini.Rum Ortodoks manastır merkezi Ayna- roz Dağında keşiş olarak bulunduğu sırada hesykhia(*) adıyla bilinen mistik akımı benimsedi. Aziz Gregorios Palamas' ın ve Bulgaristan'da Paroria Dağındaki manastırı kuran Sinalı Aziz Gregorios'un müridi oldu. Haziran 1350'de Konstantinopolis patrikliğine getirilen Kallistos bir yıl sonra burada bir sinod topladı. Sinod, tefekküre dayalı Ortodoks ibadetinde hesykhia' ya öncelikli bir yer kazandırdı. Kallistos, VI. İoannes Kantakuzenos'un oğlu Matheos'a 1354'te babasının ardılı olarak taç giydirmeyi reddedince istifaya zorlandı. Ama VI. İoannes'in 1354'te tahttan çekilerek hükümdarlığı yeniden V. İoannes Palaio- logos'a bırakması üzerine patrikliğe döndü. Tutucu bir yaklaşımla, kilise bölgeleri sistemini bir eksarhın (Yunanca eksarkhos) gözetimi altında yeniden düzenledi. Patrikliğin çeşitli Ortodoks kiliseleri üzerindeki denetimini güçlendirmeye çalıştı. Sırp çarı Stefan Dusan'ı bağımsız bir patriklik kurduğu için aforoz etti (y. 1354). Hesykhia akımına karşı çıkanlar, tarihsel yapıtlarında, Kallistos'u iktidar tutkunu ve uzlaşmaz bir gerici olarak betimlerler. Kallistos hesykhia öğretisini özellikle Sinalı Aziz Gregorios ile Tırnovolu Theodoşios'un yaşamöykülerini yazarak yaymıştır. İsa'nın Çarmıhı ve Meryem Ana üzerine şiirleriyle birlikte bazı vaaz ve konferansları 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkarılmıştır.Kalloviyen Kat, Jura Döneminde (y. 190-136 milyon yıl önce) oluşan kayaç katmanları ve bu kayaçların çökeldiği zaman dilimi. Orta Jura'nın en üst katıdır. Kalloviyen Kat kayaçları Batoniyen Katın üzerinde ve Üst

Jura'nın Oksfordiyen Kat kayaçlarının altında yer alır. Bu katın yeryüzünün öteki bölgelerindeki olası karşılıklarını bulmaya yarayan yedi ammonit kuşağı (yumuşakça fosilleriyle ayırt edilen daha kısa zaman dilimleri) belirlenmiştir.Kalman, lakabı KITAPLARIN SAHIBI KÂI.MAN, Macarca KÖNYVES KALMAN (d. y. 1070 - ö. 3 Şubat 1116), Macaristan kralı. Yayılmacı bir politika izlemiş, ülkesinde siyasal istikrarı sağlamıştır.Kral I. Geza'nm Yunanlı bir odalıktan doğan evlilik dışı oğluydu. Amcası Kral I. Lâszlö'nun kendisini keşiş yapma isteğine karşı çıkarak Polonya'ya kaçtı. Lâszlö'nun ölümü (1095) üzerine Macaristan'a dönerek tahtı ele geçirdi. Taht için uzun bir mücadeleye girişen üvey kardeşi Âlmos'u 1113'te yakaladıktan sonra küçük oğlu Bela ile birlikte hapse attırdı ve ikisinin de gözlerini oydurdu.Kâlmân hükümdarlığı sırasında akıllı bir politika izledi. Godefroi de Bouillon komu-tasındaki Haçlıların topraklarından geçmesine izin vererek öteki Avrupa devletlerinin desteğini kazandı. Lâszlö'nun Akdeniz'e inme politikasını sürdürerek 1097'de Hırvatistan kralı Petar Svacic'i devirdi ve 1102'de Dalmaçya'yı denetimi altına aldı. Ama bu girişimleri, bölgedeki öbür büyük devletlerle ilişkilerinin bozulmasına yol açtı.Kâlmân büyük bir yasa koyucu ve yöneticiydi. Döneminin en kültürlü ve devlet adamı niteliklerine en uygun hükümdarlarından biriydi. Yönetimi sırasında Macaristan'da feodal sistem güçlendirildi, yeni yasalar çıkarıldı ve Lâszlö'nun katı yasaları yumuşatıldı. Özellikle boş inançlara karşı çıkarak cadıların yargılanmasını yasaklayan bir yasa çıkarmasıyla ün kazandı.Kâlmân, Emmerich, asıl adı IMRE KALMAN (d. 24 Ekim 1882, Siöfok, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu - ö. 30 Ekim 1953, Paris, Fransa), Macar operet bestecisi. Yapıtlarında coşkulu Macar Çingene müziği ile Viyana operet ve vals geleneğini kaynaştırmıştır. Franz Lehâr ve Johann Strauss (Oğul) ile birlikte operet türünün en önemli bestecisi kabul edilir.Küçük yaşta müzik dersleri almaya başladı; derslerini sürdürebilmek için çalışmak zorunda kaldı. On beş yaşında piyanoda iyice ilerlediği bir sırada, kolunun sakatlanması yüzünden piyanoyu bıraktı. Budapeşte Üniversitesi'nde hukuk öğrenimi görürken, bir yandan da müzik dersleri aldı. Macar Kraliyet Müzik Akademisi'ne girdi ve aldığı burslarla Bayreuth ve Münih festivallerini izledi. Daha sonra öğrenimini Berlin'de sürdürdü.Ülkesine döndükten sonra avukatlık yaptı, bir yandan da müzik eleştirileri yazdı. Bu arada beste çalışmaları da yapan Kâlmân, 1908'de Budapeşte'de sahnelenen Tatârja- râs operetinin 1909'da Viyana'da Ein Herbstmanöver (Bir Sonbahar Manevrası) adıyla oynanmasından sonra dünya çapında ünlendi. Bunu, Csârdasfürstin (1915; Çar- daş Fürstin) ve Grafin Mariza (1924; Kontes Maritza) izledi.Kâlmân, 1930'lardaki siyasal gelişmeler yüzünden 1938'de İsviçre'ye, ardından Paris'e, 1940'ta da ABD'ye gitti. 1947'de ABD vatandaşı oldu. Aynı yıl Avrupa'ya döndü ve coşkuyla karşılandı.Kâlmân çağının genel beğenisine uygun yapıtlar vermiş, Viyana operet geleneğinin 20. yüzyılın ilk yarısında da sürmesini sağlamıştır. Kâlmân'ın öteki yapıtları arasında, yaylı çalgılar topluluğu için bestelediği Scherzando (1903) adlı orkestra müziği ve Endre und Johanna (1905) adlı senfonik şiiri yer alır.Kalmar, İsveç'in güneydoğusundaki Göta- land bölgesinde, Baltık denizi kıyısında il (lan). Yüzölçümü 11.171 knr'dir. Eski Smâ- land yönetim bölgesinin (landskap) doğu kesimini oluşturan topraklan ve bir ada olan eski Öland yönetim bölgesini içine alır. Öland'ı anakaradan uzun ve dar Kalmar Boğazı ayırır.İlin engebeli yüzeyinin büyük bölümü ağaçlıktır; batı kesiminde bataklıklar yer alır. Verimli toprakların ve geniş çayırların yer aldığı kıyı bölgesinde koyun yetiştirilir ve mandıracılık yapılır. Kalmar'ın başlıca sanayi

dalları ahşap işleme, kibrit, mobilya, cam ve metal eşya üretimidir. İl merkezi Kalmar'ın dışındaki önemli kentleri anakaradaki Vâstervik, Oskarshamn, Nybro, Hultsfred ve Vimmerby ile Öland Adasındaki

Borgholm'dur. Nüfus (1992 tah.) 241.383.Kalmar, İsveç'in güneydoğusunda, Kalmar ilinin (lan) merkezi liman kenti. KalmarKalmar Şatosu, 13. yy, isveçRefot

15. yüzyılda birliğin siyasal merkezi olan kent 1613'te Danimarkahlann eline geçtikten sonra askeri önemini yitirmeye başladı.1647'de yakılıp yıkılan kentin büyük bölümü Kvarnholmen Adası yakınında yeniden inşa edildi. 17. yüzyıla ait surların kalıntılan günümüzde de kent merkezini çevrelemektedir; başlıca yapılar Rönesans üslubundaki katedral (1666-1700), Fransa kralı XVIII. Louis'nin 1800'de sürgüne gönderilişinden sonra kısa bir süre yaşadığı valilik konutu (1674) ve belediye binasıdır. Uzun yıllar kale, damıtımevi, tahıl ambari ve hapishane olarak kullanılan 13. yüzyıldan kalma Kalmar Şatosu, günümüzde il müzesini barındırmaktadır. Kalmar ortaçağdan bu yana gemi inşa edilen bir liman kenti olmakla birlikte ekonomisi sanayiye dayanır. Kentte makineden şekerlemeye kadar değişen çeşitli ürünler üretilir. Yakınlanndaki Orre- fors, Kosta, Boda, Pukaberg ve Ström- bergshyttan'da dünyaca ünlü cam işleri üretilir. Kara ve hava yoluyla ülkenin öteki kesimlerine bağlanan kent ile Öland arasında feribot seferleri yapılır. Nüfus (1990 tah.) belediye, 55.801.

Kalmar Birliği, Haziran 1397'de İsveç'in Kalmar kentinde kurulan İskandinav birliği. Norveç, İsveç ve Danimarka krallıklarını 1523'e değin tek bir hükümdann yönetiminde birleştirmiştir.I. Margrethe Danimarka, Norveç ve İsveç hükümdan olduğunda ilk fırsatta bu üç krallığın başına yakın akrabalanndan bir kral seçeceği konusunda anlaşmaya vanl- mıştı. Margrethe 1389'da kız kardeşinin sekiz yaşındaki torunu Pomeranyalı Erik'i Norveç kralı ilan etti. 1396'da, Danimarka ve İsveç de Erik'e bağlılığını bildirdi. III. Erik, XIII. Erik. ve VII. Erik adlarıyla sırasıyla Norveç, İsveç ve Danimarka kralı olan yeğeni erişkin yaşa gelinceye değin naiplik görevini Margrethe üstlendi. Üç krallığı daha da kaynaştırmak için, üç ülkenin devlet konseyleriyle önemli kişile-rini Haziran 1397'de Kalmar'da toplanmaya çağırdı. 17 Haziran'da, Kutsal Üçleme Yor- tusu'nda da ortak bir törenle üç krallığın tacını giydi.Önerilen birlik yasası devlet konseyleri arasında anlaşmazlığa yol açtı. Birliğin ko-şullarının dile getirildiği asıl sözleşme ise onaylanmayan bir taslak olmaktan öteye geçmedi. Margrethe İskandinavya'nın tümüyle birleşmesini engelleyeceği inancıyla her ülkenin kendi yasalarını ve geleneklerini korumasına ve kendi yetkililerince yönetil-mesine karşı çıktı. Başanlı bir diplomasiyle

419 Kalmar Birliği

Boğazı (sund) kıyısındadır. 12. yüzyılda stratejik öneme sahip bir noktada kuruldu. 1397'de oluşturulan ve İskandinavya'yı 1523'e değin tek yönetim altında birleştiren Kalmar Birliği'nin adı buradan kaynaklanır.

BBBBİ

Page 84: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Kalmar Savaşı 420

uyuşmazlıkların su yüzüne çıkmasını önledi. Sonraki hükümdarlar da anlaşmazlıkları sorun haline getirmekten kaçındılar.Kalmar Birliği, İsveç'in Kral I. Gustaf Vasa yönetiminde ayaklanarak bağımsızlığını elde etmesine (1523) değin sürdü. 1536'da da Norveç, Danimarka'nın bir eyaleti konumuna düştü.Kalmar Savaşı, Kuzey Norveç kıyıları ile hinterlandının denetimi için Danimarka ile İsveç arasında çıkan savaş (1611-13). İsveç' in Danimarka-Norveç'in bölgedeki egemenliğini tanımasıyla sonuçlanmıştır.İsveç kralı IX. Kari Atlas Okyanusu- Beyaz Deniz ticaret yolu üzerinde stratejik bir nokta olan Finnmark bölgesi üzerinde egemenlik hakkı iddia edince Danimarka kralı IV. Christian Nisan 1611'de İsveç'e şavaş açtı. Savaşın bir başka nedeni de İsveç'in Doğu Baltık bölgesinde güçlenmesi ve İsveç'in Göteborg limanının gitgide gelişerek Danimarka'nın bölgedeki egemenliğini tehdit eder hale gelmesiydi. Danimarkalıların 1611 yazında isveç'in Kalmar limanını ele geçirmeleri savaşın bu adla anılmasına neden oldu. Norveçliler, İsveç birliklerini Finnmark'ın dışına sürdüler; Mayıs 1612'de de Âlvsborg limanı Danimarkalıların eline geçti. Savaş Ocak 1613'te Knâred Banşı'mn imzalanmasıyla sona erdi. Bu antlaşmayla İsveç, Danimarka-Norveç'in Finnmark üzerindeki egemenliğini tanıdı ve savaş tazminatını ödeyinceye değin Âlvs- borg'un Danimarkalıların elinde kalmasını kabul etti. Savaş tazminatı dört yıl sonra ödendi.Kalmık, Ercüment (d. 1909, İstanbul - ö. 21 Şubat 1971, İstanbul), lirik-soyut anlayıştaki çalışmalarıyla tanınan ressam.1928'de Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girerek İbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu. 1937'de mezuniyetinden sonra bir

"Yelkenliler", Ercüment Kalmık'ın bir yapıtı, 1956Anadolu Yayıncılık Arşivi

süre çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. 1939'da Paris'e gitti ve Andre Lhote'un atölyesinde resim çalıştı, Sorbonne Üniver- sitesi'nde de sanat tarihi dersleri aldı. 1940'ta Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli liselerde resim öğretmenliği yaptı.1947'de İstanbul Tekni c Üniversitesi Mi-marlık Fakültesi'nde temel tasarım dersleri yermeye başladı. 1967-68'de Berlin Teknik Üniversitesi'nde de konuk öğretim üyesi olarak aynı konuda ders verdi.Önceleri izlenimci anlayışta çalışan Kalmık, Avrupa'da bulunduğu sıralarda kübizme yakınlık duydu. Braque'la Picasso'nun, ardından da Fernand Leger ve Henri Matis- se'in figür anlayışından etkilendi. Türkiye' ye döndükten sonra sürdürdüğü figüratif soyutlamalarında belirgin bir dış çizgi ve güçlü bir desen anlayışı vardı. 1960'larda balıkçıları, kayıkları ve yelkenlileri soyut bir

manzara fonu önünde betimlemeye başladı. Düz renk lekelerinin dış çizgilerle öne çıktığı bu dönem yapıtlarında lirik bir anlatım görülür. Resmin yanı sıra oymabas- kılar da yapan Kalmık'ın 1960'larda gerçekleştirdiği baskılarda figüratif anlayış egemendir. Figürün yanı sıra nesnelere ve doğal görünümlere de yer verdiği bu yapıtlarında boşluk ve doluluklar dengeli bir biçimde kullanılmıştır.

Kalıma, fundagiller (Ericaceae) familyasın-dan, Kuzey Amerika ve Batı Hint Adalarında yetişen altı çalı türünün oluşturduğu

cins. Kışın yapraklarını dökmeyen bu bitki-lerin, karşılıklı, almaşık ya da çevrel dizilişli, kısa saplı ve düz kenarlı yaprakları ile dalların ucunda ya da yaprakların koltuğunda demetler oluşturan, pembe, mor, leylak ya da beyaz renkli, beş loplu çiçekleri vardır. Taçyapraklarm iç yüzeyinde bulunan başçıklar, çiçeğe bir böceğin konması durumunda bulundukları yerden fırlayarak çiçektozlarını böceğin gövdesine bulaştırırlar. Kalmia angustifolia, K. latifolia ve K. polifolia en iyi bilinen türlerdir.Kuzey Amerika'nın doğu kesimlerinde, özellikle ıslak topraklı açık arazilerde yetişen K. angustifolia'nın yaprakları, K. polifo-

lia'da olduğu gibi otlak hayvanlarında zehir-lenmelere yol açar; öbür bazı Ericaceae üyelerinde de görülen bu etki yapraklardaki andromedotoksin bileşiğinden ileri gelir. Uzunluğu 90-170 cm arasında değişen bu bitkinin karşılıklı dizilen mızrak biçimli, dar yaprakları ve leylak ya da pembe renkli çiçekleri vardır. Çoğunlukla Kuzey Amerika'nın doğusundaki dağlık bölgelerde bulunan K. latifolia yaklaşık 100 cm yükseklikte bir çalıdır; almaşık ya da çevrel olarak dizilen oval biçimli yaprakları ile tepede büyük demetler oluşturan pembe ya da beyaz renkli çiçekleri vardır.K. polifolia'ya ise Kuzey Amerika'nın ku-zeyindeki bataklık ve turbalık alanlarda rastlanır. Yaklaşık 60 cm'ye kadar uzayabi- len bu tür, karşılıklı ya da çevrel olarak dizilen oval yaprakları ve mavimsi pembe renkli çiçekleriyle ayırt edilir.Kalmuk Özerk Cumhuriyeti, KALMUKYA olarak da bilinir, Rusya Federasyonu'nun güneybatı kesiminde yönetsel birim. Hazar Denizinin kuzeybatısında ve Aşağı Volga Irmağının batısında 75.900 km2'lik bir alanı kaplar. Doğuda Hazar kıyısına kadar uzanır; kuzeydoğuda sınırları iki noktada Volga Irmağıyla birleşir. Bijyük bölümü, genellikle deniz düzeyinden aşağıda kalan geniş Hazar Çöküntüsünde yer alır. Yergeni Tepeleri ve Salsk-Manıç sırtı batı sınırında 221 m'ye ulaşır. Yergeni Tepelerinin doğu kesimi yağmur mevsimleri dışında genellikle kurak olan vadi ve koyaklarla parçalanmıştır. Batıya dil biçiminde uzanan toprak parçası, eskiden Hazar Denizini Karadeniz'e bağlayan büyük tuz göllerinin bulunduğu Manıç Çöküntüsü içinde kalır. Yergeni Tepelerinin doğusuna düşen topraklar eski höyüklerin bulunduğu düz bir ovadır. Vadilerinde step tipi otsu bitkiler ile söğüt, karaağaç ve kavak gibi yaprak döken ağaçların oluşturduğu korular bulunan Yergeni Tepelerinin geri kalan bölümü yarı çöl görünümündedir. Bölgede yazlar sıcak ve az yağışlı geçer; yağmurlar genellikle vadilerde ani taşkınlara neden olan sağanak biçiminde düşer.

Genelde sığır yetiştiriciliğiyle uğraşan Moğol kökenli göçebe Kalmuklar Örta Asya' dan Hazar Denizi çevresine 17. yüzyılda göç ettiler. 1920'de özerk bir yönetim birimi (oblast) olarak düzenlenen bölge, 1936'da cumhuriyet yapıldı. II. Dünya Savaşı sırasında Kalmuklarm Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle sürgün edilmelerinden (1944) sonra cumhuriyet ortadan kaldırıldı. 1957'de Kalmuklarm geri dönmelerine izin verildi. Aynı yıl özerk bir yönetim birimi olarak yeniden düzenlenen Kalmukya, 1958'de de cumhuriyet statüsü kazandı. 1979'da nüfusun yüzde 41'i aralarında yönetim merkezi Elista'nın da bulunduğu üç kent ve beş kentsel yerleşmede yaşıyordu. Hayvancılığa dayanan bölge ekonomisinde ince yapağı ve karakul koyunu önemli yer tutar. Yerleşik yaşam biçimi giderek yaygınlaşmaktadır; günümüzde hayvan sürüleriyle birlikte yalnız çobanlar dolaşır. Yergeni'de tahıl, mısır, yemlik bitkiler, hardal tohumu, ayçiçeği ve kavun gibi ürünler yetiştirilir. Köylüler 54 devlet çiftliğinde ve 27 kolektif çiftlikte toplanmıştır. Hazar kıyılarında balıkçılık önemlidir; Kaspiyski'de büyük bir balık işleme fabrikası vardır. Hayvan ürünlerinin işlenmesine dayanan sanayi Elista ve Kaspiyski'de yoğunlaşmıştır. Nüfus (1991 tah.) 328.600.Kalmuklar, çoğunluğu Rusya Federasyo- nu'na bağlı Kalmuk Özerk Cumhuriyeti'nde yaşayan Moğol kökenli halk. Moğol dil öbeğinin Oyrat (batı) koluna bağlı bir dil konuşurlar. Batı Moğolistan, Sinkiang ve Çin'in komşu eyaletlerinde de Oyrat lehçeleri konuşulur. Kalmuklarm yurdu, Volga Irmağının aşağı kesimlerinin batısında, Hazar Denizinin kuzeybatı kıyıları boyunca bir yay biçiminde uzanır. Buzava aşiretinden küçük bir Kalmuk grubu Don Irmağı kıyısında yaşar. Sart Kalmukları adını taşıyan başka bir küçük grup ise Çin sınırı yakınlarında, Kırgızistan'da yaşar. II. Dünya Savaşı sonrasında az sayıda Kalmuk ABD'ye göç etmiştir.IS 13. yüzyılda imparatorluk döneminin doruğunda, Batı ve Doğu Moğollar arasında düşmanlık doğdu. Sonraki yüzyıllarda Batı Moğollar, Dörben Oyrat (Dört Müttefik) adlı bir konfederasyon çatısı altında ayrı devletler halinde yaşadılar (Oyrat adı buradan türemiştir). Batı Moğolların bir bölümü, vatanları olan Kuzey Sinkiang'la (Çungarya) Batı Moğolistan'da kaldı. Oyrat Konfederasyonu'nun Torgut, Hoşut ve

Kalmia latifoliaGrant Heilman-EB Inc.

421 kalenderleme

Page 85: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

Dorbet (ya da Derbet) aşiretlerinin tümü ya da bazı bölümleri ile başka gruplar 17. yüzyıl başlarında Sibirya'nın güneyini boydan boya geçerek Urallar'ın güneyine göç ettiler. Oradan Aşağı Volga'ya yöneldiler ve 1771'e değin, 150 yıl boyunca, bu bölgenin doğusu ile batısı arasında gidip geldiler. 18. yüzyılda, güneye ve doğuya doğru yayılan Rus Çarlığının parçası oldular. Volga'nın doğusunda bulunanlar 1771'de Çin'e döndü. Volga'nın sağ kıyısında yaşayan bugünkü Torgut, Dorbet ve Buzava aşiretleri ise Rusya'da kaldılar. Kalmuklar çok eski tarihlerden beri çobanlıkla geçinen göçebe bir halktır. At, sığır, koyun, keçi ve az miktarda deve beslerler. Göçebelikleri klasik örüntüyü izler: Kışı çadırlarda, ilkbahar, yaz ve sonbaharı otlaklarda geçirirler. Kalmuklarm evleri, ger ya da yurt adı verilen çadırlardan oluşur. Bir kafes üzerine keçe gererek yapılan bu çadırlar kolaylıkla sökülüp kurulabilir. Tarı-ma geçtikleri yerlerde evler de inşa etmişlerdir.Aile yaşantısı, soy çizgisi, evlilik ilişkileri ve miras temelde ataerkil ilkelere göre düzenlenir. Aileler anne, baba, evli oğullar ve aileleri ile evlenmemiş kız ve erkek çocuklardan oluşur. Birkaç aile bir araya gelerek göçer akraba köylerini, bunlar birleşerek aşiretleri, aşiretler de aşiret konfederasyonlarını oluşturur. Geçmişte Kalmuklar üç sınıfa bölünmüştü: Çeşitli konfederasyonların başında bulunan beyler, daha alt katmanlarda soy ve aşiretleri yöneten soylular ve halk. Ayrıca din adamlarından oluşan bir ruhban sınıfı vardı.Öteki Moğollar gibi Kalmuklar da Tibet Budacılığına bağlıdır. Ama yerel inançlar ve Şamanizme özgü uygulamaları Budacı- lıkla iç içe geçmiştir. Sart Kalmukları ise Müslümandır.II. Dünya Savaşı sonrasında Kalmuklar, devlete karşı etkinliklerde bulundukları suçlamasıyla, Sovyet Orta Asyası'na sürgün edildiler. 1957'de anayurtlarına dönmelerine izin verildi. 1939 ve 1959 sayımlarına göre, 20 yılda nüfusları 134 binden 106 bine indi. Kalmuk nüfusu 1980'lerin başlarında 150 bin dolayındaydı.Kâlnoky von Köröspatak (Kontu), Gusztav Siegmund (d. 29 Aralık 1832, Lettovvitz, Moravya - ö. 13 Şubat 1898, Prödlitz), 1881-95 arasında Avusturya-Ma- caristan dışişleri bakanı. Asıl mesleği askerlik olan Kâlnoky, 1854'te diplomat olarak Avusturya Dışişleri görevini üstlenmek üzere Viyana'ya geri döndü.Bakanlığı sırasında genelde tutucu bir dış politika çizgisi izleyen Kâlnoky, girişimle-rinden oldukça başarılı sonuçlar elde etti. Avusturya ile Almanya arasındaki ittifak

antlaşmasını yeniledikten sonra, İtalya'nın Üçlü İttifak'a katılmasını sağlamak için yürüttüğü çabalarda Bismarck'a yardımcı oldu (1882). Rusya'nın Balkanlar'daki nüfuzunu kırmak amacıyla Sırbistan (1881) ve Romanya'yla (1883) gizli antlaşmalar imzaladı ve Bulgaristan'la aynı doğrultuda ilişkiler kurdu. Avusturya-Macaristan İmpara- torluğu'nun karşı karşıya olduğu en önemli

sorunlardan biri olan azınlıklar sorununu derinleştireceği düşüncesiyle, Sırp kralı Mi- lan'm Sırbistan'ı Avusturya-Macaristan'a satma önerisini reddetti. Rusya'ya büyük bir güvensizlik beslemesine karşın, bu ülkeyle Avusturya arasındaki ilişkileri düzeltmek için çaba harcadı.1891'de yaptığı bir konuşmada papalığın dünyevi iktidarı sorununun henüz açıklığa kavuşturulmamış olduğunu söylemesi İtal-ya'yla ülkesi arasında sürtüşme çıkmasına neden oldu. 1893'te de Fransa'yla Rusya arasındaki ittifakı bozmak için Vatikan'ı kullanmak istedi. Papanın otoritesinin güç-lendirilmesinden yana görüşlerinin Macaris-tan'da yarattığı hoşnutsuzluk, dışişleri ba-kanlığından ayrılmasında önemli rol oynadı.Kalocsa, Macaristan'ın orta kesiminde, Bâcs-Kiskun ilinde (megye) kent. Tuna'nm hemen doğusunda yer alır. İlk Macar kralı I. Istvan'm kurduğu piskoposluk merkezlerinden biri olan Kalocsa, Osmanlı yönetimine girmeden önce zengin bir ortaçağ kasa- basıydı. 19. yüzyılda bir tarım merkezi olarak yeniden canlandı. Halk sanatı açısından Macaristan'ın en zengin kenti sayılır; kadınların işlediği elişi motifler tasarımdaki yaratıcılık ve renklerinin zenginliğiyle ünlüdür. Halk Sanatı Evi ve Kâroly Visky müzelerinde yerel çalışmalar sergilenir. Kalocsa motifleri, dünyanın hemen her yerine ihraç edilen değerli işlemelerde de kullanılır. Güneşli günlerin fazla olması, yörede kırmızıbiber yetiştirilmesine olanak verir. Kalocsa bu ürünüyle de tanınır. Nüfus (1983 tah.) 19.000.kalomel, TATLI SÜLÜMEN olarak da bilinir, cıva (I) klorür (Hg2Cb) yapısında, çok ağır, yumuşak, beyaz renkli ve tatlımsı bir haloje- nür minerali. Zincifre (cıva sülfür) ya da amalgamlar (cıva alaşımları) gibi öteki cıvalı minerallerin değişime uğraması sonucunda oluşur. Elde edildiği başlıca yerler, Alman- ya'daki Moschellandsberg, eski Yugoslav- ya'daki Avala, Meksika'daki Zimapân ve ABD'de Texas'taki Brewster ilidir. Buralarda kalomel, doğal cıva, zincifre, kalsit, limonit ve kil ile birlikte bulunur. Ayrıntılı fiziksel özellikleri için bak. halojenür mineralleri.Eskiden en yaygın kullanılan müshil ilacı olan ve 16. yüzyıldan beri ilaç yapımında kullanılan kalomelin karaciğeri de uyardığı düşünülür. Cıva ve cıva (II) klorüre ayrışması nedeniyle zehirli olduğu anlaşıldıktan sonra ve daha üstün ve güvenli müshil ilaçlarının geliştirilmesiyle ağız yoluyla alınan ilaçlarda kullanımı azalmıştır. Günümüzde de bazı merhem ve pomatlarda kalomelden yararlanılmaktadır.Kalomelle doyurulmuş potasyum klorür (KC1) çözeltileri, cıva elektroda karşı değişmeyen bir elektromotor kuvveti (emk) verdiğinden elektrokimyasal araştırmalarda çoğunlukla referans elektrodu olarak kullanılır. Başlıca üç standart kalomel elektrot vardır: 25°C'de normal hidrojen elektrodu- na karşı —0,2420 voltluk bir emk veren doymuş KC1, -0,2810. volt emk veren 1 molluk KC1 ve +0,338 volt emk veren 0,1 molluk KC1.

kalori, yiyeceklerin besin değerini belirle-mekte kullanılan enerji (ya da ısı) birimi. 1925'ten önce kalori, bir gram suyun sıcaklığını 15°C'den 16°C'ye yükseltmek için gerekli olan enerji miktarı olarak tanımlanırdı; bu da, 1948'den bu yana kullanılmakta olan ve 4,184 mutlak joule'a eşit olan modern kalori birimine çok yakındır. Diyet uzmanları, kilokaloriyi kısaca kalori olarak adlandırdıklarından, yanlış anlamaya karşı dikkatli olunması gerekir.

kalorik kuramı, ısı ve yanma olaylarını, kalorik olarak adlandırılan ağırlıksız bir varsayımsal akışkanın akışıyla açıklayan kuram. Kalorik kuramı 18. yüzyılda yaygın kabul görmekteydi. Isının, varsayımsal bir akışkanın yardımıyla açıklanması oldukça işlevseldi, ne var ki sorunun her yönüyle tanımlanmasına yetmiyordu. Kalorik kuramı, enerjinin çoğu fiziksel süreç ve dönüşüm boyunca sabit kaldığını kabul eden modern enerji kavramına doğru atılmış önemli bir adımdı, ama bir yandan da bilimsel düşünceyi yanlış bir yola saptırmıştı. Kuram 19. yüzyılın

ortalarına değin etkisini korudu; bu tarihten sonraki birçok deney, özellikle de ısının mekanik eşdeğerinin belirlenmesine yönelik çalışmalar, ısının bir enerji iletimi biçimi olduğunu açığa çıkardı.

kalorimetre bak. ısıölçerkalotip, TALBOTİP olarak da bilinir, 1830'larda İngiltere'de William Fox Talbot' m geliştirdiği bir fotoğraf tekniği. Sir John Herschel ve J. B. Reade'nin daha önceki çalışmalarından yararlanan Talbot, karanlık kutu(*) kullanarak kâğıt üstüne düşürdüğü görüntüyü gümüş gallonitrat aracılığıyla sabitleştirmeyi başardı. Talbot'm 1841'de patentini aldığı bu buluş bir negatiften birçok pozitif alınabilmesini sağlıyordu ve daguerreotype'ten daha gelişkin bir teknikti.

kalp, kanın vücutta dolaşımını sağlayan ve bir pompa gibi görev yapan organ. Örümceklerde ve halkalı solucanlarda düz bir boru biçimindedir; yumuşakçalann daha karmaşık yapılı kalbinde bir ya da birden fazla kulakçık (atrium) ile kanı pompalayan bir ana karıncık (ventrikül) bulunur. Balıklarda kalp, memeli kalbindeki odacıklara benzer üç ya da dört odacığı bulunan kıvrımlı bir borudur. Amfibyumlar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler gibi akciğerli hayvanlarda kalp, kanı akciğerlere ya da bütün vücuda pompalayan bir organ olarak farklı evrimleşme düzeylerindedir. İnsanda, öbür memeliler ve kuşlarda kalbin dört odacığı vardır. Oksijeni az ve karbon dioksiti fazla kan sağ kulakçığa iki büyük toplardamar aracılığıyla gelir. Buradan sağ karıncığa geçer ve akciğer atardamarına pompalanır. Bu yolla akciğerlere taşınan kan orada karbon dioksitten arınır ve oksijen alır. Akciğerlerden çıkan oksijence zengin kan akciğer toplardamarları ile sol kulakçığa gelir. Buradan sol karıncığa geçerek aort yoluyla vücut dokularına dağılır. Kalp göğüs boşluğunda, iki akciğerin arasında, orta çizginin biraz solunda, göğüs kemiğinin (sternum) arasında yer alır. Göğüs ve karın boşluklarını birbirinden ayıran diyaframın hemen üstündedir. Çevresini

Kâlnoky, Cari Mayer'in bir oymabaskısıBild Archiv. Österreichische Nationalbibiiothek. Viyana

Bakanlığı'nda göreve başladıysa da, orduyla ilişkisini kesmedi ve 1879'da general rütbesine yükseldi. Londra, Roma ve Kopenhag'da çeşitli diplomatik görevlerde bulunduktan sonra, 1880'de Rusya büyükelçiliğine atandı. Ertesi yıl dışişleri bakanlığı

Page 86: Web viewBugün Tamil Nadu'nun dördüncü büyük limanı durumundadır ve eyaletin dış ticaretindeki payı yüzde ikinin biraz ... AP / Wide World Pholos

oluşturur. Dış yüzünü perikardın iç yüzünü oluşturan epikart adlı seröz zar, iç yüzünü ise endokart

döşer.Kalbe gelen sinirler kalp atımını hızlandı- np

yavaşlatabilir, ancak kalp atımının düzenliliğini sağlayan ve farklılaşmış kalp kası liflerinden oluşan sistem kalp dokusunun içinde yer alır.

Ayrıca bak. kan dolaşımıkalp atım hacmi, kalpte bir

karıncıktan pompalanan kanın hacmi. Genellikle İt/da olarak ifade edilir ve karıncıktan her atımda pompalanan kan hacminin dakikadaki atım sayısıyla çarpılmasıyla hesaplanır. Dolaşım sisteminin en karmaşık işlevlerinden biri, dokulann oksijen ve besin gereksinimine göre kalp atım hacmini düzenlemek ve sürdürmektir. Sağlıklı erişkinde dinlenme sırasında kalp atım hacmi 5 lt/da'dan biraz fazladır. Yatar durumdan ayağa kalkıldığında normal olarak kalp atım hacmi azalır. Heyecan ve korku, yüzde 50-100 arasında artışa neden olur; egzersiz sırasında beş katma çıkabilir. İlk kez 1870'te Alman fizyolog Adolf E. Fick'in gerçekleştirdiği kalp atış hacminin ölçülmesi, dokulara oksijen dağılımının ölçülmesini olanaklı kılar.kalp bloku, kalpte kulakçık ve karmcıkla- nn kasılmasında ortaya çıkan eşzamanlama bozukluğu. Karıncıkların kasılmasındaki küçük bir gecikmeden, eşzamanlamanın tamamen kaybolduğu tam kalp blokuna varan düzeylerde olabilir. Yalnız sağ ya da sol kanncığın etkilendiği durumlar sağ ya da sol dal bloku adını alır. Kalp blokunda dolaşımın yavaşlaması nedeniyle beyne giden kan miktan azalırsa Adams-Stokes sendromu olarak da bilinen bayılma nöbeti ortaya çıkar; ani bilinç yitimiyle birlikte çırpınmalar da (konvülsiyon) görülebilir. Kalp blokunda karıncıklar kulakçıklardan daha yavaş kasılır; bu durumu

düzeltmek için karıncık kasılmalarını düzenleyen uyanların sayısının artırılması gerekir. Bu amaçla ilaçlann yanı sıra vücuda takıldığında küçük elektrik uyarıları ile kalp hareketlerini düzenleyen kalp pili(*) de kullanılır.

kalp enfarktüsü bak. miyokart enfarktüsükalp kapakçıkları, kalpte kulakçıklar ile

kanncıkların, ayrıca karıncıklar ile aort ve akciğer atardamarının arasında yer

alan ve kanın akım yönünün tersine hareket etmesini önleyen yapıların ortak adı. Kulakçıklarla kanncıklann arasında yer alanlar (atrio- ventriküler) kalbin iç yüzünü de döşeyen endokart ile kaplı lifsi dokulardan oluşur. İnce yaprakçıklar biçimindeki bu dokular tabanlarmdaki lifsi halkalarla birleşir. Sağ kalpteki triküspit kapakçık üçgen biçimli üç yaprakçıktan, soldaki mitral kapakçık iki yaprakçıktan oluşur. Her ikisinde de yaprakçıklar ince

ipliklerle kanncığın iç yüzünde yer alan papiller kaslara bağlanırlar. Bu kaslar yaprakçıkların serbest kenarını çekerek karıncığın kasılması sırasında kapakçığın açılmasını önler.Sol karıncığın aorta, sağ karıncığın

akciğer atardamarına açıldığı yerdeki kapakçıklar da içbükey yüzü damara bakan üç yaprakçıktan oluşur.

kalp kateterizasyonu, büyük atardamar ya da toplardamarlardan birine sokulan kateter adlı esnek bir borunun damar boyunca kalbe kadar ilerletilmesi işlemi. İlaçları doğrudan

kalbe vermek, kalp içindeki kan akımı ile kalp ve büyük damarlar- daki kan basıncını ölçmek, doğuştan gelen kalp hastalıklarına tanı koymak, kalpteki odacıklann arasındaki açıklıklardaki daral- malan ya da olmaması gereken açıklıkları saptamak, ayrıca, kalp atışını düzenlemek amacıyla kalbe elektrot yerleştirmede kullanılır. Kalp kateterizasyonunu, ilk kez 1929'da kendi üzerinde deneyen Alman hekim Werner Forssmann, kolundaki toplardamarlardan birine soktuğu yaklaşık 3 mm çaplı ve 75 cm uzunluğunda bir boruyu (kateter) bu yolla sağ kulakçığa kadar ilerletmiştir.Son zamanlarda geliştirilen sol kalp kate- terizasyonunda atardamara sokulan kateter kan akımına ters yönde ilerletilir. Bu yöntem, toplardamar yoluyla uygulanandan daha zor ve tehlikeli olsa da tanı koymada çok yararlıdır. Ayrıca bak. anjiyokardiyo- grafi.

kalp nakli, kalbinde iyileşmesi olanaksız bir bozukluğu olan hastanın kalbinin çıkar-tıldıktan sonra kısa süre önce ölmüş birinin sağlam kalbinin bu hastaya yerleştirilmesi. Ameliyat yönteminin çok karmaşık olması ve uygun verici bulmanın zorluğu nedeniyle kalp

nakli kendi kalbiyle ancak birkaç hafta yaşayabilecek hastalarda son çare olarak uygulanır. Birçok durumda da kalp, beyin dokusu çok ağır derecede zedelenmiş ve iyileşmesi mümkün olmayan hastalardan sağlanır.Norman E. Shumway 1958'de California' daki Stanford Üniversitesi'nde ilk başarılı kalp naklini köpeklerde gerçekleştirdi. Daha sonra 10 yıl kadar ameliyat tekniğini geliştirmek ve vücutta ortaya çıkan bağışıklık yanıtlarını bastırmak için hayvanlar üzerinde araştırmalar yaptı. 13 Aralık 1967'de Güney Afrikalı cerrah Christiaan Barnard, Cape Tovvn'da Groote Schuur Hastanesi'n- de, ilk insandan insana kalp naklini gerçekleştirdi. Bu ameliyatın başarılı olmasından sonra bir yıl içinde dünyadaki birçok tıp merkezinde 101 kalp nakli yapıldı. Birçok cerrah bu yöntemi vücudun nakledilen kalbe tepki göstererek reddetmesi, hastalann ameliyat sonrası yaşam sürelerinin kısalığı ve henüz deneysel olan bu tekniğin uygulanabilirliğinin çok sınırlı olması nedeniyle ilk denemelerden sonra terk etti. Shumway, Barnard ve başka birkaç cerrah ise her şeye karşın bu ameliyatı uygulamayı sürdürdü. Yöntemlerin geliştirilmesi hastalann ameliyat sonrası yaşam sürelerinin uzamasını sağladı; hastalann yüzde 50'si ameliyattan sonra bir yıl, yüzde 25'i ise beş yıl kadar yaşadı. Bu başarılann sonucunda kalp nakline yeniden ilgi uyanmasıyla ameliyat birçok tıp merkezinde yeniden uygulanmaya başladı. Günümüzde uygulanan yöntemde kulakçık dokusunun bir bölümü bırakılarak kalbin tümü çıkarılır. Bu dokunun vücutta bırakılması kalpteki elektriksel iletinin sürmesini sağlayarak kalp atışlarını düzenleyen sinüs-kulakçık düğümünün sinir bağlantıla- nnın zedelenmemesini sağlar. Vericinin vü-cudundan çıkarılan kalp, soğuk tuzlu su çözeltisinde saklandıktan sonra alıcının vü-cuduna yerleştirilir. Alıcı ile vericinin kan gruplarının uymasına dikkat edilse de, alıcının vücudunun kalbi reddetmemesi için doğal bağışıklık sisteminin baskılanması gerekir. Bu amaçla, prednizon gibi bağışıklık sistemini ketleyici ilaçlar kullanılır. Damar sertliğini ve damar tıkanmasını önlemek için de pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar kullanılır.

kalp pili, bazı kalp hastalıklarında kullanılan ve ritmik elektriksel uyarılar üreterek hastanın kalbinin düzenli çalışmasını sağlayan elektronik cihaz. Sağlıklı her insan kalbinde, kasılmalann düzenini ve hızını denetleyen bir elektriksel ileti sistemi vardır. Sağ kulakçıktaki sinüs- kulakçık düğümünden çıkarak her iki kulakçığın kaslarından geçen uyarılar kulakçıkların kasılmasını ve kanın karıncıklara boşalmasını sağlar. Bu elektriksel etkinlik bir başka iletici dokuyu, kulakçık-karıncık düğümünü uyarır; His demeti adlı iletici liflerden geçen uyarı karıncıkların ka-sılmasını başlatır. Kalp yetmezliği gibi bazı hastalıklarda ve kalp ameliyatlarından sonra bu elektriksel ileti sistemi kesintiye uğrayarak kalp blokuna neden olur.

1. Hamur 50-1401. Hamur kuşe 60 +3. Hamur 51 + Ders kitabı 51 + Beyaz pelür 30 Gazete 54 Şamu kraft 70 - 90 Beyaz kaplık 90-150 Pergament

40 Kraft ambalaj, torba 70 - 90 Kraft liner oluklu mukavva 120 -150 Beyaz bristol karton 150 -170 Kuşe bristol karton 160 + Kromo karton300 Dosyalık karton 300

Gri karton 180-280

kalp atım hacmi 422

zarsı bir kese olan perikart sarar. Erkekte kalbin ağırlığı 280-340 gr; kadında 230-280 gr'dir. Duvarlarını miyokart adlı kas dokusu

sağ kulakçık._____

kapakçıklar

kol-baş atardamarı

üst anatoplardamar

aort kapakçığı

triküspit kapakçık

alt anatoplardamar-

sağ karıncık

başa ve kollara giden sol köprücükaltı atardamarı sol anaşahdamar x

atardamar bağı

akciğer atardamarı

kirişsi

uzantılar

papiller kaskarıncık orta bölmesi sol karıncık

triküspit aort ya da akciğer mitral

Kalp ve kalp kapakçıklarıJacob ve C. Francone, Struclure and Furıclion in Man (1970); W. B. Saunders. Co.

423 kalenderleme