· web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi ne süryanî, ne...

28

Click here to load reader

Upload: dinhminh

Post on 19-Mar-2018

230 views

Category:

Documents


5 download

TRANSCRIPT

Page 1: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

MALATYADA ÂŞIKLIK GELENEĞİVE

ESİRÎ BABA*

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI*

Anadolu’da 16. Yüzyıl başlarından günümüze kadar süre gelen ve her şeyi ile bize özgü olan âşık edebiyatının belli kuralları, töreleri bulunmaktadır. Zaten bu edebiyatı canlı kılıp varlığının korunmasını sağlayan da bu kurallar ve icra töresidir.

Anadolu insanının duygularının yüzyıllar içinde tercümanı şüphesiz sazı ve sözü ile âşıklarımız olmuştur. Bu nedenle âşıklar bulundukları toplumların sözcüleridir.

Malatya’da şiir olgusundan söz ederken, Türk halkının yalnız dilinde değil, gönlünde de büyük yeri olan, Malatyalı olmasına karşın, Mısır’da tahsil gördüğü için, Mısrî lâkabı ile anılan ve 17. Yüzyılda söylediği:

Derman aradım kendimeDerdim bana derman imişBürhan aradım aslımaAslım bana bürhan imiş1

gibi özgün deyişleriyle günümüze ses veren, Niyazi Mısrî’yi anmadan geçemeyiz. Çünkü, Malatyalı Niyazî-i Mısrî, yüzyıllarca Türk halkının yalnız dilinde değil,

gönlünde de yeri olan büyük bir yol ve gönül eridir. Atalarımız bir sonraki nesillere bırakacağımız en önemli miraslardan birisinin

kültür mirası olduğu bilincine varıp, bazı kültür değerlerinin korunması, varlığının sürdürülmesi için belli kurallar oluşturmuşlardır.

Biz bu kurallar arasında âşıklık geleneğini de saymaktayız. “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden olmalarından ötürü saygın tutulup

kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar, alışkanlıklar; bilgi, töre ve davranışlar.”2 biçiminde belirlenen âşıklık geleneği inanca bağlı olduğundan tartışmasız benimsenir. Âşıklık geleneği, diğer kültür değerlerinde olduğu gibi, belirli bir işlevi yerine getirmek, bir ihtiyacı karşılamak üzere geleneksel kültürün yarattığı bir kültür değeridir.

Âşıklık geleneği, başlangıcı Türklüğün kadim devirlerine uzayan Ozanlık geleneğinin İslâmiyet’ten sonra tasavvufi cereyanların da etkisiyle, halk ruhuna uyum sağlayıp yeniden yapılanarak, âşıklık geleneğine dönüşen, yüzyılların deneyimleri içinde biçimlenmiş değerler bütünüdür.

Bu ozanların, ordu ile birlikte dolaşarak askere kahramanlık şiirleri söyleyip moral kaynağı oldukları, ölenlere de ağıt yaktıkları bilinmektedir.

Daha sonraki yüzyıllarda ordu şairleri olarak varlıklarını devam ettiren bu ozanlar, bir birleriyle karşılıklı türküler söyleyerek at üzerinde savaşa gitmişler ve halk arasına karışarak, kopuz çalıp tarihi vakalara ait şiirler terennüm etmişlerdir.

Bu da hamasi şiir türlerinin Türkler arasında gelişmiş olduğunu işaret eder.3

* 20 Nisan 2017 İnönü Üniversitesi Türkçe Topluluğu Konferansı.** Dokuz Eylül Üniv. Emekli Öğretim Üyesi ([email protected])1 Vasfi Mahir Kocatürk, Tekke Şiiri Antolojisi, Edebiyat Yay. Ankara 1968, s. 3612 Orhan Hançerlioğlu, Türk Dili Sözlüğü, İstanbul l992, s.2263 Dursun Yıldırım, “Orta Asya’dan Urumeli’ne Türk Sözlü Şiir Sanatının Yayılması Üzerine” Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Kültür Bak. Yay. Ank. 1986, s. 444

1

Page 2: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Onlar, yalnız kahramanlık menkıbelerine ait şiir söylemek, ölenler için mersiyeler yazmakla kalmayıp, Oğuz Kağan’a ait bazı manzumeleri terennüm ederek, bir nevi destan şairleri olmuşlardır.

Oluşturdukları bu yeni olgu zaman içinde Anadolu’da meyvelerini vermiş, Malatya’da, Malatyalı Bakaî gibi bir şair aslı mensur olan Battalname’yi yani, Battal Gazi Destanını şiirleştirip, manzum olarak kaleme almıştır.

Malatya’nın Sivas gibi Anadolu halk şiirinin merkezlerinden birine yakın olması nedeniyle, Malatya yöresi âşıklarına Sivas yöresinin ünlü âşıkları önemli ölçüde etki etmiştir.

Malatya, Anadolu’da halk kültürü değerleri açısından en zengin yörelerimizden biridir. Halk oyunları ile, türküleri ile ünü oldukça yaygındır.

Arguvan yöresi türküleri, Türk halk türküleri içinde kendine özgü formunda “Arguvan Ağzı” ya da “Minayik Ağzı” adı ile anılıp repertuvarlarda özel bir yer almıştır.

Halk şiirinin Darende, Hekimhan, Arguvan ve Arapgir’de sevilip sayılması bir ölçüde Sivaslı Pir Sultan Abdal, Âşık Veli, Ruhsatî gibi önemli âşıklara bağlanabilir.

Malatyalı âşıkları incelediğimizde Arguvan yöresinin kendine özgü “Arguvan havası” dediğimiz söyleyiş özelliği dışında; Hekimhan, Darende ve Arapgirli âşıklarda söyleyiş özelliğinden çok, anlam ağırlığı dikkat çekmektedir.

Malatya ve yöresinde yüzyıllar boyu pek çok âşık yetişmiş, bunların Fehmi Gür gibi kimileri çok güçlü âşıklar olmalarına karşın, ününü yaşadıkları çevre dışına taşıramamışlardır.

Fakat, Malatya’nın en eski âşıklarının başında gelen Derviş Muhammed, Şah Sultan, Sadık Baba, Fakirî ve Esirî Baba gibi bazı âşıkların ünü bölge sınırlarını aşmış, deyişleri ülke çapında ses getirmiş, usta malı satan âşık ve zakirlerin dilinde ve telinde ünlenmiştir.

Aydın görüşlü bir din adamı da olan ve:

Mescid-i Mihrap’tır üstad beşiğiEvliya buyruğu arzoldu bizeBir müsahip gerek yola gitmeyeErenlerin yolu farz oldu bize4

diyen Derviş Muhammed gibi, Âşıkî de:

Özün engine indir yüce uçmaEnginlerde biten ayva nar olurTekebbürlük edip yolundan azmaİblis’e uyanın işi zor olur5

biçiminde onun gibi toplumu uyarıcı, ahlâk kurallarını hatırlatıcı ve öğüt verici şiirler söylemiştir.

Malatya yöresinin şöhreti en fazla yayılan âşıklarından Hekimhan’ın Güvenç köyünde doğan Sadık Baba’nın:

Cahil olma kâmil suyun içegörMürşide er, ham işlerden geçegör

4 Hasan Kavruk - Metin Özer, Geçmişten Günümüze Malatya Şairleri, Malatya, 2006, s. 4895 A.g.e. s. 202

2

Page 3: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Menâref sırrına dükkân açagörErersin yarenin em’ine gönül

gibi söyleyişlerinden de anlaşılacağı üzere, Malatya yöresi âşıklarının ön planda tuttuğu, anlam ağırlığı belirgin olarak kendini hissettirmektedir.

Malatya’nın ilk kadın şairi olan Şah Sultan’ın da:

Turnam gökyüzünde ne hoş süzersinNe hûb katarınız güzel düzersinUrum’u Türkmen’i sen mi gezersinGel bizim ellere gez kerem eyle6

gibi deyişleri türkü formunda dilden dile dolaşmaktadır.Anadolu’da âşıklar kırlarda açılan rengarenk çiçekler gibidir. Her biri

bulunduğu yörede sazı ve sözü ile güzellikleri, sevgiyi, barışı, kardeşliği, doğruluğu dantel gibi işlerler.

Bunlardan Esirî Baba’nın, radyo ve televizyonlarda son dörtlüğü okunmadığı için anonim sanılan:

Fırgatlı fırgatlı ne inlersin Sarı turnam sinen pârelendi mi Niçin el değmeden sen inilersin Sarı turnam sinen parelendi mi

dörtlüğü ile başlayan ve semah havasında okunan ezgisi;

Bir güzelin sevdası var serimde Ah eder gezerim çöl eyler beni Ağlama gözlerim Hüdâ kerimdir Yüz sürüp ağlarım yol eyler beni

dörtlüğü ile başlayan söyleyişi;

Arş yüzünde dönüp semah tutarsın Telli turnam uğrar mısın sılaya Eski derde yenisini katarsın Telli turnam uğrar mısın sılaya

biçiminde başlayan deyişi;

Dokunup incittin yâremi tabip Ateş-i hicrana takatim mi var Yar elinden gayrı olmasın nasıp Bu çarh-ı devrana minnetim mi var

sözleriyle başlayan türküsü ve:

İşte geldi geçti ömür kervanı Yalan dünya ne gününü gördüm ben Bunca safa sürdüm âkibet fâni Yalan dünya ne gününü gördüm ben

6 A.g.e. s. 260

3

Page 4: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

dörtlüğü ile başlayan nefesi, yörede Esirî’nin halk türküleri arasında önemli bir yeri olduğunu gösteren deyişlerdendir.

Bilindiği gibi Hacı Bektaş dergâhı belli bir dönemin bir eğitim kurumu niteliğindedir. Ham gelen hizmeti ölçüsünde pişmiş döner.

Tahmini 1863’te Hacı Bektaş’a gelen Esirî; dini, tasavvufi ve manevi kültürünün yanı sıra, ilmini de bir hayli arttırmış, ve divan-gazel gibi türlerde aruz ölçüsü ile olgun şiirler yazabilecek duruma gelmiştir.

Bir şiirinde:

Batıl dava kılmam birdir pazarımAnın için böyle sermest gezerimÜç huruftan dört kitabı yazarımOkudum defteri divana geldim

deyişinde bu durumunu dile getiren Esirî’nin aynı şiirde:

Gel Esirî oku dercet bu dersiİsm-i âzam budur âyet-i kürsiNe Süryanî, ne Arabî, ne FarsîAşka düşüp Türkî lisana geldim

deyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye olan sevgisinin ifadesidir. Bu da 14. Yüzyılda Kaygusuz Abdal’ın Dilgûşâ adlı eserinde:

“Ey derviş, mî-danî mî-danî der durursun Sen hiç Türkîce bilmez misin”

diyerek Anadolu âşıklık geleneğine diktiği, Türkçe sevgisi fidanının, gelişip serpildiğinin işaretidir. Bir şiirinde:

Gel Esirî meyil verme her dileSadık dost gerek ki halinden bileDamgasız metaı alma bir pulaBezirgânlar bilir şar kıymetini

deyişi ile Ahmet yesevî çizgisinin Anadolu’daki usta âşıklarından biri olduğunu hemen belli eden Esirî, ünü yöre dışına taşmış önemli âşıklardandır.

Âşıklık gelenekleri; Saz çalma, Mahlâs alma, Usta – Çırak, Bade içme, Âşık karşılaşmaları, Leb-değmez, Muamma, Dedim-Dedi tarzı söyleyiş, Tarih bildirme, Nazire Söyleme biçiminde sıralanır.

Âşıklar hepsini uygulamak zorunda değildir. Âşıklık geleneği kolay gibi görünse de icrası zordur.Bu geleneklerin Alevi-Bektaşi âşıklarınca da uygulandığı ve daha farklı

mecralarda ele alındığı görülmektedir.

4

Page 5: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Malatyalı Âşıklarda SazHer milletin, kendi namelerini terennüm ettiği, milli bir sazı vardır. Türk Ozanların; sagular, destanlar okurken kullandıkları en eski musiki aleti

kopuzdur.

Türk sazının tarihine bakıldığında 1500 yıl ötelere gidildiği artık saptanmış durumdadır. Moğol Arkeologlar 2008'de buldukları 1500 yıllık sazı Moğollar'ın Devekopuzu dedikleri çalgı zannetmişlerdir. Ancak üstünde runik yazıyla Türkçe sözler bulunduğunu fark eden Avrasya Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Karjavbay Sartkojauli Türk halklarının sazı olduğunu ve Mogolistan’da bir mağarada bulunduğunu açıklamıştır. 7

Bu sazın, Türk kültürü ve musiki tarihi açısından en onemli yanı sapında runik Türk yazısının olmasıdır. Bu yazıda “Hoş bir ezginin sesleri insanı mest eder” denilmektedir. Bu da Türklerin en eski devirlerden beri musikiye verdikleri önemi göstermektedir.

Türklerin Batıya yürüyüşü ile Anadolu'ya gelen kabileler arasındaki ozanlar Anadolu'da antik sazlardan lir ve arp gibi telli sazları görünce bunların üzerindeki teli elindeki kopuza takmayı düşünmüş, kopuzun ana yapısını bozmadan elindeki alete tel takmıştır. Anadolu'da dut ağacı çok olduğundan teknesini duttan oyup biraz büyütmüş, tel uzun olduğundan kopuzun sapını da uzatıp yeni bir çalgı aleti oluşturmuştur.

Kopuzunu elle çalmaya alışkın olan ozan elini tele dokundukça telin çıkardığı sese, titreyişe, sızlayışa bağlı olarak yeni oluşturduğu aletine yansıma sözcük olarak saz demiştir.

Bizim görüşümüze göre saz, metal telin kolay ve uzun tınlayış özelliği sonucu doğmuştur. Bağlama ise, âşıkların, şiirlerini okurken çaldıkları küçük saz sapına perde bağlayarak oluşturdukları saz biçimidir.

Tel elini kestiği için sazını sert bir cisimle çalma gereği hasıl olmuş ve kiraz ağacının kabuğunu yontarak oluşturduğu aparata da tezene adını vermiş, zaman içinde saz yapıcıları özünü bozmadan boyuna, saz tellerinin sayısına, teknenin büyük ve küçüklüğüne bağlı olarak çöğür, meydan sazı, bağlama, divan sazı vb. adlarla anılan Türk sazlarını oluşturmuş ve geliştirmişlerdir.

Sazın Anadolu'daki ilk evrim basamağı cura olup ailenin en küçük ve en ince ses veren çalgısıdır. en büyük ve en kalın sese sahip olanı ise meydan sazıdır.

Kopuz ile saz arasında aslında büyük bir ayrılık yoktur. En eski Türk kopuzları ile Anadolu’daki sazlar şekil ve biçim bakımından da ayrı değildir.

Toplumumuzun gelenekçi yapısı, âşıklık sanatının icrasını belli temel kurallara bağlamıştır. Bu kurallara göre âşık sazsız olmayacaktır. Malatya halkı sazsız âşığı kulpsuz testiye benzetir.

Âşıklarda sazlarla şekillendirilen üslup, tavır ve süslemeler yöreden yöreye farklılık gösterir. Bu farklılıklar ağız farklılıklarının yanı sıra; gelenek, görenek, inanç, yaşam tarzı ile de ilintili olup; Antep yöresinde Barak, Güney Anadolu’da Bozlak vb. tarzların oluşmasına neden olmuştur.

7 Doc. Dr. Abdulvahap Kara, Hun Döneminden Günümüze Ulaşan 1500 Yıllık Saz, Hristiyanlığın Oluşumunda Türk Kültürünün Etkisi Türk Dillerinde Ortak Bilim Sözleri üzerine söyleşi Yeniden Ergenekon, 17.01.2012

5

Page 6: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Âşık havaları dediğimiz çeşitli tarzlar adlarını çalınan sazdan, okunan şiirden, Arguvan Ağzı gibi yörenin özelliğinden, Kerem gibi âşık adlarından ve Köroğlu gibi hikâye kahramanlarından almıştır.Bilindiği gibi bağlamada 'akort etmek' sözü yerine âşığın:

"Şu sazıma bir düzen ver / Teller de muradın alsın" deyişinde vurgulandığı gibi, 'düzen vermek' deyimi daha önemsenir.

Adları yöreden yöreye değişen; Kara düzen, Bağlama düzeni, Müstezat düzeni gibi 20'den fazla düzen biçimi ortaya çıkmıştır.

Anadolu'nun farklı bölgelerinde uzun saplı sazlar için kullanılan bazı adların sazın boyuna, telin sayısına, çalındığı düzene, yöreye ve mekâna göre verildiği belirgindir. Örneğin bozuk akorda göre verilen adken, şeştar tel sayısına göre verilen bir addır. Divan ve Meydan sazı ifadeleri ise sazın çalındığı mekâna göre verilmiş adlardandır. Âşıklık geleneklerinin baş unsuru saz, Esirî’nin çocukluğundan beri kucağından düşmeyen en önemli nesnedir.

Esirî saz elinde ah ü zâr edenÂşık olmaz dost cevrine ar eden

dediği gibi bütün deyişlerini kucağındaki sazıyla dillendirmiştir.Geleneğin ürünü olan ve ilhamı kamçılayan bir alet olan saz, tüm Âlevi-Bektaşi

âşıklarında olduğu gibi Malatya yöresinde yetişen ender âşıklardan biri olan Esirî’de de olmazsa olmazların başında gelmektedir.

Türk halkının Anadolu'ya birlikte getirdiği saz ve ozanlık geleneği, Alevi-Bektaşi âşıklarının sosyal yaşamının bir parçası olup, cemlerde zakirlik yapan âşıklarca bazı ritüellerin uygulanışında doğal olarak kullanılmıştır.

Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli bir ritüel olan semah havası da bu geleneğin önemli halkalarından biridir.

Malatyalı âşıkların kullandığı bağlama, cüra ve damura eşliğinde sözün sazla birlikteliği, sözün gücünü arttırmış, dinleyici üzerinde etkiyi güçlendirmiştir. Malatya yöresinde âşıklara saz şairi de denmesinin nedeni bundandır.

Bu gücü en iyi kullananlardan Esirî, dedesi Âşık Baboğ gibi iyi saz çalıp, usta malı şiirlerin yanında, kendi deyişlerini de söylemeye başlayarak, yakın çevresinde önce Âşık Mehmet, daha sonra da Esirî olarak adını duyurmuştur.

Âşık hep sazıyla övünür. Sazı onun dili ve gönlüdür. Onunla sohbet eder, onunla dertleşir, atışmalarda karşısındaki âşığı onunla mat eder.

Âşıklık geleneği içinde önemli bir yere sahip olan saz, âşıklarca kutsal bir varlık gibi görülmüş, ona çok değer verilip özenle korunmuştur.

Tüm Anadolu âşıkları gibi Malatyalı âşıklar da sazlarını insana benzetmişler, sapına kol, sapının baş tarafına baş-kaş, burgularına kulak, yüz tarafına göğüs, deliklerine göz, tambur kısmına da gövde adını vermişlerdir.

Malatya yöresinde de insana saygı nedeniyle saz yere bırakılmamaktadır. Kel başından âşık sazından korkar sözü, Malatyalı âşıklar için kullanılan

özgün söyleyişlerdendir.Türk Halk Edebiyatı sazdan ayrı düşünülemez. Çünkü saz, halk hikâyelerinde,

koşmalarda, türkülerde en önemli unsurdur. Türk kültürünün bir parçası olan halk müziğinin günümüze taşınmasında vazgeçilmez görevler üstlenmiştir.

Yüzyıllardır süre gelen saz çalma geleneği Türk Tarihi kadar eskidir .

6

Page 7: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Malatyalı Âşıklarda Usta-Çırak GeleneğiÂşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri

usta-çırak geleneğidir.Bu geleneğin özünde halkın gönül duygularının âşıklarca dile getirilerek halkın

belleğine işleyip kuşaktan kuşağa ulaştırılması yatar. Bu geleneğin temsilcileri olan âşıklar, ustalarından öğrendiği bilgi ve becerileri

bir anlamda usta mallarını çırakları aracılığıyla geleceğe taşırlar. Çırak ustasını babası gibi görür. Her âşık ustası ile övünür.

Âşık Veli’nin ustası Sivaslı Kemter için söylediği:“Veli’m eyder Kemter gitti kimim varKemter’i aldırdım yeni gamım varUsta idi yapılacak damım varHiç bu iş gelmedi başıma felek”8

biçimindeki deyişi bu iftiharın aynı zamanda ustaya olan saygının ifadelerindendir.Usta-çırak geleneğinin en canlı biçimde yaşatıldığı yörelerden biri Malatya’dır.

Çünkü, Türk halk şiirinin en usta âşıklarından Ruhsatî gibi bir ustanın ustası Kusurî Malatyalıdır.

Âşıklıkta yol vardır, erkân vardır. Bu Anadolu’da ahilik çerçevesinde oluşan esnaf teşkilâtında olduğu gibi önemli bir gelenektir.

Bu geleneğin özünde, gönül duygularının âşıklarca dile getirilerek halkın belleğine işleyip kuşaktan kuşağa ulaştırılması yatar.

Usta-çırak geleneği âşıklığın ana kurallarındandır. Âşık, bir usta yanında pişecek, sanatın inceliklerini, kurallarını ustasından

öğrenecek o da yeni çıraklar edinip kendinden sonrakilere aktaracaktır. Bu nedenle usta âşık yanına bir çırak alır, ona sahip çıkar, âşıklık sanatının

inceliklerini öğretip sanatının devamını sağlamaya çalışır. Genç âşık ustasının sazını taşır, deyişlerini ezberlemeye çalışır. Ustası da onu

eğitmek, ufkunu açmak için köy odalarına, âşık kahvelerine götürüp sohbetlere katar. Saz ve söz öğretir.

Âşık bu taklit dönemini aştıktan ve geleneksel âşık şiirinin bütün katı kuralları içinde şiirlerine kendi damgasını vurmayı başardığı andan itibaren artık usta bir âşık olmuştur.

Ustası bu durumu görüp piştiğine, olgunlaştığına kanaat getirince de sırtını okşar, sazını eline verir, “Git artık nasibini ara” der.

Buna âşık dilinde “çıraklama” denir. Esirî Baba’nın bir şiirinde geçen "Pederden miras bana bu nağme" deyişine

bakılırsa, babasının da saza, söze yatkın belagat ehli bir kişi olduğu ve Esirî’ye ustalık ettiği anlaşılmaktadır.

Aşkın şarabından içip mest oldumOn yedi erkâna kemerbest oldumUstalar elinde doğup ust(a) oldumÂşık olmuş gevher saçar dükkânım

diyen ve asıl adı Mehmet olan Esirî geleneğin bu denli güçlü olduğu Alevi-Bektaşi edebiyatında usta çırak geleneği çarhında yetişmiş âşıklardandır.

8 İbrahim Aslanoğlu, Âşık Veli, Ankara l984, s.42

7

Page 8: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Âşık Kolları:Türk halkı geleneğine bağlı bir toplumdur. Geleneğe bağlılık birçok sanatın

devam etmesinde önemli bir rol oynamıştır. Özellikle el sanatları ile ilgili esnaflıkta âhilik çerçevesinde, çırak yetiştirme geleneği günümüze değin varlığını korumuştur.

Çırak ustasından öğrendiklerini kendi çıraklarına nakledince âşık kolu dediğimiz bir kol oluşur.

Âşık kolu, “Çıraklık geleneği içinde, birbiri ardınca yetişen âşıklar tarafından, odak hüviyetindeki usta âşığa bağlılık duyarak ona ait üslûp, dil, ayak, ezgi, konu, hatıralar ve hikâyelerin devam ettirildiği mektep.” Olarak da tanımlanmaktadır.

Adından söz edilen ve bilinen âşık kolları; Dertli, Erzurumlu Emrah, Feryadî, Huzurî, Ruhsatî, Sümmanî, Şenlik, Derviş Muhammed ve Kemterî kollarıdır.

Türk halk şiirindeki âşık kollarının en önemlilerinden sayılan Ruhsatî kolu, Malatyalı Âşık Kusurî’nin çırağı Âşık Ruhsatî tarafından oluşturulmuştur.

Malatya’da bizim ortaya çıkardığımız bir kol da Derviş Muhammet kolu’dur. Bu kol: Derviş Muhammet, Şah Sultan, Âşıkî, Âşık Hüseyin, Bektaş Kaymaz, Âşık Hasan Hüseyin, Meftunî (Memo Temiz)

biçimindedir.

Malatyalı Âşıklarda Mahlas AlmaMahlas, bir ustanın, bir pîrin ya da mürşidin verdiği ad olduğu gibi, bir olay

anında söylenen bir söz, bir yer adı ya da bir ada nispet î’si eklenerek oluşturulan ad olabilmektedir.

Malatyalı Âşık Mustafa’yı Hacı Bektaş’ta dinleyen Feyzullah Çelebi’nin: “Ne güzel söyledin, sevindik.”

demesi üzerine mahlasını değiştirip Kul Sevindik mahlasını alması, Malatya’nın önemli âşıklarından Cafer Baba çok fakir olduğu için kendine lâyık gördüğü Fakirî, mahlasını alması, harf devriminin etkisiyle Malatyalı Âşık Hasan Hüseyin Şahin’in Yediharf sözünü mahlas olarak seçmesi bu geleneğin ilginç örneklerindendir.

Esirî’nin asıl adı Mehmet’tir. Babası Kasım Ağa Hekimhan’ın Basak köyünden 18. Yüzyılın ünlü âşıklarından Baboğ Dede’nin dördüncü oğludur.

Soyca âşık olan Mehmet (Esirî), 1843’te Hekimhan’ın Güvenç köyünde dünyaya gelmiştir.

Esirî Baba’nın da mahlas alması bu gelenek çerçevesinde güzel bir olayla vuku bulmuştur.

Âşık Mehmet, 20 yaşına geldiği zaman kardeşlerine: “Hacı Bektaş’a Feyzullah Çelebi’yi ziyarete gideceğim.”

diyerek köyünü terk edip Hacı Bektaş’a gider. Dergahta, Feyzullah Çelibe’den manevi himmet alarak âşıklığını beyan eder.

Âşığın sazını ve sözünü dinleyen Feyzullah Çelebi’nin: “Söyle Esirî’m sakla sırrımı”

demesi üzerine Âşık Mehmet kendi adını bırakarak bir daha “Esirî” mahlâsını kullanmaya başlar.

8

Page 9: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Malatyalı Âşıklarda Bade İçmeÂşıklar âşıklığa başlamayı ya da yetişip usta âşık olmayı geleneksel bir unsur

olarak gördükleri iki önemli yol olan usta yanında yetişme ya da rüyada bade içerek badeli âşık olmaya bağlarlar.

Malatyalı âşıklar arasında rüya sonrası âşık olma, bade içme olgusuna sıkça rastlanmaktadır. Bunlardan; Derviş Muhammed:

Dinleyin nasihatim Hak ehli canlarBen bu okumayı uludan aldımAğından okurum bilmem karayıSultan Hızır gibi doludan aldım9

deyişinde işaret ettiği gibi bâdeli âşıklardandır.Yine yörenin en ünlü âşıklarından Âşıkî, bâdeli âşıklardan olduğunu:

Gönül sancağını açıpMuhabbet mülkünden geçipYar elinden dolu içipEstirip mestane geldim10

biçiminde dile getirmektedir. Hıdır Koluaçık da bâdeli âşıklardan olduğunu:

Dostun sevdasına düştüm düşeliHer geçen günlerin bayram dedilerDost elinden dolu içip coşalıGönül sevdiğine hayran dediler11

dizelerinde ima etmektedir. Malatyalı Âşık Ali Demir rüyasında Sultan adında bir kızı görüp âşık olur ve bir

saz alıp:

Ağaçlar hu çekti ah ü zarımdanEl ayrılsa ben ayrılmam yarimdenDarende’den Hacılar’dan Gürün’den

Acep gitsem nazlı yârim var mola”12

diye, diyar diyar dolaşıp Sultan’ı arar. Darendeli Fethi Baba:

Ağlatmak isterse Mevlâ bir kuluPirler ona verir manada doluKırklar meclisine uğrarsa yoluOna verin içsin bir bade derler13

biçiminde bade olgusunu dizelerine aktarmıştır.

9 Mustafa Bal, Derviş Muhammed, Âşıkî, Şah Sultan, Merdivenköyü Şahkulu Sultan Derneği Yay. İst. 1989, s.110 Bal, a.g.e. s. 23811 Hıdır Koluaçık, Gönülden Sesler, Ankara 1985, s.1012 Mehmet Ali Cengiz, “Ayvalı Deresi Çevresinde Yetişen Âşıklar”, III. Battal Gazi ve Malatya Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu Tebliğleri, 19-21 Ekim 1988, İstanbul 1989, s.8713 Refik Ahmet Sevengil, Yüzyıllar Boyunca Halk Şairleri, İstanbul, 1965, s. 355

9

Page 10: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Esirî Baba da şiirlerinde badeli âşıklardan olduğunu vurgulayıp,

Pîr elinden dolu içip mest oldum Aldım sattım her kıymetten üst oldum

Mürşit meydanında kemerbest oldumYüzümde yedi hat ağlara düştüm

gibi deyişi ve:

Erenler yaktı çıramızÇok şükür Ruşen oldukÂşıklıkta bu töremizİçtik bade sultan olduk

biçimindeki söyleyişiyle badeli âşıklardan olduğunu dizelerine aktarmıştır.

Tarih BildirmeXV. Yüzyıldan itibaren Divan Edebiyatında Arap harflerinin her birine bir

sayısal değer yükleyerek doğum, ölüm, düğün, zafer, felaket, deprem vb. çeşitli olayların meydana geldiğini hatta bir binanın yapılış tarihini EBCED hesabı diye adlandırılan bir teknikle tarih saptama işlemine tarih düşürme ya da tarih bildirme denir.

Tarih düşürme işlemi Âşık Edebiyatında da Divan Edebiyatının etkisi ile uygulanmaya başlamış ve zaman içinde gelenek haline dönüşmüştür.

Âşık; kıtlık, yangın, sel felaketi, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla, kendi doğum tarihlerini şiirlerinde tarihî birer belge gibi kalmasını istemiş ve genellikle ilk ya da son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir.

Âşıkların şiirlerinde geçen tarihlerin Halk Edebiyatı araştırma ve incelemelerinde büyük önemi vardır. Bu tarihlerle o âşığın yaşadığı çağ ve çoğu zaman da hayatta olduğu yıllar belirlenebilmektedir.

Malatyalı âşıklarda da tarih bildirme geleneği canlılığını korumuş, pek çok önemli olay vakanüvüsler gibi dizelere aktarılarak belgelenmiştir.Kusurî’nin:

Bin yüz doksan üçde geldim cihanaHub surette insan oldum nedir buElden ele beşiklerde beslendimNecm-i seher sübyan oldum nedir bu14

dörtlüğünde doğum tarihi olan miladi 1802 işaret edilmekte;Kul Sevindik’in: “Sene bin iki yüz olmuştur tamam”15

dizesinde miladi 1809’da hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Bu geleneği en iyi uygulayanlardan biri de Esirî Baba’dır. Esirî Baba, bazı şiirlerinde sosyal konuları da dile getirip gelecek kuşaklara

dizelerini tarihi birer belge gibi aktarmıştır. 23 dörtlükten oluşan “Ağ Yeli" isimli destanında:

14 Bilgegil, a.g.e. s. 6215 Gürel, a.g.e. s.134

10

Page 11: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Hep takavüt oldu dağların kışı Ömürde görmedik böylesi kışı Ne bir çalı kaldı ne bir taş başı Kerem edip ihsan eyle ağ yeli

Sene bin iki yüz doksan bir tarih Hem dasitan olsun hem bir tavarih Ne şiddetten gayrı candan bi zarih Kerem edip ihsân eyle ağ yeli

biçimindeki söyleyişi ile miladi 1875’teki büyük kışı çarpıcı dizelerle anlatan âşığın şiirlerinden engin bir kültüre sahip olduğu sezilmektedir.

Dedim - Dedi Tarzı SöyleyişÂşık edebiyatında gelenek haline dönüşen, ilk örneklerine Âşık Hasan,

Erzurumlu Emrah ve Âşık Ömer’de rastladığımız Dedim-Dedi tarzı söyleyişin güzel bir örneğine de Malatyalı âşıklardan Kusurî’de rastlanmaktadır.

Bu şiirin son dörtlüğü

Dedim bu hisar nen dedi kalâmdırDedim bu çiçek nen dedi lâlimdir Dedim Kusurî nen dedi kölemdir Dedim azad eyle dedi ağlama 16

biçimindedir.

Nazire SöylemeAslında divan edebiyatına ait olan nazire; bir şairin şiirini, diğer bir şair

tarafından, aynı uyak ve ölçüde olmak üzere benzer biçimde yazma demektir. Divan edebiyatının etkisi ile halk şiirinde de yaygın olarak kullanılan ve

gelenek haline dönüşen nazire söyleme Malatyalı âşıklar tarafından da benimsenmiştir. Âşıkî’nin:

Canan bizi aşk odunaYaka geldi yaka giderBoynumuza zülfü bendinTaka geldi taka gider17

dörtlüğü ile başlayan şiiri Yunus Emre’nin:

Aşkın odu ciğerimi Yaka geldi yaka gider Garip başım bu sevdayı Çeke geldi çeke gider18

şiirine naziredir. 16 Bilgegil, a.g.e. s.2317 Mehmet Yardımcı özel arşivi18 Cahit Öztelli, Yunus Emre, İstanbul 1986, s.333

11

Page 12: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Esirî Baba’nın da Kazak Abdal’ın:

Ormanda büyümüş adam azgını Çarşıda pazarda insan beğenmez Medrese kaçkını softa bozgunu Selam vermeğe dervişan beğenmez"

biçimindeki çok bilinen şiirine:

Farketmez dört harften ebced demesin Müderristen her mollayı beğenmez Bilmez iken elin yüzün yumayı Abdest almış serapayı beğenmez

biçiminde nazire yazdığı görülmektedir.

ESİRÎ BABA’NIN SANATI VE ŞİİR DÜNYASIŞiirlerinde Dış YapıTürk halk şiirine lirizmin güzel örneklerini kazandıran Esirî, hece ölçüsüyle

yazdığı şiirlerinde çok başarılı olmuş, ancak aynı başarıyı aruzla yazdığı şiirlerinde gösterememiştir.

Hece ile yazdığı şiirlerinde genellikle 8’li ve 11 ölçüyü kullanmıştır. Aruzlu şiirlerinde ise gazel, divan ve müsemmen biçimlerini kullanmıştır.

Bilindiği gibi halk şairleri aydınlarca ve divan şairlerince hor görülmeleri nedeniyle bilgiçlik göstermek, hece ölçüsünün dışında az da olsa ağdalı dille ve aruz kalıplarıyla şiir söyleyebileceklerini kanıtlamak ister gibi birtakım aruzlu şiirler ortaya koymuşlardır.

Esirî de bir şiirinde: Şarabı mevt içen âşık şiiri gazel söyler

Bilenler iptida intiha ruzi ezel söylerdiyerek divan edebiyatı nazım şekillerinden gazeli övmüş;

Teşbihe durmuş melekler sahibi mahşer diye On sekiz bin âleme kendini sultan eylemiş

biçiminde pek çok gazel yazmıştır.

Saz şairlerinin aruz ölçüsü ile yazdıkları şiirlerinin çoğu divan türündedir. Saz şairlerince divanî de denilen divanlara Esirî’de:

Bu demin keyfiyetin bildirdi ayıklar bana Her yerin kıldı mürüvvet kavli sadıklar bana Hâlime hemdem kılup imdadı âşıklar bana Sevdiğim bunca cefayı etme yazıklar bana

biçiminde dörtlük esasına dayalı murabba divanlarla;

Darbı gamzen sinemi haraba dönderdi bugün O bakışlar köşkümü virane dönderdi bugün

örneği gibi beyit esasına dayalı gazel biçiminde divanlara rastlanmaktadır.Divan edebiyatında sekiz dizelik bölümlerden meydana gelen şiirlere

müsemmen denilmektedir.

12

Page 13: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Böyle:Hak-i paye yüz sürelden gamdan azadım bugün Kühû dağlar delmeye aşkıle Ferhadım bugün Rah-i Hakk’a ser verip cûş eyler cesedim bugün Hamdülillah kim imaret buldu bünyadım bugün

Uyanıp subh u seherde ah-ı feryadını bugün Babına geldim medet rahneyle üstadım bugünHacı Bektaş-ı Veli’nin kemteriyem kemterim Lâfetâ illâ Ali’dir hem dilimde ezberim

biçiminde sekiz dizeden oluşan bölümlerden kurulu müsemmen ve her bölümün 7 ve 8. dizeleri olduğu gibi tekrar edilen mütekerrir müsemmenlere de şiirleri arasında rastlanmaktadır.

Esirî’nin Şiirlerinde İç YapıDili ve SöyleyişiOndokuzuncu yüzyılın genel şiir dünyasını gözden geçirince Esiri’nin şiirlerinin

sade, yapmacıksız ve samimi bir eda içinde söylendiği görülür. Doğallık ve canlılık onun en göze çarpan özelliğidir.

Esirî der ilmi hali bilen var Arif olup bir manayı bulan var Alan alsın pîr aşkına talan var Verme mahım emeğimi zaylara

veÖzünü bilene insan dediler Manadan bilmeze nâdan dediler Hazne-i Hak kevn ü mekân dediler Nekes yok eder cömert vara götürür

gibi deyişlerinden anlaşılacağı üzere çok derinlere indiği görülür.Yetiştiği ortam gereği küçük yaşta sazlı sözlü toplantılarda, cem törenlerinde sık

sık bulunuşu; Âşık Baboğ gibi usta bir âşığın torunu olup saz çalmayı soydan gelen bir yetenekle iyi öğrenişi; çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Güvenç köyünde Aşık Sadık Baba gibi usta bir âşığın yanında oluşu, saz ve söz ustalığına olumlu katkılarda bulunmuştur.

Şiirlerinde gördüğümüz: Esiri der âşıklara yol böyle Naz ederse sultanına kul böyle Sevişmenin ayrılması fal böyle Bir gelmesi yarin bir gelmemesi

gibi rahat ve ustaca söyleyişleri ise Esiri"nin usta âşıklar zincirinin önemli halkalarından biri olduğunun delilidir.

Şiirlerini incelediğimizde dilinin Hekimhan ve yöresinde sıkça kullanılan: Dem, bostan, çöp, em, revan, kemha, gazel, tevek, pay, kıtmir, kendir, çec, kücü,

bocu, ürmek, yelmek, savmak, ecel, üdmek, çulha gibi sözcüklerle yüklü olması yöresel dili ve mahalli kültürü ustaca dizelerine aktardığını göstermektedir.

13

Page 14: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Ayrıca, 17 defa Hacı Bektaş’a gidip orada yurdun çeşitli yörelerinden gelen âşıklarla sık sık birlikte olması ve tasavvufi bir eğitim görmesi nedeniyle oldukça zengin bir söz hâzinesine sahip olmuştur.

Şiirlerinde geçen:

Musahip, talip, pîr, vahdet, mürşid, tavaf, ilm-i ledün, dergâh, hüsn, tuba, leb, nikâp, mihraç, kelâm, râh, libas, ahd, yedullah ve deman

gibi sözcükler bu görüşümüzün kanıtıdır.

ESİRÎ’NİN ŞİİRLERİNDE ANA DUYGULAR

a.AşkMalatya yöresinde aygın kullanılan bir söz vardır: “Aşk olmayan yerde meşk

olmaz.” Bir şiirinde:

Dilber ben seni severim Ne hacet bunda ispata Bu canı feda eylerim Gelse bir teline hata”

diyen Esirî, sevgilisinin saçının bir teline bir ömrü feda edecek kadar tutkun görünür. Sevgili vefasızdır fakat âşık bu vefasızlıktan yılmaz.

Ona:Esirî der şikâyetim yardandır Dostun hayaline yelsem kârdandır

biçiminde seslenip, âşığın vefasızlığını, sitemini, kahrını bile lütuf sayar.

Hey erenler hasbi halim söyleyem Serde sevdası var kaşı karanın Malı mülkü tacı tahtı neyleyem Müptelası oldum bir mahperanın

diyerek, tutkusunun ne denli yüce olduğunu dile getirip vurur sazının teline.Esirî de her âşık gibi sevdasının diline düşmesini istemez. Bir şiirinde:

Yar odur zülfünde bin berdar ola Lebleri mey gözleri esrar ola İstemem ki sırrımız ihsar ola Vuslatı bar olmaya tenha gerek

deyip gizli kalmasını ister. Fakat:

Tutup bir ahımı bine yetirdi Dile destan etti kaşı yay beni Bülbül gibi feryadımı arttırdı Yaktı viran etti kaşı yay beni”

diyerek sevgilisinin kendisini dile düşürmesinden yakınır.Her âşık gibi Esirî de sevgilisini kıskanır, bir şiirinde:

İşittim rakiple sohbet edersin Benim garip gönlümü katledersin

14

Page 15: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

Gördüm yad el ile ülfet edersin Güç gelir sevdiğim o kadar bana

diyerek kıskançlığını dile ve tele döker. Sevgili vefasızdır. Sevgilinin vefasızlığı karşısında Esirî:

Aşkın oduna yanardım Şems-i pervane dönerdim Seni sadık yar sanırdım Terk eylesem yolu imiş

diyerek duygularını sazının teline döker. Buna rağmen sevgili âşığa eziyet etmekten haz duyar. Âşık da tahammül

sınırının sonuna gelince:

Gönül düşmez hoyrat ile nadana Garip bülbül arzu eder gülşana Beni yakan benden beter o yana Beni görüp deli sanır bazılar

diye kendini aşk ateşine atan sevgilisinin kendinden daha beter yanmasını diler. Sevgilisinin eziyetinin sürmesi karşısında da:

Derd-i hicran bir dağ çekti sineme Mahi gözlüm yeter çevrin elverir

deyip isyan eder.

b. GurbetHer âşığın belini büken gurbet olgusudur. Âşık ya sılayı bırakıp gitmiştir,

memleket özlemiyle yanar tutuşur; ya anayı-babayı gözü yaşlı koyup gitmiştir; ya çoluk çocuğundan ayrı gurbet ellerde kalmıştır ya da sevgilisinden uzaktadır.

Gurbet hem âşığı olgunlaştırır, hem de gurbette söylediği şiirler her dinleyeni yürekten sarsar.

Esirî’nin şiirleri arasında da gurbet olgusunu:

Esirî der garip gönlüm firaktırKaldım gurbet elde sılam ıraktır Gönlüm sana bir eğlence gerektir Benim ağyar ile sohbetim mi var”

ve

“Bülbül halin gülistana duyurdu Gönül mesken etti şimdi bu yurdu Ah bu devran dostu dosttan ayırdı Sandım cesedimden can ayrı düştü”

biçimindeki deyişleriyle dantel gibi işleyen usta işi söyleyişlere rastlanmaktadır.

15

Page 16: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

c. Din ve TasavvufÂşıkların dilinde güzelin, güzelliğin ve aşkın simgesi Leylâ’dır. Halk

hikâyelerinde Mecnun’un Leylâ’sına, Ferhat’ın Şirin’ine kavuşamaması gibi âşıklar da sevgililerine kavuşamaz ve kendilerini Mecnun’la özleştirirler.

İçinde bulundukları durumu Esirî’nin şiirlerinde sık sık rastladığımız gibi:

Bir saçı Leyla ’da meylim kalıptır Anınçün gönül hayran oluptur Esirî der serden aklım aluptur Mecnun gibi çöle gittim ağlarım ”

biçiminde dile getirir. Bir türküde “Leylâ’yı ararken Mevlâ’yı buldum” dendiği gibi âşıklar

“Leylâ’yı ararken Mevlâ’yı bulurlar”. Mutasavvıflara göre insan güzelliğinde Tanrı’nın görünüşü vardır.

Yönümü dönderdim kıblegâhıma Sığındım ol settarı penahıma Esiri der yüz tuttum Allah’ıma Bağışla günahım ey kani kudret

"Yönümü dönerdim kıblegâhıma” deyişinde belirttiği gibi Tanrı’ya, Tanrı sevgisine yönelir.

Esirî, Hacı Bektaş dergâhına bağlı güçlü bir ozandır. Onun şiirlerinde Hz. Muhammet, Hz. Ali, Ehlibeyt, Hacı Bektaş-ı Veli ve Balım sultan gibi din ve tarikat ulularına sevgi ve saygı ön plandadır.

Bir şiirinde:

Veliler nebiler hatmi Muhammet’tir Muhammet Hakikat mürşidi kutbi Muhammet’tir Muhammet

diyerek Hz. Muhammet’e sevgi ve saygısını dile getirirken bir şiirinde:

Esirî der ikrar verdim uluya Ihlâsım tam Şâh-ı Merdan Ali’ye Başımız bağlıdır Kâlû Belâ’ya Yine bizi bu katara düzdüler”

diyerek Hz. Ali’ye bağlılığını belirtir.Esirî’de Ehlibeyt sevgisi çok yüksek değerdedir. Pençe-i Âl-i âbâ da

denilen ve bir elin beş parmağı ile simgelenen ehlibeyt sevgisi ile dolu:

Esirî der Ehlibeyt’e bendeyiz Vahdetteyiz devrandayız demdeyiz

gibi pek çok deyişi bulunmaktadır.Esirî’de Hacı Bektaş sevgisi de ayrı bir yer tutar. Bir deyişinde:

Esirî der kadim ikrar uluya Hazreti Pir Hacı Bektaş Veli’ye Ahd u peymanımız Kalu Belâ’ya Kavuşturup bulduran Hak bulan Hak”

16

Page 17: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

diyen Esirî’de din ve tarikat ulularına sevgi ve saygı da:

Derdi sen verip de derman aratma Medet mürvet Balım Sultan sen bilin Vahdetinden visalinden ayırma Medet mürvet Sultan Balım sen bilin”

deyişinde görüldüğü gibi ihmal edilmemiştir. Hak yolunda yürüyen tarikat yolcusunun geçmek zorunda olduğu manevi

aşamalar olarak algılanan şiirlerde dört kapı kırk makam olarak belirlenen şeriat - tarikat – marifet- hakikat kavramları Esirî’de ustaca işlenmiş:

Evvel şeriatın şartın unutma Tarikatta rızasız bir iş tutma Gel Esirî marifeti yad etme Hakikatte külli kemal bir oldu

gibi

Dört kapıyı tanımazsa bir kişi Çulha dokur artık eder bezini Namert olur feyli şeytandır işi Dü cihanda kara eyler yüzünü

gibi

Menakip ilminden mana duymadın Dört kapıya kırk makama uymadın Yedi kere seda geldi aymadın Her dükkânın metahından kaparsın

ve

Şeriat şartına amel etmeyen Tarikatta bir gerçeğe yetmeyen Marifet şehrinde yükün tutmayan Hakikate erişemez süresi

biçiminde dile getirilmiştir.Bugüne kadar üzerinde en az durulan bir konu da bilindiği gibi duvazlardır.Duvaz; Alevi - Bektaşi edebiyatında oniki imam için söylenmiş nefeslere

verilen addır. Bu duvazlarda Hz. Muhammet’ten sonra şu oniki imamın adının geçmesi zorunludur.

Bunlar: Hz. Ali, Haşan, Hüseyin, Zeynelabidin, Muhammet Bakır, Cafer-i Sadık, Musa-ı Kâzım, Ali Rıza, Muhammet Taki, Ali Naki, Haşan Askeri ve Muhammet Mehdi’dir.

Esirî’nin şiirleri arasında pek çok duvaza rastlanmaktadır.

17

Page 18: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

ç. ÖğütlerAhmet Yesevi çizgisinin Anadolu’daki usta âşıklarından biri olarak

gördüğümüz Esirî’nin, Ahmet Yesevi’nin hikmetleri gibi özlü deyişlerine usta bir âşık edası ile söylediği öğütlerine baktığımızda kimi zaman:

Esiri ikrara uyanlardan ol Men aref sırrını duyanlardan ol Doğru yürü doğru diyenlerden ol Beyhude cihanı gezme boşuna

gibi doğru davranmayı öğütlerken kimi zaman:

Özünde benliği dur et Kalbin evini pür-nur et Yapıp bir gönlü mamur et Küfrisen de iman olur

diyerek benlikten uzak durup gönül almayı, kimi zaman:

Sen dururken el ayıbın gözetme Her gördüğün yere destin uzatma

gibi deyişleri ile başkalarının ayıplarını gözetip yüze vurmamayı, kimi zaman:

Her özün bilmezi mihenge vurma Hazer kıl cahilin yanında durma Manadan bilmeze mesele sorma Arif vardır ıssız sanma cihanı

gibi söyleyişleri ile cahil, kötü kişilerle konuşmamayı öğütleyen şiirlerine ve:

Kulak urma batıl söze Kesret perdedir göze Benden nasihattir size Pazar olmaz gölde balık”

biçimindeki bilgece öğütlerine sıkça rastlanmaktadır.

e. Yakınma ve YergiÂşık bir bakıma halinden, bulunduğu durumdan şikâyet eden kişidir. Gönlü

kırıktır. Kaderinden yakınıp feleğe sitem eder. Esirî’de:

Gel ey gönül mülk edinme bu dehri Eli göçmüş ıssız hana dönersin Bal deyi sunarlar âkibet zehri Tacı tahtı bî mekâna dönersin

diyerek gönlüne seslenir. Bir şiirinde:

Can bülbülü depreşiyor kafeste Gönül dost arzular âhir nefeste Bad-ı saba götür niyazım dosta Âşıkların töresi bu yolu bu

18

Page 19: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

deyip, âşıkların iç dünyasını dile getirir. Bir şiirinde:

Deli gönül güsselenme gam olsa Şazılık gösterir nevcivan bize Bir mâhi gözlüye âşık olaldan Çok kahır geçirdi bu devran bize

deyip çektiği kahrı dile getirir.Âşıkların en büyük sitemi feleğedir. Çektikleri bütün sıkıntılardan feleği sorumlu

tutarlar. Esirî’de de âşıkların bu genel tutumu görülür.O da:

Ağlasana sefil Mecnun Saçı Leylâ küstü bize Boynu eğri koyup mahsun Felek çaldı kasti bize”

veUçurdun dalından bülbülü felek Taktir İlâhî’den geldi ne çare Ciğer yaralandı delindi yürek Felek bize zulüm kıldı ne çare”

diyerek kimi zaman feleğe sitem eder, Kimi zamanda feleğin zulmüne boyun eğip çaresizliğini dile getirir.

Divan edebiyatındaki hicviyelerin karşılığı olan halk şiirindeki taşlamaların güzelörneklerini Esiri’nin şiirleri arasında görmek mümkündür.

Kişisel yergileri ile de dikkat çeken Esiri bir şiirinde:

Edep bilmez ne hizmete yakışır Kulak verir nahak söze bakışır Mürayı baş sallar işin çıkışır Meşrebi mevali sandım bürüdü”

derken, bir başka şiirinde:

“Esiri bûs eyle demana eğil Yalancıyı yen de gerçeğe yenil Yüz bin emek çeksen küheylân değil Ardına varanı teper savuşur

diyerek kişisel taşlamanın ilginç örneklerini vermiş:

Gafil sofu unutmuşsun erkânı Meşrebin ne hangi dine taparsın Galip edip benliğine düşmanı Nefse uyup doğru yoldan saparsın

biçimindeki yergileriyle de bu türün unutulmaz şiirlerini edebiyatımıza kazandırmıştır.

19

Page 20: · Web viewİsm-i âzam budur âyet-i kürsi Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî Aşka düşüp Türkî lisana geldim d eyişi, öz be öz Anadolu Türkü olan âşığın, Türkçeye

f. ÖlümBir şiirinde:

Amelsiz ilim ne demek Şöyle bir beyhude emek Yakasız yensiz bir gömlek Anı ancak giyen bilir

diyen Esirî de ölümü en çarpıcı dizelerle sazının teline dökmüş:Gel Esirî şebi şeker sanma gil Kartal gibi her lâşiye konma gil İkrar verip ol ikrardan dönme gilÂkıbet feleğin kervanı vardır

biçimindeki söyleyişi ile ustaca ölüm olgusunu hatırlatmış:

Buna çare olmaz yetmiş vadeler Felek gözyaşından sundu badeler Geldi talip muhip emmizâdeler Yükletti göç etti kervanı felek

biçiminde ölüm gerçeğini pek çok âşık gibi şiirlerinde işlemiştir deyip, ruhu şad olsun diyelim.

20