winter’s gate - insomnium · 2017. 2. 14. · kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için...

15

Upload: others

Post on 17-Oct-2020

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen
Page 2: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

WINTER’S GATEKIŞ GEÇİDİ

Niilo Sevänen

Çeviren: Jussi I. Cengizhan SerengilIllustrations by Teemu Tähkänen

Page 3: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

4 5

Asbjörn İngolf Güzelgöz ve Küçük-Ulf, nehrin

kenarında yakaladılar adamı.Griye çalan kahverengi rengindeki sakalları

ile bu bodur ihtiyarın gözleri garip derecede parlaktı. Yüzüne bir kaç kez vurulduğundan olacak, babam artık herifi sorguya çekebileceğimiz kanaatindeydi. İhtiyar adam kanlar içindeki burnunu elinin tersiyle sildi ve kaşlarının altından dik bir bakış attı bize.

Ona İr’ce, bize yardım etmesi gerektiğini ve sorularıma dürüstçe cevap vermesini, aksi takdirde Küçük-Ulf tarafından boynunun kesileceğini söyledim. Başını tamam dercesine salladı ve Gal’ceyi hatırlatan şivesiyle, onu serbest bırakmamız için elinden ne gelirse yapacağını söyledi.

Adı Éibhear’dı. Kıyıya yakın köyleri sordum ona, ama bu civarlarda geyik ve tilkiden başka bir şey yaşamaz diye yemin etti. Sözde kendisi ormanın derinliklerinde yalnız yaşar, ara sıra da nehirden balık tutarmış. Yakınlarda da herhangi bir manastıra rastlanmazmış, hepsi batı sahillerinin uzağında kalırmış söylediğine bakılırsa. Ona İrlanda’yı güney ucundan dolaştığımızı yani batıdan geldiğimizi, yol üstünde de iki ayrı manastıra uğradığımızı söyleyince korkmuş ifadesi biraz daha ürkekleşti.

Éibhear’ın söylediklerini tercüme edince ben, ”İr’ler… yalancı solucanlar” diye söylendi babam. ”Ona söyle, yaşadığı yere bakmaya gideceğiz. Eğer orada bize anlatmadığı şeyler bulursak, kopartacağız o yalancı dilini.”

İrlandalı bundan hoşlanmadı tabi, haksız da değildi.

Bu kıyılarda işimize yarayacak ve yağmalayacak bir şeyler bulamayacağımızı söyleyip, kendi ufak barınağının da gitmeye değmeyecek kadar uzakta olduğuna dair yeminler etti. Ama, dedi sesini kalınlaştırarak, kuzeybatı yönünde iki günlük mesafede, altın ve zenginliklerle dolu bir ada var. Çok az kişinin bildiği ama kimselerin henüz bulamadığı bir ada. Sessiz ve huzurlu, korunmasız ve silahsız yaşayan bir halk ve onların altınları.

Babam sakallarını ovuşturarak Éibhear’a bir göz attı. ”Altın dolu bir ada haa?

Yüce Sleipnir’in sekiz toynağı adına, bu adam deli midir yoksa bunca yol sonra şans mı güldü yüzümüze?”

”Sigurd, bu palavraya inanmayacaksın herhalde”, dedi Kel-Egil buruk bir sesle. ”Kendisini ve ailesini kurtarmak için yalan söylüyor besbelli. Bunun köyü yakınlarda bir yerlerde olmalı. Gidip bakalım.”

”Acil uydurulmuş bir yalan için fazla abartılı bir hikaye”, diyiverdim ben de. “Daha iyi bir

şey de uydurabilirdi? Mesela, kıyı şeridinde İskoçya’ya doğru devam edersek bir manastır bulabileceğimizi söyleyebilirdi.”

”Doğru söyledin, Asbjörn”, dedi babam ve tekrar bodur İrlandalı’ya göz gezdirdi.

”Zaten barakasında kayda değer şeyler bulunabilecek birine de benzemiyor. Bu paçavralı yüzünden ormanlarda helak mı olalım?”

”Bilinmeyen bir ada için açık denize açılacağız öyle mi, hem de kış yaklaşırken, bu karara mı vardın?” diye sordu babama Kel-Egil.

”Belki de vardım” dedi babam. ”Asbjörn, söyle şu bodura, onu yanımıza alacağız. Götür-sün bakalım bizi şu altın adasına. Eğer bir şey bulamazsak, kolsuz nasıl yüzülürmüş öğrenir artık.”

Lafları yiyen Éibhear’ın ifadesi ciddiydi ve kabullenerek kafasını salladı.

”Güzel”, dedi babam keyiflenerek. ”Adamları toplayın. Artık bu sefil kıyıdan bize hayır yok”

Sigurd Sis. İki gün boyunca sadece sis.Adamlar artık iyice gerildiler. Kalas-Erik’in

manastırdan kapıp yanına aldığı o hacca tapan kadın sürekli ağlayıp sızlanıyor, artık kimsenin bunu dinleyecek sabrı kalmadı. Erik’e kadını susturmasını söyledik kaç defa ama nafile. Sonunda Ayı-Pirkka, o çılgın Kven, dayanamadı ve kadını tuttuğu gibi denize atıverdi. Kavgaya tutuştular tabi ve Erik bir de ön dişini kaybetti.

Bazılarımız İrlandalı’nın bizi bilerek ölüme götürdüğünü konuşuyorlar. Çok geçmeden dünyanın kenarına ulaşacağımızı ve burada Jormundgand tarafından yutulacağımızı… Bazıları da amaçsızca dolandığımızı söylerler, kış yaklaştığı halde… Ben bilmiyor muyum sanki? Bugün kıyım ayının ilk günü. Kışın ilk günü.

Ama ben eve elim boş dönmeyeceğim.Bir kaç sefil köy ile manastır yağmaladığımız

halde elimize ganimet olarak geçen sadece bir kaç gümüş kap oldu. Evet yanımızda bol bol tuzlu irlanda eti, kan sosisi, peynir, bira ve ballı şerbet var ama değerli başka hiç bir şeye rastlayamadık. Nidaros’a elimde sosislerle dönemem. Kardeşim ne der bu duruma, o züppe. Kahkahalarla gülüp altın zincirlerini okşar biliyorum.

Page 4: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

6 7

Ve Kral öyle bi adamı Björgvin’in Kontu yaptı.

Bir an için aklımdan bu sinir edici düşünceleri savuşturdum ve Asbjörn’ün o İrlandalı bodur ihtiyarla konuştuğunu fark ettim. Oğlum ona, sağlam koluyla sisi işaret ederek bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Asbjörn Tekkol. Ona öyle hitap ederlerdi. Jorvik’e genç bir delikanlıyken gittiği zamanlar adı Asbjörn Sağlamkol’du. Yedi yılını geçirdi bu sisli adalarda, ta ki bir İskoç tarafından kolu kılıçla dirsekten kesilip koparılana kadar. Evine döndüğünde sessiz bir adamdı artık.

Onun o yarım yamalak kolunu ne zaman görsem bir çocuk gibi ağlayasım gelir.

Derin bir nefes aldım ve tekrar sise doğru baktım. Hava açıyormuş gibiydi. Kel-Egil’in gemisi bizi arkamızdan yakın mesafede takip ediyordu.

”Kara! Kara gözüktü!” diye haykırdı adamlardan biri.

Sis dağılmış, uzaklarda bir şeyler belirmeye başlamıştı. Bir dağın zirvesi sanki.

Síne

Bir an için kendime geldim. Bir şeyler yolunda değil sanki.

Gözlerimi ovuşturdum. Annem, babam, Anlon ve Oisin karanlıkta uyuyorlardı.

Duyduğum tek şey derinden gelen nefes ve horlama sesleri.

O anda aklıma geldi. Neasa. Neasa’yı yaz evinde unuttum. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirim?

Onu sandıkta bıraktım sanırım. Annem, söz dinlemediğim için Neasa’yı elimden alıp sandığa koymuştu. Bağırıp çağırmıştım, annem de bana uslu durursam onu geri alabileceğimi söylemişti. Geri alana kadar da dostumun beni sandıkta bekleyeceğini…

Ben de uslu durdum, hem de bütün gün. Ama ne fayda. Annem ve babam ortalığı temizleyip hızla toparladılar eşyalarımızı. Sonra da kış evine ulaştık.

İşte Neasa’yı o zaman bıraktım sandıkta ve orada unutuverdim.

Neasa’yı almam gerek.Yavaşça kimseyi uyandırmadan çıkabilirim

dışarıya. Çabucak yaz evine gidebilir, kimsecikler anlamadan hemen geri dönebilirim.

Kış gelmeden önce de bir kez daha denizi görebilirim.

Asbjörn

Ada yemyeşildi ve tam ortasından bir dağ yükseliyordu.

Kel-Egil’in gemisi adayı turlamak için devam ederken biz de güney kıyısından çıkarma yaptık. Sahile vuran sığ sularda ilk adımlarımı atarken dağın zirvesine baktım ve burasının acaba neden bilinmediğini merak ettim. Bu yüce dağ uzaklardan mutlaka görünüyor olmalıydı. Sissiz ve açık bir havada tabi.

Sahil sessizdi. Kuş cıvıldamaları bile duyulmuyordu. Koyu ladin ağaçları sessizce gri gökyüzüne doğru uzanıyorlardı.

Adamlar etrafı kolaçan etmek için dağıldılar. Çok geçmeden heyecanlı bir haykırış duyuldu; Svea’lı Styrbjörn bir takım barınaklar bulmuştu. Yirmiye yakın ufak barınak öylece ağaçların arasında duruyorlardı. Issız bir halleri vardı.

Adada yaşayan insanların altından yapılmış evlerde oturduklarını umuduğundan olacak, babam kendi kendine söylendi ve sonra bize tüm köyü iyice aramamız emrini verdi.

Yakından bakıldığında barakaların duvarlarının söğüt ağacından garip bir yöntemle örüldükleri görülüyordu. Çatılar da kalın dallardan ve bataklık kömüründen yapılmışlardı. Rüzgar ve yağmurdan korudukları aşikardı ama böyle yapılarda kış aylarında kalınamazdı.

Yaşama dair de hiç bir iz yoktu.Ada sakinlerinin dev gibi insanlar olmadıkları

açık, çünkü kapı girişleri ancak benim boynumun hizzasındaydı. Kapılardan birini açtım ve karanlık odada göz gezdirdim. İçeride her şey son derece mütevazi görünüyordu; sadece bir yatak, masa ve bir çift sandalye.

O sırada bir çığlık duyuldu. Bir çocuk çığlığı. Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim.

Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen ufak bir çocuğu kucağında tutmaya çalışıyordu. ”Bakın ne buldum!”, dedi Ulf. ”Barakaların birine saklanmış”.

Kız ufacık bir şeydi, hatta minnacık. Boyunun çok kısa olduğundan tahmini zor ama aşağı yukarı altı, yedi yaşlarında. Dolgun yanaklı olduğundan belli ki son zamanlarda pek te aç kalmamış. Saçları koyu renk ve karman çorman, üzerindeyse deriden kıyafetler vardı. Kızın boynunda taştan halkaların dizili olduğu enteresan bir kolye çekti dikkatimi.

”Asbjörn, al çocuğu ve sorguya çek”, dedi babam ve kızın üzerindeki kıyafetlere hayal kırıklığıyla dolu bir bakış attı. Sonra da ” Siz diğerleri!” diye sesini yükselterek ”Aramaya devam edin. Eğer altınları bulamazsak o bodur ihtiyarı bizi kandırdığına pişman edeceğim!” diye haykırdı.

Page 5: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

8 9

Babam kendi kendine söylenerek uzaklaşırken ben de çocuğu kucağıma alıp biraz sakinleştirdim. Pek anlamadığım İr’ceye benzer bir dil konuşuyordu. Éibhear’ı yanıma çağırarak bana kız ile anlaşmama yardımcı olmasını emrettiysem de, bana kızın garip bir şiveyle konuştuğunu, kendisinin de tam olarak anlamadığını söyledi. İhtiyarın anlamamazlıktan geldiğini hissediyorum - ama yapacağım bir şey yok.

Çocuğu sorgulamak güçtü. Neasa kelimesini sayıklayıp duruyor, başka da kayda değer birşey söylemiyordu. Öylece büyük ve koyu renk gözleriyle bizleri izliyor.

Ara sıra sanki annesinden, bazen de kıştan bahsediyor gibi bir hali var ama bunun ötesine geçemedik. Emin olduğumuz tek şey adının Síne olduğu. İr’ce bir isim.

Éibhear kızın uyumak istediğini söyledi. Belki de kızı barakalardan birine götürüp yatırmam ve sorguya daha sonra devam etmem iyi fikir olabilir.

Tam o sırada biraz uzaktan sevinçli bir bağırış duyuldu:

”Altın! Buraya gelin hemen! Odin’in sakalları üzerine yemin ederim altın var !”

Sigurd Çok yakında Norveç’in en zengin adamı

olacağım. Kardeşimden daha zengin. Kraldan bile zengin.

Diğerlerine göre biraz daha büyükçe olan bir barakanın içinde bir adam boyunda altından heykel vardı. Altı ayaklı bir kurdu temsil eden bu heykelin yüzündeki ifade son derece çirkindi. Heykelin etrafı altından kirişlerle çevriliydi.

Bir nevi oturağa benziyorlar ama çok ufaklar.Bu altından heykele ve kirişlerine yakından

baktıkça saf altın olduklarına daha da çok inanmaya başladık. Bu kadar küçük bir köyde bu ne zenginliktir! Akıl erdirmek mümkün değil. Tanrılar sonunda gösterdiğim bunca çabaya karşın beni ödüllendiriyorlar mı?

Tek sorunumuz ne bu heykelin, ne de kirişlerinin hiçbir yere kımıldamaması.

O Fenris’in piçi o kadar büyük ki, taşımak ne mümkün? Yerde dizili altın kirişler de o kadar ağırlar ki, Ayı-Pirkka ve Küçük Ulf bile onları beraber kaldıramadılar.

Bu hazineyi ancak parçalara bölerek yükleyebiliriz gemilere. O da çok zamanımızı alır. Vakit kaybetmeye tahammülümüz yok.

Kel-Egil adanın etrafında attığı turdan geri döndü ve kuzey sahilinde de bir yerleşkenin olduğunu söyledi. Bu Altın Kurdun köyünde

konaklamak ve yarın erkenden de adanın kalanına göz atmak kararı aldık. Daha fazla altın vardır elbet. Olmalıydı. Umarım daha kolay taşınabilir bir haldelerdir.

Akşam vakti o sefil İrlandalı ihtiyarın ortadan kaybolduğunu anladık. Haakon Samansakal kendini altın kurda o denli kaptırmıştı ki, nöbette olduğunu unutmuştu. Üstüne gitmedim Haakon’un. Zaten o ihtiyardan da bir hayır yoktu artık bize.

Ateşin etrafında oturduk, kahkahalar atıp içki içtik ve tanrılara bugün için şükranlarımızı sunduk.

Síne Uzun adamlar beni Macho’nun evine

koydular.Yatağım çok sertti, hiç uyuyamadım. Duvar

aralığından bir adamın kapının hemen dışında nasıl gezindiğini gördüm. Diğerleriyse uzakta gürültü yapıyorlar.

Ağlamak istiyorum ama cesur olmalıyım. Neasa’yı bulmak için zamanım yoktu.

Annemin ve babamın yanında uyuyor olmam lazım ama adamlar beni bırakmıyorlar.

Ne istiyorlar benden? Kışın yaklaştığını bilmiyorlar mı? Artık yaz evlerinde bulunmamak

gerektiğini bilmiyorlar mı?Saklanmamız lazım. Hemen, hemen,

yeraltına, sıcak ve güvenli yere.Yarın o Üzgüngözlü’ye gitmem gerektiğini

söyleyeceğim.Yarın buna çabalayacağım ama bu uzun

adamlar biraz aptallar. Oisin kadar bile konuşmayı beceremiyorlar -ki Oisin henüz iki yaşında!

Ama ben uğraşacağım. Buna mecburum. Yoksa kış hepimizi yutacak.

Asbjörn Geçit neredeyse iki adam boyundaydı. Dağın kuzey yamacına giderken yarı yolda

çıktı karşımıza. Kayaya oyulmuş düz bir basamağın hemen arkasındaki duvarda taştan kapılar yükseliyordu. Geçidin üzerinde bilinmeyen bir dilde yazılmış altından oymalar vardı. Eibhear’ın kaçmasına engel olamadığımız için kendi kendime küfrettim.

Adamlar hep birlikte geçit kapısını iterek oynatmaya çalıştılar ama nafile. O kadar ustac inşa edilmiş ki, hiç bir tarafından adam gibi tutulup destek alınamıyordu. Menteşeleri yoktu. Fritjof Karasakal kamasıyla altın

Page 6: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

10 11

oymaları deşmeye çalıştıysa da, ancak kamasını kırdı.

“Kahretsin! Eminim ki en büyük hazineler bu geçidin ardında bizi bekliyorlar!” dedi babam dişlerini sıkarak. “Ve eminim, köyün bütün sakinleri bu koca kayanın ardında saklanıyorlardır. Getirin o küçük kızı! Bakalım neler geveleyecek?”

Köye dönüp kızı almak için yola koyuldum. Kalas-Erik onun başında bekliyordu.

Kızın yemeğine dokunmadığından yakındı. Belki de aç değildir.

Kızı kucağıma aldım. Ne kadar da hafif. Yürürken aklıma Ylva ve ufak çocuğumuz geldi. Zavallı kızım. Eğer bir günden daha fazla yaşasaydı, onu da böyle taşıyabilirdim. Kuş yavrusu gibi.

Ama artık ikisi de yoklar. Boğazım düğümleniyor, yutkunamıyorum.

Síne koyu renk gözleriyle bana bakıp, kollarını boynuma doluyor. Birşeyler söylüyor ama anlayamıyorum.

Sanki beni teskin etmek istiyormuş gibi. Gözlerinin içine bakamıyorum ağlamamak

için. Başımı öne eğerek yürümeye devam ediyorum. Soğuk rüzgar çarpıyor üzerimize. Havada deniz ve ağaç kokusu. Ve kış kokusu.

Sonra dağa ulaştık. Síne huysuzlanmıştı. Kucağımda çırpınıyor, dört dönüyordu.

Kıştan, annesinden ve saklandıkları yerden birşeyler anlatıyordu.

Geçidi ve önünde konuşlanmış adamları görünce ağlamaya başladı. Çok korktuğu belli ve uzaklaşmak istiyor buradan.

Babamın keyfi de hiç yerinde değil, çünkü kapıları zerre kadar oynatamamışlardı. Bana kızı sorgulamamı ve geçit hakkında bir şeyler öğrenmemi emretti. Ama nafile. Síne sürekli ağlıyor, kapılara doğru bakamıyordu.

”Kız buradan çok korkuyor”, dedim diğerlerine. ”Bundan bize hayır gelmez.”

”Lanet olası afacan”, dedi babam. ”Bizden korkması lazım asıl. Kendi adasından değil.”

”Belki de burası yasaklı bir yerdir”, dedi Kel-Egil ve devasa taştan kapılara doğru baktı. ”Bu insanlar belki de buraya gelip tanrılarına tapıyorlardır.”

”Burayı tanrıları için inşa etmişler, kendileri de hiç gelmiyor olabilirler.” dedim ben de. ”Şu kapıların boylarına baksanıza. Hiç te o sahildeki alçak barakalarda yaşayanlar için yapılmış gibi gözükmüyorlar. ”

”O zaman bu kapılardan kim girip çıkıyor?” dedi babam hicvederek.

Kimse cevap vermedi. Rüzgar kayalara doğru uğultuyla vururken Síne de ağlamaya devam etti. Ağzından dökülen kelimeleri anlayabiliy-ordum. Kaçalım buradan, çabuk kaçalım.

Babam karanlık geçide bir bakış attı ve içini çekti.”Köye geri dönüyoruz. Ben de hoşlanmıyorum bu yerden.”

Sigurd Bu akşam kimsenin şarkı söyleyecek keyfi

yok.Hepimiz büyük bir ateşin etrafında oturmuş,

gecenin karanlığını izliyoruz. Adamlarımın yavaş yavaş gerildiklerini hissedebiliyorum.

Biraz daha altın bulmuştuk. Birkaçımız ku-zey sahiline ulaşmışlar, orada da altın heykel görmüşlerdi. Shetland’lı Thorgeirr, heykelin uzun kulaklı ve keskin dişli eciş bücüş bir adamı simgelediğini söyledi. Tahminen buralıların bir tanrısı ya da bir mahluk. Adamlarım gördükleri heykelden huzursuz olmuşlardı.

Bu adalılar ne tür inlere cinlere tapıyorlarsa tapsınlar umrumda değil.

Kafamı bozan, buradaki altınları taşıyamıyor olmamız. Muazzam bir hazine ellerimizin ucunda ama bize bir o kadar da uzak. Yavaş yavaş tanrıların benimle dalga geçtiklerini düşünmeye başladım.

”Ne yapacağımıza karar vermemiz gerekiyor artık”, diye yükseltti sesini Kel-Egil. ”Kış geliyor ve kaybedecek vaktimiz kalmadı.”

Diğerleri de aynı fikirdeymişlercesine fısıldayarak kafalarını salladılar. Birçoğu bana bakıyorlardı.

”Ben derim ki yarın İrlanda’ya geri dönelim”, dedi Svea’lı Styrbjörn pelerinini üzerine sıkıca sararak. ”Bir an evvel kışı geçirecek bir köy buluruz. Eğer kış fırtınası bizi denizde yakalarsa da ne yapalım, kaderimiz Yüce Trymr’in elindedir”

”Tüm bu zenginlikleri burada mı bırakacağız?” diye haykırdım. ”Burada bizi krallar gibi yaşatacak kadar altın var!”

”Ama ne o barakalarda geçirebiliriz kışı, ne de yanımıza alabiliriz o altınları” diyerek araya girdi Kel-Egil yüzündeki ciddi ifadeyle. ”Baharda geri döneriz atlarla ve daha sağlam iş aletleriyle. O zaman tüm bu zenginlikleri alıp gidebiliriz”

”Ya bizden evvel başkaları gelirse?” diye sordum ellerimi açarak. ”Ya bu adalılar bizim terk edip gittiğimizi gördüklerinde saklarlarsa tüm bu zenginlikleri? Size söylüyorum - bahara bırakırsak burada artık hiçbir şey bulamayız!” Sesim sessiz ağaçların arasında o kadar gür yankılandı ki, kendim de ürktüm.

Bir sessizlik oldu. Adamlar sükunet içinde ve kasvetli düşüncelerle, yanan ateşe dalmışlardı. Acaba bana karşı tavır mı almaya başladılar? Yoksa bu ahmaklar tüm bu zenginlikleri silip atarlar mı?

Page 7: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

12 13

Bir süre geçtikten sonra ”Ben olsam, asıl bu adalıların nereye kaybolduklarından endişelenirdim” dedi Asbjörn. ”O geçidin ardında saklandıklarını sanmam.”

”Tüm adayı didik didik ettik.” diye cevap verdim. ”Saklanacak başka yerleri yok. Geçidi ne olursa olsun kırmalıyız.”

”Ama küçük kız dağdan çok korkar.” diye devam etti Asbjörn. ”Ailesi orada olamaz. Anlayamadığımız birşeyler var burada.”

”Elbette var!” diye kükredim. ”Kızı yarın iyice soruşturacaksın. Bu insanların nereye kaybolduklarını öğreneceğiz. Başımı ortaya koyarım ki, o yılan dölleri bizi adaya yaklaşırken fark edip her türlü taşınacak değerli eşyayla beraber kaçmışlardır. Sadece heykelleri bırakarak.”

”Ya kız birşey söylemezse?” diye sordu Kel-Egil. ”Burada daha ne kadar kalacağız?”

Egil’in gözlerinin içine bakarak ”Meraklanma ben her şeyi söyleteceğim ona” dedim. ”Gerekirse kopartacağım o altın kurdun kafasını. Buradan eli boş ayrılmak yok!”

Síne Neasa. Neasa’ya kavuştum. O üzgün gözlü adam bana yardım etti. Ona

uzun uzun Neasa’nın kayıp olduğunu anlatmaya çalıştım. En sonunda yaz evine gitmeme izin verdi.

Sandığı tek başıma açamadım ama Üzgüngözlü bana yardımcı oldu.

Ve Neasa oracıktaydı. Yapayalnız.Neasa’ya sıkı sıkı sarıldım Macha’nın evinde

yatarken. Artık o kadar hüzünlü değilim. Artık yalnız da değilim.

Üzgüngözlü bana sosis ve reçel getirmiş. Dün ona, artık yiyeceğe ihtiyacım olmadığını anlatmaya çalışmıştım. Yemek kabı yatağımın yanında dokunulmamış bir halde duruyordu.

Çok zamanımız kalmadı. Uzun adamlara anlatmaya çalışmam lazım. Belki de Üzgüngözlü beni dinler. O diğerlerinden daha akıllı.

Yaz çocuklarının saklanmaları gerektiğini anlatacağım, hem de çok çabuk.

Kar gelecek, ayaz gelecek, soğuk gelecek. Kışın soğuk yaratıkları ortaya çıkacaklar saklandıkları yerden.

Asbjörn Havanın ağırlaştığını hissettim. Çok geçmeden

göğün gürleyeceğine dair yemin edebilirdim. Henüz daha öğle olmadı. Gökyüzü açık

ve griydi. Babam, adamlarla beraber bir

dahaki hamlemizin ne olacağı konusunda tartışmaya koyulmuştu. Ben ise Síne ile beraber biraz ötedeki kayada oturmuş, ailesiyle alakalı birşeyler anlatmasına uğraşıyordum. O ise elindeki ahşap bebeğe sarılmış, bana kocaman gözleriylebirşeyler söylüyordu.

Halen onun konuşmalarını anlamıyordum. Belki ordan burdan, birkaç kelime.

Ve birden gök gürledi. Hayır, bu bir şimşek değildi. Derinden ve

kalıcı, sürekli devam eden bir ses. Adanın tümü yankılanıyor ve sarsılıyordu sanki. Adamlar bağırışıp, küfrediyorlardı dağa doğru bakarlarken. Bu muazzam gürleyişin kaynağı orasıydı.

Sonra ses bir bıçak gibi kesildi.Kapkara bulutların bir fırtına süratiyle

gökyüzünde toplandığını izledim nefesimi tutarak. Gökkubbe bir anda karardı. Rüzgar ansızın o kadar sert esti ki, adamların bazıları sırt üstü yuvarlandılar. O sırada bir kar yağışı başladı. Tüm dünya bir anda gri ile beyazdan bir kasırga ile örtüldü.

Fimbulvinter. Tanrılar bizi esirgesin. Artık Síne’nin yanımda olmadığını fark

ettim. Kıza bağırarak seslendim, lakin fırtınanın

uğultusundan kendi sesimi bile duyamıyordum. Elbette ki- kaçıp gitmişti. Ailesini aramaya gitmiş olsa gerek. Ormanın derinliklerine doğru

yol almıştır. Yüzümü sağlam kolumla kapayıp, tipiye

doğru koşmaya başladım.

Sigurd

Soğuk vardı. Ürkütücü bir soğuk. Yağan tipi baraka duvarlarının arasından

içeri giriyor ve yavaş yavaş yerde birikiyordu. Dişlerim ayaz yüzünden titremekten birbirlerine çarpıyordu. Bu lanet olasıca adalılar neden kendilerine doğru düzgün evler yapmamışlar?

Fenris çarpsın hepsini. Altın kurdun bulunduğu büyükçe bir

barakada toplanmıştık. Ne şiddetli havanın dinecekmiş gibi bir

hali, ne de bizim dışarıya çıkabilecek niyetimiz yoktu. Karanlık çökmüştü, lakin ateş bile yakamıyorduk. Adamlar açlardı ve üşüyorlardı. Korkuyorlardı.

“Gemilerin bu havaya dayanabileceklerine inanmak istiyorum.” dedi Kel-Egil sakallarını karıştırarak. “Ve denizin sabaha kadar buz tutmamış olmasına.”

“Eğer buradan ayrılamazsak, bu barakaları kışı geçirmek üzere onaracağız.” dedim kasvetle baraka duvarının arasından dışarıyı izlerken. Sanki yağan tipinin içinde birşeyler hareket

Page 8: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

14 15

ediyordu.Asbjörn bir yerlere kaybolmuştu. Ve o küçük

kız. Sabahleyin dağa doğru yola çıkan adamlar-dan da bir haber yoktu. Belki de içlerinden biri yolu bulup geri dönmüştür.

”Dışarıda biri mi var?” diye sordum ve fırtınada olup biteni anlamaya çalıştım.

Sanki kamburca bir varlık barakanın etrafında dolanıyormuş gibiydi.

”Hareket eden birşey var orada.”, dedi, he-men yanımda duran Küçük-Ulf.

”Sıkıyorsa içeri gel!” diye bağırarak kılıcımı çektim. ”Haydi bekliyoruz!”

Adamlar dikkatlice kapıya doğru bakıyorlardı. Hepsinin elinde silahları vardı.

Dışarıdaki soğuk fırtına rüzgarının uğultusundan başka birşey duyulmuyordu.

Kılıcımı tuttuğum elimin titrediğini hisset-tim.

Bir anda kapının açılmasıyla kalbim duracak gibi oldu.

Gölge gibi bir varlık kapı ağzında öylece duruyordu. Kısa boylu, gür sakallıydı ve saçları kar içindeydi.

İrlandalı o ihtiyar. ”Odin’in oğulları, denizin kabusları – burada

tünediniz demek” diyiverdi tiz sesiyle. İhtiyarın kusursuz Norveç aksanı beni şaşırttı. ”Halkımın sahillerini uzun zamandır talan ve yağma ettiniz.

Çok uzun zamandır. Şimdi burada bu zengin-liklerin tadını çıkarın bakalım.” diyerek güldü, sonra da çekip gitti.

”Yakalayın şunu hemen!” diye bağırabildim. Küçük-Ulf adamın üzerine atladıysa da, bir

anda orada hiç bir şeyin var olmadığını fark et-tik. Ulf yokluğun üzerine atlamış, yüz üstü kar-lara saplanmıştı.

İhtiyar toz olup gitmişti. Sadece karanlıkta yankılanan kahkaha sesleri

duyuluyordu. O ses te rüzgarın içine karışıp yok oldu gitti.

Asbjörn

Karın üzerindeki izler sağa sola gidiyordu. Dizlerime kadar gelen karların içerisinde ile-

rlemeye çalışıyordum. Rüzgar yüzümü bir bıçak gibi kesiyordu. Síne çok uzaklaşmış olamazdı. Ufacık kız, böyle bir havada?

Onu ne kadar süredir aradığımın farkında değilim. Arada sırada fırtına onun izlerini sildiği için ormanda nereye gittiğimi bileme-den dolanıp duruyordum. Mucize eseri her defasında da onun izini bir şekilde tekrar bu-luyordum.

Ama artık ne dağın, ne de köyün yönünü ke-stiremiyordum.

İsmini haykırıyorum ama nafile. Sesime ce-vap veren sadece rüzgar.

Bir kaç kez sanki sesler duyuyormuş gibi ol-duysam da, hepsi hayal olmalı.

Bir süre sonra önümde birşey belirdi. Bir kaç adım attım hızlıca ve karlar içerisinde

ilerlemeye çalışan o ufak şeye uzandım. Kızı ha-fifçe kaldırarak kucağıma aldım.

Síne yüzüme doğru birşeyler söyledi bağırarak. Kendinde değildi. Bir anda kurtuldu kollarımdan. Elleriyle fırtınayı işaret edip, kapı gibi birşey sayıklıyordu. Ya da geçit.

O anda bir ses duydum. Fırtınanın sesine karışan ince ve yüksek bir ses. Bir ulama gibi. Síne de aynı sesi duydu. Kızın gözlerinden dehşet saçılıyordu.

Çabuk – kelimesini ayırt ettim sayıklamalarından. Çabuk, saklanmalıyız. Ça-buk, saklanmalıyız. Kız duraksamadan ilerle-meye devam etmemiz için elleriyle işaret ediy-ordu.

Karlarda ilerlemeye devam ettim Síne kucağımdayken. Yer sürekli yükseliyormuş gi-biydi… Sağ yönümüzden garip sesler gelmeye devam ediyordu.

Bu seferki acı bir haykırıştı. İnsan olmayan bir varlığın boğazından çıkabilecek bir ses. Çocuğun kucağımda nasıl titrediğini hissede-biliyordum.

Çabucak bir kayalığın dibine sığındık. İyice huysuzlaşan Síne’yi orada yere bıraktım. Kayalığın dibinde karlarla örtülü yerde eğilerek bir şeyler aramaya başladı. Kendi kendine söy-lenerek ufacık elleriyle karları kazıyordu.

Etrafıma bakındım ve fırtınanın ortasında bir şeyin hareket ettiğini gördüm.

Tam olarak seçemediğim bir varlıktı bu ve bizim yönümüze doğru emin adımlarla ilerliy-ordu. Birhayli iriydi.

Tam kılıcımı çekecekken Síne elime yapıştı. Beni kayalığa doğru çekiştirdi.

Karların altından oyuk gibi bir boşluk belirdi. Ancak küçük bir kızın sığabileceği büyüklükte.

Çabuk, dedi Síne ve oyuğun içine doğru süründü elindeki ahşap bebekle.

Küçücük ayakları karanlıkta kayboldu. Arkama baktım. Gölge gibi gelen varlık artık

çok uzağımda değildi. Bir tür hayvan gibiydi. Büyükçe bir ayı belki de. Ya da devasa bir kurt. Her adımında bana biraz daha yaklaşıyordu. Hemen ardında başka bir yaratık daha gördüm.

Elimdeki kılıca bakıp haykırdım. Önce bu bilinmeyen yaratıklara sonra da kayalığın dibin-deki oyuğa bir bakış attım.

Tanrılar, bana yardım edin. Kemerimi çözdüm ve kılıcımı kınısıyla

beraber karlara bıraktım. Hemen yere yatıp oyuğun karanlıkta kalan ağzını ve çevresini el-

Page 9: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

16 17

lerimle yoklamaya başladım. Oyuk, dar girişinden itibaren içeriye doğru

genişliyordu. Kafamı sığdırmaya çalıştım. O denli dardı ki suratımı yan çevirerek denedim. Kendimi zorla içeriye doğru ittirdikçe kayalar kulaklarımı ve yanaklarımı çiziyordu. Azı dişlerini bacaklarıma geçirmesinin an meselesi olduğunu düşündükçe var gücümle kendimi biraz daha ittirdim oyukta. Şakak kemiğimden aşağı kanlar süzülüyordu. Acıdan bağırıyordum.

Kafamı sonunda oyuk girişinden içeri sokmayı başarmıştım. Omuzlarımı içeri doğru büzüştürdüm ve vücudumu tamamen içeriye sokabilmek için ayaklarımla çılgınca karları tekmeliyordum. Pelerinim omuzlarından yırtılmıştı. Bir kaç adım arkamda bir mırıltı duydum.

Omuzlarımı artık sığdırmıştım. Kendimi çekerek, iterek, kayaları tekmeleyerek, sürtüne sürtüne zorla içeri sokabildim. O anda yaratık oyuğun girişine hücum etmiş ve dışarıdan gelen gün ışığının tamamını kapatmıştı.

Sürtünerek umutsuzca ilerliyordum. Sonra taş taş üstünde sürtünme sesini duydum. Donuk bir ses yankılandı ve etrafa zifiri bir karanlık çöktü. O esnada oyuk girişinin bir şekilde kapandığını anladım. O devasa yaratığın homurdanarak yeri nasıl kazdığını halen duyabiliyordum.

Sırt üstü uzanmıştım. Sessizce yatıyor, nefesimin sakinleşmesini bekliyordum.

Gözlerimdeki kanı sildim. Diğer kulağımı yokladım, sanki yarısı yırtılmış gibiydi. Diz ve dirseklerimde dayanılması zor bir acı vardı.

Tam o sırada Síne’nin yüzü belirdi üzerimde. Karanlığın biraz aydınlandığını fark ettim.

Kızın boynunda asılı olan taştan halkalar loş bir ışık saçıyordu etrafa.

Hadi gidelim, dedi.

Sigurd Geri dönen olmadı. Asbjörn, zavallı oğlum, nereye gittin?

Yaralandın mı, yoksa karlarda baygın bir halde yatıyor musun? Yoksa o İrlandalı yılan kurnazlığıyla kandırarak senin canını mı aldı?

Gemilerime sığdığı kadar altın götürebilirim buradan ama eğer oğlum olmadan dönersem Thora bana ne der?

Evim. Düşünürken bile artık ne kadar uzağımda.

İyice birbirimize kenetlendik ve sonunda ateşi yakmayı başardık. Ama ateşimiz küçük ve zayıf ve biz çok fazlayız. Kocaman yağız adamlar, sakalları donmuş titriyorlar. Ayak parmaklarımı yeniden hissedebilmek için

olduğum yerde sayıyorum. Böyle bir soğuk. Böyle bir fırtına. Yoktan

var oldu. Jotunheim’ın şimşeklerini mi çektik üzerimize?

Çıtır çıtır yanan şömine ateşini ve Thora’nın beni ısıtan kollarını düşlüyorum.

Hizmetçiler bana içine tatlı bal ekledikleri sıcak şarap ikram ediyorlar. Tanrıların içeceği! Asbjörn’ü izliyorum o ayı postuyla oynarken. Daha henüz çocuk. İki kolu da sağlam. Bana bakıp gülümsüyor.

”Kulak verin” diye söze girdi Ayı-Pirkka. Ağzından çıkan buhar tavana doğru yükseliyordu. ”Dışarıda. Sesler var.”

Kulak vermeye çalışıyorum. Bitmeyen rüzgarın uğultusundan olacak, kulaklarım tam işitmiyor. O amansız ses bir ağıt gibi yankılanıyor etrafımızda.

”Bir şey var orada”, dedi Kel-Egil dişleri titreyerek. ”Birisi bağırıyormuş gibi.”

”Duvarın arasından bakın”, emrini veriyorum ama kimse kımıldamıyor. Yerimizden ayrıldığımız anda soğuğun bizi deşeceğini biliyorum. Sadece ortamızda yanan küçük ve zayıf bir ateş var. Ateşin etrafında bitmeyen karanlık, sonsuz gece, sadece soğuk.

O anda işitiyorum. Kan donduran bir ulama sesi.

Ateşimizi bir nefes gibi söndüren müthiş bir karanlık. Adamlardan birinin sessizce ağladığını duyabiliyorum. Dışarıda fırtınanın sesine karışmış korkunç bir koro. Sanki onlarca kurttan oluşmuş bir koro bu ve onlara katılmış başka tuhaf sesler. Soğuk kahkahalar.

Kimse kımıldamıyor. Kimse nefes almıyor. Belki sessiz durursak giderler. Bir anda üzerimde bir çatırdama sesi

duyuyorumve başıma bir şey çöküyor. Düştüğüm yerde başımı korumaya

çalışıyorum. Çatının çöktüğünü anlıyorum. Adamlardan biri dehşete düşürücü bir sesle

bağırıyor. Çatı bölmelerinin arasından kurtar-maya çalışıyorum kendimi. Yine üzerime birşey düşüyor ve kendimi kenara atıyorum.

O anda hemen yanı başımda yatan adamın üzerine eğilmiş bir varlığı fark ediyorum. Yaratık azgın dişleriyle Kel-Egil’in boğazını parçalıyor.

Ben kılıcımı çekerken, yaratık ta ayağa kalkıyor. Altı ayağının üzerine.

Fenris aşkına! Kurda benzer mahlukat bu kez benim üstüme saldırıyor ve beni sırt üstü düşürüyor. Bağırıyorum ve yaratığı tüm gücümle üzerimden itmeye çalışıyorum. Onun soğuk nefesini hissediyorum yüzümde. Kılıcımın yaratığın damağına saplandığını görüyorum. Bu amansız mahlukatı üzerimden def edip kılıcımı

Page 10: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

18 19

geri çekerken etrafımı izliyorum.Ragnarök bu. Ragnarök başladı.İçinde bulunduğumuz baraka darmadağın

olmuştu. Adamlar bağırışıyorlar ve kaçmaya çalışıyorlardı, ama yaratıklar karabasan gibi çökmüşlerdi üzerimize.

Ayı-Pirkka’nın karlara düştüğünü ve o anda hemen iki canavar kurdun onun üstüne nasıl üşüştüklerini görüyorum. Hemen yakınımda bir mahlukat adamlarımdan birini parçalara ayırıyor, İngolf Güzelgöz mü o acaba? Biraz uzağımda iki adamım kılıçlarını çekmişler, bu uzun acımasız varlıklara karşı kendilerini savun-maya çalışıyorlardı. Devasa boydaki topuzlar aman vermeden havada uçuşuyor, adamları bir bir parçalıyordu. Vahşi soğuk gözler karanlıkta parlıyorlardı.

Etrafımdaki tüm adamlar bir bir düşüyorlar. Ve fırtına sürdükçe ortaya sayısız mahlukat çıkmaya devam ediyor. Jotunheim’ın tüm vahşi mahlukatları, kötücül cinleri, devleri ve hortlakları burada olmalılar.

Gemiler. Gemilere ulaşmam gerek. Yağan tipiye karşı koşmaya başlıyorum. Belki de yetişebilirim. Kaçmayı başarabilirim.

Yelkenleri açabilirim. Belki de beni kimse fark etmez. Belki de

mahlukatlar beni – derken…Omzuma bir darbe iniyor.

Karlarda yuvarlanıyorum. Kılıcım kayıp. Diğer kolumu hissetmiyorum.

Bir şeyin beni bacağımdan yukarıya doğru kaldırmasıyla bağırmaya başlıyorum.

Çaresizlikle havada baş aşağı bir vaziyette cebelleşirken ölümün soğukluğu yayılıyor bacaklarımda.

Korkunç bir çehre sırıtıyor o anda bana. Soğuk nefesini hissedebiliyorum. Dev yaratık topuzunu havaya kaldırıyor…

Síne Karanlıkta iyiydik. Karanlıkta güvendeydik. Elimde Neasa, tünel boyunca yürümeye

devam ederken Neasa bana baharı anlatan sessiz bir şarkı söylüyordu. Üzgüngözlü bizi arkamızdan emekleyerek takip ediyordu. Bizim hanelerimiz onun boyuna göre çok alçaktı.

Yerleşim alanına vardığımızda adam yan tarafımızda kalan hanelerde uyuyan akrabalarımı fark etti. Ona biraz daha devam etmemiz gerektiğini söyledim.

Çok yaklaşmıştık. Sonunda kışlık evimize varmıştık. Annem,

babam, Anlon ve Oisin yan yana uyuyorlardı. Nefesleri duyulmuyordu bile. Burada olmadığımı kimsecikler fark etmemişti anlaşılan.

Tek kelime bile etmeden ailemi öylece izledi Üzgüngözlü.

Bir bez parçasıyla yüzündeki kurumuş kanı sildim. Sonra ona biraz su getirdim. Kana kana içti.

Ona, artık uyumamız gerektiğini söyledim. Bahara kadar. Kışın yaratıkları geri dönene, geçit kapanana kadar uyumalıyız. Güneş tekrar kayalıkları ısıtana kadar, tekrar denize koşup yüzebileceğimiz günlere kadar. Yaz evimize ancak o zaman dönebiliriz.

Adam bana baktı. Sonra da aileme. Kafasını salladı.

İlk kez tebessüm etti.

* * *

Page 11: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

20 21

The time of slaughter moonSunless, starless waysSailing to world’s endTo meet our crown or doomThe time of slaughter moonThe season of the mistWe’re faring in the darkSinking into cold night

The grim sea enfolds usThe scent of the burning templesHear the wail of the wavesA song from the hidden deep

Far away from homely shores And winter is on our tailDriven by hunger and greedSwallowed soon by the great worm

And there, amidst the fogA solemn mountain rises

Its pinnacle touching the grey skySilent spruces guarding the shore

There waits a grinning prizeWorthy of legend

There waits a golden wolfA beast with six legs

And yet I search on And yet I wait

To find your shadowAmidst the darkest night

Slaughter Moon

The Golden Wolf

Still I bear the flowers of pain Still I bear the flowers of solitude

What trick of gods is this?Rewards and richesHere within our reachYet not within our grasp

And yet I search on And yet I waitTo find your shadow amidst the darkest nightAnd yet I search onAnd yet I waitTo find a place where no sorrow creeps in

And yet it wrings meLike a strange cold handAnd yet it burns meLike a viper’s tongue

Better it would beTo lie on bed of siltAnd watch the moon’s faceFrom under the waves

Better it would beTo rest on bed of mireInside the ocean’s wombDreaming of days long gone

Sunless, starless, pathless is the way

Lyrics

The hoar sea enfolds usThe scent of the coming winter

Hear the howl of the windA song from the ocean’s womb

Far away behind usBlack smoke still rises high

Houses of the southern godBroken under the iron hooves

Page 12: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

22 23

Barring the way insideThe giant doors of stoneNot built for mortal menNot made for us to pass

Vile trick of ornery gods?Rewards and richesRight here within our reachNot within our grasp

I walk with my head downWind blows right through my waning heartWeightless, like a bird in my armsShe looks into the bottom of my soul

Grave tidings from the northsideGrave is the tone of this nightWeightsome the dark around usThe weight of time upon us

No one will sing tonightNo one will leave the pyreDreaming of golden wolfDreading the winter’s might

At the Gates of Winter

Hear the sound resonate Through your flesh

Through the ground, across the skiesCracking roar, a thunder’s barkEchoes here, the voice of doom

Blackened clouds now seize the welkinWielding all of winter’s ire

And it will rise with a white voiceless faceFrom the heart of the earth

From under the mountain

The stormwind engulfs usThe whirl of white and grey

The downfall is upon usThe reprisal of wanton gods

Here at world’s end we will trembleFar beyond the deceitful seas

Here we hide now, crawl to shelterFar away from the homely shores

The Gate OpensAnd it will rise with a white voiceless faceFrom the heart of the earthFrom under the mountainDevouring the sun and the earth, forest and seaDevouring us all…

Stumbling forward in knee-deep snowThe wind is whipping my face in frozen slashes

Void of direction… void of hope…I call her name… in the whiteout…

There amidst the raging coldness, I catch her figureThe fear of death is staring at me through her eyes

Through the wind’s howl, a scream now risesSomething moves in the whirl of snowCreatures born out of winter’s furorClosing in on us

Through the cave’s mouth, a crack in the stone wallI’m tearing my way right into the darkA beast is rending the ground behind meKilling all the light

Hear the grinding… of stone against stone…I’m crawling deeper… in the dark…

Still I bear the flowers of pain, of solitude

And on the mountain’s sideGrim-looking gate lies

Staring towards the northWaiting in solitude

Page 13: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

24 25

The Final Stand

Into the Sleep

The flame is weak and frailA circle of shivering men

Enclosed by endless coldnessThe evernight, eternal dark

The moan of undying windsNow merged with hollow screaming

The fire dies in a single breathThe end has come

Out of the darkness, out of the coldOut of the night they have comeCruel is the laughter, cruel is the fateCruel is the winter’s will

Merciless is the frayBitter the final standPerdition and ruin; The icy grip now traps themRight here at the world’s endThe frost of death will take them all

The lords of the high seasAre smitten down into snowNo way to bear the furyNo way to ward off all the fiends

Devouring the sun and the earthDevouring the forest and sea

Devouring us all

Sing a quiet song to meSing of spring and sing of seaSing a silent song to meSing of hope and sing of sleep

Page 14: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen

Credits Ville Friman – Guitars & VocalsNiilo Sevänen – Vocals & Bass

Music: Friman, Vanhala and Sevänen Lyrics: Sevänen Drums recorded at SF Sound Studio by Kimmo Perkkiö; keyboards recorded at Scoring Helsinki studio by Hannu Honkonen and Aleksi Munter; all guitars, bass and vocals recorded at Studio Korkeakoski by Teemu Aalto. Winter’s Gate was mixed and mastered at Unisound studio by Dan Swanö.

All arrangements and production by INSOMNIUM and Teemu AaltoKeyboards composed by Aleksi Munter, Friman, Vanhala and SevänenKeyboards arranged by Aleksi MunterBacking vocals by Teemu AaltoArtwork by Teemu TähkänenBand photos by Jussi Ratilainen (www.jussiratilainen.com)Layout by Nora Dirkling for Hafensatz GmbH(www.hafensatz.com)

Winter’s Gate short story translated to English by Tuomas Puumalainen.

We would like to thank Annika, Onni, Aatos, Leena, Anni, Petra, Hippi, Jukka Varmo, Teemu Aalto, Kimmo Perkkiö ja Heidi Sormunen, Hannu Honkonen, Dan Swanö, Jussi Ratilainen, Teemu Tähkänen, Tina Solda, Tuomas Puumalainen, Slade, Hauru, Tumi, Jope, Arttu, Urski, Goatti, Vesa Tolonen, Mike Bear, Kari Olli, Nick Cordle, Jani Liimatainen, Mad Supply, Ismo Laukkanen, Bruno Fernandes, Jorge Pina, Nuno Torres, Chad Topor, Volkmar Udri, John Finberg, all the good people@Century Media, all the good people@Continental Concerts, Henrik Liljesand@Fender Scandinavia, Blackstar amplification, Caparison, Jan-Erik Suni@F-musiikki, Janne Honkanen@Komppisorvaamo, Asko, Toto, Petri, Katri & Markku@Joensuun Popmuusikot and all the bands we have had pleasure to tour with.

Markus Vanhala – GuitarsMarkus Hirvonen – Drums

Page 15: WINTER’S GATE - Insomnium · 2017. 2. 14. · Kapıyı kapattım ve olan bitene göz atmak için o tarafa yöneldim. Küçük-Ulf, bağırıp çağıran ve kızgınlıkla debelenen