yazitlar dergisi 1 sayı

74
ÇIKARKEN Ülkemizin dört bir yanında, ülke dışında da, Arap (Osmanlı), Oyma (Runik) (Göktürk/Orhun-Yenisey), Grek (Karamanlı) abeceleriyle Türkçe yazıtlar var. O kadar çok ki sayıları belirsiz. Mezar taşlarına, çeşmelere, sarnıçlara, camilere, kiliselere, başka kutsal yerlere, tapınma alanlarına, kaya yüzeylerine; oyularak, kabartılarak, kazınarak yazılmış. Kimisi yıkılmış, devrilmiş, toprağa karışmış. Bunların dışında, ev, konak, hamam, okul, kışla, tersane, kale gibi yapılarda da yazıtlara rastlıyoruz. Silahlarda, kılıç kalkan, bıçak, kap kacaklarda, çanak, çömlek, tepsi, sinide de yazıtlar görülebiliyor. Kimisi silinip yok edilmiş. Kimisi kırılıp bir kenara atılmış. Kimisi badanalanmış, boyanmış, üzeri kapatılmış. Kimisi çalınıp yurt dışına kaçırılmış. Ama yüz binlercesi ayakta, “bengü taşlar” misali öylece duruyor, geleceğe uzanıyor. Bunlar dilimizin anıtları. O günün Türkçesine örnek. Türkçenin yüzlerce yıl önceki durumunu göstermesi, eski sözcükleri saklaması bakımından önemli. Döneminin Türkçesinin yazıya geçirilip dondurulmuş biçimlerini buralarda görüyoruz. Tarihin, dilbilimin, halkbilimin kaynakları. Kültürümüz, inancımız, adağımız, dileğimiz, duygularımız, geçmişimiz, dünümüz, adımız, sanımız, andımız, kimliğimiz bunlarda saklı. Okunmayı, kurtarılmayı, günümüz diline, abecesine aktarılıp yayımlanmayı bekliyor. Biz dilimizin, tarihimizin, coğrafyamızın gönüllüleri olarak, bu işin bir yerlerinden, ucundan kıyısından tutmak istedik. Bunları okuyup bir yerlere atıyorduk. Günü geldi. Bu konuya ilgi duyanlarla paylaşmak amacıyla bu dergiyi çıkarmaya karar verdik. Neden olmasın, olmalı, gerekli dedik. Yola çıktık. YAZITLAR bu amaçla çıkıyor. Derginizde bu yazıtların, dilimizin anıtlarının fotoğraflarını, okunuşunu, çözümlenmesini, incelenmesini, günümüz Türkçesine aktarımını bulacaksınız. İlk sayımızda oyma yazılı (runik) Türkçe ve Osmanlıca (Arap abecesiyle Türkçe) yazıtları konu eden makaleler bulacaksınız. 2

Upload: ozge

Post on 22-Jul-2016

243 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Yazitlar dergisi 1 sayı

ÇIKARKEN

Ülkemizin dört bir yanında, ülke dışında da, Arap (Osmanlı), Oyma (Runik) (Göktürk/Orhun-Yenisey), Grek (Karamanlı) abeceleriyle Türkçe yazıtlar var. O kadar çok ki sayıları belirsiz. Mezar taşlarına, çeşmelere, sarnıçlara, camilere, kiliselere, başka kutsal yerlere, tapınma alanlarına, kaya yüzeylerine; oyularak, kabartılarak, kazınarak yazılmış. Kimisi yıkılmış, devrilmiş, toprağa karışmış. Bunların dışında, ev, konak, hamam, okul, kışla, tersane, kale gibi yapılarda da yazıtlara rastlıyoruz. Silahlarda, kılıç kalkan, bıçak, kap kacaklarda, çanak, çömlek, tepsi, sinide de yazıtlar görülebiliyor. Kimisi silinip yok edilmiş. Kimisi kırılıp bir kenara atılmış. Kimisi badanalanmış, boyanmış, üzeri kapatılmış. Kimisi çalınıp yurt dışına kaçırılmış. Ama yüz binlercesi ayakta, “bengü taşlar” misali öylece duruyor, geleceğe uzanıyor. Bunlar dilimizin anıtları. O günün Türkçesine örnek. Türkçenin yüzlerce yıl önceki durumunu göstermesi, eski sözcükleri saklaması bakımından önemli. Döneminin Türkçesinin yazıya geçirilip dondurulmuş biçimlerini buralarda görüyoruz. Tarihin, dilbilimin, halkbilimin kaynakları. Kültürümüz, inancımız, adağımız, dileğimiz, duygularımız, geçmişimiz, dünümüz, adımız, sanımız, andımız, kimliğimiz bunlarda saklı. Okunmayı, kurtarılmayı, günümüz diline, abecesine aktarılıp yayımlanmayı bekliyor. Biz dilimizin, tarihimizin, coğrafyamızın gönüllüleri olarak, bu işin bir yerlerinden, ucundan kıyısından tutmak istedik. Bunları okuyup bir yerlere atıyorduk. Günü geldi. Bu konuya ilgi duyanlarla paylaşmak amacıyla bu dergiyi çıkarmaya karar verdik. Neden olmasın, olmalı, gerekli dedik. Yola çıktık. YAZITLAR bu amaçla çıkıyor. Derginizde bu yazıtların, dilimizin anıtlarının fotoğraflarını, okunuşunu, çözümlenmesini, incelenmesini, günümüz Türkçesine aktarımını bulacaksınız. İlk sayımızda oyma yazılı (runik) Türkçe ve Osmanlıca (Arap abecesiyle Türkçe) yazıtları konu eden makaleler bulacaksınız.

2

Page 2: Yazitlar dergisi 1 sayı

Açıktaş (Talas Tahta Çubuk) Yazıtı İçin Yeni Bir Okuma Önerisi

Özet

Açıktaş (Talas tahta çubuk) yazıtı gerek Türk oyma (runik) yazısının ağaçtan malzeme üzerine yazılmış, eldeki tek örneği olması, gerekse de çok tanınan Orhun-Yenisey yazıtlarından kimi farklılıklar gösteren kendine özgü eskiyazıbilimsel özellikleri nedeniyle, Türk oyma yazıtları arasında her zaman özel bir yere sahip olmuştur. Kırgızistan Talas Vadisi Açıktaş yöresinde 1932 yılında bulunuşundan bu yana çeşitli araştırma ve tartışmalara konu olmuş bulunan yazıtın, daha önce S. E. Malov, H. N. Orkun gibi çeşitli araştırmacılarca yapılmış birtakım girişimlere karşın, henüz doyurucu ve kabul edilebilir bir biçimde okunabilmiş olduğu söylenemez. Ayrıca, son yıllarda araştırmacılar arasında, aslında yazıtın Türk oyma (runik) abecesiyle okunamayacağı yönündeki kuşkuların da arttığı görülmektedir. Nitekim A. M. Şçerbak 1971’de şöyle yazmıştır: “Yazımın özenliliği ve yazıtın çoğunun iyi korunma durumuna karşın, Orhun-Yenisey Türk abecesi aracılığıyla okunması, özünde, olanaksız görünüyor”. Bu olumsuz yargıya karşın, biz bu makalede, yazıtta geçen 20 çeşit oyma (runik) imden yalnızca 2 tanesi için Tuna Bulgar yazıtları ve Sekel abecesinin yardımına başvurmuş olmak üzere, genelinde Orhun-Yenisey abecesine dayanan bir okuma önermiş bulunuyoruz. Elde ettiğimiz metin dil özellikleri (sözvarlığı) bakımından Eski Oğuz Türkçesine ait olduğundan, Talas tahta çubuk yazıtının tarihsel olarak Batı (Seyhun) Oğuzlarına ve onların Çu ve Talas ırmakları arasında bulunmuş oldukları dönem olan, VII. yüzyılın ikinci çeyreğiyle tahminen VIII. yüzyılın ikinci yarısı arasına ait olması gerektiği kanısındayız. Anahtar Sözcükler: Açıktaş (Talas tahta çubuk) yazıtı, Türk oyma (runik) abecesi, Oğuz Türkçesi

Summary

A New Proposal of Reading for The Açıktaş (Talas Plank) Inscription Açıktaş (Talas plank) inscription which owns sui generis paleographic features that show some differences from the well-known Orkhon-Yenisei inscriptions has been subjected to various researchs and discussions since it was found in1932, and it can not yet be said that it could have been read satisfactorily and acceptably. In this paper we have proposed a reading based in general on Orkhon-Yenisei Turkic runic alphabet, having appealed to the helps of Danube Bulgarian inscriptions and Sekel alphabet for only 2 of the 20 kinds of runic signs in the inscription. Because the text we have attained belongs to Old Oghuz Turkish from the point of view of its linguistic features (vocabulary), we think Talas plank inscription must belong historically to Western (Sir Darya) Oghuzs and to the interval between the second quarter of the VII. century and presumably the second half of the VIII. century, the period when Western Oghuzs had been between the rivers Chu and Talas.

Keywords: Açıktaş (Talas plank) inscription, Turkic runic alphabet, Oghuz Turkish

3

Page 3: Yazitlar dergisi 1 sayı

AÇIKTAŞ YAZISI I

Açıktaş (Talas Tahta Çubuk) Yazıtı İçin Yeni Bir Okuma Önerisi

Cengiz Saltaoğlu1

1 Antalya Kemer Devlet Hastanesi Tabibi, e-posta: [email protected]

4

Page 4: Yazitlar dergisi 1 sayı

Yukarıda dört yüzünü de ayrı ayrı gösteren bileşik bir fotoğrafı ve altında tarafımızdan doğrudan fotoğraf üzerinden yapılmış birebir çizimi görülen Açıktaş (Talas tahta çubuk) yazıtı bulunuşundan günümüze dek çeşitli araştırma ve tartışmalara konu olmuş bulunmasına ve okunması yönünde yapılan birtakım girişimlere karşın, henüz doyurucu ve kabul edilebilir bir sonuca bağlanamamış bulunmaktadır. Yazıt, 1932’de İ. F. Marinyanin tarafından eski madenlerde, Talas ırmağı üzerinde Dmitriev istasyonu yakınındaki Açıktaş maden yatağında bir yerbilimsel araştırma kuyusu kazarken bulunmuştur. Bugün, Rusya’nın St. Petersburg kentindeki Hermitaj Müzesi’nde korunmaktadır (TS-CoI Achiktash Script). Kırgızistan Talas Açıktaş yazıtı üzerinde, bulunuşundan günümüze dek yapılmış olan çalışmaların kısa bir özeti, yukarıda anılan GenelAğ kaynağından alıntıyla, aşağıdaki gibidir (İngilizceden çeviren: C. Saltaoğlu): “Kısmen açılmış eski bir maden olan 7 nolu kuyunun duvarından dışarı uzanan tahta çubuk Açıktaş maden yatağında, 5 m derinlikte bulundu, ve insan yapımı nesnenin bir parçası kurtarılamadı. M. E. Masson buluntunun durumunu inceleyip 1933’te, belgeleri S. E. Malov’a, tahta çubuğu ise Devlet Hermitajı’na aktardı. 1936’da iki araştırmacı bütün yüzlerinin bir fotoğrafı ve taslaklarını sunarak bu yazılı anıtı yayımladı. S. E. Malov yazıtın bir okumasını ve eskiyazıbilimsel çözümlemesini önerdi. M. E. Masson ve S. E. Malov’un resimleme ve taslaklarını yeniden yayımlayan H. N. Orkun’ca 1940’ta başka bir çeviri önerildi. 1953’te S. E. Malov, Moğolistan ve Kırgızistan’ın oyma (runik) yazıtları hakkındaki bir tekkonuyazısına, yazıtın taslaklarına tahta çubuğun dört yandan bir çizimini de ekleyerek Açıktaş buluntusu hakkındaki çalışmasını da aldı. Aynı yıl, S. E. Malov’un taslaklarının büsbütün tam olmayan bir eşlemi E. R. Rygdylon tarafından yeniden yayımlandı. 1959’da A. M. Şçerbak imlerin çizimbilgisine ilişkin kendi sürümünü ve tahta çubuğun yeni bir fotoğrafını yayımlayarak metne değgin esasen yeni bir yazıçevrimi ve okuma girişiminde bulundu. 1963’te C. Cumagulov, S. E. Malov’un çiziminin bir eşlemi, yazıçevrimi ve çevirisiyle birlikte yazıtın yeni bir taslağını ve harfçevrimini yayımladı. Bu malzemeler, önceli tarafından hafifçe değiştirilmiş harfçevrimiyle birlikte İ. A. Batmanov tarafından yeniden yayımlandı. Talas tahta çubuğunda yazılı imlerin biçiminin farklılığını kaydediyor olmakla birlikte, araştırmacıların çoğunluğu bunlar için Orhun-Yenisey sesbilgisel yorumunu önerdi. Yalnızca, “tahta çubuk üzerindeki yazıtı Türk runları olarak tanımakta uzun bir süre duraksayan” S. E. Malov, metne ilişkin kendi okumasını önerse de, kuşkularının ancak kısmen etkilendiğini kaydetti. Yineleye yineleye şunu söyledi: “Bu tahta çubuğun harflerine ilk bakışta, Orhun, Yenisey ve Doğu Türkistan oyma yazılarının harfleriyle karşılaştırıdığında bunların farklılığı görülebilirdir...Kimi harflerin öbür Türk oyma yazılı anıtlarında hiç benzeşleri yok...Burada sesdeğeri bilinmeyen yeni harfler var”. Bununla eşzamanlı olarak S. E. Malov bir kezinde, Nagy-Szent-Miklós ve Sekel yazıtlarını demek isteyerek, “dışarıdan bakıldığında, tahta çubuk üzerindeki harflerin Peçenek ve Macar oyma yazılarına çok benzer olduğuna” işaret etti. S. E. Malov’un iki ime ilişkin ses yorumlamasının altında Nagy-Szent-Miklós runları, merdivene benzer imler olan Macar (Sekel, Çn.) runları yatar. A. M. Şçerbak tahta çubuk üzerindeki imlerin Kuzey Karadeniz bozkırlarının runlarıyla büyük benzerliğini kaydediyor olarak bu

5

Page 5: Yazitlar dergisi 1 sayı

araştırma yönelimini hatırı sayılır ölçüde geliştirdi. 1971’de şöyle yazdı: “Yazımın özenliliği ve yazıtın çoğunun iyi korunma durumuna karşın, Orhun-Yenisey Türk abecesi aracılığıyla okunması, özünde, olanaksız görünüyor”. 1983’te, tahta çubuk üzerindeki oymalarla Doğu Avrupa yazıtlarının benzerliği D. D. Vasilyev’ce de kaydedildi.” (TS-CoI Achiktash Script) Masson’un verdiği bilgiye göre, dört yüzü yontularak düzeltilmiş bir çam dalının her bir yüzü üzerine ince uçlu bir araçla oyulmuş yazıtın sol yandan bir bölümü, maden arama kuyusunun kazılışı sırasında çubuğun kırılıp bir parçasının kuyunun duvarının içinde kalması ve dışarı alınamaması nedeniyle eksiktir (Orkun 1987: 619). Duvarın içinde kalan bölümün bir parçasının daha çıkarılabilmiş olmasıyla, yazıtlı çubuğun kurtarılabilen bölümü iki parçaya ayrılmış durumdadır. Parçaların uçlarının kopuştuğu yerde çubuğun yüzlerinden bir bölümünün de parçalanarak kopmuş olması nedeniyle, birinci ve üçüncü yüzler üzerindeki iki satırın, parçaların ayrılma yerine denk gelen birkaç harfi daha eksiktir. Yazıta burada tarafımızdan yapılan okuma önerisinde, sözkonusu eksik bölümler için, metnin bağlamı ve genel gidişine göre bir onarma girişiminde de bulunulmuştur. Yazıtın okunması yönünde daha önce yapılmış girişimler hakkında bir görüş sağlaması amacıyla, S. E. Malov ve H. N. Orkun’un yazıta yönelik okuma denemelerinden kısaca söz etmek yararlı olacaktır. Malov’un yazıtla ilgili okuma önerisi ve çevirisi şöyledir (Orkun 1987: 210-213): I. ag(ı)p aşu baş alt(ı)m äb äş(i)g ... am (i)d(i)ş açu ... II. ag op(a) baş aç(ı)ş(ı)p agu ig(i)p (ı)nç(ı)p g-nç-u ... p-s-k-m-u-g-ç ... III. ag(ı)lt(ı)m n(a) yaz(ı) iç agz(ı)g ... ag(ı)ş äd(gü) ... IV. açu äg(i)z aşu az ... I. Kalkarak dağın tepesini aştım. Kendi ev arkadaşlarını ... şimdi kapları açarak ... II. en kenar (dönemeçte, kenarda bulunan) ova, vadi (yahut: taş yığını, kurgan, kurbanlık taş yığını) yeni yolda dağın tepesinden aşarak, birbirine yardım ederek, yukarı tırmanarak, bu suretle eğerek, çevirerek ... III. Yanaştım. İşte ova, düzlük. (Dağın ağzı) iç deresinden geçerek ... çıkma iyi ... IV. (yolu) açarak ve yükseğe aşarak, azıcık ... Malov’un, bir dağı aşan adamın kayıtlarından ibaret bir içeriğe karşılık gelen okuma ve çevirisini asla geçerli ve kabul edilebilir bulmayan ve kendisinin bütünüyle başka bir yöntem izlediğini belirten Orkun’un, (“Bu kadar kısa bir metni bugün bu şekilde sarih ve kati bir surette okumak imkansızdır... Binaenaleyh biz de Maloff’un okuma tecrübesini arzedip kendi mütalâa ve araşdırmamızı buna ilâve etmekle iktifaya mecbur olduk.” kaydıyla birlikte) yazıta ilişkin kendi okuma önerisi ve çevirisi ise şöyledir (Orkun 1987: 210-213): I. är(i)p aşu baş alt(ı)m bäş/bäş(i)g ... (?????) ... II. agup (?) ıç(ı)ş(ı)p (?????) (ı)nç(ı)p g-nç-u ... p-s-k-m-u-g-ç ... III. är altm(ı)ş yasıç är az är ... (????) ... IV. iç og(u)z aşu (?)...

6

Page 6: Yazitlar dergisi 1 sayı

I. Erip, yetişip tepeyi aşarak aldım. Beş/beşi ... (???) ... II. (???) III. Er, altmış yassı temren, er az er ... (???) ... IV. İç Oğuz aşarak ... Kendi okuma önerisi ve çevirisine dayanarak Orkun, yazıtın içeriği hakkında şu görüşü ileri sürmüştür: “Halbuki bizim okuduğumuz kelimelerden şunu istihraç etmekteyiz ki bu çubuk bir haberi ihtiva etmektedir ve Türk tarihinde gördüğümüz veçhile bir başbuğa gönderilen haberdir.” (Orkun 1987: 213) Malov ve Orkun’un, Açıktaş yazıtı için bugüne dek yapılmış belli başlı iki okuma denemesine karşılık gelen yukarıdaki önerileri gerek okuma tekniği, gerek ortaya konulmuş metinlerdeki yanlışlık ve boşluklar, gerekse de yazıtın okunamadan bırakılmış bölümlerinin varlığı nedeniyle, kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Bizim yazıt için kendi okuma öneri ve çevirimizle birlikte ilgili açıklama ve bilgiler ise, aşağıda sunulmuş bulunmaktadır. Oyma Yazılı (Runik) Metin, Harfçevrimi, Yazıçevrimi ve Okuma Önerisi

Sağdan sola: g1 n1 ş w baş : r2 w b2 ş I [ ] m : d2 ş : içI w [ ]

y1 w p baş içI ş n1 g1 w n1 I n1 nç n1 n1 nç w s2 n1 s2ık m w I z [ ]

g1 r2 r1 n1 y1 z içI g1 z g1 [ ] n1 g1 ş d2 [ ] içp w n1 k1 Aş w z

g1n1 şw baş : r2w b2 şI[ ] m : d2 ş : içI w[ ]

y1wp baş içI şn1g1wn1 In1nç n1n1 nçws2n1 s2ık mw Iz[ ]

g1r2 r1n1 y1z içI g1zg1 [ ]n1 g1ş d2 [ ] içp wn1 k1Aş wz

7

Page 7: Yazitlar dergisi 1 sayı

ag(ı)n aşu baş : aru äb eşi[m(i)z küdär] am : äd eş : içi u[smaz(u)n] yop baş içi aşangun ınanç an(ı)n ançus(ı)n sık mu iz[däsär] ag(ı)r ar(ı)n yaz içi ag(ı)z(ı)g [tuz(u)]n ag(ı)ş äd [aymaz(u)n] çip on kaş uz Agın aşu, baş aru äb, eşi[miz küdär] am; äd eş içi u[smazun] yop! Baş içi aşangun ınanç, anın, ançusın sık mu iz[däsär], agır arın, yaz! İçi agızıg [tuzu]n, agış, äd [aymazun]! Çip on kaş uz. Hazineyle aşıp doruğu dolaşarak acele et, ortağı[mız bekler] şimdi; mal ortağı ağabey üçkağıt (var) s[anmasın]! Başkan ağabey yiyici mutemet, onun için, ödülünü az mı(dır diye) ar[aştırırsa], yüksek değerden hesapla, yaz! Ağabey ağzı(nı) [kapats]ın, servet, zenginlik [sözü etmesin]! (Ona) hemen on kaş uygun. Dilbilgisel Çözümleme ve Sözvarlığı agın “hazineyle” < agı “ipekli kumaş, servet, hazine” + -n “adın araç durumu soneki” [Adların araç durumu eylemin hangi araçla işlendiğini, kiminle birlikte işlendiğini, nasıl ya da hangi koşullar altında işlendiğini ve ne zaman işlendiğini gösterir (Tekin T. 2003: 116-118).] Orhun Tü. agı “ipekli kumaş” (Tekin T. 2003: 237) Eski Uygur Tü. agı “1. Servet, varlık, hazine” (Caferoğlu 1993: 4) Karahanlı Tü. agı “Genellikle ipekli, süslü bir kumaş” (Erdi-Yurteser 2005: 134) Kıpçak Tü. agı (III) “Bir tür ipek” (Toparlı 2003: 3) Eski Türkiye Tü. agı “İpekli kumaş” (Dilçin 1983: 3) agır “ağır; değerli, yüksek fiyatlı; değerli olarak, yüksek değerden” Orhun Tü. agır “ağır; önemli” (Tekin T. 2003: 237) Eski Tü. agır, agar “ağır, değerli; şeref” (von Gabain 2003: 259) Eski Uygur Tü. agır “1. Ağır, çetin. 2. Sanlı, saygıdeğer, şerefli, itibarlı” (Caferoğlu 1993: 5) Karahanlı Tü. agır “Ağır olan herhangi bir şey”; agır nēŋ “Yüksek fiyatlı nesne” (Erdi-Yurteser 2005: 134) Kıpçak Tü. agır “Ağır, hafif olmayan; can sıkıcı; kalın, dayanıklı; üstün, tercih edilir, değerli; şan, şeref, şöhret; ağırlık, göz kararı kabul edilen bir ağırlık ölçüsü birimi; çok, zorlu” (Toparlı 2003: 3) Eski Türkiye Tü. agır “1. Sert, keskin. 2. Çok, bol, kalabalık. 3. Ağırlık” (Dilçin 1983: 3) agış “servet, mal mülk, değerli eşya” Orhun Tü. agış “servet, mal mülk, değerli eşya” (Tekin T. 2003: 237) [< agı “ipekli kumaş” + -ş “addan ad türeten sonek” (Tekin T. 2003: 85)] agızıg “ağızı” < agız “ağız” + -(ı)g “adın belirtme durumu soneki” Eski Uygur Tü. agız “Ağız” (Caferoğlu 1993: 5) Karahanlı Tü. agız “İnsan ya da hayvanın ağzı” (Erdi - Yurteser 2005: 135)

8

Page 8: Yazitlar dergisi 1 sayı

am “şimdi” Tuva Tü. am “şimdi, hemen” (Arıkoğlu - Kuular 2003: 4) Hakas Tü. am “şimdi” (Arıkoğlu 2005: 40) Şor Tü. am “Şimdi, imdi; şu anda içinde bulunduğumuz zaman” (Tannagaşeva - Akalın 1995: 5) Altay Tü. em I “Şimdi, bundan sonra” (Gürsoy Naskali-Duranlı 1999: 82) Orhun Tü. amtı “şimdi”; [amtı “şimdi” (KT D 9, vb.) < *am “şu an”; krş. Hak. am “şimdi, şu an”. {+tI}, {+dI} isimden zarf türetir.] (Tekin T. 2003: 85, 235) Eski Uygur Tü. amdı, amtı, ämdi, ämti “şimdi” (Caferoğlu 1993: 9, 48) < *am ~ *äm “şimdi” + -dI ~ -tI “addan belirteç türeten sonek” anın “onunla; onun için, ondan dolayı” Orhun Tü. anın “onunla (/ol/ zamirinin araç durumu)” (Tekin T. 2003: 238) Eski Tü. anın “onun için” (von Gabain 2003: 260) Eski Uygur Tü. anın “1. Ondan dolayı, bunun için, bu sebeple. 2. Onunla” (Caferoğlu 1993: 11) ançusın “ödülünü” < ançu “ödül; armağan” + -(s)ı “tekil 3. kişi iyelik soneki” + -n “iyelik ekli gövdelere eklenen belirtme durumu soneki” Eski Uygur Tü. ançu “Değer, kıymet; mükâfat; sema” (Caferoğlu 1993: 10) Orhun Tü. ançola- “(bir büyüğe) bir şey takdim etmek, sunmak” (KT D 32) < *anço “hediye, ödül” (Tekin T. 2003: 87) arın! “hesapla!” (tekil 2. kişi buyurma kipi) < *arı- “ölçmek, hesaplamak” + -n- “dönüşlü çatı soneki” Eski Uygur Tü. arı- “3. Ölçmek, hesaplamak”; arıl- “Ölçülmek; ölçmek” (Caferoğlu 1993: 13) < arı- + -l- “edilgen/dönüşlü çatı soneki” Eski Türkiye Tü. arış- “yarışmak, iddiaya girişmek” (Dilçin 1983: 12) < *arı-ş- “ölçüşmek” < *arı- “ölçmek” + -ş- “işteşlik çatısı soneki” aru “dolaşarak, dolaşıp” < ar- “dolaşmak” + -u “ulaç türeten sonek” Eski Tü. ar- “dolaşmak” (von Gabain 2003: 261) Eski Uygur Tü. ar- “3. Girmek, hûlûl etmek” (Caferoğlu 1993: 13) aşangun “yiyici, rüşvetçi” < aşan- “yemek yemek” + -gun “eylemden ad türeten sonek” Eski Uygur Tü. aşan- “Yemek yemek, gıda almak” (Caferoğlu 1993: 15) < *aşa- “yemek yemek” + -n- “dönüşlü çatı soneki” Eski Uygur Tü. aşa- “1. Yemek, silip süpürmek” (Caferoğlu 1993: 15) Karahanlı Tü. aşa- “Yemek yemek” (Erdi-Yurteser 2005: 155) Kıpçak Tü. aşa- “Yemek yemek” (Toparlı 2003: 14) Eski Türkiye Tü. aşat- “Doyurmak, yedirip içirmek” (Dilçin 1983: 15) < *aşa-t- aşu “aşarak, aşıp” < aş- “aşmak” + -u “ulaç türeten sonek” Orhun Tü. aş- [āş-] “aşmak” (Tekin T. 2003: 238)

9

Page 9: Yazitlar dergisi 1 sayı

Eski Uygur Tü. aş- “Aşmak, çoğalmak, artmak” (Caferoğlu 1993: 16) Karahanlı Tü. āş- “Aşmak” (Erdi-Yurteser 2005: 155) Kıpçak Tü. aş- (I) “Aşmak, geçmek” (Toparlı 2003: 14) Eski Türkiye Tü. aş- (I) “Taşmak” (Dilçin 1983: 15) Ana Tü. āş- aşmak: MK āş-, Türkm. āş-, Yak. ās- (Tekin T. 1995: 172) [aymazun]! “demesin! söylemesin! sözünü etmesin!” < ay- “demek, söylemek” + -ma- “olumsuzlama soneki” + -zun “tekil 3. kişi buyurma kipi soneki” Orhun Tü. ay- “söylemek, demek” (Tekin T. 2003: 239) Eski Uygur Tü. ay- “söylemek, konuşmak, haber vermek” (Caferoğlu 1993: 19) Karahanlı Tü. ay- “söylemek” (Erdi-Yurteser 2005: 162) Kıpçak Tü. ay- “Söylemek, demek” (Toparlı 2003: 17) baş “baş; doruk; başkan, önder; başlangıç, birinci, ilk” Orhun Tü. baş “baş; doruk, zirve; lider, önder” (Tekin T. 2003: 240) Eski Uygur Tü. baş “1. Baş, kafa. 3. Başlangıç, birinci, ilk.” (Caferoğlu 1993: 23) Karahanlı Tü. bāş “Baş” (Erdi-Yurteser 2005: 175) Kıpçak Tü. baş “Baş, kafa; buğday başağı; başlangıç, ilk; uç, uç noktası; baş, ana, temel” (Toparlı 2003: 24) Eski Türkiye Tü. baş “1. Başkan, topluluğu yöneten, komutan. 2. (İnsan ve hayvan sayımında) tane. 3. Başak.” (Dilçin 1983: 25) çip “çabuk, hemen” < *şip “çabuk, hemen” (ses yansılaması) Karahanlı Tü. şep “ivmeyi, aceleyi anlatan bir edat”; şep kelmek “çabuk gelmek” (Atalay 1972: 110) Eski Türkiye Tü. şip şip “Çabuk çabuk, şıpır şıpır” (Dilçin 1983: 198) Çağdaş Türkiye Tü. (Ağızlar) şıp “1. Birden, birdenbire. 2. Çevik, eline ayağına çabuk.”; şip “Çabuk” (TDK DS X 1993: 3770, 3781) Eski Türkçede sözcükbaşı ş > ç değişimi için karşılaştırınız: Çad “yüksek bir unvan” (Tar. K 4, 4) (Tekin T. 2003: 242) (< Şad) Şad “yüksek bir unvan” (Tekin T. 2003: 253) [çad sözü, Türkçede ş->ç- değişmesinin en erken örneklerinden birini sunmaktadır. Çad biçimiyle, Taryat Yazıtı, Kuzey Yüzü, 3-4. satırlarda ve I. Bay Bulun (Ye-42) Yazıtı, 4. satırda da belgelenir (TaryK: 181; Kormuşin 1997: 168) … Tes Yazıtı’ndaki çad yazımının diyalekt özelliğinden kaynaklandığı düşüncesindeyiz. Bu diyalektte, Türkçe kökenli olmayan şad, Türkçenin fonetiğine uygun biçimde Türkçeleşmiştir.] (User 2009: 104-105) äb! “acele et!” (tekil 2. kişi buyurma kipi) Orhun Tü. äb- “acele etmek” (Tekin T. 2003: 242) Karahanlı Tü. ė:w- “Acele etmek” (Erdi-Yurteser 2005: 272) < *ė:b- ay. Kıpçak Tü. ev- “Acele etmek” (Toparlı 2003: 77) < *eb- ay. Eski Türkiye Tü. ev- ~ iv- “Acele etmek” (Dilçin 1983: 120) < *eb- ay. Ana Tü. ēb- evmek, acele etmek: MK i:w-, Türkm. ēv- (Tekin T. 1995: 180)

10

Page 10: Yazitlar dergisi 1 sayı

äd “madde; mal, değerli şey; mülk, servet, zenginlik” Eski Uygur Tü. äd “madde, mülk, servet” (Caferoğlu 1993: 45) Karahanlı Tü. ēd “İşlenmiş, imal edilmiş herhangi bir şey, örneğin süslü bir kumaş ya da benzerleri” (Erdi-Yurteser 2005: 247) < ēd ay. eş “eş, dost, arkadaş, yoldaş, ortak” Orhun Tü. eş ~ iş “eş, arkadaş, yoldaş” (Tekin T. 2003: 244 ve 245) Eski Uygur Tü. äş “Eş, arkadaş, dost”; iş “1. Eş, dost, ahbap” (Caferoğlu 1993: 51, 67) Karahanlı Tü. ė:ş “Arkadaş, yoldaş” (Erdi-Yurteser 2005: 267) Kıpçak Tü. eş (II) “Eş, arkadaş, yoldaş”; iş (II) “Eş, dost, arkadaş” (Toparlı 2003: 76, 115) Eski Türkiye Tü. eş [iş] “1. Karı ve kocadan her biri. 2. Arkadaş, dost. 3. Benzer, ortak” (Dilçin 1983: 86) Ana Tü. ė:ş eş, arkadaş, çiftin teki: Uyg. Br. ėş, MK i:ş, Karag. eyş, Az. ėş (Tekin T. 1995: 181) eşi[miz] “ortağımız” < eş + -(i)miz “çoğul 1. kişi iyelik soneki” içi “ağabey” Orhun Tü. eçi “amca; ağabey” ~ içi “ağabey” (Tekin T. 2003: 243, 244) Eski Uygur Tü. äçi ~ içi “Ağabey” (Caferoğlu 1993: 15, 59) Karahanlı Tü. ėçi “Yaşça büyük olan erkek kardeş” (Erdi-Yurteser 2005: 247) ınanç “mutemet (para işlerinden sorumlu devlet görevlisi)” Eski Tü. ınanç “yüksek bir rütbe; şahıs ismi” (von Gabain 2003: 273) Eski Uygur Tü. ınanç “1. Antroponim. 2. Vezir, vekil, inak, mutemet, nazır. 3. Bir rütbedir.” (Caferoğlu 1993: 57) Karahanlı Tü. inanç “Güvenilir, emin” (Erdi-Yurteser 2005: 290) Kıpçak Tü. inanç “Düzenlik, emniyet, güvenç” (Toparlı 2003: 111) iz[däsär] “araştırırsa” < izdä- “araştırmak, istemek” + -sär “koşul kipi soneki” Eski Uygur Tü. izdä- “İstemek”; istä- “İstemek, aramak, arzu etmek” (Caferoğlu 1993: 66, 68) Karahanlı Tü. istē- “Araştırmak” (Erdi-Yurteser 2005: 293) < *izdē- ay. Kıpçak Tü. izde- (I) “İstemek, aramak, araştırmak” (Toparlı 2003: 118) Eski Türkiye Tü. izde- “İzini takip ederek araştırmak” (Dilçin 1983: 120) kaş “kaş, değerli taş” Eski Uygur Tü. kaş “3. Kaş, değerli taş, süs taşı” (Caferoğlu 1993: 112) Karahanlı Tü. kāş “Beyaz ya da siyah renkte olan saydamımsı bir taş [yada taşı (?)]. Bunun beyaz olanı, yıldırım düşmesine, susuzluğa ve şimşek çarpmasına karşı bir koruma sağladığı inancıyla yüzüğe takılır.” (Erdi-Yurteser 2005: 410) Kıpçak Tü. kaş (III) “Yüzük kaşı” (Toparlı 2003: 130) [küdär] “bekler” < küd- “gözetmek, korumak, beklemek” + -är “geniş zaman-şimdiki zaman soneki”

11

Page 11: Yazitlar dergisi 1 sayı

Orhun Tü. küt- “beklemek” (Tekin T. 2003: 249) < *küd- ay. Eski Uygur Tü. küd- ~ küt- “1. Gütmek, bakmak, itina göstermek, özen vermek. 2. Beklemek.” (Caferoğlu 1993: 81, 83) Karahanlı Tü. kǖd- “Beklemek, gözlemek, gütmek” (Erdi-Yurteser 2005: 332) < *kǖd- ay. Kıpçak Tü. küt- “Gütmek, otlatmak”; küy- “Beklemek, sabretmek” (Toparlı 2003: 170) < *küd- ay. Eski Türkiye Tü. küy- “Beklemek, sabretmek; çevreyi gözetlemek” (Dilçin 1983: 151) < *küd- ay. küd- “gözetmek, korumak, beklemek” < *kü- “korumak, gözetmek” + -d- “pekiştirme çatısı soneki”) Eski Uygur Tü. kü- “Muhafaza etmek, saklamak, korumak” (Caferoğlu 1993: 81) Karahanlı Tü. kü- “korumak” (Arat 1979: 296) Ana Tü. kǖ- korumak, kollamak, gözetmek: Uyg. küü-, MK kǖ-d-, Türkm. güyt-, Yak. kǖt- (Tekin T. 1995: 185) mu “soru ilgeci” Orhun Tü. mu/mü “soru edatı” (Tekin T. 2003: 25) Eski Uygur Tü. mu “Soru edatı, öylemi?” (Caferoğlu 1993: 88) Karahanlı Tü. -mu/-mü “Adların ve eylemlerin sonuna gelen soru eki” (Erdi-Yurteser 2005: 345) on “on (10)” Orhun Tü. on “on” (Tekin T. 2003: 250) Eski Uygur Tü. on “On” (Caferoğlu 1993: 94) Karahanlı Tü. ōn “On sayısı” (Erdi-Yurteser 2005: 356) Ana Tü. ōn 10: Uyg. oon, MK ōn, ōnunç, Türkm. ōn, Yak. uon, Hlç. ūon, uon (Tekin T. 1995: 177) sık “(sayıca) az” Oğuz Tü. sīk “Az” (Oguz lehçesi) Olārda kōy sīk ol: Onların koyunu (sayıca) azdır. (Erdi-Yurteser 2005: 490) Ana Tü. sīk sığ, az: MK sīk, Tuv. sīk, sīğa- (su) azalmak, Trk. sīğ (Tekin T. 1995: 176) [tuz]un! “kapatsın!” < tu- “kapatmak” + -zun “tekil 3. kişi buyurma kipi soneki” Orhun Tü. tu- “kapanmak” (Tekin T. 2003: 255) Eski Uygur Tü. tu- “Kapamak, tutmak” (Caferoğlu 1993: 165) Karahanlı Tü. tū- “kapatmak” ol agzın tūdı: O, (onun) ağzını kapattı. Birinin kapattığı herhangi bir deliği anlatmak için bu sözcük kullanılır. (Erdi-Yurteser 2005: 588) Kıpçak Tü. tu- “Tıkamak” (Toparlı 2003: 283) u[smazun]! “yanlış düşünceye kapılmasın! sanmasın!” < us- “yanlış düşünceye kapılmak; sanmak” + -ma- “olumsuzlama soneki” + -zun “tekil 3. kişi buyurma kipi soneki” Kıpçak Tü. us- “Yanlış fikirde bulunmak, sanmak” (Toparlı 2003: 294)

12

Page 12: Yazitlar dergisi 1 sayı

Eski Türkiye Tü. os-, yos-, us- “Kıyas etmek, karşılaştırmak, benzetmek, benzetmeğe çalışmak” (Dilçin 1983: 164, 220, 250) uz “usta, mahir; iyi, güzel, uygun” Orhun Tü. uz “süs, tezyinat, desen” (Tekin T. 2003: 257) Eski Uygur Tü. uz “1. Usta, mahir, iyi, san’atkâr” (Caferoğlu 1993: 176) Karahanlı Tü. ūz “Mahir” (Erdi-Yurteser 2005: 630) Kıpçak Tü. uz “Mahir, usta, akıllı” (Toparlı 2003: 296) Eski Türkiye Tü. uz “1. Ustaca, münasip, uygun, muvafık, doğru. 2. Usta, mahir, tecrübeli, dikkatli, uyanık.” (Dilçin 1983: 222) yaz! “yaz!” (tekil 2. kişi buyurma kipi) Eski Uygur Tü. yaz- “2. Yazmak” (Caferoğlu 1993: 190) Kâşgarlı Mahmûd yaz- “yazmak” (Oguz lehçesi) (Erdi-Yurteser 2005: 678) Kıpçak Tü. yaz- “1. Yazı yazmak. 2. Çizmek” (Toparlı 2003: 316) Çuvaş Tü. śır- “Yazmak, kaleme almak, çizmek” (Bayram 2007: 214) < < *yır- < < Ana Bulgarca *yar- “yazmak, çizmek” < İlk Türkçe *yar2- “yazmak, çizmek” > Ana Türkçe *yaz- “yazmak, çizmek” yop “hile, üçkağıt” Oğuz Tü yōp “Hile; üçkağıt”. yōp sözcüğü tek başına kullanılmaz, yalnızca ikilemeye girdiğinde anlamlı olur. Ancak Oguzlar, ol anı yōplādı: O, onu aldattı der. (Erdi-Yurteser 2005: 701) [Oğuz Tü. yōplā- “aldatmak” < *yōp “hile, üçkağıt” + -lā- “addan eylem türeten sonek”] Yazım Özellikleri Birleşik Yazımlar

Açıktaş yazıtında bulunan ve imleri daha önce bu yazıt üzerinde çalışmış Malov, Orkun, Sçerbak gibi bilginlerce genelde iç (iç/çi) iminin farklı ve daha eski bir değişkesi olarak düşünülmüş ve bu imlere de, aralarında ayrım gözetilmeksizin yine iç (iç/ç) değeri, hatta Orkun’ca (ıç) değeri de (1987: 620-623), verilmeye çalışılmıştır. Oysa, bizzat Orhun yazıtlarından Tunyukuk yazıtında geçen ve yukarıdaki sözkonusu imlerle birebir karşılaştırılabilecek bir birleşik harf bize bu imlerin ses değeri konusunda daha farklı düşünebileceğimizi göstermektedir. Bu birleşik harf çi birleşiğidir. Tunyukuk yazıtının 14. satırında bulunan ve Orhun yazıtlarında bir kez geçen bu birleşik harf şu sözcüğün yazımında kullanılmıştır: /kltçimz/ kältäçim(iz) (T 14) (Tekin T. 2003: 37)

çi birleşik harfi hiç kuşkusuz ç (aç/äç/ç) ve I (ı/i) oyma (runik) harflerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur:

çi < ç I

13

Page 13: Yazitlar dergisi 1 sayı

Karşılaştırmalı Ses Değerleri Çizelgesi

Ses değerleri için yararlanılan başvuru kaynakları: Tekin T. 2003: 22-23; Tekin T. 1997 (1): 18-20; Tekin T. 1987: 30-33; Vasilyev 1983: 7; Orkun 1987: 316-317; Bayçarov 1996: 96-97

14

Page 14: Yazitlar dergisi 1 sayı

Buna göre, yukarıdaki birebir eşleşen örnekle karşılaştırdığımızda, bizim, Açıktaş yazıtında

geçen ve imlerini de birer birleşik harf olarak yorumlamamıza karşı hiçbir kuramsal engel bulunmadığı kanısındayız. Gerçekten de,

içI (içi) < iç I

Bu çözümleme bizim aynı zamanda imini imleriyle ses değeri bakımından bir tutamayacağımız anlamına da gelmektedir çünkü Türk oyma yazısında p (ap/äp/p) ve I (ı/i) imleri ses değerleri bütünüyle yöne, yâni, sağ-yönlü ya da sol-yönlü oluşlarına göre belirlenen “yönlü” imlerdendir. Dolayısıyla, bizim burada yaptığımız gibi, birer birleşik harf

olarak yorumlanmaları koşulunda ve “yönlü” imlerinin, yukarıdaki aynı gerekçeyle, ses değeri açısından eşdeğer kabul edilmeleri olanaksız olacaktır. Nitekim

içp (çip) < iç p

Sonuç olarak biz, Açıktaş yazıtındaki ve imlerinin rahatlıkla birer birleşik harf olarak yorumlanabileceği ve buna göre, ses değerlerinin de sırasıyla, içI (içi) ve içp (çip) olarak alınabileceği kanısındayız. Binişik Yazım Açıktaş yazıtında daha önceki araştırmacılarca yanlış anlaşılmış olduğunu

düşündüğümüz bir başka öğe ise binişik yazımıdır. Aslında bu, sağdan sola doğru

yazımda sonra gelen ık (ık/kı) iminin bir ucunun yanlışlıkla s2 (äs/s) iminin üzerine taşırılmış, yâni, bindirilmiş olmasından ibaret bir yazım yanlışıdır. Fakat bu, Malov, Şçerbak, Kızlasov gibi araştırmalarca “ses değeri bilinmeyen yeni bir harf” gibi algılanmış ve herhalde, Şçerbak’ın yukarıda alıntıladığımız, Açıktaş yazıtıyla ilgili, “Yazımın özenliliği ve yazıtın çoğunun iyi korunma durumuna karşın, Orhun-Yenisey Türk abecesi aracılığıyla okunması, özünde, olanaksız görünüyor” biçimindeki olumsuz yargısına yol açan etkenlerden biri

olmuştur. binişik yazımı bizce aşağıdaki gibi çözümlenebilir:

s2ık sık “az” (Oğuz Tü.) < s2 ık Yukarıda, sık gibi art (kalın) ünlülü bir sözcüğün yazımında ince sıradan s2 (äs/s) iminin kullanılmış bulunması kuraldışı, yâni, bir yazım yanlışı olmayıp Orhun yazıtlarında, ön ünlülü sözcüklerdeki /s/ ünsüzünü yazmak için kullanılan ön /s/ harfinin art ünlülü sözcüklerde /ı/ komşuluğundaki /s/ ünsüzünü yazmak için de kullanıldığı bilinen bir olgudur. Örn.: /AçsK/ āçsık “acıkma” (KT G 8) = /AçSK/ (BK K 6) /sIGTAmş/ sıgtamiş “yas tutmuş” (BK D 5) = /SIGTAms/ (KT D 4), vb. (Tekin T. 2003: 32) Açıktaş yazıtının yazım açısından göze çarpan bir başka özelliği ise, aynı r1 (ar/r) ünsüzünün yazımı için aynı oyma yazılı metin içerisinde iki farklı imin yan yana kullanılmış

15

Page 15: Yazitlar dergisi 1 sayı

olmasıdır: r1 ((ar/r) ve r2 (är/r). Oyma yazılı bir metinde yazımda harf kullanımında bu tür bir çeşitleme Türk oyma yazısının yabancı olduğu, ilk kez bu yazıtta karşılaşılan, bilinmedik ya da kuşkulu bir olgu değildir. Nitekim bunun için Yenisey yazıtlarından Uyuk Arjan (E 2), Hemçik Çırgakı (E 41) ve Malinovka (E 56) yazıtlarında güzel bir örneğimiz bulunmaktadır (Vasilyev 1983: 59, 67, 70):

r2 r2 d2m m är ärdäm(i)m “erlik erdemim” Ayrıca, E 41’de, yukarıdaki örnek dışında, m (am/äm/m) ünsüzü içeren öteki sözcüklerin yazımında m için imi kullanılıyorken, aynı yazıtın 9. satırındaki y2t2mş yetm(i)ş “70” sözcüğünün yazımında m için yine imi kullanılmış bulunmaktadır (Vasilyev 1983: 67).Yukarıdaki örneklerden başka, Orhun-Yenisey yazıtlarında harf kullanımında, sayısı az olmayarak kimi sözcüklerin yazımında, art damaksıl /k/ ünsüzü için k1 (ak/k) iminin yanısıra, söz başında ve /ı/ ünlüsünden önce ık (ık/kı) ve söz ya da hece başında /o/ ve /u/ ünlülerinden önce wk (ok/ko, uk/ku) imlerinin, benzer biçimde, ön damaksıl /k/ ünsüzü için k2 (äk/k) iminin yanısıra, söz ya da hece başında /ö/ ve /ü/ ünlülerinden önce ẅk (ök/kö, ük/kü) iminin kullanıldığı yazım çeşitlemeleri iyi bilinmektedir (Tekin 2003: 33-36). Açıktaş yazıtındaki, yukarıda sözü edilen yazım çeşitlemesinde dikkati çeken bir yön, art damaksıl /r/ ünsüzü için, art damaksıl r1 (ar/r) ünsüz iminin yanısıra, ön damaksıl r2 (är/r) ünsüz iminin de kullanılmış olmasıdır. Art ünlülü kimi sözcüklerin yazımında art damaksıl ünsüz imi yerine ön damaksıl ünsüz iminin kullanılması Yenisey yazıtlarında da karşılaşılan bir durumdur. Bu kuşkusuz bir yazım yanlışıdır. Dil Özellikleri Açıktaş yazıtının dil özellikleri bakımından dikkat çeken yönü, Kâşgarlı Mahmûd’un Divanü Lugâti’t Türk’te yanına “Oğuz lehçesindendir” kaydını düştüğü sözcüklerden üç tanesinin yazıtımız metninde geçiyor olmasıdır. Bunlar sırasıyla, yop “hile, üçkağıt”, sık “(sayıca) az” ve yaz- “yazmak” sözcükleridir. Kâşgarlı Mahmûd, yop sözcüğünün her ne denli tek başına kullanılmayıp yalnızca yāp yōp “hile, üçkâğıt” biçiminde bir ikileme içinde anlamlı olduğunu belirtiyorsa da, Oğuzların öteki Türklerden farklı olarak yōp “hile, üçkağıt” sözcüğünü tek başına alıp bundan yōplā- “aldatmak” biçiminde bir eylem türettiklerine de dikkat çekmektedir. [Oguzlar, ol anı yōplādı: O, onu aldattı der. (Erdi-Yurteser 2005: 701)] [Oğuz Tü. yōplā- “aldatmak” < *yōp “hile, üçkağıt” + -lā- “addan eylem türeten sonek”] Bu bilgi, Oğuzların öbür Türklerden farklı olarak yōp’u ikileme dışında, bağımsız bir sözcük olarak da kullanmış olduklarını düşündürmektedir. Kâşgarlı’nın bununla ilgili olarak bir de Oğuzca yōplā- “aldatmak” sözcüğünün Oğuz-Kıpçak değişkesi yopīlā- “hile yapmak, hileyle aldatmak” sözcüğünü vermesi ilginçtir: yopīlā- “hile yapmak, hileyle aldatmak” yopīlār, yopīlāmāk (Oguz ve Qıfçāk lehçelerinde). Diğer Türkler böylesi bir kullanıma ender olarak başvurur, “hile”yi anlatmak için yāp yōp ifadesini kullanır ve bu ifadeden bir eylem türetmezler. (Erdi-Yurteser 2005: 702)

16

Page 16: Yazitlar dergisi 1 sayı

[Oğuz-Kıpçak yopīlā- “hile yapmak, hileyle aldatmak” < *yopī “hile” + -lā- “addan eylem türeten sonek”] Yukarıdaki Oğuz yōplā- ve Oğuz-Kıpçak yopīlā- sözcüklerinden görüldüğü üzere, kök sözcüğün yōp “hile, üçkağıt” ve yopī “hile” biçiminde iki değişkesi bulunmaktadır ve bunlardan yopī Oğuz-Kıpçak ortak sözcüğüyken, yōp’un yalnızca Oğuz lehçesine ait olduğu anlaşılmaktadır. Kâşgarlı’nın Oğuz lehçesine ait olduğunu belirttiği (Erdi-Yurteser 2005: 490), “sayıca az” anlamındaki bir sık sözcüğüne Eski Türkçe metinlerde rastlanmamaktadır. Bununla birlikte, orta dönem Kıpçak Türkçesinde yakın anlamlı bir sık “derin olmayan, sığ” sözcüğü belgelenmiştir (Toparlı 2003: 234). Bu yakın anlamlı sık “derinliği az, sığ” sözcüğü günümüz Türk dillerinden Türkiye Türkçesi [sığ “derinliği az, derin olmayan” (< *sīk)] ve Tuva Türkçesinde [sıık “sığ” (Arıkoğlu-Kuular 2003: 92)] hala yaşamaktadır. Sık sözcüğünün özgün “sayıca az” anlamı ile Oğuz lehçesi dışında, eski-yeni başka hiç bir Türk dilinde karşılaşılmıyor olması, Kâşgarlı’nın da belirttiği gibi, sık “(sayıca) az” sözcüğünün gerçekten de Oğuz lehçesine ait olduğunu göstermektedir. Yazıtımızda geçen ve Kâşgarlı Mahmûd’un yine “Oğuz lehçesidir” diye kayıt düşmüş olduğu üçüncü sözcük yaz- “yazmak”tır. Yaz- “yazmak” eyleminin Eski Uygur Türkçesinde de bulunduğu Türkische Turfan-Texte VII’de tanıklanmıştır (Rachmati-Eberhard 1937: 36 ve 122). Sözcük için Kâşgarlı’nın “Oğuz lehçesindendir” kaydına karşın, yaz- “yazmak” eyleminin yalnızca Oğuz öbeği Türk dillerinde değil, Tatarca, Başkırtça, Kırgızca, Kazakça, Özbekçe, Yeni Uygurca gibi Kıpçak ve Çağatay öbeği Türk dillerinde ve dahası Bulgar Türkçesinin günümüzdeki tek temsilcisi konumundaki Çuvaşçada da bulunması, sözcüğün hem Türkçede eski olduğunu hem de Oğuzca olmadığını göstermektedir; Kâşgarlı Mahmûd sözcüğün Oğuzca olduğu konusunda kuşkusuz yanılmıştır. Özellikle Çuvaşçadaki śır- biçimi sözcüğün çok eski olduğunu gösterir. Bu śır- biçimi daha eski bir *yır- biçimine, o da en eski bir *yar- biçimine gider. Ayrıca, Eski Çuvaşçada yır- biçiminde olan bu eylem VIII. yüzyıldan önce Eski Macarcaya da geçmiş ve *yır- >*y�r- > ır- biçiminde gelişmeye uğrayarak bu dilde bugün ír- biçimini almıştır (Tekin T. 1997 (2): 70-71). Sonuç olarak, yukarıdaki tartışmanın ışığında, yazıtın metnini oluşturan sözcüklerden ikisinin [sık “(sayıca) az” ve yop “hile, üçkâğıt”] Oğuzcaya ait olduğunu söyleyebilmek için elimizde yeterli ve geçerli gerekçelerin bulunduğu kanısındayız. Buna göre, sözvarlığı açısından Açıktaş yazıtının dilinin Eski Oğuz Türkçesini temsil ettiğini ileri sürmemiz olanaklıdır. Yazıtın İçeriği Açıktaş yazıtı, metninden görüldüğü gibi, bir iletiyi içermekte olup bir soygun ya da yolsuzluk çetesinin kendi arasındaki bir yazışmasından ibarettir. Anlaşıldığına göre, bir mutemetin (ınanç), yâni, para işlerinden sorumlu bir devlet görevlisinin de karıştığı bir soygun ya da yolsuzlukla ele geçirilmiş bir hazine sözkonusudur. Bu noktada, ınanç sözcüğünün aynı zamanda (yüksek) bir rütbeyi de belirttiğini anımsamak yararlı olacaktır; yâni, sözkonusu kişi yetke sahibi bir devlet görevlisidir ve herhalde yetkilerini kötüye

17

Page 17: Yazitlar dergisi 1 sayı

kullanmaktadır. Dürüst çalışmadığı ve görevini kötüye kullanarak haksız kazanç sağlama tutumunda (aşangun: yiyici) olduğu anlaşılan “mutemet ağabey” görünüşe göre suç ortaklarının kendisini aldattığını düşünmektedir ve çeteyi ele verme, yakalatma tehlikesi sözkonusudur. O yüzden, en kısa yoldan (bu durumda, bir doruğu dolaşarak) ve en kısa sürede kendisine ulaşılıp “ödülü” verilerek ağzının kapatılması gerekmektedir. Yazıtımız bu noktada sona erdiğinden, ne yazık ki bu ilginç soygun ya da yolsuzluk öyküsünün daha ileri aşamalarını bilemiyoruz. Mesleği zaten “para işleri” olan, üstelik de “yiyici”, (o yüzden de, verilenden daha çoğunu isteyeceği tahmin edilen) yetke sahibi bir mutemetin “Az mıdır?” diye araştırmasına karşı “ödülünü yüksek değerden hesaplayıp yazma” önlemi acaba bir işe yaramış mıdır? Kim bilir? Bu hazine işinin daha şimdiden sarpa sarmış olduğu bellidir. Tarihsel Arka Alan Açıktaş yazıtının dilinin Eski Oğuz Türkçesi olması akla hemen Peçenekleri getirmektedir. Kâşgarlı Mahmûd’un, Divânü Lugâti’t-Türk’te verdiği Oğuz boyları dizelgesinde 19. sırada andığı Peçenekler (Erdi-Yurteser 2005: 353-354), bir bölüm bilim insanı tarafından (örn., Németh) Peçeneklere ait olduğu ileri sürülmüş olan (Tekin T. 1987: 26-34) kimi Doğu Avrupa oyma yazıtlarıyla bulunan yakın benzerlikleri nedeniyle Açıktaş yazıtının aidiyeti konusunda da zaman zaman gündeme getirilmiştir. Ancak Peçenekler savı iki açıdan olanaklı görünmemektedir. Birincisi, Doğu Avrupa’da, Nagy-Szent-Miklós hazinesindeki bir kap üzerinde bulunan Grek harfli Buyla Çoban yazıtının dilinin Pritsak (1955) ve T. Tekin’ce (1987) dilbilimsel veriler temelinde Eski Bulgar Türkçesi (Tuna Bulgarcası) olduğunun kesin olarak gösterilmesiyle (Tekin T. 1987: 26-34), aynı hazinenin parçası olan kimi kaplar üzerindeki oyma yazıtların da Peçeneklere değil fakat büyük olasılıkla Tuna Bulgarlarına ait olmasıdır. Açıktaş yazıtının aidiyeti için yukarıda anılan savla ilgili ikinci olanaksızlık ise Peçeneklerin “Oğuzluğu” konusundadır. Peçenekler Orta Kazakistan’da tarih sahnesine çıkmış Türk boylarından biridir. (Oğuzlardan ayrı bir Türk topluluğu olarak, Peçenek-Kangar boylar birliği içerisinde) Peçenekler’in büyük olasılıkla, Batı Göktürklerinden Işbara Kağan’ın 634 yılından sonra yaptığı yeni boy örgütlenmesinin ardından Issık Göl-Balkaş Gölü arasında ortaya çıktığı tahmin ediliyor (Taşağıl 2004: 97-98). Sümer ise, Peçenekler konusunda şu bilgiyi veriyor: “Bu adda X. ve XI. yüzyıllarda Karadeniz’in kuzeyinde ve Balkanlarda mühim siyasi roller oynamış bir Türk elinin bulunduğunu biliyoruz. Bundan başka XI. yüzyılda Peçenek adında bir Oğuz boyu da vardı. Kâşgarlı, Türk Peçenek eli ile Oğuz Peçenek boyunu ayrı zikreder. Şüphesiz Oğuz Peçenek boyu, Türk Peçenek elinin bir parçası olup Oğuzların tabiiyeti altına girmiş ve zamanla Oğuzların bir boyu haline gelmiştir (Sümer 1999: 318). Doğu Göktürk Devletinin 745’te Uygurlarca yıkılmasından sonra Uygurların baskısıyla batıya doğru hareket eden Karlukların itmesiyle (766 yılında ya da daha sonra) Balkaş Gölü’nün güneyinden Seyhun Irmağı (Sir Derya) kıyılarına gelen Peçeneklerin VIII.-IX. yüzyıllar içerisinde bir süre burada bulundukları görülür. Ancak Peçenekler bu kez de Oğuzların baskısına uğrar ve Batı Göktürk Devletinin zayıflayıp çökmesiyle birlikte, Sir Derya Oğuz Yabgu Devletinin kuruluş süreci içerisinde, VIII. yüzyılın ikinci yarısıyla IX. yüzyılın sonları arasında Oğuzlarla Peçenek-Kangar boylar birliği arasındaki savaşlarda yenilen Peçenekler’in büyük bölümü Sir Derya boylarından ayrılır ve Karadeniz’in kuzeyinden Doğu Avrupa’da, XII. yüzyılın sonlarına

18

Page 18: Yazitlar dergisi 1 sayı

doğru artık tarih sahnesinden, son bir ezici yenilgiyle, ne yazık ki hemen tümüyle silindikleri Bizans sınırları önlerine ve zaman zaman da savaşlar ve açışlarla ötelerine dek yaklaşık iki yüz yıl süren çalkantılı ve serüvenli son yolculuklarına çıkarlar. Peçeneklerin göçe katılmayıp geride, Sir Derya boylarında kalmış olan bir bölümü ise zamanla Salur ve öbür Oğuz boylarıyla karışarak özümlenir. Dolayısıyla, sonradan XI. yüzyılda Kâşgarlı’nın, Oğuz boyları dizelgesinde Oğuzların 19. boyu olarak tanıttığı Peçenekler bunlar olmalıdır. (Kurat 1937: 22-32; Taşağıl 2004: 97-98; Agacanov (1969) 2010: 183-198; Sümer 1999: 59-66). Aslında Peçenek savıyla ilgili üçüncü bir olanaksızlık daha vardır ki o da, Peçeneklerden kalan az sayıdaki (hemen hepsi de Türkçe olan) kişi ve boy-uruk adlarından başka elde Peçenek diliyle ilgili hemen hiçbir verinin bulunmuyor oluşudur. Gerçekten de, Peçenek Türkçesiyle ilgili var olan bilgi o denli “yok” düzeyindedir ki, örneğin, Bozkurt’un, “Türklerin Dili” adlı yapıtında Peçeneklerin diline ilişkin hemen tek verebildiği bilgi şundan ibarettir: “y-Türkçesini konuştukları sanılır” (Bozkurt 2005: 41). Bu durumda, Açıktaş yazıtına tarafımızdan yapılan okuma önerisi için Peçenek diliyle bir karşılaştırma elbetteki (en azından şu an için) olanaksızdır (ve yazıtın dilinin Eski Oğuz Türkçesi olduğunu zaten bildiğimize göre, belki buna gerek de yoktur). Açıktaş (Talas tahta çubuk) yazıtı hiç kuşkusuz Batı (Seyhun) Oğuzlarına aittir. Yazıta herhangi bir boy damgası eşlik ediyor olmadığından, hangi Oğuz boyuna ait olabileceğini söyleme olanağı bulunmamaktadır. Doğu Göktürk Devleti içindeki Dokuz Oğuzlar ile Batı Göktürk Devleti içindeki Batı (Seyhun) Oğuzları, her ikisi de “Oğuz” adını taşımasına karşın farklı Türk topluluklarıydı. Sümer bu konuda şu bilgileri vermektedir: “Tokuz Oğuzlar’ın akıbetine gelince, bu hususta hiçbir bilgiye sahip değiliz. Onların X. yüzyılda aşağı Seyhun boylarında sadece Oğuz adıyle karşımıza çıkan topluluk olmadıkları şüphesizdir. Çünkü İbn Hurdadbih ve Harizmî gibi eski coğrafyacılar başta olmak üzere bütün İslam müellifleri Tokuz Oğuzlar (Tokuz Ġuzz) ile Oğuzları (el-Ġuzz) birbirinden tamamen ayrı topluluklar olarak zikrederler... Böylece Dokuz Oğuzlar ile Seyhun Oğuzları arasında adlarının aynı olmasından dolayı sadece eski bir akrabalık sözkonusu olabilir” (Sümer 1999: 46). Taşağıl, Dokuz Oğuzlardan ayrı bir topluluk olan Batı (Seyhun) Oğuzlarının ortaya çıkışları hakkında şu bilgileri vermektedir: “Oğuz adı üzerine çok çeşitli açıklamalar yapılmışsa da artık kabileler anlamına geldiği, yani, ok+u+z olduğu genellikle kabul edilmektedir. Zaten Batı Gök-Türk Devletinde 634 yılını takip eden hadiselerde On Okların ortaya çıkması ve Türgişlerin meydana gelmesi hadiseleri Oğuzlar konusunda filolojik delilleri desteklemektedir. Gök-Türk tarihinin 627 yılına kadar olan kısmında hiç Oğuz isminin geçmemesi herşeyden önce Töleslerin, Oğuz öncesi fonksiyonunu icra ettiklerini göstermektedir. Bir başka ifade ile 627 yılından sonra Töles adı ve terimi önemini kaybetmiş, Orta Asya’da yeni boy dalgalanmaları ve yapılanmaları meydana gelmiştir. Her ne kadar Oğuzların Seyhun (Sır Derya) boylarına 775-785 (Halife el-Mehdi zamanı) dolaylarında geldiği tahmin edilse de onların Türgişlerin devamı olduğu tarihi süreç açısından daha doğrudur. Bilindiği gibi 766 yılından sonra Uygurların baskısıyla Tanrı Dağları-Isık Göl-Yedisu-Çu-Talas havalisine gelen Karlukların sıkıştırmasıyla Türgişler daha da batıya, Sır Derya boylarına ve kuzey batıya doğru kaymışlardır. Bu bölge zaten Türgiş, onun da öncesinde Batı Gök-Türk ülkesi toprakları idi. Muhtemelen 603 dolaylarında verilen Töles boyları daha sonra On Okları, yani Seyhun Oğuzlarını oluşturdular. IX. asırda Oğuzların

19

Page 19: Yazitlar dergisi 1 sayı

varlığı artık İslam kaynaklarında iyice belirginleşmektedir” (Taşağıl 2004: 92). Sümer ise, bu konuda yine benzer içerikle şunları kaydetmektedir: “Batı Gök Türk topluluğu on boydan meydana gelmiştir. Kağanlar on boyun boy beylerine birer ok vermekte idiler. Sonraları her ok bu boylardan birini ifade etti ve böylece on boya On Ok denildi... On boy iki kola ayrılmıştı. Fakat biz bu kolların taşıdıkları adların Tu-lu ve Nu-şe-pi olmak üzere Çince şekillerini biliyoruz. Her kolda eşit sayıda boy vardı. Bunlardan Tu-lu’lar sol kolu meydana getiriyorlar ve Isığ Göl’ün kuzeyi, kuzey doğusu ve doğusundaki yörelerde yaşıyorlardı. Sağ kolu teşkil eden Nu-şe-pi’ler de adı geçen gölün batısında, Çu ve Talas ırmaklarının arasında oturuyorlardı... Seyhun boylarındaki Oğuzların başındaki yabguların naibleri Köl Erkin ünvanını taşırlardı. Erkin’in ise, daha önce görüldüğü gibi, On Okların batıda oturan, yani, Çu ve Talas boylarında yaşayan Nu-şe-pi koluna mensup beyler tarafından taşınan bir ünvan olduğunu biliyoruz” (Sümer 1999: 29, 45). Yukarıdaki bilgilerden anlaşıldığı üzere, Seyhun Oğuzları, Batı Gök Türk Devletinin halkını oluşturan On Okların sağ, yani, batı kolu olan Nu-şi-pi boylarının devamı idiler ve Karlukların baskısıyla, tahminen 775-785 dolaylarında, aşağı Seyhun kıyılarına doğru inmek üzere yerlerinden çıkarılmadan önce Çu ve Talas ırmakları arasındaki eski yurtlarında yaşıyorlardı. Yine, Sümer bu konuda şunları söylemektedir: “Oğuzlar’ın aşağı Seyhun bölgesine doğudan, Çu ve Talas bölgelerinden geldikleri şüphesizdir. Fakat onların bu yeni yurtlarına ne zaman geldikleri bilinemiyor. Bununla beraber, Oğuzlar’ın aşağı Seyhun boylarına Halîfe el-Mehdi zamanında (775-785) geldikleri hakkında Horasanlı bir müverrihin sözleri doğru olabilir” (Sümer 1999: 65). Buna göre, Eski Oğuz Türkçesiyle yazılmış olması nedeniyle herhalde bu Seyhun Oğuzlarına ait olan Talas tahta çubuk yazıtı tahminen 775-785 yılları, başka deyişle, VIII. yüzyılın ikinci yarısından önceye, yani, Seyhun Oğuzlarının henüz Çu-Talas bölgesinde bulundukları döneme ait olmalıdır. Seyhun Oğuzlarının, daha doğrusu, devamı oldukları On Ok Nu-şi-pi boylarının, Çu-Talas bölgesindeki eski yurtlarına, başka bir deyişle, “eski Oğuzeli”ne ilk ne zaman yerleşmiş olabileceklerine ilişkin olarak yine Taşağıl’a başvurmak aydınlatıcı olacaktır: “...634 yılında kagan olan Işbara ülkesini on boya bölmüş, her boya birer ok verilmiş, bundan sonra unvanları On Şad ve On Ok şeklinde söylenmeye başlamıştı. Akabinde beş boya Beş Tuo-lu, diğer beşine ise Nu-shih-pi adları verildi. Beş Tuo-lu, çorluklar halinde tesis edilmiş ve Tokmak’ın (Suei-ye) doğusunda oturmuştu. Sağ yani Batı grubu oluşturan Nu-shih-pi’ler ise erkinlikler halinde teşkilatlandırılıp Tokmak’ın batısında ikamet edeceklerdi. Bu teşkilatlanmadan sonra genel olarak ortaya çıkan boylar On Ok (On Boy) adıyla zikredildiler.” (Taşağıl 2004: 119) Yukarıdaki verilerden, sonradan Seyhun Oğuzları olarak tarih sahnesinde devam edecek Nu-şi-pi boylarının, Batı Göktürk Devletinin yeni örgütleme ve yerleştirme siyasetinin gereği olarak 634 yılından, yani VII. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Tokmak’ın batısında, herhalde, Çu-Talas bölgesinde yurtlandırıldıkları anlaşılmaktadır. Buna göre, Talas tahta çubuk yazıtının, sonradan Seyhun Oğuzları olarak devam edecek Nu-şi-pi boylarının Çu-Talas bölgesine yerleştirildikleri VII. yüzyılın ikinci çeyreğiyle, Karluklar tarafından bölgeden çıkarıldıkları, tahminen VIII. yüzyılın ikinci yarısı arasına tarihlenmesi kanımızca mantıklı olacaktır. Bu bağlamda, T. Tekin’in, Tuna Bulgarcasıyla ilgili olarak Nagy-Szent-Miklós hazinesindeki runik yazıtların bir bölümü üzerindeki çalışmasında Talas tahta çubuk yazıtının eskiyazıbilimsel özelliklerine de değindiği şu görüşleri konumuz açısından önemlidir: “Asparuk yazıtları bize aynı zamanda

20

Page 20: Yazitlar dergisi 1 sayı

eski Türk runik yazısının Bulgar Türklerince de kullanılmış olduğunu gösteriyor. Sekiz harften oluşan bu yazıttaki ok/uk harfi Orhon yazıtlarında kullanılan ↓ şekline göre daha karmaşık, dolayısı ile de daha eskidir. Orhon yazıtlarındaki harflerin daha arkaik şekillerine bir de henüz okunamamış olan Talas çubuk yazıtında rastlıyoruz. Bu yazıtın da Orhon yazıtları döneminden, yani VIII. yüzyıldan daha eski bir döneme, VII. hatta VI. yüzyıla ait olduğu şüphesizdir” (Tekin T. 1987: 34). Kaynakça Agacanov, Sergey Grigeroviç (1969) 2010: Oğuzlar, İstanbul (Rusçadan çevirenler: Ekber N. Necef - Ahmet Annaberdiyev). Arat, Reşid Rahmeti 1979: Kutadgu Bilig III İndeks, İstanbul. Arıkoğlu, Ekrem 2005: Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük, Ankara. Arıkoğlu, Ekrem - Kuular, Klara 2003: Tuva Türkçesi Sözlüğü, Ankara. Atalay, Besim 1972: Divanü Lûgat-it-Türk Dizini, Ankara. Bayçarov, Soslanbek Yakuboviç 1996: Avrupa’nın Eski Türk Runik Abideleri, (Çeviren: Muvaffak Duranlı), Ankara. Bayram, Bülent 2007: Çuvaş Türkçesi-Türkiye Türkçesi Sözlük, Konya. Bozkurt, Fuat 2005: Türklerin Dili, İstanbul. Caferoğlu, Ahmet 1993: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul. Dilçin, Cem 1983: Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara. Erdi, Seçkin - Yurteser, Serap Tuğba 2005: Divânü Lugâti’t Türk, İstanbul. (Kâşgarlı Mahmûd 1072-1074). von Gabain, Annemarie 2003: Eski Türkçenin Grameri, (Çeviren: Mehmet Akalın), Ankara. Gürsoy-Naskali, Emine - Duranlı, Muvaffak 1999: Altayca-Türkçe Sözlük, Ankara. Kurat, Akdes Nimet 1937: Peçenek Tarihi, İstanbul. Orkun, Hüseyin Namık 1987: Eski Türk Yazıtları, Ankara. Rachmati, G. R. - Eberhard W. 1937: Türkische Turfan-Texte VII, Berlin. Sümer, Faruk 1999: Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul. Tannagaşeva, N. N. Kurpeşko - Akalın, Şükrü Halûk 1995: Şor Sözlüğü, Adana. Taşağıl, Ahmet 2004: Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, Ankara. Tekin, Talat 1987: Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara. ― 1995: Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler, Ankara. ― 1997 (1): Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Ankara. ― 1997 (2): Türkoloji Eleştirileri, Ankara. ― 2003: Orhon Türkçesi Grameri, İstanbul. Toparlı, Recep 2003: Kıpçak Türkçesi sözlüğü, Ankara. TDK DS X, 1993: Derleme Sözlüğü X, Ankara. User, Hatice Şirin 2009: Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları - Söz Varlığı İncelemesi, Konya. Vasilyev, Dmitri D. 1983: Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya, Leningrad.

21

Page 21: Yazitlar dergisi 1 sayı

GenelAğ Kaynakları (TS-CoI Achiktash Script): http://s155239215.onlinehome.us/turkic/30_Writing/Codex_EuroAsiaticAchiktash_En.htm Turk Bitig (The Achik-tash (Talas VII) runic text): http://irq.kaznpu.kz/?lang=e&mod=1&tid=3&oid=71&m=3

22

Page 22: Yazitlar dergisi 1 sayı

ANADOLU TÜRK OYMA (RUNİK) YAZITLARI

Özet

Son yıllarda Türkiye’de, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, çok sayıda oyma (runik) yazıtlar içeren kaya resmi alanları bulundu. Büyük bölümünün keşif onuru araştırmacı Servet Somuncuoğlu’na ait olan bu alanlardan şu ana dek yüzün üzerinde runik yazıt saptamış bulunmaktayız. İlerleyen zamanda yeni alanların keşfiyle birlikte bu sayı büyük olasılıkla daha da artacaktır. Ankara, Artvin, Erzincan, Erzurum, Hakkâri, Kars, Kırşehir, Ordu gibi Anadolu’nun çeşitli köşelerine dağılmış bulunan söz konusu oyma yazıtlar dil özellikleri bakımından genel olarak “Eski Türkçe Dönemine” ait olup buna göre, kabaca MS 6.-9. yüzyıllar arasına tarihlenebilirler. Ancak, bunların, MS 7.-10. yüzyıllar arasına tarihlenen Orhun-Yenisey yazıtlarından söz varlığı bakımından daha eskicil dil özellikleri sergileyen bir bölümünün, daha kesin bir öneri getirmek üzere, “Eski Türkçe Döneminin başlarına”, yani, MS 6. yüzyıla, hatta kuramsal sınırları biraz zorlayarak belki de “Ana Türkçe Döneminin sonlarına”, yani, MS 4.-5. yüzyıllara tarihlenmesi de olanaklıdır. O dönemlerde Anadolu’nun genel egemeni konumundaki Bizans Devletinin, askeri hizmetlerde kullanmak veya bitmek bilmeyen savaşlar, salgın hastalıklar gibi yıkıcı ve tüketici çeşitli nedenlerle Anadolu’nun, özellikle de toprağı işleyecek köylü nüfusunun iyice azalmış olduğu çeşitli bölgelerini şenlendirmek gibi amaçlarla, savaş ya da barış yoluyla ilişkide bulunmakta olduğu çeşitli Türk topluluklarını Hıristiyanlığa geçirerek Anadolu’nun birçok bölgelerine yerleştirmiş olduğu bilinmektedir. Bizans’ın 500 ile 1000 yılları arasında, yani, tam da “Eski Türkçe Dönemini” kapsayan bir zaman dilimi içerisinde Anadolu’ya arka arkaya yaptığı Türk yerleştirmeleri, kanımca, Anadolu Türk oyma yazıtlarının oluşumunda başlıca tarihsel etmenlerden biri olmuştur. İşte bizim bugün Anadolu’daki çeşitli kaya resmi alanlarında gün ışığına çıkarmaya başlamış bulunduğumuz Türk oyma yazılı belgeleri çok büyük ölçüde bu yerleştirilmiş Türk topluluklarından kalmış olmalıdır. Yukarıda sözü edilen Anadolu Türk oyma yazıtları, bu sayıdan başlamak üzere, bu derginin ilerleyen sayılarında da sürecek olan bir makale dizisiyle okuyuculara tanıtılacaktır.

Anahtar Sözcükler: Türk oyma (runik) yazısı, Anadolu Türk oyma (runik) yazıtları.

23

Page 23: Yazitlar dergisi 1 sayı

ANATOLIAN TURKIC RUNIC INSCRIPTIONS

Summary

In recent years in Türkiye, at various places in Anatolia fields of petroglyphs containing numerous runic inscriptions have been found. From these fields, the honor of exploration of the geater part of which belongs to the researcher Servet Somuncuoğlu, we have determined runic incsriptions more than a hundred up till now. This number will probably even more increase with the exploration of new fields by the time progressing. The runic inscriptions mentioned, scattered through various corners of Anatolia such as Ankara, Artvin, Erzincan, Erzurum, Hakkâri, Kars, Kırşehir, Ordu belong in general to the “Old Turkish Period” from the point of view of their linguistic features and according to this, they can be dated roughly in between 6.-9. centuries AD. However, bringing a more definite suggestion, a portion of these showing more archaic linguistic features from the point of view of their vocabulary than Orkhon-Yenisei inscriptions dated in between 7.-10. centuries AD can be dated to “the very beginning of the Old Turkish Period”, that is, to 6. century AD, moreover by forcing the theoretical limits a bit, maybe even “to the ends of the Proto-Turkic Period”, that is, in between 4.-5. centuries AD. It is known that the State of Byzantium which was at the position of being the general sovereign of Anatolia in that periods of time had placed various Turkic groups with whom he was in liaisons by war or by peace to many regions of Anatolia, by having them enter into the Christianity, with such purposes as to use them in military services or to repopulate by them various regions of Anatolia in which especially the population of peasants that would cultivate the land had rather diminished by various causes destructive and exhaustive such as wars never come to an end, epidemic diseases, and so on. In my opinion, that Byzantium had successively made Turkic placings to Anatolia in between the years 500 and 1000, that is, in a piece of time just comprising the “Old Turkish Period” had been a major historical factor in the formation of the Anatolian Turkic runic inscriptions. See, the documents in Turkic runic script which we nowadays have begun to bring to light in various fields of petroglyphs in Anatolia must have remained from those Turkic groups that had been placed. The above mentioned Anatolian Turkic runic inscriptions will be introduced to the readers by a series of papers which will be continued in the progressive issues of this journal, beginning from this issue.

Keywords: Turkic runic script, Anatolian Turkic runic inscriptions.

24

Page 24: Yazitlar dergisi 1 sayı

Anadolu Türk Oyma (Runik) Yazıtları I

Cengiz Saltaoğlu1

Son beş - on yıl içerisinde Türkiye’de, Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki kaya resmi alanlarında oyma yazıtlar bulundu. Bunlar arasında en varsıl buluntu alanı Ankara’nın Güdül İlçesi Salihler ve Adalıkuzu Köyleri kırsalında, belli bir bölge içerisinde toplanmış (şimdilik?) sekiz ayrı alandan oluşan bir kaya resimleri-oyma yazıtlar-kurganlar kompleksidir. Aynı zamanda, bir bölümünde, 5-10 km uzunluğunda ve 1,5-2 m genişliğinde, arada geçen birkaç bin yıl içerisinde kendi ağırlığı altında neredeyse üst kıyısına dek toprağa gömülmüş taş yığma bir duvarla çevrili bir kutsal alan olan bu kompleks 2008-2009 yılları içinde, Salihler Köyünden Cemil Söylemezoğlu’nun bildirmesi ve kılavuzluğuyla, TRT televizyonunda yapımcı-yönetmen ve araştırmacı Servet Somuncuoğlu’nca keşfedilip belgelendi. Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinde hizmetli memur olarak görev yapan ve zeki ve meraklı bir kişilik olan Söylemezoğlu’nu alanların keşfi yönünde harekete geçiren etken, Somuncuoğlu’nun Sibirya’dan Anadolu’ya kaya resimlerini konu edinen “Karlı Dağlardaki Sır” adlı belgeselini izlemesi olmuştu. Salihler - Adalıkuzu Köyleri kaya resimleri-oyma yazıtlar-kurganlar kompleksinin kamuoyuna ilk tanıtımı yine Servet Somuncuoğlu’nca, “Ankara’da Hun İzleri” başlığıyla Atlas Dergisinin Nisan 2009 sayısında yapıldı. Bu tarihten sonra alanla ilgili olarak erişilen yeni bulguların da tanıtımıyla birlikte, konu aynı yazarca, Atlas Dergisi Ocak 2011 sayısında, “Ankara Güdül - İşaretler” başlıklı makaleyle yeniden ele alındı. Yine aynı tarihlerde, 27 Ocak ve 3-10 Şubat 2011’de TRT Belgesel kanalında yayınlanan ve yapım-yönetimi Servet Somuncuoğlu’na ait, “Damgaların Göçü” belgeseliyle alan bir kez daha kamuoyunun gündemine getirildi. Bu makalenin2 konusunu, kaya resimlerine eşlik eden Türk oyma yazıtların yanısıra, içerdiği Ay-Yıldız çizimleri ve çok sayıdaki Oğuz damgalarından ötürü Türk kimliğine aitliği tartışmasız olan bu alandan seçilmiş bir oyma yazıt oluşturmaktadır. Bu oyma yazıt ve ona ilişkin okuma önerim, yukarıda sözü edilen ve benim de danışmanları arasında bulunduğum “Damgaların Göçü” belgeselinin ikinci bölümünde genel ve bilimsel kamuoyunun ilgisine sunulmuştu. İki dağkeçisi resminin eşlik ettiği ve Oğuz Türklerinden Salur boyunun damgasını taşıyan bu oyma yazıt, içeriğinden anlaşıldığı üzere, “Eski Oğuz Türkçesiyle” bir av duasıdır. Av duaları gerek Anadolu’da gerekse de Asya’da bulunan Türk kaya resmi alanlarında karşılaşılan oyma yazıtlar arasında önemli bir yer tutuyor. Bu yazıtların önemli bir özelliği genellikle dağkeçisi, geyik gibi av hayvanlarının resimleriyle birlikte bulunuyor olmaları. Öyle görünüyor ki burada (Türk) kaya resimlerinin yapılış nedenlerinden biriyle ilgili açık bir ipucu bulunuyor. Herhalde bu resimlerin bir bölümü avcının kayaya işlediği duasının bir parçası ve onun avda Tanrı’dan neyi dilediğinin sözsüz birer anlatımıydılar. Bu açıdan, aslında avcının dileğini Tanrı’ya yalnızca, avlamak istediği hayvanların resimlerini yaparak iletmesi de olanaklıydı, ki kaya resmi alanlarını dolduran sayısız dağkeçisi, geyik, vb. av hayvanı resimleri herhalde tam da bu amaca hizmet ediyor olmuş olmalıdırlar. Ancak, yazı

1 Antalya Kemer Devlet Hastanesi Tabibi, e-posta: [email protected] 2 Bu makalenin özet bir sürümü, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi 297. (Eylül 2011) sayısında yayımlanmıştır.

25

Page 25: Yazitlar dergisi 1 sayı

yazmasını bilen kimi avcı dedelerimiz kayaya resimledikleri sözsüz yakarışlarını ayrıca sözle de pekiştirmek lütfunda bulundular. Böylece, onlar gelecekteki biz torunlarına, hiç ayırdında olmadan, ölçülemez değerde dil anıtları bırakmış oldular. Anadolu Türk kaya resimlerinin Avrasya Eski Türk kaya resimleri geleneğiyle olan doğal bağını göstermek ve tanıtlamak açısından, makaleye ayrıca, araştırmacı Servet Somuncuoğlu’nun Temmuz-Ağustos 2006’da Moğolistan’daki bir araştırma ve belgeleme çalışmasında Mandal Hayrhan kaya resimleri alanında3 görüntülediği, benzer içerikteki bir av duası yazıtı eklenmiş bulunmaktadır. Bu oyma yazıt daha önce de Somuncuoğlu’nun, Sibirya’dan Anadolu’ya kaya resimlerinin karşılaştırmalı bir inceleme ve sergilemesini konu edinen “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” adlı seçkin inceleme-albüm kitabında fotoğraf olarak genel ve bilimsel kamuoyunun ilgisine sunulmuştu (Somuncuoğlu 2008: 116).

Ankara Güdül Salihler I4

Fotoğraf: Servet Somuncuoğlu, Ankara Güdül Salihler Köyü kırsalı, 05.07 2009

3 Moğolistan Mandal Hayrhan kaya resimleri alanıyla ilgili geniş görsel bilgi araştırmacı Servet Somuncuoğlu’nun Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler (A-Z Yapı İnşaat Sanayi Ticaret A. Ş.’nin desteğiyle, İstanbul, 2008) adlı inceleme-albüm kitabında bulunabilir. 4 Yazıtlar Dergisi 1. sayısının bu ikinci basımında Salihler I yazıtının (Çi’nin Av Yakarışı) birinci satırında düzeltme yapılmıştır.

26

Page 26: Yazitlar dergisi 1 sayı

27

Page 27: Yazitlar dergisi 1 sayı

Aŋçı aŋın äs, Äçü’dä aŋ, äd! Ançu iş! Äs alın äs ıpan! Ol ulap ay Çi äs! Avcının avını uzat, Baba’dan(dır) av (ve) iyilik! Armağanı al! Uzat çâresini av hayvanı göndererek! Onu ulaştırıp buyur Çi’nin nasibini!

I. Satır

Sağdan sola - Aşağıdan yukarıya: ng ç ngn1 s2 ç d2 A ng d2 ngç ngn1 s2 çd2A ng d2 aŋç(ı) aŋ(ı)n äs äç(ü)dä aŋ äd Aŋçı aŋın äs, Äçü’dä aŋ, äd! Avcının avını uzat, Baba’dan(dır) av (ve) iyilik!

28

Page 28: Yazitlar dergisi 1 sayı

II. Satır

III. Satır

IV. Satır

Aŋçı aŋın äs, Äçü’dä aŋ, äd! Ançu iş! Äs alın äs ıpan! Ol ulap ay Çi äs! Avcının avını uzat, Baba’dan(dır) av (ve) iyilik! Armağanı al! Uzat çâresini av hayvanı göndererek! Onu ulaştırıp buyur Çi’nin nasibini!

Sağdan sola - Aşağıdan yukarıya: nç w I s2 s2 l1 n1 : s2 I p n1 nçw Is2 s2 l1n1 : s2 Ipn1 ançu iş äs al(ı)n : äs ıpan Ançu iş! Äs alın äs ıpan! Armağanı al! Uzat çâresini av hayvanı göndererek!

Sağdan sola - Aşağıdan yukarıya: w l1 w l1p wl1 wl1p ol ulap Onu ulaştırıp

Sağdan sola - Aşağıdan yukarıya: y1 iç s2 y1 iç s2 ay çi äs ay Çi äs! buyur Çi’nin nasibini!

29

Page 29: Yazitlar dergisi 1 sayı

Dilbilgisel Çözümleme ve Sözvarlığı alın “çâresini” < al “çâre” + -ı “tekil 3. kişi iyelik soneki” + -n “iyelik ekli gövdelere gelen belirtme durumu soneki” al “hile, yol, yöntem, çâre” Eski Uygur Tü. al “3. Yol, vasıta, usûl, çâre. 4. Al, hile, aldatma” (Caferoğlu 1993: 7) Karahanlı Tü. āl “Hile, dalavere” (Erdi-Yurteser 2005: 138) Ana Tü. āl hile, aldatma: MK āl, AH āl, Türkm. ālda- (Tekin T. 1995: 171) ançu “değer; ödül; armağan; gök” Eski Uygur Tü. ançu “Değer, kıymet; mükâfat; sema” (Caferoğlu 1993: 10) Orhun Tü. ançola- “(bir büyüğe) bir şey takdim etmek, sunmak” (KT D 32) < *anço “hediye, ödül” (Tekin T. 2003: 87) aŋ, äŋ “av; av hayvanı” Eski Tü. aŋ, äŋ “av hayvanı” (von Gabain 2003: 261) Orhun Tü. äŋ “büyük baş av hayvanı” (Tekin T. 2003: 243) Eski Uygur Tü. aŋçı “Avcı, hayvan avcısı” (Caferoğlu 1993: 11) <*aŋ “av; av hayvanı” + -çı “addan ad yapan sonek”; äŋ “1. Av” (Caferoğlu 1993: 48) Karahanlı Tü. aŋdī- “av için kapan hazırlamak, tuzak kurmak” (Erdi-Yurteser 2005: 145) < *aŋ “av; av hayvanı” + -dī- “addan eylem türeten sonek”

aŋçı “avcı” Eski Uygur Tü. aŋçı “Avcı, hayvan avcısı” (Caferoğlu 1993: 11) <*aŋ “av; av hayvanı” + -çı “addan ad yapan sonek” aŋın “(onun) avını” < aŋ “av; av hayvanı” + -ı “tekil 3. kişi iyelik soneki” + -n “iyelik ekli gövdelere gelen belirtme durumu soneki” ay! “söyle! buyur!” (tekil 2. kişi buyurma kipi) ay- “söylemek, demek, buyurmak” Orhun Tü. ay-“ söylemek, buyurmak” (Tekin T. 2006: 124); “1. demek, söylemek, açıklamak 2. talimat vermek, buyurmak 3. yol göstermek, öğütlemek, danışmanlık yapmak 4. (kıyın sözüyle) ceza tebliğ etmek 5. (teŋri ve yer sözleriyle) egemen olmak, hükmetmek 6. (bodun sözüyle) egemenlik altına almak” (User 2009: 518) Eski Uygur Tü. ay- “söylemek, konuşmak, haber vermek” (Caferoğlu 1993: 19) Karahanlı Tü. ay- “söylemek” (Erdi-Yurteser 2005: 162) Çi “kişi adı” Kıpçak Tü. çi (I) “Akbaba cinsinden bir kuş” (Toparlı 2003: 51) Äçü’dä “Baba’dan (Tanrı’dan)” < äçü “ata, dede, baba” + -dä “adın bulunma-çıkma durumu soneki” Orhun Tü. äçü “ata, dede, ecdat” (Tekin T. 2003: 243) Eçü sözcüğü, Karahanlı Türkçesinde “(Tanrıya seslenme olarak) ey baba, peder” (KB)152 anlamında kullanılmıştır: siziksiz bir ök sen ay meŋü eçü “sen, şüphesiz, birsin, ey sonsuz Tanrı” (KB: 10) (Li 1999: 91) äd “madde; mal, değerli şey; iyiye işaret olan herhangi bir şey, iyilik”

30

Page 30: Yazitlar dergisi 1 sayı

Eski Uygur Tü. äd “madde, mülk, servet” (Caferoğlu 1993: 45)

Karahanlı Tü. ēd “İşlenmiş, imal edilmiş herhangi bir şey, örneğin süslü bir kumaş ya da benzerleri; iyiye işaret olan herhangi bir şey” (Erdi-Yurteser 2005: 247) < ēd ay. [Eski Tü. ädgü “iyi, güzel” < äd “iyiye işaret olan herhangi bir şey, iyilik” + -gü “addan ad yapan sonek”] [Krşnz. 160. {+gU}. Nitelik adları türetir: ädgü “iyi; yarar, kazanç” (BK K 5, vb.) < *äd “mal, değerli şey”; krş. Uyg. ädsiz “faydasız”, ädlig “değerli, kıymetli”, MK ädlig ay., ädgär- “gelişmek” (Tekin T. 2003: 82)] äs! “uzat!” (tekil 2. kişi buyurma kipi) Karahanlı Tü. es- “germek” (Erdi-Yurteser 2005: 265); “uzatmak” (Atalay 1972: 40)

äs “av hayvanı; yırtıcı hayvanların payı, av payı, (avda) nasip” Karahanlı Tü. es “Yırtıcı hayvanların avı olan hayvan” (Erdi-Yurteser 2005: 265); yırtıcı, vahşî hayvanların avı, payı (Atalay 1972: 40)

ıpan “gönderip, göndererek” < ı- “göndermek” + -pan “ulaç türeten sonek” [{-(X)pAn} Ekli Eylem Zarfı 419. Bu eylem zarfı {-(X)p} eylem zarfının genişletilmiş biçimidir.] (Tekin T. 2003: 174)

Eski Tü. ı- “terk etmek, göndermek, kaçırmak” (von Gabain 2003: 273)

Eski Uygur Tü. ı- “Göndermek” (Caferoğlu 1993: 57)

Kıpçak Tü. ı- (I) “Göndermek” (Toparlı 2003: 101)

Ana Tü. ī-, īd- göndermek: MK īd-, Yak. īt-, Çuv. yar- (Tekin T. 1995: 175)

iş! “çek! çekip al! el koy! al!” (tekil 2. kişi buyurma kipi) iş- “çekmek, çekip almak, el koymak” Eski Uygur Tü. iş- “beschlagnahmen, an sich reißen, hin- und herreißen” (haczetmek, el koymak, zorla almak, çekip almak, kendine çekmek, etkilemek, hayran bırakmak)” (Tekin Ş. 1980: 49) Kıpçak Tü. eş- (I) “Çekmek, çevirmek” (Toparlı 2003: 76)

Hakas Tü. is- (II) “1. Çekip almak, çekmek. 2. Kürek çekmek. 3. Suyu çekerek almak.” (Arıkoğlu 2005: 227) < *iş- ay. Kazak Tü. es- “2. (Kayıkta) kürek çekmek” (Koç - Bayniyazov - Başkapan 2003: 144) < *eş- ay. Altay Tü. eş- “(Kürek) çekmek” (Gürsoy Naskali - Duranlı 1999: 85)

Kazan Tatarcası iş- II “rudern” (Kürek çekmek) (Kakuk - Baski 1999: 51)

Şor Tü. eş- “Kürek çekmek” (Tannagaşeva - Akalın 1995: 30)

Teleüt Tü. eş- “Kürek çekmek” (Ryumina-Sırkaşeva - Kuçigaşeva 2000: 38) ol “o” (gösterme adılı - tekil 3. kişi - ya da gösterme nitemi olarak); -dır/-dir/-dur/-dür (yüklem bağlayıcısı) Orhun Tü. ol “o, onlar; -dır” (Tekin T. 2003: 250)

Karahanlı Tü. ol “O” anlamına gelen bir ilgeç; “şu” anlamına gelen bir ilgeç; adlara ve eylemlere eklenen bir pekiştirme ilgeci.” ol menig oglum ol: O, kesinlikle benim oğlumdur; ol ewke barmış ol: O, kesinlikle eve gitti. (Erdi-Yurteser 2005: 355)

31

Page 31: Yazitlar dergisi 1 sayı

Eski Uygur Tü. ol “Bu, o” (Caferoğlu 1993: 94)

ulap “ulayıp, ulaştırıp” < ula- “ulamak, ulaştırmak” + -p “ulaç türeten sonek” Orhun Tü. ula- “eklemek, birleştirmek” (Tekin T. 2003: 256) Eski Uygur Tü. ula- “Bağlamak, rapdetmek” Caferoğlu 1993: 172)

Kıpçak Tü. ula- “Bitiştirmek, ulaştırmak” (Toparlı 2003: 292)

Eski Türkiye Tü. ula- “Eklemek, katmak, ulaştırmak” (Dilçin 1983: 218)

Ana Tü. ūla- ulamak, bağlamak: MK ūla-, ūla-n- (bk. ūl) (Tekin T. 1995: 179)

Binişik Yazımlar (Sağdan sola)

ngn1 s2 < ng n1 s2

I s2 s2 l1 n1 < I s2 s2 l1 n1

l1p < l1 p

Oğuz Türklerinden Salur Boyunun Damgası

Kâşgarlı Mahmûd Reşidü’d-din Yazıcıoğlu Hünername

Ebu’l Gazi Bahadır Han

Salur Damgaları

Oğuz damgaları için yararlanılan kaynak: Durmuş 2008

32

Page 32: Yazitlar dergisi 1 sayı

Karşılaştırmalı Ses Değerleri Çizelgesi

Ankara Güdül

Salihler I Orhun

Yazıtları Yenisey Yazıtları

Talas Yazıtları

Hoytu- Tamir

Yazıtları Elyazmaları Ses

Değerleri

A (a/ä)

I (ı/i)

w (o/u)

d2 (äd/d)

l1 (al/l)

n1 (an/n)

s2 (äs/s)

y1 (ay/y)

ç (aç/äç/ç)

ng

(ang/äng/ng)

p (ap/äp/p)

(anç/änç/nç)

iç (iç/çi)

Sözcük ׃ ׃ ׃ ׃ ׃ ayırıcı

Ses değerleri için yararlanılan başvuru kaynakları: Tekin T. 1997: 18-20; Tekin T. 2003: 22-23; Vasilyev 1983: 7 Tarihsel Arka Alan Karşılaştırmalı çizelgeden açıkça görüldüğü gibi, Orhun-Yenisey karakterli olan bu oyma yazıt dil özellikleri bakımından Eski Türkçe dönemine aittir. Bilindiği gibi, dilbilimde Türk dilinin tarihsel gelişimi belli dönemlere ayrılarak incelenir ve bunlar belli bir kronolojik sıralama içerisinde ele alınır:

Türk Dilinin Tarihsel Dönemleri

1. İlk Türkçe dönemi (Başlangıçtan Milat sıralarına değin) Çuvaşça da içinde olmak üzere, bütün Türk dillerinin atasıdır.

33

Page 33: Yazitlar dergisi 1 sayı

2. Ana Türkçe ve Ana Bulgarca dönemi (1.-6. yüzyıllar) Ana Bulgarca bugünkü Çuvaş Türkçesinin, Ana Türkçe ise, Çuvaşça dışındaki öbür bütün Türk dillerinin atasıdır. 3. Eski Türkçe dönemi (6.-9. yüzyıllar) ve Eski Bulgarca (Tuna Bulgarcası) dönemi (8.-9. yüzyıllar) 4. Orta Türkçe ve Orta Bulgarca (Volga Bulgarcası) dönemi (11.-16. yüzyıllar) 5. Yeni Türkçe ve Çuvaşça dönemi (16. yüzyıldan bugüne dek olan dönem) (Kaynak: Tekin T. - Ölmez 2003: 14-56) Bu bağlamda, Türk dilinin Eski Türkçe dönemi kuramsal olarak MS. 6.-9. yüzyıllar arasını kapsamaktadır. Bu dilbilimsel dönemlendirmede Anadolu Türk oyma yazıtları açısından bizi asıl ilgilendiren dönem Eski Türkçe dönemidir. Bunun nedeni, şu ana dek incelemiş bulunduğum Anadolu Türk oyma yazıtlarının dilinin bir bütün olarak Eski Türkçe dönemiyle uyumlu olmasıdır. Bu da onların kuramsal olarak kendiliğinden 6.-9. yüzyıllar (500-800’ler) arasına kabaca tarihlendirilebilecekleri anlamına gelmektedir. Bu kuramsal tarihlendirmenin Anadolu’nun genel erken dönem tarihindeki yeri ve karşılığı nedir? Türklerin, Selçukluların 1071’deki Malazgirt zaferinden önceki yüzyıllarda da Anadolu’ya birkaç kez girdikleri bizzat Bizans kaynaklarından bilinmektedir. MS. 395-396 yıllarında, Avrupa Hunlarının doğu kanadınca düzenlenip Kafkaslar üzerinden Suriye’ye dek inen ve sonra Karadeniz’in kuzeyine geri dönen, iki yıl süreli bir seferde Hunlar Basık ve Kursık adlı iki başbuğun komutasında Doğu Anadolu’yu ve Ankara da içinde Orta Anadolu’yu bir süreliğine işgal etmişlerdir. Bundan 120 yıl sonra ise, bu kez de Sabar (Sabir) Türkleri MS. 516’da yine Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girerek Kayseri, Ankara ve Konya dolaylarına dek ilerlemiş ve Doğu ve Orta Anadolu’yu kısa bir süre işgalleri altında bulundurmuşlardır. Bu iki kısa süreli işgal Anadolu Türk oyma yazıtlarının oluşumunu açıklamak için her ne denli tek başına yeterli değilse de, ordular geri çekilirken geride, dış farkındalığa karşı görece yalıtılmış kırsal alanda kimi küçük Türk topluluklarının kalarak yerleştiği ve yazıtların hiç olmazsa bir bölümünü bunların bırakmış olduğu düşünülebilir. Fakat Anadolu Türk oyma yazıtlarının oluşumuna gerçekte asıl katkıyı, o tarihlerde Anadolu topraklarının genel egemeni konumundaki Bizans Devletinin bizzat kendisi yapmış olmalıdır. Yukarıda anılan kısa süreli işgaller dışında, 1071’den önce Türklerin Anadolu’ya bir başka girişleri de, çeşitli Türk boylarıyla ilgili olarak bizzat Bizans Devletinin birtakım amaçlarla Anadolu’ya erken dönemlerde yaptığı yerleştirmeler yoluyla olmuştur. Bizans Devleti daha 6. yüzyılın başlarından itibaren, o sırada Avrupa Hunlarının ardından Doğu Avrupa’nın büyük bir bölümünü ellerinde bulunduran Türkleri (Bulgar ve daha sonra da Avar Türklerini) bir yandan Hıristiyanlaştırmaya, bir yandan da askeri hizmete almaya ve Anadolu’ya yerleştirmeye çalışmıştır. Bu askere alma ve yerleştirme işi Ermenilere, İranlılara (Sasanilere) ve Araplara (Müslümanlara) karşı olmuştur (Eröz 1983). 530 yılında Bizans ordularınca bozguna uğratılan Bulgar Türklerinin bir bölümü Anadolu’ya geçirilmişler ve Trabzon yöresi ile Çoruh ve yukarı Fırat bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Bundan iki yüzyıl sonra ikinci bir Bulgar Türkü yerleştirmesi olmuştur. 755 yılında Bizans İmparatorluğu Bulgar Türklerinden bir bölümünü Anadolu’ya geçirmiş ve Müslümanlar ile savaşmak üzere Tohma ve Ceyhan havzalarına yerleştirmiştir. Bu tarihten iki yüzyıl sonra yine Bulgar Türkleri ile ilgili bir kayıt görülür. 947’de Sayf al-Davla ile Bardas

34

Page 34: Yazitlar dergisi 1 sayı

arasında olan savaşta Rum generalinin yanında önemli miktarda ücretli Bulgar askeri bulunmuştur ki bunlar Kapadokya bölgesine aktarılan Türk Bulgarlardır (Eröz 1983). Bulgar Türklerinden başka, Bizans Devleti Anadolu’nun çeşitli yerlerine, çeşitli tarihlerde Avarları da yerleştirmiştir. 577’de imparator II. Justin İranlılar ile savaşmak üzere Avarlardan bir bölüm halkı maiyetine almış ve Anadolu’ya geçirerek doğu bölgelerine yerleştirmiştir. Yine, 620 yılında imparator Heraclius İranlılar ile savaşmak üzere Avarlardan bir bölümünü yanına çekmeyi başarmış ve bunları İran sınırına göndermiştir (Eröz 1983). Bu yerleştirmelerin anıları bugün de Anadolu’da “Bulgar” ve “Avar” adlarını içeren çeşitli yer adlarında yaşamaktadır. Bizans Devletinin, askeri hizmetlerde kullanmak veya bitmek bilmeyen savaşlar, salgın hastalıklar gibi yıkıcı ve tüketici çeşitli nedenlerle Anadolu’nun, özellikle de toprağı işleyecek köylü nüfusunun iyice azalmış olduğu çeşitli bölgelerini şenlendirmek gibi amaçlarla, savaş ya da barış yoluyla ilişkide bulunmakta olduğu çeşitli Türk boylarını Hıristiyanlığa geçirerek Anadolu’nun birçok bölgelerine yerleştirme siyaseti, en sonunda Selçukluların Anadolu’yu bütünüyle açtıkları 1071 tarihine dek sonraki yüzyıllarda da sürmüş ve Bulgar ve Avar Türklerinden sonra Uzlar, Peçenekler ve Kuman-Kıpçaklardan çeşitli Türk toplulukları da bu yolla Bizans’ın Anadolu’daki hıristiyan uyrukları arasına katılmışlardır (Eröz 1983). Bizans’ın, temelinde dinsel kimlik aidiyeti üzerinden özümleme ve bağlılık sağlama amacı güden öncelikle ve üsteleyerek Hıristiyanlaştırma siyaseti gereği Hıristiyanlığa geçirerek Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirmiş olduğu Türk topluluklarının başlangıçta Hıristiyanlığı ne ölçüde benimsemiş oldukları sorgulanabilir. Aslında, en azından iki üç kuşak, nereden bakılsa, 50-100 yıl eski inanış ve geleneklerin bırakıl(a)mamış olacağını beklemek son derece mantıklıdır. Şurası yadsınamayacak bir olgu olmalıdır ki söz konusu Türk toplulukları birkaç kuşak içerisinde yeni dinin (Hıristiyanlığın) yasaklamasıyla tümüyle bırakmadan önce, Avrasya’dan getirdikleri ve Türk Tengri dininin ayrılmaz bir parçası olan Eski Türk kaya resimleri ve yazıtlar geleneğini Anadolu’da bir süre daha uygulamış, belki de kestirilebilecek olandan çok daha uzun bir süre boyunca sürdürmüşlerdir. Bizans’ın 500 ile 1000 yılları arasında, yani, tam da Eski Türkçe dönemini kapsayan bir zaman dilimi içerisinde Anadolu’ya arka arkaya yaptığı Türk yerleştirmeleri bu sürekliliğe kuşkusuz çok temel bir katkıda bulunmuştur. İşte bizim bugün Anadolu’daki çeşitli kaya resmi alanlarında gün ışığına çıkarmaya başlamış bulunduğumuz oyma yazılı belgeler çok büyük ölçüde bu yerleştirilmiş Türk topluluklarından kalmış olmalıdır. Şurası bir gerçektir ki Selçuklular Anadolu’ya girdiklerinde, buralarını hıristiyan olmuş Türklerle meskun bulmuşlardı. O sırada Anadolu’nun yerli halkından bu hıristiyan Türklerin bir bölümü daha sonra müslüman soydaşlarına uyarak İslamiyet'e geçmiş fakat Türkçeden başka bir dil bilmeyen, ortodoks hıristiyan Karamanlı Türkleri gibi önemli bir bölümü de Hıristiyanlıkta kalmayı sürdürmüşlerdir. Selçuklu’da ve daha sonra da Osmanlı’da, müslüman Oğuz Türkünün gözünde dinsel kimliklerinden ötürü yüzyıllarca “Rum” milletinden sayılmış olan bu hıristiyan Türklerin hemen tümü Cumhuriyet döneminin başlarında Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesinde, “gerçek Rumlarla” birlikte, çoğusu Türk kökenli müslüman nüfusla değiştokuş edilmiştir (Eröz 1983). Bugüne dek, Türklerin Anadolu’ya geliş ve yerleşme tarihi için, yaygın bilinirliğiyle, Selçukluların 1071 Malazgirt Zaferi başlangıç alınıyordu. Ancak, son birkaç yıldır Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunmuş olan oyma yazılı belgeler bu genel kanının açıkça

35

Page 35: Yazitlar dergisi 1 sayı

yanlış olduğunu ve Türklerin Anadolu’ya yerleşme tarihinin, en azından elimizde bulunan şu anki veriler temelinde, 5.-6. yüzyıllardandan başlatılması gereğini ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, Anadolu Türk tarihinin erken dönemleri artık yeniden yazılmalıdır.

Kaynakça Arıkoğlu, Ekrem 2005: Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük, Ankara. Atalay, Besim 1972: Divanü Lûgat-it-Türk Dizini, Ankara. Caferoğlu, Ahmet 1993: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul. Dilçin, Cem 1983: Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara. Durmuş, İlhami, “Anadolu - Orta Asya arasında kültür bağları ve Doğu Anadolu’da esk� Türk kültürünün �zler�” Belge 1 ve Belge 2: Oğuz Boyları ve Damgaları”, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak 2008. Erdi, Seçkin - Yurteser, Serap Tuğba 2005: Divânü Lugâti’t Türk, İstanbul. (Kâşgarlı Mahmûd 1072-1074). Eröz, Mehmet 1983: Hıristiyanlaşan Türkler, Ankara. Gürsoy-Naskali, Emine - Duranlı, Muvaffak 1999: Altayca-Türkçe Sözlük, Ankara. Kakuk, Zsuzsa - Baski, İmre 1999: Kasantatarisches Wörterverzeichnis (İnceleyenler: Árpád Berta, Hasan Eren, Zeynep Korkmaz), Ankara. Koç, Kenan - Bayniyazov, Ayabek - Başkapan, Vehbi 2003: Kazak Türkçesi Türkiye Türkçesi Sözlüğü, Ankara,. Li, Yong-Sŏng 1999: Türk Dillerinde Akrabalık Adları, İstanbul. Ryumina-Sırkaşeva, Lyudmila Timofeyevna - Kuçigaşeva, Nadejda Aleksandrovna 2000: Teleüt Ağzı Sözlüğü (Çevirenler: Şükrü Halûk Akalın, Caştegin Turgunbayev), Ankara. Somuncuoğlu, Servet 2008: Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler (A-Z Yapı İnşaat Sanayi Ticaret A. Ş.’nin desteğiyle), İstanbul. ― “Ankara’da Hun İzleri”, Atlas Dergisi, Nisan 2009. ― “Ankara Güdül - İşaretler”, Atlas Dergisi, Ocak 2011. Tannagaşeva, N. N. Kurpeşko - Akalın, Şükrü Halûk 1995: Şor Sözlüğü, Adana. Tekin, Şinasi 1980: Berliner Turfantexte IX, Maitrisimit Nom Bitig - Die uigurische Übersetzung eines Werkes der buddhistischen Vaibhāṣika-Schule 2. Teil: Analytischer und rückläufiger Index, Berlin. Tekin, Talat 1995: Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler, Ankara. ― 1997: Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Ankara. ― 2003: Orhon Türkçesi Grameri, İstanbul. ― 2006: Orhon Yazıtları, Ankara. Tekin, Talat - Ölmez, Mehmet 2003: Türk Dilleri - Giriş, İstanbul. Toparlı, Recep 2003: Kıpçak Türkçesi sözlüğü, Ankara. User, Hatice Şirin 2009: Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları - Söz Varlığı İncelemesi, Konya. Vasilyev, Dmitri D. 1983: Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya, Leningrad. von Gabain, Annemarie 2003: Eski Türkçenin Grameri (Çeviren: Mehmet Akalın), Ankara.

36

Page 36: Yazitlar dergisi 1 sayı

Moğolistan Mandal Hayrhan1 Av Duası

Cengiz Saltaoğlu2

Fotoğraf: Servet Somuncuoğlu, Moğolistan Mandal Hayrhan, Temmuz-Ağustos 2006 Türkiye’de, Anadolu’da son yıllarda keşfedilmeye başlanmış olan kaya resmi alanlarıyla Asya’daki kaya resmi alanları arasında pek çok benzerlik ve ortak özellikler bulunuyor. Bunların en önemlilerinden birisi, kaya resimlerine eşlik eden, Türk oyma (runik) yazısıyla yazılmış yazıtlar. Bu oyma (runik) yazıtların içerik ve işlenen konular açısından da tam bir birlik sergiliyor oluşu bize, son zamanlarda Anadolu’nun çeşitli yerlerinde keşfedilmiş bulunan kaya resimleri ve oyma yazıtların Asya’daki kaya resimleri ve oyma yazıtlar uygulamasının doğal bir uzantısı olduğunu gösteriyor. Bu makalede bu olgunun canlı ve açık seçik bir örneği okuyucunun yakın ilgisine sunulacaktır.3 Burada okuyucunun dikkatini kesinlikle çekecek bir başka ortak nokta da, gerek Anadolu’daki gerekse de Asya’daki kaya resmi alanlarından verilen oyma yazıt örneklerine eşlik etmekte olan Türk boy damgalarıdır.

1Moğolistan Mandal Hayrhan kaya resimleri alanıyla ilgili geniş görsel bilgi araştırmacı Servet Somuncuoğlu’nun Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler (A-Z Yapı İnşaat Sanayi Ticaret A. Ş.’nin desteğiyle, İstanbul, 2008) adlı seçkin inceleme-albüm kitabında bulunabilir. 2Antalya Kemer Devlet Hastanesi Tabibi, e-posta: [email protected] 3 Moğolistan Mandal Hayrhan Av Duası yazıtı daha önce de, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi 297. (Eylül 2011) sayısında, “Anadolu Türk Runik Yazıtları III” başlıklı, yine tarafıma ait makale içerisinde yayımlanmıştır.

37

Page 37: Yazitlar dergisi 1 sayı

38

Page 38: Yazitlar dergisi 1 sayı

Apaŋ äsim ök, ab et Sän! Är atu ol äŋlä ok! (Tanrım) eğer av payım (nasibim) (ise, bana onu) av et Sen! Er (kişi) atarak onu avla ok!

39

Page 39: Yazitlar dergisi 1 sayı

Dilbilgisel Çözümleme ve Sözvarığı ab “av; av hayvanı” Orhun Tü. ab “av” (Tekin T. 2003: 237) Eski Uygur Tü. ab “Av” (Caferoğlu 1993: 1) Karahanlı Tü. āw “Av” (Erdi-Yurteser 2005: 159) < *āb ay. Kıpçak Tü. av (I) “1. Av. 2. Av hayvanı” (Toparlı 2003: 16) < *āb ay. Ana Tü. āb av: MK āw, Türkm. āv (Tekin T. 1995: 171) apaŋ “eğer” Eski Uygur Tü. abam, apam, abang “Eğer, şayet” (Caferoğlu 1993: 1) Karahanlı Tü. apaŋ “Eğer” anlamına gelen bir ilgeç. (Erdi-Yurteser 2005: 145) atu “atarak, atıp” < at- “atmak” + -u “ulaç türeten sonek” Orhun Tü. at- “(ok) atmak; avlanmak (Altınköl I 4)” (Tekin T. 2003: 238) Eski Uygur Tü. at- “1. Şafak sökmek, tan atmak. 2. Nişana atmak, silah atmak, nişan almak. 3. Fışkırmak, akmak, çağlamak. 4. Vurmak, dövmek” (Caferoğlu 1993: 17) Karahanlı Tü. at- “(Ok, vb.) atmak; şafak sökmek; (bir şeyi) atmak” (Erdi-Yurteser 2005: 159) Kıpçak Tü. at- “1. Atmak, fırlatmak. 2. Bırakmak, salmak. 3. Ok atmak.” (Toparlı 2003: 15) äŋlä! “avla!” (tekil. 2 kişi buyurma kipi) Orhun Tü. äŋlä- “avlamak” (Tekin T. 2003: 243) < *äŋ “büyük baş av hayvanı” + -lä- “addan eylem türeten sonek” Orhun Tü. äŋ “büyük baş av hayvanı” (Tekin T. 2003: 243) är “er, erkek, adam” Orhun Tü. är “adam, adamlar, halk” (Tekin T. 2003: 243)

I. Satır

Yukarıdan aşağı - Soldan sağa:

p ng s2 m ẅk b1 t2 s2 n2

png s2m ẅk b1 t2 s2n2

apaŋ äs(i)m ök ab et sän

Apaŋ äsim ök, ab et Sän!

(Tanrım) eğer av payım (nasibim) (ise, bana onu) av et Sen!

II. Satır

Sağdan sola:

r2 t1 w w l1 ng l2 A wk

r2 t1w wl1 ngl2A wk

är atu ol äŋlä ok

Är atu ol äŋlä ok!

Er (kişi) atarak onu avla ok!

40

Page 40: Yazitlar dergisi 1 sayı

Eski Uygur Tü. är “1. Erkek, kimse. 2. Efendi, bey, şehzade. 3. Zevc, koca. (Caferoğlu 1993: 48) Karahanlı Tü. er “Erkek” (Erdi-Yurteser 2005: 260) Kıpçak Tü. er “Erkek, er, adam” (Toparlı 2003: 74) Eski Türkiye Tü. er (I) “1. Koca, zevç. 2. Erkek, kişi. 3. Yiğit, kahraman. 4. Bektaşi şeyhi, mürşit, erenler. 5. Sahip.” (Dilçin 1983: 83) Ana Tü. hēr er, erkek, adam: Uyg. Br. hǟrä, Hlç her, Türkm. ēr, Soy. ēr, Koyb. ır (Tekin T. 1995: 181)

äsim “av payım” < äs + -(i)m “tekil 1. kişi iyelik soneki” äs “av hayvanı; yırtıcı hayvanların payı, av payı, (avda) nasip” Karahanlı Tü. es “Yırtıcı hayvanların avı olan hayvan” (Erdi-Yurteser 2005: 265); yırtıcı, vahşî hayvanların avı, payı (Atalay 1972: 40) et! “et! kıl! yap! düzelt! düzenle! düzene sok!” (tekil 2. kişi buyurma kipi) Orhun Tü. et- ~ it- “düzenlemek, düzene sokmak, örgütlemek”; (ettirgen çatı) et-it- “yaptırmak, yaptırtmak, kurdurtmak”; it- “düzenlemek, tanzim etmek” (Tekin T. 2003: 244, 245) Eski Uygur Tü. ät- “Etmek, eylemek”; it- “Düzenlemek, tertip ve tanzim eylemek, süslemek, hazırlamak, etmek” (Caferoğlu 1993: 52, 68) Karahanlı Tü. ėt- “başarıya ulaştırmak; kılmak; onarmak” (Erdi-Yurteser 2005: 272) Kıpçak Tü. et- “Yapmak, etmek” (Toparlı 2003: 77) Ana Tü. ėt- düzenlemek, tanzim ve tertip etmek: Orh. et-, it-, Yak.ıt- (tüfeği) doldurmak (Tekin T. 1995: 182) ok “ok” Orhun Tü. ok “ok” (Tekin T. 2003: 250) Eski Uygur Tü. ok “1. Ok” (Caferoğlu 1993: 94) Karahanlı Tü. ok “Ok” (Erdi-Yurteser 2005: 358) Kıpçak Tü. ok (I) “Ok” (Toparlı 2003: 204) Eski Türkiye Tü. ok “Ok” (Dilçin 1983: 160) ök “pekiştirme ilgeci” [(Orhun Türkçesi) 378. Pekiştirme edatı ok/ök bir zamiri, bir zarfı ya da bir eylemi pekiştirir. (Tekin T. 2003: 159)] [Edatlar ve Edat Benzeri Ekler 345. ok, ök; (nadiren de:) +ķ, +k: Kuvvetlendirme bildirir. (von Gabain 2003: 105)] Karahanlı Tü. ok “Eylemlerin ardından gelen bir pekiştirme ilgeci” bargıl ok: Git!!! (Erdi-Yurteser 2005: 358) sän “sen (tekil 2. kişi adılı)” Orhun Tü. sän “sen” (Tekin T. 2003: 119) Eski Uygur Tü. sän “Sen (zamir)” (Caferoğlu 1993: 131) Kaynakça Atalay, Besim 1972: Divanü Lûgat-it-Türk Dizini, Ankara. Caferoğlu, Ahmet 1993: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul.

41

Page 41: Yazitlar dergisi 1 sayı

Karşılaştırmalı Ses Değerleri Çizelgesi

Moğolistan Mandal

Hayrhan Yazıtı

Orhun Yazıtları

Yenisey Yazıtları

Talas Yazıtları

Hoyt- Temir

Yazıtları Elyazmaları Ses Değerleri

A (a/ä)

w (o/u)

b1 (ab/b)

l1 (al/l)

l2 (äl/l)

n2 (än/n)

r2 (är/r)

s2 (äs/s)

t1 (at/t)

t2 (ät/t)

m (am/äm/m)

ng

(ang/äng/ng)

p (ap/äp/p)

wk (ok/uk,

ko/ku)

ẅk (ök/ük,

kö/kü) Ses değerleri için yararlanılan başvuru kaynakları: Tekin T. 1997: 18-20; Tekin T. 2003: 22-23; Vasilyev 1983: 7 Dilçin, Cem 1983: Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara. Erdi, Seçkin - Yurteser, Serap Tuğba 2005: Divânü Lugâti’t Türk, İstanbul. (Kâşgarlı Mahmûd 1072-1074). Tekin, Talat 1995: Türk Dillerinde Birincil Uzun Ünlüler, Ankara. ― 1997: Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Ankara. ― 2003: Orhon Türkçesi Grameri, İstanbul. Toparlı, Recep 2003: Kıpçak Türkçesi sözlüğü, Ankara. Vasilyev, Dmitri D. 1983: Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya, Leningrad. von Gabain, Annemarie 2003: Eski Türkçenin Grameri (Çeviren: Mehmet Akalın), Ankara.

42

Page 42: Yazitlar dergisi 1 sayı

GÜLLÜK BOĞAZI

Mustafa Cansız1

Özet

Antalya-Korkuteli yolunun 25. km.sindeki Güllük (Yenice) Boğazı tarih boyunca Akdeniz’den İç Batı Anadolu’ya geçişi sağlamış. Yakınında, Güllük Dağı’nda Termessos antik kenti yer alıyor. Boğazda güney batıdan kuzey doğuya doğru Yenice Düzlüğü uzanıyor. Düzlüğün batısında Cehennem Deresi’ne doğru tarihi (Roma) Döşeme Yol’dan izler görülebiliyor. Düzlükte 17. yüzyılda yapılan Yenice Hanı konaklama yeri olarak kullanılmış. Hala ayakta. Hanın önünde çeşme varmış; yazıtını bulduk, fotoğrafladık, okuduk. Yenice Kahvesi yanındaki tarihi küçük mezarlıkta yatanların kimliklerini belirledik. Makalede buradaki mezar taşları üzerinde bulunan yazıtların okunuşunu ve günümüz Türkçesine aktarımını da bulacaksınız.

Anahtar Sözcükler: Güllük Boğazı, Güllük Dağı, Güllük, Yenice Boğazı, Yenice Hanı, Korkuteli, Antalya, Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa, Cafer Çeşmesi, Antalya Kalesi Dizdarı Celep Cafer Ağa, Şeyh Seyyit Salih Efendi, Tekelioğlu İbrahim İsyanı.

Summary

Throughout history Güllük (Yenice) Geçidi (Pass) located at the 25th km of Antalya- Korkuteli road has provided the transition between the Mediterranean coast and Inner Western Anatolia. Near to it, on the Güllük Dağı (Mountain) there is the antique city of Termessos. At the pass there lies down Yenice Ovası (Plain), from South West towards the North West. There can be seen the remainings of the historical (Roman) Döşeme Yol (Paved Road), towards Cehennem Deresi (Creek) at the west of the plain. At the plain, Yenice Hanı (Inn) built in 17th century was used as accomodations. It is still standing. It was said that in front of the inn there was a fountain; we have found its inscription, photographed it and read it. We have determined the identities of the ones lying down at the historical small graveyard near Yenice Kahvesi (Café). In this paper you are going to find also the readings and the translations of the inscriptions on the gravestones there to today’s Türkiye Turkish.

1 TRT Antalya Radyosu Yapımcısı, [email protected]

43

Page 43: Yazitlar dergisi 1 sayı

Size bu yazıda Antalya'dan bir yer hikâyesi anlatacağız; olaylara sahne, geçişlere tanık olmuş Güllük (Yenice) Boğazı’nın hikâyesini… Alt yanı, Yörük obalarının, konar göçer Türkmenlerin yurt tuttuğu, kışlak olarak kullandığı Döşemealtı Düzlüğü. Üst yanı, yörede yaşayanlara sığınak olmuş, her türlü tehlikeyi haber vermiş, onları saldırılardan, tuzaklardan korumuş Güllük Dağı. Yüzyıllar boyunca dolmuş, boşalmış. Nice olaylara, kırımlara, sürgünlere tanık olan bir yerin türküsü olmaz mı? Olur elbet. Önce türküsünü hatırlayalım:

Güllük dağının başında da koyun yayılır Akşamlar olur da evlerine dağılır Yâri güzel olan ilk akşamdan sarılır Yâri çirkin olan mahzun mahzun bakınır Arkam Allah kalem sensin Bey dağı Seyre geldim Güllük dağı Bey dağı Güllük dağının başındadır yurdumuz Bir dağılır bir toplanır ordumuz Bir orduya bedel gelir dördümüz Güllük dağı da Bey dağı Arkam Allah kalem sensin Bey dağı Seyre geldim Güllük dağı Bey dağı

Tarihi belgelerde adı “Güllük Boğazı” diye geçiyor. Günümüzde Yenice Boğazı da denir. Antalya’daki Anafartalar Caddesi’ne halk Güllük Caddesi der. Bize kalırsa buraya halkın Güllük Caddesi demesinin nedeni Güllük Boğazı’dır. Güllük Boğazı’na giden cadde, yol denmek isteniyor. 2010 yılında Muratpaşa Belediyesi’nde sergilenen “Eski Antalya İmar Planı Paftaları”nda görmüştük, bugünkü Aspendos Bulvarı’nın adı da Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Karanlık Sokak Caddesi” diye geçiyor. Bu ad da aynı mantıkla verilmiş, o yana; Karanlık Sokak’a doğru giden cadde, yol anlamında. “Güllük” sözcüğü, Bilge Umar’a göre “Luvi dilinden ya da ardılı dillerden gelme.” “Boğaz, geçit anlamına geliyor” diyor [Umar: s. 296, 1993, İstanbul]. A. Vedat Çelgin’in Termessos Tarihi’nden öğrendiğimize göre ise, Güllük Boğazı’nın “antik dönem adı bilinmiyor” [Çelgin: s. 20, 1997, İstanbul]. Güllük Dağı’na en yakın yerleşim yeri Döşemealtı’nın Aydınlar Mahallesi. Bu mahalleden yöreyi iyi bilen Ramazan Coşanay (1943) ve Âdem Kaya (1970) ile 25.12.2011 tarihinde evlerinde görüştük. Yörenin adı üzerine bilgi verdiler: “Bu dağların hepsine birden Güllük Dağı denir. Top Yatağı, Harmancık, Arap İni ve Yangın Kulesi tepelerinden oluşur. Termesos harabelerine çıkarken arabaların konduğu yere Güllü Alan denir. Burada it gülü [kuşburnu, yabani diken gülü] çalıları vardır. Kuzey doğusunda, Harmancık Tepesi’nin altında Güllük Muvarı [pınarı] dediğimiz bir de su kaynağı var…” Türk Dil Kurumu Derleme Sözlüğü’nden Ordu, Trabzon yöresinde “eğrelti otu”na [pteridyum] “güllük” dendiğini öğreniyoruz. “Kuz” yerlerde, pınar başlarında yetişir. Kurutulup hayvan yemi olarak kullanılırmış. Ozan, Döşemealtı Düzlüğü’nde dağa bakıp türkü söylemiş. “Güllük Dağı’nın başında koyun yayılır…” Koyun değil keçiyse de yayılan, türküye uydurmak için koyun denmiştir.

44

Page 44: Yazitlar dergisi 1 sayı

Bir de “gülük/gölük” var. Bu sözün günümüzde pek anlamını bilen olmasa da, eskiden Antalya yöresinde “yük hayvanı” anlamına kullanılırmış. Zamanla unutulmuş. Macit Selekler’den alıntı yapalım: “Gülük/Gölük vasıta-i nakliye yerine kullanılan bir kelime olduğundan, mesela, sen yaylaya göçmedin mi? diye sorulan adam, vasıtası olmadığından göçememişse; ‘Gölüğüm yok göçemedim’ der” [Selekler: s. 153, 2011, Antalya]. TDK Sözlüğünde “gölük” için “eşek, katır, at” gibi yük hayvanları karşılığı verilmiş. “Gülük/Gölük” sözcüğünün Eski Uygur Türkçesindeki söyleniş biçimi: “Kölük”. Buradaki anlamı da, yük hayvanı. “Kölüngü”: Taşıt, taşıma aracı” [Caferoğlu, s. 77, İstanbul, 1993]. Eski yazıda gülük, güllük, gölük, kölük sözcüklerinin yazımının aynı olduğunu da anımsatalım.

Güllük Dağı’nın ve Boğazı’nın adlarının kökenini çok uzaklarda, bilinmeyen dillerde ve tarihlerde aramaya gerek yok. “Gülük”, “gölük”, “güllük” ya da “gül”den geliyor. Bildiğimiz gül; yaban gülü, diken gülü, it gülü, kuşburnu. Artık ne derseniz. Bu kadar. Antalya-Korkuteli yolunun 25. kilometresinde Termesos sapağını geçince, “Kapıkaya” denilen, büyük kesme taşlarla örülü, tarihi duvarlara ulaşılır. Korkuteli’nden gelirken bu duvarlar daha iyi görülür. Yol çalışmaları nedeniyle bazı bölümleri yıkılmış. Hep böyle olur zaten. Binlerce yıllık, o güzelim tarihi surlar, taş köprüler, mezarlıklar, döşeme yollar; yeni yollara, taşan şehirlere, yeni binalara feda edilir. Bu ayrı bir sorun.

Güllük Boğazı’ndan Cehennem Deresi’ne bakış

45

Page 45: Yazitlar dergisi 1 sayı

Kapıkaya’da surlar

“Kapıkaya” önceki yüzyıllarda “derbent” olarak kullanılmış. Kapıkaya yakınında, Antalya-Korkuteli yolunun sağ tarafında bir de kale yıkığı var. Derbendi tamamlar nitelikte. Günümüze ancak duvarlarının bir kısmı ulaşabilmiş. “Derbent” teşkilatı, bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda geçitlerin güvenliğini ve denetimini sağlamakla görevli askeri bir sınıftı. Görevlilerine “derbentçi” denirdi. Yolun denetiminden ve güvenliğinden sorumluydular. Derbentte bekler, yolun denetimini yapar, gelip geçenlerden hayvan başına “geçit resmi” ya da “selamet akçası” denilen bir ücret alırlardı. Yol güvenliğini sağlamakla yükümlü oldukları için sorumlu oldukları yollarda soyulan kervan ve yolculara tazminat ödedikleri dahi olurmuş derbentçilerin. Yörede yaşayanların güvenliği de bunlardan sorulurdu. Bunun karşılığı olarak yöre halkı derbentçilere belirli bir ücret öderdi. Kapıkaya’dan sonra [eski belgelerde, Kapulu Kaya] Korkuteli sınırları başlıyor. Yenice Boğazı’nın merkezi sayılan “Yenice Hanı”na ulaşmak için Kapıkaya’yı geçince ilk dönemeçten, “u” yapıp geri dönüyoruz. İlk dönemeç Bayatbademleri sapağında. Korkuteli’nden Antalya’ya doğru gelirken Cehennem Deresi’ni geçip yaklaşık bir kilometre sonra, Kapıkaya’ya varmadan sağa, eski yola sapıyoruz. Eski yoldan ilerleyip beş yüz metre kadar gidince tarihi “Yenice Kahvesi”nin bulunduğu yere ulaşıyoruz. Kahveden günümüze yıkıntılar kalmış. Yanında eski orman işletme binaları var, onlar da yıkılmaya yüz tutmuş. Az ilerde karakol binaları yıkıntıları var. Biraz daha gidince, tarihi “Yenice Hanı”na ulaşıyoruz. Taştan, sağlam bir yapı olduğundan, o ayakta. Ancak, onu da yabani incir ağaçları, çalı, diken,

46

Page 46: Yazitlar dergisi 1 sayı

kapari ve çeşitli otlar kaplamış. Çatısından kiremitler düşmüş. El yapımı yüzlerce yıllık “yerli kiremitler” sağa sola saçılmış, kırılmış, içlerinde sağlamları da var. Hanın içinde ve çevresinde yer yer çukurlar açılmış. Hazine arayıcıları orasını burasını kazmışlar. Ancak boşuna. Ne arar burada hazine? Adı üstünde, han; yolgeçen hanı... Göz önünde bir yer. Ne diyelim. Boşuna kazmasınlar; orasını burasını kazıp deşip zarar vermesinler bu tarihi yapıya. Burada hazine olmaz. Son yıllarda kazıcıların sayısı da arttı. Eline “metale öten” bir arayıcı alan, işkillendiği yeri, kazma kürekle ha babam kazıyor. Kazma kürekle kalmıyor, kepçe getirdikleri dahi oluyor. Bu yıkıma toplum olarak biz; yörede yaşayanlar, dur demezse, kim diyecek?

Yenice Hanı

“Yenice Hanı” orta büyüklükte bir han... Dört bölümden oluşuyor. Her bölümde ikişer göz, ortasında genişçe bir avlu var. Hanın duvarına birer metre mesafede biri kuzeyinde, biri güneyinde olmak üzere, iki çınar var. Su yok ama her ikisi de gelişimlerini tamamladıklarından olacak, ayaktalar. Doğumunun 400. yılında andığımız büyük kültür adamımız, gezginimiz Evliya Çelebi (1611–1683) Antalya’ya gelirken burada konaklamış. Han için 1078 [1667–68] tarihinde “İnşaatı sürmekte” diyor. Yazdığına göre, o yıllarda, Antalya Dizdarı Celep Cafer Ağa hanın önüne bir çeşme yaptırmaktaymış. “Dizdar”ın kale komutanı demek olduğunu biliyoruz. Kale komutanı ama aynı zamanda celeplikle de iştigal ettiğini sıfatından anlıyoruz. Buranın 1667–68 yılındaki durumunu Evliya, şöyle anlatıyor:

47

Page 47: Yazitlar dergisi 1 sayı

“Menzil-i Yenice Hân: Dâr-ı emândır. Adalya hâkinde bir yalçın kayalı dereli yerde üç kıt’a hândır. Adalya ile Istanaz mâbeyninde vâki’ olmuşdur. Âyende vü revendeye ârâmgâhdır. Henüz binâ olunur. Ve bir kahvehânesi ve birkaç nev-binâ dükkânları var. Ve Adalya kal’asının dizdârı Celeb Ca’fer Ağa hânın mukâbelesinde nev-binâ bir çeşme-i âb-ı zülâl inşâ ederken hakîrin bi’l-bedâhe bu târîhi celî hatt ile tahrîr olunmuşdur. Târîh:

Sâhibü’l-hayra suna mâ-i Kevser Şâd ola rûh-ı Hüseyn-i Haydar

Evliyâ dedi anın târîhin Şâd u hurrem ola ‘ayn-ı Ca’fer

Sene 1078 [1667–68] Andan kıble cânibine sarp kayalar ve dereler içre çengelistân ve ormanistân yerler içre güzer ederek beş sâ’adde” [Antalya’ya vardık] diyor Evliya.

Günümüz Türkçesine aktaralım: Yenice Han konağı: Güvenli yerdir. Antalya toprağında bir yalçın kayalı dereli yerde

üç bölmeli hândır. Antalya ile Istanas (Korkuteli) arasındadır. Gelene gidene dinlenme yeridir. Yeni yapılmaktadır. Bir kahvehânesi ve birkaç yeni yapılmış dükkânları var. Antalya kalesinin dizdârı (komutanı) Celep Ca’fer Ağa, hanın önünde yeni bir, suyu tatlı çeşme yaptırırken, ben de birden, içimden geliverdi, bir tarih düşürüverdim, celî yazı ile yazılmıştır. Târîh: Cennet ırmağından hayır sahibine su suna (bu çeşme) Haydar'ın Hüseyin'in ruhu şad ola (Hz. Hüseyin'in Kerbela'da susuz bırıkılmasına gönderme yapılıyor) Evliyâ dedi onun târîhini Ca’fer çeşmesiyle şen ve mutlu ola Oradan kıble yönüne sarp kayalar ve derelerden, dikenlik, ormanlık yerlerden geçerek beş sâ’adde” [Antalya’ya vardık] diyor Evliya. Hanın önündeki, Evliya'nın sözünü ettiği çeşme 1950’li yıllara kadar akıyormuş. Günümüze ancak oluğu kalmış, getirip, sözünü edeceğimiz küçük mezarlığın içine koymuşlar. Temeli ise, hanın kuzey doğu köşesine yaklaşık on metre aralıkta bir taş yığını şeklinde duruyor, belli belirsiz... Dikkatli bakınca görülebiliyor. Doğumunun (1611) 400. yılında büyük kültür adamımız Evliya Çelebi’den işaret aldık, izinden gittik, çeşmenin yazıtını bulduk. Hele şükür, yazıt kurtarılmış. Antalya Müzesi’nde Türk İslam Eserleri Bölümü 156 numarada kayıtlı. Kayıtlı ama nereden getirildiği belirtilmemiş. Müze bahçesinde sergileniyor. Çeşme yıkılınca, değerbilir biri haber vermiş ya da yazıtı getirip müzeye teslim etmiş olmalı. Adı “Cafer Çeşmesi Kitabesi” diye geçiyor kayıtlarda. Yazıt, Evliya’nın bildirdiğinden biraz farklı. Cafer Ağa, Evliya’nın dizelerini aynen geçirtmemiş. Çeşmenin yapımı gecikmiş, yıl değişmiş, yeniden tarih düşürtmek gerekmiş olduğu anlaşılıyor tarihler

48

Page 48: Yazitlar dergisi 1 sayı

arasındaki farktan. Evliya’nınkinde tarih 1078, yazıtta 1080. Tarihini, Evliya’nın dizelerini biraz değiştirerek Ahmet adında biri düşürmüş:

Cafer Çeşmesi yazıtı

شاد اولھ روح حسین حیدر صاحبالخیره صونھ اب كوثر

بعین اولھ حرم ساد تاریح جعفر عون حقلھ دیدى احمد

م سنھ افى شھرالمحرمالحر ۱۰۸۰ تحر ا

Şâd ola rûh-ı Hüseyn-i Haydar Sâhibü’l-hayra suna âb-kevser ‘Avn-i hakla dedi Ahmed târîh Şâd hurrem ola bi-‘ayn-ı Ca’fer Tahrîren fî şehrü’l-Muharremü’l- Harâm sene 1080 [Haziran 1669]

Vezni: Fâ ‘i lâ tün / fe ‘i lâ tün / fa‘ lün (- . - - /. . - - /- -)

Yazıtı günümüz söyleyişine aktaralım:

Haydar’ın Hüseyin’in ruhu şad ola

Hayır sahibine cennet ırmağının suyunu suna

Hakkın yardımıyla dedi Ahmet tarihini

Cafer’in gözü aydın, şen ola

49

Page 49: Yazitlar dergisi 1 sayı

[Tevriyeli, iki anlamda kullanmış “’ayn”ı; diğer anlamıyla da, “suyun gözü, gözesi; Cafer’in gözesi arı, temiz, berrak ola” demek istiyor].

Birinci dizede Hazreti Hüseyin’in adını anarak onun Kerbela çölünde susuz bırakılması olayına gönderme yapıyor. Çeşme yazıtlarında bu uyula gelen bir gelenektir. Hazreti Hüseyin’in adı suyla birlikte anılır. Yazıtta bazı yazım hataları var. “Târîh” “hı” ile yazılır, “ha” ile yazılmış. Tarih dizesi olan son dizede “1080”i tutturmak ve anlam için dizenin başındaki “sin”i “şın” okumak zorundayız; noktalar unutulmuş ya da yazılmamış. “Hurrem”, “hı” ile yazılır, o da tarihi tutturmak için olacak “ha” ile yazılmış. Bu şekilde okuyunca, “ebcet” hesabıyla yapılış tarihi “1080”i buluyoruz.

Cafer Çeşmesinin oluğu

Yenice Hanı eskiden yolcuların, kervanların Antalya’ya gelmeden önceki son

“menzil”idir. Menzil, biliyorsunuz, “konak” demek. Yollarda durulan, konulan, dinlenilen yer. Eski yollarda birer günlük, yani, beş - altı saatlik yürüyüş aralıklarında menziller bulunurdu. Burada su, yemek, barınak, güvenlik görevlileri, hatta bazı hanlarda hekim bulunur; yolcular burada konaklar; yer içer, dinlenir; tedavi olur, yola devam edermiş. Yenice Hanı 1950’li yıllara değin açık kalmış. Daha sonra görevini tamamlayıp kenara çekilmiş, orada öylece duruyor. Hanın az berisinde, “Yenice Kahvesi”nin yıkıntıları var. O da tarihi bir yapı. Ora da vaktiyle, gelip geçen yolcuların dinlenme yeriymiş. Onun da yıkıntısı kalmış, üzerini çalılar örtmüş.

Aramızda bulunan kimi yaşlılar, büyüklerimiz, buraların gönençli günlerini hatırlar. Yıllarca yolculara yorgunluk kahvesi, dinlendirici birkaç bardak çay, yerine göre bir tas soğuk ayran, sıcak yemek sunulmuş. Yorgunluk giderilmiş. Nice olaylar olmuş, ne anılar yaşanmış. Taşlar tanıktır. Cehennem Deresi yolu açılmadan önce yol buradan geçermiş. Motorlu araçlar, “Elmalı Beli”ne tırmanmadan ya da inişten sonra burada duraklar, su kaynatanlara su takviyesi yapılır, el yüz yıkanırmış.

50

Page 50: Yazitlar dergisi 1 sayı

Yenice Kahvesi’nin duvar kalıntıları Yörede nereye baksak eski kültürümüzden izlere rastlıyoruz. Kahve yıkıntısının az ötesinde, derenin kıyısında, “Kaşandıra” [kaşandırak] adı verilen bir yer var. Sözcüğü izleyerek “Kaşandıra” adı verilen yeri gidip gördük. Derenin kıyısı. Burası eskiden hayvanların kaşağılandığı, “tımarlarının” yapıldığı, bakılıp dinlendirildiği yermiş. Adı, çok eski bir Türkçe sözcük olan “kaşanmak”tan (hayvanın işemesi) geliyor. Aslı “Kaşandırak”, söyleyişte sonundaki “-k” düşmüş. Divanü Lügati’t-Türk’te, Dede Korkut Kitabı’nda, Oğuzname’de geçiyor. Bu sözcüğü çok duydum ama nerde, ne zaman, kimden? Hah! Şimdi aklıma geldi. Kırk yıl önceleri, “düven” çağında, harman sürerken, babam ağırlık olsun diye, beni “düven”e bindirirdi. Önce zevkli olsa da giderek “ezgi”ye dönerdi düvene binmek. Dön babam dönerken, at birden durup gerinince, babam, “Viis!.. Allah cezeni versin! Kaşanacak!” der, ata bir “çırpak” vurup “çeçi” kirletmesin diye, harmanın dışına çıkartırdı. Taa o günlere götürdü bu sözcük beni. Kuru dereyi geçip Cehennem Deresi’ne doğru yürüyoruz; derenin artık cehennemliği kalmamış. Eski, tarihi (Roma) Döşeme Yol’un üzerinde bir süre yürüyoruz. Derenin içine doğru girerken, yol çalışmaları nedeniyle, Döşeme Yol’un üstünün örtülmüş olduğunu görüyoruz. Yenice Kahvesi’nin ve hanın bulunduğu alan geniş bir düzlük. Boğaz olduğundan olacak, yaz günlerinde sürekli esen serin yeli var. Bu da yöreye ayrı bir güzellik katıyor. Kuzeyinde Burhan Deresi; dere boyunca da Burhan Boğazı uzanıyor. Biraz daha kuzeyde Geyik Dağı, onun ardında, Darım Dağı… Güneyinde Güllük Dağı; Gelidonya Burnu’ndan başlayan kıyı sıra dağlarının en kuzeydeki ucu, dağın eğninde Termesos antik kenti. Güney batısında Elmalı Sırtı; bu adı almasına sebep, buradan Elmalı’ya yol ayrılıyormuş eskiden. Batısında Korkuteli yolu ve Yenice Deresi; eski adı ile, Cehennem Deresi. Doğusunda, yukarıda sözünü ettiğimiz Kapıkaya’dan Termesos antik kentine doğru uzanan sırt. Yöre Korkuteli Güzle köyü sınırları içinde kalıyor.

51

Page 51: Yazitlar dergisi 1 sayı

Tarihi Döşeme Yol’dan son kalıntılar

Bölgede yakın zamanlara kadar orman işletme şefliği ve karakolun olduğunu belirtmiştik. Bunlar bir bakıma derbent teşkilatının devamı niteliğindeymiş. 2. Dünya Savaşı yıllarında Antalya'da bulunan 52. Alay’ın bir taburu da bir süre burada konuşlandırılmış. Askeri yapı kalıntılarına rastlanıyor. Dağlarla çevrili olduğundan olduğundan uçak saldırılarına karşı güvenli olduğu düşünülmüş. Termesos Milli Parkı’nın yakınında oldukları için ormanlar korunmuş. Özellikle, her biri ağaç olmuş kırmızı gövdeli sandallar [“arbutus andrachne” (çilek/yabani çilek/ayı yemişi, dağ yemişi, davulga, yağma, koca yemiş)] görülmeye değer. Yörede çam, meşe, ahlât, zeytin ağaçları ve mersin, pırnal, çaltı, kesme çalıları da görülüyor. En çok zeytin ağacı var. Yüzlerce yıllık, kalın gövdeli, aşılı, yüzlerce zeytin ağacı… İkliminin güzel olduğu bunlardan belli; bu ağaçların esintili yerleri sevdiği biliniyor.

52

Page 52: Yazitlar dergisi 1 sayı

Güllük Dağı’nın sandalı

Gezimiz sırasında, eski Yenice Çay Evi’nin olduğu yerde bir süre eğleştik. Üç çınar da burada var. Burası su başı olduğundan daha koyu duruyorlar. İlkini, yaşlı olanını, Çığlık köyü Aydınlar Obası’ndan, Dede diye bilinen Halil Kaya dikmiş. Bir fidan dikip onu ulu bir ağaç haline getirenler hayırla anılmayı hak ediyor. Çınarlar yerin serinliğini arttırmış. Şairin dediği gibi, “İkisi bile bir yeri güzelleştirmeye yeter...” Gölgesine oturduk. Eskimiş, her yanı gıcır gıcır eden ahşap masayı çevreledik. Karpuzumuzu kestik. Karpuzun yanında Korkuteli’nin yerli ala kirazları var. Dileyen dilediğini yesin. Burada, mülk sahibi Faruk Yenice ve akrabası Emekli Tarih Öğretmeni Oğuz Bahadır, Mustafa Oral ve Sevda Ünlü, sohbete başladık. Tarihi mekânda, çınar ağacının gölgesinde sohbetin tadı da bir başka oluyor. Önceki gelişimizde yanımızda, yazıtları okumamız için bizi buraya getiren Mustafa Koparan da vardı. Böyle yerleri arada bir ziyaret etmek iyi oluyor. Eski kültürden izler görülüyor. Tarihi derinlik hissediliyor. Yörenin yakın tarihini, 1950’li yıllarını, soyadını buradan alan, burada mülk sahibi Faruk Yenice anlatıyor: “1952 senesinde geldim buraya. O yıllarda motorlu vasıta azdı. Yol kötüydü. Günde üç dört motorlu vasıta geçerdi. Daha çok, at arabaları, deve kervanları, atlı, eşekli ve yaya yolcular geçerdi. Hepsi burada, Yenice kahvesinde dinlenirdi. Kalabalık olurdu. Yemek yapardık. Yolculara; yemek, çay, kahve verirdik. Çok para kazandık, çok… Yakınımıza çadırlar kurulur,

53

Page 53: Yazitlar dergisi 1 sayı

kışın Yörük obaları otururdu… 42’de askeriye bizden seksen dönüm yer satın almış. Buraya yerleşmişler. 48’de gitmişler...”

Güneş işlemeli mezar taşı

Burada, yolun solunda bir de tarihi küçük mezarlık var. Bizce asıl önemli olan bura. Eskiden büyükmüş. İçinden yol geçmiş. Başta da söylediğimiz gibi, hep öyle olur zaten. Tarihin tanığı güzelim mezar taşları; yollara, yapılara feda edilir. Mezarların bir kısmı yolun sağında kalmış. Sağda kalan bölüm çalılara karışmış, belli belirsiz, görünenler de eğik, yıkık, kırık. Geriye birkaç taş kalmış. Yazıtı olmayan fakat güneş işlemeli bazı taşlar çevrede bulunan yapılarda dolgu malzemesi olarak kullanılmış. Üzerlerindeki güneş motifleri yontularak merdiven basamaklarına yerleştirilmiş. Bu motifler kabarık oluyor, biliyorsunuz, düzleşmesi, uzatıldığı yere tam yerleşmesi için üzerleri yontulmuş ama gene de güneşin oklarını yok edememişler belli oluyor. Bunları da bir araya topladık.

54

Page 54: Yazitlar dergisi 1 sayı

Güneş işlemeli mezar taşı

Güneş işlemeli mezar taşı

55

Page 55: Yazitlar dergisi 1 sayı

Güneş işlemeli mezar taşları; güneşle ışık isteniyor, Tanrı’ya sığınılıyor

Mezarlıkta ayakta kalan son taşlar

56

Page 56: Yazitlar dergisi 1 sayı

Gittiğimizde, solda, çınarların yanında, eski harfli yazıtları olan beş mezarın üçü ayaktaydı. İkisinin taşları kırılıp devrilmiş. Kırılıp devrilmişleri ayağa kaldırdık, temizledik, onardık, yerlerine tekrar diktik. Mezarlarda yatanlara da birer Fatiha okuduk. İstedikleri budur bizden. Bu konuda bize yardımcı olan mermer ustası Metin İna’ya teşekkür ediyoruz. Mezarlar hicri 1213- 1297 [1798-1880] yılları arasına tarihleniyor. Bunlardan biri eski Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa’nın. Baş taşı, “kallavî” sarık denilen, vezirlerin, valilerin, sancak beylerinin giydiği türden. Mezar yazıtında şunları okuyoruz:

Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa’nın baş taşı

57

Page 57: Yazitlar dergisi 1 sayı

الباقىحى الھو

قالمدى حاجت سحرایا طاغلرباشى مسكنم

حاجت لقمانا شربتنى اجل ایچدم قالمدى

قالمدى حاجت جراحھ یارهلرم اوكلدى ھب

ذوىاالحترامدن كرام ان یرم یرم

مابراھی مرحوممتسرفى سنجاغى منتشا سابقا

پاشانك روحیچون الفاتحھ

۱۲۲۹ سنھ فى

Hüve’l-hayyü’l-bâkî

Meskenim tağlar başı sahrâya hâcet kalmadı İçdim ecel şerbetini lokmâna hâcet kalmadı Hep onuldu yaralarım cerrâha hâcet kalmadı Mîrimîrân-ı kirâm zevî’l-ihtirâmdan sâbıkâ Menteşe sancağı mutasarrıfı merhûm İbrâhîm Paşanın rûhı içün el-fâtiha Fî Sene 1229 [1813–1814] Diri kalan Tanrı’dır Meskenim dağlar başı sahrâya hâcet kalmadı İçtim ecel şerbetini lokmâna hâcet kalmadı Hep onuldu yaralarım cerrâha hâcet kalmadı Soylu beylerden saygın kişilerden Menteşe Sancağı eski mutasarrıfı merhûm İbrâhîm Paşanın rûhu için fâtiha

Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa burada ne arıyordu? Bu sorunun yanıtı, Antalya'da patlak veren Tekelioğlu İbrahim isyanında. Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı ayaklanıp onu öldüren (15 Kasım 1808) isyancı yeniçeri-lerin dayatmasıyla ilkin onlara boyun eğen 2. Mahmut, yeniliklerde ve düzenli ordunun ku-rulmasında büyük emeği olan Anadolu Valisi ve Sekban-ı Cedit Seraskeri İbradılı Kadı Ab-durrahman Paşa’nın idamı için ferman çıkarmak zorunda kalır (1808). Abdurrahman Paşa ile yöredeki egemenlik kavgasından dolayı hasım olan Teke Müte-sellimi Hacı Mehmet Ağa, bu fermanı fırsat bilerek on bin kişilik bir kuvvetle İbradı’ya gelir. Halka eziyet eder. İbradı dağlarında saklanan Kadı Abdurrahman Paşa’yı yakalayıp İbradı'da idam eder (27 Ocak 1809). Haklarında henüz ferman olmadığı halde, birkaç hafta sonra, hal-kın gözü önünde, paşanın iki oğlunu da katledip hazinesine el koyar. Mallarını beş yüz hay-van yüküyle Antalya’ya taşıtır. Abrurrahman Paşa’nın İbradı’daki konağını yaktırıp herkesi

58

Page 58: Yazitlar dergisi 1 sayı

hazinenin konakla yanıp yağmalandığına inandırmak ister. Abdurrahman Paşa’nın mal varlığı, İstanbul’la Teke Mütesellimi Hacı Mehmet Ağa arasında yazışmalara konu olur. İstanbul, Ha-cı Mehmet Ağa’ya, paşanın hazinesini göndermesini emreder. Hacı Mehmet Ağa, “Hazineyi İbradı halkı yağmaladı, konağı da yaktı, ortada bir şey kalmadı” anlamında savsaklayıcı yanıt-lar verir. Antalya'nın mütegalibe ailesi olan Tekelioğulları uzun yıllar yörenin vergisini top-lamış, Mısır'la ticaret yapmış, çok büyük miktarda servet biriktirmiştir. Bütün memurları ken-dine bağlamış, halkı sindirmiş, devlet içinde devlet konumundadır. 1811 yılında Teke Müte-sellimi Hacı Mehmet Ağa ölür. Varlık, oğlu İbrahim'in yönetimine geçer. İstanbul’da isyanın yatışıp durumun uygun olması üzerine, 2. Mahmut, ailenin, “bir habbesi (buğday tanesi) kal-mayıncaya” değin, bütün mal varlığına “zorla alım” fermanı çıkarır (28.04.1812). Konağa ge-len mal sayımcılarını Tekelioğlu İbrahim geri çevirir. Bu, isyanın başlangıcıdır. Konya Valisi Çarhacı Ali Paşa isyanı bastırmakla görevlendirilirse de, başarısız olur. Geçtiği yerlerde halka zulüm etmesi üzerine, görevden tartla idamına karar verilir. Tekelioğlu İbrahim isyanını bas-tırma görevi Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa'ya verilir. Kaptan paşa, Antalya’yı denizden kuşatır. Civardaki bütün güçler de karadan Antalya'ya, isyancıların üzerine sevk edilir. İsyanın bastırılması için Antalya'ya gönderilenlerden biri de Menteşe Mutasarrıfı İbra-him Paşa'dır. Vezirlik rütbesiyle Karaman (Konya) valiliğine atanmış ve isyancılar üzerine memur edilmiştir. Atama emri Kaptan paşadadır. İbrahim Paşa, emrindeki güçlerle Antalya'ya hareket eder. Fakat Antalya'ya varıp Kaptan paşayla buluşup Karaman Valiliğine atanma ka-rarını tebellüğ edemeden burada, Güllük Boğazı’nda ölür (1813-1814). Neden öldüğünü bil-miyoruz. Halk arasında, Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa’nın, isyancı Tekelioğlu İbrahim’in adamları tarafından Yenice Hanı’nda zehirlenerek öldürüldüğüne dair bir söylenti var. Fakat tarihi belgelerde böyle bir kayda rastlanmıyor. Tekelioğlu İbrahim isyanı 28 ay sürer. İçerden, halktan kimilerinin de yardımıyla bastırı-lır. Tekelioğlu İbrahim, kaçarken, Zeytinköy'de yakalanır, donanmada idam edilir (1814). Ke-sik başı İstanbul'a gönderilir. Topkapı Sarayı önünde, “ibret taşı”nda teşhir edilir. Olayın ar-dından ailenin bütün erkekleri Selanik'e sürülür. Antalya Mutasarrıflığına da eski Tersane-i Amire Emini Mehmet Vahit Efendi getirilir. Devletin “zor alım” kararı uygulamaya konulur. Tekelioğullarının mallarının, paralarının, alacaklarının devletçe tahsili yıllar sürecektir. Tarih-çi Şahabettin Tekindağ,“Bu isyancı Tekelioğlu ailesinin 1308–1423 yılları arasında yörede beylik kuran Tekelioğulları’yla bir ilgisi yoktur” diyor [İslam Ansiklopedisi, Tekelioğulla-rı,1975: C. 12/1]. Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa’nın İsyancı Tekelioğlu İbrahim’in üstüne gönderildiği sıra, Güllük Boğazı’na vardığını belirten, 30 Eylül 1813 tarihli bir belge var [Kaptan paşanın dairesine yazılmıştır fi 4 Şevval Sene 1228 Hatt-ı Humayun Numarası 1]. Belgede yörenin adı Güllük Boğazı olarak geçiyor. Dağın adı da Güllük Dağı olduğunu göre, önceleri buranın adı Güllük Boğazı olmalı. Daha sonra Yenice Boğazı denmeye başlandığını tahmin ediyoruz. “Yenice”nin anlamı, Derleme Sözlüğünde “yeni kurulan bağ” diye verilmiş. Gelelim burayla ilgili belgeye. Belgenin fotoğrafını ve yazıçevirimini makalenin sonunda veriyoruz. Girişinde şunları okuyoruz: “Kapudan Paşa kûllarının bu def’a vârid olan tahrîrâtıdır

59

Page 59: Yazitlar dergisi 1 sayı

Devletlü ‘inâyetlü re’fetlü ‘âtıfetlü celiyyü’l-himem kerîmü’ş-şiyem efendim sultânım hazretleri Karaman vâlîsi sa’adetlü El-Hâcc ‘Osmân Paşa hazretlerinin kethüdâsı Dervîş Paşa ve Menteşe Mutasarrıfı İbrâhîm Paşa biraz ‘askerle Âhir-i Şa’bânda [30 Temmuz-9 Ağustos 1813] gelüp ordu mahallini rü’iyyet ve handa tevkîf eyledikleri topları getürmek içün gittikleri Güllük Boğazını zabt eyledikleri bundan evvel savb-ı ‘âlîlerine tahrîr olunmuştu (…)”

Belge böyle devam ediyor. [Sonunda Fî 22 Ramazân Sene 1228 (18 Eylül 1813) tarihi var.] Demek ki burada yatan Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa, 1813 tarihi Ağustos başında [30 Temmuz-9 Ağustos 1813] Güllük Boğazı’ndadır. Mezar taşında ölüm tarihi, sadece yıl olarak, 1229 diye yazılmış. Bu da yeni tarihle 1813–1814 arasına denk geliyor. Belgeden 9 Ağustos 1813’te İbrahim Paşa’nın Güllük Boğazı’na vardığını öğreniyoruz. Bu durumda, paşa burada bu tarihten sonra, 9 Ağustos 1813’ten sonra, ölmüş olmalı. Ama günü belli değil. İbrahim Paşa’nın mezarı, tarih sırasına göre buradaki üçüncü mezar. Diğer mezar yazıtlarını da okuyalım. Tarih sırasına göre en eski iki mezar Yanık-zâdelere ait. Bunlardan biri Yanık-zade Süleyman Ağa’nın. Bilinen bir Antalya türküsü var; “Çekemedim Akça Kızın göçünü / Sırma saçlar koy ver döğsün döşünü.” Kayıtlara göre bu türkü Serik Karıncalı köyünden Şevket Yanıkoğlu’ndan alınmış. Derleyip kayda geçiren, Yanık-zade ailesinden, Şevket Yanıkoğlu’nun oğlu, Antalya Radyosu eski çalışanı Cevat Uyanık. Bu aileden olup Serik’te oturan Gülten Akbaba’nın verdiği bilgiye göre, türküyü Şevket Yanıkoğlu’nun kardeşi Tevfik Yanıkoğlu yakmış. Onun da oğlu Süleyman Yanıkoğlu. Tevfik Yanıkoğlu 1965 yılında 90 yaşında ölmüş. Bu hesaba göre, 1875 yıllarında doğmuş olmalı. Tevfik Yanıkoğlu’nun babasının adı Ahmet’miş. Burada adı geçen Yanık-zâde Süleyman ise bir olasılıkla, Tevfik Yanıkoğlu’nun dedesi. Tevfik Yanıkoğlu, oğluna dedesinin adını vermiş olmalı. Diğer bir ifadeyle Ahmet, torununa babasının adını vermiş. Mezar taşındaki tarihin çevirisi 1798-1799’a denk geliyor. Bu aileden gelenler, Antalya, Serik ve Karıncalı köyünde yaşıyor. Korkuteli’yle bağlantıları var. Yanık-zade Süleyman Ağa, bu ailenin atalarından. Muhtemelen yaylaya gidiş ya da dönüş sırasında burada ölmüş. Biliyorsunuz, eskiden nerede ölürse, ora konurdu kişi. Memleketine götürmeye imkân yok. Gerek de yok. Kişinin öldüğü yer, hikâyesinin parçasıydı, bitimiydi. İkinci mezar da Yanık-zadelerden; Yanık-zade Hüseyin’e ait. İkisi kardeş olabilir. İkisinin de aynı yerde, aynı tarihte, ölmüş olması, “Bir tuzağa mı düşürüldüler?” sorusunu akla getiriyor. Yan yana yatıyorlar. Yanık-zade Süleyman Ağa’nın mezar taşı kırık ve yerinden çıkmıştı. Onarıp yerine diktik. Yazıtını okuyup günümüz söyleyişine aktardık:

60

Page 60: Yazitlar dergisi 1 sayı

Yanık-zade Süleyman Ağa’nın baş taşı

ھو

لباقىاالخالقو

توفیقلولىا اللھ

كل نفس ذائقة

الموت ثمھ الینا ترجعون

المرحوم یانقزاده

سلیمان اغانك

روحنھ فاتحھ

۱۲۱۳سنھ

61

Page 61: Yazitlar dergisi 1 sayı

Hû El-hallâk ve’l-bâkî Allahü veliyyü’t-tevfîk Küllü nefsin zâ’ikatü’l-mevt Sümme ileynâ turce’ûn2 El-merhûm Yanık-zâde Süleymân Ağanın rûhuna fâtiha Sene 1213 [1798–1799] Allah Kalıcı ve yaratıcı Allah, yardımcıdır Her canlı ölümü tadacaktır Sonunda bize döneceksiniz Rahmetli Yanık-zâde Süleymân Ağa’nın rûhuna fâtiha

İkincisi Yanık-zade Hüseyin’in. O da kırık ve yerinden çıkmıştı. Onu da onarıp yerine diktik. O biraz bezekli. Üzerine çiçek resmi kazınmış:

Yanık-zade Hüseyin Ağa’nın baş taşı

2 Ankebut Suresi 57. Ayet.

62

Page 62: Yazitlar dergisi 1 sayı

ھو

لباقىاالخالقو

كل نفس ذائقة

الموت ثمھ الینا ترجعون

المرحوم یانقزاده

حسین اغا

روحنھ فاتحھ

سنھ ۱۲۱۳ Hû El-hallâk ve’l-bâkî Küllü nefsin zâ’ikatü’l-mevt Sümme ileynâ turce’ûn3 El-merhûm ve’l-mağfûr Yanık-zâde Hüseyin Ağa Rûhuna fâtiha Sene 1213 [1798-1799] Allah Kalan ve yaratandır Her canlı ölümü tadacaktır Sonunda bize döneceksiniz Rahmetli, esirgenmiş Yanık-zâde Hüseyin Ağa Rûhuna fâtiha

Dördüncü mezar taşı da kırık, demirle tutturulmuş. Baş taşındaki kitabesinden, “Medine-i Antalya hanedanından Manav-zade Tarikat-ı Nakşibendiyyeden Şeyh Seyyid Salih Efendi veled-i el-Hacc Yusuf Ağa”ya ait olduğunu öğreniyoruz. Manavzadeler bir Yörük Türkmen obası. Yerleşik hayata erken geçmişler. Yörenin ileri gelen ailelerinden olmuşlar. Bu aile de dönemindeki diğer aileler gibi, yazları Korkuteli’ne göçermiş. Salih Efendi’nin ölüm tarihi 21 Mayıs 1828 olduğuna göre, yaylaya göç sırasında, yolda öldüğü anlaşılıyor; öldüğü yere konulmuş olmalı. Günümüzde ailenin büyüklerinden, Diş Hekimi Osman Manavoğlu ve eski Muratpaşa Belediye Başkanı Mehmet Manavoğlu’nun verdiği bilgiye göre, Aksu Ovası’nda çiftlikleri varmış. Aile, Cumhuriyet’ten sonra Manavoğlu, Manavuşağı, Günal, Çobanoğlu soyadlarını almış. Şeyh Seyyid Salih Efendi, Tarikat-ı Nakşibendiyyeden. Baş taşında öyle yazıyor. Bu tarikat, biliyorsunuz, Türkistan kaynaklı. Baş taşı, şeyhlerin, tarikat ileri gelenlerinin mezarlarında rastlanılan “dervişî külah” biçiminde. Mezar taşının en üstünde, tepe noktasında, “Süleyman mührü” de denilen altı köşeli yıldız var. Tanrısal kayrılma, esirgenme, korunma, bolluk bereket, güç, ışık dileğini anlatıyor; yeri, göğü, doğuyu, batıyı,

3 Ankebut Suresi 57. Ayet.

63

Page 63: Yazitlar dergisi 1 sayı

kuzeyi, güneyi; altı yönü; başka bir söyleyişle; sağı, solu, önü, arkayı, aşağıyı, yukarıyı temsil ediyor. İslam’da Tanrı; yerin, göğün, dört yönün hakimidir, “Rabbü’l-‘âlemîn”dir. Toplam altı eder. Altı köşeli yıldız Türklerin en eski sembollerinden biri. Bu sembolü Museviler de taşıyor. En çok onlar sahipleniyor. Başka toplumlarda da olabilir. Şahabettin Tekindağ’ın İslam Ansiklopedisi Tekelioğulları maddesinde yazdığına göre, “Tekelioğlu Beyliği’nin bayrağında; beyaz zemin üzerinde altı köşeli yıldız ve ucunda zikzaklı iki yeşil çizgi var.” Bu işarete, Selçuklu-Osmanlı dönemi; mimari yapılarında [Örnekler: Burdur Bucak İncir Han, Susuz Han, Antalya Döşemealtı Evdir Han], mezar taşlarında [Bkz. M. Burak Çetintaş, Türk Denizcilerinin Mezar Taşları], Konaklarda [Bkz. Rize Hemşin İlçesi Tarihi Mezar Kitabeleri, s. 61], Osmanlı ve Moğol-İlhanlı madeni paralarında da [Bkz. Atom Damalı, Osmanlı Sikkeleri Tarihi] rastlıyoruz. Antalya Kalesi’nin burçlarında da bu sembol varmış [Antalya kalesi isyancılardan temizlendikten sonra Saat Kulesi Burcu’ndan bir önceki burca, bugün yerinde yok, yıktırılmış, 1222 (1818-19) yılında, kalenin onarımından sonra, 2. Mahmut’un tuğrası bulunan bir yazıt konulmuş. Eski bir fotoğrafta görüyoruz; yazıtın kemerli alınlığının ortasında bir servi ağacı, servinin iki yanında da altı köşeli yıldız yer alıyor. Yazıt, alınlık hariç, Antalya Müzesi’ndedir. Altı köşeli yıldız Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağında da var [Bkz. Deniz Müzesi, İstanbul]. Kalekapısı’ndaki Tekeli Mehmet Paşa Camisi’nin güney doğu köşesinde de var. Fakat belirsiz olmuş. Yakın tarihlerde yapılan onarım sırasında, kendini bilmez bir usta, usta demeyelim amele, çekiç darbeleriyle silmiş bu tarihi sembolü. Ustanın geleneği vardır, taşa dosttur, güzel yanını; yanışlı, işlemeli, yazılı yüzünü dışa getirir, halk görsün diye… [Bkz. Antalya’da Son Nokta, 16-22 Mart 2011]. 12.01.2011 tarihli Cumhuriyet gazetesinde de “Rize’de onlarca mezarın, üzerinde altı köşeli yıldız olduğu gerekçesiyle kırıldığı” bildiriliyordu. Cehaletin ulaştığı boyut… Bakın iş nereye varıyor. Yöneticilerin, din adamlarının siyasi çıkışlarını, kimi kendini bilmezler yanlış anlıyor, kışkırtılıyor, düşman bildiklerini çağrıştıran sembollere saldırmaya yelteniyorlar. Kültür yıkıcılığına kadar gidebiliyor bu yanlış anlamalar. Taşçılık geleneğinden yoksun, çıraklık eğitiminden geçmemiş, niteliksiz kişilerle bu işi yapmaya kalkışanlara ne demeli? Hadi böylelerini yanında çalıştırdın, ne diye eline çekiç verirsin? Böylelerine iş veren kurumların yöneticilerine ne demeli? Bu sembol de bizim. En eski Türk sembollerinden biri. Güneşten dönüşmüş. Gökteki güneşe, aya, yıldıza benim diyemezsin. Herkes kullanabilir. İnsanoğlu başını kaldırır, gök cisimlerini görür. Onlardan Tanrısal çıkarsamalarda bulunur. Ayrıca, bütün semboller insanlığın ortak mirasıdır. Şeyh Seyyid Salih Efendi’nin yazıtı:

الالھاالهللاهللا اھلھ ا محمد رسول

زار قیلھرم بر مراده ایرمدمفانى جھانده طول عمر سورمدم حسرتا

ازلدن بلمدم فرقتا تقدیر بو ایمش تا لیھ خانھدانندن منوزاده مدینھ انطا لح افندى دن شیخ سید صاھ تریقت نقشبندی

ولد الحاج یوسف اغا روحنھ فاتحھذالقعده ۷ ۱۲٤۳سنھ

64

Page 64: Yazitlar dergisi 1 sayı

Tarîkat-ı Nakşbendiyyeden Manav-zade Şeyh Salih Efendi’nin baş taşı

65

Page 65: Yazitlar dergisi 1 sayı

Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlullah Ah ile zâr kılarım bir murâda ermedim Hasretâ fânî cihânda tûl ‘ömür sürmedim Firkata takdîr bu imiş ta ezelden bilmedim Medîne-i Antalya hanedânından Manav-zâde Tarîkat-ı Nakşbendiyyeden Şeyh Seyyid Sâlih Efendi veled-i el-Hâcc Yûsuf Ağa rûhuna el-fâtiha Sene 1243 7 Zi’l-ka’de [21 Mayıs 1828] Allah'tan başka tanrı yoktur Muhammed onun elçisidir Ah edip ağlarım bir murâda ermedim Yazık, geçici dünyada uzun ömür sürmedim Ayrılık günü bugün imiş ta ezelden bilmedim Antalya şehri hanedanından Manavoğullarından Nakşbendi tarikatından Hacı Yusuf Ağa oğlu Şeyh Seyyit Salih Efendi'nin ruhuna fatiha

Şeyh Salih Efendi’nin baş taşının tepe noktasındaki altı köşeli yıldız

Beşinci mezar “Hacı Osman”ın. Bu faninin kimliği üzerine bilgimiz yok. Geçerken ölmüş diyeler…

66

Page 66: Yazitlar dergisi 1 sayı

Hacı Osman’ın baş taşı

قیل بنى الباقىحى الھو ن منا یا مغفرت

صاحبالقران بحق احسان عثمان روحنھ فاتحھ الحاج

۱۲۹۷

Hüve’l-hayyü’l-bâkî Kıl mağfiret yâ mennân Bi-hakk-ı sahibü’l-kur’ân El-Hâcc ‘Osmân rûhuna fâtiha ihsân 1297 [1779-1880]

67

Page 67: Yazitlar dergisi 1 sayı

Diri kalan Tanrı’dır Bağışla ey Tanrı Kur'an sahibinin (Tanrı’nın) hakkı için Hacı Osman ruhuna fatiha bağışlayın

İncelediğimiz küçük mezarlığın karşısında, yolun sağ tarafında da mezar kalıntıları var. Kalıntılardan biri yazıtlı. Yazıtından “el-Hâcc Mehmed”e ait olduğunu öğreniyoruz.

Hacı Mehmet’in baş taşı ۱۲۳۰سنھ

سعید﴾ صاحبى بوقبرك ﴿

جھنمھ سراینھ جنت كیروب

لسونوا بعید

محمد الحاج

فاتحھ روحنھ

68

Page 68: Yazitlar dergisi 1 sayı

Sene 1230

Bu kabrin (sâhibi) sa’îd Girüp cennet sarâyına cehenneme Ba’îd olsun el-merhûm El-Hâcc Mehmed Rûhuna fâtiha Yıl 1710-1711 Bu kabrin (sahibi) ahiretini hazırlamış Girip cennet sarayına cehenneme uzak olsun Esirgenmesi dilenen Hacı Mehmet’in Ruhuna fatiha

Korkuteli, Antalya'nın yaylası, yazlık yerleşim yeri. Tarih boyunca bu böyle olmuş. Günümüzde de böyle. Antalya-Korkuteli yolu hep işlemiş, işlek kalmış. Eski yol, Yenice Düzlüğü’nden geçiyormuş. Yeni yol, düzlüğün kuzey kenarından geçiyor. Burası, nice olaylara; göçlere, kırımlara, tuzaklara, çatışmalara tanık olmuş. Hemen alt yanındaki Döşemealtı Düzlüğü de yüzyıllarca, her boydan, obadan Yörüklerin, Türkmenlerin kışlağı olmuş. Osmanlıyla uyuşamamışlar. Şah Kulu, “derneğini” burada dermiş, Osmanlıya karşı hal çareleri aradıysa da sonları yıkım olmuş. Kırılmışlar, sürülmüşler, azalmışlar… Buraya 17. yüzyılda bir han yapılmış. Yüzyıllarca yolculara hizmet sunmuş. 1950’li yıllarda devrini tamamlamış. Sonra bir kahve yapılmış. Yetmişli yıllara kadar da o hizmet sunmuş. Ulaşım araçları gelişince, geliş gidiş kolaylaşınca, o da işlevini tamamlamış. Yakınına “Yenice Çay Evi” diye bir yer açılmış. Bir süre de burası hizmet sunmuş gelene geçene. Daha sonra yeni yol yapılıp güzergâh değişince, anayolun uzağında kalıp o da devrini tamamlamış. Günümüzde Antalya’dan Korkuteli’ne ulaşım kolay. Bölünmüş yol var. Dinlenecek mesafe değil. Araçlar vız gelip vız gidiyor. EKLER: ANTALYA'DA TEKELİOĞLU İBRAHİM'İN AYAKLANMASININ BASTIRILMASINDA GÖREVLENDİRİLEN, GÜLLÜK BOĞAZI'NDA MEZARI BULUNAN MENTEŞE MUTASARRIFI İBRAHİM PAŞA'NIN ORAYA VARDIĞINDAN VE ORADA ÖLDÜĞÜNDEN SÖZ EDEN OSMANLI ARŞİVİNDEKİ BELGELER [Yazıların kapağındaki açıklama] Kaptan paşanın dâ'iresine yazılmışdır fi 4 Şevvâl Sene 28 [30 Eylül 1813] hatt-ı humayun numarası 1 [Padişah 2. Mahmut. Sadrazam Hurşit Ahmet Paşa. Kaptan-ı Derya Koca Mehmet Hüsrev Paşa]

69

Page 69: Yazitlar dergisi 1 sayı

Tekelioğlu İbrahim isyanına ilişkin 2. Mahmut’a sunulan yazı, sol yanda padişahın uyarıları

Şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü velî ni'metim efendim pâdişâhım Kapudan Paşa kûlları tarafından vârid olan tahrîrâtda Karaman Vâlîsi 'Alî Paşanın ref’-i vezâretiyle nefyi ve Karaman eyâletinin rütbe-i vezâretle Menteşe Mutasarrıfı İbrâhîm Paşaya tevcîh olunmasına dâ'ir mahfîyen irsâl olunan evâmir-i 'aliyyenin vüsûlünden evvel İbrâhîm Paşanın vefâtı takrîbiyle cümlesi 'indinde mektûben hıfz olunmuş olduğundan bundan sonra tevcîhle irâde-i seniyye südûr eder ise ol vechle 'amel ve harekete ibtidâr edeceğini ve Antalyada cihât-ı müte'addide ile za’af-ı derkâr ve taşra 'asâkirinde dahi nedret-i bedîrâd olduğundan Kara 'Osmân-zâdenin muktezâ-yı me’mûriyyeti üzre Antalyaya bir an akdem vüsûle şitâb eylemesi bâbında başka İzmir voyvodası Kâtib-zâdenin bin nefer sekbân tahrîr ve ma’iyetine irsâle dikkat eylemesi içün başka ve Kızılhisar mütesellimi 'Ömer

70

Page 70: Yazitlar dergisi 1 sayı

Beyin dahi kezâlik bin nefer sekbân ile bi’n-nefs ma'iyetinde mevcûd bulunması içün başka iktizâ eden isti’câl-i evâmiri ısdâr ve tatar ile tesiyâd kılınmasını ve her bir husûs 'avdet eden tatarın takrîrinden ma'lûm olunacağını inhâ etmekle tahrîrât-ı dâ'irde ve evrâk-ı sâ'ire menzûr-ı merâhim-i mevkûd-ı şâhâneleri buyurulmak içün takdîm-i 'atâbe-i 'ulyâ-yı mülûkâneleri kılındığı ve Menteşe Sancağı Mutasarrıfı İbrâhîm Paşanın vefâtı takrîbiyle 'Alî Paşa kûlları hakkında vâki' olan irâde-i sâbıka-ı mülûkânelerinin icrâsı ve bu tahrîrâtın cevâbı yazılması bu husûslara dâ'ir cend-rûz mukaddem takdîm-i hâk-pâ-yı 'adâlet-i intimâ-yı şâhâneleri kılınan bir kıt'a meclis takrîrine sunûh edecek emr ü irâde-i hüsrevânelerinin bilinmesine menût idüği ve Kara 'Osmân-zâdeye kalkup mahal-i me'mûriyyetine gitmek ve 'özür ve 'illet etmemek ve İzmir voyvodası ve Kızılhisar mütesellimine dahi kapudan paşa kûlları tarafından gönderilen buyrultu mûcebince matlûb eyledikleri sekbânları göndermek üzre ekîdü’l-mazmûn evâmir yazılmış ise de bu def’a müşârü'n-ileyh kûllarının tahrîri vechle iktizâ eden isti’câl-i evâmiri takrîr ve tesyîr olunacağı müşârü'n-ileyhe gidüp 'avdet eden tatar-ı merkûmun takrîri kaleme aldırılup takdîm-i huzûr-ı mekârim-i mevkûd-ı hüsrevâneleri kılındığı muhât-ı 'ilm-i 'âlîleri buyuruldukda emr ü fermân şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü velî-ni'metim efendim pâdişâhım hazretlerinindür.

[Sol yanda padişahın açıklaması]

Manzûrum olmuşdur Benim tahkîkime göre 'Alî Paşanın ol taraftan bir kadem akdem def’i maslahata enfa’ olacak kapudan paşa mukarrer-i mekr irâdem vechiyle 'Alî Paşayı mahall-i menfâsına göndersün ve kâffe-i eşyâ ve hayâvnâtı zabt ve tahrîr edüp Donanma-ı Humayunumu şimdilik bir münâsib gördüğü âdemi başbuğ nasb edüp ona sipâriş ve kendüsi karaya çıkup Karaman eyâleti bir münâsib âdeme tevcîh oluncaya kadar orası boş kalmamak için şimdilik idâre eylesün ve 'Alî Paşanın delîl başısını dahi mümkün olur ise ol tarafta i'dâm edüp mümkün olmayacağı zâhir olur ise bir mahalle nefy edüp mahall-i menfâsında i'dâm etdirsün matlûb eylediği piyâde 'asker içün Kızılhisar mütesellimine ve İzmir voyvodasına ve Kara Osman oğluna tekrâr me’kûd-ı isti’câl fermânları tahrîr ve tatarlar ile itâre olunup Karaman eyâleti dahi çend-rûz zarfında bir münâsib âdeme tevcîh olunur müşarün ileyh az çok mevcûd olan 'askeri tağıtmayup muhâfaza eylesün

71

Page 71: Yazitlar dergisi 1 sayı

Menteşe Mutasarrıfı İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine, ne yapılacak diye soruluyor

72

Page 72: Yazitlar dergisi 1 sayı

Manzûrum olmuşdur Kapudan Paşa kûllarının bu def’a vârid olan tahrîrâtıdır Devletlü ‘inâyetlü re’fetlü ‘âtıfetlü celiyyü’l-himem kerîmü’ş-şiyem efendim sultânım hazretleri Karaman vâlîsi sa’âdetlü El-Hâcc ‘Osmân Paşa hazretlerinin kethüdâsı Dervîş Paşa ve Menteşe Mutasarrıfı İbrâhîm Paşa biraz ‘askerle âhir-i Şa’bânda [30 Temmuz -9 Ağustos 1813] gelüp ordu mahallini rü’iyyet ve handa tevkîf eyledikleri topları götürmek içün gitdikleri Güllük Boğazını zabt eyledikleri bundan evvel savb-ı âlîlerine tahrîr olunmuşidi vezîr müşâr ileyh hazretleri işbu mâh-ı ramâzan-ı şerîfin onuncu pazâr günü [10 Ramazan 1228 (6 Eylül 1813)] Antalya pîşgâhına pâ-nihâde-i vüsûl oldukda icrâ-yı resm-i terhîb içün kethüdâmız kûlları mahsûs gönderildiğini müte’âkıben yevm-i merkûmda bendeleri dahi varup mülâkât ve lefk eyleyerek ba’de’l-müzâkere ‘avdet olunup müşâr ileyh hazretleri dahi teşrîflerinin üçüncü salı günü mevcûd-ı ma'siyyeti olan mîrimîrân-ı kirâm ve ba’zı agavât-ı me’mûre ile donanma-ı humayunu teşrîf buyurmalarıyla lâzime-i mihmân-nüvâzı icrâ kılındı müşâr ileyh hazretleri ‘asker-i mevcûdiyyeti Antalya pîşgâhına iki üç mahalle sergerdeleriyle yerleşdirüp muhâsara-ı beriyyeye der-kâr olmalarıyla inşâllahu te’âlâ ‘avn-ı bârî ve meyâmin-i himem hazreti cihândârî ile itmâm-ı maslâhata muvâfık olmaları mevâhib-i ilâhiyyeden müsted’âdır birkaç def’a ordu-ı müşâr ileyhe varılup mülâkât ve ma’iyetlerinde bulunmayan mühimmât-ı nakîle-i harbiyyeden top ve havan ve humbara ve yuvarlak ve barut ve fişenk ve’l-hâsıl her ne taleb olunur ise ma’e’z-ziyâde i’tâ olunacağı ve bu tarafda birkaç sefîne ve şalupalar tevkîf olunmak müzâkeresi sebkat etmekle şiddet-i telâtum-i emvâcdan şalupa gereği hâlî ve bir iki gün filikalar istihdâm olunamadığı menzûrları olduğundan şerâ’it-i deryâdan donanma-yı humayunun zarûretine kendüleri dahi i’tirâf edüp sâlifü’z-zikr mühimmâtdan taleb buyurdukları bir kıt’a kebîr balyemez top ve koşum takımlarıyla üç kıt’a çete topu ve kırk varil barut ve otuz sandık fişenk ve yuvarlak ve mühimmât-ı sâ’ire bâ-defter teslîm olunup kabzlarını müş’ir sened i’tâ buyurduklarından sonra tekrâr defter-i irsâliyye bin elli ‘adet çete ve obüs yuvarlakları ve marankoz4 taleb buyurmalarıyla mühimmât-ı merkûme memlû hartûclarıyla ve iki nefer marankoz ve beş nefer topcı irsâl olunup ma’iyyet-i müşâr ileyhde olan havanlar İstanozda kalmış olduğundan donanma-yı humayundan dört kıt’a havan ve mühimmâtı ihzâr ve ne vakit taleb olunur ise i’tâ olunacağı kendülerine iş’âr olanları muhsûs sefîneler irsâliyle Kıbrısdan celb olunan on iki bin beş yüz kîle şa’îr müşâr ileyhin vürûdunda teslîm olanları bu vakitlerden sonra donanma-yı humayunun yalnız timür kuvvetine i’timâden ikâmesi câ’iz olmadığını bir buçuk mâh-ı mukaddem ihbâra başladıkları sû-yı sâmîlerine inhâ olunmuşdu buna dâ’ir bir gûne emr-i irâde-i seniyyeleri sunûh etmediğinden Ağustosun on beşinden [1813] beri zarûrî ikâmet olundu ise de deryâda günbegün şerâ’it-i dönme olup evâ’il-i eylülde [1813] mücerrebü’l-vukû’ olan bir fırtınanın vakti olduğunu kulağuzlar ve sâ’ir erbâb-ı derya bi’l-ittifâk ihbar etmeleriyle süfün-i donanma-yı humayunu hıfz-ı hümem-i Allahu Te’âlâ hatarât-bahriyyeden sıyâneten bu câ-yı hıtardan hareket ve Antalya açıklarında yelken üzre bulunmak tasvîb olmağla şalupaların

4 Marangoz (gemi marangozu): O günün ahşap gemilerinde bulunan görevlilerden biri; biçmek, takmak, çakmak, tutkallamak gibi işlemlerle; gemide değişiklik, onarım ve bakım yapardı.

73

Page 73: Yazitlar dergisi 1 sayı

seferberliği müddet-i vâfire olup bâ-husûs müşâr ileyh hazretleri teşrîflerinden berü dört beş cümle şalupalar ve sandallar teslîti ve top ve humbara endâhtıyla tazyîk-i kal’eye ihtimâm olunmağla köhneleğinden ve gerek istihdâmdan su göstermeleriyle istihdâmü’l-vird dört kıt’a şalupa adaya çekilüp kalafatları tecdîd ve tevkîf ve dört kıt’ası köhneliğinden ve kabil-i ta’mîr ve istihdâm olmadığından Der-sa’âdete i’âde ve riyâle bey kûlları süvâr olduğu kalyon ve İskenderiye ve Şi’âr-ı Nusret nâm firkateynler ve yevmiye bir gün sefineleri ve şalupa-i mezkûreler ile Antalya önünde tevkîf olunmalarıyla ihbâr olunan fitneyi inşallahu te’âla yelken üzre savuşdurup andan Finikeye varup bırağılacak sefînenin üç aylık olsun zahîreleri i’tâ ve neferâtının hasta ve fevt olanları yerine süfün-i humayundan neferât-ı cedîde vaz’ ve yağlık ta’bîr olunur kıst-ı sâlis mevâcibleri ve mühimmât-ı levâzımatı Finikede bî-kusûr techîz olunup öylece Antalya önüne gönderilmek ve bunlar ba’de’t-tanzîm Antalya önüne gönderildükde riyâle-i mûmâ ileyh ve rüfekâsı donanma-yı humayuna celb olunmak aralıkda mülâyemet-i havvâ dönme olur ise yine birkaç gün Antalya önüne gitmek musammem ve mukarrar olmağla ber-vech-i meşrûh Antalya açıklarında bulunmak içün yelken üzre kıyâm olunduğu ifâdesiyle ‘arîze-i betüğü tahrîr ve ref’-i pîşgâh-i re’fet-mu’îrleri kılındı inşâllahu te’âla ledi’s-su’adü’l-vüsûl ol bâbda fermân devletlü ‘inâyetlü re’fetlü ‘âtıfetlü celiyyü’l-himem mekârimü'ş-şiyem efendim sultânım hazretlerinindir. [Sonunda mühür var] Fî 22 Ramâzan Sene 1228 [18 Eylül 1813]

Tekelioğlu maslahatına dair padişaha sunulan bir diğer yazı

74

Page 74: Yazitlar dergisi 1 sayı

Manzûrum olmuşdur Şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü velî-ni'metim efendim pâdişâhım Karaman vâlîsi ve Teke sancağına mutasarrıf Vezir Hacı 'Osmân Paşa kûllarının tahrîrâtıyla merfû’-ı hâk-pâ-yı şâhânelerine kılınan takrîr-i çâkerî bi’l-esna müşârü'n-ileyh kûllarının me’mûr-ı ma’iyyeti olanlara hâsekiler mübâşeretiyle isti’câl-i evâmiri gönderilmek emr ü fermân-ı şâhâne buyrulmuş olduğundan evâmir-i mezkûre gönderilip gönderilmediğine dâ'ir su’âl-i şâhâneyi şâmil hatt-ı humayun şevket-makrûnları şeref-yafte-i sudûr olup el-hâletü hazihi Aydın ili agavâtından Sığla sancağı mütesellimi ve Nazilli 'ayânı ve Menteşe Mutasarrıfı İbrâhîm Paşa ve İç İlli Vezîr Zeyne'l-'âbidîn Paşa vürûd etmiş idüğü gelen tahrîrâtlarından müstebân ve mukaddem me'mûr kılınan hâsekilerden başka geçenlerde isti’câli hâvî evâmir-i 'aliyye ısdârıyla hâsekiler gönderildiği kâtib efendi kûlları cerîdesi der-kenârından nûmâyan olmağla meşmûl lahâza-i tâc-dârîleri buyrulmak için vârid olan tahrîrâtları hülâsasıyla ma’an ma’rûz-ı sa’ire-i seniyye-i şehriyârîleri kılındığı ve Tekeli oğlu maslahatına dâ'ir Karaman vâlîsi müşârü'n-ileyhe yazılan fermânın merkû’-ı 'atabe-i 'ulyâ-yı şâhâneleri kılınması emr ü fermân buyrulmuş olduğundan emr-i mezkûr dahi ısdâr ve huzûr-ı lâmi’ü’n-nûr-ı tâcdârânelerine 'arz ve tesyâr kılındığı muhât 'ilm-i 'âlîleri buyruldukta emr ü fermân şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü velî-ni'metim efendim pâdişâhım hazretlerinindir. KAYNAKLAR:

1. Tekindağ, Şahabettin, Tekelioğulları, İslam Ansiklopedisi, C. 12/1, MEB Yay., 1975, İstanbul,

2. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Yapı Kredi Yay., 9. Cilt, s. 146, 2005, İstanbul, 3. Cafer Çeşmesi Yazıtı, Antalya Arkeoloji Müzesi Türk İslam Eserleri Numara 156, 4. Sertoğlu, Mithat, Osmanlı Tarih Lügati, Enderun Kitabevi, 1986, İstanbul, 5. Erbek, Mine, Çatalhöyük’ten Günümüzü Anadolu Motifleri, Kült. Bak. Yay., 2002,

Ankara, 6. Selekler, Macit (Yayıma Hazırlayanlar: Ali Yıldız-Resul Kaya), Yarım Asrın

Arkasından Antalya’da Kemer, Melli, İbradı ve Serik, 2011, Antalya, 7. Caferoğlu, Ahmet, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, Enderun Kitapevi, 1993, İstanbul. 8. Umar, Bilge, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Yay., 1993, İstanbul, 9. Erten, S. Fikri, Tekelioğulları, Hüsnütabiat Basımevi, 1955, 10. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihinden Portreler Seçme Makaleler I, Yapı

Kredi Yay., 2010, İstanbul, 11. Güvelioğlu, İ. G.-Hiçyılmaz, M. Ü.-Gürdal, M., Rize Hemşin İlçesi Tarihi Mezar

Kitabeleri, Kaknüs Yay., 2011, İstanbul, 12. Çelgin, A. Vedat, Termessos Tarihi, 1997, İstanbul, 13. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Belgeleri: HAT 00714 34104 00001, 0277 16268 00001,

01350 52753 00001.

75