yesilay dergisi-eylul-944.sayi-televizyon

72

Click here to load reader

Upload: tuerkiye-yesilay-cemiyeti

Post on 07-Mar-2016

234 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

TRANSCRIPT

Page 1: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon
Page 2: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon
Page 3: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Yeni teknolojilerin ve gelişen kitle iletişim araçlarının büyük kolaylıklar sağlaması üzerine bu araçlara ayak uydurma çağımızın gerekliliği haline gelmiştir. Bir modernizm görüntüsü olarak belle-klere kazınmak istenen her evde birden fazla televizyon bulundur-ma, aslında modernizmin yansıması ve iletişimi yaymasından öte kişileri ekrana bağlı bir birey olarak yetiştirmeye başlamıştır.

Oyalanmak, can sıkıntısını gidermek için karşısına oturulan tel-evizyon aslında insanları fark ettirmeden bir anlamda bağımlı ya-pacak hale getirmiştir. Çoğu planların ertelenmesi, aile içi iletişimin azalması, çok fazla dizi, filmlerin izlenmesi, çocukları bir bakıcı

niteliğinde televizyona emanet edilmesi hem kişide hem de toplumda birçok sorunlara yol açtığı yapılan araştırmalarla ispat edilmiştir. Televizyonun korkunç derecede bağımlılık yapması, televizyon ile çok farklı kültür, görüş, düşüncelerin kişiye dayatılması dergimizin bu sayısında televizyon konusunu ele almamızı gerekli kılmıştır.

Bu sayımızda televizyon bağımlılığı, insanların neden televizyon izlediği, genç kimliklerin reklam-lar aracılığı değişmesi, televizyonun akıl kutusu

mu yoksa aptal kutusu mu olduğu, televizyonun aslında bir kitle iletişimsizlik aracı olduğu ile ilgili uzman isimlerden alınmış bilgilendirici makalelerimiz yer almıştır. Televizyon haberleri, getirileri hakkında program sunucusu, spiker İnci Ertuğrul ile söyleşimiz de Eylül sayımızda yerini almıştır. Televizyon ve Kutsal adlı kitabı ile televizyonun doğasına inen yazar Sadık Yalsızuçanlar ve televizyonun çocuklar üzerindeki etkisi üzerine Çocuk Ergen Psikiyatrisi Prof. Dr. Yankı Yazgan ile yaptığımız söyleşilerimizi de bu sayımızda sizlere sunmuş bulunmaktayız.

Kültür-Sanat bölümümüzde 40 Hokkabaz yapımcısı Şekip Davaz ile röportajımızın yanı sıra kültür sanat haberleri, kitap, film ve spor tanıtımlarımız da bu ayki dergimizde yerini almıştır. Ölçülü bir şekilde televizyondan yararlanma ve özellikle çocuklarımızda tel-evizyon izleme alışkanlığının bağımlılığa dönüşmemesi dileği ile…

KURUCUSUOrd. Prof. Dr. Mazhar Osman UzmanDerginin Tesisi:1924

TÜRKİYE YEŞİLAY CEMİYETİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİGenel Başkan Av. Muharrem Balcı

EDİTÖRProf. Dr. İbrahim Keleş

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜAv. Osman Baturhan Dursun

YAYIN KORDİNATÖRÜAv. Adalet Canlı Akbaş

HABER VE FOTOĞRAFSümeyya OlcayAybüke EkiciKadir Metin AkbaşRabia KoyuncuEsra ÖnalŞerife BarutAsude Zeynep Cömert

REKLAM PROjE KOORDINATÖRÜ Sekans YapımŞakir Sarı[email protected] 557 8035www.sekans.com

YAYIN KURULUAv. Muharrem Balcı, Prof. Dr. İbrahim Keleş,Prof. Dr. Burhanettin Can, Prof. Dr. Sefa Saygılı, Prof. Dr. İbrahim Balcıoğlu, Prof. Dr. Mustafa Şentop, Yrd. Doç. Dr. Vehbi Altınçul, Av. Adalet Canlı Akbaş, Av. Arzu Besiri, Arif Çiftçi, Ahmet Zeki Olaş

İDARE YERİNuruosmaniye Cd. No: 17/1 Cağaloğlu/İstanbulT (212) 527 16 83 – F (212) 522 84 63

GRAFİK TASARIM Sekans Yapım

BASKI Ömür Matbaacılık AŞ

YAYIN TÜRÜSüreli ISSN 1330-3950

Yurtiçi Abonelik, Yıllık 60 TLYurdışı Abonelik, Yıllık 120 TLPosta Çeki: 1054174 Sirkeci/İSTANBUL

Yeşilay Dergisi, devletin tüm sorumlu mercilerine muntazaman ulaştırılmaktadır.

Dergide yayınlanan makalelerin fikri sorumluluğu yazarlarına aittir.

Televizyon Bağımlılığı

Prof. Dr. İBrahİm KeleşYeşilay Cemiyeti Genel Sekreteri

EDİTÖR

Page 4: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

10

televİzyon BağımlılığıTV ile madde bağımlılığı arasındaki en sık gözlemlenen paralellik, TV bağım-lısı insanların televizyon seyretmeyi azalttıkları ya da bıraktıklarında madde bağımlılarının madde kullanımı kesilince yaşadıklarını yaşamalarıdır.

d o s y a

20

TV aKıl KuTuSu mu aPTal KuTuSu mu?16YEŞİlaY’Dan GalaTa KulESİ ÇağrıSı08

‘mEDYanın GüCü YOKGüCün mEDYaSı Var’26TElEVİzYOn muTSuz BİrEYlEr YETİŞTİrİYOr30

YAYıN CANLı İZLEYİCİ ÖLü

Page 5: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

‘TV ÇOCuKların İlETİŞİm BECErİSİnİ KÖrElTİYOr’40‘SEYİrCİ ElİnDEKİ KumanDanın GüCünün farKına VaraBİlmElİ’32

GEnÇlEr Kİmİ SEVErSE Onun Kİmlİğİnİ EDİnİr4440 HOKKaBaz VE ŞEKİP DaVaz50SPOr:ParKOur56mEDEnİYETlErİn BEŞİğİ Bİr ŞEHİr: HaTaY60

24

MUTLU AİLELERİÇİN VAR MıSıNYOK MUSUN?

Page 6: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

İnsan yaşayan bir varlıktır. Yaşadığı anın etkilerinden de bağımsız düşü-nülemez. Söz konusu etkiler, araçlar-la elde ettikleri veya araçların kendi-sine sunduğu etkilerdir. zaman için-de en basit aletlerle başlayan bu ge-lişme günümüz teknolojisiyle zirveye ulaşmış ve günümüz insanını tekno-lojinin esiri yapar hale gelmiştir.

Korunmayan insan özgür olabilir mi? Can gü-venliği ve yaşam hakkı başta olmak üzere bağış-lanmış temel hakları korunmayan insanın, sair öz-gürlüklerini korumasını beklemek safdillik olur. ni-tekim yaşam hakları ellerinden alınmış bağımlıla-rın da özgürlüklerinden bahsedilemiyor. zira öz-gürlük tek seçeneği oylama hakkı değildir. Dünya-nın sonsuz nimetleri yanında tek bir maddeyi işa-retleyebilmenin özgürlük olmadığı aklın bir sonu-cudur. İnsanı korumadan özgürleştirmeye çalış-manın abesle iştigal olduğu anlaşılmaya başlandı. En azından Yeşilay, bağımlı olmamanın yolunun bağımsızlıktan geçtiğini sürekli anlatıyor. Bu, za-manla bir bilinç haline gelecek, eminiz.

Bugün teknolojinin insanı esir almasının araç-larından en önemlisi Televizyon ve internettir. an-cak görselliği, toplumsallığı ve yaygınlığı bakımın-dan televizyonun etkisi en yüksek düzeydedir. TV sayesindedir ki, insanlığa yön vermek isteyen-ler, anormalliği normalliğe dönüştürebilmektedir-ler. Gerçekten de TV dizileri, filmleri, programla-rı genç beyinleri etkileyebiliyor, ahlaksızlıkları nor-malleştiriyor. ahlaksızlığı ‘aşk’ olarak kabul etti-

rebiliyor, bağımlılığı ‘özgürlük’ olarak sunabiliyor. Taciz ve tecavüzü bir sapıklık olduğu halde cinsel-lik olarak algılatabiliyor. Bu normal olmayan halle-rin (anormalliğin) normalleştirilmesidir. normal ol-mayan hal ve ilişkiler bize şiddet, suçluluk, bağım-lılık, hastalık, tembellik, ahlaksızlık, ruh sağlığı gibi anormalliklerle dönmektedir.

Sadece günde 3 saatini televizyon başında ge-çirenlerin ayda 90 saat, bir yılda 1080 saat, yani 45 gün televizyon izlediğini düşünelim. ne büyük bir zaman kaybı! (Psk. narek Karasu). Bir de bu izleyi-cilerin çocuk olduklarını ve izlediklerinin birçoğun-da da (ensest veya anormal-hukuk dışı) ilişkilerin işlendiğini düşünelim. felaketin boyutları ürkütü-cü değil mi? Türkiye bu ürkütücü boyutta sonuçla-rı yaşıyor bile.

Erkeklerinin %49,5, kadınlarının %21,3’ünün sigara, 500 bin uyuşturucu bağımlısı, nüfusunun %20’sinin alkol kullanıcısı olduğu, devletin 11 dal-da kumar oynattığı, güvenli internetin tercihe bı-rakıldığı bir ülkeden bahsediyoruz. %99’unun müslüman olduğu ifade edilen bir ülkede bu so-nuçların normal olduğunu kimse söyleyemez. ancak sadece kendi zevklerini başkalarını da ka-tarak tatmin etmek isteyenler bu sonuçları nor-mal karşılayabilirler. 18 yaş denetiminin yapılma-dığı fakat dibine kadar alkol dağıtımının yapıla-bildiği festivalleri bize normalmiş gibi gösterme-ye çalışabilirler. Bizi eleştirebilirler. ancak sokak-larının bağımlılarca işgal edildiği, kurtarılmış al-kol bölgeleri bulunan bir ülkenin aydınlarının bu anormallikleri savunmaları ve normalleştirme-ye çalışmaları bu ülkenin ve çocuklarının aleyhine yapılacak en büyük kötülüktür.

İşte televizyonun zararları:

Başyazı

anormalliğin normalleştirildiği mecra: televizyon

Page 7: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

maddi ve bedenî zararları;• Televizyon insanları tembelliğe itmektedir. Ekran-dan yayılan ışınlar leptin ve ghrelin adlı hormonlarda dengesizlik yaparak, yağ birikmesine neden olur. • Televizyondan yayılan ışığın melatonini azaltma-sı nedeniyle hormonal dengesizlikler meydana ge-tirebilmekte, hatta Dna’da değişiklikler meyda-na getirmesi sonucunda kansere bile neden olabil-mektedir.• uzun süreli televizyon izlemek kişilerin bağışıklık sistemini de olumsuz yönde etkilemektedir.• Çocukların erken ergenliğe girmelerine neden ola-bilmektedir.• uyku sorunlarına yol açmaktadır.manevi ve sosyal zararları;• Çalışmadan, emek harcamadan köşeyi dönme hayalleri kurma,• Cinsellik (eşcinsel ve ensest ilişkiler), taciz ve te-cavüz gibi sapkınlık görüntüleri ve şiddet içeren ya-yınlar (mafya ve ölçüsüz şiddet/silah) ile çocukların gelişimini olumsuz etkileme, • Yanlış tercihleri doğru kararlar gibi göstererek (boşanmaya özendirme) toplumun yönlendirilme-sinde birinci derecede etkili olma, • reyting uğruna kullanılarak gülünç duruma dü-şürülmeme,• Gerçek hayattan kopma, asosyal hale getirme,• Özellikle 4-7 yaş arasındaki çocukların sosyal ge-lişimlerini olumsuz yönde etkileme sayılabilir. (na-rek Karasu).

Gazeteci yazar Can Dündar’ın konu ile ilgili bir yorumu ise şöyledir;

‘…Son 20 yılın televizyon yöneticileri bu tab-loya bakıp “Biz ne yaptık?” diye dövünüyor mu-dur, yoksa eseriyle övünüyor mudur acaba? Evleri-

ne sokmayacakları adamları star yaparken… Kali-teli yapımlara inatla kapıyı kaparken, “Yaydığımız şiddet ileride bizi de vurur, cehaleti övmek çocuk-larımızın geleceğine mal olur, bunca saçmalığı izle-yen bir toplum hepten aptal olur” diye düşünmüş-ler midir? Yoksa “Bizim işimiz sinekleri cama yapış-tırmaktı; onlar da bu kadar hevesle yapışmasay-dı” mı diyorlardır. Onlar ne derse desin; kesin olan bir şey var ki, onarımı kuşaklar sürecek bir tahri-bat yaşadık son 20 yılda... müsebbiplerinden (se-bep olanlardan) insaf beklemek saflık olur. Yapıla-cak şey, durumdan rahatsız olan yayıncıların, izle-yicilerin örgütlenmesi ve yeni bir yayıncılık anlayışı-nı zorlamasıdır. Son TV seyircisi de körleşmeden.’

Değerli Yeşilay Dostları;Bunca zararları, toplumu tembelliğe, aşırılığa, fah-şaya, anormal ilişkilere zorladığı bilindiğine, ancak hayatımızdan çıkarmak da zor olduğuna göre, te-levizyonu normalliklerin sergileneceği bir mecra-ya dönüştürmekten başka yol bulunmamaktadır. Çocuğun elinden acı soğanı zorla alamayız. ancak eline bir elma vererek, gönlünü hoş ederek soğan-dan vazgeçmesini sağlayabiliriz.Tüm bağımlılıklara karşı, bağımsızlık düşüncesinin insanımızda oluş-masını sağlamaya çalıştığımız gibi, anormalliğin normalleştirilmesine karşı da normalliği savunmalı ve iyilik, ahlaklılık, bağımsızlık, çalışkanlık gibi nor-malleri görselleştirebilmeliyiz. Yatırımlarımızı taşa toprağa değil, geleceğimizin teminatı çocuklarımı-zın normal gelişimine harcadığımız, kendi çocuk-larımızı kurtarmanın yolunun başkasının çocukları için bir şeyler yapmak olduğunu bilinç haline getir-diğimiz güne ve anormalliklerin normalleşemeye-ceğine olan inancımla…

Saygılarımla.

av. mUharrem BalCıTürkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı

Page 8: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

eşilay, İstanbul’daki Yeşilay gönüllüleri ile birlikte bu yıl Ramazan’da açtıkları dört stantla bağımlılıklarla mücadeleye devam etti. Eyüp Feshane, Üsküdar Bağlarbaşı Kül-tür Merkezi, Kayaşehir ve Sular Vadisi’nde birer Yeşilay standı açıldı. İstanbul Büyükşe-hir Belediyesi’nin her yıl Eyüp ilçesinde dü-zenlediği Feshane Şenlikleri’ne bu yıl Yeşi-lay da katıldı. Ramazan boyunca İstanbul-luların akınına uğrayan Feshane’de kuru-lan Yeşilay standında “Sigara üretimi insan-lık suçudur” imza kampanyasına yoğun ilgi gösterildi. Ramazan sonuna kadar açık olan stantta Yeşilay gönüllüleri vatandaşlara bro-şür, rüzgârgülü, balon, kalem dağıttı.

Üsküdar Belediyesi’ne ait Bağlarbaşı Kül-tür Merkezi’nde açılan stantta ise Yeşilay gö-

nüllüleri her akşam gelen vatandaşlara bağım-lılıklarla ilgili bilgiler veridi. Başakşehir Bele-diyesi sınırları içerisinde de Kayaşehir ve Sular Vadisi’nde açılan Yeşilay’ın iki standına da va-tandaşlar büyük ilgi gösterdi.

Başakşehir belediyesinin düzenlediği Ra-mazan Kültür etkinlilerine Türkiye Yeşilay Ce-miyeti de Kayaşehir ve Sular Vadisi etkinlik alanında iki stant açarak katıldı. Yeşilay gönül-lüleri, stant alanında vatandaşlara broşür, ka-lem, rüzgârgülü ve balon dağıttı. Ayrıca “Sigara üretimi insanlık suçudur” imza kampanyasına da destek toplandı. Vatandaşlar, Yeşilay’ın da-ğıttığı bilgilendirici broşürler dolayısıyla mem-nuniyetlerini dile getirdi. Yeşilay’ın imza kam-panyasına destek veren vatandaşlar, bu çaba-dan dolayı Yeşilay gönüllülerini tebrik etti.

06 Haber

Yeşilay, ramazan’da dört ayrı yerde stant açtı

Y

Page 9: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Sigara paketlerinin üzerinde artık marka olmayacakigara endüstrisi, Avustralya’da büyük bir ye-nilgiye uğradı. Avustralya hükümetinin si-gara paketlerini düz ve büyük sağlık uya-rılarıyla kaplama kararını mahkemeye taşı-yan sigara endüstrisinin itirazı reddedildi. Buna göre artık Avustralya’da sigara paket-lerinin üzerinde marka isim ve sembolleri bulunmayacak. Sigara paketlerinin üzerin-de daha etkili ve büyük sağlık uyarıları yer alacak. Örnek uygulamanın Türkiye’de de hayata geçirilmesi bekleniyor.

Avustralya hükümetinin geç-tiğimiz aylarda çıkardığı yasaya göre yılsonuna kadar bütün sigara paketlerinin düz ve üzerinde bü-yük sağlık uyarıları taşıyacak şe-kilde değiştirilmesine karar verildi. Bu ülkede faaliyet gösteren dört si-gara şirketi bu yasayı “Marka ve ti-cari sembolleri yasaklamak sure-tiyle fikri mülkiyet haklarının çiğ-nediği” iddiasıyla Yüksek Mahkeme’ye gö-türmüştü. Avustralya Yüksek Mahkemesi ise tütün endüstrisinin “düz paket” konusu ile ilgili olarak açtığı davayı karara bağladı ve tütün endüstrisinin itirazını reddetti. Bü-tün dünyada büyük yankı uyandıran bu ka-rar tütün endüstrisine büyük bir darbe vur-du. Söz konusu kararın bütün dünyada ör-nek teşkil edebileceği belirtiliyor.

Artık Avustralya’da markalardan arındı-rılan sigara paketlerine numara verilecek. Ye-şil zemin üzerinde sigara ürünlerinin kan-sere yol açtığına dair uyarıcı resim ve yazılar

yer alacak. Bu yıl 20-24 Mart tarihleri arasın-da Singapur’da düzenlenen Dünya Tütün ve Sağlık Kongresi’ne katılan Sağlık Bakanı Re-cep Akdağ, “Düz Paket” uygulamasını des-teklediğini açıklamıştı. Sigara ile mücadelede Dünya Sağlık Örgütü tarafından ödüllendi-rilen Türkiye’nin, Avustralya’da ilk defa uy-gulamaya geçecek olan “Düz Paket” uygula-masına kısa sürede geçmesi bekleniyor. Her yıl binlerce insanın hayatına mal olan sigara

ile ilgili düzenlemenin çok önemli ol-duğunu söyleyen Türkiye Yeşilay Ce-miyeti Genel Başkanı Av. Muharrem Balcı,”Sigara üreticileri, her yıl milyon-larca insanın ölümüne neden olmala-rından dolayı insanlığa karşı suç işle-mektedirler. Düz paket uygulaması-na geçen Avustralya hükümetini teb-rik ediyor, ülkemizde de bu konuda en kısa süre içerisinde yeni düzenlemele-rin yapılmasını bekliyorum” dedi. Si-

gara üretiminin yasaklanması gerektiğini de sözlerine ekleyen Balcı, Finlandiya, Avust-ralya gibi ülkelerin 2020 yılında ülkede siga-ra satışını yasaklamaya hazırlandıklarını be-lirterek, “Bu devletler, kendi vatandaşları-nın sağlığını ve yaşam haklarını düşünmek-tedir. Bu konuda Türkiye’nin yine öncü bir ülke olmasını ümit ediyorum” diye konuş-tu. Türkiye’nin sigara ile mücadelede bugüne kadar attığı adımların uluslararası çevrelerce olumlu karşılandığını hatırlatan Balcı “Türki-ye bu uygulamayı benimserse, bu uygulama çevre ülkelere de hızla yayılabilir” dedi.

S

Page 10: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

08 Haber

ürkiye Yeşilay Cemiyeti Kuledibi, Galata es-nafının düzenlediği iftar programına katıl-dı. Kuledibi’nde toplanıp alkol alan ve çev-reye rahatsızlık veren kişileri gözlemlemek için daha önce Kuledibi’ne gelen Yeşilay Ce-miyeti Genel Başkanı Av. Muharrem Bal-cı ve Yeşilay heyeti bu kez, düzenlenen so-kak iftarının ardından Galata Kulesi’nin al-kol tüketim merkezi haline gelmesine tepki olarak eylem yaptı. Yeşilay Cemiyeti eylem sırasında hazırladığı ‘Kuledibi İzleme Rapo-runu’ da basın mensuplarına dağıttı. Sık sık gündeme gelen Galata Kulesi’nin etrafında içki içip, taşkınlık çıkaranların haberlerinin ardından Genel Başkan Balcı, eylem sırasın-da bir de basın açıklaması yaptı.

Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başka-nı Muharrem Balcı yaptığı basın açıklama-sında, alkolün sağlığa zararlarının yanı sıra toplumsal zararlarının da olduğunu belir-terek, “Türkiye’de alkol, cinnet ve cinayet-lerin, taciz ve tecavüzlerin, trafik kazaları-nın ve boşanmaların birinci nedenidir. He-men hemen her gün gazetelerin üçüncü sayfalarında alkol dolayısıyla yaşanan bir trafik kazası ya da alkolün neden olduğu sarhoşluk yüzünden birkaç kişinin öldü-rüldüğünü görüyoruz. Alkol, aile içi şidde-tin de birinci nedenidir. Bu yüzden yuva-lar yıkılmakta, çocuklarımız anne babala-rından yoksun kalmaktadırlar” dedi. Dün-yada alkolün azaltılmasıyla ilgili her ge-

çen gün tedbirler alındığını belirten Bal-cı, Türkiye’de bu konuda alınan kararların dikkate alınmadığını dile getirdi. Avrupa ve Amerika’da alkole ilişkin alınan tedbir-lerin çok sert olduğunu belirten Balcı, “ Av-rupa ve Amerika’da kamuya açık meydanlar-da alkol satışına yönelik ciddi sınırlandırma-lar mevcuttur. Avrupa ülkelerinde ve dünya-nın birçok ülkesinde kamuya açık meydanlar alkol tüketimine kapatılmış alanlardır. Bil-hassa gece boyu tüm bir semt sakinlerini ra-hatsız ve taciz edecek derecede bu türden bir uygulamanın dünyada bir benzerini daha bulmak oldukça zordur” diye konuştu.

T

Yeşilay’dan “Galata Kulesi” çağrısı

Page 11: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

1934 yılında İsmet İnönü’nün Başbakan-lığındaki hükümet tarafından ve M. Kemal’in onayıyla Kamuya Yararlı Ce-miyetler Statüsü verilen Türkiye Yeşi-lay Cemiyeti’ne yapılan bağışların ku-rumlar vergisi matrahından düşülmesi-ne TBMM’de 15.06.2012 tarihinde karar verilmiştir. 6322 sayılı Amme Alacakla-rının Tahsil Usulü Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması-na Dair Kanun 15.06.2012 tarihinde Res-mi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Söz konusu kanunun 9. Madde-siyle 193 sayılı GVK’nun 89. maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendi ye-niden düzenlenmiştir. Buna göre; mül-ki idare amirlerinin izni ve denetimi-ne tabi olarak yaptırılacak ibadethaneler ve Diyanet İşleri Başkanlığı denetimin-de yaygın din eğitimi verilen tesisler ile Türkiye Yeşilay Cemiyetine yapılan her türlü nakdi ve ayni yardımların tama-mına kurum kazancından indirim im-kanı sağlanmıştır. Ayrıca GVK’nun 89. Maddesine Türkiye Yeşilay Cemiyeti de eklenmiştir. Dolayısıyla Yeşilay’a yapı-lan bağışların tamamı da kurum kazan-cından indirilebilecektir. Eklenen söz

konusu hükümlerden sonra 193 sayı-lı Kanun maddeleri şu şekilde şekillen-miştir; (Söz konusu indirim hakkından hem 193 sayılı GVK tabi gelir vergi mü-kelleflerinin hem de 5520 sayılı Kurum-lar Vergisi Kanunu’na tabii sermaye şir-ketlerinin yararlanması mümkündür). Gelir vergisi matrahının tespitinde, ge-lir vergisi beyannamesinde bildirilecek gelirlerden şu şekilde indirimler yapıla-bilir: 11. İktisadi işletmeleri hariç, Türki-ye Kızılay Derneğine ve Türkiye Yeşilay Cemiyetine makbuz karşılığı yapılan nakdi bağış ve yardımların tamamı.

Yeşilay’a yapılan bağışların tamamı Kurumlar Vergisi’nden düşülüyor

Page 12: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon
Page 13: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Vizontele Tuuba filminde televizyonu ilk kez gören Siti Ana (Demet Akbağ), “Vizontele dünyayı evimize getirecek” diyen kocasına soruyor: Sebep?... Siti Ana haklı, televizyon dünyayı evimize mi getiriyor, yoksa dünyamızı elim-izden mi alıyor, sorgulamalıyız.

D r . Y u S u f a D ı G ü z E l

İstanbul ünv. Sosyoloji Bölümü Öğr. Gör.

YAYıN CANLı İZLEYİCİ ÖLü

Televizyon gündelik hayatımızın vazgeçilmez bir parça-sı. Türkiye’de ilk televizyon yayını yapılalı tam 60 yıl oldu. Türkiye’deki evlerin yüzde 99’unda TV bulunuyor. Hane sa-yısı 15, televizyon cihazı sayısı ise 19 milyon. Türkiye’de ev-lerin yüzde 40’ında ise birden fazla televizyon var. Televiz-yon cihazlarının fazlalığı bir yana, izleme oranlarında dün-ya listesinin zirvelerinde bulunmamız, toplum olarak bizi kendi gerçeklerimizden kopararak, dünya sahnesinde rol kapmaya çalışan birer sanal aktörler seviyesine indirmekte-dir. Televizyona bağlanmak bizi, kendi yaşantımıza ara ve-rerek, başkalarının yaşantısını izlemek gibi basit bir alışkan-lığın peşine takar. Televizyonun fiziksel olarak bağımlılık yaratmadığı düşünülse de, psikolojik bir bağımlılık oluştur-duğu aşikârdır. Dünyada en fazla televizyon izleyen Ame-

Page 14: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

rikan toplumu üzerine yapılan bir araş-tırma, televizyonun insanların vazgeçil-mez bir tutkusu olduğunu ortaya koy-muştur. İnsanlara “sizi televizyon izle-mekten vazgeçirecek şey nedir?” sorusu sorulduğunda ankete katılanların yüz-de 46’sı “bir milyon dolardan daha faz-la para” cevabını vermiştir. Yüzde 25’i ise bu miktar için bile televizyon izlemekten vazgeçmeyeceğini söylemiştir. Ülkemiz-de bu konuda yapılmış bir araştırma yok. Ancak araştırmalar, televizyon izleme süresi olarak ABD’den sonra ikinci sırada olduğumuzu ortaya koyuyor.

Bağımlı mıyız?Bağımlılık, “zarar verici sonuçları ol-

duğu bilinmesine rağmen, bir davranı-şın, önlenmesi zor olduğu için sürek-li olarak tekrarlanması” olarak tanımla-nabilecek zihinsel bir hastalıktır. Genel-likle madde bağımlılığı ile özdeşleşen bu kavram, madde bağımlılığının beyin-

de açtığı hasarları aratmayacak boyut-lardaki zararları sebebiyle TV, bilgisayar ve video gibi aslında birer iletişim aracı olması gereken medya organları için de kullanılmaya başlanmıştır.

Amerikan Psikiyatri Birliği’ne göre, bir kişiye “bağımlı” tanısı koyulabilmesi için sayılan şu 7 belirtinin üç veya daha fazla-sının bulunması yeterlidir:

1. Kullanılan madde miktarının artırıl-ması ihtiyacı,

2. Kullanılmadığında ortaya çıkan yoksunluk belirtisi,

3. Planlanandan daha uzun süre ve yüksek miktarda kullanma,

4. Sık ve başarısız bırakma çabaları, 5. Maddenin sağlanması ve kullanımı

için çok zaman harcama, 6. Madde kullanımı sebebiyle iş, aile

ve bireysel etkinlikleri azaltma, 7. Zarar vermesine aldırmadan madde

kullanmaya devam etme.

Page 15: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Ebeveynler çocukların çok faz-la ekran karşısında vakit geçir-diğinden yakınıp, televizyonu

kaldırmayı denerler. Ama annelerin dizileri, babaların maçları “vazgeçilmez” olduğu için, çocukların yasakları kendiliğinden kalkar.“

13

Şimdi bu yedi belirtideki “madde” kelimelerini çıkartıp, yeri-ne “Televizyon” yazarak, kendimizi ve yakın çevremizi sorgula-yalım. En az üç madde “bağımlı” tanısı için yeterli ise, çevremiz-de çok sayıda TV bağımlısı var diyebiliriz. En azından son yıllar-da yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar bize bunu söylü-yor. Kendimizi veya çevremizdeki birini “televizyon bağımlısı” ilan etmek, kolay kabullenilebilir bir durum değildir. Ancak TV sahipliğinin yüksekliği değil ama izleme sürelerindeki yüksek-lik, hatta günde 4,5 saate yakın bir izleme oranı ile dünya liste-lerinin en üst sıralarında bulunmamız hem bireysel hem de top-lumsal açıdan sorgulanması gereken bir durum değil mi? Ortala-ma ömür süren bir Türk insanı neredeyse hayatının 15 yılını Tele-vizyon karşısında geçirmesi, öğrencilerin okulda geçirdikleri sü-reden, çalışanların çalışma saatlerinden daha fazla süreyi ekran karşısında geçirmelerini nasıl adlandıracağız?

Ebeveynlerin Çaresizliği

Aile ve iletişim araçları uzmanı Rogge, televizyon ve video önünden kalkmayan çocuklar ve ebeveynlerinin çaresizliğini anlattığı “Tele-vizyon Video Delileri” kitabının bir bölümünde 12 yaşındaki Han-nes Günther’in annesinin çaresizliğini anlatır: Bütün gününü evde-ki bilgisiyar ekranı karşısında geçiren Günther, okulunu boşlamaya ve gündelik hayattaki sorumluluklarını aksatmaya başlamıştır. Ar-tık uyarmaktan bıkan annesi çözümü bilgisayarı kaldırmakta bul-muş. Ancak, bu olaya Hannes’in tepkisi çok korkunç olmuş ve anne-sini çok şaşırtmış. Önce annesini tehdit etmiş ve sonra kendini oda-sına kapatmış. Ancak ertesi gün annesi oğlu ile konuşma fırsatı bu-labilmiş. Hannes’in annesi şaşkınlığını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Şaşırdım, çünkü bilgisayarı elinden alınınca kendini bu kadar çare-siz hissedeceğini düşünememiştim. Sanki ayağının altından dünya çekilmiş gibi oldu. Fakat benim de birşeyler yapmam gerekiyordu. Çünkü artık bilgisayar bir saplantı haline almıştı.”

İfadeler ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Bazen ebeveynler ço-cukların çok fazla ekran karşısında vakit geçirdiğinden yakınıp, te-levizyonu kaldırmayı deneler. Ama annelerin dizileri, babaların maçları “vazgeçilmez” olduğu için, çocukların yasakları kendili-ğinden kalkar. Ebeveynler her boş vakitlerini televizyon karşısında geçirirken, çocuklarından ders çalışmalarını, kitap okumalarını, spor yapmalarını veya arkadaşlarıyla vakit geçirmelerini beklemek

Page 16: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

çok gerçekçi olmaz. Gelişen teknoloji te-levizyonun renkli dünyasını artık sürek-li yanımızda, hatta cebimizde taşımamıza imkân veriyor. Artık yayınlar sadece tele-vizyon cihazlarından değil, bilgisayarlar-dan, hatta cep telefonlarından izlenebili-yor. Dijital yayın teknolojisi sayesinde ar-tık hiç bir programı kaçırmamak eliniz-de. Kendi yayın akışınızı kendiniz ayarla-yabiliyorsunuz. İstediğiniz filmi istediği-niz saatte izliyorsunuz. Hatta canlı yayın-larda bile, yarım saate kadar ekranı don-durup, dönüp kaldığınız yerden izlemeye devam edebiliyorsunuz....

Kaçırılmayacak diziler, filmler, maç-lar, yarışmalar, haberler ve belselller... 24 saat evimizin başköşesindeki sihirli kutu-dan yüzlere kanaldan binlerce program akıyor. Her an sizin ilginizi çekecek, cez-bedecek, sizi ekrana kilitleyecek bir prog-ram mutlaka vardır. Dünyayı elimize ge-tiriyor… Yani televizyon sizi hiç yalnız bırakmıyor. Telekomünikasyon sistemi-

nin de Türkiye’nin yüzde 99’unu kapsa-ma alanına almasıyla dağ başında olsa-nız bile elinizdeki akıllı cihazlarla dünya-ya bağlanmaya devam ediyorsunuz. Vi-zontele Tuuba filminde televizyonu ilk kez gören Siti Ana (Demet Akbağ), “Vi-zontele dünyayı evimize getirecek” diyen kocasına soruyor: Sebep?... Siti Ana hak-lı, televizyon dünyayı evimize mi getiri-yor, yoksa dünyamızı elimizden mi alı-yor, sorgulamalıyız. Televizyonun getir-diği dünya kimin dünyası? Biz o dünya-nın neresindeyiz? Televizyon başında za-man geçirmek uğruna, dünyanın elimiz-den kayıp gittiğinin farkında mıyız?

Akıllı telefonlar çıktı çıkalı, grup için-de oturup da iki çift kelam etmeden, saat-lerce ellerindeki pahalı oyuncaklarla oy-nayan bireyler görmeye başladık. Hat-ta iletişim olanaklarının sunduğu ileti-şim kopukluğundan faydalanarak, aynı mekânda oturup mesajlaşan, facebook veya twitter üzerinden haberleşen yeni

Page 17: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

nesil gençlerin sayısı hiç de az değil. Tele-vizyon dünyayı evimize getirirken, akıllı telefonlar dünyayı elimize getirmeye, gitti-miz her yere dünyayı da taşımaya başladı.

Nielsen Araştırma Şirketi’nin tüm dün-yadan 15 yaş üstü yaklaşık 28 bin online ka-tılımcıyla yapmış olduğu Ağustos 2010 ta-rihli “İnsanlar Nasıl İzliyor” başlıklı anke-te göre online Türk tüketicisinin en favori ekranı hala televizyon. Bu araştırmaya göre en fazla online televizyon izleyen ülke Tür-kiye. Türkiye’de 23 milyon internet kullanı-cısı var. Bunlardan yüzde 85’i günde 1 saat-ten fazla internetten televizyon izliyor. Ak-tif internet kullanıcılarının yüzde 11’i ise cep telefonundan televizyon izliyor.

TV izliyorum; zamanım yok!!

“Televizyon izlemenin ne sakıncası var?” diye düşünebilirsiniz. Aile ve Sosyal Po-litikalar Bakanlığı tarafından 12 bin aile üzerinde yapılan “Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması”na bir göz atarsak, televizyon izleme ile gündelik hayatın kurgulanma-sı arasındaki ilişkiyi ve televizyon odak-lı olmanın aslında nasıl bir iletişim soru-nuna dönüştüğünü daha rahat anlayabili-riz. Araştırmadaki en önemli bulgu televi-zon izleme oranının belirgin bir şekilde ar-tıyor olması. Aile üyelerinin birlikte yap-tıkları faaliyetlere bakıldığında ise birici sı-rada yüzde 60 ile televizyon izlemek ge-liyor. Ankete katılan ailelerin 80’i birlik-te hiç tiyatro ve sinemaya, 63’ü de hiç ta-tile gitmediklerini belirtmiş. Katılımcıla-rın yüzde 44’ü hiç kitap okumadığını ifa-de etmiş. Araştırmanın en çarpıcı sonucu ise kitap okuma oranı yüzde 4,5 iken, tele-vizyon izleme oranının yüzde 94 olması. Yine bu araştırmaya göre, ankete katılan-lar, yüzde 75’i hiç sinema ve tiyatroya git-memiş, yüzde 68’i ise hiç spor yapmadığı-nı belirtmiştir.

Araştırma elbette ki bir televizyon araş-tırması değil. Ama televizyonun nasıl aile hayatımızın merkezine gelip kuruldu-ğu gün gibi aşikâr. Aile fertleri kitap oku-muyor, sinemaya veya tiyatroya gitmi-yor, spor yapmaya zaman ayırmıyor. Ama

günde en az 4 saat ekran karşısında za-man harcıyor. Milli Eğitim Bakanlığı ra-porları televizyon izlemenin kitap okuma alışkanlığını engellediğini ortaya koyuyor. Ülkemizde ortaöğretim çağında bir çocu-ğun televizyonun ve bilgisayarın başın-da geçirdiği süre okulda geçirdiği süreden tam yarı yarıya daha fazla. Öğrenciler yıl-da ortalama 1000 saatlerini okulda geçirir-lerken 1500 saatleri ise televizyon ve bilgi-sayar başında geçiyor. Adına “bağımlılık” demesek bile sadece okumaya mani olma-sı, gündelik hayatımızın insani boyutlarını törpülemesi ve yüzyüze iletişimi engelle-mesi bile televizyonun izleme alışkanlığı-nın eleştirilmesi için yeterli sebeptir.

Başta psikologlar olmak üzere bilim adamlarının televizyon ile madde bağım-lılığı arasında kurduğu en önemli paralel-lik “yoksunluk” duygusudur. Televizyon bağımlısı insanlar, izlemeyi azalttıkları ya da bıraktıklarında, madde bağımlılarının madde kesilince ortaya çıkan yoksunluk belirtileri yaşamaktadırlar. Madde bağım-lısının, aldığı ilacın etkisi tamamen geçme-den yenisini alması gibi, televizyon bağım-lıları da izlemeyi bıraktıklarında rahatsız olacaklarından televizyonu kapatamıyor-lar ve sürekli daha fazla seyretmek istiyor-lar. Televizyon bağımlılarında görülen te-mel rahatsızlıklar kısaca şu şekilde sıra-lanabilir: Görme bozuklukları, şişmanlık, dikkatsizlik, isteksizlik, sinirlilik, insanlar-dan sıkılma, spor yapamama, kendilerini kontrol edememe...

“Bağımlılık tehlikesi var” diye televizyo-nu hayatımızdan söküp atmak elbette ger-çekçi bir yöntem değildir. Ancak, yavaş ya-vaş hayatımızın merkezinde olmaktan çı-karabiliriz. Televizyonu, sadece önemsedi-ğimiz bir program var ise izlemek, izleme süresini azaltmak, televizyonu tek boş va-kit geçirme aracı olarak görmemek önemli adımlar olabilir. Komşuluk/arkadaşlık iliş-kilerini güçlendirmek, aile ziyaretleri, daha fazla okumaya zaman ayırmak, düzen-li spor yapmak vs. gibi gündelik hayatımızı televizyon dışındaki aktiviteler ile zengin-leştirmek akıl sağlığımıza iyi gelecektir.

15

Page 18: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

“Her yayınlanan diziyi, yarışmayı izlersek, bir süzgece tabi

tutmadan evimizin içine alırsak, aptalca demiyorum ama çok da

akıllıca bir davranışta bulunduğumuzu söyleyemeyiz.

Page 19: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

elevizyonun zararları hakkında çok sık bir şeyler duyup okuyoruz. Fakat gü-nümüz insanı, bu zararların farkında olmasına rağmen yanlış davranışlar-da ısrar etmeye devam ediyor. Aslın-da çoğu konuda olduğu gibi TV kulla-nımı hakkında da, herkese uyan, her-kesin TV kullanımını sağlıklı ve zarar-sız bir seviyede tutacak olan, genel bir reçete sunmak pek de mümkün değil. Bunları ifade ettikten sonra, kısaltma-sı TV olan “televizyon”la alakalı birkaç somut bilgiyi hatırlayalım.

1923 yılında İngiltere´de icat edilen TV, 1930´dan itibaren Avrupa da satışa sunuldu. 1960´larda artık ABD´de renk-li televizyonlar geniş kitlelerce kullanıl-maya başlandı. Ülkemizde 80´li yılların sonu, 90’lı yılların başında özel televiz-yon kanallarının kurulmasıyla yaygın-laşan TV seyretme alışkanlığının, her alışkanlık da olduğu gibi, toplumun sosyal hayatına da elbette etkisi oldu. Televizyonu olmayan aileler, televizyo-nu olan ailelere haber, dizi vs. izlemek için çaya gitmeye başladı; çay içerken yapılan hasbıhalin de otomatikman ya-pısı değişti. Önceden, insanlar birbiri-

nin evladıyla, işiyle olan derdini dinler-ken, artık televizyonda izledikleri ha-berler ya da dizi karakterleri hakkında fikir alışverişi yapmaya başladılar. Bun-dan dolayı da, komşuluk ilişkilerinde farkında olmadan bir mesafe meyda-na geldi. Zamanla toplumun içinde var olan birbirinin derdiyle ilgilenme dü-şüncesinin yerini, birbirinin özel haya-tına karışmamak fikri aldı.

Bu yazımızda toplumun 80’li yıl-larından günümüze geçirmiş olduğu sosyal ve kültürel değişimi anlatma ve analiz etme gibi bir derdimiz yok, ama televizyonla doğrudan ilgisi olan bu konuya da dikkatinizi çekmemek doğ-ru olmazdı. Günümüzde uydu yayı-nıyla birlikte, sayısı meçhul kanallar, o kanalların birbirinden aslında çok da farklı olmayan sayısız programı mev-cut. Ülkemizde, başköşesinde televiz-yon olmayan bir eve rastlamak nere-deyse imkânsız. Üstelik internet üze-rinden programları, dizileri, yani tüm yayını 24 saat izlemek de mümkün. Kı-sacası, bütün dünyaya yayılmış olan bu kutudan yayınlananların etkisini mate-matiksel bir fonksiyonla ifade etmek is-

E f K a n Y E Ş İ l D a ğ

Fatih üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğr. Gör.

televİzyonaKıl KUtUsU mUaPtal KUtUsU mU?

T

Page 20: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

tesek, sonu kestirilemeyen, sü-rekli kendini, kendiyle çarpmak zorunda kalacağımız bir fonksi-yonla karşı karşıya kalırdık.

Neden mi? Şöyle bir örnek verelim: Bir ürün sahibi, ürü-nünü sadece orta yaş grubuna değil, üniversiteye yeni başla-yan gençlere de pazarlamak is-ter. Bunu yapmak için, reklam oyuncusunu o kitleden, bir di-zide “yıldızı parlayan“ bir gen-ci seçer. Ayrıca reklam filminde oyuncunun, bahsedilen kitlenin sevdiği, özendiği, tercih ettiği bir markanın tişörtünü giyme-si sağlanır. Tişörtte açık ve net markanın amblemi bulunmasa da, hangi markaya ait olduğu az çok tahmin edilebilir. Film çeki-lir, reklam yıldızının dizi frag-manlarının yayınlanacağı va-kitlere yakın yayınlanması sağ-lanır. Reklam bir iki defa izlen-dikten sonra, forumlarda, sosyal paylaşım sitelerinde yorumlar başlar; o tişörtün fiyatı ve renk seçenekleriyle ilgili her şey öğ-renilir. Ve azımsanmayacak bir kitle bu tişörtü satın alır, sokak-larda onunla boy gösterir. Belir-li bir kitlenin (reklam oyuncu-suna hayranlık duyan ) bu şe-kilde davranması ise, genç kitle-ye ait olduğunu düşünmek iste-yen insanların da o tarzı tercih etmelerine sebep olacaktır. Ara-

dan belki seneler geçecektir, in-ternetten tekrar o diziyi izlemek isteyen birileri o tişörtü görüp, tekrar o tarz giyecektir belki. Ya da kanallarımızın alışkanlık ha-line getirmiş oldukları bir dizi-nin her yaz defalarca, insanlar ezberleyene kadar yayınlanması söz konusu olacaktır.

Peki, bütün bunlar göz önün-de bulundurulduğunda bu etki-tepki, sizce sınırı olan bir şey mi yoksa sınırsız mı? Ürün sahi-bi, tişörtün reklamını hesap ede-rek hareket etmemişken, gay-ri ihtiyari kendi ürününün ya-nında onun reklamını da yap-mış bulundu. “Yok canım, daha neler!” dediğinizi duyar gibi-yiz. Ama sadece birkaç saniye-liğine geçmişe bir yolculuk ya-palım: “Bihter´in geceliği geldi!”, “Bihter´in çizmeleri bulunur!” şeklinde afişlerin mağazaları süslediğini, sosyal paylaşım site-lerinde dizideki mobilyaların ne-reden bulunabileceğine dair yo-ğun bir tartışma ve fikir alışveri-şinin olduğunu hatırlarsınız...

Medyanın ve bunun içinde televizyonun etkisi ve güç po-tansiyeli çok fazla. Çoğu zaman yukarıda belirttiğimiz gibi, et-kisini tahmin etmek basit ma-tematik formülleriyle açıklan-mayacak kadar zor. Elbette bu gücü elinde bulunduran med-

ülKEmİz, maalESEf KEn-DİSİnİ “SüPErmEn, PİKaC-Hu” zannEDİP, BalKOn-

Dan aTlaYaraK VEfaT EDEn ÇOCuK-lara ŞaHİT OlDu. Buna rağmEn DuYarSızlıK SÖz KOnuSu İSE, DİYE-CEK ÇOK fazla Bİr ŞEY KalmıYOr...“

Page 21: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

19

ya kuruluşlarının sorumluluklarının far-kında olmaları, yayın politikaları, toplu-mun içinde daha fazla yara oluşturma amaçlı değil; yaraların oluşmasını önle-me amaçlı olmalıdır. Lakin bizim, yani standart izleyicinin, bu konuyla alakalı doğrudan müdahale etme, doğrudan ka-rar alma yetkimiz olmadığından, televiz-yon izlerken neyi izleyip, neyi izlemeye-ceğimiz konusunda oldukça seçici dav-ranmamız gerekmekte.

Her yayınlanan diziyi, yarışmayı iz-lersek, bir süzgece tabi tutmadan evi-mizin içine alırsak, aptalca demiyorum ama çok da akıllıca bir davranışta bulun-duğumuzu söyleyemeyiz.

Kendi değerlerimiz ve kutsallarımıza uymayan, “kötü“ davranış olarak algıla-dığımız tutumların sergilendiği dizileri güya “sonunda hak ettiğini bulacak mı“ merakıyla izliyorsak, o davranışların top-

lumda “normal“ ve “sıradan“ olarak algı-lanmasına bizzat biz sebep oluyoruz de-mektir. Yanlış davranışlar izlendikçe; zi-hinlerde dillerde bir yer edindikçe, ya-dırganmamaya başlanır.

Ayrıca, izlenenlerin çocuklarımız üzerinde etkisinin çok daha fazla oldu-ğunu, çocukların izledikleri çizgi film-leri de muhakkak denetime tabi tutmak gerektiğini hatırlatmamıza gerek var mı bilemiyorum. Zira en başında da belirtti-ğim gibi, bu konuyla alakalı uzmanlar o kadar çok uyarıda bulunuyorlar ki...

Ülkemiz, maalesef kendisini “Süper-men, Pikachu” zannedip, balkondan at-layarak vefat eden çocuklara şahit oldu. Buna rağmen duyarsızlık söz konusu ise, diyecek çok fazla bir şey kalmıyor... Kısa-cası, TV nin akıl kutusu mu yoksa aptal kutusu mu olduğuna siz karar vereceksi-niz. Çünkü kumanda sizin elinizde…

Page 22: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

tv ile madde bağımlılığı arasındaki en sık gözlemle-nen paralellik, televizyon bağımlısı insanların tele-vizyon seyretmeyi azalttıkları ya da bıraktıklarında madde bağımlılarının madde kullanımı kesilince ya-şadıkları belirtileri (yoksunluk) yaşamalarıdır.

Page 23: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

ünümüzde teknolojik gelişmelere ve ileti-şim araçlarına ayak uydurmak bir çağdaş-lık ve medeniyet göstergesi kabul edilme-ye başlamıştır. Teknolojik gelişmelerin ve her gün yenisi çıkan iletişim araçlarının insanlara büyük kolaylıklar sağladığı ka-bul edilir bir gerçektir. Bazı ülkelerde yapı-lan istatistik çalışmalarına göre evde bulu-nan televizyon ve internet kullanıcı sayısı birer gelişmişlik kriteri sayılmaktadır.

Televizyonların tüm bu araçlar arsında-ki yeri biraz daha farklıdır. 1950’li yılların sonlarından itibaren insanların hayatların-daki yerini almış ve evler artık onsuz dü-şünülememeye başlamıştır. Bu açıdan tele-vizyon eğitim ve propaganda alanlarında çok güçlü bir yere sahiptir. Televizyonun gücünü sosyolojik açıdan ölçmek için yapı-lan araştırmalarda radyo, sinema ve bası-nın birleşik etkisinden daha üstün olduğu sonucuna varılmıştır.

Çoğunlukla televizyon işsiz geçen sa-atlerin verdiği kaygıdan, iş bıkkınlığın-dan, can sıkıntısından uzaklaşmak, sade-ce oyalanmak için seyredilen bir araç ola-rak görülmektedir. Televizyon kuman-

dasını elimize aldığımızda televizyonu yönettiğimizi zannederiz oysaki gerçek bundan çok daha farklıdır. Televizyon ku-mandasına hâkim olan çok az insan var-dır, kumandayı elimize alır almaz tele-vizyon bizi yönetmeye başlar.

İş dönüşü, okul dönüşü ya da dışarıdan eve ilk geldiğinizde yaptığınız şey televiz-yonu açmak oluyorsa, televizyon seyre-derken araya giren birilerine sinirleniyor-sanız, yemeklerinizi televizyon karşısın-da yiyorsanız, televizyon programını ka-çırmamak için arkadaşlarınızla buluşma-yı veya ailecek yapılacak işleri erteliyorsa-nız, pek çok programın kanalını ve başla-ma saatini ezbere biliyorsanız televizyona bağlılık, hatta bağımlılığınızın olabileceği-ni düşünmeye başlamalısınız.

Bilim adamları yıllardır televizyonun insanlar üzerindeki etkisini araştırıyor-lar. En önemli çalışmaları televizyonda iz-lenen şiddetin gerçek yaşamda da şiddet yanlısı olmayla ilişkisini hakkında bulgu-ların saptandığı çalışmalar oluşturmakta-dır. Son yıllarda ise televizyona olan bağ-lılığa hatta bağımlılığa olan akademik ilgi- 21

Y r D . D O Ç . D r . ı T ı r T a r ı C Ö m E r T

Hasan Kalyoncu ünv. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü

G

Televizyon bağımlılığı

Page 24: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

de bir artış söz konusudur. İnsanlara bağımlılık tanısı konması için gerekli kriterlerin birçoğunun televizyo-na çok düşkün olan bireyler tarafından da gösterildiği-ni gözlemlemek mümkündür. Bu noktada artık televiz-yon bağımlılığının gerçek bir kavram olduğunu anla-yabiliriz. Bazı araştırmacılara göre televizyon ile mad-de bağımlılığı arasındaki en sık gözlemlenen paralel-lik, televizyon bağımlısı insanların televizyon seyret-meyi azalttıkları ya da bıraktıklarında madde bağımlı-larının madde kullanımı kesilince yaşadıkları belirtile-ri (yoksunluk) yaşamalarıdır. Televizyon bağımlısı ola-rak tanımlayabileceğimiz kişiler de televizyon izlemeyi bıraktıklarında kendilerini daha az rahatlamış hissede-ceklerinden televizyonu kapatmıyorlar ve sürekli daha fazla seyretmek durumunda kalıyorlar.

Televizyon bağımlıları ile yapılan çalışmalarda saptanan ortak özellikler şu şekilde sıralanabilir; ko-lay sıkılma, isteksizlik hali, sinirli olma, dikkat azlığı, aile ve arkadaşlar ile beraber olmak istememe, dürtü-lerini kontrol etmede güçlük yaşama, spor yapmama, yemek düzeni olmaması ve şişmanlama eğilimi. Te-levizyon karşısında saatlerce hareketsiz oturan ve ge-nellikle bir şeyler atıştıran insanlar şişmanlık, şeker ve

İnsanlar ara-sındaki sohbetin,

konuşarak an-laşmanın, oku-

manın yerini git-tikçe artan za-manlarda tele-

vizyon seyret-mek almaktadır.

Page 25: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

ülKEmİzDE ÇOCuKlarDa YaPılan Bİr

ÇalıŞmaDa TV SEYrETmE SürESİ SOSYal

SOrunlar, SuÇa YÖnElİK DaVranıŞ,

SalDırGan DaVranıŞ, DıŞlaŞTırma VE TOPlam SOrun-

lar İlE DOğruDan İlİŞKİlİ OlDuğu BulunmuŞTur. “kalp hastalığı kireçlenme gibi sağlık so-runları ile aktif bir yaşam süren insanlara göre daha fazla karşılaşmaktadır. Televiz-yonun çocuklarda aşırı yemek yeme alış-kanlığına neden olduğu son yapılan araş-tırmalar ile ortaya çıkmıştır.

Televizyon bağımlılığı aile içi ilişkile-ri azaltmakta, ebeveyn çocuklarıyla oy-namak yerine televizyonun karşısına geç-mekte anne-babasıyla iyi diyalog kurama-yan çocuk hırçınlaşmakta, televizyonda gördüğü anne-baba karakterleriyle kendi-ninkileri karşılaştırmaktadır. İnsanlar ara-sındaki sohbetin, konuşarak anlaşmanın, okumanın yerini gittikçe artan zamanlar-da televizyon seyretmek almaktadır.

Ülkemizde çocuklarda yapılan bir ça-lışmada TV seyretme süresi sosyal sorun-lar, suça yönelik davranış, saldırgan dav-ranış, dışlaştırma ve toplam sorunlar ile doğrudan ilişkili olduğu bulunmuştur. Aşırı televizyon izlemenin çocuklar için iyi olmadığı uzmanlar tarafından uzun süredir savunulmaktadır. Anne ve babalar da bu konudaki endişelerini sıklıkla dile getirmektedir. Buna rağmen birçok ebe-veyn kendi televizyon bağımlılığı yüzün-den çocuklarının televizyon önünde geçir-dikleri zamanı denetleyememektedir. Bu alkol bağımlısından ölçülü olmasını iste-mek gibi bir şeydir. Ayrıca birçok ebeveyn televizyonun pahalı olmayan bir bebek ba-kıcısı olduğunu keşfetmiştir. Bu çocukla-rın televizyon karşısında geçirdikleri süre-nin ister istemez artmasına neden olmak-tadır. Beyin gelişimi üzerine araştırmalar yapan bilim adamlarına göre aşırı televiz-yon izlemek, analitik düşünme, okuma ve dil gelişimi için gerekli olan beynin sol ya-rısının uyarılmasını azaltmaktadır. Tele-

vizyon izleme zamanıyla dil gelişim ilişki-sini ölçen testlerindeki performans arasın-da doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Az gelişmiş dil becerisi çocuğun tüm öğren-me faaliyetlerini olumsuz etkilemektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı birçok pediat-rist artık çocuklara 2 yaşına kadar televiz-yon seyrettirilmemesi önermektedir. Tele-vizyonun çocuklar üzerindeki önemli et-kilerinden biri de televizyon karakterleri-nin çocuğun hayal dünyasında birer kah-raman olması ve kendisini bu karakterler-le özdeşleştirerek bu şekilde davranmaya başlamasıdır. Öğrenciler arasında ders ça-lışmalarına en çok engel olan davranışla-rın incelendiği araştırmalarda televizyo-nun ilk sırayı aldığı görülmektedir.

Sayılan tüm zararlarına rağmen tele-vizyon, bilgilenme, haber alma, eğitim, öğ-retim ve eğlenme hakkının kullanılmasın-da en önemli araçlardan birisidir. Bu yüz-den televizyonu yaşantımızdan çıkarmak yerine, uygun bir televizyon izleme alış-kanlığının geliştirilmesi gerekmektedir.

23

Page 26: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

24

Başarılı toPlUm, mUtlU aİleler, Özgüvenİ yüKseK Bİreyler İçİn var mısın? yoK mUsUn?

Page 27: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

ir araştırma televizyonun 1960’lardan bu yana ailenin sosyal yaşamını yönlendiren önem-li unsurlardan biri olduğunu vurgulamaktadır. Ailenin bir üyesi haline gelen televizyon, ya-şam tarzını, aile içi iletişimi şekillendirerek, aile bireylerinin ne konuşacağını sunmakta, ailenin oturma ve iletişim tarzlarını, sohbet, misafir kabulü, sinemaya veya tiyatroya gitme davra-nışını, uyku saatlerini, hatta yemek yeme alış-kanlıklarını belirleyebilmektedir.

Türk kültüründe, binlerce yıldan beri olu-şan, temelini gelenekler ve dinden alan sağlam bir aile yapısı vardı. Bu aile yapısı dede ile toru-nun bir arada yaşadığı, geleneklerin kültürlerin dini inançların bu şekilde bir okul gibi öğretildi-ği, yalnızlıktan uzak bir yapıydı. Dede ve nine-ler bu yapı içerisinde huzurevine kapatılma ya da yalnız başına ölme korkusu yaşamıyorlardı. Anne babalar güvenebilecekleri bakıcı aramak zorunda değildi. Baba hiç korkmadan evini bı-rakabileceği birini aramıyordu. Bu sağlam yapı binlerce yıldan beri kusursuz bir şekilde işler-ken, bu aile yapısıyla toplumun parçalayamaya-caklarını, yönetemeyeceklerini anlayanlar yine televizyon aracılığıyla çekirdek aile kavramını ortaya attı. Çekilen tüm yerli dizilerde, uzman-ların katıldığı açık oturumlarda, gazete ilanla-rında ve reklâmlarda sürekli olarak çekirdek ai-lenin güzellikleri vurgulandı. Medeniyet adına, modernlik adına kurulan bu yapı zamanla aile yapısına çok ciddi zararlar verdi. Egemen güçler Türk aile yapısına bu şekilde bir yapı sağlamaya çalışırken kendi toplumlarında bunun tam ter-sini uyguladılar. Batının parçalanmış ailesi, ge-leneksiz toplumu, ahlaki çöküntüsü, yok olmuş gençliği, çocuksuz aileleri, evlilik dışı yaşamla-rından kurtulmak için gelenekçi Türk aile yapı-sını kendi toplumlarında inşa etmeye çalıştılar.

Ailenin bir arada sohbet ettiği dertlerini pay-laştığı, birçok erdemin ve ahlaklı olmanın ehem-miyetinin anlatıldığı sohbetler kalmadığı gibi, bunların yerini varsa yoksa televizyon almıştır.

Karakter eğitimindeki önemli yeri ve açık sözlülüğü ile tanınan Dr. Thomas Lickona, bir araştırmasında anne-babaların ilkokul çağında-ki çocukları ile haftada ortalama on dakika ko-nuştuklarını ortaya koydu.

Sanıldığının aksine, televizyonun tek alıcı-nın bulunduğu evlerde aileyi daha çok bir ara-ya getirdiği görüşü ise yanıltıcıdır. Bu durum yalnızca biçimden ibaret bir araya geliştir. Bu bir araya geliş, Sedat Cereci’ye göre, fiziksel olarak yan yana oturuştan ibarettir. Televizyo-nun seyreden aile bireyleri, “Aynı anda bam-başka dünyaların derinlikleri içinde, birbirle-rinden habersiz bir biçimde kaybolup gitmekte-dir. Çünkü televizyon, onların her biri için ayrı ayrı büyülü hayal dünyaları kurmakta, onları bu dünyaların girdabına çekmektedir.

Son derece tutarlı, ahlaklı, ailelerden çok sorunlu bireyler yetişebilmektedir. Aileler de sürekli olarak kendilerine acaba nerde yanlış yaptık sorusunu çok sık sormaktadır. Aslında Cereci yukarıda bu sorunun tespitini yapmış-tır. Ailenin bir arada aynı evde yaşamasından çok ailenin iletişiminin güçlü olması sağlıklı bireyler yetiştirmede önemlidir.

Televizyonun ailelere yaptığı en önemli tah-ribatlardan biri de eşler arasındaki aşkı, sevgiyi ve muhabbeti yok etmesidir. Televizyon binler-ce yıllık erkek ve kadın algısını yok etmiştir. Tele-vizyonlarda bize sunulan erkek tipi esmer tenli, üçgen vücutlu, 1.80 boyunda yakışıklı, karizma-tik düzgün giyimli erkek tipleridir. Genelde iyi karakterler bu şekilde betimlenirken, kötü erke-ğin fiziksel özellikleri bunun tam tersidir. Betim-lenen kadın tipi ise yine uzun boylu, renkli göz-lü, 90-60-90 vücut ölçülerine sahip, zayıf, bakım-lı, burnu estetikli, sürekli bakımlı kadın tipidir. Filmlerde iyi ve başarılı kadın tipi hep böyley-ken, genelde sureten güzel algılanmayan kadın-lar kötü rollerde oynamaktadır. Magazin prog-ramları, diziler, haberler, filmler hep bu erkek ve kadın tipini dayatmaktadır. Bilinçaltında sürekli olarak işlenen bu görüntüler ve mesajlar zaman-la inanç haline gelmektedir. Zamanla da eşlerin birbirini fiziksel olarak beğenmemesi aldatmalar, evliliğin zehir haline gelmesi sürecini başlatmak-tadır. Çünkü kadın televizyondaki “Öteki ka-dınların” rahat lüks içindeki hayatlarını gördük-çe “Ben de onlar kadar güzelim, yaşadığım ha-yata bak” demekte, erkekte “O kadar param var, yaşadığım kadına bak” fitnesi ile eşler arasındaki muhabbet, sevgi, aşk yok olmaktadır.

r E f İ K a K T E n

Sosyal Hizmet Uzmanı-Finike Devlet Hastanesi

B

Page 28: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Antitelevizyon diye bir kavram ortaya çıkardı-nız. Nedir antitelevizyon?Kavram bana ait değil. Bu, Batı’da, özel-likle Avrupa’da ve ABD’de, iletişim bi-limcilerin, kitlesel iletişim ortamlarına ilişkin düşünen, yazıp çizenlerin söz et-tiği bir kavram. Adı üstünde; televizyon karşıtı bir televizyon. Geleneksel tele-vizyon duyumlarına itiraz eden, bu du-yumların tümüyle karşıtı olan bir yakla-şım biçimi. Özet olarak, geleneksel tele-vizyon ortamının sevmediği işleri tele-vizyonda yapmaktır antitelevizyon.Televizyon ve Kutsal kitabınızda televizyonun ahlaki bozulmalarına yol açmasından öte, te-levizyonun doğasına indiniz. TV’nin hakikatte doğası nedir? TV doğasında iyi bir nesne midir?İyidir veya kötüdür diyemeyiz. Önemli olan o televizyonda nelerin, nasıl yer al-dığıdır. Televizyon doğasıyla, diliyle tar-tışmalı olduğu kadar, belki daha çok içe-riğiyle tartışmalıdır. Ekranda şiddet içe-

ren, cinselliği istismar eden, saldırgan, dışlayıcı, ötekileyici, uyuşturucu, aptal-laştırıcı şeyler yer alıyorsa kötüdür. Aksi oluyorsa iyidir. Müzik gibi. ‘Müzik, in-sanda hangi duygu baskınsa onu güçlen-dirir’ diyor Gazali. Yoksa tek başına iyi-dir veya kötüdür demek çok zor. Ama te-levizyon aynı zamanda aylak saatler üre-tiyor. Bu kesin. Passolini, aylak saatler olarak insanlığa sinema yeterli, televiz-yon bu açıdan son derece gereksiz diyor. Birkaç kitap yazdım bu konuda. Televiz-yon ve Kutsal, İletişim, Deveran mı Ke-sik Devre mi? Tarafsızlık Masalı ve Rüya Sineması gibi. Bunlarda sinema ve özel-likle de televizyonun doğasını anlamaya, tartışmaya çalıştım. İçerik açısından ‘iyi’ bir televizyon yapmanız halinde insan-lara iyilik mi yapmış olursunuz gibi bu ve benzeri soruları tartıştım. Çünkü tele-vizyona giren, o iletişim dolayımına ta-şınan bilgi nasıl bir bilgidir? Çok televiz-26

‘REFERANSı KUTSAL OLMAYAN BİR ARAÇ-LA KUTSAL İÇERİğİ AKTARMAMıZ NASıL MüMKüN OLACAKTıR?’ SORUSU İLE TELE-VİZYONUN MANASıNA İNEN YAZAR SADıK YALSıZUÇANLAR İLE TELEVİZYONUN DOğA-Sı VE GETİRİLERİ HAKKıNDA KONUŞTUK…

meDyanın güCü yoK güCün meDyası var

s a D ı K y a l s ı z U ç a n l a r :

S Ö Y l E Ş İ s ü m e y y a o l C a y

söyl

eşi

Page 29: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

yon seyretmek nasıl bir şeydir? Bu so-rular hala tartışılıyor.Kitabınızda Belkıs’ın taht hadisesini anla-tırken İbni Arabi, Elmalı Hamdi Yazır, Bedi-üzzaman Sadi Nursi gibi âlimlerin yorumla-rına yer verdiniz. Bu hadiseyi televizyon ile bağlantısını nasıl açıklayabiliriz?O konu, Süleyman peygamberin, Belkıs’ın tahtını Yemen’den anında ge-tirtmesine ilişkin yorumlarla, görün-tünün anında nakli arasındaki ilişkile-ri konu ediyordu. Onu, pozitivist veya dini hükümlerini aklileştirme olarak yorumlayanlar da var. Bunu bir veri olarak görüntü ontolojisinin tartışma ortamına taşımak istemiştim. Her mahlûk, yaratılmış ve icat olunan her şey bize Yaradan’ı gösterir mi? Buna TV’de dâhil?Son tahlilde her şey O’nun takdiri-dir. O’nun yaratışıdır. O, her an yeni bir

şe’ndedir, yeni bir işte, işleyiştedir. Her şeyin faili Hak’tır, kul eliyle işlenir. La-kin bu gerçekleşen şeyin, yani kul eliy-le işlenen şeyin ahlaki olacağı anlamı-na gelmez. Televizyonda dediğim gibi neyin ahlaki olup olmadığına seyirci-nin algısı karar verir. Bu da çok ölçülebi-len bir şey değildir. Mesela izlenirlik öl-çümü yapmak kolaydır ama izlenen şe-yin izleyicide nasıl bir etki oluşturduğu-nu kesin biçimde ölçmek çok güçtür. Bu yüzden görsel dil, ancak etik içinde kalı-narak açımlanabilen bir doğaya sahiptir. Said Nursi’nin havadaki esir maddesi ile ses ve suretlerin radyo ve TV dalgalarıyla birbi-rine taşındığını belirtmektedir. Üstad bura-da eseri göstererek bu dalgalar vasıtası ile esma-i ilahiyeyi de bir şekilde hem ilan et-miş hem de duyurmuş, zikir halkası mey-dana getirmiş olduğunu söylemektedir. Bu açıdan baktığımızda televizyon da öncelikle

Page 30: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

esmayı mı gösteriyor? Bizler miyiz televizyonu amacı dışında kullanan?Tabi her şey İlahi isimlerin yansımasıdır. Sesle-rin ve görüntünün belirmesi, nakli, işlenmesi ve yorumlanması da buna dâhildir.Yapay ve yalancı bir imajinasyonla insanlarımız oya-lanıyor diyebilir miyiz?Televizyon için magic box tabiri kullanılır bili-yorsunuz. Büyülü kutu, hülya makinesi denir. Hayal ortamı. Düş makinesidir televizyon. Bü-yüleyici kutudur. Aptallaştırıcı ortamdır. Uyuş-turucu ve uyutucu bir yanı da vardır, ajite edi-ci, kışkırtıcı, yönlendirici bir boyutu da. ‘Kapi-talizmin bir ajitasyon aracıdır’ diyor mesela bir iletişimci. Mc Luhan, ‘araç mesajdır’ der. Bu çok önemli. Dili ve doğası, içeriği de belirler. Bu yüz-den televizyona ihtiyatla yaklaşmamız lazım.Modernleşme sürecinin dışında kalmanın imkânsız olduğu dikkate alındığında, televizyon ile uğraş veren insanları büyük bir güçlüğün beklediğini söyleyebilir miyiz? Amaçsız kullandığımız bu kutuyu hayatımız-dan çıkarabilir miyiz bu süreçte?Evet, kuşkusuz… Bunu çok vurguladım yazı-larımda, kitaplarımda. Şimdi bu pratiğin için-den geçiyoruz. Esasen televizyonun iki temel işlevi var; eğlendirmek ve haberdar etmek. Şimdi yaygın olarak bu iki boyutu kullanılı-yor. Bazı yaklaşımlar daha çok, eğitici boyutu-nu vurgulamaya çalışıyor ve televizyonu bir eğitim ortamı olarak görmek, kullanmak isti-yor. Gerçi bu diğer işlevlerinden soyutlanarak yapılamıyor. Ama hani işte o ünlü söz var ya eğlendirerek eğitmek… Televizyon dili ve do-ğası gereği, yani dramatik bir dile sahip oldu-ğu için zaten eğlendirerek, bir tür illüzyona sokarak eğitiyor. Bu eğitim yöntemi son dere-ce etkilidir. Televizyon bir cürüm ortamı da olabilir bir ibadet ortamı da. Bunu televizyo-nun ‘sahip’leri belirler. Zira televizyonun ken-

Page 31: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

dinden menkul bir gücü yoktur, gü-cün televizyonu vardır.Kitle iletişim araçları geleneksel kültür-de değişikliğe hatta deformasyona sebep olurken, bir yandan da hâkim güçlerin ürettiği medya kültürü egemen kültür ha-line gelmektedir. Yanlış, bozulmuş, fıtrata aykırı bilgilerle bu vesile ile karşılaşabile-ceğimizi göz önüne aldığımızda bu durum ile nasıl başa çıkabiliriz?Güzel örneklerini çoğaltarak. Tele-vizyonu iyiliğin, güzelliğin ve ger-çekliğin yansıdığı bir ortam haline getirerek. Televizyon ile yeni bir kültür olan popü-ler kültür ortaya çıktı. Getirilerine baktığı-mızda dünya bir kültürsüzleştirme tehli-kesi ile karşı karşıya mıdır?Tektipleştirici bir yanı var televizyo-nun, böylesi bir etkisi var. Bir de tele-vizyonda aktarılan ‘bilgi’, enformas-yon denilen, dilimizde malumat ke-limesiyle karşılanan bir bilgi düzeyi. Ve unutmayalım televizyondan bah-sederken kişisel bir dilden değil, kit-lesel bir dilden söz ediyoruz.Kültür sömürgecilerini bilhassa televizyon yönünden nasıl değerlendirebiliriz?Dediğim gibi, ‘medyanın gücü yok, gücün medyası var’ Sermayedar, te-levizyonu ekonomik, siyasi ve kültü-rel çıkarlarını korumak için bir ‘silah’

gibi kullanma eğilimindedir. Yok-sa zarar ettiği bir işi neden sürdür-sün? Televizyon son derece pahalı bir iş. İşletme giderleri sürekli artan bir sektör. Teknoloji sürekli yenileni-yor ve bu pahalı yatırımları devamlı güncellemek zorundasınız. Bu yatırı-mı niçin yapar insan? Hani kaz gele-cek yerden tavuk esirgenmez derler. Çıkarlarını korumak için. Gerektiğin-de bir ‘silah’ olarak kullanmak üzere. Tabi egemenler, kendi nosyonlarını dayatmak üzere veya kitleleri uyuş-turmak/uyutmak üzere, iktidarı sür-dürmek için de kullanırlar. Televizyonun insanlar üzerinde bilginin manipüle edilmesini nasıl sağlamaktadır?Son derece etkin diliyle…Son olarak şunu sormak istiyorum; çocukların fıtratına aykırı olarak tele-vizyondan gelen birçok olgu onların zayıf beline yüklenmiştir. Bundan dolayı gelecekte hakikatten uzak, va-roluş amacını bilmeyen bir neslin gelmesinden söz edebilir miyiz? Bu-nun önlemini nasıl alabiliriz?Televizyonu daha çok haber, eğitim ve ahlaki alanda kalma koşuluyla eğ-lenmek/eğlendirmek üzere kurgula-mak lazım. Televizyonun sevmediği işleri yapmak… Ahlaki anlamda gü-zel işler kotarmak ile çocuklarımızı ve haliyle neslimizi koruyabiliriz.

TEKTİPlEŞTİrİCİ Bİr Yanı Var TElEVİzYOnun. Bİr DE TElEVİz-YOnDa aKTarılan ‘BİlGİ’, En-

fOrmaSYOn DEnİlEn, DİlİmİzDE malumaT KElİmESİYlE KarŞılanan Bİr BİlGİ DüzEYİ. VE unuTmaYalım TElEVİzYOnDan BaHSE-DErKEn KİTlESEl Bİr DİlDEn SÖz EDİYOruz.

29

Page 32: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

nsanoğlu dünyaya geldi geleli sürek-li bir yaşam mücadelesi vermektedir ve bu mücadelenin belki en istihzalı yanı insanın bile bile ve isteyerek kendisi-ne zarar vermesidir. Balık olta yemi ile fare ise peynirle tuzağa düşürülür. Ne var ki balık için yem, fare için pey-nir hayatta kalabilmek için gerekli be-sinlerdir. İnsanlara cazibeli gelen şey-ler aslında onların hayatlarını yıkan hazlardan ibarettir. Örneğin hiç kimse-nin alkol içme zorunluluğu yoktur. Bir sapmanın kontrolünü yitirdiğinizi fark ettiğiniz anda büyük bir zorluk ile kar-şı karşıya geliyorsunuz.

Aşırı arzular sadece yemek içmek gibi şeylerle tam doyuma ulaşmıyor. Kumar zorunlu olabiliyor ve fuhuş saplantı hali-ne gelebiliyor. Bununla birlikte dikkat çe-kiciliğini ve aynı anda her yerde olunabi-lirliğini koruyan ve dünyada en popüler boş vakit değerlendirme aktivitesi olan televizyon izlemek de buna dâhildir. Bir-çok insan televizyon ile olan ilişkisinden şikâyet eder. Birçok ebeveyn çocukları-nın televizyon başında geçirdikleri vakit-ten yakınır. Kaliforniya Üniversitesi’nden Percy Tannenbaum bir yazısında haya-tında birçok can sıkıcı olaylar olduğunu ve bunların arasında en can sıkıcı ola-nın televizyonun açık olduğu odada bir konuşma ile ilgilendiğinde kendisini

ekrana bakmaktan alıkoyamadığı anla-rın olduğunu ifade etmiştir.

10 yıldır araştırmacılar televizyo-nun etkileri üzerinde çalışıyorlar ve ge-nellikle televizyonda gösterilen şiddet-le gerçek hayatta uygulanan şiddet ara-sında bir korelâsyonun olup olmadı-ğı üzerinde duruyorlar. “Televizyon ba-ğımlılığı” terimi ise kesin olmayan ve önemli yargılarla dolu bir terimdir ama büyük bir gerçeği barındıran bir olgu-dur. Psikologlar ve psikiyatrisiler mad-de bağımlılığını o maddeyi kullanarak aşırı zaman geçirmek, niyetlendiğin-den daha fazlasını kullanmak, madde-yi kullanmak için her türlü işe girişmek hatta sosyal, aile ve iş ile ilgili her tür-lü aktivitelerden sıyrılıp onu kullanmak için elinden geleni yapmak ve o madde-yi kullanamadığında yoksunluk send-romu belirtileri göstermek gibi özellik-ler içeren bir hastalık olarak görüyorlar.

Tüm bu özellikler çok fazla televiz-yon izleyen insanlarda da görülüyor. Bu-radan televizyon izlemenin çok olumsuz bir şey olduğu çıkarılmamalı. Televiz-yon sayesinde insanlar birçok şey öğre-nir ve öğrendiklerini hayatlarına uygu-layarak yaşam standartlarını yükseltebi-lirler. Asıl sıkıntı insanın televizyon izle-meye kendisini mecbur hissetmesinden ve kendisini televizyon izlemekten alıko-

Televizyon mutsuz bireyler yetiştiriyor

ÇEVİRİ

İ

HİÇ BİR CAMDAN EKRAN, AİLE İLE ARKADAŞLAR İLE GEÇİRİLEN VAKTİN YERİNİ TUTAMAZ.“

Ç E V İ r İ s a f İ y e m e r y e m s e ç K İ n

Page 33: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

yamamasından kaynaklanıyor. Bir insan gün-de ortalama üç saat televizyon izlemektedir. Bu miktar normal bir bireyin toplam uyku saati-nin yarısı kadar ve sosyal bir aktivite saatinin iki katı eder. Eğer bir insan ömrünü 75 yıl sa-yarsak, insan 9 yılını televizyon karşısında ge-çirmektedir. Yapılan araştırmalara göre her on gençten yedisi çok fazla televizyon izlediğini ifade ediyor ve yetişkinlerin %10’u kendisinin televizyon bağımlısı olduğuna inanıyor.

İnsanların televizyona olan reaksiyonla-rını ölçmek için araştırmacılar televizyon iz-leyen insanların beyin dalgalarını, vücut di-rençlerini ve kalp atışlarını beyin akım yaza-rı (EGG) kullanarak gözlemlediler. Normal ha-yatta gerçekleşen davranışları ve duyguları iz-lemek için katılımcılara çağrı aygıtı verildi ve günde 6 ya da 8 kez sinyal gönderildi. Katılım-cılardan sinyal gönderildiği anda ne yaptıkla-rını ve ne hissettiklerini not almaları istendi. Çıkan sonuçlara göre insanlar televizyon iz-lerken kendilerini rahatlamış ve pasif hissedi-yorlar, EGG ile yapılan ölçümlerde de beyinde uyarılmanın düşük olduğu görülmüştür.

Asıl şaşırtıcı olan şey televizyon izleme ola-yı bittiğinde insanlarda rahatlamışlık hissinin kaybolması ama pasiflik ve az uyarılmışlık ha-linin devam etmesidir. Katılımcıların çoğu tele-vizyonun bir şekilde enerjilerini tükettiğini ve onları yoksun bıraktığını ve televizyon izledik-ten sonra konsantre olamadıklarını söylediler. Kitap okuduktan sonra aksine bu tarz bir hal içinde olmadıklarını ifade ettiler. Araştırmacı-lar bu insanların spor yaparken iyi bir hal için-de olduklarını ama televizyon izledikten sonra daha kötü bir hal içinde olduklarını gözlemle-diler. Oturarak ya da uzanarak televizyon iz-lerken rahatlama çabuk gerçekleştiğinden in-sanlar televizyon izlemek ile dinlenmek ve stresten arınmak arasında bir ilişki olduğuna dair kendilerini şartlandırıyorlar.

Tüm bu araştırmalardan çıkan sonuçlara göre insanlar ne kadar uzun televizyon karşı-sında ise o kadar mutsuz olmaktadırlar. Aynı şekilde daha çok izleyen kişilerin daha az izle-yen kişilere oranla daha çok mutsuz oldukla-rı ortaya konulmaktadır. Bunun sebebi televiz-yonu çok izleyen kişilerdeki bir şeyler üretme-

diklerinden kaynaklanan suçluluk duygusu-dur. Japonya’da, İngiltere’de ve ABD’de yapılan araştırmalarda daha çok orta sınıfın bu duygu-ya kapıldığı sonucu çıkmıştır.

Günümüzde birçok insan hayatla yüzleş-mek yerine televizyon aracı ile dünyayı ta-nımaya ve hayattan doyum almaya çalışıyor. Televizyon ve diğer medya araçları üzerinde kontrolü sağlamak daha da zorlaşıyor. Ama şu da bir gerçek ki hiç bir camdan, ekran aile ile arkadaşlar ile geçirilen vaktin yerini tuta-maz. Dinlenmek için rahatlamak için televiz-yon izlenebilir ama her şeyde olduğu gibi bu-nun da bir sınırı olmalı. Televizyon sayesinde çocuklar, gençler ve yetişkinler önemli pra-tik bilgiler öğreniyor ve yaşamlarına uygulu-yorlar ama televizyon izlemek kendilerini ya-şamdan kısıtlıyorsa işte o zaman televizyon bağımlılığı başlamış demektir.

(Bu makale Robert Kubey ve Mihaly Csikszentmihal-yi tarafından hazırlanan “Television Addiction Is No Mere Metaphor” başlıklı makalesinden çevrilmiştir.)

Page 34: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

söyleşi

32

Page 35: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Haberci olarak sizi tanıyoruz. Size göre bilhassa televizyon haberciliği nedir?Tabii ki bu kavram günden bugüne çok değişiklik gösterdi. Gelişen teknoloji ile birlikte artık biz haberi bulup yapmıyo-ruz. Haberciler haberi bulup seyirciye ulaştıran olmaktan çıktı; çünkü bizim he-def kitlemiz haberi bizden önce öğrenir hale geldi. Sosyal medya dediğimiz sos-yal alan bunun paylaşımını çok hızlı bir şekilde yapmaya başladı. Bilgiye ulaşmak, bilgiyi paylaşmak, haberi ulaştırmak çok hızlı bir hale geldi. Bu sefer ister istemez haberciliğin şekli de değişmeye başladı. Artık işlevsel habercilik denen bir nokta-ya geldi habercilik. Seyirciye bir kazanım sunmak zorundasınız verdiğiniz haber-de. Yoksa zaten kişi o haberi duyuyor, öğ-

reniyor bir şekilde. Siz o haberin üzerine bir şey katmak zorundasınız. Bu da seyir-cinin ulaşamayacağı bir bilgi, seyircinin ulaşamayacağı bir uzman olabilir. Bir ha-beri farklı bir şekilde sunacaksanız o ha-beri bir tarihçesi, dünü, bugünü, yarını ile yorumlamanız, habere bir şeyler katma-nız lazım. Ancak bu sayede başarılı ola-bilirsiniz. Çünkü çok sayıda haber mec-rası var. Bu bilgiyi zaten seyirci alıyor. Siz tercih edilebilen olmalısınız. İşlevsel hale gelmelisiniz ki sizi tercih etsinler. İnanır-lık da çok önemli bu noktada; çünkü bu bilgi akışı bu kadar hızlı olunca dezenfor-masyon dediğimiz şey de gerçekleşiyor. Bugün herhangi bir konuda bir araştırma yapmak için Google girip yazdığınızda karşınıza milyonlarca sayfa çıkabilir. Ama

Seyirci, elindeki kumandanın gücünün farkına varabilmeliS Ö Y l E Ş İ s ü m e y y a o l C a y f O T O ğ r a f B İ l a l B a l C ı

Yaklaşık 24 yılını televizyon ve radyo programları içerisinde geçirmiş olan spiker, program sunucusu İnci Ertuğrul ile televizyon haberleri, getirileri ve doğru habere doğru biçimde ulaşmanın yolları hakkında konuştuk…

İ n C İ e r t U ğ r U l

Page 36: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

onların hepsi doğru değildir. Tembel bir yakla-şımla ilkini bulup kopyalarsanız bilgiyi yanlış öğrenmiş olursunuz. Doğruyu bilmek için kar-şılaştırma yapmak zorundasınız. Televizyon haberlerinde de seyirci karşılaştırma yap-mak zorunda o zaman…Şüphesiz. TV haberciliğinde de seyirciye doğ-ruyu, doğru biçimde vermek zorundasınız. En net, en anlaşılır, en kısa biçimde fayda sağlar halde onu seyirciye ulaştırabiliyorsanız başarı-lı ve kalıcı olursunuz. Yoksa çok çabuk kaybolup gidebiliyorsunuz. Bu bir avantaj ama bir yandan da dezavantaj. Ben buradan bir bilgiyi internete koyuyorum, o bilgi benden bağımsız dünyanın bir ucuna gidiyor. Ama o arada belli duraklara uğrayıp değişimlere uğramışsa? Kaynağından bağımsız halde dolaşırken farklı biçimlere dönü-şebiliyor bilgi. Tehlikeli olabiliyor. Kitle iletişim aracı olarak nitelendirdiğimiz aygıtla-rın gerçek anlamda iletişim işlevini yerine getirmedi-ğini, bu araçların başka hedeflerinin olduğu konusun-da ifadeler bulunur. Kitle iletişim araçlarında özellikle TV’nin asıl amacı nedir?Dördüncü kuvvet medyadır, tabiri var. Ar-tık o dördüncü kuvvet olmaktan çıkıp ülke yö-netiminde karar alma noktasına geldi, birin-ci kuvvet oldu. Bu da bir kitle iletişim aracı ola-rak medyanın büyük bir güç olduğunu ifade ediyor. Yanlış kullanıldığı, yanlış yönlendiril-diği zaman da büyük bir tehlike haline gelebi-liyor. İşte geçtiğimiz aylarda Arap Baharı diye başlayan süreçte gördük ki insanlar sosyal med-ya üzerinden bir liderleri olmadan örgütlenip, yıllardır devam eden bir devri devirebiliyorlar. Yani hiç birbirini tanımayan insanlar herhangi bir konu üzerinde, bu siyasi de olabilir, başka bir sosyal mesele de olabilir, kültürel bir başlık üze-rinden de olabilir, örgütlenip harekete geçebili-yorlar. Kitle iletişim araçları yaptıkları yayınlar-la etkileyici belirleyici olabiliyorlar. Hep bize öğ-retilen gerçek amaç nedir kitle iletişim araçları-nın; haber vermek, bilgilendirmek, eğitmek, kül-türel katkı sağlamak, bir de bunların kaynağını

oluşturmak için tanıtım, reklam yapmak. Baktı-ğınızda tüm bunlar hayatın temelinde olan kav-ramlar. Yani topluluğu yönlendirip istediği şek-le sokabiliyor televizyon. Neden TV diyorum; çünkü RTÜK’ün yaptığı araştırmaya göre bi-zim insanımız günde altı buçuk saat TV seyre-diyor. Ortalama TV izleme süremiz dört saat. Bunu dakikaya çevirdiğinizde bir üniversite öğ-rencisinin aldığı haftalık ders saatinin iki katı-na denk geliyor. O zamanda olayın etkinliği, bü-yüklüğü ortaya çıkmış oluyor. Bunlar ticari ku-rumlar sonuçta, bunu unutmamamız lazım, ha-liyle kazanç elde etmek istiyorlar. Ama sadece para elde etmek için kurulmuyor radyo, TV’ler. Aynı zamanda güç olduklarının farkındalar. Si-yasi erk üzerinde yeri geldiğinde baskı veya pa-zarlık unsuru haline de gelebiliyorlar. Bazı ikti-dar değişimlerinde bakıyorsunuz ki medyada patronlar da değişiyor, medyanın sahipleri de değişebiliyor, tutumlar da değişebiliyor. Bir pa-ralel yürüyüş halini gözlemeyebiliyoruz. Oysa eleştirmek, muhalefet etmek medyanın temelin-de olmalı. Ama bunu tam yapabilenler var, ya-pamayanlar var. Bunu ben belli bir dönem için

34

Page 37: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

konuşmuyorum, her dönem için bu ge-çerli. Bu sebeple kitle iletişim araçları amacından çokça sapabiliyor.İletişim iki yönlüdür. Fakat televizyon, radyo gibi iletişim aracı olarak nitelendirilen aygıt-lar tek yönlü olarak iletisini sunmaktadır. Bu aygıtlara iletişim aracı demek ne kadar doğ-ru? Televizyon gerçek anlamda iletişim görevi-ni yerine getirebiliyor mu?Günümüz teknolojisinden söz eder-sek tek yönlü olmaktan biraz çıkmaya başladı TV’ler. Çıkmasının sebebi ise şu: TV programların birçoğuna bakın, program sunucuları insanların Twit-ter üzerinde gönderdiği mesajlarla ko-nuklarına soruları yöneltiyor. Bir kolay-cılık bu. Gelen e-postalarla, tweetler-le soruları soruyorsun, peki sen ne katı-yorsun? Bu aslında zaman zaman ileti-şimi tek yönlü olmaktan çıkarıyor. Ge-len e-postalarla, telefon bağlantılarıyla birazcık da olsa bu tek yönlülüğü kırdı-ğını görüyoruz. Hepsin de böyle değil tabi. Hepsinde seyirci aktif halde değil. Ben bir şey üretiyorum ve bunu karşı tarafa aktarmaya, bir anlamda satmaya çalışıyorum. Gerçek bir iletişim midir bu? Belli noktada değildir. Şunun altını çizmemiz gerekiyor. Televizyonun ger-çek bir iletişimi sağlamak gibi kaygıları-nın olduğunu bekleyemeyiz. Bunlar ti-cari kurumlar, para kazanmak istiyorlar ya da sahip oldukları güçle başka bir ka-zanım elde etmek istiyorlar. Bunun içe-risinde topluma karşı bir takım kaygıları taşımalarını beklemek çok romantik ka-

lıyor. Bunu da ancak siz yönetmeliklerle, düzenlemelerle sağlayabilirisiniz. Anında aktarılan haberler izleyiciyi bilgilendir-me amacı taşısa da bunun aksine TV, izleyici-sini aşırı uyarıyor. Aktarılan haberler sonrasın-da araya mesafe koyulduğunda pratikte bil-gilendirme değil de her defasında bir aldanma gibi gözükmüyor mu bu durum? Ne yapılabi-lir bu noktada?Televizyon seyircide ‘az sonra’ toplumu oluşturdu. Alıştık şuna hepimiz; geçiyo-ruz TV karşısına, televizyonun az sonra vereceği şeyi bekliyoruz. Bir dönem ses ve görüntü efektleri ile birlikte flash flash diye haberi sunuyorlardı. Toplum da bu halde yaşamaya başladı. Birazdan size şunu vereceğiz, 3 dakika sonra.. Sen 3 da-kika sonra oradan bir şey alacağım deyip beklemeye başlıyorsun. Bu arada sorgu-lama da yapmıyorsun. Seni ister istemez kendi istediği kalıp içine sokuyor televiz-yon. Bakayım bana ne verecek diye ağ-zını açıp bekliyorsun. İster istemez böyle bir seyirci modeli ve yaşam biçimi oluş-maya başladı. Farkında olmadan bu kalı-bın içine girmeye başladık. Bu bir aldan-ma. Sen algıların açık bir birey olarak ha-yatında TV’yi eğiten, bilgilendiren, seni hayata hazırlandıran, donatan tek unsur olmaktan çıkarman lazım. Yoksa sadece sana orada sunulduğu şekilde bir birey haline gelirsin. Okuyan, araştıran, sorgu-layan, TV’den gelen her done üstüne dü-şünebilen kuşaklar olmalıyız, bu şekilde bir kuşak yetiştirmeliyiz.

Ortalama TV izleme süremiz dört saat. Bunu dakikaya çevirdiğinizde

bir üniversite öğrencisinin aldığı haftalık ders saatinin iki katına denk geliyor. O zamanda olayın etkinliği, büyüklüğü ortaya çıkıyor.“

Page 38: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

TElEVİzYOn SEYİrCİDE ‘az SOnra’

TOPlumu OluŞTurDu. BaKaYım Bana nE VE-rECEK DİYE ağzını aÇıP BEKlİYOrSun. İSTEr İS-TEmEz BÖYlE Bİr SEYİr-Cİ mODElİ VE YaŞam Bİ-Çİmİ OluŞmaYa BaŞlaDı.

36

Bu aldanma medyanın ticari kaygılarının olduğunu gösteriyor…Medyanın ticari olarak kaygıları var. TV işi çok pahalı bir iş. Kira, cihaz, personel ödeme-leri var. Bu arada kazanç elde etmek, giderleri-ni karşılamak için çok sayıda seyirciye ulaşma-ları lazım. Toplumsal kaygıyı hissettiklerinde haliyle para da kaybediyorlar. Bu yüzden sun-dukları şeylerle, bazı kanallar istisna, o sıra-da toplum ne kazanmış, ne kaybetmiş, onları pek ilgilendirmiyor. Devlet televizyonlarında bu kaygı ilk sırada, zaten böyle olmak zorun-da. Devletin gelir sorunu yok, vergilerle ken-di yayınlarını sürdürebiliyor. Ama özel kanal-lar ticari olduğu için bunu sürdürürken bu tür endişeleri pek gözetemeyebiliyorlar. Yasal dü-zenlemelerle bunlar onlara hatırlatılıyor. Sen insanları bir yandan eğitmelisin diyorlar. Ka-nal ne yapıyor, geceleri trafik ile ilgili spotu ya-yınlıyor. Peki, gece kim izliyor? Yasakçılık de-ğil söylediğim şey ama iyi bir denetim meka-nizması getirmek lazım. Diziler, programlar, haberler içerisinde kıstaslar olması gerekiyor. Türkiye’de en güçlü kavram ailedir. Aile bizim çok önemlidir. Ama TV dizilerine bakın, bir tane düzgün aile yapısı var mı? Orası gerçek-lik değil oyun, kurgu ama bir aile kurguluyor-sun insanların kafasında. Herkes birbirine ya-lan söylüyor. Bunlar ister istemez bizim alt bel-leğimize yerleşmeye başlıyor. Sevimli sevimli diziler sanıyoruz, korkunç bir kavram bu ama bir şekilde ensesti veriyorlar bize. Bunlar kasıtlı olarak mı veriliyor?Böyle demek istemiyorum ama bu izleniyor diye veriliyor. Kanal yöneticilerini doğru bir düzenleme ile yönlendirirseniz bir şekilde bu sorunlar çözülebilir. Kısıtlama demek istemiyo-rum buna; çünkü yasaklarla bir yere varamaz-sınız. Türkiye’de özel kanallara geçiş, yasağı çiğ-neyerek oldu. Sadece parklarda hoparlörle yayın yapan belediye radyoları, meteoroloji radyosu ile çalıntı araç vs. gibi duyuruları yapan polis rad-yoları vardı. Bir de TRT’nin tekelinde olan radyo ve TV kanalları mevcuttu. TRT’de çalınmayan arabesk, fantezi gibi müzikler polis radyosun-

Page 39: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

da çalınırdı. Bunlar dışında yayın yapmak ya-saktı. Daha sonra bu yasak delindi. Rahmet-li Turgut Özal zamanında Magic Box diye ka-nal, daha sonra özel kanallar çıktı. Sonra ya-sal düzenlemeler oldu. İşte bunun sancıları hala çekiliyor. En başta yasağı çiğneyerek yola çıkan bir takım kurumların artık düzgün iş-ler yapmasını beklememiz mümkün değil. Mesela sosyal sorumluluk diye kamu spotla-rını en çok seyircinin olduğu prime time de-ğil de, en az seyircinin olduğu saatlere koyu-yorlar. Ama biz bu düzenlemeyi doğru biçim-de yapsaydık bugün bu hale gelmezdik. Günümüzdeki sorunlar neler?Okuma oranımız çok düşük. TV elbette ola-cak, TV’den elbette bize yanlış mesajlar gele-cek. Allah bize bir akıl vermiş, sorgulayaca-ğız, yanlışı doğruyu ayıracağız. Altı saat TV izliyorsan ve senede bir tane bile kitap oku-muyorsan, bir tane bile dergi karıştırmıyorsan tehlikeli sularda yüzüyorsun demektir. Ama hem okuyorsan, hem de dünyada ne olup bit-tiğini farklı kaynaklardan sorguluyorsan, sa-dece A kanalını izlemekle yetinmeyip B ka-nalını da izleyip, onları karşılaştırıp, yanına da C gazetesini koyup, D uzmanının da görü-şüne bakarak yorumlama yapıyorsan sorun yok. Ama tek bir kaynaktan besleniyorsan so-run vardır. O zaman az önce değdim ‘az son-ra’ toplumu haline gelmiş oluyoruz. Onun sunduğuyla yetinen, yorum yapan ve dünya-ya bakıp dünya görüşünü oluşturan bir birey oluyorsun. TV izlenmesin demiyoruz, elbette izlenecek. Ama izlenirken seçici olunacak. TV izlerken onun kurgucu olduğunu, gerçekçi ol-madığını, bir oyun olduğunu bilmemiz lazım. Oraya gerçekleri çok fazla yüklediğimiz za-man gerçekle kurgu birbirine karışmaya baş-lıyor. Sonra biz kurguları hayatımıza taşıma-ya başlıyoruz, gerçekliğimizi yitiriyoruz. TV’nin şiddet, kan vb. durumları içeren haberle-ri ciddi bir şekilde sunmasıyla kişi dış dünyada olup bitenlerden haberdar olduğu yanılgısına düşüyor. Haberin haber olabilmesi için bu görüntülerin çok detaylı bir şekilde gösterilmesi mi gerekir?Sinemanın beslendiği iki temel kavram var; cinsellik ve şiddet. Bunlar ya direk verilir bize ya da gizlenerek arka planda verilir. TV’de bu iki kavram temel noktada. Baktığınızda

TV’lerde, haber yayınlarında, programlarda, dizilerde, sporlarda, eğlence programlarında ne tür yayın olursa olsun hep bu iki kavram var; şiddet ve cinsellik. Çünkü insanın doğa-sında da en ilkel kavramlar da bunlardır bir anlamda. Bunları kontrollü vermek zorun-dasınız. Veriliyor mu? Orada yine kocaman soru işaretimiz var. Bu da beraberinde dedi-ğin gibi o yanılgıyı getirebiliyor. Haber aldı-ğını zanneden adam aslında haberin kendi-ni öğrenmiyor, orada aklında kalan şey biri-nin öbürüne bağırdığı, birinin diğerine dayı-landığı, tokat attığı an kalıyor. Haberin ken-disi özünü kaybetmiş oluyor. Diğer unsurlar onun önüne geçebiliyor. Ama bu haberi su-nan kanal, birim daha çok izlenmek, daha çok kişiye ulaşma noktasında sık sık bu tür görüntüleri kullanıyor. Bültenlere bakın; si-yasi haberleri verdiğinde bile iki parti lide-ri ile onların atışmalarını veriyor. O, ona şöy-le dedi, onun da cevabı sert oldu, şu ifadesi dikkat çekti. Dikkat çeken ifade çoğunlukla ya çirkin bir kavram ya da üslup oluyor. Haberler iç karartıcı, bunaltıcı olabilir. Bu tür ha-ber konularının seçiminden öte, haber uzmanları-nın bu sorunlara yaklaşımı, tarzları, yorumları na-sıl olmalıdır?Sunan kişinin çok fazla ekleyebileceği bir şey yok. Çünkü haberi hazırlayan, onaylanan bi-rileri var. Bu da tek başına bireysel bir karar-la olabilecek bir şey değil. Bir kanalın ben artık etik davranacağım demesi ile etik kurallar oluş-muyor maalesef. Ciddi bir rekabet ortamı var, bu sebeple acımasız davranabiliyor kanal yö-neticileri, bu esnada da bazı ilkeler çiğneniyor. Aslında seyircinin elinde kumanda diye bir güç var. Yanıltıldığını anladığında, doğru bilgi-lendirilme yapılmadığını hissettiğinde kuman-dayı basıp kapatacak. Onu bir yapabilse seyirci, o gücünün farkına bir varabilse çok şey değişe-cek. Çok izlenen bir program ama içinde sakın-calı bir şey mi var; kapat. Sen kapat, o kapatsın inanın bir hafta sonra kapatılır o program. Bu gibi durumlarda bir de seyircinin ilgili kana-la, RTÜK’e durmadan, usanmadan şikâyet ma-illeri göndermesi, telefon etmeleri gerekir. Si-nemanın beslendiği iki temel kavram var; cin-sellik ve şiddet. Bunlar ya direk verilir bize ya da gizlenerek arka planda verilir. TV’de bu iki kavram temel noktada. Baktığınızda TV’lerde,

Page 40: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

haber yayınlarında, programlarda, diziler-de, sporlarda, eğlence programlarında ne tür yayın olursa olsun hep bu iki kavram var; şiddet ve cinsellik. Çünkü insanın do-ğasında da en ilkel kavramlar da bunlardır bir anlamda. Bunları kontrollü vermek zo-rundasınız. Veriliyor mu? Orada yine koca-man soru işaretimiz var. Bu da beraberinde dediğin gibi o yanılgıyı getirebiliyor. Haber aldığını zanneden adam aslında haberin kendini öğrenmiyor, orada aklında kalan şey birinin öbürüne bağırdığı, birinin diğe-rine dayılandığı, tokat attığı an kalıyor. Ha-berin kendisi özünü kaybetmiş oluyor. Di-ğer unsurlar onun önüne geçebiliyor. Ama bu haberi sunan kanal, birim daha çok iz-lenmek, daha çok kişiye ulaşma noktasında sık sık bu tür görüntüleri kullanıyor. Bül-tenlere bakın; siyasi haberleri verdiğinde bile iki parti lideri ile onların atışmalarını veriyor. O, ona şöyle dedi, onun da cevabı sert oldu, şu ifadesi dikkat çekti. Dikkat çe-ken ifade çoğunlukla ya çirkin bir kavram ya da üslup oluyor. Haberler iç karartıcı, bunaltıcı olabilir. Bu tür ha-ber konularının seçiminden öte, haber uzmanla-rının bu sorunlara yaklaşımı, tarzları, yorumla-rı nasıl olmalıdır?Sunan kişinin çok fazla ekleyebileceği bir şey yok. Çünkü haberi hazırlayan, onaylanan bi-rileri var. Bu da tek başına bireysel bir karar-la olabilecek bir şey değil. Bir kanalın ben ar-tık etik davranacağım demesi ile etik kural-lar oluşmuyor maalesef. Ciddi bir rekabet or-tamı var, bu sebeple acımasız davranabiliyor kanal yöneticileri, bu esnada da bazı ilke-ler çiğneniyor. Aslında seyircinin elinde ku-manda diye bir güç var. Yanıltıldığını anla-dığında, doğru bilgilendirilme yapılmadığı-nı hissettiğinde kumandayı basıp kapatacak. Onu bir yapabilse seyirci, o gücünün farkı-na bir varabilse çok şey değişecek. Çok izle-nen bir program ama içinde sakıncalı bir şey mi var; kapat. Sen kapat, o kapatsın inanın bir hafta sonra kapatılır o program. Bu gibi durumlarda bir de seyircinin ilgili kanala, RTÜK’e durmadan, usanmadan şikâyet ma-illeri göndermesi, telefon etmeleri gerekir.

Bilgi edinme yorucu bir iştir, vatandaş da ancak bu yorucu çabayı gösterdiğinde gerçek demok-ratikleşme olur. Yalnız gereğinden fazla habe-rin sunulması, her birinin üzerinde yeterince du-rulmaması aslında kişiyi bilgilendirmekten zi-yade bilgiden yoksun bırakmaktadır. Televizyon ve haberler kişiyi hiç bir çaba sarfetmeden hazır bilgiye ulaşmalarını sağlamış olmuyor mu? Bu-nun önüne nasıl geçilebilir?Eskiden bilgiye ulaşmak çok zordu zaman emek isterdi ve pahalıydı. Şimdi çok ko-lay ve bedava. Hedef kitlenin bu kadar çok bilgi içerisinden araştırma ve karşılaştır-ma yaparak doğru bilgiyi alması gerekir. Bunu yaparak da bir çaba sarf etmiş olur. Televizyon bir rekabet ortamı içerisinde. Daha çok şey verme telaşına giriyor haliy-le. Ülkemiz bulunduğu coğrafyadan dola-yı tüm olaylardan birebir etkileniyor. Gün-demimiz çok yoğun. Ama hiç birini so-nuçlandırmadan bir sonraki adıma geçiyo-ruz. Mesela kadına şiddet. Biz bununla il-gili başlığı bir süre tartışıyoruz. Daha son-ra başka bir habere geçiyoruz, o gün onu konuşuyoruz. Sanki o sorun çözülmüş gibi bırakıyoruz o haberi bir kenara. Sonra dö-nüyoruz Suriye’yi, siyasiyi ekonomiyi, ko-nuşuyoruz. Sonra bir kadın öldürülüyor, bu sefer kadına şiddeti konuşuyoruz. Der-ken hepsi birbirine karışıyor, bir süre sonra bir sürü başlık kalıyor ortada. Magazin bir haber midir? Ünlülerin istisnalar dı-şında ne yaptıkları hakkında bilgi veren prog-ramlar haber niteliği taşır mı?Ünlülerin hayatımızda bir yeri var. Tanı-nan insanların belli olayları haber değe-ri taşır. Çok ciddi bir hastalık geçirmiştir, ölümden dönmüştür, çocuğu olmuştur, yeni bir projeye başlayacaktır, bunlar ma-gazin içerisinde haberdir. Ama gazeteleri açtığımda Çeşme’de bilmem kimin köpe-ğinin burnunu öpmesi, çocuğunun ayağı-nı denize sokması, kişinin günde beş saat güneşte uzanması, sonra şezlongda sevgi-lisiyle lahmacun yemesi bunlar haber de-ğildir. Ha, bir lahmacunun 50 liraya satıl-ması haberdir. Ama öbürleri haber değil-dir. Haberi hazırlayanlar da madem tutu-luyor, öyleyse yapalım diyorlar.

38

Page 41: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Üsküdar Belediyesi, Sosyal Belediyecilik alanındaki başarısı dışında sportif alanda yapmış olduğu başarılı çalışmalarla Belediyecilik kavramına farklı boyutlar kazandırıyor. Çağdaş ve yenilikçi hizmet anlayışı ve sportif alandaki başarılı projeleri ile yeni ufuklara yelken açan Üsküdar Belediyesi, gerek bireysel ve gerekse takım sporlarında ulusal ve uluslararası alanda kazandığı başarılarla tüm Türkiye’ye örnek teşkil ediyor. Tarihi, kültürü ve sanatıyla, bir tarih ve kültür şehri, bir dünya şehri olan Üsküdar, spora yaptığı yatırımlar ve projeleri neticesinde şimdi de “şampiyonlar şehri” olmanın onurunu ve gururunu yaşıyor…

Başta Hentbol ve Atletizm olmak üzere birçok branşta önemli başarılar kazanılması sonrası 2009 yılının En Başarılı Spor Kulübü seçilen Üsküdar Belediyesi, 1.500 metrede önce Helsinki’de yapılan Avrupa Şampiyonası’nda zirveye çıkan,

ardından da Olimpiyat Şampiyonu olan Aslı Çakır Alptekin gibi isimleri de bünyesinde barındırıyor. Üsküdar Belediyesi ayrıca yine sayısız şampiyonluk ve başarılara imza atan Alemitu Bekele, Bahar Doğan, Özlem Kaya ve Meryem Erdoğan gibi önemli atlet-lerin her zaman zirve mücadelesi verdiği bir spor okulu adeta…

Üsküdar Belediyesi Spor Kulübü; atletizm, hentbol, judo, karate ve taekwon-do’dan sonra bilek güreşi ve ata sporumuz olan güreşte de sporcu yetiştirerek Türk sporunun alt yapısına önemli destek sağlıyor. Halen 7 branşta toplam 1600 lisanslı sporcuya sahip Üsküdar Belediyesi Spor Kulübü, gerek ulusal gerekse uluslararası alanda kazandığı kupa ve madalyalarla spor dünyasında adından sıkça söz ettiriyor.

İşte Üsküdar’ın Atletizm’deki gurur tablosu…

Şampiyonlar şehri Üsküdar…

ATLETİZMTakım BaşarılarıBüyük Bayanlar kategorisinde mücadele eden Üsküdar Belediyesi Atletizm Takımı, 2008 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Şampiyonluğu, 2009 Kulüpler Avrupa Kros Şampiyonluğu, 2010 Kulüpler Avrupa Kros İkinciliği, 2011 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Kros Yarışması Şampiyonluğu, 2012 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Kros Yarışması Şampiyonluğu, üst üste 5. Kez Türkiye Süper Lig Şampiyonluğu elde etti. Üsküdar Belediyesi ayrıca 3 bin ve 5 bin metre Avrupa rekorlarını kırdı.

Ayrıca, Gençler Puanlı Atletizm Ligi Türkiye üçüncülüğü, Yıldızlar Puanlı Atletizm Ligi Türkiye ikinciliği, 16 yaş altı Puanlı Atletizm Ligi Türkiye Şampiyonluğu elde etmiştir.

Sporu Tabana Yayma ProjesiBir yandan Sporda alt yapı çalışmalarına hız verip önemli yatırımlar gerçekleştiren Üsküdar Belediyesi, bir yandan da gençlerin sporu bir yaşam tarzı olarak benimsemeleri için hemen hemen her biri bir ilk olan sürdürülebilir projeler ve sportif etkinlikler gerçekleştiriyor.

Bu anlamda, Üsküdar Belediyesi’ni, spor yatırımlarıyla birlikte sportif etkinliklerde başarıya taşıyan, Sporu Tabana Yayma Projesi, birçok projenin çatısını oluşturuyor.

Proje kapsamında, Üsküdar İlköğretim okullarında bulunan, 120 bin öğrencinin katılımıyla her yıl eleme müsabakaları yapılıyor. Müsabakalar sonunda başarılı gençler belirleniyor ve kendi branşlarında gelişme imkânı sağlanarak türk sporuna kazandırılmaları için destekler veriliyor.

Atletizm’de bireysel başarılarMilli atletimiz Aslı Çakır’ın 1500 metrede Londra Olimpiyatları’ndaki Şampiyonluğu, Helsinki’de Avrupa Şampiyonluğu, İstanbul’da Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nda bronz madalya, Alemitu Bekele’nin 2010 yılında İspanya Avrupa Kros Şampiyonası Şampiyonluğu, 2010 yılında Stockholm IAAF Permit GE Galan Salon Yarışında bayanlar 5 bin metrede Avrupa, Balkan ve Türkiye rekoru kırarak kazanılan ikincilik 2010 yılında 20. Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda 5 bin metrede Şampiyonluk, Meryem Erdoğan’ın Avrupa 23 yaş altı kros şampiyonluğu, Özlem Kaya’nın Balkan Kros Şampiyonluğu ve Avrupa 23 Yaş Altı Şampiyonası’nda 3000 metre engelli yarışında finalistlik, Batuhan Buğra Eruygun’un 110 m engelli Türkiye rekoru ve balkan yıldızlar rekoru, 2010 Dünya Gençler Şampiyonası 110m engelli yarı finalistliği, elde edilen bireysel başarılardan bazılarıdır.

Page 42: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

0-3 yaş arası çocukların televizyon ve özellikle rek-lam izlemesine şiddetle karşı çıkıyorsunuz. Nede-nini bizimle paylaşır mısınız?Küçük çocukların temel ihtiyacı karşılıklı iliş-ki kurulabilecek güvenli ortamlardır. Dün-yaya geldiği andan itibaren bebeklerin, insan yüzünü diğer nesnelere bakmaya tercih et-tiklerini biliyoruz. Doğuştan gelen bir tür ge-netik program söz konusu. İnsan sosyal bir varlık olduğu için başkalarıyla ilişki kurmak ve başkalarıyla ilişkisine karşılık almak üze-re yaşıyor. Bu “karşılıklılık” dilin gelişimini tetikliyor. Örneğin, ben bir başkası ile bir iliş-ki kurmayı arzu ediyorsam, ilişki kurma için gereken iletişim araçlarını (başta dil olmak üzere) kazanıyorum. Tek taraflı ilişki oldu-ğu zamanlar da var; örneğin bebek annesiy-le ilişki kurmak istediğinde anne kafasını çe-virip başka bir şey yapıyor, mesela cep telefo-nuyla ilgileniyor, mesaj okuyorsa bebek karşı-

lık alamıyor. Küçük yaştan itibaren ülkemiz-deki çocuklar özellikle yemek yeme, uyutul-ma gibi gerekçelerle televizyon karşısında pa-sifleştiriliyor. Bu durum bir fiziki uyaran ola-rak çocuğun da hoşuna gidiyor, televizyon-daki hızlı hareket eden şeyler çocuğun ilgisi-ni çekiyor. Ama göz ardı edilen durum tele-vizyon, bilgisayar ya da ipad ekranının kar-şılık vermiyor olduğu. Çocuk ekrana istediği kadar gülümsesin ya da agulasın, ekrandan sosyal anlamda bir karşılık alamıyor. Karşı-lığını alamadığındaysa, iletişimden kopup vazgeçiyor ve daha ziyade tek taraflı ilişki-ler sistemi içerisinde yer almaya, insani olan-la değil de dünyanın fiziki yanıyla ilgilenme-ye başlıyor.“Fiziki yanı” olarak kastettiğiniz nedir?Nesnelere ve eşyalara ilgi duymaya başlıyor. İnsanları da nesne gibi değerlendiriyor, köşe-si kenarı olan bir cisim gibi kullanıyor; bu du-

TV çocukların iletişim becerisini köreltiyor

söyleşi

S Ö Y l E Ş İ ş e r İ f e B a r U t f O T O ğ r a f B İ l a l B a l C ı

Prof. Dr. Yankı Yazgan’ı İçlevent’teki mekânında ziyaret ettik ve kendisi ile televizyonun çocuklar üzerindeki etkisi hakkında bilgilendirici ve son derece verimli bir söyleşi gerçekleştirdik.

P r o f . D r . y a n K ı y a z g a n

Page 43: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

41

rum başkasını duygu ve düşünceleri kendi-ninkinden farklı olan birisi olarak görme be-cerisinin gelişmesine engel oluyor. Bunun sonucunda ekranla çok fazla zaman geçir-menin en yaygın etkisinin, dil ve empati ge-lişiminde gecikme ve ilkokul yıllarında dik-kati toplama ve söze dayalı öğrenilen konu-larda zayıf kalma olduğunu görüyoruz.Ekrandaki hareketliliğin normal dünyanın katbe-kat üzerinde bir hızda olmasının da çocuklar üze-rinde etkisi oluyor mu?Tabii ki, ekrandaki klip ya da çizgi filmlerin çoğunda olaylar gerçek zamanda cereyan et-meyip, gerçektekinden çok hızlı olduğu için çocuğun zaman akışına ilişkin kafasındaki düzenin oluşmasını engelliyor. Bebeğin za-man kavramı, çevresindeki hayatın akışına göre şekilleniyor. Ekrandaki zamanın bebe-ğin çevresindeki gerçek zamandan çok daha süratli akıyor olması, bebeğin zaman algısı-nın da buna göre şekillenmesi gündelik ya-şamda bekleyememe, sabırsızlık, tahammül-süzlük, teknik deyimiyle “dürtüsellik” prob-lemlerinin artmasına sebep oluyor. Burada kullandığınız “dürtüsellik” terimini biraz açar mısınız?Aklınıza eseni içinizden geldiği anda, her-hangi bir dış sınırı tanımadan veya hiç ta-hammül etmeden yapmak demektir. Tekrar karşılıklılık konusuna dönersek za-manın çok hızlı geçtiği, beklemenin, izle-menin, dikkat etmenin çok zayıfladığı, dil gelişiminin ilişki kurmayı güçleştirecek dü-zeyde zayıf kaldığı durumlarda da çocuk-lar genellikle içinde oldukları çevreden ko-puk daha ziyade kendi ihtiyaçlarını tatmin-den ibaret bir dünya arayışına, otizmin dü-şünüş tarzına, giriyorlar.Sanıyorum bu da çağımızda, “selamsız sabahsız bir neslin” ortaya çıkmasına neden oluyor.Evet, özellikle ilk üç yıl içerisinde (yani 0-3 yaş arasında) bu zaaflar değişmeden kaldığı takdirde ağır gelişimsel bozukluklar şeklin-de yaşamın gerisine yansıyor. Burada öner-diğim insanların tamamen ekranı hayatla-rından çıkarması değil, bu insanların kendi tercihlerine kalmış bir konu. Sadece, özel-likle belli bir yaşa kadar ekranın, çocuklar-

Page 44: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

da iletişimdeki gelişimi önleyici ve dikkat ve dil alanındaki zaafları tetikleyici özel-likte olduğunun bilinmesi gerekiyor.Peki, verilmesi gereken bir televizyon eğitimi-nin varlığından bahsedebilir miyiz, bu eğitim çocuklara nasıl verilir ya da verilmezse ne gibi sonuçlarla karşılaşılır?Ailelerin de bazen bu tarz sorularıyla kar-şılaşıyoruz. Hatta diyorlar ki; “seyretse ne olur?” benim yanıtım; “seyretmese ne olur?” Türkiye’nin ortalama televizyon iz-leme süresi, çocuklarda dört buçuk saat, dört buçuk sat ekran karşısında olmak 0-3 yaş döneminde dil gelişimini, dürtü kont-rolünü ve karşılıklı sosyal ilişkiyi bloke ederken, daha büyük yaşlardaki etkile-ri de toplumla ilişkiyi daha çok mekanik kendi ihtiyaçları üzerinden başkalarıyla ilişki kuran bireylere dönüştürüyor. Son dönemlerde moda olan bir meslek orta-ya çıktı; “yaşam koçluğu” Çocuklarını bebek-lik döneminde televizyona emanet eden ebe-veynler, büyüyünce de yaşam koçlarına ema-net ediyor diyebilir miyiz?Bu sorumlulukla ilgili bir şey, yaşamı-mızın sorumluluğunu olduğu kadar ço-

cuklarımızın yaşamının sorumluluğu-nu da başka birilerine emanet etme ihti-yacını ne zaman duyuyoruz ve duymalı-yız? Bazı konular var ki, bir yardım alma-dan çözemeyiz; örneğin hukuki bir ko-nuda gidip bir avukata ya da hastalan-dığımızda bir doktora danışmamız ge-rekebilir. Bazı konuların sorumlulukla-rı, devredilebilir niteliktedir. Ama bu, “yaşam koçu”nun bazı sorumlulukla-rı anne-babaların yerine üstlenebileceği, hayatı vekâleten onların yerine yaşayabi-leceği şeklinde algılanmamalıdır. Anne-babaların sorumluluğu nasıl yerine ge-tireceklerine ilişkin bir kılavuzluk alma-larında elbette bir sakınca yoktur. Çocu-ğun sorumluluğunu anne-baba adına “vekâleten” üstlenme durumuna dönüş-mesini ise pek anlamlandıramıyorum. Yetişkinlere, “Bir yandan televizyon seyredip bir yandan yemek yeme, bir tercih yap!” şeklin-de bir öneriniz var. O zaman televizyon sadece çocukları hipnotize eden bir alet değil büyükle-re de aynı şeyi yapıyor.Aslında televizyon, hepimizin zevkle seyredeceği birçok programın, faydala-

Page 45: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

43

nacağı bilgilerin, haberlerin aktarıldığı bir araç, bu nedenle televizyonun kendisi iyi-dir ya da kötüdür demek, çok saçma bir şey olur. Tüm araçlarda olduğu gibi, na-sıl kullandığınıza bağlı olarak bu araç an-lamsız ya da zarar verici olabiliyor. Evler-de televizyonların başköşede olması için hiçbir sebep yok. Çünkü televizyon bizim evimizin bir ferdi değil. Ama evdeki bi-reyler arasındaki ilişkinin yerine bir ek-ranla herkesin kurduğu bir ilişki geçmiş vaziyette. Sofra saati gibi ailenin, arkadaş-ların bir araya geldiği bir zaman dilimin-de sofraya bir ekran koymak, oturan ki-şiler arasındaki ilişki ve iletişim kalitesini düşürüyor. Tavsiyem de buna dikkat çek-mek amacıylaydı. Aile içindeki iletişim kalitesini korumak isteyenler için...Sizce, sadece televizyonda gördüğümüz ve medyatik olarak tabir ettiğimiz kişilerle il-gili olarak oluşan kanaatlerimiz gerçekle ne kadar örtüşür?Medyanın televizyon aracılığıyla, “medya-tik” diye bilinen kişilerle ilgili bize sundu-ğu şeyler (sevdiğimiz ve nefret ettiğimiz fark etmeksizin) gerçekte olduğundan çok farklı. Çünkü orada gerçeküstü bir tür ya-rıtanrılaştırma söz konusu. Bu nedenle bi-zim bu kişilere karşı düşüncelerimiz, gün-delik hayattan farklı olarak aşırı uçlarda oluyor. Ekranın, gerçeğin bir kısmını ala-rak onu çerçeveleyip bize yansıtması onu çok güçlü bir etkileme aracı haline getiri-yor. Bunu bilerek ve fark ederek izleyebi-liyorsak sorun yok. Bunun için birincisi, sürenin sınırlı olması çok önemli, bir di-ğeri insanın yaşamında gündelik haya-tındaki ilişkilerine yer kalması.

Biz 80 çocukları “Susam Sokağı’yla”, “Mup-pet Show” kuklalarıyla büyüdük ve karşımız-daki şimdiki kadar hareketli bir ekran değildi, şimdilerdeyse 24 saat çizgi film ve sadece ço-cuklara yönelik reklamlar yayınlayan kanallar var. Sizce bu karşılaştırmada hangi nesil daha şanslı kabul edilebilir?“Susam Sokağı” ya da “Muppet Show” gibi programlarda ekranın seyirci çek-mek amaçlı klasik hızlı görüntü, anlam-sız şiddet gibi kuralları uygulanmadığı için, öncesinde söz ettiğimiz etkiler bun-larda oluşmuyor. Aksine, çocuğun za-man algısını bozmadan, bir çok kavram ve duygu aktarılabiliyor. Yine de, çocuk-lar sabahtan akşama kadar ekran karşı-sında vakit geçirmesi yersiz; hareket ihti-yacını unutmamalıyız.Televizyon konusundan biraz uzaklaşıp, sizinle ilgili bir soru, alışılmışın dışında olarak kitabını-zın önsözünde bile çizim kullandığınızı görüyo-ruz, son olarak doktorlukla çizerliği birleştirme hikâyenizi öğrenmek istesek?Küçük yaştan başlayarak okul kitapları-mın arka tarafını çizgilerle doldurdum. Resim yeteneğinden ziyade çizmeye bir yatkınlığım var. Çizerek kendimi daha iyi anlatıyordum herhalde. Çocukluk-tan bu yana her zaman yanımda bir def-terim vardır ve oraya bir şeyler karala-rım. On binlerce yıl öncesi kadar eski dönemlerden kalma duvar resimleri de gösteriyor ki insanın konuşmadan önce bile geliştirmiş olduğu karalama, çizme, en az yazma kadar temel bir insan dür-tüsü. Ben de yazmanın yanı sıra bu be-ceriyi de kitaplarım dahil olmak üzere birçok alanda kullanıyorum.

KüÇüK YAŞTAN İTİBAREN ÇOCUK-LAR ÖZELLİKLE ‘YEMEK YESİN, UYUSUN, FAZLA KıPıRDAMASıN’

VE HATTA ‘ ÖğRENSİN, ZEKâSı GELİŞSİN’ GİBİ GEREKÇELERLE TV KARŞıSıNDA PASİFLEŞTİRİ-LİYOR, İLETİŞİM BECERİLERİ KÖRELTİLİYOR.“

Page 46: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

ir çocuk doğduğunda kimliksizdir… Henüz kişiliği yoktur… Ancak, kişiliğini geliştire-cek içsel bir gücü vardır… Çocuk bir man-yetik mıknatıs gibi, çevresinde gördüğü in-san modellerini kendi bünyesine çeker ve bir süre sonra çocuk kendisine tesir eden çev-resel gücün şekillendirdiği bir kimlikle sos-yal yaşama adım atar. Bu gün “kuşak çatış-maları” yaşayan ailenin bu can sıkıcı duru-mu, çocukların gelişim dönemi süresince ai-lesini örnek al(a)maması ve fakat çevresinde-ki farklı karakterdeki kendisine “rol model” alarak alması ile oluşmaktadır. Burada temel soru şudur; çocuklar neden ailelerini değil de ailesinin dışındaki kişileri kendilerine ör-nek insan modeli oluşturmaktadır… Ve he-men bu soru ile birlikte ikinci bir soru da ol-dukça can alıcıdır; günümüz çocukları en çok kimlerden etkilenmektedirler ve neden?

Neden çocuklar aile dışındaki kişileri kendilerine örnek edinirler?

Bir çocuğun bir kişilik gelişiminde üç te-mel faktör rol oynar. Bunlar sıra ile;

1- “Güven” hissi 2- Duygusal yoksunluklar3- Sosyal kabul

Güven Duygusu ve Kimlik Kazanımı

Çocuğun kimlik gelişimindeki en temel et-ken “güven” duygusudur. Çocuk kendini ki-min yanında güven içinde hissediyor ise o kişinin kimliğini benimser ve kendine “ör-nek” alır. Hiçbir çocuk yoktur ki kendini gü-vende hissetmediği rol model olarak benim-sesin. İşte bu açıdan bakıldığında bir ailenin çocuğuna yaşatacağı en önemli duygu “gü-

ven” duygusudur diyebiliriz. Maalesef bu birçok aile çocukları için bir güven ortamı sunmak yerine, onları disiplin altında tut-maya ve onları zor kullanarak davranış ka-zandırmaya çalışmaktadırlar. Hâlbuki bir çocuğun yetiştirilmesi demek o çocuğa “dav-ranış öğretmek” demek değildir. Çocuk an-cak kendini güven içinde hissettiği ebevey-ninin tutum ve davranışlarını benimser… Kendisini cezalandıran, kendisini aşağılayan ve kendisi ile duygusal bağ kuramamış olan ebeveynin ahlakını çocuklar edinmezler. Bu nedenledir ki, eskiler “çocuk kaal ile de-ğil, hal ile öğrenir” demişlerdir. Yani çocuk-lar “söz ile değil, öz ile terbiye olur” diyebili-riz. Kendisi çocuğuna karşı saygısız olan ve onun karşısında ebeveyn olma değerini kay-betmiş olan bir çocuğun anne babasını ör-nek alması mümkün değildir.

Hâlbuki günümüz anne babaların ço-cuklarını yetiştirirken bir baykuş gibi dik-kat içinde olmaları gerekir… Zira çocuk aile içinde alamadığı güven duygusunu çevre-sinden almaya başlar ise ve özellikle günü-müzde çok yaygın olan televizyon ve rek-lamlardaki kişilerin “rahat” ve “emniyet” içindeki tavırlarına özen duymaya başladık-larında, içlerinde oluşan bir özenti ile med-yanın önde gelen kişilerinin tavır ve davra-nışlarını benimsemeye başlar. Aslında çocu-ğun gerek reklamlar veya gerekse dizilerde-ki karakterleri kendisine örnek kişi edinme-si çocuk ile aile arasındaki güven bağının da zayıf olduğunun bir işaretidir. Böylesi bir za-yıflık ve kopukluk aile içinde “bireysel ile-tişim” in yerini “dijital iletişimin” alması-

Gençler kimi severse onun kimliğini edinir

B

a D E m G ü n E Ş

Uzman pedagog

Page 47: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

na neden olur… Özellikle birkaç dakikaya sığdırılmış olan ve saatler ve günlerce bir-kaç kelimelik sloganlar ile izleyici karşı-sında çıkan “reklamlar” çocuklar için san-ki gerçek yaşamın tamamı öyle zannedil-diğinden dolayı, günümüz çocukları ma-alesef dizi ve reklamların sokakta gezinir halleri olarak görünmektedirler.

Aile içinde böylesi ihmale uğrayan çocuk-larda ise “duygusal yoksunluklar” oluşur. Duygusal yoksunluk ise günümüzde davra-nış sapmalarının en temel faktörüdür. Çocuk anne ve babasından alamadığı ve içinde bir yerlerde hissettiği boşlukları gidermek için çevresindeki kişilere yönelir… Anne duygu-sunu alabilmek için anne sıcaklığındaki biri, baba gücünün limanına sığınabilmek için baba rolünde birine yakınlık duymaya baş-lar. İşte bu yoksunluklar döneminde çocuk te-levizyondaki “mutlu aile” modelindeki kişi-lerin davranışlarını örneklendirmemesi çok normaldir. Zira hayalinde oluşturduğu bir aile yaşamını, ebeveyn sevgisini çocuk rek-lamların o “gerçekçi olmayan” senaryolarına kendisini kaptırarak edinmeye çalışır.

Bütün bunlara bir de bu sahte dünyanın içindeki figürlerin ne kadar sevildiği ve ne ka-dar etrafı tarafından benimsendiği imajı çizi-liyor ise, çocuk ailesi ile kuramadığı bağı, ha-

yal dünyasında yaşattığı bu modeller üzerin-den tamamlamaya çalışır. Böylesi durumda-ki bir çocuk veya gencin ilk değişen hali “dış görünümü” ve “davranışları”dır. Gençler, ai-lesi ile kuramadığı bu bağı, kiminle kurma-ya başladı ise, o kişinin saç modelinden kı-yafetine kadar, yaptığı esprilerden yürüyü-şüne kadar kendi kimliğinin bir parçası hali-ne getirir. Böylece aslında çocuk o kişiyi tak-lit ederken kendini hem güven içinde hisse-der, hem duygusal yoksunluklarını giderme-ye çalışır ve hem de çevresi tarafından sevilen bir kişi olduğunu zanneder. Gencin benimse-diği karakter toplum tarafından konuşuluyor, sempati ile anlatılıyor ise, gençte kendisinin o kadar sevildiği yanılgısına kapılır. Böyle-si bir durum bir genç için oldukça trajiktir. Ve bu hayal dünyasının bir gün gerçek olmadı-ğını fark eden genç, bunalım geçirmemesi iç-ten bile değildir. Bu nedenle, çocukların daha erken yaşlarda başlayan kimlik ve kişilik geli-şim sürecinde ailelerin çocuklarını ihmal et-memeleri, televizyon, internet gibi dijital dün-yaya çocuklarını emanet etmemeleri gerekir.

Sağlıklı bir kimlik gelişiminin en temel şartı çocukların aile içinde ihmale uğramama-sı, var oldukları halleri ile hoşgörü ile kabul görmesi ve aile içindeki dakikaların kaliteli olarak değerlendirilmesi ile mümkündür. 45

Page 48: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

46 Kitap

Yazarlık serüvenine başladığı günden bu yana Mustafa Kutlu,hikayelerinde hal-kın içinde saklı kalmış gerçekleri yansıt-mış ve yansıtmaya da hep devam etmiştir. Bu gerçekleri kalemine taşırken de kendi-ne özgü bir uslûp geliştirmiştir. Bu şekilde okuyucuya seslendiğini hemen her kita-bında görürüz. Henüz çok taze olan Ana-dolu Yakası adlı Nehir Söyleşi* tadında-ki Mustafa Kutlu’nun bu eseri de bu nida-lardan nasibini almış, okuyucuyla kendi-

sini buluşmuştur. Hikaye bir gazetecinin bir olay üzeri-ne Anadolu Yakası kanalına gelmesiyle başlıyor. Gazete-ci Erol’un olay konusu haber-den ziyade kanal sahibi ana-dolu insanı Muzo Gönül dik-katini çekiyor. Onun hayatını kitaplaştırmak isteği ile Muzo Gönül’le televizyon, anadolu insanı ve yok olmaya yüz tut-muş kültürler üzerine bir ne-hir söyleşisi başlıyor. Söyle-şi esnasında da gazeteci Erol kanal içerisinde de gelişen

birçok olaya tanık oluyor. Anadolu’nun, Anadolu insanının sessiz çığlıklarla hayat-larına devam etmeye çalıştıklarından dem vurmuştur yazar bu kitabında. Kitabın ka-rakteri taşralı Muzo Gönül, bir sevda ile başlayan film, televizyon macerasında, kurduğu yerel kanalla memleket özlemi çekenleri bir nebze de olsun rahatlatmaya çalışmıştır. Bu hikayede televizyon virtü-

öz ve uyanıklarının, hikaye kahramanını çukura düşürmekle uğraşmaları, kitabın özünü başlatmış, Nehir Söyleşi’yi ortaya çıkarmıştır.Modern ile eski arasında gidip gelen söyleşi, karakterin içinde biriktirdik-lerini anlatmaya fırsat niteliğindedir.

Mustafa Kutlu, televizyonun modernleş-me yolumuzdaki zararlı işlevlerini, ahlâki değerlerin reytingler uğruna yok sayılmasını ve Türk kültürüne aykırı daha bir çok olum-suzlukları, hikayenin ana kahramanı olan Anadolu Yakası kanalı kurucusu Muzo Gö-nül ile kitapta gayet güzel bir şekilde dile ge-tirmiştir. Ve kültür-sanat, edebiyat gibi zihni konulara seslenip, sözün değerli olduğu tür-lerin, televiyon denilen afyonun içinde barı-namayacağına ayrıca dikkat çekmiştir. Sanal bir dünya, insanları içine sürüklemeyi başar-mıştır. 21.yy’ı etkilyen üç alet; otomobil, tele-vizyon ve bilgisayar üçgeninde, televizyon-dan baz alınarak yazılan bu hikayedeki fi-kirler yazarın yaşamından, görüşlerinden ve deneyimlerinden izler taşımaktadır.

Hayatımıza hiç girmemesi gereken bu munzır alet madem girmişse, o zaman bize düşen görev de o kutunun içini yerli malla doldurup ayakta tutmaya çalışmaktır. Hika-yade karakter de bunu Anadolu Yakası ka-nalı ile başarmıştır. İnce esprisi, karışık dü-şündürücü söyleşisi ile bu hikay okuyucuya ders vermeyi de ihmal etmiyor. Musluğunu hiç kapatmayacasına akan bu uzun hikâye, sıcak yaz günlerinde serinlemek için çıkarıl-mış, okunulması gereken kitaplardan... * Başarılı ünlü insanlarla yapılan otobiyografik söyleşi.

Bir televizyon klasiği; anadolu Yakası

MERYEM OLCAY

ANADOLU YAKASı MUSTAFA KUTLU Dergah Yayınları

47

Page 49: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları’nda, 2012-2013 sezonunda sahne-lenecek dört yeni oyunun provalarına baş-landı. İBB’den yapılan yazılı açıklamada Şe-hir Tiyatroları’nın yeni dönem için hazırlıkla-ra başladığı bildirildi. 2012-2013 repertuarında yer alan ve hazırlıklarına başlanan oyunlar şöy-le: Büyünün Gözleri’, ‘Dar Ayakkabıyla Yaşa-mak’, ‘Vişne Bahçesi’, ‘Ali Baba ve Kırk Harami-ler. İBB Şehir Tiyatroları yeni sezonda 2011-2012 sezonunda sahnelenen oyunların yanı sıra yeni oyunlarıyla Ekim ayında perdelerini açacak.

Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan Louvre Müzesi, İslam sanat eserleri için yeni bölüm inşa edi-yor. Toplam 3 bin metrekarelik alanı kapsayacak yeni bölüm’de 3 bin eserin sergileneceği belirtil-di. Müzenin İslami Sanatları Bölüm Başkanı Sophie Makariou, yeni açılacak bölümde Avrupa’nın en geniş İslami sanat eserleri koleksiyonunun toplanacağının altını çizdi. Toplam 100 milyon euroya mal olacağı belirtilen projenin 31 milyon eurosunu Fransa hükümeti karşılayacak. Geri kalan kısmı için ise Azerbaycan, Kuveyt, Umman ve Fas gibi ülkeler ile bazı kurum ve şahıslar destek olacak.

47 Kültür-Sanat

Şehir Tiyatroları provalara başladı

louvre kapılarını İslam sanatına açıyor

Page 50: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

48 Kültür-Sanat

Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz, bu yıl 17 – 23 Eylül tarihleri ara-sında gerçekleştirilecek, 19. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında yer alan ‘Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na katılacak filmlerin belli olduğunu söyledi. Yarışma; bir yanda usta yönetmenleri ağırlarken, diğer yanda başlangıç yapıtlarıyla yeteneklerini kanıtlamış olan isimleri izleyiciyle buluşturacak. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın bir diğer ilgi çekici yanı da ilk uzun metraj filmlerini tamamlayan yönetmenleri keşfediyor olması.

Rivayete göre, dünyanın önemli ressamlarından Pablo Picasso’ya hat sanatı örneklerimiz gösterildiğinde İspanyol ressam, “Varmayı düşündüğüm hedefe Müslümanlar beş yüz sene önce ulaşmış.” der. Bütün zamanların ressamı olarak görülen Picasso’nun da hayran-lığını kazanan hat, yaklaşık 1700 yıllık geçmişi olan Binbirdirek Sarnıcı’nda “Kalemin Di-linden” sergisiyle ziyaretçileriyle buluşuyor. Bizans’ın izlerini taşıyan sarnıcın nemli hava-sına, tarihî atmosferine karışan ney sesleri, eşliğinde hat sergisini ziyaret edebilirsiniz.

ustalar altın Koza için yarışacak

Kalemin diliyle hat Binbirdirek’te

Page 51: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Türkmenistan’da 200 yıllık Kur’an-ı Kerim koruma altına alındı. Türkme-nistan Bilimler Akademisi’ne bağlı El Yazmaları Enstitüsü tarafından koru-ma altına alınan Kur’an restore edili-yor. El Yazmalar Enstitüsü çalışanla-rı, geçtiğimiz günlerde ülkenin kuze-yindeki Daşoğuz vilayetindeki halk-ta bulunan eski kitapları topladılar. Bu kitapların arasında 200 yıllık Kur’an-ı Kerim dikkat çekti. El Yazmalar Ens-titüsü çalışanları halktan topladığı ki-tapları ve Kur’an-ı Kerim’in restoras-yon çalışmalarına başladı. 200 yıllık Kur’an ve diğer kitaplar El Yazmalar Enstitüsü’nde muhafaza edilecek.

200 yıllık Kur’an-ı Kerim korumaya alındıTürkiye’deki ekonomik ve kültü-

rel gelişmeye paralel olarak her ge-çen yıl, kitap basım oranında önemli büyüme kaydediliyor. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı ümit Yaşar Gözüm, Türkiye’deki ki-tabevi sayısının 6 bin, dağıtım şirke-ti sayısının da 150 olduğunu bildir-di. Gözüm, ‘’ıSBN (Uluslararası Stan-dart Kitap Numarası) verilerine göre 2011’de 43 bin 190 ayrı başlıkta ki-tap yayınlanmış. üretilen kitap adedi 289 milyon 193 bin 982, ücretsiz da-ğıtılan ders kitabı sayısı yaklaşık 205 milyon, üretilen toplam kitap sayısı-na bakıldığında da bu rakam yakla-şık 500 milyon’’ diye konuştu.

Kitap pazarında hızlı büyüme

Page 52: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

50

Bir zamanlar dünyada olup biteni sadece ses yo-luyla öğrenebildiğimiz ve evlerimizde özel yer-leri bulunan radyolar vardı hayatımızda. Ha-ber saati geldiğinde ev halkı çıt çıkmayacak bir sessizlikle radyodan gelen spikere kulak verir-di. Eğlenceli programlar da yok değildi; rad-yo tiyatroları, müzik ve arkası yarın program-ları gibi. 1960’lı yıllara gelindiğinde ise radyo-

ların yerini afilli televizyonlar al-maya başladı. Evlerin başköşelerin-de yerlerini aldı aptal kutusu diye de tabir edilen televizyonlar. Za-manla özel kanalların da artmasıy-la tamamen insanları kendine bağ-layan, birçok programıyla insanla-ra alternatifler sunan tüplü, plaz-ma ve LCD TV çeşitleriyle televiz-yonlardan gözlerimizi, beynimizi alamaz olduk. Reyting uğruna ya-pılan kalitesiz programlar, izleyi-ci sayısının artması için içi boş, ko-kuşmuş, ahlakımızı yozlaştıran di-

ziler, evlilik programları, ateşli tartışmaların ol-duğu gereksiz yayınlarla tamamen o aptal kutu-suna göre yaşamamız şartlanmış gibi beyinleri-miz uyuşturulurken, işte tam da bu noktada fil-mimizin ana kahramanı Howard Beale insan-lara şöyle seslenir: “Tek bildiğim önce kızmanı-zı istiyorum...‘Ben bir insanım, lanet olsun! Ha-yatımın değeri var’ demenizi istiyorum... Şim-

di sizden ayağa kalkmanızı istiyorum. Pencere-ye doğru yürümenizi ve pencereyi açıp kafanı-zı dışarı uzatıp ‘çok kızgınım ve buna daha fazla dayanamayacağım’ diye bağırmanızı.”

Evet, artık daha fazla dayanmamalıyız bu aptal kutusunu yönetenlerin reyting uğruna yaptıkları saçmalıklara. Malcolm X’in de dediği gibi biraz gürültü yapsak iyi olur!

Amerikan Film Enstitüsü’nün “100 Büyük Amerikan Filmi” listesinde 64. sırada olup

Amerikan Yazarlar Birliği’nin belirlemesi-ne göre, gelmiş geçmiş en iyi 10 senaryodan biri olan Network adlı film Howard Beale’in hikâyesinin yanında sağlam bir medya eleştirisi yapmaktadır. Büyük şirketlerin kar hırsı ile etki-li konumdaki insanların güç hırsının birleşme-sinden ne tür felaketlerin doğabileceğini yönet-men Sidney Lumet çok cesur ve gerçekçi bir şe-kilde filminde göstermiştir.

Ana haber bülteni sunucusu olan Beale’in programı artık eskisi kadar reyting almayın-ca patronları tarafından işten çıkarılmasına ka-rar verilir. Bu durumu öğrenen Beale canlı ya-yında kendisini öldüreceğini söyler ve o anda yayını keserler. Beale’i kanaldan uzaklaştırır-lar ta ki yayının reytinglerini artırdığını öğrene-ne kadar. Artık delirdiğini düşünmelerine rağ-men patronları Beale’i geri çağırarak özel prog-ram yapmasını isterler. Çünkü Beale’in konuş-masından sonra reytingler fırlamıştır. İnsan-

NETWORKYönetmen:

SIdNEy LumETOYuncular:

FayE duNaWay, WILLIam HOLdEN,

PETER FINcHYapım Yılı: 1976

Süre: 121 dakika

ayın fİlmİ

esra önal

Sinema

‘Bu tüp, inançsız dünyanın en büyük gücüdür!’

Page 53: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

lar Beale’in söylediklerine bayılmışlardır. Çünkü Beale gerçekleri söy-lemektedir. Toplumun nasıl uyuşturulduğunu, insanların TV aracılı-ğıyla beyinlerinin yıkandığını ve tüm bunların nedeninin birilerinin daha fazla para kazanma arzusu olduğunu anlatmaktadır. Bir konuş-masında insanlara şöyle seslenir: “Beyaz saçlı, zengin minik bir adam öldü. Ama bunun pirinç fiyatları ile ilgisi ne? Ve bu niçin bize bir işa-rettir? Çünkü siz ve altmış iki milyon Amerikalı, şu an beni dinliyor-sunuz. Çünkü yüzde üçten daha azınız kitap okuyor! Çünkü yüz-de on beşten daha azınız gazete okuyor. Çünkü bildiğiniz tek gerçek, bu tüp. Şu an, bu tüpün içindekilerden başka hiçbir şey bilmeyen bir nesil var! Bu tüp, bir mabet! Bu tüp Başkanları, Papaları, Başbakanla-rı seçtirir ya da yerlerinden eder! Bu tüp, inançsız dünyanın en büyük gücüdür!” Medyanın gücünü elinde tutanlar için ise söylenenler değil artan reytinglerdir önemli olan. Beale filmde artık patronları için kur-tarıcı hükmünde olan vazgeçilmez biridir. İzlenme oranları düşmeye başladığında ise medya patronları kurtarıcılarını ortadan kaldırmak isterler. Tabi bu da kameralar ve stüdyo konuklarının gözleri önünde suikastle olacaktır ki reytingler tavan yapsın.

Filmin senaristi Paddy Chayefsky 1974’te, Florida’da, Christine Chubbuck isimli bir sunucunun canlı yayında intihar etmesi olayından esinlenerek Network’u yazmıştır. Network (Şebeke) başarılı, gerçekçi, eleştirel ve sürpriz aşkı barındıran senaryosuyla, oyunculukların pro-fesyonelliğiyle aldığı ödülleri hak ettiğini gösteriyor izleyiciye.

Network, başarı-lı, gerçekçi, eleş-

tirel ve sürpriz aşkı barındıran senaryosuyla,

oyunculukların profesyonelliğiy-le aldığı ödülleri

hak ettiğini gös-teriyor izleyiciye.

Page 54: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

40 Hokkabaz

söyleşi

ve Şekip Davaz

Page 55: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

53

Sanatçılar çoğunlukla çok yönlüdür ve sanatın birden çok dalında çalışırlar. Sizin de Güzel Sa-natlar bölümünden mezun olduktan sonra pek çok farklı alanda çalışmalarınızın olduğunu gö-rüyoruz. Gerçekten öyle mi?Ben her şeye meraklı bir insanım, öğrenciy-ken de fotoğraf, sinema-televizyon dersle-rine girerdim. Heykel bölümünden, sahne görüntüden arkadaşlarım vardı, herhalde o çerçevede şekillenmiştir.Çalışmalarınızın ortaya çıkmasında çocukluğu-nuzdaki ilgi alanlarınızın etkisi büyüktü?..Her çocuk o dönemde oyunculuğa, müsa-merelerde rol almaya meraklıdır. Bende bu merak form yapmak, kendi oyuncağını ken-dim yapmak şeklindeydi. Büyümeye başla-dıkça da kötü çocukların okuduğu Teksas Tommiks’leri, yani İtalyan Kowboy çizgi ro-manlarını okurduk. Böyle böyle çizgiye ve çizginin üç boyutlulaşmasına ilgim başladı galiba. Mekanik şeyleri çok severdim. Ha-zerfen Ahmet Çelebi’nin macerası, Leonar-do da Vinci’nin atölyesinde planlarını üretti-ği bir takım araçları hep ilgimi çekti.40 Hokkabaz Şenlik Müzesi’nden bahseder mi-siniz? Osmanlı’nın geleneksel eğlence figürleri ile heykelin bir araya gelmesi oldukça ilginç bir çalışma olsa gerek, öyle değil mi? Yurtdışındaki yarışmalara çizimler gönde-rirdim. O yarışmalardan birinde, yanılmı-yorsam İsviçre’de olanında, Osmanlı döne-mine ait bir çalışma yapmaya karar verdim. Minyatürleri inceledim, orada ‘surname-ler’ karşıma çıktı. Surnamelerde de Metin And’ın kitaplarına daldım. Bu kitaplarda-kiler bildiğimiz Osmanlı minyatürleri gibi olmayan minyatürlerdi. O minyatürlerle

Osmanlı’nın çok bir devlet olduğunu fark et-tim. İtalyanından, Mısırlısından pek çok in-sanın bir araya geldiği bir imparatorluktu Osmanlı. Ee tabi bu çok kültürlülük ister is-temez onların kıyafetlerine de yansıyor, tüm bunları fark ettikçe surnamalere ilgim daha da arttı. Yarışmaya gönderdiğim bunların küçük bir çizgi romanıydı. Sonra sonra ak-lıma “bunların üç boyutluları olsa acaba na-sıl olur?” sorusu gelmeye başladı, Topka-pı Sarayı’na gidip orada sergilenen kıyafetle-ri incelemeye başladım. Sonunda kırpık kır-pık bilgileri toplayarak 40 Hokkabazı oluş-turmaya başladım. Ama bildiğimiz Osman-lı kaynaklarından bu konuda ayrıntılı bilgi edinemediğim için eksik kalan kısımlarını da hayal gücümle doldurdum.40 Hokkabazın hikâyelerini kurgulamak da si-zin fikrinizdi. İlk karakteri hatırlıyor musunuz?Aslında kendiliğinden bir hikâye anlatma hali oldu. Evliya Çelebi’yi, o dönemin Os-manlısını anlatan yabancı gezginlerin eser-lerini bu gözle okudum. Yavaş yavaş kafam-da “bu adam olsa olsa böyle giyinirdi, şöy-le bir geçmişi olurdu.” şeklinde belirmeye başladı. İlk dünyaya gelen karakterler Cur-cunabaz Halepli Tahir, Cüce Abdi Efendi, Âlem Aşur ve Curcunabaz Cin Ahmet’ti. Yalnızca yüzleri yapılmıştı. Kırk hokkabazı gerçek insan boyutlarında yapabilmek için büyük bir atölye gerekiyordu. Şu anda kul-landığım atölyeyi açınca bu dört surete vü-cut bulma fırsatı doğdu. 1996 sonundan iti-baren heykeller sünger, cam elyafı, polyes-terle gün be gün etlenmeye başladı. Giysile-ri aksesuarları hazırlandı, makyajları yapılıp renklenince canlanıverdiler…

40 Hokkabaz

S Ö Y l E Ş İ ş e r İ f a B a r U t f O T O ğ r a f r a B İ a K o y U n C U

or ve Ötesi müzik grubunun Eurovision şarkısı olan Deli’nin klibinde tanışmıştık onlarla. Şenlik müzesi’yle kaldırıldıkları raflardan inip tıpkı Pinokyo gibi canlandıkları günü görmeyi

sabırsızlıkla beklerken, onların Gepetto babalarından, yani 40 Hokkabaz’ın yapımcısı Şekip Davaz’dan hokkabazların hikâyelerini dinlemek istedik. Şekip Davaz’ın 40 Hokkabaz’ını Sultangazi’deki iki katlı atölyesinde, tekrar oynanmak üzere saklanmış dev oyuncaklar gibi raflara kaldırılmış olarak bulduk. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu döneminde günleri gecelerce süren şenliklerin kahraman-ları olan curcunabazlar, kasebazlar, köçekler, hayvan oynatıcıları, mumcular…

M

Page 56: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

40 Hokkabaz Şenlik Müzesi’ne dönersek…Hayalimdeki Eğlence Müzesi’nin de ben bir tarafını yapabildim. Bu çok yönlü çalış-ma gerektiren bir proje. Daha başka insan-ların da olup, herkesin bildiklerini ortaya koyarak altından kalkabileceği bir şey… Küçük bir sahnesi olan, kütüphanesi olan, içinde eski sanatlarla ilgili hobi kursu olan çok hoş bir yaşayan müze oluşturulabilir. 40 Hokkabazın basında Topkapı Sarayı civa-rında açık havada çekilen fotoğraflarına rast-ladık. Onun hikâyesi nedir? Bu bir açık hava müzesi denemesi miydi? Başka bir derginin çekimi için doğal or-tamlarında fotoğraflamak istediler. 40 Hokkabazın bir kısmını oraya götürdük. Bu sırada etrafa insanlar toplanmaya baş-ladılar ama sonrası pek hoş olmadı.Halkın yoğun ilgisinden dolayı çekimde aksi-lik mi yaşandı?Yabancı turistler tarafından oldukça ilgi gördü ama yaşanan aksilik bununla ilgili sayılmaz. Heykellerin yüz ifadelerini ora-daki bazı insanların hoşuna gitmemiş olsa gerek ki heykellerin Osmanlı dönemi eğ-lence insanları olduklarını öğrenince sit alanında izinsiz çekim yapıldığı gerekçe-siyle zabıtaya haber vermişler. Gerçekten de dönemin eğlence adamları ol-malarına rağmen, hemen hemen hepsinin yüzlerinde bir burukluk var, bunun altında yatan sebep nedir?Arkadaşlardan da benzer tepkiler geldi, “yav azıcık sevimli olsunlar” şeklinde. Ama ben yüzlerine özellikle o ‘acı gülüşü’ yerleştirmek istedim. Çünkü onlara yakı-şan sevimlilikten ziyade bu rahatsız edici ifadeydi. Kendi dönemlerinde de bu aca-

yip adamlar herhalde çok da uyumlu in-sanlar değillerdi. Onları şimdi ete kemiğe büründürünce de sevimli peluş oyuncak-lar gibi şekillendirmek aslına uygun ol-mazdı diye düşündüm.40 Hokkabaz heykelleriniz ile diğer eserlerini-zi bizim için kıyaslar mısınız?Hepsinin yeri ayrı. Dönem dönem insan bir şeye daha fazla konsantre oluyor ve o dönemde o çok önemliymiş ve sanki on-dan başka hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi geliyor. Mesela akademisyenlik sonrası dinlenme döneminde “Kedo” ortaya çık-mıştı, sonra diğer meşgaleler araya gir-di. Bu kez 40 Hokkabaz tamamlama çalış-maları gündemdeydi, tabi bir yandan ti-cari faaliyetleri de beraberinde yürütmek durumunda kalarak… Araya uzun bir za-man girdikten sonraysa 40 Hokkabazın küçük heykelciklerini yapmaya başladım.Bu heykelcikleri Şenlik Müzesi ortaya çıktı-ğında hatıra olarak bir kaç hokkabazı yanı-mızda götürebilmemiz için mi yaptınız peki?Evet, şu an elimde ilk örnekleri var. Eğer Şenlik Müzesi açılırsa 40 Hokkabazın hey-kelcikleri o amaçla çoğaltılabilir. Peki, hangisini yapmak daha zordu? Nere-deyse insan boyutlarında olan hokkabazların yapımı mı? Yoksa heykelciklerinki mi? Her ikisinin de kendisine göre ayrı zorluk-ları oldu. Çünkü büyük heykelleri yapar-ken karakterleri onlar üzerinde oluştur-dum. Yüzlerine ilk ifadeyi o zaman yer-leştiriyor ve bunun aslına benzemesi ko-nusunda özen gösteriyordum. Heykelcik-lerdeyse artık karakterler belliydi ama bu kez küçük yüzlerine o buruk gülümseme ifadesini yerleştirebilmek gerekiyordu.

KENDİ DÖNEMLERİNDE DE BU ACA-YİP ADAMLAR HERHALDE ÇOK DA UYUMLU İNSANLAR DEğİLLERDİ. ON-

LARı ŞİMDİ ETE KEMİğE BüRüNDüRüNCE DE SE-VİMLİ PELUŞ OYUNCAKLAR GİBİ ŞEKİLLENDİR-MEK ASLıNA UYGUN OLMAZDı DİYE DüŞüNDüM.“

Page 57: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Son dönemlerde Osmanlı Şenlikleri tiyatro oyun-larına da konu oluyor. 2010 yılından itibaren sah-nelenmeye başlayan Şehir Tiyatrosu oyunu Sur-name 2010 da bunun örneklerinden; sizin heykel-leriniz de Mor ve Ötesi’nin Eurovision için hazırla-nan “Deli” adlı şarkısının klibinde yer almış ve bü-yük ilgi görmüştü. Dünyada ya da Türkiye’de bu-nun benzeri başka çalışmalar var mı?Kazılarda rastlanan M.Ö. yapılmış bir çalışma var(gülüşmeler). Cidden‘Çin’in Yeraltı Heykel Ordusu’ olarak bilinen toprak askerler bun-lar. Bu heykel askerlerin sayılarının binlerle ifade edilme rağmen tıpkı 40 Hokkabaz’daki gibi her birinin yüz ifadesi birbirinden fark-lıdır. Ancak bunlar dışında, çağdaşım ola-rak gösterebileceğim tiyatral anlamda ben-zer bir çalışmaya ben rastlamadım.

Prof. Zihni Sinir karakterinin üç boyutlulaşmasın-da sizin etkiniz ne oldu?Zihni Sinir karakterinin yaratıcısı İrfan Sa-yar benim sınıf arkadaşım. Çizgilerini üç boyutlu hale getirmeye başladığı ilk dönem-de fikir alışverişi olmuştu ve sonrasında ta-sarım atölyesinin iç dizaynın da.“Kedo” isimli çizgi romanınızdan bahsedersa-ek… Öğretim üyeliğinden ayrıldığım, üniversite-den ayrı düştüğüm dönemdi. Tam da Körfez Savaşı’nın çıktığı yıllar, o sıralar karamsar bir hava hâkimdi. Roman gibi başı sonu bel-li, uzun vadeli bir işi ancak böyle bir zaman-da yaparım diye düşündüm. Konusu masal-dan kaçıp İstanbul’a gelmiş olan bir kahra-man olan Kedo’nun (Çizmeli Kedi’nin) hafif polisiye tadında ki macerasıydı. 55

HüSEYıN RAGıP (ŞAKŞAKÇı)Kendini bilmez şaşkın ve her dala bül-bül olmaya teşne bir huyu olduğunu bunca yaşına rağmen anlamayan ve bu-nalan Hüseyin ragıp, bir gün hissettiği dayanılmaz bir huzur duygusunun pe-şine düşer ve her şeyin bir oyun olduğu âlemle tanışır. Yıllardır eksikliğini his-settiği ama adını koyamadığı şeyler bu-rada pek fazlası mevcuttur. Her an deği-şik kimliklere bürünebilen, her an bam-başka bir yüzle karşısına çıkan arkadaş-ları vardır artık. Biz onunla pek çok defa karşılaştık, her seferinde bir başka su-retle. Günün birinde hepsi birbirine karış-tı ve onu kaybettik ama bir zil şıngırtısı duyduğumuzda aklımıza hep o gelir.

Page 58: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

SPOR

Page 59: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

pa

rk

ou

rPARKOUR, BİR NOKTA-DAN BAŞKA BİR NOKTA-YA İNSAN VüCUDUNUN YETENEKLERİNİ EN VE-RİMLİ ŞEKİLDE KULLA-NıP, SıNıRLARıNı DA ZORLAYARAK, HıZLı VE ETKİLİ BİÇİMDE HARE-KET ETME SPORUDUR, DAHA DOğRUSU SANA-TıDıR. GüNüMüZDE ŞE-HİR SPORU OLARAK ANıLMAKTADıR. KıSAL-TıLMıŞ HALİYLE “PK” OLARAK DA RASTLANı-LABİLİR. KELİME FRAN-SıZCA KÖKENLİDİR. SA-DECE SPOR TüRü DEğİL AYNı ZAMANDA BİR YA-ŞAM TARZıDıR. ERKEK SPORCULARıNA “TRA-CEUR” BAYANLARA İSE “TRACEUSE” DENİR, BU TERİMLER “İZ BıRA-KAN” MANASıNA GELİR.

a h m e t K a y n a r

Page 60: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Parkour’un en ilginç yanı insanların gerçekte parkour yapma amacı için üre-tilmemiş şeyler üzerinde hareket etme-leridir. Günümüzde evebeynler çocuk-larını korumak adına şehrin bizden al-dığı hareket etme farkındalığını kazan-malarına istemeden engel olmaktadır-lar (dikkat et, bir yerini sakatlayacaksın, hayır! Oraya değil, düşeceksin vb). As-lında bizler birçok korkuyu öğretirken cesaretli olmayı da aynı zamanda öğ-retebiliriz. Deneyimleri sırasında sizin veya bir eğitmenin kontrolünde onları yeri geldiğinde cesaretlendirip yeri gel-diğinde korkutabiliriz. Onlar geleceğin anneleri ve babaları olacaklar. Parkour şehir yaşantısının bizden aldığı birçok şeyi bize geri kazandırmaktadır.

Parkour bir sokak sporudur. En iyi eğitim yeri evinizin dışındaki parklar, bahçeler, duvarlar ve geri kalan her şey-dir. Ülkemizde yeni gelişen bu spor için eğitim salonları yok henüz. Çünkü tram-bolinler, süngerler, barlar derken mali-yeti karşılayabilecek gönüllü birileri bu-lunamadı. Parkour yapan gençler sürek-li olarak belediyelere parkour idmanları-mız için park tahsis edin diyerek yakın-dılar ama sonuç alamadılar. Bunun sonu-cunda kimi sporcular taklalar ve saltolar konusunda daha fazla gelişebilmek için capoeira salonlarına kayıt olup idman eksiklerini gidermeye çalıştılar.

İnternette çok sayıda parkour video-su bulunmaktadır. Bu videolar yeni baş-layanlar için işin püf noktalarını gösterir-ken, acemi Traceurlara zor-kolay hare-ketler arası geçiş sürecini kendilerini teh-likeye atmadan öğrenme şansı veriyor.Belki bu yazıyı okuyan herkes hazır bir program arayışına girerek nereden başla-yıp ne yapalım diyecek; ama programlar kişiye özel olmalıdır, hele ki böyle bir di-siplinde. Tek amacımız limitlerimizi ge-nişletmek olan bu antrenman program-larını okuyup, uygulamaktan ziyade yo-rumlayabilmemizde. Bu şekilde kendi-mize en uygun programı zamanla oluş-turabiliriz. Yorumlayacağınız program-ları ise video sitelerinde ufak bir araştır-

58

Page 61: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

ma sonucu bulabilirsiniz. Bu spor için pek malzemeye ihtiyaç yok. Zaten Parkour’un çıkışı insan yaşamını bu kadar sınırlayan dünyaya bir meydan okuma olduğu için bir de sizi kıyafetlerle sınırlamaz.

Dikkat Edilecek Noktalar

Kondisyon çalışmalarına önem verin. Hepi-mizin bileceği gibi kondisyon çalışmak her zaman eğlenceli olmuyor. Sürekli aynı ha-reketleri tekrar etmek sıkıcı gelebilir. Ancak bu durumda şöyle düşünün; kondisyon ça-lışırken yapmak istediğimiz hareketlere bir adım daha yaklaşıyorsunuz, Her adımınız size daha fazla güç ve çeviklik kazandıracak. İşte bu bilinçle hareket edersek kondisyon çalışmaları bir nebze daha çekilebilir olur. • Bu spor sokakların caddelerin doğal ta-mamlayıcısı olduğundan; Yaratıcılığa her za-man önem verin her gün geçtiğimiz yerler aslında potansiyel antrenman yerlerini bul-manızda yaratıcı düşünceye ihtiyacınız var.• Esneklik çalışmalarının öneminin farkı-na varın ve kondisyon kadar esnekliğe de önem verin. Bu sizin daha zor sakatlanma-

nıza ve hareketleri daha az yorulup daha çabuk öğrenmenize olanak tanıyacaktır.• Beslenmenize dikkat edin ve susamasa-nız bile antrenmanlarda devamlı su tüketin özellikle sıcak yaz günlerinde su tüketmek vücudunuzun dengesi için çok önemlidir.• Zihinsel antrenman önem verin teknik çalışamadığınız dönemlerde gözleriniz ka-patın ve konsantre olup hareketinizi dene-yin. İsviçreli bilim adamlarına göre, beyni-niz için bir şeyi yapmak ile o şeyi hayal et-mek arasında hiç bir fark yok!• Isınma sportif aktivitelerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Lütfen ısınmayı göz ardı et-meyin. En profesyonel atletlerden tutunda, amatör spor takımlarına kadar herkes ısı-narak başlar. Bir yarışma veya antrenman öncesinde, o yarışma veya antrenmanın ge-rektirdiği optimum performansı gerçekleş-tirebilmek için yapılan fiziksel ve zihinsel etkinlikler dizisini atlamayın. Çünkü, sa-katlanmaların önüne güzel bir ısınmayla geçebilirsiniz. Ayrıca maksimum verimde-ki antrenmanlarınız için vücudunuzu bütün olarak çalıştırmak işinizi kolaylaştırır.

Parkur yapmamın yararı nedir?Parkurda temel amaç yolumuza çıkabilecek tüm engelleri aşabilecek fiziksel potansiyele ulaşmaktır. Parkur kişisel yetenek ve deneyimleri geliştirdiği gibi korkularla baş etmeyi de kolaylaştırır. alan, hareket ve vücut farkındalığını geliştirir.Parkur nerede yapılır?İçinde bulunduğunuz yaşam alanının her yerinde parkur yapabilirsiniz. İyi bir traceur zamanla hayata bu açıdan bakıp her objeyi potansiyel engel veya çalışma alanı olarak görür. Şehirde olduğu kadar doğada da akla gelebilecek her yerde parkour yapa-bilirsiniz. (ağaçlar, kayalar, çimler, ormanlar vb.)Parkura başlama yaşı var mıdır?Parkurda hareketler basamaklama düzeniyle yani kolay hareketlerden başlayıp zora doğru sırayla ve düzenli bir şekilde gelişim sağlanır bu yüzden her seviye için parkour çalışmaları vardır. Kimler parkur yapabilir?Kısaca söylemek gerekirse hayatında köpek tarafından kovalanmış herkes biraz olsun parkur yapmış demektir. Kendisini köpekten kaçabilecek kapasitede hisseden herkes parkoura başlayabilir.

Page 62: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Hatay

kültür TANITIM

MEDENİYETLERİN BEŞİğİ BİR ŞEHİR

Page 63: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Antakya ve çevresi dünyanın en köklü yerle-şim yerlerinden biridir. Zira bölgenin iskân ta-rihi M.Ö. yüz binli yıllara kadar dayanır. Böl-genin bilinen Türk tarihi ise, M.Ö. 4.000’li yılla-ra kadar uzanır. Kent, Orta Asya’dan batıya göç eden Türk boylarının yerleşimi ile zenginleşerek medeniyete ilk adımını atmıştır. Türk milletinin atası Oğuz Kağan’ın 18 yıl kaldığı bölge, aynı za-manda Oğuz Kağan’a başkentlik yapmış bir yer-dir. Roma İmparatorluğu’nun doğu başkenti ve üç büyük kentinden biri olan Antakya Romalı-lardan sonra, 300 yıl süreyle Arap-İslam ordu-ları idaresinde kalan bölgede sırasıyla Bizans ve Selçuklu dönemleri yaşanmıştır. 1516’da ise Osmanlı şehri olan, Antakya’da 1918 yılına ka-dar Osmanlı hâkimiyeti yaşanmıştır. Bu tarihte Fransız işgaline uğrayan Antakya, 1938’de Hatay Devleti adı ile bağımsız bir devlet statüsü ka-zanmış ve 1939’da da Hatay Devlet Meclisi’nin verdiği kararla Türkiye’ye bağlanmıştır.

Hatay’ın bu köklü ve geniş tarihi bölgede birçok medeniyetin izlerine rastlanmasına ne-den olmaktadır. Bu bağlamda, Hatay ili zengin kültür ögelerine ve el sanatlarına sahiptir. Ha-tay, tarihten günümüze Anadolu ile Ortado-ğu ve Mezopotamya arasında bir köprü konu-mundadır. Tarih boyunca; Kuzey-Güney istika-metindeki anayolların geçtiği ve doğudan gelen “İpek Yolu” diye adlandırılan ticaret yolunun da önemli bir kavşağı konumundaki Hatay, bu iktisadi rol ile birlikte yüzyıllar boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yaparak içtimai alan-da da dünyada mühim bir noktada yer almıştır.

Bir zerre toprağının ömre bedel olduğu bu güzel memleketin havasını solumaya, suyunu içmeye bin bir çeşit yemekle donatılmış olan sof-rasında unutulmaz bir lezzeti tatmaya sizi eşsiz bir uygarlığı yaşamaya davet ediyoruz.

Sadece görmeye, izlemeye değil, yaşamaya değer olan, misafirperverliğin adı olan Hatay, size sonsuz sevgisiyle kucak açıyor. Dünyada enderi görülmeyen peynirli tatlımız olan küne-fenin, kadayıfın ve kabak tatlısının lezzetinden tatmaya, şalgam suyundan ve meyam şerbetin-den içmeye, Aşür, Humus, Külçe, Kaytaz Böre-ği, Oruk gibi Antakya sofrasının doyumsuz tat-taki dünyaya örnek yemeklerini yemeye, sizleri soframızda oturup bir yayık ayranı içmeğe da-

vet ediyoruz. Antakya’nın eskimeyen evlerin-de bir Türk kahvesi içmeye, Harbiye Şelaleri’nde ayaklarınızı suya uzatıp yaz sıcağında serinli-ği iliklerinize kadar çekip defne kokuları ara-sında uykuya dalarak yaşamın hazzını hisset-meye, uzun sahiliyle Çevlik’te sıcak kuma gö-mülüp bronzlaşmaya, sonra Akdeniz’in ılık su-larına kendinizi bırakmaya, Arsuz’da olta atıp Güzelyayla’da mangal yakmaya, aynı günün ak-şamı Yayladağı’nın serin yaylalarında yorga-na sarılıp yatmaya, Akdeniz’in dağa vuran dal-ga seslerinin ninnileri eşliğinde uyurken, sabah serinliğinde güreşe tutuşan küçük çocukları-nın neşeli gülümsemeleri arasında uyanmaya, Burnaz’da kumların arasından buz gibi tatlı su-dan yüzerek tuzlu suya denize geçmeye, Hassa asmalarının gölgelerinde üzüm yiyip dinlenme-ye, serçe ötüşmeleri arasında asma bahçelerinde küçük bir gezintiye çıkmaya, sizi buz gibi Atik suyunu içip yazın sıcağını üzerinizden atmaya, göç zamanı Akdeniz’in üstünden süzüle süzüle uçuşan leyleklerin o muhteşem uyumunu izle-meye, baharda Dörtyol’daki uçsuz bucaksız por-takal ağaçlarının o güzel kokusunu sineye çek-meye, kışları Hamamat’ın sıcak sularında ısın-maya, geniş Amanos ormanlarında bir ceyla-nın kar üstünde koşuşundaki masumiyeti gör-meye, nar tanelerinin kızıllığını gülümseyen bir kız misali ziyaretçilerine ikram eden nar ağaçla-rından bir nar alıp yanınızdakilerle paylaşmaya, sizi memleketimize, dünyada cenneti yaşamaya davet ediyoruz.

Hatay hİDayet şİşKİn yeşilay hatay şube Başkanı

Page 64: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

62 63alıntılar

Bu yazılar www.alintidefteri.net esas alınarak hazırlanmıştır.

Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın ka-pılarını açmak için en mükemmel silah; kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok. Ka-lem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak. Halkı; okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak.Cemil Meriç

Doğru kelime ile hemen hemen doğru kelime arasındaki fark, ateşle ateş böceği arasındaki fark gibidir.Mark Twain

Düşünmek insana üç üstünlük sağlar: İyi gör-mek, iyi konuşmak, iyi eylemde bulunmak.Demokritos

Önce biz alışkanlıklarımızı oluştururuz, sonra da alışılanlıklarımız bizi oluşturur.J.Drajden

Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk; kardeş olarak yaşamayı.Martin Luther King

Sözlerin uçuyor havaya ama düşüncen yerde.Öz olmayınca söz yükselmiyor göklere.Shakespeare

Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur.Necip Fazıl Kısakürek

Toprağı kazıp onu işlemeyi unutmak, kendi-mizi unutmak demektir.Mahatma Gandhi

Zamana verdiğimiz değer; başarı veya başarı-sızlığımızı belirler.Malcolm X

Page 65: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

63 Şiir

Çoklarından düşüyor da bunca Görmüyor gelip geçenler Eğilip alıyorum Solgun bir gül oluyor dokununca. Ya büyük şehirlerin birinde Geziniyor kalabalık duraklarda Ya yurdun uzak bir yerinde Kahve, otel köşesinde Nereye gitse bu akşam vakti Ellerini ceplerine sokuyor Sigaralar, kağıtlar Arasından kayıyor usulca Eğilip alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca. Ya da yalnız bir kızın Sildiği dudak boyasında Eşiğinde yine yorgun gecenin Başını yastıklara koyunca. Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor En çok güz ayları ve yağmur yağınca Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda. Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca. Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda Akşamlara gerili ağlarla takılıyor Yaralı hayvanlar gibi soluyor Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor Yollar, ya da anılar boyunca. Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam Solgun bir gül oluyor dokununca

Behçet Necatigil

SOlGun Bİr Gül OluYOr DOKununCa

Page 66: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

İçki Kurbanları Evimin karşısında bir kulübede oturuyorlardı. Bir mey-danın ortasında, sahibinin lütfüyle yerleştirdikleri bu ku-lübenin sakinleri pek mesutlardı. Toptan ev enkazı alır, sonra okka ile satarlardı. akşamları yolcular kapıda tah-taları bekleyen köpeğin havlamasına sebep olacak kadar yakından geçmezlerse, içeriden bir gramofonun oynak havalarını duyarlardı. Yahut ızgara ile yılan balığı veya köfte kokusundan bu kulübeciğin göründüğü kadar fakir olmadığına hükmederlerdi.

Öğrenmiştim ki bu evde Kamer Hanım namında bir kadıncağızla ihtiyar kocası, iki gelini ve küçük oğlu otu-ruyor. Büyük oğlu muharebede İngilizlere esir düşmüş, mısır’da üsera Karargahlarında memleketine ve ailesine hasretkeş, sulha muntazırmış. Kamer Hanım büyük oğlu Hasanı pek severdi. Onun çalışkan ve namuslu bir genç, gerek kendisine ve gerek onu babasına (Bu ihtiyar, hanı-mın ikinci kocası imiş) karşı pek şefkatli olduğunu söyler-di. zarfın üstünü yazdırmak için bazı akşamlar yolumu çevirir: “ah Doktor Bey, Hasanıma ölmeden kavuşacak mıyım, ne kadar özledim. Yine para gönderiyorum. Kim bilir yavrum ne cefalı günler geçiriyor…” diye dertleşirdi. Ben kendisini teselli ederdim. Harbin bitmek üzere oldu-ğunu söylerdim. Bizim gibi okumuşların ağzından çıkan bu teminat bu biçare valideye ümit verirdi.

Hasan’ı harpten dönerse bana getirecek, elini öptü-recek, nasıl bir merd, babayiğit olduğunu bana da takdir ettirecekti. O gün geldi. mısır esirleri avdete başladı. fa-kir kulübe canlandı. nihayet Hasan’ın sağ salim ailesine kavuştuğu müjdesi mahalleye yayıldı. Kamer Hanım iyi, akıllı ve becerikli bir kadın olduğu için herkes onu seviyor, mukadderatıyla alakadar oluyordu.

Kamer Hanım, Hasanına kavuşunca komşuları unut-muştu. El öpmeye kimseyi götürdüğü yoktu. Bir gün ku-lübesinin önünde mangalını yakarken rastladım. Keyfini ve oğlunu sordum. Kadıncağız birden bire gözyaşlarıy-la boşandı… “ ah doktor bey, sormayınız. Gelen Hasan giden oğlum değil. Oğlum bütün güzel huylarıyla mısı-rın çöllerine gömülmüş. İngilizler onun yerine firavunla-rın mayasından sade yüzü ona benzeyen birini gönder-mişler. Şefkat, muhabbet, insaniyet, hürmet hiçbir şey kalmamış. Eve geldiği yok. Geldiği geceler kör kütük sar-hoş. Eskiden içki nedir bilmezdi. Şimdi içkiye de esra-

ra da alışmış. zorla karısına da içirtmeye çalışıyor. ‘ana-cığımdan’ başka bir hitap işitmediğim oğlumdan en ağır hakaretler görüyorum. Para, para, her gün para diyerek başımın etini yiyor, ihtiyar babasının üzerine saldırıyor. ağzımın tadı kaçtı, evladım bize felaket getirdi.” diye kalbini döktü. Dondum kaldım, “inşallah ıslah olur” diye temenni de bulunarak ayrıldım.

mehtaplı bir yaz gecesiydi. acı acı feryatlar beni derin uykumdan uyandırdı. Polislerin koşmasından “aman allahım vuruldu!” feryatlarından, karşımızdaki kulübede bir cinayet olduğunu anladım. Bir kadın sesi acı acı kulaklara geliyordu: “altı senedir yolunu bekle-diğim ciğer parem Hasan beni vurdu. Emzirdiğim süt helal olmasın. Sebeb-i hayatı olduğum evladım kıyma-dan bıçakladı. Beni kurtarmak isteyen babasını da öl-dürdü. Karısını da yaraladı.” Bir müddet sonra polisler sarhoş Hasan’ı yaralamışlar. Habis, bir polis memurunu da omzundan yaralamıştı. O dakikada bu içki ile kudur-muş ana baba katili, kadın katili, kanun katili canavar, komşularından hangisinin eline geçse linç edilirdi.

Ve ancak adalet böyle bir ceza ile teskin-i ateş ede-bilirdi. Sağ kalanlardan öğrendik ki o akşam yine sar-hoş gelmiş, anasına, babasına para diye musallat ol-muş, karısının üzerinde beş on para eden şeyleri de al-maya kalkışmış, biraz mümanaat görünce kudurmuş bir halde anasına, babasına, karısına saldırmış, kulübe-nin ikinci odasındaki küçük biraderi ile zevcesi kaçmak-la canlarını kurtarabilmişler.

Ertesi gün sarhoşluğu geçen vicdansız, kendini mü-dafaa çarelerini düşünmeye başlamış, güya zevcesini biraderinin koynunda gördüğü veya içkiden öyle geldiği için tehevvüre geldiğini ve böyle bir vakaya iğmaz-ı ayn eden baba ve anasını münfailden öldürdüğünü söyle-miş. Bir müddet sonra gazeteler bu katil evladın idama mahkûm olduğunu müjdeliyordu.

İdam olunmadı. İhtimal temyiz, hükmü nakzetti. Her halde ister sekr hali ile ister cinnet-i kuülliye ile ol-sun Hasan en melun bir katil olmuştu. Evvelki Hasan değil, içkinin meydana getirdiği Hasan. Sevgili karile-rim bu hikâyenin sıdkından şüphe ediyorsanız, hapis-hanede Kamer Hanımın oğlu Hasan’ı sorunuz ve sefilin ağzından maceray-ı katli dinleyiniz.

y a z a n D r : m a z H a r O S m a n ç e v İ r e n a r İ f Ç İ f T Ç İ

64 Hilal-i ahdar

Page 67: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon
Page 68: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

festİvaller

eğİtİm ve Kongreler

açılış ve toPlantılar

Özel Projeler

Page 69: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

Çengelköy Mah. Meserret Sok. No:20 34680 üsküdar / İstanbul

Telefon: +90 216 557 80 35Faks: +90 216 557 80 36

E-posta: [email protected]

seKans yaPım-organİzasyon

gÖrüntü, ses ve ışıK eKİPmanları

KUrUlUmları Kİralanması

Page 70: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon

68 Hikmetli Çizgiler

Page 71: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon
Page 72: Yesilay Dergisi-Eylul-944.Sayi-Televizyon