İyilik tohumları · 2013-12-17 · c m y cm my cy cmy k judiln wdvdu¿p 2. sulqw sgi 30 c m y cm...
TRANSCRIPT
SOSYAL MEDYABİLGİSAYAR OYUNLARI
SİNEMA-TVTİYATRO-SERGİ
1011122013
English Summary of Contents
İyilik tohumlarıRastgele rastgele tarih oldular: Boğaz’ın balıkları
Tarihten
Maskülen rollerin oyuncusu: Hatice Şendil
Söyleşi
KARİYER BİLEN AZ, TERCİH EDEN ÇOK: AKTÜERYA
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
TrafikHareketi_kolaj.pdf 2 05.07.2013 18:17
TÜVTÜRK ailesinin değerli üyeleri ve saygıdeğer TÜVTÜRK dostları,
Yaz aylarını geride bıraktık. Yeni heyecan ve koşuşturmaların başladığı, sonbaharın hüküm sürdüğü günler yaşıyoruz. Yılın son aylarına yaklaşmamız sebebiyle iş yoğunluğumuzda da gözle görünür bir artış söz konusu. Böylesi yoğun bir tempo içindeyken, sizlere kısa bir mola verdirmek, zengin bir içeriğe sahip dergimiz aracılığıyla keyifli birkaç saat geçirmenize vesile olmak üzere yine karşınızdayız.
Son çeyreğine girdiğimiz 2013, bizler için son derece hareketli ve bir o kadar da verimli bir yıl oldu. İçinde bulunduğumuz yılın istatistiklerine göz attığımızda, araç muayenesi adetlerinde bir önceki seneye kıyasla artışın olduğunu, fakat bunun yanında muayeneden kalma oranının da azaldığını görmekteyiz. Bu durum, faaliyetimizin trafik güvenliğine sunduğu pozitif katkının da kanıtı aynı zamanda. Diğer taraftan, henüz yolun başında olduğumuzun, atmamız gereken daha birçok adımın olduğunun farkındayız. Motosiklet ve traktörlerle ilgili istatistiksel veriler, muayeneye gelme oranlarının düşüklüğü bizleri özellikle bu alanlarda daha fazla çalışmaya sevk ediyor.
Bizi daha fazla adım atmaya yönelten bir diğer konu ise egzoz gazı emisyon ölçümleri. Ağustos ayı ile birlikte artan kontroller ve kesilen yüksek meblağlı cezalar, egzoz gazı emisyon ölçümlerinin ne derece önemli olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Emisyon ölçümü yapılmadan, kanundışı olarak verilen pulların, olası kontrollerde çıkacak uygunsuz değerler karşısında hiçbir anlam ifade etmediğine ve bu yolu seçen vatandaşlarımızın yüksek cezalarla karşılaştıklarına şahit olduk. Uluslararası standartlarda ölçüm hizmeti veren TÜVTÜRK, ülkemize hem çevresel hem de ekonomik alanda çok büyük katkılar sağlarken, gerekli ölçümleri bizim istasyonlarımızda yaptıran vatandaşlarımızın kendilerini bu konuda çok daha güvenli hissettiğine de tanıklık ediyoruz.
“Marifet iltifata tabiidir” sözü, yaşamda bir kez daha karşılığını buldu. Son yılların en önemli sosyal sorumluluk projelerinden biri olan, trafik güvenliği konusunda ülkemize büyük katkılar sunduğuna inandığımız, birçok ilgili kurum ve kuruluşla birlikte TÜVTÜRK olarak bizim de içinde yer aldığımız Trafikte Sorumluluk Hareketi’ne ait bir uygulama, ARVAK tarafından düzenlenen A-Awards Açıkhava Ödülleri’nde “En İyi Kentsel Tasarım” ödülüne değer bulundu. Bizi ziyadesiyle memnun eden bu ödül nedeniyle başta reklam ajansımız Drive Dentsu olmak üzere emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim.
Son olarak dergi yayın tarihimizden sadece bir hafta sonraya denk gelen Kurban Bayramı’nızı en içten dileklerimle kutlar; uzun bayram tatilini sevdikleriyle birlikte geçirmek üzere yola çıkacak herkesin, hız ve emniyet kemeri başta olmak üzere tüm trafik kurallarına uymak konusunda azami gayret göstermelerini dilerim.
Henüz yolun başındayız...
ARAÇ MUAYENESİ KONUSUNDAKİ İSTATİSTİKİ VERİLER, FAALİYETLERİMİZİN TRAFİK GÜVENLİĞİNE SUNDUĞU POZİTİF KATKININ DA KANITI AYNI ZAMANDA.
KEMAL ÖRENTÜVTÜRK Genel Müdürü
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
TrafikHareketi_kolaj.pdf 2 05.07.2013 18:17
İSTASYON 3
16Söyleşi
30Gezi
HaberlerDünyada ve Türkiye'de öne çıkan,
ilginç haberler...
TeknolojİTeknolojideki son gelişmeler,
yeni ürünler ve uygulamalar...
HayatDayanıklı, lezzetli ve sürdürülebilir
atalık tohumların korunması için
gösterilen çabalar artıyor.
SöyleşİDila Hanım’a küçük ekranda
tekrardan can veren Hatice Şendil,
rolün kendisine farklı bir bakış açısı
kazandırdığının altını çiziyor.
karİyerTarihçesi çok eskilere dayansa bile
Türkiye’de çok fazla tanınmayan
Aktüerya, artık gençlerin kariyer
planlarında daha fazla yer almaya
başladı.
TarİhTen SayfalarBir zamanlar bolluğu ile meşhur
Boğaz’ın balıkları, aşı avlanma ve
kirlilik yüzünden birer birer yok
oldu. Ne balıklardan ne de balıkçılık
kültüründen eser kaldı.
GeZİYeni yerler keşfetmek ya da herkesin
bildiği yerlere kendi gözüyle tanıklık
etmek isteyenler için ideal mevsimdir
sonbahar. Bizim sonbahar rotamızda
Uzungöl, Şirince, Pamukkale, Nemrut
ve Kapadokya var.
oToMoBİlVe beklenen oldu… Formula 1
yetkilileri, eskisine zıt bir anlayış
benimsedi. Motor hacminin 1,6
litreye, silindir sayısının ise 6’ya
düşmesini öngören bir karara imza
atıldı ve böylece ortaya çevreyle
daha dost bir yarış çıktı.
06
0820
30
10
16
24
36
İçindekilerEKİM-KASIM-ARALIK 2013
38Spor
4 İSTASYON
SPOrTürkiye, ekstrem spor meraklıları
arasında popülaritesi giderek
artan rafting için son derece
ideal bir ülke.
SağlıkVücudun hemen her yerinde kendini
gösteren kanser, deriyi de es
geçmiyor.
UZMan GöZüyleEgzoz gazı emisyon ölçümü.
SoSyal MedyaSosyal medyadaki gelişmeler.
OyUNKonsol ve mobil oyunlar.
PoPüler külTürSinema, televizyon, sergi…
TüVTürkTÜVTÜRK'ten haberler
enGlıSh SUMMary
10Hayat
52
38
56
62
44
46
48
50
İmtiyaz Sahibi TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür) Görsel Yönetmen Kemal Toğanç
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzü-
İstanbul Tel: 0212 422 76 00 Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz. [email protected]
08 Teknoloji
Spor
İSTASYON 5
n Binilecek tren konforlu, yol boyunca akıp giden manzara
izlenmeye değerse tren yolculuğunun sunduğu keyif
bambaşkadır. Türkiye’deki demiryolu ağının karayollarına
kıyasla geride olduğu malum, ama birçok Avrupa ülkesinde
durum daha farklı. Avrupalılar seyahatlerinin önemli
bölümünde demiryollarını kullanıyorlar. Avrupalıların
demiryolu seyahatine verdiği önemi bilen ve ilgiyi markaların
yararına çevirmek isteyen Almanya’dan bir firma, trendekilere
reklam dinletebilmek amacıyla yolcuların başlarını cama
yasladıklarında aktif hale gelecek bir sistem geliştirdi. Sistem
yolcunun uyumak ya da dinlenmek üzere başını cama
yaslamasıyla devreye giriyor. Camdan gelen ses sinyallerinin
yaydığı titreşimler sayesinde kişi reklamları kafasının içinde
duymaya başlıyor. İlk olarak, Cannes Uluslararası Yaratıcılık
Fuarı’nda tanıtılan ve henüz deneme aşamasında olan sisteme
yönelik eleştiriler de hayli fazla. Zira yapılan birçok yorumda
bunun kişinin dinlenme hakkına saldırı olduğunun altı çiziliyor.
Konuşan tren camları
n Ölümün eşiğinden dönenlerle
yapılan sohbetlerde en sık duyulan
cümle şu olsa gerek: “Tünelin
sonundaki beyaz ışığı gördüm.”
Kurulan cümlenin doğru olup
olmadığını bilmek, gerçekten öyle
bir ışığın varlığını kanıtlamak çok zor
elbette. Buna rağmen biliminsanları
hemen her alanda olduğu gibi bu
konuda da araştırmalarına devam
ediyorlar. Hatta araştırmalarının
sonuçlarını kamuoyu ile paylaşıp
şaşkınlık da yaratabiliyorlar.
Tünelin sonundaki beyaz ışıkla
ilgili son bilgi ABD’deki Michigan
Üniversitesi’nden geldi. Açıklamaya
göre biliminsanları ölmek üzere
olan sıçanların beyin dalgalarında
yüksek seviyede aktivite gözledi.
Hayvanların kalbinin durmasından
sonraki 30 saniye içinde gama
salınımları olarak bilinen yüksek
frekanslı beyin dalgalarında ani
bir yükselme tespit edildi. Bu
durumdan yola çıkan araştırmacılar,
tünelin ucundaki ışığın beyindeki
elektrik dalgalanmalarının
aniden yoğunlaşmasından
kaynaklanabileceği sonucuna
vardılar. Konuyla ilgili Amerikan
Bilimler Akademisi’nin dergisine
açıklama yapan Dr. Jimo Borjigin,
insanlarda da benzer bir durumun
söz konusu olabileceğini; beyinde
faaliyetlerin yoğunlaşması ve
algılama seviyesinin artmasının,
ölüm anı deneyimlerini
açıklayabileceğini söyledi ve ekledi:
“İnsanların ışık görmeleri, beynin
görme merkezinin yüksek seviyede
uyarılmasından kaynaklanabilir.”
Tünelin sonundaki ışık
n BBC’de geçtiğimiz günlerde yayınlanan Nastaran Tavakoli
imzalı bir haber, dikkatleri bir kez daha çalışanların işlerini
yaparken mutlu olması gerektiğine çekiyordu. Habere
göre, Seattle merkezli tasarım şirketinde bir çalışan,
diğerlerine şirketten istifa etmelerine vesile olacak şeyler
anlatıyordu. Neler olup bittiğini çalışanlarla konuşarak
anlamaya uğraşmanın boşuna bir çaba olduğunu fark eden
şirket sahibi Amy Balliett, işin içine TinyPulse adlı programı
dâhil etmeye karar verdi. Program sayesinde çalışanlar,
isimlerini gizli tutarak Balliett’e ulaşabildiği gibi yaşanan
sorunları tüm çıplaklığıyla aktarma şansına sahip oldu.
Amy Balliett için geçerli olan durum, birçok patronu
da yakından ilgilendiriyor aslında. Zira Amerika’da
yapılan araştırmalar, çalışanların neredeyse yüzde 70’lik
bölümünün kendilerini işyerlerine ait hissetmediklerini ya
da devre dışı bırakılmış hissine kapıldıklarını gösteriyor. Bu
da işte verimi azalıyor… İşte TinyPulse, tam da bu noktada
imdada yetişiyor.
TinyPulse’un kurucusu David Niu, programı oluşturmadan
önce çeşitli şirketlere gidip araştırmalar yaptı ve işverenlerle
karşılaştıkları sorunlar üzerine görüştü. Kendisi de daha önce
farklı şirketler kuran ve çalışanlardan birinin istifa etmesinin
patronlarda yarattığı ruh halini iyi bilen Niu, mesaisinin
önemli bölümünü hangi durumların personeli istifaya sevk
ettiğini anlamaya çalışarak geçirdi. Şirketlerin kendi içinde,
yıllık olarak yaptıkları değerlendirme anketlerinin yeterli
sonuç vermediğine inanan Niu, sonunda, çalışanların ne
kadar mutlu olduklarını görmek için, haftalık periyotlarla kısa
anketler hazırlayan ve anket sonuçlarını grafiğe dönüştürüp
patronlara ulaştıran TinyPulse programını oluşturdu. Amy
Battiett örneğinde olduğu gibi bu program, çalışanların
patronlarıyla iletişim kurarken kimliklerinin gizli kalmasını
sağlaması açısından da önemli.
Aslında çalışanların mutlu olup olmadığını öğrenmenin
tek yolu TinyPulse değil, sağlık sektöründe kullanılan
cihazlar mutluluk düzeyini ölçebiliyor. Uzmanlar, insanları
zorlamanın beyin için kötü olduğunun, zorlanan kişilerin
randımanının artmadığının altını çiziyorlar.
İşTe muTluluğun formülüÇalışanların mutluluğu, verimi artıran temel unsur… TinyPulse, personelle patron arasındaki çekinceleri kaldırıp sorunları çözebilmek ve dolayısıyla verimi artırmak üzere üretilen bir program.
6 İSTASYON
HABerler
n Hayat bilmecelerle dolu… Bugünlere ulaşana kadar
binlerce bilmece çözdü insanlık. Ama ne kadar ilerlenmiş
olunursa olunsun, bazı şeyler gizemini korumaya devam
ediyor ve biliminsanları bu gizemi çözebilmek amacıyla
günlerini, yıllarını veriyor. Örneğin kaplumbağalar, daha
doğrusu kaplumbağa kabukları, bilimle uğraşanların uzun
süredir ilgi alanındaydı. Kaplumbağa kabuklarının nasıl
bir evrim sürecinden geçtiğine ilişkin araştırmalar yapan
biliminsanları, literatürde bağa adı verilen kemiksi kabuk
aracılığıyla ulaştıkları yeni bilgiler sayesinde bir bilmeceyi
daha çözmek üzereler. Soyu tükenmiş Güney Afrika
sürüngeni olan Eunotosaurus’un fosilleşmiş iskeletinin
bu konuda çok yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Zira
260 milyon yıllık olduğu düşünülen fosil, yakın zamanda
bulunan ve aynı soydan geldiği düşünülenlerden belirgin
farklar göstermekle kalmayıp araştırmacılara farklı
dönemlere ait fosilleri karşılaştırma imkânı da sunuyor.
Araştırmacılar, Eunotosaurus’ın sırtında tıpkı günümüzde
yaşayan kaplumbağalarınkine benzer T şeklinde dokuz
büyük kaburga kemiğinin bulunduğunu, ancak omurgalarıyla
kaburgalarının birbirine kaynamadığını ve kaburgaları
arasında diğer hayvanlarda görülen kaslardan bulunmadığını
belirtiyorlar. Kaplumbağaların kabuklarının yaklaşık 50
kemikten oluştuğu; kaburgaların, omuz kemiklerinin ve
omurların birbirleriyle kaynaması sonucunda kabuğun
meydana geldiği biliniyordu. Son derece karmaşık yapıya
sahip kabukların ilk kez 260 milyon yıl önce ortaya çıktığı da
bilinenler arasında. Bundan 210 milyon yıl önce yaşamış bir
kaplumbağanın fosili, oluşumunu tamamlamış bir kabuğa
sahip. Ancak bu kaplumbağadan yaklaşık 10 milyon yıl önce
yaşayan ve Çin’de bulunan Odontochelys semitestac olarak
adlandırılan bir başka fosilde ise kabuğun tam oluşmadığı
görülüyor. Kabuklar bu türün solunum sisteminde önemli
bir işleve sahip. Kendisini korumak için kabuktan vazgeçen
kaplumbağalar, evrim süreçlerinde karın bölgelerinde eşi
benzeri olmayan bir kas bağı geliştirdiler.
Ön camdaki yol haritasın Hepimizin hafızasında yer
edinmiştir; bundan çok değil 10-15
yıl önce çekilmiş, çoğu Amerikan
menşeli filmde, şoförün hemen
yanındaki koltukta oturan kişi –
çoğunlukla bu ailenin annesidir-
kucağında tuttuğu koca haritadan
ilerleyecekleri yolu bulmaya çalışır.
Yolculuklar sırasında haritalardan
ziyade içgüdülerine güvenen
bizler için şaşırtıcı bir tablodur
bu. Ancak ilerleyen teknoloji, söz
konusu görüntüyü değiştirmeye
kararlı. Çünkü artık hemen her
aracın navigasyonu da var. Bu da
sadece navigasyonun bile otomobil
sektöründe ayrı bir iş alanı olarak
var olmasına, çeşitli firmaların
ortaya çıkmasına aracılık ediyor.
Uydu navigasyonu firması
Garmin de onlardan biri ve firma,
otomobil sürücüsüne yolu ön
camdan adım adım gösteren
bir cihaz ve uygulama geliştirdi.
Taşınabilir bu ekran, akıllı telefon
aracılığıyla yön talimatları da dâhil
birçok bilgiyi ön cama yansıtabiliyor.
Yön belirten okları, mesafeyi, aracın
hızını ve hız limitlerini içeren bilgiler,
ön cama ya Garmin’in ürettiği
cihazın yansıtıcı merceği aracılığıyla
ya da cama yapıştırılan şeffaf bir
plastik ekran üzerine aktarılarak
yansıtılıyor. Uygulamanın özelliği
bununla sınırlı değil. Sistem sesli
talimatları, ya akıllı telefonların
hoparlörleri ya da aracın Bluetooth
kısa dalga radyo teknolojisiyle
çalışan ses sistemi üzerinden
verebiliyor. Uydu navigasyonu
sistemini içeren, fiyatının yaklaşık
30 Dolar olması ve birçok ülkede
sonbaharda satışa sunulması
planlanan uygulamanın iPhone,
Android ve Windows Phone 8’lerde
kullanılması da mümkün.
Bİr Bİlmece daha çözülüyor
n Avrupalı erkekler artık daha uzun… Nereden mi biliyoruz? İngilizlerin
yaptığı incelemelerden… İngiltere’deki uzmanlar, 100 yıllık dönemi ve
15 Avrupa ülkesinden binlerce erkeğin nüfus ve askerlik kayıtlarını ele
alan bir çalışmaya imza attılar. Sonuçları Oxford Economic Papers’da
yayınlanan, 1870 ila 1980 arası yılları kapsayan araştırmada, erkeklerin
yaklaşık 11 santim uzadığı görüldü. 21 yaşındaki İngiliz erkeklerinin boyu
167,05 santimken 1970’li yıllarda 177,37’ye çıktı. Erkeklerin boyunun
neden uzadığına ilişkin somut veri yok. Ancak uzmanlar bu durumu, eskiye
oranla yaşam koşullarının iyileşmesine, kişi başına düşen gıda tüketiminin
artmasına ve sağlığa daha çok özen gösterilmesine bağlıyorlar.
yüz yılda 11 santim uzadılar
Biliminsanları, soyu tükenmiş Güney Afrika kaplumbağası Eunotosaurus’un fosilleşmiş iskeletini buldu. İskelet, kaplumbağa kabuklarının oluşumuyla ilgili birçok veri sunuyor.
İSTASYON 7
n Uzun yıllardır beklenen iPhone’ların, daha ucuz
ikinci versiyonu, en sonunda piyasaya çıkıyor. Kısa
süre önce düzenlenen bir organizasyonla iPhone 5’in
yeni üst modeli olan S tanıtılırken, daha düşük fiyata
sahip iPhone 5C de kullanıcıların beğenisine sunuldu.
Apple yine de kontrolü elinden bırakmış değil.
Telefon ucuz ama, sadece 100 dolar kadar ucuz.
Aslında 5C ve 5S arasında donanımsal olarak bir
fark yok. Tek fark kasada… Söz konusu modellerdeki
temel yeniliklerden en önemlisi, şirketin yeni
işlemcisi A7. Her iki telefonda da kullanılan işlemci,
daha yüksek hız ve uzun pil ömrü sağlıyor. İkinci ve
ilginç yenilikse parmak izi tanıma. Böylece telefon ve
mobil cüzdan güvenliği konusunda önemli bir destek
sağlanmış oldu. Parmak okuyucu alttaki tek tuşun
altına yerleştirilmiş. Ama asıl bomba telefonlara
yerleştirilen M7 adındaki yeni işlemci. M7, popüler
sağlık ve spor verilerinin algılanmasını sağlıyor.
Böylece ek bir aksesuara gerek kalmıyor.
Ekim ayında piyasaya çıkacak iPhone
modellerden 5S üç metalik renkle
geliyor; gümüş, altın ve koyu gri.
Apple pArmAktAn tAnıyor
n Son yıllarda klasik masaüstü PC tarih oldu desek yeridir.
İşte son örneği, all-in-one PC’ler; yani hepsi bir arada
bilgisayarlar, şimdi tablet olarak da kullanılıyor. Asus’un
yeni modeli Transformer AiO yeni nesil masaüstülere iyi bir
örnek. İlk bakışta sadece bir Windows 8’li bilgisayar olarak
algılanan Asus Transformer AiO’nun 18,4 inç boyutundaki
ekranını yerinden çıkararak, bir Android tablet olarak
kullanılabiliyor. PC olarak, 3. Nesil Intel Core i3/i5/i7 işlemci
seçenekleri sunan AiO, tablet olaraksa, Android 4.1 Jelly
Bean işletim sistemli 18,4 inçlik dokunmatik ekrana sahip.
NVIDIA Tegra 3 işlemcili tabletin 2,4 kilogramlık ağırlığıyla
bir hayli ilginç göründüğü de kesin.
n Akıllı telefon mu, tablet mi? Akıllı telefonların
ekranı büyüdükçe büyüdü ve artık tablet telefonlar
ayrı bir kulvar. Neredeyse her marka büyük ekranlı
versiyonlarını çıkarıyor. Son olarak Sony tam HD 1080p
çözünürlüğe sahip 6.4 inçlik tablet telefonunu piyasaya
sundu. Oldukça ince tasarımıyla rekorları zorlayan
ürünün su geçirmezlik özelliği de var.
n Dağda, kırda, bayırda, yetmedi mi, denizde, havuzda, herkese müzik dinletebileceğiniz
bir hoparlör ister misiniz? Ecoxgear bu özel tasarımıyla ses kalitesinde olduğu kadar
dayanıklılıkta da iddialı. Ön taraftaki özel koruma bölmesi sayesinde zorlu koşullarda bile
çalışıyor. Blutooth bağlantılı ve dört büyük pille çalışıyor. Üst taraftaki gömülü tuşlarla sesi
rahatlıkla yönetebiliyorsunuz. Düşmelere karşı dayanıklı olduğu gibi, 150 Dolar’a satılan bu
ürünü havuza attığınızda yüzdüğünü ve batmadığını görebilirsiniz.
masaüstü tableti
6 inç sınırı aşıldı
Müzik her yerde
8 İSTASYON
HABerler HAZIRLAYAN: ReSuL BukSuR
n Google’ın Motorola’yı satın
aldıktan sonra piyasaya sunduğu
ilk akıllı telefon Moto X, raflarda
boy göstermeye başladı ve üç farklı
özelliğiyle hemen dikkat çekti. Akıllı
telefonlardan önce sıkça görülen
değiştirilebilir kapaklara sahip.
Kendi isminizi yazdırabileceğiniz
arka panelde 18, ön panelde
ise yedi farklı renk seçeneği
sunulmuş. Şirket ikinci olarak,
sadece Moto X’e özel uygulamalar
geliştirmiş. Örneğin sizin sesinizi
ve komutlarınızı tanıyıp işlemleri
yapabiliyor. Bunun yanında
ekran kapalıyken 10 saniyede bir,
durumu göstermesi bir başka farklı
özellik. Son olarak cihazda yer
alan 2200 mAh’lik dev pil ve bu
pil 24 saatlik bir kullanım süresi
vaat ediyor. Bunların yanı sıra 130
gram ağırlığındaki Moto X’de 720 x
1280 piksel çözünürlüklü 4.7 inçlik
bir ekran bulunuyor. 8 çekirdekli
işlemci, 2 GB RAM, 16 GB ve 32
GB farklı depolama seçenekleri
cihazdaki diğer özellikler. Arkada
10 MP Clear Pixel, önde ise 2 MP’lik
kamera bulunuyor.
n Son birkaç ayda dünyanın önde gelen firmaları, birbiri ardında akıllı
saatler çıkartıyor. i’m Watch, onların arasından sıyrılarak Türkiye’de
de satışa sunulan ilk akıllı saat oldu. iPhone ve Androidli telefonlarla
uyumlu olan i’m Watch; akıllı telefonların yerini almak yerine, Bluetooth
bağlantısıyla doğrudan telefona ulaşmanızı ve yönetilmesini sağlıyor.
Bu sayede çağrı yapma, SMS, e-posta, Facebook, Twitter, Instagram
ve müzik gibi ihtiyacınız olan her türlü uygulamayı her an bileğinizde
taşıyabiliyorsunuz. Türkiye’deki fiyatı ise 899 TL.
n Ünlü ses ürünleri şirketi Bose, sonunda plaj çantasına
sığacak boyutlarıyla SoundLink Mobile’ı tanıttı. Cep
telefonlarından biraz büyükçe boyutlara sahip üründe
hoparlör Bluetooh üzerinden kablosuz olarak bağlanıyor.
Ağırlığıysa sadece 680 gram. Birçok farklı renkte
kılıflarıyla sunulan ürün, 200 Dolar’a satılacak.
telefon sesimi tanıyor
Saat modası yükseliyor
küçük ama kaliteli
Cepte pİkSel Savaşları
n Akıllı telefonlarda kamera yarışı
yeniden sertleşiyor. Samsung’un
Galaxy Zoom’u ile telefonlara ilk defa
hareketli lens sistemi getirmesine,
Nokia’dan cevap gecikmedi. Finli
üretici, 41 megapiksellik kamerayla
donatılan Lumia 1020’yi piyasaya
çıkarıyor. Lumia 1020’de ikinci nesil
PureView teknolojisiyle; 41 megapiksel
ve zoom özelliğiyle insanın gözünün
sınırlarını zorluyor. Nokia Pro Camera
uygulamasıyla gelen telefonda, Dual capture (çift çekim)
denen yeni özellik sayesinde 38 megapiksel yüksek
çözünürlüklü fotoğraflar çekebiliyorsunuz. Bunun için
altı adet lense sahip optik sensör, düşük ışık koşullarında
bile net fotoğraflar çekebilecek kapasitede. Ayrıca Rich
Recording teknolojisi sayesinde 140dB’ye kadar sesleri
kaydedebilen Nokia 1020, en gürültülü ortamlarda bile
stereo sesli videolar çekebiliyor. Son olarak, opsiyonel
olarak satılan kamera aksesuarıyla neredeyse tam bir
kompakt kameraya dönüşüyor.
İSTASYON 9
Yıllar önce Ekolojik Tarım, Turizm, Takas (TaTu-Ta) projesi için Buğday Derneği’nden arkadaş-larımla birlikte yaptığımız seyahatlerden birinde tanıştığımız Mustafa Bey ile köy hayatının yavaş
yavaş sona erdiğini konuşuyorduk. Mustafa Bey, atalık to-humlarının kalmadığından söz etmiş ve üzülerek atalık ak-darı tohumlarını nasıl yitirdiklerini anlatmıştı: “Bir süre önce annemin tohumluk olarak ayırdığı akdarı çuvalını ambarda bulan oğlumun tavuklara yem niyetine attığını öğrendim. Atalarımızdan kalan son akdarı tohumlarıydı...” Geçmişte Anadolu’da hemen her yerde yetiştirilen besleyi-ci değeri yüksek bu tahıl, bugünlerde neredeyse hiç yetiş-tirilmiyor. Mustafa Bey’in anlattıklarına benzer hikâyeleri, sonra hemen her kır sohbetimizde dinledik: Gün geçtikçe azalan atalık tohumların, yerini gittikçe yaygınlaşan tica-ri tohumlara bıraktığını gördük, işittik. Diyarbakır karpu-zu, Arnavutköy çileği, karabuğday (burçak), bardacık inci-
ri, ayasu armudu azalan çeşitlerimizden bazıları.Tokat’ta devlet yetkililerinin, köy köy dolaşıp “verimi
az” 30’dan fazla domates çeşidinin tohumunu çiftçiden alarak, verimi yüksek, ıslah edilmiş çeşitlerle değiştirdi-ğini öğrendik. Amaç, bölgede büyük hacimde üretilebile-cek ve tüketicinin genel tercihine uygun tek tip domates çeşidine ulaşabilmekti. Verim artacak, ancak bu domatesi yetiştiren çiftçi her yıl yeniden tohum almak zorunda ka-lacaktı. Zira bu domates kendi tohumlarından domates üretme yeteneğine sahip değildi.
Bir keresinde Burdur pazarında birkaç nesildir fide yetiştiren bir çiftçiyle karşılaşmıştım. Mevlüt Bey, özen-le yetiştirdiği türlü çeşit sebze fidelerini mevsimine göre, üç–dört pazarda satıyordu. Mevzuat gereği satışta sorun
İyilik tohumlarıDayanıklı, lezzetli ve sürdürülebilir atalık tohumların korunması için gösterilen çabalar her geçen gün artıyor.
HAYAT
10 İSTASYON
Anadolu’nun pek çok yerindeki küçük çiftçiler
yerli tohumlarına pazar bulamadığı için,
yüzyıllardır her türlü koşula uyum sağlayıp
günümüze ulaşan dayanıklı tohumlar yok olma
tehlikesiyle yüz yüze.
İSTASYON 11
yaşıyordu, çünkü tescil sürecinden geçmeyen ve sertifika-landırılmayan tohumlar, ticareti Tohumculuk Kanunu ile yasaklanmış durumda. Mevlüt Bey, sohbetimizde “Fide-lerimi satın almak isteyenlerin yüzü suyu hürmetine pa-zarda satış yapabiliyorum” demişti.
TOHUMLARI YOK OLMUŞ DÖNGÜLERBu örneklerin hepsi sonuna gelmiş döngüleri işaret edi-yor. Kendini devam ettiremeyecek tohumların hâkimiyeti, küçük üreticinin sürdürülebilir kaynaklara ulaşmasında-ki zorluklar ve kaçınılmaz olarak, giderek ufalanan kırsal yaşam... Tohumları yok olmuş döngüler...
Gıdamızı oluşturan bitkilerin birçoğunun anavata-nı Anadolu… Örneğin ekmeğin hammaddesi buğday ve buğdaygillerin, nohutun gen merkezi Güneydoğu Anado-lu. Türkiye’de kültür bitkilerinde gen kaynağı belirleme ve toplama çalışmalarını başlatan İstanbul–Yeşilköy Islah ve Deneme İstasyonu Müdürü Mirza Gökgöl, 30’lu yıllarda,
Türkiye’nin her yanından binlerce buğday örneği toplamış, 18 binin üzerinde farklı tip ve bunların arasından da 256 yeni buğday varyetesi belirlemişti. Gökgöl, “Türkiye’de bu-lunan çiftçi çeşitleri, bitki ıslahçıları için sonsuz bir hazi-ne” diyordu. Günümüzde atalık tohumlarını yitirme teh-likesiyle karşı karşıya olan Anadolu Yarımadası, biyolojik çeşitliliği çok zengin bir coğrafya. Bereketli topraklar ve kı-talar arasındaki konumundan olsa gerek, insanın yerleşik kültüre dair attığı ilk tohumların da bu coğrafyada yeşer-diği biliniyor. Tarihteki ilk köylerin kuruluşu, dolayısıy-la yabani bitkilerin kültüre alınarak tarımın başlatılması, dahası hayvanların ilk defa evcilleştirilmesi de Anadolu ve etrafındaki bölgelerde gerçekleşmiş.
Kutsal kitaplarda da adı geçen, incir, üzüm ve zeytin gibi ağaç ve çalıların bazı türlerinin de doğal kökenleriyle insan tarafından ilk defa kültüre alındığı bölgelerin Ana-dolu çevresinde bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Muğla Meyve Mirası Grubu, sadece Muğla bölgesinde
Geleneksel çiftçilik faaliyetinde güneşte kurutulan biberler, ekşiler, pekmezler, salçalar, tarhana gibi ürünler de geleneksel yapılış biçimleriyle, yerli tohumlar kadar değer taşıyor.
12 İSTASYON
HAYAT
Dernek Başkanı Nihat Fırat, Giresun’dan göçmen kuş-lar tarafından taşınan ve bu şekilde dünyaya yayılan kira-zın atasının Kirazlı’daki kara kirazın akrabası olduğunu düşünüyor. Fırat “Kirazlı, 70’li yıllarda Almanya’ya kara kiraz ihraç etti ancak sonrasında kuraklık ve bakımsızlık nedeniyle kirazlar kurudu ve zamanla ticari bir kiraz çeşi-di (ziraat 900 ismiyle anılan) kara kirazın yerini aldı” di-yor. Sevindirici olan, derneğin çalışmaları sonucu kara ki-raz üretiminin yüzde 10 artmış olması.
Yerli çeşitler, üretim şekilleri itibariyle doğa dostudur. Yetiştirildikleri yörenin özelliklerine uyum sağladıkları için çok az emek ve kaynakla verimli olabilirler. Örneğin Bodrum’un köylerinde “beppe domat” olarak anılan (bu-günkü adıyla cherry domates) domates çeşidi, neredey-se kendiliğinden toprağa dökülen tohumlarından, hiç su-lanmadan lezzetli meyveler veriyordu.
Kazdağları’nda yaşadığım Bahçedere Köyü’nden kom-şum Esme Kahraman da, “Bunlardan dört tohum ektim, kendiliğinden büyüdü, sulamadım bile” dediği dört balka-bağından birini bize hediye etmişti. Her biri ortalama 20’şer kiloydu. Kabağımızdan çıkan çekirdekleri saydığımızda yaklaşık 2 bin kabak tohumumuz olduğunu fark ettik!
Kars’ın Boğatepe Köyü’nde yok olmaya terk edilen ka-vılca buğdayının üretime kazandırılması için çaba göste-ren İlhan Koçulu’ya göre, yerli bitkisel çeşitler gibi yerli hayvan ırklarının da bakımı daha kolay. Örneğin, yaban-cı ırklar günde ortalama 70–120 litre su içerken, yerli ırk-lar 10 litre suyla yetinebiliyor. Koçulu, “Bu ırklar otlaya-rak ve otun olmadığı zamanlarda da biçilerek kurutulmuş çayır otuyla besleniyor, dolayısıyla elde edilen sütün ma-liyeti neredeyse sıfır” diyor. Oysa kültür ırkları veya me-lezlerinin yetiştirildiği hayvan çiftliklerinde hayvanların beslenmesi için hektarlarca arazide yem bitkisi üretmek gerekiyor. Yerli hayvan ırklarının gıdasıysa yerli bitki çe-şitleriyle zenginleştiriliyor.
Örneğin yok olmakta olan “Güneydoğu Anadolu kır-mızısı” adlı sığır ırkı, yakın zamana kadar, yok olmakta olan yerli yağlı tohum çeşidi “zegerek”ten yapılan yemle besleniyordu. Keten tohumunun yöresel adı olan zegere-kin, geçmişte yağı alınıyordu, posası da öküzlere ve yeni doğum yapan ineklere veriliyordu. Son yıllarda yerli to-humların korunması için yapılan çalışmalara zegerekin yeniden üretilmesi de eklendi.
Yerel çeşitler başta olmak üzere genetik kaynakların toplanması, muhafaza edilmesi ve çeşitlendirilmesi kap-samında, 60 binden fazla örneği Tarım ve Köyişleri Ba-kanlığı, İzmir ve Ankara’daki gen bankalarında tutuyor. 8 binin üzerinde meyve ve asma çeşidi de 16 değişik araştır-ma enstitüsünde koruma altına alınmış durumda.
meyve çeşitleri üzerine yaptıkları araştırmada onlarca de-ğişik adla anılan 500’den fazla meyve çeşidi belirledi. Bu sayının yaklaşık 330’unu farklı çeşitte badem, elma, ar-mut, incir, üzüm, zeytin, nar ve ayvalar oluşturuyor. Mey-ve Mirası Grubu’ndan Esin Işın, bu ürünlerin gün geçtik-çe ticari değerinin yok olduğunu ve köylünün artık bu tür ürünlerden çok az yetiştirdiğini söylüyor. Işın, bu çeşitle-ri Bodrum pazarında açtığı tezgâhta tanıtıyor ve köylüle-rin ürünlerini satmalarına yardımcı oluyor.
Yerel çeşitleri kullanan çiftçilik faaliyeti sadece ham ürün üretiminde değil, mamul ürünlerin üretimi ve sak-lanma yöntemleri konusunda da çeşitlilik gösteriyor. Ku-rular, pekmezler, domates salçaları, tahin, haşhaş ezme-si ve tarhana gibi ürünler yapılış biçimleriyle de bir değer taşıyor. Kuşadası’nın Kirazlı Köyü’ndeki Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği, köydeki kadınların geleneksel yöntem-lerle ve yerli tohumları kullanarak ürettiği ürünleri yöre-sel bir markayla satışa sunuyor.
Az zAhmetle, Az kAynAklA yetişen atalık ToHumlAr, kendilerine gösterilen özene büyük bir bereketle kArşılık veriyor. her birinin içinde bol gıdA, bol şifA vAr.
İSTASYON 13
Ancak gen kaynaklarının sürekliliği için sadece koru-ma altına almak yeterli değil. Bunun nedeni, bitki gene-tik kaynaklarının, yerel koşullara uyum sağlayan popü-lasyonlardan oluşması. Bu nedenle her ne kadar genetik kaynak olarak bu çeşitler kayıt ve koruma altına alınsa da, bu tohumların değişen koşullara zaman içinde uyum sağ-layabilmesi için ekilmeye ve takas edilmeye ihtiyacı var.
Burada üzerinde durulması gereken konu, atalık tohum-larımıza yönelik tehdidin, üretimini devam ettiren küçük çaplı üretim sistemlerinin sürekliliğine yönelik tehditle iliş-kili olması… Küçük üreticinin yaşam koşullarının gün geç-tikçe zorlaşması her yıl tohumluk ayıran çiftçileri, hibrit pi-yasa tohumlarına yönlendirebiliyor. Her ne kadar ürettikleri yerel ve sağlıklı ürünlerle, gıda güvenliği açısından direnç noktalarını oluşturuyor olsalar da, küçük çiftçiler, küçük ha-cimli üretimleri, ürün miktarları ve çoğunlukla tüketici ta-rafından seçilen çeşitleri üretmiyor olmaları nedeniyle gi-derek büyüyen pazara ulaşma şansını yitiriyor. Pazar, her geçen gün daha fazla konvansiyonel tekniklerle üretilmiş, tek tip ürünlerle dolduruluyor. Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü’nden Mustafa Bakır, piyasanın tek tip ürüne yöne-liyor olmasının sakıncalarına dikkat çekiyor: “Öncelikle be-sin değeri azalıyor. Yapılan ıslah çalışmaları besin değerin-den çok, miktar olarak verim ve bunun yanında makinelerle işlenebilirlik, uzun mesafelerde taşınabilirlik ve raf ömrüne göre yapılıyor. Bu nedenle miktar olarak verimli ama çeşit ve besin değeri zayıf gıdalar üretiliyor” diyor. Bakır’a göre, gü-nümüzün giderek kronikleşen kriz durumu ancak yerel çeşit-lendirmeyle aşılabilir. Bunun yolu da farklı koşullara uyum sağlayarak bugüne gelebilen atalık tohumlarımızın korun-ması, bu tohumları sürekli eken küçük üreticilerin ve bu çe-şitliliği talep eden insanların sayısının artmasından geçiyor.
Türkiye’de son yıllarda doğa dostu tarım ve yerli tohumlar-la ilgili farkındalığın yaygınlaşması, bu karanlık tabloyu ay-
dınlığa çevirecek yeni küçük döngülerin başlamasına neden oluyor. Bayramiç’te temelleri atılan Yeniköy, Bayındır’da-ki Marmariç, Erdek’teki Ocaklar ekolojik yerleşim girişimle-ri; İstanbul’da balkon bahçeciliği ve yerli ürün kullanımının yaygınlaşması için çaba gösteren Slow Food konviviyumları, Pembe Domates Ağı gibi sivil gruplar yerli tohumları yaşat-mak için çalışıyor. Torbalı ve Seferihisar’da yapılan atalık to-hum takası şenlikleri de bu çabaların bir yansıması.
Bazı okullar bahçelerinde atalık tohumları yetiştirme-ye başlarken, bazı çiftçiler de yerli tohum ambarlarının ön-cüsü oluyor. Ekolojik çiftliklerin sakladıkları yerli tohum-ları takas etmelerini de özendiren Buğday Derneği, GEF Küçük Destek Programı’ndan aldığı destekle öncülüğünü yaptığı tohum ağı ile bu konuda çalışan tarafları bir ara-ya getirmeyi amaçlıyor. Diğer yandan tohum ağı sekreter-yasını yürüten Emanetçiler Derneği köy köy dolaşarak to-hum ambarlarının kurulmasına önayak oluyor. Şimdiden 28 çiftçi, diğer çiftçilerle takas etmek üzere yüzlerce farklı yerel çeşidi ambarlarında saklamaya başladı bile.
Hükümetlerin ve tohum şirketlerinin konuya yaklaşı-mı da değişen uluslararası politikalara bağlı... Bunun an-lamı şu: Atalık tohumlarımızı bu yıl da ekmezsek gelecek yıl aç kalabiliriz. Aç bir toplum ne yapar? Tohum Ağı pro-jesinin yürütücülerinden Melike Hemmami, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Gıdamızı kendimiz üretemiyorsak, baş-kalarından almak zorunda kalırız. Bu da gıda bağımlılığı-nı getirir. Bu yüzden atalık tohumlarımıza ne kadar sahip çıkarsak geleceğimize de o denli sahip çıkabiliriz. Tohum ekmek için bir saksı toprak bile yeterli!”
Az zahmetle, az kaynakla yetişen atalık tohumlar, ken-dilerine gösterilen özene büyük bir bereketle karşılık veri-yor. Her birinin içinde bol gıda, bol şifa var. Kendisinden binlerce üretme yeteneğine sahip.
İşte iyiliğin tarifi!
türkiye’de son yıllArdA doğa dostu tarım ve yerlİ tohumlarla İlgİlİ farkındalığın ArTmAsı, bu kArAnlık tAbloyu AydınlığA çevirecek yeni küçük döngülerin bAşlAmAsını sAğlıyor.
Kars’ın Boğatepe Köyü’nde yok olmaya terk edilen kavılca buğdayının üretime kazandırılması için çaba gösteren İlhan Koçulu’ya göre, yerli bitkisel çeşitler gibi yerli hayvan ırklarının da bakımı daha kolay.
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
223x290.pdf 1 09.09.2013 17:37:45
14 İSTASYON
HAYAT
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
223x290.pdf 1 09.09.2013 17:37:45
onunla tekrar var oldu
nedenini anlatabilmek için. Filmin ve tabii Kadir İnanır ile Türkan Şoray’ın oyunculuklarının, dizinin üzerine göl-ge düşüreceğine inananların sayısı azımsanacak gibi de-ğildi. Beyazperdeden küçük ekrana uyarlanan yapımların en sıkıntılı yanı budur aslında; seyircinin bir oyuncuyla özdeşleştirdiği bir karaktere, bir başka oyuncunun tek-rardan can vermesi son derece zor. Yeni oyuncular eski-lerini anımsatmamalı, kendi oyunculuk güçleriyle sanki Dila Hanım ilk kez izleyici karşısına çıkıyormuş gibi ilgi ve merak yaratmalıydı.
Öyle de oldu... Dolayısıyla filmin, dizinin üstüne göl-ge düşüreceğine inananların savı doğru çıkmadı. Erkan Petekkaya ve Hatice Şendil’in başrollerini paylaştığı, Dila Hanım, üzerindeki tüm gölgeleri kaldırmakla kalmadı, her yıl birçok dizinin üç ya da dört bölümün ardından ya-yınına son verdiği bu sektörde, reyting listelerinde ilk sı-raya yerleşti. Öyle ki, gösterdiği başarı nedeniyle hem ya-pımcılar hem de yayıncı televizyon kanalı, dizeyi bu sezon da ekrana getirmeye karar verdi. Biz de bu durumdan yola çıkarak sorularımızı söz konusu başarının mimarla-rından birine, Hatice Şendil’e yöneltiyoruz.
Geçen sezon yayınlanmaya başlayan ve sağladığı başarı nedeniyle bu sezon da ekrana gelecek olan Dila Hanım’ın başrol oyuncusu Hatice Şendil, rolü kabul etmesindeki en
önemli faktörün Dila Hanım’ın duruşu, güçlü kişiliği ve dişiliği olduğunu belirtiyor. Şendil, bundan sonraki projelerinde daha maskülen kadınları canlandırmak istediğinin de altını çiziyor.
SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ FotoğraFLar: Mustafa Kızıl
Yıl 1977… Türk sinemasının altın yılları. Yönetmen koltuğunda Orhan Aksoy, kamera önünde ise Türkan Şoray ile Kadir İnanır var. Senaryosunu Safa Önal’ın yazdığı Dila Hanım’ın çekimleri ya-
pılıyor. Mevzuu basit aslında; bir ağa ile evli olan ve koca-sı başka bir ağa tarafından vurulan Dila Hanım’ın, eşinin katiline âşık olması… Kadir İnanır ve Türkan Şoray, Dila Hanım’da öylesine ustaca bir rol sergiliyor ki, film 1978 yılının Ocak ayında vizyona girdiğinde sinemalar dolup taşıyor. Dahası da var… Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un aynı adlı eserinden senaryolaştırılan Selvi Boylum Al Yaz-malım da Dila Hanım ile aynı yıl çekiliyor. Yönetmen Atıf Yılmaz, Şoray ile İnanır’ı kamera karşısına geçirip bu kez sevginin emekle ilişkisini sorgulayan, sinemamızın gel-miş geçmiş en önemli yapımlarından birine imza atıyor. Ve sinemamızdaki Şoray-İnanır efsanesi de bu filmler aracılığıyla doğuyor.
Sizi Türk sinema tarihinin önemli anlarından ikisi-ne götürmemizin nedenine gelince… Dila Hanım’ın, te-levizyon dizisi olarak uyarlanacağı haberleri yayınlanma-ya başlandığında, birçok kişinin zihninde oluşan sorunun
SÖYLEŞİ
16 İStaSYoN İStaSYoN 17
Dila Hanım karakterini canlandırma talebi geldiğinde, ilk olarak neler hissettiniz? Hem Gold Film ile hem de Gold Film’in sahibi Faruk Turgut ile tanışıklığımız çok öncelere dayanıyor. Bir projede, kendi-siyle birlikte çalışmayı çok istiyordum. Bugün, bu projeyi ba-şarılı bir şekilde yürüttüğümüz için mutluyum. Sizin aracı-lığınızla kendisine bir kez daha teşekkür ederim. Bununla birlikte dizide yer alan tüm ekibe de teşekkürü borç bilirim. Sanırım bu, bir hissiyat meselesi; Faruk Bey ile başka dizi-lerin senaryoları üzerine konuşmuştuk. Kendisi bana arala-rında Dila Hanım’ın da olduğu üç seçenek sundu. Ben, bu üç senaryo arasından Dila Hanım’ı tercih ettim. Çünkü Dila Hanım’ın duruşu, rolün dişiliği beni çok etkiledi. Rol size gelmeden önce Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın başrolünde oynadığı filmi izlemiş miydiniz? İzlediyseniz, Dila sizin zihninizde nasıl bir kadın imajı bırakmıştı?Rolü kabul etmeden Dila Hanım filmini izlemiştim. Kesin-likle tüm filmlerinde olduğu gibi tartışılmaz bir oyunculuk sergilemiş Türkan Şoray ve Kadir İnanır. Dila, filmde de çok güçlü bir kadın figürü sergiliyor. Şu anda Dila Hanım dizi-sinde de bu özelliği kaybetmemeye çalışıyoruz.
Uyarlama yapımların en büyük handikapı, daha önce o rolü canlandırmış oyuncularla kıyaslanmak elbette. Sizin kıyaslanma riskinizin olduğu kişi ise Türkan Şoray’dı. Dila
Hanım karakterinin üstünden Şoray gölgesini kaldırmak için nasıl bir yöntem izlediniz?Türk sinemasının “Sultan”ı Türkan Şoray ile aynı rolü can-landırmış olma ihtimali bile, herkese nasip olabilecek bir şey değil aslında. Bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum. Dizi ekrana geldikten sonra görüşleri sorulduğunda Türkan Şoray, o kadar güzel yorumlar yapıp o kadar güzel övgüler-de bulundu ve benden o kadar güzel bahsetti ki, çok mahcup oldum. Kendisiyle bir araya gelip bizzat teşekkür etmek iste-dim. Ancak çekimlerimizi Adana’da yapmamız nedeniyle bir türlü fırsat bulamadım (bu durum röportajın yapıldığı tarih için geçerlidir). Eğer bu söyleşiyi okuma şansı olursa, bu ka-nalla kendisine sonsuz teşekkürlerimi; saygı ve sevgilerimi sunmak isterim. Dila Hanım’ın üzerinden Türkan Şoray’ın gölgesi kaldırılamaz bence. Çünkü sizin de dediğiniz gibi, o karaktere ilk olarak can veren kişi Türkan Şoray’dır. Ancak burada ufak bir nüansı unutmamak lazım. Bizim senaryo-muzu Necati Cumalı yazmıyor. Ve bizim ekrana yansıttığı-mız, bir dizidir; film değil. Yani demek istediğim filmde izle-diğiniz hikâye ile bizim anlattığımız hikâye arasında çok fark var. Bunu, önce Dila Hanım filmini, ardından da Dila Hanım dizisini izleyenler çok daha net biçimde fark edebilirler.
Dizi yayına girdikten birkaç ay sonra istenilen reyting seviye-sine ulaştı. Reytinglerdeki iniş-çıkışlar, sizin oyunculuk per-formansınızı etkileyen bir unsur mu?Reytinglerdeki dalgalanmalar; yayınlanan bir bölümün izle-nirlik oranlarının çok iyi ya da kötü olması, oyunculuk perfor-mansım üzerinde asla etkili olmuyor. Ben inandığım bir işe, inandığım bir senaryoya imzamı atıyorum. Yapımcı şirket ve yayıncı kanal, bu diziyi ne kadar süre yayınlamak isterlerse is-tesinler fark etmez; benim oyunculuk performansım o zaman zarfında hep ilk günkü gibi olacaktır. Günümüz tiyatrosunun en önemli isimlerinden birin-den, Ayla Algan’dan ders aldınız. Bu eğitimi tiyatro sah-nesinde de değerlendirmeyi düşünüyor musunuz?Ayla Algan’ın tiyatro bilgisi ve öğrencilerini yetiştirmesi muazzamdır. Kendisine ve verdiği emeğe tekrar teşekkür ederim. Şu anki kariyer planlamamda tiyatro yapmak gö-rünmüyor. Ama kadere inanan bir insanım. Bir gün belki olabilir, neden olmasın?
Güzellik yarışmasında derece elde ettikten sonra, alışıla-gelmiş durumun aksine, podyumlardan ya da ekranlar-dan uzak kaldınız. Bu belli ki, bilinçli bir tercih… Aslında bu bilinçli veya kasıtlı bir durum değildi. O yıllar-da çok gençtim ve yaşamam gerekeni yaşadım. Son dere-ce iyi bildiğim bir şey vardı; oyuncu olmak istiyordum. Ve o doğrultuda doğru adımlar atmam için beklemem gerek-tiyse “en hayırlısının bu olduğunu” düşündüğüm içindir. Rol gereği girdiği her yaşam, canlandırdığı her karakter insa-nın kendi iç dünyasına da zenginlik katar, onun hayatı başka bir gözle görmesini sağlar. Dila karakterinin Hatice Şendil’in iç dünyasına, zihnine kazandırdığı farklı bakış açıları var mı?Dila Hanım’ın sınır tanımayan merhamet duygusu, bana fark-lı bir bakış açısı kazandırmış olabilir. Hatice de merhametli bir
Dila Hanım’ın sınır tanımayan merhamet duygusu, bana farklı bir bakış açısı kazanDırmış olabilir. Hatice De merHametli bir insanDır, ama Dila’nın sabrı bazen taşı çatlatabilecek cinsten.”
18 İStaSYoN
SÖYLEŞİ
insandır, ama Dila’nın bu sabrı bazen taşı çatlatabilecek cins-ten. Ben bile senaryoyu okuduğumda ya da kamera karşısına geçip karakteri yorumladığımda, şaşırıyorum.
Sizinle yapılan röportajların bazılarında, Dila Hanım dizisi-ni modern bir masala benzetiyorsunuz. Sizce modern masal-ları, geleneksel masallardan ayıran temel unsurlar neler?Geleneksel bir masalı, modern bir masaldan ayıran temel un-sur, masalın geçtiği zaman dilimidir bence. Örneğin biz bir masalı, 2013 yılında, yaşadığımız toplumun şu anki bakış açı-sı ve değerlerine göre, elbette ki bugünün şartları içinde anlatı-yoruz. Örneğin, “Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde… Bir kız varmış, adı Dila. Ormanda bir kulübede yaşarmış, ata binmeyi severmiş” diye bir hikâye de anlatabilirdik ve bu gele-neksel bir masal oldurdu. Biz ise masal tadında çekmeye baş-ladığımız dizimizi, mecburen günümüz şartlarına uyarlamak zorundaydık. Dila’nın atı değil arabası var, cep telefonuyla ile-tişim kuruyor, restoranda sevdiği adamla romantik akşam ye-meği yiyor. O nedenle modern masal benzetmesi yaptım. Her oyuncunun canlandırmak istediği bir rol olduğu söy-lenir. Sizin oynamak istediğiniz, “oynamazsam gözüm açık gider” dediğiniz belli bir rol var mı?Hemen her oyuncu tek tip rolleri canlandırmaktan uzak du-rur. Her seferinde, heyecan içerisinde yeni bir karakter ya-ratmak ister. Ben de öyle düşünüyorum. Mesela içimde hep daha maskülen bir kadını canlandırmak var; sert hat-ları olan, keskin bir kadın. Belki bir sinema filminde, bel-ki de bir dizide bu isteğime ulaşabilirim bir gün. Kimbilir…
Performansınızı bugüne kadar sinemada değerlendirme-diniz. Nasıl bir proje sizin sinemaya adım atmanızı sağlar? Sinemada ilk filmimin, bir gişe filmi olmasından ziya-de, sanat filmi olmasını tercih ederim. Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Fatih Akın çalışmak istediğim yönetmenler arasında.
Oyunculuk performansınızı bir üst noktaya taşımak için nelerden besleniyorsunuz?Çok kitap okumak, çok film seyretmek ve en önemlisi de her-kese, her şeye dair gözlem yapabilmek… Bunlar bir oyuncu-nun olmazsa olmazlarıdır diye düşünüyorum. Aynı zamanda bunlar benim kendimi geliştirdiğim üç temel kriterim. Yoğun bir iş temponuz var. O temponun biraz olsun ha-fiflediği anlarda, neler yapmaktan hoşlanırsınız? Aileme ve sevdiğime vakit ayırmayı çok severim. Boş vaktim varsa sosyalleşmekten yana kullanırım. Çünkü bildiğiniz gibi bir dizi seti başladığında, bizim de tüm hayatımız o sete dönü-şüyor. O yüzden sosyal hayatım benim için çok önemli.
Hatice Şendil, dizinin reytinglerde kaçıncı
sırada olduğunun oyunculuk performansını etkilemediğini söylüyor.
“çok kitap okumak, çok film seyretmek ve en önemlisi De Herkese, Her şeye Dair gözlem yapabilmek… BunLar Bİr oYuncunun oLmazSa oLmazLarıdır Diye Düşünüyorum.”
İStaSYoN 19
KARİYER
20 İSTASYON
Değişen dünya koşulları, her şeyi olduğu gibi mes-lek tercihlerini de etkiliyor kuşkusuz. Örneğin ilk gençliğini 80’li yıllarda geçirenler için her daim gözde olan doktorluk ve avukatlığın yanı sıra mühendisliğin çeşitli dalları, ekonomiyle il-
gili eğitim veren okullar popülerdi. Aileler, çocuklarının bu okullardan herhangi birinde okuyabilmesi için varını yoğu-nu ortaya koyarlardı. Yıllar ilerleyip 20’nci yüzyıla veda edi-len dönemdeyse tercihler de değişmeye başladı. Nanotek-noloji, gen bilimi, iletişim teknolojileri gibi kavramlar ve dolayısıyla bu kavramların neleri içerdiğini öğreten kurum-lar, yaşamımızda yer almaya başladı. Bir süre önce Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir haberse hayret vericiydi. Haber-de okurları şaşırtan unsur ne miydi? Birçok kişinin belki de hayatlarında ilk kez duydukları aktüeryanın, “2013’ün en popüler meslekleri listesinde” ilk sıralarda bulunması…
Binlerce ve belki de on binlerce kişi ilk kez duyuyor olsa bile, dilimize Fransızcadan (actuaire) giren aktüerya, hayat sigortalarının ilk uygulamalarının yapıldığı 1762 yılından beri var olan bir bilim dalı aslında. Anavatanıysa İngiltere. Tanımına bakıldığında, ne kadar çok dalı kapsadığı da an-laşılıyor: Sigortacılık tekniğiyle buna ilişkin yatırım, finans-man, demografi konularında; yangın, fırtına, hastalık gibi riskler için verilen teminatlar karşılığında olasılık ve istatis-tik teorileri uygulanarak, yasal düzenlemelere uygun prim, rezerv ve kâr paylarının hesaplanıp tarife ve teknik esasla-rın hazırlanması... Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere ak-
tüerya, çok güçlü bir matematiksel ve istatistiksel altyapı gerektiren, özellikle sigorta; uzun vadeli yatırımlar, emek-lilikle ilgili fiyatlandırma, risk analizine yönelik hesaplama ve tahmin yöntemlerinin bütününü içeren bir bilim dalı.
Tarihçesine göz attığımızdaysa, işin teknik doğası nede-niyle ilk aktüerlerin matematikçiler arasından çıktığını gö-rüyoruz. Sigortacılıkla birlikte doğan ve hızla gelişen mes-leğe ilgi her geçen yıl artınca 1848 yılında, yine İngiltere’de Aktüerya Enstitüsü’nün açılması gündeme geliyor. Enstitü-nün faaliyete geçmesinden sadece sekiz yıl sonra ise bu kez İskoçya’da Aktüerya Fakültesi eğitime başlıyor. Eski kıtada hal böyleyken yenidünyada, Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1889’da Amerikan Aktüerler Birliği ve 1909’da da Amerikan Aktüerya Enstitüsü kuruluyor. Bu iki kurum, 1949’da birle-şerek Amerikan Aktüerler Birliği’ni oluşturuyor.
Dünya üzerinDe binlerce aktüer var, ama…Aktüerlik mesleğine talebin ne derece büyük olduğunu görmek için birkaç rakamsal bilgiye bakmak yeterli as-lında. Örneğin Alman Aktüerler Birliği’nin (DAV), günü-müzdeki üye sayısı, 2 bin 424. Mesleğin ana vatanında ise bu rakam 16 bin 337 ulaşmış durumda. İsveç’teki birlik 350, Yunanistan’daki ise 90 üyeye sahip. Türkiye’de, Ak-tüerler Sicili’ne kayıtlı, yarısından fazlası özel sektörde gö-rev alan aktüer sayısı, Yunanistan’dan biraz daha yüksek: 121. Stajyer ya da yardımcı aktüerlerin sayısıysa sadece 90.
Dikkatimizi rakamlara ve ülkelere verdiğimizde, aktü-
AKtüERYATercihte ilk
tanınırlıkta arka sıralarda
Çok az tanınmasına rağmen, “2013’ün en popülerleri” listesinde, ön sıralarda yer alan bir meslek aktüerya. Tarihçesi 1762’ye kadar dayanan ve dünya üzerinde binlerce mensubu bulunan bu meslek, açılacak yeni eğitim kurumları ve yasal
düzenlemeler sayesinde, ülkemizde de hak ettiği yere gelecek gibi görünüyor.
İSTASYON 21
er sayısının sigortacılık sektörünün geliştiği ülkelerde daha fazla olduğunu da görebiliriz. Avrupa’da ve sigortacılığın gelişmiş olduğu diğer ülkelerde, sayı da buna paralel ola-rak yükselirken, diğerlerinde yetersiz bir seviyede kalı-yor. Türkiye’de de durum farklı değil. Sigortacılık sektö-rünün gelişimiyle birlikte 15 Ağustos 2007 tarihli, 26614 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’na istinaden, aktüerlerin görev ve yetkilerine iliş-kin usul ve esasları yeniden düzenleyerek aktüerlerde ara-nan nitelikleri tanımlayan “Aktüerler Yönetmeliği”nin et-kisiyle bu mesleğin ülkemizdeki önemi arttı. Yönetmelikte, aktüerlerin görevleri itibarıyla tespit ettikleri yanlış uy-gulamalarla birlikte, onaylamayacağı, kısmen ya da şerh-li onaylayacağı belgeleri, gerekçeli olarak adına iş yaptığı şirket veya diğer kurum ve kuruluşun yönetim kurulu baş-kanlığının yanı sıra Hazine Müsteşarlığı’na yazılı olarak bildirmek zorunda oldukları ibaresi de yer alıyor.
Aktüer sayısının azlığı, mesleğe ilişkin bir başka gerçe-ği daha açığa çıkarıyor. Sözünü ettiğimiz, çeşitli nedenler-den ötürü Türkiye’de yeterince gelişememiş, dar bir çev-rede ve belli konularla sınırlı kalmış bir meslek aktüerlik. Türkiyeli aktüerler daha ziyade hayat ve emeklilik sigor-talarının fiyatlandırmasının gerisindeki hesaplamalar-da aktif rol alıyorlar. Kasko, yangın, trafik, mühendislik, nakliyat, kredi gibi elementer sigortalarda ve tabii sağ-lık sigortasında aktüeryal hesaplamalara ihtiyaç duyul-
sa bile, bu ihtiyacı karşılayabilecek kadar yetişmiş aktüer bulunmuyor. Yasayla getirilen aktüer çalıştırma zorunlu-luğu sayesinde, şirketlerin “aktüerya fonksiyonunu” yeni yeni keşfetmeye başlıyor olması, mesleğe ilgiyi de aktüer sayısını da yükseltecek gibi görünüyor.
birçok üniversiteDe eğitim veriliyorAktüerya mesleğinin Türkiye’deki gelişim sürecinde önemli olan bir diğer nokta da bu alana yönelik eğitimin yaygınlaştırılması elbette. Yurtdışında aktüerya eğitimi, üniversitelerin matematik, istatistik ve idari bilimler fa-kültelerinde veriliyor. Amerika ve Kanada’da, aktüerya eğitimi veren 50’ye yakın üniversite var ve bu üniversite-lerin yaklaşık 40’ında matematik ve istatistik bölümleri-nin alt programı olarak yer alıyor.
Doğduğu günden bu yana hayli yol kat eden aktüerya bi-liminin taşıdığı önem Türkiye’de yeni yeni anlaşılmaya baş-ladı. Ve bu durum, üniversitelerin lisans ve yüksek lisans se-viyelerinde branş olarak yer almasına vesile oldu. Aktüerya halen Marmara ve Hacettepe üniversitelerinin lisans, Bah-çeşehir, Hacettepe, Yaşar üniversiteleriyle ODTÜ’nün yük-sek lisans programlarında yer alıyor. Doktora eğitimi ise yalnızca Hacettepe Üniversitesi’nde veriliyor.
Ancak aktüer unvanı almak için okuldan mezun olmak yeterli değil, bunun için Hazine Müsteşarlığı’nca belirlen-miş bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyor. Aktüer olabil-mek için atılacak ilk adım lisans eğitimi almak, bir sonraki adımsa Hazine Müsteşarlığı tarafından düzenlenen sınav-larda başarı kazanmak. Müsteşarlığın hazırladığı sınavlar çeşitli aşamadan oluşuyor. Birinci seviye sınavlar, “temel si-gortacılık ve ekonomi”, “matematik”, “istatistik ve olasılık fi-nans matematik” alanlarında gerçekleştirilirken, ikinci se-viye sınavları “muhasebe ve finansal raporlama”, “sigorta
aktüerler, teknik bilgileri üst yönetime aktaran ve tecrübeleri somut verilere dönüştürüp problemin mAtEmAtİKsEl tAnımını yapabilen kişilerdir.
22 İSTASYON
KARİYER
matematiği”, “risk analizi ve aktüeryal modelleme”, “finans teorisi ve uygulamaları”nı kapsıyor. Üçüncü seviye sınavlar; “finans”, “yatırım ve risk yönetimi”, “hayatdışı sigortalar”, “hayat sigortaları”, “sağlık sigortaları”, “emeklilik sistemle-ri” alanlarına; dördüncü seviye sınavlarsa, “Türk sigortacı-lık uygulamaları ve Yasal Çerçeve”ye yönelik yapılıyor. Müs-teşarlığın bir de aktüer unvanı alan kişilere yönelik, gerekli gördüğü takdirde açtığı “Özel Alan Sınavları” bulunuyor.
Birinci seviye sınavlarda başarı kazananlar stajyer ak-tüer, birinci ve ikinci seviye sınavları geçenlerse yardımcı aktüer oluyor. Birinci seviye sınavlarında başarılı olmadan ikinci seviye sınavına girilemiyor. Ayrıca yardımcı aktüer unvanına sahip olanlar, üçüncü seviye sınavlarında başa-rılı olmaları ve belirli nitelikleri sağlamaları hâlinde aktü-er unvanını alıyorlar. Uluslararası kabul görmüş sınavlar veya usullerle aktüer unvanını alanlar, birinci, ikinci ve üçüncü seviye sınavlarından muaf tutuluyor.
ülke ekonomisine katkı sağlıyorlar Hem yeterince tanınmayan bir meslek olmasına hem de eğitim sürecinden ve sınavlarından başarı sağlamanın son derece meşakkatli bir çalışmayı zorunlu kılmasına rağ-men aktüerya bilimine ilginin neden bu kadar fazla ol-duğu sorusunun yanıtına gelince... İlgi yoğun, zira gele-cekteki riskleri belirleyerek fiyatları tespit eden ve yatırım stratejilerini oluşturan aktüerler, yatırım kârlılıklarını ar-tırıp istihdam imkânları yaratarak çalıştıkları ülkelerin ekonomik büyümesine katkı sağlıyorlar. Finansal riskleri değerlendirebilen, çözümler öneren ve her çözümün uzun dönemdeki sonuçlarını irdeleyebilen bir profesyonel olan aktüerin, gelecekte belirsiz olan yükümlülüğü karşılaya-bilmek için şirketin elde tutulması gereken miktarı belir-leyerek ileriye yönelik projeksiyonlar yapması ve stratejik kararlar için kuruma önerilerde bulunması onları önemli bir konuma yerleştiren temel unsur. Aktüerleri, sahip ol-duğu teknik bilgileri üst yönetime aktaran ve tecrübele-ri somut verilere dönüştürerek problemin matematiksel tanımını yapabilen sosyal bir matematikçi olarak düşün-mek de mümkün. Tam da bu nedenle aktüeryal hesapla-rı yapan kişilerin temel matematiksel yöntemlere hâkim, özellikle istatistik biliminin yöntem ve tekniklerini uy-gulayabilecek altyapıyı barındırmasının yanı sıra finans, ekonomi, iletişim becerileri ve hatta hukuk alanlarında belirli bir bilgi birikimini sahip olması gerekiyor.
Temel düşünce yapısının doğru yerleşmiş olması ön ko-şuluyla sigorta şirketleri, finans kurumları, fon yönetimi şirketleri, devlet kuruluşları, uluslararası sosyal güvenlik örgütleri, üniversiteler, araştırma ve danışmanlık şirket-leri, aktüerlerin kendilerini gösterebilecekleri iş alanla-rı arasında bulunuyor. Fakat tüm bunlara rağmen aktüer olmak, aynı zaman da belli bir düşünce yapısıyla hareket edebilmek demek aynı zamanda... Bu perspektifte değer-lendirildiğinde, aktüerler için belli bir çalışma alanı tanım-layarak bir kısıtlamaya gitmek yersiz ve anlamsız oluyor. Bu nedenle de her ne kadar adı çok duyulmamış olsa bile aktüerlik önümüzdeki yılların gözde iş alanı olmaya ve ga-zete ya da dergilerin hazırladığı “yılın en popüler mesleği listesinde” ilk sıralarda yer almaya devam edecek.
Türkiye Aktüerler Derneği, tam 62 yıldır bu mesleğin
gelişimi için çaba sarf eden kurumların başında geliyor.
Derneğin kuruluşu, ABD’deki birtakım uygulamaların
gündeme gelmesinin ardından gerçekleştiğinden
öncelikle bu gelişmelerden söz etmekte fayda var.
20’nci yüzyılın başlarında ABD’de hastalık, maluliyet ve
kaza sigortalarında, özellikle de 1911 yılından itibaren
uygulanmaya başlanan işçi tazminatlarında ortaya çıkan
problemler, ancak aktüeryal yaklaşımlarla çözülebilecek
nitelikteydi. Yeni problemlerin yanı sıra geleneksel
hayat sigortası uygulamaları arasındaki farklar, 1914
yılında “Amerika Kaza Aktüerya ve İstatistik Birliği”nin
kurulmasına yol açtı.
ABD’ deki bu gelişmelerden tam 37 yıl sonra, 1951
yılında, Türkiye’de bu alan için önemli bir adım atıldı
ve 12 aktüerin bir araya gelmesiyle “Türkiye Aktüerler
Cemiyeti” kuruldu. 1980’de kapatılan dernek, bir yıl sonra
Prof. Dr. Kenan Ural başkanlığında ve “Aktüerler Derneği”
adıyla yeniden faaliyete başladı. Dernek günümüzde
127 üyesiyle birlikte mesleğin gelişimi için çalışmalarına
devam ediyor. Aktüerya Birliği’ni, Avrupa Birliği’nde bir
araya getirmek, AB kurumlarıyla aktüerlik mesleğiyle ilgili
konuları birlikler adına mevcut ve önerilen AB mevzuatı
çerçevesinde müzakerelerde temsil etmek üzere kurulan
Groupe Consultatif`in gözlemci üyesi olan “Aktüerler
Derneği”, şu an gözlemci sıfatıyla üye olduğu Uluslararası
Aktüerler Birliği’ne (IAA) tam üyelik çalışmalarına devam
ediyor. Aktüerya mesleğini yaymak ve aktüerya biliminin
Türkiye’de gelişimine katkıda bulunmak amaçlayan
dernek, meslek mensuplarının (üyelerin) bilgilerini
artırmak, mesleki menfaatlerini korumak ve aralarında
dayanışmayı temin etmek ve aktüerya ile ilgili eğitim
gören öğrencilerin meslekî gelişmelerine yardımcı olmak
üzere toplantı, panel ve konferanslar da düzenliyor.
meslekleri için 62 yıldır görevdeler
İSTASYON 23
24
Rastgele rastgele tarih oldular
Emirgan yalılarının önündeki “yedek” denilen dar kıyı yolunda ağlarla balık çekiliyor, 1910’lar.
TARİHTEN
Sürüler halinde Boğaz’dan geçerken dev bir yüzer adaya benzeyen yunuslar, yunusla-ra saldıran lüfer sürüleri, kılıç balıklarını kovalayan kofanalar, yalı kayıkhanelerini
mesken tutan foklar... Bugünün İstanbul’unda ha-yali bile güç bu manzara, 60 yıl önce sıradan gö-rüntülerdi. Yaşlı balıkçılar, 1950’lere kadar kılıç ve ton balığı dâhil elliye yakın türün Boğaziçi ve çev-resinde avlandığını anlatır. Marmara Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan İstanbul Boğazı, antik dö-nemde de biyolojik bir koridordu. Filozof Aristote-les, Boğaziçi’nin istiridyelerinin lezzetinden bahse-der. Amasya doğumlu coğrafyacı ve tarihçi Strabon (MÖ 64-MS 21), Boğaz’daki akıntının, palamutla-rı Haliç’e girmeye zorladığını yazar. Kuvvetli akın-tının bir araya getirdiği palamut sürüleri, koyların darlığı nedeniyle Altın Boynuz yani Haliç’e do-luşur ve kolayca tutulurlardı. 37 ciltlik Doğabili-mi Tarihi’ni yazan Plinius’un tarif ettiğine göre, Boğaz’ın Asya Yakası’ndaki Khalkedon (Kadıköy) yakınında belirgin beyazlıkta bir kaya vardı. Bu-gün Kız Kulesi’nin üzerine inşa edildiği düşünü-len kayayı göç ederken aniden karşılarında bulan tonbalıkları telaşa kapılır, karşı kıyıdaki Byzanti-on Burnu’na (Sarayburnu) doğru hızla uzaklaşır ve Haliç’e doluşurlardı. Buraya Altın Boynuz ya da Bolluk Boynuzu denmesinin sebebi buydu
Bizans döneminde, Boğaz’dan geçen gemiler-den alınan vergilerden sonra, kentin bir gelir kay-nağı da balıkçılıktı. Haliç’te tutulan palamut ve tonbalıkları, tuzlama, kurutma ve tütsüleme gibi tekniklerle işlenirdi. Kentin simgesi balık, madeni paraların üzerine basılacak kadar önemliydi.
Balık yerine Arapça “semek” ya da Farsça “mahi” kelimelerinin kullanıldığı Osmanlı İstanbulunda, yönetici ve seçkinler için balık uzun süre ikinci sı-nıf bir gıdaydı. 16’ncı yüzyılda İstanbul’a gelen sey-yah Hans Dernschwam’ın İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü’ne bakılırsa Türklerin o dönem-de balık ve balıkçılıkla alakaları yoktu. 1544-1547 yıllarında İstanbul’da yaşayan Petrus Gyllius (Pi-erre Gilles) Boğaz’ın balık zenginliğine hayran kal-dı. Marsilya, Toronto, Venedik gibi merkezlerle İstanbul’u kıyaslayan yazara göre Boğaz, balık bol-luğunda hepsinden üstündü. Balıklar o kadar boldu ki, balıkçılığı bilmeyenler bile evlerin pencerelerin-
den sarkıttıkları sepetlerle balık yakalayabiliyordu.Osmanlı döneminin narh defterleri bize balık
tüketimi konusunda bilgi verir. 17’nci yüzyılda İs-tanbul halkı arasında yoksulluğun artması ve ko-yun fiyatlarının yükselmesiyle balık tüketimi, Müs-lümanlar arasında da yaygınlaştı. Baronne Durand de Fontmagne, Kırım Savaşı Sonrasında İstanbul Günleri (1856) eserinde, balık pazarında orkinos iriliğinde palamutlar, dülger, kalkan balıkları ve başka “deniz canavarları” satıldığını yazar.
Sultan II. Mahmud döneminde (1808-1839), sarayda ilk kez ve padişaha özel “balık matbahı” ku-ruldu. 19’uncu yüzyıla ilişkin mutfak muhasebe ka-yıtlarında sultanın has mutfağı için sardalye, torik, mersinbalığı ve mercanbalığı alındığını görüyoruz.
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in anlattığına göre balığa meraklı Sultan II. Abdülhamid için ba-lık seçmeyi Serkilerci Osman Bey yapıyordu. Riva-yet odur ki, padişah özellikle lüferin yanağındaki eti sever ve lüfer yanaklarından çıkarılmış bir tabak dolusu et onun için özel olarak hazırlanırdı.
Boğaziçi’nde voli çevrilen yerler balıkçıların ta-pulu arazileriydi. Birçoğu Osmanlı dönemine tarih-lenen bu tapular, Cumhuriyet döneminde de geçer-liğini sürdürdü. Voli bölgelerine mekânın reisinin müsaadesi olmadan ya da belirli bir ücret ödeme-den gemi veya mavna yanaşamaz, demir atamazdı. Üsküdar’ın efsanevi balıkçı reislerinden Salih Reis’in tayfasının gücü, şiddetli lodosta kullanılan 18 arşın-lık ağı çekmeye yetmediğinde Selamsız’dan getirtilen çingeneler balıkçı kayıklarının burnunda yer alır, da-vul, dümbelek, gırnata ile şamata koparırdı ve Üskü-dar ahalisini rıhtıma toplardı. Karşılıklı atışmalarla voli, muhabbet içinde son bulur, balıklar da rıhtıma alınmış olurdu. Üsküdar’da voli çevirme işi 1950’le-rin ortalarına kadar devam etti ancak geliri tayfayı beslemeye yetmez olunca unutuldu.
Balık bolluğunun tanığı yaşlı balıkçılar azalsa da yeni nesiller geçmişin hafızasını taşımaya çalı-şıyor. Özellikle balıkçılığı meslek edinmiş Rum ve Ermeni balıkçı ustalarının kaydedilmiş anıları tari-he mal olmuş bir yaşam kültürünün unutulmama-sını sağlıyor. İstavrit, lüfer, palamut, tekir, levrek hâlâ Boğaz’ın en güzel balıklarından. Balığın bol ol-duğu havalarda deniz bugün de küçük balıkçı tek-neleriyle doluyor.
Boğaziçi’nde balık, antik dönem filozoflarının kitaplarına girecek kadar boldu. İstanbullular 1950’lere kadar balık bolluğunun tadını
çıkardı. Aşırı avlanma ve kirlilik yüzünden Boğaziçi’ndeki balıklar da balıkçılık kültürü de zamanla tarihe karıştı.
İSTASYON 25
İsmini üst çenesinin ucunda taşıdığı yassı ve keskin kılıcından alan bu görkemli balık, çok eski dönemlerden beri tanınır. Ev-liya Çelebi’ye göre kılıçbalığı, 17. yüzyılda sayısı 300’e yakın olan
Boğaz dalyanlarında avlanırdı. Balıkçılar, iskele direklerini birbiri-ne bağlayarak denize diker, bir balıkçı direğin tepesine bekçi olarak otururdu. Karadeniz’in dalgalarından kaçan bir kılıçbalığı limana girdiğin-de, bekçi denize bir taş atar, kaçışan kı-lıçbalıkları ağlara girmeye başlardı. Bir süre sonra gözcü “âlâ” diye bağırır, avcılar balık ağını kapatır ve ağdaki kılıçbalıklarını mızrak ve tokmaklarla yakalarlardı. Eti, sarmısak ve sirkeli tarator ile pişi-rilen kılıçbalığı, çok lezzetli olurdu.
Karekin Deveciyan’a göre, kılıçbalıkları Boğaz’da Hıdrellez günü olan 6 Mayıs’ta görülür, bu tarihten itibaren Karadeniz’e çıkar ve Silivri panayırı olan 15 Ağustos’ta da yeni-den görülmeye başlardı.
Ortalama boyu 2 metre, ağırlığı 90 kilo olan kılıçbalıklarının İs-tanbul Balıkhanesi’ne gelenleri arasında en büyükleri 2,5 metre ve 150 kilo boyundaydı. Bu ürkütücü fakat yumuşak başlı balık, dal-yanlarda, hava karardığında düğümleri geniş özel bir ağ ile tutulur-du. Fırtınalı havalarda kılıçbalığı avlamak olanaksızdı. Bu balıklar,
şimşekten korkar, şimşekler gökyüzünü aydınlatınca ışıktan ürkerek su yüzeyine çıkmazlardı. Boğaziçi kıyılarındaki lüks
lambaları, vapurların projektörleri ve pervanelerin gürültüleri avı zorlaştırdığı için balıkçılar şikayet ederdi.
Kılıçbalığı avlarken dikkatli olmak gerekirdi. Balık yakalanıp su-dan çıkmaya başladığı zaman eğer ilk önce kılıcı görünüyorsa, hay-vana bir takla attırmak gerekirdi. Aksi halde, balık son gücüyle ka-fasını kımıldattığı an, kılıcı bir bıçak gibi balıkçıların parmaklarını kesebilirdi. Onun için bazen, balıkçılar, balığı kılıcından tutup çı-karmak için ellerini başlarından çıkardıkları fesleriyle korurlardı.
Boğaziçi’nde kılıçbalığı avlanabilen Kanlıca, Çubuklu, Sarıyer gibi çok sayıda nokta arasından en önemlisi Boğaziçi çıkışı yakınlarında olan Keçilik İçi diye bilineniydi. Burası sığ olduğu için çoğu zaman bol balık bulunurdu. Bir kayığın bir gecede 30-35 kılıçbalığı tuttuğu görülürdü. 20. yüzyıl başlarında, Boğaziçi sularında bir yılda 6 bin kı-lıçbalığı yakalanıyor ve tüketiliyordu. Eti lezzetli olduğu için oldukça değerliydi. Örneğin tonbalığından beş-altı kat daha pahalıydı.
1935’ten önce dalyanlarda, kısmen de olta ve paraketeyle avla-nan kılıçbalığı, bu tarihten itibaren zıpkınla avlanmaya başlandı. 1950’lerde kılıçbalığı hâlâ bulunuyordu. Geri yüzmeyi bilmeyen tek balık olduğu için, Boğaziçi sahillerinde yönünü şaşırıp, iskele kazık-larının arasına kılıcını daldırdığı ve kuyruğuna atılan ilmekle ko-layca yakalandığı olurdu. Kumkapı’nın eski sakinlerinden balık ağı tamircisi Kirkor Hüneryan’ın anlattığına göre, Kumkapı limanı, Marmara ve Avşa adaları kılıçbalığı avlayan kayıkçıların uğrak yer-leriydi. Yapılan aşırı avcılık sonucu 1950’lerden sonra Boğaziçi’nde kılıçbalığı avlanamaz oldu.1940’larda Boğaz’da yakalanan bir kılıçbalığı, Balıkpazarı’na getirilmiş.
“...Ağlar çekiliyor dalyanlarda,Bir kadının suya değiyor ayakları,İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.”
Orhan Veli Kanık
KILIÇBALIĞI
Bir zamanlar binlerle avlanırdı, 1950’lerden beri İstanbul’a uğramadı
26 İSTASYON
TARİHTEN
Göçmen deniz balıklarının en büyüğü orkinos ya da adi tonbalığı, Plinius’un anlattığına göre, MÖ 1. yüzyılda Bizantion Burnu yakınlarında bolca
avlanırdı. Bizantion sikkelerinde tonbalığı suretinin yer alması bundan ileri gelir.
Tonbalığının, Avrupa kıyılarında yakalanmasına şüpheyle yakla-şan Deveciyan’ın zamanındaysa bu balıklar, aradıkları derinliği bu-labildikleri Anadolu yakasında Tuzburnu, Suadiye ve Fenerbahçe ta-raflarında tutulurdu. Boğaziçi sularındaki tonbalıklarının ortalama
uzunluğu 1,5 metre, ağırlığı ise 300 kilo kadardı. Aralarında 3 metreye yakın boyu ve 450 kilo hatta bir ton ağırlığı olanlar da olurdu. Tuzlanarak Yu-nanistan ve İtalya’ya ihraç edilen bu balıklar, her yıl Atlas okyanusundan yola çıkıp Afrika ve Ana-dolu kıyılarını takip ederek Karadeniz’e girerdi. 1 Nisan’dan itibaren Boğaziçi sularında görülmeye başlar, yolculukları eylül ayına kadar devam eder-di. Sardalya, torik ve diğer göçmen balıkları ko-valayan tonbalıkları, Arnavutköy kıyılarında sa-hilden zıpkınla avlanabiliyordu. Yaşlı balıkçılar
yakaladıkları tonbalıklarını hasretle an-latır. Tonbalıklarının Boğaz’daki varlı-
ğı, lüferin Marmara denizinden çıkamamasına, dolayısıy-
la rahatlıkla avlanması-na yarardı. İstanbul ci-varında tonbalığı çok
satılmaz, Japonya’ya gönde-rilirdi. Oradan gelen alıcılar, özel ci-
hazlarla testler yapar, satın alacakları balıkları seçerdi. Boğaz’da tutulan mavi orkinos, çok kıymetli ve makbuldü. 1980’de 94 ton, 1990’da 17 ton avlanan tonbalığının bu sularda nesli tükendiği için 1992’den sonra ticari avcılığı yapılmadı.
Yaşar Kemal
Byzantion’un simgesiydi, 1990’larda nesli tükendi
Kendisi terk etti üvey abisi geldi
ORKİNOS
İstanbul Boğazı’ndan geçerek Karadeniz’e çıkan ve orada yakalanan bir tonbalığı, 1950’ler.
“..barbunya balıkları gölgeleri birer kırmızı ışık parçası gibi suyun yüzünde, lipsoslar binbir renkte çakarak, hani balıkları, izmaritler, ...esmer, uzun bedenli orfoslar, yemyeşil bir saydamlıkta dülgerler...”
USKUMRU
Zayıf uskumrulara “çiroz”, sonra yağ-lananlarına “lipari”, yanakları siyahlı küçük uskumrulara da “mavriko” adı
verilir. Kışın Marmara’da üreyen uskumru-lar, ilkbaharda torikler gelmeden Karade-niz’ e giderdi. Eski İstanbullular şubat ayına uskumru mevsimi derdi. Uskumru çok lez-zetliydi ve bol bulunurdu. Boğaz kıyıların-da tahta çıtalardan sıra sıra askılar yapılır, uskumrular kuyruklarından asılır, güneşte kurumaya bırakılırdı. 1980’de 5935 ton us-kumru yakalanmışken, bu miktar 1990’da 350 tona, 1992’de 3 tona düştü. Pazarda Boğaz uskumrusu yok ama yerini dolduran ithal uskumru nedeniyle biz bu balığın as-lında Boğaziçi’ni terk ettiğini hissedemedik. Boğaziçi kıyılarında tahta çıtalara asılan uskumrular, güneşte kurumaya bırakılırdı, Sarıyer, 1900.
İSTASYON 27
Palamut, Boğaziçi’nin her dönemde bolca barındırdığı balıklardandır. Boğaziçi palamutlarının eti, özellik-
le toriklerinki orkinostan kıyaslanmaya-cak derecede üstündü. Küçükten büyüğe doğru vanoz, çingene palamudu, kestane palamudu, palamut, torik, sivri, altıpar-mak diyerek sıralanan palamut ailesi, en sonunda “peçuta” ile 150 santimetre boya ve 7 kilo ağırlığa kadar varıyordu.
Palamut, günümüzde hâlâ Boğaz’da avlanarak taze olarak tüketebildiğimiz az sayıdaki balık türlerinden biri ama bu-gün peçutayı bırakın, torik bile bulmak çok güç. Hatta günümüzde balıkçılar, pa-lamudun bir irisi olan “zindandelen”i “to-rik” diye satıyorlar.
Toriklerin Karadeniz’den Akdeniz’e yolculuğu, 21 Ekim’de başlar, kasım ayı-nın sonuna kadar devam ederdi. Bu aralı-ğın dışında çok ender olarak torik yakala-
nır, bu yakalanan balıklara “otlak” ya da “firari balık” denirdi.
1912’de İstanbul ha-line 16 bin ton to-rik geldi. Torik ba-kımından bereketli geçen o sene diğer ba-lıklar avlanamadı çünkü torikler böl-gedeki yerli balığı büyük miktarda yi-yip bitirdiler. 1913’teyse aksine, torikler Marmara’ya geçmek için Boğaziçi’ne er-ken gelerek kışı Adalar civarında geçir-diler. Uskumrular da her zamanki dav-ranışlarının aksine Avrupa kıyılarına yaklaştıkları için kış boyunca Tekirdağ-lı balıkçılar uskumru yakalayıp İstanbul’a gönderdiler.
1943’te Yenikapı-Kumkapı arasındaki iskeleye Almanya’dan özel vagonlar geldi-ğini ve avlanan toriklerle onlarca vagonun dolduğunu hatırlıyor balıkçılar.
1930’larda Balıkpazarı’nda satılan palamutlar.
Derya kuzularını henüz tüketemedik
PALAMUT
“Mümkünü olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilseydi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şanüşeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki üzülmüş bebeklere döner balık sırtının pırıltıları.”
Sait Faik Abasıyanık
Eminönü Hali’ne getirilmiş palamutlar.
1950’li ve 1960’lı yıllarda Haliç ağzında-ki kayıklarla, günde 100 çifte yakın toriğin kuyu çengeliyle bile yakalanabildiği de ba-lıkçıların anılarındandır. Denize torik av-lamak için çıkmış bu kayıkların sayısı bir defasında öyle artmıştı ki, vapur kaptan-larının şikayeti üzerine Eminönü-Kadıköy hattı için, kayıkçıları 1-1,5 ay süreliğine ra-hatsız etmeyecek yeni bir rota belirlenmişti.
Şiddetli kışlarda torikler de diğer balık-lar gibi kıyıya doğru gelir ve burada kolay-lıkla yakalanırlardı. Balıkçılar bunu “balık-ların kulağına kar suyu kaçtı” diyerek tarif ederlerdi. 1955-1956 kışında Galata Köp-rüsü “kulağına kar suyu kaçan” torikler ne-deniyle hınca hınç dolmuş ve bu torik akı-nından bütün kent halkı yararlanmıştı.
Özellikle Kandilli civarında palamut av-lamak mümkündü. Eski İstanbul’da pala-mut ve toriğin “karnıyarık” ya da “lakerda” şeklinde tuzlanmış olarak sofralara gelme-si âdetti.
28 İSTASYON
TARİHTEN
Küçükten büyüğe doğru defneyaprağı, çinekop, sarıkanat, lüfer, kofana ve az-manı sırtıkara... Lüfer avı eski zaman-
lardan beri Boğaziçi’nde yaşayanların eğ-lencelerinden biri oldu. Amatör balıkçılar, Kanlıca Körfezi başta olmak üzere, mehtap-lı gecelerde sakin sularda keyif yapar, san-dalların başında mangal yakar, birbirlerine ikramda bulunur, küçük kadehlerin içinde sandaldan sandala içkiler sunarlardı. Eski balıkçılık âlemlerinde, tarihteki Lale Dev-ri gibi Lüfer Devri’nden söz edilir. Kanlı-ca Körfezi’nden başka Paşabahçe, Çubuklu, Kireçburnu, Büyükdere ve Bebek önlerinde de lüfer avlanır, işin eğlence tarafını düşü-nenler Kanlıca’yı tercih ederlermiş.
İstanbul’da at kılından misinalar yaptı-ran, özel tasarım gümüş zokalar döktüren lüfer düşkünü paşalar yaşamış. Osmanlı pa-dişahlarının lüfer merakı konu edildiğinde anlatılagelen bir hikaye vardır. Edebiyat-çı Recaizade Ekrem’in babası Recai Efendi, balık avı esnasında fevri davranışlarıyla bi-linen, Boğaz’da lüfer avı müdavimlerinden-miş. Recai Efendi’nin balığa çıktığı akşamlardan birinde Sultan Abdülaziz de tebdil-i kıyafet, yanında başmabeyincilerin-den Nevres Paşa ile ava çıkmış. Sul-tan Abdülaziz, Recai Efendi’nin ka-rakterini bildiğinden, Nevres Paşa’nın
onu biraz kızdırmasını istemiş. Recai Efendi oralı olmayınca üstelemiş. Nevres Paşa’nın, “Senin yüzünden biz de bir şey avlayamadık. Nil ve Fırat’ı kurutan mübarek kalemin bu-gün de denizin dibini kuruttu” sözü üzeri-ne artık dayanamayan Recai Efendi, “Kaba-hat sende değil, senin gibi zevzeği kışkırtıp üzerime saldırtan yanındaki kara sakallı he-rifte” demiş. Keyfi kaçtığından avı bırakan Recai Efendi’yi ertesi gün yalısında Sultan Abdülaziz’in yaverlerinden biri ziyaret et-
miş. Kırmızı kese içinde “Atiyye-i Şahane”yi sunarken “Keseyi dün akşam lüfer avındaki kara sakallı herif gönderdi efendim” demiş.
Eski İstanbullular “balık” derken lüfe-ri kasteder, diğer balıkları (palamut, uskum-ru vb.) isimleriyle anarlardı. “Kofananın iki yanağıyla bir ufak rakı içen” Ahmet Rasim’e göre de, balıkları özellikle lüferi tanımayan İs-tanbullu sayılmazdı. 1980’de 1300 ton lüferin avlandığı Marmara ve Boğazlar’da 1990’da sadece 300 ton, 1997’de 70 ton avlandı.
Boğaziçi’nin alamet-i farikası
LÜFER
“Lüfer, Boğaz’ın en cazip eğlencesidir. Beylerbeyi’nden ve Kabataş’tan başlayarak Telli Tabya’ya ve Kavaklar’a kadar iki kıyı boyunca uzanan, akıntı ağızlarında kümelenen bu aydınlık eğlence, bilhassa mehtapsız gecelerde küçük şehrayinler yapar. Öteki avların bir nevi iş içinde pişme, uzak seferler istemesine mukabil, o bulunduğumuz yerde, herkesle beraber yapılan oyundur.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Anadoluhisarı balıkçılarından Ahmet ve Mehmet Yavaş kardeşler 1970’li yıllarda gece lüfer avında.
Lüfer zamanı.
İSTASYON 29
Yine bir sonbahar yazısı, yine Teoman’ın bilindik şarkısı... Ne zaman sonbaharla ilgili bir yazı kaleme alacak olsa, Teoman’ın o malum şarkısı, bu satırların yazarının gelir takılı verir aklına. “Akşama doğru azalınca yağmur / Kız-
kulesi ve Adalar / Ah burada olsan, çok güzel hâlâ / İstanbul’da sonbahar.” Sonbahar hakkında söylenmiş en güzel söz, yapılmış en güzel beste bu değil elbette, ama yazan, her nedense hep bu şarkının, üstteki satırlardaki nakarat bölümüyle başlamak ister yazılarına. Belki İstanbul’a ve dahi tüm şehirlere, en çok bu mev-simi yakıştırdığı içindir. Belki de sonbaharda, doğanın, bir kez daha, yeniden ve yenilenerek doğmak üzere, kendi içine kapan-maya başlamasının yarattığı gizemdir kendisine çekici gelen. Bir-çok kişi, böylesi hisler beslemez sonbahara. Onlar için hazandır yaşanan ve fonetik benzerliğinden midir bilinmez, hüzün gibi ağır bir anlam da yüklemişlerdir bu mevsime. Sanki hüznün mevsimi
olurmuş gibi… Oysa yaşı ve yaşadıkları ne olursa olsun, zihninin bir köşesinde keşfetme arzusu duyanlar; gidilen yolun niteliğini değil, o yola kiminle çıktığını ve yolculuğun sonunda karşılaştık-larının neler olduğunu önemseyenler için, her mevsim gibi son-bahar da son derece önemli. Ve hatta koşulların diğer mevsimlere nazaran daha iyi olduğunu bile söylenebilir, zira ne yazın kavuru-cu sıcağı ne kışın dondurucu soğuğu mevzubahistir.
Yine sonbahar, yine yolculuk zamanı… Kâh Nemrut’ta alaca-ğız soluğu, kâh Uzungöl’ün kıyısında. Kâh Pamukkale’nin bem-beyazlığıyla kamaşacak gözlerimiz, kâh Şirince’nin yaşı 150’ye varan evleriyle. Güzel atlar diyarı Kapadokya’da doğa ile insanın işbirliğiyle ortaya çıkan eşsiz bir manzara karşısında saygı duru-şunda bulunacağız. Ve aklımızda Teoman’ın o bilindik şarkısıy-la, sonbaharın hüzün ya da hazan mevsimi olmadığına bir kez daha kanaat getireceğiz.
Görmesini bilen gözler, duymasını bilen kulaklar ve hayal gücüne sahip akıllar için ne hüzün ne de hazan mevsimidir sonbahar. Aksine yola çıkmanın, yollarda olmanın, doğal ve tarihi güzellikleri bir kez daha keşfetmenin zamanıdır şimdi. YAZI: SEMA ULUDAĞ
Çok güzel hâlâ oralarda sonbahar
GEZİ
30 İSTASYON
Anadolu’da, Beylikler Döne-mi’nin hüküm sürdüğü yıl-lar... Efes’teki beylerin yanın-
da çalışanlardan 40’ının azadına karar verilir ve onlardan, tez va-kitte yaşayabilecekleri bir yer bul-maları istenir. Grup, araştırmaları sonucunda bugünkü Şirince’yi keş-federler ve Bey’e o bölgeye yerleşe-bileceklerini söylerler. Bu talep üze-rine Bey, “Yerleşeceğiniz nasıl bir yer?” der. Bir anda burasının kendi-lerine verilmeyeceği endişesine ka-pılan köylüler, “Biraz çirkince” deyi-verirler. Köylülerin telaşından neler olup bittiğini anlayan Bey, “Öyley-se yerin adı Çirkince olsun” der. Ege’nin geleneksel mimari anlayı-şının en güzel örneklerinin bulun-duğu Şirince, işte böyle kurulur.Adı da zamanla Çirkince’den Şirince’ye dönüşür. Aslına bakarsanız, İzmir’e yaklaşık 80, Selçuk’a sadece sekiz ki-lometre uzaklıktaki bu yerin kurulu-şuna dair söylenceler muhtelif. Her ne sebeple ve nasıl kurulmuş olur-sa olsun Şirince, ünü ülke sınırları-nı aşan ender köylerden biri.
Dağda olması münasebetiyle, köye uzun ve dik bir yolu aştıktan sonra varılıyor. 15-20 dakika süren yol, ciğerlerinize oksijeni, gözleri-nize yeşilin en güzelini sunmakta cimri davranmıyor. Yerli ve yaban-cı turist sayısı hayli yüksek olan Şirince’de, meydanın hemen yanın-dan başlayan, sağlı sollu dükkânların bulunduğu soka-ğa girildiğinde, ününün neden ülke sınırlarını aştığı da anlaşılıyor aslında. Gerek bu cadde, gerekse daracık so-kakların araları. hediyelik eşya ve çeşit çeşit meyveden yapılan şarap dükkânlarının yanı sıra kadınların kur-duğu tezgâhlarla dolu. Ne ararsanız var bu tezgâhlarda. Yıllardır bura gelip giden turistler aracılığıyla köylü ka-dınlar yabancı dil ‘öğrenmiş’. Elleriyle yaptıkları veya ci-vardaki köylerden temin ettikleri ürünleri, büyük firma-larda çalışan pazarlama elemanlarını hayrete düşürecek kadar iyi satıyorlar.
Şirince’yi bu kadar ilgi çeker hale getiren tek özellik, pazarlama yeteneğine sahip ve güler yüzlü insanları değil.
19’uncu yüzyılda, Rumlar tarafından inşa edilen 100-150 yıllık evler, köyün en önemli mirası. Asma balkonlu ev-lerin pencere ve saçak kenarlarına resimler yapılmış, kuş motifleriyle süslenmiş. Mimariden söz etmişken, bir ko-nunun daha altını çizmekte yarar var. Köy öyle bir özenle inşa edilmiş ki, hangi evin penceresinden bakarsanız ba-kın, Şirince’nin bütününü görebiliyorsunuz. Ancak köyün merkezinden yola çıkıp biraz tırmanarak ve dar sokaklar-dan geçerek ulaşılan Saint Jean Kilisesi’nin penceresinden Şirince’ye göz gezdirmenin zevki başka. Tüm Ege’de oldu-ğu gibi Şirince’nin mutfağında da zeytinyağlı yemekler, ot-lar ön planda. Ama tercihinizi etten yana kullanmak ister-seniz, çöp şişiyle ünlü Selçuk, sadece sekiz kilometre ötede.
Adıyla müsemma: ŞirinceŞirince, tarihi 150 yıl öncesine dayanan evleri ve el emeği, göz nuru ürünlerini büyük şirketlerin pazarlama elemanlarına parmak ısırtacak derecede satış gücüne sahip güler yüzlü halkıyla nevi şahsına münhasır bir yer.
İSTASYON 31
Yolu Karadeniz’e düşenlerin rotasında yer alması ge-reken yerlerden biri Uzungöl. Tanıtım yazılarında Alplerin güzelliğiyle kıyaslanan Uzungöl, Trabzon’a
99, Çaykara ilçesine ile 19 kilometre uzaklıkta. Bu da Trabzon’un merkezindeyseniz bir buçuk, iki saatlik yol katetmeniz gerektiği anlamına geliyor. Güzergâhınız bo-yunca doğanın sunduğu güzelliklere tanıklık etmek, asma köprülerin yanında mola vermek ya da çağlayarak akan derelerin sesini dinlemek isterseniz, süre daha da artabili-yor. Ama bu güzelliklerin keyfine varmanızı özellikle tav-siye ederiz. Aksi takdirde bu yolculuk biraz eksik, biraz yarım kalıyor.
Kaynakçalar, vadinin ortasında yer alan, 1090 met-re rakımlı bu gölün, yamaçlardan düşen kayaların Hal-
dizen deresinin önünü kapamasıyla oluştuğunu yazıyor. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken bölgenin bir yanında, klasik Karadeniz mimarisini temsil eden ev-lerin bulunduğu köy var. Tam ortada yer alan camii ise turistlik alanla köy arasına bir sınır çizmiş sanki. Cami-yi arkanıza alıp ilerlediğinizde, daracık yolun iki yanı-nı otellerin, motellerin, restoranların ve turistik eşya sa-tan dükkânların kapladığını görüyorsunuz. Kısa süre önce yayınlanan haberlerden öğreniyoruz ki, bugüne dek daha ziyade Avrupalı gezginlerin uğrak yeri olan Uzun-göl, Arap turistlerin de seyahat listesine girmiş durum-da. Gözleriniz, Batılı turistlerin trekking ve kuş gözlemi yapmak, çeşit çeşit bitki türünü incelemek üzere geldik-leri dağlara doğru çevrildiğindeyse, daha önce yeşilin bu
Alpler’in görkemi ve ilgi çekiciliğiyle kıyaslanan Uzungöl, sadece içinde yer aldığı Trabzon’un değil, Doğu Karadeniz’in en güzel yerlerinden biri.
Alpler’i anımsatıyor: UzUngöl
32 İSTASYON
GEZİ
Doğanın beyaz büyüsü: PamUkkale
tonuyla karşılaşıp karşılaşmadığınız şüphesine düşebi-lirsiniz. Uzungöl kadar meşhur olmasalar bile, o dağla-rın arasında da irili ufaklı göller var. Ama gölleri ya da Karadeniz’in o dillere destan yaylalarını görmek için uy-gun mevsimi seçmelisiniz. Malum, Türkiye’nin en fazla yağış alan bölgesi burası, o nedenle hangi mevsim gider-seniz gidin yanınıza yağmurluk almakta fayda var. Peki, Karadeniz’e gidilir mıhlama, kaygana ve balık yemeden dönmek olur mu? Ancak Uzungöl’e gittiyseniz, balıktan ziyade diğer yemeklere şans tanımanızı öneririz. Çünkü kaygana ve Trabzon’un meşhur tereyağının önce mısır unu, ardından da özel bir tel peynirle yüksek ateşte kav-rulmasıyla yapılan mıhlama, başka hiçbir yerde bu kadar güzel yapılamıyor.
Rivayet odur ki, uzun uzun yıllar önce, Denizli’deki Çökelez Dağı’nın etek-lerinde, fakir mi fakir oduncu bir aile yaşarmış. Ailenin boynunu, fakir-lik değil de kızlarının çirkinliği bükermiş. Kız o kadar çirkinmiş ki, ev-
lenecek yaşta oğulları olan kadınlar, onu görünce yollarını değiştirirmiş. Bir yandan fakirlik, diğer yandan çirkinlik kızın hayattan bezmesine neden ol-muş. Günlerden bir gün, Çökelez Dağı eteklerinden, içinde su ve tortu dolu, havuz misali bir gölete kendini bırakıvermiş. Yüzü gözü kan revan içinde kal-sa da ölmemiş, dahası su, kızın çirkinliğinden eser bırakmamış. Rivayet bu ya, tam da bu sırada oradan geçen Denizli Beyi’nin oğlu yaralı kızı alıp evine götürmüş, iyileştikten sonra da onunla evlenmiş. O gün bugündür kadınlar, oduncu kızının kendini sularına bıraktığı Pamukkale’ye gelip ılıcalarda güzel-leşmeyi umut ederlermiş.
Denizli’nin kuzeyinde, kent merkezine sadece 20 kilometre uzaklıkta bu-lunan Pamukkale’nin namının işte bu hikâyeden geldiğine inananların sayı-sı hiç de az değil. Akan suların oluşturduğu karbon mineralli terasları ve tabii travertenleriyle görenleri bambaşka düşüncelere gark eden, bu özelliği saye-sinde UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer almakta hiç de zorlan-mayan Pamukkale, antik kent Hierapolis ile iç içe bulunması nedeniyle sade-ce görsel değil, tarihi bir zenginlik de sunuyor ziyaretçilerine. Bazı kaynaklar, antik kentin Bergama Kralı II. Eumenes tarafından MÖ 197 yılında kurul-duğunu, adını Amazonlar Kraliçesi Hiera’dan aldığını, içinde çok sayıda ma-bet bulunması nedeniyle aynı zamanda “kutsal kent” olarak anıldığını belir-tiyor. Yine aynı kaynaklar, Hierapolis’in inanç turizminde öne çıkmasının nedeni olarak Hz. İsa’nın havarilerinden St. Philip’in burada öldürülmesini ve onun adına anıt mezar yaptırılmasını gösteriyor. Apollon Tapınağı, St. Philip Martyriumu, Antik Tiyatro, Roma Kapısı, Kuzey Bizans Kapısı, Agora, bugün müze olarak kullanılan Roma Hamamı, su kanalları, Direkli Kilise ve nek-ropoller, Hiearapolis’teki başlıca tarihi yapılar. Gerek travertenler, gerek an-tik kent, gerekse her derde deva ılıcaları sayesinde Pamukkale, daha uzun yıl-lar binlerce, milyonlarca kişinin seyahat listesinde yer alacak gibi görünüyor.
UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Pamukkale ve Hierapolis Antik Kenti, sonbahar seyyahlarının gezi programında yer almakta zorlanmıyor.
İSTASYON 33
Güzel atların diyarı: kaPadokya
Doğanın nevi şahsına münhasır gücüyle insanın aklı-nın bütünleşmesi nasıl bir sonuç ortaya çıkarır? Soru-yu şöyle de sorabiliriz: İnsan doğayı yenme, onun üze-
rinde hükümdarlık kurma kaygısıyla hareket etmediği, daha da önemlisi onun bir parçası olduğunu unutmadığı takdir-de oluşacak dünya, nasıl bir dünyadır? Bunlar, onlarca kitap okuyarak ya da saatlerce tartışılarak yanıtlanacak sorular de-ğil. Zira bazen, insana çetrefilliymiş gibi gelen bir sorunun ya-nıtını bulmak için tek bir noktaya bakmak bile yeterli olabili-yor. Yeter ki, bakmakla yetinmeyip görmesini de bilsin insan.
Misal Kapadokya… Güzel atlar diyarı anlamına gelen Katpatukya kelimesinden doğan ve zamanla dilimize Kapa-dokya olarak geçen bu yer, insan aklıyla doğanın gücü birleş-tiğinde nasıl bir sonucun ortaya çıktığını gösteren eşsiz bir örnek aslında. Yazılı kaynaklar, bölgenin, 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve külle-rin oluşturduğu yumuşak tabakaların zamanla iklimsel ko-şullar nedeniyle aşınmasıyla ortaya çıktığını belirtiyor. Peki, insan aklı bunun neresinde diye merak edenler için hemen belirtelim: Coğrafi olaylar bölgenin şekillenmesinde rol oy-narken, insanlar da peribacalarının içlerini oyarak kendile-ri için yaşam alanları oluşturmuş, ibadethaneler yapmış ve yaşadıkları yerleri fresklerle süsleyip binlerce yıllık medeni-yetlerin izlerinin günümüze kadar gelmesine aracılık etmiş. Kapadokya, Hititlerden Selçuklulara, oradan da Osmanlıla-ra geçen geniş tarihiyle eşi bulunmaz bir hazine. Bu hazine-nin en etkileyici noktalarından biri hiç kuşku yok ki, Göre-me. Her yerinden tarihin fışkırdığı; kayaların içine oyulmuş birçok kilise, şapel, ev ve oda bulunan Göreme’de turistle-
Doğanın yaratıcı gücüyle, doğayı hâkimiyeti altına almaktan ziyade onunla yeni değerler yaratma kaygısıyla hareket eden insanların işbirliğiyle oluşan bir hazinedir Kapadokya.
rin ilgisini en çok, daha ziyade kız öğrencilerin yerleştirildiği, yedi katlı olmasıyla meşhur Rahibeler Manastırı ile Elmalı Kilisesi çekiyor. Göreme’ye sadece iki kilometre uzaklıktaki, duvarlarında Hıristiyanlık tarihinin en önemli olaylarının anlatıldığı Çavuşin Kilisesi de turistlerin uğrak yerlerinden.
Erciyes ve Hasandağı’na nazır, birçok yere ulaşmayı sağ-layan tünelleriyle ünlü Uçhisar Kalesi ile peribacalarını gö-rebilmek için belki de en ideal noktalar arasında yer alan, Zelve yakınlarındaki Paşabağ Vadisi, görmeden dönülme-mesi gereken noktalardan. Bir adı da Rahipler Vadisi olan Paşabağ, anı görüntülemek isteyenlerin yanı sıra sessizli-ğin kimi zaman huzur getirdiğine inananlarda hayal kırık-lığı yaratmayacaktır.
Kapadokya’nın yer altı şehirleriyle dolu olduğunu söyle-mek, malumun ilamından başka bir şey değil elbette. Derin-kuyu, yeraltı şehirleri arasında özelliğini en iyi şekilde koru-yanlarından biri... Saldırılara karşı halkı korumak ve böylesi bir durumda bölgeyi en kısa sürede boşaltmak üzere kuru-lan bu kentte, dolaşımı rahatça sağlamak için birçok tünel oluşturulmuş. Şu an yeraltı şehrinin sadece küçük bir bölü-mü ziyaret edilebiliyor. Bölgenin en önemli yerlerinden Ih-lara Vadisi’nde de birçok yeraltı şehri bulunuyor. Kapadok-ya seyahatinde Ihlara Vadisi için ayrı bir zaman ayırmakta fayda var. Aksaray-Nevşehir arasındaki yoldan ulaşılabile-cek vadi, özellikle bahar aylarında eşsiz bir güzelliğe bürü-nüyor. Ihlara Vadisi’nde, Melendiz Çayı’nın dinlendirici sesi eşliğinde uzun yürüyüşler yapabilir, yeraltı şehirlerini göre-bilir, Kapadokya seyahatinizi unutulmaz kılabilirsiniz.
Kapadokya’nın akıllara kazınan manzarasını kısa sürede ve detaylı şekilde yaşamak istiyorsanız, en iyi çözüm, balon turu. Rüzgârın durgun olduğu anlarda gün doğarken başla-nan tur, bir ya da bir buçuk saat sürüyor.
GEZİ
Anadolu’nun hemen her köşesi, çeşitli medeniyetlerin, adeta gelecek nesillere kendilerinden bir iz bırakmak amacıyla yaptırdıkları eserlerle dolu. İrili ufaklı bu
eserler, kâh kendi halinde insanların yaşadığı bir köyde çı-kıverir karşımıza, kâh bir dağın tepesinde. Tıpkı Nemrut’ta olduğu gibi… Çeşitli kaynaklar, Doğu ile Batı medeniyetle-rinin, 2 bin 150 metre yükseklikte, muhteşem bir piramit-teki kesişme noktası olarak tanımlıyor Nemrut’u ve Nem-rut’taki o muhteşem heykelleri. Adıyaman’ın Kahta ilçesi sınırları içinde ve UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası lis-tesinde bulunan Nemrut, neredeyse 2 bin yıllık tarihçeye sahip. 2 bin yıllık tarihi birkaç cümleyle anlatmaya çalış-mak zor elbette. Ama bu eserlerin kimler tarafından oluş-turulduğunu merak edenler için tarihçesine kısaca baka-lım: Eserlere ilişkin bilgiler, 19’uncu yüzyılın sonlarında, 1881 yılında Diyarbakır’a yol yapımı için gelen Alman Mü-hendis Karl Sester’in açıklamalarıyla gün yüzüne çıkmış-sa bile asıl incelemeyi Otto Punchtein başkanlığındaki ekip yapıyor. Punchtein ve beraberindekiler, uzun çalışmala-rın ardından Grekçe yazılmış kitabedeki yazıları çözmeye vâkıf oluyor. Nemrut Dağı’nın tepesindeki tümülüs ile tü-mülüsün doğu ve batı tarafında bulunan heykellerin, Yu-nanca “genler topluluğu” anlamına gelen Kommagene Uygarlığı’nın hüküm sürdüğü yıllarda, Kommagene Kra-lı 1. Antiochos tarafından yaptırıldığı bilgisine ulaşılıyor. Yerli ve yabancı arkeologlar tarafından 80’li yıllara kadar devam eden kazılarda ortaya çıkarılan taşınabilir eserler müzelerde sergilenirken Nemrut dağına ayrı bir anlam ka-
zandıran heykeller ve kitabeler Milli Park Alanı içinde ko-rumaya alınıyor.
Tarihçe kısaca böyle… Kimi zaman bir yerin tarihçesi, o yeri ziyaret edenlerin hissiyatı karşısında geri planda ka-labilir. Bazılarının boyu 10 metreyi aşan, görenlerde say-gı ve hayranlık uyandıran heykellerle yüz yüze gelmenin yaratacağı duyguların kelimelerle ifadesi ise bir hayli zor-dur. O nedenle de Nemrut hakkında söylenebilecek en gü-zel söz, moda tanımlamayla ifade edersek, “ölmeden önce görülecek yerler listesinin” üst sıralarında bulunması gere-ken bir yer olduğudur. Ama yine de birkaç küçük tavsiyede
bulunabiliriz: Genelde o bölgede, özelde ise Nemrut Dağı ve çevresinde, gündüz-le gece arasında sıcaklık farkı hayli yük-sek olduğundan, kıyafetlerinizi bu duru-mu göz önünde bulundurarak seçmeniz önemli. Bir de eğer sportmen bir yapıya sahip değilseniz, tıkanmamak için Nem-rut tümülüsüne yavaş yavaş tırmanma-mızda fayda var.
Adıyaman’da ne yiyebileceğinize ge-lince; aslında bu ilin yemekleri bölgede-ki diğer illerle benzerlik gösteriyor. Buğ-day, kuru baklagiller, patlıcan, domates ve lahana ile yapılan yemekler mutfak-ta baş sırayı alıyor. Ama siz şaşlık denilen Adıyaman kebabını deneyebilirsiniz. Bir de tabii çiğköftenin tadına bakabilirsiniz.
O, dünyanın sekizinci harikası: nemrUtHani derler ya, “bazen kelimeler kifayetsiz kalır” diye… Bu sözün karşılığını tam olarak bulduğu yerlerden biri ve belki de en önemlisidir; Nemrut.
İSTASYON 35
YAZI: Edmon BEkyan
Formula 1, eskisine zıt bir yol izleyip çevre konusunda önemli adımlar attı. 2006’dan beri kullanılan 2.4 litrelik atmosferik V8 motorlar, 2014 sezonunda 1.6 litreye, silindir sayısı da 6’ya düşürüldü. Üstelik artık yarış başına 160 yerine 100 kg yakıt kullanılacak.
F1 de çevreci olduBütün bu olumlu gelişmelere Formula 1 de kayıtsız kalma-dı ve 2014 sezonunda yarışacak otomobillerde, 750 beygir üretmesi planlanan 1.6 litrelik V6 motorların kullanılma-sını kararlaştırdı. Bugüne kadar yolda kullanılan otomobil-lerden farklı bir anlayışla geliştirilen yarış otomobilleri, artık eskisinden yüzde 35 daha az tüketen yeni motorları ağırla-yacak. 2006’dan bu yana kullanılan 2.4 litrelik atmosferik V8 motorların yerini alacak yeni 6 silindirli turbo motorla-rın aynı performansı sunabilmesi için mühendisler yaklaşık iki yıldır aralıksız çalışıyor. FIA’nın yakıt miktarına getirdi-ği sınırlama, işleri iyice zorlaştıracağa benziyor. Şu anda or-talama 300 km olan yarışta 160 kg yakıt kullanılırken, FIA bu oranı yeni sezon için 100 kg olarak belirledi. Üstesinden gelinmesi gereken zorluklar bunlarla sınırlı değil. Daha azla
Çevre konusundaki hassasiyet, her alanda hissedi-lir şekilde kendini gösteriyor. Otomobil üreticileri-nin son yıllarda üzerinde en çok durdukları konu olan çevreye saygı, motor teknolojisinde de büyük
adımlar atılmasını sağladı. Son 10 yılda hız kazanan ve downsizing olarak adlandırılan uygulama sayesinde, mo-tor hacimleri küçülürken güçleri daha büyük olanları kıs-
kandıracak düzeye ulaştı. Büyük oranda turbo des-teğiyle elde edilen bu başarı nedeniyle, yakıt tüketimi de bazı durumlarda yüzde 30’lara va-ran oranda azaltıldı. Daha az yakıt, daha dü-şük CO2 emisyonu anlamına geliyor. Yakıt ve
katalitik konvektörlerdeki çalışmalarsa zehir-li egzoz gazlarının havaya karışmasını sınırlıyor.
05-06 Ekim Güney Kore GP / Yeongam
12-13 Ekim Japonya GP / Suzuka
26-27 Ekim Hindistan GP / Yeni Delhi
02-03 Kasım Abu Dabi GP / Yas Marina
16-17 Kasım Amerika GP / Texas Austin
23-24 Kasım Brezilya GP / Interlagos
2013 Formula 1 Yarış Takvimi
Mart ayının ortalarında başlayan sezon tüm hızıyla
devam ediyor. Bugüne kadar 13 yarış yapıldı. Ekim
ayından itibaren gerçekleşecek yarış takvimi;
yarışlara katılan takımlar ve pilotlarsa şöyle:
2013 Formula 1 Takımlar ve PiloTlarTAKIMLAR PİLOTLAR
Redbull Sebastian Vettel/Mark WebberFerrari Fernando Alonso/Felipe MassaMcLaren Jenson Button/Sergio PerezLotus Kimi Raikkonen/Romain GrosjeanMercedes GP Lewis Hamilton/Nico RosbergSauber Nico Hulkenberg/Esteban GutierrezForce India Paul Di Resta/Adrian SutilWilliams Pastor Maldonado/Valtteri BottasToro Rosso Jean Eric Vergne/Daniel RicciardoCaterham Charles Pic/G. Vander GardeMarussia Jules Bianchi/Max Chilton
OTOMOTİV
yetinip daha fazlasını sunması beklenen motorların artık üç yerine dört yarış bitirmeleri gerekiyor. Çünkü sezon boyun-ca sürücü başına sekiz adet olan motor kontenjanı yeni yıl-da beşe düşürüldü. Kesin olan bir şey varsa, o da gelecek sene takımların podyuma çıkabilmesi için yarışta izleyecek-leri stratejilerin daha büyük rol oynayacağı.
Turbo ve erS mucize YaraTacakF1’de nefesleri kesen süratlere ulaşan otomobillerin motor-larında gerçekleştirilen değişikliklerde önemli bir rol üstle-nen turbonun yanı sıra ERS sistemine de daha çok iş dü-şecek. Çok daha azla yetinip aynı performansı sunması beklenen yeni motorların bunu başarabilmesi için kısaca ERS olarak adlandırılan Enerji Geri Kazanım Sistemi’nden daha yüksek oranda yararlanılacak. Hibrid gibi çalışan sis-tem, otomobilden açığa çıkan fazla enerjiyi depolarken elektrikli motorun, şartlar gerektirdiğinde, motora destek vermek üzere devreye girmesinden oluşuyor. 2013 sezo-nunda tur başına sadece altı saniye kullanılmasına izin ve-rilen destek sistemi, gelecek yıldan itibaren 34 saniye bo-yunca devreye girebilecek. Böylece motora hem daha fazla performans hem de daha az tüketim konusunda daha çok destek verecek. Alınan son kararların arkasında, çevre so-rumluluğuna ek olarak, F1 otomobillerinin yol otomobil-lerine yakın hale getirme ve yarış teknolojisinin daha yük-sek oranda yollara aktarılması stratejisi de bulunuyor. Buraya kadar her şey yolunda gibi görünüyor. Ancak unut-mamak gerekir ki, Formula 1 görsel olduğu kadar işitsel bir etkinlik. “Görüntüyü hallettik, peki ses ne olacak” diye dü-şünmeye başlayanların sayısı oldukça yüksek. Performans konusunda sorun yaşanması beklenmiyor, ancak F1’i bu kadar popüler yapan 18 bin devire ulaşan V8’lerin tüyleri diken diken eden o çok özel sesi,15 bin devirdeki yeni mo-torların üretip üretemeyeceği. Bu en az performans kadar önemli, çünkü izleyicilerin ilgisini yüksek tutabilmenin bir yolu da sesten geçiyor.
Günümüzdeki motorların yerini almaya hazırlanan düşük hacimli turbo motorlar, ilk kez denenmiyor. 1988 yılında turbo kullanımına son verilip 1989 yılında 3.5 lit-relik atmosferik motora geçilmeden önce, McLaren pilot-ları Senna ve Prost, 1.5 litre V6 Honda ile birçok başarıya imza atmıştı. Honda-McLaren 1988 yılında 16 yarıştan 15’ini kazanarak F1 tarihinde önemli bir yer edindi. Japon
üretici bütün bu deneyimlerin ışığında 2015 yılında yeni-den McLaren takımına motor tedarik edecek. Bu da daha renkli bir F1 sezonu anlamına geliyor.
Mercedes ve Renault, yeni motorları hakkında ipuç-ları vermeye başlarken Ferrari son ana kadar sessiz kala-cak gibi görünüyor. Renault’nun geliştirdiği 1.6 litrelik V6, 160’ı elektrik motorundan olmak üzere toplam 760 beygir-lik güç üretip 15 bin devire kadar (güncel V8 motor 18.000 devir/dakika çeviriyor) çıkacak. Egzoz sistemi ise çift çıkış-tan teke düşürüldü. Renault’nun ERS sisteminde, bir yeri-ne iki elektrik motoru bulunuyor. Bunlardan biri direkt ola-rak turboya bağlı olup ondan açığa çıkan sıcak havayı türbin aracılığıyla jeneratöre ulaştırıp elektriğe dönüştürüyor. Ba-tarya ya da kapasitörde biriken güç istenildiğinde turbo-yu besleyip daha yüksek performansa ulaşılmasını sağlıyor. Yeni motorunun son hazırlıklarını yapan Mercedes ise si-lindir hacmindeki düşüşten çok, yarış boyunca kullanı-lan yakıta getirilen sınırlamanın takımları zorlayacağı görüşünde. Bu da yarış sona ermeden pist kenarında kal-mamak için pilotların ve takım patronlarının daha ince he-saplar yapacağı anlamına geliyor. Mercedes, motorun bey-gir gücü hakkında henüz net bir bilgi vermezken ERS’nin sağlayacağı ek güçle (161 bg) birlikte 750 beygire ulaşma-sı bekleniyor. Mercedes de Renault gibi biri egzoz, diğe-ri frenlerden çıkan ısıyı güce dönüştürüp lityum-iyon ba-taryalarda depolayan iki adet elektrik motoru kullanacak. Görünen o ki bütün bu yeniliklerin ışığında yeni sezon, çok daha renkli ve sürprizlerle dolu geçecek.
RedBull Racing ve kardeş takım Toro Rosso 2014 sezonunda Renault’nun yeni motorunu kullanacak. Mercedes’in geliştirdiği ve 750 beygir güç üretmesi beklenen 1.6 litrelik yeni motoru kullanacak takımlardan biri de Williams olacak. F1 tarihinin en başarılı ikinci takımı olan Williams son iki sezondur Renault motoru kullanıyordu.
Ka
rş
ı s
ay
fa
Üs
TT
E:
TO
M G
aN
DO
Lf
ıNı/
af
P/G
ET
Ty
ıM
aG
Es
TU
rK
Ey
; K
ar
şı
sa
yf
a a
LT
Ta
: V
La
DıM
ır r
ys
/sT
rıN
GE
r/G
ET
Ty
ıM
aG
Es
TU
rK
Ey
; B
U s
ay
fa
aL
TT
a:
CL
ıVE
Ma
sO
N/s
Ta
ff
/GE
TT
y ı
Ma
GE
s T
Ur
KE
y
İSTASYON 37
38 İSTASYON
SPOR
Raftingin ekstrem su sporları meraklıları arasındaki popülaritesi giderek artıyor. Türkiye’de de farklı zorluk derecelerinde birçok
rafting parkuru bulunuyor. Bu spor için süper güçlere sahip olmanıza gerek yok; yüzme bilmeniz ve kendinize güvenmeniz yeterli.
Dalgaları aşmak
Tennessee Williams, “Güvenlik, bir çeşit ölümdür” der... O hâlde hepimiz, yürüyen ölüyüz, desek yeridir. Nitekim başarı öykülerini okurken kahramanlarının girdikleri riskleri öğrenince onla-ra hayranlık duysak, imrensek de sıradan faniler olarak bizi en çok korkutan sözcüklerin başında gelir risk. Çünkü sahip olduklarımızla güvendeyizdir. Onlardan vazgeçmenin, onları yitirmenin düşüncesi bile tüylerimizi diken diken eder. Bu yüzden her şeyi garanti altına alırız; evimizi, oto-
mobilimizi, mobil cihazlarımızı, aldığımız ihtiyaç kredisini ve elbette hayatlarımızı... Oysaki doğa, her ne kadar teknolojiyle onu dize getirmeye çalışsak da, kendisiyle her karşılaşmamızda, aslında hiç de güvende olmadığımızı hatırlatır bize... Ve yaşadığımızı. Kim bilir belki de bu yüzdendir, “El mi yaman, bey mi!” diye nara atarak sokağı inleten bir delikanlının naifliğiyle, dünyanın en yüksek dağına tırmanırız; okyanusun en derin çukuruna inebilecek ileri teknoloji mekikler üretiriz; 30 metre yükseklikteki dalgada sörf yaparız...
Everest başta olmak üzere 8 bin metrenin üzerindeki birçok dağa tırmanmış Tunç Fındık’ın dağcı-lıktan bahsederken, “Benim için nefes almak kadar keyifli” demesi boşuna değil. Keza, dalgalarla boğuş-tuktan sonra ciğerlerinize rahatça çektiğiniz ilk solukla kendinizi yeniden doğmuş gibi hissetmeniz. Ya da ormanda yolunuzu kaybetmişken, cep telefonunuz yeniden çekmeye başladığında rahat bir nefes al-manız gibi! Çünkü alınan o nefes, yaşamın ve her ne kadar zihinsel, bedensel ya da güvenlik açısından
YAZI: Biray anıl Birer
Öz
gü
r D
on
ma
z/g
et
ty
Im
ag
es
tU
rK
ey
İSTASYON 39
Debisi yüksek nehirlerDe yapılan rafting, bir ekip sporu; bota, altı ya Da sekiz kişilik takımlar halinDe oturuluyor. amaç, içinDe bulunDuğunuz botu DevirmeDen, kürekle yönlenDirerek kayalar ve engeller arasınDan geçmek.
hazırlıklı olsak da doğanın her zaman, bizi alt etmenin bir yolunu bulacağının kanıtıdır. Kimi o yaşam kanıtını yük-seklerde, kimi okyanusun dibinde, kimi de köpüklü dal-galarda arar. Siz de yaşadığını suda hissedenlerdenseniz, rafting, Türkiye’de deneyebileceğiniz en sıkı ve (göreceli olarak tehlikesiz) ekstrem sporlardan biri.
eskiden ulaşım aracıydıHer ne kadar bugün adrenalin salgılama garantisi ver-se de raftingin tarih sahnesine çıkışı, kulağa çok da he-yecanlı gelmeyebilir. Nitekim raft adı verilen ve birkaç kütük, kalas ya da sazın birbirine bağlanmasıyla yapılan botlar, eskiden nehirlerde yolcu ve yük taşımak için kul-lanılıyordu. Modern raftingin tarihi ise 1842 yılına uza-nıyor; kaydına ilk kez, ABD Ordusu’nda görevli Teğmen John Fremont’un günlüğünde rastlanıyor. Fremont’un, Platte Nehri’ne keşif gezisi için bindiği raft, bir zemin ve ona bağlı dört kauçuk tüpten oluşuyordu. Şişme botların sahneye çıkışı ise 20’nci yüzyılın ortalarına doğru gerçek-leşiyor. Cankurtaran botu olarak geliştirilen bu araçlar, daha sonra askeri amaçlı sahil çıkarmalarında kullanıldı. 60’larda rafting artık bir spor dalı olarak anılıyordu. Bü-yük Kanyon gibi rotaların çıkarılması, rafting şirketleri-nin kurulması bu yıllara denk düşüyor. 70’lere gelince, bu alanda çok önemli bir ilerleme kaydedildi ve rafting, Mü-nih Olimpiyat Oyunları’nda kendine yer buldu. Zaman-la ekipman ve araçlar, ayrıca teknikler gelişti ve 80’lerde Güney Amerika ve Afrika’daki bazı nehirler de rafting ro-taları listesine eklendi. 90’ların sonundaysa rafting, fede-rasyonu olan profesyonel bir spor dalı oldu ve 1999’da ilk resmi uluslararası rafting şampiyonası düzenlendi.
Debisi yüksek nehirlerde yapılan rafting, bir ekip spo-ru; altı ya da sekiz kişilik takımlar halinde bota biniliyor. Amaç, içinde bulunduğunuz botu devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçmek. Bot-ta boş boş durmak yok; herkes botun kenarlarına otura-rak kürek çekiyor. Rehber, arkada bulunuyor ve sizi, ko-mutlarla yönlendirerek botu idare ediyor. Peki, rafting yapmak için süper güçlere sahip olmanıza gerek var mı? Hayır! Yüzme bilmeniz yeterli. Bota binmeden önce reh-ber size, yapmanız gerekenlerle ilgili bilgi aktarıyor. Na-sıl kürek çekeceğinizi, bottan düşerseniz neler yapacağı-nızı anlatıyor. Önemli olan, takımda uyumu yakalamak... Aksi takdirde bot devrilebiliyor.
Raftingçiler yüzlerine vuran her dalganın ardından aldıkları nefeste adranalin salgılıyor ve yaşamın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha idrak ediyorlar.
İHS
AN
YIL
DIZ
LI/G
et
tY
ImA
Ge
S t
UR
Ke
Y
40 İSTASYON
SPOR
1. zorluk derecesi: Su sakin bir biçimde, köpüklenmeden akar. Çocuklar için bile
uygundur. Heyecan peşindekiler dikkat; sıkılabilirsiniz.
2. zorluk derecesi: Akıntı azdır; suyun akışı ve küçük engeller hafif dalgalanmalar
oluştursa da tehlike arz etmez.
3. zorluk derecesi: Bir metreyi bulan dalgalar oluşabilir. Bu derecede iyi yüzme bilmek şart.
4. zorluk derecesi: İş giderek zorlaşır. Rapidin, yani suyun hızlandığı kısmın başlangıcını
ve bitişini görmek her zaman mümkün olmaz. Akıntı, büyük ve karışık dalgalar
oluşturabilir. Girdaplar, büyük kayalar ve şelaleler de cabası!
5. zorluk derecesi: Amatörler kenara; bu derece profesyonellere göre. Rapidler çok
zordur, suda bazen çavlanlar bazen büyük dalgalar oluşur. Dalga boyu 5 metreye
kadar varabilir.
6. zorluk derecesi: Profesyonellerin bile gözünü korkutan bu derecede, geçilemeyecek
kadar zor rapidler bulunur. Bu zorluk derecesindeki parkurlarda nehir ya metrelerce
yukarıdan dökülür ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve dalgalı
bir bölge oluşturur.
raftingde zorluk dereceleri
Rafting parkurları zorluk derecelerine göre birden altıya kadar derecelendiriliyor. Birinci derecede çocuklar bile raf-ting yapabilir. En zoru, altıncı derece. Bu derecede geçileme-yecek kadar zor rapidler bulunuyor. Altıncı zorluk derecesin-deki parkurlarda nehir ya metrelerce yukarıdan dökülüyor ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve dalgalı bir bölge oluşturuyor. Türkiye’de her zorluk derece-sinden parkur bulunuyor. Hatta en ünlüleri Çoruh Nehri, dünyanın en zorlu rafting rotalarından biri sayılıyor. Çoruh Nehri ilk kez 1978 yılında, efsanevi raftingcilerden Richard Bangs tarafından geçildi. Buraya ilk rafting turu ise 1982 yı-lında Skip Horner tarafından düzenlendi. Horner, yıllar son-ra National Geographic dergisine verdiği röportajda Çoruh Nehri tecrübesi için, “30 yıllık kariyerimin en tehlikeli, en zorlu geçişlerinden biri” demişti. Kaçkar Dağları’ndan do-ğan Çoruh Nehri’ndeki rafting parkuru 169 kilometre uzun-luğunda ve zorluk derecesine göre dörde ayrılıyor. Bunların arasında beşinci ve altıncı zorluk derecesine giren parkurlar da var. Mayıs ve haziran, en çok ilgi gören aylar.
Dalaman Çayı, profesyoneller kadar amatörlerin de gözde-si. 12 kilometre uzunluğundaki parkurda, zorluk derecelerine göre iki ayrı etap var. Üst etabı üçüncü, alt etabı birinci zorluk derecesinde. Sezonu mayıs ayında başlıyor ve ağustos sonuna kadar devam ediyor. Bolu sınırlarındaki Melen Çayı ise haf-ta sonu heyecanı için ideal bir destinasyon. En iyi sezonu, ba-har ayları. 16 kilometrelik parkur Dokuzdeğirmen Köyü’nden başlayarak, Beyler Köyü mevkiinde son buluyor. 1,5 saat sü-ren parkur, üç zorluk derecesinden oluşuyor. İlk kez deneye-cekler için en ideal parkurlardan bir diğeri ise Antalya’daki Köprüçay; zorluk derecesi bir ve iki. Çorlu Nehri, Dalaman Çayı, Melen Çayı ve Köprüçay dışında Alara, Dim, Eşen, Ma-navgat, Zamantı çayları ve Fırtına Deresi’nde de rafting ya-pılıyor. Siz de ekstrem su sporlarına meraklıysanız gerekli önlemleri, ön eğitimi aldıktan sonra bu sporun sunduğu eğ-lence ve maceranın tadını çıkarabilirsiniz. Unutmayın ki, yü-zünüze vuran her dalganın ardından alacağınız solukla, ad-renalin salgılayacak ve yaşadığınızı hissedeceksiniz.
WIL
L S
AL
te
R/G
et
tY
ImA
Ge
S t
UR
Ke
Y
İSTASYON 41
Çocuklarda öğrenme bozukluğuna neden olan disleksiyenin, beyindeki dil ve sesle ilgili sinirlerin yer aldığı bölgenin küçük olmasından kaynaklandığı belirlendi.
n Çocukları derslerinde başarı sağlayamayan ailelerin
akıllarına gelen ilk unsur, çocuğun zekâsıyla ilgili
bir sorun olduğu yönündedir. Oysa disleksiye olarak
tanımlanan ve en sık rastlanan öğrenme bozukluğunun
zekâyla hiçbir ilgisi yok. Eğer öyle olsaydı, Albert
Einstein, Walt Disney, Leonardo Da Vinci, Bill Gates
gibi bilimin ve sanatın gelişmesine
önayak olan birçok ünlünün
zekâsından kuşkulanmamız
gerekirdi. Sözün özü disleksiye
dille, sesle ilgili olup tedavisi
mümkün bir sorun.
Uzmanların yaptığı
çalışmalar da bu
durumu kanıtlar nitelikte. Bu sorunu çözebilmek için
araştırmalarına hız kazandıran Amerikalı bir ekip,
disleksiyenin, henüz okuma-yazma bilmeyen anaokulu
çağındaki çocuklarda beyin taraması yöntemiyle tespit
edilebileceği sonucuna vardı. Neuroscience dergisinde
yayınlanan habere göre, biliminsanları, okula başlama
çağındaki 40 çocuk üzerinde çeşitli testler uyguladı ve
çocuklardan bazılarının beyinlerindeki dil ve sesten
sorumlu sinir demetlerinin bulunduğu bölgenin
normalden daha küçük olduğu belirlendi. Bununla
birlikte, uzmanlar, disleksiye ile sinir demetleri
arasındaki bağlantıya dair kesin bir şey söylemek
için henüz erken olduğunun özellikle
altını çiziyorlar. Bu da araştırmaların
henüz tamamlanmadığı, disleksiye
ile ilgili kesin verilere
varılabilmesi için daha bir
dizi çalışmanın yapılması
gerektiği anlamına
geliyor.
Dünyada en son mikroplar kalacakn Yaz aylarını geride bıraktık.
Her geçen yıl güneşin etkisinin
daha fazla hissedildiği, sıcaklığın
giderek arttığı herkesçe malum.
Peki, ileride neler olacak? Sıcaklığın
yükselmesi, yeryüzündeki canlıların
yaşam mücadelesini sürdürmesine
izin verecek ki? Biliminsanları işte
bu soruların yanıtını bulabilmek
için var güçleriyle çalışıyorlar.
Bilgisayar modelleri üzerinden
binlerce ve belki de milyonlarca
yıl sonra oluşabilecek yaşam
üzerine araştırmalar yapıyorlar.
Araştırmaların sonuçları ise hayli
ilginç; zira İskoçya’daki St. Andrews
Üniversitesi’nden Jack O’Malley
James’in yaptığı bir incelemeye
göre, günümüzden bir milyar yıl
sonra daha da parlak ve sıcak hale
gelen güneşin etkisiyle okyanuslar
buharlaşmaya başlayacak ve tuz
oranı yükselecek. Oluşan sera
etkisi oksijeni azaltacak. Bu durum
neredeyse tüm canlıların hızla
yok olmasına neden olacak. Bu
zaten uzun süredir dillendirilen bir
konuydu, ancak James’in teorisinde
ilginç olan nokta şu: Olağanüstü
çevre koşullarının hüküm sürdüğü
bu ortamda, ayakta kalabilen canlı
türü extremophiles adı verilen
mikroplar... Koşullar daha da
kötüleştikçe bu organizmaların da
ortadan kalkacağı ve 2,8 milyar
yıl sonra dünyada yaşamın sona
ereceği tahmin ediliyor.
n Sağlık sektöründeki gelişmeler hastalıkların tanı ve tedavisindeki süreci kısaltırken operasyon gerektiren durumların
da eskiye oranla çok daha kolay gerçekleşmesine vesile oluyor. Örneğin bundan çok değil on, on beş yıl önce,
kimsenin aklına, göbek deliğinden açılan küçük bir kesik sayesinde mide kanseri ameliyatı yapılabileceği gelmezdi.
Ama oldu. Her geçen gün biraz daha ilerleyen teknoloji ve hekimlerin artan deneyimleri sayesinde artık, mide
ameliyatları da kapalı yöntem kullanılarak yapılmaya başlandı. Tek port adı
verilen yöntemin kullanıldığı bu operasyonda cerrahlar, göbek deliğinde 3,5
santimlik bir kesi oluşturduktan sonra dokuları kesip dikebilen, pille çalışan bir
aletle kanserli mideye ulaşıyor. Yine bu aletlerin yardımıyla, tümörlü midenin
çevre dokularla ilişkisi kesilerek göbek deliğinden çıkarılması sağlanıyor.
“Mide tamamen çıkarıldığına göre, onun görevi nasıl gerçekleşiyor,”
sorusunun yanıtına gelince… Bu işlevi yemek borusuna bağlanan ince
bağırsak yerine getiriyor. Ameliyatın, tek port yöntemi kullanılarak yapılması
hastaya birçok avantaj sağlıyor. Örneğin açık ameliyatlarda, mide bölgesine
ulaşabilmek için yaklaşık 25 santimlik bir kesiğin oluşturulması gerekiyor
ve bu da fıtık ve yara enfeksiyonu gibi sorunların ortaya çıkmasına zemin
hazırlıyor. Açık ameliyatlarda 10 günü bulabilen normal beslenmeye geçiş, bu
yöntemle üç güne düştüğü gibi hasta beş günde taburcu edilebiliyor.
Mide ameliyatları artık daha kolay
Dİsleksİyeerken teşhİs mümkün (mü?)
42 İSTASYON
sAĞlIk
n Kediler, hayvanlar âleminde kişiliği en oturmuş türdür belki de.
Hiçbirine hükmedilemez, hiçbiri eğitilemez. En sevecen görünen
bile, verdiği tepkiyle insanı şaşırtabilir. Bu türü sevenlerin; evinde,
bahçesinde kedi beslemek isteyenlerin sayısı hiç de az değil. Ama
bir de çok sevdikleri halde yaklaşamayanlar var. Onlar kediye karşı
alerjisi olanlar. Değil kediye dokunmak, aynı ortamda bulunmak
bile onlardaki alerjiyi tetikliyor. Cambridge Üniversitesi’nden bir
ekip, insandaki bağışıklık sisteminin kedi alerjisini nasıl algılayıp
öksürme veya hapşırmaya neden olduğuna dair incelemeler
yaptı. Dr. Clare Bryant liderliğindeki araştırmacılar, çalışmalarının
sonucunda kedilerin cildinde alerjiye neden olan bir protein
cinsi buldu. Alerji yapan bu madde, vücuttaki bazı bakteriyel
atıkların bulunduğu belli bir bölgeyi uyarıyor, bağışıklık sistemi
de bu uyarıya öksürme, hapşırma, burun akıntısı, hırıltılı solunum
gibi belirtilerle tepki gösteriyor. Kedilerdeki protein cinsi ile
insanlardaki alerjik reaksiyon arasındaki bu bağlantı, tedavi
yöntemlerinde birtakım adımların atılmasına vesile olacaktır. Çok
sevdiği halde bu hayvanlardan uzak durması gerekenlerin hayatını
son derece kolaylaştıracak ve onları mutlu edecek bir gelişme bu.
eMpAtİ DüĞMesİ kApAnIrsA…
konuşAn sİgArA pAketİ
n Psikopatları nasıl
bilirsiniz? Duygusuz,
acımasız, gaddar... Ve
başkalarının acılarına
duyarsız, bir başka ifadeyle
empatiden yoksun…
İnanılması zor ama, yapılan
bir araştırma bunun tersini
iddia ediyor. Ayrıntıları
“Brain / Beyin” dergisinde
yayınlanan araştırmaya
göre, psikopatların büyük
bölümü empatiden
yoksun değiller, sadece
empati kurmaya yarayan
hisleri, bir elektrik
düğmesi misali, açıp
kapama yetisine sahipler.
Araştırmacılar bunu nasıl
mı anladılar? Hüküm
giyen bir grup psikopat
suçlunun beyinlerine
tarama cihazı bağlayıp
bir insanın başka birine
acı çektirdiği görüntüleri
izlettirerek. Araştırmacılar,
deneklerden videodaki acı
çeken kişiyle kendilerini
özdeşleştirmelerini
istediğinde, psikopat
hükümlülerin
beyinlerindeki acıya
hassas bölgelerin harekete
geçtiğini gördüler. Bu da
onların aslında empati
kurma yeteneğinden
uzak olmadığını ve bu
refleksinin geliştirilmesinin
rehabilitasyonlarında
etkili yöntemlerden biri
olabileceği sonucunu
çıkardı.
n Tüm zararlarını
bildiğiniz halde
diyelim ki, sigara
bağımlısısınız ve
bırakmanın yöntemlerini
arıyorsunuz. Nikotin
sakızı, nikotin bantı,
hipnoz gibi birçok
yöntem sigarayı
bırakmaya çalışanların
imdadına yetişiyor. Ama
bir de açıldığı anda
size sesli uyarı veren,
tabiri caiz ise sigarayı
bırakmanıza yönelik
teşvik edici konuşmalar
yapan bir paketle
karşılaştığınızı düşünün.
Neler hissedersiniz?
İngiltere’deki Stirling
Üniversitesi’nden bir
grup araştırmacı, işte
böyle bir paket geliştirdi.
“Konuşan sigara paketi”
adı verilen paket, yaşları
16 ila 24 arasında
değişen bir grup kadın
üzerinde test edildi ve
işe yaradığı gözlendi.
Konuşan paketlerde;
sigaranın ne tür zararlar
verdiği, doğurganlık
üzerinde yarattığı
olumsuz etkiler, sigarayı
bırakmaya yardımcı
olan kurumların telefon
numaraları bulunuyor.
Bir süre daha farklı
denek grupları üzerinde
teste tâbi tutulması
planlanan konuşan
sigara paketleriyle
ilgili çalışmalar, İngiliz
hükümetince de
destekleniyor.
37 Dereceyİ koruMAk gerek!
n Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte gribal
enfeksiyonlar da varlığını hatırlatmaya başladı.
Uzmanlar, bu tür hastalıklara neden olan unsurun,
sanılanın aksine soğuk hava değil, vücut ısının
düşmesi olduğunu; kış aylarını sağlıklı geçirmek
için vücut ısısının 37 derecede kalması gerektiğini
belirtiyor. Peki, ısıyı bu noktada tutabilmek için
neler yapılmalı?
• Bir kazak yerine kat kat giyinilmeli.
• Ağız, burun ve boğazı kapatan atkı takılmalı.
• Kulakları ve başı örten şapka ya da bere
kullanılmalı.
• Ter emici özelliğe sahip atletler giyilmeli.
• Isıyı tutan koyu renk kıyafetler tercih edilmeli.
Çok DAhA rAhAt sevİlebİleceklerAlerji nedeniyle kedilerden uzak durulan dönem sona erecek gibi görünüyor. Uzmanlar, kedilerdeki hangi maddenin alerjiye yol açtığını buldu, şimdi sıra bu durumun önüne geçebilecek ilaçların araştırılmasında.
İSTASYON 43
Acıbadem Aile Hastanesi Bahçelievler’de Derma-toloji Uzmanı olarak görev yapan Dr. Canan As-lan, “Derinin çeşitli tabakalarındaki hücrelerin, istenmeyen şekilde büyümesi ve yayılmasıyla ka-
rakterize edilen tümöral oluşumlardır” diyor, cilt kanse-rini tanımlarken. Cilt kanseri, özellikle son yıllarda sıklık-la duyduğumuz kanser türlerinden biri. Genetik yapıdan sigaraya, güneşten radyoterapiye ve benlere kadar birçok faktör cilt kanserinin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Dr. Aslan, her hastalıkta olduğu gibi cilt kanserinde de erken tanı ve tedavinin çok önemine vurgu yapıyor. Daha ziyade hangi nedenler cilt kanserine yol açıyor? Açık tenli, sarı saçlı ve mavi gözlü olmak, aşırı güneşe ma-ruz kalmak, geçmişte güneş yanığı geçirmek, ailede cilt kanseri olması, kişinin geçmişte cilt kanseri ya da organ nakli geçirmesi, bağışıklık sistemini zayıflatıcı ilaç kullanı-mı, sigara içmek, arseniğe maruz kalmak, radyoterapi te-davisi, yanık veya vücutta yara izi (skar) olması, çok sayı-da düzensiz benin bulunması cilt kanserine neden olabilir.
Cilt kanserinin belirtileri nelerdir? Belirtiler kadın ile er-kek arasında farklılıklar gösterir mi? Özellikle güneş gören bölgelerde iyileşmeyen yara, leke, ka-
barıklık veya ülser dediğimiz oyukların olması, benlerinde-ki ani büyüme ya da siyah, mavi, beyaz renk değişikliği, daha önce mevcut yara veya yanık üzerinde kabarıklık ve yara olu-şumu cilt kanseri açısından kişiyi mutlaka dermatolojik mu-ayeneye sevk etmelidir. Belirtiler, aslında kadın erkek ara-sında fark göstermiyor. Ancak cilt kanserinin kadınlarda, daha ziyade görünebilen bölgelerde ortaya çıkması ve kadın-ların muayene konusundaki tutumları, daha erken dönem-de teşhisi sağlıyor. Erkeklerde ise lezyonlar daha farklı bü-yüklük ve görüntülere ulaşınca tanı konulabiliyor.
Diğer kanser türlerinde olduğu gibi cilt kanserinde de belli bir sınıflandırma yapmak mümkün mü? Cilt kanseri, melanom olan ve olmayan olarak sınıflandı-rılır. Daha ziyade melanom olmayan kanser türüne rast-lıyoruz. Melanom ise en ölümcüldür. En sık görülen cilt kanseri tipi, bazal hücreli karsinomdur ve derinin epider-mis dediğimiz en üst tabakasındaki bazal hücrelerden kö-ken alır. Diğer bölgelerde de görülse bile, sıklıkla güneş gören kol ve bacaklarda ortaya çıkar. İkinci sıklıkla görü-len cilt kanseri tipi, skuamöz hücreli karsinomdur. Epi-dermisin keratinosit dediğimiz hücrelerinden köken alan, hızlı seyirli, diğer dokulara ve lenf bezlerine yayılma eği-limli cilt kanseridir. Güneş gören bölgelerde ve açık ten-
Derideki düşmanÇağın en büyük illeti kanser, vücudun hemen her noktasında varlığını gösterebilen bir hastalık. Cilt de bunlardan biri. Acıbadem Aile Hastanesi Bahçelievler Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan Aslan, özellikle 40 yaşından sonra her yıl yapılacak rutin kontrollerin hayati önem taşıdığını belirtiyor.
SAĞLIK
44 İSTASYON
lilerde sık ortaya çıkar. Başka cilt hastalıkları ya da yanık skarı zemininde gelişebilir. Son olarak bir de malin mela-nom dediğimiz, deriye renk veren melanosit hücrelerin-den veya bu hücrelerin farklılaşması sonucu oluşan ben-lerden köken alan kanser tipi vardır. Eskiye oranla daha fazla, özellikle beyaz ırkta ve orta yaşta görülür.
Benler (nevüs), cilt kanseri konusunda en sabıkalı unsur-lar. Vücudunda ben olanlar, hangi durumlarda bunun cilt kanserinin belirtisi olabileceğinden şüphelenmeli? Ailesinde cilt kanseri hikâyesi olanlar, çok sayıda bene sahip olanlar ve doğuştan üzerinde kıl olan büyük beni olanlar dikkat etmeli. Ayrıca mevcut benlerde ani büyü-me, şekil değişikliği, renk değişikliği, kanama ve iyileşme-yen yara oluşumu varsa mutlaka cilt muayenesi yapılmalı.
Değişen iklim şartları ve güneş ışınlarının etkisi hastalı-ğın artışında rol oynuyor mu? Güneş ışınları cilt kanseri oluşumunda başlıca rol oynu-yor. Açık havada çalışanlarda, uzun süre güneşin yoğun olduğu saatlerde güneşlenenlerde ve güneş yanığı olan-larda cilt kanseri riski artabiliyor. Güneş ışınları, tümörü baskılayıcı gende değişiklik yaparak tümörün ortaya çık-masına veya büyümesine neden oluyor.
Bazı meyve sebzelerin, çeşitli kanser türlerine iyi geldiği-ne dair yazılarla karşılaşıyoruz. Cilt kanserine iyi geldiği bilimsel olarak da kanıtlanmış meyve ya da sebzelerin ne-ler olduğunu öğrenebilir miyiz? Cilt kanserini önlemede bilimsel olarak kanıtlanmış bir yiyecek yok. Ancak antioksidan içeren yiyecekler koruyu-cu olabiliyor. A, C, E vitamini ve çinkodan zengin beslen-me antioksidan özellikler yapıyor. Balık, havuç, kabak, brokoli, soya faydalı yiyecekler. Yeşil çay, zencefil ginkgo çayları çok olmamak şartıyla tüketilebilir. Yine flavanoid-ler cildimizi, güneş ışınlarına karşı koruyor. Soğan, kere-viz, domates, üzüm, elma ve zerdeçal flavanoiditten zen-gin besinlerdir. Selenyum açısından zengin yumurtanın da koruyucu özelliği var.
Cilt kanserinin tanı ve tedavi süreciyle ilgili genel hatlar-la da olsa bilgi alabilir miyiz? Cilt kanserinde özellikle melanom ve skuamöz hücre-li karsinomda erken tanı çok önemli. Kişi şüpheli lezyon gördüğünde hemen dermatolojik muayeneden geçmeli. Sadece lezyon olan bölge değil, tüm vücut muayene edil-meli. Ben ile ilgili bir sorun varsa dermoskop dediğimiz bir cihazla bakılmalı. Muayene sonrası şüphe edilen lez-yondan örnek alınabilir ya da lezyon tamamen çıkarılarak patolojik incelemeye gönderilir. Patolojik inceleme sonu-cuna ve cilt kanseri tipine göre kanserli bölgenin tama-men çıkarılması veya gerekirse radyoterapi ve kemoterapi yöntemlerinin uygulanması söz konusu olabilir.
Malum, çok sık hekime başvuran bir toplum değiliz. Cilt-le ilgili genel muayenelerin ne sıklıkla yapılması ve kişi-nin nasıl önlemler alması gerekiyor ki, cilt kanserine kar-şı riskler azaltılsın? Amerikan Kanser Cemiyeti, cilt kanseri için 20 ila 40 yaş-ları arasında üç yılda bir, 40 yaşından sonra her yıl rutin kontrolü öneriyor. Kişinin doğuştan çapı büyük ve üze-rinde kıl olan beni varsa, ailesinde cilt kanseri hikâyesi bulunuyorsa daha erken dönemde dermatolojik muaye-ne önerilir. Muayeneden sonra kişinin ne sıklıkta geleceği doktor tarafından söylenir. Ayrıca dört ila altı hafta ara-sında iyileşmeyen yara, kabarıklık ve benlerde ani deği-şiklikler varsa mutlaka doktora başvurulmalı. Açık tenli, çok sayıda çile sahip kişiler, ailesinde cilt kanseri olan-lar, daha önce cilt kanseri geçirenler, organ nakli hastala-rı erken tanı ve tedavi açısından kendilerini muayene et-meli. Muayene her ay ya da iki ayda bir yapılmalı. Ayna yardımıyla gövde ön ve arka yüzleri, koltuk altlarının de-ğerlendirilmesi; kolların, ön kolların, ellerin incelenme-si; uyluklar, bacaklar, ayaklar ve ayak tabanlarının değer-lendirilmesi; el aynası yardımıyla ensenin ve parmaklarla saçlar ayrılarak saçlı derinin değerlendirilmesi, el aynası yardımıyla sırt, bel ve kalçaların değerlendirilmesi öneri-lir. Güneşin yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkmamak, ya-zın ultraviyole A ve B ışınlarına karşı koruyucu kremin yanı sıra şapka ve gözlük kullanmak, sağlıklı beslenmek, sigara ve alkolden uzak durmak, uzun süre iyileşmeyen yaralarda uzman görüşü almak da kişinin cilt kanserine karşı alabileceği önlemler arasında bulunuyor.
Acıbadem Aile Hastanesi Bahçelievler Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan Aslan, birçok etkenin cilt kanserine yol açabileceğini belirtiyor.
İSTASYON 45
Egzoz gazı emisyon ölçümü
Egzoz gazı emisyon ölçümü hakkında genel bir tanıtım ve muayene edilen unsurlar hakkındaki bilgileri Teknik Eğitmenimiz Mehmet Savaş Uçar anlatıyor.
Günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası olan motorlu
taşıtlar, hayatımızı kolaylaştırıyor. Motorlu taşıtlarda güç
elde etmek için benzin, dizel, LPG, CNG, LNG türü yakıtlar
kullanılıyor. Bu yakıtların yanması sonucu, enerjinin
yanısıra atık gazlar da üretiliyor. CO (karbon monoksit),
CO2 (karbon dioksit) NOx (azot oksitler) gibi gazların yanı
sıra yanmamış yakıt ve yağ buharının oluşturduğu HC
(hidrokarbonlar) egzoz sistemi ile dışarıya atılıyor. Bu
atık gazların çevremize zararlarının minimum düzeyde
tutulması için araçlarımızın motor ve egzoz sistemlerinin
araç imalatçıları tarafından belirlenen en uygun durumda
çalışmalarının sağlanması gerekiyor. Bahsi geçen uygunluk
düzeyinin kontrolü ve gerektiğinde tekrar düzenlenmesi
için araçların cinslerine, kullanılma amaç ve şekillerine
uygun olarak egzoz gazı emisyon ölçümleri yaptırılmalı.
Bu yazımızda sizlere egzoz emisyon sistemi ve egzoz gazı
emisyon ölçümü hakkında kısaca bilgi vereceğiz.
Katalitik Konvertör: Egzoz gazındaki kirleticileri zararsız veya daha
az zararlı bileşenlere dönüştürmek amacıyla bir taşıtın egzoz sistemine
yerleştirilen reaktördür. Üç yollu bir katalitik konvertörde aşağıdaki üç
tepkime eşzamanlı olarak meydana gelir:
1. Karbonmonoksitin yakılarak karbondioksite çevrilmesi: 2CO + O2 Ò 2CO2
2. Azot oksitlerin azota indirgenmesi: NOx Ò O2 + N2
3. Yanmamış hidrokarbonların (yanmamış yakıtın) karbon dioksit ve suya
dönüştürülmesi, yani yeniden yakılması:
CxHy + nO2 Ò xCO2 + mH2O
Egzoz gazı Emisyonlarının kontrolü nEDEn önEmli?
Egzoz sistEmi Parçaları
KatalitiK Konvertör Zararlı Bileşenlerin Dönüştürülmesi
Katalitik konvertörgövdesi
Amyant katalistsıkıştırıcı
Redüksiyon Oksidasyon
Oksidasyon
Egzost gazı çıkışıH20 SuCO2 KarbondioksitN2 Nitrojen
Azot oksitler NOX, Karbondioksit CO2 ve Azot N2’a redükte edilir.
Karbonmonoksit CO, Karbondioksit CO2’ye okside olur.
Hidrokarbonlar HC, Karbondioksit CO2 ve Su H2O’ya okside olurlar.
Egzost gazı girişiH HidrojenCO Karbon monoksitNOX Nitrojen oksit
Fiili reaksiyonCO 1/2 O2 = CO2H4C2 + 3O2 = 2CO2 + 2H2OCO + NOX = CO2 + N2
Isı muhafazası
Oksijen sensörügirişi
Aktif katalistmadde
UZMAN GÖZÜYLE
46 istasyon
Susturucular egzoz supaplarının açılıp kapanması sırasında çıkan sesi boğarlar.
Supap açılınca egzoz borusuna yanmış gazı yüksek basınçla atar. Bu tip bir
hareket gazın kendinde hızlı giden ses dalgaları yaratır, işte susturucu bunu
sessiz hale getirmekle görevlidir. Bunu ses dalgası enerjisini ısıya çevirerek
yapar. Susturucunun içindeki delikli bölme ve plakalara değen ses dalgaları
enerjilerini kaybeder. Araçların yapısına göre bir (Arka Susturucu) veya birden
fazla (Arka ve Orta Susturucu) adette bulunabilir.
susturucular
Egzoz gazı Emisyon ölçümü PEriyotları
orta susturucu arKa susturucu
Kamuya ait araçlar da dâhil olmak üzere trafikte bulunan
dört ve daha fazla tekerlekli yolcu ve yük taşımaya mahsus
(iş makineleri, tarım ve orman traktörleri, motosikletler ve
motorlu bisikletler hariç) karayolu motorlu taşıtlarının aşağıda
belirtilen periyotlarda egzoz gazı emisyon ölçümü yaptırması
zorunludur. Araçlar, taşıt kategorileri esas alınmak kaydıyla
cinslerine, kullanılma amaç ve şekillerine uygun olarak aşağıda
belirtilen periyotlarda egzoz gazı emisyon ölçümüne tabi
tutulur;
1. Hususi otomobiller ilk üç yaş sonunda ve devamında her iki
yılda bir.
2. Resmi otomobiller ilk iki yaş sonunda ve devamında yılda bir.
3. Diğer motorlu taşıtlar ilk bir yaş sonunda ve devamında yılda bir.
4. Trafikte seyreden tüm motorlu taşıtlar on yaş sonunda yılda bir.
Ayrıca taşıtların trafiğe çıkışından sonraki muafiyet süresinin
bitim tarihinden itibaren bir ay içerisinde egzoz gazı emisyon
ölçümü yaptırılması zorunludur.
Egzoz gazı Emisyon ölçümü
Egzoz gazı emisyon ölçümü araçların yakıt tiplerine göre farklılık gösterir.
1. Benzinli motora sahip araçlar
2. Benzin+LPG (CNG/LNG) motora sahip araçlar
3. Dizel motora sahip araçlar
Test öncesinde, egzoz sisteminde
(tüm egzoz boruları, susturucular
ve katalitik konvertör) bir sızdırma
veya kaçak olup olmadığı, emisyon
kontrol sisteminde kullanılan
parçaların durumu kontrol edilir.
Kontroller neticesinde egzoz
sisteminde hasar ve sızdırma gibi
unsurların tespiti, muayenenin
onaylanmamasına yol açacaktır.
BenZinli, BenZin+lPG’li motorlara sahiP araçlarDa eGZoZ GaZı emisyon ölçümüLPG veya CNG/LNG kullanan ve egzoz sisteminde katalitik dönüştürücü ve benzeri
emisyon kontrol donanımı olan veya olmayan pozitif ateşlemeli motorlu taşıtların
egzoz gazı ölçümü LPG veya CNG/LNG ile de tekrarlanır. Aracın ölçümlerden
başarılı olabilmesi için başka kusuru yoksa, her iki yakıt türü için yapılan
ölçümlerde tabloda belirtilen CO (karbonmonoksit) sınır değerleri aşmamalı.
DiZel motorlara sahiP araçlarDa eGZoZ GaZı emisyon ölçümüDizel araçlarda egzozdan çıkan duman koyuluğu (Absorpsiyon) ölçümü
yapılır. Ölçüm vites boşta ve motor yüksüz durumda yapılır. Her bir serbest
ivme çevrimini başlatmak için, dizel enjeksiyon pompasından azami yakıt
beslemesini sağlamak için gaz pedalına bir saniyeden az, tam ve devamlı
olarak, fakat sert olmayacak bir şekilde basılır. En az üç defa tam gaz
ölçümü yapılır ve bu ölçümlerin aritmetik ortalaması alınır. Ölçüm sonucu,
araçların model yılına göre tabloda belirtilen değeleri aşmaması gerekir.
hasarlı susturucu
Egzoz gazı emisyon ölçüm sonuçları belirlenen limitler dâhilinde olan araçlar için Egzoz Emisyon Muayene Ruhsatı düzenlenerek onaylanır.
Yakıt takibiKatalitik
konvertör Model yılı Ölçüm devir-1 % CO
Benzin / LPG / CNG / LNG Yok 1 Ekim 1975’ten önce Rölanti % 6,0
Benzin / LPG / CNG / LNG Yok 1 Ekim 1975 - 1 Ekim 1986 arası
Rölanti % 4,5
Benzin / LPG / CNG / LNG Yok 1 Ekim 1986’dan sonra Rölanti % 3,5
Benzin / LPG / CNG / LNG Var 2003 Mayıs’ına kadar Rölanti % 0,5
Benzin / LPG / CNG / LNG Var 2003 Mayıs’tan itibaren Rölanti % 0,3
Benzin / LPG / CNG / LNG Var 2003 Mayıs’ına kadar 2000 dev / dk % 0,3
Benzin / LPG / CNG / LNG Var 2003 Mayıs’tan itibaren 2000 dev / dk % 0,2
Yakıt takibi Turbo Model yılı m -1
Diesel Yok/ Var 1 Ocak 1980’den önce Muaf
Diesel Yok 1 Ocak 1980’den itibaren % 2,5
Diesel Var 1 Ocak 1980’den itibaren % 3,0
Ölçüm sıcaklığı Min. 80 C
Ölçüm sonuçları En az üç defa tam gaz ölçüm yapılır ve aritmetik ortalaması alınır.
istasyon 47
Dİjİtal Dağıtım ve mobİln Dijital dağıtım, her gün hızla yaygınlaşıyor.
Özellikle müzik ve oyun sektörlerinde basılı ürünler
yerini dijital, indirilebilir ürünlere bırakıyor.
Oyuncular içinse “dijital dağıtım” denillince akla
gelen ilk isim, oyun topluluğu Steam. Her gün
milyonlarca oyuncu Steam’de oyun oynuyor ya da
alışveriş yapıyor. Özellikle indirim kampanyaları
sırasında Steam, kullanıcıların hücumuna uğruyor.
Akıllı telefonların yaygınlaşması ve mobil
pazarlamanın öneminin artmasıyla Steam
de 2012’nin başında mobile taşındı. Böylece
kullanıcılar her an, her yerden Steam’e ulaşıp
kampanyaları takip etmeye başladılar. Özellikle
mobil cihazları hedef alan kısa süreli indirim
kampanyaları da kullanıcıları mobil uygulamaya
yönlendirdi.
Steam örneğinde de gördüğümüz gibi mobil
uygulamalar kullanıcıları harekete geçirmek için
oldukça etkili oluyor. Satın alma kararı veren
kullanıcılar, kararlarını anında uygulayabiliyor.
Mobilin yükselişi sürdükçe daha çok sayıda dijital
dağıtımcı yakın gelecekte telefonlarımızdaki yerini
alacak gibi görünüyor.
Kerem Başar, Sosyal Medya Stratejisti, Likeable Istanbul
n Bir mekâna ilk gittiğimizde, orayı incelemeyi
ikinci sıraya bırakıp önceliğimizi “check-in”
yaptırmaya verir hale geldik. Arkadaşlarımızın
nerede olduğunu takip etmek, memnun
kaldığımız veya sıfır memnuniyetle kalktığımız
mekânlar için “tip” bırakmak en sık yapmaya başladığımız aktiviteler arasına girdi.
Hayatımızda fazlaca yer almaya başlayan Foursquare, dönemin trendlerine kayıtsız kalmayarak reklam
almaya başladı. Google’ınkine benzeyen Foursquare reklamlarını diğerlerinden farklılaştıran en önemli
özellik, gerçek müşteriler işletmelerde check-in yaptırdıklarında ücretlendirmenin marka bütçesi üzerinden
gerçekleştirilmesi. Dünya üzerinde milyonlarca kullanıcısı bulunan Foursquare gibi bir mecranın reklam
almaya başlaması, reklam verenleri sevindirecek bir durum. Gelelim reklamların nasıl yayınlanacağına,
bu kullanıcıların kendilerinin ve arkadaşlarının daha önceki check-in’lerine göre ayarlanacak. Böylece
Foursquare kullanıcıları, gittiklerine benzer yeni mekânları daha kolay keşfedecekler. Özellikle yeni
markalar, hedef kitlesine uygun kullanıcılara reklamlarını göstererek işletmelerini daha kolay duyuracak.
Foursquare Ads, markalar ve tüketiciler açısından yararlı bir platform olacak.
Not defterleri tozlu raflara!n Dijital çağda yaşadığımız için artık not
defterleri ve kalemler, yerini tabletlere
ve akıllı telefonlara bıraktı. Durum böyle
olunca, uygulama mağazaları en iyi not
tutma uygulaması konusunda birbiriyle
yarışır hale geldi. Bu savaşta şu an için en
revaçta olan uygulama Evernote.
Evernote klasik bir not tutma
uygulamasından çok daha fazlasını
sağlıyor. Not tutmak dışında belgeleri
kaydetme, ses kaydı veya fotoğraf
çekme özellikleriyle her şeyi size kolayca
hatırlatıyor. En büyük kolaylığıysa
telefondan kaydedilen bilgilere,
bilgisayardan veya tablet bilgisayardan
kolayca ulaşılabilmesi. Notları çevresiyle
paylaşmak isteyenler içinse kolayca link
olarak paylaşılabiliyor. Evernote yan
uygulamalarıyla da kullanıcıya büyük
kolaylık sağlıyor. Skitch ile şekillerle ve
işaretlemelerle önemli noktaların altını
çizebilir, Web Clipper ile web sayfalarını
kaydedebilirsiniz. Özellikle geniş bir
çevreniz varsa ve insanları hatırlamakta
zorlanıyorsanız Evernote Hello size bu
konuda yardımcı olabilir. Yemek sizin
için önemli bir faktörse, yeni restorantlar
keşfetmekten tarif saklamaya kadar her
şey için Evernote Food’u kullanmanız yeter.
Not tutmak hayatınızın bir parçasıysa
Evernote hayatınızı kurtaracaktır.Neslican Ciddi, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul
Foursquare de kendini reklama açtı
48 İSTASYON
SoSYal meDYa
markalar için Hashtag seçimin Öncelikle ‘hashtag’ kavramının artık
Twitter’a özgü olmadığını hatırlatmakta
fayda var. Facebook, Instagram ve
Pinterest gibi sık kullanılan mecralarda
da hashtag kullanılıyor. “İyi ama nedir bu
hashtag” diye sorarsanız, başına # işareti
koyduğunuz her kelime hashtag olur.
Kullanmak zorunda değiliz elbette, ancak
kullandığımız takdirde yazdıklarımız uzay
boşluğunda kaybolmaz. Kim bilir belki
cevap arayan birinin işine yarar. “Neden
hashtag kullananlar daha havalı?” Çünkü
mecra dinamiklerini biliyor ve paylaştığı
içerikler önemsensin istiyor.
Gelelim markaların hashtag kullanımına.
Markanın ve içeriklerinin erişim alanını
genişletmek için hashtag işe yarar. Twitter
ve Google+’ta kullanıldığı zaman SEO’ya
katkı sağlar. Facebook bu konuda farklı bir
işleyiş seçimi yaptı ve henüz yolun başında.
Eğer markanıza güveniyor ve bu mecrayı
kullanmak istiyorsanız, öncelikle ona özel,
anlaşılması kolay bir hastang seçmeniz
gerekiyor. Hashtag’inizi her mecrada
kullanmanızı ve sahiplenmenizi öneririz.
Markayı takip etmeyen insanların bile
ilgisini çeksin. Takipçilerin kendiliğinden
kullanmak isteyecekleri hashtag’iniz olmalı
ve içinde marka ismi geçmemeli ki, reklam
kokmasın. Son olarak, markanın stratejisini
ve tüketicideki algısını hesaplamadan
yapılan bir hashtag seçimi, beklenmeyen
bir krizle sonuçlanabilir. Fırsatlar krize
dönebilir. Marka veya ajans tarafı, markayı
iyi tanımalı, kampanyanın sonuçlarını
öngörebilmelidir.Tulû Tıltay, Topluluk Yönetimi Ekip Lideri,
Likeable Istanbul
vine vs. ınstagram videon Aynı zamanlarda anlık video paylaşım uygulamaları geliştiren Twitter ve Instagram yarışı devam ediyor.
Twitter’ın Vine ile atağa kalkmasının hemen ardından, Instagram da video paylaşım güncellemesini hayata
geçirmişti. Vine, 6 saniyelik video çekimine izin verirken, Instagram bu süreyi 15 saniyeye çekti. Twitter’ın
Instagram’ı desteklememesi ve Vine videolarını otomatik oynatmasının da kullanıcı tercihleri üzerinde
önemli bir etkisi var. Kullanıcıların video paylaşım alışkanlıklarında Instagram’ı seçmesi “Vine başarısız mı
olacak?” sorusunu akıllara getirdi. Sorunun cevabı çok net: “Hayır, böyle bir şey olmayacak.” Instagram
video özelliğini açıkladığı zaman ilk 24 saat içinde 5 milyon video yüklendi. Fakat istatistiklere göre Vine,
indirilme listelerinde hâlâ Instagram’ın üzerinde yer alıyor.
n Sosyal medya, bütün kullanım
amaçlarının yanı sıra günlük
hayatın en etkili eğlence
kaynaklarından biri
şüphesiz… Komik videoların/
fotoğrafların yanı sıra parodi
hesaplar kullanıcılardan
en çok ilgi gören eğlence
kaynakları arasında. Özellikle
Twitter’da çok daha fazla parodi
hesaba rastlamak mümkün; çünkü Twitter, Facebook’un
ve Google Plus’ın aksine kullanıcılardan gerçek isimlerini
istemiyor. Twitter’da küçük bir arama yaptığınızda pek çok
hayal kahramanının, ünlünün, tarihi figürün; hatta otobüs, oda
spreyi gibi sıradan eşyaların parodileriyle karşılaşabilirsiniz.
Bu hesaplardan düzenli yönetilenlerse çok kısa sürede
adını duyuruyor ve yüksek sayıda takipçiye ulaşıyor. Elbette
başarılı parodi hesapların taklitleri de açılıyor; fakat gerek
mizah anlayışından, gerek orijinal olmayışından bu hesaplar
orijinalinin başarısına yaklaşamıyor.
Peki, parodi hesaplar Twitter’ın inandırıcılığına zarar
veriyor mu? Aslında vermiyor; çünkü parodi hesaplar çoğu
zaman sadece mizah amaçlı kullanılıyor. Dolayısıyla bir
ünlünün parodisi gerçek hesabından epeyce farklı oluyor.
Eğer sizin de Twitter akışınız çok ciddi tweet’lerle dolduysa ve
biraz gülmek istiyorsanız, parodi hesaplar arasında mutlaka
kendinize göre birkaç hesap bulabilirsiniz.
SoSYal meDYaDa paroDİ HeSaplar
İSTASYON 49Sosyal medya sayfaları ve tarafından hazırlanmıştır.
n FIFA 14 oyununun çıkış tarihi hızla
yaklaşırken yeni özellikleri de belirlendi.
Özellikler sayesinde oyundaki maçlar, tıpkı
gerçek maçlar gibi olacak. Teknolojisiyle ödül
alan oyunda, Pure Shot ismindeki bu özelliğin
yanı sıra yeni top fiziği sistemi, şutların
yapısını da değiştiriyor. Böylece oyuncu her
bir şutu gerçekten hissedebiliyor. FIFA 14,
EA SPORTS Football Club adındaki servisiyle online
özellikler ve canlı içerikler sunacak. FIFA 14 bu yıldan
itibaren dünyanın dört bir yanındaki oyuncuları birbirine
bağlayarak, futbolun sosyal ağı olmayı hedefliyor.
Oyunun en büyük rakibi PES 14’de de önemli
değişiklikler var. Konami Digital Entertainment
tarafından üretilen oyunda, yeni motor kullanılıyor.
Şirket, PES serisinde bugüne kadar yapılmış en radikal
yeniliklerin hazırlandığını, böylece yeni bir dönemin
başlayacağını belirtiyor. Altı temel standart üzerine
kurulan yeni sistemde, önceki sürümlerde takımları
zorlayan kısıtlamaların çoğu ortadan kaldırılmış.
n Lost Planet serisinin en yeni
bölümü Xbox 360, PlayStation3
ve PC için piyasada. Lost Planet 3
E.D.N. III adı verilen yeni seride,
tehlikeli, ama oldukça kârlı bir
anlaşma için dünyadan ayrılan Rig
pilotu Jim Peyton’ı tanıtılıyor. Neo-
Venus Construction (NEVEC) için
çalışan Jim, NEVEC’in, dünyadaki
enerji krizini çözeceğine inandığı,
gezegenin doğal enerji kaynağı olan
Termal Enerji örnekleri almak ve
daha önce gezilmemiş arazilerde
araştırma yapmakla görevli Coronis
üssündeki az sayıdaki öncüden
birisi olarak karşımızda.
Maceraya devaM...
n Efsane Street Fighter serisinin
yeni oyunu Ultra Street Fighter IV,
nihayet geliyor. Haberlere göre
yılbaşından sonra raflarda olacak.
Beş yeni karakter ve altı yeni
mekânla birlikte gelecek oyunda,
oyuncu sayısı 44’e yükseldi.
n İkinci Şirinler filminin hikâyesini
konu alan The Smurfs 2 oyunu,
eğlenceli bir aksiyon-macera türü
olarak karşımızda. Oyuncular Şirine’yi
kötü Gargamel’in elinden kurtarmaya
çalışıyor. Şirinler Köyü, New York,
Korkunç Orman, Dağlar,
Tropikler ve Paris olmak
üzere, altı farklı mekânda
geçen oyunda Gargamel,
ve Azman’ın da aralarında
olduğu düşmanları
bozguna uğratmaya
çalışıyorsunuz.
Street Fıghter yolda
Şirinler 2 oyun oldu
diablo ııı resmen duyuruldun Uzun süredir beklenen oyun Diablo’nun üçüncü sürümü için
beklemeye gerek kalmadı, zira oyun Eylül ayında piyasaya çıktı.
Oyunun ana konusu ve temasına gelince… Olaylar karanlık ve
fantastik bir dünya olan Sanctuary’de geçiyor. Burada yaşayan
birçok kişi tarafından bilinmese de Sanctuary, yirmi yıl kadar
önce birkaç cesur ve güçlü kahraman tarafından şeytani güçlerin
elinden kurtarılmıştır. Burning Hell ordularıyla yüzleşen, hayatta
kalabilecek kadar şanslı olan bu savaşçıların çoğu, yaşadıkları
deneyim sonucunda akıllarını kaybetmiştir. Diğerleriyse bu
uğursuz hatıraları derinlere gömmüştür. İşte Diablo III’te
oyuncular şeytanın farklı şekilleriyle yüzleşmek için tekrar
Sanctuary’e dönüyor. Haydi, konsol başına...
Futbol Şenliğinde yeni sezon baŞlıyor
FIFA 14 ve PES 14, özelliklerini geliştirdi. Yeni özelliklerle artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
50 İSTASYON
oyun HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
Mobil oyunda Mücadele sürüyorKonsol oyunlarda firmalar rakiplerini geride bırakabilmek için bir yandan mevcut ürünlerine yeni özellikler eklerken bir yandan da yeni oyunlar üzerine çalışıyorlar. Konsolda hal böyleyken mobil oyun üreticileri de boş durmuyor elbette. İşte mobil oyun dünyasındaki son gelişmeler…
n World War zVizyon filmlerinin oyunları bir hayli ilgi görüyor.
Bunlardan biri de Man of Steel. Oyunda yine
zombiler başrolde. Bir anda dünyayı zombiler
sarınca, insanlık için tek amaç hayatta kalmak
oluyor. Başarılı grafiklerin eşliğinde, her yerden
fışkıran zombilerle savaşa hazırlanın. Fiyatı mı?
5,49 TL.
n ıron Man 3Film oyunlarının bir yenisi de Iron Man’den
geliyor. Gameloft’un ürettiği Iron Man 3’de, demir
adamımız maceradan maceraya koşmaya devam
ediyor. 18 farklı zırh ve üç farklı şehirde geçen
oyunu, hem ekrana dokunarak hem de sağa
sola hareket ettirerek kontrol edebiliyorsunuz.
Ücretsiz olan oyunun iPhone ve Android
versiyonları da bulunuyor.
n Plants vs. zoMbıes: 2Efsaneleşen oyunlardan Plants vs. Zombies’de,
bitkilerle zombilerin savaşı kaldığı yerden
sürüyor. İlk oyunda evin arka bahçesinde yaşanan
zombi işgali, bu kez Mısır’a, piramit ambiyansına
taşınıyor. Piramit ve sfenksli dekoru, yeni savaşçı
bitkileriyle zombi avı, şimdi çok daha keyifli hale
geldi. Başlarda yine güçsüz zombilerle karşı
karşıya geliyorsunuz ve seviye atladıkça zombileri
indirmek de zorlaşıyor. Mumya zombilerle
gazanız mübarek olsun. App Store’dan ücretsiz
indirebilirsiniz.
n asPhalt 8: aırboneEfsane oyunlardan Asphalt serisinin yeni sürümü
çıktı. Kontrolleri aynen koruyan geliştirici şirket
Gameloft, daha eğlenceli ve daha gelişmiş
grafiklerle geliyor. Oyunun grafiklerini o
kadar etkileyici ki, telefon ekranınızda yağmur
damlalarını gerçek sanabilirsiniz. Oyunun
sınırlarını zorlamak için yetenekli bir akıllı
telefona ihtiyacınız olduğunu belirtelim. Eskisine
oranla uçuş rampaları, araba modelleri ve pist
sayısı artırılmış, fiyatı ise 1,79 TL.
n Man oF steelUzun yıllardan sonra Man of Steel adıyla
sinemaya yeniden dönen Superman, oyun olarak
da karşımızda. Uçan, gözleriyle çeliği eriten süper
kahramanımız dünyayı ele geçirmeye çalışan
General Zod ile mücadele ediyor. Hem Superman,
hem de General Zod’un insanüstü güçlerinin
kıyasıya vuruştuğu oyuna 5,49 TL ödeyerek
sahip olabilirsiniz.
n PaPer toss 2.0İşte, vakit öldürmek için her cebe lazım bir oyun:
Paper Toss. Ücretsiz bu uygulamayla top haline
getirdiğiniz kâğıdı vantilatörün rüzgârını da
hesap ederek çöp kutusuna atmaya çalışıyoruz.
Ekranda yer alan sayı ve ok, size vantilatörün
yarattığı rüzgâr gücü ile rüzgârın yönünü
bildiriyor. Kolay ve zor gibi farklı seviyelerin yanı
sıra havaalanı, banyo gibi farklı mekânlarda da
oynayabiliyorsunuz.
n dolMuŞ drıverBir İstanbul oyununa ne dersiniz? Hele de
nostaljik dolmuşların şoförü olarak sokaklarda
fink atmak ilginiz çekebilir. Dolmuş Driver
oyununda, yolcu alma, yolcu kapmaca,
rakiplerinizi geçme ve nitro takarak daha hızlı
gitme gibi seçeneklerle İstanbul sokaklarında
racon kesmenin bedeli 1,79 TL.
İSTASYON 51
Şimdi de Sherlock oldun Fotoğraftaki bu adamı
tanıdınız mı? O masmavi
gözler ve o bakışlar sizde
çağrışım yaratıyor mu?
Eğer anımsamakta güçlük
çekiyorsanız, onu uzun beyaz
saçlı, bembeyaz uzun bir elbise
içinde ve elinde asasıyla hayal
edin. Şimdi buldunuz değil mi?
J. R. R. Tolkien’in kitabından
sinemaya uyarlanan, “The
Lord of the Rings / Yüzüklerin
Efendisi” serisinin Gandalf’ından
başkası değil fotoğraftaki
oyuncu. Adı Ian McKellen.
72 yaşında.
Oyunculuk
kariyerindeki
en büyük
başarıyı, 50’li
yaşlarının
sonlarında,
Yüzüklerin
Efendisi ile
yakaladığına kuşku yok. Ama
o şimdi bambaşka bir role
hazırlanıyor. Zira Oscar ödüllü
yönetmen Bill Condon, “A Slight
Trick of the Mind” adlı kitabı
beyazperdeye uyarlamaya
niyetleniyor. Screen Daily
sitesinin haberine göre, 2014
yılının Nisan ayında vizyona
girmesi planlanan filmde olaylar
1947 yılında geçecek. Ian
McKellen ise bu filmde emekliye
ayrıldıktan sonra 50 yıl önce
gerçekleşen ve çözülemeyen
bir olayın anılarıyla baş başa
kalan Sherlock Holmes’i
canlandıracak.
Tarihi pati izin Bir süre önce, news.discovery.com’da yayınlanan bir haber, okuyanları
hayrete düşürdü. Haber hem bir kediyle hem de elyazması tarihi bir
kitapla ilgiliydi. Olay Hırvatistan’da, Sarajevo Üniversitesi’nde geçiyordu.
Üniversite’de araştırma görevlisi olan Emir Filipovic, arşiv taraması yaptığı sırada, üzerinde çalıştığı 15’inci
yüzyıla ait metinlerin bulunduğu elyazmasında bir sürprizle karşılaşmış ve elyazmasının üzerinde pati izine
rastlamıştı. Pati izinin bulunduğu doküman, 11 Mart 1445 tarihli, Dubrovnik Cumhuriyeti dönemine ait bir ticari
yazışmaydı. Kedinin oraya nasıl geldiği, patisini mürekkebe nasıl batırdığı meçhul... Ancak yapılan incelemeler,
kedinin kitabın sol tarafından yürümeye başladığı, sağ tarafa geçmeden bir dönüş yaptığını gösteriyor.
Superman İle BaTman randevulaŞTı
Dünya üzerinde milyonlarca hayran kitlesi bulunan Superman ve Batman, beyazperdede bir kez daha
buluşuyor. Ben Affleck ve Henry Cavill’in başrolünde oynadığı film 2015 yazında gösterime girecek.
n Takvim yaprakları 1939 yılının Mayıs ayını gösterdiğinde,
çizer Bob Kane ve metin yazarı Bill Finger tarafından
yaratılan “yarasa adam” Batman, çizgi roman tutkunlarıyla
ilk kez buluşuyordu. Kane ve Finger dâhil hiç kimse,
Detective Comics dergisinin 27’nci sayısında can bulan
bu karakterin yıllarca yaşayacağını, dünya üzerinde nam
salacağını tahmin edemezdi kuşkusuz. Aslında Batman,
son derece basit bir konudan yola çıkarak yaratılmıştı:
Kötülüklerle savaş. Çocuk yaşta ailesinin öldürülmesine
şahit olan Bruce Wayne’in, bir yandan ailesinden kalan
servetle yaşamını sürdürürken, diğer taraftan yarasa temalı
kostüm ve ekipmanlarla suçlulara karşı yürüttüğü mücadele
anlatılıyordu. Bu mevzuu okurların o kadar hoşuna gitti ki,
Batman, Detective Comics’te ilk kez boy gösterdikten on yıl
sonra beyazperdede yerini almıştı...
Yer, yine Amerika; yıl 1933. Jerry Siegel ve Joe Shuster adlı
iki kafadar, üstün güçleriyle uzaydan gelip dünyayı istila
edecek kötü bir adam olarak tasarlarlar Clark Kent’i, namı-ı
diğer Superman’i. Bu fikir tutmasa bile ikili baş koydukları
yoldan dönmez; beş yıl boyunca sevilebilecek bir kahraman
yaratmak için çaba sarf ederler. Sonunda Clark Kent, 1938
yılının Haziran ayında DC Comics dergisinde tüm nitelikleriyle
ilk kez okurla buluşur. Kırmızı pelerini, zamanın en popüler
eğlence unsurlarından biri olan sirklerdeki güçlü adamların
giydiği kıyafetten esinlenerek oluşturulan Superman’in
vücudunu saran taytının mavi olması da tesadüf değildir.
Aksine son derece bilinçli seçimdir, çünkü bu renkler
Amerikan bayrağına vurgu yapmak amacıyla ve özel
olarak tercih edilir. Kendinden sonra birçok çizgi karaktere
ilham veren, defalarca sinemaya ve televizyona uyarlanan
Superman, öylesine sevilir ki, özellikle çocukların nezdinde
yaşayan bir varlık olarak algılanır.
Dünya üzerinde yüzbinlerce ve hatta milyonlarca
çocuğu olduğu gibi yetişkini de etkilemeyi başaran Batman
ve Superman, bir kez daha bir araya geliyor. Daha önce
Superman Çelik Adam’ı yöneten Zack Snyder, Amerika’nın
San Diego kentindeki uluslararası çizgi roman fuarında
yaptığı açıklamada, hayranlarına iki kahramanın aynı filmde
buluşacağını müjdeledi. Filmin senaryosunun yazım aşaması
devam etse bile gösterim tarihi ve oyuncular belli. Filmde
Bruce Wayne’i, ünlü oyuncu Ben Affleck canlandıracak.
Superman ise Henry Cavill’in performansıyla tekrardan can
bulacak. Yönetmen koltuğunda Snyder’in oturduğu film,
2015 yılının yaz aylarında vizyona girecek.
52 İSTASYON
Sİnema-Tv
Tandoğan Bu kez Sahnede…
n Malum, gücünü sinemada ve tiyatroda
da kanıtlamış artist ve aktristler, salt
dizilerle var olanların oyunculuklarına
mesafeli yaklaşırlar. Onlara göre
oyunculuğun er meydanı tiyatrodur ve
tiyatro seyircisi, vasatla idare edebilecek
bir kitle değildir… Bu, tartışmaya
açık bir iddia elbette. Hayatında
hiç tiyatro sahnesine çıkmamış bir
oyuncu, herhangi bir dizide öylesine
bir performans sergiler ki, herkesi
kendine hayran bırakır. Veyahut yıllarca
sahne tozu yutmuş bir isim, dizilerde
kendisinden bekleneni veremeyip
hayranlarını hayal kırıklığına uğratabilir.
Sözün özü, iyi bir oyuncu olabilmek için
kıstas, ister televizyonda olsun, isterse
tiyatroda, canlandırdığı karakterin
gerçek olduğuna karşısındakini ikna
edebilme kabiliyetidir.
Bugüne kadar küçük ekranda yayınlanan ve başrolünü paylaştığı diziler
sayesinde olumlu eleştiriler alan, dolayısıyla da hatrı sayılır bir hayran
kitlesi kazanan Aslı Tandoğan, oyunculuğunu bu kez tiyatro sahnesinde
sınıyor. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan mezun olduktan
sonra, 2002 yılında Gülüm adlı diziyle oyunculuk dünyasına adım atan
Tandoğan’ın yıldızı, 2005’te başrolünü Beren Saat ve Mahsun Kırmızıgül
ile paylaştığı Aşka Sürgün dizisiyle parladı. Ardından Dudaktan Kalbe’de
Lamia karakterine can verdi. Olgun
Şimşek, Nejat İşler, Mert Fırat ile
oynadığı Kapalıçarşı, genç oyuncunun
zihinlerdeki yerini daha da güçlendirdi.
Türk televizyonlarının gelmiş geçmiş
en önemli dizilerinden Behzat Ç.’nin
yanı sıra yine nevi şahsına münhasır
bir konuyla geniş kitleleri kahkahaya
gark geden Leyla ile Mecnun’da konuk
oyuncu olarak birkaç bölüm izlediğimiz
Aslı Tandoğan, daha sonra Zehirli
Sarmaşık’ta başrolü üstlendi.
11 yıllık oyunculuk kariyerine
önemli yapımlar sığdıran Tandoğan, bu
sezon Kanal D’nin A.Ş.K. adlı dizisinde,
Şebnem karakterini canlandırıyor. Ama
kendisini bu sayfalara konuk etmemizin
nedeni yeni dizisi değil. Yukarıdaki
satırlarda da belirttiğimiz gibi o bu
yıl Ekim ayından itibaren kanlı-canlı
olarak tiyatroseverlerin karşısına çıkacak. Tandoğan, dilimize Hüseyin Mevsim
tarafından kazandırılan Stefan Tsanev’in “Bütün Çılgınlar Sever Beni” adlı
komedi oyununda Mert Fırat ve Volkan Yosunlu ile birlikte başrolde olacak.
Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı oyunda, kontrolden çıkmış bir
kıskançlığın hüküm sürdüğü bir evlilik anlatılıyor. Aslı Tandoğan’ın Maria
rolünde nasıl bir performans sergilediğine şahitlik etmek isteyenler için adres
belli: Kadıköy’deki Moda Sahnesi.
kapoor ilk kez SSm’den Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), dünyanın en önemli
heykeltıraşlarından Anish Kapoor’un Türkiye’deki ilk kapsamlı
sergisine ev sahipliği yapıyor. 10 Eylül’de açılan ve 5 Ocak
2014’e kadar ziyaret edilebilecek olan serginin küratörlüğünü
Sir Norman Rosenthal yapıyor. Sanatçının mermer ve
kaymaktaşı gibi malzemeler kullanarak ürettiği ve çoğu daha
önce hiç sergilenmeyen çalışmaları, Sakıp Sabancı Müzesi’nin
galerisinin yanı sıra bahçesinde de görülebilecek. Sergide
ayrıca Kapoor’un
Gök Ayna ve Sarı
adını taşıyan;
eleştirmenlerce
heykel, mimari,
mühendislik
ve teknolojinin
buluştuğu ikonlar
olarak tanımlanan
eserleri de yer
alacak.
kadİm külTürün edeBİyaTı n Çin Halk Cumhuriyeti, bu yıl
32’nci kez kapılarını açacak olan
TÜYAP Uluslararası İstanbul
Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu.
2-10 Kasım tarihlerinde kitap
kurtlarını ağırlayacak fuara,
Çin’den 100’ün üzerinde
yayınevi katılacak. Çin Yazarlar
Derneği Başkanı ve yazar
Tie Ning’in yanı sıra Wang
Gang, Zhang Yueran, Jiang
Nan, Wei Wei gibi önemli
isimlerin de katılacağı TÜYAP
Kitap Fuarı kapsamında Çin
Halk Cumhuriyeti tarafından,
İstanbul’un farklı semtlerinde
paneller, söyleşiler, atölye
çalışmaları ve profesyonel
buluşmaları da düzenlenecek.
Dizilerin aranılan isimlerinden Aslı Tandoğan, performansını Moda Sahnesi’nin yeni projelerinden Bütün Çılgınlar Sever Beni oyununda sergilemeye hazırlanıyor.
İSTASYON 53
akTİvİTe
Salyangoz tıraş bıçağının keskin yerinde kendine
hiç zarar vermeden sürünebilir.
Salyangoz tıraş bıçağının keskin yerinde kendine
hiç zarar vermeden sürünebilir.
Bebeklerin yanaklarında tat tomurcuğu vardır.Bebeklerin yanaklarında tat tomurcuğu vardır.
DEVELERİNKÖKENİ
KUZEY AMERİKA’DIR.
DEVELERİNKÖKENİ
KUZEY AMERİKA’DIR.
DEVELERİNKÖKENİ
KUZEY AMERİKA’DIR.
HawaİİHER YIL
ALAskA’YAYaKLaŞIK
8SaNTİM
YaKLaŞIYOR.
SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR.
SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR.
SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR.
SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR.
SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR.
SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR.
Bir şekerfirması Amerikan futbol topubüyüklüğünde ayıcık şeker üretiyor.
Bir şekerfirması Amerikan futbol topubüyüklüğünde ayıcık şeker üretiyor.
BU ÇOK DOST
CANLISI BİR
SİSTEM!Anakonda dişlerini avını çiğnemekiçin değil, kaçmasını önlemek için kullanır.
45
54 İSTASYON
,
GaripGercek
AMA
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER SENİ ŞAŞIRTACAK
ÇOCUK
Bİr fare yıldA 60’tAn fazla yavru doğuraBilir.
AY’IN IŞIĞIDÜNYA’YA
SANİYEDEULAŞIR.
YAKLAŞIK
1,5
Cam
şİş
esı
nırs
ız k
ere
gerİ
dö
nüşt
ürül
ebİl
İr.
Cam
şİş
esı
nırs
ız k
ere
gerİ
dö
nüşt
ürül
ebİl
İr.
Cam
şİş
esı
nırs
ız k
ere
gerİ
dö
nüşt
ürül
ebİl
İr.
SakSafonu adolphe sax adında belçİkalı bİr müzİsyen İCat ettİ.
SakSofonu adolphe sax adında belçİkalı bİr müzİsyen İCat ettİ.
Dünyadayiyeceğinipişiren tek canlı
insandır.
Dünyadayiyeceğinipişiren tek canlı
insandır.
Dünyadayiyeceğinipişiren tek canlı
insandır.
Zeytinağacı 1500 yıldan fazla yaşayabilir.
Zeytinağacı 1500 yıldan fazla yaşayabilir.
soĞanın İçİndekİ sülFürİk asİt gözlerİnİn yaşarmasına neden olUr.
BU BİLGİ BENİ ÇOK ETKİLEDİ!
Bİr fare yıldA 60’tAn fazla yavru doğuraBİlİr.
Gergedanlar güneşte yanmamak için
çamurda yuvarlanır.
İSTASYON 55Bu konu NatIoNal GeoGraphIc KIds Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIds abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
Bİlgİ kazanır, Bİlmek kazandırırİstanbul’daki istasyonlarında görev yapan personelin bilgisini artırabilmeyi amaçlayan
TÜVTÜRK’ün, bu yılın başından itibaren uygulamaya aldığı “Bilgi Yarışması” projesinde
kazananlar belli oldu. Nihai hedefi, TÜVTÜRK istasyonlarına gelen müşterilere, bilgi birikimi
yüksek elemanlar aracılığıyla daha kaliteli hizmet vermek olan yarışmaya Araç Muayene
Teknisyenleri (AMT), Müşteri Kabul Görevlileri (MKG) ve Egzoz Gazı Emisyon Teknisyenleri (EET)
katıldı. 2013 yılının Ocak ayında başlayan ve Haziran ayına kadar devam eden altı aylık süreçte,
TÜVTÜRK ailesine mensup çalışanlar, her hafta bir sınava tabi tutuldu. Sınav sonuçlarını baz
alarak yapılan değerlendirmeyle en yüksek ortalamaya sahip AMT, MKG ve EET personeli
belirlendi. Bir nevi ön eleme olarak değerlendirilebilecek bu uygulamanın ardından, başarılı
olanlar istasyonlarını temsilen yarışmaya dâhil edildi. Heyecanın dorukta olduğu yarı finalse
7 Eylül’de Anadolu ve Avrupa yakalarında gerçekleştirildi. Anadolu Yakası’nda yapılan
yarışmada ipi, Dudullu istasyonu göğüslerken Avrupa Yakası’nda finale kalan, Çatalca
istasyonu oldu. Finale kalan ekipler, takvimler 21 Eylül’ü gösterdiğinde, teorik ve pratik bölümlerden oluşan sınavda
bir kez daha ter döktü. Üç kamera aracılığıyla misafirler için hazırlanan bir ekrandan canlı olarak verilen
pratik bölümde, yarışmacılar, özel bir araç üzerinde test yaptılar. Ekiplerin en iyisini yapabilmek için
canla başla çalıştığı, TÜVTÜRK İstanbul ve TÜVTÜRK Kuzey’de görev yapan 210 kişilik personelin
izleyici olarak yer aldığı yarışmanın sonucunda birinciliği Dudullu istasyonu aldı. Dudullu
istasyonu ekibinin kazandığı Almanya seyahati ödülü ile ikinciliği elde eden
Çatalca istasyonunun iPad Mini ödülü, TÜVTÜRK İstanbul Direktörü Can
Şiram tarafından verildi.
akademİye TPem zİyareTİ
Eskişehir Trafik Polis Eğitim Merkezi’nin yöneticileri, 26 Eylül’de
TÜVTÜRK Akademi’yi ziyaret etti. Okul Müdürü Mehmet Sayar,
Okul Müdür Yardımcısı Murat Ballı ve Eğitim Şube Müdürü Özcan
Eydemir’den oluşan heyet, Akademi binasında incelemelerde
bulundu; sınıfları ve teknik atölyeyi gezdi. Eskişehir Trafik
Polis Eğitim Merkezi, Temel Trafik Eğitimi, Kaza Araştırması ve
Bilirkişilik, Radar ve Takoğraf olmak üzere dört ayrı alanda yılda
yaklaşık 2 bin trafik polisine eğitim veriyor. TÜVTÜRK Akademi
de bünyesinde benzer bir yapılanmayı barındırıyor. Hem mevcut
hem de işe yeni alınan TÜVTÜRK personeli, Akademi’nin
eğitimlerinden faydalanarak bilgi birikimlerini bir üst
noktaya taşıyor.
56 İSTASYON
TÜVTÜrk
akademİ’de BP eğİTİmİTÜVTÜRK Akademi, Türkiye’nin önde gelen akaryakıt firmaları arasında
bulunan BP ile işbirliği yaptı. 19-20 Eylül tarihlerinde TÜVTÜRK Akademi’de
düzenlenen “Muayeneci Gözüyle Akaryakıt Tankeri” eğitiminin amacı, Türkiye
genelinde binlerce akaryakıt tankerinin güvenlik kontrollerini gerçekleştiren BP
saha ekibine “Muayeneci Bakış Açısı” kazandırmaktı. Eğitimler ayrıca, BP saha
ekibinin araç güvenliği ve güvenlik kontrolleri konusunda bilgilerini pekiştirmeyi de
hedefliyordu. TÜVTÜRK Akademi tarafından, BP’nin talep ve ihtiyaçları göz önünde
bulundurularak hazırlanan, TÜVTÜRK Eğitmenleri Hakan Burçin Uluçay, Sinan Balkanlı
ve Zafer Halli tarafından verilen eğitimlere, yedi kişilik BP ekibi katıldı. Bu kapsamda
Türkiye’de düzenlenen ilk eğitim programı olma unvanına sahip “Muayeneci Gözüyle
Akaryakıt Tankeri”, TÜVTÜRK Akademi için de ayrı bir öneme sahip. Zira bu, TÜVTÜRK
Akademi’nin de dış müşterilere sunduğu ilk eğitim programı olma niteliği taşıyor.
Tekerleklİ sandalye Projesİ ödÜl geTİrdİ
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından koordine edilen; trafik ve taşıt
güvenliği alanında çalışmalar gerçekleştiren kurum ve kuruluşların işbirliği ve TÜVTÜRK’ün
desteğiyle yürütülen Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH), uygulamaya alındığı günden bu yana geçen
üç yıllık zaman zarfında birçok ödüle değer bulundu. Son olaraksa Açık Hava Reklamcıları Vakfı tarafından
düzenlenen A Awards Açık Hava Reklamları Yarışması’nda, Tekerlekli Sandalye Metro Özel projesiyle Kentsel
Tasarım Özel Ödülü kazandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Ulaşım AŞ’nin katkılarıyla oluşturulan,
tasarım çalışması Drive Dentsu Türkiye reklam ajansı tarafından gerçekleştiren proje, 3-10 Aralık Engelliler
haftası için özel olarak hazırlanmıştı. Taksim-Hacıosman hattında sefer yapan dört tren ve 16 vagonda hayata
geçirilen uygulamada, koltuklar tekerlekli sandalye görselleriyle giydirildi. Projenin tasarımı, giydirilen
koltuklara oturan yolcuların, diğer yolcular tarafından sanki tekerlekli sandalyede oturuyormuş gibi algılanacak
şekilde oluşturuldu. Bilgilendirici metinlerde ise “Trafik kazalarında her yıl yaklaşık 200 bin kişi yaralanıyor”,
“Anlık dikkatsizliklerin sonuçları bir ömür sürebilir” ve “Trafikte her an, sorumlu davran” sloganları kullanıldı.
Trafik konusunda toplumsal duyarlılığı artırmayı hedefleyen bu çalışma, söz konusu yarışmanın Ambient
kategorisinde değerlendirildi ve Kentsel Tasarım Özel Ödülü’ne layık bulundu. 9 Eylül tarihinde Rahmi Koç
Müzesi’nde yapılan törende, ödülü TÜVTÜRK Yetkilisi Mahmut Sipahi aldı. Trafikte Sorumluluk Hareketi’nin kazandığı ilk
ödül bu değil. Proje, 2010 yılında gerçekleştirilen Roadshow etkinlikleriyle Doğrudan Pazarlama İletişimciler Derneği’nin
“Yılın En İyi Roadshow Ödülü”ne, “Kaza” adlı reklam filmiyle de 2011 yılında Kristal Elma’ya değer bulunmuştu.
İSTASYON 57
rakamlarla İlk alTı ayTÜVTÜRK, 2013 yılının ilk altı ayını
kapsayan muayene istatistiklerini kamuoyuyla
paylaştı. Yapılan değerlendirmeye göre TÜVTÜRK,
ilk altı ayda 3,4 milyon muayene ve 1,1 milyon
egzoz gazı emisyon ölçüm hizmeti verdi. Ücretsiz
muayene tekrarları ve tespitleriyle birlikte toplam
muayene rakamı 5,8 milyona ulaştı. Periyodik
muayeneye gelen araçların yüzde 32,8’i emniyetsiz
ve ağır kusurlu olduğu için muayeneden geçemedi,
ancak bu araçların yüzde 98’i, kusurlarını gidererek
girdikleri ikinci haklarında, gerekli belgeleri
aldılar. Muayeneye gelmeyen araç sayısında ise bir
değişiklik olmadı; yasal zorunluluğa rağmen her
beş araçtan birinin gerekli kontrolleri yaptırmadığı
ortaya çıktı. Muayeneye gelme oranı en düşük araç
cinsinin traktör ve motosikletler olduğu tespit edildi:
Traktörlerde muayene kaçağı oranı yüzde 78 iken, bu rakam motosikletlerde yüzde 82 olarak
belirlendi. Muayenesine zamanında gelen araç oranı 2011’de yüzde 40 iken, 2012’de
yüzde 43’e, 2013 yılında yüzde 48’e çıktı. Yasal mevzuat gereği Türkiye’deki her
hususi veya resmi binek otomobilin, ilk üç yaş sonrasında iki yılda bir,
ticari araçlarınsa ilk yaş sonrası her yıl periyodik araç muayenesine
gelmesi gerekiyor. Motosikletler ilk üç yılın sonunda ve
sonrasında her iki yılda bir, traktörlerse ilk üç yaş
sonrasında her üç yılda bir muayene ediliyor.
sahada TraFİk eğİTİmİSon üç yıldır 36 kenti ziyaret ederek trafik güvenliği konusunda eğitim ve etkinlikler
düzenleyen Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH), yaz aylarında önce Feshane’de,
ardından da İzmir Fuarı’nda saha etkinliği gerçekleştirdi. 26-27 Temmuz’da
Feshane’ye; 6-8 Eylül’deyse İzmir’e giden TSH ekipleri, ziyaretçilere şehir içinde
ve şehirlerarası yollarda emniyet kemeri takmanın önemini emniyet kemeri
simülasyonuyla, alkolün sürücü üzerindeki etkisini ise alkol gözlüğüyle anlattı.
TÜVTÜRK Gezici Araç Muayene İstasyonu aracılığıyla taşıt güvenliği ve araç
muayeneleri hakkında detaylı bilginin sunulduğu organizasyonda, emniyet
kemeri ve alkol gözlüğünün yanı sıra yoğun trafikte motosiklet kullanma
deneyimi yaşatan motosiklet simülasyonu hayli ilgi topladı. TÜVTÜRK
ayrıca, organizasyon kapsamında trafik konulu bilgi yarışmaları
düzenledi, broşürler dağıttı.
TÜVTÜrk’ün internet sitesi
yenilendiTÜVTÜRK, araç sahiplerinden gelen öneriler doğrultusunda internet
sitesini yeniledi. Görsel ağırlıklı modern bir tasarımın uygulandığı
sitede, randevu almak da muayeneyle ilgili merak edilenlere
ulaşmak da çok daha kolay hale geldi. Ziyaretçiler, internet sitesinin
en büyük yeniliğini, ücretsiz araç muayene randevusu alırken
deneyimliyor. Yeni randevu sisteminde, form yerine, görsel seçme
uygulaması kullanılıyor. Sadece beş kısa adımda muayene
randevusu alınabilirken, muayene öncesinde, muayene
sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler
görsel destekli olarak anlatılıyor.
58 İSTASYON
TÜVTÜrk
kahramanmaraş’Ta Bİr İsTasyon daha
TÜVTÜRK, Kahramanmaraş’taki istasyon sayısını üçe çıkardı. İl merkezine 30
kilometre uzaklıktaki Pazarcık ilçesine bağlı Narlı beldesinde faaliyete başlayan istasyon,
tüm araç türlerine hizmet verecek kapasiteye ve araç sahiplerinin muayene esnasındaki
süreçleri izleyebilecekleri özel bekleme salonunun da bulunduğu donanıma sahip. Hizmetleri kalitesini
artırmak amacıyla araç sahiplerinden gelen öneri ve şikâyetleri dikkatle izleyen TÜVTÜRK’ün Pazarcık ile
birlikte Türkiye çapındaki istasyon sayısı, 73’ü gezici olmak üzere, 270’e yükseldi.
İftar bir kez daha buluşturduArtık gelenekselleşen, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı ile TÜVTÜRK’ün iftarı, bu yıl 12 Temmuz Cuma
günü Ankara Hilton otelde verildi. İftara Karayolu
Düzenleme Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Güner
başta olmak üzere birçok Bakanlık çalışanı,
TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören
ve TÜVTÜRK yönetimi katıldı.
TÜrkak “uygundur” dedİAvrupa’nın en büyük akreditasyon projesi olan TÜVTÜRK, akreditasyonun sürekliliği kapsamında,
2013 yılı gözetim denetimlerinden geçti. 2008’de başlanılan akreditasyon maratonunun altıncı
döneminde TÜRKAK tarafından birçok önemli prosesin TS EN ISO/IEC 17020:2005
standardına uygunluğu sorgulandı. 50 istasyon ve Genel Müdürlük’te gerçekleştirilen
denetimleri 0 major uygunsuzlukla tamamlayan TÜVTÜRK, başarısını bir kez
daha kanıtladı. Böylece yeni açılan ve program dâhilinde denetlenen
Sivas Suşehri, Şanlıurfa Birecik ve Antalya Kaş istasyonları da
akreditasyon sertifikalarına kavuşacak.
İSTASYON 59
İş dÜnyası TraFİk İçİn kolları sıVadı
Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH) kapsamında hazırlanan; özel sektör, sivil toplum örgütleri ve
meslek birliği temsilcileri tarafından imzalanan Kurumsal Trafik Güvenliği Deklarasyonu, Karayolu Trafik
Güvenliği Stratejisi ve Eylem Planı hedeflerine ulaşabilmek için tüm ulusal kampanyalar ve sivil katılım
faaliyetlerinin yürütüldüğü Trafik Güvenliği Platformu’na (TGP) dâhil edildi. Deklarasyona ait çalışmalar, TGP’nin
sekretarya işlemlerini yapan Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığı tarafından koordine edilecek.
Trafik Planlama Destek Dairesi Başkanı Yılmaz Baştuğ ve Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü Denetim Kontrol ve Araç
Muayenesi Dairesi Başkanı Yılmaz Kılavuz’un başkanlığında, 8 Temmuz’da yapılan ve TÜVTÜRK’ün de aralarında bulunduğu
çok sayıda kurum, kuruluş ve derneğin katıldığı toplantıda, hem TGP’nin tanıtımı yapıldı hem de iş dünyasından beklentiler dile
getirildi. Trafik kazalarının ve trafikte can kayıplarının 2020 yılına kadar yüzde 50 oranında azaltılmasını hedefleyen 10 Yıllık Eylem
Planı’nın ayrıntılarının aktarıldığı toplantıda, hedefe ulaşmak için iş dünyasına önemli görevler düştüğü belirtildi. Trafik güvenliğiyle
ilgili kamuoyu oluşturulması, konunun gündemde tutulması, kampanyalar yürütülmesinin yanı sıra gönüllülerin kendilerini ve
çevrelerindekilerini trafik kullarına uyan ekosisteme dâhil etmesinin önemine vurgu yapılan toplantıda, TGP şemsiyesi altındaki
Kurumsal Trafik Güvenliği Deklarasyonu’nun ayrıntıları anlatıldı. Trafik güvenliğine gönüllü olarak destek veren kurum, kuruluş ve
şirketlerin katkılarıyla, 10 Yıllık Eylem Planı çerçevesinde binlerce kişinin karayollarında can ve mal kaybına uğraması önlenecek.
çaTalca TÜrkİye’ye örnek olacak!
Çatalca Ziraat Odası, Türkiye’de bir ilke imza attı. İlçe genelinde yaklaşık 1600 traktörün
olduğunu, bu traktörlerin dörtte üçünün muayeneden geçmesi gerektiğini tespit eden
Oda yetkilileri, TÜVTÜRK ile işbirliğine girerek 487 traktörün muayene edilmesini sağladı. Çatalca
Kaymakamı Dr. Nevzat Taştan ve Çatalca Ziraat Odası Başkanı Ömer Engin tarafından hayata geçirilen
proje sayesinde, arızalı traktörler nedeniyle meydana gelen ölümcül
kazaların bir nebze olsun önüne geçildi. Konuyla ilgili bir açıklama
yapan Başkan Engin, TÜVTÜRK’ün bu projede kendilerine çok yardımcı
olduğunu, bundan sonra da işbirliğine devam edeceklerini söyledi.
Engin, yaşanan süreci şu sözlerle özetledi: “Çatalca’da yaklaşık 1600
traktör var. Bunlardan 400’ü yeni olduğu için muayene gerekmiyor. Geri
kalanlar gerekli donanıma sahip olmadığı için zaman zaman ölümcül
kazalara neden olabiliyor. Bunun önüne geçmek, araçların muayenesini
yaptırmak için TÜVTÜRK ile irtibata geçtik. Muayene demek, traktör
üzerindeki tüm ekipmanın çalışması demek. Önce 150 araç topladık. Ama
bizim insanımızın aklı gözündedir. Gözüyle gördüğüne inanır. Muayene
konusundaki ciddiyetimizi gördüklerinde, bunun verimli bir proje
olduğunu anladılar ve gelen araç sayısı neredeyse 500’e ulaştı. İlk
muayeneleri geçen yıl Mart ayında yaptırmıştık, hasat zamanında
kalan traktörleri muayene ettireceğiz. TÜVTÜRK, bu konuda
bizden yardımını esirgemedi ve Gezici İstasyon Programı’nı
uygun bir şekilde düzenledi. Dileğim, bu tür girişimlerin
yurt çapına yayılması ve Türkiye’de muayenesi
yapılmamış traktörün kalmaması.”
TÜVTÜrk
60 İSTASYON
çocukların gÜVenlİğİ her şeyden önce gelİr
TÜVTÜRK’ün ilgili bakanlıklarla işbirliği içinde yürüttüğü Can Dostları Hareketi kapsamında, okullar henüz
açılmamışken gerçekleşen bir çalıştay, trafikte seyredecek servis araçlarını konu ediniyordu. Milli Eğitim Bakanlığı
Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nün ev sahipliğinde, 20-21 Ağustos’ta, Ankara’da gerçekleşen çalıştayda, öğrenci
servisleri ve taşımalı eğitim sistemleriyle ilgili süreçlerin iyileştirilmesi amaçlandı. Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’ndan uzmanların yanı sıra ilgili birimlerin temsilcilerinin
ve TÜVTÜRK yetkililerinin katıldığı çalıştayda, öğrencilerin okullara güvenle ulaştırılması konusu
irdelendi. Çalıştay sonucunda, öğrenci servisi ve taşımalı eğitim ulaşımı süreçlerinin ilgili
mercilerden temsilcilerin katılımıyla koordinasyonu sağlayacak bir üst kurulun
oluşturulması kararı alındı. Hizmet kalitesine odaklanmayı kolaylaştıracak,
bürokrasiyi azaltacak hukuki mevzuat değişikliğiyle ilgili önerilerin
sunulması ve servis şoförlerinin eğitimi de çalıştayda ele
alınan konular arasındaydı.
hem İFTar hem ödÜl Törenİ
Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND), geleneksel İstanbul İftar Yemeği’ni
Haliç Kongre Merkezi’nde yaptı. Kamu, sivil toplum kuruluşları ve UND üyesi firma
temsilcilerinden oluşan çok sayıda davetlinin yer aldığı yemekte, Yılın Sürücüsü ve Yılın
Tepe Yöneticisi ödülleri de verildi. TÜVTÜRK sponsorluğunda gerçekleşen Yılın Sürücüsü ödül
töreninin açılış konuşmasını, IRU Yönetim
Kurulu Üyesi İzzet Salah yaptı. Araçlarını
güvenli şekilde kullanan, çalıştıkları şirkete
ve meslek kurallarına bağlılık gösteren 25
ülkeden 1044 sürücü, IRU Yönetim Kurulu’nun
değerlendirmesinden geçerek “2013 Yılı IRU
Profesyonel Sürücü Onur Nişanı” almaya hak
kazandı. Söz konusu nişanı alan Türkiyeli 82
sürücünün ödülleri UND İstişare Kurulu Başkanı
Bahaddin Karakuş tarafından verildi. 82 sürücü
arasından yapılan değerlendirmeyle OMSAN
Lojistik’ten Hasan Narman, Yılın Sürücüsü
unvanını elde etti. Narman’ın unvanı perçinleyen
2 bin 500 TL’lik ödülünü ise UND Yönetim
Kurulu Başkanı Çetin Nuhoğlu, sektörün
önemli isimlerinden Ali Osman Ulusoy
ve TÜVTÜRK İş Geliştirme ve
Müşteri Tecrübesi Müdürü
Özcan Saka takdim etti.
İSTASYON 61
ruk and I had discussed the scenarios of other TV series. He offered me three choices, in which there was also Dila Hanim. I chose Dila Hanim because I was impressed with Lady Dila’s standing and femininity.
What kind of method did you use to lift the shadow of Türkan Şoray from Lady Dila character?Even the possibility of playing the same role with Türkan Şoray, the ‘Sultan’ of Turkish cinema, is a privilege that not everyone can be awarded. I feel very lucky in that sen-se. When asked about her opinions when the series was aired, Türkan Şoray made such beautiful comments that I was embarrassed. I don’t think the shadow of Türkan Şo-ray over Lady Dila can be lifted, because as you said, she is the one who portrayed the character first. However, we
It was 1977… The golden years of Turkish cinema... The director was Orhan Aksoy; there were Türkan Şo-ray and Kadir İnanır in front of the camera… The sce-
nes of Dila Hanim were being filmed. The plot is pretty simple actually: Having been married to a landlord her-self, Lady Dila falls in love with another landlord, who is also the murderer of her ex-husband. Kadir İnanır and Türkan Şoray played so well in Dila Hanim that theatres were overflowing with audience when the movie came out in January 1978.
Why we have taken you to two important moments in Turkish cinema history is to be able to tell the reason behind the question that came to several people’s minds when the news that Dila Hanim would be on TV as a spin-off. Many people believed that the TV series would be overshadowed by the legend of the movie and its famo-us actors/actresses. However, Erkan Petekkaya and Hati-ce Şendil lifted those shadows with their performances, and Dila Hanim became a top-rated series in this sector, in which many series stop to be broadcast after three or four episodes every year. With this situation in our minds as a starting point, we interviewed Hatice Şendil, one of the architects of this success.
When they offered you to play Lady Dila, what did you feel at first? I have known of Gold Film and the owner of Gold Film Faruk Turgut for a long while. I wanted to work with him a lot in a project. I think it’s a matter of feeling; Mr. Fa-
Dila has come to life again with her“The most important reasons that I accepted the role are Lady Dila’s strong standing, personality and femininity” says Hatice Şendil, the leading actress of Dila Hanim – the TV series that started to be broadcasted last year and will be on TV this season as well thanks to its success.
INTERVIEW: SEMA ULUDAĞ PhoTogRaPhs: Mustafa Kızıl
ENGLISH SUMMARY
62 İSTASYON
should remember a nuance here: What we make is a TV series, not a movie. The ones that watch the movie first, and then the series can notice this fact much more clearly.
Is your acting performance affected by the rise and fall in the ratings? Neither the viewership statistics nor good/bad ratings of an episode affect my acting performance. I take part in a work and scenario that I believe in. It does not matter for how long the production company or broadcasting chan-nel wants to broadcast this series; my acting performance will be just like the first day. You studied drama. Do you plan to go on stage? Ayla Algan has an excellent knowledge of drama and she’s
a perfect teacher. I thank her again for the effort she put in me. Performing on stage is not in my career plans right now. But I believe in fate. Maybe some day… Why not?
Does Lady Dila character bring different perspectives in Hatice Şendil’s inner world and mind? The endless compassion of Lady Dila might have brought a different perspective in me. Hatice is also compassio-nate but Lady Dila’s patience is something else. Even I am surprised at it when I read the scenario or portray the character.
During your interviews, you say Dila Hanim reminds you of a modern fairytale. What do you think are the main elements that set apart modern fairytales from traditio-nal ones? The period of time it happens. For example, we tell a fa-irytale in 2013 according to the current perspectives and values of the society in today’s conditions. For instance we could have told a fairytale saying “Once upon a time, there was a girl called Dila. She lived in a cabin and she liked riding horses” and that would have been a traditi-onal fairytale. We had to adapt our series into today’s con-ditions. Dila has a car instead of a horse; she communi-cates through a mobile phone; she has romantic dinners with the man she loves. That’s why I think it’s like a mo-dern fairytale.
Is there a specific character that you would not want to die before playing? Almost every actor/actress avoids playing the same cha-racter over and over. He/she would like to portray a new character every time on tiptoe. That’s how I feel. For ins-tance, I would like to portray a more masculine woman; a woman with a solid nature.
What kind of a project would make you step into the film industry? I would like my first film to be an art movie rather than a blockbuster. I would like to work with directors such as Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim and Fatih Akın.
To raise the level of your acting performance one step further, what fuels you? Reading a lot of books, watching a lot of films and most importantly, being able to observe everything… I think these are a must for an actor/actress. These are my three main criteria to improve myself. What do you like doing when you do not keep a busy pace? I would like to spare time for my family and significant other. If I have spare time, I socialize, because as you know, the set becomes our lives when we start shooting. Therefore, my social life is very important to me.
Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Fatih Akın… Some of the directors, with whom Şendil, who would like her first cinema experience to be an art movie, wants to work with.
İSTASYON 63
to reckon actuaries as social mathematicians who transfer their technical knowledge to top management and define the problem as a mathematical one by turning their expe-rience into solid data. That is why people doing actuarial calculations should have vast knowledge of finance, eco-nomy, communication skills and even law as they should have a good comprehension of main mathematical met-hods, especially the background knowledge to apply sta-tistical methods and techniques. Therefore, it seems that actuarial science will be a popular field of occupation and ranked high in newspapers’ or magazines’ lists of “the most popular jobs of the year”.
A news that was published in Hürriyet a while ago was very surprising. What was surprising about the news? Actuarial science, of which maybe many pe-
ople had heard for the first time in their lives, was top-rated in the list of “The most popular jobs of 2013”. Be-ing originally a French word (actuaire), it is a discipline that has existed since 1762, when the first life insuran-ce operations took place. Its homeland is Britain. When you take a look at its definition, you can tell it includes many subjects: Preparing tariffs and technical elements by calculating subsidies, reserves and profit shares accor-ding to legal regulations with insurance techniques in the fields of investment, finance and demography. It is done by applying probability and statistical theories to assess risks such as fire, storm or illness.
To understand how big the demand in actuarial sci-ence as an occupation, it’s enough to take a look at some figures. For example, The German Actuarial Society has 2,424 members. In England, they are 16,337. In Turkey, the number of actuaries registered at Actuaries Registry is 121. More than half of them work in private sector. The number of intern or assistant actuaries is only 90. Tur-kish actuaries mostly deal with the calculations behind the pricing of life and retirement insurances. Even though actuarial calculations are needed in elemental insurances such as car, fire, traffic, engineering, transport, credit and of course, health insurance; the number of qualified actu-aries to meet these needs is not enough.
Another point in the development process of actuarial science as an occupation in Turkey is to provide the edu-cation in wider areas. Marmara University and Hacettepe University offer actuarial science in undergraduate; the universities of Bahçeşehir, Hacettepe, Yaşar and METU in graduate degree. Only Hacettepe University offers ac-tuarial science in postgraduate degree. However, to beco-me an actuary, graduating from a school is not enough. The first step to be an actuary is to get a Bachelor’s Deg-ree and the next step is to pass the examination conduc-ted by the Undersecretariat of Treasury.
Why is actuarial science so popular even though the education process and exams require so much hard wor-king? It is popular because actuaries, who determine the risks and prices accordingly and plan investment strategi-es, raise the return on investment, generate employment and foster their countries’ economic growth. It is possible
Widely preferred, rarely known: actuarial science Becoming more and more popular every day, actuarial science is a discipline who deals with many fields from insurance to finance, from law to statistics.
64 İSTASYON
ENGLISH SUMMARY
tÜRKaK says ‘confoRMable’n TÜVTÜRK, one of the biggest accreditation projects of Europe, passed the 2013 surveillance within the scope of sustainability of accreditation. In the 6th term of the acc-reditation marathon which started in 2008, many impor-tant processes have been questioned by TÜRKAK if they were conforming to the TS EN ISO/IEC 17020:2005 standard. TÜVTÜRK proved its success once again by completing the surveillance held in 50 stations and head office, with zero major nonconformity. So the recently opened stations Suşehri/Sivas, Birecik/ Şanlıurfa and Kaş/Antalya reached their accreditation certifications.
tRaffıc tRaınıng ın the fıelDn Traffic Responsibility Action (TRA), which organised training and activities in 36 cities for last three years, held field activities at Feshane and İzmir Fair this summer. Vi-sited Feshane on July 26-27 and İzmir Fair on Septem-ber 6-8, TRA teams conveyed visitors the importance of fastening seat belt in both urban and express ways with a seat belt simulation as well as the effect of alcohol on drivers with an alcohol goggles. The motorcycle simula-
tion that brought to life driving in rush hour also drawed visitors’ attentions in the organisation where the deta-ils about vehicle safety and vehicle inspection were given by TÜVTÜRK Mobile Vechile Inspection Station. TÜV-TÜRK also held competitions and distributed brochures in the organisation.
KnoWleDge MaKes you Wınn The winners of Quiz Show which has been organising since the beginning of this year by TÜVTÜRK to aim at enhancing knowledge of employees working at İstanbul station were announced. Vehicle Inspection Technicians (VIT), Cash Point Operator (CPO) and Exhaust Gas Em-mission Technicians (EET) competed in the contest ai-ming at offering customers who came to TÜVTÜRK sta-tions a high quality services through its knowledgeable personnel. From January to June 2013, the employees of TÜVTÜRK were subjected to a quiz every week. By con-sidering the quiz results, VIT, CPO and EET employees
who got the highest average were chosen. This was a sort of preselection. Then the employees who succeed, compe-ted in the contest on behalf of their stations. The semi-fi-nal where the excitement was in the air, was held in both Anatolian and European sides on September 7. Anatolian side’s winner was Dudullu station, while Çatalca station got to the finals in European side. The teams which made it to the finals worked up a sweat in the contest consisted of both teorical and practical parts. In the practical part broadcasted live on a screen which was set up for the gu-ests, competitors made test on a special vehicle. The win-ner of the competition watched by 210 TÜVTÜRK emp-loyees was Dudullu station. The prize of the winner was a trip to Germany, while the second team was awarded with iPad Minis. The prizes were given by TÜVTÜRK İs-tanbul Director Can Şiram.
tÜVtÜRK news
İSTASYON 65
bP tRaınıng at the acaDeMyn TÜVTÜRK Academy collaborated with BP, one of the leading oil companies. The training held in TÜVTÜRK Academy on September 19-20, aimed at adding Inspector’s Perspective to the BP field team doing the safety controls of thousands of fuel vehicles around Turkey. With the trai-ning, TÜVTÜRK Academy also aimed at enhancing team’s knowledge about vehicle safety and safety controls. The training was organised by TÜVTÜRK Acamedy in accor-dance with requests and needs of BP. Seven BP employees participated in training given by TÜVTÜRK trainers Ha-kan Uluçay, Sinan Balkanlı ve Zafer Halli. “Fuel Tanker from the Inspector’s Eye”, the first training programm in its field has an important role for TÜVTÜRK Academy. Because it was also the first training programme that TÜVTÜRK offered.
WheelchaıR bRought the aWaRD
n Coordinated by The Ministry of Transportati-on, Maritime Affairs and Communication, suppor-ted by TÜVTÜRK and in cooperation with corpo-rations and organisati-ons working on traffic and vehicle safety, Traf-fic Responsibility Acti-on (TRA) has been gran-ted many awards since it
started. TRA recently won Urban Design Special Award with its Wheelchair Subway Special Project at A Awards held by Outdoor Advertisers Foundation. Designed by
advertising agency Drive Dentsu Turkey and suppor-ted by İstanbul Metropolitan Municipality and İstanbul Transportation Inc., the project was brought to life speci-al for Disability Awareness Week on December 3-10. Wit-hin the scope of project, wheelchair images were put on some seats of four subway trains on Taksim-Hacıosman line. The project was designed in the manner that made passengers feel themselves like they were sitting on a whe-elchair. Slogans such as “200 thousand people are hurt in traffic accidents every year” and “Act Responsibly at the traffic all the time” were written on informative messages. Aiming at enhancing social sensitivity about traffic, the project competed in the Ambient category and won Ur-ban Design Special Award. At the award ceremony held in Rahmi Koç Museum on September 9, Mahmut Sipahi from TÜVTÜRK accepted the award. This wasn’t the first award that TRA won to date. The project was awarded with Year’s Best Roadshow Award given by Direct Mar-keting Communicators Association in 2010 and Crystal Apple Award with its commercial film “The Accident” in 2011.
neW statıon ın KAhrAMAnMArAşn TÜVTÜRK increased the number of stations in Kah-ramanmaraş to three. Opened in Narlı town from Pazar-cık district that is 30 km far from the city center, the sta-tion serves all types of vehicles and has a special waiting room for the vehicle owners who want to watch the pro-cesses during the inspection. Paying attention to advices and complaints coming from vehicle owners to enhance its service quality, TÜVTÜRK increased the number of station around Turkey to 270 including 73 mobile stati-ons with the new station in Kahramanmaraş.
tÜVtÜRK news
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
TUV_Traktor_Muayene_228x295.pdf 2 06.06.2013 10:20
66 İSTASYON
ENGLISH SUMMARY
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
TUV_Traktor_Muayene_228x295.pdf 2 06.06.2013 10:20
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Egzoz Gazi_ilan_21.8x28.5cm.pdf 1 9/18/13 5:34 PM