yoksullar bizzat pay istemeye gelince: ab gemisinde yeni alarm

18

Upload: zeki-genc

Post on 28-Mar-2016

225 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

TRANSCRIPT

Page 1: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm
Page 2: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

2 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN

IMPRESSUM / KÜNYE

Yayıncı | Verleger:BIMBayerisches Institut für Migration e.V.Truderinger Strasse 280 d81825 München

Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291info(@)[email protected]/avrupagun

Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P):Osman Çutsay

Sanat Yönetmeni | Artdirektor:Ömer Yaprakkıran

İÇİNDEKİLER

3AB yoksulları merkeze yöneldi, dalgalanma tehlikeli boyutlardaZengin mutfağında yeni alarmBaşını Rumen ve Bulgar yurttaşlarının çektiği bu nüfus dalgalanması, özel-likle Almanya’yı daha önce tanımadığı boyutlarda ve denetimsiz bir göçyığılmasıyla karşı karşıya bırakıyor.

OSMAN ÇUTSAY

6Avrupa halkları savaş karşıtlığını kendine saklamakta kararlıBarış hareketinin kanı çekiliyorArap dünyasında bitmek bilmeyen silahlı çatışmalara rağmen, savaşa karşıçıkan barış yanlısı gösteriler çok sönük, katılım tüm umutları kıracak kadardüşük.

8Aşırı sağın cinayetlerini ve sessiz çoğunluğu susarak protesto edeceklerMünih’te 23 Şubat gösterisi

10“Katakomben-Theater” ve Türkiye renkli bir dirençKazım Çalışgan ve arkadaşlarının Essen’de bundan 8 yıl önce ünlü Girar-det Haus’un işliklerinde kurdukları Katakomben-Theater, sokaklardan bes-lenen eklemlenmelerle yüreklere yürüyen bir hevesin izini sürüyor.

BELKIS ÖNAL PİŞMİŞLER

14Dietrich Kittner, emekten yana bir hiciv için sahnedeydiDördüncü piramidin vedasıAziz Nesin Türkiye’nin dördüncü piramididir. Tıpkı Dietrich Kittner’in Han-nover’in, hatta temsil ettiği aydın duruşuyla tüm Almanya’nın dördüncüpiramidi olması gibi...

TEVFİK TAŞ

16Avrupa’da Türkçe, medya ve çöküşün sorumlusu

ÖZDEN ÇİÇEK

Page 3: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

AB yoksulları merkeze yöneldi, dalgalanma tehlikeli boyutlarda

Zengin mutfağındayeni alarm

OSMAN ÇUTSAY

FRANKFURT - Kriz, Avrupa Birliği (AB)içinde yeni dengesizliklerin ortaya çıkmasınaneden oluyor. Güney Avrupa ülkelerindeki iflassüreci, Birliği dağılma tehlikesiyle karşı karşıyabırakırken, ülkeler arasındaki gelir dağılımınında acımasız biçimler aldığını gösteriyor. AB’ninGüney Avrupa dahil “kenar” ülkelerindeki üc-retlerin merkezdeki zenginlere göre her geçengün daha hızlı gerilemesi, hesapta olmayan birgöç dalgasının patlak vermesine ve kimi çevre-lere göre işgal boyutları kazanmasına yol açtı.Gelir makasının ülkelerde geçerli asgari brüt üc-retler üzerinden yeniden karşılaştırılması,AB’nin yakın bir gelecekte kavimler göçünüaratmayacak boyutlarda bir yoksullar göçü ilekarşı karşıya kalacağını gösteriyor. Metropol-lerdeki tedirginliğin derinleştiği gözleniyor.

Gerçekten de AB içindeki brüt asgari ücretkarşılaştırmalarından hareketle yeni dengesiz-liklerin elinin kulağında olduğu söylenebiliyor.Eurostat rakamlarına göre, aylık ortalama as-gari brüt ücretler açısından dünyanın bu enbüyük pazarında inanılmaz bir eşitsizlik hüküm

AvrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 3

AB içinde tehlikeli bir boyutlardabir göç hareketi başladı. BaşınıRumen ve Bulgar yurttaşlarının çek-tiği bu nüfus dalgalanması, özellikleAlmanya’yı daha önce tanımadığıboyutlarda ve denetimsiz bir göçyığılmasıyla karşı karşıya bırakıyor.Almanya, yüz binlerce Rumen veBulgar’ın gelişini AB’nin serbestyerleşim kuralları gereğince engel-leyemediği için yerli halktaki tehli-keli tepkilerden çekiniyor.

Page 4: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

4 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN

sürüyor. Almanya’da atıklar gibi bazı hizmetsektörlerinde gerçekleşen toplusözleşmelerle(gayriresmi) asgari brüt ücret 1350 avro civa-rında gerçekleşirken, bu rakam Fransa’da “resmiasgari ücret” adıyla 1398 avro. Hollanda 1446,Belçika da 1443 avro tutarında bir asgari ücretesahip. Küçük Lüksemburg’da bu rakam 1801avro. Bunlar, zengin mutfağındaki ücretlergenel düzeyi hakkında bir fikir verebiliyor.

Bulgaristan ve Romanya’da durumkorkunç

Ancak aynı rakamlar AB’nin yoksullarındamerkeze göre inanılmaz bir uçurumun yaşandı-ğını gösteriyor. Örneğin Baltık ülkelerinden Lit-vanya’da asgari brüt ücret 231 avro olurken, burakam Letonya’da 285, Estonya’da ise 290 avro.Macaristan’da asgari ücret 295, Slovakya’da327, Polonya’da 336, Hırvatistan’da 373 avro ci-varında. Bu arada, Türkiye’nin 362 avroluk brütasgari ücretle ile hiç de öyle AB şirketlerinin üre-timini kaydıracağı kadar cazip bir ülke olmadığıEurostat verilerinde ortaya çıkıyor.

Ancak AB içinde asıl gelir felaketi Romanyave Bulgaristan’da yaşanıyor. Halen Romanya’daiş bulabilen insanlara 161, Bulgaristan’da ise sa-dece 138 avro brüt asgari ücret ödeniyor. İfla-sın eşiğindeki Yunanistan’da 876, İspanya’da748 ve Portekiz’de de 565 avro olan asgari ücret,büyük dengesizliğin diğer yüzüne dikkat çeki-yor. Gelir dağılımındaki bu makas açılması, sis-temin yürümesi açısından olduğu kadar nüfusdengeleri ve işgücü göçleri açısından da tehlikelibir mecra oluşturuyor.

Bulgaristan ve Romanya’da, insanlarınbütün bir ay çalışıp Almanya, Fransa veya İngil-tere’deki bir işçinin en fazla yüzde 10’u civa-rında bir para kazanabilen, üstelik bu parayıeğer iş bulursa alabilen milyonların, gözlerinimerkezdeki ışıklı metropollere çevirmeleri AB’yisarsacak bir potansiyele işaret ediyor. AB içindetehlikeli boyutlarda bir göç hareketinin çoktanbaşladığı, bunun da başını Rumen ve Bulgaryurttaşlarının çektiği belirtiliyor. Özellikle Al-manya’nın daha önce tanımadığı boyutlarda,denetimsiz bir göç yığılmasıyla karşı karşıya ol-duğu, yüz binlerce Rumen ve Bulgar’ın gelişiniAB içinde serbest yerleşim kuralları gereğinceengellemeyediği için de yerli halkta tepkileroluştuğu gözleniyor.

Berlin ve Brüksel’e acil çağrı

Almanya’daki 3400 il ve ilçenin belediye hiz-metleriyle ilgili çatı örgütü konumundaki

Alman Şehirler Birliği (“Der Deutsche Städte-tag”), son bir raporunda, AB yoksullarının, özel-likle de en yoksullarının, merkezdeki zenginşehirlerin çevresine altından kalkılması zor so-runlar yaratarak yerleşmeye başladığına dikkatçekti. Raporunda, federal hükümeti, eyalet hü-kümetlerini ve AB merkezini uyaran Birlik, Ro-manya ve Bulgaristan’dan Alman şehirlerine2007’de 64 bin kişinin göç ettiğini, bu rakamın2011’de 147 bini geçtiğini vurguladı. Uzmanlar,raporda, 2012’nin ilk yarısında bu göçün2011’in aynı dönemine göre yüzde 24’lük birbüyüme daha gösterdiğini hatırlatarak, artık biralarm verilmesi gerektiğini savundular.

Alman Şehirler Birliği’nin SPD’li BaşkanıChristian Ude, “Bu yoksullar göçünün belediye-ler düzeyinde çözülmesinin mümkün olmaya-cağı ortaya çıkmış bulunuyor” diyerek merkezidüzeyde ve köklü bir siyasal çözümün kendinidayattığına dikkat çekti.

AvrupaMerkez Bankası’na ev sahipliği edenFrankfurt başta olmak üzere, Dortmund,Mannhehim, Münih, Hamburg, Hannover veDuisburg gibi şehirlerin kenarmahallelerindekiRumen ve Bulgar yurttaşlarının örgütlü bir bi-çimde çocuk parası, sağlık sigortası, muhtaçlıkyardımı türünden sosyal güvenlik sistemine yükolacak başvurularda bulunması, yeni tehlikele-rin habercisi olarak yorumlanıyor. Hem bukentlerin yoksulluğun ve suçun yayıldığı kenarmahallelere sahip olmaya başlaması hem de ta-leplerin altında kalkacak bir maddi gücü bulun-maması nedeniyle, “duruma el konulması”isteniyor.

Rapora göre, yoksulların zengin kentlerinkenarmahallelerine bu göçünü, eğitimsiz, kendiülkelerinde bir gelecek görmeyen yüz binler ger-çekleştiriyor. Nitekim, Avrupa’nın kendi içindeolağanüstü boyutlarda ekonomik ve toplumsaluçurumlar ortaya çıkardığını belirten Baden-Württemberg Eyalet İçişleri Bakanı ReinholdGall, “Bu uçurum, Avrupa göç hareketinin denedenidir” dedi. Gall, Brüksel’in bu tehlikeninpek farkında olmadığını savunarak, AB üyeleriarasında dengeli ekonomik ve sosyal koşullaryaratılması için önlemler alınmasını istedi.

Bir dönemin zengin şehirlerinin kenar ma-hallerinde bu yoksul yığışmasının kısa süredebüyük sosyal patlamaları beraberinde getirece-ğine kesin gözüyle bakılıyor. Özellikle de yerlihalkın milliyetçi-ırkçı tepkilerle sorunları gö-ğüslemeye kalkması halinde toplumsal barışınbozulacağı ileri sürülüyor. �

Page 5: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

AvrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 5

Federal almanya’nın 2012’de de 1 trilyonavroluk ihracat sınırını aşmayı başarması,bu dev başarının arka planı üzerine yapılanaraştırmalara hız kazandırdı. Almanya’da,sendikalara yakın Böckler Vakfı bünyesindeyapılan yeni bir karşılaştırma, Alman ürün-lerindeki “maliyet ferahlığının”, ülkedekireel ücretler düzeyindeki sürekli düşüşlebağlantılı olduğunu bir kez daha ortaya çı-kardı. Son iki yılda toplusözleşmelerle bun-lardan yararlanabilecek işçiler için kısmi birreel ücret artışı sağlanırken, bunun geneleğilimi bozmadığı saptandı.Almanya’da en-flasyondan arındırılmış ücretler genel dü-zeyinin 2000 yılındaki ücretlerin hâlâ çokaltında olduğu belirtildi. Bu, Almanya’dakiinsanların satın alma gücünün de 13 yıl ön-cekinden daha düşük olduğunu gösteriyor.

almanya’daki ortalama reel brüt ücretlerdüzeyinin 2012 itibariyle, 2000 yılındaki dü-zeyden yüzde 1.8 daha düşük olduğunadikkat çekilen araştırmada, son üç yılda artarda sağlanan yüzde 1.6, yüzde 1 ve yüzde0.6’lık reel ücret artışlarının 2000’lerdekieğilimi geriye çeviremediği de vurgulandı.2009 yılında reel brüt ücretler 2000 yılın-daki düzeyden yüzde 4.6 daha geriydi. Uz-manlar, Alman işçi sınıfının, özellikleSPD-Yeşiller iktidarından başlayarak hızlagerileyen reel ücretlerin altında ezildiğini,“maliyet üstünlüğü nedeniyle” ihracatçısektörlerde bir patlama yaşandığını, servetsahiplerinin getirileriyle ve şirket gelirleri-nin tavan yaptığını bildirdiler. Buna göre,özellikle 2005 sonrasında SPD ile ortaklıkyapan Angela Merkel hükümetleri döne-minde, çalışanlar üzerindeki ücret baskısıarttı. 2007’de patlak veren krizin sıkıştır-masıyla birlikte, işsizlik sarmalından kurtul-

mak için çok düşük ücretlerle çalışmayı ka-bullenen emekçi kitleler, büyük bir yoksul-laşma sürecine girdiler. Bazı çevrelerde“proletarya yerini prekaryaya bıraktı” yo-rumları dikkat çekti.

Bu arada, hızla örgütsüzleşen işçilerin, bueğilimin bilinçsiz destekçileri olduğu, sen-dikalılar için toplu- sözleşmelerle sağlananzamların genel eğilimi değiştiremediği deanlaşıldı. Sendikalar, toplusözleşmeler so-nucu üyelelerinin reel gelirlerinde 2000 yı-lına göre yüzde 6.9 daha yüksek birstandart sağladılar, ama bunun genel çiz-giye bir etkisi olmadı. Çünkü toplusözleş-meler sonucu ücretlendirilmeyen işçileringelirlerinde büyük bir düşüş yaşandı. Ynibazı kazanımlar, ülke düzeyindeki genel ge-rilemeyi durdurmaya yetmedi. Böckler Vak-fı’nın toplusözleşmelerle ilgili bölümünüyöneten Reinhard Bispinck, “Toplusözleşmesistemi son on yılda ülkedeki ücret gelişi-minin herzamankinden daha çok omurga-sını oluşturdu. Toplusözleşme bağlarınınzayıflaması ve şirketlerin bu sistemin dışınaçıkacak yollar bulması nedeniyle, zamlarınetkisi düşük oldu” diye konuştu.

yeni veriler, 2000-2012 döneminde, servetgetirileriyle işletme gelirlerindeki artışın,emek gelirlerini çok geride bıraktığını, üstve alt gelir grupları arasında makasın iyiceaçıldığını bir kez daha vurguladı. Söz ko-nusu dönemde servet ve şirket gelirleri no-minal olarak yüzde 50 büyürken, işgücügelirlerinin nominal artışı yüzde 24’te kaldı.Reinhard Bispinck, krizden çıkmak için, içtalebi kışkırtmak ve kitlelerin alım gücününartırılması dışında bir şans olmadığını dabelirtti.

İhracat flampiyonlu¤unun a¤ır maliyeti

Page 6: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

Avrupa’daki büyük ekonomik krizeve yaşlı kıtanın kapısının önünde,yani Arap dünyasında bitmekbilmeyen silahlı çatışmalara rağ-men, savaşa karşı çıkan barış yanlısıgösteriler çok sönük, katılım tümumutları kıracak kadar düşük.Oysa kamuoyu yoklamaları halkınsavaş istemediğini ve çok endişeliolduğunu gösteriyor. Tepkisizlik,egemen.

FRANKFURT - Avrupa gündemine yerleşensavaş zihniyeti (“Savaş siyasetin bir parçasıdır”),barış hareketini kemirmeyi sürdürüyor. Son dö-nemde giderek derinleşen, hatta bazı AB üyele-rinin devlet örgütlenmesini bile ölümle tehditeden “Avro Krizi” ve Avrupa’nın kapısının önün-deki savaşlar, demokrasinin beşiğinde işlerintuhaf yürüdüğünü gösteriyor. Nitekim art ardayapılan değerlendirmeler kanlı denklemin yeniboyutlar kazanma yolunda olduğunu gösterdi.

Özellikle silahlı çatışmalar Arap dünyasındahızla yayılırken, “sivil toplumun tepkisizliği”,barış hareketinin yolun sonuna gelip gelmediğisorusunun daha sık sorulmasına neden oldu.Son 10 yılda tüm çabalara ve en kitlesel protestogösterilerine rağmen “hiçbir savaşın engellene-memiş olması”, barış hareketinin kitleler nez-dindeki itibarını adeta sıfırladı. Alman barışhareketinin önde gelen sözcülerine göre, bu ba-şarısızlık, metropollerde yaşayan halkların, sa-vaşa karşı bile olsalar, barış gösterilerine uzakdurmasını kolaylaştırdı.

6 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN

Avrupa halkları savaş karşıtlığını kendine saklamakta kararlı

Barış hareketinin kanıçekiliyor

Page 7: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

sahne olmayan Almanya’da rüzgarın farklı es-meye başladığı gözleniyor. Peter Strutynski,hafta içinde yayımlanan ayrıntılı bir inceleme-sinde Afganistan ve Libya’da NATO müdahale-sinden sonra, Berlin’in de desteklediği Malioperasyonuyla birlikte tuhaf bir durumun or-taya çıktığını hatırlattı. Halkın, hükümetlerceizlenen savaşçı müdahalelere karşı olduğunu,ancak barış için kitlesel protestolara da katıl-madığını belirten Strutynski, Alman silah ihra-catına karşı düzenlenen etkinlikleri örnek verdi.Bu tür gösterilere çok az sayıda barışçının katıl-dığını, oysa bu savaş ve silah karşıtı eğilime hal-kın içten içe geniş destek verdiğinin debilindiğini kaydeden Strutynski, kamuoyu araş-tırmalarının sonuçlarına dikkat çekti. Anketlerhalkın savaş macerasına uzak durduğunu gös-teriyor.

Başarısızlık intikam alır

Peter Strutynski ve birçok barışçının ortakgörüşü, 10 yıl önce yaşanan tarihin en kitleselbarış gösterilerine rağmen savaşların engelle-nememesinin geniş katılımlı barış gösterilerinivurduğu yönünde. Halkta, “Ne yaparsak yapa-lım, yukarıdakiler zaten kendi bildiğini okuyor,engelleyemiyoruz” anlayışının giderek yerleşti-ğini belirten Strutynski, “Hükümet, ordu vemedya, savaşın tekrar siyasetin normal bir aracıolarak görülmesi için büyük çaba harcıyor” gö-rüşünü savundu.

Alman barışçılara göre, güncel görev, halktapotansiyel olarak hâlâ bulunan barış yanlılığı-nın tekrar sahneye çıkmasını sağlamak. �

ABD’nin Irak’a müdahalesinden hemenönce, 15 Şubat 2003 tarihindeki etkinliklerde,kötümserlere göre 17 milyon iyimserlere görede 30 milyon gösterici dünya çapındaki bu pro-testo eylemlerinde yer almıştı. “Uluslararasısivil toplumun büyük başarısı” olarak sunulanbu etkinlikler Guiness Rekorlar Kitabı’na da gir-miş, benzer kitlesellikte bir protesto eyleminetarihin daha önce ve daha sonra tanık olmadığıileri sürülmüştü. Özellikle Almanya’da, 1980’-lerde yaşanan kitlesel barış hareketi, 1991’dekiİkinci Körfez Savaşı sırasında da etkisini sür-dürmüş, New York Times’ın o dönemde “teksüper güç” ABD’nin karşısına “ikinci bir süpergüç” çıktığını ve bunun da barış hareketi oldu-ğunu belirten yazıları kayıtlara girmişti.

Barışçıların çekingenliği

Almanya, en büyük barış gösterisine bundan10 yıl önce Berlin’de tanık oldu. Yarım milyonuaşkın insanın Irak’a Amerikan müdahalesinekarşı çıkışı, Başbakan Gerhard Schröder’inIrak’a asker göndermeme kararını kolaylaştırdı.Ancak barış hareketinin geçen 10 yıl içinde tümetkisini yitirdiği, artık barış hareketi sözcüle-rince de kabul ediliyor. Özellikle Fransa’da “sos-yalist” Başbakan François Hollande’ın Mali’yeaskeri müdahale kararının Yugoslavya’daki hi-kayenin bir biçimde yinelenmesi olduğu hatır-latılıyor.

Almanya’daki barış hareketinin önemli birkesimini oluşturan “Nükleer, Biyolojik ve Kim-yasal Silahlara Karşı Hukukçular” (IALANA)kısa bir süre önce, Yugoslavya’nın bombalan-masından bu yana gelişen olaylara ve en sonMali operasyonuna bakarak yaptığı bir değer-lendirmede, SPD-Yeşiller koalisyonunun savaşyanlılarının baskısına daha kolay boyun eğebi-leceğine dikkat çekti. IALANA yöneticilerindenReiner Braun, eylül ayı sonundaki genel seçim-lerden “sol bir hükümet” çıkmasının barış içinumut vermediği kuşkusunu dile getirdi.

“Barış Önerisi Federal Komisyonu” SözcüsüPeter Strutynski de “Almanya’daki barış hare-keti daha hiçbir savaşı engelleyebilmiş değildir.Bu hareket hükümette değil, NATO’da değil,yani bu konuda karar verecek bir kurumsalaraca sahip değil” görüşünü savundu. Her ikibarış savaşçısı da, açıklamalarında, bu olumsuztablodan gelecekte daha çok savaş çıkacağınadikkat çekti. Şu andaki genç kuşağın, 80’lerdekieleştirel barış hareketinin karakterini bugünküortamda sokağa taşıması gerektiği, yoksa her-kesi zor zamanların beklediği de vurgulandı.

2003’ten bu yana kitlesel barış gösterilerine

AvrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 7

Page 8: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

MÜNİH - Almanya’daki sessiz ve kayıtsız ço-ğunluğa karşı Münih’te sessiz bir protesto dü-zenleniyor. 23 Şubat’ta kentin Geschwister-Scholl Meydanı’nda, saat 13’te yapılacak olan bugösteride “susulacak”.

Saygılı, dayanışmacı ve demokrasiden yana,ama Almanya’nın da sessiz çoğunluğu ve onunkayıtsızlığına karşı “Silentmob” başlığı altındaaçık havada düzenlenecek olan bu protesto ey-lemi, üzeri örtülmeye ve sonuçları tartışılma-maya çalışılan seri cinayetleri hedef alıyor.2000-2007 arasında 8 Türk, bir Yunan ve bir de

kadın polis memurunu öldürdükleri bildirilenneonazi NSU çetesinin korkunç şiddetinin med-yada “insansızlaştırılan” bir dille haberleştiril-mesine tepki gösteren protestocular, yayım-ladıkları bildiride, “Böylece kurbanların son say-gınlığı da ellerinden alınıyor. Bizim, suskunluğakarşı suskunluk eylemimiz ise kurbanların ya-kınlarına destek vermekle yükümlü olduğunuilan ediyor“ görüşünü dile getirdiler.

Aşırı sağın cinayetlerine gereken dikkatleeğilinmediğinin altını çizen suskun protestocu-lar, sadece densiz “Döner Cinayetleri” kavramı-

8 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN

Aşırı sağın cinayetlerini ve sessiz çoğunluğu susarak protesto edecekler

Münih’teki anlamlıgösteri 23 Şubat’ta

Page 9: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

köprü, Habil Kılıç, Yunus Turgut, İsmail Yaşgar,eodoros Boulgarides, Mehmet Kubaşık, HalitYozgat ve Michéle Kiesewetter ile Norveç’tekiaşırı sağcı kitle katliamını topluma bir kez dahahatırlatmayı amaçlayan protestoda, katılımcılarbeyaz ve kırmızı güller taşıyacak.

Çağrıda “Susuyoruz, çünkü sağ terörün kur-banlarını düşünüyoruz. Eğer susmaktan vaz-geçmezsek, bir sonraki kurban belki de bizoluruz” ifadeleri de dikkat çekti. �

nın bile günlük yaşama ve beyinlere ırkçılığınnasıl sızdığına bir örnek kabul edilebileceğinibelirttiler.

Sosyal medya üzerinden örgütlenen göste-riye Almanya’da yaşayan ve bu sorunları önem-seyen herkes davet edilirken, ilgilenenlerin"http://www.facebook.com/SchweigenGegen-DasSchweigen" adresi üzerinden gereken bağ-lantıyı kurabileceği hatırlatıldı.

Seri cinayetlerde yaşamını yitiren EnverŞimşek, Abdurrahim Özüdoğru, Süleyman Taş-

AvrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 9

Page 10: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

Kazım Çalışgan ve arkadaşlarınınEssen’de bundan 8 yıl önce ünlüGirardet Haus’un işliklerinde kur-dukları Katakomben Theater,sokaklardan beslenip oralardaneklemlenmelerle yüreklere yürüyenbir hevesin izini sürüyor.

Adını antik yeraltı tapınaklarından, gizli si-niklerinden alıyor “Katakomben-eater”, amaKazım Çalışgan ve arkadaşları doğrudan gün ışı-ğından sesleniyorlar. Biraz değil, basbayağı gözükapalı bir kavga yaptıkları. Birazı tereddütlerlebezeli üşengeçliklere sesleniş, diğer yanı kate-gorik üleştirmeye direniş.

10 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN

Almanya’da, emeğin tarihindeki yeriyle ünlü Essen kentindeyiz

“Katakomben-Theater”ve Türkiye renkli birdirenç

BELKIS ÖNAL PİŞMİŞLER

Page 11: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

ihtiyacımız yoktur” demekteler.Tiyatronun sanat yönetmeni Kazım Çalış-

gan, “Biz” diyor, “yapılması gerekeni zaten ya-pıyoruz.”

Asya, Karadeniz gibi albümleri olan, saz,cura, tambur, cümbüş, darbuka, davul, bendirçalmayı bilen, sayısız konserlerle sahne almış1963 Malatya doğumlu müzisyen, Türkiye’dekilise eğitiminin ardından, ailesinin bulunduğuAlmanya’ya gelip Ruhr Üniversitesi’nde Sosyo-loji Bölümü’nü bitirir ve kültür sanat etkinlik-lerinin edinim süreçlerinde deneyim sahibi olur.

Bu süreç, kendisi açısından kültürel etkinlikiçerik ve bütçelerinin yabancılara yönelik veyayabancıların hedef kitlede büyük rol oynadığı

programlarda kararların hegemonik ve katego-rik olarak katı bir tutumla yalnızca Almanlarcaalındığını gözlemlediği bir dönem olmuş.

Bu nedenle gündemdeki Kuzey Ren Vestfal-ya’daki “Zukunftsakademie”nin kuruluş ve bi-çimlenme aşamasında karar verici olarak, iradebildiriminde bulunma etkinlik ve sorumlulu-ğunu taşımak için ciddi bir gayret, görüşme vehatta tartışma yaşandığını dile getiriyor. Çalış-

Hem de her yanı umut işi yaptıkları. Düpe-düz bir cebelleşme.

Önyargıların nesnesi bir toplumsal gücün,hegemonik tutum karşısında kendini boşluğabırakmasına engel olmayı hedefleyen, onu ön-gören bir gayret.

Söz konusu toplumsal güç, göçün buraya ta-şıdıkları, yani insanlar, “bizim oralılar”, önyar-gıların öznesi ve hatta tepeden tırnağa nesnesi.Öyle ki, artık en büyük parça olmaktan gayrı,hem günahkârı, hem bağışlayanı.

Kazım Çalışgan ve arkadaşlarının Essen’de 8yıl önce ünlü Girardet Haus’un işliklerinde kur-dukları Katakomben-eater, hem sokaklardanbeslenip hem de oralardan eklemlenmelerle yü-

reklere, elbet gönüllere yürüyen bir hevesin izinisürüyor.

Yalnızca bir imaj oluşturma değil tutumları.Asla. Aksine, destek olanaklarının, hizmet vekültürel etki alanlarında karar alıcılarının, ödev-leri liyakata göre üleştirme havasına, otoriteyianımsatan gülümseme rollerine ve hatta ortayıbulma savsaklığına karşı “Bir rahat bırakın, birbırakın” ya da tam tamına “Bizim bir vekalete

AvrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 11

Page 12: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

gan, Kuzey Ren Vestfalya düzeyinde tasarlanangeleceğe yönelik kültürel eğilimlerin toplumsalve bireyler düzeyindeki varsayımlarının rol oy-nayacağı projeksiyonlarında, burada yaşayanyabancılar adına yalnızca Alman öncelikli kararmantalitesinin belirleyici olmasının yanlış ve sığbir tutum olduğunu vurguluyor: “Bu konudamutlak gereklilik bir kolektif anlayıştır, bundanayrı olarak bir danışma kurulu gibi, eşitler arası birilişki eşliğinde yeniden düşünülmesi gerekir” der-ken, “Almanya’nın kendini rahatlatması için bukontrolden vazgeçip yabancıları bu hayata ortaketmeleri gerekiyor” vurgusunu da esirgemiyor.

Temel problem, Almanların yabancısız ya-bancılar politikasının yansıması. Kültür de tü-

ketilen bir güç. Gelecekteki on yıllarda gençle-rin yarısı yabancı olacak ve bu kitlenin neyi nasıltüketmesi gerektiği, bu anlamdaki yönlendir-menin tek yanlı, bencilce bir hevesle tasarlan-ması, kaçınılmaz olarak çokkültürlülüğün reddianlamına gelir. Bu, özellikle kültür ve sanat ala-nında son derece sakıncalı ve bu alanın yaratıcıgücünün, ruhunun kabul etmeyeceği bir du-rumdur.

İşte Katakomben-eater’in sanat yönet-meni Çalışgan, bu anlayışla bulundukları alanıdünya müzik merkezi yapmak istediklerini,Latin, Rus, Polonyalı, Portekiz, Kürt, Türk,Şarklı ve Afrikalı grupları destekleyen sunum-larından, iki dilli tiyatro gruplarından, çocuk-

12 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN

KAzIM ÇALIŞgAN

Page 13: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

sonra Nazilerin mahvetttiği Essen’in kültürelve sanatsal yaşamını yeniden kurmak içindönen bir sanatçı. Alman bale sanatının zirveisimlerinden olduğu kadar Folkwang Tiyatro-su’nun da kurucusu.

İşte tam bu sırada Joan Jara girebilir dev-reye. Gepegenç dans meraklısı bir kızken eğitimalıp Kurt Joos’un onayıyla Ballett Joos’a katılı-yor ve Essen’de sahneye çıkıyor Joan. Sonra bubale topluluğunun yolundan hareketle pek çokneden içinden onu Şili’de buluyoruz. ArdındanŞili’nin şarkılarını ve And Dağlarının böğürt-lenli ekmekleri gibi bütün ezgileri dünyayayayan Viktor Jara’nın bitmeyen şarkısını, eşiolarak ve Türkçeye de “Yarım Kalan Şarkı” baş-lığıyla giren kitabında okuyabiliriz.

Yeniden belki de, bir şeyi hatırlayıp “Nelergeçmiş bu sokaklardan ve günlerden?” deyip, ti-yatronun, sesin tükenmeyen sonsuzluğuna dö-nebiliriz… �

lara tiyatro ve müzik programlarından söz eder-ken, kurum olarak iki dilli kültür dergisini de be-lirli aralıklarla yayınladıklarını da ekliyor.

Ses ve sihir, flüt, Küba, Yunan, Portekiz,Nefes, Döngü, Doğu ve Batı’nın birbirinde “hiç-leşmesi”, Sufi Jazz, Alman dilli Türk komedyen-ler, Liberyalı gitarist, Ruhr tiyatrocuları, salsa,resim sergileri, genç saz ve klarnet ustaları...Değil bir iki ve hatta üç, sayısız dilde insan veyaratının güne, gün ışığına çıkışına tanık olmakisteyeceklere sürekli ve derinleşme arzusu taşı-yan yeraltı işliğinin canlı ruhundan bir küçükayrıntı...

Bir ara vakit bulun, o ara bu sıralarda olsunmesela ve Andreas Heuser ile Kazım Çalışgan’ıbir Karadeniz türküsünde dinleyin deriz...

Aslında Katakomben’in salsa ya da dansprogramlarından birine giderken Kurt Joos’tanVictor Jara’ya esrikli anımsamalar bile yapılabi-lir. Kurt Joos, İkinci Dünya Savaşı bittikten

AvrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 13

Page 14: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

HANNOVER - 1952’de Mısır’ın ilerici su-bayları Kral Faruk’un krallığına son verdiktensonra Mısır Devlet Radyosu’nda halkın severekdinlediği bir güzel ses de artık duyulmaz ol-muştu. Eski düzenin radyosunda şarkılar söyle-yen Ümmü Gülsüm’e yeni rejim artık müsaadeetmiyordu. Bu durumu geç de olsa öğrenenNasır, enformasyon bakanını yanına çağırtaraksordu: “Niçin Ümmü Gülsüm’ün sesi radyodaduyulmuyor?” Yanıt, Ümmü Gülsüm’ün eski re-jimin adamı olduğu iddiasıydı. Nasır şu yanıtıverdi: “Ümmü Gülsüm, Mısır’ın dördüncü pira-mididir, yasaklanamaz!”

Her ülkenin, her toplumun, hatta her ken-tin bir dördüncü piramidi vardır. Aziz NesinTürkiye’nin dördüncü piramididir. Tıpkı Diet-rich Kittner’in Hannover’in, hatta temsil ettiğiaydın duruşuyla tüm Almanya’nın dördüncü pi-ramidi olması gibi...

Dietrich Kittner, 15 Şubat 2013’de hayatagözlerini yumdu. Aziz Nesin’den 20 yıl sonradünyaya gelmişti. 18 yıl sonra da gözlerini ka-pattı... Tıpkı, Aziz Ağabey gibi, hicviyle savaştı.Hep tek başına savaştı. Güldürerek savaştı. Ay-dınlanmayı, eşitliği ve özgürlüğü kendine cetvelbelledi. Her bir şeyi bu cetvele göre ölçüp biçti.

Hakaretlere uğradı, itildi kakıldı; tıpkı AzizNesin gibi.

Dietrich Kittner, görece kısa sayılamayacakömrünü uzun uzun yaşadı. 1960’da Bielefeld’dehukuk öğrencisiyken başladığı kabare sanatçılı-

ğını ömrünün sonuna dek sürdürdü. Ama eğ-lendirici olarak değil, öğretici olarak. O da AzizNesin gibi yürekliliğini “Biz ödlek aydınlar!” di-yerek icra edegeldi.

1978’de Günter Wallraff onun için şu sözlerietmekten kendini alamadı: “O yalnız bir parti-zandır. En korkulan alanlara girmekten geri kal-madı.”

İlk eylemini, 1965’de Hannover’de döneminen antidemokratik yasası olan “OlağanüstüDurum Yasası”nı karşı Café am Kröpke’de NSgaz maskeleriyle yaptı. 1968’de “Club Voltaire”ikurdu. 1971’de üyesi olduğu SPD’den atıldı.1973’de televizyon yasağına takıldı. Devlet memuru olmadığı için, meşhur meslek yasağından“yırttı”. 1975’de eater an Bult’u (TAB), ardın-dan da 2006’ya kadar neredeyse içinde günü-birlik kabare yaptığı eater am Küchengarten’i(TAK) yarattı. Yılda ortalama 200 civarında tekkişilik kabare yaptı. Keskin bir eleştirel zeka,üretken bir kişilikti. Yaygın ve egemen medya-nın hoşuna gitmeyecek Alman DemokratikCumhuriyeti (DDR) turneleri de düzenledi. Vehep görmezlikten gelindi...

Tutarlı bir ırkçılık karşıtıydı. “Çalışan ya-bancıya karşı değilim, tembele karşıyım” tar-zındaki yaygın ama gizli ırkçılığı hem deşifreetti, hem de ısrarlı bir şekilde taşladı. Nazi mağ-durlarıyla dayanışan derneğine (DFG-VK) üyeoldu ve aktif destek verdi. “Tucholsky Toplu-luğu”na ve “Erich Mühsam Topluluğu”na da

14 | 18 Şubat 2013 | avrupaGüN

Dietrich Kittner, emekten yana bir hiciv için sahnedeydi

Dördüncü piramidinvedası

TEVFİK TAŞ

Her ülkenin, Her toplumun,Hatta Her kentin bir “dördüncü piramidi” olur.

aziz nesin türkiye’nin dördüncü piramididir.tıpkı dietricH kittner’in Hannover’in,

Hatta temsil ettiği aydın duruşuyla tüm almanya’nındördüncü piramidi olması gibi...

Page 15: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

sonra görmezlikten gelinmeye çalışılıyor. Kitt-ner’in ölüm haberine egemen medyanın göster-diği teveccühü de hesaba katarsak, bugörmezlikten gelme kampanyası devlet-milletkucaklaşmasını fevkalade tamamlamış gibidir.

Silahı hiciv olan bu adamın bir de masalcılığıvardı. Okuyalım: “Bir varmış bir yokmuş, evvelzaman içinde, kendi elleri ve emeğiyle zenginolan bir yurttaş varmış... Evet, yarın size birbaşka masal daha anlatacağım!”

Hannover’in ve Alman sol aydın geleneğininbu değerli evladı önünde saygıyla eğilerek... �

üyeydi. Hannover kökenli iki haftalık siyaset vekültür dergisi “Ossietzky”nin hem kurucusuhem de yazarıydı. DKP’nin haftalık yayın organıolan UZ için de yazarlık yaptı.

12 kitabı, 8 ödülü, 10 DVD’si, 22 CD’si vardı.Bir de sözünü asla esirgemediği keskin bir dilive içi insan sevgisiyle dolu kocaman bir yü-reği.Tıpkı Türkiye’nin Aziz Ağabeyi gibi...

Muhalif aydına yaklaşımda Almanya ve Tür-kiye’de devletlerin galiba bir tek farkı var: Al-manya’da önce görmezden geliniyor, sonra cezakesiliyor. Türkiye’de ise önce ceza kesiliyor,

avrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 15

FOTO

:WIK

IPED

IA/M

ANFR

EDW

ERN

ER-T

SUI

Page 16: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

Avrupa’da Türkçe, medyave çöküşün sorumlusu kim?

ÖZDEN ÇİÇEK

16 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN

baştan söylemek gerekirse, o-ku-mu-yoruz!Neden mi? Yılda okunan kitap sayısından, ki-taba harcadığımız para ve de ihtiyaçlar hiyerar-şisinde kitap –neredeyse- hayatımıza dokunma-sa da yaşamı sürdürebileceğimiz düşüncesindendolayı.

Okuma alışkanlığımıza dair görüşlere geç-meden önce yazıda “aydınlanma hareketi” ola-rak görülen üniversiteli öğrencilerden başlamakgerekiyor. Basit bir soru soralım, her üniversiteokuyan aydın mıdır? Eğer öyle olmuş olsaydı,üniversite okuyanlar sayesinde, değil Avrupa,dünyayı bir “aydın” kütlesi sarar sarmalardı.Ancak yaşadığımız yüzyıl bize bu işin bu kadarda kolay olmadığını gösteriyor; aksine, üniver-

HANNOVER - Konu “okumak” olunca söy-leyecek ve tartışacak pek çok kavram yan yanageliyor. Bir de buna Avrupa’da yaşayan Türkçeliinsan topluluğunun okuma eylemindeki tutumueklenince, oldukça karmaşık bir hal alıyor.

Osman Çutsay, Avrupa GÜN’de önceki hafta(Sayı: 15) yayımlanan “'Güneşten ışık yontar-lardı, sert adamlardı' oysa...” başlıklı yazısında,okuma alışkanlığı, basının sorumluluğu ve “ay-dınlanma hareketi“ gibi kavramlar vasıtasıyladeğerlendirmelerde bulunmuş. Almanya’da ya-şayan Türkçeli insan topluluğundan bahseder-ken ister istemez, Türkiyelilerin okuma alışkan-lıkları bağlamında istatistiki verilere bakmamızgerekiyor. Bu konuda en son söyleyeceğimizi

Page 17: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

AvrupaGüN | 18 Şubat 2013 | 17

site eğitimi meslek edinmek için oluşturulmuşteknik bilgiler yığınıdır! Üstelik her üniversiteokuyan kişiye “aydın” ya da “aydın adayı” tahliligünümüz açısından geçerliliğini yitiren bir gö-rüştür. Aydın tahlilinde bu denli basite indir-genmiş bir tarife ne Jean-Paul Sartre’de ne deAntonio Gramsci’de rastlıyoruz. Aksine, aydın,üniversite eğitimini de aşan bilgiye sahip olmasıgerektiği gibi, toplumsal gerçeklikle yaşamınıidame eden kişidir. Diğer yandan belki de aydınolmanın en önemli kriteri, toplumun somut ko-şulları içersinde tavır alabilen ve tanık olandır.Tarih bilgimizden hatırlayacak olursak, top-lumsal koşul tanıklığının ötesinde, sanığı olanbirçok aydının var olduğunu biliyoruz. OsmanÇutsay’ın sözünü ettiği üniversite öğrenci nü-fusu, geldiğimiz ülke Türkiye’de azımsanmaya-cak oranda yer tutar. Tarif edildiği gibi, Türki-ye’de bu anlamda bir aydınlanma hareketi çok-tan gerçekleşmiş olmalıydı, ama olmadı. Geli-nen aşamada Türkiye’nin görece muhafazakar-laşma sürecinde üniversitelilerin önemli bir ke-simi muhafazakarlığın temsilcileri oldukları gibi“direnişçileri” haline gelmişlerdir.

Yazıda vurgulanmaya çalışılan bir başkakonu da, Türkçe yayın yapan basının tutumu.Gerek Türkiye’de gerekse Almanya’da yayın ha-yatını sürdüren Türkçe basın, toplumun aydın-latılması konusunda gerçek manada görev ve deödeve sahip olmadı. Neden mi? 12 Eylül 1980askeri faşist cuntasının öncesi ve özellikle son-rasında basının takındığı tavır “iktidar ve med-ya” bağlamında oldukça öğreticidir. Son dö-nemlerin moda deyimiyle “ana akım medya” bukonuda bırakın aydınlatma görevini, objektifhaber ve değerlendirme yapmaktan bile epeyceuzaktır. Bu nedenle basından, yani medyadanbeklenti yüksek tutulmuşa benziyor.

Avrupa’da yaşayan Türkçeli insan topluluğu-nun her geçen gün nüfusu artarken, buna karşıngazete, dergi ve kitap okuma ihtiyacı açısındanciddi bir düşüşten bahsediliyor. Hatta yazıda“...Avrupa’daki Türk medyasının Türkiye’dekin-den çok daha ucuz, niteliksiz bir kopya kağıdınadönüşmesi zaman içinde sonuçlarını verdi” de-ğerlendirmesiyle, okuma oranındaki düşüklü-ğün yegane sebebi gene Türkçe yayın yapanbasın gösteriliyor. Burada da anlatılmaya çalı-şıldığı gibi basından gereğinden fazla medetumma yaklaşımı var. Oysa okuma eylemi, birsüreçtir, alışkanlıktır, kültürdür ve toplumsalbir olgudur. Verilen bilgilere göre Almanya’da 10bin 530 civarında kütüphane var. Bir de bunaAlmanya’nın caddelerini mesken tutmuş küçüksokak kitaplıkları (“öffentlicher Büchersch-rank”) da eklenince okumakla yoksulluk arasın-daki ilişki zayıflıyor. Türkçe konuşma konu-

sunda “aşağılık kompleksi” duyanların, bu“kitap cenneti” ülkede koşulları ne denli değer-lendirdikleri de tartışma konusudur. Üstelik pekçok kütüphanede kıyamet kadar Türkçe kitabarastlıyorken, okumama ya da okuyamama ge-rekçesi neredeyse ortadan kalkıyor. Bu konudaAlmanya’da yapılan bir araştırma, Türkiyelile-rin üçte birinden daha azının çocuklarına hi-kaye kitapları okuduğunu ortaya çıkardı.

Biliyoruz ki, Türkçe yayın yapan televizyonkanalları Avrupalı Türkiyelileri/Türkçelileri faz-lasıyla meşgul ediyor. Türkiye’de bu konuda ya-pılan araştırmalarda günde ortalama en az beşsaat televizyon izleniyor. Türkiye birçok konudaAvrupa’da yaşayan Türkiyelilere kaynaklık edi-yorsa ve de izdüşümüyse, verilen oranın yakla-şık olarak aynı olduğunu söyleyebiliriz. Ancakher olumsuzluk içinden ille de bir olumlulukbulup çıkarmak gerekiyorsa, Avrupa’da yaşayanTürkiyelilerin, bu sayedeTürkçeyi “geliştirebil-diklerini” söyleyebiliriz.

Diğer bir başka değerlendirme de (“... çıkar-ları için Almanya’da sosyal demokratlara, yeşil-lere, hatta sosyalistlere yakın duran sıradanTürk, kendi dilinde ve ülkesinde sağa, hatta aşırısağa yapışıp kalıyordu”), basının sorumlulu-ğunda gelişen bir durum olarak ele alınıyor.Oysa Avrupa’da yaşayan Türkiyeliler için Tür-kiye bir eksen ise, Türkiye’nin oluşturduğu si-yasal iklim ve kültür de birer yansımadır. Bu-rada da tek başına basının tutumu belirleyici de-ğildir. Türkiye’nin son on yılda muhafazakâr-laştığı gözle görülür bir tespit madem, o zaman,çıkar ve faydacılığın oluşturduğu siyasi top-lumsal kültür, Avrupa’da yaşayan Türkiyelileride yörüngesi altına çoktan almıştır.

Son söz olarak “aydın çıkışı” yaratabilmektek başına basının/medyanın görevi değildir.Aksine aydınlanma ya da “aydın çıkışı”, özgürve sorgulayıcı eğitim sayesinde, özgür bireyle-rin oluşturduğu ve yüzünü toplumsal gerçekliğedönmüş bir toplum tasarısıdır. �

FOTO

:WIK

IMED

IACO

MM

ON

S/4

028M

DK09

Page 18: Yoksullar bizzat pay istemeye gelince: AB gemisinde yeni alarm

18 | 18 Şubat 2013 | AvrupaGüN