yozgat haber 14.03.2012 kadin ve siddet

1

Click here to load reader

DESCRIPTION

Yozgat Haber

TRANSCRIPT

Page 1: Yozgat haber 14.03.2012 kadin ve siddet

YOZGATHABER

otolojiotomotiv

15 Mart 2012

Perşembe2 Düşünce

sebep olurken, hukuksuzluklara kapı açarken onların anneleri ve babalarını da cezalandırdıklarını ve Türk anasına hitap etme ihtiyacı duymadığını esefle görü-yoruz! Kendisine soruyoruz: “Iraklı kadınların dul kalmalarına, tecavüze uğramalarına sebep olan kim?”

- Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Mari-fetname” isimli eserinin 1’inci cildinin, 74’üncü say-fasında Peygamberimiz (S.A.) sözünü naklediyor: “Mal ve para hırsının dine verdiği zarar, aç bir kurdun koyun sürüsüne verdiği zarardan daha çoktur.”

AKP Türkiyesi’nin fotoğrafında yer alan çöp konteynerine sarkarak yiyecek toplayan çarşaflı bir ananın gazetelere yansıyan resminden hiç rahatsız olmadı mı? Recep Tayyip Erdoğan; “Paranın, dini, imanı, milleti olmaz” diyor... Parayı öyle bir yere oturtuyor ki nasıl kazanıldığına, nereden geldi-ğine, helal olup olmadığa, alın teri ve emekle yıkanıp yıkanmadığına, haksızlıklarla, yolsuzluklarla, hırsız-lıklarla elde edilip edilmediğine hiç önem vermiyor. Adalet kavramı, sosyal yaklaşım, emek, inanç, dürüstlük, üretim, sanat, ticaret ve insan bu sözün içerisinde eritilerek para ön plana çıkarılıyor!

Recep Tayyip Erdoğan neden sade-ce Afganistan’ın yoksul kadınlarından, Irak’ın dullarından bahsediyor? Pakistan’da, Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de, Kosova’da, Kuzey Irak’ta, Doğu Türkistan’da, Avrupa’da, Batı Trakya’da bulunan mağdur insanlardan hiç bahsetmiyor? Bizzat kendilerinin sebep olduğu, savcılığını yaptıkları iftira davasıyla baskı üzerine baskı yaptıkları, günbegün şiddetin, tacizin dozunu artırdıkları, insanların hastalıklarına, yaşlarına bak-madan, diğer hastaları da etkileyecek siyasi baskı oluşturdukları, ya da hedef haline getirerek, kof, mesnetsiz, tertiplerle suçladıkları, ya da ölümlerine sebep oldukları kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarından, bin 730 böbrek, 320’den fazla ka-raciğer nakli yapan Prof. Dr. Mehmet Haberal’dan, vatansever gazeteci ve yazarlardan, onlara çektirilen acılarla mağdur edilen aile fertleri, anne, eş ve ço-cuklarından bahsedemiyor.

Türkiye’yi karakollaştırmak ya da hapisha-neleştirmek istiyorlar... Bu özellikleri onların İslam’la, hoşgörüyle, adaletle ve kalkınmayla hiç ilişkilerinin olmadığını kanıtlıyor!

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun bir soru önergesine verdiği cevaptan, 2002-2007 arasında 16 bin 38 kişinin canına kıyma-sından. İntihar vakalarının 9 bin 977’sini erkek, 6 bin 61’ini kadın intiharları oluşturduğundan söz etmiyor.

AKP yöneticileri insanı, insan hayatını, hayatı, doğayı, çevreyi, sanatı, sanatçıyı, tarihi, değerleri, şehirleri, şehirleşmelerdeki bilimsel irdelemeleri, hiç önemsemiyorlar. AKP ile beton yığınları, çirkin yapılaşmalar, üretim ve iş yerlerinin, dere ve su kaynaklarının satılmaları geleceğimizi tehdit eden unsurlar olarak karşımıza çıkarılıyor.

Aile fertlerinden birinin mağduriyetinin diğer fert-leri de etkilediği düşünülmüyor. Aynı mahalledeki bir evi etkileyen olay diğer evleri nasıl etkilediği umur-sanmıyor. Türkiye’de 12 Eylül’ü dahi aratacak bir hukuksuzluk, işkence ve cinayetler dönemi başlatmak isteyen emperyalist güçler AKP ile topluma çaresizlik ve korku yüklemektedirler. Bu anlayış sahiplerinin bir gün mutlaka pişmanlık duyacaklarını ve yargılanacaklarını da rahatlıkla söy-leyebiliriz. Ben şahsen AKP’den, AKP’li yöneticilerden ve destekçilerinden nefret ediyorum.

Kadın ve Şiddet -1-8 Mart 1857 günü New York’ta çalışma koşullarını be-

ğenmeyen 40 bin dokuma işçisi greve başlar. Polis işçileri fabrikaya kilitler. Ardından çıkan yangın, polis barikatlarını aşamayan çoğu kadın 129 kişinin hayatına mal olur. Alman-ya Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin’i (1) etkileyen bu olay, ‘Dünya Kadınlar Günü’nün doğmasına yol açar. 1921 yılına kadar farklı tarihlerde kutlanan ‘Dünya Kadınlar Günü’, 1977’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “8 Mart” olarak resmileştirilir...

Emine Erdoğan Türkiye’de her gün 3 kadın öldürüldüğünden bahsedemiyor!23 Şubat 2011 tarihinde Başbakanlık koltuğunda oturan

Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın New York’ta “Kadının Statüsü İçin BM Komisyonu”nun 55’inci otu-rumunun açılışında Genel Kurulu’na hitap ettiği gazetelere yansıtıldı... Bu konuyla ilgili zihnimden birçok soru geçti...

Emine Erdoğan neden Amerika’da ve kimin adına ve niçin Kadının Statüsü konusunda konuştu? Gidiş - geliş ve oradaki masraflarını kim karşıladı? Şu ana kadar onun Türkiye’de horlanan, aşağılanan, feryat eden kadınlarımızla hiç ilgilendiğini gördünüz mü?

Emine Erdoğan, kendisiyle ilgili By Barry Rubin’in 15 Aralık 2009 tarihinde “The Obamas Watch But Don’t See the Tragic Fate of Middle East Women : A Four-Picture Allegory” (2) başlığı altında yazdıklarını ve kendisinin dünyaya nasıl yansıtıldığını biliyor mu?

Dünya’ya yansıyan AKP görüntüsü bazı konularda onlara verilen fırsatlarla belirgin-leşmiyor. Aksine onlar siyaset sahnelerine çıkarılarak kanaatler kemikleştiriliyor, ileride yazılacaklara, konuşulacaklara, anlatılacakla-ra malzemeler oluşturuluyor. Bu konuyu da zamanla sizlere hatırlatacağım.

Emine Erdoğan’ın sözlerine dikkatle-rinizi çekiyorum: İşte yaşadığımız dünya... “Her gün TV’lerde, bilgisayarlarda trajedileri görüyoruz, gazetelerde okuyoruz. Trajediler film stüdyolarından gelmiyor, gerçek hayattan, yaşadığımız dünyadan geliyor. Ama TV düğmesini çevirdiğimizde unutu-yoruz olup bitenleri. Biz burada bu toplantıyı yaparken be-bekler ölüyor, çocuklar yemek ve oyuncak bulamadıkları için ağlıyorlar, kadınlar şiddete maruz kalıyorlar. Bangladeş’te çocuklar sokaklarda uyuyor, anneleri çöplüklerde ekmek kırıntısı arıyorlar, Saraybosna’da tecavüze uğramasına, her şeyini kaybetmiş olmalarına rağmen şeref ve vakarını mu-hafaza eden kadınları gördüm. Irak’ta ailelerini kaybetmiş, Pakistan’da sellerin yaşamlarını söndürdüğü insanlar var. Gazze, Kudüs ve Ramallah’ta ümitlerini, haklarını, ekmeğini hatta kimliklerini kaybetmiş, çocukları fosfor bombasıyla can vermiş kadınlar yaşıyor.”

Emine Erdoğan sözlerini devam ettiriyor : “Bu kadınlar harbi başlatmadı ama en fazla zarar gören onlar. Kuzey ya-rımkürenin bir yerinde bir kadın şimdi çok lüks bir şey satın alıyor. Güney yarımkürede ise bir anne çocuğuna çöplükten ekmek bulmaya çalışıyor. Yaşadığımız dünya işte bu. Bugün artık kadınlar, ne ekmek, ne de merhamet istiyorlar. Bugün, dünyanın her yerinde kadınlar, haklarını, en temel insani haklarını, eğitim haklarını, çalışma haklarını, eşitlik haklarını istiyorlar. Kadınlar, hibe değil, sadaka değil, insan onuruna yaraşır bir şekilde var olma hakkı istiyor ve artık çok daha güçlü şekilde bunun için mücadele veriyorlar.”

Nedense Emine Erdoğan en yakınında olanlardan ve

AKP iktidarının sebep olduğu trajedilerden, vahim olaylar-dan, hazin hallerden, sanata ya da sanatçıya gösterdikleri tavırlardan, toplu çocuk ölümlerinden, tren kazalarından, deniz feneri yolsuzluklarından, devlet uçağıyla düğüne git-tiklerinden, seçim zamanlarında verdikleri sadakalardan hiç söz etmiyor? O çok uzaklara gidiyor: Bangladeş’ten, Saraybosna’dan, Pakistan’dan ve Güney yarımküre’den bah-sediyor. Ki oralardaki hayatı da yakından tanımıyor.

Türkiye’de alt yapı bozuklukları, yanlış ve tehlikeli yer-leşim politikalarından, sellerle, çukurlarda, ihmallerle, hak-sız tutuklamalarla, iftira davalarıyla, baskılarla ölenlerden, ölenlerin annelerinden, babalarından, çocuklarına yapılan haksızlıklara dayanamayıp hayatlarını kaybedenlerden hiç bahsetmiyor!

Türkiye’de istikrarı sağlayamayanlar, terör kar-şısında sus pus olarak görevlerini yapmayanlar, Ortadoğu’da barış sağlama peşindeler !

- İsra Sûresi, 16. âyette Cenab-ı Allah (C.C.) şöyle buyu-ruyor: “Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.”

Gerçekleri gizlemeye gerek yok! Biz, AKP yöneticilerinin Amerikan askerlerine destek vererek, Irak ve Türkiye dâhil Ortadoğu’yu parçalama projesine eşgüdüm başkanlığı yapa-rak İncirlik’ten kalkan savaş uçaklarıyla kadın, çocuk, yaşlı, hasta demeden 1,5 milyon Iraklı Müslüman’ı (ki bu sayı Avrupa’da 3 milyon olarak da açıklanmaktadır) katletme-lerine sebep olmalarını görmezlikten gelemiyoruz. Sadece bunlar da değil...

Emine Erdoğan, binlerce Müslüman Iraklı bayana te-cavüz eden, öldüren, katliam yapan Amerikan askerlerine “Kahraman(!) Amerikan askerlerinin sağ salim ülke-lerine dönmeleri için dua ediyorum.” (3) şeklinde dua eden eşi Recep Tayyip Erdoğan’ın yakarışını da zanneder-sem unutmamıştır?

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in Irak işgalinden üç ay önce Türkiye ziyareti esnasında “Biz Irak’a müdahale konusunda tereddüt ediyorduk, Tayyip Er-

doğan bize cesaret vermiştir” sözüyle sonradan kadın, erkek, çoluk-çocuk Irak’ta 1,5 milyon Müslüman’ın öldürül-mesinde Recep Tayyip Erdoğan’ın, AKP milletvekillerinin, AKP’ye destek olanların rollerinin de açığa çıktığını düşün-memektedir.

AKP hakkındaki kapatma davası açıldığı zaman Amerikalı yetkililer AKP’ye desteklerini artırdı. Amerikan Dışişleri Ba-kan Yardımcısı Matt Bryza, “AKP’nin kapatılması ulusal çıkarlarımıza aykırı” dedi. Daha önce de Amerikan Dışiş-leri Bakanı Rice ile Bakan Yardımcısı Dan Fried’in benzer yönde açıklamalar yapmışlardı.

AKP’nin iktidara gelmesini, iktidarda kalmasını sağlayan ABD yetkilileri AKP yöneticilerinin ulusal çıkarlarına hizmet ettiklerini de gizlemiyorlar!

İşte bu ABD’ye hizmet etme aşkıyla siyasi varlıklarını sürdüren AKP’li yöneticiler, karşılarında Müslüman insanlar da olsa onların acımadan heba edilmelerine de göz yumabi-liyor veya işlenilen cinayetlere destek olabiliyorlar!

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Los Angeles World Affairs Council adlı kuruluşun düzenlediği konfe-ransta yaptığı “Avrasya’da değişen güvenlik ortamı ve Türkiye’nin stratejik önemi” konulu konuşmasında: “Irak savaşında ABD , İncirlik’i kullandı ve buradan 4 bin 990 çıkış gerçekleştirdi” sözüyle Irak’ta 1,5 milyon

Müslüman’ın öldürülmesinde AKP’nin katkı ve des-teğinin Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakan-lığının itirafıyla tescillendiğini de görüyoruz?!

Elbette böyle AKP destekleri karşılıksız kalmaz:Recep Tayyip Erdoğan’a Merkezi ABD’de

bulunan ADL tarafından 06 Kasım 2005 tarihinde 2’nci Dünya Savaşı’nda Musevilerin hayatlarını kurtaran Türk diplomatları adına umursamayı ce-saretlendirme (Courage to Care) ödülü verildi.

Recep Tayyip Erdoğan’a, “American Jewish Congress” AJC örgütünden bugüne kadar “cesa-

ret ödülü” verilen 10 kişi içinde Yahudi olmayan tek kişi (4) olduğunun ne anlama geldiğini vurgulamamak-tadır.

AKP ile kadınlarımıza reva görülen şiddet dünyanın dikkatini çeker hale geldi Dünya listesine de giren Türkiye’de 10 yıl öncesi 5 olan

milyarder sayısının 38’e, yoksul sayısının da 38 milyona yükselmesi Recep Tayyip Erdoğan’ı düşündürmüyor.

Başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın 07 Mart 2011 tarihinde Kadın İşçiler Kurultayı’nda kadınlara hitaben: “Terörün ve törenin baskı-sı altında kalan kadınları selamlıyorum. Afganistan’ın yoksul kadınlarını, Irak’ın dullarını, dünyanın her yanındaki ezilmiş kadınlarını selamlıyor, kendilerine Türkiye’nin dayanışma mesajlarını yolluyorum” sözleriyle başlayan Erdoğan, ka-dınların Dünya Kadınlar Günü’nü kutlaması ve Kadınlara yönelik şiddet ve istismarı “vicdansızlık, insafsızlık ve alçaklık” olarak nitelendirerek “Hiç kimse kadına yönelik şiddeti, töre, gelenek, namus davası diyerek maşru-laştıramaz” ifadeleri, benim çok tuhafıma gitti.

Bu vicdansızlığa, insafsızlığa, alçaklığa kim sebep oldu? Bu durumu neden Türkiye şartlarında, kendi oluşturdukları resim içerisinde irdeleyemiyor?

Çünkü o Mersinli işçiye söylediği “ananı da al git” sö-züyle, sadece işçiyi değil anasını da öfkesinin kapsamına almış, birbirleriyle ilişkileri olmayan kendisine muhalefet edenleri terörist diye suçlarken, onların tutuklanmalarına

Türkiye’yi karakollaştırmak ya da hapishaneleştirmek istiyorlar...

Bu özellikleri onların İslam’la, hoşgörüyle, adaletle ve kalkın-

mayla hiç ilişkilerinin olmadığını kanıtlıyor! Türkiye’de 12 Eylül’ü

dahi aratacak bir hukuksuzluk, işkence ve cinayetler dönemi başlat-

mak isteyen emperyalist güçler AKP ile topluma çaresizlik ve korku

yüklemektedirler. Bu anlayış sahiplerinin bir gün mutlaka pişmanlık

duyacaklarını ve yargılanacaklarını da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Meclisteki Sokak Kavgası

4+4+4 formülü ile zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasını getiren yasanın komisyon görüşmeleri sırasında utanılacak görüntüler ortaya çıktı.

CHP bu yasa ile ilgili, kendi açılarından geçerli sebeplerle engellemek için çaba gösteriyordu. Haklı veya haksızda demokrasinin ve meclis iç tüzüğün kendilerine verdiği haklardan faydalanıyordu.

Başbakanın, bunlara; yani demokrasinin diğer kişi veya kuruluşlara tanıdığı hakkı kullanmalarına tahammülü yok. Daha doğrusu Sayın Başbakanın kendinin istediği bir şeye karşı çıkılmasına tahammülü yok. Bu duygular içinde Mardin’deki konuşmasında bunun ipuçlarını vermiş ve işaretini göndermişti. Ne demişti: “Kılıçdaroğlu bunu engelleyemeyeceksiniz, bugün olmazsa yarın, cumartesi olmazsa Pazar günü çıkar ama mutlaka çıkacak!”

Nitekim onun seçtirdiği milletvekilleri, patronlarının sözünün yerine gelmemesini kabul edebilirler mi? Asla! Nitekim Pazar günü komisyon toplantı odası 100 kadar AKP’li milletvekilleri tarafından kontrol altına alındı. Hem kürsü, hem komisyon başkanının güvenliği becerikli ellerine geçmiş oldu.

Muhalefet partileri toplantı salonuna gelince anladılar ama iş işten geçmiş, atı alan Üsküdar’ın yolunu tutmuştu. İktidar partisi üyeleri salonun kontrolünü sağlamışlar, düzen kurulmuştu.

Muhalefet önce sokakta miting yapıyorlarmış gibi sloganlarla tepki gösterdi. Sonra bunun bir mana ifade etmediğini anlayınca içeri girmek istediler, ama maalesef mümkün olmadı, kale iyi korunuyordu. Ondan sonra bağırmalar, hakaretler ve darbeli kavgalar işlemi başladı. Tabi televizyoncular da atılan tokat, tekme ve yumruktan nasibini aldılar.

AKP’li komisyon başkanı ve üyeleri 6 günde altı maddesi geçirilen yasanın kalan 21 maddesini o kavga anında 31 dakikada görüştüler, oyladılar ve kabul buyurdular.

Buraya kadar hem gülünecek hem de üzülünecek sahnelerler. Asıl bir de düşündürecek sahneleri var ki eline sağlık.

Bu yasa kimi ilgilendiriyor? Benim, senin onun çocuklarını yani hepimizin çocuklarını torunlarını ilgilendiriyor. Bu konu ile ilgili bizim görüşlerimiz alındı mı? Bizler dinlendik mi? Senin çocuğunu şu ölçülerde yetiştirmek istiyoruz diye soran oldu mu? Hayır!

Bu yasa işin erbabı tarafından mı hazırlandı? Hazırlanırken hangi öğretmenin, okulun veya bu konuyla ilgili sendikaların görüşü alındı? Yani mutfaktaki asıl işin sahiplerinin burada görüşleri, alın terleri ve kabulleri var mı?

Kim hazırlıyor bunu? Üniversite hocalığı yapmış İlk ve orta öğretimin şartlarını bilmeyen bir akademisyen bakan. Veya bu konu ile yakın bağlantısı olmayan müsteşarı. Bir de bürokrasinin kalma gitme dengelerini iyi kullanıp görevde kalmak için sessizliği geçerli sayan bürokrat.

Olmaz beyler, “ben yaptım” demekle hiçbir iş olmaz. Hele Eğitim işi olmaz. Getirdiğin yasa taslağı içinde bazı değişiklik ve tadilatlar yapılması halinde olması gereken bir durum ama bu şekliyle değil.

Bunu ne cesaretle söylüyorum… Bu işin mutfağında on yıl gibi bir süre hizmet etmiş bir eski öğretmen olarak söylüyorum. İlk bitirdiğim yüksek okulun bu meslek dalının yüksek okulu olduğu için söylüyorum.

Tabi ki; çocuklarımız meslek dallarına göre de yönlendirilmelidir. Bunu için de dini eğitim de olmalıdır. Bu millet Müslüman bir millet. İslam’ın bayraktarlığını yapmış yedi düvele mücadelesini vermiş bir milletin çocukları tabi ki dinini öğrenmelidir. Ama her işin bir kuralı her işin bir adabı ve edebi vardır.

Milliliği olmayan, hedefi olmayan hiç bir eğitim sistemi bulunduğu coğrafyaya ve üzerinde yaşayanlara iyilik getirmez.

Uzmanından görüş alınmadan, demokrasinin kuralları hiçe sayılarak çıkarılacak yasanın faydasının olacağına inanmıyorum.

Hele “hangi dilden istiyorsanız o dilden” diyebilen bir Başbakana eski bir eğitimci olarak nerede hata yaptık diye hüzünlü gözlerle bakıyorum.

Atalar bu konu ile ilgili güzel bir söz söylemiş, ”gönülsüz aş ya karın ağrıtır ya baş!”

AÇILDIK

Fuat YILMAZER

Üzeyir LokmanÇAYCI