zorlu psm mag.zorlu psm mag 5 mart-nisanslava polunin’in hayal gücünün sınırlarında...
TRANSCRIPT
ZORLU PSM MAG 1 Mart -Nisan
ZORLU PSM MAG.
ZORLU PSM MAG 3 Mart -Nisan
062016 BAHAR SAHNESİ
10SAHNELERE DÖNEN MÜZİSYENLER
14DÜNYANIN PRESTİJLİ SANAT MERKEZLERİ
20beş adımda
DIGITAL REVOLUTION DİJİTAL DEVRİM SERGİSİ
22bilmedikleriniz
GOAL! SERGİSİ
24aklınızı başından alacak
GOAL! SERGİSİ
26UNUTULMAZ
FUTBOL HİKÂYELERİ
30bilmedikleriniz
THE LORD OF THE RINGS IN CONCERT
32ses ve görüntünün
atmosferik buluşmasıORKESTRA EŞLİĞİNDE SİNEMA
36her zaman farklı ufuklar
STEVEN WILSON
38ses ve ötesi
MEREDITH MONK
40özgün bir caz yolculuğu
ECM RECORDS
42bilmedikleriniz
STACEY KENT
44CAZ MÜZİĞİNİN KADINLARI
48bilmedikleriniz
39 BASAMAK
50sinemadan sahneye
ALFRED HITCHCOCK
Facebook.com/ZorluPerformansSanatlariMerkezi
Twitter.com/ZorluPSM
Youtube.com/ZorluCenterPSM
Instagram.com/Zorlu_PSM
Pinterest.com/ZorluCenterPSM
-- ww
w.zo
rlup
sm.co
mB
iletler Biletix
ve zorlu
psm
.com
’da
Zorlu PSM Mag. içeriği ve tasarımı, Bant Mag. ekibi tarafından hazırlanmaktadır.
Zorlu PSM’de bu bahar bir başka güzel olacak! Flamenko müziğe gönül veren Emmy Ödülü sahibi gitar virtüözü Roni Benise’ın muazzam gösterisi, Benise: The Spanish Guitar, Zorlu PSM sahnesine geliyor!
06 10
36 38
14 20
42 44
24 30
48 50
ZORLU PSM MAG 5 Mart -Nisan
Slava Polunin’in hayal gücünün sınırlarında dolaşmayı
çok sevdik, sihir dolu dünyasında çok eğlendik. Bu
unutulmaz deneyimi kaçıranlar ve tekrar yaşamak isteyenler
için Slava’s Snowshow, 19-24 Nisan tarihleri arasında
yeniden Zorlu PSM’de! Detaylar zorlupsm.com’da.
ZORLU PSM MAG 7 Mart -Nisan
Blackbird2016’nın merakla beklenen oyunlarından Blackbird,
geçtiğimiz şubat ayında gerçekleşen ön gösterimlerinde eleştirmenlerden tam puan aldı.
10 Mart itibariyle Belasco Theatre’da resmi açılışını yapacak oyunun başrollerinde üç Oscar adaylığı
bulunan, Brokeback Mountain (2005) ve Blue Valentine (2010) gibi filmlerden hatırladığımız Michelle
Williams ve Emmy Ödülü sahibi oyuncu Jeff Daniels bulunuyor.
12 yaşındaki Una’yla olan yasadışı ilişkisi nedeniyle 15 sene hapis cezası alan Ray’in hapishaneden çıktığında, artık 27 yaşında olan Una'yla yaşadığı hesaplaşmayı konu
eden oyun, yıldız kadrosuyla Broadway sahnesine yeni adım atsa da aslında daha önce İngiltere’de West End’de
oynamış ve 2007’de Olivier Ödülü kazanmıştı.
Shuffle Along, or, the Making of the Musical Sensation of 1921 and All
That Followedİlk defa 1921 Mayıs’ında Broadway’de
sahnelenen ve hem Broadway’i hem de New York şehrini değiştiren efsanevi müzikal
Shuffle Along, yıldız geçidi bir ekip ve orijinal müzikalin sahne arkası, yapım aşamaları gibi
farklı perspektifleri de içeren özel bir kurguyla sahneye geri dönüyor.
Broadway öncesinde çıktığı turneyi boş salonlar ve büyük bir borçla kapatan Shuffle
Along, 1921 baharında Broadway sahnesinde perde açtığında beklentiler çok yüksek
değildi. Broadway’in en çok satan, izlenen ve kutlanan müzikallerinden biri olacağı ise kimsenin aklının ucundan geçmiyordu. Ancak nihayetinde oyun Broadway sahnesini sallayan müzikallerden biri olarak tarihe geçti ve Afrika-Amerika müzikallerine dair oyunun kurallarını yeniden yazdı.
Altı Tony Ödülü sahibi Audra McDonald’ın bu müzikalin oyuncu kadrosunda yer alması, uyanan merak ve heyecanı katlayan etkenlerden bir tanesi. McDonald’ın, eğer bu rolüyle de bir Tony kaparsa, tüm zamanların en çok Tony kazanmış oyuncusu olacağını belirtelim. Mart ayında ön gösterim, nisan ayında ise resmi prömiyer yapacak olan müzikal, Ekim 2016’ya kadar sahne almaya devam edecek.
2016 BAHAR SAHNESİ
Bu bahar dünya sahnelerinde öne çıkan müzikallere, oyunlara, sergi ve festivallere göz atıyoruz.
Yazı Yetkin Nural
konser, oyun, sergi, müzikal...
ZORLU PSM MAG 9 Mart -Nisan
WaitressBir diğer merakla beklenen müzikal Waitress,
Keri Russell’ın oynadığı 2007 tarihli filmin bir sahne uyarlaması. Küçük bir kasabada ve aşkın bittiği bir evliliğin içinde kısılı kalan bir garson
ve pasta şefinin yaşadıklarını konu alan müzikal; yönetmen, koreograf, müzik direktörü, yazar ve
başrol gibi üst yaratıcı pozisyonların hepsinde kadınların yer aldığı kadrosuyla Broadway
tarihinde bir ilki gerçekleştiriyor.
Söz kadroya gelmişken, karşımızda gene bol ödüllü kariyerler ve yıldız isimlerden oluşan bir
ekip var. Koreografisini Drama Desk Ödülü sahibi Lorin Latarro, müziklerini altı Grammy adaylığı bulunan Sara Barailles, yönetmenliğini
ise Tony Ödülü sahibi Diana Paulus’un üstlendiği müzikalin senaryosunu ise I Am Sam (2001) filminden hatırlayacağınız Jessie Nelson
yazmış.
South by Southwest (SXSW)1980’lerden bu yana Amerika’nın ve dünyanın
önde gelen festivallerinden biri olan SWSX, her sene olduğu gibi bu yıl da mart ayının
sabırsızlıkla beklenen etkinliği durumunda. Austin, Texas’ta gerçekleşen ve müzik, sinema
ve interaktif olarak üç ayrı dalda kurgulanan festivalin programı en sıkı festivalcilerin bile
takip etmekte zorlanacağı derecede yoğun.
Günümüzde popüler olan pek çok grubun ünlerinin başlangıcı olarak gösterebileceği SXSW
sahneleri bu sene de keşfedilmeyi bekleyen taze ve yetenekli müzisyen ve gruplarla dolu.
Festivalin film programı da müzik programını aratmayacak kadar zengin. Hem yarışma hem de yarışma dışı kategorilerinde uzun ve kısa metraj film ve belgeseller toplam dokuz farklı salonda
gösterime giriyor. Müzik ve sinemanın yanı sıra interaktif bölümde ise başta video oyunları olmak
üzere pek çok alanda yenilikçi teknolojiye dair gelişmeler, paneller ve konferanslar festivalin
farklı kitlelere hitap eden etkinlikleri arasında yer alıyor.
Coachellaİlk defa 1999’da düzenlenen ve festivallerin kendi içlerinde ayrı bir eğlence ve turistik destinasyon olabileceğini bütün dünyaya kanıtlayan Coachella Valley Music and Arts Festival bu sene de 2016’nın en iddialı programlarından birine sahip.
Indio, California’da bulunan Empire Plo Club’da düzenlenen Coachella bu sene 15-17 ve 22-24 Nisan tarihlerine denk gelen üst üste iki hafta sonu gerçekleşecek. 100’ün üzerinde ismin sahne alacağı festivalin bu seneki büyük sürprizi ise orijinal ekipleriyle sahneye dönüş yapan Guns N’ Roses ve LCD Soundsystem.
Shakespeare in 10 ActsBritish Library tarafından gerçekleştirilen
Shakespeare in 10 Acts sergisi, efsanevi yazarın 400. ölüm yıldönümü için yaratılan
projeler arasında en çok konuşulanlardan bir tanesi. 15 Nisan’da açılışını yapacak
olan sergi, yazarın eserlerinin geçen yüzyıllar içerisinde değişen tiyatro izleyicisi
jenerasyonlarına göre nasıl şekillendiğini ve yeniden yaratıldığını görmek için eşi
bulunmaz bir fırsat sunuyor.
200’ün üzerinde nadir parçanın sergileneceği Shakespeare in 10 Acts, günlük notları, tiyatro biletleri, kostümler gibi tarihi objelerin yanı
sıra günümüze varabilen tek el yazısı oyun metni ve bilinen altı orijinal imzasından
birine de geçici olarak ev sahipliği yapacak.
Vogue 100: A Century in Styleİngiliz Vogue dergisi 1916’daki kuruluşunun 100. senesini dünyanın en etkili moda dergilerinden birinin stil dolu sayfalarında yolculuğa çıkabileceğiniz bir sergiyle kutluyor.
Londra’da bulunan National Portrait Gallery tarafından Vogue ile işbirliği içinde gerçekleştirilen sergi, Condé Nast Publications arşivlerinden ve uluslararası koleksiyonlardan toplanmış, dergi sayfalarının 1916’dan günümüze yolculuğunu belgeleyen 280 fotoğrafı ilk kez bir arada sunuyor.
Wai
tress
ZORLU PSM MAG 11 Mart -Nisan
Hiç sona ermemiş gibi: LCD Soundsystem 2011 yılında Madison Square Garden’daki son konseriyle hayranlarına veda eden alternatif dans grubu LCD Soundsystem’ın, dürüst olalım ki bir daha aramıza dönmesini beklemiyorduk. James Murphy’nin son konserin ardından kurucusu olduğu DFA Records işlerine yoğunlaşması ve Pulp, Yeah Yeah Yeahs, Gorillaz gibi isimlerle çalışmalar yapması da yola tek başına devam edeceğinin büyük göstergeleriydi. İki yıl önceki Record Store Day’e özel yayınladığı son LCD Soundsystem kayıtlarının yer aldığı The Last Goodbye ile bir kez daha hayranlarının yüzünü güldüren
Murphy’den beklenen haber geçtiğimiz ekim ayında geldi. LCD Soundsystem yeni yılda yeniden bir araya gelecek; hem büyük festivallerde yer alacak, hem de yeni bir albüm kaydedecekti. LCD Soundsystem’ın Noel vesilesiyle yayınladığı parça, beş yıllık aranın sona erdiğini ve 2016’nın LCD Soundsystem yılı olacağını simgeler gibiydi. Murphy ve 15 yıl önce birlikte grup kurduğu müzisyen dostları bu sene Coachella, Primavera Sound, Roskilde, Bonnaroo, Lovebox gibi festivallerde boy gösteriyor. Yeni albümle ilgili gelişmeleri de merakla bekliyoruz.
SAHNELERE DÖNEN MÜZİSYENLER
Bu sene yeniden dünya sahnelerinde göreceğimiz ve yeni parçalarına kulak vermek için heyecanla geri sayım yaptığımız grup ve müzisyenlere uğradığımız küçük yolculuğumuza buyurun.
Yazı Busen Dostgül
yolunu gözlediklerimiz, özlediklerimiz...
ZORLU PSM MAG 13 Mart -Nisan
Ve bir mucize gerçek oldu: Radiohead geri döndü!
Thom Yorke’un kimi zaman yalnız, kimi zaman başka müzisyenlerle yürüttüğü, bitmek
bilmeyen projelerinden sıra Radiohead’e gelene kadar neredeyse beş yıl geçti. Sekizinci
Radiohead albümü The King of Limbs’i 2011 yılında yayınlayan Thom Yorke, ilk solo albümü The Eraser’dan parçaları çalmak için ünlü basçı
Flea ve prodüktör Nigel Godrich’le bir araya gelmiş ve Atoms for Peace ismini verdiği bir
projeyle karşımıza çıkmıştı. 2013’te yayınlanan Atoms for Peace albümü Amok ve 2014
çıkışlı Thom Yorke solo albümü Tomorrow’s Modern Boxes ile artık Radiohead’in geri
dönüşü neredeyse hayal gibiydi. Son James Bond filmi için yaptığı “Spectre” parçasıyla
hayranlarını kısa bir süreliğine heyecanlandıran Radiohead’in 2016’da gerçekleştirmeyi
planladığı turnenin haberi yeni bir albümün de yolda olduğu duyurusuyla geldi. Biletleri
tükenen Primavera Sound festivali başta olmak üzere Lollapalooza, NOS Alive, OpenAir
gibi etkinliklere ismini dev harflerle yazdıran Radiohead, 30. senesinin hakkını vermek için
sahnede olacak.
M83’yi özlemiştik! Fransız elektronik dreampop grubu M83, 2000’lerin ilk 10 yılı içindeki üretimleriyle sıkıca takip edilen isimlerden olmuştu. Anthony Gonzales’in öncülüğünde kurulan ve son olarak 2011 tarihli Hurry UP We’re Dreaming ile karşımızda olan M83 için sahnelere dönmenin vakti geldi. Beş yıllık suskunluğunu bozmaya karar veren grup, klavyeci Morgan Kirby’siz yola devam etse de 2016’da yepyeni bir albüm ve birçok konserle yeniden karşımızda. Bonnaroo, Sasquatch, Coachealla, Melt, NOS Alive, Oya, Flow ve daha birçok festivalin programında yer alan M83’yi özleyenler için bu yaz şahane bir yaz olacak.
Sekiz yıl sonra yeniden: The Last Shadow Puppets İngiliz rock grubu Arctic Monkeys’in “Brainstorm” ve “Teddy Picker” gibi hit parçalarının yer aldığı Favourite Worst Nightmare’in yayınlanmasının üzerinden henüz çok geçmeden 22 yaşındaki Alex Turner’ı başka bir grupta görmek eminiz ki herkesi şaşırtmıştı. Arctic Monkeys’in The Rascals’la birlikte turneye çıkması, Alex Turner ve The Rascals vokalisti Miles Kane’in yakınlaşmasına vesile oldu. 2008 yılında bu ikiliyi bir araya getiren, baştan sona şahane parçalarla dolu The Last Shadow Puppets albümü The Age of the Understatement, İngiltere başta olmak üzere Avrupa ve Amerika’da ses getiren albümler arasında yerini aldı. İlerleyen yıllarda kendi yollarına giden ikili, geriye şahane parçalarla dolu ve dinlemekten sıkılmadığımız bir The Last Shadow Puppets albümü bırakmıştı. Davulcu James Ford geçtiğimiz aylarda verdiği bir röportajda grubun ikinci albümünün kayıtlarının tamamlandığını müjdeledi. The Last Shadow Puppets, yalnızca sekiz yılın ardından Everything You’ve Come to Expect ismini taşıyan yeni albümünü duyurmuyor, bu yılki festivallerde de boy gösteriyor. Sıkı bir turne programı yapan grup, bu yaz Primavera Sound, Coachella, Rock Werchter, Oya ve Sziget gibi festivallerde hayranlarıyla buluşacak.
PJ Harvey, yeni albümüyle karşımızda
İngiltere’nin en yetenekli ve özel müzisyenlerinden biri olduğunu bugüne kadar
yayınladığı sekiz albüm, çok sayıda ödül ve çeşitli müzisyenlerle ortaya çıkardığı şahane
çalışmalarla kanıtlayan PJ Harvey, 2011 çıkışlı albümü Let England Shake’in ardından çok
ortalarda gözükmedi. Londra’daki Somerset House’a özel olarak kurduğu bir düzenle yeni
albümü The Hope Six Demolition Project’i seyirci katılımıyla ve canlı olarak kaydeden
PJ Harvey, albümün yayınlanma tarihi olarak 15 Nisan’ı verdi. Bu seneki yaz festivallerine de
konuk olacak PJ Harvey’nin konser vereceği festivallerden bazıları Primavera Sound, Field
Day, Down the Rabbit Hole ve Sideways olacak. * M83, 28 Haziran'da Zorlu PSM Ana Tiyatro'da. * PJ Harvey, 8 Haziran'da Zorlu PSM Ana Tiyatro'da.
ZORLU PSM MAG 15 Mart -Nisan
performans mabetleri
DÜNYANIN PRESTİJLİ SANAT MERKEZLERİ
Dünyanın dört bir yanından, her biri görkemli, farklı mimari ve çok-fonksiyonlu yapılarıyla öne çıkan sanat merkezlerini taradık.
Yazı Yetkin Nural
Barb
ican
Cent
re
Har
pa
Barbican Centre Londra, İngiltere
2. Dünya Savaşı sonrasında Londra’nın bombalar nedeniyle tamamen tahrip olmuş bir
bölgesinde inşa edilen Barbican, gene savaş sonrası bir mimari akım olan ve Fransızca
işlenmemiş beton kelimesinden gelen brütalist mimarinin Avrupa’daki en önemli
sembollerinden biri. 1982’de İngiltere Kraliçesi tarafından açılan merkez; tiyatro, müzik,
sinema, dans ve görsel sanatlar alanlarında yoğun ve zengin bir programa sahip. Londra
ve BBC senfoni orkestralarına ev sahipliği yapan 1.943 kişi kapasiteli Barbican Hall ve
1.153 koltuklu Barbican Theatre’ın yanısıra üç sinema salonu, iki galeri, yedi konferans salonu,
bir kütüphane ve ticari fuar alanlarına sahip Barbican Centre, multifonksiyonel merkezlerin
devlerinden bir tanesi.
Palacio de Bellas Artes Meksiko, Meksika
Meksiko’nun merkezinin batısında, Alameda Parkı’nın hemen yanında yer alan Palacio
de Belles Artes (Güzel Sanatlar Sarayı) binasının 1904’te İtalyan mimar Adamo Boari
liderliğinde başlayan inşa süreci 1913 yılında çeşitli sebeplerle kesintiye uğramış. 20 yıllık bir aradan sonra Meksikalı mimar Federico
Mariscal tarafından tekrar başlatılan inşa süreci iki sene gibi kısa bir zamanda tamamlanmış
ve saray nihayet 1934 yılında kapılarını açmış.
Dışarıda Boari tarafından tasarlanan Neo Klasik ve Art Nouveau stillerini, içeride ise
Mariscal’ın getirdiği Art Deco stilini taşıyan bu ihtişamlı bina aynı zamanda Meksika’nın
pek çok ünlü sanatçısı tarafından üretilmiş duvar resimleriyle biliniyor. Hem dans, opera, bale, müzik, tiyatro gibi alanlarda etkinliklere hem de heykel, resim ve fotoğraf alanlarında sergilere ev sahipliği yapan, haftada yaklaşık
10.000 kişinin ziyaret ettiği saray, aynı zamanda bir müze olarak kalıcı bir sanat
koleksiyonuna da sahip.
Harpa – Reykjavik, İzlandaReykjavik’in Austurhöfn bölgesinde bulunan Harpa konser ve konferans salonu, aslında bu bölgenin tamamen yeniden yapılandırılmasına yönelik kapsamlı bir projenin parçası olarak düşünülmüş. Ancak 2008 yılında gerçekleşen finansal kriz nedeniyle projenin hayata geçirilen tek parçası olarak 2011’de kapılarını açmış. Binanın mimarlığını Danimarkalı Henning Larsen Architects ve İzlandalı Batteríið Architects firmaları üstlenmiş. Değişik renklerde cam panellerden oluşan, dönem dönem farklı dijital sanat işlerine ve projelere sahnelik yapan dış yüzeyin tasarımı ise Danimarka ve İzlanda kökenli sanatçı Olafur Eliasson’a ait.
Bir ana salon ve dört küçük çaplı salona sahip olan bina aynı zamanda İzlanda Senfoni Orkestrası’na da ev sahipliği yapıyor. Ağırlık olarak klasik müzik konserlerinin gerçekleştiği Harpa’nın programında opera, bale, stand-up şovları, müzikaller gibi farklı etkinlikler de yer alıyor.
Cidade das Artes Rio de Janeiro, BrezilyaNew York’ta bulunan ikonik Louis Vuitton binası LVMH Kulesi’nin mimarı Fransız Christian de Portzamparc’ın tasarladığı Cidade das Artes’in (Sanatların Şehri) ilk ismi aslında Cidade da Música (Müzik Şehri) olarak düşünülmüş. 1.780 kişi kapasiteli ana müzik salonunun yanı sıra, 450 kişilik oda müziği salonu, üç sinema ve tiyatro salonu, prova odaları, derslikler, medya kütüphanesi ve bir teras barından oluşan kompleks, 2013’ten beri sinema, konser, dans, tiyatro, eğitim programları ve sergiler gibi pek çok farklı alanda faaliyet göstererek isim değişikliğinin hakkını veriyor.
ZORLU PSM MAG 17 Mart -Nisan
Arts Centre Melbourne Melborune, Avustralya
Dönem dönem Victorian Arts Centre ve The Arts Centre gibi farklı isimlerle anılan
Arts Centre Melbourne (Melbourne Sanat Merkezi) bir proje olarak 1960
senesinde onaylansa da inşası 1973 yılına kadar başlamamış. 1982’de kısmen 1984’te
ise tamamen açılan bina göz alıcı kulesi ve 1967’de Camelo filmiyle Oscar kazanan
set tasarımcısı John Truscott tarafından yapılan iç tasarımıyla Avustralya’nın en
etkileyici mimari yapılarından bir tanesi.
Arts Centre Melbourne, kendi ayrı bir bina olan 2.661 kişilik bir konser salonu yanında ufak deneysel tiyatro
BlackBox’tan oluşan Hamer Hall, opera ve tiyatro oyunları için kullanılan 2.077
kişilik State Theatre, oyun ve dans performansları için kullanılan 822 kişilik
Playhouse ve 376 kişilik Fairfax Studio’ya, ayrıca iki farklı galeriye de ev sahipliği
yapıyor.
Casa de Música – Porto, PortekizPorto’nun 2001 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi üzere ortaya çıkan Casa de Música (Müzik Evi) projesi ancak 2005’te tamamlanabildi. Prestijli Prtizekr Ödülü sahibi Hollandalı mimar Rem Koolhaas’ın Office for Metropolitan Architecture ve Arup-AFA ile beraber tasarladığı yapı kapılarını açtıktan kısa bir süre sonra şehrin ikonu haline geldi.
1.300 kişi kapasiteli, dünyada iki duvarı tamamen camdan yapılan tek konser salonu olma özelliğini taşıyan büyük oditoryum, aldığı doğal güneş ışığıyla hem izleyicilere farklı bir görsel deneyim sunuyor, hem de sahne ve ışık kullanımı adına yapım ekiplerine yaratıcı olanaklar sağlıyor. Küçük oditoryum ise yapılan etkinliğe, oturma düzenine, sahne ve ekipman boyutuna göre değişen esnek bir kapasiteye sahip. Casa de Música büyük ve küçük oditoryumların haricinde bir restorana ve biri sadece sanatçılara hizmet veren dört farklı bara sahip. Bina aynı zamanda, kendisiyle aynı ismi taşıyan Casa de Música kültür enstitüsü bünyesinde Orquestra Nacional do Porto, Orquestra Barroca ve Remix Ensemble olmak üzere üç farklı orkestraya da ev sahipliği yapıyor.
Casa
de M
úsica
ZORLU PSM MAG 19 Mart -Nisan
Zorlu PSM'de olağanüstü konser deneyimlerine hazır mısınız? M83, Max Richter, Tindersticks, PJ Harvey, Steven Wilson, Teho Teardo & Blixa Bargeld ve Sigur Rós önümüzdeki günlerde Zorlu PSM'de! Detaylar zorlupsm.com’da.
ZORLU PSM MAG 21 Mart -Nisan
1. Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ne gelen ziyaretçiler Digital Revolution’ı
deneyimlemeye henüz biletlerini bile almadan başlayacaklar. Ortak kullanım alanlarında tam üç adet interaktif ve eğlenceli iş yer alıyor. Matt Pyke’ın izleyicilere kendi animasyonlarını yaratma imkânı tanıyan çalışması, Miniaforms’un uzaylıları andıran işi Petting Zoo ve özenle seçilmiş bağımsız video oyunları... Tüm bunlar sergiye, tiyatroya ya da bir konsere gelen ziyaretçiler tarafından ücretsiz zevki çıkarılabilecek detaylar.
2. Ana galeriye girdiğinizde karşılaştığınız ilk alanın adı Digital Archaeology.
Benim bu bölümdeki kişisel olarak en çok hoşuma giden, çok eski bir video oyunu olan Pong’u oynayabiliyor olmak. Oyun o kadar basit ve güzel ki. Bunun yanı sıra alanda Tim Berners Lee tarafından yapılmış ilk World Wide Web sayfası yer alıyor. Web’in yalnızca 90’ların başından bu yana hayatımızda olduğuna inanmak çok güç!
3. Creative Spaces bölümümüz için dünyanın ileri gelen özel efekt
şirketleri Double Negative ve Framestore’la çalışarak Inception ve Gravity gibi ikonik filmlerin sahnelerinin yaratım süreçlerini açıklamaya ve anlamaya yönelik bir girişimde bulunduk. Film yapmanın ardında yatan dijital yenilikleri ve olağanüstü teknolojileri gerçekten gözler önüne seren bir bölüm.
4. We Create alanında bu teknolojiyi herkesin kullanabileceğini ve kendi
dünyalarını yaratmak için başkalarıyla ortak çalışmalarda bulunabileceğini gösteriyoruz. Minecraft gibi oyunlar bunun için mükemmel bir örnek teşkil ediyor.
5. Son olarak... Sergi için birçok sanatçı ve programcıdan yeni işler
hazırlamalarını istedik. Benim favorim Chris Milk’in Treachery of Sanctuary’si. Bu anıtsal iş, hayat ve yıkım kavramlarını kendine has bir yaratıcılıkta ortaya koyuyor.
dijit
alde
vrim
.zor
lups
m.c
om20 Şubat’ta Zorlu Holding ana sponsorluğu ve Vestel co-sponsorluğunda kapılarını açan sanat ve teknolojinin heyecan verici buluşması Digital Revolution – Dijital Devrim Sergisi, 12 Haziran’a kadar Zorlu PSM Sky Lounge’da ziyaretçilerini bekliyor. İlk kez 2014 yılında Avrupa’nın en büyük gösteri sanatları merkezi Barbican Centre’da çok yoğun bir ilgiyle izleyiciyle buluşan devasa sergiyi gezmeden önce biraz ipucu almanın iyi bir fikir olacağını düşündük. İşte Barbican Centre’dan Neil McConnon’ın Dijital Devrim Sergisi’ne dair tüyoları, önerileri, en beğendikleri ve dikkat çektiği noktalar!
Teknolojiye yönelik hafızanızı tazeleyip geleceğe kafanızı uzatmanızı sağlayacak bu sergiyi gezmeden önce biraz tüyo almak iyi olur diye düşündük.
Yazı Neil McConnon
DIGITAL REVOLUTIONDİJİTAL DEVRİM SERGİSİ
beş adımda
ZORLU PSM MAG 23 Mart -Nisan
*Goa
l! Se
rgisi
, Zor
lu P
SM ve
Sef
ada E
nter
tain
men
t işb
irliğ
i ile
gerç
ekleş
mek
tedi
r. #g
oalse
rgisi
bilm
edik
lerin
izG
OAL
! SE
RGİS
İ
01
Dünyanın şüphesiz en popüler sporlarından biri
olan futbola dair detayların yer aldığı, Vestel, Yapı Kredi ve Digiturk co-
sponsorluğunda gerçekleşen Goal! Sergisi ’nde binlerce
parça futbolseverlerle buluşuyor.
Formalardan gazetelere, ilk futbol topundan kramponlara
kadar birçok ilginçliğin yer aldığı sergide 300 binden fazla
parçayla karşılaşacaksınız.
03
Muhteşem tasarımıyla tüm futbol kupaları arasında belki de zirvede yer alan Dünya Kupası da Goal! Sergisi’nde. Dünya Kupası’nda yer alan futbolcuların özel eşyalarının yanı sıra serginin belki de en çok dikkat çeken parçası Dünya Kupası’nın kendisi.
02
Sergideki milli formalar ve kulüp
formalarının çoğu oyuncuların
kendisinden alındı. Hollanda efsanesi Johan Cruyff ’tan
Arjantinli Maradona’ya kadar futbol
tarihindeki önemli birçok futbolcunun
formaları ve bunların hikâyeleri sergideki
yerini alıyor.
04
Goal! Sergisi’nde kurulan interaktif alanla her
nesilden futbolsever, futbolcuları tanıyabileceği
oyunlar oynayabilecek.Sergiye yerleştirilen oyunlar ziyaretçilerin 360 derecelik
bir deneyim yaşamalarına olanak sağlıyor. Bu
oyunlarla ziyaretçiler futbol tarihinden oyuncular ve
takımlarla ilgili birçok bilgiyi oyun oynarken
öğrenme imkânına sahip olacak.
05
Futbol tarihini yeniden yaşama deneyimini sunacak olan Goal! Sergisi, dünyanın
birçok şehrini geziyor. Moskova’dan sonra İstanbul’da, Zorlu
PSM’de kurulan sergi, haziran ayı itibariyle
Avrupa’nın futbol kültürünün tarihsel başkenti Londra’ya doğru yola çıkacak. Sergi, çok özel bir
açılışla İngiltere’deki futbolseverlerle
buluşacak.
06
Futbol efsanelerinin kramponları ve formalarının yanı sıra birçok kişisel eşyası da bu sergide. Arjantin efsanesi Maradona’nın kol saati, Bobby Charlton’ın heykeli gibi özel parçalar da Goal! Sergisi alanında sizi bekliyor.
07 08
Bugüne kadar yapılmış en büyük futbol sergilerinden biri olan Goal! Sergisi, tam
1.200 metrekarelik bir alanı kullanıyor. Zorlu PSM’nin göz alıcı binasına
yerleşen sergi, futbolseverlere 1.200 metrekarelik bir alanda bu deneyimi
yaşatacak. Bu alanın 380 metrekarelik bir kısmında futbol topunun tarihi,
270 metrekarelik bir kısmında ise ayakkabıların tarihi görülebilecek.
Futbolun en önemli detaylarından biri olan futbol sahası deneyimi de Goal! Sergisi’nde özel bir sunumla yer alıyor. Futbol seven herkesin merak ettiği çim sahaların hissiyatını birebir verecek olan fuaye alanındaki futbol sahası reprodüksiyonu serginin belki de en heyecan verici detaylarından biri.
ZORLU PSM MAG 25 Mart -Nisan
GOAL! SERGİSİYazı Busen Dostgül
Gören herkesin ağzını açık bırakmaya yetecek kadar eşsiz parçanın bir araya geldiği, Vestel, Yapı Kredi ve Digiturk co-sponsorluğunda gerçekleşen Goal! Sergisi'nde dünya
futbolunu keşfedecek ve birçok detayı birebir yaşama imkânı bulacaksınız. Sergide yer alacak parçalardan bir
seçkiyi mercek altına alıyoruz.
aklınızı başınızdan alacak
Bekçi kahramanlar: Dünya futbolunun
efsane kalecileri Dünya Kupası’na
damgasını vurmuş veya kendi kulüplerinde başarılı kariyerleriyle tüm dünyada
tanınmış birçok kalecinin en önemli aksesuarları olan
eldivenleri ve formaları Goal! Sergisi ’nde izleyiciyle
buluşuyor. Serginin konukları arasında Oliver Kahn,
Gianluigi Buffon, Manuel Neuer, Gordon Banks ve
dahası var.
İşte benim maçım: Takımınızı seçin
“Keşke orada olsaydım” dediğiniz sayısız maç olduğuna
eminiz. Goal! Sergisi'’nde sayısız futbol yıldızı arasında
seçeceğiniz oyunculardan oluşturacağınız takımınızın
başına geçebilme deneyimini yaşayabileceksiniz.
İlk Dünya Kupası turnuvası kupası: Rimet Kupası 1930 yılından bu yana düzenlenen ve tüm dünya çapında büyük ilgiyle takip edilen Dünya Kupası’nda şampiyon takımın alacağı kupa aslında 1970 yılına kadar Jules Rimet’den esinlenerek hazırlanan Rimet Kupası’ydı. Bu zaman aralığında düzenlenen turnuvalarda verilen ve futbol tarihinin en önemli kupası olarak bilinen Rimet Kupası sergideki en değerli parçalardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
Koleksiyon gibi koleksiyon: Takım formaları Dünyanın dört bir yanından futbol kulüplerinin kendilerine has kültürlerinden esinlenerek tasarladıkları formalar, yıllar ilerledikçe daha da nostaljik bir hal alıyor. Juventus’tan Celtic’e, Atletico Madrid’den Borussia Dortmund’a saymakla bitmeyecek kadar geniş bir seçkinin yer alacağı Goal! Sergisi'’nde eminiz ki en heyecanlı bölümlerinden biri forma koleksiyonunun bulunduğu alan olacak.
ZORLU PSM MAG 27 Mart -Nisan
1950 DÜNYA KUPASI FİNALİ
ANFIELD KEDİSİ“TANRI’NIN ELİ”
01Meksika 1986 Dünya Kupası çeyrek finalinde eşleşen Arjantin ve
İngiltere arasında oynanan maçta Diego Maradona’nın attığı ilginç gol yıllar boyunca konuşulmuş, Dünya Kupası tarihinin unutulmazları arasında yerini almıştı. Bu ilginç gol, maçın 55. dakikasında kaleciyle
karşı karşıya kalan Maradona’nın var olan tüm gücüyle yukarı zıplaması ve devamında “çaktırmadan” topu eliyle kaleye yollamasıyla atılmış ve Arjantin’i 2-1 öne geçirmişti. Maradona maçtan sonra kendisine golle ilgili sorulan soruya ise, “O el, Tanrı’nın eliydi” şeklinde yanıt vermişti.
02
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 12 yıl aranın ardından ilk kez yeniden gerçekleşen Dünya Kupası finalinde ev sahibi ve turnuvanın favorisi Brezilya, Uruguay’la
karşılaştı. Maracana’daki maçta herkes Brezilya’yı destekliyor ve Brezilya’nın şampiyonluğuna kesin gözüyle
bakılıyordu. Maçtan önce ikinci olması muhtemel olan Uruguay için gümüş madalyalar bile hazır edilmişti. Ancak 90 dakikanın sonunda Brezilya, 47. dakikada
öne geçmiş olmasına rağmen Uruguay’a 2-1 yenilmiş ve şampiyonluğu kaptırmıştı. Olan madalyalara olmuş oldu.
04
2012’de kendi sahasında Tottenham’ı ağırlayan Liverpool’un bu kez sahada karşı takım dışında farklı bir konuğu daha vardı. Maçın ilk yarısı oynanırken sahaya
giren bir kedi, Tottenham kalecisi Friedel’ın yanında bir süre takılmış ve Anfield’ın çimlerine doya doya basma şerefine nail olmuştu. Maç oynandığı sırada Twitter
üzerinden açılan “Anfield Cat” hesabı, maçla ilgili yazdığı komik içeriklerle birkaç saat içinde on binlerce kişi
tarafından takibe alındı.
hafıza turu
UNUTULMAZ FUTBOL HİKÂYELERİ
Her geçen gün olağanüstü evrimine devam eden futbolun her döneminde özgün bir biçimde ve mükemmellikte
oynandığını gördük. Şu an başlasak saatler, belki günler sürecek, geçmişten günümüze uzanan şahane futbol
hikâyeleri arasından yaptığımız seçkiyle biraz hafızalarımızı tazeleyelim istedik.
G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ
GOAL
! SE
RGİS
İ
Yazı Busen Dostgül -- İllüstrasyon Sadi Güran
03
Futbol tarihindeki en yetenekli oyunculardan biri olan Brezilyalı Pele, 1953 yılında Bauru kulübü formasını
giymiş ve genç takımda yerini almıştı. 1956’da Santos’a transfer olan Pele’nin tam beş yıl sonra
Fluminense’ye attığı gol efsane oldu. Karşı takımın oyuncularını kendi kalesinden karşı takımın kalesine
kadar birer birer çalımlayarak giden Brezilyalı futbolcu bu çalım serisine noktayı topu ağlarla buluşturarak koymuştu. Henüz 21 yaşındayken attığı bu efsane
golün ardından Pele için özel olarak hazırlanan plaket Maracana Stadyumu’nun girişine asıldı.
PELE VE GOL!
ZORLU PSM MAG 29 Mart -Nisan
ZIDANE’IN BEKLENMEYEN
JÜBİLESİ
05
2006 Dünya Kupası’nda Fransa formasını son kez İtalya maçında
giyen Zinedine Zidane, beklenmedik jübilesiyle birçok futbolseveri üzmüştü.
Maç oynandığı sırada Materazzi’ye kafa atan ve herkesi şok eden Zidane, kırmızı kartla oyundan ihraç edilmiş ve son kez giydiği milli formayı da maçı sonlandıramadan çıkarmak
zorunda kalmıştı. Zidane maçtan sonra Materazzi’nin kendisine ailesiyle ilgili
söylediği şeylerden dolayı sinirlendiğini açıkladı. İtalyan oyuncunun ne söylediği
hâlâ net bir şekilde bilinmiyor.
CANTONA’NIN TEKMESİ
08
Manchester United denince akla gelen ilk isimlerden olan efsane futbolcu Eric
Cantona, 1995 yılında belki de İngiltere’de en
çok konuşulanlardan biri olmuştu. Crystal Palace’a karşı
oynadıkları maçta gördüğü kırmızı kart sonrasında
sahanın hemen yanında maçı izleyen bir taraftarın attığı lafa “uçan tekme”yle cevap
veren Cantona’nın bu hareketi kameralara yansımış ve
Manchester United tarihine de itinayla yazılmıştı. Bu tekmeye zaman zaman “Cantona’s kung-
fu kick” denildiği de görülür.
RAMSEY, GOL ATMA(MA)LI!
07
Kimsenin dikkat etmediği detaylara ilgi duyabilen fanatiklerin Ramsey’yle
ilgili yaptıkları tespit her yıl kendini kanıtlaması sebebiyle biraz ürkütücü bir hal almış durumda. 2011’den bu yana, attığı bazı goller sonrasında
ünlü birinin hayatını kaybettiği tespiti yapan fanatik futbol
sevdalılarının kayıtlarına göre Ramsey gol attıktan hemen
sonra aramızdan ayrılan isimlerarasında Whitney Houston, Steve Jobs, Robin Williams, Paul Walker gibi birçok isim, son olarak da David Bowie ve Alan Rickman yer alıyor. Konuyla ilgili ne düşündüğü sorulduğunda Ramsey, “Ben
çok gülüyorum bu olaya” açıklamasını yapıyor.
G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ G O A L ! S E R G İ S İ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOAL! SERGİSİ GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ GO
AL!
SERG
İSİ
GOA
L! S
ERGİ
Sİ
GOAL
! SE
RGİS
İ
GOAL
! SE
RGİS
İ
ZORLU PSM MAG 31 Mart -Nisan
*Lor
d of
the R
ings
in C
oncer
t: Th
e Fell
owsh
ip of
the R
ing,
2-3
Nisa
n ta
rihler
inde
Zor
lu P
SM A
na T
iyat
ro’da
.
07Zorlu PSM’de filmle eşzamanlı olarak canlı olarak
deneyimlenecek orkestra ve koronun performansı için sahnede tam 186 kişi bulunacak.
Dünyanın farklı yerlerinden birçok müzisyeni bir araya getiren orkestrada, geldikleri yerlere özgü farklı enstrümanlarla
sahnede olacak 86 müzisyene 100 kişilik bir koro eşlik edecek.
05
The Lord of the Rings üçlemesinin müziklerini canlı çalan
orkestraların büyük bir çoğunluğu yerel müzisyenlerden oluşuyor.
İngiltere’deki konserler kapsamında filmin meraklılarıyla London
Philharmonic Orchestra buluşmuştu. Zorlu PSM’deki
performans ise Filarmonia İstanbul tarafından sergileniyor.
03
Bugüne kadar sinema dünyasının en önemli yönetmenleriyle birlikte
çalışan Howard Shore, özellikle The Lord of The Rings üçlemesiyle birçok
önemli ödül de kazandı. Üçleme için yaptığı çalışmasıyla kendi
kariyerinin en parlak ve başarılı işine imza atan Shore, hazırladığı eşsiz
müziklerle 2002 ve 2004’te Akademi Ödülleri’nde En İyi Orijinal Şarkı
Ödülü’nü kazandı. Ünlü kompozitör ayrıca Altın Küre’de de En İyi Müzik
ve En İyi Şarkı Ödüllerinin sahibi oldu.
01
Zorlu PSM'de Mercedes ana sponsorluğunda gerçekleşmekte
olan Lord of the Rings in Concert: The Fellowship of the Ring, bugüne kadar
tam 140 kez dünyanın en prestijli orkestraları tarafından sergilendi.
The Lord of the Rings serisinin müziklerine imza atan Howard Shore’un 2003 yılında başlattığı
konserlerin prömiyeri Wellington’da Yeni Zelanda Senfoni Orkestrası ve
Korosu’yla yapılmıştı.
06
Hikâyenin yazarı J.R.R. Tolkien’in Orta Dünya’sından yola çıkarak müzikleri hazırlayan Howard Shore, parçalarda bu coğrafyaların özelliklerine de göndermelerde bulunuyor. Tolkien’in üçlemesi için bestelediği eserlerde birçok farklı coğrafyadan esinlenen Shore, hazırladığı müziklerde bu coğrafyalara özgü 90 civarında nağme kullanıyor.
04
Howard Shore’un bir bilinmeyen özelliği ise Amerika’nın en kült şovlarından biri olan Saturday Night Live’daki orkestrayı kuran kişi olması. 1975 yılında yayın hayatına başlayan ve günümüzde hâlâ devam etmekte olan kült televizyon programı Saturday Night Live’da yer alan orkestranın temelleri Howard Shore tarafından atılmıştı. Ünlü kompozitör, 1975-1980 yılları arasında programın müzik direktörlüğünü de üstlenmişti.
02
Peter Jackson’ın yönettiği üç filmin de müziklerini yapan Howard Shore’un filmlerin tamamı için hazırladığı parçaların toplam süresi neredeyse 10 saati buluyor. 2001 yapımı The Fellowship of the Ring, 2002 yapımı The Two Towers ve 2003 yapımı The Return of the King filmleri için her biri kendine has besteler hazırlayan Howard Shore’un bu besteler için çalışmalarının toplamı 558 dakika sürmüştü.
bilm
edik
lerin
izLO
RD O
F TH
E RI
NG
S IN
CO
NCE
RTTH
E FE
LLO
WSH
IP O
F TH
E RI
NG
ZORLU PSM MAG 33 Mart -Nisan
ses ve görüntünün atmosferik buluşması
ORKESTRA EŞLİĞİNDE SİNEMA
Sinema izleyicisi ve konser dinleyicisini bir araya getiren film konserlerinin kısa tarihine ve yakın geçmişimizden bugüne en ilgi çeken projelerine hızlıca göz attık.
Yazı Yetkin Nural
ZORLU PSM MAG 35 Mart -Nisan
1900’lerin başlarında görüntü ve ses senkronunu sağlayacak teknoloji
henüz yeterince gelişmediği için sessiz filmlere sinemanın bir
köşesine konuşlanmış küçük bir orkestra eşlik ediyordu. Doğaçlama
veya yapım ekibinin verdiği jenerik müzikler çalan bu küçük
orkestraların amacı filmin dramatik etkisini arttırmanın yanı sıra
dönemin büyük projektörlerinin yarattığı metalik gürültüyü de
bastırmaktı. 1915’lere gelindiğinde ise bu küçük orkestralar tam kadro
büyük orkestralara, jenerik müzikler ise sessiz filmler için yazılmış
orijinal bestelere dönüşmüştü. İlk akla gelen örneklerden Metropolis
(1927) bu dönemin günümüzde halen sık sık orkestra eşliğinde
gösterilen filmlerinden biri. 1930’larda ses-görüntü senkron teknolojisi sinema sektörünü ele
geçirecek popülaritesini yakalamaya başlasa da canlı orkestranın sinemaya getirdiği akustik
deneyimin geleneği günümüzde halen tüm ihtişamıyla devam
ediyor.
Nisan ayında Zorlu PSM sahnesinde izleyeceğimiz The
Lord of the Rings in Concert: The Fellowship of the Ring elbette bu
deneyimin en keyifli ve muazzam örneklerinden biri. Serinin
üç filmine bestelediği orijinal müziklerin etkileyiciliğini üst üste
kazandığı Akademi ve Grammy Ödülleriyle tescilleyen Howard
Shore’un kompozisyonları bu epik hikâyenin zenginliğine ve Orta
Dünya’nın tüm kültürel çeşitliliğine cevap verecek nitelikte.
Merakla beklenen bu deneyimin öncesinde dünya sahnelerinde canlı orkestra eşliğinde sinema gösterimi formatını farklı açılardan inceledik.
Eski ve yeni klasikler
1987 yılında Sergei Eisenstein’ın Alexander Nevsky
(1938) filminin Los Angeles Philarmonic eşliğindeki
gösterimi, konser ve sinema deneyimini bir araya getirme fikrinin tekrar canlanmasına
yol açtı. Devamında gelen film konserlerinin ticari başarısıyla tescillenen bu akım sayesinde dünya izleyicileri günümüzde
Charlie Chaplin, Alfred Hitchcock, Stanley Kubrick gibi efsanevi yönetmenlerin
filmlerini, Wizard of Oz (1939) ve Casablanca (1942)
gibi klasikleri, Singing in the Rain (1952) ve West Side Story (1961) gibi unutulmaz
müzikalleri dev orkestralar ve prestijli salonlarda, akustik ses
ve yüksek kalite görüntünün birlikteliğinden doğan
zengin bir deneyim eşliğinde izleyebiliyorlar.
Günümüzün orkestra eşliğinde sinema deneyiminin lokomotifi,
unutulmaz klasikler kadar modern sinema tarihinin
türler arası kült-klasiklerini de barındırıyor. 2009-2011 seneleri
arasında Kuzey Amerika ve İngiltere’de yok satan Star Wars in Concert ve Danny Elfman’ın
da bizzat dahil olduğu Music from the Films of Tim Burton
turneleri, Los Angeles’ın ünlü sahnesi Hollywood Bowl’un 2013’te gerçekleştirdiği E.T.
the Extra-Terrestial, Back to the Future, 2001: A Space Odyssey konserleri yakın geçmişin ilk
akla gelen ve en ilgi çeken projeleri arasındaydı.
Özel programlarÜnlü yönetmenlerin,
büyük yapımların veya efsanevi film müziği
bestecilerinin çerçevesinde şekillenen projelerin
dışında, programlarının bir bölümünü tamamen film konserlerine ayıran
çeşitli performans sanatları merkezleri de
bulunuyor. Yukarıda bahsettiğimiz Hollywood Bowl, Amerikan sinema sektörünün kalbindeki
konumuyla elbette bu alanda başı çeken
merkezlerden bir tanesi. Los Angeles Philarmonic’e
ev sahipliği yapan ve bahsettiğimiz tüm klasik
film konserlerinin doğduğu ya da uğradığı bir sahne
olan Hollywood Bowl’un 2016 programında Star Trek in Concert ve John
Williams: Maestro of Movies etkinlikleri yer
alıyor.
Senfoni eşliğinde sinema alanında yoğun bir etkinlik programına sahip bir diğer
merkez ise İngiltere’de bulunan Royal Albert
Hall. 2016 programında Aliens (1986), Indiana
Jones: Raiders of the Lost Arc (1981), Jurassic Park (1993), Gladiator (2000),
Amadeus (1984) gibi farklı sinema janrlarından
büyük filmlerin Royal Philarmonic Orchestra eşliğinde gösterimlerine yer veren merkez ayrıca
düzenli olarak sessiz film konserleri de düzenliyor.
Sine-orkestralar Sektörel bir akım ve bir format olarak film konserlerinin dünya çapında gördüğü ilgi yeni orkestraların ve bu formatta etkinlikler organize eden şirketlerin oluşmasını da sağladı.
Örneğin IMG Artists şirketinin, aralarında John Williams’ın da bulunduğu pek çok müzisyenin ajanslığını yapan Gorfaine/Schwartz Agency’yle birlikteliğinden doğan FILM CONCERTS LIVE! projesi Home Alone (1990), Psycho (1960), Vertigo (1958), Casablanca (1942) gibi pek çok unutulmaz filmin orkestra performansıyla gösterilmesinin önünü açtı.
The Godfather Live, Gladiator Live, Star Trek: The Ultimate Voyage ve A Christmas Dream gibi konserlerin altında imzası bulunan, orkestra şefi Justin Freer ve yapımcı Brady Beaubien’in beraber kurduğu CineConcerts, geçtiğimiz ay Warner Bros işbirliğiyle beraber gerçekleştirilen Harry Potter Film Concert Series prömiyer biletlerini piyasaya sürdü.
İsviçreli Angela ve Pirmin Zängerle tarafından 2002 senesinde kurulan Art Productions, film konserleri ve turneleri düzenleyen oluşumların arasında ön plana çıkanlardan bir diğeri. Art Production’ın 2016 programında hepsi 21st Century Symphony Orchestra ve koroyla gerçekleştirilecek olan The Artist (2011), Gladiator (2000) ve Batman (1989) filmlerinin konserleri bulunuyor.
ZORLU PSM MAG 37 Mart -Nisan
her zaman farklı ufuklar
STEVEN WILSONYazı Cem Kayıran
90’ların başından bu yana sayısız ilham verici projeye imza atan Steven Wilson, solo kariyerinin dördüncü albümünün turnesi kapsamında ilk kez İstanbul’a geliyor. İşte Steven Wilson’ın baş döndürücü kariyerinden satırbaşları.
Tarih boyunca ortaya çıkan birçok müzik akımı, kendi kahramanlarını yaratmış,
eşsiz hikâyeler doğurmuştur. Progresif rock ele alındığı zaman da Steven Wilson son
30 yılın en özel kahramanlarından biri olarak öne çıkıyor. Fakat bu detay, Steven
Wilson’ın müzikal yolculuğunun bir tek progresif rock etiketiyle tanımlanabileceğini
aklınıza getirmesin. Bu yazıya hepsini sığdırmamızın imkânsız olduğu birçok
projesiyle birbirinden farklı etkileşimlerini ve seslerle kurduğu ilham verici iletişimi
dinleyicilerine sunan Steven Wilson, kendini sürekli farklı sularda yüzmeye teşvik ettiği kariyerinde onlarca efsane
albüme imza attı.
Londralı müzisyenin 1987 yılında henüz 20 yaşındayken solo çalışmalarla başlattığı
projesi Porcupine Tree, iki albümün ardından grup formatına büründü ve
progresif rock sahnesinin en heyecan verici ekiplerinden biri ortaya çıkmış oldu. The
Sky Moves Sideways (1995), Lightbulb Sun (2000), In Absentia (2002), Deadwing
(2005) gibi “modern klasikler” arasında gösterebileceğimiz birbirinden etkileyici
on albüme imza atan Porcupine Tree, 2010 yılından beri aktif değil, fakat grubun bu
sessizliği yakında sonlandırması bekleniyor.
Steven Wilson, Porcupine Tree’nin karakterini kazandığı dönemde başka şeyler denemekten kendini alıkoymuyordu. Yakın
arkadaşı Tim Bowness eşliğinde deneysel pop ve ambient gibi yaklaşımlarla yaptığı
üretimlerini No-Man ismiyle hayata geçiren Wilson, bu projesiyle 1993 yılından
bu yana altı stüdyo albümü ve iki konser albümü yayınladı.
I.E.M. (Incredible Expanding Mindfuck) projesiyse, Steven Wilson’ın 60’ların ve 70’lerin hipnotik krautrock akımına olan ilgisini dışa vurduğu bir projesi. İlk başta projeyi anonim olarak hayata geçirmek isteyen Wilson, İngiliz plak şirketi Delerium’un bir toplamada şarkının künyesinde ismini yazmasının ardından bu planını uygulayamadı. I.E.M.’den iki yıl sonra hayata geçen Bass Communion projesiyle de dron ve ambient seslere yönelen Wilson, Muslimgauze ve Robert Fripp gibi efsane isimlerle birlikte üretimler yaptı.
İsrailli müzisyen Aviv Geffen’le kurduğu Blackfield’la melankolik ve diskografisindeki diğer albümlere nazaran daha kolay dinlenebilir şarkılara imza atan Steven Wilson, 2012 yılında güçlerini Opeth’ten Mikael Åkerfeldt’le birleştirdiği Storm Corrosion’la karşımıza çıktı. Grubun kendi adını taşıyan ilk ve tek albümünde destansı şarkılar dikkat çekiyor.
Steven Wilson’ın tüm bu farklı üretimlerindeki etkileşimleri tek potada erittiği solo kariyerinde de şimdiye dek dört nefis albüm bulunuyor. İkinci solo albümü Grace for Drowning ile Grammy adaylığı kazanan Steven Wilson, geçtiğimiz yıl yayınladığı albümü Hand. Cannot. Erase.’in turnesi kapsamında 2 Mayıs’ta Zorlu PSM sahnesinde ilk kez İstanbullu dinleyicilerinin karşısında olacak.
*Steven Wilson, 2 Mayıs'ta Zorlu PSM Ana Tiyatro’da.
ZORLU PSM MAG 39 Mart -Nisan
Özellikle geliştirdiği özgün vokal teknikleriyle tanıdığımız, 60’lardan
bu yana müzik, dans ve sinema alanında pek çok önemli eserin
yaratıcısı Meredith Monk, üstün başarılarla dolu kariyerini en son 2015’te Barack Obama’dan aldığı
National Medal of Arts’la (Ulusal Sanat Madalyası) taçlandırmıştı.
28 Nisan’da Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında Zorlu PSM sahnesinde olacak Monk’un çeşitli röportajlarından alıntılar derledik.
ses ve ötesi
MEREDITH MONK“Ben aralardaki çatlaklarda çalışıyorum, sesin dans ettiği, bedenin şarkı söylediği, tiyatronun sinemalaştığı yerlerde...”
Yazı Yetkin Nural
Albümler ve müzik üzerine“Canlı performans için yazılmış bir kompozisyonu
bir albüm haline getirirken müziği tekrar yazıyorum, çünkü şunu biliyorum: müzik
size gereken imgeleri sağlayacaktır. Formları hem sıkıştırıyor, hem de enstrümantal olarak
zenginleştiriyorum. Müziğin gerçekten varlığını göstermesini ve dinleyiciye şu veya bu deneyimin
eksikliğini hissettirmemesini istiyorum. Kırmak istediğim zihniyet tam olarak da bu aslında. İnsanlar
çoğu zaman kendi içgüdülerine, hislerine ve kişisel deneyimlerine güvenmiyorlar. Deneyimleri çoğu zaman başka birilerinin filtresinden geçtiği için
deneyim olarak tanımlanıyor. Sanırım yıllarca bu engeli aşmaya çalıştım. Direkt sinir sistemine
ve kalbe ulaşan, beynin o anlatıcı ve izah edici özelliğini aşan bir deneyim sunmanın peşindeyim.”
Wondering Sound – 2014
Konservatuvar ve eğitim üzerine
“Okulda son sınıfını okuyan bir çello öğrencisinden çok güzel bir mail aldım. Bana hem insan ve
müziğin bir olduğunu hissettiği konserimi çok sevdiğini hem de okuldaki hocalarının çello çalışı hakkında onu çok kötü hissettirdiklerini yazmış.
Kendisi yaratmak, özgür olmak istiyor. Ben de ona cevap yazdım, çünkü okulda sadece birkaç ayı
kalmıştı. Ve şöyle dedim: ‘Bak, öncelikle yaratıcı bir hayatın aynı zamanda yalnız bir hayat olduğunu bilmelisin, bu bir. Ve okuldayken bir sünger gibi
sana gösterilen her şeyi em, öğren, fakat sana kendini kötü hissettirmelerine izin verme. Eğer orada öğretilen her şeyi öğrenirsen, daha sonra
hepsini bir kenara atabilirsin. Ancak öğrenmezsen, neden kurtulmak istediğini de bilemezsin ve bu
seni sıfır noktasında bırakır.’ Yani mezun olmasına dört ay kala okulu bırakmaya karar vermemesi için
uğraşıyordum aslında! Fakat çok tatlı bir diyalog vardı ve şunu fark ettim: konservatuvar çok zor bir eğitim süreci ve müzik hakkında oldukça farklı bir
düşünme biçimini simgeliyor.”
Dummy Mag – 2011
Bir enstrüman olarak ses ve günümüz şarkıcıları üzerine“Bir gün sesin de bir enstrüman olabileceğine dair aydınlanma yaşadım. Ellerim gibi hareket edebileceğini, bir omurga gibi hareket edebileceğini, atlayabileceğini, dönebileceğini, düşebileceğini... Ve aslında içinde adlandıramadığımız tüm hisleri barındırdığını fark ettim.”
CBC News – 2015
“Bugünün vokalistleri çok-yönlü olmayı öğreniyorlar: senden bir gün eski ve nostaljik bir şarkıcı, ertesi gün bir opera sanatçısı olman beklenebiliyor. Ama onlara kimse şunu sormuyor: Senin sesin, öz, kendi sesin, neye benziyor? Fakat burada kimseyi suçlamıyorum. Zor ve rekabetçi bir dünyada ayakta kalmak ve para kazanabilmek için gerekeni yapıyorlar.”
Classical TV – 2015
Disiplinler arası bir kariyer ve sanat üzerine“Aslında iki çeşit sanatçı var. Biri yaşadığı dönemin bir aynası olan sanatçı. Diğeri ise, temel güçlere, insan davranışlarının ve olayların döngüsüne dair daha zaman ötesi bir hisse yönelik ve benim düşünce tarzıma daha yatkın. Bizler duyarlı varlıklarız, dünyadan biraz uzak dururuz; ona tepki verebilecek kadar yakın ama bir alternatif sunacak kadar uzak.”
VTDigger – 2014
*Mer
edith
Mon
k, 2
8 N
isan’d
a Gar
anti
Caz
Yeş
ili k
onse
rleri
kaps
amın
da Z
orlu
PSM
Dra
ma S
ahne
si’nd
e.
ZORLU PSM MAG 41 Mart -Nisan
Caz ve deneysel tınılar arasında kurduğu özgünbağ sayesinde müzik tarihine damgasını vurmuş plak şirketlerinden biri olan ECM Records’ı ve kataloğundan beş nefis albümü mercek altına alıyoruz.
Yazı Cem Kayıran
Alman prodüktör Manfred Eicher’in 1969
yılında kurduğu ECM Records, neredeyse 50 yılı
bulan yolculuğunda caz müziği farklı yaklaşımlarla
kesiştiren birçok klasik albüm yayınladı. 28
Nisan’da Zorlu PSM Drama Sahnesi’ne konuk
olacak Meredith Monk’un da kayıtlarını yayınlayan
şirket olan ECM Records, Eicher’in kayıt
teknolojilerine ve yenilikçi prodüksiyon fikirlerine
olan yatkınlığıyla, müzik tarihinin özel
hikâyelerinden biri olarak biliniyor.
Eicher’in müzik yazarları ve müzisyenlerden
oluşan bir kadroyla 10 yıl içerisinde dünyanın
sayılı plak şirketlerinden biri arasına soktuğu
ECM Records, ilk olarak Amerikalı piyanist Mal
Waldron’un Free At Last albümünü yayınladı.
Bu albümün ardından geçen 10 yılda Jan
Garbarek, Keith Jarrett, Pat Metheny ve Gary
Peacock gibi efsanelerin kayıtlarını yayınlayan plak şirketi, zaman içinde daha
deneysel çalışmalara ve dünya müziklerine de yer vermeye başladı. Tunuslu udi Anouar Brahem’den
Estonyalı besteci Arvo Pärt’e, Stephan Micus’dan
Dave Liebman’a geniş bir skaladan ilham verici
müzisyenler ECM Records kataloğunda
yerlerini almayı sürdürdü.
Jean-Luc Godard ve Andrei Tarkovsky gibi prestijli yönetmenlerin filmlerinin müziklerini de yayınlayan ECM Records, köklü müzik dergisi Down Beat tarafından tam altı kez yılın en iyi plak şirketi olarak gösterildi.
özgün bir caz yolculuğu
ECM RECORDSECM RECORDS KATALOĞUNDAN BEŞ ÖNERİ
Keith Jarrett – Facing You (1971)Amerikalı piyanistin kayıtları Oslo’da yapılan bu albümü, ECM Records etiketiyle yayınladığı ilk çalışma. Sekiz solo piyano bestesinin yer aldığı Facing You, Jarrett’ın uzun kariyerinin en akılda kalıcı albümü.
Steve Reich – Music For 18 Musicians (1978)David Bowie’nin bir röportajında kendisini en çok etkileyen 25 albüm arasında gösterdiği Music For 18 Musicians, Reich’ın iki yılda tamamladığı minimalist bir eser ve ilk olarak 1976 yılında sahnelendi.
Bill Frisell – Rambler (1985)Frisell’ın eşsiz bir gitarist olduğunu ispat eden albümlerden olan Rambler, 1984 yılında New York’ta Paul Motian, Kenny Wheeler, Bob Stewart ve Jerome Harris eşliğinde kaydedildi.
Nils Petter Molvær – Solid Ether (2000)Norveçli müzisyenin solo kariyerinin ikinci albümü, caz, drum’n’bass ve ambient gibi yaklaşımların harmanlandığı on etkileyici şarkıdan oluşuyor ve Eivind Aarset, DJ Strangefruit ve Audun Erlien gibi konukları ağırlıyor.
Stephan Micus – On the Wing (2006)Alman bestecinin şakuhaçi, sattar, ney gibi enstrümanlar kullanarak eşsiz sekanslar yarattığı albüm, ECM Records kataloğunun en karakteristik kayıtlarından biri ve dinleyiciyi başka âlemlere davet ediyor.
ZORLU PSM MAG 43 Mart -Nisan
*Sta
cey
Ken
t, 2
1 N
isan’d
a Gar
anti
Caz
Yeş
ili k
onse
rleri
kaps
amın
da Z
orlu
PSM
Dra
ma S
ahne
si’nd
e. 05
03
01
04
02
Stacey Kent, caz türündeki sayısız önemli albümü bünyesinde bulunduran plak şirketi Blue Note’un çalıştığı isimlerden biri. Sanatçı
Blue Note etiketli albümüyle, Grammy’ye aday gösterildi. Kent’in en önemli albümlerinden biri olan ve altın albüm statüsüne
erişen Breakfast on the Morning Tram, 2007 yılında Blue Note etiketiyle yayınlandı. Albüm, 2009 Grammy Ödülleri’nde En İyi Caz Vokal Albümü
kategorisinde aday gösterildi.
BBC tarafından En İyi Vokalist ödülüne layık görülen Stacey
Kent, sonrasında BBC’de çeşitli radyo programları da yaptı.
2001’de British Jazz Awards’un ve 2002’de BBC Jazz Awards’un
En İyi Vokalist olarak ödüllendirdiği sanatçı, BBC
Radio 2 ve BBC Radio 3’deki programlarıyla da dikkat çekti.
Tenör saksofoncu Jim Tomlinson'la evlenen Stacey Kent, birçok proje ve albümde eşiyle birlikte yer aldı. Bryan Ferry, Michael Garrick gibi isimlerle birlikte çalışan saksofoncu Jim Tomlinson, Kent’in bazı albümlerine saksofon ve vokaliyle eşlik etti. İkili, Avrupa ve Amerika’da birlikte birçok kez konser verdi.
1996’dan bu yana aktif müzik hayatını sürdüren Stacey Kent,
kariyerinin ilk günlerinde Londra’daki bir caz kafede
düzenli sahne alıyordu. Stacey Kent, 1990’larda, 2-3 yıllık
bir süre boyunca Londra’da Cafe Boheme’de düzenli olarak sahne
alıyordu. Yetenekli vokalist, sonrasında performanslarını Avrupa’nın en
önemli caz mekânlarından biri olan Ronnie Scott’s’da sürdürdü.
Stacey Kent’in bugüne kadar yayınlanan albümlerinden ikisi altın albüm statüsüne erişti. 2003 çıkışlı The Boy Next Door albümü Fransa’da, 2007 çıkışlı Breakfast on the Morning Tram ise Almanya’da altın albüm statüsüne erişti. Bu albümlerde Kent’e, Sergio Mendes, Alan Bergman, Kazuo Ishiguro gibi isimler eşlik etti.
06
“Hüznün ve acının güzelliğe dönüştüğü müzik türü” olarak tanımladığı Brezilya müziğine de ilgi duyan Kent’in bu türde
yaptığı çeşitli kayıtlar mevcut.2001 yılında yayınlanan Brazilian Sketches
albümü, Kent’in eşi Jim Tomlinson'la birlikte yaptığı kayıtlardan biri. Bossa
nova türünde de şarkılar söyleyen Kent, bossa nova müziğinin önemli
isimlerinden Marcos Valle'yle 2014’te Ao Vivo adlı bir albüm kaydetmişti.
07
Küçüklüğünden bu yana çok fazla müzik dinlediğini söyleyen Kent’in bossa nova müziğiyle tanışmasını sağlayan albüm Getz/Gilberto olmuş. Stan Getz ve João Gilberto albümü Getz/Gilberto’yu İlk kez 14 yaşındayken dinlediğini söyleyen Kent, João Gilberto’yu en büyük idollerinden biri olarak gösteriyor. Bossa nova sahnesinden hayranlık duyduğu diğer isimler ise Elis Regina ve Edu Lobo.
bilm
edik
lerin
izST
ACEY
KEN
T
ZORLU PSM MAG 45 Mart -Nisan
Cécile McLorin SalvantThelonious Monk Uluslararası Caz Yarışması’nı kazanan 1989 doğumlu Cécile McLorin Salvant, 2013 tarihli albümü WomanChild ile Grammy’ye aday gösterilmişti. Şimdiye kadar yayınladığı üç albümle The New York Times, LA Times ve The Guardian’dan övgüler alan Salvant, bu sene de son albümü For One to Love ile En İyi Caz Vokal dalında Grammy adayları arasında yer alıyor.
Melody Gardot İdolleri arasında, Caetano Veloso, Janis Joplin, Miles Davis gibi farklı türlerden isimleri gösteren Gardot, sesiyle Nina Simone’a benzetilen genç bir müzisyen. Grammy adaylığı bulunan Melody Gardot, kendi tarzında müzik yapan isimler arasında en genç sanatçılardan biri ve Budizm’e olan inancını konu edindiği parçalar da kaydediyor.
Jane Monheit John Pizzarelli, Michael Buble gibi isimlerle birlikte çalışan Jane Monheit, son dönemde özellikle bağımsız sanatçılara verdiği destekle de tanınan bir isim. 2000 yılından bu yana yayınladığı çalışmaları yanında birçok albüme de konuk olan sanatçı çeşitli büyük senfoni orkestralarıyla birlikte konserler veriyor.
Madeleine Peyroux Vokal tarzıyla Billie Holiday’e benzetilen Amerikalı şarkıcı Madeleine Peyroux; Bob Sylan, Elliot Smith, Leonard Cohen, Edith Piaf, Hank Williams gibi isimlerin şarkılarına getirdiği şahane yorumlarla tanınıyor. Atlantic Records’dan yayınladığı 1996 çıkışlı albümü Dreamland sonrasında beş albüm daha kaydeden Peyroux’nun beraber çalıştığı müzisyenler arasında Marc Ribot ve William Galison gibi isimler var.
Becca Stevens Grammy Ödülü sahibi topluluk Snarky Puppy’yle birlikte yer aldığı çalışmalarıyla tanıdığımız Amerikalı vokalist Becca Stevens, NPR’ın ünlü radyo programcısı Kurt Elling’in de favorileri arasında yer alıyor. Stevens’ın Weightless albümü, The History of Jazz ve Delta Blues kitaplarının yazarı müzik eleştirmeni Ted Gioia tarafından 2011 yılının en iyi 100 albümünden biri olarak gösterildi.
Rachael Price Adından ilk olarak 2003’te Montreal Jazz Festival’ın Uluslararası Caz Vokali Yarışması’nda bahsettiren Rachael Price, 2004’te 18 yaşındayken Thelonious Monk Institute’un Vokal Yarışması’na katılan en genç müzisyen olmuştu. Price, o yıldan beri aynı zamanda indie pop grubu Lake Steet Drive’ın da solistliğini yapıyor.
Laura Mvula Mayıs ayında yayınlayacağı ikinci albümünde efsane gitarist Nile Rodgers’la çalışan İngiliz şarkıcı Laura Mvula, geçtiğimiz yıllarda özellikle yerel basında ilgi gören isimlerden olmuştu. Bu senenin başında Rodgers’la birlikte kaydettiği “Overcome” parçası, Mvula’nın isminin daha geniş kitlelere ulaşması adına en büyük adımlardan biriydi. Ol
ağan
üstü
vok
alle
riyle
gün
ümüz
de ö
ne çı
kan
yaba
ncı v
e ye
rli k
adın
caz
sana
tçıla
rı
Cécil
e McL
orin
Sal
vant
CAZ MÜZİĞİNİN KADINLARI
Yazı Busen Dostgül
Amerikalı caz sanatçısı Stacey Kent ve sesin sınırlarını zorlayan olağanüstü yetenekli
vokalist Meredith Monk, nisan ayında Zorlu PSM sahnesinde. Konserler öncesinde
günümüzde öne çıkan yabancı ve yerli kadın caz sanatçılarını hatırlıyoruz.
ZORLU PSM MAG 47 Mart -Nisan
TÜRKİYE’DE ÖNE ÇIKAN İSİMLER
Elif
Çağla
r Mus
lu
Şirin
Soy
sal
Şirin Soysal Viyana’da büyüyen ve müzikle uzun zamandır içli-dışlı olan Şirin Soysal, çeşitli caz festivalleri başta olmak üzere sıkça konser veriyor. Kurt Weill ve Edith Piaf gibi müzisyenler için düzenlenen konserlerde sahne alan Soysal’ın üçüncü albümü Mutlu Melankolik, bu sene müzikseverlerle buluşacak.
Sibel Köse Özellikle doğaçlama yeteneğiyle dikkat çeken kadın vokalistlerden biri olan Sibel Köse, halen devam etmekte olan kariyerini Türkiye ve yurtdışında sürdürüyor. Uzun yıllardır sahne aldığı caz festivallerinin yanı sıra birçok deneyimli müzisyenle birlikte ortak çalışmalarda bulunan Köse, Polonya’da düzenlenen Zamosc Uluslararası Caz Vokalistleri Yarışması’ndan birincilikle ayrılmıştı.
Jülide ÖzçelikSelen Gülün, İmer Demirer, Can Kozlu gibi isimlerden aldığı derslerle öğrenimini tamamlayan Jülide Özçelik, üniversite öncesinde de Hafif Batı Müziği eğitimi almıştı. Türkçe caz söyleme konusundaki ısrarıyla tanıdığımız Özçelik, son olarak Mert Fırat’la Zorlu PSM’de Sevgililer Günü’ne özel bir konser vermişti.
Jehan Barbur Bugüne kadar yayınladığı dört albümle vokal kariyerini istikrarlı bir şekilde sürdüren Jehan Barbur, çeşitli dizi ve filmler için yaptığı müziklerle birlikte çalışmalarını geniş bir kitleye ulaştırmış oldu. Özellikle Bülent Ortaçgil’le birlikte konserler veren Barbur, izleyenleri büyüleyen canlı performanslarıyla tanınıyor.
Elif Çağlar Muslu New York’ta bulunan The Aaron Copland School of Music’ten 2006’da dereceyle mezun olan ilk Türkiyeli müzisyen olan Elif Çağlar Muslu, genç yaşında birçok caz festivaline konuk olarak müzikseverleri şaşırtmayı başardı. Muslu, geçtiğimiz sene yayınlanan ikinci albümü Misfit’i piyanist Aaron Parks, kontrbasçı Harish Raghavan ve davulcu Eric Harland gibi müzisyenlerle birlikte kaydetti.
Ece Göksu Klasik piyano eğitiminin ardından caz türünde müzik yapmaya karar veren Ece Göksu, ilk grubunu üniversite zamanlarında kurdu. Amerika’da caz vokalistliği alanında eğitim gören Göksu, Türkiye’ye döndükten sonra ilk solo albümü Masal 'ı yayınladı. Müzisyen bir aileden gelen genç sanatçının ismini son olarak geçtiğimiz sene Neşet Ruacan’la birlikte yayınladığı Slow Hot Wind albümüyle duymuştuk. Göksu ayrıca, bugüne kadar İstanbul, Ankara ve daha birçok şehirde gerçekleşen caz festivallerinde de karşımıza çıkmıştı.
ZORLU PSM MAG 49 Mart -Nisan
*39
Basa
mak
, 30-
31 M
art v
e 26-
27 N
isan
tarih
lerin
de Z
orlu
PSM
Dra
ma S
ahne
si’nd
e.
bilm
edik
lerin
iz39
BAS
AMAK
07
08
05
03
01
06
04
02
1937 yılında, henüz İngiliz yönetmenin filminin yayınlanmasının üzerinden iki yıl geçmişken, The 39 Steps radyodan dinleyicilere seslendi. Amerika’da 1935-1944 yılları arasında aktif olan radyo istasyonu CBS Radio’da yer alan Lux Radio Theatre isimli programda filmin mizah ve gerilimi buluşturan replikleri radyodan yayınlandı.
Çoğu Hitchcock filminin imzası haline gelen meşhur hareket bu filmde de
geçerliydi; yönetmen filmde bir karede kendisini gösterdi.
Filmlerinin genellikle açılış sahnelerinde, gizlice de olsa yer alan Alfred Hitchcock bu kez tıpkı North by Northwest filminde olduğu gibi, otobüsü kaçıran bir figüran
rolünde. Yanında da filmin senaristi Charles Bennett yer alıyor.
İskoç yazar John Buchan’ın 1915’te yayınladığı ve orijinal
adı The 39 Steps olan romanı ilk defa 1935’te Alfred Hitchcock
tarafından sinemaya uyarlandı. Efsane yönetmenin siyah-beyaz
olarak 1935 yılında sinemaya aynı isimle uyarladığı film, 1959
yılında Ralph Thomas tarafından renkli olarak bir kez daha çekildi.
Çekildiği dönemin en ilgi çekici filmlerinden olan Hitchcock’un The 39 Steps’i yılın en çok konuşulan yapımı oldu. Hitchcock’un 1919 yılında başlayan kariyerinin yükseliş döneminde gelen film, İngiltere’de eleştirmenler ve izleyici tarafından yapılan oylamayla “Yılın Filmi” ilan edildi.
Genelde çektiği her filmi çeşitli temalara
oturtmaktan hoşlanan Alfred Hitchcock’un
en sevdiği temalardan biri de trenler.
İngiliz yönetmen 1935 tarihli filmde kullandığı
tren temasını sonraki yıllarda Sabotage (1936),
The Lady Vanishes (1938), Strangers on a
Train (1951) ve North By Northwest (1959)
filmlerinde de kullandı.
Çok kez farklı televizyon ve sinema versiyonlarıyla karşımıza çıkan The 39 Steps, ilk kez 2005 yılında İngiltere’de West End’de tiyatroya uyarlandı.Uyarlamasında hem film hem de romandan yararlanılan oyun, Londra’da West End’deki tiyatrolarda tam dokuz sene boyunca aralıksız olarak oynandı.
1999’da İngiliz Film Enstitüsü
tarafından seçilen “20. Yüzyılın En İyi
100 Filmi” listesinde Hitchcock’un The 39
Steps’i de vardı. Film, İngiliz kültürünü temsil eden yapımların
yer aldığı listeyi oylayan bini aşkın
İngiliz sinemacının en fazla oy verdiği filmler
arasında dördüncü sırada yer aldı.
West End’de sahnelenen oyunun en ilgi çekici özelliklerinden biri de sadece dört kişilik bir kadrosunun olmasıydı.
Hikâyenin tiyatro sahnesine ilk kez taşındığı bu yorumunda farklı karakterleri dört kişilik kadro canlandırıyordu. Şubat itibariyle, Mehmet Birkiye’nin yönetmenliği ve Mehmet Ergen’in Türkçeye çevirisiyle Zorlu PSM’de sahnelenmeye başlayan 39 Basamak’ın oyuncu kadrosu ise Demet
Evgar, Engin Hepileri, Bülent Şakrak ve Okan Yalabık’dan oluşuyor.
ZORLU PSM MAG 51 Mart -Nisan
Yazı Yetkin Nural
Sinema tarihinin büyük ustalarından Alfred Hitchcock’un zengin filmografisinde,
roman uyarlamaları kadar olmasa da, oyun adaptasyonlarının da hatırı sayılır bir yer
kapladığını biliyoruz. Akla ilk gelen örnekler arasında Patrick Hamilton’ın 1929 tarihli
ve aynı isimdeki oyunundan uyarlanan Rope (1948) ve özellikle İngiltere’de kariyerinin
başlangıcındaki filmlerinden Downhill (1927) ve Farmer’s Wife (1928), Easy Virtue (1928) gibi
filmler geliyor.
Bir diğer yandan, söz konusu Hitchcock olunca, bunun tam tersi örnekleri de görebiliyoruz. Hitchcock filmlerinden sahneye uyarlanan
tiyatro oyunları son dönemde gerek sinema ustasının perdeye kazandırdığı yenilikçi çekim
tekniklerinin gerekse usta işi ve gerilimi yüksek hikâye anlatımının sahneye nasıl yansıyacağı konusunda ciddi bir merak ve ilgi uyandırdı.
18 Şubat itibariyle Zorlu PSM sahnesinde oynanan 39 Basamak, Hitchcock sinemasının
sahne uyarlamalarından biri. Hitchcock’un pek çok filmi gibi aslında bir roman adaptasyonu
olan The 39 Steps, John Bucan tarafından 1915’te kaleme alınmış, Hitchcock tarafından
ise 1935’te beyaz perdeye uyarlanmıştı. Hem film hem de kitaba dayanan ilk oyun
adaptasyonu ise 1995’te Simon Corble ve Nobby Dimon tarafından yazılmış ve
Richmond’dan başlayan kısa bir İngiltere turnesi yapmıştı. Zorlu PSM’de izleyeceğimiz
Patrick Barlow uyarlaması ise 2005’te Leeds’de prömiyer yaptıktan sonra Londra’da West
End’de tam dokuz sene boyunca sahnelenerek tiyatronun programında en uzun süre yer alan
beş oyundan biri oldu. Özellikle ışık ve ses tasarımlarıyla prestijli Tony ve Drama Desk
Ödüllerine sahip 39 Basamak, oyunu filmden ayıran komedi ve mizah unsurlarıyla da en iyi
yeni komedi dalında Olivier Ödülü de kazandı.
39 Basamak en uzun süredir sahnelenen Hitchcock uyarlaması olsa da, teknik imkânlar
geliştikçe efsanevi yönetmenin başka filmleri de sahnede hayat buluyor.
North by NorthwestWarner Bros’un işbirliğiyle Melbourne Theatre Company tarafından ilk defa sahneye uyarlanan ve geçtiğimiz sene Melbourne Arts Centre’da prömiyer yapan North by Northwest, kimi eleştirmenler tarafından kısmen olumsuz yorumlar alsa da, tamamen dolu salonlara oynadı.
Carolyn Burns tarafından uyarlanan ve Simon Phillips tarafından yönetilen North by Northwest, filmi izleyenlerin hatırlayacağı unutulmaz uçak, tren ve dağ gibi sahnelerini düşünüldüğünde, Hitchcock filmleri arasında tiyatro uyarlaması açısından en zorlayıcılarından biri. Soğuk savaş döneminin gerilimli atmosferini özenle planlanmış bir set sekansından diğerine atlayarak yaratan filmin tiyatro uyarlaması bu sahneleri sahne kenarında oyuncular tarafından hareket ettirilen orta boyutta modeller ve ekran görüntüleriyle kotarırken, kimi eleştirmenler özellikle uçak ve Rushmore Dağı sahneleri için gerçekleştirilen prodüksiyonun oyuna gereğinden fazla komedi havası kattığını düşünüyorlar. Ancak uyarlama sürecinde ağır basan komedi unsurunu kucaklayan ve oyunu alkış yağmuruna tutan izleyici sonuçta ortaya konan eserin popüler başarısını tescilliyor.
sinemadan sahneye
ALFRED HITCHCOCK
Alfred Hitchcock sinemasının çekim tekniklerini ve gerilimini tiyatroya aktarmak iddialı bir meydan okuma sayılabilir.
39 Basamak vesilesiyle, bu zorlu maceranın diğer örneklerine bakıyoruz.
ZORLU PSM MAG 53 Mart -Nisan
Rear WindowHitchcock’un Cornell Woolrich’in “It Had
to Be Murder” (1942) hikâyesinden perdeye uyarladığı Rear Window (1954) unutulmaz
devasa apartman setiyle hafızalardan silinmeyecek bir voyeur sineması örneği
sunmuştu.
Keith Reddin tarafından sahneye uyarlanan ve Darko Tresnjak’in yönettiği Rear Window,
ismini ve set ilhamını Hitchcock’un filminden alsa da senaryo olarak kitapla
filmin arasında bir yerlere düşüyor. Örneğin oyunda Hitchcock’un filme Grace Kelly’yle getirdiği romantik eksen yok. Onun yerine
kitapta orta yaşlı Afrikalı-Amerikalı olan Sam oyunda South Carolina’dan gelen ve
ana karaktere yakınlık duyan homoseksüel bir genç olarak karşımıza çıkıyor.
Rear Window’un dikkat çeken bir başka özelliği ise başrolde Kevin Bacon’ın yer alması. En son 2002’de An Almost Holy
Picture oyunundaki solo performansıyla Broadway’de gördüğümüz Bacon, kırık bacağı nedeniyle tekerlekli sandalyeye
mahkûm, suç, utanç ve yalnızlığın pençesinde ve bir sinir krizinin eşiğindeki
Jeff rolüyle hem izleyicilerden hem de eleştirmenlerden epey alkış aldı.
Oyunun en etkileyici ve en çok övgü toplayan özelliği ise Hitchcock’un
unutulmaz setinin bol ödüllü Alexander Dodge tarafından hayata geçirilen tiyatro
prodüksiyonu oldu. 1940’lar New York’una ait bir apartman odası tasarlayan; çok-
yüzlü duvarlar, pencereler, aynalar ve 11 kişilik bir figüran kadrosuyla filmin
yarattığı avludan gözüken dönem mahallesi hissini ustalıkla sahneye taşımayı başaran Dodge, yarattığı seti aynı zamanda Jeff ’in zihinsel karmaşasının bir yansıması olarak
değerlendiriyor.
Prömiyerini 2015 sonbaharda Hartford Theatre’da yapan Rear Window, sahne
programına 2016 sonbaharda devam edecek.
Dial L For Latch-KeyListemize giren üçüncü Hitchcock uyarlaması diğerlerinden biraz farklı. Scott Fivelson tarafından yazılan ve Nick Pelas tarafından yönetilen Dial L For Latch-Key, başlangıç noktası olarak Hitchcock’un Dial M for Murder (1954) filmini alıyor. Ancak oyun ilerledikçe ve karakterler korkunç planlarını, aile dramlarını ve kimin suçlu olduğunu tartıştıkça ortaya absürt yönlere savrulan ve Hitchcock filmografisine sayısız selam çakan bir potpuri ortaya çıkıyor.
Londra’da New End Theatre’da başarılı bir sezon geçiren Dial L For Latch-Key, Hen House Press tarafından kitap olarak da basıldı ve aynı zamanda bir radyo oyunu olarak da oynanmaya devam ediyor.
PJ HARVEY 8 HAZİRAN 2016
TINDERSTICKS 27 MAYIS 2016 STEVEN WILSON 2 MAYIS 2016
MEREDITH MONK 28 NİSAN 2016
STACEY KENT 21 NİSAN 2016DAMIEN RICE 29 TEMMUZ 2016
TEHO TEARDO & BLIXA BARGELD 13 MAYIS 2016 JOSHUA BELL 15 MAYIS 2016VIKA YERMOLYEVA 23 NİSAN 2016
YASMIN LEVY 5 MAYIS 2016 ENRICO MACIAS 14 NİSAN 2016 GEORGE DALARAS 23 MART 2016SARA BARAS 7 MAYIS 2016
SIGUR RÓS 11 HAZİRAN 2016 MAX RICHTER 19 KASIM 2016 M83 28 HAZİRAN 2016
MİSAFİRETKİNLİK
MİSAFİRETKİNLİK
MİSAFİRETKİNLİK
MİSAFİRETKİNLİK
MİSAFİRETKİNLİK
DIANA KRALL ITZHAK PERLMAN FARID FARJAD DAVID HELFGOTT2CELLOS DAVID SANBORN BILL FRISEL SUSANNE SUNDFØR
CHRIS BOTTI LARA FABIAN GODSPEED YOU! BLACK EMPERORNIGEL KENNEDY ENRICO MACIAS
WE STAGE THE WORLD!
YABANCI KONSERLER
GEÇMİŞ ETKİNLİKLER
MİSAFİR ETKİNLİKLER