1-10 kasım 2011

24
Halkın Günlüğü Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011 Yıl: 1 Sayı: 20 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Halkın Günlüğü Tunus’ta, 23 Ekim Pazar günü yapılan se- çimlerde 4 milyon kayıtlı seçmenin oy kullandığı Al Nahda partisi seçimin galibi oldu. Ülkemizde AKP ile aynı çizgide ol- duğu bilinen partinin lideri Gannuşi seçim sonrası ilk mesajında şeriat yöne- timine vurgu yaptı. Nepal devriminin sorunları-ıv Çeviri Sayfa 20-21 Tunus’un AKP’si iş başında f DÜNYA 18-19 Kuruluşunun 30. yıl dönümünde YÖK’ü protesto etmek için halk gençliğini alanlara çağıran Demokratik Gençlik Hareketi (DGH), YÖK’ü teşhir eden çalışmalarına birçok üniversitede devam ediyor. DGH; “Birleşik ve kitlesel bir 6 Kasım için se- ferber olalım” dedi. YÖK’e karşı 6 Kasım’da alanlara f GENÇLİK 14-15 Irkçı-faşist saldırılar tırmandırılıyor Cumhurbaşkanından askeri ve sivil büroksiye, AKP’den CHP’ye kadar hakim sınıflar ve onların güdümünde olan burjuva-feodal medyanın estirdiği gerici- faşist-milliyetçi söylemler faşistleri sokağa dökerek, devrimci-demokrat- yurtsever güçlere yönelik linç girişimlerine yol açtı. SAYFA 04-05 Deniz Feneri davasından tu- tuklu bulunan 7 kişi ‘uzun tu- tukluluk süreleri’ sebebiyle tahliye edildi. sf.04-05 F tipi hapishaneler hak gasp- larının merkezi olmaya devam ediyor. Tutsaklar keyfi cezalara çarptırılıyor. sf. 02-03 ABD ordusu içinde görev ya- pan kadınların yüzde 30’u te- cavüze, yüzde 79’u da cinsel saldırıya uğruyor. sf. 10-11 Gülen hazretleri vaazlarının en yaman sözcülerinden olan Zaman Gazetesi’yle yaptığı son röporta- jında; devletin Kürt ulusunu imha etmekte yeterince başarılı olama- dığını söyledi. SF.16-17 Gülen’den faşizm dersleri BEDAŞ işçisi Mustafa Bo- zali ‘Şirketten alacağımız olmasına rağmen bize tebligatları imzalamamız için baskı yapılıyordu” açıklamasında bulundu. DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ Arkadaşlarının işten atılmasını protesto eden işçiler patronun tüm oyunlarına rağ- men direnişlerini ka- rarlılıkla sürdürüyor SÖYLEŞİ BEDAŞ İŞÇİLERİ DİRENİŞE DEVAM EDİYOR SF 08-09 fVan’da meydana gelen dep- rem dolayısıyla yüzlerce kişi öldü, binlercesi yaralandı. fDoğal afeti dahi intikam malzemesi yapan devlet, ırk- çı-faşist saldırılarını medya ve basın aracılığıyla sürdürdü. Koroya katılanlar Kürtlere kin kustu. fDeprem bölgesine gidecek yardımlar geciktirildiği gibi, hal- kın kendi imkanlarıyla yolladığı yardımlar da kolluk güçleri ta- rafından engelleniyor. fDepremin ardından sorun ol- madığını söyleyen devlet yetki- lilerinin aksine; kurulan çadırları sel bastı, polis halka saldırdı. DEVLET ENKAZI Afet değil devlet öldürüyor kapak 29_Layout 2 10/30/11 2:12 PM Page 1

Upload: ahmet-hakan

Post on 08-Mar-2016

245 views

Category:

Documents


12 download

DESCRIPTION

2011’den bu yana yayınlanan Halkın Günlüğü gazetesi.

TRANSCRIPT

Page 1: 1-10 Kasım 2011

Halkın GünlüğüHalkın Günlüğü1-10 KASIM 2011 Yıl: 1 Sayı: 20 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Halkın Günlüğü

Tunus’ta, 23 Ekim Pazar günü yapılan se-çimlerde 4 milyon kayıtlı seçmenin oykullandığı Al Nahda partisi seçimin galibioldu. Ülkemizde AKP ile aynı çizgide ol-duğu bilinen partinin lideri Gannuşiseçim sonrası ilk mesajında şeriat yöne-timine vurgu yaptı.

Nepal devrimininsorunları-ıv

Çeviri Sayfa 20-21

Tunus’un AKP’siiş başında fDÜNYA 18-19

Kuruluşunun 30. yıl dönümünde YÖK’üprotesto etmek için halk gençliğini alanlaraçağıran Demokratik Gençlik Hareketi(DGH), YÖK’ü teşhir eden çalışmalarınabirçok üniversitede devam ediyor. DGH;“Birleşik ve kitlesel bir 6 Kasım için se-ferber olalım” dedi.

YÖK’e karşı 6Kasım’da alanlara fGENÇLİK 14-15

Irkçı-faşist saldırılar tırmandırılıyorCumhurbaşkanından askeri ve sivil büroksiye, AKP’den CHP’ye kadar hakimsınıflar ve onların güdümünde olan burjuva-feodal medyanın estirdiği gerici-faşist-milliyetçi söylemler faşistleri sokağa dökerek, devrimci-demokrat-yurtsever güçlere yönelik linç girişimlerine yol açtı. SAYFA 04-05

Deniz Feneri davasından tu-tuklu bulunan 7 kişi ‘uzun tu-tukluluk süreleri’ sebebiyletahliye edildi. sf.04-05

F tipi hapishaneler hak gasp-larının merkezi olmaya devamediyor. Tutsaklar keyfi cezalaraçarptırılıyor. sf. 02-03

ABD ordusu içinde görev ya-pan kadınların yüzde 30’u te-cavüze, yüzde 79’u da cinselsaldırıya uğruyor. sf. 10-11

Gülen hazretleri vaazlarının enyaman sözcülerinden olan ZamanGazetesi’yle yaptığı son röporta-jında; devletin Kürt ulusunu imha

etmekte yeterince başarılı olama-dığını söyledi. SF.16-17

Gülen’den faşizm dersleriBEDAŞ işçisi Mustafa Bo-zali ‘Şirketten alacağımızolmasına rağmen bizetebligatları imzalamamıziçin baskı yapılıyordu”açıklamasında bulundu.

DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZArkadaşlarının işten

atılmasını protestoeden işçiler patronuntüm oyunlarına rağ-

men direnişlerini ka-rarlılıkla sürdürüyor

SÖYLEŞİ BEDAŞ İŞÇİLERİ DİRENİŞE DEVAM EDİYOR SF 08-09

fVan’da meydana gelen dep-rem dolayısıyla yüzlerce kişiöldü, binlercesi yaralandı.fDoğal afeti dahi intikammalzemesi yapan devlet, ırk-çı-faşist saldırılarını medyave basın aracılığıyla sürdürdü.Koroya katılanlar Kürtlere kinkustu.

fDeprem bölgesine gidecekyardımlar geciktirildiği gibi, hal-kın kendi imkanlarıyla yolladığıyardımlar da kolluk güçleri ta-rafından engelleniyor.fDepremin ardından sorun ol-madığını söyleyen devlet yetki-lilerinin aksine; kurulan çadırlarısel bastı, polis halka saldırdı.

DEVLET ENKAZIAfet değil

devlet öldürüyor

kapak 29_Layout 2 10/30/11 2:12 PM Page 1

Page 2: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011güncel haber02

Gelen bazı mektuplarımız sakıncalı deni-lerek verilmemektedir. Keyfilik öyle birnoktaya varmıştır ki kararlardan birinde“Türkiye Cumhuriyeti kurucusu olanAtatürk hakkında yalan-yanlış bilgileriçerdiği” denilmektedir

Hapishanelerde siyasi tutsaklara dönük keyfi uygula-malar devletin tüm inkarına rağmen her geçen günçeşitli örneklerle daha da ayan beyan bir hal alıyor.Tüm hapishanelerde yaşanan benzer saldırıların vekeyfi uygulamaların en ilginçlerinden bazılarına ise Kı-rıkkale F Tipi Hapishanesi’nde rastlanmaktadır. İleti-şim cezaları, hücre arama, mektupların keyfi tutumlu-larla sahibine verilmemesi, kelepçeli tedavi vd. artıksıradan uygulamalar haline gelmiş durumda.Zeynel Karabulut gazetemize gönderdiği mektubundahak gasplarından bahsederken, kendilerinin bu uygu-lamalara gerektiği gibi karşılık verdiğini belirtirken,kamuoyunu duyarlı olmaya çağırdı. Karabulut’un gön-derdiği mektup yoruma gerek bırakmayacak açıklıktatecrit saldırılarını anlatmaktadır. Mektubun bir bölü-münü olduğu gibi yayınlıyoruz; “… Yine birçok keyfilik-le hak gaspıyla karşılaştık. Son iki hafta içerisinde ma-ruz kaldığımız hak ihlallerinin özet bir dökümünü siz-lerle paylaşıyor, duyarlı olacağınızı düşünüyoruz.

f 22 Ocak 2007 tarih 45/1 nolu genelgeyle tanınanhaftada 10 kişi 10 saat sohbet hakkımız uygulanma-maktadır. F Tipi tecrit tüm ağırlığıyla hüküm sürmeyedevam ediyor.fDisiplin cezaları hız kesmeden sürmektedir. Bu ce-zalar esas olarak direnme hakkımıza yönelmiş du-rumdadır.Arkadaşımız Ahmet Aslan’a yapılan işkenceli saldırıyıprotesto etmek için slogan atıp hücre kapılarını döv-memiz disiplin suçu kabul edilmiş 1 Ağustos 2011 ta-rihli 2011/174 disiplin kanunuyla

f39 kişiye ikişer ay haberleşme ve iletişim araçların-dan yoksun bırakmaf66 kişiye ikişer ay ziyaretten men

f27 kişiye beşer gün hücre cezası verilmiştir.Toplamda yüzlerce ayı bulan bu disiplin cezaları F tipihücrelerde insan kalabilmek için ödediğimiz en sıradanbedeldir. Yıllardır silsile halinde uzayan cezaların biryönü de açık görüş hakkımızın otomatik olarak orta-dan kaldırılmasıdır. Yıllardır sevdiklerini birkaç dakikaolsun kucaklayamamış binlerce tutsak ve aileleri ül-kemizin resmidir.fHasta tutsakların tedavisinde sorunlar yaşanmayadevam ediyor. Hapishanede revir haftada 2 gündürböyle iken bir de yorgunluk gerekçesiyle revir günü re-vire çıkartılmamak da olağan uygulamadır. Hapisha-nelerin doktoru yoktur.fSadık Sabancılar 29 Eylül’de Kırıkkale Üniversitesi

F Tiplerinde her

Toplumsal muhalefetin kızıl renkli her türlüversiyonuna karşı tahammülsüzlükle sal-dıran egemenler, hakim kılmaya çalıştıkla-rı korku ve sindirme iklimini adalet saray-larında da sürdürüyor

31 Mayıs 2011’de Artvin Hopa’da Tayyip Erdoğan’ın katıla-cağı mitingde toprağına, doğasına, suyuna sahip çıkmakiçin demokratik protesto haklarını kullanan Hopa halkınaazgınca saldırarak emekli öğretmen Metin Lokumcu’yukatleden zihniyet, katledemediklerini de hukuksuzluğu-nun cenderesinde sindirmeye çalışıyor.

Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirdiği Hopa olaylarınınardından tutuklananlar, sistemin sözde adalet ve yargısı-nın kıskacında türlü zorbalıklara maruz kalıyor. Olaylarsonrasında gözaltına alınan 36 kişiden 15’i hakkında ‘ör-güt üyeliği’ iddiasıyla Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi ta-rafından gerçekleştirilen tutuklama daha sonra HopaSavcılığı’na gönderilmişti. Hopa’da tutuklanan 15 kişininbir türlü hazırlanmayan dosyası sonunda bölünerek, tu-tuklulardan 5’i hakkında iddianame oluşturuldu. 5 tutuk-

lu (Cengiz Akyüz, Şinasi Gümüşkaya, İdris Akbıyık, ŞabanKotil ve Şafak Ustabaş) Hopa Asliye Ceza Mahkemesi’nde“2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'namuhalefet etmek, kamu malına zarar ve görevli memuradirenmek” suçlamalarıyla hâkim karşısına çıkarıldı. Tu-tukluların tamamını kapsaması gereken iddianamenin‘davanın bölünmesi’ suretiyle geciktirilmesi ve tutuklubulunan diğer 10 kişinin ise neye göre ve hangi suçlama-larla yargılanacağı ise gizemini koruyor. ‘Belli ki yüceadalet’ aynı itirazı, aynı sokakta ve aynı sloganlarla yük-seltenleri bölüp bir taraftan kendi hukuksuzluğuna yenibir sayfa açmayı, öte taraftan da Hopa halkına ve tutuklu-ların ailelerine korku salmayı amaç ediniyor.Toplumsal muhalefetin kızıl renkli her türlü versiyonunakarşı tahammülsüzlükle saldıran egemenler, hakim kıl-maya çalıştıkları korku ve sindirme iklimini adalet saray-larında da sürdürüyor. Tutuklu 5 sanığa destek vermek vedavayı izlemek için Hopa Asliye Ceza Mahkemesi’ne gelenHopalı aileler ve demokratik kitle örgütleri yine kollukgüçlerinin biber gazlı saldırısına uğradı.

Ailelere duruşma yasağı, biber gazıHopa parkından başlayan ve duruşmanın görüleceği adli-ye binasına “Hepimiz Hopalı, hepimiz eşkıyayız”, “Katil

Genelkurmay Baş-kanlığı tarafındanUğur Kantar'ın ‘sarahastalığı nedeniylefenalaştığı’ yönün-deki açıklamasıölümden sorumlu“iyi çocukları” gizle-me çabasıdır

KKTC’de askerlik yaparkendisiplin koğuşunda(disko)yoğun işkenceye tabi tutu-lan Uğur Kantar katledildi.Malatyalı Kürt bir aileninçocuğu olan Uğur, gördüğüişkenceler sonucu komalıkolmuş fakat ”numara yaptı-ğı”na kanaat getiren üstle-ri-işkencecileri O’nu uzunsüre bu haliyle bekletmiş vedurumun vahameti “anlaşı-lınca” da “başımıza bela al-mayalım” düşüncesiyle as-keri hastaneye kaldırmıştı.Askerliğinin bitimine 5 günkala disiplin koğuşunda ya-pılan işkence sonucu duru-mu ağırlaşan Uğur Kantar,2.5 ay GATA’da yoğun ba-kımda kaldıktan sonra ya-şamını yitirdi.

İddianame hazır:suçlu 2 erGenelkurmay Başkanlığı ta-rafından Uğur Kantar'ın‘sara hastalığı nedeniyle fe-nalaştığı’ yönündeki açıkla-ması ölümden sorumlu “iyiçocukları” gizleme çabası-dır. Askeri savcılık tarafın-dan hazırlanan ve mahke-me tarafından kabul edileniddianamede de görüldüğüüzere Uğur Kantar'ın ölü-münden 2 er sorumlu tutu-luyor.

İddianamede piyade er Ay-han Arslan ve piyade çavuşFırat Keser tarafından uy-gulanan yoğun fiziki şidde-tin yanı sıra, susuz bırakıldı-

ğı ve güneşte tutulduğu içinöldüğü ifade ediliyor. İddianamede: "Kantar'a yö-nelik olarak birçok kez şid-det uygulamak, su ve tuva-let ihtiyaçlarını karşılaması-na izin vermemek, özellikle25 Temmuz 2011'de 11.00-13.00 saatleri arasında bilin-cini kaybedecek şekildeuzun süre fiziksel şiddet uy-gulamak, bilincini kaybet-tikten sonra da güneş altın-da kelepçeli olarak beklet-mek, bu aşamada da şiddetuygulamaya devam etmek,mağduru teslim almaya ge-len personele mağdurunnumara yaptığını beyanederek ve yanlış bilgi vere-rek tıbbi müdahalenin ya-pılmasına engel olmaya ça-lışarak ağırlaştırılmış iş-kence suçu işledikleri" yeraldı.

Özkan: İddianameyetersizKantar ailesinin avukatla-rından Teoman Özkan id-dianameye dair, iddianame-nin suçun tanımı açısındantaleplerini karşıladığını be-lirtti ve bu minvalde iddia-namenin sevindirici olduğu-nu, ancak sadece beş askerve hapishane müdürününsorumlu tutulmasını eleşti-rerek yetersiz bulduğunu vehapishane müdüründen so-rumlu olan üstlerinin deyargılanması gerektiğinivurguladı.

İlk duruşma 18 Kasım’daUğur Kantar’ın ölümüyle il-gili sorumlu tutulan 2’si tu-tuklu 5 asker ve HapishaneMüdürü Kıdemli ÜstçavuşAyhan Şentürk’le ilgili id-dianame askeri savcılık ta-rafından hazırlandı. Hazırla-nan iddianameyi kabul edenGirne Askeri Mahkemesi,duruşma tarihini 18 Kasım2011 olarak belirledi.

Uğur Kantarişkencede katledildi

Hopa’da adalet terörü

2-3_Layout 2 10/30/11 10:10 AM Page 1

Page 3: 1-10 Kasım 2011

03güncel1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

Diş Hekimliği bölümünde kelepçeli tedavi dayat-masını kabul etmediği için tedavisi yapılmayarak,gönderilmiştir.fZeynel Karabulut’un ayda bir alması gerekenDodex iğnesi sürekli geciktirilmektedirfİletişim haklarımız engellenmektedir. Gelen bazımektuplarımız sakıncalı denilerek verilmemekte-dir. Keyfilik öyle bir noktaya varmıştır ki kararlar-dan birinde “ Türkiye Cumhuriyeti kurucusu olanAtatürk hakkında yalan-yanlış bilgiler içerdiği”denilmektedir. Disiplin kurulu bu kararıyla adetatarih biliminde otoriterliğe soyunmuştur.Mektupların dağıtılması ya da postalanması haf-talarca geciktirilmektedir.

fİki arkadaşımız Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesitarafından hücre kapısındaki mazgal penceresinikırdıkları gerekçesiyle birer yıl hapis cezasınaçarptırılmıştır. (2011/99) Söz konusu pencereninebadı 10cmx15 cm dir. Özelikle değil kapı döverkenkendiliğinden kırılmıştır. Ve arkadaşlarımız bu biravuç cam için, disiplin kararıyla ikişer hafta hücrecezasına çarptırılmıştır.fKayseri Hapishanesi’nden 9 Eylül 2011’de Kırık-kale F Tipine sevk getirilen arkadaşımız hapishanegirişinde zorla çırılçıplak aramaya maruz kalmış,onur kırıcı uygulamaya tabi tutulmuştur.fHücre aramaları keyfi bir uygulamaya dönüşm-üştür. Aylık rutin arama dışında baskın aramalaryapılıyor, hücreler didik didik ediliyor. Bazı hücre-lerde bir gün içinde üç defa arama yapılmıştır.fSebzeler amaçları dışında kullanılıyor denilerektutsakların kurduğu turşulara el konulmaktadır. fFotokopi ücreti çok yüksek miktardadır. Öyle kiçektirdiği 12 adet siyah beyaz A4 fotokopi için he-sabından 33 TL. kesilmesi üzerine bir arkadaşımızsuç duyurusunda bulunmuştur.Tüm bunlar ve daha yaşadığımız nice F tipi manz-arasını bilginize, dikkatinize ve duyarlılığınıza su-nuyoruz.”

Tutsaklara teslimiyet dayatılıyorYine gazetemize birçok hapishaneden gelen mek-tuplarda sağlık sorunlarından, iletişime kadardevletin sistematik olarak siyasi tutsakları teslimalarak onursuzlaştırmaya çalıştığı gerçekliğinigörmekteyiz. Ankara Sincan F Tipi Hapishane-si’nde kalan Serkan Kaya, Denizli D Tipi Hapisha-nesi’nde kalan Özlem Aydın, Kandıra F Tipi’nde ka-lan Veysel Kaplan ve Malatya E Tipi Hapishane-si’nde kalan Serkan Güngör, Ümit Gürz ve dahabirçok hapishaneden devrimci tutsaklar gazete-mize gönderdikleri mektuplarla karşılaştıkları hakihlallerinden bahsetmektedirler. Devletin devrimcitutsaklar üzerindeki baskı ve teslimiyet politika-larını boşa düşürmek için tüm kamuoyunu duyarlıolmaya ve devrimci tutsaklarla dayanışmayı bü-yütmeye çağırıyoruz.

uygulama var

polis Hopa’dan defol” , “Metin Lokumcu ölümsüz-dür” sloganlarıyla gerçekleştirilen yürüyüşün ar-dından kolluk güçleri kitleye saldırdı. Davası görü-len tutukluların ailelerinin dahi duruşma salonunaalınmak istenmemesini protesto eden gruba kol-luk güçleri biber gazıyla saldırdı. Yaşanan gerginli-ğin ardından grup, adliye önünde mahkeme so-nuçlanıncaya kadar oturma eylemi başlattı. Saldı-rıyı ıslık ve sloganlarla protesto eden Hopa halkı-nın kararlı tutumu sonucunda aileler ve kurumtemsilcileri duruşmanın görüleceği salona girdi.

5 tutuklu serbestSuçlamalar karşısında tutuklular, asıl sorgulan-ması gerekenin düzenin kolluk güçleri ve onlarınuyguladığı orantısız güç olduğunu belirttiler. Avu-katların, müvekkillerin suç unsurlarına dair somutdelillerin olmadığına ve tutuksuz yargılanmalarıgerektiğine yönelik savunmasının ardından mah-keme 5 kişinin tutuksuz yargılanmasına kararverdi. Avukatlar bu kararın emsal olduğunu, diğertutukluların da mevcut suç unsurları, tutukluluksüreleri ve deliller düşünüldüğünde serbest bıra-kılmaları gerektiğini savunuyor.

ask ulusunun bağımsızlığı için mücadele yü-rüten ETA, 43 yıldır sürdürdüğü silahlı faali-yetlerini kesin olarak sonlandırdığını açıkladı.Birçok defa ateşkes ilan eden ETA, son olarak5 Eylül 2009 tarihinde ilan ettiği süresiz ate-kesin ardından silahları tamamen bırakarak

“Bask bölgesinde yeni bir dönem başladı. Sorunların demokratikve adil çözümü için tarihi bir fırsat var” dedi.ETA’nın silah bırakması birçok çevre tarafından “silahsızçözüm benimsendi”, “terör bitti”, “terörizmin kazanma şansıyoktur”, “silahlı mücadele tarih oldu” gibi tanımlama ve açık-lamalarla karşılandı. Buradan yola çıkarak IRA örneğini hatır-latanlardan, bu durumu PKK’ye kadar getirenler... Silahlı mü-cadelenin ruhuna rahmet okudular.ETA’nın, İRA’nın silahla hiçbir şey kazanamadığı ve kazana-mayacağı şeklinde açıklama yaparak, PKK’ye de bunu salıkverenlerin hepsi, aynı orjinde kesişti. Bu kadar hummalı birşekilde tartışıldı ve silahlı mücadele reddedilirken geçmiştengünümüze kadar verilen silahlı mücadelenin kazanımları isebir kalem darbesiyle bilinçli olarak alaşağı edildi.AB’sinden İspanya’sına, Fransa’sından TC’sine; devlet yöneti-cilerinden, burjuva-feodal kalemşorlerine kadar herkesindilinde pelesenk ettiği nutuklarla silahlı mücadeleye lanetokundu. Dahası bunlara eşlik eden ve hatta bunlardan dahakeskin bir duruşla silahlara rahmet okutan reformistlerimizi,sosyal şovenlerimizi, revizyonistlerimizi ve ulusal devrimcilerimiziunutmayalım. Yeter ki yerde duran parlak bir cisim görmesinler,altın diye koşanların haddi hesabı yok. Her coğrafyanın kendine özgün koşulları ve bu koşullariçerisinde yaşayan toplumun kendi iç çelişkileri ve bu çelişkileredayanarak mücadele ettiği araçları vardır. Bu araçların belir-lenmesi ülkenin sosyo-ekonomik yapısı ve ülkedeki yönetimve siyasi araçlarla ilgili olarak ele alınır. Bu koşullara göre ve-rilecek ya da verilen mücadele yöntem ve araçları, keyfi birtercihin sonucunda değil koşulların dayatması sonucu ortayaçıkar. Ayrıca bir imtiyaza sahip olan sınıflar kendi ayrıcalıklarınıöyle gönlünden geçtiği için vermez ve vermemiştir de. Dolayısıylakazanılan bütün haklardan tutalım da dünya devrim tarihibunun en canlı örneği ve yakın tarihte de yaşananlar bunatanıklık etmiştir. Bunlara şöyle göz ucuyla bakıldığında dahireddedilen mücadele biçimleri kolayca anlaşılacaktır. Çokcabahsi edilen ve “hümanist” yaklaşımla tartışılan ETA’nın varlıknedeni, ortaya çıkışı ve İspanya’ya karşı verdiği bağımsızlıkmücadelesidir.Dünyanın neresinde olursa olsun bir halk kendi lehine bir ka-zanım elde etmişse, bu o uğurda verdiği en radikal mücadeleninsonucunda olmuştur. Başkaldırının sonucunda tanınan haklarınbir lütuf olarak tekrarlanmasındaki gerçek niyet burjuva devletaygıtının kutsanmasından başka neye hizmet eder. Bugündevletin ve onun kalemşorlerinin, ayrıca reformist kesiminaynı teraneyi dillendirmesi anlaşılır olmakla birlikte, devrimcicenahın böyle tartışmaların içerisine girmesi tirajı komik birvakadır. ETA’nın başarılı ya da başarısız olması kuşkusuzonun sınıfsal karekteri ve ele aldığı talepleriyle bağımsızlıkmücadelesini sahiplenmedeki tutarlılığıyla alakalıdır. Ayrıcagerçek bir kurtuluşa da götürmeyecektir. Sonuç itibarıyla is-temleri bağımsızlık noktasında imtiyazlara sahip olmaktır.Bütün ulusal kurtuluş savaşlarında da aynı talepler aynıeksende ele alınır. Ancak bu taleplerin karşılığı o çokça red-dedilen silahların konuşmasıyla karşı tarafa kabul ettirilmiştir.En ufak kırıntı dahi bu mücadelenin zorlaması sonucu imti-yazlarını kaybetmek istemeyen ezen ulus burjuvazisinin, zorlakabul etmek durumunda kalmasıdır.Günümüz açısından yaşanan devrim pratikleri ve kazanılanhakların alınış biçimi de buna somut bir örnektir. Bugün “hü-manizm” postuna bürünerek silahlı mücadeleye ve devrimcisavaşlara rahmet okuyan ve “barış”cıl mücadeleyi salık ve-renlerin kendi varlıklarını kabul ettirmek bile o reddettikleridevrimci zorla gerçekleşmiştir. Aynı durumu PKK örneğinde işleyenler de yolun karşı kıyısınageçerek salık verdikleri üstün düşüncelerle ETA’yı işaretederken, önce PKK’yi bu kadar tartışılır kılan şeyin ne olduğunagöz ucuyla da olsa bakmaları yeterlidir. Görecekleri manzaraKürt’ün kanıyla yazılmış bir tarih olacaktır. Sınıf mücadeleside işte bu zorun kanlı tarihiyle kendisini ortaya koymadıkça,egemen sınıfların kendi koltuklarını terk etmesi mümkün ol-mayacaktır.

* Ernest Hemingway

BSİLAHLARA VEDA*

SINIF TAVRI ≫ ismail uçar

devam ediyor

2-3_Layout 2 10/30/11 10:10 AM Page 2

Page 4: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011güncel04

Elazığ'da çoğunlukla Dersimli-lerin yaşadığı Hozat Garajı, Yıl-dız Bağları ve Fevzi Çakmakmahallelerinde ortaya çıkanfaşist saldırılar, kolluk kuvvet-leri eşliğinde 4 gün boyuncasürdürüldü

Hakkâri-Çukurca’da HPG tarafından ya-pılan eylem sonrası ölen askerlerin cena-ze ‘törenleri’ sonrası birçok ilde BDP bina-ları başta olmak üzere Kürt ve Alevilerinyoğun olarak yaşadığı yerlerde faşist sal-dırılar yaşandı. Faşist saldırıların en yo-ğun ve kapsamlı olanı ise Elazığ’da Gülencemaati ve Alperen Ocakları tarafındanorganize edildi.Cumhurbaşkanından, askeri ve sivil bü-rokrasisine; AKP’sinden CHP’sine kadarhâkim sınıfların ve onların güdümündeolan burjuva–feodal medyanın estirdiğigerici faşist milliyetçi söylemler faşistlerisokağa dökerek devrimci-demokrat veKürtlere yönelik linç girişimlerine vesileoldu. Elazığ'da bulunan ve çoğunluklaDersimlilerin yaşadığı Hozat Garajı, YıldızBağları ve Fevzi Çakmak mahallelerindekolluk kuvvetleri eşliğinde başlatılan fa-şist saldırılar 4 gün boyunca sürdürüldü.

Camilerde toplanıyorlarİzzet Paşa Camii'ne şehrin çeşitli yerlerin-den taşınan faşist gruplarla zorla getirilengençler, Kürt - Alevi yurttaşların üzerine,polis eşliğinde saldırdı. Dört gün boyuncayaşanan saldırılar; başta Fırat Üniversitesiİlahiyat Fakültesi’nden bazı öğretim gö-revlilerinin cuma namazlarında verilenvaazlarda “Elazığ’ı Alevi Kürtlerden kur-tarmak lazım, bunlar ülkeyi bölüyorlar,dinsizler” şeklindeki kışkırtmaları ve biz-zat otobüsler tahsis edilerek bazı üniver-site ve hatta lise öğrencilerinin Hozat Ga-rajı yakınında bulunan İzzet Paşa Camii’ne

taşınmasıyla gerçekleştirildi. Görevi söz-de halkı korumak olan kolluk kuvvetleri-nin copu ve gaz bombaları eşliğinde, Ho-zat Garajı’nda bulunan insanlara, dükkân-lara saldırıldı! Bu da yetmedi, mahalleler-de halka kurşun sıkıldı!

Halk saldırıları geri püskürttüSayıları kalabalık olan faşistler, tekbir ge-tirerek saldırırken; garaj civarındaki so-kaklarda toplanan devrimci, demokratgüçler ise Hozat Garajı esnafı ve halkla bir-likte saldırıları geri püskürttü. Olay yerindebulunan çevik kuvvet polisleriyse geri çe-kilmek zorunda kalan faşistleri, sokaklaragaz bombaları atarak korudu. Yaşanan ça-tışmalarda birçok kişi yaralanırken saldırıolasılığına karşı Hozat Garajı, Yıldız Bağlarıve Fevzi Çakmak mahallelerinde halk nö-bet tutarak mahallelerine sahip çıktı.

Faşizme karşı dayanışmaElazığ’da yaşanan faşist saldırılar dolayı-sıyla Dersim’de DHF’nin çağrısıyla bir ara-ya gelen devrimci-demokratik-yurtseverkurumlar bir heyet oluşturarak Elazığ’agidip yaşanan olayları yerinde incelemekararı aldı. Tunceli Valisi’nin ise sabah sa-atlerinde yola çıkacak olan heyeti tele-fonla arayarak "provokasyon" uyarısındabulunduğu (!) öğrenildi. Vali’nin bu uyarısısonucu oluşturulan heyet programını ip-tal etti. DHF Dersim örgütlülüğü, progra-ma bağlı kalarak Dersim - Hozat Beledi-yesi’yle birlikte Elazığ'a sabah saatlerindehareket etti. Dört gün süren saldırılardaElazığ’da bulunan örgütlülüğü ve tabankitlesiyle faşist saldırılara karşı koyanDHF, Hozat Belediye Başkanı Cevdet Ko-nak ile birlikte Hozat Garajı’ndaki esnafı

AKP ve kurmaylarınındirekt içerisinde yer al-dığı Deniz Feneri faali-yetine yönelik operas-yon tamamlandı. Tutuk-lu sanıklar ‘uzun tutuk-luluk süreleri ‘gerekçegösterilerek serbest bı-rakıldı

Ülkemizde yaşanan büyük soy-gunlardan birinin adı olan DenizFeneri e.V davasında değneğindiğer ucunda AKP ve ErdoğanAilesi’nin olduğu ve bu nedenleaçık ya da doğrudan davaya mü-dahale edildiği bilinen bir gerçek.Bu anlamda AKP ve kurmayları-nın temize çıkarılma, kasaların-da biriken milyonlarla ifade edi-

len paraların paylaşımı ve Erdo-ğan ailesine ait ciddi kanıtları ol-duğu bilinen ‘gizli malları’ koru-mak-kurtarmak amacı taşıyandavada sanıklar, çeşitli baskı vetaktiklerle tahliye ettirildi. Da-vada tutuklu bulunan ve arala-rında eski RTÜK Başkanı ZahidAkman ve Kanal 7 Yönetim Ku-rulu Başkanı Zekeriya Kara-man'ın da bulunduğu 6 kişi ser-best bırakıldı.

Ülkemizde ezilen halklar, dev-rimciler, demokratik hakları içinmücadele ederken, sistemin kol-luk güçleri tarafından tutuklanıpve yine devletin ilgili kurumla-rınca yıllarca hapishanelerde tu-tularak, aylarca duruşmalara çı-karılmayarak insanlık dışı uygu-lamalara maruz kalıyor. Hükü-met ve devlet, Deniz Feneri gibidavalarda, mevcut gerçekliğiiçerisinde, esnek davranarak

çalma-çırpmanın, insanlarınduygularıyla oynayarak dolan-dırmanın, üç kağıtçılığın propa-gandasını yapıyor. “Sen de çal,sen de sömür, cebini doldur veelini kolunu sallayarak gez, geçi-ci olarak tutuklansan da krallargibi saray hapisanelerinde yaşave yoluna bu şekilde devam et;aksi durumda uzun yıllar tutuk-lu kalır ve hala uslanmazsan hü-küm alırsın.”

5 yıl boyunca 20 binden fazla ba-ğış sahibini mağdur eden-do-landıran Deniz Feneri çetesi,toplam 41 milyon euro ‘bağış’toplamış. Bu meblağdan 17 mil-yon euro ülkeye aktarılmış; 17milyonun 8 milyon eurosu ülke-mizdeki Deniz Feneri Derneği’neverilmiş ve geri kalan meblağa“çeşitli işlerde-yerlerde” kulla-nılmış.

Deniz Feneri’nde “uzun

İnsan Hakları Derneği’nin raporunagöre son 4 yıl içerisinde “güvenlik güç-leri” tarafından 124 kişi katledilirken 211kişi ise yaralandı

“Hak, demokrasi, hukuk” vb. kavramları sö-mürü ve zulüm düzeninin varlığı için kendiçıkarları temelinde tanımlayan ve uygulayanhakim sınıflar her eylemiyle bu açıdan “an-laşılabilir” olmaya devam ediyor. Yargınınbağımsızlığını(!) gösteren bir dava da ŞerzanKurt’un katledilmesine ilişkin davadır. 11 Ma-yıs 2010 tarihinde polis kurşunuyla katledi-len Şerzan Kurt’un 21 Ekim 2011 tarihindeEskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görü-len 8. duruşması yine ilerleme kaydedeme-yerek 9 Aralık 2011 tarihine ertelendi. Duruş-ma öncesi çevik kuvvetin yığınak yapmasıdikkat çekerken, Şerzan Kurt’un ailesininyanı sıra davayı takip etmek için sendika yö-neticisi, öğrenciler, öğretim üyeleri ve Halk-ların Demokratik Kongresi temsilcileri de ge-lenler arasındaydı. Dinlenmesi beklenen gizlitanığın bu celsede de dinlenmemesiyle bir-likte Şerzan Kurt’un avukatları dinlenme ta-leplerini tekrar ederek delillerin karartıldığınıifade etiler. Ayrıca avukatlar Şerzan Kurt’asıkılan mermilerin kaybedildiğini ve vücut-tan çıkan tek mermide de DNA izi bulunma-dığını vurguladılar.Tutukluluk hali devam eden polisin avukatı-nın ifadeleri arasında Şerzan Kurt için “örgütmensubu” tabirini kullanması mahkemesalonundan gelen tepkileri de beraberindegetirdi. Duruşmaya uzunca verilen aradansonra mahkeme heyeti polis avukatınıntahliye talebini reddetti. ”Mermilere ilişkinraporun gelmediği” gerekçesiyle HacettepeÜniversitesi ve Adli Tıp Kurumu’na yazı ya-zılması ve balistik raporu yazımının hızlan-dırılmasına karar verilerek duruşma 9 Ara-lık’a ertelendi. İnsan Hakları Derneği’nin ra-poruna göre son 4 yıl içerisinde “güvenlikgüçleri” tarafından 124 kişi katledilirken 211kişi ise yaralandı.

Şerzan Kurtdavası yineertelendi

IRKÇI FAŞİSTLER

4-5_Layout 2 10/30/11 1:25 PM Page 1

Page 5: 1-10 Kasım 2011

erici sınıflara, bu sınıflarıniktidarına, bunlar şahsındagerici devlete karşı pro-letarya ve halk kitlelerinindevrimci kurtuluşu, iktidarıve çıkarları uğruna siyasi

mücadele veya savaş yürüten, bu doğrultudadeğişik biçimlerde siyasi etkinlik ve faaliyet-lerde bulunan her hareket, oluşum, örgüt,parti ve kurum ya da toplumsal sorun ve çe-lişkiler karşısında ilerici zeminde duran, top-lumsal aydınlanmaya hizmet eden, yaşamınıilerici amaçlarla siyasi nitelikte biçimlendirerekson tahlilde sınıf mücadelesine ayıran-adayanveya sınıf tavrı-tutumu ekseninde devrimcisınıflardan yana pozisyon alan tek tek herbireye saygı duymak yerindedir. Bu bir kültürve değer olarak edinilmek durumundadır. Yukarıda tarif edilen yelpazede duran herdinamik, her öğe, her çaba ve en küçük pozitiffaktör tartışmasız biçimde saygındır. Bumüspetin sahiplenilip “yüceltilmesi”; devriminterk edilip reformizm ve tasfiyeciliğe geçişingüçlendiği günümüz şartlarında, sınıf mü-cadelesi adına-lehine gösterilen erdemin ka-zandığı bir hak, bir ihtiyaç ve gerekliliktendoğar. Proletarya ve halk kitlelerinden yanaolan her nüvenin desteklenerek korunması,sahiplenilerek geliştirilip büyütülmesi birkültür ve bilinç olarak yerleştirilmelidir.Yükselen değer yasalcılık zemininde reform-culuğa entegrasyon ise, devrimci duruş vedoğrultunun olağan dışı gayretle öne çıka-rılması şarttır. Suskunluk tehlikesi belirmişise, devrimci tehditle ortaya çıkmak veyadevrim adına konuşmak tarihsel görev vezorunluluktur. Her komünist, her devrimci, her aydın ve de-mokrat, aynı zamanda devrim lehine söylenenher söz, sergilenen her davranış, gösterilenher çaba mutlak biçimde değerlidir. Tasfiyecilikkoşullarında daha da değerlidir. Devrimdenkaçıldığı, devrimci eylemin yaygın olarak ye-rildiği, tüm bu eğilimlerin geniş ölçekte ka-nıksandığı koşullarda devrimci çizgiyi savunupuygulamak katbekat değerlidir. Savaşmakise karanlığın zifirileşmeye yüz tuttuğu gü-nümüzün genel eğiliminde muazzam bir kıy-mettir. Genel eğilime rağmen aykırı durankomünist ya da devrimci çizgi, felç edilmekistenen geleceğin büyük güvencesi ve umu-dudur. Tüm bunlar komünist ve devrimcihareket olarak içinden geçtiğimiz ağır tasfiyecisüreç bakımından oldukça anlamlıdır.Bu süreçte devrimci eğilimin geliştirilmesiyaşamsal önemdeyken, komünizm ve devrimadına söz hakkı kullanan herkesin bu eğilimdoğrultusunda sorumluluk taşıması hemtemsil ettiği nitelikten beklenendir, hem detabii bir görevdir.Peki, komünist ya da devrimci sıfatı taşıyanher çizgi, her birey ve her iddialı kişi veyapının bu yükümlülüklere uygun davrandığısöylenebilir mi? Kuşkusuz ki hayır. O zamanaçık ki iddia ve etiket ne olursa olsun devrimciçizgi ayrımını iyi yapmamız, objektif ve süb-jektif olarak devrimci olanı iyi seçmemiz ge-rekir. Bu seçme-ayırma işi, komünist doğ-rultuda sağlam durmayanların ya da devrimciçizgide hatalı eğilim taşıyanların ötelenmesianlamına gelmez, gelmemelidir. Aramızdakiçizgi sorunlarına karşın, devrimci amaçlarahizmet eden dinamiklerle birleşme perspek-tifine uygun olarak, genel devrimci amaç veen genel ortak paydalarda bunlarla birleşmekdurumundayız. Bu devrimci gayeye bağlananMaoist yaklaşımdır. Birleşmek eleştirmemek anlamına gelmez.İkisinin bir arada bulunması diyalektik zo-runluluktur. Mücadelesiz ve çelişkisiz birsüreç ya da birlik tasavvur edilemezse, mü-kemmeliyetçi ve mutlakçı yaklaşım da be-

nimsenemez. Tersi, tekçilik olup kapalı ka-pıcılığa uzanacağı gibi, çizgi mücadelesininreddi ve Maoist diyalektiğin kavranmamasıolur. Toplum ya da halk kitlelerinin çelişmelerledolu olduğunu, yüzlerce eğilim ve farklılıklartaşıdığını, değişik fikir ve yaşam alışkanlık-larına sahip olduğunu, değişik yaşam tarzıve kültürüyle biçimlendiği bilinmek-kavran-mak durumundadır. Bunun gibi, bütün bufarklılıklara, kategorilere, kültüre vb. karşınbunları kendi sınıf çıkarları zemininde devrimamacına bağlamamız ve nihayetinde prole-taryanın davasında birleştirme yükümlülü-ğümüzü idrak ederek hareket etmek zorun-dayız. Tüm toplumsal-sosyal katmanları tekdüşüncede tekleştirmemiz ya da kitlelerinyığınca alışkanlıklarını bir anda yok etmemizinolanaklı olmadığı aşikardır.Hata ve yanlıştan yakınmak diyalektik dışıolup, diyalektik süreci yadsıyan tutumdur.Eğer zıtların birliği yasası gereği karşıtlar birarada ve mücadele içinde bulunurlarsa, za-yıflıklarla güçlülüklerin-başarılar ile başarı-sızlıkların partide de bir arada bulunmasıkaçınılmazdır ve bu diyalektiğin ta kendisidir.O halde diyalektiğin tezahürü olarak yaşananbaşarı ve başarısızlıklar harmonisinden ya-kınmanın anlamsız ve bir o kadar da diya-lektiği kavramayan yaklaşımlar olduğu açıktır.Hem diyalektiği tanıyıp kabul edeceksin, hemde diyalektik gereği veya diyalektiğe uygunolarak yaşanan realite-gerçek karşısında ya-kınacaksın! Bu olmaz. Yakınmacılık devrimcitarz değil, kaderciliğin türevidir. Devrimci te-melde birlik-mücadele-daha ileri birlik siyasetidevrimci gelişmede tayin edici politikalar-dandır. Parti içi gelişmelerde olduğu gibi, dı-şımızda devrim ekseninde bulunan diğerdevrimci güçlere yaklaşımımız da iki yanınbir arada bulunduğu şeklindeki diyalektikdoğruya uygun şekillenmek zorundadır. Ki,bu diyalektikten veya çelişkiden kaçınmakmümkün değildir.Bencil ve kişisel çıkarla bu zemindeki kaygılarıterk ederek proletarya ve halk kitlelerininortak sınıf çıkarlarını öne çıkarıp esas alanher tutum ve her davranışı olağan görevolarak kuşanmalıdır. Bunun bilinçli tavırlaörgütlülüğe dönüştürülmesi devrimin man-tığına uygun tutarlı tavırdır.Devrimci olan ne varsa onu desteklemek ko-münist ve devrimcinin tartışmasız görevidirama ne adına yapılırsa yapılsın devrimci kı-vılcımı küllemek aymazlık ve tutum özgülündegericiliktir. Devrimciyi devrimci ruh ve pratiktengeriye çekmek, ileri mevzilere doğru taşınaneğimini çeşitli gerekçelerle sabote edip en-gellemek ve zayıflatma rolü oynamak devrimadına da yapılsa somutta gerici pozisyon al-maktır. Somut ülke devrimiyle ilgili olan bir devrimciyispekülatif teorik mülahazalarla bu yöneli-minden uzaklaştıran veya uzaklaştırmayaçalışmak, yine bu ülke somut devrimci mü-cadelesinde adım atan bir devrimciyi bu adı-mından çeşitli vesilelerle geri çeken veyaçekmeye gayret eden herhangi bir devrimcininve hatta “komünistin” saygınlığı tartışılırdır.Bir devrimciyi ya da özellikle genç bir devrimciyisomut devrimci pratikten alıkoyarak soyutve söylem devrimciliğine davet etmek, yinedevrimciyi devrimin ileri-diri olduğu zemindenkopararak belirsiz ve bir o kadar da zayıf vehatta pratikten yoksun teorik boyutu geç-meyen koşullara bağlamak, bağlamaya ça-lışmak aynı derecede “komünist” ve dev-rimcinin saygınlığına gölge düşürür. En önem-lisi de tek ülke devrimini kafasından silen vebu anlamda toptan dünya devrimini gerçek-leştirme hayaline saplanan bu tür “komünist”ve devrimciler bu tutumlarından ötürü siyasisaygınlığını ve ciddiyetlerini yitirmiş olurlar.

GDEVRİMCİ GÖREV VE SORUMLULUK

UFUK ÇİZGİSİ ≫ bakış can

ziyaret ederek yaşanan süreci değerlendirdi.Dört gün boyunca faşist saldırılara maruzkalan esnaf yaşanan çatışmalarda kollukkuvvetlerinin keyfi uygulamalar gerçekleş-tirdiğini, faşistleri uzaklaştırmak yerine kış-kırtarak kitle üzerine saldırttıklarına dikkatçekti. Yaşanan bu olaylara karşı örgütlü birşekilde mücadele edilmesi gerektiği vurgu-landı.

Dersim’de protestoDHF’nin çağrısıyla Dersim’de toplanan dev-rimci-demokratik kurumlar ve siyasi parti-ler Elazığ’da yaşanan olayları protesto etti.Sanat Sokağı’nda bir araya gelen yüzlercekişi “Faşizme karşı omuz omuza”, “Faşizmegeçit vermeyeceğiz”, “Yaşasın devrimci da-yanışma” sloganları eşliğinde Yeraltı Çarşısıüzerinde basın açıklaması yaptı.

Yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yerverildi: “Elazığ’da, çoğunluğunu DersimliKürt-Alevi yurttaşların oluşturduğu HozatGarajı esnafı ve Fevzi Çakmak, Alman Bağ-ları gibi mahallelerde yaşayan halkımız, ikigündür azgın faşist saldırılara uğruyor. Geri-ci milliyetçi histeriye kurban edilen binlercekişi ve bu saldırıların başını çeken faşistlerve Gülenci tarikatçılar, Dersimli esnafındükkânlarını yağmaladı, mahallelerde veHozat Garajı’nda onlarca kişiyi linç etmek is-tedi, yaraladı. Devrimci, demokratik ve ilericihalk güçlerinin öncülüğünde Hozat Gara-jı’nda ve mahallelerde silahlı, satırlı ve polisdestekli saldırılara iki günden beri direnenhalkımıza destek olalım! Devrimci, demo-kratik değerlerimize; can ve mal güvenliği-mize; yaşama hakkımıza ve inancımıza yö-nelen saldırılara karşı birleşelim! Devletdesteğiyle gerçekleştirilmek istenen yeniMaraşların, Çorumların, Sivasların ve Gazikatliamlarının önüne geçelim!” 1 Mayıs Mahallesi’nde faşist saldırılarİstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Elazığ,Malatya, Konya ve birçok ilde BDP il binalarısaldırıya uğradı. İstanbul’un birçok semtindede kolluk kuvvetlerinin gözetiminde dev-rimci-demokrat halkın yaşadığı mahallelereyönelik saldırılar gerçekleştirildi. Bu saldırı-lardan biri de üç gün boyunca 1 Mayıs Ma-hallesi’nde yaşandı. Ellerinde taş ve sopalar-la mahalle esnafına saldıran faşist güruhküfürler ederek mahalleden ayrıldı. Mahal-lede bulunan Pir Sultan Abdal Kültür Derne-ği (PSAKD) üyesi kişiler İl Emniyet Müdürlü-ğü’nü aramalarına rağmen herhangi bir ce-vap ve sonuç alamadılar. Yaşanan faşist sal-dırılar sonrası bir araya gelen mahalle halkıiçlerinde DHF’nin de olduğu devrimci-de-mokratik kurumlarla beraber bir yürüyüşgerçekleştirdi. Yapılan eyleme kolluk kuv-vetleri saldırarak birçok kişiyi gözaltına aldı.Mahalle halkı tüm baskı ve saldırılara rağ-men eylemlerine devam ederek 1 Mayıs’afaşistleri sokmayacakları mesajını verdi.

05güncel1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

tutukluluklar” sona erdi

SOKAĞA İNDİ

Almanya’nın ‘en büyük bağış skandalı davası’olarak adlandırılan Deniz Feneri davası, ülke-mizde 3 yıl önce başladı ve yılan hikayesinedöndürülen soruşturmalarda bir ilerleme sağla-namadı. Kanal-7 Yönetim Kurulu Başkanı Zeke-riya Karaman’ın isminin ön plana çıktığına işa-ret edilerek Almanya’daki Deniz Feneri davası-nın gerekçeli kararında Zahit Akman, İsmail Ka-rahan ve Harun Yoldaş’ın da sorumlu olduğu ifa-de edilmişti.Unutturulmaya çalışılan Deniz Feneri olayı, çı-karlar gereği, klikler arası dalaşta ve meclisteki‘yemin krizi’ ve ‘futbolda şike’ soruşturmaları-nın gölgesinde yeniden gündeme getirilmiş, eskiRTÜK Başkanı Zahit Akman ve Kanal-7’nin 3yöneticisi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nıntalimatıyla gözaltına alınmıştı. Deniz Feneri çe-tesi davası aslında burjuva-feodal sistemin hal-ka karşı yürüttüğü haksız-kirli savaşın ve sis-teme hakim ve hakim olmaya çalışan klikleringerçek yüzlerinin ayyuka çıktığı ve burjuvaekonomi-politikaları ve kültürünün ne menem

bir şey olduğuna dair önemli olaylardan biridir.

Deniz Feneri ile ilgili TC devletinde ‘düğmeye’Eylül 2008’de basıldı. Ankara Cumhuriyet Savcı-sı Nadir Türkaslan ve ekibinin yürüttüğü soruş-turmayla ilgili gizlilik kararı bulunuyordu.

Almanya’da 17 Eylül 2008’de karara bağlanandavada, mahkeme tarafından üç dernek yöneti-cisi Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş ve MehmetTaşkan’ın suçu sabit görülmüş ve toplamda 10yıl 5 ay hapis cezası vermişti. Deniz Fenerie.V’nin malvarlığı ise kamuya devredilmişti. An-cak Almanya’da yürütülen Deniz Feneri soruş-turmasında asıl sorumluların ülkemizde oldu-ğuna ilişkin ciddi bulguların olduğu açıklanmıştı.

Toplam 41 milyon euro bağış toplandığı belirle-nirken bu paranın, 17 milyon euro’luk kısmınınTC devletine gönderildiği belirlenmişti. Gönderil-diği tespit edilen paradan 8 milyon euroluk kıs-mın ülkemizdeki Deniz Feneri Derneği’ne akta-rıldığı belirlenirken, kalan kısmının akıbeti isebelirlenememişti.

f‘Bağış skandalı davası’na yargı ödülü

4-5_Layout 2 10/30/11 1:25 PM Page 2

Page 6: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011güncel06

Devlet, Kuzey Kürdistan dağlarını bom-baladığı hızda davransaydı Van’daki dep-remde kendi resmi kayıtlarıyla açıkladığı570 kişi ölmezdi

Van’da 23 Ekim Pazar günü saat 13.41 sularında yaşa-nan depremin üzerinden bir hafta geçmesine rağmendepremdeki can kaybının ne kadar olduğu devlet tara-fından tam olarak açıklanamadı. Başbakanlığa bağlıAfet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) bir yan-dan hasarlı yerleri uzaydan ilk dakikalardan itibarentespit ettiklerini açıklarken öte yandan AKP Hükümetidepremin üzerinden günler geçmesine rağmen yaptık-ları operasyonlarda devletin övgüyle söz ettiği teknolo-jik olanaklar Kürtlerin yaşadığı köylere ulaşıl(a)madı.Devlet Van ve Erciş’te belli bölgelere çadır kurup duru-mu kontrole alırken halka afet sırasında da uygulanançifte standart oldukça tepkilere yol açtı. Depremzedeleriçin Kızılay’ın kurduğu çadırları sel bastı, ardından karyağdı.AFAD 28 Ekim tarihinde; ölü sayısının 570’e yükseldiği-ni, yaralı sayısını da 2 bin 555 kişi olarak tespit edildiğinive enkazdan 187 kişinin de sağ çıkarıldığını açıkladı.AFAD ayrıca “Şu ana kadar Van İli Merkez İlçesi, köylerive Erciş İlçesi merkez mahallelerinde 10.621 bina ince-lenmiş olup; 5.739 hasarlı-oturulamaz bina (8.026hane), 4.882 hasarlı-oturulabilir bina (7.660 hane) tespitedilmiştir. Ön hasar tespit çalışmaları devam etmekte-dir. Büyüklükleri; 2 ile 3 arasında değişen 307, 3 ile 4arasında değişen 621, 4 ile 5 arasında değişen 95 ve 5 ile6 arasında değişen 6 olmak üzere, toplam 1139 adet art-çı deprem meydana gelmiştir. Hasarlı binalara kesinlik-le girilmemesi gerekmektedir. Arama-kurtarma ve ilkyardım çalışmaları kesintisiz olarak devam etmektedir”açıklamasında bulundu.

Ağır bilançonun sebebi kar hırsıDevlet; kar hırsıyla yaptığı özelleştirmeyle devrettiğihizmetlerinden dolayı ve bine yakın insanın canına malolan depreme sebebiyet verdiği için neden ve sonuçlar-dan sorumludur. Plansızlık, kar hırsı, denetimsizlik Vanşehrini yıktı ve daha önceki afetlerde olduğu gibi yüz-lerce insanın canına mal oldu.TMMOB’un yaptığı ilk incelemelerden sonra tespit edi-len teknik hatalar şöyle açıklandı:Bodrum katlarda lokanta, garaj gibi ticaret anlayışıylacephe kolonlarının kesilmesi, kısaltılması,-Mimari projeye aykırı ekleme ve çıkarmalar yapılması,

-Balkon veya terasların tuğla gibi ağır malzemelerlekapatılması,

-Kat ilave, bina ortak kullanım alanlarının bağımsız bö-lümlere eklenmesine karşılık ek bir revizeye gidilme-mesi.

Raporlar yazılır, sorumlular tespit edilir, suç duyurularıyapılır ancak devlet işlediği bütün suçlarını en az so-rumluluğu olan bireylere fatura eder ve gözüne kestir-diği bürokratını ya da memuru günah keçisi olarak ilaneder, göstermelik cezalarla geçiştirir ve ülke insanı hepbir sebeple selde, madende, tersanede, göçükte, trafik-te, tarımda, inşaatta, ev temizliğinde, belediye çukurun-da ya da depremlerde kitlesel ölür.

Medyasıyla, ordusuyla, politikacısıyla, para babalarıylaeş koordineli bir şekilde gerçekler gizlenmeye çalışılır-ken, deprem bölgesine giden devrimci, demokratik veyurtsever kurumların açıklamalarına ve kameralarınayansıyanlar devletin açıklamalarıyla taban tabana zıt

2012 bakanlıklar bütçesi belirlendi. Bütçedeen büyük meblağ savunma ve diyaneteayrıldı. Sağlık, eğitim vb. hizmetlere ayrılanpay bu yıl da düşük

Dünya, yaşadığı krizler sebebiyle emperyalizmin çıkarlarıdoğrultusunda ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri olarakyeniden düzenlenirken ve uyumlu hale getirilmeye çalışı-lırken, ülkemiz, hakim sınıfları da bağımlı uşak ilişkisi se-bebiyle dünyadaki bu düzenlemenin direkt bir parçası ola-rak bu sürece uyumlu bir şekilde yoluna devam ediyor.Emperyalizmin dünya üzerinde yaşadığı krizler ve bununsonucunda oluşturduğu çok yönlü politikalar, emperyaliz-me göbekten bağımlı ülkemiz ve hakim sınıflarını da bunagöre şekillendiriyor. Ülkemizde hakim sınıfların ürettiği ve

yaşama geçirdiği her türlü politika da emperyalizmin poli-tikalarından bağımsız olmuyor. Bu anlamda 2012 yılı büt-çesinin oluşturulması ve en büyük payların savunmaya,maliyeye, diyanete vb. ayrılması manidardır.

Hükümetin öngördüğü 2012 bütçesinde sağlık, eğitim vb.harcamalar azaltılırken, savunma(savaş) giderleri baştaolmak üzere Diyanet ve Cumhurbaşkanlığı bütçesi bir ön-ceki bütçeye nazaran daha da büyütülüyor. 2012 bütçesin-de en fazla ödeneğin ayrıldığı bakanlıklardan biri Milli Sa-vunma Bakanlığı oldu. Savunmaya ayrılan pay 18 milyar230 milyon TL olarak belirlendi.

Önceki hükümetler gibi AKP Hükümeti de hazırladığı herbütçede olduğu gibi sağlık ve eğitime ayrılan payı azaltır-ken, halka ve muhaliflere karşı yürüttüğü savaşa dairharcamalarına ise pastanın büyük payını ayırdı. 2012 YılıMerkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’na göre 2012 Mali

ınır ötesi askeri harekat” ın gökten dağla-rına bombalar yağdırdığı bir sırada, 23Ekim öğle saatlerinde Van’da yeryüzü 7,2Richter ölçeğinde depremle sallandı. Yığmayapılı köy evleri, malzemesinden çalınmışkent evleri halkın üzerine yıkıldı. Pek çok

yere ulaşılamadığı için zayiatın ne kadar olduğu kesinolarak bilinmiyor, ama can kaybının 1000’e, yaralının 10bine doğru tırmandığı anlaşılıyor. Öte yanda harekethalinde olan silahlı binlerce insan, “ölü ele geçirilen”yüzlerce gerilla ve asker cenazeleri… Deprem bölgesinde kar yağıyor, yağmur yağıyor, 84 köyüapaçık yakalıyor. Nerdeyse her köyde ölü ve yaralı var, ki-misinde ölü sayısı 20’ye 30’a çıkmış. Bütün evler hasarlı,hayalet gibi, içine girilemiyor, çadır yok, battaniye yok,sular bulanık akıyor, gıda yetersiz. Kamusal yardım hiz-metleri, sürüp giden kirli savaş ortamında güvensizlik yü-zünden hareketsiz. Gönüllü ekipler organizasyon bozukluğuyüzünden gerektiği gibi seferber olamıyor. Nedense AKPhükümeti Ecevit döneminde kurulan Ulusal Deprem Kon-seyini kapatmış, atadığı Vali, belediye ile işbirliği ve koor-dinasyon yapmıyor. Bir yandan da ırkçı, şoven gevelemeler,ayırımcılık, politik hesaplar, felaketzedelerin yarasını az-dırıyor iyice. Müge Anlı (ATV) ve Duygu Canbaş (HabertürkTV) gibi ‘cici hatun’eların bile ırkçı-ayırımcı histerileriniekranlara taşımasını düşününce, felâketzedelerin tarihinbu büyük zelzelesi karşısındaki feci halini anlayabiliyorsunuz.Bazı faşistler “ağlama sırası onlarda” diye seviniyor, sankihep ağlayanlar onlar değilmiş gibi. Her doğal felaket kar-şısında farklı insanlar farklı davranırlar; bazıları elemiçinde yükselen çığlıkları dindirmeye koşarlar, bazıları datalan ve yağmaya... Doğal felaketler karşısında, “öteki” vedüşman saydıkları felaketzedelerin acılarından sevinç du-yanlar, böyle anlarda ölülerin ceplerini karıştıran, yağmacıçapulcu alçaklardan farksızdır. Yuh olsun onlara…Ne var ki, gül yüzlü gençlerimiz onlara aldırmadan, herzaman olduğu gibi nerdeyse bütün üniversitelerde ve li-selerde devasa bir yardım kampanyası yürütmeye başla-dılar.Van, acı sularıyla ünlü Van Gölü kıyısında kurulmuş, pekçok uygarlığa başkentlik yapmış, dünyanın sayılı tarihikentlerinden nadide bir yerdir. Hurriler, Urartular, Haylar,Medler, Persler, Makedonyalılar, Partlar, Sasaniler, Bizanslar,Selçuklular, İlhanlılar, Celayiroğulları, Karakoyunlular, Ak-koyunlular, Safeviler, Osmanlılar ve daha nicelerinin izlerivar.Daha 30 yıl önce orta büyüklükte bir kasabayı andıranVan, kirli savaşın etkisiyle çevre köy ve kasabalardansürülen on binlerce insanın sığınmasıyla on kat büyüdü, ilnüfusu 1 milyon yüz bine, kent nüfusu da 500 bine yaklaştı.Bu ani, plansız büyüme, aynı zamanda altyapı laçkalığı vederme çatma yapılaşma demektir. Birinci derecede depremkuşağı üzerinde olduğu halde burada da inşaatlarda %5malzemeden çalıntılı, 3 kat yerine izinsiz 7 katlı binalaryapıldığı, zemin direnci ve depreme dayanıklılığın hiç kaalealınmadığı görülüyor. Ölümler, genellikle çok katlı yapılardameydana geldi. Gerçi ülke ortalaması da çok parlak değil,81 ilin 55’i birinci derece deprem bölgesinde olduğu halde18 milyonu aşan yapı stokunun % 67’si kaçak. Bu yüzdendepremin gündüz olması şansından bir teselli bulabiliyoruz,felâket gece gelmiş olsa can kaybı tam bir dehşet düzeyindeolacaktı. Türkiye Hazır Beton Birliği (THBB) Başkanı AyhanGüleryüz, Van’da 7, Erciş’te 3 tane bulunan hazır betonfirmasının hiçbirinin Kalite Güvence Sistemi (KGS) belgesiolmadığını söylüyor. Bölgeyi gezen Kılıçdaroğlu, "Yer seçi-minde hata var, projelerde hata var, malzeme seçimindehatalar var. Yıkılan binaları görseydiniz betonun ne halegeldiğini görürdünüz. Yapım aşamasında hatalar var" diyetanıklık ediyor.Depremlerde ağır can kaybı yoksul ve kötü yönetilen ül-kelerin kaderidir. Kendi yurttaşlarının özgürlük ve demokrasiistemlerini bastırmak için yüz milyarlarca dolar harcayaraküstlerine bomba ve ateş yağdıran sitemleri, kalkınma,modernleşme ve halkın refahına aldırmazlar. Doğal fela-ketlerin “doğa” sonucu gibi gözüken kitlesel can kaybı,aslında sistemin yol açtığı cinayetlerdir. Bu depremin di-ğerlerinden farkı, bu gerçeği, bir kirli savaş ortamında çokacı biçimde göstermesidir.

SVAN DEPREMİ VE DEPREŞEN ŞEYLER

MAYA

Doğal afet ve≫ arif bilgin

Bütçede aslan payı savunma

6-7_Layout 2 10/30/11 1:23 PM Page 1

Page 7: 1-10 Kasım 2011

07güncel1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

yönde. Zaman zaman yapılan açıklamalardabir yetkilinin yaptığı konuşmada beş dakikasonra diğer yetkili tarafından yalanlanabile-cek çelişkili ifadeler devletin Kuzey Kürdistanhalkı ve emekçilerine gösterdiği özeni degöstermektedir.

Depremle yıkılan binaların kamu binalarınınolması ve AKP Van Milletvekili Fatih Çiftçi'ninbelediye başkanı olduğu dönemde ruhsatınıverdiği binaların olması da işin başka bir bo-yutu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ta-kipçisi İstanbul Büyükşehir Belediye BaşkanıKadir Topbaş başta olmak üzere tüm haleflerikentsel dönüşüm rantıyla köylerinden göçettirilen Kürt emekçilerinin yaşadığı evleregözünü dikmiş durumda. ‘Kaçak yapıları yı-kacağız’, ‘mezar evlerden kurtaracağız’ aldat-macasıyla AKP Hükümetinin ağustos başın-

da çıkardığı 648 sayılı KHK plansız ve ruhsat-sız yapılaşmanın önünü açarken, köy mera-larına da TOKİ’nin yerleşmesi serbestisi geti-rildi.

Halkın yardımları engelleniyorBaşbakan’ın ‘her şey kontrolümüz altında’açıklamalarıyla elektriksiz, susuz, tuvaletsiz,aşsız, çadırsız, evsiz-barksız kalan Van halkı-nın içinde bulunduğu sefalet manipüle edili-yor. Köy muhtarları, yaşanan olumsuzluklarıprotesto etmek için topluca istifa etti. Diğeryandan yapılan yardımlar gerçek hak sahip-leri yerine, villaların önüne kurulan çadırlarataşınırken Kızılay’ın kurduğu çadırları da selbastı. Yağan karla birlikte koşullar iyice yaşa-nılmaz duruma geldi. Okullar uzun bir süretatil edilirken, hijyenik açıdan önümüzdeki

günlerde bulaşıcı hastalıkların ve soğuk ha-vaların etkisiyle de hastalıkların sayısının ar-tacağı Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) ta-rafından belirtildi. Devrimci, yurtsever ve de-mokratik kitle örgütlerinin yaptığı yardımlar‘terör örgütü PKK propagandası yapmak’ ge-rekçesiyle kent girişlerindeki kontrol mer-kezlerinde engellenmektedir.

Deprem vergisi afete değil, faizeharcandıDeprem vergilerinin nereye harcandığı soru-su üzerine Maliye Bakanı; toplanan 48 milyardeprem vergisinin dış borç faizlerine ödendi-ğini ve 74 milyonunun sağlık, eğitim ve dubleyollara, 44 milyonun sadece sağlık için bir yıliçerisinde harcandığını itiraf etti. Ekonomikkriz ülkeyi teğet geçerken, uygulanan krizli

politikalarda deprem Van’ı yıktı.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Doğal Afetler AramaKurtarma Ekibi'nin (İSÜDAK) Van depremininardından yayımladığı ilk teknik raporda, dep-remden etkilenen binalar üzerinde yapılanincelemeler sonucunda, hasarlı binaların ge-nelinde beton kalitesinin düşük, betonarmedonatı detaylarının hatalı ve işçilik kalitesininkötü olduğunun görüldüğü, özellikle betonar-me elemanlarda elenmemiş dere kumu kul-lanıldığı ve kullanılan agreganın nizami ol-madığının tespit edildiği belirtildi.

Van depremi her şeye vesile oldu, tartışıldı,konuşuldu, saldırıldı. Yardım kolilerinde top-rak, taş, çakıl, sopa, mayo vb. şeyler taşındı.

Burjuva-feodal medyanın basın mensubuyere dökülmesini istemediği gözyaşını hava-da yakalayıp kamuoyuyla paylaşıyor ve Baş-bakan’ın deprem çarpıtması saldırılarınakarşılık ‘Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytanolsun’ diyerek cevap vermesi duyarlılığı daböylece gelişti. Van’da da olsa üzülen akıl tu-tulmalarına karışıklık, atık kağıt işçisinden,sokakta balon satan işportacısına kadar ülküemekçilerinin Van’a el uzatması da insan ol-manın erdemliliğini tekrar hatırlatan iyi ör-nekler olarak akılda kalacak.

TV kanallarının reyting ölçüsü oldu, önceVan’daki depremin bile kendilerini üzebilece-ğini test ettiler, sonra utandılar hep birlikte‘tek yayın’ şovu yaptılar. Şov sırasında da Vandepremine ilgi duyan ve buna paralel hangidizilerin ne oranda izlendiği de istatistiksel birraya oturdu. Depremin barışa vesile olmasıaçıklamalarıyla birlikte, AFAD’ın uzay başarı-sından tutalım da Davos ikizlerin çoklu gös-terisiyle imzalanan askeri antlaşmaların pra-tiğine kadar her şey Van depremiyle denek-leştirildi. Irkçılık, şovenizm, faşizm ve hattaSiyonizm tekrar uyanışa geçti.

Türlü türlü açıklamalar Hakkâri-Çukurcabaskınlarının hemen arkasından yaşanandepremle faşizm, doğal afetten beter bir du-rum yarattı.

Faşizmin konseptine uygun davranmayandoğal afetle birlikte Türkiye-Kuzey Kürdi-san’a teğet geçen Nazi hortlamasına, insanlıkneye uğradığını şaşırdı.

Yılı Genel Bütçe Ödenekleri toplamı (Hazineyardımları ve gelirden ayrılan pay hariç) 350milyar 898 milyon 318 bin TL olarak belirlendi.2012 Yılı Bütçe Yasa Tasarısı’nda ülkenin gü-venlik ve asayişinden sorumlu olan kurum vebakanlıklara aktarılan kaynak 39 milyar TL’likdüzeyiyle, bütçenin yüzde 11.1’ini oluşturdu.

Özellikli bakanlıklar2012 yılı bütçesinde en fazla ödeneğin ayrıldığıbakanlıklardan biri olan Milli Savunma Bakan-lığı’nın bütçesi 2011 yılına göre yüzde 7.4 artışla,2012 yılında 18 milyar 230 milyon TL düzeyineyükseldi. Bakanlık, toplam bütçe ödeneğininyüzde 5,2’sini alacak. 2012 bütçesinde KamuDüzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı bütçesi yüzde30.4 artışla 19 milyon 123 bin TL düzeyinde ger-

çekleşirken, Emniyet Genel Müdürlüğü’nünödeneği yüzde 14.6 artışla 12 milyar 119 milyonTL’ye çıkarıldı. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müs-teşarlığı’nın payı binde 1 düzeyinde kalırken,Emniyet Genel Müdürlüğü yüzde 3.5 oldu. Jan-darma Genel Komutanlığı’nın ödeneği yüzde 7.6artışla 4 milyar 914 milyon TL olurken, İçişleriBakanlığı’nın ödeneği yüzde 14.8 artışla 2 milyar585 milyon TL düzeyinde öngörüldü. Jandarma-nın toplam bütçe ödeneği içindeki payı yüzde1.4, İçişleri Bakanlığı’nın binde 7 düzeyinde ger-çekleşti. Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın bütçesiyüzde 18.9 artışla 375 milyon 997 bin TL oldu.Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı yüzde 12.8artışla 750 milyon 942 bin TL düzeyinde gerçek-leşirken, Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği yüz-de 5.4 artışla 14 milyon 376 bin TL’ye yükseldi.

Gül’e ve Erdoğan’a milyarlar yetmedi2012 yılında Başbakanlığın bütçesi 861.8milyon TL olarak öngörüldü. Cumhurbaş-kanlığı bütçesi 2011 yılına göre yüzde 18 ar-tarak, 138.7 milyon TL oldu. Cumhurbaş-kanlığı’nın 2011 yılı bütçesi, 2010 yılına göreyüzde 61.2 artışla 116.9 milyon TL düzeyin-de belirlenmişti. Türkiye Büyük Millet Mec-lisi’nin (TBMM) bütçesi ise yüzde 27 arta-rak 651.3 milyon TL oldu. 2012 yılında büt-çeden aslan payını 88 milyar 523 milyon596 bin TL ile Maliye Bakanlığı aldı. Çalışmave Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi yüzde12 gerileyerek 31 milyar 552 milyon TL dü-zeyinde gerçekleşti. Milli Eğitim Bakanlığı

2012 bütçesinden yüzde 11.2, Çalışma veSosyal Bakanlığı yüzde 9 pay aldı.

Diyanete var sağlığa yokDiyanet İşleri Başkanlığı’nın ödeneği deyüzde 22.4 artışla 3 milyar 891 milyon TL’yeçıkarıldı. Diyanet’in bütçeden aldığı payyüzde 1.1 oldu. Sağlık Bakanlığı’nın ödeneği2012 yılında yüzde 16.7 oranında geriletile-rek 14 milyar 358 milyon TL oldu.

Halka hizmet etmekten ve demokrasi-öz-gürlük dağıtmaktan bahseden AKP ba-kanlıklar bütçesi dahi incelendiğinde esa-sında nasıl bir saldırı furyası içerisinde ol-duğu da görülecektir.

doğal olmayan olaylar

ve diyanete ayrıldı

6-7_Layout 2 10/30/11 1:23 PM Page 2

Page 8: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011emek haber08

Hak gasplarının sınırsızcadevam ettiği ve 61.HükümetProgramı’nda yer alan “Ulusalİstihdam Stratejisi” bu saldırı-ları daha kapsamlı ve sınırsızhale getirerek, yasal statü ka-zandırıyor

Ülkemiz emekçileri her dönem “yeni”adı altında sürdürülen politikalarla yaşa-yamaz hale getiriliyor. Yapılan saldırıla-rın boyutları da gün geçtikçe genişliyorve bütün yaşam sahası bir bütün işgaledilmiş oluyor. Yapılan zamlar, maaş ücretlerinde mini-milize edilmiş artışlar, kıdem tazminatı-nın kaldırılması, işsizlik fonununsermayedarlara aktarılmaı, özelleştir-meler, grev hakkının elinden alınarakörgütsüzlüğün yasal statüye kavuştu-rulması vb tüm bu saldırı konseptininaltında yatan kar ve rant hırsı, ezilenemekçileri bir bütün olarak köle satü-süne doğru götürüyor.Kuralsız ve sınırsız sömürü hakkını ken-dinde gören egemen sınıflar kendini iyi-den iyiye hissettiren ekonomik krizinfaturasını da emekçilerin üzerine yükle-miş durumda. 2010 yılı başlarında gün-deme getirilen ve fakat gelen yoğuntepki sonucu geri çekilerek parçalar ha-linde uygulanan “Ulusal İstihdam Strate-jisi” 61. Hükümet Programı’na alınaraksaldırıların devamlılığında karar kılındı.Emek gücünün piyasaya daha ucuz veesnek bir sömürü biçimiyle sunulma-sıyla birlikte, tarihin en kapsamlı saldırı-sına hazırlanılıyor.

Ucuz işgücü pazarıStraatejiye göre; 25 yaş altı çalışanlarındaha esnek sözleşmelerle ucuz iş gü-

cüne entegre edilmesi ve deneme süre-sinin dört aya kadar çıkarılması, sigorta-sız çalıştırmayı ve işten çıkarma gibidurumların daha rahat uygulanmasınıkolaylaştırmış olacak. Diğer yandan dayine aynı strateji dâhilinde ele alınan ve“iş paylaşımı”, uzaktan çalışma” gibi uy-gulamalarla işçi kiralamak ve taşeronfirmaların elini güçlendirecek. Esnek ça-lışma denilen durum da bunun rahat uy-

gulanabilir bir model olmasını sağlaya-cak. Ayrıca yine aynı metodla bugün yasalstatüsü olmayan ve tamamen kayıt dışıişçi çalıştırılması anlamına gelen özeliistihdam büroları sayesinde işçinin sos-yal güvencesi, güvenliği ve iş edinme-deki sürekliliği ortadan kalkmış olacak.Kıdem tazminatlarının kalkması dazaten bu sürekliliği ortadan kaldırmayı

Hükümetin ‘yeni’“Ölüm âdildir; aynı haşmetle vu-rur şahı, fakiri’’ dese de şair ölümhiç adil değil, özellikle de güven-cesiz ve esnek çalıştırmanın bukadar yaygın olduğu bir ülke içinhiç geçerli değil

Patronların kar hırsından nasibini alanemekçiler ekmek paralarını çıkartmak içinçalıştıkları işlerinde ya hayatlarını kaybedi-yorlar ya da ciddi kazalar geçiriyorlar. Em-peryalistlerin sömürü düzeninin kar hırsla-rından doğan esnek çalıştırmalar, iş güven-cesizlikleri, sigortasız çalıştırma, düşük üc-retler, sendikasızlaştırma çabaları, yabancıuyruklu kaçak işçi çalıştırmalar işçilere ha-yatı zehir ediyor. 2011 yılı itibarıyla işçi ölüm-lerinde %60 oranında artma oldu ve bu artışgenellikle, madenlerde, tekstil sektöründe,tersanelerde ve küçük işletmelerde kendinigöstermektedir. Meydana gelen iş kazalarıgenellikle doğal yollarla değil işverenlerin al-ması gerektiği ama sermayesinden kısıpdaalmadığı önlemlerden kaynaklı olmaktadır.Geçtiğimiz aylarda, bir işçi iskele çökmesi se-bebiyle beşinci kattan düşerek hayatını kay-betmişti. Aynı şekilde alınmayan önlemleryaz aylarında Mersin’de fabrikada çalışan birişçinin makine çarklarına düşerek hayatınıkaybetmesine neden olmuştu. Devletin yet-kilileri maden göçmesi sonucu meydana ge-len işçi ölümlerine kader demiş ve bu kaderideğiştirmek için herhangi bir girişimde bulu-nulmamıştı.Yine, Ekim ayı içinde Zonguldak’ta bir madenocağında meydana gelen çökme sonucu 4işçi ağır bir şekilde yaralanmıştı. Bu olaylar-dan sonra alınan ‘önlemler’ ise; kömür üreti-mi sırasında tavanın çökmesi ya da kazılankömürün madencilerin üzerine kayması so-nucu yığınların altında kalan işçilere en kısasürede ulaşılmasını sağlayacak olan aletlergeliştirmek ve arama kurtarma ekiplerinieğitmek oldu. Esas olan kaza sonrası kurtar-ma sistemlerini geliştirmek değil, kazayı ön-lemek olmalı.

Katliamlarda son yokHES’lerle; evlere, köylere, doğaya zarar veril-mesinin yanı sıra, inşaatlarında meydana ge-len iş kazaları sonucunda bu yıl içinde onlar-ca işçi yaralandı, bir o kadarı da hayatını kay-betti. Bu yıl içinde inşaatı süren Adana Karai-salı İlçesi’ndeki HES yapımında bir işçi üzeri-ne kaya yuvarlanması sonucunda hayatınıkaybetti. İnşaat hala devam etmekte ve ka-zanın sorumlularına hala dava açılmadı.

İşçiler ölmeye devam ediyorİstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ninyaptığı açıklamalarda 2009 verilerine ve krizöncesi verilere göre dünyada her 15 saniyedebir işçinin iş kazası ya da meslek hastalığınedeniyle hayatını kaybettiğini, her yıl 360bin kişinin iş kazalarında, 1 milyon 950 kişi-nin ise meslek hastalığı nedeniyle hayatınıkaybettiği ifade edildi. Ülkemizde ise her işsaatinde 32 iş kazası olduğu ve her 80 daki-kada bir işçinin iş göremez duruma geldiği,her 2 saat 40 dakikada ise bir işçinin iş kaza-sında hayatını kaybettiği ifade edildi. Ayrıca,2010 verilerine göre 1 milyon 300 bine yakınkayıtlı işyeri olduğunu buna karşılık sadece811 iş müfettişi olduğu ifade edilerek göz göregöre yapılan ihmallere dikkat çekildi.

İşçi ölümleridevam ediyor

BEDAŞ patronu tarafından iştençıkartılan Enerji - Sen üyesi işçi-ler, 10 Ekim’de Beyoğlu'ndaki BE-DAŞ Genel Müdürlüğü önündebaşlattıkları direnişe devam edi-yorlar

Boğaziçi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi(BEDAŞ) işçileri çalıştıkları bölgelerde, ağırçalışma koşulları ve maaş sisteminin değiş-tirilmesine karşı sendikal faaliyet içerisinegirerek örgütlenme sürecini örmeye başladı.Enerji -Sen'de örgütlenen BEDAŞ işçileri ilkolarak açma ve kesme işleminin sayısınagöre prim usulü çalışmaya karşı, düzenlimaaş alabilmek için direniş başlattı. HerCuma günü yaptıkları eylemlerle 15 Hazi-ran’da başlattıkları direniş 5. haftasında ka-zanımla sonuçlanmıştı. İşçilerin başlattığı

direnişin kazanımla sonuçlanmasını haz-medemeyen patron, BEDAŞ'ta yürütülensendikal mücadelede ön plana çıkan 12 işçi-yi, "patrona hakaret etmek, BEDAŞ önündeyapılan eylemlere katılmak" gibi çeşitli ba-haneler sunarak haksız bir şekilde işten attı.Patronun çeşitli bahaneler sunarak işten at-tığı 12 işçiye BEDAŞ işçileri sahip çıkarak, ar-kadaşları işe geri alınana kadar direniş ba-lattı. İşçilerin başlattığı kararlı direniş sonra-sı işten atılan 12 işçi işlerine geri döndü.

BEDAŞ işçilerinin örgütlü bir şekilde hareketettiklerini gören patron, 123’ü sendikalı ol-mak üzere 156 işçinin tamamını 31 ağustosgünü “tekrar işe alınacaksınız” diyerek iştençıkarttı.

Sendikalısınız, burada çalışamazsınızİşten çıkarıldıkları 31 Ağustos’tan bu yanaBEDAŞ patronuyla belli süreçlerde görüş-tüklerini ifade eden işçiler, patronun “ihale

yapılmadı, bekleyin, işe alınacaksınız” söy-lemleri ve oyalamalarıyla karşılaştıklarınıdile getirdi. BEDAŞ önünde kurdukları direniş çadırıyla,BEDAŞ patronunun hukuksuz ve keyfi uy-gulamalarına boyun eğmeyerek 21gündürdirenişte olan işçilerden Mustafa Bozali veSelami Öğretici'yle direnişe dair kısa birsöyleşi gerçekleştirdik. Mustafa Bozali, "Şirketten alacağımız olma-sına rağmen bize tebligatları imzalamamıziçin baskı yapılıyordu, şirketten alacakları-mız olmasına rağmen. İşte bu süre zarfındasendikayla tanıştık ve örgütlendik. Patro-nun tüm hukuksuzca dayatmalarına karşısendikalı olduk. Bizler BEDAŞ'ta prim usulüçalıştırılıyorduk. Prim usulü çalışma koşul-larına karşın BEDAŞ önünde her cuma ey-lem yapmaya başladık. Başlattığımız hakarama mücadelesi sonucu cuma eylemleri-nin beşinci haftasında sabit maaş talebimizkabul edildi ve sabit maaş almaya başladık.

BEDAŞ işçileri direnişe

8-9_Layout 2 10/30/11 10:26 AM Page 1

Page 9: 1-10 Kasım 2011

09egaloman. Bü-yüklük hezeya-nını, ebedi iktidarkoltuğu halinegetirdi. Krallarkralı ilan etti

kendini. Konuşurken kafasınıherkesin üstünde tuttu hep. Ko-nuşmak için çıktığı her kürsüyü,sıkılmış ve havaya kaldırılmış ikiyumrukla kararlılık anıtı halinegetirdi. En yakın dostuna dahiyüzünü öptürürken tiksindi. Ken-disini, bakir kadınlardan oluşan,200 kişilik özel muhafız birliği(Amazon Birliği) ile korumayaaldı. Milyarlarını batı bankalarınayatırdı. Megaloman ve alabildiğine gu-rurlu. Ülkesinin milli değerleriniemperyalistlere karşı inatla sa-vundu. Libya’nın İtalyanlara karşıbağımsızlık direnişçisi ÖmerMuhtar’ın resmini altın kaplamalıtabancasına kazıttı. İtalya’yı zi-yaret ettiğinde, Ömer Muhtar’ınresmini boynuna astı ve o haliyleİtalyan başbakanına elini öptürdü.Batının üstünlük psikozundaniğrendi hep; işi, William Shakes-peare’in Arap kökenli Şeyh Zübeyrolduğuna kadar vardırdı. IMF veDünya Bankası kredilerine itibaretmedi.ABD üslerini kapattı. Petrolü mil-lileştirdi. ABD başta olmak üzereemperyalist tekellere Libya kay-naklarını cömertçe sundu. Afri-ka’nın sömürülmesine şiddetlekarşı çıktı. Milli kurtuluş hare-ketlerine yardım etti. ABD ile ça-tıştı.Şeriata pirim vermedi. Halka sıfırfaizle kredi verdi. Eğitimi ve sağlığıparasız hale getirdi. İşsizlere, işbuluncaya kadar ücret bağladı.Evlenenlere bedelsiz konut sağ-lama programını uyguladı. So-kaktaki evsizleri ve dilencileriazaltma siyasetini ısrarla uygu-ladı. Nüfusun yüzde yirmi beşininyüksek tahsilli olduğu söyleniyor;ama bu son nokta, bana pekinandırıcı gelmiyor.Muhalefet kavramını halka unut-turma çabasından vazgeçmedi.İstihbarat örgütü, Legan Thawriaile muhalifleri sıkı bir şekilde iz-letti. Hapishaneleri, işkenceha-neler gibi işledi. Gösteri yapanlarıntümünü tutuklama gibi bir an-layışı savundu. Buna rağmen,yerel yönetimlere, aşiretlere ini-siyatif tanıdı. Kırk yıl, kendi çiftliğigibi yönetti Libya’yı.Devrim, başlangıçta kendiliğindenbir patlama şeklinde ortaya çıktıve kendi gücüne dayanarak ge-lişti. Kaddafi, başlangıçta, kendineolan megalomanik aşırı güvendenve dış ülkelerin baskısından do-layı, devrimin üzerine kararlılıklayürümedi. Kendi deyimiyle, “Beklegör,” siyaseti izledi. Devrim, ciddibir şekilde yayılmaya başlayınca,karşı saldırıya geçti. Karşı saldırı,devrimin peş peşe mevzi kay-betmesine ve emperyalistleri ha-

vadan müdahaleye çağırmasınayol açtı. Müdahaleye başındanberi hazırlanan emperyalist güç-ler, NATO’yu yoğun hava bom-bardımanlarıyla savaşa sokunca,hem Kaddafi’nin, hem de devri-min kaderi belli oldu. Libya’yaaskeri uzmanlar ve gemiler do-lusu silah aktı. Kendi gücüne da-yanan Halk devrimi, emperyalistmüdahalenin bir parçası halinegeldi.Kaddafi’nin ele geçirilip, yargısızinfaz edilmesinde birinci rolABD’ye, ikinci rol ise Fransa’yaaittir. İsyancılar, tetikçi konu-mundaydılar. NATO’nun kararızaten, Kaddafi’yi ele geçirip yar-gılamak değil, öldürmekti. Kad-dafi’nin, emperyalistlerle ilişkilerkonusunda, perde arkası man-zaraya dair, mahkemede açıkla-yacağı şeylere imkân tanıyamaz-lardı. Emperyalist ülkelerden her-hangi birinin başkanı, Kaddafi’ninöldürülme biçimine ilişkin eleştirelbir yaklaşım içinde olmadı. Kad-dafi’nin elini öpen, İtalya Başba-kanı Berlusconi’den de ses çık-madı. Kaddafi öldürüldüğündeonlar, kendi aralarında, petrolbaşta olmak üzere, Libya kay-naklarının paylaşılmasını görü-şüyorlardı. Perdenin arkası, insanıinsan oluşundan utandıracak de-recede iğrençti. Kaddafi, şehit oluncaya kadarsavaşacağını söyleyip durdu. NA-TO’ya boyun eğmedi. Emperyalistülkelerin “uygar” ve de “demo-kratik” diktatörlerinden, finansoligarklarından daha gururlu vedaha onurlu olduğunu gösterdi. Yıkılmış bir Libya. Emperyalisttekellerin verdiği silahlarla tepe-den tırnağa silahlanmış aşiretler.Ortaya çıkan yüz silahlı parti. VeLibya’yı, şeriatı referans alarakyöneteceğini söyleyen bir “DevrimKonseyi”. Evet. Heyecan ve sevinçgösterileri, kutlamalar, yerini hayalkırıklığına, yeni huzursuzluklara,çatışmalara bırakacak gibi gö-rünüyor.Kaddafi’nin hayat hikâyesi, dev-letin insanı ne hale düşürdüğü-nün bir hikâyesidir. Çocuklarınınölümü, en yakın dostlarının ölü-mü ve kendi ölümü. Tüm bunlarpahasına “devlet” diyorsun; herşeyden vazgeçiyor, devletten vaz-geçmiyorsun. İster kapitalist, is-terse komünist ol; fark etmiyor;devlet, insanı bu hale sokuyor.Mülkiyet duygusu zayıf, saf, dü-rüst, bilgili de olsa, insan, devletalanına girince, onun ruhundan,biçimlendirme ve kendine ben-zetme tezgâhından kendini kur-taramıyor. Devletin olduğu heryerde, devrim ve özgürlük aşkıolacaktır. Devletin olduğu yerde,gerçek bir barıştan söz edilemez.Devletin asıl adı savaştır. Devletkurmayı amaçlayıp da, idealleri,kurdukları o devlet tarafındaniğdiş edilmeyen ya da yutulmayantek bir devrim yoktur tarihte.

MKADDAFİ’NİN ÖLÜMÜ

ANTAGONİZMA ≫ muzaffer oruçoğluemek

hedefleyen bir proje. Kıdem tazminatıyla ilgilibir başka meselede zaten kayıt dışı işçi çalıştır-manın; yasal bir güvence haline gelmiş olması.Genel başlıkları özetlersek gelen saldırların bo-yutu biraz daha anlaşılmış olacaktır. Güvenceliesneklik, kıdem tazminatının kaldırılması, İş-sizlik Sigortası Fonu’nun sermayedarlara peş-keş çekilmesi ve buradan ödenek yapılması,mesai sürelerinin fazlalığı ve bu sürenin mev-cut uygulamayla artırılması, özel istihdam bü-

roları geçici iş ilişkisi ve bölgesel asgari ücretgibi uygulamaların tümü bu paketle birlikte ka-zanılmış hakları gasp ederken, bundan sonrakiçalışma statüsünü de tamamen keyfiyete bı-rakmış olacak.“Mesai saatleri kısaltılacak, işe erken gidilecek”vb. gibi söylemlerle dönem dönem nabız yokla-yan hükümet bu yolla tepkilerin boyutunu ölç-mekte. Kaldı ki birçok uygulamayı da zatenyaşama geçirmiş durumda. “Ulusal İstihdamPaketi” diye piyasaya sürülen paketin ilk iki uy-gulaması sonuçlarıyla birlikte orta yerde duru-yor. İşsizliğin azaldığı ve alım gücünün arttığıyalanları ise yapılan zamlarla birlikte gerçeğinnasıl bir yansıma bulduğunu gösteriyor.

Parça parça hayata geçiriliyor2008 Temmuz’unda çıkarılan ilk istihdam pa-ketinde SSK primleri 5 puan indirilmiş, 18-29yaş arasındaki gençlerle kadınların primlerinibeş yıl süreli kademeli olarak devlet üstlen-mişti. Ayrıca özürlülerin primleri hazinedenkarşılanmış, eski hükümlülerin çalıştırılmasızorunluluğunu kaldırmıştı.Geçen yıl çıkarılan ikinci paketle de bu uygula-malar devam ettirilmiş, işverenlere teşvik fonuadı altında işsizlik fonundaki biriken paralarpatronların emrine sunulmuştu. Diğer yandanda işsizliği azaltma adı altında geçici işlerde is-tihdam edilen işçilerin maaşları da yine işsizlikfonundan karşılanmıştı. İşsizlik fonuna kesilenve işverenden alınan prim indirimine gidilmesive 1 puan düşürülmesi de bir başka somut uy-gulama olarak göze çarpıyor.Şimdi ise özelleştirmelerle taşeronlaşmanınsağlandığı emek piyasasında özel istihdam bü-rolarından, esnek çalıştırma adı altında kiralıkve güvencesiz çalışma; kıdem tazminatının kal-dırılmasıyla birlikte işten atmaların daha kolayolduğu bir süreç işletilmiş olacak. Somut olarakaçıklanmayan ve parça parça hayata geçirilenbu stratejiye karşı tepkiler yoğunluk kazanma-dığı takdirde önümüzdeki dönemlerde sürecindaha çetin olarak işleyeceği de aşikar.

’ stratejileri1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

Örgütlü bir şekilde hareket edince patron bu du-rumdan kaygılanmaya başladı ve altıncı hafta son-rası 12 arkadaşımız işten çıkarıldı. Patron 12 arkada-şımızı "patrona hakaret etmek ve BEDAŞ önündeyapılan eylemlere katılmak" gerekçesiyle işten attı.BEDAŞ'a sendikanın girmesinde öncülük eden ar-kadaşlarımız işten atılarak sendikal faaliyetin önü-nü almaya çalışmıştır." diye ifade etti.

BEDAŞ’ta oyun içinde oyunSelami Öğretici, "Osmanlı'da oyun tükenmediği gibiBEDAŞ'ta da oyun tükenmiyormuş. 16 Haziran günüiş yerlerimize gittik, sizi burada işe almayız farklıbölgelerde işe aldık dediler. Bizde bu durum üzerineyedi bölgedeki arkadaşlarımıza haber vererek iş bı-rakma eylemi yaptık. İş bırakma eylemi yaptıktansonra bölgelerimize geri döndük. Bundan yaklaşık 2- 3 ay sonra bize ihale bitti denilerek, bize iş başıyaptırmadılar. Bizde bu hukuksuzluğa karşı BEDAŞönünde tekrardan direniş çadırı kurduk ve direnişi-miz kazanımla sonuçlanana kadar burada direnişiörmeye devam edeceğiz. Taşeron firmada çalıştığı-

mız için şartlar zaten çok kötüydü, biz de sendika-mızla birlikte çalışma bakanlığına müracatta bulun-duk, BEDAŞ'ta yapılan iş hileli muvazaalı iştir diye-rek incelenmesini istiyoruz dedik. Bakanlık talebi-miz sonucu 3 müfettişi görevlendirdi ve görevlendi-rilen müfettişler 10 gün boyunca burada araştırmayaptılar. Her bölgeden 2 - 3 arkadaş olmak üzere iş-çilerle görüşme yaptılar. Müfettişlerin incelemele-rinden sonra bakanlık burada yapılan işlerin muva-zaalı olduğuna yani hileli olduğuna karar verdi. As-lında burada elektrik idaresinde çalışan işçilerin ta-mamının taşeron işçilerin işe ilk başladıkları tarih-ten bu yana kadrolu olması gerektiği yönünde kararverdiler. Çünkü kamu hizmetinde asıl işverenin iş-lerini yapan işçiler taşerona verilemez diye bir yasavar. O yüzden çalışma bakanlığı kadro kararı verdi.Bu kadro kararı da oldukça geniş kapsamlı bir raporve şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde yapmış-lar. Bakanlık almış olduğu bu kararı hem patronahem de taşerona bildirdi. Bu kararın ardından itirazedildi ve şu anda süreç mahkemeye taşındı." dedi.

devam ediyor

8-9_Layout 2 10/30/11 10:26 AM Page 2

Page 10: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011kadın10

“Uğradığım baskı saldırının ken-disinden çok daha kötüydü. Ko-mutanların cinsel saldırı kur-banları üzerinde çok büyük gücüvar. Aynı anda hem yargıç, hemjüri, hem cellat hem de belediyebaşkanı gibiler. Şikayette bulu-nursanız sizi ezer geçerler”

İktidar kurmanın ve iktidarlaşmanın özelmülkiyetin devamındaki en belirgin öznesiolarak nesneleştirilen ve onun en ağır be-delini ödeyen de yine kadındır. Talan veyağmalamayla işgal edilen topraklarda; ka-dınların en ağır koşullardan geçtiğini ve gü-nümüze kadar sayısızca özel talimatlarla te-cavüzlere uğradığı tarihsel ve sınıfsal birgerçeklik. Mussolini’nin kadını ‘erkeğin ek-meğine el uzatan hırsız’ tanımlaması aslın-da meselenin özünü kendi ırkçı-cinsiyetçifaşist anlayışıyla en çıplak şekilde ortayakoyduğunu söylemek mümkündür. Ya dadiğer bir ifadeyle egemen erk gücün kadınayönelik baskı ve zorda kadının ‘ne yapayımekmek kapımdır’ diye kendine dayatılanarıza göstermesi, binlerce yıllık gelenekselli-ğin öğretilmişliğidir. Baskı ve zulme boyuneğme köleleşmenin kabulüdür. Ülkemizdekadına yönelik şiddetin yüzde 1400’lerevarması ya da geçmesi ve her gün en az beşkadının en yakın ve seven karşı cinsi tara-fından öldürülmesinin nedenlerinden biriekonomik buhrandır. Çıkmazlarını hep birkurbanla gidermeye çalışırlar. Bu aradıklarıkurban genelde toplumun ezilenin ezileniolması bakımından öncelikle kadın oluyor.

Ya da “namus”la özdeştirilen ülke toprakla-rında postal altında aynı kadın gibi cinseldeğil ama imha tecavüzüyle yok edilmelidir.

II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan buyana gerçek verileri yansıtmasa da resmikaynaklarda kayıt altına alınabilen bazı ör-neklerde yaşanan tecavüzlerin askeri-siya-si-politik ve psikolojik savaş stratejisi oldu-ğunu açıklıyor. Irak ABD tarafından 2003’teişgal edildi ve binlerce kadın tecavüze uğra-dı. Kesin rakam bilinmemekle birlikte, EbuGarip Hapishanesi’nde ABD’li kadın as(k)er-lerin Iraklı erkeklere yönelik taciz ve teca-vüz görüntüleri geleneksel işkence meto-dundaki bir başka ezberi de parçalıyordu. Butecavüzlerin cinsiyet öznesinin kadın olma-sı fiiliyatının getirdiği parçalanmışlık dadevreye girdi. ABD kadın askerinin IraklıMüslüman erkeklere taciz-tecavüzleri dahihaksız savaş komutanların suçlarını ispat-lamaya yetmedi, parçalanmış hayatlarınıalıp gittikleri ülkelerde de pazarlanan as-ker-sivil kadınları hep aynı sonuç bekledi.

İşgale giden silahlı işgal gücünün askeri ola-rak tecavüze uğrayan ABD’li kadınlar var.Özellikle Irak’ta girdiği bataklıktan çıkmakisteyen ABD işgal ve talan ordusu Kasım2003’teki verilere göre 4 bin tecavüze imzaatarken, 9 yaşındaki kız çocuklarının bilin-meyen yerlere götürüldüğü ve direnen Iraklıerkeklerin kadın akrabalarının kaybedildiğiraporlara geçiti.

New York’taki Colombia Üniversitesi Gaze-tecilik Bölümü Profesörü Helen Benedickt’insavaş bölgelerinde görev yapan erkek arka-daşlarının tecavüzü, cinsel saldırısı ve taci-zine uğradığını anlatan kadın askerlerleyaptığı 40 röportajın yer aldığı “Yalnız As-

ker: Irak’ta Görev Yapan Kadınların Özel Sa-vaşı” adlı kitabı yayımlandı. Savaş ortamın-da arkadaşlarına güvenin beklendiği bir du-rumda kadınların yaşadıklarının trajik birdurum yarattığına değinen kitapta, 2003 ve2006 yılları arasında görev yapan 40 kadın-dan 10´u tecavüze uğradığını, 5´i cinsel sal-dırılara, 13´ü de cinsel tacize uğradığını anla-tıyor. İşçi sağlığı hekimleri dergisi American Jour-nal of Industrial Medicine’e göre, 2007 yılın-da, Vietnam´dan ilk Körfez Savaşı’nı kadarçatışmalarda görev almış 550´yi aşkın kadınaskerle yapılan araştırmada, askerlerin yüz-de 30´unun tecavüz ya da tecavüze teşeb-

büse, yüzde 79´unun cinsel saldırıya uğradığıbelirtildi. Diğer yandan Amerikan ordusunataşeronluk yapan Halliburton Şirketi’nin yankuruluşundan biri olan KBR Inc için çalışanJamie Leigh Jones içki içmeye davet edildiği-ni ve Bağdat’ta sıkı korunan yeşil bölgedetecavüze uğradığını söyledi. Jones askeri birdoktor tarafından muayene edildikten sonrasilahlı 2 kişinin nöbet tuttuğu bir karavandatutulduğunu açıkladı. KBR şirketi çalışanlarıtarafından tecavüz edilen en az 11 kadın ta-nıdığını ayrıca belirtti.

Pentagon´un yayımladığı bir rapora göre,ABD ordusu içindeki cinsel saldırı bildirim-

Mahkemeler, kadına dayakatan kocayı korumakla kal-mıyor, şiddeti engellemekisteyenlere de “ne karışı-yorsun” deyip “müessir fiil-de” ceza yağdırıyor. “Karısı-dır size ne” diyen Ankara20. Asliye Ceza Mahkemesi,yargının gerçek yüzünü,verdiği kararla bir kez dahagösterdi

Ankara Hukuk fakültesinin iki asis-tanı biraz yürümek için dışarı çıkıphava almak istediler. Sonrasında ya-şadıklarına kendilerinin bile inanasıgelmedi.

Ankara Cebeci’de gece saat 23.00 su-larında bir kadının sokak ortasındadövülmesine karşı çıkan iki asistankadına yönelik sokak şiddetindenpayına düşeni aldıkları gibi mahke-me de adeta ‘size ne’ dercesine ceza-landırdı.

Hakan Mertcan ve Cenk Yiğiter, 2011Şubat ayında gecenin bir vaktindesokakta kocasından dayak yiyen ka-dına “Ne oluyor” diye seslenip yar-dımcı oldular. Asistanlar sadece gör-

dükleri şiddetle kalmayıp bir demahkemede dört ay hapse mahkumedildiler.

“Ne karışıyorsunuz”Adalet dağıtan yargı, akrabaları veesnafla birlikte eşini döven kocayaverdiği cezada “tahrik” indirimi ya-parken, kendilerini savunan asistan-ları “müessir fiilde” bulundukları id-diasıyla cezalandırdı. Dayak atankoca Sedat Koç ile aynı ismi taşıyanakrabasının “Ne karışıyorsunuz” di-yerek saldırdığı asistanlara çevrede-ki bazı esnafların da vurduğu belirtil-di.

Mahkeme; hakkında hiçbir şikâyetbulunmadığı halde, dayak yiyen ka-dını da telefonla akrabasından yar-dım isteyip olayları azmettirdiği ge-rekçesiyle cezalandırdı. Asistanların,kararı temyiz hakkı bile bulunmuyor.

Olay gecesi, saldırıya uğrayan asis-tanlar cep telefonuyla polisi can gü-venliklerinden endişe duydukları içinçağırdılar. Olay yerine gelen polis, ta-rafları karakola götürdü. Kavga sıra-sında burnunda 3 kırık oluşan ve An-kara Hastanesi Kulak Burun BoğazPolikliniği tarafından 7 gün iş göre-mez raporu alan Cenk Yiğiter ile hafifyaralanan Hakan Mertcan, kendileri-ni döven Sedat Koç ve yeğeninden

İşgalci devletin tecavüzcü

Size

Ne?

10-11_Layout 2 10/29/11 6:05 PM Page 1

Page 11: 1-10 Kasım 2011

111-10 2011 Halkın Günlüğü

oğaya sahip çıkmak vedoğaya muhtaç olmak.İnsan olmanın anlamıgüçlendikçe doğa da ta-zelenir. Sonbaharın kızıltonları doğayı bu kadar

sarmışken insanlık bu kadar sona dümençevirir mi? Dokunmak ister insan; demire,kuma, toprağa, taşa, çakıla... Her şey bukadar kardeşçesine doğada birbirine do-kunup, birbirine dönüşürken... Haftalardırinsanın sıfır noktasındaki sözleri ve gö-rüntülerine inat umudu büyütmenin ağır-lığı omuzlarımızda. Yardım kolilerindençıkan taş, çakıl, toprak, abiye gece elbisesi,mayo, sopa vb… Tabii bir de faşistlerindeprem histerisiyle dedelerinin kanıylabir kez daha boyanan ay-yıldızlı Türk bay-rağı… Orta Asya’dan taş taş üstünde bı-rakmadan gelenlerin yarattığı deprem et-nik midir sorusunu da akıllara getiriyor. Kaddafi’nin öldürülmesini kutlayanlar ara-sında Türk bayrağı tek yabancı bayrakolarak Libyalıların bayrağı arasında sal-lanıdı, zafer naraları atıldı. Sirte’de cesetlefotoğraf çeken, Misrata’da cesedin bek-letildiği soğuk hava deposunun önündeçekim yapanlarla doluyorsa, İslami veci-belere uygun defnedilecek. Kaddafi’ninmezarının belirsizliğinde aslında katillerbelirsizleştiriliyor. Mart ayından beri or-ganizeli kitlesel bir cinayet işlediler vekimin öldürdüğü bilinmiyorla anında ci-nayetin izini silmeye çalıştılar. Juppelerçok organize… Ukraynalı hemşiresi Ok-sana Balinskaya “Papik”ine (Kaddafi) “songününde yanında kimsesi yoktu. Bize biriş verdiyse ve iyi bir ücret verdiyse nedenondan nefret edip onu bir zorba olarakgörelim ki?” sözleriyle sahip çıkarken dün-yaya önemli bir mesaj veriyordu. Öldürmeden arzu duyulan nekrofili (kişinincesetle ilişkisi) hormonları depreşen fa-şizm, gerilla kadın cesetlerin çıplak teşhiridoyumundan sonra Van depremiyle ilgiliverdikleri tepkilerde aynı hazla ilgilendiler.Cinsel ve dinsel öğeler en önde olsa dasavaş kabinesinin yeni kurulan şehir plan-lama bakanlığı fay hattına daha kaç şehirkuracak, görünen o ve deprem mimarlarıaltın fırsatları değerinin üstünde binaedecekler. İsrail siyonizminin kanlı eliyle ‘one minute’pozları veren TC faşist devleti; askeri,siyasi, ekonomik işbirliği çerçevesinde im-zaladıkları emperyal savaş rolüyle Filis-tinlilerin mezarlarında Kürtleri barındırmakiçin anlaştılar. İsrail’in prefabrik evlerinehangi bayrak asılacak? Siyonizmin mi, fa-şist diktatörlüğün mü?Umut oysa ne kadar güzel bu mevsimdekayalıklarda açmış rengarenk güz çiğ-demleri dostluğunda. Çiğliklerin demok-rasisinden doğan eksikliklerde deneyimhaznesinden biriken güzelliklerle ortayaçıkmak. Yaz susuzluğunun ardından do-ğadaki canlılığın simgesi misali kayalıklarınoyuğunda filizlenen yaşamın sevinci tümbitkiler.Özgürlük ve kardeşlik için ateşten çoğalankardeşlerimiz. Umudu yitirmeden, düşlerle yatan, rüya-larla kalkan ve gülmeyi eksiltmeyen gam-zeli yüzler. Ne zaman şovenizm-ırkçılıkhortlasa hep üzerimizde bir dost eli his-sederiz. Belki de Van depremindeki Yunus'ugetiren elin becerikliliği kadar değil ama.Gülmemizi, sevmemizi, yaşamamızı is-teyen dostlarımız hiç eksik olmadı haya-

tımızdan. Kardeşliğe, paylaşıma ve da-yanışmaya hiç sırtımızı çevirmedik. Vanaklımızda hep ‘şanlıyam-gamlıyam’ tür-külü şehir olarak hatırlanırken, şimdi be-yazlığın örttüğü ölüm sessizliğine gömülü. Çocukların umutlarını rüzgar dağıtsa, kayaçatlağı köknarlar her dilden sözcüklerdizse, kardeşlik adına Yunus'u depremdenaldığımızı ve deprem vergisini sağlığa daharcamışken, onu ölüme uğurladığımızıhangi bayram şekeriyle kandırabiliriz?Çadırları sulanmış yine Kürt Şakilerinin.Yağmursuz gülmeyi bilmeyen Kürt kentinetaş, beton, demir yağmış. Sonra duaylaonlara ‘beddua eden kardeş’leri bir de karyağdırmış. Allah da safını demirden, be-tondan, taştan, kumdan, insandan ça-landan tarafa belirmiş besbelli ki. Sıcakyatağında yatan ‘Müslüman din kardeş’imutansa rahatından. Ya da sadece Van'adeğil de her yere yetişse de acılarımızlahesaplaşırken söylediğimiz ağıtlarımızıHakkâri-Çukurca asker ölümlerindeki gibicamilerde hutbe yerine okusalar fuhuşsebebiyle deprem olduğuna inanan imam-lar.Faşistleri harekete geçiren linç organiza-törleri bizler hala buradayız. Van’ın giri-şindeki can güvenliği tedbirlerinizi dep-remde öldürdüğünüz Kürtlere gaz bom-balarıyla saldırmanız kamuoyuna yansı-masın diyedir. Zulme karşı direnenlerinçelikleşmiş yürekleri isyandan vazgeçermi?Dört mevsimde bütün yıldızlarla birlikteölümümüz bahar oluyor. Çünkü bencil birdünyada belleğin silinmemesi için ekme-ğimizi kavgalara sürmek için yüreğimizinkıvılcımıyla pişirip üleşiyoruz. Yunus’unumutlu gözleri Ceylan’ın sorgulayan ba-kışlarıyla birleştiğinde, doğacak başkaKürt bebelerin isminde gelecek yeni birdevrimci savaşçı kuşak Uğur olarak hepyaşayacaktır. İnsanlığımıza sarılıp, köklerimizle büyü-meye devam edeceğiz. O yağan karın so-ğugunda kaç zemheri geçti bilemeyiz.Ama kavganın, devrimci mücadelenin gü-neşini hiçbir balçık sülüğü örtmedi, örte-medi. Yaşamak direnmekti bizim için.Gözlerimizde zerresini göremeyeceklerne acının, ne kederin, ne de teslimiyetin.Çünkü rüyalarımızı bile anadilimizde gö-remediğimiz bu baskı ve imha koşullarındayaşama göz kırpıp, gülümsemekten başkageriye ne bırakabiliriz ki insanlık fotoğra-fına. Güneşin Van'a batışının kızıllığınıyitirmeden yaşamı sevmenin coşkusuyla,yine yeniden inadına sarılalım doğamıza...İradesiz, güvensiz, sevgisiz, korkak, edilgenMüge Anlı'nın Vanlı histerisindeki bu ce-sareti sevgilisi emniyet müdüründen ge-liyor olsa gerek. Bu sahte sevinçlere inat,soğuyacak dünyada gerçek sevgiler içinyaşamanın zamanıdır. Sarılalım acımıza, savuralım puslu-du-manlı havayı, kardeşlik, eşitlik ve gerçeközgürlük için devrimci savaşçı irademizidaha da yükseltelim... Deprem anındabile gerilla evlatlarının cenazebini kitleselkatılan Van halkının onurlu direnişini se-lamlıyoruz. Devletin kar beyazlığına karşıHalk Savaşı direncinin çiğdeki pırıltısıdırKürt ulusunu bu zulümden kurtaracak.Özgürlük mücadelesinin müjdecisi isyanınNewroz çocuklarına müjdeler olsun. Baharbitmez hep yeniden doğar. Yarınları ka-zanacak devrimci-demirci Kawaların oumutlu bakışları kadar kesin ve net.

DDEPREM ETNİK MİDİR?

ÖNCÜ KADIN ≫ rojda demir

leri, Irak ve Afganistan´da yüzde 25 artış ol-duğu yönünde. Özellikle 10’uncu yılını doldu-ran Afganistan işgalinde ve 2003’ten bu yanadevam eden Irak işgalinde bu rakam çok yu-karılara çıktı. Afganistan ve Irak işgalindeABD’li askerlerin yüzde 11’ini kadınlar oluştu-ruyor. Ordunun genelinde ise bu oran yüzde15’in üzerinde. ABD ordusu içinde 200 bin ka-dın askerin olduğu belirtildi. Savaş suçu kap-samında işgal eden orduda da işgal edilentopraklarda da tecavüze uğrayan kadındır.İkincil bir rolle işlediği savaş suçu da o orandakatılıyor. . Ancak bu iki örnek şimdilik istisnaolarak karşımızda duruyor ve bu durum tarihboyunca yaşanan vahşetin en fazla bir dam-

lasını açığa çıkarmaya bile yetemez.Tecavüze uğrayan bir ABD’li kadın asker,

“Uğradığım baskı saldırının kendisinden çokdaha kötüydü. Komutanların cinsel saldırıkurbanları üzerinde çok büyük gücü var.Aynı anda hem yargıç, hem jüri, hem cellathem de belediye başkanı gibiler. Şikayettebulunursanız sizi ezer geçerler” dedi. Aslınabakılırsa ABD ordusundaki cinsel ve tecavüzsaldırılarının tarihsel ve sınıfsal yapısı vardır.Baraştırmaya göre, ABD ordusundaki her üçkadın askerden biri, gittiği ülkelerde geçirdiğisüre içinde silah arkadaşlarının tecavüzüneuğruyor. Ancak cinsel saldırı ve tecavüzolayları sadece kadınları da etkilemiyor. Mu-vazzaf ve yedek kadın askerlerin yüzde 60’ı,erkek askerlerin ise yüzde 27’si Askeri CinselTravma (MST) tanısıyla psikolojik sorunlaryaşamaktan muzdarip. Taciz ve tecavüzü ya-panlar ise emir-komuta zincirinin, daha üstbasamaklarında olmanın kendilerine verilenaskeri imkânların rahatlığıyla hareket ediyor.2005 yılında kurulan Cinsel Saldırıları Önle-me ve Yanıtlama Dairesi (SAPRO)’nin kurul-ması yaşanan sorunlara çare olamadı. ÇünküABD Devlet Hesap Verebilirlik Dairesi’nin ra-porlarına göre SAPRO ile Savunma Bakanlı-ğı’nın disiplin kolu arasında işbirliği kurula-madı. “Sınırlı ihbar” sistemiyle saldırıya uğra-yan askerlerin kimliklerinin gizli tutulmasıihbar sayısında artışa yol açtıysa da “cinselsalgın”ın ABD tarafından yayılmasının önünegeçemedi. Saldırıya uğrayanlar sesini çıkar-mış olsa da soruşturma başlatılmıyor.

Eski bir deniz piyadesi ve Ordu Kadınları Ha-reket Ağı (SWAN) politika direktörü olan GregJacob, “Sınırlı ihbar ordunun saldırıların suçboyutlarını göz ardı etmesine izin veriyor”dedi.

şikâyetçi oldu. Asistanları darp eden SedatKoç ve yeğeni de asistanları savcılığa şikâ-yet etti. Karakola gelen Cennet Koç ise ken-disini döven kocasından şikâyetçi oldu.

Asistanlar kocayı tahrik etmişAnkara 20. Asliye Ceza Mahkemesi, olaylailgili açılan davada verdiği kararlarla devle-tin sistematik şiddetinin nasıl üretildiğininesaslı bir örneğini daha gösterdi. Mahkeme,eşini dövdüğü için 5 ay hapse mahkûm etti-ği Sedat Koç’a, asistanları darp ettiği gerek-çesiyle de 1.5 yıl hapis verdi. Ancak, asistan-ları dövdüğü için verdiği 1.5 yıllık hapis ce-zasında da bu suçu “tahrik” altında ve hak-sız bir eyleme karşı işlediği ve iyi halli oldu-ğu gerekçesiyle indirim yaptı. 6 aya indirilenbu hapis cezası da ertelendi. Mahkeme, eşi-ni dövdüğü gerekçesiyle verdiği 5 aylık hap-si de erteledi. Yani Ankara 20. Asliye CezaMahkemesi dövülen kadını koruyan asis-tanların insani müdahalesini ‘haksız eylem’olarak, dayakçı kocayı da ‘iyi halli’ olarakdeğerlendirdi.

Sedat Koç’un aynı ismi taşıyan yeğeni SedatKoç’a da Yiğiter’in burnunu üç yerden kırdı-ğı için 1 yıl 2 ay hapis cezası veren mahke-me, bu cezada da haksız tahrik ve iyi hal in-dirimiyle 5 ay 25 güne düşen hapsi de erte-ledi.

Şiddete uğrayanlara ceza!Yiğiter ve Mertcan’a ise Sedat Koç’a yönelik“müessir fiil” suçundan 4 ay hapis cezası

verildi. Sanıkların duruşmalardaki iyi halinedeniyle ceza 3 ay 10 güne düşürüldü.Asistanların cezasında “meşru müdafaa”indirimi ise yapılmadı. Mahkeme, sanıklaraverilen cezaları hükmün açıklanmasınıngeri bırakılması (dolaylı af) kapsamına aldıve 5 yıl denetim altında tutulmalarına kararverdi. Cezaların hükmün açıklanmasınıngeri bırakılması kapsamına alınması nede-niyle ceza alan asistanlar da Yargıtay’atemyiz için gidemeyecek. 5 yıl içinde başkabir suçtan mahkum oldukları takdirde buolaydan aldıkları hapis cezası kadar da ya-tacaklar.

Dayak yiyen Cennet Koç ise kimse kendi-sinden şikâyetçi olmamasına rağmen am-casının oğlunu arayarak, “Burada olay çıktıyetiş” dediği gerekçesiyle “azmettirme” su-çundan 1 yıl hapse mahkûm edildi. Bu cezada ertelendi.

Öğretim görevlisi Yiğiter yaptığı açıklamadaşu ifadelere yer verdi; “Kadına karşı şiddetintoplu katliam boyutuna vardığı bir ülkede…Bu somut olayda adalet sistemimiz bize şumesajları veriyor: ‘karısını döven adamamüdahale ederseniz; yaptığınız haksız tah-riktir.’ Yok, bir defa karıştıysanız; paşa paşasopanızı yiyeceksiniz; kendinizi müdafaaetmeye çabalamayın. Çünkü meşru müda-faa halini bu tip durumlarda göz önünde bu-lundurmayacağız; size saldıran kişinin sura-tında ufacık bir çizik olursa sizi adam yara-lamadan suçlu bulacağız” dedi.

askerleri

10-11_Layout 2 10/29/11 6:05 PM Page 2

Page 12: 1-10 Kasım 2011

1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

S ınıflı toplumlarda ezen ile ezilenarasındaki mücadele çok çeşitliaraç ve yöntemlerle süregider.

Siyasi, ekonomik, askeri, kültürel heralanda çatışma içerisinde olan sınıflarbirbirilerini yenmek ve kendi sınıf ikti-darını tesis etmek için amansız bir mü-cadele verirler. Hakim olanın kendi ikti-darını koruyup, güçlendirme perspek-tifiyle hakimiyeti altında olanlara yöne-lik uyguladığı baskı ve sömürü meka-nizması iktidar olmanın getirdiği avan-tajla meşru gösterilirken, ezilenin, sö-mürülenin kendi sınıf iktidarını tesisetmek için hakim güçlere karşı verdiğimücadele ise terör demagojisiyle itibar-sızlaştırılmaya, marjinalleştirilerek ta-ban bulmasının önüne geçilmeye çalı-şılır. Geçmişiyle beraber burjuvazi veproletarya arasındaki sınıf mücadele-sinde bu durum daha da belirgin olarakkendisini var etmektedir. Burjuvazininzor ve baskıya dayanan, mülkiyetin sa-hipliğiyle tesis ettiği gerici-zorba ikti-darına karşı proletaryanın emeğiyle,nasırlı elleriyle yarattığı gücüne daya-nan haklı davası sürekli bir çatışkı için-dedir. Bu çatışmada sınıf perspektifiyani ideoloji tayin edicidir. Proletarya-nın bütün kazanımlarına rağmen ikti-dar hedefli sınıf mücadelesi dışındakitüm çabaları dönüp dolaşıp burjuvazi-nin sınırları içerisinde yok olmayamahkûmdur. İşte bu mahkûmiyeti gi-derecek yegâne çözüm yolu doğru birideolojik hat, iktidara giden yolun vearaçların en doğru tayini ve sabırlı, ka-rarlı bir politik-pratik mücadeledir.Devrim iddiasıyla boy gösteren fakat özitibariyle burjuvazinin değirmenine sutaşıyan reformist-revizyonist ve bilu-mum anti-MLM hastalıklar kökünden

kazınıp işçi sınıfı içerisinden atılmadık-ça iktidar mücadelesi de bir o kadarzaafa uğrayacaktır.

Burjuvazi geniş kitleleri yönetmek içinen etkin araçlarından olan böl-parçala-yönet politikasına tarihin her sahne-sinde dört elle sarılmıştır. Sınıfsal çeliş-kilerin gün yüzüne çıkmasını engelle-mek için dil, din, mezhep, cins, coğrafifarklılıklar gibi esasında insanlığın zen-ginliği olan farklılıklarını kullanarakkendi iktidarına yönelmesi gerekenenerjiyi birbirlerine yönelterek haklarıdüşmanlaştırmakta ve bu sayede hemdaha fazla palazlanmakta ve hem dekendi gerici iktidarını daha sağlam te-meller üzerine oturtmaktadır. Dünyaüzerinde Batı’nın Doğu’ya, Müslüman’ınHristiyan’a, beyaz’ın siyah’a, erkeğinkadına… düşmanlaştırılmasıyla burju-vazi politik olarak elini daha fazla güç-lendirmektedir. Bu yapay düşmanlaş-tırmalar sanki kendi marifeti değilmişgibi bir de belirli bir aşamadan sonraoyuna dahil olarak ‘demokrasi’, ‘özgür-lük’ safsatalarıyla kitlelere kendi ikti-darını telkin edip, hayata geçirmeye ça-lışmaktadır. Geçmişten günümüzeyüzlerce örnekle ispatlanmış olan budurum sınıfların ve sınırların ortadankaldırılıp insanın insanca yaşadığı birdünya kurulana kadar devam edecek-tir. Böylesi bir dünyanın kuruluşu daancak ve ancak komünist ideoloji te-melinde verilecek olan uzun soluklu,zorlu bir mücadeledir.

Kardeşlik söylemi ve gizlenen gerçeklerEmperyalizmin karakteristik özellikle-rinden olan dünya pazarına hakimolma hırsı, ayak basılmadık, sömürü

çarkına alınmadık tek bir karış toprağınkalmadığı gerçekliğinin de sebebidir. Burealiteden ülkemiz de muaf değildir.Kuruluş sürecinde emperyalizmin des-teği ile bu sistem içerisinde kendisineyer edinen TC, aradan geçen 88 yıllıktarihinde efendilerine hizmette ve buhizmetin tabi sonucu olan halka karşıbaskı ve zorbalıkta oldukça iyi bir kar-neye sahiptir. Faşizmin karakteristikhisterileriyle bütün farklılıkları tırpan-lamaya çalışan, işçiler, yoksul köylülerve tüm ezilen-emekçiler üzerinde tambir faşist zorbalık tesis eden TC devleti,ırkçılığı da zora düştüğü her an kullan-mak için rezervleyerek yedeğinde bu-lundurmuştur. Kardeşlik söylemi Tür-kiye-Kuzey Kürdistan halkının en çokduyduğu kelimelerden biridir. “Yurttasulh cihanda sulh” söyleminin faşizminkurucu unsuru Mustafa Kemal tarafın-dan sarf edilmesi ve bu barışın esasın-da “toprak ağalarıyla, komprador güç-

lerle, emperyalist efendilerle barış, hal-ka savaş” şeklinde okunması gerektiğide çok geçmeden anlaşılmış olacaktı.Zira İttihat ve Terakki zihniyetinin ço-cuğu olan TC, babasının Ermenilerereva gördüğünü Kürtlere, Alevilere,Rumlara uygulayarak nasıl da ‘barışse-ver’ bir devlet olduğunu kayıt altına al-dırtıyordu.

Ülkemiz halkı bu barış simsarlığınıAğrı’da, Amed’de, Dersim’de, 6-7 Ey-lül’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, Ga-zi’de, 19-22 Aralık’ta kanı ve canı paha-sına öğrendi, sınama şansı buldu. Dev-let tüm bu katliamlarını bazen ordusu,polisi, kontrgerilla güçleriyle bizzat ya-parken bazen ise faşist ideolojisiyle bi-linçlerini körelttiği Türk-Sünni halkayaptırdı. Maalesef faşizmin milliyetçi-ırkçı damarı bu ülke topraklarında güç-lü bir kanal bulmuştur kendisine. Za-manında ‘anarşizm’ tehdidiyle korku-

Çukurca eylemiyle sokağa inen faşist güruhların Vandepremi dolayısıyla ara vermek zorunda kaldıklarısaldırıları burjuva-feodal medya üzerinden spikerleri,program sunucuları almış durumda. Van depremisonrası ‘oh olsun’ aymazlığıyla deprem bölgesine bi-linçli olarak malzeme ulaştırmayan, yardımları engel-lemeye çalışan, oralarda hiçbir eksiğin olmadığını,PKK’nin bu durumu propaganda malzemesine çevir-diğini zırvalayan devlet yetkililerine yine en iyi cevapdaha bir hafta önce medya toplantısı adı altında di-zayn edilmeye çalışılan gazetecilerden geldi. Başba-

kan’ın ve şurekasının aksine kendine saygısı olanlardurumun çıplaklığını yansıtmaya çalıştılar.Kendini devletin hizmetinde görerek kin ve nefretintemsilciliğini yapan ırkçı-faşist zihniyetle faşist gü-ruhların bir hafta önce estirmeye çalıştığı milliyetçi-faşist dalgaya rağmen, Van depremi sonrası ülke ge-nelinden kardeşlik eli bölgeye uzanmış ve devleterağmen Van halkıyla dayanışma pratiği geliştirilmiş-tir. Ancak bu yardımlar dahi devletin engeline takılı-yor. Ölenler Kürt olunca hem devletin hem de milli-yetçi cenahın “yardım eli” geç ulaştığı gibi, onların dı-

Faşizminsokak vemedyadakiyüzü

Faşizmin karakteristik histerileriyle bütün farklılıkları tırpanlamaya çalışan, işçiler, yoksul köylüler ve tüm ezilenemekçiler üzerinde tam bir faşist zorbalık tesis eden TCdevleti, ırkçılığı da zora düştüğü her an kullanmak için re-zervleyerek yedeğinde bulundurmuştur

FAŞİZMİN ‘KARDEŞLİK’ HEZ

Page 13: 1-10 Kasım 2011

perspektif

tulan, sindirilen halk kitleleri özellikleson otuz yıldır ise ‘vatan bölünüyor’korkusuyla şekillendiriliyor, aldatılıyor.Devletin Kürt ulusu üzerindeki imha veinkar politikası reel olarak gelinen aşa-mada iflas etmiştir. Fakat oynanan yenioyunlar Kürt ulusuna adeta şekere bu-lanmış kurşunlarla geri dönmektedir.İnkar edemediği gerçekliği çarpıtmaya,imha edemediği gücü teslim alıp tasfi-yeye çalışarak işin içinden sıyrılmayaçalışılmaktadır. ‘Her bir bireyin, isterKürt ister Alevi olsun, bu ülke toprakla-rında eşit olduğu, her türlü haktan ya-rarlandığı’ yalanları tüm ‘açılımlara’rağmen her doğan gün ve yaşanan herolayla beraber bir kez daha gün yüzüneçıkıyor. ‘Hepimiz eşitiz, kardeşiz’ söy-lemlerinin yerini sınırlara dokunulduğuan ‘terörist, vatan haini’ söylemleri al-maktadır. Faşizm günlük yaşamımızaöylesine sirayet etmiş ki söylenen birsöz, hayata geçirilen bir olgu, konuşma-

daki yüz ifadelerinden bile net olarakanlaşılmaktadır. Tüm bu anlattıklarımı-zı somutlamak için şimdi devletin ken-dini aklama adına birkaç tetikçisini ‘ce-zalandırmasına’ sebep olan o meşhur90’lı yıllara gitmeye gerek yok. Ya datüm iyi niyetlerine rağmen devlet için-deki statükocu güçler engellediği içindemokrasiyi bir türlü tesis edemeyenAKP’nin ilk yıllarına laf etmeye de gerekyok. Zamanı iki hafta öncesine alarakülkemizde yaşananlara baktığımız tak-tirde nasıl bir faşizmle karşı karşıya ol-duğumuzu da daha iyi anlamış olacağız.

‘Kürt sorunu’ çözüldü mü?‘Ateşkes-ateşe devam’ paradoksuylakarşılıklı hamlelerine tanık olduğumuzKürt ulusal meselesinde PKK devletintüm saldırı, imha ve teslimiyet-tasfiyesaldırılarına rağmen diri yanını koruya-rak taktik üstünlüğü ele geçirmiştir. 12Haziran parlamento seçimleri öncesi

alınan ateşkes kararı ve ‘Kürt sorunu-nun’ bu sefer çözüleceğine yönelik ar-tan umutlara rağmen, AKP seçim son-rası ve devamında da anlaşılacağı üzere;(MİT-PKK görüşmeleri basına sızdırıl-mıştı) masada vermiş olduğu vaatleriyerine getirmemişti. 14 Temmuz’daAmed-Silvan’da yaşanan çatışmadaTürk ordusunun onlarca kayıp vermesisonrası, ‘kardeşlik’ ve ‘barış’ umutları-nın yerini bir anda PKK’nin tümden yokedilmesi konsepti almıştı. Aslında dev-letin son aylarda yapmış olduğu hazır-lıklar bir imha operasyonunun hazırlığı-na işaret etmekteydi. 14 Temmuz son-rası fiili olarak bozulan ateşkes ertesin-de PKK’ye bağlı gerilla güçleri yaptıklarıeylemlerle hem kırsal alanda hem deşehirlerde taktik üstünlüğün kendisin-de olduğunu pratikte göstermiş oluyor-du. Sonraki üç aylık zamanda HPG tara-fından yapılan eylemlerde onlarca Türkaskeri ve polisi öldü, onlarcası yaralandı.HPG tarafından yapılan en etkili eylemise 19 Ekim tarihinde Çukurca’da ger-çekleşti. Sınırda yapılan operasyonlardaüç üst düzey yöneticisinin arasında ol-duğu 7 üyesi şehit olan PKK, 19 Ekim ta-rihinde Çukurca’da aynı anda 8 ayrıdevlet kurumuna eylem yaparak onlar-ca Türk askeri ve polisini öldürdü. Bir-kaç gün öncesine kadar devlet içindekisözde ‘ılımlı’ şahsiyet olarak lanse edi-len Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sı-nır birliklerini teftiş ederek asker elbi-seleriyle Kandil’i işaret etmesi ve ordu-nun burjuva-feodal medya üzerindenşov yapması ertesinde gerçekleştirilenbu eylem devleti şoke etti. Kendisi engüçlü olarak lanse ettiği bir anda böylesibir darbe yiyen TC devleti, cumhurbaş-kanından başbakanına, devlet bakanla-rına kadar ‘intikam’ yeminleri ederek‘PKK’nin kökünü kazıyacakları’ vaadin-de bulundular bir kez daha.

Çok az kayıpla böylesi başarılı bir eylemgerçekleştiren PKK’ye karşı etkisiz ka-lan TC, her zaman ki gibi sürekli “de-mokrasi tarlamız olan meclise” davetettikleri BDP’yi hedef tahtasına oturta-rak faşist saldırıların da ilk işaret fişeği-

ni çakmış oluyordu. Başbakan’ın Kürtulusuna yönelik sarf ettiği nefret söy-lemleri, burjuva-feodal medyada korohalinde seslendirilen ırkçı-faşist söy-lemler ve ardından her zaman ki gibimeydanlara doluşan, ellerinde türlü fi-gürleriyle Türk bayrakları olan, intikamyeminleri eden, askere alınmak içinbaşvurularda bulunan ‘vatansever’memleket insanımız… Daha birkaç günöncesine kadar ‘bu toprakların ve dev-letin ortağı olan, terör örgütüyle ayrıştı-rılıp kardeşçe kucaklanan’ Kürtler biranda topyekûn düşman ilan edilereklinç gösterileriyle “kardeşçe” kucakla-nıyordu. Bizzat devlet kontrolünde ge-liştirilen bu faşist saldırılarda, belirlenensınırı itinayla korunduğu da belirtilmesigereken başka bir gerçekliktir. Öncekisaldırılardan farklı olarak bu kez hedef-ler daha özenli seçilerek özellikle belirlibölgelerde yoğunlaştırılıyordu. İstanbul1 Mayıs Mahallesi, Elazığ Hozat Garajıgibi dünden bugüne devrimcilerin etkinolduğu ve Kürt-Alevi insanların yoğunolarak yaşadığı bölgelerin seçilmesi te-sadüfi olmasa gerek. Birçok ilde BDP ilbinalarına yapılan saldırıların yanındaözellikle bu iki bölgede günlerce sürensaldırılarda verilmek istenen mesaj isegayet açıktır; ‘taraf olmayan bertarafolur’. Buradaki taraf olma hali ise Erdo-ğan tarafından tarif ediliyordu; “Bu ül-kede siyaset yapacaksınız bu ülkedenoy isteyeceksiniz sonra bu milletin kanağladığı bir günde bu ağır insanlık su-çunun adını koyamayacaksınız. Bununizahı yoktur. Milletimiz bu alçaklığı la-netleyemeyen zihniyeti asla unutmaya-caktır.” Evet, halkın kimleri nasıl anıpkimleri unutup unutmayacağı dün oldu-ğu gibi bugün de bellidir. Koyun postu-na bürünmüş kurt misali yine ilk kuzu-yu gördüğünde dişlerini bileyip saldırankurdun gerçekliğiyle, ‘açımlımlar’ adı al-tında halkımıza ‘demokrasi’ vaadindebulunan hakim sınıflar da böylesi olay-larda yüzlerindeki maskeyi yırtıp ata-rak gerçek-faşist yüzlerini daha net birşekilde göstermektedirler.

şında gelişen yardımlar da yine bucenah tarafından engelleniyor. Ayrı-ca yardım kolileri olarak gönderilenkolilerin içinden Türk bayrağı ve taşçıkması, şovenizmin ulaştığı noktayıgösteriyor. Türk şovenziminin kar-deşlik çağrısı bu ve benzeri şekildeyaşam buluyor. “Ah bir de Kürt ol-masanız”, Türk devletinin ve onunyetiştirdiği toplamın bakış açısınınözeti.

‘Kardeşlik’ söylemlerinin yerini ilkandan itibaren ırkçı-faşist söylem-lerle tanımlayan devletin Kürt ulusu-na yönelik komplike uyguladığı millizulüm, medya aracılığıyla devam et-tirildi. Çukurca eylemi ve Van depre-mi sonrası burjuva-feodal medyadayer alan şu açıklamalar ise ‘özgür vebağımsız basın’ safsatasıyla esasındasistemin kendisini nasıl yenidenürettiğinin en canlı örnekleridir;

Habertürk televizyonu spikeri DuyguCanbaş, “Deprem her ne kadarVan'da da olsa hepimiz üzüldük”

ATV kanalında program sunucusuolan Müge Anlı, “Herkes haddini bile-cek. Yeri geldi mi taş atacaksınız,Mehmetçik'i kuş avlar gibi avlaya-caksın sonra zor günlerde canım ci-gerim deyip, yardım isteyeceksin. Opolisler hemen yardımına koştu ora-dakilerin. O taş atanların eli kırılsın.

Askerlerimiz, polislere zeval verme-sin”Ve internet ortamında “ilahi adalet”,“PKK’ye gereken cevabı Allah verdi”vb. yorumlar karşısında sözü prole-taryanın komünist önderi, büyükusta Karl Marks’a bırakıyoruz; “Hayvan olmak istiyorsan olabilirsinelbette. Bunun için insanlığın acıları-na sırt çevirmen ve yalnız kendi pos-tuna özen göstermen yeterli.”

ZEYANLARI MEYDANLARDA

Page 14: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011gençlik haber 14

12 Eylül faşist cuntasının üniversitelerinbaşına getirdiği YÖK, 6 Kasım’da 30. yılınıkutlayacak! Toplumsal sorunlara hakimve bu anlamda bir araya gelen ve karşı çı-kan bir gençliği yok etmek, anti bilimsel-liği üniversitelerde kökleştirmek ve bu-raları kar kapısına çevirmek için kurulanYÖK, yıllardır bu varlık gerekçesiyle ça-lışmalarını sürdürüyor. Üniversite öncesibirer yarış atına dönüştürülen öğrencilersonrasında da tam bir öğütülme sürecinesokuluyor. Bütünüyle apolitikleştirilereküniversite öğrencileri, verileni kabul eden“vasıfsız elemanlara” dönüştürülüyor.

Tepki gösterenler yanlızlaştırılarak ha-pishaneler, uzaklaştırmalar, okuldanatılmalarla “ceza”landırılıyor. Tam 30 yıl-dır YÖK bunlar için çabalıyor. Tüm bu sal-dırgan, faşist anlayışa karşı kitle örgütle-rinin çalışmaları da elbette devam ediyor.Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) birdevlet faşizmi olarak üniversitelere yan-sıyan YÖK’ü, sürdürdüğü çalışmalarlateşhir etmeye devam ediyor. Gelecekolan 6 Kasım’a ilişkin üniversitelerde ça-lışmalarını hızlandıran DGH, internet site-sinde bir açıklama yayınlayarak kitleleri6 Kasım’da alanlara çağırdı.

Birleşik ve kitlesel 6 Kasım için seferber olalım!Ülkemizde en küçük hak talebinin dahizorbalıkla bastırıldığı, tüm kesimlere yö-neltilen saldırılarda öğrencilerin de çeşitliasılsız iddialarla tutuklandığının ifadeedildiği açıklamada; “Ülkemiz hapisha-nelerinde 400’ün üzerinde üniversite öğ-rencisi asılsız iddialarla tutuklu yargılan-

Banka ve üniversitenin anlaşma-sıyla öğrenci ve eğitim görevlileriiçin zorunlu olarak hesap açtırılma-sına, Eğitim-Sen tepki gösterdi

Üniversitenin zorunlu hale getirdiği hesap aç-tırma ve o bankanın kartını kampüs içerisindekullanma zorlaması birçok üniversitede uygu-landı ve yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Kimi üni-versitelerin öğrenci kimlikleri bankamatik kartıyerine geçerken bazılarında ise okulun çeşitliimkânlarından faydalanmak için yapılan öde-melerde bankamatik kartları şart oluyor. Hattabazı üniversiteler, öğrenci asistanlığı gibi öğren-cilerin çalışıp para kazandıkları hizmetlerininücretini belirli bankalardan açılan hesaplara ya-tırıyorlar. Örneğin Ordu Üniversitesi’nde öğrencikimliği ve personel kimlikleri anlaşılan banka-nın kredi kartıyla birleştirilerek bu uygulamaöğrencilere zorla dayatılıyor. Marmara Üniversi-teside bu uygulamanın diğer bit örneğini oluş-turuyor.Eğitim-Sen üniversitelerdeki bu uygulamalarailişkin bir açıklama yaparak tepkisini dile ge-tirdi. Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız ta-rafından yapılan açıklamada, üniversiteleryaşanan dönüşümlerin bir sonucu olarak üni-versitelilerin bu gibi dayatmalara maruz kaldığıbelirtildi. Yıldız ayrıca öğrencilerin bilgilerininizinsiz bir şekilde bankalara verildiğini de açık-lamasına ekledi. Öğrencilerin yıldırılmaya çalı-şıldığına dikkat çeken Yıldız, öğrencilertarafından verilen dilekçelerin alınmadığını vebir hak gaspının da böylece gerçekleştiğini ifadeediyor. Açıklamada üniversite yönetimindenöğrenciler üzerindeki bu baskıyı kaldırması is-tendi.

Üniversite-bankaişbirliğine tepki Faşizme

bir simge;YÖK

Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nü alan NuriBilge Ceylan imzalı Bir Zamanlar Anado-lu’da filmi belli ki şimdiye kadar olduğugibi bundan sonra da çok tartışılacak veülkemiz sinemasına oldukça önemli kat-kılar sunacaktır

Yaşamda bazı anlar vardır; durgun, umutsuz, karamsarbir havaya bürünür yüreğimiz, bilincimiz, düşlerimiz.Kar altında, sessiz, nefessiz kalmış gibi öylece zamanakmaz sanki durmuştur, donmuştur doğadaki her şey.İşte böylesi anlarda yaşamak çoğu zaman anlamsızgelir insana, derin bir uykuya dalıp bir daha uyanma-mak isteriz. Zordur bu durumu anlatmak, ifade etmek,çünkü böylesi anlarda kelimeler de anlamsızlaşır, bü-tün değerini yitirir. Ne yöne baksak bir sonbahar ha-vası vardır, kime dönsek yüzlerde yaşama dair bir piş-manlık, zamana karşı bir donukluk hakimdir. Haykır-mak isteriz nefesimiz yettiğince, karanlığı, karamsarlı-ğı yırtıp geçmek ama bütün çabalar nafiledir sanki on-dan mücadele edip biraz daha yormak yerine kendimi-zi, var olanı kabul edip yaşlı bir hasta gibi ölümün gelipmisafir olmasını bekleriz yoksul damımızda. Bir fotoğ-raf ya da bir görüntüden başkasının bu duruma ışıktutması, görünmeyeni görünür kılması çok zordur.Gerçi fotoğraf ve de görüntüyle anlatmakda öyle her-kesin harcı değildir. İşte son dönemlerin en nitelikli si-nema filmlerinden olan Bir Zamanlar Anadolu’da filmiböylesi bir özelliğe sahip.

Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nü alan Nuri Bilge Ceylanimzalı Bir Zamanlar Anadolu’da filmi belli ki şimdiyekadar olduğu gibi bundan sonra da çok tartışılacak veülkemiz sinemasına oldukça ciddi katkılar sunacaktır.Sanatsal bir ilk olma özelliğine de sahip olan Bir Za-manlar Anadolu’da anlatımdaki dramatizm ve görsel-likteki lirizmiyle belgesel tadında bir Anadolu karesinigözlerimizin önüne seriyor.Gün batımında bir oto tamircisinde dükkan camının fo-nunda içki sofrasında sohbete ortak olan üç kişi gözü-küyor ve kısa süre sonra görüntü değişiyor. Bu kez ak-şamın ilerleyen saatleri ve köy yolunda ikisi sivil birijandarmaya ait üç araç beliriyor. Oldukça uzun bir sürebir cinayet sonrası öldürülen şahsın gömüldüğü yeriarayan polis, jandarma, doktor, savcı ve cinayeti işleyeniki kardeşin görüntü ve diyaloglarına tanık oluyoruz.Küçük bir Anadolu kasabasında yola çıkan ekip yolla-rın, çeşmelerin, ağaçların, havanın ve hatta kendilerininbenzerliği, durağanlığı hayli şaşırtıyor. Cinayeti işleyenKenan (Fırat Tanış) öldürdüğü kişiyi nereye gömdükle-rini tam olarak hatırlayamadığı için (yol üzerindeki çeş-melerin, ağaçların, tarlaların benzerliği Kenan’ı ve ekibihayli zorluyor) saatlerce farklı yerleri kontrol edip dola-şıyorlar. Bu sahnelerin oldukça uzun ve ayrıntılı tutul-ması seyirciyi sıkıyor mu sorularını akla getirebilir. Fa-kat tüm bu sahnelerdeki ikili diyaloglar, görüntülerdekisanatsal ve estetik yön, seyirciyi de Anadolu’da küçükbir kasabada yaşananlara ortak ediyor.

Taşranın rutin yaşamıKonu itibarıyla oldukça basit bir seçim yapılmış. Fakatfilmin sonunda hiçbir konunun sebebi ve sonucuna

dair kesin bir yargıya ulaşamıyoruz. Öldürülen kişiningömüldüğü yerin arandığı, gece mola verilip yemekyenilen muhtarın evi ve son bölümde otopsinin yapıl-dığı karelerde iç içe geçmiş birçok konu işlenmiş. Özel-likle savcı ve doktor arasında geçen diyaloglar filmingörünmeyen arka planını da yansıtıyor. Filmdeki ka-rakterlerin tümüne hakim olan umutsuz ruh hali, din-gin, durağan ruhsal şekilleniş konunun geçtiği coğraf-yayla tam bir uyum içinde. Doktorun sebebini öğrene-mediğimiz şekliyle neden bu küçük kasabaya geldiğinive gitmek istemediğini, savcının sebepsiz yere öldüğü-nü düşündüğü karısının intihar edip etmediğinin net-leşmediği filmde, polis komiserinin hasta olan çocuğuve problemli eşiyle neler yaşadığını da öğreniyoruz.Filmde muhtarın, otopside çalışan personelin, jandar-ma komutanının, savcının kâtip ve adliye şoförününiçinde bulundukları ruh hali, yaşadıkları çelişkiler an-latılıyor. En önemlisi cinayeti işleyen Kenan’ın pişman-lığı, durgunluğu, mahzunluğu, cinayetin neden işlendi-ği vb. tüm durumlar öylesine dingin bir havada sunu-luyor ki izleyenler üzerinde tüm bunların olmasınıngayet normal, hatta kaçınılmaz olduğu hissini uyandı-rıyor. Bir sahnede elmanın suya düşmesi ve sudakiyolculuk serüveni estetiğin ve lirizmin doruklarına çı-karıyor seyirciyi.

Oyuncu performansının başarısı Cinayeti işleyen Kenan rolündeki Fırat Tanış, DoktorCemal rolündeki Muhammed Uzuner, Komiser Naci’yicanlandıran Yılmaz Erdoğan, savcı Nusret’i canlandıranTaner Birsel, Ercan Kesal (muhtar), Ahmet MümtazTaylan (şoför Arap Ali) ve diğer oyuncular oldukça iyi

Ülkemizde anti demokratik uygulamaların ve faşizminbir simgesi olarak varlığını sürdüren YÖK, 30’uncu yılın-da da protesto edilecek

Bir Zamanlar Anadolu’da yaşam ve ölüm

kült

ür sa

nat f

14-15_Layout 2 10/29/11 6:14 PM Page 1

Page 15: 1-10 Kasım 2011

1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü 15eçen hafta, merkez üssü Van olmak üzere 7.2şiddetinde yaşanılan deprem, yoksulluk ve se-falete mahkum edilmiş halkımızın acılarını de-şerek, daha fazla perçinledi. ‘Doğal afet’ olarakaddedilen depremin ‘kaçınılmaz sonucu’ nite-lemesiyle, yüzlerce cansız bedenin ve bir o

kadar da enkaz altında olan insanın, ölümlerine yönelik açıkla-malarda bulunuldu. Gerici sistem, timsah gözyaşı dökerek, bi-lumum burjuva basının yardımıyla yarattığı enkazın ‘taktiriilahi’ olduğunu anlatarak, ‘bir sınavın’ atlatılabilmesi için, tümezilenleri ‘metin olmaya’ çağırdı. İster, adına doğal isterse yarı-doğal afet deyin, günümüz ko-şullarında bilimin varmış olduğu aşamada, 7.2 şiddetinde birdeprem, bu kadar yıkıntıya yol açmaz. Fay hattının üzerindekurulu bir ülke olan Japonya, daha büyük şiddette depremlerigüle oynaya atlatırken, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da bu kadarbüyük ölüm kayıplarına yol açması, hiçde doğal olmayan bur-juva-feodal gericiliğinin emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerineentegre olmasından öte gelir. Doğanın ve onun parçası olaninsanlığın hizmetinde olmayan, sermayenin özüne yöneliküretim gerçekliğinde şehirleşme, gerici sistemin kar hırsıylaorantılıdır. Yine bu şehirleşmenin sonucu olan çevre talanı,zemin etüdü yapılmaksızın bina edilen derme çatma yapılar,mühendislik “harikası” devlet mühürlü yıkıntıların gizleyemediğisonuç, ‘tanrının kudreti’ olarak dillendirilir. Dahası da var! Sanki kendi sosyo-ekonomik gerçekliğinin dı-şındaymış gibi, ekonomik ve savaş koşullarından dolayı şehirleregöç eden yüz binlerce köylünün, insanlığın en sıradan haklarındanolan barınma hakkına mutabık olarak başlarını bir yere sokmatelaşlarından hiç haberleri olmamış gibi, sanki gecekondu -burjuva terminolojide kaçak yapım- sahiplerinin oylarını ka-pabilmek için, rant kapısı olarak görmemişler gibi yeminleretmeye başlarlar. Depremle acılara bürünen bir halkın duygu-larından faydalanarak, ‘kaçak olan yapı, ne olursa olsun yıkıla-caktır’ tehditleriyle, ‘Avrupa Birliği Standartları’ altında yürüttükleri“devasa” konutlaşmaya zemin hazırlama yoluna koyulmalarıdır.Sanki, “izin” alınan tüm yapıların sağlamlığı tartışılmazmışgibi, sınıf çıkarlarının gereği, ezilenlerin içerisine düştükleri du-rumdan faydalanmak istemektedirler. Deprem sonrasında siyasal sonuç olarak çıkarılması gerekentek husus, kapitalist üretim ilişkilerinin çarpık gelişimi sonucuortaya çıkan “kentleşme” arbedesi değildir. Aynı zamanda, budepremin Kuzey Kürdistan’da gerçekleşmesi hem ezen Türkburjuvazisi hem de ezilen Kürt burjuvazisi açısından, bazı reeldurumları yansıtmasıyla da irdelenmelidir. Burjuva-feodal medyada ırkçı söylemlerin hortlaması, Kürt’deolan ezeli düşmanlık kendisini farklı boyutlarda göstermiştir.Habertürk televizyonu sunucusu Duygu Canbaş, "Her ne kadarVan'da olsa da acımız büyük" demesi ve kafatasçı Müge Anlı’nın“Herkes haddini bilecek” açıklamasıyla faşizmin yüzünü gizle-yememeleri, gerici sistemin ne kadar köklü bir köhnemişliğesahip olduğunu göstermektedir. ‘ilahi adalet’ nidalarıyla, Kürthalkının yaralarına tuz basan zihniyet, devletin kadrolu bürokratıdeğil, 3. sınıf program sunucusu olma özelliğiyle de, gericifikirlerin sosyal tabanına işaret etmektedir. Bu siyasal tablonun diğer ucunda ise Kürt burjuvazisi, depremi‘doğal afet’ olarak nitelendirip, her ne kadar AKP karşıtlığı üze-rinden ‘kurtarma ekiplerinde başarısız kalındı’ itirazları yükseltilsede, depremin akabinde yapılan enkaz çalışmalarını ‘bir kar-deşleşme örneği’ olarak atfedip, sınıf mücadelesini öteleyerek‘hepimiz kardeşiz’ çağrısında bulunmuştur. Sellahattin Demir-taş’ın açıklamalarında açığa çıkan sonuç, ‘nasıl olurda demokratiközerkliğe hizmet edebilir’ kaygılarına dönüşmüştür. Halkın acılarını anlamak, bu acıları ortaya çıkaran nedenlerekarşı köklü bir kopuşu gerektirir. Depremler, salgınlar, seller vbfelaketler üzerinden yaşadığımız dünyanın parçalarıdır amabu denli acı yaşamaya mecbur değiliz. Bilimi ve üretim araçlarınıdoğanın ve onun parçası olan canlıların hizmetine verdiğimiztaktirde, tüm bu “felaket” tabloları minimuma inecektir. Görselve yazılı medyada çizilen “trajedi” yıkıntılar üzerinden yükselenfaşizmin resmiyetidir. Bu resime tamah etmeyeceğiz. Van’dayaşanılan ve Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarını büyük birhüzne boğan depremin niteliğini anlıyor ve bu depremin so-nuçlarıyla halklarımızı acılara boğan üretim ilişkilerine karşımücadeleyi daha fazla ilerleterek, burjuva-feodal sistemin yı-kıntılarını, burjuva-feodal sistemin yıkımına dönüştürmeküzere hareket edeceğimizi bir kere daha beyan ediyoruz.

G

YIKINTILAR ÜZERİNDEN YÜKSELEN FAŞİZMİN RESMİDİR

GENÇ YORUM ≫ sinan çakıroğlugençlik

maktadır. Ülkemizde öğrenciler kitap okuma listeleribulundurduğu gerekçesiyle, parasız eğitim istediğiiçin tutuklanabilmektedir.” denildi. Yaşanan saldırı veyıkımların önümüzdeki süreçte daha da artacağı vur-gusuyla, YÖK’ün de bu kapsamda 30 yıldır kuruluşamacını istikrarlı bir şekilde yerine getirdiği belirtildi.“Bir taraftan yeni genelgelerle ve harç yasalarıylaüniversiteleri paralı eğitimin kaleleri haline getirenYÖK, diğer taraftan ‘piyasaya göre öğrenci yetiştirme’programlarını icra etmekte, devlet bürokrasisinin in-

san kaynakları mevcut politikaların etkisiyle üniver-sitelerden karşılanır hale gelmektedir.” denilen açık-lamada, ÖGB ve polis işbirliğiyle gerçekleştirilen sal-dırılara da değinildi. “Eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim” talebi ve YÖK’ün üniversitelerden elini çek-mesi için mücadele edilmesi gerektiği açıklamada,“Yaklaşan 6 Kasım vesilesiyle DGH tüm üyelerini, ta-raftarlarını, üniversite ve lise öğrencilerini, kısacasıtüm halk gençliğini YÖK’e karşı birleşik ve kitlesel birkarşı duruşla alanlarda olmaya, ‘Eşit, parasız, bilimsel,anadilde eğitim’ mücadelesini daha güçlü haykırmayadavet eder.” çağrısı yer aldı.

Üniversitelerde 6 Kasım çalışmaları başladıYÖK’ün 30. kuruluş yılının yaklaşması nedeni ile biraraya gelen üniversite öğrencileri YÖK’ü tartıştı.

ODTÜ öğrencileri YÖK ve yapılabilecekler üzerine tar-tışmak için düzenledikleri forumda YÖK’ün yaklaşan6 Kasım’da nasıl gündemleştirileceğini, hangi sorun-lar üzerinden tartışılacağını ele aldı. Forumda ticari-leştirme, Bologno Süreci, paralı eğitim, üniversitelerdecemaat kadrolaşması, hükümetin üniversitelere yö-nelik saldırıları, ekonomik sorunlar tartışılan konulararasındaydı. Bu konular aynı zamanda çalışmalardaele alınacak konular olarak belirlendi. “Eşit, parasız,bilimsel, anadilde eğitim!” şiarı üzerinde ortaklaşmasağlanırken çalışmalar ODTÜ Öğrencileri imzasıylayürütülecek. 6 Kasım öncesi çeşitli eylemler de ger-çekleştirilecek.

İstanbul Üniversitesi Beyazıt Yerleşkesi’nde Demo-kratik Gençlik Hareketi faaliyetçileri YÖK’ ü teşhiramaçlı çalışmalar gerçekleştirdi. Çalışmalarda oza-lit, pullama ve duvar gazeteleri kullanıldı. Kullanılanmateryallerde, “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eği-tim”, “Müşteri değil, öğrenciyiz”, “Söz, yetki, kararhakkımız engellenemez” gibi başlıca hak taleplerineyer verildi. Yapılan çalışmada YÖK gericiliğine karşıalanlara çıkma çağrısı yapıldı. Hacettepe Üniversite-si’nde de YÖK’ü teşhireden bir panel gerçekleştirildi. 6Kasım’a kadar birçok üniversitede çeşitli eylem, et-kinlik ve çalışmalar gerçekleştirilecek.

bir performans sergiliyorlar. Özellikle Kenan’ı oyna-yan Fırat Tanış yorgunluğu, uykusuzluğu, pişmanlı-ğıyla hala yitmeyen umudu ve kardeşini koruma iç-güdüsüyle filmde çok az diyaloğu olmasına rağmenoldukça fazla mesaj veriyor seyirciye.

Geçmiş filmlerine nazaran (özellikle Üç Maymun fil-mi) diyaloğlara daha fazla yer veren Nuri Bilge Cey-lan, bu farklılığa rağmen şiirsel akış, lirik estetizm vedramatik yapının temel alınması sanatsal çizgisindebaşarılı bir ilerleme sağlıyor. Sinemamız açısındançığır açıcı bir özelliğe sahip olan Bir Zamanlar Ana-dolu’da metropolün karmaşıklığı, sıkışmışlığı, tela-

şesi, kalabalıklığı karşısında, sade bir anlatımla taş-ranın mistik, durgun, durağan ve karamsar ama biro kadar cazip, çekici fotoğrafını koyuyor. Her izlen-diğinde bilinçlerde ve yüreklerde yeni yeni çağrı-şımlar yaratacak olan Bir Zamanlar Anadolu’da filmiiddialı ve nitelikli bir yapıt olarak sinema tarihimiz-de yerini şimdiden sağlamlaştırmış durumda.

Üzerine söylenecek, yazılacak çok şey olmasınarağmen Bir Zamanlar Anadolu’da filmini herkesinizlemesini tavsiye edip, Nuri Bilge Ceylan’a da bu gü-zel üretiminden dolayı bir kez daha teşekkür edipyazımızı noktalayalım.

14-15_Layout 2 10/29/11 6:14 PM Page 2

Page 16: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011güncel16

“Çoklarının dediği gibi, mensup olduğu-muz Birleşmiş Milletler ve NATO içindeönemli güce, kuvvete ve mekanize birlik-lere sahip sayılı devletlerden biriyiz. Bir es-priye bağlı ifade edersek, o güç, kuvvet vemekanize birliklerin neler yapabileceğinigörmek istiyorsanız, 27 Mayıs ihtilalinebakabilirsiniz. O güç, gelip kendi milletininbaşına binmiş ve 25 -30 milyon insanı tes-lim almıştır. Daha sonra da her on senedebir binlerce insanı ezmiş, zindanlara atmış,sürgünlere yollamıştır. Şimdi, sen oradakuvvetini sonuna kadar kullanmışsın, so-kağa hükmetmişsin; fakat ayıptır bu, ardır,otuz senedir dağdaki bir avuç şakininhakkından gelemiyorsun.” Bu sözler Fet-hullah Gülen’in, PKK’nin Çukurca baskınıardından Herkul. Org’da yayınlanan vebaşta Zaman Gazetesi olmak üzere benzerburjuva-feodal medya ve organizasyonla-rında genişçe yer verilen ifadeleri. Gülen’inbir avuç şaki diye hitap ettikleryise bucoğrafyada on yıllardır, ulusal, kültürel,ekonomik tüm hakları yok sayılan; hakla-rını almak için çeşitli kalkışmalarda bu-lunmuş Kürt ulusudur. İlginçtir ‘27 Mayısihtilali’ diye bahsettiği süreç içinde faşistTC nin zor aygıtını, toplum üzerinde nasılbir yıkıcılıkla kullandığını resmediyor. Bu-gün Kürt ulusunun açık desteği ile omuzverdiği ulusal hareketi (PKK) “bir avuç eş-kıya” şeklinde tarif eden Gülen, Hitler’idahi gölgede bırakacak ırkçı, faşist söyle-miyle neyi temsil ediyor?

Şiddet tekeli devletindir!Gülen hazretleri, tabir ettiği 30 yıllık ülkegerçeği içerisinde dahi başta Kürtler ol-mak üzere, faşist iktidar kliklerinin ülke-

miz işçi, emekçi ve köylüleri üzerinde uy-guladığı türlü zorbalıkları bir çırpıda yoksayıyor. Bu minvalde Kürt Ulusal Hareke-ti’ni de dayandığı sosyal tabandan azadederek topyekûn imha edilmesi gereken‘bir avuç eşkıya’ gibi görüyor. Kürtlere ma-ruz kaldıkları zulme karşı “Türk’e itaatedin” mesajı veriyor ve bunu da ‘Bediüzza-man’a dayandırıyor. Kürtlerden Türklerle“kardeş” olmasını isteyen Gülen, devleti deKürtlere karşı, en ağır şiddeti uygulamayaçağırıyor. “İnsan öldürerek bir yere var-mak ve bir hedefe ulaşmak hiçbir pey-gamberin, hiçbir Hak dostunun defterindeyoktur… Evet, kim yaparsa yapsın, insanöldürerek ve kan dökerek bir hedefe var-maya çalışmaya ancak vahşet denir, cina-yet denir, zulüm denir ve bunlarla da in-sanlık adına hiçbir hayır elde edilemez” di-yerek PKK’yi lanetleyen Gülen, devletinher türlü şiddetini meşru görüyor.

“Biz Müslüman'ız, onlarla kardeşiz, kardeşikardeşle çarpıştıramayız. Bu şer'an caizdeğildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir.Dâhilde kılıç kullanılmaz.’ İşte bu sâlim dü-şünce herkese mal edilmeliydi ama maa-lesef bu hususta muvaffak olunamadı” ifa-delerini kullanan Gülen, “Bir Kürt-Türk ça-tışması çıkarılması ve hatta sonunda me-selenin Birleşmiş Milletler'in hakemliğinekadar vardırılması muhtemeldir” diyerekgidişatı tehlikeli olarak yorumluyor.

Tutkal değil afyon… Tüm bu manzaranın karşısında umutsuzolunmamasını telkin eden Gülen, en elikanlı faşistlere rahmet okutacak cinstenyok etme planlarının yanında dini bir tut-kal olarak gören birlik projesini de sun-

maktan geri durmuyor. Keşkelerle başla-yan konuşmasında başaramadıkları içinveryansın edip, keşkelerle devam ediyor‘Hz Gülen’; “Keşke, o bölgeye gönderilenmuallimler, bugün dünyanın dört bir tara-fına ciddi fedakârlıklarla hicret eden gö-nüllüler gibi, dönmemek, orada ölmek ve

oraya gömülmek üzere gitselerdi. Keşke ohalkın karakterini çok iyi bilen, çok ciddibir empati mülahazasıyla onları doğruokuyan ve ona göre muamelede bulunanvaizler gönderebilseydik. Keşke her köyeolmasa bile birkaç tanesine bir sağlık me-muru, pratisyen hekim gönderebilseydik

Yunanistan’da eylemcilerin mas-keli olup olmadığını kendine dertetmiş bir ‘komünist partisi’ var. Bu“komünist” partisine göre yüzlerimaskeli olanların meşruiyeti yok

Son bir kaç yıldır Yunanistan’da baş gösterenekonomik kriz daha da derinleşerek devamediyor. Şimdiye kadar birçok politika hayatageçirildi. Bunların tümü ekonomik krize çareamaçlı atılan adımlar olarak kamuoyuna anla-tıldı. Oysa atılan her adımın burjuvaziyi kurtar-mak ve onları kurtarırken işçi, emekçileri iyiceezmek için olduğunu bugün rahatlıkla görebili-riz. Bu politikaların yıkım olduğunu, kurtuluşunAB ve IMF politikalarına boyun eğen meclistealınacak kararlarla olmayacağını anlayanlarınsayısı her geçen gün artıyor. Krizin derinleş-mesiyle birlikte artan çelişkilerin öfkeli kalaba-lıklar şeklinde sokağa yansırken, bu kalabalığınörgütlü olduğunu söylemek zor. Acı olansa busomut koşulları değerlendirerek sokağa inenişçi ve emekçilerin öfkesini iktidara kanalizeedecek komünist partisinin ortaya çıkmaması-dır. Sendikaların grev kararlarını etkili bir şe-kilde hayata geçirmeleri işin iyi tarafıyken ya-pılan genel grevlerin perspektiften yoksun ve

kararlılıktan uzak olması Yunan egemenlerinerahat nefes aldırıyor. Yunan burjuvazisinin hergeçen gün daha da pervasızlaşmasının bu ra-hatlıktan kaynaklandığını söylemek durumun-dayız. Bu yıkım politikalarının baş aktörlerin-den Başbakan Yardımcısı ve Maliye BakanıEvangelos Venizelos’un meclis kürsüsünde Yu-nan halkını tehdit etmesi bundandır.

Evangelos Venizelos, savaş durumundan söz edi-yor. Yani alınan ekonomik kararların faturasınınişçi ve emekçilere ödetilmesinin bir zorunlulukolduğunu ve işçi ve emekçilerin bu politikalaraboyun eğmelerini istiyor. Bu sözlerini hiç zorlan-madan söylüyor. Öyle bir rahatlık ve sahtekârlıklasöylüyor ki, bir yandan bir zorunluluk olduğunuifade ederken, savaş durumu benzetmesiyle nekadar kararlı olduklarını göstererek işçi ve emek-çileri tehdit ediyor. Savaş durumu varsa savaşıla-cak kesimler de vardır elbet. Bu savaş kiminleolacak? Ülkeyi bu duruma getiren Yunan ege-menlerine ve emperyalistlere karşı savaşmaya-cakları kesin. Peki, kime karşı savaşacaklar? Tabiki bu politikalara karşı çıkan işçi ve emekçilerekarşı savaşacaklar. Venizelos, bir taşla iki kuş av-lamayı kafasına koymuş. Bu sözleriyle hem ege-menlerin kararlılığını ifade ediyor hem de Yuna-nistan’ın içinde bulunduğu durumu savaş duru-muyla aynılaştırarak kimsenin gözünün yaşınabakmayacaklarını anlatmaya çalışıyorlar.

48 saatlik büyük grevİktidardaki PASOK, Avrupa Birliği ve Uluslar-arası Para Fonu(IMF), iki kurtarma paketi kar-şılığında kamu harcamalarında önemli orandakesintiye gidilmesini talep etmesi üzerine he-men kolları sıvadı. Yeni vergi zamları, daha fazlaemeklilik ve maaş kesintileri, 30.000 kamu gö-revlisinin düşük ücret ve toplu iş sözleşmeleri-nin askıya alınmasını içeren yeni önlemelerihayata geçireceklerini açıkladılar. PASOK kadarYunan işçi ve emekçileri de kararlılar. Bu karar-lılığını yeni önlem paketine karşı bir kez dahagösterdiler. Yunan işçi ve emekçilerin tepkisidoğru bir önderlikle buluşursa, Yunan egemen-leri geri adım atacaktır.

Yeni önlem paketine karşı çıkan sendikalar 19-20 Ekim tarihlerinde 48 saatlik grev kararını al-dılar. Bu grevin diğer grevlerden daha etkili ol-ması ve iktidara geri adım attırtması ana he-defti. 48 saatlik grev kapsamındaki dev protes-to gösterileriyle sokaklar alev alevdi ve her yer-de direniş ve barikatlar vardı. Eylemciler süreklipolisle çatışma halindeydi. Bu çatışmaların ba-şını anarşistler çekiyordu. Polis her zaman kigibi gözaltı terörüyle ve yoğun olarak kullandığıgazla kitleyi dağıtmaya çalıştı. Polis eylemcilerekarşı ses bombaları, gaz ve cop kullanırken ey-lemcilerin polise yanıtıysa molotof kokteyllerive taş oldu. Yoğun çatışmaların yaşandığı ey-

lemlerde yüze yakın polis ve eylemci yaralandı.Yine 70’e yakın gözaltı oldu. Greve en büyük ka-tılım Atina’da (Atina’daki katılım yüzbinlerleifade ediliyor) olurken, Selanik, Patras, Girit, La-rissa, Kalamata, Sparti, Nafplion, Preveza, Igou-menitsa, Orestiada, Kozani ve Xanthi şehirle-rinde binlerce kişi alanlardaydı. Fakat tüm bun-lara rağmen kamuoyunda beklenilen tepkininaltında bir tepki ortaya konulduğu da bir ger-çek. Zira kitlesel olarak istenilen hedefe ulaşılsada siyasal olarak hedeflenin çok gerisinde birtutum söz konusuydu.

Greve gölge düştüYunanistan Komünist Partisi (KKE) ve onunetkin olduğu Tüm İşçilerin Mücadele Cephesi(PAME) Sendikası ile başını anarşist gruplarınçektiği sol güçler arasında ciddi çatışmalaroldu. Bu çatışmanın ve polisin kullandığı yo-ğun gazın etkisiyle Dimitris Kotsaridis isimli53 yaşındaki PAME üyesi inşaat işçisi yaşamı-nı yitirdi. Yunanistan’da eylemcilerin maskeli olup ol-madığını kendine dert etmiş bir ‘komünistpartisi’ var. Bu “komünist” partisine göre yüz-leri maskeli olanların meşruiyeti yok. Maskeli-lerle çatışmalarının sebebini böyle açıklıyorYunanistan Komünist Partisi (KKE). Araların-da maskelilerin de olduğu ve meclisi işgal et-mek isteyen eylemcilerin önüne barikat ören

Yunanistan’da AB ve IMF politikaları

Fethullah Gülen’den ırkçı

Sadece Fethullah Gülen değil,Gülen Cemaati’nin başını çek-tiği tüm gerici düzen kliklerininkorktuğu şey, hala devrimci ve bilimsel dünya görüşününyeniden hakim olacağı düşüncesidir

16-17_Layout 2 10/30/11 11:46 AM Page 1

Page 17: 1-10 Kasım 2011

1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü 17apısal değişikliktengeçmekte olanTürkiye devletininresmi ideolojisiolan Kemalizm’in,bildik, klasik rolü

tarihsel müddetini doldurmaktadır.Mustafa Kemal, 21. yüzyılda sadecedevletin kurucu ünvanıyla anılacağabenziyor. 1970’lerin başında İbra-him Kaypakkaya gayet haklı olarak,Kemalizm’in rolü hakkında şu tes-piti yapmıştı: "Kemalist diktatörlük,Türk şovenizmini körüklemeye gi-rişti. Tarihi yeni baştan kalemealarak, bütün milletlerin Türklerdentürediği şeklinde ırkçı ve faşist teo-riyi piyasaya sürdü. Diğer azınlıkmilliyetlerin tarihini, kitaplardantamamen sildi. Bütün dillerin Türk-çeden doğduğu şeklindeki GüneşDil Teorisi safsatasını yaydı. ‘BirTürk Dünyaya Bedeldir’, ‘Ne MutluTürküm Diyene’ cinsinden şovenistsloganları ülkenin her köşesine,okullara, dairelere, her yere soktu.”(İbrahim Kaypakkaya, Seçme Ya-zılar, Ocak Yayınları, İstanbul, 1979,s. 134-135)Türk hakim sınıfları, 80 küsur se-nedir Kaypakkaya’nın işaret ettiğibu paradigma üzerinden hareketediyordu. Şimdi artık Türk şove-nizminin kendisine yeni bir resmiideoloji oluşturması kaçınılmazhale geliyor. Zira Ortadoğu’da, Bal-kanlar’da ve Kafkasya’da, emper-yalist mali sermayenin “istikrar fe-neri” rolünü üstlenmek isteyenTürk hâkim sınıflarının, kendi ev-lerinin içindeki en önemli sorunolan Kürt milli meselesini artık,Mustafa Kemal’in söylemleri üze-rinden halletmesi mümkün gözük-müyor. Peki, Kemalizm’in geridebırakacağı boşluğu ne dolduracak-tır?Din, gittikçe toplumun tüm göze-neklerinde tahakkümünü tesis et-mektedir. Konsensüs adlı araştırmaşirketinin yaptığı "Türkiye GündemiMayıs 2011" başlıklı ankete göre,Türkiye'de her 100 kişiden 6'sı dinicemaat üyesidir. Türkiye'de 375yerleşim merkezinde yapılan araş-tırmaya göre, en çok mensubu olanyüzde 61,8’le Fethullah Gülen Ce-maati’dir. (Radikal, 22 Haziran 2011)Tüm bunların yazımızın başlığıylane alakası var?Bir nevi “gölge başbakan” konu-mundaki Fethullah Gülen, geçen-lerde Kürt meselesi hakkında sonderece stratejik bir fetva verdi. Kürtmeselesine ilişkin 24 Ekim’de Her-kul.org’da yayımlanan mülakattaGülen şöyle diyor: “Bizim en büyükproblemimiz, bizi birbirimize bağ-layacak tutkal mahiyetindeki çokönemli bir dinamik olan dini de-ğerlendiremeyişimiz olmuştur.”Geçmişe ilişkin yapılan bu özeleştirigelecekte, tutkalın Kemalizm değilama İslam olacağının habercisidir.Gülen sadece yeni bir tutkalın ha-berini vermekle kalmıyor, aynı za-

manda Kürtlere hangi ödünün ve-rileceğini de “müjdelemektedir”:Hazreti Bediüzzaman (kast edilenSaid Nursi’dir. B.N.) ta Meşrutiyetyıllarında Medresetü’z-Zehra adıylaVan’da bir üniversite kurulmasınıteklif ederken orada Arapça’nınfarz, Türkçe’nin vacip ve Kürtçe’nincaiz gibi kabul edilerek hepsininberaberce okutulması gerektiğinisöylemiştir. Neden okullarda Kürt-çe’nin de öğretilmesine fırsat ve-rilmedi? Yurtdışındaki okullarımızda,hatta Amerika’da bile Türkçe seç-meli ders olarak okutuluyor ve kim-se buna mani olmuyor. Büyük dev-let olmanın hususiyeti budur.(agy.abç)Bu köşenin takipçileri hatırlaya-caktır. “Manidar Ortaklık” başlıklıüç bölümde yayınlanan yazımda,BDP’lilerin AKP’lilerle, Said Nursiüzerinde nasıl anlaşabilecekleriniteferruatlıca anlatmıştım. Şimdigörüldüğü gibi, Said Nursi’nin müridiGülen, Nursi’yi referans göstererekyazılacak olan yeni Anayasa’ya,“anadil de eğitim” üzerinden ayarvermektedir. Gülen, sindirte sindirte bir şeyidaha yapmaktadır. “Büyük devletolma hususiyetinin” sihrini MustafaKemal’de değil Said Nursi’de arat-maktadır. Gülen, Türk hâkim sı-nıflarının, ister Kemalist olsun isterİslamcı, Türk şovenizmi üzerindebirleşebileceklerini göstermek için,Kürt kökenli Said Nursi’nin bilevaktiyle Türklük önünde nasıl biatettiğini hatırlatırcasına, bildik omeşhur alıntıyı yapmaktadır: “Türkmilleti asırlardan beri İslâmiyet’inbayraktarlığını yapmıştır. Çok velileryetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir.Böyle bir milletin torunlarına kılıççekilmez. Biz Müslümanız, onlarlakardeşiz, kardeşi kardeşle çarpış-tıramayız. Bu şer’an caiz değildir.Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir.Dâhilde kılıç kullanılmaz.” (agy.)PKK’nın Gülen cemaati ile arasın-daki çelişkilere rağmen, 6 Aralık2010’da Abdullah Öcalan’ın avu-katlarının, Fetullah Gülen’in sözcüsükonumundaki Zaman gazetesi ya-zarı Hüseyin Gülerce ile görüştük-leri; 1 Nisan 2011’de başlayan sivilitaatsizlik eylemlerinin, Cuma Na-maz’ları ile sembolleştirildiği; 28Mayıs 2011’de, Murat Karayılan’ın,Nakşibendi tarikatının en büyükşeyhi Şex Şebendi ile Süleymani-ye’de bir araya geldiği göz önündebulundurulacak olunursa; tarafların,Said Nursi’nin temsil ettiği değerlerüzerinden müzakere etmesinin ze-mini mevcut gözükmektedir. Gülen’e göre, İslam tutkalı da tut-mazsa, “bir Kürt-Türk çatışmasıçıkarılması ve hatta sonunda me-selenin Birleşmiş Milletler’in ha-kemliğine kadar vardırılması muh-temeldir”. (agy)Eh, “dimyata pirince giderken, ev-deki bulgurdan olmak” diye bunadenir.

Y

TÜRK ŞOVENİZMİNİN YENİ TUTKALI: İSLAM

ELEŞTİRİ SİLAHI ≫ emrah cilasun

de okullardaki sağlık derslerini onlar verseler;hem mesleklerini icra etme yoluyla hem deokuttukları çocuklar vesilesiyle ailelerin içinegirseler ve kendilerini ifade etselerdi. Keşkehalkı öyle kucaklayabilecek adliyeden insan-lar ve mülkiye memurları gönderebilseydik.Keşke evleri teker teker gezip toplumun dert-

lerini dinleyen ve güvenin teminatı olan emni-yet memurları gönderebilseydik. Böylece baş-kalarının halkı idlal etmesine fırsat vermeye-cek şekilde bütün sızma kanallarını kapat-saydık. Otuz sene değil, on sene evvel bile ül-keyi idare edenlerin aklı bu işe erseydi vebunlar bugüne kadar gerektiği ölçüde yapıla-bilseydi, bugün o problemler kökünden kuru-tulamasa da en aza indirilmiş olacaktı. Bugü-ne kadar pek çok fırsat kaçırılmıştır ama bu,her şey bitmiş demek değildir. Belki bir kısımmütemerridleri kuvvetle sindirme ve baskıaltına alma da düşünülebilir; fakat esas o top-lumun ruhuna girme yolları açılmalı…”

Gericiliğe karşı halkın haklı kavgasıKürt halkı başta olmak üzere ülkemizin çe-şitli milliyet ve mezheplerinin on yıllardır uğ-radığı milli zulüm ve işkencenin yukarıdaresmedilen ve bugün daha da sistematikleş-tirilmeye çalışılan yöntemler karşısında uya-nık olması gerekmektedir. AKP’yle yenidenorganize edilen hakim klik ve sınıfların ezi-lenler üzerinde uyguladığı zulüm saltanatıhiç değişmiyor. Bugün egemenlerin, ezilenle-rin tutkalı olarak gördükleri payda; başka birdünya ve düzen mümkün diyenlerin afyondiyerek, devrimci bilimsel dünya görüşününpotasında tarihsel akış içerisinde mahkumedilmesidir. Gülen Cemaati’nin başını çektiğitüm gerici düzen kliklerinin korktuğu halabu devrimci ve bilimsel dünya görüşününyeniden hakim olacağı düşüncesidir. Ege-menlerin bu korkusunu sonsuz kılmak içinkendi gücümüze güvenerek, başka bir dün-yanın mümkün olduğunu bilerek mücadeleyiyükseltelim. Gericiliğe ve zulme karşı halkınhaklı kavgasını yükseltelim.

güncel

KKE Yunan işçi ve emekçilerine karşı yıkım ya-salarını çıkaran burjuva temsilcilerine birazcıkdaolsa nefes aldırıyor. Birazcıkda diyoruz, zira PA-SOK iktidarına nefes aldıran sadece KKE’nin tav-rı değildir.

Sendikal bürokrasi, reformist partilerin etkinliğive bu güçler karşısında devrimci partilerin varlıkgösterememesi, Yunan egemenlerin yüreğine suserpiyor. Bu haliyle de KKE’nin tavrı egemen sı-nıflar cephesinin elini bir hayli güçlendiriyor.

dikiş tutmuyor

hezeyanlar

16-17_Layout 2 10/30/11 11:46 AM Page 2

Page 18: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011dünya18

‘Arap sosyalizmi’ adıyla kendi ül-kesinde tam bir diktatörlük ku-ran Kaddafi, ailesini ve bazı aşiretgüçlerini sürekli zenginleştirir-ken halkı da yoksullaştırıyordu

Uzun süredir NATO öncülüğündeki UlusalGeçiş Konseyi güçlerine karşı direnen Kad-dafi, 20 Ekim günü sağ yakalanıp, muhalif-ler tarafından linç edilerek öldürüldü. Kad-dafi'nin öldüğünün duyulmasıyla burjuvazi-nin yaşadığı müthiş sevinç, linç görüntüle-rinin kamuoyuna yansımasıyla yerini ses-sizliğe bıraktı. Aylardır Kaddafi karşıtı politi-kalarını demokrasi-özgürlük argümanlarıüzerine kuran muhaliflerin Kaddafi ve oğul-larını linç ederek hunharca öldürmeleriakıllara "nasıl bir demokrasi?" sorularınıgetiriyor. Aylardır NATO güçlerinin havadan,muhaliflerin karadan yaptığı saldırılara kar-şı direnen ve teslim olmayan Kaddafi, bütünyanlışlarına rağmen emperyalist güçleremeydan okudu. Kaddafi’nin ölümüyle bera-ber Libya'daki soru işaretleri de artmış va-ziyette. Kuzey Afrika'da başlayıp Ortado-ğu'ya sıçrayan isyan dalgası bir yıla yakın

bir zamanı geride bırakırken birçok tartış-maya da vesile oldu-oluyor. Özellikle Lib-ya'da yaşananlar ülkemiz ve dünya dev-rimci-demokratik güçleri tarafından farklıpencerelerden okundu-okunuyor. Taraf ön-cülüğündeki liberal tayfanın diktatörlükkarşıtı söylemleri ve demokrasi naraları,emperyalizmi açıktan destekler tavırları,Kaddafi’nin ölüm şekliyle beraber yeriniutangaç bir eleştiriye bırakmış durumda.Libya’da yaşananları daha iyi analiz edebil-mek için çok kısa olarak Kaddafi iktidarıdönemini analiz etmek gerekiyor. Zira dünüiyi okumadan bugüne ışık tutmak da ol-dukça güçtür.

Libya’da varılan noktaOldukça geniş ve çok sayıda aşiretin etkinolduğu Libya’da Kaddafi, iktidarı 1969 yılın-da Kral 1. İdris’e karşı yaptığı bir askeri dar-beyle ele geçirdi. O dönemin birçok özelliğiniLibya’da da yaşama geçiren Kaddafi Arapbirliği, milliyetçiliği, emperyalist sömürgeci-liğe karşı tavır, petrolün ve başka birçok yeraltı ve yerüstü zenginliğin devletleştirilmesigibi adımlarla, ABD elebaşılığındaki emper-yalizmin hedeflerinden biri olmuştu. Bu sü-reç 1986 yılında ABD’nin Libya’yı bombala-

Bir zamanlar diye başlayan cümlelerinhepsinin varış yeri bir hayalin canlandığıan ve mekana kilitlenir. Özellikle beklen-tiler mevcut gerçeğin çok ötesindeyseheyacanınız bir kat daha artar. Olanın ni-teliği ve varacağı nokta görüldüğü haldeabartmak hoşa gider ve yaptığınız iştenmemnunluk duyarsınız. Hatta gerçek bu-dur, sonu bu olacak diye mevcut durumuolduğu gibi arka planıyla ortaya koymayaçalışanlara da çıkışır, secde tayin edersi-niz.

Kuşkusuz bazen de bu beklentilerinizsize ‘hadi ya’ demekten kurtarır ama neyazık ki dünyada hiçbir gelişme öyle ihti-maller üzerinden ve salt istem ve niyet-lerle ilerlemez. Ayrıca buna dünya üzerin-deki hiçbir güç olanak tanımaz. Yani ya-şam boşluk tanımadan, her anı dolu birşekilde adım adım ilerliyor. Herkes bildiğiölçüde bulunduğu yere ve ait olduğu sını-fın çıkarları gereği tekdüze kendiliğindenbir hatta müsaade etmemeye, müdahaleetmeye çalışıyor, çalışacak. Bundan dola-yı da önderlik çizgisi diye kısaca özetle-yeceğimiz tarif bu süreçlerin lehte vealeyhte işlemesinin ana eksenini oluştu-ruyor. Bununla birlikte bu, önderliğin ta-

yin ediciliği de sınıfsal konumuyla alakalıolarak sonucu belirliyor.

Arap Baharı diye adlandırılan ve ardı ardı-na gelen isyanlar, önlerindeki diktatörleridevirdi, ancak nereye gideceği sorusunayanıt aranıyordu. O zaman verdiğimiz ce-vap bugün kendini pratikte de bir kezdaha ortaya koydu. Tunus’ta yapılan se-çimler ve sonrasında gelişecek gidişatınhattını belirledi. Ayrıca orada kurulacakiktidarın nimetlerin de gideceği yer tayinedilmişti. Sonuç ise bunun kiminle yürü-tüleceğiydi. Ve nihayet buna da bir cevapbulundu. Herkes kendi eteğindekileri alı-cıya çıkararak çıktığı arenada boy göster-di. Fazladan bir de demokratik yörüngelerbelirlendi. Kadın ve gençlik kotaları oluş-tu mesela. Şeffaf sandıklar ve uluslarara-sı gözlemciler eşliğinde yapıldı seçimler.Temsiliyeti daha geniş kesimi kapsaya-cak şekilde teknik düzenlemeler yapıldıvb. Önemli bir gelişme ama nasıl ve neyitemsil ettiğini de ayrıca incelemek gerek.

Ve seçimler yapıldı23 Ekim Pazar günü yapılan seçimlerde 4milyon kayıtlı seçmenin oy kulandığı Tu-nus’ta Al Nahda Partisi seçimin galibi

KADDAFİ öl(dürül)dü

Kim, nereye

Tunus’ta 9 ay önce başlayan kitle gösterileri sonucunda Zeynel binAli devrildi. 217 kişilik kurucu meclisi belirlemek için seçime gidildi.Yapılan seçimle meclise dört parti girerken İslamcı kimliğiyle tanı-nan Al Nahda Partisi birinci sırayı aldı

18-19_Layout 2 10/30/11 1:28 PM Page 1

Page 19: 1-10 Kasım 2011

1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

unus’ta “YaseminDevrimi” adı altındahalk hareketiylebaşlayan süreç ara-dan geçen on ayınnihayetinde, Lib-

ya’da vahşet ve iğrenç bir manzarayadönüştü. ABD elebaşılığındaki em-peryalizmin açık işgaline karşı dire-nen Kaddafi son kalesi Sirtede dü-şünce, alçakça katledildi. Yaklaşık 8milyon nüfusa,1.5 trilyon metreküp-lük zengin gaz ve 50 milyar varilkaliteli beyaz petrol rezervlerine sa-hip Libya’nın lideri, zenginlikleriniemperyalizme peşkeş çekmediği içinyok edildi. Böylece 1931’de İtalyanişgaline karşı direnirken yakalanıpidam edilen Ömer Muhtar’dan sonra2011’de, ABD elebaşılığındaki em-peryalizmin açık işgaline karşı sö-zünde durup sonuna kadar direnenKaddafide katledildi. Libya Arap hal-kının tarihinde 2.Ömer Muhtar pa-yesini kazandı. 1969 senesinde Kral 1.İdris’e karşıaskeri darbe yaparak iktidara el ko-yan Kaddafi, yüzlerce aşiretin birliğinisağlayarak iktidarının ilk 20 sene-sinde Arap birliği ve milliyetçiliği içinçalıştı. Bağlantısız devletlerle birlikteırkçılığa sömürgeciliğe ve sömürüyekarşı tavır aldı. Dünyadaki tüm anti-emperyalist hareketleri destekledi.İngiliz askeri üslerini ülkeden çıkarıppetrol şirketlerini millileştirdi.1986senesi Kaddafi’nin otoriter-totaliteryönetimi için kırılma anı oldu. Butarihte ABD’nin Libya’yı bombala-ması ve 1988’de İskoçya üzerindedüşürülen uçağa Libya vatandaşınınbomba koyduğunun anlaşılmasıüzerine iktidarı kaybetmekten kor-kup politik çizgisini değiştirdi. ABDile uzlaşma yoluna gitti. Kaddafi’ninişbirliği çabalarına rağmen ABD veuşakları hiçbir zaman ona güvenduymadı ve stratejik plan doğrul-tusunda rejimin altını oymaya de-vam ettiler.Libya işgalini analiz edebilmek için“olay”ın iki boyutunu gözden kaçır-mamak gerekiyor. Birinci boyut 1989’dan sonra ABD hegemonyasının ge-rilemesinin hızlanması. Berlin duvarıçöktükten sonra ABD elebaşılığındakiemperyalist-kapitalist sistem iç bü-tünlüğünü kaybetmeye, çok kutup-luluk tartışması güçlenmeye başladı.Asya krizi, köpüğün patlaması sis-temin ekonomik model ayağını çö-kertti. Sistemin restorasyonununolanaksızlığı karşısında Bush dö-neminde “imparatorluk projesi”gündeme getirildi. Bu proje rakip birhegemonyacı gücün yükselmesiniengelleyebilmek için ABD’nin yıkıcıgücüne (kinetik güç) dayanarak, hemBatı Bloğu’nu birleştirmeyi hem deKuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesiniyeniden düzenlemeyi amaçlıyordu.Irak işgali bu amaç için seçilse debaşarılı olunamadı. İkinci boyutuysaArap dünyasının Ortadoğu, Afrikacoğrafyalarının kesiştiği ortak nok-tada olmasıdır. ABD’nin tepe üstügitmekte olan askeri, siyasi ve eko-nomik üstünlüğü buradan hareketlekorunabilirdi. Libya yerine başkaca

bir Kuzey Afrika ülkesi de olabilirdi.Ancak Libya’nın siyasi, toplumsalyapısı, Fransa, İtalya gibi iki ülkeninyaşamsal çıkarları alanına girmesigibi özellikleri onu yapılan operas-yonun ilk hedefi haline getirdi.Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) esasolarak ABD’nin kinetik gücünün ye-tersizliği, Suudi Arabistan, Mısır yö-netimlerinin muhalefetini aşama-ması ve Kuzey Afrika’da Fransa-Al-manya’yı, bölgedeki egemen sınıflarıyok saydığından başarısızlığa uğradı.Bu zaaflar Libya operasyonundaArap Birliği ülkelerinin onayının alın-ması, Fransa-İtalya’nın operasyonadahil edilmesi ötesinde El-Kaidefraksiyonlarını da (Selefi gruplar)NATO yanında savaşa çekerek aşıldı.El.-Kaide’ye 1997’de katılan Libyaİslamcı Savaş Grubu komutanları(Escobar, Belhac ve adamları) Trab-lus’a getirilmeden 2 ay önce ABDözel kuvvetleri tarafından eğitildi.ABD’nin Libya harekatı, Kuzey Afrikaüzerinde hak iddia eden ve Tunus’tamevzi kaybeden Fransa’nın önder-liğiyle NATO şemsiyesi altında ya-pıldı. ABD sürece elektronik istih-barat olanakları, Tomohawk füzelerive B-52 uçaklarıyla katıldı. Dahabirkaç sene önce Kaddafi’den ma-dalya alan, methiyeler düzen Baş-bakan Erdoğanda bombardımanlarınilk günlerinde NATO’nun Libya’dane işi var derken hemen dönüş ya-parak Kaddafi döneminde var olanticari ilişkiler düzeyini yakalamak,üstüne çıkmak daha doğrusu parsakapmak derdiyle işgale fiili olarakkatıldı.(Ahde vefa ilkesine ne olduacaba? )NATO’nun Libya operasyonu em-peryalizmin zengin enerji kaynak-larına, doğal zenginliklere ulaşmayıhedeflemesinin ötesinde Çin’in Af-rika’daki yayılmasının aşamalarındagetireceği askeri yapılanmaları kar-şılayacak bir konumda olmak içinAfriCom’un merkezini Libya’ya ge-tirerek ABD’nin Afrika’ya girişininyeni bir ivme kazanmasını da sağ-layacaktır. Buna ilaveten İran, Suriyeve Hizbullah’a karşı El Kaide’yi deiçine alacak NATO-Sünni İslam ittifakıkurulduğunu söylemek yanlış ol-mayacaktır.Kaddafi’nin katledilmesiyle Erdo-ğan’ın da söylediği gibi Libya’ya de-mokrasi, özgürlük, insan haklarıgelmeyecek aksine büyük kaoslakarşılaşılacaktır. Aşiretlere dayananmozaik yapısı olan Libya’da birliğisağlayacak Kaddafi gibi bir liderinolmaması, başkaldıranların farklı si-yasal ve ideolojik gruplardan oluş-masının getireceği rekabet, LibyaArap halkının birbirini boğazlamatehlikesini bağrında taşıyor. Yenisüreçte birliğin ve istikrarın sürdü-rülmesinin zorlaşması karşısındaLibya’nın bölünmesi veya iç savaşasürüklenmesi beklenebilir olasılıktır.Kaddafi’nin otoriter-totaliter yöne-timine son verenler için esas zor işgaliba şimdi başlıyor.

TKADDAFİ 2. ÖMER MUHTAR OLDU

EKSEN ≫ ahmet hacalişi k.

oldu. Ülkemizde AKP’yle aynı çizgide olduğubilinen partinin Tunus’un Bin Ali dönemininyasaklı lideri Raşid Gannuşi yaptığı ilk ko-nuşmada uygulanacak siyaseti de belirtmişoldu. İslam’ın bir yaşam tarzı olduğunu söyle-yen Raşid Gannuşi “Bugün İslam insanlarıyönetmek için yeniden dönüyor” diyerek “İs-lam bugün bu toplumu ıslah etmedeki rolünüoynamak için güçlü bir şekilde dönüyor. Tümbunlar, inşallah İslam'la bağlantılıdır. İslam,bu toplumdaki tüm hayrın kaynağıdır. İslam'ıetkisiz kılmak isteyenler şöyle diyor ‘İslam'ıbir kenara koyun, siyasete karıştırmayın. İs-lam kutsal bir şeydir ve ipekten bir kumaşiçine koyup muhafaza etmemiz gerek.’ İs-lam'a saygı göstermek bu mudur? İslam, in-sanları yönetmek için gelmiş bir hayat tarzı-dır. İnsanları eğitip terbiye etmek için gelmiş-tir.” şeklinde konuştu.

Gannuşi’nin kendisine rehber edindiği ve se-çim çalışmalarında büyük yardımlar aldığıAKP’nin siyasi karakterini düşündüğümüzdeTunus’un geleceği de görülecektir. Evet, dahaönce de ifade ettiğimiz gibi; kitlelerin sokağataşan öfkesi nereye kanilize edilecek, sonuçne olacak meselesi bugün daha rahat okuna-bilir. Bir diktatör alaşağı edildi ve özgürlük ta-lepleri sokaklarda yankılandı. Ancak gelinen

noktada bu taleplerin yerini yeni iktidar güç-lerinin kuracağı uşaklık ilişkisi alacaktır. Ha-reketin ilk çıkışından bugüne değin yaşanı-lan tüm gelişmeler yan yana konulduğundasonucun hüsran olduğu, olacağı bilinmelidir.Bırakalım daha ileri talepleri, bağımsızlık ko-nusunda bile ileriye dönük talepler bir çırpıdasilinerek un ufak ediliyor.

Daha dün bu hareketler karşısında secdeedenlerin örgütsüz bir halk gerçekliğini gör-meden ya da bu süreç içerisinde devrimi yö-netecek yönlendirecek bir devrimci gücünvarlığını umursamayan tavrı da bu son se-çimlerle silindi. Tunus’ta sokaklarda yankıla-nan halkın özgürlük, demokrasi, eşitlik gibiiçten ve ilerici olan talepleri gibi, gerçekliğigörmeden hareket edenlerin de bütün bek-lentileri yerini, yeni uşak iktidarlara bıraktı.

Şimdi yeni bir yol haritası var Tunus’unönünde. Bu yol haritasının akıl erbablarınınsokaklara taşan öfkenin taleplerini değil,kendi temsilinde bulundukları sınıfların çı-karlarını esas alacağı şüphesiz. Ancak birgerçek daha var. Kitleler bir kez özgürlüğüntadını ve kokusunu aldılar. Sokağa çıktıkla-rında bu düzeni silip atacakları tecrübeyleyürüyecekleri bir gücün kendi dinamiklerin-den çıkaracaklardır.

19masına yol açmış ve sonraki süreç-te ise Kaddafi yönetimi emperyalistsaldırılardan çekinerek, emperya-list güçlerle uzlaşma yoluna git-mişti. Fakat her ne kadar uzlaşısağlanıp emperyalist güçler Lib-ya’nın zenginliklerinden yararlanı-yor olsalar da Batının “modernist-ilerici” dünyasıyla bu tuhaf adamındünyası bir türlü uyuşmuyordu veemperyalist güçler Kaddafi’ye gü-venmiyordu. Şartlar değiştiği tak-dirde Kaddafi’nin ne yapacağı damuamma olarak duruyordu. AyrıcaABD ve Fransa elebaşılığındakiemperyalist güçlerin karşısındaÇin ve Rusya gibi, Ortadoğu ve Afri-ka’da etki alanını sürekli genişlet-meye çalışan ve Libya devletiyle iyiilişkilere sahip iki emperyalist güçde vardı. Arap sosyalizmi adıylakendi ülkesinde tam bir diktatörlükkuran Kaddafi, ailesini ve bazı aşi-ret güçlerini sürekli zenginleştirir-ken halkın ise gittikçe yoksullaş-masına neden oluyordu. Yüzeyselolarak özetle aktarmaya çalıştığı-mız tüm bu gerçeklikler emperya-lizmin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dabaş gösteren halk hareketlenmele-rini kendi lehlerine kullanmaya ça-lışarak bölgede ılımlı İslam modelliuşak iktidarlar kurma projesiylebütünleşince, Libya’da da bazı de-ğişimlerin olması kaçınılmaz bir halaldı. Mısır’da Mübarek, Tunus’ta BinAli’nin başına gelenler bölge lider-lerine bir mesajdı aynı zamanda. Ya“demokrasi” ve “özgürlük” temellibir değişime imza atacaklardı ya daMısır ve Tunus’ta olanların bir ben-zeri kendi başlarına gelecekti. Ko-nunun bu bölümünde ayrı bir pa-rantez açmak gerekiyor. Zira genişbir çevre Mısır, Cezayir, Tunus’ta

yaşananlarla Libya’da yaşananlarıaynı kefeye koyarak benzer değer-lendirmeler ve sonuçlar çıkarmak-tadır. İlk sırada yer alan ülkelerdeyaşananlar halkın on yıllardır de-vam eden baskı ve sömürüye, açlı-ğa, yoksulluğa, işsizliğe karşı ken-diliğinden gelişen halk hareketleri-dir. Buradaki hareketin temel zaafıise devrimci-komünist güçlerinyokluğuysa da esamelerinin okun-mamasıdır. Ki gelinen süreçte Tu-nus ve Mısır’da yaşananlar emper-yalizmin çıkarlarına hizmet edecektemelde yeniden dizayn sürecidir.Libya’da yaşananlar ise halkın aynıbaskı ve sömürü altında yaşamalarıbenzerliğiyle beraber esasta, ken-dilerini muhalifler olarak adlandırangüçlerin NATO öncülüğünde em-peryalizm tarafından silahlandırılıpKaddafi’nin karşısına çıkartılması-dır. Libya’da Fransa ve ABD elebaşı-lığındaki emperyalist güçlerin is-temlerini kabul etmeyen ve karşı-sında duran Kaddafi, yakalanıp linçedilerek öldürüldüğü ana kadarNATO güçlerine teslim olmayarakdirendi.Kaddafi’nin ölümü sonrası peşi sıraaçıklamalarda bulunan ABD, Fran-sa, İngiltere, TC ve daha birçok dev-letin nasıl bir mutluluk içinde ol-dukları ve önlerine ilk iş olarak“Libya’nın yeniden inşası”nı koy-maları önümüzdeki dönemde “öz-gürlük savaşçıları” eliyle kurtarılanLibya’da nelerin yaşanacağına daışık tutmaktadır.

Görünen tablo Libya’nın tüm zen-ginliklerinin emperyalizm tarafın-dan sınırsız sömürüsüne vesileolacağıdır. Ortadoğu ve Afrika’dabaş gösteren halk hareketlenme-lerini küçümsememeliyiz.

secde ediyor?

18-19_Layout 2 10/30/11 1:28 PM Page 2

Page 20: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011çeviri Nepal devriminin sorunları20

fTemsil ettiğiniz siyasi hattın savunucuları,Halk Kurtuluş Ordusu (HKO)’nun silahlarınınbulunduğu kasaların anahtarlarının Özel Ko-mite’ye teslim edilmesine topyekûn karşı çıktı.Bu tutumun arkasındaki neden nedir?İki ordunun entegrasyonunun tam olarak han-gi biçimde gerçekleşeceği sorusuna nihai bircevap verilmeden, bu süreçte yer alacak HKOsavaşçılarının oranı ve rütbeleri belirlenme-den ve HKO savaşçılarının bölüklerini yenidendüzenlemelerine fırsat tanınmadan o silahlarıbarındıran kasaların anahtarları Özel Komi-te’ye verilmemeliydi. Bu süreçler sonlandırıl-madan silahların teslim edilmesi demek,HKO’nun silahsız bırakılması demektir. Enteg-rasyon süreci HKO’nun silahsız bırakılmasıylasürdürülemez. Askeri prensiplere göre silahla-rı barındıran kasaların kontrolü son dereceönemlidir ve bunların muhafazasının kendinehas bir prosedürü söz konusudur.

Nepal Ordusu (NO) kendi cephaneliklerininanahtarlarını Savunma Bakanı’na hatta Baş-bakan’a dahi teslim etmiyor. Öyle ki bu ba-kanların böyle bir yetkiyi isteme gibi bir hakkıdahi yok. Unutulmamalıdır ki Halk KurtuluşOrdusu da bir ordudur ve adil entegrasyon ko-nusu nihai bir sonuca erdirilmeden bu ordu-nun silahlarının teslimiyetinin tartışılmasıdahi söz konusu olamaz.

Anahtarlar özel komiteye değil, entegrasyontamamlandıktan sonra kurulan yeni ordununkomutanına- ister HKO’dan ister NO’dan ol-sun-verilmelidir. Bu askeriyenin kuralıdır vebuna uyulması zorunludur. HKO silahlarınınbulunduğu depoların anahtarların teslim edil-mesi adil entegrasyondan sapılması anlamınagelmektedir. Bu yol, tasfiyeye giden yoldur.

Sizce entegrasyonun biçimi nasıl olmalıdır?

İki ordunun entegrasyonu konusunda iki biçimöne sürmüştük. Önce, tamamen HKO savaşçı-larından oluşan, Nepal Ordusu’na bağlı ayrı birbirimin oluşturulması fikrini savunduk. Bu bi-rimin ön safta görev alan muharip bir birlik ol-ması gerektiğini ve sınırları koruma göreviniüstlenebileceğini söyledik. Ama diğer partilerbiz Maoistlerin bu askeri gücü kendi amaçları-mız için kullanacağımızı iddia ederek ortalığıvelveleye verdiler. Bu yüzden bu fikirden vaz-geçerek karışık bir güvenlik biriminin kurul-ması fikrini ileri sürdük. Bu ordunun yarısıHKO savaşçılarından ve subaylarından, diğeryarısı ise NO askerleriyle subaylarından veeski polislerden oluşacaktı. İlk fikrimiz açıktandiğer partilerce reddedildiği için ikinci enteg-rasyon modeline dair tartışmaları sürdürmeyegayret gösteriyoruz.

fSüreçte yer alacak HKO savaşçılarının sa-yısı ne olmalıdır sizce?Bence nicelik meselesine sürecin tamamlan-masından önce karar vermek doğru değil. Sa-yıları belirlemeden önce bunu HKO saflarındatartışmaya açmak en doğrusu olacaktır. Çün-kü Halk Savaşı sürecinde ağır yaralanmış,emekliye ayrılmayı isteyen pek çok savaşçımevcut. Ayrıca çocuk sahibi olmuş, çocuğuylailgilenmeyi tercih edecek pek çok kadın yoldaş

da var. Kimi yoldaşlarımız ise yeni askeri gü-cün zindelik standartlarına uymayabilir ve buyüzden ayrılmayı isteyebilirler. Eğer sayıyı ön-ceden belirlersek diğer, yetkin durumdaki as-kerler ne yapacaklar? Görmezden gelindikle-rini hissederek huzursuzluk yaratabilirler.

fHalk Savaşı sırasında saflarınızda yer almışpek çok HKO savaşçısı, savaş sonrasında or-dudan elenmiş ve kampları terk etmek zo-runda bırakılmıştı. Silahlı mücadele esnasındasize destek olanlar şimdi sefalet içinde. Parti-niz onları neden görmezden geliyor?Ordudan atılan askerlerin rehabilitasyonunailişkin takınılan bilimsellik dışı bir tutumunsonucu bu durum ortaya çıkmıştır. Gelecektene yapacağına ilişkin hiçbir fikri olmayan yıl-larca savaşmaktan bir zanaat edinme fırsatıbulamamış bu insanlar, ellerine bir miktarpara tutuşturularak kamplardan kovulmuş-lardır. Bu hatalı pratiğin sonucunda ortaya çı-kan durumun daha epey bir süre devam ede-ceğini tahmin ediyorum. Atılmış HKO savaşçı-ları şimdiye dek iki kez parti genel merkeziniişgal ettiler. Parti bir şekilde bu insanları sa-kinleştirmeyi başardı ve onlara şimdilik bek-lemelerini, idare etmelerini söyledi. Ama bukalıcı bir çözüm olamaz. Kendilerine finansalyardımda bulunsak, bu sefer de toplumsal sü-reçte rol alamamanın öfkesiyle genel merkezibasacaklardır. Bu insanlar kamplardan atıl-dıklarında sorunları henüz aşılmamıştı. Buyüzden, eğer bu insanlara karşı bilimsel vesaygılı bir yaklaşım geliştirilemezse, korkarımiki ordunun entegrasyon sürecinin devamındadaha ciddi sorunlar ortaya çıkabilir.

fBir iddiaya göre anahtarların teslimine iliş-kin parti içi tartışma, bakanlıkların bölüştü-rülmesine ilişkin ortaya çıkan biranlaşmazlığın sonrasında baş göstermiş. Budoğru mu?Bu doğru değil. Bakanlıkların bölüşümü mese-lesi çözülmüştü. Başbakan Dr. Baburam Bhat-tarai benim Başbakan yardımcılığı ve DışişleriBakanlığı görevlerini üstlenmemi rica etmiştiçünkü başkan Prachanda maliye bakanı gör-evine talip olmuştu. Ama ekonomiden yete-rince anlayan başka bir aday olmadığı için bugörevi ben almıştım. Yani bu meseleye ilişkinciddi bir sorun söz konusu değildi. Sorun, or-dunun silahlarının birdenbire Özel Komite’yeteslim edilmesiyle baş gösterdi.

Reformizm savunu haline getiriliyorfGüneydoğu Asya Maoist Partileri ve Örgüt-leri arası Koordinasyon Komitesi’nin (GAM-PÖKK) ve Devrimci EnternasyonalistHareket’in (DEH) silahların teslimine karşıgerçekleştirilen protestolara destek olduklarısöyleniyor. Bu konuda ne diyorsunuz?Bu doğru değil. GAMPÖKK ile DEH bizim gös-terilerimize neden destek versinler ki? GAM-PÖKK partileri yönetme yetkisine sahip birkuruluş değil, adı üstünde, çeşitli örgütlerdenmeydana gelmiş bir koordinasyon komitesi.DEH’inse son zamanlarda pek faal bir kuruluş

olduğu söylenemez. Bu iddialar, çarpıtmayadayalı bir propaganda girişiminin ürünleridir.

fParti içindeki grubunuz Chungwang Top-lantısıyla benimsenen stratejinin ve taktikle-rin yeniden gözden geçirilmelerinin vedeğiştirilmelerinin gerektiğini sürekli olarakdillendiriyor. Yani temsil ettiğiniz grup, Chung-wang Toplantısı’nı takiben benimsenen stra-tejinin ve taktiklerin yanlış olduğunu mudüşünüyor? Bir parti, siyasi bir hat çizdiği zaman bununolumlu sonuçlarının olabileceği gibi olumsuzsonuçlarının da olabileceği göz önünde bulun-durulmalıdır. Bu sebepten ötürü, Chung-wang’da alınan kararların geçerliliklerini yitir-miş oldukları şu süreçte bu kararların yenidengözden geçirilmeleri zorunludur. ChungwangKararları pratiğe uyarlandıklarında esasamaçlarından sapmış ve beklentileri karşıla-mamışlardır. Buna bir örnek vereyim, toplantı-da barış sürecinin sürdürülmesinin ve yenianayasanın yazımının partinin halkın müca-delesini sürdürme yolunda benimseyeceği anataktik olduğu belirlenmiştir. Ama pratiğe kon-duğunda bu taktik, partinin stratejisi halinegelmiştir. Bu durumda sürmekte olan devri-mimizi yarı yolda kalma tehlikesi ile karşı kar-şıya bırakmıştır. Parti, halkın temsilcisi olduğu

fikrini unutmaya başlıyor. Bu yüzden, bu ka-rarların er ya da geç değiştirilmesi gerektiğinisavunduk. Bence partinin genel kongresi budurumu çözüme kavuşturacaktır.

fChungwang Toplantısıyla parti, mevcutulusal ve uluslararası konjonktürü göz önündebulundurarak, Yeni Demokrasi’yi asgari prog-ramından kaldırdı ve federal demokratik cum-huriyetin yeni demokratik evreye ulaşma yo-lunda izlenmesi gereken yol olduğuna kararverdi. Sizce bu doğru bir karar mıydı?

Chungwang’da, federal demokratik cumhuri-yetin, yeni demokrasiye ulaşmak için taktikaçıdan değerlendirilebilecek bir yapı olduğuaçıkça belirtilmişti. Ama pratikte, bu taktikstratejimiz haline geldi. Bunun böyle olmasıiçin hiçbir gerçekçi sebep bulunmamaktadır.Bu yüzden o toplantıda benimsenen siyasihattın, stratejinin ve taktiklerin yeniden de-ğerlendirilmesi gerektiğini söylüyoruz.

fYani sizce parti yeni demokrasi yolundansapıyor mu?Fiilen gerçekleşmekte olan tam olarak budur.Ama parti liderleri, federal demokratik cum-huriyetin yeni demokrasiye geçiş için kullanı-lacak bir araçtan başka bir şey olmadığı görü-şünde ısrar ediyorlar. Onlara göre mevcut kü-

Nepal’de yaşanan son gelişmelere ilişkin BNKP(Maoist) sekreteriChandra Prakash Gajurel ‘Gaurav’ ile, Gateway muhabirleri BidhanShrestha ve Chandra Khaki’nin yapmış olduğu röportajın bazı bö-lümlerinin çevirisini yaparak yayınlıyoruz

Parti Yeni Demokrasi

20-21_Layout 2 10/30/11 9:57 AM Page 1

Page 21: 1-10 Kasım 2011

1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

resel ve ulusal konjonktürde bu evreden ge-çilmesi zorunludur.

Biz federal demokratik cumhuriyetin taktikbir araç olması fikrine karşı değiliz. Yeni de-mokratik halk devrimini gerçekleştirme ve buyolda federal demokratik cumhuriyet yapısınıtaktik bir zemin olarak görme fikrine toplan-tılarda katılmıştık. Ama parti şu anda bunu birzemin olarak kullanmıyor, bu düzenin sınırlarıdâhilinde hapsolmuş vaziyette çünkü. Partiyavaş yavaş devrim fikrini terk etmeye başla-dı.

fMaoistler arasındaki çelişkilerin düzeyinedir? Siyasi anlaşmazlıkların yanı sıra, ara-nızda ideolojik anlaşmazlıklar da var mı?Gelinen aşamada, aramızdaki anlaşmazlıklarsiyasi kararlara ve taktiklere ilişkin. Ama si-yaset de, siyasi taktikler de ideolojiyle sıkı sı-kıya bağlıdır. An itibarıyla parti içi tartışmala-rın siyasi anlaşmazlıklarla ve benimsenentaktiklerle alakalı olduğunu söylüyoruzda.Şüphesiz ki, zamanla bu anlaşmazlıklar ideo-lojik bir düzeye varacaklardır.

fSürekli olarak isyan ve devrim çağırısındabulunduğunuz için parti içindeki grubunuzanayasanın yazım sürecini baltalamaya çalı-şan barış karşıtı bir klik gibi yansıtılıyor. Buna

dair söyleyeceğiniz bir şey var mı?Bizi yanlış tasvir ettiklerini düşünüyorum. Ya-kın tarihte, silahların teslimine karşı gösteri-ler gerçekleştirdik. Hemen buna karşı bir de-zenformasyon kampanyası başlatıldı. Barışınve yeni anayasanın önündeki bir engelmişgibi göstermeye çalışıyorlar bizi. Ama biz or-dunun entegrasyonuna karşı olduğumuzusöylemiyoruz, adil ve dürüst bir entegrasyonistediğimizi söylüyoruz. Ayrıca yeni bir ana-yasa istemediğimizi de kimse söyleyemez, fe-deral halk cumhuriyeti anayasasının yazıl-masının zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Ki,bu bizim “parti içindeki grubumuzun” değil,partinin çizgisidir.

fNeden halk ayaklanması meselesini sü-rekli olarak gündeme getiriyorsunuz?Halk ayaklanmasını dile getirenler bir tek bizdeğiliz. Geçtiğimiz sene gerçekleştirilen altıgünlük genel grev, partinin halk ayaklanma-sına dair geliştirmiş olduğu siyasi hat uyarın-ca ortaya çıkmış bir denemeydi. Ayaklanmayailişkin bu hat, partinin bütünü tarafından or-taya konmuş bir hattı. Kimse halk ayaklan-ması fikrini reddetmemişti ki. Halkın sorunla-rının çözülmemiş, beklentilerinin karşılan-mamış olduğu şu süreçte halk ayaklanmasın-dan başka bir çare mi var? Halk günlük yaşa-

mında somut dönüşümlerin gerçekleştiğineşahit olmak istiyor. Bu yüzden de yeni bir ha-reketlenmeye gerek var. Kurucu demokratikcumhuriyetin bir araç olarak tamamen işlev-siz olduğu aşikârdır. O halde federal halkcumhuriyetinin inşası için halk yığınlarınınmücadelesine güvenmeliyiz. Partimiz içindekikimi gruplar federal halk cumhuriyetini mev-cut araçlarla kuracaklarını iddia etseler dahi,bunu pratiğe geçirmiş değiller. Madhesi Cep-hesi ile başbakanının seçimi sürecinde imza-lanan dört maddeli antlaşmada “federal halkcumhuriyeti” ibaresi yerine sadece “demo-kratik cumhuriyet” ibaresi yer alıyor. Partiönderliği devrimimizi reformizmin güzergâhı-na çekiyor.

Sınıf mücadelesi yükseltilmeldir

fParti içindeki ünlü Dhobighat İttifakı saye-sinde Dr. Baburam Bhattarai ülkenin yenibaşbakanı seçildi. Ama bu ittifak son buldu veönderlikle yakınlaşan Bhattarai kanadı Dho-bighat ittifakına cephe aldı. Bunu nasıl değer-lendiriyorsunuz?Baburam Bhattarai tayfasının Dhobighat itti-fakını terk ederek yeni bir ittifak arayışınagirdikleri doğrudur. Parti içinde farklı bir ce-naha yakınlaştılar. Artık Başkan Prachan-da’ya ve onun hattına daha yakın görünüyor-lar.

fO halde Bhattarai başbakan koltuğunaoturduktan sonra, Dhobighat ittifakının karşıçıkmış olduğu katı merkezi önderli yöntemleriparti içerisinde bir kez daha etkinlik kazana-cak mı? Evet, kendi başına kararlar alan ve gitgidemerkezileşen bir önderliğin gelişmesi gibi birtehdit söz konusu. Son zamanlardaki kimi ge-lişmeler buna işaret ediyor. Başbakanlık seçi-mi esnasında Madhesi örgütleriyle diyalogkurma amacıyla yedi kişilik bir komite oluş-turulmuştu. Ama sonunda imzalanan dörtmaddeli antlaşma, komitedeki beş kişinin fi-kirleri görmezden gelinerek imzalanmıştı.Benzer şekilde, silah depolarının anahtarları-nın teslimi kararı da önderlikteki iki kişi tara-fından alınmıştı. Böyle bir karar almaya niyet-leri varsa bile, bir parti görevlileri toplantısıgerçekleştirip bunu izah etmeleri gerekirdi.Böyle bir toplantı taş çatlasa bir saatte örgüt-lenebilirdi ama önderliğimiz bununla uğraş-mamaya karar vermiş belli ki. Böylece silahdepolarının anahtarları, diğer parti görevlile-rinin haberi olmaksızın, öylece Özel Komite’yeteslim edilmiştir.

fPartide bulunmak istemeyenlerin partidenayrılmakta özgür oldukları yönündeki kimibeyanatlar duyulur oldu son zamanlarda. Bö-lünme tehlikesi söz konusu mu?Böyle bir tehdit var gibi görünüyor, ama bubölünmeyi gerçekleştirecek olanlar biz deği-liz. Böyle bir hamle ancak bu açıklamalardabulunanlardan gelebilir. Bütün bu uğursuzaçıklamaları şiddetle kınıyoruz.

fSizce parti içinde ortaya çıkmış olan çeliş-kilerin çözülmesi için nasıl bir güzergâh izlen-melidir?Uluslararası komünist hareketin tarihi, birpartinin içindeki anlaşmazlıkların çözümüaçısından bizlere zengin bir miras bırakmıştır.Ama mevcut durumda, söz konusu tartışma-lar sadece partimiz safları dâhilinde gerçek-

leşmiyor. Bu sebeple, bu tartışmaların partidışında da yürütülmesi sağlanmalıdır. Yaniparti-içi anlaşmazlıkların çözüme bağlanma-sı için parti içinde ve dışında sağlıklı bir ideo-lojik mücadele ve tartışma ortamı yaratılmalı-dır. Böylelikle partide birlik sağlanabilir veparti ileriye gidebilir. Anlaşmazlıkların çözü-mü için bu yolun benimsenmesi önerisi dil-lendirilmiş, ancak henüz uygulamaya konma-mıştır. Muhtemelen bir sonraki parti merkezkomite toplantısında bu sorun aşılacaktır.

fBarış ve yeni anayasanın yazımı süreçleri-nin başlangıcından bu yana partinin kadrolarıile halk arasındaki ekonomik ve kültürelfarklılığın derinleşmeye başladığını söyleyen-ler var. Bu durumun ortadan kaldırılması içinpek çok komite oluşturulduğu, ama bu komi-telerin pek başarılı olamadıkları biliniyor.Şimdi pek çok insan devrimci partinin yozlaş-tığı ve bir burjuva partisine dönüştüğü görü-şünü dillendiriyor. Buna karşı sizce neyapılabilir? Parti, bu durumu önemli sorunlardan biri ola-rak değerlendiriliyor. Bu farklılıkların ortadankaldırılması için partinin bir arınma sürecin-den geçmesi gerekmektedir. Burada “arınma”ile kastedilen, hata yapmış olanların hatalarınıkabul etmeleri, özeleştiride bulunarak kendi-lerini düzeltmeleri ve suçluların cezalandırıl-masıdır. Ama partinin harekete geçmesi, ya-rıda kalmış devrimi tamamlamak için müca-deleyi yükseltmesi bu sorunun en etkin çözü-müdür kuşkusuz. Yani halk ayaklanmasınahazırlanılmalı, çeşitli mücadele alanları bir kezdaha faal hale getirilmeli ve halk bilinçlendi-rilmelidir. Özetle, şu durumda halk ile kadrolararasındaki bu farklılığın iki çözümü vardır:parti içi arınma veya sınıf mücadelesinin yük-seltilmesi. Önderliğin bu soruna karşı somutbir mücadele hattı çizmediği şu şartlar altındaparti-içi bir arınma gerçekleşebilir mi? Daha-sı, böyle bir arınma sürecinin tepeden başla-ması gerektiği halde tepedekilerin kıllarınıbile kıpırdatmamaları gibi bir sorun söz konu-su. Bu soruna karşı bir araya gelen komitele-rin başarısızlığının arkasındaki başlıca se-bepler de bunlardı bence.

fSürekli olarak halk ayaklanmasının zo-runluluğunu vurguluyorsunuz, ama mevcutküresel ve ulusal konjonktürü göz önündebulundurduğunuzda, hareketinizin böyle birhamlesinin ciddi bir baskıyla karşılaşacağınıdüşünmüyor musunuz?Doğrusu, böyle düşünmüyorum. Çünkü silahlımücadele başlatmak ya da güvenlik güçlerinikarşımıza almak gibi bir niyetimiz olduğunusöylemiyoruz. Bir ulus olarak tarihi bir dönü-şüm sürecinden geçtiğimizi ve krallığın yıkıl-dığını göz önünde bulundurduğumuzda, gü-venlik güçleriyle silahlı çatışmalara girmemiziçin bir sebep olduğunu düşünmüyorum. Amaadil entegrasyon ve halk anayasası yazımısüreçleri şiddet yoluyla bastırılırsa, o zamanbu yeni bir halk hareketinin başlaması içinyeterli bir sebeptir.

1 Nepal nüfusunun yaklaşık %40’ını oluşturanbir halk. 2 Tam adı Birleşik Demokratik Madhesi Cep-hesi. Nepal’deki Madhesi örgütlerinin ittifakı.3 Parti içindeki farklı hatların bir araya gelerekönderliğin tepeden inmeci tutumuna karşıoluşturdukları ittifak.

21

BNKP(Maoist) Sekreteri Chandra Prakash Gajurel Gaurav, Parti Baş-kan Yardımcısı Mohan Baidya’nın (Kiran) sert siyasi hattına yakınlı-ğıyla bilinmektedir. Yeni bir halk anayasasının yazılabilmesinin vedevrimci sürecin kazanımlarının korunabilmesinin ancak yeni birhalk ayaklanmasıyla mümkün olabileceğini ve partinin stratejik hat-tının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini uzun süredir savunmak-tadır.

yolundan sapıyorçeviri

20-21_Layout 2 10/30/11 9:57 AM Page 2

Page 22: 1-10 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 1-10 KASIM 2011okur 22

Havanın ve yüreğimin kararsız olduğugünlerden bir gün... O günüm bir parça ay-dınlıkla başladı. İşe ilk başlayacağım gün.İşe doğru yol almaya başlarken kendi ken-dime şunu soruyorum iyi ama buna değermi? Düşüncelerimi bulandırmamak içinseçeneklerimin arasından en doğru kararolduğunu düşünerek silip atıyorum ka-famdan.

Neyse ki o dönemler geçti gitti...

Aralarından yürüyorum insanların yüzle-rini ve yüz ifadelerini inceliyorum. Onlarınbedenlerini, yere eğik bakışlarını gözlüyo-rum ve onları inceledikçe kendime şunudaha sık soruyorum. İnsanlar neredeler?Gördüklerim insandan çok birer maske,umutsuzluk maskeleri. Gözlerinde bir yiti-rilmişlik ve güçsüzlük okudum. Bas basbağırasım geliyor. Ama nafile. Belli ki bende bu zindan içinde bir karakter misali ro-lümü üstlenmeye başlıyorum.

Yine bir günümün sonu saat 23:07'ydi. Saatsekizde yeni günüme merhaba diyeceğimve bu kısıtlı vaktimde uyumaktan başkaçarem yok. Düşünmek, günümü anımsa-mak istiyorum, beynim resetlenmiş sanki.Yarınki günümün şimdiden telaşı içerisin-deyim. Uzunca bir süre güvenli sığınağım-da dinlendiriyorum beynimdekileri.

Düşün... düşün... düşün...

Kasa ofisine gidiyorum kısa bir merhabave hafif bir göz taramasından sonra kasa-ma geçiyorum. İnandırmaya çalıştığım vesürekli tekrarladığım sözcükleri tekrar ye-niliyorum “kendimi mutlu ve iyi hissediyo-rum”. Aslında uzun zamandır düşündü-ğüm ve aslında düşünüpde bir türlü haya-tıma alamadığm hayallerim içinde acı çek-meye başladığımı hissediyorum. Tekrargözlerimi yumup kemdimi inandırmayaçalıştığım sözleri tekrarlıyorum. Omuzumainen el darbesiyle irkiliyorum. “Uyuma,uyuma, uyan” bir hayli sinirlendiren sö-züyle aramızdaki samimiyetten tebessümederek "Eşşek herif" karşılığını veriyorum.Hemen sonra düşünüyorum şeflerimdenbiri bu sözümü duydu mu diye. Yumulugözlerimin ardındaki hayallere tekrar dalıpgitmek istiyorum, yüzümü dönüp diğerkasadaki arkadaşlara bakıyorum, onlarında bana eşlik eder halleri var. Tabi; geridebıraktıkları çocukları, gece saatine kadarçalışma hayatı. Ve bir müşteri geliyor te-bessümle hoş geldin sözünden sonra sıksık sıkıntı yaşadığım barkotsuz ürünüçözmeye çalışıyorum, bir sıfat bulmaya, buzamana kadar bir şey öğrenememiş gibiolaylı sözlerden kaçınarak hangi reyonuarayacağım diye karışıklık yaşıyorum. Vemüşteriye dönüp ürün ismini soruyorum"bilmiyorum" cevabıyla karşılıklı şaşkın-lıkla gözlerinin içine daha bir odaklanıyo-

ruz. -Peki nerede kullanacaksınız? diyi soru-yorum-Valla bilmiyorum, ha oradan aldım, diyor.Çaresizce ilgili bir arkadaşı çağırıp yardımistiyorum. İşe ilk başladığım dönemi anım-sıyorum. İlkokulun birinci sınıfına yenibaşlayan ürkek ağlamaklı hallerim şimdidaha iyi anlıyorum. İnsan hangi yaşta olur-sa olsun yeni birinin durumundaki insanınbenzer ürkekliklerini kendimde yaşamış-tım. Saflığıma, acemiliğime gülüyorum. Ozaman ne değişti hayatımda, oysa ki eski-

den böyle değildi. İsteklerimle yaptıklarımbirbirine dosttu. Sorular soruyorum amaçoğunun yanıtı, sadece kafamın içindeyankı yapıyor. Sanırım bu hallerimin engüzel yanıtı burada saklı savaşan gerillalargibi kim nerede kovalarsa aksine koşmak.

Sıkıntı ve geriye dönük sorular düşüncelerkendime öğüt verir gibi yenileniyor bey-nimde. Parmaklarımı saçlarımın arasındagezdiriyorum. Kafamı dağıtmak rahatla-mak istiyorum. Başımı kaldırdığımda tamkarşımda duran müdürle göz göze geliyo-ruz. Belli belirsiz bir gülümseme var du-daklarımda içim bulanıveriyor. O bocala-

Kalabalığın diliyle f İçim her geçen saniye bastırmaya çalıştığım isyanla dolu,elimden geldiğince sakinleşmeye çalışıyorum. Olmam gere-ken yere yani kafesime geri dönüyorum

İstanbul’dan bir işçi

Biz kardeş falan değiliz, hele busaatten sonra da hiç olamayız.Ortada onca kan, onca gözyaşı,onca yürek acısı varken bizkardeş falan olamayız

Kendimizi kandırmanın hiçbir anlamıyok. Son gelişmeler bunun her geçen gündaha da zor olduğunu gösterdi. böyle birbarış olmaz da o yüzden. Oğlu vurulmuşbir Kürt ana “edi bese” derken, devlet in-tikam yeminleri ediyor. Hal böyle olunca,biz kardeş falan olamayız. Kürt halkı be-deli ne olursa olsun demokratik hak tale-binden ödün vermeyecektir. Bunu iyi bi-len TC her türlü kirli savaş senaryolarınıişe koşmada, şovenist bir kitle yaratmadagecikmemiştir. Bir günde 11 bin askerinisınır ötesine yığmadaki çevikliği, burju-va-feodal medyası aracılığıyla toplumagünlerce servis ettiği şehit haberleri tak-dire şayandır!

Geç kalmaktan bahsetmişken, ülkemizde

nadiren her şey tıkırında gider. "Bugüngit yarın gel" anlayışının hakim olduğu birülkede bazı şeyler anormal bir hızla ger-çekleşiverir. Her şey o kadar çabuk ger-çekleşir ki akıl sır erdirmek zordur. Şehithaberlerinin ardından dalga dalga öncemeydanlara, sonra sokaklara doluşanırkçı bir zihniyet çok kısa bir sürede to-parlanır. Devletin Kürt halkını sindirmepolitikasının sivil kanadı, salyalı ağzı ileintikam yeminleri eder. Artık her Kürtpotansiyel bir “teröristtir” ve görüldüğüyerde başı ezilmelidir. Evde, okulda, so-kakta, toplu taşıma araçlarında, hatta vehatta enkaz altında... Yer ve zamanönemli değildir. 8 yaşındaki Kürt çocuk-larının kale surlarını yıkan mancınıklarlaattıkları koca koca taşlar, TC’yi yerle biretmişçesine dillendirilir. Oysa sürüsünüotlatırken havan topuyla paramparçaedilen Ceylan kimsenin umurunda değil-dir. Burjuva medyasındaki bir grup ken-dini bilmez, Kürt çocuklarının ölüm fer-manını çok rahat bir şekilde dillendirebi-liyor, üstelik o minik bedenler enkaz al-tındayken... Dedik ya yerin ve zamanın

Hepimiz kardeş

22-23_Layout 2 10/30/11 1:30 PM Page 1

Page 23: 1-10 Kasım 2011

23evrim amacı uğrunamücadeleye katılan veher alanda büyük zor-lukları göğüsleyerek,kararlılıkla egemen sı-nıflara karşı mücade-

leyi geliştirmeye koyulurken her yoldaşınöğrendikleri örgütsel ilkelerin çiğnene-meyeceğidir. Parti bir bütündür ve heralanda partinin örgütsel ilkelerine, ideo-lojik ve siyasi amacına uygun örgütlen-mek zorunludur. Bütünlüklü düşünmezorunluluğunu kaybeden fonksiyonerorgan, alan, partinin, amaç ve anlayı-şından uzaklaşmış demektir. Şayet bütünalanlardaki enerji aktif şekilde merkezeakmıyorsa, üstten alta doğru birbirinebağlı olan hiyerarşik organsal bütününişlerliğinden bahsedemeyiz. Parti merkezibütün alanlarını birbirine bağlayan hayatiöneminin yanında, sorunlarla mücadeleetmek ve devrim hareketine önderliketmekle yükümlüdür!Amacımız teorik olarak parti ve önderlikilişkisini analiz etmek değildir; tasfiye-ciliğin güç kazandığı, dağınık, son derecegevşet, örgütsel ilkelerin aşınarak, di-siplinsizliğin demokrasi ve özgürlük ola-rak savunulduğu koşullarda vazgeçe-meyeceğimiz ilkelerimize sadece dikkatçekmek, partinin bir bütün işleyen pro-letaryanın biricik aracı olduğunu hatır-latmaktır.Stratejik hedefe yürüyen bütünlüklükavrayışta meydana gelen zayıflamayakarşı mücadele edilmelidir. İdeolojik, po-litik, kültürel olarak her alanda parti çiz-gisini pratikleştirmek, parçaları bütünlebirleştirmek, eksiklikleri gidermek za-yıflıkları aşmaya kolaylık sağlayacaktır.Diyalektik olarak düşünüldüğünde çeşitlihalkalardaki enerji merkeze akmıyorsaelbette ana halka olarak partinin diğeralanlara yeterli derecede ideolojik ve po-litik perspektifsel akışı olanaklı olma-yacaktır. Bu durumda bir bütün olarakfarklı alanların birbirleriyle olan bağınınzayıflaması kesin bir sonuç olarak kar-şımıza çıkmaktadır. Çevre ilişkileri de dahil örgütlü kitlemizdeduyarlılık ve algı zayıflığı yaşandığı alan-lardan birisi de hapishanelerdir. Çokaçıktır ki bu zayflık Partimizin politik vesiyasi kavrayışın zayıflamasının bir yan-sımasıdır. Özeleştirinin eğitici yanındanyakalayarak kendimize ışık tutmanınsonsuz yararı vardır.F tipi tecrit sistemi partimiz tarafındanstratejik bir saldırı olarak tespit edilmiştir.Ölüm Orucu Direnişini örgütleyen politikgüçlerden biri olan Partimizin başeğ-meyen savaşçıları Ölüm Orucu’nda şehitdüştüler. Yine onlarca yoldaşımız dakalıcı sakatlıklar bırakacak düzeyde di-reniş gazisi oldular. Tecrit saldırısınakarşı direnişte 122 komünist-devrimcişehit düştü. Direnişimizi kırmak içintahliye edilen yoldaşlarımız dışarıdamücadelenin en zor görevlerini üstlendilerve bir çoğu şehit düştü.F tipi tecrit saldırısı henüz geri püskür-tülemedi, direniş sürüyor, sürecektir.Tarih devrimci tutsakların teslim alına-mayacağının kanıtıdır.Sınıf mücadelesinin kesintisiz alanı olanhapishanelerde devrimci tutsakların di-renişi her türlü faşist saldırıya, izolasyona,

teslim alınmaya karşı devam ediyor.Ağırlaştırılmış müebbetlikleri günde birsaat havalandırmaya çıkarmaları top-yekün saldırının ağır biçimlerindendir.Unutulmamalı ki; hapishanelerdeki yol-daşlarımız mücadelenin çeşitli alanla-rından tutsak düşmüşlerdir. Partimizinüyeleri, kadroları, savaşçıları, sempati-zanları ve taraftarları olarak ağır cezalaraçarptırılmışlardır. Cezalar, baskılar vesaldırılar örgüt olmanın gereklerini yerinegetirmenin önünde engel olamaz. Fa-şizmin en azgın dönemlerinde bile şuya da bu düzeyde örgütlü olmanın ge-reklerini, tutsaklarımız yerine getirmiş-tir.Tutsaklarımız dün olduğu gibi bugün dedevrim hedefine bağlı olarak Partimizinstratajik ve taktik çizgisini esas alarakdirenişlerini ördüler, öreceklerdir. Partiyibir bütün olarak kavrama bilincini güç-lendirmek için çaba ve ısrarlarını sür-dürmektedirler. Tutsaklarımızın devrimcibilincinde ve pratiğinde mücadelenin birparçası olduklarını asla silemeyecekler-dir.Dışarıda hapishanelerdeki saldırılarakarşı duyarlılığın azalmasındaki gidişatadur demek bir ihtiyaçtır. Var olanlar üze-rinde tutsaklarımızla olan bağı ve du-yarlılığı geliştirmek, daha yaygın ve genişçerçevede mücadele pratikleriyle ele al-mak gerekmektedir.Komünist devrimci dinamiklerin toplamamerkezlerine dönen hapishaneler kendihaline bırakılacak ve önemsenmeyecekalanlar değildir. “Dayanışmacı” ve “des-tekçi” kavrayışıyla değil, bizzat devrimhareketinin mücadele parçası olarakkavramak, bütünleşmek gereklidir.Hapishanelerden bihaber hale gelen birdevrimcilik, mücadele alanlarından ya-bancılaştığı gibi düşmanın saldırı araçlarıve sisteminden de bihaberdir. Ancakhapishaneye konulduğunda yabancılaş-tığı yoldaşlarıyla; mücadele ettiklerisaldırı ve kuşatmayla tanışmış olmalarıbu alandan koptuğu gerçekliğini anlaşılırkılmaktadır. Bu kopuş elbette ki müca-delenin her parçanın kendi bulunduğuilişki, çevre ve alanından ibaret sanıp,bir bütün olan Parti çizgisinden sapmışolmasıyla ilgilidir. Tutsaklarımız yalnız kaldıkları en zorkoşullarda dahi Parti çizgisine bağlı olarakdirenme pratiği ve deneyimine sahiptirler.Yoldaşlarımız yakınmıyorlar, sadece tümörgütlülüklerin aynası olan tutsaklarabaktıklarında kendilerini göreceklerinihatırlatma ihtiyacı duyuyorlar.Var olanla yetinmek, eldekinin kaybe-dilmesine razı olmaktır. F tiplerindetecrit saldırısı sürüyor, tutsakların sınıfmücadelesinden yalıtılması sadece tut-sakların sorunu değil, Partimizin ve tümdevrimci hareketin de sorunudur. Tut-saklar devrimin düşman çarklarındaöğütülmeyen çelik bilyelerdir; kavrayı-şımızı derinleştirelim, olanaklarımızı bü-tünleştirelim ve mücadelenin yükseltil-mesi için seferber edelim. Tutsaklar di-renişleriyle hücrelere meydan okuduklarıgibi teslimiyete, reformizme, parlamen-tarizme, tasfiyeciliğe de meydan oku-yorlar. Devrimci mevzilerimizi güçlen-direlim.

D

HAPİSHANELER MÜCADELEDEN KOPARILAMAZ

TUTSAK PARTİZAN ≫ cafer çakmak1-10 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

ma anı için bile kendimden utanıyorum. Hayallah bu adam orada ne yapıyor? Katı, hizayagetirmek isteyen bakışla karşılaşıyorum.Elimi saçımdan çekip duruşumu yeniliyo-rum. Çıkıp o denetleyen yere ücretli köley-miş gibi bakan bakışlara ne pahasına olursaolsun istifa edeceğim diye haykırmak isti-yorum. Pardon! "İSTİFA" cümlesi olduğumkonuma biraz lüks kaçtı. Hırsla söylediğimsözler işte. Neyime güveniyorum ki. Bey-nimdeki haykırışlarımın arasında soluk al-mak için duraksıyorum. Kasa ofisini arıyo-rum tuvalet izni alıyorum. Lavaboya adımadım yaklaştıkça gözümdeki yaşlara engel

olamıyorum. İçim her geçen saniye bastır-maya çalıştığım isyanla dolu, elimden geldi-ğince sakinleşmeye çalışıyorum. Olmam ge-reken yere yeni kafesime geri dönüyorum.Hayır hayır bana kazandırdığı olumlu yanlarıvar kendi dünyamı yaratmak için en gerekliyol. Hem beleşçi bir hayat bana göre değil. Memnun olacak yerde neden kurtulmasızor kıskacın içine düşmüş gibi olduğumudüşünüyorum. Özgür ruhuma yara olacağıyolundaki uyarılardan mı bu düşünceler.Yalnız bende mi acaba? Benliğimin bu ger-çeklik dünyasında yarışmasından da hoşnutdeğilim. Dilimdeki özgürlüğü, eşitliği kapitalist iş or-tamına bıraktım. Her an sorgulayan sözlerehesap vermekten bazen de verememeninyorgunluğundan daha bir yorgun düşüyo-rum. Ve kabul ediyorum bu gerçekliği.Aynı saatleri aynı koşulları paylaştığım işarkadaşlarımla ne kadar uzağız, ne kadarapayrıyız. Bu ömrüme kadar aynı dili konuş-tuğumuz insanlar tanımadan, beni ve bir-birlerini inkar ediyorlar. Dönüp baktığımdaonlara cesaretini aramayan bu kalabalıklarkim diye sorguluyorum. Yaşamdan kopmuşkalabalık. Evet aynı dili konuştuğum bu ka-labalığın anadilleriyle söylediklerini duy-maktan utanıyorum. Yine öfkeyle doluyoriçim.Bazen hepimiz kendi hapishanemizden ka-çıyor özgürleşiyorduk ama gözlerimizi yeni-den açtığımızda kendimizi yeniden aynı ha-pishanenin içinde buluyorduk. Ne gerçeği-mizden memnunduk ne de gerçeğimizi de-ğiştirebiliyorduk. Hangimiz burada kendimizolarak mutluyduk ki?Bunun nedenini hep merak ediyorduk amahiçbir zamanda anlamıyorduk.

konuşmak

hiçbir önemi yoktur.

Şimdi gelelim bizim Doğu'ya, Dünyanın enuzak doğusuna... Evvel zaman içinde kalburzaman sonra, az ileride uz ileride Kaf Dağı'nınardında bir yerde Van diye bir şehir varmış...Bir gün bu şehirde deprem olur, ilki değildirbu, sonuncusu da olmadığı gibi... Şehir yerlebir olur, insanlar enkaz altında kalır... MS 21.yy'da Uzay Çağı’nda, devlet bu şehre dep-remden ancak 6 saat sonra gider. Ama sade-ce gider ve döner... Bu şehrin köylerine isegünler sonra gider devlet baba... Depreminşiddeti dünyaya 6.6 olarak duyurulur; ta kiABD 7.2 diyerek düzeltene kadar. Korkulacakbir şey yok, devletimiz her şeyin üstesindenrahatlıkla gelir denir. Aslında tam olaraksöylenmek istenen şudur: "Ey terörist Kürt-ler elimize düştünüz ve sizin hakkınızdangeleceğiz". Nitekim öyle de olur. Yapılanuluslararası yardım teklifleri geri çevrildiğigibi bölgedeki Kürt belediyelerle de işbirliğiyapılmaz. Yapılan organizasyonun manzara-sı ise içler acısıdır. Enkaz altında yaşama tu-tunmaya çalışan ONLARCA can, devlet poli-tikası haline getirilen ırkçı zihniyete kurban

edilir. Her geçen saat daha da çoğalan cankaybı “ucuz atlattık” türü cümlelerle man-şetlere taşınır... Devlet büyükleri çıkıp herşey yolunda derken, aslında hiçbir şeyin yo-lunda olmadığı kısa sürede anlaşılır. Devlet,burjuva-feodal medyası ve faşist kitle el eleverir. Olası bir deprem ya da kazada kayıtlara"mal kaybı" olarak geçmesinde sakınca bul-madığım faşist medya mensupları kollarınısıvar. Enkaz altında kalmış Kürt çocuklarıiçin neredeyse kına yakacak kadar densizle-şirler. Sosyal paylaşım sitelerine "Oh olsun,ağlama sırası onlarda, hadlerini bilsinler, Al-lah'ın sopası yok, dileriz Diyarbakır da nasi-bini alır, şehitlerin kanı yerde kalmadı..." tü-ründen faşizan söylemler alır başını yürür.Hızını alamayan zavallılar ise sözüm onagönderdikleri yardım kolilerinin içine taş,sopa, bayrak ve tehdit yazısı koyarlar. İşteböylesi bir kardeşlik algısı ve ortamında ger-çek kardeşlerimizi, ezilen-emekçileri, başüstüne koyarak bu faşist zihniyetle aramızabir sınır çizgisi çekiyoruz; biz kardeş falandeğiliz…

İstanbul’dan bir okur

miyiz?

22-23_Layout 2 10/30/11 1:30 PM Page 2

Page 24: 1-10 Kasım 2011

Di erdhêja Wan’ê de sedan kesîjiyana xwe dest da. Di piştî erd-hêjê qelemşorên çapemeniyê ûrêveberên dewletê bi hevaltiyagotinên şoven-nijadperest venefrîna xwe ya li hember nete-weyên Kurd vereşiya

Li çelê gerilayên HPG’ê li hemnber artêşatirk çalakî pêk anî û di vê çalakiyê de gelekleşkerên artêşa tirk hatin kuştin. Di piştîmirina van leşkeran bi peşveçûna kam-panyaya lînçê êrişên bi nijadperest ve ber-dewam dikin. Ev êrişana bi destê dewletêbi awayekî organîzeyî bi parêza hêzêndewletê ve bi faşîstan dane kirin. Her wihaxwendekarên Kurd tenê êriş li ser wan pêknayên û zanîngehê tên avêtin. Li Qibrisê jîbi dehan xwendekarên Kurd ji bilî lînçê jisînor hatin avêtin.

Elezîz, Stenbol, Mêrsîn hwd… êrişên hemanderê li ser mijarekî berdewam dike. Çape-meniya burjûva-feodal jî ji van êrişan reçepik digirê û ji vê rewşê re qilfeke meşrûamade dike. Bi sedan sale neteweyên Kurdkesayetiya wî nehatiye naskirin û hatiyetinekirin, hatiye înkarkirin, bi dehan kom-

kujî li ser re derbas bûye û li hember vê zil-ma neteweyî dîsa jî îro berxwe dide. Disa bidehan kes hatin binçavkirin û girtin. Hesa-bê zilm, êriş û lêpirsînê tune. Ji zarokê heyajinê hemû kes ji zilma deweletê para xwehildide.

Beriya dewletê çapemeniyê êriş kirLi piştî bûyera Çelê dewleta tirk ji bo tevge-ra derveyî sînor amedekarî kir. Lê belê be-riya dewletê çapemeniya burjûva-feodalev operasyona pêk anî. Bi şîrove û nûçeyênderewîn ve perêzdariya zilma neteweyî kir.Bi îdeolojiya ku kalû bavê xwe de dewrhil-dane ve pîşeyên xwe baş anîn cîh û vêyêkê berdewam dikin. Hemû vana ji bonavê selameta neteweyî pêk tînin.

Di hêlekî zilma destê dewletê berdewamdike hêla din jî roja 23 Kewçêrê bi afataxwezayî bedena Kurdan xwîn bû. Vê carê jîev erdnîgariya ku sedan sale înkar,îmha ûkomkujî lê pêk tê,mirovên berxwedêrênku tên gulekirin, bi erdhêja 7,2 ve hat he-jandin. Di vê erdhêja Wanê de bi sedan kesîjiyana xwe dest da û li hember vê bûyerêêrişên neteweyî bi ser hev Wanê berde-wam kir.

Bi nûçeyên derewîn yên operasyonên der-veyî sînor ve çapemeniya burjûva-feodal

gel xapand û got artêşa tirk gelek gerila-yên HPG’ê kuştiye. Piştî vê erdhejê jî karêxwe baştir anî cîh. Li ku derê êrişvaniyekhebûya ew xurt dikir û ku derê tevgerekewek şovê hebûya xwe diqihandê. Her wiha“hêstirên çavê xwe” jî nedigirt. Yên k udibinê kavila erdhêjê de mabûn û benda fe-latbûnê bûn û tevê yên mirî bi tevê çêranrawestiya bûn ku ev şanoya xelas bibe.Kurdên ku afata xwezayî mafê jiyanê destêhildan bûne armanca çêrên dewlet û ber-pirsiyarên wî yên “bişewket”û ev rewşaberdewam dike. Parêzdariya vê yekê jîkarê çapemeniyê ye. Neteweperweriya tir-ka he jî zêdetir bû ye. Evan êrişana jî dîsa bidestê çapemeniyê tê mezinkirin û meşrû-kirin, têmeşrûkirin.

Feraseta biratiya şovenîzmêTu gotineke me ji mirovên ku beynê wan bişovenîzmê ve tijî kirine û bi kîn û nefrînaxwe di erdhêjêde jî bi awayê “çikas xweşbû” ve derdixinê derve û yên ku nesîbênxwe mirovahiyê hilnedane re tune. Wankesan refên xwe zû ve tayîn kirine. Ev mi-rovana tu hundurê wan de taybetmendi-yek nemaye û navbera wan û ajalan ve tûcûdatiyek nemaye. Cihê van mirovên bêrûmet binê pêşa efendiyên wan dane. Karêwan ewe ku gotina efendiyên xwe bi çepi-kan ve peşniyar bikin jîyana xwe hestû

kotinê ve berdewam dikin. Bendewariyame ji bo van mirovan tune, em ne hewce-darin ku ji van gotineke baş guhdar bikin.Yên ku bi histirên derewîn ve gel dixapîninem ne hewcedarên merhemeta wan kesane. Tu yê hêlekî alikariyê gelê berpirsiyaryên ku ji bo gelên erdhêjê pêş xistine ber-best bikî, dihêla din jî bi şovên mezin vedaxûyaniyan bidi û pişt re jî lê belêyekemezin ve berdewam bikî.

Hêlekî ve tu yê simsartiya goştê erzan bikîdi hêla din ve jî arenaya siyasî de tuyê peygogê birevî û rêya berdewamiya zilm ûkomkujiyê bigerî. Erê em bawer in ku alî-karxwaziya dewletê ev e. Dibêjin em ji rêbibin alîkar lê belê hûn ji emrê me dernek-evin. Binêrin we kevir avêt û me alîkarî dawe, ev gotinan ji bo ku kesayetiya netewe-yî înkar bikin bi afatên xwezayî ve dixwa-zin ku van êrişana meşrû bikin.

Dawiya dawî de yên mirî ku Kurd bûn, hem“destê alîkar”yên dewletê hem jî yên nete-weparêz dereng gêhîşte wan, hem jî destêji bilî wan hatin berbest kirin. Her hiwa dihundurê qutiyên alikar de ala tirka û kevir,kuçên ku derketin jî şovenîzmê derdixeber çavan. Banga biratiya şovenîzma tirkabi vî awayî dijî. “Ax yek jî hûn Kurd nebû-na”, Bi kurtasî berhega dewleta tirk û yênku ji bo vê civakê gîhandiye…

ROJANEYA GEL

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EUROHalkın GünlüğüHESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906

KAR DE LEN BA SIM-YA YIM REK LAM GÖS TE Rİ OR GA Nİ ZAS YON Lİ MİTED ŞİRKETİ Sa hi bi ve Ya zı İş le ri Mü dü rü: Hıdır Gürz Ya yın Tü rü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel Sü re li- Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kar de len YayımcılıkMahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Bas kı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah.Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok YenibosnaBahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

‘Ax yek jî hûn Kurd ne bûna’

24_Layout 2 10/30/11 12:01 PM Page 1