12 mehmet elİf efendİnİn el kelİmÂtul mÜcmele adli eserİ · 327 ol madığını belirtir.bu...

28

Upload: others

Post on 10-Jan-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin
Page 2: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

324 tasavvıif

de Dergahı diye anılan Süt! üce'deki Sa'dl Tekkesi'ni yaptırmış; ölümünelen son­ra, Nakşbendiyye ve Mevleviyye tarikatlarından idizet alan oğlu Süleyman Sıdkı

Efeneli (ö. 1873), şeyhJik makamına geçmiştir. ElifEfendi'nin babası ŞeyhAhmed Muhrar Efendi (ö. 1901), Süleyman Sıdkı Efendi'nin oğludur.

Elif Efendi, dönemin meşhur Nakşibendl şeyhlerinden mesnevlhan Hoca Hü­sameddin Efendi(ö. 1281/1866Ynin öğrencisi olmuş, daha sonra Eyüp Defter­dar'daki Şah Sultan İlk Mektebi'ni bitirmişti r. Vilayet kapı kethüdalarından Hoca Hiik Efendi'den Arapça öğrenmiştir. 1870'te Şam'dan İstanbu l 'a gelerek Hasıri'za­de Dergahı'nda misafir olan, Sa'diyye :rarikatının kurucusu Sa'deddin ei-Cibavl (ö. 701/1300) neslinden Şeyh Yunus eş-Şeybanl, kendisine hizmet eden Elif Efeneli'ye Sa'diyye'nin kendi nisbesine izMetle kurmuş olduğu Şeybaniyye şube­sinden idizet vermiştir. Daha sonra, dergahı ziyaret eden Şazeliyye'nin Medeniy­ye kolunun kurucusu Şeyh Muhammed Zafir'in halifesi İbrahim el-Beıride'den de Şaziii-Medenl hilafeti almıştır.

Bu arada babasının emriyle dergiilıca Mesnevf okutınaya başlayan (1875) Elif Efendi, 1880'de babasından Sa'diyye Tarikatı bilafeti almıştır . Aynı yıl babasının

hacc~ gitmesi üzerine dergahta vekaleten pasınişin olmuştur. 1880 yılına kadar ta­rikat eğitiminin yanı sıra Beyazıt dersi5ınlanndan Hadiınizade Ahmed Hulı.1si Efen­di'nin Eyüp Zal Mahmut Paşa Camii'ndeki derslerine devam etmiştir. Onun ölü­münden sonra Ahmed Nüzhet Efendi'den idizet alınıştır (1885). Bursah Zeki De­de'den ta 'lik hattı ıneşketmiştir. Dönemin meşhur alimlerinden Hafız Şakir ve Mec­lis-i Keblr-i Maarif reisi Büyük AU Haydar efendilerden de faydalanmıştır. Öte yan­dan aynı ytllarda Yenikapı Mevlevlhanesi ŞeyhlOsman Selahaddin Dede'nin Mes­flevl derslerine devam ederek, mesnevlhan icazeti ve Mevleviyye bilafeti almıştır.

Elif Efendi Hasırlzade Dergahı'nda, babasının hacca giderken kendisini vekil bıraktığı 1880 yılından onun ölümüne kadar vekaleten, bu tarihten itibaren tek­kelerin kapatılışına kadar da (1925) asa!eten şeyhlik görevinde bulunmuş; Mes­nevf, Fusıl.s, şemail, hadis ve dini ilimleri okutınuştur.

Elif Efendi, ır. Abdülhaıuid'in iradesiyle 1887'de yeniden inşa edilen ve inşaat

giderleri, tekke mensuplarından Tophane müşiri Mehmed Seyyid Paşa tarafından karşılanan tekkenin mimarlığını da yapmıştır. Konya Mevlana Asitanesinde çelebi­lik makamında bulunan Abdülvahid Çelebi, 1898 yılında kendisine meşihatname göndererek, Mevlevl şeyhliğini tasdik etmiştir. 1907'de tayin edildiği Meclis-i Me­şayih başkanlığı görevinden bir süre sonra ayrılanElif Efendi, 3 Ocak 1927 yılında vefat etmiş; tekkesiyle Mahmud Ağa Camii arasındaki haZıreye defnedilmiştir.

Süleymaniye Kıp. Yazma Bağışlar, no: 2309, c.l , ss. 354-362; Zirkir Şükrü, Mecmua-i Tekaytl, isıan­

bul Büyükşehir Belediyesi Ktp. Yazmalar Böl., K. 75, 54 yk, s. 68; ibnülenıin, Mahmud Kemal İnal,

Son Asır Türk ŞtıMeri, Istanbul 1952, ss. 291-293, 983-985, 1671-1672; Albayrak, Sadık, Son Asır Osmanlı Uleması, istanbul 1982, c.JII, ss. 150-151; Tanman, Baha, "H;ısırizlide Tekkesi", STY, c. IV

(1976-77), ss. 107-142.

Page 3: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

325

İstanbul Koska'daki Abdüsselamiyye Dergahı'nın son şeyhi Yusuf Zahir Efendi, Elif Efendi'nin oğludur.

Şair ve hatt.atlığının yanı sıra, tekkenin planlarını çizecek kadar mimari bilgi­ye de sahip olan ve dönemin şeyhlerinin en alim ve faziletiisi olarak tanınan Elif Efendi, bütün hayatını eğitim ve öğretinue geçirmiş; Arap grameri ve Mantıktan, Daıwin nazariyesine kadar çeşitli konularda eserler kaleme almıştır. Ahmed Sa­fi, Hüseyin Vassiifve İbnüleınin Mahmud Kemal İnal'ın zikrettiği bu eserlerin sa­dece ikisi basılmıştır. Elif Efendi'nin mevcut olan eserleri şunlardır:

ı . Tenşftü'l-muhihbfn bi menakıhi Hace Hüsameddin2

2. ei-Kelimatü 'l-mücmele fi şerh i 't-tuhfeti'l-mürseM 3. ed-Dü:rru. 'l-mensur fi hizaneti esrari'n-nüf 4. Defu'l-vecel hi cünneti'l-ecet 5. el-Barikaf 6. et-Tenbfh' 7. en-Nehcü'l-kavim li-men erade en yestekfm~ 8. Semeretü 'l-hads fi ma' rifeti'n-nefs 9. en-Nü.ru. 'l-furkan fi şerh i lügati'l-Kw·'anıo

10. Divan" Elif Efendi'nin, bunlardan başka , kaynaklarda geçen fakat bugün elimizde ol­

mayan dört eseri daha vardır. Bu eserlerin isimleri şöyledir:

ı. Muhtaru'l-enbafi'l-hurı2fve'z-zurı1fve ba'di'l-esma12

2 Ru eser 1342/1923'de tsı:ınhul'da Bahriye Matbaasında basılmıştır. ilk hocası Hoca Hüs:uııeddin hakkında ya;ıılmış ol;ın bu Türkçe eser, dönemin ilmi ve tasavvufi hayatını tanımak açısınd;ın önemlidir.

3 Bu eser de l342'de İstanbuJ;d<ı basılnııştır. Muhammed ei-Burlıanplıri'nin (6.1029/ 1620) vücud . ıneıtebeleri ve valıdet-i vücud meseleleri ile ilgili eserinin tercüme ve şerlıidir.

4 1322/1904'de te 'lif edilnıi~rir. " Nlır Slıresinin" işilrl tefsiri mahiyetinde Arapça bir eserdir. Süleynıani)•e Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 2038'de bulunmaktadır.

5 1325/1907'de te'lif edilmiştir. Ölüm ve ecel hakkında sonılan sorulam verdiği cevaplardan meydana gelen Türkçe bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi, Tahir Ağa Tekkesi, nr. 477'de bulun­maktadır.

6 1325/ 1907'de te' lif edilen bu eser Ar:ıpça olup, Elif Efendi'nin özdeyişlerini ihtiva etmektedir. Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, 2035 mımarnda yer almaktadır.

7 134111922'de ı.e'lif edilmiş, zikir ve aciaha dair Türkçe eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi,

Yazma Bağışlar, 2035 numara, vr. 37-49'da bulunmaktadır. 8 1342/1924'de te'lif edilmiş, ab ide dair Ara~-a manzum bir eserdir. Süleyrruıniye Kütüphanesi,

Yazma Bağışlar, nr. 2035, vr. 51-Bl'de yer almaktadır. 9 1310/I892'de ıe'lif edilen eser, Hz. Ali'nin nefsle ilgili sonılaı-.ı verdiği cevapların şerlıi olup,

Ampç.<ı'dır. Süleyrn;ıniye Kütüphanesi, Yazma fktğışlar. nr. 2036'da bulunmaktadır. lO Elif Efendi'n in Kur'an-ı Kerim lügati tarı.ınd;ı kaleme aldığı iki ciltlik önemli bir eseridir.

I l Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlerden meydana gelmiştir.

12 Hüseyin Vassftf bunu, iki yüz sayfadan fazla önemli bir eser olarak tanıtır ve Türkçe olduğunu belirtir. Eser, 1309/1892 yılında te'lif edilmiştir. Bh. V~ssiif, Sejine, 1, s. 356.

Page 4: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

326 tasawuf

2. el-Mebde"~

3 . Tasrfhu 'l-ümme hi tavzfhi hükmi's-salat hi't-terceme'4

4. İrşaclü'l-gavfn bi recldi nazariyeti Daroin'~

2. «el-.Kelimiitü'l-mücmele fi şerhi't-tııbfeti'l-mürsele"nlıı Konusu ve Muhtevası

Elif Efeneti'nin tasavvufi görüşlerini ve özellikle "vahdet-i vücud" anlayışını

ihtiva eden en önemli eserlerinden biri, el-Kelimatü '1-mücmele fi şerh'i't-tuhfe­ti'l-mürsele'dir. Eser 1339/ 1920'de yazılmış, '6 1342/ 1923'de İstanbul 'da, Bahriye Matbaasında basılmıştır. Türkçe olarak kaleme alınan eser, mukawa ciltli ve 114

sayfadan müteşekkildir. Eser, isminden ele anlaşılacağı gibi, Muhammed el-Burhanp0r1 (ö. 1029/

1620)'nin'7 vücOd, vücOd mertebeleri ve vahdet-i vücüd konularını ele alan "Tuhfetı'i 'L-müt'Sele" isimli eserinin şerh i mahiyetindedir. Ancak Elif Efendi'nin bu kitaba yaptığı eklemeler ve iza hbr, onun değerini daha da artırmaktadır.

Eserin birinci sayfasında Elif Efeneli'nin bir uyansı yer almaktadır. O bu uya­rısında, hakikat ilimleri ve vahclet-i vücücl meselesinin ince bir konu olduğunu be lirtilerek,· eserin iyice anlaşılabilmesi için, okuyucuların onu dikkatli bir şekil­de okumalarını rica etmiştir. Şayet yine aniaşılamayan bir yön bulunursa, kitabın birkaç defa okunması tavsiye edilmiştir. '"

Kitabın gi riş kısmında Arapça olara!} "hamdele" ve "salvele" bölümleri bulun­maktadır. Elif Efendi bu k ısımda , böyle bir eseri yazmasının ve şerh etmesinin

nedenlerini açıklamaktadır. Ona göre, öncelikli ve en önemli kulluk vazifeleri; revhicl ilmi, ilahi tekliği bilme, Allah 'ın varlığını ve birliğini her şeyde müşahede

etmektir. El if Efendi, bu konuda elde ettiği bilg ileri, ilim arkadaşlarına ve talebe­lerine de aktarmak isremektedir. '9

Elif Efendi, revhid ve vahdet-i vi.icüd konu larında birçok kitap yazıldığını , an­

cak anlama güçlüğünden dolayı bunların çoğundan istifade etmenin mümkün

13 ls&Rud adl ı ınanttk k itabının Arapç~ı şerh i olup, 1310/1892'cle te'lif edilnıi~tir.

ı4 Namazda sürelerin Türkçe okunnıa~ının diz olmadığını belirten Türkçe bir risaledir.

1344/1925 )' ılı nda ıe'l if edilmiştir.

ı 5 ÖlÜmünden altı ay önce kaleme aldığı ve Darwin nawıiyesini tenkit eden Türkçe eseridir.

16 Alımed Safi, S~{fnetü's-Siifi, s. 1392; Hüseyin Vassaf, Sç{frıe-i Evi~)·U, s. 362; İna l , Mahmud Kenı:'il , Son Asır Türk Şairleri, s. 292.

17 Muhammed b. Fadlullah el-Burhanpurt (ö. l 029/1620), Hindistanlı alim ve mutasawıftır.

İmanı-ı Rabhani'nin 0034/1624) döneminele yaşamıştı r. Etlıeın Cebedoğlu'mın, imam-ı Rabbmıf

Hmvketi ve TesMeri adlı eserinde belirttiği gibi, imanı-ı Rabbani'nin lıuleffısınclan bazı la n, onun soh­

betinde de buiLınmuşhırdır. Bk. Cebecioğlu , Ethenı, imam-ı Rabbcln f Hareketi ve Tesirleri, Istanbul

1999, s. 166.

18 El if Efendi, ei-Kelimt7tü 'l -mücmele, s.3.

19 Aynı eseı; ss.4-6.

Page 5: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

327

ol madığını belirtir. Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin "et-Tuhfetü '1-miiı-se/e" isimli ıisalesini gördüğü­

nü ifade etmektedir. 21'

Bu eseri daha önceden okuduğu mı söyleyen El if Efendi, bu defa araştırmacı­

lara ve ilim erbabına, özetinin bir şerh halinde sunulmasının faydalı olacağını düşünmektedir. Bu nedenle "el-Kelimatıı '1-mücmele fi şerhi't-tuhfeti'l-mürsele"

ismiyle bu özet şerh i yazdığın ı belirımektedir.ı•

Kitapta bu girişten sonra, et-Tul~fetii.'l-mürselddeki önemli bölümler cümle cümle şerh edilip açıklanmaya başlanmaktadır.

ei-Kelimatü'l-mücme/ede ele alınan ve şerh edilen başlıca konular şunlardır: Vücfıd (varlık) ve vi.icCıd mertebeleri, vahdet-i vücCıcl, tevhid, zat-vücucl ilişkisi,

alem-i eıviih, misal, hayiii ve cisiınler alemi, müşahede, ınurakabe, insan-ı kamil ve oıa'rifetullah kavramları .

Elif Efendi, öncelikle "vücfıd" kavramı üzerinde dunır. Bu kelimenin lügat ve ısnlah manalannı örnekler vererek açıklamaya çalışır. 21

El if Efendi, bu şerhi yazarken büyük ölçüde Muhyiddin İbn Arabl'run (ö. 638/ 1240), "el-rt ltilhatü'l-Mekkiyye" isimli eserinden faydalanınıştır. Bunu, onun şu sözlerinde açıkça görüyoruz: " .. .Bu konu ile ilgili güvenilir· gerçek bilgiler, Şeyh-i

Ekber ve Kibrit-i Ahmer, Arijlerin Önderi, Giz lilikleri Bilenlerin Efendisi Muh­

yiddin b . Arabf (k.s) hazretlerinin kitaplarında, özellikle de 'el-Futuhcltu'l-Mek­k iyye' adlı kitabının başmda ve ayrıca özel bölümünde görülür . .. u

Şerhini bir dua ile sona erdiren Elif Efendi, eserin sonuna Farsça bir şiir ve doğru-yanlış cetvelini de eklemişti r .

Tespitierimize göre, el-Kelimatü 'l-mücmele'nin basılıruş bir nüshast mevcut­

tur. Bu da, 1342/ 1923 tarihinde İstanbul Bahriye matbaası baskısıdır. Eser, Süleymaniye Kütüphanesi, İzmjrli İ. Hakkı Bölümü 1275, Nilfiz Paşa 700

ve Tahir Ağa 483 numaralarda kayıtlıdır. Araştırmalarımızda, eserin Süleymani­ye'den başka Ankara , Marmara, Harran Üniversiteleri ilahiyat Fakülteleri kütüp­haneleri gibi birçok kütüphanemizele de mevcm olduğunu tespit ettik.

3. Vahdet-i Vücfid Anlayışı

Elif Efendi'nin Vahdet-i vücüd hakkındaki göıi.işlerine geçmeelen önce, var­

lık ve mert.ebeleri konusundaki düşüncelerine yer vermenin, ele aldığımız konu­nun sistematiği açısından daha uygun olacağı kanaatindeyiz.

20 Elif Efendi , ei-Kelimiüii 'l-miicmele

21 Aynı eset; 22 Aynı eser, s. 7.

23 Ayrıı eser, s . 26.

Page 6: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

328 tasavvuf

a) Varlık Mertebelerl Tasavvuf düşüncesinde varlık (vücud) bilgisi, insanın kendini idrak etme ve

ı:anıına bilgisidir. Vücud, bir yönüyle subjektif bir tecrübe, b ir yönüyle de objek­tif bir tezahürdür. İnsani tecrübe açısından bakıldığmda vücud'un ınanası "bul­mak", ilahi tezahür yönünden bakıldığında ise "olmak" anlamındadır. Bu du­nımda Vacibu'l-Vücud tabiri "Zorunlu Varlık" şeklinele tercüme edilebileceği gi­bi, "Bulunuşu Zonınlu Varlık" olarak da tercüme edilebilir. Allah'ın vücudu zo­

runlu olduğu gibi, vücudunu bilmesi de zorunludur. Mümkinıt'l-vücudolan var­lıklar ise kendilerini ve Allah'ı bilebilir veya bilmeyebilir. Tahkik ehli, hem "keş­feden" hem de "bulan" kimselerdir. Onlar Hakk'ı hem afakta (dış alemde), hem de enfüste (kendilerinde) bulan kiınselerdir. 2'

Mutlak Vücud'un mahiyeti bilinemez, hatta ona "mahiyet" dahi atfedilemez. Tıpkı ona "keyfıyet" atfolunaınayacağı ve "isbat" babında zat! sıfatiarın bilinemeye­ceği gibi. O'nu bilmenin gayesi, bu dünya hayatında ancak "selb" türünden olabi­lir. Nitekim "O'nun misli yoktur"25 ve "Kudret ve şeref sahibi Rabbi' in, onların tak­tıkları sıfa tiardan yücedir (ınünezzehtir)"2:6 ayetleri bu hususa işaret etmektedir.2

'

ElifEfendi'nin varlık görüşü, Allahu Teala'nın dışındaki mahlukatta hakiki ma­nada bir varlık (vücCıd) görmeyen, onları medzen var kabul eden (mevcud) ve bu varlıklarm kademe kademe bazı varoluş aşamalanndan (meratib-l vücücl) geçerek

oluşumlarını tamamladıklarını öne süren bir anlayış temeline dayanmaktadı r .

Ona göre, AlJahu Teiila birdir, ama birliği sayı larla ölçülen birler gibi değildir.

Kadlmdir, ama bir şeye nisbetle mukacidem olan kadimler gibi değildir. Evvel­dir, ama evvelinde bir başlangıç noktası olan evveller gibi değildir. Ahirdir, ama ahirinde bir son nokta olan ahirler gibi değildir. 2$ O'nun vücudu vacibdir ve O'ndan başka bir vacibu' l -vücfıd daha yoktur. Bütün mahluka.tın (mümkinu 'l­

vücCıd) yaratıcısıdır, O'ndan başka bir yaratıcı yoktur.29 Şu anda yine yaratıp dur­makı:adır. Mesela, b ir kişi gözünü kapayıp açmak istese, O halketmezse kapayıp açamaz, nefes alıp veremez.

Allahu Teala halketmezse insan hareketlerinden herhangi birine güç yetire­mez. Yaratıcı'nın kudreti, diğer eşyada da buna görekıyas olunabilir. Ahirette de her şahsın ve her şeyin (eşyanın) hareketlerine AUahu Teaiii bunun gibi halıknr.

Vücı1d-ı Hakiki'nin bir ve onun da Allah u Teaiii'ya mahsus olduğu, O'nun baki,

24 Bilgi için bk. İbn Ar.ıbi, Fusilsu'l-Hik&m, Beyrut 1400/1980, s. 5; Konuk, A. Avni , Fusı1s Şerbi,

istanbul 1987, c. r, s. 10, 109, 119.

25 Mesela, Şeyh Abdtilkerim Çelebi, ·~11cmiitibıt '/-Vücud" adlı risalesinde kırk nıertebeyi zikreı-

miş ve bunların sınırsız olduğundan söz etmiştir.

26 Elif Efendi, e/-KeUm/iıü. 'l-mücmele adlı eseriyle bu kitabı şerhetmiştir.

27 Elif Efe ndi, ef-Kelimahı 'l-rnücmefe, ss. 7-8.

28 Aynı eser,~. 9.

29 Aynı eser, s.ıo.

Page 7: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

329

mevcudatın ise vücüd-ı hayal olduğu ve hiçbir gerçekliklerinin bulunmadığı hu­

susu, ancak belli bir makamdan sonra kavranabilir.l<l

Vacibu'I-Vücud olan Allahu Teala, mümkinu'l-vücud olan bütün mevcudatı kuşatıcı (Muhlt) ve bilicidir (Alim). Nitekim Kur'an'da "İyi bil ki, onlar Rablerine

kavuşmaktan kuşku içindedirler. İyi bil ki, O, herşeyi kuşacmıştır",3' " ... Ve kuş­

kusuz ki Allah, bilgi olarak (ilmen) her şeyi kuşatmıştır"32 buyurmuştur. İşte hiç­bir ınevcudar yoktur ki onda Allah'ın m1ru olmasın. Bütün eşyayı sıfatlarıyla,

kudretiyle ve ilmiyle kaplamış durumdadır.3·1

VücCıd sahibi olup var olabilmek için vücGd mertebelerinin (meratib-i vücud) herhangi bir yerinde mevki, başka bir ifadeyle tezahür sahibi olmak gerekir. Mutlak Vücüd'un hakikatini idrak etmek mümkün değildir. Ancak taayyün ederek izatl vü­

cüd mertebelerine tenezzül etmesiyle birlikte idrak edilebilecek duruma gelir.,ı.ı Mutasavvıflar, gerçekte Birolan Vücfıd'un ınertebeleri konusunu daha iyi an­

lamak ve anlatabilmek için ikili, üçlü, dörtlü , beşli, altılı, yedili, hatta kırldı ve yüzlü taksimata gitmişlerdir. Bu sınıflandırma cüz'iyyat itibariyle değil, külliyat

itibariyle olup, sonuçta hepsi aynıdu· ve biri diğerinin daha ayrıntılı şeklinden ibarettir. Çünkü cüz'iyyat itibariyle vücGd mertebelerini sınırlandırmak ve bir sa­yıya hasretmek mümkün değildir.';

Biz burada, müellifimizin ei-Kelimatü'l-mücme/e fi şerhi't-tu.hfeti'l-mürsele adlı eserinde yaptığı gibi yedili tasnifi ele alırken, aynı zamanda onun, konuyla ilgili görüşlerini karşılaştırmalı bir şekilde incelerneye çalışacağız .

ı. Lil-taayyün, Ehctdiyeı, Zat-ı Baht ve Mutlak Vücud Mertehesi Her türlü kayıt ve şarttan münezzeh, ınakamsızlık makamındaki Mutlak Vü­

cüd, henüz hiçbir t:ıayyün göstermediğinden birinci ıneıtebeye bu ad verilmiştir.

Ahadiyyet, Ahadiyyet-i Zat, Zat-ı Baht, Gayb-ı Mutlak, Hakikatu'l-Hakl'iik gibi pek

çok isiınierin de verildiği bu meıtebede Mutlak Vücüd, hiçbir isim, sıfat ve fiille kayıtlı olmayıp her türlü raayyfınat kayıtlarından tamamıyla arınmıştır. Bütün ta­

ayyün, nisbet ve ştıunlar da bu mertebede O'nun zatında eriyip yok olmuş ve Zat

ile aynı olmuşlardır. Bu mutlak gayb rnertebesinin bilinemez oluşundan dolayı, ancak O'na selbl yoldan, olumsuzll:ıına ile işaret edilebilir. Bu mertebede o, an-

30 Fussilet, 41/54.

31 T:.ıtak, 65112. 32 El if Efendi, el-Kelimiltil '1-mi.icmcle, s.1 1.

33 Ertuğrul, i. Fenni, Vabdeı-i Viicud ve ilm Arabl, istanbul 1997, s.J7; Kam, Ferid, Vabdet-i

Vı1cı"id ve Panteizm, Istanbul 1992. s.l12; Kılıç, M. Erol , Muhyiddiıı llmu'I-Arabi'cle Varlık

Mertehelet'i, (MÜil' Doktora Tezi), istıınbull995, s. 195 . . H Meriltib-i Yücüd ile ilgili tasni fler ve değerlendinnesi için bkz. Talıralı, Mustafa, "Fusüsu'I­

Hikem Şerlıi ve V:ıhdet-i Viicud ile Al<ikalı B;ı;:ı Meseleler", (Fusıls Şerhi içinde), ss. XLV-XLVIII;

Kılıç, M. Erol, Mttbyiddin İbıııt'I-Ambf'de . .. , s. 192.

35 ElifEfendi, ei-Kelimillü'l-mücmele, s.l2,

Page 8: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

330 ıasavı•uf

cak tenzih ve ravsif olunabilir. Bu ınertebede iç (batın) ve dış (zabir) birbirine eşit olup henüz farklılaşınaınış ve biçbir şey daha meydana çıkmamıştır.36

Bu merrebe, salt Zat ve VücOd mertebesidir. Bunun hiçbir şekilde idraki mümkün değildir. 17 Kadim ve ezelldir. "Allah vardır , O'nunla beraber hiçbir şey yoktur" hadisi ile O'nun aleınierden gani olduğunu bildiren ayet311 bu dereceye işaret etmektedir. O, bu makamda ezeldenasılsa şimdi de aynı hal üzeredir. Ya-ni O, alem yarartlmadan önceki halini aynen muhafaza etmektedir. Hz.Peygam-l ber (s.) soranlara, Allah'ın alem yaratılmadan önceki halini şöyle tasvir etmiştir: ""'

"0, üzerinde ve altında hava olmayan 'amada idi.",v) Bu hadisteki ifadeler açıkça · manevi bir mertebeyi işaret etmektedir ki, o da bilinmezliktir. Hz.Peygam6er (s.) de Allah'ın sıfat ve · isimlerden de beri olduğu bu Mutlak VücGd makamında O'nun düşünülınesini yasaklamıştır.'" Çünkü akıl, varlıkları ancak kavramlarla, yani isim ve sıfatlarla düşünebilir. Halbuki bu makamın insana ne bilgisi ne de kavramları verilmiştir . Öyleyse bu makam ebediyen bilinemez olarak kalacaktır.41

El if Efendi'ye göre, bu mertebe Yüce Hakk'ın sırf zat mertebesidir. Bu merte­bede Yüce Hakk, ne isim ne de nitelikleri (sıfatları) yönünden ortaya çıkıp belir­memiştir. Bu mertebeye Hakk'ın katkısiz, halis, öz varlik mertebesi de denir. Bu mertebede bir bilinmezlik ve belirsizlik söz konusu olduğundan ilahi niteliklerin ve bu niteliklere bağlı övgüterin yeri bulunmaz. Benzersiz, halis öz varlık ilaru niteliklerden ve bu niteliklerin övgülerinden uzak ve yücedir. Bu meıtebede ,

O'nunla ilgili hiçbir anlatım hiçbir tanım ve işaretten söz edilemez. Bu nedenler­le bu mertebeye "zat" veya "Ehadiyyet Mertebesi" de denir. Bu mertebenin üs­tünde başka bir mertebe daha bulunmaz.

2 . lik Taayyün, Ceberut Alemi, İlk Cevher, İlk Akıl ve Hakikat-ı Muhamme­

diyye Mertebesi Mutlak Vücud'un kendi ahadiyyetini vahidiyyete inkılab ettirmesi suretiyle

taayyünatına başlanıası sebebiyle bu ad (ilk taayyün) verilmiştir. Bu mertebeye ilk cevher, ilk akıl, cebenıt alemi ve vahidiyyet diye de isimlendirilmiştir. Mutlak VücGd açısından bakıldığında, ilk taayyün mertebesi varoluş sürecinin başlangı­

cıdır. MevcGdat açısından bakıldığında ise gerçek yaratma (halk) fiili ancak bu hakikat-i Muhaınmediyye mertebesinden sonra başlayacak ve bütün mahlukat ondan yaratılacaktır. Sıfarlar bu mertebede zatının aynı olduğundan, bu ilim, Zat'ın kendi zatını bilmesinden ibaret olur. Bu ınertebede Allah, bütün isim ve sıfatiarın eserleıi kendisinden zahir olsun veya olmasın, "Allah" isın-i dimi'i ile

36 En'iın, 6/103.

37 En'ilın, 6/19. 38 Tirmizi, Tet:5inı Sureti Hud, !; İbn Mace, Mukaddime, 13; İbn Hanbel, ıv, 11-12.

39 ei-AdCıni, Keşji~ '/-!-Ia{tt, I, s . 311, Hadis no: 1005.

40 Erdem, Hüsameıtin, Pameizm oe Vahdet-i Vücıld Mukayesesi, Ankara 1990, s. 50.

41 Aynı eser, s. 56; Ögke, Ahmet, Yiğitbaşı VeliAhmed Şemseddin-i Mamıarav~ istanbul2001, s. 286.

Page 9: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

331

isimlendirilir. Sayı, aded ve kesretin olmadığı bu mertebe, la-taayyün mertebesi­nin zahiri, la-taayyün ise hakikat-i Muhammediyye'nin batını olduğundan her ikisi de aynı hakikatin ön ve arka yüzleri olmaktadır. Eşyanm hakikatinin potan­siyel (bi'l-kuvve) olarak bulunduğu bu mertebede henüz terneyyüz yoktur. Ya-ni bilen (alim\ bilinen (malüm ) ve ilim aynıdır. 4ı ·

Elif Efendi'ye göre, ilk belirrne ve ortaya çıkma mertebesi aynı zamanda vah­det (teklik) meıtebesidir. Taayyün (belinne .ve ortaya çıkma), işlerden bir işle

bağlantJ kurarak belirlenen bir şeyin seçilir bir duıuma gelmesidir. İlk beliı-rnede beliren şey Yüce Hakk'a ortakhk etmez. Çünkü ilk belirme zat ,

mertebelerinden bir mertebedir. Bu ınertebede Hakk için "vücüd" nitelemesiyle yalruzca "zat" anlarılmak istenir. Bu nedenle bu mertebeye vahdet (birlik) nıer­

rebesi denilmiştir. Bu meıtebenin üstünde, belirsizlik mertebesinclen başka bir mertebe yoktur. Belirsizlik mertebesine zat kimliğinin gaybı , 'mutlak 'ama, 'ön­cesizlik' ve 'sonrasızlık' gibi ifadelerle işaret edilmiştir. Bu konuda geçen "üstün-ele ve altında, öncesiz ve sonrasız" sözcükleri, yer ve zaman anlamlarında kulla­nılmamıştır. Akıl bu sözcükleri, anlamak ve iclrak etmek istediği anlamları birbir­lerinden ayırmak için kullanır.4·'

İlk belirme mertebesi, Hakk'm, zan, iHihl nitelikleri, akı l ve duyulada idrak edilen bütün varlıklarla ilgili bilgisinden (ilminden) ibarettir. Bu mertebede he­nüz hiçbir varlık yaratılmadığından bilen, bilinen ve bilgi gibi bir ayırım söz ko­nusu değildir. Tüm varlıklar bu ınertebede ilahi bilgiden ibarettir. Rütün ile par­ça, biçim ve suret ilahi bilgide birdir. Parçalanma ve bölünme kabul etmez.

Bu ilk belirme ve ortaya çıkma mertebesine; Yüce Hak, kendi zat ve nitelik­lerini ve daha sonra yaratacağı cümle varlıkları geçmeksizin ve ayırmaksızın top­lu olarak bildiği için , vahdet (birlik) mertebesi ele denildi.

Bu mertebede iliHu bilginin diğer bir adı da ''Birlik NurıJ''dur. Bu nur her var­lığın varilk nedeni ve büı:ün hakikatieti n de hakikatidir. Bu nur, Hz.Muhammed (s. ) 'ın saygıdeğer ve kadri yüce (mükerrem) nunı olduğundan, "Muhammed (s.) 'ın Hakikati" denir. Dolayısıyla bu mertebenin bir adı da "Muhammed (s.)'ın Hakikati Mertebesi" olarak arulır ve bilinir. 44

3. Ikinci Taayyün, Alem-i Meleküt ve Vahidiyyet Mertebesi Vahdeı:in Vahidiyyet, Hakikat-i Muhammediyye'nin Hakikat-i insaniyye hali­

ni aldığı ve Zat'ın, sıfat ve isimlerinin gereği olan bürün külll ve cüz'l manalan detaylı olarak bildiği ve birbirinden ayırdığı makamdır. Bu mertebede varlıklar proje halinde olup henüz vücGrları yoktur. Onların vücutlan ve farklılıkları bir­takım ilmi sOretlerden ibarettir. Bu "ilmi suretler"', projeler, çokluk (kesret) ale-

42 El if Efendi, et-Kelimdıü '1-mücmele, ss. 14-16.

43 ElifEfendi, el-Kelimatü 'l-mücme/e, s. 17.

44 ibn Ar;ıbi, rl<sils, $. 23; izmirli, i.Hakkı, Mustasv(J'e SözfL"''i nıi, Tasavitı~fim Z(~j'erleri mi?

Hakkın Zc!lerfeı·i, btanbul 1341, s. ıso.

Page 10: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

332 tasavvı~(

mindeki varlıkların icadına yarayan ilaili illetleri teşkil ederler.45 Bu ilmi suretie­rin sebebi de bütün isim ve sıfatları Zat'ında toplamış o lan Allah'tır.

Buraya kadar zikredilen ilk i.iç ınertebe Oa-raayyün, ilk taayyün ve ikinci ta­

ayyün) aslında iç içe konumdadır. Bu mertebeler kadim ve ezell olup, öncelik

ve sonralığı, zamanla ilgisi olmayan, sadece itibari ve akli b ir durumdur.«·

ilk taayyünde tayin edilen her ilmi surete, dış dünyadaki eşyanın hakikati ve ( onu terbiye eden özel Rabb'i de denir. Mutasavvıtlar, her bir ilmi surete "ayn-ı

sabite ve hepsine birden de "a 'yan- ı sabite" adını vermişlerdir. A'yan-ı sabite'ye kelamcılar ''ma'lum-i ma'duın" , fifozatlar "mahiyet", Mu'tezile de "şey-i sabit" de­mişlerdir. A'yan-ı sabite (gizli hakikader veya mümkinlerin hakikatleri) nazariye­sini ilk defa İbn Arabl kullanmıştır. Onun bu metafizik sistemi Eflatun'un "ideler nazariyesi"ne oldukça benzemektedir. Afifi bu sistemi, İşrakller'in "zihnl varlık"

teorisiyle, ke1;1mcılann cevher ve sıfatları aynı sayan teorilerinin garip bir karışı­mı o larak kabul eder." Ancak İbn Arabl bu hususu, keşfi ve İslami birçok esasa

dayandırmak suretiyle bir senteze varmaktadır.48

İbn Arab'i'ye göre dış dünyada mevcut olan nesneler, bu şekilleriyle tecelli et­

meden önce, Allah'ın ilahi zatında bilkuvve (proje halinde) ve varlığın detaylı ta­

savvurunun bilgisi olarak ezell bilgide yer alır. Ezell bilgide yer alan tecellilerin bilgileri ezell bilgiye uygun düşer; çünkü o bilgileri yansıtır. A'yan-ı sabite bir çe­şit ilahi bilinç ve Zatı temsil eder. Ona göre zat! olan nisbetleri temsil eden a'yan­ı sabitenin hiçbir sureti yoktur.4

') Gayb aleminin ve varlığın ilk anahtarları duıu­

munda olan ve "kader" diye de isimlendirilen a'yfın-ı sabite'yi Allah'tan başka kimse bilemez; ancak dilediği kulunu bunlardan bazısına vakıf kı lar. sn İbn Arabl

burada, aAllah vardı, O'nunla birlikte hiçbir şey yoktu''" hadisini zikreder. Allah,

a'yan-ı sabiteye varlık elbisesi giydirdi ve onların ortaya çıkmasına sebep oldu. Biz o zaman zatlar ve varlıklar olarak Allah'ta idik.52

Mümkün varlıkJarın ilm-i ilahi'deki bu sabit hakikatleri vücüd kokusunu kok­lamamışlardır, fakat varlıkların ilmi suretleri (ideleri) olarak tespit edilmişlerdir.

İbn Arabl, bu ilmi sOretleri, Allah'tan sonra ikinci failler olarak düşünmektedir.~'

Bu yönüyle Etlatun'un ideler nazariyesine benzemektedir. Ancak sOretlerio aynı

45 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Ertuğrul , i. Fe nni, Vahdet-i Vtıc(t.d ve ibnAra.b~ s. 17.

46 Afıfi, ibn Arubi'de Tasaw ufFelsefesi, İstanhul1999, s. 56. 47 Erdem, Hü:<aıııetrin, Panteizm t !(! Vabdet,-i Vı'icıld, s. 52.

48 İbn ArJbl, Fusı.1s, s. 11.

49 Aynı eser, s. 60.

SO Buh5rl, Bedu'l-Halk, Tqfsinı Sı/.reti 'l-11-faide; İbn Hanbel, c. rı, s . 313; el-AciCınl, Keşfıı '1-Hafa, fkyrut trs., c. II, s. 130.

51 ihn Arabi, age., s . 86.

52 Aynı eseı~ s. 120; izmir!i, İ. Hakkı, Haldmı Zafer/eri, ll, s . 182 vd.

53 Erdem, Hüsamettin, age., s. 52.

Page 11: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

333

zamanda cüz'l haller ve iHih1 zatta makul suretler olmasıyla ondan ayrılıyor.

A'yan-ı sabite, Plotinos'un "ilk aklı" ile de bir benzerlik içindeclir.54

Mutasavvıfbr, a'yan-ı sabite'nin etkinlik ve edilginliğin i ortaya koyan bir baş­ka yaklaşımı, "feyz-1 akdes" ve "feyz-i mukaddes" kavramlarıyla açıklarla r. Buna göre "feyz-i akdes", a'yfın-ı sabite ile onlardaki asli kabiliyederin ilm-i ilahlde sü­bGtu, feyz-i mukaddes de a'yan-ı sabite'nin gerektirdikleri ve tabi olduklarıyla, onların zuhunınu gerçekleştirmesidir. ~s

A'yan-t sabite eelilginlik açısından Zat ile ''Ayniyet", etkinlik açısından ise "Gayriyet" ifade eder. Yani "ilmi süretler", Allah'ın vücüdunda ilmen sabit olan hakikatler ve projeler olarak Zat'tan ayrı değildir. Burada ayniyet vardır. Suretler temayüz ettikleri ve birbirinden ayrıld ıklan için de gayriyet vardır. Bu ınertebe gayriyerin ilk başladığı ıneıtebedir. ;(,

ElifEfendi'ye göre bu mertebe, Yüce Hakk'ın, kendi zatı ve nitelikleriyle, akıl ve duyularla idrak edilen her varlığı ayrı ayrı seçme ve ayırma yoluyla bilmesinden ibarettir. Yani ilk belirme rnertebesindeki toplu bilginin ayrıntılı dunıma gelmesidir.

Bu ikinci belirme mertebesine, ilahi ad ve niteliklerin Hakk'ın kendi zatından çıkınasından dolayı "vahicliyyer" (teklik) mertebesi de denir.

Bu mertebe, genel anlamda "kamil insanın hakikati" olduğundan, "insanın hakikati rnerrebesi" adını almıştır.

Bu üç merı:ebe (vahdet, ehadiyyet ve vahidiyyet mertebeleri) ih\hl nitelikler­elen olduğu için öncesizdir. Çünkü öncesiz olanın nitelikleri dahi öncesiz olur.

Müellifimize göre, bu konuda söylenecek söz şudur: Bu üç mertebede öne alma veya sona almanın zamanla bir ilgisi yoktur. Akıl , anlama ve bilmeele böy­le bir anlaurna gitmiştir. "Allah önceden böyle idi, daha sonra böyle oldu" gibi bir anlayıştan Allah'a sığınırız diyen Elif Efendi, bu dunıınu iyi ~nluyabilmek için bir örnek vermektedir:

Buna göre, bir padişah için aynı anda dört mertebe vardı r:

1. Padişah yapısı itibariyle bir cisirndir. 2. Canlı bir varlıktır. 3. İnsandu·. 4. Padişabtır.

Şimdi bu padişah için, önce cansız bir cisimdi, sonra canlandı, sonra insan ol­du, en soncia da padişah oldu, diyerek dört meıtebe zamanla ilgili duruma geti­rilemez.'7

İşte pacliş::ıh için öngörülen bi.ı dört mertebenin, öne veya sona alınmadan,

54 Kam, Ferid, Vabduı- i Vücud ı~e Panteizm, s. 115; Eıtuğrul, i. Fenni, Vabdeı-i Vucud ı;e ibrı

/lrabf, s. 14. ~5 Erdem, Hüs;ımettin, age,, s. 53. 56 El if Efendi, et-Kelinıdtü 'l-mı:iemele, ss. 17-19. 57 Erdem, Hüsaıneılin, age., s. 53.

Page 12: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

334 lllsaovı~/

yani zamanla ilgilendirilrneden ayn ı anda onda var olduğu anlaşılır. ~öz konusu

iHihl ıneıtebeleri de böyle anlamak gerekir.

4. Ruhlar Mf!rtebesi:

A'yan-ı sabite'deki ''ilmi suretler"in ruhlar mertebesine inmesidir. İl ıni suret­

ler bu makamcia kendilerini, emsallerini ve Hakk'ı kavramış birer basit cevher

olarak zuhur etmektedir. Bunlar cisim olmadıklanndan bir şekle, renge, zaman

ve mekana sahip değildirle r. Bunlar taınaınen manevi varhklardır. Parçalanma

ve birleşme kabul etmezler. Bu manevi alemi insanın duyularıyla idraki imkan­

sızdır. Onun için bu :1leıne "alem-i gayb", "alem-i ulvl" ve "alem-i ınelekGt" da

denilmektedir.'"

Bu meıtebede nıh, kendi zatı ile kaiın olup, varlığını sürdürmek için bedene

muhtaç değildir. Mücerretliği açısından bedene ters, işleri yürütme ve tasarruf

açısından ise beden ile ilgisi vardu·.~·> Yani ruhun, kemale ermek için daima be­

dene ihtiyac ı vardır. Eflatun'da olduğu gibi beden bir zindan ve hapishane değil­

dir. Ruh bir yönden bedenin aynı, diğer yönden gayrıdır. Bu meıtebe, gayretin

şuurlu olarak ilk ortaya çıktığı mertebeclir. Kendini, kendi emsalini ve menşei

olan Hakk'ı müdrik olan ruhlara Allah, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"(" diye

sorunca, onlar da ''Evet" diye cevap verirler. Btmıda Allah, "Ben" ve "siz'' zamir­

leriyle gayriyeri fiilen başlatmış olmaktadır. ilk olarak ikinci taayyünde ortaya çı­

kan gayriyet, aşağıya doğnı inildikçe daha da netleşecektir.M

Elif Efendi'ye göre, ruhlar alemin i, meleklerin yüce ruhları ile bedenie re gir­

meden önceki insanların soyut ruhlan oluşturmuştur. Ruhlar aleınine, vahidiyyet

ınenebcsine en yakın mertebe olması nedeniyle "En Aşağı Melekler Alemi", Yü­

ce Hakk'ın "Kün!" emriyle varolduğundan da "Emir Alemi" adları verilmiştir.

Çünkü Kur'an'd;:ı,·' ... Ruh Rabbimin emrindenclir, de!"~2 buyurulmuştur.

Alem, Allah'tan başka bütün varlıklara verilen bir ad olup, Yüce Yaratıcı'nın vücOcl, kudret ve hikmetine bir işarettir.

Burada vücCıd sözcüğü ile Hakk'ın öz varlığı değil de, Hakk'ın vücuduyla (za­

tıyla) yarattığı varlıklar anlaşılınalıtlır. Yaratılmamış varlıkların vücudu Hakk'ın

vücuduna o ranla gölge gibidir. Gerçekte ise gölgenin bir varlığı yoktur. Alemie­

rin her biri ilahi birer zuhur yeridir. İlahi sonsuz n iteliklerin gereği olarak ona ya

çıktıklarından, ilah! nitelikler gibi de sonsuzdurlar. Bu varlıkların sayısını, sınırı­

nı ve yaratılış amacını Allah'tan başka kimse bilemez. Alem, bakışı ve görüşü kı­s:.ı kimselerin ileri sürdüğü gibi yalnızca bu bizim alemimiz olan dünya ve gök

cisimlerinden ibaret değildir. Bunların dışında, gözlerle görülmeyen, akılla dah i

58 Konuk, Avni, Fus·ı,?s Şerhi, <.:. 1, s. 25, 110; iwıirli, i. Hakkı, Hakkın Zaferk>ıi, ll, ~ - J81.

59 Kur';ın, Vll/172.

60 Erdem, Hüscı nıeıti n, !'u.JJU:i.zm l'e Vahdel--i liüciid, s. 54.

61 br:i. 85 62 El if Efendi, el-Kefimatü '1-rııilcmelı:, s. 22.

Page 13: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

335

tasavvur edilemeyen, düşüncesi bile insan kalbine gelmeyen sayısız alemler var­

dır. Bunları, her şeyi çepeçevre kuşatan Allah'ın ilminden başkası bvrayamaz. Şiir:

"Ey gönül! Sende söylenecek söz çok. Üziintttm o ki dinieyecek kimse yok. •M

Müellifimize göre, ıuhlar alemi sonradan yaratılmış varlıklardandır. Maddenin

bulaşığından arındırılmış, birleşme kabul etmeyen basit ve latif bir cevherdir. O so­yut ve basit olan ruhlar, Yüce Hakk'ın "Batın '' isminin mazharları olduklan için be­

den gözleriyle görülemezler. Ruhları ancak ruhlar ve ruhaniyet kazanmış kimseler

görüp, bilebilirler. Bu kimseler, Peygamberler ve onların varisieri olan velilerdir. Bunların dışında kalanlar ise ruhları ne görebilir, ne de onlarla konuşabilirler.;;;

5. Misal Alemi: Ruhlar alemi ile cisimler alemi arasında yer alan misal alemi, Mutlak Zat'ın

parçalanma, ayrılma ve birleşme kabul etmeyen suretler ve şekiller ile hariçte

zuhurudur.6' Böylece her bir ruh, cisimler aleminde bürüneceği sOretin bir ben­

zerine bürünmüş olur. Bunun için bu nıeıtebeye "misal alemi", insanın hayal gü­

cünün bmaya ulaşmasından dolayı "hayal aıemi'', "berzah alemi" ve "nıürekke­

bat-ı liitife" de denilir. Bu ıneıtebe bir üst mertebecieki ruhlar ftlemi ile bir alt

ınertebedeki cisimler alemi arasında bir ara meıtebe (berzab) olduğundan, ruh­

lara göre kesif, cisimlere göre ise daha latiftir. Misal aieminin sfı retleri , insana rü­

yada ve havassa hem rüyada hem de uyanıkken ıni:ınkeşif olabilir. Rüyada görü­

len bazı olaylar de şehadet aleminde aynen ortaya çıkabilir.&.

Misal alemi, ruhlar alemi ile cisimler a lemi arasında bir geçiş vasırası görevi

yüklcnmiştir. Bu alem, ruhlar ilieminin daha latif olan suret ve şekillerini , daha ke­

sif olan madde alemine raşımakradır. Zayıf bir tasavvw· gücüne sahip bir salik, mi­

sal aleminelen bir şey göremez. Halbuki duyulur dünyada olan her şey misiii ale­

ıninde de mevcuttur. Misal aleminele olanların hepsi ise duyular dünyasında mev­cut değildir. Bunlar nurani varlıklar olduğu için cismanl varlıklanı göre daha fazla­

dır. Berzah alemi olması dolayısıyla da her iki alemin hükümlerini toplamaktadır.''7

Elif Efeneli'ye göre, misal alemine bazı bağlantılanndan dolayı ''Bağımsız Ha­y:ıl Alemi" veya "Kayıtsız Hayal Aleıni" adhırı da verilmiştir. " Bitişik Hay<ıl Alemi"

ve ''Kayıtlı Hayal A!emi" adlarıyla anılan insanın hayal gücü , misal aleminden bir

şubeclir. Misal alemi, sözcüklerle tanırnlanamadığı ve cümlelerle açıklanam~ıya-

63 ElifEfendi, ei-Kelimatii'l·miicmele, s~. 22. 23.

64 Konuk, Avni, Fu.siis Şarbi, ı , s. lll. 65 Erdem, 1-lü~aınenin, Panteizm ve llahdet-i Vüdid, s. 54; Ögke, Ahmet, Yilfitbaşı Ve/ı: s. 2S8. 66 Ayrıntılı bilgi için bk. Konut<, Avni, Fusı1s Şerh/, ı , s. lll; Emığnıl, i.Fenni, Vubdct-i Vücı1d

ı~C ibn Aı·abf. , ss. 18-.19; iznı irli, i'. Hakkı, Hakkm Zajeı·leri, rı, s. ısı. 67 El if EfenıJi, aga .. s. 24-2'5.

Page 14: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

336 tasavvuf

cak kadar ince ve Jatif olduğu için "Semseme Alemi" veya orada görülen her şey mutlak gerçek olduğu için de "Gerçeğin Yeryüzü" adlarıyla arulır.

Görüldüğü gibi birçok adlarla anılan misal alemi, Yüce Hakk'ın "Kün!"(OI!)

emriyle meydana gelmiş ve bileşik, latif nesnelerelen oluşmuştur. Ruhlar alemi gi­

bi soyut olmasına karşın basit biı: yapıda değildir. Soyut olduğu için de madde ve

kaba unsurların özelliklerini taşımaz . Bileşik olmasına rağmen, Iatif olduğundan madde unsurları gibi bölünme, parçalanma, ayrılma gibi nitelikleri kabul etmez.

Özetlemek gerekirse, Beşinci mertebe, yani misal alemi mertebesi ne yalnız ruhanl, ne de yaln ız cismanidir. Belki her iki tarafın da meyilli, her iki yönün de

suretlerini gösterıneye uygun ve iki tarafı birbirinden ayıran bir çizgi ve berzahtır.

El if Efendi'ye göre, bu alem hakkında ariflerin kitaplarında birçok ayrıntı, de­

ğişik anlatım biçimleri ve dağınık açıklamalar vardır. Bununla beraber Misal Ale­

mi ile ilgili gerçek ve güvenli bilgiler, bu aleme girerek, gözleriyle görenlerin ve araştıranların söz ve anlatımlandır. Bu aleme yapılacak yolculuğun bedenle yapı­

lacağı anlaşılmasın . Çünkü madde unsurlarından oluşan bedenierin bu aleme gir­

me imkanları bulunmamaktadır. Bu nedenle bu aleme ancak ruhaniler girebi]jr.

Bunun dışında murakabe (derin düşünme), muhayyile ve rüya yoluyla bu aleme

girmek mümkün değildir. Arifler bu aleme, bedenlerinden soyutlanarak ruhlanyla ve isteyerek girerler. Bedenlerinden soyııtlanan ıuhlar, misal iiieminin cesetlerin­

den birini giyerek bu alemele ortaya çıkarlar. Bunun geniş açıklaması "Furuhat-ı

Mekkiyye"de vardır. Bunların dışında bazı arifler uykuda ve bazıları da "Birişik ve

Kayıtlı Hayaller Alemi" denilen hayallerinde uyku ile uyanıklık arasında (yakaza

durumunda) bu alemi görerek orasının nitelik ve özel durumlarını bili.rler.68

Misal alemini görenlerden her biri, gördüklerini kendi hal .ve makamiarına

göre değişik söyleyiş biçimleriyle anlatmaya çalışır. Bu konuda, uyku ve hayal

gücünün, hata ve yanlışa düşmesi dunımu uzak olmadığından gerekli titizliği

gösteımek gerekir.

Müellifimize göre, bu konu ile ilgili güvenilir gerçek bilgiler, Şeyh-i Ekber ve Kibrit-i Ahmer, Aritlerin Önderi, Gizlilikleri Bilenlerin Efendisi Muhyiddin b .

Ara bl (k.) hazretlerinin kimplarında, özellikle de "ei-Futuhatu '1-Mekkiyye" adlı

eserinin başında ve aynca özel bölümünde görülür.69

Müellifirniz bu konuda son olarak, imgeleme gücü, akıl yürütme ve rüyalar,

ayrıca karşılaştırma ile söylenen sözlerin güven verici olmadığını, her şeyin dağ­

nısunu ise Allah'ın bildiğini belirtmektedir.

6 . Şehadet Alemi, Cisinıler Mertebesi:

Bu mertebede, bir üst mertebedeki mürekkeb cevher-i latif, zahire doğru bi­raz daha yaklaşarak, parçalanma, bölünme, bitişme kabul eden mürekkeb cev-

68 Elif Efendi, cl-Kelimatıt 'l-mücmele, s. 26. 69 Erdeın. Hüs:ınıeddin, Panteizm ıl(! V abdet-i Vücı1d, s. 55.

Page 15: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

337

her-i kesif haline gelmektedir.Beş duyu ile idrak edilip, açıkça nıüşahede edile­bilmesi sebebiyle bu ad verilmiştir.

Cisimler alemindeki her sGret, devamlı bir oluş (kevn) ve yok oluş (fesad)

içindedir. Buna "teceddüd-i emsal" veya ''halk-ı cedld" de denilmektedir. Bu

alemele her bir "an" içinde hem var oluş, hem de yok oluş gerçekleşip durmak­

tadır. Bu dun.ım ölçülemeyecek kadar çok kısa bir zaman diliminde ve çok sü­

ratli bir şekilde gerçekleştiği için, duyu organlarıyla idrak edilemez. Bu süratten

dolayı varl ıklar istikrar üzere olur ve varlıklarını devam ettirirler. Bu sürekli var

ve yok oluş, Allah'ın MCıcid (icad eden ), Muhyl (hayat veren, yeniden yaratan),

Mümlt (öldüren), Kayyüm (ezell ve ebedl, devamlı), Hahk (yaratan) gibi isimle­

rinin gereği olarak ortaya çıkmaktadır.'''

Elif Efendi'ye göre, göklerdeki yıldız ve gezegeni er, yeryüzünün tüm varlık­

ları cisimler alemini oluşturur. Cisimler alemi genelde üç kısma ayrılır:l. Ef1ak (Gezegenler), 2. Erkan (Temel unsurlar), 3. Müvelledat (Doğanlar) . Gezegenler

(felekler) yaygın ohırak 'dokuz tane bilinir. Temel unsurlar (erkan), doğal olan

dört unsurdan ibarettir: Toprak, hava, su ve ateş . Doğanlar (müvelledat), filozof­

la ra göre üçtür: Maclen, bitki ve hayvan. Filozoflar, insanı hayvanlar içinde say­

mışlardır. Keşif ve basiret ehli, insanı dördüncü canlı kabul etmişlerdir. Ari fler­

den bir kısmı cb , beşinci canlı olarak cinleri doğanlar sınıfına koymuşlardır.

Müellifiınize göre, keşf ve şu hud ehlinden gerçeğin araştırıcıları , insanı yaratılı­

şın amacı olarak görerek bağımsız bir canlı sayınışlardır. Geçmiş ümmetierin kita p­

ları ile Kur'an-ı Kerim, insanın yaratılış amacı olduğunu birlikte desteklemişlerdir.

Peygamber (s.) Efendimizden rivayet edilen şu hadis bu durumu açıklamaktadır:

"Al/ab, Adem'i kuşkusuz kendi suretinde yarattı." Başka bir rivayet ise, "Rabman 'ın sı1retinde yarattı. " şeklindedir."

Birçok arif de. cinni başlı başına birvarlık kabul ederek canlı (ınüvelleclatl sa­

yısını beşe çıkarnıışlardır. Bu konuda şu ayeti de delil getirmişlerdir: "Ve cinleri

de dumansız bir ateşten ya1·attı. '72 Bu ve benzeri ayedere baktığımızda, cinlerin

yaratılışı ve yaratıldığı unsunın diğer canlılardan farklı olduğu açıkça görülür.

Cinler alemi, melekler ve ruhlar alemlerinden başkadır. Melekl.ere ve nıhlara

oranla cinlerin letafetleıi çok düşük olup, bir çeşit ağırlığa sahiptirler. Elif Efendi, burada evrim konusuna da temas etmektedir. Ona göre, Canlılar

hakkında sağlıklı ve en güçlü hüküm, gerçeğin ta kendisi olmasından dolayı arif­

lerin görüşüclür. Çünkü Yüce Yaratıcı, insanı yaratmak istediğinde bir maymun yaratıp bunu kıvamdan kıvama geçirerek şeklini insana tamamlamak yerine,

doğrudan doğruya insanı yaratmıştır. İşte bu yaratılış, akıl ve hikmet yönünden

70 Elif Efendi, el-Kdimtitii 'l-miiçmele, s . 25-26. 71. l{;ıhın:ııı , 15. 72 El if Efendi, a,ıJl!., s. 27.

Page 16: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

338 rasavvıif

daha mükemmel ve en uygun bir yoldur. Bunun tersi bir görüşe sahip olmak tam bir ahmaklıktır. 7:ı

Cisimler Alemi Mertebesi, katı maddelerden ve parçalardan meydana gelmiş varlıklardan ibarettir. Bu ağırlığı olan varlıklar çok küçük parçalardan oluştuğu için, tekrar parçalanıp , bölünebilir. Bu parçalan ıp bölünme, birbirlerinden ayrışma ya fizikseldir veya kimyasaldır. Hangisi olursa olsun cisimlerin bölünüp parçalao­mayı kabul etmeleri, onların yaratılışlarının yani tabiatlarının özelliklerindendir.7

'

7. insan-ı Kamil, Mertebe-i Camia: .-Mutlak Vücud'un en son tecellisi ve mazharlarda zuhuru bakımın~en son

/ örtüsü olan bu mertebe, cismani, nuranl, vahdet ve vahidiyyet mertebelerinin hepsini kendisinde toplayan mertebedir. Ui-taayyün hariç, kendinelen önceki bütün zuhur mertebelerinin hakikatlerini kendinde toplar. Her mertebe, ilahi bir ismin ınazhan olduğu gibi, insan da Allah isminin mazharıdır. Çünkü insan ilahi st1ret üzere yaratılmıştır."

Allah ismi nasıl bütün isimler üzerinde öncelik sahibi ise insan-ı kamil rner­tebesi de, t.aayyi.in olarak en sonda bulunsa da, gerçekte bütün mertebelerin üs­tündedir. Dolayısıyla hakikat-ı insaniyye bütün mertebelerin hakikatlerini cami' olduğundan, aslında ondan hariç hiçbir şey de yoktur. Allah'ın şehadet alemin­de tecellisi, sıfatları, isimleri ve fiilieri iledir. insan-ı kamil de bütün alemierin hü­lasası olduğu için, zat, sıfatlar, isimler ve fiilierin bütün tecellileri onda toplan­mıştır . İbn Arabi'ye göre insan-ı kamil, aynı zamanda alemin ruhudur.'6

Elif Efendi'ye göre, yedinci mertebe toplu bir mertebe olup, la-taayyün (be­lirsizlik) ınertebesi olan "ehadiyyer-i zatiyye" (Zatın tekliği) bunun dışındadır. Taayyün mertebeleri Hak zatının ad ve nitelikleriyle belirme ve ortaya çıkma (zuhur) mertebeleridir. 1:1 taayyün mertebesi ise gayb-i hüviyet (zat kimliğinin

bilinmezliği) ınertebesidir .

Müellifiınize göre, tüm ıneıtebeleri kendinde toplayan yedinci mertebe, Yü­ce Hakk'ın kendisiyle tecelli ederek ortaya çıktığı son elbisedir. İşte bu en olgun ve en toplayıcı zuhGr yeri insandır. Bu mertebeye de "insan meıtebesi" denir. Burada sözü edilen insan, noksanlığı ve taınlığı kabule yatkın yaratılan insandır.

73 Elif Efendi, el-Kelimiilü '1-mücmelc. s. 28.

74 ibn Arnbi, Fusıls, ss. 117-118.

75 Aynı eseı; s. 1o6. ibn Arnbl ve muıasavvıfların varlık menebeleri hakkındaki düşünceleri için

bkz. Konuk, i\. Avni, FıtSUs Şerhi, c. I, ss. 10-68; c. ll, 27-31, 1817185; c . IJI, ss. 71-72; .Ertuğrul, İ.Fenni, V abdet-i Vücud ve İbn Arabf, ss. 14-26; Kam, Ferid, V abdet-i Vücud ve Panteizm, s. 116 vd.; Ülken,

1-1. Ziya, İslam Düşünce Tarihi, ss. 156-158; Sunar, Cavit, inımn Rabbc'ln.f-ibn Arabf, V abdet-i Şılbiid,

Vahdet-i Vücı1cl .14eselesi, Ankara 1960, ss. 24-26; Talır;ılı, Mlıstafa, ·'Fustısu'I-Hikenı'de Teı:adlı

ifadeler ve Vahdeı-i Vücud", Fusus Şı..orhi içinde, c. ll , ss. 27-31; aynı müellif, "Vahdeı-i Vü<:lıd ve

Gölge V;ırlık", ss. 13-35; Ateş, Süleyman, Jşar; Tl!{sir Okulu, Ankara 1974, ss. 262-264; Kılıç, M. Erol, Muhyiddin İbllu 'I-Arahtdc .. . , ss. 184-251.

76 Elif Et~ ndi, age., ss. 27-28.

Page 17: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

339

Böylece Hakk'ın zuhOr ve tecellileri insanla tamamlanmış olur. Çünkü imkan aleminde insandan daha tam bir zuhfır yeri ve bir ayna yaratılmadı. ZuhGr ıner­tebelerinin tamamı, insan kadar tam ve ayrıntılı değildir. İlahi ad ve niteliklerin tam olarak insanda aıtaya çıkınası (zuhfın.ı), insanın geçen beş mertebeyi ken­dinde toplamasını gerektirmiştir. Bu nedenle insan mertebesi bütün mertebeleri kendinde toplayan tam bir nıertebedir.77

Bu yedi mertebeden birincisi, zuhfır ve taayyünün (belirme ve ortaya Ç!kina­nın) yokluğu mertebesidir. Diğer altı mertebe ise belirme ve ortaya çı~a mer­tebeleridir.

Zuh(ır meıtebelerinden ilk ikisi, (vahdet ve vahidiyyet mertebeleri) Hz.Mu­hammed (s.)'in hakikati ve insanın hakikati olarak ortaya çıkar. Nurltı olgun a.kıl­

lar bu durumu idrak ederler.1d

Kal::ın dört mertebe, içindekilerle ortaya çıkarlar ve duyular da onları iclrak eder. Örnekler vererek bundan daha çok açıklamada bulunmaya edeb ve şeriat dili uygun değildir. Daha doğnısu sözcükler, harfler ve sesler anlatmaya yeterli olmayıp, kör bir bıçak gibi kalırlar.

Elif Efendi'ye göre, geriye kalan son bir ınertebe vardır ki, bu da insan cinsi­dir. İnsan , kendi lliınmeti ve isteğiyle beşeriyer sınırlarından yükselerek, tabiat arzından Yüce Zat'ın hakikat göklerine çıktığı zaman, anılan altı ınertebe göste­rişsiz ve zorluksuz en küçük parçasına varıncaya kadar genişliğiyle kendinde or­taya çıktığı anda ona insan-ı kamil (olgun insan) denilir. Çünkü ilahi ad ve nite­likler, insanın varlık aynasında tam bir biçimqe parlamaya başlar.

Söz konusu yükseliş ve genişleme, bütün yönleriyle en olgun bir biçimele Ne­bimiz Muhammed (s.)'e olmuştur. Bu nedenle O'na "Hatemu'n-Nebiyyln" (Pey­gamberlerin mührü, sonu ve tamamlayıcısı) denildi. "Hatm-i nübüvvet" (pey­gamberliğin mührü), peygamberlik makamında tamlığın ifadesiclir. Bu da Hz.Muhammecl (s.) 'e ait özel bir makamdır.

Müellifimize göre, velilikte anılan yükseliş ve genişleme bir veliele gerçekle­şirse, o veli "Hatemu'l-evliya" (Velilerin mührü) olur. "Hatmu'l-veliiye" (veliliğin mührü), kamil insan ınertebelerinden en üstün nıeıtebedir. Hatm-i nübüvvet peygamberlik işini sona erdirirken, hatın- i velayet velilik işini sona erdirmez. Kı­yamete kadar her zaman hatmu'l-evliya bulunabilir. Çünkü hatınu'l-evliya, veli­lik meıtebelerinde makam sahibi vel'iler için tam bir olgunluktur. Yoksa kendin­den sonra veli gelmez anJamında değildir. 79

b) Vahdet-i Vücild İslam düşünce tarihinde vabdet-i vücud, Allah'ı zat itibariyle aşkın, isim ve sı-

77 ElifEti::nJi, ei-Kelimatü 'l-mılcnıele, s. 29.

78 El if Efendi, age., ss. 29-30.

79 Kuşeyrl, er-Risate, Beynıı 1413/1993, s. 97; Hucviô, Keş(u'l-mahcub, Beyrut 1980, s . 414.

Page 18: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

340 tasavvuf

fatlar yönüyle içkin kabul eden, Allah'tan başka hiçbir gerçek vücud kabul etme­yen, bütün varlıkları mutlak vücudun isim ve sıfatlarının görüntüsü ve tecellisi sayarak hakiki varlığa nazaran onların ezeli ve ebed1 yokluğu ifade ettiğini keşf

· ve tecrübe yoluyla ortaya koyan tasavvufi bir görüştür. Vahdet-i vücud düşüncesinin temelinde, kelam'i münakaşal~;;n~sını teşkil

' · eden ve sufilerin tasavvuf anlayışlannın merkezinde yer alan tevhid meselesi bu-lunmaktadır. Tevhid, beşeriyet eserlerinin (izlerinin) yok olup uh1hiyetin ortaya çıkmasıdır. Clineyd-i Bağciadi'nin ifadesiyle "kadiml sonradan olandan ayımıak­tır. ,,.;o Tevhidin haki kati, bir şeyin tekliğine (bir) o şeyin tekliği hakkındaki doğ­

ru bir bilgi ile hükmetmektir. Bundan dolayı alemdeki her şey, Allah'ın vahdaıiı.." yetini ispat eder.8

'

Tevhidin en son ve en mükemmel hali olarak kabul edilen vahdet-i vü Gd düşüncesi, ilk İslam mutasavvıfları tarafından dile getirilmekle beraber, İbn ra­bl taratİndan sistemleştirilmiştlr. Ancak o "vahdet-i vücud" terimini kullanmış e­ğildir. Daha sonra bu kavram, onun genel fikri muhtevası çerçevesi içinde teşek­

kül bulmuştur.02

İbn Arabl'ye göre, varlık bir tek hakikatten ibarettir. Bu, "la mevcude illallah" yani Allah'tan başka vücud yoktur sözüyle ifade edilir. Ancak bu söz "her şey Tan­rı 'dır" anlamına gelmez. Allah mutlak varlıktır. O'nun varlığının sebebi yoktur, kendi zatıyla vardır. Mutlak varlık olan Allah her türlü kayıt ve şantan uzaktır. O'nun dışındaki her şey izafidir. Onların hakikat oluşları, mutlak hakikare bağlıdır.

İbn Arabl'ye göre, alemAllah'ın bilgisi yönüyle kadlmdir. Yoktan zuhura gel­miş değildir. Allah'tan çıkmıştır, fakat mahiyet itibariyle aynı değildir. Bir olan "mutlak varlık" ve O'nunla, zuhOr mahalli olan mümkün varlık arasında bir nis­pet farkı vardır. Allah "ez-Zahir" ismi yönüyle eşyanın aynı , "ei-Batın" ismi yö­nüyle gayrıdır. Mümkün varlık olan insan yaratılmamış olsaydı kendisinin, mut­lak varlık olan Allah'tan gayrı olduğunu bilemezdi.

Allah Tcila, kendisinde gizli olan kemalatını , şuhudl bir zevkle bilmeyi arzu etmiş ve halkı da bu zevkle bilinmek üzere yaratmışrır. Bu durumda iHihl sevgi, Allah'ın alemi yaratma sebebidir. Alem, Allah'ın sevgisinin ve zat! aşkın bir sonu­cu olarak müşahhas varlıklar haHnde tecellisidir. Kemalat-ı ilahiyye en kapsamlı surette sadece insanda tezahür edebilir ve Hak k kendisini onda görür. Bunu gör­meyi istediğinde, sıfat ve isiınierin en kamil sureti olan insanı yaratmıştır. Bu du­rum sürekli bir oluşu anlacmaktad1r. İbn Arabl bunu şöyle ifade eder: ''Yüce/er yücesi olan Allah, esmil-i hüsnasının ayan-ı sabitelerini kamil bir surette gör­mek istedi. Bir şeyin kendi benJii?ini kendi nefsiyle görmesi, o şeyin ayna gibi

. başka bir şeyde kendini seyr-etmesine benzemez. Çünkü kendisine bakılan ye-

80 Hucviri, Keşjiı '1-mabc(ıb, s. 411.

. S I Konuk, Avni, Fusüs Şerhi, LL; Cehecioğlu, lmam-ı RabbantHareketi ve Tesirleri, s. 96.

8ı İbn Arabi, Fusüsu '1-Hikem, ss.48-49.

Page 19: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

341

rin verdiği surette, bakanın kendi nefsi görünür. B6yle bir yer olmasaydı ve Al­lah'ın ona tecellisi bulunmasaydı kendisine bir suret görünmezdi. '~3 "İnsan, a.temde Allah 'ın maksıtdudur. O, gerçekten h!ilifedir. Esmii-'i ilahinin zuhur maballidir. Alemin hakikat/erinin; melek, felek, ruh, cisim, tabiat, cemad, ne-bat ve hayvanın toplcındı,qı yerdir. ,/!4 )

Hakiki vücud bir olmakla beraber, ~ilemdeki ve mablukattaki-tecelllleri fark­lıdır. Kainauaki yaratıklar, hangi kabiliyetre l<'1kdir edilmişse o tarzda vücud bu­lur. Bu durum, duvarlarında çeşitli aynalar bulunan bir odaya giren kişinin ken­disinde bir değişme olmadığı halde her aynada farklı yansıması gibid ir.

Mutasavvıflar, vahdet-i vücud düşüncesine bazı ayer ve hadisleri delil gerir­mişlerclir. Bu ayetlerelen birkaçını şu şekilde sıralayabiliriz :

"Onları siz öldürmedin iz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atma­dm, onu anca/_~ Allah attı. '"5 "Sema gerçek surette biat edenler, Allah 'a biat et­miş olu:rlar. Allah 'ın eli, onların eli üstündedir.""'

"Kullarım sana Beni sorunca (onlara söyle), Ben çok yakınım. '117 "Biz ona şah damarından daha yakınız. ·M ·'Biz ona sizden daha yakınız, fakat Siz gö­remezsiniz. "'9 ''Bütün işler (sonunda) O'na döndürülür. ,/)()

Bu konuda Hz. Peygamber (s. )'in şu hadislerini zikredebiliriz: "Allah vardı, O'nunla (Herabet· hiçbir şey yoktu. ,pı Meclisinde bu hadis oku­

nan Bayezid-i Bistaıni, "şu anda cb öyledir" diyerek, O'nunla birlikte başka hiç­bir şeyin var olamayacağını, ancak izatl olarak var olabileceğini vurgulaınıştır.9ı

"Şüphesiz Rabbiniz sağır ve gaib ckğildir. O sizinle bind(~iniz deveterin se-merlerinin başları arasındadır. ,JU

Vahdel-i vücüd düşüncesini savunanlar, Allah-~llem ilişkisini anlattrken, var­lıkların zuhürunu kendi anlayışianna uygun olarak açıklamaya çalışmışlardır. Onlara göre alemin yaratılışı, çeşitli mertebelerden geçerek gerçekleşmiştir. Var­lık ınertebeleri denilen bu ıneıtebeler, beşli ve yeclili taksiıne tabi turularak izah edilmiştir. Onların bu tarzda cleğerlendirdikleri ınertebeler, hakiki olmayıp, akli ve keşfidir. Yani onJar bil-kuvve ınevcud, bil-fiil ma'dumdur.

Elif Efendi'ye göre, vahdet-i vücud üzerine söz ederıler üç gruba ayrılır. Btm­lardan bir grup, Yüce Hakk'm, tüm varlıkların özü (batını) ve gerçeği olduğunu

83 İbn Ara hi, ci-Fuıabatu '1-Mekkiyyc, Kahire 1405/1985, c. ı , s.162.

84 Enfiil, 8/17.

85 Fetih, 48/10.

86 fkıkara, 2/186.

87 KM, 50/ 16. 88 Vakıa, 56/85.

89 Hlıd, 11/123. 90 Adunl, Keşfu 'l-Haja, 0-10, 3 . Baskı, Beyrut trs. , ll, 130.

91 Emığrul, İ.Penni, Vahdct-i Vü.did w ihn Arabf, s.5S.

92 Buhfirl, MegaLI, 38; Musl im, Zik ir, 44.

93 Elif Efendi, e/-Kelimlitü 'l-mücmele, ss. 66-68.

Page 20: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

342 tasawuf

ilmi bir yaKın ile bilenlerdir. Bunların, varlıklarda Hakk'ı müşahedeleri yoktur. Çünkü bunların gözlerinde perdeler vardır . Bu nedenle bunlar, tüm varlıkları Hakk'ın vücuduyla ayakta duran bireakım ilalıi takdir ve suretler olarak bilirler. Bu bilgi, onlardaki yakınlığı anlatan bir bilgidir. Bunlar, fark makamında olan Hak yolunun aşağı tabakası yolcularıdır.

Vahdet-i vücOd üzerine söz edenlerden diğer bir grup, kalb yönünden bir hal (durum) ile Hakk'ı varlıklarda müşahede edenlerdir. Bunlar o rta halli müşahid­

lerdir ki, bazen bunlarda nefsin nitelikleri üstün gelerek müşahedelerine engel olur. Bununla birlikte bu mertebe, bilgisel yakınlık meıtebesinden daha yücedir. Bilgisel yakınlık mertebesi, yüce bir mertebe ise de aklın yonımlarından ileriye gidemez. Oysa kalbin ınüşaheclesi tüm akıl yorumlarının üstündedir. Haber al­mak yani duymak, görmek gibi değildir.

Yahdet-i vücOd üzerine söz eden gruplardan üçüncüsü ele, Hakk'ı varlıklar­

da, varlıkları da Hak'ta ınüşahede edenlerdir. Bunların müşahedesi az yukarıda anlatı ldığı gibi kalbe ve hale bağlı değildir. Burada aniatılmak istenen mutlak bir müşahededir ki bunu sağlayan ve devam eniren şey ıuhsal ve bedensel güçlerin tamam ıdır.

Bu menebecle kulun, Hakk'ı varlık larda müşahedesi, varlıkları Hak'ta müşa­hedesine engel olmadığı gibi kulun, varlıkları Hak'ta müşahedesi, Hakk' ı variJk­larda müşahedesine engel olmaz. Çünkü kul, bu mertebede Yüce Hakk'ın hem «ez-Zahir" hem de «eJ-Batın" adlarının tecellilerine aynı anda mazhar olur. Böy­lesine bir kulun bakışında zahir (madde ve cisimler) batına (maru1 ve ıuha), var­lıklar Hakk'a, Hak da varlıklara engel değildir. İşte bu mertebeye, "fark ba'de'l cem" (birlikten sonra ayrılık) ve "beka ba'de'l fena" (fenadan sonra beka) mer­tebesi denir. İşte bu ınenebe, bir önceki menebeden daha yücedir. Bu mertebe, peygamberler ve onların yolunu izleyen kutupların rnakamıdır.94

Dinin açık hükümleri ile Hak yolunun edeplerine açık ve gizli, söz ve davra­nış o larak karşı gelenler için varlıklarda Hakk'ı kalb gözü (bas!ret) ile müşfıhede etmek kesinlikle mümkün olmaz. Bununla birlikte, bilgisel yakınlık, akıl ve gö­ıüş sahibi kimseler için mümkündür. Yani Yüce Hakk'ın , tüm varlıkların özü ol­duğuna ilişkin bilgi ve bu bilginin sağlad1ğı yalanlık yalnızca Hak yoluntın yol­cularına mahsus değildir.

Elif Efendi'ye göre, varlık alemi, tümüyle varlık alanına çıkma yönünden Yü­ce Hakk'ın aynıdır. Çünkü varlıklar için, Hakk'ın dışında tek başlarına var olma ve varlıklarını sürdürme gibi nitelikler yoktur. Bu açıdan bakllelığında tüm var­lık l ar, Yüce Hakk'ın ilahl ad ve niteliklerinin tecelli ve ztıhlırlarından başkası de­ğildir. Yüce Ha kk' ın rek ve benzersiz varlığı , varlıklarda zahir olmuş; varlıkları da Yüce Hak'la ayakta durmaktadırlar . Bu yönden tüm varlıklar Yüce Hakk'ın aynı

olmuşlardır. Şöyle de denilebilir; tüm varlıklar Yüce Hakk'ın ezell ilmi nde, sabit

94 Eli f Efendi, ei-Kelimiltü'l·mücmete, ss, 69-71.

Page 21: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

343

zatlar yönünden Yüce Hakk'ın aynı; kendi nefislerinde çeşitli suretlerle ortaya çıkmaları durumunda Yüce Hakk'ın gayrıdırlar.-Y:üce Hak, varlıkları birbirlerin­den ayıran süret, resim ve sayı gibi niteliklerden ınünezzehtir (uzaktır). Varlıkla­

rın , Yüce Hakk'ın gayrı olmalan yalnızca bir varsayıındır. Çünkü gayrilik iki vü­cudu gerektirir ki, bu da mümkün değildi r. Hakk'ın vücudundan başka bir vü­cud kabul etmek ise batı! bir görüştür.

Varlıklar, yalnızca gerçek iç yüzleri yönünden Hak'tırlar. Çünkü bütün yara­tıklar , ilk belirme ınertebesinde iHihl işler olarak, ikinci belirme mertebesinde ise sabit zatlar olarak Hakk'ın aynıdırlar. Dışta, birbirlerinden ayrı niteliklerle duyu­lara görünecek biçimde ortaya çıknklannda ise Hakk'ın kendisi değildirler.9s

Elif Efendi, varlık ~lleminin vücCıd yönünden Hakk'ın aynı, çeşitli suretierde ortaya çıkmaları yönünden Hakk'ın gayrı olduğunu anlatabilmek için, deniz üze­rinde oluşan dalga ve su kabarcıkları ile kardan yapılmış bir testiyi örnek olarak verir. Gerçekte vücOd yönünde dalga ve su kabareıldan ile kardan (buzdan) ya­pılmış testi suyun aynıdır. Ancak dalga, su kabarcığı ve kardan testi gibi değişik biçimlerde ortaya çıkmalan yönünden suyun gayridirler. Görülüyor ki gayrilik, yalnızca dunım ve görünüş yönündendir. Bunlar aldıkları biçimleri kaybettikle­rinde tekrar asılları olan suya karışırlar ve sudan ayırt edilemez olurlar. Nitekim Kur'an 'da, ''Allah 'ın. zatından başka her şey yok olucudur'SJ6 buyun.ılmuştur.

Müellifimize göre, bazen çöllerde, ı.ızun ve düz yollarda oluşan serap, baka­na su gibi görünür. Gerçekte serap, havanın ta kendisidir, ama oluşturduğu gö­rüntü duyuları yanıltacak derecede bir biçim aldığından havadan başka bir şey gibi gözükür. Çünkü havanın görünı11ediğini biliyoruz. Bununla birlikte havada, hava ile oluşup, hava ile ayakta duran ve varlığı olmayan serap, havanın dışında su gibi görünmüştür.

4. Vahdet-i Vüdid'un Hak Olduğuna İlişkin Deliller

Elif Efendi, vahdet-i vücud'un hak ve mutlak bir gerçek olduğuna ilişkin içte ve dışta, iUlhl kitaplarda, özellikle Kur'an'da sayısız bilgi ve belgeler olduğunu

belirterek, bu konuda Kur'an'dan ve hadisten deliller getirmektedir.

a) Kur'an-ı Kerim'den Deliller: "Doğu ile batı Allah 'ındır. Her nereye dönet-seniz ( dönütı.üz) Allah 'ın yüzü

(zatı) orcıdadır. 'Iİ7

E lif Efendi bu ayeti şöyle yorumlar: "Doğuda ve onda olan tüm varlıklar, ba­

tıda ve onda olcın tüm varlıklar ve ikisi arasmda bulunan tüm varlık/ann sıt-

95 Kasas, 88.

96 Rahman, 26, 27.

97 El if Efendi, el-Kelimaıü 'l-nıücmele, ss. 72-74.

Page 22: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

344 tasawıif

ret ve nitelikleriyle belirlenip yaratılması, her parça üzerinde ilahf isim ve sıfat­Iarta tecelli, yalnızca Şanı Yüce Allah'a ait<

Hem beden, hem de kalp gözünüzle; aklınız.ruhunuz ve sırrınızla varlık ale­minde her ne yöne dönerseniz dönünüz, Hakk'ın katkısızöz varlığı (zat-ı bahtı)

oradadır. Çünkü duyulara ve akla görünen bütün varlıklar, tümüyle Hakk'ın tak­diri, biçimlendirmesi, ortaya çıkarınası ile olup, aldıkları biçimler yönünden Hakk'ın gayridir ve yoklukturlar. Hakikat ve varlık yönünden ise Hakk'ın aynı­

dırlar. Yani onlar, yaratılmış varlıklar olarak aldıkları biçimlerle Hak değildir . An­

cak o nlarda zahir olan Hakk'ın aynıdır.

El if Efendi'ye göre, bu iiyette geçen doğu ve batı sözcükleri, asıl anlamları dı ­

şında, varlıkların iki yüziine işaret ederler. Bu iki yüzden b irisi Yaratıcı ve Rab­be b~ıkan yüzüdür ki, bu yüze doğu, diğeri ise varlıklara bakan yüzüdür ki, bu yüze de batı denmiştir. Varlıkların bütünü olan alemin de iki yüzü vardı r. Varlık­

lar Hakk'a bakan yüzleri ile Hakk'ın :.ıynı , varlıklara bakan yüzleri ile Hakk'ın gayridirler. Bununla birlikte varlıkların aldığı biçim ve nitelikler Hakk'ın belirle­me ve yaratması ile ortaya çıktığından yine Hak'tırlar.')9

''Biz orıa (insarıa) şah damarından daha yakın ız. ,ıoo El if Efendi bu ayeri şu şekilde açıklar: İnsan boynunun her tki yanında yeı'

alan ve beyni besleyen iki ana damara şah ciaman denir. Allahu Teala şöyle buyurur:

'~tnsan vücudu, biz im bir ve henzersiz olan vücıtdımıuzla ayakta dunnak­tadır. Çünkı"i Biz ona, Rııhübiyeıimizden olan rubu ı{fl.edik. Bu nedenle Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız. Yani insanın özü ve hakikati bi­zim ı;m·lığımızdan olduğu için biz ona, onun nCisiltundan (beşerf silretinden) daha yakınız. "

"Heı· nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. '~01 Elif Efendi bu ayetin tef­

sirinde, "Ey insanlar! İster karada, ister denizde, isteryedi gök oe yer katlan ara­sında, ister gizli, iste-r açık olsanız, her şeyi çepeçevre kuşatan Allabsizinle fJe­raberdir. Bıt nedenle O'ndan kaçmak ve gizlenmek mümkün değildir. ·~"ı eler.

"Biz ona (ölüm halindeki insana, 'Y baş ucunda bekleşen eş, dost ve akraba­sı) sizden daha yakınız. Lakin (içinde bulunduğunuz gajletten) sizler (Bizi) görmüym-sımuz. ni<IS "Ey en mükemmel insan olan habihinı! Dinin bükümleı·ini

yerine getirip, korunmasında sana açıktan biat edenler bilsinler ki onlar, gerçek­te Allah ·a biat ed~yorlar. Allah 'ın (kudr·et) eti onların elleri üzerindediı·. "104

98 Elif Efendi, ei-Kelimatü 'l-nıücmele, s. 75.

99 Kfıf, 16.

100 Haöıd, 4.

ıoı Elif Efendi, age .. s. 76.

102 Vfıkıa. 85. 103 fetih, 10.

L04 Hac.lld. 3.

Page 23: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

Bu konuda şu kudsi hadis rivayet edilmiştir:

"Onun kulağı olup, onunla işitirim. Onun gözü olup, onunla görürüm.

Onun eli .olup, onunla ıutanm. " "O (Şanı pek yüce Allab, başlangıcı olmayan) ilk ve (sonu olmayan)

Son'dur. (İlahi ad ve kemat nitelikleriyle, yüce sanaııyla) Zahir ve (bilinmeyen zatı yönüyle O, beden ve kalb gözleriyle görülmeye-n, akıl ve kalh/e idraki mıım­kün olmayan) Biitın 'dıı-. Ve O her şeyi hakkıyla hilendiı-. "105

'1manda yakınlığa erenler için yeryüzünde Allah'ın varlığını belgeleyen açık belgeler vardır. Nefislerinizde dahi aynı he{qeler vardır. Ancak siz onları görmüyorsunuz. , ,(}(,

"(Ey varlığı en mükemmel olan habibim!) Kullarını sana Ben'den sordukla­nnda, Benim on/am çok yakın olduğumu söyle .. m

"Ya hateme'n-nebiyyfn! (Ey elçilerimi tamamlayan mühür! Bedir Savaşı'nda kafirlerin yüzleıi ve gözlerine toprak) attığın zaman, gerçekte sen atmadın, la­kin Allab attı. '~0~

Görünüşte aı:an sendin, fakat takdir edilen beşer kuvvetinle değildi bu atış. Sende, güç ve kudretiyle zahir ve kah ir olan Allah senin elinle attı.

"Şanı yüce olan Allab, aşağı ve yukarı alem/eri, bunlarda ve aralarında olan heı· varlığı çepeçevre kuşatmıştır. ,,i<)')

b) Hadisten Deliller Vahdet-i vücuda getirilen delillerin ikincisi Peygamber (s.) Efendimizin söz­

leridir diyen Elif Efendi, bu konuda Ebu Hureyre (r.)'clen rivayet edilen Peygam­ber (s.) Efendimizin şu duasımn yeterli olduğunu belirtir:

"Ailah 'ım, Sen Sen 'den önce bir n esnenin olmadığı ilk (euııel)sin, Sen, Sen'den sonra bir nesnenin olmadığı Son'sun. Sen, Senin üstünde bir nesnenin olmadığı Zahir'sin, Sen, Senin dışında bir nesnenin olmadığı Batın'sın ... "110

''Arahın söylediği sözlerin en doğrusu. şair Lebid'in sözüdür ki, o şöyle de­mişliı~·

"Uyanık ol da bil ve anla ki, Allah'tan başka her varlık batı/ (yok o/ucu), ve keııdisi.nden yararlanılan ber nimet de kaybolucudur. "11

'

Elif Efendi bu sözü şu şekilde açıklar: "Ey Hakk'ın birliğinin gerçeğini bilmek isteyen basiret ehli! Hakk'ın katkısızöz varlığından başka, duyularla algılanan şu varlıklar gerçekte ınevcud-ı hakiki değildir. Hakk'ın belirlediği ölçü ve süretler-

105 Zfıriyfıt, 20, 21.

106 B:ık:.ır;.ı, 186.

107 Enfitl , 17.

108 Nisii, 126.

109 El if Efendi, ei-Kelim&ıii '1-m ücmele, ss. 77-78.

ı lO Ayı u asuı~ :;. 79

I 1 L Aynı eser, s. 80.

Page 24: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

346 tasavvuf

de ve yine Hakk'ın yaratmasıyla ortaya çıkan varlıklar, duyulada algılanan\~i­çiınleriyle yoktu ri ar. "112

Batıl sözcüğü, Hak sözcüğünün karşılığıdır. Ehli keşfe göre, Hak vücOddan ibarettir ve buna vücGd-ı mutlak (kayıtsız varlık) da denir. Batı! ise Hakk'ın dı­şındaki varlıklardan ibarettir ki, buna da adem-i mutlak (kayıtsız yokluk) denir.

"Sizden birisi namaza durduğu zaman Rabbi ile söyleşir. Kuşkusuz onun Rabbi, onunla kıble arasındadır. "

Elif Efendi bu hadisi şöyle yorumlar: Kulun Rabbi ile konuşması, nefsinden ona dua, tesbih ve Kur'an okumasıdır. Rabbin kul ile konuşması ise kulun sırn­na hitab etmesidir. Bu bir gerçektir. Kulun, bu gerçeği aklı ile kabul etmesi, onun huşü ve huzu'unu artırır.

Namazda kulun Rabbi ile söyJeşmesi, nefsin kendi kendine konuşması veya şeytanın bir vesvesesi değildir. Bunlar nefse ait birtakım batıralardır ki, namazın hakikatini bozar ve aşırı gaflet doğurur. Kul nefsine, nefsi de ku la söyler.

Namazda kul ile kıble arasında Rabbi'nin bulunması, Rabbin kuluna yakınlı­

ğını anlatmak içindir. Yoksa Allah, zaman ve mekandan uzaktır. Allah için bir yön belirlemekte her ne kadar tevhide ters düşen bir durum ise de, ibadette kıb­leye yani Kabe'ye yönelmek emrolunmuştur.

"Yüzünü Mescid-i Haram 'a çevir/'"'3

Bu e mre uymak ise, her müslümana vaciptir. Namazda kıbleye yönetmeyi terketmek Hakk'a isyandır. Meğer ki kul, ilahi tecelli ve ınüşahedede kendinden geçmiş bulunsun.11 4

"Allahu Teaiii kıyamet gününde şöyle buyurur: "Ey AdemoğluJ Ben hasta ol­dum, hatırımı soı-madın . " Kul: "Ey Rabbim! Ben Senin hatırını nasıl sorabili­rim? Sen A!emle1i.n Rabbisin ". Hak Teiild buyurdu: ''Filan. L?U!umun hasta ol­duğunu bildiğin halde, onun hatırını sormadın. Eğer onun hatırını sorsaydın,

Benim onutıla beraber olduğumu da btlirdin ". "Ey Ademoğlul Senden Beni yedirmerıi istedim, fakat sen Beni yedirnıedin ".

Kul. "Ya Rabbi! Ben Seni nasıl yedirebilirdim? Sen Alemierin Rabbisin. " Yüce Allab buyurdu: '~Filan kulum senden yiyecek istediğini bildiğin halde sen ona yedirmedin. Eğer onayedirmiş olsaydın, Beni onun yanında bulurdun. "115

Elif Efendi'ye göre, bu kudsi hadiste geçen hasta ve aç olan kimseler, Yüce Hak'ta ta.ni (yok) olup, Yüce Hak ile baki (sonsuz) olan kimselerdir. Yüce Hak sürekli onlarla özel bir yakınlık içinde olduğu için onlara yapılan iyilik aslında Allal1'a yapılmış demektir. Yani o kulların hoşnutluğu Allah'ın hoşnutluğudur. 1 1~

ı ı 2 Bakanı, 144, 149-150. ı 13 Elif Efendi, ei-Kelimiitü'l-mücmele, ss. 81- 83.

ı 14 Bu hadisi Muslim ve Tinı1i:ô, Ebu Hureyre (r.a)'den rivfıyet etmişlerdir.

115 ElifEfendi, el-Kelimatü 'l-mücmele, s. 84.

116 Tirmizi, Hadisu't-tavil.

Page 25: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

347

"Mu hammed'in nefsi (ve hayatı f._?fJ-dreı) elinde bulıman (Allah)'a yemin ederim ki, eğer siz yeryüzünün en aşağı tabakasına bir ip sarkıtmış olsaydınız,

Yüce Allah 'ın üzerine düşerdi. ""' Bu hadisin şerhinde Tirmizi, bazı hadis bilginietinin sarkıtılan ipin, ''Allah'ın

ilmi" üzerine düşerdi dediklerini rivayet etmiştir. "Ailah'ın ilmi" ilahi kudret ve

sultanı da içine a lmaktadır. Al lah'ın ilmi, kudret ve sultanı ise her yerdedir. Bütünüyle varlık aleminin batını ve hakikati, Hakk'ın tek olan vücudu olup,

cümlesi Hak ile ayakta durmaktadır. Hepsinin de aynalarında Hak ortaya çıkın­ca, gökler ve yeryüzü Hak'tan boş kalamaz. "6

İç yüzünü ya lnızca Allah'ın bildiği ilahi kudret ve sultan, Hakk'ın kemal ve kerim sıfatlarındandır. İlahi kemal sıfatları ise Eş'arl ve şühôd ehline göre z~hın aynıdır. Yani Hak k' ın bir olan zatı üzerinde bir fazlalık veya başkaca bağımsız bir varlık değildir. Bu nedenle, hadiste geçen "Allah'ın üzerine düşerdi" ifadesini başka türlü yorumlamaya gerek yoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz bu hadi­

sin arkasında Hadld Süresinin 3. ayetini okumuştur.

Elif Efendi, vahdeH vücfıcla delalet eden ariflerin ileri gelenlerinin sayıya gel­

meyecek kadar çok sözleri olduğunu, ancak bunları buraya almadığını, isteyen kimselerin, onların kitaplarına başvurmalarını tavsiye etmiştir.

Ona göre, velileri söyledikleri ve yazdıklarından dolayı inkar etmek, daha da ileri giderek onların küfürlerine hükmetmek doğru değildir. Çünkü bu durum ol­dukça tehlikelidir ve imanın gitmesine neden olabilir. Unutulmamalıdır ki, her

velinin Allah katında bir makamı, mazhar olduğu şühôd ve tecellisi vardır.ıı.9

5. Vahdet-i Vücud veVücudiyye (Panteizm)

Vahdet-i vüclıd görüşünde olanlarla vücudiyyecileri bir ve aynı sanmanın hata

olduğunu söyleyen Elif Efendi'ye göre, her bilimin kendine özgü terimleri vardır.

Bu terimlerden bazıları, birçok bilim dalında da aynıdır. Yani bir sözcük bir­çok bilim dalında terim olarak kullanılır. Sözcükler aynı olmasına rağmen yük­lendikleri terim anlamlan birbiriyle çelişecek derecede ayrılırlar. Gerçeklikler bi­limi olan islam tasavvufunun birçok terimi, aynı sözcüklerle Kelaın, Felsefe ve İşrak (Doğuş) Felsefesinele de teriın olarak kullanılır.

Terimler arasındaki bu aynılık, birçok araştırınacıyı yanıltmış ve içinden çıkıl­

maz yanlış açıklama ve yorumlara neden olmuştur .

Pek çok büyük velinin küfrüne fetva verdirerek, idam edilmelerine neden olan

ve yanlış anlaşılan terimlerden biri de "Vüclıd-ı Mutlak" ramlamasıdır. işte bu teri m, yukarıda anılan bilimlerin de ortak terimidie Bununla biJlikte, bu terime her bilim-

117 Elif Efendi, ei-KeHmaıa '1-mı'icmele, ss. 85-88.

118 Aynı eser. s. 90. 119 Aynı eser, s. 104.

Page 26: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

34 8 lflsavm~l

de ayrı bir anlam yüklenmiştir. Bu anlam farklarını bilmeyenlerin, tasavvuf bilimin­

den söz etmeleri doğru değilken, bilim ve din adına düzeltilmesi imkansız olan çir­

kin yorumlarda bulunarak büyük velilere iftira kampanyası bile başlatmışlardır.

Söz konusu iftira ve tekfırden nasibini alanlar arasında Büyük Şeyh Muhyid-

din Arabi, Şeyh Abdülkerün Cili ve İbn-i Farıci başta gelmektedirler. i Bununla birlikte iftiraya uğrayan bu büyükleri, verdikleri fetvalarla te11ize çı­

karan Zenbilli Ali Efendi, İbn-i Kemal Paşa gibi Şeyhi.ilisl5mlar da yok dfğildir.

Elif Efendi, burada "Vücud-ı Mutlakn teıiıniyle amaçlanan asıl anlam\ üzerin-

de ~-urmak istediğini belirtir. '2<' \ Oneelikle bütün tasavvuf şeyhlerinin "Hakk'ın benzersiz tek olan zatı, Hak k' ın

kendi öz varlığıdır" inancında olduklarını belirten müellifimiz, İbn Arabl'nin, Fu­

tühat-ı Mekf-ti.Y.Ye'nin başında kendi inancını şöyle dile getirdiğini belirtir:

"(Hz.Şeyh kendisini işaret ederek) O, söz: ve inanç olarak şahadet (tanıklık) eder ki; Yüce Allah bir tek ilahtır. Onunla birlikte ilahlıkta bır ikincisi yoktU?·. O, eş ve çocuk edinmekten yana çok yüce ve temizdi1· (münezzehtir). O, ortağı ol­mayan bir lvlalik (sahip), yardımcısı (veziri) olmayan bir Me/ik (hükümdar)tir. O'nunla birlikte işleri evirip çeviı-en başka bir yaratıcı da yoktur·. O, varlığı ken­dinden olan Yüce bir zilttır. Varlığında bir başkasına muhtaç değildir. Ondan başka her şey varlı,~ında O'na muhtaçtır. Bütün alem O'nunla vardır. O vaci­bu '1-vücil.d (vadıif,ı zonınlu) otarak en yüce, başlangıcı ve sonu olmayandır. O, nefsi ve ztUı ile ktıim TJe hiçbir şeye ba,~lı olmayan bir Vücüd-t Mutlak'tır. "

Hz.Şeyh , anılan kitabının ikjnci babında şöyle demektedir:

"En kutsal zat olan Hakk'ın öz varlığı bizzat kendi ziltı ile rru:.-'vcuttur; ve mutlak (kayıtsız) varlığı kendisi dışında hiçbir şeyle kayıtlı değildir. Vatiığına

biçbi1· nesne sebep ve illet değildir ki, o şeyden illet/i (ma 'lu!) olsun. O'nun var­Lığı madde gibi bir şeye sebep ve illet değildir. O, sebep ve illetterin ve bunlara bağlı nesnelerin icad ve yaratıcısıdır. O, şanı lllyık olmayan niteliklerden bü­tunüyle pak bir Melik'tir ki, ezelen veebeden mülkünden uzak olmadı. Gerçek­te varlık alemi Allah 'ın varlığı ve var etmesi ile var olup, bizzat zatları yönü.n­den kayıtsız bir varlığı yoktur. Kayıtsız (mutlak) varlık, zatı yüce ve her şeyden münezzeh bir varlıktır ki, O, zatı ve nitelikleriyle, varlıkları da yoklukları da mümkün olan her nesneye aykn·ıdır. Çünkü alem. baştan başa mutlak olma­yan (kayıtlı) bir varltktır. ,m

İbn Arabi Putithat'ın altıncı babında yine şöyle der:

"Gerçekte bilinenler dört kısmıdır. Bunlardan biri Sttbhan olan Yüce Hak'tır. Şam Yüce Hak?, Mutlak Vücı?d'la nitelenmişti-r. Çünkü O mukaddes zat, bir şey için bir şeyle illetlenmedi. Bir şeye illet de olmadı. O, zatıyla vardır. O'nu bilmek, O'nun var olduğunu bilmektir."

120 Elif Efendi, ei-Kelimlitü ·t-mücmele, s. 105.

121 llynı eser, ss 107-108.

Page 27: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

349

Yüce Hak'la il işkilendirilen bilgi, O'nun zatının ne olduğuna dair değildir. Çünkü kulların bilgisi Hakk'ın zatıyla bağlantı kuramaz ve sonradan yaratılmış hiçbir varlık O'nun zatını kavrayamaz. Öyle ise kullann bilgisi Yüce Hakk'ıo var­lığı ile ilişkilidir. Çünkü, Yüce Hakk'ın ezelen ve; ·ebeden var olduğu bilinir.

Bu durumda H.z.Şeyh ve ona uyanhiniı~~·lıklarda ortaya çıkan ve onların aynı olan z:1un şanı ne yücedir" sözlerinden dolayı vücudiyye'den, yani pan­teşstlerden oldukları ileri sürülemez. Bu söz Hz.Şeyh'e aittir. Futubafın birçok yerinde bu sözü aynen veya anlam olarak söylemiştir. Ancak bu sözden maksa­dının ne olduğunu da açıklamıştır.

"0, zatlarında yaratılan nesnelerin aynı değildir·. o 'nun şam pek yücedir. Gerçekte O, O'dur, nesneler de nesnedir."

Anlaşılıyor ki , Hakk'ın vücüdu, bütün her şeyin vücudu, yani aynı değildir.

Hz.Şeyh diyor ki: "Hakk'ın bit· ve benzersiz ıtücudıt (vadığı) zubuı-da her şeyin aynıdır. Varlık/ann biçim ve suretlerinde onların aynı değildir. Yüce Hak, var­lıklara benzemekıen yancı çok yücediı·. Öyle ise Hak 1-lak'tır, varlıklar da yal­nızca varlık/ardır. ,m

Elif Efendi'ye göre, varlıkların batını ve hakikati Hakk'ın bir olan varlığının aynıdır, derken varlıkların kayıtsız, başlı başına olmadıkları kastediliyor. İşte bu mutlak bir iman ve tevhiddir. Varlıklar aldıkları biçim ve sGretlerle Hak k' ın aynı­dır" diyen vücGdllerin bu tutumları ise küfür ve sapıklığın ta kendisidir.123

Göıüldi.iğü gibi, Elif Efendi'nin, varlık meıtebeleri ve vahdet-i vücud hakkın­

daki düşünceleri, İbn Arabi'nin aynı konudaki görüşleriyle paralellik göstermek­tedir. Buna göre Elif Efendi'nin , büyük ölçüde İbn Ara bl' nin görüşlerinden etki­lendiğini ve benzer düşünceler serdettiğini söyleyebiliriz. O , Osmanlı'nın son döneminde yetişen ve İbn Arabl geleneğini ve vahdet-i vücud anlayışını sürdü­ren rnüellif murasavvıtlarımızdan biridir.

Abstract

Hasırlz5de Mehınecl Elif Efendi (126611850 - 1345/1927), who was

one of the Onoınan Sufis in the last periods of time, is the last Sheikh of

Sa'dl dervish lcx.lge, where is in Sütlüce of İstanbul. He has received cer­

tificace and caliphates from orders of dervishes S:ı'diyye, MevleVıyye and

Şaziliyye. Mehıned Elif Efendi, who also redter the M es nevi, has governed

Meclis-i Meşayih in the period of time 1907·191 1. Poet and calligrapher El if

Efendi in addition to these, he has so architectural knowledge that could

scratch plans of .the dervish lodge. Elif Efendi has lastecl his whole life with

education-instnıction and has written many works in various fielcls from

Arabic grammar and logic to theory of Daıwin.

122 Elif Efendi, ei-Kelirnatil'l-mücmde, ss. 109-110.

Page 28: 12 MEHMET ELİF EFENDİNİN EL KELİMÂTUL MÜCMELE ADLI ESERİ · 327 ol madığını belirtir.Bu konuda yazılmış, kısa ve kolay anlaşılır bir eser olarak Muhammed el-Burhanpfıri'nin

350 tasavvuf

BİBLİYOGRAFY A

ACLÜNi, Keşjiı '1-Hq{a, (I-ll), 3. Baskı, Beyrut trs.

AFiFI, Ebu'l-Ala, İbn Arabf'de Tasavvı~f Felsefesi, Kırkamb:ır Y:ıy. İstanbul 1999.

AHMED SAFi, S~finetü's-Sitfl, Süleymaniye Ktp. Mikrofilm Arşivi , no: 2096. ALBA YRAK, Sadık , Son Asır Osmanlı Uleması, İstanbul 1982. ATEŞ, Süleyman, işarf Tefsiı· Okulu, Ankara 1974.

CEBECİOGLU, Ethem, imam-ı Rabhani Hareketi ve Tesirleri, Erkarn Yay. İst. 1999. ERDEM, Hüsamettin, Pcmteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi, Kültür Bak:ınlığı Y.

Ankara 1990. ERTIJGRUL, i. Fenni, Vabdet-i Vücud ve İbn Arabf, İnsan Yay. İstanbul 1997. HUCVİRI, Keş{u'l-mabcub, Beyrut 1980

HÜSEYIN VASS.AF, Sftfırıe-i Evliya-yı ebrar şerhi esmiir-ı esrar, Süleymaniye Ktp.

Y:.ızrn;ı Bağış!:ır, no: 2309. İBN ARABI, FusU.Su 'l-Hikem, Beyrut 1400/1980.

_ _ _ , el-Futuhatu'/-Mekkiyye, Kahire 1405/1985.

İBNÜLEMIN, Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şt!Hr/eri, İstanbul 1952.

İZMİRLİ, İ. Hakkı , Mustasvife Sözleri mi, Tasavuufu.n Zaferleri mi? Hakkın Zafer/eri, İstanbul 1341.

KAM, Ferid, V abdet-i Vücud ue Parıteizm, İns:ın Yay. İstanbul 1992.

KILIÇ, M. Erol , Mu.hyiddin lbrıu'I-Arabf'de Va·r/ık ve Varlık Me1tebeleri, (M.Üİ.F. Doktora Tezi), İstanbul 1995.

KONUK, A. Avni, Fustis Şerbi, Dergah Yay. İstanbul 1987.

KUŞEYRJ, er-Rist!ile, Beyn.ı t 1413/1993.

MEHMED ELİF EFENDi, el-Kelimatü'l-mücmele.fi şerhi't-tuh.feti'/-mürse/e, İst. 1342.

_ ___ , ed-Diirru '1-menstw .fı bizCineti esraıi'rı-ııı1.ı;· Süleym:ıniye K tp. Yazma

Bağışlar, no. 2038. ____ , el-Barikat, Süleym:ıniye Ktp. Yazma Bağışl:ır, no. 2035.

·----· Semeratü. '1-hads.flmcı'r!feti 'n-tu-tfS, Süleymaniye Ktp. Yazma Bağışlar, no.

2036.

SUNAR, Cavit, Imam Rabbtmf-ibrı Arabf, Vahdet-i ŞU.hud, Vahdet-i Vü.cud Meselesi, Ankara 1960.

TANMAN, Baha, "Hasırl:lil.de Tekkesi", S7Y, c.TV( I976-77)

ZAKİR ŞÜKRÜ, Mecmu.a-i Tekdyt!i, istanbul Büyükşehir Belediyesi Ktp. Yazm:ılar

Böl., K. 75, 54 yk.