19. mektub mucİzat i ahmedİye rİsalesİnden ders 1 · 2020. 1. 26. · 1 19. mektub mucİzat-i...

12
1 19. MEKTUB MUCİZAT-I AHMEDİYE RİSALESİNDEN DERS 1 -: NEHYE DAİR HADİSLER Enes (R.A) rivayete göre Resul-i Ekrem (A.S.M): “Hastalığın bizatihi sirayeti yoktur. Hakiki tesir Allah’ın takdiriyledir. İslamda teşeüm de yoktur. Tefeül ise hoşuma gider buyurdu.” Ashab: “Ya Rasullallah tefeül nedir” diye sordular. “Güzel sözdür.” Diye cevap verdi.

Upload: others

Post on 25-Jan-2021

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 1

    19. MEKTUB MUCİZAT-I AHMEDİYE RİSALESİNDEN DERS 1

    -:

    NEHYE DAİR HADİSLER

    Enes (R.A) rivayete göre Resul-i Ekrem (A.S.M): “Hastalığın bizatihi sirayeti yoktur.

    Hakiki tesir Allah’ın takdiriyledir. İslamda teşeüm de yoktur. Tefeül ise hoşuma

    gider buyurdu.”

    Ashab: “Ya Rasullallah tefeül nedir” diye sordular. “Güzel sözdür.” Diye cevap

    verdi.

  • 2

    -: Teşeüm?

    Hulusi Bey: Kötü söz, kötü şey, kötüye yormak

    -: İbn-i Ömer (R.A)’dan rivayete göre Peygamber (A.S.M) “Hastalığın bi zatihi

    sirayeti yoktur. Herşeyde hakiki müessir Allah’tır. Teşeüm, uğursuzluk da yoktur.”

    Hulusi Bey: Uğurusuzluk işte teşeüm.

    -: Bir şeyde uğursuzluk farz edilse evde, kadında, at da tasavvur olunabilir”

    buyurmuştur.

    Hulusi Bey: Tasavvur edilebilirse, yani caizse eğer nerde?

    -: “Evde, kadında, atta tasavvur olunabilir” buyurmuştur.

    -: Dipnot var efendim, haşiye var.

    -: Şarihlerin ifadelerine göre evde şehamet sıhhi olmayışında, dar veya komşuların

    fena bulunmasında, atta ki uğursuzluk da rahvan olmayışındadır. İbn-ül Arabi’nin

    dediği gibi bunlara fiilen teşeüm izafe edilmemiştir. Binaenaleyh şuna buna şeamet

    isnad etmek cahiliye adetlerindendir.

    Büreyye (R.A)’den rivayete göre:

    Hulusi Bey: Ne diyor?

    -: Teşeüm: kötüye yormak, uğursuz saymak, sola dönmek, sola yatmak.

    Hulusi Bey: Kuş uçmasından, hayvanın yürümesinden çeşitli çeşitli şeylerden bugün işim

    rast gelmeyecek diye yalış olarak bir hükme varmak.

    -: Sola dönmek, sola yatma da teşeüm oluyor değil mi efendim?

    Hulusi Bey: Şimdi solcuların canı sıkılır ama burda solcu yok.

    -:

    19. MEKTUB MUCİZAT-I AHMEDİYE

    Hulusi Bey: Okundu

    -: Sual: An'aneli senedin faidesi nedir ki; lüzumsuz yerde, malûm bir vakıada "an

    filan, an filan, an filan" derler?

    Elcevab: Faideleri çoktur. Ezcümle, bir faidesi şudur: An'ane ile gösteriliyor ki,

    an'anede dâhil olan mevsuk ve hüccetli ve sadık ehl-i hadîsin bir nevi icmaını irae

    eder ve o senedde dâhil olan ehl-i tahkikin bir nevi ittifakını gösterir. Güya o senedde,

    o an'anede dâhil olan herbir imam, herbir allâme; o hadîsin hükmünü imza ediyor,

    Hulusi Bey: Yani “an an” diyor. Bizim anane dediğimiz mesele başka. “an an” Mesela bir

    zat diyor ki “ Ben filandan duydum.” O, o da diyor ki ben filandan duydum. Hep yukarıya

    yukarıya yukarıya dün izahına çalıştığım gibi nihayet nereye Menba-ı Risalet’e kadar

    götürüyorlar. O “an an”lar ile yani o kadar ehl-i tefsir Peygamber’den (A.S.M) aldıkları

  • 3

    şeyi zayi’ etmeden ta bu zamana kadar getirmişler. Şu kitaptaki yazı yazılıncaya kadar

    onlar nakledilmiş gelmiş. Aynı zamanda bu işin mütehassısları olduğu için onların

    sözlerinde yanlışlığa ihtimal yoktur. Ehl-i tefsirdir, ehl-i hadistir. Muhaddisin deniliyor

    onlara, muhaddisin. Ondan sonra da hafızları var bide bunların ki en az yüzbin hadisi

    hıfzına almış. Bunlardan geçerekten geliyor. Bunlar işlerinde o kadar mütehassıs ki bin

    hadisin içerisinde bir tanesini muvafık görmezse atar. “Bu Peygamberin emri değildir.”

    Evet;

    -: hadisin sıhhatine dair mührünü basıyor.

    Sual: Neden hâdisat-ı i'caziye sair zarurî ahkâm-ı şer'iye gibi tevatür suretinde, pek

    çok tarîklerle, çok ehemmiyetli nakledilmemiş?

    Elcevab: Çünki ekser ahkâm-ı şer'iyeye, ekser nâs, ekser evkatta muhtaçtır. Farz-ı

    ayn gibi, o ahkâmın her şahsa alâkası var. Amma mu'cizat ise; herkesin herbir

    mu'cizeye ihtiyacı yok. Eğer ihtiyaç olsa da, bir defa işitmek kâfi gelir. Âdeta farz-ı

    kifaye gibi, bir kısım insanlar onları bilse, yeter.

    İşte bunun içindir ki; bazı olur, bir mu'cizenin vücudu ve tahakkuku, bir hükmün

    vücudundan on derece daha kat'î olduğu halde, onun râvisi bir-iki olur; hükmün

    râvisi on-yirmi olur.

    Dördüncü Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın istikbalden haber

    verdiği bazı hâdiseler, cüz'î birer hâdise değil; belki tekerrür eden birer hâdise-i

    külliyeyi, cüz'î bir surette haber verir. Hâlbuki o hâdisenin müteaddid vecihleri var.

    Her defa bir vechini beyan eder. Sonra râvi-i hadîs o vecihleri birleştirir, hilaf-ı vaki'

    gibi görünür. Meselâ: Hazret-i Mehdi'ye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilât ve

    tasvirat, başka başkadır. Hâlbuki Yirmidördüncü Söz'ün bir dalında isbat edildiği

    gibi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinaden

    Hulusi Bey: Birinci dalında mı, dördüncü Dalında mı?

    -: Yirmi dördüncü sözün bir dalında

    -: Hâlbuki Yirmidördüncü Söz'ün bir dalında isbat edildiği gibi; Resul-i Ekrem

    Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i maneviye-i ehl-i

    imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ye'se düşmemek için, hem âlem-

    i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı manevî rabtetmek

    için, Mehdi'yi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdi gibi, herbir asır Âl-i Beytten

    bir nevi Mehdi, belki Mehdiler bulmuş. Hattâ Âl-i Beytten ma'dud olan Abbasiye

    Hulefasından, Büyük Mehdi'nin çok evsafına câmi' bir Mehdi bulmuş.

  • 4

    İşte Büyük Mehdi'den evvel gelen emsalleri, nümuneleri olan Hulefa-yı Mehdiyyîn ve

    Aktab-ı Mehdiyyîn evsafları, asıl Mehdi'nin evsafına karışmış ve ondan rivayetler

    ihtilafa düşmüş.

    Beşinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sırrınca

    kendi kendine gaybı bilmezdi; belki Cenab-ı Hak ona bildirirdi, o da bildirirdi.

    Cenab-ı Hak hem Hakîm'dir, hem Rahîm'dir. Hikmet ve rahmeti ise, umûr-u

    gaybiyeden çoğunun setrini iktiza ediyor, mübhem kalmasını istiyor. Çünki şu

    dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan evvel onları

    bilmek elîmdir.

    İşte bu sır içindir ki: Ölüm ve ecel mübhem bırakılmış ve insanın başına gelecek

    musibetler dahi, perde-i gaybda kalmış. İşte hikmet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye

    böyle iktiza ettiği için Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ümmetine karşı

    ziyade hassas merhametini ziyade rencide etmemek ve âl ü ashabına karşı şedid

    şefkatini fazla incitmemek için, vefat-ı Nebevî'den sonra, âl ü ashabının ve ümmetinin

    başlarına gelen müdhiş hâdisatı, umumiyetle ve tafsilatıyla göstermemek

    (Haşiye): Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a Âişe-i Sıddıka'ya karşı ziyade

    muhabbet ve şefkatini rencide etmemek için, Vak'a-i Cemel hâdisesinde o bulunacağı

    kat'î gösterilmediğine delil ise, Ezvac-ı Tahirata ferman etmiş ki: "Keşki bilseydim

    hanginiz o vak'ada bulunacak?" Fakat sonra, hafif bir surette bildirilmiş ki, Hazret-i

    Ali'ye (R.A.) ferman etmiş: "Senin ile Âişe beyninde bir hâdise olsa,

    "

    mukteza-yı hikmet ve rahmettir.

    Hulusi Bey: “Rıfk ile muamele et. Onu evine öyle gönder.

    Emniyetle” Hz. Aişeye. “ Hz Aişe (RA) ile senin aranda bir meseleden dolayı ihtilaf

    olacak. Ona rıfk ile muamele et. Onu emniyetle” yok mu şey yahu cevap verir orda.

    -: Yok efendim Senin ile Aişe mabeyninde bir hadise olsa. Gerisi üç nokta

    Hulusi Bey: Gerisi arkada yok mu? Bu nedir?

    -: Bu şey, haşiye efendim. Haşiyenin devamı.

    -: İşte bu sır içindir ki: Ölüm ve ecel mübhem bırakılmış ve insanın başına gelecek

    musibetler dahi, perde-i gaybda kalmış. İşte hikmet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye

  • 5

    böyle iktiza ettiği için Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ümmetine karşı

    ziyade hassas merhametini ziyade rencide etmemek ve âl ü ashabına karşı şedid

    şefkatini fazla incitmemek için, vefat-ı Nebevî'den sonra, âl ü ashabının ve ümmetinin

    başlarına gelen müdhiş hâdisatı, umumiyetle ve tafsilatıyla göstermemek mukteza-yı

    hikmet ve rahmettir. Fakat yine bazı hikmetler için mühim hâdisatı, -fakat dehşetli

    bir surette değil- ona talim etmiş. O da ihbar etmiş. Hem güzel hâdiseleri kısmen

    mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber vermiş. Onun haberlerini de en

    yüksek bir derece-i takvada ve adlde ve sıdkta çalışan ve

    Hulusi Bey: Yani “Bizden olmayan bir şeyi bizdenmiş gibi söyleyen kendisine

    cehennemden yer hazırlasın.”

    -: Hadîsindeki tehdidden şiddetle korkan ve

    âyetindeki şiddetli tehdidden şiddetle kaçan muhaddisîn-i kâmilîn, bize sahih bir

    surette o haberleri nakletmişler.

    Altıncı Esas:

    Hulusi Bey: Çayını iç. Bundan evvelkiler mütekellimin uleması. Mütekellimin uleması ile

    Sad-ı Taftazani’den sonra gelen müteahhirin uleması arasında bariz bir fark var. Evvelkiler

    hem ulûm-u âliye ve âliyeyi yani hem elifli hem aynlı iki ilmi veyahut müsbet

    yani fenden gelen fenni bilgiler bir de dini bilgiler manevi bilgiler bunları onlar

    toplamışlar. Sad-ı Taftazani’den sonra birinci bab kapanmış. Fenne ehemmiyet verilmemiş.

    -: Hangi yıllar arasında?

    Hulusi Bey: Yılları var ama benim ezberim yok. Bu Musul’dan. Hz. Süleymanı (A.S)

    Musul’da tasavvur ediyor. O zamanda Musul gazını keşfetmişti ondan istifade etmişti

    diyor. Bu ahmak insanlarda onun başında sarık görüyorlar diyorlar ki “Bu hocadır, bu

    bilgindir.” Peyamberin şeysini oyuncak zannediyorlar. Bu bir harikadır yahu. O bir

    Peygambere mahsus bir haldir. Ondan sonra evet o kadar peygamber gelmiş. Hangisi

    vuhuş’u, tuyuri teshir etmiş. Cenab-ı Hak ona verdi. Hem mülk verdi, hem saltanat verdi.

    Saltanatının her tarafına da nüfuz edecek bir ilim verdi. İstediği zamanda istediği yerdeki

    vaziyeti öğrenir. Hüdhüd’ü istimal eder, bir kuştur. Onunla Seba Melikesi’nin vaziyetini

  • 6

    öğrenir. Bunlar peygamberlere mahsus halattır. Bunlar o sönük akılların keşfedeceği

    mesele değildir. Ancak iman nuruyla anlaşılacak şeylerdir.

    -: Zahiri ilimle olmaz.

    Hulusi Bey: Evliyada zuhur eden halat, harika halat onlar keramattır. O öyle.

    Peygamberlerde zuhur eden haller mucizattır. Şeyi yok. Herhangi avamdan birinde belki

    kâfirlerin içerisinden bazılarında da ilhamat olur mu? İlhamat varmış. Mü’min nerde ki

    hikmeti buldu onu alacaktır. Peygamberin emri budur. Hikmetli bir söz bir hristiyanın bir

    dinsizin de dilinden çıkabilir. Mü’min onu alır, onun dinini kabul etmez. Fakat ondaki hak

    sözü Peygamberin emrine imtisal eder, uyar “Bu hak söz bu kâfirin dininin muktezası değil

    Cenab-ı Hak onu konuşturuyor, Hak konuşturuyor.” Konuşturan kimdir?

    -: Allah (C.C)

    Hulusi Bey: Allahdır. Onu alır çünki hikmetli gördü. Hikmeti alıyor. Kâfirin dinini

    almıyor. Böylece musib olur Müslüman mü’min musib olur. “Bu adamı ne yapayım. Ben

    onun sözünü ne yapayım. Hiç on para diye kıymet vermem” Yahu hikmet mü’minin

    yitiğidir. Nerede bulsa herkesten evvel almak onun hakkıdır. Peygamberin sözünü unuttu

    zavallı, haberi yok. Yahut onun Peygamber (A.S.M) böyle bir vasiyeti olduğunu bilemiyor.

    Düşünemiyor.

    Birazda sen oku. İnsan ameliyle cennete girer mi?

    -: Zaten imansızdan amel makbul değil.

    Hulusi Bey: Dur canım sen şimdi hele soruma cevap ver. İnsan ameliyle cennete giremez

    belki fazlı ilahiyle cennete girer. Peygamberin sözüdür. Allah’ın (C.C) fazlıyla, yoksa

    çalışsın senelerce ibadet, taat, bununla Cenab-ı Hak cenneti verir mi? Çünkü o kadar sarih

    ki bu mesele, diyor ki “Hatta bende” Peygamber (A.S.M) “Ben dahi Allah’ın fazlıyla

    cennete gireceğim. Amelimle değil.” Bundan bi uyandırmak meselesi var. Yani amelinize

    mağrur olmayın. Şimdi artık bu söz meydandayken senin o sualin kusura bakma bu

    mütefennin hoca sözü olur.

    -: Şimdi efendim, bir kâfirin ameli çok olabilir. Mesela kâfirin, ameli çok mesela çeştli

    ilimler yapmış. Bu ameliyle bişey kazanabilir mi?

    Hulusi Bey: Gel sen götür, götür işi. De ki elektiriği, bizi nura karıştıran Edison’u da

    cennete götüreyim ben. Fakat bırakmazlar. Eğer imanı varsa olur. Bi ameldir değil mi bu?

    Bir şöhret için yapmış.

    -: Nasibini almış.

    Hulusi Bey: Almış mı nasibini?

    -: Dünyadan nasibini almış.

  • 7

    Hulusi Bey: Dünyadan nasibini, epey şöhret toplamış. Fakat berikiler diyor canım Edison

    yazıktır. Bende diyorum Edison değil çok mucit diye anılan hakikatte icaddan elleri kısa

    olan. Şerre kabiliyetli icada tesirleri olmayan. İcad kimin işidir? Allah’ın (C.C) işidir.

    Fakat mucid der yanlış eder. Basit bir adama mucid demek Vacib-ül Vücud’un var

    etmesini ona havale etmek gibi çok açık bir hatadır. Buna değil buna ehemmiyet

    vermeyeceğiz. Şimdi bizim mü’min kardaş imanından gelen şey ile çok merhamet

    kazanmış. İstemiyor kişiyi, ona karışmam. Fakat diyeceğiz ki onda Rahim ismi fevkalade

    inkişaf etmiş onunla cehennemin kapısını kapatmak istiyor. O haldeyken söylediği sözden

    mesul olmaz fakat Cenab-ı Hak hem kendisine itaat edenleri ebedi mesud edecek cennet

    denilen bir binayı halk etmiş, hem de kendisine itaatsizlik eden, o itaatsizliklerinde de ifrat

    edip tövbeye yanaşmadan bu hayattan ebedi hayata intikal edenlere de elbette ebedi bir

    azap hazırlamış. Bu azap evi de var. Basit bir memlekette zaif bir insan hükümranlığını

    etrafiyle neşretmek herkesi adaletiyle celb ondan sonra azabiyle korkutmak şeysini

    göstermek isterler. Bunun için muti’leri serbest bırakır, muti’ olmayanları da hapislere

    zindanlara atar. Muhtelif surette cezalandırır ki uyansınlar diye. Burda bu vaki. Üstad

    gayet açık söylüyor diyor ki “Bir yerde hiç hapishane yok fakat haddini aşan biri geldi dedi

    ki; sen beni cezalandıramazsın. Ben istediğimi yaparım. Ben solcuyum. Ben solcuyum,

    bana hiç cezaevine alamazsın. O memlekette hapishane yoksa bu solak bu ters herifi evet

    kulağından tutup onu yaptıracağı bir mahbese sokmak onun saltanatının ve onun muktezası

    olan onun izzetinin azametinin hükümranlığının muktezasıdır. Çünkü izzetine dokunuyor.

    Yapamazsın diyor. Sen kiiim beni cezalandırmak kim. Bir yerde hapishane yoksa bu

    edepsize bir mahbes yapmaz mı? Eee Allah’ın (C.C) kanunlarına böyle kafa tutanlar da

    var. Bunların burada cezalandıkları az. Öbür taraftada da olmazsa bu saltanat, Bu saltanata

    itaatle, itaatle kendilerini sevdirenler, itaatsizlikle, isyanla kendilerini cezaya istihkaklarını

    gösterenlere onlara da münasip bir yerin olması lazım gelir. Bu âlemde yok. Öyleyse bir

    âlem lazım ki muti’ler ebedi mesrur olacak saadethaneye bulsunlar. Allah’ın lütfuna

    mazharolsunlar. Diğerleri de yaptıklarının cezasını hakkıyla görsünler. Oraya diyoruz ki

    ahirete imanın şubeleri arasında bu da var. Yoksa amentübillahı gözünü yum söyle. İmanın

    şartı kaçtır? Amentuyu baştan ahire okumaktır. E oku bakalım. Yalnız okumakla olur mu?

    O okuduğunun hakikatlerine de inanmak lazım. Ahirete inanmak elbette orada mükâfatlar,

    mücazatlar ehilleri olacak. İki tane ev yapmış birisi zindan birisi bostan. Bostana da

    girecek zindana da girecek zümre olacak. Evet, efendim, başka mütefennin hoca efendi?

    Ayrılın.. Kafir der ki “öyle bişey olursa ben cennete gidenlern arasına karışırım, ayağımda

  • 8

    biraz çeviktir.” Yakalanır mı, yakalanacak mı? Onlarında ayetini söyle bakayım burda

    kalma.

    O kaçacakları zaman hemen kafalarından tutup, ayağından çekerek “git!”. Nereye

    gidiyorsun yahu. Devamı var Said Ağa bırakmaz orda. Çekti mi? Böyle marifetin var

    çekleri getiremiyorsun.

    -: Altıncı Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ahval ve evsafı, Siyer ve

    Tarih suretiyle beyan edilmiş. Fakat o evsaf ve ahval-i galibi, beşeriyetine bakar.

    Halbuki o Zât-ı Mübarek'in şahs-ı manevîsi ve mahiyet-i kudsiyesi o derece yüksek

    ve nuranîdir ki; Siyer ve Tarihte beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor,

    o yüksek kıymete muvafık düşmüyor. Çünki sırrınca: Her gün, hattâ

    şimdi de, bütün ümmetinin ibadetleri kadar bir azîm ibadet sahife-i kemalâtına ilâve

    oluyor. Nihayetsiz rahmet-i İlahiyeye, nihayetsiz bir surette, nihayetsiz bir istidad ile

    mazhar olduğu gibi,

    Hulusi Bey: Hacı Fazlı yok mu?

    -: Efendim?

    Hulusi Bey: Hacı Fazlı yok mu?

    -: Burda

    Hulusi Bey: Hani? İçerde mi?

    -: İçeride, burda burda efendim.

    -: Nihayetsiz rahmet-i İlahiyeye, nihayetsiz bir surette, nihayetsiz bir istidad ile

    mazhar olduğu gibi, her gün hadsiz ümmetinin hadsiz duasına mazhar oluyor. Ve şu

    kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat'ın tercümanı ve sevgilisi

    olan o Zât-ı Mübarek'in tamam-ı mahiyeti ve hakikat-ı kemalâtı, Siyer ve Tarihe

    geçen beşerî ahval ve etvara sığışmaz. Meselâ: Hazret-i Cebrail ve Mikâil, iki muhafız

    yaver hükmünde Gazve-i Bedir'de yanında bulunan bir Zât-ı Mübarek; çarşı içinde,

    bedevi bir arabla at mübayaasında münazaa etmek, bir tek şahid olan Huzeyfe'yi

    şahid göstermekle görünen etvarı içinde sığışmaz.

    Hulusi Bey: Yani Peygamber (A.S.M) ı beşer olması itibariyle birgün çarşıda herhang bir

    adamla alışveriş esnasında onunla konuşma tarzındaki vaziyeti nakleden diyor bir Huzeyfe

    bir tek şahit. Şimdi demek ki Hz. Peygamber’de alışveriş ederken böyle çekişirmiş gibi

  • 9

    bişeye kapılırsan Bedir Muharebesi’nde sağında solunda Hz. Cebrail (A.S), Hz. Mikail

    (A.S) muhafız olan bir zat, Mi’raca teşrifinde bazı zamanda Hz. Cibril’i de (A.S) geride

    bırakan böyle bir zatın kadrini düşürmüş olursun. Cenab-ı Hakkın nihayetsiz

    rahmetindendir ki O zatı insanlardan halk etmiş. Yoksa son peygamber olarak bize Cebrail

    gibi Mikail gibi bu melake-i mukarrebinin Peygamberlerinden olan o dört zattan biri

    vaziyetinde bize bir peygamber gönderseydi bize her surette imam olamazdı. Ailevi hayatı

    olamazdı, yemesi olamazdı, içmesi olamazdı. Melekti, yatması yok kalkması yok. Hâlbuki

    bize Hz. Peygamberin çok bize edep numunesi olan çok vaziyetleri var. Mesela yatmak

    için de bir edep var nasıl? Sağ elini böyle şakağına dayayıp o suretle yatmak. E biz buraya

    yatmak için mi geldik? Çetine gitmeyelim, çetine gitmeyelim. Cüneyd-i Bağdadi

    hazretlerinin çocukluğunda arkadaşları gel oynayalım diğer çağırıyormuş. Bak

    çocukluğunda! Gel oynayalım. Hani çocuk oynamaz mı? O halinde “Biz dünyaya oyun

    oynamak için mi geldik” diyor. O çocukken öyle diyor. İşte Cenab-ı Hakkın büyük bir

    istikbal için hazırladığı zatları daha böyle çocukken bilelim, onlarda harika vaziyetler

    gösteriyor. Cüneyd-i Bağdadi sahabeden değil, Onun evliya ümmetindendir. Sahabesinden

    değil ha. Al’inden ashabından değil ümmetinden büyük bir zattır. Bunda böyle harika

    vaziyet olursa Peygamber (A.S.M)ın meziyetini siyer ve tarih kaleme alsa onu tam

    vasfedebilir mi? Hâkānî’nin meşhur, Hâkānî şeysinde diyor ki “Bir zatı ki Allah (C.C)

    medh ede onu Hâkānî’nin ne haddi varki medh edsin”

    şimdi bir zatın üzerine Le'amrüke diye O’nun (A.S.M)

    hayatı üzerine kasem yapıyor. Velhasıl bizim O’nun (A.S.M) derecesini ölçecek terazimiz

    yoktur. Onu bi tarafa bırakalım. Yalnız büyük bir nimete mazharız ki bunun kadrini

    bilelim. Kadrini bilelim O’na ümmet olmaya layık olalım, olmaya çalışalım eğer akıllı

    isek. Aklı kabul etmedin mi ne olurdu? Tekliften çıktık. Hâlbuki yemede, içmede,

    gezmede, keyfimize ait işleri yerine getirmekte hiçbir eksik bırakmazsak, beri tarafa da

    “bende akıl mı var ki” böyleyken deli oldun mu? Ne dersin Hacı Nuri

    -: Efendim

  • 10

    Hulusi Bey: Tam efendinin söylediği şey işte. Yani insan ben deliyim demekle tekliften

    kurtulabilir mi? Burnu yukarı dikiyorsun.

    -: Kurtulamaz efendim.

    ;- İşte yanlış gitmemek için; her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibariyle işitilen evsaf-ı

    âdiye içinde başını kaldırıp, hakikî mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nuranî

    şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa ya hürmetsizlik eder veya şübheye

    düşer. Şu sırrı izah için şu temsili dinle:

    Meselâ bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup, açılarak

    koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü' eder, büyür. Veya tavus kuşunun

    bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra tam

    mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe

    daha büyür ve güzelleşir. Şimdi o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var.

    İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hâsıl olan ağaç ve kuşun da, o çekirdek ve

    yumurtanın âdi küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten, büyük ve âlî sıfatları ve

    keyfiyetleri var. Şimdi o çekirdek ve o yumurtanın evsafını, ağaç ve kuşun evsafıyla

    rabtedip bahsetmekte lâzım gelir ki; her vakit akl-ı beşer, başını çekirdekten ağaca

    kaldırıp baksın ve yumurtadan kuşa gözünü tevcih edip dikkat etsin. Tâ işittiği evsafı

    onun aklı kabul edebilsin. Yoksa "Bir dirhem çekirdekten bin batman hurma aldım."

    ve "Şu yumurta, cevv-i âsumanda kuşların sultanıdır." dese, tekzib ve inkâra

    sapacak.

    Hulusi Bey: Yumurta iken, yani tavus kuşunun yumurtası, birisi de diyor ki “Bu

    yumurtayı görüyor musunuz? Bu yumurta cevv-i havada kuşların sultanı olan bir kuşun

    yumurtasıdır.” dese inandıramaz. Evet;

    -: İşte bunun gibi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın beşeriyeti; o çekirdeğe, o

    yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise, Şecere-i Tûbâ gibi ve

    Cennet'in tayr-ı hümayunu gibidir.

    Hulusi Bey: Evet, evet. Yani kuşların sultanı vaziyetinde cennette.

    -: Hem daima tekemmüldedir. Onun için çarşı içinde bir bedevi ile niza eden o zâtı

    düşündüğü vakit; Refref'e binip, Cebrail'i arkada bırakıp, Kab-ı Kavseyn'e koşup

    giden Zât-ı Nuranîsine, hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa

    Hulusi Bey: O zaman eğer o gözle baksa hataya düşer, hürmetsizliğe girer. Fakat bide

    öbür tarafa baksa; O zatın (A.S.M) Refref’e binip mi’raca çıkmasına bak ki Hz. Cibril’i

    (A.S) geride bırakıyor. Hz. Cibril (A.S) diyor ki “ Burdan daha ileri ben geçemem.

  • 11

    Geçersem yanarım.” O nasıl bişeyki melek yanacak vaziyette oluyor, bu Zat (A.S.M)

    insanların müstesna bir vaziyeti en mükemmel bir insan ordan daha ileriye gidebilir. İşte

    şunu düşündünmü haa Habib-i Ekrem (A.S.M) demeye mecbur olur. Peygamberimiz

    (A.S.M) bir zat ki Allah tarafından sevile, o sevgiside emsalsiz ola. İşte öyle Cebrail’i de

    (A.S) geride bırakır Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkabilir. Bu dünyada hiçbir kula nasib

    olmayan mazhariyete nail olur. Hz. Allah’ı (C.C) dünya gözüyle görür. Öyleyse O’nun

    (A.S.M) mahiyet-i aliyesine bu kısacık aklımızla, iz’anımızla, idrakimizle yetişmek imkânı

    yoktur. Aynen Hz. Muhammed (A.S.M) olmak lazım ki ona da imkân yoktur. Hiç mümkün

    olamaz. Kabul ediyor, inanıyoruz ki O Zat (A.S.M) bu şeye o mazhariyete ermiştir. O

    (A.S.M) bihakkın Hz. Allah’ın (C.C) habibidir, en son peygamberidir, Kur’an-ı Azimüşşan

    O’nun (A.S.M) şerefine nazil olmuştur. Eğer O (A.S.M) yaratılmamış olsaydı mükevvenat

    ve mümkünat halk olunmazdı.

    sırrına mazhar bir Zatı (A.S.M) tavsif edemeyiz.

    Kur’andaki tavsifatla iktifa ederiz. Evet.

    -: İşte bunun gibi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın beşeriyeti; o çekirdeğe, o

    yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise, Şecere-i Tûbâ gibi ve

    Cennet'in tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir. Onun için çarşı

    içinde bir bedevi ile niza eden o zâtı düşündüğü vakit; Refref'e binip, Cebrail'i

    arkada bırakıp, Kab-ı Kavseyn'e koşup giden Zât-ı Nuranîsine, hayal gözünü

    kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmaresi

    inanmayacak.

    BEŞİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Umûr-u gaybiyeye dair hadîslerin birkaç

    misalini zikrederiz:

    (Not: Bundan sonra ki ses kaydı anlaşılması zor olduğu için ses dosyasına koyulmadı)

    Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nakl-i sahih ile ve mütevatir bir derecede bize

    vâsıl olmuş ki; minber üstünde, cemaat-ı Sahabe içinde ferman etmiş ki:

    İşte kırk sene sonra İslâmın en büyük iki ordusu karşı karşıya geldiği vakit, Hazret-i

    Hasan Radıyallahü Anh, Hazret-i Muaviye (R.A.) ile musalaha edip, cedd-i emcedinin

    mu'cize-i gaybiyesini tasdik etmiştir.

  • 12

    İkincisi: Nakl-i sahih ile Hazret-i Ali'ye demiş:

    Hem Hazret-i Ali (R.A.) Hazret-i Zübeyr ile seviştiği bir zaman dedi: "Bu sana

    karşı muharebe edecek, fakat haksızdır."

    Hulusi Bey: Yani Hz. Peygamber (A.S.M) Hz. Ali’ye (R.A) diyor. “ Bu seninle birgün

    muharebe edecek ama haksızdır” Fakat zaman geliryor. Bu Peygamberin (A.S.M) emrini

    unutuyor. Aşere-i mübeşşereden olduğu halde Hz. Peygamberin (A.S.M) bu emrini

    unutuyor, Hz Ali’ye (R.A) muhalif oluyor. Çünkü bir tarafta bakıyoru ümmehat-ı

    mü’minden Hz. Aişe bulunuyor. Onun tarafını intisab ediyor. E burda yine içtihadiyle

    amel ediyor içtihadi davranılıyor. Müçtehid isabet ederse iki sevab alır. İçtihadından

    dolayı. İsabet etmezse içtihad sevabı olarak bir sevap alır. Onun için o bir şeyden bahsetti

    ya ….. Onlar için cennetlik mi cehennemlik mi diye onun lafını etmeyin.

    -: Hem Ezvac-ı Tahiratına demiş: "İçinizde birisi, mühim bir fitnenin başına geçecek

    ve etrafında çoklar katledilecek."