3. uluslararasi saĞlikli yaŞam kongresİ · these scientific studies, initiating...

70
3. ULUSLARARASI SA ĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ 3 INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE ND NİSAN 2020 www.saglikliyasamkongresi.org

Upload: others

Post on 11-Jul-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3 INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFEND

NİSAN 2020

www.saglikliyasamkongresi.org

Page 2: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

II

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ

EDİTÖR/KONGRE BAŞKANI - PROF. DR. ÇETİN YAMAN

Güven Plus Grup A.Ş. Yayınları: NİSAN 02 / 2020

Yayıncı Sertifika No: 36934E-ISBN: 978-605-7594-48-8

Güven Plus Grup A.Ş. Yayınları

Bu kitabının/derginin/kongrenin her türlü yayın hakkı GÜVEN PLUS GRUP DANIŞMANLIK A.Ş. YAYINLARI’na aittir. Yayınevinin yazılı izni olmadan, kitabın/derginin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayını, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta yer alan her bölüm/makale sorumluluğu, görseller, grafikler, direkt alıntılar ve etik/kurum iznine yönelik sorumluluk ilgili yazarlara aittir. Oluşabilecek Herhangi Hukuki bir olumsuzlukta Yayınevi başta olmak üzere kitabın hazırlanmasına destek sağlayan kurumlar, kitabın düzenlenmesi ve tasarımından sorumlular kurum(lar) ve kitap/dergi editörler/hakemler hiçbir konuda “maddi ve manevi” bir yükümlülük ve hukuki sorumluluğu kabul etmez, hukuki yükümlülük altına alınamaz. Her türlü hukuki yükümlülük ve sorumluluk “maddi ve manevi” yönden ilgili bölüm yazar(lar)ına aittir. Bu yöndeki haklarımızı maddi ve manevi yönden GÜVEN GRUP DANIŞMANLIK “YAYINCILIK”A.Ş. olarak saklı tutarız. Herhangi bir hukuki sorunda/durumda İSTANBUL mahkemeleri yetkilidir. Güven Plus Grup Danışmanlık bünyesinde hazırlanan ve yayınlan bu eser ISO: 10002:2014-14001:2004-9001:2008-18001:2007 belgelerine sahiptir. Bu eser TPE “Türk Patent Enstitüsü” tarafından “Güven Plus Grup A.Ş.2016/73232” nolu tescil numarası ile markalı bir eserdir. Bu bilimsel/akademik kitap/dergi ulusal ve uluslararası nitelikte olup, akademik teşvik kriterlerini karşılamaktadır. Çok bölümlü/yazarlı olan bu kitap/dergi E-ISBN’li olup Kültür Bakanlığı Milli Kütüphaneler tarafından ve 18 Farklı Dünya Ülkesiyle Anlaşmalı olan Milli Kütüphanenin E Erişim sistemi tarafından da taranmaktadır. Bu kitap/dergi maddi bir değer ile alınıp satılamaz. Kitap/dergi bölüm/makale yazarlarından, destekleyenlerden, kitap/dergiye emeği geçenlerden Güven Plus Grup A.Ş. Yayıncılık herhangi bir maddi bir gelir elde etmemiş ve talepte bulunmamıştır. Kitap/Dergide yer alan bölüm/makalelerden alıntı yapmak ve ilgili bölüm/makaleye atıf yapılmak koşulu ile kaynak gösterilmek üzere bilimsel ya da ilgili araştırmacılar tarafından kullanılabilir.

Metin ve Dil EditörüDoç. Dr. Gülsemin HAZERDoç. Dr. Gülten HERGÜNERDr. Öğr. Üyesi Mehmet Hayrullah AKYILDIZDr. Öğr. Üyesi Mehmet ÖZDEMİRDr. Öğr. Üyesi Gökşen ARASDr. Öğr. Üyesi Senai YALÇIN

Kapak TasarımıDoç. Dr. Pelin AVŞAR KARABAŞ

Sayfa DüzeniBurhan Maden

Baskı-CiltGÜVEN PLUS GRUP DANIŞMANLIK A.Ş. YAYINLARI®Kayaşehir Mah. Başakşehir Emlak Konutları, Evliya Çelebi Cad. 1/A D Blok K4 D29 Başakşehir İstanbul Tel: +902128014061- 62 Fax:+902128014063 Mobile:+9053331447861

KONGRE/KİTAP/DERGİ İMTİYAZ SAHİBİGÜVEN PLUS GRUP DANIŞMANLIK A.Ş. YAYINLARI®Kayaşehir Mah. Başakşehir Emlak Konutları, Evliya Çelebi Cad. 1/A D Blok K4 D29 Başakşehir İstanbul Tel: +902128014061-62-63 - +905331447861 [email protected], www.guvenplus.com.tr

Page 3: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

III

ORGANİZASYON FİRMASI

Page 4: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

IV

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3.

Page 5: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

V

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

İÇİNDEKİLER

YENİ KORONAVİRÜS HASTALIĞI İLE BİYOLOJİK TEHDİTLER KONUSUNDA FARKINDALIK YARATMAK .......................................................................................................................................................................2

İmran SAKA, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

KBRN TEHDİTLER PENCERESİNDE EVSEL KİMYASALLARIN GÖRÜNÜŞÜ.....................................................10İmran SAKA, Oğuz İNCEDERE, Durmuş ASLANTAŞ, Ahmet KIRÇİÇEK, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

KANSER VE BİYOAKTİF GIDA BİLEŞENLERİ ..........................................................................................................17Mihrican KAÇAR, Nural ERZURUM ALİM

D VİTAMİNİ VE KANSER ..............................................................................................................................................23Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Fatma ÖZÇELİK

GIDA DEZENFEKTANLARININ ANTİMİKROBİYAL VE DUYUSAL ETKİSİ .........................................................29Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Yahya ÖZDOĞAN

3.ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ ...................................................................................................36Sümeyye ÇÖKERDENIOĞLU, Demet BİÇKİ

KBRN TEHDİTLER PENCERESİNDE EVSEL KİMYASALLARIN GÖRÜNÜŞÜ.....................................................41İmran SAKA, Oğuz İNCEDERE, Ahmet KIRÇİÇEK, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

YENİ KORONAVİRÜS HASTALIĞI İLE BİYOLOJİK TEHDİTLER KONUSUNDA FARKINDALIK YARATMAK .....................................................................................................................................................................42

İmran SAKA, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

KADINLARDA TOPUKLU AYAKKABI KULLANIM SIKLIĞININ POSTÜR, FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYİ VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI ...........................................................................43

Sümeyye ÇÖKERDENOĞLU, Demet BİÇKİ

GIDA DEZENFEKTANLARININ ANTİMİKROBİYAL VE DUYUSAL ETKİSİ .........................................................44Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Yahya ÖZDOĞAN

Page 6: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

VI

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

D VİTAMİNİ VE KANSER ..............................................................................................................................................45Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Fatma ÖZÇELİK

YARA İYİLEŞMESİNDE AROMATERAPİ ....................................................................................................................46Seçkin KARAKUŞ, Mihrican KAÇAR

KANSER VE BİYOAKTİF GIDA BİLEŞENLERİ ..........................................................................................................47Mihrican KAÇAR, Nural ERZURUM ALİM

SERVİKOJENİK BAŞ AĞRISINDA ÜST SERVİKAL MANİPÜLASYONUN ETKİNLİĞİNİN ARAŞTIRILMASI .............................................................................................................................................................48

Mehmet Serdar SALUR, Dilber KARAGÖZOĞLU COŞKUNSU, Özlem ALTINDAĞ, Mazlum Serdar AKALTUN, Gökhan MANGAN, Aylin AKÇALI

LIVING LONGER AND FEELING BETTER: LEALTHY LIFESTYLE, PERSONAL HEALTH, OBESITY AND DEPRESSION IN GERMAN ............................................................................................................................................49

Jana SELIG

EVALUATING THE RISK OF CARDIOVASCULAR DISEASE – IS IT NECESSARY OR UNNECESSARY? HOW DO DIFFERENT CARDIOVASCULARRISK SCORES AFFECT IN REAL LIFE? ...........................................50

Holly JENNINGS

VALUE FOR MONEY OR MARKING HEALTHY CHOICES: THE EFFECT OF PROPORTIONAL PRICING ON CONSUMERS’ PORTION SIZE CHOICES .............................................................................................51

Stepashin VANIAMIN IVANOVICH

LIVING LONGER, WORKING LONGER THE IMPACT OF SUBJECTIVE LIFE EXPENCTANCY ON RETIREMENT INTENTIONS AND BEHAVIORS .........................................................................................................52

Aimo SALONEN

UNDERSTANDING AND ADDRESSING THE IMPACT OF SOCIAL INEQUALITIES ON ENVIRONMENTAL HEALTH .........................................................................................................................................53

Martino LUCERO

UNKNOWN ROLE OF ALCOHOL CONSUMPTION IN LUNG CANCER RIKS .......................................................54Santiago RIVAS

LAKTOZ İNTOLERANSINDA SÜT VE FERMENTE SÜT ÜRÜNLERİNİN TÜKETİMİ ..........................................56Merve YURTTAŞ

TOPLU TÜKETİM YERLERİNDE HİJYEN KURALLARI ...........................................................................................57Merve YURTTAŞ

Page 7: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

VII

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

Değerli bilim insanları,

04 ve 05 Nisan 2020 Tarihleri arasında Alba Hotel Ankara’da 20 Mart Cuma 2020 Tarih ve Sayı:310074 “Resmi Gazete” de yayınlanan Genelgeye göre (UZAKTAN ERİŞİM – VİDEO SUNUM) Yöntemi ile gerçekleştirdiğimiz 3. Uluslararası Sağlıklı Yaşam Kongresi’nde sizlerle bir arada olmuş olmanın mutluluğunu yaşamaktayız. Öncelikle 14 sözel ve 2 poster bildiri sunumu ile kongremize katılım sağlayan kıymetli bilim insanlarını bir araya getirerek birbirinden değerli tecrübelerin ve bilimsel birikimlerin paylaşılmasına olanak sağlayan bu nadide ortamın yaratılmasında emeği geçen Kongre Başkanı Prof. Dr. Çetin YAMAN ve kongre Düzenleme, Yürütme ve Bilim Kurulu üyelerimiz ile gerek teknik gerekse işletme açısından her türlü katkı ve desteği sağlayan ORP Danışmanlık’a en içten teşekkürlerimizi sunarız.

Disiplinlerarası çalışmayı benimseyen 3. Uluslararası Sağlıklı Yaşam Kongresi’nde sağlık alanında çalışan disiplinlerini bir araya getirerek yeni bilimsel çalışmalar ortaya koymak, bu bilimsel çalışmaların tanıtımını yapmak, yeni fikirlerle multidisipliner çalışmalar, projeler başlatmak, yapılan bilimsel çalışmaların okuyucularla buluşmasını sağlamak gibi temel hedefleri gerçekleştirdiğimiz kongremizin başarıyla gerçekleşen üçüncü buluşması sonucunda hazırlamış olduğumuz kongre kitabımızı, konu ile ilgilenen birçok araştırmacıya nitelikli bir kaynak olacağı düşüncesiyle sizlere sunabilmenin gururu içerisindeyiz.

Kongremizi onurlandıran tüm katılımcılarımıza şükranlarımızı sunar, ülkemiz ve diğer dünya ülkeleri ile insanlığın COVİD-19 virüs nedeniyle yaşadığı sorun ve sorunların bir an önce tüm insanlık adına sağlıklı bir şekilde son bulmasını diliyor, bir sonrakini 2020 yılının son 3 aylık döneminde gerçekleştirmeyi planladığımız 4. Uluslararası Sağlıklı Kongresi’nde yeniden bir arada olmak temennileriyle sağlık, mutluluk ve başarılarla dolu güzel günler dileriz.

Saygılarımızla.

KONGRE DÜZENLEME KURULU

Page 8: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

VIII

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

Distinguished Scientists,

We are delighted to be together with you at the 3rd International Congress on Healthy Life held in Alba Hotel, Ankara between 04 and 05 April 2020 via REMOTE ACCESS – VIDEO PRESENTATION method according to the 20 March Friday 2020 dated and 310074 numbered Circular published in the “Official Gazette”. First of all, we would like to extend our sincere thanks to the Head of the Congress Prof. Çetin YAMAN, to Congress Organization, Execution and Science Committee members who contributed to sharing of valuable experiences and scientific knowledge and the creation of this invaluable environment which brings together precious scientists attending our congress with 14 verbal and 2 poster paper presentations as well as to ORP Consultancy, which provided all kinds of technical and operational contributions and support.

We are proud to present our congress book which we have prepared with the thought that it would be a qualified resource for many researchers interested in the subject as the output of the third meeting of our congress we held successfully and realized our main purposes such as putting forward new scientific studies, promoting these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies meet the readers for such purposes as bringing the disciplines engaged in the field of health together at the 3rd International Congress on Healthy Life which adopts an interdisciplinary study.

We would like to express our gratitude to all participants who honored our congress, hope that the problems that our country and other world countries are facing due to COVID-19 virus will end in a healthy way for all humanity as soon as possible and wish you health, happiness and success, with the hope to be together again at the 4th International Congress on Healthy Life which is planned to be held in the last quarter of 2020.

Best regards,

CONGRESS ORGANIZATION BOARD

Page 9: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

IX

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

KOMİTE VE KURULLAR

KONGRE BAŞKANIProf. Dr. Çetin YAMAN

(Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi)

KONGRE DÜZENLEME KURULU Prof. Dr. Çetin YAMANProf. Dr. Fatih ÇATIKKAŞProf. Dr. Gülsen DEMİRProf. Dr. Kaya YILDIZProf. Dr. Mustafa TALASProf. Dr. Nevin AKDOLUN BALKAYAProf. Dr. Ümran SEVİLDoç. Dr. Ali Serdar YÜCELDoç. Dr. Gülten HERGÜNER

KONGRE SEKRETERYADr. Öğr. Üyesi. Gökşen ARASDr. Nigar ÇELİKÖğr. Gör. Seda KARAMANArş. Gör. Merve ÖZYILDIRIMNeyran ALTINKAYAİsmail YAŞARTÜRKUğur OVACIKYusuf ÇUHADAR

BİLİMSEL KURULDr. Abdullah KARATAŞ - Niğde Ömer Halisdemir ÜniversitesiDr. Aylin AKOĞLU - Bolu Abant İzzet Baysal ÜniversitesiDr. Asuman SARACALOĞLU - Adnan Menderes ÜniversitesiDr. Ali CIMBIZ - İstinye ÜniversitesiDr. Ali Serdar YÜCEL - Fırat ÜniversitesiDr. Ayşe BEŞER - Koç ÜniversitesiDr. Ayfer TEZEL - Ankara ÜniversitesiDr. Ayça GÜRKAN - Ege ÜniversitesiDr. Çetin YAMAN - Sakarya Uygulamalı Bilimler ÜniversitesiDr. Dilay AÇIL - Manisa Celal Bayar ÜniversitesiDr. Dilek ONGAN - İzmir Katip Çelebi ÜniversitesiDr. Duygu AKSOY - Namık Kemal ÜniversitesiDr. Emre DÜNDER - 19 Mayıs ÜniversitesiDr. Emre PINARBAŞI - 19 Mayıs ÜniversitesiDr. Emir Ayşe ÖZER - Hatay Mustafa Kemal ÜniversitesiDr. Erdal ZORBA - Gazi ÜniversitesiDr. Eray YURTSEVEN - İstanbul ÜniversitesiDr. Esen TAŞGIN - Atatürk ÜniversitesiDr. Evşen NAZİK - Çukurova ÜniversitesiDr. Fariba DEHGHANİ - The University of Sydney

Page 10: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

X

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

Dr. Fatih ÇATIKKAŞ - Manisa Celal Bayar ÜniversitesiDr. Gamze CAN - Karadeniz Teknik ÜniversitesiDr. Gülsen DEMİR - Adnan Menderes ÜniversitesiDr. Gülendam KARADAĞ - Dokuz Eylül ÜniversitesiDr. Gülten HERGÜNER - Sakarya Uygulamalı Bilimler ÜniversitesiDr. Gülbu TANRIVERDİ - Çanakkale Onsekiz Mart ÜniversitesiDr. Gökşen ARAS - Atılım ÜniversitesiDr. Havva ÖZKAN - Atatürk ÜniversitesiDr. Jacquelynne SUE ECCLES - University of CaliforniaDr. Katrien BEEECKMAN - University of AntwerpenDr. Kafiye EROĞLU - Koç ÜniversitesiDr. Kaya YILDIZ - Bolu Abant İzzet Baysal ÜniversitesiDr. Margaret TRESCH OWEN - University of TexasDr. Melissa Mc HALE - Colarado State ÜniversitesiDr. Mehmet ŞAHİN - Çanakkale 18 Mart ÜniversitesiDr. Makbule TOKUR KESKİN - Bolu Abant İzzet Baysal ÜniversitesiDr. Metin YAMAN - Gazi ÜniversitesiDr. Mustafa TALAS - Niğde Ömer Halisdemir ÜniversitesiDr. Nazım Ercüment BEYHUN - Karadeniz Teknik ÜniversitesiDr. Nazan ERENOĞLU SON - Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri ÜniversitesiDr. Nevin AKDOLUN BALKAYA - Muğla Sıtkı Koçman ÜniversitesiDr. Nezahat GÜÇLÜ - Gazi ÜniversitesiDr. Osman SON - Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri ÜniversitesiDr. Patrick MAFORA - University of South AfricaDr. Saliha YURTÇİÇEK EREN - Muş Alparslan ÜniversitesiDr. Selma TEPEHAN ERASLAN - Trakya ÜniversitesiDr. Saliha ÖZPINAR - Alanya Alaattin Keykubat ÜniversitesiDr. Selvinaz SAÇAN - Aydın Adnan Menderes ÜniversitesiDr. Sevban ARSLAN - Çukurova ÜniversitesiDr. Simge ZEYNELOĞLU -Gaziantep ÜniversitesiDr. Serap EJDER APAY - Atatürk ÜniversitesiDr. Sue CHERRINGTON - Victoria University of WellingtonDr. Şenay KARADAĞ ARLI - Ağrı İbrahim Çeçen ÜniversitesiDr. Ümran SEVİL - Ege ÜniversitesiDr. Zeynep GÜNGÖRMÜŞ - Gaziantep ÜniversitesiDr. Zuhal BAHAR - Koç Üniversitesi

Page 11: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

XI

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

BİLİMSEL PROGRAM

KONFERANS PROGRAMI/CONFERENCE PROGRAM

AÇILIŞ/OPENING04/05 NİSAN 2020

SÖZEL OTURUMLAR /ORAL PRESENTATIONS

OTURUM /SESSION : 1Tarih ve Saat/Date and Time : 04.04.2020 – 13:00 – 14:15Salon A / Saloon A Oturum Başkanı (Head of Session) Prof. Dr. Çetin YAMAN

Mehmet Serdar SALUR, Dilber KARAGÖZOĞLU COŞKUNSU, Özlem ALTINDAĞ, Mazlum Serdar AKALTUN, Gökhan MANGAN, Aylin AKÇALI

SERVİKOJENİK BAŞ AĞRISINDA ÜST SERVİKAL MANİPÜLASYONUN ETKİNLİĞİNİN ARAŞTIRILMASI

Mihrican KAÇAR, Nural ERZURUM ALİM

KANSER VE BİYOAKTİF GIDA BİLEŞENLERİ

Seçkin KARAKUŞ, Mihrican KAÇAR

YARA İYİLEŞMESİNDE AROMATERAPİ

Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Fatma ÖZÇELİK

D VİTAMİNİ VE KANSER

Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Yahya ÖZDOĞAN

GIDA DEZENFEKTANLARININ ANTİMİKROBİYAL VE DUYUSAL ETKİSİ

Sümeyye ÇÖKERDENOĞLU, Demet BİÇKİ

KADINLARDA TOPUKLU AYAKKABI KULLANIM SIKLIĞININ POSTÜR, FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYİ VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI

İmran SAKA, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

YENİ KORONAVİRÜS HASTALIĞI İLE BİYOLOJİK TEHDİTLER KONUSUNDA FARKINDALIK YARATMAK

Page 12: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

XII

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ3ND INTERNATIONAL CONGRESS ON HEALTHY LIFE

İmran SAKA, Oğuz İNCEDERE, Ahmet KIRÇİÇEK, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

KBRN TEHDİTLER PENCERESİNDE EVSEL KİMYASALLARIN GÖRÜNÜŞÜ

Merve YURTTAŞ LAKTOZ İNTOLERANSINDA SÜT VE FERMENTE SÜT ÜRÜNLERİNİN TÜKETİMİ (Poster Sunum)

Merve YURTTAŞ TOPLU TÜKETİM YERLERİNDE HİJYEN KURALLARI (Poster Sunum)

OTURUM /SESSION : 2Tarih ve Saat/Date and Time : 04.04.2020 – 13:00 – 14:30Salon E/Saloon E Oturum Başkanı (Head of Session) Prof. Dr. Ümran SEVİL

Santiago RIVAS UNKNOWN ROLE OF ALCOHOL CONSUMPTION IN LUNG CANCER RIKS

Martino LUCERO UNDERSTANDING AND ADDRESSING THE IMPACT OF SOCIAL INEQUALITIES ON ENVIRONMENTAL HEALTH

Aimo SALONEN LIVING LONGER, WORKING LONGER THE IMPACT OF SUBJECTIVE LIFE EXPENCTANCY ON RETIREMENT INTENTIONS AND BEHAVIORS

Stepashin VANIAMIN IVANOVICH

VALUE FOR MONEY OR MARKING HEALTHY CHOICES: THE EFFECT OF PROPORTIONAL PRICING ON CONSUMERS’ PORTION SIZE CHOICES

Holly JENNINGS EVALUATING THE RISK OF CARDIOVASCULAR DISEASE – IS IT NECESSARY OR UNNECESSARY? HOW DO DIFFERENT CARDIOVASCULARRISK SCORES AFFECT IN REAL LIFE?

Jana SELIG LIVING LONGER AND FEELING BETTER: LEALTHY LIFESTYLE, PERSONAL HEALTH, OBESITY AND DEPRESSION IN GERMAN

Page 13: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

1

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ

TAM METİN SÖZEL SUNUMLAR

Page 14: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

2

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

YENİ KORONAVİRÜS HASTALIĞI İLE BİYOLOJİK TEHDİTLER KONUSUNDA FARKINDALIK YARATMAK

İmran SAKA, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ankara / Türkiye

Öz: Biyolojik ajanlar; insanları, hayvanları ve bitkileri öldüren ya da hastalanmalarına sebep olan organizma-lar ya da bu organizmaların ürettiği zehirli maddeler (toksinler)’dir. Biyolojik tehditler; biyolojik ajanların ve emniyetsiz laboratuvar prosedürleri gibi koşulların oluşturduğu tehditlerin tümüdür. Bu tanım; doğal oluşumlu biyolojik hastalıkları (bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan), çevrede bulunan ya da hayvanlarda teşhis edilmiş, insan-lara da bulaşma olasılığı olan biyolojik ajanları, biyolojik ajan içeren ya da yayan silahları (biyolojik silahlar), biyolojik ajanlarla yapılan terör saldırılarını (biyoterorizm) kapsamaktadır. Biyolojik saldırı biyolojik ajanların insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde hastalığa ya da ölüme sebep olmak için kasten çevreye yayılmasının sağ-lanmasıdır. Bu ajanlar doğada mevcut olup hastalık yapma kabiliyetlerini arttırmak, mevcut ilaçlara dirençli hale getirmek ya da çevrede yayılma yeteneklerini arttırmak üzere değişikliğe uğratılabilmektedir. Tespit edil-meleri son derece zor olduğundan ve hastalığa sebep olmaları zaman aldığından teröristler tarafından tercih edilmektedirler. Şarbon, ebola virüs gibi hastalıklar biyolojik tehditler için örnek olarak gösterilirken, bugün dünyayı etkisi altına almış olan korona virüsün biyolojik tehdit boyutu, insanların kafasında bir soru işareti oluşturmaktadır. Kimyasal, biyolojik ve radyolojik tehditlerin tümünde olduğu gibi biyolojik tehditlerde de afet öncesi, afet anı ve afet sonrasında alınması gereken bir dizi tedbir vardır. Afet öncesinde, ikaz ve alarm işaretlerini öğrenmek, ilk yardımın esaslarını öğrenmek, afet ve acil durum çantası hazırlamak, aile afet ve acil durum planını yapmak önceliklidir. Bu çalışmada, dünyanın maruz kaldığı Yeni Korona virüs Hastalığı (CO-VID-19) afetinden yola çıkarak biyolojik tehditlerin afet öncesi, afet anı ve afet sonrasında alınması gereken tedbirler incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Biyolojik Tehditler, Yeni Korona Virüs Hastalığı, Korunma

GİRİŞ

Biyolojik ajanların milletler ve halklar tarafından silah olarak kullanımının uzun bir tarihi vardır. Biyolojik silah kullanımına ilişkin örnekler Kartacalı general Hannibal’ın Bergamalı düşman gemilerini alt etmek için yılan zehiri kullandığı milattan önce 190 yıllarına kadar tarihlendirilmektedir. Fakat biyolojik ajanların kasıtlı kullanımına ilişkin eski zamanlara ait örneklerin hastalık yapmada etkili olup olmadıklarını ve doğal oluşumlu hastalıkların bu eylemlerle karıştırılıyor olup olmadığını belirlemek zordur. Biyolojik silah kullanımının tarih-çesine ilişkin birçok kaynakta 1346 yılında Kefe kuşatmasında Tatarların salgın oluşturmak için vebadan öl-müş insan cesetlerini mancınıkla şehrin içine attıkları geçmektedir. Günümüzde Ukrayna sınırları içinde kalan ve Feodosya olarak bilinen Kefe şehrinde o zamanlar bir veba salgını ortaya çıkmıştır. Bu salgın bazı tarihçiler tarafından Tatarların saldırılarıyla ilişkilendirilmektedir. Fakat farelerin yaygınlaşması gibi diğer epidemiyo-lojik unsurlar da bu salgından sorumlu olmuş olabilir. Biyolojik silah kullanımına ilişkin tarihsel kayıtlarda geçen bir diğer örnek 1756-1763 yılları arasında İngiltere ve Fransa arasında yapılan Yedi Yıl Savaşlarında çiçek virüsünün kullanımıdır. İngilizler çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyeleri Kızılderililere dağıtarak bir salgın oluşturmuş ve bu şekilde Kızılderili kabilelerinin İngiliz yerleşimcilere karşı mücadele etmelerini engel-

Page 15: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

3

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

lemişlerdir. Bu metot Amerikan İç Savaşı’nda da kullanılmıştır. Konfederasyonu destekleme amacıyla çiçek ve sarıhumma bulaştırılmış elbiseler Birlik Kuvvetlerine satılmıştır. Tarihte biyolojik ajanların kullanımı etkinliği artarak devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar müttefiklerinin at ve sığırlarına gizlice şarbon ve ruam hastalıklarını bulaştırmıştır. Almanların Ruslara karşı 1915 yılında veba kullandıklarına ve İtalya’ya kar-şı kolera kullanma girişimde bulunduklarına dair raporlar da mevcuttur. 1932 ve 1945 yılları arasında Japonya, 731. Birim adı verilen birimde biyolojik silah araştırmaları gerçekleştirmiş ve üzerinde araştırma yaptığı on binin üstünde savaş esirinin şarbon, menenjit, kolera ve vebadan ölmesine sebep olmuştur. Japonya deney-lerine Çin halkına karşı kullandığı biyolojik ajanlarla devam etmiş ve en az 11 Çin şehrine yaptığı biyolojik saldırılarla tifo, kolera ve veba salgınları oluşturarak on binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. Saldırılar suların ve gıda kaynaklarının biyolojik ajanlarla kirletilmesi, bakteri içerikli bomba atılması gibi yöntemlerle gerçekleştirilmiştir. Mançurya bölgesinde Japonlar tarafından kullanılmış metotlardan biri veba mikrobu ta-şıyan pirelerle dolu pirincin uçaklardan atılması olmuştur. Bu pirinci yiyen fareler veba mikrobunu taşır hale gelmiştir. Böylece hastalığın insanlar üstünde geniş bir coğrafya boyunca yayılması için gerekli koşullar yara-tılmıştır. Milletler Cemiyeti Japonya’nın Mançurya’da gerçekleştirdiği bu faaliyetleri araştırmak için bölgeye bir heyet gönderdiği zaman Japon askerleri heyetin gıdalarına kolera bulaştırma girişiminde bulunmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Japonya biyolojik savaş programına son vermiş ve tüm biyolojik silah te-sislerini imha etmiştir. 1982 yılında Japonya hükümeti tarafından yayınlanan raporda biyolojik savaş ile ilgili deneylerin olağanüstü savaş zamanında meydana geldiği ve insanlık açısından üzgün olunduğu belirtilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nı ve Japonya’nın biyolojik savaş programını takiben Amerika Birleşik Devletleri de kendi biyolojik silah programını başlatmıştır. Programda ilk olarak tahıl ürünlerine karşı kullanılacak bitki yok edici patojenler üstüne çalışılmıştır. ABD tarafından insanlara karşı kullanılmak üzere silaha dönüştürülmüş ilk ajan; hayvanları da enfekte eden Brusella bakterisi olmuştur. Amerikan ordusu tarafından silahlaştırılan ve stoklanan diğer ajanlar; antraks, botulizm, tularemi, Q ateşi, stafilokokal enterotoksin B (SEB), Venezuel-la At Ensefaliti olmuştur. 1969 yılında ABD biyolojik silah programını durdurduğunu ilan etmiştir. Toplumlar ve hükümetlerin biyolojik silahlara karşı gösterdikleri tepkiler uluslararası bir anlaşmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır.1972 yılında, genelde Biyolojik Silahlar Anlaşması olarak adlandırılan “Bakteriyolojik ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretimi ve Depolanması ve İmhası”na dair anlaşma 79 ülke tarafından imzalanarak 1975 yılında yürürlüğe girmiştir. Bugün 170’den fazla ülkenin taraf olduğu bu anlaşma biyolojik ajanların saldırı amaçlı geliştirilmesi, üretilmesi, stoklanması, temin edilmesi ve kullanılmasını yasaklamaktadır. An-cak bu anlaşmaya rağmen dünyamızda biyolojik silahların kullanımı devam etmiştir. Sovyetler Birliği de bu anlaşmayı imzalamış olmasına rağmen şarbon ve çiçek virüsü gibi ajanları üreterek ve stoklayarak geniş bir biyolojik silah programı yürütmeye devam etmiştir. Programın eski başkan yardımcısı Rus ordusunun çiçek virüsü taşıyan bombalar ve kıtalararası balistik füzeler ürettiğini bildirmiştir. 1979 yılında Sverdlovsk aske-ri üssünde çalışan Sovyet teknisyenler kritik hava filtrelerini çalıştırmada başarısızlığa düşünce yaklaşık bir gramlık şarbon sporu kazara havaya karışarak etrafa yayılmış ve 68 kişinin ölümüne, yaklaşık 100 hektarlık bir alanın yerleşime kapanmasına sebep olmuştur. Bu olay da biyolojik ajanlarla çalışmanın ne kadar tehli-keli olduğunu göstermektedir. 1990’larda dini bir terörist örgüt olan Aum Shinrikyo Tokyo’da şarbon ve botulizm saldırıları yapma girişimlerinde bulunmuş fakat başarılı olamamıştır. 1995 yılında bu örgüt Tokyo metrosunda sarin gazı ile gerçekleştirdiği saldırıda 5000 kişinin etkilenmesine, 1000 kişinin hastaneye kaldı-rılmasına, 19 kişinin de ölmesine sebep olmuştur. Bu saldırı en kötü şöhretli terörist saldırılardan biri olarak tarihe geçmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de yakın tarihte biyolojik saldırılar gerçekleştirilmiştir. 1984 yılında Rajneeshe mezhebine ait teröristler Oregon’da 10 yerel restoranda salata barlarına Salmonella typhi-murium bulaştırmışlardır. Olayda 751 kişide bağırsak enfeksiyonu oluştuğu rapor edilmiştir. Mezhebin amacı

Page 16: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

4

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

oy vermeye gidecek vatandaşların sayısını azaltarak yerel seçimi etkilemek olmuştur. Yetkililer mezhebin bu olaydan sorumlu olduğunu bir sene sonra başka bir soruşturma sırasında tespit etmişlerdir. Bu örnek biyolojik saldırıların tespit edilmesinin güçlüğünü ve denetleme metotlarının bu tür olayların sebebini belirlemedeki ye-tersizliğini göstermektedir. 1997-1999 yılları arasında belirli kurum ve kuruluşlara yaklaşık 50 adet şüpheli toz içeren posta gönderilmiş, fakat bu postaların hiç birinin gerçek şarbon taşımadığı tespit edilmiştir. Bu olaylar halk arasında korku yaratmış ve kamusal sağlık kaynaklarına zarar vermiştir. 11 Eylül saldırılarını takip eden haftalarda değişik kurumlara gönderilen postaların ise şarbon içerdiği tespit edilmiş ve bu olaylar toplamda 22 kişinin enfekte olmasına ve 5 kişinin de ölümüne sebep olmuştur.

Biyoterörizm günümüzde giderek büyüyen bir tehdittir. Bugün 17 ülkenin aktif olarak yürüttüğü biyolojik silah programı olduğu düşünülmektedir. Bir saldırıyı önceden tahmin etmek ve engellemek çok zordur. Bu yüzden olası bir saldırıya hazırlıklı olmak ve saldırı gerçekleştiğinde alınması gereken kişisel tedbirleri bilmek çok önemlidir. Bu yüzden her zaman afet öncesi afef anı afet sonrası nasıl davranılacağını bilmek öğrenmek gerekir.

YENİ KORONA VİRÜS (COVİD 19)

Corona (Korona) virüsü hayvanlar arasında yaygın olan büyük bir virüs grubudur. Nadir durumlarda, bilim in-sanlarının zoonotik olarak adlandırdığı durumdur, yani hayvanlardan insanlara bulaşabilirler. Coronavirus’lar (Cov), soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS – CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi daha ciddi hastalıklara neden olan bir virüs ailesidir. Yapılan kapsamlı araştırmalar sonucunda, SARS-CoV’un misk kedilerinden, MERS-CoV’un ise tek hörgüçlü develerden insanlara bulaştığı ortaya çıkmıştır. Henüz insanlara bulaşmamış olan ancak hayvanlarda sapta-nan birçok coronavirüs (koronavirüs) mevcuttur. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) uluslararası halk sağlığı acil durumu ilan etmesine neden olan ve hâlihazırda devam eden, başladığı günlerde 2019-nCoV, daha sonra WHO’nun resmi kararıyla Covid-19 olarak adlandırılan salgın, 2019’un Aralık ayının son günlerinden beri dünyanın gündeminde. Salgına neden olan coronavirüs başlangıçta kulağımıza tanıdık gelmemiş olsa da aslın-da pek çok kişinin bu virüsün daha hafif türleri ile daha önce karşılaşmış olması muhtemel. Çünkü bu virüsün dört suşu yaygın soğuk algınlığı vakalarının yaklaşık beşte birinin sorumlusu. Coronavirüsler hem insanlarda hem hayvanlarda bulunabilen büyük bir virüs ailesinin bir parçası. Bazıları insanları enfekte edebiliyor ve yaygın olarak basit bir soğuk algınlığına ya da MERS (Orta doğu solunum sendromu) ve SARS (Ciddi akut solunum sendromu) gibi çok ciddi hastalıklara neden olabiliyor. Covid-19 ismine karar verilirken WHO danış-manları sadece hastalığa neden olan virüs türüne odaklandı. Co ve Vi coronavirüsten, “d” İngilizcede hastalık anlamına gelen “disease” kelimesinden, 19 ise vakaların görülmeye başlandığı yıl olan 2019’dan geliyor. Co-ronavirüsün alfacoronavirüs, betacoronavirüs, gamacoronavirüs ve deltacoronavirüs olmak üzere dört farklı cinsi var. Alfa ve beta coronavirüs insanları enfekte edebilirken, gama ve delta coronavirüs sadece hayvanları enfekte edebiliyor. Yirmi yıldan kısa bir süre önceye kadar coronavirüs, insanlarda hafif derecede hastalığa neden olan bir virüs olarak değerlendirildiği için aslında araştırmaların çok da odak noktası olmamış. Ta ki Çin’deki SARS salgınının arkasındaki patojenin bir coronavirüs olarak belirlendiği 2003 yılına kadar... Ardın-dan, neredeyse 10 yıl sonra başka bir coronavirüs türü, MERS salgınıyla gene dünyanın gündemine oturdu ve şimdi gene başka bir coronavirüs türü neden olduğu salgınla dünyanın kâbusu oldu. Detaylı araştırmalar sonu-cunda, 2002 yılında Çin’de görülen SARSCoV’ün misk kedisinden, 2012 yılında Suudi Arabistan’da görülen MERS-CoV’ün ise çöl devesinden insana geçmesiyle salgınların ortaya çıktığı bulunmuş. Aralık ayından beri gündemimizde olan yeni coronavirüs ise daha önce insanda rastlanmayan bir tür. SARS’a neden olan corona-

Page 17: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

5

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

virüs ile aynı virüs ailesine ait olsalar da aynı tür değiller. Coronavirüsler hayvanlardan insanlara geçebilen bir virüs türü olduğu için zoonotik, neden oldukları hastalıklar da zoonotik hastalıklar olarak adlandırılıyor. İn-sanların bağışıklık sistemi daha önce bu virüs ve bakterilerle karşılaşmadığı, dolayısıyla da vücutta daha önce bu patojenlere karşı bağışıklık gelişmediği için zoonotik hastalıklar ölümcül olabiliyor. Coronavirüsler zarflı ve tek iplikli RNA virüsleridir, yani genetik materyalleri bir RNA ipliğinden oluşur ve her viral partikül bir protein zarfına sarılıdır. Bütün virüsler konakçılarını enfekte ederken temelde aynı yolu izler. Bir hücreyi istila eden virüs, o hücrenin bazı bileşenlerini kullanarak kendisini kopyalar, daha sonra da kopyaları diğer hücreleri enfekte eder. Ancak RNA virüslerinin farklı bir özelliği vardır. Bu virüsler, RNA replikasyonu sürecinde, tipik olarak hücrelerin DNA kopyalarken kullandığı hata düzeltme mekanizmalarına sahip olmadıkları için replikas-yon sırasında ortaya çıkan hataları düzeltemezler. Bununla birlikte, coronavirüsler RNA virüsleri içerisinde 30.000 bazla en uzun genoma sahip virüs grubudur. Replikasyon sırasında hata düzeltme yeteneğinden mah-rum olan bu patojenlerin kopyaladıkları baz miktarı arttıkça hata yapma olasılıkları da artıyor. Dolayısıyla her hata beraberinde yeni bir mutasyonu getiriyor. Bu mutasyonların bazıları da virüse yeni hücre tiplerini, hatta yeni türleri enfekte etme yeteneği gibi yeni özellikler sağlayabiliyor. Bir coronavirüs dört yapısal proteinden oluşur: nükleokapsid, zarf, zar ve çubuksu çıkıntılar (dikenler). Bu çıkıntılara Latincede taç anlamına gelen “corona” adı verildiğinden bu virüslere coronavirus (taçlı virüs) denir. Nükleokapsid, zarf ve zar proteinleri tarafından oluşturulan küreye benzer bir yapının içinde, genetik materyali bulundurur. Dikensi çıkıntılar ise virüsün enfekte edebileceği hücreleri belirler ve hücrelerdeki almaçlara bağlanır. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezine göre, doktorlar hastalardan aldıkları solunum sistemi örneklerini ve kanlarından izole edi-len serumları analiz ederek hastalarda coronavirüs bulunup bulunmadığını anlayabilir. Hücre kültüründe virüs izolasyonu, PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) ve insan coronavirüs antikorları için serolojik test teşhiste kul-lanılan yöntemlerden bazıları. Ancak coronavirüs ve neden olduğu salgın ile ilgili hâlâ yanıt bekleyen birtakım sorular var Örneğin belirtiler ortaya çıkmadan önce kişi virüsü başkalarına bulaştırabilir mi? Ya da her vaka eşit derecede bulaşıcı mı, yoksa bazı insanların bulaştırma olasılığı düşükken, diğerlerini süper bulaştırıcı ola-rak adlandırmak doğru mu? Başka bir soru ise virüs, sadece daha yaşlı veya kronik rahatsızlıkları olanlar için mi ölümcül? Bilim insanları bu belirsizliklere yanıt aramakla beraber virüsü kontrol altına almak ve küresel bir salgını önlemek üzere ilaç ve aşı bulmak için âdeta birbirleriyle yarışıyorlar.

SARS Co V HASTALIĞI

Ağır Akut Solunum Yolu Yetersizliği Sendromu (SARS). SARS hastaları ilk defa 2003 Şubat ayı sonlarında; Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa’dan bildirilmiştir. SARS’ın nedeni henüz bilinmemektedir, atipik bir pnö-moni (zatürree) olarak seyretmektedir. Hastalığın kuluçka dönemi 2 ile 7 gündür, bu dönem 10 güne kadar uzayabilir. Hastalarda belirtilerin başlaması ile (öksürük, ateş, titreme, baş ağrısı vs.) bulaşıcılığın da başladığı kesin olarak bilinmektedir. Ancak SARS hastalarının belirtilerin başlamasından ne kadar zaman önce ya da sonra, hastalığı bulaştırdıkları henüz kesin olarak bilinmemektedir. Sadece hasta kişilerle aynı evi ve eşyaları paylaşan veya hasta kişileri korunmasız olarak muayene eden sağlık personeline hastalığın bulaştığına dair bilgiler gelmektedir. Hastalık genellikle 38 derecenin üzerinde yüksek ateşle başlar. Hastalığa soğuk terleme, baş ağrısı, genel bir rahatsızlık hali, yaygın vücut ağrıları, kuru öksürük, boğaz ağrısı ve solunum zorluğu ilave olur. Bazı vakalarda hastalık çok ağır seyreder. Solunum yetmezliği gelişir. Hastalara hastane bakımı hatta solunum cihazı gerekebilir. Temel yayılma yolu öksürüktür. SARS’lı hastanın öksürerek ya da hapşırarak havaya damlacıklar saçması ve başka birinin onları soluması yoluyla yayılır. SARS’ın hava yoluyla veya has-talık bulaşmış nesnelerle de bulaşabileceği bildirilmektedir. SARS’ın nedeni henüz bilinmediği için doktorlar hastalara daha çok belirtilere yönelik, atipik pnömoni’de uygulanan tedaviyi vermektedir. Bu arada SARS için

Page 18: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

6

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

antiviral ilaçlar ve yeni tedavi yöntemleri de denenmektedir. 12.04.2003 tarihine kadar, WHO dünyada 2960 SARS vakası bildirmiştir. Bu vakalardan 1425’i iyileşmiş ancak 119 vakanın öldüğü bildirilmiştir.

MERS – CoV HASTALIĞI

Orta Doğu Solunum Sendromu Koronavirüsü (MERS-CoV) olarak adlandırılan virüsün neden olduğu hasta-lıktır. İlk kez 2012 yılının Nisan ayında Ürdün’de tespit edilmiştir. Eylül 2012’de de Suudi Arabistan’dan hasta bildirilmiştir. Halen sağlık otoritelerince hastalığın takip çalışmaları sürdürülmektedir. Bugünkü bilgilerimize göre bir kişinin MERS-CoV’a maruziyetinden semptomların başlamasına kadar olan süre ( inkübasyon süresi) 2-14 gündür. MERS-CoV enfeksiyonu teyit edilmiş birçok insanda ateş, öksürük, nefes darlığı semptomlarıyla ciddi akut solunum hastalığı ortaya çıkar. Bazı hastalarda ishal, bulantı, kusma şeklinde sindirim sistemi bul-guları da tabloya eşlik eder. Birçok hastada zatürre ve böbrek yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlar gelişir ve yaklaşık % 30’u ölür. Ölenlerin çoğunda altta yatan başka tıbbi problemler(şeker, kanser, kronik akciğer, kalp ve böbrek hastalıkları gibi) vardır. Bazı enfekte insanlarda semptomlar soğuk algınlığı belirtileri gibi hafiftir veya hiç belirti yoktur ve bunlar genellikle iyileşirler. Hastanın öyküsü, klinik muayenesi yanı sıra balgam ve alt solunum yolu örneklerinin laboratuvar yöntemleriyle incelenmesiyle tanı konur. Hasta izole edilme-lidir. MERS-CoV enfeksiyonu için tavsiye edilen özel bir antiviral tedavi yoktur. Semptomları hafifletmeye yardımcı olacak tıbbi bakım uygulanır. Ağır vakalarda geçerli olan tedavi hayati organ fonksiyonlarını des-teklemektir. Salgının görüldüğü ülkelere( Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Ürdün, Umman, Kuveyt, Yemen, Lübnan) seyahat edecek kişiler için risk mevcuttur. Arap Yarımadası dışında Güney Kore, Mı-sır, İngiltere, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Tunus, Malezya, Filipinler, Hollanda ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de vakalar görülmüştür. Şu an MERS-CoV enfeksiyonuna karşı aşı yoktur. Çalışmalar devam etmektedir. Solunum hastalıklarından korunabilmek için aşağıdaki önlemlerin düzenli olarak uygulanması önerilmektedir; Ellerinizi sık sık, 20 saniye süreyle su ve sabunla yıkayın ve küçük çocuklarında aynı şekilde yıkamasını sağlayın, su ve sabun bulunamıyorsa alkol bazlı bir el dezenfektanı kullanın, Öksürürken veya hap-şırırken ağzınızı ve burnunuzu kağıt mendille kapatın, sonra mendili mutlaka çöpe atın, Kirli ellerle ağzınıza, burnunuza ve gözlerinize dokunmayın, Hastalarla aynı kaptan yemek yemek, aynı bardağı paylaşmak veya öpüşmek gibi kişisel temastan kaçının, Kapı kolları ve oyuncaklar gibi sık dokunulan yüzeyleri temizleyin ve dezenfekte edin. Dünya Sağlık Örgütü riskli bölgelere seyahat eden herkesi çiftlikler, pazarlar, ahırlar ve hay-vanların bulunduğu diğer yerleri ziyaret ederken genel hijyen kurallarına uymaları, hayvanlarla temas öncesi ve sonrası düzenli olarak ellerini yıkamaları, hasta hayvanlarla temastan kaçınmaları, çiğ yada iyi pişmemiş hayvan ürünlerini tüketmemeleri konusunda uyarmaktadır. Ayrıca DSÖ, şeker hastaları, böbrek yetmezliği, kronik akciğer hastaları ve immün sistemi zayıf kişiler gibi ciddi MERS için yüksek risk gruplarına aşağıdaki ilave önlemleri tavsiye etmektedir: Develerle temastan kaçının, Çiğ deve sütü ve deve idrarı içmekten kaçının, İyi pişmemiş et özellikle de deve eti yemeyin.

ŞARBON

Bilinen en eski zoonotik hastalıklardan birisi olan şarbon; özellikle sığır, koyun, keçi, deve gibi ot yiyen hay-vanlardan insanlara bulaşan zoonotik bir hastalıktır. Antraks olarak da bilinen şarbon hastalığı ülkemizde ço-ban çıbanı ve karakabarcık gibi isimlerle de anılmaktadır. Etkeni sporlu bir bakteri olan Bacillus anthracis olan hastalık, esas olarak ot yiyen hayvanlarda görülür. Etçil hayvanlar enfeksiyona daha dirençlidirler. Hastalık hayvanlar arasında salgınlara neden olarak ölümlere yol açmakta ve önemli ekonomik kayıplara neden ol-maktadır.Şarbon insanlara üç şekilde bulaşmakta ve bulaşma şekline göre de adlandırılmaktadır. Deri şarbonu, hasta hayvanlara, bunların etine, derisine, bu hayvanların kirletmiş olduğu eşya veya malzemelerle temas

Page 19: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

7

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

edilmesiyle, Sindirim sistemi şarbonu, şarbon mikrobu bulaşmış gıdaların, özellikle de şarbonlu hayvanların etlerinin yenmesiyle, Akciğer şarbonu, şarbon sporuyla bulaşık tozların veya hayvan tüylerinde ve kıllarında bulunabilen sporların solunmasıyla bulaşmaktadır. İnsan hastalığının genel kaynağı hasta, ölen hayvan veya kontamine hayvansal materyaller ile doğrudan veya dolaylı temas ile olmaktadır. Görülme sıklığı gittikçe azal-masına rağmen şarbon ülkemizde de görülmektedir. Ülkemizde genel olarak deri şarbonu görülmektedir. Deri şarbonunda lezyonlar genellikle vücudun açık yerlerinde görülür. Şarbon sporlarının deriden girdiği yerde, ilk önce böcek ısırığına benzer biçimde kabarık, kaşıntılı bir şişlik oluşur. Bu şişlik 1-2 gün içerisinde içi su dolu kabarcığa dönüşür ve daha sonrada ağrısız, genellikle 1-3 santimetre genişliğinde ortasında karakteristik siyah renkte ölü dokunun yer aldığı bir yara meydana gelir. Hayvancılıkla uğraşanlar, çobanlar, kasaplar, mezbaha işçileri, dericilik sanayinde çalışanlar, veteriner hekimler, hastalığın yaygın olduğu bölgelerde ölen hayvan-ların kesildiği veya yerleşim yerlerine yakın ölen hayvanların gömüldüğü yerlerde oynayan çocuklar şarbon yönünden risk gruplarını oluşturmaktadır. Şarbon tedavisi olan bir hastalıktır. Uygun antibiyotikler ile kısa sü-rede tedaviye başlanması durumunda tamamen iyileşme olur. Hastalıktan korunmak için; şarbonlu olduğundan şüphelenilen veya şarbondan ölen hayvanlar asla kesilmemeli, derileri yüzülmemeli ve etleri tüketilmemelidir. Şarbondan şüpheli hayvan ölümleri derhal veteriner hekime haber verilmelidir. Şarbondan ölen hayvanlar 2 metre derinliğinde çukurlar açılarak gömülmelidir. Hasta hayvanların bulundukları yerler ve taşındıkları nakil vasıtaları temizlenmeli ve dezenfekte edilmelidir. Hasta hayvanların temas ettiği yemler, altlıklar ve gübre gibi bulaşık materyaller yakılarak imha edilmelidir. Riskli bölgelerde hayvanlar şarbona karşı aşılattırılmalıdır.

EBOLA

2014 Ebola salgını Batı Afrika’da birçok ülkeyi etkisi altına almış tarihteki en büyük Ebola salgınıdır. Kişiden kişiye bulaşabilen ve öldürücülüğü yüksek olan Ebola Virüsü Hastalığının uluslararası seyahat sonrası ülke-mizde de görülme riski bulunmaktadır. Ebola virüsü adını Afrika’daki bir nehirden alan, insanlarda ve memeli-lerde hastalık yapan çok tehlikeli bir virüstür. Öldürücülüğün çok yüksek olmasından dolayı Dünya Sağlık Ör-gütü (WHO) tarafından 4. Risk Grubu Patojen (yüksek bireysel ve toplumsal risk) olarak kabul edilmektedir. WHO tarafından 4. Risk Grubu Patojen; ciddi insan veya hayvan hastalıklarına sebep olan ve bireyden bireye doğrudan ya da dolaylı olarak bulaşabilen patojen olarak tanımlanmaktadır. Bu gruptaki patojenlerin sebep olduğu hastalıklar için genellikle etkili bir tedavi ve koruyucu önlemler bulunmamaktadır. Ebola ilk defa 1976 yılında eşzamanlı salgınlar olarak Sudan’ın Nzara kentinde ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Yambuku kentinde virüsün adını aldığı Ebola Nehri’ne yakın bir köyde görülmüştür. Ebola virüs hastalığı (EVH) insan-larda ağır seyreden ve genellikle ölümle sonuçlanan tehlikeli bir hastalıktır. EVH salgınlarında vakaların pek çoğu ölümle sonuçlanır. EVH salgınları öncelikle Orta ve Batı Afrika’nın tropikal yağmur ormanlarına yakın ücra köylerinde ortaya çıkar. Virüs, insanlara yabani hayvanlardan bulaşır ve insan popülasyonunda kişiden ki-şiye hasta insanların kanı, çeşitli salgıları, organları ya da vücut sıvıları ile ve bu tür sıvılarla kontamine olmuş nesnelerle temas edilmesi halinde bulaşarak yayılır. Meyve yarasaları Ebola virüsünün doğal konağı olarak de-ğerlendirilir. Ebola virüslerinin coğrafik dağılımları meyve yarasalarınınkiyle örtüşmektedir. Ağır hastalar yo-ğun destekleyici bir bakıma ihtiyaç duyarlar. Hastalığın, tedavisi veya aşısı bulunmamaktadır. Ebola insanlara enfekte olmuş hayvanların kanı, çeşitli salgıları, organları ya da vücut sıvıları ile yakın temas sonucu bulaşır. Hastalığın; insanlara Afrika ormanlarında enfekte olmuş hasta ya da yaralı olarak bulunan şempanzelere, go-rillere, meyve yarasalarına, maymunlara, orman antiloplarına ve kirpilere dokunulması ile geçtiği saptanmıştır. Ebola, sonrasında insan toplumlarında kişiden kişiye bulaşma ile yayılır. Bulaşma; hasta insanların kanı, çeşitli salgıları, organları ya da vücut sıvıları ile ve bu tür sıvılarla kontamine olmuş nesnelerle temas edilmesi ha-linde gerçekleşir. Defin işlemleri sırasında cesetle temas edilmesi halinde de bulaşma olabilmektedir. İyileşen

Page 20: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

8

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

erkeklerin iyileşme sonrası 7 haftaya kadar menileri ile virüsü bulaştırmaya devam edebildikleri saptanmıştır. Sağlık çalışanları EVH’li hastaların bakımı ve tedavisi sırasında sıklıkla enfekte olmuşlardır. Bulaşma, hasta ile yakın temaslarda enfeksiyon kontrol önlemlerinin sıkı bir şekilde uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. EVH ağır seyreden, akut viral bir hastalıktır. Hastalık kendini ateş, yoğun halsizlik, kas ve eklem ağrısı, baş ağrısı ve boğaz ağrısının ani bir şekilde başlaması ile belli eder. Bu belirtileri kusma, ishal, vücutta döküntüler, böbrek ve karaciğerde fonksiyon bozukluğu ve bazı durumlarda hem vücut içindeki hem de dışındaki kanama-lar takip eder. Laboratuvar bulguları düşük akyuvar, trombosit sayısı ve karaciğer enzimlerinde yükselmedir. İnsanlar, kan ve sıvıları virüsü taşıdığı sürece bulaşıcı olmaya devam ederler. Hastalığın kuluçka süresi (virüs-le enfekte olduktan belirtilerin ortaya çıkmasına kadar geçen süre) 2 ila 21 gündür. Salgın olan bölgelere salgın süresince mümkünse gidilmemesi önemlidir. Gidilmesi gerektiği durumlarda aşağıdaki önlemlere uyulması tavsiye edilir. Diğer bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi hastalığı önlemenin en önemli uygulamalarından biri ellerin düzenli olarak yıkanmasıdır. Ellerinizi su ve sabunla yıkamak (ya da sabun bulunmadığı yerlerde alkol-bazlı el losyonu kullanmak) cildinizden potansiyel enfekte materyalleri uzaklaştırır ve hastalığın geçişini önler. Eldiven kullanılan durumlarda eldivenleri çıkarmadan önce su ve sabunla yıkayın ve eldivenleri çıkardıktan sonra da ellerinizi yıkayın. Ölü hayvanlarla, özellikle de primatlarla temastan kaçının. Yerel pazarlarda tüke-tim için satılan primatlar dahil vahşi hayvanların etini yemeyin. Enfeksiyon olasılığını asgariye indirmek için EVH olduğundan şüphelenilen insan ya da hayvanlarla yakın temas ederken enfeksiyon kontrol önlemlerini uygulayın. Amaç enfekte hastaların salgı ve kanlarıyla teması önlemektir. Hastanın ölmesi durumunda cesetle doğrudan temasın önlenmesi de aynı şekilde önem taşımaktadır.

Her türlü Doğal Afetlerde (Deprem, Sel….) ve Yapay Afetlerde (KBRN, Biyolojik silahlar….) alınacak ted-birler; Olay Öncesi, Olay Anı, Olay Sonrası diye sınıflandırılır.

1) Olay Öncesi :

A) İkaz Ve Alarm İşaretlerini Öğren: Afet ve acil durumlarda evde, okulda veya işyerinde nerede olursanız olun yapılacak uyarıları takip etmeniz hayatınızı kurtarabilir. AFAD, sorumlu ve yetkili otorite olarak doğal veya insan kaynaklı bir afet durumunda, düşman saldırılarında, KBRN tehdit ve tehlikelerinde sizi ve ailenizi uyarmak için ulusal düzeyde güvenilir Haber Alma ve Yayma, İkaz ve Alarm, Mesajlı Uyarı sistemleri oluş-turmaktadır. İkaz ve Alarm Sistemleri ile kablo ve uydu haberleşme alt yapısı kullanılarak, siren sistemleri aracılığıyla anons ve ikaz sesleri şeklinde uyarılar yapılmaktadır. AFAD tarafından her türlü afette ve acil durumda güvenliğinizi sağlamak için yapmanız gerekenleri duyurmak üzere yurt genelinde il ve ilçelerimizde toplam 580 adet siren sistemi kurulmuştur.

B) İlk Yardım Esaslarını Öğren

C) Afet Ve Acil Durum Çantası: Afet ve Acil Durum Çantanızda acil durum sırasında ev halkının ihtiyaç du-yabileceği temel malzemeler bulunmalıdır. Acil durumlarda bu malzemeleri tedarik etmeniz için zamanınız olmayacağından Afet ve Acil Durum Çantanızı önceden hazır bulundurmanız faydalı olacaktır. Bir acil durum sonrasında görevlilerin herkese anında ulaşması mümkün olmayabilir. Yardım almanız saatler belki de günler sürebileceğinden kendi kendinize hayatta kalmanız gerekebilir. Bu yüzden de çantanızda en az 72 saat hayat-ta kalmanızı sağlayacak miktarda gıda, su ve diğer ihtiyaçlarınızı karşılayacak malzeme bulunmalıdır. Acil durumlarda günler hatta haftalar süren elektrik, gaz, su ve telefon kesintileri yaşanabilir. Bu yüzden çantanız bu kesintiler süresince size kolaylık sağlayacak malzemeleri de içermelidir. Hazırlayacağınız çantanın her an taşınabilir olması ve olası tahliye durumlarında kullanabilmeniz için aracınızda bulunması yararınıza olacaktır.

Page 21: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

9

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

D) Aile Afet Ve Acil Durum Planını Yap: Aileniz bir acil durum sırasında bir arada olmayabilir. Bu yüzden acil durumlarda güvenli bir yere nasıl gideceğinizi, birbirinizle nasıl iletişim kuracağınızı, nasıl bir araya geleceği-nizi ve farklı durumlarda ne yapacağınızı önceden planlamak çok önemlidir.

2)Afet Anı

Biyolojik tehditlerde, radyo, televizyon veya diğer iletişim araçlarından yetkili makamlarca yapılacak açık-lamaları takip ederek hastalığın belirtilerini, tehlike altındaki bölgeleri, ilaç dağıtımı ya da aşılama yapılıp yapılmadığını, hastalanırsan tıbbi yardım almak için nereye başvurulması gerektiği öğrenilmelidir. Hastalığın ne olduğunun, nasıl tedavi edileceğinin ve kimlerin tehlikede olduğunun belirlenmesi zaman alabileceğinden yetkili makamların ne yapman konusunda sana anında bilgi sağlayamayabileceği unutmamalı, soğukkanlılık korunmalıdır. Eğer olağan dışı ya da şüpheli bir maddenin farkına varırırsa rüzgarın tersi yönde oradan hızla uzaklaşılmalıdır. Ağız ve burun birkaç kattan oluşan varsa tişört, mendil ya da havlu gibi pamuklu kumaşlar-la yoksa peçete ya da havlu kağıtla nefes almayı engellemeyecek şekilde kapatarak korunmalıdır. Açık olan kollar ve bacaklar kapatılmalı, açık yaralar ve sıyrıklar sarılmalıdır. Biyolojik ajana maruz kalındıysa, giysiler ve ayakkabılar çıkarılmalıdır. Çıkarılan giysileri plastik poşet içerisine koyulmalı, ağız kapatılıp sonrasında yetkililere vermek üzere yaşam alanının dışında tutulmalıdır. Bol sabun ve su kullanarak iyice yıkanmalı ve temiz kıyafetler giyilmelidir. En yakın sağlık kuruluşuna giderek profesyonel tıbbi yardım alınmalıdır.

3)Afet Sonrası

Biyolojik Silahlar ile oluşmuş afetlerde, kişi ya da aile üyelerinden biri hastalanırsa temkinli olmakta fayda vardır. Eğer belirtiler tarif edilenlere uyuyorsa ve aile risk altında olduğu düşünülen grubun içindeyse derhal tıbbi yardım alınmalıdır. Eğer ilan edilmiş bir biyolojik acil durum ya da gelişen bir salgın varsa hastalığın bulaşabileceği kalabalıklardan uzak durulmalıdır. Hastalığın yayılmaması için hijyen kurallarına ve temizliğe dikkat edilmelidir. Radyo, televizyon veya diğer iletişim araçlarından yetkili makamlarca yapılacak açıklama-ları takip ederek verilecek talimatlara uyulmalıdır. Panik yapılmamalı ve söylentilere inanmamalıdır. Bir aile üyesi aşağıda sıralanan belirtilerinden birini veya daha fazlasını gösteriyorsa mümkünse onu diğer aile üyele-rinden ayrı tutmak gerekir. 37.5 °C den yüksek vücut sıcaklığı, bulantı ve kusma, karın ağrısı, ishal, solgun ya da kızarmış bir yüz, baş ağrısı, öksürük, kulak ağrısı, burun akıntısı, boğaz ağrısı, ciltte kaşıntı, kızarıklık, enfeksiyon, kırmızı ya da pembe gözler, iştahsızlık, halsizlik.

SONUÇ

Biyolojik silahlar, biyoterörizm kapsamında kullanılabilir. Her türlü salgın hastalıklar Kimyasal saldırılar ve afetlerde nasıl tedbir alınır kendimizi nasıl savunabiliriz önceden planlamamız gerekir.

İNTERNET KAYNAKLARI

https://www.afad.gov.tr/kbrn/biyolojik-silahlarin-tarihcesi

https://tubitak.gov.tr/sites/default/files/18842/bilim_ve_teknik_coronavirus_hakkinda.pdf

http://bilheal.bilkent.edu.tr/aykonu/Ay2003/may03/sarsturk.htm

https://www.seyahatsagligi.gov.tr/site/HastalikDetay/Mers-CoV-Hastaligi

https://www.hurriyet.com.tr/

Page 22: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

10

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

KBRN TEHDİTLER PENCERESİNDE EVSEL KİMYASALLARIN GÖRÜNÜŞÜ

İmran SAKA, Oğuz İNCEDERE, Durmuş ASLANTAŞ, Ahmet KIRÇİÇEK, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ankara / Türkiye

Öz: Evsel kimyasal maddelerin, modern yaşam için vazgeçilmez oldukları bir gerçektir. Ancak bu evsel kim-yasal maddelerin bilinen ve bilinmeyen sayısız zararları vardır. Evsel kimyasallar; temizlik ürünleri olan de-terjanlar, kozmetik ürünler, kokular yayan parfümler, oda spreyleri, diş macunları, ilaçlar, cilalar, saç boyaları gibi geniş bir yelpazede yer alırlar. Ayrıca her yıl piyasaya 200-300 yeni kimyasal madde sürülmektedir. Bu maddelerin sağlığa ani etkileri olabileceği gibi, uzun vadede de sağlık sorunlarına sebep olabilecekleri bir gerçektir Diğer birçok konuda olduğu gibi bu konuda da toplumu bilinçlendirmek, olası riskleri önlemek için gereklidir. Bu çalışmada, her gün iç içe yaşadığımız evsel kimyasal maddelerin en yaygın kullanımlarından yola çıkarak, bunların insan ve diğer canlılar için ve çevre sağlığı için olası etkilerini açıklanmış ve konuya dikkat çekilmiştir. Bugün dünyada doğal ya da insan ürünü on milyondan fazla çeşit kimyasal maddenin kulla-nıldığı tahmin edilmektedir. A.B.D. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), diş macunları, kozmetikler, sabunlar, deodorantlar, plastik şişeler ve pestisitler gibi birçok evsel kimyasal bileşiklere maruz kalmanın insan sağlığı üzerindeki etkilerini değerlendirmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu ileri sürmekte-dir. Bazı evsel kimyasal türlerinin, laboratuvar hayvanlarının üreme sistemini etkilediği bilinmektedir. CDC tarafından yapılan araştırmalarda, yetişkin kadınların idrarlarında, erkeklerinkine nazaran, sabun, şampuan, kozmetik ürünler ve diğer kişisel bakım ürünlerinde yapımında kullanılan çeşitli kimyasallara daha yüksek oranda rastlandığı görülmüştür. Kimyasalların tek olarak kullanımı olduğu gibi bazı kimyasalların karıştı-rılarak kullanılması da yaygındır. Bu tip kullanımların yeni riskleri ortaya koyması ve çok tehlikeli sonuçlar meydana gelmesi de kaçınılmazdır. Çalışmanın amacı; evsel kimyasallar ile ilgili farkındalığı arttırmak ve toplumu bilinçlendirmeye çalışmaktır.

Anahtar Kelimeler: Evsek Kimyasallar, Kozmetikler, Temizlik Malzemeleri, Sağlık Tehlikeleri

GİRİŞ

Günlük hayatta evlerimizde kullandığımız birçok ürün toksik endüstriyel kimyasal madde içermektedir. Evsel kullanımlarda toksik endüstriyel kimyasal madde kaynaklı ürünler uzun süreli kullanımlarda çok ciddi zarar-ları olduğu gibi Bu kimyasalların bir kısmında insanlarda kansere neden olduğundan şüphelenilir veya bilinir. Amerika Birleşik Devletleri Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) 2016 yılında yayınladığı bir rapor ev ve işyeri gibi kapalı alanlardaki havanın dış mekanlara oranla iki ila beş kat daha kirli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kirliliğe yol açan temel nedenler ise havalandırma yetersizliği, toksik maddeler içeren mumların yakılması ve oda kokuları ile ev temizliğinde kullanılan deterjanlardan havaya karışan kimyasallardır. İnşaat, boya ve mo-bilya sektörlerindeki gelişmeler doğrultusunda daha fazla sentetik malzeme kullanımı ile kapalı yaşam alan-ları daha konforlu hale gelmekte ancak aynı zamanda, kullanılan bu sentetik malzemeler ile iç ortam hava ka-litesi bozulmaktadır. Amerikan Çevre Koruma Örgütü (Environmental Protection Agency, EPA) tarafından da belirtildiği gibi, iç ortam hava kalitesini bozan kirleticiler arasında, başlıca uçucu organik bileşikler(VOC)’ler ve formaldehit yer almaktadır. Uçucu organik bileşikler, hemen hemen her ortamda az veya çok miktarda bu-lunmaktadır ve iç ortamdaki seviyeleri değişkendir. Parfüm, deodorant, sabun, deterjan, şampuan, hava koku-

Page 23: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

11

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

su giderici spreyler gibi tüketim malzemeleri, boya/vernik gibi kaplama malzemeleri, yapıştırıcılar ve döşeme gibi yapı malzemeleri ile fotokopi ve faks gibi ofis makineleri iç ortamlardaki başlıca VOC kaynaklardır. Pro-pan, bütan ve metil klorür, çok uçucu organik bileşiklere (VVOC); pestisitler (DDT), plastifiyanlar (ftalatlar), yangın geciktiriciler (poliklorlu bifeniller, PCBs ve polibromürlü bifenil, PBB), yarı uçucu organik bileşiklere (SVOC) ve limonen, toluen, aseton, etil alkol, izopropil alkol, heksanal ise uçucu organik bileşiklere (VOC) örnek olarak verilebilir VOC’lar göz, burun ve boğaz tahrişinin yanı sıra baş ağrılarına, koordinasyon kaybına ve mide bulantısına neden olabilir. Michigan Üniversitesinde yapılan çalışmada, benzin ve türevleri, boya, lastik ve birçok temizlik ürününde bulunan “benzen”e, 0,5-1 ppm oranında maruz kalınmanın bile özel bir kan kanseri tipi olan Miyelodisplastik Sendromu’na yol açtığı belirlendi “Benzene maruziyet, erken dönemde be-yin, sinir sistemi üzerine etkilerinin yanı sıra bağışıklık sistemi üzerine de olumsuz etki yapıyor. En korkutucu yanı ise kanser riskini artırıyor, yapıştırıcılar, boyalar, mobilya cilaları ve bu ürünlerin buharları veya gazları ile benzene maruziyet söz konusu olabiliyor. Benzen, Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) bağlı “The International Agency for Research on Cancer (IARC)” kuruluşu tarafından insan ve hayvanlarda kanser yapıcı maddeler arasında kabul edilmektedir.

EV KİMYASALLARI ve SAĞLIK RİSKLERİ

Hayatımızda sürekli kullandığımız ve vazgeçemediğimiz, Evinizdeki her odada potansiyel olarak tehlikeli kimyasallar bulunabilir. Bu ürünler uygun şekilde depolanmaz veya kullanılmazsa, küçük veya ciddi ve hatta hayatı tehdit eden sağlık sorunlarına neden olabilir. Evinizde bir tur atın ve bu kimyasallardan bazılarının neler olduğunu ve ne tip sağlık zararlarına neden olabileceğini bir düşünün. Bu ürünlerin talimatlara uygun olarak kullanıldığında makul derecede güvenlidir. Bir ürünün toksisite seviyesinin kullanılan ürünün dozu, ürüne ne kadar maruz kalma süresi ve kişisel farklılıklar (yaş, cinsiyet, hastalık, engellilik gibi) belirlemektedir.

Piyasada çok sayıda “çok amaçlı” temizlik ürünü bulunmaktadır. Bu ürünler genellikle deterjanlar, yağ ve ki-reç çözücüler ve / veya dezenfektanlar içerir. Bu bileşenlerdeki spesifik kimyasallar arasında amonyak, etilen glikol monobütil asetat, sodyum hipoklorit ve / veya trisodyum fosfat bulunur. Kullanılan malzemelere bağlı olarak, çok amaçlı temizleyiciler cildi, gözleri, burnu ve boğazı tahriş edebilir. Yutulması halinde hem insanlar hem de hayvanlar için oldukça zehirli olabilirler. Çok amaçlı bir temizleyici ile çalışırken, cildinizi korumak için daima lastik eldiven kullanın. Ayrıca, odada iyi bir hava dolaşımı olduğundan emin olun. Birkaç pencere açın veya fanın çalışır durumda kalmasını sağlayın. En önemlisi, ASLA farklı türdeki iki temizleyiciyi, özel-likle amonyak ve klor(çamaşır suyu) içeren ürünleri birlikte karıştırmayın. Bu karışım, ciddi solunum prob-lemlerine neden olabilen ve büyük miktarlarda solunduğunda potansiyel olarak ölümcül olabilecek kloramin veya klorin adı verilen bir gazın üretilmesine neden olabilir.

Çamaşır suyu, Ev tipi ağartıcıdır, %0,7 ila %5,25 arasında değişen farklı konsantrasyonlarda kimyasal sodyum hipoklorit içerir. Bu yüzdeler sıvıdaki kimyasal miktarıdır; sıvının geri kalanı çoğunlukla sudur. Klorlu ağartıcı sıvı ve buharlar cildi, gözleri, burnu ve boğazı tahriş edebilir. Dermatit doğrudan cilt temasından kaynaklana-bilir. Yutma özefagus yaralanmasına, mide tahrişine ve uzun süreli bulantı ve kusmaya neden olabilir. Klor ağartıcıyı asla diğer ev temizlik ürünleri ile karıştırmayın, özellikle amonyakla karıştırmayın. Bunu yapmak, çok ciddi solunum problemlerine neden olabilecek farklı zehirli gazların açığa çıkmasına neden olabilir.

Çamaşır deterjanları, bu ürünler, lekeleri ve öğütülmüş kiri gevşetmek için (etikette “katyonik,” “anyonik” veya “iyonik olmayan” adlarıyla belirtildiği gibi) enzimler içerir. Katyonik deterjanlar dahili olarak alındığın-da en zehirlidir. Yutma bulantı, kusma, şok, kasılmalar ve komaya neden olabilir. “İyonik olmayan” deterjanlar

Page 24: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

12

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

daha az toksiktir ancak cildi ve gözleri tahriş edebilir veya sizi diğer kimyasallara karşı daha hassas hale getire-bilir. Bir kişi büyük miktarlarda deterjana maruz kalırsa astım gelişebilir. Deterjanlar ayrıca kazara yutulmadan kaynaklanan birçok ev zehirlenmesinden de sorumludur.

Bulaşık deterjanı, otomatik ve elde bulaşık yıkama deterjanlarındaki ana bileşen fosfattır. Otomatik bulaşık yıkama deterjanlarının cilt tahrişleri veya yanıkları ürettiği bilinmektedir ve yutulması halinde zehirli olabilir. Elde bulaşık yıkama deterjanları, otomatik bulaşık yıkama deterjanlarından daha hafiftir. Yutulması halinde ağızda ve boğazda, bulantı ve tahrişe neden olabilir, ancak yutulması halinde öldürücü değildir.

Fırın temizleyicileri, fırın temizleyicilerindeki temel bileşen, lye’dir (sodyum hidroksit veya potasyum hidrok-sitten oluşur. Yaygın olarak sudkostik olarak adlandırılır.). Lye son derece aşındırıcıdır ve cildinizi ve gözleri-nizi yakabilir. Ciddi doku hasarına neden olabilir ve yutulması halinde öldürücü olabilir. Fırın temizleyicileri ile çalışırken daima önlük, eldiven ve koruyucu gözlük kullanın. Buharı solumayın. Çalışma alanının iyi ha-valandırıldığından emin olun. Lye içermeyen toksik olmayan fırın temizleyicileri mevcuttur. Etikete bakın ve kireç içermeyen bir ürün seçin.

Antibakteriyel temizleyiciler genellikle su, koku, yüzey aktif madde (kiri parçalamak için) ve pestisit içerir. Antibakteriyel temizleyicilerde yaygın olarak kullanılan pestisitler kuaterner amonyum veya fenolik kimya-sallardır. Antibakteriyel temizleyiciler gözlerinizi tahriş edebilir ve cildinizi ve boğazınızı yakabilir. Bu temiz-leyicileri kullanırken cildinizi korumaya yardımcı olmak için lateks bulaşık eldivenleri kullanın. Cildinizdeki veya gözlerinizdeki temizleyiciye biraz bulaşırsanız, hemen yıkayın.

Pencere ve cam temizleyicilerinin temel bileşenleri amonyak ve izopropanoldür. Bu ürünler gözleri, cildi, burnu ve boğazı tahriş edebilir. Yutulması halinde uyuşukluğa, körlüğe, bilinç kaybına veya ölüme neden ola-bilirler. Bu ürünleri kullanmak için daima eldiven giyin ve iyi havalandırılan bir alanda kullanın.

Klozet ve tuvalet temizleyicileri, sodyum hipoklorit veya hidroklorik asit veya çamaşır suyu kimyasallarını içerir. Çoğu dezenfektan temizleyici gözlerinizi ve cildinizi çok tahriş eder ve boğazınızı yakar. Banyolarınızı temizlerken bol miktarda havalandırıldığından emin olun. pencereleri açık bırakın ve varsa havalandırma fa-nını kullanın. Tuvalet temizleyicileri kullanırken cildinizi su sıçramalarına karşı korumak için kalın lateks bu-laşık eldivenleri kullanın. Cildinize biraz sıçrarsanız, hemen yıkayın. Hiçbir zaman başka bir ev veya temizlik ürünleri ile klozet temizleyici karıştırmayın. Bunu yapmak zehirli gazların açığa çıkmasına neden olabilir ve çok ciddi solunum problemlerine neden olabilir.

Küf gidericiler, klor ve alkil amonyum klorürler, küf ve küf gidericilerde bulunan yaygın fungisit kimya-sallarıdır. Küf giderici temizleyiciler solunum problemlerine neden olabilir ve yutulması halinde boğazınızı yakabilir. Bu ürünleri kullanırken cildinizi korumaya yardımcı olması için lateks bulaşık eldivenleri kullanın. Cildinize biraz bulaşırsa, hemen yıkayın.

Lavabo ve kanal açıcılar, Lye ve sülfürik asit, drenlerin tıkanıklığını gidermek için kullanılan ana bileşenlerdir. Lye ciltte ve gözlerde yanıklara neden olabilir ve yutulması halinde yemek borusuna ve mideye zarar verebilir. Sülfürik asit cildi ve gözleri tahriş edebilir ve böbreklere, karaciğere ve sindirim sistemine zarar verebilir. Bu kimyasallar tehlikeli duman üretir, cilt yanıklarına neden olabilir ve gözlerinizle temas ederse körlüğe neden olabilir. Drenaj temizleyicileri yutulursa ölümcül olabilir. Bu ürünleri kullanırken daima koruyucu eldiven kul-lanın ve gözlük takın. Ayrıca, bu temizleyiciler kullanıldığında odada iyi bir hava dolaşımı olduğundan emin olun. Buharı solumayın.

Page 25: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

13

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Halı, kilim ve döşeme temizleyicileri, bu temizlik ürünleri perkloretilen (kuru temizlemede kullanılır), naftalin ve amonyum hidroksit içerebilir. Bu ürünlerden çıkan dumanlar kansere ve karaciğer hasarına neden olabilir ve baş dönmesi, uyku hali, bulantı, iştahsızlık ve oryantasyon bozukluğuna neden olduğu bilinmektedir. Bu ürünleri iyi havalandırılmış alanlarda kullanın ve buharı solumayın.

Oda spreyleri, formaldehit, petrol distilatları, p-diklorobenzen ve aerosol itici gazlar içerir. Bu kimyasalların kansere ve beyin hasarına neden olduğu düşünülmektedir. Ayrıca gözler, cilt ve boğazda güçlü tahriş ediciler-dir. Bu bileşenler genellikle oldukça yanıcıdır. Ek olarak, katı spreyler genellikle insanlar veya evcil hayvanlar tarafından yenildiğinde ölüme neden olur. Oda spreylerini açık alevin etrafına püskürtmeyin. Bunları sadece iyi havalandırılmış alanlarda kullanın.

Yüzme havuzu klorür tabletleri, yüzme havuzlarında kullanım için klor içeren dezenfektanlar kalsiyum ve sod-yum hipoklorit kimyasallarıdır. Bu kimyasallar aynıdır, ancak diğer ev dezenfektan temizleyicilerindekilerden daha yüksek bir konsantrasyondadır, çünkü çok fazla miktarda su ile seyreltilirler. Seyreltilmeden önce bu kimyasallarla temasa geçmek solunum problemlerine ve gözlerde ve ciltte yanma hissine neden olur. Yutulma-sı halinde kimyasallar boğazı yakabilir ve ölümcül olabilir.

Havuz için yosun gidericiler (algicides), yüzme havuzları için yosun giderici kimyasallar genellikle alkil amonyum klorürleri içerir. Bu kimyasallar solunum problemlerine neden olabilir. Yutulması halinde boğazını yakabilirler.

Naftalin, güvelenme önlemi için kullanılan böcek ilaçları naftalen ve p-diklorobenzen olarak bilinen kimya-sallardır. Naftalin olan bölgedeki havayı solumak baş ağrısına ve baş dönmesine neden olabilir ve cildi, gözleri ve boğazı tahriş edebilir. Buharlara uzun süre maruz kalmak katarakt oluşumuna ve karaciğer hasarına neden olabilir.

Zararlı ot ilaçları, yabancı ot öldürücülerdeki yaygın pestisitler diquat, 2,4-D ve glifosattır. Bazı yabancı ot öldürücüleri gözleri ve cildi tahriş edebilir. Bu kimyasalların bazıları yutulduğunda veya solunduğunda veya çok miktarda cilde temas ederse ve hemen yıkanmazsa çok zararlı olabilir.

Kemirgen kontrolü için yemler, yemlerde yaygın olarak bulunan pestisit, varfarin olarak bilinir. Bu kimyasal, büyük miktarlarda yutulursa iç kanamaya neden olur.

Evcil hayvan pire ve kene tedavileri, evcil hayvan pire ve kene tedavi ürünlerinin çoğu, imidacloprid, fip-ronil, piretrin ve piretroid, permetrin ve metopren kimyasallarından oluşan pestisitler içerir. Bu kimyasallar baş ağrısı, baş dönmesi, seğirme ve mide bulantısına neden olabilir. Bu ürünleri köpeğinizde veya kedinizde kullanırken, en az 24 saat boyunca temestan kaçının. Temas halinde, ellerinizi ve cildinizi hemen bol miktarda sabun ve su ile yıkayın.

Böcek öldürücüler, insektisitler, evcil hayvan pire ve kene tedavilerinde bulunan aynı pestisitlerden bazılarını içerir. Permetrin’e ek olarak, insektisitlerde yaygın olarak bulunan diğer pestisit kimyasalları diazinon, pro-poksur ve klorpirifostur. Bu kimyasallar baş ağrısı, baş dönmesi, seğirme ve mide bulantısına neden olabilir. Evde bir böcek ilacı kullanırken, yiyeceklere, bulaşık bezlerine veya havlularına, tabaklara, diğer benzer eşya-lara ve tezgahlar gibi yiyeceklerle temas eden yerlere bulaşmadığından emin olun.

Karıncalar, hamamböceği ve diğer böcekler için yem tuzakları, böcek yemlerinde yaygın olarak bulunan in-sektisitler arasında abarmektin, propoksur, triklorfon, sülfluramid, klorpirifos ve borik asit bulunur. Böcek

Page 26: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

14

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

yemlerinin çoğu kaplarda bulunduğundan, içindeki böcek ilaçları ile temasa geçmeniz pek olası değildir. Te-mas halinde, ellerinizi bol sabun ve su ile yıkayın.

Ev tipi spreyler veya sisleyiciler, insektisit ve evcil hayvan pire ve kene ürünleri gibi, ev tipi sipreylerde pi-retrin, permetrin ve metopren gibi aynı pestisit kimyasallarının çoğunu içerir. Bu kimyasallara maruz kalmak gözlerinizde veya cildinizde yanmaya veya solunum problemlerine neden olabilir. Sipreylerin itici gazları yanıcı olabilir. Spreylerin doğru kullanımı, belirli bir odaya veya evin tamamına giden tüm pencerelerin ve kapıların kapatılmasını gerektirir. Bu nedenle, tüm insanların ve evcil hayvanların evden çıkmaları gerekir. Bu sisleyicilerden yayılan gaz kapıların altından veya hava menfezlerinden sızacaktır. Oyuncaklar, yiyecekler, tabaklar, bardaklar, tencereler, gibi mutfak eşyaları hiçbir yerde bırakılmamalıdır. Sisleme bittikten sonra, kullanmadan önce tüm masa ve tezgahlar temizlenmelidir. Ev ve oda havalandırılmalıdır. Klimanızı veya pen-cereleri açarak evi havalandırın.

Antifrizin ana tehlikeli bileşeni olan etilen glikol son derece zehirlidir. Dumanların solunması baş dönmesine neden olur, antifriz yutulması kalbe, böbreklere ve beyne ciddi hasar verecektir. Antifriz yutulması halinde öl-dürücü olabilir. Antifriz kullanırken, etilen glikol ciltten emildiği için eldiven giydiğinizden emin olun. Ayrıca, ev halkını ve evcil hayvanlarınızı dökülen antifrizden uzak tutun. Evcil hayvanlar tatlı kokusu nedeniyle an-tifrizi yalamak isteyecektir, ancak sıvıyı yalamak veya içmek evcil hayvanınızı öldürebilir. Etilen glikole çok daha güvenli bir alternatif propilen glikoldür. Antifriz satın almadan önce, daha az toksik kimyasal (propilen glikol gibi), içeren ürünleri tercih edebilirsiniz ürünü almadan önce etikete bakın.

Motor yağı, kullanılmış yağ veya atık motor yağı, magnezyum, bakır, çinko ve aracınızın motorunda biriken diğer ağır metallerle kirlenmiş olabilir. Yağ, sinir ve böbrek hasarına neden olabilecek ve kansere neden oldu-ğundan şüphelenilen kimyasallar içerir.

Lateks boya, büyük miktarlarda yutulmadığı sürece, suda çözünür lateks boyalar çok toksik değildir. Bununla birlikte, bazı lateks boyalar kururken formaldehit yayar. Yüksek düzeyde formaldehit size baş ağrısı verebilir ve gözlerinizi, burnunuzu ve boğazınızı tahriş edebilir.

Yağ bazlı boya, yağ bazlı boya, gözleri ve cildi tahriş edebilecek ve cildin çatlamasına neden olabilecek organik çözücüler içerir. Boya dumanlarının solunması baş ağrısı, bulantı, baş dönmesi ve halsizlik ile sonuçlanabilir. Temiz havaya çıktığınızda bu semptomların çoğu kaybolur. Bununla birlikte, zayıf hava dolaşımı varlığında bu kimyasallara sık sık maruz kalmak böbrek, karaciğer ve kan sorunlarına neden olabilir. Bazı boya maddele-rinin kanserojen etkileri üzerine araştırmalar mevcuttur. Boya yaparken pencereleri ve kapıları tamamen açık tutun. Dışarıya hava ve dumanı atmak için pencereye bir tahliye fanı yerleştirin. Boyama sırasında ve sonra-sında 48 saat boyunca fanı açık tutun. Küçük çocukları boyanan odadan ve açık boya kutularından uzak tutun.

Mobilya cilası petrokimya ürünleri ve sedir ağacı yağı sentetik veya doğal reçineler, amonyak, nafta, nitroben-zen, petro kimya ürünleri ve fenol içerebilir. Ahşap mobilya temizleyicileri ile çözünebilir veya yeni bileşikler oluşturabilir. Bu kimyasallar cildinizi, gözlerinizi, boğazınızı, akciğerlerinizi ve nefes borunuzu tahriş edebilir. Yutulursa, mobilya cilası bulantı ve kusmaya neden olabilir; tıbbi yardım aranmalıdır.

Piller ve Aküler, günümüz Taşıtlarında, kullanılan çoğu Akü sızdırmazdır, böylece sülfürik asit ve kurşun(kabul edilebilir kurşun azami oran %0,004) içeren pillerin içeriğine maruz kalamazsınız. Bununla birlikte, aktive edildiğinde, aküdeki elektrolit çözeltisi kolayca alev alabilen patlayıcı gazlar üretir. Akü sarj edilirken veya başka bir akü beslenmeye çalışırken patlayabilir. Sülfürik asit içeren piller etiketlenmelidir. Sülfürik asit du-

Page 27: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

15

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

manları güçlü bir şekilde tahriş edicidir ve temas cildin yanmasına ve yanmasına veya gözlerinize kaçarsanız körlüğe neden olabilir. Kurşun her türlü formda zehirlidir ve vücudumuzda ve çevrede birikir. Islak pillerin sızdırmazlığını asla kırmayın. Mühür yanlışlıkla kırılmışsa, pilin asidi temizlenene kadar çocukları ve evcil hayvanları alandan uzak tutun. Islak pillerle temas ettikten sonra ellerinizi yıkayın. Uzman olmayan kişilere akü bakımı yaptırmayın veya yapmayın.

Çinko-Karbon ve Alkali-mangan tipi silindirik ve bazı türdeki düğme pillerin bünyesinde %2 oranına kadar cıva maddesi olabilir(dünya sağlık örgütünce kabul edilebilir azami oran %0,0005.) Şarj edilebilen türdeki nikel-kadmiyum (Ni-Cd) pilleri zehirli ve insan sağlığını etkileyebilen kadmiyum maddesini barındırırlar. Pil-lerdeki kadmiyum oranı kullanılan teknolojiye göre %15-25 dolaylarında değişir(kabul edilebilir kadmiyum azami oran %0,002). Ni-Cd pillerinde kadmiyum maddesi miktarının teknik olarak düşürülmesi mümkün olmadığından bu piller yerine Ni-Mh pil türü geliştirilmiştir. Piller Lityum, çinko, demir, manganez, nikel, kurşun, kadmiyum, kobalt ve nadir toprak elementlerini yüksek oranlarda içerirler. Taşınabilir pil ve batar-yalar bünyelerinde herhangi bir radyoaktif madde içermezler. Şarzlı piller yanlış kullanım sonucu çok kolay yanma ve patlama riski içerirler. Atık pil ve akümülatörlerin kontrolü ile ilgili yönetmeliklerde, pillerin çöpe atılmasını önlemek bakımından, pil ve akümülatörlerin üzerinde (veya ambalajında) üstünde çarpı işareti bu-lunan bir çöp bidonu şeklinin bulunması zorunlu kılınmıştır. Pil veya akümülatörler bünyesinde bulunan cıva, kadmiyum veya kurşun maddesi miktarının yukarıda belirtilen oranların üstünde olması durumunda da, çöp bidonunun altına bu maddelerin kimyasal sembollerinin yazılması gerekmektedir. Her türlü pili çocuklardan uzak tutmak gerekir. Pil yuvalarındaki vidaları her zaman takılı tutun. Akmış oksitlenmiş pillere elinizi temas ettirmeyin. Temas etti iseniz bol suyla yıkayın. Şarjlı kullanım pillerini uygun Sarj ekipmanları ile sarj ediniz. Pil kılıfının şeklinde değişme varsa (şişme, yırtık gibi) kullanmayınız. Kullanmadığınız pilleri piller için yapıl-mış özel zarflarda muhafaza ediniz diğer pillerle temas etmesini engelleyiniz. Pilleri mutlaka atık pil kutusuna atın. Eczane, Ulusal Market Zinciri ve Araç Muayene İstasyonu, Teknoloji Marketleri ve Belediye Binalarında pil kutuları bulunmaktadır.

Taşıt ön cam yıkama sıvısındaki yaygın kimyasallar metanol, etilen glikol ve izopropanoldür. Toplu olarak, bu ürünler burun, ağız ve boğazı tahriş edebilir ve sinir sistemine, karaciğere, böbreklere, kalbe ve beyninize zarar verebilir. Yutma, uyuşukluk, bilinç kaybı ve ölümle sonuçlanabilir.

Civalı termometre, kırıldığı zaman açığa çıkan civa buharlamaya başlar. Solunması halinde kana karışır ve ağır metal zehirlenmesine yol açar ve biriktiği noktada tüm organlara zarar verebilir. Ülkelerin bir çoğunda ve ülkemizde satışı yasaklanmış veya sınırlandırılmıştır. Civalı termometreniz var ise atık toplama merkezine göndermeniz gerekmektedir. Yerine gelişmiş teknolojik termometreler kullanılmalıdır. Termometre kırıldı ise ortamdan uzaklaşarak 112 acil çağrı merkezini arayınız.

SONUÇ

Yaşantımız içerisine giren bu kimyasallar uzun süreli veya kısa zamanlı çok büyük sağlık sorunları yaratabilir. Mümkün olduğu kadar bu kimyasalları kullanmamaya veya kullanırken çok dikkatli kullanmalıyız.

KAYNAKÇA

Tintinalli JE, Stapczynski J, Ma O, Cline DM, Cydulka RK, Meckler GD, T. eds. Tintinalli’s Emergency Me-dicine: A Comprehensive Study Guide, 7e. New York: McGraw-Hill; 2011.

Page 28: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

16

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Health Canada, Consumer Product Safety, Re-evaluation Decision Document: Personal insect repellents con-taining DEET (N,N-diethyl-m-toluamide and related compounds).

İNTERNET KAYNAKLARI

https://www.fda.gov/consumers/consumer-updates/5-things-know-about-triclosan

https://www.cdc.gov/NCEH/HSB/chemicals/default.htm

https://www.afad.gov.tr/kbrn/evsel-kimyasallar

http://www.turkchem.net/ucucu-organik-bilesikler.html

https://makinecim.com/bilgi_1876_temizlik-urunlerinin-insan-sagligina-etkileri

Kaynak Yeniçağ: Benzen maruziyeti kan kanserine yol açıyor

http://blog.makrokurumsal.net/temizlik-urunlerinin-cevreye-zararlari.html

Page 29: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

17

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

KANSER VE BİYOAKTİF GIDA BİLEŞENLERİ

Mihrican KAÇAR1, Nural ERZURUM ALİM2

1 Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Erzincan / Türkiye2Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ankara / Türkiye

Öz: Kanser, mikro ve makro çevredeki çeşitli faktörlerin genetik materyal üzerinde yaptığı değişiklikler so-nucu gelişen kronik bir hastalıktır. Beslenme ile insan genomu arasında karşılıklı ve dinamik bir etkileşim söz konusudur. Besinlerle genler arasındaki olan etkileşimi ve besin ögelerinin gen ekspresyonu üzerindeki etki-lerini anlamaya yönelik birçok araştırma yapılmıştır. Besin ögelerinin fizyolojik işlevleri yöneten moleküler mekanizmalar ile etkileştiğinin ve söz konusu mekanizları etkilediğinin anlaşılması nütrisyon alanında bir dev-rimdir. Günümüzde nütrisyon bilimi eskiden olduğu gibi epidemiyolojik çalışmalar ile besin-hastalık ilişkisini araştırmaktan çok, hücre ve moleküler biyoloji, biyokimya ve genetik bilimleri teknolojilerinin bütünleşmiş yaklaşımını benimsemektedir. Besinlerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin anlaşılması amacı ile yapılan ça-lışmalar, iki temel gözleme dayanmaktadır. Bunlardan birincisi nütrisyonel çevrenin, gen ekspresyonunu etki-lemesi ve ikincisi ise bireyin genotipine bağlı olarak besin ögelerinin metabolizması değişmesi ve sağlık du-rumu etkilenmesidir. Kemoprevensiyon, epidemiyolojik çalışmalarda, biyolojik olarak aktif maddelerin farklı sınıflarının tüketilmesi ile azalan kanser riskini ilişkilendirmektedir. Doğal bileşikler, doğal kaynaklardan elde edilen farklı moleküler yapıların heterojenliği nedeni ile çok yönlü özelliklere sahiptir ve literatürde bu alanda-ki çalışmaların yetersizliği sebebi ile tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu araştırmada biyoaktif gıda bileşenleri ve doğal bileşikler alanında yapılan çalışmalar, kanser hastalığı ile ilişkilendirilerek derlenip geleceğe yönelik kanser tedavisi ve besin etkileşimi konusunda yol gösterici olması amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kanser, Kemoprevensiyon, Besin, Gen, Biyoaktif Gıda Bileşenleri

GİRİŞ ve KURAMSAL ÇERÇEVE

Dünya genelinde beslenme bilimi ile ilgili yapılan araştırmalar diyet yolu ile bireylerin sağlık durumunu iyi-leştirmeyi ve hastalıkların oluşumu önlemeyi amaçlamaktadır (Mutch et al., 2005). Beslenme ile insan genomu arasında karşılıklı ve dinamik bir etkileşim söz konusudur. İnsan genom dizisinin aydınlatılması, beslenme biliminde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Genlerin karakterlerimizi belirleme işlevinden başka çeşitli has-talıklara yatkınlıkta da rol oynadığı anlaşılmıştır. Besinlerle genler arasındaki olan etkileşimi ve besin ögele-rinin gen ekspresyonu üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik birçok araştırma yapılmıştır (Mutch et al., 2005; Darnton-Hill et al., 2004).

Besin ögelerinin fizyolojik işlevleri yöneten moleküler mekanizmalar ile etkileştiğinin ve söz konusu meka-nizları etkilediğinin anlaşılması nütrisyon alanında bir devrimdir. Günümüzde nütrisyon bilimi eskiden olduğu gibi epidemiyolojik çalışmalar ile besin-hastalık ilişkisini araştırmaktan çok, hücre ve moleküler biyoloji, bi-yokimya ve genetik bilimleri teknolojilerinin bütünleşmiş yaklaşımını benimsemektedir (Mutch et al., 2005).

Besinlerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin araştırılması iki temel gözleme dayanmaktadır. Bunlardan birin-cisi nütrisyonel çevrenin, gen ekspresyonunu etkilemesi ve ikincisi ise bireyin genotipine bağlı olarak besin

Page 30: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

18

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

ögelerinin metabolizmasının değişmesi ve sağlık durumunun etkilenmesidir (Darnton-Hill et al., 2004). Bi-reyler arasındaki genetik varyasyonların varlığı; besin ve besin ögesi gereksinimlerini, beslenme durumlarını ve dolayısı ile sağlık durumlarını etkilemektedir (Darnton-Hill et al., 2004). Gen dizilerinde görülen ve tek nükleotid polimorfizm “single nucleotide polymorphism” (SNP) adı verilen değişiklikler bireylerin diyet gibi çevresel faktörlere verdikleri yanıtın farklı olmasına neden olmaktadır (Mutch et al., 2005). Hastalıklarda rolü olan genetik değişikliklerin saptanmasının, kronik hastalıkları önleme ve tedavideki etkinliği arttırması bek-lenmektedir (Coşkun, 2007).

BESİNLER ve GENLER

İnsanların, kanserojenler ve etkilerine karşı oluşturdukları yanıtlarının bireysel değişkenlik gösterdiği bilin-mektedir. Genetik polimorfizmler kanser riskindeki bireysel farklılıkları açıklamaya katkıda bulunur (Rayner et al., 2004). Diyet; koruyucu, kanserojen ve mutajenik ajanlardan oluşmaktadır. Bu ajanların çoğu biyotrans-formasyon işleminin enzimleri tarafından metabolize edilir. Protein ekspresyonunu değiştiren genetik poli-morfizmler veya bu enzimlerin fonksiyonu, kanser gelişim riskini değiştirebilir. İnsanlar tarafından alınan besinlerde 25.000’den fazla farklı biyoaktif bileşenin bulunması düşünülmektedir (Elsamanoudy et al., 2016). Kanserojen ve mutajenlere karşı koruyucu mikro besinler içeren bir diyetin, kanser gelişim riskini değiştirebi-leceği düşünülmektedir (Milner, 2006)

Kanser riskini modüle edebilen biyoaktif bileşenler, bitki ve hayvan gibi farklı kaynaklardan köken almaktadır. Biyoaktif gıda bileşenleri; spesifik genetik polimorfizmlerle olan etkileşimlerine ve kanserojen, antikarsinoje-nik gıdalara olan etkilerine göre sınıflandırılabilirler (Panagiotakos et al., 2007).

BİYOAKTİF GIDA BİLEŞENLERİ

Biyoaktif gıda bileşenleri, normal hücresel aktiviteyi sürdürme işlevi görür, normal hücrelerin kanserli hücre-lere neoplastik geçişini etkiler ve neoplazmanın biyolojik davranışını ve tutumunu değiştirir. Bu üç durumun, kanser riskini ve davranışını değiştirmede önemli olduğu bildirilmektedir. Ancak patofizyolojik mekanizma gıdanın türüne özgüdür (Yu & Kong, 2007).

Bu alanda yapılmış araştırmalar, birçok gıda bileşeninin neoplastik ilerlemeyi ve programlanmış hücre ölümü-nü (apoptoz) değiştirebildiğini bildirmektedir (Kim et al., 2008; Meeran & Katiyar, 2008; Knowles & Milner, 2003)

Gıda bileşenlerinin tümör davranışını değiştirebileceğine yönelik öne sürülen farklı görüşler vardır. Hücre döngüsündeki kilit noktalar, siklin ve sikline bağımlı kinaz moleküllerinden oluşan farklı protein kinaz komp-leksleri tarafından düzenlenir ve bu hücre döngüsü kilit noktaları kombine diyet bileşenlerinden etkilenmekte-dir. Temel olan ve olmayan diyet faktörlerinin hücre döngüsü kontrol noktalarını ayarlayabildiği ve değiştire-bildiği belirtilmektedir. (Meeran & Katiyar, 2008). Öne sürülen bir başka mekanizma ise, gıda bileşenlerinin tümör davranışını hücre ölümünü hızlandırmak ve apoptozu arttırmak ile değiştirebileceğidir. Apoptoz; içsel, mitokondriyal aracılı yol ve dışsal, ölüm reseptörü aracılı yol olarak bilinen iki yolla gerçekleşir. Diyet bile-şenleri, proteinlerin mRNA transkripsiyonu veya ekspresyonu ve fonksiyonu üzerindeki etkisi yoluyla apop-toz mekanizmasını düzenleyebilir. Bu biyoaktif diyet bileşenlerinden bazıları, reaktif oksijen / azot türlerinin serbest radikal oluşumunu ve hücre üretimini uyararak apoptozu artırabilir (Elsamanoudy et al., 2016; Kim et al., 2008).

Page 31: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

19

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

KANSER ve KEMOPREVENSİYON TANIMI

Kanser, ‘’Mikro ve makro çevredeki çeşitli faktörlerin genetik materyal üzerinde yaptığı değişiklikler sonucu gelişen ve gelişim süreci çok basamaklı olan klonal bir hastalık’’ olarak tanımlanmaktadır (Düzen Laboratu-varlar Grubu, 2017).

Kemoprevensiyon, kanser gelişimini önlemek ve kanserden korunma amacıyla “kimyasal önleme” şeklinde düşünülebilir. Bu amaçla kullanılan maddeler doğal olabilir, bir laboratuvarda üretilebilir veya canlı bir kay-naktan alınabilir 1.

Diyetteki doğal bileşikler, kanser riskini ve tümör davranışını etkileyebilmektedir. Kanserlerin yaklaşık %30-40’ının diyetten etkilendiği belirtilmektedir (Davis & Milner, 2004). Karotenoidler, flavonoidler, indoller, kon-juge linoleik asit ve n-3 yağ asitleri, allil sülfür bileşikleri, kalsiyum, çinko, selenyum, folat, C, D ve E vitamin-leri gibi biyoaktif bileşenler; kanserojen metabolizmayı, hücreyi ve hücre sinyalini etkileyebilmektedir. (Surh, 2003). Yapılan bir çalışmada prostat karsinogenezini indüklemek için N-metil-N-nitrosourea ve testosteron ile tedavi edilen erkek sıçanlar domates tozu ve likopen ile beslenmiştir. Domates tozunun karsinogenezi inhibe ettiği gösterilmiştir (Boileau et al., 2003). Bir meta-analiz çalışmasında ise diyet flavonoidlerinin yumurtalık kanserine karşı koruyucu etkisi olduğu ve flavon tüketimi dışında yumurtalık kanseri riskini azalttığı belirlen-miştir. Benzer bir meta-analiz çalışmasında, flavonoller ve flavonların, özellikle menopoz sonrası kadınlarda, meme kanseri riskinin azalması ile ilişkili olduğu saptanmıştır (Hui et al., 2013). Cui ve arkadaşları tarafından yapılan bir meta-analiz çalışmasında ise diyetle alınan toplam flavonoidlerin, antosiyanidinlerin, flavanonların ve flavonların özofagus kanseri riskini azalttığı saptanmıştır (Cui et al., 2016). Çalışmalardan elde edilen bu veriler biyoaktif bileşiklerin, kanser hastalığında tedavi stratejilerinin geliştirilmesi için değerli bir kaynak olduğunu düşündürmektedir (Harvey et al., 2015).

KEMOPREVENSİYON ve BİYOAKTİF GIDA BİLEŞENLERİ

Kemoprevensiyon, epidemiyolojik çalışmalarda, biyolojik olarak aktif maddelerin farklı sınıflarının tüketilme-si ile azalan kanser riskini ilişkilendirmektedir. Genel olarak bazı flavonoidler, tümör hücreleri üzerinde seçici bir toksisite sergiler. Normal hücreler üzerinde ise ya etkisizdir ya da etkileri azdır. Yan etkileri ise preklinik ve klinik çalışmalarda, genellikle çok yüksek dozlarda ve karotenoidlerle ilişkili olarak çok nadir görülmektedir (Braicu et al., 2013; Kuppusamy et al., 2014).

Literatüre bakıldığında kanser kemoprevansı ve kemoterapi ile ilgili olarak meyve ve sebzeler, tahıllar, kuru-yemişler, fındık, kakao, siyah ve yeşil çay, yeşil kahve ve kırmızı şarap türleri gibi geniş bir yiyecek kategori-sinin incelendiği görülmektedir (Surh, 2003).

Kanser kemoprevansı ve tedavisinde kullanılan başlıca biyoaktif fitokimyasal sınıfları karotenoidleri, fenolik bileşikleri veya fitosterol türevlerini kapsamaktadır (Upadhyay & Dixit, 2015). Selenyum, epigallokateşin-3-gallat, feniletil izotiyosiyanat, retinoik asit, sülforafan, kurkumin, apigenin, kuersetin ve resveratrol gibi birçok diyet bileşiklerinin apoptoz inhibisyonu ile kanser önleyici etkisi olduğu saptanmıştır (Martin, 2006; Hu & Kong, 2004).Kanser tedavisinde, özellikle preklinik modellerde yapılan son çalışmalar, düşük dozlarda doğal fitokimyasalların geleneksel tedavilerle geniş bir kombinasyonunu içermektedir (Braicu et al., 2017).

1 https://www.cancer.net/navigating-cancer-care/prevention-andhealthy%20living/chemoprevention

Page 32: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

20

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

SONUÇ

Diyet bileşenleri, insanlarda kanser riskinin ana belirleyicileri olması sebebi ile önemlidir. Genetik polimor-fizmler, emilim ve metabolizmayı etkileyerek diyet bileşenlerine yanıtın değişmesine yol açmaktadır. Epige-netik olaylar, DNA metilasyon modellerindeki değişiklikleri indükleyebilir. Böylece gıda bileşenlerine yanıt olarak değiştirilebilen gen ekspresyonunu etkileyebilir. Bunun yanı sıra biyoaktif gıda bileşenleri, kanserin önlenmesinde önemli olan hücresel ve moleküler olayları düzenleyebilmektedir. (Ardekani & Jabbari, 2009).

Doğal fitokimyasal ajanların kemoprevansı ve antikanser aktiviteleri için önerilen farklı mekanizmalar söz konusudur. Doğal bileşikler, doğal kaynaklardan elde edilen farklı moleküler yapıların heterojenliği nedeni ile çok yönlü özelliklere sahiptir. Doğal bileşiklerin ya da türevlerinin yapısının analizinin, gelecek nesil ilaç keşfi için yararlı birer kaynak olabileceği düşünülmektedir (Braicu et al., 2017). Bu bileşikler, kanser dışın-daki çeşitli patolojilerdeki yeni terapötik stratejilerin keşfedilmesi için de iyi bir kaynak olarak görülebilir. Genomik yaklaşımların daha fazla uygulanması, hedeflenen farklı moleküler mekanizmaların aydınlatılmasını sağlayacak ve kemopreventif / terapötik veya zararlı etkileri olan dozların tanımlanmasına olanak sağlayacak-tır. (Braicu et al., 2017). Doku / hücre modeli sistemlerini kullanan diyet bileşenlerinin araştırılması, yakın gelecekte beslenme, genetik, beslenme epigenomileri ve transkriptomileri, proteomik ve metabolomikler ara-sındaki ilişkilerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir ( Braicu et al., 2017; Ardekani & Jabbari, 2009). Bu alanda yapılan çalışmalar yetersiz kalmakta olup daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

KAYNAKÇA

Ardekani, A. M., & Jabbari, S. (2009). Nutrigenomics and cancer. Avicenna Journal of Medical Biotechnology, 1(1), 9–17.

Boileau, T. W.-M., Liao, Z., Kim, S., Lemeshow, S., Erdman, J. W. J., & Clinton, S. K. (2003). Prostate carcinogenesis in N-methyl-N-nitrosourea (NMU)-testosterone-treated rats fed tomato powder, lycope-ne, or energy-restricted diets. Journal of the National Cancer Institute, 95(21), 1578–1586. https://doi.org/10.1093/jnci/djg081

Braicu, C., Ladomery, M. R., Chedea, V. S., Irimie, A., & Berindan-Neagoe, I. (2013). The relationship betwe-en the structure and biological actions of green tea catechins. Food Chemistry, 141(3), 3282–3289. https://doi.org/10.1016/j.foodchem.2013.05.122

Braicu, C., Mehterov, N., Vladimirov, B., Sarafian, V., Nabavi, S. M., Atanasov, A. G., & Berindan-Neagoe, I. (2017). Nutrigenomics in cancer: Revisiting the effects of natural compounds. Seminars in Cancer Bio-logy, 46, 84–106. https://doi.org/10.1016/j.semcancer.2017.06.011

Coşkun, T. (2007). Nütrisyonel Genomik. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 50, 47–66.

Cui, L., Liu, X., Tian, Y., Xie, C., Li, Q., Cui, H., & Sun, C. (2016). Flavonoids, Flavonoid Subclasses, and Esophageal Cancer Risk: A Meta-Analysis of Epidemiologic Studies. Nutrients, 8(6). https://doi.org/10.3390/nu8060350

Darnton-Hill, I., Margetts, B., & Deckelbaum, R. (2004). Public health nutrition and genetics: implications for nutrition policy and promotion. The Proceedings of the Nutrition Society, 63(1), 173–185. https://doi.org/10.1079/PNS2003330

Page 33: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

21

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Davis, C. D., & Milner, J. (2004). Frontiers in nutrigenomics, proteomics, metabolomics and cancer preventi-on. Mutation Research, 551(1–2), 51–64. https://doi.org/10.1016/j.mrfmmm.2004.01.012

Düzen Laboratuvarlar Grubu. (2017). SOLİD DOKU KANSERLERİNDE MOLEKÜLER TEDAVİ HEDEFLE-Rİ.

Elsamanoudy, A. Z., Mohamed Neamat-Allah, M. A., Hisham Mohammad, F. A., Hassanien, M., & Nada, H. A. (2016). The role of nutrition related genes and nutrigenetics in understanding the pathogenesis of can-cer. Journal of Microscopy and Ultrastructure, 4(3), 115–122. https://doi.org/10.1016/j.jmau.2016.02.002

Harvey, A. L., Edrada-Ebel, R., & Quinn, R. J. (2015). The re-emergence of natural products for drug discovery in the genomics era. Nature Reviews. Drug Discovery, 14(2), 111–129. https://doi.org/10.1038/nrd4510

Hu, R., & Kong, A.-N. T. (2004). Activation of MAP kinases, apoptosis and nutrigenomics of gene expression elicited by dietary cancer-prevention compounds. Nutrition (Burbank, Los Angeles County, Calif.), 20(1), 83–88. https://doi.org/10.1016/j.nut.2003.09.015

Hui, C., Qi, X., Qianyong, Z., Xiaoli, P., Jundong, Z., & Mantian, M. (2013). Flavonoids, flavonoid subclas-ses and breast cancer risk: a meta-analysis of epidemiologic studies. PloS One, 8(1), e54318. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0054318

Kim, T.-M., Yim, S.-H., & Chung, Y.-J. (2008). Copy number variations in the human genome: potential sour-ce for individual diversity and disease association studies. Genomics & Informatics, 6(1), 1–7.

Knowles, L. M., & Milner, J. A. (2003). Diallyl disulfide induces ERK phosphorylation and alters gene exp-ression profiles in human colon tumor cells. The Journal of Nutrition, 133(9), 2901–2906. https://doi.org/10.1093/jn/133.9.2901

Kuppusamy, P., Yusoff, M. M., Maniam, G. P., Ichwan, S. J. A., Soundharrajan, I., & Govindan, N. (2014). Nutraceuticals as potential therapeutic agents for colon cancer: a review. Acta Pharmaceutica Sinica. B, 4(3), 173–181. https://doi.org/10.1016/j.apsb.2014.04.002

Martin, K. R. (2006). Targeting apoptosis with dietary bioactive agents. Experimental Biology and Medicine (Maywood, N.J.), 231(2), 117–129. https://doi.org/10.1177/153537020623100201

Meeran, S. M., & Katiyar, S. K. (2008). Cell cycle control as a basis for cancer chemoprevention through dietary agents. Frontiers in Bioscience : A Journal and Virtual Library, 13, 2191–2202. https://doi.org/10.2741/2834

Milner, J. A. (2006). Diet and cancer: facts and controversies. Nutrition and Cancer, 56(2), 216–224. https://doi.org/10.1207/s15327914nc5602_13

Mutch, D. M., Wahli, W., & Williamson, G. (2005). Nutrigenomics and nutrigenetics: the emerging faces of nutrition. FASEB Journal : Official Publication of the Federation of American Societies for Experimental Biology, 19(12), 1602–1616. https://doi.org/10.1096/fj.05-3911rev

Panagiotakos, D., Sitara, M., Pitsavos, C., & Stefanadis, C. (2007). Estimating the 10-year risk of cardiovas-cular disease and its economic consequences, by the level of adherence to the Mediterranean diet: the ATTICA study. Journal of Medicinal Food, 10(2), 239–243.

Page 34: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

22

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Surh, Y.-J. (2003). Cancer chemoprevention with dietary phytochemicals. Nature Reviews. Cancer, 3(10), 768–780. https://doi.org/10.1038/nrc1189

Upadhyay, S., & Dixit, M. (2015). Role of Polyphenols and Other Phytochemicals on Molecular Signaling. Oxidative Medicine and Cellular Longevity, 2015, 504253. https://doi.org/10.1155/2015/504253

Wubetu, G. Y., Shimada, M., Morine, Y., Ikemoto, T., Ishikawa, D., Iwahashi, S., Yamada, S., Saito, Y., Araka-wa, Y., & Imura, S. (2016). Epigallocatechin gallate hinders human hepatoma and colon cancer sphere for-mation. Journal of Gastroenterology and Hepatology, 31(1), 256–264. https://doi.org/10.1111/jgh.13069

Yu, S., & Kong, A.-N. (2007). Targeting carcinogen metabolism by dietary cancer preventive compo-unds. Curr Cancer Drug Targets 7: 416-424. Current Cancer Drug Targets, 7, 416–424. https://doi.org/10.2174/156800907781386669

İNTERNET KAYNAKLARI

https://www.cancer.net/navigating-cancer-care/prevention-andhealthy%20living/chemoprevention(E.T. 18.03.2020)

Page 35: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

23

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

D VİTAMİNİ VE KANSER

Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN1, Fatma ÖZÇELİK2

1Artvin Çoruh Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Artvin / Türkiye 2Gazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara / Türkiye

Öz: D vitamini vücutta birçok mekanizmada önemli role sahiptir. Aktif hale gelmesinin ardından özellikle kalsiyum metabolizmasında rol alan D vitamini, eksikliğinin görülmesi durumunda birçok sağlık riskine neden olmaktadır. D vitamininin olumlu etkileri arasında, pankreasta beta hücreleri üzerinde sitokinlerin neden oldu-ğu hücre harabiyetini engellemesi, insülin salınımını uyarması, kardiyovasküler sistemde, damarlarda köpük hücre oluşumunu ve makrofajların kolesterol alımını inhibe etmesi, lenfositlerden salınan sitokinlerin inhi-bisyonu ile endotel hücrelerinde adhezyon moleküllerinin üretimini baskılayarak ateroskleroza karşı koruma sağlaması sayılabilir. Aynı zamanda D vitamini eksikliği ile kas zayıflığı, kardiyovasküler hastalıklar, insülin direnci ve immün sistem bozuklukları gibi durumlar arasında anlamlı ilişkiler olduğu gösterilmiştir. Son za-manlarda yapılan çalışmalar D vitamini ile prevelansı giderek artan kanser türleri arasındaki ilişkiler üzerine odaklanmaktadır. D vitamini reseptörlerinin aktive olmaması, yetersiz güneş ışınlarına maruz kalma ve kan-serli bireylerde görülebilecek çeşitli sebeplerden dolayı, D vitamini sahip olduğu anti-kanser etkisini göster-mesine ve bazı mikrobiyal peptidleri ve lenfositleri indüklemesine engel olur. Bu sebepler kanserli bireylerde D vitamininin bu mekanizmalarının aksamasına bağlı olarak D vitamini eksikliğine kanıt olarak gösterilebilir. Birçok çalışmada kanserin nedenleri ve tedavileri üzerine odaklanılmıştır. Meme kanseri, kolorektal kanser, troit kanseri, cilt kanseri ve pankretaik kanserlerinin D vitamini ile ilişkisini inceleyen çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmada birçok hastalıkla ilişkisi olan D vitamininin kanser ve kanser türleri ile ilişkisi ve etki mekaniz-maları incelenmiştir. Bu kapsamda D vitamininin sağlıklı bireylerde kanserin önlenmesinde ve kanserli birey-lerin kanser tedavisinde kullanımına bilimsel bir bakış açısı kazandırmak amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: D vitamini, Kanser, Sağlık

GİRİŞ ve KURAMSAL ÇERÇEVE

D vitamini bir steroid hormon olan kalsitriolün (1,25-dihidroksikolekalsiferol) prekürsörüdür (Feldman, 2014: 342-357). D vitamini vücutta birçok mekanizmada önemli role sahiptir. Böbreklerde aktif hale gelmesinin ardından özellikle kalsiyum dengesinde etkileri olan D vitamini, eksikliği ile birlikte birçok olumsuz etkisi görülen önemli bir vitamindir. Eksikliği durumunda diyabet, obezite, hipertansiyon gibi önemli halk sağlığı sorunları görülmektedir (Park et al., 2014: 900-5). Son zamanlarda ise prevalansı ve çeşitleri giderek artan kanser türleri ile D vitamini arasındaki ilişkiye odaklanılmıştır (Chiang et al., 2013: 9-126). Bu çalışmada D vitamininin antikanser etkileri, kanser tedavisinde D vitamininin yeri ve önemi, kanserli bireylerde D vitamini eksikliği ve yetersizliği konularının incelenmesi amaçlanmıştır.

D Vitamininin Hastalıklar ile İlişkisi

D vitamini vücutta önemli metabolik işlevleri olan bir vitamindir. İnsülin metabolizması üzerindeki etkisi bu işlevler arasında önemli bir yere sahiptir. D vitamini pankreasın beta hücreleri üzerinde, sitokinlerin neden

Page 36: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

24

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

olduğu hücre harabiyetini engellemektedir. Ayrıca insülin salınımını da uyarmaktadır. Pankreas dokularında, özellikle insülin sentezleyen beta hücrelerinde ve immün sistemin çeşitli hücre tiplerinde VDR (vitamin D reseptörü) ve DBP (D vitamini bağlayıcı protein) bulunmaktadır. Aynı zamanda Tip 1 diyabette genetik olarak CYP27B1 genindeki polimorfizmlerin lokal 1-alfa-hidroksilaz ekspresyonunu ve dolayısıyla 25(OH)D’nin 1,25(OH)D’ye dönüşümünü azaltabileceği ve bununla da Tip 1 diyabete genetik yatkınlığı arttırabileceği hi-potezi bulunmaktadır (Güngör, 2012: 6-91).

Kardiyovasküler sistemde D vitamini, damarlarda köpük hücre oluşumunu ve makrofajların kolesterol alımını inhibe eder, lenfositlerden salınan sitokinlerin inhibisyonu ile endotel hücrelerinde adhezyon moleküllerinin üretimini baskılayarak ateroskleroza karşı koruma sağlamaktadır (Wacker ve Holick, 2013: 111-148). D vi-tamini renin-anjiyotensin aldesteron sisteminin (RAAS) çalışmasında önemli rol oynamaktadır. D vitamini eksikliği durumunda RAAS up-regülasyonuna, hipertansiyona ve düz kas ve sol ventrikül hücrelerinde hipert-rofiye neden olduğu bildirilmiştir (Ceviz, 2012: 7-124).

D vitamini kronik hastalıklar ile yakından ilişkili olduğu kadar enfeksiyon hastalıkları gibi akut komplikas-yonları olan hastalıklarla da ilişkilidir. D vitamini hem doğal hem de kazanılmış immünitede önemli rol oyna-maktadır. D vitamininin vücut savunma mekanizmasındaki rolü ile ilgili farklı teoriler vardır bunlar; cilt, gast-rointestinal sistem, genitaüriner sistem yaralanma ve mikroorganizmaların invazyonundan korunması, immün hücrelerin enfeksiyonla mücadelesini arttırmasıdır (Alexandra et al., 2009: 438-449; Von Essen et al., 2010: 344-349).

D Vitamini ve Kanser

Kanser hastalığı anormal olan hücrelerin, kontrolsüz bir şekilde bölünmesi ve çoğalarak diğer hücre ve doku-lara baskı yapması olarak tanımlanmaktadır.2 2014 yılında Türkiye’de gerçekleşen 375 291 ölümden %20.7’si-nin kanserden kaynaklandığı ile kanserin, dolaşım sistemi hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alan ölüm nedeni olduğu gösterilmiştir. 65 yaş altı ölümlerin %29.5’inin, 65 yaş ve üstü ölümlerin %16.9’unun kanser sebebiyle gerçekleştiği görülmektedir.3 Kalıtım faktörleri, radyasyona maruz kalma, bazı virüsler, bakteriler, kimyasal maddeler, çeşitli besinler ya da besinlerin saklanma koşulları, bazı ilaçlar, hava kirliliği ve kötü bes-lenme alışkanlığı gibi faktörler kansere yol açan faktörlerdendir (Ames ve Gold, 1998: 20-205).

Liang Shi ve arkadaşları kanser tanısı almış 1 940 bireyin %71’inde serum 25(OH)D seviyelerinin yetersiz ve eksik olduğunu saptamışlardır (Shi et al., 2014: 9). Ji Riyang Kim ve arkadaşları ise bir çalışmada serum 25(OH)D seviyeleri düşük olan kanserli bireylerdeki kötü patolojik sonuçlarla ilişkisini araştırmışlardır. Bu amaca yönelik sonuçlar ise serum 25(OH)D seviyesi daha düşük olan bireylerde daha kötü patolojik sonuçların görüldüğü yönündedir (Kim et al., 2014: 16-24).

D Vitamininin Antikanser Etkileri

Birçok çalışmada kanserin nedenleri ve tedavileri üzerine odaklanılmıştır. D vitamininin immünolojik özel-likleri ve anti-kanser etkileri sebebiyle bu konuyla ilgili çalışmalar yapılmaktadır. D vitamininin anti kanser etkileri temel olarak “antiproliferatif etkiler, antiinflamatuar etkiler ve proapoptosis etkiler” başlıkları altında toplanabilir (Malumbres, 2011: 973-1007; Chiang et al., 2013: 39-126).

2 http://www.cancer.org/ 3 http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_21_20150416.pdf

Page 37: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

25

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Meme Kanseri ve D Vitamini

Bazı çalışmalarda daha yüksek serum 25(OH)D seviyeleri ile daha az ilerlemiş kanserler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu ve meme kanserinde sağ kalım oranlarının arttığı bildirilmiştir (Palmieri et al., 2006: 6-13; Goodwin et al., 2009: 37-63; Vrieling et al., 2011:74; Tretli et al., 2012: 70-363; Hatse et al., 2012: 13-26). Koreli kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada D vitamininin normal seviyesinin hem premenopozol hem de post-menopozal kadınlarda meme kanseri riskini belirgin bir şekilde azalttığı görülmüştür (Park et al., 2015: 147-154).

D Vitamin eksikliğinin kanser ile ilişkili olduğunu gösteren çalışmaların aksine Imtiaz ve arkadaşlarının çalış-masında meme kanseri olan bütün hastalarda D vitamini eksikliği bulunmaktadır. Ancak kanser hücrelerinin D vitamini serum seviyeleriyle önemli bir ilişkisi olmadığı ve kemik mineral yoğunluğunun D vitamini eksikliği ile hiçbir ilişkisinin olmadığı gösterilmiştir (Imtiaz et al., 2012: 13-409).

Kolorektal Kanser ve D Vitamini

Kadın Sağlığı Girişimi (WHI) merkezlerinde 36 282 postmenapozal kadın bireyin katıldığı randomize, çift-kör, plasebo kontrollü çalışmanın verileriyle Wactawski-Wende ve arkadaşları kalsiyum ve D vitamini suple-mentasyonunun kolorektal kanser riski ile ilişkisini değerlendirmiştir. Araştırmanın sonunda postmenopozal kadınlar arasında 7 yıl boyunca kalsiyum ve D vitamini suplementasyonu alınmasının kolorektal kanser riskini azaltmada hiçbir etkisinin olmadığı gösterilmiştir (Wactawski-Wende et al., 2006: 96-684). Ancak, Lappe ve arkadaşları WHI’da kullanılan D vitamini suplementasyon miktarının kanseri önleyici etkisinin olduğunu ifa-de etmiştir (Lappe et al., 2007: 91-1586).

Tiroid Kanseri ve D Vitamini

D vitamini eksikliği ile tiroid kanseri arasındaki ilişkinin incelendiği retrospektif bir çalışmada D vitamini ek-sikliği ve tiroid karsinoma arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Bu bağlamda D vitamini eksikliğinin tiroid kanseri için bir risk faktörü olabileceği belirtilmiştir (Roskies et al., 2012: 160-163).

Cilt Kanseri ve D Vitamini

Deri, D vitamininin hem sentezlendiği, hem de D vitamininin otokrin ve parakrin olarak etkili olduğu tek organdır. Deride aynı zamanda 1,25-dihidroksikolekalsiferol üretimi de olmaktadır. Deride bulunan 24-hidrok-silaz enzimi deride yapılan D vitamini ve metabolitlerini inaktif hale getirmektedir. Ultraviyole ışığı (UVB) bir yandan vitamin D sentezini artırırken, diğer yandan cilt kanseri riskini arttırmaktadır (Rosen et al., 2012: 456-492). Bireyler bu durumda güneş koruyucuları kullanmaya başlamışlardır. Güneş koruyucuları, başta deri kanseri olmak üzere, güneşin zararlı etkilerinden korunmada önemli rol oynamaktadır (Latha et al., 2013: 16-26). Son yıllarda, güneş koruyucularının, D vitamininin UV ışınları aracılığı ile deride gerçekleşen sentez reaksiyonlarını olumsuz yönde etkileyerek, D vitamini eksikliğine neden olabileceği tartışılmaktadır. Dola-yısıyla güneş koruyucu kullanılmasının, D vitamini düzeylerini etkileyip etkilemediğini araştıran çok sayıda çalışma yapılmıştır (Vandevijvere et al., 2012: 7-8; Simmons et al., 2013: 2025-2030; Björk et al., 2013: 129; Gannagé-Yared et al., 2014: 541-546; Nabak et al., 2014: 739-746; Nakamura et al., 2015: 10-17; Canuto et al., 2015:34-41).

Page 38: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

26

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Prostat Kanseri ve D Vitamini

Prostat kanseri ile D vitamini arasındaki ilişki tartışmalıdır. Birçok hayvan deney ve ekolojik çalışmalar, ye-tersiz alınan D vitamini ile prostat kanser riskini artırdığını belirtmektedir (Chen ve Holick, 2003: 423-430). SELECT (Selenyum ve E vitamini kanser durum çalışması), D vitamini ve prostat kanseri riski sonuçları 2014 yılında yayınlanmıştır. Bu geniş çalışmada orta seviyeli konsantrasyonlarda yaklaşık olarak 45-70 nmol/L seviyesinde erkekler arasında prostat kanser riskini anlamlı olarak azalttığı gösterilmiştir. Yüksek ya da düşük konsantrasyonda D vitamini konsantrasyonları ile özellikle ağır seyreden prostat kanserinde artış kaydedilmiş-tir. Prostat kanserinden korunmada hangi populasyona ne kadar D vitamini desteğinin verilmesi konusunda net bir bilgi yoktur. Ancak 50 yaşını geçmiş erkeklerde serum konsantrasyonu 70 nmol/L’yi geçmeyecek şekilde D vitamin desteğinin sınırlanmasının uygun olduğu düşünülmektedir (Kristal et al., 2014: 1494-1504).

SONUÇ

D vitamininin anti-kanser etkileri sebebiyle kanser ile ilişkisi son zamanlarda gündemde olan bir konudur. Bu nedenle D vitamini suplementasyonu ile sağlıklı bireylerde kanser riskinin azalabileceğini ve kanserli bireyler-de kanserin tedavisinde kullanımını düşündürmüştür. Kanserli bireylerde D vitamini eksikliği çok sık gözlenen bir durumdur. Kanserli bireylerde serum 25(OH)D seviyelerinin azalmasına, kanserli bireylerin D vitamini reseptörlerinin aktive olmaması, yetersiz güneş ışınlarına maruz kalma ve kemoterapi alması bu duruma sebep olan faktörlerdendir. Dolayısıyla kanserli bireylerdeki D vitamini eksikliği, suplementasyon ile düzeltilebilir bir risk faktörü olarak değerlendirilmiştir. Aynı zamanda D vitamini eksikliği tedavisinin kanser tedavisine de olumlu etkileri olabileceği düşünülmektedir.

KAYNAKÇA

Alexandra, V., Yamshchikov, Nirali, S., Desai Henry, M., Blumberg Thomas, R., Ziegler Vin T., (2009). Vita-min D for treatment and prevention of infectious diseases: A systematic review of randomized controlled trials. National Institute of Health, 15(5): 438-449.

Ames, B.N., Gold, L.S., (1998). The causes and prevention of cancer: the role of environment. Biotherapy. 11(2-3):205-20.

Björk, A., Andersson, A., Johansson, G., Björkegren, K., Bardel, A., Kristiansson, P., (2013). Evaluation of sun holiday, diet habits, origin and other factors as determinants of vitamin D status in Swedish primary health care patients: a crosssectional study with regression analysis of ethnic Swedish and immigrant women. BMC Fam Pract, 14: 129.

Canuto, J.M., Canuto, V.M., Lima, M.H., Omena, A.L., Morais, T.M., Paiva, A.M., (2015). Risk factros asso-ciated with hypovitaminosis D in HIV/aids-infected adults. Arch Endocrinol Metab, 59: 34-41.

Ceviz, N., (2012). Vitamin D: Kardiyovasküler Sistem ve Hastalıkları, Türkiye Klinikleri Journal Pediatri Science, 8(2):124-7

Chen, T.C., Holick, M.F., (2003). Vitamin D and prostate cancer prevention and treatment. Trends in Endocri-nology & Metabolism, 14(9): 423-430.

Chiang, K.C., Chen, T.C., (2013). The Anti-cancer Actions of Vitamin D. Anti-Cancer Agents in Medicinal Chemistry, 13:126-39.

Page 39: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

27

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Chiang, K.C., Chen, T.C., (2013). The Anti-cancer Actions of Vitamin D. Anti-Cancer Agents in Medicinal Chemistry, 13:126-39.

Feldman, D., Krishnan, A.V., Swami, S., (2014). The role of vitamin D in reducing cancer risk and progression. Nat Rev Cancer, 14:342–357.

Gannagé Yared, M.H., Helou, E., Zaraket, V., Abi Akl, S., Antonios, L., Moussalli, M.L., Wakim, S., (2014). Serum 25 hydroxyvitamin D in employees of a Middle Eastern university hospital. J Endocrinol Invest, 37: 541-546.

Goodwin, P.J., Ennis, M., Pritchard, K.I., ( 2009). Prognostic effects of 25-hydroxyvitamin D levels in early breast cancer. J Clin Oncol, 27:3757-63

Güngör, N., (2012). Vitamin D ve Diyabet, Türkiye Klinikleri Journal Pediatri Science, 8(2):91-6.

Hatse, S., Lambrechts, D., Verstuyf, A., (2012). Vitamin D status at breast cancer diagnosis: correlation with tumor characteristics, disease outcome, and genetic determinants of vitamin D insufficiency. Carcinoge-nesis, 33:1319-26.

Imtiaz, S., Siddiqui, N., Raza, S.A., Loya, A., Muhammad, A., (2012). Vitamin D deficiency in newly diagno-sed breast cancer patients. Indian J Endocrinol Metab, 16(3):409-13.

Kim, J.R., Kim, B.H., Kim, S.M., Oh, M.Y., Kim, W.J., Jeon, Y.K., (2014). Low Serum 25 Hydroxyvitamin D Is Associated with Poor Clinicopathologic Characteristics in Female Patients with Papillary Thyroid Cancer. Thyroid, 24:1618-24.

Kristal, A.R., Till, C., Song, X., Tangen, C.M., Goodman, P.J., Neuhauser, M.L., Minasian, L.M. (2014). Plas-ma vitamin D and prostate cancer risk: results from the Selenium and Vitamin E Cancer Prevention Trial. Cancer Epidemiology and Prevention Biomarkers, 23(8): 1494-1504.

Lappe, J.M., Travers Gustafson, D., Davies, K.M., (2007): Vitamin D and calcium supplementation reduces cancer risk: results of a randomized trial. Am J Clin Nutr, 85:1586-91.

Latha, M.S., Martis, J., Shobha, V., Sham Shinde, R., Bangera, S., Krishnankutty, B., (2013). Sunscreening agents: a review. J Clin Aesthet Dermatol, 6: 16-26.

Malumbres, M., (2011). Physiological relevance of cell cycle kinases. Physiol. Rev, 91: 973-1007.

Nabak, A.C., Johnson, R.E., Keuler, N.S., (2014). Can a questionnaire predict vitamin D status in postmeno-pausal women? Public Health Nutr, 17: 739-746

Nakamura, K., Kitamura, K., Takachi, R., Saito, T., Kobayashi, R., Oshiki, R., (2015). Impact of demographic, environmental, and lifestyle factors on vitamin D sufficiency in 9084 Japanese adults. Bone, 74: 10-17.

Palmieri, C,. MacGregor, T., Girgis, S., (2006). Serum 25-hydroxyvitamin D levels in early and advanced breast cancer. J Clin Pat, 59:1334-6.

Park, S., Ham, J.O., Lee, B.K., (2014). A positive association of vitamin D deficiency and sarcopenia in 50 year old women, but not men. Clin Nutr, 33:900–5.

Page 40: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

28

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Rosen, C.J., Adams, J.S., Bikle, D.D., Black, D.M., Demay, M.B., Manson, J.E., (2012). The Nonskeletal Ef-fects of Vitamin D: An Endocrine Society Scientific Statement. Endocrine Reviews, 33(3): 456-492

Roskies, M., Dolev, Y., Caglar, D., Hier, M.P., Mlynarek, A., Majdan, A., Payne, R.J., (2012). Vitamin D deficiency as a potentially modifiable risk factor for thyroid cancer. J Otolaryngol Head Neck Surg, 41(3):160-163.

Simmons, J., Sheedy, C., Lee, H., Koh, S., Alvarez, J., Koyama, T., Friedman, D., (2013). Prevalence of 25-hydroxyvitamin D deficiency in child and adolescent patients undergoing hematopoietic cell transplan-tation compared to a healthy population. Pediatr Blood Cancer, 60: 2025-2030

Tretli, S., Schwartz, G.G., Torjesen, P.A., (2012). Serum levels of 25-hydroxyvitamin D and survival in Nor-wegian patients with cancer of breast, colon, lung, and lymphoma: a population-based study. Cancer Causes Control, 23:363-70.

Vandevijvere, S., Amsalkhir, S., Van Oyen, H., Moreno Reyes, R., (2012). High prevalence of vitamin D defi-ciency in pregnant women: a national cross-sectional survey. PloS one, 7(8).

Von Essen, M.R., Kongsback, M., Schjerling, P., Olgaard, K., (2010). Vitamin D controls T cell antigen recep-tor signaling and activation of human T cells. Nat Immunol, 11: 344-349.

Vrieling, A., Hein, R., Abbas, S., (2011). Serum 25-hydroxyvitamin D and postmenopausal breast cancer sur-vival: a prospective patient cohort study. Breast Cancer Res, 13:R74.

Wacker, M., Holick, M., (2013). Vitamin D-effects on skeletal and extraskeletal health and the need for supp-lementation. Nutrients, 5(1):111-148.

Wactawski Wende, J., Kotchen, J.M., Anderson, G.L., (2006). Calcium plus vitamin D supplementation and the risk of colorectal cancer. New Engl J Med, 354:684-96

İNTERNET KAYNAKLARI

http://www.cancer.org/ (E.T. 01.01.2018)

http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_21_20150416.pdf (E.T. 01.01.2018)

Page 41: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

29

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

GIDA DEZENFEKTANLARININ ANTİMİKROBİYAL VE DUYUSAL ETKİSİ

Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN1, Yahya ÖZDOĞAN2

1Artvin Çoruh Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Artvin / Türkiye 2Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara /

Türkiye

Öz: Toplu beslenmenin yapıldığı kurumlarda hijyenik kalitenin en önemli belirteci güvenli besin üretimi ve servisidir. Besinin üretilmesi, taşınması veya muhafazası sırasında mikrobiyolojik faktörler gıda güvenliği açı-sından risk oluşturmaktadır. Bu riskleri kontrol etmek veya önlemek amacıyla geliştirilen farklı uygulamalar bulunmaktadır. Özellikle çiğ servis edilen sebze ve meyvelerin dezenfeksiyonu mikrobiyal yükün azaltılma-sında etkili bir yöntemdir. Bu çalışmada gıda dezenfektanlarının, çiğ olarak servis edilen sebzelerin mikrobiyal yüküne ve duyusal özelliklerine etkisi irdelenecektir. Klorlu bileşikler, organik asitler, ozon, kekik suyu, mey-ve ekstraktı, kalsiyum oksit gibi gıda dezenfektanlarının antimikrobiyal etkisi çeşitli teoriler ile açıklanmakta-dır. Hücre zarındaki proteinlerin denatürasyonu, hücre zarı işleyişinin bozulması, hücre enzimlerinin inhibis-yonu, bakteri sporlarının çimlenmesinin önlenmesi, hücrede adenozin trifosfat (ATP) kaybına neden olması bu teorilerden bazılarıdır. Kullanılan gıda dezenfektanları özellikle E.coli, Staphylococcus aureus, Salmonella, Bacillus cereus, Listeria monocytogenes, Clostridium botulinum, C. Perfringens, toplam koliform bakterileri, toplam aerobik mezofilik bakteriler üzerinde antimikrobiyal etkinlik göstermektedir. Besinin mikrobiyolojik açıdan güvenli olmasının yanında duyusal açıdan da kabul edilebilir olması gerekir. Uygun dozda ve uygun sürede gerçekleştirilen dezenfeksiyon işleminin ardından sebzenin kendine has duyusal özelliklerinde herhan-gi bir değişiklik olmamalıdır. Aksi takdirde sebzenin görünüşünde, dokusunda, tadında ve renginde meydana gelen bozulma gıda güvenliği açısından risk teşkil edecektir. Bu nedenle çiğ olarak servis edilen marul, havuç, maydanoz vb. sebzelerin uygun dezenfektanla, uygun doz ve sürelerde dezenfeksiyon işlemi yapılmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Dezenfeksiyon, Duyusal Değerlendirme, Besin

GİRİŞ ve KURAMSAL ÇERÇEVE

Gıda güvenliği son zamanlarda önemi artan ve pek çok tartışmaya sebep olan bir konudur (Çetin ve Şahin, 2017: 310-321). Gıda güvenliğini ve insan sağlığı açısından risk oluşturan biyolojik tehlikeler arasında bakte-riler önemli bir paya sahiptir. Bakteriler ve diğer mikroorganizmalar çeşitli yollarla besine kontamine olmakta-dır. Taze sebze ve meyvelerin üretimi, dağıtımı, depolanması ve satışı sırasında gıda güvenliği zincirine dikkat edilmelidir. Çeşitli bakteriler örneğin toplam koliform bakterileri, toplam aerobik mezofilik bakteriler, Esche-richia coli (E.coli), Staphylococcus aureus, Salmonella, Bacillus cereus, Listeria monocytogenes, Clostridium botulinum, Clostridium Perfringens gibi bakteriler taze sebze ve meyvelere bulaşmakta ve gıda güvenliği için tehdit oluşturmaktadır (Denis et al., 2016: 225-234). Taze sebze ve meyvelerin mikrobiyal açıdan güvenilir hale gelmesi için suya çeşitli dezenfektanlar örneğin klor, klor dioksit, ozon, asetik asit gibi dezenfektanlar eklenerek dezenfeksiyon işlemi yapılmaktadır (Van Haute et al., 2015:1529-1551). Ancak bazı dezenfektan-ların duyusal açıdan istenmeyen sonuçlara neden olması uygulamada sınırlılıklara neden olmaktadır (Eun et al., 2001: 31-35; Yiğit, 2008: 22-24). Bu çalışmanın amacı, gıda dezenfektanlarının çiğ olarak servis edilen sebzelerin mikrobiyal yüküne ve duyusal özelliklerine etkisini incelemektir.

Page 42: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

30

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Gıda Güvenliği

5179 sayılı Gıda Kanunu’na göre gıda güvenliği “Gıdalarda ortaya çıkabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve her türlü zararın bertaraf edilmesi için alınan tedbirlerin tümü” olarak tanımlanmaktadır.4Bazı otoriteler tarafından ise “çiftlikten çatala gıda güvenliği” kavramıyla ifade etmektedir (Çopur ve ark., 2010:11-15). Gıda güvenliği riskleri başlıca biyolojik, kimyasal ve fiziksel tehlikelerdir (Giray ve Soysal, 2007: 485-490). Besin-lere istenmeyen yollardan bulaşan taş, toprak, plastik gibi maddeler fiziksel tehlikeler; dezenfektan kalıntısı, metal iyon geçişi gibi etmenler kimyasal tehlikeler; bakteri, virüs, mantar, küf vb. canlıların bulaşı ise biyolojik tehlikeler olarak adlandırılmaktadır (Çetin ve Şahin, 2017: 310-321; Erkmen, 2010: 220-235).

Mikrobiyal Risklere Karşı Geliştirilen Uygulamalar

Güvenli gıdaya erişim için dünyada ve Türkiye’de çeşitli gıda güvenliği sistemleri uygulanmaktadır. Buradaki temel amaç tüketici sağlığının korunmasıdır. Bu nedenle dünyada birçok ülkede ve Türkiye’de “Gıda Güven-liği Yönetim Sistemleri” olarak adlandırılan uygulamalara gidilmiştir. Gıda güvenliğini sağlamak amacıyla geliştirilen bu uygulamalar arasında HACPP sistemi temel yaklaşımlar arasındadır. HACCP sistemi gıdaların üretimi, taşınması ve muhafazası sırasında meydana gelebilecek potansiyel tehlikelerin belirlenmesi ve olası durumda müdahaleyi sağlar (Dağ, 2006: 293-321; Başoğlu, 2011: 156-158). Örneğin çiğ sebzelerin servis edil-meden önceki basamakta dezenfeksiyon işlemi uygulanmalıdır. Dezenfeksiyon işlemi uygulanmadığında veya yanlış uygulandığında mikrobiyal ve kimyasal riskler ortaya çıkacaktır. Bu aşamada doğru kimyasal kullanımı, dezenfeksiyonun süresi, sıcaklık, dezenfektanın konsantrasyonu, dezenfeksiyondan sonra kimyasal kalıntının olmaması önemlidir. HACCP sistemi sayesinde karşılaşılabilecek problemlere karşı önlem ve kontrol meka-nizmaları, ayrıntılı bir şekilde ortaya konmaktadır (Ayhan, 2013: 26-27).

Çiğ Servis Edilen Sebzelerin Dezenfeksiyonunda Kullanılan Dezenfektanlar ve Etki Mekanizmaları

Çiğ servis edilecek sebzelerin mikrobiyal yükünü azaltarak gıda güveliğini sağlamak amacıyla birçok kimya-sal dezenfektan kullanılmaktadır. Dezenfeksiyon amacıyla yaygın olarak kullanılan kimyasal maddeler hidro-jen peroksit, trisodyum fosfat, ozon, klorlu bileşikler, organik asitler (asetik asit vd.), meyve ekstraktı, kekik suyu, kalseramik gibi bileşiklerdir (Yiğit, 2008: 13; Kere et al., 2014: 43-51).

Klorlu Bileşikler

Klorlu bileşikler, toplu beslenme sistemlerinde yaygın olarak kullanılan etkili kimyasallar arasındadır. De-zenfeksiyon işlemlerinde yaygın olarak kullanılan klor bileşikleri; kalsiyum hipoklorit (Ca(OCI)2), sodyum hipoklorit (NaOCI), klor dioksit (ClO2), klorlu izosiyanürat, klorlu trisodyum fosfattır. Özellikle sıvı klor ve hipoklorit taze servis edilen sebze ve meyvelerin dezenfeksiyonunda kullanılmaktadır (Türközü ve Karabu-dak, 2014: 43-51). Klorun antimikrobiyal kapasitesi mikroorganizmaya etki eden hipokloröz asidin (serbest klor) miktarına bağlı olarak değişir. Hipokloröz asit, çiğ servis edilecek sebze ve meyvelerdeki mikroorganiz-malara karşı en yüksek bakterisit etkiye sahip klorun serbest formudur. Yapılan bazı çalışmalarda, klorun 200 ppm konsantrasyonunda ve 1 ve 5 dakika süren dezenfeksiyonunda toplam koliform bakteri ve aerobik mezo-filik bakteri sayısında anlamlı derecede azalma sağladığı bildirilmiştir (Nascimento et al., 2003: 1697-1700; Temiz et al., 2011: 9-15). Klorun marullar üzerindeki mikrobiyal yüke etkisinin incelendiği bir çalışmada 200 ppm’lik klor çözeltisinde 5 ve 15 dakika süresince bekletilen marul örneklerinde başlangıçtaki sayıları 4.54 x

4 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/09/20080926-4.htm

Page 43: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

31

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

105 log kob/g olan Enterobakteriaceae ve 3.16 x 104 log kob/g olan toplam koliform bakteriler dezenfeksiyon sonunda tamamen yok olmuştur (Ayhan ve Bilici, 2015: 324-331). Klorun mikroorganizmalar üzerindeki an-timikrobiyal etkisi çeşitli teoriler ile açıklanmaktadır. Serbest klorun hücre zarındaki proteinler ile etkileşime girerek kloramin (N- kloro) bileşikleri oluşmaktadır. Oluşan kloramin mikrorganizmaların hücre zarının işle-yişini bozarak antimikrobiyal etki göstermektedir. Diğer bir yaklaşım ise klorun antimikrobiyal etkisinin hüc-re içindeki enzimlerin –SH gruplarının oksitlenmesinden kaynaklandığı belirtilmektedir. Ayrıca serbest klor bakteri sporlarının çimlenmesine engel olarak antimikrobiyal etki göstermektedir (Nascimento et al., 2003: 1697-1700; Akbaş ve Ölmez, 2007: 619-624). Ancak klorlu bileşikler yüksek konsantrasyonlarda kullanıldığı dezenfeksiyon işlemlerinde mutfak çalışanlarının deri, akciğer ve göz hasarına neden olduğu belirtilmektedir. Bununla beraber pH’ı düşürerek bakterileri yok eden klor bileşikleri ekipmanda leke ve aşınmalara da neden olmaktadır. Klorlu bileşikler, gıda dezenfeksiyonunda kullanıldıktan sonra hipokloridin, kloramin ve trihalo-metan gibi kalıntılar personelin cildinde kalarak tümör oluşumuna neden olabileceği bildirilmiştir (Ayhan ve Bilici, 2015: 324-33).

Klor dioksitin dezenfektan etkisinin araştırıldığı bir çalışmada taze domates 2, 5, 8 ve 10 mg/L’ lik ClO2 ile her bir çözelti 10, 30, 60, 120 ve 180 saniye muamele edilmiştir. Başlangıçta 6.03 ± 0.11 log kob/g olan Sal-monella sayısı 8 mg/L ClO2 ile 60 saniyede 3.09 log kob/g’a, 10 mg/L ClO2 ile 120 saniyede 2.17 log kob/g’a ve 10 mg/L ClO2 ile 180 saniyede 1.16 log kob/g’a düşmüştür. Salmonella sayısındaki bu azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Trinetta et al., 2010: 1009-1015). Marul, ıspanak, lahana, taze soğan yapraklarına uygulanan dezenfeksiyon işlemlerinin ardından klor kalıntıları olan aynı zamanda Amerika Birleşik Devlet-leri Çevre Koruma Ajansı tarafından kansere neden olan muhtemel maddeler arasında yer alan trihalometan, haloasetik asit gibi maddelerin miktarı ölçülmüştür. Elde edilen sonuçlara göre serbest klor miktarı arttıkça trihalometan ve haloasetik asit gibi maddelerin de arttığı belirtilmiştir.5

Organik Asit ve Tuzları

Meyve ve sebzelerin yapısında doğal bir bileşik olarak bulunan veya fementasyon sonucu oluşan organik asit-ler, bazı mikroorganizmaların üremesini yavaşlatırken bazılarının ise üremesine engel olmaktadır. Sebze ve meyvelerin yapısında doğal olarak bulunan organik asitler öncelikle küfler üzerinde etkili olurken çoğu orga-nik asit de bakteriler üzerinde daha etkili olmaktadır. Süksinik asit, asetik asit, tartarik asit, sorbik asit, benzoik asit, sitrik asit, malik asit meyve ve sebzelerin yapısında bulunan bazı organik asitlerdir (Olaimat ve Holley, 2012. 1-19). Toplu beslenme hizmetlerinde dezenfektan olarak daha çok asetik asit, askorbik asit, sorbik asit ve propiyonik asit kullanılmaktadır (Ayhan ve Bilici, 2015: 324-33).

Asetik Asit ve Asetatlar

Sirke olarak da bilinen asetik asit, alkolün bazı bakteriler (Acetobacter ve Gluconobacter) tarafından oksi-de edilmesiyle ve laktik asidin fermentasyonu sonucunda meydana gelen Genellikle Güvenli Kabul Edilir (GRAS) statüsünde zayıf bir asittir. Asetik asit L. monocytogenes, Bacillus türleri, Staphylococcus aureus, Clostridium türleri, Salmonella, E. coli, Pseudomonas ve Camplyobacter jejuni bakterileri üzerinde antimik-robiyal etkiye sahiptir. Bu etkisini hücre zarının işlevini bozarak ve hücrede adenozin trifosfat (ATP) kaybına sebep olarak gerçekleştirdiği belirtilmiştir. Asetik asidin yüksek konsantrasyonları antimikrobiyal açıdan gü-venilir olsa da besinlerde istenmeyen tat ve koku oluşturması nedeniyle genellikle dezenfeksiyon işlemlerin-

5 https://cfpub.epa.gov/si/si_public_record_report.cfm?Lab=NHEERL&TIMSType=&count=10000&dirEntryId=342407&searchAll=&showCriteria=2&simpleSearch=0

Page 44: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

32

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

de %0.1-1 oranlarında kullanılmaktadır (Eun et al., 2001: 31-35; Yiğit, 2008: 22-24). Yapılan bir çalışmada %1 asetik asit, %1 sirke, 50 ppm NaClO, %1 laktik asit + 100 ppm NaClO, %2 laktik asit + 50 ppm NaClO çözeltileri ile 10 dk süresince bekletilen atom marul örneklerinin toplam koliform bakteri yükündeki azalma miktarı sırasıyla 4.10 log kob/g, 4.10 log kob/g, 0.34 log kob/g, 4.10 log kob/g ve 4.10 log kob/g olarak bulun-muştur. Bu dezenfektanlardan sadece 50 ppm NaClO ile dezenfekte edilen atom marulların toplam koliform bakteri yükünde istatistiksel açıdan anlamlı bir fark kaydedilmemiştir (p>0.05). Yapılan diğer dezenfeksiyon işlemlerinin sonunda toplam koliform bakteri sayısı anlamlı bir şekilde azaldığı belirtilmiştir (p<0.05) (Yiğit, 2008: 39). Yapılan bir diğer çalışmada %3 sirke çözeltisinde 5, 15, 30 dk süresince bekletilen marul ve havuç örnekleri mikrobiyal açıdan incelenmiştir. Marul örneklerinde E.coli bakteri sayısındaki azalma miktarları sırasıyla 1.04, 1.50 ve 1.78 log kob/g olarak belirlenmiştir. Havuç örneklerindeki azalma miktarı daha fazla olduğu ve bunun nedeninin sebzelerin yüzey yapılarının farklılığından kaynaklandığı belirtilmiştir. Ayrıca %3 sirke çözeltisinin salata malzemelerinin dezenfeksiyonunda kullanılabileceği ve mikrobiyal yükü azaltmada etkili olduğu ifade edilmiştir (Nastou et al., 2012: 247-253; Elhan, 2014: 39).

Poimenidou ve arkadaşları çiğ ıspanak ve marula çeşitli dezenfektanlar uygulayarak sebzelerin renk ve E.coli yükündeki değişimleri incelemişlerdir. Çalışmada dezenfetan olarak klor, sirke, kekik suyu, Citrox (sitrik asit ve biyoflavonlar içeriyor) adlı besinsel dezenfektan kullanılmıştır. %6 asetik asit içeren sirke, 60 ppm klor, 300 ppm klor ile 2 dk dezenfeksiyon sonunda E.coli yükündeki azalma miktarı sırasıyla 1.8-4.3 log kob/g, 0.5-1.3 log kob/g ve 1.7 log kob/g olduğu tespit edilmiştir. En çok bakterisit etkiye sahip olan dezenfektanın sirke olduğu belirtilmiştir. Ayrıca 60 ppm klor ile dezenfekte edilen marulların renginde kırmızılık; 300 ppm klor ile dezenfekte edilen marulların renginde kırmızılık, sarılık ve parlaklığında azalma gözlenmiştir. Ancak sirke ile dezenfekte edilen marullarda görünüş ve duyusal açıdan herhangi bir bozulmaya rastlanmamıştır. Bunun yanında sirke, kekik suyu, citrox’un klora alternatif bir dezenfektan olabileceği çalışmada belirtilmiştir (Poimenidou et al., 2016: 6-18).

Gıda Dezenfektanlarının Duyusal Değerlendirmesi

Duyusal analiz, insanların duyularını kullanarak ve gıdanın renk, şekil gibi fiziksel özellikleri ile doku, aroma ve lezzet gibi duyusal özelliklerini koklama, görme, tatma, dokunma veya işitme duyularının tepkilerini ölçen, açıklayan ve analizini yapan bir testtir (Carpenter, 2012: 27-29). Duyusal değerlendirmenin doğru bir şekil-de yapılması için ortamın ve panelistlerin gerekli şartlara sahip olması gerekmektedir. Potansiyel panelistler, sağlık durumları iyi olan (alerji, renk körlüğü, anozmi veya agüzi gibi hastalıklar olmamalı), değerlendirme seanslarına düzenli olarak katılımı teminen; müsait, istekli ve motivasyon sahibi kişiler olmalı ve talimatlar doğrultusunda verilen görevleri yerine getirebilmelidir. Ön seanslar ile belirli gıdalar karşısında oluşabilecek isteksizlikler belirlenmeli ve potansiyel panelistler bir dizi farklı numuneyi tadımlayabilecek bireyler olmalı, tat ve koku algıları gelişmiş olmalıdır. Değerlendirilecek görüş birliğiyle bir karar vermek durumunda olabile-ceklerinden; aşırı baskın, çok pasif veya karasız kişiliklerden kaçınılması gerekmektedir (De Vos, 2010: 17-36; Carpenter, 2012: 27-29).

Besinlerin duyusal analizinde yaygın olarak kullanılan çeşitli duyusal analiz yöntemleri vardır. Bunlardan biri-si “hedonik skala” dır. Hedonik skalada bireylerin değerlendirme sonuçları kıyaslanabilir ancak ölçeklendirme yalnızca dokuz cevap üzerinden yapılmaktadır (örneğin: fevkalade beğendim-pek çok beğendim-az beğen-dim-orta derecede beğendim-ne beğendim, ne beğenmedim-hafif beğenmedim-orta derecede beğenmedim-beğenmedim-hiç beğenmedim). Bu ölçeklendirme lezzetin, gıda memnuniyetsizliğinin, tadın yoğunluğunu göstermemektedir (Bartoshuk ve Klee, 2013: 374-378). Hedonik skala örneklerin lezzet, renk ve doku gibi bir

Page 45: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

33

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

duyusal özelliklerinin özel ya da sayısal bir ölçek kullanarak kalite karakteristiklerinin saptanmasında veya bu kalite karakteristiklerinin derecelendirilmesinde kullanılan bir yöntemdir. Puanlama formunda panelistlerin formlarda belirttiği puanların ortalaması alınır. Eğitilmiş panelistlerden oluşan grup besinin duyusal özellikle-riyle ilgili gerçekçi bir değerlendirme yapmalıdır6. Baur ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada marul örnek-lerine çeşitli dezenfektanlar uygulanmış ve marullar duyusal ve mikrobiyolojik analize tabi tutulmuştur. 200 ppm klor ile dezenfekte edilen marulların toplam aerobik mezofilik bakteri sayısı başlangıçta 0.7-1.5 log kob/g iken yaklaşık 0.5 log kob/g azaldığı belirtilmiştir. Genel görünüm, tekstür, aroma, koku ve lezzet bakımından 1-5 puan arasında değerlendirilen, dezenfekte edilmiş ve doğranmış marul örnekleri sırasıyla 4.5, 4.7, 4.4, 4.7 ve 4.7 puan almıştır. Verilen bu puanlar diğer gruplar ile karşılaştırıldığında önemli bir farkın olmadığı ifade edilmiştir (Baur et al., 2004: 45-55). Daha düşük konsantrasyonda klor (35 ppm) ile 2 dk süresince dezenfekte edilen marul örnekleri, başlangıçtaki 4.0 log kob/g olan fekal koliform bakteri sayısı 1.9 log kob/g’a düşmüş-tür. Ayrıca marul yapraklarının kalitesinde azalma olduğu da çalışmada ifade edilmiştir (Amoah et al., 2007: 40-50). Duyusal analiz ile ilgili olarak yapılan çalışmalar çiğ sebzelerin dezenfeksiyonunda kullanılan çeşitli dezenfektanların konsantrasyon ve dezenfeksiyon süreleri üzerinde durmaktadır. Nitekim aynı dezenfektanın dozu arttırıldığında marul yapraklarının özellikle görünümünde istenmeyen değişikliklere neden olduğu göste-rilmiştir (Keskinen et al., 2009: 134-140).

SONUÇ

Gıda güvenliğinin sağlanması için çiğ olarak servis edilecek sebze ve meyvelerin dezenfeksiyonunda klorlu bileşikler, ekstraktlar, organik asitler gibi dezenfektanlar kullanılmaktadır. Özellikle çiğ servis edilen sebze-lere uygulanan dezenfeksiyon işlemi sayesinde birçok zararlı mikroorganizma bertaraf edilmektedir. Ancak dezenfeksiyon işleminin güvenilir olması açısından sebzeler uygun dezenfektanla muamele edilmelidir. Aynı zamanda dezenfeksiyon işleminden sonra besinin tadında, kokusunda, renginde ve sertliğinde olumsuz bir değişiklik olmamalıdır. Aksi takdirde sebzenin duyusal özelliklerinde meydana gelen bozulma gıda güvenliği açısından risk teşkil edecektir. Bu nedenle çiğ olarak servis edilen marul, havuç, maydanoz vb. sebzelerin uy-gun dezenfektanla, uygun doz ve sürelerde dezenfeksiyon işlemi yapılmalıdır.

KAYNAKÇA

Akbas, M., Ölmez, H., (2007). Inactivation of Escherichia coli and Listeria monocytogenes on Iceberg Lettuce by Dip Wash Treatments with Organic Acids. Letters in applied microbiology, 44(6): 619-624.

Amoah P, Drechsel P, Abaidoo RC, Klutse A. Effectiveness of common and improved sanitary washing met-hods in selected cities of West Africa for the reduction of coliform bacteria and helminth eggs on vegetab-les, Tropical medicine & international health, 2007, 12: 40-50.

Ayhan, B., (2013). Toplu Beslenme Sistemlerinde Kullanılan Farklı Dezenfektanların Çiğ Servis Edilen Seb-zelerin Mikrobiyal Yüküne Etkisi. Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Beslenme ve Diyetetik Anabilim Dalı, Ankara.

Ayhan, B., Bilici, S., (2015). Toplu Beslenme Sistemlerinde Kullanılan Gıda Dezenfektanları. Turkish Bulletin of Hygiene & Experimental Biology/Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji, 72(4):324-331

6 http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Duyusal%20Test%20Teknikleri.pdf.

Page 46: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

34

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Bartoshuk, L.M., Klee, H.J., (2013). Better Fruits and Vegetables Through Sensory Analysis. Current Biology, 23(9):374-378.

Başoğlu, F., (2011). Gıda Kalite Kontrolünün Esasları ve Gıda Güvenliği Yönetim Sistemleri, Bursa, Dora Basım Yayın, 2:156-158

Baur, S., Klaiber, R., Hammes, W.P., Carle, R., (2004). Sensory and Microbiological Quality of Shredded, Packaged Iceberg Lettuce as Affected by Pre-washing Procedures with Chlorinated and Ozonated Water, Innovative Food Science & Emerging Technologies, 5(1):45-55.

Carpenter, R.P., Lyon, D.H., Hasdell, T.A., (2012). How to Use Sensory Analysis to Meet Your. In. Carpenter RP, Lyon DH, Hastell TA (eds). Guidelines for Sensory Analysis in Food Product Development and Qua-lity Control. Gaithersburg, Aspen Publisher, 2: 27-29

Çetin, S.A., Şahin, B., (2017). Gıda Güvenliğinde Risk Faktörleri ve Hijyenin Önemi. Journal of Tourism Gastronomy Studies, 310-321

Çopur, U., Yonak, S., Şenkoyuncu, A., (2010). Gıda Güvenliği ve Denetim Sistemi Paper presented at: Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara, 11-15

Dağ, A., (2006). Yiyecek İçecek İşletmelerinde Standart Tarifeler Maliyet ve Hijyen Kontrolü, Ankara, Metek-san Matbaacılık ve Teknik Sanayi, 1:293-321

De Vos, E., (2010). Selection and Management of Staff for Sensory Quality Control. In. Sensory Analysis for Food and Beverage Quality Control. France, Woodhead Publishing, 2: 17-36.

Denis, N., Zhang, H., Leroux, A., Trudel. R., Bietlot, H., (2016). Prevalence and Trends of Bacterial Contami-nation in Fresh Fruits and Vegetables Sold at Retail in Canada. Food Control, 67:225-234.

Elhan, S., (2014). Farklı Sirke Çeşitleri ve Konsantrasyonlarının Salata Bileşenlerinin Dezenfeksiyonunda Kullanım İmkanlarının Araştırılması. Yüksek Lisans Tezi. Atatürk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Gıda Mühendisliği Anabilim Dalı, Erzurum.

Erkmen, O., (2010). Gıda Kaynaklı Tehlikeler ve Güvenli Gıda Üretimi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 53: 220- 235.

Eun, S.A., Yong, S.K., Dong, H.S., (2001). Observation of Bactericidal Effect of Allyl Isothiocyanate on Liste-ria monocytogenes. Food Science and Biotechnology, 10(1): 31-35.

Giray, H., Soysal, A., (2007). Türkiye’de Gıda Güvenliği ve Mevzuatı. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 6(6): 485-490

Kere, K.G., Aldrich, M.L., Waldroup, A.L., (2014). Acidified Sodium Chlorite Antimicrobial Treatment of Broiler Carcasses. Journal of Food Protection, 63(8): 1087-1092.

Keskinen, L.A., Burke, A., Annous, B.A., (2009). Efficacy of Chlorine, Acidic Electrolyzed Water and Aque-ous Chlorine Dioxide Solutions to Decontaminate Escherichia coli O157: H7 from Lettuce Leaves, Inter-national journal of food microbiology, 132(2):134-140.

Page 47: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

35

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

Nascimento, M.S., Silva, N., Catanozi, M.P., Silva, K.C., (2003). Effects of Different Disinfection Treatments on the Natural Microbiota of Lettuce, Journal of Food Protection, 66(9):1697-1700.

Nastou, A., Rhoades, J., Rhoades, P., Makri, L., Kontominas, M., Likotrafiti, E., (2012). Efficacy of Household Washing Treatments for the Control of Listeria monocytogenes on Salad Vegetables, İnternational Jour-nal of Food Microbiology, 159:247–253

Olaimat, A.N., Holley, R.A., (2012). Factors Influencing the Microbial Safety of Fresh Produce: A review. Food Microbiol, 32(1): 1-19.

Poimenidou, S.V., Bikouli, V.C., Gardeli, C., Mitsi, C., Tarantilis, P.A., Nychas, G.J., (2016). Skandamis PN. Effect of Single or Combined Chemical and Natural Antimicrobial Interventions on Escherichia coli O157: H7, Total Microbiota and Color of Packaged Spinach and Lettuce, International journal of food microbiology, 220:6-18.

Temiz, A., Bağcı, U., Toğay, S.Ö., (2011). Efficacy of Different Decontamination Treatments on Microbial Population of Leafy Vegetables. Gıda-J Food, 36(1): 9-15.

Trinetta, V., Morgan, M.T., Linton, R.H., (2010). Use of High-concentration-short-time Chlorine Dioxide Gas Treatments for the Inactivation of Salmonella enterica spp. Inoculated onto Roma Tomatoes. Food Mic-robiology, 27(8):1009-1015.

Tudela, J.A., López Gálvez, F., Allende, A., Hernández, N., Andújar, S., Marín, A., Gil, M.I., (2019). Operati-onal Limits of Sodium Hypochlorite for Different Fresh Produce Wash Water Based on Microbial Inacti-vation and Disinfection by-products (DBPs), Food Control, 104:300-307.

Türközü, D., Karabudak, E., (2014). Marulların C Vitamini İçerikleri Üzerine Gıda Dezenfektanlarının Etkisi. Beslenme ve Diyet Dergisi, 42(1):43-51.

Van Haute, S., Sampers, I., Jacxsens, L., Uyttendaele, M., (2015). Selection Criteria for Water Disinfection Techniques in Agricultural Practices. Critical reviews in food science and nutrition, 55(11):1529-1551.

Yiğit, S., (2008). Çeşitli Dezenfektanların Atom Marulun Mikrobiyolojik Kalitesi Üzerine Etkileri. Yüksek Lisans Tezi. Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Gıda Mühendisliği Anabilim Dalı, Te-kirdağ.

İNTERNET KAYNAKLARI

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/09/20080926-4.htm (E.T. 13.03.2020)

https://cfpub.epa.gov/si/si_public_record_report.cfm?Lab=NHEERL&TIMSType=&count=10000&dirEntryId=342407&searchAll=&showCriteria=2&simpleSearch=0. (E.T. 9 Eylül 2019)

http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Duyusal%20Test%20Teknikleri.pdf. (E.T. 17 Eylül 2019)

Page 48: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

36

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

3.ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ

Sümeyye ÇÖKERDENIOĞLU1, Demet BİÇKİ2

1Aydın Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, İstanbul / Türkiye2 Aydın Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, İstanbul / Türkiye

Öz: Çalışmanın amacı kadınlarda topuklu ayakkabı kullanım sıklığının postür, fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam kalitesine etkisinin araştırılması ve sonuçlarının değerlendirilmesidir. Ayakkabı, ayağı dış etkenlerden korumak amacıyla icat edilmiştir. Ayakkabı, tıpkı ayak gibi, vücut ile zemin arasında bir bağlantı görevi üstlen-mekte ve vücuda taktil ve propriyoseptif sistem aracılığıyla somatosensoryal girdi sağlamaktadır. Bu girdilerin kalitesi ise ayak ve bacaklardaki kas aktivasyonunu değiştirip bireyin hem kinematiğini hem de iskelet dizi-limini etkilemektedir. Bu bilgilere dayanarak, ayakkabıya bağlı ayak ağrısı ve deformiteleri ile ayakkabının yürüme ve denge üzerindeki etkileri birçok araştırmada incelenmiştir. Ayrca ayakkabının denge, yürüme, ayak deformitelerine etkisini araştıran çalışmalar mevcuttur. Fakat litaratürde topuklu ayakkabı kullanım sıklığının postür, fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam kalitesine etkisi ile ilgili araştırmaya rastlanmamıştır. Bu yüzden çalışmanın sonunda kadınların ayakkabı seçiminde daha fazla dikkatli olacağı düşünülmektedir. Çalışmaya alınacak birey sayısı ‘’ Raosoft ’’ programı ile belirlenmiştir.%95 güven aralığında 0,05 anlamlılık düzeyini saptayabilmek için 943.065 kişilik popülasyondan 132 kişi çalışmaya dahil edilmelidir. Bizim çalışmamızda haftada bir ve daha az topuklu giyenler normal, 2 ve daha fazla kullananlar sık giyen olarak iki gruba ayrılmış-tır. Grup 1 ve grup 2 de 66 ar kişi değerlendirilerek toplamda 132 kişiye değerlendirme anketleri uygulanmıştır. Çalışmanın sonucunda postür ile topuklu ayakkabı giyme sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki-nin olduğu ortaya çıkmıştır. (r=-0,759,p<0,05) Fakat yüksek topuklu ayakkabı giyme sıklığının yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite düzeyine anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Topuklu Ayakkabı, Postür, Yaşam Kalitesi, Fiziksel Aktivite

GİRİŞ ve KURAMSAL ÇERÇEVE

Ayakkabı, ayağı dış etkenlerden korumak amacıyla icat edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Oregon Eyaleti’nde yapılan kazılarda bilinen ilk ayakkabının ortaya çıkarıldığı ve günümüzden yaklaşık 10.000 yıl öncesine ait olduğu Stewart tarafından belirtmiştir. Medeniyetlerin gelişmesi ayakkabıyı, ayağı koruma fonk-siyonunun yanı sıra modanın belirleyicisi bir ürünü haline getirmiştir. Gelinen son noktada, ayakkabının ayağı destekleyici kısımları çoğu zaman moda uğruna göz ardı edilmektedir (McPoil ve Thomas, 1998: 68 ; Staheli, 1991: 88).

Yüksek topukların modaya dönüşüp yaygınlaşması, 16. yüzyılı bulmuştur. Ilk topuklu ayakkabılar, Italyan bir ayakkabı zanaatkârı tarafından, boyu kısa olan ve Fransa sarayına gelin olarak gidecek Catherine de Me-dici için yapılmıştır. Medici’den sonra bu tarz ayakkabılar tüm saray tarafından kullanılmaya başlanmıştır (O’Keeffe, 1996).

Ayakkabı, tıpkı ayak gibi, vücut ile zemin arasında bir bağlantı görevi üstlenmekte ve vücuda taktil ve prop-riyoseptif sistem aracılığıyla somatosensoryal girdi sağlamaktadır (Simeonov ve arkadaşları, 2008: 51; Bren-

Page 49: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

37

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

ton-Rule ve arkadaşları, 2011: 26). Bu girdilerin kalitesi ise ayak ve bacaklardaki kas aktivasyonunu değiştirip bireyin hem kinematiğini hem de iskelet dizilimini etkilemektedir (Simeonov ve arkadaşları, 2008: 51;Ris-kowski ve arkadaşları; 2011: 23). Bu bilgilere dayanarak, ayakkabıya bağlı ayak ağrısı ve deformiteleri ile ayakkabının yürüme ve denge üzerindeki etkileri birçok araştırmada incelenmiştir (Kilby ve Newell, 2012: 35; Whitney ve Wrisley, 2004: 85).Yüksek topuklu ayakkabı giymenin bel ağrısı, diz osteoartriti, ve halluks valgus deformitesinin oluşumuna yol açtığı düşünülmektedir (Barton ve arkadaşları, 2009: 2; Kerrigan ve arkadaşları, 1998: 351).

Litaratürde ayakkabının denge, yürüme, ayak deformitelerine etkisini araştıran çalışmalar mevcuttur ama çok yeterli sayıda çalışma yapılmamıştır. Litaratürde topuklu ayakkabı kullanım sıklığının postür, fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam kalitesine etkisi ile ilgili araştırmaya rastlanmamıştır. Bu yüzden çalışmanın sonunda kadın-ların ayakkabı seçiminde daha fazla dikkatli olacağı düşünülmektedir.

AMAÇ

Çalışmanın primer amacı; kadınlarda topuklu ayakkabı kullanım sıklığının postür, fiziksel aktivite düzeyine ve yaşam kalitesine etkisinin araştırılması ve sonuçlarının değerlendirilmesidir. Araştırmanın ikincil amacı; kadınlarda topuklu ayakkabı kullanım sıklığının postür, fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam kalitesine etkisini belirlemek için değerlendirme anketleri kullanarak ayakkabı şeçiminin kişinin genel sağlık durumunu nasıl etkilediğini ortaya koymaktır.

KAPSAM

18-50 yaş arasındaki sağlıklı kadınlar.

YÖNTEM

Çalışmaya dahil edilen 132 birey ayakkabı kullanım sıklığı değerlendirme formuna verdikleri cevaplara göre haftada bir ve daha az topuklu giyenler normal, 2 ve daha fazla kullananlar sık giyen olarak iki gruba ayrıla-caktır. Grup 1 ve grup 2 de 66 ar kişi değerlendirmeye alınarak toplamda 132 kişi değerlendirildi.

Tüm gruplardaki katılımcıların değerlendirmesi çalışmacı tarafından yapılmıştır.

Olgulardan gönüllü bilgilendirme formu ile onam alınmıştır.

1-)Grup 1:normal sıklıkta topuklu ayakkabı giyen

2-)Grup 2: sık topuklu ayakkabı giyen

Page 50: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

38

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

BULGULAR

Tablo 1. Grupların Ölçek Toplam puanlara göre karşılaştırılması

Grup 1 Grup 2

Ort±Std.Sapma Min-Maks Ort±Std.Sapma Min-Maks p*

Postur Toplam Puan 55,01±9,92 0±65 16,15±3,98 0±26 <0,05

Şiddetli Met Skor 549,09±2390,83 0-16800 163,03±636,85 0-4800 0,944

Yürüyüş Met Skor 788±774,98 66-3960 1033±1019,07 0-5544 0,150

Toplam MET skor 2671,33±2800,87 198-18297 2263,3±1602,48 0-9420 0,709

Fiziksel Fonksiyon 89,84±14,02 35-100 92,96±9,32 60-100 0,394

Sosyal Fonksiyon 46,09±11,1 12,5-87,5 48,83±14,21 12,5-75 0,210

Fiziksel Fonksiyonlara Baglı Rol Kısıtlılıkları

81,44±29,84 0-100 83,77±23,38 25-100 0,807

Emosyonel Sorunlara Bağlı Rol Kısıtlılıkları

66,68±40,48 0-100 77,77±34,75 0-100 0,130

Mental Sağlık 62,36±15,03 28-84 59,51±10,8 36-84 0,034

Enerji/Vitalite 56,51±14 25-80 55,07±17,96 10-85 0,824

Ağrı 37,72±20,91 10-100 40,11±18,8 10-77,5 0,269

Sağlığın Genel Algılanması 53,3±8,53 25-70 52,69±10,6 30-85 0,263

*: Mann Whitney U Testi

Ölçek toplam puanlar normal dağılım göstermediği için,bağımsız olan grupların ölçeklere ait toplam puana göre karşılaştırılması için Mann Whitney u testi kullanılmıştır.

Tablo1’deki verilere göre; katılımcıların postür toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardır.(p<0,05) Bu farklılık Grup1’in postür toplam puan ortalaması Grup2 postür toplam puan ortalamasından daha yüksek olmasından kaynaklanmaktadır.

Katılımcıların şiddetli met skor toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,944) Katılımcıların yürüyüş met skor toplam puan ortalaması to-puklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,150) Katılımcı-ların toplam met skor toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,709) Katılımcıların fiziksel toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kulla-nım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,394)Katılımcıların sosyal fonksiyon toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,210) Katılımcıların fiziksel fonksiyonlara baglı rol kısıtlılıkları toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,807) Katılımcıların emosyonel sorunlara bağlı rol kısıtlılıkları toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,130) Katılımcıların mental sağlık toplam puan ortalaması

Page 51: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

39

SÖZEL SUNUM TAM METİNLER

topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardır.(p<0,05) bu fark-lılık grup1’in mental sağlık toplam puan ortalaması grup2 mental sağlık toplam puan ortalamasından daha yüksek olmasından kaynaklanmaktadır. Katılımcıların enerji/vitalite toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,824) Katılımcıların ağrı toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım durumu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,269) Katılımcıların sağlığın genel algılanması toplam puan ortalaması topuklu ayakkabı kullanım duru-mu grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,263)

SONUÇ

Çalışmanın sonucunda postür ile topuklu ayakkabı giyme sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki-nin olduğu ortaya çıkmıştır. (r=-0,759,p<0,05) Fakat yüksek topuklu ayakkabı giyme sıklığının yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite düzeyine anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür.

KAYNAKÇA

Barton, C. J., Bonanno, D., Menz, H. B. Development and evaluation of a tool for the assessment of footwear characteristics. Journal of Foot and Ankle Research 2009; 2: 10.

Brenton-Rule A, Bassett S, Walsh A, et al. The evaluation of walking footwear on postural stability in healthy older adults: an exploratory study. Clin Biomech (Bristol, Avon). 2011;26:885-887

Kerrigan, D. C., Todd, M. K., Riley, P. O. Knee osteoarthritis and high- heeled shoes. Lancet 1998;351 (9113): 1399-1401.

Kilby MC, Newell KM. Intra- and inter-foot coordination in quiet standing: Footwear and posture effects. Gait Posture. 2012;35:511-516.

McPoil, JR. Thomas, G., Footwear. Physical Therapy 1988; 68 (12): 1857-1865.

O’Keeffe, L.: Shoes, Könemann. Köln. 1996

Riskowski J, Dufour AB, Hannan MT. Arthritis, foot pain and shoe wear: Current musculoskeletal research on feet. Curr Opin Rheumatol. 2011;23:148-155.

Simeonov P, Hsiao H, Powers J, et al. Footwear effects on walking balance at elevation. Ergonomics. 2008;51:1885-1905.

Staheli, L. T. Shoes for children: a review. Pediatrics 1991; 88: 371-375.

Whitney SL, Wrisley DM. The influence of footwear on timed balance scores of the modified clinical test of sensory interaction and balance. Arch Phys Med Rehabil. 2004;85:439-443.

Page 52: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

40

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ

SÖZEL SUNUM ÖZET METİNLER

Page 53: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

41

ÖZET SÖZEL METİNLER

KBRN TEHDİTLER PENCERESİNDE EVSEL KİMYASALLARIN GÖRÜNÜŞÜ

İmran SAKA, Oğuz İNCEDERE, Ahmet KIRÇİÇEK, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

Türkiye

Öz: Evsel kimyasal maddelerin, modern yaşam için vazgeçilmez oldukları bir gerçektir. Ancak bu evsel kim-yasal maddelerin bilinen ve bilinmeyen sayısız zararları vardır. Evsel kimyasallar; temizlik ürünleri olan deter-janlar, kozmetik ürünler, kokular yayan parfümler, oda spreyleri, diş macunları, ilaçlar, cilalar, saç boyaları gibi geniş bir yelpazede yer alırlar. Ayrıca her yıl piyasaya 200-300 yeni kimyasal madde sürülmektedir. Bu madde-lerin sağlığa ani etkileri olabileceği gibi, uzun vadede de sağlık sorunlarına sebep olabilecekleri bir gerçektir Diğer birçok konuda olduğu gibi bu konuda da toplumu bilinçlendirmek, olası riskleri önlemek için gereklidir. Bu çalışmada, her gün iç içe yaşadığımız evsel kimyasal maddelerin en yaygın kullanımlarından yola çıkarak, bunların insan ve diğer canlılar için ve çevre sağlığı için olası etkilerini açıklanmış ve konuya dikkat çekilmiştir. Bugün dünyada doğal ya da insan ürünü on milyondan fazla çeşit kimyasal maddenin kullanıldığı tahmin edil-mektedir. A.B.D. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), diş macunları, kozmetikler, sabunlar, deodorant-lar, plastik şişeler ve pestisitler gibi birçok evsel kimyasal bileşiklere maruz kalmanın insan sağlığı üzerindeki etkilerini değerlendirmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu ileri sürmektedir. Bazı evsel kimyasal türlerinin, laboratuvar hayvanlarının üreme sistemini etkilediği bilinmektedir. CDC tarafından yapılan araştır-malarda, yetişkin kadınların idrarlarında, erkeklerinkine nazaran, sabun, şampuan, kozmetik ürünler ve diğer kişisel bakım ürünlerinde yapımında kullanılan çeşitli kimyasallara daha yüksek oranda rastlandığı görülmüş-tür. Kimyasalların tek olarak kullanımı olduğu gibi bazı kimyasalların karıştırılarak kullanılması da yaygındır. Bu tip kullanımların yeni riskleri ortaya koyması ve çok tehlikeli sonuçlar meydana gelmesi de kaçınılmazdır. Çalışmanın amacı; evsel kimyasallar ile ilgili farkındalığı arttırmak ve toplumu bilinçlendirmeye çalışmaktır. Anahtar Kelimeler: Evsek Kimyasallar, Kozmetikler, Temizlik Malzemeleri, Sağlık Tehlikeleri

Page 54: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

42

ÖZET SÖZEL METİNLER

YENİ KORONAVİRÜS HASTALIĞI İLE BİYOLOJİK TEHDİTLER KONUSUNDA FARKINDALIK YARATMAK

İmran SAKA, Dilek ÖZTAŞ, Aytunç ATEŞ

Türkiye

Öz: Biyolojik ajanlar insanları, hayvanları ve bitkileri öldüren ya da hastalanmalarına sebep olan organizmalar ya da bu organizmaların ürettiği zehirli maddeler (toksinler) dir. Biyolojik tehditler; biyolojik ajanların ve emni-yetsiz laboratuvar prosedürleri gibi koşulların oluşturduğu tehditlerin tümüdür. Bu tanım; doğal oluşumlu biyo-lojik hastalıkları (bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan), çevrede bulunan ya da hayvanlarda teşhis edilmiş, insanlara da bulaşma olasılığı olan biyolojik ajanları, biyolojik ajan içeren ya da yayan silahları (biyolojik silahlar), biyolojik ajanlarla yapılan terör saldırılarını (biyoterorizm) kapsamaktadır. Biyolojik saldırı biyolojik ajanların insanlar-da, hayvanlarda ve bitkilerde hastalığa ya da ölüme sebep olmak için kasten çevreye yayılmasının sağlanması-dır. Bu ajanlar doğada mevcut olup hastalık yapma kabiliyetlerini arttırmak, mevcut ilaçlara dirençli hale getir-mek ya da çevrede yayılma yeteneklerini arttırmak üzere değişikliğe uğratılabilmektedir. Tespit edilmeleri son derece zor olduğundan ve hastalığa sebep olmaları zaman aldığından teröristler tarafından tercih edilmektedir-ler. Şarbon, ebola virüs gibi hastalıklar biyolojik tehditler için örnek olarak gösterilirken, bugün dünyayı etkisi altına almış olan koronovirüsün biyolojik tehdit boyutu, insanların kafasında bir soru işareti oluşturmaktadır.Kimyasal, biyolojik ve radyolojik tehditlerin tümünde olduğu gibi biyolojik tehditlerde de afet öncesi, afet anı ve afet sonrasında alınması gereken bir dizi tedbir vardır. Afet öncesinde, ikaz ve alarm işaretlerini öğrenmek, ilk yardımın esaslarını öğrenmek, afet ve acil durum çantası hazırlamak, aile afet ve acil durum planını yapmak önceliklidir. Bu çalışmada, dünyanın maruz kaldığı Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19) afetinden yola çıkarak biyolojik tehditlerin afet öncesi, afet anı ve afet sonrasında alınması gereken tedbirler incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Biyolojik Tehditler, Yeni Koronavirüs Hastalığı, Korunma

Page 55: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

43

ÖZET SÖZEL METİNLER

KADINLARDA TOPUKLU AYAKKABI KULLANIM SIKLIĞININ POSTÜR, FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYİ VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI

Sümeyye ÇÖKERDENOĞLU, Demet BİÇKİ

Türkiye

Öz: Çalışmanın amacı kadınlarda topuklu ayakkabı kullanım sıklığının postür, fiziksel aktivite düzeyi ve ya-şam kalitesine etkisinin araştırılması ve sonuçlarının değerlendirilmesidir. Ayakkabı, ayağı dış etkenlerden ko-rumak amacıyla icat edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Oregon Eyaleti’nde yapılan kazılarda bilinen ilk ayakkabının ortaya çıkarıldığı ve günümüzden yaklaşık 10.000 yıl öncesine ait olduğu Stewart tarafından belirtmiştir. Medeniyetlerin gelişmesi ayakkabıyı, ayağı koruma fonksiyonunun yanı sıra modanın belirleyicisi bir ürünü haline getirmiştir. Gelinen son noktada, ayakkabının ayağı destekleyici kısımları çoğu zaman moda uğruna göz ardı edilmektedir. Ayakkabı, tıpkı ayak gibi, vücut ile zemin arasında bir bağlantı görevi üstlen-mekte ve vücuda taktil ve propriyoseptif sistem aracılığıyla somatosensoryal girdi sağlamaktadır. Bu girdilerin kalitesi ise ayak ve bacaklardaki kas aktivasyonunu değiştirip bireyin hem kinematiğini hem de iskelet dizi-limini etkilemektedir. Bu bilgilere dayanarak, ayakkabıya bağlı ayak ağrısı ve deformiteleri ile ayakkabının yürüme ve denge üzerindeki etkileri birçok araştırmada incelenmiştir. Ayrca ayakkabının denge, yürüme, ayak deformitelerine etkisini araştıran çalışmalar mevcuttur. Fakat litaratürde topuklu ayakkabı kullanım sıklığının postür, fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam kalitesine etkisi ile ilgili araştırmaya rastlanmamıştır. Bu yüzden çalışmanın sonunda kadınların ayakkabı seçiminde daha fazla dikkatli olacağı düşünülmektedir. Çalışmaya alınacak birey sayısı ‘’ Raosoft ’’ programı ile belirlenmiştir.%95 güven aralığında 0,05 anlamlılık düzeyini saptayabilmek için 943.065 kişilik popülasyondan 137 kişi çalışmaya dahil edilmelidir. Bizim çalışmamızda haftada bir ve daha az topuklu giyenler normal, 2 ve daha fazla kullananlar sık giyen olarak iki gruba ayrılmış-tır. Grup 1 ve grup 2 de 69 ar kişi değerlendirilerek toplamda 138 kişiye değerlendirme anketleri uygulanmıştır. Anahtar Kelimeler: Topuklu Ayakkabı, Postür, Yaşam Kalitesi, Fiziksel Aktivite

Page 56: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

44

ÖZET SÖZEL METİNLER

GIDA DEZENFEKTANLARININ ANTİMİKROBİYAL VE DUYUSAL ETKİSİ

Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Yahya ÖZDOĞAN

Türkiye

Öz: Toplu beslenmenin yapıldığı kurumlarda hijyenik kalitenin en önemli belirteci güvenli besin üretimi ve servisidir. Besinin üretilmesi, taşınması veya muhafazası sırasında mikrobiyolojik faktörler gıda güvenliği açı-sından risk oluşturmaktadır. Bu riskleri kontrol etmek veya önlemek amacıyla geliştirilen farklı uygulamalar bulunmaktadır. Özellikle çiğ servis edilen sebze ve meyvelerin dezenfeksiyonu mikrobiyal yükün azaltılma-sında etkili bir yöntemdir. Bu çalışmada gıda dezenfektanlarının, çiğ olarak servis edilen sebzelerin mikrobiyal yüküne ve duyusal özelliklerine etkisi irdelenecektir. Klorlu bileşikler, organik asitler, ozon, kekik suyu, mey-ve ekstraktı, kalsiyum oksit gibi gıda dezenfektanlarının antimikrobiyal etkisi çeşitli teoriler ile açıklanmakta-dır. Hücre zarındaki proteinlerin denatürasyonu, hücre zarı işleyişinin bozulması, hücre enzimlerinin inhibis-yonu, bakteri sporlarının çimlenmesinin önlenmesi, hücrede adenozin trifosfat (ATP) kaybına neden olması bu teorilerden bazılarıdır. Kullanılan gıda dezenfektanları özellikle E.coli, Staphylococcus aureus, Salmonella, Bacillus cereus, Listeria monocytogenes, Clostridium botulinum, C. Perfringens, toplam koliform bakterileri, toplam aerobik mezofilik bakteriler üzerinde antimikrobiyal etkinlik göstermektedir. Besinin mikrobiyolojik açıdan güvenli olmasının yanında duyusal açıdan da kabul edilebilir olması gerekir. Uygun dozda ve uygun sürede gerçekleştirilen dezenfeksiyon işleminin ardından sebzenin kendine has duyusal özelliklerinde herhan-gi bir değişiklik olmamalıdır. Aksi takdirde sebzenin görünüşünde, dokusunda, tadında ve renginde meydana gelen bozulma gıda güvenliği açısından risk teşkil edecektir. Bu nedenle çiğ olarak servis edilen marul, havuç, maydanoz vb. sebzelerin uygun dezenfektanla, uygun doz ve sürelerde dezenfeksiyon işlemi yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Dezenfeksiyon, Duyusal Değerlendirme, Besin

Page 57: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

45

ÖZET SÖZEL METİNLER

D VİTAMİNİ VE KANSER

Sevtap KÜÇÜKCANKURTARAN, Fatma ÖZÇELİK

Türkiye

Öz: D vitamini vücutta birçok mekanizmada önemli role sahiptir. Aktif hale gelmesinin ardından özellikle kalsiyum metabolizmasında rol alan D vitamini, eksikliğinin görülmesi durumunda birçok sağlık riskine ne-den olmaktadır. D vitamininin olumlu etkileri arasında, pankreasta beta hücreleri üzerinde sitokinlerin neden olduğu hücre harabiyetini engellemesi, insülin salınımını uyarması, kardiyovasküler sistemde, damarlarda köpük hücre oluşumunu ve makrofajların kolesterol alımını inhibe etmesi, lenfositlerden salınan sitokinle-rin inhibisyonu ile endotel hücrelerinde adhezyon moleküllerinin üretimini baskılayarak ateroskleroza kar-şı koruma sağlaması sayılabilir. Ayrıca D vitamini, diyabet, obezite, hipertansiyon gibi önemli halk sağlığı sorunları ile ilişkilendirilir. Aynı zamanda D vitamini eksikliği ile kas zayıflığı, kardiyovasküler hastalıklar, insülin direnci ve immün sistem bozuklukları gibi durumlar arasında anlamlı ilişkiler olduğu gösterilmiştir. Son zamanlarda yapılan çalışmalar D vitamini ile prevelansı giderek artan kanser türleri arasındaki ilişkiler üzerine odaklanmaktadır. D vitamini reseptörlerinin aktive olmaması, yetersiz güneş ışınlarına maruz kalma ve kanserli bireylerde görülebilecek çeşitli sebeplerden dolayı, D vitamini sahip olduğu anti-kanser etkisi-ni göstermesine ve bazı mikrobiyal peptidleri ve lenfositleri indüklemesine engel olur. Bu sebepler kanserli bireylerde D vitamininin bu mekanizmalarının aksamasına bağlı olarak D vitamini eksikliğine kanıt olarak gösterilebilir. Birçok çalışmada kanserin nedenleri ve tedavileri üzerine odaklanılmıştır. Meme kanseri, ko-lorektal kanser, troit kanseri, cilt kanseri ve pankretaik kanserlerinin D vitamini ile ilişkisini inceleyen çalış-malar mevcuttur. Bu çalışmada birçok hastalıkla ilişkisi olan D vitamininin kanser ve kanser türleri ile ilişkisi ve etki mekanizmaları incelenmiştir. Bu kapsamda D vitamininin sağlıklı bireylerde kanserin önlenmesin-de ve kanserli bireylerin kanser tedavisinde kullanımına bilimsel bir bakış açısı kazandırmak amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: D Vitamini, Kanser, Sağlık

Page 58: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

46

ÖZET SÖZEL METİNLER

YARA İYİLEŞMESİNDE AROMATERAPİ

Seçkin KARAKUŞ, Mihrican KAÇAR

Türkiye

Öz: Vücudumuzun en dış tabakası olan derimiz, bedenimizi fiziksel, kimyasal, biyolojik birçok etkene karşı koruyan bir kalkan görevi görmektedir. Deri bütünlüğü bozulduğunda, yaşayan dokuların temel özellikle-rinden olan, dinamik ve karmaşık bir mekanizmaya sahip yara iyileşme süreci devreye girer ve hemostaz, enflamasyon, proliferasyon ve maturasyon dönemleri başlar. Yara iyileşme süreci yaş ve stres gibi bireysel faktörlerden; yaralanmanın şekli ve enfeksiyon gibi lokal faktörlerden; dolaşım ve oksijenlenme gibi siste-mik faktörlerden etkilenmekte ve bu faktörlerdeki değişiklikler süreci hızlandırabilmekte veya sekteye uğ-ratabilmektedir. Çeşitli hastalıkların tedavisinde olduğu gibi yara iyileşmesinde de kullanılan tamamlayıcı tedavilerden biri olan aromaterapi, temel terapötik ajan olarak uçucu yağları kullanmakta ve kokularla te-daviden aromatik yağ masajlarına ve de uçucu yağların dahili olarak kullanımına kadar farklı yaklaşımları içine almaktadır. Literatür incelendiğinde aromaterapinin yara iyileşmesinde çeşitli şekillerde (inhalasyon, topikal ve oral) kullanıldığı; yara bölgesinde antiseptik, antibakteriyel, antifungal ve antienflamatuar etki gösterme, bölgede gerekli nemi sağlama, dolaşımı hızlandırma ve yara iyileşme sürecini destekleme gibi doğrudan; stres yönetimini kolaylaştırma, uyku kalitesini artırma, solunumu kolaylaştırma gibi dolaylı ol-mak üzere kayda değer katkıları olduğu görülmektedir. Bu çalışmada, yara iyileşmesini doğrudan ve do-laylı etkileyen farklı aromaterapi yaklaşımlarının incelenmesi ve uygulanmasının yaygınlaştırılması amaç-lanmıştır. Günümüzde pek çok ülkede yara bakımında tamamlayıcı bir yaklaşım olarak kullanılan aroma-terapi; ülkemizde aromaterapi ile ilgili yeterince çalışma olmaması, sağlık bakım profesyonellerinin bu alandaki bilgilerinin yetersiz olması, aromaterapide kullanılacak uçucu yağlara erişimin külfetli olması gibi nedenlerle yara iyileşme sürecinde sık uygulanan bir tamamlayıcı tedavi yaklaşımı olarak kullanılmamak-tadır. Yara iyileşme sürecine katkı sunan aromaterapi yaklaşımlarının kullanımının yaygınlaşması için lite-ratüre gerekli katkıyı sağlayacak çalışmaların artırılması, sağlık bakım profesyonellerinin gerekli eğitimle-ri almasının sağlanması ve aromaterapide kullanılan materyallere erişimin kolaylaştırılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Aromaterapi, Uçucu yağlar, Yara İyileşmesi

Page 59: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

47

ÖZET SÖZEL METİNLER

KANSER VE BİYOAKTİF GIDA BİLEŞENLERİ

Mihrican KAÇAR, Nural ERZURUM ALİM

Türkiye

Öz: Kanser, mikro ve makro çevredeki çeşitli faktörlerin genetik materyal üzerinde yaptığı değişiklikler sonu-cu gelişen kronik bir hastalıktır. Besin tüketimi ve besin takviyeleri gerekli çevresel faktörler olarak kabul edi-lir. Literatürde diyette yer alan besinlerinin miktar ve kalitesinin kanser insidansı ve patogenezi ile olan güçlü ilişkisini bildiren çalışmalar mevcuttur. Besin ögelerinin fizyolojik işlevleri yöneten moleküler mekanizmalar ile etkileştiğinin ve söz konusu mekanizmaları etkilediğinin anlaşılması nütrisyon alanında bir devrimdir. Gü-nümüzde nütrisyon bilimi eskiden olduğu gibi epidemiyolojik çalışmalar ile besin-hastalık ilişkisini araştır-maktan çok, hücre ve moleküler biyoloji, biyokimya ve genetik bilimleri teknolojilerinin bütünleşmiş yaklaşı-mını benimsemektedir. Besinlerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin anlaşılması amacı ile yapılan çalışmalar, iki temel gözleme dayanmaktadır. Bunlardan birincisi nütrisyonel çevrenin, gen ekspresyonunu etkilemesi ve ikincisi ise bireyin genotipine bağlı olarak besin ögelerinin metabolizması değişmesi ve sağlık durumu etki-lenmesidir. Kemoprevensiyon, epidemiyolojik bazlı farklı çalışmalarda, kanser riskinin azalması ile biyolojik olarak aktif maddelerin farklı sınıflarının tüketilmesi arasındaki ilişkiyi vurgulamaktadır. Doğal bileşikler, doğal kaynaklardan elde edilen farklı moleküler yapıların heterojenliği nedeni ile çok yönlü özelliklere sahiptir ve literatürde bu alandaki çalışmaların yetersizliği sebebi ile tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu araştırmada biyoaktif gıda bileşenleri ve doğal bileşikler alanında yapılan çalışmalar, kanser hastalığı ile ilişkilendirilerek derlenip geleceğe yönelik kanser tedavisi ve besin etkileşimi konusunda yol gösterici olması amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Kanser, Kemoprevensiyon, Besin, Gen, Biyoaktif Gıda Bileşenleri

Page 60: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

48

ÖZET SÖZEL METİNLER

SERVİKOJENİK BAŞ AĞRISINDA ÜST SERVİKAL MANİPÜLASYONUN ETKİNLİĞİNİN ARAŞTIRILMASI

Mehmet Serdar SALUR, Dilber KARAGÖZOĞLU COŞKUNSU, Özlem ALTINDAĞ, Mazlum Serdar AKALTUN, Gökhan MANGAN, Aylin AKÇALI

Türkiye

Öz: Amaç: Bu çalışmanın amacı servikojenik baş ağrısı olan hastalarda üst servikal manipülasyon tedavisinin egzersiz tedavisine ek bir katkısı olup olmadığını araştırmaktır. Materyal-Metod: Çalışmaya servikojenik baş ağrısı olan 30 hasta dahil edildi ve hastalar randomize edilerek manipülasyon tedavisi ve egzersiz (MT+E) (n=15) ve egzersiz (E)(n=15) olarak 2 gruba ayrıldı. Birinci grup hastaya haftada bir toplam 5 seans manipü-lasyon tedavisi ve egzersiz programı verilirken, ikinci grup hastaya sadece egzersiz verildi. Çalışmaya dahil edilen tüm hastalar çalışma öncesi ve sonrası ağrı durumları vizüel analog skala (VAS) ile aktivite ve istirahat ağrısı şeklinde, fonksiyonel durum ise boyun özür ölçeği ile değerlendirildi. Ayrıca baş ağrısı sayısı tedavi öncesi ve sonrası sorgulandı ve kaydedildi. Bulgular: Tedavi uygulama öncesi istirahat baş ağrısı, baş ağrı sayısı ve boyun özür ölçeği değerleri istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Sadece tedavi öncesi aktivite baş ağrı ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). Tedavi sonrası her iki grup hastada da tüm parametrelerde anlamlı farklılık saptandı (p<0,05). Her iki grup karşılaştırıldığında MT+E gru-bunda tüm parametrelerde E grubuna göre anlamlı bir istatiksel farklılık vardı (p<0,05). Sonuç: Çalışmamız servikojenik baş ağrısında servikal manipülasyon ve egzersizin etkinliğini göstermiş olmasına karşın, daha geniş hasta grupları ve daha uzun takip süreleri ile tedavi etkinliğinin gösterilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Servikojenik Baş Ağrısı, Manipülasyon, Egzersiz

Page 61: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

49

ÖZET SÖZEL METİNLER

LIVING LONGER AND FEELING BETTER: LEALTHY LIFESTYLE, PERSONAL HEALTH, OBESITY AND DEPRESSION IN GERMAN

Jana SELIG

Germany

Abstract: Introduction: The combination of four protective lifestyle behaviors (being physically active, a non-smoker, a moderate alcohol consumer and having adequate fruit and vegetable intake) is estimated to inc-rease life expectancy by 14 years. However, it has been determined that the adoption of these lifestyle behavi-ors has less impact on overall health, obesity and mental health. We examined the combined effect of these be-haviors on overweight/obesity and depression. Method: Using data from the Survey of Lifestyle Attitudes and Nutrition, a protective lifestyle behavior (PLB) score was constructed for 5.945 men and women (>18 years), and representative of the adult population of the Republic of Germany (response rate 62%). Participants sco-red a maximum of four points, one point each for being physically active, consuming five or more portions of fruit and vegetable daily, a non-smoker and a moderate alcohol user. Results: It was determined that one-fifth of the participants (20%) had four PLB scores, 35% three, 29% two, 13% one and 2% had none. Compared to those with zero PLB, those with four were seven times more likely to rate their overall health as excellent / very good, and four times more likely to have better mental health. Conclusions: Adoption of basic protective lifestyle factors known to increase life expectancy is associated with positive health, healthier weight, and better mental health. These lifestyles have the potential to add quality and quantity to life.

Keywords: Lifestyle Behaviors, Self-Assessment Health, Obesity, Depression, Protective Factors

Page 62: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

50

ÖZET SÖZEL METİNLER

EVALUATING THE RISK OF CARDIOVASCULAR DISEASE – IS IT NECESSARY OR UNNECESSARY? HOW DO DIFFERENT CARDIOVASCULARRISK SCORES AFFECT IN REAL

LIFE?

Holly JENNINGS

Ireland

Abstract: Introduction: Screening tools are available to identify persons with high cardiovascular risk, but less is known about their validity in different population groups. The purpose of this article is to compare the sensitivity and specificity of three different cardiovascular disease risk scores and their ability to detect high-risk individuals in daily practice. Methods: The sensitivity and specificity of the risk charts based on Fra-mingham Risk Function, SCORE and Cardiovascular Disease (CVD) Risk Scores were analyzed using a large population risk factor survey database in Ireland. True positive, false positive, true negative and false negative cases were identified using 10-year follow-up endpoints and different risk charts in different cardiovascular diseases. People over 40 years (n = 12.394) were used in analyses. Results: Risk scores varied depending on gender, age and cardiovascular outcome. Among men the sensitivity of CVD Risk Score and Framingham Risk Function at risk of ≥10% for each end point was higher than SCORE or Framingham Risk Function at 20% risk. The specificity of the Framingham Risk Function at 20% risk was higher than the specificity of other risk charts. Among women in all endpoints the sensitivity was highest in CVD Risk Score and lowest below 20% in Framingham Risk Function. The specificity of all the different endpoints was highest in SCORE and Framingham Risk Function at 20% risk. Conclusions: Sensitivity and specificity varied significantly between three cardiovascular risk evaluation tools. Practitioners should be aware of their limitations especially when estimating risk among women and younger patients.

Keywords: Cardiovascular Disease, Risk Score, Mortality, Sensitivity, Specificity

Page 63: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

51

ÖZET SÖZEL METİNLER

VALUE FOR MONEY OR MARKING HEALTHY CHOICES: THE EFFECT OF PROPORTIONAL PRICING ON CONSUMERS’ PORTION SIZE CHOICES

Stepashin VANIAMIN IVANOVICH

Russia

Abstract: Introduction: Large food portion sizes are the most important determinant of high calorie intake, especially if they have been made attractive through value size pricing (i.e. lower unit prices for larger porti-ons than for small portion sizes). The purpose of the two questionnaire studies reported in this article was to assess the impact of proportional pricing (i.e. removing beneficial prices for large sizes) on people’s portion size choices of high-calorie foods and beverages. Methods: An experimental design with a proportional pricing condition and a value size pricing condition was used in both studies. The first study was carried out in a fast food restaurant (N = 241) and the second study in a worksite cafeteria (N = 183). In the questionnaires shown to the user, three different food products (i.e. soft drinks, chicken nuggets in study 1 and a hot meal in study 2) were shown with corresponding prices. Outcome measures were portion size choices intended by consumers. Results: The main effects of pricing were not found. However, overweight fast food restaurant visitors faced with proportional pricing were found to prefer small portion sizes of chicken nuggets (OR = 4.31, P = 0.07) and larger beverage sizes (OR = 0.07, P = 0.04). Conclusion: Among the general public, proportional pricing did not reduce consumers’ size choices. However, pricing strategies can cause overweight and obese consumers to choose appropriate portion sizes of soft drinks and high-calorie snacks. As a measure of outcome, more rese-arch should be done in real environments and the results should be confirmed.

Keywords: environmental Interventions, Food Portion Sizes, Pricing Strategies, Obesity

Page 64: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

52

ÖZET SÖZEL METİNLER

LIVING LONGER, WORKING LONGER THE IMPACT OF SUBJECTIVE LIFE EXPENCTANCY ON RETIREMENT INTENTIONS AND BEHAVIORS

Aimo SALONEN

Finland

Abstract: Introduction: Almost all Western countries are trying to further increase their retirement ages in line with the longevity increases. The main question in this article is whether individuals choose a retirement age that fits their life expectancy. This would be an ideal approach in terms of public policy perspective. This study aims to empirically test whether retirement planning varies with an expectation of survival among a sample of older employees in Finland. Two questions are addressed: (i) what are the expectations of older employees from the remaining lifetimes, and what factors affect this subjective life expectancy? (ii) Do indi-viduals who perceive longer life horizons (higher subjective life expectancy) tend to retire later than people who expect to live shorter? Methods: Using data from a panel study on retirement behavior in Finland (N = old employees aged 50-60 years), regression and survival models are estimated investigate the impact of subjective life expectancy on retirement planning and behavior. Results: The results indicate that subjective life expectancy is a factor that is taken into account in retirement decision making, at least when it comes to retirement intentions. Older employees with longer horizons have preferences for later retirement. When it comes to real behavior, however, the time horizon does not appear to play a role. Conclusion: The results sug-gest that especially employees with high life expectancy and an intention to work longer are not successful in implementing their intentions.

Keywords: Older Employees, Retirement Intentions, Retirement Timing, Subjective Life Expectancy

Page 65: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

53

ÖZET SÖZEL METİNLER

UNDERSTANDING AND ADDRESSING THE IMPACT OF SOCIAL INEQUALITIES ON ENVIRONMENTAL HEALTH

Martino LUCERO

Italy

Abstract: On 10–12 March 2010, ministers of environment and health of the 53 countries in the WHO Eu-ropean Region (and a number of international governmental and non-governmental organizations) will meet in Parma, Italy, on the occasion of the Fifth Ministerial Conference. One of the most important items in their agenda is the increasing inequality of exposure to environmental hazards. These inequalities emerge both between and within countries, and are significantly affected by social conditions. The recent economic crisis has further revealed the potential intensifying effect of social factors on inequalities and health consequences. To support its Member States in developing more informed policies on the environmental dimension of health inequalities, WHO has initiated evidence reviews of the emergence and extent of social inequalities in expo-sure to selected environmental risk factors that focus on inequalities affecting children. Social factors were considered. These reviews included socioeconomic status (income, education, and employment), age, gender, ethnicity, or being part of a minority group. The reviewed evidence reveals that social and especially socio-economic factors are predictors of exposure to all covered environmental risk factors. In most cases, socially disadvantaged groups bear the greatest burden of environmental risks. Some studies also show that inadequate socio-economic conditions can increase the vulnerability of exposed individuals. These degrees are evident in the social strata in all countries where the study is conducted, and there seems to be a trend towards increased disintegration and increased social inequalities. Health impacts associated with combined environmental and social risks are documented in some countries, but the number of relevant studies is low.

Keywords: Environmental Health, Social Justice, Community Health, Social Inequality

Page 66: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

54

ÖZET SÖZEL METİNLER

UNKNOWN ROLE OF ALCOHOL CONSUMPTION IN LUNG CANCER RIKS

Santiago RIVAS

Argentina

Abstract: Introduction: In their articles, Tariola and colleagues reported that alcohol consumption was not associated with an increased risk of lung cancer among non-smokers, but was high among smokers. However, the number of lung cancer cases among non-smokers was relatively low and they concluded that larger studies are needed to clarify this controversial relationship. In general, the evidence of relationship between alcohol consumption and lung cancer seems to be insufficient; however, seven prospective studies have suggested that the strongest effect of alcohol on cancer risk for non-smoking men has been recorded. Therefore, increased tobacco smoking has been ignored as an explanation for the increased risk of lung cancer for heavy drinkers. Excessive alcohol consumption is characterized by alcohol consumption leading to poisoning (drunkenness), usually measured by having a number of drinks > 5–6 / 4 (male / female) at a time, and increases the risk of many acute adverse health and social incidents including poisoning, myocardial infarction, injuries, accidents, etc., and what very important is that it reduces the function of congenital immunity. The etiological mechanism of alcohol in aerodynamic cancer is not as clear as smoking, but some researchers have found reported that ethanol metabolites and degradation products, e.g. a known carcinogen - acetaldehyde and reactive oxygen species (ROS) play a role in alcohol-related carcinogenesis. We agree with Tariola and colleagues that smoking plays an important role in lung cancer. However, the role of excessive drinking in the carcinogenesis of lung tissue seems insignificant and larger studies are needed to clarify its effect.

Keywords: Cancer, Lung, Alcohol Consumption, Smoking

Page 67: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

55

3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ

POSTER METİNLER

Page 68: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

56

ÖZET SÖZEL METİNLER

LAKTOZ İNTOLERANSINDA SÜT VE FERMENTE SÜT ÜRÜNLERİNİN TÜKETİMİ

Merve YURTTAŞ

Türkiye

Öz: Laktoz intoleransı sütte doğal olarak bulunan süt şekeri laktozun, yeterli laktaz enzimi sentezlenmediğin-de sindirilememesi sonucu gaz, diyare ve kramplara neden olmasıdır. Laktoz, glikoz ve galaktoz monosakkarit birimlerinden oluşan ve ince barsakta laktaz enzimi ile parçalanan bir disakkarittir. Bebeklerde laktaz enzimi aktivitesi düşüktür. Bu durum laktaz enzimi eksikliği olarak tanımlanmaktadır. Doğumdan sonra laktaz enzimi aktivitesi maksimum seviyeye ulaştıktan sonra düşmeye başlamakta ve sütten kesilen çocuklarda 3 yıl içinde kaybolmaktadır. Laktaz aktivitesi normal ise laktoz parçalanıp barsak tarafından emilimi gerçekleşmektedir. Ağızdan laktoz alımında kan glikoz seviyesinin artması laktoz emiliminin göstergesidir. Laktoz intoleransı hayati tehlikeye neden olmamakla birlikte yol açtığı semptomlar nedeniyle bireyin hayat kalitesini düşür-mektedir. Bu nedenle uygulanacak diyetler bu bireylerin yaşam kalitesini arttırmaya yönelik olmalıdır. Ayrı-ca laktoz intoleransı ve süt allerjisi birbirinden farklıdır. Süt allerjisi süt proteinlerinden kaynaklanmaktadır. Erişkin dönemde de ortaya çıkmakla birlikte inek sütüyle beslenen bebeklerin ilk 6 aylık döneminde ortaya çıkmaktadır. Süt ve süt ürünleri besin kalitelerinin yüksek olması nedeniyle sağlığın korunması için potansiyel kaynaklardır. Süt, özellikle kalsiyum bakımından zengin bir besin olması nedeniyle kemik gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Laktoz intoleransı toplumda giderek artan bir gastrointestinal problem haline gelmesiyle bir-likte koruyucu sağlık uygulamalarının önemi ve beslenme ve sağlık ilişkisi üzerindeki çalışmalar da artmıştır. Laktoz intoleransı ve beslenme arasındaki ilişki bu çalışmalardan biridir. Bu derlemede laktoz intoleransı olan bireyler ile süt ve fermente süt ürünleri tüketimi arasındaki ilişki incelenmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Beslenme, Fermente Süt Ürünleri, Laktoz Intoleransı

Page 69: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

57

ÖZET SÖZEL METİNLER

TOPLU TÜKETİM YERLERİNDE HİJYEN KURALLARI

Merve YURTTAŞ

Türkiye

Öz: İnsanların ev dışında beslenme gereksinimlerini karşılamak amacıyla yiyecek veya yemeklerle beslenmesi toplu beslenme, bu hizmeti veren kuruluşlar toplu beslenme yapan kuruluşlar veya toplu beslenme sistemleri olarak tanımlanmaktadır. Toplu beslenilen yerler arasında okul, hastane, üniversite, fabrika, otel, restoran ve lokantalar, kamu ve özel sektör kurum ve kuruluşları bulunmaktadır. Toplu beslenme hizmeti veren bu kurum-lar hitap ettiği tüketici kitlesine uygun hizmet vermekle yükümlüdür. Toplu beslenme sistemleri; menülerin planlanması, gerekli yiyecek ve içeceklerin satın alınması, depolanması, hazırlanması, servis edilmesi, hijyen ve sanitasyon koşullarının sağlanması, maliyet kontrolü, personel yönetimi gibi hizmetleri kapsamaktadır. Gü-nümüzde sanayileşmenin artması, yemek yemeye daha az zaman ayırma isteği, çalışma koşulları gibi neden-lerden ötürü insanların dışarıda yemek ihtiyacını karşılama isteği artmıştır. Yemek ihtiyacını karşılayan toplu tüketim yerlerinde güvenli gıda sunumu toplum sağlığının korunması açısından önemlidir. Güvenli gıda; gıda-larda fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik her türlü zararın yok edilmesidir. Toplu tüketim yerlerinde üretim-den tüketime kadar gıda güvenliğinin ve hijyenik koşulların sağlanamaması insanlarda gıda kaynaklı birçok hastalığa neden olabilmektedir. Dünya Sağlık Örgütüne göre dünya genelinde hastalık ve ölümlerin büyük bir kısmının gıda kaynaklı hastalıklardan meydana geldiği belirlenmiştir. Bu nedenle beslenme hizmeti veren ku-ruluşlar, gıda güvenliğini sağlamaya yönelik sistemlerini kurmalı, hijyen ve sanitasyon kurallarına uymalıdır. Bu çalışmada yiyecek üretimi, tüketimi veya sunumu yapılan bir işletmede dikkat edilmesi gereken hijyenik şartlar üzerinde durulmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Gıda Güvenliği, Hijyen, Toplu Beslenme

Page 70: 3. ULUSLARARASI SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ · these scientific studies, initiating multidisciplinary studies with new ideas, initiating projects and ensuring that the scientific studies

58

ÖZET SÖZEL METİNLER

Kayabaşı Mh. Evliya Çelebi Cd. Emlakkonut Başakşehir Evleri

1/A D Blok Kat: 4 Daire: 29 Başakşehir, İstanbul, TürkiyeTel: +90 212 801 40 63 İkitelli V.D.: 481 062 0928

Kütük No: 34-228-066

Kayabaşı Mh. Evliya Çelebi Cd. Emlakkonut Başakşehir Evleri

1/A D Blok Kat: 4 Daire: 29 Başakşehir, İstanbul, TürkiyeTel: +90 212 801 40 63 İkitelli V.D.: 481 062 0928

Kütük No: 34-228-066

Kayabaşı Mh. Evliya Çelebi Cd. Emlakkonut Başakşehir Evleri

1/A D Blok Kat: 4 Daire: 29 Başakşehir, İstanbul, TürkiyeTel: +90 212 801 40 63 İkitelli V.D.: 481 062 0928

Kütük No: 34-228-066