48 — son senelerin reformcularından, seyyid kutb da, İbni...

46
48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni Teymiyye ve Muhammed Abduha hayranlığını, hemen her kitâ- bında i’lân ediyor. (İstikbâl islâmındır) kitâbında, yalnız (islâmiy- yet) kelimesini övmekde, bu kelimeyi nasıl anladığını, hangi mez- hebde olduğunu açıklamamakdadır. Doksandördüncü sahîfesin- de: – 359 –

Upload: others

Post on 19-Feb-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbniTeymiyye ve Muhammed Abduha hayranlığını, hemen her kitâ-bında i’lân ediyor. (İstikbâl islâmındır) kitâbında, yalnız (islâmiy-yet) kelimesini övmekde, bu kelimeyi nasıl anladığını, hangi mez-hebde olduğunu açıklamamakdadır. Doksandördüncü sahîfesin-de:

– 359 –

Page 2: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

(İslâm ülkelerini tatar istilâlarından koruyanların ön safındaçalışan ma’nevî önder, imâm-ı İbni Teymiyye idi) diyor.

Tatar sözü ile, Cengiz imperatorluğunu kasd ediyorsa, altıyüzellialtı (656) senesinde Hülâgü kâfirinin ordusundaki gürcü, acemve tatarlar Bağdâdı yakıp yıkarken ve yüzbinlerce müslimânı kı-lınçdan geçirirken, ibni Teymiyye dahâ dünyâda yokdu. Altıyüz-altmışbir (661) hicrî senesinde Harrânda doğmuşdu. (İslâm An-siklopedisi) beşinci cildinde (ibni Teymiyye, Moğollara karşı ci-hâd için va’z etmeğe me’mûr edildi. Altıyüzdoksandokuzda, va’zetmek için, Şâm civârında Şakhabda Moğollara karşı kazanılanzaferde bulundu) denilmekdedir. (Mir’ât-i Kâinât) kitâbının yüz-otuzyedinci sahîfesinde (Hülâgünün torunlarından sultân Mah-mûd Gâzân hân, altıyüzdoksandörtde Moğol devleti reîsi oldu. Busene, vezîri emîr Nevruzun nasîhatleri üzerine müslimân oldu.Kur’ân-ı kerîm okudu. O sene oruç tutdu. O gün, kumandanların-dan, vezîrlerinden, askerinden dörtyüzbin kişi müslimân oldu) di-yor. (Kısas-ı Enbiyâ)nın dokuzyüzotuzuncu sahîfesinde, (GâzânMahmûd hân, islâmiyyetin kuvvetlenmesi için elbirliği ederekkardeşçe çalışmasını, Mısr sultânı Nâsıra yazdı. Türkmâniyye sul-tânlarının dokuzuncusu olan Nâsır, bunu dinlemedi. Nâsırın aske-ri Mardin taraflarını yağma eyledi. Gâzân hân buna karşılık, altı-yüzdoksandokuzda Halebe geldi. Humusda Nâsır bozguna uğra-dı. Gâzân hân, Kapçak adındaki kumandanla bir mikdâr askeriŞâmı almak için bırakıp kendisi memleketine gitdi. Nâsır, Mısrdaasker toplayıp Şâma gönderdi. Kapçak bunu işitince, Şâmı muhâ-saradan vaz geçip geri döndüler) demekdedir. Görülüyor ki, önsafda bulunan ma’nevî önder gibi yaldızlı kelimelerle övülen ibniTeymiyye, iki islâm askerinin harb etmesini kızışdırmış, kardeşkanı dökülmesine, binlerce müslimânın ölmesine sebeb olmuşdur.Seyyid Kutbun, ibni Teymiyyeyi bir islâm mücâhidi olarak göste-rebilmek için kötülediği Gâzân hân ise, Tebrizde, pek kıymetli birsan’at eseri olan, eşi görülmemiş büyük bir câmi yapdırmış; onikibüyük medrese, sayısız tekkeler, hanlar, hayr işleri meydâna getir-mişdi. Mekke ve Medîneye çok hediyyeler göndermiş, köyler vakfetmişdi. Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Şemseddin Sâmi beğ, Gâzânhân için, (Adâleti, hakkı yerine getirmeği pek severdi. Çok fazîlet-leri, üstünlükleri vardı. Seyyidlere, âlimlere saygılı idi) demekde-dir. İbni Teymiyye, Ehl-i sünnet âlimlerinin yapdıkları gibi bu ikiislâm sultânına nasîhatlar verip, din kardeşi olduklarını söyleyip,(Kardeşlerinizin arasını bulunuz!) meâlindeki âyet-i kerîmeye uy-saydı, zâten iyi niyyetli olan Gâzân hân ile, sultân Nâsır “rahme-tullahi teâlâ aleyhimâ” birleşirler, yardımlaşırlar, büyük bir islâm

– 360 –

Page 3: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

imperatorluğu meydâna gelmesine sebeb olabilirdi. Târîhin gidişi,dünyânın yüzü bile değişebilirdi. Fekat, o bu hayrlı işi yapmadı.İlm adamlarını ve devlet başkanlarını birbirlerine düşürdü.

İbni Teymiyyeden önce, tatar kâfirleri islâm memleketlerini ya-kıp yıkarken ve milyonlarca müslimânı şehîd ederken müslimânla-rın dinlerini, îmânlarını koruyan, ibni Teymiyye gibi, bid’at sâhib-leri değildi. Burhaneddîn-i şehîd, Fahreddîn Râzi, Ömer Nesefî,Sadreddîn Konevî, şeyh Sa’dî Şirâzî ve dahâ nice Ehl-i sünnetâlimlerinin va’zları ve kitâbları ile Ahmed Rıfâî, imâm-ı Gazâlî,Necmeddîn Kübrâ, Ahmed Nâmıkî Câmî ve Abdülkâdir-i Geylâ-nî gibi mürşidlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yetişdir-dikleri binlerce Evliyâ idi. Bu büyük âlimler, Velîler, milletleri,memleketleri hem irşâd etdiler, hem de cihâd edip, er olarak kâfir-lerle döğüşdüler. Çoğu şehîd oldu. Târîh meydândadır.

49 — İbni Teymiyyenin doğru yoldan sapmış olduğunu kırki-kinci maddede bildirmişdik. Onun hayranlarının da, doğru yol ilene kadar bağlılığı olabileceğini düşünmeğe bile lüzûm yokdur.Seyyid Kutb, (Cihân Sulhü ve İslâm) kitâbında da ona bağlılığınıgöstermekden geri kalmamışdır:

(Devletçilik sâhasında çalışmalar henüz pek azdır. İslâmın butarafı gereği kadar açıklanmamışdır) diyor. Bu bilgilerin, kendi ki-tâblarından öğrenilmesini istiyor. Altıyüz senelik Osmânlı devleti-nin kanûnları, anayasaları, fetvâları, arşivlerdeki vesîkaları, sayıl-mıyacak kadar çokdur. İslâmda devletciliği anlatan binlerce kitâbıincelemek için, ömr harc etmek lâzımdır. Avrupalı müsteşrikler veİsrâil profesörleri, şimdi İstanbulda bunları inceliyor. Hayran kalı-yorlar.

(İslâm ve medeniyyetin problemleri) kitâbında da, islâm islâmdiye yanıp yakılıp, islâm toplumu ve ilâhî yol ateşi ile tutuşduğunuanlatıp, talebe iken işitdiği garblı felsefecilerin yaldızlı sözlerini vekeskin zekâlı diplomatların geniş fikrlerini uzun uzun yazarakgençlere, bir kurtarıcı, bir mücâhid gibi görünüyor. Sapık düşünce-lerini çok kurnazca aşılamağa çalışırken:

(İslâm toplumunu inşâ ederken, bağlı olduğumuz şey, islâm fık-hı değildir. Bu fıkha yabancı kalmıyor isek de, bağlı olduğumuzşey, islâm yolu, islâm düstûru, islâm anlayışıdır) diyor.

Fıkh kitâbları ve asrlar boyunca yazılmış olan devletçilik ki-tâbları, islâm yolu değil imiş de, o kendi görüşü, anlayışı ile islâmdüstûru yapıyormuş. İslâm âlimlerinin, mezheb imâmlarının,Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkararak yazdıkları fıkh

– 361 –

Page 4: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

kitâbları bırakılacak, felsefeci Kutbun düşünceleri, bunların yerinekonacakmış. Seyyid Kutb yine (Cihân Sulhu) kitâbında:

(İslâma göre, bütün insanlar, birbirlerine yakın bağlarla bağlıbir âiledir. Irk ve din ayırımı yapmadan bütün beşeriyyete mutlakadâleti emr eder) diyor.

Gazâlînin, (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde,Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Îmânın teme-li ve en kuvvetli alâmeti, müslimânları sevmek, kâfirleri sevme-mekdir). Cenâb-ı Hak, Îsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Eğer, yerdeve göklerde bulunan bütün mahlûkların ibâdetlerini yapsan, dost-larımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç fâ-idesi olmaz). Mücâdele sûresinin son âyetinde meâlen, (Allahü te-âlâya ve kıyâmet gününe îmân edenler, Allahü teâlânın düşmanla-rını sevmezler) buyuruldu. Allahü teâlâ ve onun Peygamberi;mü’minlerle kâfirleri ayırmamızı emr ediyor. Yalnız mü’minlerinkardeş olduklarını bildiriyor. Seyyid Kutb ise, bütün insanların, dinayırımı olmadan, bir âileyi kuran kardeşler olduklarını yazmakda-dır.

50 — Seyyid Kutb, yine (Cihân Sulhü) kitâbında, (İslâmiyyet,diğer dinlere nefret ma’nâsını taşıyan dînî teassubu kabûl etmez)diyor. Kâfirleri sevmemeğe teassub damgasını vuruyor. Muham-med Ma’sûm hazretleri, yirmidokuzuncu mektûbunda buyuruyorki, (Kâfirleri sevmemek, onlara kalb ile düşmanlık etmek ve Dâr-ül-harbde bulunanlarına sert davranmak ve onlarla muhârebe et-mek, Kur’ân-ı kerîmde açık olarak emr edilmişdir. Bunda şübheyeyer yokdur. [Bekara sûresi 256.cı âyetinde, kimsenin ikrâh ile,ölüm ile tehdîd edilemiyeceği yazılıdır. Cihâd etmek, bu âyet-i ke-rîmeye muhâlif değil midir? Bunun cevâbı (Tâm İlmihâl) yirmi vekırkbirinci maddelerinde yazılıdır.] Kur’ân-ı kerîme uymamız farz-dır). Zimmîlere karşı âdil olmak, onlara hiç kötülük yapmamak lâ-zımdır. Seyyid Kutb, Dâr-ül-harbdeki kâfirleri de zimmîler gibi sa-nıyor. Yine bu kitâbında:

(İslâm insanlara zorla kabûl etdirilmesi lâzım gelen bir din de-ğildir. Hiç kimseye zorla dîni kabûlü emr etmez) diyor. Hâlbuki,cihâd demek, Allahü teâlânın kullarının müslimân olmalarına mâ-ni’ olan, zâlim diktatörleri yok ederek, onları müslimân yapmakdemekdir. Îmân edenler, hakîkî müslimân olur. Îmân etmeyip tes-lîm olanlar, zimmî olur. Allahü teâlâ, bütün kullarını zor ile müsli-mân yapmak, zor ile Cehennemden kurtarmak için cihâdı emr et-di. Nisâ sûresinin doksandördüncü âyetinde meâlen, (Mallarını,canlarını fedâ ederek, din düşmanları ile Allahın dînini yaymak

– 362 –

Page 5: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

için cihâd edenler, oturup ibâdet edenlerden dahâ üstündür) buyu-ruldu. Cihâd, gazâ, kâfirlere güç kullanarak (emr-i ma’rûf) yap-makdır. Cihâdı ferdler değil, devlet yapar. Seyyid Kutb, yine (Ci-hân Sulhu) kitâbında:

(İslâmın hiçbir zemânında harbden gâyesi, zor ile müslimânlığıinsanlara kabûl etdirmek değildir. Böyle bir zorlamaya islâmın nenazarî prensiblerinde, ne de târihî inkişâfında rastlamak mümkin-dir. İslâm, islâmı bilmeyen câhillerin ve islâm düşmanlarının zanetdiği gibi, aslâ kılınç ile intişar etmiş değildir. Dînin tabî’atinde ol-mıyan harb, hiçbir zemânda dîne da’vet vesîlesi olarak kullanılma-mışdır) diyor.

Seyyid Kutbun, âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde açıkcabildirilen ve milyonlarca kitâbda sözbirliği ile yazılmış olan ve hermilletin târîhlerinde sürülerce misâlleri bulunan islâm cihâdını ter-sine çevirmesi, beyâza kara demek gibi, şaşılacak birşeydir. Yuka-rıdaki yazılar, hiçbir müslimânın, hattâ hiçbir okumuş insanın ina-nacağı birşey değildir. Bunları yâ hiç okumamış bir câhil veyâ birahmak, yâhud da islâmiyyetle ilişiği olmıyan, Kâdıyânî (Ahmediy-ye) adındaki Hindistânda İngilizlerin ortaya koyduğu uydurmadindeki kimseler söyler.

Kendisi de Nisâ sûresinin yetmişüçüncü ve sonraki âyetleriniaçıklarken, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi hakîkati yaz-mak zorunda kalmışdır. Fekat, bir yandan (Müslimân harbe, Al-lah yolunda döğüşmek, Allahın kelâmını yüceltmek için, Allahınnizâmını beşerî hayâta hâkim kılmak için çıkar. Sonra bu yolda öl-dürülür ve şehîd olur. Cihâd her zemân lâzımdır. İlâhî da’vet ilebirlikde yürüyen bir unsurdur) derken ve cihâda teşvîk eden ha-dîs-i şerîfleri yazarken, bir yandan da, (Tevhîd ve hicretden yüzçevirirlerse, onları yakalayıp bulduğunuz yerde öldürün!) meâlin-deki âyetin tefsîrinde, yine kendi fikrlerini aşılamakda ve (Kâfir-ler islâmı kabûle zorlanmaz. Kat’iyyen dinlerine ta’n edilmez. İs-lâm, kendisine inanmıyanları saflarına zorla da’vet etmez. Bu din,başkalarını, kendisini kabûle zorlamaz) diyerek islâmiyyete iftirâetmekde, bir sahîfe önce yazdıklarını inkâr etmekdedir. Yüzüncüâyet-i kerîmeyi, (Her kim Allah yolunda hicret ederse, yer yüzün-de bereket ve vüs’at bulur. Yolda ölürse, Allahü teâlâ ecrini verir)güzel tefsîr ederek, kâfir memleketinde kalan müslimânların,Dâr-ül-islâma hicret etmelerinin vâcib olduğunu doğru anlatıyor.Görülüyor ki, kâfir memleketinde bulunanlar islâm memleketinehicret edecekdir. Hükûmete karşı çıkarak, fitne uyandırmıyacak-dır. Seyyid Kutb, bu fitneye, cihâd demekdedir. Hâlbuki, cihâd, is-

– 363 –

Page 6: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

lâm devletinin, ordusu ile ve bütün yeni silâhları ile, modern harbüsûlleri ile, kâfir hükûmetlerle savaşarak, insanları, küfrden, zulm-den kurtarmak demekdir. Kâfir memleketlerinde bulunan müsli-mânların cihâdı, ferdlerin devlet kuvvetlerine karşı durmaları de-mek değildir. Kanûnlar çerçevesinde islâm bilgilerini yaymakla, is-lâmın kıymetini, fâidelerini herkese bildirmeğe çalışmakla ve islâ-mın güzel ahlâkını göstermekle olur.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, (Mektûbât)ının ikinci cildi, altmış-dokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, (Kâfirlere karşı muhârebe-ye giderken, Allahü teâlânın ismini ve dînini yaymağa ve din düş-manlarını za’îfletmeğe niyyet etmelidir. Müslimânlara böyle emredilmişdir. Cihâd da bu demekdir).

Tevbe sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ-ya ve kıyâmet gününe inanmıyan ve Allahü teâlânın ve Resûlününharâm etdiklerine harâm demiyen ve hak olan islâm dînini kabûletmiyen kâfirlerle, cizyeyi kabûl etdiklerini veyâ müslimân olduk-larını bildirinceye kadar harb ediniz) buyuruldu. Hazret-i Ömer“radıyallahü anh” halîfe olunca bir hutbe okuyup, (Ey ResûlünEshâbı! Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine yer-yüzünün her tarafında memleketler vereceğini söz verdi. Hani, buva’d edilen yerleri zabt ederek, dünyâda ganîmete, âhıretde gâzîlikve şehîdlik rütbesine kavuşmak isteyen kahramanlar nerede? DîniAllahın kullarına ulaşdırmak için can ve baş fedâ edecek, vatanla-rını bırakıp, din düşmanı diktatörler üzerine gidecek gâzîler nere-de?) diyerek Eshâb-ı kirâmı “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”cihâda, gazâya teşvik buyurdu. Bu nutk üzerine, Eshâb-ı kirâm,kâfirlerle, zâlimlerle cihâd etmeğe söz verdiler. Yerlerini, yurdları-nı bırakıp, yeryüzüne yayıldılar. Ölünciye kadar cihâd etdiler. Bucihâd her asrda devâm ederek, müslimânlar kılınc gücü ile üç kıt’aüzerinde ilerledi. Aldıkları yerlerin ehâlîsi yâ müslimân oldu, yâ-hud, cizye denilen vergiyi vermeği kabûl ederek, islâmın adâletinesığınanları, kendi ibâdetlerinde serbest bırakıldı. Fekat, bunlar damu’âmelâtda ve ukûbâtda islâmiyyete uymağa mecbûr tutuldu.Böylece, hükmen müslimân sayıldılar. Râhat ve huzûr içinde yaşa-dılar.

İslâmiyyet, dünyâda iki dürlü memleket, vatan tanımakdadır:(Dâr-ül-islâm) denilen islâm vatanı ve (Dâr-ül-harb) denilen kâfirvatanı. Dâr-ül-islâmda, müslimânlar ve cizye vermeği kabûl edenkâfirler yaşar. Bu kâfirlere, (Ehl-i zimmet) veyâ (Zimmî) denir.Bunlar, müslimânların hak ve hürriyyetlerine tam mâlik olarak,râhat ve huzûr içinde yaşarlar. Kendi ibâdetlerini serbestce yapar-

– 364 –

Page 7: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

lar. İslâmın adâletine, kanûnlarına uyarlar. (Dâr-ül-harb) denilenkâfir memleketlerine gelince, islâmiyyet bunların adâletine, em-niyyetine, râhatına, huzûruna hiç karışmaz. İslâmiyyet yalnız bun-ların îmân ederek hakîkaten müslimân olmalarını veyâ cizyeyi ka-bûl ederek hükmen müslimân sayılmalarını ister. Bu ikisinden bi-rine kavuşmaları için bunlara zulm eden diktatörlerle cihâd yapıl-masını müslimânlara emr eder. Güç kullanarak cihâd yapmak dev-let başkanının veyâ onun ta’yîn edeceği kumandanın emri ile olur.Herkesin kendi kendine kâfirlere saldırması, cihâd olmaz. Fitne çı-karmak olur. Şaşılacak şeydir ki, kendisi de Mâide sûresinin tefsî-rine başlarken, bu iki memleketi doğru olarak açıklamakda kendigörüşlerini saklamakdadır.

İmâm-ı Muhammedin (Siyer-i kebîr) kitâbının tercemesi, sek-senikinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Cihâd emri yavaş yavaş geldi.İslâmiyyetin başlangıcında müşriklerle karşılaşmamak, onlardanuzak kalmak, onlara yumuşak davranmak emr olundu. Sonra, ikin-ci emr gelerek, kâfirlere yumuşak ve güzel sözlerle islâmiyyeti bil-dir! (Ehl-i kitâb) denilen yehûdîlerle hıristiyanlara yumuşak, güzelkarşılık ver denildi. Üçüncü emr ile harb etmeğe yalnız izn verildi.Dördüncü emr ile kâfirler size eziyyet verince, onlarla harb ediniz,diyerek, karşı koymak farz oldu. Medînede islâm devleti teşekküledince, beşinci olarak, dört aydan başka zemânlarda harb edinizemri geldi. Altıncı olarak gelen âyet-i kerîmede devletin, ordununkâfirlerle her zemân harb etmesi emr olundu. Böylece, cihâd et-mek, farz-ı kifâye oldu. Devlet cihâda hâzırlanmaz, cihâd etmezse,bütün müslimânlar Cehennem azâbı çeker. Devletin her zemân ci-hâda hâzırlanması lâzımdır. Böylece bütün millet azâbdan kurtu-lur. Sulh hâlinde ve arada anlaşma varsa, ansızın saldırılmaz. Önce,anlaşmanın bozulduğu haber verilir. Kâfirler Dâr-ül-islâma saldı-rınca, bu zâlimlere karşı, kadın, erkek, bütün müslimânların ordu-nun emrinde harb etmeleri farz-ı ayn olur).

Seyyid Kutb (Yoldaki İşâretler) kitâbında, cihâdı bizim bildir-diğimiz gibi, doğru olarak yazmış ise de, yukarıdaki düşüncelerini,orada da, tekrarlamakdan kendini alamamışdır. İslâmiyyeti, bir ki-tâbında başka dürlü, başka kitâbında ise başka dürlü anlatmasımünâfıklık alâmetidir. Komünistler de, başka memleketlerde baş-ka başka propaganda yapıyorlar. Kendilerini gizliyorlar. Yine (Ci-hân Sulhu) kitâbında:

(İslâmda huzûr ve barış, bütün insanlar arasında adâlet ve em-niyyeti gerçekleşdirmek ma’nâsına olan Allahın kelimesini (= irâ-desini) gerçekleşdirmekden ibâretdir) diyor.

– 365 –

Page 8: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

İslâmiyyet, huzûru ve barışı, Dâr-ül-islâmda te’mîn eder. Bu-nun için de, Dâr-ül-islâmdaki müslimânların ve zimmîlerin, islâmınemrlerine ve yasaklarına uymaları yetişir. Çünki, huzûr ve barış,ancak Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uymakla sağlanır.Bunlara uymıyanlar, yine islâmın gösterdiği cezâlarla doğru yolagetirilir. Dâr-ül-harbdeki kâfirlerin râhatları, huzûrları ve barışiçinde yaşamaları için, müslimânlar harb etmez. Zâten harb ile kâ-firler huzûra ve barışa kavuşamaz. Kâfirlerin huzûra, barışa kavuş-maları, ancak müslimân olmaları veyâ cizyeyi kabûl etmeleri ileolabilir. Kur’ân-ı kerîme uyulan yerlerde huzûr, barış ve adâletkendiliğinden hâsıl olur. Allahü teâlâ, zâten bunun için islâmiyyetikullarına lutf etmiş, ihsân etmiş, göndermişdir. Muhammed aley-hisselâmın gönderilmesi, bütün insanlara rahmet olmuşdur. İştemüslimânlar, kâfirleri bu tek yoldan huzûra, barışa kavuşdurmakiçin cihâd eder. Yeryüzündeki bütün insanların müslimân olmaklaşereflenmeleri için canlarını, mallarını fedâ ederler. Allahü teâlâ,bütün insanları müslimân olmaları için yaratdığını bildiriyor. Bü-tün insanlara, müslimân olmalarını emr ediyor. Kullarını bu se’âde-te kavuşdurmak için cihâd edenlere çok sevâb vereceğini söz veri-yor. Allahın kelimesini yaymak demek, (Kelime-i tevhîd)i yaymakdemekdir. Cihâd demek, Kelime-i tevhîdi, ya’nî îmânı yaymak de-mekdir. İnsanlar arasında adâleti, huzûru, barışı ve emniyyeti ger-çekleşdirmek için, biricik çıkar yol, dünyânın her yerine Kelime-itevhîdi yaymakdır. Dünyâ barışı, ancak böyle sağlanabilir. (Siyer-ikebîr) tercemesindeki hadîs-i şerîfde, (İnsanlar ile harb etmeğeemr olundum. Lâilâhe illallah kelimesini söyletinceye kadar, onlar-la döğüşürüm) buyuruldu. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Cihâd,bütün insanları, îmân etmeğe çağırmak, bu çağrıyı işitmelerine vekabûl etmelerine mâni’ olan diktatörleri ile devletin harb etmesi-dir. Ferdlerin cihâdı ise, mal ile, fikr ile ve her lâzım olanı yapmak-la ve düâ etmekle islâm ordusuna yardım etmekdir. Cihâd etmekfarz-ı kifâyedir. Düşman hücûm etdiği zemân, kadın, çocuk bütünmilletin devlete yardım etmeleri farz-ı ayn olur. Devlet hazînesin-de para varsa, milletden, para, mal toplamak, tahrîmen mekrûh-dur. Devlet malı yetişmezse, milletden yardım istemesi câiz olur.Zor ile aldığı yardımları, sonra ödemesi lâzımdır.)

Cihâd yapabilmek için, müslimânların kâfirlerde bulunan harbvâsıtalarının hepsini yapmaları ve kullanabilmeleri ve sulh zemâ-nında buna hâzırlanmaları farz-ı kifâyedir. Yirminci asrın sonla-rında kâfirler her dürlü neşr ve propaganda yolu ile soğuk harbyapıyor. İslâmiyyete durmadan saldırıyorlar. Gençleri aldatmağauğraşıyorlar. Müslimân devletleri bir yandan atom gücü, füzeler,

– 366 –

Page 9: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

jetler, elektronik âletler yapmalı, öte yandan da kâfirlerin soğukharbine karşı koymalıdır. Kitâb, mecmû’a, gazete, radyo, televiz-yon ve filmler ile islâmiyyetin üstünlüğünü, fâidelerini, hem müs-limânlara, müslimân yavrularına öğretmeli, hem de bütün dünyâ-ya yaymalıdır. Bunu yapabilmek için, islâm bilgilerinin hem din,hem de fen kollarını iyi öğrenmelidir. Millet de devletin bu çalış-malarına yardım etmelidir. İslâm medreselerinde eskiden fen bil-gileri de okutuluyordu. İslâma hizmet etmek ve din düşmanlarınınyalanlarını, iftirâlarını yüzlerine çarpabilmek istiyenlerin, bugünde, en az lise bilgilerini ve Ehl-i sünnetin temel bilgilerini iyi kav-ramaları lâzımdır. Bu ikisinden birinde eksiği olanların islâmiyye-te fâideleri değil, zararları dokunur. Yarım âlim insanın dînini alırsözü meşhûrdur. Bunları erkekler yapmalıdır. Erkekler çalışınca,kadınlara yapacak hiçbir ağır iş kalmaz. Devlet her köyde Kur’ânkursları açmalı, kız, oğlan her çocuğa Kur’ân ve ilm-i hâl öğretme-lidir. Bu vazîfeyi ihtiyârlar ve hanımlar yapmalıdır. Her müslimâ-nın, din bilgilerini öğretdikden sonra, oğlunu liseye ve üniversite-ye göndermesi lâzımdır. Müslimânlar çocuklarını okutmazsa, dev-let işleri, idâre ve kumanda makâmları, propaganda vâsıtaları, teş-rî’ ve icrâ organları kâfirlerin, mürtedlerin elinde kalır. Küfrü ya-yarlar. Müslimânlara işkence yaparlar. İslâmiyyete hizmet etmekiçin, erkeklerin üniversiteyi bitirmeleri ve dahâ da çalışmaları lâ-zımdır. İslâm ile küfr, hergün çarpışıyor. Birisi, elbette ötekini ye-necekdir. Bu ölüm kalım savaşına katılmıyan, bu korkunç savaş-dan haberi bile olmıyan ahmaklar, dünyâda da, âhıretde de cezâ,azâb göreceklerdir. İslâm düşmanları ile savaşan hükûmete elin-den geldiği kadar yardım edenler, cihâd, gazâ sevâbına kavuşacak-lardır. İslâm bilgilerinin yayılmasına mâni’ olan ve gazeteleri, rad-yoları ve televizyonları ile islâm dînine saldıran, milletlerini sömü-rerek, bütün gelirlerini kendi zevk ve eğlenceleri için insanları kö-le yapmak için kullanan azgın, zâlim kâfirlere karşı cihâd yaparak,ma’sûm insanları bunların pençelerinden kurtarmamız ve se’âdetekavuşdurmamız emr olundu. Bu emr, bu ibâdet, devlete, cihâd or-dusuna yardım etmekle olur. Devletden iznsiz yapılırsa, cihâd de-ğil, fitne çıkarmak ve anarşi olur. Allahü teâlâ çalışana yardımeder. Boş oturanı sevmez ve yardım etmez.

Müslimân ismini taşıyanların yetmişüç fırka olacağı, hadîs-i şe-rîfde bildirildi. Bu hadîs-i şerîf, (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarındaaçıklanmakda ve (Buhârî) ve (Müslim) kitâblarında bulunduğubildirilmekdedir. Îmânları başka başka olan bu fırkalar birbirleriile birleşemez. Önce, inançlarının birleşdirilmesi lâzımdır. Müsli-mânların çeşidli fırkalarını birleşdirelim diyenler, hak üzerinde

– 367 –

Page 10: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

birleşmelerini istemelidirler. Çünki, bunların içinde yalnız (Ehl-isünnet) âlimlerinin bildirdikleri doğrudur. Geri kalan yetmişiki fır-kanın, bozuk îmânlarından dolayı Cehenneme gidecekleri hadîs-işerîflerde bildirilmişdir. Müslimânların hak üzerinde birleşebilme-leri için, hepsinin Ehl-i sünnet i’tikâdında, aynı inançda olmalarılâzımdır. Bunun için de, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin “rahmetullahiteâlâ aleyhim ecma’în” bildirdiklerini yazan, kitâb, mecmû’a ve ga-zeteleri okumalı, bunları tanıdıklara göndermelidir. Bu bilgilerinyayılmasına çok çalışmalıdır. Mektebe giden çocuğunu her akşamkontrol etmeli, ahlâkını bozan, dînini ve îmânını çalmağa çalışansoysuz öğretmeni varsa, bunu meârif vekâletine bildirmeli, çocuğuvicdanlı, şerefli, ilm ve Hak adamı öğretmenleri bulunan okulanakl etmelidir. Evlâdının sonsuz felâkete sürüklenmesini önleme-li, din düşmanlarının tuzaklarına düşmemesi için çok uyanık olma-lıdır. Çocuklarını, Kur’ân-ı kerîm hocasına göndermelidir. Onlarınkörpe dimağlarının, temiz rûhlarının, Kur’ân-ı kerîmin nûru ile ay-dınlanmasına çalışmalıdır. Çocuklar ancak böylece müslimân yeti-şebilir. Bir memleket, çocukların müslimân yetişmesi ile müslimânkalabilir. Bu yazılanlar fikrle olan cihâddır. Bu cihâd da, savaşlaolan cihâd gibi farzdır.

51 — Seyyid Kutb (Cihan Sulhu ve İslam) kitâbında diyor ki:(Zekât, her sene esâs servetden yüzde iki buçuk mikdârında tahsîledilir. Bu vergiyi her vergiyi tahsîl etdiği gibi, ancak devlet tahsîleder. Sarf edilmesi ile vazîfeli olan da, devletdir. Yüzyüze ve ikiferd arasında meydâna gelen bir mu’âmele değildir. İşte zekât birvergidir. Bunu devlet tahsîl eder ve belirli yerlere sarf eder. Zekât,elden ele geçen ferdî bir ihsân ve sadaka değildir.

Eğer bugün, ba’zı kimseler, mallarının zekâtını bizzat kendi el-leri ile ayırıp yine kendi elleri ile dağıtıyorlarsa, bu, islâmın farz kıl-dığı bir şekl ve nizâm değildir) diyor.

Seyyid Kutb, zekât üzerinde de, İbni Teymiyyenin sözlerinitekrar etmekden kendini kurtaramamış, burada da, Ehl-i sünnetâlimlerinden ayrılmışdır. Mevdûdî ile Hamîdullah da, böyle yazı-yorlar. Ehl-i sünnetin dört mezhebi, sözbirliği ile bildiriyor ki,(Zekât) demek, (Bir müslimânın tam mülkü olan Zekât malı)nınya’nî halâl yoldan mâlik olduğu, elindeki zekât malının belli birkısmını, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen sekiz sınıf müslimândan yedi-sine temlîk, teslîm etmesi, vermesi demekdir. Hanefî mezhebinde,bunlardan yalnız birine de verilebilir. Bu yedi kimse, fakîr, miskin,âmil, ya’nî hayvan zekâtını ve uşr denilen toprak mahsûlleri zekâ-tını toplayan kimse, hac ve gazâda olan kimse, evinden ve malın-

– 368 –

Page 11: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

dan uzak kalmış olan ve borclu olan kimse ve âzâd olacak köledir.Sekizinci sınıf, (Müellefe-i kulûb) denilen kimseler olup, kalbleri-ne îmân yerleşdirilmesi istenilen veyâ kötülükleri önlenmek isteni-len ba’zı kâfirler ve yeni îmân etmiş olan ba’zı za’îf müslimânlaridi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunların üçüne de ze-kât verirdi. Fekat, hazret-i Ebû Bekr zemânında, Beyt-ül-mâl emî-ni olan hazret-i Ömer, İbni Âbidînde yazılı âyet-i kerîmeyi ve (Kü-tüb-i sitte)nin hepsinde bulunduğunu haber verdiği, Mu’âz hadîsi-ni okuyarak, Müellefe-i kulûb olanlara zekât verilmesini Resûlul-lah nesh eylemişdir dedi. Halîfe ve Eshâb-ı kirâmın hepsi, bunukabûl ederek, nesh edilmiş olduğuna ve artık bunlara zekât veril-memesi için icmâ’ hâsıl oldu. (Nesh), Resûlullah hayâtda iken olur.(İcmâ’) ise, vefâtından sonra olur. Bu inceliği anlamıyanlar, bunuhazret-i Ömerin nesh etdiğini sanıyorlar. Eshâb-ı kirâma ve fıkhâlimlerine dil uzatıyorlar. (Bedâyı’) ve diğer kitâblarda bildirildiğigibi, islâmiyyete yardım için, düşmanın zararını önlemek için, on-lara mal, para her zemân ödenir. Fekat bu Beyt-ül-mâlın zekât bö-lümünden değil, başka bölümünden ödenir. Görülüyor ki, Müelle-fe-i kulûb denilen kimselere ödeme yapılması yasak edilmemiş,onlara zekât verilmesi yasak edilmişdir.

Dört dürlü (Zekât malı) vardır: Altın ve gümüş, ticâret eşyâsı,dört ayaklı kasab hayvanları, toprak mahsûlleri. Toprakda yetişenmaddelerin zekâtına (Uşr) denir. (Mecma’ul-enhür)de ve (İbniÂbidîn)de buyuruyor ki, (Zenginlerden her çeşid zekâtı devlettopluyordu. Halîfe Osmân “radıyallahü anh” (Altın ile gümüş veticâret eşyâsı) zekâtlarının verilmesini sâhiblerine bırakdı. Zekâttoplayan me’mûrların millete zulm etmemeleri ve kul borcu olanınmalından zekât almamaları için böyle yapdı. Borcluları da hapsegirmekden kurtardı. Eshâb-ı kirâmın hepsi böyle yaparak, icmâ’hâsıl oldu. Bu malların zekâtını sâhibi verince, hükûmet istiyemez.İsterse, icmâ’a karşı gelmiş olur). Mal sâhibi, zekâtını kendi vere-mez demek, hazret-i Osmân zemânındaki Eshâb-ı kirâmın sözbir-liğini hiçe saymak olur. (Ehl-i sünnet) âlimleri, Eshâb-ı kirâmınbüyüklüğünü anlamış, kendi görüşlerine, anladıklarına uymayıp,Eshâb-ı kirâmın icmâ’ına uymuşlardır.

(Ehl-i sünnet) âlimleri bildiriyor ki, (Zenginin, zekâtını fakîrineline vermesi lâzımdır. Zengin olan bir kimse velîsi olduğu yetimizekât niyyeti ile doyurursa, zekât vermiş olmaz. Yemeği çocuğavermeli, çocuk kendi malını yimelidir. Zengin, altını masa üstünekoysa, bir fakîr de gelip, masadan alsa, kabûl olmaz. Fakîr veyâvekîli alırken, zenginin görmesi lâzımdır. Zekât niyyeti ile fakîri

– 369 – Fâideli Bilgiler - F:24

Page 12: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

evinde parasız oturtsa, kirâ almasa, kabûl olmaz. Çünki, fakîre malvermesi lâzımdır.

Dört çeşid zekât malından, zekât hayvanlarının ve toprak mah-sûllerinin zekâtlarını ve şehre dışardan gelen ticâret eşyâsının ze-kâtını, hükûmet alır. Fekat, hükûmet de aldığını yalnız müslimânfakîrlere dağıtır. Ya’nî hükûmet, fakîrlerin vekîli olarak almakda-dır.

Zekât parası ile câmi’, köprü, çeşme, yol, baraj, hac, cihâd gibihayr işlerinin ve âmme hizmetlerinin hiçbiri yapılmaz. Her çeşidzekâtı, yedi kimseden birine veyâ vekîline teslîm etmek lâzımdır.Devlet topladığı zekâtı başka işlerde kullanamaz. Yedi sınıfdan birkimseye verir. Zenginin, zekâtını, fakîr olan akrabâya, sâlihlere,ilm öğrenen fakîrlere vermesi dahâ sevâbdır.) Hadîs-i şerîfde, (Eyümmetim! Beni Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya ye-mîn ederim ki, fakîr akrabâsı varken, başkalarına verilen zekâtı,Allahü teâlâ kabûl etmez) buyuruldu. Ya’nî sevâbı olmaz. Müşeb-bihe gibi kâfir olan bid’at sâhiblerine (Mülhid) denir. Mülhidlerezekât verilmez.

Devleti devirip yok etmeğe ihtilâl denir. Meşrû’ devletin emr-lerine uymıyan müslimânlara âsî, bâgî denir. (İbni Âbidîn)de di-yor ki, (Bâgîlerin veyâ zâlim hükûmetlerin baskısı altında veyâDâr-ül-harbde bulunan müslimân, hayvan zekâtını ve uşru onlaravermeyip, fakîrlere kendisi dağıtmış ise veyâ verdiğinin, onlar ta-rafından yedi belli kimseden birine verilmiş olduğunu biliyor ise,bu zekâtları ve uşru meşrû’ hükûmet tekrar alamaz. Fekat altın ilegümüşün ve ticâret eşyâsının zekâtını almış iseler, zenginin bunla-rı tekrâr fakîrlere vermesi lâzım olur. Ba’zı kitâblar, bâgîlerin vezâlimlerin, eğer müslimân iseler, her zekâtı almaları ve başka yer-lere de sarf etmeleri câiz olur demişlerdir. Bunları, fakîr saymışlar-dır). Buradan da, zekâtın fakîrlere verilmesi lâzım olduğu anlaşıl-makdadır.

Türkçe ilmihâl kitâblarının en kıymetlilerinden olan (Dürriyektâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Dört çeşid ze-kât mallarından ikisine, ya’nî altın ile gümüşe ve ticâret eşyâsına,(Emvâl-i bâtına) gizli mallar denir. Bir kimsenin gizli mallarınıaraşdırmak ve zekâtlarını istemek câiz değildir. Böyle mallarınmikdârını hesâb etmek ve zekâtını vermek işi, bunların sâhibleri-ne bırakılmışdır. Sâhibi, zekâtını dilediği fakîre vermekde serbest-dir. Zekât hayvanlarına ve toprakdan yetişen maddelere (Emvâl-izâhire) denir. Emvâl-i zâhirenin mikdârını anlamak ve fakîrleredağıtmak, bunların sâhiblerine bırakılmamışdır. Bu işleri müsli-

– 370 –

Page 13: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

mânların imâmı tarafından gönderilen me’mûr yapar. Bu me’mû-ra (Âmil) denir.)

Mal demek, insanlara, lâzım olan ve kullanmak için saklanabi-len şey demekdir. Birkaç buğday dânesi, bir kaşık toprak, bir içimsu, mal değildirler. Çünki, insanların hepsi veyâ birkaçı, bunlarısaklamaz.

Kâğıd paralar, üzerinde yazılı kıymet ile kullanılmazsa, kendile-ri kıymetsiz olur. Çünki para olarak kullanılması yasak edilen, çar-şıda, pazarda geçmiyen bu kâğıd parçaları bir işe yaramaz ve kullan-mak için saklanılmaz. (İbni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyh”, sarfya’nî sarraflık satışını anlatırken, (Fülûs ya’nî bakır paralar, geçerakçe ise, üzerindeki değere göre para olur. Üzerindeki değeri kaldı-rılırsa, kıymetsiz mal olur) diyor. Kâğıd liralar da böyledir. Onüçün-cü sahîfesinde diyor ki, (Ödenecek senedlerin iki ma’nâsı vardır:Üzerinde yazılı olan değeri ve kâğıdın kendi değeri. Üzerindeki de-ğer (Deyn) olan, ya’nî insanın kendinde bulunmıyan malını göster-mekdedir. Kâğıdın kendi değeri ise pek azdır.) Hükûmetden alına-cak aylıkların senedleri, çekleri üzerinde yazılı değerlerin, deynolan malı gösterdiği, İbni Âbidînin ondördüncü sahîfesi başında ya-zılıdır. Kâğıd liraların üzerindeki değerler de böyledir.

İnsanın tam mülkü olan, ya’nî tesarrufu, istifâdesi câiz ve müm-kin olan malın zekâtı verilir. İnsanın tam mülkü değilse, zekâtı ve-rilmez. Zekât malı insanın kendinde bulunuyorsa, (Ayn) denir.Başkasında bulunuyorsa (Deyn) denir. Alışverişde, malın ayn vedeyn olması başkadır. (Mebi’) ya’nî satın alınan mal, akd ya’nî söz-leşme yapılınca müşterinin mülkü olur ise de teslîm alınmadan ön-ce, kullanılması câiz değildir. Bunun için teslîm almadan önce tammülkü değildir. Teslîm almadan, zekât hesâbına katılmaz. Satılanbir malın (Semen)i, ya’nî karşılığı, teslîm alınmadan önce, alışve-rişde ayn ise, ya’nî satış peşin ise, herkese verilebilir. Semen sözkesilirken deyn ise, ya’nî satış veresiye ise yalnız borcluya, ya’nî sa-tıcıya verilebilir. Bunun için semen, teslîm alınmadan önce de ze-kât hesâbına katılır.

İster ayn olsun, ister deyn olsun, tam mülk olan (Emvâl-i bâtı-na), nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra, elde bulunanın kırkdabirini ayırıp, zekât olarak vermek farz olur. Bunların zekâtlarınınbeş şeklde verilebileceği, (Dürr-ül-muhtâr) kitâbında şöyle yazılı-dır:

1 — Deyn olan mal, fakîrde ise, hepsi veyâ bir kısmı, bu fakîrebağışlanırsa, bağışlanan malın zekâtı da deyn olarak verilmiş olur.

– 371 –

Page 14: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

Zengindeki mal, zengine bağışlanırsa, bunun zekâtını, ayrıca fakî-re ayn olarak vermek lâzımdır.

2 — Ayn olan malın zekâtını, ayn olarak vermek lâzımdır.Ya’nî hâzır olan malın zekâtını vermek için kendinde olan bu ma-lın kırkda birini ayırıp fakîre verir.

3 — Deyn olan malın zekâtı deyn olarak verilemez. Ayn olarakvermek lâzımdır. Ya’nî başkasında bulunan malının zekâtını, hâzırolan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa, başkasındaki ma-lından zekât mikdârını isteyip teslîm alıp, sonra bunu fakîre verir.

4 — Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir.Ya’nî hâzır bulunan malın zekâtı olarak, fakîrdeki alacağını bu fa-kîre bağışlamak câiz değildir. Fekat, yanındaki malın zekâtı olarak,başka birisindeki alacağını alması için fakîre emr etmesi câiz olur.Çünki fakîr, o kimsedeki malı, altını eline alınca, ayn olur. Aynolan malın zekâtı, ayn olarak verilmiş olur. Fakîrde deyn olan ma-lın zekâtı, o deyn maldan verilemez. Çünki, geri kalanı fakîrden al-dığı zemân, ayn olur. Aynın zekâtı, deyn olarak verilmiş olur. Buise câiz değildir.

5 — Fakîrden alacağı olan deynin bir kısmını bu fakîre bağışlar-sa, bu kısmın zekâtı da verilmiş olur. Geri kalan kısmın zekâtını,ayn olarak ayrıca vermek lâzım olur. Bağışlamış olduğunu, bu ze-kât yerine sayamaz. Çünki, geri kalanı teslîm alınca, ayn olur. Ay-nın zekâtı, deyn olarak verilmiş olur. Bu ise câiz değildir.

Fıkh bilgilerini dört mezhebe göre ayrı ayrı bildiren (Kitâb-ül-fıkh alel-mezâhib-il erbe’a) kitâbını hâzırlıyan hey’etin reîsi Ab-dürrahmân Cezîrî “rahmetullahi teâlâ aleyh” [1365 [m. 1946] daMısrda vefât etdi.] diyor ki, (Kâğıd paraların zekâtını vermek üçmezhebde de lâzımdır. Hanbelî mezhebinde ise, karşılıkları olanaltın veyâ gümüş ele geçince zekâtları verilir).

Kâğıd liraların kendi değerlerinin değil, üzerlerinde yazılı de-ğerlerin zekâtı verilmekdedir. Çünki, kendi değerleri pek az olupnisâba erişemez. Üzerlerindeki değerlerin de, deyn olan malı gös-termekde olduğu yukarıda bildirilmişdir. Deynin zekâtı, deyn ola-rak verilemiyeceği için kâğıd liraların zekâtı, kâğıd lira olarak ve-rilemez. Ayn olarak vermek, ya’nî deyn olan malı teslîm alıp da,fakîre vermek lâzımdır. Bundan başka, her dürlü borc, önce zekâtmalından ödenir. (Zekât malı) ya’nî altın ve gümüş ve ticâret ma-lı varken, başka mal, meselâ evde kullanılan halı, inci gibi zekâtıverilmiyen malı vererek borc ödemek câiz değildir. Kâğıd liralarınzekâtı da, fakîre olan borcudur. Bu borcu, zekât malından öde-

– 372 –

Page 15: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

mek lâzımdır. Tüccâr olmayıp yalnız kâğıd parası ile zengin olanınzekât malı altındır. Çünki kâğıd liralar, altın karşılığıdır. Gümüşkarşılığı değildir. (Dürr-ül-muhtar)da ve (İbni Âbidîn)de, sekizin-ci sahîfe başında diyor ki, (Bir kimsede altın, gümüş ve ticâret eş-yâsı ve zekât hayvanları gibi çeşidli zekât malları varsa, borcunuönce altın ve gümüşden ödemesi lâzım olur). Tüccâr olmıyan kim-senin satın alacağı mal, ticâret eşyâsı olmaz. Bu kimsenin herhan-gi birşeyi satın alıp, bunu zekât olarak fakîre vermesi câiz olmaz.Çünki, ticâret eşyâsı olmıyan mal, zekât olarak verilemez. Altınalıp vermesi lâzım olur.

Ticâret eşyâsının zekâtını vermek için, alış fiyâtı, altın veyâ gü-müş para üzerinden nisâb mikdârı ise, eşyânın kendisinin veyâ kıy-metinin kırkda biri verilir. Şernblâlî, (Dürer) hâşiyesinde diyor ki,(Fülus denilen metal paralar geçer akça iseler veyâ ticâret malı ise-ler, bunların kıymetlerinden zekât vermek vâcib olur.) (Hidâye)kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Kıymet hesâb edilip, ikiyüz dirhemiçin, beş dirhem gümüş verilir) buyuruldu. Görülüyor ki, fülûs ve-yâ kâğıd paraların zekâtı olarak kendileri değil, kıymetleri kadaraltın verilir. Tüccâr olmıyanlar, kâğıd paralarının zekâtını yalnızaltın olarak vermelidir. Zekâtı kâğıd para olarak vermek câiz de-ğildir. Tüccârlar ise, kâğıd paralarının zekâtını, altın olarak da, ti-câret yapdıkları maldan da verebilirler. Fekat, başka maldan vere-mezler. Dahâ çok bilgi almak için, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbınabakınız!

DİKKAT: Bir kimse çıkıp da, (Zekâtı altın olarak vermek, es-ki zemânda imiş. Şimdi, altın kullanılmıyor. Her yerde kâğıd parakullanılıyor. Şimdi, zekâtı altın olarak vermek lâzım demek, müs-limânlara güçlük çıkarmakdır. Allahü teâlâ, güçlük çıkarmayınız!Kolaylık gösteriniz buyuruyor. Kâğıd para kullanmak, umûm-ibelvâ olmuşdur. Âlimler, umûm-i belvâ olan şeye izn vermişdir.Bunun için, bugün zekât, kâğıd para ile niçin verilmesinmiş?) der-se, bu söz doğru değildir, hem yanlışdır, hem de islâm âlimlerine if-tirâdır. Çünki:

Dinde güçlük göstermeyiniz demek, kolayınıza geleni yapınızdemek değildir. İslâmiyyetin izn verdiği, câiz olan kolaylığı yapabi-lirsiniz demekdir. Meselâ, hasta olduğu için veyâ çok soğuk oldu-ğu için ayakları yıkamak güç olunca, mest üzerine mesh edilir.Çünki, islâmiyyet buna izn vermişdir. Fekat kolaylık olsun diyeayakları yıkamadan mest giyilmez. Çünki islâmiyyet bu kolaylığaizn vermemişdir. Hasta olan kimse, başkasının yardımı ile yıkar.Soğuk ise, suyu ısıtıp da yıkar. Mestlerini bundan sonra giyer. İslâ-

– 373 –

Page 16: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

miyyet, bu kolaylığa da izn vermişdir. Din âlimlerinin sözlerineehemmiyyet vermeyip de, fıkh kitâblarının gösterdiği kolaylıklarındışına çıkmak câiz değildir. İslâmiyyeti, kendi aklına, kendi görü-şüne göre çevirmek isteyenlere (Dinde reformcu) veyâ (Zındık)denir. Şimdi Mısrda ve Hicâzda böyle zındıklar çoğaldı. İslâmiyye-ti istedikleri tarafa çekip çeviriyorlar. Bu zındıklara, bu sapıklara,asrımızın derin âlimi, müctehid, müceddid ve şehîd gibi parlak ism-ler takarak ve zehrli kitâblarını terceme ederek satan, böylece mil-letin dînini, îmânını yıkarak, para kazanan din tüccarları da mem-leketimizde çoğalmakdadır.

Âlimlerimizin, umûm-i belvâ olan, ya’nî, her yere yayılan ve sa-kınılması güç olan şeylere izn vermesi de böyledir. Ya’nî, kitâblarıkarışdırarak, çeşidli ictihâdlar arasında, çok za’îf olsa bile, en kola-yını arayıp bulmuşlar ve millete bildirmişlerdir. Umûm-i belvâolunca, müctehidlerin en za’îf sözleri ile fetvâ vermek câiz olur. Fe-kat, hiç bir âlim, hiçbir zemânda hiçbir müctehidin câiz demediğibir şeye câiz dememişdir ve diyemez. Dinde reformcular, ya’nîmezhebsizler ise, akllarına gelen herşeyi yazarlar. Bunlara uyanla-rın ibâdetleri de, dinleri de bozulur.

Zekâtı altın olarak vermek, çok kolaydır. Hiç de güç değildir.Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm da yokdur. Zekâtını fa-kîrlere kâğıd para olarak dağıtmakda ısrâr eden bir zengin, (Eş-bâh) ve (Redd-ül-muhtâr) kitâblarının sâhiblerinin “rahmetullahiteâlâ aleyhimâ”, fakîrdeki alacağını, ona zekât olarak bırakmak is-tiyen bir zengin için bildirdikleri gibi yapar: Dağıtmak istediği ni-sâbdan az kâğıd paranın değerinde altını zevcesinden veyâ başka-sından ödünç alır. Sâlih bir fakîre (Birkaç tanıdığıma ve sana zekâtvereceğim. Dînimiz zekâtın altın olarak verilmesini emr ediyor.Altınları kâğıd paraya çevirmekde size kolaylık olmak için seninzekâtını almak ve dilediği kimseye hediyye etmek üzere şunu vekîlyapmanı istiyorum. Böylece benim islâmiyyete uymamı sağlamışolacaksın. Bunun için de, ayrıca sevâb kazanacaksın!) der. Zengi-nin güvendiği bir kimse vekîl yapılır. Altınları fakîrin yanında ol-mıyarak, bu vekîle zekât niyyeti ile verir. Fakîrin bu vekîli, altınla-rı teslîm alıp, birkaç dakîka sonra bu altınları zengine hediyyeeder. Zengin de kâğıd paralarını o fakîre ve başka fakîrlere,Kur’ân-ı kerîm kurslarına ve dîne hizmet eden müslimânlara dağı-tır. Câiz olmayan kimselere ve nemâz kılmıyanlara verirse, zekâtvermemek azâbından kurtulursa da sevâblarına kavuşamaz. Altın-ları ödünç almış olduğu kimseye geri verir. Dahâ çok zekât verme-si îcâb ediyorsa, bu işi tekrâr eder.

– 374 –

Page 17: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

Îmânı kuvvetli olana, ibâdetler güç gelmez. Kolay ve tatlı gelir.

52 — Yine (Cihân Sulhu) kitâbında Seyyid Kutb diyor ki:(Ba’zı kimseler, din nâmına şöyle derler: Zekâtı verilmiş olan mal[herhangi bir mal veyâ para], birikdirilmiş mal sayılmazlar. Çünkimalın hakkı zekâtdır. Zekâtı verdikden sonra malın tedâvülden çe-kilmesinde [Ya’nî hiçbir yerde kullanmamakda] bir suç yokdurderler. Bu, doğru değildir. Şahsî mülkiyyetin sâhibi, malı tedâvül-den çekip saklayamaz. Beyt-ül-mâlın ihtiyâcını kapatmak için,devlet ona el koyabilir. Fazlasını alıp fakîrlere taksim edebilir) di-yor.

Bu sözü de, bir bilgi, bir anlayışın ifâdesi değil, kendi görüşü vedüşüncesidir. İslâmiyyeti, kendi görüşüne, siyâsî düşüncesine uy-durmak istemekdedir. Mevdûdînin de övmek zorunda kaldığıimâm-ı Rabbânî hazretleri, (Mektûbât) kitâbının birinci cild, yüz-altmışbeşinci mektûbunda buyuruyor ki:

(Ebedî se’âdete kavuşmak istiyen, Muhammed aleyhisselâmauymalıdır. Ona uymakla şereflenmek için, dünyâyı büsbütün bı-rakmak lâzım değildir. Farz olan zekât verilince dünyâ terk edilmişsayılır. Mal zarardan kurtulur. Çünki, zekâtı verilen mal zarardankurtulur. Dünyâ malını zarardan kurtarmanın ilâcı, bunun zekâtı-nı vermekdir. Malın hepsini vermek dahâ iyi ise de, zekâtını ayırıpvermek de, hepsini vermek gibi olur).

Zekâtı verilmiş olan mal, ne kadar zemân saklanırsa saklansın,sâhibine zarar vermez. Zekâtı verilmiş olan malı tedâvülden çek-mek suç olmaz. Devlet bu mala el korsa, zulm etmiş olur. Suç ol-maz demek, âhıretde bunun için, süâle çekilmez ve azâb olunmazdemekdir. Fekat, bu mal ile hayrlı işler yapmanın, ticâretde vesan’atda kullanmanın, islâmiyyete ve müslimânlara yardım etme-nin sevâblarına kavuşulamaz. Âhıretdeki yüksek derecelere erişi-lemez. Büyük âlim Abdülganî Nablüsî hazretleri (Hadîka) kitâ-bında diyor ki, (Zekât, malı zarardan korur.) Resûlullah “sallalla-hü aleyhi ve sellem” (Zekâtını vermekle mallarınızı zarardan ko-ruyunuz) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, Münâvîde de senedi ile yazılı-dır. (Altınlarını, gümüşlerini saklayıp Allah yolunda dağıtmıyan-lara çok acı azâb vardır) meâlindeki âyet gelince, Resûlullah “sal-lallahü aleyhi ve sellem” (Zekât müslimânların mallarını temizle-mek için emr olundu. Zekâtı verilen mal kenz olmaz. Ya’nî sakla-nan mal sayılmaz) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Zekâtı verilmiyenmal için kıyâmetde çok acı azâb vardır) buyuruldu. Seyyid Kutb,bu hadîs-i şerîflere inanmıyormuş gibi davranıyor. Taberânîninbildirdiği ve Münâvîde yazılı hadîs-i şerîfde, (Zekâtı verilen mal

– 375 –

Page 18: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

kenz değildir) buyuruldu. Resûlullah, zekâtı verilen mal birikdiril-miş mal sayılmaz diyor. Seyyid Kutb da, bu söz doğru değildir di-yor. Seyyid Kutbun nasıl bir adam olduğu, bu sözünden de anlaşıl-makdadır.

53 — Seyyid Kutb, yine (Cihân Sulhu) kitâbında: (Devlet yal-nız vergi yolu ile değil, şahsî mülkiyyetden ihtiyâcın gerekdirdiğimikdârı karşılıksız ve iâde etmemek üzere alır. Toplumun umûmîihtiyâclarına harcar) diyor.

Allahü teâlânın emrlerini, kanûn şekline koymuş olan Cevdetpâşa, (Mecelle)nin doksanbeşinci maddesinde diyor ki, (Başkası-nın mülkünü kullanmak için emr olunamaz). Meselâ, filânın şumalını, falanca kimseye ver diye birisine emr olunamaz. Doksanal-tıncı maddesinde ve (Dürr-ül-muhtâr)da, (Bir kimsenin mülküonun izni olmaksızın kullanılamaz) denilmekdedir. Mülk, insanınmâlik olduğu şeydir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Birmü’minin malı, onun gönlü rızâsı olmadan alınırsa halâl olmaz) bu-yurdu. Bu hadîs-i şerîf imâm-ı Münâvînin (Künûzüddekâık) kitâ-bında ve imâm-ı Ahmedin (Müsned)inde ve Ebû Dâvüdda yazılı-dır. Buradan da anlaşılıyor ki, devlet milletden meşrû’ olmıyan vemeşrû’ mikdârı aşan birşey alamaz. Meşrû’ olmıyan vergileri demillete yüklemez. Alırsa, gasb etmiş, zulm etmiş olur. Gönül rızâ-sı olmadan, zorla aldığı bu malları sâhiblerine geri vermesi lâzımolur. Devletin millet malına el koyması, gasb etmesi, sosyalistmemleketlerde olur. İslâmiyyetde sosyalist devlet olamaz. HâcıReşîd pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Mecellenin doksansekizin-ci maddesini açıklarken (İştirâk-i emvâl) ya’nî komünistlik, islâ-miyyetde aslâ câiz olmadığını bildirmekdedir. İslâmiyyetde kapita-list bir ekonomi sistemi de yokdur. Milleti kemiren bu iki zulmocağını, zekât farîzası, kökünden temizlemekdedir. İslâmiyyetdesosyal adâlet vardır. Herkes çalışmasının, alın terinin karşılığınakavuşur. Kimsenin, başkasının malında gözü olmaz. Devlet de,milleti sömürmez. Devlet hazînesi olan (Beyt-ül-mâl)ın parasını dakendi keyflerinde kullanamazlar.

İslâmiyyetin emr etdiği vazîfeleri ve millete lâzım olan hizmet-leri devlet yapar. Bunların parasını (Beyt-ül-mâl) denilen devlethazînesinden öder. Milletden zorla alması câiz olmaz. İslâm dev-letinin büdcesi, Beyt-ül-mâldır. Devletin gelirleri, Beyt-ül-mâlıngelirleridir. Devlet, Beyt-ül-mâlın kaynaklarını kurutmamalı ve is-râf etmemeli, gayr-i meşrû’ yerlere harc etmemelidir. Cihâd içinve hizmetler için, Beyt-ül-mâlın gelirleri yetişmezse, adâlet üzeremilletden ödünç istemesi câiz olur. Fekat, sonra bunları ödemesi

– 376 –

Page 19: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

veyâ vermiş olanların bağışlamaları lâzımdır. Beyt-ül-mâlın kay-naklarını işletmezse ve Beyt-ül-mâlı gayr-i meşrû yerlere harcederse, zulm etmiş olur. (Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi te-âlâ aleyh” beşinci cildde, bu konuda geniş bilgi vermekdedir. Dev-let, Beyt-ül-mâlın gelirlerini sağlar ve kullanırsa, bütün işleriniyapmağa yetişir. Milletden yardım istemek zorunda kalmaz.

Hâcı Reşîd pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Mecellenin otuzü-çüncü maddesini açıklarken diyor ki, kimsenin mülküne dokunma-ğa islâmiyyet izn vermemişdir. Zarûret hâlinde olan, ya’nî bunalankimse bile, başkasının hakkına dokunamaz. Aç kalan kimsenin,başkasının ekmeğini, izni olmaksızın yimesine izn verilmiş ise de,sonra kıymetini ödemesi lâzım olur. Onun aç olması, ölüm tehlüke-sinde bulunması, bir kimsenin kendi mülkündeki hakkının yok ol-masına sebeb olamaz. Zarûret hâlinde bile başkasından alınan ma-lın ödenmesi lâzım olur. Zarûretlerin, yasak olan şeylerin yapılma-sına sebeb olmaları, kimsenin hakkının gitmesine sebeb olamaz.

(Müslimânların iyi gördüğü şeyi, Allahü teâlâ da iyi kabûl eder)hadîs-i şerîfindeki müslimân, derin âlim, ya’nî müctehid olan müs-limân demek olduğu, (Berîka)da yazılıdır. Bu âlimlerin “rahmetul-lahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdiklerine uygun olmıyan şeyler,hiçbir zemân kabûl edilmez.

Ellisekizinci maddenin şerhinde diyor ki, hükûmetin emri ilebirinin mülkü, kıymeti ile satın alınıp, yola katılabilir. Fekat, değe-ri ödenmedikçe, elinden zorla alınamaz. Hükûmet emr edince,zorla satın alınır. Fekat, parası verilmeden alınamaz.

Komünistlik yeni birşey değildir. (Burhân-ı kâtı’) lügat kitâbı-nın sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” Zerdüştün mîlâddan yedi asrevvel kurduğu ve Sâsânîler devrinde (Mejdek) adındaki birininneşr etdiği (Mecûsî) ya’nî ateşe tapma dînini anlatırken diyor ki,Mejdek, acem şâhı Kubad zemânında idi. Buna göre:

(Ateşe tapılacakdır. Herşey, herkesin malıdır. Zevceleri değiş-dirmek halâldir. Herkesin malları ve yaşayışları eşitdir. Herkesbirlikdedir. Şahsî tasarruf yokdur. Bütün insanlar müsâvî ve her-şeyde ortakdırlar. Biri, birinin zevcelerini isterse ona vermesi lâ-zımdır. Zenginler, malları fakîrlere vermeli, onların ihtiyâclarınıgidermelidir) derdi. Bu din, tenbellerin, serserilerin ve hele kadı-na düşkün olan aşağı kimselerin işine geldiğinden çabuk yayıldı.Kubad şâh da, böyle zevkine düşkün biri idi. Bu da komünizmikabûl etdi. Oğlu Nûşirvân, hükûmeti ele alınca, Mejdek alçağını,seksenbin adamı ile birlikde kılınçdan geçirerek komünizm belâsı-

– 377 –

Page 20: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

nı ortadan kaldırdı. Nûşirvân şâhın adâleti hadîs-i şerîfde övülmek-dedir. 1917 de Rusyada komünist ihtilâlini hâzırlıyarak binlerle va-tandaşın birbirini öldürmesine ve koca bir milletin küçük bir azılıazınlık elinde köle olmasına sebeb olanların, Nûşirvân şâhın yoketdiği ahmakların yolunda oldukları anlaşılmakdadır.

İslâm devletinin vazîfesi, milletin mallarını, canlarını ve ırzları-nı korumakdır. Mazlûmların haklarını zâlimlerden almakdır. Mil-letin mâlına, cânına, nâmûsuna [ya’nî karısına] dokunmağa, devle-tin hiçbir zemân hakkı yokdur.

54 — Yine (Cihân Sulhu) kitâbında: (Yağma, soygunculuk,gasb, hırsızlık, rüşvet, hîle ve fâiz, ihtikâr ve bunlara vesîle olanyollardan şahsî mülkiyyet meydâna gelmez. Devlet istediği zemânbunu temâmen veyâ kısmen hazîneye alabilir. Târîhi örnekler, buhakkın temâmen devlete verildiğini göstermekdedir) diyor.

Bu sözü de pek yanlışdır. Evet bu haksız kazançlar halâl olmaz.Devletin bunları geri alması lâzımdır. Hem de, istediği zemân de-ğil, hemen alması lâzımdır. Fekat geriye aldığı, devletin olmaz.Bunları sâhiblerine ulaşdırması lâzımdır. Devletin vazîfesi, âcizinhakkını zâlimden alıp, ona yardımcı olmakdır. Bunları mazlûmaulaşdırmayıp, hazîneye alırsa, devlet de zâlim olur. (İbni Âbidîn)beşinci cildde kadınlara Beyt-ül-mâldan aylık verilmesini anlatır-ken, (Harâmdan elde edilen, meselâ gasb edilen mallar, sâhibleri-ne geri verilir. Böyle mallar, Beyt-ül-mâlın olmaz. Bütün müsli-mânların ortak malı da olmaz) buyurmakdadır. Milletden gayr-ımeşrû’ toplanan, meselâ gasb edilen mallar da devletin olmaz. Sâ-hiblerine, sâhibleri ölmüş ise vârislerine geri verilir. Sâhibleri bilin-miyorsa, fakîrlere dağıtılır. Bunu bilenlerin de almaları, kullanma-ları harâm olur.

Harâm malı, sâhibini bildiği hâlde, geri vermeyip, bununla biribâdet yapan, meselâ câmi’ yapdıran, sadaka veren kimse, bundansevâb beklerse, kâfir olur. Başkaları da, bunun harâm mal olduğu-nu bilerek, sevâb kazandığını söylerse, kâfir olurlar. Çünki, bu ma-lı, eğer bozulmuş ise benzerini, benzeri yoksa değerini sâhibine ve-yâ vârislerine geri vermesi, bunları bulamıyorsa, sevâbın onlara ol-masını niyyet ederek, fakîrlere dağıtması farzdır. Başka yerde kul-lanılması, harâmdır. Başkalarının da, bu malı, harâm olduğunu bi-lerek, almaları ve kullanmaları harâm olur.

Harâm olarak gelen malı, harâmdan veyâ halâldan gelmiş olanbaşka mal ile karışdırıp, bu karışımdan sadaka vererek sevâb bek-lerse, kâfir olmaz. Çünki, karışınca, kendi habîs mülkü olur. Sâhi-

– 378 –

Page 21: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

bine borçlu olur. Mislini veyâ kıymetini ödemeden önce, kendikullanması harâm ise de, başkasının bundan alması ve kullanmasıharâm olmaz.

55 — Seyyid Kutb, (Cihân Sulhu) kitâbında: (Müslimânlar ihti-lâlci olur. Zulm, haksızlık yapan hükûmete karşı ihtilâl yapar) diyor.

Bu sözü de, islâm âlimlerinin bildirdiklerine uymamakdadır.Müslimânlar ihtilâl yapmaz. Fitne ve fesâd çıkarmaz. Zâlim olanhükûmete de isyân etmek günâhdır. Kanûnlara, emrlere karşı gel-mek, cihâd olmaz. Fitne çıkarmak olur. Seyyid Kutb ve Mevdûdîve bunlara aldananlar, Hac sûresinin otuzdokuzuncu âyetine yan-lış ma’nâ verdikleri için, bu felâkete düşmüşlerdir. Bu âyetde me-âlen, (Mü’minlere saldıran zâlimlerle cihâd etmeğe izn verildi) bu-yuruldu. Mekkede kâfirler, müslimânlara zulm edip, yaralayınca,öldürünce, bunlarla döğüşmek için, tekrâr tekrâr izn istediler. İznverilmedi. Medîneye hicret edilince, bu âyet gelerek, yeni kurulanislâm devletinin, Mekkedeki zâlimlerle cihâd yapmasına izn veril-di. Bu âyet-i kerîme, müslimânların, zâlim hükûmete isyân etmele-ri için değil, insanların islâm dînini işitmelerine, müslimân olmala-rına mâni’ olan zâlim diktatör orduları ile cihâd yapması için, islâmdevletine izn vermekdedir. (Siyer-i kebîr) tercemesi, kırkbirinci sa-hîfedeki hadîs-i şerîfde, (Emîre isyân eden kimseye Cennet harâm-dır) buyuruldu. Yetmişbirinci sahîfesindeki hadîs-i şerîfde, (Âdilve zâlim, her emîrin emri altında cihâd ediniz!) buyuruldu. Kitâb-larda yazılı olan cihâd, başka memleketlerdeki kâfirlerle harb et-mek demekdir.

İbni Adînin (Kâmil) kitâbında ve Beyhekînin (Şüa-bül-îmân)kitâbında bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Bozuk bir işi düzeltemedi-ğiniz zemân, sabr ediniz! Allahü teâlâ onu düzeltir) buyurulduğu-nu yazmakdadır. Bu hadîs-i şerîf, kanûnlara karşı gelmeği, ihtilâlyapmağı değil, meşrû’ yollardan nasîhat verip sabr etmeği emr bu-yurmakdadır. (Künûzüddekâık) kitâbında ve Tirmüzîde ve Tabe-rânîde bildirilen hadîs-i şerîfde, (Cihâdın en kıymetlisi, zâlim sul-tân yanında, doğru yolu gösteren bir söz söylemekdir) buyuruldu.Âlimlerin gücü yetdiği kadar hükûmet me’mûrlarına, emr-ima’rûf yapması lâzımdır. Fekat emr-i ma’rûf yaparken, fitne çık-mamasına çok dikkat etmelidir. Görülüyor ki, müslimânlar ihtilâlyapmaz. Fekat, zulme, haksızlığa da teslîm olmaz. Meşrû’ yollar-dan hakkını arar. Hükûmetin meşrû’ emrlerine uymak, her müsli-mâna vâcibdir. Hiç kimsenin harâm olan emrleri yapılmaz. Fekat,buna isyân edilmez. Fitne çıkarılmaz. Zâlimlere karşı gelmemeli,onlarla münâkaşa etmemelidir. Meselâ, nemâz kılmamak, en bü-

– 379 –

Page 22: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

yük günâhlardandır. Âmir, kumandan, kâfir ve zâlim olup, emri al-tında olana nemâz kılma derse, baş üstüne kılmam demeli, seninyanında kılmam demeği düşünmelidir. Çünki fitne çıkarmak, ya’nîmüslimânların ezilmelerine sebeb olmak harâmdır. O zâlimin ya-nından ayrılınca, nemâzı hemen kılmalıdır.

Hindistândaki islâm âlimlerinin büyüklerinden Abdülhak-ıDehlevî, 1052 [m. 1642] de vefât etmişdir. Çok kıymetli hadîs kitâ-bı olan (Mişkât-ül-mesâbîh)i fârisî olarak şerh etmişdir. (Eşi’at-ül-leme’ât) ismindeki bu şerhde, (Kitâb-ül fiten) kısmında diyor ki:Eshâb-ı kirâmdan Huzeyfe “radıyallahü anh” diyor ki, (Resûlulla-ha “sallallahü aleyhi ve sellem” ilerde hâsıl olacak fitnelerden sor-dum. Çünki, bunların şerrine yakalanmakdan korkuyordum). Za-rarlı şeyden sakınmak, fâideli şeye kavuşmakdan dahâ mühimdir.Buradaki fitne, insanlar arasında karışıklık, döğüş demekdir. Ha-râm işlemenin yayılması da fitne ise de, bunu sormağa lüzûm yok-dur. Çünki, harâmlar bellidir. (Yâ Resûlallah, biz, müslimân olma-dan önce kötü kimselerdik. Allahü teâlâ, Senin şerefli vücûdün ile,islâm ni’metini, iyilikleri bizlere ihsân etdi. Bu se’âdet günlerindensonra, yine kötü zemân gelecek mi dedim. (Evet gelecek!) buyur-du. Bu şerden sonra, hayrlı günler yine gelir mi dedim. Yine (Evetgelir. Fekat, o zemân bulanık olur) buyurdu). Ya’nî, bu zemânda,iyilik kötülükle karışık olur. Kalbler, ilk zemânlarda olduğu kadarsâf ve tertemiz olmaz. İ’tikâdların sahîh, amellerin sâlih ve idâreci-lerin adâletleri, birinci asrdaki gibi olmaz. Kötülükler, bid’atler,her tarafa yayılır. İyiler arasına kötüler, sünnetler arasına bid’atlerkarışır. (Bulanıklık ne demekdir) dedim. (Benim sünnetime uymı-yan ve benim yolumu tutmıyan kimselerdir. İbâdet de yaparlar.Günâh da işlerler) buyurdu. Hayr da yaparlar, şer de yaparlar.Bid’at işlerler. (Bu hayrlı zemândan sonra, yine şer olur mu) de-dim. (Evet. Cehennemin kapılarına çağıranlar olacakdır. Onlarıdinliyenleri Cehenneme atacaklardır) buyurdu. (Yâ Resûlallah!Onlar nasıl kimselerdir,) dedim. (Onlar da, bizim gibi insanlardır.Bizim gibi konuşurlar) buyurdu. Ya’nî, arabî konuşurlar. Âyet vehadîs okuyarak, va’z ve nasîhat ederler. Fekat, kalblerinde hayrve iyilik yokdur. (Onların zemânlarına yetişirsek, ne yapmamızıemr edersin) dedim. (Müslimânların cemâ’atine ve hükûmetinetâbi’ ol) buyurdu. (Müslimân cemâ’ati ve müslimân hükûmetiyoksa, ne yapalım,) dedim. (Bir kenâra çekil. Aralarına hiç karış-ma. Ölünceye kadar, yalnız yaşa!) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde,(Benden sonra öyle hükûmetler olur ki, benim yolumdan ayrılır-lar. Kalbleri şeytân yuvasıdır. Bunlara da itâ’at ediniz! Karşı gel-meyiniz! Sizi döğse de, mallarınızı alsa da karşı gelmeyiniz!)

– 380 –

Page 23: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

Ya’nî, zâlim olan, malınıza, canınıza saldıran hükûmete de isyânetmeyiniz. Fitne çıkarmayınız. Sabr edip, ibâdetiniz ile meşgûl olu-nuz. Şehr içinde fitneden kurtulamazsanız, ormana sığınınız. Fitne-cilere karışmamak için, ormana gidip, ot, yaprak yimek zorundakalırsanız, ormanda kalınız da, fitnecilere karışmayınız! (İyi dinle-yin ve bana itâ’at edin) buyurdu. Bu son emr, hükûmete karşı gel-memek, fitne çıkarmamak için, çok dikkatli olunuz demekdir.(Eşi’at-ül-leme’ât)dan terceme temâm oldu. Bu hadîs-i şerîflerdenve islâm âlimlerinin açıklamalarından anlaşılıyor ki, din adamları,devlete şekl vermek, kanûn yapmak işlerine karışmaz. Siyâset ileuğraşmaz. Politikacılara âlet olmaz. Şu veyâ bu devlet şeklinin sa-vunuculuğunu yapmaz. Ehl-i sünnet âlimleri, bu yasağa titizlikleuymuşlar, din adamlarının siyâsete karışmasının, yakıcı ateşi tut-mak gibi olduğunu bildirmişlerdir.

Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyân etmek ahmaklıkdır.Kendini tehlükeye atmak olur. Bu ise, harâmdır. Kâfir memleket-lerinde müsâfir olan müslimânın da, kâfirlerin mallarına, canlarınave ırzlarına dokunması ve hükûmetlerine isyân etmesi câiz değildir.Kâfirlerin gönüllerini hoş ederek, onlardan fâidelenebilir. Dâr-ül-islâmda yaşayan zimmî kâfirlerin ve müsâfir gelen harbî kâfirlerin,ya’nî turistlerin ve tüccarların haklarını gözetmek, müslimânlarınhaklarını gözetmekden dahâ mühimdir. Bunlara saldırmak, hattâbunları gîbet etmek, çekişdirmek bile müslimânlara saldırmakdandahâ kötüdür. Müslimânlar, boş yere hiç vakt geçirmez. Din bilgi-lerine ve fen bilgilerine çok çalışarak kuvvetlenir. Böylece, gâlib vehâkim olurlar. Bir müslimânın cihâd yapması demek, ihtilâl, isyânyapması değil, din bilgilerini yayması demekdir.

İbni Âbidîn buyuruyor ki, (Sultân veyâ başka zâlimler, ikrâhederek, zorlıyarak, ölümle, habs ile, işkence ile korkutarak emredince, belli günâhları işlemek mubâh, hattâ farz olur. Emriniyapmamak günâh olur). (Berîka)da, doksanbirinci [91. ci] sahîfe-de diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Emîrlerinize itâ’at ediniz!) buyurul-du. Emîr, en aşağınız olsa dahî, islâmiyyete uygun olan emrlerineuymak vâcibdir. Hiç kimsenin günâh olan emrine itâ’at edilmez.Fekat, isyân etmek fesâda sebeb olursa, bu emrine de itâ’at olu-nur. Çünki, büyük zarar işlememek için, küçük zararı irtikâb et-menin câiz olacağı (Eşbâh)da yazılıdır. Sultânın emr etdiği mubâhbirşeyi yapmak vâcib olur). Abdülganî Nablüsî, (Hadîka)da, 143.cü sahîfede diyor ki, (Sultânın, kendi aklı ile, arzûsu ile verdiğiemrlerine itâ’at etmek vâcib olmaz. Fekat sultân zâlim ise, eziyyetve işkence ediyorsa, onun Allahü teâlânın hükmlerine uymıyan

– 381 –

Page 24: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

emr ve yasaklarına da uymak lâzım olur. Hele, itâ’at etmiyenleriöldürüyorsa, kendini tehlükeye atmak, kimseye câiz olmaz. (He-diyyet-ü ibn-il-imâd) kitâbına yazdığım şerhde ve (El-metâlib-ül-vefiyye) kitâbında bu konuda geniş bilgi vardır.)

İbni Âbidîn, bâgîleri anlatırken diyor ki, müslimânlar, birmemleketde emîn ve râhat ibâdet eder ve huzûr içinde yaşarlarsa,hükûmete karşı isyân etmeleri câiz olmaz. Hükûmet zulm yapar-sa, zulme karşı gelmeleri fitneye sebeb olursa, yine câiz olmaz.Böyle sultâna yardım etmek, zulme yardım etmek olur. Karşı ge-lenlere de yardım edilmez. Çünki, câiz olmıyan şeye yardım edil-mez. [Müslimânların ibâdet yapmalarına, çocuklarına din bilgisiöğretmelerine mâni’ olmak ve harâm işlemelerine, îmânlarının bo-zulmasına sebeb olmak, en büyük zulmdür.] Hükûmet zulm yap-mıyor ise iktidârı ele geçirmek için isyân edenlere (Bâgî) denir.Müslimânların bu hükûmete yardım etmeleri lâzım olur. Çünkihadîs-i şerîfde, (Fitneyi uyandırana la’net olsun!) buyuruldu. İsyânedenler, hükûmete ve müslimânlara kâfir der ve mallarına, canla-rına saldırırlarsa, bunlara (Hâricî) denir. Bu inanışları, şer’î delîlite’vîl sebebi ile ise, bunlar kâfir olmaz. Şimdi ba’zı kimseler de,kendileri gibi inanmıyan müslimânlara kâfir diyor, saldırıyorlar.Bu işleri delîlleri te’vîl ile olduğu için, kendilerine kâfir denilemezise de, te’vîlden haberi olmıyanları kâfir oluyorlar. Sultân âdil ol-sun, zâlim olsun islâmiyyete uygun olan emrlerine itâ’at etmek vâ-cibdir. Devlet reîsi, mürted veyâ mecnûn yâhud islâmiyyeti tatbîk-den âciz olursa, azl ya’nî hal’ olunur. Azli fitneye sebeb olursa, za-rarı az olana tehammül edilir. Bir müslimân, kahr ve zor ile halîfe-nin yerine iktidârı eline alırsa buna itâ’at olunur. Kâfir hükûmetinta’yîn etdiği müslimân vâlî, ahkâm-ı islâmiyyeyi tatbîk ederse, bu-na itâ’at olunur. Tatbîk edemezse veyâ vâlî de kâfir ise, müslimân-lar, içlerinden birini müftî, emîr ta’yîn ederler. Bu müftî, ahkâm-ıislâmiyyeyi icrâ eder. Buna da imkân olmazsa, esâret hayâtı olur.Fitneye sebeb olmamak lâzım olur. İbni Âbidînden terceme te-mâm oldu. Buradan anlaşılıyor ki, sultân Abdül’azîz hânın “rah-metullahi teâlâ aleyh” hal’i için şeyh-ul-islâm Hasen Hayrullahefendinin ve ikinci Abdülhamîd hânın “rahmetullahi teâlâ aleyh”hal’i için fetvâ emîni hâcı Nûri efendi imtinâ’ edince, yerine biryobazın, silâh tehdîdi ile ve ölüm korkusu ile imzâladıkları fetvâ-lar meşrû’ değildi. Bu iki fetvânın sahîh olmadıkları, uydurma se-beblere dayandıkları (Türkiye târîhi)nde yazılıdır. Bunun için, buiki sultân, ölünciye kadar meşrû’ halîfe idi. Yine bunun için, meş-hûr 93 harbinde ve Balkan ve Birinci cihân harblerinde Osmânlı-lar mağlûb oldu. Çünki, bu üç harbi, islâm hükûmeti değil, islâm-

– 382 –

Page 25: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

dan nasîbi olmayan komüteciler çıkarmış ve idâre etmişlerdi.

56 — Bir hürriyyet kahramanı şekline sokulmuş olan SeyyidKutbun, (İslâmî etüdler) kitâbının tercemesinde, otuzikinci sahîfe-de: (Diktatörlerin ve taşkınların yüzüne durarak, haykırmayanlar,yâ büyük bir günâh işliyorlar, yâ münâfık oldukları için böyle dav-ranıyorlar. Yâ da bunlar hakîkî islâmı bilmeyen kara câhillerdir) di-yor. Böylece, müslimânlar arasında fitne ve ihtilâl çıkarmağı körük-lüyor. Hâlbuki, hadîs-i şerîfde, (Fitne uykudadır. Fitneyi uyandıra-na, Allah la’net etsin!) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir münkergördüğünüzde, bunu değişdiremezseniz, sabr edin! Allahü teâlâ onudeğişdirir) buyuruldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, emr-i ma’rûfu yu-muşak olarak yapmalıdır buyuruyor. Bir hadîs-i şerîfde, (Zâliminzulmünü değişdiremiyen, oradan hicret etmelidir) buyuruldu.

Seyyid Kutb, otuzüçüncü sahîfede: (İslâmiyyet, bir mücâdele,sonsuz bir savaşdır. Düâlar mırıldanmak, tesbîh dânelerini şıkır-datmak, aman Allahım sen koru sözlerine dayanarak, gökden hayryağacağına güvenmek, islâmiyyet değildir) diyor. İmâm-ı Rabbânîhazretleri üçüncü cildin kırkyedinci mektûbunda Seyyid Kutbunda yazısına çok güzel cevâb vermekdedir. Bu mektûb, (Se’âdet-iEbediyye) kitâbının ikinci kısmında vardır. Okununca, SeyyidKutbun nasıl bir yolda olduğu hemen anlaşılır. Allahü teâlâ düâ vetevekkül etmeği emr ediyor. Düâ edenleri, tevekkül edenleri seve-rim diyor. Seyyid Kutb ise, düâ edenlerle, tevekkül edenlerle alayediyor. Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler tesbîh söylemeği emrediyor. Tesbîh okuyanları övüyor. O ise, bunu red ediyor. Savaşahâzırlanmak, sebeblere yapışmak, en modern korunma vâsıtaları-nı yapmak, elbet lâzımdır. Dînimiz bunu emr etmekdedir. Fekatbu, müslimânlarda ve kâfirlerde ortak olan bir işdir. Müslimânlar-da ayrıca tevekkül ve düâ silâhı da vardır.

İbni Hacer-i Mekkî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fetâvâ-i fıkhiy-ye) kitâbının yüzkırkdokuzuncu sahîfesinde buyuruyor ki, islâmâlimlerinin çoğuna göre, düâyı inkâr eden kâfir olur. Kur’ân-ı ke-rîme inanmamış olur. Düâ ile istenilen şey, yâ kabûl olup verilir.Yâhud âhiretde verilir. Yâhud, günâhın afv edilmesine sebeb olur.Allahü teâlâ, kulunun düâ etmesini, yalvarmasını sever. Düânınkabûl olması için şartlar vardır. Bunlardan biri, halâl yimek, halâlgiymekdir. Biri de, kalb ile, ya’nî gönülden istemekdir. Hadîs-i şe-rîfde buyuruldu ki, (Allahü teâlâ, çok düâ edenleri sever. Düâedip, ümmîdini kesmeyen, va’d olunan üç şeyden birine elbette ka-vuşur). Tesbîh kullanmanın sünnet olduğu, aynı kitâbın yüzelli-ikinci sahîfesinde yazılıdır. Hadîs-i şerîflerle bildirilen ibâdetlerin

– 383 –

Page 26: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

islâmiyyet olmadığını söylemesi, Seyyid Kutbun nasıl bir reformcuolduğunu açıkça göstermekdedir.

Otuzüçüncü sahîfede: (İslâm, kimsenin dîne zorla girmesi içinbir harbin yapılmasını aslâ göz önünde bulundurmaz) diyor.

Kırkbirinci sahîfede: (İslâm peygamberinden ve onun yolundagidenlerden istenilen şey, insanları bu dîne sokmak için yumuşakda’vetlerde cehd ve gayret göstermekdir) diyor.

Bu yazıların yanlış ve iftirâ olduğunu ellinci maddede uzun bil-dirmişdik. Müslimânlar herkese yumuşak davranır. Birbirlerineyumuşak olarak (emr-i ma’rûf) yaparlar. Dâr-ül-harbdeki kâfirlerile de iyi geçinmemiz emr olundu. Müslimânların düşmanlara kar-şı en kuvvetli silâhı, güler yüzlü ve tatlı dilli olmakdır.

Kırküçüncü sahîfede yine: (İlk fethlerin hepsi, islâmı, bütün be-şerin tek dîni hâline zor kullanarak değil de, serbest da’vet yoluy-la getirmekdi) diyor.

Bunun yanlış olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler yukarıda bildi-rilmişdir.

Kırkbeşinci sahîfede: (İslâmiyyet herkese, yeryüzünde adâletintehakkukunu emr eder) diyor.

(Müslimânların arasını bulun!) meâlindeki âyet-i kerîmeyi, bü-tün insanlar arasına yaymağa çalışmakdadır. İslâmiyyet, yeryüzün-deki kâfir memleketlerinde adâletin tehakkukunu emr etmez. Bu-ralara îmânın, islâm adâletinin ulaşdırılmasını, yerleşdirilmesiniemr etmekdedir.

Ellidokuzuncu sahîfede: (Arab ülkelerinde ictimâî tesânüdü te-hakkuk etdirmek için dînî inançları, ahlâkî eğitimin esâsı olarakalırsak, bu ülkelerde revacda olan -yalnız islâm değil- bütün dinle-rin bize yardımcı olacaklarını göreceğiz) diyor.

Bir âyet-i kerîmede meâlen, (Doğru olarak yalnız islâm dînivardır) buyuruldu. Bu Mısrlı yazar ise, bütün bozuk, kötü dinleri,islâm dîni derecesine çıkarmakdadır. İslâm dîni varken, bozuk din-lere, düşüncelere, lüzûm olmadığını anlıyamamışdır.

Altmışdokuzuncu sahîfede: (Mal cem’iyyetin mülkiyyetindeolduğundan, ferd, malını ihtiyâcı olanlara fâizsiz ödünç vermeklemükellefdir) diyor. Mal, yalnız sosyalist ve komünist memleket-lerde cem’iyyetin mülküdür. İslâmiyyetde mal, ferdin mülküdür.Bunu elliüçüncü maddede uzun bildirmişdik. İslâmiyyetde ferdinmalına başkaları karışamaz. Cem’iyyet, ya’nî devlet, kimsenin ma-

– 384 –

Page 27: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

lına el koyamaz. Karışırsa zulm etmiş, gasb etmiş olur. Kimse, kim-seye ödünç vermeğe zorlanamaz.

Yetmişinci sahîfede: (Zekât, ferdlerin vicdânlarına bırakılma-yan bir ödemedir. Devlet onu alır. Zekât, elden ele verilen ferdî birbağış değildir) diyor.

Bu düşüncesinin de çok yanlış ve saçma olduğunu ellibirincimaddede bildirdik.

Yetmişbeşinci sahîfede: (İslâm, cem’iyyet nizâmını kurmuş,dünyâ nizâmlarını silâh zoru ile değil, fikr gücü ile yenmişdir) di-yor. Bu düşüncelerin de islâmiyyete uygun olmadığını ellinci mad-dede vesîkalarla isbât etdik. (Cihân Sulhu) kitâbında, (Devletciliksâhasında çalışmalar henüz pek azdır. İslâmın bu tarafı gereği ka-dar açıklanmamışdır) dediğini kırkdokuzuncu maddede bildirmiş-dik. Burada ise, (islâm cem’iyyet nizâmını kurmuş...) diyor. Sözle-ri birbirini bozmakdadır. Her ilm kolunda da, böyle yeteri kadarbilgisi olmıyanların, derme çatma yazdıkları sıksık görülmekdedir.

Yetmişyedinci sahîfede: (Bugün onları, Peygamberin zemânın-da yapmış olduğu şeklde, kısa ve mufassal bilgilerle islâma da’vetetmemiz aslâ kifâyet etmez. O devrelerde, bugünkü gibi, islâm na-zariyyesi karşısında duran teferruatlı ictimâî nazariyyeler yokdu)diyor. İslâmiyyeti nazariyye, insan düşüncesi sanmakdadır. Bu ya-zıları, islâmiyyetden hiç haberi olmadığını gösteriyor. İslâmiyyet,nazariyye değildir. İslâmiyyet, Allahü teâlânın ve Onun yüce Pey-gamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” emrleri ve teblîgleridir.Bu emrler, bu beyânlar karşısında, insanların kısa akllarından, dü-şüncelerinden doğan nazariyyeler, hiçbir zemân dayanamaz. Çü-rür, erir, söner. Dâimâ mağlûb olur. Seyyid Kutb denilen kimse,Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ki-tâblarını okuyup, biraz anlamış olsaydı, haddini bilir, edebini takı-nırdı. Kendi bozuk düşüncelerini, islâmın rûhuna uymıyan saçmasözlerini islâmiyyet olarak gençliğe sunmakdan belki çekinirdi.Ehl-i sünnet âlimlerinin, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerdençıkararak yazdıkları kıymetli kitâblarındaki bilgilere uymıyan böy-le saçma yazıları, islâmiyyet olarak yazmak ve yaymak, islâmiyye-ti bozmağa, içerden yıkmağa kalkışmak demekdir.

Yetmişdokuzuncu sahîfede: (Bütün inançları eşidlikle ve aynıhürriyyete da’vet ederiz. İnanç hürriyyetini korumak, müslimândevletin vazîfesidir. Bütün vatandaşlar gelir kaynaklarından mü-sâvî hakka sâhibdirler. Ferdî mülkiyyet sınırlıdır. Fazla malları al-ma hakkı cem’iyyetindir) diyor. Bu düşünceleri de islâmiyyetle ta-

– 385 – Fâideli Bilgiler - F:25

Page 28: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

ban tabana zıddır. Yukarıda islâmiyyeti yaymalıdır, diyordu. Bura-da ise, her dîne hürriyyet verilmesini istiyor. Sözleri birbirini tut-muyor. Bir tarafdan da, islâmiyyeti, sosyalizme ve komünizme çe-virmeğe çalışmakdadır. Bunların cevâbı birkaç sahîfe önce uzunbildirildi.

Seksenyedinci sahîfede: (Devlet, lüzûmu hâlinde cem’iyyetinikorumak için ihtiyâcı kadar parayı varlıklı ferdlerden kaydsız şart-sız alabilir) diyor. Bu yanlış düşüncesinin cevâbını da elliüçüncümaddede uzun bildirdik.

Doksanikinci sahîfede: (Bu işler için zekât kâfî gelmez ise, hü-kûmet zenginlerin elindeki fazla malları alıp fakîrlere iâde eder)diyor.

Seyyid Kutb, bu sosyalist düşüncelerini islâmiyyete yüklemeyipde, kendi malı olarak ortaya koysaydı çeşidli akıntılara kapılarak,şaşkına dönmüş olan gençler arasında, belki kendisine bir yer bu-labilirdi. Fekat, bir din adamı kılığına girerek, Ehl-i sünnet âlimle-rine saldırması ve kendi sosyalist düşüncelerini, islâmiyyet olaraktanıtmağa kalkışması, kendisini dünyâda da, âhiretde de rezîl et-mekde, Allahü teâlânın intikâmına hedef olmakdadır. Elliüçüncümaddeyi okuyunuz!

İkiyüzüçüncü sahîfede, maskesini temâmen kaldırıyor. İğrençfikrlerini açığa çıkararak:

(İslâm, yeryüzündeki bütün insanları, dînî inançların değişikli-ğine bakmaksızın hürriyyete kavuşdurmak için koşan bir kuvvet-dir. Bu kuvvet, sapık kuvvetlerle karşılaşınca, mücâdele ederek,onları imhâ etmesi vazîfesidir) diyor. Müslimânları Dâr-ül-harbde-ki kâfirlerle bir tutmakda, Allahü teâlânın necs, pis dediği küfrünyayılması, hürriyyete kavuşması için savaşmağı, vazîfe bilmekde-dir. Fîsebîlillâh olan cihâdı böyle anlamakdadır. (Her çömlek, için-de olan şeyi sızdırır). Gülistândan gelen, gül kokar. Çöplükde ye-tişen Ebû Cehl karpuzu, elbet fenâ koku saçar. Resûlullah “sallal-lahü aleyhi ve sellem” efendimiz, (Çöplükde biten gülleri kokla-mayınız!) buyurdu. Dünyâda ve âhiretde se’âdete kavuşmak isti-yenler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumalıdır. Bu âlimler,ferdlere, âilelere ve cem’iyyetlere lâzım olan her bilgiyi kitâblarınayazmışlardır. Akllı olan, bu bilgileri arar, bulur. Câhil ve sapıkolanlar, bulamaz, yok sanırlar. Ehl-i sünnetden ayrılanların Ce-henneme gidecekleri, hadîs-i şerîfde bildirilmişdir. Allahü teâlâ,gençleri, sahte din adamlarının zararlarından, kitâblarından koru-sun! Âmîn.

– 386 –

Page 29: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

57 — Seyyid Kutbun (İslâmda Sosyal Adâlet) kitâbı, arabcadantürkçeye terceme edilerek gençliğin önüne sürülmüşdür. Müter-cimlerin çok övdükleri Seyyid Kutb, bu kitâbında, maskesini yü-zünden büsbütün sıyırmakda, mezhebsiz, sapık olduğunu açıkçabildirmekdedir. Kitâbından aşağıda sunulan parçalar, bunun, islâmâlimlerinin yazılarından birşey anlıyamamış olduğunu göstermek-dedir. Yirmiyedinci sahîfede, (İslâmın bir asrda getirmiş olduğu ni-zâmın, o asra nisbetle değişen birçok şartları karşısında, dahâ son-raki asrların hepsinde aslını gayb etmeden kâbil-i tatbîk olduğunabizleri kim te’mîn edebilir?) diyenlere cevâb vermekle berâber,kendisi de, islâmiyyetin ba’zı hükmlerinin her asrda değişmesini is-tiyor. Bizim gibi câhillerin, islâmiyyeti, dilediğimiz gibi değişdire-bileceğimizi sanıyor. Müctehid olmıyan bizim gibi mukallidlerin is-lâm ilmlerine el ve dil uzatamıyacağımızı anlıyamıyor. İslâm bilgi-leri, din bilgisi ve fen bilgisi olarak ikiye ayrılır. Kur’ân-ı kerîmdeve hadîs-i şerîflerde açık olarak bildirilen din bilgilerini, müctehidolan büyük âlimler de değişdiremez. Zâten bugün, ictihâd derece-sinde büyük âlim yokdur. Din bilgilerinin alışveriş, nikâh ve cezâkısmlarını örf ve âdetlere göre değişdirmek câiz ise de, bunun daşartları vardır. İslâmiyyetin bildirdiği şartların dışında değişdirmekcâiz değildir. Seyyid Kutb, islâmiyyeti değişdirmekle, Allahü teâlâ-nın emrlerinin yerine, fransız ve sosyalist kanûnlarını getirmek is-temekdedir. Nitekim, yukarıdaki maddelerde bu istekleri yazıldı.Cevâbları da verildi.

Otuzbeşinci sahîfesinde: (İnsaniyyet bir bütündür. Ayrılan par-çaları birleşmeli, ihtilâflar ortadan kalkmalıdır) diyor.

Cevâb: İnsaniyyetin ihtilâflarının kalkması, insanların müsli-mân olmaları ile mümkin olur.

İslâmiyyetin din bilgileri ikiye ayrılır:

1 — Kalb ile inanılacak şeyler.

2 — Kalb ve bedenle yapılacak şeyler.

Kalb ile inanılacak bilgiler, elbet bir bütündür. Bu da, Resûlulla-hın bildirdiği ve Eshâb-ı kirâmın haber verdiği îmân bilgileridir.Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri Eshâb-ı kirâmdan öğrenip, kitâb-larına yazdılar. Bütün müslimânların, bu kitâblardan okuyup, inan-maları hep bir îmânda birleşmeleri lâzımdır. Müslimânlar birleşme-li, ayrılık, bölücülük olmamalıdır. Bunun için, bütün müslimânların,tek doğru yol olan (Ehl-i sünnet) inanışında birleşmeleri, Peygam-berimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdiği sapık fır-kalara bölünmemeleri lâzımdır. Başka dürlü birleşmek olmaz. Sey-

– 387 –

Page 30: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

yid Kutbun da bu îmân bilgilerini öğrenmesi, kendi kafasından vehocası olan meşhûr mason Muhammed Abduhun kafasından çıkansaçma ve sapık düşünceleri din bilgisi olarak yaymaması, bölücülükyapmaması lâzımdı. Fekat, mezhebsizler, hak olan dört mezhebesaldırıyorlar. Mezheblerin ortadan kaldırılarak, uydurma bir müsli-mânlık yapılmasını istiyorlar. Cemâleddîn-i Efgânî, Abduh ve Mev-dûdî gibi mezhebsizler ve Kâdıyânî [Ahmedî], Behâî ve Teblîg-ı Ce-mâ’at gibi sapıklar da hep bu yoldadır. Peygamberimiz, Ehl-i sünne-tin içinde bulunan dört mezhebin, ibâdetlerde birbirinden ayrılığı-nın rahmet olduğunu bildiriyor. Müctehidlerin ictihâd etmeleriniemr ediyor. Bu beğler ise, mezheblerin yok edilmelerini, hıristiyan,yehûdî ve komünist kanûnlarından toplama, yeni bir din yapılması-nı istiyorlar. Müslimânları aldatmak için, bu yeni dîne, şimdilik müs-limânlık adını vermekdedirler.

Allahü teâlâ, ibâdetler ile ve evlenme, alış-veriş ve kul haklarıile ilgili bilgilerin hepsini açık ve kesin olarak bildirmedi. Kısa vekapalı bırakdığı bilgileri Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhive sellem” açıklamasını diledi. Peygamberi de, bunların hepsini tamaçıklamadı. Kapalı bırakdığı bilgilerin açıklanmasını ve bunlarıngünlük hâdiselere tatbîk edilmesini müctehid âlimlere bırakdı. Buâlimler, bu vazîfeleri yaparlarken, aralarında ayrılıklar oldu. Böyle-ce mezhebler meydâna geldi. Müslimânlar ibâdetlerini yaparken,memleketlerinin örf ve âdetlerine, iklim şartlarına ve kendi fizik ya-pılarına uygun ve dahâ kolay olan mezhebi seçerek, bu mezhebitaklîd eder. Mezhebler müslimânlar için rahmetdir, kolaylıkdır.

Yüzellialtıncı sahîfesinde: (Mülkiyyet, ancak şâri’in [ya’nî islâ-miyyeti koyanın] isbâtı ve takdîri ile tesbît edilir. Bu hak, cem’iy-yetin nâibi [mümessili] durumunda olan şâri’in husûsî olarak ferdetemlîk etdiği birşeydir) diyor. Cevâb:

Mülk, elbet şâri’in izn vermesi ile mülk olur. Fekat, şâri’, ya’nîislâmiyyeti, emrlerini ve yasaklarını koyan, Allahü teâlâdır. (Mü-bellig), ya’nî islâmiyyeti bildiren, Allahın Peygamberidir “sallalla-hü teâlâ aleyhi ve sellem”. Yalnız mülk değil, her hak, Allahü te-âlâ izn verdiği için hak olmuşdur. Herkesin malı, mülkü, hakları,Allahü teâlâ izn verdiği, emr etdiği için mülk ve hak olmuşlardır.İşte bunun için, bir insan, rızâsı ile vermedikçe, kimse onun mülkü-nü elinden alamaz.

Yüzseksenbeşinci sahîfesinin tercemesinde: (Milyonlarca insa-nın basit bir meskene ve elbiseye muhtâç bulunduğu bir memle-ketde, milyonlarca lira sarf ederek muhteşem köşkler yapdırmakisrâf ve harâmdır) diyor.

– 388 –

Page 31: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

Zekâtını fakîrlere veren ve alın teri ile halâlinden kazanan kim-senin köşkler yapdırması, hiç harâm değildir. Halâl ve mubârekdir.Tenbel oturup, çalışmayıp, fakîr kalmak, yâhud kazandıklarını ha-râm şeylere verip, basît meskende kalmak, uygun değildir. Böyletenbellerin ve malını harâmlara isrâf edenlerin yüzünden, çalış-kanlar niçin suçlu olsun? Zekâtını verenlerin köşklerde oturmala-rı, şık giyinmeleri, fennin bulduğu bütün kolaylıklardan fâidelen-meleri halâldir. Bir âyet-i kerîmede meâlen, (Verdiğim ni’metlerikullanmalarını severim) buyuruldu. Allahü teâlâ, (Çalışana veri-rim) buyuruyor. Çalışıp kazanmak ibâdetdir. Zenginlik günâh de-ğildir. Allahü teâlâ şükr eden zenginleri sever. Zengin olduğu için,kendini beğenmek, kendini başkalarından üstün görmek harâm-dır. (Kısas-ı Enbiyâ) kitâbında diyor ki:

(Aşere-i mübeşşereden ya’nî Cennete gidecekleri müjdelenenon kişiden Zübeyr bin Avvâm “radıyallahü teâlâ anh” tüccâr idi.Medînede, Basrada, Kûfede ve Mısrda mülkleri ve geniş erâzîsivardı. Bin hizmetçisi vardı. Fekat bütün gelirini fakîrlere dağıtırdı.Cennetle müjdelenenlerden Talha “radıyallahü teâlâ anh” da zen-gindi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde kıymetli yâkut taşı var-dı. Cennet ile müjdelenenlerden Osmân “radıyallahü teâlâ anh”da zengin tüccârdı. Tebük gazâsında onbin altın ve mal yüklü bindeve verip Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” düâsınıaldı.

Zenginlik kusûr değildir. (Âhır zemânda zengin olmak se’âdet-dir) hadîs-i şerîfi (Râmûz-ül ehâdîs)de yazılıdır. İbrâhîm, Dâvüdve Süleymân “aleyhimüsselâm” çok zengindiler. Eshâb-ı kirâmınfakîrlerinden çoğu, zenginler bizim gibi ibâdet etdikden başka,malları ile hayrlı işler yaparak çok sevâb kazanıyorlar diyerek, ag-niyâ-yı şâkirîne imrenirlerdi).

İkiyüzkırkyedinci sahîfesinde: (Hilâfet müessesesi, dört halîfe-den sonra, babadan oğula verâset yolu ile intikâl eden bir nev’krallığa döndü. Milletin malı, bu şahsların akrabâsına, dalkavukla-rına mubâh, islâmiyyete bağlı istihkâk sâhiblerine harâm kılınmışidi. Benî Ümeyyenin iktidâra gelişi, zararlı oldu. Hazret-i Ömerbirkaç sene dahâ hilâfetde kalsa idi veyâ hazret-i Alî, üçüncü halî-fe olsa idi, yâhud hazret-i Osmân iktidâra geldiğinde yirmi yaş da-hâ genç bulunsaydı, islâm târîhinin çehresi dahâ başka olurdu.Hazret-i Ömer, zenginlerin artan mallarını alıp, fakîrlere eşid tev-zi’ ederdi) diyor.

Bu yazılarında, hazret-i Osmânın, idâresiz, beceriksiz olduğu-nu gösteriyor. Hazret-i Osmânın din ve dünyâ bilgilerindeki, idâre

– 389 –

Page 32: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

ve siyâsetdeki yüksekliğini bildiren hadîs-i şerîfler sayısız denecekkadar çokdur. Bunlardan en meşhûrunu burada da bildirelim: (Es-hâbımın en üstünü Ebû Bekrdir. Sonra Ömerdir. Sonra Osmândır.Sonra Alîdir) hadîs-i şerîfindeki üstünlük, her bakımdan üstünlük-dür. Hudeybiyede düşman, harb hâzırlığı yaparken, o tehlükeli ze-mânda, Peygamberimiz, düşmanlarla, konuşup anlaşmak için, haz-ret-i Osmânı sefîr olarak seçdi. Hazret-i Ömer vefât edeceği ze-mân, kendinden sonra halîfe olmağa lâyık ve muktedir gördüğü al-tı kişi arasında hazret-i Osmân da vardı. Peygamberimiz “sallalla-hü aleyhi ve sellem”, (Allahü teâlâ, doğru sözü Ömerin dili üstünekoymuşdur) buyurdu. İşte, hep doğru, isâbetli konuşan bu Ömer“radıyallahü anh, (Osmân halîfe olmağa lâyıkdır, muktedirdir) di-yerek tavsiye ediyor. Seyyid Kutb ise, hayır, lâyık değildi. İslâmiy-yetin gelişmesi onun yüzünden durakladı diyor. Hazret-i Osmânın,halîfe iken idârî, siyâsî ve askerî başarıları (Hak Sözün Vesîkaları)kitâbının beşinci kısm, beşinci maddesinde uzun bildirilmişdir.Lütfen oradan okuyunuz!

Seyyid Kutbun, islâm halîfelerini kâfirlerin krallarına benzet-mesi ve milletin malını islâmiyyete bağlı olan istihkak sâhiblerineharâm etdiler demesi de, islâm halîfelerine iftirâdır. Bunun cevâbı-nı kırkdördüncü maddede uzun bildirmişdik. İnsâflı yazılmış olantârîhlerin ve din âlimlerinin kitâblarının sahîfeleri, onun, bu iftirâ-larını çürüten yazılarla doludur.

Seyyid Kutb, yine (İslâmda Sosyal Adâlet) kitâbının ikiyüzdok-sansekizinci sahîfesinde: (Hazret-i Ömerin müellefetülkulübe ze-kât verilmesini yasak eden tasarrufuna benzeterek, zekât giderle-rinden ba’zı farklı tasarruflarda bulunabiliriz. Fakîrlere nakd veyâayn olarak vermiyebilir, onlar için fabrika ve sanâyi te’sîsleri kura-biliriz. Ba’zı te’sîs ve teşekküllerde, onlar için hisse senedleri alabi-liriz. Onlara, bugünün medenî îcâbları ile bağdaşmıyan ve hebâolup giden muvakkat ihsân ma’nâsından uzak dâimî bir rızk ve ge-lir kaynağı te’mîn edilmiş olur) diyor.

Eshâb-ı kirâmın hepsi derin âlim, müctehid idi. Hele dört halî-fe, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hayâtında müşâvirle-ri, vefâtından sonra da vekîlleri idi. Hadîs-i şerîfde, (Benim ve ben-den sonra, dört halîfemin yoluna sarılınız! Onların yolu doğru yol-dur) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın sözbirliğine uymamız lâzımdır.Sözbirliği ile bildirdikleri bilgilerden, müslimânlar arasına yayılmışolanlarına inanmıyan kâfir olur.

Seyyid Kutb, kendisini hazret-i Ömer gibi müctehid sanıyor.Zekâtın verileceği yerleri değişdirmeğe kalkışıyor. Zekâtın kimle-

– 390 –

Page 33: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

re verileceğini ve nasıl verileceğini dînimiz açıkça bildirmişdir. Binseneden beri, hiçbir âlim bunu değişdirmeğe kalkışmamışdır. Dîni-miz zekâtla, fakîrlere gelir kaynağı nasıl yapılacağını da çok güzelbildirmekdedir. İslâmiyyeti iyi anlamış olan bir müslimân, zekâtparası ile islâmiyyete uygun olarak, fabrika ve sanâyi’ müessesele-ri nasıl kurulabileceğini ve cihâd için, hayr cem’iyyetleri için nasılyardım edileceğini hemen anlar. Bunların nasıl yapılacağı(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında yazılıdır. İslâmiyyet, her asrdamüslimânların nasıl çalışacağını ve çağın buluşlarından fâidelenmeyollarını göstermişdir. Seyyid Kutb gibi mezhebsizlerin islâmiyyetideğişdirmeğe kalkışmalarına sebeb ve lüzûm kalmamışdır.

Dört çeşid zekât malından, toprak mahsûlleri ile hayvan zekâ-tını ve (Âşir) denilen zekât me’mûrunun idhâlâtcı tüccârdan topla-dığı zekâtı, müslimânların devlet başkanı alır ve yerlerine sarfeder. Şahsların ve kurumların ve müslimân olmıyan hükûmetlerinbu zekâtları toplamağa ve sarf etmeğe hakları yokdur. Bunlar, ze-kât toplama merkezleri, zekât bakanlığı kuramazlar. Bunlara veri-len zekâtlar kabûl olmaz. Müslimân olmıyan hükûmetin idâresin-de yaşıyan müslimânın, her çeşid zekâtı, Kur’ân-ı kerîmde bildiri-len kimselerden birine veyâ vekîl etdikleri bir kimseye, kendisininveyâ vekîlinin vermesi lâzımdır. İbâdetleri, Ehl-i sünnet âlimleri-nin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarına göre yapma-lıdır.

Üçyüzbeşinci sahîfesinde, Nisâ sûresinin sekizinci âyetinin me-âli olan (Mîrâs taksîm olunurken, [mîrâscı olmıyan] akrabâ, yetîm-ler, yoksullar da hâzır bulunurlarsa, kendilerini [ondan birşey ve-rerek] rızklandırın!) hükmünü yazıyor. (Bu âyet-i kerîme, akrabâ,yetîmler ve fakîrlerin mîrâsda hisse alacağını açıkça ifâde etmek-dedir. Tabî’î olarak, mîrâsda değişiklikler ve tahsîsler yapılabilir.Ba’zı hisseler vârislerin ve toplumun hâline göre ta’yîn edilebilir.Âyet-i kerîmede hâzır bulunursa diyor. Bu, mevcûd olmak ma’nâ-sındadır) diyor.

İslâm âlimleri, bu âyet-i kerîme için, bir emr olmayıp, sevâb veihsân olduğunu bildiriyor dediler. Emrdir diyenler varsa da, buâlimler de, sonra gelen mîrâs âyetleri ile, bu âyetin hükmü nesh ol-du, kalmadı buyurdular. Tefsîr-i Hüseynîde diyor ki, (Bu âyet-ikerîme, mîrâs dağılırken orada hâzır bulunanlar içindir. O meclis-de hâzır bulunan yetîmlere, fakîrlere göz hakkı olarak birşey sa-daka verilmesi iyi olur.) Senâüllâh-ı Dehlevî hazretleri, (Tefsîr-iMazherî)de buyuruyor ki, (Mîrâs taksîm olunurken hâzır bulunanakrabâya, yetîmlere ve fakîrlere sadaka olarak birşey verilir. Sa’îd

– 391 –

Page 34: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

bin Cübeyr ve Dahhâk, bu âyet-i kerîmenin (Yûsîkümullah) âye-ti gelince, nesh edildiğini bildirdiler. Nesh edilmedi diyen âlimlerde vardır. İbni Abbâs buyurdu ki, âkıl ve bâliğ olan vârisler, mî-râsdan az birşey ayırıp verirler. Vârisler küçük ise, vasî ve velîleriverir veyâ yetîm malıdır diyerek özr dilerler. Muhammed ibni Sî-rin diyor ki, Ubeydet-ül Selmânî yetîmlere mîrâs taksîm etdi. Son-ra bir koyun kesmelerini emr etdi. Pişirilip, bu âyetde bildirilenle-re yidirildi ve bu âyet olmasaydı, koyunun parasını ben verirdimdedi. Bunlara birşey verilmesi farz olmayıp, müstehab olması sa-hîhdir). Görülüyor ki, vârisler diledikleri kadar verirler. Kendile-rinden zorla birşey alınamaz. Seyyid Kutb, âyet-i kerîmedeki (hâ-zır bulunmak) kelimesini (herhangi yerde mevcûd olmak) şeklin-de değişdirmekdedir. Şimdiye kadar hiçbir islâm âlimi, böyle de-ğişiklik yapmamışdır. Kitâbı arabçadan türkçeye terceme eden deSeyyid Kutbun hatâsını anlamış olacak ki, vârislerden verâset ver-gisi alıp, vâris olmıyanlara verilmesi mümkindir, diyerek, âyet-ikerîmeyi büsbütün değişdirmekdedir. Câhillerin dinde söz sâhibiolduğu yerlerde, şeytâna iş kalmadığını, din âlimleri, çok öncedenbildirmişlerdir.

(Fî-zılâl-il Kur’ân) adındaki kitâbında, Mâide sûresinin otuzü-çüncü âyetini tefsîre kalkışırken, dört mezhebin ictihâdlarını bildi-rip, (Biz bu husûsda, imâm-ı Mâlikin fikrini tercîhe şâyân görüyo-ruz. Onun fikrine tarafdârız) demekdedir. Bu yazısı da, onun mez-hebsiz olduğunu, kendisini mezheb imâmlarının üstünde gördüğü-nü ve (Usûl-i fıkh) ilminden haberi olmadığını göstermekdedir.Birkaç sahîfe sonra, hırsızın cezâsı verilmesinde, dört mezhebin ic-tihâdlarını bildirirken, (fekat, imâm-ı Ebû Yûsüf, İmâm-ı a’zamakarşı çıkar. Her iki görüşden farklı üçüncü bir fikr ortaya atar) di-yerek, mezheb imâmlarına ve ictihâdlara karşı, terbiyesiz kelime-ler kullanmakdadır. İctihâdları, fikr, düşünce zan etmekdedir. İs-lâm dîni, edeb ve güzel ahlâk dînidir. İslâm âlimleri “rahmetullahiteâlâ aleyhim ecma’în”, terbiyede ve güzel ahlâkda, islâm dînininmümessili olmuşlardı. Onu dünyâya böyle tanıtmışlardı. SeyyidKutb, bu bakımdan da, islâm âlimlerinden ayrılmakdadır.

Mâide sûresinin doksanüçüncü âyetini tefsîr ederken,(Kur’ân-ı azîmüşşânda vârid olan bu ifâdenin geliş tarzı üzerindeinsanın içini râhatlatacak bir tefsîr tarzını, müfessirlerin zikr et-dikleri arasında bulamadım. Okuduklarım içerisinde en fazla ho-şuma giden her ne kadar hissen beni râhatlatacak durumda değil-se de, ibni Cerîr Taberînin zikr etdiğidir) diyor. Hâlbuki, meselâmüfessirlerin baştâcı Beydâvînin tefsîri ve bunun Şeyhzâde hâşi-

– 392 –

Page 35: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

yesi, bu âyet-i kerîmeyi dahâ geniş ve râhatlatıcı olarak açıklamak-dadır. Büyük islâm âlimi, râsih ilmli ve tesavvuf mütehassısı seyyidAbdülhakîm Efendi, bu âyet-i kerîmeyi, İstanbulda Bâyezîd câ-mi’inde, hem Beydâvî hâşiyesinden, hem de Ebüssü’ûd ve Ni’me-tullah tefsîrlerinden günlerce açıklıyarak, dinleyen kültürlü genç-leri hayrân etmiş, gönüllere ferâhlık vermişdi. Seyyid Kutb da,böyle zülcenâhayn bir derin islâm âliminin derslerinde ve sohbet-lerinde senelerle bulunmakla şereflenip, ilm ve ma’rifet deryâsın-dan birkaç damlaya kavuşsaydı, âyet-i kerîmelerin, sarâhatinden,ifâdesinden, işâretlerinden, delâletlerinden, iktizâsından ve tezam-munlarından birşeyler anlıyabilirdi. Tefsîr ve müfessir ne demekolduğunu, belki sezerdi. O derslerin feyzleri, taş gibi katı, zift gibikara olan kalbleri yumuşatıp, tezkiye edip, hakkı bâtıldan ayırabi-lecek, islâm âlimlerinin, Selef-i sâlihînin büyüklüğü karşısında tit-reyebilecek bir hâle getirir. Evet, Ehl-i sünnet âlimlerinin yüksek-liklerini öyle anlar ki, se’âdet-i ebediyyeye kavuşmak için, onlarauymakdan başka çâre olmadığına tam inanır. İmâm-ı Rabbânî Ah-med Fârûkî “rahmetullahi teâlâ aleyh” de, (Mektûbât) kitâbında,(Peygamberlerin vârisleridir) ve (Mürekkebleri, şehîdlerin kanın-dan dahâ ağır gelecekdir) hadîs-i şerîfleri ile medh olunan âlimle-rin, (Ehl-i sünnet) âlimleri olduğunu muhtelîf mektûblarında tek-râr tekrâr bildirmekdedir.

Seyyid Kutbun, Mâide sûresindeki âyet-i kerîmeyi ileri sürerek,yüzlerce tefsîr âlimini küçümsemesi, yalnız İbni Cerîri ayırarakonu övmesi, kendisinin mezhebsiz olduğunu ortaya koymakdadır.(Feth-ul-mecîd) ismindeki meşhûr vehhâbî kitâbının ikiyüzkırkdo-kuzuncu sahîfesinde de, İbni Cerîr bakınız nasıl övülmekdedir.(Yer yüzünde, Muhammed bin Cerîr bin Yezîd Taberîden dahââlim kimse yokdur. Müctehidlerden idi. Kimseyi taklîd etmezdi.Kendi mezhebinde yetişdirdiği çok talebesi vardı. Üçyüzon sene-sinde vefât etdi). Bunların ibni Cerîri medh etmeleri doğrudur. Fe-kat, bunu ileri sürerek, başka tefsîrleri ve müctehidleri küçümse-meleri, mezhebsiz olduklarını göstermekdedir.

(Hadîka)nın dörtyüzaltmışıncı sahîfesinde buyuruyor ki: (İ’ti-kâdda, taklîd ederek, işitdiğine îmân etmek câiz ise de, nazar ve is-tidlâl etmediği için, ya’nî inceleyip araşdırmadığı için, günâh işle-miş olur. Amelde, ibâdetlerde, araşdırmadan, bir mezheb imâmı-na tâbi’ olmak, sözbirliği ile câizdir. Uzun zemândan beri, mücte-hid olmak için lâzım olan şartları kendinde toplıyacak kimse kal-madığı için, her müslimânın dört mezhebden birini öğrenmesi lâ-zımdır. Bu da ancak, güvenilen bir kitâbı okumakla veyâ sâlih

– 393 –

Page 36: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

olan âlimden sorup anlamakla mümkin olabilir. Mutlak müctehidkalmadı. Bir mezheb içindeki mes’elelerde ictihâd ederek fetvâ ve-rebilecek, mezheb içi müctehidler, kıyâmete kadar bulunacakdır.Herhangi bir din kitâbını okuyarak ve din adamı geçinen herkesesorup anlıyarak, din bilgisi öğrenmek câiz değildir. Din adamı de-nilenler arasında câhiller, din bilgisi olarak kendi düşüncelerini ya-zan zındıklar, fâsıklar, münâfıklar, islâmiyyeti içerden yıkmak isti-yenler ve bunlara âlet olarak geçinenler her zemân vardır. Hakîkîdin adamı olmak için, hem ilm, hem amel, hem de ihlâs, ya’nî tak-vâ lâzımdır. Din adamının, insanı se’âdete kavuşdurabilmesi için,en önce Ehl-i sünnet i’tikâdında olması lâzımdır. Ya’nî, Eshâb-ı ki-râmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” izinde bulunması ve ic-mâ-i ümmete uyması lâzımdır).

Seyyid Kutba gelince, dikkat edilirse o, bir gazetecinin ve birpolitikacının tabî’î san’atı olan, yaldızlı, heyecanlı yazıları ile, oku-yucularını vecde getiren bir hatîbdir. O, kapalı bir hazîneyi satışaçıkaran dellâl gibi, islâmiyyeti yalnız övmekde, içini açıp, cevher-leri teşhîr etmeyip, islâm âlimlerini ve onların kitâblarını, sankigençlerden saklayıp, kendi görüşlerini, din bilgisi olarak teşhîr et-mekdedir. Bir artist rolü ile, okuyucularını teshîre çalışırken, çokyerde tezadlara düşdüğünü, kendi kendini yalanladığını anlıyama-mışdır. Bir talebenin getirip gösterdiği şu yazısının okuyucularınıküfre kadar götürmesinden çok korkulur: Mâide sûresinin yüzon-beşinci âyetini tefsîr ederken, (Semâdan sofra inme kıssası, hıris-tiyan kitâblarında, Kur’ân-ı kerîmde vârid olduğu gibi zikr edil-mez. Hazret-i Îsânın vefâtından çok sonra kaleme alınmış olan buİncîllerde..) demekdedir. Hâlbuki, (Hazret-İ Îsâyı öldürmediler.Onu asmadılar) âyet-i kerîmesini, dahâ önce kendisi uzun açıkla-mışdı. Âyet-i kerîmeler, Îsâ aleyhisselâmın öldürüldüğünü aslâbildirmiyor. Nisâ sûresi 157.ci âyetinde (Îsâyı öldürmediler ve as-madılar) buyuruluyor. Diğer âyet-i kerîmede, (Teveffî) edildiğini,ya’nî göğe çıkarılma işinin tâm olduğunu haber veriyor. SeyyidKutbun, tefsîr âlimi, din adamı değil, arabcası kuvvetli ve keskinzekâlı, geniş hayâlli, becerikli bir yazar olduğunu bütün kitâblarıhaykırarak haber veriyor. Politikacılar, emellerine kavuşmak için,sevilen ve sayılan şeyleri ele alarak, öyle canlandırırlar ki, yazıla-rında samîmî olup olmadıklarını, ancak o şeyi yakından tanıyanlaranlıyabilir. Anlıyamıyanlar da, vesîle edilen o şeyin hayrânı ol-duklarından, yazarın emellerine âlet olup, peşine takılır, onunlabirlikde felâkete sürüklenirler. Nitekim, Seyyid Kutbun yazılarınamest olan binlerle Mısrlı gencin dünyâ ve âhıret azâblarına sürük-lendiklerini öğrenmiş bulunuyoruz. Şimdi de, dînini anlamağa su-

– 394 –

Page 37: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

samış olan gençlerin, bu mezhebsiz ve sapık yazılara ve bunlarıtürkçeye yanlış ve bozuk terceme eden sahte din adamlarına alda-nacaklarını düşünerek, bunlara çok acıyor ve üzülüyoruz.

Câhil ve âciz kimselerde yayılmış bir hastalık var: Geçmişlerikötülemek, ecdâdı kusûrlu göstermek. Bu hâstalık, vehhâbînin ki-tâbında ve Seyyid Kutbda hâd (taşkın) hâle gelmişdir: (Eshâb-ı ki-râmdan sonra, nice yıllar, müslimânlar, Kur’ânla hayât arasına yı-kılmaz sedler çekmişler. Kur’ân, mihrâb nağmeleri, mezâr düâlarıolmuş. İşte Seyyid Kutb, islâmın bu büyük derdine parmak bas-mak için Fî-zılâl-il-Kur’ânı yazdı) diyorlar. Bunlara sorarız ki,Kur’ân-ı kerîmin bilgilerini, nûrlarını üç kıt’aya yayan, bugünkümedeniyyetin beşiğini kuran islâm üniversitelerini kimler açdı?Ecdâdımız, ilmde, cihâdda, fende ve ahlâkda, hayâtlarını Kur’ân-ıkerîme tâm uydurmuşlardı. Yazdıkları binlerle kitâb ve kurdukla-rı çeşidli islâm medeniyyetleri, dünyâ târîhlerinde öğülmekdedir.Ecdâdımızın ölülere Kur’ân okumaları ile alay eden Seyyid Kutb-cular şunu iyi bilsinler ki, kabr ziyâretini, ölülere Kur’ân okumağı,Resûlullah emr etmiş ve kendileri de yapmışdır. Ecdâdımız, buemre, bu sünnete uymak için, ölüleri ziyâret etmiş ve rûhlarınaKur’ân-ı kerîm okumuşlardır. Böylece her işlerinde Kur’âna vesünnete sarılmışlardır. (Seyyid Kutbun kitâbı rivâyetler silsilesideğildir) diyenler, onu övdüklerini sanarak, yüzkarasını ortaya çı-karmakdadırlar. Çünki, Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi vesellem” ve Eshâb-ı kirâmdan “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”rivâyet edilmiyen din bilgilerine bid’at denir. Hadîs-i şerîfde, (Biz-den rivâyet edilmiyen, sonradan meydâna çıkarılan din bilgileribid’atdir, hepsi sapıklıkdır) buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde,(Bid’at ortaya çıkaranların hiçbir ibâdetleri kabûl olmaz. Onlar,Cehenneme gideceklerdir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfler, SeyyidKutbcuların çok aldandıklarını, yalnız Ehl-i sünnetin kurtulacağı-nı açıkça göstermekdedir. Çünki, Seyyid Kutb, Selef-i sâlihîndengelen rivâyetleri kabûl etmiyor. Ehl-i sünnet ise Selef-i sâlihîninResûlullahdan getirdikleri rivâyetlere sarılıyor. (Birgivî vasıyyet-nâmesi) şerhinde buyuruyor ki, (Ehl-i sünnet mezhebini ve buâlimlerin bildirdiği i’tikâdı öğrenip, i’tikâdını buna göre düzelt-mek her müslimâna farzdır. Bunu herkes öğrenmelidir. Câhil kal-mamalıdır. Zîrâ, islâmiyyete uymıyan i’tikâdın büyük zararı var-dır. Zemânımızda bid’atler her tarafa yayıldı. Ehl-i sünnet vel-ce-mâ’at i’tikâdını bilen az kaldı. Bu câhillik bütün dünyâyı kapladı.İlmi ile amel eden âlimlerin sözlerine güvenilir. Çok kimseler var-dır ki, ilmden mahrûmdur. Fekat, âlim şekline girmiş, şöhret sâhi-bi olmuşlardır. Bunların şekllerine ve şöhretlerine aldanmamalı-

– 395 –

Page 38: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

dır. Yarım din adamı, din yıkar. Yarım dokdor, beden yıkar, sözümeşhûrdur. Zemânımızda, birçok câhil, şeyh ve mürşid adı ile vebüyük din âlimi adı ile, müslimânları aldatıyor. Allahü teâlâ, müs-limânları bunlara aldanmakdan korusun! Bu sapıklardan çok sa-kınmalıdır. Din adamı geçinen herkesin sözüne ve kitâbına uyma-malıdır. Fıkh kitâbından alınmamış, modaya göre verilmiş olan fet-vâlara, kararlara uymamalı, ehlini arayıp bulup, ondan sormalı,doğrusunu öğrenmelidir). İslâm âlimlerinin bu nasîhatlerini hermüslimân, kulağına küpe yapmalı, aklını başına toplayıp, sapık ki-tâbların yaldızlı reklâmlarına, şaşırtıcı propagandalarına aldanma-malıdır.

Seyyid Kutbun sapık fikrlerine (Dirâyet tefsîri) diyenlere nekadar şaşılır. Kur’ân-ı kerîmden Seyyid Kutbun çıkardığı bozukfikr kırıntılarına değil, Kur’ân-ı kerîmden Allahın Resûlünün anla-yıp bildirdiği ve Ehl-i sünnet âlimlerinin bu bilgileri toplıyarakmeydâna getirmiş oldukları hakîkî tefsîr kitâblarına sarılmalıdır.Kur’ân-ı kerîmin gölgesine sığınmak, böylece se’âdete kavuşmakistiyenler, şunun bunun yazdığı tefsîrlere değil, Ehl-i sünnet âlim-lerinin doğru tefsîrlerine inanmalıdırlar. İnsanı se’âdete kavuşdu-racak, Seyyid Kutbun vârisleri değil, Resûlullahın vârisleri olanEhl-i sünnet âlimleridir.

Seyyid Kutbcular, ona Şâfi’î diyorlar. Hâlbuki, dört mezheb-den birinde olmak için, önce Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak lâzım-dır. Ehl-i sünnet âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ec-ma’în”, ayrılan ve hele Ehl-i sünneti beğenmiyen kimsenin, dörtmezhebden birinde olduğunu söylemesi, müslimânları aldatmakolur.

Seyyid Kutbun tefsîrinin tercemesine bakan bir müslimân,âyet-i kerîmelerin meâllerini okuyunca cidden zevk alıyor. Rûhuferâhlıyor. Çünki, bu meâller, Ehl-i sünnet âlimlerinin tefsîrlerin-den alınmışdır. Fekat, Seyyid Kutbun yazılarını, onun islâmın anakaynaklarına uymıyan sapık yazılarının tercemelerini okuyunca,müslimâna sıkıntı basıyor. Kalbi kararıyor. Seviyesinin düşüklüğühemen duyuluyor. Îmânı, islâmı, felsefî düşüncelerle açıklamağaözendiği görülüyor. Bunun içindir ki, Ehl-i sünnet âlimlerinin“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, rûhlara hayât veren kitâbla-rını okuyup, bu yüce âlimlerin, büyüklüğünü sezebilen insaflımü’minler, bugün de hakîkî tefsîr kitâblarını okumakda, o ma’rifetderyâlarından feyz almağa uğraşmakda, Seyyid Kutbun kitâblarınıövmek şöyle dursun, bunları okumakdan gençleri korumağa çalış-makdadırlar.

– 396 –

Page 39: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

Sapık fikrlerini tefsîrinin her yerine serpmiş ise de, okuyucula-rımızı tatmîn etmek için birkaçını kısaca bildirmeği fâideli gördük:

1 — Bekara sûresinin tefsîrine başlarken, (Her sûrenin kendi-ne hâs bir mûsikî te’sîri ve âhengi vardır) diyor. Resûlullah “sallal-lahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Gınâ, ya’nî mûsikî, kalbde münâfık-lığı artdırır) buyuruyor. Kur’ân-ı kerîm hiç böyle te’sîr eder mi? O,mûsikînin hâsıl etdiği zulmetleri temizler. Kalbi, rûhu nûrlandırır.(Birgivî vasiyyetnâmesi) şerhinde buyuruyor ki, (Mûsikî ile oku-nan şeyleri dinlememelidir. Zemânımızdaki tarîkatçılar çok câhilve inâdcıdırlar. Tegannî ederek şi’r okuyorlar. Mûsikîden hâsılolan şehvet lezzetlerine, ibâdetde lezzet hâsıl oldu diyorlar. Feyzhâsıl oldu diyorlar. Böyle kitâbsız, mezhebsiz sapıklar, Deccâl as-kerinin başlangıcıdırlar. Mü’minlere vasıyyet ederim ki, bunlaraaldanmayınız! Dinden çıkarsınız! Ehl-i sünnet âlimlerinin yolun-dan ayrılmayınız! Kur’ân-ı kerîmi, ezânı, zikri ve düâyı tegannî ileokuyanları dinlemeyiniz! Bunları susdurunuz! (Tâtârhâniyye) fet-vâ kitâbı, bunları tegannî ile okumanın harâm olduğunda sözbirli-ği bulunduğunu yazmakdadır. Harâm olduğuna, fıkh âlimleri çoksened, vesîka ortaya koymuşlardır.)

2 — (Medîneye hicret bir mecbûriyyet altında yapıldı) diyor.Hâlbuki islâm âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, hic-retin korku, sıkıntı ve mecbûriyyetle değil, Allahü teâlânın takdîrive izn vermesi ile yapıldığını bildiriyorlar. (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” EshâbınaMekkeden Medîneye gitmelerini emr buyurdu. Kendisi Mekkedekalıp Allahü teâlâdan izn gelmesini bekledi. Birgün Cebrâîl “aley-hisselâm” gelip, Kureyş kâfirleri seni öldürecek. Bu gece yatağın-da yatma dedi. Ertesi gün hicret etmesine izn verilen âyet-i kerî-meyi getirdi). İslâm âlimleri, Resûlullah için, böyle edebli söyler veyazarlardı.

3 — (Kur’ân sûrelerinin ba’zılarının başında bulunan harflerintefsîrinde çeşidli görüşler ileri sürülmüşdür. Biz bu görüşlerden bi-rini alıyoruz ki, o da Kur’ân-ı kerîmin bu harflerden meydâna gel-miş olduğuna işâret sayılmasıdır) diyor. Ehl-i sünnet âlimleri bu-yuruyor ki, (Bu harfler, müteşâbihâtdandır. Ma’nâlarını Allahüteâlâ gizlemişdir. Ma’nâları çokdur. Bir kısmını yalnız sevgili Pey-gamberine ve Onun vârisleri olan ulemâ-i râsihîne bildirmişdir).Kur’ân-ı kerîmin arabî harflerle indirildiği, başka âyetlerde açıkcabildirilmekdedir. Bu harflere böyle ma’nâ vererek, hazret-i EbûBekrin ve hazret-i Ömerin ve tefsîr âlimlerinin bildirdiklerini yaz-makdan kaçınması, küçümsenecek birşey değildir. Kur’ân-ı kerî-

– 397 –

Page 40: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

min esrârından ve tesavvuf büyüklerine ilhâm olunan me’ârif-i ilâ-hiyyeden haberi olmadığı buradan da anlaşılmakdadır.

4 — (Tefsîr ve tevhîd âlimleri yer ve gökden hangisinin önceyaratıldığını uzun anlatmışlardır. Fekat bunların bilmesi gerekirdiki, öncelik ve sonralık, beşerî ıstılâhdır. Yine unutulmamalıdır ki,bu gibi istilâhlar, ancak hudûdsuz tasvîrlerin, mahdûd beşer havsa-lası tarafından kavranabilmesi için kullanılmışdır. İslâm mütefek-kirlerinin Kur’ân-ı kerîmdeki bu ta’bîrler üzerinde girişdikleri mü-nâkaşa, yunan felsefesi ile yehûdî ve hıristiyanlardaki dîni tartış-maların berrâk arab aklı ile, parlak islâm zekâsına karışmasınınkorkunç felâketinden başka birşey değildir) diyor. Seyyid Kutbunislâm âlimlerine, Selef-i sâlihîne karşı kullandığı kelimelere bakı-nız! Tefsîr ve kelâm âlimlerine karşı yapdığı bu hakâretleri veedebsizlikleri, hangi müslimânın kalbini sızlatmaz? (Bunların bil-mesi gerekir ki) diyerek, o yüce âlimlere ders vermeğe kalkışıyor.(Unutulmamalıdır ki) diyerek, Resûlullahın övdüğü hayrlı asrın enüstünlerine câhil damgasını basıyor. İslâm âlimlerinin zemân, me-kân üzerinde yazdıkları kitâblardaki ince bilgileri işitmemiş oldu-ğu buradan anlaşılmakdadır. İslâm âlimlerinin kitâblarını okumuşve anlamış olsaydı, islâmın gözbebeklerine dil uzatamaz, haddinibilir, edebini takınırdı. Evet o, (Dikenler), (Köyden bir çocuk) ve(Sihrli şehr) romanlarındaki gibi, akıcı bir ifâde ve yaldızlı kelime-lerle yazdığı tefsîrinde, gençlere bir âlim te’sîri yapmakda, körpedimâgları kendine bağlamakda ise de, islâm âlimlerinin mubârekyazılarını okuyup, gafletden uyanmış olanlar, onun bu câzibeli ya-zıları arasına yerleşdirdiği zehrli fikrlerini, sapık tutumunu hemenanlamakdadırlar.

5 — (Bana göre, bu tecribe, yeryüzünde halîfe olacak şahsı ye-tişdirmek için yapılmışdır) sözünde olduğu gibi, tefsîrinin birçokyerinde, (Bana göre) diyerek, kendisini dev aynasında görmekde-dir. Câhil değil, echel olduğu buradan da anlaşılmakdadır. (Beydâ-vî) tefsîrini ve hâşiyesini ve (Tefsîr-i kebîr)i okuyup, Kur’ân-ı kerî-min zâhirî bilgilerini ve (Ni’metullah) tefsîrini veyâ Bursalı İsmâ’îlHakkı hazretlerinin (Rûh-ül-beyân) tefsîrini okuyup, Kur’ân-ı ke-rîmin esrârından birşey anlamış olsaydı, kendi haddini bilir, belkiedebli olurdu.

6 — Bekara sûresinin yüzonyedinci (117) âyetini tefsîr eder-ken, (Yaratanın hiç benzeri yokdur. İşte burada Vahdet-i vücûdfelsefesi temâmen islâmî tesavvurun dışında kalır ve islâm, gayr-imüslimlerin vahdet-i vücûd anlayışını temâmen red eder) diyerek,tesavvufdan hiç haberi olmadığını bildiriyor. Tesavvuf büyükleri-

– 398 –

Page 41: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

nin ilhâm ve keşflerini felsefe sanıyor. Ulemâ-i râsıhîne gayr-imüslim diyecek kadar küstahlaşıyor. Çünki, islâmiyyetden öncemevcûd olan vahdet-i vücûd bilgilerini de, hak olan eski semâvîdinlerin tesavvufcuları ortaya koymuşdu. Yunan felsefecileri veİskenderiyye mektebi kâfirleri, bu bilgileri din tesavvufcularındançalarak benimsemişlerdi. Vahdet-i vücûd bilgileri felsefecilerinbuluşu değil, dinde yükselmiş mü’minlerin ma’rifetleri ve keşfleri-dir. Vahdet-i vücûd, (Se’âdet-i Ebediyye)nin çeşidli yerlerindeaçıklanmışdır. Lutfen, kitâbın fihristinden yerlerini bularak oku-yunuz!

7 — Zümer sûresinin üçüncü âyetini tefsîr ederken, (Tevhîd veihlâs sâhibi, Allahdan başka kimseden birşey istemez. Hiçbir mah-lûka i’timâd etmez. İnsanlar, İslâmiyyetin bildirdiği tevhîdden ay-rıldı. Bugün bütün memleketlerde Evliyâya ibâdet ediliyor. İslâ-miyyetden evvelki arabların meleklere, heykellere tapındıkları gi-bi, onlardan şefâ’at istiyorlar. Allahın bildirdiği tevhîdde, ihlâsda,Allah ile kul arasında vâsıta ve şefâ’at etmek yokdur) diyor. Bu ya-zıları ile, vehhâbî olduğunu i’lân ediyor.

8 — Bu sosyalist yazar, kendisini tefsîr âlimi sanmakda, çeşidliâyet-i kerîmelere yanlış ma’nâ vermekdedir. Meselâ Nisâ sûresininyedinci âyet-i kerîmesine, (Ana-babanın ve yakınlarının bırakdık-larında, erkeklere bir pay vardır. Ana babanın ve yakınların bırak-dıklarında kadınlara da bir pay vardır. Bunlar az veyâ çok farz kı-lındığı şeklde bir paydır..) demekdedir. Hâlbuki islâm âlimleri“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bu âyet-i kerîmeye, (Ana-baba ve yakınların bırakdıklarında erkeklere pay vardır. Ana-ba-banın ve yakınlarının bırakdıklarında, kadınlara da pay vardır. Bı-rakılan mallar az olsun çok olsun, farz kılınan mikdârdaki paylarıonlara verilir) demişlerdir. Beydâvîde sebebi de açıklanmışdır. He-le bundan sonraki âyet-i kerîmeye, (Biz burada nesh husûsundabir delîl göremiyoruz. Bizim görüşümüze göre bu âyet muhkemdir.Gereği şeklde amel etmek de farzdır) diyerek, kendi görüşüne gö-re tefsîr yapdığını yazmakdan da sıkılmamakdadır. Hâlbuki tefsîrâlimleri, bu âyet-i celîleye vâcib diyenler oldu ise de nedbdir. Ya’nîmüstehabdır demişlerdir. Bütün islâm memleketlerinde de, böyleyapılagelmişdir.

Bundan önceki âyet-i kerîmeyi bildirdikden sonra, (Allahü te-âlâ, mal ve mülkü cem’iyyete tevdî etmişdir. Cem’iyyet, bu mallarıgüzel kullanmakla mükellefdir. Cem’iyyet başlangıçda bütün mal-ların sâhibidir. Vârisler (vasîler) sâdece -cem’iyyetin izni ile- bumalları kullanma hakkına sâhibdirler) diyerek, islâm dînine iftirâ

– 399 –

Page 42: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

etmekde, reform yapmağa kalkışmakdadır. Tefsîr ismi altında, sos-yalist fikrlerini gençlere aşılama çabasındadır.

9 — (Cihân Sulhu) ve (İslâmî Etüdler) kitâblarında, (Zekât, birvergidir. Bu vergiyi ancak devlet tahsîl eder. Yüzyüze ve iki ferdarasında meydâna gelen bir mu’âmele değildir. Elden ele geçenferdî bir ihsân ve sadaka değildir. Malların zekâtını kendi elleri ileayırıp yine kendi elleri ile dağıtmak, islâmın farz etdiği bir şekl venizâm değildir. Zekâtı verilmiş mal, birikdirilmiş mal [ya’nî kenz]sayılmaz sözü doğru değildir. Devlet ona el koyabilir) diyor. Sey-yid Kutbun bu sözlerinin doğru olmadığı, islâmiyyete uymadığı,kendi yanlış düşünceleri olduğu (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbındauzun ve vesîkalarla isbât edilmişdir. Zekâtı verilmiş malın kenz ol-madığı, hükûmetin bu mala hiçbir sebeble el koyamayacağı, bütünkitâblarda yazılıdır. (Ahkâm-üs-sultâniyye)de ve birçok kıymetlikitâblarda diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmde zekât ve sadaka aynı ma’nâ-da kullanılmakdadır. Müslimânın malında, zekâtdan başka, kimse-nin hiçbir hakkı yokdur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,(Malda zekâtdan başka hak yokdur) buyurdu. Zekâtını vermek lâ-zım olan mallar ikiye ayrılır. Emvâl-i zâhire ve emvâl-i bâtına. Em-vâl-i zâhire, saklanamıyan mallardır. Ekin, meyve ve çayırda otlı-yan dört ayaklı kasâb hayvânları böyledir. Emvâl-i bâtına, saklana-bilen mallardır. Altın ile gümüş ve ticâret eşyâsı böyledir. Hükû-met, emvâl-i bâtınanın zekâtını istiyemez. Bunların zekâtını ver-mek, sâhibinin hakkıdır. Sâhibleri, kendi istekleri ile, hükûmeteverirlerse, o zemân hükûmet alıp, islâmiyyetin emr etdiği yerlerevermekde, sâhiblerine yardımcı olur. Hükûmetin vazîfesi, yalnızemvâl-i zâhirenin zekâtlarını istemek ve yerlerine dağıtmakdır.Hükûmetin bu hakka mâlik olabilmesi için de, hür, müslimân, âdilolması ve zekât üzerindeki din bilgilerine sâhib olması şartdır. Hü-kûmet zekâtı toplamakda zâlim olup, yerlerine dağıtmakda âdilise, buna zekât verilmesi de, vermeyip, mal sâhibinin kendisinindağıtması da câiz olur. Zekâtı toplamakda âdil olup, dağıtmakdazâlim ise, bu hükûmete zekât vermemek vâcib olur. Vermek câizdeğildir. İstekle veyâ zorla alırsa, zekât verilmiş olmaz. Mal sâhib-lerinin ayırıp, hakkı olanlara kendilerinin tekrâr dağıtmaları lâzımolur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” toplanan zekâtları,uygun gördüğü yerlere dağıtırdı. Sonra, Allahü teâlâ, zekât verile-cek yerleri birer birer bildirip başka yerlere sarf edilmemesini emreyledi. Kâfire zekât verilmiyeceği sözbirliği ile bildirildi). (Ah-kâm)dan terceme temâm oldu.

(Dürr-ül-muhtâr), kefâlet bahsinin sonunda buyuruyor ki,

– 400 –

Page 43: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

(Tarsûsî dedi ki, sultânın, [ya’nî hükûmetin], kimsenin malına elkoyması câiz değildir. Yalnız, Beyt-ül-mâl âmilleri, ya’nî zekâttoplıyan me’mûrlar, vâlîler ve Beyt-ül-mâl kâtibleri müslimânla-rın mallarını kendi zimmetlerine geçirirlerse, millete hıyânet eder-lerse, hükûmet bunların haksız edindikleri mallarına el koyabilir.Evkâf kâtibleri, me’mûrları da böyledir. Bunlar da aşırı harcama-lar yapar, çalgılı, oyunlu sefâhet hayâtı yaşarlarsa, apartmanlar ya-parlarsa, hükûmet bunların mallarına el koyar ve vazîfeden azleder. Haksız ele geçirdikleri mallarını vakfa i’âde eder. Hangivakfdan aldıkları belli olmazsa, Beyt-ül-mâla verir. Halîfe Ömer“radıyallahü anh” Ebû Hüreyreyi “radıyallahü anh” zekât topla-mak için, Bahreyne vâlî göndermişdi. Sonra, onu bu işden azl et-di. Mallarına el koydu. Onikibin lirasını aldı. Bir zemân sonra, onayine bu vazîfeyi vermek istedi ise de, kabûl etmedi. Böyle olduğu-nu, Hâkim ve başkaları haber vermekdedirler). İbni Âbidîn bu sa-tırları açıklarken buyuruyor ki, (Hükûmetin Beyt-ül-mâl me’mûr-larının mallarına el koyması demek, onların kendi zimmetlerinegeçirdikleri zekât mallarını, ellerinden geri alarak, Beyt-ül-mâlavermesi, ya’nî yerine koymasıdır. Yoksa, hükûmet bu malları baş-ka yerlere harc edemez. Ebû Hüreyre buyuruyor ki, Ömer “radı-yallahü anhümâ”’ zekât toplamak için, beni Bahreyne gönderdi.Sonra, vazîfemden azl etdi ve onikibin liramı aldı. Bir zemân son-ra, yine bu vazîfeyi vermek istedi. Kabûl etmedim. Ebû Hâtem,bunu işitince, Yûsüf “aleyhisselâm” senden çok üstün, yüce birPeygamber olduğu hâlde, bu vazîfeyi yapmağı dilemişdi. Sen niçinkabûl etmedin? dedi. Cevâbında, O, Yûsüf “aleyhisselâm” idi.Peygamber idi. Peygamber oğlu idi. Peygamber torunu idi. Pey-gamber torununun oğlu idi. Ben ise, Ümeyye oğluyum. Bilmedi-ğim şeyi söylemekden, bilmediğim işi yapmakdan, böylece Rabbi-me ve Onun kullarına karşı rezîl olmakdan ve malıma el konma-sından korkarım buyurdu. Ebû Hüreyre hazretlerinin mezhebinegöre, zekât me’mûrlarının hediyye kabûl etmesi câiz idi. Hazret-iÖmerin mezhebinde ise, câiz olmadığı anlaşılmakdadır. Hazret-iÖmer, kendi mezhebine göre hareket ederek, hediyye olarak top-ladığı malları, elinden aldı.) Görülüyor ki, hazret-i Ömer, zengin-lerin mallarına el koymadı. Bil’akis, zenginlerin mallarına el uza-tan me’mûrların haksız kazançlarını geri alıp, sâhiblerine vermiş-dir. İslâmiyyetde, hiçkimse, hiçkimsenin malına, mülküne elkoya-maz. İslâmiyyet bu bakımdan da, komünistlikden, sosyalistlikdenayrılmakdadır.

10 — Seyyid Kutb, tefsîrinin çeşidli yerlerinde, (Zekâtdan baş-ka malda da fakîrlerin hakları vardır) hadîsini yazıyor ve zekâtı

– 401 – Fâideli Bilgiler - F:26

Page 44: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

hükûmetin zorla alacağını, ayrıca sadaka vermiyenlerin fazla mal-larına hükûmetin el koyabileceğini bildiriyor. İşi komünistliğe ka-dar götürüyor. Bu fikrlerine sened yapabilmek için âyet-i kerîme-lere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ veriyor. Kaş yaparken göz çı-karıyor. Yukarıdaki hadîs-i şerîf, sadakanın, zekât gibi farz olduğu-nu değil, nâfile ibâdetler arasında çok sevâb olduğunu göstermek-dedir. Çünki, zekât hakkını fakîrlere vermeyenlere Cehennemdeazâb yapılacağı bildirildi. Sadaka hakkını vermiyenlere ise, hiçazâb bildirilmedi. Sevâbının çok olduğu bildirildi. Bunun gibi,(Müslimânın müslimân üzerinde beş hakkı vardır) hadîs-i şerîfin-de bildirilen, (Selâm vermek, hasta ziyâret etmek ve da’vet olunanyemeğe gitmek) haklarının da farz olmadıklarını islâm âlimlerisözbirliği ile bildirmişlerdir. Hâlbuki, (Zevâcir)den aldığımız aşa-ğıdaki hadîs-i şerîfler, zekâtın böyle olmadığını açıkça gösteriyor:(Mallarınızı zekât vermekle koruyunuz. Hastalarınızı sadaka vere-rek tedâvî ediniz! Düâ ile belâdan korununuz!) ve (Zekâtı verilenmal, yer altına gömülse de, kenz ya’nî Allahü teâlânın kötülediğidefîne sayılmaz. Zekâtı verilmiyen mal açıkda bırakılsa da, kenzolur) ve (Mü’minin kalbinde buhl ya’nî cimrilik ile îmân bir aradahiç bulunamaz!). İbni Hacer-i Mekkî hazretleri bu hadîs-i şerîfleriaçıklarken, hadîs-i şerîflerde kötülenen buhl, ya’nî hasîslik zekâtvermemek demekdir diyor.

11 — (Biz, onlara aşağılık maymunlar olunuz dedik) meâlinde-ki âyet-i kerîmede, cumartesi günü balık tutmuş olan yehûdîlerinmaymun yapıldıkları açıkça bildirildiği hâlde, bu âyeti de değişdir-meğe kalkışmış, (Maymun derekesine düşdüler. Vücûdları ilemaymun olmaları îcâb etmez) demiş, kendisini imâm-ı Mücâhidgibi bir müctehid bilmişdir. Büyük âlim Abdül’azîz Dehlevî “rah-metullahi teâlâ aleyh”, (Tefsîr-i Azîzî)de bunların şekl ve sûretle-rinin maymun şekline döndüklerini ve üç gün yaşayıp öldükleriniuzun yazmakda ve seyyid Kutb gibi söyliyenlere cevâb vermekde-dir.

12 — Yine bu tefsîrinde, (Kur’ânda esîrleri köle yapmak mev-zû’unda hiçbir hükm vârid olmamışdır. İslâm, köleliğin menba’ınıkurutmuşdur) diyor. Bu görüşünün bozuk olduğunu kendi de anlı-yarak, lâfı değişdiriyor ve (İslâm, meşrû’ harb esîrlerinden ma’da,kölelik kaynaklarını kurutdu. Çünki, örflere muhâlif olan bir hük-mü o gün cem’iyyetlere zorla kabûl etdirecek kudretde değildi) di-yor. Bu saçma mantığı ile, hatâsını örtmeğe çalışıyor. Hicretin ye-dinci senesinde, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”Hayber gazâsında aldığı esîrleri, Eshâbına köle ve câriye olarak

– 402 –

Page 45: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

dağıtdığını ve bu işin islâm devletlerinde asrlarca tatbîk edildiğiniinkâr edemiyor. Fekat, islâmiyyetin kâfir cem’ıyyetlerine ahkâmgetirdiğini sanarak, çok feci’ bir fikr de yürütüyor. (İslâm, hükmü-nü kabûl etdirecek kudretde değildi) diyor. Bu kudretsizliğin Alla-hü teâlâya varacağını, küfre sebeb olacağını düşünemiyor. Hâlbu-ki, islâm, kâfirlere hiçbir hükm ya’nî emr ve yasak getirmemişdir.İslâm ahkâmı, müslimânlara ve müslimân olan cem’iyyetlere mah-sûsdur. İslâm, kâfirlerden tek birşey istemekdedir. O da îmân et-meleridir. Zimmî kâfirlerin mu’âmelât ile mükellef olmaları, hük-men müslimân sayıldıkları içindir.

13 — Seyyid Kutb, kitâblı kâfir kadınları ile evlenmekde dekendi görüşlerini ileri sürmekde, müctehidlerle boy ölçüşmeğekalkışmakdadır. Tefsîr yapmakda ve din kitâbları yazmakda teksermâyesi, memleketi îcâbı arabî bilmesidir. Tek hüneri, iyi bir ter-cümân olabilen bu yazarın en büyük hatâsı, din bilgilerinde mukal-lid olduğunu anlıyamamış olmasıdır. Hâlbuki, nassları açıklamak-da ve nass bulunmıyan bilgilerde, yalnız müctehidlerin görüşlerinedeğer verilir. Müctehid olmıyanların, ya’nî bizim gibi mukallidleringörüşleri din bilgisi olamaz. Müctehidlerin görüşlerine uymıyangörüşler ileri süren din câhillerine (Dinde reformcu) veyâ (Zındık)denir. Bunlar, din adamı görünerek, perde arkasından dîni yıkmakistiyen kimselerdir. Hakîkî din adamı demek, uzun seneler dirsekçürütüp, müctehidlerin açıklamalarını, görüşlerini öğrenerek, bun-ları zemânındaki insanların anlayışlarına göre, aktaran, bildirenhâlis müslimân demekdir.

Seyyid Kutb, memleketi îcâbı arabcayı iyi bildiği için, kırk se-neden beri incelediği ve hayrân olarak savunduğu sosyalist bilgile-rini Kur’ân-ı kerîm ile karşılaşdırmağa kalkışdı. İslâm âlimlerininkitâblarını okumadığı için ve Mısr mason locası başkanı MehmedAbduhun te’sîri altında kalarak, ömrünün son yıllarında, mezheb-sizliği ve vehhâbîliği tervîc eden kitâblar yazmağa başladı. [m.1948] de çıkardığı (İslâmda Sosyâl Adâlet) kitâbı, bu yıkıcı, sapıkfikrleri ile doludur. Kur’ân-ı kerîme sarılmalı diyerek, gençleri,kendi sapık fikrleri arkasında sürükledi. Keşki, kendi zemânındabulunan Abdülkâdir Udeh gibi ve Ahmed-i Advî Ezherî gibi, islâ-miyyeti iyi incelemiş ve anlamış mücâhidlerin yazılarını okumuşolsaydı, Ehl-i sünnet âlimlerinin yüksekliklerini öğrenir, bunlarınbiricik kurtuluş yoluna sarılmak se’âdetine kavuşabilirdi. Fekat,ona dîni bütün islâm âlimi diyenler de, (İlmî ve felsefî araşdırma-ları, kendisine sarsılmaz bir îmân bahş etdi) sözünü gizliyememiş-ler, onun îmânının, islâm bilgilerine değil, felsefî düşünceler üzeri-

– 403 –

Page 46: 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni …ademder.com/images/pdfs/seyyidkutb.pdf · 2016-08-06 · 48 — Son senelerin reformcularından, Seyyid Kutb da, İbni

ne kurulmuş, sapık bir yol olduğunu bildirmişlerdir.

Din adamı geçinen ba’zı kimseler, Seyyid Kutbun reformcu, sa-pık fikrlerine aldanmakla kalmıyor. Onun islâmiyyete uymıyanfikrlerini gençler arasına yaymağa uğraşıyorlar. Bu çalışmalardankazanc sağlamağı düşünen ba’zı kimseler de, onun tefsîrini ve ki-tâblarının ba’zı yerlerini yanlış terceme edip, yüksek fiyâtla satı-yorlar. Kazançlarına engel olduğu için, hakîkati ortaya koyan,gençleri uyandıran kitâblarımıza saldırıyorlar. Ehl-i sünnet âlimle-rinin kitâblarından terceme etdiğimiz kitâblarımıza, ilm ile, vesîkaile karşı çıkamadıklarından, yalan ve iftirâdan başka çâre bulamı-yorlar. Böyle yalan söyliyenlere, (bu sözünüz, kitâblarımızın nere-sinde yazılıdır?) deyince, bir yer gösteremiyorlar. İftirâları, yalan-ları ortaya çıkıyor. Seyyid Kutbun (Fî-zilâl-il Kur’ân) tefsîrinin bo-zuk ve zararlı olduğunu göstermek için, islâm âlimlerinin büyükle-rinden Ahmed ibni Hacer-i Mekkî hazretlerinin fetvâsını okumakyetişir. Fetvâ şudur:

(İslâm âlimlerinin tefsîrlerinden almayıp da, kendi anladığınıve kendi görüşlerini tefsîr olarak yazan ehliyyetsiz kimselerin tef-sîrlerini milletin önüne sürenlere mahkemeler mâni’ olmalıdır.Böyle tefsîrler bâtıldır, bozukdur. Bu tefsîrleri milletin önüne sü-ren din adamları sapıkdır. Başkalarını da doğru yoldan sapdırma-ğa çalışmakdadırlar). (Fetâvâ-yı hadîsiyye)deki bu fetvâyı okuyanbir müslimân, câhil, sapık din adamlarının sözlerine aldanmamalı,onların kötüledikleri Ehl-i sünnet kitâblarına sarılmalı, yaldızlısözlerle, plânlı üsûllerle övdükleri sapıkların bozuk, zehrli kitâbla-rını almamalı, okumamalıdır.

– 404 –

Kaynak: Faideli Bilgiler Kitabı S. 359- 404Hakikat Kitabevi Yayınları