93ten bİz kaldik - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi,...

11
e» Türk kendine dön.. 1.9.1969 93ten BİZ KALDIK

Upload: lamdan

Post on 29-Aug-2019

218 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

e» Türk kendine dön.. 1.9.1969

93ten BİZ KALDIK

Page 2: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

DEVLET • 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: f

r**rr^*!&^^w>"MM?*"^ T

Muhtelif oyunları ile Türk Mille­tini zehirleyip, içten bölme gayretin­de olan «Halk Oyuncuları» çabalarının meyvalarını almaya başladılar. Önce Elâzığ'da hadise çıktı, sonra Tunceli'­de... İkincisi daha zorlu oldu; polise, jandarmaya ve halka ateş açıldı, tele­fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti

Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu­luğu; ne yapmak isterler? «Teneke» isimli oyunlarını görmüştüm. Bir taraf­tan kör göze parmak sokacak şekilde komünizm propagandası yaparken, bir taraftan da bir «Kürt» kahraman yara­tarak, Kormanca ve Zaza dillerinin ga­rip bir karışımı olan ve adına Kürtçe denen bir dille, türküler falan söylü­yorlardı. Oyunu seyreden TİP'li bir ta­nıdık fazla heyecanlanmış; kendini tu­tamayıp, Türkiye'de bir Kürt Toplumu gerçeğinin var olduğunu, Türkiye'nin muhakkak surette federal bir devlet olması lâzım geldiğini savunmuştu. Yani, bir yanda Kürtler, bir yanda Er­meniler! Eh, tabii bu arada İstanbul'u ve Ege sahillerini «Büyük İdeal» leri-nin içersine alan Rum dostlarımızı da unutmamak gerek! Yahudilerin Arz-ı Mevud'u da Kayseri'ye kadar güney bölgemize sahip çıkmayı işlemektedir. Onları da kırmamak lâzım bittabi! He­sapça Türklere, Ankara ve civarı mı kalıyor; neyimize yetmez?!

Evet, Federal Sosyalist Türkiye Cumhuriyeti! TİP'li tanıdığın bunca he­yecanlanması, boş kafasını bu kadar iğrenç bir ihanet hayali ile süslemesi. Şüphesiz oyunun ve oyuncuların bir başarısıydı. 1931 tarihli Türkiye Komü­nist Partisi Tüzüğünde; isteyen etnik grupların Türkiye'den ayrılıp, ayrı dev­letler kuracakları yazılmaktadır. Türki­ye komünistleri, bu fikri sistemli ve sağlam olarak o günden bugüne işle­mektedirler. Son günlerdeki «doğu mi­tingleri», Kürtçe yazılı dövizler; daha önce de yazmış olduğum gibi, Avru-

Halk Oyuncuları

pa'da bu meseleyi besleyip geliştiren Rus ve diğer emperyalist devlet ajan­larının marifetleridir. Geçenlerde — 26 Ağustos — Cumhuriyet Gazete­sinde bir harita yayınlayarak, hayalî Kürdistan sınırını ilân etti. Haritaya göre, 20 ilimiz, bu sınır içinde kalmak­tadır.

İşin garibi, Türkiye'de bir Rum, Ermeni ve gerçekleri bulunduğu halde, bir Kürt Toplumu gerçeğinin bulunma­masıdır. Kendilerini Kürt sanan vatan­daşlarımız Türktürler. Tarihî vesikalar bunu ispat etmektedir.

Fakat «Böl ve Yut» prensibini gü­den emperyalist güçler, muhtelif ve­silelerle bu meseleyi su yüzüne çıka­rıp, memleketi bulandırmaya çalışmak tadırlar. Halk Oyuncuları ise bu gaye­nin sağlam bir maşası durumunda gö­rünmektedirler.

Olaylara sebebiyet veren oyun, «Pir Sultan Abdal» dır. Bilindiği gibi Pir Sultan Abdal Türkçe yazan, fakat Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde Acem yayılması çabalarını temsil e-den, zamanının bir ajanı idi. O yıllar­da alevîlik müessesesi, sadece Acem emperyalizmi gayelerine vasıta kılın­maktaydı. Dah sonra Yavuz Sultan Se­lim, Şah İsmail'i mağlûp edip, esir al­dıktan sonra, mesele kapandı. Alevî, sünnî mezhep mensupları şu son yıl­lara kadar kardeşçe yaşadılr. Araların­da memleket istiklâline kastedecek derecede olaylar çıkmadı.

Halk Oyuncular» ise, bugün; XIV. yüzyılda Türk bütünlüğü aleyhine ça­lışan bir şairi allayıp pullayıp değer­lendirerek, onunla aym paralele düş­mektedirler. Yalnız o günden bugüne emperyalist gayenin sahipleri değiş­miştir. Bugünkülerin maksadı, alevîlik yolu ile kendini Kürt sanan vatandaş­larımızı kışkırtmak ve TİP'nin tüzüğü­ne yardımcı olmaktır.

illet'den devlete

&

BİRLİK

OLALIM

t

Masonların, komünistlerin ve misyonerlerin, Türkiye'miz için zararlı faaliyetlerini, entrikaları­nı tilki kırnazlığı içinde yürüttük lerine şahit olmaktayız. Türk milletini içten ve dıştan yıkma­ya çalışan bu mikrop yuvalarına karşı koyabilmek İçin «BİRLİK OLALIM!-.

Milliyetçilik mefkuresine bağ lı mümtaz ve cesur Bozkurtla-rın, yüce dinimiz, Hak dini, doğ» ruluk dini islâm'a inanan, iman ve -amel sahibi mukaddesatçı kardeşlerim, «BİRLİK OLALIM!» Beraber olalım ki, mukaddesatı­mızı yüceltelim, yurdumuzu kal-kındıralım, müreffeh edelim. Türk'ün gür sesini cihanda tek­rar duyuralım. Ticaret, ithalât • ihracatımızı mümin etlere, mös

lüman Türk'e testim edelim, da­ğınıklığa son verelim.

Milli mefkuremiz, milliyetçili­ğin öncülüğünü yapan tek siyasi çatı Milliyetçi Hareket Partisi ve Alpaslan TÜRKEŞ'in liderliğin de «BİRLİK OLALIM!»

A En son Çek dramının hazin

hikâyesi bize komünist Moskof-un ne kadar zalim, ne kadar hür riyet düşmanı olduğunu bir kere daha ispatlamıştır. Fakat bizde­ki kiralık kalemler, Moskof hay ranlan nedense Çek'lerin çekti­ği işkenceden ders almazlar, da­ha doğrasu ders almamazlıktan gelirler Dağınıklığın acısını, e>

zlkliğinl şimdi kalplerinde deha iyi duyan hürriyetin özlemi İçin­de kıvranan Çek halkı, kendi milliyetçilerinin dağınık oluşu yüzünden komünistlerin boyun­duruğuna girmekten kurtulama-avaz avaz bağıran masum Çek dılar. «Hürriyet, Hürriyet» diye halkına, vahşetini, kabalığım gösteren bencil Rus, 21 Ağus­tos 1968 de Kızıl Ordusu I I * «Hürriyet» I susturmaya yelten di.

Muhterem milliyetçi kardeş­lerim, bu acıklı hikâyeden ders alarak Türkiye'mizi içten, dış­tan yıkmağa çalışanlara, yaban­cı akımlar «izm» lerle mücade­le edebilmek için MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİNDE BİRLİK OLALIM. Allah'tan temennim

budur.»

Sayın Devlet mensupları, Ce­nabı Hakkın selâmı üzerinize ol-

S. DİKTAŞ

İSTANBUL

paftanın yazısı

ECELLERİNİ GÖRMÜŞ GİBİ

Ahmet KABAKLI Komünistler, ecellerini görmüş gibi, MHP Genel Başkanı

Alpaslan Türkeş'e fena saldırmaya, fena dalaşmaya başladı­lar, «Başbuğ» herhangi bir konuda ağzını açmaya görsün he­men —tıynet ve cibilliyetlerini gösteren— patpatları ile soku­lup, sövüp kaçıveriyorlar.

Şimdi Moskova'dan özel kuryeler de geliyor: Türkeş ve MHP'si hakkında malûmat alıyor, şeflere rapor vermeye gidi­yorlar. Ve yalnız solcu gazetelerimizin yataklık sütunları cılız düdükleri değil Moskova, Doğu Almanya, Polonya radyoları da küfür makamında ötüyorlar Türkeş'e :

— Faşist, nazı, kafatasçı, turancı, gerici, ümmetçi, ko-mandocu!..

Ancak memleketin öz çocuklarına, ancak hürriyet nizam ve istiklâl âşıklarına böyte sövüldüğü için gam değil şereftir bu. Moskofçu kalemlerden küfür yemek... 17. asırdan beri yaptığımız şu kadar Moskof çenginde kurşun-yemek ve gazi olmak sayılır. Hele bugünkü Türkiye'de kendisini Ruslara ada­mış olanların kılıcını çalarak göze girmeye çalışan alçaklık şampiyonları «Kurtarıcı» diye Kızıl Ordu'nun ayak seslerini beklerken böyle küfürlere muhatap olmak iki cihanda yüz ak­lığıdır.

Türkeş, bunların oldum olası umacısı idi. 27 Mayıs 1960 sabahı duydukları o mert, milliyetçi ve tarafsız ses, kanlarını başlarına sıçratmıştı. öyle ya:

Türkeş ve arkadaşları olmasaydı ne güzel bir «yoldaşlar şöleni» olacaktı. Kafasız bir takım komiteciler en azılı mü-secceller ile sarmaş dolaştı. Komünistlerden müşavirler top­lanıyor. Millî Birlikçilere akıi satılıyordu. Her taraftan kızıl tav­siyeler yağıyordu. Saf adamlar aldatılıyor... ihtilâl'in ancak bin­lerce kellenin uçurulması ile kökleşebileceğl söyleniyordu.

Bankalar, iç ve dış ticaret derken, bütün topraklar, evler . İstihsal, istihlâk araçları, yoldaşlarla kuvvetliler arasında ne güzel paylaşılacak ve halkın can damarı, sosyal maden gibi İşletilecekti.

Ama ah şu «Turancı* Türkeş de nereden çıkmıştı. Üste­lik Başbakanlık Müsteşarı idi. İhtilâl'in sürüklenmek istendiği sol uçuruma millî sağduyusu ile karşı koyuyordu. Emirler ve­riyor, devlet İşlerine komünist sızdırmıyor, azgın bürokratları şımartmıyordu, ihtilâl'in «şeref sözü» ne sahip çıkıyor, idam­ları önlemeye çalışıyor, kan dökülmemesi İçin Gürsel'e telkin* ler yapıyordu. Bütün partilere eşit davranılmasım temine ça­lışıyor, mahkûmlara yapılmak istenen işkenceyi önlüyordu.

Namuslu davranıştan caydırmak için önce köpek gibi aya' gına kapandılar. Dalkavukluğa hız verdiler. Birtakım solcu ka­dınları ona tuzak yapabilir miyiz? sevdasına düştüler, olmadı-

Son çare olarak Komite'den zayıf karakteri) ve arkadaş *•" tıcı adamlar peylediler. Onları boş kafalarından ve midelerin* den yakaladılar: «Solcusunuz, ilericisiniz, Atatürkçüsünüz, *iz

bu milletin efendisi ve temelli başbelfist olmaya birebirsin!** dediler. Merhum Gürsel'i de uyuttular ve bir cece Türkeş' 13 arkadaşı ile bastırdılar.

14'ler gafletlerinden değil vatanseverliklerinden avlanrm?' tardı. Kan dökülmemesi ve başlatılmış bir hareketin Suriye'de­ki haysiyetsizliğe düşmemesi için karşı koymadan gittiler.

Onlar yokken olanlar oldu. Baskınlar, adam asmalar, 90 ,ü

alabildiğine şımartmalar... Anayasa'yı sola ve bürokrasi salta­natına alabildiğine açtılar. Türkiye'yi yalnız komünistlerin ve anarşistlerin hür olduğu, milliyetçiliğin ve hürriyetçiliğin &e

suç sayıldığı bir ülke haline soktular. Eğer ordumuz büyükle­rinin vatan sevgilerine dayalı sağduyunun baskısı olmasa Mw başımıza daha neler gelecekti kimbilir... Şimdi Türkeş:

— Şahsen ihtilâle taraftar değildim, fakat sol temayül­ler ve kaymaları önlemek için birkaç arkadaşımla birlikte i»1'' lâle karıştım.» diye açıklayınca büsbütün kuduruyorlar. An TÜRKEŞ olmasaydı bunlar Çekoslovakya'nın HUSAK'ı gibi ne büyük satışlar yapacaklardı.

Page 3: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

DEVLET * 1/EYLÖL/1969 * SAYFA: S

Refah tabandan başlayacak (DEMİREL)

Y A Z I S I Z

MAFASIĞMAZ s BAKTIK : HER İŞİN, HER ADIMIN HALKA ZARAR; BAKTIK : YAKA SİLKİYOR ADINDAN YUVALAR... TUTTUK BİLEĞİNDEN, EY GÜNAHKÂR.. SENİ BİZ. ELDEN KAÇIRIRSAK MAFASIĞMAZ YAKALAR!

Arif Nihat Asya t l

Cİ.evlet'ten millete

ZAFERLER HAFTASI •

2500 yıllık Türk tarihi öylesine zengin ve öyle­sine muhteşem bir destandır ki, hemen her yılına, yılların her ayına, hattâ ayların her haftasına birkaç zafer düşer. Yine de sonuçlarının büyüklüğü, tesir­lerinin derinliği ve devamlılığı yönünden, Ağustos ayı son haftası zaferlerinin ayrı bir özelliği vardır: 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar zaferi.

Malazgirt zaferi, Anadolu'nun fethine açılan bir müjde kapısıdır, mutlu bir başlangıçtır. Anadolu. Türk milletinin gönlünü daha önce çelmişti. Kahra* man Çağrı Beğ'in yiğitleri, Sultan Alparslan'ın baha* dırlarından 50 yıl önce, masallar ülkesini şöyle bir dolaşmış, ovalar Türk atlarının rüzgârla yarıştığını görmüş, dağlar Türk yiğitlerinin nağrası ile inlemiş, Diyar-ı Rum, Müslüman Türk'ün îman heyecanını ta­nımıştı. Pasinler Meydan Muharebesi büyük bir adımdır. Fakat Bizans'ı çökertme ve hıristiyan âle­mine asırlarca sürecek müthiş bir yılgınlığın ilk sersemletici darbesini indirmek şerefi Maiazgirt'e aittir. Sultan Alparslan'ın açtığı kapı, yüzyıllar bo­yunca hiç kapanmadı. Türk milleti, tükenmeyen bir kaynaktan gelircesine, Anadolu topraklarına müte­

madiyen aktı. Haçlı seferleri döneminin geçici en­gellemesi tutmadı. Anadolu topraklarına milyonlarca şehidin kanı ile vurulan «Burası Türk'ün vatanıdır» damgası bir daha asla silinemedi. Alparslan'ın yiğit gazileri, 500 yıl sürmüş bir hâkimiyet ve medeniyet çağının unutulmaz öncüleridir. Malazgirt, Bizansın inadını tamamen kıramadı ama. belini doğrultmasına imkân vermedi. Malazgirt, çerez sayılacak kisa du­raklamalar dışında, bitmeyen bir ilerleyişin ilk hızı­dır. İslâm îmanı ve cihad emri gibi harikulade bir kaynakla beslenen Türk cihan hâkimiyeti mefkuresi, Anadolu'yu dalga dalga taradıktan sonra, yeni yeni «Kızıl Elma» ların peşine düştü. O şanlı destanın şimdi öylesine uzağındayız ki, hikâyesini bile unut­tuk. Umuyoruz ki, Malazgirt'in tutuşturduğu ocak, sadece küllenmis. ama hâlâ sönmemiştir, parlaması­nı h~« '•

, B . -wo deneri, milyonlarca şehidin kanı ile sulanmış 900 yıllık bir vatanı gasbetmek isteyenle­re verilmiş cevapların en güzelidir. İngiliz sömürge­ciliğinin küçük Yunanistan marifetiyle sahneye koy­duğu oyunun asıl hedefi Türk varlığının Anadolu topraklarından tamamen atılması idi. Viyana önlerin­de başlayan çekilmenin, geldiğimiz yerlere kadar uzatılması rüyalarına dalınmıştı. İslâm âlemi, Bay­raktarın son hamlesini çaresiz bir hüzün İçinde sey­rediyordu. Rahmetlik Yahya Kemal, «Gaalib et. çün­kü bu son ordusudur İslâmın!» derken, ihtiyar çınar­lardan dinlediğimiz yediyüz yıllık bir hikâyenin ka­derini ve 400 milyon Müslümanın ümidini dile getir­miştir ve 30 Ağustos Zaferi, yalnız bir milletin kur­tuluşu değil, aynı zamanda, sömürgeci Avrupa'nın karşısına: «Efendiler, buraya kadar!» diyerek dikil­memizin ifadesidir. 14 uğursuz yıla sığan üç büyük felâket, Trablus, Balkan ve Birinci Cihan Harbi mağ­lûbiyetleri! öylesine korkunç felâketler ki, yalnız bir tanesi bile herhangi bir milleti tarih sahnesinden silmeğe yeterdi. Milletin kanını kurutan açlık ve se­falet yıllarından, gücünü tüketen müthiş mücadele­nin üstünden henüz dört yıl geçmeden kazandığımız 30 Ağustos zaferi gerçek bir mucizedir; Türklük gu­rur ve şuuruna bağlanmanın, İslâm ahlâk ve fazile­tini yaşamanın mucizesi. Başkumandan Gazi Musta­fa Kemal Paşa'dan isimsiz saka neferine varıncaya kadar 30 Ağustos'un cümle kahramanları, Sultan Alparslan ve yiğitleri gibi, mukaddes bir dâvanın yol­cuları idiler. O günleri, daha sonraki gelişmelere ve çöküntülere bakarak değerlendirmek yanlışlıktır.

Geçmişteki zaferlerimizi düşünmenin, mezar taş­ları ile övünmek mânasına gelmediğini hemen belirt­meliyiz. Millet olarak yaşama dâvamızı sürdürebil­mek için hemen Alparslan ordularının gücüne, hem de 26 ve 30 Ağustosların îman sağlamlığına muhta­cız. Tarihi süsleyen zaferlerimizin hatırası, yeni za­ferlere götürecek bir iradenin kaynağı olacaktır.

DEVLET

P*ZARTE ... M Türk kendine don

HAFTALIK MİLLİYETÇİ S İYASİ GAZETE

Sİ GÜNLERİ ÇIKAR * 150 KURUŞ BİRİNCİ YIL

Sahibi ve Mes'ui Md. . . Halil ÖZYİLDIZ Teknik Sorumlusu , . . Yılmaz YALÇINER İlân, Abone İşleri . . . Şevket ?. YAHNİCİ Almanya Temsilcisi . . Niyazi ÖZDEMİR Adres : P. K. 284 Bakanlıklar . ANKARA

Tel: 12 58 10

İ L A N L A R : Arka sayfa renkli. 2.500.- TL., tek renk. 2.000,— TL., iç sayfalar, santimi. 40,— TL., A B O N E : Yıllık 7 0 . - a „ Altı aylık. 3 5 . - TL.. Dış memleketler için öcret iki misli alınır Yurt İçi Dağıtımı: GA ME DA. Dizgi ve Baskı: Güneş Matbaacılık T. A. Ş ANKARA

Page 4: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

DEVLET * 1/EYLÖL/1969 * SAYFA: 4

mi

• • •• • • • • IC O l M A R . DUSDNCEIER • IC OLAYLAR • DliSUNCELER . IC OLAYLAR

ÜÇ HİLÂL. MHP MİLLETİN ISTIKBALI ESCID-I AKSA

»• in

Konuşması TUNCELİ NDE OLAYLAR Geçen hafta, Milliyetçi Ha­

reket Partisi Genel Başkanı Alp­aslan TÜRKEŞ, Ankara Yenima­halle İlçesinde yaptığı konuşma­da «Türkiye'de hiç kimse sahip­siz, desteksiz, himayesiz ve İş­siz bırakılmayacaktır» demiş ve Özetle şunları söylemiştir:

«Üç Hilâli) MHP olarak biz, bütün çalışanların partisiyiz ve bütün çalışanların haklarının dâvacısıyız. Sınıf partisi değiliz Hiç bir fikrin, kanaat ve içtiha­dın sahibi olmayan diğer parti­lere de benzemeyiz. Türkiye'nin ve Türk siyasî hayatının ilk fikir partisiyiz.

İşçi sınıfının veya bir avuç kapitalistin diğer bütün sınıflar üzerine tahakkümünü öngören bir görüşün sahibi değiliz ve olamayız. Biz milleti bölünmez, parçalanmaz bir bütün kabul e-deriz.

Sosyalizm ve sol edebiyatı yapanlar var. Buna maalesef ta­raftarlık yapan aydın denilen ki­şiler ve gençler var» Bunlarla konuşuyoruz.. Hayretler içinde görüyoruz ki bunlar, sosyalizm İle sosyal adalet ve güvenlik müesseselerini birbirine karış­tırmaktadırlar. Sosyal adalet ve güvenliğin komünizm (!) ile ger­çekleşeceğini sanmak hem akıl, hem de ilim dışıdır. Hiç iktisad bilmemektir. Sosyalizm yani komünizm gelirse memekette ne sosyal düzen kalır, ne cemi­yet!.. Bunların olduğu yerde sosyal adalet ve sosyal güven­likten bahsedilemez. Çünkü en yumuşak şekliyle sosyalizmde üretim araçları devletleştirilmiş­tir. Bu da kâfi görülmemiş üre­t im ile ilgili kararların verilmesi bile devlete terkedilmiştir. Ko­münizme gelince, ki bizim sos­yalistlerimizin % 99'u maskeli Marksisttir, bu rejimde de hem üretim vasıtaları hem tüketim ile ilgili kararlar devlete terke­dilmiştir. Yâni herşey devletin­dir. Fabrikalar, tesisler hattâ tar­lalar... Fabrikadan çıkan dikiş makinasıyla, tarladan elde edilen çavdardan devlet istediğine İs­tediği keder verir veye Mc ver-

BİRİNCİ ETAP BİTERKEN '

KENDİNİ BİLMEK mez. Bunun sosyal devlet esp­risi ile zerrece alâkası olmadığı açıkça görülüyor.

Halbuki bizim, 3 Hilalli MHP nin, mill i görüşü şudur: Türk milletini bütün sınıflariyle bir­likte içine alacak bir sosyal yar dımlaşma ve güvenlik teşkilâtı kurmak ve işletmek. Bunun için tarihimiz bize ışık tutacaktır. Atalarımızın kurduğu tamamen yerli ve millî müesseselerden icabettiğl takdirde günümüzün şartlarına uydurarak faydalana­cağız.

Muhakkak olan şudur k i , Tür­kiye'de hiç kimse sahipsiz, des­teksiz, himayesiz ve işsiz bıra­kılmayacaktır. Herkes (Devlet Genel Sigorta Kurumu) tarafın­dan sigorta edilecektir. Devlet sigortası maluliyet, işsizlik, has­talık vs. hallerinde vatandaşları koruyacaktır.

Sosyal adalet duygusu vatan­daşı kendi haline bırakmayı, ne yaparsan yap demeyi, İş bul ça­lış, bulamazsan aç kal, demeyi reddeder. Bilâkis ona iş bul­mak, iş sahası temin etmek dev­letin birinci görevidir. Çalışan­lar iş bulamazsa, işsizlik sigor­tası harekete geçer ve çalışana hergün çalışırken almakta oldu­ğu yevmiyeyi tıkır tıkır öder. Çalışandan, bu ödenen para ge­riye alınmaz.

Her vatandaşa devlet, asgari bir geçim seviyesi, tabanı çizer. Vatandaş bu seviyenin altına dü şürülmeyecektir. Düşerse çare­siz kalır, geçinemez, yaşayamaz. Ama o vatandaş bu seviyenin üstünde kendi şahsî kabiliyet, ehliyet ve gayretine göre yükse­lebilir. Sosyalizm tatbikatında olduğu gibi nimetler, külfetler, gelirler eşit olarak değil, ada­letle dağıtılacaktır. Hiç çalışan la çalışmayan; hiç bilmeyenle bilen bir olur mu? Bunun aksi­ni düşünmek insan yaradılışına aykırıdır. Bunun içindir ki biz sosyal adalet ve güvenliğe evet; fakat sosyalizme, komünizme HAYIR «yoras.

KAYSERİ'PEKİ

MİTİNGDE

TÜRKEŞ, geçtiğimiz hafta ye­ni bir Anadolu gezisine başladı. İlk olarak Kayserl.ye uğradı. Ge­niş bir halk kitlesinin takip et­tiği açık hava toplantısında ko­nuştu. Ve özetle şunları söy­ledi.

«Üç Hilalli M.H.P. nin başlat­mış olduğu MİLLİYETÇİ HARE-KET'in kökleri çok derindedir; Türk tarihindedir. Fakat bu ha­reket dâima milletimizin kalbi ve kafasında yaşamış genç ruh ve dimağlarda filiz vermiştir. Onun için de her zaman genç ve dinamiktir.

Türk milleti bütünüyle milli­yetçidir. Türkçüdür. Ve elbette böyle olacaktır, böyle olmali ve kalmalıdır. Ancak millet ferlile­rinin herbirinin bir fikir, bir ülkü adamı gibi bu yüce duyguyu dile getirmesi, tarif etmesi beklen­memelidir. O hisseder, fakat ifade edemez. Sadece icraat ve davranışlariyle bunu belli eder. Hergün etrafımızda sessiz ve sedasız öyle olaylar cereyan et­mektedir ki bu olaylar Türklerin en saf ve temiz şekliyle pırıl pırıl birer milliyetçi, Türkçü olduklarını isbatlamaktadır. Türk gençliğine gelince İşte o, his­settiğini kendine saklamamakta bunu gençliğine yakışır bir şe­kilde hareketli ve enerjik olarak açığa vurmaktadır. Tarif edebil­mekte, hattâ destanını yazmakta­dır. Türk devlet ve milletinin istikbali olan Türk gençliği işte böyle yetişmekte, kurduğumuz (Gnçlik ve Spor kampları) nda eğitim görmekte, dâva ve ülküle­rimize dört elle sarılıp sahip çık­maktadır. Şayet bu gençler bas­kı, güreş, judo, gibi bedeni ge­lişmeye yarayan sporları yap­makta iseler bunun gayesi anar­şist ve sosyalit militanlar gibi vurmak, kırmak, tahrip etmek için değil aksine millî vicdanı sizlatan bu anarşist hareketleri tesirsiz bırakmak, engellemek içindir. Bu, gençliğin ve milletin bir meşru savunma hareketidir.

Siyasî hasımlarımızla Türklük düşmanları bunları sevimsiz hattâ zararlı göstermeğe yelten! yorlar. Onlar vehim ve telâş içindedirler. Eğer onlar demok­rasinin canına kasdetmek mak-sadiyle bir kızıl ihtilâl hareketi­nin provasını yapmağa kalkış­mamış olsalardı Türk gençliği bu şekilde karşılarına mı çıkar­dı?. Onların bu hareketleri son bulmayacaktır, bunu biliyoruz. O takdirde milliyetçi gençler, Bozkurtlar da dâima karşılarında olacaktır. Bu Türk milletinin bir varlık mücadelesi, ölümkalım savaşıdır. Anarşiye, komünizme ve diğer bölücü hareketlere or-dusuyle, polisiyle, gençliğiyle bütün millet elbet karşı duracak­tır. Bu onun en tabii hakkı ve gö revidir. Üç Hilalli M.H.P. nin eğitime tâbi tuttuğu Milliyetçi Gençler yıkıcı değil, yapıcıdır; Tahrib edici değil, tamir edici­dir. Kanunlara ve polise karşı saygılıdır. Devlet adamlarına karşı hörmetkârdır. Tecavüz et­mez, seldırmaz. Ancak fikir mücadelesi yapar.

Devlet malını almaz, kırıp dökmez, Üniversite hocalarını tartaklamaz, dövmeğe ve linç etmeğe kalkışmaz. Otoriter fa­kat disiplinlidirler.

Başıboşluk ve başıboş değil­dirler ve olamazlar. Üç Hilalli M.H.P. nin gençliği yerli ve ya­bancı basın tarafından «Koman­do» adiyle tanınmış ve tanıtıl­mıştır. Geçirdikleri çetin ve zor­lu eğitim dolayısiyle belki bu isme lâyık bulunmuşlardır. On­lar gerçek birer Bozkurttur. Destanların yazdığı (Bozkut) gibi milletimize her bakımdan önder, kılavuz oldukları, ve dev­letimizin en önemli mevkilerine onlar geçtikleri gün BÜYÜR ve KUDRETLİ CİHAN DEVLETİ TÜRKİYE gerçekleşmiş olacak­tır. Milliyetçi Hareket Partisinin tarihi görevi, işte bunun çekir­deği olmaktır.

TANRI TÜRKÜ KORUSUN.»

BÜNYAN

GENÇLİK

KOLU KONGRESİ

Daha sonra Kayseri'nin ba*l kazalarını ziyaret eden ve köy* lere uğrayan TÜRKEŞ. Bünyan ilçesinde MHP Gençlik Kolunu" kongresinde hazır bulundu-TÜRKEŞ gençlere şöyle sesi* niyordu:

«M.H.P. nin toplumculuk rüşünde, anlayışında Türk • * letinin tamamının mutluluğu v * refahı vardır. Bizim devletimi* milletle tam bir ahenk ve i?b"v

ligi halindedir. Devletimiz, ^ letimizin yıllar boyu özlemi1" çektiği otorite ve disipline biz»"1

iktidarımızda kavuşacaktır. ™ güne kadar milleti soyma, h8 ' * ezme, eş, dost ahbab, akrab* ve yaran kayırma için külte"' makta olan devlet otoritesi • * zim iktidarımızda milleti soy»"'" halkı ezenin, yaran kay»^'*",,,,

şeririn, haydutun boğazına ** r

lan demirden bir pençe olac* tır. Bizim devletimiz yâ""*"1* devleti değil, âcizlerin, deste siz ve yardımsız bırakılan f**' lerin devletidir. Onları e l l e r i ^ tutup ayağa kaldıran devlet* j Bizim devletimiz (Biri yer. bakar) lar devleti değil, h**5 ' iktisapta bulunanların, s0^° * cuların, tefecilerin, soysuzter

hakkından gelen, rüşvet, ' kâp, ihtilas karaborsa kanser» neşter atan kudretli, sözünü letir devlettir.

Devletin vazifesi tam mil"

di'*'

müstakil bir ekonomiyi 9e r Ç

leştirmektir. Türkiye'de ma»e

ki herşey Türkün yararına ° çaktır; o halde ekonomim'1* millileşmeli, yabancı t a s a , , ü ! « r , dan kurtarılarak Türkleşmel"".

Fakirliğin ve sefaletin e* f, nattığı ülkemizde servet ve maye sahiplerinin bu »ervet-sarmayelerini cemiyet ve m» faydasına kullanmaları t e

fif. edilmelidir. Bu sermaye v ® r t g | vetin âtıl, hareketsiz, « ^

Page 5: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

DEVLET • 1/EYLÜL/196S * SAYFA: S

' • ; • • • • î r ' : : t : - ! » ' « ' « ( Ç « « J « w » ! i » « ' » ^ÜÜ

M

EKTUPLAR Galip ERDİM

MASAL SEVERMİSİNİZ

Arif Ramazanoğlu dostumuz bana anlattı. Ona da babası anlatmış. Çok hoşuma giden bir masaldır, sizleri" de beğeneceğini umarım.

Zamanın bir vaktinde, memleketin birinde üç öküz varmış. Akça öküz, kara öküz, sarı öküz.. Diğer öküzlere hem benzerlermiş, hem benzemezlermiş! Hangi tarafla­rının benzediği malûm. Benzemeyen yanlarına gelince, birbirleriyle pek dost imişler. Hani, Canciğer kuzu sar­ması dedikleri cinsten. Birbirlerinden hiç ayrılmaz, her yere birlikte giderlermiş. Beraberce otlar, yiyecek sıkın­tısı çekseler bile bulduklarını kardeşçe paylaşır, asla dö-vüşmezlermiş. Bir tehlike ile karşılaştıkları zaman der­hal birleşir, iri ve korkunç boynuzlarını kullanarak en azılı düşmanlarını korkutur, yanlarına yaklaştırmazlar-mış. Doğrusunu isterseniz, dostluğun çok da faydasını görmüşler. En verimli çayırlara gidiyor, birlikte güzel gü­zel otluyor, semirdikçe semiriyorlarmış. Eğer bir gün öküzlükleri tutmasaymış, ömürlerinin sonuna kadar gül gibi geçinip gideceklermiş!..

O sıralarda, hayvanlar padişahı Arslanın canı sıkın­tılı imiş. Çünkü, ormanda hiç iş yokmuş. Yenecek hay­vanların sanki de nesli tükenmiş. Arslan hazretleri sa­bahtan akşama kadar hep esniyor, midesi de kazındıkça kazınıyormuş. Bakmış ki, böyle olmayacak; «Bari, demiş, ormana çıkayım da çayırlara doğru şöyle bir uzanayım, belki de birşeyler bulurum». Dediği gibi de yapmış. Ça­yıra gelince, üç ahbap öküzü görmüş, ağzından sular ak­mış, «Ah, diye söylenmiş. Şunları bir yesem de midem bayram etse!..» Önce âdeti üzere kükremiş, sonra öküz­lerin üstüne yürümüş. Üç ahbap, arslanın sesini duyun­ca, hemen yanyana durup safları iyice sıklaştırmışlar, bir de hafiften bir «boynuz» gösterisi yapmışlar! Arslanda akıl çok... Vaziyetin nezaketini anlamış, siyasetin? hemen değiştirmiş. Fazla yaklaşmadan öküzlere seslenmiş: • Günaydın, arkadaşlar, nasılsınız?» Padişah hatır sorun­ca, tabiî akan sular durmuş, eğilip saygılarını sunmuş, cevap vermişler: «Sağolun efendim, çok İyiyiz!» Arslan tekrar seslenmiş : «Değerli arkadaşlar, gelişimi galiba yanlış anladınız, sizi yemek istediğimi sandınız. Asla böyle bir niyetim yoktur. Karnım da zaten pek toktur. Günlerdir sizi gözlüyorum. Dostluğunuza, samimiyetinize hayran kaldım. Yiyecek her zaman bulunur, ama candan

bir dost bulmak çok güçtür. Beni de aranıza almanızı, dost olmamızı teklif ediyorum. Sizi hiçbir zaman yeme­yeceğime, üstelik bütün düşmanlarınıza karşı koruyaca­ğıma söz veriyorum. Hayvanlar padişahı ile dost olmak istemez misiniz?..» Öküzler, arslanın dostluk teklifine öyle sevinmişler ki, neşelerinin fazlalığından böğürmeğe başlamışlar. Bir arslanla üç öküz arasındaki duyulmamış dostluk böylece kurulmuş. Bir gün, üç gün geçer, arsla­nın iştahı kabardıkça kabarır, münasip fırsat kollar. Fır­sat çıkmayınca, dayanamaz, icadeder. Bir gün, akça öküz, çayırın yanındaki dereden su içmeğe gitmiş. Arslan, kara öküzle sarı.öküze ya nasip demiş ki : «Sevgili arkadaşlar, size büyük bir tehlikeyi haber vermek zorundayım. Akça öküz arkadaşımız yüzünden her gece kötü bir duruma düşüyoruz. Çünkü akça öküz, rengi çok uzaklardan seçil­diği için, karanlıkta yerimizi belli ediyor, düşmanlarımı­zın silâhlarına hedef oluyoruz. Çok düşündüm; yazık ki, başka bir çare bulamadım. Yaşamak istiyorsak, akça Öküzden kurtulmamız şarttır. Onu aramızdan atmalıyız. Siz ne fikirdesiniz? Kara öküzle sarı öküz boynuz boynu­za verip konuşmuşlar. Akça öküz giderse, çayırın kendi­lerine kalacağını da söyleyememişler ama, hesaba kat­mışlar. Nihayet; «Ferman efendimizindir, tedbiriniz mü­nasiptir» cevabını vermişler. Arslan teşekkür ettikten sonra, «Akça öküz aramızdan ayrılınca ya bir kaplanın veya insanoğlunun midesine inecek. Arkadaşımızın düş­manlarımızı beslemesinden herhalde hoşlanmazsınız.

ıİyisi mi ben yiyeyim. Sizi çok seven bir dostunuzdan bu kadarcık bir armağanı esirgemeyeceğinizi umuyorum.» demiş. Kara öküzle sarı öküz, arslanın sözlerini akla yat­kın bulmuşlar, akça öküzün yenmesine razı olmuşlar. Ara­dan beş gün geçmiş, arslan; sarı öküzle tek başına ko­nuşmuş. Aynı hikâye, aynı düzen! Kara öküz de mideyi boylamış. Bir beş gün daha geçmiş; arslan, sarı öküzü almış karşısına. Bir kökremiş; «Ey öküz oğlu öküz, de* rrviş. sıranın kendine geleceğini hiç düşünmedin mi?»

Masal, böylece bitiyor. Arslan, muradına ermiş, biz kerevetine çıkmışız; öküzler de arslanın midesine inmiş!

Bakıyorum: Yiyenlerin arslanlıkla en ufak bir ilgile­ri yok; yenenler de öküz değil! Yine de yenme isi devam ediyor. Neyin nesi acaba?..

%t

~ff*-.\ ;'™v: ?8§PŞ^ş

HÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR

*r«k kalmasına razı değiliz. "tlaka bunlar nemalandırılmalı,

•Malı yerlere bir plân dahilin-* yatırılmalıdır, istihsal vasi-

•'•nnın ve sermayenin verimli k* kazanç getirici bir şekilde Sanılması halinde bu vasıta

r v« sermaye, devletin nazım KMÛ ''Vekat "Hie

ve kontrolü altında bu İşi ve ehliyetle yaparak

'"«»seslere bedeli karşılığında J*v'edilecektlr. Memlektimiz *p üstü ve yer altı hudutsuz

^"9'nlikler ve nimetlerle dolu-r> Bunların değerlendirilme-

, JjJ iyi ve faydalı bir şekilde , bilmemesi genel bir ıztırap pusudur. Bunlar Işletilse de-^ J,ni bulsa topraklarımız 150

y°n insanı çok rahat besler, indirir.»

» Mescid-î

Aksa

Olayı Bilindiği gibi Mescld-i Aksa'­

nm kundaklanması olayının yan kıları bütün dünyada devam et­mektedir. Islâmın bu mukaddes çatısına karşı girişilen medeni­yet dışı hareket yurdumuzda da geniş bir tepkiyle karşılanmıştır. Çeşitli öğrenci dernekleri yayın­ladıkları bildirilerde olaydan duydukları nefreti belirtmişler ve yahudinln giriştiği bu hare­keti sert bir dille kınamışlardır. Bu cümleden olmak üzere Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı da bir bildiri yayınlamıştır. Bil­diride şöyle denilmektedir: «Mescid-i Aksa'ya uzanan mel' un yahudi eli şüphesiz İslâm dünyası gafletten uyanmadıkça daha pek çok şeyler yapacaktır. Arap ülkelerinin içinde bulun­dukları gafil politika ve Sovyet­lere sırt dayama devam ettiği

sürece bu türlü olayların devam edeceğinden korktuğumuzu be­lirtmek İsteriz. Aziz Türk milleti bir takım çirkin politikacılarda bizlerin içinde aynı oyunu oyna­maya çalışmakta ve Türkiye'mizi Arap ülkelerinin durumuna getir meye çalışmaktadır. Bu yahudi uşaklarına karşı dikkatli ol!

Masonu iyi tanı! Siyonisti iyi tanı! YAŞASIN MİLLİYETÇİ

KİYE! TÜR-

KAHROLSUN MİLLET DÜŞ­MANLARI VE ONLARIN DIŞAR-DAKİ ORTAKLARI!

Tanrı Türk'ü korusun!» Bu arada Yüksek İslâm Ens­

titüleri Federasyonu Genel Baş­kanı Sedat ŞENERMEN de ya­yınladığı bildiride: «İnsanlık ta­rihinde en gaddar müstevliler tarafından bile ibadethane, okul, hastane gibi yerlere saldırı ol­mamıştır. İslâm âleminin göz bebeği Mescidi Aksa'nm içinde yaşadığımız medeniyet çağında hain bir emelle yakılması, ancak ASRIN EN BÜYÜK CİNAYETİ olarak vasıflandırılabillr» de­miştir.

Hâdisesi Türk halkının büyük ekseriye­

ti köylerde oturmaktadır. Esasen şehirli olanların da pek çoğu memleket meseleleri ile muay­yen zamanın dışında ilgilenmez. Türkiye'yi bekleyen tehlikeler nelerdir? Bunlar hangi yollar ve kılıkta . gelmektedirler? Mukabil tedbirler nelerdir, bunları bil­mezler. O yüzden, bu vatandaş ların uyarılması da tabii olarak münevver kitleye düşmektedir. Zira münevver kitle, tehlikeleri daha kolay teşhis etmek imkâ­nına sahiptir. Bütün hayatını uğ­runa vakfederek, evlâtlarının okumasını vatana ve millete ya­rarlı adam olmalarını temin e-den. Türk milletinin de, bu ka­dar talebi olması gayet normal­dir. Bizim, Elâzığ ve Tunceli'nde olan hâdiselerin baş sorumlusu olarak münevverleri görmemizin sebebi budur.

Düşman en çok birliğe muh­taç olduğumuz dönemlerde bü­tün kuvvetlerini üzerimize sev-ketmektedir. Böyle anlarda meydana gelecek boşluklardan kolayca İçimize girme imkânı bulacaktır. Bölgecilik yapacak, meshep ayrılığı yaratacak, poli­tik görüş ayrılıklarını düşman­lık şekline dönüştürecek, karde­şi kardeşe düşman edecek, bü­tün bunlardan bir netice ala­mazsa millete aşağılık duygusu aşılıyarak aslî cevherini işlemez hale getirecek, velhasıl ne yapıp yapıp millet içine ikilik sokacak tır. Bu tutum onun taktiği ica­bıdır. Önce büyük gruplar ve birbirlerine sımsıkı bağlı olan insanlar parçalanacak, sonra da bölünmüş bu küçük gruplar tak tek yutulacak. Türk'ün düşman* arı Tanzimattan beri bu yolu denemişler, bunda da başarı sağ lamışlardır. Türk milletinin artık bu klâsik oyuna düşmemesi za­manı çoktan geçmiştir.

Bu dönem, millet olarak çok dikkatli olmamız gereken bir dö­nemdir. Türk millet! dikkati»

MÜNEVVERLER SORUMLUDUR

. ' Türk milleti en dikkati! olma­sı gereken bir döneme girdi. â

Page 6: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

Krm

Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi, nüfusun % 35 in­den fazlası tarım alanında olduğu için azgelişmişlik nite­liğini muhafaza etmektedir.

Kalkınmak, teknolojik olgunluğa erişmek ve nüfusun % 65 ini sanayi ve hizmet sektörüne kaydırmak olduğun­dan, büyük gayretlere rağmen bir arpa boyu yol aldığı­mız ortadadır. Bu hususu aşağıdaki tabloda görmek müm­kündür. Türk ekonomisinin durumunu ortak pazar ülkele­ri ile karşılaştırınca, aramızdaki korkunç mesafeyi ra hatça görürüz

Devletler:

Fransa

Almanya

Hollanda Belçika Lüksemburg

İtalya Türkiye

İŞGÜCÜNÜN DAĞILIŞI

Tarım sektörü

17.6 10.8

8.5

6.6

12.9 24.9 74.4

Sanayi sektörü

40.8 49.3

42.8 53.2

45.9 40.7

10.7

Hizmet sektörü

41.6 39.9

48.7 40.2

41.2 34.4

14.9

Fert başına milli gelir

18.300 TU

17.200 TC

15.700 TL 17.650 TL,

19.750 T L 11.250 T L

2.850 TL

Tablodan anlaşılacağı gibi Türkiye tarıma bağlıdır. Her ne kadar büyük gayretle bu durumdan kurtulmak is­teniyor ise de, önümüzde hayli mesafelerin olduğu açık­tır. Ve bu hal, sağlam bir para, fiyat, yatırım ve ticaret politikasının benimsenmeyişl sebebiyle kısa zamanda bertaraf edilememektedir. Bu duruma çare olarak:

* Biran önce toprak ve tarım reformu birlikte halledil­melidir.

ir Dış finansman imkânları (dış kaynaklar) sermayt malları üretimine tahsis edilmelidir.

it Dış ticaret politikası, sermaye birikimini temin ede­cek şekilde düzenlenmelidir.

ir Yabancı sermaye, tüketim alanına değil de, üretici yatırımlara kaymalıdır. Sermaye piyasası kanunu çıkarılmalıdır. Her meslek mensupları için bir yardımlaşma kuru­mu kanunu çıkarılmalı ve gıda sanayii yatırımları bunlara .yaptırılmalıdır. /

İthalâtta lüks mallara yer verilmemelidir. V:

* •

*

*

EKONOMİK DURUM VE İŞÇİ M E S E L E Y İ M

TURKlfE

dış borcumuzu —%50 lik devalüasyon sebebiyle— 30 milyara çıkarmış olacağız. Bunu basiretsiz bir iktisat politikası gütmenin cezası olarak milletçe çekeceğiz. Bu­nun sorumluları araştırılmalıdır.

Bilindiği gibi, Türk parasının değerini koruma ka­nunu vardır. Bu kanunun saydığı suçlar arasında, her nedense, sorumlu merci olarak fiyat istikrarına önem vermeyiş, fiyat hareketleri karşısında kayıtsızlık, ikti­sadî-sosyal huzursuzluğun fiyat kontrolsüzlüğü sebe­biyle artması, yoktur. Bunun bir şuur olarak benimsen­mesi, yerleşmesi ve hassasiyetle korunması gerekmek­tedir. Bu hususta en büyük görev sendikalara düşmek­tedir. Onlar, aldıkları zamları etkili kılmak için reet üc­ret artışlarını ve buna bağlı olarak fiyat istikrarını ayak­ta tutmak ve bir baskı unsuru olarak ortaya çıkmak zo­rundadır.

Şu hususu da hemen belirtelim. Gıda maddelerin­de fiyatlar yalnız bir arz-talep dengesizliğinden değil bir takım muhtekirlerin davranışları yüzünden sun'i ola­rak yükselmektedir. Onların meydana getirdiği bu artışı dışarıdan gıda malı ithal edip piyasaya sürmekle telâfi etmeğe çalışmak, bizim gibi dış ticaret kamburu olan bir ülkeye bir de kambur eklemek olur. Bu yol az geliş­miş durumdakiler için bir alternatif yahut geçerli bir tedbir-çare değildir.

Az gelişmiş ülkelerde nüfus çoğunluğu tarım ala­nında olduğundan, gıda maddelerindeki fiyat artışları genel olarak köylüye yaramaktadır. Zira, köylü bu hu­susta —takriben— % 5 şehirli ise % 95 müteessir olur. En çok memur ve işçi kitlesi üzerinde tahribat yapar. Sanayileşmiş ülkelerde nüfus çoğunluğu şehirleştiğin-den ve ücretli miktarı çoğunlukta olduğundan fiyat artı­şı çoğunluk aleyhine sonuç verir. Politikacılar daima çoğunluğu memnun etmek eğilimini gösterdiklerinden

Heri Şüphesiz, daha buna benzer sürebiliriz.

pek çok hal çareleri

Ordu. gıda maddeleri ihtiyacı konusunda kendi bün­yesinde üretici duruma getirilmeli ve savaş şartla­rına uygun gıda sanayii kurulmalıdır. Sermaye şirketleri, çeşitli firmalar arasında rekabe­ti kaldıran anlaşmaları önleyici kanunlar çıkarılma­lıdır. İlâç, gıda maddesi, sanayi mamullerinde hile yapan­lara, kalitesiz mal imal edenlere şiddetli cezalar kon­malıdır. Fiat konusunda iktisat politikasını temin gayesiyle bir Fiyat Genel Müdürlüğü kurulmalı, fiyat istikrarı sağlıyacak bütün tedbirler, çareler araştırılıp uygu­lanmalıdır. Belediye radyoları kurulmalı, hergün fiat bültenleri yayınlanmalıdır.

Sendikalar fiyat konusunda ortaklaşa hassasiyet gös­termelidirler. İşçiler ve sendikalar fiyat istikrarının bekçisi durumunda kalmalıdır.

Tüccar kredilerinde bir limit almalı ve herkes kendi limitini kullanmalıdır. Tüccar ve esnaf kredilerinde kıstas olarak ödenen vergi gözönünde bulundurulmalıdır.

Ticarî bankalarda kredilerin sermayeleşmemesi için reeskonta giden senetlerin 91 vâde olmasına önem verilmelidir. Hatır senetlerinin aynı meslekî branştaki şahıslar arasında tanzimi gereklidir.

Mevduatın maliyetini yükseltici fazla şube enflâsyo­nu da önlenmelidir. Geri kalmış bölgelerimizde yatırım yapacaklar için ;

Başbakan Süleyman Demirel, Almanya'nın bizden 150 sene ileride olduğunu ve onunla kıyaslanmamızın doğru olmayacağını söylemiştir. Kanaatımızca bu görüş, gerçekten uzaktır. Çünkü, Almanya İkinci Dünya Savaşın­dan her bakımdan bitkin, yoksul çıkmıştır. Onu 25 yıllık bir sürede bugünkü hale getiren iktisat politikasının ne olduğunun bilinmesi ve örnek alınması gerekir.

Kalkınmamızda nedense partici zihniyet ve gelenek güdülmüştür. Zira, şimdiye kadar hükümet eden partiler birbirlerine tepki olarak ya enflasyoncu ya da deflasyon­cu yol gütmüşlerdir. Yani, fiyat istikrarını temin edici bir mekanizma kurarak, tasarrufun gelişmesini, kıymet ve kuvvet kazanmasını, verimli sahalara, kaynaklara yatırıl­masını öngören bir siyaset nedense izlenmemiştir.

Alptekin. ERDOĞAN

Kalkınma çabaları istikrarlı bir fiyat ve para poli-tikasıyle, başarıya ulaşabileceğinden ve bu husus ikti­sadî, sosyal, siyasî huzuru ve gelişmeyi de etkilediğin­den İSTİKRAR konusunda hassasiyet gerekir.

Enflâsyon fiatlar genel seviyesinde % 3, en fazla •/o 5 üstündeki artışlar olduğundan, paranın değerden düşmesine, tasarruf ve yatırımların eriyip sönmesine; dış ticaretin aksamasına, ihracat tıkanıklığına, dar ve sabit gelirlilerin geçim sıkıntısının artmasına yol aç­maktadır.

Fiyat hareketleri ücretleri etkileyip reel ücreti hu­sule getirdiğinden, iktisadî ve sosyal durumun tahlilin­de bu hususun gözönüne alınması da şarttır.

274 ve 275 sayılı kanunların yürürlüğe girmesinden bu yana, işçilerimizin nominal gelirleri artmış, fakat fiat hareketlerinin başıboşluğu ve bu meselenin klâsik liberal zihniyete dayandırılması sebebiyle, işçilerimizin reel ücretinin düşmesi sonucunu doğurmuş, toplu söz­leşme zamları etkisiz kalmıştır. Zira :

! GIDA MADDELERİNDEKİ AET (ortak)

FİAT ARTIŞI (1960-100) \

1960 1961 1962 1963 1964 1965 1966

Türkiye 100 106 116 120 123 129 137

-— Düşük faizli kredi

! — İthalâtta indirimli tarife

—- Nakliyede kolaylık ve indirimli tarife

î —- Vergi muafiyeti

' — Çok ucuz enerji

— Teşvik edici primler uygulanmalıdır.

mmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm».mmmmmmmmm

pazar leri)

ülke-100 101,7 104,5 108,7 113,2 117,6 121,7

ı •

Endeksten Türkiye'deki artışın 15.30 daha fazla ol­duğunu görmekteyiz.

Fiyat artışlarının 1960 da 100 iken 1966 da 137 ol-ması gelirlerin ve para değerinin % 37 Azalmasıdır. Me­selâ; 1960 da 1000 TL. geliri yahut tasarrufu 630 TL. ye

dÖS^tir. toat arhşına paralel olarak gelirler de art-

'«ralık gelir ve tasarruf % 37 lik fiyat 1 3 7 0 liradan daha fazla duruma gel-

Ürt^at *r ,e?c ' ^ u r u m yahut geçim sıkıntısı yok •JıifloJuı , y e ' d e t e r s i 0 , m u ? t u r - F jYa t m e k a * rs eb» ka ,k ,n™ayı tahrip eden, sosyal hu-«rftkla y?* v e r e n b l r Şekilde işletilmiştir. Sırf

y ? V s a d î kalkınmanın gerçel gerçekleştirilece-

k 4«7 * e U Ç , m e n d e k s i 1Q60 da 100 iken 1966 da la iN, LK * art,?l jse 196° da 10° iken 196S

flfolıriKt e d i ' e c e 9 ' 9'bl. fiyatlar insafsızca Türkiye ve AET karşılaştırılırsa ; baŞ|r,lt^ştır.

**NAYİ İNDE REEL ÜCRET ARTIŞLARI

<1960 da 100 olarak)

1963 1964 1965 1966

89,1 103,9 107,3 110,6

119,5 129,1 137,7 143,5 K'1

iHTİttıSai! 0 r t a '< Pazar ülkeleri refah bakımın-îa^amai °Wuklârı halde, Türkiye bu gidişe

91 aktadır, teinin ,

rı*o|çiuö nerr> satınalma gücüne, hem de mik-

:. jlfcçiig^dan, bu açıdan AET işçilerinin ücre-^ififotr>ı,Jn'n ücretlerini karşılaştırırsak sefalet ,ç' Uza hükmedebiliriz.

AYİİNDE GÜNLÜK BRÜT NOMİNAL ÜCRETLER (TL.)

1962 1963 1964 1965 1966 l2-15 12,04 39.12 41,20

13,24 15,40 16.54 17,91 45,76 50,80 55,44 58,96 >

'riTteri .jiii) Q Qar« göreceğimiz gibi AET gıda sana­

y i ^ r e t l e r i bizimkilerin üç katıdır. Bu da

KET*-($ ekoh a s ı n a ° ' u m ' u bir işleyiş kazandırıl­ı p ba s t °m i s i ni tehlikeli istikamete sürükle-^ V e ' ^ 9 - fiyat yükselişlerindeki aşırılık sebe-nph |çr2 *tlıalât: yapan ülkeler, taleplerini ki­

p i veren, sermaye ihraç eden yabancı 1 değerini korumak için bizden para-

artışlarını karşılayacak şekilde dü­yeklerdir. Bu da devalüasyondur.

^öı devalüasyon görünmektedir. Î Ç 1 ^ £ Yapmazsak dış kaynakları kendi (jÇ ffyjKaPatmış olacağız. Kalkınmak için dış v ^ K z o r u r , d a olduğumuzdan ve de-

?svat

Biz eli-

yapacağımızdan 20 milyar olan

93'ten — Ne yapacaksın oğul, kim olduğu­

mu? Nereli olduğumu? Bu garip dört ihti­yarın hâlini hatırını soracaksın da ne ola­cak sanki?..

Konuşma bu minval üzere devam e-dip gidiyordu. Bir bayram günü idi. Türk­ün esir edilmek istenişinin sonuncusun­dan kurtulduğunun, büyük zaferlerden biri kutlanıyordu. 30 Ağustos şenliklerinin ya­pıldığı yerde; dört yaşlı çınar sakin, ses­siz ve son derece vakur. Kim bilir, neler geldi neler geçti? Bu yaşa gelinceye ka­dar. Yüzlerindeki çizgiler, sırtlarındaki kanburlar canlı şahittiler. Dinlemek lût-funda bulunsanız çok şeyler anlatacaklar bu şahitler. Fakat, kimse dinlememiş. Din lemek isteyen kendini bilmezlere de ko-nuşmamışlardı. Şahitler de biliyorlardı, kimin kim olduğunu! Elbette bilirlerdi. On­lar da yaşamışlar bir o kadar yıl. Bir o kadar yıl. umur görmüşlerdi.

— Bak oğul, madem ki, çok istiyor­sun, anlatayım. Zaten bu yeni yetmeler akıllarına koyduklarını isterler, büyük din­lemeden, akıl danışmadan her şeyi yapar­lar. Heyhat! Yaptıkları bir eme yarasa da, yüreğim yanmasa.

— Bak hele! Abdullah beri bak! Bu çocuk bizim Bekir Çavuşa ne de benziyor. Hey gidi Bekir Çavuş hey. Ne yaman as­kerdi. Cennet, mekânları olsun. Neslimizi tamamen kaybettik. Geçen yıl, bizim nesil­den olup da 93 harbine katılan, bir arka­daşımızı daha toprağa verdik. Son acımız o oldu. Bana kalırsa oğul; uğruna kan dök tüğün, can verdiğin, herşeyini kurban et­tiğin torunların bu hale gelmesini görmek tense; bir an önce Tanrı'ya kavuşmak da­ha hayırlı olurdu. Ama olmadı işte. Ölüm istemekle, ömür tükenmiyor. Cephe ar­kadaşlarımıza, torunlarından, kötü haber­lerin sonuncusunu bizler götüreceğiz za­hir. Bizim de kaderimiz bu herhalde. Eli­mizden, hayır dua etmekten başka ne ge­lir...

Bu yiğit, bu civanmert, bu koçak mil­letin dört ulu çınarından biri, böyle konu­şuyordu, zafer bayramının kutlandığı yer­de. Kimsesizdiler, ellerinde bastonları,

az gelişmiş ülkelerde köylü pofpoflanır, sanayi ülkele­rinde de tersi olur.

Az gelişmiş ülkelerde köylünün enflasyondan isti­fade ettirilmesi ilk plânda makul gibi görünürse de, al­datıcıdır. Tam anlamıyla millî kalkınmayı köstekler, bal­talar. Çünkü, millî gelir itibarî olarak artar, gerçek bir artma olmaz. Bu yol sakat ve ileriyi görmeyen bîr siya­si ve ekonomik tercih yoludur.

Ekonomik gidişi reformlarla düzeltilmiş bir alt ya­pıya oturmak ve ona sağlam bir işleyiş kazandırmak, is­tikrarı daima gözetmek şarttır. Halkın mutluluğu, kal­kınmanın geleceği için başka çıkar yol yoktur.

Reformları uygulamada hükümet kendini sorumlu­luktan kurtarmak için, hazırlanan tasarıları halkoyuna sunmalıdır. Halk kabul ederse, kuvvetli bir icraata gi­rişmek iktidarını kendinde bulur. Demokratik idareler için tek çıkar yol da budur.

Halk dalma çoğunluk anlamına geldiğinden, çoğun­luğun yani halkın menfaatine göre İşlemeyen rellmlerin bir dayanağı, halkçı ve insancıl niteliği yok demektir Bunun için, politikacılar daima çoğunluk lehine kararlar almak zorundadırlar.

Türk halkı yüzyıllardır geri kalmışlığın pençesinde kıvranmaktadır Sathî tedbîrler onun derdine, dâvasına cevap veremez. Temelden değişiklikler gerekir. Toprak tarım ve köy reformunun bir arada düşünülmesi ve be nimsenmesi gerekir. Nitekim çağdaş İnsan, medenî her türlü unsura, vasıtaya sahip olandır. Köylünün yaşayışı nı değiştirmedikçe, yani o, şehirli bir yaşayışa kavuş­turulmadıkça kalkındırılmış sayılmıyacaktır. Çünkü köy lünün yaşadığı ortam tamamen düzelmedikçe cebinin para veya altın ile dolmasının blr değeri olmayacaktır Bundan da anlaşılacağı gib! blr iktisadî devrim yanında zihniyet devrimine de ihtiyaç vardır.

alelade bir yere oturmuşlar, mahşerî ka labalığa bakıyorlardı, ufka bakarcasına gözleri kısık, dikkatli, zaman zaman kes kinleşen ve bir zaman sonra durulan göz-lerlp

tiir başka köşede, kutlanan bayramın kahramanları toplu haldeydiler. Onlar da tıpkı 93 harpçileri gibi gariptiler. Ölüme giden onlardı. Çarık giyen onlardı. Yetim­leri olan, öksüzleri olan onlardı. Fakat, za­fer şenlikleri yapanlar başkaları idi.«Kimdi bunlar? Hangi muharebeyi kazanmışlardı da bugün burada toplanıp, şenlik yapıyor­lardı?» Bu soruları içinden soruyordu anıa, cevabını da hemen veriyordu: «İstiklâl Harbinden bu tarafa Türk Milleti başka harbe girmemişti. O halde bu şen­likler bizim içindir.» Bu düşüncesi fazla rahatlatmıyor. Buna rağmen, yine de gu­rurla tebessüm ediyor kazandığı bir zafe­rin milleti için bayram olmasından: «Peki bize karşı bu ilgisizlik neden?» Bu soru yüreğine bir hançer gibi saplanıyor. «Han­gi eller sapladı bu hançeri? Ne de zalim acısı var. Bir türlü geçmiyor. Oysa İstik­lâl Harbinde aldığımız süngü yarası bile bu kadar acı çektirmemişti.» Bir anda yal­nızlığını farkediyor. Bu kadar kalabalık sanki başka bir millettendir. Evi, karısı, çifti, çubuğu aklına geliyor, koşarak bay­ram yerinden uzaklaşıyorlar.

Evine, sabah merasime giderken üze­rinde olan neşesinden zerre kalmadan dö­nüyor. Karısı şaşkın :

nen var, ne oldu?» diye — «Efendi soruyor.

— «Hiiç!» diyor. «Biraz güneşte fazla kaldım herhalde.» Nasıl söylesin? Zaferi kazanan kendileri olduğu halde, hiç ilgile­nen olmadığını, bayramı kimin için yap­tıklarının bile belli olmadığını. Kadındı o. Böyle ince işlere aklının ermesi gerek­mezdi zaten... Kendi burukluğunu yine. kendi yaşamalıydı...

Evet, zafer kazananların katılamadığı, hor görüldüğü, bir kenara âdeta iteklen-diği bir anlayışa gelmiştik. Canları karşı­lığında Vatan bırakan dedelerine hor bakı­yordu bu yeni nesil. Onları basit, bilgisiz ve geri buluyordu. Buydu Milletin çöküşü, buydu nesiller arasındaki uçurum. Bir mil­let böyle devam ederse, ayakta kalması mümkün olmazdı kolay kolay.

Evet, 93 den kalan dört gazi, İstiklâl Harbinin mücahitleri, sizler ulu, sizler kutlusunuz. Biz yeni yetmeleri bağışla­yın. Vatan'ı ve Millet'i sizler kadar koru­yamadık. Bütün kuvvet kaynaklarının siz­lerde olduğunu biliyoruz. Yüzümüzü sizle­re dönmemiz için çabamız var. Size lâyık olmaya çalışıyoruz. Dualarınızı bizlerden esirgemeyiniz.

IMGI

Page 7: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

DEVLET * 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: 8

M İ

• • «a

IC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • IC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR

HA. . HO

i den biz kaldık!..» Evet kapakta da gördüğünüz bu resimde 93'den kalanlar ne ka-- • manidar bir sahne teşkil ediyorlar. (93'den biz kaldık!..) Ağustos Zaferlerinin yıl-j lümünde sizlere bu konu ile ilgili orta sayfamızda bir röportaj sunuyoruz. Ayrıca carımız Dündar TAS«-R j e köşesinde bu konuya eğildi...

Türk'ün dünya yüzündeki var­ağından bile rahatsız olan dış |r iç düşmanlar, değil esir ola-|ak çeşitli devletlerin baskısı ıltında bulunan yüz milyona ya­lın soydaşımızın imha edilme­lini plânlamak; dünyanın tek hür fOrk Devleti olarak bütün men­fi şartlara rağmen ayakta kal­faya çalışan ve eski toprakları-l'in ancak onda birine sıkıştırıl­mış bulunan Türkiye'yi de par­çalamak emelindeler. Bunu te-fıin etmek İçin her türlü çare-j:' deneyen bu tarihî düşmanla­rımız, son olarak içerde satın Ü'dıkları ne idiyi belli olmayan (dinler kanalı ile Türk milletinin

İaremine kadar girmek, O'nun ıançlarını alaya alarak milleti ökünden sarsmak çabalarına

girişmişlerdir. Seçim dönemine {irdiğimiz bugünlerde bu tarz (arıştırmalar dikkate değer gö-f-'ikmekîedir.

ı İşte, önce Elâzığ'da sonra da funceli'de meydana gelen hâdi­selere bu açıdan bakarak de­ğerlendirmek gerekmektedir. Üç [>uçuk sokak serserisinden ku­rulu ve adına «oyuncu» denilen canatkâr bozuntuları bilmem ne­reden aldıkları paralarla şehir şe l.ir, kasaba kasaba dolaşarak hal h devletine karşı koymaya çağır inaktadırlar. Uyanık valilerin al-fıak istedikleri tedbirleri dinle­memek cesaretini bile gösteren f.u bozgunculara destek olanla-|«n kimler olduğunu açıklamak jetkililerden beklenen en tabii | ak olarak ortada durmaktadır. Tunceli'nde ölen vatandaşlarımı­zın hesabının hem hâdiseye se-£ep olanlardan hem de bu olay-(jrı çıkarmaları İçin yurdun muh fcalif bölgelerine ekipler gönde­ren «enselerin —ki bize göre

asıl sorumlular bunlardır. Ve bunların yuvaları mutlaka dağı­tılmalıdır— hesaba çekilerek, devletin ve milletin huzurunu bozmanın ve parçalama gayret­lerinin hesabı sorulmalıdır.

• Bîr Dekan ve Oyunu O günkü basın artık ciddî cid­

dî saçmalamaya başlamıştı. Ko­nu yine komandolardı. Fakat haberi okuyanlar hayretler için­deydi. Çünkü komandolar, güya Hukuk Fakültesini işgal etmek istemişlerdi. Hattâ bir süre İş­gal etmişler, daha sonra da vaz geçmişlerdi.

Oysa, okuyucuların hayretleri­nin boşuna olduğunu gerçekten böyle bir olayın olamıyacağını öğ renebllmelerl İçin Hukuk Fakül­tesi Dekanını İyi tanımaları ge­rekiyordu. Hukuk Fakültesinin sık sık siyasî provakasyon yap­makla tanınan dekanı Uğur ALA CAKAPTAN'ın kimliği, koman­dolara sıçratılmak istenen ça­murun nesebini ortaya çıkarma­sı bakımından önemli idi. Fakat, sadece müfrit bir CHP II oldu­ğunu ve O'nun çıkarları için her şeyi feda edebilecek bir zihni­yette olduğunu bilen okuyucu­lar Uğur ALACAKAPTAN'a kız­mıyorlar, böyle bir dekanın sah­neye koyduğu olayı gerçekmiş gibi kamu oyuna intikal ettiren basına İçerliyorlardı. Halbuki o

mahut basın bu gibi olayları de­ğerlendirmek için daha baştan tedbirini almış. «KOMANDO» tâbirini Milliyetçi Hareket Parti­li BOZKURTLARA yakıştırmış. TEKZİP kapılarını kapamıştı.

Bu durumu gayet yakından ta­kip eden MHP derhal bir bil­diri ile müdahale etti ve Süley­man SÜRMEN (Genel Sekreter Yardımcısı) Partinin İşgal ve boykotlarla ilgili görüşünü bir kere daha açıkladı, MHP'nin as­la ANARŞİDEN yana olamayaca­ğını belirterek şöyle dedi:

«Boykot ve İşgaller mevcut olan huzursuzluğu büsbütün artır mış ve hukuk dışı hareketlerin kol gezdiği vasatın hazırlanma­sında temel muharrik unsur ol­muştur. Vatandaş hukuka güven­meli ve otoritenin ciddiyetine inanmalıdır.

Bugüne kadar yapılagelen bit­mez tükenmez boykot ve İşgal hareketleri millî vicdanı da ya­ralamış ve üniversiteliye olan güveni büsbütün yitirmiştir, öğ­renciler arasında döğüşme ve dalaşmalar, öğrenci • öğretim üyesi arasındaki saygıdan ve sevgiden yoksun çekişmeler ız-dırap verici ve huzursuzluk kay­nağı olmuştur. Bunun İçin biz Milliyete! Hareket Partisi olarak daima bu gayri ciddi ve gayri hukuki hareketlerin karşısında olduk. Hattâ bu hususta nizama yardımcı olmak için de elimiz­den geleni yaptık.

Bizim gençlerimizin Hukuk Fa­kültesinde başlatılan boykotla hiç bir alâkaları yoktur!»

Türkiye'de dini laçka edenlerden biri.. Abdur-rahman Şeref Laç.. Şerefli İslâm dinini masonlara peşkeş çekenlerden biri.. Abdurrahman Şeref Laç... Bu sayın «Laç» in Sabah gazetesindeki başmakale­lerinden birinin başlığı.

«Biz Demirel'e karşı ha?» Bu makalenin altın­da, «Asla» ve «Kat'a», «Haşa» Biz Demirel'e nasıl karşı geliriz, nasıl karşı oluruz?!, havasında cümle­ler.. Sanki Sayın Süleyman Demirel peygamber... Yüzde yüz mason olduğunu kendisinin de bildiği Sü­leyman Demirel'e, bu ibadet derecesindeki bağlılık.. Üç - beş oy için; bir meb'usluk için bu ne riyakârlık?. Üstelik saf, temiz Müslümanları da aldatma, atlatma.

«Biz Demirel'e karşı ha!» Nerdayse Süleyman beyi Hz. Süleyman ilân edecekler... ve ismi anılınca selâvat getirecekler... Bu cemaat gazetelerinin, ce­ridelerinin, mücahit ser muharrirleri. Hem mason­lara, yahudilere çatacaklar, böylece Müslümanlara gazete satacaklar... Hem de, başı, ortası, kuyruğu, etrafı yüzdeyüz mason olan bir iktidarı metedecek-ler, göklere çıkaracaklar.. Bunlar milleti bu kadar da mı safdil sanıyorlar. Sadece onlara bir hâdiseyi ha­tırlatmakla yetiniyorum.. Necmeddin Erbakan hâdi­sesini...

HO! Bu «ha» cılardan sonra, bir de «Ho» cular.. Halk

oyuncularıymış bunlar... Ho simanın müritleri.. Hal­kın arasına girecekler.. Eski kapanan yaraları deşe­cekler, sünni-alevî kavgası çıkaracaklar.. Sonra da geçip karşısına seyredecekler.. Hakikaten bunlar Halk oyuncuları..

Sünni - Alevî, Türk - Kürt, patron • işçi, âmir -memur, zengin - fakir, ilerici - gerici diye Türk milletini parça parça edecekler..

«Ha» cılar Türk milletini kandırıp, uyuşturup, kapitalizmin haramına taliptirler, din mukaddesat ti­careti yapacaklar.

«Ho» cular, Türkiye'yi kızıl emperyalizme peş­keş çekecekler..

ikisinden de illallah.»

Allah bu millete acısın!

SERDENGEÇTİ

• Kendini Bilmek Ağustos'un son günleri pek

çok insanın yüreğini ağzına ge­tiren günlerdi. Bu günler malûm olduğu üzre, ön seçim kulisleri­nin döndüğü ve nihayet önseçim günü idi. Binlerce aday adayı listenin başına geçmek için ne para, ne şöhret, ne de İmkân bıraktı seferber etmedik Bu ara­da, en yakın dostlarını kıranlar, sevdiği İnsanlara iftira etmeye

neyin karşılığı idi? İşte, aday adaylarının tamamını katmak hak anlayışımıza uymaz ama, büyük ekseriyeti İçin doğru olan şey menfaat İdi. Oysa, bir mem­leketin parlamentosuna seçile­cek bir kimsenin en azından o memleketin dertlerini çok iyi

kadar işi ileri götürenler, oldu. Delegelerin, elde edilmesi paha­sına siyasî ahlâkı bir yana bıra­kın, insan olma haysiyetinin çizgisinden çıkanlar da görüldü. Bütün bu olanlar ve yapılanlar

değilse bile iyi bilmek mecburi­yeti vardır. Bu mecburiyeti ken­di nefsinde duyan kaç aday ada* yıvar dersiniz?.

Dünya milletlerinden parlaman ter sistemle idare edilenlerin tetkiki bizim parlamentomuzla mukayese edilirse, vasıf bakı­mından bir hayli gerilerde oldu­ğumuz görülebilir kanaati, yay­gın bir kanaatti.

SEBEP NE OLA?

Bizde parlamentoya seçilme mücadelesi yapan insanların,

Page 8: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

DEVLET * 1/EYLÜL/1969 * SAYFA ı 9

•• •• DÜŞÜNCELER • IC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • IC OLAYLAR

D 0 » 9 © 0 »

genel olarak, siyasî partiler ta-tarafından zorla politikaya soku­lan kişilerden terekküb etmiş Olduğu görülür. Böyle olunca, o kimseler kendilerinde milletve­kili veya senatör olmak için ara­nan vasıfların mevcut olduğuna hükmediyor. Halbuki, siyasî par­tilerin davranışı tamamen, o bölgeden alacakları oyların he­sabına dayanmaktadır. Bunu açıkça söyleyemezler, bu yüz­den de pek çok iyi niyetli İn­sanı politika bataklığına hiç hazırlıksız iteklemiş olurlar. Ne yazık ki, bu şahısların çamur­dan kurtulmaları İçin, yardım da edilmez, sonunda onlar da bu bataklığın bitkileri haline gelirler, tam yetişkin olmadu-ları için de kısa bir müddet son­ra tükenirler.

Siyaset yapacak kişilerin or­taya atılmadan önce, hangi gaye ile bu sahaya atıldıklarını kendi kendilerine hesaplamaları, bir durum muhakemesi yapmalrı en doğru yol olsa gerektir. Zira. şu veya bu siyasînin telkini ile konuyla ilgilenmeye başlayan­lar, kısa bir müddet sonra bu bataklığın vâdettiği parlak, fa­kat kof şeylerin hayaline kapıl­maya başlarlar, ondan sonra da bu girdaptan kurtulmaları müm­kün olmaz, kendini her yere

namzet görür. Bu namzet görme safhası e

. «Romanya'da kapitalist ilişkilere güç veren 1829 Edirne Andlaşması oldu Rusların TÜRKLERE karşı askerî zaferlerini saptamış olan Edirne Andlaşması. Bu andlaşma Romanya'ya yönetimsel bağımsızlık tanıyor, içişlerinde serbest bırakıyor, ulusal milisler kurma ve öteki ülkelerle de ticaret yapma hak­kını tanıyordu.»

«Osmanlı ticaret tekelinin ortadan kalkması kapitalist ge­lişmeyi hızlandırdı... Yeni üretim güçlerinin önündeki engel feodal sömürü biçimi ve OSMANLI baskısıydı.»

* «1848 hareketine Romanya'nın da katılması yalnız bir dış

etkiyle anlatılamaz. Romanya'nın da başkaldırması yüzyıllarca sürmüş olan sömürünün sonucudur.»

«OSMANLI İMPARATORLUĞU'nun doğrudan doğruya mü­dahalesi Süleyman Paşa, Ömer Paşa ve Fuad Efendi kanalıyla oldu. 1848 devrim hareketine müdahalede bulunan tek yaban­cı devlet OSMANLILAR değildi. BABIÂLİ bu kez Çarlık Rus-yası ile çıkar birliği içindeydi. Her ikisi de, Romanya'daki dev­rimi bastırmak istiyordu.»

** «Tekrar gelip yerleşen feodalizm olağanüstü durum ilân

etti, her yerde silâhlı muhafızlarını arttırdı, birçok köylüyü de­liğe tıktı ve başka anti-demokratik tedbirler uyguladı. Balçesku gibi devrimciler OSMANLI İMPARATORLUĞU'nun başka yerle­rine sürgün edildiler.»

Okuyucularımdan rica ediyorum. Lütfen yukarıdaki satır­ları bir kere daha okuyunuz. Hem çok dikkatli okuyunuz, çünkü belki size ilk anda bilmece sunuyorum gibi nelecek ama BU YAZIYI KİMİN VEYA KİMLERİN YAZMIŞ OLABİLECEĞİNİ SO­RACAĞIM!..

Kim yazmış olabilir? Romanya'lı biri, bir Türk düşmanı, bir hain olabilir değil

mi?.. Ve herşeye rağmen bir TÜRK'ÜN asla olamayacağına emin

bulunuyorsunuz herhalde. Ama ne acıdır ki, yazarı bir yerlidir (!) Doçenttir. Öğren­

ci yetiştirmektedir. Öğrencileri Türk'tür. Yazı Türkçedir. Ya­yınlayan dergi mahutlardan biri olup Türkiye'dedir.

Bütün dilime gelenleri şu boşluğa sığdırıp yazarının adını sizlere duyaracağım. ( ) Doç. Dr. Türkkaya ATAÖV. Siyasal BÜiyler Fakültesi Öğretim Üyesi... Tarih, 26 Ağustos 1969.

Artık sizlerin dilinize gelenler için ( ) koymanı­za lüzum yok. Serbestsiniz!..

SÜREKLİ DEVRİM..

Mahut haftalıkların birinin kapağı: «Ön seçimde oportünistlere oy verme» ve arkasından kocaman bir ünlem! Hemen yanında iki portre : AREN ve AYBAR. Bi­risi uykulu uykulu bakarken diğerinde «ne oluyor?» der gibi bir ifade var.

Hey gidi 60 sonrasının mahutları, artık papucunuz dama atıldı. Artık ajan oldunuz. Hem de Amerika'nın. O çok sevdiğiniz kapitalizmin. Ama üzülmeyin, aradan za­man geçecek, bugün sizin papuçlarınızı dama atanların papuçları da dama atılacak, onlar da onlardan sonra ge­len yeni yetmelerce «Amerikanofil, ajan, oportünist» diye suçlanacak.

Bırak kafanı kaşımayı. Bilmiyor musunuz bu «sürekli devrimin gereği!»

Kırgın Değilmiş Gazetecinin biri yaptığı ista­

tistikleri almış yanına, gitmiş Paşanın katına. Sormuş : «Ne dersin Paşam, koalisyon olur mu olmaz mı?» Eh görünürde CHP'nin bir varlık gösteremeye­ceği ortada, Paşa elini şakağına götürmüş, soğuk soğuk terlemiş mi bilmiyoruz; «Koalisyon ola maz!» demiş. Ve hemen arka­sından — seçimsel yatırımla karışık — ilâve etmiş : «Hiç kimseye kırgınlık göstermedim.»

Allah söyletiyor. Ne denir. Fakat millet hafızasının unut­

madığı, unutamıyacağı bazı söz­ler var. Yine Paşaya ait. Biraz eskice ama unutmuyor millet. Yazalım da merak etmeyin :

yıllardan 1950. Seçim yapılmış. Paşamız kaybetmiş, Çankaya' dan ışıl ışıl Ankara'ya bakıp mı­rıldanmış «NANKÖR MİLLET!»

Tabii millet de sıfatını (!) unutmamış.

ASIM

tehlikeli safha olur, sadece eş, dost kırmakla kalmaz şahsiyet­ler de sıfıra müncer olur.

İşte Ağustosun son günlerinde biz, bunların pek çoğunu bir arada görme şanssızlığına uğradık. Bilhassa büyük partiler­de olan çekişmeler ibret verici sahnelerle dolu idi. Memleket ve Millet uğrunda çalışmayı ideal edinen kimselerden kurulu siyasî partilerde bu davranışlar mevcut değil denemese bile askerî seviyede idi.

Milletvekilleri seçimlerine yaklaştığımız şu günlerde, kişi­lerin kendini bilmelerine en çok

OKUYUCULARIMIZA, GEREK BİZZAT GELEREK VE GEREKSE MEKTUPLA OKUYUCULARIMIZ DEVLETİN ESKİ SAYILARININ NASİL TEMİN EDİLEBİLECEĞİNİ SORMAKTADIRLAR. P. K. 284 BAKANLIKLAR ANKARA ADRESİNDEN TEMİN EDİLEBİLİR, DUYURURUZ.

SAĞ - SOL KAVGASI

Yazan : SÜLE/MAN SÜRMEN

İsteme adresi : Konur Sokağı Rona Ap. Kat 3

Kızılay - ANKARA

310 sahife fiyatı 10,— lira

Butun Kitaplarda Talebelere

•XS>oG5C« *£>«<3a» «= )»G=» <

Sebat

Milletin omuzlarında milleti ayaklar altına alanlar. (Zirveye tırmanmak, ne güzel şey)

B A Y İ L İ K T E Ş K İ L A T I 2 0 t e n z i l a t . ı,,,; ı

Mi l l i ye tç i v e a p ı l i r . Mukaddesatçı k i t ap la r ı A n k a r a ' d a e n e m i n şek i l de t e ' m i n

e d e c e ğ i n i z m ü e s s e s e . > Jttııktz,: 3gma @ail.

(Rlkıalan. f{)aıajL v \ (İl&. i4 JLızday

) dn kata J + $<tbe : A'actbaıjtam

/ r~iııfa Kdtfisı 'J(o 27 i hıleata n

Page 9: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

* >EVLET • 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: 10

Arkamdan bir tanıdık ses.- Bir dost sesiyle çağrılıyorum... Ağaçların koyu gölgeleri arasında Ahmet Yücel'i görüyorum. «Ağabey, ağabey» di­yerek koluma giriyor. Zarif bir gülümsemeden sonra anlatmaya başlıyor: «Dün gece bir rüya

, gördüm... Tesirinden halâ kurtulmuş değilim... Be­yazıt Camiinin avlusundayım. musalla taşında si-

! yah örtülere sarılı bir tabut, tabutun ardında mey-\ dam dolduran bir topluluk, hayır bir (Cemaat-»

Kûbra), saygı ve hürmeti hak etmiş kadri yüce * bir imam. Hacı Abdurrahman efendi hazır bulunu­

yor. — ER KİŞİ NİYYETİNE — namazı kılınan bu er kişinin kim olduğunu öğrenmeye vakit kalma-

I dan imam efendi cemaata dönerek titreyen, yakıcı ve tesirli bir sesle hitap ediyor: — MUHTEREM CEMAAT, Ahmet Yücel beyin îmanh. amel-i salih

[ sahibi ve ehli sünnet vercemaattan olduğuna şa­hadet eder misiniz? Bu sual karşısında yüreğim

i ağzıma gelecekmiş gibi heyecanlandım. Demek tabutta yatan, namazı kılınan ve şu cemaattan tez­kiyesi istenen ben misim. Şehadetlerine müracaat

l edilen topluluğun vereceği cevabın müspet olup M olmayacağını merak ve endişesi içerisindeydim.

Seneler kadar uzun gelen bu birkaç saniye içinde saflara göz gezdirmeden kendimi alamadım. Beni eksikli bulan, sevgisini kazanamadığım, hatırını kırmış olduğum veya acı tenkitlerime hedef tuttu­ğum, hüsnü şahadette bulunmayacak bir kişi bu­lunabilir mi? sualini aklıma getirmek bana ürperti veriyordu. Bize sağlığımızda birlik ve beraberlik içinde belli hedeflere varmak azmiyle müşterek çalınmanın hazzını tattırmayan üstad. ağabey ve arkadaşlarımızın hepsini yan yana, omuz omuza, toplu olarak bir arada görüyordum. Aman ALLAH'-im bu ne göz yaşartıcı manzaraydı. Bu seçkin ve asil topluluğun bir CEMAAT-I KÜBRA teşkil eder­cesine toplanmasına madem ki ölümüm sebep o-iuyordu, keşke on, /Irml sene önce ölseydim de. bu muhteşem, birlik ve beraberliğin, ümit ve aş­kın sembolü olan cemaat teşekkül edeydi, diye düşünmeğe bile vakit yoktu. Zira, önlerinden geç­meye haya ettiğim, el öpüp dualarını aldığım ulu kişiler... Ağlamaktan gözleri şişmiş arkadaşlarım, yüzleri rengini kaybetmiş ağabeylerim ve çoğu za­man acı tatlı tenkitlerime hedef olan gönüldaşla-

j rım, beni Hak huzuruna ak alinin çıkaracak şeha­det* Î bulundular Göklere yükselen şehadet ederiz sedası içimdeki bütün değişik duygu ve düşün­celeri bir bıçak gibi keserek tam bir kalb huzu­runa kavuşturdu. Sevinç ve heyecanımdan göz yaş tarımı tutamadım. Cemaat ağlıyor, ben ağlıyor­dum, içlerinde bulunan bazı ağabey ve arkadaş­larım hakkındaki bes'ediğim zanda yanıltmış ol­mamdan dolayı vücudumu ter basmıştı. Onları ku­caklayıp kendilerinden özür dilemek, helâlleşmek ve minnettarlığımı sunmak arzusu ile saflara yö­nelirken kendimi tabutun içinde his*-"'er ç.ibi ol­dum. Üzerimi örten siyah örtünün üzerinde yazılı Kelime-i Tevhid vücudumu ana kucağı sıcaklığına denk bir rahatlık ve yumuşaklıkla kuşanmıştı. Gök lerde uçan bir kuş kadar hafiflemiş, sırtımdan ağırlıklar inmiş gibiydi. Muhitimi kuşatan, görüş ufkunu daraltan duvarlar yıkılmış, mesafeler açıl­mıştı. Ufuklar ezelle ebedin ittisal ettiği noktalar kadar genişlemiş, ıtır kokuları, erguvani renkler etrafımı çepçevre kuşatmıştı. Tabutum omuzlar üzerinde yükselirken dökülen her damla yaş, ya­nan yüreğime serpilmiş su serinliği veriyordu. Edirnekapı mezarlığına ulaşılınca Allah, Allah de­dim, sanki kalbimden geçen biliniyor, Mehmet Akif, Ahmet Naim ve Hasan Basri hazretlerinin burada metfun olduklarını biliyor bu ulu zatlara yakın olarak gömülmeyi arzu ediyordum. İşte bu arzum da yerine getiriliyordu. Ne acalp ve izahı zor bir hal içinde*"4'"" v«» Pahbi'

Ben, hem tabutun içindeydim, hem de omuz­larda taşınışımı ve sel gibi akan cemaatı görerek intihalarımı değerlendirebiflyordum. Elden ele ile­tilen tabut, mezarıma yaklaşırken gözümden renk­ler, ışıklar, şekil ve suretler silinir gibi oldu. Nu-ranî bir parlaklığa bürünen, ortalığı ruhaniyet âle­minin tatlı meftemieri serinletirken bulutlar ara­sından gülümseyen üç nuran! sima bana gel ev­lâdım diye ellerini uzattılar. Hayalimin sultanı vs neslimizin rehberi olan, kendilerine kavuşmak is-tiyakiyle yandığım Mehmet Akif, Ahmet Naim ve Hasan Basrl hazretlerinin İstikbalime geldiklerini hatifi bir sesle öğrenince kendimi kucaklarına bı­rakmıştım.

Semalara doğru yükseltilirken, rüzgârlayın eser, bülbülleyin öter, goncalayın kokar gibi çi­çekler, tarhlar, köşkler ışık ve renk meşheri ara­sında yol alıyor, yol alıyordum. Akif merhumun lâtif ve sıcak bakışlarını üzerimde hisseder gibi olmuş ve ağzından çıkacak sözleri kaçırmamak için dikkat kesilmiştim. Okşayıcı, iç açıcı, yumuşak fakat bazan da perde perde yükselen bir sesle

***&mmmmmmmmammmtmummmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm

Ahmet Yüceliri

Rüyası tenezzülen bana şöyle hitap ett i ler: Evlâdım, bel demize sefalar getirdin sekiz gündür cümle ervah yolunu bekleriz. Arkadaşların seni bırakmamak İçin âdeta kadere meydan okurcasına ayak dire­miş, akan kanına bedel kan verelim, tek sen kur» tulasın demişler. Yüzelliyi aşkın memleket evlâdı kan merkezine koşarak hamiyyet yarışında biri di­ğerinden geri kalmamış. Vücuduna elli torba kan verilmiş bir hafta müddetle bu fedakâr ve hamiy-yetll gençlerin temiz kant damarlarında dolaşmış. Bir fani için bu ne göğüs kabartıcı mazhariyet, bu ne bü yükbir vefakârlık ve sadakat örneğidir. Eğe' sağlığımızda böyle çarpıcı bir tablonun şahidi ol­saydık, Safahat'ımıza bir sekizincisini ilâve etme­mize sebep olurdu.

lüğümü belirtmiştim. Ve milletçe millî bir kıyama kalkarak düşmanı denize dökmüş, zafer neşidesi olarak da İstiklâl Marşını yazmıştık. Daha sonraki yıllarda öyle hâdiseler oldu ki biz de tekrar ümit ve azmimizi handise kaybetmek üzereydik. Zafer güneşi küsufa uğramış gibiydi. Hilâl, ezan ve şü­heda gibi kelimeleri elfaz-ı islâmiyedendir diye istiklâl Marşını değiştirmek cüretinde bulunan pespayelere karşı ne kalkan bir el, ne de haykı­ran bir dil gördük. (Taş taş bünyan-ı mersus yı­kılırken) göğsünü bu yıkım ve izmihlale karşı ge­ren tek bir kişi çıkmadı. (Şirazesiz bir kitabın ec­zaları gibi) millet varlığı param parça olur ve fertleri birbirine bağlayan ve millet vakıasını mey dana getiren mukaddes dokuyu, lâğım fareleri ke­mirip parçalarken ne gencinde bir kükrme ne ih­tiyarında bir feryad duyduk. Deveti Âliyeyi Osma-niyenin en kudretli taçdarlarına bile Hak namına kafa tutan ve onları Hakka davet eden Zembilli Ali efendilerin, ibni Kemallerin yetiştiği beşyüz yıllık şerefli bir maziye sahip koskoca Darülfünun­dan ne bir içtimaiyatçının ne bir tarihçinin ne da bir mütefekkirin bu gidişe «dur!» diyen sesini duyduk.

Lillâhil hamd bıraktığımız yerden harekete ge çen ağabeylerinizin mukaddes emaneti yüklendi­ğini, yıkılan koskoca bir medeniyetin enkazı için­de buldukları asarı, yeni terkiplere giderek, na­zarlarınız önüne sürmeye çalıştıklarını duyduk. •Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes, Ey kahbe rüzgâr artık ne yandan esersen es.» diye haykırarak ortaya atılanların ülkümüzün ya­yılması, benimcenmesi ve kıvama gelmesi yolun­da pek çok emekleri geçmiş, fakat onlar da kor­kunç bir gafletin içine yuvarlanmış, sen ben kav­gasına düşmüş. Her biri bir kurtarıcı edasına bü rünüp, siyaset sahnesinin, fikir meydanının post nişini olmuş... Sizlere belli bir inanç ve ideal aşı­lamakla beraber kalplerinize sizi birleştirip topla yıcı, "Böyük hamlelere sevkedici gerçek güç kay­nağını, yani hakikat sevgisini, Hakka teslimiyeı duygusunu, aşılayıp geliştirmeyi ihmal etmişler. Taklitçi, dedikoducu, parçada boğulucu .olmak­tan alıkoyacak iç müeyyideyi size kazandı­ramamışlar. İçinizde heder olup giden kabiliyetleri keşfedip hamiyyet kanatlarını oerecekleri, kabili yetlerinizin gelişmesi istikametinde koruyucu ve kurtarıp; her türlü tedbiri alarak, yetişme ve ge­lişme sahaları açacakları yerde, söylemekte fay­da görmediğimiz işlerin peşinde koşmuşlar.

Bu neslin acıklı hikâyesini Remzi Oğuz'un, Rahmi Eray'ın, Hızaloğlu Zihni'nin ve Sait Mutlu'-nun ağzından çok defalar içimiz kan ağlıyarak din-lemişizdir.»

Hazret coşmuştu. Ölümünden bu kadar sene sonra memleketimizin ve neslimizin bugünkü du­rumunu en ince teferruatına kadar bilmesi beni şaşırtmıştı. Konuşmasını heyecanla takip ediyor­dum. Hazret sesini yükselterek tekrar konuşma­ya başladı: «Bu bir türlü birleşemeyen, anlaşama­yan gayret ve himmeti bir noktaya hasredemeyen neslin, ağabeylerinizin Hak huzurunda davacısı ben olacaktım. Fakat senin bu âleme göçüşün es­nasındaki gösterdikleri sıcak ve samimi alâka, seni ancak sana ve onlara yakışır bir tarzda yolcu etmeleri kalbimden bu arzuyu siler gibi oldu. Ümi dim odur ki. bu ağabeylerinle geride bıraktığın nesl i necip elele verip bütün ayrılık, fitne, dedi­kodu ve küçük hesaplara karşı seil-i seyf ederek karşı çıksın. Bütün maniaları aşarak Şeyh Galib va r i :

«Ölme var, ayrılma yoktur öyle tuttum damenin» diyerek bir daha bırakmamak üzere Allah'ın ipine sımsıkı sarılsınlar. Senin kurtulman için gayret gösterenler elbette kader'in hükmünü tevkif ede­mezlerdi. Kader göçmenizi mukadder kılmıştı. Fa­kat aynı samimî gayret ve birlik havası içinde; aym azim ve irade ile dinü devletle mülkü mille* t in ümranı için çalışılırsa yükseliş ve itilâ kapıla­rı açılacaktır. İNŞALLAH bu büyük ve çileli işin üstesinden gelinir.

Evlâdım, sözü farkında olmadan uzattık, şair­liğimiz tuttu, gönül denizi dalgalandı. Seni burada daha fazla alıkoymak insafa muhaliftir. Zira mil­yonla ervah başlarında, Selçuk Sultanları, Devleti Atiyeyi Osmaniye'nin uluları, Horasan erenleri, Rumeli beyler], Türkistan şehldleri biran önce se­ni görmek için sabırsızlanıyor ve tehalük göste­riyorlar. Artık onların katına çıkmak zamanıdır.»

Kulağıma gelen bir sesle gözlerim açılıyor, yatağımdan fırlıyorum, vücudum ter içinde kalmış, kalbim heyecanla çarpıyor, biraz kendime gelir gibi olunca anlıyorum k i : Bizim için bir rüya olan sev­gili Ahmet rüyasını bize rüyamızda anlatmış. Anlaşı lan, rahmetli orada da boş durmuyor. Bizleri Akif ve Naim merhumların karşısına çıkarıp başımıza yıldırımlar yağdırtıyor. Himmetin var, kabrin nü* olsun...

Aodûlbh Dervişoğlu ——— — — — — — — ~ »

A ah inancı, din duygusu ve millet fikri olan herkesle merhabalaşman, dirsek temasını devam ettirmen, aralarındaki ilim ve fazilet bakımından derece farkına rağmen bir HATTI MÜSTAKİM üze­rinde bulunmalarına çalışman tabutunun başında bahsi edilen o seçkin cemaatın toplanmasına se­bep olmuş. O kadar ki «gelin yapmayın, etmeyin, küçük hesapları bırakın. Büyük, çetin ve omuzlar çökertici bir dâvanın takipçilik vazifesini kader sizlere lâyık cörmüş. Maslahat bu dâvanın gerçek-leşmesindedir. Maksat ve maslahatı nefis ve gu­rurunuzun hatırı için feda etmeyin. Falancılığı f i-lancılığı bırakın. Meşrep ayrılığını, mezhep ayrılı­ğı haline getirmeyin. İman ve amelde birlik olduk­tan sonra meşreplerdeki farklılık gayret ve him­metin birleşmesine mâni değil» diye feryad etmek ten sesi kısılan hamiyyet erbabı ile kendi iç dün­yaları gibi dünyanızı, memleketinizi, İstanbul'u hat tâ Marmara Kıraathanesini bölerek, parçalayarak dairelere ayırma gayreti içinde olanlar... Oturduk­ları masaları bir post kabul edercesine sinek ka­panlar misali kendilerine tilmiz ve peyk arayan­lar... Aynı dert aynı gaye ve aynı ızdırabın adam­ları oluşları şüpheden beri iken, birbirlerine Tan­rı selâmını hangisinin daha öne? vermesi lâzırr; geldiğinin hesabı içinde olanlar Millet-i İslâmiye-yi birbirine bağlayan bütün rabıtaların koptuğu ve­ya gevşediği bir zamanda Allah'a uzanan ellerin birleştirilerek mi, yoksa açılarak mı kaldırılacağa na, başa giyilecek takkenin siyah mı yoksa beyaz mı olacağına, dair münakaşalarla topluluğu meş­gul edip. yapılması farzı ayın hükmünde olan nice hizmetin ifasından gafil olanlar! Milliyetçilik, din­darlık ve insanlığı kendilerinde başlatıp yine ken­dilerinde bitiren, kendi şahıs veya zümrelerinden başka, şahıs ve zümreye hizmet etme şans ve hakkını tanımayanlar... Türklük mü önce gelir müs lümanlık mı gibi icapsız ve akılsızca ortaya atıl­mış deli saçması suallerle neslinizi birbirine dü­şüren, cephenizi parçalayan ve parçalardan her­hangi birinin başına geçme rolünün kendisine ya­kıştığını sanarak, haşa, o havanın verdiği sarhoş­luk İçerisinde Türkçülük ve Müslümancılık oyunu oynayanlar. Mensup bulundukları parti, kulüp hat­tâ derneğin içinde ve dışındaki rakiplerine daha güçlü görünmek için bazı siyaset dışı has kuru­luşlara tasalluttan nefislerini men edemiyenler... Velhasıl milliyetçi ve mukaddesatçı bilinen herkes senin cenazende hazır bulunmuş, yanyana gelmiş, namazım kılmış ve Hak huzurunda îman ve lyl amel sahibi olduğuna şehadet etmişler. Bu hadise — senin meziyetlerinin oynadığı rolü inkâr etme­mekle beraber -— milletin özünden sökülüp atıla-mıyan bir cevher-l aslinin tezahürüne de vesile olmuştur. Bir felâket ve musibet ânında batış ve yıkılış yıllarında dumura uğradığı sanılan bu asil duygu birdenbire kabarır. vadileri dereleri doldu­ran bir umman olur. Bunun nice canlı misallerin­den birini sağlığımızda görmüşüzdür. Mütareke yıllarında :

«Ruhum benim oldukça bu îmanla beraber, Oçyüz sene, döryüz sene, beşyüz sene bekler.»

diyen Nazif bey biraderimize :

«Beşyüz sene bekler mi, nasıl bekliyeceksin?» diye çıkışarak memleketin maruz kaldığı felâket­ten kurtulması hususundaki sabır ve tahammülsüz

mm

Page 10: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

DEVLET * 1/EYLÜL/1969 * SAYf A Î f t

Adalet Partisi'ne oy veren vatandaş ekseriyeti, Müslümandır, muhafazakârdır. CHP devrimciliğine, yani Tanzimat'tan be­ri devam edegeien köksüzlük hareketine karşıdır. Bu halkın nezdinde komünistlik, solculuk en büyük alçaklıktır, son derece ayıp bir şeydir! Komünist demek, bütün kötülükleri nefsinde toplamış, âdi kimse demektir. Bu kelime, bir hakaret lâfzıdır. Masonluğa gelince, bunu da teferruatı ih­mal ederek, dinsizlik olarak anlamış; ma­sonların, kendi maneviyatına yabancı ve uzak kimseler olduğuna kat'i kanaat ge­tirmiştir. Bu anlayış ve değerlendirme, el­bette yanlış değildir; aksine şahane bir sağduyu eseridir. Kısacası Türk halkı, ile­rici geçinen inkılâp softalarının, solcu, komünist ve masonların gerici, yobaz, şe­riatçı, ırkçı, turancı, kafatasçı filân diye­rek kötülemeğe çalıştıkları ve ittifakla can düşmanı oldukları; Türk • İslâm sen­tezine bağlı, samimî mü'min ve vatanse­ver milliyetçilerin dünya görüşüne bağlı­dır. Milliyetçilerin, düşman grupları çile­den çıkaran, mânâlarına gönül vermiştir. Daha doğrusu milliyetçiler, bu halkın, bu milletin bağrından çıkmış öz evlâtları ola­rak mânalarını milletlerinden almışlardır. Halkımızın Adalet Partisi'ne teveccühü de, bağlı olduğu mânaların amansız düş­manı olarak gördüğü CHP nin şerrinden uzak olmak kaygısından ve AP nin bu mâ­nayı temsil ettiği zannından ileri gelmek­tedir.

Bugün artık kat'iyetle anlaşılmıştır ki, AP nin tutumu, durumu, icraatı ile; partiye hâkim olan kadronun zihniyet ve yaşayışıyla Türk milletinin bağlı olduğu ulvî mânaların hiçbir irtibatı yoktur. Bu husus pek çok hâdise ile sabittir. En son Ve artık eblehlerin bile gözlerini açacak misâl Odalar Birliğindeki durumdur.

Odalar Birliğinin eski başkanı Sırrı Enver Batur adlı bir masondu. Bu adamın tekrar seçilemiyeceği belli olduğu için, masonluğunu inkâr ederek AP ne Genel Başkan ve sonra da Başbakan olan Süley­man Demirel Hükümeti tarafından bu mü­essesenin seçimleri, uydurma bahaneler­le ertelendi. Yalnız, karşı taraf hazırlıklı olduğu için oyun boşa gitti : bir başka uygun usulle yine mason Sırrı Enver Ba­tur düşürüldü. Yerine Prof. Necmeddin Erbakan seçildi. Hükümet, masonlar, ya-hudiler elbirliği ile Erbakan'ı indirebilmek İçin bütürv güç ve imkânlarını seferber et­tiler. Nihayet, «Masonluğum en büyük iftî-harımdır» diye beyanat veren mason Sırrı Enver Batur, tekrar ve kanunî formülüne uydursalar bile, yüzde yüz haksız bir ta­sarrufla, Odalar Birliğinin başına oturtul­du.

Profesör Necmeddin Erbakan'ın güna­hı, taksiratı nedir? Bizzat mason gazete­lerinin yazdığına göre : Erbakan Müslü­mandır. Müslüman ve dindar çevrelerle îner, kalkar. Namaz kılar. Hattâ Odalar Bir liginin modern binasının alt katını mescit haline getirmiştir. Oruç tutar, çevresinde­kileri de oruca teşvik eder. Kapkaççı gay-rimillî yahudi ithalâtçılara karşı millî sa­nayii ve namustu sermayeyi, müslüman Anadolu sermayesini savunur. Zeki ve ka­biliyetlidir. Odalar Birliği'nin işlerini fev­kalâde çekip çevirecek ehliyettedir. Kısa zamanda parlaması ve şöhret yapması, kuvvet kazanması mümkündür. Bu kazanı­lan kuvvetin yahudi sermayesinin ve ma­son saltanatının zararına olacağı hesaplan maktadır. İşte bu günah ve özürlerinden (!) dolayı Odalar Birliği Başkanı olmama­lıdır. Mason biraderler böyle ister Hahu-di sermayedar böyle ister. Solcu namus-

KUVVET;

FAKAT

KİMİN

ELİNDE

suzlar, güya kökü dışarda sermayenin karşısında oldukları halde, İslâm ve Türk düşmanlıkları her şeye galip olduğu için böyle ister. Ve Islâmköylü, yalan söyle­yip masonluğunu gizleyerek AP Başkam ve ordan da Başbakan olmuş Süleyman Demirel, masonluğuyla iftihar eden bira­deri, üstadı Sırrı Enver Batur'u getirip başkanlık koltuğuna oturtur. Geçmişi ve istikbâli ne olursa olsun, bu hâdisede İs­lâm - Türk'ün maneviyatını, menfaatini temsil eden Erbakan uzaklaştırılır. Erba­kan, gerçekten solcu, mason ve yahudile-rin zannettiği adam mıdır? Nereye kadar müslümandır, ne kadar mücahittir? Bilmi­yorum. Yalnız, değil mi ki, şer cephesi «onu öyle zannederek karşısına geçmiş ve uzaklaştırmıştır, mesele bizim ilgimizi çe­kecek bir mahiyet kazanmış demektir. Zi­ra Odalar Birliği'nden kovulan Erbakan'ın şahsı; masonları, yahudileri asıl tedirgin eden bizzat Erbakan değildir. Onlar asıl,

Selim SAMI

İslâm îmanından ve Türklüğün «Hakkım!» diye şahlanacak kudretinden ürküyorlar. Bu mânaları da Erbakan'ın şahsında teveh-hüm ettikleri İçin ona saldırıyorlar. Bizim şahsı hakkında hiçbir kıymet hükmüne sa­hip olmadığımız Sayın Profesörü savunu­şumuz da işte bu hâdise çerçevesinde temsil etmek durumunda olduğu mânalar sebebiyledir. Yoksa bir kere kovulduğu ve kendisini can düşmanı ilân etmiş, en son oturduğu koltuktan bir tekme ile hak­kı hukuku çiğneyerek uzaklaştırmış olan­ların kapısına büyük bir pişkinlikle tekrar başvuran bir Erbakan o kadar savunmaya değer bir şahsiyet olmasa gerek. Meğer ki pek hususi hesapları olsun.

Her ne hal ise... Odalar Birliği mese­lesi bizatihi ne kıymet ifade ederse etsin, delâleti bakımından mühimdir ki , o da, daha önce işaret ettiğimiz gibi, AP nin, Türk milletinin maneviyatı ve menfaati ile esastan bir ilişiğinin kalmadığı hususu­dur. Bu zaten belliydi; bu hâdise ile bir kere daha belli olmuştur.

AP de sağcı, milliyetçi olarak tanı­nan bir grup vardır. Gerek bu grup, gerek­se taşra teşkilâtının ileri gelenleri Demi-rei'in masonluğunu, partiye hakim olan kadro ve zihniyetin Müslüman Türk mil­letine uzak ve yabancı, hattâ şer olduğu­

nu bilirler ve itiraf da ederler. Herkesin bilmediği, binbir perde gerisi olay da an­latarak sözlerini kesin delillere bağlarlar. Buna rağmen partide kalış mazeretleri şu­dur : «Bütün bunlar böyledir ama, ortada bir kuvvet var. Bunu bırakıp gitmemiz uy­gun olmaz. İçinde bulunmak suretiyle az da olsa fikrimiz ve dâvamız için istifade ediyoruz. Ayrılsak onu da kaybederiz!» Bu daha ziyade mebus, senatör olanların fikridir. Taşrada da başlıca mazeret CHP dir. Başlıca soru şudur: «Bir CHP iktida­rı veya CHP l i , TİP H bîr koalisyon daha mı iyi olur?»

AP nin bir kuvvet olduğu muhakkak ve aşikârdır. Ancak bu partinin hâkim kadrosu, kendi köküne ve varoluş sebebi­ne ihanet etmiştir. Müslüman Türk halkın­dan aldığı kuvveti, ona karşı kullanmakta­dır. İçerden bîr huruç hareketiyle partiyi gerçek sahiplerinin eline vermenin müm­kün olmadığı da müteaddit denemelerle sabit olmuştur. O halde bu kuvvet AP den alınmalıdır.

CHP l i , TİP li bir iktidar elbette mason iktidarından daha iyi değildir. Ancak, ma­sonların da Türk milletine CHP ve TİP den daha yakın ve faydalı olduğunu kim­se iddia edemez. Türk'e düşmanlıkta hiç farkları yoktur ve bu hususta mutlaka da­ima yanyanadırlar. Kaldı ki, AP den kuv­veti almanın alternatifi, mukabil şıkkı mutlaka CHP ve TİP iktidarı değildir.

Türk milletinin bağlı olduğu, özlediği oy verdiği mânayı bugün siyasî hayatımız­da temsil eden lider Alpaslan Türkeş ve parti, onun liderliğindeki MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) dir. Yani Demirel'e doğ ru akan Türk halkının asıl aradığı Türkeş'-dir. Onun temsil ettiği milliyetçi manevi­yatçı dünya görüşü ve ahlâklı, yiğit politi­kadır. Bunun böyle olduğunu da yine ge­rek halen AP nin içinde, bir kısmı kovul­mayı bekleyen parlamenterler, gerekse uyanık vatandaşlarımız ve bizzat AP teşki­lâtının önemli bir kısmı bilmektedirler. Yalnız yukardaki mazeretlerine ilâveten derler k i : «Türkeş iyi hoş, ama güçsüz! • İşte böylece bilenler söylemez, bilmiyen masum halk da aldatılmakta, zan üzere amelde devam eder gider

Oysa, bugün bir güç haline gelmiş olan AP 1961 de gayet anormal şartlar al­tında kuruldu. İlk girdiği seçimde İktidara ortak, ikincisinde tek başına iktidar oldu. Demek İstiyoruz ki , kuvvetin dağılması ve tekrar başka bir merkezde toplanması problem değildir. Kuvvetin toplanması ge­reken merkezde üç hilalli bayrak kaldırıl­mıştır!

Bilenler susmaz, hakkı söylîyerek hal kımızı uyarırlarsa, bugün yahudi, mason ve devrimbaztar elinde bize karşı kullanı­lan kendi gücümüz, Türkeş'in muktedir li­derliğinde düşmanlarımızı kahredebilir.

Türk milletinin esenlici için bu netice mukadderdir. Endişemiz zaman kaybın dandır. Zaman kaybı ve gecikme de en çok milletimizin aleyhine ve zararına ola çaktır. Bu bakımdan rahatlıkla diyebiliyo-ruz ki, milletini sevdiğini iddia eden. mil­liyetçiyim diyen ve siyaset sahnesine atıl mış veya atılmakta bulunan herkes, eğer samimi ise, üç hilâl İçin çalışmalıdır. Çünkü bu Türk'ün kudretinin, Türk için, yahudi ve masonların elinden alınıp TürkV verilmesi demektir.

Page 11: 93ten BİZ KALDIK - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti Kimdir bu Halk Oyuncuları Toplu luğu; ne yapmak isterler?

. DEVLET • 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: 1t

DÜRT GAZİ • SD

Cjy^t^^ /c*/*ı° MİLLİYETÇİLİK 93 Harbi millet hafızasında bir tarih başlangıcı

ve bir dönem sonudur. Bir felâket ifadesidir. 1699'da biten fetihler devrinden sonra düşmanın, Anadolu toprağına, kimsenin gelemiyeceğine inandığımız öze saldırmasıdır.

«Aldı Nemçe bizim Nazlı Budin'i» diye yas tutan bir milletin Erzurum'u, Kars'ı savunmaya mecbur olu­şudur. Ne korkunç bir kader. Bütün kahramanlıklara, kumanda kademesinde Gazi Osman Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa gibi dehâ sahiplerinin bulunmasına rağ­men, Rumeli'nin büyük kısmı ile Anadolu'nun üç vj lâyeti (Kars - Ardahan - Artvin) elden çıkmıştır.

Dahilî azınlıkların, haricî düşmanla beraber ol­duğu, onlar bayram ederken bizim yas tutuğumuz bir tarihtir (93). «Üç vilâyet» fethedilmiş yabancı ülkesi değildi, himaye altında toprak değildi, tâ «Dede Korkut» gününden beri Türklerin oturduğu, el sürülmez yurdumuzdu.

Yaslı devre 1923'e kadar kesiksiz sürdü. Os­manlı nizamı içinde eşitlik şerefiyle yetinmeyen ka­vim kırıntılarının, Avrupa tasmasını boyunlarına tak­tıkları güne kadar isyanlar, entrikalar, harpler birbi­rini kovaladı. Bir devlet olmak için gerekli ilk şarta sahip olmayan, yani nizam için hürriyetini, istiklâli uğruna canını vermeyi göze alamayan zavallıların akıbeti, Avrupalı'nın birbiri ile yaptığı müzakerelerin sonundaki muvazeneye tâbi oldu.

Hiyanetler serisi Türk'ü Türkiye'de, Sakarya'da, Toroslar'da. Muş'ta döğüşecek kadar sıkıntılara dü­şürdü. 93'ten kalanlar torunlarıyla beraber buraları da korudu. «Nene Hatun'un» kardeşleri, Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nm torunları bu savaşları da yaptı, el değmez yerlerin iffetini korudu. Türk'ün lütfettiği eşitliği gasbedilmiş üstünlük sananlar İngiliz - Fran­sız hâkimiyetinde mal muamelesi görmekten gocun­madılar.

93. büyük göçlerin de başıdır. Şâmil'in savaşın­da son kozlarını kaybedenler Kars'a gelmişti. Kars'­ın Rus eline düşmesi, Kafkas'ın mağlûp yiğitleriyle Kars'ın, Artvin'in, Ardahan'ın kahramanlarını bera­ber göçürdü.

Türk'ü başka milletlerden ayıran en esaslı fak­tör bu göçebilme bayrağının gönderden indiği yer­lerde, maldan, mülkten geçebilme vasfıdır.

Rumeli'nde çoğunluktuk. Fatih olduğumuz için sahiptik. Onbinlerce dönümlük çiftliklere malik Ru­meli ağaları vardı, «demir kuşaklı cihan pehlivanla­rı» m taraf taraf gezdiren beyler bulunurdu, bedes­tenlerde onbinlerce altını bir sene sonra gelecek mal için senetsiz yatıran tüccarlar vardı.

Bir gün bu ülkede bayrak değişti ve göç başla­dı. Bu efendiler, bu ağalar, bu beyler her şeyi bırak­tılar ve bayrak gölgesini takip ederek tâ Ankara'ya kadar adım adım göçtüler. Zengin amma ikinci sı­nıf olmaktansa, aç ve fakat birinci sınıf insan olma­yı tercih ettiler.

Tarlasındakini komşunun keçisi çiğneyince adam öldürecek kadar mlına sahip çıkan Türk, bayrağın gölgesi çekilince dünyanın bütün nimetlerini hiçe sayabilmektedir.

Kıbrıs'ı düşünün, idareyi devrettiğimiz gün 3 Türk'e bir Rum vardı. Bugün 3 Rum'a bir Türk kaldı, iki misli azaldık, 8 i Anadolu'ya göçtü.

Kapakta 4 gazi var, 93 Harbinden kalma. Mesut mağrur, mütevazi, neşeli, edepli, iddiasız, sakin, derli-toplu 4 gazi. Aksakalları, açık alınları, mahcup bakışları ile yanyanalar.

Hayasızlığa, şarlatanlığa, soysuzluğa, ahlâksız­lığa karşı sıradağ zirveleri gibi dikilmiş duruyorlar. Anadolu'da neden sağlam oturuyoruz? Bu gazileri görünce anlıyor insan.

Niçin çıktığımız yerlere dönmek ümidini yitirmi-yoruz? İç bozguncuların, yabancı kanlısı, yerini yer­li sapıklara bıraktığı, Türkiye'yi bölmek, parçalamak için ittifak etmiş fesatçı güruhuna rağmen, neden milletçe güveniyoruz? Hükümet idaresini yüklenmiş kimselerin aczine, korkaklığına rağmen neden kork­muyoruz?

93 kafıramanlarının torunları asil kanlı evlâtla­rın varlığını, gençlik kamplarında aynı itaat, aynı ide­al, aynı tevazu içinde gördüğümüz içindir. Fikrî ve bedenî eğitimin en ilen seviyesinde yetişmiş bu gençler dedelerine lâyık bir kararlılık içinde 93'ün intikamını almak özlemiyle yanmaktadırlar.

Hilâl geldiği yerlere tekrar varacaktır. Dünkü hıyanetin merkezi olan kavim kırıntıları nasıl yalnız kendilerine zarar verdi ise, bugünkü hıyanetin mih­rakı olan taklit mikropları da yalnız kendini ezdire-cektir.

CANLI VEKAR ÂBİDELERİ, SELÂM • SAYGI -TAZİM SİZLERE.

Milliyetçilik Konusunda Bir Tebliğ:

• « DUN NE İDİ,

YARIN

NE OLACAK

(Geçen sayıdan devam)

Marksist doktrinine nazaran Milliyetçilik he­nüz duygu safhasından çıkamamış, bir teknik ku­ramamıştır. Marksist doktrini taktiğini kütlelerin şuurunda meydana gelen harekete göre ayarlarlar Milliyetçi harekette göze çarpan şey âni, hissi hareketleri başarı ile sonuçlanıyorsa da neticeye başkaları el koyuyor. Tabiidir ki Milliyetçilik ha­reketinin teşekkül etmiş ne bir taktiği ne bir tek­niği yoktur. Hattâ fikrî hazırlanma devresi de mev­cut değildir. Gerek liberalizm, gerekse komünizm uzun bir hazırlık devresi geçirmişlerdir. Şüphe yok ki, hareket bir fikrî hazırlığın neticesidir.

Evvelâ milliyetçiliğin maneviyata, ahlâka da­yandığına işaret edelim. Sonra Devletin nasıl ol­ması gerektiğini cörelim. «Maneviyat ve (ahlâka)

dayanmayan devlet, sadece ahlâksız değildir, gay­ri insanidir. Çünkü şu bir hakikat ki, ahlâk kural­larına riayet etmeyen bir insan topluluğu düşü­nülemez.»

Milliyetçiliğin şartı ve esası ahlâk ve mane­viyat olduğuna göre, milliyetçi devlet de böyle olacaktır. Bu bakımdan totaliter bile olsa Milli­yetçi Devleti Marksist totaliter devlet ile karış­tırmak abestir.

«Milleti meydana getiren ne topraktır, ne :• üşterek hayattır, ne dildir, ne dindir. Bütün bun-l;r milletin harcıdır. Millet bunları iradesinin par-Çi'an olarak ve bunları duyarak hareket etmezse vatlığını hissedemez, hissettiremez.»

Dsdik ki, Milliyetçilik fikri hazırlığı olmamış­tır. Evet... Bununla beraber milliyetçi devletler büyük başarılar kaydetmişlerdir. Kütlelerin kain­lerinde geniş yankılar uyandırmışlar, millî şuuru harekete getirmişlerdir. Buhranları sezen Milliyet­çi hareketler, însiyakî olarak millî uyanış yolu ile hâl çareleri aramışlardır.

, Ancak milliyetçi Devlet hürriyetleri kısan bir âlet olmayacaktır.

Liberalizmin ve Marksizrnin geliştirmekte ol­dukları millî çözülmeye karşı Milliyetçi hareket­ler bu şuuru uyandırmışlar ise de toplu bir hal­de bulunamadıkları için, ne liberalizm, ne de Marksizm gibi devamlı olamamışlardır. Bu bakım­dan milliyetçiliği her memleket için ayrı ayrı ha­reket olarak düşünmek hatalı olur.

*

Şimdi akla gelen soru: Milliyetçilerin elin­deki imkân ve kuvvetler nelerdir. Totaliter Milli­yetçiliğin yıkıldığı bir hakikattir. Millet varlığına yapılan hücumlar da meydanda. Fakat millet top­luluğundan başka da muteber bir varlık olmadığı bir hakikattir. Ancak bu hakikat günümüzde ve yarın için yenî meseleler ortaya koyuyor, yeni mesuliyetler istiyor.

İnsan hürriyetsiz yaşayamaz. O halde Milli­yetçiliğin yambaşında demokratik prensipler de canlanıyor. Ya liberalizm ile olan münasebetler ne olacak? XIX. yüzyıldaki gibi Milliyetçi Liberalizm ilişkisi kurulabilecek mi? Bunlara cevap teşkil edebilecek bazı görünüşler vardır. Bilhassa komü­nizmin hüküm sürdüğü ülkelerde. Millî Komünizm­den! bahsediliyor. Bu millî bakımından ne ifade ediyor?

Totaliter milliyetçi hareketler bir halk hare­keti idi. Bir taraftan millî benliği ifade ederken,

bir taraftan da hâkim sınıf İle millî birliğe saldı­

ran proleter isyanına karşı çıkıyordu. İki müsbet tarafı olmuştu: Milletin sesini duyurmuş, benli­ğini hissettirmiş, tarihe hükmedebileceğin'! isbat etmişti. İkincisi sosyal meselelerin tarihî ve ma­nevî birliğe halel getirilmeden millet içinde hal­ledilebileceğini isbat etmişti.

Milliyetçi hareketlerin, sınıf kavgasına baş­vurmadan, millî bütünlüğü parçalamadan sosyal meseleleri çözebildiğini inkâr edemez.

Komünist idareerde milliyet fikrine sarınıldığı bir zamanda, meydana getirilmek istenilen millî kcmünizm meselesi işaret ettiğimiz iki esas nok­taya göre değerlendirilmelidir.

Millî komünizm, bir dereceye kadar nasyonai sosyalizmin sosyal tecrübesine benzemektedir. Kaldı ki, bu Rusya'da bile Stalin zamanında ele alınmıştı. Marksizrnin propaganda taktiği olarak kullandığı ekonomik güçlü idareci sınıf ile millî topluluk ayrılığı yaptığına işaret etmiştik. Başlan­gıçta Marksizm her ikisini de bir sayarken, zaman­la milleti tabiî bir varlık kabul etmiştir. Bu taktik Lenin tarafından Rusya'da tatbik edilmişti. Lenin; «Önce dâvayı kazanalım, sonra ihtilâlci Marksist kaidelere döneriz» diyordu. Yani, sınıfsız, demok-latik ve milliyetsiz bir cemiyet yaratacaktı. Lenin, ihtilâl prensiplerini «taktiğe» feda ediyordu. Çün­kü, diyordu; «Rus milleti ihtilâli Vareg'lere (Rus­ların ataları) bir çağrı saymalıdır. Ruslarda vatan duygularını «alevlendireceğim» diyordu. «Böylece bütün eziyetlere katlanırlar. Rusya Bolşevikleşincs-Rus vatanseverleri oluruz ve komşularıyla savaş­maktan çekinmeyiz. Eğer memleketimizin ve İhti­lâlin icapları buysa.»

Lenin öldükten sonra milliyetçi «taktikçiler» ile ihtilâli milliyetçi temellere dayandirmek iste­yenlerin arasındaki mücadele çok şiddetli olmuş­tur. Trotsky ve Stalin'in başı bulundukları bu ce­reyanlar kısaca şöyle özetlenebilir: Stalin'in tezi kazanınca, millî komünizm bir gerçek oldu. Nite­kim. Stalin için Ortegay Casset: «Stalin'de kuv­vetli olan şey, onun Rus tarafıdır, Marksist olanı değil.»

Komünizm bugün Rus milliyetçiliği ve em­peryalizmidir. Dünyaya hükmetmek isteyen Rus isteklerinin İfadesidir. Marksist taktik şimdi değiş­miştir. Şimdi artık milletlerarası ihtilâl hareketle­rinde âlet olan millet değil, milletlerarası ihtilâl hareketi, Rus milliyetçiliğinin emrinde bir âlettir.

Tabiî bugünkü halinde eski Rusya ile komü­nist Rusya bir millet midir? O ayrı mesele. Şura­sı muhakkak ki, bu milliyetçi, emperyalist Rusya askerî işyalleri ile dünyayı fethe çıkmış görünü­yor. Bu teşebbüsün İki yüzü var : Biri, askerî iş­gal yolu temasa geldiği millî varlıkları geniş bir yetleştirme ile aynı zamanda manevî ve insanî yetleştirme ile aynı zamanda manevî ve insanî bakımdan tahriptir. Her İkisi de millî varlığı ıs­rarla, İnatla yok etmeyi hedef tutar.

Millî varlıklar bu ikili tahrip hareketine nasıl mukavemet edebilmektedir? Evvelâ tabiî yoldan mukavemet. İkincisi de işte millî komünizm şek­lindedir. Millî benlik, komünizbin ateş çemberini ancak böyle yarabilmektedir. Bunun mânası şu­dur : İhtilâl millîliği muteber bir unsur olarak ka­bul ediyor demektir. Bunun arkasından her İhtilâl bir karşı ihtilâli çağırır hükmüne uyulacak olursa milliyetçiliğin zaferini haber vermektedir.

Fakat Rus emperyalizmi ve komünist baskı tekniğinin Rusya'nın dışındaki millî komünist ha­reketlere karşı takındığı tavır iki bakımdan manâ­lıdır. Birincisi Rusya bu harekette millî varlıkları yok etmede ve Rus hâkimiyetine karşı bir karşı koyma görmektedir, ikincisi bu kısmî de olsa mil­lî kaynaklara dönüşün komünizmin yabancı şekil­lerine dökülmesi. Hegel felsefesinin «aklın sivri­liği» (die List der Vernuft) dediği şeye benzet­mektedir.

Millet, düşmanın hücumları karşısında bütün imkânlarını yitirmiş olduğundan, düşmanın öne sürdüğü ve İcbar ettiği şekillere sığınıyor ve böylece canlılığını isbat ediyor. Komünist partile­rindeki sık sık yapılan temizliklerin sebebi budur. Bu kadroların uysal uşak olmadıkları için değil, bu kadroları millî toplumlar içinde değerlendir­mek imkânı yoktur. Onlar, kendilerinin de farke-demedikleri bir insiyakla, millî manzaranın içinde millîce hareket etmektedirler. Rus emperyalizmi bunlara komünist uşak olmadıkları için vurmuyor Millî oldukları için.

Bu söylediklerimizden çıkarılacak mânâ şu dur : Millî varlığın bu şekli ile tezahürü hasta bir hâlin neticesidir. Gerçi millî benliğin canlılığını is bathyor, fakat şu da bir gerçek ki buna sebep olan hâl buhran hâlidir.