halkı deprem değil, devlet vurdu! Ölümlerden, acılardan ...başlamadan önce, osmanlı...

40
• Sayı / Hejmar: 161 • Kasım / Mijdar 2011 • Fiyatı / Biha: 2 YTL HALKI DEPREM DEğiL, DEVLET VURDU! ÖLüMLERDEN, ACILARDAN, KAYIPLARDAN, SAKAT KALANLARDAN KAPiTALiST SiSTEM SORUMLUDUR! ERCiş-VAN

Upload: others

Post on 29-Dec-2019

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • • Sayı / Hejmar: 161 • Kasım / Mijdar 2011 • Fiyatı / Biha: 2 YTL

    halkı deprem değil, devlet vurdu!Ölümlerden, acılardan, kayıplardan, sakat kalanlardankapitalist sistem sorumludur!

    erciş-van

  • V.i.S.d.P. &Yazışma Adresi: K. İnan • 12 Rue de Rome, Boite Postale No: 287, 67000 France

    İnternet Adresi: www.bolsevikparti.orgE-Mail Adresi: [email protected] · Tel. & Fax: 0033 (0) 388 60 74 04

    Fiyatı: 2 YTL, £ 1.50, 2 EURO

    İ Ç İ N D E K İ L E R

    3BİR BAŞKA ÜLKE!

    12EğİtİmE DE DEvRİm gEREKLİ!!

    23ABD ÜZERİNE ÜLKE RAPORU

    28BOLŞEvİK İNİsİyAtİf ALmANyA

    3. KONgREsİNİ yAPtı!

    38BOLŞEvİK PARtİ (KK–t) ÇALıŞmALARıNDAN...

    tARİHİ EZİLEN HALKLARıN KANLARıNA BULANmıŞ fAŞİst tC DEvLEtİ, KÜRt ULUsUNA KARŞı sÜRDÜRmEyE DEvAm Ettİğİ sALDıRı vE

    KAtLİAmLARA sON vERmELİDİR!

    ERCİŞ-vAN'DA HALKı DEPREm DEğİL, DEvLEt vURDU!ÖLÜmLERDEN, ACıLARDAN, KAyıPLARDAN, sAKAt KALANLARDAN

    KAPİtALİst sİstEm sORUmLUDUR!

  • 161 . 2011

    3

    BİR BAŞKA ÜLKEBir ülke düşünün ki, o ülkede tari-hi olarak oluşmuş bir insan toplu-luğu var. Bu topluluğun üzerinde yaşadığı topraklar işgal edilmiş. Bir ülke düşünün ki; o ülkede milyonlarca insa-nın konuştuğu bir dil on yıllarca, unuttu-rulmak istenmiş. Bir ülke düşünün ki, o ülkede yaşayanlar katliamlardan geçiril-miş, acılar yaşamış, bedeller ödemiş. Bir ülke düşünün ki, o ülkenin insanları ma-ğaralarda işgal askerleri tarafından, gaz

    bombaları ile öldürülmüş. Bir ülke düşü-nün ki; o ülkenin üç binden fazla köyü boşaltılmış, yakılmış, yıkılmış. Bir ülke düşünün ki, şehir ve köy isimleri değiş-tirilmiş. Bir ülke düşünün ki, o ülkenin yollarında aracınızla seyrederken karşı-nıza çıkan tüm trafik levhaları başka bir dille yazılmış. Bir ülke düşünün ki aydın-ları, gazetecileri, çocukları öldürülüyor ve nedense katiller bir türlü bulunamı-yor. Bir ülke düşünün ki, coğrafyasında,

  • 161 . 2011

    4

    on binlerce faili meçhul cinayet işlenmiş. Bir ülke düşünün ki, o ülkenin hapisha-nelerinde uygulanan işkencelerle insan-lık suçları işlenmiş. Bir ülke düşünün ki, o ülkede son 27 yılda 40 bin insan öldü-rülmüş. Öyle bir ülke düşünün ki, o ülke-nin binlerce insanı hapishanelere konul-muş. Öyle bir ülke düşünün ki, ülkenin adını telafuz edenler bedel ödemiş. Ha-tırladınız mı bu ülkeyi? Parçalanmış Kür-distan ülkesinin Kuzey parçasından bah-sediyoruz.

    Bu ülkenin tarihini biraz hatırlayalım. Kapitalizmin şafağında ulus ve ulusal ha-reketler gelişmeye başladı. Batı Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Osman-lı imparatorluğunda kapitalizmin geliş-mesi geç oldu. Daha uluslaşma süreci başlamadan önce, Osmanlı İmparator-luğu ile Safevi Devleti arasında 17 Mayıs 1639 yılında Kasr-ı Şirin anlaşması imza-landı. Bu anlaşma ile Osmanlı-İran sava-şı sona eriyor , Osmanlı –İran sınırı çizi-liyor ve bu sınır çiziminde Kürdistan ve kürt topluluğu iki parçaya bölünüyordu. Osmanlı-İran sınırını belirleyen bu anlaş-ma aynı zamanda bugünkü Türkiye-İran ve Irak-İran sınırını da büyük ölçüde be-lirliyordu. Daha sonra 19. yüzyılın 2. yarı-sı, 20 yüzyıl başlarında Kürt ulusu ulus-laşma süreci içerisine girdi. Birinci dünya savaşı ve Türk Kurtuluş savaşı ertesinde Kürdistan, Kemalist Türk Hükümetinin İngiliz-Fransız emperyalistleri ile anlaş-ması sonucu dört parçaya bölündü. Ke-malistler, tam işgale karşı güdük anti-emperyalist bir savaş yürütüyorlardı. Bu savaşta Kürtler de yerini almıştı. Kürtlere bir takım sözler verilmişti. Ama daha sa-vaş yıllarında 1921 yılında Koçgiri katli-amı yapıldı. 1924 yılında Beytüşşebab’ta Kürtlerin katliamına devam edildi. 1925 yılında, Kemalistler artık iktidarını sağla-ma almışlardı. 1925 yılında Şeyh Said İs-

    yanı kanla bastırıldı. 24 Eylül 1925 tarih-li Şark Islahat Planı adlı kararname çıka-rıldı. Bu kararname, Kürtlere karşı uygu-lanacak tedbirleri içeriyordu. Bu karar-name, bir plan çerçevesinde Kürt mil-li iradesini önlemek amacıyla hazırlan-mış, bir Türkleştirme ve yoketme prog-ramıydı. Umumî Müfettişliklerin kurulu-şu ve sıkıyönetim kararını da içeren bu plana göre tehlikeli bulunan Kürt ailele-ri Batıya sürülecekti. Planda özellikle ka-dınlara ve kız çocuklarına acilen Türk-çe öğretilmesi önerilmekte ve Kürtlüğe dair bütün unsurlar hedef alınmaktaydı. Tüm Kürt illerinde Yatılı İlköğretim Böl-ge Okulları devreye sokuldu. Bu okul-lar, Türkleştirme işlevini üzerlenmişlerdi. Kürtçenin yasaklanması ve Türkleştirme politikası ile yetinmeyen devlet, 1938 yı-lına kadar tüm Kürt hareketlerini kanla bastırıyordu. Zilan ve Munzur çayları kı-zıla boyanmıştı.

    1984 yılında PKK’nin Eruh ve Şemdin-li baskınları ile yeni bir dönem başladı.Şimdi 27 yıldan bu yana Türk devleti o ülkede bir savaş yürütüyor. Bu savaş-ta binlerce insan öldürüldü. Köyler ya-kıldı. Binlerce faili meçhul cinayetler iş-lendi. İşkence tezgahları harıl harıl ça-lıştı. Hapishaneler Kürtler ile doldu taş-tı. Kürtler yaşadığı topraklardan göç etti-rildi. Bu savaşta devlet hiç bir kural tanı-madı. Kimyasal silahlar kullanıldı. Öldü-rülen insanların cesetlerine bile işken-ce yapıldı. Öldürülenler toplu mezarlara gömüldü. Ailelelere cenazeler verilmedi. Bir çok yerlerde cesetler yakılarak kışla-ların çöplüklerine atıldı. Kürdistan ülke-sinde yaşanan ve yaşatılan vahşeti anlat-maya sayfalar yetmiyor. Kısaca hafızala-rımızı tazelemek için yukardaki satırları yazdık. Ve geldik bugüne...

    Kürt yoktur söylemlerinden, Kürt var-dır noktasına gelindi. 12 Ağustos 2005

  • 161 . 2011

    5

    yılında Recep Tayip Erdoğan, Amed’te yaptığı konuşmada ‘Kürt Sorunu’ vardır diyordu. 5-7 Nisan 2009 tarihinde Ba-rack Obama Türkiye’ye gelmişti. 6 Nisan-da TBMM’de yaptığı konuşmada Oba-ma, AKP hükümetine yapması gereken-leri hatırlatıyordu. Obama, Türkiye’nin tarihi ile yüzleşmesini, Kürt sorununu çözmesi ve komşuları ile iyi ilişkiler kur-masını istiyordu. Obama’nın ziyareti er-tesinde cumhurbaşkanı A. Gül, Kürt so-runu Türkiye’nin en önemli sorunudur ve “iyi şeyler olacak” tespitlerini yapıyor-du. “Kürt açılımı, demokratik açılım, milli kardeşlik projeleri” adı altında güya Kürt sorunu çözülecekti! Açılım dedikleri pro-je ile aslında PKK’nin tasfiyesini amaçlı-yorlardı. AKP’ye göre de ; Türkiye bölün-mez bir bütündür. Türkiye’de Türk mille-ti dışında başka bir millet yaşamamak-tadır. Kürt ulusu, sonuçta Türk milletinin bir alt etnik grubu olarak görülmektedir. AKP’nin Kürt sorununa böyle yaklaşma-sı, esasında muhalefet ile özde bir farkı-nın olmadığını gösteriyordu. Bir yanda “Kürt sorununun çözümü” konusunda çok iyi şeyler olacak, açılım vb söylenir-ken; diğer yanda savaş yükseltiliyordu.

    Bu söylemler devam ederken 29 Mart 2009 da yerel seçimler yapıldı. Demok-ratik Toplum Partisi, yerel seçimlerde 2 milyon 566 bin oy alarak 99 belediye başkanlığını kazandı. Yerel seçimlerden 16 gün sonra, 14 Nisan 2009 tarihinde 54 kişiden oluşan DTP yönetici ve üyele-ri gözaltına alındı. 54 kişi 4 gün gözaltın-da tutulduktan sonra mahkemeye çıka-rıldı, 53’ü tutuklandı. 24 Aralık 2009 ta-rihinde yine aynı soruşturma kapsamın-da operasyonlar düzenlendi, tutuklu sa-yısı 104’e çıktı. Sadece Diyarbakır Sur ilçe Belediye Başkanı Abdullah Demir-baş ciddi sağlık problemleri sebebiyle serbest bırakıldı. 14 Nisan 2009 tarihin-

    den bu yana ‘KCK Operasyonu’ adı altın-da Kürt siyasetçiler, avukatlar, belediye başkanları, sendikacılar ve insan hakları aktivistlerinden oluşan 1500’ün üstünde insan tutuklandı. Operasyonlar devam ediyor ve hapise konulanların sayıları gi-derek artıyor.

    Açılım tartışmaları devam ederken, Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine, 19 Ekim 2009 tarihinde Kuzey Irak’taki Mah-mur Kampı’ndan 26, Kandil Dağı’ndan sekiz kişi o ülkenin bir parçasına, Kuzey Kürdistan’a geldiler. Gelenler sorgulan-dıktan sonra serbest bırakıldı. Gelenle-ri nihayet savaş sonlanacak, nihayet ba-rış olacak diye sevinen yüzbinlerce insan karşıladı. Karşılama törenleri ve gelen-lerin serbest bırakılması sonucu, muha-lefet partilerinden ırkçı ,provokatif ses-ler yükselmeye başladı. Genelkurmay başkanlığının ırkçı açıklaması ertesinde AKP’de bu koroya katıldı. Sonra ne oldu? Gelenler hakkında davalar açıldı. Bir bö-lümü hapse konuldu. Geri kalan bölümü ise tekrar Güney Kürdistan’a dönmek zo-runda kaldı.

    Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç 11 Aralık 2009 akşamı yaptığı bir basın toplantısı ile DTP kapatma dava-sında oybirliğiyle DTP’nin kapatılma ka-rarı alındığını açıkladı. DTP’nin kapatıl-ması ile Kürtlere, bir daha kendi ulusal kimliğinizle legal siyaset yapma izni ver-meyeceğiz” mesajı veriliyordu. Partinin kapatılmasıyla kürtleri silahlı çatışmada ezmek için gereğinin yapılması isteni-yordu. Bir yandan kimi burjuva siyaset-çiler Kürtlerin ovada siyaset yapması yö-nünde görüş belirtiyordu. Diğer yandan ova da siyaset yapmaya çalışan ve kendi ulusal kimlği temelinde hareket edenle-re yaşam hakkı tanınmıyordu.

    O ülke de sadece büyükler değil, ço-cuklar da ‘taş attıkları’ iddiası ile hapse

  • 161 . 2011

    6

    atılıyor ve işkenceden geçiriliyor. PKK’nın şehir örgütlenmesi KCK üyesi olduğu id-diası ile yüzlerce insan hapse konuldu. Bu sonuca varmalarının ardında kim bi-lir kaç bin ses bandı vardır. Tutuklanan-lar hakkında  iddianamede delil olarak ileri sürülen olgular; DTP’nin MYK kara-rı ile kurulmasına karar verdiği ve atama yaptığı Yerel Yönetimler Komisyonu’nun çalışma mekânında yapılan ortam din-lemeleri, yaklaşık 3 yıl süren iletişim tes-pit tutanakları. Telefon ve ortam dinle-melerinin tümüyle hukuka aykırı bir şe-kilde yapıldığı da ortada. 24 Aralık 2009 tarihinde tutuklananların emniyet tara-fından basına servis edilen o fotografı-nı hatırladınız mı? 10’u belediye başka-nı olan 35 kişiyi tek sıra halinde kelep-çelere vurup fotografını çekerek, Kürtle-re bir mesaj veriyorlardı. Böyle mi getiri-liyor insanlar adliyeye? Bize sunulan re-sim, bundan sonraki hayatımızın belgesi olarak kalsın istiyorlar.

    Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nda özel yetkili 5 Cumhuriyet Savcısının yü-rüttüğü soruşturma kapsamında hazır-lanan 148 sayfalık iddianame, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edil-di. Burjuva medyada büyük gürültüyle yayınlanan iddianame güya DTP’nin bir bölümünün PKK’nin legal Türkiye örgü-tü olarak çalıştığını ispata çalışıyor! KCK davası, başından bu yana, ellerine hiç silah almamış, alacaklarına dair de her-hangi bir delil olmayan insanları hedef altına almaktadır. Haklarında tutuklan-dıktan çok sonra iddianame düzenle-nen KCK sanıkları, 8 Mart Dünya Kadın-lar Günü ve Newroz’da toplumsal gös-teriler düzenlemek ve bunlara katılmak, AİHM’ye dava götürmek, Demokratik Toplum Kongresi çalışmalarına katılmak gibi, anayasada ve Avrupa İnsan Hakla-rı Sözleşmesi’nde güvenceye alınan hak

    ve özgürlüklerini kullandıkları için yar-gılanıyorlar. Nisan 2009 yılında hapse konulan insanlar 17 ay sonra duruşma-ya çıktılar. Diyarbakır Özel Yetkili 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir tiyatro oyunu sergileniyor. Bu insanlar kendi ana dille-rinde savunma yapmak istiyor. Mahke-me heyeti, milyonlarca insanın konuştu-ğu bir dili, tutanağa “bilinmeyen bir dille konuştukları” biçiminde geçiriyor. Ken-dilerini anadillerinde savunmak isteyen sanıkların ikinci cümlelerinde mikrofon-ları kapatıldı. Mahkemenin adil bir yargı-lama yapmaması ve Kürtçe savunma ta-leplerini reddetmesi sonucu, savunma avukatları 22. duruşmada davadan çe-kildiler. 10 Mayıs 2011 tarihinde KCK da-vasının 23. duruşması yapıldı. Sanık avu-katları bu duruşmaya da katılmadı. Tu-tuklu sanıkların ‘mevcut avukatlarla de-vam etmek istiyoruz’ başvurusunun, ‘sa-nıkların müdafi istediği şeklinde anlaşıl-dığını’ belirten mahkeme, ‘zorla müdafi’ atanmasına karar vererek, duruşmayı 2 Ağustos 2011 tarihine erteledi.

    24. duruşma 2 Ağustos 2011’de yapıl-dı. Sanık avukatları, savunma haklarının kısıtlandığı ve adil bir yargılamanın ya-pılmadığı gerekçesi ile duruşmaya yine katılmadılar. Mahkemenin “zorunlu mü-dafi atanması” talebine rağmen Diyar-bakır Barosu, “meslektaşlarının vekale-tinin bulunduğu müdafiliklerinin de-vam ettiği”ni belirterek duruşmaya avu-kat göndermedi. Mahkeme heyeti, sanık avukatları ve Diyarbakır Barosu hakkın-da suç duyurusunda bulunma kararı aldı ve duruşmayı 10 Ağustos’a erteledi. İl-ginç olan mahkemenin daha önce aldığı karar gereği, sanıklar toplu halde duruş-malara getirilmiyordu.

    25. duruşma 10 Ağustos’ta yapıldı. Mahkeme savcısı Levent Kaya, dava-nın başka ile nakli için gerekli mütalaa-

  • 161 . 2011

    7

    nın hazırlanması için süre talep etti. Bu talep mahkemece kabul edildi ve dava 25 Ağustos’a ertelendi. 25 Ağustos’ta yapılan duruşmada savcı, nakil talebi-ni, “baro ve avukatların örgütlü hare-ket etmesinden kaynaklı olarak dava-nın tıkanması”na dayandırdı. Bu neden-le yargılamanın yapılamayacağını, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 19. madde-si gereği davanın özel yetkili başka bir mahkemeye nakledilmesini talep etti. Sanık avukatları, savcının mütaalasına karşı savunma yapmak için süre istedi. Mahkeme heyeti, sanık avukatlarının sa-vunma yapması için duruşmayı 6 Aralık 2011 tarihine erteledi.

    Bu dava siyasi bir davadır. İkibinin üzerinde insanın tutuklu olduğu ve Türkiye’nin en büyük davalarından biri haline gelen KCK davasında, hukukun guguk olduğu açıkca görülüyor. Soruş-turma, ilk önce İçişleri Bakanlığı’na bağlı polisler ve Adalet Bakanlığı’na bağlı özel yetkili savcılar tarafından yürütüldü. Kürt halkının oylarıyla seçilmiş belediye baş-kanları, insan haklarıyla uğraşan avukat-lar ve bölgenin önde gelen aydınları, bu davanın içerisinde yer alıyor. Anadilde sa-vunma bir insan hakkı olmasına rağmen, mahkeme bu hakkı tanımıyor. Sanıklar anadillerinde savunma yapmak istiyor-lar. Ancak mahkeme, “bilinmeyen bir dil-den” bahsediyor ve “bilinmeyen ve Kürt-çe olduğu düşünülen bir dil konuştukla-rı için ifadeleri alınamaz” diyor. T.C. dev-letinin televizyonunda 24 saat Kürtçe ya-yın yapılıyor ama yine bu devletin haki-mi, Kürtçe konuşan insanların dilleriyle ilgili “bilinmeyen bir dil” tanımı yapıyor. Yani devlete Kürtçe konuşmak serbest ama Kürtlere yasak! Ceza Muhakeme-si Kanunu’nun (CMK) 202. maddesinde, “Sanık meramını en iyi anlatabileceği dil-de savunma yapabilir” deniyor. Yani me-

    sele Türkçe bilip bilmemek değil, mera-mınızı en iyi hangi dilde anlatabiliyorsa-nız, o dilde savunma yapma hakkınız var. Ayrıca Lozan Antlaşması’nın 39. madde-si de bu hakkı güvence altına alıyor. Ama mahkeme, kendi yasalarını bile uygula-ma gereği duymuyor. Bütün bu uygula-malar Kürtlerin en demokratik talepleri-nin görmez gelindiği anlamına geliyor.

    Anlat, anlat bitmiyor. O ülkede sa-vaş tırmanıyor. Kağıt üzerinde kaldırıl-dığı söylenen olağanüstü hal uygulanı-yor. Geniş yetkilerle donatılacak süper valilerden bahsediliyor. Sadece Hakkari ve çevresinde 100 bin kişilik ordu görev yapıyor. Yol kontrolleri, ev baskınları ola-ğan bir hale gelmiş durumda. Hakkari’ye gittiğinizde yolunuz polis ve jandarma tarafından kesiliyor. Sanki bir sınırdan geçiyorsunuz. Arama noktalarında yapı-lan sorgulamadan sonra, bir form doldu-ruyorsunuz. Formda kimlik bilgilerinizin yanı sıra, Hakkari’ye niçin geldiğinizi, ne-rede kalacağınızı, kaç gün kalacağınızı vb forma yazmanız gerekiyor. Hakkari ve çevresinde ki durumu İHD Hakkari Şube Başkanı İsmail Akbulut şöyle anlatıyor:

    “Bizi ziyaret etmeniz bize kuvvet veri-yor. Bize yapılan ziyaretler ve dayanışma önemlidir. Doğduğumuz andan itibaren tutuklanma, öldürülme, gözaltında kay-bolma olayları ile karşılaşıyoruz. Bu olay-ların son bulmasını istiyoruz. 2011’e girer-ken yoğun tutuklamalar ve gözaltına alın-malar devam ediyor. 2011 yılında sadece Hakkari ve çevresinde 400 kişi tutuklan-dı. Son yapılan düzenlemelerle hapse gi-ren bir daha çıkamıyor. Yargılamalar 1,5 yıl sonra başlıyor. Taş atan çocuklarla il-gili bir yasa çıkarıldı. Kimi çocuklar bıra-kıldı. Ama hala içerde olan ve yargılanan çocuklar var. Hakkari ve çevresinde 530 çocuk ya içerde ya da yargılanmaları de-vam ediyor. Tutuklanan kişiler, Van, Bitlis

  • 161 . 2011

    8

    ve Muş cezaevlerine konuluyorlar. Ailele-rin çoğu hapishaneler uzakta olduğu için ziyarete gidemiyor. Hakkari halkı onurlu bir halktır. Parası olmayanlar çocukları-nı kaderine terk ediyor. Son dönemde ha-pisten çıkan çocuklar PKK’ye katıldı. Son iki ayda dağa çıkmada bir artış gözlem-leniyor. Baskılar ve işlenmeyen suçlar için hapse atılmalar çocukları dağa yönlendi-riyor. Yüksekova’da jitemvari mezit adlı bir örgüt yaratıldı. Bu örgüt bildiri dağıtarak yöre halkını tehdit etmeye başladı. Bu ör-güt bir aydan beri faaliyet yürütüyor. Da-ğıtılan bildiride PKK ve BDP’ye yönelik teh-ditler var. Bu örgüt iki tane bombalı eylem yaptı. Beş sivil polis Zağros İş Merkezine bomba atmaya yeltenirken, halk tarafın-dan yakalandılar. 3 tane sivil polis kaçtı. İki tane sivil polis halk tarafından linç edil-mek istendi. Polise teslim edilen bu kişiler serbest bırakıldılar. Bu olay on gün önce yaşandı. Seçim öncesi halkın sindirilmesi ve böylelikle AKP’nin gelmesi planlanıyor. Devletin bu uygulamalarından kaygı du-yuyoruz. Yüksekova’da polise yapılan linç girişimi bahane edilerek 13 BDP yöneticisi tutuklandı. Son dönemde Hakkari’ye du-yarlı bir avukat geldi. Gözaltına alınanlara yardımcı olmaya başladı. Bu avukat hak-kında KCK davası bahane edilerek hakkın-da üç soruşturma başlatıldı.

    Hakkari bölgesi çatışma sürecinin yo-ğun yaşandığı bir yerdir. Son dönemde İHD olarak faili meçhul cinayetlerle ilgile-niyoruz. Bize başvuran aileler var. Cumhu-riyet Savcılığına başvurularımız var. Hak-kari modern bir il. Burada töre ve kadın ci-nayetleri yaşanmıyor. İHD ve belediye, va-liliğe proje sunuyor. Ama valilik bu proje-leri red ediyor. Cemaate yakın kurumla-rın projeleri kabul ediliyor. Burada Tay-der (Tutuklu aileleri ile dayanışma derneği) yok. Biz aynı zamanda Tay-der’in de göre-vini yapmaya çalışıyoruz.

    Hakkari’de 42 tane sivil toplum örgütü var. Devletin İHD’ye yönelik baskıları de-vam ediyor. Sadece bana 42 tane dava açıldı. Önceki şube yöneticilerimize da-valar açıldı. İHD, Hakkari’de dokuz yıldan beri var. Ben üç yıl hapis yatıp çıktım. İHD, kurulduğu zaman tehditlere maruz kal-dı. 2002 yılında basın açıklaması yaptı-ğım için tutuklandım. Sorgu hakimi ifade-mi aldıktan sonra beş dakika ara verdi. Bu arada polisler gelip gitti. Aradan sonra ha-kim bana, seni tutuklamak zorundayım ne diyorsun diye sordu. Bende, yargı ma-kamı sizsiniz, sanığı tutuklama kararı ver-mişseniz benim diyeceğim bir şey yoktur dedim.

    2006 yılına kadar sistematik olarak iş-kence yapılıyordu. 2006 yılından sonra sis-tematik işkence yapıldığını söylemek zor. Ama gözaltına alınanlar emniyete götü-rülene kadar kaba dayaktan geçiriliyor-lar. Ev aramalarında değişen bir şey yok. Son bir yıl içinde özellikle de Yüksekova’da gençlere karşı yoğun işkenceler yapılıyor. Suç duyurularına hep takipsizlik kararla-rı veriliyor. Şimdiye kadar hakkında dava açılan tek bir polis yok.”

    Evet, Hakkari çatışmaların yoğun ya-şandığı bir alandı. İHD başkanının an-lattığı ve verdiği bilgiler bölgenin duru-munu iyi yansıtıyordu. Hakkari diğer adı ile Çölemerik’in il nufusu 65 bindir. Çöle-merik fabrikası olmayan bir ildir. İran ve Irak’a açılan sınır kapıları kapalıdır. Çöle-merik halkı, kolluk gücünün baskısı ve yoksulluğun kıskacı altındadır. Hakkari belediye başkanı Fadıl Bedirhanoğlu ise şunları söylüyordu:

    “İnsanları tanımak ve iletişim kurmanın iyi olduğunu düşünüyorum. Harran Üni-versitesinde doktordum. 2009 yerel seçim-lerinde %80 oy alarak belediye başkanı se-çildim. Kürdistan’da kirli bir savaş yaşanı-yor. Burada kimyasal silahların kullanıldı-

  • 161 . 2011

    9

    ğını gördük. Hakkari ve çevresinde kanser ve kalp rahatsızlıkları hastalıklarında bü-yük bir artış var. Bu hastalıklarla ilgili net veriler elimizde yok. Kanser ve kalp kri-zinden ölümlerin neden yükseldiğini an-cak araştırma sonucu ortaya çıkabilir. Bu hastalık vakalarının nerden geldiği araştı-rılmalıdır. Bu hastalıklardan ölüm olayla-rının arttığını gözlemliyoruz. Bu hastalık-ların kimyasal silahlardan kaynaklandığı-nı tahmin ediyoruz. Ama bu durumu bilim adamlarının araştırması gerekir. Hakka-ri ve çevresinde yaşayanlar, yemeklerine çok bitki ve baharat koyuyorlar. Radyas-yon bitkilere yayıldığında bu bitkiler yeni-yor. Hayvanlar otlatılıyor. Devlet 90’lı yıl-lara kadar klasik metod ve yolları kullanı-yordu. 90’lı yıllardan itibaren kimyasal si-lahlar kullanılmaya başlandı. Ayrıca faili meçhul cinayetler artmaya başladı. Geçen yıl 10 gerilla öldürüldü. Ben kendim ceset-leri gördüm, vucutları simsiyahtı. Kimya-sal silahların kullanılması ve halk üzerin-de yaptığı etkilerin incelenip araştırılma-sı gerekir.

    Belediye olarak kültür çalışmaları yapı-yoruz. Folklor ekibimiz var. Ekonomik ola-rak sıkıntılar yaşıyoruz. Personelin maa-şını ödemede zorluklarımız var. Hakka-ri belediyesi borçlu bir belediyedir. Devle-tin verdiği paradan %40 kesinti yapılıyor. 17 milyon gelirimiz var ama 53 milyon da borcumuz var. Bu borca bir de faiz bindi-riliyor. Devlet, yaz aylarında bizi serbest bırakıyor, dört ay boyunca kesinti yapmı-yor. Bu dört ay boyunca biraz nefes alıyo-ruz. Hakkari zorlu bir coğrafyada bulunu-yor. Nufusa göre ödenek veriliyor. Bura-da ki nufus içinde polis ve asker sayılmı-yor. Bu bölgede çok sayıda sığınmacı var. Bu sığınmacılar da kayıt altına alınmamış.

    2011 yılında belediye de iki dilde yazılar yazıldı. Burada Kürtçe kursu veren bir der-nek var. Bu bölgedeki halk zaten Kürtçe

    konuşuyor. Kürtçe kurs, Kürtçenin yazımı vb için öğreniliyor.

    Kürdistan’da özel yetkili savcılar, bir yer-den izin almadan direk dava açıyorlar. Bizler ne söylüyorsak ya ‘suç ve suçluyu övme’ veya ‘örgüt propagandası’ yapmak-tan dava açılıyor. Kendi dilimizi konuşamı-yoruz. Bu tradejiyi değiştirmek gerekir. Az önce savcıya ifade verdim. Genel başkanı-mız ile birlikte Yüksekova’ya gittim. Genel başkan konuşurken, ben de yanında idim. Kitle slogan attığı için hakkımda dava açıl-dı. Okula başladığımda sınıfta 50 öğrenci vardı, hiç kimse Türkçe bilmiyordu. Ama şimdi ana dilimizi unuttuk.” Başkanın an-lattıkları ve burada yazdığımız konuşma-sının bir bölümü Kuzey Kürdistan ger-çekliğini yansıtıyor. Devam edelim. Bir başka ülkede kiminle konuşursanız ko-nuşun, romanları yazılacak gerçek vaka-lar ve dramlar ile karşılaşırsınız. Van İHD Şube Başkanı Sami Görendağ’a kulak ve-relim: “Gündelik hayat içinden İHD’ye in-tikal eden konular üzerine konuşacağım. Van göç alan bir şehir. Ben kız kardeş adlı Türkçe, Kürtçe yayınlanan bir derginin ya-yın yönetmeniyim. İlgilendiğimiz alan ge-niş bir alan. Travestilerin sorunları, işken-ce, hapishane sorunlarının yanısıra öldü-rülen gerillaların ailelerine teslim edilme-si için de çalışıyoruz. F-Tipi cezaevinde vu-cudunun %90’nını kullanamayan PKK’lı bir mahkum var. Adli tıp raporuna göre bu mahkum cezaevinde kalamaz. Bu has-ta geçtiğimiz aylarda hastaneye götürülü-yor. Bir kadın doktor, ‘pis terörist’ şeklinde mahkuma hitap ediyor. Hasta mahkum, ‘politik görüşlerimden dolayı bana böy-le hitap edemezsin’ diyor. Bu hastanın te-davisi yapılmıyor. Ankara’dan cezaevleri-ni izlemek için bir heyet geldi. Ben de bu heyetin içinde yer aldım. Cezaevi yöneti-mi bize sadece bir kaç odayı göstermek is-tedi. Bizim zorlamamız sonucu diğer oda-

  • 161 . 2011

    10

    ları da gördük. Bu hücreler zamana yayıl-mış ölüm hücreleridir. Türk savcıları en kü-çük bir muhalif sesi hissettiğinde hemen tutukluyor. Van AKP milletvekili Van halkı-na müjde veriyor! Ve diyor ki Van’a 3 adet daha F-Tipi hapishanesi yapılacak. Güya bu turizm için önemli imiş! Güya iç turiz-me faydası olacakmış! Aileler mahkumla-rı ziyarete gelince, hotelde kalacaklar ve böylelikle iç turizm canlanacakmış! Böl-gelerde Yatılı Bölge Okulları var. Bize göre Yatılı Bölge Okulları Nazi Kamplarıdır. Bu okullarda temel hedef Kürt çocuklarını türkleştirmektir. Kürdistan’da elektrik ve suyun olmadığı yerlere bile YİBO’lar yapı-lıyor. Çocuklar evlerden toplanıp bu okul-lara götürülüyor.

    İHD’nin tespit ettiği 300’e yakın toplu mezar var. Önce yer tespiti ve görgü tanık-larının verdiği bilgilerden sonra, savcılığa başvuruyoruz. Van’ın Çatak ilçesinde bir toplu mezar olduğu biliniyor. 1998 yılın-da 41 PKK gerillası öldürüldü. Bu grubun içinde bir Alman doktor da vardı. Devletin ağır silahlarla saldırması ve orada koyun-larını otlatan bir çobanın da söylediği gibi Andrea yaralı olarak yakalanıyor. Andrea, Türkçe bilmediği için gavur olarak adlan-dırılıyor. Bu kadın soyulduktan sonra, cin-sel taciz ve tecavüze maruz kalıyor. And-rea, vahşi bir şekilde öldürüldükten son-ra, askerler toplu tecavüz ediyor. 41 Geril-la yakıldıktan sonra toplu bir mezara gö-mülüyorlar. Her toplu mezar vakasında tradejilerle karşılaşılıyor. Gürpınar’da bir toplu mezar var. Burada öldürülen gerilla-lar, öldürüldükten sonra komutanın emri ile cesetler köpeklere yedirildikten sonra gömülüyorlar. Her geçen gün topraktan, yeni mezarlar ve kemikler fışkırıyor.” Şube sekreterinin verdiği bilgiler insanın ka-nını donduruyor. Biraz da İHD Diyarba-kır şube yöneticisi Av. Rahşan Atalay’ı dinleyelim: “İHD yöneticisi Muharrem Er-

    bey 1,5 yıldır tutuklu. Diğer kimi sanıklar 2 yıldır tutuklu bulunuyorlar. İlk tutukla-malar olduktan sonra, Abdullah Demir-baş dışında kimse serbest bırakılmadı. Ab-dullah Demirbaş, hastalığı ve yürütülen kampanya sonucu bırakıldı. KCK davasın-da 103 kişi tutuklu bulunuyor. Kck dava-sında açılmış olan başka soruşturmalar-da var. 103 kişi içinde belediye başkanla-rı, belediye meclis üyeleri ve İHD yönetici-leri de var. Muharrem Erbey’in dosyasın-da, insan hakları alanında yürütülen ça-lışmalar ve yapılan görüşmeler, dosyaya ‘suç’ delili olarak konulmuş. Erbey’in Av-rupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşma bile delil olarak dosyaya konulmuş. TMK mağduru çocuklarla ilgili yapılan çalış-malarda dosyaya suç olarak yansıtılmış. Bu iktidarın yaptığımız çalışmalardan ra-hatsız olduğunu gösteriyor. İHD’yi kapa-tırlarsa büyük tepki çekeceklerini biliyor-lar. Bu yüzden İHD çalışanlarını ve yöneti-cilerini, yasadışı oluşumlarla bağlantıları olduğu iddiası ile tutukluyorlar. Türkiye’de insan haklarının kaynağı Kürt sorunudur. Kürt sornuna ilişkin yaptığımız basın açık-lamaları hakkında dava açılıyor. Yöneti-ci ve çalışanlarımız KCK ile irtibatlandırılı-yor. Avrupa Birliği 2010 ilerleme raporun-da, tespit ettiğimiz hak ihlallerinin rapora girdiğini gördük. Bu durum ise devleti kız-dırıyor. İktidar bu eksiklikleri giderme yeri-ne, İHD’yi yasadışı oluşumlarla ilişkilendi-rerek, kendi imajını düzeltmeye çalışıyor! İHD kurulduğundan bu yana bir çok yöne-ticisi öldürüldü.

    KCK davasında, Kürtçe savunmaya izin verilmediği için, sanıklar savunmalarını yapamıyor. Gelecek duruşma 19 Nisan’da yapılacak. Mahkeme, sanıkların savun-malarının alındığını varsayarak, delillerin değerlendirmesine geçebilir.

    Newroz’un programını BDP belirliyor. Biz dışardan bakarak açıklama yapabiliyoruz.

  • 161 . 2011

    11

    Özellikle Newroz döneminde polis yoğun olarak şiddet uyguluyor. Nusaybin’de polis direk olarak barış çadırına saldırdı. Belediye başkanı çadırda olmasına rağmen ve be-lediye çadırın kurulmasına izin vermesine rağmen, polis saldırdı. Diyarbakır’da otur-ma eylemi sırasında, tazyikli su sıkıldı ve gaz bombaları atıldı.

    TMK mağduru çocuklar ile ilgili bir yasa değişikliği yapıldı. Yasa değişikliği sonucu kimi çocuklar bırakıldı. Daha sonra bir çok çocuk yeniden tutuklandı. Yapılan yasa de-ğişikliği çocukların tutuklanmasını engelli-yemiyor. Çocuklar için ayrı bir cezaevi yok. Kendilerine ayrılan odalarda kalıyorlar. Ço-cuklar, çocuk mahkemelerinin olmadığı yerlerde Asliye Ceza Mahkemelerinde yar-gılanıyorlar. 25-30 yıldır süren çatışmalı bir ortam var. Bu çatışmalı ortamda büyüyen çocukların tabi ki büyük sorunları var. Ça-tışmalı ortamda büyüyen çocukların, ya ai-lelerinden yada yakınlarından ölenlerin ol-ması, çocuklar üzerinde psikolojik etkiler yaratıyor. O kadar ihlal varki, hepsi ile uğ-raşmamız mümkün değil.”

    Rahşan Atalay’ın dediği gibi, bu ülke ihlaller ülkesi. Hukuk ve insan hakları-nın olmadığı bir ülke. Devam edelim. Bu ülke de 12 Haziran 2011 de seçimler ya-pıldı. Her türlü engellemelere rağmen, bu ülkede Barış ve Demokrasi Partisi le-gal bir siyaset yürütmeye çalışıyor. %10 seçim barajı yüzünden bu parti seçimle-re katılamadı. BDP önderliğinde “Barış, Demokrasi, Özgürlük Bloku” oluşturul-du. Blok 43 ilden 66 bağımsız aday ile seçimlere katıldı. 66 bağımsız adaydan 36 milletvekili seçildi. Seçimler sonra-sında da KCK operasyonları devam etti, ediyor. Askeri operasyonlar hız kesme-den sürdürülüyor. Amed’te KCK dava-sından tutuklu olan Mehmet Hatip Dic-le 78.220 oy alarak milletvekili seçildi. Dicle’nin avukatları 12 Haziran’da Amed

    İl Seçim kurulundan milletvekili mazba-tasını da aldılar. YSK 21 Haziran gece ya-rısı açıkladığı bir karar ile Mehmet Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürdü. Barış Özgürlük ve Demokrasi Bloğu adına se-çimlere katılıp seçilen 5 bağımsız Millet-vekili KCK davası nedeniyle tutuklu bu-lunuyor. Milletvekili seçilmiş olmalarına rağmen, serbest bırakılmadılar. Kuzey Kürdistan’da savaş yükseltilerek devam ediyor. 17 Ağustos’ta başlayan sınır öte-si operasyonlar devam ediyor. Kürt hal-kının öncü güçlerine bombalar yağdırılı-yor. Kuzey ve Güney Kürdistan’ın dağları bombalanıyor, ormanlar yakılıyor. Bu sal-dırlarda Kürt köyleri bombalanıyor ve alt yapı yokediliyor. Siviller bombaların he-defi haline geliyor. Tüm bu baskı ve kat-liamlara rağmen, Kürt halkı öncü güçle-rine sahip çıkıyor. Canlı kalkan olma ey-lemlerine binlerce insan katılıyor. Faşist Türk ordusu, bu eylemlere saldırıyor, kan dökmeye devam ediyor.

    Biz PKK’nin çizgisinin reformist ve mil-liyetçi olduğunu söylüyoruz. PKK’nin sa-vunduğu davanın haklı, demokratik, milli baskıya karşı çıkan, Kürt ulusuna özgürlük isteyen yanını destekliyoruz. T.C. devletine karşı sürdürülen savaşta, biz tarafız. Kürt halkının haklı ve demok-ratik mücadelesini destekliyoruz.

    Bir başka ülkede yaşananlar, yaşatılan-lar kısaca böyle. Bir başka ülkenin insan-larına yapılan baskılara sessiz kalmak, yürütülen politikaları onaylamak anla-mına gelir. Gün, mücade gönüdür. Gün, baskı ve sömürüye karşı çıkma zamanı-dır. Gün, bir başka ülkenin insanları ile dayanışma günüdür. Gün Kürt halkı ile dayanışma gönüdür. Ses verin, sesinizi yükseltin. Gün gelecek devran dönecek-tir. Bir başka ülke özgürleşinceye kadar mücadele devam edecektir.

    Eylül 2011

  • 161 . 2011

    12

    Çivisi çıkmış bir düzende yaşıyoruz. Kokuşmuş, köhnemiş kapitalist düzende hangi alana elinizi atarsa-nız atın döküldüğünü görüyorsunuz. Ka-pitalist sistemin koruyucularının, burju-va politikacıların gerçeklerin üzerini ka-patma çabaları da kimi zaman bırakalım gerçekleri gizlemeyi başarmayı, bunu ya-parken ne denli gülünç durumlara düş-tüklerini göstermekten başka bir işe ya-ramıyor.

    Örneğin eğitim alanını ele alalım... Eğitim alanında, özellikle yüksek öğ-

    renim alanında yüksek öğrenime seç-me ve yerleştirme sınavlarında “şifrelen-dirme yoluyla sınavlara hile karıştırıldı-ğı”, sınav sorularının çalındığı tartışmala-rının yoğunlaştığı, eğitim alanında siste-min pisliklerinin bir bölümünün görüle-bileceği bir dönemden geçtik, geçiyoruz. Anda sistem çarkının devamı noktasında görevde olan mevcut hükümet ortaya çı-kan tüm bu ve benzeri pisliklerin üzeri-ni kapamaya çalışıyor. Ancak tüm çaba-larına rağmen yine de eğitim alanında-ki pisliklerin üzeri örtülemiyor. Bu durum toplumun en dinamik kesimi olan gençli-ğin, yüksek öğrenime hazırlanan gençli-ğin sistemden kopmasının kanallarını aç-mak için imkanlar sunuyor; mevcut sis-temin eğitim konusundaki bozuklukları-

    nın demokratik bir devrimle ancak orta-dan kaldırılabileceğini göstermeye hiz-met ediyor.

    Biz bu sayımızda genel olarak Türkiye’-deki eğitim sisteminin hangi temeller üzerinde yükseldiğini ve bu alanda alter-natifimizi ortaya koymak istiyoruz.

    Türkiye’de eğitim sistemihangi temeller üzerinde yükseliyor?

    Her alanda olduğu gibi, eğitim alanın-da da durum, ülkenin genel sosyal siya-sal durumundan bağımsız değildir. Siste-min üzerinde yükseldiği ‘değerlerin’ he-men birçoğunu bu alanda da görmek mümkündür. Eğer bir ülkede şovenizm varsa eğitimin şovenist olmaması müm-kün müdür? Eğer bir ülkede sınıfsal fark-lılıklar derinse eğitimde eşitlik beklenebi-lir mi? vs. vb.

    Ana başlıklar altında toplayacak olur-sak Türkiye’de eğitim sisteminin hangi te-meller üzerinde yükseldiğini şöyle özet-leyebiliriz:

    * türkiye’de eğitim sistemi‘tek’çidir...Türkiye’de ‘tek’çi eğitim anlayışı Cum-

    huriyetin başlarında, 3 Mart 1924’te, Atatürk’ün görüş ve direktifleri doğrul-

    EğİTİmE dE dEvRİm gEREKLİ!

  • 161 . 2011

    13

    tusunda çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Öğre-tim Birliği) kanunuyla başlamıştır. Bunun-la yetiştirilecek tüm bireylerin aynı ama-ca; “milletin fikir ve hissi itibarıyla birliği-ni sağlamak” amacına yönelik yetiştiril-mesini sağlamaktır. Bu kanunla Cumhu-riyet öncesinde eğitimde varolan ikili sis-tem ortadan kaldırılarak din eğitimi de dahil olmak üzere tüm eğitim tekeli dev-letin eline verilmiştir. ‘Laiklik’ ve ‘milli bir-lik’ adına devletin (ve Kemalist sekülariz-min) ‘tek’çi eğitim anlayışı hakim kılınma-ya başlandı. ‘Tek’çi eğitim anlayışıyla Türk olmayan ve ama Türk devletinin boyun-duruğu altında yaşamak zorunda bıra-kılan ulus ve milliyetleri zorla ‘Türk’lükte birleştirilmek isteniyordu. Dil, din, mez-hep... farklılıkları yoksayılıyor, ‘tek millet’ yanında ‘tek din’ (İslam), ‘tek mezhep’ (İs-lamın sünni yorumu)... vb. bir anlayış mi-litarizmle soslanarak Türkiye toplumu-na sunuldu. Milli birliği’ sağlama ve ‘ulus’ anlayışını pekiştirme adına, “imtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış bir kitle” (Mustafa Ke-mal) yaratma adına çarpık bir demokrasi-yi ve laiklik anlayışını topluma kabul ettir-me projesinin en önemli ayaklarından bi-risiydi eğitim alanı...

    Eğitimde 1924’lerde temeli atılan bu anlayış (ve amaçlanan tüm cumhuriyet tarihi boyunca hakim olan anlayıştır. Bu-gün de eğitimde hakim olan bu anlayıştır. Mevcut düzenlemeler başta konulan he-deflere/amaçlara uygundur.

    Milli Eğitim Temel Kanunu’nda “Türk Milli Eğitiminin Amaçları”nda bu ‘genel amaç’;

    “Madde 2 – Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,

    1. Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anaya-sada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliği-ne bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, mil-

    letini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangı-cındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluk-larını bilen ve bunları davranış haline ge-tirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;” olarak ifade edilmiştir. (http://mevzuat.meb.gov.tr/html/88.html)

    Yine Türk Millî Eğitiminin Temel İlkeleri’nin 10. Maddesinde eğitimin asıl amacı şöyle konulmuştur:

    “Madde 10. Eğitim sistemimizin her dere-ce ve türü ile ilgili ders programlarının ha-zırlanıp uygulanmasında ve her türlü eği-tim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkele-ri ve Anayasa’da ifadesini bulmuş olan Ata-türk milliyetçiliği temel olarak alınır. Millî ahlâk ve millî kültürün bozulup yozlaşma-dan kendimize has şekli ile evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine ve öğretil-mesine önem verilir..” (http://orgm.meb.gov.tr/OzelEgitimProgramlar/meslekiegi-timmerkprog/aciklamalar.htm)

    Bu maddede de açıkça belirtildiği üze-re ‘eğitimin her derece ve türü’nde Milli Eğitim genç beyinleri Kemalist ideolojiy-le yıkayacak ve tek tipte bir toplumun ya-ratılması için çalışacaktır. Her toplum gibi düşünce, dil, din, mezhep... farklılıklarına sahip Türkiye toplumunu tek bir ideolo-ji temelinde eşitmek, kalıba dökmek fa-şizmden başka bir şey değildir. Laik olma-yan, olmak istemeyen bir ailenin çocuğu-nu Kemalist ‘laik’ temelde yetiştirmeye zorlamanın ya da bir Kürdü Türk milliyet-çiliği temelinde şekillendirmenin, sonuç-ta ‘farklılıkları’ Kemalist tekçi anlayış te-melinde sıfırlamanın siyasi literatürde fa-şizmden başka karşılığı yoktur.

    Egemen sınıflar açısından eğitim; ba-ğımsız ve özgür düşünme yeteneğinden yoksun, sisteme kölece bağlı, resmi ideo-loji doğrultusunda şekillendirilmeye ça-

  • 161 . 2011

    14

    lışılan, tek-tip insan yetiştirme amacına yöneliktir. Amaç böyle olunca Milli Eği-tim Temel Kanunu’nda da nasıl bir vatan-daş olunacağı, sınırın neresi olduğu... vs. vb. belirlenir; tüm toplumun buna uy-ması istenir, sağlanır... Bunun için aske-ri esaslara da başvurulur haliyle: Her sa-bah ‘Andımız’la eğitime başlayan öğren-ciler devlet ve sistem için birer ‘asker’dir. Durum böyle olunca bu ‘askerlere’ bir de ‘komutanlık’ kademesi oluşturulmuştur! Görevi ‘millî eğitim sisteminin nasıl bir in-san yetiştirmeyi hedeflediğini belirlemek’ olan bu ‘komuta kademesinin adı askeri-yeden ‘ödünç alınmış’ ismiyle ‘Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’dır!!! (Bkz. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yönet-meliği, Madde 6 / b ve devamı)

    Kemalist ideolojinin eğitim kurumla-rı üzerinden empoze edilmesinin pratik-te karşılığı çocukların her okul günün-de ‘and içerek’ derse başlaması, militarist tarzda Mustafa Kemal’e övgüler dizilen törenler, çocukların Milli Güvenlik Ders-leriyle askerî ve milliyetçi bir mantıkla ye-tiştirilmesi, Kemalist ideolojinin ‘her alan-da / her konuda’ müfredat içerisinde ken-disine yer bulması... vb. vb. biçiminde ol-maktadır. Öyle ki müzikten görsel alanla-ra, beden eğitiminden matematiğe kadar Kemal ve Kemalizm eğitimin her alanın-dadır.

    Son AKP hükümeti çıkardığı bir Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile eğitimi yeniden yapılandırma adı altında değişik-liklere gitmeye başladı. Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren KHK ile, “Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Gö-revleri Hakkında Kanun” yürürlükten kal-dırılarak, bakanlık merkez teşiklatlanması yeniden yapılandırıldı. Yapılan değişiklik-le “Atatürk Milliyetçiliği’ne, laik sosyal hu-kuk devletine bağlı vatandaş yetiştirme” bakanlığın görevleri arasından çıkartılır-

    ken, yine bakanın görevleri arasında yer alan “milli güvenlik siyasetine” bağlı olma şartı da yeni KHK’da yer almadı.

    Kemalist kesimler bu küçük değişikliğe bile oldukça bozuldular, yapılanın ‘laik ve demokratik hukuk devletine yapılmış bir saldırı’ olduğunu vs. belirttiler, belirtiyor-lar.

    AKP ise “Atatürk milliyetçiliğine, laik sosyal hukuk devletine bağlı vatandaş yetiştirme”yi müfredattan çıkarmakla gerçekte eğitimi Kemalizmden, Kemaliz-min etkilerinden 'kurtarıyor muydu?' Bu soruya rahatlıkla 'Hayır!' yanıtını verebili-riz. Avrupa Birliği mevzuatları gereği kı-yısından köşesinden yapılan kimi ‘düzelt-melerle’ eğitimdeki çarpıklığın düzelti-leceğini, Kemalist ‘tekçi’ eğitimi bir bü-tün olarak ortadan kalkacağını beklemek ham hayaldir.

    * türkiye’de eğitim sistemi ırkçıdır, şovendir, milliyetçidir... Türkiye Cumhuriyeti devleti bir halk-

    lar hapishanesidir. Kürdün, Lazın, Çerke-sin, Gürcünün... kendini ifade edemedi-ği, değişik ulus ve milliyetlerin kimlikle-rinin zorla gaspedildiği; Cumhuriyet tari-hi boyunca baskı ve katliamlara, asimilas-yona maruz bırakıldığı bir ülkenin eğitim sistemi de hakim ulus milliyetçiliği teme-linde olacaktır.

    Kemalist ideolojinin en belirgin ve en öne çıkan yanı onun ırkçı olmasıdır. Yu-karıda alıntı yaptığımız Türk Millî Eğitimi-nin Temel İlkeleri’nde de (yasanın adında-ki ‘Türk” kelimesine değinmiyoruz bile!!!) açıkça belirtildiği üzere Türk milliyetçili-ği temelinde eğitim amaçlardan birisidir. Eğitimde hedef olan ‘Atatürk milliyetçili-ğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, in-sani, manevi ve kültürel değerlerini be-nimseyen, koruyan ve geliştiren... yurt-taşlar olarak yetiştirmek’ düşüncesine uy-

  • 161 . 2011

    15

    gun bir toplum inşası ile başka ulus ve milliyetleri yok sayma, en iyi halde onla-rı ‘Türk’ olarak kabullenme, biçiminde bir ırkçılık / milliyetçilik atbaşı gitmek zorun-dadır, durumundadır.

    Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim ala-nında uygulanan pratiğe kabaca gözat-mak bile ırkçı, faşist zihniyeti görmek için yeterlidir.

    Çok basit görünebilir ama salt okullar-da sıkça tekrarlatılan Mustafa Kemal’ın ‘Türk, öğün, çalış, güven!’ ya da ‘Ne mut-lu Türküm diyene!’ sloganları bile baş-lı başına ırkçı eğitime örnek değil midir? Ya da Mustafa Kemal döneminde kabul

    edilen İstiklal Marşındaki ‘Kahraman ırkı-ma bir gül!’ gibi betimlemeleri, Gençliğe Hitap’taki ‘Muhtaç olduğun kudret, da-marlarındaki asil kanda mevcuttur.’ gibi ırkçı sözleri... öğrenciler öğretimi boyun-ca tekrarlamak zorunda kalmaktadırlar.

    Müfredatta da Türk ırkçılığı / milliyetçi-liği net bir şekilde görülebilir. ‘Türk’le baş-layan ‘Türk’le biten bir içerikle örneğin ta-rih dersi yapılır. Sosyal bilimlerde ‘Türk’ en başarılıdır... ‘Yunan gavurdur, denize dökülmüştür’, ‘Ermeniler Türkleri kesmiş-tir, en büyük düşmandır’, ‘Kürt dağlı Türk-tür’, ‘Çin Orta Asya Türklerinin, Rus Os-manlının, Yunan Cumhuriyet Türkiyesinin

    proGramımıZdan...

    47. (…) Milliyetler arasındaki tam hak eşitliğinin sağlanabilmesi için, yal-nızca eşitliği garanti altına alan yasal düzenlemelerle yetinilmeyecektir. Demokratik halk devleti, ırkçı, şoven milliyetçi görüşlere karşı ideolojik mücadeleyi önemli görevlerinden biri olarak kavrayacaktır. Eşitliğin ger-çek anlamda sağlanması için Türk ulusu dışındaki milliyetlere özel hak-lar ve ayrıcalıklar tanınacaktır. (pozitif ayrımcılık) Bütün milliyetlerin kendi “ulusal” kültürlerini geliştirmelerinin imkanları yaratılacaktır. Bütün milli-yetlerin kendi anadillerinde eğitim hakkı garanti altına alınacaktır.

    62. Eğitim alanında:Demokratik halk devleti bütün vatandaşlarına 12 yıllık zorunlu, ücretsiz,

    tüm masrafları devlet tarafından karşılanan, içerik olarak gerçek anlam-da laik ve demokratik eğitim sunacaktır. Eğitimde her türden ataerkil ide-oloji kalıntılarına karşı mücadele edilecek, eğitim kurum ve araçlarındaki (okul kitapları vb) her türden cinsiyetçilik bertaraf edilecektir. Kız çocukla-rının eğitim ve öğretimini garanti altına almak için gerekli tedbirler alına-caktır. Demokratik halk devleti, tüm vatandaşlarına ana dilde eğitim hak-kını sağlayacaktır. Eğtimde, politeknik eğitim –üretim süreçleri ile birleş-tirilmiş, teori pratik bütünlüğü içinde eğitim– ilkesi temel alınacaktır. Yük-sek öğrenim özerk olacak, bunun nasıl olacağı devlet tarafından belirle-necektir. Yüksek öğrenim, yüksek meslek eğitimi ve akademik eğitim 12 yıl eğitim almış herkese açık ve parasız olacaktır.

  • 161 . 2011

    16

    düşmanıdır!’ Zaten ‘Türkün Türkten baş-ka dostu yoktur!’ vs. vb. içeriğiyle eğitim sistemi temelden bozuktur.

    Türkiye okullarında her sabah öğrenci ‘Andımız’ı okuyarak; ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’la ‘Türk’(!) olduğunu beyan et-mek zorunda bırakılmakta; varlığını ‘Türk varlığına armağan’ etmekle yükümlü tu-tulmaktadır. Ve andımızın sonunda milli-yeti ne olursa olsun her öğrenci “Ne mut-lu Türküm diyene!” sloganıyla ‘Türklüğü’ kutsamak zorundadır!

    Ve bu ırkçıdır, şovendir, milliyetçi Türk eğitim sisteminde sadece bir örnektir ve tek örnek değildir!

    Tüm bu ve benzeri içerik dışında bu alandaki en önemli noktalardan birisi ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin ırkçı ve milliyetçi yaklaşımının en iyi örneği bir halklar hapishanesi olan Türkiye Cumhu-riyeti sınırları içinde bulunan ulus ve mil-liyetlerin kendi anadillerinde eğitim yap-ma yasağıdır. Türkiye Cumhuriyeti sınırla-rı içinde Lozan Anlaşması ile belirli azın-lıklara verilen izin dışında diğer ulus ve milliyetlerin bu hakkı gaspedilmiştir. Kendi anadilinde eğitim olanağına sahip azınlıkların bu hakları da;

    a) Kısıtlanmıştır, kısıtlanmaktadır. Türk devletinin cumhuriyet tarihi boyunca azınlıklar üzerindeki baskı ve asimilasyon uygulamaları sonucu nüfusun oldukça azalması nedeniyle okulların bir bölümü öğrenci bulamamaktan kapanmak zo-runda kalmıştır. Konuyla ilgili olarak Prof. Dr. Baskın Oran bir araştırmasında şunla-rı belirtir:

    "1968’den 2000’lere kadar kimliğin-de Rum, Ermeni gibi nitelikler yazılma-mış çocuklar azınlık okullarına kaydedile-memiş, mahkeme kararıyla sonradan ya-pılan düzeltmeler de kabul edilmemiş-tir. Lozan’ın 40. maddesinin açık hükmü-ne rağmen okul açmalarına izin verilme-

    yen Süryanilerin çocuklarının da Rum okul-larına kaydı 2000’lere kadar yasaklanmış-tır. Öğrencilerin oturdukları çevre dışında-ki başka bir okula kaydedilmesi önlenmiş, böylece kimi okullar öğrencisiz kalarak ka-panmıştır. 1980’den itibaren de gayrimüs-lim azınlık okullarında müdürün pratikte bir yetkisi kalmayacak, maaş bordroları-nın imzalanması dahil yetkiler “Türk müdür yardımcısı”na verilecektir." (Prof. Dr. Bas-kın Oran; http://baskinoran.com/makale/Azinliklar-BaskinOran-IstAnsiklopedisi.pdf)

    Rum/Ortodoks azınlık açısından da du-rum Ermeni azınlıktan farklı değildir. Hey-beliada Ruhban Okulu (Okul 1971’den bu yana kapalıdır. Bu okulun açılması tartış-maları son dönemlerde yoğunlaşmıştır. AB uyum yasaları çerçevesinde okulun açılması yönünde “izin” çıkarılması ko-nuşulmaktadır!) örneğinde olduğu gibi Rum okullarının da bir bölümü Türk dev-letinin azınlıklara düşman siyaseti sonucu kapatılmıştır. 1927’de çıkarılan bir yasay-la İmroz ve Bozcaada’daki Rum okulların-da Rumca eğitim yasaklanmış, Demokrat Parti hükümeti döneminde bu yasak kal-dırılmış, ancak 1964’te İsmet İnönü hükü-meti gelince çıkarılan 502 sayılı yasayla tekrar konulmuştur. 1960’ların sonunda, 1936 Beyannamesi uygulamasıyla bu iki adadaki Rum köylüler Yunanistan’a git-mek zorunda bırakılmıştır.

    b) Halihazırda eğitim yapılan okullar-da da müfredat devlet tarafından be-lirlenmektedir. Konuyla ilgili olarak Er-meni okullarından birisinde okuyan bir Ermeni’nin, Aras Yayınları Editörü Rober Koptaş’ın tanıklığına başvuralım:

    ‘Ermeni okulları kendi başlarına müfre-dat belirleyip kendi başlarına öğretebiliyor değiller. Her şey Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolü altında. Uzun yıllardır Ermeni-ce ders kitabı basılamadı mesela. Ben lise-deyken, 90’lı yılların başlarında, 1906’da

  • 161 . 2011

    17

    basılmış bir kitabı Ermenice ders kitabı ola-rak kullanıyorduk. Başka bir realitenin kita-bı o. 80-90 sene önce basılmış kitabı oku-yorduk ve hiçbir şey anlamıyorduk. Çünkü bize çok ağır geliyordu. Ermeni dili ve ede-biyatına bir sempati duymamız da söz ko-nusu olmuyordu bu yüzden. Bir de okullar-da müdür yardımcıları hep Milli Eğitim Ba-kanlığı tarafından atanır. (...) Her şeyi kont-rol altında tutmak, okul içinde işlerin doğal akmamasını sağlamak üzere görevlendi-rilmiş müdür yardımcıları oluyor onlar. Di-yelim Ermenice bir tiyatro oynayacaksınız. Müdür yardımcısı ‘bu Ermenice metni bana Türkçe’ye çevirin, ona göre oynayın’ diyebi-liyor. Oturup sayfalarca metni Türkçe’ye çe-virmeye kalkıyorsunuz. Genelde bu tip zah-metlere girmemek için onu da yapmıyorsu-nuz. Ermenice tiyatro oynamıyorsunuz, bi-tiyor. Ve bunun 10 yıllardır devam ettiğini düşünürseniz. Yani kültürel anlamda geri-cilik devlet baskısından çok bağımsız değil.’ (http://akunq.net/tr/?p=1718)

    Rober Koptaş’ın dikkat çektiği “Türk müdür yardımcısı” uygulaması Şu-bat 1937 yılında başlatılmıştır. Ağustos 1949’da bu uygulamadan vazgeçilmiş ancak bu uygulama 1962’de yeniden uy-gulamaya konmuştur. Bu görevli Haziran 1965’te çıkarılan 625 sayılı kanunda “Türk asıllı ve TC uyruklu” olarak tanımlanmış; bu tanım ancak Şubat 2007’de 5580 sayılı yasayla kaldırılmıştır.

    Eğitim noktasında azınlıklara uygula-nan baskılar bunlarla sınırlı değildir. Yu-karıda değindiğimiz noktalar sadece tipik birkaç örnek olarak kavranmalıdır. Bu ko-nuda Türkiye Cumhuriyet tarihine göza-tıldığında birçok çarpıcı veriyle karşılaş-mak mümkündür.

    Yukarıda; Lozan Anlaşması ile belirli azınlıklara verilen izin dışında diğer ulus ve milliyetler için bu hakkın gaspedildiği-ni belirttik. Örneğin Kürtlerin, Arapların,

    Lazların, Gürcülerin... kendi dillerinde eği-tim yapma hakları yoktur.

    Bu yasak anayasal ‘güvenceye’ alınmış-tır. Konuyla ilgili yürürlükteki Anayasa maddeleri şöyledir:

    "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bö-lünmez bir bütündür. Dili Türkçedir." (Mad-de 3)

    "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğ-retim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretile-mez. Eğitim ve öğretim kurumlarında oku-tulacak yabancı diller ile yabancı dille eği-tim ve öğretim yapan okulların tabi olaca-ğı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerara-sı andlaşma hükümleri saklıdır." (Madde 42)

    Görüleceği üzere yasak anayasada baş-lamaktadır. ‘Milletlerarası andlaşma hü-kümleri saklı’ olan belirli azınlıklara veri-len izin dışında kalan diğer ulus ve azınlık-lara bu haktan mahrum bırakılmıştır. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca Lozan Anlaş-ması ile çizilen çerçeve dışında kalan diğer ulus ve milliyetler açısından (Araplar, Laz-lar, Gürcüler, vd.) kendi anadillerinde eği-tim talepleri uygulanan baskı ve asimi-lasyon politikaları sonucu bugüne kadar ‘konu’ bile olmamıştır. Bu durumu Kürtler değiştirmiştir. Kürt ulusal hareketinin yük-selmesi sonucu Kürtlerin kendi anadille-rinde eğitim yapması talebi son yıllarda çok daha gür bir biçimde dillendirilmekte-dir. Ancak anadilde eğitim konusunda (ki anda sözkonusu olan daha çok Kürtler için anadilde eğitim talebidir) faşist Türk dev-let yetkilileri yaptıkları açıklamalarla, bu hakkın verilemeyeceğini, bu hakkın veril-mesiyle Türkiye’nin bölünmeye gidece-ğini vs. söylemektedirler. Bu tavrıyla Türk devleti bugüne kadar uyguladığı baskıcı-inkarcı-asimilasyoncu siyaseti sürdürme-de kararlı olduğunu göstermektedir.

    * türkiye’de eğitim fırsat ve imkan eşitsizliği üzerine kuruludur...

  • 161 . 2011

    18

    Türkiye Cumhuriyeti devletinin de altı-na imza koyduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin eğitimle ilgili maddesinde şunlar yazar:

    "Madde 261. Herkes, eğitim hakkına sahiptir. Eği-

    tim, en azından ilk ve temel öğrenim aşa-malarında parasızdır. İlköğretim zorunlu-dur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açık-tır. Yüksek öğrenim, yeteneğe göre herkese eşit olarak sağlanır.

    2. Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştiril-mesine, insan haklarına ve temel özgürlük-lere saygıyı güçlendirmeye yönelik olma-lıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dost-luğu yerleştirmeli ve Birleşmiş Milletlerin ba-rışı koruma yolundaki etkinliklerini güçlen-dirmelidir.

    3. Ana-babalar, çocuklarına verilecek eği-timi seçmede öncelikli hak sahibidir." (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 10 Aralık 1948; Madde 26)

    Yine yukarıda değindiğimiz ‘Türk Millî Eğitiminin Temel İlkeleri’nin ‘Genellik ve Eşitlik’ başlıklı bir maddesi vardır. Bu mad-deye göre; "Eğitim kurumları dil, ırk, cinsi-yet ve din ayrımı gözetilmeksizin herkese açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümre-ye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."

    Altına imza konulan İnsan Hakları Ev-rensel Bildirgesi’nin ilgili maddesi ya da Türk Millî Eğitiminin Temel İlkeleri’nde söylenen ‘eşitlik’ vurgusuna rağmen Türk eğitim sistemi eşitsizlik üzerinde yükse-lir. Türk eğitim sistemindeki eşitsizliğin temellerini Anayasada çizilen çerçeve-de bile görmek mümkündür. Anayasada konu ‘Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi’ başlığı altında 42. maddede ele alınmıştır. Şöyledir bu madde:

    "MADDE 42- Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. (...) Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları

    doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve dene-timi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. (...) İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorun-ludur ve Devlet okullarında parasızdır. (...) Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarı-lı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilme-leri amacı ile burslar ve başka yollarla ge-rekli yardımları yapar. (...) Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak oku-tulamaz ve öğretilemez. (...)" (http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa_2011.pdf)

    Türk olmayan ulus ve milliyetlere karşı yaklaşımıyla Türk devleti eğitim alanında eşitliği ortadan kaldırıyor. Yine ‘eğitim ve öğretim(in), Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda’ uygulanacağını, ‘bu esas-lara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açıla-mayacağını’ kural haline getirerek Kema-lizm dışında düşünen, hareket eden top-lumsal katmanların eğitim-öğretim ola-naklarını elinden alıyor, böylece eşitsiz-lik katmerleniyor. Feodal artıkların etkisi-ni yer yer güçlü bir biçimde etkisini sür-dürdüğü, pederşahi yapı temelinde şekil-lenmiş Türkiye toplumunda kız çocukla-rının eğitim-öğretimden yararlanmasının önündeki zorluklar Türk eğitim sistemin-deki eşitsizliğin bir başka görüngüsü ola-rak karşımıza çıkıyor.

    Tüm bunların yanında eşitsizlik en çıp-lak haliyle sınıfsal açıdan olaya yaklaşıldı-ğında görülüyor. Sınıflar arasında eşitsiz-liğin sistemin temeli olduğu; her geçen gün zenginin daha zengin, yoksulun daha da yoksullaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Ve bu ülkede (dünyanın birçok ülkesinde ol-duğu gibi) son onyıllarda devletçilik ye-rine liberal ekonominin gelişmesi kapi-talistlere eğitim alanında da at oynatma, eğitimi de paraya tahvil etme olanağı ve-riyor. Ve bu ülkede de, her kapitalist ülke-

  • 161 . 2011

    19

    de olduğu gibi eğitim kapitalist açısından anda kâr getiren önemli bir sektör.

    Durum böyle olunca devlet okulları ya-nında özel okullar çok daha yaygınlaşma-ya başladı. Parası olanlar çocuklarını özel okullara gönderirken parası olmayanlar devlet okullarında çocuklarını okutma-ya devam ettiler. Özel okulların yaygın-laşmasına olanak sağlayan ve sermaye-ye önemli bir kâr alanı açan devlet, elinde bulundurduğu okullardaki eğitim kalitesi-ni de bilinçli bir şekilde düşürmeye başla-dı. Öyle ya, çıkarları savunulan kapitalist-lere daha fazla ‘müşteri’ kazandırmak için ‘özel okullar’ cilalanıp parlatılmalı, parası olanlar devletin kötü eğitimini değil, özel okulları tercih etmelidirler!

    Bu konuda bir başka noktaya daha de-ğinmek gerekiyor:

    Türk devleti bir yandan altına imza attı-ğı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki eğitimde eşitlik ilkesini sahiplenir görün-sün, bunu Anayasasına yazsın (nasıl yaz-dığını yukarıda gördük!), eğitimde eşitli-ği Türk Millî Eğitiminin Temel İlkeleri için-de saysın... gerçekte bu alanda sözkonu-su eşitliğin olmadığını, olmayacağını ko-nuyla ilgili çok somut bir temel belgeye; UNESCO’nun ‘Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşmesi’ne (1960 yılında kabul edildi, 1962’de yürürlüğe girdi) imza atmayarak belgelemektedir. Neden acaba?

    Çünkü bu sözleşmede “herhangi bir ki-şiyi ya da kişiler grubunu, herhangi bir tür-de ya da herhangi bir düzeyde eğitim gör-mekten yoksun bırakmak; düşük standart-lı eğitimle sınırlamak; kişiler ya da kişi grup-ları için ayrı eğitim sistemleri ya da kurum-ları kurmak ya da sürdürmek; herhangi bir kişiye ya da kişiler grubuna insan onuruyla bağdaşmayan koşullar uygulamak ama-cını taşıyan ya da sonucunu doğuran, her-hangi bir farklılık gözetme, dışlama, kısıt-lama ya da öncelik tanıma halleri” eğitim-

    de ayrımcılık olarak kabul edilmiştir. Türk devletinin bugünkü konumu ve yapısıyla başta anadilde eğitim konusu olmak üze-re birçok noktada sözleşme hükümlerine uyamayacağı açıktır!

    Anayasada ve yasalarda söylenen tüm ‘eşitlikçi’, ‘ayrıcalıksız’ vb. belirlemelerin pratikte bir anlamı yoktur. Eşitsizlik teme-linde yükselen bir toplumda, devletten eşitlik beklemek safdilliktir. Eğitim alanın-da da bu sistemin ve bu devletin varlığı koşullarında eşitlik beklenemez.

    * türkiye’de eğitim sistemi cinsiyetayırımı üzerinde de yükselir! Genel anlamda bireylere cinsiyetlerin-

    den dolayı toplumda adaletsiz bir şekilde davranılmasını cinsiyet ayırımcılığı olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır.

    Genel olarak cinsiyet ayrımcılığının ha-kim olduğu, feodal-pederşahi kültürün hakimiyetini şu ya da bu ölçüde etkide bulunduğu Türkiye toplumunda eğitim de bundan nasibini almıştır.

    Bu alanda cinsiyet ayırımcılığı esas ola-rak toplumda kadın ve erkeğe biçilen ge-nel role göre yapılan düzenlemeden kay-naklanmaktadır. Bu noktada tüm cumhu-riyet tarihi boyunca varolan genel resim; erkek çocuklarının eğitim alıp, iş sahibi ol-maları kızların ise evde kalıp ev işleriyle ilgi-lenmesi şeklindedir. Genel resim bu olun-ca eğitim de buna göre şekillenmiş; erkek-ler daha iyi ve daha uzun bir eğitim alma noktasında teşvik edilmiş, kızların eğitimi ise toplumun kadınlara biçtiği rol teme-linde tali planda kalmıştır. Toplumda ge-nel geçerli olan rol dağılımı temelinde kız çocukları örneğin ‘kadın meslekleri’ olarak adlandırılan (hemşirelik, öğretmenlik vb.) mesleklere yönlendirilirken erkek açısın-dan böyle bir durum sözkonusu değildir.

    Bugünkü eğitim sisteminde kadın ve erkek arasında cinsiyet farklılığından kay-

  • 161 . 2011

    20

    naklanan eşitsizlik, yasal düzenlemelerde bu yönde bir ayrım yapılmamasına rağ-men vardır. Bu noktada okur yazar oranı-na bakmak bile durumun ne olduğu ko-nusunda fikir verebilir.

    UNESCO Türkiye’nin ‘Eğitimin Toplum-sal Cinsiyet Açısından İncelenmesi, Türki-ye 2003 (2)’ başlıklı raporunda durum şu şekilde özetlenmiştir:

    ‘Okuma oranlarında cinsiyet farkla-rı (2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre, kadınlarda %80.6 oranına karşılık, erkek-lerde %93.9) ve mevcut okullulaşma oran-ları (temel eğitimde kızlarda %91.8 oranına karşılık erkeklerde %100) eğitime erişimdeki eşitsizlikleri göstermektedir.

    Cinsiyete bağlı eşitsizlikler, kırsal alanlar-da kentsel alanlara göre daha belirgin bi-çimde ortaya çıkmaktadır. Okuma yazma oranlarına bakıldığında; okur yazar olma-yan kadınların oranının kentsel alanlarda %16.6 olmasına karşılık, bu oranın kırsal alanlarda %30.8 oranına çıktığı görülmek-tedir. Erkekler için aynı oranlar kentsel alan-larda %3.9, kırsal alanlarda ise %9 düze-yindedir. Hala devam etmekte olan kırdan kente ve doğudan batıya göç nedeniyle okur yazar olmama ve düşük eğitim düzeyi sorunu kentlere taşınmıştır. Göç alan kent-lerde ve metropoliten alanlarında, özellikle de gecekondu alanlarında kadınların okur yazar olmaması ve eğitime erişim olanak-larına sahip olamamaları ciddi sorunlar oluşturmaktadır (Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) 2003).’ (http://www.unicef.org/turkey/gr/_ge21ja.html#a)

    Okuma oranlarında kadınların erkek-lere göre daha düşük oranda yer almala-rı sorunun bir yönüdür ve ama hepsi de-ğildir. Eğitimde cinsiyetçi ayırımı konu-sunda karşımıza çıkan bir başka sorun da eğitim programlarının, müfredatın cin-siyetçi olmasıdır. Bununla eğitim tekelini elinde bulunduran devlet var olan feodal-

    pederşahi cinsiyet ayrımcılığını ve kalıp-laşmış toplumsal yargıları daha da güç-lendirmektedir.

    Türkiye’de eğitim sistemininkimi somut sorunları...

    Eğitim sisteminin yukarıda saydığımız temeller özellikleri nediyle Türkiye’de bi-limsel eğitimden bahsetmek mümkün değildir. Eğitimde amaç sisteme, sistemin devamına yönelik bireyler yetiştirmek ol-duğu için eğitim, sosyal bilimlerde ezber-cilik, mevcut devlet politikası temelinde şekillendirilmiş düşüncelerinin genç di-mağlara enjeksiyonu; fen bilimlerinde deneme-yanılma ile sonuçlara ulaşma değil, kuru teorilerin ezberletilmesi; sa-nat ve görsel alanda sözde ‘çağdaşlık’ ve ama pratikte gericilik; din eğitiminde yo-bazlık... pratiği üzerinden yapılmaktadır.

    Diğer yandan gerici, ırkçı, faşist eğiti-min anda pratikte bir dizi ‘sorunu’ kendi-sini dayatmakradır. Bunları bir bütün ola-rak ortaya koymak bu yazının sınırlarını aşar. Geçerken ilk aklımıza gelenleri sıra-layacak olursak;

    * Son yıllarda çarpıklığı çok daha be-lirgin hale gelen sınav odaklı eğitimle ‘at yarışı’na dönüştürülmüştür,

    * Çocuğunun bu yarış içinde başarılı ol-masını isteyen ebeveynler artık çok iyi bir kar ve sömürü alanı haline gelmiş dersha-ne sistemine mahkum edilmiştir.

    * İlköğretimde okullaşma oranı yüzde 98, ortaöğretimde ise okullaşma oranı yüzde 60 düzeyindedir. Bu ortaöğretim-de, özellikle mesleki ve teknik ortaöğre-timde okullaşma oranının yetersizliğinin açık göstergesidir,

    * Türkiye‘de eğitim hemen her dönem-de olduğu gibi hala kalabalık sınıflarda yapılmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyun-

  • 161 . 2011

    21

    ca bu durum değişmemiştir,* Okullaşma konusunda son yıllarda

    önceki yıllara oranla nisbi bir gelişme olsa da bu gelişen nüfusa, artan ihtiyaca ce-vap vermekten uzaktır. Bu nedenle örne-ğin Eğitim-Sen verilerine göre:

    “... yaklaşık 125 bin çocuk eğitim hakkın-dan yararlanamamıştır. Zorunlu eğitim ça-ğındaki 6-14 yaş arası ilköğretime devam etmeyen çocukların 2009-2010 eğitim öğre-tim yılında 187 bin 432’si, 2010-2011 eğitim öğretim yılında ise 124 bin 830’u okula gide-memektedir. Bu öğrencilerin 43 bin 971’ini kız çocukları, 80 bin 838’ini ise erkek çocuk-lar oluşturmaktadır.” (Eğitim Sen Merkez Yönetim Kurulu’nun “2010-2011 Eğitim Öğ-retim Yılı İlk Yarıyılı Sonunda Eğitimin Duru-mu” başlıklı açıklama metninden).

    * Okulların büyük bölümünde altyapı-da donanım yetersizlikleri vardır.

    * Kadro yetersizliği her zaman olduğun-dan daha fazla yakıcı bir sorundur. Kadro-lu yerine sözleşmeli personel alımı, “ta-sarruf” adına kimi branşlarda öğretmen kıyımı... uygulanan liberal-özelleştirmeci ekonominin ruhuna uygun kölelik düze-ninin yansımalarıdır.

    * Devletin okulların en temel ihtiyaçla-rı için bile yeterli ödenek ayırmaması so-nucu, okul yönetimlerinin bir çoğunun velilerden para toplama uygulaması sür-mektedir.

    * Engelliler eğitim ahkkından yeterin-ce yararlanamamaktadır. Eğitim-Sen veri-lerine göre sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30 bini eğitim hakkından yararlanabil-mektedir.

    * AİHM kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulamasında ısrar edilmektedir.

    Yukarıdaki listeyi uzatmak mümkün-dür. Ancak eğitimdeki çarpıklığı görebil-mek için bunlar yeterlidir.

    Peki çıkış yolu ne? Türkiye‘de eğitimin

    düzeltilmesi için ne yapılmalı? Bu sistem koşullarında köklü bir düzel-

    me mümkün mü?

    Herkese parasız, özgürlükçü ve demokratik bir eğitim için de devrim!

    Yukarıda aktardığımız Türkiye‘de eği-timin temel özelliklerinden çıkarılması gereken en önemli sonuç eğitimin mev-cut kapitalist sistemle olan bağıdır. Tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi Kuzey Kürdistan-Türkiye’de de sömürüye da-yalı kapitalist sistemin çıkarları eğitim-de belirleyici unsurdur. Bu yüzden bu sis-tem devam ettiği sürece eğitimde kök-lü bir değişiklik, düzelme, sorunların aşıl-ması vb. hayaldir. Tüm diğer alanlarda ol-duğu gibi eğitim alanında da yapısal kök-lü değişim ve dönüşümlerin olabilmesi-nin tek koşulu kâr üzerine kurulu mevcut sistemin yerlebir edilmesi; yerine insanı merkeze koyan, halkların kardeşliği ilkesi-ne göre hareket eden, gerici burjuva de-mokrasisi yerine gerçek halk demokrasi-sinin hakim olduğu bir sistemin inşa edil-mesi gereklidir.

    Kısaca demokratik bir devrim sonrası kurulacak demokratik bir halk iktidarı ge-reklidir.

    Böyle bir iktidar ancak, sistemden kay-naklanan diğer sorunlarda olduğu gibi eğitim alanında da köklü dönüşümleri gerçekleştirebilir.

    Demokratik halk devrimiyle kurulacak demokratik halk iktidarının eğitim alanın-daki programı neleri öngörmektedir? Bu alanda neler değişecektir?

    Demokratik bir devrim sonrası kurula-cak demokratik bir halk iktidarının temel görevi yeni insanı yaratmaktır. Demokra-tik devrimin yeni insanı; sömürüye, baskı-ya, zulme karşıdır. Özgürdür, özgürlükçü-

  • 161 . 2011

    22

    dür. Gerici düşüncelerden arınmıştır. Edil-gen bir toplumun sıradan bir insanı değil, toplumu ileriye doğru evrilmesine ina-nan, bunun için sorumluluk almayı bilen etken bireydir; geleceğin sınıfsız, sömü-rüsüz toplumunun inşası için donanmış, böyle bir toplumun inşası için aktif görev alandır... vb. vb.

    Demokratik bir devrim sonrası kurula-cak demokratik bir halk iktidarında eği-tim kar üzerine kurulu olmaktan çıkarı-lacak; bütün vatandaşlar tüm masrafla-rı devlet tarafından karşılanan bir eğiti-me kavuşacaklardır. Bu eğitim vatandaş-lar arasında ayırımın/ayrıcalığın ortadan kaldırıldığı bir eğitim olacaktır.

    Halk devletinin eğitiminin içeriği ger-çek anlamda laiklik ve demokratik bir içerik olacaktır. Kar, din, militarizm, zor... ögeleriyle beslenen gerici burjuva de-mokrasisinin yerini gerçek halk demok-rasisi alacak, halk demokrasisi her alan-da olduğu gibi eğitim alanının da teme-li olacaktır.

    Eğitimde her türden ataerkil ideoloji kalıntılarına karşı mücadele edilecek, eği-tim kurum ve araçlarındaki (okul kitapla-rı vb.) her türden cinsiyetçilik ortadan kal-dırılacaktır. Kız çocuklarının eğitim ve öğ-retimini garanti altına almak için gerekli tedbirler alınacaktır.

    Demokratik devrim sonrası kurulacak demokratik halk iktidarında ezilen ulus ve milliyetler tam hak eşitliğine kavuşa-cağından halkların kendi dillerinde eği-tim yapabilmelerinin yolu açılacaktır.

    Eğitim bilimsel olacaktır. Her türlü geri-cikle bezeli müfredat yerine bilimsel iler-lemeyi takip eden, teknoloji alanındaki gelişmelere ayak uyduran, bu gelişmeleri daha da ilerletmeyi amaç edinen bir eği-tim sistemi hakim hale gelecektir.

    Demokratik halk iktidarı halk için, hal-kın zorunlu ihtiyaçlarını öncelikli olarak

    karşılamayı, gittikçe halkın refah seviye-sini yükseltmeyi hedefleyen bir iktidar biçimidir. Bu yüzden halkın zorunlu ihti-yaçlarının karşılanması için öncelikli plan-lamalar temelinde eğitim yapılacak, eği-tim üretimle içiçe ele alınacaktır. Geçmiş sosyalizm deneyimlerinde başarıyla uy-gulanan, yer yer batılı güçler tarafından, hatta Türk devleti tarafından da çok kötü bir şekilde kopye edilmeye çalışılan (Köy Enstitüleri) ‘Politeknik’ –üretim süreçle-ri ile birleştirilmiş, teori pratik bütünlüğü içinde eğitim– eğitim modeli demokratik halk devletinin eğitim politikasında ön-celikli bir yere sahip olacaktır.

    Demokratik halk devletinin herkese açık, parasız eüitim sistemi yüksek öğre-nim, yüksek meslek eğitimi ve akademik eğitim alanında da geçerli olacak; 12 yıl eğitim almış herkes bu haktan yararlana-bilecektir.

    Demokratik halk devletinin eğitim sis-temi sadece örgün eğitimle sınırlı kalma-yacak; yaygın eğitime de gerekli önem verilerek halkın bir bütün olarak eğitim olanaklarından yararlanması için gerekli önlemler alınacaktır.

    Sonuç: Eğitim alanında sorunların bir bütün olarak aşılması isteniyorsa; herkes eğitim hakkından ücretsiz bir şekilde ya-rarlansın, tüm ulus ve milliyetler kendi anadillerinde eğitim hakkına kavuşsun deniliyorsa, eğitim demokratik olsun de-niliyorsa... vb. vb. yapılması gereken ilk şey, kar üzerine, sömürü üzerine kurulu bu sistemin demokratik devrimle yıkıl-ması, yerine demokratik halk iktidarının kurulması zorunludur.

    ‘Parasız, laik-demokratik, eşit ğitim hakkı... için de devrim!’gerekli.

    Bu bilinçle demokratik devrim müca-delesinde yerini al!

    13 Ağustos 2011

  • 161 . 2011

    23

    Ortak Eşgüdüm Grubu (JCG) tarafından çıkarılan ULUSLARARASI BASIN HABERLEŞMESİ 37/38'inci çift sayısı, Eylül 2010 (Almanca’dan), sayfa 21-23'ten çevrilen Devrimci İşçi Örgütü, ABD (Eskiden:Ray O. Licht Grubu)'nun

    ABD ÜLKE RAPORU 10. ULUSLARARASI KONFERANSA KATKI

    aBd kriz içindeKapitalist dünya ekonomisi son 18

    ayda krizdeydi. ABD’de bu krizin çeşitli karakteristik yönleri vardı.

    Bu süre içinde ABD’deki en dikkat çe-kici olgu, federal hükümetin mali serma-yenin kriminel Wall Street çetesine en azından birkaç milyar doları hiç yoktan hibe etmesiydi; bu çete çılgınca açgöz-lülüğünün andaki krizin esas olarak so-rumlusu olduğu ABD’deki egemen sını-

    fın hâkim kesimidir. Bu kurtarma para-larının çoğu Wall Street’e fazlaca milyar doları kapsayan iki kefaletle verildi. Her iki kefaleti de hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar tarafından onayladı. Bi-rinci kefalet Bush hükümetince, ikincisi ise Obama hükümetince sağlandı.

    Bir bütün olarak ABD’deki işçi sını-fı aynı zamanda yoğun işten çıkartılma-lar — 8 milyon yeni işsiz ve kronik ola-rak milyonlarca yetersiz istihdama ma-ruz kaldı. Eskiden olduğu gibi bugün de tekelci kapitalistler “işsizler ordusu”nu,

  • 161 . 2011

    24

    henüz bir işyerine sahip olma mutluluğu bulunan işçileri, onların ücretlerini dü-şürmek, işlerini hızlandırmak vs. amacıy-la sindirmenin aracı olarak kullanıyorlar.

    Ezilen halk gruplarından işçiler en mağdur durumdadırlar. Afro-Amerikalı işçilerin ücretleri en alt seviyeden sınıf-landırılmakta ve onlar ilk işten atılanlar olmakta ve siyahi gençlik işsizliği salgı-nı, ABD’nin her yerindeki Afro-Amerikan belediyelerin maruz kaldığı feci koşulla-rın esas kaynağıdır. Geriye kalan işçi sı-nıfının durumu artarak kaygı verici ol-duğundan ABD tekelci kapitalistlerinin Latin Amerika kökenli (Latino) ve diğer göçmenler üzerine daha açıktan saldı-rıları desteklemek için önemli bir sayıyı harekete geçirmek becerisi de artmak-tadır. Ve bu işçi sınıfının sermaye karşı-sındaki konumunu hem tek tek olarak hem de bir bütün olarak sadece bir za-yıflamasına götürebilir. Buna ek olarak bir de birçok işçi ailesi ve orta tabakala-rın aileleri de bir kredilerinin iptal edil-mesi salgınında evlerini kaybetmekte-dirler. Ve bu krizin eşlik ettiği görüntüler olarak evlerin ağır değer kayıpları, bor-sadaki sarsıntılar, manipülasyon ve dü-şüşü işçi sınıfından ve orta tabakalardan birçok diğer insanlar yaşlılık güvencele-rinin esas kaynaklarının yok olması ola-rak gördüler. Bu, birçok yaşlıca insanı iş-lerinde kalmaya zorladı ve giderek genç-lik işsizliğini ve zaten mevcut asalak-ça gençlik kültürünü keskinleştirmekte-dir. Nihayetinde Bush ve Obama tarafın-dan milyarlarca dolar kefalet alan büyük bankaların kredi vermeye hazır olmadık-larından, ağır baskı altında bulunan orta tabaka iş adam-kadınlarına kredi verme kötüleştiğinden bir küçük şirketlerin çö-küş salgını vardır. Onyıllar boyunca ka-pitalist dünya iktisadındaki ABD em-peryalizminin egemenliğiyle şımartılan

    ABD’deki orta tabakalar bu vahim du-rum vasıtasıyla şoke oldular.

    Bu çerçevede son yıl sırasında ABD si-yasi sahnesinde gerici, sağcı, her şey-den önce orta tabakaya mensup bir ha-reket ortaya çıktı. Tea Party (Çay Partisi) hareketi kesintiye uğrayarak kâh Cum-huriyetçilerin bir politikacısı kılığında, kâh sağcı bir tartışma şovu sunucusu veya sonra bir başkasının önderliğinde meydana geldi. Bu hareket bir kez Cum-huriyetçilerle sıkı işbirliği içinde çalıştı; başka bir sefer antidemokratik ve anti-cumhuriyetçi, kesin bir şekilde hükü-mete karşı yönelik bir ses çıkardı. Bu Çay Partisi Hareketinin tutumu ile ilgili so-runun iki yönü vardır. Her şeyden önce tehdit eden bir despotluğa onun cevabı, saflarına karşı harekete geçirilen tam da bu sistemin ve egemen sınıfın despotlu-ğu için öncü gücü olmaktır. Bu, tam da işlerini veya hastalık sigortalarını kaybe-den böylesi insanların neden sosyal si-gortanın, Medicare (65 yaş üzerine in-sanlar için devlet hastalık sigortası siste-mi / Almanca’ya Çevirenin Notu) ve Me-dicaid (hekim ve ilaç giderlerinin karşı-lanması için desteğe muhtaçlara yardım sağlayan devlet programı / Almanca’ya Çevirenin Notu) kaldırılmasını talep et-tiklerinin genel açıklamasını veriyor. Ve ikinci olarak onun “tehdit eden despot-luk konuşması” büyük oranda doğrudur! (*) Yani Çay Partisi/Yurtseverler Hareketi, eğer ABD kapitalizminin ekonomik krizi daha da kötüleşmesini sürdürürse, daha güçlenme potansiyeline sahiptir.

    (*) Örneğin Barstow şunu vurgulamakta-dır: “Yurtsever ideoloji,hükümetler ve ekonomi, gücünü Bilderberg-Grubu, Trilateral-Komisyon ve Yurtdışı İlişkileri Konseyi gibi dıştalayıcı olu-şumlar vasıtasıyla uygulayan bir ağ sistemi ta-rafından denetlenmesini içermektedir.”)

  • 161 . 2011

    25

    obama ve Federal hükümet aBd imparatorluğunun çöküşünüyönetiyor

    Barack Obama ABD nüfusunu yok-sullaşmaya giden yolu düzenli bir şe-kilde yönetmek zorlu görevi için iyi bir biçimde uygundur; tekelci kapitalistler ve emperyalistler bu bağlamda kapita-list dünya sistemi içinde kendilerini ve kendilerinin üstün konumlarını ümit-sizce kurtarmaya çalışıyorlar. Bu ara-da birçok “solcu” Afro-Amerikalılar, La-tinos ve ABD işçi sınıfının örgütlü işçi-leri ile birlikte “iktidar” ve “demokrat-ların seçilmesi”ndeki “vaadler” üzeri-ne küçükburjuva demokratik hayaller ile kandırıldılar. Sonra Obama-Biden-Demokratlar Hükümeti’nin retoriği ta-rafından akılları çelindi (Bush’un he-diyesinden sonra) Wall Street’in en aç gözlü ve en muktedir bankacı ve fi-nanzcılarına ikinci hediyesi kabul et-mek için (ki demokratların kampanya-ları da Wall Street tarafından özellikle fi-nanse edildi). (*)

    8 yıl süren Georg Bush Hükümti sıra-sında Afro-Amerikalılar, ABD imparator-luğunu ayakta tutmak için, savaş maki-nesi içine girmek, yeniden dahil olmak veya katılmak için ABD halkının en istek-siz başlıca parçası haline geldi. Barack

    Obama Hükümeti’nin işbaşına gelme-siyle durum değişti. Afro-Amerikalıların Subprime-ipotekleri ve kendi evlerinin kredilerinin feshedilmesi krizinden en fazla mağdur olanlar içinde bulunmala-rı daha da dikkat çekicidir; onlar gençlik işsizliği ve işten çıkarılmalarda en yük-sek orana maruz kaldılar. (Bu, “en son işe alınan ve ilk işten çıkarılan” alçakça sendromudur.) Oysa yaklaşık son 20 ay-lık Obama’nın Beyaz Saray’da bulunması sırasındaki ekonomik krizin korkunç et-kilerine karşın, anketlerin giderek hâlâ gösterdiği gibi, Afro-Amerikalılar en azından şu anda geleceğe en iyimser bakanlar ve Obama hükümetine en sa-dık kalanlardır!

    Milyonlar arasında her şeyden önce göçmen Latino-işçiler içinde Obama’nın demokratları karşısında, onların yaşa-dıkları korkunç baskıları hafifletecek göç ”reformları”nı yürürlüğe koyacak-ları iyimserliği de vardır. Ve bu umut, Obama’nın ilk yılında Göç ve Gümrük Dairesi'nin (ICE – Immigration and Cus-toms Enforcement) göçmenlere karşı yürüttüğü baskınların artmaya devam etmesi ve genel ABD nüfusunun gide-rek artan bir şekilde içimizdeki göçmen-leri günah keçisi yapmaya zorlandık-ları olgusuna rağmen hâlâ mevcuttur. Sendika hareketinin önderleri bir taraf-tan biraz protesto ederken, nihayetinde, AFL-CIO ve ABD-işçi sınıfının örgütlü ke-simi karşısında hemen hemen hiçbir se-çim vaadi yerine getirilmemesine karşın, üyelerini Obama ve demokratların arka-sındaki çizgide tutmaya çalıştılar. Ama yoksullaşmaya giden bu yol henüz baş-langıç sürecindedir. Ve ABD’nin tekelci kapitalist ve emperyalist egemen sınıfı-na ve Başkan Obama’ya, bizlerin başkal-dırıdan yana karar vermeksizin, zorlukla-rımızın çıkış yolu olarak sosyalist devri-

    (*) Fazlaca milyar doları kapsayan Bush ve Obama’nın Wall Street’e verdiği kefaletler Ulus-lar arası Para Fonu’nun (IMF) 2007 ve 2008 yı-lındaki şef ekonomisti Simon Johnson’un iz-leniminin dramatik bir onayıdır. Johnson, “fi-nans oligarşisi”nin ABD-Hükümetini “zapt etti-ğini” söyledi. O, eğer buna karşı çıkılmazsa ve bu durdurulmazsa, bunun yeni bir büyük dep-resyona götüreceğini ekledi! (“Sessiz Darbe”, Mayıs 2009, Atlantic Magazine)

  • 161 . 2011

    26

    me yönelmeksizin kafa tutma çok daha zorlaşacaktır.

    Obama’nın başkanlık seçim mücade-lesi ve onun seçilmesi her şeyden önce Georg W. Bush rejiminin bir reddi ola-rak görüldü. Kaldı ki, Obama-Biden-Hükümeti ABD tekelci kapitalist ve em-peryalist egemen sınıfının sadık temsil-cisi olarak, daha ince farklı ve kurnazca olmasına karşın, Bush hükümetinin siya-seti ile ilginç bir şekilde çakışan ABD im-paratorluğunun savunulması politikası-nı gerçekleştirdi.

    Ekonomi Cephesinde: Beyaz Saray’da oturmaya başlar başlamaz Obama hükü-meti Wall Street zenginlerine 700 milyar ABD doları artı yoğun kefaletlerle birlik-te ekonomik teşvik paketini ikinci bir kez kabul ettirdi. Bu, pratikte 2008 Seçimleri arifesinde Obama ve McCain tarafından desteklenen Bush-Paulson (ve Pelosi'nin 700 milyar ABD dolarlık ekonomik teşvik paketinin bir kopyasıydı. Oysa bu kefa-letler evler ve küçük işletmeler için yo-ğun kredi iptallerini durdurmaya yardım etmek için gerekli kredi imkanlarını gev-şetmedi. Her iki kefalet de gerçekte, ül-keyi ve dünyayı acil bir ekonomik krize götüren Wall Street’in kriminal finans ka-pitalistlerini ve onun gaspçı sistemini if-lastan korudu. Sağlık reformu ile ilgili olarak Obama hükümeti, daha tartışma başlamadan önce tek tek ödeme yapan-ları ve sağlık hizmetlerinin kapsamlı bir şekilde sağlanmasını gündemden çıkar-dı. Kongre’de ve başkanlık dairesindeki demokratların önderliği aynı ilaç şirket-leri, hastane firmaları, sigortalar ve Cum-huriyetçilerle önceden tezgâhlanmış ta-vizleri kararlaştırdı ve güncel “reform”-önerisinin az sayıda çalışanlar için bir ko-laylık, fakat bizim sağlıksal mutsuzluğu-muzdan yararlanan özel sektör için yeni

    anlamsız iş yaratan bir durumun ortaya çıkmasına yardımcı oldu.

    Eğitim Cephesinde: Son haftalar için-de Rhode İsland’daki bir “başarısızlar okulu”ndaki tüm öğretmenler ve dev-let memurları işten atıldı. Eğitim Bakanı Arne Duncan ve Başkan Obama her iki öğretmenler sendikası ve AFL-CIO’nun hoşnutsuzluğu ve dehşetine rağmen bunu onayladılar. Rhode İsland’daki iş-ten atılmalara yanıt olarak televizyon ka-baretisti Bill Maher, Obama / Duncan’a, o zaman bu “kötü” öğretmenlerin yeri-ne “iyi” öğretmenlerin nerden geleceği-ni sordu. Maher daha sonra kötü öğret-menlerin her yerde bulunabileceğini, Harvard Üniversitesi'nin birkaç kötü öğ-retmene sahip olduğunu ve araştırmala-rın akademik bir başarı için anahtar-ön koşulların iyi bir öğretmen değil, bilakis evdeki destekleyici bir çevrenin, anne-babanın, oturma odasındaki kitapla-rın vs. olduğunu gösterdiğini vurgula-dı. Obama / Duncan tepkisi hiç kimse-yi şaşırtmamalıdır. Duncan Obama tara-fından eğitim bakanı olarak atanmadan önce Şikago’daki devlet okullarından so-rumlu yetkili idi. Duncan bu görevinde sağcı Bush hükümetinin üç talimatının güçlü bir taraftarıydı: Hiçbir çocuk ge-ride bırakılmamalıdır (NCLB – No Child Left Behind), Charter - Okulları ve “per-formansı güçlü” öğretmenler için per-formans zammı. Şikago’nun Lawndale semtindeki Collins High gibi kötü kent okullarındaki birçok öğrenci ekonomik olarak perişan hale getirilmiş ikamet mahallelerindeki evsiz-barksızlar konut-larından gelmekteydi. Öğrenciler sınıf çalışmalarında kötü notlar aldıklarında her öğretmen işten atıldı. Eğer sonuçlar düzelmemişse yedek öğretmenler kapı-nın önüne konuldu. Duncan sonra, bu

  • 161 . 2011

    27

    okulları Charter-Okulları olarak yürüt-mek için başarısızlar-okullarını orduya, Deniz Kuvvetlerine ve Deniz Kuvvetleri piyadelerine devretti. Bu okullar devlet bütçesinden maddi yardım almaya de-vam ettiler, ama toplu iş sözleşmeleri ve ders saat planlarıyla ilçe-siyasetine bağlı olmayan özel okullar olarak çalıştılar. Bu okullar emperyalist ABD askeri mekaniz-masına top malzemesi için asker topla-ma zemini olarak işlev görebilirler.

    Siyasi Cephede: Obama’nın yeni Adalet Bakanlığı, telefon tekeli doku-nulmazlığı garantisini takibat altına girmekten kurtarmada desteklemek için Bush hükümetinden meslektaşla-rıyla işbirliği içinde erkence mahkeme-ye başvurdu; onlar milyonlarca müşte-rilerinin konuşmalarını “ulusal güven-lik” adı altında dinlediler ve bunun-la yürürlükteki ABD yasasını zedele-diler. (*) Demokratların Obama hükü-meti iktidarında İCE-baskınları ve göç-menlerin yurtdışı edilmesi çok arttı. Kısa bir süre önce Adalet Bakanlığı’nın bir memuru, Bush’un Adalet Bakanlığı memurlarını işkence yapmaktan suç-lu bulup cezalandırmak isteyen kendi soruşturmacılarını ret etti. Yani Obama

    hükümeti, ABD tarafından uygulanan yasadışı işkence yapma için Bush hü-kümetinin hiçbir yüksek veya orta de-recedeki memurunu sorumlu tutmu-yor. Son olarak birkaç hafta önce, Şu-bat 2010 sonunda ABD Kongresi Oba-ma hükümetinin ABD’nin baskıcı PAT-RIOT (Yurtsever – ÇN) Act (Dosyasını – ÇN) onayladı.

    Savaş ve Barış Sorunu Üzerine: Oba-ma hükümeti Irak’ın ABD tarafından emperyalist işgalini sürdürdü; ABD’nin Afganistan’daki askeri saldırısını yaygın-laştırdı ve kendi güçlerini ağırlıklı bir şe-kilde NATO’ya tabi güçlerle değiştirdi ve açık bir şekilde Pakistan’ın içine gir-di. Honduras’ta 5 ay süren başarılı dev-let darbesinin zirvesi olarak Obama hü-kümeti Latin Amerika’da Kolombiya’daki ABD kuklası Uribe hükümetiyle anlaş-masını formalite olarak güçlendirdi; bu, son on yıl içinde Latin Amerika’da milyonlarca insanların yaşamını iyileş-tiren ve ABD emperyalizmi ile birlik-te son yüzyılda ve daha uzunca Latin Amerika’ya hükmeden oligarşilerin var-lığını tehdit eden siyasi sol eğilime kar-şı yoğun, yeni bir askeri başlangıç nok-tası anlamına gelmektedir. Ve o, Birleş-miş Milletleri temsilen askeri birliklerini oraya müdahale yolladığında depremin hışmına uğrayan Haiti’de büyük bir ABD-askeri varlığını kurdu. Bush-Cheney’den Obama-Biden’in kesintisiz bir şekilde devralıp sürdürdüğü, 8 yıldan fazla sü-ren bitmek bilmez “terörizme karşı sa-vaş” ve “vatanı güvence altına alma”dan sonra sonsuz savaş ABD’deki toplumun her unsuruna ken