akademİsݼyü_akademisi.pdfbay mcdaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. max’in...

19
BÜYÜ AKADEMİSİ Henry H. Neff Çeviri Mert Doğruer Tablodaki Sır

Upload: others

Post on 07-Nov-2019

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

BÜYÜ AKADEMİSİ

Henry H. Neff

ÇeviriMert Doğruer

Tablodaki Sır

Page 2: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu
Page 3: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

5

1

Çocuk, Tren ve Duvar Halısı

Max McDaniels alnını tren penceresine dayadı ve fırtı-na bulutlarının sarı gökyüzünde birbirleriyle yarışmasını izlemeye koyuldu. Yağmur, yumuşak bir patırtıyla cama vurmaya başlamış ve gökyüzü morumsu bir renge bü-rünmüştü. Nefesi pencerede buharlar oluştururken Max, camdaki sulu yansımasına göz kırptı. Yansıma da aynı şe-kilde karşılık verdi: koyu renk gözleri olan, dalgalı siyah saçlı ve annesinin sivri elmacık kemiklerini almış bir ço-cuk.

Babasının gür sesini duyunca, Max koltuğunda oraya doğru döndü.

Page 4: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

6

“Hangisini daha çok seviyorsun?” diye hevesli bir gü-lümsemeyle sordu babası. Kalın parmaklarının arasında kuşe kâğıda basılmış bir çift broşür tutuyordu. Max bro-şürlere baktı ve gözüne bir mutfak lavabosunun önünde duran, kafasını neşeyle arkaya doğru sarkıtmış, zarif bir kadın figürü takıldı.

“Bu olmadığı kesin,” dedi. “Fazla bayağı.”Bay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in

babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu bir çenesi vardı.

“Hiç de bayağı değil,” diye karşı çıktı, gözlerini kısa-rak broşüre bakıp kahverengi perçemlerini düzleştirirken. “Nesi bayağı bunun?”

“Hiç kimse bulaşık yıkarken bu kadar mutlu olmaz,” dedi Max, dirseklerine kadar köpük içinde, ışıltılar saçan kadını işaret ederek, “ayrıca, kimse bulaşık yıkarken havalı bir elbise giymez—”

“Ama burada anlatılmaya çalışılan da bu işte!” diyerek böldü babası, uyduruk broşürü sallayarak. “Ambrosia ilk ‘ultra-premium’ bulaşık deterjanı! Cennetten düşen bir köpük! Banyo yapılabilecek kadar yumuşak, yine de en zor lekeleri—”

Max’in yüzü kızardı. “Baba...”Bay McDaniels diğer yolcuların dikkatle onları süzdü-

ğünü fark edecek kadar uzun süre duraksadı. Tren şehrin varoşlarındaki bir ara durağa doğru gelirken, adam ho-murdanarak broşürleri yağmurluğunun iç cebine koydu.

“O kadar da kötü değil,” diyerek babasını avuttu Max. “Belki de kadın gülerken dişlerini daha az gösterebilirmiş.”

Bay McDaniels kıkırdadı ve geniş kalçasını kaydırarak

Page 5: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

7

oğlunu sıkıştırdı. Max bir dirsek darbesiyle cevap verdi. Tren, şemsiyelerini kapatıp gözlerinin önüne gelen ıslak saçlarını savuran yeni yolcuların binmesiyle iyice kalaba-lıklaştı.

Gök gürültüsü vagonu sarstı ve tren tekrar hareket etti. Kabinin ışıkları sönünce trenin içinde çığlıklar ve kahka-halar duyuldu. Max babasının kolunu sıkarken trenin sarı ışıkları yavaşça tekrar yanmaya başladı. Şikago’ya doğru yaklaşırlarken yağmur şiddetini iyice artırmıştı. Yaz fırtı-nasının ilerisinde belirmeye başlayan çelik ve tuğla yığın-ları insana garip bir rahatlık veriyordu.

Max, o adamı gördüğünde hâlâ sırıtıyordu.Adam arkalarındaki sırada, koridorun diğer tarafında

oturuyordu. Hırpani ve solgun bir görünüşe sahipti, kısa siyah saçları hâlâ yağmurun nemini taşıyordu. Bitkin gö-rünüyordu. Gözkapakları titredi ve kirli montunun içinde, koltuğunda iyice kaykıldı. Pencereye doğru sessizce birkaç kelime mırıldandı.

Max bir anlığına yüzünü başka bir tarafa çevirdi, sonra daha iyi bakabilmek için tekrar o tarafa döndü. Bir anda nefesi kesildi.

Adam da Max’e bakıyordu.Renkleri birbirinden farklı olan ürkütücü gözlerini

Max’e dikmiş olan adam, tamamen kıpırtısızdı. Bir gözü yeşilken, diğeri tıpkı soyulmuş bir yumurta gibi ıslak ve beyazdı. Max o göze dik dik baktı; donakalmıştı. Kör, ölü bir şeye benziyordu - kâbuslardan çıkma bir şeye.

Ama Max bir şekilde o gözün kör veya ölü olmadığının farkındaydı. O tek gözün kendisini çözümlemeye çalıştı-ğını hissediyordu - tıpkı, annesinin eskiden bir kadeh şara-

Page 6: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

8

bı veya bir fotoğrafı incelerken yaptığı gibi. Adam, Max’le bakışmaya devam ederek kafasını, yasladığı camdan yavaş-ça ayırdı ve ağırlığını koridor tarafına verdi.

Tren bir tünele girince vagonun içi yine karardı. Max’in bedenini bir korku dalgası sarıverdi. Başını babasının sıcak montunun içine gömdü. Bay McDaniels homurdandı ve bir deste ürün broşürünü yere düşürdü. Tren yavaşlayarak dururken Max babasının sesini duydu.

“Üstümde uyuyakalmayacaksın ya, Max? Toparlan ev-lat, geldik.”

Max kafasını kaldırıp ışıkların geri geldiğini ve yolcula-rın çıkışa doğru hareketlendiği gördü. Gözleri bir surattan diğerine kayıyordu. Tuhaf adam görünürde yoktu. Max, yüzü kızarmış bir halde, şemsiyesiyle çizim defterini aldı ve babasını takip etti.

İstasyon, platformlar üzerinde gelip giden insanlar-la doluydu. Hoparlörlerden boğuk bir ses duyuluyordu. Hafta sonu alışverişçileri, ellerinde çantaları ve yanlarında gezdirdikleri çocuklarıyla koşuşturuyorlardı. Bay McDa-niels, Max’i çıkış tarafındaki yürüyen merdivene doğru sürükledi. Yağmur durmuştu ama gökyüzü hâlâ doluydu ve gazeteler sokakta sert hareketlerle uçuşuyorlardı. Bir taksi sırasına yaklaştılar; Bay McDaniels bir tanesinin ka-pısını açtı ve Max’e uzun sentetik koltuğa oturması için yol verdi.

“Sanat Enstitüsü’ne, lütfen,” dedi.Max boynunu zorlayarak gökdelenlerin tepesine doğru

bakmaya çabaladı. Taksi doğuya, göle doğru gitmeye baş-lamıştı.

“Baba,” dedi Max. “Trendeki adamı gördün mü?”

Page 7: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

9

“Hangi adamı?”“Koridorun diğer tarafında, arkamızdaki sırada oturu-

yordu,” dedi Max, titreyerek.Babası, yağmurluğundaki ipliklere fiske atarken, “Ha-

yır, sanmıyorum,” dedi. “Adamın ne özelliği vardı ki?”“Bilmiyorum. Korkutucu bir görünümü vardı ve bana

dik dik baktı. Tren tünele girmeden önce sanki bir şeyler söyleyecekmiş veya yanıma gelecekmiş gibi bir hali vardı.”

“Hımm, muhtemelen sen de ona bakıyor olduğun için sana bakmıştır,” dedi Bay McDaniels. “Şehirde her çeşit insanla karşılaşırsın, Max.”

“Biliyorum baba, ama-”“Bir kitabın sadece kapağına bakarak bir yargıya vara-

mazsın, biliyorsun.”“Biliyorum baba, ama-”“Bak, bizim ofiste bir çalışan var. Genç bir çocuk, hâlâ

acemi sayılır. Ofisteki ilk günümde, kahve makinesinin orada görmüştüm bu çocuğu; gözlerinde makyaj, burnun-da bir küpe, kulaklarında dışarıya bangır bangır ses veren kulaklıklar...”

Babası fazlasıyla tanıdık gelen bu hikâyeyi anlatırken, Max taksinin penceresinden dışarı baktı. Sonunda, uzun süredir arıyor olduğu şeyi gördü: müze girişinin iki tara-fında duran uzun ve mağrur iki bronz aslan.

“Baba, işte Sanat Enstitüsü.”“Aynen öyle, aynen öyle. Bir de, unutmadan,” dedi Bay

McDaniels, geniş suratında küçük, üzgün bir gülümse-meyle Max’e dönerek. “Bugün benimle geldiğin için te-şekkürler, Max. Sana minnettarım. Annen de minnettar-dır.”

Page 8: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

10

Max ciddi bir edayla başını salladı ve babasının elini sertçe sıktı. McDanielslar her zaman Bryn McDaniels’ın doğum gününü, onun en sevdiği müzeyi ziyaret ederek kutlarlardı. Annesi iki yıl önce ortadan kaybolmuş olsa da, Max ve babası bu geleneği sürdürüyorlardı.

İçeri girdiklerinde, yakasında isim etiketi bulunan genç bir kadına, Bryn McDaniels’ın en sevdiği sanatçıları nere-de bulabileceklerini sordular. Max, babası bir parça kâğıt-tan isimleri çabuk çabuk okurken dinledi; babası Picasso, Matisse ve van Gogh’un isimlerini söylerken pek zorlan-madı, ama sonuncuya geldiğinde duraksadı.

“Goğ-cin?” diye sordu, suratını buruşturup kâğıda hoş-nutsuzca bakarak.

“Gauguin (Gogen). Kendisi muhteşem bir sanatçıdır. Çalışmalarını çok beğeneceğinizi düşünüyorum.” Kadın gülümsedi ve onları ikinci kata çıkaracak geniş, mermer merdiveni işaret etti.

“Annenin bütün isimleri bildiği kesin. Buraya kaç defa gelirsem geleyim, ben hiç bir zaman beceremeyeceğim.” Bay McDaniels kıkırdadı ve elindeki haritayla Max’in om-zuna bir şaplak attı.

Yukarıdaki galeriler kalın katmanlardan oluşan müthiş renk anaforları barındıran, tuval ve bordalar üzerine ya-pılmış tablolarla doluydu. Bay McDaniels, üzerinde yağ-murlu bir Paris sokağında yürüyen yayalar olan geniş bir tabloyu işaret etti.

“Biraz bugüne benziyor, ha?”“Yağmur benziyor, ama o adama benzemek için bıyık

bırakıp fötr şapka takman gerekiyor,” diyerek düşüncelere

Page 9: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

11

daldı Max, gözlerini kısarak ön plandaki bir figüre bakar-ken.

“Off! Eskiden bıyık bırakmışlığım var. Annenle çıkma-ya başladığımızda bıyığımı zorla kestirmişti.”

Bazı resimler bütün duvarı kaplarken, diğerleri küçük, yaldızlı çerçevelerin içine yerleştirilmişti. Bayan McDa-niels’ın en sevdiklerinin önünde daha çok durmaya özen göstererek, resimden resme geçerek yaklaşık bir saat geçir-diler. Max, çökmüş, yaşlı bir adamın gitarını özenle kucak-ladığı bir Picasso tablosunu diğerlerinden daha çok beğen-di. Arkasında, babasının feryat eden sesini duyduğunda dikkatle bu tabloyu inceliyordu.

“Bob? Bob Lukens? Nasılsın?”Max arkasını döndüğünde babasının siyah bir süveter

giymiş, orta yaşlı, ince yapılı bir adamın kolunu sıktığı-nı gördü. Yanında bir kadın vardı ve ikisi Bay McDaniels onları köşeye sıkıştırırken yüzlerine tereddütlü gülüşler yerleştirmişlerdi.

“Selam Scott. Seni görmek çok güzel,” dedi adam ki-barca. “Tatlım, bu beyefendi Scott McDaniels. Kendisi Bedford Kardeşler hesabı için çalışıyor...”

“Ah, ne kadar hoş bir sürpriz. Tanıştığıma memnun ol-dum, Scott.”

“Çorba hakkında düşündüklerinizi değiştirecekler!” diye par-mağıyla tavanı gösterip gürültüyle bağırdı Bay McDaniels.

Bayan Lukens irkildi ve çantasını elinden düşürdü.Bay McDaniels, kadının düşürdüklerini ona vermek

için eğilirken, “Bir kış günü hayal edin,” diye devam etti. Kadın, kocasının arkasına doğru geri çekildi. “Burnunuz akıyor, rüzgâr esiyor ve vücudunuzu sıcak tutabilmek için

Page 10: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

12

sahip olduğunuz tek şey büfede duran bir teneke eski, sı-kıcı çorba. Ama Bedford Kardeşler’le hiçbir çorba sıkıcı olmaz. Çıtır Çorba Hamurları! Canlı şekilleriyle gevrek çıtırlar, çorbayı hareketlendirip tat alma duyunuzun selam durmasını sağlayacak!”

Bay McDaniels bir elini alnına doğru kaldırdı ve görev aşkı dolu bir dikkatle hazır ol pozisyonu aldı. Max o an eve dönmek istedi.

Bay Lukens kıkırdamaya başladı. “Scott’ın biraz uçlarda gezdiğinden bahsetmiş miydim tatlım?”

Bayan Lukens suratına bir gülümseme yerleştirdi. Bay McDaniels kadının elini sıkıp Max’e döndü.

“Max, seni Bay ve Bayan Lukens’la tanıştırmak istiyo-rum. Bay Lukens benim ajansımı yöneten kişi - büyük patron senin anlayacağın. Biz de Max’le bir parça kültür edinmeye geldik buraya.”

“Tanıştığıma sevindim, Max. Genç bir adamın kendi-sini video oyunlarından ve müzik kanallarından çekebil-diğini görmek sevindirici! Beğendiğin bir tablo var mı?”

“Picasso’nun şu eserini beğendim,” dedi Max.“Ben de her zaman beğenmişimdir bunu. Güzel bir göz

zevkin var...” Bay Lukens Max’in omzuna bir dokundu ve Bay McDaniels’a döndü. “Benim favorilerimden bir tane-siyle bunu karşılaştırmanı isterdim ama maalesef o artık burada değil.”

“Nasıl yani?” diye sordu Bay McDaniels.“Geçen hafta buradan çalınan üç tablodan biriydi,” dedi

Bay Lukens, kaşlarını çatarak. “Gazeteler dün gece Mad-rid’deki İspanya Ulusal Sanat Müzesi Prado’dan iki tane daha çalındığını yazıyorlar.”

Page 11: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

13

“Öyle mi?” dedi Bay McDaniels. “Ne rezalet.”Bay Lukens konuyu sona erdirircesine, “Gerçekten de

öyle,” dedi, sonra tekrar Max’e döndü. “Scott, bir ara Max’i ofise getir. Benim kayıp favorimin bir kopyası var orada. Rembrandt Picasso’yu alt edebilecek mi bir görelim!”

Bay McDaniels kıkırdayarak, “Evet, elbette,” dedi ve Max’le aynı hizaya gelecek şekilde eğildi.

“Hey, dostum,” dedi göz kırparak. “Babanın biraz iş ko-nuşması lazım ve sıkıntıdan patlamanı istemem. Sen bu arada gidip annenle eskiden resmini yaptığınız o teneke elbiselerden çiziktirirsin, ha? Bir saat içinde aşağıdaki ki-tapçıda buluşuruz. Olur mu?”

Max başıyla onayladı ve Bay McDaniels’ın vahşi el-kol hareketleri karşısında telaşlı bir şekilde ezilip büzülen Lu-kenslar’a veda etti. Annesiyle ilgili bu özel gününde bile, babasının iş konuşmak için hiçbir fırsatı kaçırmamasına içten içe sinirlenen Max, çizim defteriyle kalemini kaptı ve büyük adımlarla girişe doğru yürümeye başladı.

Zırh galerisi diğerlerinden daha karanlıktı. Eserler pü-rüzsüz camların ardından uysalca parıldıyorlardı. Burada daha az ziyaretçi vardı; Max daha az gürültü ve karmaşa olan bu ortamda çizim yapma fırsatı bulduğuna seviniyor-du. Kadife bir halatın etrafında dolandı. Orada bir yayı, öteki tarafta bir kadehi incelemek için durdu. Duvarlar-da her türlü silah vardı: siyah, demir gürzler, geniş bıçaklı baltalar, devasa kılıçlar... Törenlerde kullanılan bir baltalı kargı vitrininin önünde durdu ve çizmek için bir nesne seçmeye koyuldu.

Zırhın büyüklüğü akıl almazdı. Geniş bir camın içinde

Page 12: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

14

ONARIMDA

GİRMEYİNİZ

Page 13: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

15

parlayan bu parlak gümüş, yanındaki nesnelerin göze çok küçük gelmesine neden oluyordu. Max öteki tarafa geçti, miğferi daha iyi görebilmek için kafasını bir o yana, bir bu yana çevirdi. Birkaç dakika sonra figürü kabataslak bir şekilde kâğıda aktarabilmişti.

Max göğüs zırhını ayrıntılarıyla çizmek için çabalarken, koridorun öbür ucundaki uğultu dikkatini çekti. Cam ka-fesin ardından bir bakış attı ve nefesi kesildi.

Trendeki adam buradaydı.Max hemen çömeldi ve adamın galeri girişindeki gü-

venlik görevlisinin üzerinden yükselişini izledi. Elleriyle seri ve keskin hareketler yapıyordu. Bu hareketler, sesinin tonu yükseldikçe artmaya başladı.

“Şu boyda,” diye Doğu Avrupa aksanıyla, tükürürcesi-ne konuştu. Elini yaklaşık olarak Max’in boyuna yakın bir yükseklikte tutuyordu. “Siyah saçlı, hemen hemen on iki yaşlarında bir oğlan; yanında bir çizim defteri taşıyor.”

Güvenlik görevlisinin arkası girişe dönüktü, adamı sü-züyordu. Telsizine doğru uzandı. Ama sonra tuhaf adam ona yaklaşıp Max’in duyamadığı bir şeyler fısıldadı. Açık-lanamaz bir şekilde, güvenlik görevlisi başıyla onayladı ve kalın başparmağıyla omzunun üzerinden Max’in saklandı-ğı yeri, zırhlı giysilerin olduğu yeri gösterdi.

Max telaşla etrafını kolaçan etti ve sağında karanlık bir antre olduğunu fark etti. Önünde kadife bir halat ve üze-rinde ONARIMDA, GİRMEYİNİZ yazılı bir tabela vardı.

Max tabelayı dikkate almayarak halatın altından geçti ve duvarın arkasına saklandı. Sabit bir şekilde duruyor, adeta saklandığı yerin keşfedilmesi için bekliyordu. Hiçbir şey olmadı. Birkaç saat gibi geçen uzun saniyelerden sonra

Page 14: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

16

Max çizim defterini geride bıraktığını anladı. Bir panik dalgası vücudunu sardı; adam onu görüp Max’in nerede saklandığını kesinlikle tahmin edebilirdi.

Bir dakika geçti, sonra bir tane daha ve bir tane daha... Max girişin etrafında gezinen insanların ayak seslerini ve sohbetlerini duydu. Köşeden etrafa göz attı. Adam gitmiş-ti - Max’in çizim defteri de ortalıkta yoktu. Yavaşça yere çökerken, defterin iç kapağında adının ve adresinin yazılı olduğunu hatırladı. Kafasını kaldırdı ve saklandığı odaya umutsuzca baktı.

Burası bir galeri için şaşırtıcı derecede küçüktü. Hafifçe küf kokan odanın kehribar rengi bir parıltısı vardı. İçeri-deki tek nesne de karşı duvarda asılı duran, eski püskü bir duvar halısıydı. Max gözlerini kırpıştırdı. Odadaki loş ışık, garip bir şekilde duvar halısından geliyor gibiydi. Oraya doğru yaklaştı.

Duvar halısı antika bir parçaydı. Güneşin etkisi ve ge-çirdiği yüzyıllar halının renklerini o kadar yıpratmıştı ki, geriye kalan sadece lekeli, solgun, toprak rengi şeritlerdi. Yine de Max yaklaştıkça, kaba ve mat yüzeyinin altında kalmış olsa da belli olan renkleri sezebiliyordu.

Karnı, sanki koca bir avuç dolusu arı yutmuş gibi karın-calanmaya başladı. Kolundaki tüyler diken diken olurken Max göğsünde bir çarpıntı hissetti ve adeta taş kesildi.

Çlink!İpliklerden biri aniden ışıldamaya başlayarak parlak al-

tın rengine büründü. Max ciyaklayarak geriye doğru sıçra-dı. İplik ateş gibi parlıyordu, bir örümcek ağı gibi hoş ve zarifti. Bir arp teli gibi titredi, çıkan nota galeride yankılan-dı. Sonra ses kayboldu. Max kapı girişine göz attı. Müda-

Page 15: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

17

vimler dolanmaya devam ediyorlardı; ama küçük galeriye, onun yalnız ziyaretçisine ve tuhaf duvar halısına alakasız ve uzaklarmış gibi görünüyordu.

İplikler canlanmaya devam ediyorlardı. Uykularından bir şarkıyla birlikte ışıyarak uyanan bir koro gibilerdi. Ba-zıları diğerlerinden ayrı, ani bir ışık ve ses cümbüşüyle, diğerleriyse toplu halde, gümüş, yeşil ve altın rengi do-kumaların uyumuyla yerlerinden fırlayıveriyorlardı. Max sanki uzaydan gelen bir müzik enstrümanının tozunu al-mış da alet şimdi tuhaf, unutulmuş şarkısına kaldığı yer-den devam ediyormuş gibi hissediyordu. Şarkı daha da zenginleşti. Son iplik, bir ezgiyle hayata geri döndüğünde, Max acıyla soluk verdi. Acı, alışılageldik bir sancıdan biraz daha kötüydü ve Max’in kendisinden, derinliklerindeki bir şeyden kaynaklanıyordu.

Bu şey, Max kendini bildi bileli hep onunlaydı. Sinsi bir varlıktı. Kocamandı, vahşiydi ve Max’i korkutuyordu. Ha-yatı boyunca onu içine hapsetmeye çabalamıştı. Bu yüz-den çoğu zaman başının ağrıdığı, hatta zaman zaman gün-ler süren sancılar çektiği olmuştu. Max artık bu varlığın serbest kaldığını ve bu sancıların sona erdiğini biliyordu. Sonunda özgürce, yavaşça Max’in bedeninde, derinlerde, bir kum saatinde yukarıdan aşağıya doğru akan taneler gibi akarak kendi benliğine kavuşmuştu.

Acı dindi. Max, gözyaşları yüzünde küçük, ılık nehirler oluşturarak akarken derin bir nefes aldı. Duvar halısının dokuma yüzeyini parmaklarıyla taradı.

Işık ve renkler, altın rengi, örgülü desenler oluşturacak şekilde değişmeye başladılar. Desenler, halının tepesinde üç tane garip, parıldayan sözcüğü çerçevelediler.

Page 16: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

18

TÁIN BÓ CÚAILNGEBu sözcüklerin altında, ortalanmış bir şekilde, çok gü-

zel bir resim dokunmuştu. Bir boğa, otlakta, uyuyan dü-zinelerce savaşçı tarafından kuşatılmıştı. Sağdan, onlara doğru bir sürü silahlı adam yaklaşıyordu. Gökyüzünde üç tane siyah kuş daireler çiziyorlardı. Elinde mızrak taşıyan uzun boylu bir adamın silueti, bu sahneyi yakınlardaki bir tepeden gözlüyordu.

Max gözlerini resmin üzerinde gezdirdi, kendini bir türlü tepedeki bu adama bakmaktan alamıyordu. Duvar halısının ışığı yavaşça parlaklaşmaya başladı, üzerindeki fi-gürler titredi ve titrek ısı dalgalarının arkasında adeta dans etmeye başladılar. Halı, uyumsuzca yükselen bir sesle birlikte, öyle bir parlamayla alev aldı ki, Max, halının onu yakacağını düşündü.

“Max! Max McDaniels!”Oda tekrar karanlıklaşmıştı. Duvar halısı yerinde asılı

duruyordu; soluk, çirkin ve kıpırtısızdı. Max geri çekildi; kafası karışmış ve korkmuştu. Kadife halatı geçerek orta-çağ galerisine geri döndü.

Babasının hantal vücudunu galerinin öteki ucunda, iki güvenlik görevlisinin yanında gördü ve ona seslendi. Ba-bası, Max’in sesini duymasıyla birlikte ona doğru koşmaya başladı.

“Ah, Tanrıya şükür! Tanrıya şükür!” Bay McDaniels gözyaşlarını sildi ve eğilerek, Max’i montunun kıvrımla-rında boğmak istercesine kucakladı. “Max, nerelere kay-boldun sen? Tam iki saattir seni arıyorum!”

“Baba, özür dilerim,” dedi Max. Afallamıştı. “İyiyim, şuradaki odadaydım; ama orada yirmi dakikadan fazla kal-madım.”

Page 17: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

19

“Sen neden bahsediyorsun? Hangi oda?” Max’in om-zunun üzerinden bakan Bay McDaniels’ın sesi titriyordu.

“Onarımda olanı diyorum,” diye cevap verdi Max, ta-belanın olduğu yere dönerek. Durdu, tekrar konuşmaya niyetlenip bir daha durdu. Girişin de, tabelanın da, kadife halatın da yerinde yeller esiyordu.

Bay McDaniels iki güvenlik görevlisine doğru döndü, ikisinin de ellerini sıktı. Adamlar konuşmalarını duyama-yacak kadar uzaklaştıklarında, Bay McDaniels Max’in bo-yuna eğildi. Gözleri şişmişti, bakışları keskindi.

“Max, bana doğruyu söyle. Son iki saattir neredeydin?”Max derin bir nefes aldı. “Bu odanın dışındaki bir gale-

rideydim. Baba, sana yemin ederim ki içeride o kadar fazla kaldığımı fark etmedim.”

“Neredeydi bu bahsettiğin oda?” diye sordu Bay Mc-Daniels, müze haritasının katlarını açarak.

Max midesinin bulandığını hissetti.İçinde duvar halısı olan oda haritada yoktu.“Max... Sana bunu sadece, ama sadece bir kez soraca-

ğım. Bana yalan mı söylüyorsun?”Max ayakkabılarına baktı. Gözlerini babasınınkilere

doğru kaldırırken kendi sesini duydu, yumuşak ve titrek bir ses.

“Hayır, baba. Sana yalan söylemiyorum...”Max cümlesini bitiremeden, babası onu apar topar çı-

kışa doğru sürüklemeye başladı. Onun yaşlarında birkaç kız Max’i başı önde, ayakları birbirine karışmış bir halde müze dışına, merdivenlere doğru sürüklenirken görünce kıkırdamaya ve fısıldaşmaya başladılar.

Tren istasyonuna giderlerken bindikleri taksideki tek

Page 18: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

20

ses, Bay McDaniels’ın broşürlerini hızlıca karıştırırken çı-kardığı kâğıt hışırtısıydı. Max broşürlerin bazılarının baş aşağı veya ters durduğunu fark etti. Taksi tren istasyonu-nun yakınlarındaki bir durağa yanaşırken, yağmur ve rüz-gâr tekrar etkisini göstermeye başlamıştı.

“Her şeyini aldığından emin ol,” diye isteksizce hatır-lattı Bay McDaniels öteki taraftan inerken. Sesi hem yor-gun, hem de üzgün geliyordu. Max bir an durup, çizim defterini kaybettiği gerçeğini de paylaşıp paylaşmaması ge-rektiğini düşündü.

Trene bindiklerinde, kendilerini yumuşak koltuk min-derlerinin üstüne birer çuval gibi bıraktılar. Bay McDa-niels dönüş biletini kondüktöre verdi, sonra da arkasına yaslanıp gözlerini kapadı. Kondüktör Max’e döndü.

“Bilet, lütfen.”“Hemen veriyorum, şurada,” diye dalgın dalgın cevap

verdi Max. Elini cebine attı, ama beklenmedik bir şekil-de orada küçük bir zarf buldu. Adının çok net bir şekilde zarfın üzerine yazılmış olduğunu da fark edince kalakaldı.

Kafası karmakarışık olan Max, bileti öteki cebinde bu-lup kondüktöre verdi. Babasının hâlâ uyuyor olup olma-dığını kontrol ettikten sonra zarfı incelemeye koyuldu. Trenin insanın içini ısıtan sarı ışığı altında zarf yağlı gibi görünüyordu, sert katları bir köşede birleşiyordu. Zarfı çevirdi ve ipeksi lacivert yazıyı inceledi.

Bay Max McDanielsBabası neredeyse horlamaya başlamıştı. Max parmak-

larını zarfın kulakçıklarında gezdirdi. İçerisinde katlanmış bir mektup duruyordu.

Page 19: AKADEMİSݼyü_akademisi.pdfBay McDaniels’ın geniş, gülen yüzü asılıverdi. Max’in babasının, bir ayınınkiler kadar büyük, solgun, mavi göz-leri ve derin, çukurlu

21

Sevgili Bay McDaniels,

Kayıtlarımıza göre bu öğleden sonra 15.37’de, ABD’de bir ‘Potansiyel’ olmak üzere başvuru yaptınız. Tebrikler, Bay McDaniels - siz son derece olağandışı bir genç adam olmalısınız. Sizinle resmen tanışmak için sabırsızlanıyo-ruz. Bölgesel temsilcilerimizden biri en kısa süre içinde sizinle irtibat kuracaktır. O zamana kadar, işbu konuyu kendinize saklamanız ve kimseye söz etmemeniz bizi son derece memnun edecektir.

En iyi dileklerimle,

Gabrielle RichterMüdire

Max mektubu cebine tıkıştırmadan önce birkaç defa daha okudu. Ağzının kuruduğunu hissetti. Ne bu mek-tubu nasıl ele geçirebildiğini, ne ‘Potansiyel’ diyerek kas-tettikleri şeyi, ne de bütün bunların onunla olan ilgisini anlayabiliyordu. Tüm bunların, gizli duvar halısı ve artık içinde serbestçe dolanan gizemli varlıkla bir ilgisi olabile-ceğini sadece tahmin edebiliyordu. Pencereden dışarı baktı. Batıda, muhteşem güzellikteki güneş ışınları, ufak fırtına bulutlarının izlerini takip ediyorlardı. Yorgunluktan ba-yılmak üzereyken sırtını babasına döndü ve parmaklarını zarfın üzerinde sıkıca kilitleyerek uykuya daldı.