akılevi & yol yayınları dergisi mart 2015

16
AKIL EVİ DANIŞMANLIK ve YOL YAYINLARI’nın ücretsiz dijital dergisidir MART 2015 Sayı:1 akıl evi akıl evi İŞ YAŞAMINDAKİ ZOMBİLER “GEZİLER KİTABI”, 800 YIL ÖNCESİNDEN BUGÜNE IŞIK TUTUYOR İLETİŞİM ÜZERİNE

Upload: akilevi

Post on 08-Apr-2016

238 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

AKIL EVİ DANIŞMANLIK ve YOL YAYINLARI’nın ücretsiz dijital dergisidir

MART 2015 Sayı:1

akıl eviakıl evi

İŞ YAŞAMINDAKİ ZOMBİLER

“GEZİLER KİTABI”, 800 YIL ÖNCESİNDEN BUGÜNE IŞIK TUTUYOR

İLETİŞİM ÜZERİNE

3

Editör’den

Bir dergi niye çıkar? Bu sorunun onlarca cevabı olsa da bizim için tek neden var. O nedenin adı Alvin Toffler... 1980 yılında yayınlanan Üçüncü Dalga kitabın-da Alvin Toffler, tüketen üretici (prosumer) kavramıyla tanıştırır insanoğlunu. Producer (üretici) ve consumer (tüketici) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşan

Prosumer kitabın yayınlanışının ardından geçen 35 yılda yaşanan gelişmeler sonrasında proffessional (profesyonel) kimi durumlarda ise proaktive (proaktif) sözcüklerini de içine alacak şekilde değişim göstermiştir.

Toffler’e göre, tüketici endüstri çağıyla ortaya çıkmıştır. Post-endüstriyel dönemde, bu gru-bun içindeki saf tüketiciler, kullandıkları ürün ve hizmetlerin üretim sürecinde yer alan veya kendileri üreten tüketiciler e dönüşecektir. Toffler kitabında kurumların varolabilmesi için üretim süreçleride tüketicilere de yer vereceğini, kitlesel bireyselleştirme (mass customisa-tion) adı verilen bir sürecin uygulanmaya başlayacağını söyler.

Kurumların veya firmaların üretimde tüketiciye yer verebilmesi için de tüketicinin tasarım aşamasında üretim sürecine katılması zorunluluğunu ortaya çıkartır.

Üretim aşamasında kişiye özel üretim veya tüketicinin isteğine uygun modüler üretim teknikleriyle firmalar Toffler’in öngörüsünü gerçekleştirse de yayıncılık sektöründe bir kaç istisna dışında bu durumun tam anlamıyla gerçekleştiğini ne yazık ki söylemek pek müm-kün değil.

Yol Yayınevi olarak Toffler’in öngörüsünden hareketle bugün okuduğunuz dijital dergi fikri ortaya çıktı. İstedik ki, bugüne kadar sürdürdüğümüz okur-yayınevi ilişkisinde va-rolan duvarları yıkarak, daha aktif bir iletişim kurabilelim. Bu sayede yazdıklarımız, yayınladıklarımız ve eğitimlerimize okurlarımız ve öğrencilerimize daha faydalı çözümler üretebilelim. Bu yüzden Akıl Evi Dergisi, aslında bizim değil sizin hazırladığınız bir platform. Sorunlar ve çözümlerin karşılıklı konuşulduğu aktarıldığı herkese açık bir alan.

Toffler’in üretim süreçleri için ileri sürdüğü tez çok yakın bir zamanda yayıncılık sektö-rünü de içine alacak. Günümüzde herkesin aynı zamanda muhabir olması gibi blog uygu-lamaları vb sosyal medya hesaplarıyla herkes yazar da olabilecek. Fakat sonuçta yazılı veya dijital her materyal için geçerli tek bir kural bulunuyor, okunurluk. Yol Yayınları olarak biz sizi okudukça sizin de bizi okumaktan keyif alacağınıza inanıyoruz...

Hayriye Karaoğlu Turhanlar

Hep kanlı canlı, aynı bize benzeyen in-sanlarla çalışıyoruz. Eh, biz yaşadığımı-za göre çevremiz-deki herkesin de canlı olduğunu var-

sayıyoruz haliyle. Gerçekten de öyle mi? Yoksa arasıra yaşamayan, içi ölmüş insan-larla da konuşuyor muyuz farkına varma-dan? Ben öyle olduğunu savunduğum-dan (sandığımdan) sizlere zombilere ilişkin derlediğim bilgileri gönüllü olarak vermeyi düşünüyorum. Yaşadığınız (gerçekten ya-şadığınız) her iş gününde şafaktan akşama

kadar sürüp giden mücadelenizde ayakta kalmanızı sağlayacak savunma yöntemleri-ni öylece paylaşmak ve ardıma bakmadan yeni konulara doğru uzaklaşmak arzusun-dayım. Zombinin ne (yoksa kim mi?) ol-duğuna hiç değinmeyeceğim. Okuyucu iradesiyle tanımlamaların etrafından dola-şabilecek ve odağa yönelecek basirete sa-hiptir çünkü.

Zombilerin belirgin özelliklerinden bir tanesi fikir üretememeleridir, bu nedenle başkalarının fikirlerinden beslenirler. Za-manla iş arkadaşlarından biri veya birkaçı ile simbiyoz ilişki geliştirdikleri görülür. Zombi, besin zincirine ortak olduğu in-sanların üzerinden yaratıcı fikirler, projeler, terfi olanakları vb. sentezlemeyi sürdürür ta ki beslendiği alandaki canlılarda alınacak

birşey kalmayıncaya kadar. (Bazı zombile-rin olan bitene uyanan insanlar tarafından durdurulduğuna ilişkin duyumlar varsa da bu bilgi sağlam kaynaklardan doğrulana-madı.) O zaman zombimizin beslenebi-leceği genç, uyanmamış bir beyin bulmak üzere yer ve pozisyon değiştirdiği görü-lür. Sakın ola bu benim başıma gelmez de-meyin. Birçok başarılı zombinin çevreden duyduğu fikirleri önce kendisine sonra da ilgili herkese satabildiği ve fikir sahibinin de ağzını bile açamadığı görülmüştür. Bazen ürettiğiniz sonucun arkasındaki beyin, ba-zen de hazırladığınız raporun kapağındaki imza olmayı başarıverirler.

Kabul etmek gerekir ki bizler de düşün-ce modelimiz ve eylemlerimizle zombilerin işlerini kolaylaştıran kararlara imza atmak-

İş Yaşamındaki

Önemli Not: Okuyacağınız yazıda kullanılan tanımlamalar ve ifadeler herhangi bir kişi veya kuruluşu işaret etmemektedir. Benzerlikler tamamen rastlantısal-dır. Bir benzeşme görüyorsanız bu yazarın hünerini değil, sizin hayal gücünü-zün sınır tanımazlığını gösterir. Okuyucu, okumaya devam ederek olabilecek yanlış anlama ve kazalardaki sorumluluğunu peşinen kabul etmiştir.

ZOMBiLER

Salih TURHANLAR

4

5

tayız. Yaşama katkı sağlamayan yiyecekler yiyip kirli hava soluduğumuzdan ciğerleri-miz Yeşilay afişlerindeki sigara içen adamın ciğerleri gibi kurum bağlıyor.

Yönetim kitaplarından eskidikçe değiş-tirdiğimiz sloganlar ezberliyoruz. Farket-meden kullandığımız yeni otomatik yanıt-lar tekrarlıyoruz biteviye;

- Nasıl gidiyor?- İdare eder.- İşler nasıl?- Bildiğin gibi.- Nasılsın?- İç güveysinden hallice. Konuşmalarımız böyle sürüp giderken

davranışlarımız da nasibini alıyor bu tek-düzelikten. Evimizin yolu, saçımızın şekli değişmiyor, kolay anlaşılır ve tahmin edi-lebilir oluyoruz. Olmamız gereken insan orada öylece duruyor, biz amaçsız kendini tekrarlayan kurumuş insanlar olarak bura-da duruyoruz. Sayılarının çok fazla olma-dığını sandığım bilinçli zombilerin dışında zombiler genellikle kendilerinin ne oldu-ğunu veya ne olmadığını bilmeyen insan-lardır. Ne olduğunu kendisi bile bilmeyen bir zombiyi yaşayan bir insandan nasıl ayırd edebiliriz sorusuna yanıtım “içgüdülerinize güvenin” olacaktır. Yine de hazır reçetele-re hislerinden daha çok itibar eden çağdaş okur için kadim bilgilere dayanan ve zama-nın acımasız unutulma imtihanını başarıyla atlatmış bir “Zombi Tesbit Testini” aşağıda bilgilerinize sunuyorum.

1. Tüm zombiler zombi olup olmadık-larına ilişkin sorulara kesinlikle hayır diye-cekler ve bu konudaki imaları bile şiddetle reddedeceklerdir. Yani bir zombiden “ evet ne yapayım ben bir zombiyim” yanıtını al-mayı unutun.

2. Zombiler koridorlarda telaşla ve ileriye bakarak yürürler, ola ki daha alt kastlardan biri birşey sorar, söyler diye çevrelerine ka-tiyen bakmazlar. Ne iş yaptıklarını bilmese-niz uzay mekiği acil iniş prosedürünü çalış-tırmaya gittiklerini sanabilirsiniz.

3. Üst yöneticilerinin yaptığı bütün espri-lere uzun uzadıya gülerler. Daha deneyimli zombilerin zamanla acı acı gülmek ve sini-rinden gülmek gibi özellikleri de dağarcık-larına ekledikleri görülür ama zombilerde içten ve yürekten gülmek gibi gerçek gü-lümseme şekillerinin izine bile rastlanmaz.

4. Şirket kurallarına sıkı sıkıya bağlı ol-duklarını söylerler. Bu ifadenin kuvveti ve söyleniş şekli kendilerini dinleyenlerin sayı-sı oranında artar. Eskilerin gerçekten güzel bir ifadeyle “sureti hak’tan görünmek” şek-linde tanımladıkları ruh haline sahiptirler.

5. Filmlerde de izlemişsinizdir, zombiler inanılmaz bir ısırma ihtiyacı içerisindedir-ler. Hoş iş yaşamında herkes az veya çok ısırır veya tırmalar ama zombilerin çoğalma ve ekip oluşturma yöntemi ısırmaya dayalı-

dır. Kimseyi “-Acaba bize katılır mısınız?” Diye sorarak ikna edemeyeceklerinden ısı-rırlar.

6. Profesyonel imaj konusunda hassastır-lar. Bu önemli konuda kendi tarzlarını geliş-tirerek bir taşla iki kuş vurdukları görülür. Olabildiğince tek tip ve tek renk giyinirler. Hem kendi kastlarını belirginleştirmek hem de yaşayan insanlara gözdağı vermek amacını güderler kıyafetleriyle. Elinde not defteri veya son dönemde moda olduğu üzere laptopu olmadan toplantıya katılan hatta koridorda yürüyen bir zombiyi müm-kün değil göremezsiniz.

Buraya kadar daha çok zombilerin teşhis edilmeleri ile ilgilendik. Onlardan tam bir kurtuluş olmadığına göre hayatını bir insan olarak sürdürmek isteyenler için yapılma-sı gerekenleri öğrenmenin zamanı gelmiş demektir. Üstünüze düşen ilk iş ısırılma-maya gayret etmenizdir. Bunun her zaman mümkün olmadığından hareketle aşağıdaki korunma önlemlerini öneririm.

1. Kafasının içinde yaşayan bir beyni olan, yaşayan arkadaşlar edinin. Ruhu zen-gin insanlardan oluşan bir dayanışma gru-bu sizin dış savunma hattınız olmalıdır. Bu grup dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı birbirinizi uyarmanızı sağlayacaktır.

2. Bağışıklık sisteminizi güçlendirin; ki-tap okuyun, televizyonu azaltın özellikle de sade suya tirit magazin programlarını.

3. Kof ve faydasız faaliyetler yerine sizi diri tutacak bedeninize olduğu kadar ruhu-nuza da katkı sağlayan faaliyetlere zaman ayırın.

5. Kararlı görünün. Kararlılık çok etkili bir önlemdir. Birçok zombi olgunlaştırma çabalarına bilinçli bir şekilde karşı koydu-ğunuzu gördüklerinde şaşıracak, öflenecek,

tekrar deneyecek ve başarısız olduklarında sizi “iletişimsiz ve asosyal” olarak damga-layıp peşinizi bırakacaklardır. Belki iş ya-şamında iletişimsiz olarak anılmanın kötü bir şey olduğunu düşünüyor olabilirsiniz? Bence kazanımlarınızı düşündüğünüzde dert etmeye bile değmez. Evinizdeki buz-dolabıyla konuşuyor musunuz? Bırakın ne düşünürlerse düşünsünler.

6. Kaçın. Yukarıdaki öğütler işe yaramaz-sa kaçın, hem de arkanıza bile bakmadan. Yiğitler böyle günler içindir. Önce masa-nızdan, sonra ofisinizden ve başarı şansınız yoksa tabi ki işinizden. Modern iş yaşamı-nın evrimine tanık olmuş iş yerlerinin kori-dorları bu gerçeğe uyanamamış kahraman direnişçilerle doludur.

Muharebeler kaybedilebilir ama harp ka-zanılmalıdır. Harbi kazanmak için yapma-nız gerekense sağ kalmaktır. Sağ kalın. Fizi-ki ölüm kaçınılmaz ve belirtileri tartışmasız olduğu için o konuda endişelenmeyi bir yana bırakıp yaşarken gerçekten yaşamayı önemsemek gerekir diye düşünüyorum.

“Dum vivimus vivamus” diye bir deyim var Latince’de. “Hayattayken yaşayalım” diye çevrilen bu sözün sadece hazcı bir ba-kış açısıyla günümüzü gün edelim anlamın-da kullanılmadığını söylemek isterim. Aynı zamanda “madem yaşıyoruz adam gibi ya-şayalım” anlamında da kullanılmıştır diye ümit ediyorum. Madem ki yaşıyoruz canlı olalım, yaşıyor olalım, kendimize, çevre-mizdeki diğer insanlara dikkat edelim, bizi kendilerine benzetmek isteyen, düşünme-den yaşayanlara/çalışanlara dönüştürmek isteyenlere karşı tetikte olalım.

Zombi olmayalım, kendimiz olalım.

Zombiler koridorlar-da telaşla ve ileriye bakarak yürürler, ola ki daha alt kastlardan biri birşey sorar, söy-ler diye çevrelerine katiyen bakmazlar. Ne iş yaptıklarını bil-meseniz uzay mekiği acil iniş prosedürünü çalıştırmaya gittikleri-ni sanabilirsiniz.

Seri ile bir haftasonu tesadüfen HDD temizliği yaparken bulup karşılaştım. Konusuna dair hiçbir-şey bilmeden izlemeye başladım ve ertesi gün bitirdim. Benim

askerlik dönüş yılıma (2006) denk geldiğin-den farkedememiştim ve ve bu zamana dek içeriğinden haberim olmamıştı. Açıkçası izlerken lanet ettim kendime... “Neden bu

harika Anime’den bu kadar zaman haberim olmadan yaşamışım” diye? Zira karşımda şu yaşıma dek izlediğim tüm o Anime serilerini geçin, tüm o okuduğum/izlediğim kurgusal (?) anlatıların içinde en zirvede duran şey du-ruyordu. Öyle başarılı bir kurguydu ki, aslın-da gerçeğin kendisi olduğundan şüpheleni-yordum. Karakterler öylesine canlı, öylesine olması gereken tepkiler veriyorlardı ki, hiç

yaşanmamış ve yaşanma-yacak tiple-meler olması imkansızdı. Ve espriler o kadar ba-şarılıydı ki

pratogonist’in yaşadığı o syntax error durumlarının aynını hayatımın bir kısmında mutlaka yaşadığım için ekran karşısında acı acı sırıtıyordum. İki yüzlü bir bıçak gibiy-di bu seri. Aynı duruma ne olduğunu tam olarak anlayana dek kahkahalarla gülebiliyor, yada elinizi alnınıza götürüp acı acı gülümsü-yorsunuz. Diyebilirim ki, sizi işte böyle hem kahkahalarla hem acı acı güldüren, hem bi-linçlendirip size birşeyler katan, hem de sizi hayatın içinde bambaşka bir hayatı gösteren çok fazla yapım bulamazsınız.

“Bu dünyada komplolar vardır”Satou’nun, klişe bir abazan genç tiplemesi

değil bir “tutunamayan” olması, şizofreniyle zalim gerçek dünyanın duvarları arasında çarpıp duran bir hikayeye sahip olması, onu anlamamızı hatta sahiplenmemizi ve onunla daha iyi empati kurmamızı sağlıyor; “kaybeden” olmayı kof bir tanım olmaktan çıkarmayı ve sonuçlarını değil nedenlerini göstermeyi başarıyor bu seri.

Az yada çok görünseler bile her karakterin ayrı bir hikayesi ve seriye kattıkları birşeyler olduğunu göreceksiniz. Ben özellikle Hitomi (Satou’nun sempai’si) ile ilgili hikayeden etkilendim ve seri bittikten sonra onla ilgili her sahneyi yeniden izledim: Eğer sizin de -az yada çok- Satou’ya benzer bir geçmişiniz olduysa ve en azından hayatınızın bir döne-minde sosyal uyum problemleri yaşadıysanız, hayatınızın saniyelerle ölçülen bir kısmın-da gösterdiğiniz iradesizlik nedeniyle hala pişmansanız bu yan hikayenin bağlandığı her bölüm sizi ayrıca etkileyecektir. Ayrıca hikayenin tek bir temada geçmemesi de çok güzel bir artı. Değil, bölümler arası, bölüm içinde kullanılan temalar bile birbirini gerçek anlamda tekrarlamıyor. (Örnek vermek gerekirse 9. bölümde Kaoru’nun çocukluk

Eğer sizin de -az yada çok- Satou’ya

benzer bir geçmişiniz olduysa ve en

azından hayatınızın bir döneminde

sosyal uyum problemleri yaşadıysanız,

hayatınızın saniyelerle ölçülen bir

kısmında gösterdiğiniz iradesizlik

nedeniyle hala pişmansanız bu yan

hikayenin bağlandığı her bölüm sizi

ayrıca etkileyecektir

Rüya ve komploWELCOME TO THE NHK

Hamit GÖKALP

7

flashback’i ve akabinde “bir insanın neden Kamen Rider izlediği-ni” özetleyen 5-6 saniyelik sahneyi hala çevirip çevirip izlerim)

“Dramatik ölümler bizim gibilere yakışmaz!”

Eğer tıpkı Belye Nochi, Hearts in Atlantis, Breakfast Club yada KKNJ gibi insanın toplum içinde-ki yerini ve olgunlaşma sürecini sorgulayan bir “analiz” kurguları arıyorsanız Welcome to NHK, geçmişi andıkça daha iyi empati yapacağınız karakterleri ile bunu oldukça güzel yapıyor.

Seride sevginin ne olduğundan Tanrı’ya, gündelik hayatın manik depresif haline ge-tirdiği insanlardan MMO oynarken ölenlere, eroge oyun sektörünün durumundan toplu satış yapan şirketlerin aldatmacalarına, new age intiharlardan psikotrop ilaçların yarattığı kişilik bozukluklarına, ailelelerin aşırı bek-lentilerinin çocuklarda yarattığı çöküntüden çocukların olabildiğince erken çalışmalarının onların iyiliğine (?) olduğuna dek sayısız hikaye ve ders var, dahası bu temaların izleyiciye bilinçlendirici, yol gösterici, uyanış sağlayıcı, ama bunların pragmatik şekilde değil dostça anlatarak yapılması; karakterle-rin her birinin geçmişten yaralı yada hasta-lıklı kişilikler olması ve bunu süreç içinde anlamamız oldukça güzel.

“Eğer ölürsen mutsuz olacak birileri varsa, yaşamalısın”

Pearl Kyoudai imzalı müzikler defalar-ca çevirip çevirip dinlenecek denli kaliteli. Kimagure Orange Road ve GTO Drama’dan beri ambiansı ve karakterlerin o sahnede-ki hissiyatıyla bu denli örtüşen müzikler görmedim desem yeridir. (Günlerdir albümü çevirip çevirip dinliyorum: Tek kelimeyle mükemmel!) Farklı tarzlardan parçalardan oluşan OST’lar kaliteyi daha yukarı taşıdığı gibi tarz olarak kendini hiç tekrarlamıyor. Serinin belli yerlerine bir nevi sos olarak ek-lenmiş yarım düzine vokal parça duruma cuk oturmakta, opening-ending olaraksa her ne kadar 1. Ending’i pek sevmesem de opening ve 2. ending hayli hoş. Benzer şekilde, farklı kuşaklardan seiyuu’lar karakterlere adeta can veren samimiyette bir performansa ulaşmış-lar.

-Mutlusun, değil mi?-Mutlu olduğum için huzursuzumNegatif yorum yapabileceğim iki konu

var ki; bunlardan ilki 2 yada 3 bölümde animasyonların çok basitleşmesi. Ama bu, anladığım kadarıyla bölüm ve karaktere özel animasyon kullanılmasından dolayı pek gözüme batmadı ki tabir-i caizse serinin genelinde şiir gibi çizimlerin ardına düşmüş, kaptırıp gitmiş hissediyorsunuz kendinizi. İkinci konu ise çevrimiçi buluşma ve kış con’u öncesindeki boşluklarda en az serinin yarısı denli hikaye sıkıştırılabilecek boşluklar olması ki Manga’sının zaten Anime’sinden fazlası olduğunu okuyunca rahatladım ve bu da benim için bir eksik olmaktan çıktı. Bunun dışında serinin sırf Hitomi ile ilgili kısımların biraz daha uzun sürdüğünü gör-mek için serinin daha uzun yapılmış olmasını isterdim, o kadar)

Bir de romandan ve Manga’dan bah-setmekte yarar var. Gerçek hayatta da bir hikikimori olan Tatsuhiko Takimoto’nun topluma geri dönüş sürecinde, geçmişte yaşadıklarından hareketle yazdığı ödüllü ro-manından uyarlanan yapım sarsıcı tasvirlerle dolu öte yandan Anime’nin alçak gönüllü ve nispeten steril yapısı burada kendini

Rüya ve komploWELCOME TO THE NHK

8

gerçekten iç boğucu bir atmosfe-re bırakmış durumda. Romanın adaptasyonu olan Manga zincir satış aldatmacası ile ilgili kısımlara dek Anime’ye nispeten paralelken ardın-dan başvurduğu dibe vuruş tasvirleri ile okuyucusunun adeta sınırlarını test ediyor. Gerek Manga gerekse romandan çok bahsetmemeyi tercih ediyor ve eninde sonunda yüzleşme ihtiyacı hissedeceğiniz içib izleni-mi size bırakıyorum. Öte yandan yazarın bu kitap hakkında söylediği “bana kalsaydı asla bitiremezdim, çünkü kendi bitmişliğim, bu bitkinli-ği en iyi hisseden bana rağmen bile, onu yazmama engel olacak kadar fazlaydı.” demesi aslında çoğu şeyi özetler nitelikte.

Net söyleyebileceğim şey ese-rin özellikle son 3/1’lik kısmının Anime’den farklı olduğu. Etrafım-dan gözlediğim kadarıyla insanlar Manga yorumundan sapan serileri sevmiyorlar genel olarak. Ama ben arada -kanımca- orjinali aşan adap-tasyonları (Ghost in the Shell gibi) arada derede de olsa mutlaka göre-bileceğimize inanıyorum ve Anime serisini Manga’dan “çok daha steril” olması dolayısıyla sevdim, gerçi Manga’nın da Anime yorumunun da konudan daha ziyade kurgu farkları var. TV serisinde gördüğümüz şey en ziyadesinde “rüya ve komplo” ikilemiydi. Yani Tatsuhiro’nun sığın-dığı rüyaları ve bir noktadan sonra üzerine üzerine gelmeye başlayan hayatın kendi sıradanlığında daha da boğucu hale gelen hadiseleriydi. Manga yorumu ise Hitomi’nin (ki gerçekten de TV serisindeki rolü çok ön plana çıkartılmamıştı) rolünü daha azaltıp Misaki’nin TV serisin-

de anlatılmayan dramına daha çok odaklanılmış. Bu ve özel isimlerin daha rahatça kullanılması (Nadia, Gundam ve Evangelion ilk hatırla-dıklarım) dışında Tatsuhiro’nun bir noktada kontrolden çıkmaya dek vardırmasını görmemiz (Manga’nın iç kaldırıcılığı dışında hiçbir kat-kı yapmayan bir sahnede David Carradine’ı anıyoruz!) Anime ve Manga’yı aynı kulvarlarda değerlen-dirememe sebep olmakta. Ki Anime serisinde yönetmen kurgusu olarak gördüğümüz çoğu espri (“Defolun kaltaklar!” gibi efsane birçok sahne) Manga’da bulunmamakta.

Manga’yı kişisel zannımca TV serisinden çok sonra okumanızı ve mümkünse TV serisiyle karşılaştır-madan düşünerek değerlendirmenizi önereceğim. Sonuca gelirsek, Manga yorumu Seinen türünde görmek istediklerimizi bazen gerçekten üst üste sunmayı başarabilse de ge-nele baktığımızda birçok sahnede gerçek hayatın itici yanlarına fazlaca takılıp bir “rüya ve komplo” hika-yesi olmaktan ayrılması ile serinin yarattığı atmosferin mevkisinden çok uzaklarda bir yerde misyonunu tamamlamakta.

Welcome to the NHK işte böyle bir seri. Aslında hepimizin yaşadığı birşeyleri samimiyetten ödün verme-den harika bir şekilde harmanlayıp aslında hepimize tanıdık gelecek karakterlerle donatarak “hayat tadın-da” bir iş çıkartılmış.

Öyle bir seri ki -en azından benim adıma bile- yazacak resmen milyon tane şeyi var, bu yüzden -bu yazıda da olduğu gibi- hakkında birşeyler yazmaya çalışmak resmen zor, çok zor; yaşamanız, hissetmeniz gerek.

22 yaşındaki Satou Tatsuhiro, Tokyo’da tek başına yaşayan bir gençtir. Üniversitedeki ilk yı-lının sonunda, bir gün okula giderken etraftaki herkesin ona güldüğünü düşünmüş, bu baskı-ya dayanamayarak kendisini küçük apartman dairesine kapatmıştır. Bu olaydan sonra okulu bırakmış ve bir daha dışarı çıkmamıştır. Öyle ki geçimini bile sadece ailesinin gönderdiği pa-rayla sağlamaktadır. Yani Japonya’da bilinen ismiyle bir “hikikomori”, kendi gibi tanıdıkları-nın tabiriyle de bir “NEET” olmuştur. Bu şekilde yaklaşık 3 sene geçirir. Bu süre zarfında devam-sızlık nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılır ve ailesi bile onun ne yaptığını merak eder hale gelir. Artık içinde bulunduğu bu durumdan nef-ret eden Satou, bunun sorumlusunu da kendin-ce keşfetmiştir: NHK!

Japonya’nın en büyük televizyon kanalların-dan biri olan biri olan NHK’nin açılımının “Ni-hon Hikikomori Kyoukai” olduğunu ve NHK’nın yayınladığı anime’lerle insanların hayatını ka-rarttığını düşünmektedir. Satou, kendisi ve ken-disi gibi olanları sonsuza kadar küçücük odala-rında yaşayan bir hikikomori olmaya zorlayan bu şeytani kuruluşun planlarını bozmak için ha-yatını değiştirmeye ve öncelikle bir iş bulmayı düşünmeye başlar.

Tüm gün son sesi açıp bir bishoujo şarkısı din-leyen komşusunun kapısını çalmak için evinden dışarı çıkmak için yaptığı ilk denemesind karşı-sına genç bir kız çıkar. Yanlış bir anlaşılmanın ar-dından Misaki ismindeki bu genç kız, Satou’nun bir hikikomori olduğunun farkına varır ve daha sonra ona bu durumdan kurtulmak için y ar-dım etmeyi teklif eder. Sorunundan utanan Satou ise, başta Misaki’yi kandırmaya düşünür. Uzun zamandır tek kişilik bir dünyada yaşayan Satou’nun hayatı, başta bir anime parçasını gün boyu son seste dinleyen yeni komşusunun ve tatlı Misaki’nin varlığıyla, sonra da yıllardır görmediği sempai’si Hitomi’nin geri dönüşüyle değişmeye başlayacaktır: Satou, büyük şeytan NHK’ya karşı saldırıya geçmeye karar verirken aniden Misaki’nin “projesine” dahil olur, bir yandan da yan komşusu ve eski okul arkadaşı ile bir eroge yapmaya ve sonra da hayatında daha birçok büyük değişikliğe karar verir.

ORİJİN:

Aslen Tatsuhiko Takimoto’nun

Light Novel’i, oradan da

Kendi Oiwa’nın Manga’sı

Orijinal Karakter

İllüstrasyonları : Yoshitoshi Abe

Yönetmen :

Yusuke Yamamoto

Yapım Tarihi : 2005

-Mutlusun, değil mi?

-Mutlu olduğum için

huzursuzum.

9

Hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren etrafımızdakilerle iletişim haline geçeriz. Öncelikle istek-

lerimizi ağlayarak belirtiriz, annemizle ve çevremizdekilerle göz teması kurarız, ses-lere tepki veririz , yani bu becerilerimiz sa-yesinde çevremizle iletişimde olduğumuzu göstermiş oluruz ve böylelikle sorunlarımı-zı çözmeye veya gereksinimlerimizi karşıla-maya çalışırız .

Çünkü biz insanlar sosyal varlıklarız. Hiçbirimiz Robinson Cruseau değiliz. Bir-likte olduğumuzda hayat çok daha anlamlı ve yaşanılası bir hal alır. Duygularımızı, dü-şüncelerimizi, hayallerimizi, tutkularımızı paylaşmak, yardımlaşmak, sorunlarımızı beraberce çözebilmek, sevincimizi katla-yabilmek, ya da üzüntümüzü azaltabilmek beraberce doğru iletişim kurabilirsek ger-çekleşir.

Peki doğru ve etkili iletişim kurmak için ne yapmalıyız? Öncelikle kendimizi tanı-malı ve keşfetmeliyiz. Fransız Yazar Marcel Proust’un dediği gibi “Gerçek keşif,yeni yerler bulmak değil,onlara yeni bir bakış açısıyla bakmaktır”. der.

Şimdiye kadar gördüğünüz, hissettiğiniz “Ben”’e başka bir gözlükle bakabilmek , başka bir elle dokunabilmektir bu keşfet-me süreci.Ruhuna ayna tutmak,fark ede-bilmektir kendini.Kendini her durumda sevebilmektir.

İşte o zaman tutum ve davranışlarımız-daki doğruları,yanlışları daha iyi görüp analiz edebiliriz veya karşımıza çıkan ger-çek fırsatları ya da bize tehdit yaratabilecek durumları fark edebiliriz ve bu durumları çözmek için plan yapabiliriz.

Böylelikle kendimizle olan etkili iletişimi başlatabilmiş oluruz. Kendini sevmeyen, saymayan, kendini tanımaya gayret göster-meyen, kendine güveni olmayan ya da ken-dine hoşgörüyle bakamayan biriysek nasıl olur da etrafımızdakilerle aynı şekilde ile-tişim kurabiliriz. “İğneyi kendine çuvaldızı ele batır” diye boşuna denmemiştir.

Etkili iletişimde önem taşıyan konular-dan biri de varolmanızın algılanmasıdır. “Kendi varlığını algılayan kimse, karşıdaki kişinin varlığını da algılar. Bu durum direk olarak bulunduğumuz ortamın ge rginli-ğini alır,ortamı pozitif enerji ile doldurur.Ufak bir selamın,gülümsemenin ya da be-

den diliniz ile göstereceğiniz ilginin size hiçbir külfeti olma-dığı gibi size vereceği olumlu enerji çok büyüktür. Hepimiz varlığımızın, kişiliğimizin ka-bulünü isteriz bunun ilk adımı da algılanmaktan geçer.

Uygulamamız gereken ikinci adım , algıladığımız bu kişileri samimiyetle dinlemektir. Yani tüm benliğimiz ile gerek kişi-nin söyledikleri, gerek içinde bulunduğu davranışı, gerekse ortamın söylediği şeyleri bir bütün halinde özümseyerek, kendimizi ve-rerek içtenlikle ve ilgiyle dinlemek.

Çünkü bu şekilde dinlemeyen kişi de dinlenilmeyecektir .Haliyle birbirini din-lemeyen sadece konuşanların olduğu bir ortamda yalnızca gürültüden söz edilebilir. İletişim için bir bilgi,duygu, düşünce alış-verişi gereklidir.Kimseye bir bilgi,duygu ya da düşünce geçmemiştir. Karşılıklı bir et-

kileşim olmayan bir yerde bırakalım etkili olmasını, iletişimden bile söz edilemez.

Dinlediğimiz bu kişileri anlayabilmek ve onlarla anlaşabilmek konusuna gelince, ki işte bu nokta iletişimin tamamlanması ge-reken noktadır.Bu aşamada üzerinde dur-mamız gereken üçüncü adım:

Empati kurmaya çalışmak olmalı : Ken-dimizi karşımızdakinin yerine koymaya çalışmalı, dünyayı onun gözünden gö-rebilme, hissedebilme yeteneğimizi art-

tırmalıyız.Hepimizin aynı olmadığını, farklı olduğunu bilmek ama bu farklılıklar-la birlikte yaşayabilme ve iyi ilişkiler kurabilme becerisidir empati kurabilmek.Karşımız-dakini dinledikten sonra ona olumlu bir geribildirim vere-bilmek, dertli ise derman ola-bilmenin yollarını araştırmak, sevinçli ise sevincine ortak olabilmek, varlığının öne-mini ve değerini onu överek hissettirebilmek,gerektiğinde

teşekkür etmek gerektiğinde özür dilemek-tir empati.

Kendisinin varlığının algılandığını bilen, dinlenildiğini gören ve empati ile yaklaşıl-dığını hisseden hiç kimse karşısındakine kayıtsız kalamaz.

İşte o zaman etkileşimde olduğumuz kişilerle iyi ilişkiler başlatma noktasına ge-lebiliriz. İnsanoğlu olarak yaşamda mutlu,

huzurlu ve başarılı olabilmek için ilişki içinde bulunduğumuz kimselerle iletişimi-mizin olumlu bir şekilde cereyan etmesinin çok önemli olduğundan yola çıkarak bu olumlu akımın karşı tarafa geçmesi ve kar-şımızdaki kişide de bir ışık oluşturabilme-si sayesinde , bugünümüz ve geleceğimiz daha da aydınlanacaktır.Bu yüzden;

Sevgiyle kalın ve Pozitif iletişimle kalın…….

İletişim üzerine...

Aylin GENÇGİL

Etkili iletişimde önem taşıyan konulardan biri de varolmanızın algılanmasıdır. “Kendi varlığını algılayan kimse, karşıdaki kişinin varlığını da algılar. Bu du-

rum direk olarak bulunduğumuz ortamın gerginliğini alır,ortamı pozitif enerji ile doldurur.Ufak bir selamın,gülümsemenin ya da beden diliniz ile göstereceğiniz ilginin size hiçbir külfeti olmadığı gibi size vereceği olumlu enerji çok büyüktür.

10

GEZiLER KiTABITarihte Avrupa’nın Asya ile iliş-

ki kurmasını sağlayan Vene-dikli Marco Polo’nun Geziler Kitabı, bugün de başvuru kay-

nağı olmaya devam ediyor. Yeni baskısını yaptıkları Geziler Kitabı’yla ilgili olarak konuşan Yol Yayınları Yöneticisi Hayriye Karaoğlu Turhanlar, kitaba ilgin in yoğun olduğunu söyleyerek; “Geziler Kitabı’nın Türkiye ve dünyada ilgi görmesinin sebebi, günümüzdeki küresel gelişmelerle, Marco Polo’nun yaşadığı dönem arasındaki ben-zerlik. Okurlar, Geziler Kitabı’nı gündemin içinde kaybolmadan bugünü anlama adına önemli bir kaynak olarak görüyor” dedi.

Turhanlar, Asya ekonomilerinin yüksel-mesiyle İpek Yolu’nun yeniden canladığı-nı, fakat bu durumun krizlere yol açtığını belirterek; “İpek Yolu’nun geçtiği bölgeler, Orta Asya, Orta Doğu’da, İran, Pakistan hatta Ukrayna’da tehlikeli gerilimler yaşa-nırken asıl deprem Avrupa’da yaşanıyor. Özelikle Avrupa’da yaşanan son gelişmeler Marco Polo’nun yaşadığı dönemi andırı-yor” diye konuştu.

ANADOLU YOLCULUKLARIN BAŞLANGIÇ NOKTASI

Marco Polo’nun yolculuğuna Adana’dan başladığını ve Anadolu’ya özel önem ver-diğini kaydeden Turhanlar; “Marco Polo,

kitabında Adana, Konya, Kayseri, Erzu-rum, Mardin gibi kentleri de anlatıyor. Kendisi Çin’e yapacağı yolculuğa Adana Yumurtalık’dan başlamış. Nitekim bugün de birçok kentimiz İpek Yolu üzerinde önemli bir merkez olmak için proje üreti-yor. Yayınevi olarak; Geziler Kitabı’nın pek çok projeye katkı sağlayabileceğini düşünü-yoruz. Nitekim Marco Polo’yu takip etmek isteyen günümüz gezginleri ve turistler için turizm projeleri geliştirilmesi bile sevindiri-ci bir gelişme” dedi.

BATI’DA ÖNEMLİ BİR REFERANS KİTABIKitabın Avrupalı’nın gözünden Asya’nın

nasıl göründüğünü anlattığını söyleyen Turhanlar, “Marco Polo Hristiyan koşul-lanmalarından dolayı Müslü¬manlarla ilgili konulara önyargıyla yaklaşmışsa da bu tu-tumunu bütün gözlemlerinde sürdürdüğü söylenemez. Nitekim onun eserini yıllar sonra önemli bir başvuru kaynağı olarak gören Batı Dünyası, Asya ilişkilerinde ha-kim konuma gelmiştir. Kitap bugün Batı’da önemli bir referans kitabıdır. Ömer Gün-gören tarafından Türkçe’ye çevrilen Gezi-ler Kitabı’nı okurla buluşturma amacımız; Marco Polo’nun önemini gençlerin öğren-mesi, yetişkinlerin de yeniden hatırlaması” dedi.

Krizlerle boğuşan Avrupa, Dünya’nın yeni merkezleri olarak ortaya çıkan Çin ve Hindistan. Marco Polo’nun Geziler Kitabı, önemli bir kaynak olarak 800 yıl öncesinden bugüne ışık tutuyor

11

GEZiLER KiTABI 800 yıl öncesinden bugüne ışık tutuyorKrizlerle boğuşan Avrupa, Dünya’nın yeni merkezleri

olarak ortaya çıkan Çin ve Hindistan. Marco Polo’nun Geziler Kitabı, önemli bir kaynak olarak 800 yıl öncesinden bugüne ışık tutuyor

Geziler Kitabı’nın Amerika’nın keşfin-dede rol oynadığnı kaydeden Turhanlar, “Marco Polo’nun kitabı uzunca bir süre Avrupa’da abartı ve uydurma olarak ni-telendilirildi. Fakat, kitapta yazanlara inanan kaşif Kristof Kolomb yaklaşık 200 yıl sonra Dünya tarihine yeniden yön vermiştir. Kristof Kolomb’un eline geçmiş olan Geziler Kitabı’nın bir kop-yasında, ünlü kaşifin el yazısıyla ekledi-ği notlar bulunmaktadır” diye konuştu.

Kristof Kolomb’un üzerine notlar aldığı Geziler Kitabı

AMERİKA’NIN KEŞFİNDE GEZİLER KİTABI ETKİSİ

Polo’nun rotası incelendiğinde yaşadığı döne-min zorluklarına rağmen binlerce kilometre yol katettiği görül-mekte

12

Günlük hayatımızda elbette ki en çok insan ilişkilerini önemseriz ya da önemse-meliyiz. Çünkü her birey,

bir şekilde ilişki türlerinden bir ya da birkaçının merkezindedir. Yani sosyal hayatta arkadaşlık ilişkisi içerisindeylen, çalışma ortamında iş ilişkisini sürdürür aynı kişiyi evinde karı-koca, ebeveyn ile çocuk ilişkisini devam ettirir. Benzer bir bağ, şirketlerde, kurum müşteri ilişkisi haline gelir.

Sonuncusu hariç, hayatımızda yer alan ilişkiler bizlere o kadar olağan gelir ki, bu bağlantıyı nasıl sürdürdüğümü-zün, nasıl yönlendirdiğimizin farkında bile değilizdir.

Farkında olunmadığı için de bir iliş-kinin yönetilme ihtiyacı var mıdır soru-sunu pek duyamazsınız. Oysa bu soru sorulduğunda cevap kesinlikle “Evet” olacaktır. Fakat bu seferde başka bir soru karşımıza çıkacaktır. Peki soyut bir kavram olan ilişki nasıl yönetilecektir? İlişkide esas olan nedir? Bu çerçevede etkili iletişimin rolü elbette yadsınamaz.

Doğru iletişim yöntemleri ile şekille-nen ilişki yönetimi yaşam kalitesini de yükseltir. Çünkü iyi ilişkiler bizi olumlu insanlar yapar ki, biz olumlu oldukça verimliliğimiz artar, enerjimiz çoğalır. Bu durumun verdiği güçle de daha çok insana ulaşır, daha güzel işler yaparız. Mutlu olur mutluluk veririz.

Bu noktada sorulacak çok soru var. Doğru iletişim kurmak adına neler ya-pıyoruz? Üzerimize düşenlerin farkın-da mıyız? İlişkimizi kontrol edebiliyor muyuz yoksa ilişkinin kaderine razı mı oluyoruz?

Temelde yapılabilecekler basit gibi görünse de, tüm detaylarıyla ele alındı-ğında konunun çok derinlikli bir yapısı olduğu görülecektir. Dilerseniz İlişki yönetimini günlük yaşam pratikleriyle sınırlayarak çerçevenin sınırlarını oluş-turalım. Dinlemeden konuşuyor, anla-madan yargılıyor, sorgulamadan karar alıyorsanız, ön yargı ile hareket ediyor-sanız, ya da bunları farkında olmadan yapıyorsanız, sağlıklı bir ilişkiden söz edebilmek mümkün değildir

Yukardaki duruma evet diyorsanız, iyi bir dinleyici olarak işe başlamanızda fayda var.

Dinlerken (konuşurken de aynı şey geçerli) göz teması kurmak önemli, hem karşınızdakine kendisini önemli hissettirir, ona saygı duyduğunuzu ifa-de eder hem de konuya olan ilginizi gösterir. Yanlış anlaşılmalar ilişkiye za-rar verir bunlardan sakınmak amacıyla konuşulanı doğru yorumlamak zorun-dayız. Bu noktada vücut dilinden ses tonlamasına kadar konuşmacıdaki fark-lı unsurlar analiz edilebilmelidir. Bunu yaparken hem objektif hem de olumlu bir tutum içerisinde olmak, ön yargılar-

dan arınmak, iyi ve kontrollü ilişkiler kurmamızda, ilişkiyi yönetebilmemizde ve onu kaderine terketmememiz konu-sunda bize yardımcı olacaktır.

Yine, konuşmacının sözünü kesme-mek ona kendisini iyi hissettirecek baş-ka bir husus. Diyaloglarınızda samimi olmayı ihmal etmeyin, net olmayan şey-leri sorun ve gerekirse bir daha sorun. Ve en önemlsi ilişkinize gereken değeri verin.

Elbette bütün bu sayılanlar karşılıklı olarak geçer-li olduğunda çarklar birbirini tamamlaya-caktır, ve tamam-landığında – yani her birey üzerine düşeni yapıp iliş-kisine gereken özeni gösterdiğin-de- kaçınılmaz bir sonuç olarak iyi yö-netebildiğiniz ilişkileri-niz olacağını söyleyebiliriz. Böylelikle her iyi ilişki bir yenisi-ni doğuracaktır.

Hayat tesadüflerden çok verdiğiniz emeklerin bir bütünüdür ve hayatınız-daki her iyi oluşum bir sonrakine çok-tan gebe kalmıştır.

İlişkilerinizi farkındalıkla yönetmek için ilk adımı bugün atın!

En basit tanımıyla iki ya da daha çok kişi arasında kurulan bağlantı anlamına gelen ilişki, sosyal bir varlık olarak in-sanın hayattaki olmazsa olmazıdır. Bu yüzden, ilişki terimi basit gibi görünse de aslında çok yönlü, geniş bir olguyu temsil eder. Zira insan yaşamında tek bir ilişki türünden bahsetmek mümkün değildir, hal böyle olunca da ilişki dendi-ğinde çağrışımları da farklı olacaktır.

iLiŞKi YÖNETiMi

13

Doğru iletişim yöntemleri ile şekillenen

ilişki yönetimi yaşam kalitesini de yükseltir. Çünkü iyi ilişkiler bizi

olumlu insanlar yapar ki, biz olumlu oldukça verimliliğimiz artar, ener-jimiz çoğalır. Bu durumun verdiği güçle de daha çok insana ulaşır, daha güzel işler yaparız. Mutlu

olur mutluluk veririz.

Eda BİLGEN

BASINDA BİZ

Yolcular her dakika değişir, ama yol o hep aynı...

ARTIK BİR TIK ÖTEDEYİZİnternet siparişlerinizi facebook ve yolyayinlari.com adresinden verebilirsiniz.

https://www.facebook.com/Yolyayinlari

https://twitter.com/yolyayin

http://www.yolyayinlari.com

Amacımız ürünlerimiz aracılığıyla ülkemiz şirketlerinin, ve çalışanlarının “Gayri Safi Milli Bilgi ve Yaratıcılık Oranı”nı artırmak, ülkemize, şirketlerimize, insanlarımıza değer katmaktır.

Akıl Evi, binlerce saati aşkın deneyimi ile eğitim ve danışmanlık alanında gereksiniminiz olan hizmetleri yenilikçi, çağdaş yaklaşımlarla hizmetinize sunmaktadır.

Eğitim, gelişim faaliyetlerinin etkilerini varsayımlara dayalı ve tahmini olarak değil, hızlı, etkili sonuçlar şeklinde görebilmenizi önemsiyoruz.

Akıl Evi çatısı altında sizin için hayal etmeyi, merak etmeyi ve çalışmayı sürdüreceğiz...

Adres: Koşuyolu Cd. As Çamlık Sitesi No:79 B2 Blok Daire:4 Koşuyolu-Kadıköy/İSTANBULTel: +90 (216) 418-90-26 / Faks: +90 (216) 347-63-07E-mail: [email protected]