jules verne, iki yıl okul tatili
Post on 07-Jul-2016
254 Views
Preview:
DESCRIPTION
TRANSCRIPT
KİTABIN ADI İKİ YIL OKUL TATİLİ YAYIN HAKLARI © ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ
ve TİCARET A.Ş.
BASKI
Bu kitabın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince ALTIN i<ITAPLAR YAYINEVİ ve TİCARET A.Ş.'ye aittir.
4. BASIM 1999 AKDENİZ YAYINCILIK A.Ş. Matbaacılar Sitesi No: 83 Bağcılar - İSTANBUL
ISBN 975 - 405 - 230 - 1 99-34-y-0131-31
Al TIN KİTAPLAR YAYINEVİ Celal Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu İşhanı Cağaloğlu - İstanbul Tel: (0212) 522 40 45 - 526 80 12 511 51 00 - 511 32 26 Faks: (0212) 526 80 11 www.altinkitaplar.com info @altinkitaplar. com. tr
GÖKKUŞAGI DİZİSİ
. •
JULES VERNE
2 YIL OKUL • •
TATiLi
TÜRKÇESİ: NİHAL ÖNOL
JULES VERNE ÜZERİNE
Ünlü Fransız yazarı Jules Verne 1828'de Nantes'de doğdu. Paris'te hukuk okurken oyun yazmaya başladı. İlk kez 1848'de Michel Carre ile birlikte iki operet hazırladı, iki yıl sonra Alexandre Dumas'nın yardımı ile bir komedisi sahnelendi.
Jules Verne'in hikayeciliği ve romancılığı, Hetzel'in «Eğitim ve Tatil» adlı dergisindeki yazılarıyla başladı. Bu dergide «Balonla 5 Hafta» ve «Keşifler Yolculuğu» adlı hikayelerini yazdı, daha sonra 1863'de bu eserleri kitap halinde yayınladı.
Bunu izleyen yıllarda Jules Verne'i bilim-kurgu roman çığırını açan bir öncü olarak görüyoruz. Bu yeni roman türünde olağanüstü buluşlarını açıklayarak, geleceğin teknolojik gelişmelerine ışık tutmuştur.
Yazar, Fransız Akademisi'nin takdirini kazanmış ve Legion d'Honneur nişanını almıştır.
Başlıca romanları: Dünyanın Merkezine Seyahat (1864), Aya Seyahat (1865), Kaptan Grant'ın Çocukları (1867-1868), Deniz Altında 20 Bin Fersah (1870), Yüzen.Şehir (1871), 80 Günde Devriaıem (1873), Esrarefıgiz Ada (1874), Doktor Ox (1878), Michel Strogoff (1876), Onbeş Yaşında Bir Kaptan (1878), İki Yıl Okul Tatili (1880), Güneye Karşı Kuzey (1887), Karpatla;daki Şato (1892), Antifer Usta'nın Şaşılacak Serüvenleri (1894), Pervaneli Ada (1895), Clovis Dardanton (1896), Buzdan Sfenks (1897).
Roman kahramanlarının isimleri ve Türkçe okunuşları:
Briant : Biriyan Gordon : Gordon Jacques : Jak Moko : Moko Doniphan : Donifan Wilcox : Vilkoks Webb : Veb Cross : Kros Baxter : Bekster Garnett : Gamet Chairman : Şerman Catherine : Katerin Panfield : Panfil Woltson : Vatson Forbes : Forb Kate : Ket
1
9 Mart 1 860 gecesi denize karışmış bulutlar, görüş uzaklığını ancak birkaç kulaca indirmiş bulunuyordu. Bu azgı n denizde Slugi adl ı küçük bir tekne, vargücüyle ilerleme çabasındaydı . B u yüz tonluk b i r yattı .
Saat akşamın on bi riyd i . Bu enlemde, mart ayı başlarında geceler henüz kısadır. Gün ancak sabahı n beşine doğru ağarmaya başlar. Ama küçük teknenin batma tehl ikesi sanki sabah olursa azalacak m ıydı? Onu ancak fırtınanın d inmesi, dalgaların yatışması kurtarabil irdi , yoksa okyanusun ortasında, kara parçalarından uzak, sulara gömülüp gidecekti .
Slugi'nin arka güvertesinde, biri on dört , öbür ik is i on üç yaşlarında üç çocukla bir de on iki yaşlarında zenci miço dümen dolabına sımsıkı yapışmışlar, dalgalara karşı koymak için çabaların ı bir leştiriyorlardı . Yaptıkları çok zor bir işti. Bir ara dalga öylesine şiddetle çarptı ki, çocukların hepsi birden yere yuvarland ı , neyse hemen toparlan ı p ayağa kalkabild i ler. İçlerinden bir i , « Dü men dayanıyor ya, Briant?» diye sordu .
Yerin i a l m ı ş v e soğukkanl ı l ığ ın ı h i ç yitirmemiş olan Briant, « Evet Gordon,» diye yanıtlad ı . Sonra, üçüncü çocuğa, «Aman sıkı tutun . Doniphan, sakın cesareti elden bırakmayal ım ha! . . Yoksa paçayı kurtaramayız!» dedi .
Bunları İng i l izce söylemişti ama Fransız vurgusuyla. Sonra miçoya döndü . «Yaralı fi lan deği ls in ya, Moko?»
«Hayır Bay Briant. Biz vargücümüzle şu yatı ayakta tutmaya çalışalım . Yoksa doğru denizin d ib in i boylarız !»
- 7 -
O anda aşağıya, yatın salonuna inen merdivenin kapağı birden açıl ıverdi . Güvertede neşeyle havlayan seviml i köpekcikle, dokuz yaşlarında kadar bir çocuk bel irdi .
Çocuk, «Briant . . . Briant . . . Neler oluyor kuzum?» d iye seslen-d i .
« Bi r şey yok, iversen, bir şey yok. Hadi , s iz Dole i le in in aşağı , çab u k ! » Yaşca b i raz daha küçük görünen başka bir çocuk, «Çok korkuyoruz da b iz . . . » Briant·söze karıştı. «Yok canım, hadi gir in hepiniz içeri. İyice gizlenin battaniyelerinizin alt ına, gözlerinizi de kapayın . Meraklanmayın , korkacak bir şey yok!»
«Size bir yardımımız dokunabi l i r m i Briant?» «Hayır Baxter. Sen , Cross, Web b , Service ve M ilcox, s iz kü
çüklerin yanında kal ı n . Biz dördü müz yeterliyiz burada.» Büyük bir kasırgaya yakalanm ı ş olan şu yelkenl ide çocuklar
dan başka kimse yok muydu acaba? - Hayır yoktu , yalnızca çocuklar. - Peki , kaç kişiydi ler? - Gordon, Brant, Doniphan ve miçoyla, bir l ikte , on beş - Nası l b inmişlerdi bu tekneye- Onu da bi razdan öğreneceğiz. - Peki ama, başlarında tek bir büyük bile yok muydu? Hiç olmazsa gemiye kumanda edecek bir kaptan? Manevraya yardımcı olacak bir tayfa? Bu fı rt ınada dümeni tutacak b i r d ümenci? - Hayır, o da yoktu . Bunun içindir ki Slugi'n in okyanustaki konumunu tam olarak beli rleyecek kimse de yok demekti . Hem de okyanusları n en büyüğü. Avustralya i le Yeni Zelanda'dan ta Güney Amerika kıyısına kadar iki bin mil boyunca uzanan Büyük Okyanus.
Ne olmuştu acaba? Yelkenl in in gem icileri tümüyle bir kazaya mı kurban gitmişlerdi? Yoksa korsanlar onları kaçır ıp teknede en büyükleri ancak on dördü nde olan genç yolculan kendi yazgılarıyla baş başa m ı b ı rakmışlardı?
Bu soru lara hiç kuşkusuz çocuklar karşı l ık bulabil ir lerdi ama kim soracaktı onlara? Ayrıca onların yardımına koşacak bir teknede görünmüyordu ortalıklarda.
F ı rtına şiddetini gittikçe artı rmaktaydı . Kırk sekiz saatten beri azgın dalgalarla boğuşan bu yelkenl i i çi n hiçbir umut ışığı yok gi-
- 8 -
biyd i . Birden Doniphan « Eyvah, m izana d ireği k ır ı ldı . . . » diye bağ ı rd ı .
M iço atı ldı . « Hayır, yelken halatlarından kurtuldu.» Briant, Avrupa'dan Okyanusya'ya gel irken hem Atlas Okya
nusunu, hem Büyük Okyanusu geçtiği için , gemici l ikten az çok anl ıyordu ve bu yüzden öteki çocuklar teknenin yönetimini Moko'yla bir l ikte ona b ı rakmışlard ı . Yelkenin hemen, koparı lması gerektiğinden, Briant i le miço büyük bir ustal ıkla ve tehl ikeyi göze alarak, güvertede sürüne sürüne i lerlediler, kopan bölümün iplerini kesti ler ve ancak alttaki küçük parçaları b ı raktı lar. Bu sı rada Briant' ın üç yaş küçük kardeşi Jacques göründü. «Gelin . . . Gel in ! . .» diye bağırd ı . «Aşağı su bastı !»
Briant hemen atı l ıp alelacele aşağı indi . Salon şiddetle sal lanan b i r fenerin ışığıyla bell i bel irs iz aydınlanmıştı . Yataklara uzanmış on kadar çocuk görülüyordu. En küçükleri sekiz dokuz yaşındaydı . Dehşetle b irbirlerine sarı lmışlard ı .
Briant onları yatıştırmak amacıyla, «Korkmayın, bir şey yok, biz buradayız, hiç meraklanmayın ! » dedi .
Sonra yerdeki suya bir göz gezdird i . Hemen suyun güverte kapaklarından sızdığ ın ı anlad ı , teknede çatlak fi lan yoktu. İçi rahatladı , salondakileri yatıştırarak yeniden dümen başına döndü. Çocuklar arkadan vuran dalgalara kapı l ıp denize yuvarlanmamak için kendilerin i bağlamaya hazırlan ıyorlardı ki, koskocaman bir dalga g üverteyi süpürdü. Briant, Doniphan ve Gordon dümen dolabına s ımsık ı yapışıp ku rtulabild i ler ama miço sürüklen ip gitmişti , Briant vargü cüyle haykırd ı .
« M o ko ! . . Moko ! . . » Doniphan atı ld ı , «Sakın denize düşmüş olmasın?» Gordon küpeşteden eği l ip baktı . «Olamaz, görünmüyor, se
si de gelmiyor ! » Briant, «Onu kurtarmalıyız, h i ç olmazsa b i r cankurtaran simi
d i , b i r halat atmalıyız ! » diye bağırdı ve yeniden seslendi . « Moko? . . Moko? . . » M içonun sesi geldi . « İmdat. . . İ mdat ! . .»
- 9 -
Gordon, « Denize düşmemiş, yelkenl in in burnunda,» d iye atı ld ı .
Briant da, «Şimdi gider onu kurtarırım,» d iyerek güvertede dikkatle sürünerek i lerlemeye koyuldu. Binbi r güçlükle geminin baş tarafında, yelkeni tutan halatlardan birine takı l ıp kalmı ş olan miçoyu kurtararak geriye, dümen dolabına getirebi ldi . Dört çocuk, tekneyi baştanbaşa süpüren dalgalara karşı d i renebi lmek için kendi ler ini s ımsıkı küpeşteye bağladılar. Yelkensiz kalan teknenin h ızı iyice azalmıştı ve bu da tehlikeyi büsbütün artır ıyordu.
Güney yarımküresinde mart ayı, k uzey yarımküresin in eylül ayın ın karş ı l ığ ıd ı r ve geceler pek uzun değ ildir. Saat sabahın dördü olduğundan, ufuk neredeyse ağarmaya başlayacaktı . Belki de güneşin doğmasıyla kas ı rganın şiddeti hafiflerdi. . . ya da belki bir kara parçası gözükür, şu çocuklar için bir umut ış ığı bel irird i . . . Saat dört buçuğa doğru ortal ı k aydınlanmaya yüz tuttu. Bulutların ü rkütücü bir h ızla geçtiği görülebil iyordu. Kası rga şiddetini hiç mi hiç azaltmamıştı ve açıklarda deniz köpükten görülmez olmuş gibiyd i . Yelkenl i ha battı , ha batacakt ı . O anda Moko haykırd ı . «Kara! . . Kara! . .»
Acaba yanı l ıyor muydu? Ama hayır , sevinçle doğuda bir noktayı gösterip, «Bakın, bak ın ! Şurada, mizana direğin in bi raz sağ ında! İyi bakın, gördü n üz mü? İ şte ! . . İ şte ! . .» diye bağırıyordu.
Briant da bağırdı , « Evet, evet, Kara ! . . Kara göründ ü ! . . » Art ık kuşku kalmamışt ı . B e ş altı m i l uzakta ada y a da anaka
ra, bir toprak parçası , ufkun büyük bir bölümünü kaplıyord u . Bir saate kalmaz Slugi bu kara parçasına varırdı . O anda rüzgar öfkesini büsbütün artırd ı . Tekneyi bir tüy gibi sürükleyerek göğün beyazımtırak zemini üzerinde mürekkeple çizi lmişçesine açık seçik beliren kıyıya doğru koşturmaya başladı .
Doniphan, Gordon v e M oko dümen başında kaldı lar . Briant baş tarafa doğru i lerledi . Tekne öylesine h ızla sürükleniyordu k i , kara parçası gözle görü lür biçimde yaklaşmaktaydı . Briant yatın elverişl i koşullarla yanaşabileceği bir yer arandı durdu. N e bir de-
- 10 -
re ağzı görünüyordu. Ne de b i r atı l ımda tehlikesizce otu rabile� cekleri b ir kumluk. Tersine kumsal ın bir yanında, kapkara başlarını dalgalardan çıkarmış bir s ıra kayalık göze çarpmaktaydı . işte yat ilk vuruşta orda paramparça oluverecekti . O zaman Briant çarpma sırasında bütün arkadaşların ın güvertede bulunmasının daha iyi olacağın ı düşünerek koştu, merdivenin kapağı n ı açıp, «Hadi bakal ım, herkes yukarıya,» diye seslendi .
İ lk fırlayan köpek oldu, ardından on kadar çocuk, sürü nerek arka tarafa yaklaştılar. Sığınakta şiddetini büsbütün artıran dalgaları görünce en küçükler korkuyla bağırıştılar . . .
Saat altı olmadan az önce Slugi kayal ı klara varmıştı b i l e . Briant durmadan, «Sıkı tutunun! .. tutunun!» diye bağırıyordu.
Giysilerinin fazlasın ı üzerinden atarak sarsıntının etkisiyle denize düşeceklere yardıma koşmaya hazır bekledi, çünkü hiç kuşkusuz yat kayalıklara çarpı p batacaktı .
Ansızın bir sarsıntı oldu. Slugi arka taraftan kayalara oturmuş ve baştanbaşa sarsı lmakla bir l ikte su almamıştı . İ kinci bir dalgayla yükselerek el l i adım kadar, bu kez kayalara dokunmaksızın i lerled i , sonra iskele tarafına yattı kıyıya çarpıp geri gelen dalgaların kaynaşmasına hiç aldırış etmeksizin kıpırtısız kalakald ı . Gerçi artık denizde değildi ama, kumsala da en azından , üç dört yüz metre uzakl ıktaydı .
2
Durum yine de pek umut verici sayı l mazdı . Üstelik tekne art ık k ıpırdayamadığından , dalgalar daha da şiddetle dövüyordu onu. Çocuklar g üverteye toplanmış, korku içinde birbirlerine so�lmuşlardı .
Briant durmadan, «Korkmayın ,» diyordu. «Yat pek sağlam. Kıyı da şuracıkta, yakın ımızda! Bi raz bekleyelim, elbette oraya ulaşmanın çaresini bulacağız!»
- 1 1
Doniphan atı ld ı . «Beklemeye ne gerek var, peki?» Wilcox adında, on iki yaşlannda b i r çocuk da onu destekle
di. « Evet ya, ne gerek var? Niçin bekleyeceğiz?» Briant karşı l ık verd i . «Çünkü deniz henüz pek sert ve bizi ka
yalara çarpabilir de ondan. Deniz rüzgarın elverdiğince çekils i n , o zaman kurtulmanın b i r yolunu düşünürüz elbet.»
Briant haklıydı . Gerçi gelgit akımları Büyük Okyanusta pek belirg in sayı lmazdı ama yine su ların yükselme ve alçalma dönemleri arasında oldukça bir d üzey farkı oluşurdu . Bu yüzden birkaç saat beklemekte yarar vardı , üstel ik belki rüzgar da yumuşardı . O zaman yelkenl iden ayrıl ıp kumsala kadar olan çeyrek mili aşmak daha kolaylaşabi l ird i .
Pek i , neresiydi şu kara parçası? Bir ada mıyd ı , yoksa b i r anakaranın ucu m uydu? Buna şimdi l ik yanıt vermenin olanağı yoktu, çünkü Slugi kıyıya fazlasıyla yaklaşmış bulunduğundan, ancak bel ir l i b ir yerin i gözlemek mümkün olabil iyordu. Yapılacak tek iş, karaya ayak basmanın yolunu aramaktı .
Hava iyice açı lmışt ı , karanı n bütün ayrıntıları gözlenebil iyor, kumsal da, arkasındaki yalıyar da, geride sık ağaçl ıklar da şimdi daha iyi seçi liyordu . Hatta sağ tarafta b i r dere ağzı bi le vardı . Bu arkadaki yeşi l l ik perdesi , toprağı elverişl i bulup gel iştiğini haber veriyor gibiydi . Ancak kıy ın ın bu kesiminde insan yaşamıyor olmalıyd ı , çünkü dere ağzında bi le ne bir ev, ne bir kulübe göze çarpıyordu.
Bu arada deniz ağı r ağ ı r çekil iyordu. Kayalı kların iyice açı l ıp da geçit vereceği an h azır olmak gerekirdi. Saat yediye yaklaşıyordu. H erkes ş imdi l ik en çok gerek duyacakları şeyleri güverteye çıkarmaya koştu. Sonradan , öteki eşyayı da, dalgalarla karaya vurdukça toplayabil ir lerd i . Küçüğü büyüğü elbirliğiyle uğraşıyorlardı . Teknede bol miktarda konserve, bisküvi , tuzlanmış et vard ı . Bunlar balyalan ı p yaşça en büyük olanların taşıması için bir yana yığ ı ld ı . Ama bu taşıma işi için de denizin kayalardan tümüyle çeki lmesi gerekirdi . Dalgalar gittikçe yatışıyor, sular çeki l i yordu ve bu, teknenin iskele tarafına g iderek daha çok eği lme-
- 1 2 -
sinden de anlaşı l ıyordu. Hatta büsbütün yana devri lme tehl ikesi bi le vard ı ve o zamanlar su lar güverteyi basarsa, durum gerçekten u mutsuz olabi l irdi . F ı rtınanın teknedeki kurtarma sandallar ını sürüklemişti . Bu arada şiddetli bir tartışma patlak verd i . Doniphan, Wilcox, Webb ve Cross kayığ ı suya indi rmeye hazırlanıyorlard ı . Briant geldi ve «Ne yapıyorsunuz siz?» diye sordu.
Wilcox karşı l ık verdi . «Canımızın istediğini .» Doniphan da atı ld ı , «Bu kayığa bin ip gideceğiz, bize engel
olamazsın.» « İy i ama, bizi burada böyle bırakamazsınız ki?» « Bırakan kim? Kumsala vardı ktan sonra içimizden biri kayığı
geri getiri r .» « Peki , ya geti remezse , ya kayalara çarpıp parçalanı rsa?» Bunun üzerine Web b , Briant'ı it ip, «Hadi çabuk, çabu k bine
l im,» dedi. Wilcox ve Cross'un yard ı m ıyla kayığı denize indirmişti .
«Binemezsiniz,,, d iye bağırd ı . « Kayık gerektiğinde, önce en küçüklerin binip kumsala varması için kul lanı lacaktır .»
Bu kez Doniphan , «Çek g it başımızdan ! » d iyerek işe karıştı. «Bize engel olamazsın , istediğimizi yaparız.»
Neredeyse kapışmak üzereydi ler ki, Gardan araya girdi ve aklı başında, soğukkanl ı bir çocuk olarak, Briant'tan yana çıkt ı .
« Hadi, hadi , b iraz sabır, Doniphan. Bak, sen de g örüyorsun ki deniz yatışmış deği l henüz. Kayı k batar gider, sonra ne yaparız?»
«Bu Briant bize buyurmaya pek al ıştı , ben buna gelemem.» « H ayır , ben kimseye buyurmam , kimsenin buyurmasından
da hoşlanmam. Asl ında, herkesin çıkarı için yapıyorum bunu.» Doniphan, « Herkesin çıkarın ı b iz de düşünürüz. Şimdi kara
ya vardığ ımıza göre , art ık . . . » diye diklendi inatla. Gardan yine ortalığı yatışt ırd ı . « Henüz karaya varmış sayı l
mayız n e yazık ki! inat etme Don iphan, kayığı kul lanmak için elverişl i zamanı kollayalım hele.»
Gordon böylel ik le Doniphan i le Briant' ın arasını bulmuş olu-
- 1 3 -
yordu. Bunu daha önceden de birkaç kez yapmak zorunda kalm ıştı .
Briant, Gordon'a döndü ve «Slugi kayalara oturduğu zaman saat altıydı, deği l mi? Denizin alçalması için kaç saat geçmesi gerekir acaba?» diye sordu.
Moka, «Beş , altı saat,» diye karşılık verd i . « Ü halde saat on bire doğru belki de kıyıya varmayı deneye
biliriz? Bunun için, hazır l ık l ı olal ım ve bir şeyler yiyel im k i , tok karnına suya g i rmek zorunda kalmayal ım.»
Bu çok yerinde bir öğüttü. Konserve ve bisküviyle sabah kahvaltısı yaptı lar. Gordon çaresizl i k içinde, «Ne yapsak acaba?» diyordu .
Briant ona karşı l ık verdi . «Ben de bi lmiyorum . Bi lmiyorum ! Bilmemek, sadece çocuk olmak, ne acı . Ş imdi büyük olsaydık, ne yapılacağın ı kolayca kararlaştırabi l i rdik.»
Gordon arkadaşların ı yat ıştı rdı . « Merak etmeyin, çaresiz kal ınca, biz de ister istemez b i r karar vereceğiz. Umutsuzluğa kapı lmayal ım da düşünelim .»
« Evet, düşünelim ve hemen harekete geçelim, Gordon . Dalgalar yeniden yükselmeye başlamadan tekneden ayrılamazsak, burada bir gece daha kal ırsak, iş imiz b it ikt i r . Yat parça parça olacak, besbel l i .»
«Acaba bir sal, b ir tür varagele m i yapsak?» «Bunu ben de düşündüm ama ne yazık ki, teknede sal için
ku llanabileceğim iz tahtaların hepsi de denize sürüklendi . Kayığı da kullanamayız, dalgalar d evir i r . Yapılabilecek tek şey var, kayaların üzerinden bir halat aş ır ıp, ucunu k ıyıda bir yere bağlamak.»
«Ben de sana yardım ederim , Briant.» «Hayır Gordon, ben yalnız başarırım bu işi.» Saat onu çeyrek geçiyordu . Kırk beş dakikaya kadar, deniz
en alçak d üzeyine inmiş olacakt ı . Ama yine de yürüyecek kadar sığ olmayacaktı kuşkusuz. Gerçi altmış metre kadar i ler ide, suyun koyu bir ren k almasından ve kumsal boyunca birçok nokta-
- 1 4 -
nın su üstüne çıkmasından suların iyice alçaldığı anlaş ı l ıyordu. Bu tehlikeli iş i k imseye b ı rakmak istemeyen Briant gerekl i önlemleri de almayı unutmad ı . Teknedeki uzun ve sağlam halatlardan işe yarar kalınl ıkta bir tanesini seçip, bir ucunu s ımsık ı kemerine bağladı . Doniphan, Wilcox, Cross ve Webb de önemini kavradıkları bu işe yardımdan kaçınamazlard ı . Hepsi birden, yavaş yavaş koyvermek üzere halatın öteki ucuna yapıştı . Tam Briant denize atlayacakken, kardeşi ağlayarak yanına koştu. « Ağabeyciğ im, ağabeyciğim.»
«Korkma Jacques, bana bir şey olmaz, korkma.» Bir saniye sonra Briant sudaydı . Önünde başarı lması pek
güç bir iş vardı , çünkü kıyıya vurup geri gelen dalgalardan güçlü bir yüzücün ü n bi le kurtu lma olasıl ığı pek zayıft ı . i ster istemez, b u rgacın merkezine doğru sürüklenmeye başladı. Sulara karışıp yok olmadan, son bir çabayla, « İmdat ! İmdat ! Çekin halat ı ! » diye bağıracak gücü bulabi ld i .
Çocuklar bir dakikaya kalmadan onu baygın bir halde güverteye aldılar; ama kısa zamanda kardeşin in kolları arası nda kend ine geldi. Kayalara halat bağlama girişimi de böylece, başarısızl ık la sonuçlanmış oldu .
Vakit öğleyi geçmişt i . Deniz yeniden yükseliyordu. Yelkenli belki de oturduğu yerden , kayaların üzerinden kalk ıp yeniden karanın daha yakınına oturacak, devrilecekti . Kimse de k u rtulamayacaktı , yapacak hiçbir şey yoktu. Hepsi arkaya yığ ılmıştı , giderek kabaran denizi , kayaların b i rer birer gözden yitiş in i dehşetle seyrediyorlardı. Saat ikiye gelirv"!n yelkenl i iyice doğrulmuştu ama arka kesimi hala kayalara s ıkışmış durumdayd ı . Çok geçmeden tehl ikeli bir biçimde yalpa vurmaya başlad ı . O anda, açık denizden koşup gelen köpüklü bir dağ, yatın hemen yanıbaşında dikild i , yüksekliği belki altı metreyi buluyordu . Dev dalga bir kasırga şiddetiyle geldi, kayal ık ları örttü, Slugi'yi kaldırdığı g ib i kayaların üzerinden ve dibin i h iç sürtmeden kolayca aşı rıverd i . Bir dakika gib i kısa bir sürede , bu su y ığ ın ın ın kaynaşması s ıras ında, kumsal ın tam ortasına kadar sürüklenen Slugi, geldi , yalı-
- 15 -
yarın d ibine çarptı ve orada, - bu kez tümüyle karada - deniz yavaş yavaş geri çekil irken, k ıpırtısız kalakald ı .
3
O dönemde, Büyük Okyanustaki önemli bir İ ngi l iz sömürges i olan Yeni Zelanda'n ı n başkenti Auckland' ın en iyi okulu , Chairman yatı l ı okuluydu ve hepsi d e ülkenin en iyi ai lelerinden gelme, yüz kadar öğrencisi vardı .
Yeni Zelanda takımadası başlıca i k i adadan oluşur: Kuzeyde İ ka- N a- Mavi veya Bal ık Adası; güneyde Tavai-Panamu ya da Yeşi l-Yeşim Arazis i . Cook Boğazıyla birbir inden ayrılan bu ik i ada otuz dördüncü ve kırk beşinci g üney enlemleri arasında uzan ı r k i , b u , kuzey yarımküresinde, Avrupa'da Fransa'n ın bir kesimini ve Kuzey Afrika'yı kapsayan bölümün aşağı yukarı karş ı l ığ ı d ı r . Güney kıyı ları pek g i ri nti l i çıkıntı l ı o lan İka- Na- M avi adası kuzeybatıya, Van- Diemen Burnu'yla son bulan bir eğri boyunca bir tür düzensiz yamuk biçiminde uzanır.
1 5 Ş ubat 1860 g ü n ü , öğleden sonra adı geçen okuldan yan-. larında aileleri bulunan yüz kadar çocuk neşeyle çıkmaktaydılar.
Tıpkı açı lan kafesten d ışarı uğ rayan kuşlar örneği. Çünkü tatil başl ıyordu. İ ki ay s ürecek bir bağımsızl ı k, bir özgür lük . . . Ve b u öğrenci lerden bazıları uzun süredir okulda konuşulagelen b i r deniz yolcu luğuna çıkmaya hazırlanıyordu.
Öğrencilerin ailelerince kiralanan b u g üzel yelkenl i , altı haftal ık bir sefer için hazırlanmıştı. S lugi 'n in gezisine katılacak olan bu öğrenci lerin yaşları sekizle on dört arası nda değişiyordu . Bu çocukların m içoyla bir l ikte , uzun s ürecek korkunç b i r serüvene atı lacaklan k imin akl ına gel irdi k i?
Şimdi de onları b i raz daha yakından tanıyalım: Fransız olan Briant ve kardeşiyle Amerikalı Gordon'un d ış ında, tümü de İ ngil izdir. Doniphan i le Gross, Yeni Zelanda'n ın i leri gelen zengin b i r ailes in in çocuklarıdır . On üç yaşı n ı b iraz geçmiş o lan bu çocuk-
- 1 6 -
lar bi rbirlerinin amca oğludur ve her ikisi de son s ın ıf öğrencisidir. Bakıml ı ve titiz bir çocuk olan Doniphan, okulun en seçkin , akı l l ı ve çalışkan öğrencisidir. Yeni lgiye, arkadaşlarından geri kalmaya hiç dayanamaz. Nerede bulunursa bulunsu n , hep birinci olmak ister, bu yüzden ona 'Lord Doniphan'diye ad takmışlardır. Ve yine bu yüzden yıllardır B riant i le çekişmektedirler. Gross'a gelince, orta düzeyde bir öğrencidir ancak amca oğlunun her dediğine, her yaptığına hayrandır. Yine aynı s ın ıftan Baxter on üç yaşında, ağ ı rbaşl ı , soğukkanl ı , çal ışkan, pek akı l l ı , özell ikle pek becerikli bir öğrenci, orta halli b i r tacirin oğludur.
On iki yaşındaki Webb ile Vilcox dördüncü s ınıftandır. Aileleri zengindir . Sık s ık kavga çıkarmayı severler.
İk is i de on iki yaşında olan Garnett ile Service üçüncü sınıf öğrencileridir ve birbirine pek yakın dost olan i ki ai lenin bu çocukları, aralarından su sızmayan iki arkadaştırlar. İyi yürekl idirler ama çal ışmayı pek sevmez, fırsat buldukça dersleri kaytarmanın yolunu ararlar. Özel l ikle Garnett akordiyon çalmaya düşkündür, o kadar ki , çalgıs ın ı Slugi'ye getirmeyi de unutmamıştır. Service'e gelince, hiç kuşkusuz içlerinde en neşel is i , en uçarısı odur, aklı fikr i gezi serüvenle rindedir, en sevdiği kitapları olan Robinson Crusoe'nin ve İ sviçreli Robinson'un sürekli etkisindedir.
Son olarak, yelkenl iye binen öteki üç çocuktan , Amerikalıyla iki Fransızdan da biraz söz edelim.
Amerikal ı , on l1Ört yaşındaki Gordon'dur. Beşinci s ın ıfın bu en ağırbaşl ı öğrencis i , tam bir Amerikal ıd ı r. Gerçi arkadaşı Doniphan kadar parlak bir zekaya sahip deği ldir ama, çok zaman kanıtını o rtaya koyduğu bir sağduyusu, bir pratik zekası vardır . Soğukkanl ı ve ciddidir , gözlem yapmayı sever. Onun kafasında her şey, t ıpkı masasın ın içi gibi düzene konmuş, sın ıflandırı lmış , etiketlendir i lmişti r . Kısacası arkadaşları Gordon'u sayarlar ve İngi l iz olmamasına karş ı n , ona aralarında her zaman yer verirler. Gordon Boston' ludur, ama babasın ı küçük yaşta yiti rmiştir; Yeni Zelanda'ya yerleşmiş olan vasisinden başka hiçbir yakını yoktur. İ k i Fransız, Briant i le Jacques, iki buçuk yıl ö nce İ ka- Na-Ma-
- 1 7 - İki Yıl Okul Tatili / F: 2
vi Adası 'n ın merkezindeki bataklıkları kurutma çalışmaların ı yönetmek üzere Yeni Zelanda'ya gelen tanınmış bir m ü hendisin oğullarıdır . On üç yaşındaki Briant pek çalışkan değildir ama çok akıl l ıd ı r, zaman zaman beşinci s ın ıf öğrencilerin in en sonuncusu olur. Ama canı isterse, çok güçlü belleği ve kolay kavrama yeteneği sayesinde hemen en ön sıraya yükselebi l ir ve işte Doniphan onu asıl bunun için k ıskanır . Bu yüzden bu iki çocuk , okulda hiç de iyi geçinemezler ve bu anlaşmazlığ ın b i r örneğini de Slugi'de yapılan tartışmayla biraz önce görmüş bulunmaktayız. Ayrıca B riant' ın gözüpektir , atı lgandır , sporda çok başarı l ı , çeviktir, gü leryüzlüdür; Doniphan' ın suratsız ağırbaşl ığ ıyla hiçbir i lgisi yoktur, hatta azbuçuk, savruk, derbederdir, tek kel imeyle Fransızdı r ve bu özell iği İ ngi liz arkadaşlarından apayrıdır . Sık s ık başkaldırır , kavga eder ve gücü, yiğit l iği sayesinde de b u kavgalardan hemen hemen her zaman üstün çıkar. Her zaman zayıflardan, ezi lenlerden yana olduğu için küçükler tarafından pek sevil ir , her sözü d in lenir. Kardeşi Jacques'a gel ince, o güne dek üçüncü s ın ıfın - hatta Service adlı öğrenci d ış ında bütün Chairman okulunun - en afacan, en başarı l ı öğrencisi sayı l ı r , her an yeni yeni m uziplikler uydurur, arkadaşlarına türlü oyunlar oynar, s ık sık ceza al ırd ı . Ama ileride görüleceği g ib i , nedendir bi l inmez, yatın yola çıkmasıyla bu çocuğun h uyları da tümüyle değişiverdi .
İşte fı rtınanın Büyük Okyanusta b i r kıyıya attığı çocuklar bunlard ı .
Yeni Zelanda kıyıları boyunca birkaç hafta sürecek olan bu yolculuk s ı rası nda Slugi 'ye sahibi , yani Garnett'in babası kumanda edecekti . Yola çıkma günü 15 Şubat olarak kararlaştır ı l mıştı . Bu tarihe dek Slugi l imanında iskelelerden bir inin ucuna, yani oldukça uzağa arkadan bağlanmış bekliyordu. 14 Şubat günü akşamı genç yolcular tekneye bindiklerinde m ürettebattan kimse yoktu. Kaptan Garnett ancak yola çıkma saatinde gemiye gelecekti. Gordon ile arkadaşların ı sadece tayfabaşıyla miço kar-
- 18 -
şı ladı lar, tayfalar son birer bardak viski y uvarlamaya gitmişlerdi. M içoya gelince, o da bir köşede uyuyakalm ıştı .
Peki, o zaman n e oldu? Büyük bir olası l ık la, bunu kimse öğrenemeyecekti . Ortada bir gerçek varsa, yat ın , palamarı ya ihmalden ya da bir hain in el iyle çözülüvermişti . . .
Miçonun pağırmasına Gordon, Briant, Doniphan ve daha birkaç çocuk uyandı lar, yataklarından fırlayıp onlar da güverteye koştular. Boşuna imdat istediler. Ne kentten , ne l imandan tek b i r ış ık bile görünmüyordu. Yelkenli körfezin ortasın ı bulmuştu bi le , kıyıdan en az üç mil uzaktaydı .
Önce Briant ve miçonun öğütlerine uyan çocuklar, l imana dönebilme u muduyla bir yelken açmayı denedi ler. Ama gereğince kul lanamayacakları kadar ağır olan bu yelken, batı rüzgarın ın etkisiyle, onları büsbütün açığa sürükledi. Slugi Colville Burnunu aştı , boğazı geçip Yeni Zelanda'dan mi l lerce uzaklaştı . Durum son derece ciddiydi. Briant i le arkadaşları artık karadan hiçbir yard ım bekleyemezlerdi . Limandan herhangi bir gemi onları aramaya çıksa bile ancak saatler sonra ulaşabi l i rd i . Geriye b i r olası l ık kalıyordu: Evet, Yeni Zelanda'n ı n l imanlarından birine doğru yol alan bir tekneyle karşı laşmak. Bunun içindir k i , bu olas ı l ık ne denl i zayıf olsa da, Moko hemen m izana direğinin tepesine bir fener çekti. Art ık güneşin doğmasın ı beklemekten başka çare yoktu. Küçüklere gelince, onlar pat ı rt ıdan uyanmadıklarına göre, en iyisi olanları hiç duyurmamaktı . Ürküp yatta kargaşalığa yol açabil ir lerdi. Bu arada Slugi'yi geri döndürmek için birkaç girişimde bulunulduysa da boşuna, tekne hemen yeniden doğuya dönüveriyordu . Birden ik i üç mi l açıkta bir ış ık göründü. Direğin tepesinde bu beyaz ış ık , yol almakta o lan buharl ı gemileri bel i rleyen bir işaretti. Çok geçmeden k ırmızı yeşil bordo ışık ları da belirdi ve her ikisi birden göründüğü için , geminin dosdoğru yatın üzerine doğru geldiği anlaşı ldı . Bu arada çocuklar boşuna sevinç çığl ıkları atmaya başladı lar. Dalgaların gürültüsü , geminin koyuverdiği buharın h ışırtıs ı , açık denizde ş iddetin i artıran
- 1 9 -
rüzgarın sesi , hepsi , çocukların çığl ığ ın ı bastırmakta sanki b i rl ik olmuştu.
N e yazık k i , şiddetli b ir yalpada, i p koptu, fener denize düştü ve buharlı geminin saatte on ik i mil h ızla dosdoğru üzerine geldiğ i Slugi'yi seçemediği artık iyice anlaşıldı . Gemi birkaç saniyede yata ulaştı ve eğer yanlamasına vursaydı , hiç kuşkusuz o saniyede batır ırd ı . Neyse k i , ancak geriden çarptı ve tekneye değmeksizin sadece cankurtaran kayığ ın ın bağlı olduğu mataforalan kopard ı . Kısacası bu çarpışma o kadar hafif olmuştu k i , Slugi 'y i yaklaşan fırtınayla baş başa bırakan gemi , hiçbir şeyin farkına varmaksızın yoluna devam edip gitti.
Yazgılarına boyun eğen yattaki bu çocuklar, her şeyin bitt iğine inandılar. Gün doğusunda uçsuz bucaksız okyanus tümüyle ıssızd ı . Büyük Okyanusun bu kesiminde, Avustralya ve Güney Asya'dan Amerika'ya giden gemiler daha kuzeyden ya da daha güneyden geçen yolları izlerler. Gün boyu tek b i r gemi bile görünmedi . Gece bastırdı ğında rüzgar dinmedi, batıdan şiddetle esti durdu.
Bu yolculuk ne kadar sürecekti , ne Briant, ne arkadaşları bunu kestirebiliyorlard ı . Yatı Yeni Zelanda dolaylarına döndürmeye boşuna çabaladılar. Ne yelkenleri kullanabilecek bilg ileri , ne de buna yeterli güçleri vard ı . İşte bu koşullar alt ında, Briant yaşının çok ötesinde bir yiğitlik ve soğukkanlıl ık göstererek arkadaşların ın yönetimini ele aldı ve Doniphan' ı n kıskançl ığ ına yol açtı . Gerçi Moko' nun yardımıyla bile olsa, yatı batıya, liman dolaylarına geri getiremedi ama, hiç olmazsa yolculuk için yeterli koşullarda tutmayı başarabildi.
*
Auckland'da, 14 Şubatı 1 5 Şubata bağlayan gece, Slugi 'ni n kaybolduğu öğrenilir öğrenilmez hemen kaptan Garnett'e v e zavallı çocuklann ailelerine haber verilmişti. Böylesine bir olayın
- 20 -
kentte yarattığı etkiyi ve yol açtığ ı derin üzüntüyü anlatmaya gerek var mı?
İyi ama, palamarı çözüldü ya da koptuysa bile, belki de dalgalar yelkenliyi körfezden pek fazla açığa atmamış olabi l i rd i . Batı rüzgarı ş iddetini arttırmış olsa da onlara yetişme olanağı bulunabi l irdi?
Bu yüzden bir saniye bile yitirmeksizin, l iman m üd ürü yatın imdadına koşmak üzere gereken önlemleri ald ı . İk i küçük römorkör, Hauraki Körfezi dışında bir kaç m illik bir alanı taramaya gönderi ld i . Denizin giderek kabarmasına aldırış etmeksizin b ütün gece buraları araştırdılar. Ve sabah olunca döndüklerinde bu müthiş felaketin sarst ığı ailelerde ne yazık ki hiçbir umut kalmamıştı art ık .
4
Gordon, « İşte sonunda karaya ayak bastık, Tanrıya şükür ! İyi ama, bu, ıssız gibi görünen kara parçası neresi acaba?» de-ci. ,
1.
Briant karşı l ık verd i . «Önemli olan, yaşanılmaz nitel ikte olmaması . Yoksa bir süre için gereksinmemiz olan yiyeceğimiz, araç gereçlerimiz var. Küçükler için bir barınak bulmamız gerekl i . Nerede bulunduğumuzu öğrenmeye gelince, hele biz şu barınak işini yoluna koyal ım da, orası kolay ! Eğer bir anakarada bulunuyorsak, yard ımımıza gelenler olabi l i r ! Yok eğer burası bir adaysa! . . Kim sesiz, ıssız b i r ada . . . eh, ne yapal ım, o zaman da elbet bir kolay ın ı bu lacağız . . . Hadi gel Gordon, çevreye şöyle bir göz atalım her şeyden önce ! »
Çabucak derenin sağ kıyısıyla yal ıyar arasındaki, dere ağzından üç dört yüz adım ötede, çaprazlama gelişen koru luğa vardılar. Bu korulukta ne bir insan izi , ne balta izi, ne de en ufak bir patika vardı . İ ki çocuk on dakika içerisinde, ortalama el l i metre
- 21 -
yüksekl i kte d imdik bir duvar g ib i çıkan kayal ığa doğru daha da s ıklaşan koruluğu aştı lar. Böylece iki çocuk, yarım saat kadar yal ıyar boyunca g üneye doğru yürüdüler ve doğu yönünde kıvrı la büküle uzanan derenin sağ kıyıs ına ulaştı lar. Bu kıyı ağaçlı ve gölgel ikti; ancak karşısı pek d eğişik görünümdeydi, ne yeşi l l ik ne engebe görünüyordu. Umutları k ı r ı lmış , yalıyarın tepesine tırmanıp içeri lere bir göz atmamış olan Briant ile Gordon çaresiz, S lugi'ye döndüler. Gördüklerini öteki lere anlattı lar. Araştırmayı sürdürünceye dek yelkenliden ayrılmamaya karar verdi ler. Gerçi teknenin dibi yer yer del inmiş ve adamakı l l ı iskeleye, yani sol yanına yatmışt ı ama, yine de, bu lunduğu yerde pekala geçici bir konut görevi yapabil irdi . Arkada, salonla kamaralar, on ları rüzgardan ve dalgalardan korurd u . M utfağa gelince, hiç zarar görmemişti; özel l ik le yiyecek soru n uyla pek yakından i lgi lenen küçükler buna çok sevindiler.
Şu halde en iyisi, şimdil ik S lugi'de kalmakt ı . Öyle de yapı ld ı . İn iş ç ık ış ı sağlamak iç in bir ip merdiven ası ld ı . Az buçuk yemek pişi rmeyi bi len Moko, Service' i n de yard ımıyla çocukların karnın ı doyurdu . Keyifleri yerine gelen küçükler, söyleyip gülüştüler; yaln ızca eskiden okulun en afacan, en neşeli yumurcağı olan Jacques' ın ağzın ı bıçak açmıyordu. Bu, doğrusu çok şaşı lacak bir şeydi , hatta çocuk arkadaşların ın bu konudaki sorularına da karşı l ık vermiyordu.
Sonunda bunca gün ve gece denizlerde çalkalan ıp d urmaktan fazlasıyla yorgun düşmüş olan çocuklar, uyuyakaldı lar.
Ertesi sabah i lk iş, yattaki yiyeceklerin , sonra da si lah, araç, gereç, giys i , v .b 'n in dökümünü yapmak oldu. Kıyı ıssız göründüğünden şimdi l ik en önemlisi beslenme sorunuydu. Ancak bal ık tutulabil i r ve eğer varsa av hayvanlarından yararlanı labi l i rdi .
Baxter, « U marım konservelerin bir bölümü bozulmamıştır . Eğer ambara deniz suyu girmişse . . . » dedi .
Gordon da, «En çok zarar görmüş kutuları açal ım da b i r bakal ım, belki de içindeki leri yeniden pişiri rsek kul lanabi l iriz.» diye
- 22 -
önerdi . « M oko, bu işi sen üstlen ve hemen işe koyul , çünkü i lk günler Slugi'deki stoklarla yetin mek zorunda kalacağız.»
Wilcox söze karışt ı . « Peki ama, hemen bugünden körfezin kuzeyinde yükselen kayal ıkları t ırmanırsak belki de yiyecek yumurta bulabiliriz, neden olmasın?»
Webb de, «Ya balık avına ne dersin iz?» ded i . «Teknede olta, denizde bal ı k olduğuna göre hadi bakalı m , kim gel iyor bal ı k tut-maya?»
·
Küçükler hep bir ağızdan, «Ben ! Ben ! » diye bağrıştılarsa da �riant işe el koydu.
« Durun bakal ım, burada oyun oynamıyoruz, oltalar ancak ciddi balıkçı lara emanet edilecektir ! »
Gordon, «Bence e n doğrusu, her şeyden önce yattaki malzemenin sayımını yapalım , yiyecekten başka da düşünülecek şeyler var . . . » dedi .
Service'de akla yakın bir öneride bulundu. «Öğle yemeği için midye toplamaya ne dersiniz?»
Gordon, «En iyisi bu,» diye onayladı . « Hadi Moko, sen küçükleri al da git. Ama dikkat et , b i r yaramazlık yapmasınlar.»
«Başüstüne, Bay Gordon.» M iço güvenilir, pek becerikl i , pek uysal, yiğit bir çocuktu;
özell ikle Briant'a çok bağlıydı, Briant da ona olan yakın l ığ ın ı , sevgisini her fırsatta göstermekten çekinmezdi .
Böylece küçükler güle oynaya k ıy ı boyunca uzaklaştı lar. Büyüklerse teknede araştırma ve sayım işini ele ald ılar. Si lah ların , cephanenin, g iyeceklerin , yatakların , araç gereçlerin , içeceklerin dökümü yapı l ıp Gordon tarafından dikkatle deftere kaydedild i . Zaten bu defterde tekne donan ımı ve yüküyle i lgi l i notlar bulunuyordu. İ lk bakışta, yattaki yelkenler, halatlar, her tür lü yedek tak ım taklavatın tekne yeniden yüzd ü rülebilse onu baştan aşağıya donatmaya bol bol yeteceği anlaşıl ıyordu. Ayrıca bol cephane, geceleri haberleşmek için bi rkaç işaret fişeği ve yattaki iki küçük topta kul lanı lmak üzere otuz gülle bulunuyordu.
Tuvalet ve m utfak eşyasıysa uzun süre yetecek kadar bol-
- 23 -
du. Gerçi tabak çanağı n bir bölümü kır ı lmıştı ama önemi yoktu, zaten bunlar, vazgeçilmez n itel ik taşıyan şeyler deği ldi . H avaya göre değişti r i lebi lecek kal ın l ık ve inceli kte giyim eşyas ın ın bulunması daha önemliydi. Gerçekten , eğer bu kara parçası Yeni Zelanda ile ayn ı enlemde bulunuyorsa, - ki yat Auckland'dan beri hep doğu yönünde sürüklendiği için bu pek olasıydı - yazların çok sıcak, kış ların da pek soğuk olması beklenird i . N eyse teknede birkaç haftal ı k bir yolculuk için gerekli giyim eşyası bulunmaktaydı .
Gemideki araç gereçler de şunlardı: ik i barometre, b i r ispirtolu termometre, iki gemici saati , ta uzaklardan sesi duyurmak üzere s iste öttürülen düdük ve denizde gemiden gemiye haberleşmeyi sağlayacak renk renk flamalar. Bir de, çanta g ib i katlanan ve gerektiğinde bir gölü ya da dereyi geçmekte kul lan ı labilen şişme, lastik bot. Ayrıca marangoz aleti, çivi , vida, demir parçası . Düğme, iğne, iplik de eksik değ i ldi , çünkü çocukların anneleri , ne olur ne olmaz diye yolcuların çantalarına dikiş malzemesi koymayı unutmamışlard ı . Ateş s ık ınt ıs ı da çekilmeyecekti: bol bol kibrit, çakmak, kav fiti l i bulunuyord u . Gemide koca koca haritalar vard ı ancak hep Yeni Zelanda kıyı larını gösterd iğ inden, bu bi l inmedik yerlerde hiç işe yaramayacakt ı . Neyse Gordon yola çıkarken yanına bir dünya atlası almayı unutmamı ştı . Ayrıca yatın kitapl ığ ından, İ ngi l izce ve Fransızca kitaplar, özel l ik le gezi anı ları ve birkaç bi l im kitabı , iki de Robinson romanı bulunmaktaydı . M ü rekkep, kalem, kağıt gibi yazı gereçleri de vardı , b ir de 1 860 y ı l ın ın takvimi . Baxter her geçen günü bu takvimde işaretlemekle görevlendir i ldi .
«Zavall ı Slugi 'miz 10 Martta karaya vurd u ! Bugünü çiziyorum,» dedi .
Yatın kasasında beş yüz altın l i ra da bulunduğunu u nutmadan bel i rtel i m . Belki de çocuklar bir l imana ulaşabil i rlerse bu para işlerine yarard ı , k imbi l i r , dönüş b i letler ini almak içi n !
Yatın ambarında dört yüz l itre kadar konyak, i k i yüz l itre viski, fıçı fıçı b ira, çeşitli içecekler bulunuyordu.
- 24 -
Görüldüğü g ibi Slugi'ni n on beş yolcusu bir süre için malzeme yönünden sıkıntı çekmeyeceklerdi.
Öğleye doğru küçükler, başlarında Moko, tekneye döndüler. Bol bol m idye toplamışlard ı . M iço hemen kolları sıvayıp mutfağa gird i . Yumurta da bol olmalıydı herhalde, çünkü Moko yal ıyarın yukarıs ındaki gediklere yuvalanmış sayısız kaya g üvercini görm üştü, bunların eti yen i rdi.
«Çok iyi , b ir sabah da ava çıkarız,» dedi Briant. Moko, «Çok iyi olur, dört atımda düzinelerle güvercin vurabi
l i riz,» diye yanıtlad ı . «Yuvalara gel ince, belki de bir halatla kayalardan aşağı sarkacak olursak, yumurtaları toplarız.»
Bir saat sonra yemek hazırdı. Özel l ikle midyeler çok beğenild i . Bisküvi , b i rer parça konserve et, dere ağzından getir i lmiş taze su, onlara bol bol yett i .
Oysa en büyüğü on dört yaşında olan bu on beş çocuk uzun yıllar bu koşul lar altında yaşayabi lecekler miydi?
5
Burası ada mı, anakara mı? Sağlam kişi l ikl i ve akı l l ı oluşları sayesinde şu küçük topluluğun gerçek önderleri durumuna gelen Briant, Gordon ve Doniphan'ın zih in lerini aral ıksız kurcalayan , işte bu soruydu. Küçükleri ancak yaşadıkları gün i lgi lendiriyordu ama bu üç çocuk geleceği düşünüp aralarında sık sık bu konuyu tartış ıyorlard ı . Sonunda önce çevrede bir araştırma yapmaya karar verdi ler. Bu iş için iki üç kişi yola çıkarı lacaktı. Ne yazık k i , bulundukları bölge alçaktı , yalıyarın ötesinde neler olduğunu görebi lme olanağından yoksundular. En iyisi, körfezin kuzeyine g itmek olacakt ı . O buruna tırmanı l ınca, belki de uzakları görebi lme olanağı doğardı . Yetmiş, seksen metre yüksekl iğindeki bu burundan yalıyarın ötesi görülebil ird i . Bununla b i rl ikte bu gezi hemen yapılamazd ı . Çünkü kararın alınmasını izleyen beş gün hava iyice pusluyd u , hatta arasıra yağmur bile yağıyordu .
- 25 -
Yine de bu günler boş geçiri lmedi . Tayfaların sandıklarındaki giysi ler daraltılarak küçüklere uyduruldu. Briant bu işe büyük özen gösteriyor, küçüklere tıpkı bir baba gibi davranıyord u . Bu iş tam bir terzi l ik işiydi ve Moka burada da büyük başarı gösterdi . En k üçükler çok geçmeden sıcacı k g iysileri içinde birer küçük tayfa olup çıktılar. Zaten onlar da boş d urmuyordu k i ! Çoğu zaman, Garnett veya Baxter' in yöneti minde , ya deniz kıyısında m idye toplamaya ya da dere yatağında ağlarla, balık tutmaya gidiyorlardı . Gerçi anne babaların ı özlemiyor değillerd i , ama onları belki de bir daha hiç göremeyecekleri akıl lar ın ın köşesinden bi le geçmiyordu işte. Service s ık s ı k iş i hafife alıyordu.
« Hadi , hadi durumumuz h iç de kötü sayı lmaz. İşte Robinson Crusoe' nun da, İsviçreli Robinson'un da hayali adalarında bulamadıkları lüksün içindeyiz biz.»
Ya Jacques, gerçi ağabeylerine yardımcı oluyordu ama yine de ağzın ı bıçaklar açmıyor , yüzüne bakıldı kça başın ı çevi riyor, soruları karş ı l ıksız bırakıyordu . Briant kardeşin in bu durumuna çok üzülüyord u , hasta mıydı acaba? Büyük bir suç işlemişti de bunu ağabeyine bile açık layamıyor muydu yoksa? Hasta olursa, ona nasıl bakabi l i rlerdi?
1 1 Martla 1 Mart arasında, Doniphan, Wilcox, Webb ve Cross kayalardaki yuvalarda ava çıktı lar. Birb i rlerinden hiç ayrılm ıyor ve besbelli ötekilerden hep uzak kalmak istiyorlardı . Bu da Gordon'u kaygılandı rıyordu . Bunun için her fırsatta, onlara, bir l ikte olmanın yararlarından söz etmekteydi . Ama özel l ikle Doniphan onun bu sözlerini soğu k bir tavırla karş ıl ıyordu.
Gerçi avcıların getird iği kuş lar arasında hiç de işe yaramayacak martı lar, karabataklar çıkmıyor değild i . Ama kaya güvercinleriyle yaban kazların ın ve ördeklerin in eti pek lezzetliydi . Silahlar patladığında uçtukları yere bakı l ı rsa, içerilerde barın ıyor olmalıyd ı lar. Bununla birl ikte, av kuşların ı n hazı rlanması güç bir işti . Moka tüm iyi n iyetine karşın bu işin her zaman üstesinden gelemiyordu ama kimsenin beğenmezlik edecek durumu yoktu, olmamalıyd ı . Yattaki konserveleri çok d i kkatli tüketmek gerekiyordu .
- 26 -
Bu yüzden, herkes bir an önce buruna tırmanı lması için sabırsızlanıyordu. Belki de bulundukları yerin ada m ı , anakara mı olduğu sorunu böylelikle çözülebi lecekti. Ve buna göre de gelecek konusunda, buraya temell i yerleşip yerleşilemeyeceği konusunda bir karara varılacakt ı .
15 Martta hava açı l ı r g ibi o ldu. Kumsal güneş ış ın larıyla aydın landı, ıs ındı . Öğleden sonra, ış ıklar yalıyara eğri lmesine düştüğünde, doğu ufkunu yeterin ce bel irg in olarak aydınlatabi l i rd i . Ve gözlenmesi gereken de işte bu doğu yönüydü zaten . . Eğer su çizgisi o yönden kesintisiz uzanıyorsa, burasın ın bir ada olduğu sonucuna varılacak ve o zaman yardı m ancak yakın lardan geçecek bir gemiden beklenebi lecekti . Briant bu araştırmaya tek başına çıkmaya kararlıyd ı . Gordon'u arkadaşların ın başında bırakmayı uygun görüyordu. 16 M art sabahı şafakla birl ikte yola çıkt ı .
Bir saat iç inde yolun hemen hemen yarıs ın ı almıştı . Sekizden önce buruna varabi lmeyi u muyordu . Ama i leride yürümek güçleşti , taşlar hızl ı yürümesin i engell iyor, s ık sık ayağı kayıyordu . Bu yüzden de iyice gecikmekteydi , oysa hesaplarına göre mutlaka deniz yükselmeye başlamadan buruna varması gerekirdi k i , geriye dönebils in . Yoksa tekneye dönmek için suların alçalmasını beklemesi gerekecekti. Yorgunluğuna aldırış etmeksizin adı mların ı s ıklaştı rmaya çabaladı . Birçok yerde, d izlerine kadar sulara batıyor, düşe kalka i lerl iyordu. Körfezin bu kesiminde av hayvanı pek boldu . Güvercinler , deniz kuşları , yaban ördekleri kum gib i kaynıyordu. Yüzlerce penguen kısacık , uçmaktan çok yüzmeye yarayan kanatların ı beceriksizce sal laya sal laya badi badi yürüyorlard ı . Yağı l , kekremsi eti de yenmezdi bunların .
Saat o n a gel iyordu. Briant' ı n s o n ki lometreleri n e denl i zorlukla aştığ ı bell iyd i . Yorgunluktan b itmiş, acıkmıştı . Buruna tırmanmadan önce, bi raz dinlenmes i , toparlanması gerektiğ in i d üşündü. Deniz düzeyinden doksan metre kadar yükseğe çıkması gerekecekti.
- 27 -
Bir saat kadar dinlendikten sonra, kalk ıp tırmanmaya başla-d ı .
Tırmanış oldukça çetin geçti . Kayaların birinden ötekine uzan ıp çıkmak gerekiyordu ve bunlar bazen o denli yüksek kal ıyordu ki, üst çık ınt ıs ına güçlükle erişebil iyord u . Ancak küçüklüğünden beri pek çevik, gözüpek bir çocu k olduğundan, bu işin üstesinden geldi ve birkaç kez düşüp parçalanma tehlikesi atlattıktan sonra, tepeye varabi ldi . Hemen d ürbününü kaldır ıp doğu yönünü gözden geçird i . Burası göz alabi ld iğine dümdüz uzanıyordu . Başlıca yüksekl iğ i yalıyardı ve o da içeriye doğru hafifçe alçalmaktaydı . Yal ıyarın ötesinde engebeler pek önemsizdi ve sonbaharın sarartt ığı sık ormanlar, kıyıya doğru genişleyen aşağı yukarı on mi l boyunca dümdüz uzayıp gitmekteydi .
Bria.nt kuzeyde de kıyının ucunu göremedi , yedi sekiz mi l boyunca düz bir çizgi hal inde uzanıyordu. Sonra, pek uzun bir burnun da ötesinde, geniş b ir çöl izlen imi yaratan uçsuz bucaksız bir kumsal oluşturarak içeriye doğru g iriyordu. O zaman yeniden batıya döndü. Deniz, ufka doğru ağır ağı r inen g üneşin eğri ış ınları alt ında pırı l pır ı l parlıyordu. Ansızın Briant dürbününü ufuk çizgisine yöneltti , e l inde olmaksızın bağı rd ı .
«Gemiler . . . gemiler geçiyor !» Gerçekten de en az onbeş mi l uzakta, parı ldayan suların
üzerinde üç kara nokta bel irmişti. Briant çok heyecanlan d ı ! Yoksa bir göz aldanması m ıydı bu? Gördükleri üç geminin direği miydi? Dürbününü indir ip camların ı d ikkatle si ldikten sonra yeniden bakt ı . . . Gerçekten bu üç nokta üç geminin teknesi olabil irdi, direkler görünmüyordu ve duman fi lan da çıkmıyordu. Eğer bunıai c:emiyse, kumsala, Slugi 'ye dönüp büyük bir ateş yakmalıydı. O Zaı • . an ... güneş battıktan sonra . . .
Dürbüne. yeniden kaldır ıp baktı v e çok geçmeden bu noktaların kıyın ın batı kesiminde, üç küçük adacık olduğ unu anlad ı . Büyük bir düş kır ık l ığ ına uğramıştı . Dürbünüyle ç o k uzaklarda, son yeşi l l ik perdenin de gerisinde, kuzeyden güı .eye , birkaç mi l boyunca uzanan ve iki ucu ağaçların ard ı nda yitip giden mavim-
- 28 -
tı rak bir çizgiyi iyice seçebi ldi . Dikkatle bakınca, el inde olmaksızın bağırdı :
« Deniz ! . . Evet ! . . Deniz b u ! . .» Dürbün neredeyse el inden d üşüyordu . Deniz doğuda da
uzandığına göre kuşku kalmamış demekti: Slugi 'n in d üştüğ ü yer bir anakara deği l , b ir adaydı . Büyük Okyanusun sonsuzluğunda yitip gitmiş bir ada, kurtulması olanaksız bir ada !
V e o zaman çocuğun yüreği delice çarpmaya başladı . Gelecekteki tüm tehlikeler bir b i r gözlerin in önünden geçti . Ama çabuk toparlandı , ne olursa olsun, kendini koyvermemeliyd i !
6
Briant o akşam, yemekten sonra, gözlemlerinden çıkard ığ ı sonucu arkadaşlarına anlattı . Şöyle özetlenebil irdi: Doğu yönünde, orman bölgesinin ötesinde, kuzeyden güneye uzanan bir su çizgisini çok açık seçik görmüştü . O halde bir anakarada değil bir adada bulunuyorlardı ! Ancak Doniphan, « İyi , ama, Briant yan ı lmış olamaz mı acaba?» diye sordu .
Briant karş ı l ık verdi . «Hayır , yanı lmış olamam eminim. Doğuda gördüğüm, gerçekten bir su çizgisiyd i . Aşağı yukarı burundan altı mi l kadar uzaktaydı tahminime gör�- Ve ötes inde de h içbir şey göze çarpmıyordu. Dağ filan yoktu .»
Ne var ki Doniphan yine de dirett i . «Bence, gözümüzle �örmeden kesin bir şey söylememeliyiz. Her zaman bir yanı lma sözkonusu olabil ir .»
Gordon ekled i . « Evet, olabil ir . B ir gün bile yitirmeksiz in , havalar soğumadan gidip adanın öteki kıyısına bir bakal ı m . Yarın, eğer hava iy i olursa yola çıkarız, çünkü iç kesimlerdeki o s ı k ormanları yağışl ı havada geçmeye kalkmak bir çılg ın l ık olur.»
Briant da, « İyi olur, Gordon,» dedi. «Ve adanın öteki kıyısına ulaştığ ı m ızda da . . . »
Doniphan onun sözünü kesti . «Tabii eğer adaysa . . . »
- 29 -
Ancak Briant kendinden emindi . «Bi l iyorum , ada, yanı lmadığ ı ma emin i m ! Doğu yönünde denizi açık seçik gördüm d iyorum size. Gidin bakalı m , yanılmadığ ımı s iz de anlayacaksın ız.»
Gordon ortal ığı yatıştırmak üzere soruna el koydu. « Durun bakal ım, hemen tartışma çıkarmayın . Bil iyorum hepi
miz henüz çocuk sayı l ırız ama içinde bulunduğumuz duru m bizi büyükmüş gibi davranmaya zorluyor. Hep birden o ormana dalmamız hiç doğru olmaz. Bir kez, çocukları götüremeyiz, burada da yalnız bırakamayız. O halde, ormanın ötesinde deniz var m ı , y o k mu, anlamak üzere Doniphan i l e Briant gits in ler, Wi lcox i l e Service de onlarla bir l ikte gits in . Gecikecek olursanız, sizi karşılamaya b i rkaçım ız yola çıkarız, ötekilerse yatta kalsınlar.
Briant, «Son kez söylüyorum , bir adadayız,,, dedi . Doniphan da yanıtladı . «Bakal ı m , göreceğiz.» Neyse ki Gordon'un pek yerinde öğütleri bu iki inatçıyı b iraz
da olsa yola getirmişti . Gelecek türlü tehl ikelerle dolu olabi l i rd i , ona karşı koyabi lmek için her n e pahasına olursa olsun, aralarında ayrı l ık çıkmaması , alınacak her kararda atılacak her adımda bir l ikte olunmas ı , b irinci koşuld u . Bu konuda Gordon el inden geleni yapmaya kararl ıyd ı . Oysa e rtesi gün başlayan bir yağm u r çocukların yola çıkmasını geciktird i . Pek aceleleri de yoktu. B u arada Gordon b i r yandan da gemin in okyanusun hangi kesiminde karaya vurmuş olabileceğin i araştırmaktaydı .
Bundan sonraki on beş gün boyunca, doğuda deniz olup olmadığ ın ı anlamak iç in yola ç ık ı lmadı. Sabahtan akşama dek yağmur aral ıksız yağıyor, fırtın a dinmek bi lmiyordu. Ormandan geçmek olanaksızd ı . Bu uzun günlerde çocuklar yata takı l ıp kald ı lar ama boş durmadı lar. Doniphan i le arkadaşları kaya g üvercini avlamaya gidiyorlar, daha küçüklerse balığa çıkıyorlard ı . Bereket körfezde bal ık pek boldu. Ağlar kimi zaman öylesine doluyordu ki , çekip almaya küçüklerin gücü yetmiyor, o zaman büyükler imdada koşuyorlar, ağlar, e lb irl iğiyle çekil iyordu.
27 Mart günü herkesi güld üren b i r av yakalandı . Öğleden sonra yağmur dinmiş, küçükler oltaların ı al ıp dereye gitmişlerdi.
- 30 -
Ansızın çığl ıkları duyuldu, gerçi sevinçle bağı rışıyorlar ama yine de yardı m istiyorlard ı . Gordon, Briant, Service ve Moko hemen ellerindeki işi b ı rakıp o yöne koştular.
Jenkins, «Çabuk, çabu k gel i n ! » diye bağırıyordu. « Bakın Costar neye bindi ! Çabuk Briant, yoksa el imizden kaçacak ! »
Costar ise ellerin i kollar ın ı sal layarak, «Aman yeter artık , yeter, korkuyorum, indirin beni ! » diye yalvanyordu.
Dole hareket hal indeki bir nesneye binmiş olan Costar' ın arkasında, elindeki değneyi sal layarak, « Deh ! .. Deh ! . .» diyordu.
Bu kocaman nesne s ık s ık deniz yüzeyinde uyu/c�(almış ola-rak rastlanan kocaman bir kaplumbağadan başkası deği ld i !
Gondon, «Sık ı tutun, s ık ı tutun, Costar! » diye seslendi . Service de, « Dikkat et, atın gemi azıya almasın ,» dedi. Ası l önemli olan , hayvanı yakalamakt ı . Besbel l i , hepsi bir l ik
olsalar b ile, güçleri onu tutmaya yetmeyecekti . Kabuğuna da tabanca da, balta da işlemezdi k i ! Tek çare hayvanı s ırtüstü çevirmekti .
Briant, « Kürekleri getir in,» dedi . Ve Moko'yla kürekleri almak üzere vargücüyle yata koştu. Neyse, o denize ulaşmadan Briant i le Moko küreklerle geldi ler. Bunları kald ıraç gibi kul lanarak büyük çaba harcamaksızın hayvanı sırtüstü çevird i ler . Kaplumbağa art ık tutsakt ı , b ir daha dönemezdi . Zaten hayvan kafasın ı içeri çekiyorken Briant tam yerini bulan bir balta vuruşuyla işini bitirivermişti . Küçüğe sordu: « Eee, söyle bakalım Costor, şu kocaman hayvandan hala korkuyor musun?»
« N e d iye korkacak mış ım, Briant, öldü yal» Service bağırd ı . « İyi ama bahse girerim, onu yemeye cesa-
ret edemezsin.» «Yenir mi bu?» «Hem de nas ı l ! » Costar şimdiden yalanmaya başlamıştı . «Öyleyse ben de ye
rim !» Bu kocaman hayvanı yata taşıyamadıkları için orada parça
lamaları gerekti. Oldukça iğrenç bir işti. Ancak şu genç kazaze-
- 31 -
deler artık bu Robinson yaşamın ın kimi zaman hoşa gitmeyecek zorunluluklarına da al ışmışlardı. İşin en güç yanı, kabuğu kırmak oldu. Sonra eti parçalan ı p Slugi 'ye taşındı . Ve o g ü n herkes kaplumbağa haşlamasın ın pek nefis b i r yemek olduğu konusunda görüş bir l iğine vard ı; ızgarası da hiç fena deği ldi ancak Service, harl ı kömür ateşinde bi raz çokça tutmuş, etler yanar gibi olmuştu. Yine de herkes severek yedi .
Mart ayı böyle geçti.
1 N isanda hava yumuşamaya yüz tuttu . Yol hazır l ıklarına gir işi ldi . Briant, «Gördüğüm o su çizgis i , burundan ancak alt ı yedi mi l uzaktaydı ama körfez derin bir g i rinti yaptığından, bulunduğ umuz yerden belki daha bi le yakındı r,» dedi.
Gordon, «O halde yirmi dört saatte gider dönersiniz , öyle m i?» diye sordu.
«Dosdoğru doğuya yürüyebi l irsek, evet. Ama yal ıyarı doland ıktan sonra o sık ormanın içinde yol bulabilecek m iyiz bakal ım?»
Doniphan, «Yok canı m , b izi hiçbir güçl ü k durduramaz,., diye atı ld ı .
«Öyle ama önümüze başka engeller de çıkabil ir . Bir akars u , bir batakl ı k, ne bi leyim ben? B u n u n için, b i z yanımıza bi rkaç günlük yolculuğa yetecek kadar malzeme alsak iyi olacak.»
Wilcox ekledi , «Cephane de unutmayalım .» Briant, «Tabii ve unutma Gordo n , kırk sekiz saatte de dön
mezsek sakın merak etme sen.» Gordon karş ı l ık verdi . «Yarım günlüğüne bi le gitseniz yine
merak ederim ya, sen aldırma. B u araştırmaya karar veri ldiğine göre gidip bakmak zorundasınız. Zaten tek amacımız doğuda gördüğün o denize ulaşmak deği l ki ! Yalıyarın ötesinde neler var neler yok, onu da öğrenmemiz gerekiyor. Mağara falan bulamadık. Slugi'den ayrı lmak zorunda kaldığ ı m ızda nereye taşınacağız? Kışı bu kumsalda geçiremeyiz ya ... "
- 32 -
Briant, «Haklısın, Gordon,» dedi . «Yerleşebileceğimiz elverişl i bir yer de arayıp buluruz . . . El im izden geleni yaparız. Hele sabah olsun, yola çıkalım da.»
H azırl ıklar tamamlandı: Boyunlarına asacakları dağarcık lardaki dört günlük yiyecek, dört tüfek, dört tabanca, iki küçük balta, bir dürbün, bir cep pusulas ı , battaniyeler; sonra da, çakmak, k ibrit, herhalde kısa sürel i , ancak tehl ikel i olabi lecek bir yolculuk iç in yeterli malzemeydi . Her şeye karşın dört çocuk, büyük b i r ihtiyatla i ler lemek ve özell ikle birbirlerinden ayrı l mamak zorundayd ı lar. Gerçi Gordon, her zamanki g i bi Briant i le Doniphan' ın aralarına gir ip onları , gerektiğ inde yatıştı ramayacağı için üzülmüyor deği ldi . Bu yüzden Briant'ı b ir köşeye çekip her türlü anlaşmazl ıktan ve kavgadan kaçınacağı konusunda ondan söz aldı .
7
Brian , Doniphan, Wilcox ve Service sabah saat yedide Slugi'den ayrı ldı lar. Bulutsuz bir gökte yükselen güneş, kuzey yar ımküresinde ekim ayında arası ra rastlanan o güzel g ün lerden birini müjdel iyordu. Onceden tasarlanmış plan uyarınca, körfezin kuzeyindeki buruna kadar yal ıyarın dibinden gidecekler, sonra Briant' ın tepeden görmüş olduğu su birikintisine yürüyeceklerd i . Bu yol belki de en kısası değ i ldi ama daha emindi . Bir iki mi l fazla yürümekse bu güçlü ve sporcu çocuklar için hiç de önemli sayı lmazdı . Bir saat kadar yürüdüler. Briant buruna varmadan suların yükselmesinden ve kumsalı basmasından çekiniyord u . O zaman suların alçalmasın ı bekleyecek, en a z yarım günü boşuna yitirmiş olacaklard ı . Bunu arkadaşlarına anlattıktan sonra, « H adi b i raz acele edel im,» dedi .
Wilcox, «Aman ne olacak? Olsa olsa bileklerimiz ıslan ır . Hepsi bu.»
Briant karşı l ı k verdi . «Bileklerimiz de, göğsümüz de, başımız da suya batar. Deniz en azından bir buçuk ik i metre yüksel iyor. Aman çabuk olal ı m . Service nerede?»
- 33 - İki Yıl Okul Tatili / F: 3
Seslendiler. «Service? . . Service? . . » Service yanlarında yoktu. Phann i le uzaklaşmış, yüz metre
kadar sağda yalıyarın bir çıkıntısın ın ardında yitmişt i . Briant, Doniphan i le Wilcox arkadaşların ın yanına koştular,
onu yalıyar ın bir çöküntüsünün kıyıcığ ına diki lmiş buldular. Doniphan hemen atı ldı , bir maymun gib i kısa zamanda tepeye tırmanıverdi . Arkadaşları yanına vardığ ında dürbününü çıkarmış, çevreyi taramaya koyulmuştu. Buradan da Briant' ı n görmüş olduğu yeşi l l ik ve gökyüzü görünüyordu, ancak onun t ı rmandığı burun otuz metre kadar daha yüksek olduğundan, pek uzaklar seçi lemiyordu .
Wilcox sabırs ızl ıkla, « B i r şey görmüyor musun?» diye sordu. Doniphan karş ı l ık verd i , « H içbir şey.» Sonra yüzünde derin
bir mutlu luk bel irtisiyle dürbünü arkadaşına uzatt ı . «Su çizgisi filan yok. Herhalde oı -tsı deniz değ i l . i stersen sen de bir bak Briant, yanıld ığ ın ı anlayacaksın .»
Briant, «Hiç gereği yok, yanı lmadığıma yüzde yüz eminim ben ,» diye kesin bir tavı rla konuştu.
« İyi ama biz b ir şey göremiyoruz ya?» «Tabii göremezsiniz. Ü stünde bulunduğumuz yalıyar geçen
gün benim tırmandığım burun kadar yüksek değil k i ! Aynı yüksekliğe çıkabi lmiş olsaydık , o mavi çizgiyi alt ı yedi mıı uzağımızda görebi l i rdik. O zaman yanı lmadığ ımı anlard ın ız ...
Doniphan, « İyi ama çok uzaklaşmış oluruz ve bence bunun hiç gereği yok, boşuna zahmet. . .» diye söylendi .
Gordon'un öğütlerini çiğnememiş olmak için arkadaşın ın kötü niyetine karşın kendisini güçlükle tuttu Briant.
«Öyleyse sen kal . Doniphan. Biz Service ile ik imiz gideriz.» Wilcox hemen atı ld ı . «Biz de geleceğiz. Hadi Doniphan,
marş marş, yürü bakal ım.» Service söze karışt ı . « Hele bir yemeğimizi yiyel i m de.» Gerçekten de yola koyul madan karınların ı doyursalar iyi ola
caktı; bu işi de yarım saatte tamamladıktan sonra yürümeye başladı lar.
- 34 -
Zemin otlarla kapl ı , yürümesi kolaydı . Arası ra küçük küçük ağaç gruplarına rastlanıyordu. Yer yer ezi lmiş otlarsa, arasıra kaçarken göze çarpan, ama ne oldukları pek iyi anlaşılmayan orta boyda hayvanların izlerin i taşımaktaydı. Bu hayvan lar da hemen kaçtıklarına göre korkulacak nitelikte olmasalar gerekti .
Bu arada sabırsız Daniphan' ın el i kaşınmıyor deği ld i ; tüfeğini kapıp şu dört ayaklı ların üzerine boşaltmak için can atıyordu.
Saat ikide, derin l iğ i az bir derenin geçtiğ i daracık b i r açıkl ıkta ik inci bir mola veri ld i .
Doniphan, «Garip şey,» dedi . Gerçekten buras ı , b i r kıyıdan ötekine döşenmiş bir yolu andırıyordu.
Service buradan geçmeye hazırlanırken, «Sanki baraj yapmışlar,» diye bağırd ı .
Briant hemen atı ld ı . « Dur, dur ! Önce bakal ım bu taşlar nasıl yerleşti r i lmiş böyle?»
Wi lcox, « Kendil iklerinden yerleşmiş olamazlar,» ded i . «Hayır, öyle anlaşıl ıyor ki derenin ş u dar kesiminde bir i bir
geçit yapmak istemiş . . . Durun biraz daha yakından bakal ım hele.»
O zaman, suyun ancak birkaç santim üzerine çıkabilen ve yağmur mevsiminde sular alt ında kalacak olan bu dar yolun taşlarınt teker teker ve dikkatle incelediler. Acaba bu taşları böylesine dizen , insan el i miydi? Hayır, en iyisi , taşkın döneminde yükselen suların bunları yavaş yavaş böylesine yığmış olduğuna inanmaktı . En basit açıklama yolu buydu . Çok yorgun olduklarından, karınlarını doyurduktan sonra uykuya daldılar. Saat yediye doğru uyandıklarında g üneşin eğri lemesine vuran ış ın ları geceyi geçirdikleri şu yeri bel l i bel irsiz ay�ınlatıyordu . Bulundukları s ık ağaçların altından i lk çıkan, Service oldu ve şaşkın l ıkla bağırdığı duyuldu.
«Briant ! . . Doniphan ! Wilcox! Buraya gelin ! Çabuk, çabuk!» « N e oluyor kuzu m , ikide birde böyle bağ ı rıp b izi ü rkütme
sen olmaz mı sanki?»
- 35 -
SeNice hiç ald ırmadan . « Bakın nerede yatmışız biz,» diye bağırd ı .
Gerçekten d e , altına s ığ ındıkları s ı k ağaçl ık, yerli lerin 'ajupa' dediği , s ık dallardan örülm ü ş bir ku lü beden başka bir şey deği ld i .
Doniphan, « Demek burada yaşayanlar var ha?» Briant da, «Veya vardı . Herhalde bu ku lübe kendi kendisine
yapılmamış ya,» dedi . Wi lcox da, « Deredeki geçid in varl ığ ı da böylece açıklanmış
oluyor,» diye ekledi . «Neyse, b u insanlar iyi k iş i ler olmalı k i , geceyi geçirel im diye b ize kulübe bi le yapmışlar.»
Aslında orası hiç de belli deği l . Bell i olan bir şey varsa, yerlilerin ormanın bu kesimine uzun bir süre önce gelmiş olmalarıyd ı . Eğer buras ı , Yeni Dünya'n ı n bir parçasıysa, bun lar ancak Amerika yerl i leri olabi l irdi . Yok eğer okyanus adalarından b i riyse, Pol inezyalı lar, hatta yamyamlar olabil ir lerd i . Bu olas ı l ık , durumu büsbütün güçleştiriyor ve b u l undukları yer in bir ada mı, yoksa anakara mı olduğu sorunun bir an önce çözülmesini gerektiriyordu.
Hafifçe inen bir yoldan, el ler inde pusula i le doğuya gid iyorlard ı . Böylece tam iki saat, sık ağaçların ve dalların arasından binbir güçlükle, bazen de baltayla yol açarak i lerledi ler. Sonunda saat ona gel i rken, o bitmez tükenmez ağaçlardan bambaşka bir görünüm çıktı karşı larına. Doğuya doğru yarım mil ötedeyse Briant' ın ta yukarıdan gördüğü o deniz ufka dek gidiyor, dalgalar usulca kıyıdaki kum şeridin i yalıyordu.
Doniphan suspus oldu . Arkadaşının yanı lmamış o lmasını bir tür lü s indiremiyor, bu, ona çok ağır geliyordu. Bu arada Briant h iç oralı deği lmiş g ib i , gözünde dürbünü, çevreyi taramaktaydı . Bu arada çocuklar bir k u m yığ ın ın ın dibinde mola vermiş , yemek yemeye hazırlanıyorlard ı . Belki de acele ederlerse gece basmadan Slugi'ye dönebil ir lerdi . Yemekte hiçbir inin ağzın ı b ıçak açmıyordu , hepsi üzgünd ü . Tam yemeklerin i bitirmiş, kalkı-
- 36 -
yorlardı k i , Phann suya doğru koşm aya başlad ı . Service arkasından seslendi .
« Phan n ! Buraya gel, Phan n ! » Ama köpek hiç oralı olmad ı , nemli kumu koklaya koklaya
koştu ve suya girerek iştahla içmeye koyuldu. Bir anda öteki ler de koşup Phann' ın içtiği bu suyun tadına
baktılar. Tatlıyd ı ! Şu halde doğuda, ufka dek uzanan, bir göldü. Deniz değil!
8
Evet, bu suyun bir göl olduğuna hiç kuşku yoktu. Ama bu göl , b ir adada mıydı, yoksa anakarada mı? Eğer burası bir anakaraysa, ancak Amerika olabi l ird i . Bununla bir l ikte, doğuya doğru yola çıkmak için uygun mevsimi beklemek gerekecekti . Slugi 'den göle gel inceye dek ne zorluk çekmişlerd i . Tam takım m illerce yol g itmenin güçlüğü ortadaydı . Üstel ik güney yarımküresinde kış, kuzeye oranla daha erken başlard ı . Ama öte yandan , batıdaki o körfezde de, sürekli rüzgar altında daha fazla dayanamazlard ı . Ay sonundan önce yelkenl iyi terketmek zorunda kalacaklardı kuşkusuz. Belki de göl kıyısında daha elverişli bir yerleşme olanağı bulunabil ird i . O halde bir iki gün gecikmeyi bi le göze alarak buraları iyice taramaları , araştı rmaları gerekiyordu. Evet, Gordon onları çok merak edecekti ama başka çare yoktu. Yiyecekleri daha kırk sekiz saat idare ederd i . Hava da bozacağa benzemiyordu . Gölün kıyısından güneye doğru i lerlemeye karar verdiler. Ü stel ik araştırmayı sürdürmek için bir neden daha vardı ortada. Hiç kuşku yok, yerliler bu ralarda ya yaşamış, ya da s ık sık uğramışlard ı . K ış için yerleşmeden önce yeni yeni izler bulmak gerekiyordu .
Saat yediye doğru mola verdiler. Ertesi gün d e Slug i Körfezine dönmeyi kararlaştırdılar. Yelkenl in in karaya vurduğu körfeze bu adı vermişlerd i . Zaten o akşam daha fazla ilerleyemezlerd i .
- 37 -
Karşı larına geniş bir dere çıkmış, karanl ık da basmıştı . Bu kez kulübe filan bulamadı klarından açıkta gecelemek zorunda kaldılar.
Saat yedide hepsi ayaktaydı . Wilcox bağırd ı , « Doğrusu d ü n akşam ş u dereyi aşmaya kal
k ışmamakla çok iyi etmişiz, bakın� bataklığa düşecekmişiz meğer.»
Briant, « Doğru , burası güneye doğru uzanan uçsuz bucaksız bir batakl ıkmış,» d iye onayladı .
Doniphan d a söze karıştı . «Bakın bakın . . . Yüzeyinde uçuşan şu kaz sürülerine, şu yaban ördeklerine, şu çulluklara bakın ! Kışı burada geçirecek olursak, doğrusu hiç aç kalmayız . . . »
Briant, « N eden olmasın?» diyerek derenin sağ kıyısına yöneldi . Geride dimdik bir yalıyar yükseliyordu. Bu arada Wilcox seslendi . «Hey, buraya geli n ! »
Ormanda gördüklerine benzer b i r taş yığıntısı gözüne çarpmıştı . Bu y ığ ıntı , bir tür bent oluşturuyordu .
«Artık h i ç kuşku kalmadı , ., dedi Briant. B i r yandan da bendin ucundaki kal ıntı ları göstermekteydi. Bu kal ıntı lar bir teknenin kal ı ntı ları olmalıyd ı . Yarı yarıya çürümüş, yosundan yemyeşil kesilmiş bir tahta parçasın ın eğimi, bunun bir pruva bodoslaması olduğunu gösteriyordu, üstel ik pas ın kemirdiği halka, hala tahtaya takı l ı sallanmaktaydı . O sırada, köpekte bir garipl ik sezdiler. Hiç kuşkusuz Phann bir koku almış, bir iz yakalamıştı . Ku lakların ı dikmiş, kuyruğunu hızlı hızlı sal l ıyor, burnunu otların altına sokup yeri kokluyordu. Ansızın bir ayağı havada, burnun u uzatıp durdu. Sonra birdenbire yalıyarın göle bakan dibinde k ümelenmiş ağaçlara doğru koştu. Briant i le arkadaşları peşinden gittiler. Az sonra, yaşl ı bir gürgenin önünde kalakaldı lar. Ağacın kabuğuna iki harf, bir de tarih kazı lmıştı.
F B 1 807 Briant, Doniphan, Wilcox ve Service şaşkınl ıktan di l leri tutul
muş bir halde, ağacın karşısında gözden yitti.
- 38 -
Briant, « Phann, buraya gel Phann . . . » diye seslendiyse de köpek hiç oralı olmayarak, telaşla havladı .
Briant, «Aman dikkat çocuklar, birbirimizden ayrılmayalım, tetikte olal ı m ! » diye arkadaşlarını uyardı .
Tüfekler dolduruldu, tabancalar e l e al ınarak, savunmaya hazırlan ı ld ı . Sonra çocuklar, yavaşça i lerlediler, yirmi ad ı m atmamışlardı k i , Doniphan eği l ip yerden b i r şey ald ı . Bu, demiri yarı çürümüş bir saptan koptu kopacak bir kazmaydı . Avrupa ya da Amerika'dan gelme bir kazma hem de, Polinezya' l ı vahşilerin el inden çıkma o kasabada gereçlerden değil . Kayığın halkası g ibi bu da adamakıllı paslanmıştı . Kuşkusuz buraya bırakılal ı y ıllar olmuştu. Ayrıca yalıyarın dibinde, toprakta izler de vard ı , burası bir zamanlar eki lmiş olmalıyd ı . Köpek acı acı havlıyor, telaşla sahiplerin in çevresinde dört dönüyordu. Arkasından gitmelerin i istiyor g ib i , yüzlerine bakıp onları sank i çağı rıyordu.
Doniphan, «Gidelim bakal ım ne istiyor bu hayvan,» diyerek onun ardına düştü. On adım ötede Phann bir çalı yığ ın ın ın önünde durmuştu . Çalıları aralayınca dar bir g i riş gördüler. Briant bir adım geri leyerek, «Acaba burası b i r mağara mı?» dedi .
Doniphan, «Olabilir, ama mağarada ne var? Girip b i r bakal ım.»
Mağaranın gir işini tıkayan çalı ları baltayla kesip açtılar. Kulak kabarttıklarında içeriden hiç ses gelmedi. Tam Service delikten içeri kayıyordu ki, Briant onu durdurdu.
«Önce bir bakalım Phann ne yapacak.» Köpek hep öyle acı acı havl ıyord u , ama eğer bu mağarada
gizlenen canl ı olsaydı, ş imdiye dek m utlaka çıkardı zaten . Bunun üzerine içeriye gi rmeye karar verdiler. Kapı çok ufak
tı, içerisiyle birdenbire genişleyiveriyor, zemini incecik, kuru kumdan , bir mağara oluşturuyordu. Ta dipte, l ime l ime bir yün battaniyeyle örtülmüş kerevet benzeri bir şey vardı , başucunda, bir tahta s ıran ı n üzerinde de iki maşrapayla bir tahta şamdan . Çocuklar bu battaniyenin alt ında bir ceset bulunduğu düşüncesiyle
- 39 -
korkuyla geri lediler. Sonunda Briant korkusunu yenerek örtüyü kald ı rd ı . . .
Kerevet boştu. Az sonra, dördü de çok duygulanmış bir durumda, hala in i l
der g ib i havlayan Phann' ın yan ına, d ışarı çıktı lar. Yirmi adım kadar dere boyunca yürüdüler ve ansızın taş kesi lmiş gibi donakaldı lar !
Oracıkta, bir gürgen ağacın ın kökleri arasında, yerde b i r iskeletin kal ı ntı ları yatıyordu. Demek ki , belki de yı l lar boyu mağarada yaşamış olan o zavall ı kişi gelmiş burada ölmüş ve barı nak yaptığı o vahşi konut, ona mezar bile olamamıştı !
9
Briant, Doniphan, Wilcox ve Service susuyorlard ı . Şuracıkta ölmüş olan bu adam kimdi acaba? Son nefesine dek boşu boşuna yardım beklemiş bir kazazede miydi? Hangi ulustandı? Buraya geldiğinde genç miydi? Öldüğünde yaşlanmış mıydı? Gereksinmelerini nası l karşılayabi lmişti? Eğer onu buraya atan bir deniz kazasıysa, ondan başka bu kazadan sağ kurtulan olmuş muydu? Ve sonradan arkadaşl arının ölümü üzerine yalnız m ı kalmıştı? Mağarada bulunan o çeşitli eşyayı gemisinden mi almış, yoksa kendi el leriyle mi yapmıştı? Karşı l ığ ı belki de hiçbir zaman öğrenilemeyecek olan, böyle nice soru ! Her ne olursa olsun, mağarayı büyük bir titizl ikle araştırmak gerekl iydi .
Çok geçmeden yeni bir i pucu bulundu: Doniphan kereveti bi raz çekince, yerde sararmış sayfaları kurşunkalemle yazı lmış yazılarla b ir defter gözüne çarptı . Ne yazık ki yazıların çoğu si l inmişti. Bununla bir l ikte adamın adın ı güç bela seçebildi ler: François Baudoin.
Evet, ağaca baş harfleri kazı lmış olan adın ta kendisi ! Ve bu defter de bu kıyıya düştüğü g ü nden başlayarak tuttuğu günce-
- 40 -
siydi . Ve henüz tümüyle si l inmemiş cümle parçalarından Briant, Duguay - Trouin sözcüklerin i seçebildi herhalde batan geminin adı olmalıyd ı . Sonra ağaca kazı l ı olanın eşi bir tarih vard ı , o da herhalde kaza tarihiyd i .
Demek oluyor ki , François Baudoin bu kıyıya tam elli üç y ı l önce ayak basmış ve burada kaldı ğ ı sürece d ışarıdan hiçbir yardım gelmemişti . Çok geçmeden, ayn ı bir belge, buradan ayrı lmak için kalkışılacak herhangi bir g i rişimin boşuna olduğunu onlara gösterecekti zaten. Defteri karıştırı rken Doniphan bir harita bulmuştu . Harita oldukça doğru çizilmişti, belki uzaklıklarda az çok yanı lma olabil irdi ama bunun da, Slugi Körfeziyle göl aras ındaki , yürüdükleri yolla karşı laşt ırıld ığ ında pek büyük yanı lg ı olmadığ ı anlaşı l ıyordu.
Akşama doğru sağ yakada bir yerde derenin kıyısı bir bataklığa dönüştüğünden, dereden uzaklaşmak zorunda kal ıp ağaçların arasında yolları n ı yitirdiler. O geceyi de burada geçirmek zorunda kalı rlarsa çok kötü olacaktı , çünl(Ü yiyecekleri bitmiş ve hepsi de çok acıkmıştı . Saat akşamın sekizi olduğunda hala yollar ını bulamamışlard ı . Bir türlü ormandan çıkamıyorlard ı ki! Ansızın ağaçların arasından göğe doğru yükselen parlak bir ış ık görünüverdi .
Service, «Aa kayan b i r yıld ız!» diye bağı rd ı . Briant, «Hayı r, hayır, bu b i r işaret fişeği, Slugi'den fırlattı lar,"
dedi . Doniphan, «Gardan işaret veriyor !» deyip karşılık olarak tüfe
ğ iyle bir kez ateş ett i . İ kinci bir fişek göğe yükselirken bir y ı ld ızdan kerteriz alan çocuklar, üç çeyrek saat sonra Slugi 'ye vardılar.
Gardan onların yollarını yit irmiş olabileceklerini düşünüp de yat ın yerini belir lemek üzere bu fişekleri atmamış olsaydı , dört gezgin hiç kuşkusuz o geceyi de ormanda geçirmek zorunda kalacaklard ı .
- 41 -
1 0
Gelenler büyük bir sevinçle karşı landılar. Gordon ile Slugi'de kalmış olan öteki çocuklar, onları çok merak etm işler, başlarına kötü bir şeyler gelmiş olmasından korkmuşlard ı . Briant sadece, «Bir adadaymışız ! » demekle yetindi ve bu haber Gordon'u hiç şaşı rtmadı .
«Zaten b e n de tahmin ediyordum, başka türlü olamazdı ,» dedi .
Ertesi sabah , küçükler henüz uykudayken , - g ü nlerden 5 N isandı - büyükler yani Gordon, Briant, Doniphan, Baxter, Cross, Wi lcox, Service, Webb, Garnette, bir de Moko yatın burun tarafında toplandılar. Briant i le Doniphan sı rayla sözü alarak arkadaşlarına başlarından geçenleri bir bir anlattı lar. En ufak bir ayrıntıyı atlamamaya özen gösterdiler. Ve şimdi hep birden, mağaradan buldukları haritayı i ncelerken anl ıyorlardı ki, kurtuluş umudu onlara, ancak d ışarıdan gelebilecekti . Kendi ler ininse, buraya olabildiğince yerleşip beklemekten başka yapabilecekleri h içbir şey yoktu. O halde geriye yapı lacak bir iş kal ıyord u . Kış iyice bastı rmadan korunaklı bir yere yerleşmek.
Bri ant, « En iyisi , göl kıyısı nda bulduğumuz o mağaraya yerleşmek. Bize pekala bir barınak görevi yapabilir,» dedi .
Baxter sordu. «Hepimizi alacak kadar büyük mü bari?» Doniphan karş ı l ık verd i . «Hayır , değil tabi i . Ama öyle sanıyo
rum ki, el imizdeki araçlarla bir ikinci mağara kazabi l i riz.» Gordon, «Canım, biz önce bir yerleşel im de, azıc ık sıkışsak
bile zararı yok, gerisini sona d üşünürüz . . . " ded i . Briant da ekledi . «Özellikle oraya en kısa zamanda taşınma
ya bakalım , kış gelmeden.» Gerçekten de bu çok önemliyd i . Son yağmurları izleyen şid
detli s ıcakların etkisiyle, Slugi 'nin tahtaları durmadan çatl ıyor, içeriye hem soğuk, hem su g i riyordu . Ü stelik tekne kumlara yice gömülmekte, eğimi de giderek artmaktaydı. Şiddetli bir fırtına-
- 42 -
da paramparça olması işten bi le deği ldi . Bunun için, yattan bir an önce ayrı lmaya bakarken, işe yarayabilecek her şeyi kalasları , tahtaları , demirleri , bakırları da söküp götürmek gerekiyordu. Fransız kazazedenin anısına, Fransız Mağarası ad ını verdikleri mağaraya yerleşirken bunları kul lanacaklardı çünkü.
Doniphan sordu. « Peki , mağaraya yerleşinceye kadar nerede kalacağız?,,
Gardan karşı l ık verdi . «Bir çadır kurarız, kolay.» Gardan çadır ın , derenin kıyısına kurulmasını kararlaştırm ıştı ;
çünkü malzeme dere yoluyla taşınacakt ı , en kısa ve en kolay yol buydu .
Bundan sonra yatın büyük yedek yelkeninden b i r çad ı r kurdular, yatakları , en gerekli eşyay ı , s i lahları , cephaneyi , yiyecekleri çadıra taşıdı lar. Salın yapı lması için gerekli malzemeyi ancak yat ın tümüyle parçalanması sonucu elde edi lecekti. Böylel ikle büyük bir uyum içinde, elbirl iğiyle çal ışmayı sürdürüyorlard ı . Ama acele etmel iydi ler; n isan ayın ın ikinci yarısı havalar bozar gibi oldu. Sabah erken, birkaç kez ısı sıfır derecenin de alt ına düştü. Kış geliyordu işte , hem de Büyük Okyanusun bu kesi mlerinde pek şiddetli olan soğuğu, buzu, karı, fırt ınasıyla.
Üşümemek için, küçüklü büyüklü, tümü de daha kal ın giysiler g iydiler. Küçüklerle en çok Briant i lgi leniyordu. Üşümemelerine d ikkat ediyor, en ufak bir nezle başlangıcında rahatsız olanı gece g ündüz hiç söndürülmeyen ateşin yanıbaşında yatmaya zorluyor, Moko'ya yat eczanesinde bulunan ıhlamurdan hazırlattır ıp içiriyordu.
Yat tümüyle boşaltıld ığına göre, yavaş yavaş sökme iş i başlamıştı . Bu arada makinelere karşı büyük merakı olan Baxter' i n çok yardımı dokundu. Sonunda elb ir l iğiyle i ş i başardılar v e 28 Nisan akşamı , Slugi'den geriye ne kald ıysa, hepsi de dere kıyısına taşınmış oldu. İş in bundan sonrası , derenin su larına kalmış demekti .
Gardan, «Yarından tezi yok , sal ın yapımına başlarız,,, dedi . Baxter ortaya bir öneri att ı . «Suya indirme zahmetinden kur-
- 43 -
tulmak için, onu doğrudan doğruya derenin üstünde yapsak ne dersiniz . . . Gerçi belki pek·kolay olmayacak ama, denemeye değer sanırı m .»
Ve böylece yelkenliden sökülmüş kalaslar, i kiye bölünmüş omurga, m izana direği , büyük di reğin dibinden kesilmiş bir metrel ik b ir bölümü, öteki direklerden parçalar derenin, ancak deniz yükseldiği zaman sular altında bıraktığı bir yerine götürüldü. Sular yükseldiğinde, bu kalaslar yüzdürüldü ve en uzunları b irbirine bağlanıp kısa olanları da enine üzerlerine yerleştiri lerek, sıkıca b irbirlerine tutturuldu , böylece bir sal oluşturulmuş oldu. Şimdi de salın yüklenmesi iş i kalmıştı . Briant, «6 Mayıs' ı geçirmemel iyiz,,, d iye söyleniyordu.
Gordon sordu. «Nedenmiş o?» «Çünkü öbür gün yeni ay çıkacak ve birkaç gün süreyle gel
gitler daha etki l i olacak. Ne denli etki l i olurlarsa, dereyi o kadar kolayca çıkabil iriz kuşkusuz. Düşünsene Gordon, şu salı kıyıdan halatlarla çekmek ya da kanca takıp itmek zorunda kalırsak, yukarıya doğru çıkamayız.»
Gordon onayladı . «Haklısın , en geç üç gün içinde yola çıkmamız gerekiyor.»
Böylece durumu dinlenmeksizin çalıştılar ve 3 M ayısta yükleme işine başladılar. Bu, çok d ikkat isteyen bir işt i , çünkü salın dengesinin bozulmaması gerekiyordu. Herkes gücüne göre yükleme işine katkıda bulundu. Sonunda, 5 Mayıs günü öğleden sonra, her şey yerli yerini buldu. Artık palamarları çözmekten başka iş kalmamıştı . Bunu da ertesi gün saat sekize doğru, derenin ağzında sular yükselmeye başlayınca yapacaklard ı . Çocuklar belki de akşama kadar b i raz dinlenebileceklerin i u muyorlardı ama yanıldı lar. Gordon onlara yeniden bir iş çıkardı , şöyle bir öneride bulundu:
«Arkadaşlar, körfezden uzaklaşacağımıza göre, artık den izi gözleyemeyeceğiz bu nedenle adanın bu kıyısına bir gemi yaklaşacak olsa ona işaret veremeyeceğiz demektir. Böylel ikle ben derim ki , yalıyarın üzerine bir direk dikip bayrak çeksek iyi olur .
- 44 -
Açıklardan geçecek bir geminin d ikkatin i çekmeye yeter herhalde.»
Bu öneri hemen benimsendi , yelkenl in in sal yapımında kullanılmayan gabya yelken d ireği yalıyarın tepesine b inbir güçlükle çıkarı l ıp toprağa sağlamca dik i ld i . Sonra Baxter direğe İ ngi l iz bayrağı çekerken, Doniphan da bir tüfek atışıyla bayrağı selamladı .
Gordon şaka yollu , Briant'a, «Bak hele, görüyor musun, Don iphan İngi ltere adına adaya sahip çıkıyor,» dedi.
«Zaten sahip çıkmamış mıydı?» Gordon yüzünü buruşturmakla yetindi , çünkü kimi zaman 'a
dasından' öyle söz ediyordu ki, ş imdiden burasını Amerika saydığına hiç kuşku yoktu.
Ertesi gün saat yedide tüm hazırl ıklar tamamlanmışt ı . Sal gerektiğinde, üzerinde iki üç gün kalınabilecek biçimde yerleştirilmişti . Moko kumanyayı da yolculuk sırasında ateş yakılmasını gerektirmesin diye önceden hazırlamıştı . Sekiz buçukta herkes saldaki yerini ald ı . Büyükler el lerinde kürekler ve kancalar salın kenarlarında duruyorlard ı , çünkü akıntıda dümen etkisiz kalacağından, sala ancak bunlarla yön verebi l i rlerd i .
Saat dokuza doğru gelgit başlad ı , sal ın tahtaları hafifçe çatırdadı . Briant ile Baxter salı önden ve arkadan tutan palamarların başındaydılar: « Dikkat !» d iye bağırd ı lar.
Wilcox ile platformun ön kesiminde d u ran Doniphan, «Hazırız !» diye yanıtladı . Salın kabaran suların etkisiyle harekete geçtiğini gören Briant, «Koyverin ! » diye seslendi. Bu emir derhal yerine getiri ldi ve serbest kalan sal, peşine bağlı kayığı da sürükleyerek ik i k ıyı arasında ağır ağır çıkmaya başladı. Bir sevinç çığl ığıdır koptu. Çocuklar kocaman bir gemiyi suya indirmiş olsalar, herhalde bu kadar sevinmezlerd i ! Eh , bunca yorgunluğun ve didinmenin üzerine bu kadarcık bir kendini beğenmişl iğ i de hoş görmek gerekird i , deği l m i?
Bi l indiği g ibi , deren in , ağaçl ık olan sığ kıyısı , bitiş ik batakl ık boyunca dar bir şerit hal inde uzanan sol kıyıya oranla çok daha
- 45 -
derindi . Bu yüzden, karaya oturmasını önlemek için , salı elden geldiğince, bu kıyıdan uzakta ve akıntın ın daha etki l i olduğu sağ kıyı yakınında tutmak gerekiyordu . Briant, Baxter, Doniphan, Wilcox i le M o ko, vargüçleriyle salı o yönde tutuyorlardı . İki saatte bir mi l kadar yol almışlard ı . H içbir sarsıntı geçirmediklerinden, bu koşullar altında salın hiç zarara uğramadan Fransız Mağarası 'na varabi leceğini umuyorlard ı . Briant' ın önceden yürüttüğü varsayımlara göre, hem akarsu gölden çıkışından Slugi Körfezi 'ndeki ağzına dek altı mi l kadar bir uzunlukta olduğundan , hem de suların yükselmesi s ırasında ancak iki mi l yol yapabi ldiğinden, gidecekleri yere varıncaya dek bi rkaç gelgit beklemeleri gerekecekti . Yine de ne denli çabalarsa çabalasınlar, bir buçuk saatte bir milden hızlı g itmeleri olanaksızdı . O gün de öğleden sonra mola vermek zorunda kaldı lar. Bu arada birkaç kuş vurdular. Gece sakin ama, çok soğuktu, acı bir yel, insanın i l iklerine işliyordu. Yelkenlerin altında ne kadar büzülseler, birbirlerine ne kadar sokulsalar da, soğuktan hiçbirin in gözüne uyku gi rmed i . Küçüklerin b i r ik isi , Jenkins i l e İversen , Slugi 'den ayrı ldıkları için mızıklanmaya başlamışlard ı . Briant onları tatlı sözlerle yatıştırmak zorunda kaldı . Sonunda, ertesi g ü n öğleden sonra, su ların saat üç buçuğa kadar süren yükselmesi sayesinde, sal göle ulaşıp Fransız Mağarası 'n ın kapısı önüne yanaştı .
Küçükler sevinç çığ l ıkları atarak karaya ayak bastı lar. Briant onlara uzaklaşmamaların ı s ık ı sıkı tembihlemişti. Kar
deşine, «Sen de arkadaşların ın yanına gitsene," dedi . « Hayır, b e n burada daha iyiyim." «Biraz koşup oynasan iy i eders in , senden h iç memmun de
ği l im, Jacques. Bir şeyler gizl iyorsun, besbel l i . Yoksa hasta mısın?»
«Hayır, ağabey, bir şeyim yok." Ancak o geceyi mağarada geçirmek istiyorlarsa, yi�iri lecek
bir saat bile yoktu. İlk iş mağarayı bi lmeyenlere göstermekti . Sal kıyıya iyice bağlandıktan sonra Briant arkadaşların ın önüne düştü. M iço el ine, mercekler sayesinde çevresini iyice aydın latan bir
- 46 -
gemici feneri aldı . Mağaranı n ağzında Briant i le Doniphan ' ı n yerleştirdikleri çal ı çırpı olduğu gibi d u ruyordu , hiç kimse dokunmam ıştı . O nları aralayıp teker teker içeri süzüldüler. Mağaranın derin l iğ in i gözüyle ölçen Baxter, « Burası bize epeyce dar gelecek, çok sıkışacağız,,, dedi.
Garnette söze karıştı . «Yok canım, kamaradaki gibi yatakları üst üste, ranza biçiminde yerleşti r ir iz.»
«Yere yan yana dizsek daha iyi olmaz mı?» «Hayır, o zaman gezinecek yer kalmaz . .. Briant, « İyi ya, o zaman biz d e gezinmeyiz, olur biter,» dedi . Cross sordu. « Peki , yemek n erede pişir i lecek?» Moko, «Dışarıda pişiri r im," diye yanıtlad ı . Briant atı ldı . «Olmaz, hava bozarsa nası l pişirirsin? Bence ya
rından tezi yok, Slugi'den ocağın ı buraya getirmeliyiz.» Doniphan yüzünü buruşturdu. « Nasıl olur, yattığımız, yemek
yediğ imiz yerde bir de yemek ocağı olacak şey mi?» Gordon ortalığı yatıştı rmak iç in, «Hadi , had i ! Hoşumuza git
sin gitmesin , başlangıçta katlanmaya zorunluyuz,,, dedi. Akşam yemeğinden önce yataklar mağaraya taşındı . Sonra
masa getiri ldi ve Garnette küçüklerin yardımıyla sofrayı kurdu. Moko i le Service de boş durmadılar, g üzel bir ateş yakıp çorbayı pişirdi ler, kuşları temizledi ler, ş işe geçirip kızarttılar, Phann da bu hazırlıkları büyük bir i lgiyle izlemekten geri durm uyordu.
Saat yedide, herkes Fransız M ağarası 'n ın hem yemekhane, hem yatakhane görevi yapan tek salonunda toplandı. S lugi 'n in arkalıksız iskemleleri , hasır koltukları , şezlongları , tahta sıralar hep buraya taşınmıştı . Güle oynaya yemek yediler. Sıcak çorba, birer parça konserve et, kuş kızartması, ekmek yerine bisküvi, içine azıcık konyak katılm ış taze su, birer parça peynir ve vişne şurubu tam bir şölen olmuş, son bi rkaç günün sal üzerinde alelacele atıştı rılan kumayalarının acısın ı u nutturmuştu. Durum ne denl i ciddi olursa olsun , küçüklerin neşesini bozamıyor ve Briant da onları susturmayı aklından bi le geçirmiyordu.
O gün çok yorulmuşlard ı , karınlarını doyurunca uykudan
- 47 -
başka bir şey düşünemez oldular. Saat dokuzda nöbetçi lerden başka herkes yatmıştı. Mağaranın tam gir işinde yakılan bir ateş, hem içeriyi ısıttı , hem de tehl ikel i ziyaretçileri uzak tutmaya yarad ı .
Ertesi gün, 9 Mayıs ve onu izleyen ü ç gün boyunca salı n boşaltı lması işiyle uğraşı ldı . Batıda kara kara bulutlar yağmur, hatta kar mevsimini haber veriyordu . ısı sıfırın üzerine çıkmıyordu. Bu birkaç gün avcılar da işin çokluğundan ava çıkmadılar. Ne var k i , gerek gölde, gerekse batakl ığın üzerinde av kuşları pek bol olduğundan, Doniphan oralarda biraz avlandı . Ama Gordon avcı l ığın , bir yandan karın doyurmakla bir l i kte öte yandan da kurşun ve barut stokunu azalttığ ın ı d üşünerek kaygılan ıyordu . Bu yüzden Doniphan'a sıkı tembih etti . . .
«Aman cephaneyi dikkatli ku l lan, boşuna harcama sak ın .» «Haklıs ın , ama öte yandan konservelerimizi de dikkatli kul
lanmamız gere k , değil mi? Adadan ayrı lmanın çaresin i bulursak sonra çok s ıkıntı çekeriz . . . "
«Adadan ayrı l mak mı? Kuzum biz hiç denize dayanabilecek bir gemi yapabilecek güçte miyiz?,,
« Neden olmasın? Eğer yakın larda bir anakara varsa? H erhalde, Briant' ı n yurttaşı gibi burada kal ıp çürümeye hiç de n iyetim yok benim.»
«Öyleyse ama, gitmeyi düşünmeden önce, kendimizi burada belki de yıl lar ve yı llar boyu yaşamak zorunda kalacağımız düşüncesine alıştı rmalıyız.»
«Anlaşıldı Gordon, sen burada bir sömürge kurmak istiyorsun, desene.»
«Başka çare yoksa ne yapalım?» Öte yandan, Gordon, bu kendini beğenmiş çocuğun , Bri
ant' ı hiç çekemediğini seziyor, bir ayrı l ık yaratmasından çekiniyordu. Bu yüzden sık s ık Doniphan'a bir h uzursuzluk çıkarmaması için ricada bulunuyordu.
13 Mayısta Baxter, Briant ve M oko ocağı içeriye taşıdı lar. Bacası iyice çeksin d iye kapının sağına, d uvara dayadılar. Boru
- 48 -
için del ik açmak epeyce zor oldu ama kaya, yumuşak kireçtaşı olduğu için bu iş de sonunda başarı ldı .
Ertesi hafta Doniphan, Wilcox, Cross, Garnett ve Service ava çıktılar, birçok yerde insan emeğinin izlerine rastladı lar. Yere çukurlar kazı l ıp üzerleri çalı çırpıyla örtülmüştü. Ama çok eskiden kaldığı belliyd i . Hatta bu çukurlardan birinde hayvan kemikleri bi le buldular.
Wilcox bir öneride bulundu. « Mağaraya dönmeden bu çukuru yeniden çalı çırpıyla örtsek? Belki biz de bir hayvanı tuzağa düşünürüz.»
Doniphan, «Nası l istersen öyle yap, Wilcox,» dedi . «Bana kal ırsa ben, hayvanı çukurun dibinde gebertmektense serbestçe koşarken vurmayı her zaman yeğ tutarım .»
Gerçi bu, sporcuya yaraşır bir düşünceydi ama Wilcox hiç kuşkusuz daha elverişl i bir yol göstermiş oluyordu. Hemen çukur üzerin i önce uzun dallarla, sonra da çalı çırpıyla örttüler; evet bu pek kabasaba bir tuzaktı, yine de Pampa avcılarınca başarıyla kullanı l ırd ı . Bu çukurun yer in i saptamak üzere Wilcox ormanı n çıkışına kadar ağaçları işaretledi ve mağaraya döndüler.
Briant' la birl ikte , 1 7 Mayıs günü bir olay oldu. Briant i le birkaç arkadaşı, geri kalan malzemeyi koyabilecek
leri bir mağara var mı d iye araştı rmak üzere yalıyarın yakınındaki ormana gi rmişlerd i . Hendeğe yaklaşırken boğuk boğuk bir ses duydular. Phann kulakların ı dikti .
Doniphan, «Koş Phann , koş bak! » d iye seslendi . Köpek hemen havlayarak atı ldı ama sesinde korku yoktu.
Briant i le Doniphan koşup içeri baktılar, b ir de ne görsünler? Kocaman bir devekuşu deği l mi? Buna pek sevindi ler çünkü bu hayvanların eti , özel l ikle yağlı göğüs eti çok lezzetl idir .
Gerçi bu bir devekuşuydu ama, boyunun pek iri olmamasına, kaz kafasına benzeyen başına, tüm gövdesini kaplayan beyazımtırak kurşuni renkte kısacık tüylerine bakıl ırsa, (nandu) türündendi . Bunlar Pampaların ortasında ve Güney Amerika'da
- 49 - İki Yıl Okul Tatili / F: 4
pek boldur ve eti her ne kadar Afrika devekuşununki g ib i lezzetli değilse de, yine de pek fena sayılmaz.
Wilcox, «Onu canl ı yakalamalıyız,,, dedi . Service, « İyi ama nasıl?» d iye sordu. « Hele bir deneyel im," d iyerek Wilcox gaga darbeler ini göze
alarak hendeğe indi . Ceketini çevik bir atışla hayvanın kafasına çeviriverd i . O zaman iki, üç mendil i uç uca düğümleyip ayakların ı bağlamak pek güç olmadı ve kimi aşağıdan, kimi yukarıdan , uğraşıp elbirl iğ iyle hayvanı hendekten çıkarmayı başardı lar.
Cross, « Peki , şimdi ne yapacağız bunu?» d iye sordu. Her zaman her şeye bir karşı l ık bulabilen Service hemen atı l -
d ı . «Çok basit, a l ıp Fransız Mağarası 'na götüreceğiz, evcil leşti
receğiz, üzerine bineceğiz! Siz hiç meraklanmayın bu işi ben üzerime alıyorum, t ıpkı İsviçreli Robinson dostum Jack g ibi ! »
Gordon nanduyu görünce, i l k bakışta belki d e doyuracak bir boğaz daha çıktı d iye korkmuş olmalıydı. Ama sonradan bu hayvanın ot ve yaprak yediğ in i düşünüp iyi karşı ladı . Çocuklar nandunun korka korka yanına yaklaşıyorlardı ama pek fazla deği l . Service'nin hayvanı binek için alıştı racağın ı öğrenince, onları da terki3ine alması için yalvarmaya koyuldular. Şimdiden Service'e bir kahraman gözüyle bakıyorlardı .
«Peki peki , uslu durursanız siz i de bindiri r im,» diye söz verdi Service.
Costar bağırdı . . . «Dururuz tabi i .» «Sen de mi Costar? Bu hayvana binmeye cesaretin var
mı?» «Senin arkanda, sana sıkı sıkı tutunursam binerim . . . » « Kaplumbağaya bindiğin zaman nasıl korkmuştun, u nuttun
mu?» «Ama aynı şey deği l k i . Hiç olmazsa bu hayvan suya dal
maz.» Dole atı ldı . «Dalmaz da bir bakarsın uçuverir.» Ve bu sözün üzerine i ki küçük d üş ünekaldılar.
- 50 -
Çocuklar mağaraya gelel i beri oldukça düzenli b ir yaşam sürüyorlard ı . Gordon herkese b i r iş bu lmaya çok önem veriyordu . Hele b i r tam yerleşsinler, o zaman Chairman okulunda başlanan dersleri de sürdürmeye n iyetl iydi.
«Nası l olsa el imizde yeterince kitap var,» diyordu. «Öğrendiklerimizi , öğreneceklerimizi küçüklere de öğretmeliyiz.»
Gerçekten uzun kış günlerinde mağaradan çıkamayacaklard ı . Bu gün lerin boşa geçmemesi iyi olurdu. Şimdil ik Fransız Mağarası' nda yaşayanlar en çok yer darl ığından sık ıntı çekiyorlardı . Gecikmeden, mağarayı yeterl i boyutlara ulaştırmak gerekliyd i .
1 1
Avcılar b i r yandan da elveriş l i bir mağara daha aramaktan geri durmuyorlard ı . Bu lsalar ambar olarak kul lanacak, dışarda b ı rakmak zorunda kaldıkları malzemenin fazlasını oraya taşıyacaklard ı . Ama bulamayınca, çocu klar, 27 M ayıs günü kazma işine başladı lar. Önce sağ duvarı e le aldı lar.
Briant, « Buradan eğri lemesine kazarsak belki de gölden yana çıkabi l i r ve Fransız Mağarası 'na ikinci bir kapı açmış oluruz,,, d iyord u . «C zaman hem gölü daha iyi gözetleyebi l i riz, hem de fırtına bu kapıdan çıkmamıza elvermezse öteki kapıdan çıkarız.»
Bu, hiç de olmayacak bir iş deği ldi . Kazı lacak yer, ancak on iki on üç metre kadar bir uzakl ıktaydı. Ama pusulayla yön bul mak ve çöküntü tehlikesini göze almak gerekiyordu. Baxter önce dar bir gedik açı lmasın ı , sonra da bunu genişletmeyi önerdi . Bu tasar ın ın bir yararı , ansızı n b i r s ızma görü lecek olursa, kazma işini hemen bırakmak ve çökü ntü tehlikesini önlemek olacaktı . Mağaranı n dışına yığı lmış yede k malzemenin hava koşul larından etki lenmemesine dikkat etmek de ayrı bir işti. Kazma işi güçlükle de olsa, yavaş yavaş i lerliyordu ve bir buçuk ik i metre kadar bir yer kazılmıştı ki, 30 Mayıs günü öğleden sonra beklenmedik bir olayla karşılaşı ld ı .
51 -
M aden kuyusu kazarmışçasına ta dipte çömelmiş olan B riant, kayanın içerilerinden bir uğultu duyar g ib i oldu. Kulak kabartt ı , yeniden duydu. Birkaç saniyede gedikten çıkıp ağızda çalışan Gordon ile Baxter'e duru m u iletti .
«Yok canım, sana öyl e gelmiştir. D u r b e n gidip bakayım . . . » dedi Gordon. Az sonra o da döndü. «Haklıymışsın, ben de uzaktan uğultular iş itt im.»
Baxter de gidip dinledi . Döndüğünde sordu. «Ne olabi l i r acaba?»
«Bilmem ki, Doniphan ile öteki lere haber vermeliyiz.» Briant atı ldı , «Aman küçüklere duyurmayalım, korkmasın
lar.» Ne var ki, yemek saati o lduğundan, herkes mağaraya dön
m üştü, haber yayıldı , küçükler gerçekten korktu lar. Doniphan, Wilcox, Web b , Garnett de gediğe gir ip kulak kabarttılar ama bir şey duymayın ca arkadaşlarının yanı lmış olduğu sonucuna vardılar. Saat dokuza doğru, uğultular duvarlardan açık seçik iş iti lmeye başladı . O anda gediğe doğru atılan Phann, kulaklarını dikmiş tüylerini kabartmış, hır ı ldayarak çıktı; kesik kesik havlıyor , sanki kayanın içinden gelen uğultulara karşı l ık vermeye çabalıyordu. i şte o zaman küçükler adamakıl l ı paniğe kapıldı lar. Sonunda yorgun düşüp uyuyakaldı lar.
Gordon i le öteki lerse uyumuyor, alçak sesle tartışıyorlard ı . Sonunda Briant i l e Moko'yu nöbetçi bırakıp onlar d a yattılar. Mağara derin bir sessizliğe gömüldü. Ertesi sabah erkenden herkes ayaktaydı .
Briant, « Hadi bakalım, işbaşına,» dedi. « Kuşku uyandırıcı bir şeyler duyacak olursak işi bırakırız.,,
Doniphan, «O uğultu belki de bir yeraltı kaynağından geliyordu, su sesi, olamaz mı?» diye sordu.
Wilcox, « H ayır öyle olsaydı , ş imdi de duymamız gerekirdi,» dedi.
Gordon, « Doğru, bence bu, yalıyardaki b ir çatlaktan içeri do-
- 52 -
laşan rüzgarın sesinden başka bir şey değildi,» diye düşüncesini açıklad ı .
Öyle de yaptılar. Ama kayanın üzerindeki düzlükte ne bir çatlak vard ı , ne de bir su birikintis i . H içbir şey öğrenemediler. Ama kazma işi gün boyu sürdürüldü . Gerçi Baxter' in söylediğine göre, o zamana dek donuk donuk ses veren mağara duvarı , arkada bir boşluğu belirti rcesine ötmeye başlamıştı ama o gürü ltüyü bir daha işitmedi ler. Belki de bu yönde doğal bir mağara vardı ve gedik oraya çıkacaktı? Keşke öyle olsaydı , ne kadar işlerine yarar, hem de onları boşuna yorulmaktan, kazma sallamaktan kurtarmış olurdu!
Saat dokuz olmuştu , o rtal ık kapkaranl ıktı . Mağaraya döndüler, köpeğin gidişine hepsi de çok üzülüyordu. Kendi lerin i büsbütün yalnız, terkedi lmiş yurtlarından ve ailelerinden uzakta hissediyorlardı sanki . Ansızın o homurtu lar yeniden duyuldu. Bu kez ulumayı andırıyor, ardından acı acı çığlıklar gel iyord u . Hep birden seslerin geldiği yana, yeni açı lmış gediğe doğru atı ldı lar. Doniphan, Wilcox ve Webb elde tüfekler ve tabancalar hazır bekl iyorlard ı . Saat ikiye doğru Briant bir bağırış kopardı . Kazması kireçtaşın ı geçivermiş, ortaya oldukça geniş bir açık l ık çıkmıştı. Daha ağzını açmaya zaman bulamadan , bu boşluktan bir hayvan hışım gibi mağaraya dalıverdi . Bu, Phann' d ı . .. Hayvan hemen su dolu bir kovaya koşup kana kana içmeye başlad ı . O anda Wilcox' un ayağı k ıpırtısız ve soğuk bir şeye çarptı , eği l ip yoklad ı . Briant feneri yaklaştırd ı .
Baxter, «Bir çakal leşi bu!» d iye bağırd ı . « Evet, bizim yiğit Phann tarafından boğulmuş bir çakal !» Peki ama, buraya nasıl girebi lmişti bu hayvanlar? Bu del iği
m utlaka bulmaları gerekiyordu . O zaman dar gediği yeterli b i r koridora dönüştürmek için
canla başla çalışmaya koyuldular. Bu ikinci mağaraya 'hol ' adı verdiler.
İ lk iş , yatakların ı taşıyıp yerleştirdiler. Sonra Slugi'nin eşyası-
- 53 -
nı , divanları , koltukları , masaları , dolapları v .b. getirdiler; b ir de · on önemlisi - yatın salon ve kamarasındaki sobaları getir ip
kurdular. B i r yandan göl yönündeki g i riş i genişletti ler ve Baxter epeyce uğraşarak buraya da yatın kapılarından bir tanesini takt ı . Bu kapın ın iki yanında açılan iki yeni del ikten içeriye, ış ık girmesi sağlandı , akşam olunca da tavana bir fener asıldı . Bütün b u işler on beş gün kadar s ü rm üştü. Tam da zamanında bitiri lmişti, çünkü bir süredi r iyi giden hava değişmeye yüz tutuyordu.
Durmadan çalışıyor, uğraşıyorlard ı . Koridoru genişletti ler ve iki yana iki derin gedik açtılar. Bunlardan kapı taktıkları b ir tanesine cephaneyi koydular. Ambarın bir köşesinde de nanduya bir yer ayrı lmıştı, d ışarıda özel ahırı yapı l ıncaya kadar burada barınacaktı.
Bundan sonra Gordon bir program hazırlamaya başladı . H erkesin onayı al ınd ıktan sonra uygulanmasına geçilecekti . Bu program hazırlanmadan önce başka b i r iş lem yapı ldı . 1 O Haziran akşamı , yemekten sonra herkes holde, gürül gürül yanan sobaların çevresinde toplanmışken söz, adanın bell ibaşlı coğrafya öğelerine b irer ad takmaktan açı ld ı .
İversen, «Aman ne olur , güzel adlar seçel im!» d iye bağı rdı . Webb, «Zaten düşsel o lsun, gerçek olsun bütün Robinson
lar da hep böyle yapmış, bulundukları yerlere çeşitli adlar takmışlard ı , deği l mi?» diye sordu.
Gordon, «Öyle ya, arkadaşlar," dedi . «Bizler de bir Robinsonlar okulu deği l miyiz? Üstel ik, körfeze, derelere, ormanlara, göle, yalıyara, bataklıklara, burunlara b i rer ad verirsek, hepimiz de yerimizi daha kolay buluruz.»
Böylece bu öneri benimsenip uygulanmasına geçi ldi . Doniphan, «Bir kez, yatımızın karaya oturduğu körfeze za
ten Slugi Körfezi diyorduk, orası öylece kalsın ,» ded i . Briant da, « Bu rasın ın adını d a önceden Fransız Mağarası
koymu ştuk,» diye yanıtladı ve bu iki konuda hiçbir tartışma olmadı, kimse karşı çıkmadı .
- 54 -
Wilcox sord u , « Peki , Slugi Körfezi 'ne dökülen dereye ne ad vereceğiz?»
Baxter, «Zelanda Deresi olsu n . Bize anayurdumuzu anımsatır ,» önerisinde bulundu ve buna da oybirl iğiyıe 1< arar veri ld i .
Garnett , «Ya göl?» diye sord u . Doniphan, « Madem dereye Zelanda Deresi dedik, göle de
ailelerimizi anımsatan bir ad verel im, sözgel imi Aile Gölü diyel im,» dedi .
Bu öneri alkışlarla karşı landı . Sonra da, yal ıyara verilen Auckland Tepesi adı da oybirl iğ iyle benimsendi . Bundan sonra yalıyarın bitimi olan buruna - Briant' ın üzerine t ırmanıp da doğuda denizi gördüğü buruna - 'Yalancı Deniz Burnu' dendi . Ormanın tuzakların bulunduğu kesimi Tuzak Ormanı; Slugi Körfezi i le yalıyar arasında kalan öteki kesimi Batık l ık Ormanı; adanın tüm güneyini kaplayan batakl ıklar G üney Batakl ığ ı ; küçük taş yolun döşeli o lduğu dere Yoldere, yatın vurduğu kıyıya Fırt ına Kıyısı ve dereyle gölün kıyı ları arasında kalan , p rogramda yer alacak sporların yapılacağı çayır da Spor Alanı olarak adlandır ı ld ı . Adanın öteki yerlerine gelince, buralara da gezip gördükçe ve gelişecek olaylara göre adlar verilecekti.
Toplu luk da koloni d iye adl andırı ldı . Evet artık kesin l ikle yerleşmiş ve geçici nitel iği ortadan kalkmış sayı l ı rd ı . Artık bu çocuklar, S lug i ' den sağ kurtulmuş kazazedeler değil, adada yerleşmiş kolonicilerd i . Ama hangi adada? Şimdi s ıra adaya ad bulmaya gelmişti . Onu da Costar buldu. Evet, b izim küçük Costar, « M adam Chairman okulu n u n öğrencileriyiz, adaya da Chairman Adası diyel im,» dedi.
Bundan uygun bir ad bu lunamazdı doğrusu. Alkışlarla onaylandı ve Costar isim babalığ ından büyük onur duyd u . Toplantı son bulmuşken, «Arkadaşlar,» dedi . «Bence sıra şimdi de b i r başkan seçmeye geld i . Her ü lkede yapı lagelenin Chairman Adasında da yapı lması doğru olmaz mı? Hepimiz bir kişin in sözüne uyarsak işler daha yolunda gider.»
- 55 -
Doniphan, « Evet, seçel im ama belir l i b ir süre için seçel im, sözgel imi b ir yı l iç in olsun . . . Ama istenirse yeniden seçi lebi lsin. Kimi seçeceğiz bakalım?» Arkadaşlarının Briant ' ı başkan seçmelerinden korktuğu anlaşıl ıyordu . Oysa Briant, «Kimi mi? Tabii ki içimizde en sağduyu sahibi olanı , yani Gordon arkadaşımızı . . . »
Gordon önce bu onur verici görevi kabule yanaşmadı , çünkü o, buyurmaktan çok örgütlenmeye önem veriyordu. Ama gelecekte çıkabilecek anlaşmazlık ları bir dereceye kadar önleyebilme umuduyla sonradan çaresiz boyun eğdi. Ve işte böylece Gordon, küçük Chairman Kolonisi 'nin başkanı oldu.
1 2
Kış iyiden iyiye bastırmıştı . Fransız M ağarası 'n ın kitaplığında, gezi anılarından başka, ancak birkaç bi l im kitabı bulunduğundan , büyükler öğrenimi gereğince sürdüremeyeceklerdi . Kısacası program , anglosakson eğitim sisteminin şu temel kurallar gözönünde bulundurularak hazırlanmıştı:
Bir şeyden korkacak olursanız, çekinmeyin, üzerine gidin. Bedensel çaba harcama fırsatını hiçbir zaman kaçırmayın. Hiçbir çabadan çekinmeyin çünkü yararsız çaba yoktur. Bu ilkeler uygulandıkça beden de, kafa da sağlam olur.
Küçük koloninin onayıyla saptanan program şöyleydi: Sabah iki saat, akşam iki saat süreyle holde o rtak çalışma yapılacaktı.
Beşinci s ınıftan Briant, Doniphan, Cross, Baxter, dördüncü sınıftan Wilcox i le Webb, üçüncü, ikinci ve b irinci sın ıftaki arkadaşlarına s ırayla ders vereceklerd i . O nlara hem kitaplıktaki eserlerden, hem de kendi önceden edini lmiş bi lgi lerinden yararlanarak matematik, coğrafya, tarih, öğreteceklerdi. Böylelikle kendi bi ldiklerini de tekrarlamış, unutmamış olacaklard ı . Ayrıca hafta-
- 56 -
da iki kez, pazar ve perşembe günler i , bir konferans verilecek yani bir b i l im, tarih ya da güncel olaylar konusu gündeme al ınıp tartış ı lacaktı .
Ertesi gün pazardı . Genç kolonici ler Ai le Gölü çevresinde bir geziye çıktı lar. Ama hava çok soğuk olduğundan, iki saat yürüdükten sonra küçükler arasında Spor Alanında b i r koşu düzenlendi ve hep birden sıcacık yuvalarına döndüler. Fransız Mağarası 'n ın usta aşçıbaşısının özenle hazırlamış olduğu nefis akşam yemeğini yediler. Gün b i r konserle tamamlandı .
H aziran ayı çok soğuk geçti . ıs ı bazen sıfırın alt ında on, on iki dereceye kadar düşüyordu. Arada kar yağıyor, çocuklar sevinçle d ışarı koşup kartopu oynuyorlard ı . Bir süre sonra kal ın l ığ ı bir metreyi bulan karda yürümek olanaksızlaşmıştı . Genell ik le Fransız Mağarası 'n ın su gereksi n mesi dereden sağlanıyordu. Ama dere buz tutacak olursa ne yaparlardı? Gordon, ' başmühendis' Baxter ile durumu görüştü. Baxter bir boru döşenm esin i önerd i . Bu g ü ç iş de sonunda başarı ld ı . Aydınlanmaya gelince, henüz el lerinde yeterince gaz vardı. Ama kış sonu, Moko'nun ayı rd ığı içyağlarından mum yapmak gerekecekt i . Yiyecek de bir sorun hal ine dönüşmekteydi , çünkü hava ava ve bal ığa çıkı lmasına elvermiyordu. Gerçi arasıra mağ araya yaklaşan bazı hayvanlar vardı ama bunlar sadece çakald ı . Hatta bir gün sürü hal inde - yirmi kadar - geldi ler . Mağaraların iki kapısı da sağlamca kapatı ld ı , sürgünler çeki ldi . Açlıktan gözü dönmüş bu hayvanlar büyük tehl ikeydi . Moko ister istemez, yattan al ınmış , el sürmek istemedikleri konservelerden yararlanmak zorunda kalıyordu. Çünkü bu küçük koloniyi doyurmak hiç de kolay bir iş deği ldi . Tam on beş boğaz, üstel ik sekizle on dört yaş arasındaki çocukların oburluğu ! Yine de, kimi zaman tuzak kurarak, kimi zaman dereye ağ gererek kuş yakalanıyor ve taze et i htiyacı pek d uyulmuyord u . Doyurulması en güç yaratıksa, nanduydu . Doğrusunu söylemek gerekirse, bu yabani hayvanı evcil leştirme tasarısı , Service' in tüm iyi n iyet ve çabalarına karş ın , h iç de gerçekleşe-
- 57 -
ct11'1n bnruorniyordu . Service, «Yaman bir binek hayvanı olacak l ı ı ı l 0 ı l ıyor du ilnıll, nasıl bineceğine kimse akıl sır erdiremiyordu . l l ! . t c ı l ık r ı ; ı r ı du ot yemediğinden, dışarıya çıkıp b i r metre karın alt ı r ıd. ı r ı o r ı a qünlük ot ve kök gereksinmesini sağlamak zorunluyc l u /\ına Service sevgi l i hayvanın ı beslemek için hiçbir güçlükto r ı yı lmıyor, her türlü özveriye katlanıyord u . Gerçi hayvancık bir .:u ıayıf lamıştı ama bu, onun suçu deği ldi , hele bir bahar gels in , yeniden toparlanırd ı .
9 Temmuzda rüzgar ansızın yön değiştirip güneyden esmeye başladı . Soğukların daha da bastı racağı düşünülerek öğleden sonra odun toplamak üzere Tuzak Orman ı ' na gitmeye karar veri ld i .
Fransız Mağarası 'yla orman arasındaki yarım mi l l ik yol, çabucak al ındı ve bizim genç oduncular hemen işe koyuldular. Altı gün boyunca bu işi aral ıksız sürdürdüler ve birkaç haftal ık odun depo etti ler.
Ağustos'un 1 6'sında hava b i raz açı l ı r gibi oldu ve derece s ıfır ın altında on ikiye yükseldi . Rüzgar esmedikçe, dayanı labi l ir bir soğuktu bu. O zaman Doniphan , Briant, Service, Wilcox ve Baxter, Slugi Körfezi 'ne kadar gidip bakmak istedi ler. Erken yola çıkarlarsa, akşama dönebi l i rl erdi . Bu geziden amaç, güney kutup yörelerinde çok raslanan hem karada hem de suda yaşayabilen iri hayvanlar gelmiş mi diye bakmak, ayrıca kış fırtınalarından parça parça olmuş bayrağı değiştirmekti . Sonra Briant' ın önerisiyle bayrak direğine bir de levha çakılacak, üzerine Fransız Mağaras ı 'n ın bu lunduğu yer işaretlenecekti . Olur a, bayrağı görüp de kumsala çıkan gemici ler bu lunursa, oturdukları yer i gösterebi lsinlerd i .
Erkenden yola çıktı lar, saat dokuzdan önce kumsala varmışl ardı bi le. Birden Wi lcox haykırd ı .
«Bakın bakın ! Şu k u ş sürüsüne . . . "
Kıyın ın açığındaki kayalara s ı ra s ı ra dizi lmiş, uzun gagal ı , tiz çığl ıklar atan binlerce kuşu işaret ediyordu.
«Tıpkı teftişe hazır lanmış küçük askerlere benziyor,,, dedi Service.
- 58 -
Baxter karşı l ık verdi . «Bunlar penguen, kurşun harcamaya değmez.»
Ne yararı vardı ki ! Zaten i lg ileri başka b i r şeye yönelmişti. Bu yararsız kuşların yanında, yazı gelecek kış boyunca Fransız Mağaras ı 'n ı aydınlatmaya yetecek başka hayvanlar gördüler.
Bunlar hortumlu fok deni len türden yaratıklard ı ; kalın bir buz katmanıyla örtülmüş olan deniz k ıyısında debelen iyorlard ı . Birkaçını yakalamak için kayalıklar tarafından yollarını kesmek yeterd i . Ama Briant ile arkadaşları yanaşırken akıl almaz hoplayış, zıplayışlarla koşup suların içinde gözden yittiler. Demek ki, bu hayvan ları ele geçi rmek için daha sonra, özel b ir sefer hazırlamak gerekecekti . Sonra gidip yanlarında getirmiş oldukları yeni bayrağı göndere çektiler ve derenin akış yönünün yukansında, altı mil uzakl ıkta bulunan Fransız M ağarası 'n ın yerini gösteren levhayı çaktı lar. Döndüklerinde gördüklerini Gordon'a anlatınca, hava elverişl i o lur olmaz fok avına çıkma kararı oybirl iğiyle al ındı .
Kış yavaş yavaş sona eriyordu. Ağustosun son ve eylülün i lk haftasında denizden esen rüzgar ısıyı h ızla yükseltt i . Karlar erimeye başladı, gölün yüzeyi büyük bir çatırdıyla parçalan d ı .
1 0 Eylü lde, Slugi'nin Chairman Adası kayalıklarına otu rmasının üzerinden tam altı ay geçmiş oluyordu.
1 3
Bahar geldiğinde çocuklar, uzun kış g ü nlerinde tasarladıkları bazı işleri gerçekleşti rebi leceklerdi . Böylel ikle, kasım ayı başında bir araştırma gezisine çıkı lması kararlaştırı ld ı . Gerçi takvim açısından i lkbahar başlamıştı, ama Chairman Adası oldukça yüksek bir en lemde bulunduğundan, henüz baharın etkisini duyamıyord u . Eylü l ayı ve ekimin yarısında havalar çok bozuk g itti . Auckland Tepesi güneyden gelen rüzgarın etkisi alt ında adeta tirt ir titredi . M ağaranın kapısı bi le güçlükle kapatı labi l iyordu. Bel-
- 59 -
k ı ı lıı yır ı 1 1 1 l r nı , 111 1 1 1 ıı ır ı r ı k . ıpıs ını mdır ıa dok açan kasırga, koriı l1 1 1 ı l ı 1 1 ı unı, ıp 1 11 l ıc ı l ıı rıı ık ı ı ldı ı Hır yı uıdıı r ı da yağmur ve doluyla '" '"" � 1 1 1 1 1 11 1 1 111 ı ı lı tyı ı ı ı h ı l l tl t ı ı l tk nv l ı i lyvmıları da sanki ortadan 111 1 1 1 1 1 1 1 1 ,, . ' '"'" 111 ı . 1 1 1 1 u ı'\ı lnı n d ı ı l ı ; ı 111 açık kesimlerine sığınmış lardı l \ ı ı l ıh 1 1 1 1 l ı ı ln 1 101ı 1 1 1 kıyı l ı 1 1 1 1 1 1 1 şıddotlo çarpan dalgalardan korlı ı ıp ı ı : , ılı 1 1 1 1 " k ı ı ı,, 1 1 ı ır.ı olrı ı ı ı l ıydı . Yine de bizimki ler boş durmadı-1 1 1 1 Aı l ı lı Mır t 1 1 1 1 1 1 1 1 1 or ld1(1 1 1 10 göre, masa taşıt görevi göremeye' 11(1 ı r 1dı ı 1 1 l l ı ı ı d r ı r r ırı ı r oşyayı taşımak üzere bir araba yapımına 1 1 1 1 1 1,ı l l l l ı ı ı ı r ı ını.; l ı ı , yolkonl in in bocurgatından aldıkları, eşit büyükl ı ı k l r ık ı ıkı ç . ı r k ı kullanmak istedi . Ne var ki , tekerlekler dişl iydi ve ı l l!J l ı ı r ı k ı r ; ırnaılard ı . Bunun üzerine aradaki boşlukları tahta parc_;. ı lmı !> ık ışt ı rarak kapattı lar, üstüne de madeni bir çember geçircl ı lor . Sonra iki tekerleği bir demir çubukla bi rleşti rip bu dingi l in uıorirıo sağlam kalastan bir taban oturttular. Gerçi pek üstünkörü bir taşıttı ama yine de çok işlerine yaradı . Pek tabi i , at, katır ya da eşek bulunmadığından, çaresiz, kolonin in en güçlü çocu kları , bu üstünkörü arabayı çekmekle görevlendiri l iyorlardı . Ah, bu işte kullanabilecekleri dört ayakl ı ları ele geçirebilseler, işleri ne kadar da kolaylaşırd ı .
Ne yazık ki Chairman Adası ' nda bo l o lan , kuşlard ı , dört ayaklı lar değ i l . Öte yandan, bunlar bulunup ele geçiri lse bi le, Service' in devekuşuna bakıl ı rsa, evcil leşti r i lmeleri pek güç olmayacak mıydı?
Gerçekten de, nandu yabani l iğ inden hiçbir şey yitirmemişti . Yanına yanaştırmıyor, ayaklarıyla, gagasıyla kendini savun uyor, iplerini koparmaya çabalıyordu ve koparabilse, hiç kuşkusuz Tuzak Ormanı 'n ın ağaçları arasına dalıp bir daha da görünmeyecekti ! Ama Service yı lmıyordu. Tabii nanduya, İsviçreli Robinson 'daki Jack' ın devekuşuna verdiği adı , Brausevind adın ı verm işti . Hayvanı evcilleşti rmek için ne yaptıysa boşa gitti , ne iyi , ne kötü davranıştan anlıyordu nandu.
Ne var ki , arkadaşların ın tüm takı lmalarına karşın Service hava izin verir vermez nandusuna binmeye kararl ıydı . 26 Eylü l sa-
- 60 -
bahı , inatçı çocuk binbir güçlükle koşum taktığ ı hayvanına binmeye kalkıştı. Herkes bu i lginç denemeyi izlemek üzere Spor Alanında toplanmıştı. Küçükler bu ağabeye, biraz kaygıyla, bi raz da imrenerek bakıyorlard ı . Şimdi Service'e kendilerini de b indirmesi için yalvarmaktan çekin i r o lmuşlardı . Büyüklerse omuz s i lkip geçiyorlardı . Hatta Gordon tehl ikeli gibi görünen bu gir işimden vazgeçmesini bi le söylemişti ama Service'e i natçı olduğundan söz dinletemedi .
Garnett i le Baxter gözleri örtülü olan hayvanı tutarlarken, Service de bi rkaç kez denedikten sonra nandunun sırtına atlamayı başardı . Sonra pek de g üvenli olmayan bir sesle arkadaşlarına, « Koyverin,» dedi . Gözleri kapatı lmış olan nandu, bacaklarıyla karn ını sararak üzerinde sımsıkı tutmuş çocuğun alt ında önce kıpırtısız durdu. Ama aynı zamanda dizgin işi gören i p çeki l ip gözündeki kapaklar kaldırı l ınca bir sıçrayışta ormanın yolunu tutuverdi . Sonra nandu ş iddetli bir s i lk inişle zaten pek sıkı tutunamayan binicisini üzerinden atıverdi . Ormanda, ağaçların aras ında gözden yitip gitti . Arkadaşları yanına koştuğunda, devekuşu ortal ıkta görünmüyordu. Neyse Service otların üzerine düşmüştü de bir yeri incinmemişt i . Şaşkın şaşkın, «Aptal hayvan ! Aptal hayvan ! Ah, bir el ime geçiri rsem, yok mu!» d iye bağırıyordu.
Doniphan b i r kahkaha koyverdi . «Geçirebileceğin i hiç sanmam ! »
Webb d e , «Anlaşılan, dostun Jack senden daha iyi b in iciymiş,» diye durumu özetledi .
Service, «Ondan deği l , benim nanduyu yeterince evcil leştirecek zamanı m olmadı da onun için . . . » dedi .
Gordon arkadaşını avuttu. «Zaten evcil leşmezdi de. Üzülme Service, nasıl olsa o hayvandan bir şey elde edemeyecektin ve unutma ki romanda da her zaman her olası l ığ ı göze almak sözkonusudur, kazanmayı da, yitirmeyi de . . . »
İ şte bu serüven de böyle son buldu ve küçükler devekuşuna b inemedikleri için hiç de pişman olmadılar.
- 61 -
Kası m ayın ın i lk g ünlerinde hava iyice açtığ ından, Ai le Gölü 'nün batı kıyısına bir keşif kolu yollanmasına karar veri ldi ve hazır l ıklara girişi ld i . Bu kez Gordon da geziye katı l ıyordu. Briant ile Garnett mağarada kalacaklard ı . Onlar döndükten sonra da, Briant gölün aşağı kesimin i incelemeye gidecekti . Böylece 5 Kasım sabahı Gordon, Doniphan, Baxter, Wilcox, Web b , Cross ve Service arkadaşlarına veda edip yola düştüler. Gerçi Moko onlarla gitmiyordu ama, Service nasıl olsa onun yanında yetişmiş sayıl ırd ı , arkadaşların ın karn ın ı doyurmayı üzerine almıştı, k imbi l i r belki devekuşunu da bulabileceğini u muyordu . . . Ayrıca katlanabi l i r lastik botu da yanlarına almışlard ı , çünkü haritada, göle dökülen iki akarsu görülüyord u , belki de bu bot işlerine yarardı . Gordon yanına Baudoin ' in haritasın ın bir kopyasın ı almayı unutmadı . Buna bakı l ı rsa, gölün batı kıyısı on sekiz mil kadar uzunluktaydı. Şu halde üç gün içinde gidip dönebi leceklerd i . İ ki mi l sonra henüz hiç ayak basmadıkları yerlere varmışlardı . Burası s ık çalılarla kaplı olduğundan yürüyüşleri bi raz yavaşlad ı . Phann bu arada yerde yarım düzine kadar delik bulmuştu. Bunlar b i r hayvanın in iydi ama neyin? Boş yere cephane harcamamak iç in deliklerin önünde ateş yaktı lar, içlerinden çıkan bir tür tavşanları baltayla vurdular, üçünü de Phann boğdu. Böylece yemekte bir tavşan kızartmasına kavuşmuş bulunuyorlard ı .
Adanın t ü m bu kesimi , s ık b i r ormanla kaplıydı ve içinden, Yoldere geçiyordu. Burada her türden av pek boldu ve Doniphan kendi n i tutamayıp orta boy bir yabandomuzu vurdu. Saat beşe kadar ormana dalmadan , hemen kıyıcığından yürüdüler. O zaman on iki metre kadar genişl ikteki ikinci akarsu yolların ı kesti . Burada mola vermeyi kararlaştırdılar, ne de olsa gün boyu on iki mil yürümüşlerd i , hiç de az sayılmazdı . Bu arada, akarsuya da Mola Deresi adını vermeyi uygu n buldular. Büyük bir ateş yakıp geceyi orada geçirdiler.
Ne var ki, dereye ad vermek yetmiyor, onu aşmak da gerekiyordu . Burası derin olduğundan, lastik botu şişirdiler. Ancak her
- 62 -
defasında yalnız b i r kişi alabi l iyordu , bu yüzden tam yedi kez gid ip gelmek zorunda kalmış, bu da bir saatten çok sürmüştü . Ama hiç olmazsa yiyecek ve cephaneler ıslanmamıştı ya, gecikmenin önemi yoktu. Phann'a gel ince, o, dereyi yüzerek geçivermişti . Zemin burada bataklık deği ldi , yeniden göl kıyısına doğru yürüyüp saat onqa göle vardılar. Oracıkta karınlarını doyurdu ktan sonra kuzeye yöneldiler. Ancak öğleye doğru, dürbünüyle bakan Doniphan, « İşte adanın öteki kıyısı ," d iye bağırd ı .
Gordon d a , «Aman, h i ç d u rmayal ım, gece basmadan denizi bulal ım,» d iye arkadaşlarına önayak oldu. Kuzeye kadar ön lerinde göz alabi ldiğine, kurak, uzun kumullarla dalgalanan bir d üzlük uzanıyor, yer yer birkaç saz ve kamış kümesi göze çarpıyord u . Artık daha da i leri g itmek hiç gerekm iyordu . Buralarda besbel l i işe yarar herhangi bir kaynak bulunamayacaktı ; zaten Amerika kıtasın ın da adanı n doğu kesiminde olması gerekiyordu. Yine de, hiç olmazsa çölün ucuna kadar gid i ld i . Ne bir ağaç ne de ot, ne yosun ya da kurumuş diken bulabi ldiklerinden , çaresiz ateş yakmadan, yanlarındaki yiyeceklerle yetinip battan iyelerine sarınarak kumlara uzandılar, geceyi öyle geçirdi ler.
Ertesi sabah Auckland Tepesi 'n in hemen hemen kuzey ucuna vardıklarında saat dördü b ulmuştu . Burası Fransız M ağarası 'n ın dolaylarından t i raz daha alçak gibi görünüyordu ama yine de yukarıya tırmanmak olanaksızdı , çok dik sayı l ı rd ı . Ne var k i , çocuklar nasılsa tepenin eteğinden dolanıp Zelanda Deres i 'ne ulaşmak n iyetindeydiler. Az i leride, Yol Dere'n in bir kolu olduğunu tahmin ettikleri bir sel suyuna rasladılar ve yürüyerek geçti ler. Geceyi burada geçirmek üzere sağ yakasında konaklad ı lar. Service o gün vurulmuş olan i ki kuştan , akşam için sakladığını kızarttı , gerçi yemekler tekdüze oluyor, hep kuş kızartması yeniyordu ama başka çaresi var mıydı?
B u arada yemek hazı rlan ı rken Gordon ellyle Baxter' i yanına çağır ıp otlamakta olan bir hayvan sürüsünü işaret ett i . Baxter alçak sesle, «Keçi mi bunlar?» diye sord u .
- 63 -
«Evet, değilse bile benziyor! Yakalamaya çalışal ım . . . » «Canlı olarak mı yakalayacağız?» Sayıları yarım düzine kadar olan bu zarif hayvanlar h içbir
şeyden kuşkulanmamışlard ı . Ansızın bir ıs l ık d uyuldu . Baxter' i n fırlattığı kement , keçilerden bir ine dolanıverdi , ötekilerse ağaçların arasına dalıp gözden yitti ler. Keçi yakalandı . Baxter çok sevinm işti. «Yaşas ın !» diye bağırd ı . «Yaşasın , bunlar keçi m i , Gordon?»
«Sanmam, bunlar galiba vikunya denilen bir tür lama.» «Peki, bu hayvanların sütü içi l i r mi?» «İçi lmesi gerek!» « İy i öyleyse, yaşasın vikunyalar ! » Gordon yanılmıyordu. Gerçekten de vikunya keçiye benzer;
ama bacakları daha uzun, tüyleri kısa ve ipek gibi inceciktir, başı da küçük ve boynuzsuzdur. Bu hayvanlar en çok Amerika Pampalarında, hatta Macellan Körfezi ' ndeki topraklarda yaşarlar.
Onlar yemek yerken bir ağaca bağladıkları vikunya saki n sakin otluyor, yavruları çevresinde hoplayıp zıpl ıyordu.
Ama o gece, çöldeki gece kadar olaysız geçmedi. Ormanın b u kesimi çakallardan daha yırtıcı hayvanların uğrağıydı . Hem u lumaya, hem havlamaya benzediği iç in pek kolaylıkla anlaş ı lan çakal sesinden başka sesler d uyuluyord u . H erhalde bu vahşi hayvanlar geceleri buraya su içmek için gelmeye al ış ıktılar. Başkaların ı bu lunca, korkunç kükremeleriyle hoşnutsuzlukların ı ifade ediyorlard ı . Acaba bu kadarcık la kalacaklar mıydı , yoksa sald ı rıya geçmeye mi hazırlanıyorlardı? Ansızın yirmi adım öteden, karanlıkta kıpı rdayan açık renkl i benekler bel irdi ve o anda bir silah patladı . Doniphan' ın patlattığ ı b u si lahın sesine, büsbütün azgın kükreyişler karşı l ık verd i . H erkes soluğ u n u tutmuş, parmaklar tetikte , bekliyordu. Baxter yanan bir çalı parçasını , kor gibi parlayan o gözlerin belirdiği yöne şiddetle savurdu . Hayvanlardan birine Doniphan'ın kurşunu isabet etmiş olmalı k i , az sonra oradan uzaklaşmış, Tuzak O rmanı 'n ın derin l i klerine dalmışlard ı .
- 64 -
Cross, « Neyse savuştular,» ded i . «Acaba bir daha dönerler mi?"
«Sanmam ama, biz yine de sabah oluncaya dek tetikte bulunal ım.»
Ertesi sabah yola çıktıkları zaman, hayvanlardan birinin yaralanmış olduğunu, yerdeki kan lekesinden anlad ılar. Böylel ikle gece saldıranların jaguar mı, yoksa kugar mı olduğu anlaşı lamadı. Ansızın ağaçların altından, o ldukça iri bir hayvan fırlQdı . Kemendini hazırlamış olan Baxter bir savuruşta hayvanın başından geçivermiş, onu yakalamıştı. Ama hayvan çok güçlüydü. Gordon , Wilcox ile Service de yardımına koşup ipe yapışmamış olsalard ı , Baxter' i sürükler götürürd ü . Hemen ardından, Doniphan i le arkadaşları gözüktü.
Doniphan, « Pis hayvan , nasıl da kaçırdım onu! . . » « Üzülme, Baxter yakaladı işte, hem de canl ı olarak.» « Ne önemi var, nasılsa öldürecek değil miydi k?» Gordon karşı koydu, « N e diye öldürel im? Tam elverişl i bir
koşum hayvanı bulmuşuz madem? Bu bir ganako, Güney Amerika haralarında pek rağbet görürmüş.»
Gerçi doğa bi l iminde ganako d eveler sınıfından sayı l ır ama asl ında deveye hiç benzemez. U zu n boylu, ince başı, uzun ve sıska bacakları - ki bu, çevik olduğunun belirtisid i r - , beyaz benekli postuyla, Amerikan ırkının en g üzel atlarından hiç de aşağı kalmaz.
Saat altıya doğru Fransız Mağ arası 'na vardı lar. Spor Alanı 'nda oynamakta olan küçük Costar, Gordon'un
gel işini haber verdi . Hemen Briant i le ötekiler, koşup birkaç gündür görmedikleri gezgin arkadaşlarını sevinçle karşı ladılar.
1 4
Gordon'un yokluğunda Fransız M ağarası ' nda işler yolunda
- 65 - İki Yı l Okul Tatili / F: 5
gitmişti . B riant çocukları çok seviyor, onlara çok iyi davranmayı biliyordu . Şu son günlerde Jacques' ı yine sıkıştırmıştı ama, boşuna. H içbir yanıt alamamıştı. « Konuşmak istemiyorsun demek, Jacques. Oysa yüreğindekileri bana anlatsaydı n , ne kadar ferahlardın bir bi lesin? Bakıyorum suratın g ittikçe asıl ıyor, gü lmeyi unuttun . Hadi bakayım , bak ben senin ağabeyin i m . Bu derdin in nedenin i öğrenmeye hakkım var, deği l mi? Gizlenmeye uğraştığ ın bir kabahatin mi var yoksa? Anlat bana.»
Sonunda Jacques içini kem i ren vicdan azabına daha fazla karşı koyamıyormuş gib i , dayanamadı . «Ağabey," dedi . « İş lediğ im suçu sana anlatsam belki ben i bağışlars ın ama ya ötekiler?»
«Ötekiler mi? Ne demek istiyorsun Jacques?» Çocuğun gözlerinden yaşlar fışkırmaya başlad ı , ama ağabe
yinin ısrarına karş ın , sadece şu kadarcığını söyledi . « Daha sonra öğrenirsin . . . Daha sonra! . . » Bu yanıt, Briant' ı büsbütün meraklandırmıştı . Jacques'ın
geçmişinde bu derece ciddi nasıl b ir olay bulunabil irdi k i . . . i şte bunu ne pahasına olursa olsun öğrenmek istiyordu . Gardan döner dönmez, küçüğün ağzından zorla alabi ldiği bu sözleri ona açtı ve araya girmesi ricasında bulundu. Ama Gardan sağduyu gösteren bir davranışla, «Yok can ım, neye yarar? En iyisi Jacques' ı kendi haline bırakmak bence . İş lediği kabahate gel ince, kuşkusuz, pek önemsiz b ir şey olmalı , abartıyor. Bekleyel im kendisi açı ls ın , daha iyi ! » dedi .
9 Kasım günü, yeniden iş başı yapı ld ı . Zaten görülecek çok iş vard ı . Her şeyden önce, Moka ki lerin boşalmaya başladığından yakınıyordu. Gerçi sık sık kuş, bal ık avlanmıyor deği ldi ama eksik l iğ i duyulan , asıl büyük av hayvanıydı . Bu yüzden kurşun ya da barut harcamaksızın vikunya, yaban domuzu gibi hayvanları avlamak üzere, sağlam tuzaklar hazırlanması gerekiyordu. işte kasım ayı , yani kuzey yarımküresindeki mayıs ayı , hep bu çal ışmalarla geçti . Ganako, vikunya ile iki yavrusu gel ir gelmez,
- 66 -
mağaraya en yakın ağaçların altı na, rahatça gezinebilmeleri için uzun i plerle bağlanmışlard ı . Ne var ki, kış gelmeden onları daha elveriş l i b ir barınağa yerleştirmek zorundaydılar. Auckland Tepesi 'n in eteğine gölden yana, holün kapısının az ötesine, yüksek tahtaperdelerle çevri l i bir ahır yapmaya karar verdiler.
Artık , M oko'nun mutfağı hem vikunyaların sütüyle, hem de kümesteki yumurtalarla zenginleşmiş bulunmaktaydı . Arasıra kendi buluşu olan yeni yeni yemekler yapmaktan da geri kalmıyordu M i ço. Kısacası Chairman Adası , halkına hiç olmazsa geçimlerin i sağlayacak kadar yiyecek veriyordu . Eksikl iği duyulan, taze sebzeydi . Gerçi yüz kutu kadar konserve sebzeleri vardı ama bunu da çok dikkatli harcamak zorundaydı lar. Bereket Aile Gölü ' n ü n kıyılarında bol bol kereviz yetişiyord u da, taze sebze yerini tutabil iyordu. Ayrıca göl ve dere bol bol bal ık sağlıyordu. He le sombalıkları Zelanda Deresi boyunca çıkmaya başlasınlar, o zaman Moko bu bal ıklardan bol bol tuzlama yapıp kışa da saklayacaktı. Öte yandan, Gordon' u n isteği üzerine Baxter esnek dişbudak dallarıyla yay ve ucuna çivi taktığ ı kamışlarla da ok yapmaya başladı . Böylece avcı lar arasıra okla da avlanır oldular. Ancak cansıkıcı bir durum vardı : Bu yörenin ti lki leri , Avrupa ti lkilerinden de daha kurnazdı . Kümes hayvanlarını hiç rahat bırakmıyorlard ı . Bunlara tuzak kurarak başedilemiyordu. Bu yüzden Gordon çaresiz, avcılara kurşun ve barut vermek zorunda kald ı .
15 Aral ık günü, Slugi Körfezi 'ne büyük bir gezi düzenlendi . Hava pek güzel olduğundan, Gordon bu geziye herkesin katılmasına karar verd i . Bu gezin in başlıca amacı soğuk mevsimde kıyıya gelen fokları avlamakt ı . Gerçekten de uzun kış gecelerinde çok harcandığından, aydınlanma stokları azalmaya yüz tutmuştu. Fransız kazazedesinin yapmış olduğu mumlardan ancak iki üç düzine kalmıştı . Slugi'nin fıçıları nda bulunan ve holdeki fenerlerde kul lanı lan yağınsa çoğ u g itmişti ve bu durum Gordon'un canını sıkıyordu. Gerçi M o ko av hayvanların ın , kemirgenlerin , geviş getirenlerin ve kuşların sağladığı içyağın ın çoğunu
- 6 7 -
depolamaktaydı , ama her gün tüketi ldiğinden, bu stokun da çabucak eriyeceğine hiç kuşku yoktu. Peki, bunların yerine doğanın hemen hemen hazır olarak sunduğu başka bir maddeyi koymanın yolu bulunamaz mıydı? Evet, eğer avcılar sıcak mevsimde gelip Slugi Körfezi'ne vuran o foklardan, kürklü denizayılarından yeterince vurabil irlerse, bu hayvanların yağı bütün kışın ayd ın lanma gereksinmesini rahatça karşı lard ı .
B i r süredi r Service i le Garnett ik i ganakoyu koşum hayvanı olarak yetiştirmeyi başarmışlard ı . Baxter onlara kal ın yelken bezine sarı lmış samandan bir eyer yapmıştı . O gün arabaya, cephane, yiyecek ve gereçler, bu arada yarım düzine kadar boş vari l yüklendi, dönüşte fokyağıyla doldurmak üzere . Gerçekten de yakalayacakları fokları Fransız Mağarası 'na dek taşımanın anlamı yoktu, çevreyi pis kokularıyla berbat ederlerd i . En iyisi oracıkta yağını alıvermek olacaktı. . .
G ü n doğarken yola çıktı lar. İ l k i k i saat olaysız geçti . Asıl güçlük ormanı n ağaçları arasına giri nce başladı . Dole i le Costar yorulmuşlard ı , bu yüzden Gordon, Briant' ın isteği üzerine, bi raz dinlenmeleri iç in onları arabaya bindi rmeye razı oldu. Saat sekize doğru, i leriden giden Cross i le Webb' in haykırışlarına koştular. Ormanı n kıyıcığındaki batakl ığın ortas ında, yüz adım kadar ötede, koskoca bir hayvan yere yayı lmıştı . Doniphan onu hemen tanıdı . Semiz ve yağl ı b ir suaygırıydı bu, neyseki avcı, tüfeğin i ateşlemeye davrandığı an, batakl ığ ın çevresindeki sık çal ı lara dalıp gözden yitti de canın ı kurtarabi ld i . Zaten bu hayvancağızı vurmakta ne yarar vardı ki !
Dole bu koskocaman hayvandan ürkmüştü . « Nedir bu kocaman hayvan?» diye sordu. Gordon karşı l ık verd i . «Suaygır ı , yani b i r tür suatı .» Costar da, «Ama ata hiç benzemiyor ki , buna sudomuzu
dense daha iyi olurdu,» d iye düşüncesini açıkladı ve bu pek yerinde sözler küçük topluluğu çok güldürdü. Slugi Körfezi 'n in kumsalına çıktıklarında saat onu bi raz geçiyordu. Derenin kıyı-
- 68 -
sında, yatın parçalanmasından sonra çadır kurdukları yerde mola verdiler. Yüz kadar fok, oralarda, kayaların arasında oynaşıyor ya da güneşleniyordu. Hatta aralarında kumda yuvarlananlar bile vardı .
Çabucak yemek yedikten sonra, tam foklar öğle güneşinde ısınmak üzere kumsala yayı l ırken, büyükler bu hayvan ları avlamaya hazırlandılar. Her şeyden önce, fokların deniz yönünden kaçış yolunu tutmak önemliyd i . Avı yönetmeyi ü stlenen Doniphan, önce derenin ağzına kadar tümseğin ardına gizlenerek inmelerin i önerd i . Genç avcı lar, birb i rlerinden otuzar kırkar adım aral ıklarla, çok geçmeden kumsalla deniz arasında b i r yarım daire oluşturdular. Sonra Doniphan' ı n bir işareti üzerine tüfekler aynı anda patladı ve her atışta bir hayvan vuruldu. Vurulmayanlar, kuyruklarını ve yüzgeçleri ni sallayarak diki ldi ler. Bu kıyım ancak bi rkaç dakika sürd ü . Canını kurtarabi len foklar, son kayaların altında denize dal ıp yitti ler. Kumsalda yirmi kadar ö lü ve yaralı bırakmışlardı. Av çok başarı l ı geçmiş demekti . Ve avcılar kamp yerine dönüp bir buçuk gün geçirmek üzere ağaçların altına yerleşti ler. Öğleden sonra oldukça tiksindirici b ir iş onları bekliyordu. Ama o derecede de gerekli olduğundan, ister istemez herkes katı ld ı . Her şeyden önce kayal ıklara düşmüş fokların kuma sürüklenmeleri gerekiyordu. Gerçi pek iyi sayılmazlardı ama yine de çok ağırdılar, bu iş hiç de kolay olmadı. Bu arada Moko da iki büyük taş arasına yakı lan ateşin üzerine kazan ı oturtmuştu. Fokların iki buçuk üç ki loluk parçalara doğranmış etleri, denizin alçaldığı s ırada dereden alınan tatlı suyla dolduru lmuş olan kazana atı l ıyordu. Kazan kaynayınca, suyun yüzeyine yayılan açık renkli yağ al ınıp fıçılara dolduru ldu.
Çevreye dayanı lmaz bir koku saçı l ıyordu. Herkes burnunu tıkıyordu ama kulaklar tıkanmadığından, bu pis iş kokusunda yapı lan şakalara gülmeden edemiyorlardı.
Ertesi sabah şafak sökerken toplandılar, zaten bir akşam önceden fıçıları, araç gereçleri arabaya yüklemişlerd i . Dönüşte yük
- 69 -
daha da ağırlaştığından, ganakoiar geldikleri g ib i h ızlı çekemezlerdi arabayı , üstel ik yol da hafifçe yokuştu . Onlar k ıyıdan ayrı l ı rken , doğan ve şahin g ib i yırtıcı kuş sürüleri , çığl ık çığl ığa fokların kalıntı larına in iyorlard ı , çok geçmeden hepsini yiyip biti receklerd i .
Auckland Tepesi 'nde dalgalanan İngiliz bayrağını s o n b i r kez selamladıktan ve Büyük O kyanus ufkunu bakışlarıyla son bir kez taradıktan sonra küçük toplu luk, Zelanda Deresi 'n in sağ kıyısı boyunca yürüyüşe geçti . Ertesi günler her zamanki iş lerle uğraşıldı .
Bu arada, Anglosaksonların onca coşkuyla kutladıkları d insel yortu günü, Noel yaklaşıyordu . 25 ve 26 Aral ık günleri tatil ilan edi ld i , o iki gün çalışı lmayacakt ı .
Sonunda beklenen gün geldi çatt ı . Baxter i le Wilcox holün kapıs ın ı , Slugi'n in renk renk flamalarıyla, bayraklarıyla süslemiş, içeriye b ir bayram havası vermişlerd i . Güzel b i r beyaz örtü örtülmüş masanın üzerine tam orta yere, kocaman bir saksı içinde bir Noel ağacı d ik i lmiş , dalları da İng i l iz, Amerikan ve Fransız bayrakların ın renkleriyle süslenmişti . Gerçekten de Moko, aşçıbaşı olarak tüm ustal ığını ortaya dökmüş bulunuyordu ve gerek kendisine, gerekse yardımcı Service'e söylen i len övgü dolu sözlerden pek duygulandı . Av etleriyle , sebze konserveleriyle, tatl ısıyla, çayı , kahvesi, l i körüyle, Chairman Adası 'nda bu i lk Noel yemeği gerçekten pek görkemli o lmuştu.
Sekiz gün sonra 1 86 1 yı l ı başlıyordu ve güney yarımküresinde yı lbaşı yaz ortası kutlanmış olmaktayd ı . Slugi kazazedelerinin, Yeni Zelanda'dan bin sekiz yüz deniz mili uzaktaki b u adaya çıkışın ın üzerinden on aya yakın b i r zaman geçmiş oluyordu. Demek oluyor k i , beklemek, beklemek ve Fransız M ağarası 'n ı daha rahat yaşanır b i r hale geti rmek üzere çalışmaktan başka yapacak şey yoktur. Sonra kış yaklaştığ ından, başka işler olduğu içi n , bu yaz olmasa bi le gelecek yaz, Chairman Adası 'n ın her yanın ı gezip keşfedeceklerd i .
70 -
Bir gün B riant, Gordon'a b u konuyu başka bir açıdan açtı : «Gerçi Fransızın haritası ş imdiye dek hep doğru çıktı ama, bence yine de doğu kesimin i bir incelemekte yarar var. Biz im el imizde güçlü dürbünler bu lunuyor. Baudoin'da bunlar yoktu. Belki de uzakları tararsak, b i r kara parçası f i lan görebi l i riz? N eden olmasın?»
Gardan , «Hep aynı düşüncede direniyorsun, öyle mi Briant? Buradan ayrı lma umudunu yitirmiş değ i ls in bakıyorum?» dedi .
« Evet, Gardan. Asl ında senin de benim gib i düşündüğünü pekala bi l iyorum. Tüm çabalarımızı en k ısa zamanda buradan g itmeye yöneltmemiz doğru olmaz mı sence?»
« Pekala, madem bu nca d iretiyorsun, bir gezi düzenleyel im bakal ı m .»
« Hepimiz katılacak mıy ız?» «Hayır, bence altı yedi arkadaş . . . » «O bi le çok, Gardan. O zaman gölü kuzeyden ya da güney
den dolanmak zorunda kal ır ız. Boşuna yorgunluk o lur." « Peki, sen ne öneriyorsun?» « Fransız Mağarası 'n ın önünden kayığa binerek karşı kıyıya
u laşmayı . Bunun için de ancak i ki üç kişi g idebi l i r .» « Peki , kayığ ı k im ku l lanacak?» « Moka tekne kul lanmayı b i l iyor ya! Ben de bi raz anl ıyorum,
rüzgar elverdiğ inde yelken açarak, yoksa kürekle, haritaya bakıl ı rsa gölün ancak beş altı m i l uzun luğundaki bu kes imin i kolayca aşar, yine haritaya göre doğu ormanlarından geçen akarsuyun ağzına dek inebi l i riz.»
« Peki B riant, öyle olsun, başka kim gelecek sizin le? Ü çüncü kim olacak? Doniphan d iyemiyorum, pek iyi anlaşamıyorsunuz ik in iz.»
«Yok canı m , bana göre hava hoş, isterse gels i n . Asl ında içinde kötü lük yok o çocuğun, hem gözüpek, hem becer ik l i . Eğer k ıskançl ığı o lmasa, doğrusu kusursuz bir arkadaştır . Zaten yavaş yavaş o da anlayacak, benim kimsenin önüne ya da üstü-
- 71 -
ne geçmeye çabalamadığımı görecek. H iç kuşkum yok, onunla ikimiz dünyanı n en candan iki dostu olacağız. Ama ben aslında yol arkadaşı olarak bir başkasını düşünmüştüm.»
«Ki mi?» «Kardeşim Jacques' ı . Durumu beni gittikçe daha çok kaygı
landırıyor. Besbelli söylemek istemediği bir kabahatı var onun. İçi iç in i yiyor. Belki de bu gezi s ırasında, benimle yalnız kalır-sa . . . "
« Haklıs ın , Briant. Peki, Jacques' ı da götür ve bugünden tezi yok, hazırl ıklara girişin . . . »
«Uzun sürmez zaten, iki üç günde döneriz sanıyorum.» M iço bir süre için aşçıbaşı l ığ ı unutup kayık kaptanl ığına geti
ri leceğini öğrenince pek sevindi . 4 Şubatta, sabah sekize doğru, Briant, Jacques ve Moko ar
kadaşlarına veda edip kayığa bindi ler. H ava çok güL.eld i , g üneybatıdan hafif bir yel esiyordu . Yelken açı ldı ve Moko da geriye, dümen başına geçti. Moko geride, Briant ortadaydı, yelken ipini tutuyordu. Jacques da başa geçmiş, d i reğin dibine oturm uştu . Bir saat daha Auckland Tepesi 'n in yükselti leri göründü, sonra ufukta alçalıp s i l indiler. Bu arada gölün karşı yakası henüz seçilemiyordu ama pek uzakta olmaması gerekirdi. Ne yazık ki, her zaman olduğu gibi , güneş yükselip ısıttıkça, rüzgar büsbütün kesi lmişti. Küreklere asıldı lar. Denizin ortasındaymış gibi , dört b i r yanlarında kara görünmüyord u . Jacques tüm dikkatiyle mağaran ın karşı yakasına düşen doğuya dikmişti gözlerin i , kıyıyı görebi lmeyi u muyordu. Saat dörde doğru kıyı göründü, oldukça alçaktı . Demek bunun için Briant, Yalancı Deniz Burnu' ndan baktığ ında burasının göl olduğunu anlayamamıştı . Ve demek ki Chai rman Adası ' nda Auckland Tepesi' nden başka yüksekli k yoktu. Briant i le Moko hem vargüçleriyle kürek çekiyor, hem de ter döküyorlard ı , çünkü hava iyice ıs ınmıştı, gölün yüzeyi ayna g ibiydi . Dibindeki yosunlar, balıklar görünüyord u . Akşam altıya doğru kıyıya vardı lar. Burası haritada gösteri len dereydi . Bir ad vermeleri
- 72 -
gerekecekti , adanın doğusunda bulunduğuna göre, ona Doğu Deresi dediler. Şimdi derenin akışına kapıl ıp ağzına kadar inebil i rlerdi . Ama en iyisi geceyi orada geçir ip bu işi ertesi güne bırakmak olacaktı . Böylece derenin i lk kıyısını da gündüz gözüyle görebi l i rlerd i .
Sabah altıda kalk ıp yeniden yola koyuldular . Birkaç dakikada kayığa binip derenin akışına kendilerini kaptırmışlard ı . Akıntı oldukça güçlüydü. Küreklere gerek duyulmuyord u . Moko'nun tahminine göre saatte bir mi l i aşkın bir hızla gid iyorlardı ve dere, pusulaya bakıl ırsa, doğu - kuzey doğu yönünde bir doğru çizmekteydi . Yatağı da Zelanda Deresi 'n in yatağından daha derin ve dard ı , bu yüzden h ızlı akıyordu . Briant' ın tüm korkusu, arada çaylanların , burgaçların olmasıydı . İ ki yanda sık ormanlar uzanıyordu. Burası , Chairman Adası ' n ı n batı kesiminden bambaşka bir görünümdeyd i ! Evet, tam Slugi Körfezi 'n in h izasında, burada da derin bir körfez açı lmıştı . Ama geniş kumsal yerine, kıyıdan dimdik kayalar yüksel iyordu ve içlerinde en az yirmi mağara olmalıydı h erhalde.
Bu kıyının özel l iğ i , granit kayaların bolluğuydu. Bu kayaların darmadağın yığı l ış ı insan el inden çıkma değild i . İçlerine derin derin g irinti ler, mağaralar oyulmuştu . Küçük topluluk burada yaşasaydı , ne hol , ne ambar sıkıntısı çekerd i . Yarım mi l l ik bir mesafe içinde Briant bir düzine kadar mağ ara saymışt ı . Peki acaba? Herhalde önce mağaraya yerleşmiş , sonra bu kıyıya gelmiş olmal ıyd ı . Ve orasının açık denizden esen rüzgarlara karşı daha iyi korunduğunu düşünerek terketmeye yanaşmamış olmalıyd ı . Başka açıklaması yoktu bunun. Saat ikiye doğru, g üneş alçalmaya başladığından, kayaların tepesine tırmanıp çevreye göz gezdirdi ler. Aile Gölü'ne dek, göz alabi ldiğine ormandı . Tam dönecekleri s ı rada, Moko, Briant' ı durdurdu , «Bakın , bakın orada ne var acaba?» dedi .
Gerçekten ta uzakta, ufkun b i raz yukarısında beyazımtırak bir leke parı ldıyordu . Ne yeri, ne biçimi değişiyordu. Belki de bir
- 73 -
dağdı ama dağa benzemiyordu . B irkaç saniye sonra güneş batıya doğru alçaldıkça leke de gözden yitt i . Ta uzaklarda bir kara parçası mı vard ı , yoksa sadece suyun parıltısından doğan bir göz aldanması mı olmuştu? Üçü birden bu ikinci varsayımı benimsediler ama B riant yine de için için umutlanmamış deği ldi . Akşam yemeğ inden sonra, yola çıkma saatine dek Briant i le Jacques kumsalda bir gezi yaptı lar. M oka da derenin sol yakası boyunca çıkıp biraz fıstık kozalağı toplamak istedi . Kıyı yarı karanl ığa gömülmüştü. Briant i le kardeşi henüz dönmemişlerdi. Ansızın Moko' nun kulağına birtakım ini lt i ler geldi , gördükleri karşısında olduğu yerde mıh lanmış g ib i kalakald ı .
Jacques ağabeyinin önünde diz çökmüş yalvarıyordu . Duyduğu in i lti ler buydu demek ! Moka usulca geri çekilmek istedi ama geç kalmıştı . Her şeyi işitmiş anlamış bulunuyordu. Jacques' ı n işlediği suçu öğrenmişti art ık . Briant bağırıyordu .
«Hain ! Demek sendin ha? . . B u n u yapan sendin ha? H e r şey senin yüzünden oldu demek ! »
« Bağışla beni , ağabeyciğ im, ne olursun, bağışla ben i ! » «Aman kimse duymasın bu yaptığ ın ı . Onlar seni bağışla
maz. Demek bunun için arkadaşlarına yanaşmıyor, onlardan çekin iyord u n ! »
Moka tüm bunları duymamış , bi lmemiş olmak için çok şey verirdi ama artık iş işten geçmişti . Briant'a karşı da b i lmezl ikten gelemez, böyle bir sahteci l ikten öles iye utanırd ı . Yalnız kaldık larında, dayanamadı .
« Bay Briant, ben h e r şeyi d u y d u m , o n u bağ ışlamal ıs ın ız . . . » dedi .
« İyi ama, Moka, ötekiler bağışlar mı bakal ım?» «Bi lmesinler daha iyi , ben k imseye bir şey söylemem.» Briant bundan sonra kardeşiyle hiç konuşmadı , zaten o da
ağabeyinin ısrarlarına dayanamay ı p suçunu açıkladığından beri büsbütün çökmüş gib iydi . Akşam altıya doğru arkadaşların ın yanına döndüler . Briant ve Jacques çok üzgündüler.
- 74 -
1 5
Jacques i le aralarında geçen sahneden Briant, Gordon'a bile tek söz açmadı; buna karşın gezinin sonucunu arkadaşlarına ayrıntılarıyla an latt ı . Görünürde bir kara yoktu ama, o beyazımtırak lekeye de değinmeden geçmedi . Büyük bir olası l ık la, bir sis kıvrımından ibaretti . Yeniden Düşkır ıkl ığı Körfezi'ne gidi ld iğ inde işin asl ın ı öğrenmek herhalde yerinde olacaktı . Kısacası , Chairman Adası 'na yakın hiçbir kara parçası bulamayacaklarına göre, dışarıdan i mdat gelinceye dek, yaşam kavgasın ı yiğitçe sürdürmeleri gerekiyordu .
Bir yandan kış hazı r l ıkları i lerl iyordu. Bo l bo l odun toplamak gerekmekteydi . Bu çal ışmalar bir yandan da derslerin i lerlemesine engel oluyordu . Doniphan yine hep kendini gösterme çabasında olduğundan arkadaşları onu pek tutmuyorlardı . Tabi i en yakın üçü, Cross, Webb ve Wi lcox dışındakiler . . . Başkanl ı k seçimi yaklaştığından Doniphan, Gordon'un yerine göz d ikmişti, başkanl ığ ın kendi hakkı olduğu kanısındaydı . Ama çoğunluğu sağlayacağ ı kuşkuluydu.
Şu dü nyada her şey ne kadar da önemsiz ayrıntılara bağl ıdır ! Gerçekte şu çocuk toplu luğu, toplumun bir aynası deği l miydi ve daha yaşamın baş lang ıcında çocuklar, «yarının büyükleri» oldukların ı kanıtlamıyorlar mıydı?
Briant'a gelince, onun bu gibi şeylerle i lgi lendiği yoktu , durmadan çal ışıyor, kardeşini de çalıştırıyordu. Sanki ik is inin de yerine geti r i lmesi gereken özel bir görevi vardı .
Bu arada günler sadece dersle, çal ışmakla geçmiyordu. Programda oyuna, eğlenceye de yer ayrı lmış , sağlam kafanın sağlam bedende bulunacağı unutulmamıştı . Küçüklü büy'iklü herkes spor yapıyor, ağaçlara tırmanıyor, sır ıkla uzun atl ıyor, gölde yüzüyordu ve yüzme bi lmeyenler, koşular düzenliyorlar, bir inci gelene ödül veriyorlard ı . Bu arada, yere diki len kazıklara hal-
- 75 -
ka geçirenlerin sayı yaptığı bir takım oyun unda, Doniphan, Webb, Wilcox ve Cross'tan oluşan takım , Briant, Baxter, Garnette ve Service' in takımına Briant ' ın yaptığı son atışla yenik düşünce, Doniphan mızıkçı l ık çıkard ı . B riant' ı n hi le yaptığını , halkayı atarken, çizg iden öne geçtiğini öne sürdü. Briant çok kızmıştı .
« Doğru değil bu ama doğru b i le olsa, isteyerek h i le yapmış deği l im ben. Belki de farkında olmayarak öne çıkmışımdır, herhalde böyle bir suçlamaya katlanamam. Zaten işte size kanıtı . Bakın , ayakkabılarımın izi nerede, çizgiyi aşmamışım, gördünüz mü? Ve Doniphan yalan söyledi , işte her şey ortada.»
Bunun üzerine Doniphan ağır ağır arkadaşına yaklaştı. « N e dedin, ne dedin? Ben yalancı mıyım?» Webb ve Cross onun arkasında, Service ile Baxter de Bri
ant ' ın arkasında yer almış, çıkacak kavgada arkadaşların ı desteklemeye hazırlan ıyorlardı . Doniphan ceketini çıkarmışt ı . Kolların ı da dirseklerine kadar sıvamış, mendi l in i yumruğuna sarmış, boks yapacak bir durum almışt ı .
Yeniden kendini toplayıp soğukkanl ı l ığına kavuşan Briant ise bir arkadaşıyla dövüşüp küçüklere kötü örnek olmaktan, tiks in iyormuş gibi kıpırdamadan, öylece duruyordu.
«Beni aşağı lamakla haksızl ı k ett in, Doniphan. Şimdi de bana meydan okumakla hiç iyi davranmıyorsun, bak söyleyeyim . . . »
« Doğru ya, zaten al ınıp da karş ı l ık vermeyecek kiş ilere mey-dan okumak, gerçekten doğru bir davranış değ i l ! »
« Evet, karşı l ık vermeyi uygun bu lmuyorum da ondan.» «Sen asl ında korkağın bir is in .» «Ben ! . . Ben mi korkağı n biriyim?» « Evet korkaksın işte . . . » Bunun üzerine Briant da kolların ı sıvayıp Doniphan' ın üzeri
ne yürüdü. Briant ise bir Fransız ol:ıra.k bu yumruklaşmayı oldum olası sevmemişti. Bu yüzden her ikisi de eşit boyda, eşit
- 76 -
güçte olmalarına karşı n , usta bir boksçu olan rakib ine oranla daha zayıf durumdayd ı .
Tam yumruklar işlemeye başlıyordu k i , Dole' un koşarak ha-ber verdiği Gordon, zamanında yetişti ve araya g ird i .
« Briant! Doniphan ! . .» diye bağırd ı . Doniphan, «Ama bana yalancı d e d i o ! . .» d iye atıldı . « Doniphan da bana hi le yaptığ ı m ı söyledi . Üstel ik 'korkak' di-
yerek bir de hakaret ett i .» Bu arada iki rakip biraz gerilemişti. Briant kolların ı kavuştur
muş, Doniphan da boksör duruşuyla diki lmişti . Gordon ile ötekilerse çevrelerini sarmıştı . O zaman Gordon sert b ir sesle, « Doniphan, ben Briant' ı iyi tanırım ! . . M utlaka kavgayı çıkaran o değildir ! . . İ lk anlaş mazl ı k senin altından çıkmıştır, hiç kuşkum yok,» dedi.
Doniphan da karşı l ık verdi . «Tabii ya, Gardan, ben de seni iyi tan ırı m , her zaman Briant'dan yana çıkarsın . . . Hep bana karşı cephe almaya hazırsınd ır. .. »
Gardan, « Evet. . . Sen hak ettikçe . . . » karşı l ığ ını verd i . «Öyle olsun, ama kavgayı ister b e n çıkarmış olayım , ister Bri
ant, dövüşmeye yanaşmadıkça bir korkak sayı l ır .» Gardan, «Ya sen, Doniphan ,» dedi . «Sen de arkadaşlarına
kötü örnek olmakla pek mi yiğitl ik gösterdiğin i sanıyorsun? Evet, içinde bulunduğumuz şu pek ciddi durumda, aramızdan biri durmadan kavga, durmadan ayrı l ı k çıkarmaya bakıyor! Durmadan içimizden en iyisine takı l ıyor ! . .»
Doniphan hiç oralı olmadı . «Briant, Gordon'a teşekkür et ve hadi bakal ım, kendin i kolla ! »
Gardan yine araya gird i . « H ayır, olmaz. Ben, başkanın ızım, aranızda herhangi b ir şiddet gösterisine iz in vereme m ! »
Ötekiler d e , yani Webb, Wilcox v e Cross'un dışında kalanlar, hep bir ağızdan bağrıştılar.
« Evet ! . . Evet! . . Yaşasın Gard a n ! Yaşası n Briant ! » Bu hemen hemen oybirl iği karşısında boyun eğmekten baş-
- 77 -
ka çare yoktu . Briant hole döndü ve akşam, yatma zamanı Doniphan da geldiğinde, bu o laya hiç değ i n medi , oralı bile olmadı . Ama Doniphan' ın için için d i ş bi lediği , Briant'a karşı d uyduğu kıskançl ığ ın büsbütün artt ığ ı ve s ı rası geldiğinde, Gordon'un verdiği bu dersi unutmayacağı anlaşı l ıyord u . Zaten Gordon'un barıştırma gir işimlerine de kulak asmad ı , barışmaya yanaşmadı . Gerçekten de bu anlaşmazl ı k p e k yersiz v e cansıkıcıydı . Gelecekte bir ayrı l ı k yaratmasından korkul urd u . Bununla b i r l ikte bu konu bir daha h iç açı lmadan kış hazır l ıkları sürdürüldü.
Mayıs ın 25' inde i lk kar yağmaya başladı , geçen yı la oran la birkaç gün erken gelmişti . Bundan, k ış ın daha şiddetl i geçeceği sonucu çıkartı labi l i r miydi acaba? Neyse ki Fransız M ağarası ' n d a sıcağın d a , ayd ın l ığ ın d a , yiyeceğin de yokluğu duyulmuyordu. Birkaç haftadır kal ın giysi ler dağıtı l mıştı ve Gordon, özel l ikle sağ l ı k koşul lar ına sıkı s ıkıya uyulması iç in büyük titiz l ik gösteriyordu. Üste l ik , toplu lukta için için bir kaynaşma göze çarpmaktaydı , çünkü H aziran ın 1 0'unda, Gordon'un bir y ı l l ık başkanl ı k süresi dolacak, yerine yenisi seçi lecekti . Gizl i gizli konuşmalar oluyor, hazı r l ık lar yapıl ıyord u . B i l indiği gibi Gordon bu işlere karş ı i lg isiz durmaktaydı . Seçi ls in seçi lmesin onun umuru nda deği l d i .
10 H aziran günü geld i çatt ı . Oylama öğleden sonra yapılacakt ı . Herkes oy verdiği kişinin adını b i r pusulaya yazacak , kim en çok oy almışsa o başkan o lacaktı .
Oylama saat ikide Gordon'un yönetiminde başladı ve Anglosakson ı rk ın ın bu tür o laylarda gösterdiği o ciddi l ik le yapı ld ı .
Briant . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Doniphan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Gordon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
sekiz oy. üç oy. b i r oy.
Gordon da, Doniphan da oy ku l lanmak istememişlerd i . Briant ise oyunu Gordon'a vermişt i . Bu sonucu ald ığ ınd a Donip-
- 78 -
han düştüğ ü derin düş kır ık l ığ ın ı ve öfkeyi bel l i etmeden geçemedi . Oy çokluğunu aldığına pek şaşıran Briant ise önce bu onuru geri çevirecek oldu ama sonra herhalde aklına bir şey geldi k i , kardeşi Jacques'a bir göz attı ve « Peki arkadaşlar, kabul ediyoru m ! » dedi.
O günden başlayarak Briant b ir y ı l l ığ ına Chairman Adası 'n ın başkanıydı artık .
1 6
Mağarada o tekdüze kış yaşantısı yeniden başlamıştı . Ağustosun i lk on beş günü ıs ı s ıf ır ın alt ında otuz dereceye
düşüverd i . H avada en ufak bir esinti b i le yoktu , korkunç b i r ayazd ı . Bu dönemde küçüklerin mağaradan d ışarı çıkmaları kes in l ikle yasakland ı . Büyüklerse ancak pek gerektiğinde, özel l ikle ahır ve kümes ocaklarına odun atmak için çıkıyorlard ı . Neyse ki soğuklar uzun sürmedi. 6 Ağustostan sonra müthiş b ir fırtına patlak verd i . Ama bunun mağaraya pek zararı dokunmadı . Bu arada fırt ına b i r bakıma çocuklara yard ım etmiş sayı l ı rd ı , çünkü fırtına sırasında birçok ağaç devri ld i ve odun toplayanların işi böylelikle kolaylaşmış o ldu .
25 Ağustosta, saat on b i re doğru, İversen, Dole ve Costar'ı Moko ile Phann'a emanet eden büyükler, göl üzerinde paten kaymaya elverişl i bir yer bul mak üzere mağaradan ayr ı ld ı lar. Ne var ki , Fransız Mağarası önünde buzlar y ığ ı l ı olduğundan böyle bir yer bulmak için Tuzak Ormanı 'na doğru üç mil kadar yürümeleri gerekti . Orada tam istedikleri genişl ikte bir alan bulup kaymaya başlad ı lar . Briant ile Gordon kaymıyorlard ı , oraya da sadece herhangi b i r ihtiyatsızl ı ğ ı önlemek, b i r tersl ik çıkarsa e lkoymak üzere gelmişler, hatta Briant uzaklaşan o lursa çağırmak üzere yat ın borazanlarından b i rin i yanına almayı bi le unutmamıştı. İçlerinde hiç kuşkusuz en usta patenciler, Doniphan ile Cross
- 79 -
bir de hem çok h ızl ı kayan, hem d e kayarken türlü eğri ler çizerek oyun yapan Jacques'tı .
Onlar kaymaya başlamadan önce Briant, arkadaşların ı toplayıp , uzaklaşmamalarını s ıkı sıkı tembihlemişti. Doniphan, Cross'u da çağırarak, el lerinde tüfekleri , bu ik i çocuk kaşla göz arasında Aile Gölü. üzerinde uçuşan bir kuş sürüsünün peşine düşerek yarım mil kadar uzaklaşıverdi ler.
O nları gören Briant, Gordon'a, « Kuzum, nereye gidiyor bu ik isi?» diye sordu.
« Herhalde av peşine düşmüş o lacaklar, ne de olsa avcıl ık içgüdüsü ! »
«Sen o n a başkaldırma içgüdüsü desene. Y i n e Doniphan' ın işidir b u . . . Oysa uzaklaşmak çok i htiyatsızca bir davranış. Bak , gözden yitti ler bi le.»
Gerçi henüz g ü neşin batmasına b i rkaç saat vardı , dönecek zamanı bulurlardı ama yıl ın bu mevsiminde hava her zaman ansızın değişebil irdi . R üzgarın d i n mesiyle birden sis basabil ir ya da tam tersine, şiddetlenirse fırt ına çıkabi l ird i . Ve öyle de oldu , saat ik iye doğru ufuk birdenbire kalın b i r s i s katmanı alt ında gözden yitiverd i . Cross i le Doniphan henüz ortalıkta görünmüyorlard ı .
« İşte korktuğ u m başıma geld i . Nası l bulacaklar yolların ı şimdi?» diye Briant bağırd ı .
Gordon hemen atı ldı . «Çabuk boruyu çal , b ir kez! » Boru ü ç kez uzun uzun öttü , sesi ta uzaklarda yankıland ı , g it
t i . Bu arada sis de oldukça kal ın laşmış, yayılmış, kıyıya üç, dört yüz metre kadar yaklaşmıştı .
Gordon, «Ne yapmalı şimdi?» diye sordu. «Cross i le Doniphan ' ı , siste tümüyle yitmeden önce, bu l
mak için mümkün olabi lecek her şeyi denemeliyiz,» diye yanıtladı Briant. « İçi mizden bir i , onların g itt ikleri yöne doğru gidip boru çalarak çağırmayı denesin . . . »
Baxter heme n , «Ben giderim ,» ded i .
- 80 -
Briant, « Hayır , bu iş bana düşer,» derken, kardeşi atı ld ı . «Ağabeyciğ im, ben gideyim , ayağı md a patenlerim var nasıl
olsa, onları çabucak buluveririm .. . » Bunun üzerine Briant, « Peki, Jacques had i , sen git bir bak.
Hem de iyice kulak kabart, belki yerlerin i bel irtmek için si lah atarlar. Al şu boruyu da, sen de yerini bununla bi ldirirsin.»
Bir saniye sonra Jacques da, giderek yoğunlaşan sise karışıp gözden gitmişti . Aradan yarım saat geçti , g idenlerden hiçbir ses seda yoktu. Peki , ya gece basarsa, bu üçünün hali ne olacaktı? Service bağırd ı .
«Keşke yanımızda si lahımız olsaydı , belki o zaman . . . » «İyi akı l ett in . Mağarada var ya! H ad i bakal ım, vakit geçirme
den, d üşel im yola ! » diye Briant ona hak verd i . En iyi çare d e buyd u , çünkü h e r şeyden önce gerek Donip
han i le Cross'a, gerekse Jacques' a, Ai le Gölü 'nün kıyısını bulmaları için seçecekleri yönü göstermek gerekliydi ki bu d a art arda si lah atarak yapılabi l i rd i . Yarım saat olan üç mil l ik yolu aşıvermişlerdi . Art ık barutu , kurşunu harcamamak filan diye bir şey sözkonusu edi lemezdi . Wilcox ile Baxter iki tüfeği birden ateşlediler. Yine ses yoktu, ne si lah sesi , ne de boru sesi. Saat üç buçuğu bu ldu. Güneş Auckland Tepesi 'n in ardında alçald ıkça s is büsbütün koyulaşıyordü. Artık gölü n yüzeyi görünmez olmuştu .
Bunun üzerine, Slugi 'n in küçük toplarından bir ini Spor Alan ı 'n ın ortasına çekip kuzeydoğuya yöneltti ler , kurusıkı doldurup topu patlattılar. Ortal ık inim in im inledi. Böylesine sessiz b i r havada patlamanın b irkaç mi l uzaktan duyulabi ldiğine h iç kuşku yok-
. tu. Yine ku lak kabarttılar . . . Ses yok! Bir saat süreyle , küçük topu her on dakikada bir patlattı lar.
Doniphan , Cross ve Jacques'ın bu art arda patlamalardan mağaranın yerin i saptamamalan olanaksızdı . Üstelik top sesleri tüm Ai le Gölü yüzeyinde de duyuluyor olmalıydı çünkü sis, ses dalgaların ı n yayı lmasın ı kolaylaştır ır , üstel ik sis ne denl i yoğun olursa, ses de o denli uzaklara gidebilirdi. Sonuçta saat beşe
- 8 1 - İki Yıl Okul Tatili / F: 6
doğru, ta uzaklardan kuzeydoğu yönünden iki üç s i lah sesi duyuldu. Service, «Onlar işte ! » diye bağırd ı .
Ve Baxter de hemen topu s o n b i r kez ateşleyerek karş ı l ık verdi .
Birkaç saniye sonra , sisler arasından ik i gölge belird i . B u nlar Doniphan i le Cross'tu. Sevinç çığl ıklarıyla karşı landılar.
B riant durmadan, «Ah keşke onun yerine ben gitseydim , ben g itmeliyd i m . N e diye onu koyuverdi m sanki?» d iye dövünüyor, Gordon i le Baxter ise onu yatıştırmaya, biraz umut vermeye boşuna uğraşıyorlardı .
Top birkaç kez daha ateşlendi. Hiç kuşkusuz, Jacques mağaraya yaklaşmış olsaydı , bu top seslerini duyar, boru çalarak karşıl ık verir, yerini belli ederd i . Ama top sesleri yine karşı l ıksız kalmıştı . Ve gece karanl ığı basmaktaydı . Ve tam ateş yakma hazır l ıklarına gir işi ld iğ i sırada Gordon, « Durun bir d<.ı.kika!» dedi .
Dürbünü çevirmiş, dikkatle kuzeydoğu yönünü tarıyordu . . . «Galiba t a o rada, hareket hal inde b i r nokta görür g i b i ol
dum.» Briant dürbünü arkadaşın ın el inden kapt ı . «Tanrıya şükürler o lsun, işte o ! Ta kendisi ! İyice görüyorum ,
Jacques b u ! . . » Ve hep bir ağızdan ciğerlerin in vargücüyle bağırışmaya baş
ladı lar, sanki seslerin i en az bir mi l olan uzakl ığa d uyurabileceklermiş g ib i ! Ne var ki bu uzakl ık gözle görülürcesine azalıyordu. Jacques, ayaklarında patenleri , gölün buz tutmuş kabuğu üzerinde ok h ızıyl a Fransız M ağarası 'na doğru kaymaktaydı . B irkaç dakikaya kadar yanlarına varmış olacakt ı . Baxter şaşkın l ığ ın ı bell i eden bir hareketle, «Aaa, şuna bakın, yalnız deği l g ib i . Sanki peşinde b i ri leri var ! » diye bağırd ı . Gerçekten de, dikkatle bakı l ınca, Jacques' ın arkasında, yüz adım kadar geris inde iki noktanın daha kıpırdadığ ı görülüyordu . Gordon, «O ne acaba?» diye sordu .
Baxter karşı l ık verdi . « İnsan m ı dersin iz?»
- 82 -
Wilcox da, «Hayır, hayvana benziyor,» dedi . Doniphan telaşlandı .
«Yırtıcı hayvanlar olmasın sakın !» Evet, yanı lmıyordu ve hiç d uraksamadan tüfeğini kaptığı g i
b i , Jacques' ı karşı lamaya, göle atı ld ı . Bi rkaç saniye içinde, çocuğa u laşmıştı bile ve tüfeğini hayvanların üstüne boşaltın ca o ik i karaltı gerisin geriye dönüp gözd en g itt i ler.
Şaşı lacak şey, bunlar ik i ayıyd ı ! Oysa Chairman Adası 'nda o güne dek hiç ayıya raslamamışlard ı ! Peki , nası l olmuştu da avcı lar şimdiye kadar onca doland ık ları , avlandıkları halde ayıyla karşılaşmamışlardı? Belki de ayı lar adada yaşamıyorlardı da, kışın ya donmuş denizin üzerinde y ü rüyerek, ya da yüzen buz parçalarına b inerek buralara kadar gel iyorlardı . Ve eğer böyleyse, Chairman Adası 'n ın yakınlarında bir anakara bulunduğu sonucu o rtaya çıkmaz mıydı? Düşünülmeye değer bir konuydu bu. Her neyse, Jacques kurtulmuştu ya . . . Ağabeyi onu sevinçle kucaklayıp bağrına bast ı .
Herkes yiğit çocuğun e l in i s ıkıyor, gösterdiğ i cesaretten dolayı onu kutluyord u .
1 7
Çocukların Fransız Mağarası 'nda geçirdik leri bu ikinci k ış ın son haftalarında Doniphan i le B riant arasındaki i l işki ler giderek gergin leşmişti . Ooniphan ' ın , rakib in in seçi lmesini ne denli k ıskançl ıkla karşı ladığ ın ı bi l iyoruz. Ve işte 9 Ekim akşamı Doniphan, üç arkadaşıyla bir l ikte Frans ız Mağarası ' ndan ayrı lmaya kararlı o ldu klarını b i ld irdi . Nedeni sorulduğunda da, «Açık söyleyeyim, keyfimizce yaşamak istiyoruz biz. Briant'dan emir almak hiç işimize gelmiyor,» deyiverdi .
Briant'da ne g i b i kusur b u l d u ğ u sorulduğu zaman d a , « H iç sadece kafam ıza uymuyor. Zaten bir Amerikal ın ın buyruğunda
- 83 -
bir y ı l yaşadık, şimdi de sıra bir Fransız'da. Gelecek y ı l Moko başkan seçil i rse hiç şaşman doğrusu . . . Şaka bir yana, belki de arkadaşlar buna ses çıkarmıyorlar ama bi r i ngi l izden başkasın ın buyruğuna g i rmek b izim hiç de hoşumuza gitmiyor!» diye karşıl ık verd i .
B u konuda her türlü direnmenin boşuna olacağın ı anlayan Gordon ise, « U marım bu kararınızdan dolayı pişmanl ık duymazsınız! ,, demekle yetindi .
Doniphan' ın tasarısı şuydu: B i rkaç hafta önce, Chairman Adası 'n ın doğusuna yaptığı inceleme gezisinden dönen Briant, orasın ın d a yerleşmeye elverişli o lduğunu söylemişti. Tatl ı suyu vard ı , av hayvanı boldu , k ıyıda çok sayıda mağara bulunuyordu. Ü stel i k Fransız M ağarası 'na da kuş uçuşu on iki mil uzakl ıkta olduğundan, pek sıkış ırlarsa gerideki arkadaşlarıyla i l işki kurmak da mümkündü. Doniphan tüm b unlar üzerinde uzun uzun d üşündükten sonra üç arkadaşın ı da bir l ikte gelmeye razı etmişti . Ancak, Düşkır ıkl ığı Körfezi'ne dere yoluyla değil de Aile Gölü' nün güneyinden dolaşıp bi l inmedik yerleri de arayıp tarayarak ormandan i nmeyi tasarl ıyorlardı. B u n u n için yanlarına fazla eşya almadılar. Sadece iki tüfek, dört tabanca, iki küçük balta, yeterince cephane, olta, battaniye, bir cep pusulası, küçük last ik bot ve yiyecek gereksinmelerin i de av hayvanları ve bal ıkla karşı layacakların a g üvendiklerinden ancak bir kaç kutu konserve aldılar. Zaten altı yedi günde döneceklerini hesaplıyorlard ı . O zaman Slugi 'den kurtulan eşyalardan kend i paylarına d üşecek kadarını al ıp arabaya yükleyecek, yerleşmek istedikleri yere öyle gideceklerd i . Gordon ya da arkadaşları canların ın istediği zaman onlar ı görmeye gelebi l ir lerd i . Başların ın üzerinde yerleri olacaktı . Ama bugünkü koşul lar altında ortak yaşamı paylaşmaya hiç n iyetleri yoktu artık . Ertesi sabah güneş doğarken arkadaşlarına veda etti ler. Gidenler de, kalanlar da pek üzg ü n d ü ama bel l i etmek istemiyorlardı . Doniphan'da inadından dönecek göz yoktu . M oko onları kayıkla Zelanda Deresi'nden geçir ip dönd ü . Ooniphan i le
- 84 -
arkadaşları yola koyuldular. Cephaneyı hesaplı harcamak üzere yaln ız yiyecekleri kadar kuş vuruyorlard ı . Gölün güney kesimine doğru i lerlemekteydiler. O gün ancak beş altı mil yol al ıp akşam, yukarıda o nları bulduğumuz yerde mola verdi ler. Böylece, ne pahasına olursa olsun ayrı lmaları gereken arkadaşlarından ayrı düşmüşlerdi işte, bir inat yüzünden ! Belki de kendi ler ini şimdiden yapayalnız, bırak ı lmış h issediyorlard ı . Ama yine de kararlarından dönmediler! Ertesi gün şafak sökerken yine yola koyuldular. Gölün güney ucu sipsivri uzanıyor, sağda kalan k ıyıysa kuzeye doğru d ikine çıkıyordu . Bunun doğusunda kalan kesim oldukça batakl ıktı . Burası genel l ikle kumul lardan oluşan bir bölge gibi göründüğünden, Doniphan buraya Kumul Yöresi ad ın ı verdi. Sonra, Doğu Deresi' ne ve deniz kıyıs ın ın Briant tarafından görülmüş olan kesimine ulaşmak üzere göl kıyısına değin gezip araştırırlardı daha i leri b ir tarihte. Doniphan, haritadaki uzakl ıklar doğru tahmin edi lmişse, akşama kadar Doğu Deresi' n i bulabi leceklerin i hesaplıyordu. Gerçi doğrudan doğruya kuzeydoğuya sapıp derenin ağzın ı belki bulabi l i rlerdi ve bu yol çok daha kısa olurdu ama bir sakıncası vard ı , Kum u l Yöresi 'n in b i l inmedik ve batakl ık topraklarından geçmeleri gerekirdi . Belki de karşılarına bir engel çıkar, geri dönmek zorunda kal ı rlar, onca yolu boşuna tepmiş olurlard ı . Oysa göl kıyısından i lerlemekle hem bir engelle karşı laşma olası l ığ ın ı azaltacaklar, hem de ormanın bi l inmedik bu kesimini görmüş olacaklard ı . Yol hafifçe yokuş olduğundan ağır yürüyorlard ı . Saat on bire doğru bir ormana vard ı lar. Ertesi sabah, Doğu Deresi 'n i hemen geçmeye karar verdiler. Böylece akşamdan önce derenin ancak beş altı mil uzaktaki ağzına varabi l i rlerd i . Ü stelik Moko'nun söylediği , derenin sol kıyısındaki çam fıst ık larından da toplayabil ir lerd i .
Lastik botu şişirip suya indirdi ler. Doniphan b ind i , geriye de b i r ip koyuverdi . Karşı k ıyıya vard ı ğ ında öteki arkadaşları hafif botu ipinden tutup çekti ler. Böylel ik le teker teker suyu aştı lar. Sonra botu yine katlayıp yola koyuldular. Gerçi kayıkla, Briant,
- 85 -
M oko ve Jacques' ın yaptıkları g ib i akış aşağı inebi lselerd i , çok daha kolay o lurd u ama, lastik bota ancak bir kişi binebi l iyord u. O g ü n pek g üçlükle yol al ındı . Orman çok sıkt ı , otlar yüksekti . Son fırt ınalardan kır ı l ıp devri lmiş ağaç dalları , batakl ıklar, yürüyüşlerini gecikti riyordu. Doniphan yolda giderken Fransız kazazedesinin buralarda Tuzak Ormanı'nda yaptığ ı g ib i iz b ı rakmadığını düşünüyord u . Oysa haritada Doğu Deresi asl ına uygu n olarak çizi ldiğine göre, buralardan d a geçtiğine hiç kuşku yoktu . Bundan sonra, yol daha da zorlaştı , yer yer baltayla kendilerine geçit açmak zorunda kaldıkları bi le oluyord u . B u yüzden, ormandan ancak akşam yediye doğru çıkabi ldi ler. Gece bastırdı ğ ı için geceyi de orada , açıkta geçirmeyi kararlaştırdı lar. Ertesi akşam , hiç kuşkusuz, dere ağzın ın yakı n larında daha elverişl i b ir mağara bulacaklard ı . O gün vurdukları kuşları pişir ip yedikten sonra yatmaya hazırlandı lar. Ne olur n e olmaz diye ateşi sabaha dek söndürmemeye karar vermişlerd i . S ı rayla başında nöbet tutacaklard ı . İ l k nöbet i Doniphan aldı , öteki üçü uyudular. Doniphan da bir süre uykuyla iyice savaştı ama kendini tuttu, uyanı k kaldı , ne var ki nöbet in i devretme zamanı geldiğ inde çok derin uyuduklarından arkadaşlarını uyandırmaya kıyamad ı . Doniphan ateşe birkaç kucak çalı çırpı atarak uzandı , gözleri hemen kapanıverdi ve ancak g üneş masmavi denizin üzerindeki uçsuz b ucaksız ufuk çizg isinden yüksel irken uyanabi ld i .
1 8
Doniphan , Wilcox, Webb ve Cross' u n i lk işi su boyundan deren in ağzına kadar inmek oldu. Oradan i lk gördükleri bu denizi bakışlarıyla, d ikkatle taradılar. Adanın öbür kıyısı gibi burada da hiçbir şey görün müyordu. Doniphan, «Yine de," ded i . « Eğer pek yerinde olarak, sandığımız gib i Chairman Adası Amerika k ıtasına yakınsa, M acellan Boğazı 'ndan çıkıp Şi l i ve Peru l imanlarına
- 86 -
yönelen gemilerin, doğudan geçmeleri gerekir . Bu da, Düş Kırıkl ığ ı Körfezi'nde yerleşmemiz için çok sağlam bir nedendir . Ve Briant buraya bu adı vermiş ama di lerim, k ısa zamanda düş kır ık l ığı deyiminin haksızl ığ ın ı biz kanıtlayabi lel im!»
Belki de bunları söylerken Doniphan, Fransız Mağarası 'ndaki arkadaşlarından ayrı lmasını h oşgördürmek ya da yeni bir bahane bulmak itiyordu . Gerçi b i r bakıma haklıyd ı . Güney Amerika l imanlarına giden gemileri n , Chai rman Adası 'n ın b u kesiminden, yani doğusundan geçmeleri akla yakındı . Ufku dürb ünüyle tarad ıktan sonra Doniphan Doğu Deresi 'n in ağzını incelemek istedi . Briant ' ın gördüğü gibi burada doğanın rüzgardan v e dalgadan çok iyi korun muş doğal bir l iman yaratt ığını gördüler. Slugi adanın bu yöresinde karaya vursaydı , buraya sığınabi l ir ve tekne belki de yeniden yüzd ü rülebi l i rd i . Limanı oluşturan kayaların arkasında, ormanın i lk ağaçları yal n ızca Aile Gölü'ne kadar deği l , kuzeye doğru, gözalabi ldiğine uzanıp g itmekteydi . Kıyıdaki granit kayalarındaysa, Briant' ı n söylediği g ib i , bol bol g iri nti vard ı , seç seçebi ld iğ in i . . . Çok geçmeden Doğu Deresi 'n in ağzına yakın oldukça geniş bir mağara buldu lar. Bütün arkadaşlarıyla bi le buraya rahat rahat sığabi l i rlerdi , çünkü mağaranın bol bol ek girintisi vard ı , oda görevi göre bi l i rd i bunlar ve Fransız M ağarası ' nda olduğu gib i , b i r hole b i r ambara tık ı l ıp kalmamış olurlardı. O günü kıyın ın b i r iki mi l kadarl ı k b i r kesimini gezip araştırmakla geçirdiler. Bu arada b irkaç kuş vurdular, dere ağzına ağ gerip yarım düzine kadar tatl ısu balığı yakaladı lar. Kuzeydoğu yönünde doğal l imanı açık denizin dalgalarından koruyan kıyı yakal ıklarındaysa bol bol midye buldular.
Anımsayacağın ız g ib i , Briant buraya geldiğinde dev bir ayıya benzeyen yüksek b i r kayaya t ı rmanmışt ı , daha iyi görebi lmek için. Kayanı n garip biçimi Doniphan'ın da dikkatini çektiğinden bu doğal l imana Ayıkayası Limanı adını koydu ve Chairman Adası' nın haritas ına yazdı bunu.
Öğleden sonra Wilcox i le kayaya tırmanıp körfeze yukarı-
- 87 -
dan b i r göz attı lar ama ufukta ne b i r gemi, ne b i r kara parçası görebildi ler. Wilcox, «Ama buraya yeniden geli rken, b iz de Briant' ı n yaptığ ı gibi gölü aşıp Doğu Deresi 'nden insek daha iyi olur,» dedi. « Hem zaman kazanırız, hem de fazla yorulmayız. Ne dersin Doniphan?»
« Haklısın , Wilcox, Moka getirir b izi ! » Wilcox kuşkuluydu . «Tabi i , M oka getirmeye razı olursa . . . »
« N eden olmayacakmış? Briant'dan emir a l ıyor da benden mi almayacak? Benim ona buyurmaya hakkım yok m u sanki? Üstel ik, temelli yanımızda kalacak değil ya . . . Sadece getirecek bizi, sonra döner.»
Cross söze karıştı. «Zaten başka çare yok. Bütün eşyayı karayolundan getirmeye kalkarsak, k imbi l i r ne kadar sürer. Ü stel i k arabanın o ormandan geçebileceğin i de pek sanmıyorum.»
Webb ortaya b i r soru att ı , « Peki , ya kayığı vermek istemezlerse?»
Doniphan hemen parlayıverdi . «Ne demek? Kim istemezmiş? Briant mı? Güleyim bari. Kayı k onun mu? Onun olduğu kadar b izim de. Hadi canım , olmaz öyle şey.»
Zaten başka çare yoktu . Wilcox'a göre bu konuda tartışmak bi le yersizdi . Briant hiç kuşkusuz arkadaşların ın oraya yerleşmesi için el inden geleni yapacak, yardım edecekti . Hemen yola çıkmalıydılar. Ne var ki Doniphan, « H ayır, mağaraya dönmeden, körfezin ucundaki burnu dönüp adanın kuzey kesimine de bir göz atal ım, der im. Kırk sekiz saatte Ayıkayası'na döneriz. Belki de adanı n kuzey kıyısı açıklarında, Fransız kazazedenin göremediği ve bu yüzden h aritasında işaretleyemediği bir kara parçası vard ır . Bunu öğrenmeden buracığ a yerleşivermek aptal l ık olur bence,» dedi.
Bu, çok yerinde b i r düşünceydi . Gece sakin geçti. Ertesi sabah erkenden kuzeye doğru kıyı boyunca yürümeye koyuldular. Ansızın önden koşan Wilcox durd u . El iyle, kumsalda dikine beliren b i r karartıyı gösterd i . Bu bir deniz hayvanı, kıyıya vurmuş bir
- 88 -
balina filan mıydı acaba? Yoksa, sakı n batmış bir kayık o l masındı. Evet, evet, bir kayıktı bu. Sancak yanı n a devri lmiş bir kayık . Ve bu yanında, denizin kabardığ ı yerde biten yosunların hemen berisinde, kayıktan bir ik i adım uzakta, Wilcox eliyle yerde yatan iki gövdeyi gösteriyordu . Doniphan , Webb ve Cross birden durm uşlard ı . Sonra, h iç düşünmeden kumsala koşup kuma uzanmış iki gövdenin başına geldi ler, belki de cesetti bunlar . . . İşte o zaman çok büyük bir korkuya kapı l ıp, bu vücutlarda belki de bir yaşam kıvı lc ımı kalmıştır , belki de hemen yardım etmek gerekebi l i r diye bile düşünmeksizin , telaşla gerisin geriye koşup ağaçların altına sığınarak gizlendiler.
Gece iyice bastırmıştı . Ortal ık kapkaranl ıkt ı . Bu karanl ıkta fırtına alanı boş bulmuş, alabildiğine homurdanıyor, gürlüyor, rüzgarın sesi dalgaların uğultusuna karışıyordu .
Bütün gece çocuklar oracıkta, gözlerin i kı rpmadan öyle beklediler. Çok üşüdüler çünkü ateş yakamıyo rlard ı , rüzgar hemen alevleri dağıtır, ormanı tutuşturabi l i rdi . Sonra çok da heyecanlanmışlard ı , gözlerine uyku g iremezdi . Bu kayık nereden gel iyordu acaba? .. Bu kazazedeler kimdi, hangi ulustandı? .. Madem adaya bir kayık yanaşmıştı , o halde yakınlarda bir kara var demekti . Ya da kasırganın b u dolaylarda batırdığı b i r gemiden k u rtulmuş bir sandal o lamaz mıydı? Sonunda, soğukkanl ı l ık lar ını toplayıp yapılması gerekeni kararlaştırabildi ler. Ertesi gün , g üneş doğar doğmaz, kumsala koşup derin bir çukur kazacak, bir dua okuduktan sonra o iki cesedi gömeceklerdi . O gece bitmek bi lmedi sanki ! Güneş, doğayı u n utmuş g i bi gel iyordu onlara. Üstelik kibrit çakı p saate de bakamıyorlardı . Sonu nda, doğu yönünden ufuk ağarmaya başlad ı . Kasırga dinmemişti ve bul utlar denizin üzerinde giderek alçald ığ ından, Ayıkayası 'na dönerken önce, üzerlerine d üşen görevi yerine getirmek, kazazedeleri gömmek zorundaydı lar. Bu yüzden, rüzgara karşı g üçlükle i lerleyerek, kumsal üzerinde sürünmeye başladı lar. Sık sık, devri l memek için birbirlerine tutunmak zorunda kalıyorlardı . Sandal hafif bir
- 89 -
kum tümseğin in yanıbaşına vurmuştu. Yükselen gelgit dalgaları üstün ü örtmüş olmalıyd ı . O i ki cesetse yerinde yoktu . . . Doniphan i le Wi lcox yirmi ad ım kadar i lerledi ler . . . B i r şey bulamadı lar, zaten iz kalmış bi le olsaydı , dalgalar geri çeki l i rken bunları si lmiş götürmüştü . Wilcox bağırd ı . « Demek o zaval l ı lar ölmemişler k i kalkıp g itmişler !»
« Peki ama nereye?» Doniphan azg ı n dalgaları işaret ederek, «Nereye mi? Yükse
len gelgit dalgaların ın on ları sürü klediği yerlere, oraya . . . " diye açıklamaya çalıştı.
Sonra kayal ı kların dibine kadar sürünüp d ü rbünüyle denizi taradıysa da bir şey göremedi, demek kazazedelerin cesetleri açığa sürüklenmiş g itmişti . Arkadaşların ın yan ına döndü , kayığ ı n içine baktı lar, orada da bir şey bulamadı lar. B u , dokuz metre kadar uzunlukta, bir şi lep fi l ikasıyd ı . Sancak bardası del inmişti . D ib inden kır ı lmış b i r d i rek, b irkaç yelken parças ı , halat uçları , işte donanımından geriye kalan yaln ızca bunlard ı . M alzeme, s i lah, araç gereç olarak bir şey bulamadılar. Arkada f i l ikanın bağl ı bulunduğu gemin in ve l imanın adı yaz ı l ıydı :
Severn - San Francisco San Francisco ! Yan i California kıyısındaki l iman ! Demek ge
mi Amerikan gemisiydi . Kıyıysa, bu kesiminde, ufka değin bomboştu . . .
1 9
Doniphan i le arkadaşların ın m ağaradan nasıl ayrı ld ıkların ı bil iyoruz. Onlar gidel i beri geride kalanlar üzgü ndüler.
Briant başın ı sall ıyordu. Gordon, «Kış basmadan ! » demişti . Yoksa Chairman Adası ' nda üçüncü bir kış geçirmek zorunda m ı kalacaklardı? Auckland Tepesi 'ne çekilen işaret balon unu h iç gören olmayacak m ıyd ı? Gerçi b u balon, ada d üzeyinden ancak
-- 90 -
\ 1
altmış metre kadar yüksekte bulun uyordu ve oldukça kısıtl ı b ir çevreden görülme olası l ığı vardı . Bunun için Baxter i le boşuna, denize dayanacak bir tekne yapmanın çarelerin i araştırd ıktan sonra Briant bu kez daha yükseklere çıkacak bir işaret verebi l menin çarelerin i aramaya koyulmuştu . Belki de b u iş için bir uçurtma yapabi l ir lerd i . Baxter'e, « Bezim iz de var, halat ımız da, uçurtmamızı yeterince büyük yapabi l i rsek, iyice yükseklere, örneğ in üç yüz metreye koyuveri riz,,, d iye önerd i .
«Tabii rüzgar olması koşuluyla. A m a rüzgarsız g ü n zaten pek az. Evet, bir kez denemeye değer.»
Briant, «Üstel ik , kuyruğuna ya da iskeletine bir de fener bağlasak uçurtmamız gece bi le görü lebi l i r !» ded i .
Kısacası, Briant' ın bu tasarısı uygulanabi l ir n itelikteydi . Gerçekleştir i lmesine gel ince, Yeni Zelanda çayır larında çok uçurtma uçurmuş olan bu çocuklar için işten bi le deği ld i . Bu yüzden tasarı açıklandığ ında, büyük bir sevinçle karşılandı . Özel l ik le küçükler işi oyun olarak alıyor ve o zamana dek görülmedik büyüklükte bir uçurtma yapılacağın ı düşündükçe sevinçten yerlerinde duramıyorlard ı . Bir i , « U puzun bir kuyruk da takarız ! ,, diyord u .
«Üstüne de b i r surat çizeriz, b ize t a yukarıdan gülsün ! » Asl ında, bu çocukların oyun g özüyle baktıkları tasarı çok cid
di n itel ikteydi ve pek işe yarayabi l i r , o lumlu sonuçlar getirebi l i rd i . Böylece Baxter i le B riant, Doniphan i le arkadaşların ın ayrıldığı günün hemen ertesinde kolları sıvayıp işe koyuldu lar. Service de şaka ediyord u .
« Uçurtmayı i lk Doniphan' lar görürlerse çok şaşarlar herhalde! Ah, benim Robinson' larımın böyle bir şeyi akıl edememiş olmaları ne yazık ! »
Garnett sord u , « Uçurtma adanın her yanından görülebi lecek m i?»
Briant karşı l ık verdi. «Yalnız bizim adadan deği l , ta uzaklardan bi le görülebilecek.»
Dole bağ ırdı , «Auckland'dan d a görecekler mi?»
- 91 -
Briant, «Ah, ne yazık ki hayır . Ama belki Doniphan i le ötekiler uçurtmayı görünce dönmeye karar veri rler,» diye yanıtladı . , Görüldüğü gib i , bu iyi yürekl i çocuk yine de ayrılan arkadaşlarını d üşünüyor ve onların dönmesini d i l iyord u .
1 7 Ekim sabahı uçurtmanın son hazı rlıkları yapı ldı . Hava elverişl iydi. Saat bir buçukta Spor Alan ı 'na çıktılar. Tam uçurtmayı koyuvermek için Briant' ın işaretini bekliyorlardı k i , Phann ormandan yana bakarak garip garip havlamaya başladı . Acaba ağaçların alt ında b i r hayvan kokusu filan mı almıştı? Ama o zaman böyle havlamazdı . S i lahların ı alıp ormana daldı lar. Phan n önden gidiyordu, gözden yitmiş, sesi de d uyulmaz olmuştu. Br iant i le yanında bu lunan Service, Jacques ve Gordon ancak el l i ad ım atmışlardı ki , köpeği bir ağacın dibinde yatan bir insanı n başucunda diki lmiş gördüler.
Üstübaşı, kal ın etekl iği , kal ın bluzu, siyah yün atkısı iyi durumda, oldukça temiz görünüşlü bir kad ı n oracığa ölü g ib i uzanmış yatıyordu .
Chairman Adası 'na geldiklerinden beri i l k kez değişik insan yüzü gören çocukların ne denl i heyecanlandığı kolayl ıkla anlaşılabi l i r ! Gordon bağırd ı . «Yaşıyor, yaşıyor, soluk alıyor. H erhalde açl ıktan, susuzluktan ... »
Jacques hemen Fransız Mağ arası'na koşup biraz b isküvi ve konyak geti rdi . Briant kadın ın s ımsıkı kapanmış dudakların ı zorla aralayıp kendini toparlaması için birkaç yudum konyak içird i . Kadın kıpırdadı, gözlerin i açtı , çevresinde toplanmış çocukları görünce bakışları canlanır g ib i o ldu . Sonra Jacques' ın uzattığı b isküviyi al ıp telaşla ağzına götürdü. Besbel l i , zavall ıcık yorgunluktan ve açlıktan bitkin d üşmüştü .
Peki ama, kimdi bu kadın? Onunla konuşup an laşabi lecekler, di l in i anlayacaklar m ıydı? N eyse k i , çocukları fazla merakta bırakmaksızın doğrulmuş, İ ngi l izce konuşmuştu.
«Sağol u n . . . çocuklar . . . sağolun ! » Yarım saat sonra, kadını hole getirmişlerdi bi le, el lerinden geldiğin ce rahat ett i rmeye çalı-
- 92 -
şıyorlard ı . O da bi raz kendini toparlar gibi o lur o lmaz başından geçen leri anlattı .
Amerikalıymış adı Catherine Ready, daha doğrusu, kısaca Kate'miş. Yirmi y ı ld ı r New York' lu Penfield ai les in in yanında çal ış ırmış. Bir ay önce Bay ve Bayan Penfield, Şi l i 'deki akrabaların ı ziyaret etmek üzere, San Francisco'ya gel ip oradan Severn şi lebine binmişler. Ertesi gün şiddetli bir fırtına patlak vermiş ve tekne, bu adaya sürüklenmiş, kısmen parçalanmış. Woltson ile arkadaşları , açl ıktan, yorgunluktan bitkin, ölü g ibiymişler. İçlerinden beş tanesini deniz sürükleyip götürmüş, sonra ikisini yeniden kıyıya, kumsala vurmuş. Kate ise fi l ikanın öteki yanına düşüp kalmışmış. B u ik i adam da Kate de bir süre öylece baygın yatmışlar. Gerçi Woltson, Brondt ve Rock, sapasağlam çıkıp gelmesin, üstel ik orada k ıp ırtısız, baygı n yatan arkadaşları Forbes ile Pike' i da ayı ltmasınlar mı? Evans reis ise yüz adım kadar ötede, Cope ile Rock'un gözetiminde o nları beklemekteymiş. Kate onların konuştuklarını açık seçik duyabil iyormuş. Rock soruyormuş.
«Neredeyiz acaba?» Woltson da, «Bi lmem ama ne önemi var? Burada durmaya
l ım doğuya doğru gidel im, elbet gün doğunca bir çaresin i bu luruz,» demekteymiş. Ve böyle diyerek şalupanın sağlam sandığ ından beş tüfekle b i rçok fişek l ik çıkarmış. Sonra sözlerin i sürdürmüş.
« Evans da ister istemez bizimle gelecek. Yoksa işini b it iriveririz.»
« Peki ya Kate? O ne oldu?» «Gözümle görd ü m , denizin dibini boylad ı . İy i de oldu. Çün
kü bizim hakkımızda pek çok şey b i l iyordu o kad ı n .» «Yok canı m , n e önemi vard ı , nası l olsa onun da işini bitire
cektik.» Kate bunları d uyunca, kaçmaya karar vermiş. Bi raz sonra,
Woltson i le arkadaşları , şalupada ne var ne yoksa, yani iki üç ki-
- 93 -
lo tuzlanmış et, bi raz tütün ve bi raz da içkiyi yüklenip çekmiş g itmişler. Onlar iyice uzaklaştığında Kate de kalkmış, oralara kadar gelebilmiş. Kate' in anlattıklarını dinlerken, çocuklar bunu düşünüp korkuya kapıl ıyorlard ı . Briant ' ın ise akl ında tek bir şey vard ı : Bu tehl ikelerden Doniphan i le üç arkadaşı tümüyle habersizdi ler şimdi.
B riant, « Ben hemen bu akşam yola çıkıyorum ,» diye atı ld ı . «Sen m i , Briant?» « Evet Gordon, ben. M oko ile kayığa bineriz. Birkaç saat için
de gölü aşıp Doğu Deresi ' nden in iveririz. Karanlıkta yola çıkarsak görünmeyiz de.»
Jacques hemen atı ld ı . « Ben de geliyor muyum, ağabey?» « H ayır , dönüşte hep b irden kayığa binmemiz gerek çünkü,
zaten altı kişiyi bi le zor a l ı r .» Gerçekten yapılacak en doğru şey buydu , yaln ızca giden dört kişinin deği l , tüm kolonin in çıkarı bunu gerektiriyordu. Çünkü herhangi bir saldır ı anında, dört güçlü çocuğun katkısı büyük önem taşıyacaktı . Saat sekizde yol hazırl ıkları tamamlanmıştı , h içbir tehl ikeden yılmayan Moko bu yolculuğa Briant i le çıkacağı için sanki seviniyor g ibiyd i . İ kisi de birer bıçak ve birer tabanca al ıp kayığa bindi ler. Gece çok karanl ıkt ı . Pusulaya bakarak yönlerin i bulacaklard ı , tek korktukları b ir kamp ateşi görmekti , çünkü bu, Woltson i le arkadaşları n ı n varl ığına işaret olacakt ı . Doniphan' ın şu sırada deniz kıyısında bulunması gerekiyordu hesapça. İk i saat iç inde altı mi l yol al ıverdi ler. Rüzgar elverişl iyd i , yarım mi l kadar da göl kıyısında i lerleyince dere ağzın ı buldular. R üzgar dindiğ inden küreklere sarı ld ı lar. Ormanda çıt yoktu , ateş filan da görünmüyordu. Ancak, saat on buçuğa doğru, Briant ' ın gözüne karanl ıkta, yarı sönmüş bir kamp ateşi i l işti . Kim yakmıştı bunu? Sağ kıy ıda, yüz adım kadar ötedeydi . Dereyi inmeden önce bu ateşi k imin yaktığ ın ı öğrenmek gerekiyordu. B riant, «Beni burada indir, Moko?» dedi .
Kayık yanaştı , Briant karaya çıktı , M oko'ya orada beklemesini söyledik. Bıçağı el inde, gürültü çıkarmamak için ancak son
- 94 -
çare olarak başvurmayı tasarladı ğ ı tabancası belindeydi. Ağaçların altın a doğru i lerlerken, ansızın olduğu yerde kalakald ı .
« İ mdat ! . . İmdat ! . .» B riant, Doniphan' ın sesini tan ımıştı . Koskocaman hayvan ,
Doniphan'a saldırıp onu altına alıverd i . Arkadaşları dere kıyısındaki kamp yerinde kalmışlard ı . Doniphan jaguarın altında debelen iyor, kendini kurtarmaya çabalıyord u . Wilcox çığl ıkları duym uş, koşmuştu, tüfeğin i omuzlad ı , n işan ald ı . Briant tam zaman ı nda yetişt i . «Yapma . . . Yapm a» d iye bağırarak koştu, bir sıçrayışta jaguarın üzerine atlad ı , hayvan ona doğru dönünce de bıçağ ı n ı indiriverd i . O anda Doniphan da yerden fır lamışt ı , VVebb i le Cross yard ıma koştuklarında jaguar ölmüştü bile. Ne var k i , B riant da büyük tehlike atlatmıştı . Omzu bir pençe darbesiyle yırt ı lmış , kanıyordu. Wilcox bağırdı .
« N ası l geld in buraya?» « Sonra, anlatı r ım, şimdi çabu k o lun , hemen gidel im.» Doniphan, «Hayır Briant, önce sana teşekkür borçluyum, ca-
n ımı sen kurtard ın . . . » « Benim yerimde sen olsaydı n aynı şeyi yapmaz mıydın? Sö
zünü etmeye değmez, çabuk o la l ım . . . » Gerçi Briant' ın yarası ağır deği ld i ama yine de hemen sar
mak gerekiyordu ve Wilcox bir mendi l le yarayı s ımsıkı bağlarken Briant arkadaşlarına durumu kısaca anlattı . Demek böyle, Doniphan' ın ceset sandığı gövdeler canl ıymış, üstel ik de haydutlara aitmiş ha! Adada gezin iyorlarmış şimd i , bu kana susamış serseri ler ! Demek artık Chairman Adası 'nda güvenl ik d iye b ir şey kalmamıştı . işte bunun iç in B riant, Wilcox'un ateş etmesin i önlemiş, si lah sesinin Woltson' u uyarmasından çekinmişti . Don iphan tüm kibir in i bir yana bırak ı p dayanamadı .
«Ah , Briant, s e n benden çok üstünsü n ! » deyiverdi . « H ayır , Doniphan, hayır, arkadaş ım, artık seni b ı rakmam , bi
z imle b i rl ikte dönmelisiniz.» « Evet Briant, dönmeliyiz ve bu ndan sonra bana g üvenebil ir-
- 95 -
sin . Artık senin sözünü i lk d inleyen hep ben olacağı m . Yarın , şafak sökerken yola çıkarız.»
«Hayır, hemen şimdi g id iyoruz, kalkın.» « Peki , ama nasıl?» «Moko orada, kayıkta b izi bekliyor. Doğu Deresi 'nde sizi bul
maya iniyorduk, kamp ışığ ın ızı görünce bakmaya gelmiştim.» Doniphan atı ld ı . «Beni kurtarmak için tam zamanında yetiş-
tin ! » «Hem de sizleri al ıp götürmek için.» Sonra alt ıs ı b irden kayığa doluşarak kazasız belasız mağara
ya döndüler. Evet, hep bir l ikteydi ler, üstel ik , koloniye yeni bir üye katı lmış
t ı : Kate. Ve ş imdiden sonra Fransız Mağarası 'ndaki anlaşmayı, uyuşumu kimse bozamayacaktı . Evet, bu iki üç günlük ayrı l ı k çok yararlı o lmuş, gidenler yanı lg ı ların ı açığa vurmasalar da iyice anlamışlard ı . Briant ' ın gösterdiğ i özveriden sonra da Doniphan ona karşı en iyi duyguları beslemeye başlamışt ı . Bundan da hiçbir zaman vazgeçmeyecekti , arkadaşın ın yaptığ ı iyi l iğ i asla u nutmayacaktı .
Öte yandan Fransız Mağarası büyük bir teh l ikeyle karşı karşıyaydı . Güçlü, si lahl ı yedi haydudun her an saldır ısına uğrayabil irdi . Mağaradan hiç uzaklaşmıyorlard ı , ancak bir gün Baxter i le Doniphan gidip Auckland tepesindeki bayrak di reğini ind irmişlerd i , o kadar. Ayrıca, tepeden dürbünle adayı taramışlar, Woltson ile arkadaşlar ın ın bu yanlarda kamp kurduğunu bel irtecek bir duman izi görememişlerdi. Slugi Körfezi de her zamanki g ibi ıssızd ı . Şimdi l ik avcılar ava çıkamıyorlardı ama neyse ki , Fransız Mağaras ı 'n ın dolaylarında geri lmiş olan tuzak ağlarına bol bol kuş yakalanıyord u . Zaten kümesteki hayvanlar da o denl i çoğalm ışlardı ki, Service i le Garnett çaresiz bir çoğunu kesmeye razı oluyorlardı . B ol bol çay yaprağı ve şeker olarak kul landıkları ormanda gezinirken l ifli odunu pek ısı vermeyeceğinden, kesilmemiş, on beş yirmi metre yükseklikte ağaçlar görünce, bağ ı rd ı :
- 96 -
I'
1
� '
«Aaa, inek ağaçları bunlar !» d iye. O sırada yanında bulunan Dole ile Costar kahkahayı bastı lar.
«Ne o? Bu ağacı inekler m i yer yoksa?» « H ayır, kuzucuklarım, bu ağaç öyle g üzel b i r süt verir k i , si
zin vikunyaların sütü bunun yanında hiç kal ı r da ondan ! » Mağaraya döndükleri zaman bu buluşunu Gordon'a söyle
d i . Bu kez Gordon ve Service ile gitti ler. Gordon ağacı iyice inceledi. Kuzey Amerika ormanlarında çok görülen bir türdü bu, adına, «galoktendom» deniyord u . Ağacın kabuğu çizi ldiğinde, t ıpkı inek sütünün besleyici n itel iklerini taşıyan bir özsu akard ı . Ayrıca bu süt p ıhtı laşınca çok nefis bir peynire dönüşür, balmumunu andıran ve çok iy i cins mum yapılabi len b ir tür de sakızı o lurdu.
Service, «Yok can ım, bu bir inek ağacı deği l , inek-ağaç, onu hemen sağm al ıyız,» diyerek kovayı uzatt ı . Kabuğu bıçakla çizd iler. İştah açıcı görünümde beyazımtırak bir sıvı olan özsuyunu topladı lar . H atta inek sütünden bile daha besleyici , daha lezzetl iydi , kova Fransız Mağarası ' nda hemen boşal ıverd i .
N için, ah niçin şu haydutlar bu adadaki sakin yaşamı bozuvermişlerdi sanki? Bununla bir l ikte, kasımın ilk günlerine dek Woltson i le arkadaşlarına Fransız M ağarası 'n ın dolaylarında hiç rastlanmad ı . Belki de adadan ayrı lmışlardı bi le. Ama Doniphan f i l ikanın pek kötü durumda, d ireğinin kır ık, yelkenlerin in l ime l ime olduğunu gözleriyle görmemiş miydi? Üstelik bordası d a del ikti . Gerçi ada, bir takımadanın ya da anakaranın yakın ındaysa, iyi kötü onarı l ıp bu bir bakıma kısa sayı labi lecek yolcu luğa çıkı labil i rd i . Bunu Evans reis de bi l iyor olmalıydı ve belki de öyle yapmışlard ı . Ama iyice emin ol madan çocuklar eski ve olağan yaşamlarına dönemezlerdi k i ! Bi rkaç kez Briant doğu yönüne doğru bir inceleme gezisine çıkmayı düşünmedi değil , ama bu pek tehlikeli o labi l i r , Woltson'un el ine düşebi l i rd i . O zaman da haydutlar, karşı larında korkulacak bir düşman olmadığ ın ı anlar, mağaraya yükleniveri rlerdi . O zaman Kate akla yakın bir öneride bulundu. B i r akşam, «Bay Briant,» dedi . « İznin izle ben yarın bura-
- 97 - İki Yı l Okul Tatili / F: 7
dan ayrı layım , sandal ın vurduğu yere gidip bir bakayım, orada m ı , değil mi? Değilse haydutlar adadan çekip g itmişler demektir, o zaman korkulacak bir şey kalmaz.»
« İyi ama, Kate bu işi biz de yapabil iriz pekala.» « H ayır , Bay B riant, aynı şey deği l . S izin için tehlikeli olan b i r
şey benim iç in teh l ikel i olmayabi l i r . El lerine düşsem bi le nasıl o lsa kurtulmanın bir yolunu buluru m ; geçen defa n ası l kurtuld u m , d e ğ i l mi ya? Üstel ik şimdi Fransız M ağaras ı 'n ın da yolunu bi l iyorum. Hele Evans' ı da bi r l ikte geti rebi l irsem, düşünün hele, bu yiğit lostromo bizlere ne denli yarar l ı o labi l i r?»
«Ama Evans fırsatını bu lsaydı çoktan kaçmış olurdu, deği l mi? Nası l olsa, Woltson i le arkadaşlar ının şolupayı yönetmek için ona i htiyaçları kalmadığı an iş ini biti receklerini bi l iyor. Kaçam adıysa, sürekl i göz hapsinde demektir . Ya da kaçma girişimin i canıyla ödemiştir . Bu yüzden , ayn ı şeyin sizin de başın ıza gelmesinden çekin iriz, Kate.»
Yine de bu koşullar altında, tutuk lu g ibi sürekl i kuşku içinde yaşamak doğrusu pek güç o luyord u . Ne pahasına olursa olsun, Woltson'un bu lunduğu yeri - eğer hala adadaysa - saptamak iy i olacaktı. Bunun için de bel ir l i b i r yüksekl iğe çık ıp çevreyi kolaçan etmek belki de yeterl iydi. Ama nereye çıkmal ıydı? Adanın tek yüksek yeri , ancak yetmiş metre kadar bir yü ksekliği o lan yal ıyardı ve oradan da bir şey görün m üyord u . Ta Düşkır ık l ığ ı Körfezini görmek için daha da yukarı lara çıkmak gerekird i . İşte o zaman Briant ' ın akl ına belki de çı lgınca bir şey geld i . Uçurtmayla yükselip bakamazlar mıydı? N eden olmasındı? B riant, bir İ ngi l iz gazetesinde, geçen yüzyı l ın sonlar ına doğru bir kadın ın özel olarak bu iş için yapı lmış bir uçurtmaya ası larak havalara yükselme yiğitl iğ in i gösterdiğini okumuştu . Eh, bir kadın ın yaptığ ın ı , b ir del ikan l ı n iye yapmasındı?
Arkadaşları onun bu tasar ımın ı çok ciddi karşı ladı lar. Oysa Briant gü lüp geçeceklerinden korkuyordu. Yalnızca Gordon çe-
- 98 -
kingen davrandı . Öteki lerse, şimdiye dek nice tehl ikeleri göze almışlard ı , bu tehl ike de onlara vız gel irdi .
« Briant, sence kaç metreye kadar yükselmek yeterli o lur?» diye sord u .
«Bana kal ı rsa, yüz seksen i k i y ü z metreye çıkı l ırsa, adanın herhangi bir yerinde yakılmış bir ateşin görülebilmesi gerekir.»
Service, « H emen işe koyulal ım öyleyse," dedi .
20
25 Kası m günü sabahtan işe koyuldular. Uçurtmayı büyütmeden önc:,e, ne kadar yük kaldırabi leceğini an lamak gerekiyordu. Buna göre el yordamıyla, en az altmış ki lo kaldırabi lecek kadar genişleteceklerdi uçurtmayı . Ve bu ilk denemeyi yapmak için geceyi beklemek şart deği ld i . Gölün doğu kıyısından görülmeyecek kadar yükselmekle de deneyebil ir lerdi . Deneme başarıyla sonuçlandı . Uçurtma ortalama rüzgar altında on ki loluk b i r torbayı kaldırabi l iyord u . Sonra uçurtmayı yere indiri p Spor Alan ı ' na yaydılar. İ l k iş olarak iskeletin i i plerle s ıkıca bağlayıp pekiştirdi ler , sonra genişletti ler, Kate eklenen bez parçaların ı becerikl i elleri'yle ustaca dikti . Briant i le Baxter m akine bi lg isinden yana d aha «usta» olsalardı , aracı yaparken başlıca gözönünde tutu lması gereken temel öğelerin ağırl ık , yüzey, ağ ır l ık merkezi, rüzgarın basınç merkezi ve bir de ipin bağlandığı yer olduğunu gözönünde bulundurur, hesapların ı ona göre yapar ve buna göre, uçurtmanın yükselme gücünü ve kaç metreye kadar çıkabileceğin i bulurlard ı . Bunun gib i , ipin de, gözlemcinin güvendiği iç in en öneml i koşul olan , geri l ime dayanabilmesi iç in ne kadar kal ınl ıkta olması gerektiğini an layabi l i rlerd i . Neyse ki yattan al ınan ipler bu iş için bol bol yeterli olacakt ı . Zaten dengesi iyi kurulmuşsa, uçurtma ipe pek yüklenmezdi . Şimdi bir insan taşıyacağına göre, kuyruğa d a gerek kalmamıştı ve bu, Costar i le Dole'ü o lduk-
- 99 -
ça üzd ü . Uçurtmanın ipi de adamakıl l ı uzun tutu lmuştu , iki yüz ell i metreye kadar yükselebilecekti . Son olarak herhangi bir ip kopması ya da iskeletin k ı rı lması gibi bir tersl ik çıkar da uçurtma düşerse, tehl ikeyi olabild iğince önlemek üzere gölün üzerinde yükselti lmesi kararlaştı r ı ld ı . 5 Kasım sabahı başlayıp 7 Kasım günü öğleden sonra bitir i ldi . Denemesini akşama yapacaklard ı ,
Ş u son g ü nlerde durumda hiçbir değişme olmamıştı . İ çlerinde birkaçı , sık sık gidip yalıyarın tepesinde saatlerce gözlem yapmış, ki mse de bir şey görememişti . Aukcland Tepesi yakın larında hiçbir si lah sesi filan da d uyulmamış, ufukta dumana benzer bir şey görülmemişt i . Şu halde Briant i le arkadaşları haydutların Chairman Adası 'ndan ayr ı ld ıklarını umut edebi l i rler miydi? Eski güvencelerine kavuşmuşlar mıydı acaba? Hiç kuşkusuz giriştikleri deneme bunun karşıl ığ ın ı verecek, bu soru n u çözecekti. Şimdi son bir sorun kal ıyordu , sepete bin ip yükselecek olan kişi , gerektiğinde kendisini yere indi rmeleri için aşağıya nası l işaret verecekti? Briant bunu da d üşünmüştü .
« lşıkla işaret veremeyiz, çünkü Woltson 'un d a görme tehl ikesi var. Bence en iyi şu olacak: Bir kurşunu del ip upuzun bir sicime geçirerek sepetin bir köşesine bağlarız. Sicimin öteki ucunu da aşağıda, yerdekilerden biri tutar, yukarıdaki inmek istediği zaman kurşunu ip boyunca kaydır ır ve uçurtmayı indirmeler ini istediğini böylece arkadaşlarına haber vermiş olur.»
Bu soruna da çözüm bulunduğuna göre geriye sadece bir deneme yapma işi kalıyordu. Ay geceyarısını iki saat geçe doğduğundan ve hafif bir yel estiğinden koşullar deneme için çok elverişliydi . U çurtma yavaş yavaş kaldırı ld ı , rüzgarı oldukça bocurgattaki ipi sal ıverildi ve böylece gitgide yükseldi. Ama karanl ıkta hemen gözden yitivermişt i . Küçükler buna çok üzüldüler, onlar uçurtmanın gölün üzerinde nazlı nazlı salınarak dolanmasını seyretmek istiyorlard ı .
Gerçi uçurtma göze görünmez olmuştu, ama ip i düzenli olarak çekişinden , yukarıda herhangi bir tersl ik olmadığ ı , g üzel gü-
- 1 00 -
1 ' 1
zel dalgalandığ ı anlaşı l ıyordu. Briant ipi özel l ik le sonuna dek koyuverdi , gerilme derecesinden işler in yolunda g ittiğ i daha iyi anlaşı ld ı . Üç yüz altmış metre ip sal ıver i lmişti . Uçurtmanın iki yüz ell i metre kadar yükselmiş o lması gerekiyordu . Bu iş on dakikada tamamlanmıştı. Ne var ki, bacurgatla ipi çekme işi daha uzun sürecek, ancak bir saatte tamamlanabi lecekti ve çocuklar yoruldukça nöbet değiştirmek suretiyle ipi sard ı lar.
Bir uçurtmanı n yere indiri l iş i de, t ıpkı bir h ava gemisinin inmesi g ib i , en çok dikkat isteyen b i r iştir, yoksa şiddetle yere çakılabi l i r . Ama bu iş de olaysız geçti ve sekizgen biçiml i uçurtma sevinç sesleriyle karşı landı .
Gordon dayanamadı . « H ad i Briant, geç o ldu , dönelim art ık . . . "
« Bir dakika, Gordon, Doniphan, durun bi raz . . . Bir önerim var.»
«Söyle bakal ım.» « Uçurtmamızı denedik ve başarı l ı olduk, çünkü koşullar elve
riş l i , rüzgar tam kıvamında ama yarın nasıl o lacağın ı bi lemeyiz. Bence en iyisi , yukarıya çıkma iş in i hiç ertelememek.»
Gerçi bu son derece akla yakın bir öneriydi ama yine de kimse karşı l ık veremedi. Kuşkusuz en gözüpek çocukların b i le böylesine tehl ike l i bir işe atı l m adan az çok duraksamaları o lağandı . Sonra Briant, «Kim çıkmak istiyor?» diye sorduğunda, Jacques, Doniphan, Baxter, Wi lcox, Cross ve Service hemen hemen hep bir ağızdan , «Ben ! » diye atı lmışlard ı . Jacques üstel iyordu.
«Ağabey, b i l iyorsun ki bu iş en çok bana düşer. Kendin i esirgememesi gereken biri varsa o da benim. İzin ver, ben bineyim sepete.»
Bu sözler herkesi şaşı rtmışt ı , soruyorlard ı . « N için herhangi bir imiz deği l de i l le sen kendini tehl ikeye atacakmışsınız?,, diye Doniphan, «Sen söylesene Briant, Jacques bir suç m u işledi ki böyle davranıyor, herkesten önce kendini öne sürmek, kendini
- 1 01 -
feda etmek hakkını nereden alıyor bu çocuk?» dedi . Briant y ine susuyor, kardeşin in de konuşmasın ı istemiyordu
ama Jacques dayanamamışt ı . «Bırak, ağabey, b ı rak da söyleyeyim yaptığ ımı . Artık d ayana
mıyorum çünkü , gizlemek bana çok ağır gel iyor. Gordon, Doniphan, hepiniz burada, bu adada, ai lelerinizden uzak, çaresizl ik içindeyseniz, bunun tek sorumlusu benim, hep ben im yüzümden oldu . . . Slugi 'n in ansızın denize açıl ıvermesin in nedeni benim; laf olsun diye, şaka olsun diye, iskeleye bağlanan palamarların ı ben çözdüm. Evet, şaka olsun diye . . . Sonra yatın sürüklendiğini görünce korkumdan bir şey söyleyemedim, daha vakit vardı ama yine de kimseye haber veremedim . . . Ama bir saat sonra, gece karan l ığ ında, denizin ortasında . . . Ah , beni bağışlayın arkadaşlar, ne olur, bağışlayın beni ! . .»
Doniphan, «Şimdiye dek bağış latmamış mıydı ki? Kaç kez kendini bizim için teh l ikeye atmadı mı? En zor işlerde hep öne düşmedi m i? Benimle Cross' u aramak için sisin içine dalmadı mı? Evet, Jacques, dostum , seni hepimiz bağışl ıyoruz, unut bunları artık . . . »
Herkes Jacques' ın çevresini sarmış, onu avutmaya çal ışıyordu. Okulun bu en neşe l i , en afacan çocuğunun neden böyle birdenbire durgunlaştığ ı , arkadaşların kaçar olduğu şimdi anlaşılmıştı . Sonra, ağabeyin in buyruğu ve kendi isteğiyle her işde öne atı lmış, en tehl ikel i durumlara hep o koşmuştu , suçunu bağışlatmak içi n . Yine de az bu luyordu yaptık ların ı . . . Bu en teh l ikel i denemeye de atı lmak istiyordu ! Ne dedi lerse onu bu kararından vazgeçiremediler. Ama Briant' ın bu işi k imseye bırakmaya niyeti yoktu. Zaten , daha başından sepete kendi binmeyi tasarlay ıp duruyord u , bir arkadaşın ı böyle b i r tehl ikeye atmaya gönlü razı olamazdı . Kardeşi de, öteki ler de sonunda boyun eğdi ler, e l in i sıkıp başarı lar di ledi ler. Briant sepete binip yerleşti, uçurtmayı koyuvermelerini söyledi .
Önce yavaş yavaş çıkarken, «Gökler Devi» on saniyede ka-
- 1 02 -
ran l ıkta gözden yitivermişt i . Çocuklar çıt ç ıkarmadan sessiz, bekleşiyorlar, Garnett işaret ip in in ucunu sımsıkı tutuyordu .
Aşağısı kapkaranl ıktı . G ö l , ormanlar, yal ıyar, hiçbir ayrıntısın ı seçemediği karmakarışık bir y ığ ın o luşturuyordu . Adanın çevresine gel ince bu, denizle b ir leştiği çizg iden bel l i o luyordu. Hatta bulunduğu yerden Briant b ütün adayı görebi l iyordu.
Gerçi batı , kuzey ve güney yönünde gök de karanl ıkt ı ama doğu yönünde bulutlar bi razcık açı lmış , tek tük yı ld ızlar bel i rmişti . Ve işte o yönde, giderek yükselen bulutların altında yansıyacak kadar güçlü bir ışık Briant' ı n dikkatini çekti .
«Bir ateş var orada,» diye kendi kendine söylendi. « Yoksa Woltson oraya mı kamp kurmuş. Ama olamaz . . . Bu ateş çok uzakta ve kesin l ikle adanın ötesinde . . . Yoksa bir yanardağ mı? Doğuda, yakın larda kara mı var?»
Ve o anda aklına adanın doğusuna, Düşkırık l ığ ı Körfezi 'ne i lk keşif gezisine çıktığ ında, dürbünde gördüğü o beyazımtı rak leke gel iverdi . Kendi kendine söylenerek, « Evet, tam da o yönde işte ,» dedi . «Belki de o leke, bir buzulun güneş ış ın ların ı yansıtmasıydı . Hiç kuşkusuz Chairman Adası 'na çok yakın bir kara parçası var oralarda.»
Briant dürbünü o yana çevirmiş, dikkatle gözlüyordu. Evet evet, orada ateş kusan bir dağ vardı . O gördüğü buzulun yakınında ve ancak otuz mil kadar uzakta, yani adada ve Aile Gölü' nün batısında, ağaçların arasında yanan bir şeydi gördüğü, ama bir görünüp bir gözden yitmişti . Yüreği şiddetle çarpmaya başlad ı . Oh! Demek o adamlar hala buradaydı lar ! El i öyle titriyordu ki dürbünü bile doğru dürüst tutamaz olmuştu. Ama orada, Doğu Deresi 'n in ağzında, o yanan ateşi bir an için bile olsa görmüştü işte. Demek Woltson ile arkadaşları orada, Ayıkayası 'n ın dibindeki o küçük l imanda konakl ıyorlard ı . işaret siciminin iyice geri l i olup olmadığına bakt ı , sonra kurşunu koyuverdi . Hemen ard ından bocurgat ipi yavaş yavaş sarmaya, uçurtma ağır ağır yere inmeye başlamıştı . Ama Briant hala gözlerini o gördüğü ış ıklar-
- 1 03 -
dan ayı ramıyordu . Şimdi yanardağı da, hem daha yakında kıyının orada kamp ateşini de iyice seçebil iyordu.
Gordon i le arkadaşlarıysa yerde Briant' ın indir işaretini büyük bir sabırsızl ık la beklemişlerd i . Briant' ın yukarıda geçird iğ i yirm i dakika on lara ne de uzun gelmişti ! Bu arada Doniphan, Baxter, Wilcox, Service ile Webb , bocurgatın manivelas ın ı vargüçleriyle çeviriyorlard ı . Uçurtma ise yerden henüz otuz metre kadar yüksekte olmal ıydı . Ansızın şiddetli bir sarsıntı oldu. Manivelan ı n başındakiler boş bulundular, neredeyse s ırtüstü yuvarlanacaklard ı . Uçurtman ı n ipi kopuvermişti .
«Briant ! Briant ! » diye korkuyla bağrışmaya başladı lar. B i rkaç dakika sonra Briant da kumsala çıkmış, onlara seslen iyord u . Jacques sevinçle ağabeyini kucaklad ı .
«Woltson h ala burada!» Arkadaşların ı n yanına gel ir gelmez Briant' ın sözü bu olmuş-
tu. İp koptuğu anda, Briant d imdik aşağıya doğru deği l de,
uçurtma üzerinde paraşüt görevi yaptığından, çaprazlamasına ve bir bakıma ağır ağır sürüklenmeye başlamıştı . Tam göle vurup batmadan önce sepetten çıkabi lmesi gerekiyordu , öyle de yapmış ve iy i b i r yüzücü olduğundan, on beş metre kadar ötesinde kalan kıyıya kolaylıkla ulaşabi lmişti . Bu arada ağır l ıktan kurtulan uçurtma da rüzgara kapı lmış, kuzeydoğu yönünde sürüklenip gitmişt i .
2 1
Ertesi gün , mağaranın holünde toplanıp d urumu görüşmeye başladı lar. Woltson i le arkadaşları adaya gelel i beri on beş g ü n olmuştu .
O sırada Briant' ı n akl ına, havadayken gördüğü o ış ık geldi , arkadaşlarına anlattı .
- 1 04 -
«Anımsıyor musunuz, Doğu Deresi' n i n ağzına gitt iğimizde, size ufukta gözüme il işen beyazımtırak b i r lekeden söz etmiştim hani?»
Doniphan, «Ama Wilcox ile ben çok bakt ık , senin sözünü ettiğine benzer bir şey göremedik?» dedi.
Briant, « Moko da benim gib i görmüştü o gün . . . » diye atı ld ı . «Olabi l i r , Briant, biz görmemiş olabi l i riz ama bunun bir ada
yahut bir anakara olabi leceğini nereden çıkarıyorsun sen?» «Şundan: dün gece, ufku o yönden tararken, kıyın ı n çok öte
sinde bir aydın l ık gördüm ki bu, bir yanardağdan başka bir şey olamazdı . Bu gözlem sonunda yakın larda b i r kara parçası olacağı sonucuna vard ım! Tabii Severn gemisinin tayfaları da bunu bizden iyi b i l ir ler ve oraya varmak için el lerinden geleni yapacaklardır kuşkusuz . . . »
Baxter söze karıştı . «Orası öyle. Burada kalmakla el lerine ne geçecek ki? Ama şalupalar ını onaramadıklarından bir türlü gidemiyorlar besbel l i .»
Bu adamlar Doğu Deresi boyundan çıkıveri rlerse, gölü bulmalan , güneyini dolanınca d a Fransız M ağ arası 'yla karş ı laşıvermeleri işten bi le değildi .
Bu olas ı l ık karşısında Briant en katı önlemlere başvurmak zorunda kald ı . Artık çok gerekmedikçe kimse derenin sol kıyısına, Batakl ık Ormanı 'na kadar bile gidemeyecekti . Öte yandan Baxter de ahır ın tahtaperdesini ve hol i le ambar kapı lar ını otlarla örtüp gizled i . Göl i le Auckland Tepesi arasındaki kesime bile çıkmak yasakland ı .
Bu arada cansıkıcı b ir olay daha o ldu . Costar ateşlendi. Kate, yatın küçük ecza dolabındaki i laçlarla, çocuğa bir anne kadar dikkatle ve sevecenl ikte baktı . Gece gündüz başından ayrılmadı. Onun bu özverisi sayesinde ateş yavaş yavaş düştü, çocuk iyi leşmeye yüz tuttu ve çok geçmeden ayağa kalktı .
2 1 Kasım günü Doniphan göl kıyısında bal ık avlarken bir takım yırtıcı kuşların derenin sol kıyısında çığl ık çığl ığa, geniş dai-
- 1 05 -
reler çizerek uçtukların ı , sonra telaşla, yere doğru dalış yaptıklarını görd ü . Merak ett i , nereye konduklarını araştı rd ıysa da yüksek otların arasında kaldığı için göremedi . Herhalde orada b i r h ayvan leşi olacakt ı . İş in asl ını anlamak istediğinden, Moko'dan, kayıkla kendisini karşıya geçirivermesini rica ett i . On dakika sonra derenin karşı kıyısına ayak basarken kuşlar da, karınlarını doyurdukları b ir s ı rada rahatsız edi ldiklerine kızmış, bağırarak kaçıyorlard ı .
Oracıkta yerde, genç bir g anako yatıyord u . H enüz tümüyle soğumamış olduğuna bakı l ı rsa ancak bi rkaç saat önce ölmüş olmalıydı . Doniphan i le Moko tam döneceklerken akı l larına b i r şey geld i . Bu g anako nasıl olmuş da türdeşlerinin yaşadığı doğ u ormanlarından bunca uzaklaşmış, buralara kadar gelebi l mişti? Doniphan hayvanı inceleyin ce işin gizemi çözülüverdi : Ganako bir kurşunla vurulmuştu . Moko bıçağıyla kurşunu yaradan çıkard ı . Bir av tüfeğinden değ i l , b ir savaş tüfeğinden atı lmış o lmal ıydı bu, çünkü i ri boyda bir kurşundu. Demek ki ganakoyu Woltson ya da arkadaşları vurmuşlard ı .
Doniphan i le M oko ganakonun leşini yine yırt ıcı kuşlara bırakıp mağaraya dönerek olan biten i arkadaşlarına anlattı lar.
24 Kasımda B riant i le Gordon, Zelanda Deresi 'n in karşı kıyıs ına geçmiş, göl i le batakl ık arasında dar bir siper kazı l ıp kazı lamayacağın ı inceliyorlard ı . Böyle bir siper olursa, en ufak b i r tehl ike bel irtisinde Doniphan i le en iyi n işancılar içeri atlayıp pusu kurabileceklerd i . Dereden ancak üç yüz adım kadar uzaklaşm ışlardı ki , B riant bir şeye basıp ezd i . Suların denizden sürüklediği bir deniz kabuğu sanmış, aldırış etmeden yürüyordu ama Gordon onu durdurd u .
«Bak Briant, şuraya b a k h e l e . . . » «Aa, bu bir pipoymuş ! . .» Evet, Gordon el inde ortası nd a k ır ı lmış b i r p ipo tutuyo rd u ! Ki
min olabil irdi bu? Aralarında hiç kimse tütün içmiyord u . Fransız kazazedesi Baudoin ölel i yirmi yı l geçmişti , onun da olamazdı .
- 1 06 -
Pipo, buraya yeni düşmüştü çünkü içinde hala tütün kı rıntıları vardı . Demek ki b irkaç gün hatta belki de b irkaç saat önce Woltson , ya da arkadaşlarından biri şuracıktan geçmişlerd i ! Gordon i le Briant hemen mağaraya döndüler ve Kate'e pipoyu gösterdiklerinden kadın onu hemen tanıd ı , Woltson elinde görmüştü b irkaç kez.
Böylece gözcüler artır ı ld ı . G ü ndüzleri biri sürekl i olarak Auckland Tepesi 'nde nöbet tutuyordu; bataklık yönünden olsun, orman yön ü nden olsun , göl yönünden olsu n , yaklaşacak herhangi bir tehl i keyi hemen haber vermek üzere. Geceleri büyüklerden ik i k iş i , ambar ve hol kapı larında, d ışarıdan gelecek herhangi bir kuşku uyandırıcı sesi kolluyordu. İki kapının arkasına, hemen yakına taşlar yığı lmışt ı . Gerektiğinde içeriden mağarayı kapatmak için kapıların yanında bulunan iki küçük toptan biri Zelanda Deres i 'ne, öteki de Ai le Gölü'ne bakan dar pencerelere yerleştiri ldi .
Ah! Yiğit Evans da burada olsaydı ! Belki de bu çocukları yön etir, haydutlara karşı o nlara yardı m cı olurd u ! Ne yazık ki Evans göz hapsindeydi , tabi i eğer beriki ler onu tehl ikel i b ir tan ık olarak görüp iş in i bitirmediyseler . . .
Kate işte böyle düşünüyordu v e kendi canı için deği l , çocuklar hesabına çok korkuyordu . Kasımın 27'siydi ve g ü nlerden beri h ava boğucu s ıcaktı. Uzaklardan gelen gökgürü ltüleri bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu haber veriyordu.
Tam yatmaya hazırlanıyorlardı ki, Phann anlaşı lmaz bir huzursuzlukla havlamaya başlad ı . Ön ayaklarını holün kapısına dayıyor, sürekl i olarak h ırl ıyordu. Doniphan onu yatıştırmaya çalışırken bir yandan da, cc Phann bir koku aldı galiba?» dedi . « N e zaman böyle yaptıysa, ard ından hep bir şey çıkmıştır. Bu akı l l ı hayvan ş i mdiye dek hiç yanı lmadı.»
Briant, «Olabil ir ,» dedi . «Aman kimse dışarı çıkmasın , kendim izi savunmaya hazır durumda bekl eyel im.»
H erkes tabancasını , tüfeğini aldı . Kulakların ı kapıya yapıştı-
- 1 07 -
r ıp dinlediler. Hiç ses yoktu ama Phann acı acı havlamaya başladı ve ansızın şiddetli bir patlama oldu. Fransız Mağarası 'n ın en çok iki yüz adım ötesinden bir s i lah atı lmışt ı . Herkes irki lm işti . Doniphan, Baxter, Wilcox, Cross ik i kapının ik i yanına dik i l ip zorla kı rarak içeriye girmek isteyen o lursa ateşe hazır bekledi ler. Ötekiler de taşları kapıların arkasına yığmaya hazırlanı rken d ışarıdan bir ses geldi :
« İ mdat ! . . İ mdat ! . .» H iç kuşkusuz ölüm tehl ikesiyle karşı karşıya, yard ım isteyen
bir i vardı d ışarıda. Kate kapın ın yanında kulak verdi . . . Sonra bağ ı rd ı .
«Açın . . . Açın ! . . Ta kendis i , o geldi işte . . . » Kapı açı ldı ve üstünden sular sızan , sırı lsıklam bir adam içeri
g irdi . Bu, Evans't ı , Severn' in lostromosuydu.
22
Gordon, B riant, Doniphan önce oldukları yerde kalakald ı lar , sonra içgüdüsel b i r davranışla, b i r kurtarıcıya doğru koşuyorlarmış g ib i adama doğru atı ld ı lar.
Evans yirmi beş, otuz yaşları nda, geniş om uzlu , güçlü yapılı , keskin bakışl ı , geniş al ınl ı , akıl l ı ve seviml i görünüşlü bir adamdı. Belki de Severn ' in batmasından beri kesi l memiş sakal l ı yüzünü kısmen kaplamıştı . içeri g i rer gi rmez ard ından kapıyı kapattı , dönüp kulağ ın ı dayadı , b i r şey duymamış olacak k i , holde birkaç adım i lerledi . Orada, tavana asıl ı fenerin ış ığında, gözler ini çevresinde gezdirdi ve mırı ldandı .
« Evet! . . Çocuklar! . . Sadece çocuklar ! . .» Birden gözleri parlad ı , yüzü sevinçle aydı n landı , kol lar ını aç
t ı . Kate'i görmüştü. «Kate ! . . Kate, demek siz sağsın ız, ölmediniz ! . .» Ve sevinçle
kadının el ler ine sarı ld ı , inanamıyor gibiyd i . Kate de, « Evet, s iz in
- 1 08 -
gibi ben de sağım işte , Evans. Tanrı sizi kurtard ığ ı gibi beni de kurtardı ve sizi ş imdi de şu çocu kları kurtarmaya gönderdi , şükürler olsun ! »
Reis, holdeki masanın çevresinde toplanmış çocukları gözleriyle saydıktan sonra, «On beş,» dedi, «Ancak beşi alt ısı kendini savunabilecek yaşta. Ne yapal ı m , çare yok!»
B riant sord u . «Tehl ikede miyiz, reis?» « H ayır, oğlum, hayır. Hiç olmazsa şimdi l ik tehlikede sayılma
yız.» H epsi de Evans' ın özell ikle şalupanın kıyıya vurmasından
beri başından geçenleri öğrenmeye can atıyordu ama önce adamcağız üstünü değişti rmel i , b ir şeyler yemeliyd i . ıslanmasın ın nedeni , Zelanda Deresi 'n i yüzerek geçmiş olmasıydı . Bir çeyrek saat sonra, Evans masanın başına geçmiş, Severn tayfalarının adaya ayak basmasından beri başından geçenleri anlatıyord u :
«Hiçbirimiz önemli yara fi lan almamıştık . Uzun uğraşlardan sonra, Woltson, Brandt, Rock, Cook, Cope bir de ben kıyıya çıkabi ldik. İki kişi eksi ldi . Forbes i le Pike, Kate' in de dalgalara kapıl ıp sürüklendiğini sanıyordum ve onu sağ bulacağıma hiç inanmadım bunun için. Kumsala vardığ ımızda, bir süre şalupayı arad ık . Sonunda kumsalda . . . »
Doniphan onun sözünü kesti . « Evet, Severn Kumsal ı 'na vurmuştu. Biz oraya bu adı verdik, Evans reis . . . Kayığı da gece gördük, yanına uzanmış iki kişiyi de, ertesi gün onları gömmeye gitt iğimizde kimseyi bu lamadık.»
« Evet, işte onlar Forbes i le Pike' miş, Woltson i le beriki ler, konyak fi lan içirerek arkadaşların ı ayıltt ı lar, şalupanın sandığ ına bir şey olmamışt ı . İç inde ne varsa, beş tüfeği , yiyecekleri , cephaneyi aldılar, oradan ayrı ld ık. O s ı rada haydutlardan bir i Kate' i n bu lunmayışına dikkati çekti , Woltson d a , «Aman, canı cehenneme, dalgalara kapı l ıp boğulmuş olmal ı ,» deyince, anladım ki
- 1 09 -
bunlar beni i lk fırsatta başlarından atıvererek, ortadan kald ı racaklar. Sahi Kate, siz nerelerdeydiniz o s ı rada?»
«Ben sandal ın öte yanındaydı m , deniz tarafında. Beni görmediler ama ben onların konuştukların ı d inledim . Oradan ayrıld ıktan sonra da, ellerine düşmemek için tam ters yönde kaçtım . Otuz altı saat sonra açl ı ktan yarı ö l ü haldeyken bu çocuklar beni bulup Fransız M ağaras ı ' na getirdiler.»
« Fransız Mağarası da neresiymiş?» «Burası , Evans reis . B izden yı l lar önce burada yaşamı ş b i r
kazazedenin anısına bu adı verdik.» « Fransız Mağarası? . . Severn Kumsalı? . . Görüyorum ki, ço
cuklar siz bu adanın çeşitli yerlerine adlar vermişsin iz. Ne güzel ! Neyse, bunları sonra öğrenirim, şimdi sözlerime devam edeyim . Evet, ne diyorduk, sandaldan ayrı ld ıktan b i r saat sonra, ağaçlığa varıp mola verdik. Ertesi ve daha ertesi günler kumsala dönüp sandalı onarmaya çalı ştıysak da başaramadık; e l imizde bir baltadan başka araç olmadığından, kırı lan borda tahtasın ı değiştirip, kısa da olsa, bir deniz yolculuğuna çıkacak hale getiremedik. Zaten o kumsal, onarım işi için hiç de elverişl i b i r yer değildi. Bu yüzden , hem biraz avlanabileceğimiz, hem de tatlı su bulabileceğimiz başka bir konaklama yeri aramaya koyulduk. Çünkü suyµmuz, yiyeceğimiz hepten tükenmişt i . Kıyı b oyunca on iki mi l kadar yürüdükten sonra bir ı rmağa vardık . . . »
Service atı ldı . « Doğu Deresi . .. » « Eh , Doğu Deresi olsun bakalım ! Orada, geniş b i r körfezin
ta d ibinde . . . » Bu kez Jenkins söze karıştı. «Düşkır ıkl ığı Körfezi ! » Evans gü lümseyerek, « Pekala, Düşkır ıkl ığı Körfezi diyel im,
işte orada, kayaların ortas ında bir l iman . . . » Costar bağırd ı , «Ayıkayas ı ! » « Peki küçük, orası d a Ayıkayası olsun. Evet oraya yerleş
mek pek kolay olacaktı ve şalupayı da g etirebil irsek, belki de i leride onarma yolunu bulabil irdik. Böylece dönüp şalupayı ald ık ,
- 1 1 0 -
iyi kötü del iklerini tıkayıp yüzdürdük, sonra yarı yarıya su dolmuş bir halde, kıyı boyunca çeke çeke şimdi güvenl ik içinde bulunduğu l imana dek getirebi ld ik. Eğer gerekli araçlar bulunursa, orada pekala onarıl ıp yüzd ü rülebi lecektir . . . "
Doniphan heyecanla, « İ şte o araçlar bizde var. Evans reis . . . » dedi .
« Evet, Woltson da bir rastlantı sonucu adada biri lerin in yaşadığını hem de kimlerin yaşadığını anlayınca, böyle düşündü iş-te . . . "
Gordon sordu. «Nereden anlamış olabi l i r ki?» «Bakın şöyle: Sekiz g ü n önce, Woltson, öteki ler ve ben -
çünkü beni h iç yalnız bırakmıyorlardı - ormanda bir i n celeme gezisine çıkmıştık. Sizin Doğu Deresi dediğiniz suyun boyunca üç dört saat yürüdükten sonra, derenin çıktığı büyük bir göle vardık . Ve orada, kıyıya vurmuş garip bir araç görünce ne denl i şaşırdığımızı varın siz düşünün . . . Bu, b i r tür kamış iskeletti , üstüne de yelkenbezi geril iyd i . . . ..
B riant, «Ah, o bizim, göle d üşen uçurtmamızdı . Demek rüzgar o yana sürüklemiş . . ... dedi .
«Ya, demek bir uçurtmaydı o? Doğrusu anlayamadık. N e olduğunu çok merak etmiştik. Herhalde kendi kendine yerden bitivermemişt i , adada yapılmıştı ! Buna hiç kuşku yoktu, demek adada biri ler i yaşıyordu ! Ama kim? işte Woltson'un asıl öğrenmek istediği buydu. Bense, daha o gün kaçmayı kafama koymuştum. Bu adada yaşayanlar her k im olursa olsun - vahşi yerl i ler bi le olsa - Severn'in cani ler inden daha acımasız olamazlardı . Zaten o andan itibaren d e gece g ündüz göz hapsine al ındım . . . »
Baxter dayanamayıp atı ld ı . « Peki , bizim varl ığımızdan nasıl haberiniz oldu?»
«Oraya da geleceğim, çocuklar. Ama daha önce, kuzum söyler mis in iz bana, o koskocaman uçurtma ne işinize yarıyord u? Bir işaret miydi o?»
Gordon, Evans'a neler yaptıkların ı , uçurtmayı hangi işde kul-
- 1 1 1 -
landıkların ı , Briant' ı n herkesin kurtuluşu için kendi canın ı nası l tohlikeyo att ığ ın ı , Woltson'un hala orada bulunduğunu nasıl öğrendiklerini kısaca anlattı .
Evans, Briant' ı n el in i tutup, içtenl ikle s ıkarak, «Siz çok y iğ it bir çocukmuşsunuz, dostum,» dedi ve sözler ini sürdürd ü .
«Artık Woltson tek bir şey düşünür olmuştu, bu adada k imlerin yaşadığ ın ı öğrenmek. Adanın sakinleri , yerl i lerse belki on larla an laşabi l i rd i . Kazazedelerse, belki de gereksindiği araçlar onlarda bulunurd u . O takdirde, şalupayı denize ind irmek için m utlaka kendisine yardımcı olurlardı . Böylece aramaya başladılar. Ama pek d ikkatl i davranıyorlard ı . Ormanı ve gölün sağ kıyıs ın ı inceleyerek yavaş yavaş i lerl iyorlard ı . Ama kimseye rastlanmad ı . Adanın b u kesiminde hiçbir si lah sesi d e duyulmadı.
Briant, «Çünkü mağaradan uzaklaşmıyor, s i lah filan atm ıyorduk biz, yerim iz bulunur korkusuyla!» dedi .
«Ama yine de bulundu işte, zaten başka türlü olabi l i r miydi 23 Kasım' ı 24 Kasım'a bağlayan gece Woltson 'un haydutlarından bir i , gölün güney kıyısından mağ arayı görecek kadar yaklaşmış, iş in kötüsü o s ı rada bir an için aralanan kapıdan fenerin ışığı d ışarı sızıvermiş. Ertesi gün, Woltson da bu yana gel ip derenin bi rkaç adı m ötesinde, otların arasına gizlenmiş, bu mağarayı gözetlemiş . . . »
« Evet, bi l iyoruz, Gordon i le burada bir kır ık pipo bulduk. Kate de pipoyu tan ıd ı , Woltson' unmuş.»
«Tamam, Woltson piposunu yitirmişti de çok kızmıştı . Ama artık burada kimlerin yaşadığ ın ı b i l iyordu, çünkü oraya gizlendiğ i sürece, çoğu nuzun dere boyunda gid ip geldiğ in i görmüştü . Yedi kişi bu çocuklarla pekala başedebi l i r , d iye düşünmüştü . Böylel ikle, s izin Fransız Mağarası için neler hazırladığın ı öğrenmiş oldum.»
Kate bağırd ı . «Canavarlar, bu çocukcağızlara hiç acımaz onlar.»
Evans karşı l ık verdi . «Hakl ıs ın ız, Kate. Severn' in kaptanı n a
- 1 1 2 -
ve yolcularına acımadıkları g ib i , çocuklara da acımayacaklard ır.»
Bunun üzerine s ı ra, çocukların yirmi aydan beri başlarından geçenleri anlatmalarına gelmişti . Slugi 'n in Yeni Zelanda'dan nasıl ayrı ld ığ ı , okyanusu aşıp bu adaya nasıl vard ığ ı , Fransız kazazedenin kemiklerin in bulunuşu, Fransız Mağarası 'na yerleşme, kış çal ışmaları , yaz gezmeleri , hepsi birer birer anlatı ld ı . Sonra Evans sordu.
«Ve yirmi aydır adanı n açıklarından tek gemi bi le g eçmedi , öyle mi?»
«Geçtiyse bi le biz göremedi k.» « İşaret koymuş muydunuz?» « Evet, yalıyarın en yüksek tepesine bayrak dikmiştik ama
gören olmadı . Ne var ki altı hafta kadar önce d i reği indird ik . Woltson'un d ikkatin i çeker diye.»
« İyi de etmişsiniz çocuklar. Ş imdi bu haydut, karşısında kimler in olduğunu b i l iyor artık, gece g ündüz tetikte olmalıyız.»
Briant söylendi, «Ah, n iç in, Tanrı karşımıza bu haydutların yerine iyi yürekl i , dürüst insanlar çıkarmadı? Onlara nası l da yard ım ederdik . Biz de daha güçlenmiş olurduk. Şimdi ise, kendimizi savunmak, savaşmak zorundayız."
Kate, «Merak etmeyin çocuklar,» ded i . «Tanrı size şimdiye dek nasıl yardım ettiyse, bundan sonra da edecek, sizleri koruyacaktır . Bakın, Evans reisi gönderdi size, onunla daha da güçlendin iz . . . »
Bunun üzerine çocuklar bir ağızdan «Yaşası n ! Yaşasın Evans . . . » d iye bağrıştı lar. B u arada Gordon bir konu açtı .
« Peki ama, şu Woltson adadan uzaklaşabi l i rse, o zaman hep imiz rahat ederiz. Bunun için de sandal ın onarı lması gerekir, değil mi Evans reis?»
«Tabi i .» « İyi ya işte , onunla pazarlığ a g irişsek, araç versek, onarımı
tamamlayıp g itmeye razı olmaz mı acaba?»
- 1 1 3 - İki Yıl Okul Tatili / F: 8
Evans , Gordon'u dikkatle d in lemişt i . Evet, çocuğun sözleri pek de yabana atı l ır şeyler değildi.
«Bir bakıma haklısınız Bay Gordo n , bu haydutları başımızdan atmak için her çare geçerli sayı labi l i r . Bu yüzden, sandalı onardıktan sonra gideceklerine inansam, elbette onlarla savaşmamayı yeğ tutar ım. Ama Woltson'a g üveni l i r mi h iç? Onunla görüşmeye kalktığ ımız an, mağarayı ele geçir ip soymaya, ne var ne yok her şeyi alıp götürmeye bakacaktır o .»
Gordon, «Kes inl ikle b ir şey vermeyiz,,, d iye haykı rd ı . « İşte o zaman d a zorla almaya kalkışacaklardır , en iyisi , her
an hazır durumda, saldırmaların ı beklemek olacaktır bence. Üstel ik , beklememizin b ir nedeni daha var .»
«Neymiş o?» «Bakın , o sandal b izim el imize geçerse, pekala onarıp deni
ze açılabi l i riz. Pek kötü durumda sayı lmaz. Madem araç gerecimiz de var . . ·"
Gordon şaşırmıştı . « Nası l , Evans reis , siz o şalupayla buradan kurtulabi leceğimizi mi sanıyorsunuz yoksa? O küçük tekne o kyanusun azgın dalgalarıyla başedebi l i r mi hiç?»
«Okyanusa açı lmanın ne gereği var, çocuklar. Daha yakındaki bir l imana kadar pekala bizi götürebi l i r . Orada Auckland'a dönecek b i r gemiy i bekleriz."
« Peki ama, yine de şu şalupayla yüzlerce mi l l ik yol yapamayız k i ! »
«Yüzlerce mi l m i ? O d a nesi? Otuz mi l kadar götürse b ize yeter!»
Doniphan sordu. «Bizim adamızın çevresi ta uzaklara varıncaya dek o kyanus değil m i?»
« Evet, batısı öyle. Ama güneyi, doğusu, kuzeyi , altmış saatte kolaylıkla aşabi leceğimiz kanallardan i baret ! »
Gordon söze karıştı . « Demek biz, yakınlarda kara vardır d i ye düşünürken yanılmıyormuşuz?»
- 1 1 4 -
«Hayır, yanı lmıyorsunuz. Ü stelik, doğuda koskocaman kara parçaları var.»
Briant bağırdı. « Evet, doğuda. O beyazımtırak leke, sonra, o yönde gördü
ğüm ışık . . . » «Beyazımtırak leke mi , dediniz? Herhalde bir buzul olacak,
o ışık da haritada yeri bel l i olan b i r yanardağ olmalı . Kuzum çocuklar, siz nerede bulunduğunuzu sanıyorsunuz, söyler misiniz bana?»
Gordon karşı l ık verdi . «Büyük Okyanus'un ortasında her yere uzak bir adada.»
«Adadasın ız, evet. Ama her yere uzak değilsiniz. Bu ada, Güney Amerika kıyısı boyun ca uzanan sayısız takımadalardan birinin bir parçasıdır . Akl ıma gelmişken sorayım, madem adanızdaki burunlara, körfezlere, derelere ad koymuşsunuz, peki ya adan ı n kendisine ne ad verdiniz?»
Doniphan, «Okuduğum okulun adın ı , Chairman Adası ,» de-di .
«Yaa, Chairman Adası demek. Hiç de fena deği l , böylelikle adanızın ik i adı oluyor, çünkü burası aslında Honovre adasıdır .»
Bunun üzerine, holde reise de bir yatak hazırladılar ve herkes yatağına çekild i . Çocuklar çelişik duygular içindeydi ler . Bir tür lü gözlerine uyku gi rmiyord u ; bir yandan, yakında belki de kanlı bir savaş vereceklerd i , öte yandan, anavatana dönüş umudu belirmişti . . .
Batıdan doğuya, Atlas O kyanusu'nda Virgün Burnu'ndan Büyük Okyanus'ta Los Pilares Burnu'na kadar üç yüz seksen mil kadar uzanan , kıyı ları pek engebel i , deniz düzeyinden dokuz yüz metre yükseklikte tepelerle kuşatı lmış, doğal l iman ödevi gören derin körfez ve girinti lerle bezenmiş, akarsuları yemyeşi l , Horn Burnu'na oranla denizi daha sakin ve fırtınasız b i r kanal, işte ünlü Portekizli gemicin in 1 520 yı l ında keşfettiği Macellan Boğazı böyle b i r yerdir.
Yarım yüzyı l süreyle buralara yalnız İspanyollar gelmişler ve
- 1 1 5 -
Burswick Yarımadasında Port - Famine l imanını kurmuşlardı . Onları Drake, Cavendish, Chidley, H awkins gibi İngi l iz, d e Wert, de Cord , de Noort g ibi Hol landalı lar izled i . Lemaire i le Schoutein de 1 6 1 0'da bu adı taşıyan boğazı keşfetti ler. Son olarak 1 696 ve 1 7 1 2'de bu yörelerde Fransızları görüyoruz ve yüzyıl sonunun Anson, Cook, Boron, Bougainvil le gibi en ünlü gemicileri buralardan geçiyorlar. Bu tarihten sonra Macellan Boğazı b ir okyanustan ötekine geçiş yolu oluyor, özel l ikle, ters esen rüzgarlara da, şiddetli akıntı lara da aldırış etmeyen buharl ı gemilerin icadıyla bu boğaz büsbütün önem kazanıyor.
İ şte ertesi 23 Kası m günü Evans' ın atlasta çocuklara gösterdiği boğaz buyd u . Güney Amerika' n ın en ucunda bulunan Patagonya eyaleti , Kral Wilhelm Toprağı ve Burnswick Yarımadası boğazın kuzey s ın ı rın ı oluşturur. Güneyiyse Ateş Toprağı , Clarence Toprağı , Oesolacion Adaları , Hoste, Gordon , Navarin , Wolsalston, Stewarth Adaları gibi sayısız Macellan Boğazı takım adalarından meydana gel ir . En g üneydeki Harmite Adaları 'n ın iki okyanus arasında uzanan burn u , And Kordi l ler inin Horn Burn u adını alan sonuncu tepesidir . Doğuda Macellan Boğazı biraz genişler, açı l ı r . Ama batıda dard ı r . Bu yönden adacıklar, adalar, takı madalar, boğazlar, kanal lar, deniz burnuyla büyük Kral içe Adelaide Adası 'n ın güney ucu arası nda bir geçitle Pasifik Okyanusu'na açı l ır . Yukarıda, Şili kıyısı boyunca sayısız adalar uzanır .
Evans sözlerini sürdürdü. «Şimdi de, şunu görüyor musunuz, Macellan Boğazı 'n ın ötesindeki , güney Cambridge Adası ' ndan , kuzeyde de Madre de Dios ve Chatam adalarından sadece birer kanal la ayrı lmış şu adayı? işte elli birinci enlemde bulunan b u ada, Hanovre Adası 'dır ! Yani sizin Chairman adını verdiğ in iz ve yirmi aydır üzerinde yaşadığın ız adanın ta kendisi ! »
Briant , Doniphan, Gordon atlas ın üzerine eği lmişler, h e r yerden uzakta sandıkları , oysa Amerika kıyısına pek yakın olan bu adayı merakla incel iyorlard ı . Gordon dayanamadı . « Peki , ş imdi , Severn gemisin in şalupasının ele geçir i ldiğini ve onarı ldığını d üşünel im, o zaman ne yöne giderlerdi acaba?» d iye sordu.
- 1 1 6 -
«Çocuklar," diye karşı l ık verdi Evans, « N e kuzeye çıkmaya, ne doğuya gitmeye çal ışır ız. Denizden ne denli çok yol al ırsak o kadar iyi olacaktı r . Herhalde, rüzgar yard ı m ederse, şalupa b izi b i r Ş i l i l imanına dek götürebi l i r, orada iyi karşı lanırız. Ama o yörelerde deniz çok fırtınal ıd ır . Öte yandan takımadanı n kanal larından da kolaylıkla geçebil ir iz.»
Briant, «Orası öyle ama bir şey daha var. Acaba gideceği m iz yerlerde bizi anavatana ger i götürecek gemilere rastlayab ilecek m iyiz?» diye sord u .
« H iç kuşkum yok. Bakın , harita burada. Kraliçe Adelaide Tak ımadası'nı geçtikten sonra nereye varıyoruz? M acellan Boğazı 'na değil mi? işte boğazın hemen hemen g i rişinde, Desolacion Toprakları ' nda Tamar l iman ı var, oradan bir gemi buluruz.»
«Peki ya gemiye fi lan rastlamazsak, o zaman bir gemi geçsin diye mi bekleyeceğiz?»
« H ayır, Bay Briant, bakın, M acel lan Boğazı 'n ı geçtikten sonra şu kocaman B urnswick Yarımadası 'n ı görüyorsunuz, deği l mi? Gemiler s ık s ık oraya, Port - Galant' a uğrarlar.»
Lostromo hakl ıydı . Hele bir kez boğaza g i rebi ls in, şalupa pek çok yere uğrak yapabi l i rd i . Üstel ik , daha güneyde, bi l im heyetler inin gezdiğ i başka koloni ler de bulunuyordu ve özel l ik le Ateş Toprağı 'n ın üzerinde, Beagle Kanal ı 'ndaki Coshooia Kolonis i , İ ng i l iz misyonerlerinin yöneti minde, bu yörenin tan ınmasında büyük bir rol oynuyordu. Demek o luyor ki çocuklar b i r kez M acel lan Boğazı ' na varabilseler, yüzde yüz kurtu lmuş sayı l ır lard ı . N e var k i , oraya varabi lmek i ç i n Severn ' in şal upasını onarmak, onarmak içinse her şeyden önce onu ele geçirmek gerekirdi ki b u ancak Woltson ile suç ortakların ın zararsız hale getir i lmesiyle gerçekleşebi lecekti.
Öte yandan Evans, çocuklara tam anlamıyla g üven verecek bir k imseydi . Kate zaten ondan öyle çok ve öyle olumlu söz etmişti k i ! Hele sakal ın ı ve saçın ı kestikten sonra reisin yiğit ve dürüst yüzü o rtaya çıkıvermiş, büsbütün kendini sevdirmişti . Ger-
- 1 1 7 -
çekten de, Kate'in dediği gibi , Evans' ı o n lara Tan rı göndermişti, yardım etmesi için . Sonunda bu çocukların başına bir büyük gelmişti işte ! Artık işleri kolaylaşacak say ı l ı rd ı .
Reis her şeyden önce, düşmana karşı savunma yapabi lmek için el lerinde ne gibi o lanaklar bulunduğunu öğrenmek istedi . Ambarla hol savunmaya e lverişl i göründü.
Evans, B riant' ı n kapıları desteklemek üzere arkaya taş yığmasın ı onaylad ı , beğendi. U nutmamalı ki si lah kul lanmaya alışık, gözünü budaktan sakınmayan, adam öldürmekten bi le çekinmeyen yedi tane güçlü h aydutun karşısına on üç ile on beş yaşlar arasında sadece altı tane çocuk çıkacakt ı .
Bu arada birkaç gün olaysız geçti . Akşama doğru yal ıyara gözcü çıkmış olan Webb ile Cross telaşla gel ip Zelanda Deresi 'n in karşı kıyısından, gölün güneyinden doğru iki k iş inin yaklaştığ ın ı b i ld ird i ler .
Az sonra Gordon, Briant, Doniphan ve Baxter Zelanda Deresi' ne koşuyorlardı . Onlan görünce iki adam sözde çok şaşırmış gibi davrandı lar ve Gordon da onlardan aşağı kalmad ı , o da çok şaşırmış gibi yapt ı .
Rock i le Forbes yorgunluktan bitkin düşmüş g ibiydi ler. Karşı kıyıdan Gordon seslendi.
«Kimsiniz siz?» «Adanı n güneyinde batan Severn gemisinden canın ı zor
kurtarmış ik i tayfa.» « İngi l iz misin iz?» «Hayır. Amerikalıyız. Arkadaşlarımızın hepsi boğuldu yalnız
biz kurtu labi ldik ama gücümüz tükenmek üzere. Burası neresi kuzum?»
«Chairman Adası kolonisi .» «Ah ne olur bize acıy ın , yiyecek verin , ölmek üzereyiz.» Gordon karşı l ık verd i , « Hayhay, size yardım etmek görevi-
mizdir, buyurun, hoşgeldiniz!»
- 1 1 8 -
Bir işareti üzerine M oko kayıkla gidip iki haydudu getird i . Ve tam bıçağın ı indir iyorken Kate araya girdi .
23
O gece hiçbirinin gözüne uyku g i rmemişti . Artık kurnazl ığ ı para etmediğine göre Woltson'un mağaraya zorla girmeye kalkışacağına hiç kuşku yok demekti . Şafak sökerkeFı Evans, Briant, Gordon ve Doniphan holden çıktılar. Evans her şeyden önce yerdeki ayak izlerini inceledi. Bunlar pek çoktu ve gece boyunca Woltson i le arkadaşlar ın ın , am barın kapısı açılacak ·umuduyla dereye kadar i lerlediklerini gösteriyordu. Bu soruyu aydınlatmak için Forbes'un sorguya çeki lmes i gerekirdi . Ama Forbes konuşacak mıydı bakal ım, konuşsa bi le , gerçeği söyleyecek m iydi? Kate' in canın ı bağışlatmasına karş ı l ık onun da yüreğine biraz o lsun iyi l ik kıvı lc ımı girebilmiş miydi acaba? Evans onu kendi sorguya çekmek istediğinden yan ına gitti , iplerini çözüp hole getird i .
« Forbes,» dedi . « Rock i le oynadığ ın ız oyun tutmadı , foyanız ortaya çıktı , görüyorsun ; Woltson'un ne yapmayı tasarladığın ı mutlaka bi l iyorsunuzdur, bana söyleyecek misin şimdi?»
Forbes kimsenin yüzüne, hele Kate 'ten yana bakamıyordu. Sesini çıkarmad ı . Kadıncağız söze karışt ı .
« Forbes, geçen defa bi raz merhamet göstermiş, arkadaşlarınızın beni ö ldürmesine engel o lmuştunuz. Şimdi de daha feci bir kıy ımı önlemek, şu çocukcağızların canını kurtarmak istemez miydiniz acaba?»
Forbes derin derin göğüs geçirdi , sona fısı ldad ı . « El imden ne gel ir ki? Ne yapabi l i rim?» Evans söze karıştı . «Woltson'un dün gece ne yapmayı tasarladığın ı , neler yapa
cağın ı bize anlatabi l i rsin , yard ımın olur. Siz kapıyı açınca Wolston i le ötekiler buraya g i receklerd i , değil mi?»
- 1 1 9 -
« Evet.» «Ve seni iyi karşılamış, yardım etmiş olan bu çocukları öldü
rüvereceklerdi?» Forbes başın ı b üsbütün eğmiş, h iç sesin i çıkaramamıştı. Re-
is sordu .
:ı «Şimdi de, söyle bana bakal ım. Woltson i le öteki ler buraya dek hangi yönden gelmişlerdi?»
«Gölün kuzeyinden.» «Rock i le sen de g üneyinden geldiniz, deği l mi? Peki , ada-
nın batısını görmüş, gezmişler m iydi on lar?» «Hayır, henüz deği l .» « Peki , ş imdi neredeler acaba?» «Bi lmiyorum Evans, b i lmiyorum . . . " «Sence Woltson yine ge lecek midir?» « Evet!» Besbel l i , Woltson i le suç ortakları kurnazl ığ ın sökmediğ in i
anlamış, daha elverişl i b i r fı rsat kol lamak üzere şimdi l ik çek i lm işlerd i .
Gerçi Woltson i l e arkadaşları , Forbes' i n yakalanması üzerine sadece altı kişi kalmışlard ı , küçük koloniyse on beş çocuktan oluşuyordu.
Saat ikide Baxter, Jacques, Moko, Kate ve küçükler içeriye g ir ip kapıları kapadılar ama arkasına taş yığmadı lar, gerektiğinde Evans i le öteki ler koşup çabucak içer i g i rebi ls inler diye . Zaten güney ya da batıdan korkulacak bir şey bek lenemezd i . Forbes' in de söylediğine bakı l ı rsa haydut gölün batı kıyısından inmişti . Demek ki ancak kuzey kesiminden b i r saldırı beklenebi l i rd i . Evans önde, çocuklar arkada Auckland Tepesi 'n in etekleri boyunca dikkatle i lerliyorlard ı . Az sonra ağaçlara varmışlard ı . Oracıkta yarı yanmış dallar, henüz soğumamış kül ler , Woltson'un dün geceyi burada geçird iğ in i kanıtl ıyordu.
Sonradan öğreni ldiğine göre, şöyle olmuştu: Tuzak Orman ı ' nda pusuya yatan Rock, Cope ve Pike, Evans ite öteki leri oya-
- 1 20 -
l
larken Woltson i le Brandt ve Book da Yoldere'n in kurumuş yatağı boyunca Auckland Tepesi' ne tırman mış ambar kapısının yakınına inmişlerd i . Sonra da arkasına taş yığı lmamış olan kapıyı kır ıp mağarayı basmışlardı . Evans hemen durumu kavradı , kararını verd i . Doniphan' ı yalnız bırakamazlardı , Cross, Webb ve Garnett onun yanında kaldı. Evans da Gordon , Briant, Service ve Wilcox ile en kısa yoldan mağaraya koştular. Ancak, b irkaç dakika sonra, Spor Alanı 'nı görür görmez tüm umutların ı yitiriverdiler. O anda Woltson, dereye bir çocuğu sürükleyerek kapıdan çıkarıyordu . Bu çocuk Jacques'tı . Kate haydudun üzerine atı lmış, onu el inden almaya uğraşıyordu ama boşuna. A rdından Brandt çıktı , oda küçük Costar' ı yakalamış sürüklüyordu. Baxter de Brandt' ın üzerine atı ld ıysa da, adamın şiddetle itmesi üzerine s ı rtüstü devril iverdi . Öteki çocuklar, Dole, Jenkins, iversen , Moka ortal ıkta yoktu. Yoksa onların başına da mağaranın içinde b i r şey m i gelmişti? Bu arada Woltson i le Brandt h ızla dereye yaklaşmaktaydılar. Peki nasıl geçeceklerdi dereyi? Yüzerek m i? Yok, yok, Book ambardan çıkardığı kayıkla orada bekliyordu işte. Bir kez sol kıyıya ulaşacak olursa, artık yakalanamazlardı . Rehin aldıkları Jacques ve Costar i le , Ayıkayası' ndaki kamp yerine çekil irlerdi . Bu yüzden Evans, B riant, Gordon, Ross ve Wilcox bir an önce Spor Alan ı 'na yetişmek umuduyla vargüçleriyle koşmaya başladı lar. Bu uzakl ıktan ateş de edemezler, Jacques ya da Costar' ı vurabi l irlerd i . Neyse ki Phann ardayd ı , Brandt' ın g ırtlağına yapıştı . Haydut kendini köpeğe karşı savunmak için Costar ' ı b ı raktı . Woltson ise bir an ö nce Jacques' ı kayığa sürüklemek telaşındaydı . .. O anda holden dışarı bir adam fırladı . Forbes'tu b u . Yoksa tutuklandığı yerin kapısını kırıp arkadaşlarına yardıma m ı koşmuştu? Woltson bundan kuşkulanmadığı için, « İ mdat , Forbes, koş bana yardım et! » diye bağırd ı . Evans tam durmuş, ateş edecekken Forbes'un Woltson'un üzerine atı ldığın ı görd ü . Bu beklemediği saldırıyla gafil avlanan Woltson çares iz Jacques' ı b ı rakmak zorunda kaldı ve döndüğü gib i bıçağını
- 1 21 -
Forbes'a sapladı . Forbes ayakların ın dib ine yığ ı l ıverd i . Bunlar o kadar çabu k olup bitmişti ki Evans i le öte kiler Spor Alanı 'na hala yüz adı m kadar uzaktaydılar. O zaman Woltson Jacques' ı yeniden, Book ile köpekten kurtulmuş olan Brandt' ın kendisini bekledikleri kayığa sürüklemek istedi ama çocuk ondan atik davran ıp tabancasın ı haydudun göğsüne boşaltıverdi . Ağır yaralanan Woltson b inbi r güçlükle iki arkadaşına doğru sürüklendi . Onu kayığa çekti ler ve tekneyi akış aşağı salıverdi ler. O anda şiddetli bir patlama d uyuldu. Miço, ambar penceresindeki küçük topu ateşlemişti. Böylece, Tuzak Ormanı 'ndaki ağaçların arasına dal ıp yiten o i ki haydut d ış ında, Chairman Adas ı 'nda cani kalmamış , Severn'in kana susamış tayfaları , Zelanda Deresi 'n in su larına kapılmış , denize sürükleniyorlardı! ..
24
Chairman Adası 'ndaki çocuklar için şimdi yeni bir dönem başlıyordu. Bugüne dek oldukça güç koşullar alt ında hayatta kalmak için savaşmışlard ı . Şimdiden sonra da ailelerine ve anayurda kavuşmak için çal ış ıp didineceklerdi .
Gerçi Doniphan' ın pek ağır b i r yara aldığı bel l iydi ama oldukça düzenli soluk al ış ına bakı l ı rsa, bıçak akciğeri delmemiş olmal ıydı , Kate onun yarasın ı , Amerika'da Uzakbatıda pek kul lanı lan ve Zelanda Deresi 'n in kıyısında da bulunan bazı yapraklarla pansuman yapıyordu. Bu kızı lağaç yaprakları kurutulup lapa gibi yaraya bastır ı ld ığında, i ltihaplanmayı önlemek için birebird i , çünkü bütün teh l ike yaranın i lt ihaplanması ve kangrene dönüşmesiydi . A m a Woltson Forbes'u karn ından vurmuştu. O n u n durumu umutsuzdu , öleceğin i b i l iyordu ve kendine gel ip de başucunda Kate' i görün ce gözlerinden yaşlar akarak, «Sağal Kate, çok iyis i n , sağal , ama boşuna uğraşma, yararı yok, benim işim bitik ! » d iye mır ı ldandı .
- 1 22 -
Saat sabahın dördünce Forbes son soluğunu verdi. Pişmanlık geti rerek öldüğü için insanlar tarafından bağışlandığı gibi Tanrı tarafından da bağışlanmış olmalı ki çok acı çemedi , can çekişmesi pek uzun sürmedi .
Ertesi gün onu, Fransız kazazedesin in mezarın ın yakınına bir çukur kazıp gömdüler. Şimdi orada yanyana iki mezar duruyor.
Bu arada Rock ile Cope'un varl ığı da hala tehl ike yaratıyordu. Onlar da zarar veremeyecek bir duruma geti ri lmedikçe adada güvenl ik tam anlamıyla sağlanmış sayılmazdı . Bu yüzden Evans, Ayıkayası Limanı 'na dönmeden onların da hesabını görmeye karar vermişti . Hemen o gün, Gordon, Briant, Baxter ve Wilcox i le , e lde tüfek, belde tabancayla yola d üştüler. Phann'ı da yanlarına almışlardı . Araştırma ne uzu n , ne güç, ne tehlikeli oldu. Cope bir kurşunla yaralanmıştı, kan izlerin i sürünce onun ölüsünü buldular, Pike' in de ölüsü bulundu. Yer yarı lmış da içine girmiş gibi olan Rock'un gizi de çok geçmeden çözüldü: Ölümcül bir yara aldıktan sonra Wilcox' un kazdığı tuzaklardan birine düşmüştü o da. Üç ceset de bu çukura gömüldü. Artık adada korkulacak kimse kalmamış demekti . Ah, eğer Doniphan da yaralı olmasaydı ne kadar da sevineceklerd i ! Nasıl da umutlanacaklard ı !
Ertesi g ü n Evans, Gordon , Briant ve Baxter yapılacak işleri kararlaştırdı lar. Her şeyden önce Severn' in sandalın ı ele geçirmek önemliydi ! Evans sandalı adamakıl l ı gözden geçird i kten sonra «Çocuklar» dedi . «Gereçle rimiz var ama borda tahtaların ı onaracak tahtamız, kerestemiz yok. Bunları mağarada bulacağız. Slugi 'den aldığınız o eğri tahtalar ve kalaslar çok işimize yarayacak, bu yüzden sandalı Zelanda Deresi ' ne kadar götürebi l i rsek . . . »
Briant atı ld ı , «Ben de öyle düşün üyordum, Evans reis, neden olmasın?»
« Evet, neden olmasın? M adem ki ta Severn Kumsalı 'ndan
- 1 23 -
buraya kadar geld i , buradan dereye kadar neden gizlemesi n? O zaman onarım iş in i daha kolay yürütür, Fransız Mağarası 'ndan yola çıkıp Slugi Körfezi 'ne u laşır ve denize açı l ı rız ! »
Eğer bu tasarı gerçekleşebi l i r n itel ikteyse, daha iyisi düşünülemezdi . Bu yüzden sandal ı kay ığ ın yedeğinde çekip götürmek için ertesi günkü gelg itte denizin kabarmasından yararlanmayı kararlaştırdı lar. Ertesi günden tezi yok onarım iş ine başlandı . Önce şalupayı karaya çekti ler. Bu on sekiz metre uzunlukta, iki metre genişl ikteki tekne on yedi kişiyi rahatça alabi l i rd i . İyi bir gemici olduğu kadar da iyi bir marangoz da olan Evans işleri yönetiyordu. Bu arada Baxter' in becerisine de hayranl ık duymuyor deği ld i . Malzeme de, gereç de boldu . Kı r ı lmış eğri borda tahtaları yatın teknesin in kalıntı larıyla yeniden yapı ld ı ; k ı rı lmış direkler onarı ld ı ; çamsakızına batırı lmış ü stüpüyle tekne kalafatlandı ; su geçirmez hale geti ri ld i . Sonra üzerine güverte çeki ld i . Böylece hava bozacak olursa altına gir i lebi lecekt i . Ama bu mevsimin şu ikinci yansında fırtınalardan pek korkulmazdı . Yolcular isterlerse bu güvertenin üzerinde oturabilecek, isterlerse altına gireceklerd i . Slugi 'n in çanakl ık d i reği şalupaya büyük d i rek olarak kondu ve Kate yatın yedek randa yelkeninden, Evans' ı n tal imatına uyarak b i r mizena yelkenl i , b ir küçük arka yelken, bir de fok yelkeni d ikt i . Bu arada Noel yortusu da çocukların Chairman Adası ' nda tamamlamamayı yürekten umdukları şu 1 862 y ı l ın ın 1 Ocak g ünü de büyük tören lerle kutlanmışt ı . Doniphan iyice iyi leşmiş sayıl ı rd ı . Gerçi henüz bi raz yorgun ve zayıftı ama yine de holden çıkabiliyordu.
Bu arada mağarada günlük yaşam her zamanki gibi sürüp g idiyordu .
Gordon i lk iş olarak yattan ald ıkları parayı bir kenara koydu . Dönüş yolu için bu paraya gereksinebi l i rlerd i . M oko ise on yedi yolcuya yetecek kadar azı k hazı rlad ı , üç haftal ık bir yolculuğu gözönüne almakla yetinmeyip Puna - Arena, Port - Galant ya da Port - Tama'ya u laşamadan bir deniz kazasıyla takımadanın her-
- 1 24 -
hangi b i r adasına çıkmak zorunda kalabi leceklerin i de düşünüp ona göre erzakı bol tuttu . 3 Şubatta her şey hazırd ı , tekne yüklenmişti. Geriye sadece yola çıkış tarih in i saptamak kalmıştı . Tabii Doniphan' ın yolculuğa dayanacak hale gelmiş olması koşuluyla! Ama o yeterince güçlenmişti .
«Aman gidel im, gidelim,» d iyordu. «Bir an önce yola çıkmak için sabırsızlanıyorum , deniz bana iyi gelecek, hiç kuşkum yok ! . .»
5 Şubat günü yola çıkmayı kararlaştırdılar. Ve ertesi gün genç yolcular şalupaya b indi ler , kayığı da yedeğe aldı lar. Ama palamarları çözmeden önce, Briant i le arkadaşları , François Baudion ile Forbes'un mezarları başında son bir kez toplanmak istedi ler . Onlara son bir dua okudular. Doniphan teknenin gerisinde, d ü men başındaki Evans' ın yanına yerleşti . Briant i le Moko önce yelken başındaydı lar ama Zelanda Deresi 'ni inerken rüzgardan çok akıntıdan yararlanacaklard ı . Phann i le ötekiler de güvertenin ön kesimine di led iklerince oturmuşlardı . Palamar çözüldü, kürekler suya vurdu. O zaman , aylardan beri onları barındırmış olan mağarayı , «Yaşa! . . Yaşa! . . Yaşa! . .» diye bağırarak son kez selamladılar. Gordon adadan ayrı ld ığ ı için gerçekten üzgün g ibiydi . Öteki lerse Auckland Tepesi ağaçların ardında gözden yiterken heyecanlanmışlard ı . Öğleye doğru, Bataklık Ormanı 'n ın orada demir atmak zorunda kaldılar. Burada derenin yatağı pek sığ laşıyordu , aşırı yüklü olan sandal karaya oturabil irdi . Bu yüzden denizin yükselmesini bekleyi p yeniden alçal ı rken geri çekilen dalgalarla inmek en iyisi olacakt ı . Mola altı saat kadar sürd ü . Yolcular bu arada güzelce karınlarını doyurdular. Wilcox i l e Cross g i d i p Güney Batakl ığı kıyısında bi rkaç su çul luğu avladıl ar. Hatta Ooniphan bi le şalupanın arkasında, sağ kıy ın ın üzerinde uçan iki i ri ördek vurdu ve o anda iyileşiverdi. Tekne dere ağzına vardığında vakit epeyce geç olmuştu. Karanl ı kta kıyı kayalıkların ın arasından tehl ikesizce geçemezlerd i . İ htiyatlı bir gemici olan Evans denize açıl mak için ertesi günü beklemeyi uygun
- 1 25 -
buldu. Gün doğarken yelken açıp Zelanda Deresi'nden çıktı lar. Bakışlarıyla Auckland Tepesi 'ne , sonra Amerikan Burnu'nu
dönmeden önce son bir kez Slugi Körfezi' ne veda etti ler. Sekiz saat sonra, şalupa kanala g i riyor, Cambridge Adası 'n ın önünden geçip Güney Burnu'na dönüyor ve Adelaide Adası boyunca i lerl iyordu. Chairman Adası' nın son burnu da kuzey ufkunda sil inmiş yitmişt i .
25
Macellan Boğazı 'n ın kanallarındaki bu yolculuğu ayrıntı larıyla anlatmanı n hiç gereği yok. Önemli bir şey olmadı . Hava hiç bozmadı , zaten bozsaydı bi le geniş l iğ i altıyla yedi mi l arasında değişen bu dar geçitlerde deniz öyle kolay kabarmazdı . Bütün bu kanal lar bomboştu ve üstel ik buraların pek de konuksever olmayan halkına rastlamamak daha iyiydi . Geceleri bir ik i kez adaların içerlerinde ateşler görüldüyse de kumsalda hiçbir yerliye rastlanmad ı . 1 1 Şubatta rüzgarın da yardımıyla rahat yol alan şalupa, Kraliçe Adelaide Adası 'n ın batı kıyısıyla Kral Wilhelm Toprakları arasında Smyth Kanal ı' ndan M acellan Boğazı 'na çıkıyordu. Solda, Beaufort Körfezi' n in ta dib inde, Brandt' ın Hanovre Adası 'n ın doğusunda en yükseklerinden bir ini hayal meyal seçtiği o görkemli buzullardan birkaçı kat kat yükselmekteydi. Teknede her şey yolunda gidiyord u . Deniz havasın ın Doniphan'a özell ikle iyi geldiği söylenebil irdi . Bol bol yiyor, çok iyi uyuyordu ve gereki rse arkadaşlarıyla bir l ikte karaya in ip Robinson yaşantısını sürdürmeye hazır gibi görünüyord u . 12 Şubat günü şalupa Kral Wilhelm Toprağı'nda, Tamar Adası 'na ulaştı . Adanın l imanı daha doğrusu koyu o sırada Desolacion Arazisi , Cheirman Adası 'n ı örten o yemyeşil bitki örtüsünden yoksun çorak ve yamyassı kıyılarıyla uzanıyordu. Öte yanda Grooker Yarımadası 'na ulaşıp Punta Arena l imanına dek Brunswick Yarımadası kıyısı bo-
- 1 26 -
yunca çıkmak için Güney geçitlerin i buradan aramak n iyetindeydi. Ama o kadar uzağa g itmeye gerek kalmadı . 1 3 Şubat sabahı burunda duran Service bağırdı .
«Sancakta bir duman ! » Gordon sordu. «Bal ıkçı ateşi duman ı m ı?» Evans baktı . « Hayı r, b i r buharlı geminin dumanı o lmal ı ! . . » Gerçekten o yönde kara ve çok uzakta bal ıkçı ların yaktığı
bir ateşin dumanı görülemezdi . B riant o anda mizena d ireğine tı rmanıvermişti. Bağırd ı . «Gemi! . . Gem i ! . . »
Tekne çok geçmeden göründü, saatte on-on iki mi l h ızla i lerleyen, sekiz dokuz yüz ton luk b i r vapurdu bu. Şalupadan yaşa diye bağı rışt ı lar, si lah patlattı lar.
On dakika sonra sandal , Avustralya'ya doğru yol alan Grafton gemisine yanaşıyordu. Kısa sürede kaptan Tom Lung, Slug i 'nin serüvenlerini öğreniverdi . Zaten yatın başından geçenler, İngi ltere'de de, Amerika'da da geniş yankı lar yaratmıştı . Tom Lung , bu yeni yolcularına çok özen gösterdi , hatta onları Auckland'a g ötürmeyi önerd i . Gerçi Grafton, Avustralya' n ı n güneyindeki Me lbourne'a g id iyordu ama zararı yoktu , yolundan fazla sapmış sayı lmazdı . Yol uzun sürmedi , 25 Şubatta G rafton, Auckland r ıhtımına demirledi .
Birkaç gün sonra Chairman Okulu'nun o n beş öğrencisinin Yeni Zelanda'dan bin sekiz yüz mi l uzaklara sürüklendiği ta�ihin üzerinden tam iki yı l geçmiş olacakt ı .
Büyük Okyanus'un sularına gömüldüğ ü sanılan çocuklarına yeniden kavuşan bu ailelerin sevincin i anlatmak m ümkün mü? Fırtınanın ta Güney Amerika kıyı larına dek sürüklediğ i bu çocukla�dan bir teki bi le eksik deği ld i . Bir an içinde bütün kent, Grafton gemisin in çocukları getird iği haberini al ıvermişti . Kent halkı l i mana koştu, aileleriyle kucaklaşan çocukları içtenl ik le alkışlad ı . Chairman Adası 'nda olan bitenleri öğrenmek için herkes nası l da sabırsızlan ıyordu! Ama bu konudaki merak çok geçmeden gideri ld i . Önce Doniphan konferanslar verd i . Bu konferans lar
- 1 27 -
çok beğeni l ince delikanlı apayrı b i r mutluluk duydu. Sonra Baxter' i n hemen saati saatine tuttuğu g ünlük, Fransız M ağaras ı 'n ın gün lüğü yayınlandı . Sadece Yeni Zelanda okurların ın isteklerini karşı lamak için bi le binler ve b in lerce bası lması gerekti . Sonund a Eski ve Yeni Dü nya gazete leri de bu g ünceyi her di lde yayınlamakta gecikmedi ler çünkü Slugi felaketi herkesi i lg i lendirmişt i . Gordon'un soğukkanl ı l ığ ı , Briant' ı n özverisi , Doniphan' ın atakl ığ ı , küçü klü büyüklü hepsin in de gösterdiği sağduyu ve yiğit l ik tüm d ünyada hayranl ık uyandırmıştı . Kate i le Evans reisin nası l karşı landığ ın ı da anlatmaya hiç gerek yok. Bu çocukların kurtulması için el ler inden geleni yapmamışlar mıydı? Bunun için halk para toplayıp Evans'a b ir şi lep ald ı , y iğit lostromo, Chairman adı n ı verd iği bu ş i lebin hem sahib i , hem kaptanı olacaktı , ama bir koşulla, bağlama l imanı olarak Auckland ' ı seçmesi koşuluyla. Ve yolcu luklarından Yeni Zelanda'ya her dönüşünde, «çocuklar ın» ai lelerince her zaman, büyük bir içtenl ik ve dostlukla karşı lan ıyordu. İyi yürekli Kate'e gel ince, Briant' lar, Garnett' ler, Wilcox'lar ve öteki ler tarafından bir türlü paylaşı lamad ı . Sonunda candan ve titiz bakımıyla hayatın ı kurtard ığ ı Ooniphan' lara yerleşti .
Ve şimdi de İki Yıl Okul Tati l i adına hak kazanan bu öykümüzden çıkarabi leceğimiz derse gelince: Bütün çocuklar şunu iyi b i lmel id i r k i , çal ışmakla, sağduyuyla, cesaretle, yeni lmeyecek hiçbir tehl ike, başedi lemeyecek hiçbir engel yoktur.
SON
- 1 28 -
top related