sosyal bİlİtÜsÜ temel İslÂm bİlİmlerİ -...
Post on 06-Apr-2018
227 Views
Preview:
TRANSCRIPT
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (İSLÂM HUKUKU)
ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKUNDA KADININ ŞAHİTLİĞİ VE HAKİMLİĞİ İLE İLGİLİ
YAKLAŞIMLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Lisans Tezi
Sıdıka APALI
Ankara-2004
2
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (İSLÂM HUKUKU)
ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKUNDA KADININ ŞAHİTLİĞİ VE HAKİMLİĞİ İLE İLGİLİ
YAKLAŞIMLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Lisans Tezi
Sıdıka APALI
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Osman TAŞTAN
Ankara-2004
3
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (İSLÂM HUKUKU)
ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKUNDA KADININ ŞAHİTLİĞİ VE HAKİMLİĞİ İLE İLGİLİ
YAKLAŞIMLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Osman TAŞTAN
Tez Jürisi Üyelerinin
Adı ve Soyadı İmzası
..................................... ...........................
..................................... ...........................
..................................... ...........................
..................................... ...........................
..................................... ..........................
Tez Sınavı Tarihi ............................
4
ÖNSÖZ
Toplumda huzurlu ve güvenli bir şekilde insanların yaşamasını sağlayan kurumlardan biri de yargı teşkilatıdır. Yargı teşkilatının temelinde ise adalet duygusunu taşıyan görevliler yer almaktadır. İslam’ın ilk dönemlerinde adaleti sağlayan idarî görevlilerdi. O dönemde yargılamanın yardımcı unsuru olan şahit kavramı ve şahitlikte bulunma uygulaması mevcuttu.
Yargılama görevini yerine getiren hakim ve yargılamaya yardımcı olan
şahitte aranan özelliklere olan merakım, beni yargılama hukukunu çalışmaya sevk
etti. Daha önce çalışılmamış bir konu olan, kadının yargıçlık görevini üstlenmesini
tez konusu olarak belirledim. Ancak, yargıçlık görevini üstlenmenin, şahitliğe
dayandırılması, kadının şahitliği konusunu da çalışmamı gerektirdi.
İslam hukukçularının tez konuma ilişkin ayrıldıkları ve birleştikleri noktaları,
genel olarak onların kadına karşı tutumlarını ve dayanaklarını araştırmaya çalıştım.
Ataerkil zihniyetten sıyrılabilen hukukçuların görüşlerini yansıtmaya çalıştım.
İslam yargılama hukukunda şahitlik ve hakimlik açısından kadının statüsünü
anlamak adına yaptığım tez çalışmamda kullandığım eserlere ve yazarlarına;
çalışmamın her aşamasında öneri ve yapıcı eleştirileriyle yol gösterip destek ve
yardımcı olan, tez danışmanım sayın Doç. Dr. Osman TAŞTAN hocam başta olmak
üzere, kaynak eser konusunda yardımcı olan ve moral veren sayın Prof. Dr. İbrahim
ÇALIŞKAN ve Prof. Dr. Şamil DAĞCI hocalarıma teşekkür ederim.
Sıdıka APALI
İÇİNDEKİLER
5
-ÖNSÖZ I İÇİNDEKİLER II KISALTMALAR V
-GİRİŞ
-Konunun Önemi 1 -Konunun Sınırlandırılması 1 -Konunun Sunulması 2
BİRİNCİ BÖLÜM
KADININ ŞAHİTLİĞİ I. KONUYLA İLGİLİ AYETLERİN YORUMLARI 4 A.Bakara Suresi 282. Ayet 4 II. KONUYLA İLGİLİ HADİSLERİN YORUMLARI 29 A. Kadının Aklı Noksan mıdır? 29 B. Unutmak Şüphe midir? 41 III. KADININ ŞAHİTLİĞİ HAKKINDA GÖRÜŞLER 46 A. KADIN HER KONUDA ŞAHİTLİK EDEBİLİR 46 a. Atâ, Hammâd, Süfyân es-Sevrî ve İbn Hazm’ın Görüşleri 46 B. KADIN CEZA HUKUKU (HADLER VE KISAS) DIŞINDAKİ
6
KONULARDA ŞAHİTLİK EDEBİLİR 52
a. Ebû Hanîfe, Çağdaşı ve Ondan Önceki
Hukukçuların Görüşleri 52
1. Haddler ve Kısas Dışında Kalan Konular 52
2. Malî Konular 54
3. Nikah ve Boşama 55
4. Doğum, Emzirme ve Sağ Doğan Çocuğun
Ağlama Sesi 57
b. Ebû Hanîfe’nin Talebeleri’nin Görüşleri 63
c. Ebû Hanîfe’nin Talebeleri’nden Sonraki Dönemdeki
Hanefî Hukukçuların Görüşleri 66
C. KADIN SADECE MALLARDA VE ERKEKLERİN MUTTALİ
OLMADIKLARI KADIN KUSURLARINDA
ŞAHİTLİK EDEBİLİR 77
a. Malikî Hukukçuların Görüşleri 79 b. Şafiî Hukukçuların Görüşleri 92 c. Hanbelî Hukukçuların Görüşleri 105
7
İKİNCİ BÖLÜM
KADININ HAKİMLİĞİ
I. KONUYLA İLGİLİ AYETLERİN YORUMLARI 115 A. Âl-i İmrân Suresi 104. Ayet 115
B. Nisâ Suresi 34. Ayet 118
II. KONUYLA İLGİLİ HADİSLERİN YORUMLARI 134 A. Kisrâ’nın Kızı İle İlgili Rivayet 134 B. “Hakimler üçtür...” Rivayeti 143 III. KADININ HAKİMLİK GÖREVİ HAKKINDA GÖRÜŞLER
A." KADIN HAKİMLİK GÖREVİNİ ÜSTLENEBİLİR"
HUSUSU 145
a. et-Taberî ve İbn Hazm 145
b. Bazı Modern Hukukçular 150
B. "KADIN BELLİ DAVALARDA HAKİMLİK
GÖREVİNİ ÜSTLENEBİLİR " HUSUSU 154
C. "KADIN HAKİMLİK GÖREVİNİ ÜSTLENEMEZ "
HUSUSU 159
a. Malikî Hukukçular 159
b. Şafiî Hukukçular 161
c. Hanbelî Hukukçular 164
SONUÇ 175
BİBLİYOGRAFYA 178
8
KISALTMALAR b. : İbn (oğlu)
bkz. : Bakınız
C. : Cilt
haz. : Yayına hazırlayan
Hz. : Hazreti
s. : Sayfa
S. : Sayı
r. a. : Radıyallahu anh
T. D. V. : Türkiye Diyanet Vakfı
thc. : Tahric eden
thk. : Tahkik eden
trc. : Tercüme eden
tsh. : Tashih eden
t.y. : Basım tarihi yok
m.y. : Matbaa yok
v. : vefat
y.y. : Basım yeri yok
9
Konunun Önemi İslam’da kadının ikinci sınıf olduğu yönündeki kanaatlerin kaynağı,
geçerliliği ve doğruluğu ile ilgili pek çok çalışmanın yapıldığı bilinen bir gerçektir.
İslam hukukunda yargıda kadının, varsa statüsünü anlamak, kadının statüsünün
dayanağının Kur’ân ve Sünnet merkezli açık nass ya da ataerkil zihniyete sahip
hukukçuların nasslara yükledikleri anlam olup olmadığı konuyu araştırmaya değer
kılmaktadır.
İslam hukukçularının mezhep anlayışlarının, kadının şahitliği konusunda ayet
ve hadisleri delil almalarına etkisi dikkat çekicidir. Onlar, nassın zahirine göre
hareket eden, merfu haber (sünnet) ve sahabe kavli ile kıyası terk eden, Kur’an nassı
ve sahabe kavline göre hareket eden olarak kadının şahitliğinde üç gruba
ayrılmaktadır.
Kadının hakimliği konusunda da hukukçular, şahitlik konusundaki
yaklaşımlara paralel gruplara ayrılmaktadırlar. Hakimlik konusunda aile içi ilişkileri
düzenleyen ayetin, yargılama erkinin niteliği için kullanıldığını; kendi yargılarını
desteklemek adına hukukçuların, lafızcılığı kullanmaları dikkat çekicidir. Kisrâ’nın
kızı ile ilgili haber-i vahid olan rivayeti (ayrıntı için bkz. Sayfa 134), kadının
“akıl/hafıza zayıflığını” ileri süren rivayeti kuvvetlendirmede ilave delil olarak
hukukçular kullanmaktadırlar.
Konunun Sınırlandırılması
Kadının pek çok hukuki sorunu bulunmaktadır. Biz tezimizi kadının
yargıdaki statüsü; kadının şahitliği ve hakimliği ile ilgili yaklaşımlarla sınırladık.
10
İslam hukukçularının kadının şahitliğine cevaz verdikleri furu’ konularındaki
görüşlerini detaylandırmak tezin sınırlarını aşmaktadır. Zira konumuz şahitlik ve
hakimlik ehliyeti ile doğrudan ilgilidir.
Hafıza, zihin, unutma vb. konularla ilgili genel bir bilgi vermek suretiyle
kadının aklı ve unutması konusuna ışık tutmaya çalıştık. İslam’ın ilk dönemlerinden
günümüze dek yazılan eserlerde, kadının aklı, şahitliği, hakimliği ile ilgili alimlerin
mezhep içi anlamalarında ve genel anlamadaki değişiklikleri az da olsa yansıtmaya
çalıştık.
Konunun Sunulması
İslam hukukunda yargıda kadının statüsü ile ilgili tez çalışmamız iki
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde kadının şahitliğine yer verdik. Kadının
şahitliğine birinci bölümde yer vermemizin nedeni, ikinci bölümün konusu kadının
hakimliğini kadının şahitliğine kıyas eden hukukçuları daha iyi anlamaktır.
Kadının şahitliği ile ilgili görüşlerden önce bu görüşe dayanak olan ayet ve
hadislerin klasik ve modern yorumlarına yer verdik. ‘Unutma’nın kadına mahsus
olarak değerlendirilmesini sorguladık. Kadının şahitliği hakkındaki yaklaşımları üç
ana gruba ve varsa alt gruplara ayırdık.
Tezimizin ikinci bölümünde de kadının hakimlik görevine dayanak olan ayet
ve hadislere, görüşlerden önce yer verdik. Kadının “hafıza zaafı”nı konu edinen
rivayet, şahitlik ve hakimlik konularında ortak dayanak olduğu için bu rivayetle
ilgili yorumları ikinci bölümde tekrarlamadık. Kadının hakimlik görevi hakkındaki
yaklaşımları da üç ana gruba ayırarak varsa alt başlıklar halinde inceledik.
11
Kadının şahitliğe ehil olup olmaması konunun temelini oluşturduğu için,
cevaz verilen şahitlik konularını araştırırken furu’ fıkıh kitaplarının Kitâbu’ş-Şehâde
bölümlerinden ve hakimlik konusuyla ilgili Edebu’l-Kâdî bölümlerinden
faydalandık.
Kadının şahitliği ve hakimliği ile ilgili yaklaşımları kadına yargıda verdikleri
statü oranına göre, İslam hukukçularını Zahirî, Hanefî, Malikî, Şâfiî ve Hanbelî
hukukçularla sınırlı tuttuk. Bu mezheplere mensup hukukçuların ulaşabildiğimiz
birinci el ve önemli kaynaklarını kullanmaya çalıştık.
İslam hukukçularının görüşlerine dayanak olarak aldıkları ayet ve hadisleri,
ulaşabildiğimiz ahkâm tefsirleri ve hadis şerhlerindeki açıklamalara dayanarak
anlamaya çalıştık. Ancak tezimiz tefsir veya hadis alanına ait bir tez olmadığı için
kaynakları ve nakilleri sınırlı tuttuk.
Tez çalışılırken kaynaklardaki bilgilerin sınırlı olması çalışmayı
güçleştirmiştir. Ulaştığımız kaynaklarda da genel olarak hukukçular kendi
mezhepleri içinde birbirlerini tekrarlamaktan öteye gitmemişlerdir.
Bizi ve tezin kapsamını aştığı için, İslam hukukçularının birbirlerinden farklı
olarak kullandıkları delilleri usul açısından incelemek yerine, başka çalışmalara
vesile olması için hukukçuların kullandıkları delilleri ifade etmekle yetindik.
Kadının şahitliği ve hakimliği ile ilgili yaklaşımların değerlendirmesine tezin
ilgili bölümleri sonunda yer verdik.
12
I. KONUYLA İLGİLİ AYETLERİN YORUMLARI
A. Bakara Suresi 282. ayet
“Ey inananlar! Birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın.
Aranızdan bir yazıcı onu adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın
kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin. Hemen
yazsın. Borçlu olan da yazdırsın. Rabbi Allah’a saygılı olsun.
Yazıdan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu olan kimse aklı
ermez, veya aciz, ya da yazdıracak durumda değil ise, velîsi
adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki tanık (şahid) getirin. İki erkek yoksa, tanık olarak razı olacağınız bir erkek ve –biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatmak üzere- iki kadın olabilir. 1Tanıklar çağrıldıkları zaman
kaçınmasınlar. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle
yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah katında en doğru, tanıklar
için en sağlam ve kuşkulanmanızdan en uzak olan
davranıştır. Ancak, aranızda döndürdüğünüz ticaret peşin
olursa, onu yazmamanızdan ötürü size bir sorumluluk
düşmez. Alış veriş yaptığınızda da tanık tutun. Yazıcıya ve
tanığa zarar verilmesin. Eğer zarar verecek olursanız,
yoldan çıkmış olursunuz. Allah’a saygılı olun, Allah size
öğretiyor. Allah her şeyi bilir. Eğer yolculukta olup da (borç
senedini) yazacak birini bulamazsanız, alınan rehin yeterli
olur. Eğer birbirinize emanet bırakırsanız, kendisine emanet
edilen kişi emaneti teslim etsin; Rabbi Allah’tan korksun. 1 Ömer Özsoy- İlhami Güler, Konularına Göre Kur’ân, Fecr Yayınevi, Ankara, 1999, s.496; “Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz şahitlerden bir erkek, iki kadın (şahitlik etsin). Tâ ki kadınlardan biri şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın.” Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1996, s.47
13
Tanıklığı gizlemeyin. Tanıklığı gizleyenin kalbi günah işlemiş
olur. Allah işlediklerinizi bilmektedir.”
Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân fi Te’vili’l-Âyi’l-
Kur’ân adlı eserinde ayetin belli bir süreye ait borçlanmalara ilişkin olduğunu2,
bunun içine karz ve selemin girdiğini ve ayetin özellikle selem hakkında indiğine
dair İbn Abbas’ın görüşünü nakletmektedir.3
et-Taberî, “vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum” kavlinin tevili hakkında
Allah’ın “sizin haklarınıza iki şahit şahitlik etsin” demek istediğini ve “min
ricâlikum” (erkeklerinizden) ifadesinin kölelerinizden ve kafir kölelerinizden değil4,
müslüman hürlerinizden anlamına geldiğini rivayet etmektedir.5
et-Taberî, “en tedılle ihdâhümâ fetüzekkira ihdâhüma’l-uhrâ” (kadınlardan
biri şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın) ifadesiyle ilgili olarak kıraatta ihtilafın olduğunu
ifade etmektedir. Medine ve Hicaz ehlinin genelinin ve Irak ehlinin bir kısmının “en
tedılle ihdâhuma fetüzekkira ihdâhuma’l-uhrâ” şeklinde okuduklarını ve (iki erkek
olmazsa bir erkek ve iki kadın ikisinden biri diğerine şaşırırsa hatırlatsın diye),
anlamına geldiğini ifade etmektedir. “en tedılle ihdâhuma fetüzkira ihdâhuma’l-uhrâ”
şeklinde okuyanların bulunduğunu ve iki kadının birleşmesi/birlikte bulunmasıyla
ikisinden birinin erkeğe dönüştüğünü/yönlendirildiğini ifade etmektedir. Bir kadının
şahitliğinin, kadının kadın arkadaşının şahitliği ile birleştiği zaman borç konusunda
erkeklerden birinin şahitliğinin caiz olması gibi caiz olduğunu, yani iki kadının
2 Ebu’l-Fidâ İsmail el-Kuraşî b. Kesîr (v. 774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Daru Tayyibe, Riyad, 1997, I/721 3 Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (v. 310/922), Câmiu’l-Beyân fi Te’vili’l-Âyi’l-Kur’ân, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, III / 116 4 Ebû Bekr Ahmed el-Cessâs (v. 370/980), Ahkâmu’l-Kur’ân, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1993, I / 674 5 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, III / 123
14
şahitliğinin erkeklerden bir erkeğin şahitliğinin yerine geçtiğini ifade etmektedir.
Kadının, kadınla beraber olan kadın arkadaşının erkeğe dönüştüğü yorumunu ifade
ettikten sonra, çocuklarından biri erkek doğduğu zaman kadın için aynı kökten gelen
(müzkir) kelimesinin Arapça’da kullanılmasından hareketle kadının erkek (zeker)
yerine geçebileceği yönündeki lafız yorumlarına yer vermektedir. “fetüzkira
ihdahuma’l-uhrâ” okuyuşunun unutmadan sonra hatırlama ve (o kadın diğer kadınla
beraber şahit olursa o ikisinin şahitliği erkeğin şahitliği gibi oldu) anlamına geldiği
yorumunu nakletmektedir. “in tedılle ihdâhuma fetüzekkiru ihdâhuma’l-uhrâ”
şeklinde okuyanlar olduğunu, (eğer unutursa, ikisinden biri diğerine hatırlatır)
anlamına geldiğini ifade etmektedir.6 Daha sonra kendisine göre doğru okuyuşun
“en tedılle ihdâhuma fetüzekkera ihdahuma’l-uhrâ” şeklinde olduğunu, (iki erkek
olmazsa, bir erkek ve iki kadın şahitlik etsin, ikisinden biri şaşırırsa ona diğer kadın
hatırlatsın diye) anlamına geldiğini ifade etmektedir.7
Et-Taberî,
..İkincisi: O iki kadından birinin şahitlik ettiği şeyde şaşırması malumdur, şahitliği
unutma/ ihmal etme/ aklından gitme ve yalnız o kadının unutmasıdır, borcu hakkında
erkeğin şaşırması gibi: onda tereddüdü olduğu zaman haktan ayrılır. İkisinden biri bu
sıfatla olduğu zaman kadınla beraber bir hatırlatmanın diğerine olması, kadının
şahitliğini unutması ve şahitlikte kadının sapması ile beraber nasıl caiz olur?..8
bu ifadeleriyle unutma konusunda kadın ile erkek arasında fark olmadığını,
şahit kadında unutma, hatırlatma ve şahitlik durumlarının birarada bulunmasını
sorgulamaktadır. Daha sonraki ifadelerinde kadının unutabileceği, hatırlamada erkek
6 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân III / 124 7 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân III / 125 8 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân III / 125
15
gibi kuvvetli olabileceğini ifade etmekte, keskin kılıç için (seyfun zekerun) ve işinde
keskin, sert, azimli olan adam için (raculün zekerun) tabirlerinin kullanıldığını ifade
ederek hatırlatma ile aynı kökten gelmesiyle ilgili lafzî yorumlar yapmaktadır.
Ebû Bekr Ahmed el-Cessâs (v. 370/980), Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinde “fe
in lem yekûnâ raculeyni fe raculün ve’mraetâni” (iki erkek olmazsa bir erkek ve iki
kadın) ifadesiyle ilgili olarak iki erkek bulunmazsa bir erkek ve iki kadının şahitlik
etmesini bunun “su bulamazsanız toprak ile teyemmüm edin”9 ayetindeki mana gibi
olduğunu belirtmekte ve bedellerin farzların yerine geçtiğini ifade etmektedir.10
El-Cessâs, ilim ehlinin görüşlerini nakletmekte11 ve ayetin borçlanma
akitlerinde erkeklerle beraber kadınların şahitliğinin cevazını gerektirdiğini ifade
etmektedir.12 El-Cessâs, mal dışındaki konulara kadınların şahitliğinin cevazıyla
ilgili olarak Huzeyfe’den nakledilen Hz. Peygamber’in “Ebe Kadının şahitliği
caizdir” hadisinin delalet ettiğini ifade ettikten sonra şöyle devam etmektedir:
Doğum mal değildir ve doğumun aleyhine kadının şahitliğine cevaz verilir ve bu
kadının şahitliğinin mallara mahsus olmadığına delalet eder ve doğuma kadınların
şahitliğinin cevazında ihtilaf yoktur ve ihtilaf sayıdadır ve yine şeriatte, vaki olan bir
erkek ve iki kadın üzerine iki şahit ismi, sabit olur ve beyyine ismi iki şahidi içerir.13
El-Cessâs, daha sonra Hanefî hukukçuları kastederek şunları ifade etmektedir: 9 en-Nisâ, 4/43 10 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 684 11 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 684-685 12 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 685 13 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 686
16
Biz kadının şahitliğini haddler ve kısas dışında kabul ettik, Zühri’nin rivayetiyle
“Sünnet Rasul ve ondan sonraki iki halifesinden bu zamana haddler ve kısas dışında
kadınların şahitliği caizdir ve yine borçlarda bir erkekle beraber kadınların
şahitliğinin kabulünde topluluk ittifak etti her hakta borçların kabulü gerekti. Şüphe,
hakkı düşürmez, borç hak idiyse şüphe ile düşmez ve mallar dışında şüphenin
cevazına ayet delalet eder, Allah şüpheyi vadelide caiz kıldı.14
Ebû Bekr Ahmed b. Huseyn b. Ali b. Abdillah b. Musa el-Beyhakî (v.
458/1066), Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinde, bu ayeti, satış zamanında yazılı belge ve
borç üzerine yazılı belgeyi kesin bir emir olmadan seçim/tercih başlıkları altında15
ve kadının şahitliği borçta kabul edilir başlığı altında 16 zikretmektedir.
Ebû Bekr Muhammed b. Abdillah “İbnu’l-Arabî” (v. 543/1148), Ahkâmu’l-
Kur’ân adlı eserinde ayetin belirli bir vadeye kadar borçlanmalara ilişkin olduğunu,
ayetin kapsamına belirlenmiş mehrin, kasten kan hakkında sulhun girdiğini ve onda
kadınların şahitliğinin caiz olduğunu ve ayetin umum olduğunu Ebû Hanîfe (v.
150/767) ashabının ifade ettiğini nakletmektedir.17
İbnu’l-Arabî, “vesteşhidû” (şahitlik edin) ifadesiyle ilgili olarak insanların
onun farz mı nedb mi olduğunda ihtilaf ettiklerini, doğrusunun nedb olması
gerektiğini ifade etmekte ve “şehîdeyni” (iki şahit) ifadesiyle Allah’ın şahitlikleri
14 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 686 15 Ebû Bekr Ahmed b. Huseyn b. Ali b. Abdillah b. Musa el-Beyhakî (v. 458/1066), Ahkâmu’l-Kur’ân li İmam eş-Şâfiî,(thk. Abdulgani Abdülhalik), Daru İhyau’l-Ulûm, Beyrut, 1990, s.467,470 16 el-Beyhakî, Ahkâmu’l-Kur’ân, s.476 17 Ebû Bekr Muhammed b. Abdillah “İbnu’l-Arabî”(v. 543/1148), Ahkâmu’l-Kur’ân, (thk.Ali Muhammed el-Becâvî), Daru’l-Marife, Beyrut, (t.y), I / 247
17
haddlerde, bedenî ve malî haklarda kendi hikmetiyle düzenlediğini, zinanın dört
şahitle buna dahil olmadığını ifade etmektedir.18
İbnu’l-Arabî, “min ricâlikum” ifadesiyle ilgili olarak onunla kastedilenin
hürler olduğu yönündeki görüşü naklettikten sonra, kastedilenin Müslümanlar
olduğunu ve kendisine göre doğrusunun, sizin erkeklerinizden büluğa erenler
olduğunu, Allah’ın baliğin şahitliği ile emrettiğini ifade etmektedir.19
“fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculün ve’mraetâni” (iki erkek olmazsa bir
erkek ve iki kadın) ifadesiyle ilgili olarak İbnu’l-Arabî, şunları ifade etmektedir:
Alimlerimiz bedellerin lafızlarından olduğunu, onun zahiri erkeğin şahitliğinin
yokluğu zamanı hariç kadınların şahitliğinin cevazını gerektirirdi. Onu değiştiren
şeylerle beraber, şeriatın diğer bedellerinin hükmü gibidir, bu onun iddia ettiği gibi
değildi, Şayet Rabbimiz bunu isteseydi buyururdu ki: iki erkek bulunmazsa bir erkek.
“fein lem yuced raculâni feracul” Ancak buyurdu: “fein lem yekûnâ” (ikisi olmazsa),
bu yokluk ve varlık halini içeren bir sözdür. Bizim ashabımız dedi: Allah iki kadının
şahitliğini bir erkeğin şahitliğine bedel kıldı. kadının hükmünün erkeğin hükmü
olmasını vacip kıldı.20
Daha sonra kadının erkeğin furuu kılınması ve erkekten yaratılması, Hz.
Peygamber’in “Kadın eğik kaburga kemiğinden yaratıldı onu düzeltirsen kırarsın,
ondan faydalanırsan bu eğrilik üzere faydalan ve dedi ki: onun kırılması onun
boşanmasıdır.” Şeklindeki rivayeti naklederek kadının erkeğin kaburga kemiğinden
eğik yaratıldığı, kadının dininin ve aklının noksan olduğu, mirasta payının az olduğu,
onun güç, kuvvet olarak noksan olduğu yani savaşamaz olduğu yönlerinden Allah’ın
18 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 251 19 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 252 20 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 252-253
18
erkeği, kadına üstün kıldığını ifade ettikten sonra İbnu’l-Arabî, bunun Allah’ın
adaletinden olduğunu, Allah’ın dilerse yazacağının dilerse kaldıracağını, istediği
şekilde hükmedeceğini, yaptığından sorulmayacağını, bir takım mertebeler tertip
ettiğini ifade ettikten sonra bunları kendisinin bildiğini, bunlara iman ettiğini ve
teslim olduğunu ifade etmektedir.21
İbnu’l-Arabî, şahitlik konusunu kadının aklının noksanlığı sebebiyle Allah’ın
erkeği kadından üstün kıldığı konulardan kabul etmekte ve bunun Allah’ın adaletinin
gereği olduğunu, Allah’ın hükümlerini sorgulamanın yersizliğini, Allah’ın koyduğu
mertebeleri bildiğini bunlara iman edip teslim olduğunu ifade ederken bunlara karşı
çıkanlara örnek olmak istemiş olabileceği gibi, hükümlere teslimiyetin gerekliliğini
de ifade etmek istemiş olabilir.
İbnu’l-Arabî, “fe tüzekkira ihdâhuma’l-uhrâ” ifadesinde iki te’vil ve iki
kıraatın olduğunu ifade etmektedir:
1.onu bir zikir kılmak ve bu tahfifin kıraatıdır. 2.Gafil olduğu zaman kadına
hatırlatmak/ uyarmak bu teskîlin kıraatıdır ve o sahih te’vildir, çünkü o, onu
(ikisinden biri şaşırırsa kavlini) destekler. Gaflet ve dalaleti, zikrin takip etmesi
doğrudur ve ikinci tevil onun manasına girer. Tek bir kadın bir erkekle beraber idiyse
ve kadına unuttuğu zaman, kadınla beraber olan erkek hatırlatır, ondaki hikmet
nedir? denilirse cevap olarak onda Allah dilediğini vazetti ve hikmetle en iyi bilen ve
maslahatı yerine getirendir ve hükümlerdeki maslahatların türleri ve hikmetin
yönlerini yaratılmışların bilmesi gerekmez ve alimlerimiz şayet unuttuğu zaman
kadına hatırlatırsa tek bir şahitlik için olacağına işaret etti, iki kadın olursa ikisinden
21 İbnu’l-Arabî Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 253-254
19
biri diğerine hatırlatır, o ikisinin şahitliği bir erkeğin şahitliği idi, kendisi hatırlayan
erkek gibi 22
İbnu’l-Arabî, “en tedılle ihdâhümâ fetüzekkira ihdâhüma’l-uhrâ” (kadınlardan
biri şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın) ifadesiyle ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
“ihdâhuma” (İkisinden biri) ifadesi tekrar etti ve bu ondaki hikmet idi, o denirse,
(ikisinden biri şaşırırsa diğeri hatırlatsın, tek bir şahitlik olsun diye,) şayet şöyle
derse: kadına diğeri hatırlatsın, unutan kadına hatırlayan kadının hatırası/tezkirası
sebebiyle tek bir yönden beyan olduğu için, (ikisinden biri) ifadesi tekrarlarsa dikkat
etmeyen/gafil olan için hatırlayan kadının hatırlatmasını ifade eder ve yine hatırlayan
kadın için dikkat etmeyen kadının hatırası gafil kadının hatırlamasıyla ve hatırlayan
kadının gafil olmasıyla o ikisindeki hal değişirse ve bu beyanda olan bir
gaye/amaçtır.23
Burada erkekle beraber şahitlik edecek bir kadın söz konusudur. Ama şahitlik
ettiği konuyu hatırlamama ihtimaline karşılık iki kadın zikredilmiştir. Bu iki
kadından hangisinin unutacağı/şaşıracağı, hangisinin hatırlayacağı/hatırlatacağı belli
olmadığı için “ikisinden biri” ifadesi zikredilmiştir. Belki iki kadından biri
unutmayacak ve şahitlik edecektir. Unutma ihtimaline tedbir olarak iki kadının
bulunması istenmiştir. Buradan erkeğin unutma ihtimalinin olmadığı çıkarılabilir.
el-Kurtubî (v. 671/1273), el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân adlı eserinde bu ayet ile
ilgili Said b. el-Müseyyib’in (v. 94/713) borç ayeti olduğuna dair, İbn Abbas’ın
22 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 255 23 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 256
20
ayetin peşin satışa mahsus indiğini ve bütün borçlanmaları kapsadığına dair
görüşlerini nakletmektedir.24
el-Kurtubî’nin ayetin kadının şahitliği ile ilgili bölümüne ilişkin açıklamasına
baktığımızda “erkeklerinizden iki kişi şahitlik etsin” ifadesinin şahitlik talebi
olduğunu ve bu konuda insanların farz mı nedb mi olduğu konusunda ihtilaf
ettiklerini, doğrusunun nedb olduğunu ifade etmektedir.25
el-Kurtubî, ayetin şahitlik talebini ifade ettiğini belirtmekle, malî bir olaya
şahit olma daha sonra bunu hafızada tutma, gerektiğinde şahit olarak gidip hafızada
tuttuğu bilgileri ikrar ederek şahitliği eda etme anlamına geldiğini ifade etmektedir.
Ayette geçen “Şehîdeyn” (iki şahit) ifadesinin zina dışındaki her türde iki
şahit kılındığını, mübalağa sigasında olduğunu, bunun da şahit olmuş kimse ve bunu
tekrara delalet ettiğini ifade etmektedir. “min ricâliküm” (erkeklerinizden) ifadesinin
inkar edenleri, çocukları ve kadınları reddeden nas olduğunu, ve kastedilenin hür
kimseler olduğunu ifade ettikten sonra yakînen biliyorsa âmâ kimsenin şahitliğine
delil olduğunu ve bununla ilgili olarak hukukçuların görüşlerini nakletmektedir.26
Kadınların şahit olarak kabul edilmeyeceği ve akıllarında noksanlık olduğu
ifade edilirken ayetteki “erkeklerinizden” ifadesinin âmâ kimseyi kabul etmenin
delili olarak gösterilmektedir. Âmâ kimsenin yakînen bilmesi durumuna karar
verecek olan ya da yakînen bildiğini gösterecek kriter veya işaret erkek olarak
doğmuş olması mıdır?
24 Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî (v. 671/1273), el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, II / 243 25 el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, II / 251 26 el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, II / 251-252
21
“fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculün ve’mraetâni” (iki erkek olmazsa bir
erkek ve iki kadın) ifadesiyle ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Mana, istenen iki erkek gelmezse iki kadın bir erkek gelsin şeklindedir. Bu cumhurun
görüşüdür. Bir erkek ve iki kadın o ikisinin yerine geçer. Bir topluluk şöyle dedi: iki
adam olmazsa yani bulunmazsa erkeklerin yokluğu ile beraber olmadıkça iki kadının
şahitliği caiz olmaz. İbn Atıyye şöyle dedi: bu zayıftır, ayetin lafzı onu vermez,
bununla beraber ondan zahir olan, cumhurun görüşüdür, yani şahitlik yapan iki erkek
olmazsa, yani sahibu’l-hak bunu göz önüne almamışsa veya onun kastı iki kadın ve
bir erkeğin şahitlik etmemesi özür ise. Allah, bir erkekle beraber iki kadının
şahitliğini bu ayette, iki erkeğin yokluğu durumunda caiz kıldı, bunun dışında ayet
zikretmedi ve cumhur görüşünde özel olarak malî konularda iki kadınla beraber bir
erkeğin olması şartı ile cevaz verildi.27
el-Kurtubî, daha sonra mihir konusunun mala dahil edilemeyeceğini,
kadınların tek başlarına şahitliğinin zaruret sebebiyle kadınlar dışındakilerin muttalî
olamayacakları konularda cevaz verildiğini ve bunun çocukların kendi aralarında
yaralamalara şahitliklerine cevaz verme gibi olduğunu ifade etmektedir.28
Kadınların tek başlarına şahitlik yapmaları mümkün değilken, akıllarında var
olduğu iddia edilen noksanlık devam ederken, zaruret sebebiyle kadınların
dışındakilerin muttalî olamayacakları konulara kadınların şahitlik etmelerine cevaz
verilmesi ilginçtir. Zaruret, noksanlığı gidermekte midir?
“mimmen terdavne min’eş-şühedai” (razı olduğunuz şahitlerden) ifadesinin
bir erkek ve iki kadının sıfatını açıkladığını ve hitapla ilgili olarak mutatabın
hakimler olduğu görüşünü ve muhatabın insanların tamamı olduğuna dair görüşü
27 el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, II / 252 28 el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, II / 253
22
nakletmekte ve müslüman olma ile adaletli olma arasındaki ilişkiye ve adaletin nasıl
anlaşıldığına dair hukukçuların görüşlerini nakletmektedir.29
“en tedılle ihdâhümâ fetüzekkira ihdâhüma’l-uhrâ” (kadınlardan biri şaşırırsa
diğeri ona hatırlatsın) ifadesindeki “tedılle” ifadesinin unutma anlamına geldiğini
Ebû Ubeyd’den nakletmekte ve şöyle devam etmektedir:
Şahitlikten sapmak/şahitlikte yanılmak, şahitlik edilenden bir parçayı unutmak ve
parçayı hatırlamama, tereddüt içinde olmadır. Şahitliğin tamamını unutan değildir...
“fetüzekkira” şeklinde şeddeli gelmesi dalgınlık(gaflet) ve unutmaya yönelik kadına
bir tenbihtir.30
Burada kadının unutmaya karşı tedbir alması, şahitliği tekrar etmesi
gerektiğine dair bir uyarıyı, kadın olduğu için dikkate alması ifade edilirken aynı
unutma tehlikesine karşı erkek için bir uyarının söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.
Ebu’l-Fidâ İsmail b. Kesîr el-Kuraşî (v. 774/1372), “vesteşhidû şehîdeyni
min ricâlikum” kavliyle ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Vade süresini artırmak için yazılı belge ile ilgili bir emirdir ve bu malî konularda ve
mal kastedilen konuda olur. Kadının aklının noksanlığı sebebiyle iki kadın bir
erkeğin yerine geçirilir.31
Daha sonra İbn Kesîr, kadının aklının noksanlığı ile ilgili olan Müslim
(v. 261/874) Sahih’inden hadisi32 nakletmekte ve “mimmen terdavne min’eş-
29 el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, III / 255-256 30 el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, III / 256-257 31 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân, I / 724
23
şühedei” (razı olduğunuz şahitlerden) ifadesinin şahitlerde adaletin şart koşulmasına
delil olduğunu ifade etmektedir.33
“en tedılle ihdâhümâ fetüzekkira ihdâhüma’l-uhrâ” (kadınlardan biri şaşırırsa
diğeri ona hatırlatsın) ile ilgili olarak İbn Kesîr, iki kadın şahitliği unutursa yazılı
belge ile beraber vaki olan şeyin hatırına geleceğini ifade etmektedir.34
Ebu’t-Tayyib Sıddîk b. Hasen el-Kınnevcî “Sıddık Hasan Han”
(v. 1307/1889), Neylü’l-Merâm adlı tefsirinde kadınların şahitliğinin bir erkekle
beraber olmadıkça tek başlarına caiz olmayacağını, ancak kadınların dışında erkeğin
muttalî olmayacağı konularda zaruret sebebiyle caiz olduğunu ve kadınların unutma
ve hatırlatma durumlarına ilişkin şunları ifade etmektedir:
Şaşırma, yanılma ve unutma manasındadır. Bunun sebebi akıl ve zapt noksanlığıdır.
Şahitlikten sapmak, şahitlik edilen şeyden bir parçayı unutma ve hatırlatmadır... bu
ayet kadınların sayısını dikkate almayı delillendirir. Bir erkek şahitlik eder ve
yanılırsa/saparsa ikisinden birinin diğerine hatırlatması için, iki kadın diğer erkeğe
karşılık olarak şahitlik eder. İllet gerçekte hatırlatmadır. Ama yanılma olayın
olmasına sebep olunca yanılma ve hatırlatmada fail, iki vasfın her biri için caiz
olması sebebiyle her ikisinden biridir. Bu hatırlatmanın her ikisini dikkate alması
erkeklerin aksine kadınların zayıflığını bu iki kadında göstermektedir.35
Yanılanın ve şaşıranın kadın, hatırlatanın da diğer kadın olması kadınların
cins olarak bir noksanlıklarını göstermemektedir. İki kadından her biri unutabildiğine
32 Tezimizde yer alan “kadının aklı noksan mıdır?” hadisi bkz. s.29 33 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân, I / 724 34 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân, I / 725 35 Ebu’t-Tayyib Sıddîk b. Hasen b. Ali el-Hüseynî el-Kınnevcî (v. 1307/1889), Neylü’l-Merâm min Tefsiri’l-Âyâti’l-Ahkâm, (thk.Yusuf b. Ahmed el-Bekrî), Ramâdiye’n-Neşr, el-Memleketü’l-Arabiyyetü’s-Suudiyye, 1997, I / 217-219
24
veya şaşırabildiğine veya hatırlatmayı yapabildiğine göre kadınların akıllarının
noksanlığı diye bir durum söz konusu olamaz.
Musa Carullah, Hatun adlı eserinde ayetteki şahitliğin kadının şahitlik yapıp
yapamayacağı ile ilgili olmadığını, şahit olarak mahkemeye çağrılıp çağrılmayacağı
ve herhangi bir muamele hakkında kadınlara şahitlik görevinin yüklenip
yüklenilmeyeceği ile ilgili olduğunu ifade etmekte ve şöyle devam etmektedir:
Sonra,[böyle olmasa dahi] iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine bedel değildir.
Bedel olsaydı, aslın varlığı halinde iki kadının şahitliği caiz olmazdı; bedel olsaydı,
“eğer iki erkek olmazsa” gibi varlığı ve yokluğu birlikte ifade eden bir tabir yerine
“eğer iki erkek bulunmazsa” gibi sadece yokluğu ifade eden bir tabir seçilmiş olurdu.
İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine bedel olmazsa, bu konudan hareketle, iki
kadının eksikliğini tasavvur etmek mümkün olmaz. Ayrıca, ayette geçen “onlardan
biri yanılırsa, diğeri onu düzeltsin” gibi ilginç bir cümle, illet bildiren şart cümlesi
olsa da, şahitlik anında bir hatunun diğerine tercih edileceğine delalet eder.36
Carullah, ayetteki delaletin “Rabbim ne yanılır ne de unutur.”37 ayetindeki
‘yanılma’ anlamında olduğu kabul edilirse böyle bir yanılmadan hiçbir erkeğin uzak
olmadığını, “ihdâhuma’l-uhrâ” ifadesinin gramer bakımından durumlarının açık
olmadığını, “Hatun unutabilirse de, çok geçmeden hatırlar.”demek gibi olacağını
bunun da, onlar hakkında büyük bir ilâhî şahadet olduğunu ifade etmekte ve şöyle
devam etmektedir:
Böyle bir şahitlik, erkeklere nispetle hatunların hafızaları güçlü olmasa da,
mümkündür. Kaldı ki, kadınlar küçük büyük hadiselere daha fazla önem verirler.
Hadisede hazır bulunan hatunlardan biri olmasa, diğeri mutlaka hatırlar ve onu
36 Musa Carullah, Hatun, (haz. Mehmet Görmez),Önder Matbaacılık, Ankara, 2000, s.116 37 Tâhâ, 20 /52
25
anlatır. Bu şekilde hadise, hatunların hafızalarında daha fazla yer eder. “Biri yanılırsa
diğeri onu düzeltir.” ayet-i kerimesi de bu anlamda olsa gerektir. Yoksa hakim
huzurunda şahitlik yaparken biri diğerini düzeltemez. Zira telkin şeklindeki şahitliğin
hiçbir kıymeti kalmaz.38
Musa Carullah’ın bu konuda kadını dışlayan bir tavır sergilemediğini, aksine
bu durumun kadınların cinsine özel bir durum olmadığı, insan olarak bir kadının da
unutma ihtimali bulunduğu gibi, hatırlama ihtimalinin de bulunduğunu ifade
etmektedir.
Mustafa es-Sıbâî, el-Mer’e Beyne’l-Fıkh ve’l-Kânûn adlı çalışmasında,
şeriatın bazı alanlarda kadınla erkek arasında ayrımlar yaptığını ifade etmektedir. Bu
alanları da şahitlik, miras ve devlet başkanlığı olarak sıralamakta ve şahitlikle ilgili
olarak Bakara suresi 282. ayetle ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Açıkça anlaşılıyor ki, buradaki farklı durumun, insaniyet, şeref ve ehliyet ile hiç
ilgisi yoktur, kadın insan olduğu için erkek gibidir, erkek gibi değerlidir, malî
yükümlülükleri taşımak için erkek gibi tam ehliyetlidir. Bir erkekle beraber iki kadını
şart koşmak kadının itibarını, şerefini ve saygınlığını düşürmek dışında bir
meseleden kaynaklanır. Kadının toplumsal vazifesi ev işleriyle uğraşmaktır. Ve
vakitlerinin çoğu ev işleriyle geçmektedir. İnsanlar arasındaki malî muamelelerle
ilgili olaylara kadının şahitliği pek az olur ve müşahede ettiklerini hatırlayamaz. O
oradan geçip gider, akılda tutmaz. Hakimin önüne gelirse, unutma veya hata yapma
ve vehmetme ihtimali vardır. Diğer bir kadın onun şahitlik ettiği şey gibi şahitlik
ederse unutma ve hata ihtimali kaybolur. Ayette açık olarak nass geldi, ayetin illeti
iki kadına bedel olarak bir erkeğin şart koşulmasıdır.39
38 Carullah, Hatun, s. 117 39 Mustafa es-Sıbâî, el-Mer’e Beyne’l-Fıkh ve’l-Kânûn, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1962, s.31,32
26
Mustafa es-Sıbâî, bu ifadeleriyle toplumsal bir görev olarak adlandırıldığı ev
işlerini kadına vermekte, doğal olarak kadının malî muamelelere şahitliğinin az
olacağını, kadının ilgi alanı dışında olduğu için aklında tutmayacağını ifade
etmektedir. Onun bu ifadelerinden kadın ev işleri dışında bir işle meşgul olsa, sosyal
hayatın ve ticarî muamelelerin içinde bulunsa, kadının aşinalık ve ilgi sebebiyle
aklında tutmasının mümkün olacağı ve şahitlik ettiğinde de yanılma, unutma
ihtimalinin kaybolacağı sonuçları çıkarılabilir.
Benzer düşünceleri Bekir Topaloğlu dile getirmekte ve kadınların
psikolojisiyle ilgili nakiller verdikten sonra İslam hukukunda bazı konularda iki
kadının bir erkek şahit yerine geçebilmesini, kadınların erkekten aşağı ya da onun
yarısı bir mahluk olarak telakki edilmesinden değil, kadınların fizyolojik ve
psikolojik özelliklerinden ötürü olduğunu, Hz. Peygamber’in şahitlikte kadının bu
yönüne işaret ettiğini ifade etmektedir. 40
Mustafa es-Sıbâî, bazı fakihlerin cinayetler konusunda kadınların şahitliğini
kabul etmeme görüşünde olduklarını, buna dayanak olarak da kadınların ev işleriyle
meşgul olduklarını, ölüm ve benzeri durumlara benzeyen cinayetlerle son bulan
olaylara kadınların şahit olmadıklarını, şahit olsalar bile katl olayına bizzat gözleriyle
müşahede edecek kadar kalamadıklarını, gözlerini yumduklarını ifade etmektedir.
Böyle bir durumda da suçun, suçluların, suç aletinin ve suçun nasıl işlendiğinin
vasıflanamayacağını ve şüpheler ile haddlerin düştüğünü kadının şahitliğinin bu
durumlarda şüphe taşıdığını ifade etmektedir. Ve şeriatın kadının tek başına
40 Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, 1965, s.214
27
şahitliğini doğum, dulluk ve bekaret konularında kabul ettiğini bunun da eski
devirlerde sadece kadınlar bunlara şahit oldukları için olduğunu ifade etmektedir.41
Mustafa es-Sıbâî, fakihleri savunmak için kadınların adam öldürme sırasında
devamlı uzun süren bir gözleme yapamadıklarından ve ev işleriyle meşgul oldukları
için az karşılaşmalarından hareketle kadınların şüpheye sebep olacağını ifade
etmektedir. Tabii olarak bu durum tamamıyla kadını ev işleri dışında bir işle meşgul
olmayan kabul edildiğinde bir anlam ifade etmektedir. Eski dönemlerde kadınlar
doğum,dulluk, bekaret konularına şahit oldukları için, bunlarda şahitliklerinin kabul
edildiğini ifade etmesi kadınların girdikleri, varlıklarını gösterdikleri her alanda
şahitliklerinin kabul edileceği anlamına gelebilir. es-Sıbâî, daha sonra sonuç olarak
konunun ikram-ihanet, ehliyet-ehliyetsizlik meselesi olmadığını hükümleri tespit ve
hükümlerle yargıda ihtiyat meselesi olduğunu ifade etmektedir.42
Salih Akdemir, “Tarih Boyunca ve Kur'ân-ı Kerim’de Kadın” adlı
makalesinde Bakara Suresi 282. ayette bir erkek yerine iki kadının şahitliğinin
istenme sebebi olarak o zamanki Arap toplumunda kadının ticari konulara pek aşina
olmadığını göstermektedir. Akdemir, kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğinin yarısı
olmadığına ilişkin dayanak olarak Nur Suresi 6-9 ayetlerdeki kazf suçuna ilişkin her
iki taraftan da dört yemin istenmesini kadından sekiz yemin istenmemesini
göstermektedir.43
Salih Akdemir, kazf suçuna ilişkin yemin konusunda kadın erkek ayrımı
yapılmadan dörder yemin istenmesini örnek göstererek, kadınların şahitliğinin
41 es-Sıbâî, el-Mer’e, s.32,33 42 es-Sıbâî, el-Mer’e, s.33 43 Salih Akdemir, “Tarih Boyunca ve Kur'ân-ı Kerim’de Kadın”, İslâmî Araştırmalar, C.V, S.4, Ekim,Özkan Matbaacılık, Ankara, 1991, s.264-267
28
erkeğin şahitliğinin yarısı olmadığı sonucuna varması basit bir kıyas yaptığını
göstermektedir.
Hayri Kırbaşoğlu’nun “Kadın Konusunda Kur'ân’a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler”
adlı makalesinin iki maddesi konumuzla ilgilidir. İki kadının şahitliğinin bir
erkeğin şahitliğine denk olduğuna dair görüşü, bir iddia olarak nitelemekte ve şu
yorumu yapmaktadır:
Ayette iki kadın şahitten biri mutlaka yanılır veya mutlaka unutur denmemektedir,
yanılırsa veya unutursa denmektedir. Peki iki kadın şahitten biri şahitlik ettiği
borçlanma akdiyle ilgili olarak yanılmaz veya unutmaz ise durum ne olacaktır? Bu
durumda şahitliğini tam olarak yaptığı için kadın şahidin birinin diğerine
hatırlatmada bulunması söz konusu olamayacağına göre, erkek şahit ile kadın şahidin
şahitlikleri yeterli, aynı zamanda eşit değerde olacaktır.44
Kırbaşoğlu, yukarıdaki tesbitinde iki kadından birinin şahitliğinin, hatırlayıp
hatırlamama şartına bağlı olduğunu ifade etmektedir. Kadınlardan herhangi birinin
şaşırma/unutma ihtimali zikredildiği için bu tesbitinde mantıklıdır. Kadınlardan
herhangi biri unutmadan tam olarak şahitliği yapınca tek bir kadın şahitlik yapmış
olacaktır.
Kırbaşoğlu, kadının kadın olmaktan önce bir insan olduğu, iki cins arasında
hukukî ve ahlâkî şahsiyet, ehliyet, hak ve sorumluluklar açısından kadın ile erkek
arasında bir ayırımın olmadığı, Kur'ân’ın erkeği kadından üstün gördüğü iddiasının
44 Hayri Kırbaşoğlu, “Kadın Konusunda Kur'ân’a Yöneltilen Eleştiriler”, İslâmî Araştırmalar, C.V, S.4, Ekim,Özkan Matbaacılık, Ankara, 1991, s.276
29
hiçbir temele dayanmadığı, kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğine denk olduğu
sonuçlarına varmaktadır.45
Hayreddin Karaman, kadının şahitliği ile ilgili olarak iki kadın şahit
olmasının gerekçesinin unutma, şaşırma, yanılma ile adaletin yerini bulması amacına
yönelik olduğunu ifade ettikten sonra kadının dikkat, ilgi, etkileşim konularındaki
farklı psikolojisinin hem konuşulan hem de görülen konuları zaptı, hem de zamanı
geldiğinde hakkın ispatı için ifade edilmesi bakımından ihtiyatı gerektirebileceğini
belirtmektedir.46
Acaba gerçekten kadının dikkat, ilgi ve etkileşim ve zabt konularında farklı
bir psikolojisi var mıdır? Zihinle ve zihnin fonksiyonlarıyla ilgili olarak şunları
nakletmek yerinde olacaktır:
Zihin, bilinçli ruhsal faaliyeti doğuran sinirsel ve ruhsal yeteneklerin ve melekelerin
bütününün etkinliğidir. Heyecanlardaki duygulanmalar da bilinç halidir. İradeli
davranışlar da bir zihin işlevi ile ortaya çıkar. Duymak, anlamak, hatırlamak,
mukayese etmek, dikkat ve dinlemek gibi yetenek ve melekelerin hepsi zihin
fonksiyonudur. 47
Ruh hallerinin, zihin yapısının ve ruhsal yeteneklerin cinsiyete göre
değişmediği ve bunların değiştiği faktörler şöyle ifade edilmektedir:
Etkilenme ve duyarlık, duygusallık, tepki, uyum, anlayış ve kavrayış gibi ruh halleri
doğuştan gelen kalıtsal niteliklerdir. Bunlar her insanda aynı güçte ve aynı nitelikte
olmazlar. İnsanın zihin yapısı ve ruhsal yetenekleri çok gelişmiş ve karmaşıktır. Çok
45 Kırbaşoğlu, “Kadın Konusunda Kur'ân’a Yöneltilen Eleştiriler”, s.283 46 Hayreddin Karaman, “Kadının Şahitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi”, İslâmî Araştırmalar, C.V, S.4, Ekim,Özkan Matbaacılık, Ankara, 1991, s.287 47 M. Nail Karakuşçu, Genel Psikoloji ve Normal Davranışlar, Pelin Ofset, Ankara, 1999, s.74
30
değişik ruhsal etkinlikleri vardır. Bunlar yaşa, kültür düzeyine ve yaşam koşullarına
göre de değişirler. O kadar karmaşıktır ki, her kişilik ayrı bir psikoloji halindedir.48
Hafıza ve zabt durumları bellek adı altında psikoloji konu başlıklarından
birini oluşturmaktadır. Bellemek; anlam, kavram ve davranış şekillerini zihinde
tutma işlevi olarak, bellek de bu öğrentilerin birikimi olarak tanımlanmaktadır.49
Buna göre bir olaya şahit olma bellemektir, daha sonra şahit olunan bu olayın
olduğuna şahitlik etme de bellekteki birikimden faydalanmadır.
Bellek; kısa süreli bellek ve uzun süreli bellek olarak iki türe ayrılmaktadır.
Kısa süreli bellekte, bir algı veya bir bilgi zihinde birkaç saniye kalıp sonra
unutulmaktadır. Bir telefon numarasının kullanma süresince zihinde tutulması buna
örnektir. Kişinin ilgisini çekmişse bellenebilirler ve aslında bunlar bellenmemiş
algılardır, gerektiğinde hatırlanamazlar. Uzun süreli bellekte algılar ve düşünceler
öğrenilmiş ve bellenmiştir, bunlarda zihinde her an canlı kalmazlar, unutulmuş
gibidir, ancak bir çağrışımla bilince gelirler, hatırlanırlar.50
Bu ifadelerden şahitlik edilen konunun uzun süreli bellekte saklı olduğunu,
her an canlı kalamayacağını, bir çağrışımla bilince gelmesiyle hatırlanacağı
çıkarımını yapmak mümkündür.
Bellenen bilgilerin korunması, öğrenilmiş olan anlam, kavram ve davranışları
zihinde tutma yetenek ve melekesi olan belleğin gücü ve bellek birikimi ile olur.51
Ne erkek cinsinin ne kadın cinsinin cinsiyet durumuna göre değişmektedir. Bellek
48 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.75,104 49 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.89 50 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.88 51 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.91,85
31
birikimi yaşayan herkeste vardır, ancak bunun azlığı ya da çokluğu bireyin kişiliğine,
çevre koşullarına, yaşına, eğitim derecesine, sağlığına göre değişir.52
Dikkatin tanımlanmasına ilişkin bilgileri vermek dikkatin neye göre
değiştiğini anlamada yardımcı olacaktır. Dikkat; bütün ruhsal faaliyetin bir uyarıcıda,
bir duyumda ve bir davranışta toplanması ve yönelme hali olarak, zihin çalışmasının
ve duyguların bir uyarıcı üzerinde toplanması ve bütün sinirsel ve ruhsal yeteneklerin
ve melekelerin bir uyarıyla çalışması ve etkin hale gelmesi olarak tanımlanmaktadır.
Dinleme, gözleme ve izleme hallerinin dikkat halleri olduğu, dikkat halinde başka
uyarıyı anlamanın söz konusu olmadığı, dikkat halinin, meleke olarak doğuştan
sonra, sinirsel ve ruhsal gelişme ile birlikte kazanıldığı ifade edilmektedir.53
Dikkat; kendiliğinden dikkat ve iradeli dikkat olarak ikiye ayrılır.
Kendiliğinden dikkatte zihin, akıl ve iradeyi kullanmadan ihtiyaçlara, duygulara ve
alışkanlıklara uygun olan duyumlara ve ilgilere yönelir. Buna insanı içgüdüler,
ihtiyaçlar ve duygular yöneltir. Bunda zihin yorulması, iradeli dikkatten azdır.
Yürürken hem konuşmak hem de basılacak yerleri görmek gibi. İradeli dikkat; akılla
veya çevreye uyum gereği olarak ve kendimizi zorlayarak zihni, bir uyarıcıya veya
bir konuya toplamaktır. Daha çok dış gözlem halindedir ve bunların çoğu davranıştır.
İradeli dikkatte zihin çalışması, irade ve davranış beraberliği vardır, dinleme
melekesiyle birlikte gelişir.54
Dikkatin artması veya eksilmesi, uyaranların ve duyumların şiddetine,
devamına ve bireyin eğilimlerini ilgilendirme derecesine göre değişir. Davranışlarda
52 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.92 53 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.101 54 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.102
32
ve işlerde alışkanlık kazanmak, iradeli dikkati kolaylaştırır. Dikkatli olabilmenin
herkeste üç şartı olduğu ifade edilir. 1.Konuya ve uyarılara ilgi duyabilmek 2.İradeli
dikkat melekesinin geliştirilmesi 3.Uyarıların ilgi çekecek nitelikte ve güçte olması55
Kadın ya da erkek cinsi olarak değil, insan olarak, konuya ve uyarılara ilgi
söz konusu olduğunda ve iradeli dikkat melekesi geliştirilmiş ve uyarılar ilgi çekici
nitelikte ve güçte ise dikkatli olma durumu gerçekleşecek demektir.
Vadeli borç senedi yazılırken iyi bilen iki erkek hazır bulunmadığı için
sıradan bir erkek ve iki kadın değil, kabul edilip güvenilen bir erkek ve iki kadın
şahit oluyor. Vadeli borçlanmayla ilgili çıkan bir ihtilaf ya da vadeyi uzatma
konusunda şahitlik yapmada ise bir erkek ve kadınlardan herhangi birinin
unutması/şaşırması ihtimaline karşılık iki kadın hazır bulunuyor. Acaba erkek doğru
şahitlik yaptıktan sonra kadınların sadece birinin şahitliği dinleniyor ve diğer kadın
itiraz etmezse tek kadının şahitliği geçerli oluyor mu? Yoksa iki kadının ifadeleri
dinlenip biribirlerini düzeltmiş olsunlar ya da olmasınlar ikisinin birlikte şahitlikleri
geçerli oluyor mu?
Ali Bulaç, “Mekasidu’ş-Şeria Bağlamında Kadının Şahitliği Konusu” adlı
makalesinde kadının şahitliğini mekasidu’ş-şeria bağlamında incelemekte çok ilginç
bir sonuca doğru aklî yürütmeler yapmaktadır. Bakara Suresi 282. ayetini bütün
olarak alıp on altı nokta ile özetlemekte, Medine’de okuma-yazma bilenlerin azlığı
55 Karakuşçu, Genel Psikoloji, s.103
33
ile tüccar bir toplumda ihtilafların ve kavgaların sebebini ve kabileci toplumda erkek
çocuğa niçin daha fazla değer verildiğini anlamada ipuçları olarak ifade etmektedir.
Bakara suresi 282. ayette ifade edilen şahitlerin sözleşme şahitleri olduğunu,
kadınların ticari hayata katılımının dolaylı ve az sayıda olduğunu ifade ettikten sonra,
erkeğin kadına karşı sosyal ve kültürel konumu sebebiyle tam bir güven duymadığına
dikkat çekmektedir. Birinci kadın şahidin doğru şahitlikte bulunması ile ilgili olarak
ayette geçen ‘dalal’ kelimesi ile ilgili olarak unutmak, şaşırmak, karıştırmak, tereddüt
etmek, sapmak durumlarının her birinin şahitlikte mümkün olabileceğini bu beş
ihtimalin her birinde ikinci kadının, birinci kadını uyarmak, sözleşmenin doğru
hükmünü hatırlatmak üzere şahit olarak tutulduğunu; asıl olanın birinci şahidin doğru
hatırlaması ve ikinci kadına gerek kalmadan şahitliğin esas alınması olduğunu ifade
etmektedir. Bu durumda ikinci kadının hep yedekte tutulmuş olduğunu belirtmekte
ve ikinci kadının şahitliğine başvurulduğu zaman birinci kadının şaşırmış olduğunu
ve şahitliğinin hükümsüz olduğunu, hatırlayan ikinci kadının şahitliğinin geçerli
olduğunu ifade etmektedir. 56
Ali Bulaç, genel bir hüküm olarak kadını her durumda erkeğin yarısı kabul
etmenin veya onu malî konular veya kadınlık halleri dışındaki alanlarda şahitlik gibi
önemli bir hukukî ehliyetten mahrum bırakmanın, maksadı illete bağlı kılmanın veya
etkileyici faktörleri belirleyici olanların yerine geçirmenin bir sonucu olduğunu ifade
etmektedir.57
Zira şahitlikte asıl olan adaleti yerine getirmek, emaneti yerine getirmektir.
Hukukun şahitlerde gözettiği gaye, hakları tayin edecek açıklamalarda bulunmaları
56 Ali Bulaç, “Mekasidu’ş-Şeria Bağlamında Kadının Şahitliği Konusu”, İslâmî Araştırmalar, C.V, S.4, Ekim,Özkan Matbaacılık, Ankara, 1991, s.298-304 57 Bulaç, “Mekasidu’ş-Şeria Bağlamında Kadının Şahitliği Konusu”, s.305
34
ve hakların teminat altına alınmasını sağlamaktır. Şahitlerde aranan hususun,
kendilerini yalandan alıkoyacak bir karakter yapısına sahip olmaları suretiyle haber
verdikleri konuda doğru oldukları kanaatini uyandırır olmaları olduğu ifade
edilmektedir.58 Gaye kadında gerçekleşiyor ve kadında adalet ve mürüvvet (şahsiyet)
niteliği söz konusu ise erkek gibi şahitlik edebilmelidir.
Hidayet Şefkatli Tuksal, Bakara Suresi 282. ayet nazil olmamış olsaydı,
kadınların mallar vs. gibi konularda şahitliği diye bir olgunun, İslâmî gelenekte yer
almasının mümkün olmayacağını kaynaklarda karşılaştığı kadın karşıtı söylemlere
dayanarak ifade etmekte ve tutarlı bulduğumuz şöyle bir çıkarım yapmaktadır:
Erkek olduğu halde sosyal konumu sebebiyle, hukuk otoriteleri tarafından şahitliğe
hiçbir şekilde ehil görülmeyen, köle ve âmâ erkekler, akılları açısından herhangi bir
ithama uğramazken; yine, gerekli şartları taşıyan bir erkeğin –yani iman etmiş,
toplumda güven kazanmış tek bir erkeğin- tek başına şahitlik etmesinin yeterli
görülmeyip, yanında bir erkek veya iki kadının şahit olarak istenmesi, o erkeğin aklı
veya şahitliği için bir eksiklik nitelemesini gündeme getirmezken; maalesef aynı
durum kadınlar için, asırlar boyunca müslüman geleneğe damgasını vuran bir
‘eksiklik’ söyleminin haklı gerekçesi olarak kabul edilmektedir.59
Tuksal, ilgili ayete klasik yorumcuların kadının fıtrî unutkanlığına vurgu
yaptıklarını ifade ettikten sonra, kadınların sosyal konumları sebebiyle erkeklerden
daha az ticari usullere aşina oldukları ve annelik, eşlik ve ev içi meşguliyetlerle daha
58 Muhammed Tahir b. Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi (Mekasıdu’ş-Şerîati’l-İslâmiyye), (trc.Vecdi Akyüz,Mehmet Erdoğan),Kitap Matbaası, İstanbul,1999, s.294 59 Hidayet Ş. Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Özkan Matbaacılık, Ankara, 2001, s.154
35
fazla uğraşmaları gibi noktaları, Muhammed Abduh ve İzzet Devreze’nin dayanak
aldıklarını ifade etmektedir.60
Kadınların sosyal konumlarının değişmesiyle ve ticari usullere aşina
olmalarıyla, kadınların şahitlik durumlarının değişeceğine yönelik bir kanaati
Muhammed Abduh ve İzzet Devreze’nin taşıdığını ifade etmek mümkündür.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın ayete ilişkin yorumlarını 61 verdikten sonra Tuksal,
şunları ifade etmektedir:
müfessir, kadınlarda -fıtraten- hassasiyet ve etkilenme özelliklerinin fazla olması
nedeniyle, zabt özelliklerinin zayıf olduğu; içe dönük oldukları için dış olaylarla
ilgilenmedikleri, haya ve hicabın kendilerinde baskın olduğu ve kadının kendi türüne
özgü kıymetinin en küçük bir meşguliyetle kaybolacağı gibi tezler ileri sürmekte, bu
sebeplerle, kadının dış -erkekler dünyasına ait- olaylarla ilgili zaptında eksiklik
bulunmasını, kendi türüne özgü bir kemalin bir gereği saymaktadır. Hal böyle
olunca, kadının şahit olarak tutulması, müfessirimize göre ona zarar ve eziyet
vermektir. Netice olarak, kadınlık fıtratının ve hukukunun muhafazası için ona
şahitlik görevi verilmemelidir. 62
Tuksal, Allah’ın kadınlara verdiği hakların ve bunlarla başlayan gelişmelerin,
14 asır sonra, kadınlara layık görülmediğini ve asr-ı saadet hanımlarının çeşitli
meşguliyetlerle uğraşmış olmalarının, toplumsal hayatın -savaş da dahil- her alanında
yer almış olmalarının, biat etmiş ve eman vermiş olmalarının onların kemaliyle ilgili
bir endişe oluşturmadığını ve onların haya ve hicablarının onları şahitlikten
alıkoymadığını örnek göstererek şimdi kadınların şahitlik etmelerinin haya ve hicaba 60 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s.157 (nakleden Reşîd Rıza, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm, III/124; Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, VII/412,413) 61 bkz. Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, Diyanet İşleri Reisliği Neşriyatı, İstanbul, 1935, I / 981-983 62 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s.159
36
aykırı ve kadının erkekleşmesine sebebiyet verecek bir durum olarak tarif edildiğini
ifade etmekle tutarlıdır. Ve erkek cinsinin unutma ve yanılmadan fıtraten muaf
tutulmuş, kadın fıtraten bu illetlerle özürlü kılınmış gibi bir iddianın en azından
genellemeci ve önyargılı bir iddia olduğunu ve unutma ve hata etmenin tüm insan
cinsinin, insanî özellikleri olduğunu Bakara suresi 286. ayetteki63 ifadeleri zikretmek
suretiyle ifade etmektedir.64
II. KONUYLA İLGİLİ HADİSLERİN YORUMLARI
a. Kadının Aklı Noksan mıdır?
“Ebû Saîd el-Hudrî’den (r.a). kendisi şöyle anlattı: ‘Hz. Peygamber bir kurban veya Ramazan Bayramında musallâ’ya (namazgah) çıktı. Sonra kadınların yanına giderek onlara şöyle dedi: ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü bana, Cehennem halkının çoğunluğunu siz kadınların oluşturduğu gösterildi.’ Kadınlar: ‘Neden Ya Resulallah? Dediler. Hz.Peygamber şöyle buyurdu: “Çok lanet ediyorsunuz. Kocalarınızın sizin için yaptığı iyiliklere nankörlük ediyorsunuz. Basiret sahibi bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen aklı ve dini eksik bir varlık görmedim.” Kadınlar: ‘Aklımızın ve dinimizin eksik olması ne demektir Ya 63 “..Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!..” 64 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s. 160
37
Resulallah?’ Dediler. (Hz. Peygamber) şöyle cevap verdi: ‘Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?’ Kadınlar: ‘Evet’ dediler. (Hz. Peygamber): ‘ İşte bu kadının aklının noksanlığındandır. Âdetli olduğu zaman namaz kılamaz ve oruç tutamaz değil mi?’ dedi. Kadınlar yine : ‘Evet’ dediler. Hz. Peygamber de: ‘işte bu da dinlerinin noksanlığındandır’ buyurdu.” 65
Naklettiğimiz hadiste kadınların “Dinimizin noksanlığı nedir?” şeklinde
sormalarının akıllarının ve dinlerinin noksan bir yönü hakkında araştırp
sorduklarına,66 kadınların bunu soruncaya kadar bundan haberleri olmamış gibi
göründükleri ve salt bu soruyu sormalarının noksanlığa delalet ettiğine67 dair
ifadeleri el-Buhârî’nin (v. 256/869) el-Câmi’us-Sahih’ine yazılan şerhlerde bulmak
mümkündür.
Hz.Peygamber’in bu durumu izahta azarlama olmadan ve sert olmadan
yumuşak bir üslupla kadınların akılları miktarına göre hitab ettiği ifade
edilmektedir.68
Bakara Suresi 282. ayette, kadının yanında başka bir kadının yardımını
istemenin, diğerinin zabtının azlığı sebebiyle olduğu ve kadının aklının noksanlığının
haber verildiği ifade edilmektedir.69
65 Ahmed b. Hanbel b.Muhammed (v. 241/855), el-Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul,1981, II / 373,374; Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (v. 256/869), el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul,1981, Kitâbu’l-Hayz, I/78, Kitâbu’z-Zekât, II / 126,127, Kitâbu’ş-Şehâdât, III / 153; Ebu’l-Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî (v. 261/874), el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul,1981, Kitâbu’l-İman, I / 86; Ebû İsâ Muhammed b. Serve et-Tirmizî (v. 279/892), el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul,1981, Kitâbu’l-İman, V/ 10 66 Bedrüddin Ebî Muhammed b. Mahmud b. Ahmed el-Aynî (v. 855/1451), Umdetü’l-Kâri Şerhu Sahihu’l-Buharî, Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır, 1972, III / 173 67 Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî (v. 852/1447), Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahihi’l-Buhârî,(thk.Abdülaziz b. Abdillah b. Bâz), Daru’l-Fikr, Beyrut, 1996, I / 173 68 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, III / 173; el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, I / 540
38
El-Aynî (v. 855/1451), Hz. Peygamber’in “iki kadının şahitliği bir erkeğin
şahitliği gibi değil mi?” şeklinde bir ifade kullanmamasını noksanlığa açık bir nass
koyma olacağını, ancak buna Hz.Peygamber’in zımnen, ince bir anlayışla işaret
ettiğini ifade etmektedir.70 El-Aynî, bu ifadelerle açık bir nassın olmadığını itiraf
etmektedir. Daha sonra iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olduğuna
dair bir uyarıyı hadisin içerdiğini ve şahitliğin temelinin akıl olduğuna dair bir
işaretin hadiste var olduğunu ifade etmekte71 ancak adalete vurgu yapmamaktadır.
El-Askalânî (v. 852/1447), hadisin içerdiği konular/ hükümler arasında
bayramda kadınların hazır bulunduğunu, ancak fitne korkusuyla erkeklerden uzak
olarak/tecrit edilerek hazır bulunmalarını, İmamın kadınlara arada bir perde olmak
kaydıyla vaazının caiz olduğunu ifade ettikten sonra imanın ve aklın, artma ve
eksilme kabul edeceğini ifade etmektedir. Kadınlardaki noksanlığın zikredilmesiyle
ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Kadınlardaki noksanlığı zikretmenin maksadı kadınları tekdir/azarlama değildir,
çünkü o, yaratılışın aslındandır, ancak bu tenbih kadınlara fitneye sürüklemekten bir
uyarıdır, ve bu sebeple nankörlükten zikredilen şeye azabın
hazırlanması/düzenlenmesidir, noksanlıktan değil, dinin noksanlığı onunla günah
elde edilen şeye münhasır değildir.72
Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın adlı çalışmasında,
ilgili hadisin senedindeki zayıf ve hafızası kötü ravilere yer vermek suretiyle çeşitli
69 el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, I / 540 70 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, III / 173 71 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, III / 174,175 72 el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, I / 541
39
varyantlarına ilişkin detaylı bir inceleme yapmıştır.73 Hadisle ilgili değerlendirmeler
bölümünde hadisin sahih olduğu görüşünde olan eski ve yeni alimlerin görüşlerini
şöyle özetlemektedir:
bu hadisler sahihtir. Akıl fazlalık ve noksanlık kabul eder. Her insanın aklı eşit
değildir. Bu durumu kadınlar hakkında kabul etmek, onları ayıplama/kınama
sayılamaz, onlara hakaret kabul edilemez. Çünkü bu husus yaratılıştan gelen bir
özelliktir. Hadiste bu durumun zikredilmesi, kadınların bu zaafının getireceği fitneye
karşı bir ikaz ve tedbirli olmaya davettir. Resullullah (sav), kadınlarda tabii olarak
mevcut, fakat farkında olamadıkları zaaflarını göstererek, şuurlu olarak o zaaflarının
üzerine gidilemediği takdirde, o zaaflarının meydana getireceği zararın büyüklüğüne
dikkat çekmiştir. Kadınlar, annelik gibi şefkat ve hissilik gerektiren bir görevle
yaratıldıkları için, bir kısım özelliklerde erkeklerden eksiktirler. Ve bu yüzden
şahitlikleri erkeklere göre yarım kabul edilmiştir. Kadınların şahitliğinden bahseden
Bakara 282. ayeti, onların zabt yönüyle zayıflıklarına işaret etmekte ve fıtrî
zaaflarını göstermektedir. Hadiste kadınların aklen eksik oluşları sebebiyle ateşle
tehdit edilmemiş olmalarıdır. Hadiste onların ateşle tehdit edilmeleri, çok lanet
etmeleri, erkeklerin aklını çelici olmaları sebebiyle yapılmıştır.74
Daha sonra Zekeriya Güler’in “Kadın Akıl ve Din Bakımından Eksik midir?”
adlı makalesinde bu hadisin anlaşılması için önerdiği, hemen hüküm vermeyip bir
süre bekleme ve onun anlaşılmasını ve yorumlanmasını zamana bırakma görüşüne
katılmadığını, Ateş haklı olarak ifade etmekte ve bu rivayetlerin Kur’ân’a ve Hz.
73 Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, Umut Matbaacılık, İstanbul, 2000, s.174-199 74 Ateş, Ali Osman, Hadis Temelli Kalıp Yargılar, s. 200
40
Peygamber’in tebliğ metoduna aykırı düştüğünü ve bu rivayetlere kadınların itiraz
etmesine bakarak fıtrata aykırı düşen, tabii olmayan bir yanlışlık, bir problemin söz
konusu olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in muhataplarının anlama ve
kavrama seviyesine göre hitab ettiğini ve muhatablarının da normal insanlar
olduğunu ifade ettikten sonra 1400 yıldır bu hadisin anlaşılamaz ve anlaşılması için
beklenmesi mantığını kabul etmediğine dair75 Ali Osman Ateş’in ifadelerini mantıklı
buluyoruz.
Ali Osman Ateş, Fahruddîn er-Râzî (v. 585/1189) ve İbn Kesîr’den kadın
aleyhine ve kadınlardan kocasına itaat edenler dışındakilerin beyinsiz olduklarına
dair nakilleri vermekte ve bu anlayışların bu tür rivayetlerden kaynaklanıp
kaynaklanmadığını, bir kültür birikimi sonucunda oluşup oluşmadığını sorgulamakta
ve bunların insan emeği olduğunu zamanla toplumun ihtiyaçlarının gerisinde
kaldığını ifade etmektedir.76
Ateş, son olarak bu rivayetlerin, kökeni antik çağa uzanan önceki kültür ve
zihniyetin ürünü olduğunu, insan fıtratına, Hz. Peygamber’in yaratılışına ve tebliğ
metoduna ve Kur’ân’a aykırı olduğunu, kadınların aklının eksikliğinin bilimsel
araştırmalarla doğrulanmadığını ifade etmekle 77 bütüncül bir yaklaşım sergilemeye
çalışmaktadır.
75 Ateş, Ali Osman, Hadis Temelli Kalıp Yargılar, s. 203 76 Ateş, Ali Osman, Hadis Temelli Kalıp Yargılar, s.207-212 77 Ateş, Ali Osman, Hadis Temelli Kalıp Yargılar, s. 218-251
41
Hidayet Şefkatli Tuksal, hadisi naklettikten sonra kadınlara özel bu haberleri
nakleden ravilerin erkekler olmasını ve kadınların kendi haklarında bu olumsuz
haberleri gizleme politikası güdüp gütmediklerini sorgulamaktadır. Daha sonra aklın
eksikliği ve tanımı üzerinde durmakta ve Kur’ân’a göre akletmenin mahiyeti ve
akletme sonucunda ilâhî hitap çağrısını kabul eden insanların sorumluluklarının neler
olduğunu ifade etmektedir. Kur’ân’ın her mesajının ilâhî hikmetle beraber insanî
gerçekliklerle ilgili olduğunu ve Kur’ân’ın bu gerçekliğin doğal dinamiklerini daima
gözetmekte olduğunu ve ideal durumun gerçekleşmesini doğal süreçlerin akışına
bıraktığını ifade etmekle78, Kur’ân’ın hayatı anlamlandırmasına ve buna ilişkin
durumları Kur’ân’ın göz önünde bulundurduğuna, idealin gerçekleşmesine sınır
koymayıp doğal süreçlerin olumlu veya olumsuz yöne akışına bıraktığını
belirtmektedir.
Kadın erkek arasında zeka ve psikoloji açılarından farklılık olduğunu ifade
edenler olagelmiştir. Her biri iddialarının doğruluğunu ispatlamaya çalışmıştır.
Kadınların akıllarının noksanlığını nass kabul eden hukukçular tarafından bu akıl
noksanlığı dayanak olarak kullanılmış, daha sonraları ise kadınlarda dönem dönem
meydana gelen fizyolojik değişiklerinin sonucunda psikolojilerinin de değiştiğine
vurgu yapılmak suretiyle kadını sadece yargı mekanizmasından değil, toplumsal
hayattan uzaklaştırma çabaları sergilenmiştir. Gerçekten kadının yaratılışından
kaynaklanan bu fizyolojik değişiklikler onu eksik mi kılmaktadır yoksa toplum ya da
kültürel birikim mi bu dayatmayı yapmaktadır?
Kadının kadın olması sebebiyle zeka açısından farklı olduğu görüşünde
olanlardan biri Alfrea Foullee, Kadın-Erkek Irklar Ruhiyatı adlı çalışmasında, 78 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem,s.139-148
42
erkeğin zeka noktasında daha faal olmasını evin dışındaki meşguliyetinin ve tecrübe
sahasının fazla olmasına bağlamaktadır. Kadında incelik, merhamet ve meveddet
hissinin daha fazla olduğunu, zeka veya deha konusunda ve zekayı bazı şekillerde
kullanma konusunda erkeğin kadını geçtiğini ifade etmektedir. Daha sonra bazı
alimlere göre cemiyet hayatının başlangıcında ailenin anaşahi olduğunu, reisin ana
olduğunu sonraları kabileler arasında kavgaların başlamasıyla kadının ekonomik
vazifelerinin hafiflediğini, gücünün ve zihni faaliyetinin, ilgili olma ve faaliyet
noksanlığı sebebiyle bir miktar zayi olduğunu ifade etmektedir. Bugüne gelindiğinde
ise kadının sürekli ve şiddetli zihni çalışmaya gelemediğini bunun sebebinin ailevi
görevi olduğunu, bu durumun yüksek bir mevki veren şey olduğunu, zihni tekamül
ve dimağdan çok kalben ve ahlaken kuvvetli olmayı gerektirdiğini ifade etmektedir.
Daha sonra kadın ve erkekte zekanın başkalığının zekanın şiddeti, mukavemeti ve
istikametinde olduğunu, bunda etkenin zeka ve irade olduğunu ifade etmekte ve
şöyle devam etmektedir:
Erkeğin zekası daha şiddetlidir, incelik ve fetanet isteyen, hissiyat-ı zihniyeye
müteallik şeylerde kadın faiktir. Dimağın mukayase, tecrid, ta’mim, muhakemede
erkek faiktir. Bu ameliyelerde zihnen öteye beriye koşmak ve dimağı yakarcasına
düşünmek lazımdır. Kadın ise efkarı hususiyede, müşahhas şeylerde ehildir. Erkek
daha ziyade istidlali fikirlidir. Kadın sebep ve neticede bilvasıta olacak şeyleri ve
neticeleri uzakta değil, vasıtasız doğrudan doğruya ve derhal olacak şeyleri nazar-ı
dikkate alır.79
Daha sonra kadının hafızası ile ilgili Foullee, şunları ifade etmektedir:
79 Alfrea Foullee, Kadın-Erkek Irklar Ruhiyâtı, (trc. Mustafa Rahımî Balaban), Matbaa-i Amire, İstanbul, 1339-1342, s. 14,17
43
Hayaller ve fikirler bir kere kadının zihnine bağlanınca uzun müddet kalır. Bunun
için hafızası, erkeğinkinden –bilhassa ma vak’alara aid şeylerde- daha kavîdir. Yine
bu sebepledir ki, kadın ehliyeti dahilindeki şeyleri daha süratle öğrenir. Alma
kabiliyeti erkekten ziyade olmakla, itimat ettiği kimselerin sözüne daha kolay
inanıyor.80
Muhammed Ferid Vecdi, el-Mer’etü’l-Müslime adlı çalışmasında erkeğin
kadından idrak/akıl merkezinde üstünlüğünü psikolojinin ispatladığını bunu da iki
cinsin beyinleri arasındaki maddi ve şekli farkı bularak gösterdiğini ifade
etmektedir.81
Ferid Vecdi, daha sonra iki cinsin beyinlerinin ağırlık olarak farklılığına,
kadının beyin kıvrımlarının daha az olduğuna, gri özdeki -beyindeki akıl noktası-
farklılığa vurgu yapmakta ve erkeğin zeka ve idrak/akıl olarak daha çok/galip
olduğunu, kadında tedirginlik/heyecan ve heyecanlanmanın daha çok olduğunu ifade
etmektedir.82
Ferid Vecdî, erkeğin kadından üstün özellikleri olduğunu ispatlamak adına bu
ifadeleri kullanmıştır. Belki de o, yaşadığı dönemde İslam kültürünün batının 80 Foullee, Kadın-Erkek Ruhiyâtı, s. 18 81 Muhammed Ferid Vecdî, el-Mer’etü’l-Müslime, Matbaatü’t-Terakki bi Şâri’ Abdulaziz, Mısır, 1901, s.35 82 Vecdî, el-Mer’etü’l-Müslime, s. 36
44
etkisine girmesinden rahatsızlık duymuş ve kadının sosyal hayata girişine bir karşı
duruş çabası içine girmiş olabilir.
Ali Ahmed eş-Şehîdî, Ümmü’d-Dünya adlı eserinde hamile kadının havanın
etkileri ve ruhsal etkilere maruz kalması, aşerme, beden zayıflığı ve fikrî zorluk
durumlarının bulunması ile siyasî, ilmî, ticarî işlerle meşgul olmasının kadına
uygun/layık olup olmadığını, doğumdan sonra kadının sağlığı geri gelinceye ve
hamileliğin musibetlerinden kurtuluncaya kadar bu işlerle meşgul olmanın uygun
olup olmadığını sorgulamaktadır. Ayrıca çocuğuna hizmet ve terbiyeyi dinin, âdetin
ve insanlığın kadın üzerine farz kıldığı bir durum olduğuna vurgu yapmaktadır.
Hayız döneminde kadının çok sıkıntı çektiğini, sıkıntı/baskı/tedirginlik yaşadığını
iktidar koltuğunda veya meclis ortamında veya ticarî ve sanayi muamelelerinde
zorlanacağını ifade etmektedir.83
Kadın olmanın doğal sonucu olan annelik sıfatı, kadını hayatın çeşitli
alanlarından soyutlamak için kullanılmakta, fizyolojik bir değişiklik olan hayız
dönemindeki çabuk sinirlenme, baş ağrısı, huzursuzluk gibi belirtilerin de kadının
sosyal hayatını zorlaştıracağından hareketle kadında varolan bu durumların, kadının
sosyal hayatına engeller olarak sunulmaya çalışıldığını düşünmekteyiz.
Hamileliğin ve anneliğin kadın üzerinde etkilerinin olması bilimsel olarak
şöyle ifade edilmiştir:
Biyolojik tarih boyunca yaşanan bu olay ve onun fizyolojik süreci hemen hep aynı
biçimde yinelenir. Ama her anneliği yalnız bir başka kadının anneliğinden değil, aynı
kadının başka gebeliklerinden de ayırarak tümüyle özel bir deneyime dönüştüren
83 Ali Ahmed eş-Şehîdî, Ümmü’d-Dünya, Matbaatü’ş-Şerefiyye, Mısır, 1909, s.47-48
45
psikolojik öğeler vardır... Her gebeliğe çelişkili duygular eşlik eder. Bir yandan
çocuksu gözlenme, korunma, tehlikelerden uzak tutulma gereksinimleri, bir yandan
da gözleme, koruma ve büyümeye yardım etme gibi edilgenliği tersine çeviren bir
annelik içgüdüsü ortaya çıkar. Gebelikte görülen bulantı, kusma gibi tipik belirtiler
ve sağlıksız bir çocuk doğurmak gibi bazı korkular ancak simgesel anlamlarının
dikkatle incelenmesi sonucunda değerlendirilebilir. Yaşamının öbür dönemlerine
göre çok daha duyarlı olan ve kolay kırılan gebe kadın şımartılmak ve güven duymak
ister.84
Bu etkilerin varolması kadını sosyal hayattan özelde yargı mekanizmasından
dışlamaya neden olarak gösterilemez. Bu durumlar kadını etkileyebilir ancak şahitlik
ve hakimlik gibi çok önemli bir konuda sağlıklı karar vermemesine sebep olur, gibi
bir kaide yoktur. Kadındaki hassasiyetin ve heyecan hallerinin onun sağlıklı karar
vermesine izin vermediği iddiası, bu etkiyi kadın cinsine has kılmış olmaktadır. Oysa
bu durumların insan cinsi için ortak olduğu ve güçlü duyguların, tutkuların ve
heyecanların normal zihin çalışmasını etkilediği, zihnin normal çalışma düzenini
değiştirdiği, bu durumlarda duygular ve heyecanların zihin faaliyetinin en önemli
etmeni haline geldiği ifade edilmektedir. Hz. Peygamber’in açlık, susuzluk gibi
durumlarda hakimi hüküm vermekten sakındırmasının gayesi de budur. Hakimi
şahitlere korku salan ya da destek çıkan tavırlar sergilemekten nehyetme de onların
tam olarak şahitlik etmelerini sağlamaya yönelik gayelerdendir. Açlık, korku, sevgi,
düşmanlık gibi durumların etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle düzenlemeler
84 Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi, Doğan Medya Center Tesisleri, İstanbul, 1993, X / 17
46
yapılmıştır. Bu ruh hallerinin insanlar arası ilişkilerde etkisinin modern tıpta ve
hukukta dikkate alınmasıyla bazı kurallar (hekimlerin kendi aile bireylerini tedavi
etmeye izin verilmemesi ve aile bireylerinin mahkemede birbirleri için şahitlik
yapmasının kabul edilmemesi gibi) konmuştur.85
Ahmed eş-Şehîdî, erkeğin ve kadının kesbi ve tabii özellikleriyle ilgili şunları
ifade etmektedir:
Erkek, bedenin sertliği/katılığını, cesurluğu/atılganlığı, kalbin katılığını, cesareti,
karakter/huy olarak sertliği taşır. Kadınla karşılaştırdığımızda bunun tersini kadında
görürüz. Bedenin yumuşaklığı, kararın zayıflığı, cesaret ve cüret kabul etmezlik,
şefkat, korkaklık ve karakterin yumuşaklığı. Onun bedeninin yumuşaklığı, erkek gibi
meşakkatlere katlanmaması sebebiyledir. Ve kararının zayıflığı, onun kalbinin zayıf
yaratılması sebebiyledir.86
Ahmed eş-Şehîdî de erkeği kadından üstün kılma çabası içindedir ve bunu
ispatlamak için çeşitli noktalara vurgu yapmaktadır. O, yaşadığı dönemde ortaya
çıkan ve İslam kültürüne giren feminizme karşı durmak adına ya da ataerkil
zihniyetten soyutlanamamış bir erkek olarak bu ifadeleri dile getirmiş olabilir.
Kadın ve erkeğin farklı cinslerin temsilcileri olmaları itibariyle farklı
hükümlere tabi oldukları, bu durumu psikolojik ve fizyolojik bir takım özelliklere 85 Karakuşçu,Genel Psikoloji, s.75-76 86 eş-Şehîdî, Ümmü’d-Dünya, s. 48
47
sahip olmalarının gerektirdiği ifade edilmektedir. Fizyolojik farklar olarak erkeklerin
daha güçlü, daha dayanıklı ve daha sabırlı olmaları, kadınların daha zayıf, daha zarif,
daha hassas olmaları, psikolojik farklar olarak erkeklerin daha cesur olmaları,
kadınların daha duygulu, daha şefkatli daha merhametli ve daha nazik olmaları
belirtilmektedir. Allah’ın annelik görevini fıtraten kadına, babalık görevi olan aileye
bakma, koruma, kayırma işini erkeğe verdiği ve iki cinsin işbirliği ile birbirlerinin
eksiklerini tamamlayacağı ifade edilmektedir. Bedenî ve ruhî yaratılışa uygun bir
işbölümü ve görev dağılımının tabii bir şekilde ortaya çıktığı ifade edilmekte ve bu iş
ve görev bölümünün, fıtrata uygun olarak kurulmasını, çalışmasını ve geliştirilmesini
ve her cinsin kendine özgü özelliklerini korumasını ve bunları yaratılış maksadı
doğrultusunda geliştirmesini İslam’ın istediği ifade edilmektedir.87
Süleyman Uludağ, bu ifadeleriyle kadın ve erkeğin aile hayatıyla ilgili
düzenlemeler hakkında bilgi vermiştir. O, yukarıda görüşlerini verdiğimiz yazarlara
göre farklı bir tutum içerisindedir. Onun, Avrupa’daki kadın haklarının ve aile
kurumunun imrenilecek bir yanı olmadığı, ancak İslam toplumunun da kendi
şartlarına göre kadın haklarını genişletme ve ileri götürme mecburiyetinde olduğu
görüşleri88 mantıklıdır.
87 Süleyman Uludağ, İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, T.D.V. Yayın Matbaacılık, Ankara, 1997, s.178 88 Uludağ, İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s. 179
48
b. Unutmak Şüphe midir?
“Gücünüz yettiğince Müslümanlardan haddleri89 düşürünüz, onun için bir
çıkış olursa onu serbest bırakın, imamın/devlet başkanının af konusunda hata
yapması ceza konusunda hata yapmasından hayırlıdır.”90
89 “Hadd, sözlükte men etme anlamındadır, suçun işlenme sebeplerine bir engel olmaları sebebiyle cezalar, haddler olarak isimlendirilmiştir. Allah’ın hakkı olmak üzere miktarı Şârî’ tarafından kesin olarak belirlenen cezadır.” Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed Ebû Sehl es-Serahsî (v. 483/1097), el-Mebsût, Daru’l-Marife,Beyrut,(t.y), IX / 36; Burhanuddin Ali b. Ebî Bekr el-Merğînânî (v. 593/1197), el-Hidâye (Fethu’l-Kadîr ile birlikte), (thc.Abdürrezzak Galib el-Mehdi), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, V/ 195 90 Ebû Bekr b. Hemmâm Abdurrezzak es-San’ânî (v. 211/826), el-Musannef, (thk.Habibu’r-Rahman el-A’zamî), el-Meclisu’l-İlmî, Johannesburg,1972, X/166; Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid b. Mâce el-Kazvînî (v. 275/888), es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,1981, Kitâbu’l-Hudûd, II / 850; et-Tirmizî, Kitâbu’l-Hudûd, IV / 33
49
Rivayetlerin mevkuf ve merfu olarak tahric edildiğine dair nakiller
verilmektedir.91 et-Tirmizî (v. 279/892), Hz. Aişe hadisini, merfu olarak tanımadığını
ifade etmekte92 ve ravilerden Yezid b. Ziyad’ın zayıf olduğunu ifade etmektedir.93
Eş-Şevkânî (v.1250/1834), töhmet ile hadd gerekmez ve hadd şüphelerle
düşer bölümünde İbn Mâce (v. 275/888) ve et-Tirmizî’de geçen rivayetlere yer
vermektedir.94 el-Buhârî’nin Yezid b. Ziyad’ı “münkeru’l-hadis”95, ez-Zehebî ve en-
Nesâî’nin (v. 303/915) “metruku’l-hadis” kabul ettiği ifade edilmektedir.96
Hadisteki ravilerden İbrahim b. Fadl el-Mahzumî ile ilgili olarak onun zayıf
olduğu ifade edilmektedir.97
Rivayetin yargılama usulüne bir kaide olarak yerleştiğini ve sanık lehine
yorumlanması ve cezanın düşmesinde kullanıldığını görmek mümkündür.
Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer b. İsa Ed-Debûsî (v. 430/1039), Tesisu’n-
Nazar adlı eserinde şüphelerle haddin düşmesi ile ilgili şunları ifade etmektedir:
91 Celaluddin Abdurrahman b. Ebî Bekr es-Süyutî (v. 911/1505), el-Eşbâh ve’n-Nezâir,(thk.Muhammed el-Mutesımbillah el-Bağdâdî), Daru’l-Kitâbu’l-Azlî, Beyrut, 1993, s.236,237; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî (v.1250/1834),Neylü’l-Evtâr, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut,(t.y), VII / 104,105 92 et-Tirmizî,Kitâbu’l-Hudûd, IV / 33 93 et-Tirmizî,Kitâbu’l-Hudûd, IV / 34;eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII / 105 94 eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr,VII/104 95 Kemalüddin Muhammed b. Abdülvahid İbnü’l-Hümâm (v. 861/1457), Fethu’l-Kadîr, (thc.Abdürrezzak Galib el-Mehdi),Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye,Beyrut,1995, V/ 202 (2 numaralı dipnot); eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII / 105 96 İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, V/202 (2 numaralı dipnotta); Zeynüddin İbrahim b. Nüceym (v. 970/1562), el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, Mekke-Riyad, 1997, I/127 (3 numaralı dipnotta); eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII / 105 97 İbn Mâce, Kitâbu’l-Hudûd, II / 850; İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, V / 202 (1 numaralı dipnotta); İbn Nüceym, el-Eşbâh, I/127 (2 numaralı dipnotta); eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII / 105
50
Mübah olmadığı halde bir şeyi, sureten mubah gösterecek neden, şüphe ile ortadan
kalkabilecek olan cezaya engeldir.98
Es-Serahsî (v. 483/1097), “Şüphelerle haddleri düşürün” hadisini Kitâbu’l-
Hudûd’da zinaya şahitlik hakkında, şahitlere zinanın nasıl, ne zaman, nerede, kiminle
yapıldığına dair soruların sorulmasına ilişkin açıklamaların ardından zikretmektedir.
Zina haddinin kesin delil/beyyinenin hüccetliği ile sabit olacağını, nikah ya da nikah
şüphesi olup olmadığının araştırılması gerektiğini, hakimin haddi düşürmek için hile
yapmasının mendup olduğunu ifade ettikten sonra bu hadisi nakletmektedir. Daha
sonra Hz.Ömer’in itiraf edenleri kovun/tardedin sözünü hadd gerektiren sebep ile
kendileri aleyhine itiraf edenleri kastederek ifade ettiğini belirtmektedir.99
Es-Serahsî, daha sonra zina iftirasında bulunanla beraber üç kişinin şahit olması
durumunda onların hepsi aleyhine haddin ikame edileceğini, onlardan birinin haddin
ifasından önce ve hüküm/yargıdan sonra dönmesi durumunda aleyhine şahit olunana,
haddin uygulanmayacağını, çünkü yargıdan sonra dönen kimsenin, şüpheleri düşüren
şey sebebiyle yargıdan önce dönen kimse gibi olacağını ifade etmektedir.100
Es-Serahsî, bir kadına recmden sonra kadınların bakıp o kadının bakire
olduğunu söylemeleri durumunda, kadınların sözü ile şahitler aleyhine tazminin
olmayacağını, çünkü kadınların şahitliğinin, malın tazmininin gerekliliği/ilzamı
konusunda tam bir hüccet olmadığını, burada şahitler aleyhine malın tazmininin
icabının eşit olduğununu yine muayene edenin onu kesin şekilde bileceğini ifade
98 Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer b. İsa ed-Debûsî (v. 430/1038), Tesîsu’n-Nazar, Matbaatu’l-Evbiyye, Mısır, 1330, s.72,73 99 es-Serahsî, el-Mebsût, IX / 38 100 es-Serahsî, el-Mebsût, IX / 47
51
etmektedir. Ancak kadınların ona bakmasının haddin yerine getirilmesinden önce
olması ve kadının bakire olduğunu söylemeleri durumunda ondan haddin düşeceğini,
çünkü şüphenin kadınların sözü ile sağlamlaşacağı haddi gerektiren zinanın tasavvur
edilmeyeceği, haddi gerektiren zinadan sonra bekaretin kalmasının tasavvur
edilemeyeceğini ifade etmektedir.101
Es-Serahsî, recm cezası uygulanırken şahitlerle başlandığını sonra devlet
başkanı/imam daha sonra insanların bulunması şeklinde sünnetin geldiğini, bunun
böyle olmasının şahitlerin durumu anlayıp haddi düşürmek için hileye başvurmasına
ve yalan söyledilerse vazgeçmelerine bir vesile oluşturduğunu, ancak bunun celde
cezası için söz konusu olmadığını ifade etmektedir.102
Es-Serahsî, naklettiğimiz ifadeleriyle haddi düşürmek için şüphelerin
araştırılmasını ve hatta hakimin hileye başvurmasını mendup kabul ederken salt
kadınlara nisbet edilmiş görünen unutma ve şaşırma durumlarını haddi düşürmede
etken olan şüpheye dahil etmemekle tutarsız ve yanlı bir tavır sergilemektedir.
Es-Serahsî, zina eden kadının bekaretine kadınların şahitliğini, recm cezasının
uygulanmasından önce kabul ederken recm cezası uygulandıktan sonra kabul
etmemektedir. Acaba cezanın uygulanmasından önce ya da sonra şahitlik eden
kadınlarda bir değişiklik mi söz konusu olmaktadır?
101 es-Serahsî, el-Mebsût, IX / 50 102 es-Serahsî, el-Mebsût, IX / 51
52
El-Merğînânî (v. 593/1197), haddlerde düşme sebebiyle ihtiyalen/hile olarak
adaletin zahiri ile yetinilemeyeceğini ve bunun “Gücünüz yettiğince haddleri
düşürün” hadisi sebebiyle olduğunu ifade etmektedir.103
İbnü’l-Hümâm (v. 861/1457), zina haddi ile ilgili Hz. Peygamber’in Maiz’in
zina ettiğine dair ikrarını dinlememesini, Maiz’in bunu dört defa tekrarlamasının
ardından ona Hz.Peygamber’in belki öpmüşsündür, belki de dokunmuşsundur gibi
ifadelerle vazgeçirmek üzere telkinde bulunmasını ifade etmektedir.104 Burada Hz.
Peygamber, kendini teyid eden bir cevabı Maiz’den almak suretiyle haddi ondan
düşürmek, onu serbest bırakmak istemiştir. Hz.Peygamber’in bu uygulaması,
sanıktan haddi düşürebilmek amacıyla bir takım şüphelerin var olup olmadığına dair
bir sorgulama yöntemi kullandığını göstermektedir.
Es-Süyûtî (v. 911/1505), “Haddler şüphelerle düşer” şeklinde hadisi, kaide
olarak ifade etmiştir.105 Daha sonra, eşi ve cariyesi zannederek zina fiilini işleyenin
zannının şüphe olması sebebiyle haddin ondan düşeceğini, usul ve furudan hırsızlık
haddinin mülkiyet zannı sebebiyle, karı koca ilişkisi sebebiyle hırsızlık haddinin
nafakanın gerçekleşip gerçekleşmediğine dair şüphe sebebiyle düşeceği ifade
edilmektedir. Şüphe ile kısasın da düşeceğini, hür mü köle mi olduğu bilinmeyen
maktulü öldüren katilin, kısas ile öldürülmesinin şüphe sebebiyle
gerçekleşmeyeceğini ifade etmektedir.106
103 el-Merğînânî, el-Hidâye,V/202 104 İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr,V/ 200 105 es-Süyûtî, el-Eşbâh, s. 236 106 es-Süyûtî, el-Eşbâh, s. 237,238
53
Görüldüğü üzere burada verilen şüphe örnekleri kadının unutması veya
şaşırması gibi bir ihtimal üzerine kurulu değildir. Haddi düşüren şüpheler fiille,
gerçekleşmiş olayla ilgili ve hükme etki eden durumlardır.
Eş-Şevkânî, haddlerde şüphelerin düşmesine ilişkin rivayetin mutlak şüphe
olmadan muhtemel şüphelerle haddlerin düşürülmesinin meşruiyetini
dellilendirmede kullanılmasının doğru olduğunu ifade etmektedir.107
III. KADININ ŞAHİTLİĞİ HAKKINDA GÖRÜŞLER A. KADIN HER KONUDA ŞAHİTLİK EDEBİLİR
1. Atâ, Hammâd, Süfyân es-Sevrî ve İbn Hazm’ın Görüşleri
İbn Hazm (v. 456/1064), Atâ b. Ebî Rabâh’ın (v. 115/713) farklı kanallardan
görüşlerini şu ifadelerle nakletmektedir:
Ebû Ubeyd tarıkından Yezid, Haccac, Atâ b. Ebî Rabâh dedi: kadınların şahitliği
nikahta caizdir. Muhammed b. el-Müsenna tarıkından, Ebû Muaviye (Muhammed b.
Hazim ed-Darir), babasından Atâ b. Ebî Rabâh dedi: Bir kadın aleyhine zinaya sekiz
kadın şahitlik ederse bana göre/yanımda onu (kadını) recmederim. Abdürrezzak
107 eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII / 105
54
tarıkından İbn Cüreyc, Atâ b. Ebî Rabâh dedi: kadınların erkeklerle beraber şahitliği
her konuda caizdir ve zinaya iki kadın ve üç erkek üzerine caizdir.108
İbn Hazm, Süfyân es-Sevrî’nin (v. 161/778) iki görüşünü şu ifadelerle
nakletmektedir:
Müteahhirine gelince Süfyân es-Sevrî’nin iki kavlinden biri: bir erkekle beraber iki
kadın kısasta, talakta, nikahta haddler dışıda her şeyde kabul edilir ve tek başlarına
şahitlikleri kadınlar dışındakilerin muttalî olmadıkları konularda kabul edilir.Osman
el-Bettî dedi ve Süfyân’ın iki kavlinden biri bir erkekle beraber talakta, nikahta,
haddler ve kısas dışında her şeyde kadınlar kabul edilir ve kadınların dışındakilerin
muttalî olamayacakları konularda tek başlarına kabul edilirler, süt kardeşliğinde bir
erkek ve iki kadın olmadıkça kabul edilmez.109
İbn Hazm’ın nakillerinden Süfyân es-Sevrî’nin (v. 161/778) kadınların
şahitliği konusunda iki görüşü olduğunu, bu iki görüşe göre Süfyân es-Sevrî
(v. 161/778), hem her konuda kadınların şahitliğine cevaz veren fakihler grubuna
hem de haddler ve kısas dışında kadınların şahitliğine cevaz veren fakihler grubuna
girmektedir.
Muvafakuddîn İbn Kudâme, Atâ (v. 115/713) ve Hammâd’ın (v. 120/738)
zina konusunda üç erkeğin ve iki kadının şahitliğinin caiz olduğunu, haddler ve kısas
108 Ebû Muhammed Ali b. Ahmed İbn Hazm (v. 456/1064), el-Muhallâ, İdaretu’t-Tıbaatü’l-Münîriyye, Mısır, 1351, IX / 398 109 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 398
55
konusunda bir erkek ve iki kadının şahitliğini mallara kıyas ederek kabul ettiklerini
nakletmektedir.110
İbn Kayyım el-Cevziyye (v. 751/1350), Atâ ve Hammâd b. Ebî Süleyman’ın
haddler ve kısasta iki kadın ve bir erkeğin şahitliğinin kabul edildiği ve Süfyân es-
Sevrî’nin kadınların erkeklerle beraber şahitliğinin kısasta, boşamada, nikahta, her
şeyde kabul edildiği görüşünü vermektedir.111
Görüldüğü üzere kaynaklarda Atâ b. Ebî Rabâh ve Hammâd b. Ebî Süleyman
gibi Tabiin fakihlerinin ve Süfyân es-Sevrî’nin sayı olarak farklılıklar olmakla
birlikte, haddler ve kısasta kadınların şahitliğini kabul ettiği nakledilmektedir.
İbn Hazm, kendinden önceki hukukçuların şahitlikle ilgili görüşlerini
naklettikten sonra kendi kanaatini de belirtmektedir. Daha sonra şahitliklerin sayı ve
nisabının hangi konularda ne şekilde olacağını şöyle ifade etmektedir:
Zina suçunda dört adil Müslüman erkek veya her bir erkeğin yerine iki müslüman,
adil, kadından azının kabul edilmesi caiz olmaz. Bu durum, üç erkek ve iki kadın
veya iki erkek ve dört kadın veya bir erkek ve altı kadın veya sekiz kadının tek
başlarına şahitliği şeklinde olur. Diğer hakların tamamında haddlere ve kanlarda ve
kısas olmayan şeyde ve nikahta ve talakta ve ric’atta ve mallarda ancak iki
Müslüman adil veya bir erkek ve iki kadınla yine veya dört kadınla böylece 110 Muvaffakuddîn Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mahmud İbn Kudâme (v. 620/1223), el-Muğnî, el-Mektebetü’s-Selefiyye, Medine,(t.y), XII / 5,6 111 Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr b. Kayyım el-Cevziyye (v. 751/1350), et-Turuku’l-Hükmiyye fi’s- Siyâseti’ş-Şer’iyye, (Thk.Muhammed Hâmid el-Fekî), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1953, s.151, 154
56
davacının yeminiyle beraber, tek başına süt emme konusunda bir adil kadının veya
bir adil erkeğin şahitliği kabul edilir. Zinada dördün kabulünün vucubuna gelince
Kur’ân nassıyladır ve onda hilaf olmaz. Nur Suresi 4. ayetle. Diğer hakların
tamamında iki erkeğin ve bir erkek ve iki kadının kabulüne gelince vadeli
borçlardadır. Bakara Suresi 282. ayet ile.112
İbn Hazm’ın yukarıdaki ifadeleri onun nassçılığını açık bir şekilde
göstermektedir. Zina konusunda kendisinin de ifade ettiği gibi Nur Suresi 4. ayeti ve
Müdayene konusunda Bakara Suresi 282. ayeti delil olarak almaktadır. O, Kıyas
yapmakta görünse de aslında aşağıda vereceğimiz nakillerden de anlaşılacağı üzere
sahabe uygulamalarına ve ondan da öncelikli olan iki kadın şahidin bir erkek şahide
denk olduğu hadisine ve kadınların noksanlığı ile ilgili hadise, süt kardeşliği ile ilgili
siyah bir kadının şahitliği ile ilgili hadise dayanmaktadır.
İbn Hazm, Abdullah b. Ömer’in Rasul’den rivayet ettiği “İki kadın bir erkek
şahide denktir” hadisini ve “…Kadının şahitliği, erkeğin şahitliğinin yarısı değil mi?
Evet Ya Rasulullah..” hadisini nakletmekte ve bu rivayetle ilgili olarak Hz.
Peygamber’in iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine denk tuttuğunu ve bunun
zarureten gerektiğini, bunun bir erkeğin kabul edildiği gibi kabul edilmeyeceğini
ifade etmektedir.113
112 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 395,396 113 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 402
57
İbn Hazm, süt emme konusunda kadınların şahitliği ile ilgili olarak Ukbe b.
el-Haris ile evlendiği kadını emzirdiğini söyleyen siyah bir kadınla ilgili haberi ve
İbn Abbas’tan bir tek kadının şahitliğinin, süt kardeşliğinde caiz olduğu yönündeki
rivayeti nakletmektedir.114
İbn Hazm, Zührî’nin (v. 124/742) “Sünnet Peygamber ve Ebû Bekr ve
Ömer’den kadınların şahitliği talak, nikah ve haddlerde caiz olmayacağı şeklinde
geldi” rivayetine yer vermekte, rivayetin munkatı olduğunu, İsmail b. Iyaş tarıkından
zayıf, Haccac b. Ertât’tan lanetli/yok olan (he lik) olduğunu ifade etmektedir.115 İbn
Hazm, bu ifadeleriyle muhtemelen kaynaklarda geçen ve diğer hukukçuların delil
olarak kullandıkları rivayeti neden delil almadığını açıklamak istemektedir.
İbn Hazm, zikrettiği sarhoş birinin üç talakla karısını boşaması ve erkeğin
aleyhine dört kadın şahidin getirilmesi; Hz. Ömer’e davanın götürülmesi sonucunda
dört kadının şahitliğine Hz.Ömer’in cevaz verip karı kocayı ayırması ile ilgili
rivayetlerden Hz. Ömer’in sarhoşun boşaması uygulamasında kadınların şahitliğini
kabul ettiğini görmekteyiz.116
114 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 403 115 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 403 116 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 397
58
Ali b. Ebî Talib, sadece kadınların şahitliği, onlarla beraber bir erkek bulunmadıkça
caiz olmaz, dedi. Bunu İbrahim b. Yahya, Ebû Damre’den, o da babasından, o da
dedesinden, o da Ali’den rivayet etti. Bunu Ömer b. Abdülaziz ve Atâ doğruladı.117
İbn Kayyım el-Cevziyye’nin naklettiği bu ifadeler Ali b. Ebî Talib’in açık
ifadelerle, kadınların tek başlarına şahitliklerinin kabul etmediğini göstermekle
birlikte İbn Hazm, Hz. Ali’nin uygulamasına örnek vererek bu durumu
nakzetmektedir.
İbn Hazm, bir kadının bir çocukla cinsel ilişkide bulunup onu (çocuğu)
öldürmesi ve o kadının aleyhine dört kadının şahitlik ettiğine ve Hz. Ali’nin
kadınların şahitliğine cevaz verdiğine dair rivayete; bir kadının kefenlenmiş bir
çocukla cinsel ilişkide bulunması ve çocuğun annesinin çocuğunu, kadının
öldürdüğüne dair yemin etmesiyle beraber toplu halde yaşadıkları on kadının şahitlik
etmesi üzerine Hz. Ali’nin çocuğu öldüren kadın aleyhine diyetle hükmetmesi ve onu
kurtarmasına dair rivayete yer vermektedir.118
Kadınların ve erkeklerin şahitliklerinde fark olduğunu şöyle ifade etmektedir:
Bir kadın ile bir erkeğin, iki erkek ile iki kadının, dört erkekle dört kadının yalanı
tasarlamasının cevazı hakkında ve gaflette ittifakın cevazı hakkında fark yoktur ve
bunun bir kişi olduğunu tecrübe etseydik sekiz kadının şahitliği dört erkeğin
şahitliğinden daha temiz olurdu. Delil Kur’ân ve Sünnet’tir, fazlası yoktur. Ve
117 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152 118 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 398
59
erkeklerin ona bakması caiz olmayan şeye tahsisle delillendirmeye gelince batıldır ve
kadının kadın avretine bakması, erkeğe bakması helal olmayan şey olması dışında
helal olmaz ve şahitlik zamanı veya zaruret zamanı dışında bu caiz olmaz, zina
edenlerin avretine erkeklerin bakması gibi ve erkekler ve kadınlar bunda eşittir.119
İbn Hazm, bu ifadeleriyle şahitlikte esas olanın nassın belirlediği adil olma ve
Müslüman olma vasıfları olduğunu vurgulamaktadır. Önemli olanın, kadın ya da
erkeğin adaletli ve doğru bir şekilde şahitlik etmeleri olduğunu, hatta sekiz kadının
şahitliğinin dört erkeğin şahitliğinden daha temiz olduğunu ifade etmektedir.
Erkeklerin bakamayacağı konular gibi bir tahsise gitmenin batıl olduğunu, kadının
kadının avretine bakmasının helal olmadığı şey dışında helal olmadığını, bunun helal
olmasının tıpkı zina fiiline şahitlikte avretlere bakmanın zaruret sebebiyle caiz
olması gibi olduğunu ifade etmektedir.
B. KADIN CEZA HUKUKU (HADDLER VE KISAS ) DIŞINDAKİ
KONULARDA ŞAHİTLİK EDEBİLİR
a. Ebû Hanîfe, Çağdaşı ve Ondan Önceki Hukukçuların Kaynaklarda Geçen Görüşleri 1. Haddler ve Kısas Dışında Kalan Konular
119 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 403
60
İbn Hazm, Hz. Ali’nin kısasta/kanda haddlerde caiz olmayacağı, Hammâd b.
Ebî Süleyman’ın (v. 120/738) kadınların şahitliğinin haddlerde kabul edilmeyeceği
görüşlerini nakletmektedir.120 İbn Kayyım el-Cevziyye, Hammâd b. Ebî Süleyman’ın
haddler ve kısasta iki kadın ve bir erkeğin şahitliğinin kabul edildiğini ifade ettiğini
belirtmiştir.121 Hammâd b. Ebî Süleyman, tek başlarına kadınların şahitliğinin kabul
edilmeyeceğini ifade etmiş olabileceği gibi, ondan farklı iki görüş nakledilmiş ya da
görüşünü değiştirmiş olabilir.
Daha sonra İbn Hazm, Kufe ekolünün tabiin fakihlerinden İbrahim
en-Nehaî’nin (v. 96/714) haddlerde caiz olmayacağı görüşünü122 vermesi, Kufe
ekolünün kadınların şahitliğini haddlerde caiz görmedikleri yönünde bir kanaati
taşıdıklarını göstermektedir.
İbn Hazm, tabiin fakihlerden el-Hasenü’l-Basrî’nin (v. 110/728) haddlerde,
kasten yaralamalarda kabul edilmeyeceği, İbnu’l-Müseyyib’in (v. 94/713) adam
öldürme ve hadde caiz olmayacağı, Zührî’nin (v. 124/742) hadde kabul
edilmeyeceği, Rabîa’nın (v. 136/753) hadde caiz olmayacağı görüşlerini
nakletmektedir.123
El-Cessâs, es-Serahsî, İbn Kayyım el-Cevziyye ve el-Mavsılî (v. 683/1284),
Zührî’nin “Sünnet Peygamber ve ondan sonraki iki halifesi zamanından beri 120 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/ 397 121 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.151 122 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/ 397 123 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/ 397
61
kadınların şahitlikleri haddler ve kısasta, nikahta124 kabul edilmediği şeklinde geldi.”
kavlini125 ve Hz. Ömer’in “Peygamber, nikah konusunda kadının şahitliğine cevaz
verdi” kavlini nakletmektedir.126
El-Cessâs, Sevrî’nin (v. 161/778) kadınların şahitliğinin haddler ve kısas
dışında olan her şeyde caiz olduğu görüşünü, el-Hasen b. Hay’ın kadınların
şahitliğinin haddlerde caiz olmadığı görüşünü nakletmektedir.127
Es-Serahsî, kadınları şahitlikte, kadınlıkları sebebiyle velayetin noksanlığı
sebebiyle erkeklerden daha aşağı rütbede kıldıklarını ifade etmekte ve Şureyh’in
kadınların şahitliğinin haddlerde caiz olmaz görüşünü nakletmektedir.128
İbn Kayyım el-Cevziyye, Süfyân es-Sevrî’nin haddler dışında kadınların tek
başlarına şahitliğinin erkekler dışında kadınların muttalî oldukları her şeyde kabul
edildiği görüşünü nakletmektedir.129
El-Cessâs, Ebû Hanîfe (v. 150/767) ve çağdaşları Züfer (v. 158/775), Osman
el-Bettî’nin (v. 145/760) kadınların haddler ve kısas konularında erkeklerle beraber
şahitliğini kabul etmediklerini, bunlar dışındaki konularda kabul ettiklerini
124 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152 125 el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’an, I /686; es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 113,114 126 Abdullah b. Mahmud b. Mevdud el-Mavsılî (v. 683/1284), el-İhtiyâr li Ta’lîl-Muhtâr, (thk.Züheyr Osman el-Caîd), Daru’l-Erkam, Beyrut, (t.y), I / 403 127 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, I /685 128 es-Serahsî, el-Mebsut, XVI / 113 129 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/398; İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152,154
62
nakletmektedir.130 El-Cessâs’ın bu nakli bize, Hanefî mazhebi hukukçularının,
kadınların şahitlikleri konusunda da Kufe ekolü fakihlerinin görüşlerini aldıklarını
göstermektedir.
2. Malî Konularda
İbn Hazm, kadınların şahitliklerinin borçta geçerli olduğu görüşünde olan
hukukçular arasında Mekhûl (v. 116/734), eş-Şa’bî’nin (v. 103/712) isimlerini
zikretmektedir. Daha sonra iki erkek ve bir kadının şahitliklerine ilişkin Muhammed
b. el-Hanefiyye’nin kadınların şahitliğinin ‘diyet’te caiz olduğu, İbrahim
en-Nehaî’nin (v. 96/714) iki kadın ile bir erkeğin azat etmede, vasıyette, borçta caiz
olduğu, el-Hasenü’l-Basrî’nin (v. 110/728) borçlarda bir erkekle beraber caiz olduğu,
Zührî’nin (v. 124/742) borçlarda cevaz verildiği, görüşlerine yer vermektedir. 131
El-Cessâs, İbn Hazm ve İbn Kayyım el-Cevziyye, Şurayh’in (v. 78/697) iki
kadın bir erkeğin şahitliğinin azat etme konusunda doğru olduğu görüşlerine yer
vermektedir.132
İbn Hazm, Kâdî Şurayh’in dört kadının, kadının mihri konusunda erkek
aleyhine şahitliğini caiz gördüğünü, Abdullah b. Avn (v. 151/768), Muhammed b.
Sîrîn’den (v. 110/728) nakletmektedir. İbnu’l-Kayyım da Şurayh’in bir erkek
130 el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’an, I / 684,685 131 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/397 132 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, I / 685; İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/397; İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152
63
üzerinde dört kadının bir kadının mihri konusunda şahitlikleri caiz olduğuna ilişkin
görüşlerine yer vermektedir.133
3. Nikah ve Boşama
El-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinde Atâ b. Ebî Rabâh’tan (v. 115/713)
naklen Hz. Ömer’in nikahta iki kadın ve bir erkeğin şahitliğine cevaz verdiğini, Ebî
Lebîd’den naklen Hz. Ömer’in talakta kadınların şahitliğine cevaz verdiğini
nakletmektedir. Atâ’nın İbn Ömer’in kadınların erkeklerle beraber nikahta
şahitliğine cevaz verdiğini naklettiğini ifade etmekte Atâ’nın “Talakta kadınların
şahitliğine cevaz verilirdi” nakline yer vermektedir.134
İbn Hazm, kadınların talakta şahitliğine cevaz verilmesi durumunda, bir
kadının yanlı davranarak, bir adamla karısını ayırmayı istemeyeceği yönündeki Hz.
Ömer’in görüşünün zayıf olduğunu nakletmektedir.135
Şâfiî hukukçularından Gazzâlî (v. 505/1111), el-Vasît adlı eserinde Ebû
Hanîfe’nin (v. 150/767) bir erkek ve iki kadının şahitliği ile nikahın akdedileceği ve
cezalarla erkekliğe itibarın hususileştirileceğine dair görüşünü nakletmektedir.136
İbn Kayyım el-Cevziyye, Ömer ve Ali’nin kadınların şahitliğinin aile
hukukunda ve ceza hukukunda caiz olmadığı görüşlerini nakletmektedir.137
133 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/396 ; İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152 134 el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’an, I / 685 135 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 403 136 Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî (v. 505/1111), el-Vasît, (thk.Muhammed Temer), Daru’s-Selam, el-Gavriyye, 1997, VII / 366 137 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152
64
İbn Hazm, Şa’bî’nin (v. 103/712) iki kadın bir erkeğin şahitliğinin talakta
doğru olduğuna dair görüşünü138 ve Îyâs b. Muaviye’nin iki kadının şahitliğinin
talakta doğru olduğu görüşünü nakletmektedir.139
İbn Hazm gibi İbnu’l-Kayyım da Şa’bî’nin, iki kadın bir erkeğin şahitliğini boşama, Câbir b. Zeyd’in iki kadın bir erkeğin şahitliğini nikah ve boşamada kabul ettiğine dair görüşlerini naklettikten sonra Îyâs b. Muaviye’nin boşamada iki kadının şahitliğinin kabul ettiğine dair görüşünü nakletmektedir.140
İbn Hazm ve İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebû Hanîfe’nin kadınların erkeklerle beraber şahitliğinin talak ve nikah konularında caiz olduğu görüşünü nakletmektedir.141
4 . Doğum, Emzirme ve Sağ Doğan Çocuğun Ağlama Sesi (İstihlâl)
El-Cessâs, Hasen (v. 110/728) ve Dahhâk b. Muzâhim’in (v. 105/723)
çocuk/soy konusu dışında kadınların şahitliğine cevaz verilmediğinin rivayet ettiğini
nakletmektedir.142
İbnü’l-Kayyım, kadınların şahitliğini; tek başlarına kadınların şahitliğinin
kabul edildiği konular ve bir erkekle beraber olmadıkça kadınların şahitliğinin kabul
edildiği konular olarak ikiye ayırmaktadır. İbn Kayyım el-Cevziyye, kadınların tek
başlarına şahitliğinin sayısında ihtilafın olduğunu ifade ettikten sonra eş-Şa’bî
(v. 103/712), en-Nehaî (v. 96/714), Katâde (v. 118/736), Atâ (v. 115/713), İbn
138 el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’an, I /685 139 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 397 140 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152 141 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 398 ; İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.154 142 el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’an, I / 685
65
Şübrüme (v.144/761), dört kadından az olursa şahitliklerinin kabul edilmeyeceği
görüşünü nakletmektedir. 143
İbn Hazm ve İbn Kayyım el-Cevziyye, kadınların tek başlarına şahitliğinin
ihtilaflı bir mesele olduğunu ifade etmektedir ve Ebû Hanîfe’nin (v. 150/767) bir
erkek olmadan kadınların şahitliğinin doğum ve kadınların kusurlarına ilişkin
konular dışında caiz olduğuna dair görüşünü 144 süt emme, doğumla iddetin bitmesi
ve sağ doğan çocuğun ağlama sesi konularında bir erkekle beraber kabul edileceği
görüşünü nakletmektedir.145
İbn Hazm, zina ve süt emme konusunda kadının şahitliğinin kabul
edilmemesine ilişkin Ebû Hanîfe’nin görüşünü şu ifadelerle yorumlamaktadır:
Zinada iki kadın ve üç erkeğin şahitliğinde erkekler karşılaşır ve ikisinden biri dört
şahit üzeredir ve fark yoktur, sonra tek bir kadının şahitliğini, kadınların tek başlarına
şahitliklerini kabul ettikleri gibi kabul ettiler ve kadının kabulü ve süt emme ile ilgili
sünnetin gelmesiyle süt emmede kadını kabul etmediler. Selefin cumhuru derlerse;
bunu vadeli borçlara kıyas ettik. Haddleri buna ve kısası, vadeli borçlara kıyas
ediyorsunuz ve fark yok, icma olarak haddlerde kabul edilmediklerine çağırırlarsa
onların en yalancısı Âta’dır, dedik. Alimlerin çoğunluğuna muhalifsin, derlerse; süt
emme konusunda, tek başlarına kadınları kabul etmemelerinde onlara
muhalifsiniz,dedik.146
143 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.150,151 144 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 398,399 ; İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.154 145 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.154 146 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 401
66
Şâfiî hukukçularından Gazzâlî, el-Vasît adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin
delillendirme zamanında tek başına ebe kadının şahitliği ile doğumun sabit olacağını,
talaktan sonra hamileliğin emarelerinin ortaya çıkışının sabit olacağını ifade
etmektedir.147
Er-Râfiî (v. 623/1226), Ebû Hanîfe’nin hamilelik ortaya çıktığı zaman
kocanın hakkında tek başına ebe kadının şahitliği ile doğumun sabit olacağına,
mutlak hakkında sabit olmayacağına, süt emme konusunda tek kadının şahitliğinin
sabit olmayacağına dair görüşünü nakletmektedir.148
Ebû Hanîfe’nin neseb ile ilgili olarak iki erkek veya bir erkek ve iki kadının
doğuma şahitliği olmadıkça nesebin sabit olmayacağını, istihlal (sağ doğan çocuğun
ağlama sesi) konusunda cenaze namazı konusu dışında kadınların şahitliğini kabul
etmediğini, miras konusunda iki erkek veya bir erkek ve iki kadından az olursa
kabul etmediğini ve gerekçesini Muhammed eş-Şeybânî’nin (v. 189/804) “zâhiru’r-
rivâye” olarak anılan altı eserinin derlemesi olan Hâkim eş-Şehîd b. Muhammed el-
Mervezî (v. 334/945) tarafından kaleme alınan el-Kâfî adlı eserine yazdığı şerhte es-
Serahsî, şöyle nakletmektedir:
İstihlal duyulabilen sestir ve işitme kuvvetinde erkekler kadınlara ortaktırlar, şahit
olunan erkeklerin muttalî oldukları şeylerden olursa kadınların şahitliği onda tam
147 el-Gazzâlî, el-Vasît, VII / 367 148 Ebu’l-Kasım Abdülkerim b. Muhammed b. Abdülkerim er-Râfiî (v. 623/1226), el-Azîz Şerhu’l-Vecîz, (thk.Ali Muhammed Muavvid, Adil Ahmed Abdülmuvahhid), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1997, XIII / 49
67
hüccet olmaz ve kadınların hamamlardaki yaralamalara şahitlikleri erkekler orada
hazır bulunamadıkları için hüccet olur doğum bunun aksinedir, bu çocuğun anneden
ayrılmasıdır ve erkekler ona muttalî olmada kadınlara ortak olmazlar, ve Hz. Ali’nin
hadisi namaz hakkında kadınların şahitliğinin kabulünü taşır ve namaz hakkında izin
verdik çünkü bu dinin emrindendir ve tek kadının haberi bunda tam hüccettir,
Ramazan hilalinin görünmesine ikisinin şahitliği gibidir mirasın aksine o, kulların
haklarındandır ve erkeklerin muttalî oldukları konulara ilişkin şahitlik edilen bir
konuda kadınların şahitliği ile sabit olmaz.149
Burhanuddin el-Merğînânî’nin Şeybanî’nin (v. 189/804) el-Câmiu’s-Sağîr ile
Ebu’l-Hasen Ahmed b. Muhammed el-Kudûrî’nin (v. 428/1037) el-Muhtasar’ına
dayanarak telif ettiği Bidâyetü’l-Mübtedî adlı eserinin şerhi olarak yine kendisinin
telif ettiği el-Hidâye adlı eserinde, el-Merğînânî, Ebû Hanîfe’nin görüşünü şu
şekilde nakletmektedir:
Kadınların sağ doğan çocuğun ağlama sesine şahitliklerine gelince Ebû Hanîfe’ye
göre miras hakkında kabul edilmez çünkü o, erkeklerin muttalî oldukları şeylerdendir
namaz hakkında olması hariç çünkü o, dinin emirlerindendir.150
el-Hırakî’nin (v. 334/945) el-Muhtasar’ına yazılan üç önemli şerhten biri olan
Muvaffakuddin Muvafakuddîn İbn Kudâme’nin el-Muğnî adlı eserinde, Ebû
Hanîfe’nin süt emme konusunda da nikah gibi kadınların tek başlarına şahitliğini
kabul etmediği ve dayanak olarak da bu duruma kadının mahremlerinden olan
erkeklerin muttalî olduklarını ve sağ doğan çocuğun ağlama sesine kadınların tek
149 es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 144 150 el-Merğînânî, el-Hidâye,VII / 348
68
başlarına şahitliğinin kabul edilmeyeceği çünkü bu durumun doğumdan sonra
olduğunu dayanak gösterdiği nakledilmektedir.151
El-Merğinânî’nin (v. 593/1197) el-Hidâye adlı eserine İbnu’l-Hümâm’ın
yazdığı Fethu’l-Kadîr adlı şerhte Ebû Hanîfe’nin görüşü es-Serahsî’nin
naklettiği ifadelere benzer olarak nakledilmektedir:
Ebû Hanîfe’ye göre iki erkek ve iki kadının şahitliği olmadıkça sağ doğan çocuğun
ağlama sesine miras konusunda şahitlik kabul edilmez çünkü ilk ağlama erkekler ve
kadınların duymakta eşit oldukları şeylerdendir, doğumun zıddına o, anneden
çocuğun ayrılmasıdır ve erkekler buna muttalî olmazlar.152
el-Mavsılî, sağ doğan çocuğun ağlama sesi konusunda Ebû Hanîfe’nin bunu
erkeklerin muttalî oldukları şeyler arasında kabul ettiğini, bebeğin sesini işitmenin
onlara helal olduğunu, mihir, miras ve nesebin subutu hakkında zaruret olduğunu, süt
emme konusunda kadınların tek başlarına şahitliğinin kabul edilmediğini, erkeklerin
muttalî oldukları şeylerden olduğunu ifade etmektedir.153
El-Aynî, Buhârî’nin Sahîh’ine yazdığı şerhte Kufeliler olarak ifade ettiği Ebû
Hanîfe ve Ashabı’nın kısas ve haddler hakkında kadınların şahitliğine cevaz
vermediklerini belirttikten sonra şunları ifade etmektedir:
151 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 16 152 İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VII / 348 153 el-Mavsılî, el-İhtiyâr, I /404
69
Kufeliler zaruret sebebiyle kadınların avretlerinden erkeklerin ona muttalî
olmadıkları şeye ve kadınların ayıpları ve sağ doğan çocuğun ağlama sesi, doğum ve
hayız konusunda kadınların tek başlarına şahitliklerine cevaz vermede ittifak
ettiler.154
el-Aynî, nesebler hakkında Kufelilerin bir erkek iki kadının şahitliğine cevaz
verdiğini nakletmektedir.155
Malikî fakihi ve filozof olan İbn Rüşd el-Hafîd’in (v. 595/1199)
karşılaştırmalı fıkıh kitabı olarak nitelenen Bidâyetü’l-Müctehid adlı eserinde Ebû
Hanîfe’nin görüşleri şu ifadelerle nakledilmektedir:
Ebû Hanîfe, mallarda kabul edilir, bedenî hükümlerden haddler hariç talak, ric’at,
nikah ve köle azat etme gibi konularda kabul edilir dedi.156 Ebû Hanîfe, süt emme
konusunda erkeklerle beraber olmadıkça onların şahitliği kabul edilmez, çünkü ona
göre erkeklerin ve kadınların muttalî oldukları bedenî haklardandır...Ebû Hanîfe,
göbek ve diz arasında olan şeyde kadının şahitliğine cevaz verdi.157
İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hukmiyye adlı eserinde Ebû Hanîfe’nin
iki kadın bir erkeğin şahitliğinin kısas ve haddler dışında bütün hükümlerde kabul
154 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, XI / 133 155 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, XI / 111 156 Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Rüşd (v. 595/1199), Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid, (el-Hidâye fi Tahrici Ehadisi’l-Bidaye ile birlikte), Alemü’l-Kütüb, Beyrut,1987,VIII / 647 157 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, VIII / 647
70
edildiğine, nikah ve boşamada kadınların şahitliğinin kabul edildiğine, kadınların tek
başlarına şahitliğinin emzirme, doğumla iddetin bitmesi, çocuğun sağ doğmasına
işaret olarak sağ doğan çocuğun ağlama sesi, ancak bir erkekle beraber kabul
edileceğine ve mutlak doğum ve kadınların hastalık/ ayıpları konusunda kadınların
tek başlarına şahitliğinin kabul edildiğine dair görüşünü nakletmektedir.158
Es-Süyûtî (v. 911/1505), Cevahiru’l-Ukûd adlı eserinde kadınların haddler ve kısasta şahitliklerinin kabul edilmeyeceğine, tek başlarına erkeklerin muttalî olmadıkları şeyde kabul edileceğini, doğum, süt emme gibi konularda kabul edildiklerini ifade etmekte ve Ebû Hanîfe’nin görüşünü şu ifadelerle nakletmektedir:
Erkeklerin muttalî oldukları onun gibi şeylerde kadınların şahitliği kabul edilir mi, talak ve köle azat etme vb. gibi? Onun hepsinde bunda kadınların şahitliği kabul edilir. Bunda tek başlarına olmaları eşittir veya erkeklerle beraber olurlar...tek başına kadının şahitliği kabul edilir…Ebû Hanîfe dedi: iki erkeğin şahitliği ile veya bir erkek ve iki kadın ile. Çünkü erş/diyet sabit olur. Namaz hakkında ve gasl hakkında tek kadının şahitliği onda kabul edilir…Ebû Hanîfe dedi: iki erkeğin şahitliği ve bir erkek ve iki kadının dışında süt emmede kabul edilmez. Tek başlarına ona göre süt emmede kabul edilmezler.159
b. Ebû Hanîfe’nin Talebelerinin Kaynaklarda Geçen Görüşleri
Ebû Yusuf (v. 182/798), Muhammed (v. 189/804) ve Züfer’in (v. 158/775)
kadınların haddler ve kısas konularında erkeklerle beraber şahitliğini kabul
etmediklerini, bunlar dışındaki konularda kabul ettiklerini El-Cessâs,
nakletmektedir.160
158 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s. 154 159 Muhammed b. Ahmed es-Süyûtî (v. 911/1505), Cevâhiru’l-Ukûd, (thk.Abdulhamid Muhammed es-Sa’denî), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut,1996, II / 350,351 160 el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’an, I / 501
71
İbnü’l-Kayyım, Züfer’in (v. 158/775) iki kadın bir erkeğin şahitliğinin
boşamada caiz olduğu görüşüne yer vermektedir.161
Muhammed eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Asl adlı eserinde tek kadının şahitliği ile
ilgili olarak dinin emrinde şahitlik bölümünde bir topluluğun yediği etin mecusilerin
boğazladığını veya domuz eti karıştırıldığını haber veren ve içtikleri içeceğe şarap
karıştırıldığını haber veren tek kadının sözünün, o topluluk için adil ve güvenilir
olmadıkları kanaati varsa hüccet olduğu ifade edilmektedir.162
Eş-Şeybânî’nin orucun hilaline şahitlikte Bakara suresi 282. ayete bir kıyas
yaptığını şu ifadelerinde görebilmek mümkündür:
Orucun hilali konusunda iki hür erkek veya bir erkek ve iki kadından azı kabul
edilmez, çünkü orucun hilali ve dinin emrinden ise onda insanların iftar etmesi ve
onların orucu terk etmesi ile ilgili bazı menfaat vardı.163
Eş-Şeybânî, süt emme konusunda ise nikahtan sonra güvenilir bir kadının,
evlenen iki kişinin tek bir kadının sütünden emdiğini haber vermesi durumunda onun
şahitliğinin kabul edildiğini ve boşamanın gerçekleştiğini ve bunun sonuçlarını ifade
etmektedir.164 Ukbe b. el-Haris’in Ebî İhâb Et-Temîmî’nin kızı ile evlenmesi ve bir
kadının gelip ikisini birlikte emzirdiğini haber vermesi üzerine Rasul’ün kadına
161 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.151 162 Ebû Abdillah Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî (v.189/804), Kitâbu’l-Asl, (tsh.Ebu’l-Vefa el-Afğânî), Alemü’l-Kütüb, Beyrut, 1990, III / 73 163 eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Asl, III / 85 164 eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Asl, III / 87
72
bunun nasıl olduğunu sorduğunu ve evli çifti ayırdığını nakletmektedir.165 Hz.
Ömer’in süt emme ile ilgili iki şahitten azı kabul edilmez görüşünü nakletmekte ve
bunu delil aldıklarını belirtmektedir.166
Eş-Şeybânî, nikah ve kölelik/mülkiyet ile ilgili olarak tek müslüman erkeğin
ve tek müslüman kadının hüccet olmadığını ancak iki erkek veya bir erkek ve iki
kadın ile geçerli olduğunu ifade etmektedir. Miras ve vasiyet, satış, hibe, sadakada da
iki erkek veya bir erkek ve iki kadının kabul edileceğini belirtmektedir.167
Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Cessâs, et-Tahâvî’nin (v. 321/933) İhtilâfu’l-
Ulema adlı eserine yazdığı muhtasarda Ebû Yusuf (v. 182/798) ve Muhammed’in
(v. 189/804) bir kadının şahitliği ile doğumun sabit olacağı görüşlerini
nakletmektedir.168
İbn Hazm ve İbn Kayyım el-Cevziyye, doğumla iddetin bitmesi ve sağ doğan
çocuğun ağlama sesine kadınların tek başlarına şahitliğini kabul ettiklerine dair Ebû
Yusuf ve Muhammed’in görüşlerini nakletmektedir.169
165 eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Asl, III / 90 166 eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Asl, III / 93 167 eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Asl, III / 93,95 168 Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Cessâs (v. 370/980), Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulema, (thk.Abdullah Nezir Ahmed), Daru’l-Beşairu’l-İslamiyye, Beyrut, 1995, III / 346 169 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 399; İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.154
73
Es-Serahsî, miras ile ilgili olarak sağ doğan çocuğun ağlama sesi (istihlal)
konusunda Hz. Ali’nin sağ doğan çocuğun ağlama sesine ilişkin tek kadının
şahitliğine cevaz vermesine dayanarak Ebû Yusuf ve Muhammed’in adil, müslüman
tek kadının şahitliğini kabul ettiklerine dair şunları nakletmektedir:
Ebû Yusuf ve Muhammed, tek hür müslüman adil kadının şahitliği Hz.Ali’nin ‘sağ
doğan çocuğun ağlama sesinde ebe kadının şahitliğine cevaz verdi’ hadisi sebebiyle
bunda kabul edilir ve ondaki mana doğduğu anda çocuğun sesini yükseltmesidir ve
bu durum erkeklerin muttalî olmadıkları şeydir ve bu durumda onun sesinde zayıflık
sebebiyle bu hale şahit olan dışında onu duymaz ve kadınların şahitliği erkeklerin
muttalî olmadıkları şeydedir.170
el-Merğînânî, el-Hidâye adlı eserinde Ebû Yusuf ve Muhammed’in sağ
doğan çocuğun ağlama sesi hakkında namaz ve miras konusunda kadınların
şahitliğini kabul ettiklerini ve o sesin doğum zamanındaki ses olduğunu ve erkeklerin
âdet olarak orada hazır bulunmamaları sebebiyle Ebû Yusuf ve Muhammed’in bunu
doğumun kendisine şahitlik gibi değerlendirdiklerini ifade etmektedir.171
c. Ebû Hanîfe’nin Talebeleri’nden Sonraki Dönemdeki Hanefî Hukukçuların Görüşleri
Ebû Cafer Ahmed b. Selâme et-Tahâvî’nin (v. 321/933) İhtilâfu’l-Ulema adlı eserine el-Cessâs tarafından yazılan muhtasarda, “bizim ashabımız” ifadesini kullanılarak kadınların şahitliğinin erkeklerle beraber haddlerde kabul edilmediği, kısasta kabul edilmediği, bunun dışında olan şeyde kabul edildiği nakledilmektedir.172
170 es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 144 171 el-Merğînânî, el-Hidâye,VII / 348 172 el-Cessâs, Muhtasaru İhtilafi’l-Ulema, III / 345
74
Yine aynı eserde, tek bir kadının şahitliğinin, iddet bekleyen kadının doğurduğuna şahitlik etmesi üzerine doğum konusunda kabul edildiğini, iki erkek veya bir erkek ve iki kadın olmadıkça neseb konusunda sabit olmayacağı “bizim ashabımız” ifadesi kullanılarak ifade edilmektedir.173
Daha sonra doğum hakkında kendi görüşünü şu ifadelerle belirtmektedir: Ebû Cafer dedi: Doğumda kadınların şahitliğinin kabulünde herkes birleşmiştir, erkek için ona bakmak doğru olmadığı için mi, erkeklerin yerine kadınlar geçiyor veya doğum kadın için kendisinde olan bir asıldır ve erkeklerin onu gözlemesi olmadığı için mi? Zina ancak dört erkek ile caiz olur, onda kadınların şahitliği caiz olmaz, bu konu dışında bakma erkekler için caiz olmayınca, kadınların şahitliğini kadının kendisi için asıl olduğunu öğrendik, erkeklerin gözlemesi olmaz, zina ancak dört erkeğin şahitliği ile olur, erkeklerin yerine kadınların geçmesiyle kadınların şahitliği, zinada caiz olmaz, istihlale gelince doğumdan sonra olur ve erkeklerin onu müşahedesi mümkün olur.174
Süt emme konusunda şahitlikte iki erkek veya bir erkek iki kadın olmadıkça kabul edilmediği “ashabımız” ifadesiyle nakledilmekte ve daha sonra kendi görüşünü şu ifadelerle belirtmektedir:
Ebû Cafer dedi: Kan hısımlığı yoluyla kadına mahrem olana, mahrem olmayan diğer erkeklerin görmesinin caiz olmadığı şeylerden kadının bedenine bakmak caiz olur. Allah’ın bir erkeğin yerine iki kadını koyması malumdur, bir erkeğin olmaması durumunda iki erkeğin yerine dört kadın geçmez erkekleri çıkarıp tek başlarına kadınların şahitliği caiz olmaz.175
Es-Serahsî, kadınları şahitlikte, kadın olmalarından kaynaklanan velayetin
noksanlığı sebebiyle, kadınların erkeklerden daha aşağı rütbede kıldıklarını ifade
ettikten sonra Şurayh’in (v. 78/697) kadınların şahitliğinin haddlerde caiz olmaz
görüşünü nakletmektedir. Hanefî hukukçuları kastederek, kendilerinin de şaşırma ve
unutma (Bakara suresi 282’deki biri diğerine hatırlatsın) şüphesinden dolayı ve Hz.
Peygamber’in kadınları akıl ve dini noksanlığı ile nitelemesi, şüpheli durumlarda
haddleri düşürünüz emri gereği kadınların şahitliğinin haddlerde kabul
173 el-Cessâs , Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulema, III / 346 174 el-Cessâs , Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulema, III / 347 175 el-Cessâs , Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulema, III / 348
75
edilmeyeceğini ifade etmektedir.176 Es-Serahsî, bu ifadeleriyle kadınların şahitlikte
noksan, daha aşağı rütbede kılınmalarının dayanağı olarak kullandıkları delilleri
belirtmiştir. Deliller sadece kadınlarda varolduğu iddia edilen şaşırma, unutmadan
kaynaklanan şüphe ve kadınların akıl noksanlığı ile ilgili iki nasstan ve bir kaide
halini almış olan şüphelerle haddlerin düşürülmesidir.
O, erkeklerde şüphenin olabileceği itirazına cevap vererek erkeklerin
şahitliğinin şüphenin olduğuna dair tevatür bir haberin ulaşmadığı ve ilmü’l-yakîn ile
bunun sabit olmadığını ifade etmektedir. Daha sonra şahitlerin sayısına ilişkin
şahitlikleri üçe ayırarak bilgiler vermektedir. Hadd gerektiren zina suçu için dört
şahidin, kısas ve ukubat konularında iki erkek şahidin, borçlanmalarda iki erkek
veya bir erkek iki kadın şahidin, nikah, talak, azat etme ve neseb konularında bir
erkek iki kadın şahidin kabul edileceğini ifade etmektedir ki, bu ifadeleriyle o,
savunmacı bir psikoloji içine girmekte ve bu duruma erkeklerin hakkında nassın
olmadığı ve kesin bilginin olmadığı noktalarından yaklaşmaktadır. Es-Serahsî, üç
kişi ve iki kadının zinaya şahit olmaları durumunda onların şahitliği, Zührî’nin
(v. 124/742) rivayeti177 ile caiz olmayacağını ve onların hepsinin zina ile ilgili iftira
atmış olduklarını ifade etmektedir.178 Şahitlikleri hep şüphe durumuna bağlayarak
izah etmekte ve borçlanmalara ilişkin şahitlikte bir erkek iki kadın şahidin olmasının
şüpheyle beraber gerçekleştiğini ifade etmektedir.179
Es-Serahsî, el-Mebsût adlı eserinde kadınların şahitliği bölümünde kadınların
tek başlarına şahitliği ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
176 es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 113,114 177 “Sünnet, Peygamber(s.a) ve ondan sonraki iki halifesi zamanından beri kadınların şahitlikleri haddler ve kısasta, nikahta kabul edilmediği şeklinde geldi.” 178 es-Serahsî, el-Mebsût, IX / 66 179 es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 114, 115
76
Kadınların tek başlarına şahitliği erkeklerin bakamayacağı şeyler ve kadınlar
dışındakilerin ona bakamayacakları bir konu olan doğum ve ayıp/kusur hakkında
caizdir. Çünkü asıl, onun lehine kadınlar için şahit olmadığıdır, kadınlar aklen ve
dinen noksandırlar. Hz. Peygamber’in onları nitelediği gibi ve noksanlıkla eksiklik
şüphesi sabit olur ve yine dalalet/hata ve unutma onlarda üstündür ve aldatılma/hatalı
olmanın çabukluğu ve hevaya meyil onlarda açıktır ve bu şahitlikte töhmet olur ve o
töhmet şahitlerin cinsiyle ondan sakınmaya imkan verir ve kadınların tek başlarına
şahitliği tam delil/hüccet olmaz, bu yüzden yine de biz kıyası, eser ile erkeklerin
muttalî olmadıkları şeyde terk ettik ve o(eser) Mücahid, Said b. el-Müseyyib, Said b.
Cübeyr, Atâ b. Ebî Rabâh, Tâvus hadisidir; onlar, Hz. Peygamber’in kadınların
şahitliği erkeklerin bakamayacakları şeyde caizdir, dediğini söylediler. Burada
zaruretin gerçekleşmesi sebebiyledir ve o hakimin mahkemesinde onu açıklamaya
ihtiyaç duyulan hükümlerle ilişkilidir ve erkeklerin şahitliği ile onun ispatı çok
zordur/yapılamaz, çünkü erkekler ona muttali olmazlar ve onda kadınların
şahitliğinin kabulü kaçınılmazdır çünkü hüccet hakların ispatı için imkan gereği
meşrudur. Ve yine bu, adil müslüman hür kadın olursa tek kadının şahitliği ile sabit
olur, bizim görüşümüze göre ikili ve üçlüyü kapsar.180
Kadınların tek başlarına şahitliğini izah için açtığı kadınların şahitlikleri babında
kadınların tek başlarına şahitliklerinin, kadınlardan başkasının bakamayacakları
konular olan doğum ve ayıp dışında caiz olmadığını ifade etmektedir. Kadınların
akıl ve din bakımından noksanlıklarını Hz. Peygamber’in ifade ettiğini,
kadınlarda şaşırma ve unutmanın, çabuk kandırılma ve hevaya meylin galip
olduğunu, bunların şahitlik çeşitleri için sakıncalı ve töhmet doğurduğunu ifade
180 es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 142,143
77
etmektedir. Mücâhid (v. 100/718), Said b. el-Müseyyib (v. 94/713) ve Said b.
Cübeyr (v.95/714), Atâ b. Ebî Rabâh (v. 115/713), Tâvus b. Keysan (v. 106/724)
kanalıyla gelen kadınların şahitliğinin erkeklerin bakamayacakları konularda caiz
olduğuna dair haberi alıp kıyası terk ettiklerini, erkeklerin hakimin huzurunda
şahitlik beyanlarının ispatının sakıncalı olması sebebiyle zarureten kadınların
şahitliğini kabulün gerektiğini belirtmektedir. Es-Serahsî, sünnetten bir delil
olarak haberi alıp kıyası terk ettiklerini ve hakimin huzurunda kadınlara ait bir
konuda, kadınların şahitliğinin zaruret istihsanı sebebiyle kabul ettiklerini ifade
etmektedir. Daha sonra Huzeyfe’nin haberini delil olarak göstermekte ve şahitlik
şartlarından, İslam, hürriyet, cinsiyet şartlarını izah etmektedir.
Daha sonra İbn Ebî Leyla’nın (v. 148/765) şahitlikte iki şeye; sayı ve
erkekliğe itibar edildiğini burada erkekliğe itibarın güç olması sebebiyle, sayıya
itibarın zor olmadığına ilişkin görüşlerine yer verdikten sonra delil olarak Huzeyfe
hadisi olan ‘Rasul ebe kadının doğuma şahitliği caizdir’ hadisini kullandıklarını ve
kadınların şahitliğinin erkeklerin vakıf olmadıkları şeyde caiz olduğunu ifade
etmektedir. Erkeklerin bu konuda bakmalarının çok zor ve engellenen/yasak
olmadığını ancak cinsin cinse bakmasının daha doğru olduğunu belirtmektedir.181
Es-Serahsî, bu konuda da sünnetten bir delil ile kadınların şahitliğinin, erkeklerin
vakıf olmadıkları şeyde caiz olduğunu ve maslahat gereği ve belki de örf gereği
kadınların şahitliğinin daha doğru olduğunu ifade etmektedir.
181 es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 142, 143
78
El-Merğînânî, zina konusunda erkeklerden dört kişiye itibar edildiğini Nisâ
suresi 15.182 ve Nur suresi 4.183 ayeti zikrederek ifade ettikten sonra haddler ve kısas
konusunda kadınların şahitliğinin kabul edilmediğini dayanak göstererek şöyle ifade
etmektedir:
Haddler ve kısasta kadınların şahitliği kabul edilmez, Zühri’nin hadisi sebebiyle:
Sünnet Rasullullah ve ondan sonra gelen iki halifesi tarafından kadınlar için haddler
ve kısasta şahitliğin olmaması şeklinde geldi, çünkü onda erkeklerin şahitlik
makamına kadınların geçmesi sebebiyle bedeliyet şüphesi vardır ve şüphelerle düşen
şeyde kabul edilmez.184
El-Merğînânî’nin yukarıdaki ifadesinde “bedeliyet şüphesi” ile yerine
geçmeden kaynaklanan kadınlardaki şaşırma veya unutmaya ilişkin şüpheyi
kastettiğini düşünmekteyiz. O, haddler ve kısas dışındaki konularda şahitlikle
ilgili Bakara suresi 282. ayeti ve şunları ifade etmektedir:
Hadd ve kısasta kadınların şahitliği kabul edilmez, diğer haklar buna eşit olmaz, iki
erkeğin veya bir erkek iki kadının şahitliği diğer haklarda kabul edilir, malî hak veya
malî olmayan hak, nikah, talak, köle azat etme, iddet, havale, vakf, sulh, vekale,
vasıyye, hibe, ikrar, ibra, veled, velad, neseb gibi.185
el-Merğînânî, doğum, bekaret, kadınların ayıpları hakkında erkeklerin vakıf
olmadıkları konuda bir tek kadının şahitliğinin kabul edildiğini ve Hz. Peygamber’in 182 “Kadınlarınızdan fuhuş işleyenler olursa, içinizden aleyhlerine dört şahit getirin, eğer bunlar şahitlik ederlerse, ölünceye kadar veya Allah onlara bir yol kılana kadar o kadınları evlerde göz hapsinde tutun” 183 “İffetli kadınlara zina isnad edip de, sonra dört tanık getiremeyenlere seksen deynek vurun; ebediyyen onların tanıklığını kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” 184 el-Merğînânî, el-Hidâye,VII / 343 185 el-Merğînânî, el-Hidâye, VII / 344
79
‘erkeklerin bakamayacakları şeyde kadınların şahitliği caizdir’ hadisini delil alarak
hadiste geçen kadınlar kelimesinin başındaki harfi tarifin çoğul ve cins için
olduğunu ve en azı da kapsadığını ifade etmektedir.186
Müteahhirin Hanefî alimlerinden Abdullah b. Mahmud el-Mavsılî, el-Muhtâr
adlı eserine kendisinin yazdığı şerh olan el-İhtiyâr li Ta’lili’l-Muhtâr’da zina
konusunda erkeklerden dört şahit olmadıkça kabul edilmeyeceğini ve kısasta iki
erkeğin şahitliğinin kabul edileceğini ve bu ikisi dışında kalan haklarda iki erkeğin
şahitliği veya bir erkek ve iki kadının şahitliğinin kabul edileceğini ifade etmekte ve
Nur suresi 4. ve Nisa suresi 15. ayetleri ve Hz. Peygamber’in “Bana dört şahit
getirmezsen sırtına hadd vurduracağım” hadisini delil olarak zikretmektedir. Daha
sonra kadınların şahitliklerinin haddler ve kısasta kabul edilmediğini ve Bakara
suresi 282. ayette zikredilenin taksitle borçlanmalar olduğunu ifade ettikten sonra
şöyle devam etmektedir:
Çünkü kadın şahitlik ehlindendir. Kadının şahitliği erkek gibi müşahede, hıfz ve
edanın varlığı sebebiyle kabul edilir. Unutmanın artması, sayının artmasını gerektirir.
Ayetteki (o ikisinden biri diğerine hatırlatsın) ibaresi işaret eder. Bedeliyet şüphesi
kaldı ve bu sebeple biz haddler ve kısasta kabul etmeyiz, onlar dışındaki hükümlerde
şüphe ile beraber sabit olur.187
el-Mavsılî, kadınların tek başlarına şahitliğinin erkeklerin muttalî olmadıkları
doğum, bekaret, kadınların kusurları gibi konularda kabul edildiğini, onların
şahitliğinin miras dışında namazla ilgili sabiinin ilk ağlama sesi hakkında kabul
edildiğini ifade etmektedir. Delil olarak Hz. Peygamber’in “Kadınların şahitliği
186 el-Merğînânî, el-Hidâye, VII / 346 187 el-Mavsılî, el-İhtiyâr, I / 403
80
erkeklerin muttalî olamadıkları konularda caizdir.” rivayetini nakletmekte ve
şöyle devam etmektedir:
Doğuma erkeklerin muttalî olması mümkündür ve ona kadınlar tek başlarına muttalî
olurlar, ve kadınların tek başlarına şahitliğinin kabulü maslahatı elde etmek için
gerekir, onda tek bir kadının şahitliği kabul edilir, Peygamber’den rivayet edildi, o
doğumda tek bir kadının şahitliğini kabul etti.188
El-Merğinânî’nin (v. 593/1197) el-Hidâye adlı eserine, El-Bâbertî’nin
(v. 786/1384) kaleme aldığı Şerhu’l-İnâye adlı eserde zina ve kazf konusunda
erkeklerden dört kişiye itibar edildiği, Nisa suresi 15. ve Nur suresi 4. ayetleri
delil gösterildikten sonra şunlar ifade edilmektedir:
Dört lafzı, sayı ve erkeklik hakkında nasstır ve İslam, akıl ve adalete gelince adaleti
şart koşma önce gelir. Dördü şart koşma, Allah’ın kullarının ayıbını gizlemeyi
sevmesinden ve fuhşun yaygınlaşmasına razı olmamasındandır. Ebû Bekr ve Ömer’i
tahsis Rasul’den varid olan ‘benden sonra Ebû Bekr ve Ömer’i rehber edinin’ kavli
iledir.189
El-Bâbertî, kadınların şahitliğinin bedeliyet şüphesi ile onları erkeklerin
yerine koymak sebebiyle haddler dışında caiz olduğunu ifade ettikten sonra Bakara
suresi 282. ve Bakara Suresi 196.190 ayetleri karşılaştırmak suretiyle asıl olanın,
imkanıyla beraber bedel ile amelden sakınılan şeyde olduğunu ve kadınların
şahitliğinin olmayacağı; iki erkeğin şahitliği ile amelin imkanıyla beraber caiz
188 el-Mavsılî, el-İhtiyâr, I / 402,403 189 Ekmelüddin Muhammed b. Mahmud el-Bâbertî (v. 786/1384), Şerhu’l-İnâye ale’l-Hidâye, (Şerhu Fethu’l-Kadir ile birlikte),(thc.Abdürrezzak Galib el-Mehdi), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut,1995, VII / 344 190 “…Güvene kavuştuğunuzda, hac (zamanın)a kadar umra ile faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser.(Kurban) bulamayan kimse üç gün hacda, yedi gün de dödüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar…”
81
olduğunu ifade etmektedir. Bedeliyet şüphesi onda var ise şüphelerle düşen şeyde
kabul edilmeyeceği, haddlerden kalan konularda kadınların şahitliğinin geçerli
olduğunu belirtmektedir.191
Fetâvâ Mustafa ez-Zerkâ adlı Yusuf el-Kardâvî’nin takdim ettiği çalışmada
haddler ve kısasta kadınların şahitliğinin kabulsüzlüğünün şeriatın şüphelerle
haddlerin düşürülmesini gerektirdiği, kadının bir töhmet altında bulunduğu ve
şeriatın malî işlerde erkeğin şahitliğinden daha zayıf olarak kadına itibar ettiği, bu
zayıflığın ispatın kuvvetinden bir eksiklik olduğu, mallarda bu durumun olmasının
hadd ve kısas konularında daha öncelikli olması gerektiği ifade edilmektedir.192
Zührî’nin (v. 124/742) rivayeti ve Hz. Ali’nin kadınların şahitliği hadd ve kan/kısasta
caiz olmadığı yönündeki rivayeti nakledilmekte ve daha sonra hadd ve kısasta
kadınların şahitliğinin kabul edilmemesi durumuna ilişkin nass ile şeriatın kadınların
şahitliğine sınır koyduğuna, hadd ve kısas gerektiren olayların sıklıkla itici ve çirkin
olaylar olması ve kadının hassasiyeti ve etkilenmesinin şiddetli olmasına, ruhî
etkenlerin şahitlik konularına etkilerine, şahitliğin edasının bir meziyet ve İslam’da
bir hak olmayıp vacib olduğuna, zor ve meşakkatli olduğuna ve kadının bundan
korunduğuna vurgu yapılmaktadır.193 Görüldüğü gibi önceki hukukçuların
görüşlerine ait deliller ifade edildikten sonra, hadd ve kısasta kadınların şahitliğinin
kabul edilmemesine kadınların hassas olması ve etkilenmesi gerekçe olarak
sunulmaktadır.
191 el-Bâbertî, Şerhu’l-İnâye, VII / 345 192 Yusuf el-Kardâvî, Fetâvâ Mustafa ez-Zerkâ, Daru’l-Kalem, Dımeşk, 1999, s.385,386 193 el-Kardâvî, Fetâvâ Mustafa ez-Zerkâ, s. 386-389
82
Hanefî hukukçuların kadınların şahitliği ile ilgili kullandıkları delilleri yer yer
ifade ettik. Ebû Hanîfe (v. 150/767) ve Talebelerinden sonra gelen hukukçuların,
onların görüşlerini açıklamak, yinelemek ve savunmakla uğraştıklarını gördük.
Genel olarak onlar, kadınların şahitliği meselesinde malî konulara şahitlikte
Kitap’tan Bakara suresi 282. ayeti, haddlerden olan zina ve kazf konusunda Kitap’tan
Nisa suresi 15., Nur suresi 4. ayetleri ve Sünetten Tabiin fakihi Zührî’nin
(v. 124/742) merfu haberini ve haddlerin şüphelerle düşeceğine dair Sahabe Kavlini
delil olarak almışlardır. Zührî’nin haberi haddler ve kısas dışında kalan nikah, talak
vb. konuları da kapsamaktadır.
Kadınlara mahsus doğum, istihlal, süt kardeşliği gibi konularda Ebû Hanîfe
ile Ebû Yusuf ve Muhammed eş-Şeybânî kadın şahit sayısında ayrılmaktadırlar.
Onlar, doğum konusunda tek kadının şahitliğini kabul etmekte birleşmişlerdir. Süt
kardeşliği konusunda Ebû Hanîfe, kadının mahremlerinin muttalî olmasından
hareketle tek başlarına kadınların şahitliğini kabul etmezken Ebû Yusuf ve
Muhammed eş-Şeybânî doğumla iddetin bitmesinde tek kadının şahitliğini kabul
etmişlerdir. Muhammed eş-Şeybânî, süt kardeşliği sonucunda eşlerin ayrılığı
konusunda Ukbe b. El-Haris ile ilgili haberi zikretmiş olmakla birlikte Hz.Ömer’in
iki şahitten azının kabul edilmeyeceği yönündeki kavlini Sahabe Kavli olarak
almaktadır. İstihlal konusunda Ebû Hanîfe, kadın ve erkekleri işitmede ortak
olduklarını ifade ederek cenaze namazı –ki bunun dinin emrinden olduğu ifade
edilmektedir- konusu dışındaki kadınların şahitliğini kabul etmediğini, miras
83
konusunda iki erkek veya bir erkek ve iki kadından az olursa Ebû Hanîfe’nin kadının
şahitliğini kabul etmediğini görmekteyiz. Ebû Yusuf ve Muhammed istihlal
konusunda Hz.Ali’nin merfu hadisi ve çocuğun sesinin doğduğu anda zayıf olması
sebebiyle ebe kadının tek başına şahitliğini kabul etmektedirler. Ebû Hanîfe, Hz.
Ali’nin hadisinin cenaze namazı hakkında olduğunu, miras konusunda kabul
edilemeyeceğini ifade etmektedir.
C. KADIN SADECE MALLARA VE ERKEKLERİN MUTTALİ OLMADIKLARI KADIN KUSURLARINA ŞAHİTLİK EDEBİLİR
El-Cessâs, Tabiin fakihlerinden Hasen (v. 110/728) ve Dahhâk b.
Muzâhim’in (v. 105/723) borç konusu dışında kadınların şahitliğine cevaz
verilmediğini rivayet ettiğini, Leys’in (v. 175/791) kadınların şahitliğine vasiyet, azat
etme konularında cevaz verildiğini nikah, talak, haddler ve kan (kısas) gereken
kasten öldürmede cevaz verilmediği görüşünü nakletmekte ve onlara dayandığını
düşündüğümüz eş-Şâfiî’nin (v. 204/820) kadınların erkeklerle beraber şahitliğinin
mallar dışında caiz olmaz, vasiyette erkek olmadıkça caiz olmaz, vasiyette malla
olursa caizdir görüşünü ve Malik’in (v. 179/795) kadınların erkeklerle beraber
şahitliğinin haddlerde, kısasta, talakta, nikahta, neseblerde, velada, ihsanda caiz
olmayacağı, vekalette, vasiyette caiz olacağı görüşünü, Evzâî’nin (v. 157/774) bir
erkek iki kadının şahitliğinin nikahta caiz olmayacağı görüşünü nakletmektedir.194
194 el-Cessâs , Muhtasaru İhtilafi’l-Ulema, III / 346; el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’an, I / 502
84
Et-Tennûhî (v. 240/854), İbn Vehb’in (v. 199/814) İbn Şihab’dan
(v. 124/742) Sünnetin Rasul ve ondan sonraki iki halifesinden kadınların şahitliği
nikah, talak ve haddlerde caiz olmadığı şeklinde geldiğine dair rivayetine ve bu
rivayetin “ondan sonraki iki halifesi” kısmının olmadığı versiyonuna, İbnu’l-
Müseyyib’den (v. 94/713) kadınların şahitliğinin haddlerde, talakta, katlde caiz
olmadığına dair rivayetine, İbn Şihab’dan sünnetin bir erkek ve iki kadının
şahitliğinin katlde, nikahta, talakta haddlerde caiz olmaz şeklinde geldiğine dair
rivayetine, Rabîa’dan (v. 136/753) kadınların şahitliğinin katlde, haddlerde, talakta,
nikahta, köle azat etmede caiz olmadığına dair rivayetine, Mekhûl’den (v. 116/734)
kadınların şahitliğinin borç dışında caiz olmadığına dair rivayetine yer
vermektedir.195
İbn Kayyım el-Cevziyye, sahabi ve tabiin fakihlerden bazılarının görüşlerini aşağıdaki ifadelerle nakletmektedir:
İbn Ebî Şeybe, Mekhul’den rivayet etti: ‘kadınların şahitliği borç dışında sabit olmaz.’ Yine Şa’bî’den rivayet etti: ‘kadınların şahitliği ancak mala ilişkin konularda caizdir.’ Ez-Zühri’den rivayet etti: ‘Sünnet böyle geldi, kadınların şahitliği kadınların dışındakilerin muttalî olamayacakları konularda caizdir.’ İbn Ömer dedi: ‘kadınların tek başlarına şahitliği, hamilelikleri, hayızları, avretleri gibi kadınların dışındakilerin vakıf olamayacakları konular dışında caiz değildir.’ Saîd b. el-Müseyyib ve Abdullah b. Utbe dedi: ‘kadınların şahitliği kadınların dışındakilerin muttalî olmadıkları şeyler dışında kabul edilmez.’ Ömer ve Ali (r.a) dedi: kadınların şahitliği boşama, nikah, kan ve haddlerde caiz olmaz.’ Ez-Zühri dedi: ‘Sünnet ve Rasul, ondan sonraki iki halifesi zamanında böyle idi; kadınların şahitliği hadd, nikah ve boşamada caiz olmaz.’ 196
195 Saîd b. Saîd et-Tennûhî (v. 240/854), el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, (thk.Hamdi el-Demerdâşî), Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, Mekke, 1999, VI / 1941 196 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.152
85
a. Malikî Hukukçuların Görüşleri Malik b. Enes’in (v. 179/795) kaynaklarda geçen görüşlerine baktığımızda onun kadınların şahitliğini sadece malî konular ve kadınların muttalî oldukları konular olarak sınırladığını görebilmekteyiz.
Malik b. Enes’in talebelerinden Esed b. Furât (v. 213/828), Malik’in vefatından sonra Malik’in talebelerinden İbnu’l-Kâsım (v. 191/807) ile Mısır’da görüşmüş ve Malik’in görüşlerini ondan dinlemiş ve İbnu’l-Kâsım’ın da ictihatlarını kaydetmek suretiyle el-Esediyye adlı eserini telif etmişti. Sahnûn b. Said et-Tennûhî’nin bundan bir nüsha edinerek İbnu’l-Kâsım’a arzetmesi ve tashih edilen yeni nüshaya Malik’in diğer talebelerinin görüşlerini eklemesi ve fıkıh konularına göre tasnif etmesiyle oluşan eser olan el-Müdevvenetü’l-Kübrâ’da Malik’in bir erkek ve iki kadının bir erkek üzerine kısasta şahitliği ile ilgili görüşleri şöyle ifade edilmektedir:
Malik dedi: kadınların şahitliği haddlerde, kısasta, talakta, nikahta caiz olmaz ve nikahta kadınların şahitliği kadınlar dışındakilerin şahitliğine bu yönlerden bir şeyde caiz olmaz, mallarda ve mallar üzerine vekalette kadınlarla beraber bir adam olursa kadınların şahitlik üzere şahitlikleri caizdir, yine Malik yeminle beraber hak sahibinin bir malı üzerine iki kadın şahit olursa kadınların şahitliği caiz olur ve iki kadının şahitlik üzere şahitliği olursa erkeğin yerine şahit olurlar, bir erkek şahitlik üzere şahitlik eder ancak o erkekle beraber o erkek dışında biri olursa caiz olur, bir erkek ve iki kadının bir erkeğin şahitliği üzere şahitliği, tek kadın yerine sayıca arttırılmaz, kadınlarla beraber bir erkek olmadıkça caiz olmaz ancak kadınların kendilerine bir hak üzere şahitlik etmeleri, yeminle beraber bir erkeğin yerine olmalarıdır ve o Malik’in görüşüdür.197
Malik’in tek bir kadının erkeklerin göremeyeceği şeyde şahitliği hakkında görüşü, el-Müdevvene’de şöyle ifade edilmektedir:
Malik dedi: iki kadının şahitliğinden daha azı şahitliklerden bir şeyde caiz olmaz ve şeylerden bir şeyde tek bir kadının şahitliği caiz olmaz.198
Malik’in istihlalde kadınların şahitliği hakkında görüşü, iki kadının istihlalde şahitliğinin caiz olacağı, doğum konusunda da iki kadının şahitliğinin kabul edileceği şeklinde el-Müdevvene’de nakledilmektedir.199
Malik’in İstihlal konusunda tek kadının şahitliği ile ilgili görüşü şu ifadelerle nakledilmektedir:
Erkeklerin göremeyeceği şeyde tek bir kadının şahitliği caiz olur mu? Görüşün nedir dedim. O da dedi: Malik, şahitliklerden bir şeyde iki kadından azı caiz olmaz,şeylerden bir şeyde tek bir kadının şahitliği caiz olmaz, dedi. Tek bir kadının eşyadan bir şeyde şahitliği kabul edilmez, kadınların şahitliği onda tek başlarına caiz olmaz. Tek bir kadının doğuma şahitliğine Malik cevaz verir mi?
197 et-Tennûhî, el-Müdevvene, VI / 1923 198 et-Tennûhî, el-Müdevvene, VI / 1923 199 et-Tennûhî, el-Müdevvene, VI / 1937
86
Görüşün nedir, dedim. O da dedi: Malik, her şeyde tek başlarına kadınların şahitliği kabul edilir ve o iki kadından az olması onda kabul edilmez. 200
Görüldüğü üzere Malik, önceki bölümde geçtiği gibi doğum, istihlal hakkında kabul edenler gibi düşünmemekte ve onlardan ayrılmaktadır. O, istihlal konusunda Ebû Hanîfe ile görüş olarak birleşmekte, doğum, talak, nikah gibi konularda Ebû Hanîfe’den ayrılmaktadır. Ebû Yusuf ve Muhammed eş-Şeybânî ile doğum, istihlal, talak, nikah konularında görüş olarak birleşmektedir. Malik’in ifadelerinden kadınların tek başlarına şahitliğini yukarıda zikrettiğimiz konularda caiz olduğu, malî konularda ise erkeklerle beraber caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Cessâs, et-Tahâvî’nin (v. 321/933) İhtilafu’l-
Ulema adlı eserine yazdığı muhtasarda, Malik’in kadınların şahitliği ile ilgili
görüşlerine şu ifadelerle yer vermektedir:
Malik dedi: kadınların şahitliği erkeklerle beraber haddlerde caiz olmaz. Kısasta caiz
olmaz. Talakta, nikahta, neseblerde, velada, ihsanda caiz olmaz ve vekalette,
vasıyette azat etme olmaz ise caiz olur …Doğumda, kadınların kusurlarında iki
kadından azı caiz olmaz…İbnu’l-Kâsım, Malik’ten zikretti: iki kadın şahit olmadıkça
süt emmede kabul edilmez. 201
Hanefî hukukçu olarak el-Cessâs, Malik’in görüşlerini özetle bu şekilde ifade
etmiş ve herhangi bir yoruma ihtiyaç hissetmemişken İbn Hazm, Malik’in bir erkekle
beraber kadınların erkek olmaksızın kısas, hadd, talak, nikah, ric’at, azat etme, neseb,
vela, ihsan konularında kabul edilmediğine, bir erkekle beraber kadınların
şahitliğinin borçlar, mallar, vekalet, azat etme içermeyen vasiyet konularında caiz
olduğuna, kadınların kusurlarında, doğumda, süt emmede, istihlalde tek başlarına
kabul edileceği ve bir şahit ve davacının yemininde iki kadın ve davacının yemini ile
200 et-Tennûhî, el-Müdevvene, VI / 1937 201 el-Cessâs , Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulema, III / 345,346,348
87
hüküm verildiğine dair görüşünü nakletmekte202 ve bununla ilgili olarak şu yorumları
yapmaktadır:
Malik’e gelince, vadeli borçlar üzerine bazı mallara kıyas etti ve azat etmeyi vadeli
borçlara kıyas etmedi ve ikisiyle beraber bir erkek olmadan mallarda ve kasamede
davacının yeminiyle beraber iki kadını kabul etti, ondan bu görüş rivayet edildi ve
alimlerin çoğunluğu tek başlarına kadınların şahitliğinin istihlal konusunda reddinde
ihtilaf etti ve kadınların tek başlarına kabul edildikleri gibi iki kadının kabulünde
ihtilaf etti.203
İbn Hazm, nassçı ve kıyası reddeden anlayışı ile Malik’i ilgili ayette204 geçen
vadeli borçları diğer malî konulara kıyas etmesi noktasından eleştirmektedir. İstihlal
konusunda, Hanefî hukukçuların da ihtilaf ettiğini hatırlatmaktadır.
Şihabuddin Ahmed İdris el-Karâfî (v. 684/1285), ez-Zehîra adlı eserinde Malik’in talak, azat etme ve istihlal ile ilgili görüşlerini şu ifadelerle nakletmektedir:
Malik dedi: kendisiyle talakın, köle azadının gerekli olduğu durumlarda kadınların şahitliği caizdir..Malik’ten: bir erkek ve bir kadın istihlale şahit olursa o ikisinin şahitliği zaruretin artması sebebiyle caiz olmaz, kadının şahitliği erkeklerin hazır bulunuşu ile düşmüş olandır, erkek tek başına kalır ve ona İbn Habib cevaz verir çünkü tek erkeğin şahitliği, iki kadının şahitliğinden daha kuvvetlidir.205
Yukarıdaki ifadeleriyle Malik’in, kadınların şahitliğini müdayene ayetinde
erkeklerden birinin olmaması durumunda iki kadının bir erkeğin yerine geçmesine
kıyas yaptığı anlaşılmaktadır. Erkeklerin hazır bulunması ile kadınların şahitliğinin
düşeceğini ifade etmektedir. Ancak onun talebelerinden el-Vâdıha’nın müellifi 202 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 399 203 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 401 204 el-Bakara, 2 / 282 205 Şihabüddin Ahmed b.İdris el-Karâfî (v. 684/1285), ez-Zehîra, (thk. Muhammed Buhubze), Daru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut, 1994, X / 248,250
88
Abdülmelik b. Habib’in (v. 238/852) istihlalde tek erkeğin şahitliğine cevaz
verdiğini206 görmekteyiz.
Malik’in kasten yaralama, haddler, talak, nikah, nesebler, vela, miraslar hakkında kadınların şahitliği hakkında görüşü şu ifadelerle nakledilmektedir:
Malik, kadınların şahitliği miraslarda ve mallarda caizdir dedi, Malik’in görüşünde
neseblerde caiz olmaz…Kadınların şahitliği velada Malik’in görüşünde caiz mi?
Görüşün nedir, dedim. O da dedi: Malik, velaya ve nesebe kadınların şahitliği caiz
olmaz.207
Malik, kadınların şahitliğine sadece malî konularda cevaz vermektedir.
Malik’in sirkatte/hırsızlıkta iki kadın ve bir erkeğin şahitliği hakkındaki görüşü şöyle
ifade edilmektedir:
Bir erkek ve iki kadın sirkate şahitlik ederse mal tazmin ettirilir ve el kesme Malik’in
görüşünde olmaz mı? Senin görüşün nedir, dedim. O da dedi: evet o Malik’in
görüşüdür, malı tazmin edilir ve el kesilmez, Çünkü Malik dedi: köle, kasten veya
hataen köleyi öldürür ve onun efendisi bir şahitle gelir: şahit bir yemin eder ve
kölenin öldürmediğine hükmolunur. Kasten olursa bir şahit ile öldürülmez, adamı
206 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 250 207 et-Tennûhî, el-Müdevvene, VI /1941
89
hırsızlık üzere görür, bir şahidin şahitliği ile el kesilmez ve ondan çalınan metaya
onun şahidi ile beraber yemin eder ve el kesilmez ve her yaralamada bir kısas olmaz,
o, maldır ve böylece onda şahitle beraber yemin caiz oldu..208
Malik’in malî konular ve cezaî konular ayrımını yaptığını görebilmekteyiz.
Malî bir konu olan hırsızlık suçunda, malın tazmini konusunda bir erkek ve iki
kadının şahitliğini kabul ederken, malî bir konu olmadığı için el kesmede kabul
etmemektedir.
El-Karâfî, Muhammed b. İbrahim b. El-Mevvâz’ın (v. 269/882) kadınların
şahitliğini mala vekaletlerde kabul edilmeyeceğine dair görüşünü el-Mevvâziye’den
nakletmekte209 ve Sahnûn’un (v. 240/854) vasiyet ve vekalet konularında kadınların
şahitliği ile ilgili görüşlerini el-Karâfî, şu ifadelerde nakletmektedir:
Sahnûn dedi: vasiyet ve vekalet malî konu değildirler, filanın yeminiyle beraber
kadınların şahitliği caiz olur ve şayet yüz kadın olursa kadınlarla beraber yemin
eder,[…]tek kadın olmaz, çünkü kadın erkeğin yarısıdır, köle veya bir kadın veya
zimmi lehine kadınlar şahit olurlarsa köle, kadın, zimmi yemin eder ve sonuçlanır.
Bir erkek ve iki kadın, bir erkeğe hırsızlıkla ilgili şahitlik ederse, mal tazmin edilir ve
el kesilmez, çünkü o, bedenî bir hükümdür, hırsız aleyhine bir erkek davacı yemin
etti ve çalınan mal tazmin edildi ve el kesilmedi.210
İbnü’l-Hümâm, Malik b. Enes’in erkeklerle beraber kadınların şahitliğinin
mallar ve ona bağlı olan konular dışında akıl noksanlığı ve zabt eksikliği/karışıklığı
sebebiyle kabul etmediğini ve doğum, bekaret, erkeklerin muttalî olmadıkları konuda
208 et-Tennûhî, el-Müdevvene, VI / 1944,1945 209 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 249 210 el-Karâfî, ez-Zehîra, X/ 248
90
kadınların kusurları hakkında iki kadının şahitliğinin kabul edilmesini şart koştuğunu
ifade etmektedir.211
Malik’in erkeklerle beraber kadınların şahitliğine mallar ve ona bağlı konular
dışında akıl noksanlığı ve zabt eksikliği sebebiyle kabul etmediğini görmekteyiz.
Malik’in kadınların şahitliğini kıyas etmek suretiyle bütün hükümlere yaymamasının
sebebi olarak kadınların akıl noksanlığı ve zabt eksikliği gösterilmektedir.
El-Aynî, Malik b. Enes’in kısas ve haddler hakkında kadınların şahitliğine
cevaz vermediğini, nikah, talak, köle azat etme, neseb ve vela konusunda onların
erkeklerle beraber şahitliklerinin caiz olmadığı görüşünü, erkeklerin muttalî
olmadıkları şeyden doğum, süt emme konusunda iki kadının şahitliğinin caiz olduğu
görüşünü ve kadınlardan birinin ebe olmasını şart koştuğunu nakletmektedir.212
El-Aynî’nin doğum, süt emme gibi erkeklerin muttalî olmadıkları konuda Malik’in
iki kadının şahitliğine cevaz verdiğini daha önce ifade edilmeyen kadınlardan birinin
ebe olmasını şart koştuğunu görmek mümkündür.
İbn Ebî Zemenîn (v. 399/1008), Müntehâbu’l-Ahkâm adlı eserinde kadınların
şahitliği hakkında Malik’in görüşlerini şu ifadelerle nakletmektedir:
el-Müdevvene’de Sahnûn dedi: İbnu’l-Kâsım’a dedim: İstihlal hakkında görüşün ne,
kadınların şahitliği onda caiz midir? Dedi: Malik dedi:iki kadının şahitliği istihlalde
211 İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VII / 343,345 212 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, XI / 111,133
91
ve doğumda caizdir ve onda kadınların şahitliği iki kadından az olması kabul edilmez
onda caiz olmaz.213
İbn Ebî Zemenin, kadınların şahitliği hakkında Malik’in görüşünü, kadınların
tek başlarına kadınların şahitliği olarak almış ve el-Müdevvene’den nakilde
bulunmuştur.
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid adlı eserinde Malik’in görüşünü şu ifadelerle
nakletmektedir:
Malik’e göre beden hükümlerinden hükümde kabul edilmez ve Malik’in ashabı mala
ilişkin bedenî haklarda kadınların kabulünde ihtilaf etti, vekillikler ve sadece mal
hariç vasiyet gibi; Malik, İbnu’l-Kâsım ve İbn Vehb bir şahit ve iki kadın kabul
edilir, Eşheb ve İbnü’l-Macişun iki erkek olmadıkça kabul edilmez, tek başlarına
kadınların şahitliği, kastettiğim genellikle erkeklerin muttalî olmadıkları bedenî
haklarda doğum, istihlal ve kadınların kusurları gibi konularda kabul edildiği, Malik
süt emme konusunda iki kadın yeter dedi 214
Muvafakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî adlı eserinde Malik’in görüşleri olarak
zina konusunda kadınların şahitliğini kabul etmediğini, ukubat; haddler ve kısas
konusunda iki erkek şahit olmadıkça kabul edilmeyeceğini, ukubat dışında; nikah ve
ıtak/köle azat etme konusunda iki erkeğin ve iki kadının şahitliği kabul edileceğini,
213 Muhammed b. Abdillah b. İsa b. Muhammed b. İbrahim “İbn Ebî Zemenîn” (v. 399/1008), Müntehâbu’l-Ahkâm, I-II,(thk.Abdullah b. Atıyye el-Ğâmidî), Müessesetü’r-Reyân, Lübnân,1998,s.154 214 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid,VIII / 646-647
92
mallar konusunda iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliğinin kabul
edileceğini ve malın sübutunun onu iddia eden şahit ve yeminle olduğunu ve
erkeklerin muttalî olmadıkları konularda iki kadının şahitliğinin kabul edildiğini
nakletmektedir.215
İbn Kayyım el-Cevziyye, Malik’in kadınların bir erkekle beraber veya erkek
olmadan kısas, hadd, nikah, boşama, ric’î boşama, azat etme, neseb, vela, ihsan
konularında şahitliklerinin kabul edilmeyeceği, kadınların erkeklerle beraber
şahitliğinin, borçlara, mala, vekalete, azat etmenin olmadığı vasiyette caiz olduğunu,
kadınların kusurlarına, doğum, emzirme, sağ doğan çocuğun ağlama sesi konularında
kadınların tek başlarına şahitliğinin kabul edildiğine ilişkin görüşlerine yer
vermektedir. 216
Malik b. Enes’in Muvatta adlı eserinin şerhlerinden biri olan Celaleddin
Abdurrahman es-Süyûtî (v. 911/1505) tarafından yazılan Tenvîru’l-Havâlik adlı
eserde haddlerde, talakta, iftira (kazf) konusunda kadınların şahitliğinin caiz
olmadığı, çocuğun ilk ağlama sesine iki kadın şahidin kabul edildiğine dair sünnetin
geldiği, iki kadının bir dirheme şahitliği veya bundan az ya da çok olan miktara
şahitliğinin bir şahit (erkek) olmadıkça veya yemin olmadıkça caiz olmayacağı ifade
edilmektedir.217
Görüldüğü üzere miktarı ne olursa olsun malî bir konuda, yalnız iki kadının
şahitliğinin caiz olmadığı ifade edilmekte ve Bakara suresi 282. ayet bütün malî
konular için delil olarak alınmaktadır.
215 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 6,7,10,17 216 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.154 217 Celaleddin Abdurrahman es-Süyutî (v. 911/1505), Tenvîru’l-Havâlik Şerhu ala Muvattai Malik, Matbaatü Daru İhya’l-Kütübü’l-Arabiyye, Mısır,(t.y), I /200-202
93
Kaynaklardan ulaşabildiğimiz Malik’in talebelerinin görüşlerine yer verecek olursak El-Karâfî, istihlalle gerçekleşecek olan nesebin subutunun iki kadın şahit ve yeminle olacağı, kadının doğumdan sonra ölmesi durumunda miras konusunda vasinin babasının veya veresenin kadınlarla beraber yeminiyle mirasın sabit olacağı görüşünde olan İbnu’l-Kâsım’dan (v. 191/807) nakillere yer verir. 218 Bununla ilgili olarak ceset yok olacağı için istihlalin de yok olacağından hareketle Sahnûn (v. 240/854), Muhammed (b. İbrahim el-Mevvâz) (v. 269/882) ve Eşheb’in (v. 204/819) men ettiğini nakletmektedir.219
İbnu’l-Kâsım, İbnu’l-Mevvâz’ın kandan af ve kısas konusunda görüşleri ez-Zehîra’da, şöyle nakledilmektedir:
İbnu’l-Kâsım dedi: Kadınların bir erkekle beraber şahitlikleri kan/kısas hakkında affa engel olur, hata ile katl hakkında ve hata ile yaralamada caiz olur, çünkü o, bir maldır, bir erkekle beraber kadınlar şahit olurlarsa kadınların şahitliği caizdir, çünkü kasıt ve hatanın herbiri maldır, Sahnûn’a denildi: Kasame/yeminle beraber kasten katlde şahide cevaz verdin, kasten katl hakkında iki kadın kasamede caiz olmaz. el-Mevvâziye: iki kadının tek başlarına şahitliği, yaralanın yemini ile beraber yaralama, kasten ve hata ile öldürme hakkında caiz olur, onun ölümünü ortaya çıkaran kimse hakkında yemin/kasame olur, tek bir kadının katle şahitliği ile kasame gerekmez, Eşheb buna muhaliftir, Abdülmelik dedi: katlde bir şahit ve bir yemin caiz olmaz, onda yeminle beraber iki kadın caizdir.220
Görüldüğü gibi konular daima bir kategori içine dahil edilmek suretiyle, malî
konularla ilgili şey olup olmama noktasından hükme bağlanmaktadır.
Sahnûn b. Et-Tennûhî, el-Müdevvenetü’l-Kübra adlı eserinde kadınların
şahitliği ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
(Sahnûn dedi) ve Rabîa dedi: kadınların şahitliği istihlalde caizdir, ve böylece
istihlal bir âdettir ve doğum zamanında ancak kadınların şahit olduğu şeydendir,
kadınlardan doğumda hazır bulunanın şahitliği istihlal hakkında caizdir… kadınların
hatalı öldürmede şahitliği beden ayakta durarak kalırsa caiz olur, Kadınlar: Biz filanı
öldürdüğünü gördük, hatalı filandır, dediler. Kadınların şahitliği zaruretin olduğu
yöne caiz olur. Sahnûn, istihlal hakkında kadınların şahitliği sabinin bedeni kalırsa ve
adiller sabiyi ölü olarak gördüklerine şahit olduysa caiz olur, çünkü ne istihlal ne
218 el-Karâfî, ez-Zehîra, X/ 247,249 219 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 248 220 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 248
94
beden kalır dedi…Sahnûn, mirasta, mal hakkındaki ihtilaflarında caizdir, çünkü o,
mal ve neseb kadınların şahitliği olmaksızın bilinir.221
Kadınların doğum zamanında şahit olduklarını ifade ettiği istihlal çocuğun sağ
doğup doğmadığına bir işaret olarak kabul edilmiştir. Et-Tennûhî’nin
ifadelerinden çocuğun bütün bedeninin gelişip gelişmediğinin, kadının düşük
yapıp yapmadığının anlaşılmasını, doğum sırasında çocuğun ölümüne sebep olan
kişi hakkında kadınların şahitliğini (kısas konusuna girmesi) zaruretin olmaması
sebebiyle kabul etmediğini görmekteyiz. Et-Tennûhî de konuları mal ve neseb
gibi ayırarak mirasla ilgili olan istihlale şahitlikte kadınların şahitliğini kabul
etmemektedir.
El-Karâfî, kadınların bir erkekle beraber şahitliği ile ilgili şunları ifade
etmektedir:
Birinci Grup. Kitab’ta: Haddlerde, kısasta, talak, nikah, neseb ve vela konusunda
kadınların şahitliğinin bir erkekle olur mu olmaz mı, Allah’ın kadını zikrettiği
borçta, zaruret sebebiyle kadınlar dışında muttalî olmadıkları şey üzerine caiz olur,
mallarda davacı iki kadınla beraber yemin eder ve davacı lehine hükmedilir ve
kadınların şahitliği dışında neseb sabit olursa miraslar ve mallar hakkında hatayla
katl caiz olur, Sahnûn, hatada ve mallarda zaruret sebebiyle kadını geçirme hakkında
onlar, caiz kıldı, cesede gelince ve o kalır, cenin ve öldürülenin bir ruyetine iki erkek
şahit olursa ve kadınların şahitliğinin gerekmemesi dışında.222
El-Karâfî, kadınların doğum ve istihlalde tek başlarına şahitliği ile ilgili
olarak şunları ifade etmektedir:
221 et-Tennûhî, el-Müdevvene, VI / 1937,1940,1941 222 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 247
95
İkinci Grup. Kitab’ta iki Müslüman kadının doğumda ve istihlalde şahitliği caizdir
[…] tek başlarına kadınların şahitliği olduğu zaman kabul edilir, onda iki kadından
azı kabul edilmez tek başlarına kadınların şahitliği kabul edilmez veya […] vasi ile
beraber vasiyette olursa azat etme veya kadınların şirket ortaklığı, onun dışında dedi:
Vasiyette caiz olmaz […] çünkü o, bir mal değildir.223
Malî hükümlere kadın ve erkeğin şahitliği ile ilgili olarak el-Karâfî, şunları ifade etmektedir:
Bedenlerin hükümlerinde haddler ve kişiye kısas veya organlara kısas konuları
dışında iki kadın ve bir şahit kabul edilir. Bize göre: Allah müdayene konusunda iki
erkeği zikretti. (İki erkek olmazsa bir erkek ve iki kadın) mala ilişkin her şey onun
gibi oldu ve Allah, talak ve ric’at hakkında buyurdu: (sizden iki adil kimse şahitlik
ederler) ve o Bedenî bir hükümdür, erkeklerin muttalî olmadıkları bir konu dışında
bedenî hükümlerin tamamında oldu. Hz. Peygamber’in (iki adil şahit ve veli
olmadıkça nikah olmaz) kavlini delil/hüccet aldılar: Allah’ın kavli ile
(erkeklerinizden iki şahit şahitlik etsinler ve iki erkek olmazsa ) bir erkek ve
şahitlerin yokluğu zamanında bir erkek yerine geçecek iki kadın ikame edilir, nikah
ve ric’at icare akdi gibi maddi faydaları içeren akitler şüphelerle düşmez ve mallar
gibi onda kadınlar kabul edilir. Vadeli ve muhayyerlik hakkı bulunan akitlerde
kadınlar kabul edilir. Talak, karşılıklı bozulan akit olan ikalenin benzeridir,
kadınların bunda kabulü süt emme, azat etme, satış gibi tahrimdir.224
El-Karâfî de konuları kategorilerine göre değerlendirmekte ve kadınların
şahitlik ettikleri konuları izah etmektedir. İki erkeğin şahitlik etmesinin malî
konularda olduğunu, talak ve ric’at gibi bedenî hükümlerde iki adil şahidin şahitlik
etmesi gerektiğini ifade ederek bu duruma Kitap ve Sünnetten delil getirmiştir. El-
223 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 248 224 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 254
96
Karâfî de şüphelerle haddlerin düşmesi kaidesine dayanarak, malî konularda bu
durumun olmadığından hareketle kadınların şahitliğine cevaz vermektedir. Nikah ve
ric’atın, talakın da ikalenin benzeri olduğundan kadınların şahitliğinin kabul
edileceğini ifade etmektedir.
Daha sonra ayetin, bir erkek şahit olmazsa bir erkek ve iki kadının olacağına, bir
erkek ve iki kadının, iki şahidin yerine ikame edileceğine delalet ettiğini, ayetin
sonu ile başının bağlı olduğunu, umum üzere olduğunu ifade etmekte kısas, zina
ve hırsızlık suçları arasında bir derecelendirmeye giderek iki kadının şahitliğinin
bunlarda kabul edilmeyeceğini, bedenî konuların malî konulardan üstün olduğunu
belirtmektedir. Katl ve hırsızlıkta el kesme, içki haddlerinin cezaî konulara
girdiğini ve zinaya kıyas edilerek kadınların kabul edilmediğini, malî konulara ve
talaka kıyas etme ile kadınların kabulünün sabit olmayacağını ifade etmektedir.225
Bedenî hükümlerin mallar üzerinde yer aldığı ifade edilerek mallarda kabul
edilmeyen kadınların tek başlarına şahitliğinin bedenî hükümlerde kabul
edilmeyeceği ifade edilmektedir.
b. Şâfiî Hukukçuların Görüşleri
eş-Şâfiî (v. 204/820), el-Umm adlı eserinde zina konusunda dörtten
(erkekten) azının caiz olmayacağına Kitab ve sünnetin delalet ettiğini ve adil
olmayanın şahitliğinin caiz olmayacağına Kitabın delalet ettiğini ifade etmektedir.226
225 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 255 226 Ebû Abdillah Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (v. 204/820), el-Umm, (thk. Mhmut Matrucî), Daru’l-Kutübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, VII / 83
97
eş-Şâfiî, Kadınların Şahitliği bölümünde kadınların iki konu dışında
şahitliğinin caiz olmadığını ifade etmekte ve şöyle devam etmektedir:
Bir mal hakkında erkeğin üzerine erkek için şahitlik gerekir, bir erkek şahit,
kadınlarla beraber olmadıkça, kadınlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar kadınların
şahitliği caiz olmaz, erkekle beraber kadınların ikiden az olması caiz olmaz, iki kadın
caiz olmaz, o ikisi beraber yemin eder, çünkü Allah şahitlik eden dışındaki için o
ikisinin şahitliği gibi şahitlik edenle beraber o ikisine cevaz vermeyi şart koştu…
ikinci konu: kadınların avretlerinden erkeğin görmesinin olmadığı şeyde, kadınlar tek
başlarına caiz olurlar, Allah’ın hükmüne kıyasen tek başlarına olurlarsa dörtten azı
caiz olmaz, çünkü bir erkeğin yerine bir erkekle beraber ikisini (iki kadını) koydu, iki
şahidin şahitliğini kıldı veya bir şahit ve iki kadın şeklinde, tek başlarına olunca iki
şahidin yerine dört (kadın)…haddlerden bir şeyde caiz olmaz, vekaletlerden bir
şeyde caiz olmaz, vasiyette caiz olmaz, mal olarak vasıflanan şey dışında olan şeyde
caiz olmaz, kadınların muttalî olup erkeklerin muttalî olmadıkları şeyde, en az iki
şahit azat etme ve vela konusunda caiz olmaz, talakta ve haddlerde ve azat etmede
davalı yemin eder.227
Eş-Şâfiî, kadınların şahitliğini malî konular ve kadınların avretlerinden
erkeğin görmesinin mümkün olmadığı konular olarak ifade etmekte, ilki için Bakara
suresi 282. ayeti delil göstermektedir. İkincisinde kadınların tek başlarına olmaları
durumunda dörtten azının caiz olmayacağını, bir erkek yerine iki kadının geçmesi ve
227 eş-Şâfiî, el-Umm, VII / 88
98
şahitlikte asgari sayının iki olmasını delil göstermektedir. Kadınların şahitliğinin caiz
olmadığı konuları sıralamaktadır.
Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Cessâs, et-Tahâvî’nin (v. 321/933) İhtilâfu’l-
Ulema adlı eserine yazdığı muhtasarda, eş-Şâfiî’nin kadınların şahitliğinin erkeklerle
beraber mallar dışında caiz olmayacağı, erkek olmadıkça vasıyette caiz olmayacağı,
malla vasıyette caiz olacağı, doğumda dört kadından azının kabul edilmeyeceği, süt
emme konusunda dört kadının kabul edileceği, annesinin şahitliğinin caiz
olmayacağı yönündeki görüşlerini nakletmektedir.228
El-Mâverdî (v. 450/1058), eş-Şâfiî’nin talebesi olan el-Müzenî’nin
Muhtasar’ına yazdığı şerh olan el-Hâvi’l-Kebîr’de, cerh ve tadil konusunda
kadınların şahitliğinin kabul edilmeyeceğini ifade ettikten sonra kadınların asıl
şahitliklerinin, şahitliklerinin kabul edildiği konular olan mal veya doğum veya
kadınların kusurlarına ilişkin konularda olduğunu ifade etmektedir.229
İbn Hazm, eş-Şâfiî’nin görüşünü şu ifadelerle nakletmekte ve vadeli borçları
mallara kıyas etmesini eleştirmektedir:
Eş-Şâfiî, iki kadın ve bir erkeğin şahitliği malların hepsinde ve azat etmede, çünkü o
maldır, ve hata ile öldürme, bir insan için malı vasiyette kabul edilir ve bir erkekle
beraber ve erkek olmadan vasiyetin aslında kabul edilmez ve kadınların
dışındakilerin muttalî olmadıkları konularda tek başlarına kadınlar kabul edilir,
dedi…eş-Şâfiî’ye gelince vadeli borçları mallara kıyas etti, ona şöyle denir:
Hükümlerin geri kalanını buna kıyas değil mi? Her hükmü buna kıyas ederim,
diyenle arasındaki fark ne? Çünkü o bir hükümdür ve hüküm ile malların hepsini
228 el-Cessâs , Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulema, III / 346-348 229 el-Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebir, XVI / 188
99
buna kıyas ederim sözünün arasındadır, çünkü o maldır ve mal burada
hükümlendirme dışında mıdır? Onların ihtilafı nasslar, kıyas ve Selefin görüşü
hakkındadır ve onlardan biri icmayı gözetmez, Züfer’den zikretmiştik: kadınların tek
başlarına eşyadan bir şeyde şahitliği kabul edilmez ve Yunus b. Abdillah, Ebû Bekr
b. Ahmed b. Halid, babamdan, Ali b. Abdülaziz, Ebû Ubeyd, Huşeym, Yunus b.
Abdillah, el-Hasenü’l-Basrî kanalıyla rivayet ettik dedi: Adam öldürmeye/katle
şahitlik zinaya şahitlik gibi dört erkektir, böyle bir şey nasıl olur, kıyası, haddlere
benzeyen zinaya haddlere kıyas etmeksizin adam öldürme, kısas ve haddlerde sadece
iki erkeğin kabul edileceğini kıyas etmeyi nereden çıkarıyorlar, çünkü zina ayrı bir
haddir ve ayrı bir kandır veya bir erkek ve iki kadının onda kabul edileceği şey
üzerine gerekir, çünkü ayrı bir hükümdür ve ayrı bir şahitliktir.230
İbn Hazm, bu ifadeleriyle kıyası reddi ve nassçılığını bir kez daha
göstermektedir. Her hükmün, hüküm olarak kabul edilmesini, şahitliklerin de ilgili
oldukları şahitlik olarak kabul edilmesini ve kıyasa gidilmemesi gerektiğini
vurgulamaktadır.
İbn Hazm, mezheb kurucularının görüşlerini alıp onları tek tek eleştirdikten
sonra sonuç olarak şunları ifade etmektedir:
Onların görüşlerinin fesadı, kesin bilgi ile ortaya çıktı ve zikredilen kaviller
düşmüşse ve sözün yönü ve gerçeği bütün çıplaklığı ile açıklamak ise, O Allah’ın
yazılı belge ile satışta anlaştığımız zaman bize emretti ve Allah “pazarlığı bitirdiğiniz
satışta anlaştığınızda şahitler tutun” 231 buyurdu ve bize vadeli borçlandığımız zaman
onu yazmamızı ve erkeklerimizden iki şahit veya razı olduğumuz bir erkek ve iki
kadını şahit tutmamızı emretti ve bize talak olduğu zaman bizden iki adil şahitlere
230 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 399, 401 231 el-Bakara, 2 / 282
100
müracaatı emretti ve bu nasslardan bir şeyde değildir, onunla bu konu hakkında ve
şahitlerin sayısı hakkında tarafların anlaşmazlığında hükmettiğimiz şeyi zikretti, iki
şahit veya ikisinden biri ölürse veya ikisi veya ikisinden bir unutursa veya ikisi
değiştirirse veya ikisinden biri değiştirirse, kim bir durumu şaşırırsa veya zikredilen
ayetlerde alenen Allah’ın emrine muhalefet eden bir yola saparsa! Ve alış veriş
ettiğiniz zaman sizler üzerine şahit getirmeniz yoktur ve belli bir vadeye kadar bir
borç ile borçlandığınızda onu dilerseniz yazmazsınız ve dilerseniz onun aleyhine
birini şahit getirmezsiniz dedi, ve ayette olmayan şeyin hilafına ve ayetin aleyhine
onda olmayan şeyi iddia etti ve zikredilen naslarla onların bağlantısı düştü, Allah bizi
korusun.232
es-Serahsî, eş-Şâfiî’nin buna ilişkin görüşlerini ifade ettikten sonra bunu, şu
ifadelerle izah etmektedir:
Şahitlikte erkeklerin durumu kadınların durumundan kuvvetlidir ve erkeklerin
muttalî olmadıkları bir şeyin, bir erkek ile ispatı, gereken mana için olmazdı, çünkü
onun bir kadının şahitliği ile ispatı evlâ olarak caiz olmaz.233
Es-Serahsî, şahitlikte erkeklerin durumunun kuvvetliliğinden bir şey
kaybetmediğini, ancak erkeklerin muttalî olmadıkları bir konuda bir erkeğin
şahitliğinin zaruret sebebiyle caiz olmayacağını ifade etmektedir. Tek erkeğin kabul
edilmediği bir konuda, tek kadının kabul edilmemesinin daha öncelikli olduğunu
ifade etmektedir.
232 İbn Hazm, el-Muhallâ, IX / 401,402 233 es-Serahsî, el-Mebsût, XVI / 142
101
el-Merğînânî, eş-Şâfiî’nin doğum, bekaret, kadınların ayıpları hakkında dört
kadını şart koştuğunu ifade ettikten sonra eş-Şâfiî’nin erkekliği, bakmanın önemsiz
olması sebebiyle düşürmediğini zira cinsin cinse bakmasının daha önemsiz olması
sebebiyle şahitliği kuvvetlendirme amacıyla dördü şart koştuğunu ifade
etmektedir.234
İbnu’l-Hümâm, eş-Şâfiî’nin kadınların şahitliğine hangi konularda izin verdiğine ilişkin şunları nakletmektedir:
Eş-Şâfiî, erkeklerle beraber kadınların şahitliği mallar ve ona bağlı olan şeyler
dışında izin, vazgeçme şartı (şartu’l-hıyâr), şuf’a, icare, hata ile öldürme, sadece mal
gerektiren her yaralama gibi kabul edilmez, ve yine akitlerin feshi, yazılan taksitlerin
kabzı ancak son taksit hariç çünkü onda asıl olan akıl noksanlığı ve zabt
karışıklığı/eksikliği sebebiyle kabulsüzlüktür.235
İbnü’l-Hümâm’ın naklettiği bu ifadelerden eş-Şâfiî’nin malî bir konu gibi
görünen akitlerin feshi, yazılan taksitlerin kabzı konularında kadının şahitliğini akıl
noksanlığı ve zabt karışıklığı sebebiyle kabul etmediğini görmekteyiz.
El-Aynî, kısas ve haddler konusunda kadınların şahitliğine eş-Şâfiî’nin
cevaz vermediğini, nikah, talak, köle azad etme, neseb ve konusunda erkeklerle
beraber kadınların şahitliğine cevaz vermediğini, süt emme konusunda dört kadının
şahitliği ile ispatın olduğunu nakletmektedir.236
234 el-Merğînânî, el-Hidâye, VII / 346 235 İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VII / 344 236 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, XI / 133, 111
102
Muvafakuddîn İbn Kudâme, zina konusunda kadınların şahitliğine cevaz
vermeyenler arasında eş-Şâfiî’nin adını da zikretmekte ve alimlerin çoğunluğunun
şahitlerin hür erkekler olmalarını şart koştuklarını ifade etmektedir.237
Muvafakuddîn İbn Kudâme, eş-Şâfiî’nin haddler ve kısas konusunda kadınların
şahitliğine ilişkin görüşünü şu ifadelerle nakletmektedir:
Bakara suresi 282. ayet kadınların şahitliğinde şüphe olduğuna delildir. Kadınların
şahitliği kabul edilmez, kadınlar çok olsa onlarla beraber bir erkek olmazsa onda
kadınların şahitliğinin kabul edilmemesi gerekir ve bunu mala kıyas doğru olmaz. Bu
zikrettiğimizi Said b. el-Müseyyib, eş-Şa’bî, en-Nehaî, Hammâd, ez-Zührî, Rabîa,
Malik, eş-Şâfiî, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr ve Ashabu’r-Rey dedi ve onlar ittifak etti.238
Muvafakuddîn İbn Kudâme, eş-Şâfiî’nin bir erkek iki kadın ile Bakara suresi
282. ayeti delil aldığını, malın sübutuyla ilgili olarak onu iddia eden şahit ve yeminle
olduğu görüşünde olduğunu ve iki kadın şahit ve davacının yeminin kabul
edilmeyeceğine dair görüşünü nakletmektedir.239
Muvafakuddîn İbn Kudâme, eş-Şâfiî’nin erkeklerin muttalî olmadıkları
konularda –süt emme, doğum, hayz ve iddet- dört kadının şahitliğini şart koştuğunu,
iki kadın ile bir erkeğin şahitliğini, erkekle beraber şahitlik ettiği konuda Hz.
Peygamber’in kabul ettiğini, “iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği iledir” hadisini
dayanak gösterdiğini ve diğer şahitlikler gibi kabul edilmeyeceği görüşünü
nakletmektedir.240
237 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII /5 238 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 6 239 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 9,10,13 240 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 17,18
103
Ebû İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf eş-Şîrâzî (v. 476/1083), zina konusunda
dört erkekten azının kabul edilmeyeceğini241 ifade ettikten sonra, bir şahit ve iki
kadınla malın ve onunla mal kastedilen şeyin, icare, hibe, rehn gibi konuların sabit
olacağını, Bakara Suresi 282. ayetin selem hakkında nass olduğunu ve malı ve her
mal kastedilen şeyi buna kıyas ettiklerini ifade etmektedir.242 İki erkeğin şahitliği ile
ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Mal ile ilgili olmayan şeydir, ondan mal kastedilmeyen şeydir, erkekler ona muttalî
olurlar, nikah, ric’at, talak, azat etme, vekale, vasıyye ileyh, kasten öldürme, zina
haddi dışındaki had, iki erkek şahit ile olmadıkça sabit olmaz..(Talak 65/2) İbn
Mesud rivayet etti, Hz. Peygamber’in şöyle dediğini: “İki adil şahit ve veli
olmadıkça nikah olmaz.” Zühri’den, “Rasullulah ve ondan sonraki iki halifesi
döneminde kadınların şahitliğinin haddlerde kabul edilmeyeceği şeklinde sünnet
geldi” nass, ric’ata, nikaha ve haddlere delalet etti, onunla mal kastedilmeyen her
şeyi haddlere kıyas ettik, erkekler ona muttalî olurlar.243
Daha sonra malî durumların ayrımını yapmak suretiyle şunları ifade
etmektedir:
Nikah konusunda iki eş anlaşıp mehirde ihtilaf ettilerse, bir şahit ve iki kadınla
mehir sabit olur, çünkü o, malın ispatıdır… bir erkek ve iki kadın hırsızlığa şahit olsa
çalınan mal hakkında el kesme cezası hariç suç sabit olur, bir erkek ve iki kadın
kasten öldürmeye şahit olsa kısas cezası sabit olmaz ve diyet olmaz. Hırsızlık ve katl
arasındaki fark, kasten öldürme olursa iki görüşten biri; kısas gerekir, diyet kısastan
bedeldir, kısas cezasından af ile gerekir, kısas sabit olmazsa onun bedeli olan diyet
241 Ebû İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Fîrûzâbâdî eş-Şîrâzî (v. 476/1083), el-Mühezzeb, (thk.Muhammed ez-Zuhaylî), Daru’l-Kalem, Dımeşk, 1996, V / 627 242 eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, V / 631 243 eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, V / 632
104
de sabit olmaz, ikinci görüş; iki bedelden (kısas ve diyetten) biri gerekir, birini seçme
ile tayin olunur, diyet kısas olmaksızın bize gerekirse, belirli olan bize vacib olur,
öldürme suçunun gerektirdiğine aykırıdır, yine hırsızlık olmaz, hırsızlık el kesmeyi
ve toplu çalınan malı karşılamayı gerektirir, ikisinden biri diğeri hakkında bedel
olmaz, diğeri olmadan ikisinden birinin gerekmesi caiz olur.244
Yaralamalara şahitlik konusunda kasten zahir olanda iki erkek şahit dışında
kabul edilmeyeceği ve bunun kısas gerektiren bir cinayet olduğu yönünde olan
görüşün olduğunu belirttikten sonra şahitle ve iki kadınla tazmin konusunda sabit
olacağı görüşüne yer vermektedir.245
Kadınların tek başlarına şahitliği ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Erkeklerin muttalî olamayacakları şeyde doğum, süt emme, elbise altındaki kusurlar
hakkında kadınların tek başlarına şahitliği kabul edilir, çünkü erkekler onlara muttalî
olmazlar, şayet onda kadınların tek başlarına şahitliğini kabul edilmezse inkar
etme/tecâhüd zamanında kadının şahitliği hükmü düşer. Bundan sayı ile ilgili olan
dışında bir şey sabit olmaz, çünkü o, onda sayıya itibar edilen şahitliktir. Dört
kadından azı kabul edilmez, çünkü şahitliklerin en azı iki erkektir.246
Şâfiî hukukçularından Gazzâlî, el-Vasît adlı eserinde sayı ve erkeklik başlığı
altında el-Vecîz adlı eserindekine yakın ifadelerle şahitliği dört mertebede, el-Vecîz
adlı eserinde üç mertebede şöyle ifade etmektedir:
Bir kişinin şahitliği Ramazan hilalini görme konusu dışında sabit olmaz. Ancak
şahitlikte üç mertebe vardır: 1.Zina konusunda dört adil erkeğin şahitliği gerekir. 2.
Zina dışında mal olmayan ve maldan kaynaklanmayan şeyler; nikah, ric’at, talak, 244 eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, V / 632 245 eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, V / 633 246 eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, V / 633
105
köle azad etme, İslam, ridde, buluğ, vilade, iddet gibi. Cerh, ta’dil, kısastan af,
vesaye, vekale iki erkekle sabit olur, bir erkek ve iki kadınla sabit olmaz. Erkeklerin
bakamayacakları doğum, kadınların kusurları, süt emme gibi konularda dört kadın ile
sabit olur. Tek başına ebe kadının sözü ile doğum sabit olmaz. 3. Ecel, hıyâr, şuf’a,
icâre, hata ile öldürme, mal dışında bir şey gerekmeyen her yaralama bir erkek ve iki
kadın ile sabit olur. Sirkate (hırsızlığa) ve kasten öldürmeye bir erkek ve iki kadın
şahit olsa mal sabit olur, ceza sabit olmaz. Nikahın mihri sabit olur, nikah sabit
olmaz. Boşanmış hamile olan kadının doğumu dört kadın ile sabit olur,
talak/boşama olmaz.247
Şâfiî hukukçularından Gazzâlî’nin el-Vecîz adlı eserine yazdığı şerhte Râfiî,
Zina konusunda dört adilin şahitlik etmeleri gerektiğini ifade etmekte ve Zührî’den
(v. 124/742) Resulullah ve ondan sonraki iki halifesinden kadınların şahitliğinin
haddlerde ve zina ile ikrarda kabul edilmesi dışında bir sünnetin geldiğine dair
rivayete yer vermektedir.248 Mal olmayan şeye şahitliği ukube/ceza ve ukube
olmayan şeye şahitlik olarak ikiye ayırmakta, ukubelere/cezalara şahitliğin iki erkek
olmadıkça sabit olmayacağını, onda Allah’ın bir hakkının eşitlendiğini ve içki haddi,
yol kesme, kısas, kazf haddini bunlara örnek olarak vermektedir. Ukube olmayan
şeyleri erkeklerin genellikle ona muttalî oldukları şeyler ve muttalî olmadıkları şeyler
olarak ikiye ayırmaktadır. Erkeklerin genellikle muttalî oldukları konuları, nikah,
ric’at, talak, azat etme, İslam, ridde, buluğ, vela, iddetin bitmesi, şahitlerin cerh ve
ta’dili, kısastan af olarak zikretmekte ve iki erkekle sabit olacağını, bir erkek ve iki
kadının şahitliğinin kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir.249 Erkeklerin genellikle
247 Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî (v. 505/1111), el-Vasît, VII / 364-367; el-Vecîz fî Fıkhi Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, (Thk. Hâlid el-Attar), Daru’l-Fikr, Beyrut, 1994, s.446 248 er-Râfiî, el-Azîz, XIII / 45,46 249 er-Râfiî, el-Azîz, XIII / 48
106
muttalî olmadıkları doğum, dulluk, rıtk, karn, hayz, süt emme, doğanın istihlali
konularında kadınların şahitliği, kadınların marifetine has olduğu için, kadınların tek
başlarına şahitliğinin kabul edileceğini, sayının dört kadın veya iki erkek veya bir
erkek ve iki kadın şeklinde olduğu 250 ifade etmektedir.251
Daha sonra er-Râfiî, et-Tehzîb’den şu nakle yer vermektedir:
Hür kadının yüzündeki kusur, onun omzundaki kusur, iki erkek olmadıkça sabit
olmaz, o ikisine binaen köle kadının yüzünde ve o avretten değildir, bir erkek ve iki
kadın sabit olur, çünkü ondan kastedilen maldır, fakat ayıbın/kusurun cinsi yine
genellikle erkeklerin muttalî olmadıkları şeydendir, özel kusura muttalî olmazlar, bu
kadın cerraha özeldir, bu örneklerden her biri ve dört kadından azı ile sabit olmaz,
onlardan ikisi bir erkek yerine geçerek, kadınlarla sabit olmaz, bir erkek ve iki
kadınla sabit olur ve iki erkekle olması evlâ olan yol iledir.252
Er-Râfiî, mal veya mal kastedilen konulara şahitlik konularını, peşin
paralar/aynlar, borçlar, akitler olarak ifade etmekte ve Bakara Suresi 282. ayetle iki
erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliğinin sabit olacağını, kadınların tek
başlarına şahitliğinin sabit olmayacağını ifade etmektedir. Satış, ikale, icare, mal ile
vasıyet, hıvale, daman, sulh, karz, şuf’a, nikahta mehir, gasb, mal dışında bir şey
gerekmeyen cinayetler, hata ile öldürme gibi çocuğun katli, mecnun, köle ile hür
kimsenin katli, el kesme olmayan hırsızlık konularını örnek olarak zikretmektedir.253
Kadınların şahitliğinde mal-mal olmayan ayrımının tek bir konuda nasıl
yapıldığını şu ifadeler göstermektedir: 250 Muhyiddin Yahya b. Şeref en-Nevevî (v. 676/1277), Ravdatü’t-Tâlibîn ve Umdetü’l-Müftîn,el-Mektebü’l İslâmî,Beyrut,1991, XI / 25? 251 er-Râfiî, el-Azîz, XIII / 48,49 252 er-Râfiî, el-Azîz, XIII / 49 253 er-Râfiî, el-Azîz, XIII / 50
107
Sirkate bir erkek ve iki kadın şahit olursa, mal sabit olur, kesme sabit olmaz, çünkü
mal bir erkek ve iki kadın ile sabit olur, cezalar sabit olmaz, onlardan malda
hükmedilen söz sondur, kasten öldürmeye bir erkek ve iki kadın şahit olsa idi, o diyet
sabit olmaz, kısasın sabit olmadığı gibi, ilki açıktır, sirkat ile el kesme ve mal
birleşmesi gerektiğinden ayrılırlar, onun delili tamam olursa,sabit olur, delil/hüccet
tamam olmazsa sabit olmaz, öldürme o ikisiyle beraber gerekmez, kısas onun aynıyla
gerekir, onun hücceti olmaz, sabit olmazsa, onun bedeli sabit olmaz, ikisinden birinin
gerekmesine gelince onun aynıyla olmaz, ihtiyar tayin edilir, mala tayin üzere isbat
edersek onun gerektirdiği şey ile tam olmaz. Bir erkek ve iki kadın mihre şahitlik
ederse onu bir kadın iddia etti, mihir sabit oldu, nikah sabit olmaz, mihir onun
kastedildiğidir, onun karısını boşaması ile bağlanırsa veya onun kölesini doğum
üzere azat etmesi ve doğuma dört kadın şahit oldu, doğum sabit oldu, talak olmaz,
azat etme olmaz, böylece o ikisi bağlı olursa gasb üzerine veya itlafa ikisi ile bir
erkek ve iki kadınla şahit oldu gasb ve itlaf sabit oldu, talakın vukuu ile
hükmedersek, azat etmenin elde edilmesi ile olmaz, onun aleyhine nass vardır.254
Zekeriyya b. Muhammed b. Ahmed el-Ensârî eş-Şâfiî (v. 926/1519)
tarafından yazılan Şerhu Menhecü’t-Tullâb adlı esere Süleyman b. Muhammed b.
Ömer (v. 1221/1806) tarafından yazılan Haşiyetü’l-Buceyremî adlı eserde zina
konusunda erkeklerden dört kişinin şahitliğinin, kazf konusunda iki kişinin
şahitliğinin, mal konusunda Bakara suresi 282. ayet sebebiyle iki erkek veya bir
erkek ve iki kadının şahitliğinin kabul edildiğini, genellikle erkeklere açık olan
nikah, talak, ric’î, ikrar gibi zinaya benzer ölüm, vekale, vesaye, şirket, kıraz, ve
kefale konusunda iki erkeğin şahitliği üzerine olduğunu ve bunun dayanağının da
“veli ve iki adil şahit olmadıkça nikah olmaz” hadisi olduğunu ve genellikle erkeğin
254 er-Râfiî, el-Azîz, XIII / 51
108
görmediği bekaret, doğum, hayız, süt emme, elbiseler altındaki kadının kusuru bir
erkek ve bir erkek ve iki kadın ile kadınlardan dört ile sabit olacağı ifade
edilmektedir.255
Görüldüğü gibi kadınların şahitliğinde malî olan, malî olmayan konu ayrımı
yapılmaktadır. Mal olmayan konu, ukube ve ukube olmayan konular olarak ikiye
ayrılmaktadır. Ukube olmayan konular, genellikle erkeklerin muttalî oldukları
konular ve muttalî olmadıkları konular şeklinde ayrılmaktadır. Kadınlar malî
konularda erkeklerle beraber şahitlik edebilmektedirler. Genellikle erkeklerin muttalî
olmadıkları konularda kadınların tek başlarına şahitliği sayı olarak dört kadın veya
iki erkek veya bir erkek ve iki kadın şeklinde kabul edildiği görülmektedir.
Şâfiî hukukçular da Malikî hukukçular gibi düşünmekte ve malî konularda
erkeklerle beraber kadınların şahitliğini kabul etmektedirler. Bu noktada ve hadd ve
kısas konularında kadınların şahitliğini kabul etmemede Hanefî hukukçularla
birleşmektedirler. Nikah, talak gibi konularda Şâfiî ve Malikî hukukçular kadınların
şahitliğini kabul etmezken, Hanefî hukukçular kabul etmektedirler.
Eş-Şâfiî, erkeklerin muttalî olamayacakları kadınlara özel durumlarda dört
kadının şahidliğini kabul ederken Malik b. Enes, iki kadının şahitliğinin caiz
olacağını ifade etmektedir.
255 Süleyman b. Muhammed b. Ömer (v. 1221/1806), Haşiyetü’l-Buceyremî ala Şerhu Menhecü’t-Tullâb, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, IV/ 513-515
109
c. Hanbelî Hukukçuların Görüşleri
El-Aynî, Ahmed b. Hanbel’in (v. 241/855) kısas ve haddler konusunda
kadınların şahitliğine cevaz vermediğini, süt emme konusunda süt annenin şahitliği
ile sabit olduğunu ifade etmektedir.256
Muvafakuddîn İbn Kudâme, Ahmed b. Hanbel’in nikah ve talakta kadınların
şahitliğinin kabul edilmeyeceği görüşünü ve el-A’sar’da naklettiği Kubeysa b. el-
Muharik’in hadisini naklettiğini rivayet etmekte ve onun ifadelerine yer vermektedir:
Ahmed, böylece hadis ortaya çıktı, onu aldı. Ondan rivayet edildi onun vasiyet eden
lehine iki adam veya adil bir adam şahitlik edinceye kadar onun sözünün kabul
edilmeyeceği açıktır, bu vasiyette tek bir erkeğin şahitliği kabul edilir ve adam
vasiyet eder ve onun yanında kadınlardan başkası bulunmaz, dedi kadınların
şahitliğinin caiz olduğu açıktır, bu vasiyet erkekler onun yanında bulunmazsa tek
başına kadınların şahitliği ile sabit oldu.257
Ayrıca Ahmed b. Hanbel’in mallar konusunda iki kadın şahit ve davacının
yemininin kabul edileceğine dair görüşünü ve kadınların, mallarda erkeklerin yerine
geçtiğini dayanak gösterdiğini Muvafakuddîn İbn Kudâme nakletmektedir.258
İbnu’l-Kayyım, Ahmed b. Hanbel’in topluluktan rivayet ettiği kadınların
şahitliğinin azat etmede, nikahta caiz olduğu görüşüne yer vermektedir. 259
256 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, XI /111, 133 257 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 8 258 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 7,13 259 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.151
110
Muvafakuddîn İbn Kudâme’nin mezhepte tercih ettiği tek görüşe yer vererek
muhtasar olarak yazdığı el-Umde adlı eserine Bahauddin el-Makdisî’nin
(v. 624/1226) yazdığı şerh olan el-Udde adlı eserde şahitlik edilen konular dört
kısma ayrılmaktadır. Zina konusunun dört adil hür erkek olmadıkça sabit olmayacağı
ve bunda müslümanların icma ettiğini ve Nur suresi 13. ayete 260 yer vererek ifade
etmektedir. Mal ve kendisiyle mal kastedilen şey konusunda iki şahitle veya bir
erkek iki kadın ve bir erkek ve davalının yeminiyle beraber sabit olacağını ifade
ettikten sonra Bakara suresi 282. ayeti ve Ebû Hureyre’den rivayet edilen “Rasul tek
şahit ve yeminle hükmetti.” Rivayetini nakletmektedir. Yukarıdaki iki şey dışında
erkeklerin genel durumlarda muttalî oldukları şeyler; haddler ve kısas dışında nikah,
talak, ric’î, köle azad etme (ıtk), velayet, azil, neseb, vela, vekale gibi konularda iki
erkek olmadıkça kadınların şahitliğinin kabul edilmediğini ifade etmektedir.
Erkeklerin muttalî olmadıkları şeyler doğum, hayız, özür, elbisenin altındaki kusurlar
gibi konularda bir adil kadının şahitliğinin sabit olduğunu ifade etmektedir ve Ukbe
b. Haris’in Ümmü Yahya binti Ebî İhâb ile evliliği ve ikisini emzirdiğini söyleyen
kadının haberinin nasıllığını sorguladıktan sonra verdiği haberi doğru kabul edip evli
çiftleri süt emme sebebiyle Hz. Peygamber’in ayırdığına dair rivayeti
nakletmektedir.261
260 “Ona dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitleri getirmediler, o halde onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.” 261 Bahauddin Abdurrahman b. İbrahim el-Makdisî (v. 624/1226), el-Udde Şerhu’l-Umde, el-Mektebetü’l-Faysaliyye, Mekke,(t.y), s. 643-645
111
Muvafakuddîn İbn Kudâme, zina konusunda müslümanların dört şahitten az
olmasını kabul etmeme üzerinde birleştiğini ve Nur suresi 13. ayeti zikrettikten sonra
şunları ifade etmektedir:
Hz. Peygamber’den onun sırtında had olmadıkça dört olduğu rivayet edildi. Bu
haberler açıktan ve gizliden onların adil müslüman olmalarını şart koşmalarında
ittifak ettiler ve aleyhine şahitlik edilenin müslüman veya zimmi olması eşittir ve
alimlerin çoğunluğu hür erkekler olmalarını şart koştu ve kadınların şahitliği ve
kölelerin şahitliği kabul edilmez.262
Muvafakuddîn İbn Kudâme, ukubat haddler ve kısas konusunda iki erkek şahit
olmadıkça kabul edilmediğini ifade ettikten sonra şunları açıklama olarak
getirmektedir:
Bize göre bu onun kalkmasını ve düşmesini kapsar ve bunun için şüpheler ile düşer,
onun ispatına ihtiyaç için çağrılmaz ve kadınların şahitliği konusunda şüpheye
Bakara suresi 282. ayetteki ‘kadınlardan bir şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın’ delildir.
Kadınların şahitliği kabul edilmez kadınlar çok olsa kadınlarla beraber bir erkek
olmazsa haddler ve kısasta onların şahitliğinin kabul edilmemesi gerekir ve bunu
mala kıyas doğru olmaz. 263
Haddlerin şüphelerle düşeceği kaidesine dayanarak Bakara suresi 282. ayette
kadınlardaki unutma şüphesi sebebiyle kadınların şahitliğinin haddler ve kısasta
kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir. Hatta kadınlar çok fazla olsalar bile bir erkek
olmazsa kadınların şahitliğinin kabul edilmemesi gerektiğini ifade etmektedir.
262 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII / 5 263 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII /6
112
Muvafakuddîn İbn Kudâme, ukubat dışındaki konuları; nikah, ric’i talak,
talak, köle azad etme, îla, zıhar, neseb, vekalet, vasıyyet, velayet, kitabe vb. şeklinde
sıraladıktan sonra Şâfiî, Malik, Zührî ve Nehaî’nin iki erkek olmadıkça nikah ve azat
etme olmaz görüşünü, Said b. el-Müseyyib, el-Hasen ve er-Rabîa’nın iki erkek
olmadıkça talak olmaz görüşünü nakletmektedir. Mallar konusunda ki içine karz,
gasb, satış, vakf, icare, hibe... bir erkek ve iki kadının şahitliği ile sabit olduğunu ve
kadınların tek başlarına şahitliğinin doğum, sağ doğan çocuğun ağlama sesi, süt
emme ve elbiselerin altındaki kusurlar, bekaret, dulluk ve deride leke bulunması ve
iddetin bitmesi konularında caiz olduğunu ifade etmektedir.264
İbn Kayyım el-Cevziyye et-Turuku’l-Hukmiyye fi’s-Siyaseti’ş-Şer’iyye adlı
eserinde konu sistematik bir şekilde ilk dönem hukukçularının görüşleri verilmek
suretiyle işlenmiştir. Bakara Suresi 282. ayet gereği Kur'ân’ın zahirinin bir şahit ve
iki şahit yerine iki kadına delalet ettiğine iki şahidin yokluğu dışında iki kadınla
hüküm verilemeyeceğine yer vermekte ve tek erkeğin şahitliğinin iki kadının
şahitliğinden kuvvetli olduğunu genellikle kadınların hafıza ve zabtlarının erkeklerin
hafıza ve zabtlarına göre yetersiz oluşu gösterilmektedir. Şahitlerin asıl erkek olması
gerektiği, şahitlerin -iki erkek kastedilir- olmama durumunda bir erkek ve iki kadının
şahitliğinin gerektiği ifade edilmektedir. Allah’ın ahkâmın pek çoğunda şahitlik,
miras, diyet, akika, azat etme gibi kadını, erkeğin yarısı kıldığı ifade edilmektedir.265
Ayette geçen (biri şaşıracak olursa diğeri hatırlatsın) ifadesinin, şahitlik ettiği
şeyi unutursa, şahitlik edilen şeyi diğerinin ona hatırlatmasına delil olduğu, şahitlik
ettiği şeyi hatırladığı müddetçe diğerinin sözüne müracaat edilemeyeceği ifade
264 İbn Kudâme, el-Muğnî, XII /10,15,16 265 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.149 ; I’lamu’l-Muvakkıîn an Rabbi’l-Âlemîn, Matbaatu Zekî el-Kürdî, Mısır,1325, III / 111
113
edilmektedir.266 Ve Hz. Peygamber’in “kadınların akıllarının noksanlığına gelince,
iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği yerine geçmesidir” rivayetini naklettikten
sonra kadınların şahitliklerinin şartının, dinlerinin zayıflığı olmayıp akıllarının
zayıflığı olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca kadınların adaletinin, erkeklerin adaleti
mertebesinde olduğu ifade edilmekte ve kadınların doğum, çocuğun sağ doğmasına
delil olacak olan doğan çocuğun ilk ağlama sesi, emzirme, hayız ve avret
yerlerindeki rahatsızlıkları/ kusurları gibi şeylerde tek başlarına şahitliklerinin kabul
edilme sebebinin, bu konuların aklî tamlığı gerektirmediği âdette bunların
unutulmayacağı ifade edilmektedir. Borç ve dışındaki konuların ikrar sözlerini işiten
kadının bunları anlamasının akılla olduğu ifade edilmektedir.267
Bu ifadelerden şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür. Kadın örfte/pratikte
borçlanma ve diğer durumlarla karşılaşıyorsa ve hafızasında tutmasında bir
sıkıntı yaşamıyorsa bu konularda tek başlarına şahitlikleri kabul edilir.
İbnü’l-Kayyım, iki kadın ve bir erkeğin şahitliğinin kabul edildiği konulara yer
vermekte ve erkeklerin şahitliğinin her konuda ve davalı yemininde, iki kadın ve
bir erkeğin şahitliğinin kabul edildiğini ifade ettikten sonra bedel karşılığı
boşanma (hul’) konusunda erkek iddia ederse iki kadın bir erkeğin şahitliği ile
hükmedileceği, kadın iddia ederse iki erkek olmadıkça hükmedilmeyeceğini ifade
etmektedir.268
Burada, kadının veya erkeğin davacı olması durumunda şahitlerin cinsiyetinin ve
sayısının değiştiğini görmekteyiz. Buradan cinsiyet faktörünün şahitlikte ne kadar
çok etkisinin olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır.
266 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.149 267 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.150,151 268 İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Turuku’l-Hükmiyye, s.151
114
Şemsuddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşî (v. 776/1374), el-Hırakî’nin
Muhtasar adlı eserine yazdığı şerhte zina konusunda dört erkekten azının kabul
edilmeyeceğine dair el-Hırakî’nin görüşünü şu ifadelerle açıklamaktadır:
Bunda kadınlar için dahil olmaz ve o genel bir görüştür/ kavildir, ayetin zahirine
dayanarak, Allah, (kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin)
kavli 269 ile hakimlere hitab etti, yani Allah daha iyi bilir sizin cinsinizden, sizin
sıfatınızdan, onlar Müslüman erkeklerdir, ve ancak onun kavli ile yetinmeleri için
hariç: dört, sonra ayet dört ile yetinmeyi gerektirir, kim kadınların şahitliğine cevaz
verirse ona göre beş, üç erkek ve bir erkeğin yerine iki kadın yetinilen şeyden daha
azdır ve ayetin zahirine aykırı/hilaftır.270
Erkeklerin muttalî oldukları şeyden mallar dışındaki şeyde iki erkekten azının
kabul edilmeyeceğini ifade eden el-Hırakî’nin ifadelerinin şerhinde ez-Zerkeşî
şunları zikretmektedir:
İki erkek şahit dışında haddler ve kısas konusunda kabul edilmez, buna kadınlar
dahil edilmez ve o avamın/topluluğun bir görüşüdür/kavlidir, çünkü kadınların
şahitliği hata ve unutmanın ulaşmasıyla onda bir şüphedir, Allah’ın kavli hakkında
nassın ona şahit olması gibi (ikisinden biri şaşırırsa ikisinden diğeri ona hatırlatsın)
271 bu şüphelerle düşen şeydendir, zina dışında ve mal olması dışında ve malla ilgili
olan şey, durumların genelinde erkeklerin muttalî oldukları şeylerden nikah, ric’at,
vela, velayet, neseb, tevkil konularında iki erkek dışında görüş kabul edilmez, el-
Hırakî’nin dediği gibi, Allah’ın kavlinden 272 mal ve mala benzer şey çıkar. Mal ile
269 en-Nisâ, 4 /15 270 Şemsüddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşî (v. 776/1374), Şerhu’z-Zerkeşî ala Muhtasari’l-Hırakî, (thk. Abdullah b. Abdurrahman b. Ubeydullah el-Cibrîn), Mektebetü’l-Abîkân, Riyad, 1993, VII / 302 271 el-Bakara, 2 /284 272Bakara 2 / 282, Talak 65 / 2
115
yapılması istenen şeye ekleme/ ilave etme güzel olmaz, malî konuda müsamaha
gösterilir, nikahta vb. müsamaha gösterilmez. Nikahın vuku bulması malın vuku
bulmasına göre çoktur. Ahmed’den nakledildi: kadınların şahitliği ile evlenirse caiz
olmaz, kadınlarla beraber bir erkek olursa kolay(ehven)dır. 273
Malî konulara bir erkek ve iki kadından azı veya bir adil erkekle beraber
davacının yemininden azının kabul edilmeyeceğine dair el-Hırakî’nin ifadesini şerhte
ez-Zerkeşî, şöyle ifade etmektedir:
Karz, gasb gibi borçların hepsi, mihrin isimlendirilmesi, nesebi meçhul bir kölenin
davası vb. gibi Allah’a hamdolsun bir erkek ve iki kadın hakkında icma vardır,
(erkeklerinizden iki şahit şahitlik etsin iki erkek olmazsa bir erkek ve iki kadın) ayeti
erkek lehine şahit oldu.274
Erkeklerin muttalî olmadıkları şeyde, süt emme, doğum, hayız, iddet gibi
kabul edilir ve ona bir tek adil kadının şahitliğinin daha çok benzetilen şey olduğu
şeklindeki el-Hırakî’nin ifadesinin şerhinde ez-Zerkeşî, hamileliğin ona benzetilen
şeylerden olduğunu ve kadınların elbiseleri altındaki kusurları vb. de bu gruba dahil
olduğunu ifade ettikten sonra Ukbe b. El-Haris’ten rivayet edilen süt kardeşlik
sebebiyle tek siyah bir kadının şahitliğini Hz. Peygamber’in kabul edip karı kocanın
arasını ayırmasıyla ilgili hadisi ve Hz. Ali’den rivayet edilen tek başına ebe kadının
istihlale şahitliğine cevaz verilmesiyle ilgili haberi naklettikten sonra ez-Zerkeşî,
şunları ifade etmektedir:
273 ez-Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî, VII / 303 274 ez-Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî, VII / 306
116
El-Hırakî, tek bir kadının şahitliğini yeterli görmeyi belirledi ve o, iki rivayetten
biridir, el-Kâdî ve Ebû Bekr dışındakinin seçimidir, (ikinci rivayet) iki kadın
olmadıkça yeterli olmaz, çünkü erkekler bunun dışında kadınlardan daha
kâmildir/ekmeldir ve erkeklerden iki erkek dışında kabul edilmez aynı şekilde
kadınlardan. Bu konuda, erkeğin hükmü kadının hükmüdür, çünkü erkek, kadından
daha kâmildir, el-Hırakî, erkeklerin muttalî olmadıkları şey konusunu doğru bir
şekilde ifade etti, Ebû’l-Berekât, el-Kâdî buna beş şeyi; doğum, istihlal, süt emme,
elbiseler altındaki kusurlar ve iddet has kıldı.275
Buhûtî’nin (v. 1051/1641) Umdetü’t-Tâlib adlı eserine Osman b. Ahmed
en-Necdî (v. 1051/1641) tarafından yazılan şerh olan Hidâyetü’r-Râğıb adlı eserde
şahitliğin kabulünde bulunması gereken şartlar olarak büluğ, akıl, İslam, konuşma,
koruma (zabt), adalet zikredilmekte ve adalet sıfatının iki yönüne yer verilmektedir.
İlki; beş vakit namazı eda, Cuma namazı, oruç, zekat, hac vb. vecibeleri eda ve
sünnetlerin ratibesini terk etmeme, dünyaya ve ahirete dair tehdit içeren riba, yetim
malı yeme, yalancı şahitlik, ana babaya itaatsizlik gibi hükümleri ihlal etmemek,
iftira olmaksızın insanlara sövmek, harama bakmak, yalan söylemek gibi küçük
günahlarda devamlı olmamaktır, ikincisi; faziletli davranış ölçülerini kolay bir
ölçüyle kullanmak, insaniyetli olmaktır.276
Osman b. Ahmed en-Necdî, şahitlerin sayısına ilişkin olarak zina konusunda
dört erkek dışında kabul edilmeyeceğini, kalan haddlerde kazf, içki içme, hırsızlık,
yol kesicilik gibi ve ta’zir gereken şeylerde iki erkeğin kabul edileceğini, kısasta ve
mal olmayan, mal kastedilmeyen ve genellikle erkeklerin muttalî oldukları nikah,
275 ez-Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî, VII / 314 276 Osman b. Ahmed en-Necdî (v. 1051/1641), Hidâyetü’r-Râğıb li Şerhi Umdeti’t-Tâlib, (thk.Haseneyn Muhammed Mahlûf), Daru’l-Beşîr, Cidde, 1995, s. 562-564
117
talak, ric’î, hulu, neseb ve vela gibi konularda iki erkeğin kabul edileceğini, mal ve
mal kastedilen satış, malda vekalet, vasiyet, karz, rehn, gasb, icare, şerike, şuf’a gibi
konularda iki erkek veya bir erkek ve iki kadının kabul edileceğini, erkeklerin
genellikle muttalî olmadıkları şeyler elbiselerin altındaki kadınların kusurları,
bekaret, hayız, süt emme, sağ doğan çocuğun ağlama sesi (istihlal) yani doğum
zamanında doğanın belli olması vb. durumlarda erkekler onun huzurunda
bulunmazsa bir adil kadının kabul edileceğini ifade etmektedir.277
Görüldüğü gibi Hanbelî hukukçular da kadınların şahitliğinin haddler ve kısas
konularında, nikah, talak gibi konularda kabul etmemektedirler. Onlar kadınların
şahitliğini, sadece malî konularda ve erkeklerin muttalî olmadıkları konularda kabul
etmektedirler. Hanbelî hukukçular kadınlara özel durumlarda, tek kadının şahitliğini
kabul etmeleriyle Malikî ve Şâfiî hukukçulardan ayrılmakta, Hanefî hukukçularla
birleşmektedirler.
Tezimizde yer verdiğimiz Zührî’nin “sünnet, Hz. Peygamber ve ondan
sonraki iki halifesinden kadınların şahitliğinin haddler ve kısasta kabul edilmeyeceği
şeklinde geldi.” Rivayetini İbn Hazm, delil olarak almaz. O, bu rivayeti sahabiye ait
olma ihtimali sebebiyle delil olarak almamış olabilir. İbn Hazm, sahabe ictihadının
delil olmayacağını ve sahabenin taklid edilmeyeceğini düşündüğü için bu rivayeti
delil olarak almamış olabilir.
Hammâd, Atâ ve Zührî tâbiun fakihleri olarak kadınların şahitliği konusunda
ayrılmaktadırlar. Ebû Hanîfe’nin görüşü, hocası Hammâd’ın görüşünden farklıdır.
Allah’ın Kitabı’nda ve Rasulun Sünneti’nde hükmü bulamadığı zaman sahabe
277 en-Necdî, Hidâyetü’r-Râğıb, s.565
118
kavillerinden istediğini alacağını, Atâ gibi tâbiun fakihlerinin görüşleri konusunda
ise onların ictihad yapması gibi kendinin de ictihad yapacağını Ebû Hanîfe’nin ifade
ettiğini biliyoruz. Kadınların şahitliği konusunda da onun böyle bir yol izlediği
kanaatindeyiz. Hz. Ali’nin “kadınların şahitliği caiz olmaz” kavlini kıyasa müsait bir
konu olduğu için, Ebû Hanîfe taklit etmemiş olabilir. Malî konularda kadınların
şahitliğini, kadınlara özel hususlar, doğum vb. konulara kıyas etmeyi ona bıraktıran,
sünnetin var olmasıdır. Tek başına ebe kadının şahitliği ile doğumun sabit olacağı
yönündeki rivayet ile sünnet istihsanının söz konusu olduğunu ve kadın kusurları
konusunda ise zaruret istihsanının olduğunu düşünüyoruz. Zira kadın kusurları ile
ilgili sünnet yoktur. Zaruret, müctehidin kıyası terk etmesine sebep olmuş olabilir. O,
doğum, süt emme ve kadın kusurları konularında icma olduğunu düşündüğü için de
kıyası terk etmiş olabilir.
I. KONUYLA İLGİLİ OLAN AYETLERİN YORUMLARI
a. Al-i İmrân Suresi 104. Ayet
“Sizden, iyiye çağıran, uygun olanı emreden ve kötülüğü yasaklayan bir
topluluk olsun. İşte onlar başarıya ulaşanlardır.”278
Hakimlik görevinin de iyiliği emretme ve kötülükten men etme ile ilgili
olduğundan hareketle zikrettiğimiz ayette, emrin gereği olarak hakimlik görevini
üstlenen kimsenin tarafların arasını düzeltmesi, adaletli karar vermesi, zalimden
mazlumun hakkını alıp mazluma vermesi şeklinde iyiliği emretmeyi ve kötülüğü
men etmeyi yerine getirmiş olacağı ifade edilmektedir.
Ebû Cafer et-Taberî, Allah’ın bu ayette müminlerin içinden bir topluluğun,
insanları iyiliğe çağırıyor olduklarını; Allah’ın ona ve kulları için koydukları İslam’a
ve onun şeriatlarına çağırıyor olduklarını haber verdiğini; iyiliği emretmeleri yani
insanları Muhammed’e ve Allah katından onunla gelen şey olan onun dinine
uymalarını emrediyor olduklarını; kötülükten nehiy etmelerinin yani Allah’ı
inkardan, Muhammed’i yalanlamaktan ve Allah katından onunla gelen şey ile itaate
çağırıncaya kadar, organlar ve eller, cihat vasıtasıyla nehyetmelerini ifade ettiğini
belirtmektedir.279
278 Özsoy-Güler, Konularına Göre Kur’ân, s.431; “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir” Ateş, Süleyman, Kur’ân Meâli, s.62 279 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, III / 385
120
Ebû Bekr el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân adlı tefsirinde ayeti “İyiliği emir
kötülükten nehyin fazileti” bölümünde açıklamaktadır. Ayetin iyiliği emir ve
kötülükten nehyin vücubunu ve farz-ı kifaye oluşunu280 içerdiğini ifade etmektedir.
Daha sonra konuyla ilgili “Siz, uygun olanı emreden, kötülüğü yasaklayan ve Allah’a
inanan, insanlar için ortaya çıkarılmış en iyi ümmetsiniz.”281 “Ey oğulcuğum!
Namazı kıl, uygun olanı emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene karşı dayanıklı
ol. Bunlar, üzerinde durulmaya değer işlerdir.”282 “İnananlardan iki topluluk
birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını düzeltin. Eğer biri diğeri üzerine saldırırsa,
Allah’ın buyruğuna dönmelerine kadar saldıranlarla savaşın”283 ayetlerini
zikretmekte ve bu ayetlerin benzer şekilde iyiliği emir ve kötülükten nehyin
gerekliliğini icab ettirdiğini, kötülüğü menetmenin, önce mümkünse el ile
değiştirmek ile, mümkün olmazsa diliyle reddetmek ile bunda da özürlüyse kalbiyle
reddetmekle vasfedildiğini ifade etmektedir. Konuya ilişkin rivayetleri naklettikten
sonra malı gasp edilen adamın malını kurtarıncaya kadar gasbedeni durdurabilmesi
ile ilgili açıklamaya yer vermektedir.284
İbnu’l-Arabî, ayetle ilgili altı meselenin olduğunu ifade etmekte ve ümmet
kelimesinin on beş hatta kırk manası olduğunu ve bu manalardan birinin topluluk bir
diğerinin doğruya çağıran bir tek erkek olduğunu ifade etmektedir.285
280 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 45; İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 292; el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, II / 106; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân, II /91 281 Âli İmran, 3/110 282 Lokman, 31/ 17 283 el-Hucurat, 49 / 9 284 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 46-50 285 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 292
121
İbnu’l-Arabî, bir tek erkeğin doğruya çağıran olarak nitelemekle kadının da
iyiliği emretme ve kötülüğü menetme için görevlendirilme ihtimalini düşünmüş
olabilir.
İbnu’l-Arabî, iyiliği emir ve kötülükten nehyin tertibi hakkında Hz.
Peygamber’den sabit olan hadisi 286 nakletmekte287 ve ümmetin diğer ümmetlere
takdim edildiğini ifade etmektedir.288
el-Kurtubî, ayette iyiliği emir ve kötülükten nehiy sözünün geçtiğini
“minküm” (sizden) ifadesinde kastedilenin amirler, alimler olduğunu bütün insanlar
olmadığını ifade etmektedir.289
Ayetin genel bir mana taşımadığından hareketle bu görev, amirler ve
alimlerle sınırlanmaktadır. Amir ve alim zikredililirken hakim zikredilmemektedir.
İbn Kesîr, “ve’l-tekün minküm ümmetin” (sizden bir ümmet/topluluk olsun),
ifadesiyle ilgili olarak hayra çağırma konusunda, iyiliği emir ve kötülükten nehiy
konusunda Allah’ın emrini yerine getirmeye tayin edilmiş olmanın söz konusu
olduğunu, ayette kastedilen durumla ilgili ümmetten bir grubun meşgul olmasının
kastedildiğini ve bunun ümmetten her fert için vacib olduğunu ifade etmektedir.290
İbn Kesîr’in, iyiliği emir ve kötülükten men ile ümmetin her ferdinin soromlu
olmasının vucubiyetini ifade etmesi, ayete muhatab olan kadın ve erkeği kastetmesi
demektir. Ancak ayette doğrudan hakimlik görevi ifade edilmemektedir. Ayette ifade
286 “Sizden biri bir kötülük görse eliyle kınasın/reddetsin/ düzeltsin buna güç yetiremezse diliyle buna güç yetiremezse kalbiyle işte bu imanın en zayıfıdır.” 287 el-Cessâs , Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 45;İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 293 288 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 293 289 el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, II / 106 290 İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, II / 91
122
edilen emrin hakimlik görevini tanımlaması kadın veya erkeğin görevi
üstlenebileceğini dolaylı olarak göstermektedir.
b. Nisâ Suresi 34. Ayet
“Allah’ın, bazılarını bazılarından üstün kılmasından ve erkeklerin
mallarından harcamalarından dolayı, erkekler kadınları kollayıp gözetirler. İyi
kadınlar, gönülden saygılı olup Allah’ın kendilerini korumasına karşılık, saklı olanı
muhafaza ederler. Sorumsuz davranmasından korktuğunuz kadınlara öğüt verin,
yataklarından ayrılın ve onlara vurun. Eğer size itaat ederlerse, aleyhlerine başka
bir yol aramayın. Allah yücedir, uludur.” 291
Bu ayeti kadının hakimlik görevini üstlenemeyeceğini ifade eden hukukçular
delil olarak kullanmaktadır. Öncelikle ayetin varsa nüzul sebebi hakkında bilgi
vermek uygun olacaktır.
Ayetin nüzul sebebine ilişkin Hz. Peygamber’e bir kadın gelerek kocasının
tokat attığını haber verdi, Hz. Peygamber de kadına kocasına tokat atmasını söyledi
bunun hemen arkasından Tâhâ suresi 114. ayet 292 ve bu ayet nazil oldu ve kadının
kısas yapmamak üzere döndüğü şeklinde rivayet; bir adamın karısını yaraladığını
kadının erkek kardeşinin Hz. Peygamber’e gelerek haber vermesi üzerine Hz.
Peygamber’in kısas dediği ancak müteakiben bu ayetin nazil olması üzerine Hz.
291 Özsoy-Güler, Konularına Göre Kur’ân, s.478; “Allah insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harca(yıp kadınların geçimini sağla)dıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Bundan dolayı iyi kadınlar itaatkar olup, Allah’ın kendilerini korumasına karşılık (Allah’ın verdiği başarı ile) gizliyi korurlar (kocalarına asla ihanet etmezler). Hırçınlık etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarda onlara sokulmayın, onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Allah yücedir, büyüktür” Ateş, Süleyman, Kur’ân Meâli,s.83 292 “Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur’an’ı acele okumağa kalkma; ‘Rabbim, ilmimi artır!’ de.”
123
Peygamber’in “Biz bir iş diledik Allah ondan başkasını istedi.” dediği şeklinde
rivayet, kaynaklarda yer almaktadır.293
Ayetin aile içi ilişkiler ile ilgili olarak aile hayatını düzenlemek amacıyla
indirilmiş olduğu görülmektedir.
Et-Taberî, “erricâlü kavvamûne alennisâ” kavli ile ilgili olarak şunları ifade
etmektedir:
Allah demek istedi ki; erkekler kadınlarına bakma/geçimini sağlama, kadınların
eğitiminde/disiplininde ve kadınların üzerine Allah ve kendileri için vacib
kılınmayanda kadınları yapmak istedikleri şeyden men etme konusunda ehlidir.294
Et-Taberî, İbn Abbas’ın kadının üzerine erkeğe Allah’ın emrettiğine itaat
etme anlamına geldiğine ilişkin görüşünü, es-Süddî’nin kadınları erkeklerin
eğittiklerine dair görüşünü nakletmektedir. Daha sonra erkeğin kadın üzerindeki
faziletinin de erkeğin nafaka ve mehirle sorumlu olmasından kaynaklandığını ifade
etmekte ve onunla ilgili rivayetleri nakletmektedir.295
Et-Taberî, kendi görüşünü şu sözlerle ifade etmektedir:
Erkekler kadınlar üzerinde yöneticidirler/sorumludurlar, sadece erkekler kadınların
üzerine Allah’ın üstün kılması ile erkeklerin mallarından kadınlar için onların
harcamaları sebebiyle.296
293 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV / 60; el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 266; İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 415; el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, III / 110; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, II / 293; Muhyiddin Muhammed b. eş-Şeyh Muslihiddin “Şeyhzade” (v. 951/1544), Kitâbu Şeyhzâde ala’t-Tefsîru’l-Kâdî el-Beydâvî, Matbaatu’l-Osmaniyye, İstanbul,1306, I / 31 294 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV/ 59 295 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV / 60,61 296 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV / 61
124
El-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinde ayetin tefsirini “Kadının kocasına
itaatinin vücubu” bölümünde yapmaktadır:
Erkeklerin ve kadınların arasında kısas olmayacağına delalet eder. Zührî’den bunun
gibi rivayet edildi. Kocasına itaatsizlik ettiği için kadına tokat atmanın caiz olduğuna
delalet eder. Allah itaatsizlik zamanlarında onu (kadını) dövmeyi mübah kıldı.
“Erkekler kadınlar üzerinde yönetici/nezaret eden/koruyandırlar” kavli, Allah’ın
erkeğin kadından akıl ve görüş bakımından üstün kılması sebebiyle erkeklerin,
kadınlar üzerinde te’dîb, tedbîr (çekip çevirme), hıfz ve sıyâne ile yönetici olmalarını
ve kadınlar üzerinde harcama yapmalarını gerekli kılmasını içerir. Ayet birkaç
manaya delalet eder: Evde erkeğin kadına üstünlüğüdür ve evi düzenleme/çekip
çevirme ve disipline etme/terbiye ile yönetmedir, bu kadını erkeğin evinde oturmaya
ve dışarıya çıkmaktan kadını men etmeye delalet eder ve erkeğe itaat ve onun emrini
isyan olmaksızın kabul, kadına gerekir. “mallarından onlara harcamaları sebebiyle”
kavli, Bakara suresi 233. ayet 297 ve Talak suresi 7. ayette 298 ve Peygamber’in
“Onların rızklarını ve giysilerini uygun biçimde verin” kavli kadının nafakasının
erkek üzerine vacib olduğuna delalet etti.“mallarından onlara harcamaları sebebiyle”
kavli mehir ve nafakayı düzenler, çünkü bu ikisi birden karısının lehine, kocaya
gerekir.299
Ayetin tefsirlerinde aile hayatını düzenlemek üzere erkeğin nafaka ve
mihirden sorumlu olması sebebiyle yöneticilik hakkının erkeğe verildiği ifade
edilmektedir. Ayette sadece erkeklerin mallarından harcamaları sebebiyle durumun
böyle olduğu ifade edilmekle birlikte erkeğin kadından akıl ve görüş bakımından
297 “Anneler, emzirmeyi tamamlamak isteyen baba için çocuklarını tam iki yıl emzirirler.Emzirenlerin yiyecek ve giyeceğini, örfe uygun bir şekilde sağlamak, çocuk kendisinin olan babaya aittir..” 298 “Varlıklı olan, varlığına göre harcasın; rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan da, Allah’ın kendisine verdiğinden versin...” 299 el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 267
125
üstün kılınması da sebep olarak gösterilmektedir. Birinci bölümde yer verdiğimiz
kadınların akıllarının noksanlığı ile ilgili rivayetin kabul ve etkinlik rolünün olması
yanında, ataerkil zihniyet belki böyle bir anlamaya sevketmiş olabilir.
İbnu’l-Arabî, “kavvam” kelimesinin anlamına ilişkin olarak erkeğin kadına
başkan/ muhafız/müdür olduğunu, kadının emrini/işini üstlendiğini, kadının halini
düzelttiğini, İbn Abbas’ın erkeğe itaatin kadına gerektiği görüşünü ifade
etmektedir.300 Daha sonra haklarda iki eşin ortak olduğunu Bakara Suresi 228. ayete
301 yer vererek ifade etmekte ve şöyle devam etmektedir:
Yöneticiliğin fazileti ile, mihir ve nafakaya harcama, aile hayatını iyi/hoş yapma ve
aile hayatını gizleme erkeğe gerekir. Erkek, kadına Allah’a itaat etmesini emreder,
İslam’ın şeairinden namaz ve oruç müslümanlara vacib olduğu zaman kadına
bildirir. Ve erkeğin malını koruma ve erkeğin ailesine ihsan kadına gerekir, erkeğin
izin vermesi dışında ondan uzak durma emrine uyma ve taatler hakkında erkeğin
sözünü kabul kadın için yükümlülüktür.302
İbnu’l-Arabî, “bima feddallahu ba’dahüm ala ba’dın” (Allah’ın birbirlerinden
üstün kıldığı şeyle) ifadesiyle ilgili olarak erkeğin, erkeğin fazileti sebebiyle kadın
üzerine yönetici kılındığını bunun üç şeyde; aklın ve temyizin kemali, iyiliği emir ve
kötülükten nehy ve cihat vd., nafaka ve mihirde malın, kadın lehine erkeğin
harcaması konularında gerçekleştiğini ifade etmektedir. İbnu’l-Arabî, burada Hz.
Peygamber’in “akıl ve din noksanlıklarından gördüğüm şey sizden basiretli erkeğin
300 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 415,416 301 “..Örfe uygun olarak, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.” 302 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 416
126
aklını almasıdır” hadisini, akıl ve din noksanlığı ile ilgili hadisini303 ve Bakara 282.
ayette geçen “ikisinden biri şaşırırsa ikisinden diğeri hatırlatsın” ifadesini
nakletmektedir.304
İbnu’l-Arabî, el-Cessâs gibi düşünmekle birlikte el-Cessâs’ın gizli olarak
ima ettiği kadınların noksanlığı ile ilgili rivayeti açıkça zikretmekte hatta Bakara
Suresi 282. ayeti de görüşünü desteklemek için kullanmaktadır. Erkeğin kadını
üzerindeki üstünlük noktaları arasında gizli olarak ifade ettiği bir çeşit iyiliği
emretme, kadınları men etme olduğunu düşündüğümüz hakimlik konusunu, kadın
aleyhine kullanmaktadır.
El-Kurtubî, erkeklerin kadınları koruyup savunduklarını, kadınların
nafakalarını erkeklerin yerine getirdiklerini ve erkeklerin hakimler, amirler ve gazve
komutanları olduklarını ve bunların kadınlara ilişkin olmadığını ifade etmektedir.305
el-Kurtubî, Nisa suresi 32. ayete 306 yer verdikten sonra kadınlar üzerinde
erkeklerin mirasta üstünlüklerini erkeklerin üzerine mihir ve infakın gerekmesi
sebebiyle olduğunu ve erkeklerin üstünlüklerinin kadınlara dönen faydalı bir kazanç
olduğunu ifade etmektedir.307
Daha sonra kadın-erkek arasındaki farklılığa işaretle şunları ifade etmektedir:
303 bkz. I. Bölüm Kadının Aklı Noksan mıdır? s.29 304 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 416 305 el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, III / 110 306 “Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzu etmeyin. Erkeklere çalıştıklarından bir pay vardır, kadınlara da çalıştıklarından bir pay vardır. Allah’tan bolluğunu dileyin. Doğrusu Allah her şeyi bilmektedir.” 307 el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, III / 111
127
Erkekler, akıl ve planlama/tedbirin fazla bulunması sebebiyle faziletlidir ve bu
sebeple erkeklere kadınları yönetme hakkı verildi. Denilir ki: erkekler için karakter
ve ruhta kadınlar için olmayan ziyade bir kuvvet vardır; çünkü erkeklerin
karakteri/kişiliği/mizacında kızgınlık ve kolay ağlamama daha galiptir ve onun
mizacında bir kuvvet/güç ve şiddet olur ve kadınların mizacında sulu gözlülük,
incelik/yumuşaklık ve zayıflık olduğu için, “onların mallarından harcamaları
sebebiyle” kavli ile yönetme hakkı, erkeklere verildi.308
el-Kurtubî, erkeklerin kadınları eğitmelerine ayetin delalet ettiğini, erkeklerin
haklarını korurlarsa ve erkeğin kadınla yakın ilişkisi/aile hayatının, kötü olması
gerekmediğini ifade etmektedir. Bir şeye yönetici olanın, o şeye bakışında istibdat
olan ve onu ictihadla koruyan olduğunu, erkeklerin kadınlar üzerine yönetici
olmasının, bu sınır üzerinde olduğunu kadını yönetme/çekip çevirme ile kadının
terbiyesi/eğitimi ile kadını evinde tutma ve kadını evin sundurmasından menetme ile
ilgili olduğunu, erkeğe itaatin ve erkeğin emrini isyan olmadığı sürece kabulün
ayetin, kadın üzerine gerektirdiğini ifade etmektedir. Bunun ta’lilinin
fazilet/üstünlük, nafaka, akıl, kuvvet, cihat emri, miras, iyiliği emir ve kötülükten
nehiy ile olduğunu ifade etmektedir. Ve kadının nafakasından aciz olması
durumunda kadın üzerindeki erkeğin yöneticiliğinin, düşeceğini ve yöneticiliğin
düşmesi sonucunda, nikahtan kaynaklanan amacın kalkmasıyla akdin kadın lehine
fesholacağı görüşünde olanların Malik ve eş-Şâfiî olduğunu, Ebû Hanîfe’nin akdin
fesholmayacağı görüşünde olduğunu ifade etmektedir.309
308 el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, III / 111 309 el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, III / 111
128
el-Kurtubî de kadının üzerine erkeğin yönetici olduğunu, bunda erkeğin
aklen üstünlüğünün ve iki cinsin farklı psikolojilerinin etkisinin olduğunu ifade
etmektedir. O, erkeğin kadından üstün olduğu hükümleri ifade etmekte ancak aile
yöneticiliğinde erkeğin kadının nafakasını karşılayamaması durumunda yöneticiliğin
kadına geçeceğini ifade etmektedir.
İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’de ayeti açıklarken erkeğin kadından
sorumlu olduğunu; erkeğin kadını koruduğunu, kadının yöneticisi olduğunu; büyüğü
olduğunu ve erkeğin kadın üzerinde hakim olduğunu, otoriter bir yetkisinin
olduğunu; kadının eğitimcisi olduğunu ifade etmekte ve daha sonra erkeklerin
kadınlardan daha iyi/üstün/tercihe şayan olduklarını ve erkeğin kadından daha hayırlı
olduğunu; peygamberliğin ve devlet başkanlığının erkeklerin görevi olduğuna Hz.
Peygamber’in Kisrâ’nın kızı ile ilgili hadisini delil göstermekte ve yargı vb.
görevlerin bunun gibi olduğunu ifade ederek şöyle devam etmektedir:
Yani Kitabında ve Peygamberin sünnetinde mihirlerden ve nafakalardan erkekleri
kadınlar lehine mükellef/yükümlü tuttu, erkek kadından daha iyidir/afdaldir, erkeğin
kadına üstünlüğü /fazlı vardır ve üstünlükler kadın üzerine erkeğin yönetici olmasını
uygun kılar.310
İbn Kesîr de erkeğin kadından üstün olduğunu, erkeklerin daha tercihe şayan
olduklarını ifade etmektedir. O, ikinci bölümde yer vereceğimiz rivayeti, ilk olarak
zikreden tefsirci olarak görünmektedir. Bu rivayetin kadınların akıllarının noksanlığı
ile ilgili rivayetten daha sonra, dayanak olarak kullanıldığını söylemek mümkündür.
310 İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, II / 292
129
et-Taberî’nin Câmiu’l-Beyân fi Te’vili’l-Âyi’l-Kur’ân’da zikrettiği İbn
Abbas’ın görüşünü yansıtan ifadelere yakın olarak İbn Kesîr, İbn Abbas’tan şunları
nakletmektedir:
kadınlar üzerine emirlerdir demektir yani kadın Allah, erkeğe itaaten neyi emrettiyse
kadın ona itaat eder/boyun eğer, ona boyun eğen kadın, erkeğin ehli için ihsan eden
ve erkeğin malını koruyandır.311
İbn Abbas, ne noksanlıkla ne de Kisrâ’nın kızı ile ilgili rivayeti zikretme
gereği duymuştur. O, ayeti aile hayatını düzenleyen, iki başlılığı önlemek üzere
konmuş bir hüküm olarak değerlendirmiştir.
Kâdî el-Beydâvî’nin tefsiri üzerine “Şeyhzade” olarak tanınan Muhyiddin
Muhammed b. eş-Şeyh Muslihiddin (v. 951/1544) tarafından yazılan bir haşiyede
ayetin tefsiriyle ilgili olarak erkeklerin kadınlar üzerinde yönetici olduklarını;
kayyım ifadesinin iyilikle ve ihtimamla yönetme ve koruma olduğunu; kavvam
ifadesinin daha önemli/ciddi olduğunu; Allah’ın erkekleri aklın tamlığı ve tedbirin
güzelliği ve itaat ve amellerde kuvvetin fazlalığı sebebiyle kadınlardan üstün
tuttuğunu ve bu sebeple erkeklerin peygamberlik, imamet (suğra ve kübra) ve
velayet (nikahta velilik) ve şeairi yerine getirme (ezan, kâmet ve hutbe gibi) ve bütün
yargısal konularda şahitlikte, cihat ve cumanın vucubunda vb. konularda
(bayram,husuf,kusuf namazları) asabe ve mirasta payın fazlalığında üstünlüğü
olduğunu ifade etmektedir.312
311 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân, II / 293 312 Şeyhzâde, Kitâbu Şeyhzâde, I / 31
130
Sıddık Hasan Han, ayette erkeklerin kadınları korumayı, savunmayı yerine
getirdiklerini ve bunu hakimlerin ve amirlerin halkı koruması gibi yaptığını ve aynı
zamanda erkeklerin nafaka, giysi ve mesken açısından erkeğe muhtaç olan
kadınlardan sorumlu olduklarını ifade etmektedir. “ba’dahüm ale ba’dın”(onlardan
bazılarını bazılarına) ifadesindeki zamirin erkekler ve kadınlar için olduğunu, bu
meziyeti erkeklerin hak ettiğini, bunun da Allah’ın yalnız erkekleri kadınlara tercih
etmesi/üstün tutması ve halifelerin, sultanların, hakimlerin, emirlerin ve savaş
komutanlarının erkeklerden olması sebebiyle olduğunu ifade etmektedir.313
Görüldüğü gibi ayetin klasik yorumlarında kadınların akıl noksanlıklarıyla
ilgili ve Kisrâ’nın kızıyla ilgili rivayete yer verildiğini, aile hayatını düzenlemek
üzere nazil olduğunu, bu düzenlemeyi yapacak olanın erkek olmasının nafaka ve
mihirle yükümlü olmasından kaynaklandığını, bunun yanı sıra ayetin kadınların
halife, hakim, emir ve savaş komutanı olmalarına imkan vermediği yer almaktadır.
Son yüzyılda yapılan yorumlara bakacak olursak sosyoloji, sanat ve edebiyatı
korumak için kurulan yüksek meclisin Siyaset İlimleri ve Kanun Kurulu’nun 1966
yılı sonlarında başlayıp 1967 yılı mayıs ayında son bulan kongre çalışmasının metni
olan el-Usbuu’l-Fıkhu’l-İslamî dergisinin üçüncü sayısında çalışma konularından
biri de “Kadının Toplumdaki Rolü” başlığı altında yer almaktadır. Zekeriya el-Berrî,
insanın hayattaki sorumluluğu, kadın ve erkeğin birbirlerine karşı konumuna ilişkin
ayetleri referans göstererek tebliğine başlamaktadır. Doğruluğu ve iyiliği tesis etmek
için toplumda zaman ve mekanın değişmesine, medeniyetin gelişmesine paralel
olarak insanın hayatını ve toplumla ilişkisini düzenleyen hükümlerin vazedildiğini
ifade etmektedir. Ailede kadının haklarına ilişkin, nafaka vermeyen kocanın ihtiyacı 313 el-Kınnevcî , Neylü’l-Merâm, I / 298-299
131
kadar alma hakkına; Nisa Suresi 34. ayette erkeklerin yöneticiliklerinin zorbalık
olmadığına, çocukların korunması, aile işlerinde anlaşma ve dayanışmaya dayalı
olduğuna, hıdâne ve miras ile ilgili açıklamalara ve kadının malî özgürlüğüne ilişkin
bilgiler vermektedir.314
Salih Akdemir, “Tarih Boyunca ve Kur'ân-ı Kerim’de Kadın” adlı
makalesinde, Nisa Suresi 34. ayette geçen ‘kavvamun’ kelimesinin bir kimsenin işini
görme, yönetme anlamlarına geldiğini, reislik görevinin karı-koca ilişkileri için söz
konusu olacağını, toplumsal şartların gelişmesi sonucu, erkek ayetteki şartları yerine
getiremezse yöneticilik görevine hak talep edemeyeceğini belirtmekte ve yönetenin
erkek veya kadın olmasının, birinin diğerinden üstünlüğü anlamına gelmediğini ifade
etmektedir.315 Akdemir’in “karı-koca ilişkileri” ile genel anlamda eşlerin karşılıklı
haklarından kaynaklanan ilişkilerini kastettiğini düşünüyoruz.
El-Kurtubî ise, erkeğin ayetteki şartları yerine getirememesi durumunda
yöneticiliğin erkekten düşeceğini ve hatta nikahın feshedilebileceğini nakletmekte 316
ancak yöneticilik hakkının kadına verileceği yönündeki bir anlamaya dair ipucu
vermemektedir. Zira böyle bir anlamaya onun çağı ve problemleri imkan vermemiş
olabilir.
314 Zekeriya el-Berrî, “Devru’l-Mer’etü fi’l-Müctema”, el-Usbûu’l-Fıkhu’l-İslâmî , Yıl.1967, S.3, Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye, Kahire, 1980, s. 232-234 315 Akdemir, Salih, “Tarih Boyunca ve Kur'ân-ı Kerim’de Kadın”, s.268 316 el-Kurtubî, el-Câmiu’l-Ahkâm, III / 111
132
Salih Akdemir, kadın aleyhtarı yabancı kültürlerin İslam’a girmesi sonucu,
kadının asırlar boyu aşağılandığını ve toplumdan soyutlandığı ve kadınların tıpkı
erkek gibi devlet başkanlığı da dahil olmak üzere bütün işleri ve görevleri
yapabilecekleri sonucuna varmaktadır.317
Hayri Kırbaşoğlu’nun “Kadın Konusunda Kur'ân’a Yöneltilen Başlıca
Eleştiriler” adlı makalesinde erkeklerin kadınlar üzerinde hakim olması ile ilgili
olarak ‘kavvam’ kelimesinin koruyucu, gözetici, nezaret edici, sorumlu anlamlarında
olduğu, bu üstünlüğün mutlak ve ontolojik bir üstünlük olmadığı, derece/avantaj
farkının bulunduğunu ifade etmekte ve buna ilişkin Bakara Suresi 228. ayete318 yer
vermektedir. Erkeğin kadına karşı bir derece avantajının, uygulamada aile reisi
oluşuyla gerçekleştiğini, sadece aile içi ilişkiler için söz konusu olduğunu, aynı anda
hem kadının hem de erkeğin aile reisi olmasını istemenin akıl dışı olduğunu ifade
etmektedir. Aile içi ilişkiler dışında kadın ile erkeğe birbirini tamamlayan, birbirine
destek veren, iki inanan, iki insan olarak bakılmakta olduğunu gösteren ayetleri319
zikretmektedir. Medine Toplumu’nda İlahi mesajın özel bir statüsü bulunmayan
herhangi bir müslüman hanımın şahsi problemini ciddiye alıp evrensel vahiy içinde
320 yer vermesinin, Allah’ın kadına verdiği değerin en açık delillerinden biri
olduğunu, ileri yaşta oluşundan hareketle Havle binti Sa’lebe adlı bu hanımın
müslüman olmadan önce de hakkını arayabilen, kendisini erkekten küçük görmeyen
bir karakterde olduğunu, müslüman olduktan sonra da bu özelliklerini koruduğunu ve
devam ettirdiğini, Hz. Peygamber’in bu özellikleri eleştiri konusu yapmadığını,
317 Akdemir, Salih, “Tarih Boyunca ve Kur'ân-ı Kerim’de Kadın”, s.270 318 “..Örfe uygun olarak, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.” 319 Tevbe, 9/71; Ahzab, 33/35; Muhammed, 47/19; Âli İmran, 3/195 320 Mücâdele, 58/1-5
133
Kur'ân’ın bütün müslüman kadınlara Havle’yi örnek göstermekte olduğunu ve
onların benzeri durumlarda Havle’nin sergilediği tavrı benimsemelerini teşvik
ettiğini ifade etmektedir. Kırbaşoğlu, Hz.Ömer’in Havle’nin nasihatlerini dinlemesi
ve Hz.Ömer ile mihir konusunda kadınların haklarını arayan kadın olayından
İslam’ın ilk dönemlerinde kadınların kendilerini erkeklerden aşağı onların emrinde,
her dediklerine boyun eğmesi gereken insanlar olarak görmedikleri ve erkeklerin de
kadınları kendilerinden aşağı ikinci sınıf insan olarak görmedikleri321 şeklindeki
yorumları ayetleri anlamada bütüncül bir yaklaşımla İslam’ın ilk döneminin sosyal
hayatını dikkate aldığını göstermektedir. Zira bunlar doğru anlamlandırmada olması
gereken yardımcı unsurlardır.
Akdemir ve Kırbaşoğlu’nun makalelerinin konumuzla doğrudan ilgili
kısımları arasında kullandıkları ayetler ve örnekler bakımından paralellik vardır.
Onlar, aile içi ilişkiler konusunda reisliğin erkeğe bir derece avantaj 322 sağladığını
ifade etmektedirler.
Hayreddin Karaman, “Kadının Şahitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi”adlı
makalesinde kadının aile ihtiyaçlarını karşılamada kocasına yardımcı olmak için
çalışmasının caiz olduğunda ittifak edildiğini, bunun evli kadının vazifesi olup
olmadığının tartışıldığını ifade etmektedir. Kamu görevi ile ilgili tartışmaların
bağlayıcı nasslardan çok örf, âdet ve ihtiyaca, zamanın sosyo-kültürel ve ekonomik
şartlarına dayandığını ifade etmekte ve İslam’da kadının gerektiğinde kamu görevi
yapmasını yasaklayan açık kesin bağlayıcı bir nassın mevcut olmadığını
belirtmektedir. Allah’ın erkek ve kadına birbirini tamamlayan farklı özellik ve
321 Kırbaşoğlu, Hayri, “Kadın Konusunda Kur'ân’a Yöneltilen Eleştiriler”, s.272-276 322 Bakara, 2/228
134
kabiliyetler verdiği, bu özellik ve kabiliyetlerin, aksine bir zaruret ve ihtiyaç
bulunmadıkça tabii bir işbölümünü ve öncelikler sistemini beraberinde getirdiği ifade
edilmektedir. 323
Hayreddin Karaman, kadını kamu görevinden men eden açık ve bağlayıcı bir
nassın bulunmadığını ifade etmekle birlikte kadına kamu görevinin verilmesini,
kadın ve erkeğin yaratılış farkına ve bunun doğurduğu sonuçlara bakarak zaruret ve
ihtiyaç halinde izin vermektedir. O, bu ifadeleriyle zaruret ve ihtiyaç hali dışında
kadının kamu görevini üstlenmemesini doğal bir süreç olarak kabul etmekte ve belki
taşıdığı yargılar onu böyle düşünmeye sevketmektedir. Evli kadının görevinin aile ve
ev işleri, kocasının görevinin ise nafaka temini olduğunu ifade etmek istemektedir.
Aynı derecede göreve layık olan erkek ve kadından, nafaka temini ile yükümlü ve
“erkek” olduğu için erkek tercih edilmeli midir?
Rim Nasûh el-Hayyat, bir kadın araştırmacı olarak el-Mer’etü fi’l-İslam
Kadâyâ ve Fetâvâ adlı çalışmasında ilgili ayetle ilişki kurarak “kavvam” kavramına
ilişkin şunları ifade etmektedir:
Genel işleri yürütmesi ve gözetim/bakım sorumluluğunu taşıması sebebiyle ve Yüce
Şâri’in çizdiği sınırlara uyma ve hanîf şerîat kaidelerine uyma sebebiyle erkek,
tarafından evin başkanlığının yürütülmesi olarak Kavvam(yönetici) tanımlanabilir.
Bu sorumluluğu nafaka ile mükellef olması sebebiyle erkek taşır. Erkek evinin
idaresiyle görevlendiren olduğu zaman, reisi olduğu zaman ve bu şu demek değildir:
Tahakküm, zorlama, zorbalık/kuvvet, bilakis danışma, karşılıklı anlaşma ve görüş
alışverişidir ve bu müslümanın evini kaplayan nişan/alamettir. Erkeğin yöneticiliği,
323 Karaman, Hayreddin, “Kadının Şahitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi”, s.291
135
eve nafaka getirme demektir. Yöneticilik, ıslah/yenileme/onarma ve
düzenleme/iyileştirme/ayarlamadır, istibdat/keyfilik ve tahakküm değil.324
Daha sonra Hz. Peygamber’in “müminlerin en hayırlısı ahlaken en güzel
olanlarıdır, sizin en hayırlılarınız kadınları için hayırlı olanlardır” 325 hadisine ve
kadınları testiye benzeterek onlara yumuşak/kibar davranılmasını ifade eden hadisine
yer vererek erkeğin iradesi ve kararlılığı/basireti ile kadının kalbi ve şefkati ile
yönettiğini ifade etmektedir.326
Muhammed Biltâcî, Mekanetü’l-Mer’e adlı çalışmasında ayetin yorumuyla
ilgili olarak derece farkının olduğunu, bu derecenin anlamının, Allah’ın erkeği aileyi
yönetmek için hazırlamış ve ikisinin arasını birleştiren hayat işlerinin yönetimini
üstlenmesini sağlayan tabiat ve fıtratta yaratmış olması olduğunu ifade etmekte ve bu
yüzden geçim işlerinde malî harcamanın erkek üzerine gerektiğini ifade etmektedir.
Toplantılarda dışarı ile ilgili kararları almak ve görevleri üstlenmek ve geçerliğini
denetlemek için üyeleri arasından bir başkanın ve yöneticinin gerekli olması gibi aile
için de bir başkanın gerekli olduğunu ifade etmektedir. Kadınlara özel hamilelik,
hayız, doğum ve menopoz gibi durumların kadının ruhsal şikayetleri olduğunu ve bu
durumların işlere/olaylara sakin, dengeli, aklî bakıştan kadını uzak tuttuğunu; bu
durumların olmadığı dönemlerde de olaylarda duygusallık/çabuk heyecana
kapılmada, duygular ve duyularına kapılmada kadının, erkekten daha yakın/yatkın
olduğunu ifade etmektedir. Onun Allah’ın yarattığı bir fıtrat olduğunu, erkek
fıtratından ayırt edilen ve ortak olmayan işlerde her ikisinde diğerinde olmayan
yetkinlik/ihtisas alanı (önceliğin) olduğunu bunun böyle bir tercih etme olduğunu
324 Rim Nasûh el-Hayyât, el-Mer’etü fi’l-İslam Kadâyâ Fetâvâ, el-Yemâme, Beyrut, 1997, s.59 325 İbn Mâce, Sünen, Kitâbu’n-Nikah, I /636 326 el-Hayyât, el-Mer’etü fi’l-İslam, s.60
136
ifade etmektedir. Batı toplumunda da kadının pek çok alanda aktif olarak yer
almasına rağmen kadınlara ait pek çok şeyde karar verenin, büyüklük taslayanın,
yönetici olanın erkek olduğuna vurgu yaparak fıtratla ilgili bir durum olduğunu
yinelemektedir.327
Ayeti, aile hayatını düzenleyen olarak değerlendiren Muhammed Biltâcî,
Abbas Mahmud el-Akkâd’ın mülahazalarından alıntı yaparak şunları ifade
etmektedir:
Erkek ve kadın haklar ve vecibeler konusunda eşittir. Yetenekleri, işleri ve hayatının
amaçları noktalarından tek cinsin sıfatları ile yetişmezler. Çeşitli konumlar ve
kültürlerde yeryüzündeki herhangi bir milletin tarihinde asla erkeklerin cinsi ile
kadınların cinsi eşit olmaz. Bu tek sebebe bağlanır: erkek kadından geneli etkileme
ve güç konusunda üstündür. Bu sebebe bağlama ilk asırların cahilliğidir. Kadın genel
işlerde erkekten aciz değildir. Bu işlerde devamlı çalışma/ilgilenmenin azlığından
kaynaklanır. Kadın bin senelik ev işlerine kendini verir ve onun üretimle meşgul
olduğu her şey bu işlerdedir.328
327 Muhammed Biltâcî, Mekanetü’l-Mer’e, Daru’s-Selâm, Kahire, 2000, s. 99-102 328 Biltâcî, Mekanetü’l-Mer’e, s. 102,103
137
Mahmud el-Akkâd, kadının pek çok işten acziyetinin devamlı meşgul
olmama ve ilgilenmenin azlığından kaynaklandığını, bu halin değişmesi durumunda
kadının acziyetinin kalkacağını ifade etmekle sosyal değişimi dikkate almaktadır.
Biltâcî, daha sonra bazı kadınların, çoğu erkeklerden ilim, akıl, fazilet yönünden
daha üstün olduğunu; böyle erkeklerden birinin sayılan özellikler bakımından
kendinden daha üstün kadınlar üzerine yönetici olmasını, insanların mantığının
doğrulamayacağını; Hz. Aişe ve Ebû Cehil örneklerini vererek ifade etmektedir.329
Ayetteki yöneticilikte her ne kadar cinsiyet belirtilmiş olsa bile esas olanın ilim, akıl,
fazilet yönünden üstün olma olacağını ifade etmekle tarafsız ve tutarlıdır.
Ayetle ilgili yapılan yorumlar ayetin, aile hayatını düzenlemekte olduğunu
göstermektedir. Ayetin nazil olduğu bağlamdan çıkarılmak suretiyle kamu hayatının
düzenlenmesinde kullanılmasına dikkatleri çekmek isteriz.
329 Biltâcî, s. 103
138
II. KONUYLA İLGİLİ OLAN HADİSLERİN YORUMLARI
a. Kisrâ’nın Kızı İle İlgili Rivayet
Ebû Bekre’den rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: “Cemel günlerinde
neredeyse Cemel Ashabına katılıp, onlarla birlikte savaşacakken/şavaşmaya karar
vermişken, Allah beni Peygamber’den (s.a.) duymuş olduğum bir sözle
faydalandırdı.” (Ebû Bekre) dedi ki: “Resullullah’a (s.a), Fars halkının başlarına
Kisrâ’nın kızını yönetici/hükümdar olarak geçirdikleri/atadıkları haberi ulaşınca
şöyle demişti: “Bir kavim bir kadını işlerinin sorumlusu yaparsa/başına geçirirse
felah bulmaz/başarılı olmaz /istediğini elde edemez.”330
El-Aynî, Umdetü’l-Kâri adlı Buhârî’nin Sahîh’ine yazdığı şerhte, Kisrâ’nın
oğlu Şirveyeh tarafından öldürmesinden altı ay kadar Şirveyeh’in yaşadığını,
ölmeden önce bütün erkek kardeşlerini taht hırsı ile öldürmesi sebebiyle öldüğü
zaman erkek varis olmaması sonucunda, Kisrâ’nın kızı Bûran’ın tahta çıktığını
bundan halkın hoşnut olmadığını ifade etmektedir. Rivayette geçen Cemel
günlerinin, Hz.Osman’ın kanını talep için Talha ve Zübeyr ile beraber Hz.Aişe’nin
emri altında Basra bölgesine yöneldikleri zaman olduğu; Cemel ashabının da Hz.
Aişe’nin askerleri olduğunu ifade etmektedir. El-Aynî, et-Taberî’den Bûran’ın kız
kardeşi Ezremiduht’un da hükümdar olduğunu nakletmekte ve el-Hattabî’nin
(v. 388/998) hadis hakkındaki kadını emirlik/prenslik ve hakimlik / kâdîlik ile
görevlendirmek olmaz görüşünü nakletmektedir.331
330 İbn Hanbel,el-Müsned,V / 38,43,47,50,51; el-Buharî, el-Câmiu’s-Sahih, Kitâbu’l-Meğâzî, V / 136, Kitâbu’l-Fiten, VIII / 97; et-Tirmizî, es-Sünen, Kitâbu’l-Fiten, IV / 527,528; Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali en-Nesâî (v. 303/915), es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, Kitâbu’l-Kudât, VIII/227 331 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, XIV / 393
139
İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî adlı şerhte Cemel olayı ile ilgili kısa
bilgi verdikten sonra Kisrâ’nın kızının Bûran binti Şirveyeh b. Kisra b. Perviz
olduğunu ifade etmektedir. Şirveyeh’in babasını öldürdüğünü, ölmeden önce
babasının bunu fark edip oğluna tuzak kurarak hazinelerinden bazısına zehir
koydurup oğlunu zehirleyerek öldürdüğüne dair bilgiler vermekte ve oğlunun
babasından sonra altı ay kadar yaşadığını, Şirveyeh’in de ölmeden önce saltanat hırsı
sebebiyle bütün erkek kardeşlerini öldürdüğünü ifade etmektedir. Yerine geçecek
erkek olmadığı için isteksiz ve hoşnut olmayarak kadını hükümdar yaptıklarını ifade
etmektedir. El-Aynî gibi el-Askalânî de et-Taberî ve el-Hattabî’den nakillere yer
vermektedir. El-Hattabî’den verdiği naklin ifadeleri ve hadise ilişkin kendi yorumu
şöyledir:
el-Hattâbî, bu hadiste kadını emirlik ve yargıçlık ile görevlendirmek olmaz ve onda
kadının kendi başına evlenemeyeceği ve akit yapamayacağı vardır, o yargıçlık ve
emirlik ile görevlendirilen kimse, tahkik eden/teftiş eden ve men edendir ve bu
alimlerin çoğunluğunun görüşüdür, ona et-Taberî cevaz verdi, Ebû Hanîfe kadınların
şahitliğine cevaz verilen şeylerde kadın hükümle görevlendirilir, dedi. Bu hadisin
şerh ile ilgisi bir yöndendir. Peygamber’in mektubunu yırtan Kisrâ kıssası ile
tamamlanır, Allah oğlunu ona musallat etti ve oğlu onu öldürdü sonra erkek
kardeşlerini öldürdü, kadının emir verme ile onlara onu emretmeye ulaşıncaya kadar,
onların hükümdarı bunu ahlaksızlığa götürdü ve parçalandılar tıpkı Peygamber’in
ona dilediği gibi.332
332 el-Askalânî, Fethu’l-Bâri, VIII / 472
140
Hadisin şerhinde, hadisin kadını emir/hükümdar ve yargıç olarak
görevlendirmekten men konusunu hatta evlilik akdi yapamayacağı görüşünü
görmemiz mümkündür. Hakimliğin tahkik etme ve men etme konularını içerdiğini
ifade etmeleri daha önce zikrettiğimiz Âli İmran 104. vb. ayetlere muhatab olmayı
yani iyiliği emretme ve kötülükten men etmeyi içerdiğini göstermektedir. Bu
durumda, aslında kadının hakim olmasında, ayet açısından bir engel yoktur. Ancak
bir helak süreci içinde yer alan gayr-i müslim bir kadın hakkında Hz. Peygamber
yaptığı bir yorum olduğunu düşündüğümüz bu rivayet, kadını yargı görevinden
dışlamakta delil olmaktadır.
Buhârî, Peygamber’in Kisrâ ve Kayser’e Mektubu bölümünde bu rivayete yer
vermektedir. O, daha önce şu rivayete yer vermiştir:
“İshak bize haber verdi ve şöyle dedi: “Ubeydullah b. Abdullah bana haber
verdi, İbn Abbas, Peygamber’in (s.a) Kisrâ’ya Abdullah b. Huzafe es-Sehmi ile
beraber gönderdiğini ve ona Bahreyn’in büyüğüne onu sunmasını emretti.
Bahreyn’in büyüğü onu Kisrâ’ya sundu. Onu okur okumaz parçaladı.İbnu’l-
Müseyyib olduğunu sandığım şöyle dedi: Rasul onlara tam bir parçalanışla
parçalanmaları için beddua etti.”
el-Aynî ve el-Askalânî bu rivayetin şerhinde Hz. Peygamber’in Bahreyn
valisi Bâzân’a, Bâzân’ın adamlarıyla “Rabbim senin Rabbini bu gece öldürdü”
şeklinde bir yazı gönderdiğini ve bu olayı mucizevi bir şekilde haber verdiğini, daha
sonra da Allah’ın Kisrâ’ya oğlu Şirveyeh’i musallat ettiğini ve onun babasını
öldürdüğüne dair bilgiler vermekte ve olayın tarihlerine ilişkin bilgileri tarihçilerden
141
nakletmektedir.333 Bu ifadeler bize olayın aşamalarını göstermekte ve Hz.
Peygamber’e hakaret eden bir hükümdar ve kötü yönetiminin sonunu göstermektedir.
İbn Hacer el-Askalânî’nin ahkâm hadisleri bir araya getirdiği Buluğu’l-
Merâm adlı eserine Muhammed b. İsmail es-San’ânî (v. 1182/1768) tarafından
yazılan şerh olan Sübülü’s-Selâm adlı eserde hadisle ilgili şu açıklamalar yer
almaktadır:
O, müslümanların genel hükümlerinden bir şeye kadını görevlendirmenin caiz
olmadığına delil içerir ve Şarih kadını kocasının evinde gözeten/ koruyan olarak
kaydetti ve Hanefîler, haddler dışındaki hükümlerle kadının görevlendirilmesinin
caiz olması görüşündedir ve İbn Cerir mutlak olarak kadının görevlendirilmesinin
caiz olması görüşündedir. Hadis, bir kadını işlerinin başına geçiren kimselerden
felahsızlık hakkında haber vermedir ve onlar kendileri için felahsızlığı getirmekten
men edilenlerdir, felahı kazanıp kazanmamaya kendileri sebep olurlar.334
Rivayetin, kadını yargı görevinden men etme konusunda delil olarak
kullanıldığının açıkça ifade edildiğini görmek mümkündür.
Hamidullah’ın Hz.Peygamber’in gönderdiği İslam’a davet mektuplarından
biri olan bu mektupla ilgili yaptığı açıklamalara ve tarihî seyre bakacak olursak
şunları bulabilmek mümkündür. Hamidullah, hükümdarın mektubu okutmaya
başladığını tamamlanmasını beklemeden şanına uygun hitap olmadığını düşünerek
öfkeyle mektubu eline alıp yırttığını ve Hz. Peygamber’e bu hakaret tavrının haberi
333 el-Aynî, Umdetü’l-Kâri, XIV/391-393; el-Askalânî, Fethu’l-Bâri, VIII /469-470 334 Muhammed b. İsmail el-Emîr el-Yemenî es-San’ânî (v. 1182/1768), Sübülü’s-Selâm Şerhu Bulûğu’l-Merâm, (thc.Fevâz Ahmed Zemirlî, İbrahim Muhammed el-Hacel), Daru’r-Reyân li’t-Türâs, Kahire,1987, IV/237
142
ulaşınca Hz. Peygamber’in “Allah da onun hükümranlığını tam bir yırtılmayla
yırtsın!” dediğini ifade etmektedir.335
Hamidullah, Bizanslı tarihçi Theophan’ın Heraklius’un oğluna yazdığı
mektupta İran hükümdarının kendi öz oğlu tarafından suikaste kurban gittiğini
(naklen E. Gerland, Die persische Feldzüge des Kaisers Heraklius’dan); İran
hükümdarı Perviz’in valisinin elçileri vasıtasıyla Hz. Peygamber’i sarayına
çağırttığını, Hz. Peygamber’in ertesi gün elçilere, “Bu gece benim efendim
(Rabb’im), senin efendini Şeroeh (Şirveyeh) eliyle öldürttü” cevabını verdiğini
(naklen et-Taberî, Te’rih’ur- Rusul ve’l-Mülük, I/1572-74) ifade etmektedir.336
Hamidullah, hükümdarın ölüm haberinin gelişine ilişkin kaynaklardaki bilgileri
verdikten sonra Hz. Peygamber’in İran hükümdarına İslam’a davet mektubu
göndermesinden sonra dört yıl yaşadığını haber vermektedir.337 Yine Hamidullah,
Medine ile İran başkenti Medâin arasında doğrudan ilişkilerin İslam tebliğini red ile
kesildiğini ancak Bahreyn ve Yemen gibi İran idaresi altındaki bölgelerin tebliği
kabul ettiklerini ifade ettikten sonra, babasını öldüren Şeroeh’in sekiz ay kadar
hüküm sürdüğünü ondan sonra dört buçuk yıl zarfında tahta sekiz hükümdarın
çıktığını, kadın hükümdarların da olduğunu ve erkek olanlardan daha akıllı bir
siyaset takip ettiklerini ve Bûrân Duht adlı kadın hükümdarın kısa bir müddet tahtta
kalmasına rağmen İslam orduları tehlikesi sebebiyle Medine ile ilişkileri düzeltme
yoluna gittiğini ifade etmekte ve kadın hükümdarın Hz. Peygamber’in kabul ettiği bir
çok hediye gönderdiğini (naklen Tirmîzî, el-Câmi’us-Sahîh(Kabûl’ul-
335 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, ( trc. Salih Tuğ), İrfan Yayımcılık, İstanbul, 1993, I / 357 336 Hamidullah, İslam Peygamberi, I / 358 337 Hamidullah, İslam Peygamberi, I / 359-364
143
HedâyeBölümü)’den ve et-Taberî, Te’rih’ur- Rusul ve’l-Mülük, I/2163) ifade
etmektedir.338
Onun bu ifadeleri Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetteki helake sebep
olan kadın tanımına uymamaktadır. Aklen eksik olduğu iddia edilen kadın cinsinden
biri olarak bu kadın hükümdarın eksikliğini, hükümdarlığında görmek mümkün
değildir. O, gayet akıllıca bir siyaset gütmüş ve kısa bir süre iktidarda kalmıştır.
Mehmet Hatiboğlu, doktora tezinde, Kisrâ’nın kızıyla ilgili bu hadise ve
benzerlerine “Siyasi Hadiselerle İlgili Rivayetler” bölümünde yer vermiş ve konuyla
ilgili şunları ifade etmektedir:
Malum olduğu üzere Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra Ali-Aişe Mücadelesi
diye isimlendirebileceğimiz hadiseler vuku bulmuştur. Hz. Aişe’nin hareketini doğru
bulmayan ve ona karşı olan çevrelercedir ki bu hadiseyi onun aleyhine bir itham
vesilesi kılmışlar ve onun uğursuzluğuna hamletmişlerdir:... Rivayeti nakleden Ebû
Bekre : Bildim ki, diyor, Ashab-ı Cemel felah bulmayacaklar. (naklen Kastallânî,
İrşâdu’s-Sârî, X/185,186) 339
Buradan Kisrâ’nın kızıyla ilgili rivayetin bağlamından çıkarılarak, başka
amaçlara vesile kılındığı sonucunu çıkarmak mümkündür.
Kadınların hakimlik görevini üstlenmesi ile ilgili nakledilen bu rivayete
ilişkin Hidayet Şefkatli Tuksal’ın açıklamalarında şunları bulmak mümkündür:
338 Hamidullah, İslam Peygamberi, I / 363 339 Mehmet Hatiboğlu, İslami Tenkid Zihniyyeti ve Hadis Tenkidinin Doğuşu, (basılmamış doktora tezi)1962,s.34
144
Fıkıh otoritelerinin tamamının, kadının yönetici olamayacağı hususunda nebevî bir
nass olarak kabul ettikleri bu rivayetin tarihsel arka planlarından biri, ravi Ebû
Bekre’nin Hz. Peygamber’e nispet ettiği bu sözü nakletmesine sebep olan ve
liderlerinin birinin bir kadın -Hz. Aişe- olduğu Cemel vak’asıdır. Diğeri ise, Hz.
Peygamber’in sözüne mesned teşkil eden, Fars halkının başına bir kadının yönetici
olarak geçmesi meselesidir.340
Tuksal, Hz. Peygamber’in elçiler vasıtasıyla gönderdiği mektuplardan biri olan
Kisrâ b. Pervîz b. Hurmuz b. Nûşîrevân’a gönderdiği mektubun Kisrâ tarafından
yırtılarak parçalanmasına ve Hz. Peygamber’in beddua edişine ilişkin bilgileri
verdikten sonra Kisrâ’nın devletindeki siyasî yozlaşma ortamının ve kendi
elleriyle hazırladıkları helak sürecinin sondan bir önceki perdesinin tasvir
edildiğini; bu perdede yönetici olan kadınların helake sebep olucu herhangi bir
icraatlarından bahsedilmediğinden hareketle, erkek hanedan üyelerinin
yönetiminde gerçekleşen çöküş sürecinin kadın yönetici zamanında son bulup,
devletin yıkıldığını ifade etmekte 341 ve şöyle devam etmektedir:
Ancak Hz. Peygamber’e atfedilen rivayet, kadınların iktidara geçmesine kadar süren
kanlı dönem hakkında hiçbir yorumda bulunmazken; kadınların yönetici olması
durumunu, söz konusu helak sürecinin temel sebebi olarak sunmaktadır. Bu durumda
rivayetle, rivayete mesned olan tarihî malzeme arasında, çok açık bir tutarsızlık
ortaya çıkmaktadır. Sadece bu husus bile genel teamüllere göre rivayetin sahihliği
iddiasını çürüten önemli bir husustur. 342
340 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s. 252 341 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s.253 342 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s.254
145
“Mevcut ataerkil teamüllerin din adına meşrulaştırma” konusunda rivayetin iyi bir
malzeme oluşturduğuna ilişkin Tuksal’ın yorumu, rivayetle ilgili tarihî malzeme
ve rivayet arasında aradığı tutarlılığı bulamamasından kaynaklanmaktadır.
Tuksal, yine bu rivayetin siyasî alanla sınırlı kalmayıp kadının hukukî haklarını
kısıtlayan, kadını her alanda erkeklerin otoriteleri altında yaşamak zorunda
bırakan uygulamanın dayanağı olarak kullanıldığına vurgu yapmaktadır.343
Tuksal, rivayetin zikredildiği siyasi ortama ilişkin olarak da şunları ifade
etmektedir:
Bu rivayetin Buhârî, Tirmizî ve Nesâî varyantlarına göre, ravi Ebû Bekre tarafından
zikredildiği siyasi ortam ise, Cemel savaşı sonrasıdır. Hz. Ali’ye karşı muhalefeti
başlatan iki erkek lider Talha ve Zubeyr öldüğü için, muhalefetin ve savaşın kadın
lideri Aişe; Cemel savaşının ve yaşanan acıların asıl sorumlusu olarak, Fars kavminin
başına geçen ve rivayetteki ifadelere göre o kavmin helakinden sorumlu tutulan
kadın yönetici ile özdeşleştirilmektedir. Rivayetteki söylem, Boran’ın da Hz.
Aişe’nin de -yakınındaki, önündeki, arkasındaki, yüzlerce erkeği tarih sahnesinden
silerek- onları ortadaki büyük hezimetle tek başlarına bırakmaktadır.344
Tuksal, bu söylemin kadınları kötülemek adına erkekleri tarihten silmesiyle, realiteyle çeliştiğine dikkat çekerek rivayeti, kadınların iktidarını ve yönetimini hiçbir şekilde hazmedemeyen “ataerkil zihniyetin hadisleşmiş ürünü” olarak nitelemektedir.345 O, bu yorumlarıyla kadınların hakkını savunan bir feminist gibi görünebilir. Belki onun bu tutumu, erkeklerin kadını tarih sahnesinden silme çabasına karşılık olarak, bir kadının erkekleri tarih sahnesinden silme çabası şeklinde yorumlanabilir. Ancak o, hadisi yorumlarken tutarlı ve mantıklı bir tutum içindedir.
Ali Osman Ateş, bu rivayete kadını yönetimden dışlayan rivayetler arasında yer verir. Rivayetin sened ve ravileri yönünden değerlendirmesini
343 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s. 254 344 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s.254 345 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylem, s.255
146
yapmakta ve hafızası kötü, zayıf olarak nitelenen ravilerle ilgili nakillere yer vermektedir.346
Rivayetin sened ve metin açısından, usul açısından değerlendirmesini yapan Kadir Gürler, Klasik ve Çağdaş kaynaklardaki yorumlara yer vermektedir.347 O, makalesinde kadının yöneticiliği açısından rivayete yaklaşmakta ve şunları ifade etmektedir:
…bir hadisin alimlerin kabulüne mazhar olması, onun Peygamber’e ait olduğu ya da doğru anlaşıldığı anlamına her zaman gelmez…Kadının devlet başkanı ya da üst düzey âmir olamayacağı konusundaki görüş, daha çok kişi tarafından benimsenmiş olsa bile, bir ictihat olmaktan öteye geçemez… bütün bu yorumlar ve tartışmalar sırasında, değişen toplumsal şartların, ataerkil ailenin ve erkek egemenliğin yerleşmesine yol açmış olduğunu; bu olgunun, kadınların kamusal alanın dışına çıkarılması sonucunu doğurduğunu da görmüş olmaktayız.”348
b. “Hakimler üçtür; ikisi cehennemde, biri cennette. Cennete olan doğruyu bilip onunla hükmedendir, cehennemde olanlar doğruyu bilip onunla hükmetmeyen ve hükümde acele eden, doğruyu bilmeyip cehaletle hükmeden kişidir/adamdır” hadisi
es-San’ânî, Sübülü’s-Selâm adlı eserinde hadisle ilgili yaptığı açıklamalarda şunları ifade etmektedir:
Hadis, doğru bilen ve onunla amel eden dışındaki kâdîlerin cehennemden kurtulamadıklarına delalet eder. İşin hususu, doğruyu bilen kimse onunla amel etmezse cehennemde cehaletiyle hüküm veren ile eşit olur. Bilgisizlikle hükme karşı ve doğruya muhalif olduğunu bilmekle beraber onunla hükme karşı uyarı vardır. Hadiste doğru ile hükmeden onu bilenin kurtulan
olduğu, kalan ikisinin cehennemde olduğu ifade edilir. Hadis, cahil kimseyi yargıyla görevlendirmeden nehyi içerir.349
Hadisin cahil kimseyi yargı ile görevlendirmekten nehyettiği ifade edilmektedir. Bu rivayet hakimdeki aranan özelliklerden alim olma ya da ictihat ehli olma sıfatına delil olarak gösterilmiştir.350
eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr adlı eserinde bu rivayette geçen adam (racul) lafzından anlam olarak anlaşılanın kadınlar dışındakilere delalet ettiğini ifade etmektedir.351
346 Ateş,Ali Osman, Hadis Temelli Kalıp Yargılar, s. 374-379 347 Kadir Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi”, Dini Araştımalar, C. IV, S. 11, Eylül- Aralık, Seba Ofset, Ankara, s.69-89 348 Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi”, s.90, 91 349 es-San’ânî, Sübülü’s-Selâm, IV / 223 350 Alauddîn Ebû Bekr b. Mes’ûd el-Kâsânî (v. 587/1191), Bedâiu’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, Matbaatü’l-Cemaliyye, Mısır, 1910, VII / 3; Ebû Muhammed el-Huseyn b. Mes’ûd b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğavî, (v. 615/1218), Kitâbu Edebi’l-Kâdî min’et-Tehzîb, (thk.İbrahim b. Ali Hanurkici), Daru’l-Menâr, Lübnan, 1992, s. 120; İbn Kudâme, el-Muğnî, XI / 382 351 eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VIII / 265
147
O, bu ifadeleriyle kadınların hakim olmasına bu rivayeti delil göstermek istemektedir. Rivayete bakıldığında (racul) lafzının kişi anlamında kullanıldığı görülecektir. Ancak eş-Şevkânî, Kisrâ’nın kızı ile ilgili rivayetten sonra görüşünü desteklemek adına zorlama bir yorum yapmaktadır.
Kadının hakimlik görevi ile ilgili kullanılan rivayetlerden bir diğeri tezimizin
birinci bölümünde yer verdiğimiz kadının aklının noksanlığı ile ilgili hadistir. Bu
hadise ilişkin bilgileri tekrarlamayı gereksiz gördük.352
III. KADININ HAKİMLİK GÖREVİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER
352 bkz. I.Bölüm s.29
148
A. ″KADIN HAKİMLİK GÖREVİNİ ÜSTLENEBİLİR″ HUSUSU
a. et-Taberî ve İbn Hazm
Kadının hakimlik görevini üstlenebileceği görüşünde olan et-Taberî ve İbn
Hazm’dır. Nakledeceğimiz et-Taberî’nin görüşü, kendine ait eserlerde değil,
başkalarının eserlerinde yer almaktadır. Bu ikisinden başka el-Hırakî’nin
hakimlik görevi ile ilgili bâliğ, akıllı, müslüman, hür, âdil, âlim, fakîh, muttakî
olma şartları353 arasında cinsiyeti (erkek olmayı) belirtmemesinden hareketle, onu
da kadının hakimlik görevini üstlenebileceği görüşünde olanlar arasında
zikretmeyi uygun bulduk.
İbn Cerîr et-Taberî, bütün hükümlerde kadının hakimliğine cevaz vermesiyle yalnız
kalmaktadır. Bu görüşe itibar edilmez, icma Nisa 34.ayet ile onu reddeder. Akıl ve
görüş (bakımından) kadınların erkekler üzerinde yönetici olması caiz değildir.354
İfadesiyle el-Mâverdî, görüşü çürütmek istemekte ve et-Taberî’den başka buna
cevaz veren olmadığına vurgu yaparak, görüşe itibar edilmeyeceğini ifade
etmektedir. Burada ifade ettiği ‘icma’nın nasıl bir icma olduğu sorgulanmalıdır.
Şâfiî bir hukukçu olarak o, mezhebindeki icmayı kastetmiş olabilir. Zira Malikî ve
Hanbelî hukukçular ile Şâfiî hukukçular bu konuda birleşmektedir. Hanefî
hukukçular, et-Taberî ve İbn Hazm ile bu konuda kendi aralarında ayrıldıkları gibi
Şâfiî, Malikî ve Hanbelî hukukçular ile de ayrılmaktadır. el-Mâverdî, “icma”yı
hakkında ihtilaf olmayan mesele için kullanmamış, çoğunluğun görüşü olan
353 Ebu’l-Kâsım Ömer b. Hüseyn b. Abdillah b. Ahmed el-Hırakî (v. 334/945), Muhtasar, (el-Muğnî içinde), el-Mektebetü’s-Selefiyye, Medine, (t.y), XI / 380 354 Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib el-Mâverdî (v. 450/1058), Ahkâmu’s-Sultaniyye, Matbaatu’s-Seade, Mısır,1909, s.53
149
mesele için kullanmış olabilir. Ancak biz onun zikrettiği ayetin nazil olduğu aile
içi ilişkiler bağlamından çıkarıldığını ya da bağlamının genişletilerek kamu
alanına taşındığını düşünüyoruz.
İbn Cerîr et-Taberî, kadının erkek gibi hakimlik görevini üstlenmesine cevaz verdi.
İbn Cerîr, hakimlik velayetinde kadına cevaz vermesini kadının fetva vermedeki
cevazıyla açıklamaktadır. 355
El-Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebir ve Edâbu’l-Kâdî adlı eserlerinde aynı ifadeleri
kullanarak İbn Cerîr’in görüşünün dayanağına yer vermektedir. İbn Cerîr’in
yargıçlık konusunu fetva verme konusuna kıyas etmesi, bu iki konunun doğurduğu
sonuçlar açısından eleştirilebilir. Hakimin verdiği karar olan hükme uymak zorunlu
iken, müftünün verdiği karar olan fetvaya uymakta kişi serbesttir. Ancak hakim ve
müftüde aranan şartların palalelliği et-Taberî’yi kadının müftü olabildiği gibi hakim
olabileceği kanaatine sevketmiş olabilir.
İbn Hazm,
Müslümanların işlerinden bir şeyde ehl-i zimmelerin hüküm ve yargı ile
görevlendirilmeleri helal olmaz, ancak müslüman, bâliğ, âkil ve âlim -Kur’anın
hükümlerini ve sünneti bunların nâsih ve mensuhunu , hâssını âmmını bilen-
dışında..356
ifadeleriyle hakimlik görevini üstlenecek olan kimsede bulunması gereken
nitelikleri sıralamakta, kendinden önceki fakihlerin görüşlerini çok iyi bildiği
355 Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib el-Mâverdî (v. 450/1058), el-Hâvi’l-Kebîr fî Fıkhi Mezhebi’l-İmami’ş-Şâfiî ve Şerhu Muhtasaru’l-Müzenî, (thk. Ali Muhammed Muavvid, Adil Ahmed Abdülmevcûr), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut,1994, XVI / 156; Edâbu’l-Kâdî, (thk. Muhyî Hilâl es-Serhân), Matbaatu’l-İrşâd, Bağdat, 1971, I / 626 356 İbn Hazm, el-Muhallâ , IX / 363
150
halde konuya ilişkin nakil vermek yerine, görüş ve çizgisine uygun olarak
nitelikleri ifade etmektedir. Erkek olma şartını burada zikretmediği gibi, kadının
hükümle görevlendirilmesiyle ilgili bir başlık açıp delil göstererek ve kendinden
öncekilerin delillerini çürüterek incelemektedir. İbn Hazm’ın ilgili ifadeleri
şunlardır:
Kadının hükümle görevlendirilmesi caizdir, o görüş Ebû Hanîfe’nindir. Ömer b.
Hattab’tan rivayet edilmiştir ki: “O kavminden bir kadın olan Şifâ’yı 357 çarşı
görevlisi yaptı” Denildi ki: Rasulullah “İşlerini kadına dayandıran kavim felah
bulmaz.” buyurdu. Biz de deriz ki: Rasulullah bunu hilafet olan, genel
emirlik/yöneticilik için söyledi. Delil Rasulün şu sözüdür: “Kadın, kocasının malını
koruyan/himaye eden/ efendi olandır. Ve o (kadın) himaye ettiklerinden/reayasından
sorumludur.” Malikîler vasi ve vekil olmasını caiz görmüşlerdir. Bazı işlerle
görevlendirilmesinde, onun men edilmesine dair nass gelmedi. Nisa 58. ayet, erkek-
kadın, hür-köle ayırmadan genele yöneliktir. Dinin tamamı, tektir. Erkek ile kadın,
hür ile köle arasında fark olduğuna dair nass geldiyse dinin icmali/toplamı,
umumdan/genelden istisna edilir.358
Hz. Ömer’in Şifâ adlı bir kadını çarşı görevlisi olarak tayin etmesini delil
göstermekle İbn Hazm’ın burada sahabe icmaını delil aldığını söyleyebiliriz. Çünkü
bu uygulamaya bir itiraz gerçekleşmemiştir, bu da icmanın olduğunu göstermektedir.
Daha sonra Kisrâ’nın kızıyla ilgili olan rivayete yer vererek bu rivayete de nassçı ve
zahiriyeci çizgisiyle yaklaşmaktadır. Rivayetin hilafet ve yöneticilik ile ilgili
olduğunu ifade etmektedir.
357 Hz. Ömer’in akrabalarından bir hanım olan Şifâ binti Abdillah’ı Hz. Peygamber bazı pazar işlerinde görevlendirdiği, bu görevlendirmenin Hz. Ömer zamanında gerçekleştiği (naklen İbn Hacer, İsâbe, “Kadınlar” Bölümü, No:618) ifade edilmektedir. Hamidullah, İslam Peygamberi, II/935 358 İbn Hazm, el-Muhallâ , IX / 429,430
151
İbn Hazm, daha sonra hakimlik ile ilgili Kur’ân’dan delil olarak Nisa 58.
ayeti359 göstermektedir. Ayetin bütün inananlara hitap ettiğini ve emanetlerin
Kâbe’nin anahtarları olduğu,360 borçlar, vergiler, sadakalar olduğu,361 vedia, lukata,
rehn, ariyet olduğu,362 hakimin kararı olan hüküm363 emredilen ve nehyedilen şey,
kadın olduğu364 ifade edilir. İbn Hazm, kadın ve kölenin hakimliğini yasaklayan nass
gelmediği için kadının da kölenin de hakimlik edebileceğini ifade etmektedir. İbn
Hazm, burada eşyada aslolan mübah olma (ıstıshab) ilkesini delil göstermektedir.
İbn Rüşd’ün Abdülvehhab diye ismini zikrettiği, Bağdadlı, Malikî mezhebi
müctehidi olan el-Kâdî Abülvehhab b. Nasr (v. 422/1031) olduğunu düşündüğümüz
hukukçu, et-Taberî’nin kadının yargı görevini üstlenmesine dair görüşlerini
nakletmektedir:
Kadının hükmünün her konuda geçerli olduğu görüşünde olan kimse dedi: Asıl olan
(ondan kaynaklanan her şey) insanların arasını ayırmaktır, onun hükmü/hükmetmesi
caizdir. İcmanın onu devlet başkanlığından ayırdığı/ayrı belirttiği şey dışında.365
İbn Rüşd, Taberî’nin görüşüne de yer vermektedir:
Taberî, kadının hakim olmasına her şeyde her halükarda/mutlak olarak/istisnasız
cevaz verir.366
359 “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size bununla, çok güzel öğüt veriyor. Allah iştmektedir, görmektedir.” 360 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV/148; el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II/293; el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, III/166; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân, II/340 361 et-Taberî, Câmiu’l-Beyân,IV/149 362 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I/450; el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, III/167 363 İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I/450 364 el-Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, III/165 365 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, VIII / 636 366 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, VIII / 636
152
El-Beğavî (v. 615/1218),
İbn Cerîr et-Taberî yalnız kalmaktadır. İstisnadır. Kadının hakimliğine hükümlerin
tamamında kadının şahitliği ve fetva vermesine cevaz verme sebebiyle cevaz verir.
El- Mâverdî dedi: Nisa 34. ayet ile beraber icma derecesine ulaşmayan görüşe itibar
olunmaz. Kadının fetva vermesi ve şahitliğinin cevazına gelince bu ikisinde velayet
yoktur, kadın cinsi bu ikisinden men edilemez.367
şeklindeki ifadelerinde İbn Cerîr’in görüşlerine yer vermekte ve dayanağını ifade
etmektedir. Ancak El-Beğavî, İbn Cerîr’in bu konuda yalnız kaldığını söylemekle
kendinden yaklaşık yüz altmış yıl önce yaşamış hukukçu olan İbn Hazm’ın
görüşünden habersizdir ya da habersiz görünmektedir. İbn Hazm ile aynı dönemde
yaşayan el-Mâverdî’nin görüşüne ise, yer vermektedir. El-Beğavî, şahitlik ve fetva
vermede kamu yetkisi olmadığını (velayet) ifade etmek suretiyle, şahitliğin velayet
cinsinden olduğunu söyleyen Hanefî hukukçulardan ayrılmaktadır.
Zürkânî (v. 1122/1710), hakimlik görevini üstlenmede erkeklik vasfını,
müstehab olan vasıf olarak zikretmekte ve hakimlik için dört şart olarak, sırasıyla şu
şartları zikretmektedir: adalet (İslam, buluğ, akıl, hürriyet, fıskın yokluğu vasıflarıyla
birlikte duyu organlarının sağlamlığını şart olan vacip olarak ve verâyı şart olmayan
vacip olarak ele alır), erkek olma , kıvrak zekalı olma , müctehid olma. 368
Zürkânî, erkek olma niteliğini müstehab olan nitelik olarak ifade etmekle,
diğer hukukçulardan farklı bir yorum getirerek, kadını daha yumuşak ve gizli bir
şekilde ikinci planda tutmaktadır.
367 el-Beğavî, Kitâbu Edebi’l-Kâdî, s. 117, 3 no’lu dipnot 368 Abdülbâkî b. Yusuf ez-Zürkânî (v. 1122/1710), el-Câmi’ Beyne İlmî’l-Usûl ve Meânî, Matbaatü Muhammed Efendî Musatafa, Mısır,1307, VII / 123
153
Es-Süyûtî (v. 911/1505), kadının hüküm vermesine ilişkin görüşleri ifade eder ve
Taberî’nin görüşünü şu şekilde nakletmektedir:
Kadının hakim olarak her şeyde hüküm vermesi doğrudur.369
el-Karâfî, ez-Zehîra adlı eserinde Taberî’nin mutlak olarak kadının hakimliğine
cevaz verdiğini nakleder.370
Eş-Şevkânî, İbn Cerîr’in görüşünü şu şekilde ifade etmektedir:
İbn Cerîr , her halükarda erkeklik şartını aramaz.371
İbn Hazm’ın çizgisine uygun olarak hangi gerekçelerle kadının hakimliğini
kabul ettiğini görmek mümkündür. Ancak İbn Cerîr’in görüşünün dayanağını
görmek pek mümkün değildir. Onun hakimliği fetva vermeye kıyas ettiği
görülmektedir. Onun döneminde fetva ve yargı mekanizmasının hatta idari
mekanizmanın ayrılmadığını ifade etmek, onun görüşünü anlamakta yardımcı
olacaktır.
b. Bazı Modern Hukukçular
Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın adlı eserinde, serbest hayat, iş hayatı ve
memuriyetin kadının yaratılışına, ruh bünyesinin tekamülüne uymayan şeyler
olduğunu; evinden ve aile ortamından uzaklaşan kadının ya kadınlık vasıflarını
kaybedeceğini veya iş yerini ve memuriyet vazifesini ev ortamına çevireceğini
iddia etmektedir. Hayatın ihtisastan ibaret olduğunu, herkesin tabiatına ve
yaratılışına uygun işler yapmasıyla en verimli neticenin elde edileceğini ifade
369 es-Süyûtî, Cevâhiru’l-Ukûd, II /290 370 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 21 371eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VIII / 265
154
etmektedir. Daha sonra kadının hakim olmasıyla ilgili İslam hukukçularının
görüşlerini naklettikten sonra kendi kanaatini şöyle ifade etmektedir:
Asli vazifesi olmamakla beraber, bir İslam cemiyetinde ihtiyaç bulunmak ve bu işe
elverişli olmak şartıyla kadının hakimlik yapması İslam’ın men etmediği bir
şeydir.372
Zekeriya el-Berrî, “Kadının Toplumdaki Rolü” adlı tebliğinde, aile dışında
kadının erkekle beraber sorumluluk üstleneceğine dair Tevbe, 9/71.373, Ahzab,
33/35”.374, Âli İmran Suresi 195. 375, ayetleri zikretmektedir. Kadınların şahıslara
vekalet, vakıflara nezaret gibi her tür özel görevleri üstleneceğinin ifade edildiğini,
kamu görevleri olan teşriî, kazaî ve tenfizî konularda eski ve modern fıkıhçılar
arasında ihtilaf olduğunu ifade etmektedir.376
372 Topaloğlu, Bekir, İslam’da Kadın, s.228-232 373 “İnanmış erkekler ve inanmış kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiyi emreder, kötüyü yasaklarlar. Namazı kılar, zekatı verir, Allah’a ve Elçisi’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Allah yücedir, bilgedir.” 374 “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah’a) saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar,ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; Allah bunlar için bağış ve büyük mükafat hazırlamıştır.” 375 “Rabbleri bunların dualarını kabul etti. Sizlerden erkek, kadın –zaten birbirinizden meydana gelmişsinizdir- hiçbirinizin işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Allah yolunda incitilenlerin ve savaşarak öldürülenlerin kötülüklerini elbette örteceğim. Allah katından bir karşılık olarak, onlara altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Karşılığın güzeli Allah katındadır.” 376 el-Berrî, Zekeriya, “Devru’l-Mer’etü fi’l-Müctema”, s.234-236
155
Daha sonra 1952 yılı Mısır’da kadının siyasi haklarında kamu görevi meselesi
ile ilgili ikinci görüşün kadına kamu görevlerinde ehil ve şartların tamamını taşıyorsa
hak verilebileceği şeklinde olduğunu ifade etmektedir. Görüşlerine delil olarak
Tevbe Suresi 71. ayeti gösterdikten sonra Hz. Peygamber’e kadınların da biat
ettiğini, sahabe zamanında toplumsal hayatta kadınların ilim ve bilgisinin,
sorumluluklarının miktarının erkeklerle ortak olduğu ifade edilmektedir. Hz. Ömer’e
mihir konusuna itiraz eden kadın ile Hz. Aişe’nin fakih ve müctehid olduğu bununla
beraber Hz. Osman’ın katilleri olan isyancıları cezalandırma talebi ve insanlar
arasında fitneyi yok etmek ve barışı sağlamak için yola çıktığı örnekleri
verilmektedir. Eş-Şifa binti Abdullah’ın Hz.Ömer’in döneminde hisbe görevini -ki
tedlis, riba, ihtikar ve aldatmaları engellemeyi içerdiği ifade edilir-üstlenmesi örneği
verilmekte ve fıkıhçıların çoğunun diğer hükümleri bir kenara bırakarak Kisrâ’nın
kızıyla ilgili rivayeti, inandıkları ve amel ettikleri din haline getirdikleri ifade
edilmektedir. Hz. Peygamber’in eşi Hafsa’da, Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın
halifelikleri boyunca Kur'ân nüshasının kalması örneği verilmektedir.377
Zekeriya el-Berrî, bu konuda kat’î delil olmadığından hareketle konunun tartışma
ve yoruma açık olduğuna, ictihadî bir mesele olup zamana göre değişebileceğine
ve kadının cazibe ve fesat kaynağı imajını taşıdığını düşünenlerce kadının sosyal
hayata çıkışının engellenme çabasına vurgu yapması, erkek olarak onun bu
konudaki tutumunun objektifliğine işaret olarak görülebilir.
377 el-Berrî, Zekeriya, “Devru’l-Mer’etü fi’l-Müctema”, s.240-244
156
El-Berrî’nin objektifliğini, her iki cins için de kuşatıcı tam bir eşitliğin, güç
ve yeterlilikleri sebebiyle mümkün olmadığını ifade etmesinde ve eşitliği ortak insanî
sıfatlardaki denkliğe bağlamasında da görmek mümkündür. Doktorluk, hemşirelik,
öğretmenlik, polislik, gece bekçiliği gibi görevleri cinslerin güç ve
yeterlilikleri/yatkınlıklarına göre değerlendirmektedir. 378
Muhammed Cafer, kadının kazaî veya idarî olarak görevlendirilmesine ilişkin
açık bir nassın olmadığını ifade etmekle el-Berrî ile birleşmekte, Belkıs’ın Sebe
halkına hükümdar olduğunu, Ümmü Seleme, Nesîbe, Havle binti’l-Ezur’un
savaştıklarını örnek göstererek el-Berrî’nın ifadelerine ilave yapmaktadır.379
Fethî ed-Düreynî, kadının evlenmeden önce bu görevleri üstlenebileceğini
evlendikten sonra ise aileyi göz önünde bulundurmak şartıyla işini zorlanarak
yapacağını ifade etmekle380 her kadın için geçerli olmadığını düşündüğümüz bir
noktaya değinmekte ve çalışan eşlerin yardımlaşmasını kabul etmemekte ve aile içi
sorumluluğu tamamen kadına yüklemektedir.
Eski Sosyal İşler Bakanı olan Hikmet Ebû Zeyd, bir kadın müzakereci olarak,
toplumun kadın ve erkek cinsi olan bireylerden oluştuğunu; Zekeriya el-Berrî’nın et-
Taberî’yi kadını teşriî, kazaî ve tenfizî görevlere izin verenler arasında
zikretmediğini ifade etmektedir. Zina eden kadın ve erkeğin beraber recm
edilmesinden hareket ederek Allah’ın ikisini günah ve sevapta eşit kıldığını; haklar
ve vecibeler konusunda da ikisinin eşit olması gerektiğini ifade etmektedir. Kadının
378 el-Berrî, Zekeriya, “Devru’l-Mer’etü fi’l-Müctema”, s. 253-257 379 Muhammed Cafer,“el-Münâkaşât”, el-Usbuu’l-Fıkhu’l-İslâmî, Yıl.1967, S.3, Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye, Kahire, 1980, s.257-259 380 Fethî ed-Düreynî, “el-Münâkaşât”, el-Usbuu’l-Fıkhu’l-İslâmî, Yıl.1967, S.3, Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye, Kahire, 1980, s.263-266
157
da vatanın savunmasında silahlanacağını, Mekke’den Medine’ye hicrette toplumsal
bir durum olması sebebiyle kadınlara evlerinizde kalın denmediğini ifade
etmektedir.381
Kadının hakimlik görevini üstlenebileceği görüşünde olan klasik hukuçular
gibi modern hukuçular da kendilerine dayanak olabilecek delilleri zikretmektedirler.
Bunlar arasında Tevbe Suresi 71., Ahzab Suresi 33., Âli İmran 195. ayetleri
zikretmektedirler. Hz. Aişe, Hafsa, Nesibe ve Havle gibi Hz. Peygamber döneminde
ön planda olan kadınları zikrederek kadının toplumsal hayatta var olduğunu
gösterdiğini Hz. Peygamber ve Halifelerin itiraz etmemelerinden yola çıkarak
kadınların hakimlik görevini üstlenebileceğini ifade etmektedirler.
B. ″KADIN BELLİ DAVALARDA HAKİMLİK GÖREVİNİ
ÜSTLENEMEZ″ HUSUSU
El-Kâsânî (v. 587/1191),
Kadın şahitliğe ehil olan olduğu erkeklik, hakim olarak tayin etmenin cevazının
şartlarından değildir, ancak kadın, hadd ve kısas davalarında hükmedemez. Çünkü
onun bunda şahitliği yoktur. Yargı ehliyeti, şahitlik ehliyetiyle beraber yürür.382
381 Hikmet Ebû Zeyd, “el-Münâkaşât”, el-Usbuu’l-Fıkhu’l-İslâmî , Yıl.1967, S.3, Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye, Kahire, 1980, s.268-277 382 el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, VII / 3
158
şeklindeki ifadeleriyle yargı ehliyetinin şahitlik ehliyeti ile beraber yürüdüğünü ifade
etmektedir. Bu iki durum arasında nasıl bir ilişkinin olduğuna dair bir açıklama
getirmemektedir.
El-Mavsılî, kadının hakimlik görevini üstlenmesine ilişkin şunları ifade
etmektedir:
Kadının hakimlik yapması, şahitliğinin kabul edildiği konularda caizdir.383
Kadının hakimlik yapması şahitliğinin kabul edildiği konularda caizdir ancak
erkeklerle konuşma/tartışma/müzakere söz konusu olduğundan ve kadınlar örtü ile
emir olunduklarına binaen kerih olur.384
Hanefîlerin kadının şahitliğine kıyas ettikleri; kadının hakimliği meselesinin
dayanağı olarak hakimliğin erkeklerle konuşma/tartışmayı kapsaması ve kadınların
örtü ile emrolunmaları sebebiyle hoş olmaması ifade edilmektedir.
İbnu’l-Hümâm, kadının hakimlik görevini üstlenmesine dair mezheb görüşünü
ifade ederken şunu zikretmektedir:
... , bunu malî konularda kadının şahitliğine cevaz vermeye benzetmektedir.385
Abdurrahman b. Muhammed b. Süleyman “Şeyhzâde” (v. 1078/1667),
konuya ilişkin şunları ifade etmektedir:
383 el-Mavsılî, el-İhtiyâr, I / 331 384 el-Mavsılî, el-İhtiyâr, I / 333 385 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, VIII / 636
159
Kadının hüküm vermesi/hükmü şahitlik etme ehliyetinden olan hakların tamamında
caizdir. Ama kadını olarak atamak/sorumlu yapmak “işlerini kadına bırakan kavim
felah bulmaz” hadisine göre günahtır. Hadd kan davaları dışındaki konularda kadının
şahitliği ve yine hüküm vermesi Zâhiru’r-Rivaye’de yer almaz. Hadd ve kan
davalarında hüküm verirse başka bir hakime sunulur onu tamamlar, onun dışında onu
iptal eden olmaz. 386
Kaynaklarımız arasında kadının hakimlik görevini şahitlik edebildiği konularda
üstlenebileceğine dair ilk döneme ait olanlarda şahitlik edememe durumlarına
bağlı hareket edildiğini, ancak daha sonraki dönemlerde buna kadınların
erkeklerle konuşma halinin söz konusu olacağı ve örtü ile emrolundukları
noktaları ilave edilmiştir. Burada bir çelişki olduğunu düşünüyoruz. Zira kadın
şahitlik ettiği zaman da bir müzakere/konuşma söz konusudur. Burada kadının
şahitlik edebileceğine dair nassın başka bir nassla uygulamadan kaldırmaya
yönelik açık olmayan bir durum söz konusu olabilir. Ayrıca el-Mavsılî’nin
yaşadığı dönemde kadına biçilen/layık görülen değeri de noktasal olarak
yansıtmaktadır. Bu, hukukçunun kültürel anlayışının da bir göstergesi kabul
edilebilir. Ve belki de kadının hakimlik görevini üstlenemeyeceğine dair
yaklaşımı savunan hukukçulardan etkilendiğinin işaretidir.
Hanefî mezhebi kaynaklarından Ebû Hanîfe’nin ve mezheb görüşünün ne
olduğunu naklettikten sonra diğer mezheblere mensup hukukçuların Ebû Hanîfe’nin
görüşlerine eserlerinde yer verdiklerini görmek mümkündür. Şâfiî hukukçu el-
Gazzâlî, el-Vasît adlı eserinde dört numaralı dipnotta Ebû Hanîfe’nin görüşü ve
mezhebi ile ilgili şunları ifade etmektedir: 386Abdurrahman b. Şeyh Muhammed b. Süleyman “Şeyhzâde” (v. 1078/1667), Mecmau’l-Enhur Şerhu Mülteka’l-Ebhur , Matbaatü’l-Âmire, İstanbul, 1310, II / 168
160
Ebû Hanîfe, kadının görevlendirilmesi şahitliğinin olduğu şeyde caiz olur,
dedi…Kadını yargıyla görevlendirme caiz olmaz, kadın görevlendirilirse kadını
yönetici olarak atayan günah kazanır, kadının yargısı, kadının şahitliğinin
doğru/geçerli olduğu konuda mallar gibi doğru kabul edilir, kanda ve haddlerde ve
kadının şahitliğinin kabul edilmediği her şeyde kadının yargısı geçerli/doğru
olmaz.387
İbn Rüşd, karşılaştırmalı hukuk kitabı olarak nitelendirilen Bidayetü’l-
Müctehid adlı eserinin formatına uygun olarak Ebû Hanîfe’nin görüşünü
nakletmektedir:
Hakimin kadın olması, malî konulara ilişkin davalarda caizdir.388
El-Mâverdî, Ebû Hanîfe’nin görüşünü nakletmektedir:
Ebû Hanîfe, kadının şahitliğinin doğru/sabit/yerinde olduğu konularda, hakimliğinin
doğru olduğunu söyledi. Ve onun nazarında kadının şahitliği, hadd ve kısas
cezalarını gerektiren davalar dışında doğrudur. Ebû Hanîfe, hakimlik velayetinde
kadına cevaz vermeyi, kadının şahitliğine cevaz verme ile açıklamaktadır.389
El-Beğavî, Ebû Hanîfe’nin görüşünü,
Ebû Hanîfe nazarında kadının hakimlik görevini üstlenmesi kadının şahitliğinin
kabul edildiği konularda caizdir.390
387 el-Gazzâlî, el-Vasît, VII / 290 388 İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, VIII / 636 389 el- Mâverdî, Edâbu’l-Kâdî, s.626 390 el- Beğavî, Kitâbu Edebi’l-Kâdî, s.118
161
şeklinde ifade ettikten sonra, aynı sayfada yer alan üç numaralı dipnotta şunlara yer
vermektedir:
Hanefîler nazarında kadın için kan ve hadd dışında hakimlik görevini yapması
caizdir. Çünkü hüküm şahitlikten elde edilir, alınır, edinilir ve kadının şahitliği
haddler dışında caizdir. Yine kadının yargısı/hükmü onda caizdir. Haddler ve kısasta
kadının şahitliği gibi caiz değildir.
Orada hakimlik ile şahitlik arasında kurulan ilişki hükmün şahitten
alınmasıyla ifade edilmektedir. Hükmün şahitten alınması durumunda, hakimin erkek
ya da kadın olmasının bir şeyi değiştirmemesi gerekir.
Es-Süyûtî (v. 911/1505), Ebû Hanîfe’nin görüşüne “Kadının yargı ile
görevlendirilmesi doğru mudur?” sorusuna cevap olarak ifade ettiği hukukçuların
görüşleri arasında yer vermektedir:
Ebû Hanîfe: kadınların şahitliklerinin kabul edildiği her şeyde kadının hakimliği
doğrudur. Onun nazarında kadınların şahitlikleri hadd ve yaralamalar dışında her
şeydedir. Onun görüşü hadd ve yaralamalar dışında kadın, her şeyde hüküm
verebilir.391
Malikî hukukçu el-Karâfî, ez-Zehîra adlı eserinde görevlendirmeye ilişkin
şartlar bölümünde kadının hakimliği konusunda Hanefîlerin görüşü olarak kadının
391 es-Süyûtî, Cevahiru’l- Ukud, II / 290
162
şahitliğinin caiz olduğu her konuda hakimliğinin caiz olduğunu ve bunun da haddler
ve yaralamalar dışındaki her konu olduğunu nakletmektedir. 392
C. ″KADIN HAKİMLİK GÖREVİNİ ÜSTLENEMEZ″ HUSUSU
a. Malikî Hukukçular
İbn Rüşd’ün Abdülvehhab’dan (v. 422/1031) naklettiği aşağıdaki ifadelerde
açıkça kadının hakimlik görevini üstlenmesini, devlet başkanının
görevlendirilmesine benzetildiğini ve kadının köleye kıyas edilerek aynı statüde
tutulduğunu ve kadının noksanlığı anlayışının kullanıldığını görmek mümkündür.
Hürriyeti şart koşmalarında aralarında bir ihtilaf var mı bilmiyorum. Kadının
hakimliğini reddeden, yargıyı/hakimliği, devlet başkanının
hükmetmesine/hakimliğine benzetti. Kadını, yine köleye kıyas etti ve noksanlığı
sebebiyle kadını mahrum etti.393
İbn Rüşd, erkeklik şartıyla ilgili farklı görüşleri verdikten sonra İslam
Hukukçularının çoğunluğunun görüşünü,
Cumhur görüşü; erkeklik şartı, hükmün sıhhatinde şarttır.394 ifadesiyle
açıklamaktadır.
392 el-Karâfî, ez-Zehîra, X / 21 393 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, VIII / 636 394 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, VIII / 636
163
El-Karâfî, ez-Zehîra adlı eserinde görevlendirme şartları ve sıfatları bölümünde kadının hakimliğine ilişkin şunları zikretmektedir:
Bize göre ‘işlerini bir kadına dayandıran kavim felah bulmaz’ kavli ile, ‘Bir kavim
felah bulmaz onların velisi bir kadındır, felah bulmazlarsa kötüleşirler/bozulurlar’ ve
‘Allah’ın onları geri bıraktığı gibi siz de geri bırakın’ bunda amaç/hedef onların
noksanlıklarıdır ve namazda fitne korkusuyla erkeğin yanında durmaktan men edildi
ve yargı şerefsizlerin/ suçluların bulunduğu yerdir –evlâ olan çünkü Hz. Peygamber
dedi: ‘Sizden birinizin namazına bir şey gelirse tesbih etsin, tesbih erkeklere,
alkışlama kadınlaradır’ onun sesinden men etti çünkü o (kadın), avrettir ve devlet
başkanlığına kıyas edilerek yargıda uzak durması evlâdır. Kadının şahitliğinin geçerli
olmasını ve velayetinin geçerli olmasını delil getirdiler adalet gibi, çünkü hükümlerin
velayetidir ve onun kaynağı kadından kaynaklandı. Hz. Peygamber dedi: ‘Dininizin
yarısını bu kırmızı yanaklıdan alın’ yani Hz. Aişe. Şahitlikten ayrılması yargıdan
rütbeyi alçaltmadır, çünkü o rütbe, kadının şahitliğini devlet başkanlığı olmaksızın
doğru kılar ve adalet, iki emri yargıda geçerli kılar ve böylece asırlardan bir asırda
kadının yargı ile görevlendirilmesi duyulmaz (thk. notu, bu müellifin zamanıydı
sonra insanlar bundan sonra bunu bozdu, kadın yargıdan üst olan hükümet ve devlet
başkanlığı ile görevlendirildi) bunda icma vardı çünkü o, müminlerin yolu
dışındadır.395
El-Karafî, Kisra’nın kızı ile ilgili olan rivayetin yanında yukarıda zikrettiği yine kadının yöneticiliği ile ilgili başka bir rivayete ve cemaatle namazda kadınların erkeklerin arkasında durmasını düzenleyen rivayete dayanmaktadır. Kadınların noksanlıklarını, dayanak olarak rivayeti zikretmeden ifade etmektedir. Namazda kadınların erkeğin yanında durmasının fitne korkusu sebebiyle yasaklandığını, namaz gibi iyilerin, temizlerin olduğu bir durumda bunun yasaklandığını ifade etmek istemektedir. Mahkemelerde bu
395 el-Karâfî, ez-Zehîra, X/21,22
164
yasağın olmasının namazda yasağın olmasından daha öncelikli olması gerektiğini ifade etmektedir. Kadının şahitlik edebildiği itirazına, şahitliğin devlet başkanlığı ve velayetle ilgili olmadığını, hakimliğin devlet başkanlığı ve velayetle ilgili olduğunu ifade ederek kadınların şahitliğini, kadınların hakimliğine kıyası kabul etmemektedir.
b. Şâfiî Hukukçular Eş- Şîrâzî, öncelikle kâfir, fâsık, köle, çocuk, mâtuh kimselerin hakimlik görevini
üstlenemeyeceğini belirttikten sonra Kisrâ’nın kızı ile ilgili rivayete dayanarak
şunları ifade etmektedir:
Kadının hakim olması caiz değildir. Hakimin hasımlar, şahitler, fakihlerden oluşan
erkek meclislerinde/ortamlarında bulunması gerekir; kadın, erkekleri fitneye/günaha
sürükleme korkusuyla erkeklerin meclislerinden men edilmiştir.396
Eş-Şîrâzî, kadını, günahkâr, müslüman olmayan, köle ve ehliyete sahip
olmayan çocuk ve bunak ile aynı statüye koyarak açık bir yasaklama içermeyen ve
özel bir durum içeren rivayeti delil göstererek kadının, hakimlik görevini üstlenmesi
halinde erkek ortamlarında bulunacağı ve erkekleri fitneye sürükleyeceğine dair
korkuya vurgu yaparak kadını, hakimlik görevinden uzaklaştırmaktadır. Onun
anlayışında kadın-erkek cinsiyet farkı gözetilmeden inananların sorumlulukları ve
nasslara muhatab oluşlarına ilişkin nassa muhalefet söz konusu olabilir. Benzer bir
durumu el-Gazzâlî’nin ifadelerinde görmek de mümkündür.
Hakimlik için şu sıfatların olması gerekir. Hakim olacak kimsenin hür, erkek,
müctehid, görme duyusu sağlam, âdil ve bâliğ olması gerekir. Kadının, körün,
sabinin, fâsıkın, cahil ve mukallidin yargısı / hükmü caiz olmaz.397
396 eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, V/471,472
165
el-Gazzâli’nin el-Vasît adlı eserinde dört numaralı dipnotta Şâfiî mezhebinde
kadını mutlak olarak yargı ile görevlendirmenin caiz olmadığı, kadının yargısının
doğru/sahih olmadığı, haklarda veya mallarda veya haddlerde ve kısasta vd. böyle
olmasının eşit olduğu ifade edilmektedir.398
İbn Ebi’d-Dem el-Hamevî olarak bilinen Şihabuddin Ebî İshak İbrahim b.
Abdillah (v.642/1244), Kitabu Âdâbi’l-Kadâ (ed-Dürerü’l-Menzûmetü fi’l-Akdıyeti
ve’l-Hükümet) adlı eserinde hakimin sıfatı ve hakimde göz önünde bulundurulan
şartlar hakkında bir bölüm açmış ve yargıdaki şartlar olarak İslam, hürriyet, erkeklik,
teklif, adalet, görme, işitme, konuşma, yazma, şer’î hükümleri bilme sıfatlarını ifade
ettikten sonra dipnotta bunun Şâfiî ve Malik’in (v. 179/795) mezhebi olduğunu;
yargının, velayet olduğunu ifade ederek Kisrâ’nın kızıyla ilgili hadisin kadının
velayetinin doğru olmadığına dair olduğunu nakletmektedir.399
Er-Râfiî, el-Azîz adlı eserinde hakim için zikrettiği üçüncü sıfat olarak erkek olma özelliğini hür olma sıfatından sonra zikretmiş ve şu ifadelere yer vermiştir:
Bize göre: Hz. Peygamber’den rivayet edilen şeyde dedi: “bir kavim yönetici olarak
bir kadını görevlendirirse felah bulmaz” çünkü o, kadının haline
uymaz/yakışmaz/layık olmaz erkeklerin meclislerine ortamlarına ve aralarında ses
yükselir ve zikredilen sıfatlar hakim için gereklidir.400
Râfiî’nin Fethu’l-Azîz adlı eserini ihtisar ederek yazdığı Ravdatü’t-Tâlibin adlı eserinde Muhyiddin en-Nevevî (v. 676/1277), yargı ile ilgili olarak görevlendirme ve azil konularına yer verilmiş ve
397 el-Gazzâlî, el-Vasît, VII / 290 ; el-Vecîz, s. 434 398 el-Gazzâlî, el-Vasît, VII / 290 399 Şihabüddin Ebî İshak İbrahim b. Abdillah “İbn Ebi’d-Dem el-Hamevî” (v. 642/1244), Kitâbu Âdâbi’l-Kadâ,(thk. Muhammed Mustafa ez-Zuhaylî), Daru’l-Fikr, Dimeşk, 1982, s.70 400 er-Râfiî, el-Azîz, XII / 415
166
hakimin sıfatları olarak yedi şarttan üçüncüsü olarak, hürriyetten sonra erkek olma şartı zikredilmiştir.401
Râfiî’nin el-Muharrer adlı eserini ihtisar ederek kaleme aldığı En-
Nevevî’nin Minhâcu’t-Tâlibîn adlı eserine Ebû Hayyan el-Endülüsî el-Ğamrâvî
olarak bilinen Esiruddin Muhammed b. Yusuf (v. 745/1344) tarafından yazılan
şerh olan es-Sirâcu’l-Vehhâc adlı eserde hakimin/kâdînin şartı olarak
sırasıyla müslüman, mükellef, hür, erkek, adil, işiten, gören, konuşan, bu işin
hakkından gelen /yeterli olan, müctehid olan zikredilmektedir.402
Zekeriyya b. Muhammed el-Ensârî (v. 926/1519), tarafından kaleme alınan
Şerhu Menhecu’t-Tullâb adlı esere Süleyman b. Muhammed b. Ömer tarafından
yazılan Haşiyetü’l-Buceyremî adlı eserde hakimliğin şartı şahitliğe ehil olmaktır
ifadesinin açıklamasında şunlar ifade edilmektedir:
müslüman, mükellef, hür, erkek, adil, işiten, gören, konuşan, yargı için yeterli
olmasıdır, ve kafire, sabiiye, mecnuna, köleye, kadına, hünsaya, fasıka, işitmeyene,
görmeyene, dilsize, onun işaretini anlayana, dalgın olana, kibirle veya hastalıkla
görüşü kusurlu/dengesiz olana noksanlıkları sebebiyle o görev verilmez.403
Kadınların noksanlıkları, kadını; kafir, mecnun, fasık, köle, dilsiz, dalgın olan
kimselerle aynı konumda değerlendirmeye sebep olmaktadır. Kadın olmak
yaratılıştan gelen bir durum ve bu durumun değişmesi genel olarak pek mümkün
olmamaktadır. Kafir, mecnun, fasık, köle, dilsiz, dalgın olma durumlarının her biri
değişmeye müsaittir. Kadının noksan yaratıldığı iddiasının, Allah’ın adalet
sıfatına eksiklik atfetmek olacağını düşünüyoruz.
401 en-Nevevî, Ravdatü’t-Tâlibîn, XI / 93,95 402 Esiruddin Muhammed b. Yusuf “Ebû Hayyan el-Endülüsî el-Ğamrâvî” (v. 745/1344), es-Sirâcu’l-Vehhâc ala Minhâcu’t-Tâlibîn, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1996, s.565 403 İbn Ömer, Haşiyetü’l-Buceyremî, IV / 465
167
c. Hanbelî Hukukçular
Ebu’l-Hattâb el-Kelvezânî (v. 510/1116), Kitâbu’l-Hidâye adlı eserinde
yargıya uygun olan kimsenin sıfatları olarak sırasıyla büluğ, akıl, erkek, hür,
müslüman, adil, işiten, gören, konuşan, ictihat ehli olmak üzere on şart
zikretmektedir.404
el-Beğavî, hakimlik niteliklerini şu şekilde ifade eder ve kadının hakim olarak
tayin edilmesine yer vermektedir:
Hakimin müslüman, mükellef, erkek, hür, adil, müctehid alim olması şarttır. Kadının
tayin edilmesi caiz olmaz, zira Ebû Bekre (Nefi’ b. el-Hâris Kelde es-Sekafî) (r.a.)
Resulullah’tan rivayet etti: “İşlerini kadına bırakan kavim felah bulmaz.” Çünkü
hakimin erkeklerin ve alimlerin/şahitlerin ve tarafların meclislerinde bulunması
gerekir, ve kadın bundan (kadının) fitnesi sebebiyle men edilmiştir.405
Görüleceği üzere el-Beğavî de kadınların idarî görevlere ehil olmadıklarına
dair rivayeti delil olarak naklettikten sonra hakimin erkeklerin ortamlarında yani
şahitler ve tarafların ortamlarında bulunmaları gerektiğinden hareketle kadınların da
bu durumda fitneye sebep olmaları nedeniyle men edildiği gerekçesine dayanarak,
kadınların hakimlik görevini üstlenmesine cevaz vermemektedir. 404 Ebu’l-Hattâb Mahfûz b. Ahmed el-Kelvezânî (v. 510/1116), Kitâbu’l-Hidâye, (thk.İsmail el-Ensarî,Salih el-Amrî), Metâibu’l-Kasîm,1390, s.123 405 el-Beğavî, Kitâbu Edebi’l-Kâdî ,s.116-118
168
Muvafakuddîn İbn Kudâme,
Hakimde aranan şartlar üçtür: İlki hükümlerin kemali ve yaratılışın kemali.
Hükümlerin kemali: Âkil, Bâliğ, hür ve erkek olma. Hanbelîler olarak bizim
görüşümüz Rasulün “Bir kavim işlerini kadına bırakırsa felah bulmaz.” hadisi
delildir. Hakim, hasımların/tarafların ve erkeklerin bir araya geldiği mekanda hazır
bulunur, hakimlikte maharet ve akıl tamamlığı ve görüşün kemaline ihtiyaç duyulur;
kadının aklı noksan ve görüşü az/önemsiz/yetersizdir, erkeklerin ortamında hazır
bulunmaya ehil değildir, onun şahitliği onunla beraber onun gibi bin kadın olursa ve
onlarla beraber bir erkek olmazsa kabul edilmez. Allah, onların şaşırmalarını ve
unutmalarını Bakara, 2/282. ayette haber veriyor. Beldelerin yöneticiliği ve devlet
başkanlığı kadın için geçerli olmaz. 406
Muvafakuddîn İbn Kudâme, Hz. Peygamber ve Dört Halife ve onlardan sonra
gelenlerin kadına hakimlik ve belde yöneticiliği vermemelerini hadis ve ayete ilave
delil olarak sunmaktadır. Muvafakuddîn İbn Kudâme, el-Kâfî adlı eserinde de
yukarıdaki ifadelerinin özeti kabul edilebilecek şu ifadelere yer vermektedir:
Müslüman olma (adil, bâliğ, âkil) bunlar şahitlik şartlarıdır, bunların yargının ön şartı
olması evlâdır. Erkeklik, kadının görevlendirilmesi doğru olmaz, Hz. Peygamber’in
kavli ile: ‘işlerini bir kadına tevdi eden millet felah bulmaz.’ Onu Buhârî rivayet etti.
çünkü kadın, eksik/noksan akıllıdır, erkeklerin huzurunda bulunma için ehilsizdir ve
tarafların ortamı için ehilsizdir.407
406 İbn Kudâme, el-Muğnî, XI / 380 407 Muvaffakuddin Ebû Muhammed Abdullah b. Kudâme (v. 620/1223), el-Kâfî, (thc.Selim Yusuf, thk.Said Muhammed el-Lihâm), Daru’l-Fikr, Beyrut, 1994, IV / 278,279
169
Bu ifadelerde de kadının kölelerle aynı statüde tutulduğunu, kadının aklının
noksan olduğu anlayışını görmemiz mümkündür. Kadının aklının noksan olduğu
anlayışının bir yansımasının da yanlarında bir erkek olmayan bin kadının
şahitliğinin kabul edilmeyeceği noktasına kadar ulaştığını görmek mümkündür.
Kadının fitne kaynağı olarak telakki edilmesini yine yukarıda geçen erkek
ortamında hazır bulunmaya ehil olmadıklarına dair ifadede görmek mümkündür.
Bu anlayışı değerlendirirken hukukçuyu ve yaşadığı toplumu göz önünde
bulundurmak gerekir. Bu anlayışı hazırlayan çevreleyen, biçimlendiren şartlarla
ve diğer anlayışlarla birlikte oluşturduğu bütünlük içindeki yerini, anlayışın başka
anlayışlara göre konumunu belirleyen çerçeve açısından ve bu anlayışı
biçimlendiren sosyal değer ve koşullar açısından değerlendirmek faydalı olur.
Muvafakuddîn İbn Kudâme’nin el-Muğnî adlı eserinin, el-Hırakî’nin
Muhtasar adlı eserine yazdığı şerh olmasını göz önünde bulundurarak el-
Hırakî’nin eserinde yer almayan kadının hakimlik görevini üstlenmemesi
durumunun, şerhte yer alışını görmemiz mümkündür. Fıkhın duraklama çağı
olarak adlandırılan h. IV. asrın başlangıcı ile h. VIII. asrın başlangıcına kadar
olan dönem olan iki hukukçunun yaşadıkları zaman, aynı coğrafi bölgelerde
yaşamaları ve aynı fıkıh mezhebine bağlı olmaları göz önünde bulundurulmak
suretiyle ifadeleri değerlendirmek gerekir.
Muvafakuddîn İbn Kudâme, el-Umde adlı eserinde yargıya ilişkin şunları
ifade etmektedir:
170
O farzı kifayedir, yargıda onda yeterli olanı o makama tayin etmek İmam/devlet
başkanına gerekir, ve ondan başkası bulunmazsa ondan istenirse onun icabeti onu
doğru yapana gerekir. Ondan başkası bulunursa onu terk etmek efdaldir ve onun
şartları erkek olması, hür, müslüman, işiten, gören, konuşan, adil, alim olmasıdır.408
Yargıda yeterli olanı, devlet başkanının ataması gerektiği ifade edilmektedir.
Ancak yargıda yeterli olan, görüldüğü gibi kadın cinsi değil, erkek cinsidir.
Bahauddin Abdurrahman b. İbrahim el-Makdisî (v. 624/1226) tarafından
şerh olarak yazılan el-Udde’de yukarıdaki erkek olma ifadesi şöyle
açıklanmaktadır:
Yedi şart vardır: ilki onun erkek olması, erkekliğin ve büluğun birleşmesidir,
çünkü sabii için söz yoktur ve kadın aklı eksiktir ve görüşü azdır, erkeklerin
huzuru için ve tarafların ortamına ehliyeti yoktur.409
Bahauddin İbn Şeddâd (v. 632/1234), Delâilu’l-Ahkâm adlı eserinde Kadınların
kamu görevine tayin edilmesi, biatı ve halife olmasının keraheti bölümünde Ebû
Bekre’nin hadisini nakletmekte ve şunları ifade etmektedir:
Alimler, kadının vali olmaması, hakim olmaması konusunda el-Beğavî’nin nakline
göre ittifak ettiler. Çünkü velayet, kemaldir, ve kadın eksiktir, üstün olmaya güç
yetiremezler; vali ve hakim için üstün olma gerekir.410
Şemsuddîn el-Makdisî (v. 682/1283), şunları ifade etmektedir:
408 Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mahmud b. Kudâme (v. 620/1223), el-Umde,(el-Udde ile birlikte),el-Mektebetü’l-Faysaliyye, Mekke,(t.y), s. 620,621 409 Bahauddin el-Makdisî (v.624/1226), el-Udde Şerhu’l-Umde, s.621 410 Bahauddin b. Şeddâd (v. 632/1234), Delâilu’l-Ahkâm,(thk. Muhammed b. Yahya b. Hasen en-Necmî), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1991, II / 537
171
Şeyh (İbn Kudâme) hakim için bâliğ, âkil, hür, erkek, müslüman, âdil, işiten, gören,
konuşan, müctehid, katib olma sıfatlarını şart koşmuştur. Erkek olma şartı ile kadının
görevlendirilmesi doğru olmaz. Hanbelîlerin görüşüne Rasul'un hadisi411 delildir.
Hakim, tarafların ve erkeklerin toplandığı mekanda bulunur, hakimlikte maharete,
akıl ve görüşün kemaline ihtiyaç duyulur; kadının aklı noksan ve görüşü yetersizdir,
erkeklerin ortamında bulunmaya ehil değildir, kadının şahitliği, yanında bin kadın
olursa ve yanında bir erkek olmazsa kabul edilmez. Allah onların şaşırmalarını ve
unutmalarını ayet 412 ile haber veriyor. Beldelerin yöneticiliği ve devlet başkanlığı
kadın için geçerli olmaz.413
Şemsuddin El-Makdisî, Muvafakuddîn İbn Kudâme’nin el-Muğnî eserine
yazdığı şerhten alıntıladığımız ifadelerinde Muvafakuddîn İbn Kudâme’nin el-
Muğnî adlı eserinde aynı konuyla ilgili ifadelerini tekrarlamaktan öteye gitmediğini
söylemek durumundayız. Bu duruma aynı anlayışa sahip olmaları etken olmuş
olabilir.
Muvafakuddîn İbn Kudâme’nin mezhep içindeki farklı görüş ve rivayetlere
yer verdiği ancak delil zikretmediği el-Mukni’ adlı eserini Musa b. Ahmed el-
Haccâvî (v. 968/1560), Zadu’l-Mustakni’ adıyla ihtisar etti. Bu iki eserde delil
zikredilmezken Buhûtî’nin Zadu’l-Müstakni’ adlı esere yazdığı şerh olan er-
Ravdu’l-Mürbi’ adlı eserinde erkek olma, hakimde bulunması gereken şartlar
411 “Bir kavim işlerini kadına bırakırsa felah bulmaz.” 412 Bakara, 2/282 413 Şemsuddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ebî Ömer Muhammed b. Ahmed el-Makdisî (v. 682/1283), Şerhu’l- Kebir, (el- Muğnî ile birlikte), XI / 387
172
arasında sayıldıktan sonra Kisrâ’nın kızıyla ilgili hadis delil olarak
zikredilmektedir.414
e-Zerkeşî, el-Hırakî’nin hakimin sıfatları ile ilgili ifadelerini verdikten sonra
şerhte her sıfatla ilgili olarak ya bir ayet ya da bir hadisi delil olarak vermekte ve
“hakimler üçtür” hadisini alim olma sıfatı ile ilgili olarak zikretmektedir. Daha sonra
bu hadisi, hakimin sıfatlarından erkek olma sıfatını ilave etmek suretiyle zikrederek
şu ifadelere yer vermektedir:
el-Hırakî, erkek lafzını zikretmese de Hırakî’nin sözü erkek olmayı içerir. Ve yine
“hakimler üçtür” rivayetinin tamamında “erkek(racul)” lafzının geçmesi, rivayetteki
üç hakimin açıkça erkek olma ile vasıflandırıldığını gösterir.415
Daha sonra Ebû Bekre’nin rivayetine yer vererek daha sonra şunları ifade
etmektedir:
Buhari, Nesai, Tirmizi onu rivayet etti ve onu sahih kabul etti, Çünkü erkekler,
kâdînin huzurunda olurlar, kâdîlikte görüşün kemaline, aklın tamamlığına ve kıvrak
zekalı olmaya ihtiyaç duyulur ve kadın erkeklerin meclislerinde hazır bulunmaz,
nassın delili ile kadının aklı ve görüşü noksandır, kıvrak zekalı olma durumu azdır,
Allah bunu kavli416 ile uyardı...Allah kadının unutmasının ve kadının hatasının
çokluğuna işaret etti.417
Burada geçen “nassın delili” ifadesiyle ilgili olarak kadınların aklının
noksanlığına dair zikrettiğimiz hadis, eserin dipnotunda yer almaktadır.
414 Mansur b. Yunus el-Buhûtî (v. 1051/1641), er-Ravdu’l-Mürbi’ bi Şerhi Zadu’l-Mustakni’,el-Mektebetü’l-Faysaliyye, Mekke, (t.y), I / 366 415 ez-Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî, VII / 243 416 Bakara, 2 / 282 417 ez-Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî, VII / 243,244
173
Buhûtî’nin Umdetü’t-Tâlib adlı eserine Osman b. Ahmed en-Necdî
tarafından yazılan şerh olan Hidâyetü’r-Râğîb adlı eserde de en-Necdî, hakimin
sıfatları arasında erkek olma sıfatıyla ilgili Kisrâ’nın kızına ilişkin hadisi delil
göstermektedir.418
Salih Abdussemi’ el-Ezherî, Halil b. İshak b. Musa el-Malikî’nin
(v. 779/1374) Muhtasar adlı eserine yazdığı şerh olan el-Cevâhiru’l-İklîl’de konuya
ilişkin şunu ifade etmektedir:
Yargı ehli olma adalet, erkeklik, kıvrak zekalı olma varsa müctehid olmadır,
müctehid bulunmazsa en mükemmel mukallid olmadır. Haşiyede: Yargının ahkâmı
ve şartlarını açıklamada ‘ehil olma’ müstahak olmadır ve yargı adalettir yani bâliğ,
âkil, müslüman, erkek, hür, fâsık olmama, suçlu olmama, faziletli davranış
biçimlerini ihlal etmemiş olma. Erkek olma’ kadının tayin edilmesi Buhârî’nin
‘işlerini kadına bırakan kavim felah bulmaz’ hadisi sebebiyle doğru olmaz. 419
El-Ezherî, burada yargıda esas olanın ehil olma ve adalet olduğunu ifade
etmekte ancak bu özelliği sadece erkeklerin taşıyabileceğini ifade etme yoluna
giderek, erkek olmayı bir nitelik olarak belirtmektedir. Erkek olmayı zikretmesi bu
niteliğe önem verdiğini göstermektedir.
418 en-Necdî, Hidâyetü’r-Râğib, s.553 419 Salih Abdussemi’ el-Ezherî, Cevâhiru’l-İklîl Şerhu Muhtasari’l-Halîl, Matbaatu İsâ el-Bâbî el-Halebî, (y.y), (t.y), II/221
174
Es-Süyûtî (v. 911/1505), hakimlik şartları arasında erkek olma niteliğini de
zikretmekte ve şunları ifade etmektedir:
Hakimliğin şartı: İslam ve teklif, hürriyet, erkeklik, adalet, işitme, görme, konuşma
organlarının sağlamlığı, yeterlilik (kabiliyet), ictihad.420
Malik, eş-Şâfiî, Ahmed: Kadının hakim olarak tayin edilmesi doğru olmaz.421
Es-Süyûtî (v. 911/1505), erkeklik niteliğini hürriyetten sonra adaletten önce
zikretmektedir. Bu durum, bize kadının köleden bir üst konumda olduğunu
çağrıştırır. Erkek olma adalet niteliğinden önce gelmektedir. Daha sonra İmam
Malik, eş-Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in konuya ilişkin görüşlerine yer vermektedir.
Eş- Şevkânî; Ahmed b. Hanbel, el-Buhârî, en-Nesâî, et-Tirmizî’de sahih olarak
naklettiği Ebû Bekre’nin Kisra’nın kızı ile ilgili rivayet ile İbn Mâce ve Ebû
Davud’tan (v. 275/889) naklettiği Büreyde’nin rivayetini422 hakimin erkek
olmasının şartının delili olarak zikretmekte ve şunları ifade etmektedir:
Kadının velayetlere/idareciliklere ehil kimselerden olmadığına delildir. Bir kavmin
kadını idarî göreve getirmesi helal olmaz. Felahın yokluğunu gerektiren emirden
uzak olmak vaciptir. Feth’de hakimin erkek olmasını şart koşma üzerinde ittifak
vardır. Cumhur, görüşünü şu şekilde kuvvetlendirir; yargı/hakimlik görüş
olgunluğuna ihtiyaç duyar, kadının görüşü noksandır ve özellikle erkeklerin
420 es-Süyûtî, Cevâhiru’l- Ukûd, II / 283 421 es-Süyûtî, Cevâhiru’l- Ukûd, II / 290 421 İbn Kudâme, el-Muğnî, XI/380,381 422 “Hakimler üçtür; ikisi cehennemde, biri cennette. Cennete olan doğruyu bilip onunla hükmedendir, cehennemde olanlar doğruyu bilip onunla hükmetmeyen ve hükümde acele eden, doğruyu bilmeyip cehaletle hükmeden kişidir/adamdır”
175
ortamlarında/mekanlarında. ...Musannef yine Büreyde hadisini delil olarak aldı.
Hadiste geçen (racul) adamdan kadınların dışında olanlar anlaşılır.423
Yine eş-Şevkânî, bir başka eserinde hakimlik için aranan erkek olmayı
belirtmekte ve şöyle devam etmektedir:
Hz. Peygamber, kadınların akıl ve dinlerinde noksan olduklarını niteledi. Bu
noktadan bakıldığı zaman Allah’ın kulları arasında hüküm verme yetkisini,
kadınlara vermek doğru olmaz. Adaleti yerine getirerek ve temiz şeriatı uygulayarak
Allah’ın kulları arasındaki husumetleri giderecek kimse olarak kadın, akıl ve din
noksanlığından uzak değildir. Rivayet etme, hakimliğe kıyas edilemez; kadın, ona
ulaşanı rivayet eder ona söyleneni, anlatılanı hikaye eder. Hakimliğe gelince ictihada,
idrakin tamlığına ve işlerde derin düşünmeye, işlerin iç yüzünü anlamaya ihtiyaç
duyar ve kadın bunları karşılayamaz. Bunu destekleyen kuvvetlendiren Hz.
Peygamber’in sözüdür. 424 Felahı nefyetme, şiddetli vaîd olan şeyden uzak değildir.
Allah’ın hükmüyle hüküm verme/yargı işlerin başıdır. Hüküm verme diğer
şeylerden daha önce gelir.425
Eş-Şevkânî, önceki dönemlerdeki hukukçular gibi Kisrâ’nın kızı ile ilgili
rivayeti delil gösterdikten sonra, ‘hakimler üç türlüdür..’ şeklinde başlayan rivayette
yer alan (racul) adam lafzına dayanarak kadının hakimlik görevini üstlenemeyeceğini
ifade etmektedir. Yine kadının görüşünün noksanlığına ve fitne kaynağı oluşuna
vurgu yaparak hakimliğin görüş olgunluğuna ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir.
Kadınların hadis rivayet etmelerini durumunun hakimlikteki gibi derin düşünmeyi
423 eş-Şevkânî, Neylü’l- Evtâr, VIII/263-265 424 “İşlerini kadına emanet eden/bırakan kavim felah bulmaz.” 425 eş-Şevkânî ,es-Seylü’l-Cerâr , s.254, 255
176
gerektirmediğini ve söyleneni aktarma olduğunu belirterek kadınların hakimlik
görevini üstlenmemesine delil göstermek istemektedir.
İbn Hazm, hakimlikten kadını men eden açık ayetin olmamasına bakarak ve
sünnetten Kisrâ’nın kızıyla ilgili rivayetin sadece kadının devlet başkanlığına ilişkin
olduğundan hareketle, kadının hakimlik görevini üstlenebileceğini ifade etmektedir.
Kadını hakimlik görevinden men eden nass olmayınca hükmün olmayacağını, hüküm
olmayınca da kadının hakimlik görevinin mübah olacağını ifade etmek istemektedir.
İbn Hazm, eşyada aslolanın mübahlık oluşundan, bu mübahlığı nass olan başka bir
delilin haram veya helal kılacağından, rey ile hüküm vermenin doğru
olmayacağından yola çıkmaktadır.
Kadının hakimliğini şahitliğine kıyas eden Hanefî hukukçularının mantığını
şöyle açıklayabiliriz. Kadının hakimliği ile ilgili Kur’ân ve Sünnetten nass ve sahabe
kavli olmadığı için ictihada giderek kıyas yapmışlardır. Kadının şahitliği Kitab,
Sünnet ve İcma ile sabit bir hükümdür. Hakkında nass olmayan kadının hakimliği
meselesi, kadının şahitliğine kıyas edilmiştir. Kıyasta illet, kadının unutması,
hatırlatmaya ihtiyaç duymasıdır. Akıl noksanlığı hadisi ve ayet, kadının unutma
vasfının illet olduğunu göstermektedir. Buradaki illet, Şâri’ tarfından açıkça beyan
edilmemiş olduğundan tahric-i menât yoluyla bulunmaya çalışılmıştır. İlgili ayetteki
“biri diğerine hatırlatsın” ifadesi, kadının akıl zayıflığını ima etmektedir, bu ima
illetin bulunmasını kolaylaştırmıştır. Hanefî hukukçular, Kisrâ’nın kızıyla ilgili
haber-i vahid rivayeti delil olarak almamışlardır. Bu haber-i vahidi, ravisi sebebiyle
delil olarak almadıkları gibi kendilerine bu haber-i vahid ulaşmamış olduğu için delil
olarak almamış olabilirler. Kadının hakimliğini, Hanefîlerin örf delili açısından ele
almadıklarını düşünmek de mümkündür. Kadınların hakimliği umumi örf değildir,
177
umumi örf olmuş olsaydı, onlar kadının hakimliğini şahitliğine kıyas etmezlerdi.
Ancak hususi örf noktasından bakarak, kadınların şahitliğindeki unutma/hatırlatma
illetini zanni olarak düşünüp, bu unutma/hatırlatma halinin kadından kadına
değişmesinden hareketle, kadınların hakimliğini şahitliğine kıyası terk edebiliriz.
Ebû Hanîfe hayatta olsaydı, değişen örfü dikkate alarak Ebu Hanife’nin kadının
hakimliğini şahitlik ettiği konularla sınırlamayacağını düşünüyoruz.
Şâfiî, devlet başkanlığı ve hakimlikteki ortak illet olan velayet sebebiyle,
kadının devlet başkanlığı caiz olmadığı gibi kadının hakimliği de caiz değildir. O, bu
konuda maslahata da dayanmaktadır. Zira kadın, aklının zayıflığı sebebiyle
adaletinin teminini sağlamaktan acizdir. Maslahat adaleti temin edeceklerin
atanmasıdır. Görüldüğü gibi o, haber-i vahidi kıyasa takdim etmemiş ve hakimliği
şahitliğe kıyas etmiştir.
178
SONUÇ İslam Hukukunda kadının şahitliği konusunda İslam hukukçuları üç gruba
ayrılmaktadır. Kadının her konuda şahitlik edebileceği görüşünde olan hukukçular
sınırlı sayıdadır. Bunlar münferit görüş beyan eden hukukçulardır. Kadının lehine
görünen delillendirme yöntemiyle İbn Hazm, Kitab’dan Bakara Suresi 282. ayette iki
erkek veya bir erkek ve iki kadın lafzının zikredilmesinden hareketle, zina suçunda
dört erkek şahidin yerine tek başlarına sekiz kadın şahidin geçebileceğine ilişkin,
sünnetten iki kadının bir erkek şahide denk olduğu, kadının şahitliğinin erkeğin
şahitliğinin yarısı olduğu yönündeki rivayetlere dayanmaktadır. O, ayette sebep
aramamaktadır. Nass böyledir ve nassın kabulü gerekir şeklinde düşünmektedir.
Rivayetleri de sünnet kapsamında Kur’ân’ın tamamlayıcısı olarak kabul eder ve
onların zahiriyle amel etmeyi tercih etmektedir.
Ceza hukuku dışında kadınların şahitliğini kabul eden Ebû Hanîfe ve Hanefî
hukukçular, malî kanuda şahitlikle ilgili Bakara Suresi 282. ayete dayanmakta ancak,
diğer konuları malî konulara kıyas etmemektedir. Ayette illet, bir kadının diğer
kadına hatırlatması yani unutma şüphesidir. “şüphelerle haddleri düşürün” küllî
kaidesine dayanarak, kadında var olan unutma şüphesinin, kadınların ceza hukuku
konularında şahitlik etmelerini engellemekte olduğu görülmektedir.
Malikî, Şâfiî ve Hanbelî hukukçular da Bakara Suresi 282. ayeti delil olarak
almaktadır. Kadınların şahitliğine ilişkin başka ayet olmaması ve sünnetten doğumda
tek kadının şahitliğinin kabul edileceği ve kadınların avretlerinden erkeklerin
görmesi mahzurlu sayılan (muttalî olmaması gereken) konularda kadınların
şahitliğinin geçerli olduğu yönündeki rivayetlerin varlığı, kadınların şahitliğinin
sadece bu iki konu ile sınırlamaktadır.
179
Kadının hakimliği konusunda da hukukçular benzer şekilde gruplara
ayrılmaktadır. Kadının hakimlik görevini üstlenebileceği görüşünde olan et-Taberî
ve İbn Hazm münferit kalmaktadırlar. İbn Hazm, Kitab’dan delil olarak iyiliği
emretme ve kötülükten sakındırma emri ve “hükmettiğiniz zaman adaletle hükmedin
emrinin umuma yönelik olduğunu ifade etmekte ve hakimliği iyiliği emretme ve
kötülükten nehyetme kapsamında değerlendirmektedir. O, hakimlikten kadını men
eden açık ayetin olmamasına bakarak ve sünnetten Kisrâ’nın kızıyla ilgili rivayetin -
bu rivayet babası Hz. Peygamber’e beddua eden ve kötü yönetim içinde olan bir
kavmin başına geçen gayri Müslim bir kadın hakkındadır- (Bkz. Sayfa 134) sadece
kadının devlet başkanlığına ilişkin olduğundan hareketle, kadının hakimlik görevini
üstlenebileceğini ifade etmektedir. Kadını hakimlik görevinden men eden nass
olmayınca hükmün olmayacağını, hüküm olmayınca da kadının hakimlik görevinin
mübah olacağını ifade etmek istemektedir. İbn Hazm’ın hareket noktası, nassların ve
hükümlerin olduğu gibi alınması, hükümlerin kıyas yoluyla başka konulara
yüklenemeyeceği şeklindedir. Böylece O, hakimliği şahitliğe kıyas edenlerden
ayrılmaktadır.
Hanefî hukukçular kadının hakimliği ile ilgili Kur’ân ve Sünnetten nass ve
sahabe kavli olmadığı için ictihada giderek kıyas yapmışlardır. Kadının şahitliği
Kitab, Sünnet ve İcma ile sabit bir hükümdür. Hakkında nass olmayan kadının
hakimliği meselesi, kadının şahitliğine kıyas edilmiştir. Kıyasta illet, -konuyla ilgili
Bakara Suresi 282. numaralı ayette ve kadının “akıl/hafıza zaafını” ileri süren
rivayette (Bkz. Sayfa 29)- kadına atfedilen ‘unutma’ hususunda aranmıştır.
Kadının hakimliğine cevaz vermeyenlerden Malikî, Şâfiî ve Hanbelî
hukukçulardan Nisa Suresi 34. ayeti delil olarak getirmeyen yalnız Şâfiî’dir. Şâfiî,
180
sünnetten haber-i vahid olan Kisrâ’nın kızıyla ilgili rivayeti, haber-i vahidi kabul
şartlarını taşıdığı için delil almıştır. Sünnet’i Kitab’a denk gördüğü için kadının
hakimliğini şahitliğine kıyas etmektedir. İkisinde de illet, velayettir. Bu görüşe göre,
devlet başkanlığı ve hakimlikteki ortak illet olarak kabul edilen velayet sebebiyle,
kadının devlet başkanlığı caiz olmadığı gibi kadının hakimliği de caiz
görülmemektedir. Malikî ve Hanbelî hukukçular da Kisrâ’nın kızıyla ilgili haber-i
vahid rivayeti delil olarak almakta ve Nisa Suresi 34.ayeti de Kitab’dan delil olarak
sunmaktadırlar.
İslam hukukçularının kadının şahitliği ve hakimliği konusundaki
yaklaşımları, kendi mezhep anlayışları içinde değerlendirildiğinde daha iyi
anlaşılmaktadır. Ancak mezheplerin kurucu hukukçularının görüşlerini, ondan sonra
gelen hukukçular tekrarlamaktan öteye gitmemişlerdir.
Kişisel kanaatimce, şahitlik ve hakimlik görevini üstlenmede asıl olan,
adaletli olma ve bu görevleri layıkıyla yerine getirmedir. Erkek veya kadın olarak
değil, göreve ehil erkek veya göreve ehil kadının tayin edilmesi gerekir.
181
BİBLİYOGRAFYA
ABDURREZZAK, Ebû Bekr b. Hemmâm es-San’ânî (v. 211/826), el-Musannef,
(thk.Habibu’r-Rahman el-A’zamî), el-Meclisu’l-İlmî, Johannesburg, 1972
AKDEMİR, Salih, “Tarih Boyunca ve Kur'ân-ı Kerim’de Kadın”, İslâmî
Araştırmalar, C.V, S.4, Ekim, Özkan Matbaacılık, Ankara, 1991
ASKALÂNÎ, Ahmed b. Ali b. Hacer (v. 852/1447), Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahihi’l-
Buhârî, (thk.Abdülaziz b. Abdillah b. Bâz), Daru’l-Fikr, Beyrut, 1996,
17 cilt
ATEŞ, Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul,
1996
ATEŞ, Ali Osman, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, Umut Matbaacılık,
İstanbul, 2000
AYNÎ, Bedrüddin Ebî Muhammed b. Mahmud b. Ahmed (v. 855/1451), Umdetü’l-
Kâri Şerhu Sahihu’l-Buharî, Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır, 1972, 20 cilt
BÂBERTÎ, Ekmelüddin Muhammed b. Mahmud (v. 786/1384), Şerhu’l-İnâye
ale’l-Hidâye, (Şerhu Fethu’l-Kadir ile birlikte), (thc.Abdürrezzak Galib el-
Mehdi), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, 10 cilt
BEĞAVÎ, Ebû Muhammed el-Huseyn b. Mes’ûd b. Muhammed el-Ferrâ
(v. 615/1218), Kitâbu Edebi’l-Kâdî min’et-Tehzîb, (thk.İbrahim b. Ali
Hanurkici), Daru’l-Menâr, Lübnan, 1992
182
BERRÎ, Zekeriya, “Devru’l-Mer’etü fi’l-Müctema”, el-Usbûu’l-Fıkhu’l-İslâmî ,
Yıl.1967, S.3, Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye,
Kahire, 1980
BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. Huseyn b. Ali b. Abdillah b. Musa (v. 458/1066),
Ahkâmu’l-Kur’ân li İmam eş-Şâfiî, (thk. Abdulgani Abdülhalik), Daru
İhyau’l-Ulûm, Beyrut, 1990
BİLTÂCÎ, Muhammed, Mekanetü’l-Mer’e, Daru’s-Selâm, Kahire, 2000
BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (v. 256/869), el-Câmiu’s-Sahîh,
Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, 4 cilt
BUHÛTÎ, Mansur b. Yunus (v. 1051/1641), er-Ravdu’l-Mürbi’ bi Şerhi Zadu’l-
Mustakni’, el-Mektebetü’l-Faysaliyye, Mekke, (t.y), 2 cilt
BULAÇ, Ali, “Mekasidu’ş-Şeria Bağlamında Kadının Şahitliği Konusu”, İslâmî
Araştırmalar, C.V, S.4, Ekim, Özkan Matbaacılık, Ankara, 1991
CAFER, Muhammed, “el-Münâkaşât”, el-Usbuu’l-Fıkhu’l-İslâmî, Yıl.1967, S.3,
Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye, Kahire, 1980
CARULLAH, Musa, Hatun, (haz. Mehmet Görmez), Önder Matbaacılık, Ankara,
2000
CESSÂS, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed (v. 370/980), Ahkâmu’l-Kur’ân, Daru’l-
Fikr, Beyrut, 1993, 3 cilt
,Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulema, (thk.Abdullah Nezir Ahmed), Daru’l-
Beşairu’l-İslamiyye, Beyrut, 1995, 5 cilt
DEBÛSÎ, Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer b. İsa (v. 430/1038), Tesîsu’n-Nazar,
Matbaatu’l-Evbiyye, Mısır, 1330
183
DÜREYNÎ, Fethî, “el-Münâkaşât”, el-Usbuu’l-Fıkhu’l-İslâmî, Yıl. 1967, S.3,
Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye, Kahire, 1980
EBÛ ZEYD, Hikmet, “el-Münâkaşât”, el-Usbuu’l-Fıkhu’l-İslâmî , Yıl.1967, S.3,
Mayıs, el-Hey’etü’l-Âmmetü li şuuni’l-Matâbii’l-Emiriyye, Kahire, 1980
EZHERÎ, Salih Abdussemi’, Cevâhiru’l-İklîl Şerhu Muhtasari’l-Halîl, Matbaatu
İsâ el-Bâbî el-Halebî, (y.y), (t.y)
FOULLEE, Alfrea, Kadın-Erkek Irklar Ruhiyâtı, (trc. Mustafa Rahımî Balaban),
Matbaa-i Amire, İstanbul, 1339-1342
GAZZÂLÎ, Muhammed b. Muhammed (v. 505/1111), el-Vasît, (thk.Muhammed
Temer), Daru’s-Selam, el-Gavriyye, 1997, 7 cilt
,el-Vecîz fî Fıkhi Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, (thk. Hâlid el-Attar), Daru’l-
Fikr, Beyrut, 1994, 2 cilt
GÜRLER, Kadir, “Kadının Yöneticiliği Meselesi”, Dini Araştımalar, C. IV,
S. 11, Eylül- Aralık, Seba Ofset, Ankara, 2001
ĞAMRÂVÎ, Esiruddin Muhammed b. Yusuf Ebû Hayyan el-Endülüsî
(v. 745/1344), es-Sirâcu’l-Vehhâc ala Minhâcu’t-Tâlibîn, Daru’l-Kütübü’l-
İlmiyye, Beyrut, 1996
HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, ( trc. Salih Tuğ), İrfan
Yayımcılık, İstanbul, 1993, 2 cilt
HATİBOĞLU, Mehmet, İslami Tenkid Zihniyyeti ve Hadis Tenkidinin Doğuşu,
(basılmamış doktora tezi) 1962
HAYYÂT, Rim Nasûh, el-Mer’etü fi’l-İslam Kadâyâ Fetâvâ, el-Yemâme, Beyrut,
1997
184
HIRAKÎ, Ebu’l-Kâsım Ömer b. Hüseyn b. Abdillah b. Ahmed (v. 334/945),
Muhtasar, (el-Muğnî içinde), el-Mektebetü’s-Selefiyye, Medine, (t.y), 12 cilt
İBN ÂŞÛR, Muhammed Tahir, İslam Hukuk Felsefesi (Mekasıdu’ş-Şerîati’l-
İslâmiyye), (trc.Vecdi Akyüz,Mehmet Erdoğan), Kitap Matbaası, İstanbul,
1999
İBN EBÎ ZEMENÎN, Muhammed b. Abdillah b. İsa b. İbrahim (v. 399/1008),
Müntehâbu’l-Ahkâm, (thk.Abdullah b. Atıyye el-Ğâmidî), Müessesetü’r-
Reyân, Lübnân, 1998, 2 cilt
İBN EBİ’D-DEM el-HAMEVÎ, Şihabüddin Ebî İshak İbrahim b. Abdillah
(v. 642/1244), Kitâbu Âdâbi’l-Kadâ,(thk. Muhammed Mustafa ez-Zuhaylî),
Daru’l-Fikr, Dimeşk, 1982
İBN HANBEL, Ahmed b. Muhammed (v. 241/855), el-Müsned, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1981, 6 cilt
İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed (v. 456/1064), el-Muhallâ, İdaretu’t-
Tıbaatü’l-Münîriyye, Mısır, 1351, 11 cilt
İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ İsmail el-Kuraşî (v. 774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm,
Daru Tayyibe, Riyad, 1997, 8 cilt
İBN KUDÂME, Muvaffakuddîn Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Mahmud
(v. 620/1223), el-Muğnî, el-Mektebetü’s-Selefiyye, Medine, (t.y), 12 cilt
,el-Kâfî, (thc.Selim Yusuf, thk.Said Muhammed el-Lihâm), Daru’l-Fikr,
Beyrut, 1994, 4 cilt
,el-Umde,(el-Udde ile birlikte), el-Mektebetü’l-Faysaliyye, Mekke, (t.y)
İBN MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî (v. 275/888), es-Sünen,
Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, 2 cilt
185
İBN NÜCEYM, Zeynüddin İbrahim (v. 970/1562), el-Eşbâh ve’n-Nezâir,
Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, Mekke-Riyad, 1997, 2 cilt
İBN ÖMER, Süleyman b. Muhammed (v. 1221/1806), Haşiyetü’l-Buceyremî ala
Şerhu Menhecü’t-Tullâb, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, 4 cilt
İBN RÜŞD, Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed (v. 595/1199), Bidâyetü’l-
Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid, (el-Hidâye fi Tahrici Ehadisi’l-Bidaye ile
birlikte), Alemü’l-Kütüb, Beyrut, 1987, 8 cilt
İBN ŞEDDÂD, Bahauddin (v. 632/1234), Delâilu’l-Ahkâm, (thk. Muhammed b.
Yahya en-Necmî), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1991, 2 cilt
İBNU’L-ARABÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillah (v. 543/1148), Ahkâmu’l-
Kur’ân, (thk. Ali Muhammed el-Becâvî), Daru’l-Marife, Beyrut, (t.y), 4 cilt
İBNU’L-HÜMÂM, Kemalüddin Muhammed b. Abdülvahid (v. 861/1457), Fethu’l-
Kadîr, (thc.Abdürrezzak Galib el-Mehdi), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut,
1995, 10 cilt
İBNU’L-KAYYIM, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr el-Cevziyye
(v. 751/1350), et-Turuku’Hükmiyye fi’s-Siyâseti’ş-Şer’iyye, (Thk.Muhammed
Hâmid el-Fekî), Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1953
,I’lamu’l-Muvakkıîn an Rabbi’l-Âlemîn, Matbaatu Zekî el-Kürdî, Mısır,
1325, 3 cilt
KARÂFÎ, Şihabüddin Ahmed b.İdris (v. 684/1285), ez-Zehîra, (thk. Muhammed
Buhubze), Daru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut, 1994, 14 cilt
KARAKUŞÇU, M. Nail, Genel Psikoloji ve Normal Davranışlar, Pelin Ofset,
Ankara, 1999
KARDÂVÎ, Yusuf, Fetâvâ Mustafa ez-Zerkâ, Daru’l-Kalem, Dımeşk, 1999
186
KÂSÂNÎ, Alauddîn Ebû Bekr b. Mes’ûd (v. 587/1191), Bedâiu’s-Sanâi’ fî
Tertîbi’ş-Şerâi’, Matbaatü’l-Cemaliyye, Mısır, 1910, 7 cilt
KELVEZÂNÎ, Ebu’l-Hattâb Mahfûz b. Ahmed (v. 510/1116), Kitâbu’l-Hidâye,
(thk.İsmail el-Ensarî,Salih el-Amrî), Metâibu’l-Kasîm, (y.y), 1390
KIRBAŞOĞLU, Hayri, “Kadın Konusunda Kur'ân’a Yöneltilen Eleştiriler”, İslâmî
Araştırmalar, C.V, S.4, Ekim, Özkan Matbaacılık, Ankara, 1991
KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (v. 671/1273), el-Câmi
li Ahkâmi’l-Kur’ân, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, 20 cilt
MAKDİSÎ, Bahauddin Abdurrahman b. İbrahim (v. 624/1226), el-Udde Şerhu’l-
Umde, el-Mektebetü’l-Faysaliyye, Mekke, (t.y)
MAKDİSÎ, Şemsuddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ebî Ömer Muhammed b.
Ahmed (v. 682/1283), Şerhu’l- Kebir, (el-Muğnî ile birlikte), el-Mektebetü’s-
Selefiyye, Medine, (t.y), 12 cilt
MÂVERDÎ, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib (v. 450/1058), el-Hâvi’l-
Kebîr fi Fıkhi Mezhebi’l-İmami’ş-Şâfiî ve Şerhu Muhtasaru’l-Müzenî, (thk.
Ali Muhammed Muavvid, Adil Ahmed Abdülmevcûr), Daru’l-Kütübü’l-
İlmiyye, Beyrut, 1994, 18 cilt
,Edâbu’l-Kâdî, (thk. Muhyî Hilâl es-Serhân), Matbaatu’l-İrşâd, Bağdat,
1971
,Ahkâmu’s-Sultaniyye, Matbaatu’s-Seade, Mısır, 1909
MAVSILÎ, Abdullah b. Mahmud b. Mevdud (v. 683/1284), el-İhtiyâr li Ta’lîl-
Muhtâr, (thk.Züheyr Osman el-Caîd), Daru’l-Erkam, Beyrut, (t.y), 5 cilt
187
MEDİCANA, Genel Sağlık Ansiklopedisi, Doğan Medya Center Tesisleri, İstanbul,
1993
MERĞÎNÂNÎ, Burhanuddin Ali b. Ebî Bekr (v. 593/1197), el-Hidâye (Fethu’l-
Kadîr ile birlikte), (thc.Abdürrezzak Galib el-Mehdi), Daru’l-Kütübü’l-
İlmiyye, Beyrut, 1995, 10 cilt
MUSLİHİDDİN ŞEYHZADE, Muhyiddin Muhammed b. eş-Şeyh (v. 951/1544),
Kitâbu Şeyhzâde ala’t-Tefsîru’l-Kâdî el-Beydâvî, Matbaatu’l-Osmaniyye,
İstanbul, 1306, 4 cilt
MÜSLİM, Ebu’l-Huseyn b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî (v. 261/874),
el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, 3 cilt
NECDÎ, Osman b. Ahmed (v. 1051/1641), Hidâyetü’r-Râğıb li Şerhi Umdeti’t-
Tâlib, (thk.Haseneyn Muhammed Mahlûf), Daru’l-Beşîr, Cidde, 1995
NESÂÎ, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali (v. 303/915), es-Sünen, Çağrı
Yayınları, İstanbul, 1981, 8 cilt
NEVEVÎ, Muhyiddin Yahya b. Şeref (v. 676/1277), Ravdatü’t-Tâlibîn ve Umdetü’l-
Müftîn, el-Mektebü’l İslâmî, Beyrut, 1991, 12 cilt
ÖZSOY, Ömer – GÜLER, İlhami, Konularına Göre Kur’ân, Fecr Yayınevi,
Ankara, 1999
RÂFİÎ, Ebu’l-Kasım Abdülkerim b. Muhammed b. Abdülkerim (v. 623/1226),
el-Azîz Şerhu’l-Vecîz, (thk.Ali Muhammed Muavvid, Adil Ahmed
Abdülmuvahhid), Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1997, 13 cilt
SAN’ÂNÎ, Muhammed b. İsmail el-Emîr el-Yemenî (v. 1182/1768), Sübülü’s-
188
Selâm Şerhu Bulûğu’l-Merâm, (thc.Fevâz Ahmed Zemirlî, İbrahim
Muhammed el-Hacel), Daru’r-Reyân li’t-Türâs, Kahire, 1987, 4 cilt
SERAHSÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed Ebû Sehl (v. 483/1097), el-Mebsût,
Daru’l- Marife, Beyrut, (t.y), 30 cilt
SIBÂÎ, Mustafa, el-Mer’e Beyne’l-Fıkh ve’l-Kânûn, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut,
1962
SIDDIK HASAN HAN, Ebu’t-Tayyib Sıddîk b. Hasen b. Ali el-Hüseynî
el-Kınnevcî, (v. 1307/1889), Neylü’l-Merâm min Tefsiri’l-Âyâti’l-Ahkâm,
(thk.Yusuf b. Ahmed el-Bekrî), Ramâdiye’n-Neşr, el-Memleketü’l-
Arabiyyetü’s-Suudiyye, 1997, 2 cilt
SÜYUTÎ, Celaluddin Abdurrahman b. Ebî Bekr (v. 911/1505), el-Eşbâh ve’n-
Nezâir,(thk.Muhammed el-Mutesımbillah el-Bağdâdî), Daru’l-Kitâbu’l-Azlî,
Beyrut, 1993
,Cevâhiru’l-Ukûd, (thk.Abdulhamid Muhammed es-Sa’denî), Daru’l-
Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1996, 2 cilt
,Tenvîru’l-Havâlik Şerhu ala Muvattai Malik, Matbaatü Daru İhya’l-
Kütübü’l-Arabiyye, Mısır, (t.y), 3 cilt
ŞÂFİÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İdris (v. 204/820), el-Umm, (thk. Mahmut
Matrucî), Daru’l-Kutübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, 9 cilt
ŞEHÎDÎ, Ali Ahmed, Ümmü’d-Dünya, Matbaatü’ş-Şerefiyye, Mısır, 1909
ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed (v.1250/1834), Neylü’l-Evtâr,
Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, (t.y), 8 cilt
ŞEYBÂNÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. el-Hasen (v.189/804), Kitâbu’l-Asl,
(tsh.Ebu’l-Vefa el-Afğânî), Alemü’l-Kütüb, Beyrut, 1990, 5 cilt
189
ŞEYHZÂDE, Abdurrahman b. Şeyh Muhammed b. Süleyman (v. 1078/1667),
Mecmau’l-Enhur Şerhu Mülteka’l-Ebhur, Matbaatü’l-Âmire, İstanbul,
1310, 2 cilt
ŞÎRÂZÎ, Ebû İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Fîrûzâbâdî (v. 476/1083),
el-Mühezzeb, (thk.Muhammed ez-Zuhaylî), Daru’l-Kalem, Dımeşk, 1996,
6 cilt
TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fi Te’vili’l-
Âyi’l-Kur’ân, Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, 13 cilt
TENNÛHÎ, Saîd b. Saîd (v. 240/854), el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, (thk.Hamdi el-
Demerdâşî), Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, Mekke, 1999, 9 cilt
TİRMİZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. Serve (v. 279/892), el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı
Yayınları, İstanbul, 1981, 5 cilt
TOPALOĞLU, Bekir, İslam’da Kadın, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, 1965
TUKSAL, Hidayet Ş., Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri,
Özkan Matbaacılık, Ankara, 2001
ULUDAĞ, Süleyman, İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, T.D.V. Yayın
Matbaacılık, Ankara, 1997
VECDÎ, Muhammed Ferid, el-Mer’etü’l-Müslime, Matbaatü’t-Terakki bi Şâri’
Abdulaziz, Mısır, 1901
ZERKEŞÎ, Şemsüddin Muhammed b. Abdillah (v. 776/1374), Şerhu’z-Zerkeşî ala
Muhtasari’l-Hırakî, (thk. Abdullah b. Abdurrahman b. Ubeydullah el-Cibrîn),
Mektebetü’l-Abîkân, Riyad, 1993, 7 cilt
ZÜRKÂNÎ, Abdülbâkî b. Yusuf (v. 1122/1710), el-Câmi’ Beyne İlmî’l-Usûl ve
Meânî, Matbaatü Muhammed Efendî Mustafa, Mısır, 1307, 7 cilt
190
top related