arkeoidea 6

59
1

Upload: amila-becirovic-lukarcanin

Post on 07-Aug-2015

74 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

arkeoidea 6

TRANSCRIPT

1

2

Merhaba ARKEOIDEA okurları İlginizi çekeceğini düşündüğümüz konularla yeni bir sayıda yine birlikteyiz. Her şeyden önce zaman ayırıp hepsi birbirinden değerli çalışmalarını dergimize yollayan saygıdeğer bilim insanlarıyla, Arkeologlar Derneği Istanbul ve Mersin şubelerine ayrıca dergimizin kapak fotoğrafı için Tuna Akçay’a teşekkür ederiz. Dergimiz, Arkeologlar Derneği İstanbul ve Mersin Şubelerinin yazılarıyla başlıyor. Sivil toplumun gücünün Arkeolojik korumacılığın gündemde olduğu bugünlerde daha da önem kazandığını düşünüyor ve Arkeologlar Derneği Şubelerinin bu konudaki bütün çalışmalarını desteklemeyi sürdürüyoruz. Bu sayımızda İngiltere’den Doç. Dr. Salim Aydüz “Bir Osmanlı Ressamı: Ahmed Ziya Akbulut” başlıklı değerli biyografi çalışmasıyla dergimize ikinci kez yazı yazarak katılıyor. Silifke Müze Müdürü Arkeolog İlhame Öztürk, “Silifke Müzesi”ni ve çalışmalarını yazıyor. Arkeolog Özgür Gökdemir “Yeni Arkeoloji” başlıklı çalışmasında, arkeoloji için ilginç ve incelenmeye değer yaklaşımları tartışıyor. İran’dan konuğumuz olan Arkeolog Reza Heydari, “Erken Dönem İran Arkeolojisi Üzerine Kısa Bilgiler” başlıklı çalışmasında ülkesinin geçmişi üzerine bilgiler verirken, yapılan arkeolojik çalışmalardan da söz ediyor. Yeri gelmişken Heydari’nin Farsça kaleme aldığı yazısını Türkçe’ye çeviren Kiarash Ghasemlou’ya teşekkür ederiz. Arkeolog Ahmet Mörel, “Küçük Asya’da Pers Hakimiyeti” başlıklı çalışmasında Perslerin özellikle Cilicia’daki hakimiyetini okurlarımızla paylaşıyor. (ma) Arkeolog Tuna Akçay “Eskiçağ’da Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri” başlıklı çalışmasında, eski toplumların ölüme yaklaşımı ve adetler üzerinde duruyor. Arkeolog Ümit Çakmak ise “Cilicia Roma Dönemi Tapınakları” başlıklı yazısında, genel olarak tapınakların planları üzerine bilgi verdikten sonra Cilicia’daki örnekleri inceliyor. Amerika Birleşik Devletleri’nden Klasik Filolog Sevim Ayteş Canevello’nun İngilizce kaleme aldığı yazısı “Two official Letters of Innocent III on Latin Patriarchate of Constantinople” başlığını taşıyor ve Istanbul Latin Patrikhanesi’ni konu ediniyor. Murat Özyıldırım (ma) “Seleucia ad Calycadnum’un Erken Hıristiyanlık Dönemi Açısından Önemi” başlıklı çalışması yerleşimin söz konusu dönemde Isauria’nın dinsel merkezi olmasının nedenlerini inceliyor. Temmuz ayında çıkacak yeni sayımızda buluşmak dileğiyle!

ARKEOIDEA

3

4

İÇİNDEKİLER

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi 3 Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi 7 Doç. Dr. Salim Aydüz “Bir Osmanlı Ressamı ve Müzecisi Ahmet Ziya Akbulut”. 9 İlhame Öztürk “Silifke Müzesi”. 14 Özgür Gökdemir (ma) “Yeni Arkeoloji”. 18 Reza Heydari “Erken Dönem İran Arkeolojisi Üzerine 23 Kısa Bilgiler”. Ahmet Mörel “Küçük Asya’da Pers Hakimiyeti”. 25 Tuna Akçay (ma) “Eskiçağ’da Ölü Kültü ve Ölü Gömme 32 Adetleri”. Ümit Çakmak “Cilicia Roma Dönemi Tapınakları”. 41 Sevim Ayteş Canevello (ma) “Two official Letters of Innocent III on Latin Patriarchate of Constantinople”. 49 Murat Özyıldırım (ma) “Seleucia ad Calycadnum’un Erken Hıristiyanlık Dönemi Açısından Önemi” 55

5

2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul

ARKEOLOGLAR DERNEĞİ

İSTANBUL ŞUBESİ

Farklı kültürlerin belirli yönlerini Avrupa toplumuyla tanıştırmak amacı ile ilk kez 1985 yılında dönemin Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri tarafından ortaya atılan Avrupa Kültür Başkenti girişimi, aynı yıl kabul görerek uygulamaya kondu. 2000 yılına kadar Avrupa Birliği'ne üye ülkeler arasından seçilen ve yalnızca bir kente verilen Avrupa Kültür Başkenti ünvanı, 2000 yılından bu yana AB adayı ülkelerinde içinde bulunduğu, birden fazla kente verilmeye başlandı. İstanbul, 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olarak, Essen (Almanya) ve Peç (Macaristan) kentleri ile birlikte seçilmiştir. Sağlıksız yerleşim bölgeleri, bakımsız sokakları, sürekli olarak devam eden yol bakım çalışmalarının da etkisiyle yaşanan trafik karmaşası, sıcak yaz günlerinde artan kokularıyla pekte bir Avrupa kentine benzemeyen İstanbul, halkın bilinçlendirilmesi, kültür-sanat-arkeoloji projelerinin oluşturulması ve kentsel dönüşüm ve fiziksel fizibilite çalışmalarının gerçekleştirilmesi için hazırlanan projeler ile Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. Ancak, İstanbul’da yaşanan bu yoğun süreç, pek çok sorunu da beraberinde getiriyor. Özellikle kentsel dönüşüm ve yenileme alanları ile ilgili olarak süratle hayata geçirilmeye çalışılan projelerde mahallelerin sosyal ve fiziksel kültürünün bir arada değerlendirilmediği görülüyor. Yenileme alanları ile ilgili olarak 2010 yılına yetiştirilmesi planlanan, Süleymaniye, Sulukule, Balat-Fener gibi tarihsel değer taşıyan semtlerde aceleye getirilerek yapılacak çalışmalar, semtlerin tarihsel dokusu üzerinde tamiri çok zor hatalara yol açabilir. Bu çalışmaların yakından izlenebilmesi amacıyla İstanbul’da pek çok sivil toplum kuruluşu ve meslek odası ile birlikte “Kültürel Mirası İzleme Komitesi” çalışmalarına arkeologlar Derneği İstanbul şubesi olarak katılmaktayız. Dört yüz bin yıllık geçmişe sahip ve üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul’un, Avrupa Kültür Başkentliği unvanını da adına yakışır bir biçimde taşıyabilir. Bunun için, kentin tarihi zenginliklerini doğru çalışmalarla ortaya çıkarılması, bunun yanı sıra düzenli, sağlıklı ve güvenli bir kent haline dönüştürülmesi için doğru projelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Proje oluşturma ve uygulama aşamalarında üniversite, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarının ortak bir paydada buluşturulması, çözümlerin ortak akıl yolu ile oluşturulması gerekmektedir. Tüm meslektaşlarımızı, yaşadığımız kenti özgün değerlerlerinden uzaklaştıracak projeler konusunda dikkatli olmaya ve bu

6

süreçte İstanbul’un geleceği için yapıcı katkılar sunmaları konusunda duyarlı olmaya çağırıyoruz.

Galata Kulesi (İstanbul)

7

Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi

Mersin’de gittikçe artan korumacılık sorunları, derneğimizin en önemli inceleme konusunu oluşturmaktadır. Kültür varlıklarının korunması ile ilgili sorunlarda, arazi kazanımı için arkeolojik malzemenin tahrip edilmesi, kaçakçılık ve definecilik yoluyla eserlerin kaçırılması her geçen gün daha da önem kazanmaktadır. Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi olarak sözü edilen konulardaki kaygılarımızı basın aracılığıyla kamuoyuna duyurarak, çözüm için gündem oluşturmaya çalışıyoruz. Mersin’in coğrafi durumu göz önüne alındığında dağlık kesimlerde eski eser yağmacılığını önleyebilmek için kolluk kuvvetlerinin tedbir alma zorunluluğu önem kazanmaktadır. Jandarma, yerleşim merkezlerinden uzak kırsal alanlarda, arkeolojik kalıntıların korunmasında en önemli görevi üstlenen teşkilattır. Ancak, 2005 yılından itibaren Mersin’in merkeze uzak beldelerinde konuşlanan Jandarma karakollarının kapatılması, kaçak kazıların artmasının nedenlerinden birini oluşturmaktadır Bu uygulamadan vazgeçilmesi için Jandarma Genel Komutanlığı nezdinde girişimlerde bulunulmasına karşın, olumlu yanıt alınamamış ve karakol kapatmaların sebebi ekonomik nedenlere dayandırılmıştır.

Olba’da bulunan portreli bir lahdin tahrip edilişi

Oysa korumasız kalan ören yerlerinde tahribat artmaktadır. Örneğin 2005 yılında kapatılan Uzuncaburç Karakolu, ören yerlerine yakınlığı nedeniyle buralardaki eserlerin korunması bakımından oldukça önemliydi. Bu yerleşimler Uzuncaburç Karakolu’nun kapatılmasıyla birlikte uzak karakolların denetim alanlarına girmiştir. Böylelikle geniş arazilerin denetimi zor hale gelmiş, eski eser yağmacılığı da bütün hızıyla devam etmiştir. Arazinin engebeli yapısı saklanmaya elverişli olduğundan kaçak kazı yapanların bulunması da güçleşmektedir. Bu yüzden bu bölgelerde sürekli devriyelerin gezmesi karakolların açık olması gerekmektedir. Doğu Akdeniz kenti olarak Mersin, artan nüfusu ile büyüyen, hızla gelişen bir kenttir. Son yıllarda Mersin-Silifke arasında hızla artan çarpık kentleşme,

8

Mersin’in kıyı yağmasında ulaştığı düzeyi gösterme bakımından dikkat çekicidir. Bu çarpık yapılaşma, yer yer arkeolojik kalıntılara da zarar vermekte, kentin sahip olduğu geniş sahil bandı denetimi güç hale getirmektedir. Özellikle yüzlerce daireli sitelerin denize yakın yerlerde olması, görüntü kirliliğini de ortaya çıkarmaktadır. Eski kentlerin üzerine kurulu çağdaş yerleşimler rant uğruna birçok arkeolojik kalıntıyı yok etmekten çekinmemektedir. Kızkalesi (Korykos – Corycus), bunun en açık örneklerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. Turizmin kentte plansız gelişimi, kıyı yağmasının artmasına neden olmaktadır. Plansız yapılaşma nedeniyle sahil bandında bazı otel ve site inşaatları, sit alanlarının hemen yanına yapılmaktadır.

İnşaatlar için yapılan keşiflerde arkeologların yer alması, eski eser korumacılığı için büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden arkeologların, birçok sit alanlarına sahip yerleşimlerdeki belediyelerde istihdam edilmesi gerekmektedir. Arkeologların istihdam edilmesiyle birlikte hem eski eserlerin korunması sağlanacak hem de bölgede bulunan kalıntıların değerlendirilmesiyle turizme yönelik doğru tanıtımlar yapılabilecektir. Mersin Büyükşehir Belediyesinde kurulan KUDEB’de sadece bir arkeolog bulunmaktadır. Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi olarak, Arkeologların kamu kuruluşlarındaki istihdamlarını sağlayan kontenjanların arttırılması gereği üzerine çalışmalarımızı sürdürmekteyiz.

9

Bir Osmanlı Ressamı ve Müzecisi:

Ahmed Ziya Akbulut

Salim Aydüz*

Aynı zamanda matematikçi, astronom ve hattat da olan Ressam Ahmet Ziya Akbulut Bey 15 Haziran 1869 tarihinde İstanbul’un Fatih semti Kıztaşı mahallesinde doğmuş ve 17 Nisan 1938’de İstanbul’da vefat etmiştir. Babası Hacı Kamil Efendizâde Mustafa Rıza olup Çiki Rıza diye tanınırdı. Tahsiline mahallesindeki Sofular Mahalle Mektebi’nde (1875) başladı ve sonra sırasıyla Saraçhane İbtidai Mektebi (1879), Fatih Askeri Rüştiyesi (1881), Mustafa Reşid Paşa Askeri Rüştiyesi, Kuleli Askeri Lisesi ve Harbiye Mektebi'nde tamamladı (1887). Eğitimi tamamladıktan sonra ordu mensubu oldu ve ilk olarak piyade mülâzım-ı sânisi oldu (1889). Daha sonra Edirne'deki 2. ordu komutanlığına tayin edildi (20 Haziran 1889) ve buradaki askerî görevinin yanı sıra Edirne Mülkiye İdadisinde riyaziye hocalığı yaptı. İstanbul’a döndükten sonra 1894 yılına kadar Erkân-ı Harb Resimhânesinde askeri haritalar üzerinde çalıştı. Aynı sıralarda Kocamustafapaşa’daki Askeri Lisesi ve Daruşşafaka Lise'lerinde Fransızca ve matematik dersleri de verdi (Ağustos 1891). Ayrıca Gülhane Askeri Lisesi'nde Fransızca hocalığı yaptı. Ekim 1892 tarihinde Kuleli Askeri lisesine resim hocası olarak tayin edildi. Sanat ve resim konularında meşhur Osmanlı Ressamı Hoca Ali Rıza’nın ve Osman Nuri Paşa’nın öğrencisi oldu, Osman Nuri Paşa’nın yardımcığını yaparak resim bilgi ve tekniğini ilerletti. Aynı yerde kozmoğrafya, mekanik ve matematik; Harbiye Mektebi'nde de yüksek matematik dersleri verdi (1897). Bir yandan da Sanayi-i Nefise Mektebi’ne devam etti. Buradan sonra Tophâne-i Âmire Resimhânesi ve Matbaa-i Askerîye’de müdürlük yaptı (1898-1914). Bir ara Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin idare heyeti başkanlığına getirildi (1913). Sanayi-i Nefise Mektebi’ne riyaziye (matematik) ve fenn-i menâzır (perspektif) hocası olarak tayini çıktı (1914). Binbaşı makamında iken askeri görevinden ayrıldı (1919) ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nde müdür muavini oldu. Bu arada muhtelif camilerde ve özellikle Eyüp Sultan Camii’nde muvakkitlik yaptı. Kandilli Rasathânesi ve Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nde (Türk ve İslam Eserleri Müzesi) müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. Eski silahlar komisyon başkanlığında ve Harita Genel Müdürlüğü’nde çalıştı.

Son Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi'nin 1924 yılında vefatıyla müneccimbaşılık müessesesinin lağvedilmesi üzerine (1924) baş muvakkitlik makamı kuruldu ve Ahmet Ziya burada ilk baş muvakkit olarak tayin edildi (1927). Fransa Astronomi azalığına

* Doç. Dr., The University of Manchester, Manchester, UK. [email protected]

10

seçildi ve İstanbul Belediyesi İnkılâp Müzesi’ni kurdu (1934). Vefat ettiğinde buranın müdürü idi. Kabri Topkapı Kozlu mezarlığındadır.

Ahmet Ziya Akbulut Bey, askerliği, matematikçiliği ve muvakkitliği yanında daha çok ressamlık yönüyle tanındı. Sanat çalışmaları yanında astronomi, matematik, özellikle menâzır olarak isimlendirilen perspektif konusunda uzmanlaştı. Bu sebeple kendisine "Menâzırcı Ziyâ" denildi. Perspektif bilgisini yansıtan mimari ağırlıklı tabiat resimleri meşhur oldu. Klâsik Türk resminin büyük kıymetlerinden bir peyzaj ustası olmanın yanında matematik ve astronomide de önemli eserler verdi.

Resimlerinde Şeker Ahmed Paşa, Seyyid Bey ve Zekâî Paşa ekolunu takip etmekle beraber onlardan ayrı olarak renkten daha ziyade çizgi üzerinde durdu. Naturalist bir ressam olan Ahmed Ziya resimlerinde konu edindiği mimari elemanları, perspektif kurallar ve akademik ilkeler doğrultusunda düzenledi. Geçici ışık-gölge oyunlarına kapılmadan doğrudan doğruya eşyanın ana renk ve formunu korudu. Zevksizliğe düşmeden en ince detayları yansıtması onun eserlerine ayrı bir değer kazandırdı. Osman Hamdi, Muallim Şevket ve Süleyman Seyyid gibi akademik, ayrıntılara önem veren ressamların çizgisini takip eden resimleri renklendirilmiş fotoğraf etkisi uyandırmakta ve Hoca Ali Rıza’nın paletiyle karşılaştırıldığında daha donuk bir etki bırakmaktadır. Çizgi ve renk mübalağası bulunmayan eserlerinde görüş ve seziş kuvveti açıkça göze çarpar. İstanbul’daki tarihi yapıları konu ettiği büyük ebatlı resimlerinde figürlere pek yer vermedi. Bir kısmını fotoğraflardan gerçekleştirdiği tahmin edilen ‘Sultan Ahmed Camii”, “Süleymaniye”, “Büyükada’dan Hayırsız Adanın Görünüşü”, “Hayırsızada”, “Beyazıt İmaret Binası”, “Beyazıt Sahaflarbaşı”, “Tenekeci Yahudi”, “Arnavutlar”, “Kandilli’den Bebeğe Bakış” ve “Üsküdar Mihrimah Sultan Camii” gibi önemli eserleri yerli ve yabancı özel ve resmi koleksiyonlar yanında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunmaktadır.

Ahmet Ziya, resimlerinin yanı sıra astronomi alanında da kıymetli eserler verdi ve birçok cami için güneş saatleri yaptı. Bunlardan son olarak yaptığı alafranga ve alaturka iki güneş saati, İstanbul Bâyezid semtinde eski İnkılâp Müzesi avlusunda bulunmaktaydı. Yarım asırlık öğretmenlik hayatında pek çok ressam ve talebe yetiştirdi. Öğrencileri arasında İsmet İnönü, General Salih Omurtak ve Refik Saydam gibi kimseler bulunmaktadır.

Ahmet Ziya Akbulut Bey’in Eserleri

1899-1936 yılları arasında Takvim-i Ziya adındaki takvimlerini her sene düzenli olarak neşretti. İki yıllık bir emeğinin sonucu olan Ameli Menâzır (1896) ile daha sonra yayınladığı Usûl-i Ameliye-i Fenn-i Menâzır (1922) gibi eserleri Türkiye’de türünün ilk örnekleri oldu ve uzun yıllar Harbiye Mektebi ile Sanayi-i Nefise Mektebi’nde ders kitabı olarak okutuldu. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin yayınladığı

11

dergide sanat ile ilgili makaleler yazdı. Takvim, astronomi, matematik ve menâzır üzerine büyüklü küçüklü yirmi adet kitabının olduğu bilinmektedir. Tek nüsha halindeki Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi adlı eseri oğlunun elindedir. Ressamlığı yanında ayrıca hattatlığı, ciltçiliği, marangozluğu ve demirciliği de vardır.

Ahmet Ziya Bey’in Eserleri:

1. Kozmoğrafya, Mekteb-i İdadi-i Şahâne Şakirdanına Tedris Olunmak Üzere (Türkçe) İstanbul 1314, 1321.

2. Muhtasar İlm-i Hey'et (Türkçe) İstanbul 1316, 1325.

3. Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi (Türkçe).

Bu eserlerinin yanısıra Ali Sulhi'yle birlikte tertip ettikleri 1 ilâ 10000 Âdâd-ı Tabiiyenin Beş aşar Mertebesine Kadar Yürütülmüş Cep Logaritması (Türkçe) (İstanbul 1908), Hendese-i Resmiyye (Türkçe) (İstanbul 1921), Garaib-i Hesabiyye Yahud Klavi Şifr Tercüme (Türkçe) (İstanbul 1928), Klavi Şifr (Türkçe) (İstanbul 1928), Rub'u Dâ'irenin Esâs ve Usûl-i Tersîmi (Türkçe) (İstanbul 1921), Rub'u Dâ'irenin Sûret-i İsti'mâli (Türkçe) (İstanbul 1921), Ameli Menâzır (Türkçe) (İstanbul 1310, 1312, 1314), Usûl-iAmeliye-i Fenn-i Menâzır (Türkçe) (İstanbul 1339, 1341) gibi matbu eserleri vardır. Ayrıca Osmanlı astronomi tarihine dair önemli konuların yer aldığı, astronomi ve nücum konularındaki kişisel hatıralarını ihtiva eden bir de Not Defteri (Türkçe) bulunmaktadır (Kandilli Rasathânesi Ktp., nr. 121). Kerrât Cedveli isimli matematik konusunda bir eseri ile (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 191) Sürgülü Hesap Cedveli ve Hendese-i Tersimi adlı tab tarihi ve nüshası tesbit edilemeyen iki eseri daha vardır.

Ahmet Ziya'nın takvimleri ise şunlardır. a. Takvim-i Ziya: 20 Zikâde 1317-30 Zilkâde 1318 arası, İstanbul 1899; b. Takvim-i Ziya: 13 Cemâziyelevvel 1341-30 Cemâziyelevvel 1342, İstanbul 1922; c. Takvim-i Ziya: 1 Cemâziyelahır 1342-Receb 1342, İstanbul 1341; d. Takvim-i Ziya: 24 Receb 1342-4 Şaban 1343, İstanbul 1923; e. Takvim-i Ziya: 5 Cemaziyelahır 1343-15 Cemaziyelahır 1344, İstanbul 1924; f. Takvim-i Ziya: 16 Şaban 1344-25 Cemaziyelahır 1345, İstanbul 1925; g. Takvim-i Ziya: 19 Receb 1347-1 Şaban 1348, İstanbul 1928; h. Takvim-i Ziya (Türkçe). Resmî 1938-Hicrî-Kamerî 1356/1357 senesinde İstanbul'a mahsus şer'i vakitleri, ahval-i cevviyye, eyyâm-ı mübâreke ve resmiyeyi hâvi takvim (Kandilli Rasathânesi Ktp., nr. 571/11).

Kaynakça:

Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, III, s. 256; Osman Ergin, Türk Şehirlerinde imaret Sistemi, İstanbul 1939, s. 26; Reşat Ekrem Koçu, “Akbulut (Ahmed Ziya)”, İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 510-511; Ahmet Özel, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I, s. 155-156. “Akbulut, Ahmet Ziya”, Türk Ansiklopedisi, I, s. 314; Nüzhet İslimyeli, Türk Plâstik Sanatçıları Ansiklopedisi, Ankara 1967, I, s. 16-7; Nurullah Berk, La Peinture

12

Turque, Ankara 1950, s. 17; S. Pertev Boyar, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devirlerinde Türk Ressamları, Hayatlrı ve Eserleri, Ankara 1948, s. 92-94; Nurullah Berk-Ahmed Turanî, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, İstanbul 1981, s. 62; Hamit Er, "Ahmed Ziya Akbulut ve Tarih-i Mimari-i Osmanî ve Edirne Sultan Selim Câmi-i Şerifi ", Edirne: Serhattaki Payıtaht (haz. E. N. İşli-M. S. Koz), İstanbul 1998, s. 353-362; Salim Aydüz, “"Akbulut, Ahmed Ziya", Yaşamları ve Yapıtlarıyla OSmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, I, 176-177; Kandilli Rasathanesi El Yazmaları 1: Türkçe Yazmalar, proje sorumlusu: Günay Kut, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2007, no. 67, 775).

EKLER:

Resim http://www.istanbulsanatevi.com/sanat/ressam/resim.php?lang=tur&id=6162 web sayfasından alınmıştır.

Eserin Adı: Sünnet Köprüsü Orijinal Ebadı: 54 x 72 cm Tekniği: Tuval Üzeri Yağlıboya Bulunduğu Yer: Özel Koleksiyon

13

Ahmet Ziya Akbulut’un hazırladığı bir Sâl-i Türkân. Kaynak: Kandilli Rasathanesi El Yazmaları 1: Türkçe Yazmalar.

14

Silifke Müzesi İlhame Öztürk1

Silifke Müzesi, bölgenin tarih öğretiminde bir kaynaktır. Toplumun bilgi ve beğenisine yönelik sergilemesi ile toplumda geçmiş, günümüz, gelecek köprüsünü kuran çağdaş bir tarih bilinci yaratma çabasındadır ve halkın daha çok müze ziyaretini gerçekleştirdiği, daha işlevsel bir müze oluşturma amacını hedeflemektedir. Bu hedefi gerçekleştirmek için ise; -halkın müzeye ihtiyaç duymasının sağlanması, müzenin hayatımızın bir parçası haline gelmesi duygusunun yerleştirilmesi, -müzeyi yeni sergilemelerle beslemek, -müzenin eğitimin bir parçası olması gerektiği düşüncesini benimsetmek amaçlanmıştır. Geçmişte genel olarak müzeler çeşitli yapıtları toplama, bilgi sağlamayı ve onları korumayı görev kabul etmişken bugün dünyada ve Türkiye’de farklı bir oluşum şekillenmiş ve giderek benimsenmektedir. Bugün bütün müzeler çağdaş iletişim araçları ile çalışmakta ve kendi ellerinde bulunan bütün parçaları daha geniş olanaklarla izleyiciye sunmaktadırlar. Müzelerde düzenlenen toplantılarla da müzeler birer tartışma yeri haline dönmektedir. Müzecilikte yüz elli yıllık bir geçmişe sahip olan Türkiye’nin bu köşesinde Silifke Müzesi’nin ilk çekirdeği aynı zamanda bir tarihi yapı olan Cumhuriyet İlkokulu’nun bir bölümünde, 1958 yılında depo niteliğinde oluşturulmuş, zamanla gelişerek bağımsız bir binaya taşınmış ve 2 Ağustos 1973 tarihinde hizmete açılmıştır.

1 Silifke Müzesi Müdürü. [email protected].

15

Silifke Müzesi bağlı birimleri ile (Atatürk Evi ve Etnoğrafya Müzesi ile Narlıkuyu Mozaik Müzesi) istatistiksel olarak değerlerini verebildiğimiz ziyaret edilen bir müzedir ancak; toplumun her kesiminin katılımının sağlanması arzulandığından insanların katıldıkları, etkileşim içine girdikleri, kültürel faaliyet merkezi haline gelmeye çalışan bu anlamda aday bir müzedir. Bu dönüşümü gerçekleştirebilme çabasındadır. Öncelikle yöneldiğimiz ana hedef grupları ise okul öncesi kurumlar dahil ilköğretim kurumlarıdır. Bu amaçla ilçemiz Milli Eğitim Müdürlüğü ile kültür sanat eğitim işbirliği toplantıları düzenli olarak yapılmaktadır. Düzenli konferanslarla müzede ve bölgemizde gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar halkın bilgisine sunulmaktadır. Çeşitli sergiler gerçekleştirilerek halkın değişik zamanlarda müzeyi ziyaretleri sağlanmaktadır. Kardeş Müze ilişkilerini başlatmış olup; faal olarak uluslararası alanda müzeler arasında karşılıklı tanıtım, yardımlaşma ve fikir alışverişini gerçekleştirmektedir. Silifke Müzesi’nde 4 sergi salonu ve bahçede olmak üzere kapalı ve açık mekânlarda sergileme vardır. Taş Eserler Salonu: Arkaik, Roma ve Bizans Dönemi’ ne ait eserler sergide olup karyatidler, oturan heykeller, rölikerler, mitolojik heykeller devrini en iyi yansıtan buluntulardır. Silifke ilçe merkezinde gerçekleştirilen kazılarda çıkarılmış olan M.S. 2.yüzyıla ait zırhlı İmparator Heykeli dikkat çekicidir.

Sikke ve Takılar Salonu: Altın ve gümüş süs eşyalarının yanı sıra gümüş bir Pers takısı, gümüş İskender sikkeleri, Makedonya, Trakya, Bergama, Mısır krallarına

16

ait gümüş sikkeler, bronz Roma sikkeleri, Osmanlı bakır, altın sikkeleri ile altın Bizans sikkeleri sergilenmektedir. Helenistik döneme ait (M.Ö. 330 - 30) Meydancık kale definesi, Roma dönemine ait (M.S. 193 - 268) Ayvagediği definesi ilgi çekmektedir.

Arkeolojik Eserler Salonu: Tunç Çağı, Demir Çağı, Helenistik, Roma ve Bizans Dönemi buluntuları sergilenmektedir. Kilisetepe Höyüğü kazısında ele geçirilen Hitit Hiyeroglif damga mühürleri, Miken kapları, Kıbrıs örnekleri ile karşılaştırılabilir çanak-çömlek grupları, Kelenderis kazısında ele geçirilen M.Ö. 5. yüzyıla ait siyah ve kırmızı figürlü kaplar, Helenistik, Roma Dönemi kapları; bunlar arasında terra sigillata kaplar, bronz ve pişmiş toprak, mermer heykelcikler, Bizans Dönemine ait rölikerler, ağırlık, kandil, şamdan, ekmek kalıbı gibi buluntular önemli örneklerdir.

17

Etnoğrafik Eserler Salonu: Bir kısmı bugün de yöre halkının kullanımında olan ve üretilen folklorik, etnoğrafik nitelikteki eserlerdir. Bindallı, yelek, cepken, üçetek gibi erkek ve kadın giysileri ile bu giysileri tamamlayan yün çoraplar, gümüş kemer ve kemer tokaları, alınlık, bilezik, yüzük gibi takılar ile para keseleri sergilenmiştir. Kilim ve heybeler, tabanca ve tüfekler, barutluk, fişeklik, kılıç gibi silah ve elemanları da sergide yer almaktadır. Bahçe: Bahçede 300 eser sergilenmektedir. Bu eserler sütun başlıkları, friz parçaları vd. mimari öğeler ile lahitler, mezar taşları, yazıtlar ve pithoslardır.

18

Yeni Arkeoloji

Özgür GÖKDEMİR2

“Yeni Arkeoloji”, 1960’larda yaşanan entelektüel gelişmelerin sonucunun arkeolojiye yansımaları olarak ortaya çıkmış, arkeoloji biliminin coğrafi bilimler ve antropoloji ile daha çok işbirliği yapması gerektiğini savunan bir arkeoloji akımıdır3. Bu akımın başını çeken Lewis Binford4 ve Kent Flannery5 özellikle arkeolojik verinin yorumlanmasında karşılaşılan problemlere yeni bir bakış açısı getirmeye çalışmıştır. Bu yeni bakış açısında, o zamana kadar arkeolojik verinin yorumlanmasında kullanılan çıkarımsal, betimsel ve sadece veriye dayalı varsayım üreten geleneksel bakış açısı eleştirilmiştir6. Kültür tarihinden ziyade kültür gelişiminin anlaşılması ve araştırılması gerektiğinin savunan yeni arkeoloji yandaşları, arkeoloji biliminin teorik temellerinin oluşturulması, test-edilebilir varsayımlar üretilmesi ve işe yaramayan bilgi yığınlarından ziyade belirli sorulara cevap aranması gerektiğini savunurlar7. Yeni arkeoloji akımından etkilenerek üretilen teoriler arasında sistem teorisi ve analojiye dayanan “middle-range theory”(MRT)8 teori çalışmaları yeralır9. Özellikle kültürel gelişim konusunda Annales Okulu10 ile pek çok ortak görüşü bulunan yeni arkeoloji akımında, kültürel gelişimin savaşlar, tesadüfî olaylar ve politik gelişmelerden oluşan çizgisel bir süreç olmadığı, toplumların içsel dinamikleri, ekonomik yapısı ve çevresel etmenlerin etkilediği ve toplumdan topluma değişen bir sistemler bütünü olduğunu öne sürülür11. Yeni arkeolojinin önemli argümanlarından olan uygulanabilir modeller ve test edilebilir varsayımlar oluşturmak, sistem teorisinde tam olarak karşılığını bulur. İnsanın doğaya adaptasyonu12 sistem teorisinin de temelini oluşturur. Toplumların gelişimi birbirinden bağımsız gelişen ancak birbiriyle etkileşim içerisinde olan sosyal yaşam, ekonomi, ritüel gibi alt sistemlerden oluşan bir sistemler bütünüdür. Buna göre; çevre alt sisteminde oluşan değişiklik sonucu artı ürünün ortaya çıkması sosyal alt sistemi etkileyerek toplumsal tabakalaşmaya, yönetici ve dinsel sınıfın doğmasına sebep olmuş, bu da diğer bir alt sistem olan ekonomideki değişiklikleri tetikleyerek ticaretin gelişmesini sağlamıştır13. Arkeolojinin bilimsel ve nesnel olarak yapılabileceğinin bir göstergesi olarak ileri sürülen sistem teorisi toplumların ortaya çıkışının, gelişiminin ve yıkılışının 2 Arkeolog (MA), ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi Doktora Öğrencisi. [email protected] 3 Johnson 2000. 4 Binford 1962. 5 Flannery 1976. 6 Renfrew 1991. 7 Earle&Preucel 1987. 8 Middle Range Theory (MRT): Türkçe uygun bir karşılık bulmadığım için bu şekilde kullandım. Belki orta alan teorisi uygun olabilir. 9 Johnson 2000. 10 Braudel 1985. 11 Trigger 1989. 12 Binford 1968. 13 Flannery 1976.

19

matematiksel olarak açıklanabileceği ileri sürer. Sistem teorisinin uygulanarak açıklanan örnekler arasında Mezopotamya’da uygarlığın doğuşu, Roma imparatorluğunun zayıflaması ile Maya ve Minos uygarlıklarının çöküşü yer alır. Örneğin, Maya Uygarlığı’nın çökmesi, geleneksel arkeolojinin bakış açısıyla doğal sebepler ya da ani bir düşman baskını sebeplerle açıklanır. Ancak, Hosler, Sabloff ve Runge bu çöküşün nedenlerini nüfusun artması, elit sınıfın ortaya çıkışı, dinsel aktivelerdeki artış sonucu tarımsal işgücünün azalarak yiyecek sıkıntısının başlaması gibi nedenleri içeren, alt sistemlerin işlevselliklerinde meydana gelen değişimlerle açıklamışlardır. Bilgisayar yardımı ile yapılan çöküş simülasyonunda bu alt sistemlerin birbiriyle olan ilişkileri açıklanmıştır14. Toplumların bir nevi yaşayan organizmalar olarak değerlendirildiği ve alt sistemler arasındaki işlevsel ilişkilerin organizmanın tümünü etkileyerek nasıl ve ne kadar yaşayacağını belirlediğini öne süren sistem teorisi 1970’lerde ciddi eleştirilere hedef olmuştur. Eleştirilerin başında işlevselciliğe yönelik olanlar başta gelir. Bireyi tamamen göz ardı eden ve toplumların kendine özgü yapısını dikkate almayan bir teori olarak nitelendirilen sistem teorisi, işlevsel ve sistematik yönü dikkate alındığında aslında toplumun niye değiştiğini ve giderek karmaşık bir yapıya dönüştüğünü değil niye aynı kaldığını açıklamaktadır15. Sistem teorisi, çok eleştirilmekle beraber arkeolojik açıdan sosyal ve ekonomik ilişkiler ağını açıklamakta önemli kazanımlar sağladığı için 1970’lerin ortalarında kavramsal ve cinsiyete dayalı etmenler göz önüne alınarak yeni alt sistemlerle zenginleştirilmeye çalışılmıştır16. Yeni arkeoloji akımının öne sürdüğü bir diğer teori ise aslında bütün arkeologların yaptığı, geçmiş ve günümüz arasındaki bağlantının kurulabilmesi için yapılan genel yargılardan yararlanılmasına dayanır. Arkeolojik buluntuların statik yapısı ile geçmiş uygarlıklarının dinamiklerini anlamaya çalışan bu teori “Middle Range”(MRT)17 teori olarak adlandırılır. MRT’de asıl amaç geçmiş toplumların yaşamlarına dair çıkarımların, mevcut arkeolojik verilerin etnoarkeolojik yöntemler veya deneysel arkeoloji yöntemleri kullanılarak araştırılmasıdır. Binford18, Neolitik Dönem çiftçisinin nasıl tarım yaptığını gözlemleyemeyeceğimize göre günümüzdeki ilkel tarım topluluklarını gözleyerek geçmiş hakkında bilgi sahibi olabileceğimizi öne sürer. Buna göre ilk önce arkeoljik materyali analoji yoluyla anlamlandırarak geçmişi yeniden kurmak ve bu kurgu üzerinden teori üretmemiz gerektiğini savunur.

14 Renfrew 1997. 15 Trigger 1989. 16 Giddens 1984 17 Bakınız dipnot 4. 18 Binford 1968.

20

Ancak MRT tam da bu analojiye dayanan yapısı yüzünden eleştirilir19. Çünkü geçmiş toplumların davranış alışkanlıkları, sosyal yapılarını yeniden kurmak için kullanılan analoji aslında genellemelere neden olmakta ve araştırılan toplumun kendine özgü yapısı gözden kaçmaktadır. Günümüz düşünce şeklinden yola çıkarak geçmiş zamanı anlamaya çalışmak, ya da yerçekimi kanonu gibi bazı değişmez kanunların prensiplerini arkeolojiye uygulamak, sadece bazı alanlarda yararlı olabilir. Örneğin, tarımsal aktivitelerin belli zaman dilimlerinde yapılması gerekliliği (ekim, hasat vb) ya da flora ve fauna kalıntılarının günümüz örnekleri ile benzerlik taşıyabileceği açıktır. Bununda ötesinde özellikle çevresel etmenlerin arkeolojik buluntular üzerinde yarattığı etkinin anlaşılması deneysel arkeoloji yöntemiyle mümkündür. Ancak sadece belli alanlarda ve karşılaştırma yapılabilecek kadar bilgi sağlayabilen MRT’nin arkeolojik araştırmanın bütününe yaymak, geçmiş zaman koşulları ile günümüz koşullarının her bakımdan aynı olduğunu varsaymayı gerektirir. Bu da kültürel gelişimin sürekli aynı şartlar altında aynı şekilde geliştiğini gösterir. Ancak bu durum mevcut kültürel farklılaşmayı açıklamaktan oldukça uzaktır. Günümüzde yapılan arkeolojik araştırmalar birbirine yakın yerleşmelerde bile farklı kültürel yaklaşımlar görülmektedir. Bu durum göstermektedir ki, geçmiş ve günümüz arasındaki köprünün kurulması için sadece analoji yapılması yetersiz kalmaktadır. Yeni arkeolojini yaklaşımları o güne kadar tarihin bir bulmaca gibi görülüp, sadece arkeolojik malzemenin tanımlanıp sınıflandırılmasında öte gidemeyen bir tarih anlayışının değişmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Mitler ve kutsal kitapların izinde yapılan arkeoloji artık bilimsel yöntemlerin kullanıldığı, teorik temelleri olan bir bilim haline gelmiştir. Ancak ilk başta yarattıkları devrimsel etkiyi, belki de “devrimin ilk önce kendi çocuklarını yemesi” olarak değerlendirmek gereklidir. Elbette bu kadar dramatik sonuçlara yol açmayan bu değişim, kendinden sonra gelecek kavramsal arkeoloji ve post modern zaman akımlarının ve yeni teorik açılımların oluşmasını sağlamıştır. Arkeolojide teori, yöntem ve veri arasındaki ilişkiyi anlamak, nereyi kazdığınız, neden kazdığınız ve nasıl yorumladığınızı açıklayabilmeyi sağlar. Arkeolojinin bir tahribat olduğu ve geçmişin bilgisini sonsuza dek yok ettiğimiz düşünüldüğünde arkeolojik teori tarihini bilmenin önemli olduğu açıktır. Türkiye’de de teori tartışmalarına olan ilginin artması dileğiyle.

19 Hodder 1991; Hodder 1999; Renfrew 1997; Johnson 2000.

21

Kaynakça:

Binford, Lewis R. � 1962 “Archaeology as anthropology”, In Contemporary

Archaeology, ed by M. Leone, pp. 93-101. Southern Illinois University, Carbondale.

Binford, Sally R. & Lewis Binford. � 1968, New Perspectives in Archaeology, Chicago, Aldine

Press. Braudel, F.

� 1985 Tarih ve Tarihçi, Annales Okulu İzinde, der. Ali Boratav, Alan Yayıncılık, İstanbul, sayfa 97-109.

Earle, T.K., Preucel, R.W.

� 1987 Processual Archaeology and the Radical Critique, Current Anthropology, Vol. 28, No. 4. (Aug. - Oct., 1987), pp. 501-538.

Flannery, K.

� 1976 The Early Mesoamerican village, ed. by Kent V. Flannery, New York Academic Press.

Giddens, A. � 1984 The constitution of society: outline of the theory of

structuration, Cambridge, Polity Press. Hodder, Ian

� 1991 "Postprocessual Archaeology and the Current Debate" in Processual and Postprocessual Archaeologies: Multiple Ways of Knowing the Past, ed. by Robert Preucel pp. 30-41. Center for Archaeological Investigations, Occasional Paper No. 10, Carbondale.

� 1999 The archaeological process: an introduction, Oxford (England), Malden, Mass., Blackwell.

Johnson, Matthew

� 2000 Archaeological Theory: An Introduction, Blackwell Pub. Oxford, UK.

Renfrew C., Bahn P.

� 1991 Archaeology: theories, methods, and practice, N.Y., Thames and Hudson.

Trigger, Bruce

22

� 1989. A History of Archaeological Thought. Cambridge University Press: New York.

Ev Tipi Mezar-Elaiussa Sebaste (Tuna Akçay)

23

Erken Dönem İran Arkeolojisi Üzerine Kısa Bilgiler

Reza HEYDARİ20 İran, geniş ve denizden oldukça yüksek bir bölgedir, “Eski İran”, ki şimdiki İran, Afganistan ve Pakistan’ın bir bölümümden oluşur, kuzeybatı tarafından Anadolu ve Güney batı tarafından Pamir Dağlarıyla sınırlıdır. Arkeolojik bakımdan İran Dağları, eski toplulukların daima bir geçiş bölgesi olmuştur, bu topluluklar geçişleri sırasında doğudan güneye bütün İran topraklarını işgal etmişlerdir. Asya’nın bu kısmında Hazar Denizi (Caspiyan) bir taraftan, İran Körfezi diğer taraftan, Asya kanadını yaklaşık 700 km’lik bir alanı işgal etmiştir. Kötü hava ve zemin şartları sadece yaklaşık 500 kilometrekarelik bir alanı eski göçer toplulukların geçiş alanına izin vermekteydi. Arkeolojik ve Kültürel bakımdan İran’ın tarihi, hava, su ve genel bölge coğrafya şartlarına bağlıdır. İran coğrafi şartları doğu ve batı kültürü arasında eskilerden beri bir köprü oluşturmaktadır. Arkeolojik bakımdan Taş Devri’nde İran’da insan yaşadığı verilerle tespit edilmiştir. Eski yerleşim bölgelerinde Horasan’ın Keshfoot Nehri ve etrafında Taş Devri’ne ait yaşam malzemesi bulunmuştur ki bu malzeme arkeologlara göre yaklaşık 800.000 yıl öncesine kadar gitmektedir. Urumiye Gölü etrafında ele geçen arkeolojik buluntular, söz konusu tarihe kadar ulaşan yerleşimlerin varlığının göstergesidir. Öte yandan 100.000 yıl ve 35.000 yıl evvel de İran’da yaşayan ilkel insanların bulunduğu konusunda da çok bilgiye sahibiz. Bu ilkel toplulukların yirmi farklı noktada önemli eserleri bulunmuştur. Bu eserlerin bulunduğu araştırma yerleri Batı Azerbaycan, Horasan, Kuzey Khozestan, Kuzey İran ve Fars – Kirman’a kadar olan bölgededir. Mağara Dönemi’nin hemen ardından da ilkel yerleşimlere ait çeşitli yerler İran’da bulunmuştur. Bunların en önemlileri Kermanshah’ın 6 km. doğusunda Kara Su Nehri yakınındaki Değirmen Tepesi, yine Kermanshah’ta Serap Tepesi, Batı Azerbaycan’da Hacı Firuz Tepesi, aynı yerdeki Jelbel ve Ehernejan’da, Khozesthan’da Alikes, Chagamis, Coga Neboot, Bana-i Fazele, Kazvin’de Zagha Tepesi, Şahrood’da Çakmaktaş Tepesi sayılabilir. Taş Devri’nden sonra Bronz Çağı’na ait yine İran’ın değişik yerlerinde birçok eserler bulunmuştur. İran’ın pek çok değişik bölgelerinde arkeolojik kazılar yapılmıştır. Bu kazılar, yaklaşık üç bin yıl evvel Zagros Dağları ve Dicle Nehri arasında “tanrıların ülkesi” diye adlandırılan Khozestan Bölgesi’nde, ki İran’ın en eski yerleşim ve kültür bölgesidir, Elam Devleti’nin kurulduğunu göstermiştir. Bu insanlar, İran’da en eski şehirleri ve başkentleri kurmuşlardır. Dönemin en önemli gelişmesi milattan evvel dört binlerde Elam çivi yazısının keşfidir. Bu yazının örnekleri çamur ve tuğla üzerinde hala mevcuttur. Elam Devleti’nden 20 Arkeolog, İran - Urumiye Şehri Kültür Kurumu Araştırma Bölümü Başkanı. (Sayın Reza Heydari’nin Arkeoidea için yazdığı yazıyı, Farsça’dan tercüme eden Kiarash Ghasemlou). [email protected]

24

başka Batı ve Kuzeybatı’da başka devletler de kurulmuştur. Bunların en önemlileri Mana ve Urartu’dur. Galaycı Tepesi, Bukanda, Rebet Serdeshte ve Zirve Mana’nın en önemli arkeolojik kalıntılarının bulunduğu yerlerdir. Bu yerlerde taş, tuğla ve kurutulmuş çamur üzerine yazılar ile bezemeli tuğlalar bulunmuştur. Urartu’ya ait elliden çok bölgede kalıntılar bulunmuştur ve kazılar yapılmıştır. Mesela, Urartu kalelerinin en büyüklerinden biri Bestam Kalesidir. Aryanilerin kurduğu ilk ülke Hekhameneshi (Akamenid) İmparatorluğudur ki tarihin ilk imparatorluğu olarak kabul edilir. Kurucusu ve ilk imparatoru Büyük Korosh’tur21. İmparatorluğun sınırları çok geniştir, Mısır, Ortadoğu, Orta Asya sınırları içindedir. Büyük İskender, MÖ 331 yılında bu imparatorluğu tümüyle ele geçirmiştir. Pers sanatı, Mısır, Asur, Babil ve diğer komşu ülkelerin sanatından esinlenerek kendine has bir hale geldi ve dünya sanat tarihine çok güzel kalıcı bir yere sahip oldu.

Üstte fotoğrafı yer alan Taht-ı Cemşid (Persepolis) ve Pasarghad bu devre ait iki en önemli eser olarak kabul edilir. Persden sonra Eshkanlılar MÖ 248 – MS 226 ve Sasaniler MS 226 – MS 626 İran’da hüküm sürdüler. Kenghaver’de Anahita Ateşgedesi, Mehellat’ta Khor-he Ateşgedesi ve Khozestan’da Shemi Tapınağı Eshkanilerin döneminden kalmıştır. Ayrıca Goor Darab Gherd şehirleri, Taht- ı Süleyman Ateşgedesi aynı dönemden kalan, en bilinen önemli eserlerdendir.

21 Kyros, Kuraş.

25

Küçük Asya’da Pers Hâkimiyeti Ahmet Mörel22

I. Küçük Asya’da Pers Hakimiyeti

Eskiçağ dünyasında ilk kez bir dünya imparatorluğu oluşturan Persler, İ.Ö. 547 yılından itibaren Anadoluda valilikler ya da diğer bir isimle Satraplıklar kurarlar23. Dareios satrap olduktan sonra bölgeyi satraplık olarak isimlendirdiği yirmi vergi bölgesine ayırır ve bu bölgelerin başına da satraplar atar. Uyruğunda bulunanları ırklarına göre bölüp ayırarak her bir bölgeyi ekonomik durumlarına göre vergilendirmeye tabii tutar. Bu ayırım yapılırken kimi zaman sınır komşusu olanları kimi zaman da olmayan ulusları birbirlerine bağladıkları görülmektedir24.

Pers satraplık sistemi içerisinde Küçük Asya’da bulunan kent devletleri ve yerel halklar satraplıklara dahil edilirler ve vergilendirilirler. Herodotos Pers Satraplık sisteminden şu şekilde bahsetmektedir; “Ionia’lılar, Asya Manisa’lıları, Aiolia’lılar, Karia’lılar, Lykia’lılar, Milia’lılar, Pamphilia’lılar, hazineye dörtyüz talant gümüş ödüyorlardı. Birinci Satraplık burasıydı. Mysia, Lydia, Lasonia, Kabalia ve Hytenneia beşyüz talant vergi ödüyorlardı ve ikinci satraplıkta burasıydı. Hellespontos’da Yunanistan’dan gelirken sağda oturanlar Phrygia, Asya Thrakları, Paphlagonia, Mariandyn, Suriye üçyüz altmış talant vergi ödüyolardı burası da üçüncü satraplıktı, Kilikia’lılar günde bir taneden 360 beyaz at ve beşyüz talant gümüş vergi ödemekle yükümlüydüler. Bu beşyüz talant gümüşün yüz kırk talantı bölgedeki atlı birlikler garnizonuna ayrılmıştı geri kalan üç yüz altmış talant ise Dareios’a gidiyordu. Burası da dördüncü satraplıktır”25

Kilikia’da Pers Hâkimiyeti

I. Kilikia ve Syennessisler Sülalesi

Antik Dönemde Kilikia bölgesinin sınırları İ.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan coğrafyacı Strabon tarafından çizilmiştir26. Cilicia, cografi yapısına baglı olarak Daglık Kilikia (Kilikia Trakheia) ve Ovalık Kilikia (Kilikia Pedias) olmak üzere iki bölüme ayrılır27. Daglık Kilikia, Korakesion(Alanya)’dan Soloi-Pompeiopolis (Mersin-Viransehir)’e kadar olan dağlık bölgeyi, Ovalık Kilikia ise Soloi-Pompeiopolis’den Alexandria Kat Isson (İskenderun)’a kadar olan ovalık kesimi kapsar. ( Resim 1) Kilikia’daki Pers hakimiyeti sırasında hüküm sürmeye başlayan Syennessisler Sülalesinin Yunan kökenli oldukları düşünülmektedir. Syennessis’ten ilk olarak Herodotos (I. 74) bahseder. Herodotos V. 118 bölümünde de, Syennessis’in

22 Arkeolog, MEÜ Arkeoloji Bölümü YL öğrencisi. 23 Bakır 2003, 6 24 Ökmen 2002, 179 – Herodotos III - 88 25 Ökmen 2002, 180 – Heredotos III – 90 26 Durugönül 2004, 27 27 Strabon XIV, V, 1

26

kızını vermiş olduğu Karialı Pixodaros’un Ionia ayaklanmasına katılmasından bahseder Bu bölümde adı geçen Syennessis’in Xerxes zamanında yaşamış olan Oromedon’un oğlu olan Syennessis ile özdeş olup olmadığı bilinmemektedir. Herodotos, Oromedon oğlu Syennessis’in büyük Pers savaşlarına katıldığını bildirir. Syennessis Kilikialı donanmasını kumanda etmiş ve Aischylos’a göre Salamis savaşında ölmüştür. Onun ölümünden sonra bölgesine, Halikarnossoslu Xeinagoras atanır. Xeinagoras’ın bölgeye atamasından sonra İ.Ö 401 yılına kadar Kilikia Krallığı hakkında çok geniş bilgiler bulunmamktadır. Genç Kyros’un İ.Ö 401 yılındaki seferinde tekrar bir Kilikia Kralı olan Syennessis adı geçer. Xenophon, (Anabasis I 2,12 ve I 2,23 ) Syennessis’ten Kilikia’nın Kralı olarak bahseder. Krallığın başkenti Tarsus olup İ.Ö. 5. yüzyılın ortalarından İ.Ö. 4. yüzyılın başlarına kadar sikkeler üzerinde yer alan baskılarda Kilikia Kralı Pers kıyafetli bir atlı olarak betimlenir28. ( Resim 2 )

Satraplıklar içerisinde Kilikia gerçekten önemli bir yere sahiptir. Gerçekten İ.Ö 401 yılına kadar Kilikia’da Pers satrapı yoktur. Bu bölgede bağımsız krallıklar geleneği devam eder. Dareios zamanında Kilikia’nın yüksek oranlarda vergilendirilmiş olduğu görülmektedir. Herodotos kitabının III 90 bölümünde, Kilikialılar’ın günde bir taneden olmak üzere üç yüz altmış beyaz at ve beş yüz talant gümüş vergi ödemekle yükümlendirilmiş olduğundan bahsedilmektedir29. Kilikia’nın bu kadar yüksek vergilendirilmesi bölgenin zenginliği ile alakalı olmalıdır.

Kilikia jeopolitik konumundan dolayı Persler için bir ileri karakol niteliğindedir. Bölgenin stratejik öneminden dolayı Persler için bir operasyon üssü işlevi görür. Bundan dolayı büyük kral güçlü askeri birliklerini burada konuşlandırır; çünkü atları ile ünlü olan Kappadokia bölgesinin bir bölümü Kilikia’ya ait olduğundan at sağlanmasında uygun olan bir bölgedir. Bundan dolayı Kilikia’da konuşlandırılmış olan atlı birliklerin ihtiyacının karşılanması için hem 140 gümüş talant bölgede bırakılır hem de başka satraplardan azda olsa 28 Erzen 1940,99 29 Erzen 1940, 99 vd.

27

yardım sağlanır. Bu atlı birliklerin komutası ve Pers Satrapı’nın yetkileri Syennessis’e teslim edilir30.

Ktesias bu konuda, Syennessis’in bu kardeş mücadelesinde hem Kyros hem de Artaxerxes tarafında yer aldığını bildirir. Xenophon ise, Tarsus’ta Syennessis’in Kyros’a büyük hediyeler verdiğinden bahsetmektedir ancak diğer bir tarih yazarı Diodoros ise Syennessis’in oğlunu yeterli derecede askeri birlikle, Kyros’a yardım etmek üzere göndermiş olduğunu aktarır.İ.Ö. 7 yüzyılın sonlarından itibaren Dağlık Kilikia’nın sahil kesimindeki şehirlere yerleşmiş olan Yunan kökenli halkların varlıkları bilinmektedir. Bu şehirler Kilikia Krallığı’na bağımlı ve Pers yönetim gücü altında yer alırlar. Bu şehirlerin ismi tek tek nomos listelerinde geçmese de vergilerini Kilikia Krallığı aracılığı ile büyük krala öderler. Bu şehirlere ait sikkeler üzerinde Pers etkisi görülür. Sahilde yer alan Yunan şehirleri Pers savaşları sırasında donanmalarını Kilikia Kralı Syennessis’in emrine vermek zorunda bırakılır. Erzen, Dağlık Kilikia’nın sahil kentlerinin birçoğunun, Kelenderis hariç, işgal altında olduğu görüşünü savunur. Kelenderis kentinin İ.Ö. 425 yılında Attik-Delos Deniz Birliği listelerinde adı geçer31. Kelenderis kentinin, Dağlık Kilikia’nın diğer sahil kentlerinden daha serbest bir konumda olması ve Attik – Delos deniz birliği listelerinde adının geçmesi kentin işgal altında olmayışı fikrini doğurur. Ancak bunlar kesin kanıtlar olarak sayılmamalıdır. Kelenderis’in Meydancıkkale’de bulunan Pers Garnizon yerleşiminin bulunduğu yol güzergahı üzerinde olması, Meydancıkkale’nin Sedir ağaçları bakımından zengin olması, buradan elde edilen kerestenin deniz yolu ile en kolay taşınabilecek yer konumunda olan Kelenderis’in öneminin artmasına sebep olduğu düşünülmektedir. Bu bakımdan bu kadar önemli bir merkez olan Kelenderis’in Dağlık Kilikia’nın diğer sahil kentlerine oranla daha serbest bir statüye sahip olması ve ticari faaliyetlerini aktif olarak devam ettirebilmesinin buradaki Pers hakimiyeti ile açıklanabilir.

Xerxes Yunanlılara yapacağı seferin hazırlıkları sırasında farklı bölgelerden ordusuna yaptığı katılım ile sayısı hayli fazla olan bir ordu kurar. Hazırladığı ordunun içerisinde Kıbrıslılar yüz elli, Kilikialılar ise yerel Syennesis kralının komutası altında yüz gemi ile katılırlar. Kilikialılar Salamis savaşında da Pers donanmasının içinde yer alırlar; ancak bu çarpışmada Oromedon’un oğlu Kilikia Kralı Syennesis öldürülür32.

Kilikia’da M.Ö. 401 yılında Sardes Satrapı Genç Kyros, kardeşi Artakserkses’i tahttan indirmek için paralı askerler (Küçük Asyalı) toplayarak Fırat üzerindeki Kunaksa’ya doğru yola koyulur. Ancak Syennessisler, Kilikia Kapılarını (Gülek Boğazı) Kyros’un geçişini engellemek üzere kapatırlar ve burada Kyros’un birçok asker kaybetmesine neden olurlar. Denizden bir tehlike gelmesi ihtimali üzerine Syennessis’in Kilikia Kapılarını bırakarak deniz savunmasına geçmesi üzerine Genç Kyros’un, askerleri Syennessis’in başkenti 30 Erzen 1940,102 31 Erzen 1940,104 – 105 32 Erzen 1940,110 vd.

28

olan Tarsus’a gelerek kenti yağma ederler. Syennessis ile Kyros arasında yapılan anlaşma ile Syennessis Kyros’a ordusu için önemli ölçüde para verir bunun karşılığında Kyros ise ülkesinin Syennessis’e ait olduğunu ve bir daha yağmalanmayacağı garantisini verir. Genç Kyros, kardeşi Artakserkses’e Kunaksa’da yenilir ( M.Ö. 401)33. Bundan sonra Syennessis’ler ile ilgili yazılı kaynaklara rastlanmamaktadır.

Dağlık Kilikia Prensesi olarak ortaya çıkan Epyaxa aynı zamanda Syennesis’in de karısı olmalıdır. Genç Kyros’un yenilgisinden sonra bölgeyi tekrar kendi hanedanlığı altında toplamaya çalışır. Bu dönemde dağlık Kilikia’da ve Pamphylia’da Pers egemenliği yerel güçlerin denetimi altında sürmektedir. Ancak 380 – 360 yılları arasında Tarsus hanedanlığını Tarkumuwa olarak isimlendirildiği görülmektedir. Bu dönemde Kilikia ve Pamphylia bölgelerinde bulunan, Selge, Aspendos, Side, Nagidos, Kelenderis, Holmoi, Soloi, Tarsus, Mallus ve Issos kentlerinde baskın olarak parasal politikaların denetimini sağladığı görülmektedir. İ.Ö. 4. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra da Tarkumuwa bir syennesis olarak yerel bir hanedana mensup olmasına rağmen değişen politikalar gereği tam bir Pers satrabı görünümü almaya başlar. Aynı dönemdede Karia’da Hekatomnidler aynı vazifeyi üstlenmektedir. Kilikia’nın Mazdaius satraplığını yaptığı İran satraplığına dahil edilmesinden sonra 360 – 333 yılları arasında Kilikia bölgesinde yerel hanedanlıklara ait herhangi bir yazılı kaynağa rastlanmamaktadır34.

M.Ö. 4. yüzyılın ilk çeyreğinde Kilikia Satraplığı hakkında yinede fazla bir bilgi bulunmaz, çünkü Kyros taraftarı olan Syennessisler, Büyük Kral tarafından görevinden alınır. Geç sikkeler üzerinde Pers Satrapları’nın ismi yer alır. Bu da bize Kilikia’nın yönetiminin Pers Satraplarına geçtiğini gösterir. Ancak bu satrapların direkt olarak bölgeyi, Kilikia’dan yönetip yönetmedikleri tartışma konusudur. Kilikia sikkeleri üzerinde İ.Ö 386–372 yılları arasında Pers satrapları olarak atandıkları düşünülen Tiribazos, Pharnabazos ve Datames sikke darp eder ve İskender’in bölgede hakimiyet kurmasına kadar Kilikia bölgesini yönetirler35.

Dağlık Kilikia’da Bir Pers Garnizonu Meydancıkkale 33 Erzen 1940,114 – 119 34 Casabonne 1999,61 35 Erzen 1940,120 vd.

29

Meydancıkkale’deki ( Resim 3 ) ilk çalışmalar 1971 yılında Emanuel Laroche tarafından başlatılır. Daha sonra Georges Le Rider ve Alain Davasne tarafından 1981 – 1997 yıllarında yürütülen çalışmalar bulunmaktadır36.

Bu yerleşimin antik ismi Demir çağında ve Akhamenid dönemde de arami dilinde KRŜBYRT olarak yazılır, Kirşu olarak seslendirilir ve Pirindu hanedanlığının merkezidir.37. Bölge hakkındaki en yoğun bilgi Yeni Babil kayıtlarından elde edilmektedir. Pers döneminde bu bölge satrapın bulunduğu satraplık merkezi olarak kullanılmıştır38.

Pers Döneminde ( İ.Ö. 6. yüzyıl – İ.Ö. 4. yüzyıl ) Meydancıkkale’nin bir Pers garnizonu olduğu bilinmektedir. Bu dönemde Nagidos’da Pharnabazus’a ait gümüş sikkeler bulunduğu bilinmektedir. Nagidos’un Kelenderis, Holmoi, Soloi, ve Mallus gibi Büyük Kral’ı tanımakla birlikte kendi şehir lejantı olan tanrı ve tanrıçaların sembollerini kullanarak sikke bastığı görülmektedir39. ( Resim 4 )

İ.Ö. 5. yüzyılın sonu İ.Ö. 4. yüzyılın başına tarihlenen ve Meydancıkkale’de bulunan yapının duvarında ki Arami dilindeki yazıt, muhtemelen yapının yeniden inşasını anlatmaktadır. Meydancıkkale’deki diğer önemli buluntulardan birisi de yaklaşık olarak İ.Ö. 425 – 380 yıllarına tarihlenen ve Persepolis kabartmaları ile paralellik gösteren kabartmalardır. Aynı dönem içerisinde yine, Issos civarındaki Kinethöyük yerleşiminde de Kilikia bölgesinin parasal desteği ile şehir duvarlarında bir takım yeniden yapılandırılmalar görülmektedir40. Özellikle bu yeniden organize edilen bölgelerdeki yapılanmaların Perslerin batıdaki topraklarını kaybetmeleri (özellikle İonia ve Thracia ) Attik – Delos deniz birliğinin gücünün artması ile deniz gücünün hareket noktalarını denetim altında tutmayı amaçladıkları görülmektedir.

36 Gates 2005, 62 37 Cassabone 1999, 61 38 Gates 2005, 63 39 Durugönül 1999, 68 40 Casabonne 1999, 62

30

Buradaki yeniden yapılandırma, özellikle Meydancıkkale’nin bir Pers garnizon yerleşimi vazifesi ve bölgenin doğuya açılan kapılara hakim coğrafi konumu ile açıklanabilir. Bunun da ötesinde, bölgenin deniz kuvvetleri için bir üs vazifesi görmesi Meydancıkkale gibi tahkimli bir kalenin merkez yönetim bölgesi olması olasılığını kuvvetlendirmektedir. Bu tip bir uygulama İ.Ö. 188 yılında imzalanan Apameia anlaşmasından sonra Seleukosların bölgedeki imar faaliyetlerinde de görülmektedir.

Sonuç olarak eskiçağ dünyasında ilk kez bir dünya imparatorluğu oluşturan Perslerin İ.Ö. 547 yılından itibaren Anadoluda valilikler ya da diğer bir isimle Satraplıklar kurdukları, bu satraplıkların bölgelerin konumu ya da etnik durumları göz önüne alınarak, bölgede hakim olan yerel hanedanlıklara otonom yönetim hakkı verilerek ya da merkezden atanan valiler tarafından yönetildikleri görülmektedir.

Özellikle stratejik açıdan oldukça önemli noktalarda kurulan satraplık

yönetim merkezlerinin ticaret yolları, askeri yollar, zengin maden yatakları, orman ve tarım alanlarının bulunduğu bölgelerde kurulmuş olmaları ve bu alanları denetlemek için garnizon tipi yerleşimleri oluşturuldukları anlaşılmaktadır.

Perslerin hakim oldukları coğrafyalarda sıklıkla bölgede yaşayan yerel

halklara bir takım özerklikler tanıdıkları görülmektedir. Özellikle elverişli deniz ve kara ulaşım yollarına sahip olan Kelenderis gibi bazı Yunan kent devletlerinin bu dönemde yüksek refah seviyelerine eriştikleri bilinmektedir.

Perslerin, değişen siyasi dengeler çerçevesinde; yerel hanedanlıklar

tarafından yönetilen coğrafyalarda oluşturulmuş olan siyasi yapılanmayı değiştirerek bu bölgelerin merkeze daha bağımlı hale gelmelerini sağladıkları görülmektedir.

31

Kaynakça

Bakır 2003 T. Bakır, “Daskyleion Hellespontine Phrygia Bölgesi Akhaemenid Satraplığı”, Anadolu Dergisi, 25, 1 – 26, 2003, Ankara

Cassabonne 1999 O. Cassabonne, “Local Powers and Persian Model in

Achamenid Cilicia: A Reassesment”, OLBA II, I, 57 – 66, 1999, Mersin

Erzen 1940 A. Erzen, Kilikien Bis Zum Ende Der

Perserherrschaft,1940,Leipzig -Burn Durugönül 1999 S. Durugönül, “Nagidos Üzerine Düşünceler”, OLBA II, I, 67 –

78, 1999, Mersin Durugönül 2004 S. Durugönül, “Krallar Rahipler ve Korsanlar, Başlangıcından

Roma Dönemi Sonuna Kadar Eskiçağ’da Mersin Bölgesi”, Sırtı Dağ Yüzü Deniz Mersin, 27 – 53, 2004,İstanbul

Gates 2005 C. Gates, “The Place Of The Achaemenid Persian Period in

Archaeological Research in Cilicia and Hatay ( Turkey )”, Persika, 6, 49 – 59, 2005

Ökmen 2002 M. Ökmen, Herodotos – Herodot Tarihi, 2002, İstanbul Strabon 1993 Antik Anadolu Cografyası (Geographika: XII-XIII-XIV)

(Çeviren: A. Pekman). İstanbul, Arkeoloji ve Sanat.

32

Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri Tuna AKÇAY41

Eskiçağda insanlar doğada korktukları, anlam veremedikleri, önleyemedikleri varlık ve olayların tanrılar tarafından yapıldığına inanırlar. Dağ tepeleri, pınarlar, gök, ay, yıldızlar gibi gökyüzü cisimleri, fırtına, şimşek gibi doğa olayları tanrıların bir göstergesi olarak algılanır. Böylelikle eskiçağ insanları kendilerine bir kült yaratarak, bir nesneye veya bir varlığa tapma, sığınma ihtiyacı duyarlar. O yüzden sığındıkları varlıklara karşı kendilerini sorumlu hissederler, onlara tapınmak için mekanlar oluştururlar, dinsel törenlerini aksatmamak ve yer yüzünü bereketli kılmak için bazı görevler üstlenirler. Bu görevlerden bir kısmı da ölümle ilgili alanlardır42. Ölü kültü ile ilgili törenlerin kökeni eskiçağda ölüm anlayışına bağlıdır. İnsanlar ölülerden korkar ve onlara saygı duyarlar. Gerekli olan kurbanlar, sunumlar yapılmazsa, ölü ruhları yeraltından çıkarak, insanlar arasında huzursuz bir şekilde dolaşıp onlara zarar verebildiğine inanılır. Böylece, eskiçağda mezar mimarisini ve kentlerin yerleşim düzenlerini etkileyen ölü kültü oluşur. Ölüye gösterilen saygı, onun için bir mezar yapılması, gömme sırasında uygulanan törenlerle ya da düşünsel çerçeve ile sınırlı kalamaz. Ölen kişi günümüzde nasıl çeşitli şekillerde anılıyorsa, ölüme ve ölümden sonraki yaşama inanan eskiçağ insanı için de aynı durum söz konusudur. Cenaze töreni bittikten sonra bazı seremoniler yapılmaktadır. Bunlar, ölünün mezarı başında hediyelerin sunulması, kurbanların kesilmesi, çeşitli sıvı libasyonlarının yapılması şeklindedir. Yapılan bu uygulamalar ölüye olan sorumlulukların yerine getirilmesidir. Ayrıca belirlenen günlerde, ölen kişinin anılması da ölü kültünü oluşturan temel öğelerdir43. Mezopotamya’da Sümer, Assur, Babil metinleri öbür dünya ve yeraltı hakkında bilgiler içermektedir. Bu inanışlara göre ölülerin bedenlerinin mezarlarda kaldığı ve ruhlarının da yeraltı dünyasını geçtiği düşünülmektedir. Bu metinlerden anlaşıldığı üzere yeryüzü, yeraltı nehri ve yeraltı olmak üzere belirli kademeler bulunmaktadır44. Yerden yeraltına geçişlerin, mezarlar ve su yolları ile olduğuna inanılır. Mezopotamya toplumları ve Hititler ruhun ölümsüzlüğüne inanırlar benzer ölüm anlayışlarında ortak özellik gösterirler45. Eski Mısır’da da ruhun ölümsüzlüğüne inanılır. Ancak Mezopotamya toplumlarının aksine, diğer dünyanın bildikleri gibi bir düzene sahip olduğunu düşünürler. Bu yüzden de ölülerini mumyalayarak, bedeni bu dünyanın 41 (MA) Arkeolog, Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi Başkanı. [email protected]. Çalışmama yardımları için Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Olba Yüzey Araştırmaları Başkanı Sayın Doç. Dr. Emel Erten’e saygılarımla teşekkür ederim. 42 Çevik 2000, 6; Saraçoğlu 2005, 327; Ökse 2005, 2. 43 Ölümün din ile bağlantısı için bkz; Uhri 2006, 21-23. 44 Dinçol 2007, 2. 45 Hititlerin ölü gömme adetleri için bkz; Gurney, 2001, 139.

33

koşullarına uygun olarak hazırlarlar. Mısır’da ölen kişinin bir mahkemede yargılandığı düşünülür ve bu yargı sonucunda beraat etmeyen ölüler için açlık ve susuzluk, mezarından dışarı çıkamama gibi cezalar verilir46.

Kült, yüce ve kutsal olana tapma, belli kural ve yöntemlerle yapılan gelenekselliği ile günümüze kadar gelen bir deyimdir. Ölü kültü, ölülerin ruhlarına olumlu etki sağlayan işlemlerin ve alışkanlıkların tümünü içermektedir. Ölü kültünün amacı atalara tapma, ölen ataların yaşayanlara yardımlarını sağlama, anılarını yaşatma, onlara yemek ve bunun yanında içki sunma, kurban kesme, yontularını, maskelerini yapma, adlarına ve anılarına taşlar dikme, dinsel törenler düzenlemedir. Ancak ölü kültünün devamlılığı ölenlerin yaşayanların hafızasında yaşatıldığı sürece devam eder47. Ölü kültü konusunda Eski Mısır ve Mezopotamya’da olduğu gibi Küçük Asia’da da çeşitli yazılı kaynaklar bulunmaktadır. Hitit devlet arşivi ölü kültü ile ilgili törenlerden bahseder48. Bu tabletlerde, kral ve kraliçenin cenazesinin ikinci gününü anlatan metin şöyle devam eder: “…İkinci günde, gün ağarırken kadınlar kemikleri toplamak için ateşin yakılmış olduğu yere giderler; ateşi on testi bira, on testi şarap, ve on testi walhi49 ile söndürürler. Gümüş bir kupa yarım mina ve yirmi şekel ağırlığında eritilmiş yağla doldurulur. Kemikleri gümüş maşalarla toplar ve gümüş kupadaki yağın içine koyarlar. Daha sonra onları yağdan çıkarır ve altında “değerli bir giysi”. Kemiklerin toplanması bittikten sonra, “değerli giysi” içinde keten bezle birlikte kemikleri toparlar ve bir sandalye üzerine koyarlar. Ancak kemikler bir kadına ait ise, bir tabure üstüne konur. Cenazenin yakılmış olduğu ateşin etrafına on iki somun ekmek ve onların üstüne don yağından yapılmış yağlı ekmek koyarlar. Ateş, zaten bira ve şarapla söndürülmüştür. Üzerinde kemikler bulunan sandalyenin önüne bir masa koyar ve sıcak somunlar, ... somunlar ve tatlı somunlar ikram ederler. Aşçılar ve sofra görevlileri ilk fırsatta tabakları sererler ve yemek biter bitmez geri toplarlar. Kemikleri toplamaya gelenlerin hepsine yemek sunarlar…”50.

Hitit ölü gömme adetleri Küçük Asia kültüründen gelmektedir. Toplumların farklı kültür yapıları, bazı zamanlarda ortak paydada buluşmaktadır. Özellikle Illias’da Patroklos’un cenaze töreni

Hitit cenaze törenleriyle ortak özellikler taşımaktadır. Bu törenler Illias’da şöyle

46 Dinçol 2007, 3. 47 Akyurt 1998, 154. 48 Boğazköy arşivlerinde bulunan yazılı kaynaklardan, yalnız iki tanesi halkın ölü gömme adetleri ile ilgilidir. Bunlardan biri gömme için yapılan hazırlıkları, diğeri gömmeden sonra ölüye ait eşyaya davranış biçimi hakkında bilgi verir (Gurney 2001, 139). 49 Walhi, dini merasimlerde içilen bir içkidir. 50 Gurney 2001, 139–140.

34

anlatılır: “…Aralarında Atreus’un oğlu olduğu halde bir araya toplanarak büyük bir kalabalık oluşturdular ve çıkardıkları gürültüyle onu (Akhilleos) uyandırdılar; Achil kalkıp oturdu ve onlara şöyle dedi: “Sen, Atreus’un oğlu ve siz Akha’nın aziz konukları, önce alev renkli şarapla, yanan ateşi söndürün, ne kadar yayılmış olursa olsun ve sonra, Menoitius’un oğlu, Patroklos’un kemiklerini toplayalım, onun kemiklerini diğer kemiklerden ayıklayalım; onun kemiklerini seçmek kolay olacaktır zira, diğerlerininki, birbirine karışmış olan insan ve at kemikler, kenarda yanarken o, ateşin ortasında uzanmaktaydı. Daha sonra, ben, kendim, Hades’te saklanıncaya kadar, kemikler iki kat yağa sarılmış altın bir kap içinde dursun. Ancak çok büyük bir mezar yapılmasın, sadece onun için münasip bir tane olsun. Ben gittikten sonra, kürekli kemiklerle geride kalan Akhalılar, ona büyük bir mezar yapar.” Böyle konuştu Akhilleos ve onlar Peleus’un tez canlı oğluna kulak verdiler. Önce alevler renkli şarapla odun yığının etrafını saran ateşi söndürdüler, öyle ki hayli derin bir kül tabakası oluşmuştu. Kibar arkadaşları, Patroklos’un kemiklerini ağlayarak, altın bir kupa içine topladılar ve iki kat yağlı bezle sardılar. Kupayı yumuşak keten bezle sardıktan sonra bir kulübe içine yerleştirdiler. Daha sonra mezarın yerini tespit ettiler ve mezarı odun yığının bulunduğu yerin yakınında bir yere yaptılar ve toprak yığarak mezarı yaptıklarında, geri dönmek üzere dağıldılar. Dağılmadan önce, Achilleus gemisinden ganimetler getirdi. Leğenler, kazanlar, üçayaklı sehpalar, atlar ve katırlar, güçlü kuvvetli öküzler ve güzel kemerli kadınlar ve gri renkli demirler getirdi…”. Hititlerin ve Illias’ın ölü gömme ritüelleri şu noktalarda ortaktır51: 1) Cenaze yakılır. 2) Ateş içeceklerin dökülmesiyle söndürülür. 3) Kemikler, yağ veya don yağına batırılır ya da bununla kaplanır. 4) Kemikler keten bezi ve iyi bir giysiyle sarılır. 5) Taş bir odaya yerleştirilir. 6) Şölen yapılır. Protogeometrik Dönem başlangıcında Attika’da ölü gömme geleneğinde farklılaşma görülür. Bu inhumasyondan kremasyona geçiş anlamını taşır. Kerameikos’ta bulunan protogeometrik vazolar başta amphoralar olmak üzere birçok kremasyon kaplarından oluşur. Geometrik Dönem sonunda ise, kremasyondan inhumasyona geçiş gözlemlenir. Dipylon vazoları inhumasyon gömüleri için hazırlanan kaplardır ve bu bakımdan kremasyon için yapılan protogeometrik vazolardan ayrılır. Yunanlılarda ölü kültü sadece yazıtlarda değil seramik üzerindeki betimlemelerde de görülmektedir. Dipylon vazoları üzerindeki ekphora ve prothesis sahneleri bunun erken örnekleridir. Beyaz lekythoslarda da bu sahneler görülür ve Yunan dünyasının ölüme karşı bakış açısını yansıtır. Atina’da İ.Ö. 487-480 yılları arası Solon tarafından lüks mezar yasağı getirilir. Beyaz lekythoslar, mezar yerini belirtmek için stellerin yerine

51 Gurney 2001, 141-142.

35

kullanılır52. Bu tip kapların üzerinde ölüm ikonografisini ve ölü kültünü anlatan sahneler bulunmaktadır. Bu tip mezar dikitleri Attika’ya özgü olup bazı Atina kolonilerinde de görülür53. Köklü bir mezar inancına sahip olan Yunanlılar, insan vücudunun “soma” (σϖµα) ve ruh “psykhe”den (ψυχη) oluştuğunu düşünürler54. Bu inanç gereğince, ölümler sonrasında belli bir düzeni içeren törenler düzenlenir. Bu törenler dört aşamalı olup, “soma”nın hazırlanması, “prothesis”, “ekphora”,

“soma”nın mezara konuşu diye bölümlere ayrılır. “Soma”nın hazırlanması ilk aşamadır. Bu bölümde ölünün gözleri kapanıp çenesi bağlanır ve ölü yakılmadan önce yıkanır. Böylelikle kötü ruh kovulur. Yıkama işlemini yapan yaşlı kadınlardır. Yıkanan ölü daha sonra, kokulu yağlarla ovulur ve parfümlenir55. İkinci aşama olarak da prothesis (sergileme) bölümü yer alır. Bu aşamada ölü evin içinde sergilenir. Ölümden bir gün sonra yapılan bu aşama, zorunluluk arz eder. Hatta ülke dışında ölen bir kişinin bile cenazesi evine getirilir, kemikleri olsa dahi sergilenir. Sergileme şekli, sadece başı açık şekilde kefene sarılarak

yapılır56. Solon öncesi, aristokratların prothesis süreci, halktan farklıdır. Ölen kişi aristokrat kesimden olduğunda, yakınları yas tutmayı abartır ve kendilerine zarar verir. Solon bu türden yıpratıcı ve vahşi görüntülere yasaklama getirir. Ölünün yanında, mezarı başında ağıt yakıldığı görülmektedir. Belki de mezar yerindeki bazı mekânlar bu ağıtların söylendiği yerler olabilir57. Üçüncü aşama ise ekphora (cenazenin mezara götürülüşü) bölümüdür. Prothesis’in ertesi günü sabahı ölü yatağı ile birlikte görevliler ya da akrabaları tarafından elle veya araba ile götürülür. Bu cenaze alayının önünde libasyon kabını taşıyan bir kadın yer alır ve onu kadınlar ve erkekler izler. Cenazeye katılacaklar da Solon yasaları ile belirlenir. Sadece kadınlar için gelen bu

52 Atina dışında beyaz lekythosların görüldüğü yer; Euboia adasındaki Eretria’da yoğunlukla ele geçer. İ.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısı 4. yüzyılın başları arasına tarihlenir. Şahin 1993, 143–144. 53 Solon’un refomları için bkz; Mansel 1999, 186-193. 54 Şahin 1993, 145. 55 Özellikle mezar hediyeleri seçilirken parfüm şişelerinin de olduğu görülür. Belki de mezar hediyesi olarak bu şişelerin seçilmesi cenazenin bu aşaması ile ilgili olabilir. 56 Şahin 1993, 147–150. 57 Bazı mezarlar çevre düzenlemesi ile birlikte yapılır. Sanki bir topluluğun sığabilmesi için. Mezarın ön kısmı düzleştirilir, kolay gelinip gidilsin diye merdivenler konur (Şahin 1993, 149).

36

kısıtlama ölünün üçüncü dereceden akrabaları veya yaşlı kadınlardır58. Attika geleneğine göre kişi eceli ile ölmemiş ise cenaze alayının önünde mızrak taşınır. Bu mızrak yakınları tarafından mezar yerine saplanır. Bu öfkenin ve kini belli eden bir semboldür. Savaşta ölen halk kesiminden biri ise kemikleri toplanır. Prothesis ve libasyonları yapılır, on adet lahdin içine konulur. Öylece mezar yerine götürülür. Ancak cesedi bulunamayan biri ise on birinci lahit hazırlanır. Boş olan lahit ise onları temsil eder59. Cenaze törenin son aşaması olan gömme işlemini yasa gereği ölünün yakınları tarafından yapılır. Mezar yeri hazır olan törende mezar yerini yaptırma erkek evlatlara ait bir görevdir. Ebeveynlerinin mezarlarını yaptırmayanlara çok büyük cezalar getirilir. Hatta demos’tan atılmaya kadar gidebilir. Ebeveynleri ne olursa olsun mezar yeri mutlaka yapılmalıdır. Ölünün gömülme yeri de nasıl bir şekilde öldüğüne bağlıdır. Örneğin yıldırım çarpmasından ölürse olay yerine, Atina’da intihar edenlerin de elleri kesilip ayrı yerlere gömülür. Mezarı hak etmeyenler sadece katiller, vatan hainleridir. Bunların cesetleri şehrin dışına gömülür60. Mezar kültüne özgü kurallar arasında, aile mezarına bir yabancının gömülme yasağı da vardır. Bunu yapan kişi lanetlenmekte ve bir tapınağa veya şehre ceza ödemekle hükümlüdür61. Gömme işlemi tamamlandıktan sonra sunu işlemine geçilir. Sunu, kanlı ya da kansız yapılır. Bir başka tören, deyişle kurban kesmek ya da meyve, çörek gibi şeyler bırakmak biçiminde gerçekleşir. Mezarlar üzerine ya da mezar mekânlarına konulan kap formları seramikler üzerinde betimlenir. Bunlar; lekythos, hydria, oinokhoe, phiale, lekane, pyksis, alabastron, aryballos ve pithos’dur62. Mezar yerleri yapılırken sunu yapma geleneği düşünülerek yapılır. Bu yüzden mezar mimarisi ölü kültüne bağlı olarak gelişebilir. Kaya mezarları içine yapılan nişler, işlikler ya da oyuklar hep aynı amaç içindir63. Romalılarda cenaze törenleri, Yunan (Atinalıların) Klasik dönem ölü geleneğinden ayrılır. Romalılar, törenlere ağıt yakarak başlar, Bu ağıtta ölünün ismi zikredilir. Ölünün tabuta ve katafalka konulmasında çeşitli hazırlıklar yapılır. Önce ölü yıkanır, merhemlenir bazı durumlarda bozulmasını engellemek için

58 Şahin 1993, 151. 59 Şahin 1993, 152. 60 Şahin 1993, 146. 61 Mezar lanetlemeleri için bkz; Önder 1995, 20–35. 62 Ayrıca Attika yöresine özgü bir kap formu olan plemokhoe de görülür. 63 Şahin 1993, 156–157.

37

mumyalanır. Daha sonra ölü giydirilir ve süslenir ardından yakınları tarafından ziyaret edilir64. Roma’da ölünün toprağa verilmesi (inhumasyon) ve yakılması (kremasyon) adetleri bütün dönemlerde aynı zamanda uygulanır, fakat bu yöntemlerden birinin diğerine belli bazı dönemlerde ağır bastığı olur. Örneğin, Cumhuriyet döneminde yakma yönteminin ağır bastığı zaman dilimi içinde, Cornelius’lar, ölüyü lahit içinde gömme yolunu seçerler. Bu sadece yazılı kaynaklar ile değil, aynı zamanda arkeolojik olarak kanıtlanır.

Anadolu’da Kremasyon - Ceset Yakma - Geleneği Ceset yakma geleneği ilk defa Neolitik dönemde Orta Avrupa’da görülür. Daha sonra Güney Rusya’da tespit edilen yakma geleneği buradan da güneye doğru yayıldığı düşünülür65. Anadolu’da ilk olarak ölü yakma geleneği

Aksaray’daki Aşıklı Höyük’te ortaya çıkarılır ve günümüzden yaklaşık 9 bin yıl öncesine tarihlenir. Aşıklı Höyük’teki avcı toplum evlerinin altlarına yakınlarını gömerler. Evlerin altından çıkan kemiklerin çoğunluğunda yanık izleri tespit edilir66. Anadolu’da düzenli olarak ceset yakma geleneği 2. binde Troia IV’de67 ile Hitit dönemlerinde ayrıca Panaztepe, Beşiktepe, Müskebi kazılarında da görülmektedir. Bu

merkezlerde yapılan kazılarda yanık insan kemikleriyle kremasyon kapları ele geçer68. Batı Anadolu’daki yakma geleneğinin kökeni olarak Orta Anadolu olduğu önerilmektedir. Gedikli’de yapılan kazılarda İ.Ö. 22.-20. yüzyıllara yakma gömünün bulunması bu düşünceye bir kanıt olarak gösterilir69. Kremasyon geleneğinin Anadolu’da görülmesinin bir sebebi de yakma işlemiyle ruhların kötülüklerden arınacağı ve huzura kavuşacağı düşüncesidir. Troia ve Beşiktepe mezarlıklarında bir yaşından küçük bebeklerin yakılmadığı görülmektedir. Bu uygulamanın amacı, bebeklerin ruhlarının ve vücutlarının daha kirlenmediği inancı ile alakalıdır. Hititlerde de ölü yakma geleneği kullanılır. Hattuşa yakınlarındaki Osmankaya’da ait elli dört adet kremasyon mezarının tespit edilmesi, Ankara-Haymana yakınlarındaki Ilıca’da 131 adet urne mezar bulunması Hititlerin de bu uygulamayı sıklıkla kullandığını gösterir. Ayrıca arkeolojik verilerin dışında 64 Blanck 1999, 200. 65 Akyurt 1998, 125. 66 Buluç 1993, 84. 67 Özgüç 1946, 27. 68 Akyurt 1998, 124. 69 Akyurt 1998, 125.

38

yukarıda anlatılan yazılı belgeler de yakma geleneğinin Hititler tarafından kullanıldığı kanıtlamaktadır70 Urartuların da İ.Ö. 1. binde kremasyon gömü yaptıkları bilinmektedir. Malaklu’da yapılan kazılarda çıkan malzeme bu düşünceyi kanıtlamaktadır. Bir Urartu yerleşimi olan Karagündüz K5’de, kül kaplarının kaya oyuklarına ya da doğrudan toprağa bırakıldığı da görülmektedir. Urartulara ait 11. – 10. yüzyıllara tarihlenen oda mezarlarda, yakma işlemi gerçekleştirildikten sonra kremasyon kaplarına sığmayan kemiklerin taşlar ile küçük parçalara ayrılır, kaplara yerleştirildikten sonra taş kapaklarla kapatılır71. Yunanlılarda da kremasyon geleneğinin olduğu bilinmektedir. Yukarıda anlatılan Patraklos’un cenaze töreni bu uygulamanın bir kanıtı niteliğindedir. Romalılarda da Kremasyon tipi gömü kullanılmaktadır. Romalıların kremasyon törenlerinde ölü, bir odun yığını üzerinde yakılır, yakma sırasında ağıtlar okunur. Daha sonra kemiklerden arta kalan, süt ve şarapla sulanır ve bir küp içinde gömülür. Ölen kişinin toprağa verilmesinden dolayı, mezarın başında yemek yenir. Bu ritüel dokuz gün sonra mezarın başında tekrarlanır. Bu gömü şekli maddi durumu iyi olanlar için geçerlidir. Bu işlemleri yapmak masraflı olduğundan dolayı durumu iyi olmayanların cesetleri öylece toprağın içine atılabilir. Ancak ölü gömme Romalılar için çok önemlidir. Bu yüzden birçok gömüt derneği kurulur. Hep bu çabalar onurlu bir şekilde gömülmek içindir72. Kremasyon, ister sağlığa uygun nedenlerden olsun isterse de yurtlarından uzaklarda ölen kişilerin kemiklerini geri getirme kolaylığı için başlasın73, hiçbir kültür grubunda yaygın bir adet haline gelmez74.

70 Buluç 1993, 84-91. 71 Çevik 2000, 39. 72 Blanck 1999, 205. 73 Durukan 1998, 158. 74 Akyurt 1998, 125.

39

Kaynakça

Akyurt, Metin (1998) M.Ö. 2. binde Anadolu’da Ölü Gömme Adetleri, Ankara.

Blanck, Horst (1999) Eski Yunan ve Roma’da Yaşam, İstanbul. Buluç, Sevim (1993) “Anadolu’da Kremasyon – Ölü Yakma –

Geleneği”, 1992 yılı Anadolu Medeniyetleri Müzesi Konferansları, Ankara

Çevik, Nevzat (2000) Urartu Kaya Mezarları ve Ölü Gömme

Gelenekleri, Ankara.

Dinçol, Belkıs (2007) “Eski Doğu’da İnsanın Yaradılışı, Yaşam ve Ölüm”, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Haberler, Sayı: 24, 1–3, İstanbul.

Durukan, Murat (1998) “Olba Territoriumu’nun Hellenistik Dönem

Ölü Kültü Üzerine Gözlemler”, Olba I, 147–152, Mersin.

Gurney, O. Robert (2001) Hititler (Çev. Pınar Arpaçay), Ankara. Mansel, A. Müfid (1999) Ege ve Yunan Tarihi, Ankara.

Ökse, A. Tuba (2005) Eskia Çağdan Günümüze Ölü Gömme ve Anma Gelenekleri, Türk Arkeoloji ve Etnografya Dergisi, Sayı: 5, 1–8, Ankara.

Önder, Nilüfer (1995) Lydia’da Mezar Lanetlemeleri (Ege

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir.

Özgüç, Tahsin (1948) Ön Tarihte Anadolu’nun Ölü Gömme

Adetleri, Ankara Özgüç, Tahsin (1988) İnandıktepe: Eski Hitit Çağında Önemli Bir

Kült Merkezi, Ankara.

40

Şahin, Nuran (2003) “Beyaz Lektyhos’lar Işığında ve Ölüm İkonografisi ve Ölü Kültü” Arkeoloji Dergisi IV, İzmir.

Uhri, Ahmet (2006) Batı Anadolu Erken Tunç Çağı Ölü Gömme Gelenekleri (Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), İzmir.

Yağız, Kahraman (2005) Antandros Urneleri (Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir.

Silifke Kalesi (Hayrettin Kırdı)

41

CILICIA ROMA DÖNEMİ TAPINAKLARI

Ümit ÇAKMAK75 Bu çalışmada ilk olarak genel tapınak planları verilerek, Cilicia’da bulunan Roma Dönemi tapınakları, konumları ve planları ele alınacak, Küçük Asia, Ortadoğu ve Kuzey Afrika örnekleriyle karşılaştırılacaktır. Son olarak da sikke üzerinde görülen tapınak tasvirleri ele alınacaktır. Apteros; çevresinde sütun sırası olmayan kare veya dikdörtgen planlı tapınaklara denilir76. Ayrıca, Vitruvius, aşağıda aktarılmış olan tapınak türlerini belirlemiştir77: In Antis; Bir tapınağın sadece ön ante duvarlarının arasında iki sütun olmasına denir. Prostylos; Köşelerde antaların karşısında iki sütunun olması, sağ ve sol yanlarında da baştaban bulunması dışında her bakımdan in antis plana benzer. Amphiprostylos; Prostylos plan gibidir fakat öndeki sütun ve alınlık sayısı arkada tekrar eder. Peripteros; önde ve arkada altışar, yanlarda, köşeler dahil olmak üzere on bir sütun bulunmasına denir. Pseudo-Dipteros; Önde ve arkada sekizer, yanlarda ise köşeler de dahil olmak üzere on beşer sütun bulunacak şekilde olan plandır. Dipteros; Ön ve arka portiklerinde sekizer sütun vardır. Fakat Tapınağın her tarafı ikişer sütun sırası ile çevrilidir. Cilicia tapınaklarının konumları ve planları da şöyledir: Söğüt, tapınakları bulundukları konumlarını esas alarak; Agora tapınakları, şehir içi tapınaklar ve akropolis-teras üzerinde bulunan tapınaklar olmak üzere üçe ayırır78. Cilicia bölgesinde yirmi dört tapınaktan yedisini agora içinde (Calybrassus 1 ve 2 no’lu tapınakları Kestroi Vespasianus ve A. Pius tapınakları, Antiochia ad Cragum 2 no’lu tapınaklar, Laertes Claudius Tapınağı ve Asar’da bulunan tapınak) sınıflandırmıştır. Söğüt, Cilicia’da agora içinde bulunan veya agoraya bakan tapınaklara örnek olarak da Küçük Asia’dan; Side Agora’sındaki yuvarlak tapınağı, Termessus N1 ve N2 Tapınağını vermektedir79. Kuzey Afika’da ise Gerasa Artemis Tapınağı80, Kyrenaika C Tapınağı81 agora içinde yer almaktadır. Söğüt, Cilicia’da bulunan on beş tapınağı (Leartes Apollon ve Zeus Megistos, Kbyra Minor Claudius, Iotape Traian ve 2 Nolu, Nephelium Tykhe, Lamus Vespasianus, Titus ve Domitianus, Antiochia ad Cragum 1 -Zeus Lamotis- Seleucia ad Calycadnum Zeus, Diocaesarea Tykhe, Olba, Corycus 1 ve 2, Elaiussa Sebaste ve Tarsus Tapınakları) kent içinde gösterir82. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ise; Palmyra, Djemila83, Gadara, Gerasa, Kyrenaika84, Petra85,

75 Arkeolog, MEÜ Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected]. 76 Serdaroğlu 2004,203. 77 Vitruvius 3. 2. 2.(3.4.5.6.7) 78 Söğüt 1998,113. 79 Söğüt 1998,ay.yer. 80 Macdonald 1986,38. 81 Sichtermann 1960,258–263. 82 Söğüt 1998,114. 83 Macdonald 1986,8. 84 Sichtermann 1960,258–263. 85 Netzer 2003,120.

42

Timgad86’da örnekler bulunmaktadır. Ayrıca Söğüt, Akropolis – Teras üzerinde bulunan tapınak sınıflandırması yaparak, Cilicia - Ferhatlı Tapınağını Neandria, Miletos, Priene ve Keramos’da bulunan tapınaklarla aynı konuma koyar87. 1- Apter Cilicia da apter olduğu kesin olan bir tapınak yoktur. Söğüt, Calybrassus 2 nolu tapınağı Pronaos’unun ve naos’unun dar olmasından dolayı apter planlı olarak düşünmektedir88. Cilicia dışından bir örnek, Hoyran’da (Mındıras Adası) bulunan tapınaktır ve Apter plana sahiptir89 (Tablo1). 2- In Antis Kestroi Vespasianus tapınağının prostylos olduğu düşünülmektedir; Calybrassus 2 nolu tapınak ise in antis olarak önerilmektedir90. Bu tapınaklara örnek olarak Küçük Asia’dan, Selge Kesbelion91 Tapınağı, Patara Tapınağı92, Alinda’da bulunan tapınak93, Caunus B94 ve C95 verilebilir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu örnekleri; Kyrenaika96, Baal Shamin97, Nabat-Qasr Rabba Dibon98 ve Hibbariye99 Tapınağı- (Tablo 2).

3- Tetrastylos Prostylos Söğüt, Nephelium Tykhe, Antiochia ad Cragum100, Calybrassus 1101, Iotape 1102, Lamus Vespesianus-Titus ve Domitianus103, Laertes 2104 numaralı tapınaklarının tetrastylos plana sahip olduğunu düşünmektedir. Söğüt’ün Lamus ‘da bulunan ve tapınak olarak düşündüğü yapıyı (Vespesianus, Titus ve

86 Macdonald 1986,26–27. 87 Söğüt 1998,115. 88 Söğüt 1998,125. 89 Serdaroğlu 2004,146. 90 Söğüt 1998,126. 91 Machatschek-Schwarz 1981,92. 92 Serdaroğlu 2004,88. 93 Serdaroğlu 2004,20. 94 Serdaroğlu 2004,37. 95 Serdaroğlu 2004,39. 96 Sichtermann 1960,278–279. 97 Netzer 2003,104. 98 Netzer 2003,101. 99 Serdaroğlu 2004,156. 100 Söğüt 1998,80. 101 Söğüt 1998,46. 102 Söğüt 1998,63. 103 Söğüt 1998,76. 104 Söğüt 1998,56.

Tablo1-Apter Calybrassus 2- Hoyran

Tablo 2-In Antis Kestroi - Calybrassus 2 Kesbelion Patara Kyrenaika Baal Shamin Q.Rabba Dibon Hibbariye

43

Domitianus tapınağını) Townsend ve Hoff tapınak mezar olarak düşünmektedirler105. Bu tapınaklara örnek Küçük Asia’dan; Adada B Tapınağı106, Bergama Güney Tapınağı,107 Lagon Tapınağı108, Termessus Artemis Tapınağı109, Selge H.L. Caesar110 Tapınakları örnek olarak verilebilir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan ise; Es Sanamen Tykhe Tapınağı111, Gadara’da bulunan Tapınak112, Qasr Bin Fraun Tapınağı113, Seeia Güney Tapınağı114, Qasr Rabba115 Tapınağı, Djemila Tapınağı116, Niha B Tapınağı117, Hössn Soleiman Tapınağı118, Qasr Rabba-Moab119 Tapınağı benzer örnekler arasında yer alır(Tablo 3). Tetrastylos Prostylos tapınak planı kendi içinde; Naos’u tek veya iki girişe sahip olanlar, naosu nişliler ve nişsizler olmak üzere sınıflandırılmıştır120:

Tablo 3-Tetrastylos Prostylos Nephelium A. Kragos Calybrassus 2 Iotape 1 Lamus Laertes 2 Adada B Bergama G.

Lagon T. Artemis Selge Es Sanamen Gadara Qasr B.Fraun Seeia Q. Rabba Djemila

Niha B H.Soleiman Q.Rabba-Moab

Naos’u tek girişliler; Cilicia bölgesi tapınaklarından sadece Calybrassus 1 numaralı tapınak iki girişe sahiptir121 diğer tüm tapınaklar tek girişlidir. Küçük

105 Townsend-Hoff, 2004,254-265. 106 Serdaroğlu 2004,111. 107 Serdaroğlu 2004,176. 108 Serdaroğlu 2004,ay.yer. 109 Serdaroğlu 2004,155. 110 Machatschek-Schwarz 1981,94. 111 Graeve 1972,378. 112 Hoffmann 2002,107. 113 Hoffmann-Kerner 2002,68. 114 Netzer 2003,67. 115 Netzer 2003,101. 116 Macdonald 1986,9–13. 117 Serdaroğlu, 2004,176. 118 Serdaroğlu, 2004,ay.yer. 119 Hoffmann-Kerner 2002,101. 120 Söğüt 1998,125.

44

Asia’dan; Antiphellos122, Caunus A123, Caunus D124, Aphrodisias Aphrodite125, Keltepe-Kaynak126 Tapınağı ve Keramos’da bulunan Tapınak127 örnek olabilmektedir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu örnekleri; Es Sanamen Tykhe Tapınağı128, Timgad Isis Tapınağı, Qasr-Bin Fraun129 ve Gerasa Artemis130 tapınaklarıdır. Naos’u nişli örnekler: Nephelium Tykhe ve Lamus Vespasianus, Titus ve Domitianus Tapınak’ları. Küçük Asia’dan örnekler; Termessus N1131 Tapınağı, Ephesus Serapis132 Tapınağı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika örneklerinden Es Sanamen Tykhe Tapınağı133, ayrıca da tetrastylos plana sahip olmamalarına rağmen Gerasa Artemis134 Tapınağı ve Qasr Rabba Dhat Ras Tapınağı135 bu gruba dahildirler. (Tablo4).

Tablo 4-Naos’u Nişliler Nephelium Lamus V.T.D. Termessus N1 E. Serapis Es-Sanamen G.Artemis Q.R.Dhat Ras

Naos’u nişsiz tapınaklar; Cilicia’da Laertes 1 ve Antiochia ad Cragum tapınaklarıdır136. Küçük Asia’dan; Termessus Artemis Tapınağı137, Selge H.L. Caesar Tapınağı138, Adada B Tapınağı139 örnek olarak verilebilir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan; Niha B Tapınağı140, Hössn Soleiman Tapınağı141, Gadara Tapınağı142, Djemila Severus Tapınağı143 benzer özellikler gösterirler. Naos’u çift girişliler; Cilicia’da sadece Calybrassus 1 numaralı tapınak ikinci bir girişe sahiptir144. Küçük Asia’dan; Antiphellos145, Caunus A146, Caunus D147,

121 Söğüt 1998,129. 122 Serdaroğlu 2004,154. 123 Serdaroğlu 2004,36. 124 Serdaroğlu 2004,40–41. 125 Serdaroğlu 2004,157. 126 Anabolu 1992,8. 127 Serdaroğlu 2004,11–14. 128 Graeve 1972,378. 129 Netzer 2003,68. 130 Parapetti 2002,25–27. 131 Büyükkolancı 1998,124. 132 Serdaroğlu 2004, 184. 133 Graeve 1972, 314-347. 134 Parapetti 2002,26. 135 Netzer 2003,101. 136 Söğüt 1998,129. 137 Serdaroğlu 2004,155. 138 Machatschek-Schwarz 1981,89–93. 139 Serdaroğlu 2004,111. 140 Serdaroğlu 2004,176. 141 Serdaroğlu 2004,ay. yer. 142 Hoffmann-Kerner 2002,107. 143 Macdonald 1986,9-13. 144 Söğüt 1998,129. 145 Serdaroğlu 2004,154. 146 Serdaroğlu 2004,36. 147 Serdaroğlu 2004,40-41.

45

Aphrodisias Aphrodite148, Keltepe-Kaynak149 Tapınağı ve Keramos’da bulunan Tapınak150 örnek olabilmektedir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu örnekleri; Es Sanamen Tykhe Tapınağı151, Timgad Isis Tapınağı, Qasr-Bin Fraun152 ve Gerasa Artemis153 tapınaklarıdır (Tablo 5).

4- Hexastylos Prostylos Diocaesareia Tykhe Tapınağı, Cilicia ve Küçük Asia için bilinen tek bir örnektir154. Planı farklı da olsa Termessus N1155 yapısı hexastylos prostylos plana sahiptir. Petra Küçük Tapınak156 ise hexastylos prostlos olmasına rağmen genel benzerlik göstermez (Tablo 6). 5- Dipteros ve Pseudodipteros Planlılar Cilicia’da dipteros plan özelliği gösterdiği bilinen bir tapınak yoktur. Fakat İ.S.II. yüzyıla ait bir şehir sikkesinde bir tapınağın ön yüzü görülmektedir. Ön yüzde sekiz veya on sütun bulunmaktadır. Vitruvius’un dipteros157 plan tanımına göre Tarsus’da dipteros plana ya da pseudodipteros plana sahip bir tapınak olduğu düşünülebilir. 6- Peripteros Planlılar Cilicia bölgesinde peripteros plana sahip, Corycus, Elaiussa Sebaste158 ve Zeus Olbios159 Tapınak’ları bulunur. K. Asia’dan; Pergamum Traianus160, Sagalassos Antoninus Pius161 ve Side Athena162 ve Priene Athena163 Tapınakları örnek olarak verilebilir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan; Baalbek Dionysos Tapınağı164,

148 Serdaroğlu 2004,157. 149 Anabolu 1992,8. 150 Serdaroğlu 2004,11-14. 151 Graeve 1972, 378. 152 Netzer 2003,68. 153 Parapetti 2002,25-27. 154 Söğüt 1998,131. 155 Büyükkolancı 1998,124. 156 Netzer 2003,67. 157 Vitruvius 3.2, 6–7. 158 Macdonald 1998,18–22. 159 Wannagat 1999,361. 160 Radt 2001,208–218. 161 Serdaroğlu 2004,123. 162 Pohl 2002,216. 163 Rumscheid 2000,118–121. 164 Serdaroğlu 2004,185.

Tablo 5- Naosu Çift Girişliler Calybrassus 1 Antiphellos Caunus A Caunus D A.Aphrodite Keltepe Es-Sanamen T. Isis Q.Fraun

Tablo 6 D.Tykhe Termessus N1 Petra

46

Palmyra Baalbek Tapınağı, Gerasa Artemis Tapınağı165, Suweida-Sahr166 ve Geresa Zeus167 Tapınak’ları benzer örneklerdir (Tablo 7).

Tablo 7- Peripteros Planlılar E.Sebaste Zeus Olbios S.Athena-S.A.Pius-P.Traian P.Athena B.Dionysos P.Baalbek G.Artemis S.SAHR

7- Pseudodipteros Planlılar Pseudodipteros planlı olarak Seleucia ad Calycadnum Zeus Tapınağı168 bulunmaktadır. Ephesus Domitianus, Ancyra Augustus, Aizanoi Zeus169 Tapınak’ları örnek olarak verilebilir. Ortadoğu’dan; Palmyra Baalbek (?) Tapınağı bu grupta yer alır (Tablo 8).

Tablo 8-Pseudodipteros Planlılar Seleucia ad Calycadnum Zeus E.Domitianus A.Augustus Aizonoi P.Baalbek

8- Çift Naos’lu Tapınaklar Kestroi Antoninus Pius Tapınağı ve Iotape 2 numaralı tapınak Cilicia bölgesinin çift naos’u bulunan tapınaklarıdır. Küçük Asia örneği, Antiphellos170 Tapınağıdır. Ortadoğu örnekleri; Khirbet Dharih171, Sur172 ve Baal Shamin173 tapınaklarıdır (Tablo 9).

Tablo 9- Çift Naos’lu Tapınaklar Kestroi A.P. Iotape 2 Antiphellos Khirbet D. Sur Baal Shamin

Ayrıca Cilicia’da mimari kalıntılarına ulaşılamamış fakat sikkeler üzerinde tasvir edilen tapınaklar da bulunmaktadır. Söğüt bu tapınaklarla ilgili olarak; Adana’da in antis veya apter; Aigai’da en az üç (in antis- apter, dekastylos, hexastylos), Anemurium’da da üç (tetrastylos prostylos, Suriye alınlıklı ve in antis-apter), Anazarbus’da; dekastylos ve hexastylos, Flauiopolis’te; tetrastylos prostylos, Karalia’da; Tykhe in antis veya apter, Coropissus’ta; Tykhe için

165 Macdonald 1986,39. 166 Netzer 2003,110. 167 Hoffmann-Kerner, 2002,9. 168 Pohl 2002,200. 169 Pohl 2002,197. 170 Serdaroğlu 2004,74. 171 Netzer 2003,93. 172 Netzer 2003,66. 173 Netzer 2003,104.

47

tetrastylos prostylos, in antis veya apter, Lyrbe’de; in antis veya apter, Mallos Magarsos’ta; tetrastylos prostylos Korinth ve ayrıca Nemesis’in betimlendiği korinth, Suriye alınlıklı tetrastylos prostylos, Ninika Claudiopolis’te; tetrastylos prostylos, Philadelphia’da; in antis veya apter, Selinus’da; prostylos ve Tarsus’da; dekastylos, hexastylos, oktastylos ve ayrıca Maximius (235–238) döneminde kült olarak Apollon, Aphrodite ve Tykhe’nin bulunduğu üç farklı tetrastylos prostylos tapınağın ve tapınakların varlığından bahseder174.

Diocaesarea Tyche Tapınağı (Hayrettin Kırdı)

174 Söğüt 1998,22–28.

48

KAYNAKÇA

Anabolu 1992 M.U. ANABOLU, Batı Anadolu’daki 1’den Fazla Naos’lu Tapınaklar,

BELLETEN, CİLT: LVI sa:215, Ancyra, 1992 Büyükkolancı 1998 M.BÜYÜKKOLANCI, Termessus N1 Yapısı, ADALYA,II,117-124 Graeve 1972 V. Von GRAEVE, “Tempel und Kult der Syrischen Götter am Janiculum”,

JDAI, Band 87, 1972, 314–347 Hofmann 2002 Gadara-Gerasa und Dekapolis, 2002, Mainz am Rhein Hoffmann-Kerner 2002 A. HOFFMANN-S.KERNER, Gadara-Gerasa und Dekapolis, 2002, Mainz

am Rhein Machatschek-Schwarz 1981 A.MACHATSCHEK-M.SCHWARZ, Bauforschungen in Selge, 1981, Wien Netzer 2003 E.NETZER, Nabataische Architektur, 2003, Mainz am Rhein Macdonald 1986 W.L.MACDONALD, The Architectura Of Roman Empire Vol II, 1986, Yale

University Parapetti 2002 R.PARAPETTI, “Gerasa und das Artemis Heiligtum”, Gadara-Gerasa und

Dekapolis, 2002, Mainz am Rhein Pohl 2002 D.POHL, Kaiserzeitliche Tempel İn Kleinasien Unter Besonderer

Berücksichtigung Der Hellenistischen Vorlaufer, 2002, Bonn Radt 2001 W.RADT, Pergamum Antik Bir Kentin Tarihi ve Yapıları, 2001, İstanbul Rumscheid 2000 F. RUMSCHEID, Küçük Asia’nın Pompeisi Priene Rehberi, İstanbul 2000 Sichtermann 1960 H. SICHTERMANN, “Archaeologische Funde und Forschungen in der

Kyrenaika”, 1942 Bis 1958, AA, Band 74, 1960 Serdaroğlu 2004 Ü.SERDAROĞLU, Lykia-Karia’da Roma Dönemi Tapınak Mimarlığı, 2004,

İstanbul Söğüt 1998 B.SÖĞÜT, Kilikya Bölgesi’ndeki Roma İmparatorluk Çağı Tapınakları,(

Yayımlanmamış Doktora Tezi),1998, Konya Townsend-Hoff, 2004 R.F.TOWNSEND-M.C.HOFF, “Monumental Tomb Architecture in western Rough

Cilicia”, Jahreshefte des Österreichischen Archaeologischen Institutes in Wien,

band 73,2004 Vitruvius De Architectura, Mimarlık üzerine On Kitap, İstanbul, 1998 Wannagat 1999 D. WANNAGAT, Zur Saulenordnung des Zeustempels von Olba-

Diokaisereia, OLBA BAND II

49

Two official Letters of Innocent III on Latin Patriarchate of Constantinople

Sevim Ayteş Canevello175

Two letters written by Innocent III to the clergy of Constantinople and the new Patriarchate of Constantinople following the fourth Crusade demonstrate the function of the new religious institution of new Empire. Background of Latin Patriarchate of Constantinople: In March of 1204, the leaders of the fourth Crusade Dandolo, doge of Venice, Boniface of Montferrat, Baldwin of Flanders, Louis of Blois and Hugues of Saint-Pol signed in front of the walls of besieged Constantinople a convention, which foresaw the substitution of the Greek Empire by a Latin one.176 The fourth Crusade was the last of the major crusades to be directed by the Papacy. Although Pope Innocent III had warned the Crusaders and Venetians not to attack Constantinople, the Papal letter was suppressed by the clergy. Crusaders and Venetians attacked Constantinople. A large part of Constantinople was burned down. They inflicted a horrible and savage sacking on Constantinople for 3 days during which the “Latin Empire of Constantinople” was established. It was during the sacking of Constantinople that many ancient works of art were stolen or destroyed. After the city had been captured, electors, who are six Venetians and six non Venetians, had chosen Baldwin of Flanders as Emperor of Constantinople.177 He was crowned in Hagia Sophia in May 1204.Also the “Latin Empire of Constantinople” was built. Within the newly conquered Latin lands, the establishment of a Latin Patriarchate, Latin bishops, clergy and monastic orders was inevitable. Pope Innocent III condemned the looting of a Christian city by Christians. He undoubtedly saw the Fourth Crusade primarily from a religious standpoint and took immense satisfaction in the prospect of concluding the long schism by conquest. He hoped that the introduction of a Latin hierarchy would prove an effective step towards the Union of Eastern and Western Christendom and would then lead to the deliverance of Jerusalem which so greatly desired. He urged the Latins to show tolerance towards Greek rites and usages provided there was recognition of papal primacy. Without reference to Innocent III, fifteen Venetian canons were appointed. The Venetians chose

175 (M.A). Klasik Filolog. I would like to thank Prof. Warren Schultz for his guidance in developing this work. 176 Angold 1995, 122 177 Wolff 1954,227

50

Thomas Morosini as Patriarch of Constantinople.178 Morosini’s six years on the patriarchal throne are characterized by continual controversy and litigation. Even when one considers the explosive situation created in Constantinople by continual jostling together of French knights, Venetian merchant- sailors and Greek native population and multitude of rivalries which naturally arose as an aftermath of the conquest, one is compelled to conclude that Thomas Morosini himself was exceedingly passionate and quarrelsome.179 The Venetians first named clerics to the Cathedral Church of Hagia Sophia. Pope Innocent III was unaware of these uncononical proceedings (because the Pope picks the Patriarch) for several months. However he confirmed the election declaring that Morosini himself had not been personally involved in the procedure and he could not be blamed. In the end, Thomas Morosini became Patriarch officially and Hagia Sophia became the new Cathedral of the Latin Empire of Constantinople. Pope Innocent II had the controlling hand during the life of the Latin Patriarchate of Constantinople. After Thomas Morosini became the Patriarch of Constantinople, the Papacy made various attempts to get the Greeks in Constantinople to recognize the Pope and Patriarch Thomas Morosini and eliminate the awkwardness of a dual regime. During that period the Greek patriarch John X Camaterus was not in Constantinople. Many members of the Byzantine elite and John X Camaterus had fled from the sacked Capital to Didymoteichus. The representation of the Orthodox Church in Constantinople passed into the hands of the monks. They made it clear that Papal supremacy was unacceptable and reminded the Latins that the Greeks had their own Patriarch. The Monks saw the Latin conquest as a test of their faith. They could so easily have fled from the city like so many others, but they proffered to stay. They rejoiced in the opportunity to atone for their sins. The Latins might have deprived them of all their material possessions, but not of their “revered and orthodox faith”.180

First Letter: The first letter dates the February 1205. It is a confirmation of Thomas Morosini as Patriarch of Constantinople. In Innocent III’s first letter, he instructed the Venetian clerics and people of Constantinople to receive Morosini in friendly fashion and to honor, defend, and revere him. Pope Innocent III in his letter describes him as “bishop and pastor of souls”. He treats Morosini like a special spiritual religious person emphasizing that regular people can not be in that

178 He was a member of an old Venetian noble family, called in the Chronicon Attinate “Mauroceni” and supposedly originally native to Mantua region in Lombardy which is in the Northern part of Italy.178 We don’t know much about his life before Constantinople. He studied in Ravenna and he received the news about being elected as Patriarch of Constantinople in this city. As Patriarch of Constantinople he wrote many letters to Rome. He died in Thessalonica in June or July 1211. 179 Wollf 1954, 232 180 Angold 1995, 515

51

position. Innocent III depicts whoever respects Thomas Morosini in this world may merit to be honored in heaven by him. Innocent III might have had some doubts that Thomas Morosini would not welcome the people in Constantinople. The transfer of imperial power in Constantinople from the Orthodox Greek to the Catholic Latins would not be pleased by the people of Constantinople. Venetian Thomas Morosini became the highest ranked church official in Constantinople and it would be a challenge for him. Innocent III would hope that Morosini would be received in friendly fashion by the Emperor, clerics and the people of Constantinople when he would arrive in Constantinople. According to Innocent III if the people respected him, as a reward Thomas Morosini will honor them in Heaven. Contrast to the eulogistic words of Pope Innocent III about Thomas Morosini, Byzantine Historian Nicetas Choniates’ description of Morosini reflects the hatred of Greeks in Constantinople against the Latins. The only surviving first hand description of him comes from Nicetas Choniates who saw him in Constantinople in late summer of 1205 shortly after his arrival there. Nicetas describes Morosini:

.. the latter wore native dress: it was embroidered and woven so as to fit tightly about the body but slack at the chest and wrists; his beard was shaved smoother than if removed by a depilatory, so that the surface of his cheeks gave no indication whatsoever of the first appearance of hair but looked like a field stripped of crops. He was middle aged fatter than a hog raised in a pit. He wore a ring on his finger and sometimes leather gloves and his fellow priests were like him in their clothes their pursuits and their tonsures. (Nicetas Choniates XXVIII, 341)

He presents Thomas Morosini and his clergy by his perspective. With these bitter words Nicetas Choniates depicts his account of the fall of Constantinople to the Latins. This confirmation letter demonstrates officially that Latin Patriarchate of Constantinople was built. Thomas Morosini as the First patriarch of Constantinople would be the church official that would have a great responsibility as a head of the church in the Empire to build the bridge between the Orthodox and Latin Church in the Empire. Second Letter: The second letter dates April 1205. After Innocent III had confirmed the choice, he himself consecrated Thomas a deacon on March 5 1205, a priest on March 26 and bishop on March 27.181 In the first part of his letter Innocent III talks about the role of church of Constantinople in the Apostolic See.182 The Pope maintained the superiority of

181 PL CCXV, 574 182 An Apostolic see is any see founded by an Apostle and having the authority of its founder; the Apostolic See is the seat of authority in the Roman Church, continuing the Apostolic functions of Peter, the chief of the Apostles; The Catholic Encyclopedia : Apostolic See

52

the three sees, Alexandria, Antioch183 and Jerusalem and adding these three sees, Constantinople would be the next Patriarchal see under Rome. The idea of the universal episcopacy would be applied in practice. This letter represents the point of view of Innocent III hoped that his great dream of the union of the two churches would be real after Patriarchate of Constantinople was built. From general concept Innocent III explains the privileges of Innocent III in the next part of his letter. In that part the Pope confirms the archbishop’s pallium184 upon him with the instructions to wear it on holy days such as Nativity of the Lord, the feast of the first Martyr St. Stephen, on Palm Sunday, Holy Saturday, Easter, Pentecost, on the birthday of John the Baptist, and on the commemoration of all saints. This pallium is a token of confirmation of his authority over his church. Also the pallium signifies the mark of the fullness of the Pontifical office and is to be worn by metropolitans only in churches subject to them and on a certain feast days and occasions. Innocent III points out that the new church will get whatever goods and possessions the Constantinople church have which in this context mainly is a treasure of Hagia Sophia. According to one of Innocent III’s letters written in 1208, Thomas Morosini used four thousand hyperpers185 from treasure of Hagia Sophia to buy property for the church. Also The Roman Church started to control existing church properties. This will cause Romanization in the territories the church owns since many Greek Orthodox clergy that would have been against this process fled from Constantinople during the sack of Constantinople Thomas Morosini will be the charge of these church goods and incomes. Another privilege Innocent III gave Thomas Morosini was the right to have the cross carried before wherever he went and the use of the horsecloth of state in his procession. This privilege demonstrates that Thomas Morosini as an official Latin Patriarchate of Constantinople and will represent himself in religious ceremonies. As Innocent III describes Patriarchate of Constantinople will become one of the daughters of mother Rome and then will obey her mother. Constantinople will place herself as an Eastern Church in Catholic formation. These letters demonstrate how westerners built their own religious canons and intuitions in Constantinople. Also the second letter reveals that after Antioch, which the history of the church declares as the mother of the gentile churches and headquarters of Christianity in East, Jerusalem and Alexandria,

183 the history of the church declares as the mother of the gentile churches and headquarters of Christianity in East 184 The pallium is a circular band about two inches wide, worn about the neck, breast and shoulders and having two pendants, one hanging down in front and one behind. The ornamentation of the pallium consists of six small black crosses one each on the breast and back and left shoulder are provided with a loop for reception of a gold pin set with a precious stone. 185 “An equivalent of 3.90- 4.75 dollars may be accepted as approximate for the hyperper of the early thirteenth century.” Wolff 1954, 243

53

Constantinople would be the next important church in the East in the eyes of the West. Since the Classical period Constantinople has always had a great geopolitical importance because of its location between East and West and the strategic junction of lands and seas. It is the only city in the world which spreads over two continents: it lies at a point where Asia and Europe are separated by a narrow strait - the Bosporus. This geographical importance becomes important in every aspects of life -culturally, religiously, and economically. In the 13th century Constantinople was a major trading port as well a center of art and architecture so that controlling Constantinople religiously would be the first step to controlling the East in the Western eyes. In the 13th century Christendom became aware that it was not the eastern Christendom or Christendom of Constantine, but an assertively western or Latin Christendom. Christianity began to provide legitimating ideology for the kings and increased the cultural homogeneity by uniting the peoples under the common religious values. The Latin Empire and Patriarchate of Constantinople would be the important stepping point to make real this idea. Controlling the church and Constantinople by Latins would help to recover the holy lands that had fallen under the control of the advancing Muslim armies as well as able to withstand the advances of Seljuks in Asia Minor. However this dream came to its end soon. The Latin Empire and Patriarchate of Constantinople came to the end together in 1261. The Latin Empire of Constantinople existed no longer. It had done nothing to further the cause of the Crusades nor had it led to a reunion of the Churches. The New Greek Emperor restored all the Greek churches and the Greek Patriarch. The Latin Patriarchate is one of the most important experiments which the westerners attempted to carry on in East.

54

Bibliography

Angold 1995 Angold, Michael. Church and Society in Byzantium under the Comneni, 1081-1261 Cambridge: Cambridge University Press.

Catholic Encylopedia.www.newadvent.org/cathen/01640c

Nicetas Choniates 1984 Nicetas Choniates. O city of Byzantium, Annals of Niketas Choniates (translated by Harry I. Magoulias) Detroit: Wayne State University Press

Patrologia Latina vol.LCCXV. J.P.Migne, ed. Parisiis:excudebat Migne,1853

Wolff 1954 Wolff, Lee Robert. “Politics in Latin Patriarchate of Constantinople, 1204-1261” Dumbarton Oak Papers, 8(1954): 225-303

55

Seleucia ad Calycadnum’un Erken Hıristiyanlık Dönemi Açısından Önemi

Murat ÖZYILDIRIM186 Seleucus I. Nicator (İÖ 312 – 281) tarafından kurulan Seleucia ad Calycadnum (Silifke), kısa sürede bölgenin en önemli yerleşimi olur. Kentin burada kurulması için coğrafi nedenler son derece uygundur; Selecuia ad Calycadnum kentinin kurulduğu yerin iç bölgelerle kara yolu ticaretinin merkez noktası olması, Akdeniz’in kente diğer kıyı kentleriyle ulaşım, dolayısıyla ticaret kolaylığı sağlaması, Calycadnus (Göksu) Nehri’nin tarıma son derece elverişli verimli geniş arazilere sahip olması. Bütün bunlar, kısa sürede siyasi gelişmelerle beraber yerleşimi Roma İmparatorluğu ve imparatorluğun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu döneminde yüzlerce yıl bölgenin lider kenti yapar. Calycadnus Nehri kenarına kurulması onu verimli arazilerin egemeni konumuna getirirken, iç bölgelerle kurulan yol ağının denize açılım noktası olması, bu kente ticari rekabette diğer kentlere göre önemli bir üstünlük sağlar. Bütün bunlar, kentin Roma İmparatorluğu döneminde Isauria’nın eyalet merkezi olmasıyla daha da güçlenir. Hıristiyanlığın bölgede I. yüzyılda başlayan yayılımı, Seleucia ad Calycadnum için bugüne kadar süren ve diğer bölge kentlerinden ayrı bir tarihsel önemi başlatır; Bu, Azize Thecla’nın Seleucia ad Calycadnum’a yerleşmesidir. Iconiumlu (Konya) olan Thecla, Tarsuslu Paulus’un Iconium’da verdiği bir vaazdan etkilenerek Hıristiyan olur. Çeşitli yerlere giden Thecla, daha sonra Seleucia ad Calycadnum’da bugün “Meryemlik” olarak anılan yerdeki mağarada kendini dine vererek inzivaya çekilir. Kısa sürede bölge yerleşimlerinde Thecla’nın hastaları mucizeleriyle iyileştirdiği kulaktan kulağa yayılır. Aralarında Olba’nın da bulunduğu yerleşimlerden Seleucia ad Calycadnum’a gelenler, onun dualarıyla şifa bulur. (Fotoğraf: Silifke’de Azize Thecla’nın yaşadığı mağaranın girişi)

186 (MA) MEÜ Fen- Edebiyat Fak. Arkeoloji Bölümü Latince Okutmanı [email protected].

56

Azize Thecla’nın Seleucia ad Calycadnum’da tapım gören tanrı ve tanrıçalara karşı mücadelesi, onunla ilgili olarak anlatılan mucizeler içinde yer alır. Buna göre Thecla, Sarpedon, Minerva ve Iuppiter’e karşı bu kentte çeşitli yollarla mücadele ederek onları yenmeyi başarır. Hıristiyanlar, Azize Thecla’nın ölmediğine mucizevi bir şekilde ortadan kaybolduğuna inanmaktadır. Azize Thecla, Seleucia ad Calycadnum’un Hıristiyanlığın bölgede henüz yayılmaya başladığı dönemlerdeki en önemli ismidir. Azize Thecla, bazı erken Hıristiyanlık yazarları tarafından havarilerle bir tutulacak kadar yüceltilir187. Çeşitli yerlerde toplanan sayısız Konsillerle Hıristiyanlığın çok önemli dinsel tartışmalara sürüklendiği dördüncü yüzyılda Seleucia ad Calycadnum, siyasi öneminin yanında dinsel önemini korumaya devam etmektedir. Nicaea’da (İznik) 324 toplanan ve Hıristiyanlığın ilk oecumenicus (=evrensel, bütün Kiliseleri kapsayan) Konsili olarak kabul edilen toplantıda Alexandria’daki (İskenderiye) rahiplerden Arius’un dinsel görüşleri tartışılır. Arius’un Hıristiyan dünyasını yüz yıldan fazla sarsan görüşüne göre Hz. İsa, ezelden beri var değildi ve sonradan Tanrı tarafından yaratılmıştı. Bu görüş “…erat tempus quando non erat filius…=… oğlun olmadığı bir zaman vardı…” ifadesiyle o dönemde Ariusçular tarafından sloganlaştırılır. Bu dönemde Roma İmparatorluğu genelinde piskoposlukların sayısı çok azdır. Buna karşın Seleucia ad Calycadnum’un dinsel bakımdan öne çıktığının ilk işareti, Nicaea Konsili’ne katılmak için piskopos göndermesinde görülmektedir. İmparatorluk genelinde dinsel tartışmalar bazı yerlerde şiddet hareketlerine dönüşür. Sorunlar, Constantinopolis’in müdahil olmasıyla gittikçe karmaşık bir hale gelir. Seleucia ad Calycadnum, Nicaea’dan sonra toplanan konsillerden 341 yılında Antiochia ad Orontem Konsili’ne de temsilci gönderir. Kent, dinsel tartışmaların içindedir ve Seleucia ad Calycadnum Kilisesi, herhangi bir dinsel tartışma konusunda taraf olmaktan çekinmeyen piskoposların yönetimindedir. Seleucia ad Calycadnum, dinsel tartışmalar içindeki asıl gücünü 27 Eylül 359 yılında İmparator Constantius’un isteğiyle burada toplanan ve sadece imparatorluğun doğu eyaletlerinden piskoposların davetli olduğu Konsil ile gösterir188. Seleucia ad Calycadnum, Konsil toplantı yeri olarak son derece dikkatle seçilen bir kenttir. Coğrafi konumu Aegyptuslu ya da Syrialı piskoposların gelmesi için uygundur. Kent Azize Thecla’nın kutsal mağarasını muhafaza etmektedir. Ayrıca imparatorluğun iki güçlü lejyonu burada bulunmaktadır ve bu lejyonlar, imparatorun dinsel tartışmalarda artık çözüm isteyen gücünü, gerekirse şiddete başvurarak göstermekten çekinmeyecek komutanlara sahiptir189. Dinsel yönetimi Antiochia ad Orontem Kilisesi’ne bağlı olan kent, Isauria’nın metropolisidir ve eyaletteki birçok piskoposluğun bağlandığı bir merkezdir.

187 Thecla üzerine ayrıntılı bilgi için bkz; The Catholic Encyclopedia 1912, Kirsch, “Sts. Thecla”; Canevello, 2004; Erten 2005. 188 Özyıldırım 2004, 253. 189 Kentte toplanan Konsil için bkz.: Özyıldırım 2006.

57

Azize Thecla’nın yaşadığına inanılan mağara ve çevresi onun doksan yıllık yaşamının ardından da kutsallığını korumaya devam eder. Yazılı kaynaklar, bu mağara ve çevresinin ne zamandan başlayarak bir kutsal ziyaret yerine dönüştüğü konusunda açık bilgi vermemektedir. Seleucia ad Calycadnum’a ve bu kutsal alana ait erken Hıristiyanlık dönemindeki bilgilerden biri de Gezgin Egeria’nın kenti ziyaretidir. Egeria’nın dördüncü yüzyıl sonunda Hierosolyma (Kudüs) ziyaretinin ardından buraya geldiği bilinmektedir. Egeria, burada rahibelerin kaldığı odaların bulunduğundan bahsetmektedir. Egeria’nın yazdıklarından, Thecla’nın yaşadığı dönemden üç yüz yıl sonra bile söz konusu yerin kutsallığını koruduğu anlaşılmaktadır. (Fotoğraf: İmparator Zeno tarafından Thecla için yaptırılan görkemli kilisenin apsisi)

Seleucia ad Calycadnum’da Thecla’nın bulunması kentin dinsel bakımdan her dönemde öne çıkmasına neden olur. İmparator Zeno, Constantinopolis’ten sürgüne Isauria’ya geldiğinde Azize Thecla kendisine görünür ve ona düşmanlarına karşı kazanacağı bir zafer vaad eder190. Constantinopolis üzerine yürüyen Zeno gerçekten de bir zafer kazanarak yeniden tahta çıkmayı başarır. İmparator Zeno, Thecla’ya şükranlarının ifadesi olarak, Seleucia ad Calycadnum’da apsisi Azize Thecla’nın yaşadığı mağaranın üzerine gelecek biçimde, muazzam büyüklükte bir kilise inşa ettirir. Bu kilisenin kalıntıları bugün de görülebilir. Meryemlik’te İmparator Zeno’nun beşinci yüzyılda yaptırdığı kiliseden ayrı olarak çevreye başka kiliseler de yapılır. Yine kent merkezinde Iuppiter (?) Tapınağı daha sonra kiliseye çevrilir. Seleucia ad Calycadnum, altıncı yüzyılda bir metropolitlik olarak provincia Isauria’nın yirmi dört piskoposluğunun bağlı olduğu önemli bir merkezdir191. 190 Ayteş Canevello – Özyıldırım 2008 (baskıda). 191 The Catholic Encyclopedia 1912, Vailhé: “Seleucia Trachea”.

58

Sonuç Bütün bu gelişmeler süresince siyasi olarak gücünü dinsel güçle birleştiren Seleucia ad Calycadnum, Isauria’da yüzlerce yıl siyasi gücünü dinsel gücüyle birleştirerek lider kent olur. Çevredeki birçok piskoposluk merkezinin yönetimi buraya bağlanır. Azize Thecla’nın kente kazandırdığı saygınlık, erken Hıristiyanlık dinsel tartışmalarının en yoğun olduğu dönemlerde de sürer ve günümüze kadar ulaşır. Seleucia ad Calycadnum’da 359 yılında Ariminum’la aynı yıl toplanan Konsil, kentin dinsel açıdan öneminin doruğa çıktığını göstermesi bakımından ayrıca incelenmeye değerdir. Yunanca ve Latince yazılı kaynaklar, erken Hıristiyanlık döneminde ilişkin Seleucia ad Calycadnum hakkında birçok bilgiler verirken mutlaka Thecla’dan ve toplanan Konsil’den söz etmektedir. Bugün kalıntıları Silifke - Meryemlik’te yer alan kilise ve hemen kilisenin altında yer alan Azize Thecla’nın yaşadığı ve kaybolduğuna inanılan mağara, kentin görkemli dinsel geçmişinin izlerini bugüne taşıyan en önemli arkeolojik verilerdir.

59

Kaynakça Canevello 2004 Canevello, S., A., “Iconiumlu Azize Thecla Yaşamı ve

Mucizeleri”, Olba S. X, Mersin Üniversitesi Kilikia Arkeolojisini Araştırma Merkezi (KAAM) Yayınları, Mersin.

Canevello – Özyıldırım 2008 Canevello, S, A., - Özyıldırım M., “Constantinopolis Tahtında Isaurialı Bir

İmparator: Zeno”, Lucerna Klasik Filoloji Araştırmaları Dergisi, Ankara (Baskıda).

Erten 2005 Erten, E., “Kilikia Tarihinde Kadınlar”, Tarih İçinde Mersin II. Collocium

Bildirisi, Mersin. Kaçar 2003 Kaçar, T., “Cilician Bishops and Fourth – Century Churches Politics”,

Olba S. VIII, Mersin Üniversitesi Kilikia Arkeolojisini Araştırma Merkezi (KAAM) Yay., Mersin.

Özyıldırım 2004 Özyıldırım, M., “Seleucia ad Calycadnum ve Hıristiyanlığın İlk Üç Yüzyılı”,

Olba S. X, Mersin Üniversitesi Kilikia Arkeolojisini Araştırma Enstitüsü (KAAM) Yayınları, Mersin.

Özyıldırım 2006 Özyıldırım, M., “359 Yılı Seleucia ad Calycadnum Konsili

Kararlarının Çözümlenmesi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Istanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Latin Dili ve Edebiyatı Bölümü, Istanbul.

The Catholic Encyclopedia 1912: Kirsch, “Sts. Thecla”. http://www.newadvent.org/cathen/14564a.htm. The Catholic Encyclopedia 1912, Vailhé: “Seleucia Trachea”. http://www.newadvent.org/cathen/13689b.htm.