av. mahur Özmen İle sİnema ve hukuk Üzerİne · isim “darağacında Üç fidan” kitabında...

12
2017/2 | Hukuk Gündemi 61 AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE Stj. Av. Büşra Nur KAYA Stj. Av. Hayriye Sıla Gül SAVAŞ Gerçek bir entelektüel, idealist bir avukat, iki filmin mimarı özgün bir sinemacı ve çok keyifli bir sohbet arkadaşı olan Mahur Özmen’le, özgürlük temalı ruh halimize son derece uygun bir mekânda hayat, sinema ve hukuk üzerine söyleştik. Sohbetimize sizi biraz tanıyarak başlayalım. Hukuk fakültesi öncesi hayatınız ve özel- likle çocukluğunuz sizde nasıl izler bıraktı? Hayatınızın bu dönemlerine ilişkin bizimle paylaşmak istedikleriniz var mı? Aydın’ın şirin bir kasabası olan Germencik’te dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldim. O doğduğum ev ve mahalleler kentsel yağmaya henüz girmediği için, bugün halen aynı şekilde duruyor. Ne zaman dönsem oralara, sanki bir zaman makinesine binip de gelmişim gibi hissediyorum; o ara sokaklarda, iç mekânlarda artık aramızda olmayan büyüklerimizi anarak dolaşırken kulaklarımda sanki bir Aztek şiiri duyarım: “bizi düşlemekte olan bir düş var.”. 1969 yılında babamın Aydınlıkevler Lisesi Müdürü olarak tayini çıkmasıyla birlikte Ankara’ya geldik. Yaşamımın ilk önemli dönüm noktası bu oldu; Ankara, bilincimi belirleyen maddesel fon olarak varlığını daima sürdürecekti; tabi o zamanlar bunun farkında değildim. “Nasıl bir çocukluk?” sorusu, sanırım o kuşakta olan hepimizde benzer sözcüklerin içinde olduğu

Upload: others

Post on 19-Sep-2019

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

2017/2 | Hukuk Gündemi 61

AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE

Stj. Av. Büşra Nur KAYA

Stj. Av. Hayriye Sıla Gül SAVAŞ

Gerçek bir entelektüel, idealist bir avukat, iki filmin mimarı özgün bir sinemacı ve çok keyifli bir sohbet arkadaşı olan Mahur Özmen’le, özgürlük temalı ruh halimize son derece uygun bir mekânda hayat, sinema ve hukuk üzerine söyleştik.

Sohbetimize sizi biraz tanıyarak başlayalım. Hukuk fakültesi öncesi hayatınız ve özel-likle çocukluğunuz sizde nasıl izler bıraktı? Hayatınızın bu dönemlerine ilişkin bizimle paylaşmak istedikleriniz var mı?

Aydın’ın şirin bir kasabası olan Germencik’te dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldim. O doğduğum ev ve mahalleler kentsel yağmaya henüz girmediği için, bugün halen aynı şekilde duruyor. Ne zaman dönsem oralara, sanki bir zaman makinesine binip de gelmişim gibi hissediyorum; o ara sokaklarda, iç mekânlarda artık aramızda olmayan büyüklerimizi anarak dolaşırken kulaklarımda sanki bir Aztek şiiri duyarım: “bizi düşlemekte olan bir düş var.”.

1969 yılında babamın Aydınlıkevler Lisesi Müdürü olarak tayini çıkmasıyla birlikte Ankara’ya geldik. Yaşamımın ilk önemli dönüm noktası bu oldu; Ankara, bilincimi belirleyen maddesel fon olarak varlığını daima sürdürecekti; tabi o zamanlar bunun farkında değildim. “Nasıl bir çocukluk?” sorusu, sanırım o kuşakta olan hepimizde benzer sözcüklerin içinde olduğu

Page 2: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

62 Hukuk Gündemi | 2017/2

cümlelerle yanıtlanır: oyun, macera, karne, gizli sevda, siyah–beyaz televizyon, diziler, Yeşil-çam sineması… Şanslıydım, Ankara Keçiören’de Şenlik mahallesinde, ismi gibi şenlikli bir âlemde geçerken çocukluk yıllarım, evlerden sokaklara sokaklardan evlere sürekli akan bir yaşam vardı; herkes babamız, annemiz, abimiz, kardeşimizdi. Ekonomik anlamda değilse bilse yine de cumhuriyeti kuran zihniyetin kazananlar sınıfında olduğumuzdan, başka böl-gelerde yaşanan ve hiç bitmeyecek acılardan habersiz, doğal olarak da umarsız, rüya gibi geçip gitti yıllar ve üniversite çağına geldik.

Bir yazınızda, ülkemizde “Söz Savunmanın” adıyla yayınlanan 1974 Amerikan yapımı “Petrocelli” dizisinin avukatlığı size sevdirdiğinden söz ediyorsunuz. Söz konusu dizi, meslek seçiminizde gerçekte ne kadar etkili olmuştu?

Bizim kuşakta hatırı sayılır bir kesim, mesleğini o yıllarda dizi oyuncularının mesleklerinden seçmek isterdi. O karakterler siyah beyaz camda öykünün içeriğinin gücü ile de birleşen auraları ile, bize çok uzak ve çok yakındılar. Mesela hatırlıyorum “Beyaz Gölge” dizisi yurdumu bir baştan bir başa sokak arası basket potaları ile doldurmuştu. Ben de bahsettiğiniz dizide yer alan karakter Petrocelli ve onun avukat mesleği ile özdeşlik kurmuştum. Nasıl kurmam; güzel eşi ile karavanda yaşayan, duruşmalar dışında kot gömlekle gezen ve mahkemede inanılmaz bir analitik zeka ile ihtilafları sonuca bağlayan bir rol model vardı karşımda. O, “itiraz ediyorum!” dedikçe ben heyecanlanırdım. Meslek yaşantım boyunca bir kere dahi “itiraz ediyorum” diyerek ayağa fırlayamayacağımı, yine o yıllarda bilemezdim tabi. Ben de tüm itirazlarımı “Adalet Oyunu” filmimde yaptım. Şimdiki nesiller az biraz bu konuda şansız, çünkü dizilere bakıp sadece zengin olmak istiyorlar. Onlar da haklı, bizim dizilerdeki karton karakterlere meslek verilmesi çoğu kez unutuluyor sanırım.

Bir yazınızda “oysa nereden bilebilirdim ben o mesleği değil, asıl o filmi sevmişim.” diyor-sunuz. Bir işin nasıl iyi yapılabileceğinin, nasıl iyi/özel olunabileceğinin hayali, kurgusu ve performansı size gerçek hayatta bir işi iyi yapmaktan daha mı fazla heyecan veriyor?

Bir parça ironi katarak söylemişim. Ben hukuk mesleğini gerçekten çok sevdim; ama bir süre sonra bu mesleği sürdürürken ne kadar adliye binasında ya da büromda olursam, o kadar az oralarda olduğumu fark etmeye başladım. Benim bir süre uzaklaşmam, gitmem gerekiyordu. Rolla May’in hani “ayna insan” dediği bir kimliğe bürünmeye başlamıştım; herkesin istediği beklentileri gerçekleştiren, her şeyi yansıtan ayna insan. Gerçek olmayan ihtiyaçları için kendini araç kılan, yüzünü unutan insan! Çocukluğumdan beri bilinçaltım bana, bu meslekte parmak izin olacak demişti. Oysa ben ya da herhangi bir başka meslek-taşımın o davanın avukatı olması artık bir şeyleri değiştirmiyordu ve bu durum benim için katlanılabilir bir durum değildi.

“Sanat yaşamın metaforudur” derler. Yaşamın taklidi değil, sorgulanması söz konusu sanatta. Öyle olunca, çağın başat sanat dalı olan sinemaya olan aşırı hayranlığım gittikçe nüksetmeye başladı. Her şeyin sebebini çocukluk yıllarında bulabiliyoruz, bu sevgi de köken olarak o yıllarıma uzanıyor dersem fazla abartmış olmam. Yedi yaşımda ailece gittiğimiz Taras Bulba filminde Kazak savaşçıların konuşmalarından, öykünün çatışmasından pek fazla bir şey anlamam mümkün değildi, ama gerçekten hiç unutmadığım bir şey vardı; o da babamın perdeye bakışı. O koca adamın daha önce başka hiçbir şeye öyle konsantre olup baktığını

Page 3: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

2017/2 | Hukuk Gündemi 63

hatırlamıyordum; demek ki bu sinema büyülü bir şey, diye düşünmüştüm. Sonrası malum, on yıllar boyu ne zaman bir bilet parası birikse cebimde, doğru sinemaya…

Kendi hayatınızda avukatlık mesleğini elde ettiğiniz zaman o dizide size dokunan şeye erişmiş gibi hissedememenizde, gerçek hayatta mesleğin icrasında hırs, rekabet, yarar gözetimi vb. durumlara rastlanması; Petrocelli’nin ise yoksulların davalarına ücretsiz baktığından kendini zor idare eden hatta eşiyle karavanda yaşayan idealist ve bu yönüyle romantik bir karakter olmasının etkisi olabilir mi? Kendi içinizde bu anlamda bir çelişki yaşadıysanız bunu çözebildiniz mi? Nasıl?

Haklısınız, dizideki dünyaya benzemeyen pratiklerle örülü bir mesleğin içindeydim. Ama her kurgusal karakter aynı zamanda en geniş anlamda ideal değerlerin temsili ise ve biz onu ruhunun bu olumlu olumsuz yükler olan değerleri nasıl taşıdığına bakarak seviyorsak, o halde illa ki aynı koşulların gerçekleşmesini beklememiz lazım, düşündüğümüz eylemleri gerçekleştirmek için. Lütfen övünmek gibi anlaşılmasın; ama avukatlık yaşamım boyunca düşündüğüm gibi davrandım daima ve özellikle para konularında kendi müvekkilim ya da karşı taraf, kimseyi incitip zor durumda bırakmadım. Yirmi küsur yıl avukatlıkta belki binlerce icra takibi yaptım; ama mal kaldırdığım dosya mecburiyetten 2-3 taneyi geçmez. Hiçbir yanlış teklif bana yapılmadı, inanmadığım hiçbir dava bana gelmedi. Karşımdakilerin bir borçlu, bir alacaklı, bir suçlu değil, daima bir “insan” olduğunun bilincindeydim. İnsan bir adım gelse, ona nasıl yardım etmezsin. Birçok davadan ücret almamışımdır.

Peki staj döneminiz nasıl gelişti?

80’lerin sonlarında adliye stajı çok verimli geçmezdi, hâkim ve savcılar gelmeseniz daha memnun olurlardı. Ben de fakülte biter bitmez, fikirlerime uygun bir avukatın yanında staj yapma arayışına girdim. Aradığım Petrocelli’ydi galiba. Kapı kapı gezerek avukatlara “ben staj yapmak istiyorum” derdim. Önce bir-iki avukatın yanında bir süre staj yaptım, ancak “hayır, aradığım bu değil” dedim. Bir gün yolda giderken Kızılay’da bir tabelada Av. Orhan İzzet Kök ismini gördüm. “Ben bu ismi bir yerden tanıyorum” dedim. Tanıyordum, çünkü isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın yanında çalışan avukat. Kapısını çaldım ve tam dokuz yıl boyunca kendisiyle birlikte çalıştık.

O büroda para neredeyse konuşulmuyordu. “Doğrusu budur” anlamında söylemiyorum, yeni nesli de çok iyi anlıyorum, bu düzende ayakta kalabilmek, giderleri çıkarmak, sürdü-rebilmek… Orhan abi çok sıkıntılı bir yaşam sürse de, asla ilkelerinden taviz vermeyen bir kişilikti. Ben orada geçen zaman içinde hukuka ve yaşama dair ondan çok şey öğrendim. Bana verdiği yan odanın kütüphanesini gördüğüm anda doğru yerde olduğumu zaten anlamıştım; sadece hukuk kitapları değil, günlük gazeteler, Birikim, Kuram, Teori, Adam Sanat, Milliyet Sanat, Gösteri vb. gibi süreli ve süresiz yayınlar sürekli büromuza gelirdi. Bir avukat stajyeri daha başka ne ister? Büromuza çok değerli insanlar da gelirdi; Aziz Nesin, Halit Çelenk, Nevzat Çelik, Ataol Behramoğlu… gibi. Ve o büroda neşe hiç eksik olmazdı.

Peki bunların haricinde, staj dönemine ilişkin “keşke” dediğiniz şeyler var mı? Biz stajyer avukatlara bu döneme ilişkin tavsiyeleriniz var mı?

Page 4: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

64 Hukuk Gündemi | 2017/2

Şimdiki staj dönemleri, eğitim öğretim anlamında çok daha verimli geçiyor. Bizim döne-mimizde bazı şeyler henüz yeni yeni oturmaya başlamıştı. Biz adliye stajı neredeyse hiç yapmadık gibi bir durum oldu. Mahkeme stajlarında hâkimler genellikle iş yoğunluğu dolayısıyla fazla bizlerle ilgilenemiyorlardı, kurumsal anlamda eğitim olayı ise neredeyse hiç yoktu. Genç arkadaşlar her şeyden önce yaşamlarında çok anlamlı, çok değerli bir meslek seçtiklerinin bilincinde olsunlar. Bu şansı daha ileriye taşımak anlamında da staj eğitimle-rine önem versinler; yetmez, her türlü kültürel eğitime yaşantı yoluyla katılsınlar. Tabi bu arada eğitimin niteliği de önem taşıyor. Ben eğitim üzerine şu ana kadar duyduğum en güzel tanımlamayı İngiliz edebiyatının varoluşçu yazarı İris Murdoch’tan duydum: “Eğitim düşündüğünüz kadar önemli değildir, özgürlük de öyle.” Eğitimli ya da özgür olduğumuz için mutlu olmayız; ama eğitim bize özgürlüğün nereden geldiğini gösterir, kulaklarımızı açar, gözlerimizi açar.

Fakülte döneminizde genel olarak apolitik bir ortam olduğundan bahsettiniz. Peki sizin arkadaş çevrenizde gündeminiz ve ilişkileriniz nasıldı? Bu dönemde sinemaya olan ilginiz sizi harekete geçirmeye başlamış mıydı? Etkilendiğiniz, rol model aldığınız hocalarınız var mıydı?

Fakülte yıllarında da şanslıydık; arkadaşlık kavramına en zengin anlamların yüklendiği dönemlerdi ve bizler de doğrusu o kavramın hakkını olması gerektiği gibi veriyorduk. Her türlü dayanışma ve fikir alışverişi içinde güzel günler, geceler yaşadık. Hiçbir arkadaşla hemen hemen küsmeden, tartışmadan fakülteyi bitirdik. Bu rahat ilişkiler, belki de dediğiniz gibi 80 darbesi sonrasında yeniden yapılanan ülkemizde bize apolitik zamanlar düşmesi ile mümkün oldu. Ulaşabildiğimiz medyanın ideolojik bir aygıt olarak zihinlerimizde yarattığı manipülasyon, büyük acı ve terör olaylarının henüz hafızalarda yerini koruması vs bizde sadece okuyup diploma almanın, üniversite öğrencisi olmak için yeterli olduğu sanısını uyandırmıştı. Sinema konusuna gelince, arkadaşların sinemaya ilgisi farklı farklıydı ve galiba benim kadar umursayan da yoktu diye düşünüyorum. Bir ara her cuma film günü yapmayı teklif ettiğimi ve bir süre de bunu gerçekleştirdiğimizi hatırlıyorum. Sinema zaten benim için gidilmesi gereken bir etkinlikti ve kimsenin gelmemesi pek de önemli değildi. Geçmişim tek başıma gittiğim filmlerle doludur.

Peki, neden avukatlık? Fakülte sonrası için hâkim-savcılık ya da başka meslek hiç düşündünüz mü? Avukatlığa başlarken ilk beklentileriniz nelerdi, mesleği benimseme süreciniz nasıl oldu? Stajyer avukatlara ve mesleğe yeni başlayan meslektaşlarımıza bu noktada tavsiyeleriniz var mı?

İşini seviyorsan iş yapmıyorsun derler. İşini sevmenin, insanın hayatını anlamlı biçimde sürdürebilmesi için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Marks’ın zorunluluklar alanında tarif ettiği iş, fiziksel ihtiyaçlarımızı gidermek için doğaya ait diğer canlılar gibi yapmamız gereken mecburi faaliyetlerdir. Ancak tabi ki diğer canlılardan, hayvanlardan farklı olarak biz insanlar işimizi planlayarak, programlayarak yaparız. İmgelemimizde kurduğumuz sonuca ulaşırız. İnsan hayvanlardan bilinçle, dinle olduğu gibi, üretim araçlarını üretmekle de ayrılıyorsa, o halde iş yaparken asla bilinçsizce bir eylemin yürütücüsü olamayız. Emeğimize yabancılaş-mamak için olmazsa olmaz koşul budur. Bir işin, verilen emeğin bu anlamda sevilmesi için de

Page 5: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

2017/2 | Hukuk Gündemi 65

mutlaka temelinde yatan felsefesinin anlaşılması, sorgulayıcı bir bakış açısıyla yaklaşılması gerekir diye düşünüyorum. Bu anlamda avukatlığı çok özel buluyorum ve stajyer avukat arkadaşların eğer mesleklerine düşünce ile de yaklaşırlarsa, doğru mesleği seçtiklerini bir kere daha anlayacaklarını düşünüyorum. Bu mesleğin ardında çok zengin bir düşünce var; bunu bilmek gerekir.

Benim mesleğe ilk girdiğimde düşündüklerim genellikle şöyleydi: “Bütün dilekçelerde parmak izim olacak; bu dilekçeyi başkasının yazmadığı gibi yazacağım, bu savunmayı baş-kasının yapmadığı gibi yapacağım, adaleti mutlaka gerçekleştireceğim.” Yine bu dönemde adalet-adaletsizlik, doğru-yanlış, haklı-haksız vb. şeklinde, her ihtilafta ikili bir ayrım ile sonuca giden kutuplaşmış kaya mantığından ibaret katı bir adalet anlayışım vardı. Zamanla durumun düşündüğüm gibi olmadığını fark etmeye başladım. Wilhelm Diltrey’in çok anlamlı bir sözü vardır: “herhangi bir konuda adaleti sağlamak için bir hakeme başvuracak olsanız, ortaya çıkacak olan çözümlerin çokluğu karşısında şaşırırsınız.”. Bu irdelemeyle iyi insan- kötü insan ayrımına kadar inerek “insanın doğasının iyi ya da kötü olması diye bir şey yoktur, durumların doğası vardır” denebilir ve sadece sonuçlarla flört etmeyi bırakarak süreçlere odaklanıldığında, bir parça daha ideal anlamda adil olana yaklaşılabilir.

Avukat adayı arkadaşlar kendilerini sürekli olarak düşünsel/kültürel anlamda geliştirmek zorundalar. Aksi halde kültürel, estetik çerçevelerde yüzeysellik, sığlık ortaya çıkar ve bu durum da mesleğe, olaylara, insanlara derinlikten uzak, olumsuz yaklaşmalara yol açar. Aslında her alanda olduğu gibi bu alanda da önceden verili olanın, yönlendirilmiş olanın dışına çıkarak yaşama başka bir gözle bakabilmek gerekir. Görmek yetkinleştirilebilinir. Bu noktada özellikle felsefe ve sanatın, mesleği farklı bir gözle görmek için önemli roller üstleneceğine inanıyorum.

Bir süre sinema için avukatlığa ara verdiniz. Bu sürece ilişkin ne zaman ve nasıl karar verdiniz? İtici güç ne olmuştu? Gelecek kaygısını nasıl aşabildiniz? Bu kararınızdan hiç pişman oldunuz mu?

Hemen son sorudan başlayayım, hiç pişman olmadım. Çok bilinçli bir tercihti. Ekonomik yönden çok büyük sıkıntılar yaşayacağımı biliyordum. Arkadaşlarımın da avukatlığı tamamen bırakmadan film işine girmem, büroyu kapatmayıp burada avukat çalıştırmayı sürdürmem yönünde telkinleri oldu, ancak ben bir bütün olarak sinemanın içinde olmak istiyordum. Karar verme süreci kısa, ama elimdeki dosyaları bitirip ayrılma süreci haliyle uzun sürdü.

Sinemaya geçiş sürecinde gelecek kaygısını aşmanıza mantıklı bir sebep aramak da çok uygun değil sanırım, bu durum ancak sinemaya olan tutkunuzla açıklanabilir gibi duruyor...

Evet, çok doğru söylüyorsun. Sıla inan, o anda gelecek kaygısını düşünmedim. Bazen düşünceler de eylemi köreltir ya, çok düşününce eyleme geçemeyiz… Ve maalesef ekonomik sıkıntıların boyutu tahminimi de aştı. Ama olsun, insanın kendi sabahlarına uyanmasından daha zengin bir yaşantı olabilir mi?

“Adalet Oyunu” ve “Beni Sen Anlat” filmlerinin hem senaristliğini, hem yönetmenliğini yaptınız. Hukukçu kimliğiniz ve avukatlık mesleğini icra etmiş olmanız sinemacılığınıza

Page 6: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

66 Hukuk Gündemi | 2017/2

nasıl yansıdı? Sinemayı mı hukuk anlayışınızı dile getirmede bir araç olarak düşündünüz, yoksa hukuku mu filmlerinizde motif olarak kullandınız?

Sinemam için plansız da olsa, hukuk gibi çok doğru bir kaynaktan beslenmiştim. Çünkü ortada bir anlatı sanatı varsa orada öykü vardır; öykü varsa bir önermesi ve o önermeye ulaşmak için de çözülmesi gereken çatışmalar vardır. Çatışmaların olduğu bir alanda bir adalet duygu ve düşüncesi olmaması da mümkün değildir.

Adalet gündelik hayatın her alanına dair bir erdem… Mesela tür sinemasında; örneğin bir komedi filmindeki bir aşk öyküsünün altını kazıdığımızda bile aslında bir adalet düşüncesine ulaşırız. Aslında bizler bir yönetmeni, filmin bütününe yayılan adalet anlayışını benimsedi-ğimiz için severiz. Film bittiğinde ortaya çıkan sonuç adalet hissimizi yaraladığında, tatmin etmediğinde o film hakkında pek olumlu hisler beslemeyiz; bu durum diğer anlatı sanatları için de geçerlidir.

Bir film çekmek istediğiniz zaman kendinize iki şey sorarsınız: neye kızgınım ve neyi değiş-tirmek istiyorum? Ben de bu duygularla yola çıktım. İlk olarak meslek hayatım boyunca beni rahatsız eden bir durum hakkında film çektim. O da adaleti daima sonuçlarda, mahkemenin son kararlarında ararken, mahkemelerde ya da dışarıda amacımıza ne kadar ulaştığımız meselesiydi.

Bizler genelde hep sonuçlarla flört ediyoruz. “Katil kim?” ve “ne kadar ceza alacak?”. Bu soruların önemsiz olduğunu asla söylemiyorum, ikincil olduklarını dahi söylemiyorum, ancak “niçin?” sorusunu, süreçleri, gerçek anlamda adalete ulaşabilmek için hep daha önemli gör-düm. “Gerçek anlamda adalet” denen şeyin biraz ütopik olduğunun da farkındayım; belki de Nietzche’nin ifade ettiği gibi tamamen doğaya ait olan, insana ait olmayan bir kavram. Yine de en azından süreçlerin değerlendirilmesiyle, belki ideal olana daha fazla yaklaşmak mümkün olabilir. Mesela yirmi kişi 15 yaşında bir kıza tecavüz ediyor ve herkesin merak ettiği sorular: “Bu yirmi kişi kim? Meslekleri ne? Ne kadar ceza alacaklar?” Hiç kimse; “Bunların arasında muhtar, tapu memuru, öğretmen, jandarma vs. her meslekten insan var, biz nasıl bu hale geldik? Bunları yetiştiren eğitim sistemi ne? Hangi toplumsal zihniyet bu kişileri bu suçları işlemeye itti?” bunları tartışmıyor. Cezalar az ya da çok veriliyor ve herkes rahatlıyor.

Türkiye’de içinde mahkeme sahneleri geçen mahkeme filmleri daha önce çekilmişti, ancak baştan aşağı bir mahkemede geçen bir film hiç çekilmemişti. Adalet Oyunu bu anlamda bir ilk oldu.

Adalet Oyunu filminizde geçen “Ceza bir intikam aracı değildir. Karar doğruysa intikam alınmıştır.” Diyalogunu nasıl değerlendirmeliyiz?

Tarihin belli dönemlerinde belli ceza nazariyeleri hâkim; mesela şu andaki adalet duygu ve düşüncelerimiz en fazla 200-300 yıllıktır olsa olsa. Zaman değiştikçe insanların adalet, ceza düşünceleri değişiyor. Mesela kısas kurumu bizim tarihimizde belli dönemlerde varken, şu anda öyle bir ceza düşünemiyoruz. “İnsan tarihin öznesi değildir” der Althusser; tarihin içinde gezinen öznedir. O halde tarihin itici gücü üretim ilişkileri ise ve bu ilişkiler temelinde üst yapı kurumu olan hukuk-yasalar etkileniyorsa, olaya sosyolojik-ideolojik anlamda diya-lektik yaklaşmak da gerekiyor.

Page 7: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

2017/2 | Hukuk Gündemi 67

İntikam konusu da çağlar boyu tartışılan bir konudur aslında. Hep olumsuz gözle bakılır, işte “ceza bir intikam aracı değildir”, “devlet intikam almaz, birey intikam alır” diye… Ama aslında şöyle düşününce başka bir takım müelliflere göre de, kesinlikle ceza aynı zamanda bir intikamı da barındırır. Mesela sizin yakınınıza, ailenizden birine, esinize, dostunuza yapılan bir takım haksızlığa karşı eğer intikam duygusu duymuyorsanız o adaleti gerçek-leştiremezsiniz; çünkü o adaletin içinde zaten o intikam duygusu vardır. O yüzden filmimde karakter klişe bir şekilde “ceza intikam aracı değildir” diyor. Ama aynı zamanda doğru karar verildiyse olması gereken olmuştur, intikam da alınmıştır. Buradaki intikam kör bir intikam, vahşet duygularını içeren bir intikam değil tabi ki. Filmde bu diyaloglara yer vermemin diğer sebebi, ağır cezadan emekli hâkimin, daha önce ceza intikam değildir vs gibi genel geçer söylemlere itibar ederken, kızının öldürülmesinden sonra “ceza doğru ise intikam alınmıştır” diyerek, duruma artık başka açıdan yaklaşmasıdır.

Filmde yine “Bu kanunları suçtan zarar gören insanlara yaptırmalı. O zaman ortada suç filan kalmaz” şeklinde bir replik var…

Burada bir yanlışın altını çizmek için bu repliği yazdım. Genelde sorgulayıcı bakış açısı getirmeyen, insanın doğası üzerine çok beyin yormayanlar, olaylara en geniş çerçevede dişe diş göze göz mantığıyla yaklaşırlar; tabi o yasa uygulayıcılarının asla kabullenemeyecekleri bir yaptırım şekli. Filmde evde arama yapan polisin bu sözlerine karşı, emekli hâkim bir şey diyemiyor. Çünkü daha önce aksine çok söz söyleyeceği bu durum karşısında, suçtan zarar gören olarak damadını evinin bodrum katındaki özel hücrede tuttuğunu ve sonuçta kendi kanunlarını uyguladığını iyi biliyor. Üst üste iki sorunuzun filmdeki yanıtı galiba şu: işimize gelince düşüncelerimiz de değişir; hele de söz konusu adalet olursa!

Filmden akılda kalan repliklerden biri de “Herkes kendi hikâyesiyle yargılanmalıdır” ...

Tanımadığınız kişiye ceza veremezsiniz, önemli bir ilkedir… Aslında yargılama bir oyun şeklinde kendisini ortaya koyar der felsefeciler ve bu oyunun belli bir takım kuralları vardır, filmin ismi oradan geliyor. Bu oyunun da kazananı kaybedeni yoktur, yani sonuç sıfırdır. Diğer oyunlarda bir kazanan kaybeden olur, fakat yargılama oyununda bir kazanan kaybeden yok-tur ve bu oyun oynanmak, devam etmek zorundadır. “Hayır, ben oynamıyorum” diyebilmek için bütün kuralları ortadan kaldıracaksınız, bu da darbe ve devrim dönemlerinde olan bir şeydir. Tabi kurucu iktidar anında yeni kuralları koyacaktır.

Yargılama oyunu başladığı andan itibaren bu oyuna hâkim, savcı, sanık ve avukat katıl-mak zorundadır. Avukat olmazsa, bu bir yargılama olmaz. Avukatın olması da yeterli değil, sanığın mutlaka konuşması gerekir, çünkü sanık konuşmadığı anda aslında mızıkçılık yapı-yor derler. O yüzden “herkes hikâyesiyle yargılamaya katılmalıdır”. Geçmiş, hakkında karar verilmesi gereken bir şeydir.

Şimdi aklıma geldi de, bu bağlamda yapay zekâların gelecekteki muhtemel rollerin-den biri olarak yargıçlık görevi icra etmelerinin başarıya ulaşması mümkün mü sizce?

Şu anda sahip olduğumuz bilgi açısından ileride nasıl teknolojik mucizelerle karşılaşaca-ğımızı, robot teknolojisinde nerelere varacağımızı kestirmek zor.

Page 8: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

68 Hukuk Gündemi | 2017/2

Ama şu anda anladığım, eğer yapay zekâya milyonlarca içtihat yükleyerek ona sorulan bir ihtilafa bu içtihatların en uygununu bulup karar vermesini beklemekten ibaretse, durum çok kötü demektir. Sadece içtihatlarla sürdürülen yargılamaya ne kadar karşıysam, ona da karşı olurum. İçine insan unsuru girdiği andan itibaren, o donmuş bir takım sabit içtihatlarla her zaman çok doğru bir sonuca ulaşabileceğini zannetmiyorum. Temel’e demişler ya “dünyanın en gelişmiş bilgisayarını yaptık. Ne soracaksan sor, bilmediği bir şey yok” Temel “nasılsın?” deyince bilgisayar çökmüş… Dolayısıyla ne kadar sayıda hazır olay-kalıp yüklenirse yüklensin bir bilgisayar; yaşayan, sinirlerden, hislerden oluşan insanı kavramakta yetersiz kalacaktır; tıpkı senaryo yazmakta yetersiz kalacağı gibi. Yapay zekâya senaryo yazdıramazsınız. Yargı-lama oyunu, robotun başaracağı satranca benzemez.

Yani sonuçta insanın insan olmasının, hâkimin birtakım ilk yargılarının olmasının da son tahlilde yargılamayı yapabilmesini, o adalet duygusunu, muhakeme yeteneğini sağla-yan şey olduğundan, yargılama süjesinin insaniyetinin olumlu yanlarının ağır basacağını düşünüyorsunuz...

Evet, çünkü yaşam çok zengin bir çeşitlilik içinde sürerken, en geniş içerik yaşamda, dog-matik kalan bir şey olamaz. Hâkim son kararını ön kararlarına, yani doğduğu andan itibaren kalın bağlarla bağlı olduğu toplumsal zihniyete uygun olarak verse de ve çoğu kez zihniyet açmazlarla sakat olsa da, değişim ve umut her zaman mümkündür ve sonuç yapay zekânın dondurulmuş içtihat kararlarından her zaman daha adil olacaktır.

Sinemada hukuk, yargı, avukat konuları çok sık işleniyor, sizce doğru bir perspektif-ten işleniyor mu? Bu yönden Türk ve yabancı sinemasından başarılı bulduğunuz veya bulmadığınız birkaç örnek söyleyebilir misiniz ve bu yönden kendi filmlerinizi dönüp değerlendirdiğinizde nasıl bir noktada görüyorsunuz?

Sinema tarihine baktığımız zaman gerçekten çok nitelikli hukuk filmleriyle, mahkeme filmleriyle karşılaştığımızı görüyoruz. Gerçek ya da kurmaca mahkeme hikâyeleri her zaman izleyiciden büyük ilgi görmüştür. “Sinemanın gücü gerçekliğidir” derler. Çünkü şöyle bir özelliği vardır; sinema bir dildir, ama bu dil konuşma dilinden farklı, görüntülü bir dildir. Sinema anlatmaz, belirtir ve bu belirten kişi de yönetmendir. Yönetmen bir imge seçer ve bunu dizimsel olarak sıralar. Edebiyatta sanatçının seçimi sınırlıdır, “metruk ev” der misal; ama okuyucunun seçimi sınırsızdır, her okuyucu kendi metruk evini düşünür. Oysa sinemada tam tersi yönetmenin seçimi sınırsızdır, kendi metruk evini gösterir, izleyicinin düşüncesi sınırlıdır, o gösterilen evi düşünmek zorundadır. İşte bu noktada filmi anlamak anlamında hayati bir durum ortaya çıkıyor: sinema dilini bilmek! “Görüntünün gücü gerçekliğidir” derler. Söz konusu olan da hukuk üzerinde ve adalet üzerinde olduğu takdirde belirtilen şeyin ne olduğunu, filmde anlatılmak istenilen şeyin ne olduğunu anlayabilmek, okuyabilmek, film üzerinde hâkimiyet kurmak için elzemdir.

Mesela “Öldürmek Üzerine Kısa Bir Film” adında bir film vardır. Filmde vahşice işlenen bir taksici cinayeti söz konusudur ve aynı zamanda devletin de ona karşılık olarak bir nevi taam-müden ve planlı işlediği bir cinayet, idam vardır. Film o şahsın idam edilme sürecini anlatır ve yönetmen K. Kieslowski, hiç taraf tutmadan iki cinayeti de nesnel bir şekilde ortaya koyar ve izleyiciyi finalde şu soru ile baş başa bırakır: “acaba idam cezası olmalı mı olmamalı mı?”.

Page 9: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

2017/2 | Hukuk Gündemi 69

Mesela idam cezası üzerine binlerce kitap yazılsa, o filmin etkisine ulaşamaz. Çünkü orada gerçekten görüntüde, bir insanı tüm o duyarlılıkla bütün o yaşantı içindeki davranış şekilleri ile görüyorsunuz ve izliyorsunuz, ona göre karar vermeniz gerekiyor. Bir görüntünün, bin sözcüğe bedel olma durumu... Başarılı bulduğum yabancı film örneği denilince ilk aklıma gelenleri tüm avukat arkadaşlara şiddetle tavsiye ediyorum. Hüküm (Sdney Lumet), Ölüm Ve Bakire (Roman Polonski), Müzik Kutusu (Costa Gavras), Dava (Orson Welles), Suikast(Robert Redford), Sanık.(Jonathan Kaplan), Poklasie (Wladyslaw Pasikowski), Rövanş (Götz Spielmann), Av (Thomas Winterberg), İçimdeki Deniz (Alehandro Amenebar), Bir Ayrılık (Asgar Ferhadi), Akbabanın 3 Günü (Sydney Pollack), Bülbülü Öldürmek (Robert Mulligan), Ölü Adamın Yürü-yüşü (Tim Robbins), In Cold Blood (Richard Broks), The Last Hungman (Adrian Sergold), Vera Drake (Mike Leigh), Rashomon (Akira Kurusava) ve Satıcı (Asgar Ferhadi).

Dünya sinemasında neredeyse hukuk filmleri denilerek ayrı bir kategori olarak ele alına-cak zenginlikte bir külliyat vardır. Türk sinemasında maalesef bu konuda da çok fazla film çekilemedi. Necip Fazıl’ın eserinden uyarlanan ve yönetmenliğini Mesut Uçakan’ın yaptığı “Reis Bey” ve yönetmenliğini Ümit Efekan’ın yaptığı “Madde 438”, aklıma gelen iki hukuk filmi. Sanırım kalemi kuvvetli hukukçu meslektaşlarımız, kendi alanlarını senaryo yazarak beyaz perdeye taşımayı pek düşünmüyorlar. Öyle olunca da bu mesleğe yabancı olan yönetmenler belki de mahkemeleri ve yasaları altından kalkamayacakları bir atmosfer olarak görüyor olabilirler. Ama gerçekten çok fazlasıyla hukuk temalı iyi filmlere ihtiyacımız var.

Peki, bu bağlamda kendi filmlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Adalet Oyunu” filmiyle başlarsak; insanlar mahkeme filmlerinin sonlarında suçlunun kim olduğunu öğrenmek, arınmak isterler, bu bakımdan ben özellikle izleyicinin katharsise ulaşmasına engel oldum, rahatlayamadı seyirci. Filmin sonunda katilin kim olduğu belli olmuyor. Ancak filmi izleyen ve sinema sanatının doğası üzerine düşünen insanlar şunu bilirler ki “filmin son sahnesi umulmayan ama beklenen sondur.”. Filmin son sahnesi geldi, umulmayan bir son muydu? Evet. Fakat beklenen bir son muydu? Geriye alıp filmin gelişi-mini incelediğimizde görüyoruz ki bu bir “katil kim?” filmi değil ve o halde beklenen son! Bu filmde anlatmak istediğim, cinayetlerin neden işlendiği. Katil kim filmi olsaydı, zaten filmin olay örgüsünü daha farklı kurardım. “Baba mı öldürdü, yoksa kocası mı öldürdü, yoksa bir hırsız mı?” Hayır, sonuçta bu kız niye öldürüldü, niye bu kadar fiziksel ve manevi şiddete maruz kaldı? Bunlar önemli.

“Beni Sen Anlat” filmine gelince; filmin içeriğine geçmeden önce, sinema kolektif bir sanat dalı ve çok ciddi bir şekilde bir finans gerektiren bir sanat dalı. İki filmde de çok ciddi finans sorunları yaşadığımız için, senaryoyu gereği gibi çektiğimi söyleyemem. Özellikle ikinci filmde hemen hemen senaryonun birçok sahnesini azaltmak zorunda kaldım ve detayları çekemedim; çünkü zamanımız yoktu, paramız yoktu. İçerik anlamında ise ikisinde de, ger-çekten de biraz önce de dedim ya “bir şeylere kızmadıysam yazamam” diye bir söz vardır: Bir şeye kızmışım ki bir film ortaya koyuyorum. İki filmimde de kendi içimde, toplumda, yani doğduğum andan itibaren biriktirdiğim birtakım meseleler var. İkinci filmde militarizm, darbeler temsilinde düşüncelerimi anlattım. Darbelerin insanları evinden, memleketinden, hayallerinden, mesleklerinden ettiğini anlatmak istedim. Bu da darbeler kötüdür, darbeler ahlaksızlıktır alt metninde söylemek istediğim bir şeydi. Filmimde bir örgüt var, örgütün ismi

Page 10: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

70 Hukuk Gündemi | 2017/2

belli değil; sadece bir örgüt olduğunu söylüyorum. Geçmişte bunların hepsi haklı olarak tabi çok konuşuldu, toplu davalar oldu, Dev-Sol davaları, Dev-Yol davaları, Halkın Kurtuluş Ordusu davaları gibi; ama bu süreçlerde bizzat içinde, çevresinde bireylerin yaşadıkları acılar, mağduriyetler çok fazla dikkat çekmedi. Benim dayandığım nokta buydu. Yani filmin afişinde de yazdığım gibi: “sonradan ortak yazılacak hikâyeleri, aynı zamanda acıların kişisel tarihiydi.” Kaygılarımızı bireysel anlama indirgeyerek çerçevesini genişlettiğimiz anda, çok daha iyi kavramsal sonuçları ulaşırız. Yoksa sadece argümanlar, işte soyut birtakım örgüt isimleri, şunlar bunlar var ama, belki birtakım gerçekleri göremiyoruz.

Hukuk ve yargıdan beklentileriniz neler? Hukuk ve yargı sizce vaadine uygun işliyor mu? Hayırsa ne yapılmalı? Bununla birlikte günümüzde adalet biçimsel bir kavrama mı indirgendi? “Herkes kendi adaletinden sorumludur” repliği bağlamında kişilerin kendi adalet oyunlarını oynamalarıyla adalete erişim mümkün müdür? Usul hukukunun şekilci sonuçları var; bazen adalete engel gibi oluyor, kısıtlıyor ama bir yandan da usul hukuku olmaksızın da adalete ulaşılamaz, böyle bir dilemması var aslında hukukun, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Takdir edersiniz ki adalet söz konusu olduğunda, özellikle uygulayıcılara çok fazla iş düşüyor. Evet yasalar önemli, ancak bu yasaların içinde insanın özgürlüğünü kısıtlayan, günümüzün çağdaş medeniyetlerine yakışmayacak sonuçlara yol açabilecek yasaların temiz-lenmesi lazım. Bu tür şeylerin sürekli olarak değişmesi lazım; ama ne kadar ideal anlamda bir yasa düzenlenirse düzenlensin, yine de uygulayıcılara çok fazla iş düşmekte. Hukukçular, hâkim, savcı, avukatlar, yüksek yargı kesinlikle belli bir toplumsal zihniyetle yetişiyorlar. Hani derler ya “zihniyet kişiyi topluma bağlayan en kuvvetli bağdır; bir toplumda doğmuş olmak demek, o toplumun zihniyetiyle yoğrulmuş olmak demektir.” Acaba yaşadığı andan itibaren edindiği zihniyetin bir takım açmazları var mı? Bu açmazların aslında farkında mı, neye hizmet ettiğinin farkında mı? Sonuçta önemli birtakım ilkeler vardır; çünkü hayat o kadar inanılmaz bir zenginlik ve çeşitlilikte akmakta ki, hayatın doğru okunması gerekir ki, önümüze gelen bir hukuki olay da doğru okunabilsin. Belli bir takım altın önermelere sahip olmamız gerekiyor; mesela bunlardan birisi yaşamın değerler sıralamasında en üstte olması gerektiğidir. Yani yaşam hiçbir şeye feda edilmeyen bir kavram olmalı. Niye? Mesela vatan bir değer, ama yaşam çok daha önemli bir değer. Yani o zaman “vatan feda mı edilir bir insanın, bireyin karşısında?” “Evet”. Çünkü aslında yaşam çok değerli olduktan sonra, onu en özgürce, en onurluca yaşayacağın vatanın için savaşa girersin. Sembollerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Eğer yaşama değerler hiyerarşisinde daha az sıralı yer verirsek; o takdirde karşımıza çok yanlış, şiddet üreten bir takım mekanizmalar ortaya çıkıyor. İnançla-rımızı, değerlerimizi asla sorgulamamaya başlıyoruz ve diyoruz ki “benim inancım, benim değerim önemli; onun yaşamı önemli değil”. Bunu dediğimiz andan itibaren, artık yanlış olandan dönmek de çok zorlaşmaya başlıyor. O yüzden günümüz hukukçularının aslında temel ilkelerinden birisi, yaşamın en yüce değer olduğunu ve hiçbir şeye feda edilmemesi gerektiği kavramak olmalı. Birinci ilke budur.

İkinci ilke de; naçizane tabi benim genç hukukçulara ders vermek haddime düşmez ama, sadece hayatımda bir takım değişmez doğruların olduğunu düşünüyorum. İnsan doğası diye bir şey yoktur, durumların doğası vardır. O yüzden de her bir olay ortaya geldiğinde “katil,

Page 11: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

2017/2 | Hukuk Gündemi 71

şu, bu vb. sıfatlar yüklemektense; bu olaylar niye oldu? Niye bu şekilde oldu?” dediğimiz zaman gerçekler çok daha farklı bir şekilde gözümüzün önünde açılmaya başlayacak, olaya çok daha doğru teşhisler koymaya başlayacağız. Yani hukukçuya düşen görev şu: Gerçekten iyi bir hukuk eğitimi çok çok önemli ama, sadece hukuk eğitimiyle yaşamın doğru okuna-bileceğine inanmıyorum. Mutlaka yanında bilimsel alanda diğer bilimlerle, özellikle felsefi düşünceyle ve sanatın her dalıyla yaşam kültürünü geliştirmeli ki, dosyalar doğru okunabil-sin. Özellikle felsefe çok önemli; çünkü herhangi bir şeye, düşünceye yaklaşmak için felsefe gerekiyor. Büyük öteki tarafından dayatılan sınırların dışına çıkabilmek için felsefe gerekiyor, yaşama başka bir gözle bakabilmek için felsefe gerekiyor. Hukuk da mutlaka yaşama başka bir gözle bakmayı, olaya başka bir gözle bakmayı gerektirdiği için, bence hukukçular için felsefe çok çok önemli.

Adalet Oyunu filminde “Avukat olmasaydı bu bir yargılama olmazdı” deniyor; filmde avukat da oldukça aktif bir rolde, yargılamanın savunma ayağının önemi vurgulanmış; gerçekte de durum böyle mi, yoksa filminizde olması gerekeni mi işlediniz?

Evet, bence gerçekten olması gereken o şekilde. Uzun zamandır ağır ceza duruşmalarına girmiyorum ama 2001-2005 yılları arasında biliyorsunuz epey değişiklikler yapıldı. Özellikle çapraz sorgu ve doğrudan sorgu aktif bir şekilde uygulamaya geçildi artık; ama sonuçta bunu yasalar ortaya koyuyor, iş uygulayıcılara kalıyor. Mesela avukat sanıkla yan yana durmalı; çünkü mahkemede duruşmada öyle yeni bir şey oluyor ki aralarında mutlaka konuşup ona göre anında tepkilerini ortaya koyabilmeliler. Savcı hâkimlerden ayrılmalı, kürsüler eşit bir şekilde yan yana olmalı. Dikkat ederseniz “Adalet Oyunu” filminde önce gerçek mahkeme sahnesi gösterdim; hâkimler savcılar üstte ve yan yanalardı, avukat aşağıda ve sanıktan uzaktaydı. Oysa evdeki kurmaca mahkeme sahnesi, yasaya uygun olan mahkeme salonu sahnesiydi. Savcıyı aşağı indirdim, kürsüyü aşağı indirdim, avukatı sanığın yanına koydum ve daha ideal bir görüntü oldu. Biçim kuralları bu yüzden çok önemli… Biçim de hukukun içeriğine, bütününe dâhil bence; ama içerik olmadıktan sonra biçimle nereye varabilirsiniz ki?

Sizce deneyimli avukatların genç avukatlara deneyimlerini aktarım sureci nasıl olmalı?

Ben uzun süre mesleğe ara verdim. Tekrar dönünce baktım, o kadar çok şey değişmiş ki. Şuna inanıyorum, mesela Uyap sistemi vs. bir takım şeyler değişiyor falan, ama bu biçimsel olan şeylere mutlaka bir süre sonra alışılıyor. Tecrübeli avukatların yanlarında çalışan genç avukatların gerek büroda gerekse duruşma esnasında, hatta tanımadığı genç avukatlara bile tavırlarıyla, davranışlarıyla örnek olabileceğine inanıyorum. Hakikaten kitapta yazan şeyler falan değil bunlar, mesela büroya gelen bir kişinin karşılanmasından, onunla olan sohbe-tinden, her türlü ilişkiden, ücret ilişkilerinden tutun da söz tavır davranışlarıyla, avukatların gerçekten de genç meslektaşlarımıza da çok önemli bir model olacağına inanıyorum. Yani onunla sohbeti, konuşması, onu yolcu etmesi, ona ikramı, tavırları, davranışları, telefonda konuşma şekli, hitabı falan... Bütün mesleklere saygımız sonsuz olmakla beraber, bizim mes-leğin bir özelliği var; gerçekten de bu meslek bir kere çok değerli, çok özel, çünkü savunma çok önemli bir şey. Mesleklerinin değerini bu şekilde ortaya koyduktan sonra; bu değere uygun davranış kodları geliştirmeleri gerekiyor. Gerçekten de onlar var ya, hani bir esnaflık gibi algılayanlar; rahatlıkları, para ilişkileri, konuşmaları, hitap tarzları falan böyle olmamalı.

Page 12: AV. MAHUR ÖZMEN İLE SİNEMA VE HUKUK ÜZERİNE · isim “Darağacında Üç Fidan” kitabında geçiyordu. Deniz’lerin avukatı Niyazi Ağırnaslı’nın Deniz’lerin avukatı

72 Hukuk Gündemi | 2017/2

Bu yüzden genç meslektaşlarımız doğru kültürel kodlamaları tecrübeli avukatlarda, tecrübeli hâkimlerde ya da edebiyatta, sinemada bulacaklar. Sinemada onlara model olacak o kadar çok değerli avukat profilleri var ki, bu çok önemli.

Son olarak, Ankara Barosu Sinema Topluluğu’ndan bahsedebilir miyiz? Yeni filminiz olacak mı?

Üç adet tamamlanmış senaryom var ama ekonomik yönden bunları çekecek gücüm kesinlikle yok artık. Zamana bıraktım, ne olacağını bilemiyorum.

Ankara Barosu Sinema Topluluğu galiba şu an devam etmiyor; sağ olsun baro bana her zaman destek oldu. En son İstanbul’da beş yıl kaldıktan ve ikinci filmimi çektikten sonra tekrar Ankara’ya geldim, tekrar topluluğu açtık. Çok fazla afiş çalışması yapılamadı, belki ondan üç kişi geldi. Bir kişi de daha sonra hâkimlik sınavı olduğu için devam etmedi. Biraz da dürüst olmam gerekirse ego sorunum olabilir mi acaba: iki uzun metraj sinema filmi çekmiş Ankara’nın tek yönetmenisin ve gece vakti bu ıssızlıkta ne işin var?

Ama Ankara Barosu Sinema Topluluğu’nun devam etmesini isterdim gerçekten. İlla benim başında olmam da gerekmez, sürmeliydi. Sadece film izlemekten ibaret de kalmamalı; çünkü ben değişik mecralarda sinema dersleri veriyorum ve o eğitim buluşmaları katılımcılara, sanatı takip eden bir yaşamın önemini ortaya koyuyordu. Toplu olarak bir film izlediğimiz zaman, film bittiğinde onun üzerine konuşmak, gerçekten de o anda farklı fikirleri öğrenme, tartışma açısından çok faydalı oluyor. Son olarak baroda haberini duyunca heyecanlandığım bir kuruluş gördüm: Avsa… Meslek içinde ve meslek dışında her türlü eğitimden bahsedi-yordu hatırladığım kadarıyla. Hemen iki sayfa dilekçe yazıp özgeçmişimi de ekleyip verdim, bu eğitimde sinema sanatının ve hukuk filmlerinin meslektaşlarımızın dil dünyasında ve doğal olarak düşünce dünyasında yaratacağı olumlu etkiden bahsederek. Ve tabi beklenen sonuç; aylar geçti dönen yok. “Kabul edilmedi talebiniz” diyen de yok. Neyse biz yaşantı yoluyla zenginleşmek, mesleğimizi derin bir anlamın dışavurumunda gerçekleştirmek için kültürel-politik dünya ile bağlarımızı hiç kesmeyelim.

Size çok teşekkür ediyoruz bu keyifli ve doyurucu söyleşi için.