aylik dİnÎ dÜŞÜnce ve kÜltÜr dergİsİ · ilim 14. sayi, aĞustos-ekİm 2016 14 ددعلا...

48
ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 د العد1437 رم- ذوالقعدةAYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân ve Sünnette İlmin ve Âlimin Değeri Bir Mescit İnşası, Bir Nesil İnşasıdır İslam Geleneğinde Eğitim ve Öğretim Adabı İlim ve Medreselerin İhyası Nasıl Bir Medrese İstiyoruz? Nasıl Bir Cami İstiyoruz? Tarihî Süreçte Medreseler ve Islah Projeleri Kavramsal ve Vahyî Açıdan Cami ve Mescitler MEDRESE & CAMİ

Upload: others

Post on 16-Feb-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016ذو القعدة-حمرم 1437 العدد 14

AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ

Kur’ân ve Sünnette İlmin ve Âlimin Değeri

Bir Mescit İnşası, Bir Nesil İnşasıdır

İslam Geleneğinde Eğitim ve Öğretim Adabı

İlim ve Medreselerin İhyası

Nasıl Bir Medrese İstiyoruz?

Nasıl Bir Cami İstiyoruz?

Tarihî Süreçte Medreseler ve Islah Projeleri

Kavramsal ve Vahyî Açıdan Cami ve Mescitler

MEDRESE &

CAMİ

Page 2: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilimDİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ

İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı

Editör: Mustafa Alp

Derginin tüm sayılarını online okumak için: ilimdergisi.org

Görüş ve makale gönderimi: [email protected]

MEDRESEVE CAMİ

MÜSLÜMANIN TALİM VE TEVHİT MERKEZLERİ

Page 3: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

DOSYA YAZILARI

NASIL BİR MEDRESE İSTİYORUZ? } MUSTAFA ALP

NASIL BİR CAMİ İSTİYORUZ? } MURAT UÇAR

TARİHÎ SÜREÇTE MEDRESELER VE ISLAH PROJELERİ } TALHA HAKAN ALP

KAVRAMSAL VE VAHYÎ AÇIDAN CAMİ VE MESCİTLER } ADEM ÖZÇELİK

KUR’ÂN VE SÜNNETTE İLMİN VE ÂLİMİN DEĞERİ } SALİH AKSU

BİR MESCİT İNŞASI, BİR NESİL İNŞASIDIR } MURAT UÇAR

İSLAM GELENEĞİNDE EĞİTİM VE ÖĞRETİM ADABI } ENES KARATAŞ

İLİM VE MEDRESELERİN İHYASI } UBEYDULLAH ŞİRVAN

KUR’ÂN,KUR’ÂN’IANLATIYOR}ARİFGÜZELYURT

DUA:İBADETİNÖZÜ}ADEMÖZÇELİK

MUHTELİF YAZILAR

Page 4: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 144

EDİT

ÖR

بسم اهلل الرمحن الرحيم

Nebi Efendimizin (s.a.v) “Allah beni zorluk çıkaran inatçı biri değil, kolaylığı gösteren bir muallim olarak gönderdi.” (Sahihu Müslim, 1478.) beyanı, aslında bütün bir dinin talim ve terbiyeden ibaret olduğunu gösteriyor. Gerçekten de vahyin tüm emir, nehiy, tavsiye ve ikazları ya bilmeden düşeceğimiz hatalara karşı bir öğretmen ya da bile bile irtikâp edebileceğimiz hatalara karşı terbiyeci konumundadır. Bilgisi ezbere, ideali slogana ve kalkınması hormonal desteğe dayalı bir toplum değil, bütün süreçleri aşama aşama, bütün sıkıntıları sindire sindire kateden gerçekçi bir ümmet olmayı hedef-leyen İslam davası, bunun için beşikten mezara kadar insanı ıslah edecek adımları atmıştır. Bu açıdan değişen etki ve şekillerde sırasıyla aile, med-rese, mescit, tekke ve sosyal hayat Müslümanın ilim ve terbiye yerleridir.

Bunlar içerisinde ilmin en kurumsal ve istikrarlı merkezi olarak medre-selerin, tevhid ve cemaat ruhunun mücessem meclisleri olarak da cami ve mescitlerin tartışmasız bir imtiyazı bulunur. Medreseler yüzyıllar boyu İslam toplumlarına, sathiyâttan ve zafiyâttan arındırılmış dinî bilgi ve yo-rumun hâmili olmuşlardır. Bugün bütün mezheplerin ve kişisel kanaatlerin ötesinde bir bilgi yekününden, daha doğrusu bir İslamî bilgi metodolo-jisinden bahsedebiliyorsak; sayıları yüzbinlere ulaşan kitaplar ve müellif-ler, vahiy kaynaklarıyla birebir muhatap olmamıza gölge düşürmüyorsa, bunda medreselerin payı büyüktür. Zira hem bütün bir şer’î geleneği bize tevarüs ettirmek hem de bunu kritize edecek formasyonu, yani usul ilim-lerini bize kazandırmak gibi zor bir yükü deruhte etmişlerdir.

Medrese ile birlikte cami ve mescitleri kapak konusu yaptık. Biri ağırlıklı olarak talim ve terbiye, diğeri irşad ve ittihad mekânı olmakla birlikte her ikisi Müslümanın besin kaynaklarıdır. Malum olduğu üzere, insanın bu dün-yadaki bütün hikâyesi, ruhun nefse misafirliğinden ibarettir. İlahî olandan gelen kusursuz bir yolcu olarak ruh, yüce ve aşkın olan ne varsa onu tem-sil eder. Nefis ise göğe karşı yerin, itaate karşı isyanın yani şeytanî olanın meskenidir. İnsan tüm hal ve davranışlarında ruh ve nefis, itaat ve isyan, şeytanîlik ve rahmanîlik sarkacında gidip gelir. Açıktır ki insan sosyal bir varlıktır ve giyimden söyleme, duygulardan yeme alışkanlığına kadar her konuda çevresinin etkisi altındadır. Yoğun şekilde yetiştiği kültürün biçim-lendirdiği insanın, rahmanî ve ruhanî olan özüne zarar verecek kötü etki-leri en aza indirebilmesi için manevî desteğe ihtiyacı vardır. İbadetlerin önemi burada ortaya çıkar.

Page 5: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم5 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

14. sayıdan

merhaba

Yüklü miktarda bir infaktan gece yarısı mahzun bir kalple yapılan duaya kadar bütün iba-detler insanın latif dünyasını beslemek, kesif olan maddî ve fanî cihandan kaptığı mikropları temizlemek gibi bir anlam taşır. Haliyle insanı hem ferdî hem sosyal yönüyle onaracak iba-detler, diğerlerine göre öne çıkarlar. İşte namaz bunun için en önemli ibadetlerden sayılmış ve dinin direği olarak değer görmüştür. Günün farklı zaman dilimlerinde, bir başka ifadeyle, kişinin farklı rol ve ruh hallerinde Rabbiyle olan kalp bağlantısı namaz yoluyla sağlanır. Na-maz günde beş kez bizi virüs taramasından geçirir, ruhumuzu günceller.

Yine de sosyal çevresi kendi üzerinde belki de kendi iç dünyasından daha etkili olan insan, bireysel olarak kıldığı namazlarla ideal doyuma ve sükûnete kavuşamaz. Bunun için cema-atle namaz, dinde neredeyse namaz kılmak kadar önemli görülmüş ve böylelikle, çevre-sel koşulları ıslah olanın ancak bireysel durumunu ıslah edeceği hatırlatılmıştır. Gündelik yaşantının bütün zaman dilimlerinde bizi cemaat olarak karşılayan namaz sorumluluğu, nebevî asırdaki otantikliğiyle eda edildiği sürece aramıza sızacak her türlü siyasî, fikrî ve sosyal fitnenin önünde set oluşturur. Çünkü o, bir toplumun yaşadığı çağdaki bütün gerek-lerini karşılayacak geniş bir çatının altında yani mescit ve camilerde ifa edilmektedir.

İlim dergisinin bu sayısı, İslam ümmetinin ihya mekânları olan mescit ve camileri böylesi bir arka planla ele alıyor. Namazın salt namaz içi boyutu olmadığı, bununla birlikte insanı maşeri vicdanın ve akl-ı selimin tasvip etmediği her tür kötü ve uygunsuz işten alıkoyma işlevi de olduğu için mescitler de sade taabbudî maksada müncer manevî mekânlar değil-dir. Bunun dışında ilerleyen yazılarda izah edileceği üzere, müminler arası dayanışma, tek bir askerî ve siyasî güç oluşturma, kamusal şuraya meclis teşkil etme ve düşkünlere mesken olma gibi hususiyetleri haizdir. Yazılanların mescit ve camileri saadet asrındaki çok yönlü ve dinamik yapısına kavuşturma idealinde bir aşama olmasını diliyoruz.

Diğer taraftan bu sayı, İslamî eğitim kurumları içerisinde başat role sahip olan medreselerin nesilden nesile ümmet coğrafyasına sunduğu katkıyı mercek altına alıyor. Istılahî izahtan asr-ı saadetteki eğitim-öğretim faaliyetlerine, Selçuklu ve Osmanlı tarihinde medreselerin konumundan Batılılaşma tehditlerine karşı ıslah çalışmalarına ve son olarak bugün için ide-al eğitim kurumunun şartlarına kadar birçok konu başlığına cevap aramaya gayret ettik. Bütün bunların, 21. yüzyıl koşullarında ciddi hamleler geliştirmesi beklenen İslam dünyasına bir tefekkür ufku açmasını ümit ediyoruz. Kuşkusuz medrese ve eğitim kurumları üzerinden kültürel kalkınmanın en az ekonomik kalkınma kadar; gençlerimize sunulan eğitim müf-redatının en az şehirlere dikilen konutlar kadar önemli olduğunu anladığımız gün, ideal ümmet olma yolunda önemli bir adım atmış olacağız.

[email protected] ilimdergisi.org

Page 6: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 146

NASIL BİR MEDRESEİSTİYORUZ?

İslamî EğitimKurumlarının Beş Krizi

MUSTAFA ALP

Baştan şu noktayı açıklığa kavuşturalım: Geleneksel medrese-lerin bugüne nasıl taşınacağı ve daha umumî manada İslamî eğitim kurumlarının ne tür teçhizata sahip olması gerektiği, bu yazının boyutlarını aşıyor. Konunun eğitim materyallerinden bil-gi felsefesine, devlet-ideoloji ilişkisinden İslamî ilimlerdeki köklü revizyona kadar birçok linki bulunuyor. Farklı alanlardaki uz-manların bir araya gelip anaokuldan yükseköğretime öğrencile-rin nasıl eğitileceği meselesini ortak bir sonuca bağlamaları ve bu sivil iradenin ideal eğitim kurumunun inşası aşamasında bas-kın rol oynaması gerekiyor. Bunları göz önünde bulundurmakla birlikte, klasik medrese müfredatını uzun yıllar tahsil etmiş ve bu tecrübeyi farklı saha okumalarıyla beslemeye çalışan biri olarak beş kriz alanını ve çözümünü dikkatlere sunmak isterim.

BAĞIMSIZLIK KRİZİ:

Siyasî İradenin ve Cemaat Taassubunun Gölgesinden Uzak Bir Eğitim Kurumu

Uygarlıklar tarihinde bilimsel ve kültürel ilerleme hamlelerine baktığımızda, bunların sivil inisiyatife sahip özgür araştırma ve düşünme ortamlarında gerçekleştiğini görüyoruz. Aksi halde ik-tidar söyleminin ve hâkim cemaat yapılarının yönlendirmesine maruz kalan eğitim kurumları, ancak müstakil ilmî ve fikrî duru-şu olmayan statükocu ezberciler yetiştirmişlerdir. Aynı durum, bugünün İslam dünyası için de geçerlidir. Elbette finansal deste-ğinden toplumsal duruşuna çeşitli suflör güçlerin parantezinde oluşup gelişen öğretim merkezleri, ilmî içeriğe geçmeden daha

Page 7: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم7 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

baştan özgürlük ve özgünlüklerini teslim etmişler-dir.

Yegâne amacı, hakikati bilmek ve bildirmek olan ilim adamlarının yetişecekleri yerler, kuşkusuz hiçbir odağın arka bahçesi gibi görülmeyen özgür eğitim hanelerdir. Buralarda tahsil görenler tarafsız araştır-ma ruhundan ve çıkarsız ifade gücünden başka bir saikla hareket etmeyeceklerdir. Onlar bu mükellefi-yete riayet ettikleri sürece, siyasetçisinden sanatçı-sına herkese düşen, farklı kanaatte de olsalar, onlara saygı duymak, hür iradelerinin önünü tıkayıcı ayak oyunlarına başvurmamaktır. Bu gerçekten sarf-ı na-zar edildiği müddetçe, maalesef ortada medresele-rin, kursların ve ilmî merkezlerin sade nostaljik pres-tijlerinden başka bir şey kalmamıştır.

METOT KRİZİ:

Ezberci Eğitime Karşı Anlama ve Sorgulama Merkezli Yaklaşım

Önceki başlık ideal İslamî eğitim kurumunun dış donanımını teşkil ediyorsa, bu kısım genel tedrisat mantığına ilişkin iç gerekleri oluşturuyor. Medrese ve ilahiyatı dış otorite baskısından kurtardıktan sonra içerde ezber değil anlama odaklı; metin kadar mak-sada, yani sade söylenene değil, söylenmek istenene de yoğunlaşan bir yaklaşım tarzını hâkim kılmamız gerekiyor. Şer’î ilimler geleneği olanca velüdlüğüne ve satvetine rağmen, gerek vahyin nas boyutuna takılıp maksat boyutunu ihmal etmenin, gerekse bu nassın önceki yorumlarını ezberleyip yeni açılımlar getirmemenin acı sonuçlarıyla doludur. Ciddi ilmî inkıbaza ve fikrî donukluğa yol açan bu tutum, dış cepheleri ve tabelaları değişik olmasına rağmen gü-nümüz eğitim-öğretim yerlerinin de temel krizlerin-den biridir.

O halde talebelere ezberlemeyi değil anlamayı, ce-vapları değil soruları belletmeliyiz. En temel mantıkî

ve ahlakî ilkeler dışında hükümlerin zamana ve ze-mine göre değişebileceğini, önemli olanın mesele-lerin literatür bilgisine değil, kritik yapabilme nosyo-nuna sahip olmak olduğunu anlatmalıyız. Ezber ve nas odaklı tedrisatın diğer trajikomik yönü, dinî diye bildiğimiz hükümlerin canlı hayatla uyuşmadığı ve fakat makul ölçüde bir çözüm yolunun elzem olduğu durumlarda, garip tevillere başvurmak ve sathî izah-larla durumu kotarmaya çalışmaktır. Sonuçta olan, bizim önceden soğukkanlı ve ilkesel biçimde çıkış yolunu göstermediğimiz mevzularda, dışarıda akan hayatın bizi uğrattığı yeni bir yenilgidir.

TARİH KRİZİ:

Gelenek Ne Kutsallar Bütünü Ne Hurafeler Yığınıdır

Bugün tarihî mirasımızla girilen ilişkide en büyük ça-tışma noktalarından biri, gelenek yorumlarıdır. Bazı kesimler geleneği kusursuz bir miras olarak değer-lendirirken, bazılarımız onu sahih İslam yorumunun önüne çekilen hurafe çitleri olarak görmektedir. Bunu kabaca ilahiyat fakülteleri gibi modern kurum-larla medrese ve kurslar gibi geleneksel yapılar üze-rinden pratize edecek olursak, ilkinin genel olarak ilim mirasına karşı cüretkâr, diğerlerinin ise sorgusuz teslimiyet halinde konumlandıklarını söyleyebiliriz. Meseleyi ana hatlarıyla somutlaştırmaya dönük bu saptama, haliyle modern İslamî eğitim kurumlarında sloganlar ve ağırlıklı olarak istişrakî yorumlar üzerin-den geleneği silikleştirmeye, klasik tedrisat merkez-lerinde ise mutlak doğru addedilen metinler ve mü-ellifler üzerinden geleneği idealize etme sonucuna evrilmektedir.

Dikkat edilirse, iki yaklaşım tarzının ortak noktası, geleneği emanet akılla ve ötekiler üzerinden oku-mak, yani ezbercilik ve taklittir. Dolayısıyla dinin ve akl-ı selimin evrensel sabiteleri üzerinden, her tür

Page 8: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 148

tarafgirlikten uzak biçimde kadim muhassalaya eğil-diğimizde ifrat ve tefritten kurtulmuş olacağız. Bu durumda kutsallık ya da hurafe yaftası nedeniyle sağlıklı ilişki kuramadığımız gelenekle gerçekçi ve dinamik bir ilişki sürecine adım atacağız. Evet, İslamî ilimlerden tasavvufî yeküne, yerleşik örf ve adetler-den bilgi felsefesi ve yorum usulüne kadar dinî ge-leneğimiz, durağan ve tertemiz bir kaynak değildir. Vahiy membaının insan zihnine akarken -kaçınıl-maz olarak yer yer- çer çöpe bulaştığı mümbit bir güzergâhtır.

Kaldı ki Peygamberimiz (s.a.v) sonrası sahabe tav-rında da gördüğümüz üzere, bir şeye değer verip sahip çıkmak, onu her koşulda olduğu gibi değil, sağlıklı devamını sağlayacak düzenlemeyle birlikte yaşatmaktır. Aksi halde gelecek nesillere ruhu olan canlı organizma değil, göz alıcı görüntüsü olan içi boş bir yapı bırakmaktan kurtulamayacağız.

EPİSTEMOLOJİ KRİZİ

Dinî ve Bilimsel Bütün Bilgiye Sahip Çıkan Bir Anlayış

Günümüz eğitim kurumlarının aşması gereken dör-düncü handikap, bilginin parçalanmasıdır. Skolastik düşüncesin son evresinde Hristiyan düşüncesiyle felsefenin, yani dinî inançla yeniçağ biliminin bir-birinden bütünüyle ayrılmasıyla derinleşen din ve bilim krizi, Descartes’çi düalist görüşten Kopernik devrimine, teistik egzistansiyalizmden yirminci yüz-yıl pozitivizmine sonraki birçok gelişmenin de itici gücüyle teoloji ile felsefenin yıpratıcı rekabetiyle sonuçlandı. Zaten fıkıhla akaid, zühtle ilim, taklitle içtihat, usulle furû, şeri ilimlerle beşeri ilimler ara-sındaki makası iyice açarak parçacı ve çatışmacı

anlayışa alışkın olan Müslüman düşünürler, Batıdan esen otonom bilgi rüzgârına kapılmakta gecikmedi-ler.

Bununla birlikte dinî bilgi ile bilimsel bilginin yapısı ve koşulları itibariyle farklı olduğunu inkâr etmiyo-ruz. Özellikle ilimlerin alt dallara ayrılarak gelişmesi ve farklı disiplinlerin ortaya çıkması, bir noktada ih-tisaslaşmanın ve özerk alanların mevcudiyetini kaçı-nılmaz kılıyor; lakin Müslüman eğitimciler olarak din ve bilimin, ilahiyat ile felsefiyatın, doğa bilgisiyle şer’î hükmün zorunlu ayrılıklarını bir öze irca edecek ve bilgiye bütüncül yaklaşabilecek kuşatıcı ufka sahip olmak mecburiyetindeyiz. Nihayetinde miras taksi-mini ilgili nasla vahyeden Rabbimiz Teâlâ, kâinata da seyredeceği düzeni vahyetmiştir. Dinin sahibi ile bilimin sahibi bize göre birdir.

Page 9: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم9 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Bilgi türleri ve ilim dalları noktasında-ki katı ayrıştırma-cı tutum, bahusus Osmanlı’da ilim dünyasının aklî ve tecrübî bilimleri boşlamasıyla so-nuçlanmış ve izole medreselerin, çağı-na yabancı âlimlerin oluşmasına sebebi-yet vermiştir. Aynı tehlike, bugünün medrese ve İslamî eğitim kurumları için de sözkonusudur.

MANEVİYAT KRİZİ:

Zühd ve Takvaya Günlük Programında Yer Veren Bir Müfredat

İlmin bir sonucu olarak amelin, başka ifadeyle zahit-lik ve müttakiliğin tedrisattan koparılması, üst baş-lığın kapsamına dâhil olsa da müstakil ele alınma-yı hakedecek önemi haizdir. Ne Kur’an ayetleri, ne nebevî beyanlar etkin eyleme, yani kulluk enerjisine dönüşmeyen bilgi parçacıklarını ilim olarak kayda değer görmez. Allah’a karşı tevhid şuurunu, kulla-ra karşı adalet duygusunu beslemeyen medrese, okul ve merkezler ilmî ve kültürel trendin ne kadar ilerisinde olursa olsunlar, asla ideal İslamî bir vasıf taşımazlar. Nedense kürsü ve mahfillerde Kur’an’ın “oku”, “akıl sahipleri için bunda ibretler vardır”, “ka-leme ve yazdıklarına andolsun!” gibi doğrudan oku-ma ve araştırmayı teşvik eden ayetlerini sıkça duyar,

buna rağmen vahyin nasıl bir öğrenme şeklini tasvip ettiğini sormayız. Çünkü ilk kısım, bizi hâkim sekü-ler mantıkla uyumlu kılacak, ilmin ahlak ve adabına ilişkin sonraki taraflar, Batıcı yaklaşımla aramıza set çekecektir, bundan çekiniriz.

Oysa Yüce Allah’ın razı olduğu ilim adamları, ma-lumat dışında yoğun ibadet mesaisi olan, kalemi-ne gözyaşının, konferansına gece namazının eşlik ettiği şahsiyetlerdir. Diğerleri bilgilerini milyonları katledecek ağır silahlar ve terör aygıtları geliştirme uğruna kullanırken, bu şahsiyetler birikimleriyle in-sanlığın ihyası ve ideal toplumun inşası için hizmet edeceklerdir. Bugün maalesef akademik ilkelere ve profesyonellik ruhuna gösterdikleri titizliğin yarısını zahidâne yaşamak için göstermeyen birçok Müslü-man akademisyen ve eğitimci bulunmaktadır.

Bize göre bir eğitim-öğretim kurumunda zamanla pek çok koşul ve gereklilik değişebilir. Müfredattan müderris kalitesine her devrin kendi şartları vardır; ne var ki haşyet, tevazu, takva, ihlas, sıdk, istiğfar, hayâ, hilm, sabır, tevekkül ve şükür gibi ahlakî ve irfanî ilkeler bütün zaman ve zeminlerde değişme-den kalacaklardır.

Page 10: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1410

NASIL BİR CAMİİSTİYORUZ?

Asr-ı Saadette Mescidin Merkezî Fonksiyonu

Tarih ve siyer âlimlerinin kaydettiğine göre, Allah Rasülü Efendimiz inen ilk ayetlerle birlikte Hz. Cibril’den abdest almayı ve namaz kılmayı öğrenmiş, eve döndüğünde eşi Hz. Hatice’ye göstererek birlikte ilk namazı kılmışlardır.1 Hicretten bir yıl önce İsra hadisesiyle beş vakit namaz farz kılınana kadar Allah Rasü-lü (s.a.v) ve beraberindeki müminler, güneşin doğuşu ve batışı öncesi iki vakitte iki rekât namaz kılmışlardır. “Akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.”2 şeklindeki ayeti kerime bu gerçeği teyit etmektedir.3

Elbette başlangıçta yegâne mabet Allah’ın evi olan Kâbe’dir. Gerek Müslümanlar gerek müşrikler ibadet, namaz ve tavafla-rını burada ifa etmişler, daha sonra Müslümanlara uygulanan ve dozu giderek artan toplumsal baskı ve işkenceler, Allah Ra-sülü ve beraberindekileri başka arayışlara itmiştir. Buna bir de Kâbe’ye nispeten uzak yerlerin İslam’a katılması durumu ekle-nince evlerde şahsi mescitler inşa edilmeye başlanmıştır.4

Sonraki yıllarda Allah Rasülü (s.a.v) Medine’ye hicret yolcu-luğunda Kuba mevkiinde, Amr bin Avf Oğullarının evinde misa-fir olmuş ve burada Kuba Mescidi’ni yaptırmıştır. Medine’nin ilk mescidi olan bu mabet, aynı zamanda genel cemaatin katılımı-na açık olan ilk namazgâhtır.5 Takip eden yıllarda her cumartesi Allah Rasülü binekli veya yaya halde burayı ziyaret ederek6 na-maz kılmış ve “Kuba Mescidi’nde kılınan bir namaz, umre gibi-dir” buyurmuştur.7

Kuba Mescidi, Hz. Ebubekir ve Hz. Ammar bin Yasir’inki gibi evlerin bahçesine inşa edilen ferdi namaz yerleri dışında herke-sin katılımına açık İslam tarihindeki ilk mescit olmakla birlikte, ilk dönem İslami yaşantının bütün ideal tezahürlerini Mescid-i

MURAT UÇAR

Page 11: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم11 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Nebevi’de görüyoruz. Müminler arası kardeşlik an-laşmasının ve Yahudilerle ortak vatan savunmasının yapıldığı bir vasatta inşa edilen peygamber mesci-di, ilk İslam toplumunun tesis ve teşkilatında hayati öneme sahiptir ve günümüz camilerine ilham ve-recek şekilde Allah Rasülü tarafından çok yönlü ve dinamik biçimde kullanılmıştır.

Hicret sürecinde Kuba Mescidi’nin ardından Mescid-i Nebevi’nin yapılışı şöyle anlatılır: “Ardın-dan Allah Rasülü (s.a.v.) devesine bindi. İnsanlar da onunla beraber yürüyordu. Deve sonunda Medine’de Mescid-i Nebevi’nin arazisine çöktü. Müslümanlar o dönem burada namaz kılarlardı. Burası Es’ad bin Zürare’nin himayesindeki Sehl ve Süheyl adında iki yetim çocuğa ait hurma kurutma arazisiydi. Allah Rasülü (s.a.v.) devesi çöktüğünde “inşallah yer bura-sıdır” buyurdu. Ardından iki çocuğu çağırıp mescit yapılması için burayı satmalarını teklif etti. Çocuklar “aksine, burayı sana karşılıksız veriyoruz ey Allah’ın Rasülü!” dediler. O ise bunu kabul etmedi ve ken-dilerinden araziyi satın aldı. Ardından mescidi inşa etti.”8

Peygamber Mescidinin Sadeliği: Şekle Değil, Öze Yatırım

Allah Rasülü (s.a.v.) mescit yapılacak araziyi satın aldığında içinde hurma ağaçları, müşriklerin kabirleri ve birkaç yıkıntı vardı. Allah Rasülü (s.a.v.) hurmaların kesilmesini, müşrik kabirlerinin kazılıp kaldırılmasını ve yıkıntıların düzlenmesini emretti. Hurma kütüklerini mescidin kıble tarafına dizdiler ve kapının iki yanına taş yığdılar.9 Bu kısım, temelde uhrevi boyuta dönük olan cami ve mescitlerin gös-terişten ve gereksiz ayrıntıdan ne kadar arındırılmış olması gerektiğini anlatması bakımından manidar-dır.

Peygamber elinden çıkma ilk mescidin inşasına ilişkin bir başka nakil, bu noktayı daha belirgin ifade eder: Allah Rasülü (s.a.v.) mescidi yapmaya koyul-duğunda “bana ot ve tahtadan Musa’nın çardağına benzer çardak ve onun gölgeliği gibi bir gölgelik yapınız. Kıyamet bundan daha yakındır” buyurdu.10 Kendisine “Musa’nın gölgeliği nasıldı?” diye sorul-duğunda şöyle yanıtladı: “Ayağa kalktığında başı

tavana değerdi.”11

Mescitlerin sade görünümlü ve Müslüman ce-maatin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak pratiklikte olması, dinde şekilciliği ve ibadetlerin kültürel ritüel-lere dönüşmesini engelleyen ciddi bir önlemdir. Pey-gamber Efendimizin “İnsanlar yaptıkları mescitlerle birbirlerine karşı övünmedikçe kıyamet kopmaz”12 hadisi ve İbni Abbas’ın “tıpkı Yahudi ve Hıristiyanlar mabetlerini süsledikleri gibi siz de süsleyeceksiniz”13 sözü namaz gibi en temel amelde başlayan yoz-laşmanın nasıl bir toplumsal çözülmeye sebebiyet vereceğini bize hatırlatır. Mescid-i Nebevi’nin geli-şimi, doğal seyrinde, cemaatin ihtiyacı hâsıl oldukça gerçekleşmiş, buna rağmen Allah Rasülü Efendimiz, örneğin çatının namaz kılanlara konfor sağlayacak şekle kavuşmasına müsaade etmemiştir. Günümüz Müslümanları için ibretamiz olan bu noktayı ilk ağız-dan dinleyelim:

“Allah Rasülü (s.a.v.) mescidi önce bir kerpiç diğerinin üstüne gelecek şekilde, zamanla Müslü-manlar çoğalınca bir tam ve yarım kerpiç sırasıyla inşa etti. Müslümanlar “ey Allah’ın Rasülü! Birine emretsen de mescide eklemede bulunsa” diye teklif edince Peygamberimiz “olur” dedi ve emir verme-siyle ilave yapıldı. Böylelikle kadın ve erkeklere ayrı bölmeler oluşturuldu. Bir süre sonra sıcak Müslü-manları bunaltmaya başladı ve “ey Allah’ın Rasülü! Emretsen de mescide gölgelik yapılsa” dediler. O da “olur” dedi ve verdiği emirle hurma dallarından sü-tunlar yapıldı. Ardından bunların üstüne ahşap kiriş, hasır ve izhir otu konuldu. Bir müddet bunun altın-da yaşadılar. Yağmurların yağmasıyla çatı üzerlerine damlatmaya başladı ve “ey Allah’ın Rasülü! Çatının çamurla sıvanmasını emretsen” dediler. O ise “hayır! Musa’nın çardağı gibi bir çardak olmalı” buyurdu. Allah Rasülü (s.a.v.) dünyadan ayrılana kadar çatı bu haldeydi. Gölgelik yapılmadan evvel mescidin yüksekliği altı adım kadardı.”14

Peygamber Mescidinin Sosyal Hayatın Odak Noktasında yer Alması: Dışarıdan Camiye Gelen Değil, Camiden Dışarıya Çıkan Müslümanlar

Asr-ı Saadet adıyla Müslüman zihninde idealize edilen dönemde mescidin merkezi fonksiyonuna ve

Page 12: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1412

hayatın buradan çevreye doğru genişlediğine çarpı-cı bir örnek, Peygamber Efendimizin mescidin yeri belirlendikten hemen sonra dedesinin dayı tarafını kastederek “Ailemizden kimin evi mescide daha yakın?”15 demesidir. O bu ifadesiyle misafir olacağı aileyi ne Akabe Biatları’na katılımıyla, ne de şehrin eşraf kesimine mensup olmasıyla seçmemiş, aksine mescide mesafe yakınlığını dikkate almıştır. Neti-cede peygamberi yedi ay misafir eden Ebu Eyyüb, mescide en yakın eve sahip olduğu için bu bahtiyar-lığa erişebilmiştir.

Mescid-i Nebevi’nin böylesi merkezi işlevi sa-dece misafirlikle kalmamış, Allah Rasülü Medine’ye geldiğinde evli olduğu Sevde validemizin (r.anha) kalacağı odayı da mescidin hemen bitişiğine inşa ettirmiştir. Hicretin ikinci yılı Şevval ayında buraya Aişe validemizin (r.anha) odası katılmış, sonraki yıl-larda hanımları çoğalınca bu hücre evlere yenileri eklenmiştir.16 Hasan el-Basri çocukken söz konusu evlere girdiğini ve elini uzattığında tavana değe-cek alçaklıkta olduklarını söyler.17 Bir kısmı taştan, bir kısmı kerpiçten yapılma ve çatıları hurma kütü-ğü ve dalları ile kaplı bu evlerin genişliği hakkında Hz. Aişe’nin şu sözü bize bir fikir vermektedir: “Al-lah Rasülü gece namazı kılarken ben önünde uyur-dum. Secdeye gideceği zaman beni dürterdi, ben de ayaklarımı toplardım. Ayağa kalktığında tekrar uzatırdım. O zaman evlerde ışık yoktu.”18

Bununla birlikte Peygamber devrinde kabile temsilcilerinin ve misafirlerin mescitte ağırlanması, konumuza önemli misal teşkil etmektedir. Bir ra-mazan günü Allah Rasülü (s.a.v) ile görüşmeye ge-len Sakif kabilesi elçilerine mescitte kubbeli bölüm hazırlanarak burada ağırlanmışlardır. Gelen heyetin henüz Müslüman olmadığını belirtelim. Mescitteki misafirliklerinde İslam’ı seçmişler ve Allah Rasülü ile oruç tutmuşlardır.19 Hadiseyi nakleden başka bir kaynak, heyetin mescitte ağırlanmasının kalpleri-nin İslam’a yumuşaması amacına dönük olduğunu kaydeder.20 Farklı bölgeden gelen konukların şehrin en güzel ve oranın kimliğini en iyi yansıtacak yer-lerde ağırlanacağı şüphesizdir. Lüks konutlar ve ta-rihi mevkiler dururken Sakifli temsilcilerin mescitte

ağırlanması, saadet devrinde mescide atfedilen ha-yati rolü göstermektedir.

Suffa Mektebi: Mescitte Eğitim ve İbadet Birliği

Nebevi mescidin kuşatıcı ve işlevsel boyutunu anlatırken Ashab-ı Suffa’yı es geçemeyiz. Evleri ol-mayan bu sahabeler, Allah Rasülü (s.a.v) dönemin-de mescidin bir köşesindeki gölgelikte yaşamlarını sürdürürlerdi. Gidecek başka yerleri olmadığı için Allah Rasülü kendi evindeki yemeği onlarla bölü-şürdü. Müslümanlar maddi rahatlama elde edinceye dek bazıları akşam yemeklerini Allah Rasülü ile be-raber yemiştir.21 Abdullah İbni Mesud, Ebu Hureyre, Huzeyfe bin Yeman, Ebu Zer el-Ğıfarî, Bilal bin er-Rebah, Selman el-Farisî ve Ebu Said el-Hudrî gibi ilim ve cihad öncüsü seçkin sahabelerin mensup olduğu Suffa ehli, gündelik yaşantının birçok saf-hasını Allah Rasülü ile geçirerek Kur’ân ve sünnet muhassalasının sonraki nesillere aktarılmasında kilit rol oynamıştır.

Mescidin asr-ı saadette böylesi ilim ve irfan yu-vası oluşu ve helal haramlardan yeme içme adabı-na kadar dinin teorik yekününü öğrenmek isteyen Müslümanlara her daim kapısını açık tutması, nama-za hasredilmiş günümüz mescitleri için ders niteli-ğindedir. 5374 hadis rivayetiyle Ebu Hureyre başta olmak üzere dinin sözlü geleneğini aktaran öncü sahabelerin ekserisi Mescid-i Nebevi’deki Suffa ta-lebelerindendir. Abdullah bin Ömer şunu söyler: “Allah Rasülü devrinin gençleri olan bizler mescitte gecelerdik.”22 Sözün sahibinin 2630 hadisle en çok rivayette bulunan üçüncü sahabi olduğunu hesaba katarsak, o dönemde mescidin nasıl etkin bir eğitim yurdu olduğunu daha iyi anlarız. Yetmiş vahiy talibi-nin rahle-i tedrisinden geçtiği Suffa mektebi, mesci-din ilim ve zühd, ibadet ve eğitim birliği kazanma-sında çok önemli misyona sahipti. Ebu Hureyre’nin anlattıkları Suffedekilerin yaşadığı darlık ve sıkıntı-ları gözler önüne sermektedir:

“Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’a yemin ediyorum; öyle zamanlar olurdu ki açlığın şiddetinden karnımı yere yapıştırırdım.

Page 13: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم13 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Bazen de açlıktan karnıma taş bağlardım. Yine böy-le bir gün, sahabelerin geçtikleri yol üzerinde otur-muştum. Ebubekir uğradı. Ona Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Beni alıp evine götürür ve karnımı doyurur diye bekledim. Götürmedi. Sonra Ömer geçti. Ona da bir ayet hakkında fikrini sordum. Maksadım, karnımı doyur-masıydı. O da açlığımın farkına varamayıp geçip gitti. Daha sonra Ebu’l-Kâsım (a.s.m) geldi. Beni görünce gülümsedi ve yü-zümden durumumu anla-dı: “Ey Ebû Hüreyre!” dedi. “Buyur, yâ Resûlellah!” dedim. “Peşimden gel.” buyurdu. Ben de kendisini takip ettim. Resûlullah (a.s.m.) evine girdi. Ben de içeri girmek için müsaade istedim. Müsaade verdi, içeriye girdim. Resûlullah (a.s.m.) bir bardak süt buldu. Ailesine, “Bu süt nereden geldi?” diye sordu. “Filan kimse hediye getirdi.” dediler. Daha sonra, “Ey Ebû Hüreyre!” dedi. “Buyur, yâ Resûlellah!” dedim. “Suffe ashâbına git ve onları davet et. Onlar, Müslü-manların misafirleridirler. Onların ne mal mülkleri ne de aileleri vardır.” buyurdu. Peygamberimize (a.s.m) bir sadaka geldiği zaman onlara gönderir, kendisine bırakmazdı. Hediye geldiği zaman da onlara haber gönderir, kendisi de bir miktar alır, gerisini onlara verirdi. Ehl-i Sûffe’yi davet etmesi hoşuma gitmedi. “Bu süt, Suffe ehline çok az gelir. Halbuki ben buna daha çok muhtacım. Biraz içip derman bulsaydım. Şimdi onlar gelecek. Resûlullah bana emredecek, ben de bu sütü onlara ikram edeceğim. Neticede bana ya kalacak, ya kalmayacak” diye düşünüyor-dum. Ancak Allah ve Resûlü’ne itaatsizlik edemez-dim. Gidip onları davet ettim. Geldiler. İçeri girmek için izin istediler. Resûlullah onları içeri buyur etti. Eve girip yerlerini aldılar. Peygamberimiz (a.s.m), “Ey Ebû Hüreyre!” dedi. “Emret, yâ Resûlellah!”

dedim. “Sütü al, onlara ikram et!” dedi. Bardağı aldım ve sırayla dağıtmaya başladım. Birine verin-

ce, kana kana içiyor, sonra bardağı bana veriyordu. Bu şekilde Peygamberimize (a.s.m) kadar geldim. Orada bulunanların hepsi kana kana içmişti. Pey-gamberimiz (a.s.m) bardağı aldı ve elinde tutarak bana baktı. Gülümseyerek, “Ey Ebû Hüreyre!” dedi. “Emret, yâ Resûlellah!” dedim. “Sen ve ben kaldık.” dedi. “Doğru, yâ Resûlellah!” dedim. “Otur ve iç.” diye emretti. Oturup içtim. “Yine iç.” diye emret-ti. Oturup içtim. “Yine iç.” dedi. “Hayır, seni hak ile gönderen Zata yemin ederim ki artık içecek hâlim kalmadı!” deyinceye kadar “İç, iç.” demeye devam etti. En sonunda, “Bana ver.” dedi. Bardağı kendisi-ne verdim. Allah’a hamd edip Besmele çekti ve ka-lan sütü de kendisi içti.”23

Mescid-i Nebevi’nin Namaz ve İbadet Dışı Kullanılması

Cami ve mescitlerin İslam ümmeti için ne kadar çok yönlü ve merkezi bir fonksiyon ifa ettiğini en iyi şekilde Mescid-i Nebevi’nin namaz ve ibadet dışı kullanımlarında görüyoruz. Örneklerden ilki Sa’d b. Muaz’ın mescitte tedavi edilişidir. Sahih kaynakların Hz. Aişe’den aktardığına göre, Hendek Savaşı’nda

Page 14: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1414

yaralanan Sa’d b. Muaz için Peygamber Efendimizin (s.a.v) emriyle mescitte bir tedavi çadırı kurulmuş-tur. Asrı Saadette ilk hastane örneği gösterilebile-cek bu çadıra Efendimiz sık sık ziyarette bulunmuş, ihanet suçunu işleyen Kurayzaoğullarına cezai hükmü Sa’d bu halde vermiş, nihayet burada dar-ı bekâya irti-hal etmiştir. Aynı süreçte mescitte başka bir sağlık ça-dırı da Ğıfaroğullarından yaralananlar için kurulmuştu. 24

Diğer taraftan nebevi mescit, savaş kararının alın-dığı, harekât planının yapıldığı yerdir. Aynı sahih kay-naklar bize mescitte oturdukları sırada Peygamberimi-zin yanındakilere “hadi kalkın, Yahudilere gidiyoruz” dediğini nakleder. Ardından Yahudilere gidip üç defa “Müslüman olun, kurtulun” demiş, bu çağrı dikkate alın-mayınca sözlerini şöyle noktalamıştır: “Bilin ki yeryüzü Allah’ın ve Rasülünündür. Bulunduğunuz bu yerden sizi sürmek istiyorum. Yanında malı olan hemen satsın. Aksi halde bilin ki yeryüzü Allah’ın ve Rasülünündür.” Sözkonusu rivayet, büyük bir Yahudi kabilesiyle Müs-lüman halkı yakından ilgilendiren stratejik bir hamle-nin mescitte karara bağlandığını işaret etmektedir.25 Aynı şekilde Abdullah b. Cahş Seriyyesi’nin mescitten uğurlanması ve Uhud Gazvesi öncesi mescitte yapılan istişare toplantısı, mabetlerin birer askeri karargâh ve harp şura meclisi olduğunu net biçimde ortaya koy-maktadır.

Peygamber mescidinin namaz dışı bir diğer işlevi, adalet merkezi olmasıydı. Medine dönemi boyunca ge-rek Müslümanlar arasında gerekse ehl-i kitap arasında vuku bulan hukuki davaları Efendimiz mescitte itikâfa girdiği yerde hükme bağlamış, husumetleri burada çözmüş, kendisinden sonra raşid halifeler de aynı usu-lü benimsemişlerdir.26 Ka’b b. Malik ile İbni Ebi Hadred arasındaki borç davası, Efendimizin Cuma hutbesi ver-diği sırada bir adamın “bana had cezası uygula” deme-si, keza mescitte iki adamın lanetleşmesi bu hususun açık misalleridir.27 Mescidin mütevazı ve herkesi eşit-leyici ortamında davaların görülmesinin, zayıf-güçlü, büyük-küçük herkesin rahatça yargı mensuplarına ulaşabilmesi gibi bir hikmeti bulunmaktadır. Kur’an’da Hz. Davud’a gelen davacılarla ilgili olarak “sana dava-cıların haberi ulaştı mı? Hani onlar mabedin duvarına tırmanmışlardı”28 ayetini, o gün için de yargı işlerinin

mescitte yürütüldüğünün bir göstergesi olarak oku-mak mümkündür.29

Son olarak mescidin o dönemde devlet bütçesinin ve kamu harcamalarının idare yeri oluşunu ekleyelim. Vergileri toplama ve dağıtma işini kontrol eden Pey-gamber Efendimiz, mescitte toplanan malları gerekli yerlere dağıtmaktaydı. Aynı gelenek, hulefa-i raşidin döneminde de bir müddet devam etmiştir.30 Bu amaca dönük olarak nebevi mescide bitişik olan bir oda bey-tülmal olarak kullanılmış ve o gün meşrebe âliye, ğurfe ve hizâne adlarıyla anılmıştır. Odanın muhafızlığını Bilal el-Habeşi yapmıştır.31 Buna ayrıca Mescid-i Nebevi’de Peygamberimiz tarafından defaten dağıtılan ganimet ve haraç malları eklenince, mescit ve camilerin kamu harcama merkezi ve sosyal yardım noktası olma fonk-siyonlarının da bulunduğu anlaşılmaktadır.

Dipnotlar

1. es-Sîretü’n-nebeviyye, İbni Hişam, 1/196; Ensâbü’l-eşrâf, Belâzurî, 1/111.2. Mümin, 553. er-Ravzu’l-ünüf, Abdurrahman es-Süheylî, 2/2844. İslam Müesseselerine Giriş, Muhammed Hamidullah, s.525. el-Bidâye ve’n nihâye, İbni Kesîr, 3/2096. Sahîhu Müslim, 13997. Sünenü’t-Tirmizî, 324; İbni Mâce, 14118. Fethu’l-Bârî, İbni Hacer el-Askalânî, 7/339-3409. Sahîhu’l-Buharî, menâkıbü’l-ensâr, 46; Sahîhu Müslim, mesâcid, 910. et-Tabakâtü’l-kübrâ, İbni Sa’d, 1/240 11. ed-Dürratü’s semine, İbni Neccâr, 2/35612. Sünenü Ebî Davûd, 449; Sünenü’n-Nesâî, 689; Sünenü İbni Mâce, 73913. Sahîhu’l-Buharî, 1/17114. Delâilü’n-nübüvve, Beyhakî, 2/542; el-Meğanimü’l mütâbe fî maâlimi tâbe, Fîruzabadî, 15815. Delâilü’n-nübüvve, Ebu Nuaym el-Esbehânî, 1/330; Delâilü’n-nübüvve, Beyhakî, 2/52716. Bülbülü’l-Ravz, Şemsüddin ez-Zehebî; er-Ravzu’l-ünüf, Abdurrahman es-Süheylî, 4/16917. et-Temhîd limâ fi’l-Muvattai mine’l-meânî, İbni Abdilberr, 8/9818. Sahîhu’l-Buharî, Salât, 375; Sahîhu Müslim, Salât, 51219. Mu’cemü’l-kebîr, Taberânî, 17/44820. el-Müsned, Ahmed bin Hanbel, 4/21821. et-Tabakâtü’l-kübrâ, İbni Sa’d, 1/25522. el-Müsannef, İbni Ebî Şeybe, 2/8523. Sahîhu’l-Buharî, Rakâik, 608724. Sahîhu’l-Buharî, 2813; Sahîhu Müslim, 459825. Sahîhu’l-Buharî, 3167; Sahîhu Müslim, 459126. et-Terâtibü’l-idâriyye, Abdulhay el-Kettanî, 1/23027. ed-Dirâye fî tahrîci ehâdîsi’l-Hidâye, İbni Hacer el-Askalanî, 2/16828. Sâd, 2129. et-Terâtibü’l-idâriyye, Abdulhay el-Kettanî, 1/23130. Namaz ve Cami, Ensar Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Prof. Ziya Kazıcı’nın sunumu, s.23731. İslam Peygamberi, Muhammed Hamidullah, 2/1121

Page 15: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم15 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

TARİHÎSÜREÇTEMEDRESELERVE ISLAH PROJELERİ

TALHA HAKAN ALP

1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Arapça silmek, imha etmek, tohumu ezmek, öğrenmek ve okumak gibi anlamlara gelen “derase” fiilinden türeyen med-rese kelimesi, mekân ismi olarak “ders görülen yer” ve “kitap okuma mahalli” demektir.1 Bu kelimenin kavramsal anlamına ba-kıldığında medrese, sürekli ve sistemli eğitim görülen, ayrıca ta-lebe ve hocalarının her türlü ihtiyacını karşılayacak (kütüphane, yemekhane, yurt, hamam, revir ve vakıflar gibi) yan kurumları bulunan eğitim müesseseleridir.

Diğer açıdan medreselerle başta camiler olmak üzere sair eğitim müesseseleri arasında eğitim düzeni açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Medrese öncesi eğitim kurumlarında eğitim işi medreselere göre daha serbesttir. Medreselerde va-kıf sahiplerinin şartlarına göre müderrisler tayin edilirken ön-ceki eğitim kurumlarında -mesela camilerde- kendisini bu işe ehil bulan ve çevresinden yeterince destek gören hemen herkes ders verebilmekteydi. Ayrıca medreselerde okunacak ilimler ve bu ilimlerin hangi mezheplere göre okunacağı konusu vakıf şartlarına göre belirlenirken diğerlerinde bu konu hocaların tak-dirine göre belirlenmekteydi.

2. KURUMSAL MEDRESE ÖNCESİ İSLAMÎ EĞİTİM YERLERİ

Ev-Medreseler

Hicri 5. asırda kavramsal manada medreselerin ortaya çıkı-şından önce de elbette eğitim-öğretim faaliyetleri yürütülmek-teydi. Asr-ı saadetten başlayacak olursak, Mekke döneminde

Page 16: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1416

Hz. Peygamberimizin (s.a.v) toplantı yeri olarak kullandığı Zeyd bin Erkam’ın (r.a) evi aynı zaman-da ilk İslamî eğitim kurumudur. Zamanla alternatif eğitim kurumları çıkmış olmasına rağmen eğitim ta-rihindeki yerini koruyan evlere sonraki asırlardan bir örnek olarak İmam-ı Şafiî’nin talebesi er-Rabî’ bin Süleyman’ın evini gösterebiliriz. Kaynaklarda veri-len bilgiye göre İmam-ı Şafiî’nin kitaplarını okumak üzere yaklaşık dokuz bin kişinin binekleriyle birlikte er-Rabî’ın evi önünde toplandığı bildirilmektedir.2

Mescit ve Cami-Medreseler

Medine’ye hicretin ardından Mescid-i Nebevî’nin inşasıyla eğitim-öğretim genel olarak mescide taşın-mıştır. Medreseler yaygınlaşana kadar İslamî eğitim kurumlarının başında gelen mescitlere birkaç örnek olarak Mısır’da hicri 21 yılında inşa edilen Amr cami-sini, Şam’da hicri 87 yılında inşa edilen Emevî cami-sini, Bağdat’ta hicri 145 yılında inşa edilen Mansur camisini ve yine hicri 360 yılında Mısır’da inşa edilen Ezher camisini zikredebiliriz.

Ayrıca Medine’ye hicretin ardından Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde kurulan Suffa’yı özel olarak zikretmemiz yerinde olur. Suffa saadet asrında baş-ta fakir muhacirler olmak üzere kendini ilme veren-ler için yapılmış hem bir barınak hem de bir eğitim müessesesidir.3 Suffa’da yaklaşık olarak yetmiş sa-habinin kaldığı belirtilmekte ve burada eğitim gö-ren sahabilerin İslam’a yeni giren kabilelere muallim olarak gönderildiği bildirilmektedir.

Küttap ve Dâru’l-Kurra-Medreseler

Mescitlerin yanında küttap ve daru’l-kurra adı verilen başka eğitim kurumlarının varlığı da bilini-yor. İsimlerine cahiliyye döneminde de rastlanan4 küttapların, İslam dininin ilim tahsilini teşvikiyle ka-saba ve köylere kadar yayıldığı ve buralarda sayıları binlere varan talebelere eğitim verildiği kaydedilir. Mesela bu dönemde Dahhak bin Müzahim’in (v. 105 h.) idare ettiği küttaplardaki talebe sayısının üç bine

vardığı ve talebeleri denetlemek üzere binek kul-landığı rivayet edilmektedir. Yine hicri ikinci asırda, İbn-i Havkal’ın tespitiyle, sadece Sakliya’ya bağlı Balarm şehrinde üç yüz kadar küttap bulunduğu kaydedilir.5 Medreselerin kuruluşundan sonra da fa-aliyet gösteren küttaplar, çocuklara medrese öncesi okuma-yazma eğitiminin verildiği ilk mektepler ko-numundadır.

Kur’an Eğitimine Hasredilen Mekânlar: Daru’l-Kur’ân

Kaynaklarda genel okuma-yazma eğitiminin dı-şında sadece Kur’an eğitimine hasredilen bir eğitim kurumu olarak Daru’l-Kur’ânlardan söz edilir. Örne-ğin hicri birinci asrın sonlarına doğru Ebu’l-Kasım el-Belhî’nin muallimlik yaptığı ve çok sayıda öğren-cisinin bulunduğu bir Daru’l-Kur’ânın varlığından haberdarız.6

Araştırma Merkezlerinin Temelleri: Beytü’l-Hikme ve Daru’l-Hikme

Hicri ikinci asrın sonlarına doğru kütüphane ve tercüme kurumu olarak tesis edilen Beytü’l-Hikme (Daru’l-Hikme) özellikle aklî ve hikemî ilimlerin mü-zakere edildiği önemli bir kurumdur. Musul’da Ebu’l-Kasım Cafer el-Mavsılî (v. 333. h.) Daru’l-İlm adın-da bir kütüphane inşa ettirmiş ve içerisine hemen bütün ilimlerle alakalı kitapları toplayarak insanların hizmetine sunmuştur. Bunlar gibi hicri 395 yılında Kahire’de inşa edilen Daru’l-Hikme de içinde her çeşit kitabın bulunduğu ve her ilim dalından âlimin toplanıp ilmî müzakerelerde bulunduğu eğitim ku-rumlarındandır.

Kitapçılardan Saray Odalarına Diğer Eğitimhâneler

İsimlerine yer verdiğimiz bu kurumların yanın-da bazı kitapçıların da (Havanîtü’l-Verrakîn) ilmî tartışmalar için kullanıldığı bilinmektedir. Yakut el-Hamevî, Cahız’ın bu gibi dükkânlardan kiralayıp

Page 17: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم17 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

araştırma yapmak üzere kullandığını nakleder. Bun-lardan başka emir ve vezirlerin sarayları da ilmî ve edebî meclislerin tertip edildiği eğitim kurumları arasında zikredilebilir. Ayrıca bu saraylarda devlet adamlarının evlatlarına özel derslerin verildiği bi-linmektedir. Hatta saraylarda eğitim veren hocalara özel olarak müeddip adı verilmiştir.7

3. İSLAM DÜNYASINDA KURUMSAL OLARAK MEDRESELERİN DOĞUŞU

Kısa tarihî seyrin ardından asıl konu-muza dönelim. Bildiğimiz şekliyle med-reselerin inşa ve imar süreci, hicri beşin-ci asrın ortalarında büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün (v. 485 h.) Bağdat’ta inşa ettirdiği Nizamiye medresesiyle başlar. Bağdat’ın dışında Isfahan, Rey, Nişa-bur, Merv, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amul gibi şehirlerde de Nizamülmülk’ün inşa ettirdiği medreseler bulunmaktadır. Bazı kaynaklar onun Irak ve Horasan’ın her şehrinde bir medrese kurduğunu ve Nişabur’da bir hastane (bimaristan) ve Bağdat’ta bir ribat inşa ettiğini yazar.8

Nizamiye Gerçekten İlk Medrese mi?

Aslında yaygın kanaatin aksine, ilk İslam medreselerinin Nizamiye medrese-lerinden çok daha önce kurulduğunu söyleyebili-riz. Bağdat’ta kurulan Nizamiye medresesinin ilk medrese olmadığını ileri süren Tacettin es-Sübkî, Beyhakiyye ve Sa’diyye medreseleri başta olmak üzere Nişabur’da Nizamiye’den önce kurulmuş dört medreseden söz eder ve bunlardan önce de başka medreselerin bulunduğuna işaret eder. es-Sübkî Ni-zamiye medreselerinin ilk İslam medreseleri olarak tanınmasını ilk olarak bu medreselerde hoca ve ta-lebelere ücret verilmiş olmasına bağlar.9

Bir diğer tarihçi el-Makrizî ilk medrese fikrinin hicri üçüncü asrın sonlarına tesadüf ettiğini söyler.

el-Makrizî’nin (v. 845 h.) beyanlarından, İslam dün-yasında kavramsal anlamıyla ilk medrese planının Abbasî halifesi el-Mutedıd Billah’a ait olduğunu öğ-reniyoruz. el-Mutedıd Billah, Bağdat’ta sarayını inşa ettirirken inşaat alanını geniş tutmuş ve saray bina-sından arta kalan alana eğitim binaları yaptırmayı planlayarak bu binalarda ilim-sanat erbabına ücret-siz eğitim-öğretim imkânı sunmayı hedeflemiştir.10 Ne var ki el-Mutedıd Billah’ın bu planını gerçekleşti-

rip gerçekleştirmediği hakkında bilgi sahibi değiliz. Kaynaklarda kurulduğu kesin bilinen ilk medresenin Nişabur’da Hassan el-Kureşî el-Ümevî’nin (v. 349 h.) medresesi olduğu belirtilmekte ve yine bu yıllarda Ebu Hatim İbn-i Hayyan et-Temimî’nin ismine nispet edilen bir medresenin varlığı bilinmektedir.11

Muasır araştırmacılardan Naci el-Maruf da, Nizamiye medreselerinden önce Horasan ve Maveraünnehir’in çeşitli bölgelerinde sayıları otuz üçe varan muhtelif medreselerin bulunduğunu belirtir.12 Fakat gerek es-Sübkî’nin değindiği maaş uygulaması, gerekse ilk örneklerine göre daha

Page 18: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1418

sistemli ve sürekli eğitim vermesi sebebiyle Niza-miye medreseleri İslam dünyasında ilk medreseler olarak tanınmıştır.13 Bu bakımdan bazı muasır araş-tırmacılar, Nizamiye medreselerinden önce kurulan medreseleri küçük medreseler olarak tanımlarken daha sonra kurulan medreseleri büyük medreseler olarak tanımlamaktadır.14

Nizamiye Sonrası Medrese Geleneği

Nizamiye medreselerinden sonra medrese ge-leneğinin İslam coğrafyasının hemen her bölgesine yayıldığını görüyoruz. Başta devlet adamları olmak üzere toplumun ileri gelenleri tarafından kasaba ve köylere varıncaya kadar çok sayıda medrese inşa et-tirilmiştir. Nuaymî (v. 978 h.) Dimeşk medreselerini tanıtmak için kaleme aldığı ed-Daris fi tarihi’l-medaris adlı eserinde -Daru’l-Kur’ân ve Daru’l-Hadislerin dışında- bu şehirde kurulan tam 130 adet medrese hakkında bilgi vermektedir. Yine Makrizî (v. 845 h.) el-Hıtat adlı eserinin Mısır medresele-rini tanıttığı bir bölümünde 75 kadar medrese ismi zikretmektedir. Ayrıca Coğrafya bilgini İbn-i Cübeyr, hicri altıncı yüzyılda Bağdat’ın doğu tara-fında 30 kadar medrese bulunduğunu ifade etmektedir.15

Okutulan İlimler ve Müstakil Daru’l-Hadis Binaları

İslamî eğitim kurumları içinde en önemli mevkii ihraz eden medreselerde başta şer’î ilimlerle alakalı eğitim verilmekte ve tek bir mezhebe göre tedrisat yapılan medreselerin yanında iki veya dört mezhebe göre tedrisatın yapıldığı medreseler de bulunmak-taydı. Mesela hicri 631 yılında Bağdat’ta Halife el-Mustansır Billah tarafından kurulan el-Medresetü’l-Mustansıriyye’de aynı anda farklı hocalar tarafından dört mezhebe göre eğitim verilmekteydi.16 Bu med-

reselerde şer’î ilimlerin yanında lügat ve edebiyat ilimleri öğretilmekte; hatta bunlardan başka mantık, matematik, hikmet, tıp ve astronomi ilimleriyle ala-kalı dersler verilmekteydi. İslamî ilimler arasında ha-dis eğitimine ayrıcalık tanındığı için bu ilimle alakalı eğitim genelde Daru’l-Hadis diye anılan müstakil ya da medreselere bitişik özel binalarda verilmiştir.

4. SELÇUKLU VE OSMANLI’DA İLK MEDRESELER

Yoğunluklu olarak Arap coğrafyasında manzara böyle olmakla birlikte, Anadolu topraklarında med-reselerin gelişim süreci nasıldı? İlk olarak Selçuklu-lar döneminde yaygınlaşan medreseler Anadolu’ya

da Selçuklular eliyle girmiştir. Bu bağlamda en eski Anadolu medreseleri hicri yedinci asırda inşa edilen Konya medreseleridir. Bunlar hicri 640 yılında inşa edilen Sırçalı medresesi, hicri 649 yılında inşa edilen Karatay medresesi ve hicri 674 yılında inşa edilen İnce Minareli medresesidir.

Selçukluların eğitim anlayışını kendilerine örnek alan Osmanlılar da medrese faaliyetlerine ağırlık vermiş ve ilk padişahlardan itibaren memleketin

Page 19: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم19 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

muhtelif bölgelerinde büyük medreseler inşa etmiş-lerdir. Osmanlı beyliğinin kuruluşundan yaklaşık 32 yıl sonra, ilk Osmanlı medresesi Orhan Gazi tarafın-dan hicri 730 (veya 731) yılında İznik’te kurulmuş ve Davud-ı Kayserî (v. 751 h.) buraya baş müderris ta-yin edilmiştir. Bursa’nın fethiyle beylik merkezi bu-raya taşınarak medrese faaliyetleri Bursa’ya geçmiş ve oradan da Edirne’nin fethi üzerine beyliğin bu-raya taşınmasıyla burada çok sayıda medrese inşa ettirilmiştir.

Gerçekten de Osmanlı eğitim tarihi üzerine ya-pılan araştırmalara göre, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da Sahn-ı Seman medreselerini (Medaris-i Semaniye) inşa ettirmesine kadar medrese faaliyet-leri devletin siyasî ve kültürel merkezleri olan İznik, Bursa ve Edirne’de icra edilmiştir. İstanbul’un fethi-nin ardından kurulan Sahn-ı Seman medreseleri, Sü-leymaniye Külliyesinin kurulduğu miladi 1557 yılına kadar devletin en yüksek eğitim kurumları olarak ün salmıştır.

Sahnı- Seman’ın Bölümleri

Sahn-ı Seman medreselerinin kuruluşu üzeri-ne yapılan düzenlemelerle medreselerin sınıfları ve bölümleri yedi mertebeyken Süleymaniye Külliyesi-nin kuruluşuyla bu sınıflar ona yükselmiştir. Miladi 1557 yılından itibaren Osmanlı eğitiminde geçerli olan on sınıf şunlardan ibarettir: İbtida-i Hariç, Hareket-i Hariç, İbtida-i Dahil, Hareket-i Dahil, Musıla-i Sahn, Sahn-ı Seman, İbtida-i Altmışlı, Hareket-i Altmışlı, Musıla-i Süleymaniye ve Süleymaniye.

Miladi on sekizinci asrın başlarından itibaren bu sınıflara Hamise-i Süleymaniye ve Daru’l-Hadis-i Süleymaniye sınıfları eklenerek bunlar on iki sınıfa yükselmiş ve medreselerle ilgili son ıslah hareketi olarak 1914 yılında Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medrese-lerinin kuruluşuna kadar bu derecelendirme geçer-liliğini korumuştur.17 İlk şekliyle Sultan Fatih tarafın-dan ihdas edilen bu sınıflar başlıca dört grupta tahlil

edilebilir. Hâriç sınıfları, Dâhil sınıfları, Sahn-ı Seman sınıfları ve Süleymaniye sınıfları.

Müfredat İçerikleri

Elimizde medreselerde okutulan ilimlerin han-gi sınıflara tekabül ettiğini detaylı olarak gösteren belgeler bulunmuyor. Bu nedenle yukarıda belirtilen sınıflarda tek tek hangi kitapların okutulduğu ve her bir sınıfın hangi seviyeye tekabül ettiği konusunda net bilgi veremiyoruz. Bununla birlikte Hâriç med-reseleri daha çok alet ilimlerinin tahsil edildiği med-reseler iken Dâhil medreseleri daha yüksek düzeyde eğitim verilen medreselerdi. Cevdet Paşa’nın şu ifa-deleri sözkonusu kanaati desteklemektedir:

“…Talebeden biri danişment olmak murad ey-lerse ibtida ulemadan bir zata varıb Hâriç dersleri-ni yani mukaddimat-ı ulûmu talim ve tahsil ettikten sonra ol zatın tavassut ve delaletiyle müderrisînden birine varub ve dahilî derslerini görüp Sahn dersleri-ne kesb-i liyakat eylerdi ve Sahn medreselerine dâhil olabilmek için onların idadiyesi hükmünde bulunan medreselerde ikmal-i ulûmu mürettebe etmek lazım gelirdi ki, bunlara Mûsıla-i Sahn deniliyor.”18

Cevdet Paşa’nın mukaddimat-ı ulûm dersle-rinin okutulduğu medreseler diye nitelendirdiği Hâriç medreselerinden önceki ilk üç sınıfta; başlıca Kelam ilminden Haşiye-i Tecrit, Belağat ilminden Şerhu’l-Miftah okutulduğu ve yine Kırklı medrese-lerde Şerh-i Mevakıf ve Şerh-i Makasıt gibi kitaplar okutulduğu nazar-ı dikkate alınırsa, Osmanlıların ilk devirlerinde ilmî seviyenin ne kadar yüksek olduğu daha iyi anlaşılır. Ayrıca ilk sınıfın Haşiye-i Tecrit sını-fı olduğunu düşünürsek, ders programlarına bakıldı-ğında bugünkü medreselerin yukarıdaki hiyerarşide on sınıf içinden ancak birinci sınıfa dâhil olabileceği görülür.

Page 20: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1420

Sahn-ı Seman’a Kabul Şartları ve İhtisas Medreseleri

Yukarıda sırasıyla isimleri belirtilen bu medrese-lere girebilmek için önce sıbyan mekteplerinde oku-ma ve yazma eğitimi almak gerekmekteydi. Sıbyan mekteplerinde eğitimini tamamlayan bir talebenin bu medreselerdeki toplam tahsil süresi nizamî olarak yaklaşık on beş senedir. Osmanlı eğitim sisteminde umumî medreselerin dışında bir de ihtisas medre-seleri bulunurdu. Bunlar Daru’l-Hadis, Daru’l-Kurra ve Daru’t-Tıptır. Umumî medreseleri ikmal eden bir talebe tercihine göre ya memuriyet hayatına atılır ya da bu medreselerden birine girerdi.

5. OSMANLI MEDRESELERİNİ ISLAH PROJELERİ

Osmanlılarda medrese faaliyetleri Sultan Fatih devrine kadar belli bir vasatta seyir ederken Sultan Fatih’in düzenlemeleriyle daha sıkı ve sistemli hale getirilmiştir. Miladi on altıncı asrın ortalarına kadar medreselerde bu düzen korunmuşsa da daha son-raki tarihlerde istismarın önüne geçilememiş ve eği-tim işi bütünüyle gevşemiştir.

Çözülmenin Nedenleri

Osmanlı medreselerinin eski disiplin ve düzenini kaybetmesinin en önemli sebebi, üzücü ki iltimastır. Gerek sınıf geçme sırasında gerekse görev alma sı-rasında ilmî kudreti olmayan kimseler zadegânlık ve iltimas yoluyla isteklerine ulaşmada sıkıntı çekme-miş ve böylece toplumda liyakatsiz müderris ve ka-dıların sayısı artmıştır. İstismarın yanında on altıncı asırdan itibaren Osmanlı devletinin siyasî, iktisadî ve askerî alanlarda maruz olduğu zafiyet ilmiye sınıfına da sirayet etmiş, devlet bütün kurumlarıyla durak-lama ve çökme dönemine girmiştir. İdarî aksaklığın yanında medreselerde ilmî anlamda da bir durak-lama ve gerileme dönemi yaşanmış ve medreseler muasır Avrupa topluluklarında baş gösteren ilmî ve felsefî hareketleri takip edemeyecek hale gelmiştir.

Başta Kâtip Çelebi olmak üzere birçok araştırmacı, Osmanlı medreselerindeki ilmî durgunluğu, aklî ve tecrübî ilimlerin ihmaline bağlamaktadır.

Islah Çabaları

On altıncı yüzyılın son yarısından itibaren ilmiye sınıfındaki bozukluğu ortadan kaldırmak amacıyla temelde medreselerle ilgili ıslah çalışmalarının baş-latıldığını görüyoruz. İlk olarak 15 Ekim 1577 tarihin-de III. Murat tarafından verilen fermanda; ulemanın Fatih Sultan Mehmet’in koyduğu kanunlara uyması, talebenin derslerinden başka işlerle meşgul olma-ması ve makam elde etmek için usulsüzlük yapılma-ması konusunda önemli ihtarlar yer almaktadır.

Medreselerin ıslahı için on sekizinci asrın baş-larında ve ortalarında da bazı girişimlerde bulunul-muş ve fakat bunlar uzun vadeli sonuç vermemiştir. Artık eski ihtişamını yitiren medreselerle ilgili olarak Tanzimat’tan sonra tekrar iyileştirme çalışmaları ya-pılmış; fakat her nedense medreseler modernleşen Osmanlı toplumunda hak ettiği ilgiyi bulamamıştır. Haliyle dönemin yeni tesis edilen mekteplerinin göl-gesi altında kaybolmaya yüz tutmuşlardır.

Nihayet 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra daha ciddi ıslah hareketleri gözlenmiş ve Tophane medresesindeki açılışın ardından çıkarılan 26 Şu-bat 1909 tarihli Medaris-i İlmiye Nizamnamesi ile medrese tahsili on iki yıl olarak kabul edilmiştir. Bu nizamnameye göre dinî ilimlerin yanında matema-tik, coğrafya, tarih, felsefe, fizik, kimya, astronomi ve kozmografya gibi dersler medrese müfredatına dâhil edilmiştir. Ancak bu teşebbüs de beklenen sonucu veremeyince yeni ıslah hareketleri beklen-miştir.

Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Projesi

Bununla birlikte medreselerdeki esaslı ıslahat Mustafa Hayri Efendi’nin Şeyhülislamlığı sırasında dört yıllık çalışmalar sonunda gerçekleştirilmiştir.

Page 21: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم21 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Bu çalışmalar bağlamında 1914 senesinde, öncelik-le hilafet merkezi olan İstanbul’daki medreselerin iyileştirilmesi planlanmıştır. Bu meyanda İstanbul medreseleri Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medreseleri adı altında toplanarak yeni bir eğitim-öğretim planı uy-gulanmıştır.

Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medresesi, başarılı bir plan olmasına rağmen faaliyeti döneminde Osmanlı Devleti I. Dünya savaşına girmiş, umumî seferberlik ilan edilerek gençlerin harbe iştirak etmesi üzerine talebe ve zaman sıkıntısı çekildiğinden beklenen verimliliği gösterememiştir. Son olarak medreseler 430 sayılı ve 3 Mart 1924 tarihli tevhid-i tedrisat (öğretim birliği) kanunuyla Maarif vekaletine dev-redilmiş ve ardından kapatılmıştır. O zamana kadar bu medreselerde eğitimine devam eden talebeler Daru’l-Fünun bünyesinde açılan ilahiyat fakültesine naklolunmuştur.19

Her ne kadar Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medresesi uzun süre eğitim veremeden kapatılmışsa da, biz bu girişimi, yirminci yüzyılın başlarında medrese tasav-vuruna iyi bir model teşkil etmesi ve kurucularının Osmanlı eğitim tarihi boyunca elde ettikleri tecrübelerini yansıtan bir plan üzerine oturması açısından günümüz medrese faaliyetleri için önemli buluyoruz.

Daru’l-Hilafeti’l-Aliye Medreselerinin Getirdiği Yenilikler

Nizamnamenin tanıtım kitap-çığından anlaşılacağı üzere, Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinin getirdiği en önemli yenilik, eğitim sistemi ve anlayışıyla alakalıdır. Bir kere sınıf sistemi ilk defa Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinde uy-gulanmıştır. Bundan önce medrese sisteminde eğitim takvimi senelere

göre değil, okutulan kitaplara göre belirlenmektey-di. Mesela bir kitap ismi olan Haşiye-i Tecrit eski medrese sisteminde bir sınıfın adıdır. Bir talebenin bu sınıfı geçebilmesi aynı zamanda mezkûr kitabı okuması anlamına gelirdi. Bu kitabı okuması için net bir takvim de belirlenmiş değildi. Oysa Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinde eğitim süresi on iki sene olarak takdir edilmiş ve sınıf geçme işi sene sonu yapılacak umumî imtihanları kazanmaya bağ-lanmıştır.

Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medreselerinde göze çar-pan bir diğer yenilik, ehliyet ve liyakat konusunda gösterilen titizliktir. Nizamnamede görüleceği gibi gerek medreseye kayıt aşamasında gerekse sınıf geçme aşamasında talebeler imtihana tabi tutul-makta ve seviye tespitine büyük önem verilmek-tedir. Bundan önceki dönemlerde de liyakat tespiti için belli usuller çerçevesinde imtihanlar yapıldığı bilinmektedir; fakat bu imtihanların zamanla kuru bir formalite haline döndüğü ve adam kayırmacılı-ğın yaygınlaştığı hususu hemen her tarihçinin ifade ettiği bir konudur.

Page 22: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1422

Projedeki asıl önemli değişiklik ders programı ve müfredatla alakalıdır. İlk defa Türkçe, Türk tarihi ve müspet ilimler bu medreselerde tedris edilmiştir. Ders programında görüldüğü üzere, farklı yoğunluk-larla medresenin ilk altı sınıfında Türkçe dilbilgisi ve Edebiyat dersleri bulunmaktadır. Yine ders progra-mında gördüğümüz kadarıyla medresede; Coğrafya, Sosyal bilgiler, Hukuk, Fen bilgisi (alt bilimleriyle), Matematik (alt bilimleriyle), Usul-i defterî, Ziraat bil-gisi, Sağlık bilgisi, İktisat, Felsefe, Kimya, Astronomi ve Sosyoloji gibi gayr-ı dinî ilimler de öğretilmekte-dir.

Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesinin ders prog-ramındaki ıslahat sadece Türkçe dersleri ve modern bilimlerle sınırlı değildir. Bunun dışında İslam tarihi, dinler tarihi, mezhepler tarihi ve İslamî ilimler tarihi gibi geleneksel medrese müfredatında olmayan bir-çok ders sözkonusu programda yer almaktadır. Bu açıdan Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi, programın-da gayr-i dinî ilimlere yer vermekle medrese eğitim sisteminde genel olarak, dinî ilimlerde de özel olarak bir değişim başlatmıştır. Bir bakıma Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesinin, geleneksel medrese müfredatı-nın yanında, İlahiyat Fakülteleri ve genel olarak İslam dünyasında bulunan el-Camiatü’l-İslamiyyelerdeki ders programını da ihtiva ettiğini söyleyebiliriz.

Eğitimde Dinî ve Gayr-i Dinî Alan Ayrışması

Aslında yetkililer programda yaptıkları bu deği-şiklikle medreseleri dönemin gözde eğitim kurumları olan mektepler seviyesine çıkartmak istemişlerdir. Nitekim o dönemde devlet ricali medreselerden el-lerini çekerek mekteplere yönelmiş ve medreseleri kaderiyle baş başa bırakmışlardır. Bu durum 19. yüz-yıldan itibaren Batıda hızlanan ilmî ve felsefî hareket-liliğin Osmanlı topraklarına yansımasıyla alakalıdır. Batıdaki Rönesans hareketleri ve sonrasında yaşanan ilmî, felsefî ve siyasî gelişmeler devlet ricali ve ay-dınlar tarafından merakla izlenmiş ve bundan böyle Osmanlı eğitim sistemi Batıya göre yönünü belirle-meye başlamıştır. Bunun ilk sonucu olarak eğitimde dinî alanla gayr-ı dinî alan ayrışma ve çatışması baş göstermiş ve klasik dönemin yegâne eğitim kurumu olan medreselere karşı modern bilimlerin öğretildiği

mektepler alternatif oluşturmaya başlamıştır.

Günümüz İslamî Eğitim Kurumları İçin Tarihî Tecrübe

Sonuç olarak Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi altı yüzyıllık Osmanlı medrese geleneğinin son halkasıdır. Ayrıca modernleşme eğilimlerinin yoğun olduğu bir dönemde kaybolmaya yüz tutan medrese mirasını ihya planının olabilecek en iyi eseridir. Bundan başka Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi; Ahıskalı Ali Haydar efendi (Efendi Baba), Elmalılı Muhammet Hamdi efendi, Düzceli Zahit efendi (Kevserî), Ömer Nasuhi Bilmen efendi, Mehmet Akif Ersoy, Tahiru’l-Mevlevî ve İzmirli İsmail Hakkı bey gibi mümtaz şahsiyetlerin müderrislik yaptığı bir kurum olarak devr-i inşasında pek gözde bir ilim müessesesidir. Bu bakımdan gü-nümüz İslamî eğitim kurumları Daru’l-Hilafeti’l-Âliye medresesi tecrübesini hafife almayıp programı iyice incelemeli ve bugünün şartlarını göz önünde bulun-durarak programlarını yeniden düzenlemelidir.

Dipnotlar

1. es-Sıhâh, Ebu Nasr el-Cevherî, d-r-s mad.

2. el-Ümm, mukaddime kısmı, c.1, s.34. İmam Şafiî.

3. et-Tabakatü’l-kübra, c. 1, s. 196, İbni Sa’d.

4. Lemehât fi’l-mektebe ve’l-bahsi ve’l-mesadir, s. 30, Muhammet

Accâc el-Hatip.

5. el-İmaratü’l-İslamiyye, s. 14, Kamil Haydar.

6. el-Muctemeu’l-medenî, s. 92, Ekrem Ziya el-Ömerî.

7. el-İmaratü’l-İslamiyye, s. 14-16, Kamil Haydar.

8. Tabakatü’ş-şafiiyyeti’l-kübrâ, c. 3, s. 6, Tâcü’s-Sübkî.

9. Tâcü’s-Sübkî, a. g. e., s. 7. Bu hususu daha önce el-Makrizî de teyit

etmiştir. Bkz., el-Hıtat, c. 4, s. 199.

10. el-Hıtat, c. 4. s. 199, el-Makrizî.

11. Kamil Haydar, a.g.e., s. 24.

12. Kamil Haydar, a.g.e., s. 25.

13. İslam Eğitim Tarihi, s. 48, Ziya Kazıcı.

14. Kamil Haydar, a.g.e., s. 23, 24.

15. Ziya Kazıcı, a. g. e., s. 45.

16. el-Havadisü’l-camia, s. 59, İbnü’l-Fûtî.

17. Osmanlı Medreselerinde İlim, c. 1, s. 37, Cevat İzgi.

18. Osmanlı Devletinde Çağdaşlaşma ve Eğitim, s. 22, Hamit Er.

19. Osmanlı Medreselerinin Eğitim Programları, s. 15, Ömer Özyılmaz;

İslam Eğitim Tarihi, s. 102, Ziya Kazıcı.

Page 23: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم23 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

KAVRAMSALVE VAHYÎ AÇIDANCAMİ VE MESCİTLER

1. Mescit ve Caminin Kelime Tahlilleri

Arapçada başı öne eğerek yere kapanmak ve alnı yere koy-mak anlamındaki “secede” fiilinden veya “sücûd” kökünden ge-len mescit kelimesi, secde edilen yer, zaman veya el ve alın gibi kendisiyle secde edilen uzuvlar anlamına gelir.1 Kelime bu şekil-de kesreli harekeyle (mescid) ism-i mekân olduğu gibi, fethalı haliyle (mesced) masdar olmaktadır. Kulun Rabbine en yakın olduğu namaz rüknü olması yönüyle secde mahalli bütün bir namaza isim verilirken, daha sonraları örfün etkisiyle mescit, na-maz için hazırlanan ve insanların ibadet niyetiyle girip çıktıkları özel mekânın adı olmuştur.2

Cami kelimesi ise Arapça dağınık şeyleri bir araya getirmek manasındaki “cemaa” fiilinin ism-i failidir ve birleştirici, derleyici anlamına gelmektedir.3 İslam’ın ilk dönemlerinde cami ifadesi büyük namazgâh ve ibadet mahalli olarak bugünkü terimsel anlamıyla ve müstakil olarak değil, el-mescidü’l-câmi (Cuma kılınan büyük katılımlı mescit) şeklinde mescitlerin ek özelliği olarak, sözlük anlamında kullanılmıştır. Buhari ve İbni Mace’de aynı adla yer alan bazı bap başlıkları bunu teyid etmektedir.4

Buna göre tek başına mescit ifadesi, sadece beş vakit na-mazın eda edildiği küçük çaplı ibadethaneleri anlatıyorken, el-câmi sıfatını alan mescitler, cumaların kılındığı bölgenin büyük katılımlı ibadethanelerini ifade etmektedir. Şehirlerin büyüme-siyle halife ve vali dışındaki alt dini ve mülki mercilerin de cuma kıldırıp hutbe irad ettiği daha sonraki süreçlerde cami kelimesi tek başına kullanılmaya başlanmıştır. 5

ADEM ÖZÇELİK

Page 24: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1424

2. Yeryüzündeki İlk Mescit

Konuyla ilgili Kur’an ayeti şöyledir: “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insan-lar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke’deki (Kâbe)dir.”6 Burada tarihteki ilk meskenden mi yoksa ma-betten mi bahsedildiği noktasında tefsirciler ihtilaf halindedir. Bazı âlimler, ayette anlatılanın normal ev değil, bereket ve hidayet kaynağı niteliğindeki bir mescit olduğunu söylemiş, diğer bazısı yerler ve göklerden önce ilk yaratılan şeyin bu ev olduğunu kaydetmiştir.7

Bununla birlikte konuyla ilgili rivayetlerin ve gü-venilir âlimlerin birinci görüşü desteklediğini görü-yoruz. Ebu Zer (r.a) bir keresinde Hz. Peygamberi-mize (s.a.v) hangi mescidin ilk olduğunu sormuş, o da önce Mescid-i Haram, sonra Mescid-i Aksa ceva-bını vermiştir. Nebevi beyana göre aralarında geçen süre kırk senedir.8 Diğer taraftan ilgili ayetteki “in-sanlar için kurulan” ifadesi, sözkonusu yapının -sa-dece belli kişilere mahsus olan diğer evlerin aksine- bütün insanlar arasında müşterek oluşunu gerektirir. Bu ise ancak buranın itaat ve ibadet için insanların kıblesi olarak inşa edilmesiyle mümkündür.9

Mekke’deki mabedin ilk oluşu, haliyle akla bir ikinciyi ve onun değer bakımından Mekke’dekine benzer olduğunu getirmektedir. Ebu Zer hadisi bize ikinci ibadethanenin Mescid-i Aksa olduğunu söylü-yor. Zamansal olarak değil de değer olarak bunlara yine hadisler tarafından Mescid-i Nebevî eklenmiş-tir. Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Ancak şu üç mescide yolculuk düzenlenir: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim şu mescidim.”10 Bunların diğer mescitlere üstünlüğü, peygamber mescitle-ri olmaları; ilkinin insanların kıblesi ve hac noktası, ikincisinin geçmiş ümmetlerin kıblesi olması, üçün-cüsünün de takva üzere inşa edilmesi yönüyledir.11

3. Kur’an ve Sünnette Mescitlerin Yeri

Kur’an-ı Kerim’in 25 yerinde mescit kelimesi te-kil ve çoğul haliyle geçer. Çoğul kullanımlarda genel ibadethaneler olarak mescitlerden, tekil kullanım-larda ekseriya Mescid-i Haram’dan bahsedilir. Konu-muz açısından mescitlerin ortak noktalarını vurgula-yan birkaç ayeti görmek yerinde olacaktır.

Konuyla İlgili Ayetler

1- “Ey insanoğulları, her mescide girişinizde gü-zel elbiseler giyiniz. Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyi-niz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”12 Kaynaklar bize bu ayetin cahiliye döneminde Kâbe’yi gecele-yin çıplak tavaf etme uygulaması üzerine nazil ol-duğunu aktarır.13 Burada zımnen mescitlerin hayatın tabii seyrinden çıkılacak mekânlar olmadığının ve her halükarda fıtrata ters düşen dindarlık algısının hakikatle örtüşmeyeceğinin altı çizilmektedir.

2- “Mescitler Allah’ındır. Öyleyse (oralarda) Allah’la birlikte başka birine yalvarmayın.”14 Bu ayet-i kerime mescitlerin en temel amacını çok iyi biçim-de vurgulamaktadır. Yahudi ve Hıristiyanların havra ve kiliselerde şirk ritüelleri geliştirmelerine karşılık Müslümanlar uyarılmış, dini yozlaştıran bidat ve hurafelere sosyal hayatta tanınan esnekliğe mescit-lerde kesinlikle müsamaha gösterilmeyeceği beyan edilmiştir.15 Aynı zamanda bütün ibadetlerde yegâne hedefin rızâ-i bâri olması gerektiği hatırlatılmıştır.

3- “Allah’a ortak koşanlar, kendi kâfirliklerine bizzat kendileri şahitlik ederken, Allah’ın mescitleri-ni imar etmeye layık değildirler. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî kalacaklardır. Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret günü-ne iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır. (Ey müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı

Page 25: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم25 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” 16

İbni Abbas’ın (r.a) anlattığına göre, yukarıda-ki ayetler Bedir Savaşı’nda esir düşen Abbas bin Abdulmuttalib ile Müslümanlar arasında geçen bir tartışma üzerine nazil olur. Müslümanların kendisini ayıplamalarına kızan Abbas, kötülüklerinden değil,

Mescid-i Haram’ı imar etmeleri, Kâbe’yi giydirmele-ri ve hacılara su dağıtmaları gibi müşriklerin güzel alışkanlıklarından bahsetmelerini istemiştir. Nihayet inen ayetler, iman olmadan hiçbirinin kıymet-i har-biyesi olmadığını beyan etmiştir.17 Son ayetin diğer bir mesajı şudur: İslam’ın ve insan olmanın yüklediği (zulme ve küfre karşı mücadele etmek gibi) temel görevlere karşı duyarsız olunduğu sürece, Allah’ın evine hizmet etmek gibi yüce ve nezih bir davranı-şın bile anlamı yoktur. Günümüzde mevcut bulunan farklı dindarlık anlayışlarının değerlendirilmesinde bu ayet bize rehberlik etmektedir.18

4- “Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılması-na engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara an-cak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.”19 Mescitlerin Kur’an’daki yerini çok iyi özetleyen bu ayet bazı tefsircilere göre geç-mişte Mescid-i Aksa’yı harabeye çeviren Buhtunnasr ve Hıristiyanlar, bazılarına göre Hudeybiye yılında

Hz. Peygamberimizi ve Müs-lümanları Mescid-i Haram’a girmekten alıkoyan Mekke müşrikleri hakkında inmiştir. Kıyamete dek bütün mescit-lerin yıkım veya engellenme-sini anlattığı yorumu daha isabetli gözükmektedir.20 Âlimler nassın konuya at-fettiği öneme binaen mes-citlerin yıkımını, satışını ve bulunduğu mahal eskise bile atıl hale terkedilmesini caiz görmemişlerdir.21 Dinin en temel rüknü olan namazın cemaatle eda edildiği mes-citlerin bu kadar önemi haiz olması tabiidir.

Dikkatten kaçmaması gereken başka bir nokta, ayette inkârcıların ancak korkuyla mescitlere girmeleri ve böylelikle dünyada rezillik yaşamaları gerektiğidir. Bu durumun o mes-citlerin sakinleri olan müminlerin siyasi nüfuzları ve toplumsal güçleriyle gerçekleşeceğini kolaylıkla anlayabiliyoruz. Öyleyse ayet, mescitler üzerinden dolaylı olarak dini yapılara konan hakiki veya hük-mi ambargonun yine Müslümanların kâfirlere karşı pasiflikleriyle mümkün olduğunu bize söylemekte-dir. Bu aynı zamanda mescit ve camilerin ümmet direnişini örgütlemedeki hayati fonksiyonunu gös-termektedir.

Page 26: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1426

İlgili Hadislerin Bağlamı

Mescitlerin hadislerdeki kullanımına geldiğimiz-de daha detaylı bir tabloyla karşılaşıyoruz. Mescit inşa etmenin ecrinden mescitte uygunsuz hareketle-re, vakit namazlarında cemaate katılmanın önemin-den özellikle karanlık vakitlerde mescitlere gitmenin sevabına kadar birçok husus Hz. Peygamberimiz (s.a.v) tarafından bize bildirilmiştir. Cemaate katılma ve mescit inşa etme konularını müstakil başlıklarda ele alacağımız için burada mescitlerle sıkı ilişki kur-manın önemine dair birkaç hadise yer verelim.

1- İlk olarak başka hiçbir gölgenin olmadığı ruz-i mahşerde Allah Azze ve Celle’nin gölgelendireceği yedi sınıf insanın sayıldığı meşhur hadisi buraya ala-

biliriz. Hadiste üçüncü sırada kalbi mescitlere bağlı olan kimselerin yer alacağı zikredilmektedir.22 Ebu Said el-Hudrî’den nakledilen başka hadiste Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Bir adamın

mescitlere devam ettiğini gördüğünüzde artık onun imanına şahitlik edebilirsiniz. Zira Allah Azze ve Celle ‘Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden imar eder’ buyurmaktadır.”23

2- Cabir (r.a) anlatıyor: Mescid-i Nebevî’nin etrafındaki evler boşalınca Selemeoğulları buraya taşınmak istedi. Durum Allah Rasülü’ne (s.a.v) ula-şınca onlara “Mescidin yakınına taşınmak istediğinizi duydum” dedi. Onlar “evet ey Allah’ın Rasülü! Bunu istiyoruz” cevabını verdiler. Bunun üzerine Allah Ra-sülü şöyle buyurdu: “Ey Selemeoğulları! Evlerinizde kalın. Mescide yürürken geride bıraktığınız her iz, mükâfat hanenize yazılacaktır. Ayrılmayın evleri-nizden. Mescide yürürken geride bıraktığınız her iz mükâfat hanenize yazılacaktır.”24

3- Übey bin Ka’b (r.a) anlatıyor: Ensar-dan bir adam vardı. Evi mescide herke-sinkinden daha uzak olduğu halde hiçbir vakit cemaati kaçır-mazdı. Kendisine “bir merkep satın alsan da karanlıkta ve çok sıcakta ona binerek gelsen” diye teklif edilince şunu söy-ledi: “Evimin mes-cide yakın olmasını istemiyorum. Benim istediğim, mescide gidip gelirken attığım adımların sevap ha-neme yazılması.” Bu

sözü sonrasında Allah Rasülü Efendimiz kendisine şöyle buyurmuştur: “Tüm istediklerini Allah sana ih-san etti.”25

Page 27: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم27 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

4- Mescitlere gitmenin fazileti Ebu Hureyre’nin (r.a) bir rivayetinde şöyle zikredilmektedir: “Mesci-de gidip gelen bir insanın her gidiş dönüşüne karşılık Allah cennette bir köşk hazırlar.”26 Ebu Ümame’nin (r.a) başka bir rivayetinde Alah Rasülü (s.a.v) Al-lah Teâlâ’nın üç kişiye kefil olduğunu beyan etmiş-tir. Hayatlarında yeterli rızka, öldüklerinde cennete kavuşacak bu kişilerin ikincisi mescide gitmek için evinden çıkan insanlardır.27

4. Cemaatle Namaz Kılmanın Önemi

Camiler ve mescitler konusu zorunlu olarak bizi namazları cemaatle kılmanın önemine getiriyor. İkisi birbirini besleyen bir bütünlüğe sahiptir. Günde beş vakit müminlerle omuz omuza saf tutmak, İslam’ın hedeflediği dini kardeşliği, sosyal kaynaşmayı ve manevi neşveyi koruyup geliştirdiği için cemaate katılmak vahiy tarafından son derece önemli sayıl-mıştır. Konuyla ilgili hadisler, farz namazların tek ba-şına kılınmasına hiçbir mazeret bırakmayacak kadar kesin ve nettir.

1- Ebu Hureyre’nin (r.a) rivayet ettiği bir hadis-te Allah Rasülü Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmak-tadır: “Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve dükkânında tek başına kıldığı namazdan yirmi beş kat daha değerlidir. O kişi güzelce abdestini alır ve sadece namaza gitme niyetiyle evinden çıkarsa, attı-ğı her adımda bir derece yükseltilir, bir günahı silinir. Bu kişi mescitte namazla meşgul olduğu sürece ab-destini bozana kadar melekler kendisi için ‘Allahım! Onu affet, ona merhamet et,” şeklinde dua ederler. Sizden biriniz namazı beklediğiniz vakit de namazda sayılırsınız.”28

2- Farz namazları cami ve mescitlerde toplu-ca eda etmek o kadar önemlidir ki yolda gözlerin görmemesi bile bundan geri kalmak için bir neden değildir. Bir keresinde gözleri görmeyen bir adam, Allah Rasülü’ne (s.a.v) gelerek; “Ya Rasülellah! Beni mescide götürecek kimsem yoktur. Evimde namaz

kılmama izin var mı?” diye sorar. Efendimiz önce izin verir, fakat sonra onu çağırıp; “Ezanı işitiyor mu-sun?” diye sorar. Âmâ adam; “Evet” yanıtını verince Efendimiz; “O halde (ezana/çağrıya) icabet et (ce-maate gel)” buyurur.29 Benzer bir hadiste yine âmâ sahabilerden Abdullah Ümmü Mektum, Medine’deki zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları ileri sürerek Efendimizden cemaate gitmeme izni istemiş, o yine de “Hayye ale’s-salâh, hayye ale’l-felâh’ı işitiyor mu-sun? Öyleyse mescide gel” buyurmuştur.30

3- Müslümanların cemaatinden geri kalmak, ne-bevi beyanla helak olmayı gerektiren bir tehlikedir. Ebu Hureyre (r.a) Allah Rasülü’ün (s.a.v) şu sözünü nakleder: “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederek söylüyorum. İçimden öyle ge-çiyor ki odun toplanmasını emredeyim, odun yığıl-sın. Sonra namazı emredeyim, ezan okunsun. Daha sonra bir adama cemaate imam olmasını emrede-yim. En sonunda cemaate gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken evlerini yakayım.”31

4- Hadisler cemaate devam etmenin sadece taabbudi bir muhtevaya matuf olmadığının altını çizmiş, Müslüman topluluktan ayrılmayı, kişinin üm-metin ortak hissiyatından kopmasının ve neticede hak yoldan sapmasının ilk işareti olarak değerlen-dirmiştir. Ebu Derda (r.a) Peygamberimizden (s.a.v) şunları duyduğunu söylüyor: “Bir köy veya kırda üç kişi birlikte bulunur da namazı aralarında cemaatle kılmazlarsa, şeytan onları kuşatıp yener. Şu halde cemaate devam ediniz. Muhakkak ki sürüden ayrılan koyunu kurt yer.”32

Son olarak İbni Mesud’un (r.a) bir sözü cemaa-te devam etmenin peygamber sünneti oluşuna ve onu terketmenin nasıl bir sapıklığa sürükleyeceği-ne dikkatimizi çekmektedir: “Kıyamet günü Müslü-man olarak Allah’a kavuşmak isteyen, nerede ezan okunursa namazları orada kılsın. Şüphesiz ki Al-lah, Peygamberinize hidayet yollarını (doğru yola

Page 28: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1428

eriştiren sünnetleri) göstermiştir. Bu namazlar da hidayet yollarından birisidir. Şayet siz, cemaatten geri kalan şu adam gibi namazları evinizde kılarsa-nız, Peygamberinizin yolunu terketmiş olursunuz. Peygamberinizin yolunu terkederseniz, işte o za-man sapıtırsınız. Her kim, güzel bir şekilde abdest alır, sonra da bu mescitlerden birisine giderse, attığı her adım için, Allah ona bir sevap yazar, derecesini bir kat yükseltir ve bir günahını da siler. Bizim za-manımızda cemaatle namazdan ancak münafıklığı belli olan kimse geri kalırdı. Hasta olan kimse, iki kişi tarafından koltuklanarak namaza getirilir ve safta tutulurdu.”33 Bu korkutucu ifade, Kur’an’da münafık-ların vasıflarından biri olarak zikredilen namazlara tembel gelme, gösteriş için namaz kılma ve namazın ciddiyetine karşı laubali tavır takınma durumlarını34 izah eder niteliktedir.

Buraya kadarki hadislerden anlaşıldığı üzere, dinin en asli ibadeti olan namaz yine en asli hüvi-yetine cami ve mescitlerdeki cemaat ruhuyla ka-vuşmaktadır. Bu demektir ki camiler ve mescitler dinin en sahih ve mütekâmil halinin tecessüm ettiği mekânlardır. Namaz günde beş kez müminin ruh bakımını yapıyor ve dünyevi uğraşların tortusunu kalp aynasından temizliyorsa, bu namazların eda edildiği mescitler de müminler arası dayanışmayı ve İslam toplumunun dengesini sağlamaktadır. Cema-atin sayısı arttıkça birlik ve dayanışma şuuru daha da güçlenecek ve ideal ümmet olma payesine erişi-lecektir. Bu nedenle Peygamber nazarında iki kişilik cemaat tek kişiden, üç kişilik olan iki kişilikten çok daha değerli görülmüş ve birlikte kılanların sayısı arttıkça Allah Zülcelâl’in daha çok hoşnutluk duya-cağı bildirilmiştir.35

Dipnotlar

1. Sıhâh, Cevherî; Kâmûsü’l-muhît, Fîruzabâdî, s-c-d mad.2. İ’lâmü’l-sâcid bi ahkâmi’l-mesâcid, Zerkeşî.3. Sıhâh, Cevherî; Kâmûsü’l-muhît, Fîruzabâdî, c-m-a mad.

4. Buhari, İstiska 6; İbni Mace, ikâme 198.5. Ebu Ömer el-Kindî’nin Kitâbü’l-vülât ve kitâbü’l-kudât’ında mesela Ahmed b. Tolon Camii için el-Mescidü’l-Cami ifadesi kullanılırken daha sonraki zeylinde dördüncü asrın ortalarındaki kadıların görevleriyle alakalı “Camiye girdi, fakat cülus (ders veya kadılık) için oturmaya muktedir olamadı” gibi ifadeler geçmektedir. Yine aynı eserde el-Camiu’l-Ezher’den söz edilmesi IV. asrın ortalarında cami kelimesinin müstakil olarak kullanıldığını göstermektedir. (Namaz ve Cami, Ensar Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Prof. Dr. Nebi Bozkurt’un sunumu, s.91)6. Âl-i Imrân, 96.7. Detaylar için bkz. Câmiu’l-beyan fî te’vîli’l-Kur’ân, Âl-i Imrân, 96. ayetin tefsiri.8. el-Müsned, Ahmed bin Hanbel, 5/150; Sahîhu’l-Buharî, 3366, 3425; Sahîhu Müslim, 520.9. Mefatîhu’l-ğayb, Fahruddin er-Razî, 8/29510. el-Müsned, Ahmed bin Hanbel, 6/7; Mucemü’l-kebîr, 2168; sıralama farkıyla Sahîhu’l-Buharî 3/57; Sahîhu Müslim 827. 11. Fethu’l-Bârî, İbni Hacer el-Askalanî, 3/6512. A’raf, 31. 13. et-Tefsîr bi’l Me’sûr, İbni Ebi Hâtim, 5/146414. Cin, 18.15. Tefsîru’l-keşşaf, Cârullah ez-Zemahşerî 4/62916. Tevbe, 17-1917. Meâlimü’t-tenzîl, Muhyissünne el-Beğavî, 2/32318. Konularına Göre Kur’an, Prof. Ömer Özsoy, Prof. İlhami Güler, s.350 dipnotu.19. Bakara, 11420. el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’ân, Ebu Abdillah el-Kurtubî, 2/7721. A.g.e, 2/7822. Sahîhu’l-Buharî, 660; Sahîhu Müslim, 1031. 23. Sünenü’t-Tirmizî, 2617; Sünenü İbni Mâce, 802; Sahîhu İbni Huzeyme, 2/379; Sahîhu İbni Hıbbân, 1718. 24. Sahîhu Müslim, 665; el-Müsned, 3/332. Farklı bir rivayette “mescide gelirken attığınız her adımda bir derece kazanıyorsunuz” ifadesi yer almaktadır. 25. Sahîhu Müslim, 663; Sünenü İbni Mâce 783.26. Sahîhu’l-Buharî, 662; Sahîhu Müslim, 669.27. Sünenü Ebî Davûd, 2494; Sahîhu İbni Hıbbân, 449.28. Sahîhu’l-Buharî, 647; Sahîhu Müslim, 649.29. Sahîhu Müslim, 255; Sünenü’n-Nesâî, 50.30. Sünenü Ebî Davûd, 47; el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, 936.31. Sahîhu’l-Buharî, 52, 29; Sahîhu Müslim, 251-254.32. Sünenü Ebî Davûd, 46; Sünenü’n-Nesâî, 48.33. Sahîhu Müslim, 654; Sünenü Ebî Davûd, 550.34. Bkz. Nisa, 142; Maûn, 5-6.35. Sünenü Ebî Davûd, 554; Sünenü’n-Nesâî, 2/104; el-Müsned, 5/140.

Page 29: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم29 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Bu yazıda medresedeki eğitim ve öğretime ruh veren Kur’an ve sünnetin ilim vurgusuna göz atmakta fayda görüyoruz. İlgili naslar, ideal eğitim ve ilim adamı prototipi noktasında bize reh-berlik edecektir.

Esasen insanın, diğer yaratılmışlardan akıl faktörüyle ayrıl-dığı ve dolayısıyla yeryüzündeki hilafet emanetine bu yönüyle ehil kılındığı malumdur. Buradan anlıyoruz ki Rabbimiz Azze ve Celle ve onun bu dünyaya yönelik her tür emir ve yasağı, insanla akıl yetisi ve bu aklın üretip yorumladığı ilim üzerinden muhatap olmaktadır. Vahiy, en temelde akla ve onun esas malzemesi bil-giye dönük bir çağrı olduğuna göre, Kur’an ve sünnette vahyin öncülük ettiği ilme ve âlimlere müstakil bir önem atfedilmesi tabiidir. Konuyu naslar özelinde kısaca ele alalım.

Ayetlerdeki Kullanımlar

1- “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”1

2- “Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şa-hitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadı-ğına adaletle şahitlik ettiler.”2

3- “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.”3

4- “İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak âlimler düşünüp anlayabilir.”4

5- “Hayır, o (Kur’ân), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir.”5

KUR’ÂN VESÜNNETTEİLMİN VE ÂLİMİN DEĞERİ

SALİH AKSU

Page 30: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1430

İlk ayeti kerimenin baş kısmındaki “gece saatin-de kalkıp secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umut eden” şeklindeki ifadeleri dikkate aldığımızda, sonraki “bilenler” sıfatının nasıl bir bilgi ve ilim sahibi modeli öngördüğünü anlayabiliyoruz. Keza ikinci ayette ilim sahiplerinin Allah Teâlâ ve meleklerden sonra üçüncü tanık olarak onlarla be-raber zikredilmesi önemli bir sitayiş. Tabi sondaki adaletle şahitlik vurgusu, ilim adamının nasıl önyar-gısız ve hakikatperest olması gerektiğini gösteriyor. Özellikle üçüncü ayeti kerimede haşyetin (Allah’tan

gereğince korku) âlimlere hasredilmesi câlib-i dikkat.

Sözkonusu üçüncü ayetin tefsiri sadedinde sa-hebe ve seleften âlimin tarifini öğrenebiliyoruz. İbni Abbas (r.a) “Rahman’ı bilen âlim, O’na hiçbir şe-kilde şirk koşmayan, O’nun helalini helal, haramını haram addeden, emrine amade ve bir gün O’nunla karşılaşıp yaptığının hesabını vereceğine yakinen inanandır” der. Buna İbni Mesud’un (r.a) “ilim hadis (rivayet) çokluğundan değil, aksine haşyetten elde edilir” vecizesini eklediğimizde Kur’an-ı Kerim’in âlim modeline ulaşıyoruz.6

Hadislerin Dilinden

1- “Kim ilim tahsili için bir yola girerse, Allah ken-disine cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, yap-tığından hoşnut oldukları için ilim tâlibine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde ne varsa, hatta sudaki balıklar bile âlime dua eder. Âlimin âbide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Peygamber-lerin varisidir âlimler. Peygamberler kendilerinden sonra ne dinarı ne dirhemi, sadece ilmi miras bırakır-lar. Kim ondan bir pay edinmişse, gerçekten büyük bir pay kapmış demektir.”7

2- “Allah kimin hayrını dilerse, onu dinde fıkıh (derin anlayış) sahibi kılar.”8

3- “İlim öğrenmek, her Müslümana farzdır.”9

4- “Âlimin âbide üstünlüğü, sizin en küçüğünüze benim üstünlüğüm gibidir.”10

5- Cabir bin Abdillah’ın (r.a) aktardığı sahih hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v) Uhud şehit-lerinden her iki kişiyi aynı kabre koymuş, ardından “hangisi Kuran’ı daha iyi bilirdi?” diye sormuştur. Buna göre işaret edilen kişiyi lahit tarafında öne almıştır.”11

Bunlar ilimle alakalı sahih veya hasen derecesin-deki hadislerden seçtiklerimiz. Aslında bize tekinsiz bir yorum alanı açacak hayli hadis var konuya dair; lakin yaygın olmalarına rağmen zayıf, cidden zayıf veya mevzu oldukları için onları almamaya özen gösterdik. Yukarıdaki hadislerin genelinden ilmin herkese minimum seviyede zorunlu olduğunu, se-viye arttıkça mükelleflerin azalıp derecenin yüksel-diğini anlıyoruz. İçlerinden en manidarı, kuşkusuz fıkıhla ilgili meşhur nebevî beyandır.

Burada belki âbide karşı âlimin değerli görül-mesi üzerinde durmalıyız. Âbid bir köşede kendini ıslah ile meşgulken âlim insanların ıslahını dert edi-niyor. Bu arka plan, hadisin devamındaki “insanlara hayrı öğreten” ifadesinden ve yine Bezzar’ın “hayrı öğretene her şey; denizdeki balıklar bile tövbe istiğ-far eder” şeklindeki muhtasar varyantında farkedi-liyor. Bu yönden takdir edilen âlim, hayra çağırma, insanları ıslaha gayret etme ameliyesini boşlama-masına karşı zımnen uyarılmış oluyor. Aynı uyarının daha sert biçimde tekrarlandığı hadisler de mevcut: “Kime ilmi olduğu bir konudan sorulur da bunu giz-lerse ateşten bir gemle gemlenir.”12

İslam Âlimlerinin İlim Öğrenme Tutkusu

Konunun bu kısmında, İslam dünyasında med-reselerin ilk örneklerini teşkil eden ilim halkaların-da yetişmiş âlimlerimizin öğrenme aşkına yer ver-mek istiyoruz. Merhum Ebu Ğudde’nin Safahât min sabri’l-ulemâ kitabından seçtiğimiz bu anekdotlar, öncü müderrislerin araştırma ruhuna ışık tutmakta ve bugün için azalan ilmî gayretin yeniden canlan-ması bağlamında günümüz İslamî eğitim kurumları-na ibret teşkil etmektedir.

1- Hâfız İbni Kesîr tâbiînin büyüğü, Medîne-i

Page 31: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم31 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Münevvere’nin âlimi Saîd b. el-Müseyyeb’le (d.13/v.94) ilgili şöyle der: Mâlik, Yahyâ b. Saîd’den Saîd b. Müseyyeb’in şöyle dediğini aktarır: “Yalnız-ca bir hadis öğrenmek için gece gündüz yolculuk yapıyordum.”13

2- Abdullah b. Mübârek’le ilgili rivayet edilir: Ali b. Hasen b. Şakîk der ki: “Abdullah b. Mübârek’le beraber soğuk bir gecede mescitten çıkmak için kalktım. Kapının yanında bana bir hadis rivayet etti. Ben de ona rivayette bulundum. Müezzin gelip sa-bah ezanını okuyuncaya kadar o bana hadis rivayet etmekteydi.”14

3- Muhammed b. Yûsuf der ki: “Bir gece Buharî’nin evindeydim. Geceleyin not aldığı şeyleri iyice bellemek için on sekiz defa kalkıp kandili yak-tığını saydım.”15

4- Yine İmam Buharî ile alakalı Ömer b. Hafs el-Aşkar’dan nakledilir: “Bir gün Buharî’yi Basra’da ha-dis dersinde göremedik. Evine gittiğimizde onu çıp-lak bir vaziyette bulduk. (Giyecek bir şeyi olmadığı için bizimle kapının ardından konuşuyordu.) Harçlığı bitmiş, hiçbir şeyi kalmamıştı. Onun için para top-layıp elbise satın aldık ve giydirdik. Sonra acele ile bizimle beraber hadis yazmaya koyuldu.”16

5- Hâfız, imam, allâme, huffâzın mirası Taberanî (d.260/v.360) ile ilgili şöyle rivayet edilir: Zevkanî der ki: “Taberanî’ye çok hadis rivayet etmesi konu-sunda sorulunca, ‘Otuz sene boyunca hasır üzerinde uyudum’ cevabını verdi.”17

6- Ali b. Harb anlatıyor: “Zeyd b. Hubab’a git-tik. Giyinip de karşımıza çıkacak bir elbisesi yoktu. Kapıyı bizimle kendisi arasına perde yaptı da onun arkasından bize hadis rivayet etti.”18

7- İmam Ebû Yusuf’un talebesi İbrâhim b. Cerrâh et-Temimî (v.217) anlatır: “Ebû Yusuf’un hastalığında ziyaretine gittim. Baygın şekilde yatıyordu. Kendisi-ne gelince bana “ey İbrahim, şeytan taşlarken han-gisi daha faziletli: Kişinin yürüyerek mi yoksa binekli olarak mı atması?” şeklinde sordu. “Binekli” deyince;

“hata ettin” dedi. Ben bu sefer “yürüyerek” deyince, yine “hata ettin” dedi. Bunun üzerine “Allah senden razı olsun, söyle o zaman” dedim. Dedi ki: “Kişinin yanında dua için duruluyorsa, efdal olan cemreyi yürüyerek atmaktır. Eğer durulmuyorsa efdal olan binekli atmaktır.” Sonra gitmek için evinin kapısına ulaşmıştım ki içerden onun için kopan feryadı işit-tim. Ölmüştü.”19

Dipnotlar

1. Zümer, 9.

2. Âli İmran, 18.

3. Fâtır, 28

4. Ankebût, 43.

5. Ankebût, 49.

6. İlgili rivayetler için bkz. Tefsîru İbni Kesîr, Fâtır suresi 28. ayetin

izahı.

7. Sünenü Ebî Davûd; Sünenü’t-Tirmizî.

8. Sahîhu’l-Buhari; Sahîhu Müslim.

9. Sünenü İbni Mace; Mucemü’t-Taberanî.

10. Sünenü’t-Tirmizî; Mucemü’t-Taberanî.

11. Sahîhu’l-Buhari.

12. Sünenü Ebî Davud, Sünenü’t-Tirmizî.

13. el-Bidâye ve’n-nihâye, İbni Kesîr.

14. Tezkıratü’l-huffâz, Şemsüddîn ez-Zehebî.

15. Tehzîbü’l-esmâi ve’l-lüğât, Muhyiddîn en-Nevevî; Tabakâtü’ş-

şâfiıyyet’il-kübrâ, Tâcü’s-Sübkî.

16. Tarîhu Bağdâd, Hatîb el-Bağdâdî.

17. Tezkıratü’l-huffâz, Şemsüddîn ez-Zehebî.

18. Siyerü a’lâmi’n-nübelâ, Şemsüddîn ez-Zehebî.

19. Daha fazla nakil için bkz. Safahât min sabri’l-ulemâ alâ şedâidi’l-

ılm-i ve’t-tahsîl, Abdulfettah Ebu Ğudde.

Page 32: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1432

BİR MESCİTİNŞASI, BİR NESİL İNŞASIDIR!

CAMİ VE MESCİTLERİN TOPLUMSAL KATKILARI VE MESCİT YAPTIRMAYA DAİR HADİSLER

Mescit ve camilerin önem ve işlevine dair Kur’an-ı Kerim’in bir ayet dizisine yoğunlaşalım. Hz. Musa ve ümmeti içinden bir azınlık üzerinden cahili toplumda tevhit mücadelesi veren bü-tün muvahhitlere seslenen bu naslar, en temelde mescitlerin neden inşa edilmesi gerektiğini, dolayısıyla ümmete nasıl katkı sunacaklarını ve dahası bu mescitleri yapanların nasıl bir misyon üstlendiklerini dikkatimize sunmaktadır. Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyuruyor:

“Allah, suçlu-günahkârlar istemese de, hakkı (hak olarak) kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir. Hâsılı, Musa’ya, kendi kavminden, genç bir kuşaktan başka iman eden olmadı. Kavmi, Firavun’un ve yöneticilerin, kendilerine işkence edeceklerinden korkuyordu. Çünkü Firavun o ülkede son derece despot ve çok aşırı gidenlerdendi. Musa: “Ey kavmim!” dedi, “Siz Allah’a iman ettiniz, O’na tam bir teslimiyetle bağlandınızsa, öyleyse yalnız O’na dayanıp güvenin!” Onlar da şöyle cevap verdiler: “Biz de Allah’a dayanıp güvendik. Ey Rabbimiz! Bizi o zalim kimselerin işkenceleri ile imtihan etme ve rahmetinle kurtar bizi o kâfirler güruhundan!” Musa’ya ve kardeşine: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi namazgâh yapın, namazı hakkıyla ifa edin ve ey Musa müminleri müjdele!” diye vahyettik.”1

MURAT UÇAR

Page 33: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم33 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Sözkonusu altı ayet, çekirdekten ideal neslin na-sıl yetişeceğini anlatırken kilit rolü kıblegâh evlere yani mescitlere veriyor. Seleften mütehassıs isimler, ayetteki “evlerinizi namazgâh yapın!” ifadesinin, dikta rejiminden çekinip açıktan namaz kılama-yan müstazaf müminlere daha gizli ve daha derin bir çıkış yolu gösterdiğine kanidirler.2 Konunun ilk ayetiyle son ayeti arasındaki irtibat dikkat çekicidir. Başlangıçta hakkı üstün kılacağını vadeden Yüce Al-lah, sonunda “müminleri müjdele” buyurarak hem bu vaadin hem yaptıkları duanın kabul edileceğini, fakat bunun evleri mescit kılarak çekirdek kadronun ve tevhid akidesinin her daim muhafazasıyla müm-kün olduğunu beyan etmektedir. Sosyal, ekonomik ve siyasi bütün nüfuzlarını yitiren Müslümanlara, tek başına mescitlerin bir direniş psikolojisi kazandıra-cağını buradan rahatlıkla öğrenebiliyoruz. Hâkim paradigmaya ve tiran sultaya karşı çözülmeyi engel-leyen bu namazlı önlem, Mekke döneminin ilk yıl-larında Hz. Ebubekir ve Ammar b. Yasir gibilerinin mescit-evlerinde de karşımıza çıkmaktadır.

Öyleyse bir bölgede mescit yaptıran, burada İs-lami kalkınmanın yapı taşlarını döşemiş, bunun için Kur’an nesillerinin tohumunu atmış demektir. Çün-kü Kur’an bize kayıp nesilde ilk kaybedilen değerin namaz olduğunu söyler: “Bunların yerine namazı umursamayan ve ihtiraslarına tutsak olmuş kuşaklar geçti.”3 İhtiras tutsaklığına en büyük set olan na-mazın yıkımı neslin yıkımı anlamına geliyorsa, na-maz üzerinden mescitlerin imarı, kuşakların ihyası demektir. Tam bu noktada yeniden dirilişin müjde-sini veren mescitler, tabii olarak bu dirilişin bütün yönlerini kapsayacak işlevsellikte olacaktır. O halde bir semt ahalisinin, bir yöre halkının eğitimden ma-neviyata, siyasi bilinçten sosyal dayanışmaya kadar, vahiyle buluşması için ne gerekiyorsa, oradaki mes-cit bunları sağlamak için vardır. Mescidin bânisi ve destekçisi böylesi geniş ufuk ve engin ruhla mescidi cemaat-i müslimine kazandırmalıdır.

Mescit ve camileri ilk dönemlerdeki parlak veç-hesine kavuşturacak olan işte bu şuurdur. O devirler mescitler evet, bir eğitim-öğretimhânedir. Abdullah İbni Mesud, Muaz bin Cebel, Enes bin Malik, İbni Ab-bas ve İbni Ömer gibi ilim ve hikmet membaı sa-habelerden başlayarak Said bin Müseyyeb, Urve bin Zübeyr, Hasan el-Basri, Ata bin Ebi Rebah ve Said bin Cübeyr gibi selef öncülerimiz, devraldıkları mi-rası hep mescitlerde taliplere açmışlar; Medine’den Bağdat’a, Küfe’den Kahire’ye yüzlerce mescitteki ilim halkasında ve ders kürsüsünde vahiy nesille-rini yetiştirmişlerdir. Verilen eğitimler tefsir, fıkıh gibi dini ilimlerden ibaret zannedilmesin. Nazari tıp derslerinden eski Arap şiiri incelemelerine, yazı alıştırmalarından edebiyat kritiklerine kadar mes-citlerde geniş yelpazede bir öğretim sözkonusudur. Ayrıca Aziziye, Kemaliye, Müeyyediyye Camii ve Is-fehan Cuma Camii örneklerinde olduğu gibi İslam dünyasının kadim kütüphaneleri hep camilerde, hizâne adı verilen bölümlerde okurların istifadesine sunulmuştur.

Parlak dönemlerin mescitleri aynı zamanda evet, bir sosyal dayanışma yurdudur, askeri şura ve strateji merkezidir, uluslararası diplomasi yeridir, sağlık ve şifa ocağıdır, yolda kalmışlar ve düşkün-ler evidir. Bu sebeple bir mescit yaptıran, o bölge-nin sadece namaz ve ibadetlerini değil, bütün bir hayatını kalkındırmaktadır. Konu başlığının cevabı böylelikle ortaya çıkmış oluyor. Mescit yaptırmanın ümmete katkısı, bizzat ümmeti ümmet yapmaktır. Onları günde beş vakit birbirlerinin ruhuna doku-nan, tek gayeye dönük; tek Rabbe boyun eğmiş, aynı tağuti ve beşeri mütekebbirlere karşı durmuş, birbirlerine kenetli müminler haline getirmektir. Bu-gün Afrika’dan Ortadoğu’ya, Balkanlardan Asya’ya kadar İslam dünyasının içinde bulunduğu siyasi karmaşayı, fikri anarşizmi ve ruhi kopuşu göz önü-ne getirdiğimizde yüzlerce farklı din anlayışıyla, ideolojik söylemle ve lider idealiyle karşılaşıyoruz.

Page 34: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1434

Bütün bu kaosu tevhit potasında eritip tek ve ortak bir çağrıya dönüştürecek olan imkân, yine mescitler-de ve camilerdedir. Burada omuz omuza her birimiz günde kırk defa şu ortak duayı terennüm ederiz:

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla... Bütün övgüler âlemlerin Rabbi Allah’adır. O rahmândır ve rahîmdir. Hesap gününün tek hâkimidir. Sade Sana ederiz kulluğu, ibadeti; sade Senden dileriz yardı-mı Yarab! Hidayet eyle bizi doğru yola! Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.”

Mescit Yaptırmanın Faziletine Dair Hadisler

1- Osman b. Affan (r.a.) Mescid-i Nebevi’yi ge-nişletme ve yenileme çalışmalarında kendisinin aşı-rıya kaçtığını söyleyenlere şunu demiştir: Ben Allah Rasülünü (s.a.v) şöyle derken işittim: “Kim Allah rızasını umarak bir mescit inşa ederse, aynısını Al-lah cennette kendisine inşa eder.”4 Bu hadisin iza-hı sadedinde Buharî şârihi İbni Battâl şunları yazar: “Mescitler Allah’ın evleridir. Ki Allah buraları doğru-

dan kendisine nispet etmiştir: “Allah’ın mescitlerini, sadece Allah’a ve ahiret gününe iman edenler imar eder.”5 Bu söz, şeref olarak mescitlere yeterlidir. Allah buraları inşa ve imar edenleri cennete köşkle derecelendirmiştir. İçlerinde zikredildiği ve namaz kılındığı sürece mescitler, yapan sahiplerinin hayat-larında ve ölümlerinden sonra kendileri için sadaka-i cariye olur.”6

2- Ebu Zer (r.a) Allah Rasülü Efendimizden şu hadisi nakleder: “Her kim, bağırtlak kuşunun yuvası kadar bile olsa, Allah için mescit bina ederse, Allah

da onun için cennet-te bir ev bina eder.”7 Hadisin yorumu ka-bilinden Zerkeşî şunu kaydeder: “Hadiste özellikle bağırtlak kuşunun (katât) zik-redilmesi, bu kuşun Araplar tarafından doğruluğa darb-ı mesel olarak kullanıl-masıdır. Hadis bu yö-nüyle, mescidi yapa-nın ihlas duygusunu ve Rabbine sadakati muhafaza etmesi ge-rektiğine işaret eder.”8 Ayrıca bu söz, mesci-din ufaklığına ve mali

boyutuna bakılmaksı-zın Allah katında bânisine ecir getireceğine vurgu yapmaktadır.

3- Ebu Hureyre’nin (r.a.) aktardığına göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın en sevdiği yerler mescitler, en buğzettiği yerler de çarşılardır.”9 Mescitler ındellah en değerli mekânlar olduğuna göre, onları inşa etmek en de-ğerli amel, inşa edenler ise en değerli insanlardır.

Page 35: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم35 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Gerçekten de itaat yerleri olmaları ve takva üzere inşa edilmeleri dolayısıyla mescitler bu payeye eriş-miş; çarşılar ise aldatmanın, faizin, yalan yere yemi-nin ve karşılıksız vaatlerin mekânı olduğu için böyle-si kerih görülmüştür.10

4- Hz. Aişe şu nebevi emri bize hatırlatır: “Al-lah Rasülü her mahalle ve sokakta mescitlerin inşa edilmesini, buraların temiz ve bakımlı tutulmasını emretti.”11 Hafız İbni Recep hadisi şerh ederken “ma-halle ve sokak” diye tercüme ettiğimiz “dûr (evler)” ifadesinden kabile ve soyların kastedildiğini söyler.12 Bu emir, ailelerin İslami kimliğini muhafaza etmesi için mutlaka yakın bir mescit gerektiğinin, bu so-rumluluğun en az sokağın suyu ve elektriği kadar önemli olduğunun altını çizer. O halde en yakında bir mescit yapma zorunluluğu, sırasıyla aile büyük-lerine, ardından semtin ileri gelenlerine aittir.

5- Ebu Hureyre kanalıyla gelen bir rivayette Pey-gamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ölümünden sonra mümine fayda sağlayacak amel ve iyilikler şunlardır: İnsanlara öğretip yaydığı ilim, geride bı-raktığı salih evlat, kendisinden sonraya miras kalan Mushaf, bina ettiği mescit, yolda kalanlar için inşa et-tiği ev, insanların faydasına akıttığı nehir ve sağlıkla ömür sürdüğü sırada malından çıkarıp verdiği sada-ka… İşte bunlar, ölümünden sonra kişinin mükâfatını sürdürür.”13 Sahibine kıyamete dek sevap kazandıran iyilik anlamındaki sadaka-i cariye, konuyla ilgili ha-disler göz önüne alındığında onbire ulaşmaktadır14 ve burada olduğu gibi mescit yaptırmak, sözkonusu kapsama dâhildir.

6- Cabir b. Abdillah, Allah Rasülünün (s.a.v) şöy-le buyurduğunu nakleder: “Kim bir su kuyusu açarsa, ondan susuzluğunu gideren her cine, insana ve kuşa karşılık kıyamet günü Allah o kişiye ecir verir. Kim de bağırtlak kuşu yuvası kadar ya da daha ufak boyutta bir mescit inşa ederse, Allah buna karşılık ona cen-nette ev inşa eder.”15 Bu veciz hadis, bize mescitlerin sadece dini ve manevi yapılar değil, aynı zamanda

kamuya dönük birçok faydası bulunan bir sosyal so-rumluluk projesi olduğunu beyan ediyor. Bir başka açıdan, mescit yaptırmanın çöl ortasında bir kuyu açmakla yanyana zikredilmesi, gösteriş ve süsten ne kadar uzak olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Hz. Aişe yoluyla gelen başka hadisteki “riya ve desin-ler duygusundan uzak yapılan bir mescit”16 kaydı bu hususu teyit etmektedir. Bu meyanda mescide inşa edenin isminin yazılmasını, ihlastan uzak bir tutum olarak gören âlimlerimiz mevcuttur.17

Dipnotlar

1. Yunus, 82-87

2. Câmiu’l-beyan fî te’vîli’l-Kur’ân, İbni Cerir et-Taberî, 15/172

3. Meryem, 59

4. Sahîhu’l-Buharî, 450; Sahîhu Müslim, 533

5. Tevbe, 18

6. Şerhu Sahîhi’l-Buharî, İbni Battâl, 2/101

7. Sahîhu İbni Hıbban, 1610; Musannefü İbni Ebi Şeybe 1/309

8. Feyzu’l-Kadîr, el-Münavî, 6/96

9. Müslim, kitâbü’l-mesâcid, 671

10. Şerhu Sahîhi Müslim, Ebu Zekeriyya en-Nevevî, 5/171

11. Sünenü Ebî Davûd, 455; Sünenü İbni Mace, 759

12. Fethu’l-Bârî, İbni Recep el-Hanbelî, 3/174

13. Sünenü İbni Mace, 242; Şuabü’l-îman, Beyhakî, 3448

14. ed-Dîbâc alâ Sahîhi Müslim, Celalüddîn es-Suyutî, 4/228

15. Sahîhu İbni Huzeyme, 2/269; el-Müsned 1/241

16. el-Mucemü’l-evsat, Taberânî, 7005

17. İrşâdü’s-sarî li şerhi sahîhi’l-buharî, Şihabüddin el-Kastallânî,

1/443

Page 36: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1436

İSLAM GELENEĞİNDEEĞİTİM ÖĞRETİMADABI

Tabiîn büyüğümüz İbni Sîrin’in “bu ilim dindir. O halde dini kimden aldığınıza dikkat edin”1 sözü, öğretme liyakati için çok bilgiden daha fazla şeye ihtiyacımız olduğunu bize hatırlatır. Bu açıdan İslamî eğitim kurumlarının diğerlerinden ahlak ve adap hususiyetiyle ayrıldığını söylemek abartılı olmayacak-tır. Seküler eğitim mantalitesinin kariyer, iyi iş imkanı, prestij ve yüksek gelir gibi amaçlarından çok uzakta rabbanî terbi-ye metodu, eğitimci ve öğrencinin öncelikle ideal kul olması için uğraş verir. İhlastan tevazua, şefkatten sabra kadar üstün ahlakî meziyetler, hangi alanda olursa olsun, İslamî eğitimin zarurî donanımlarıdır. Müderris ve talebe özelinde ne tür adap takınılması gerektiğini İmam Nevevî’ye ait el-Mecmû’ kitabı-nın mukaddimesinden özetledik.

HOCA ADABI

Kişisel Meziyetleri

1- Eğitimci ve öğretici mal, şöhret ve gösterişten hiçbirini değil, sadece Yüce Allah’ın (c.c) rızasını hedeflemelidir. Gerek Kur’an gerekse hadislerdeki ilgili naslar, ilmiyle Allah rızası dı-şında bir şeyi amaçlayanları zemmetmektedir. İmam Şafiî’nin şu sözleri konumuz açısından manidardır: “İsterdim ki insan-lar bu ilmi benden öğrensinler de bana bir harf bile nispet etmesinler.” “Kimseye üstün gelmek için tartışma yapmadım. İstedim ki hakikat, tartıştığım kişinin ağzından ortaya çıksın.”

2- Eğitimci ve öğretici dünyadan az şeyle kanaat etmek, cömertlik, güler yüz, yumuşak huy, vakar, tevazu ve mizahta aşırılıktan kaçınma gibi şeriatın teşvik ettiği huylarla bezenme-lidir. Yine haset ve gösteriş, kendinden alttaki insanları hakir

ENES KARATAŞ

Page 37: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم37 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

görmek gibi alçak hasletlerden uzak durmalıdır. Bu noktada “kendinizi temize çıkarmayın. O, takva sa-hiplerinin kimler olduğunu en iyi bilendir.”2 ve “Allah katında en değerliniz, takvaca en ileri olanınızdır.”3 şeklindeki ayetler gerekli istikameti göstermektedir.

3- Muallim, öğrenci kendinden daha büyük olsa dahi -ciddi zaruret olmadıkça- ilmi onun ayağına götürmek gibi davranışlardan kaçınmalıdır. Selefin bu bağlamda halifelerle alakalı birçok kıssası ilmin kadr u kıymetini nasıl koruduklarını anlatır.

İlmî Yönden Meziyetleri

1. Bu kısmın en temel adabı, öğreticinin okuma, araştırma, müzakere ve kitap yazımından geri kal-mamasıdır. Yaşça ya da rütbece kendinden küçük kimseler de olsalar, başkalarından öğrenmeye her daim açık olmalıdır. Sahih rivayette Hz. Aişe şöyle der: “Ensarın kadınları ne güzel kadınlardır! Hayâ duygusu, kendilerini dinde derin kavrayış sahibi ol-maktan alıkoymamıştır.” Ayrıca Said bin Cübeyr’in “kişi öğrendiği müddetçe âlimdir. Bugüne kadarki birikimini yeterli görüp ilim öğ-renmeyi bıraktığında, olduğun-dan çok daha cahil bir konuma düşer.” sözünü akıldan çıkar-mamalıdır.

2- Müderris keza bu işin ehli ise, kitap tasnifinden geri dur-mamalıdır. Çünkü yazma süre-cinde daha yoğun bir araştırma ve tetkik faaliyetine girişecek, imamların sözlerindeki sıhhat ve zaaf noktalarını tespit ede-cek, böylelikle ilmî meselelerin künhüne vakıf olma imkânı elde edecektir. Elbette ehil olma-dığı konularda yazmaya kalk-mamalı ve son aşamada ciddi bir kontrolden geçirmelidir.

Ayrıca bıkkınlığa varacak derecede tafsilata kaçma-malı, anlaşılmayı zorlaştıracak derecede anlatımını kısa tutmamalıdır.

Öğretim Yönünden Meziyetleri

1- Müderris, eğitim vereceği öğrenciyi her şeyden önce tashih-i niyet, kemal-i edep ve riyazet-i nefs noktasında terbiye etmelidir. Aynı şekilde öğ-rencisini ilme teşvik etmeli, âlimlerin peygamber varisleri olduğu yönünde onu bilinçlendirmelidir. Öğrencisine karşı şefkat, onun maslahatını gözetme ve kendi için istediklerini onun için de isteme gibi meziyetler de müderrisin temel ahlakî donanımla-rıdır.

2- Eğitimci, ilim tâlibine karşı son derece cömert ve açık olmalı, ihtiyaç duyacağı hiçbir bilgiyi ken-disinden gizlememelidir. Bununla birlikte talebenin halini bozacak malumatı -sorsa dahi- ona açmama-lıdır. Talebeye karşı verici olmak için tevazua ihtiyaç vardır. Bunun için eğitici, öğrencilerine karşı büyük-lenmemeli, yumuşak ve mütevazı huylu olmalıdır.

Page 38: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1438

Fudayl bin Iyaz şunu söyler: “Allah Azze ve Celle mütevazı âlimi sever, kibirli ve sert olana buğzeder. Kim Allah için tevazu sahibi olursa, hikmete varis olur.”

3- Diğer taraftan talebelerin meseleleri daha iyi anlamaları için olanca gayretini sarfetmeli, her biri-ne zekâsı ve hafızası doğrultusunda yaklaşım tarzı benimsemelidir. Mezheplerin kaidelerini verirken tearuz ve tercih usullerini de anlatmalı, konuları o alanın ilgili örnekleriyle destekleyerek çeşitli açılar-dan talebenin zihnine yaklaştırmaya çalışmalıdır. Bu noktada usul ilimlerinden sarf ve nahve, âlimlerin nesep ve kıssalarından fıkhî müktesebata kadar bir-çok formasyon talebeye kazandırılmalıdır.

TALEBE ADABI

1- Medresede eğitime başlayacak talebe, ilk önce ilmin kabul ve gelişimini engelleyen kötülük kirlerinden kalbini temizlemelidir. Nebi Efendimizin (s.a.v) “bedende bir et parçası vardır ki o düzeldi-ğinde bütün bir beden düzelir. O bozulduğunda bü-tün bir beden bozulur. Dikkat edin, işte o kalptir.”4 beyanı bu hususu aydınlatmaktadır.

2- Talebe tahsile bütünüyle yönelmesini engel-leyecek uğraşlardan çekilmeli, azıcık geçimliğe razı olup darlık ve yokluğa sabretmelidir. İmam Şafiî tah-sil görenlere şu uyarıyı yapar: “Bu ilmi lüks yaşantı ve kişisel rahat içerisinde talep etmeye çalışanlar başarılı olamadılar. Kim de canını dişine takıp yok-sulluğa ve âlimlere hizmete baş koyarak ilim yoluna girmişse sonunda başarmıştır.”

3- Bir diğer önemli nokta, ilmi sadece kitaplar-dan öğrenen, yetkin bir üstadın rahle-i tedrisinden geçmeyen kişilerden ilim almamaktır. Zira birikimini salt kitaplardan edinenler, birçok yanılgı ve tahrife düşerler.

4- Yine talebe, hocasına karşı son derece hürmetkâr olmalıdır. Bu durum, ondan belledikleri-nin zihninde kalıcı olmasını sağlayacaktır. İlk dönem ilim yolcularından bazısı üstatlarına gitmeden evvel sadaka verir ve şöyle dua edermiş: “Allahım! Üsta-dımın ayıbını bana gösterme, ondan alacağım ilmin bereketini giderme.” Selef âlimlerinden er-Rabî’, ho-casına karşı saygısını şu sözüyle dile getirir: “Allah’a yemin olsun ki Şafiî bana bakarken heybetinden ötürü su içmeye cesaret edemezdim.”

5- Gece gündüz, seferde ve hazarda her daim öğrenmeyle meşgul olmalı, zaruret halleri dışında müzakere ve mütalaaya ara vermemelidir. Hatip Bağdadî, ezber için en ideal zamanın seher vakti olduğunu; gece hıfzının gündüzünkinden, aç karnı-na hıfzın doygunluktakinden daha faydalı olduğunu belirtir.

6. Son olarak, üstadının herhangi bir huyundan sebep verdiği sıkıntıya sabır göstermelidir. Bu mev-zuda İbni Abbas’ın (r.a.) “talip olarak zillet çektim de matlup (aranan, üstat) olarak izzete eriştim” sözü meşhurdur.

Evet, adap literatürümüzde ciddi bir yekün oluş-turan talebe-hoca ahlakına dair bu kadarlık bir tafsi-lat, İslam dünyasındaki medreselerin Batı eğitim tar-zını benimseyen okullardan esasta ne gibi farklara sahip olduğu noktasında yeterli kanaat verecektir.

Dipnotlar

1. el-Mecmu’ mukaddimesi, s. 46. Muhyiddin en-Nevevî.

2. Necm, 32.

3. Hucurât, 13.

4. Sahîhu’l-Buhari; Sahihu Müslim.

Page 39: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

العلم39 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

İlim vakıaya mutabık olan yakîni inanca denir. Kimileri tarif edilmez demiştir ilim için. Kimiside külliyet ve cüziyet’in kendi-siyle bilinebildiği (râsih) bir sıfattır demiştir. (Cürcâni, Tarifat, ilim mad.) Yine yapılan tarifler arasında ‘ilim, malumun üzerindeki örtünün kalkmasıdır.’ ifadeleri de mevcuttur. Hâsılı ilim kavramı için muh-telif tarifler geliştirmiştir âlimler.

İlimin tarihine baktığımızda ise ilim için ilk ifadeler kelam-ı kadim’e yazılmıştır. Şöyle ki: “Ve alleme ademe’l-esmae külleha… (Adem’e bütün isimleri öğretti)” ayetinde Allah Celle Celalühû ilim masdarının tefil babından fili mazisini zikretmiştir. Ve bir çok yerde “alime” kökünden türetilmiş kelimeye de Kur’an’da rastlamaktayız.

Temel dini kaynağımızın ikincisi Hz. Peygamberin (s.a.v) ha-dislerinde ise ilim kelimesi ve türevleri muhtelif yerlerde mev-cuttur. Ulema-i kibardan İmam Bezdevî (r.aleyh) (h.400-482) çok kıymetli usul eserinde ilmin keyfiyetine dair açıklamalarında ilmi ikiye ayırmıştır. İlk kısma tevhit-sıfat/ akîde ilmi, diğerine de şe-riat ilmi demiştir. Şeriat ilmini fıkıhla açıklaması bir hayli dikkat çekicidir. Nedeni ise eskide ilim fıkıhla eşdeğerdir. Bugün fıkhı hukukla tercüme etmek ise doğru olmasa gerektir. Zira hukukun çağrıştırdığı sekülerizm ile fıkhın manasında yatan din tamamen birbirlerinin karşıtıdır. Ayrıca ne hukuk fıkhın manasını karşıla-yabilmekte ne de fıkhın hukukla anlaşabilir yanı bulunmakta-dır. Birbirlerine kullanılmaları suretiyle yapılan hatanın nedeni ise her ikisinin uygulama normlarını ve pratik hayatın kurallarını ihtiva ediyor olmasıdır.

İLİM VE MEDRESELERİN İHYASI

UBEYDULLAH ŞİRVAN

Page 40: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1440

İmam Bezdevî’nin tarifinin ikinci kısmını incele-diğimizde ortaya çıkan mana maksadımıza çok net ışık tutmaktadır.

İmam Bezdevî şeriat ilmini üç kısımda mütalaa etmiştir ki; bunlardan ilki şeriatın kendisini bilmek, diğeri usûlü fıkhı bilmek, sonuncusu da “ilmin ken-disiyle amel etmektir”. Yani ilim amel etmek, ettiği ameli bilmek ve fakih olmaktır. İşte bu kısımları zatı-na aktardığında kişi fakih çıkar.

Hikmet de ilim ve amel diye tarif edilmiştir. İlim-le hikmetin eşdeğer olması da Kur’an’da görülür. (Bezdevî, usûl, mukaddime)

“Hikmeti dilediğine verir. Her kime de hikmet verilirse muhakkakki kendisine büyük bir hayır veril-miş olur.” (Bakara, 269) İbn Abbas (r.a) ayetteki hikmeti Kur’anı bilmek şeklinde tefsir etmiştir. (Taberî tefsiri, Ba-

kara 269)

Kelamcılar ilmin tarifinde bilenle bilinen arasın-da bir izafet ve hususi bir nisbetin olmasını gerekli görürler. Burada bilen bilinenle bilir olurken, bilinen de bilenle bilinir olur ki; netice olarak: ilim işte bu aradaki taalluktur derler. (Keşşâfü ıstılâhâti’l fünûni ve’l ulûm,

1225)

Tarihi seyrinde en fazla değişikliğe uğrayan ve gerçek mana ve mefhumu meçhule itilmek istenen bir kavramdır ilim. Bir zamanların amacı ahir zaman-da araç haline getirilebilmektedir. Ya da çarpıtılabil-mektedir mahiyeti. Günceli tespit anlamında diyebi-liriz ki; zamanın aramızdan kaldırdığı kavramlardan biridir ilim. Yerine bilgi dendi. Yavan, köksüz ve profan. Sahibi de bilge diye isimlendirildi. Yalnızca bilen o. Hoca da kendisi, talebe de. Elde ettiği kendi başarısı. Tarihi yok. Müstakbeli de olmayacak. İlim’e hiç benzemiyor. İlim’in dini var. İlk muallimi. Gerçek sahibi. Yaratan yaratılan ilişkisi var ilim’de. Mazisi var. Hiç de yok olmayacak.

İslam kültürüne sahip olan bizim gerçek bir ilim mazimiz vardır. Hikmet’in /ilim kendisine ve-rildiği Peygamberimiz aleyhisselam, o peygam-berden müstefit kutlu ashabı ve peygambere varis

ulemamız var. Hiçbir asrımız ve hiçbir toplumumuz bu varislerden eksik kalmamış. Kur’an sünnet ilmine sahip ulemamızın yanı sıra, ledünni olarak isimlendi-rilen tasavvuf-ahlak ilmine sahip mutasavvıflarımız-da var olagelmiştir.

Tarihin merhalelerinden bir devirde felsefe ile uğraşılmış, kadim Yunan okunmuş, Sokrates, Efla-tun ve Aristo gibi muallimlerin eserleri dillerimize tercüme edilmiştir. Bu devirde İmam Gazzali (h.505) gelmiş, karşılaştığı neslin dini ilimlerden daha fazla felsefeyle iştigal ettiklerini gördüğünde eseflenmiş-tir. Amacın sapmasına izin vermemek adına önce bu felsefe eserlerinin muhtevasına dair eserler kaleme almış, ardından bu görüşlere ciddi tenkitler yönelt-miştir. İşte bu gibi şahısların kendisinden kodlandığı ehl-i sünnetin her devirde yetişecek olan müceddid-leri tarih sahnemizden hiç zail olmamıştır.

Bizi korkutan bir gerçektir ki içinde yaşadığımız iş bu modern devirde bu müceddidlerin yetişmesi bir hayli zorlaşmıştır. Muhtelif ilimlere katkı yapıp iş-tigal ettikleri sahada tecdid ve ıslah ameliyelerinde bulunan pek az ilim sahibi bulunmaktadır. Bu amaç-larda okumalar yapan talebeler ve ilim müessesele-riyle karşılaşmak ise bir şanslılık olarak görülmelidir. Zira modern batı üniversite eğitimine geçildi geçileli dünyevi arzu ve amaçların yakasından henüz kur-tulunamamış ve gerçek ilim yapılamamıştır. Çünkü ilmin mahiyetine aykırıdır seküler olmak. Eski metin-lerin muhtelif yerlerinde, dünyevi emellerle ilim tah-sil etmeye çalışanın gerçek ilim sahibi olamayacağı vurgusu yapılmıştır.

Sonuçta önümüze çıkan gerçek, iki yoldur. Ve bundan birini tercih etmek yine bizim elimizdedir. Ya batılı anlamda kendisinde tahsile icbar edildiği-miz eğitim kurumlarında bulunacağız ya da asırlar-dır gelişimini sağlayan, son bir asırdır hayatımızdan çekilip alınan İslami ilimlerin gerçek mekân sahibi ve bu ilimlerin üstadlarının içinde nefeslerini soluduğu “medreseleri” ihya edeceğiz.

Page 41: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

Kurân, Kurân’ı anlatıyor Arif Güzelyurt

Hamd âlemlerin rabbinedir. Salât ve selam peygamberlerin önderine olsun! Değerli Müslüman kardeşim, bizi Müslümanlıkla şereflendiren Yüce Rabbimize şükürler olsun! O’nun sonsuz rahmeti olmasaydı gerçekten kaybedenlerden olurduk. Bu kayıp hem bu dünyanın, hem sonsuz ahiretin kaybı anlamına gelirdi. Yüce Rabbimiz bizi Müslümanlıkla şereflendirerek asla şükrünü ifade edemeyeceğimiz bir lütufta bulunduktan sonra, hayatın her noktasında önümüzü aydınlatacak bir kaynak gönderdi bize. Her derde devam olacak, her karanlığa aydınlık sunacak, her şaşkına yol gösterecek, her soruya cevap teşkil edecek, her hastalığa tutulana şifa verecek bir kaynak… İşte bu kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Kendisini rehber edineni cennete ulaştıracak, kulak ardı edeni cehenneme sürükleyecek Kur’an-ı Kerim… Dostların birbirlerine düşman kesileceği, gebe annelerin korkudan düşük yapacağı, ter sularının topuklardan boğazlara ulaşacağı o hayal edilemeyecek kadar korkunç günde sahibine sükûnet sağlayacak Kur’an-ı Kerim… Evet değerli Müslüman kardeşim, Kuran-ı Kerim bizim hem dünyamız, hem ahiretimizdir; hem hukuk kitabımız, hem ahlak düsturumuzdur; hem yoldaşımız hem önderimizdir; hem hareket metodumuz hem düşünce kaynağımızdır.

العلم41 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Page 42: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

O gece yarıları gözyaşı ve dua pınarı, gündüz vakitleri hak ve sorumluluk rehberidir. O aile içinde huzur deryası, eğitimde sevgi ve sabır hazinesi, mahkemede zerre şaşmaz adalet terazisidir. O ticarette dürüstlük, insani ilişkilerde hoşgörü, davranışlarda ölçüdür. İstersen gel beraber Kuran-ı Kerim’i Kuran-ı Kerim’den dinleyelim. Bize ne için gönderildiğini, ne şekilde ondan istifade edeceğimizi bir bir kendisi anlatsın. Gel beraber altı ayet etrafında kısa ama derin bir tefekkür gezintisine çıkalım. Bakalım Kuran-ı Kerim kendisini insanlığa, insanlığımıza nasıl teklif ediyor: Eûzu billâhi mineş şeydânir racîm. 1- “Bu Kur’an Allah’tan geldi, başkası tarafından uydurulmuş değildir.” (Yunus suresi, 37)

Evet, altı ayetin ilkinde en temel gerçeği dikkatimize sunuyor Kuran-ı Kerim: İnsanlar tarafından hayal ürünü bir uydurma, bir kurgu kitap değildir Kuran-ı Kerim. Bir romancının hayal âleminden kağıda döktüğü veya bir yazarın kelimelere bürüdüğü bir kitap değildir. Yani kişiden kişiye göre değişen sınırlı bir gerçeklik ve his sözkonusu değildir onda. Belli bir coğrafyanın, belli bir kültürün, sınıfın, zihin dünyasının ürünü değildir Kuran-ı Kerim. Tam tersine, o bütün coğrafyaların, bütün kültürlerin, bütün ekonomik veya kültürel sınıfların üstünde bir kitaptır ve hepsini aynı derecede bağlayıcıdır. Kuran-ı Kerim’den bir çiftçi hayat bulacağı gibi, bir filozof da pek tabi ihya olur. Onunla bir kişi hayatını düzelteceği gibi koca bir devlet de kalkınma sağlar. Kimsenin Kuran-ı Kerim’den istifadesi bir başkasının istifadesini engellemez. Kimsenin anlayış sınırı Kuran-ı Kerim’e nihai sınırı çizemez. Neticede tüm akılların ondan keşfedeceği deryada zerredir. Gördüğümüz gibi Müslüman kardeşim, daha baştan Kuran-ı Kerim’e karşı anlayışımızı doğru bir zemine oturtuyor bu ayet. Kuran-ı Kerim’i bütünüyle Yüce Rabbimizin bir eseri olarak görmeliyiz. Ona karşı takınılan olumlu veya olumsuz, ciddi veya laubali tavır doğrudan Yüce Rabbimize karşı sergilediğimiz bir davranıştır, bunu bilmemiz lazım. Bu ayetle Kuran-ı Kerim’in bütünüyle Yüce Rabbimizin eseri olduğunu anladıktan sonra ikinci adıma, bir sonraki ayete geçelim. Yüce Allah tarafından geldi de niye geldi Kuran-ı Kerim? Bu soru da en az birincisi kadar önemlidir. İşte bunun cevabı: 2- “Bu Kur’an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu…” (Enam suresi, 19)

Evet, burası can alıcı nokta. Kuran-ı Kerim ulaştığı herkese bir uyarıdır… Allahü ekber! Ne sarsıcı bir gerçeklik! Ne uyarıcı bir ikaz! Kuran-ı Kerim adeta ilahi bir alarm, bir siren sesi. Yaşadığımız hayatta karşılaşacağımız birçok tehlikeyi haber veriyor. Dünya malına kapılma tehlikesine karşı, geçici zevklere kanıp ebedi hayatı unutma tehlikesine karşı, makam mevkiinin insanı ayartma tehlikesine karşı ilahi bir uyarıdır Kuran-ı Kerim. Eğer bir uyarı amacıyla vahyedilmişse Kuran-ı Kerim, demek ki tehlikedeyiz. O zaman yaşam Kuran-ı Kerim’siz kocaman bir tehlike demektir. Özellikle bu azgın fitne çağında, bu dünyanın dibe vurmaya ramak kaldığı kıyamet arifesinde bizi tehdit eden ne kadar tehlike var düşün kardeşim. Doğal kaynakların tükenmesi tehdidi, hormonlu gıdaların tehdidi, işsizlik tehdidi, etnik savaşlar tehdidi, nükleer enerji tehdidi, iklimlerin bozulması tehdidi, milli ve manevi değerlerin yitmesi tehdidi, yüksek enflasyon tehdidi, hayat pahalılığı tehdidi, yeni kalıtımsal hastalıkların tehdidi, akrabalık ve dostluk ilişkilerinin zayıflaması tehdidi..., daha sayfalarca gider bu tehditler listesi.

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1442

Page 43: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

İşte tüm bu tehlikelere karşı önlem almamız için vahyolundu Kuran-ı Kerim. İnsanı bu devasa tehdit ağından çekip alır mukaddes kitabımız. Kuran’ı rehber edinmeden önce neyin tehdidi altındaysa Kuran’ı rehber edindikten sonra ondan güvende olur insan. Çekip alır Kuran-ı Kerim bizi her yanımızı saran tehlikeler hattından. Peki hangi yola çevirir ondan sonra bizi? Bataklıktan aldıktan sonra nereye çıkarır? Bunun cevabı için üçüncü ayeti okuyalım. Altı ayetin üçüncüsü yolumuzu biraz daha aydınlatıyor. Görelim Kuran-ı Kerim’in verdiği cevabı: 3- “ Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.” (İsra suresi, 9)

Bu ayet Kuran-ı Kerim’in bizi yarı yolda bırakmayacağını söylüyor kısaca. Bizi tutturduğumuz güzergahtan aldıktan sonra çözümsüz ortada bırakmaz Kuran-ı Kerim. Aklımıza sadece sorular ve şüpheler salıp işin içinden çıkmaz. Çözümsüz sorunlar yığmaz önümüze. Burası önemli, çünkü bugün heryerde mevcut hayat düzeninin iyi olmadığını duyuyoruz. Herkes gidişattan rahatsız. İzlenen her film bir yaraya parmak basıyor, okunan her kitap bir sorunu dillendiriyor, her kurum ve kuruluş bir eksiği işaret ediyor, ama ya sonrası? Ya ardından ürettiği çözüm? Maalesef! Kuran-ı kerim dışında yaslandığımız her şey bizi bu anlamda ortada bırakır. Sorular sorar, sorunu gösterir, ama çıkış yolunu göstermez, gösteremez. Gösterse bile ayetin bahsettiği “en doğru ve en sağlam yol” değildir gösterdiği. Bunun sonucunda farkında olduğumuz hataların içinde bir ömür tükenip dururuz. Bile bile kendimize yazık ederiz. İşte bu bir tür fantazidir, duygu tatminidir, avuntu emziğidir, çünkü gerçek çıkışı göstermez. Bulunduğumuz ortam ve halden daha iyisini sunmaz bize. Oysa Kuran-ı Kerim çözümün kendisidir, ikincisi olmayan bir alternatifir. Gerçekçi ve uygulanabilir çözümler sunar sorunlarımıza karşı. Anlaşılabilir işaret levhalarıyla, sürekli yol desteğiyle çıkışı, sonsuz çıkışı gösterir bize. Evet, gayet anlaşılır levhalarla aydınlatır yolumuzu Kuran-ı Kerim. Bilgi ve bereketini kimseden sakınmaz, uzun sınavlardan geçirmez hiçbirimizi. Bunu tefekkür gezintimizin bundan sonraki adımlarıyla öğreniyoruz. Buyurun ayet-i kerimeye:

العلم43 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Page 44: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

4- “Andolsun biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?” (Kamer suresi, 17)

Sübhanellâh! Edepsiz dizi-filmlerin, zerre faydasız yarışma ve eğlence programlarının reyting rekorları kırdığı bir ortamda yapılan ilahi çağrı: Yok mu Kuran’dan öğüt alan? Bir düşünelim, hiç bilgi sahibi olmadığımız sayısız gök cisimleri kadar ulaşılmaz, sırlı olabilirdi Kuran-ı Kerim. Adını bilmediğimiz nice nice canlılar gibi algı ve hislerimizden uzak olabilirdi. Böyle yapabilirdi elbette Yüce Rabbimiz. Ya da gördüğümüz rüyalar kadar şifreli ve gizemli yapabilirdi Kuran-ı Kerim’in dilini. Bir düşünelim… Merhamet etti bize de öyle yapmadı. Ezeli ve ebedi

kelamını adeta bir paket halinde önümüze koydu. O yerlere ve göklere sığmayan kelam kudretini sanki iki kapak arasına sığdırdı da önümüze koydu. Peki ya gördüğü muamele?.. Kâinatın kullanma kılavuzu tozlu raflarda, öncekilerin ve sonrakilerin ilmi vitrin hapishanelerinde… Gelin birkaç adım daha ilerleyelim ayetler arasında. Onca ulaşım kolaylığına rağmen Kuran-ı Kerim’den uzaklık neyle nasıl izah edilebilir? Bir sonraki ayet bunu anlatıyor: 5- “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed suresi,

24)

Yoksa başka nasıl izah edilir ondan gafillik? Pınarın başında susuzluktan ölene ne denir? Ne ürpertici bir ilahi ifade! Yoksa kalplerinde kilitler mi var?.. Gözleri var da görmüyorlar mı? Kulakları var da işitmiyorlar mı?.. Demek içi boş ceset Kuran-ı Kerim’siz insan. Demek bir çürük incir Kuran-ı Kerim’siz mal mülk. Demek boş bir hülya Kuran-ı Kerim’siz dilekler, umutlar. O halde düşünelim Kuran-ı Kerim’i. Her kıssasını, her emrini, her uyarısını durup düşünelim. Hiçbir şeyi boş yere yaratmayan Yüce Rabbimizin sözü o. İşinde son derece usta bir kuldan bile çıkmıyorsa ismine leke sürecek ürünler, yakışır mı kulların Rabbinin şanına abes kitap?.. Hâşâ, sümme hâşâ! Düşünmemiz, düşünüp yola gelmemiz, ders çıkarmamız esas Kuran-ı Kerimle ilişki kurarken. Ayetten onu anlıyoruz diğer taraftan. O kuru bir bilgi sağlamaz, kuru bir yasa maddesi koymaz. Tarihi bilgi vermek değildir esasen Kuran-ı Kerim’in amacı. Bunun için geçmiş kavimlerin, peygamberlerin kıssalarında önemli saydığımız tarihler, ilişkiler hiç bahsedilmez. Sayfalarca anlatılır Hazreti Musa’dan da, hangi tarihte yaşadığı hiç geçmez. Çok önemli bir yaşanmış hadise aktarılırken “bir kasabaya uğrayan adamın biri” der mesela Kuran-ı Kerim. Çünkü önemli olan adamın ismi cismi değil, başına gelen olaydan bizim çıkardığımız derstir. Önemli olan öğüt almaktır, aklını başına almaktır.

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1444

Page 45: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

Değer mi peki Kuran-ı Kerim için öğüt almaya? Ne kadar ciddi bir şeyi ki ona kulak kesilelim, başımızın üstünde yer edelim? Bunun cevabını da alttaki ayetten okuyalım. Bakalım sahiden bu kadar muazzam mı bu Kuran-ı Kerim: 6- “Eğer Biz Kuran’ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun, Allah korkusuyla başeğerek paramparça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr suresi, 21)

Meğer ne ağır bir kitapla karşı karşıyaymışız Allahım. Yine buna benzer bir ayette Yüce Rabbimiz, emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara arzettiğini, ama onların korkup geri çekildiklerini beyan eder. Sonunda ağır din emanetini insan omuzlamıştır. İki ayet de bizden başka hiç kimsenin aldığımız emaneti taşıyamayacağını açıklıyor. Demek Kuran-ı Kerim koca dağları un ufak edecek kadar korkunç güce sahip. O halde bu kutsal güce yaraşır şekilde onu benimseyelim. Onu hayatımızın temeline yerleştirelim ki, yaşam ağacımız Kuran-ı Kerim’in özsuyuyla yeşersin. Ayetten aynı zamanda Kuran-ı Kerim’den güzelce nasiplenmeyen insanın dağdan daha katı bir kalbe sahip olduğunu anlıyoruz. Dağ bile korku ve ürpertiyle Yaratıcı Rabbinin kusursuz kelamına boyun eğiyorsa, artık ona boyun eğmeme, ondan ürperip hayatına çeki düzen vermeme ancak ve ancak kalp katılığıyla izah edilebilir. Dağlardan daha yumuşak kalbe sahipsek, o halde Kuran-ı Kerim’i hayat yoldaşımız kılalım. Onun emir ve yasaklarını, naklettiği kıssaları, verdiği misalleri ve yaptığı uyarıları her şeyden çok dikkate alalım. Kuran-ı Kerim’i altı ayette yine kendi dilinden dinledikten sonra Peygamber Efendimiz Aleyhisselam’dan onu okumanın faziletine dair altı tane hadis görelim. Efendimiz Aleyhisselamın dilinden Kuran-ı Kerim’i okumanın fazileti

1- “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Ebû Ümâme radıyallahu anh naklediyor. Müslim ve Ahmed İbni Hanbel)

2- “Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” (Osmân İbni Affân radıyallahu anh naklediyor. (Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî)

3- “Kur’an’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir. Kur’an’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır.” (Âişe radıyallahu anhâ

naklediyor. (Buhârî, Müslim)

4- “Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.” (Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh naklediyor. Buhârî, Müslim)

5- “Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (İbni Mes’ûd radıyallahu anh naklediyor. Tirmizi)

6- “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (İbni Abbâs radıyallahu

anhümâ naklediyor. Tirmizî, Ahmed İbni Hanbel)

العلم45 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Page 46: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

Dua kulluğun özüdür. İnsan kendisini yaratan, her şeyi hizmetine veren Yüce Rabbine karşı en samimi kulluk şeklini el açıp kendisine yakarırken göstermiş olur. Dua son derece güçsüz ve aciz kullla, sonsuz güç ve irade sahibi Rabbi buluşturan, kulun acziyetini Rabbin kudret himayesine sokan biricik araçtır. Dua ihtiyacın itirafı, Rabbin sonsuz lütfunun talebidir. Dua bir ümit çığlıdır. Bir şeye ulaşma noktasında atılması gereken tüm maddi somut adımlar atıldıktan sonra, esas yapılması gereken kalp şartını, Allah’tan istemeyi başarmaktır. Duanın gerçekte ne olduğunu birkaç ayeti kerime ışığında Rabbimiz Azze ve Celle’den dinleyelim: * “Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” (Bakara suresi, 186)

Bu ilahi beyan, dikkat edersek Allah hakkında gelen sorulara cevap olarak iniyor. Rabbimiz Teâlâ kendini kullarına tanıtırken ilk sıraya duayı koyuyor. Buna göre kul dua edip yakaracak, Rabbi de verecektir. Bu ayetten anladığımız şey, kulun Rabbine karşı ilk görevinin ona yalvarmak, ondan istemek olduğudur. Bu gerçeği her namazda okuduğumuz Fatiha suresinde de dile getiriyoruz: “Yalnız sana

Dua: İbadetin Özü Adem Özçelik

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1446

Page 47: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” Demek ki, ibadet etmek ve istemek aynı şeylerdir ve yalnızca Rabbimiz Teâlâya yapılırlar. İbadet ve istemenin, yani duanın aynı kapıya çıkması bizi başka büyük bir sırra götürür ki o da şudur: Dua ibadetle aynı şey, hatta onun en saf hali olduğuna göre yaratılış amacımız dua etmemizdir. Bunu şu ayeti kerimeden rahatlıkla anlayabiliriz: “İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat suresi, 56)

Yaratılış gayemiz ibadet ve kulluk olduğuna ve bunların en saf hali de dua olduğuna göre demek ki, dua etmek bu dünyadaki en temel vazifemizdir. Dua böylesi merkezi bir konuma sahipken, maalesef ibadete ek bir şey, fazla önemli olmayan bir detay gibi görünür. Dualar yaptığımız ibadetlerin çeyreği kadar zaman almıyor malesef. Oysa dua uzun olmalıdır. Basit bir şirket toplantısı, basit bir iş görüşmesi bile bir iki saat alabiliyorken, Yüce Allah’la özel görüşmemiz olan duaya bir iki dakika vakit ayırmak, bazen hiç vakit ayırmamak nasıl açıklanabilir?! Duanın içten ve yoğun yapılması gerektiği şu ayeti kerimeyle dikkatimize sunulur: * “Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin! Gerçek şu ki, Allah sınırı aşanları sevmez.” (Araf suresi, 55)

Burada da dikkatimiz çeken şey, duanın hemen peşine sınırı aşmanın zikredilmesidir. Demek ki, sınırı aşmanın önündeki en büyük engel duadır. Dua ile yaptığımız yakarışlar ve kırdığımız gururumuz, haddimizi aşmamıza ciddi set oluşturmaktadır. Gerçekten de kulun büyüklenmesi, acziyet ve muhtaçlığını unutup küstahlık taslaması, içten duayı terketmesiyle veya duada gevşeklik gösteremesiyle başlar. Kibirli insan, yani kulluk sınırına tecavüz eden insan Yüce Allah’tan uzun uzun istemek yerine uzun uzun kendinden bahseder ve gücünü ortaya koymaya çalışır. Ayetin işaret ettiği diğer husus, bir müminin ancak ve ancak Rabbine dua ederken, yani sade O’ndan isterken iki büklüm olması gerektiğidir. Bunun dışında insanlardan bir şey isterken veya çeşitli sosyal münasebetler kurarken asla yakarış vaziyetinde, duygu sömürücüsü olmamalıdır. Demek ki, duada Rabbine karşı aciz ve muhtaç vaziyete bürünmeyenler, insanlara karşı el pençe dururlar. Bunu çevremizde rahatlıkla görebiliyoruz. Rabblerine karşı hâşâ küstahlık içinde olanlar, basit menfaat için insanlara karşı nasıl da yağdanlık yapıyorlar! Dua ederken Rabbimiz Teâlâ’dan ne istemeliyiz? İnsanın her istediği hayrına mıdır? Bunların cevabını gelen ayetten anlayoruz: * “İnsan, bazan şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan!” (İsra suresi, 17)

Gerçekten insan psikolojisini birebir yansıtan bir ayet. İnsan kendi aleyhine öyle dualar eder ki, -Rabbinin merhameti olmasa- bunlardan sebep helak olur giderdi. Gerek lanet okumak, malına ve çocuklarına kötü isteklerde bulunma şeklinde, gerekse iyi zannettiği bir kötülüğü Rabbinden isteme noktasında insan öyle hatalı dualar yapar ki!

العلم47 ذو القعدة- حمرم1437 العدد:14

Page 48: AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ · ilim 14. SAYI, AĞUSTOS-EKİM 2016 14 ددعلا 1437 مرمح-ةدعقلا وذ AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Kur’ân

Düşünelim hele, bugüne dek neler istedik Yüce Rabbimizden? İleriye dönük menfaatimize olmayacak ne yakarışlar sunduk dualarımızda! Bir dönem, belli şartlarda kârımıza olur sanıyorduk, lakin zamanla bizim için ne kadar zararlı olduğunu anladık. Bugün iyi ki diyoruz, o dualarımızı kabül etmemiş Yüce Rabbimiz. Tüm arsız ısrarımıza rağmen bizim için iyi olanı, hayırlı olanı bize nasip etmiş. İşte ayetin sonunda bahsedilen insanın aceleciliği burada. Bulunduğu ana göre,her şeyin hemen olup bitmesini beklediği için aceleci ve telaşlı insan. Oysa Rabbimiz sabırlıdır; işlerin akıbetini görendir, fayda ve zararlarını en ufak detayına kadar bilendir. O halde hayırlı olanı isteyelim Rabbimizden. Kuran’da yapılan dua gibi olsun çoğu dualarımız: “Ey Rabbimiz, bize bu dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik nasip et!” (Bakara suresi, 201) Bu dua aynı zamanda Hazreti Peygamberimizin de en sık yaptığı dualardandır. * “De ki Rabbim size ne kıymet verir duânız olmasa?” (Furkan suresi, 77) Bu ayeti kerime herhalde tek başına duanın önemini anlatmaya yeterlidir. Rabbimiz nasıl ki, tüm ihsan ve lütfuyla Rabbimiz ise, kul da olanca acizliğiyle ve içten yakarıp istemesiyle kuldur. Rabbine yakarmayan kul yaptığı diğer ibadetlerde sanki Rabbine fayda sağlayacak bir eylem içindeymiş gibi görünür. Oysa el açıp gözyaşları içinde istediğimizde gerçek kulluk kimliğimizi bulmuşuz demektir. Bu durum tıpkı etrafına sevimlilik göstermeyen, çocukça masumiyet ve saflık sergilemeyen çocuğun haline benzer. Böyle bir çocuktansa insanlar etrafına şen gülücükler saçan ve masum hatalar yapan çocukları severler. İşte kul da kendini Rabbi katında sevimli kılan bu şirinliği, bu kulca hataları ve akabinde tövbeleri en iyi şekilde dua halinde göstermiş olur. Okuduğumuz ayeti kerimeler ilk kaynaktan açıklamalardı. Bunları okuduk. Artık duanın ne denli önemli ve kulluk duruşu olduğunu biliyoruz. Şimdi eylem zamanı, şimdi dua zamanı. Dua edelim ki, kendi kulluğumuzu ve Rabbimizin ilahlığını itiraf etmiş olalım. Dua edelim ki, işlediğimiz onca günaha karşın Rabbimiz katında sevimli bir yüzümüz olsun. Bir mazeretimiz olsun hayatımıza karşı. Ezanla kamet arasında, Cuma saatlerinde, secdede, gece yarısı, oruçluyken vesair zamanlarda bol bol dua edelim. Kuran-ı Kerim’de geçen veya ‘sahih’ hadislerde Peygamber Efendimizin yaptığı duaları yapmaya özen gösterelim. Falan hocanın, falan kitabın duasını değil, bizzat Hazreti Peygamber Efendimizin yaptığı duaları yapalım. O, Rabbimizi bizden çok çok daha iyi tanıdığına ve hatta bunu bize öğretmekle memur olduğuna göre, hangi duanın daha hoş duracağını en iyi o bilir. Salât ve selam onun ve ashabının üzerine olsun.

ilim Ağustos-Ekim 2016 Sayı: 1448