başyazı - somuncu baba dergisi · 2017-01-05 · bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama...

47

Upload: others

Post on 18-Jul-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel
Page 2: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

KÜLTÜRÜN BEŞİĞİ ANKARA

Ankara is resembled to the shining moon in the dark night by the poet spirited people. It is a jewel glowing in the middle of the steppe. The men of service always tried to do their best for Ankara for centuries. And everybody has added something from themselves to this beautiful city.

Ankara is careful in doing the honors. It welcomes its guests with the love of Yunus, the tolerance of Mawlana and the dignity of Hacı Bairam Wali, sleeping his eternity sleep in this beloved land.

While spreading the prosperity and perfections from Ankara to the world that he got from Somuncu Baba, as being the disciple of whom, Hacı Bairam Wali also reflected the tolerance, wisdom and supremacy of this spiritually wise heart, who trained him.

Like the heart in a body, Ankara, the republican city, is in the center for the eighty- one cities in this country.

ANKARA, THE CRADLE OF CULTURE

“Şehirler, geçmişin izlerini taşıyan devasa açık müzelerdir. Bu açık hava müzelerinde zamanın değişiminin ve mekânın dönüşümünün izlerini sürebilirsiniz. Şehirlerin de insanlar gibi kimlikleri vardır.” diyor bir edibimiz. Şehir, onu imar ve ihya eden toplumların hayat anlayışını yansıtır. O toplumun ruhunun yansımasıdır. Şehirlerin de duyguları vardır. Medeniyet merkezi olan şehirler ete kemiğe bürünmüş canlı varlıklar gibidir. Şehir, bir nevi hafızadır.

Ankara’yı karanlık gecelerde parlayan aya benzetir şair ruhlu kalem ehli. Bozkırın ortasında parlayan bir mücevherdir Ankara. Hizmet düstur edenler, yüzyıllardır ellerinden gelini yapmaya çalışmışlar. Herkes kendinden bir şeyler katmaktadır bu güzel şehre… Ankara, denizden uzaktır ama kültür suyuna kavuşmuş kadim bir medeniyetin nakış nakış motiflerinin bulunduğu işlemeli bir yüzük taşıdır. Mecnun’un Leyla’sını çöllerde aradığı gibi, uzak düştüğü deryaları nehirlerle halkın istifadesine sunan hizmet gönüllülerinin gayret ettiği, bir münbit alandır artık. Lâtif ve mülâyim bir çehresi vardır bu şehrin. Onun gönül aynasında vakar ve tevazu, gül suretinde yansımaktadır.

Hitabet sanatını iyi bilenlerin konuşmalarını halka duyurabildiği bir kürsüdür Ankara… Seçkin Anadolu çocuklarının millet menfaatine kafa yorduğu, halkın daha müreffeh yaşaması için gecesine gündüzüne kattığı, hayırlı adımlar attığı, kararlar aldığı meclis çatısı altındaki zaman dilimlerinin şahididir. Doğusundan batısına bu ülkenin evlatlarının özgürlük adına, demokrasi adına seslerini arşa yükselttiği bir muhteşem korodur. Söyleyecek sözü olanlar, Anadolu’dan buraya akmaktadır. Ankara, misafirlerini ağırlamakta titizdir. O, mihmanlarını Yunus’un sevgisiyle, Mevlâna’nın hoşgörüsüyle, aziz toprağında sonsuzluk uykusunu uyuyan Hacı Bayram-ı Veli’nin vakarıyla karşılamaktadır. Somuncu Baba’nın talebesi olarak, manevi büyüğünden aldığı feyzi, kemâlâtı Ankara’dan dünyaya yayarken Hacı Bayram-ı Veli, aynı zamanda kendini yetiştiren o kâmil gönlün hoşgörüsünü, irfanını, yüceliğini bütün insanlığa yansıtmaktadır.

M. Nihat Malkoç “Bu şehrin manevî bekçiliğini yapan bir ahir zaman mürşididir Hacı Bayram Veli… Hakikat incilerini toplayan bir gönül avcısıdır o…” cümleleriyle kalpten Hüda’ya açılan yolların işaret taşlarını onun Somuncu Baba’nın gönlünden, kendi gönlüne akan inciler olduğuna dikkat çeker. O üstadının nefisleri tezkiye eden tasavvuf mektebinde, gönül ikliminde yetişmiştir. Fatihlere yol olan nice Akşemseddinler geçmiştir rahle-i tedrisatından. Hacı Bayram’da ezanlar ruhlara inşirah neşvesi verir. Dualar tülü tül bulutlara yükselir orada. Ovasındaki başaklar yetkindir, olgundur, dolgundur. Tevazu ile boyun eğerler ama vakurdur duruşları. Sevgi ve saygı kültürü taşına toprağına sinmiştir bu mübarek toprakların...

Bir bedendeki kalp gibi, seksen bir vilayet için merkezdir bu şehr-i cumhuriyet. Ankara sadece ülkemizin değil, vatanını, milletini seven yetmişdört milyon vatandaşımızın da gönlünde mutena bir yere sahiptir. Selam olsun, Ankara’ya…

Bank Asya ilan 220x310.indd 1 26.03.2012 15:05

Page 3: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

42

52 56 64

EL KÂDİR - Ramazan ALTINTAŞ (14)

MÜFTERÎYE MÜNTAKÎM HAKK - Nazlı Rânâ GÜREL (17)

BOZKIRIN ESKİMEYEN TÜRKÜSÜ: ANKARA - Meryem Aybike SİNAN (18)

OSMANLININ PEYGAMBER SEVGİSİ - İsmail ÇOLAK (22)

SÛFÎLERİN TEVESSÜL VE VESÎLE ANLAYIŞLARI - Kadir ÖZKÖSE (26)

GÖNÜL COĞRAFYAMDA ANKARA - M. Nihat MALKOÇ (31)

DUA EYLEYEN SULTAN - Musa TEKTAŞ (32)

ÂTİKE BİNT ABDULMUTTALİB (R.AH.) - Bünyamin ERUL (37)

BİR HADİS RÂVÎSİ OLARAK HZ. ÂİŞE (R.AH.) ANNEMİZ - Enbiya YILDIRIM (38)

BAŞARI KILAVUZUMUZ OLMALI - Ali ÖZKANLI (46)

HACI BAYRAM-I VELÎ - Resul KESENCELİ (48)

EN SEVGİLİYE! - Mehmet SERTPOLAT (55)

HÜNKÂR YOLU - Muharrem AKIN (60)

MUTLU OLMANIN ON PRENSİBİ - Sefa SAYGILI (62)

NEYLEYİM - Mustafa AKGÜN (67)

GEZİ NOTLARI 1: ENDÜLÜS - Fatih ERKOÇOĞLU (68)

MASA, KAHVE, KALP - Selim TUNÇBİLEK (72)

MERMER YATAK - Sergül VURAL (75)

KARDEŞ KISKANÇLIKLARININ NEDENİ? - M. Emin KARABACAK (76)

TOKAT VELÎLERİ - Yusuf HALICI (80)

NAAT - Bekir OĞUZBAŞARAN (83)

BENLER İLE İLGİLİ DOĞRU VE YANLIŞLAR - Akın DİNDAR (84)

TURP - Şifalı Bitkiler (86)

ÇİLEKLİ PASTA - Mesude SARI (87)

İKİ KUTLU AİLE

AİLE KURUMU

İSLÂM’DA KADIN HAKLARI

PEYGAMBERAŞKIYLA YANAN DEDE

DOST BAHÇESİNİN BÜLBÜLÜ OLMAK

EMÂNETİ EHLİNE VERMEK

06Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmâil (a.s.), Hz. Sâra, Hz. Hacer… Hz. Muhammed (s.a.v.), onun sevgili eşleri annelerimiz, Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin (r.anhüm) ve onların yolunda olanlarla ne kadar tanışıyoruz?

Ana-baba ve çocuk arasında karşılıklı bir bağımlılık örüntüsü söz konusudur. Bu bağımlılık örüntüsü zaman içinde değişen bir süreçtir.

Allah kadını erkeğe erkeği de kadına muhtaç yaratmıştır. Bu ihtiyaç dengede tutulabilirse bunun sonunda, muhabbet, meveddet, merhamet ve mutluluk meydana gelecektir.

İki cihân güneşi Hz. Muhammed (s.a.v.) için Türk edebiyatında sayısız na’t yazılmıştır. Bu na’tlerin içinde dikkat çekenlerden biri de Yaman Dede’nin şiiridir.

Gönül vuslata ersin; cân, cânâna kavuşsun. Her istediğin olsun. Dikenler bile gül bahçesinin gülleri olsun.

İslâm Hukuku’nda ise emânet, Allâhu Teâlâ’nın gerek kendi hukûku, gerekse yaratıklarının hukûku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen bir isim olarak tarif edilmektedir.

10Ali AKPINAR

Rukiye KARAKÖSE Vedat Ali TOK

Abdülmecit İSLAMOĞLUMehmet SOYSALDI

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 17 SAYI: 138 Nisan 2012 Basım Tarihi: 01 Nisan 2012

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri Müdürü Hulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Yapım ARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Volkan ZORBA

Tashih Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI

Arşiv Muharrem AKIN

Abone Şeyda KAYAPINAR

Reklam Yusuf YILMAZ

Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

Baskı & Üretim Ege Basım Matbaa ve Reklam Sanatları Ltd. Şti.

Esatpaşa Mahallesi Ziyapaşa Caddesi No:4 Ataşehir/iSTANBUL Tel: 0216 470 44 70

Tek Sayı : 8 TL - Kurum Abone : 140 TL

1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 85 TL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN - TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen (0422) 615 15 00 / 134 dahiliyi arayınız.

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 532 704 15 44GÖLCÜK 0 532 561 61 65 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892

İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474

Abdullah KAHRAMAN

Page 4: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

7Nisan 20126

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî

Seni seyr eyleyen mahbûbu seyr et gayrı hûb arama Odur sana matlûb-ı hûb bir matlûb arama

Basîret aynını aç gör ki âlemdir sana mensûb Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama

İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel mahbûb arama

Sana ayb olmuş iken gayrının aybın görmeklik Gör ayb-ı nefsini gayra bakıp ma’yûb arama

Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama

Page 5: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

9Nisan 20128

İlim ve Hayat Ali AKPINAR* Kur’ân, bir âyetinde Peygamberi-

mizi bize şöyle takdim eder: “And

olsun ki, Allah’a ve âhiretee ka-

vuşmayı uman ve Allah’ı çokça anan kimseler

için, sizin için Allah’ın Rasûlü en güzel örnektir.”1

Âyette geçen ve “en güzel örnek” anlamına ge-

len “Üsve-i Hasene” kavramı bir âyette de Hz. İb-

rahim Peygamber için kullanılır. Söz konusu âyet

de şöyledir:

“İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin

için uyulacak güzel bir örnek vardır.”2

Hz. İbrahim ve onunla beraber olanlar in-

sanlık için en güzel örnektir… Yüce Allah’ın

son Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) de Al-

lah ve âhirete iman edenler için en güzel örnek-

tir. Mü’minlere özellikle bu iki peygamberin en

güzel örnek olarak takdim edilmesi oldukça dik-

kat çekicidir. Elbette bütün peygamberler insan-

lık için örnektirler. Ancak Hz. İbrahim (a.s.) ve

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in örnekliği çok daha

mânîdârdır.

İbrahimî Aile

Şöyle ki Hz. İbrahim (a.s.) de Hz. Muhammed

(s.a.v.) de Kur’ân’ın ilk muhataplarının çok iyi

tanıdıkları iki peygamberdi. Hz. İbrahim (a.s.),

ilâhî din İslâm’ın büyük peygamberlerinden-

dir. Kur’ân’ın indiği dönemde Mekke müşrikleri

gibi, Yahudi ve Hıristiyan olanlar da Hz. İbrahim

(a.s.)’e ayrı bir önem veriyorlardı. Mekkeliler Hz.

İbrahim peygamberin milletinden olduklarıyla

övünüyorlar, hac gibi pek çok İbrâhimî geleneği

sürdürmeye çalışıyorlardı. Tavaf, Makam-ı İbra-

him, Zemzem, Safa-Merve Sa’y gibi kutsallar İb-

rahim Peygamberden kalma hatıralardı. Yahudi

ve Hıristiyanlar da kendilerinin Hz. İbrahim pey-

gamberin yolunda olduklarını iddia ederek bu-

nunla övünüyorlardı. Hz. İbrahim (a.s.), pek çok

peygamberin atası konumundaydı.

Hz. İbrahim Peygamber, insanlık için ailece

örnekti. O, mübarek eşleri Hz. Sâra, Hz. Hacer ve

peygamber oğulları Hz. İsmail ve Hz. İshak ile ya-

şadıklarıyla da en güzel örnekti. O, aile ilişkilerin-

de en güzel örnekleri sunmuştu insanlığa. Elbette

aile fertleri ile bazı problemleri yaşamıştı Hz. İb-

rahim (a.s.). Ancak o, problemlerle nasıl baş edi-

leceğini gösterme ve problemleri en güzel şekilde

çözme konusunda da en güzel örnekleri sunmuş-

tu.

Muhammedî Aile

Peygamberimiz için de durum benzerlik arz

etmektedir. O da, her konuda olduğu gibi aile ko-

nusunda da en güzel örnekliğe sahipti. Şöyle ki:

Hz. Muhammed (s.a.v.), peygamber olmadan

önce bir çocuk olarak, bir genç olarak, olgunluk

çağına gelmiş bir insan olarak en güzel örnekli-

ği sunmuştu. Doğmadan önce babasını, küçük

yaşta annesini kaybeden bir çocuk olarak örnek-

ti Peygamberimiz. O, annesi Hz. Âmine’nin ve sü-

tannesi Hz. Halime’nin yanında dikkat çeken bir

çocukluğa sahipti. Onun çocukluğu sıradan bir

çocukluk değildi. Bu durum, annesi, sütannesi

ve sütkız kardeşi başta olmak üzere çevresindeki

herkesin dikkatini çekiyordu. Herkes ondaki bu

güzellikleri fark ediyordu. Nitekim sekiz yaşında

dedesi Abdülmuttalib ölünce, amcası Ebû Tâlib

onun bakımını seve seve üstleniyor ve yanına alı-

yordu. Ebû Tâlib ve eşi Hz. Fâtıma Hatun yanın-

da Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ayrı bir yeri vardı.

Bu ayrıcalık, yalnızca onun yanlarında bir emanet

olmasından kaynaklanmıyordu. Hz. Muhammed

(s.a.v.) fizikî güzelliği yanında, özel ve güzel du-

ruşu ile kendini sevdiriyordu. O, âdetâ bir câzibe

merkezi idi. Çevresindeki insanların gözü onun

üzerindeydi. Günümüzde bile bazı çocuklar, özel

duruşlarıyla hem âileleri içerisinde, hem akraba-

ları içerisinde seçkin bir yere sahiptirler. Hz. Mu-

hammed (s.a.v.)’in çocukluğunda bu durum faz-

lasıyla mevcuttu.

İKİ KUTLU

aİle“Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmâil (a.s.), Hz. Sâra, Hz. Hacer… Hz. Muhammed (s.a.v.),

onun sevgili eşleri annelerimiz, Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Hasan,

Hz. Hüseyin (r.anhüm) ve onların yolunda olanlarla ne kadar tanışıyoruz?”

İNANANLARA EN GÜZEL MODEL:

Page 6: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

11Nisan 201210

Peygamberimizin gençliği de ona özel ve son

derece güzeldi. Diğer gençlerden farklıydı o.

Gençlerin günah ortamlarında gençliklerini har-

cadığı, boş ve anlamsız işlerde ömür tükettiği bir

toplumda o özgün gençliği ile dikkatleri çekiyor ve

başkalarından ayrılıyordu.

Yirmi beş yaşlarında Mekke’de pek çok asil kız-

kadın onunla evlenmek için can atıyordu. Hz. Ha-

tice gibi variyetli, olgun, kendisine gelen pek çok

evlilik teklifini geri çevirmiş bir kadın ona evli-

lik teklif ediyor ve bu yuva kurulurken îrâd edi-

len nikâh merasimi nutkunda Hz. Muhammed

(s.a.v.)’in güzellikleri bir bir ortaya konuluyordu:

Otuz beş yaşlarında Kâbe’de hakemlik yapma-

sı söz konusu olduğunda herkes onun hakemliği-

ni seve seve kabul ediyordu. Çünkü çevresindeki-

ler onda, başkalarında görmedikleri güzelliklere

şahit olmuşlardı. Hılfu’l-fudûl Derneğinde aktif

görev alışıyla da o, dürüstlüğünü, diğergâmlığını,

iyilik ve yardımsever oluşunu ispat etmişti.

Dolayısıyla bugün çocuklarımıza ve gençleri-

mize Peygamberimizin çocukluk ve gençlik ko-

nusundaki örnekliğini doğru ve izlenebilir ölçüde

anlatmamız gerekmektedir.

Aile Reisi Olarak Peygamberimiz!

Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Hatice ile otuz yıla

yakın bir evlilik hayatı sürdü. Bu beraberlikten

altı çocukları oldu. Bu süre içerisinde koca karı-

sından, kadın kocasından memnun ve hoşnut-

tu. Kaynaklarımız bu dönemle ilgili olarak her-

hangi bir aile probleminden bahsetmezler. Tam

tersine, en zorlu zamanlarda kocasına mânen ve

maddeten destek olan onurlu bir kadın cennet ha-

nım efendisi Hz. Hatice’den bahsederler. İlk iman

eden kadın, Peygamberimizin namazlarında ilk

cemaati olan kadın, mal varlığını İslâm’a vakfe-

den davanın finansörü ilk kadın, karşılaştıkla-

rı güçlüklere azim ve kararlılıkla sabreden bir ka-

dın… Peygamberimiz, ilk eşini o kadar sevmiş ve

saymıştı ki, vefatından sonra bile onu hep hayır-

la anmış, onun akrabalarına ve onun hatıralarına

ayrı bir özen göstermiştir. O kadar ki Hz. Âişe’yi

kıskandıracak ölçüde ilk eşine vefa örnekliği sun-

muştu O.

Mutlu Aile Tablosu

Hz. Hatice’nin vefatından sonra Peygambe-

rimiz çeşitli hikmetlere binaen bir kısım evlilik-

ler yapmıştır. Elli üç yaşından sonra, ömrünün

kalan on senesinde gerçekleştirdiği bu evlilikler,

her şeyden önce Yüce Allah’ın izni ve hatta emri

ile gerçekleşmiştir. Bu evliliklerin pek çok hikmeti

vardır, ancak bunların şehvet düşkünlüğü sonucu

olmadığı kesin bir gerçektir.

Bu evliliklerde aile içi bir kısım problemler ol-

muştur. Çünkü bu annelerimizle evlendiğinde altı

çocuklu bir insan olan Peygamberimiz, yoğun iş-

leri olan bir insandı. Bu evliliklerin sürdüğü on

yıllık Medine dönemi, seksen kadar gazve ve se-

riyyenin gerçekleştiği, İslâm Tarihinin çok önemli

olaylarının meydana geldiği Peygamberimiz başta

olmak üzere bütün Müslümanların çeşitli sınav-

lardan geçtiği zorlu bir süreçtir. Peygamberimizin

evlendiği hanımlar da farklı yaşlarda, farklı ko-

numlarda, farklı özellikler de hanımlardı. Hz. Âişe

gibi genç olanı olduğu gibi, oldukça yaşlı ve çocuk-

lu olanları da vardı. Varlıklı aile kadınları, kabile

reisi kızları olduğu gibi, gariban aile kadınları da

vardı. Arap olanları olduğu gibi, Mısır ve Yahudi

kökenli olanları da vardı. Peygamberimiz bu an-

nelerimizle örnek bir aile modeli sunmuştur biz-

lere. Zaman zaman aile içerisinde bazı problemler

yaşanmış, ancak bunların hiç birisi yuvanın yıkı-

mı/talak gibi olumsuz bir sonuçla bitmemiştir. En

fazla bir defaya mahsus olmak üzere, bir ay kadar

eşlerinden ayrı kalma söz konusu olmuştur.

Peygamberimizin bu evlilik yoluyla oluşan ak-

rabalarına karşı tavır ve davranışları da herkes

için örnektir. Onun damatları, torunları ile ilişki-

leri de aynı şekilde dillere destan özellik ve güzel-

liklerle doludur.

Her konuda olduğu gibi peygamberimizin aile

hayatını, günümüze yansıtacak şekilde, ondaki

güzellikleri aile hayatımıza model oluşturacak şe-

kilde okumamız gerekmektedir. Aile sorunlarının

yoğun olarak yaşandığı, aile içi geçimsizliklerin,

haksızlık ve küslüklerin artarak devam ettiği, bo-

şanmaların sıkça ve evliliklerin daha ilk yılların-

da yaşandığı günümüzde buna ihtiyacımız, her za-

mankinden çok daha fazladır.

İki Kutlu Aileyi Selamlayarak İzlemek Gerek

Evet, aile ilişkilerinde, Hz. İbrahim (a.s.) aile

boyu en güzel örnektir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de

aile boyu örneğimizdir. İnsanlığın bu iki model ai-

leden alacağı çok şey vardır. Tıpkı Peygamberimi-

zin bize öğrettiği şu iki meşhur salâvat dualarında

söylediğimiz gibi:

“Allah’ım, Muhammed ve âline/ailesine/izin-

de giden bağlılarına selam et! Tıpkı İbrahim ve

âline/ailesine/izinde giden bağlılarına selam et-

tiğin gibi... Doğrusu sen övülmeye layık olan,

şanı yüce olansın!

Allah’ım, Muhammed ve âline/ailesine/izinde

giden bağlılarını mübarek/bereketli kıl! Tıpkı İb-

rahim ve âline/ailesine/izinde giden bağlılarını

bereketlendirdiğin gibi... Doğrusu sen övülmeye

layık olan, şanı yüce olansın!”

Elbette günlük kıldığımız namazlarımızda en

az on beş kere okuyarak andığımız bu iki aile yal-

nızca onlara dua etmek için değildir. Bunun ya-

nında, bu anışımız o iki örnek aileyi model almak

içindir.

O halde şimdi şu sorularla kendimizi test ede-

lim: Bizler aile olarak Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz.

Muhammed (s.a.v.) ailesine ne kadar benziyoruz?

O kutlu aileleri ne kadar tanıyoruz? Hz. İbra-

him (a.s.), Hz. İsmâil, Hz. Sâra, Hz. Hacer… Hz.

Muhammed (s.a.v.), onun sevgili eşleri anneleri-

miz, Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Hasan,

Hz. Hüseyin ve onların yolunda olanlarla ne ka-

dar tanışıyoruz? Onlardaki güzellikleri kendi aile-

lerimizde ne kadar yaşıyoruz?

Unutmayalım ki onlara selam etmek, onlara

bağlılık andımızdır. O iki kutlu aileye bağlılığımız

ise, onları doğru bir şekilde tanıyıp onlara benze-

mekle gerçekleşecektir.

1 33/Ahzâb, 21.2 60/Mümtahıne, 4.

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 7: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

13Nisan 201212

Hulûsi Kalb’denAbdülmecit İSLAMOĞLU*

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’nin

Dîvân’ında vurgulanan önemli konular-

dan birisi; gaflet uykusundan uyanmaya

yapılan davettir. Kişinin “Kardeşinden, annesin-

den, babasından, eşinden ve çocuklarından”1 ka-

çacağı o gün gelip çatmadan, ölmeden önce ölme-

ye dâir yapılan davet. “Vardan, ârdan ve ağyârdan”

vazgeçmeye davet…

Dost bağının bülbülü olmaya yapılan davet:

1. Ey dil yürü zâr eyle kim zârın nice bir zâr ola

Aç gözünü dîdârı gör bu uykudan bîdâr ola

Ey gönül, kalk da ağlayıp inle, hem de na-

sıl bir ağlama… Aç gözünü de sevgilinin yüzünü

gör. Gözlerin uyansın artık bu uykudan. Ey gönül,

Mahbûb-ı hakîkîye ulaşmak istiyorsan öncelikle

göz pınarların çağlamalı. Öyle bir akmalı ki göz-

yaşların, temizlenmeli gözlerin her türlü kirden ve

pastan. Uyanmalısın artık gaflet uykusundan.

2. Ölmeden öndin bul memât hayy ol içip âb-ı hayât

Hem ol ki mahv-ı mahz-ı zât cân vâkıf-ı esrâr ola

Ölmeden önce öl, sonsuzluk suyunu tadarak

diril. Yüce Yaratıcının katındaki gerçek varlığa er

de sırlardan haberdâr ol.

Gerçek ve ebedî hayata erenler ölmeden önce

ölebilenlerdir. “Mûtû kable en temûtû”2 şek-

linde ifade edilen bu sırra ulaşmak ise varlığın

hakîkatini keşfetmekle elde edilebilir.

3. Dil vuslata nâil olup cânâna cân vâsıl olup

Her matlabın hâsıl olup hârın gül-i gül-zâr ola

Gönül vuslata ersin; cân, cânâna kavuşsun.

Her istediğin olsun. Dikenler bile gül bahçesinin

gülleri olsun.

Âşık sevgilisine kavuşmaktan gayrı ne ister?

“Lütfun da hoş, kahrın da hoş” sırrına erişmektir

vuslat. Gül de diken de, bülbül de gülşen de bir-

dir artık âşığın gözünde. Matlûba erilmiş, hasret

bitmiştir.

4. At varlığı varı n’iden ko ârını ârı n’iden

Bul yârı ağyârı n’iden her dem enîsin yâr ola

Maddî varlığı bir kenara at, neyine yaraya-

cak bu? Yaptıklarından dolayı insanlar karşısın-

da utanmayı bırak, utanıp da ne olacak? Sevgiliyi

bul, başkasını ne yapacaksın? Her dem sana dost

olacak bir sevgili…

“…Hiçbir kınayanın kınamasından korkmaz-

lar…”3 buyrulmakta onurlu insanlardan bahsedi-

lirken Kur’ân’da.

Aldırmamak kimseye ve utanmamak haklı

iken ve Hak yolda yaptıklarından. Yeter ki yârimiz

Allah ola, yeter ki yardımcımız Kâdir-i Mutlak ola.

5. Âşıksan özle yârını terk edip âr u varını

Sa’y eyle bul dil-dârını kim manzarın dîdâr ola

Gerçekten âşık isen özlemelisin sevgiliyi ve terk

etmelisin utanmayı ve de benliği. Çalış ve gönlünü

alan o sevgiliyi bul. Baktığın her yerde onun güzel

yüzünü gör.

Cemâlullâh’a ulaşmak istiyorsa insan, her an

O’nun aşkı ile yanıp tutuşmalı. Bulmak istiyorsa

insan, aramalı.

6. Ey cân u dil dîdâra bak hem hâl ü hem ruhsâra bak

Ko gayrıyı bu kâra bak kârın meğer bir kâr ola

Ey cân ve ey gönül, sevgilinin güzel yüzüne

bak. Yüzündeki bene ve o güzel yanağa bak. Her

BAHÇESİNİN BÜLBÜLÜ OLMAK

DOST

“Gönül vuslata ersin; cân, cânâna kavuşsun.

Her istediğin olsun. Dikenler bile gül

bahçesinin gülleri olsun.”

Asla

n TE

KTAŞ

Page 8: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201214 15

şeyi bırak da bununla ilgilen, gerçekten bir şey

yapmak istiyorsan eğer…

Sevginin çeşitli alâmetleri vardır. Bunlardan

birisi de sevdiğine durmaksızın bakmak, bir an

olsun gözlerini ondan ayırmamaktır. Feyz almak,

gönlü nûrla doldurmak için… Kalpten kalbe yol

bulabilmek için…

7. Er sâfiyâne bul safâ senden kamu olsun nümâ

Âyîne-i dildeki tâ görünen ol dîdâr ola

Saflığa ve temizliğe eriş, herkes ve her şey sen-

de görünsün. Gönül aynan o kadar temiz olsun

ki, bakıldığında sevgili görünsün orada.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Nefse ve ona

birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülük-

lerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kö-

tülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu

kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.”4 buyur-

maktadır.

Kurtuluşa ermek, dâreyn saadetine ulaşmak

için nefis tezkiyesinde bulunmak. Onu kirlerden,

günahlardan ve isyanlardan temizlemek... Gönül

sarayına Mahbûb-ı hakîkinin teşrifi için hâneyi

mamur kılmak.

8. Sa’y et de ol ehl-i ferâğ arada kalmaya nizâ’

Bu sözleri et istima’ hep gizliler ihbâr ola

Çalış ve gönül rahatlığına kavuş, kavga gürültü

kalmasın. Kulağını aç da bu sözleri dinle, gizli bir

şey kalmasın.

Çekişmelerden, kavgalardan uzak gönül huzu-

ru içerisinde ömür sürmek isteyen kişi, nasihat-

lere kulak vermeli, onlara uymalıdır. Varlığın şif-

resini çözmek, hakikatin gizli dünyasına dalmak,

güzel sözlere uymakla gerçekleşecektir.

9. Bul Hakk’a varmağa delîl görmez gözün olmuş alîl

Zikr et ki Hakk’ı cân u dil gencîne-i esrâr ola

Kör olmuş, görmeyen bir gözün varsa eğer, seni

Hakk’a ulaştıracak bir kılavuz bulmalısın. Cân ve

gönlünün sırlar hazinesi olmasını istiyorsan eğer,

Hakk’ı zikretmelisin.

Öyle bir zikrediş ki kalbin itminâna kavuşacağı

bir zikir. Öyle bir hatırlayış ki kalben ve bedenen,

vücudun her zerresiyle O’nu anmak, O’na kul ol-

duğunu bir kez daha hatırlamak.

10. Geldin bu ile sen garîb ol bâğ-ı dosta andelîb

Bu derdine bul bir tabîb zahm-ı dilin tîmâr ola

Bu diyâra bir garip olarak geldin sen; o hâlde

dost bağının bülbülü ol sen. Gönül yaranın iyileş-

mesini istiyorsan eğer, bu derdine derman ola-

cak bir tabip bulmalısın.

Sevgilinin bağında bülbül olup ötmeli insan.

Güzelliğini haykırmalı, sonsuzluğunu. Kudretini

ve “Şâfî” oluşunu Yüce Yaratıcının.

Sen Allah’sın, ben abdim. Sen Hâlık’sın, ben

mahlûk. Sen Kâdir’sin, ben âciz. Sen Şâfî’sin, ben

şifâ bekleyen…

11. Nâdânla olma yek-nefes bul ehl-i Hakk’ı işte bes

Bî-keslere ol dâd-res dâd-resin Gaffâr ola

Kendini bilmezlerle arkadaşlık etme. Hak

dostlarını bul, bu sana yeter. Kimsesizlerin yar-

dımcısı ol ki Gaffâr olan Allah da sana yardım et-

sin. Efendiler Efendisi buyuruyor: “Din kardeşi-

nin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını

karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin

Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından bi-

rini giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin,

Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.”5

12. Bil “alleme’l-esmâ”6 nedir esmâ vü müsemmâ nedir

Hem tâc-ı “kerremnâ”7 nedir anı giyen muhtâr ola

Yüce Allah’ın Hz. Âdem (a.s.)’e isimleri öğret-

mesinin anlamı nedir, isim ve müsemmâ nedir,

bil bunları.

Cenâb-ı Hakk’ın insanoğlunu şan ve şeref sahi-

bi kılarak taçlandırması ne anlama gelir? İnsanla-

rın diğer tüm varlıklar arasındaki bu seçkin konu-

munun manası nedir, öğren bunları.

13. Hasretle eyledim melâl gör hâlim ey sâhib-kemâl

Hulûsî’ye göster cemâl şevk ile bî-karâr ola

Ey kemâl sahibi olan Rabbim, hasret ve gur-

betler içerisinde hüzünle doluyum, gör hâlimi.

Hulûsi kuluna Cemâlini göster de sevinç ve neşe-

den ne yaptığını bilemez hâle gelsin.

Âşık, Maşûkuna kavuşsun. Hasret bitsin, vus-

lat olsun…

1 80/Abese, 34-36.2 “Ölmeden önce ölünüz.” Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II/291 (Hadis nr.: 2669).3 5/Mâide, 54.4 91/Şems, 7-9.5 Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, Mezâlim 3.6 “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti…” 2/Bakara, 31.7 “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık…” 17/İsrâ, 70.

*Yrd. Doç. Dr.

Dipnot

İmam

UST

A

Page 9: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

17Nisan 201216

Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

El-Kâdir, “gücü yetmek,

bir şeyin ölçü ve mik-

darını belirlemek, kıy-

metini bilmek” mânâsındaki

kadr kökünden türemiş sıfat

kalıbında bir isim olup, “kud-

ret sahibi, her şeye gücü yeten”

anlamına gelir. Şu âyette Yüce

Allah’ın en güzel isimleri ara-

sında yer alan el-Kâdir isminin

tecellîsine vurgu yapılır: “De

ki: O size üstünüzden (gökten)

veya ayaklarınızın altından

(yerden) bir azap göndermeğe,

ya da sizi grup grup birbirinize

düşürmeğe ve kiminizin şidde-

tini kiminize tattırmaya gücü

yetendir. Bak, anlasınlar diye,

âyetleri değişik biçimlerde na-

sıl açıklıyoruz.”1

El-Kâdir olan Yüce Allah,

istediği şeyi yaratır, istediği-

ni yok eder, istediğini değişti-

rir ve istediğini de yeniden ya-

ratır. Çünkü O, yaptıklarından

sorumlu değildir. Ama O’nun

yaptıklarında bir hikmet var-

dır. Tek başına dilediğini yara-

tır. Yaratırken ne bir varlığa ve

ne de her hangi bir varlığın yar-

dımına ihtiyacı vardır. Böyle

bir durum ancak şanı yüce olan

Allah için geçerlidir. Her şeye

gücü yeten Allah’ın el-Kâdir is-

minin varlık alanındaki tecellîsi

şu âyetlerde çok güzel anlatılır:

“İnsan kendisinin başıboş

bırakılacağını mı zanneder? O

dökülen meniden ibâret az bir

su değil miydi? Sonra bu, bir

“alaka” oldu. Derken Allah onu

yaratıp güzelce şekillendirdi.

Nihâyet ondan da erkek ve dişi

iki eşi var etti. Şimdi, bunları

yapan Allah’ın ölüleri diriltme-

ye gücü yetmez mi?”2

Göklerin ve Yerin Hükümranı

Yüce Allah’ın el-Kâdir’le aynı

mânâya gelen el-Kadîr ismi, di-

lediğini hikmetinin gerektir-

diği şekilde -fazlalık ve eksik-

lik olmaksızın- yapan demektir.

Bundan dolayı Allah’tan baş-

ka hiçbir varlık el-Kadîr vas-

fıyla nitelendirilemez. Kur’ân-ı

Kerîm’de: “Bilmez misin ki

göklerin ve yerin hükümran-

lığı Allah’a aittir. O dilediği-

ne azap eder, dilediğini de ba-

ğışlar. Allah her şeye hakkıyla

gücü yetendir.”3 Bu âyette ge-

çen “şey” tabiri, Allah’ın dışın-

daki bütün varlıkları içine alır.

Ayrıca “el-Kadîr” ismi Kur’an-ı

Kerim’de, Allah’ın kullarına

olan engin bağışlaması ve acı-

ması mânâsına gelen el-Ğafûr

ve er-Rahîm isimleriyle birlik-

te kullanılmaktadır. El-Kadîr,

diğer isimlerle birlikte bulunur:

O’nun el-Kadîr ismi, el-

Ğafûr ve er-Rahîm isimleriy-

le birlikte bulunmuştur. O’nun

kullarını bağışlaması ve rah-

meti, kemâl-i kudretindendir.

Asıl iyilik, muktedirken bağış-

lamaktır. Bu mânâda mutlak

kemâlle ancak Allah vasıflan-

dırılır. Şu âyet de bunu teyid

eder: “Bir iyiliği açığa vurur

veya gizler yahut bir kötülüğü

affederseniz, bilin ki Allah da

Affeden’dir, Güçlü Olan’dır.”4

İntikam alma ve hesap sorma

gücüne rağmen, affetmenin en

mükemmeli, tam kudret sahi-

binden çıkar.

Yüce Allah’ın en güzel isim-

leri arasında yer alan el-Kâdir

ve el-Kadîr, tam bir kudret

mânâsına delalet eder. Bu-

Tek başına dİledİğİnİ yaratan:

EL KÂDİR“El-Kâdir olan Yüce Allah, istediği şeyi yaratır, istediğini yok eder, istediğini

değiştirir ve istediğini de yeniden yaratır. Çünkü O, yaptıklarından sorumlu değildir.

Ama O’nun yaptıklarında bir hikmet vardır.”

Page 10: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201218 19

nun karşıtı olan âcizlik O’nun

hakkında asla düşünülemez.

Allah’tan başkası da bu va-

sıfla nitelendirilemez. Çünkü

Allah’tan başkası kudret ve ik-

tidarda mütenâhîdir. Hiçbir şey

O’na mânî olamaz; mutlak ege-

menlik ve mutlak tasarruf O’na

aittir. Yoktan yaratmak, var ola-

nı yok etmek, en uygun ola-

nı kulları için yaratmak, O’nun

kemâl-i kudretindendir. “Bir

şeye “ol” dediği zaman hemen

olur.”5

Yine Arapçada kadr kökün-

den türemiş olan ve iktidar sa-

hibi anlamına gelen muktedirin

mânâsı da “el-Kadîr” isminin

mânâsına yakındır. Mânâ ba-

kımından daha bir ziyâdeliğe

delâlet eder. El-Muktedir, “ken-

disine hiçbir şey mümtenî ol-

mayan, şiddet ve kuvvet ile hiç

kimsenin kendisine karşı çıka-

mayacağı tam kudret sahibi”

demektir.6

Allah’ın mülkünde hiçbir

şey O’na gâlip gelemez. Nite-

kim şu âyette, Allah’ın gücü-

nün ziyâdeliğini ihtivâ eden

muktedir ismi, “Azîz Muktedir”

şeklinde gelmektedir:“Bütün

âyetlerimizi yalanladılar. Biz

de onları mutlak güç ve iktidar

sahibinin yakalaması gibi ya-

kaladık.”7 Bir diğer âyette ise,

Allah’ın muktedir oluşu, “Me-

lik Muktedir” isimleriyle bir-

likte geçmektedir: “Şüphesiz

Allah’a karşı gelmekten sakı-

nanlar cennetlerde, ırmak baş-

larındadırlar. Muktedir bir hü-

kümdarın katında, doğruluk

meclisindedirler.”8 Görüldüğü

gibi her iki âyette de bu vasıflar,

mevsûfsuzdur.

Kudret ve İktidar Sahibi

Yüce Allah’ın kudreti

kadîmdir, ezelîdir. Cenâb-ı Hak,

Kur’ân-ı Kerîm’de gücünü, fark-

lı misaller vermek suretiyle biz-

lere anlatır. Bunlardan birisi de,

yaratılışta cereyan eden mut-

lak gücün “yağmur-bitki” ör-

neğiyle anlatılmasıdır. İnsana,

yaratılış amacının darb-ı me-

sel yoluyla anlatılması, anlama-

da kolaylık içindir. İnsan da ba-

yağı bir sudan yaratılmıştır. Bir

bitki gibi varlığını sürdürdük-

ten sonra ruhunu Allah’a tes-

lim edecektir. Bütün bu işleri

yaratan ve yöneten mutlak kud-

ret sahibi Allah’tır. İşte şu âyette

mutlak kudret ve iktidar sahi-

bi olarak Allah’ın muktedir vas-

fı tek başına gelmiştir: “Onlara

dünya hayatının örneğini ver:

(Dünya hayatı), gökten indirdi-

ğimiz yağmur gibidir ki, onun

sebebiyle yeryüzünün bitkileri

boy verip birbirine karışırlar.

Fakat bütün bu canlılık sonun-

da rüzgârın savurduğu kuru

bir çer çöpe döner. Allah, her

şey üzerinde kudret sahibidir.”9

İnsan irâdeli bir varlık-

tır. Yapılması mümkün olan

iki şeyden birisini tercih etme

mânâsına gelen irâde, tek başı-

na bir fiili yerine getirmek için

yeterli değildir. İrâdeden sonra

bir de kudret gereklidir. Kudret,

irâde sıfatına etki yapan bir baş-

ka sıfattır. Bu bağlamda mukte-

dir olma, hem Allah için ve hem

de insanlar için kullanılır.

Kudret, Allah için kullanıldı-

ğı zaman, O’nun her türlü aciz-

lik ve noksanlıktan münezzeh

olması; insan için kullanıldığı

zaman, insanın muhdes/sonra-

dan olma bir kudretle fiillerini

gerçekleştireceği mânâsına ge-

lir. Allah’tan başka hiçbir varlık,

mutlak kudret sahibi değildir.

İnsan nâkıs bir kudrete sahiptir.

Kaldı ki, insanda potansiyel ola-

rak bulunan bu gücü de yaratan

Allah’tır. Bundan dolayı insan-

lar hakkında kudret, kazanan

ve bu hususta tekellüf gösteren

mânâlarına kullanılmıştır.10

1 6/En’âm, 65.2 75/Kıyâme, 36-40.3 5/Mâide, 40.4 4/Nisa, 1495 2/Bakara, 117

6 18/Kehf, 457 54/Kamer 42.8 54/Kamer 54-55.9 18/Kehf, 45.10 İsfehânî, el Müfredât, 595.

* Prof. Dr.

Dipnot

“Yüce Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan

el-Kâdir ve el-Kadîr, tam bir kudret mânâsına

delalet eder. Bunun karşıtı olan âcizlik O’nun

hakkında asla düşünülemez. Allah’tan başkası da

bu vasıfla nitelendirilemez.” MÜFTERÎYE MÜNTAKÎM HAKK

Buyurdu ki Efendimiz “hüsn-i zann üzre Müslüman”Sû-i zann ardınca koşan kalpte bulunur mu îman

Son nefeste şehâdeti acaba olur mu kabûl?Ebediyen kullar için şahitlikten men’ olsa kul

İfk vak’asında münafık Meryem’de müşrikti onlarSû-i zann sahiplerine müstehakmış sû-i sonlar

Atalar bu hakîkatin çoktan sırrına ermişlerKüfre o sebepten dilde ikinci mânâ vermişler

Bühtan ve iftirâ ile meşgul olduysa bir kişiTecdîd-i nikâh olmalı ondan sonraki ilk işi

Lâkin bühtan ettiğinden önce helâllik dileyipRücû eylemeli Hakk’a tevbe yâ ilâhî deyip

Bir gürûh ki nice ferdi müfterî ordusunda erBir sahih şahit arayan orda bin bir kapı gezer

Bir müfterîyi bir kişi nikâhına tutsa şahitBu âyete dayanarak sahîh olamaz o ahit

Hakk müntakîm vasfı ile o kavmi yerlere vururNice çift, meşrû zannıyla veled-i zînâ doğurur

Eğer bir kavimde murâd, evlâddan sahîh döl ise Meşgul olmasın orada böyle denâatle kimse…

Döner pervâne gibi dil… ferahlar nefs efil efilSakınmadan söz sarfeden son nefeste olur sefil

Her zulmünden nice âfet rücû edip vurur kuluBu sebepten sabredenler her iki cihanda ulu

Nazlı Rânâ GÜREL

Page 11: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

21Nisan 201220

Şehir Güzellemesi Meryem Aybike SİNAN

Bir eski zaman hikâyesi gibi aklımı-

zın en mahrem kuytusunda sakla-

dığımız bir hatıralar demetini an-

dıran şehir. Bir ermişler şehri, bir ozanlar yurdu

ve bir tarihi anıt gibi kalbimizin rıhtımlarına de-

mirlemiş akça şehir.

Ankara bir Selçuklu şehzadesidir şimdi ata

yadigârı bizlere yar olan. Ankara’da yeşil dile gel-

miş, bütün renklerini sessizce geniş caddelere ser-

mektedir sanki. Bütün caddelere asırlık çınarlar

bağdaş kurup oturmuştur. Belki İstanbul kadar

cazibeli değildir, kıvrak değildir, cilveli değildir

ama ciddidir Ankara. Vakurdur. Hiçbir şehrin

uçarılığı yoktur bu şehirde. Bağrında gülmeyen,

sürekli ağır, soğuk ve mütekebbir tavırlı onca in-

sana katlanmak kolay mıdır sanki?

Baharda İğde Kokusu

Ankara bahar geldi mi iğdelerin işgali altın-

da bir tarifi imkânsız rayihanın saltanatıyla mah-

murdur, mağrurdur! Onca yıl iğde kokusunu

unutmuşsanız ruhunuzu tamir edercesine, gönlü-

nüzü mest edercesine siz de iğdelerin işgaline uğ-

rar ve kendinizden geçersiniz!

Ankara’nın bütün taşlarını unutur birdenbire

iğde kokusuna ram olursunuz!

Ankara bir tarih geçidir bilene, anlayana.

Malazgirt’ten sonra bağrını Akıncı Beylerinin Yıl-

dırımca koşusuna açan, onları bir ana gibi sarıp

kucaklayan ve yar olan şehirdir. Timur’un Anka-

ra Ovasında Yıldırım Bayazıd Han ile yaptığı mey-

dan savaşını acıyla hatırlayan, hüzünle anlatan ve

andıkça bağrı kan dolan şehir Ankara!

“Zaman geriye sardıkça tülümsü hatıralar demetinin

ardında dervişlerin hası, Somuncu Baba’nın gönül

inşası Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini ve öğrencisi

Ak Şemseddin ile bir kutlu düşüncede görürüz.”

Sule

jman

MU

RATO

VİÇ

Bozkırın eskİmeyen türküsü:

ANKARAANKARABozkırın eskİmeyen türküsü:

Page 12: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201222 23

Tarihtir Ankara, geçmiştir, uzun bir destanın

eski bir tanığıdır!

Milli Mücadelenin karargâhı, bargâhı ve

dergâhıdır! Müslüman Türk Milletinin var olma

ve hayatta kalma savaşının en anlamlı ve en sahici

adresidir Ankara. Yüzlerce eski ve yeni Türk şeh-

ri içinde son başkentidir, son kalesidir, son halesi-

dir. Ankara yeni bir sayfanın beyaz yüzüdür.

Geniş caddeleriyle, parklarıyla, bulvarlarıyla

yeni Türkiye’nin yeni imajı olsa da, öyle dense de

Ankara eskidir, hatıralıdır, düşüncelidir, geçmişi

geleceğe taşıyan şehirdir. Bir Selçukludur, bir Os-

manlı, bir Türkiye Cumhuriyetidir, bir İslam coğ-

rafyasının atideki başkentidir aklımıza vuran!

Ankara’nın Taşına Değil, Başına Bakıyoruz Artık!

Ankara manevî bir libas kuşanıp yürüyor asrın

üzerine, muhteşem bir maziyi daha muhteşem kıl-

manın büyük hayalini kuruyor, büyüyor, büyütü-

yor!

Ankara’nın üzerine çöreklenen gri ve kurşuni

hava dağılıyor, bir mavi, bir çivit mavisi umut ye-

şeriyor Ankara ufuklarında, bütün entrikalar, bü-

tün tuzaklar, bütün uzaklar siliniyor bir bir. Anka-

ra artık dünkü Ankara değildir, başını öne eğmiş

matemli şehir değildir.

Artık Ankara’nın ne taşına, ne kışına, ne türlü

türlü işine bakmada talih...

Hacı Bayram-ı Veli

Zaman geriye sardıkça tülümsü hatıralar deme-

tinin ardında dervişlerin hası, Somuncu Baba’nın

gönül inşası Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini ve

öğrencisi Ak Şemseddin ile bir kutlu düşüncede

görürüz. Ankara’nın ruhunu manevî ikliminde il-

mek ilmek işleyen bu ruh mimarının gönlümüze

saldığı bir büyülü şelaleyi andıran sözleri kucaklı-

yor aklımızı, gönlümüzü, ruhumuzu.

Yardan geçiyor, serden geçiyor, vardan geçiyor

aşk-ı sükûna duraklıyor akıl.

Ankara coğrafyasının yedi iklim, yedi renk de-

seni bir arada gibidir.

Şerefli Koçhisar bir mağrur ki, bir ağır ki sor-

mayın gitsin. Tuz Gölünü yedeğine almış, tadınız

tuzunuz ben de der gibidir. Gündoğdu çiçekleri

başlarını eğmiş, yaz sıcağından merhamet dile-

mekte, bostanlarda kavun ve karpuzlar iç geçir-

mektedir gelene gidene.

Beypazarı beyce karşılamaktadır Tanrı misafir-

lerini. Evlerin panjurları bin senelik bir hikâyenin

anlatıcısı, tanığı ve şahididir. Mazi sağanak sağa-

nak yağmaktadır üzerinize. Beypazarı kurusu du-

daklarınıza uzanırcasına buram buram tütmekte-

dir.

Kızılcahamam suyun ırmak ırmak şifa dağıttığı

bir çağlayan gibi kaynamaktadır Ankara’nın bağ-

rında. Gölbaşı’nda bir mavi düş görürsünüz bütün

yamaçlarda. Mavi göğün altında efil efil bir rüzgâr

alır sizi götürür kendinizden.

Ayaş Yollarında

Elmadağ normal hallicedir. Ayaş yollarında

bütün kervanlar geçmiş, Arnavut kaldırımlar terk

etmiştir sokakları. Bütün ayak izleri silinmiştir bir

bir. Çubuk suya kanmış, ovasında nebatata doy-

muştur artık. Kazan’da kavunlar yollara düşmüş

kendini anlatmaktadır. Bir kavun saltanatı yolla-

rı esir almıştır.

Mamak zihnimizdeki mahpushanenin öteki

adı olsa da Ankara’nın bağrında bir başına naz-

lıcadır. Polatlı kendi yağında kavrulmakta, ken-

di yazgısını yaşar gibidir. Adını saklayan güzel-

ler gibidir her bir ilçesi Ankara’nın. Ankara Hacı

Bayram-ı Veli Camii ne ağır adamları ağırlamış-

tır avlusunda ve teneşir taşında. Bütün yükseliş-

lerin son durağını gelene gidene bir güzelce hatır-

latmakta, her gidenin aslında gerçek vatana bir

dönüş olduğunu anlatmaktadır.

Ankara Kalesi zor mücadelelerin hala izlerini

taşımaktadır.

Seymen Türküsüdür Ankara

Ankara rüzgârları soğuktur, üşütür, her dem

serttir lakin mevsimler kararsızdır. Yaza ayakbas-

tı mı yürek, kavurur sıcağı Ankara’nın. Sonra bir

deli seymen seğirtir bağlardan sekilerden:

Aman bulguru kaynatırlar

Serinde yaylatırlar

Bizde adet böyledir,

Güzeli ağlatırlar, çirkini söyletirler.

Fidayda da Ankaralım fidayda!

Seymen türküsünü söyleye dursun biz de iner

gideriz iğde kenarlarından. Bir koku cümbüşü do-

lanır ruhumuza ve biz kendi türkümüzü söyleriz!

Sulejman MURATOVİÇ

Page 13: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201224 25

Osmanlı’nın özünü ve temellerini bes-

leyen manevî unsurların en başında

ilâ-yı kelimetullâh aşkı ve peygam-

ber sevgisi gelmiştir. Osmanlı sultanları, hayat-

ları boyunca gaza meydanlarında bu mukaddes

değerlere karşı sonsuz sevgi, saygı ve bağlılıkla-

rını ispatlama sevdasıyla harikalar sergilemiştir.

Peygamberimize ve mukaddes beldelere hürmet,

muhabbet, hizmet ve sadakat soylu ceddimizin

her daim şiarı olmuştur. Padişahlar devlet işleri-

nin aksamaması için şeyhülislâmların verdiği fet-

vaya dayanarak hacca gidememişler, ancak Hz.

Peygamber (s.a.v)’e ve mübarek topraklara kar-

şı Veysel Karâni gibi gönül bağlamaktan da geri

kalmamışlardır. Osmanlı, Yavuz Sultan’ın tabiriy-

le Harem-i Şerif’in hadimi olma telâkkisini, bura-

lar elinden çıkana kadar sürdürmüş, Haremeyn’e

sancak asmaktan, vali ve kadı göndermekten bile

hayâ etmiştir. Osmanlılar Rasulullah’ın, Ehl-i

Beyt’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın kabirlerini ihya edip

hatıralarını günümüze kadar taşımaya öncülük

etmiş; hünkârlar, hanım sultanlar ve devlet erkânı

Mekke ve Medine’de hayır kurumu, medrese ve

imarethane inşası için birbirleriyle yarışmışlardır.

‘Devlet-i Âl-i Muhammedî’

Her şeyden önce Osmanlı, ilk kurduğu askerî

birliği, O’nun davasını bayraklaştırdığından ötürü

“Peygamber Ocağı” payesiyle onurlandırmış; ne-

ferini de “Mehmetçik” adıyla taltif etmiştir. Ordu-

suna verdiği isimlerden biri “Asâkir-i Mansûre-i

Muhammediye” iken devletinin başka bir adını da

“Devlet-i Âliye-i Muhammediye” koymuştur.

II. Murad ve Haremeyn’e Vakfettiği Miras

Ceddimiz, Kâbe ve çevresinin tamir ve imarı-

na, hacıların hizmetlerinin görülmesine ve hac yo-

lunun güvenlik ve işleyişine ayrı bir titizlik göster-

miştir. Bu hizmetleri bir ibadet neşvesi içerisinde

yerine getirmiş ve bunu devletinin aslî görevle-

rinden saymıştır. Mesela Peygamber müjdesine

erişmiş Fatih gibi büyük bir dâhiyi yetiştiren Sul-

tan II. Murad, malının yüklü bir kısmını Mekke

ve Medine fukarası ile Kâbe, Ravza-i Mutahha-

ra ve Mescid-i Aksa’da yetmiş bin kere okunacak

Kelime-i Tevhid’in ve Kur’ân hatimlerinin sevabı-

nın ruhuna ita edilmesi için harcanmasını vasiyet

etmiştir.

Fatih’in Eşsiz Sevgisi

Peygamber aşkıyla yanmada başı çeken Os-

manlı padişahı belki de Fatih Sultan Mehmed’dir.

Öyle olmasaydı asırlar öncesinden Hz. Peygambe-

rin övgüsüne herhalde mazhar olamazdı.

O’na karşı tarifsiz muhabbetini, en güzel biçim-

de İstanbul’un Fethi’nde ortaya koymuştur. Ru-

meli Hisarı’nı, O’nun güzel ismi “Muhammed”in

Arapça yazılışına göre inşa etmiş, fethin gerçekleş-

mesi için de O’ndan şöyle imdat dilemiştir: “Avn-ı

ilâhî ve imdâd-ı peygamberi ile beldeyi düşman

elinden alacağız!” Başka bir mısrada aynı hissi-

yatını şu şekilde dile getirmiştir: “Ey Muhammed

mu’cizât-ı Ahmed’i muhtar ile/ Umarım gâlib ola

a’dâ-yı dine devletim.”

Tarihİsmail ÇOLAK

PEYGAMBEROSMANLI’NIN

SEVGİSİ(S.A.V.)

“Osmanlı, Yavuz Sultan’ın tabiriyle Harem-i Şerif’in

hadimi olma telâkkisini, buralar elinden çıkana

kadar sürdürmüş, Haremeyn’e sancak asmaktan,

vali ve kadı göndermekten bile hayâ etmiştir.”

Page 14: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

27Nisan 201226

Cem Sultan ve Kâbe-i Muazzama

Osmanlı’nın, hassaten de Kâ’be-i Muazzama’ya

hürmet ve alakası bambaşkaydı. Cem Sultan’ın

hac fârizasını ifâ ettikten sonra yazdığı şu beyitler,

padişahların duygularına tercüman olan en hari-

ka sözlerdendir: “Kâbetullah’a varıp bir kez tavaf

eyledim/ Bin Karaman, bin Acem, bin memleket-i

Osman’dır.”

Hürmetin Sembolü: Nâkibü’l Eşraflık

Devlet-i Âli Osman, Efendimiz’e ve Ehl-i Beyt’e

hürmet ve hizmetini müesseseler kurarak da fiilen

göstermiştir. Peygamber soyuna mensup Seyyid

(Hz. Hüseyin) ve Şeriflerin (Hz. Hasan) şecerele-

rini çıkarıp kaydetmek ve her türlü hizmetlerini

görmek amacıyla “Nâkibü’l Eşraflık” müessesesi

kurmuş ve başına da Âl-i Beyt’ten “Nâkibü’l Eş-

raf” adlı bir memur atamıştır. Osmanlı, Nâkibü’l

Eşraflara hürmet ve ihtiramda o kadar ileri git-

miştir ki mesela III. Ahmed, I. Mahmud ve III.

Mustafa’nın Eyüp Sultan türbesindeki cülus me-

rasimlerinde, şeyhülislâm ile beraber Nâkibü’l Eş-

raf kılıç kuşandırmıştır. Savaşlarda ise padişahla

birlikte Nâkibü’l Eşraf da sefere katılmış ve Hz.

Peygamber’in sancağı dibinde yürümüştür.

Sultan II. Mahmud’un Şiiri

II. Mahmud, O’na olan sevgisinin bir alame-

ti olarak Hz. Peygamber’in kabr-i şerifi üzerinde-

ki Yeşil Kubbe’yi (Kubbetu’l Hadra) yaptırmıştır.

Ayrıca, 1820’de patlak veren Vehhabi İsyanı’nda

yıkılan bütün eserleri yeniden inşa ve ihya et-

miştir. Bu münasebetle Hücre-i Saadet’e hedi-

ye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği şiir, onun

Resulullah’a hürmet ve muhabbetinin beliğ bir

vesikasıdır:

Şamdan ihdâya eyledim cüret ya Resulallah!

Muradımdır Ulyâya hizmet, ya Resulallah!

Değildir ravzaya şayeste destâvri-i naçizim,

Kabulünde kıl ihsan ve inayet, ya Resulallah!

Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,

Cenabındandır ihsan ve mürüvvet, ya Resulallah!

Dahîlek, el-emân, sad-el-emân, dergâhına düşdüm

Terahhüm kıl, bana eyle şefaat ya Resulallah!

Dü-âlemde kıl istishâb han-ı Mahmûd-i adlîyi,

Senindir evvel ve ahirde devlet ya Resulallah!

II. Abdülhamid Han’ın Hassasiyeti

Hz. Peygambere ve O’nun davasına, ataları

gibi en fazla gönül verip, kendini adayan hakan-

lardan bir başkası da Sultan II. Abdülhamid idi.

Abdülhamid Han, Peygamberimize olan tazim

ve muhabbetini, O’nun kutsal beldesine hizmet-

ler götürmekle ve İslâm Birliği gayesini gerçekleş-

tirmeye çabalamakla göstermiştir. Yaptığı ilk iş-

lerden biri, Kubbetu’l Hadra’nın üzerine 24 ayar

som altından bir âlem diktirmek olmuştur. Hicaz

bölgesiyle bağları kuvvetlendirmek ve ulaşımı ko-

laylaştırmak maksadıyla hayata geçirdiği Hicaz ve

Bağdat Demiryolu ise hizmetlerinin şahikasıdır.

Projenin gerçekleşmesi için bizzat 50 bin

lira bağışta bulunmuştur. Demiryolu yapımı-

nın Medine’ye ulaştığı esnada, Sultan’ın verdiği

şu özel talimat, onun, Ehl-i Beyt’in şahsında Hz.

Peygambere sevgi, saygı ve bağlılığını göstermesi

açısından emsalsiz bir misaldir: “Aletlerin üzeri-

ne keçeler sarınız ki fazla gürültü olmasın ve Ehl-i

Beyt’in ve burada yatanların ruhları rahatsız ol-

masın!”

Sultan Reşad ve Son Sürre Alayı

Devlet-i Âl-i İslâm’ın mukaddes mekânlara

meftûniyetinin en müşahhas misallerinden biri

de her yıl hac mevsiminde Mekke ve Medine’de-

ki Seyyid, Şerif, ulema ve fakirlere para ve hususî

hediyeler götüren “Sürre Alayları”dır.

İlk kez Çelebi Mehmed devrinde tertiplenen

Sürre Alayları’nın taşıdığı en kutsal hediye Kâbe

örtüsüydü ve yenisiyle değiştirilen eski örtü bü-

yük bir hürmet ve itina ile getirilerek çeşitli cami-

lere pay edilirdi. Devlet, Sürre Alayları’na o den-

li ehemmiyet veriyordu ki çöküş devrine girdiği

I. Dünya Harbi’nde bile Sultan Reşad, yabancı-

lardan borç almak pahasına ecdadından tevarüs

eden bu harikulade geleneği kesintiye uğratma-

mıştır.

Page 15: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

29Nisan 201228

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE*

Sözlükte; vâsıta; yakın-

lık; derece, mertebe;

yol, rağbet; kendisiyle

istenilen ve arzu edilen bir şeye

ulaşmaya yarayan şey anlamına

gelen tevessül ve vesîle kavram-

ları, Arapça (v-s-l) kök fiilinden

türetilmiştir.2 Istılâhî anlamı

ile vesîle kavramı; ilim ve iba-

detle Allah’a yaklaşmak, O’nun

rızâsını istemek ve kendisiy-

le başkasına ulaşılan şey olarak

tarif edilmektedir.3 Bununla

beraber vesîlenin kıyamet gü-

nündeki umumî şefâat, cennet-

teki bir yer veya cennetin arşa

en yakın bölgesi olduğu rivâyet

edilir.4 Tevessül ise kendisi ile

bir şeye kavuşulan, yakınlık ka-

zanılan ve Allâhu Teâlâ’ya ya-

kınlaşmaya sebep olan şeyler-

dir.5

Mağara hadisi olarak bili-

nen rivâyette Peygamber Efen-

dimiz, geçmiş ümmetlerden üç

kişilik bir topluluğun yolculuk-

ları esnasında yağmura yakala-

nıp bir mağaraya sığındıkların-

dan, akabinde mağara çıkışının

büyük bir kaya ile bunların üze-

rine kapandığından, bunun

üzerine onların birbirlerine,

kendilerini doğruluktan başka

hiçbir şeyin kurtaramayacağı-

nı ve herkesin doğru söylediği-

ni bildiği bir şeyle Allah’a dua

etmelerini hatırlatmada bulun-

duklarından bahseder. Hadisin

devamında onlardan birinin iş-

çisine ödeneğini ödemek için

ne denli titiz davrandığından,

diğerinin ihtiyar anne ve baba-

sına hizmette kusur etmemeye

özen gösterdiğinden, bir diğe-

rinin ise zinâdan kaçınmakta-

ki hassasiyetinden bahsettiği

ve sonunda mağaradan kurtul-

dukları ifade edilir.6 Bu rivâyet

bizlere işlediğimiz hayırlı amel-

leri vesîle edinebileceğimizi or-

taya koymaktadır.

Hayır Kapısı ve Umut Işığı

Vesîleyi cennette bir yer7 ola-

rak tarif eden Peygamber Efen-

dimize âmâ bir şahsiyet gelip

kendisinden dua talebinde bu-

lunur. Peygamber Efendimiz

ona, güzel bir şekilde abdest al-

masını, sonra da iki rekât na-

maz kılmasını ve “Ey Allah’ım!

Ben sana rahmet peygamberin

olan Nebin ile yöneliyorum. Ya

Rasûlallah! Rabbime şu ihti-

yacımı gidermesi için seninle

yöneliyorum. Ya Rabbi! Pey-

gamberini benim hakkımda

şefâatçi kıl.”8 diye dua etmesi-

ni tavsiye eder. Umreye gitmek

üzere kendisinden izin isteyen

Hz. Ömer’e Peygamber Efendi-

miz, “Bizi de duadan unutma

kardeşim”9 diyerek kardeşleri-

mizden dua isteyebileceğimizi,

hayra ermek için birbirimizin

dualarını vesîle edinebileceği-

mizi beyân kılmıştır. Bir bedevî

Peygamber Efendimizin yanı-

na gelir, açlıktan dolayı çocuk-

larının rahat uyuyamadığını,

hayvanlarının sevinç naraları

atamadığını dile getirir ve ko-

nuşmasını, “Bizim sığınaca-

ğımız tek kişi sensin. İnsanlar

peygamberden başka kime ve

nereye sığınsınlar.”10 beyti ile

tamamlar. Bu rivâyetten de an-

laşılacağı gibi ashâb-ı kirâm,

Peygamber Efendimizi vesîle it-

tihaz eder, hayır kapısı ve umut

ışığı olarak görürdü.

Ortaya çıkan kuraklık ve kıt-

lık üzerine Abbas b. Abdilmut-

talib ile yağmur duasına çı-

kan Hz. Ömer, sâlih insanları

vesîle edinmenin gereğini yağ-

mur duasında şu şekilde ses-

lendirmektedir: “Rabbim! Biz

senin Peygamberin ile sana te-

vessül ederdik ve yağmur ya-

ğardı. Şimdi senin peygambe-

rinin amcası ile sana tevessül

ediyoruz, bize yağmur ver.”11

Başka bir rivâyette Hz. Ömer,

Hz. Abbas hakkında şu tesbit-

te bulunmaktadır: “Rasûlullah,

Abbas’a oğlun babasına gös-

terdiği saygıyı gösterirdi. Am-

casına gösterdiği saygı konu-

sunda Rasulullah’a uyup siz de

ANLAYIŞLARIVESîLE

SÛFÎLERİN TEVESSÜL VE

“Mürşid-i kâmillerin, sâlih zatların ve mâneviyat önderlerin birer

aracı olduklarını söyleyen tasavvuf ve tarîkat çevreleri, itibar ettikleri

hiçbir velîyi Rab derecesine yükseltmez, hiçbir Allah dostuna

ulûhiyet pâyesi vermez.”

Page 16: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201230 31

Abbas’a saygı gösterin ve onu

Allah’a vesîle edinin.”12

Bu rivâyetleri dikkate alan

İslâm ulemâsı, Allah’ın isim ve

sıfatlarını, sâlih amelleri, sâlih

insanları, takva sahiplerinin du-

alarını vesîle edinmeyi yerin-

de bulmaktadır. Allah’a yakınlık

için sâlih amelleri tavsiye eden

ilk dönem mutasavvıfları da ku-

lun Allah ile doğrudan iletişimi-

ne önem vermişlerdir.13 Onla-

ra göre kulun Allah’a yakınlığı,

iman edip Allah’ın ihsan ve lut-

funa yakın olması; Allah’ın ku-

luna yakınlığı ise kulun ilim ve

irfan sahibi olması demektir. Bu

çerçevede, “Biz ona şah dama-

rından daha yakınız.”14 âyet-i

kerîmesindeki Allah’ın yakınlı-

ğı, Seriyyu’s-Sakatî (ö.257/870)

itâat olarak değerlendirirken,15

Ruveym b. Ah-

med (ö.330/941) ara-

ya giren engel-

leri kaldırmak

ve O’na vasıl ol-

mak,16 Cüneyd-i

Bağdâdî (ö.

297/909) ise

kalplerin O’na

yakınlığı şeklin-

de yorumlamak-

tadır.17

Tevessül ve

vesîle konusu-

nun tartışılır ko-

numa gelmesi-

nin ana sebebi,

yaşayan veya

vefat eden kişi-

lerin vesîle edi-

nilmesidir. Ka-

birdeki ölüleri

vesîle edinme-

nin tevhîd ilkesini zedeleyece-

ği ve kişiyi şirke düşüreceği en-

dişesi duyulmuştur. Vefat etmiş

kimseleri vesîle edinmeyi câiz

görmeyen İslâm ulemâsı, pey-

gamberler, şehitler ve sâlih ki-

şilerin Allah katında yüksek ma-

kamlara sahip olduklarını beyan

etmektedirler, ancak bu isimle-

rin tasarrufta bulundukları an-

layışını reddetmektedirler. Zira

ölen insanların dünya ile bağları

kesilmiştir.18

“O’nu Gerçekten Anıyorum”

Seyahate çıkacak olan mü-

ritleri Ebu’l-Hasan el-Harekânî

(ö.424/1033)’den yoldaki tehli-

kelerden kendilerini koruyacak

bir dua öğretmesini rica ederler.

Harakânî, “Herhangi bir talih-

sizliğe uğrarsanız adımı zikre-

din.” der. Bu cevap onların ho-

şuna gitmez. Bununla birlikte

yola çıkarlar ve seyahat sırasın-

da şakîlerin saldırısına uğrarlar.

İçlerinden birisi velinin adını

anar ve şakîlerin büyük şaşkın-

lığını çekecek bir tarzda gözden

kaybolur. Şakîler onun ne deve-

sini ne de ticarî eşyasını bulur-

lar. Ötekiler ise bütün elbise ve

mallarını kaptırırlar. Memleket-

lerine döndüklerinde şeyhten

bu sırrı açıklamasını rica ede-

rek, “Hepimiz Allah’a yalvar-

dık, yakardık, ama sesimizi du-

yuramadık. Senin adını anan

kimse ise soyguncuların gözle-

ri önünde kayboldu.” dedikle-

rinde, Harekânî şu cevabı verir:

“Siz Allah’a şeklen yalvarıyor-

sunuz. Oysa ben, O’nu gerçek-

ten anıyorum. Bundan dolayı siz

beni anar ve ben de sizin adınıza

Allah’ı anarsam, dualarınız ka-

bul olur.”19

Selefiyye, hadis ehli ve

Hanbelîler ölülerin ruhlarından

istimdâd ve istiânede bulunma-

yı, ölülerin dirilere faydalı ola-

cakları, onları terbiye edecek-

leri ve onlar için Allah katında

şefâatçi, vâsıta ve vesîle olacak-

ları anlayışını câiz görmemek-

tedirler. Tasavvuf ve tarîkat ehli

ise bu anlayışları benimseme-

mekte, hatta faydalı ve gerekli

görmektedirler.20 Çünkü tasav-

vuf sırrî bir ilimdir. Tasavvuf ehli

de mânâ erlerinin rûhâniyetini,

ruhlar âlemini ve ruhlarla ilişki

kurmayı önemser. Bazı sûfîler

Üveysî yolla terbiye ve irşâd ol-

makta, mânâ erlerinden feyz al-

maktadırlar. Buna göre ölen biri

ermişin ruhuna sağ bir kişi ile

ilişki kurup onu eğitmesi, ye-

tiştirmesi, olgunlaştırması ve

ermişlik mertebesine ulaştır-

ması mümkün kabul edilmekte-

dir. Tarîkat ehli silsilelerindeki

meşâyıhın ismini anmak sure-

tiyle hal transferi yaşayacakla-

rını, onların rûhâniyetinden

faydalanabileceklerini düşün-

mektedirler. İdrak sahipleri için

kabirlerin de bir dilinin olduğu,

keşfi olanların kabirdekilerin

hâllerine giriftâr olacakları ka-

bul edilmektedir.21

Sebepler âleminde yaşıyoruz.

Her şeyin yegâne hâkimi ve sa-

hibi Allah’tır. Tek güvencemiz

Hz. Allah’tır. Güç de O’ndan, şifâ

da O’ndan, yardım da O’ndan,

hayat da O’nun kudret elinde,

ölüm de O’nun elindedir. Ancak

Allah’ın yaratması, yaşatması ve

öldürmesi hikmete mebnîdir.

Güneş sıcaklığın zuhûruna, bu-

lut yağmurun yağmasına, yağan

yağmur bitkilerin yeşermesine,

bitkilerin yetişmesi hayvanların

büyümesine sebep teşkil etmek-

tedir. Sosyal hayatta da bireysel

yaşamda da tabiatın yapısında

da her şey sebep vesîle ve vâsıta

çerçevesinde işlemektedir. Aynı

şekilde her şeye kâdir olduğu ve

her şeyi yaratanın kendisi oldu-

ğu halde Hz. Allah melekleri var

ediyor, onlara belli işler veriyor,

o işleri onlara gördürüyor, ta-

biat olaylarını tabiat kanunları

çerçevesinde onlara yaptırıyor.

Cenâb-ı Hak vahyini peygam-

berine melek, insanlara da pey-

gamber aracılığı ile ulaştırıyor.

Rızkı veren Allah’tır. Ancak O,

bize rızkımızı belli bir vâsıta ve

vesîle ile veriyor. Hastalara şifâ

veren Allah’tır. Ancak O, eş-Şifâ

ismini ilaçlar ve doktorlar üze-

rinde tecelli ettiriyor.22

V e s î l e l e r

p e n c e r e s i n -

den baktığı-

mızda görürüz

ki, Kâbe-i Mu-

azzama ilâhî

nura gark olma-

nın bir vâsıtası,

Kur’ân-ı Kerîm

bizleri Hakk’a

götüren hablu’l-

merîd, pey-

gamberler bizleri ateşten koru-

yan emanlarımız, ibadetler ilâhî

rızâya ermemizin vesîlesidir. Bu

çerçevede, mâneviyat önderle-

ri de Hakk’ı tanımak, dini anla-

mak ve İslâm’ı gereğince yaşa-

mak için birer vesîledir. Tedavi

olmak için gittiğimiz hastane-

de doktorun şifâ bulmamıza

vesîle olması, çocukların büyü-

mesinde ve rızıklarının temi-

ninde anne babalarının vâsıta

olması, toprağın ürün verme-

sinde ziraat erbabının ekip biç-

mesi birer vesîledir. Bunun gibi,

gönül erleri de kalb arazilerine

mânâ tohumları saçan, gönül-

lerde Hak nurunun parlaması-

na vesîle olan, gaflet perdeleri-

nin sıyrılmasına katkı sağlayan

vâsıtalardır.

“Yegâne Mercii Hz. Allah (c.c)”

Mürşid-i kâmillerin, sâlih

zatların ve mâneviyat önderle-

rin birer aracı olduklarını söyle-

yen tasavvuf ve tarîkat çevreleri,

itibar ettikleri hiçbir velîyi Rab

derecesine yükseltmez, hiçbir

Allah dostuna ulûhiyet pâyesi

vermez. Tarîkat ehli, mürşitle-

rini insanüstü bir konuma yer-

leştirmezler, onları insanlık

hasletlerinin zirve şahsiyetle-

ri olarak takdim ederler. Bütün

Müslümanlar gibi tarîkat ehli

de yegâne merciin Hz. Allah ol-

duğunu aklından da hayatından

da çıkarmaz. Bu anlamda olmak

üzere şifâyı hekimden bilmek-

le velinin duasından ve him-

metinden bilmek arasında faz-

la bir fark yoktur. Sonuçta ikisi

de vesîledir ve sebeptir.23 Hayra

vesîle olan o hayrı işlemiş gibi-

dir, iyilik yolunda çığır açanların

isimleri unutulmayacaktır.

Müritlerin “Meded yâ şeyh!”,

“Meded yâ gavs!” diye mâneviyat

üstatlarından yardım istemeleri,

başları dara düştüğünde “Me-

ded!” terennümünde bulunma-

ları, mürşid-i kâmillerin duala-

rına, ilgilerine, dostluklarına ve

sevgilerine duydukları ihtiya-

cın bir tezâhürüdür. Özleri rah-

metten ibâret olan üstatlarının

kendi acziyetleri için de elleri-

ni Hakk’a açmalarını ve Allah’a

dua etmelerini isterler. Sâlih

kullarının duasını daha makbul

gördükleri için müritler, isâbet

eden mürşidin duası ile düş-

“Sâlih kullarının duasını daha makbul

gördükleri için müritler, isâbet

eden mürşidin duası ile düştükleri

dardan kurtulacaklarını, inâyet-i

Rabbâniyyenin kendilerine vâsıl

olacağını düşünürler.”

Page 17: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201232 33

tükleri dardan kurtulacaklarını,

inâyet-i Rabbâniyyenin kendile-

rine vâsıl olacağını düşünürler.

Dolayısıyla “Meded ya şeyh!”

diye seslenen müridi darda kal-

maktan kurtaran şeyh değil,

Allah’tır. Şeyhin kurtardığına

inanmak, müridi şirke düşürür.

Zira şeyh, sadece dua ile darda

kalana yardıma koşan bir kul-

dur. Yardım Allah’tandır. Zira

dua yolu ile yardım talebinde

bulunmak meşrudur. Sabır ile

dua ve istiânede/yardım isteğin-

de bulunmak,24 herhangi bir so-

runumuzun giderilmesinde gü-

nahsız bir ağızdan veya mü’min

kardeşlerimizden dua isteğinde

bulunmak doğal bir tavırdır.25

“Mânâ Erleri Keşfedilmeye

Lâyıktır”

Vefat etmiş yakınlarımızın

kabirlerini ziyaret, kalplerimizi

yumuşatıp yufka hâle getirmek-

tedir. Dolayısıyla kabrini ziyaret

edenle, kabri ziyaret edilen ara-

sında karşılıklı olarak birbirini

etkileme ve birbirlerine fayda-

lı olma türünden bir ilişki var-

dır. Ölen bir kişinin, geride ka-

lanla bütün bağları kopmuyor,

bütün ilişkiler kesilmiyor. Bu

bağlar ve ilişkiler mânevî ola-

rak bir şekilde var olmaya de-

vam etmektedir. Kabirler ve

içindeki ölüler bireylerin geç-

mişleri gibidir. Bir birey ken-

di geçmişinden nasıl kopmaz-

sa, koptuğu zaman nasıl kişiliği

harap olursa ölülerinden ve on-

ların mekânları olan kabirlerin-

den kopan toplumlar da o du-

ruma düşerler.26 Şehitlerin ölü

kabul edilmeyişi, sâlihlerin anıl-

dığı meclislere rahmetin inzâl

edilmesi, geçmişlerimizi hayırla

yad etmemiz, Peygamberimizin

kabrini ziyaret edenlerin kendi-

si ile hayatta görüşmüş gibi is-

tifade edeceğine dair rivâyetler,

Efendimizin rûhâniyetine gön-

derdiğimiz salavattan kendisi-

nin haberdar edilmesi, Üveysilik

yoluyla bazı meşâyıhın önceden

vefat edenlerin rûhâniyetinden

istifade etmesi, önceki nesiller-

le sonraki nesiller arasında de-

vam etmesi öngörülen gönül

bağları dünyasını değiştirmiş

olan büyüklerin unutulmadık-

larının, hâtıraları ile yaşadıkla-

rının, ruhlar âlemindeki tanı-

şıklıkla mânevî birlikteliklerin

devam edeceği öngörülmekte-

dir. İnsan etkileyen ve etkilenen

varlıktır. İnsan bulunduğu orta-

ma rûhunun rengini veren bir

kıymete sahiptir.

Mânâ erleri unutulmak için

değil içsel derinlikleri ile keş-

fedilmeye lâyık şahsiyetlerdir.

Ahmed-i Yesevî hikmetleriy-

le, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî

Mesnevî’siyle, Hacı Bektaş-ı

Veli Makâlât’ıyla, Yunus Emre

ilâhîleriyle, alperenler gazâ ruh-

larıyla, ahî zümreler çalışma ha-

yatındaki özverili adımlarıyla

asırlardır insanlığa ruh vermek-

te, diriliş muştusunda bulun-

maktadır. Bedenler ölümlüdür,

dünya fânîdir, insanoğlunun ha-

yatı muvakkattir, ama insan-

lık bir değerdir. Ruhlar mîsâk

âleminin sırrına müştaktır.

Âşıklar ölümsüzlük sırrına gi-

riftar olmuşlardır. Önden giden

âbide şahsiyetlerin zirve dene-

yimlerini gerçekleştirenler, on-

ların beslendikleri rahmet kay-

nağından istifade edecekler,

kana kana içecekler ve onlar da

ölümsüzlük sırrına ereceklerdir.

Özetle irtibatsız, bağlantı-

sız, alakasız ve vâsıtasız kim-

se yoktur. Birtakım etiketlere,

takıntılara, tutkulara ve arzu-

lara tevessül edip seküler zih-

niyetin kurbanı olanlar yığın-

larcadır. Onların tevessül ettiği

bu nefsânî tutkular, onları ha-

rap ve bitap kılacaktır. İbadet-

leri, zikirleri, tesbihatı, dua ve

niyazları, Hak dostlarını, ah-

lak âbidelerini, mânâ erlerini

ve nurlu sîmâları vesîle edinen-

ler vuslatı şiâr edinmekte, ilâhî

rızâyı hedeflemekte, tuttukla-

rı yolun kendilerini menzil-i

maksûda ulaştırdıklarını gör-

meyi ummaktadırlar.

GÖNÜL COĞRAFYAMDA ANKARA

Gönül coğrafyamızı dağıtırken hazanlarDeğer Kocatepe’de gökyüzüne ezanlar

Kadim hatıralarla kirpiklerim ıslanırAcılar denizinde deli gönül uslanır

Bozkırın bahtlı kızı gülümsesin gözlerinŞairi kıskandırır belagatli sözlerin

Bahar gelir, gün açar, yüreğe cemre düşerHacı Bayram Veli’de ham gönül odda pişer

Senden medet umarken gayri her bahtı karaKanayan yaralara merhem olur Ankara…

Yıldız, sevdalısını ayın koynunda beklerYiğitliğin remzidir Ankara’da zeybekler

Rüyalarıma aktın efkârlı gecelerdeTarif etmek zor seni bu mahdut hecelerde

Büyük halaskârına ağlar ağlar AnkaraYaralı yürekleri her dem dağlar Ankara

Serpilip güzelleştin Cumhuriyetin kızıAydınlık ufukların sönmeyecek yıldızı

Gözümüzde yakuttur her bir taşın AnkaraYedinci göğe değsin dertli başın Ankara

Bahar gelmiş yurduma, Çankaya’da gül açmışAnkara havaları gönüle neşe saçmış

Beypazarı evleri dünden yadigâr bizeAnkara’da ırmaklar hasret kaldı denize

Canlıdır ilk mecliste mazinin ak düşleriUnutturdu acılar o candan gülüşleri

Türkiye’mizin nabzı atmakta Ankara’daHacı Bayram-ı Veli yatmakta Ankara’da

Şüphe yok ki Kızılay kalbidir Ankara’nınElbet burda bulunur merhemi her yaranın

Ankara gözbebeğim, gönül dünyamda yaşarKırar zincirlerini kutlu sevdaya koşar.

M. Nihat MALKOÇ

1 Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Sivas2 Asım Efendi, Kâmûsu’l-Mubît Tercümesi, c. III, s.

374. 3 El-Isfahânî, Müfredât, s. 1158-1159; İbn Manzûr,

Lisânu’l-Arab, c. VI, s. 4737; el-Cürcânî, Kitâbü’t-ta’rîfât, s. 252.

4 İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, c. VI, s. 4738; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azim, c. II, s. 52.

5 Asım Efendi, Kâmûs, c. III, s. 374.6 Buhari, el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul 992, Buyu’, 34.7 Buhari, Ezân, 8; Müslim, Salât, 11.8 İbn Mâce, İkâme, 189.9 Ebû Dâvûd, Vitr, 23; Tirmizî, Deavât, 109; İbn

Mâce, Menâsik, 5.10 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c. III, s. 183.11 Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c. IV, s. 8.12 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c. III, s. 186.13 Serrâc, el-Luma’, s. 84-85; Kuşeyrî, er-Risâle, s.

275.14 Kaf 50/16.15 Kelâbâzî, et-Taarruf, s. 125.16 Kelâbâzî, et-Taarruf, s. 126.17 Serrâc, el-Luma’, s. 85.18 Bardakçı, “Tasavvufî Bir Terim Olarak Tevessül ve

Vesile”, Tasavvuf, yıl 1, sy. 2, s. 38.19 Nicholson, İslâm Sûfîleri, s. 116.20 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 21.21 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 24-25.22 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 11-12.23 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 11-12.24 Bakara 2/163.25 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlü-

ğü, s. 323-324.26 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 20-21.

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 18: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

35Nisan 201234

EdebiyatMusa TEKTAŞ

SuLTANDUA EYLEYEN

“Buraya pâdişâhlık gururu ile beni imtihan için geldiniz.

Şimdi ise dervişlik hâliyle gidiyorsunuz ve dervişlik devletinin güneşi

üzerinde ışıldamaya başladı.”

Tarih boyunca devlet adamlarından, ar-

kasına manevî destek alanlar, yüce de-

ğerleri kaim kılanlar, daima başarı-

lı olmuşlardır. Bu ulvî hâl ile maneviyat erlerini

ziyaret eden, danışan, dua ve himmetlerine maz-

har olan birçok yönetici, bulunduğu çağın en zir-

vesine yükselmiş, isimleri görüştükleri o gönül

sultanlarının ismi yanında tarihin sayfalarına al-

tın harflerle yazılmıştır. Bu yazımızda buna iki ör-

nek vereceğiz.

Altın Silsile’nin halkalarından olan, Ebü’l-

Hasan Harakânî Hazretleri (k.s.), 352/963 yılında,

Horasan’ın Bistâm şehrine bağlı Harakân köyün-

de dünyaya gelir. Çocukluğunda Harakân’da anne

babasının geçimini sağlamak maksadıyla çobanlık

ve çiftçilikle uğraşarak ailesinin geçimini sağlar.1

Devrinin değişik âlim ve şeyhlerini tanıyan ve on-

lardan istifade eden Harakânî (k.s.), kendisinden

senelerce önce vefat etmiş olan Bistâmî’nin yolu-

nu devam ettiren müridleriyle görüşür, Bâyezîd-i

Bistâmî’nin kabrine on iki yıl türbedarlık eder.

Harakânî on iki yıl süreyle yatsı namazını ce-

maatle kıldıktan sonra Bistâm’daki Bâyezîd-i

Bistâmî’nin kabrine teveccüh eder; “Allah’ım!

Bâyezîd’e ihsan ettiğin hil’atten bize de bir koku

ihsan et!” diyerek duada bulunur.2 Sevgi ve aşk-

la bağlandığı bu kapı onun gönül dergâhı olur.

Yılları aşıp gelen Bistâmî’nin sevgisi, onu yoğu-

rur ve vuslata götürür.3 Dolayısıyla Harakânî’nin

tasavvufî intisabı, âriflerin sultanı Bâyezîd-i

Bistâmî’yedir. Seyr ü sülûk eğitimini Bistâmî’nin

ruhaniyetlerinden alır.4

Üveysîliği ile dikkat çeken Harakânî, Aynül-

kudat el-Hemedânî (ö.525/1131), Necmeddin-i

Dâye, Feridüddin-i Attâr, Mevlânâ Celâleddin-i

Rûmî gibi büyük mutasavvıfları derinden etkiler,

10 Muharrem 425/5 Aralık 1033 tarihinde âlem-i

bekâya göç eder. Manevî etkisi çağları aşarak yüz-

yıllardır devam eder.5

Sultan’dan Dua Talebi

Sultan Mahmûd Gaznevî, bütün Asya’ya hâkim

olduğu zamanda, Harkân şehrine yakın bir yere

gelir. Adamlarından birkaçını, Harkân’a mane-

viyat sultanı, Şeyh Ebü’l-Hasan-ı Harkânî Haz-

retlerinin huzuruna gönderir ve Şeyh Hazretlerini

yanına çağırtır. Şeyh Hazretleri buna karşılık bir

özür beyân ederek gelemeyeceğini bildirir. Du-

rum, Mahmûd Gaznevî’ye bildirilince;

- Haydi kalkınız! Zîrâ o, bizim sandığımız

kimselerden değildir. Biz ona gidelim, der. Son-

ra kendi elbisesini Kâdı İyâd’a giydirir ve ken-

disi de silâhtar olarak, Kâdı İyâd’ın yanında

Ebü’l-Hasan-ı Harkânî’nin evine girer. Mahmûd

Gaznevî selâm verince, Ebü’l-Hasan Hazretle-

ri selâmını alır. Fakat ayağa kalkmaz. Mahmûd

Gaznevî, Ebü’l-Hasan-ı Harkânî’ye;

- Sultan için neden ayağa kalkmadınız, diye so-

runca, Ebü’l-Hasan, Sultan Mahmûd’a:

- Mâdemki seni öne geçirmişler, yanıma gel

bakalım, der.

Sultan Mahmûd Gaznevî, Ebü’l-Hasan-ı

Harkânî’ye:

- Bâyezîd-i Bistâmî nasıl bir zât idi, diye sorar.

Ebü’l-Hasan-ı Harkânî:

- Bâyezîd, öyle kâmil bir velî idi ki, onu gören-

ler hidâyete kavuşurdu. Allahu Teâlâ’nın râzı ol-

duğu kimselerden olurdu, diye cevap verir.

Sultan Mahmûd bu cevabı beğenmez ve;

- Ebû Cehl, Ebû Leheb gibi kimseler, Fahr-i

kâinâtı, Server-i âlemi nice kere gördüler. Fakat

hidâyete gelmediler. Hâl böyle olunca, Bâyezîd’i

görenlerin hidâyete geldiklerini nasıl söylüyor-

sun, der.

O, Rasûlullah Efendimizden daha yüksek mi

ki, iki cihânın efendisini, üstünlerin üstünü olan

Allahu Teâlâ’nın sevgili Peygamberini gören, kü-

fürden kurtulamadı da, Bâyezîd’i görenler mi kur-

tulur demek ister.

Ebü’l-Hasan:

- Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Alla-

hu Teâlâ’nın Sevgili Peygamberini, insanların en

üstünü olan Hazret-i Muhammed (s.a.v.) olarak

görmediler. Ebû Tâlib’in yetimi, Abdullah’ın oğlu

olarak gördüler. O gözle baktılar. Eğer, Ebû Bekr-i

Sıddîk gibi bakarak, Rasûlullah olarak görselerdi,

eşkıyalıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemâle

gelirlerdi, buyurur.

Page 19: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

37Nisan 201236

“Bana Nasîhat Ediniz”

Sultan Mahmûd Han bu cevabı çok beğe-

nir. Din büyüklerine olan sevgisi artar. Sultan

Mahmûd:

- Bana nasihat ediniz, deyince

Ebü’l-Hasan-ı Harkânî:

- Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın,

namazını cemaatle kıl, cömert ol, Allahu Teâlâ’nın

yarattıklarına şefkat göster, der.

Sultan Mahmûd;

- Bana dua buyurun, deyince,

Ebü’l-Hasan-ı Harkânî:

- Ey Mahmûd, âkıbetin makbûl olsun, der.

Bunun üzerine Sultan Mahmûd, Ebü’l-Hasan-ı

Harkânî’nin önüne bir kese altın koyar. Buna kar-

şılık Ebü’l-Hasan, sultanın önüne arpa unundan

yapılmış bir yufka ekmeği koyar. Sultan ekmek-

ten bir lokma alır. Fakat lokmayı yutamaz. Bunun

üzerine Ebü’l-Hasan Hazretleri:

- Bir lokma ekmeği yutamıyorsun. İster mi-

sin, şu bir kese altın bizim de boğazımızda dur-

sun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik. Şu altın-

ları önümden alınız, der. Sultan, Ebü’l-Hasan’ın

paraları almasını çok isterse de, kabul etmeyince,

ondan bir hatıra talep eder. Ebü’l-Hasan Hazret-

leri ona hırkasını verir.

Sultan Mahmûd giderken, Ebü’l-Hasan ayağa

kalkar. Bunun üzerine Sultan Mahmûd:

- Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştiniz, fa-

kat şimdi ayağa kalkıyorsunuz. O hâl niye idi? Bu

ikrâm nedir, diye sorar.

Ebü’l-Hasan-ı Harkânî Hazretleri:

- Buraya pâdişâhlık gururu ile beni imtihan

için geldiniz. Şimdi ise dervişlik hâliyle gidiyorsu-

nuz ve dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışılda-

maya başladı. Önce gurur içinde olduğundan do-

layı ayağa kalkmadım. Fakat şimdi derviş olduğun

için ayağa kalkıyorum.” der. Sultan, sonra gazâya

gitmek üzere Harkân’dan ayrılır. Sevmenât’a ge-

lir. İçine mağlûb olma korkusu düşer. Birden atın-

dan inip, bir köşede Ebü’l-Hasan Hazretlerinin

hırkasını eline alıp:

- Yâ İlâhî! Şu hırkanın sahibinin yüzü suyu

hürmetine, şu kâfirlere karşı bizi muzaffer kıl. Ga-

nimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişle-

re vereceğim, diye dua eder etmez, düşman tara-

fında bir toz-duman ortaya çıkar. Düşmanlar, bu

toz-duman içinde bir şey görmeyerek, kılıçlarını

birbirlerine vururlar ve kendi kendilerini öldürür-

ler. Sağ kalanları da dağılıp gider. O akşam Sul-

tan Mahmûd, rüyâsında Ebü’l-Hasan-ı Harkânî

Hazretlerini görür. Ebü’l-Hasan-ı Harkânî, Sul-

tan Mahmûd’a:

- Allahu Teâlâ’nın dergâhında, hırkamızın

yüzü suyu hürmetine zafer kazandın. Eğer o anda

isteseydin, kâfirlerin hepsinin Müslüman olması-

nı sağlayabilirdin, buyurur.

Madde sultanı olan Gazneli Mahmud,

Harakânî’nin mânâ sultanlığına bu şekilde hay-

ranlık besler. Harakânî’nin saltanatı mâneviyat

ve ruhaniyet arenasındaki nüfuzuyla gerçekleş-

miştir. Onun saltanatında takva, vera, zühd, fakr,

mücahede, muhasebe ve riyazet yegâne usûldür.

Onun zühdî kişiliği ile alâkalı olarak Attâr, bah-

çesinde ekim ve dikim işlemini sürdürürken,

Harakânî’nin toprağı ilk kazmasında gümüş, di-

ğer kazmasında altın ve bir başka kazmasında ise

inci ve mücevherat çıktığından söz eder. Bunun

üzerine Harakânî, Hakk’a münacatla; “Allah’ım!

Beni bununla avutma. Ben dünya ile Sen’in gibi

bir Rab’den yüz çeviremem.” diye yakardığından,

onun daima Hak’tan yana tercihte bulunduğun-

dan bahseder.6 Müntesiplerine kemâle ermenin

yollarını öğreten Harakânî Efendimiz, şu öğütler-

de bulunuyor:

“Hak yolunda yürümek isteyen kimsenin şu

dört gurubun yani: ‘Âlimlerın, muttakîlerin, evli-

yaların ve yol gösteren mürşidlerin’ sözlerini din-

lemesi gerekir:”7

Devlet İdarecilerine Tavsiyeler

Velîlerin devlet idarecilerine olan dua ve tav-

siyelerine bir örnek de Es-Seyyid Osman Hulûsi

Efendi Hazretlerinden nakledelim: Turgut Özal

Bey, parti kurup siyasete atılmaya niyet edince

Ali Coşkun Bey’e der ki: “Gel seninle bir yere gi-

deceğiz... Akıl danışacağız.” Doğruca, Darende’ye

Hulûsi Efendi Hazretleri’ne ziyarete gelirler. Meş-

hur Somuncu Baba Hazretlerinin torununa müra-

caat ederler.

Ali Coşkun Bey o görüşmede neler konuşuldu-

ğunu şöyle naklediyor:

“Turgut Özal konuyu uzun uzun anlattı. Özet-

leyelim: “Parti kurup, seçime girmek niyetinde-

yim. Milli Güvenlik Konseyi yeşil ışık yakıyor.

Sizin düşünceniz benim için önemli... Ne diyorsu-

nuz?” dedi.

Söz sırası Hacı Hulûsi Efendi Hazretleri’ne ge-

lince: “Hayırlı olsun... Allah yolunu açık etsin.”

buyurdu. Hazret söze devam etti:

“Sana birkaç şey söyleyeceğim. Ben ben ben

deme... Bencillik insanı şaşırtır... Doğru yoldan

uzaklaştırır. İstişareye önem ver... Siyasette di-

yalog esastır. Devlet dairesinde dürüst ol... Dün-

ya malına tamah etme... Devletin malını, parasını

gözün gibi koru. Sakın ola ki makam hırsına ka-

pılma.”

Turgut Özal, Ali Coşkun’dan “not almasını”

ister. Coşkun da “Sohbeti... Öğütleri” not eder.

Görüşme bitmiştir... Çıkmak üzerelerdir. Hacı

Hulûsi Efendi Hazretleri “son bir şey daha” söy-

ler: “Halka hizmet hakka ibadettir... Ama sen bu

sözü kullanırken “ibadet” deme... Yoksa sana “ta-

kunyalı” derler... En iyisi sen de ki: “Halka hizmet

Hakk’a hizmettir.”8

Turgut Özal Bey, Hulûsi Efendi Hazretlerinin

duasını alır, “Halka hizmet Hakka hizmettir” slo-

ganıyla halkın teveccühünü kazanır yıllarca mem-

lekete hizmette bulunur.

1989 yılında bir gün Hulûsi Efendi Hazretleri

evinde hasta yatağında iken, telefonun zili çalar.

Telefona H. Hamidettin Ateş Efendi cevap verir.

Arayan Turgut Özal Bey’dir. Cumhurbaşkanlığı

seçimi için aday olacağını, dua talep ettiğini bildi-

rir. H. Hamidettin Efendi bu arzuyu Hulûsi Efen-

di Hazretlerine iletir. Verdiği cevabı Turgut Özal

Bey’e söyler: “Hulûsi Efendi Hazretleri şöyle müj-

de veriyor: “İnşallah memleketimizin Reis-i Cum-

huru (Cumhurbaşkanı) siz olacaksınız.” der. Tur-

gut Bey Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da

Darende ile devamlı irtibat hâlinde bulunur.

Türs

ab A

rşivi

Page 20: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201238

Kars Ziyareti Hatırası

Evliya Çelebi, Kars Kalesi’nin III. Murad dev-

rinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edildi-

ğini anlatırken bir askerin paşaya aktardığı rü-

yasını nakleder. Asker, rüyasında gördüğü yaşlı

bir zâtın kendisinin Ebü’l-Hasan el-Harakânî ol-

duğunu ve kendisine makamının burada bulun-

duğunu söylediğini, kendisinden ayağını bastı-

ğı yeri kazmasını istediğini anlatmıştır. Bunun

üzerine yüz işçi yeri kazmaya başlamış ve üzerin-

de “Menem şehîd ü saîd Harakânî” ibaresi yazı-

lı dört köşe bir somaki mermer bulunmuştur. Ga-

ziler mermeri tekbir ve tevhidle kaldırınca kabir

ortaya çıkmıştır. Yaralı pazusuna sarılı makra-

me ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği

görülmüş; vücudunun sağ tarafındaki yarası hâlâ

kanamaktaymış. Gaziler yine tekbirle kabri kapa-

mışlar. Kalenin içine ilk olarak Lala Mustafa Paşa

tarafından Ebü’l-Hasan Harakânî adına bir tekke

ile cami inşa ettirilmiştir. Bir Kars ziyareti hatıra-

sıyla yazımızı bağlayalım:

H. Hamidettin Ateş Efendi geçtiğimiz yıllarda

Kars’ı Harakânî Hazretlerinin kabri şerifini aile ve

akrabalarıyla birlikte ziyarete giderler. Yolculuğa

çıkarken Kars’taki türbeyle ilgilenen cami görevli-

si Yavuz Hocanın hanımı bir rüya görür. Harakânî

Hazretleri: “Kızım önemli misafirlerimiz geliyor

hazırlık yap, ikramda bulun” buyurur. H. Hami-

dettin Efendi ve yanındakiler habersizce Kars’a

varıp Pirimizin kabrini ziyaret ederler. O arada

Darende’den gelen bu ziyaretçi grubunu gören

Yavuz Hoca büyük bir şaşkınlık yaşar ve evine da-

vet eder. İçeri girilir ki sofra hazırlanmıştır…

Bu arada televizyonlarda program yapan bir

hoca efendi de o anda türbe ziyaretine gelmiş-

tir. H. Hamidettin Efendi o hoca efendiyi de sof-

raya çağırtır. Televizyonlarda program yapan

hoca efendi girince hazırlıkların kendisi için ya-

pıldığın sanarak “Zahmet etmişsiniz, ne güzel

sofra hazırlamışsınız.” der. Ve külliyenin inşaa-

tı hakkında konuşurken, “Biz hizmetin en güzeli-

ni Darende’de gördük, Hulûsi Efendi Vakfı ülke-

mizdeki hizmet kurumları içinde en önemlisidir.

Onları örnek almak gerekir.” diye sözlerini devam

ettirir. Uzun konuşmalarından sonra H. Hami-

dettin Efendi’ye dönerek “Efendim isminizi sor-

madım kusura bakmayın tanışamadık.” der. H.

Hamidettin Efendi. “Darendeliyiz” diye cevap ve-

rir. Bu defa hoca efendi meseleyi anlar… “Yoksa…

Hulûsi Efendi’nin oğlu Hamidettin Efendi misi-

niz?” diye sorar. Hamidettin Efendi sükût eder…

O anda hoca efendi tevazunun zirvesiyle müşer-

ref olur…

Kars’tan ayrılırken Yavuz Hoca: “Harakânî

Külliyesinin tamiri için ödenek bekliyoruz, inşa-

atın tamamlanması için dua buyurun Sultanım.”

der. Hamidettin Efendi ise; “İnşallah en kısa za-

manda ödenek onayı çıkar, eksikleri tamamlar,

külliyeyi hizmete açarsınız. Bizim de yapacağımız

bir iş olursa Pirimiz için her zaman seferber olu-

ruz.” der. Daha o gün Ankara’dan müjdeli haber

gelir, ödenek onaylanmış, gerekli para cami hesa-

bına yatırılmıştır…

Hizmette Temel Düstur

Allah yoluna hayatını vakfeden Allah dostları,

hizmeti temel düstur edinmiş devlet adamlarına

yön vermiş, duada bulunmuş ve bu minval üzere

hayatlarını geçirmişlerdir.

Allah rızasından başka ümidi ve beklentisi ol-

mayanın yaptığı işte, gördüğü hizmette elbette ki

samimiyet vardır, gönüllülük vardır, ihlâs vardır.

Zaten bu hâlis halleri onları yüceltmekte; içinde

bulundukları toplumda, örnek, önder hizmet in-

sanı konumuna oturtmaktadır. Gerek devlet bü-

yüklerinin gerekse bütün halkın mâneviyat bü-

yüklerine teveccühü, onların her türlü hizmete

önderlik etmesi, tevazu ve hoşgörü âbidesi olma-

larından dolayıdır.

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

Âtİke bİnt Abdulmuttalİb (R.AH.)

Adı : Âtike

Künyesi : Ümmü Abdillâh

Doğum yılı : Tespit edilemedi.

Doğum yeri : Mekke

Baba adı : Abdulmuttalib b. Hâşim

Anne adı : Fâtıma bint Amr

Eş(ler)i : Ebû Ümeyye b. Mugîre el-

Mahzûmî

Akrabaları : Hz. Peygamber (s.a.v)’in halası,

eşi Ümmü Süleym’in üvey anası.

Oğulları : Abdullah ve Züheyr

Kızları : Karîbe veya Kureybe

Kabilesi : Kureyş’in Haşimoğulları kolun-

dan

İslâm’a girişi : İbn Sa’d’a göre, Mekke’de Müslü-

man olmuştur. Gördüğü bir rüya üzerine İslâm’a

girdiği nakledilir. Müslüman olmadığını iddia

edenler de vardır.

Sohbet süresi: On yıldan fazla

Rivayeti : Tespit edilemedi.

Yaşadığı yer : Mekke ve Medine

Mesleği : Ev hanımı

Hicreti : İbn Sa’d’a göre Medine’ye hicret

etmiştir.

Savaşları : Tespit edilemedi

Görevleri : Tespit edilemedi

Fizikî yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Hitabeti ve edebi yönü çok kuv-

vetliydi. Duygusaldı.

Ayrıcalığı : Şairdi. Babası hakkında mersi-

ye türü şiirler söylemişti. Hz. Peygamber (s.a.v.)

hakkında da mersiye söylemiştir.

Ömrü : Uzun ömürlü.

Ölüm yılı : Muhtemelen Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in vefatından sonra

Ölüm yeri : Medine

Ölüm sebebi : Yaşlılık veya hastalık

Hakkında : Bedir Gazvesi öncesi Âtike şöy-

le bir rüya görür: “De vesine binmiş bir adam, hız-

la Mekke’ye gelerek oradakilere üç güne kadar

sa vaşacakları ve vurulup düşecekleri yere koşma-

larını söylüyor, dağdan kopardığı bir kayayı aşa-

ğı doğru fırlatıyor, aşağı da parçalanan kaya Mek-

ke’deki bütün evlere dağılıyordu.” Âtike, rüyasını

karde şi Abbas’a, o da arkadaşı Velîd b. Ukbe’ye

söyleyince rüya Mek ke’de konuşulmaya başlan-

dı. Mekkelilerin moralini bozan bu rüyanın ko-

nuşulması Ebû Cehil’i huzur suz etti ve bir gün

Kâbe’de Abbas’a, soy larından gelen erkeklerin

peygamberlik iddiasıyla yetinmeyip kadınların da

aynı iddiada bulunduğunu, şayet üç güne ka dar

bir şey olmazsa onları Arapların en yalancısı ka-

bul edeceklerini söyledi.

Üç gün sonra Suriye’den dönmekte olan Ebû

Süfyân’ın, Kureyş kervanına Müslümanların bas-

kın yapacağını haber ver mek ve yardım istemek

üzere gönderdi ği haberci Damdam Mekke’ye gelip

de tehlikeyi haber ve rince Âtike’nin rüyası gerçek-

leşir ve Bedir Savaşı yaşanır. Kardeşi Ebû Leheb,

azılı İslâm düş manlarından biri olmasına rağmen,

bu rüyanın tesirinde kalarak Bedir Savaşı’na katıl-

mamıştır.

Kaynaklar: İstîâb, I. 574, 608; İsâbe, VIII. 13;

Üsd, I. 1381-1382; DİA, IV. 73; İbn Sa’d, Tabakât,

II. 326-327; VIII. 43.

*Prof. Dr.

39

1 Şenol Kantarcı, “Giriş”, Nûru’l-’ulûm, Ebü’l-Hasan Harakânî Derneği Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2001, s. 11.

2 Aynı eser, s. 670.3 Hasan Kamil Yılmaz, Altın Silsile, Erkam Yayınları, İstanbul 1994, s. 65.4 Câmî, Nefahâtü’l-üns, s. 444.5 Süleyman Uludağ, “Harakânî”, DİA, c. XVI, s. 94.6 Aynı eser, s. 671.7 Harakânî, “Risâle der Tarîk-ı Edhemiyye”, Seyr u Sülûk Risalesi, s. 50.8 Yavuz Donat, Sabah Gazetesi, 4 Şubat 2012 Cumartesi.

Dipnot

Page 21: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

41Nisan 201240

KültürEnbiya YILDIRIM*

Rabbimiz bu di-

nin bizlere akta-

rılmasında, hiç

kuşkunuz olmasın, bazı insan-

ları görevlendirmiştir. Bu gü-

zel zevâtın ilk halkasında da,

yine şüpheniz olmasın, Âişe

vâlidemiz yer almaktadır. Çün-

kü onun Allah Rasûlü’yle evliliği

İslâm ümmeti için büyük bir ni-

met olmuştur. Kutlu elçi ile ol-

dukça genç bir yaşta evlenmesi,

son derece uyanık ve zeki ol-

ması, güçlü hâfızası, gördükle-

rini ve duyduklarını asla unut-

maması, kabına sığmayan yapısı

onu çok farklı kılmıştır. O, gö-

nülden bağlandığı son Rasûlü’n

yapıp ettiklerini ve söyledikleri-

ni sürekli tarassut eder, bunları

bellerdi. Sadece ev içinde kalan

değil sosyal hayatın içinde de

aktif olarak görev alırdı.

Bugün bütün bunlara bak-

tığımızda ona ne kadar çok şey

borçlu olduğumuzu anlıyoruz.

Öncelikli olarak karı koca ara-

sındaki ilişkiler, ev içinde nasıl

davranılması gerektiği gibi hâne

içi her şeyi neredeyse sadece Hz.

Âişe’den öğreniyoruz. O Allah

Rasûlü’nün evdeki hâlini bizle-

re anlatan, onun nasıl bir ev re-

isi olduğunu gözlerimizin önüne

seren mübarek eştir. Anlattıkla-

rı sadece bununla sınırlı değil-

dir elbette. Son peygamberin ev

içindeki nâfile ibadet dünyasını

bizlere aktaran da odur. Saâdetli

yuvalarında kıldığı nâfile na-

mazları, oruçlarını en iyi ve te-

ferruatlı anlatan kişi annemiz-

dir. Çünkü Rasûlullah’ın en

yakınında bulunması nedeniy-

le her şeyi bizzat görmüş, işitmiş

veya sormuştur.

Hanım Kardeşlerimizin

Dayanağı

Hanım kardeşlerimizin iba-

detleriyle ilgili hususları bizle-

re aktaranların başındaki isim

yine aynıdır: Annemiz Âişe. Na-

maz ve oruç, ayrıca eşlerle olan

ilişkiler ve benzeri konular-

da bizlerin birinci dayanağı Hz.

Âişe’dir. Çünkü problemlerini

doğrudan Aziz Peygamber’e ak-

taran kadınların sorularını din-

liyor, cevapları belliyordu. So-

rulan suallerle verilen cevapları

daha sonra ümmete de aktarı-

yordu. Aile içi geçimsizlikler, kız

çocuklarının evlendirilmesi, mi-

ras meseleleri ve benzeri pek

çok hususta aydınlanmamızda

onun katkısı çok büyüktür. Ay-

rıca onun Allah Rasûlü’nün yanı

başında bulunması sahâbî an-

nelerimiz için de büyük bir ni-

met olmaktaydı. Çünkü ba-

zen utanmalarından veya güzel

ifade edememelerinden dola-

yı meramlarını Allah Rasûlü’ne

sormakta sorunlar yaşıyorlar,

annemiz de onlara yardımcı olu-

yordu. Kadınlara özel durum-

larla ilgili bilgilerin çoğu sevgi-

li annemiz vâsıtasıyla bu şekilde

bizlere ulaşmıştır.

Ona neden medyûn-ı şükrân

olduğumuzu daha iyi anlamak

için şunları da zikretmek duru-

mundayız:

Annemiz Sevgili Peygam-

berimizin ahirete irtihalinden

sonra 47 yıl yaşamıştır. Bu, ne-

redeyse yarım asır etmekte-

dir. Bu süreçte insanlar karşı-

laştıkları sorunlar hususunda

Allah Rasûlü’nün ne yaptığı-

nı veya neler söylediğini öğren-

mek için öncelikli olarak anne-

mize geliyorlardı. Çünkü o kutlu

elçinin en yakınındaki güzel in-

sandı. O da bildiklerini annele-

ri olarak gelip soran insanlara

(R.AH.)

“Annemiz hadisler hususunda çok titizdi. Yaşadığı

müddetçe mübârek elçinin buyruklarının insanlara

doğru ulaşması hususunda kendini ölesiye yordu. Birinin

bir hadisi eksik veya yanlış aktardığını duyduğunda

mutlaka müdâhale etti.”

hz. ÂİşeBİr Hadİs Râvîsİ Olarak

Annemİz

(R.AH.)

Page 22: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201242 43

aktarıyordu. Ayrıca o, Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’in ardından sür-

düğü uzun hayat boyunca biz-

zat şahit olmadığı hususları da

sorarak veya dinleyerek diğer

sahâbîlerden öğrenmişti. Nite-

kim Mekke dönemine dair pek

çok bilgiyi, Allah Rasûlü’nün

gazvelerinde ve yolculuklarında

yaşadıklarının önemli bir kısmı-

nı biz ondan öğreniyoruz. Âdetâ

bir “Hz. Muhammed Ansiklope-

disi” olmuş, eşiyle ilgili öğre-

nilmedik bir şey bırakmamış-

tı. Böyle olunca da gerek soru

sormaya gelenlere ve gerekse

kendisinin doğrudan nasîhatte

bulunduğu mü’minlere bütün

öğrendiklerini aktarmıştır.

Bunun yanında o, eşlerinin

vefatından sonra İslâm ümme-

tinin bilge annesi olarak âdetâ

hocalık görevi üstlenmişti. Bu

uğurda gece gündüz çırpınıp

durdu. Saâdetli evleri fetvahâne

oldu. Bu açıdan bakıldığında,

onun yaşamı fedakârlık üzerine

inşa edilmişti demek yanlış ol-

mayacaktır.

Annemiz hadisler hususun-

da çok titizdi. Yaşadığı müddet-

çe mübârek elçinin buyrukları-

nın insanlara doğru ulaşması

hususunda kendini ölesiye yor-

du. Birinin bir hadisi eksik veya

yanlış aktardığını duyduğunda

mutlaka müdâhale etti. Onun

bu titizliği toplumda âdetâ bir

kontrol mekanizması oluştur-

du. Birileri Allah Rasûlü’nden

bir şey anlatacağı zaman son

derece dikkatli davranıyor, an-

lattığı şeyin bir şekilde Hz. Âişe

vâlidemizin kulağına gideceği-

ni biliyordu. Bu da zâten rivâyet

hususunda hassas olan insanla-

rı bir kat daha titizlendiriyordu.

Bugün bizler Allah

Rasûlü’nün neredeyse saat saat

neler yapabildiğini biliyorsak

ve onun yaşamını detayları-

na kadar öğrenebiliyorsak bun-

da Âişe annemizin çok büyük

payı olduğunu unutmamalıyız.

O hem zekâsı, hem de İslâm’ı

öğretmeye olan hırsı nedeniyle

çok büyük bir görev îfâ etmiştir.

Allah bu dinin korunmasında

ona çok büyük bir görev vermiş,

o da bunu hakkıyla yerine ge-

tirmiştir. Fazîletleri bâbında ne

kadar zeki olduğunu anlamamız

için şunları zikretmemiz yeterli

olacaktır: Allah Rasûlü’nün ve-

fatından sonra şifalı bitkilerle

tedavi hususundaki mahâretini

gören insanlar buna hayret edi-

yorlardı. Çünkü bu hususta bir

eğitim almamıştı.

Nasıl oldu da kendisini bu

kadar yetiştirdiği sorulunca,

verdiği cevap onun zekâsını

ve merakını göstermesi açı-

sından çok önemlidir: “Allah

Rasûlü’nün vefat ettiği hastalı-

ğında onu tedavi etmek için ge-

len tabiplerin uyguladıkları te-

davi yöntemlerini dikkatle takip

ediyor ve öğreniyordum. Benim

bu bilgilerim oraya dayanmak-

tadır.”

Şüphesiz Hz. Âişe vâlidemizin

sürdüğü hayatın bize anlatacağı

çok şey var. Öncelikli olarak, ka-

dınların kendilerini geliştirme-

leri hususunda üzerlerine bü-

yük sorumluluk düşmektedir.

Bu noktada eşlerin de büyük so-

rumluluğu vardır.

Hz. Âişe’yi bu derece öne çı-

karanın Allah Rasûlü’nün ona

verdiği değer olduğunu asla

unutmamak gerekir. Hatta Hz.

Âişe’yi Âişe yapan eşi Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’dir. Ayrıca biz

şunu anlıyoruz: İslâm ümme-

tinde kadın sosyal hayatın için-

dedir.

Toplumun her sorunuyla il-

gilenir. Bir Müslüman olarak

başta yuvası olmak üzere çev-

resine artı bir değer katmak

için çabalar. Şu birkaç meziye-

ti onu anlamamıza ve daha faz-

la sevmemize belki katkı sağlar:

Rasûlullah’ın en yakın arkada-

şı, can-ciğer dostu Hz. Ebû Be-

kir (r.a.)’in kızıdır. Son elçisi-

nin Hümeyrâ’sıdır. En çok hadis

rivâyet eden sahâbîlerdendir.

İnen âyetle ne kadar iffetli bir

bayan olduğu tescil edilmiştir,

Allah tarafından saygınlığı ilan

edilmiştir. Bayan sahâbîlerin

önderidir, bütün sahâbîlerin

hürmet ettiği anneleridir.

Pek çok savaşa katılmış ve

fiilî görevler üstlenmiş korku-

suz bir mü’mindir. İyi bir göz-

lemci ve toplumu örgütleyebilen

bir yetenektir. Rasûlullah’ın şa-

kalaştığı hatta koşuda yarıştığı

hanımıdır. Başı onun kucağında

iken vefat etmiştir. Odası son el-

çinin kabri yapılan odur.

Bu kadar erdemleri olan bir

insanın ardından ne söylemek

gerekir? Elbette ki “Selam olsun

sana ey sevgili annemiz!” Bu ne-

denle namazınızı kılarken, oru-

cunuzu tutarken, Kur’an’ınızı

tilâvet ederken, dualarınızı mı-

rıldanırken, Allah Rasûlü’nün

hayatını okurken, bir Müslüman

olarak Kur’an ve sünnet ışığında

her hangi bir şey yaparken aklı-

nıza hep Âişe annemiz gelsin. O

ve onun gibiler vesîlesiyle yara-

tıcımıza kulluk ettiğimizi unut-

mayalım.

Sözü Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in ona olan sevgisiyle ve

aralarındaki güzel ilişkiyle bağ-

layalım. Bağlayalım ki bizim de

sevgimiz artsın: Hz. Peygamber

(s.a.v.)’e sorulur:

- Yâ Rasûlallah! En sevdiği-

niz insan kimdir?

- Âişe’dir.

- Peki, erkeklerden kimdir?

- Babasıdır. (Buhârî, 3389)

Hz. Âişe bir gün Rasûlullah

için bulamaç pişirir. Yanların-

da Sevde vâlidemiz de bulun-

maktadır. Hz. Âişe, Hz. Sevde’ye

“Buyur, sen de ye!” der. Yemek

istemeyince, “Yemezsen yüzüne

bulayacağım.” diye tehdit eder.

Hz. Sevde yememekte ısrar

edince, bulamaçtan alıp yüzüne

bular. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu

duruma güler ve Hz. Sevde’ye

“Ne duruyorsun? Sen de onun

yüzüne sürsene.” der. Hz. Sev-

de de Hz. Âişe’nin yüzüne sürer.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ona da

güler. (Heysemî, IV/315-6).

*Prof. Dr.

“Karı koca arasındaki

ilişkiler, ev içinde

nasıl davranılması

gerektiği gibi hâne içi

her şeyi neredeyse

sadece Hz. Âişe’den

öğreniyoruz. O

Allah Rasûlü’nün

evdeki hâlini bizlere

anlatan, onun nasıl

bir ev reisi olduğunu

gözlerimizin önüne

seren mübarek eştir.”

Page 23: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

45Nisan 201244

DüşünceMehmet SOYSALDI*

İslâm’ın temel prensiplerinden biri

emânettir. İslâm dininde emânete çok faz-

la önem verilmiş, ferdî ve sosyal huzurun,

maddî ve manevî kalkınmanın temel esaslarından

birisinin de emânet olduğu belirtilmiştir. İslâm

kaynaklarında emânet, oldukça geniş kapsamlı bir

kavram niteliği taşır. Bu durum kelimenin Kur’an

ve hadislerdeki kullanımından ileri gelmektedir.

Emânet, insanın güvenilir olması, kendisine

herhangi bir şeyin tereddütsüz ve korkusuzca tes-

lim edilip, tekrar geri alınabilmesi demektir. Sak-

lanmak üzere bir kimsenin yanına bırakılan şeye

de emânet denir. Emânet çok çeşitlidir. Genel ola-

rak emânet, korunmak ve saklanmak üzere birinin

yanına geçici olarak bırakılan eşyadır. Allah’ın, in-

sana verdiği beden ve organlar da birer emânet sa-

yılır. Her işin başında bulunan kişiye, yaptığı veya

yönettiği iş emânettir. Anne ve babaya çocukları

emânettir; yöneticilere yönettikleri insanlar, işgal

ettikleri makam ve mevkiler emânettir. Bunların

hepsi uhdelerinde bulundurdukları emâneti koru-

yup kollamakla yükümlüdürler.

Emânetin Kaybolması, Kıyâmet Alâmetidir

Hadislerde emânetin kaybolması, kıyâmet

alâmeti olarak ifade edilmektedir. Emânetin kay-

bolması, insanlar arasında dürüstlüğün, adaletin,

hakkına razı olma duygusunun kalmaması; kimse-

nin kimseye güvenemez hâle gelmesi demektir. Bu

da toplumda hilekârlık ve haksızlıkların artmasıyla

meydana gelir. Emânetin kalkmasıyla ortaya çıka-

EMÂNETİEHLİNE VERMEK

cak durumun vahâmetini tam kavrayabilmek için Kur’an

ve sünnette emânet kavramını iyi tahlil etmek gerekmek-

tedir.

Sözlükte “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak”

manasına gelen emânet, hıyânet kelimesinin karşıt an-

lamlısı olarak kullanılmaktadır. Emânet kelimesi terim

olarak ise, “Bir kimseye koruması için bırakılan mal ve

eşya” şeklinde tarif edilmektedir. Fakat bu anlamın ya-

nında insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak ve-

rilmiş bulunan rûhî, bedenî, mâlî imkânları da kapsadığı

belirtilmektedir.1

İslâm Hukuku’nda ise emânet, Allâhu Teâlâ’nın ge-

rek kendi hukûku, gerekse yaratıklarının hukûku ile il-

gili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen

bir isim olarak tarif edilmektedir.2 Emânet kavramı, hem

Kur’an’da hem de hadislerde kullanılan önemli bir kav-

ramdır.

Kur’an, emânet sorumluluğunun ağır olduğunu belirt-

mektedir.

Nitekim bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de on-

lar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan)

korktular. Onu insan yüklendi; (bununla beraber onun

hakkını tam yerine getiremedi). Çünkü o çok zâlim ve

çok câhildir.”3

Bu âyette Yüce Allah, emânetin, göklerin, yerin ve

dağların çekemeyeceği kadar ağır ve önemli bir şey ol-

duğunuz belirtmektedir. Emâneti taşıma sorumluluğu-

nu insan yüklenmiş ancak bunun gereğine göre hareket

etmeyen, münâfık, müşrik erkek ve kadınların, Allah’ın

azabına uğrayacakları belirtilmektedir. Kullarına son de-

rece merhametli olan Allah, tövbe eden mü’min erkek ve

kadınların hatalarını bağışlayacaktır.4

Evet emânet, böyle göklerin, yeryüzünün ve dağla-

rın dayanamayacakları derecede ağır, yerine getirilmesi

zor, sorumluluk gerektiren büyük ve korkunç bir yüktür.

Emânet ifa edildiğinde sonuçları çok büyük bir kerâmet

olduğu gibi, yerine getirilmediği takdirde de hıyânet ve

tazmin etmek cezası ile büyük bir rüsvâlık ve rezâlettir.

Göklere, yere ve dağlara sunulan, fakat onların taşı-Ayha

n İŞ

CAN

Page 24: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

47Nisan 201246

maya güç yetiremeyerek taşımaktan korkup ka-

çındıkları “emânet” ne olabilir? Bu konuda saha-

be ve tâbiûn âlimlerinden farklı yorumlar rivâyet

edilmiştir. Ancak biz insana yüklenen emânetin

dinî vazifelerin tamamıyla ilgili bulunan sorum-

luluk olduğu kanaatindeyiz. Bize verilen emâneti,

yaratılış amacına uygun olarak koruduğumuz tak-

dirde bizi mutlu eder; koruyamadığımız takdirde

mutsuz eder. Bunun için İslâm âlimlerinin çoğu,

yukarıdaki âyette geçen “emâneti”, dinî vazifele-

rin tamamı, yani insanın yükümlü olduğu bütün

emir ve nehiyler olarak yorumlamıştır.5

Emânetin ağır sorumluluğunu bildiren ha-

disler de vardır. Mesela, Abdullah b. Amr da Al-

lah elçisinin şu sözünü rivâyet etmektedir: “Dört

şey sende varsa artık dünyadan kaybettiklerine

üzülme: Emâneti korumak, doğru söylemek, gü-

zel ahlâk ve helâl rızık.”6

Kur’an, Müslümanı Güvenli İnsan Olarak Vasıflandırmaktadır

Yüce Allah, Kur’an’da çeşitli âyetlerde

mü’minlerin vasıflarını saymaktadır. O vasıflar-

dan biri de; “Mü’minler, emânetlerini ve verdik-

leri sözü yerine getirirler.”7 şeklindedir.

Emânete riâyet, verilen sözde sebat, mü’minin

şiârıdır. Çünkü hakları korumak, kul hakkına el

uzatmamak farz; bunun aksine bir tutum ve dav-

ranış büyük günahtır. Allah’a ve âhiret gününe

dosdoğru inanan mü’minler, bu anlayış içinde

beşerî münâsebetlerini sürdürürler ve bağlı bu-

lundukları toplum ve cemâate her zaman güven

havası estirirler. O bakımdan döneklik, vefasızlık,

haklara saygısızlık, sözde sebât etmemek, kâfir

ve münâfıklara yakışan huylardır. İslâm’ın gü-

ven ve kardeşlik pazarında bunların hiçbir zaman

yeri, alıcısı ve satıcısı yoktur.8 Müslüman hıyânet

etmez, hakkı gizlemez. Çünkü hakkı gizlemek,

emânete hıyânet etmek, münâfıklık alâmetidir.

Allah elçisinin tanımına göre, “Müslüman, in-

sanların, dilinden ve elinden zarar görmedikle-

ri, mü’min de insanların, canları ve malları ko-

nusunda kendisinden emin oldukları kişidir.”

(Nesâî, İman, 8), “Emâneti olmayanın imanı

da yoktur.”9, “Dört şey vardır ki bunların tama-

mı bir insanda toplanırsa, o adam tam münâfık

olur. Fakat bunlardan sadece biri kendisinde bu-

lunan kişi ise, bu huyu bırakıncaya dek nifaktan

bir hal üzeredir:

Konuştuğu zaman yalan söylemek,

Antlaşma yapıp ardından saldırmak,

Söz verip caymak,

Biriyle davalaştığı zaman haktan sapmak.”10

Yine başka bir hadislerinde ise Hz. Peygam-

ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Münâfıklığın

alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, va-

dettiğinde sözünde durmaz. Kendine emânet edi-

len şeye hıyânetlik yapar.”11

Kur’an, emâneti ehline vermeyi emretmekte-

dir.

Kur’an’da, “Şüphesiz ki Allah, size emânetleri

ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmet-

tiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emredi-

yor.”12 buyurulmaktadır.

Bazı yorumcular, bu âyetin, özellikle yönetici-

ler, hâkimler hakkında indiğini söylemişlerdir.13

Her işin başına ehlini, erbâbını getirmek icap

eder. Millet yapısında en büyük emânet, milleti

idare edenleri seçerken işi ehline vermektir. Bu,

devlet başkanından mahalle bekçisine varınca-

ya kadar idarî sistemin her kademesinde yasama,

yürütme ve yargı organlarında geçerli ve tazeliğini

hiçbir devirde kaybetmeyen ilâhî bir emirdir. Te-

mel hakların korunmasıyla içiçe bağlıdır. Aslında

devletin devamlılığının, milletin millet olarak var-

lığının ana felsefesidir. Kur’an, bu felsefeyle dev-

leti bütün kademe ve kuruluşlarıyla değerlendirir.

Kendine sahip olamayan, ruhuyla bedeni, dünya-

sıyla âhireti, işiyle ibadeti arasında denge kurama-

yan; hayatı sadece yeme, içme, eğlenme ve para

kazanma çerçevesinde düşünen kişilerin başa geç-

mesine, idarî işlerin ağırlığını yüklenmesine cevâz

vermez. Çünkü bu vasıfları taşıyanlar iş başına ge-

tirildiği takdirde, önce o memleketin kıyâmeti ko-

par. Bir defasında Hz. Peygamber’e soruldu: “Ey

Allah’ın Peygamberi! Kıyâmet ne zaman kopa-

cak?” Efendimiz bu soruya şu cevabı vermiştir:

“İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyâmeti bek-

le, kıyâmetin kopması pek yakındır.”14

Şahsî ihtirasları ve çıkarları uğruna milleti hi-

ziplere ayıranları, ehil olmayan kişileri iş başı-

na getirip ülkeyi sahipsiz bırakanları ne tarih af-

feder, ne de ilâhî kanun. Bunun için her konuda

olduğu gibi devlet işlerinde de birine görev verir-

ken gerçek kıstası ümmetine sunan Rasûlullah

(sav) Efendimiz, rasgele kişileri işbaşına getirme-

miş, işbaşına getireceği kişilerde, takvâyla birlikte

liyâkat ve ehliyet aramıştır. Nitekim Allah Rasûlü

bu konuda şöyle buyurmuştur: “Müslümanların

bir işine bakan kimse, o işi daha iyi yapacak biri

varken bir başkasına verirse Allah’a, Rasûlüne

ve mü’minlere hıyânet eder.”15 Hz.Ömer de “Müs-

lümanların başında bulunan kişi, dostluk veya ak-

rabalık hatırına bir adamı bir işin başına getirirse

Allah’a, Rasûlüne ve Müslümanlara hıyânet etmiş

olur.” demiştir.16

O halde yöneticilerin, her işin başına en uygun

kişiyi bulup getirmeleri, dostluk, akrabalık, soylu-

luk ve ırk ayırımı yapmamaları gerekmektedir.

Zulmü Önlemek

İki kişi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelip kendile-

rini emir tayin etmelerini rica ettiler. Allah’ın El-

çisi, “Biz, işimizi isteyene ve makam düşkünü-

ne vermeyiz.”17 buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.v.),

kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr Gıfarî’ye de

şöyle demiştir: “Ebu Zerr, sen zayıfsın, o makam

bir emânettir. Sonu da kıyâmet gününde bir peri-

şanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan ve

üzerine düşeni de yerine getiren müstesnâdır.”18

Yine amcası Hz. Abbas (r.a.) bir yere vali olarak

görevlendirilmesini talep ettiğinde, Hz. Peygam-

ber (s.a.v.) ona, bu işin çok mesûliyetli olduğunu

hatırlatarak vazgeçmesini söylemiştir.

Ünlü vezir İshak Paşa’nın ehil olmayan bir ki-

şiyi önemli bir göreve atadığını tespit eden Fatih

Sultan Mehmet Han, ona: “Paşa, bu hatayı ikinci

kez işlersen sadece vezirliği değil, başını da alırım!

Devlet-i Âl-i Osmânî ancak dürüst, liyâkatli ve bil-

gili kişilerin omuzlarında yükselebilir.” demiştir.19

Emânet herkese karşı gözetilir, herkesten alı-

nan emânet sahibine geri verilir.20 Hz. Peygam-

ber (s.a.v.): “Sana emânet verenin emânetini öde,

sana hıyânet edene (senin emânetini inkâr ede-

ne) sen hıyânet etme (sana emânet ettiği şeyi ona

geri ver)”21 buyurmuştur.

Bir başka hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.):

“Mutlaka hakları sahiplerine ödeyeceksiniz. Hat-

ta kıyâmet günü boynuzsuz koyun, kendisini tos-

layan boynuzlu koyuna kısas yapacak (o da ona

toslayarak hakkını almış olacaktır.)”22 buyur-

muştur.

Aldığı emâneti ödemek isteyen kişiye Allah,

ödeme kolaylığı verir. Nitekim Allah’ın Elçisi bu

hususta şöyle buyurmaktadır: “Kim insanların

mallarını alır da sonra ödemek isterse Allah onu,

onun yerine öder. Kim de yok etmek niyetiyle

alırsa Allah o kimseyi yok eder.”23

Ülkemizde son zamanlarda hızla artan haksız-

lıkların ve zulmün önlenebilmesi, toplumumuz-

da huzur ve barışın sağlanması için İslâm’ın çok

önem verdiği emânetlerin ehline verilmesi pren-

sibinin uygulanması kaçınılmazdır. Temiz toplum

özleminin dile getirildiği zamanımızda İslâm’ın

bu ve buna benzer güzel prensiplerinin uygulama-

ya geçirilmesi dileğiyle.

1 Ali Toksarı, “Emanet”, İslam Ansiklo-pedisi, T.D.V. Yay., İst, 1998, XI, 81.

2 Molla Hüsrev, Mir’atü’l-Usul fi Şerhi’l-Mirkat ve’l-Usul, İst, 1307, I, 591; Kerimoğlu, Yusuf, Emanet ve Ehliyet, İst., 1998, I, 361.

3 33/Ahzâb, 724 Süleyman Ateş, Çağdaş Tefsir, VII, 208.5 Râzî, Fahruddin Muhammed,

et-Tefsiru’l-Kebir, (Mefâtihu’l-Gayb), Beyrut 1990, XXV, 235; Hâzin, Alâeddin Ali b.Muhammed b.İbrahim el-Bağdâdî, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, Beyrut trs, V, 279; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Mısır trs, III, 523-524; Suyutî, Celalüddin, Dürrü’l-Mensur, Beyrut trs., II, 113.

6 Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, II, 1777 23/Mü’minûn, 8; 70/Meâric, 328 Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın

Kur’an Tefsiri, İzmir 1991, XII, 6378.

9 Ahmed b. Hanbel, age., III, 13510 Müslim, İman, 10711 Buharî, İman, 24, Edeb, 69; Müslim,

İman, 107, 10812 4/Nisâ, 5813 Taberî, Ebû Câfer Muhammed

b.Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’an, Mısır 1954, IV, 201; İbn Kesir, age., I, 516.

14 Buharî, İlim, 215 Kâsımî, Muhammed Cemaleddin,

Mehâsinü’t-Te’vil, (thk. M.Fuad Abdulbâkî), Kahire trs, V, 1334.

16 Kâsımî, age., V, 1334.17 Buharî, Ahkam, 118 Müslim, İmaret, 1619 Yıldırım, age., II, 1349.20 Kurtubî, age., V, 256.21 Tirmizî, Buyu’, 38; Ebu Dâvud,

Buyu’, 7922 Müslim, Birr, 15; Tirmizî, Kıyamet, 223 Buharî, İstikrad, 2

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 25: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

49Nisan 201248

Başarı için öğren-

meye çok zaman

ayırmak, çok ça-

lışmak yetmemektedir. İyi bir

çalışma planı yapmadan sonu-

ca ulaşamayız. Bugün okulları-

mızda öğretmen, veli ve öğrenci

büyük bir yarış ile karşı karşıya-

dır. İlkokuldan üniversiteye ka-

dar devam eden bir koşuşturma.

Stresli bir yaşam. Bütün uğraşı-

mız başarıyı yakalamak için olu-

yor.

Başarılı olmada en büyük gö-

rev, öğrenciye düşmektedir. Ta-

bii anne-baba ve öğretmenin de

eğitimde çok önemli yeri vardır.

Kendini Bilme

Öğretmenin görevi öğrenme-

yi öğretmek, öğrenme ortamı-

nı en iyi bir şekilde hazırlamak

ve iyi bir rehberlik yapmaktır.

Öğrencilerin görevi ise; çalışma

tekniklerini bilme, okuma, yaz-

ma, not tutma, sınava hazırlan-

ma, kaynakları nerede ve nasıl

bulacağını bulma gibi beceri de

bilmek zorundadır. Bütün bun-

ları da öğretecek olan öğretmen-

dir. Öğrenci işe kendini tanıya-

rak başlamalıdır.

İnsanoğlu mükemmel bir vü-

cuda sahiptir. İyiye, doğruya ve

güzele meyillidir. Sosyal bir var-

lıktır, doğumundan ölümüne

kadar bedensel ve ruhsal bir ge-

lişim içindedir. Arzu ve istekleri

sonsuzdur. İnsan kendi iç dün-

yasını tanımalı, görevini bilmeli,

kendisine verilen nimetlerin de-

ğerini kavramalıdır.

Başarının birinci ve en önem-

li şartı insanın kendini bilme-

si, niçin yaratıldığını anlama-

sıdır. “Kendini bilen, Rabb’ını

da bilir.” buyrulmuştur. Bunla-

rı bilen insan hem mutlu olacak,

hem de üstün başarıyı yakalaya-

caktır. Başarıyı yakalamak için

kendimizi tanıyıp, hayat felsefe-

mizi oluşturduktan sonra, amaç

ve hedeflerimizi doğru olarak

belirlememiz gerekir.

Hedefi Doğru Belirleme

Konfüçyüs: “Hedefini doğ-

ru belirleyememiş bir gemi-

ye, hiçbir rüzgâr yardım ede-

mez.” diyor. Amacımız yapmak

istediğimiz bir işi sonuçlandır-

mak, hedefimiz ise varmak is-

tediğimiz yer olmalıdır. Amaç

ve hedefimizi belirledikten son-

ra artık çalışmaya başlamalıyız.

Herhangi bir hastalığımız yoksa

çalışma ortamı uygunsa, plan-

lı olarak çalışıyorsak, çalışma

tekniklerini biliyorsak bize yar-

dımcı olacak canlı ve cansız kay-

naklarımız varsa başarısız olma

ihtimalimiz sıfırdır.

Başarıda inanç, güven, cesa-

ret çok önemlidir. Zorluklar kar-

şısında dirençli olmalıyız, terle-

meden ve zorlanmadan başarıya

ulaşılamaz. Başaracağımıza mo-

tive olup, motive olmamızı en-

gelleyen nedenleri ortadan kal-

dırmalıyız. Başarısızlığa sebep

olan stresten uzak durmalıyız.

Bizi üzen, sıkıntı veren olaylar

karşısında panik yapmadan se-

viyeli, düzenli ve akılcı davran-

mak zorundayız. Hafızamızı ko-

rumalı, unutkanlık konusunda

gerekli tedbirleri zamanında al-

malıyız, iyi bir uyku düzenimiz

olmalı, öğrenmeyi öğrenmeliyiz.

Unutkanlığı Yenebilme

Unutkanlığı yenebilmemiz

için; öğrenilenleri duygular-

la ve duygusal anılarla ilişkilen-

dirmek, öğrenilenlerin farkında

olmak, öğrenilenleri yaşamak,

isteyerek öğrenmek, hayaller-

de canlandırmak, soyut olanları

somutlaştırmak, uykudan önce

sonra tekrar etmek, bilgileri di-

ğer bilgilerle beslemek, ilgi ala-

nınıza girenlere öncelik vermek,

öğrenilen bilgilerin önemine

inanmak ve aktif bir dinlemey-

le beraber not almak öğrenilen-

lerin unutulmasını önleyecektir.

Hayatta kimler kazanır? İşi-

ne gereken önemi verenler, işini

severek yapanlar, vaktini iyi kul-

lananlar, zorluklar karşısında

iyimser düşünenler, her proble-

min iyi bir tarafının da olduğu-

nu düşünenler, engeller aşılma-

dan yükseklere çıkılamayacağını

bilenler, bilgi ve yeteneklerini

doğru kullananlar, kaybedince

üzülmeyip bundan ders çıkar-

dım deyip işine devam edenler

kazanır.

EğitimAli ÖZKANLI

BAŞARIKılavuzumuz Olmalı

“Başarıda inanç, güven, cesaret çok önemlidir. Zorluklar karşısında dirençli olmalıyız,

terlemeden ve zorlanmadan başarıya ulaşılamaz. Başaracağımıza motive olup, motive

olmamızı engelleyen nedenleri ortadan kaldırmalıyız.”

Page 26: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

51Nisan 201250

Somuncu Baba Hazretlerinin halife-

si olan ve daha sonra Şeyh Hamid-i Velî

Hazretlerinin etkisiyle manevî âlemde

“Sultanu’l-ârifîn, kulubu’l-aşıkîn” olan Hacı

Bayram-ı Velî Hazretleri Ankara yakınlarında

Çubuk suyu üzerinde Solfasol (Zü’l-Fadl, Zü’l-

Fazıl) adlı köyde doğmuştur. Asıl adı Numan’dır.

Babasının ismi Koyunluca Ahmet’tir. Bu zatın üç

oğlu dünyaya gelmiştir. En büyüğü Numan (Hacı

Bayram), ortancası Safiyyüddin ve en küçüğü de

Abdal Murat’tır. Numan isimli büyük oğlu ilim

tahsilini tamamlayarak Ankara’daki Kara Medre-

se Müderrisliğine kadar yükselmiştir. Bursa’daki

Çelebi Sultan Medresesinde de müderrislik yap-

mıştır. Burada ikamet ettikleri oda günümüzde

ziyaretgâh olarak kullanılmaktadır.

Somuncu Baba Hazretleri ile Hacı Bayram-ı

Velî arasındaki ilişki Kayseri’de başlar Darende’ye

kadar devam eder. Bu yakınlaşma oldukça önem-

lidir. Bir gün Şeyh Hamid-i Velî Hazretleri Şeyh

Şücaüddin Karamanî’ye şöyle talimat vermiştir.

“Engüri’de Hacı Bayram adlı bir müderris vardır.

Onu davet eyle, gelsin.” Şücaüddin Karamanî ta-

rafından Somuncu Baba adına yapılan bu daveti

kabul eden Numan Kayseri’ye gelir. Şeyh Hamid

ile olan bu ilk görüşmesi bir bayram gününe rast-

ladığı için, mürşidi ona “Bayram” diye hitap eder

ve böylece Müderris Numan, bütün Anadolu’yu

maneviyatı ile ayakta tutan Hacı Bayram-ı Velî

şeklinde tezahur eder.

Şeyh Hamid-i Velî, kendisi ile yaptığı müla-

katta ona zahir ve batın ilimlerinin mertebeleri-

ni göstermiştir. Müderris Numan manevî merte-

belerinin yüksekliğini manen müşahede edince

manevî yolu tercih etmiş ve Somuncu Baba Haz-

retlerinin bağlılarından olmuştur. Gelecekte tüm

Anadolu’yu etkileyecek ve Hacı Bayramı Velî un-

vanını alacaktır. Mürşidi gibi Melamî tavırlı, eli-

nin emeği ile geçinen bir zattır o. Bu yüzden çift-

çilik yapar; müridlerini ya bir sanata ya da bir

ticarete teşvik ederdi.

Köse, Kalbimize Çabuk Girdin

İstanbul’un manevî fatihi olacak olan Akşem-

seddin de Osmancık’ta müderrisken şeyhin ev-

liyalık derecesini duymuş ve ona talebe olmak

üzere Ankara’ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkân

dükkân dolaşıp para topladığını görünce, yanına

varıp hikmetini sormadan “Evliyâ para mı top-

lar, buralara boşuna gelmişim.” diyerek oradan

ayrıldı. Zeynüddîn Hafî Hazretlerine talebe ol-

mak üzere Mısır’a doğru yola çıktı. Haleb’e var-

dığı gece bir rüya gördü. Rüyasında, boynuna bir

zincir takılmış ve zorla Ankara’da Hacı Bayram-ı

Velî’nin eşiğine bırakılmıştı.

Zincirin ucu ise Hacı Bayram’ın elindeydi. Bu

rüya üzerine, Akşemseddin yaptığı hatayı anlaya-

rak derhal Anakara’ya geri döndü. Şehre ulaştı-

ğında Hacı Bayram-ı Velî’nin talebeleriyle ekin

biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat

Hacı Bayram Hazretleri ona hiç iltifat etmediler.

Akşemseddin, diğer talebelerle birlikte ekin biç-

meye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların

ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı.

Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yeme-

TarihResul KESENCELİ

HACI BAYRAm-ıBİR GÖNÜL SULTANI

VELÎ (1352 – 1429) “Hacı Bayram-ı Velî bir müddet

murakabe halinden sonra “Sultanım,

hünkârım! Bana öyle gelir ki bu

şehr-i Kostantiniyye’yi senin şehzaden

Mehmet ile benim Köse el ele

vererek alacaklardır.” demiş ve fethin

müjdesini vermiştir.”

Page 27: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201252 53

ye başladı. Yine Akşemseddin’e hiç iltifat etme-

yip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddin yaptığı ha-

tayı bildiği için, kendi kendine; “Ey nefsim! Sen,

Allahu Teâlâ’nın büyük bir veli kulunu beğenmez-

sen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık

olduğun yer burasıdır.” diyerek, köpeklerin yanı-

na yaklaşıp, onlarla beraber yemeye başladı. Hacı

Bayram-ı Velî Hazretleri, Akşemseddin’in bu te-

vazuuna dayanamayarak: “Köse! Kalbimize ça-

buk girdin, yanımıza gel.” deyip iltifat etti, kendi

sofrasına oturttu. Sonra ona: “Zincirle zorla gelen

misafiri, işte böyle ağırlarlar.” diyerek, onun gör-

düğü rüyayı, keramet göstererek bildiğini belirtti

Nur Yüzlü, Kâmil Bir Velî

Padişah İkinci Murat Hana: “Sultanım!

Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, bir yol

tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhiniz-

de bazı sözler söyleyip saltanatınıza kasteder-

miş. Bir isyan çıkarmasından korkarız!” di-

yerek iftiralarda bulundular. Bunun üzerine

sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi va-

zifelendirip; “O kimseyi hemen gidip huzu-

rumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyan

ederse, zincire vurarak getirin!” emrini verdi.

Hacı Bayram-ı Velî görevlilere: “Evlatlar! Sizin

geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi

bekledik. Padişahımızın fermanı başımız üzerin-

dedir. Haydi, durmayınız, elimi zincirle bağlayı-

nız ve bir an önce buradan gidelim.” buyurdu. Bu

sözlere iyice hayret eden çavuşlar: “Sizi yanlış an-

latmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmeye

hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan

geçmez. Mademki emrediyorsunuz, buyurunuz

gidelim.” dediler. Günler sonra Çanakkale Bo-

ğazından geçip, Edirne’ye geldiler. Sarayda Sul-

tan İkinci Murat Han, söylentilere göre devletin

selâmetine kasteden ve tahtına göz diken bir eş-

kıya beklerken, karşısında; nur yüzlü, kâmil bir

velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu başköşe-

ye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne

bakamadan; “Yolculuğunuz zahmetli oldu herhal-

de.” dedi. Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle: “İyi

bir vesile oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce

maneviyat âşıkları gördük ve tanıştık.” diyerek,

padişahı rahatlattı.

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne’den ayrı-

lırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Murat

Hana şu nasihatlerde bulundu:

- Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri ge-

lenlere ikramda bulun. İlim sahiplerine hürmet

et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka

yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk.

- Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma. İn-

sanlığında kusur etme, Sırrını hiç kimseye açma,

iyice yakınlık peyda etmedikçe, kimsenin arka-

daşlığına güvenme.

- Seninle başkaları arasında bir toplantı akde-

dilir veya insanlarla aranızda bazı meseleler görü-

şülürse yahut onlar bu meselelerde senin bildiğin

hilafını iddia ederlerse, onlara hemen muhalefet

etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği

şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu

şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle.

Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem

senin değerini, hem de başka türlü düşünenle-

rin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir,

diye sorarlarsa, fakihlerin bir kısmınındır, de. On-

lar, verdiği cevabı benimserler ve onu sürekli ola-

rak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mev-

kiine daha çok hürmet ederler.

- Seni ziyarete gelenlere ilimden bir şey öğret,

böylece faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi

belleyip tatbik etsin. Onlara umumi şeyleri öğ-

ret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ah-

baplık kur. Zira dostluk, ilme devamı sağlar. Ba-

zen da onlara yemek ikram et. İhtiyaçlarını temin

et. Onların değer ve itibarlarını iyi tanı ve kusur-

larını görme. Halka yumuşak muamele et, müsa-

maha göster.

İstanbul’un Fethi Meselesi

II. Murat bir sohbet sırasında Hacı Bayram-ı

Velî’ye: “Şeyhim, aylardır zihnimi kurt gibi ke-

miren bir mesele vardır. İstanbul’un fethi me-

selesi? Allah’ın izniyle İstanbul’u almak murat

ederim. Büyükbabam Yıldırım Bayezid, amcam

Musa Çelebi tarafından birkaç kere alınmaya te-

şebbüs edilen, tarafımdan bir kere muhasara

edilen İstanbul’u almak mümkün olmadı. Him-

met edin de şehri alalım.” dedi. Hacı Bayram-ı

Velî bir müddet murakabe halinden sonra “Sul-

tanım, hünkârım! Bana öyle gelir ki bu şehr-i

Kostantiniyye’yi senin şehzaden Mehmet ile be-

nim Köse el ele vererek alacaklardır.” demiş ve

fethin müjdesini vermiştir.

Hacı Bayram-ı Velî bunu söylerken beşikteki

Şehzade Mehmet ile Akşemseddin’i işaret etmiş-

tir. Sultan Murat ise bu mülakattan sonra bir daha

İstanbul’u kuşatmamıştır. Ancak oğlu Mehmed’i

ise sık sık: “Sen Akşemseddin’le birlikte İstanbul’u

alacaksın.” diye bu işe teşvikten geri durmamış-

tır. Gerçekten de Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri-

nin himmeti, tasarrufu, kerametiyle fetih, Fatih ve

Akşeyh’e nasip olmuştur.

Kurbandaki Hikmet

Hacı Bayram-ı Velî, Ankara’ya Sultan Murat

Hanın verdiği fermanla geldi. Fermanda, Hacı

Bayram-ı Velî Hazretlerinin talebelerinin, yal-

nız ilim ile meşgul olmaları için, onların vergi ve

askerlikten muaf tutulduğu bildiriliyordu. Bunu

duyan pek çok kişi, vergi ve askerlikten kurtul-

mak için Hacı Bayram-ı Velî’nin talebesi olduğu-

nu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki,

Ankara’nın malî ve askerî düzeni bozuldu. Sonun-

da Sultan, Hacı Bayram-ı Velî’den talebelerinin

bir listesinin verilmesi istendi. Hacı Bayram-ı Velî

de, Ankara’nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kur-

du ve “Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada

toplansın.” diye ilân etti. Hacı Bayram-ı Velî’nin

talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip

meydanı doldurdu.

Hacı Bayram-ı Velî: “Dervişlerim, müridlerim!

Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kur-

ban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda

eden, çadıra girsin.” buyurdu. Bütün talebeleri bir

korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak

için talebe görünenler; “Bu ne biçim mürşit; bu

nasıl müritlik.” diye söylenip duruyorlardı.

Hacı Bayram-ı Velî de, eline keskin bir bıçak

ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada

topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı ya-

rarak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından

Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden çadıra

koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir

kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes he-

men kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha son-

ra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî; “Anladık ki, bu

kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes,

vergi vermek ve askerlik yapmak suretiyle, devle-

te olan borcunu ödemelidir.” buyurdu.

1 Seyyid Abdubaki Efendi, H. 1156 tarihli Tabakat kitabı, Şeyhzadeoğlu Özel Kitaplığı, Kitap no: 650

2 Mustafa Kara, “Somuncu Baba’nın Müridi Hacı Bayram-ı Veli ve Bayramî Meşa-lesi” Somuncu Baba ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Sempozyumu Tebliğleri

3 Süleyman Uludağ, “Hacı Bayram-ı Veli” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c. III4 Ahmet Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Nesebi Alisi5 Edirnevî Mecdi Efendi, Tercüme-i Şakaik6 Tahsin Ünal, Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi7 Padişahlar Ansiklopedisi, c. I8 Lami Çelebi, Nefahatü’l-Üns Tercümesi9 Menâkıb-ı Hacı Bayram-ı Velî10 M. Ali Ayni, Hacı Bayram-ı Veli11 Hüseyin Vassaf, Sefînetü’l-Evliyâ

Kaynakça

Page 28: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201254 55

Kadın ve AileRukiye KARAKÖSE

AİLEKURUMU

“Ana-baba ve çocuk arasında karşılıklı bir bağımlılık örüntüsü söz

konusudur. Bu bağımlılık örüntüsü zaman içinde değişen bir süreçtir.“

İnsanlığın sosyal, kültü-

rel gelişmesinin her ba-

samağında yer alan aile

kurumu, genelde iki cins arasın-

daki ilişkileri, neslin devamını

düzenleyen, standartlaştıran bir

sistemdir.

Aile, genel olarak nüfusu ye-

nileme, millî kültürü taşıma, ço-

cukları sosyalleştirme ve eko-

nomik, biyolojik ve psikolojik

tatmin fonksiyonlarının yeri-

ne getirildiği bir kurumdur, şek-

linde tarif edilir. Ailenin evren-

sel bir tanımını yapmak oldukça

güçtür. Çünkü tarih boyunca top-

lum nasıl değişikliklere uğramış-

sa, aile de boyutları, yapısı ve

işleyişi bakımından büyük dönü-

şümler göstermiştir. Buna göre

ailenin kesin ve evrensel bir tanı-

mı yerine, belli özelliklerini sıra-

layan bir açıklama yapılabilir:

“Aile, biyolojik ilişki sonu-

cu insan türünün devamını sağ-

layan, toplumsallaşma sürecinin

ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişki-

lerin kurallara bağlandığı, o güne

dek toplumda oluşturulmuş

maddî ve manevî zenginlikleri

kuşaktan kuşağa aktaran, biyolo-

jik, psikolojik, ekonomik, hukuk-

sal vb. yönleri bulunan toplum-

sal bir birimdir.”

Aile ve Kültürel Psikoloji

Psikolojinin gerek kuramsal,

gerek uygulamalı olsun, ele aldı-

ğı konular içinde aile, kültürden

çok fazla etkilenen bir konudur.

Aile kurumu, kişiler arası ilişki-

ler bakımından kültürden kül-

türe büyük farklılıklar gösterir.

Durum böyle olunca, Batı’daki

orta sosyo-ekonomik düzey, çe-

kirdek aile üzerinde yapılan göz-

lemler sonucu oluşturulmuş aile

kuramlarının ve uygulamaları-

nın doğrudan farklı kültürlere

aktarılması geçersiz olacaktır.

Bu sorun bilinmekle beraber

şu ana dek üzerinde durulup çö-

züm üretilmemiştir. Batıdaki çe-

kirdek ailedeki ilişkiler ve etki-

leşimin genelde geçerli olduğu

varsayımına göre hareket edil-

miştir. Ancak bu yaklaşım gele-

neksel yapıdaki aileyi incelemek

için uygun ve yeterli değildir.

Bir bağlamda geliştirilen ku-

ramın diğer bağlamlara genel-

lenmesinin geçersizliğini bir ör-

nekle ele alabiliriz:

Otonomi (özerklik, bağım-

sızlık) kavramı E. Erikson’dan,

Kohlberg ve Mahler’e kadar bir-

çok kuramcıya göre olumlu ki-

şilik gelişmesi için şarttır. Yine

“ayrışmak” ve “bireyselleşmek”

de gerek kişilik gerek aile ince-

lemelerinde çok vurgulanan kav-

ramlardır. Bu vurgulamayla bir-

likte bu kavramlara verilen değer

de bireysel kültürün bir yansı-

ması olarak belirmektedir. Nite-

kim kendi kendine yetme, kendi

başına başarma, bireysel beceri,

rekabet gibi bireyin üstünlüğü-

ne yönelik değerler de gerek Batı

kültürü içinde gerek bu kültür-

den etkilenen psikoloji kavram-

laştırmalarında öne çıkmaktadır.

Bu genel “bireysellik tema”sı,

“bireysel ayrışma kültürü” diye

adlandırabileceğimiz Batı kültü-

rünün temel öğesidir ve Batı’da

gelişmiş olan psikoloji biliminin

de odak noktalarından biridir.

Örneğimize dönelim: Batılı ya

da Batı’daki kuramları özümse-

miş bir psikologun gözünde baş-

kalarından “bağımsızlaşmış” ve

“bireyselleşmiş” kişilik, sağlıklı

bir kişiliktir ve kişilik sınırları iyi

belirlenmiş olan, birbirleriyle “iç

içe” veya “kaynaşmış” olmayan

bireylerden oluşan aile de sağlık-

lı bir ailedir. Bu kavramsal çer-

çeveye sahip olan bir psikolog,

köy ya da kasabadaki geleneksel

Türk ailesinin gözlemini yapacak

olsa bu aileyi sağlıksız bulacak-

tır. Eğer bu psikolog uygulamaya

da yönelikse, bu “klinik vaka”ya

terapi yapılmasını önerecek-

tir. Bu önerinin temelinde, Ba-

tı’daki orta sosyo-ekonomik dü-

zey çekirdek aileye benzemeyen

bir aile türünün sağlıksız oldu-

ğu, değişmesi ve Batı’daki aile-

ye benzemesi gerektiği varsayımı

yatmaktadır. Çünkü psikolojide-

ki sağlıklı kişi ve aile modeli Ba-

tı’daki yaşantılara ve değerlere

dayanarak oluşturulmuştur. Bu-

radaki genellemenin geçersizliği

ortadadır. Sadece köy ya da ka-

sabadaki aile değil, Türkiye’de

kentteki aile de çoğunlukla bu

modele uymaz.

Giderek Ortadoğu-Akdeniz

kültür bağlamında hatta dünya-

daki toplumların çoğunda yay-

gın olan geleneksel aile türünün

de bu modele uymadığını göre-

biliriz. Çünkü insan toplulukla-

rının çoğunda “bireysel ayrışma

kültürü” değil, “beraberlik kültü-

Page 29: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

57Nisan 201256

EN SEVGİLİYE!

Sin ey nur, içimize sin! Sensin bize O’ndan esin! Hiç şüphe yok teksin kesin! En sevgilisi herkesin!

Ey Nur!Sendin beyaza beyaz rengini veren ak,Ay kadar mütevazı, güneş kadar parlak.

Peygamberim!Vahyi yalanlayanlar şair dediler diye sana,Bir zül gibi şairim demek zor geliyor insana.

RüyaPeygamberlikten bir cüzse rüyayı sadık,Bize sadık rüya göster ya Rab susadık!

Mehmet SERTPOLATrü” yaygındır. Bu durumda dün-

yadaki ailelerin çoğunun psiko-

lojik olarak sağlıksız olduğu gibi

tuhaf bir yorum ortaya çıkmakta

ve psikolojideki sağlıklı kişi-sağ-

lıklı aile kavramlarının sorgu-

lanmasının gerekliliği söz konu-

su olmaktadır. Bu çarpıcı örneği

ve diğer hususları daha iyi an-

lamak için, Batı’daki ve Türki-

ye vb. toplumlardaki aileyi biraz

daha incelemekte yarar vardır.

Batı’daki modern çekirdek ai-

lenin en önemli özelliklerinden

biri, aile bireylerinin birbirinden

bağımsız ve ayrı olmasıdır. Bu

tür ailede, bireysel özerklik ve

kişi benliğinin diğer fertlerinkin-

den kesin çizgilerle ayrılmış ol-

ması, sağlıklı aile etkileşimi için

zorunlu görülmektedir. Mese-

la psikolojide vurgulanan “kendi

kendine yeten bireycilik” kavra-

mı, Batı toplumunda bile insan-

lar arası yakın ilişkileri yadsıdığı

ve çeşitlilik gösteren aile ilişkile-

rini tam olarak yansıtmadığı için

eleştirilmiştir. Bu bireyci mo-

del, Batı toplumu için bile yete-

rince açıklayıcı bulunamaz, kaldı

ki Türkiye ve benzeri toplumlar-

da (özellikle Orta/Doğu-Akde-

niz sosyo-kültürel bağlamında)

ailesel ve sosyal etkileşim, kişi-

ler arası bağlılığa ve karşılıklı ba-

ğımlılığa dayanır. Çekirdek aile

bağlamında bile bu tür aile ilişki-

si devam etmekte ve modern ai-

leyi de etkilemektedir.

Ailede Çocuğun Değeri

Yurt çapında gerçekleştiri-

len ve Çiğdem Kağıtçıbaşı’na ait

“Çocuğun Değeri” konulu araş-

tırmanın bazı verileri bu konuya

ışık tutmaktadır. Bu araştırmada

çocuğun ailedeki yeri ve işlevi in-

celenmiştir.

Çocuğun Değeri

“Çocuğun Değeri” araştır-

masında, çocuğun aileye ekono-

mik katkısını yansıtan ‘çocuğun

ekonomik değeri’nin ve ‘yaşlı-

lık güvencesi oluşu’ değerinin

Türkiye’de yaygın olduğu bu-

lunmuştur. Ana-baba ve çocuk

arasında karşılıklı bir bağımlı-

lık örüntüsü söz konusudur. Bu

bağımlılık örüntüsü zaman için-

de değişen bir süreçtir. Şöyle ki,

başlarda çocuk ana-babasına ba-

ğımlı bir konumdadır, sonraları

bu bağımlılık ilişkisi yön değişti-

rerek yaşlı ana-babanın yetişkin

evlada bağımlılığı şekline dönüş-

mektedir.

Böyle bir bağlamda çocu-

ğun bağımsızlığı işlevsel değil-

dir, hatta bağımsız gelişen bir

kişilik, aileninkilerden çok ken-

di ihtiyaçlarına öncelik tanıyaca-

ğından, aile için bir tehlike bile

sayılabilir. Ana-babaya saygılı

ve bağımlı büyüyen bir çocuk ise

aileyi terk etmeyecek, onlardan

ayrı bir hanede yaşasa bile duy-

gusal ve maddî katkısını ana-ba-

basından esirgemeyecektir.

Ana-baba ile çocuk arasın-

daki bu bağımlı ilişkiler siste-

mi, ana-babanın çocuğun kişiliği

hakkındaki değer yargılarını da

belirlemektedir. Örneğin “Çocu-

ğun değeri” araştırmasında, ana-

babalara çocukları büyüdüğünde

onların nasıl olmasını istedikle-

ri sorulduğunda, “hayırlı evlat

olsun” isteği en yaygın temenni

olarak belirmiştir.

Page 30: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

59Nisan 201258

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

İnsanlar uzunca bir zamandır haklardan

bahsediyorlar. İnsan haklarından bah-

sedilmeyen hemen hiçbir gün yok gibi-

dir sanki. Haklar söz konusu olunca en çok gün-

deme gelen ise kadın hakları olmaktadır. Ancak

ne hikmetse haklardan bahsedildikçe hak ihlal-

leri artmaktadır. Kadın hakları gündeme getiril-

dikçe tacize uğrayan, baskı ve şiddet gören kadın

sayısında da artışlar gözleniyor. Yani hakkı gün-

demde tutmak, her zaman hak sahibinin onu al-

masını sağlamıyor. Aksine ters teptiği zamanlar

da oluyor. Hükümetler mağdur edilen ve şiddete

uğrayan kadınlara sahip çıkmak istiyor. Onlara

yardımcı olmak için kocalara elektronik kelep-

çe, koruma tayin etme dâhil her yolu düşünü-

yor. Hâlbuki kalplere gerekli sevgi aşılanmadan

bu problemin çözülemeyeceği malumdur. Eşler

arasında karşılıklı sevgi ve saygıyı aşılama, oluş-

turma ve geliştirme yolları bulunmadan istenen

neticeye ulaşılamaz.

İslâm’da Kadının Hakkı Var mı Yok mu?

İslâm’da kadının hakkı var mı yok mu mesele-

sine girmeden önce temel bir noktanın altını çiz-

mekte yarar görüyorum. O da hak ve vazife ara-

sındaki dengedir. Hakkı gündeme getirdiğimiz

kadar vazifeye vurgu yapsak belki de daha isa-

betli bir yaklaşım sergilemiş olacağız. İnsanlara

hep haklarını öğretiyoruz. Böylece emeksiz ye-

mek gibi bir şeye alışmış oluyorlar. Hâlbuki hak

ve vazife arasında ayrılmaz ve dengeli bir ilişki

vardır. Vazifesini hakkıyla yapmayanın hakkını

istemeye yüzü olmaz. İstese de alamaz.

Bu noktada insan hakları savunuculuğu yö-

nüyle tarihe geçmiş olan Mahatma Gandi’den

bir örnek vermek istiyorum. İngiltere’de bir ce-

miyet tarafından hazırlanan İnsan Hakları Be-

yannamesi, Hindistan’ın bağımsızlık önderle-

rinden Mahatma Gandi’ye gönderilerek yorumu

istenmiş. O da, bu beyannameye hak ve vazife

dengesizliği açısından itiraz etmiş ve şu ifadele-

re yer vermiştir: “Bu hakların ilanından pratik

ne faydalar vardır? Bunları kim görüp göze-

tecek ve tatbik edecektir? Bundan maksadınız

ister sırf bir propaganda olsun, ister bütün

âlemin fikrini aydınlatma olsun herhalde hata-

lı tarafından başlamışsınız… Bana kalırsa işin

doğrusu, insan vazifesinin neden ibaret oldu-

ğunu ilan etmekle işe başlamalı idiniz. Şüphe-

siz bu takdirde bütün haklar, ilkbaharın kışı ta-

kip ettiği gibi, vazifenin peşinden koşardı. Ben,

size tecrübe ve vukuf neticesi olarak yazıyo-

rum. Hukukuma ehemmiyet vermekle hayata

başladım. Bütün gayretim onları tespit etmeğe

yönelikti. Fakat hanımıma karşı bile hakkımın

olmadığını pek çabuk öğrendim. Bunun üze-

rine vazifelerimi, zevceme, çocuklarıma, kar-

deşlerime, cemiyete karşı üzerime düşen şey-

leri araştırdım ve bunları yerine getirdim. Ben

bugün dünyada tanıdığım hiçbir kimsenin sa-

hip olmadığı haklara sahip olduğumu hissedi-

yorum”1.

Evet, birilerinin etkisiyle biz de hakkı vazi-

feye öncelemeye başladık. Bunun bize getirisi,

boşanmaların artması, sudan bahanelerle yu-

vaların dağılması, eşler arasındaki ülfet ve mu-

habbetin maddî çıkara dönüşmesi, vefa, hatır

KADINHAKLARI

İslâm’da

KADINHAKLARI

İslâm’da

“Allah kadını erkeğe erkeği de kadına muhtaç

yaratmıştır. Bu ihtiyaç dengede tutulabilirse bunun

sonunda, muhabbet, meveddet, merhamet ve

mutluluk meydana gelecektir.”

Page 31: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201260 61

sayma ve hatıraya saygı duyma gibi manevî er-

demlerin ortadan kalkması veya ciddi anlamda

yara alması oldu.

İslâm hak ve vazife üzerinde önemle durur.

Bazı örnekler hakkın vazifeden önce geldiğini

gösterebilir. Mesela, anne karnındaki çocuğun

vazifesi yoktur, fakat hakları vardır. Dünyaya

gelmeden ölen babasının mirasından hak ala-

bilir. Ancak genelde İslâm vazifeyi haktan önce

tutar. İlk dinî bilgilerimiz arasında “mükellefin

fiilleri”nin anlatılmasının hikmeti bu olmalıdır.

Temel Hakların Kaynağı Allah’tır

Hak, insanın ihtiyacı olan bir şeye sahip

olma yetkisidir. İslâm’a göre insan hürriyetleri-

nin de içinde bulunduğu temel hakların kayna-

ğı Allah’tır. İnsan sırf insan olması hasebiyle bu

hakları elde eder. “Mâsûmiyet (dokunulmazlık)

âdemiyetledir.” prensibiyle bu noktaya işaret

edilmiştir. Yani insan, insan olduğu için doku-

nulmazlığı hak eder. Dolayısıyla insanın, doku-

nulmazlığı, yaşama, seyahat, çalışma, eğitim,

inanma gibi hürriyetleri doğuşundan itibaren

Allah’ın ona bağışıdır. Bu hakları krallar değil de

Allah bahşettiği için hiçbir güç insanın elinden

alma hakkını kendinde göremez. İnsanca bir ha-

yat sürdürmek için bu haklara ihtiyaç vardır.

İslâm’da kadına tanınmış haklar var mı-

dır veya nelerdir, denilince de daha çok temel

haklar kastedilir. Elbette İslâm’ın kadına ver-

diği haklar vardır. Bir âyetten2 hareketle İslâm

âlimlerinden biri şu tespiti yapmıştır: “Bir üm-

met erkeği ile terakkî eder. Fakat bu terakkîyi

kadın tamamlar. İlerlemenin güçlü unsuru er-

kek, tamamlayıcı unsuru kadındır. Erkeksiz

terakkî yoktur, kadınsız terakkî eksiktir. Kadı-

nın olgunlaşmasıyla ümmet olgunlaşır; çökü-

şüyle de ümmet çöküşe dûçâr olur. Kadın erkek

ile erkek de kadın ile kemal bulur. İslâm dini ka-

dını fazîletli kılmış, haklarını emniyet altına al-

mış, vazifelerini belirlemiştir. Hak ve vazifele-

rini de fıtratlarına, yaratılış özelliklerine, fizikî

ve rûhî kabiliyetlerine göre düzenlemiştir”3.

Bu konuda esas problem, feminizmin yaptığı

gibi erkekle kadını eşitlemek, hatta kadını daha

üstün tutma anlayışıdır. Hâlbuki İslâm böyle

anlamsız bir üstünlük yerine üstünlüğü takvaya

bağlamış, bu yarışta da erkekle kadın arasında

fark gözetmemiştir. Kadınla erkeğin ancak bir-

birini tamamlayıcı özellik taşıdığını ifade etmiş-

tir. En doğru, en makul ve gerçeği yansıtan da

budur. Çünkü bunu bizi yaratan Yüce Allah ifade

etmektedir. Kadının sahip olduğu öyle özellikler

vardır ki, erkek asla onlara sahip olamaz. Anne-

lik gibi. Erkeğin de sahip olduğu kimi özellikle-

re genelde kadın sahip olamaz. Fizikî bakımdan

güçlülük, dayanıklılık, tedbir vs. bunlar arasın-

dadır. O zaman Allah kadını erkeğe erkeği de

kadına muhtaç yaratmıştır. Bu ihtiyaç dengede

tutulabilirse bunun sonunda, muhabbet, meved-

det, merhamet ve mutluluk meydana gelecektir.

Bazı kadın yazarların da tespit ettiği üzere,

günümüzde bu denge kadın lehine bozulmaya

çalışılmaktadır. Kadın gittikçe erkeğin hâkimiyet

ve kabiliyet alanlarını işgal etmekte ve erkekleş-

me eğilimine girmektedir. Kadın erkeksi hareket

ettikçe de, erkekten hakaret, taciz ve şiddet gör-

mektedir. Hâlbuki erkek erkekliğini kadın da ka-

dınlığını bilse fazla bir problem çıkmaz. Batının

henüz haberi bile yokken İslâm’ın kadına tanıdı-

ğı hakların belli başlılarını şöyle ifade edebiliriz:

İslâm’ın Kadına Tanıdığı Haklar

Fikrini ifade etme hakkı: Kadın evlilik birliği

içinde hem evin yönetimi, çocukların yetiştiril-

mesi ve hem de diğer konularda her zaman fik-

rini beyan edebilir. Hatta o, kocasının en yakın

müşaviridir. Yeter ki, görüş beyan edeceği konu-

da bilgili olsun.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Hudeybiye Anlaş-

masından sonra anlaşma maddelerinden mem-

nun olmamışlar, Hz. Peygamber (s.a.v.) kur-

banlarını kesmelerini ve traş olup ihramdan

çıkmalarını emretmişti. Ashâb ağırdan alın-

ca hanımlarından Ümmü Seleme, “Ey Allah’ın

Rasûlü, dediğini yapmalarını istiyorsan kalk dı-

şarı çık, onların hiçbirisiyle bir tek kelime dahi

konuşmadan kurbanını kes ve traş ol, onlar da

mutlaka sana uyacaklardır.” dedi. Rasûlullah da

böyle yaptı. Onu gören ashâb da aynısını yap-

tı.4 Rasûlullah’ın başka konularda hanımlarıy-

la, Hz. Ömer (r.a.)’in kızı Hafsa vâlidemiz ile

istişârelerini biliyoruz.

İlim tahsil etme hakkı: Hz. Peygamber

(s.a.v.), ilim tahsilinin kadın-erkek bütün Müs-

lümanlara farz olduğunu ifade etmiştir. Müslü-

manlara düşen kadının eğitim hakkının önün-

deki engelleri kaldıracak çareler aramaktır.

Böylece o, şahsiyetine uygun eğitim ortamında

tahsil alacaktır. İslâm tarihinde erkeklere hadis

ve ilim öğreten çok sayıda kadın vardır.

İnanç ve ibadet hakkı: Erkek de kadın gibi

Allah’ın kulu ve hükümlerinin muhatabıdır.

Takva yarışının eşit tarafıdır.

Velâyet ve yöneticilik hakkı: İslâm hukuk-

çuları kadının şahsiyet, bilgi ve kapasitesine uy-

gun yöneticilik alanında çalışabileceğini kabul

etmişlerdir. Gerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ge-

rekse Hz. Ömer (r.a.)’in çarşı pazarı denetleyen

hanımlar görevlendirdikleri bilinmektedir.

İyiliği emredip kötülükten sakındırma hak-

kı: Kadın da emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-

münker göreviyle yükümlüdür.

Fetvâ ve dinî rehberlik hakkı: Kadınların fı-

kıh öğrenip özellikle kadınlara ve onlarla ilgili

meselelere fetvâ vermesi çok önemli bir ihtiyaç-

tır. Hz. Âişe fıkıhçı kadınların öncüsüdür.

Akit yapabilme hakkı: Müslüman kadın da

erkek gibi, her türlü meşru akdin tarafı olabilir.

Bu hakka evlenme ve boşanma da dâhildir. Ta-

rihte sermaye sahibi Müslüman kadınların kay-

yum vasıtasıyla ticarî hayata iştirak ettikleri bi-

linen bir husustur. Aynı zamanda kadın nikâh

akdinin tarafı olabilir. Bazı durumlarda boşan-

mayı talep etme hakkı da vardır.

Seçme ve seçilme hakkı: Kadının seçmen ol-

masında bir ihtilaf yoktur. Ancak devlet başkanı

olamayacağına dair genel bir kanaat vardır. Ko-

nuyla alakalı kadın lehine değerlendirmeler de

mevcuttur. Müslüman bir kadının devlet baş-

kanlığı gibi ağır sorumluluk isteyen bir görevi

talep edip etmeyeceği de ayrıca düşünülebilir.

Seyahat hakkı: İslâm’a göre kadının seya-

hat hakkı vardır. Fakihler genel olarak kadının

emniyet gerekçesiyle mahremiyle seyahat etme-

sinin dinen daha doğru olacağına hükmetmiş-

lerdir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emir ve

tavsiyeleri de bu yöndedir. İmam Şâfiî gibi, mah-

remi olmasa da kadınlar topluluğu içinde seya-

hatine fetvâ verenler de vardır. Mahrem şartı kı-

sıtlama değil, koruma amaçlıdır. Kadına olan

merhamet, saygı ve önemi gösterir.

1 Abdurrahman Azzam, Ebedi Risâlet, 218.2 2/Bakara, 1873 İzmirli İsmail Hakkı, Anglikan Kiln Ashab da Aynısını Yaptı Sesine Cevap, 133-134.4 Buhârî, Şurut, 15.

Dipnot

*Prof. Dr.

Page 32: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

KitaplıkArz ve Semâ Namaz’da

Namaz’a Dikkat

Mehmet Akar

Şahdamar Yayınları

Tel: 0216 522 11 44

100 Hadis 100 Hikâye

Darîr Mustafa Efendi

Dârulhadis Yayınları

Tel: 0216 412 49 23

Rûhu’l Beyân Tefsiri-16

İsmail Hakkı Bursevi

Erkam Yayınları

Tel: 0212 671 07 00

Maraş-Fransız Harbi

Yaşar Alparslan - Serdar Yakar

Ukde Yayınları

Tel: 0344 225 13 00

Aşk-ı Muhammed

Mine Sultan Ünver, Ekrem

Altıntepe

Timaş Yayınları

Tel: 0212 511 24 24

63Nisan 201262

KitapMuharrem AKIN

HÜNKÂRYOLU

Bir ırmağın kenarında anlatılan bir menkı-

benin, ulu bir dağın eteklerinden akıp gelen bir

akıncı narasının, bir dergâha sinip kalmış hu ses-

lerinin, bir medrese eyvanının şahit olduğu ilim il-

meklerinin arasından geçen bir yoldur bu hünkâr

yolu. Şu Hazar Denizine, şu Aral Gölüne şu Sırder-

ya Nehrine, şu Horasan’a, şu Mezopotamya’ya, şu

Diyar-ı Rum’a, şu Arap Yarımadası’na bir sorun

ya bir kahraman, ya bir evliya, ya bir âlim, ya bir

komutan ya da bir hünkâr hikâyesi karşılayacak-

tır sizi.

İki yüzyıl boyunca konarak -konduğumuz yer-

de devletler kurarak- göçerek -göçerken yanımızda

medeniyetimizi de taşıyarak gittiğimiz- uzun, upu-

zun bir yolun kenarlarına dizilmiş şu kervansaray-

lar, şu kümbetler, şu türbeler, şu tekkeler, şu köp-

rüler, şu medreseler, şu hanlar, şu hamamlar, şu

ulu camilerin dilinde hep Diyar-ı Rum’un bitme-

yen türküleri vardı.

Boylar oymaklarla birlikte Diyar-ı Rum’a upu-

zun bir yoldan geldiler, yoruldular, dinlendiler yer-

leştiler yaşadılar sonra öldüler. Yanımızdaki şehre,

kasabaya, köye, ovaya, yaylaya, dereye, çaya, dağa

taşa, ad verdiler, isimlerimize isimlerini, dilimize

kelimelerini, inancımıza inançlarını kattılar. Onla-

rı böylece yaşatıyoruz aramızda. Bu hikâye iki yüz

yıllık Hünkâr Yolunu kateden işte bu insanların

hikâyesidir. Tarihin gördüğü en büyük yürüyüşten

biriydi onlarınki. Orta Asya’dan başladı, Anadolu

içlerine, hatta Ege kıyılarına kadar varıp dayandı.

Bu yolculuk, ülkeler, beldeler arasında bir yü-

rüyüş değildi yalnızca. Bilakis, hem sosyolojik,

hem manevî düzlemde bir büyük dönüşümün ifa-

desiydi. Selçuklular, asırlar süren bu büyük yürü-

yüşleri esnasında, İslâm’ın diriltici nefesiyle bir

‘aşiret’ten ‘devlet’ ve ‘devlet’ten de ‘medeniyet’ çı-

kardılar. Onların Maveraünnehir’den Anadolu’ya

uzanan yolculuğu, bu açıdan eserleri ve hatırası

bugün bile taptaze duran İslâmî bir ‘medeniyet’e

yolculuk niteliğindeydi aynı zamanda...

Hünkâr Yolu, insanlık tarihinin en çarpıcı ‘yol-

culuk’larından birini, Selçukluların büyük yürüyü-

şünü anlatan, sürükleyici bir roman. Tarihî gerçek-

lere dayalı kurgusuyla da, ‘aşiret’ten ‘medeniyet’e

bu büyük yürüyüşün dinamiklerini başarıyla orta-

ya koyuyor...

Selçukluların büyük yü-

rüyüşü...

Bu düşündüren üst baş-

lıkla okurların beğenisine

sunulan Hünkâr Yolu, muh-

teşem bir kurgu ile “bütün

bir Selçuklu tarihini” göz alı-

cı ve ihtişamlı bir şekilde an-

latıyor.

Son zamanlarda ardı ardı-

na çıkan ve Osmanlı dönemini anlatan pek

çok romanın olduğu muhakkak. Ancak nedense,

Osmanlı’nın da kökleri sayılan bir devletin, Bü-

yük Selçuklu İmparatorluğu’nun öyküsünü anla-

tan pek fazla eser yazılmış değil.

İşte, Mikail Çolak bu ilk roman çalışmasıyla

hem bu ihtiyacı gidermiş, hem de tarihî gerçek-

lere birebir bağlı kalarak olduk-

ça farklı ve değişik bir eser kale-

me almış.

Öyle ki; Oğuzların, Orta As-

ya’daki diğer boylar tarafından

ne kadar dışlandığını ve kendi-

lerine bir yer-yurt aramak için

nelere katlandıklarını, yaptık-

ları savaşları, Karahanlılar ve

Gazneliler’in onlara bakış açı-

sını, yaşadıkları dev sürgün ve

göçleri büyük bir başarıyla anlatan

Çolak, bir imparatorluğun bütün tarihini tama-

men, her yönüyle görebilmemize olanak sağlıyor.

Hünkâr Yolu’nda elbette ki savaş sahneleri de

var. Ancak bundan ziyade sizi bin yıl öncesine,

hatta daha da eskiye götürüp o zamanın insanını

her yönüyle anlamanıza olanak tanıyor.

Page 33: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

65Nisan 201264

1- Arzuları sınırlayalım, daha az iste-yelim: Tatminsiz olmak, devamlı istemek kişiyi

mutsuz eder. Böyle insanların maaşına zam ya-

pılsa bile, daha fazlasını istediklerinden mutlulu-

ğu yakalayamadıkları görülüyor. Diyelim ki, bir

eşyası eksik olup da buna sahip olsalar, bu kez

listeye başkalarının eklendiği tespit edilmiş. Yani

mutlu hayat hep ertelenmiştir.

Bu yüzden elimizdekilerle mutlu olmak, hali-

mize şükretmek mutluluğun da bir anahtarı ko-

numundadır.

2- Dâhi değilsek üzülmeyelim: Süper zeki

insanların mutlu olup olmadıklarını inceleyen

kimi çalışmalar, mutlulukta genellikle zekânın

etkisinin bulunmadığı sonucuna vardılar. Çünkü

zekâ arttıkça beklentiler de büyümektedir

ve bu beklentilerden daha azıyla tatmin

olmamaktadırlar.

Bu yüzden zekâyı IQ ile ölçmek yerine in-

sanlarla iyi geçinmenin esas alındığı “sosyal

zekâ”dan bahsedilmeye başlanmıştır.

3- Genlerimizin değerini bilelim: Kişi-

likle mutluluk birbirleriyle bağlantı halindedir.

Birçok araştırma dışa dönük kimselerin içe dö-

nüklerden çok daha mutlu olduklarını göstermiş-

tir. Bunun sebebi dışa dönük insanların, arkadaş

PsikolojiSefa SAYGILI*

mutluolmanın on prensİbİ

edinme veya evlenme gibi mutluluk getirici şeyle-

ri daha fazla yapmaları olabilir.

Bir başka açıdan bakıldığındaysa, mutlu olmak

dışa dönüklüğü getirebilir. Bazı araştırmalar, in-

sanları mutlu etmenin onları sosyalleştirdiğini or-

taya koymaktadır.

4- Dış görünüşümüzü başkalarıyla kı-yaslamaktan vazgeçelim: Elbette kendimize

bakmalı, fazla kilolarımızı vermeliyiz. Ancak ken-

dimizi olduğumuz gibi kabul ederek sevmeliyiz.

Kendini sevme yerine kendinden nefret eden kişi

mutsuz olur. Nedense kadınlar çok şişman, erkek-

lerse çelimsiz olduklarını düşünüyorlar.

Reklamlarda ince genç mankenleri gören ka-

dınlar kendi vücutlarına olumsuz bakıyorlar ve

depresyona girmeye yatkın hâle geliyorlar.

5- Dostluklar kuralım ve dostlarımıza değer verelim: Dostluklar kuran, arkadaşla-

rı olan kişilerin daha mutlu olduğunu biliyoruz.

Özellikle aile desteği olanlar maddî yönden yeter-

siz bile olsalar mutluluğu yakalıyorlar.

6- Evlenenler bekârlardan daha mutlu-dur: Evli kişiler eşinden moral destek ve güven

almakta, kendini daha mutlu hissetmektedirler.

Eğer evlilik iyi gidiyorsa olumlu etkileri kalıcı ol-

maktadır. Hele çocuklar aileye katıldığında ortak

hedefler mutluluğu artırmaktadır.

7- Ölümü düşman değil dost kabul ede-lim: Dine, Allah’a ve ölümden sonra yaşamaya

inanma, özellikle yaş ilerledikçe insanlara bir an-

lam ve amaç sağlar. Dünyada tek başına kalma

korkusundan uzaklaşmaya yardımcı olur. “İnan-

manın faydasını en çok zor zamanlarda görüyo-

ruz. Sıkıntıların üstesinden gelmenin en güçlü

yolu dinî bir inançtır.”

Dinin, mutluluğu artırmasının bir sebebi de

sosyal etkileşim ve beraberindeki destektir.

8- Başkalarına yardım edelim: Dinler, zor

ve muhtaç durumda olanlara yardım etmenin in-

sanın ruhu için iyi olduğunu tavsiye ederler. Bu,

beraberinde mutluluk da getirir. Birçok çalışma

mutluluk ile başkalarını düşünerek yaşama ara-

sında bir bağ olduğunu göstermiştir. Fedakârlık,

başkalarına vermek insanları mutlu etmektedir.

Mutlu insanlar gönüllü çalışmalara katılmakta,

insanlara yardımcı oldukça da mutlulukları art-

maktadır.

9- Sağlıklı ve dinç yaşlanalım: Aslında

yaşlılık da hayatın normal bir parçasıdır ve ken-

dine has güzellikleri vardır. Yoksa yaşlılık bazı-

larının sandığı gibi kötü değildir. Yaşlı insanlar

gençler kadar mutlu olabilirler ve aslında yaşlılar,

hayattan daha çok haz alabilirler. Hayata olumlu

bakmak, önlerine gerçekleştirebilecekleri hedefler

koymak yaşlıları mutluluğa götürür.

10- Para gerekir, ama sadece zenginlik mutluluk sağlamaz: Kişi kazandığı parayla ye-

meyi, içmeyi- giyinmeyi ve evin giderlerini kar-

şılıyorsa bu onu mutlu etmeye yetmelidir. Yoksa

daha fazlasını kazanarak mutlu olunmaz.

Önemli olan, daha fazla arkadaş, komşu

veya iş arkadaşına sahip olmaktır. Warwick

Üniversitesi’nden Andrew Oswald, “İnsanlar son-

suz şekilde akacak yüksek miktardaki paranın,

kendilerini daha mutlu edeceği yanlışına düşü-

yorlar. Bu doğru değil. Doğru olan paranın statü,

statünün de daha iyi bir hayat sağladığıdır.” diye-

rek paranın katkısını özetlemektedir.

Oswald, örnek olarak bilim adamı ve topluma

yardımcı olan bazı kişilerin daha az para kazan-

malarına rağmen bu görevlerini seçmelerini ör-

nek göstermektedir.

Oswald, sözlerini şöyle bağlamaktadır: “Para

önemlidir, ama sıradan bir vatandaşın düşündü-

ğü kadar değil.”

(Yazı, New Scientist, 4 Ekim 2003 tarihli sayısındaki

yazıdan yararlanarak hazırlanmıştır.)

*Prof. Dr.

Page 34: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

67Nisan 201266

EdebiyatVedat Ali TOK

İki cihân güneşi Hz. Mu-

hammed (s.a.v.) için Türk

edebiyatında sayısız na’t

yazılmıştır. Bu na’tlerin içinde

dikkat çekenlerden biri de Yaman

Dede’nin şiiridir. Na’t, ‘Dahîlek

yâ Rasûlallah’ başlığını taşıyor.

‘Dahîlek Yâ Rasûlallah’, Sana

sığındım ey Allah’ın Rasûlü!’

demektir. Gönüller sultânı

Mevlâna’nın meşhur çağrısının

yankı bulduğu bir gönül eri Ya-

man Dede…

Gayrimüslim bir aileden doğ-

masına rağmen, Müslüman’ca

bir hayat süren ve Müslüman’ca

ölen bir dede… İçinde bulundu-

ğu durumdan dolayı Müslüman-

lığını 55 yıl gizlemek mecburi-

yetinde kalır. Hukuk Fakültesini

bitirip 20 sene avukatlığın ardın-

dan öğretmenlik yapan bu yürek-

li insan Galata Mevlevihânesinde

kendisini yetiştirir. Doğduğun-

da Diyamendi adı verilen Yaman

Dede İslâm’la müşerref olduktan

sonra adını da “Mehmed Abdül-

kadir Keçeoğlu” şeklinde değişti-

rir. Yukarıya aldığımız na’tin ilk

mısraında şair, soyut bir kavram

olan gönlüne, somut bir şekil ver-

miştir: “Gönül, hûn oldu.” Gön-

lün kan olması şiddetli ızdırap-

ların, çekilen acıların beyanı için

söylenmiş bir sözdür. Hz. Mu-

hammed (s.a.v.)’i özlemekten ya-

hut hiç olmazsa ona olan sevgisini

yıllarca dışa vuramamaktan kay-

naklanan bir rûh hâlini dile getiri-

yor bu mısra. Peygamberine olan

hasret ateşi, içinde o denli birik-

miştir ki bu ateşi bir yanardağın

sıkışan lavlarını püskürtmesi şek-

linde dışa vuruyor.

Şair hasret yangınını cehen-

nem ateşi ile aynı şiddette görü-

yor. Zaten ruhlar âleminde bile

kendisini sadece bir “feryat”tan

ibaret gören şair ona kavuşup gü-

zelliğini görmek suretiyle raha-

ta erebileceğini anlatıyor. Çünkü

o, yanan kalbi serinletir; dert çe-

ken yüreklere bir şifâdır. Maddî

ve mânevî anlamda muhtaç olan-

lara cömertçe davranır. Çünkü o,

Habîb-i kibriyâdır. O, Muham-

med Mustafa’dır. Üçüncü kıt’ada

şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in

dünyanın yaratılışına sebep olma

özelliğini dile getiriyor: “Ey Mu-

hammed (s.a.v.) senin ilâhî nûrun

dünyaya ışık salmasa gül açmaz,

sular akmaz; bakışlarının bu dün-

yadan çevirecek olsan dünya yok

olur; hayat diye bir şey olmaz-

AŞKIYLA YANAN DEDEPEYGAMBER

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ RasûlallahNasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ RasûlallahEzel bezminde bir dinmez figândım yâ RasûlallahCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Yanar kalbe devâsın sen bulunmaz bir şifâsın senMuazzam bir sehâsın sen dilersen rûnümâsın senHabîb-i Kibriyâsın sen Muhammed Mustafâ’sın senCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsaSöner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsaFirâk ağlar visâl ağlar ezel mesrûrun olmazsaCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Erir canlar o gülbûy-ı revanbahşın hevâsındanGüneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsındanPerîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsındanCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymamYanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymamAlevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymamCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında cân vermekNasîb olmaz mı Sultânım Haremgâhında cân vermekSönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermekCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Boyun büktüm perîşânım bu derdin sende tedbîriLebim kavruldu aşkından döner pâyinde tezkîriNe dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîriCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Yaman Dede (1887-1962)

Page 35: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201268 69

dı. Eğer sen olmasaydın bu dünya olmazdı. Ezel ve

ebed olmazdı. Ayrılık veya kavuşma diye bir şey ol-

mazdı.” şeklindeki ifadelerle “Levlâke levlâk lemmâ

halaktü’l-eflâk” kutsî hadisine telmihte bulunuyor.

Dördüncü kıt’ada Peygamberimizin mübârek vücu-

du ile terlerinin gül koktuğunu hatırlatan şair, du-

yabilene, hayat bahşeden o gül kokusunu alan bir

insanın duygusuz kalamayacağını ifade ediyor. Bu

kıt’ada, sıcak bir havada Güneşe bakıldığı zaman

onun titrermiş gibi görülmesini şair, farklı bir şekil-

de yorumlamak suretiyle hüsn-i ta’lîl sanatı yapıyor.

Şair, Güneşin bu titrer gibi görünüşünü ve yakıcılı-

ğını Peygamber Efendimizin yüzünü görme hasret

ve şevkine bağlayarak, son nefesinde bile ona olan

hasretini dile getireceğini anlatmak istiyor.

Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymam

Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam

Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Peygambere olan sevgi yoğunluğu daha doğrusu

aşk, şairde öyle bir hâl almıştır ki dış dünyada olup

bitenler onu zerrece etkilemez. Ne soğuk üşütür; ne

sıcak yakar. Yanan çöllerde susuz kalsa, bu çöllerde

can verecek olsa bile elem duymayacağını söyleyen

Yaman Dede, bağrında yanan ateşin dış âlemdeki

ateşten daha şiddetli olduğunu söylüyor. Öyle ki

içindeki ateş bir yanardağ misalidir. Yanardağdan

fışkıran lavların yanında, çöl sıcağının hükmü ola-

maz. Bu yangınla birlikte hasretin ifadesi olan ağla-

yış ve gözyaşları da ummanlardan daha çoktur. Um-

manlar onun gözyaşları yanında ancak bir “nem”

mesâbesindedir. Ateş ve su birbirine zıttır. Şair her

ikisinin de kendisinde bulunduğunu söylüyor. Bu

iki kavram birbirlerine karşı etki etmeyecek derece-

de kuvvetlidir. Yani hem ateş hem de su bir arada ve

ikisi de varlığını muhafaza edebiliyor. Gökten alev-

ler yağsa ve o alevleri emse bile hissetmeyecek dere-

cede bir yangın içine düşmüştür. Şiddetli sevginin

sonu cünun (delilik) hâlidir. Bu kıt’ada “Mecnun”

mazmunu vardır. Mecnun da Leylâ’nın aşkından do-

layı insanlardan uzaklaşıp, kendisini vahşi bir çölün

ortasına bırakıyor. Dışarıdaki çöl sıcağı Mecnun’u

hiç etkilemiyor; vahşi hayat da… Zira içinde bulun-

duğu ruh hâli onun dış dünyadan kopmasına sebep

olmuştur. Yani dış âlemdeki olup bitenler onu ilgi-

lendirmeyecek durumdadır. Yalnız, Fuzûlî’nin Leylâ

vü Mecnûn’unda, Mecnun:

Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni

Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni

diyerek sevgisinin çoğalması, daha doğrusu der-

dinin artması, için dua eder. Çünkü âşık o hâl ile

vardır. Yoksa adı sanı silinecektir. Sevgiliden gelen

belâ ise âşığa minnettir. Derdin çoğalması âşıklığın

pâyesini artırır. Yaman Dede ise bütün sıkıntıları

ateşleri, çölleri, yangınları hiçe saymasına rağmen

yine de yandığını ve artık ferahnâk olmak istediği-

ni söylüyor. Bunun için Hz. Muhammed (s.a.v.)’den

imdat diliyor, ona sığınıyor.Âşık, bir pervâne misâli

alevde yok olmayı arzular. Bu, sevginin en şiddet-

li noktasıdır. Kendini sevdiği varlıkta yok etmek…

Bunun tasavvuftaki ifadesi “Fenâfillah” (Allah’ta

yok olmak)tır. Altıncı kıt’ada şair, Hz. Muhammed

(s.a.v.)’in yolunda can vermenin büyük bir mutlu-

luk olacağını ifade ediyor. Peygamberimizin kabri

başında ölümü diliyor. Ve yine son nefeste Allah ve

Rasûlü’nün adıyla yani “Kelime-i Şahâdet” getire-

rek can vermenin kolay ve güzel olacağını söylüyor.

Son kıt’ada şair niyazda bulunuyor. Derdin derma-

nı Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Ona olan susuzluktan

dudakları yanmış, kavrulmuştur. Onun ayağının

ucunda zikredip, dolanıp durmaktadır. Kendisini

sahibine yaranmak için ayakucunda türlü hareket-

ler yapan bir köpeğe benzeten şair, ondan bir işa-

ret bekler. Bir iltifat görse hemen yanına koşacaktır.

Yaman Dede’nin şiirine bir de şekil açısından

bakalım:

Yanar kalbe devâsın sen / bulunmaz bir şifâsın sen

Muazzam bir sehâsın sen / dilersen rûnümâsın sen

Habîb-i Kibriyâsın sen / Muhammed Mustafâsın sen

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah

Görüldüğü gibi bu şiir, aruzun 4 mefâîlün kalı-

bıyla yazılmış bir musammattır. Bu kalıpta yazılan

bir şiir, rastgele bir okunuşta bile âhengi sezilebilen

bir yapıya sahiptir. Şair zaman zaman iç kafiyeler

de kullanmak suretiyle âhengi artırmasını bilmiştir.

Sözgelişi 2. kıt’ada, mısralar ortadan bölünebilir bir

özellik arz ediyor.

NEYLEYİM?

Peygamberim!... Seni Allah medh etmişSeni medh etmeyen dili neyleyim?

Salat ü selâmın ne güzel virddirBoş sözleri kîl ü kali neyleyim?

Herkesin yolu bir yerlere çıkarRavzana çıkmayan yolu neyleyim?

Niceleri hırka, şallar bürünmüşRiya kokan hırka, şalı neyleyim?

Sevdalı gönüller yanar da yanarSevdanla yanmayan gönlü neyleyim?

Aşkınla her şey yanar, kavrulurYanıp kavrulmayan çölü neyleyim?

Ruhumu aşkının tadı sarıncaArtık şekerleri, balı neyleyim?

Yadınla canlanır bütün ağaçlarSen’le yeşermeyen dalı neyleyim?

Fani dünya türlü renklerle doluSensiz mavi, yeşil, alı neyleyim?

Şu gönül bahçemde açıver artıkSensiz başka gonca gülü neyleyim?

Açmış çiçekleri nasıl dererler?Senden gül dermeyen eli neyleyim?

Nice yeller eser divane gönleRavzan’dan esmeyen yeli neyleyim?

Nice cânlar feda olmuş yoluna Feda olmayan cân, malı neyleyim?

Lutf et Şamil kurban olsun yolunaKurbanın olmayan kulu neyleyim?

Mustafa AKGÜN

Page 36: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201270 71

GeziFatih ERKOÇOĞLU*

ENDÜLÜSGEZİ NOTLARI I

rı bölge olan el-Cezîretü’l-Hadrâ (Algaziros)’dan

geçerek Endülüs’e Tarif b. Mâlik’in müfrezesinin

çıktığı ve bugün yine onun adı ile anılan Tarifa’ya

doğru yöneldik. Tarifa’ya doğru gidilirken artık yo-

lumuz yükselmeye başlamıştı. Bakacak anlamında-

ki el-Mirador denilen yerde durduk. Cebel-i Târık

Boğazı’nın en dar kısmını (takriben 10 km) ve Mağ-

rib topraklarını artık rahatlıkla görebiliyorduk.

El-Mirador sonrasında otobüsümüz geldiğimiz

güzergahı yeniden kat ederek Marbella’ya doğru yol

aldı. Marbella’da Suud Kraliyet ailesinden Selmân

b. Abdülaziz tarafından yaptırılan camide namaz-

larımızı eda ettik. Minareli hoş camiinin bir de kü-

tüphanesi vardı. Bu durum bizi ziyadesiyle mem-

nun etmişti.

Akşamleyin Marbella’da yaptığımız yürüyüş es-

nasında sahildeki camiyi andıran kültür merkezi

yanındaki, kendisi de Benalmedina’lı olan Arap ali-

mi İbnü’l-Baytar’ın heykeli, bölgedeki Müslüman

varlığının ilk örneklerini bize göstermeye başla-

mıştı. Bu arada Arapça hocalarımızın bu kelimenin

İbnü’l-Medine’den (Şehirli çocuğu-şehirli) bozul-

ma olabileceği ifadelerini de burada eklemek iste-

rim.

Gezimizin ikinci gününde tarihte Nasrîler (Benî

Ahmer) Devleti’nin başkentliğini yapmış olan

Gırnata’ya (Granada) gidildi. Sarayın yapımından

kullanılan kil harcın, kızıla çalan renginden dola-

yı «kızıl» anlamına gelen el-Hamra (Sarayı), zama-

nında Sierra Nevada dağı eteklerine peyderpey inşa

İslâm Tarihçileri Derneği’nin yeni organi-

zasyonu bu sefer Endülüs’e oldu. 7 Aralık

2011 tarihinde İstanbul’dan kalkan uçağı-

mız, takriben 5 saat sonra Endülüs eyaletinin mer-

kezi olan Sevilla’ya (İşbiliyye) indi. Havalimanın-

dan 200 kilometrelik bir yol sonrasında Marbella’ya

bağlı Benalmedina’daki Akdeniz sahilinde ve kıyı-

ya oldukça yakın bir mesafede bulunan Vistamar

Oteli’ne ulaştık.

Gezimizin ilk gününde Marbella’dan yola çıkıla-

rak Tarif’e doğru yol boyu takriben 100 küsur km.

gidildi. Bu arada çok değerli rehberimiz Prof. Dr.

Mehmet Özdemir hocam Endülüs Fethi’nden baş-

layarak, Endülüs’e ilk çıkan müfrezenin komutanı

Tarifa b. Mâlik ve Târık b. Ziyâd gibi adları günü-

müze kadar gelebilmiş önemli şahsiyetlerden ba-

hisle Endülüs’te İslâm hakimiyeti konuları hakkın-

da bizleri bilgilendirmeye başladı. (İlgilenenler için

hocamın diyanet vakfı yayınları arasında çıkan En-

dülüs tarihi hakkındaki kitaplarını tavsiye ederim.)

İlk durağımız Cebel-i Târık oldu. Târık dağı, sa-

hil boyunca düz giden coğrafyada birden irtifa ka-

zanmakta ve ilginç bir yükseklik oluşturmaktay-

dı. Otelimizden çıktığımızdan beri sahil boyunca

fenerler ve tepelere doğru çıkarken yer yer kaleler

göze çarpıyordu. Cebel-i Târık eteklerinde ise müs-

tahkem bir bina bize göz kırpıyordu. Sahili boy-

dan boya geçtik. Sahile yakın çok sayıda gemi bura-

da demirlemişti, kıyı boyunca da ayrıca marinalar

bulunuyordu. Müslümanların ilk hakim oldukla-

Page 37: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201272 73

edilmiş bir külliyedir. Burada sarayın inşa sürecini

detaylı bir şekilde anlatmaya imkanımız olmadığın-

dan sadece National Geographic’in hazırlamış oldu-

ğu önemli belgeselden faydalanabileceğini hatırlat-

mak isterim. Saray, günümüze kadar gelebilen eski

İslâm saraylarından olup, bir taraftan Endülüs’te

kurulan küçük bir devletin gücünü sembolize eder-

ken, diğer taraftan daha güçlü olan İslâm devletle-

rinin günümüze kadar ulaşamayan sarayları hak-

kında genel bir fikir vermektedir.

el-Hamra’nın yazlık saraylar tarafında yer alan

girişi için tepeye tırmanmamız gerekiyordu. Giriş-

teki saray kompleksi haritası üzerinde ilk bilgiler

takdim edildi ve ardından gruplar halinde, modern

tiyatro yanından, bahçelerin içerisinde II. Muham-

med döneminde inşa edilen Cennetü’l-Arif (Gene-

ralife) denilen ve yazlık sarayla da aynı adı taşıyan

İslâm bahçe mimarisinin en güzel örneklerinden

sayılan bahçeye yöneldik. Uzun dikdörtgen bir av-

lunun etrafına sıralanmış binalardan oluşan bu sa-

rayın, avlunun iki başına rastlayan kısımları çift

katlı olup, üst katlarının çevrenin seyredilmesine

uygun olduğu görülmektedir.

Yazlık saraylar ve bahçelerden sonra sarayda

görevli memur ve askerlerin aileleri ve onların ih-

tiyaçlarını karşılamaya yönelik tesis edilmiş olan

Medina’ya geçtik. Yazlık saraylar ile Medina ara-

sında hendek vardı ve burası çepeçevre surla ku-

şatılmış idi. Eski yerleşimin kalıntılarının içinden

surlara yakın bir yoldan asıl sarayların olduğu kıs-

ma yöneldik. Bu arada İspanyolların inşa ettikleri

San Fransisko Manastırı’na girmeksizin önünden

ilerleyerek bugün turistik eşyaların satıldığı me-

kan olarak kullanılan Cami Hamamı’nın yanından

geçtik. Tabî artık cami, yoktu. Zannımca orada bu-

lunan St. Mariya Kilisesi caminin yerine dikilmiş

olmalıydı. Bizim fazla vaktimiz yoktu yine İspan-

yolların yaptıkları V. Karlos Sarayı’nın arkasından,

Machuca Avlusundan, el-Hamra’ya asıl şöhretini

kazandıran saray bölümüne girdik. Burası sarayın

eski bölümlerinden olan ve uzun bir dikdörtgen

şeklinde olup ortasında aynı biçimde bir havuzun

yer aldığı Mersinağaçlı Avlu (Havuzlu Avlu) ve As-

lanlar Avlusunun etrafında toplanan yapılardan

oluşuyordu. Havuzlu avludan bir revak aracılığıyla

Elçiler Salonu’na girişi temin eden, uzun dikdört-

gen bir şekilde ve petekli ve mukarnaslı süslemele-

re sahip sedir ağacından bir kubbe ile örtülü olan

İnayet Holü’ne geçildi. Elçiler Salonu adıyla bili-

nen taht salonu, dışarıdan bakıldığında yüksek bir

kule izlenimi (Comares Kulesi) veren ve 18 met-

re yüksekliğinde sedir ağacından yapılmış olan bir

kubbe ile örtülüydü. Bu ahşap kubbenin Mülk sü-

resinde geçen “yedi kat sema” ibaresinden ilham

alındığı ifade edilmektedir. Salonun iki yan duva-

rında Endülüslü şair İbn Zemrek’in kasideleri ile

hemen her yerinde “Ve lâ ğâlibe illâ’llâh» ibareleri

dikkati çekiyordu.

İnayet Holü ile sarayın kuzeydoğusunda yer alan

kulede bulunan kraliçenin giyim odası arasında yer

alan galeriden ilerleyerek -ki bu arada el-Beyyâzîn

Mahallesi kendisini bütün güzelliği ile gösteriyor-

du- solumuzda Draza bahçesini sağımızda ise saray

hamamının kubbelerini bırakarak, İki Kız Kardeş

Salonu’na, oradan da muhtemelen musikî fasılla-

rı için kullanılan Benî Serrâc Divanhanesi’ne ula-

şıldı. Petek biçimindeki mukarnaslı tezyinatla kap-

lı kubbenin ihtişamı, kubbe eteğindeki 16 küçük

pencereden giren ışıklarla görülebiliyordu. Bura-

dan el-Hamra Sarayı’nın en önemli yerlerinden

birisi olan Aslanlı Avluya geçtik. Ne var ki bizleri

burada kötü bir sürpriz bekliyordu. Avluda resto-

rasyon çalışması vardı ve başta avluya ismini veren

aslanları göremediğimiz gibi avlunun doğusunda-

ki ilk on Nasrî sultanına ait olduğu kabul edilen re-

simlerin bulunduğu Krallar Salonu’na giremedik.

Sadece avlunun batı kısmından, brandalarla kaplı

avluda birkaç fotoğraf çekmekle yetindik. Buradan

çıkarak tekrar V. Carlos Sarayı’nın yanına ulaş-

tık. Oradan Şarap Kapısı’ndan girerek, sarayın en

eski bölümlerinden birisi olan al-Casaba’yı geçtik

ve Torre de la Vela denilen gözetleme kulesine çık-

madan önce, el-Beyyâzîn Mahallesini gören burç-

tan grubumuzun genel fotoğraflarını almayı ihmal

etmedik. el-Hamra gezimizin son durağı sayılabile-

cek ve modern Gıranada’ya oldukça hakim bir po-

zisyonda inşa edilen bu burçtan bugünkü Gırna-

ta, el-Beyyâzîn Mahallesi, Sierra Nevada dağları,

el-Hamra’nın yazlık saray ve bahçeleri, al-Casaba

ile surları rahatlıkla görebiliyorduk. Burçtaki çan,

buraya yerleştirilen haç ve İspanya bayrakları in-

sanın kanına dokunuyordu. Hele hele modern

Gırnata’nın kalbinde, devasa bir yapı yığını olarak

görülen katedralin bir zamanlar şehrin Ulu Camisi

olduğunu düşününce benim olduğu kadar gezimi-

ze katılanların morallerini bozduğunu ve üzüntüye

gark ettiğini fark edebiliyordum.

1493 yılında Gırnata Müslüman hakimiyetinden

çıktıktan sonra galipler, el-Hamra Sarayı’na ken-

di damgalarını vurabilmek için sarayın bir kısmını

yıktırdıkları yere oldukça kaba ve hantal görünüm-

lü V. Carlos Sarayı’nı yapmışlardı. Müteakiben çık-

tığımız, el-Hamra Sarayı’nın hemen karşısında yer

alan el-Beyyazîn mahallesinin üstünde Arapların

yapmış oldukları caminin önünden bakıldığında

bu kaba ve ucube yapının o güzelim panoramik el-

Hamra siluetini mahvettiği belirgin bir şekilde gö-

rülüyordu. Caminin arkasındaki kilisenin hemen

önünde kaidesiyle bir haçın bulunduğu meydan bir

mesire yeri gibi idi. Buradan bakıldığında panora-

mik el-Hamra manzarası daha muhteşemdi ve bu-

rasının da turistlerin ilgisini yoğunlukla çektiği an-

laşılıyordu. Çok sayıda turist gün batımına doğru

bu muhteşem manzaranın tadını çıkarıyorlar ve o

anı ölümsüzleştirebilmek için fotoğraf ve kamera

çekimleri yapıyorlardı.

Küçük meydanda yere açılmış sergilerde turis-

tik bir kısım eşyalar satışa sunulmuştu. Meydan-

daki haçın kaidesine oturmuş olan ellerinde gitar-

larıyla küçük bir grup, hoş bir flamenko dinletisine

başladılar. Sürpriz arkadan geldi. Sergi açanlar-

dan olduğunu sandığım genç bir bayan, hareketli

ve hoş bu musikiye eşlik etti. O an hatırıma -ki se-

yahatimize başladığımızdan beri mırıldandığım ve

aklımdan çıkmayan- Yahya Kemal’in «Endülüs’te

Raks» isimli şiiri geldi.

“Zil, şal ve gül, bu bahçede raksın bütün hızı...

Şevk akşamında Endülüs üç def’a kırmızı...

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir,

İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,

İşveyle devriliş, saçılış örtünüşleri...

*Yrd. Doç. Dr.

Dipnot

Page 38: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

75Nisan 201274

HikâyeSelim TUNÇBİLEK Ramazan ayının ilk

günleriymiş. Meh-

met ile buluşma-

ya karar verdik. O vakte kadar

Müslümanların davranışlarının

takvimleri hakkında tutarlı bil-

gilerim yoktu. Ben bir kafede bu-

luşmayı önerdim. Reddetmedi.

Buluştuk. Mehmet ne içersin diye

bana sordu. Her zaman zaten

öyle yapardı. Türk erkeklerinde

benim o günlerde pek de anla-

madığım ilginç davranış biçim-

lerinden biriydi bu. Bulundukları

ortamlarda bayanlara ücret ödet-

memek gibi anlamsız, bize tuhaf

gelen davranışları vardı ve biz

buna alışıktık. Yine alışık oldu-

ğumuz davranışlardan biri de bu

tür yerlerde siparişleri garsonlar-

dan önce şayet aranızda bir Türk

erkeği varsa bu Türk alır, garson-

lara siparişi genel olarak onlara

toptan yaparlardı. Buna da alış-

mıştık. Bu tür davranışlarının de-

rinliğinde nasıl bir ruhsal yapının

bulunduğunu bilmiyordum. Zih-

niyetleri, dünyaları bizden fark-

lı insanlardı ama davranışları

pek de farklılık gibi gözükmüyor-

du. İlk kez derin bir farklılık his-

settim. Mehmet’e kahve içeceği-

mi söyledim. Mehmet masamızın

kenarında bizden siparişleri bü-

yük bir nezaket içinde bekleyen

bayan garsona her zamanki sakin

hali ile döndü ve ‘Bir kahve lüt-

fen’ dedi.

‘Bir kahve lütfen’ sözünü bir-

kaç hafta önce aramızda yaşan-

mış küçük bir gerginliğin ilk

işareti gibi algıladım. İçimden

“Demek bir kahve” dedim. Beyi-

miz hala oralarda idi demek. De-

mek benim affedicilikte sınırsız

hoşgörüsü var sandığım Mehmet

hiç de öyle değilmiş. Demek be-

nim merhamet duygularıyla bü-

tün bedeninin, aklının, ruhu-

nun dopdolu olduğunu sandığım

Mehmet o değerlerini bir yerler-

de tüketip buraya gelmişti. De-

mek onu yeterince anlayamamış

ve tanıyamamıştım. Demek olu-

yordu ki o konu henüz Mehmet’in

kafasında kapanmamıştı.

Ben nasıl da böylesine aptal

ve saf olabiliyordum. Böyle bir

yönümün varlığını hissettiğim an

Mehmet’in sevgisini, hiçbir şekil-

de eksilmemiş halde muhafaza

eden durgun yüzüyle karşılaştım.

Buna, yani geçmiş kavgamıza

ilişkin hiçbir iz yoktu. Bunu na-

sıl becerebiliyordu? Kalbinden

farklı şeyler düşündüğü halde yü-

zünde buna ilişkin hiç iz yoktu.

Bu durum beni daha da hırçın-

laştırdı. Garson kız masamızdan

henüz birkaç adım uzaklaşmıştı

ki: “Demek hala bana kırgınsın.”

dedim. Kırgınlık kelimesini ha-

yatında ilk kez duyuyormuş gibi

sustu, bir an ne demek istediği-

mi düşünür gibi yaptı. “Kırgınlık,

ne demek şimdi bu, anlamadım.”

diye bana sordu. Doğaldı ve be-

nim kırgınlık kelimesine kırgın

bir anlam yüklemediğim her ha-

linden açıkça belli oluyordu. Ne

diyeceğimi, konuya nasıl başla-

yacağımı, eski tartışmaya dönüp

dönmeme noktasında gidip gel-

melerimi bitirdikten sonra dik-

katimi topladım ve “Kahve niçin

içmiyorsun sen? Neden tek bana

kahve söyledin?” dedim. Dur-

du. Yüzüme hala içimde çoğalta

çoğalta büyüttüğüm tüm sevgi-

lerimi, tüm kır çiçekleri kokula-

rını kalbime yayarak gülümse-

di. “Ben oruçluyum” dedi. “Bu ay

bizim Ramazan ayımız, bu ayda

biz oruç tutarız.” dedi. Bu sözle-

ri duyduğum an hissettim ki ben

asla onun kadar merhametli ola-

madım. Ben asla onun düzeyinde

hoşgörülü, müsamahakâr dav-

ranamıyordum. Ben asla onun

gibi yumuşak, sevecen ve ılım-

lı olamıyordum. Olamayacaktım.

Mehmet hiç umulmadık biçimde

hayatın ona bir yardımıymış gibi

olaylardan güçlenerek çıkıyor-

du. Bunu onunla paylaştığım bü-

tün anlarda gördüm. Bu kazanım

için yaptığı tek şey doğal olmaktı.

Böylesine basit bir davranış ona

sınırsız güç kazandırıyordu.

Kendimden Utandım

Mahrem yerleri açılmış insan-

lar gibi kendimi çırılçıplak hisse-

tim ve utandım. Utanmak nasıl

bir şeydi o gün öğrendim. Utan-

mak yalnızca eylemlerden değil

sanırım. Kimi zaman bu tür yan-

lış düşüncelerden de duyulabilen

en derin en etkili insanî hislerden

biriydi. Bu duygu şimdi beni pen-

çeleri arasına almış paramparça

etmek için oramı buramı hırpala-

yıp duruyordu. Utanmanın kes-

kin bıçağından kendimi korumak

için Mehmet’in gözlerine sığınma

gereği duydum.

Onun bana gülümsemesiy-

le sanki insanların kalplerinden

kalplerine geçen derin bir duy-

gu hissettim. Onun kalbinin için-

de olmak gibi bir şeydi bu. O da

MASA, KAHVE, KALP“Kahvenin sıcak buğusu ile kokusu ikimizin arasındaki köprüden yol alıp içimizi

doldurdu. Çok sevdiğim bir kokuydu bu. İçime bütün sevgileri çekiyormuş gibi çektim.

Page 39: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201276

benim kalbimdeymiş gibi bir şey.

Bunu tarif etmek kolay değil. O

an sizler bizim masamızın ya-

kınlarında olsa idiniz ancak fark

ederdiniz bunu. Ya da benim an-

latmalarım yerine yazar da o an

orada olmuş olsa idi bu durumu

çok daha iyi anlatabilirdi. Kalp-

ten kalbe geçen o öğrenme bi-

çimini o an kavradım. O kalp-

ten kalbe söylenen, söylenmeyen

sözlerin yüceliğini yok edebile-

cek bir gücün olamayacağını o an

gördüm. İçimde tarifi mümkün

olmayan bir sıvının kalbimi dol-

durarak oradan taştığını ve bü-

tün bir bedenime yavaş yavaş ya-

yıldığını hissettim.

Benim kalbimin Mehmet’in

kalbine söyleyeceği şeylerinin ol-

duğunu duyumsadım. Artık sanı-

rım Mehmet’in kalbi söyleyecek-

lerini bir çırpıda söylemiş, benim

kalbimin içini bu sözlerle doldur-

muş, benim kalbimin de öğren-

diklerini Mehmet’e fısıldaması

gerekliydi. Gereklilikten de öte

kalbin kalbe öğretecekleri şeyle-

ri hiç kimsenin müdahalesi ol-

madan kalpler kendi aralarında

söylüyorlardı. Benim kalbimin

sesinin nasıl çıkacağını kestire-

miyordum. Kalbimin içinden ge-

len bir şeylerin varlığını biliyor-

dum ama bunun ne olduğunu hiç

bilmiyordum. Mehmet’in kalbi-

nin bana söylediklerinden ve be-

nim kalbimin onun kalbinden

öğrendiklerinden müşterek bir

şeylerdi belki bunlar. Belki de ta-

mamen onun kalbinden öğren-

diklerinden ayrı, çok farklı bir

şeydi. Bilemiyordum.

Garson kız elinde bir fincan

kahve ile masamıza geldi. Kah-

veyi bırakıp gitti. Bir anda garson

kızın masamıza kalbimi bıraktı-

ğı hissine kapıldım. Kahvenin sı-

cak buğusu ile kokusu ikimizin

arasındaki köprüden yol alıp içi-

mizi doldurdu. Çok sevdiğim bir

kokuydu bu. İçime bütün sevgi-

leri çekiyormuş gibi çektim. Bir

tek bu kahve kokusun aramız-

da köprü oluşturuşunu bütünüy-

le hatırlıyordum. Mehmet’le ne-

ler konuştuk neler yaşadık inanın

ondan sonrasını ben de pek ha-

tırlamıyorum. Hatırlamadığım

için yazara da anlatamadım. Bu-

rada bir eksiklik görürseniz el-

bette bu benim kusurum. Uma-

rım bağışlarsınız.

O kahveyi içme bahanesi ile

ne kadar orada kaldık. Erken mi

yoksa çok geç mi kalktık bilmi-

yorum. Tek bildiğim şey birbi-

rimizle uzun süren kalpten kal-

be konuşmalarımızın olduğu idi.

Mehmet gözümde ondan sonra

hiç sarsıntı, kuşku ve endişe do-

ğurmadı. Bunun ne demek oldu-

ğunu gerçek babamın sandıklara

gizlediği mektuplarında buldum.

Okudukça bu duygunun ne de-

mek olduğunu bildiğimi hatırla-

dım. Bu duyguları o mektupları

okudukça tekrar tekrar yaşadım.

Benim hiç kaybetmediğim bu

duygularım gerçek sahibinin ba-

bam olduğunu o mektuplarda

gördüm. Babam İbrahim Karaca-

oğlan, demek ki annemle kalpten

kalbe o an konuşmuş fakat anne-

min kalbi ile aralarına farkında

olamadıkları başka şeyler girmiş-

ti. Kalbin biri susarsa diğerinin

konuşmasının belki de hiçbir an-

lamı yoktu. Manasızdı. Belki de

manalıydı ama bizim o manayı

kavrayacak bilgimiz yoktu.

O Gün Kahve Masada Buz Kesti

Kahve buz kestikçe benim ve

Mehmet’in içi ısındı. Masada so-

ğuyan kahveden ne Mehmet’in

ne de benim haberim vardı. Kah-

ve umurumuzda değildi. Garson

kız birkaç kez boş kahve finca-

nını almak için masamıza geldi.

Kahvenin henüz içilmediğini gö-

rüp her seferinde geri gitti. Bize

bir tek soru bile sormadı. O gün

kahveyi masada yalnızlığına terk

edip Mehmet’le birlikte kalpleri-

miz iç içe konuşur halde oradan

ayrıldık. Kalbimin çok derinden

konuştuğunu hissettim. Masa-

ya gerçekten kahve içme arzusu

ile oturmuş olmama rağmen o is-

tek sanki kalplerimizin konuşma

anlarında yok olup gitti. Nereye

gitti? Bilmiyorum. Bu istek na-

sıl yok oldu anlayamadım. Onu

yok eden şeyin ne olduğunu hiç-

bir zaman bilemedim. Sevgi say-

gı ne derseniz deyin nasıl adlan-

dırırsanız adlandırın eksik tarif

olur bu.

O anı içtenlikle yaşamak ge-

rek sadece. Fakat ne zaman

Mehmet’le bir kahve içecek ol-

sam hep o kahveyi hatırlardım.

Kahve fincanı masanın üzerinde-

ki görüntüsüyle birlikte, çocuk-

luğumdaki “zeytin” kelimesi gibi

beynime hiç silinmeyecek şekilde

kazınmıştı. Küçük yaşımdan beri

hatırladığım zeytin kelimesi gibi

belki de hafızama değil ama ru-

huma kazınan ikinci şey bu kah-

ve fincanı ve ruhuma sinmiş ko-

kusu oldu.

Ben unutacak olsam bile san-

mam ki kemiklerim unutsundu...

77

Ve o mermer yataktan, uyandım ezan ileYaşadım dirilişi nidânın kanadında,Zemzemin beldesinde yıkandım şükrân ileGünün aydın sabahı müjde vardı adında.

Sergül VURAL

Ey sevgili, kapında misafirim bu gece!Kabul eyle ne olur ulu Beytullah’ında.Yorgunum, uykusuzum, muhâcirim bu gece,Yenik düştüm uykuya aşkın kıblegâhında,

MERMER YATAK

Mermer bir yataktayım pamuktan da yumuşak!Ne başımda bir yastık, ne üstümde bir yorgan;Bir zikir makamında fısıldar fasl-ı uşşak,Ne feryadım duyulur ne de ederim figan.

Page 40: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201278 79

EğitimM. Emin KARABACAK Biz dört kardeşiz ve evin tek kızıyım. Her şey

güzel güzel giderken ne zaman evlendik, çocuk

sahibi olmaya başladık; o zaman anne ve ba-

bamın, abilerimi kayırdıklarına şahit olmaya başladım.

Babamın durumu iyi, oturduğu evle birlikte üç tane daha

evi var. Bu evlere de abilerimi oturttu. Hatta babam bu ev-

lerden birini alırken, araba için biriktirdiğimiz parayı bizden

borç istedi ve biz de hiç tereddüt etmeden verdik.

Bir iki yıl sonra biriktirmiş olduğumuz parayla araba al-

maya karar verdik. Fakat az bir paraya ihtiyacımız oldu. Yani

anlayacağınız devede kulak misali bir para. Borç para alabi-

leceğimiz kişinin ailem olduğu düşündük ve parayı istedik.

Annemin verdiği cevap ise ipe un sermeye benzedi.

Yine yedi yıldır ödediğimiz kooperatiften evimiz çıktı.

Kat farkı, kira bedeli ve evin içi derken yine paraya ihtiyacı-

mız vardı. Yine borç alabileceğimiz kişinin ailem olduğu dü-

şündük. Devede kulak misali yine borç para istedik; fakat

bu sefer de babam, para yok dedi. Oysa babam, ondan son-

ra evin tüm eşyalarını değiştirdi. İşin garip tarafı, bana yok

olan şeyler, abilerime gelince nedense oluyor. Ev araba alır-

ken onlara gereken destek veriliyor; fakat bize gelince ipe un

seriliyor.

Bayram ve tatillerde annemlere gidiyoruz. Biz vardığımız

zaman bizim çocukları hoş geldin adına sadece ellerini öptü-

rürlerken, abilerimin çocuklarına ellerini öptürmekten öte

içten içe sarılıp öpmelerini izah edecek bir cümle bulamıyo-

rum.

“Her insan ölümü tadacaktır.”1 ayeti doğrultusunda an-

nem vefat etti, babam ise yaşıyor. Bir zamanların karakaşlı

kara gözlü oğlanları, şimdi babama bakmaktan imtina edi-

yorlar. Elleri ayakları tutarken en küçük bir adaleti bana çok

gören babama, şimdi ben bakıyorum. Adil ve dürüst davran-

madığı için babama içimden gele gele bakamıyorum. Allah

biliyor, Allah korkusu olmasa onu da bakmayacağım; ama

her şeyi Allah’a havale ediyorum.”

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebe-

bidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”2

Anne babaların çocuklarına karşı vazifelerinin en başın-

da adaletli davranmaları gelir. Çünkü anne babaların çocuk-

Kıskançlıklarının Nedenİ “Anne Baba Tutumları” mı?

KARDEŞ

Page 41: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

81Nisan 201280

lar arasındaki adaletsizliği, çocuklar arasına kin

tohumlarının atılmasına neden olmaktadır. Kü-

çük yaşlardan itibaren çocuklardaki kardeş kıs-

kançlığının temelinde de olumsuz anne babaların

tutumlarından kaynaklanmaktadır.

“Hep onu kayırıyorlar, onların biricik oğlu, var-

sa yoksa o, sanki ben üvey evladım…” gibi ifadeler

çocukların en sık kullandıkları cümlelerin başında

gelmektedir. Çocuklar arasındaki sevgi tohumla-

rı yerine atılacak kıskançlık tohumları, kardeşler

arasında olduğu kadar çocukların anne babalarıy-

la da sıkıntılar yaşamasına neden olacaktır. Bu-

nun sonucunda da çocuklar, anne babalarına kar-

şı; “Hırçın, söz dinlemeyen, asi…” gibi olumsuz

davranışlar sergilemesine neden olacaktır.

Ashab-ı kiramdan Numan bin Beşir anlatıyor:

“Babam bana bir miktar mal hibe etmişti. An-

nem, “Bu hibeyi Rasûlullah’a sormalısın.” dedi.

Bunun üzerine babam Rasûlullah’a gitti ve duru-

mu anlattı. Allah Rasûlü, “Başka çocukların var

mı?” diye sordu. “Evet!..” demesi üzerine “Aynı şe-

kilde hepsine de hibe ettin mi?” diye sorunca, ba-

bam “Hayır!..” dedi. Bu duruma karşılık Hazret-i

Peygamber (s.a.v.); “Allah’tan korkun, çocukla-

rının sana karşı hürmet ve lütufta eşit davran-

maları, seni memnun etmez mi? Öyleyse, çocuk-

larınız arasında adil olun.” dedi. Bunun üzerine

babam yaptığı hibeden vazgeçti.”3

Anne Babalar Çocuklar Arasında Adaletli Ola-

bilmek için Neler Yapmalı?

1. Çocuklar, anne babalar için bir imtihan ara-

cıdırlar:

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer im-

tihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katın-

dadır.”4

“Allah’tan korkun. Evladınız arasında adalet-

le muâmele edin.”5

“Bu, kendi ellerinizin yapıp öne sürdüğünün

karşılığıdır”. Allah kullar(ın)a asla zulmetmez.”6

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatıyor: “Yanıma bir ka-

dın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu da vardı.

Bir şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurma-

dan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı

ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine

pay ayırmadı. Çıkıp gittiler. Arkadan Rasûlullah

(s.a.v.) girdi. Durumu ona anlattım. Dedi ki:

“Kim bu şekilde kızlarla imtihan edilir o da on-

lara iyi davranırsa, kızlar, onun için, ateşe kar-

şı perde olurlar.”7

2. Adalet konusunda en güzel şekilde model ol-

malıdırlar:

Anne babalar adalet konusunda çocukları-

na en güzel şekilde model olmalıdırlar. Her ko-

nuda olduğu gibi dürüstlük ve adalet konusunda

anne babalar çocuklar arasında eşit davranmalı-

dırlar. Adalet konusunda en güzel şekilde model

olan anne babalar, aile bireyleri arasındaki sevgi-

nin güçlenmesini sağlayacaktır.

“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanla-

ra vermenizi ve insanlar arasında hükmettiği-

niz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah

size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Al-

lah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.”8

Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.): “İyi olması

için evladına yardımcı olan ve iyi örnek olan an-

ne-babaya Allah rahmet etsin.”9 buyurarak evlat-

lar arasında adaletli olmaya çalışan anne babala-

ra dua etmişlerdir.

Bir başka rivayette yine Peygamberimiz Efen-

dimiz (s.a.v.): “Onların sana eşit bir şekilde iyilik

etmeleri nasıl senin hakkınsa, senin de onlara eşit

muâmelede bulunman öylece onların hakkıdır.”

buyurmuşlardır.

3. Kız-erkek ayırımı yapmamalıdırlar:

Bazı ailelerin kız çocuklarına üvey evlat mua-

melesi yaptıklarına şahit olmaktayız. Kız çocukla-

rını ikinci plana atıp erkek çocuklarını ön plana

çıkaran aileler, kendilerine olduğu kadar kardeş-

ler arasında da sevgi ve kardeşlik bağının ortadan

kalkmasına neden olmaktadırlar. Çocuklara gös-

terilecek sevgide; kız-erkek ayırımı yapılmadan

adaletli bir şekilde gösterilmelidir. Hz. Enes’in

(r.a.) naklettiği hadis-i şerifte: “Bir adam, Pey-

gamber Efendimiz (s.a.v.)’in yanında oturuyor-

du. Bir ara adamın yanına bir erkek çocuğu gel-

di. Adam çocuğu öpüp dizleri üzerine oturttu.

Biraz sonra adamın yanına bir de kız çocuğu

geldi. Adam onu da yanına oturttu. Peygamber

Efendimiz adama, ‘Niçin ikisini bir tutmadın?’

diye adamı kınadı.”10

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Allah,

öpücüğe varıncaya kadar her hususta, çocuklar

arasında adaletli davranmanızı sever.”11 buyur-

muşlardır.

4. Küçük büyük ayrımı yapmamalıdırlar:

Genelde aileler küçük çocukları kayırma eğili-

mindedirler. “Sen ablasın, abisin, büyüdün…” gibi

ifadeler en sık duyduğumuz cümlelerin başında

gelir. Çocuklar arsında küçük-büyük diye bir ayı-

rım yapılmamalıdır. Hak kiminse ona verilmeli-

dir.

Hazret-i Ali anlatıyor:

“Peygamber Efendimiz bize ziyarete gel-

mişti. O gece bizde kaldı. Hasan ve Hüseyin de

uyuyorlardı. Bir ara Hasan su istedi. Peygam-

berimiz hemen kalktı ve su kırbasından bir bar-

dak su aldı, çocuğa vermek için getirmişti ki,

o sırada Hüseyin de uyandı. Hüseyin barda-

ğa uzandı ve su içmek istedi. Peygamberimiz

suyu Hüseyin’e vermedi, önce Hasan’a verdi.

Bunun üzerine Fatıma dayanamadı ve ‘Hasan’ı

Hüseyin’den çok seviyorsunuz gibi...’ dedi.

Peygamberimiz, ‘Hayır, suyu önce Hasan istedi.’

buyurdular.

5. Amel defterlerinin kapanmamasını sağlar-

lar:

Anne babalar öldükten sonra dua edecek ha-

yırlı evlatlar bırakmak için adaletli olmak zorun-

dadırlar. Çünkü sağlığında dürüst ve adaletli ola-

mayan anne babanın çocukları da dua konusunda

onları hayırla yâd etmeyeceklerdir.

“Biz; iki kız, bir erkek üç kardeşiz. Anne-babam

abime ev aldı fakat bize almıyor. Gerekçe de ben

oğlana almak zorundayım, size de eşinizin ailesi

alsın, diyor. Nerde adalet nerde çocuklar arsında

eşitlik? Bunu yapan da namazında niyazında ve

her zaman hacılığıyla gurur duyan öz babamdır.

Benim de içimden ne anne-babama dua etmek ne

de arkalarından hayır yapmak geliyor.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Bir insan ölün-

ce şu üç şey hariç amel defteri kapanır: Sadaka-i

cariye (faydası kesintisiz sadaka), faydalı ilim ve

kişinin ardından kendisine dua edecek hayırlı ev-

lat.”12 buyurmuşlardır.

Sonuç olarak:

Anne babaların elinde yetiştirme adına birer

emanet olan bu çocuklar, ahiret için de birer im-

tihandır. “Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız bi-

rer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın

katındadır.”13

Anne babalar, çocukların eğitiminden tutun da

mal paylaşımına kadar her konuda azami dikka-

ti göstermeleri ve çocukları arasında âdil davran-

malıdırlar. “Allah’tan korkun ve çocuklarınız hu-

susunda adil olun.”14

Şunu unutmamak gerekir ki¸çocuklar her ne

kadar anne baba hakkında sorguya çekilecekse de,

anne babalar da çocuklarına karşı adaletli olup ol-

madıkları konusunda hesaba çekileceklerdir. “...

Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden

sakınınız.”15

1 3/Ali İmran, 1852 8/Enfal, 283 Müslim, Hibat,13/34 8/Enfal, 285 Râmuz, c. 1/13106 3/Ali İmran, 1827 Buhârî, Zekât 10. Tirmizî, Birr 138 4/Nisa, 58

9 Makasıdu’l-Hasene,22510 Hayâtü’s Sahabe, c. 3/4711 Câmiu’s-Sağîr,2,29712 Ebu Davud, Vasaya,1413 8/Enfal, 2814 Müslim, Hibe,1315 2/Bakara, 24

Dipnot

Page 42: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

83Nisan 201282

6.000 yıllık tarihi boyunca üzerinde barındır-

dığı medeniyetlerin izlerini taşıyan Tokat, çok çe-

şitli ve zengin bir kültürel yapı ile yoğrulmuştur.

Hititlerden günümüze kadar üzerinde yaşamış

tüm medeniyetlerin izlerini bu ilimizde bulmak

mümkündür.

Tokat, zengin doğal kaynakları, jeostratejik

konumu nedeniyle beyliklerin, devletlerin ve im-

paratorlukların mücadele alanı olmuştur. Orta

Karadeniz dağlarından güneye, Anadolu’nun iç-

lerine doğru, değişik rakımlarda dizi dizi yayla-

lar, ovalar, bağ ve bahçeler içindeki akarsularıyla,

dünyada benzeri az olan bu cennet ilimiz, canlı ve

zengin tarihinin izlerini bugün de yaşatmaktadır.

Çok renkli bir maziye sahip olan şehrin her

meşrepten insana hitap eden tarikat zenginliği

vardır. Mevlevîliğin ve Nakşibendîliğin köklü geç-

mişi yanı sıra diğer bazı tarikat kollarını da köy-

lerine varıncaya kadar ilçeleriyle birlikte Tokat’ta

görmek mümkündür.

Tokat, fazilet sahibi üstün kimseler yurdu, şa-

irler yatağı olmanın ötesinde başka hiçbir şehre

nasip olmayan bir özelliği ile de ön plana çıkmak-

tadır. O da Osmanlı İmparatorluğu’na altı şeyhü-

lislam yetiştirmiş bir şehir olmasıdır. Fatih Sul-

tan Mehmet döneminden Sultan Vahidettin’e

uzanan beş asra yakın yaşayan bu ulu çınar ağa-

cının özünde Molla Hüsrev, İbn-i Kemal, Muid

Ahmet Kazâbâdî, Kadızade Mehmet Tahir, Hacı

Kara Halil ve Mustafa Sabri Efendi bu görevi de-

ruhte etmeye çalışmışlardır.

Bunun yanında Tokat’ta doğup başka yerler-

de vefat eden Allah dostları da vardır. Hatta ba-

zılarının Tokadî nispetiyle bilinen bu insanlar-

dan da bahsetmek yerinde olacaktır. Bunlardan

en bilineni, Altın Silsilenin altın halkalarından,

Tokat’ta doğup İstanbul’da vefat etmiş olan Sey-

yid Hacı Mustafa Haki Tokadî Hazretleridir. So-

ğukpınar Mahallesi’nde doğan ve tahsil hayatını

Tokat’ta tamamlayan Mustafa Haki Efendi Haz-

retleri Altın Silsilenin başka bir halkası olan Ço-

rumlu Mustafa Rumî Efendinin talebesi olup on-

dan icâzet almıştır. Nuranî simasından dolayı

kendisine “Melek Hafız” diye hitap edilen Tokat-

lı Pirin kabr-i saadetleri Fatih Camii Haziresin-

dedir.

Örnek Hayat Yusuf HALICI

Y i n e ,

Tokat’ta do-

ğup İstanbul’da

vefat eden Mehmet

Emin Tokadî Hazretle-

ri de Tokatlıdır. Bir diğe-

ri yine Tokat’ta doğup Bolu’da

vefat eden ve türbesi Bolu’nun gi-

rişinde yüksekçe bir tepede olup ha-

len ziyaret edilen Hayreddin-i Tokadî

Hazretleridir. Bir diğeri de babası Tokatlı

olup Edirne’de doğmuş Bursa’da vefat etmiş olan

Tokatlı Hayreddin Efendidir.

Tarihimizin ender yetiştirdiği insanlardan

biri olan ve Yavuz’un Mısır seferi sırasında atı-

nın ayağından sıçrayan çamurların kaftanına gel-

mesi sebebiyle kendisi için söylediği meşhur “Bir

âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim

için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı sandu-

kamın üzerine koysunlar.” sözün muhatabı İbn-i

Kemâl Efendi de Tokat’ta doğup İstanbul’da vefat

eden âlim, fazıl Allah dostu insanlardandır.

Abdülmecid Şirvanî

Tokat’ın manevî zenginliği olan büyük velile-

rindendir. Şirvan’da dünyaya gelmiştir. Doğum

tarihi belli değildir. Şirvan bölgesinin en büyük

velisi olan babası Şeyh Veliyüddin Efendi, ilim,

fazilet sahibi, şüpheli şeylerden sakınan takva sa-

hibi bir insandı. İnsanlara devamlı vaaz ve nasi-

hat ederdi. “İnsanların en hayırlısı, onlara fayda-

lı olandır.” hadis-i şerifinin açık bir numunesi idi.

Küçük yaştan itibaren böyle bir ilim ve sohbet

halkasında yetişen Abdülmecid Şirvanî yüksek

zekâsı, anlayış ve kavrayışının fevkalâde keskin-

liğinden kısa sürede akranlarını ve emsallerini

geçti ve genç yaşta Şirvan’a bağlı Şemahı kasaba-

sına giderek ders vermeye başladı. Kendisi bu yıl-

larını şöyle anlatmaktadır:

“Şemahı’nda talebelere bir şeyler anlatmada

çok gayret sarf ediyordum. Zahir ilimlere olan

rağbetim ve onları öğrenme ve öğretme husu-

sundaki şevkim öylesine artmıştı ki gecelerimin

çoğunu kitapla-

rı mütalaa ve oku-

makla geçiriyordum.

Bir mübarek gecede,

mütalaa ettiğim kitap ha-

rekete gelip şöyle konuştu:

“Ey Abdülmecid! Ben senin

Rabbin miyim ki gece gündüz bana

bakıyorsun. Var git, bu bağlılığını Rab-

bine yap. Bu bağlılığı Rabbine yapman

daha uygundur.”

Kitaptan gelen sesi duyunca, onu bir kenara

bıraktım ve dağlara gittim. Oralarda bir mağara

buldum. O mağarada tam dört yıl geceli gündüz-

lü Allahu Teâlâ’yı zikirle meşgul oldum. Bu sıra-

da bana kerametler ihsan edildi. Abdest almak

için dışarı çıktığım zaman, yırtıcı ve vahşi hay-

vanlar bana saldırmaz ve benden kaçmazlardı.

Hatta bana yaklaşırlar, abdest aldıktan sora yer-

de biriken suları içerlerdi. Bazı yerlerde uçardım.

Bir anda bir vadiden diğer vadiye geçerdim. Bu

halleri, asıl maksat sanıp böyle kemale erileceği-

ni düşünüyordum. Bu sebepten tasavvuf yoluna

girmek isteyene bir mürşid, bir yol gösterici ge-

rekmediği şeklinde yanlış bir düşünce içerisin-

deydim.

Ben bu hâl içerisindeyken, Şirvan mıntıkası-

nın mürşid-i kâmili, büyük velî Şeyh Kubad Haz-

retleri, talebeleriyle bulunduğum mağaraya ya-

kın nehrin kenarına gelip yerleşmişler, ibadet ve

zikirle meşgul oluyorlardı. Onların zikrettikleri-

ni görüp, kalbimden beraber zikretmek düşünce-

si hâsıl olunca, şeytan kalbime vesvese vererek:

“Tâbi oldukları şeyh ümmîdir. Okuma, yaz-

ması yoktur. Ona uyanların çoğu da cahil kimse-

lerdir. Bunlar arasına karışmaktansa, kendi ba-

şıma oturup riyazet, nefse karşı gelme ve nefis

muhasebesi yapmak vahşi ve yırtıcı hayvanlarla

yakınlık kurmak daha iyidir.” dedim. Fakat bu sı-

rada Yüce Allah’ın tevfik ve inayeti yardıma yetiş-

ti ve kendi nefsime: “Zâhidleri ile İslâm’ın emir

ve yasaklarını yerine getirmeye çalışan, gece gün-

düz Allahu Teâlâ’yı zikreden şu insanlara suizan-

VELÎLERİTOKAT

Page 43: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

85Nisan 201284

da bulunmak ya-

kışmaz. Hele onların

hallerini bir gör. Mü’min

olan insanın hâl ve hareketle-

rini görmeden karar vermez.” di-

yerek, onlara yakın bir yere gizlen-

dim. Hâl ve hareketlerini, ne yaptıklarını

iyice gördüğüm zaman, kalbimden önceki

şüphelerin hepsi gitti. Sonra yanlarına varıp bir

kenara oturdum.

Mutad zikirleri bittikten sonra, Kelime-i Tev-

hid söylemeye başladılar. Ben de elimde olmadan

onlarla birlikte Kelime-i Tevhid söylemeye başla-

dım. Ansızın bende vecd (kendinden geçme) hâli

meydana geldi, düşüp bayıldım, O zaman talebe-

leri beni Şeyh Kubad Hazretleri’nin huzuruna gö-

türmüşler. Biraz sonra kendime gelip, gözümü

açınca, başımı Şeyh Kubad Hazretleri’nin dizin-

de buldum. Derhal Şeyh Kubad Hazretleri’nin

elini öptüm. Beni de talebeliğe kabul buyurma-

sını rica ettim. Talebeliğe kabul edince emretti-

ği şekilde hareket etmeye başladım. Ondan son-

ra bende daha önce var olan keşif ve kerametler

kayboldu. İçimde öyle bir ilim hâsıl oldu ki, o ma-

ğarada yalnız başıma nefsimi terbiye etmekle çok

hatalı bir yolda olduğumu anladım. Şeyh Kubad

Hazretleri beni bir anda içerisinde bulunduğum o

karanlık durumdan çıkarıp, himmetleri ile kalbi-

mi temizledi. Eğer Efendim Mevlânâ Şeyh Kubad

Hazretleri’nin sohbetleri ile şereflenmeseydim,

Allah korusun çok aşağı derecelerde kalacaktım.”

Şeyhinin sohbetleriyle kemale eren Abdülme-

cid Efendi, efendisinin vefatından sonra onun ye-

rine geçti. Bir süre

sonra da Tokat’a ge-

lerek burada insanla-

ra ders vermeye, sohbette

bulunmaya başladı. Tokat’a

gelmesini, talebesi Sivaslı Kara

Şems’e şöyle ifade eder:

“Ey Kara Şems! Benim Allahu

Teâlâ’nın emri ve Sevgili Peygamberimi-

zin işareti ile kendi memleketimi, ailemi ve

sevenlerimi terk edip; dağ, tepe ve beldeleri aşıp

gelmem sadece seni manevî ilimlerde ilerletme ve

terbiye içindir.”

Abdülmecîd Şirvânî Hazretleri, Tokat’ta, baş-

ta Kara Şems olmak üzere birçok talebe yetiştir-

miştir.

Abdülmecîd Şirvanî, asil, cömert, af ve maze-

retleri kabul edici, sohbetleri tatlı, halim, selim,

merhametli biridir. Kendisine has üslubu ile çok

güzel vaazlarda bulunurdu. Sohbetlerinde, tatlı

ama son derece tesirli sözleriyle en katı kalpleri

dahi mum gibi eritmiştir.

Onun sohbetlerinden herkes öğrenmeyi iste-

diği bilgileri öğrenir, öyle ayrılırdı. Rivayete göre

onun etkili Kur’an-ı Kerim okuyuşu ile yerdeki

vahşi hayvanlar ve gökteki uçan kuşların, dinle-

mek için etrafında toplanırlardı.

Abdülmecid Şirvanî Hazretleri 1564 yılında

taun salgınından vefat etti. Kabri, kendi adıyla

anılan kabristandadır.

NAAT

Hürmetle Peygamberini andın mı ey gönül ?Muhabbetine nefsini bandın mı ey gönül ?

Hadis-i şeriflerinden güç, ibret alarakSünnet-i Seniyye’sine kandın mı ey gönül ?

En Büyük Kılavuz’un yolunu izlemedenHakk’a kavuşabilirim sandın mı ey gönül ?

Uğrunda can vermeyi cana minnet bilip de Nûrunda pervâne gibi yandın mı ey gönül ?

Nefsini muhabbetine bandın mı ey gönül ?Peygamberini hürmetle andın mı ey gönül ?

Bekir OĞUZBAŞARAN

Page 44: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

87Nisan 201286

SağlıkAkın DİNDAR

Pek çok insanın yüzüne anlam katan ben-

ler başa iş de açabiliyor.

Onları güneşten saklamak ve kopar-

mamak sağlık için en doğrusu.

Çoğu zaman estetik bir değer taşıyan benlerin;

başınıza iş açabileceğinizi biliyor muydunuz?

Uzmanlar, benlerdeki kötü huylu değişmelere

en büyük etkiyi güneş ışınlarının yaptığını belirte-

rek, “Benler mutlaka güneşten korunmalıdır” diyor

ve her insanda en az bir tane bulunan benlerin “iyi

huylu deri oluşumları” olduğunu belirtiyorlar.

Konuyla ilgili merak edilen sorular aşağıda be-

lirtilmiştir:

Tüm benler aynı şekilde midir?

Hayır, çok farklı şekillerde olabilirler. Açık kah-

veden koyu siyaha kadar değişen renklerde, deriy-

le aynı düzeyde veya daha kabarık, düzgün ya da

girintili çıkıntılı yüzeyli, üzeri kıllı ya da kılsız, yu-

muşak kıvamda ve belirgin sınırlıdır. Çapları 2-10

mm arasında değişir.

Vücudun neresinde görülürler?

Vücudun her yerinde olabilirler. Saçlı deri, el, iç

ayak tabanı, tırnak yatağı hatta ağız mukozasında

bile oluşabilirler. Buna karşın daha çok, güneşe ma-

ruz kalan bölgelerdedirler.

Hepsi doğuştan itibaren var mıdır?

Benlerin sadece bir kısmı doğumdan itibaren

vardır; büyük bir kısmı daha sonra gelişir.

Benlerde ne tür değişiklikler olabilir? Bu deği-

şiklikler önemli midir?

Benler genelde çok sabit deri lezyonlan olmak-

la birlikte, yaşam süresince bazı değişikliklere uğra-

yabilirler. Benler çeşitli nedenlerle alınması gere-

kebilir. Görünüşü kişinin hoşuna gitmeyebilir, kötü

huylu bir lezyona dönüşmüş olabilir veya kötü huy-

lu bir lezyona dönüştüğü şüphesi vardır. Benin ya-

kınında, ufak ufak başka benler çıkıyorsa, rengi de-

ğisiyorsa, üzerinde kanayan, kapanmayan bir yara

çıkmışsa, ben son zamanlarda büyümeye başlamış-

sa veya kaşıntılıysa, kızarıklık, renk değişim, sınır

düzensizliği, asimentri ve kanama gibi bulgular cilt

kanserine işaret edebileceğinden bir uzman tarafın-

dan değerlendirilmelidir.

Benlerin erkeği-dişisi olur mu?

Benlerin erkeğinin olduğu, dişisinin olduğu,

alındığı zaman üremesi gibi inançlar ise tama-

men söylentidir. Benler ciltteki bazı tip hücrelerin

bir bölgede toplanması ile oluşmuş cilt lezyonları-

dır. Pigment içerikleri genellikle fazla olduğundan

koyu renklidirler. Benlerin erkeği, dişisi olmaz. Uy-

gun şekilde çıkarılırsa tekrarlamaz, üremez veya çı-

karıldığı halde kötü bir şeye dönüşmez. Tam aksine

eğer benin kötü huylu (kanser) olduğu süphesi var-

sa vakit kaybetmeden çıkarılması gerekir. Benlerin

kökü yoktur, tamamen ciltte yerleşmiş lezyonlardır.

Şayet bir benin kötü huylu bir lezyona dönüştü-

ğü şüphesi varsa uygun şekilde çıkarılmalı ve ince-

lenmek üzere patoloji laboratuarına gönderilmeli-

dir.

Benlerin kötü huylu değişimini önlemek için ne-

ler yapılabilir?

Benler güneşten kesinlikle korunmalıdır. Özel-

likle saat 10.00-14.00 arası güneşe maruz kalmak-

tan kaçınılmalı. Güneşten koruyucu seçerken SPF

olarak belirtilen güneşten koruma faktörünün en az

15 olmasına dikkat edilmelidir.

Uzmanlar, benlerdeki kötü huylu değişmelere en büyük etkiyi güneş ışınlarının

yaptığını belirterek, “Benler mutlaka güneşten korunmalıdır” diyor ve her insanda en

az bir tane bulunan benlerin “iyi huylu deri oluşumları” olduğunu belirtiyorlar.

BENLERİle İlgİlİ doğru ve yanlışlarİle İlgİlİ doğru ve yanlışlar

Uzmanlar, benlerdeki kötü huylu değişmelere en büyük etkiyi güneş ışınlarının

yaptığını belirterek, “Benler mutlaka güneşten korunmalıdır” diyor ve her insanda en

az bir tane bulunan benlerin “iyi huylu deri oluşumları” olduğunu belirtiyorlar.

BENLER

Page 45: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201288 89

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Bekir SARI

TurpYaprakları tüylü, çiçekleri beyaz,

sarı, mor renkli bir bitkidir. Acımsı bir tadı olan turpun kökü C vitamini, kü-kürt ve iyot bakımından zengindir. Ay-rıca, B1, B2 vitaminleri ile çeşitli mine-raller içerir.

Faydaları

Karaciğere çok faydalı bir besin olan turp tam bir karaciğer dostudur. Karaci-ğeri kuvvetlendirir ve şişliğini indirir. Sarı-lığa karşı da faydalıdır. Böbrek kumlarını ve safra taşlarını dökmeye yardımcı olur. Romatizma ve siyatikte faydalıdır. Astım ve bronşit gibi solunum yolu hastalıkları-na iyi gelir. Öksürüğü keser. İdrar sök-türür ve kabızlığı giderir. Uyarıcıdır. İş-tah açar. Mikrop öldürücüdür. Vücudu ve dişetlerini kuvvetlendirir. Kalp ve da-mar sağlığına faydalı olmasının yanında

kansere karşı da koruyucu etkilere sa-hiptir. Şeker hastalarına da faydalıdır. Turp cilt bakımı için de yararlıdır. Cilde tazelik, saçlara ise parlaklık verir. Sivil-ce ve egzamayı geçirmeye yardımcı olur.

Nasıl Kullanılır?

Turpun kökü ve yaprağı daha çok

salatası yapılarak kullanılır. Tıbbî açıdan ise; kırmızıturp vücuda kuvvet verir ve balgam söktürür. Siyah turp böbreklere daha faydalıdır. Tam bir karaciğer dos-tu olan turp suyu, damar sertliği ve uy-kusuzluğa da iyi gelir. Bal ve sirke şerbe-ti ile karıştırılıp gargara yapılırsa nefes darlığına iyi gelir.

Şifalı Bitkiler

Çilekli PastaMalzemeler

4 su bardağı süt

1,5 su bardağı vişne suyu

1 paket kakaolu bisküvi

4 tepeleme çorba kaşığı un

6 çorba kaşığı toz şeker

1 çorba kaşığı nişasta

1 paket vanilya

1 limon kabuğu rendesi

50 gr tereyağı

20-25 adet çilek

Hazırlanışı

4 su bardağı sütü bir tencere içerisine alıp, 4 kaşık unu da ilave edip, muhalle-bi kıvamına gelene kadar karıştırarak pişiriyoruz. Toz şeker, tereyağı, vanilya ve limon kabuğu rendesini ilave ediyoruz. Bir taşım kaynatıp ocaktan alıyoruz. Hemen bir mikser yardımı ile 5 dakika kadar çırpıyoruz. Dikdörtgen bir bor-cam içerisine muhallebinin bir miktarını döküyoruz. Üzerine bir sıra kakaolu bisküvi diziyoruz. Kalan muhallebiyi bisküvilerin üzerine döküyoruz. Çilekle-ri yıkayıp ortadan ikiye bölüyoruz. Pastanın üzerine düzgünce yerleştiriyoruz.

Bir buçuk su bardağı vişne suyunu bir çorba kaşığı nişasta ile pişirip sos elde ediyoruz. Hazırladığımız sos çok koyu olursa bunu su ile de açabiliriz. Bu sosu çileklerin üzerine döküyoruz. Buzdolabında dilendirip servis yapıyoruz.

NOT: Çilek yerine muz, ananas, vişne de kullanabiliriz.

Afiyet olsun.

Page 46: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel

Nisan 201290

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Yl: 4 Say: 3

7

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 85 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

2012 Yılı Çocuk ekiyle birlikte

yıllık abone bedeli

85 TL

2012 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Page 47: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel