başyazı - somuncu baba dergisi · 2017-01-05 · bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama...
TRANSCRIPT
![Page 1: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/1.jpg)
![Page 2: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/2.jpg)
Başyazı Sebahaddin ATEŞ
KÜLTÜRÜN BEŞİĞİ ANKARA
Ankara is resembled to the shining moon in the dark night by the poet spirited people. It is a jewel glowing in the middle of the steppe. The men of service always tried to do their best for Ankara for centuries. And everybody has added something from themselves to this beautiful city.
Ankara is careful in doing the honors. It welcomes its guests with the love of Yunus, the tolerance of Mawlana and the dignity of Hacı Bairam Wali, sleeping his eternity sleep in this beloved land.
While spreading the prosperity and perfections from Ankara to the world that he got from Somuncu Baba, as being the disciple of whom, Hacı Bairam Wali also reflected the tolerance, wisdom and supremacy of this spiritually wise heart, who trained him.
Like the heart in a body, Ankara, the republican city, is in the center for the eighty- one cities in this country.
ANKARA, THE CRADLE OF CULTURE
“Şehirler, geçmişin izlerini taşıyan devasa açık müzelerdir. Bu açık hava müzelerinde zamanın değişiminin ve mekânın dönüşümünün izlerini sürebilirsiniz. Şehirlerin de insanlar gibi kimlikleri vardır.” diyor bir edibimiz. Şehir, onu imar ve ihya eden toplumların hayat anlayışını yansıtır. O toplumun ruhunun yansımasıdır. Şehirlerin de duyguları vardır. Medeniyet merkezi olan şehirler ete kemiğe bürünmüş canlı varlıklar gibidir. Şehir, bir nevi hafızadır.
Ankara’yı karanlık gecelerde parlayan aya benzetir şair ruhlu kalem ehli. Bozkırın ortasında parlayan bir mücevherdir Ankara. Hizmet düstur edenler, yüzyıllardır ellerinden gelini yapmaya çalışmışlar. Herkes kendinden bir şeyler katmaktadır bu güzel şehre… Ankara, denizden uzaktır ama kültür suyuna kavuşmuş kadim bir medeniyetin nakış nakış motiflerinin bulunduğu işlemeli bir yüzük taşıdır. Mecnun’un Leyla’sını çöllerde aradığı gibi, uzak düştüğü deryaları nehirlerle halkın istifadesine sunan hizmet gönüllülerinin gayret ettiği, bir münbit alandır artık. Lâtif ve mülâyim bir çehresi vardır bu şehrin. Onun gönül aynasında vakar ve tevazu, gül suretinde yansımaktadır.
Hitabet sanatını iyi bilenlerin konuşmalarını halka duyurabildiği bir kürsüdür Ankara… Seçkin Anadolu çocuklarının millet menfaatine kafa yorduğu, halkın daha müreffeh yaşaması için gecesine gündüzüne kattığı, hayırlı adımlar attığı, kararlar aldığı meclis çatısı altındaki zaman dilimlerinin şahididir. Doğusundan batısına bu ülkenin evlatlarının özgürlük adına, demokrasi adına seslerini arşa yükselttiği bir muhteşem korodur. Söyleyecek sözü olanlar, Anadolu’dan buraya akmaktadır. Ankara, misafirlerini ağırlamakta titizdir. O, mihmanlarını Yunus’un sevgisiyle, Mevlâna’nın hoşgörüsüyle, aziz toprağında sonsuzluk uykusunu uyuyan Hacı Bayram-ı Veli’nin vakarıyla karşılamaktadır. Somuncu Baba’nın talebesi olarak, manevi büyüğünden aldığı feyzi, kemâlâtı Ankara’dan dünyaya yayarken Hacı Bayram-ı Veli, aynı zamanda kendini yetiştiren o kâmil gönlün hoşgörüsünü, irfanını, yüceliğini bütün insanlığa yansıtmaktadır.
M. Nihat Malkoç “Bu şehrin manevî bekçiliğini yapan bir ahir zaman mürşididir Hacı Bayram Veli… Hakikat incilerini toplayan bir gönül avcısıdır o…” cümleleriyle kalpten Hüda’ya açılan yolların işaret taşlarını onun Somuncu Baba’nın gönlünden, kendi gönlüne akan inciler olduğuna dikkat çeker. O üstadının nefisleri tezkiye eden tasavvuf mektebinde, gönül ikliminde yetişmiştir. Fatihlere yol olan nice Akşemseddinler geçmiştir rahle-i tedrisatından. Hacı Bayram’da ezanlar ruhlara inşirah neşvesi verir. Dualar tülü tül bulutlara yükselir orada. Ovasındaki başaklar yetkindir, olgundur, dolgundur. Tevazu ile boyun eğerler ama vakurdur duruşları. Sevgi ve saygı kültürü taşına toprağına sinmiştir bu mübarek toprakların...
Bir bedendeki kalp gibi, seksen bir vilayet için merkezdir bu şehr-i cumhuriyet. Ankara sadece ülkemizin değil, vatanını, milletini seven yetmişdört milyon vatandaşımızın da gönlünde mutena bir yere sahiptir. Selam olsun, Ankara’ya…
Bank Asya ilan 220x310.indd 1 26.03.2012 15:05
![Page 3: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/3.jpg)
42
52 56 64
EL KÂDİR - Ramazan ALTINTAŞ (14)
MÜFTERÎYE MÜNTAKÎM HAKK - Nazlı Rânâ GÜREL (17)
BOZKIRIN ESKİMEYEN TÜRKÜSÜ: ANKARA - Meryem Aybike SİNAN (18)
OSMANLININ PEYGAMBER SEVGİSİ - İsmail ÇOLAK (22)
SÛFÎLERİN TEVESSÜL VE VESÎLE ANLAYIŞLARI - Kadir ÖZKÖSE (26)
GÖNÜL COĞRAFYAMDA ANKARA - M. Nihat MALKOÇ (31)
DUA EYLEYEN SULTAN - Musa TEKTAŞ (32)
ÂTİKE BİNT ABDULMUTTALİB (R.AH.) - Bünyamin ERUL (37)
BİR HADİS RÂVÎSİ OLARAK HZ. ÂİŞE (R.AH.) ANNEMİZ - Enbiya YILDIRIM (38)
BAŞARI KILAVUZUMUZ OLMALI - Ali ÖZKANLI (46)
HACI BAYRAM-I VELÎ - Resul KESENCELİ (48)
EN SEVGİLİYE! - Mehmet SERTPOLAT (55)
HÜNKÂR YOLU - Muharrem AKIN (60)
MUTLU OLMANIN ON PRENSİBİ - Sefa SAYGILI (62)
NEYLEYİM - Mustafa AKGÜN (67)
GEZİ NOTLARI 1: ENDÜLÜS - Fatih ERKOÇOĞLU (68)
MASA, KAHVE, KALP - Selim TUNÇBİLEK (72)
MERMER YATAK - Sergül VURAL (75)
KARDEŞ KISKANÇLIKLARININ NEDENİ? - M. Emin KARABACAK (76)
TOKAT VELÎLERİ - Yusuf HALICI (80)
NAAT - Bekir OĞUZBAŞARAN (83)
BENLER İLE İLGİLİ DOĞRU VE YANLIŞLAR - Akın DİNDAR (84)
TURP - Şifalı Bitkiler (86)
ÇİLEKLİ PASTA - Mesude SARI (87)
İKİ KUTLU AİLE
AİLE KURUMU
İSLÂM’DA KADIN HAKLARI
PEYGAMBERAŞKIYLA YANAN DEDE
DOST BAHÇESİNİN BÜLBÜLÜ OLMAK
EMÂNETİ EHLİNE VERMEK
06Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmâil (a.s.), Hz. Sâra, Hz. Hacer… Hz. Muhammed (s.a.v.), onun sevgili eşleri annelerimiz, Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin (r.anhüm) ve onların yolunda olanlarla ne kadar tanışıyoruz?
Ana-baba ve çocuk arasında karşılıklı bir bağımlılık örüntüsü söz konusudur. Bu bağımlılık örüntüsü zaman içinde değişen bir süreçtir.
Allah kadını erkeğe erkeği de kadına muhtaç yaratmıştır. Bu ihtiyaç dengede tutulabilirse bunun sonunda, muhabbet, meveddet, merhamet ve mutluluk meydana gelecektir.
İki cihân güneşi Hz. Muhammed (s.a.v.) için Türk edebiyatında sayısız na’t yazılmıştır. Bu na’tlerin içinde dikkat çekenlerden biri de Yaman Dede’nin şiiridir.
Gönül vuslata ersin; cân, cânâna kavuşsun. Her istediğin olsun. Dikenler bile gül bahçesinin gülleri olsun.
İslâm Hukuku’nda ise emânet, Allâhu Teâlâ’nın gerek kendi hukûku, gerekse yaratıklarının hukûku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen bir isim olarak tarif edilmektedir.
10Ali AKPINAR
Rukiye KARAKÖSE Vedat Ali TOK
Abdülmecit İSLAMOĞLUMehmet SOYSALDI
SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır
Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ
Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803
YIL: 17 SAYI: 138 Nisan 2012 Basım Tarihi: 01 Nisan 2012
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına
İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin ATEŞ
Yazı İşleri Müdürü Hulûsi YAYLA
Yayın Editörü Musa TEKTAŞ
Yapım ARTWORKS
www.artworks-tr.com
Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU
Sanat Yönetmeni Volkan ZORBA
Tashih Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI
Arşiv Muharrem AKIN
Abone Şeyda KAYAPINAR
Reklam Yusuf YILMAZ
Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA
Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]
Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım
Baskı & Üretim Ege Basım Matbaa ve Reklam Sanatları Ltd. Şti.
Esatpaşa Mahallesi Ziyapaşa Caddesi No:4 Ataşehir/iSTANBUL Tel: 0216 470 44 70
Tek Sayı : 8 TL - Kurum Abone : 140 TL
1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 85 TL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO
Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068
Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN - TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01
Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111
Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen (0422) 615 15 00 / 134 dahiliyi arayınız.
ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 532 704 15 44GÖLCÜK 0 532 561 61 65 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892
İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474
Abdullah KAHRAMAN
![Page 4: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/4.jpg)
7Nisan 20126
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)
Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî
Seni seyr eyleyen mahbûbu seyr et gayrı hûb arama Odur sana matlûb-ı hûb bir matlûb arama
Basîret aynını aç gör ki âlemdir sana mensûb Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama
İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel mahbûb arama
Sana ayb olmuş iken gayrının aybın görmeklik Gör ayb-ı nefsini gayra bakıp ma’yûb arama
Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama
![Page 5: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/5.jpg)
9Nisan 20128
İlim ve Hayat Ali AKPINAR* Kur’ân, bir âyetinde Peygamberi-
mizi bize şöyle takdim eder: “And
olsun ki, Allah’a ve âhiretee ka-
vuşmayı uman ve Allah’ı çokça anan kimseler
için, sizin için Allah’ın Rasûlü en güzel örnektir.”1
Âyette geçen ve “en güzel örnek” anlamına ge-
len “Üsve-i Hasene” kavramı bir âyette de Hz. İb-
rahim Peygamber için kullanılır. Söz konusu âyet
de şöyledir:
“İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin
için uyulacak güzel bir örnek vardır.”2
Hz. İbrahim ve onunla beraber olanlar in-
sanlık için en güzel örnektir… Yüce Allah’ın
son Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) de Al-
lah ve âhirete iman edenler için en güzel örnek-
tir. Mü’minlere özellikle bu iki peygamberin en
güzel örnek olarak takdim edilmesi oldukça dik-
kat çekicidir. Elbette bütün peygamberler insan-
lık için örnektirler. Ancak Hz. İbrahim (a.s.) ve
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in örnekliği çok daha
mânîdârdır.
İbrahimî Aile
Şöyle ki Hz. İbrahim (a.s.) de Hz. Muhammed
(s.a.v.) de Kur’ân’ın ilk muhataplarının çok iyi
tanıdıkları iki peygamberdi. Hz. İbrahim (a.s.),
ilâhî din İslâm’ın büyük peygamberlerinden-
dir. Kur’ân’ın indiği dönemde Mekke müşrikleri
gibi, Yahudi ve Hıristiyan olanlar da Hz. İbrahim
(a.s.)’e ayrı bir önem veriyorlardı. Mekkeliler Hz.
İbrahim peygamberin milletinden olduklarıyla
övünüyorlar, hac gibi pek çok İbrâhimî geleneği
sürdürmeye çalışıyorlardı. Tavaf, Makam-ı İbra-
him, Zemzem, Safa-Merve Sa’y gibi kutsallar İb-
rahim Peygamberden kalma hatıralardı. Yahudi
ve Hıristiyanlar da kendilerinin Hz. İbrahim pey-
gamberin yolunda olduklarını iddia ederek bu-
nunla övünüyorlardı. Hz. İbrahim (a.s.), pek çok
peygamberin atası konumundaydı.
Hz. İbrahim Peygamber, insanlık için ailece
örnekti. O, mübarek eşleri Hz. Sâra, Hz. Hacer ve
peygamber oğulları Hz. İsmail ve Hz. İshak ile ya-
şadıklarıyla da en güzel örnekti. O, aile ilişkilerin-
de en güzel örnekleri sunmuştu insanlığa. Elbette
aile fertleri ile bazı problemleri yaşamıştı Hz. İb-
rahim (a.s.). Ancak o, problemlerle nasıl baş edi-
leceğini gösterme ve problemleri en güzel şekilde
çözme konusunda da en güzel örnekleri sunmuş-
tu.
Muhammedî Aile
Peygamberimiz için de durum benzerlik arz
etmektedir. O da, her konuda olduğu gibi aile ko-
nusunda da en güzel örnekliğe sahipti. Şöyle ki:
Hz. Muhammed (s.a.v.), peygamber olmadan
önce bir çocuk olarak, bir genç olarak, olgunluk
çağına gelmiş bir insan olarak en güzel örnekli-
ği sunmuştu. Doğmadan önce babasını, küçük
yaşta annesini kaybeden bir çocuk olarak örnek-
ti Peygamberimiz. O, annesi Hz. Âmine’nin ve sü-
tannesi Hz. Halime’nin yanında dikkat çeken bir
çocukluğa sahipti. Onun çocukluğu sıradan bir
çocukluk değildi. Bu durum, annesi, sütannesi
ve sütkız kardeşi başta olmak üzere çevresindeki
herkesin dikkatini çekiyordu. Herkes ondaki bu
güzellikleri fark ediyordu. Nitekim sekiz yaşında
dedesi Abdülmuttalib ölünce, amcası Ebû Tâlib
onun bakımını seve seve üstleniyor ve yanına alı-
yordu. Ebû Tâlib ve eşi Hz. Fâtıma Hatun yanın-
da Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ayrı bir yeri vardı.
Bu ayrıcalık, yalnızca onun yanlarında bir emanet
olmasından kaynaklanmıyordu. Hz. Muhammed
(s.a.v.) fizikî güzelliği yanında, özel ve güzel du-
ruşu ile kendini sevdiriyordu. O, âdetâ bir câzibe
merkezi idi. Çevresindeki insanların gözü onun
üzerindeydi. Günümüzde bile bazı çocuklar, özel
duruşlarıyla hem âileleri içerisinde, hem akraba-
ları içerisinde seçkin bir yere sahiptirler. Hz. Mu-
hammed (s.a.v.)’in çocukluğunda bu durum faz-
lasıyla mevcuttu.
İKİ KUTLU
aİle“Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmâil (a.s.), Hz. Sâra, Hz. Hacer… Hz. Muhammed (s.a.v.),
onun sevgili eşleri annelerimiz, Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Hasan,
Hz. Hüseyin (r.anhüm) ve onların yolunda olanlarla ne kadar tanışıyoruz?”
İNANANLARA EN GÜZEL MODEL:
![Page 6: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/6.jpg)
11Nisan 201210
Peygamberimizin gençliği de ona özel ve son
derece güzeldi. Diğer gençlerden farklıydı o.
Gençlerin günah ortamlarında gençliklerini har-
cadığı, boş ve anlamsız işlerde ömür tükettiği bir
toplumda o özgün gençliği ile dikkatleri çekiyor ve
başkalarından ayrılıyordu.
Yirmi beş yaşlarında Mekke’de pek çok asil kız-
kadın onunla evlenmek için can atıyordu. Hz. Ha-
tice gibi variyetli, olgun, kendisine gelen pek çok
evlilik teklifini geri çevirmiş bir kadın ona evli-
lik teklif ediyor ve bu yuva kurulurken îrâd edi-
len nikâh merasimi nutkunda Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in güzellikleri bir bir ortaya konuluyordu:
Otuz beş yaşlarında Kâbe’de hakemlik yapma-
sı söz konusu olduğunda herkes onun hakemliği-
ni seve seve kabul ediyordu. Çünkü çevresindeki-
ler onda, başkalarında görmedikleri güzelliklere
şahit olmuşlardı. Hılfu’l-fudûl Derneğinde aktif
görev alışıyla da o, dürüstlüğünü, diğergâmlığını,
iyilik ve yardımsever oluşunu ispat etmişti.
Dolayısıyla bugün çocuklarımıza ve gençleri-
mize Peygamberimizin çocukluk ve gençlik ko-
nusundaki örnekliğini doğru ve izlenebilir ölçüde
anlatmamız gerekmektedir.
Aile Reisi Olarak Peygamberimiz!
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Hatice ile otuz yıla
yakın bir evlilik hayatı sürdü. Bu beraberlikten
altı çocukları oldu. Bu süre içerisinde koca karı-
sından, kadın kocasından memnun ve hoşnut-
tu. Kaynaklarımız bu dönemle ilgili olarak her-
hangi bir aile probleminden bahsetmezler. Tam
tersine, en zorlu zamanlarda kocasına mânen ve
maddeten destek olan onurlu bir kadın cennet ha-
nım efendisi Hz. Hatice’den bahsederler. İlk iman
eden kadın, Peygamberimizin namazlarında ilk
cemaati olan kadın, mal varlığını İslâm’a vakfe-
den davanın finansörü ilk kadın, karşılaştıkla-
rı güçlüklere azim ve kararlılıkla sabreden bir ka-
dın… Peygamberimiz, ilk eşini o kadar sevmiş ve
saymıştı ki, vefatından sonra bile onu hep hayır-
la anmış, onun akrabalarına ve onun hatıralarına
ayrı bir özen göstermiştir. O kadar ki Hz. Âişe’yi
kıskandıracak ölçüde ilk eşine vefa örnekliği sun-
muştu O.
Mutlu Aile Tablosu
Hz. Hatice’nin vefatından sonra Peygambe-
rimiz çeşitli hikmetlere binaen bir kısım evlilik-
ler yapmıştır. Elli üç yaşından sonra, ömrünün
kalan on senesinde gerçekleştirdiği bu evlilikler,
her şeyden önce Yüce Allah’ın izni ve hatta emri
ile gerçekleşmiştir. Bu evliliklerin pek çok hikmeti
vardır, ancak bunların şehvet düşkünlüğü sonucu
olmadığı kesin bir gerçektir.
Bu evliliklerde aile içi bir kısım problemler ol-
muştur. Çünkü bu annelerimizle evlendiğinde altı
çocuklu bir insan olan Peygamberimiz, yoğun iş-
leri olan bir insandı. Bu evliliklerin sürdüğü on
yıllık Medine dönemi, seksen kadar gazve ve se-
riyyenin gerçekleştiği, İslâm Tarihinin çok önemli
olaylarının meydana geldiği Peygamberimiz başta
olmak üzere bütün Müslümanların çeşitli sınav-
lardan geçtiği zorlu bir süreçtir. Peygamberimizin
evlendiği hanımlar da farklı yaşlarda, farklı ko-
numlarda, farklı özellikler de hanımlardı. Hz. Âişe
gibi genç olanı olduğu gibi, oldukça yaşlı ve çocuk-
lu olanları da vardı. Varlıklı aile kadınları, kabile
reisi kızları olduğu gibi, gariban aile kadınları da
vardı. Arap olanları olduğu gibi, Mısır ve Yahudi
kökenli olanları da vardı. Peygamberimiz bu an-
nelerimizle örnek bir aile modeli sunmuştur biz-
lere. Zaman zaman aile içerisinde bazı problemler
yaşanmış, ancak bunların hiç birisi yuvanın yıkı-
mı/talak gibi olumsuz bir sonuçla bitmemiştir. En
fazla bir defaya mahsus olmak üzere, bir ay kadar
eşlerinden ayrı kalma söz konusu olmuştur.
Peygamberimizin bu evlilik yoluyla oluşan ak-
rabalarına karşı tavır ve davranışları da herkes
için örnektir. Onun damatları, torunları ile ilişki-
leri de aynı şekilde dillere destan özellik ve güzel-
liklerle doludur.
Her konuda olduğu gibi peygamberimizin aile
hayatını, günümüze yansıtacak şekilde, ondaki
güzellikleri aile hayatımıza model oluşturacak şe-
kilde okumamız gerekmektedir. Aile sorunlarının
yoğun olarak yaşandığı, aile içi geçimsizliklerin,
haksızlık ve küslüklerin artarak devam ettiği, bo-
şanmaların sıkça ve evliliklerin daha ilk yılların-
da yaşandığı günümüzde buna ihtiyacımız, her za-
mankinden çok daha fazladır.
İki Kutlu Aileyi Selamlayarak İzlemek Gerek
Evet, aile ilişkilerinde, Hz. İbrahim (a.s.) aile
boyu en güzel örnektir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de
aile boyu örneğimizdir. İnsanlığın bu iki model ai-
leden alacağı çok şey vardır. Tıpkı Peygamberimi-
zin bize öğrettiği şu iki meşhur salâvat dualarında
söylediğimiz gibi:
“Allah’ım, Muhammed ve âline/ailesine/izin-
de giden bağlılarına selam et! Tıpkı İbrahim ve
âline/ailesine/izinde giden bağlılarına selam et-
tiğin gibi... Doğrusu sen övülmeye layık olan,
şanı yüce olansın!
Allah’ım, Muhammed ve âline/ailesine/izinde
giden bağlılarını mübarek/bereketli kıl! Tıpkı İb-
rahim ve âline/ailesine/izinde giden bağlılarını
bereketlendirdiğin gibi... Doğrusu sen övülmeye
layık olan, şanı yüce olansın!”
Elbette günlük kıldığımız namazlarımızda en
az on beş kere okuyarak andığımız bu iki aile yal-
nızca onlara dua etmek için değildir. Bunun ya-
nında, bu anışımız o iki örnek aileyi model almak
içindir.
O halde şimdi şu sorularla kendimizi test ede-
lim: Bizler aile olarak Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz.
Muhammed (s.a.v.) ailesine ne kadar benziyoruz?
O kutlu aileleri ne kadar tanıyoruz? Hz. İbra-
him (a.s.), Hz. İsmâil, Hz. Sâra, Hz. Hacer… Hz.
Muhammed (s.a.v.), onun sevgili eşleri anneleri-
miz, Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Hasan,
Hz. Hüseyin ve onların yolunda olanlarla ne ka-
dar tanışıyoruz? Onlardaki güzellikleri kendi aile-
lerimizde ne kadar yaşıyoruz?
Unutmayalım ki onlara selam etmek, onlara
bağlılık andımızdır. O iki kutlu aileye bağlılığımız
ise, onları doğru bir şekilde tanıyıp onlara benze-
mekle gerçekleşecektir.
1 33/Ahzâb, 21.2 60/Mümtahıne, 4.
*Prof. Dr.
Dipnot
![Page 7: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/7.jpg)
13Nisan 201212
Hulûsi Kalb’denAbdülmecit İSLAMOĞLU*
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’nin
Dîvân’ında vurgulanan önemli konular-
dan birisi; gaflet uykusundan uyanmaya
yapılan davettir. Kişinin “Kardeşinden, annesin-
den, babasından, eşinden ve çocuklarından”1 ka-
çacağı o gün gelip çatmadan, ölmeden önce ölme-
ye dâir yapılan davet. “Vardan, ârdan ve ağyârdan”
vazgeçmeye davet…
Dost bağının bülbülü olmaya yapılan davet:
1. Ey dil yürü zâr eyle kim zârın nice bir zâr ola
Aç gözünü dîdârı gör bu uykudan bîdâr ola
Ey gönül, kalk da ağlayıp inle, hem de na-
sıl bir ağlama… Aç gözünü de sevgilinin yüzünü
gör. Gözlerin uyansın artık bu uykudan. Ey gönül,
Mahbûb-ı hakîkîye ulaşmak istiyorsan öncelikle
göz pınarların çağlamalı. Öyle bir akmalı ki göz-
yaşların, temizlenmeli gözlerin her türlü kirden ve
pastan. Uyanmalısın artık gaflet uykusundan.
2. Ölmeden öndin bul memât hayy ol içip âb-ı hayât
Hem ol ki mahv-ı mahz-ı zât cân vâkıf-ı esrâr ola
Ölmeden önce öl, sonsuzluk suyunu tadarak
diril. Yüce Yaratıcının katındaki gerçek varlığa er
de sırlardan haberdâr ol.
Gerçek ve ebedî hayata erenler ölmeden önce
ölebilenlerdir. “Mûtû kable en temûtû”2 şek-
linde ifade edilen bu sırra ulaşmak ise varlığın
hakîkatini keşfetmekle elde edilebilir.
3. Dil vuslata nâil olup cânâna cân vâsıl olup
Her matlabın hâsıl olup hârın gül-i gül-zâr ola
Gönül vuslata ersin; cân, cânâna kavuşsun.
Her istediğin olsun. Dikenler bile gül bahçesinin
gülleri olsun.
Âşık sevgilisine kavuşmaktan gayrı ne ister?
“Lütfun da hoş, kahrın da hoş” sırrına erişmektir
vuslat. Gül de diken de, bülbül de gülşen de bir-
dir artık âşığın gözünde. Matlûba erilmiş, hasret
bitmiştir.
4. At varlığı varı n’iden ko ârını ârı n’iden
Bul yârı ağyârı n’iden her dem enîsin yâr ola
Maddî varlığı bir kenara at, neyine yaraya-
cak bu? Yaptıklarından dolayı insanlar karşısın-
da utanmayı bırak, utanıp da ne olacak? Sevgiliyi
bul, başkasını ne yapacaksın? Her dem sana dost
olacak bir sevgili…
“…Hiçbir kınayanın kınamasından korkmaz-
lar…”3 buyrulmakta onurlu insanlardan bahsedi-
lirken Kur’ân’da.
Aldırmamak kimseye ve utanmamak haklı
iken ve Hak yolda yaptıklarından. Yeter ki yârimiz
Allah ola, yeter ki yardımcımız Kâdir-i Mutlak ola.
5. Âşıksan özle yârını terk edip âr u varını
Sa’y eyle bul dil-dârını kim manzarın dîdâr ola
Gerçekten âşık isen özlemelisin sevgiliyi ve terk
etmelisin utanmayı ve de benliği. Çalış ve gönlünü
alan o sevgiliyi bul. Baktığın her yerde onun güzel
yüzünü gör.
Cemâlullâh’a ulaşmak istiyorsa insan, her an
O’nun aşkı ile yanıp tutuşmalı. Bulmak istiyorsa
insan, aramalı.
6. Ey cân u dil dîdâra bak hem hâl ü hem ruhsâra bak
Ko gayrıyı bu kâra bak kârın meğer bir kâr ola
Ey cân ve ey gönül, sevgilinin güzel yüzüne
bak. Yüzündeki bene ve o güzel yanağa bak. Her
BAHÇESİNİN BÜLBÜLÜ OLMAK
DOST
“Gönül vuslata ersin; cân, cânâna kavuşsun.
Her istediğin olsun. Dikenler bile gül
bahçesinin gülleri olsun.”
Asla
n TE
KTAŞ
![Page 8: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/8.jpg)
Nisan 201214 15
şeyi bırak da bununla ilgilen, gerçekten bir şey
yapmak istiyorsan eğer…
Sevginin çeşitli alâmetleri vardır. Bunlardan
birisi de sevdiğine durmaksızın bakmak, bir an
olsun gözlerini ondan ayırmamaktır. Feyz almak,
gönlü nûrla doldurmak için… Kalpten kalbe yol
bulabilmek için…
7. Er sâfiyâne bul safâ senden kamu olsun nümâ
Âyîne-i dildeki tâ görünen ol dîdâr ola
Saflığa ve temizliğe eriş, herkes ve her şey sen-
de görünsün. Gönül aynan o kadar temiz olsun
ki, bakıldığında sevgili görünsün orada.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Nefse ve ona
birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülük-
lerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kö-
tülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu
kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.”4 buyur-
maktadır.
Kurtuluşa ermek, dâreyn saadetine ulaşmak
için nefis tezkiyesinde bulunmak. Onu kirlerden,
günahlardan ve isyanlardan temizlemek... Gönül
sarayına Mahbûb-ı hakîkinin teşrifi için hâneyi
mamur kılmak.
8. Sa’y et de ol ehl-i ferâğ arada kalmaya nizâ’
Bu sözleri et istima’ hep gizliler ihbâr ola
Çalış ve gönül rahatlığına kavuş, kavga gürültü
kalmasın. Kulağını aç da bu sözleri dinle, gizli bir
şey kalmasın.
Çekişmelerden, kavgalardan uzak gönül huzu-
ru içerisinde ömür sürmek isteyen kişi, nasihat-
lere kulak vermeli, onlara uymalıdır. Varlığın şif-
resini çözmek, hakikatin gizli dünyasına dalmak,
güzel sözlere uymakla gerçekleşecektir.
9. Bul Hakk’a varmağa delîl görmez gözün olmuş alîl
Zikr et ki Hakk’ı cân u dil gencîne-i esrâr ola
Kör olmuş, görmeyen bir gözün varsa eğer, seni
Hakk’a ulaştıracak bir kılavuz bulmalısın. Cân ve
gönlünün sırlar hazinesi olmasını istiyorsan eğer,
Hakk’ı zikretmelisin.
Öyle bir zikrediş ki kalbin itminâna kavuşacağı
bir zikir. Öyle bir hatırlayış ki kalben ve bedenen,
vücudun her zerresiyle O’nu anmak, O’na kul ol-
duğunu bir kez daha hatırlamak.
10. Geldin bu ile sen garîb ol bâğ-ı dosta andelîb
Bu derdine bul bir tabîb zahm-ı dilin tîmâr ola
Bu diyâra bir garip olarak geldin sen; o hâlde
dost bağının bülbülü ol sen. Gönül yaranın iyileş-
mesini istiyorsan eğer, bu derdine derman ola-
cak bir tabip bulmalısın.
Sevgilinin bağında bülbül olup ötmeli insan.
Güzelliğini haykırmalı, sonsuzluğunu. Kudretini
ve “Şâfî” oluşunu Yüce Yaratıcının.
Sen Allah’sın, ben abdim. Sen Hâlık’sın, ben
mahlûk. Sen Kâdir’sin, ben âciz. Sen Şâfî’sin, ben
şifâ bekleyen…
11. Nâdânla olma yek-nefes bul ehl-i Hakk’ı işte bes
Bî-keslere ol dâd-res dâd-resin Gaffâr ola
Kendini bilmezlerle arkadaşlık etme. Hak
dostlarını bul, bu sana yeter. Kimsesizlerin yar-
dımcısı ol ki Gaffâr olan Allah da sana yardım et-
sin. Efendiler Efendisi buyuruyor: “Din kardeşi-
nin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını
karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin
Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından bi-
rini giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin,
Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.”5
12. Bil “alleme’l-esmâ”6 nedir esmâ vü müsemmâ nedir
Hem tâc-ı “kerremnâ”7 nedir anı giyen muhtâr ola
Yüce Allah’ın Hz. Âdem (a.s.)’e isimleri öğret-
mesinin anlamı nedir, isim ve müsemmâ nedir,
bil bunları.
Cenâb-ı Hakk’ın insanoğlunu şan ve şeref sahi-
bi kılarak taçlandırması ne anlama gelir? İnsanla-
rın diğer tüm varlıklar arasındaki bu seçkin konu-
munun manası nedir, öğren bunları.
13. Hasretle eyledim melâl gör hâlim ey sâhib-kemâl
Hulûsî’ye göster cemâl şevk ile bî-karâr ola
Ey kemâl sahibi olan Rabbim, hasret ve gur-
betler içerisinde hüzünle doluyum, gör hâlimi.
Hulûsi kuluna Cemâlini göster de sevinç ve neşe-
den ne yaptığını bilemez hâle gelsin.
Âşık, Maşûkuna kavuşsun. Hasret bitsin, vus-
lat olsun…
1 80/Abese, 34-36.2 “Ölmeden önce ölünüz.” Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II/291 (Hadis nr.: 2669).3 5/Mâide, 54.4 91/Şems, 7-9.5 Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, Mezâlim 3.6 “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti…” 2/Bakara, 31.7 “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık…” 17/İsrâ, 70.
*Yrd. Doç. Dr.
Dipnot
İmam
UST
A
![Page 9: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/9.jpg)
17Nisan 201216
Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*
El-Kâdir, “gücü yetmek,
bir şeyin ölçü ve mik-
darını belirlemek, kıy-
metini bilmek” mânâsındaki
kadr kökünden türemiş sıfat
kalıbında bir isim olup, “kud-
ret sahibi, her şeye gücü yeten”
anlamına gelir. Şu âyette Yüce
Allah’ın en güzel isimleri ara-
sında yer alan el-Kâdir isminin
tecellîsine vurgu yapılır: “De
ki: O size üstünüzden (gökten)
veya ayaklarınızın altından
(yerden) bir azap göndermeğe,
ya da sizi grup grup birbirinize
düşürmeğe ve kiminizin şidde-
tini kiminize tattırmaya gücü
yetendir. Bak, anlasınlar diye,
âyetleri değişik biçimlerde na-
sıl açıklıyoruz.”1
El-Kâdir olan Yüce Allah,
istediği şeyi yaratır, istediği-
ni yok eder, istediğini değişti-
rir ve istediğini de yeniden ya-
ratır. Çünkü O, yaptıklarından
sorumlu değildir. Ama O’nun
yaptıklarında bir hikmet var-
dır. Tek başına dilediğini yara-
tır. Yaratırken ne bir varlığa ve
ne de her hangi bir varlığın yar-
dımına ihtiyacı vardır. Böyle
bir durum ancak şanı yüce olan
Allah için geçerlidir. Her şeye
gücü yeten Allah’ın el-Kâdir is-
minin varlık alanındaki tecellîsi
şu âyetlerde çok güzel anlatılır:
“İnsan kendisinin başıboş
bırakılacağını mı zanneder? O
dökülen meniden ibâret az bir
su değil miydi? Sonra bu, bir
“alaka” oldu. Derken Allah onu
yaratıp güzelce şekillendirdi.
Nihâyet ondan da erkek ve dişi
iki eşi var etti. Şimdi, bunları
yapan Allah’ın ölüleri diriltme-
ye gücü yetmez mi?”2
Göklerin ve Yerin Hükümranı
Yüce Allah’ın el-Kâdir’le aynı
mânâya gelen el-Kadîr ismi, di-
lediğini hikmetinin gerektir-
diği şekilde -fazlalık ve eksik-
lik olmaksızın- yapan demektir.
Bundan dolayı Allah’tan baş-
ka hiçbir varlık el-Kadîr vas-
fıyla nitelendirilemez. Kur’ân-ı
Kerîm’de: “Bilmez misin ki
göklerin ve yerin hükümran-
lığı Allah’a aittir. O dilediği-
ne azap eder, dilediğini de ba-
ğışlar. Allah her şeye hakkıyla
gücü yetendir.”3 Bu âyette ge-
çen “şey” tabiri, Allah’ın dışın-
daki bütün varlıkları içine alır.
Ayrıca “el-Kadîr” ismi Kur’an-ı
Kerim’de, Allah’ın kullarına
olan engin bağışlaması ve acı-
ması mânâsına gelen el-Ğafûr
ve er-Rahîm isimleriyle birlik-
te kullanılmaktadır. El-Kadîr,
diğer isimlerle birlikte bulunur:
O’nun el-Kadîr ismi, el-
Ğafûr ve er-Rahîm isimleriy-
le birlikte bulunmuştur. O’nun
kullarını bağışlaması ve rah-
meti, kemâl-i kudretindendir.
Asıl iyilik, muktedirken bağış-
lamaktır. Bu mânâda mutlak
kemâlle ancak Allah vasıflan-
dırılır. Şu âyet de bunu teyid
eder: “Bir iyiliği açığa vurur
veya gizler yahut bir kötülüğü
affederseniz, bilin ki Allah da
Affeden’dir, Güçlü Olan’dır.”4
İntikam alma ve hesap sorma
gücüne rağmen, affetmenin en
mükemmeli, tam kudret sahi-
binden çıkar.
Yüce Allah’ın en güzel isim-
leri arasında yer alan el-Kâdir
ve el-Kadîr, tam bir kudret
mânâsına delalet eder. Bu-
Tek başına dİledİğİnİ yaratan:
EL KÂDİR“El-Kâdir olan Yüce Allah, istediği şeyi yaratır, istediğini yok eder, istediğini
değiştirir ve istediğini de yeniden yaratır. Çünkü O, yaptıklarından sorumlu değildir.
Ama O’nun yaptıklarında bir hikmet vardır.”
![Page 10: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/10.jpg)
Nisan 201218 19
nun karşıtı olan âcizlik O’nun
hakkında asla düşünülemez.
Allah’tan başkası da bu va-
sıfla nitelendirilemez. Çünkü
Allah’tan başkası kudret ve ik-
tidarda mütenâhîdir. Hiçbir şey
O’na mânî olamaz; mutlak ege-
menlik ve mutlak tasarruf O’na
aittir. Yoktan yaratmak, var ola-
nı yok etmek, en uygun ola-
nı kulları için yaratmak, O’nun
kemâl-i kudretindendir. “Bir
şeye “ol” dediği zaman hemen
olur.”5
Yine Arapçada kadr kökün-
den türemiş olan ve iktidar sa-
hibi anlamına gelen muktedirin
mânâsı da “el-Kadîr” isminin
mânâsına yakındır. Mânâ ba-
kımından daha bir ziyâdeliğe
delâlet eder. El-Muktedir, “ken-
disine hiçbir şey mümtenî ol-
mayan, şiddet ve kuvvet ile hiç
kimsenin kendisine karşı çıka-
mayacağı tam kudret sahibi”
demektir.6
Allah’ın mülkünde hiçbir
şey O’na gâlip gelemez. Nite-
kim şu âyette, Allah’ın gücü-
nün ziyâdeliğini ihtivâ eden
muktedir ismi, “Azîz Muktedir”
şeklinde gelmektedir:“Bütün
âyetlerimizi yalanladılar. Biz
de onları mutlak güç ve iktidar
sahibinin yakalaması gibi ya-
kaladık.”7 Bir diğer âyette ise,
Allah’ın muktedir oluşu, “Me-
lik Muktedir” isimleriyle bir-
likte geçmektedir: “Şüphesiz
Allah’a karşı gelmekten sakı-
nanlar cennetlerde, ırmak baş-
larındadırlar. Muktedir bir hü-
kümdarın katında, doğruluk
meclisindedirler.”8 Görüldüğü
gibi her iki âyette de bu vasıflar,
mevsûfsuzdur.
Kudret ve İktidar Sahibi
Yüce Allah’ın kudreti
kadîmdir, ezelîdir. Cenâb-ı Hak,
Kur’ân-ı Kerîm’de gücünü, fark-
lı misaller vermek suretiyle biz-
lere anlatır. Bunlardan birisi de,
yaratılışta cereyan eden mut-
lak gücün “yağmur-bitki” ör-
neğiyle anlatılmasıdır. İnsana,
yaratılış amacının darb-ı me-
sel yoluyla anlatılması, anlama-
da kolaylık içindir. İnsan da ba-
yağı bir sudan yaratılmıştır. Bir
bitki gibi varlığını sürdürdük-
ten sonra ruhunu Allah’a tes-
lim edecektir. Bütün bu işleri
yaratan ve yöneten mutlak kud-
ret sahibi Allah’tır. İşte şu âyette
mutlak kudret ve iktidar sahi-
bi olarak Allah’ın muktedir vas-
fı tek başına gelmiştir: “Onlara
dünya hayatının örneğini ver:
(Dünya hayatı), gökten indirdi-
ğimiz yağmur gibidir ki, onun
sebebiyle yeryüzünün bitkileri
boy verip birbirine karışırlar.
Fakat bütün bu canlılık sonun-
da rüzgârın savurduğu kuru
bir çer çöpe döner. Allah, her
şey üzerinde kudret sahibidir.”9
İnsan irâdeli bir varlık-
tır. Yapılması mümkün olan
iki şeyden birisini tercih etme
mânâsına gelen irâde, tek başı-
na bir fiili yerine getirmek için
yeterli değildir. İrâdeden sonra
bir de kudret gereklidir. Kudret,
irâde sıfatına etki yapan bir baş-
ka sıfattır. Bu bağlamda mukte-
dir olma, hem Allah için ve hem
de insanlar için kullanılır.
Kudret, Allah için kullanıldı-
ğı zaman, O’nun her türlü aciz-
lik ve noksanlıktan münezzeh
olması; insan için kullanıldığı
zaman, insanın muhdes/sonra-
dan olma bir kudretle fiillerini
gerçekleştireceği mânâsına ge-
lir. Allah’tan başka hiçbir varlık,
mutlak kudret sahibi değildir.
İnsan nâkıs bir kudrete sahiptir.
Kaldı ki, insanda potansiyel ola-
rak bulunan bu gücü de yaratan
Allah’tır. Bundan dolayı insan-
lar hakkında kudret, kazanan
ve bu hususta tekellüf gösteren
mânâlarına kullanılmıştır.10
1 6/En’âm, 65.2 75/Kıyâme, 36-40.3 5/Mâide, 40.4 4/Nisa, 1495 2/Bakara, 117
6 18/Kehf, 457 54/Kamer 42.8 54/Kamer 54-55.9 18/Kehf, 45.10 İsfehânî, el Müfredât, 595.
* Prof. Dr.
Dipnot
“Yüce Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan
el-Kâdir ve el-Kadîr, tam bir kudret mânâsına
delalet eder. Bunun karşıtı olan âcizlik O’nun
hakkında asla düşünülemez. Allah’tan başkası da
bu vasıfla nitelendirilemez.” MÜFTERÎYE MÜNTAKÎM HAKK
Buyurdu ki Efendimiz “hüsn-i zann üzre Müslüman”Sû-i zann ardınca koşan kalpte bulunur mu îman
Son nefeste şehâdeti acaba olur mu kabûl?Ebediyen kullar için şahitlikten men’ olsa kul
İfk vak’asında münafık Meryem’de müşrikti onlarSû-i zann sahiplerine müstehakmış sû-i sonlar
Atalar bu hakîkatin çoktan sırrına ermişlerKüfre o sebepten dilde ikinci mânâ vermişler
Bühtan ve iftirâ ile meşgul olduysa bir kişiTecdîd-i nikâh olmalı ondan sonraki ilk işi
Lâkin bühtan ettiğinden önce helâllik dileyipRücû eylemeli Hakk’a tevbe yâ ilâhî deyip
Bir gürûh ki nice ferdi müfterî ordusunda erBir sahih şahit arayan orda bin bir kapı gezer
Bir müfterîyi bir kişi nikâhına tutsa şahitBu âyete dayanarak sahîh olamaz o ahit
Hakk müntakîm vasfı ile o kavmi yerlere vururNice çift, meşrû zannıyla veled-i zînâ doğurur
Eğer bir kavimde murâd, evlâddan sahîh döl ise Meşgul olmasın orada böyle denâatle kimse…
Döner pervâne gibi dil… ferahlar nefs efil efilSakınmadan söz sarfeden son nefeste olur sefil
Her zulmünden nice âfet rücû edip vurur kuluBu sebepten sabredenler her iki cihanda ulu
Nazlı Rânâ GÜREL
![Page 11: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/11.jpg)
21Nisan 201220
Şehir Güzellemesi Meryem Aybike SİNAN
Bir eski zaman hikâyesi gibi aklımı-
zın en mahrem kuytusunda sakla-
dığımız bir hatıralar demetini an-
dıran şehir. Bir ermişler şehri, bir ozanlar yurdu
ve bir tarihi anıt gibi kalbimizin rıhtımlarına de-
mirlemiş akça şehir.
Ankara bir Selçuklu şehzadesidir şimdi ata
yadigârı bizlere yar olan. Ankara’da yeşil dile gel-
miş, bütün renklerini sessizce geniş caddelere ser-
mektedir sanki. Bütün caddelere asırlık çınarlar
bağdaş kurup oturmuştur. Belki İstanbul kadar
cazibeli değildir, kıvrak değildir, cilveli değildir
ama ciddidir Ankara. Vakurdur. Hiçbir şehrin
uçarılığı yoktur bu şehirde. Bağrında gülmeyen,
sürekli ağır, soğuk ve mütekebbir tavırlı onca in-
sana katlanmak kolay mıdır sanki?
Baharda İğde Kokusu
Ankara bahar geldi mi iğdelerin işgali altın-
da bir tarifi imkânsız rayihanın saltanatıyla mah-
murdur, mağrurdur! Onca yıl iğde kokusunu
unutmuşsanız ruhunuzu tamir edercesine, gönlü-
nüzü mest edercesine siz de iğdelerin işgaline uğ-
rar ve kendinizden geçersiniz!
Ankara’nın bütün taşlarını unutur birdenbire
iğde kokusuna ram olursunuz!
Ankara bir tarih geçidir bilene, anlayana.
Malazgirt’ten sonra bağrını Akıncı Beylerinin Yıl-
dırımca koşusuna açan, onları bir ana gibi sarıp
kucaklayan ve yar olan şehirdir. Timur’un Anka-
ra Ovasında Yıldırım Bayazıd Han ile yaptığı mey-
dan savaşını acıyla hatırlayan, hüzünle anlatan ve
andıkça bağrı kan dolan şehir Ankara!
“Zaman geriye sardıkça tülümsü hatıralar demetinin
ardında dervişlerin hası, Somuncu Baba’nın gönül
inşası Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini ve öğrencisi
Ak Şemseddin ile bir kutlu düşüncede görürüz.”
Sule
jman
MU
RATO
VİÇ
Bozkırın eskİmeyen türküsü:
ANKARAANKARABozkırın eskİmeyen türküsü:
![Page 12: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/12.jpg)
Nisan 201222 23
Tarihtir Ankara, geçmiştir, uzun bir destanın
eski bir tanığıdır!
Milli Mücadelenin karargâhı, bargâhı ve
dergâhıdır! Müslüman Türk Milletinin var olma
ve hayatta kalma savaşının en anlamlı ve en sahici
adresidir Ankara. Yüzlerce eski ve yeni Türk şeh-
ri içinde son başkentidir, son kalesidir, son halesi-
dir. Ankara yeni bir sayfanın beyaz yüzüdür.
Geniş caddeleriyle, parklarıyla, bulvarlarıyla
yeni Türkiye’nin yeni imajı olsa da, öyle dense de
Ankara eskidir, hatıralıdır, düşüncelidir, geçmişi
geleceğe taşıyan şehirdir. Bir Selçukludur, bir Os-
manlı, bir Türkiye Cumhuriyetidir, bir İslam coğ-
rafyasının atideki başkentidir aklımıza vuran!
Ankara’nın Taşına Değil, Başına Bakıyoruz Artık!
Ankara manevî bir libas kuşanıp yürüyor asrın
üzerine, muhteşem bir maziyi daha muhteşem kıl-
manın büyük hayalini kuruyor, büyüyor, büyütü-
yor!
Ankara’nın üzerine çöreklenen gri ve kurşuni
hava dağılıyor, bir mavi, bir çivit mavisi umut ye-
şeriyor Ankara ufuklarında, bütün entrikalar, bü-
tün tuzaklar, bütün uzaklar siliniyor bir bir. Anka-
ra artık dünkü Ankara değildir, başını öne eğmiş
matemli şehir değildir.
Artık Ankara’nın ne taşına, ne kışına, ne türlü
türlü işine bakmada talih...
Hacı Bayram-ı Veli
Zaman geriye sardıkça tülümsü hatıralar deme-
tinin ardında dervişlerin hası, Somuncu Baba’nın
gönül inşası Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini ve
öğrencisi Ak Şemseddin ile bir kutlu düşüncede
görürüz. Ankara’nın ruhunu manevî ikliminde il-
mek ilmek işleyen bu ruh mimarının gönlümüze
saldığı bir büyülü şelaleyi andıran sözleri kucaklı-
yor aklımızı, gönlümüzü, ruhumuzu.
Yardan geçiyor, serden geçiyor, vardan geçiyor
aşk-ı sükûna duraklıyor akıl.
Ankara coğrafyasının yedi iklim, yedi renk de-
seni bir arada gibidir.
Şerefli Koçhisar bir mağrur ki, bir ağır ki sor-
mayın gitsin. Tuz Gölünü yedeğine almış, tadınız
tuzunuz ben de der gibidir. Gündoğdu çiçekleri
başlarını eğmiş, yaz sıcağından merhamet dile-
mekte, bostanlarda kavun ve karpuzlar iç geçir-
mektedir gelene gidene.
Beypazarı beyce karşılamaktadır Tanrı misafir-
lerini. Evlerin panjurları bin senelik bir hikâyenin
anlatıcısı, tanığı ve şahididir. Mazi sağanak sağa-
nak yağmaktadır üzerinize. Beypazarı kurusu du-
daklarınıza uzanırcasına buram buram tütmekte-
dir.
Kızılcahamam suyun ırmak ırmak şifa dağıttığı
bir çağlayan gibi kaynamaktadır Ankara’nın bağ-
rında. Gölbaşı’nda bir mavi düş görürsünüz bütün
yamaçlarda. Mavi göğün altında efil efil bir rüzgâr
alır sizi götürür kendinizden.
Ayaş Yollarında
Elmadağ normal hallicedir. Ayaş yollarında
bütün kervanlar geçmiş, Arnavut kaldırımlar terk
etmiştir sokakları. Bütün ayak izleri silinmiştir bir
bir. Çubuk suya kanmış, ovasında nebatata doy-
muştur artık. Kazan’da kavunlar yollara düşmüş
kendini anlatmaktadır. Bir kavun saltanatı yolla-
rı esir almıştır.
Mamak zihnimizdeki mahpushanenin öteki
adı olsa da Ankara’nın bağrında bir başına naz-
lıcadır. Polatlı kendi yağında kavrulmakta, ken-
di yazgısını yaşar gibidir. Adını saklayan güzel-
ler gibidir her bir ilçesi Ankara’nın. Ankara Hacı
Bayram-ı Veli Camii ne ağır adamları ağırlamış-
tır avlusunda ve teneşir taşında. Bütün yükseliş-
lerin son durağını gelene gidene bir güzelce hatır-
latmakta, her gidenin aslında gerçek vatana bir
dönüş olduğunu anlatmaktadır.
Ankara Kalesi zor mücadelelerin hala izlerini
taşımaktadır.
Seymen Türküsüdür Ankara
Ankara rüzgârları soğuktur, üşütür, her dem
serttir lakin mevsimler kararsızdır. Yaza ayakbas-
tı mı yürek, kavurur sıcağı Ankara’nın. Sonra bir
deli seymen seğirtir bağlardan sekilerden:
Aman bulguru kaynatırlar
Serinde yaylatırlar
Bizde adet böyledir,
Güzeli ağlatırlar, çirkini söyletirler.
Fidayda da Ankaralım fidayda!
Seymen türküsünü söyleye dursun biz de iner
gideriz iğde kenarlarından. Bir koku cümbüşü do-
lanır ruhumuza ve biz kendi türkümüzü söyleriz!
Sulejman MURATOVİÇ
![Page 13: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/13.jpg)
Nisan 201224 25
Osmanlı’nın özünü ve temellerini bes-
leyen manevî unsurların en başında
ilâ-yı kelimetullâh aşkı ve peygam-
ber sevgisi gelmiştir. Osmanlı sultanları, hayat-
ları boyunca gaza meydanlarında bu mukaddes
değerlere karşı sonsuz sevgi, saygı ve bağlılıkla-
rını ispatlama sevdasıyla harikalar sergilemiştir.
Peygamberimize ve mukaddes beldelere hürmet,
muhabbet, hizmet ve sadakat soylu ceddimizin
her daim şiarı olmuştur. Padişahlar devlet işleri-
nin aksamaması için şeyhülislâmların verdiği fet-
vaya dayanarak hacca gidememişler, ancak Hz.
Peygamber (s.a.v)’e ve mübarek topraklara kar-
şı Veysel Karâni gibi gönül bağlamaktan da geri
kalmamışlardır. Osmanlı, Yavuz Sultan’ın tabiriy-
le Harem-i Şerif’in hadimi olma telâkkisini, bura-
lar elinden çıkana kadar sürdürmüş, Haremeyn’e
sancak asmaktan, vali ve kadı göndermekten bile
hayâ etmiştir. Osmanlılar Rasulullah’ın, Ehl-i
Beyt’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın kabirlerini ihya edip
hatıralarını günümüze kadar taşımaya öncülük
etmiş; hünkârlar, hanım sultanlar ve devlet erkânı
Mekke ve Medine’de hayır kurumu, medrese ve
imarethane inşası için birbirleriyle yarışmışlardır.
‘Devlet-i Âl-i Muhammedî’
Her şeyden önce Osmanlı, ilk kurduğu askerî
birliği, O’nun davasını bayraklaştırdığından ötürü
“Peygamber Ocağı” payesiyle onurlandırmış; ne-
ferini de “Mehmetçik” adıyla taltif etmiştir. Ordu-
suna verdiği isimlerden biri “Asâkir-i Mansûre-i
Muhammediye” iken devletinin başka bir adını da
“Devlet-i Âliye-i Muhammediye” koymuştur.
II. Murad ve Haremeyn’e Vakfettiği Miras
Ceddimiz, Kâbe ve çevresinin tamir ve imarı-
na, hacıların hizmetlerinin görülmesine ve hac yo-
lunun güvenlik ve işleyişine ayrı bir titizlik göster-
miştir. Bu hizmetleri bir ibadet neşvesi içerisinde
yerine getirmiş ve bunu devletinin aslî görevle-
rinden saymıştır. Mesela Peygamber müjdesine
erişmiş Fatih gibi büyük bir dâhiyi yetiştiren Sul-
tan II. Murad, malının yüklü bir kısmını Mekke
ve Medine fukarası ile Kâbe, Ravza-i Mutahha-
ra ve Mescid-i Aksa’da yetmiş bin kere okunacak
Kelime-i Tevhid’in ve Kur’ân hatimlerinin sevabı-
nın ruhuna ita edilmesi için harcanmasını vasiyet
etmiştir.
Fatih’in Eşsiz Sevgisi
Peygamber aşkıyla yanmada başı çeken Os-
manlı padişahı belki de Fatih Sultan Mehmed’dir.
Öyle olmasaydı asırlar öncesinden Hz. Peygambe-
rin övgüsüne herhalde mazhar olamazdı.
O’na karşı tarifsiz muhabbetini, en güzel biçim-
de İstanbul’un Fethi’nde ortaya koymuştur. Ru-
meli Hisarı’nı, O’nun güzel ismi “Muhammed”in
Arapça yazılışına göre inşa etmiş, fethin gerçekleş-
mesi için de O’ndan şöyle imdat dilemiştir: “Avn-ı
ilâhî ve imdâd-ı peygamberi ile beldeyi düşman
elinden alacağız!” Başka bir mısrada aynı hissi-
yatını şu şekilde dile getirmiştir: “Ey Muhammed
mu’cizât-ı Ahmed’i muhtar ile/ Umarım gâlib ola
a’dâ-yı dine devletim.”
Tarihİsmail ÇOLAK
PEYGAMBEROSMANLI’NIN
SEVGİSİ(S.A.V.)
“Osmanlı, Yavuz Sultan’ın tabiriyle Harem-i Şerif’in
hadimi olma telâkkisini, buralar elinden çıkana
kadar sürdürmüş, Haremeyn’e sancak asmaktan,
vali ve kadı göndermekten bile hayâ etmiştir.”
![Page 14: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/14.jpg)
27Nisan 201226
Cem Sultan ve Kâbe-i Muazzama
Osmanlı’nın, hassaten de Kâ’be-i Muazzama’ya
hürmet ve alakası bambaşkaydı. Cem Sultan’ın
hac fârizasını ifâ ettikten sonra yazdığı şu beyitler,
padişahların duygularına tercüman olan en hari-
ka sözlerdendir: “Kâbetullah’a varıp bir kez tavaf
eyledim/ Bin Karaman, bin Acem, bin memleket-i
Osman’dır.”
Hürmetin Sembolü: Nâkibü’l Eşraflık
Devlet-i Âli Osman, Efendimiz’e ve Ehl-i Beyt’e
hürmet ve hizmetini müesseseler kurarak da fiilen
göstermiştir. Peygamber soyuna mensup Seyyid
(Hz. Hüseyin) ve Şeriflerin (Hz. Hasan) şecerele-
rini çıkarıp kaydetmek ve her türlü hizmetlerini
görmek amacıyla “Nâkibü’l Eşraflık” müessesesi
kurmuş ve başına da Âl-i Beyt’ten “Nâkibü’l Eş-
raf” adlı bir memur atamıştır. Osmanlı, Nâkibü’l
Eşraflara hürmet ve ihtiramda o kadar ileri git-
miştir ki mesela III. Ahmed, I. Mahmud ve III.
Mustafa’nın Eyüp Sultan türbesindeki cülus me-
rasimlerinde, şeyhülislâm ile beraber Nâkibü’l Eş-
raf kılıç kuşandırmıştır. Savaşlarda ise padişahla
birlikte Nâkibü’l Eşraf da sefere katılmış ve Hz.
Peygamber’in sancağı dibinde yürümüştür.
Sultan II. Mahmud’un Şiiri
II. Mahmud, O’na olan sevgisinin bir alame-
ti olarak Hz. Peygamber’in kabr-i şerifi üzerinde-
ki Yeşil Kubbe’yi (Kubbetu’l Hadra) yaptırmıştır.
Ayrıca, 1820’de patlak veren Vehhabi İsyanı’nda
yıkılan bütün eserleri yeniden inşa ve ihya et-
miştir. Bu münasebetle Hücre-i Saadet’e hedi-
ye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği şiir, onun
Resulullah’a hürmet ve muhabbetinin beliğ bir
vesikasıdır:
Şamdan ihdâya eyledim cüret ya Resulallah!
Muradımdır Ulyâya hizmet, ya Resulallah!
Değildir ravzaya şayeste destâvri-i naçizim,
Kabulünde kıl ihsan ve inayet, ya Resulallah!
Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,
Cenabındandır ihsan ve mürüvvet, ya Resulallah!
Dahîlek, el-emân, sad-el-emân, dergâhına düşdüm
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat ya Resulallah!
Dü-âlemde kıl istishâb han-ı Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ve ahirde devlet ya Resulallah!
II. Abdülhamid Han’ın Hassasiyeti
Hz. Peygambere ve O’nun davasına, ataları
gibi en fazla gönül verip, kendini adayan hakan-
lardan bir başkası da Sultan II. Abdülhamid idi.
Abdülhamid Han, Peygamberimize olan tazim
ve muhabbetini, O’nun kutsal beldesine hizmet-
ler götürmekle ve İslâm Birliği gayesini gerçekleş-
tirmeye çabalamakla göstermiştir. Yaptığı ilk iş-
lerden biri, Kubbetu’l Hadra’nın üzerine 24 ayar
som altından bir âlem diktirmek olmuştur. Hicaz
bölgesiyle bağları kuvvetlendirmek ve ulaşımı ko-
laylaştırmak maksadıyla hayata geçirdiği Hicaz ve
Bağdat Demiryolu ise hizmetlerinin şahikasıdır.
Projenin gerçekleşmesi için bizzat 50 bin
lira bağışta bulunmuştur. Demiryolu yapımı-
nın Medine’ye ulaştığı esnada, Sultan’ın verdiği
şu özel talimat, onun, Ehl-i Beyt’in şahsında Hz.
Peygambere sevgi, saygı ve bağlılığını göstermesi
açısından emsalsiz bir misaldir: “Aletlerin üzeri-
ne keçeler sarınız ki fazla gürültü olmasın ve Ehl-i
Beyt’in ve burada yatanların ruhları rahatsız ol-
masın!”
Sultan Reşad ve Son Sürre Alayı
Devlet-i Âl-i İslâm’ın mukaddes mekânlara
meftûniyetinin en müşahhas misallerinden biri
de her yıl hac mevsiminde Mekke ve Medine’de-
ki Seyyid, Şerif, ulema ve fakirlere para ve hususî
hediyeler götüren “Sürre Alayları”dır.
İlk kez Çelebi Mehmed devrinde tertiplenen
Sürre Alayları’nın taşıdığı en kutsal hediye Kâbe
örtüsüydü ve yenisiyle değiştirilen eski örtü bü-
yük bir hürmet ve itina ile getirilerek çeşitli cami-
lere pay edilirdi. Devlet, Sürre Alayları’na o den-
li ehemmiyet veriyordu ki çöküş devrine girdiği
I. Dünya Harbi’nde bile Sultan Reşad, yabancı-
lardan borç almak pahasına ecdadından tevarüs
eden bu harikulade geleneği kesintiye uğratma-
mıştır.
![Page 15: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/15.jpg)
29Nisan 201228
Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE*
Sözlükte; vâsıta; yakın-
lık; derece, mertebe;
yol, rağbet; kendisiyle
istenilen ve arzu edilen bir şeye
ulaşmaya yarayan şey anlamına
gelen tevessül ve vesîle kavram-
ları, Arapça (v-s-l) kök fiilinden
türetilmiştir.2 Istılâhî anlamı
ile vesîle kavramı; ilim ve iba-
detle Allah’a yaklaşmak, O’nun
rızâsını istemek ve kendisiy-
le başkasına ulaşılan şey olarak
tarif edilmektedir.3 Bununla
beraber vesîlenin kıyamet gü-
nündeki umumî şefâat, cennet-
teki bir yer veya cennetin arşa
en yakın bölgesi olduğu rivâyet
edilir.4 Tevessül ise kendisi ile
bir şeye kavuşulan, yakınlık ka-
zanılan ve Allâhu Teâlâ’ya ya-
kınlaşmaya sebep olan şeyler-
dir.5
Mağara hadisi olarak bili-
nen rivâyette Peygamber Efen-
dimiz, geçmiş ümmetlerden üç
kişilik bir topluluğun yolculuk-
ları esnasında yağmura yakala-
nıp bir mağaraya sığındıkların-
dan, akabinde mağara çıkışının
büyük bir kaya ile bunların üze-
rine kapandığından, bunun
üzerine onların birbirlerine,
kendilerini doğruluktan başka
hiçbir şeyin kurtaramayacağı-
nı ve herkesin doğru söylediği-
ni bildiği bir şeyle Allah’a dua
etmelerini hatırlatmada bulun-
duklarından bahseder. Hadisin
devamında onlardan birinin iş-
çisine ödeneğini ödemek için
ne denli titiz davrandığından,
diğerinin ihtiyar anne ve baba-
sına hizmette kusur etmemeye
özen gösterdiğinden, bir diğe-
rinin ise zinâdan kaçınmakta-
ki hassasiyetinden bahsettiği
ve sonunda mağaradan kurtul-
dukları ifade edilir.6 Bu rivâyet
bizlere işlediğimiz hayırlı amel-
leri vesîle edinebileceğimizi or-
taya koymaktadır.
Hayır Kapısı ve Umut Işığı
Vesîleyi cennette bir yer7 ola-
rak tarif eden Peygamber Efen-
dimize âmâ bir şahsiyet gelip
kendisinden dua talebinde bu-
lunur. Peygamber Efendimiz
ona, güzel bir şekilde abdest al-
masını, sonra da iki rekât na-
maz kılmasını ve “Ey Allah’ım!
Ben sana rahmet peygamberin
olan Nebin ile yöneliyorum. Ya
Rasûlallah! Rabbime şu ihti-
yacımı gidermesi için seninle
yöneliyorum. Ya Rabbi! Pey-
gamberini benim hakkımda
şefâatçi kıl.”8 diye dua etmesi-
ni tavsiye eder. Umreye gitmek
üzere kendisinden izin isteyen
Hz. Ömer’e Peygamber Efendi-
miz, “Bizi de duadan unutma
kardeşim”9 diyerek kardeşleri-
mizden dua isteyebileceğimizi,
hayra ermek için birbirimizin
dualarını vesîle edinebileceği-
mizi beyân kılmıştır. Bir bedevî
Peygamber Efendimizin yanı-
na gelir, açlıktan dolayı çocuk-
larının rahat uyuyamadığını,
hayvanlarının sevinç naraları
atamadığını dile getirir ve ko-
nuşmasını, “Bizim sığınaca-
ğımız tek kişi sensin. İnsanlar
peygamberden başka kime ve
nereye sığınsınlar.”10 beyti ile
tamamlar. Bu rivâyetten de an-
laşılacağı gibi ashâb-ı kirâm,
Peygamber Efendimizi vesîle it-
tihaz eder, hayır kapısı ve umut
ışığı olarak görürdü.
Ortaya çıkan kuraklık ve kıt-
lık üzerine Abbas b. Abdilmut-
talib ile yağmur duasına çı-
kan Hz. Ömer, sâlih insanları
vesîle edinmenin gereğini yağ-
mur duasında şu şekilde ses-
lendirmektedir: “Rabbim! Biz
senin Peygamberin ile sana te-
vessül ederdik ve yağmur ya-
ğardı. Şimdi senin peygambe-
rinin amcası ile sana tevessül
ediyoruz, bize yağmur ver.”11
Başka bir rivâyette Hz. Ömer,
Hz. Abbas hakkında şu tesbit-
te bulunmaktadır: “Rasûlullah,
Abbas’a oğlun babasına gös-
terdiği saygıyı gösterirdi. Am-
casına gösterdiği saygı konu-
sunda Rasulullah’a uyup siz de
ANLAYIŞLARIVESîLE
SÛFÎLERİN TEVESSÜL VE
“Mürşid-i kâmillerin, sâlih zatların ve mâneviyat önderlerin birer
aracı olduklarını söyleyen tasavvuf ve tarîkat çevreleri, itibar ettikleri
hiçbir velîyi Rab derecesine yükseltmez, hiçbir Allah dostuna
ulûhiyet pâyesi vermez.”
![Page 16: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/16.jpg)
Nisan 201230 31
Abbas’a saygı gösterin ve onu
Allah’a vesîle edinin.”12
Bu rivâyetleri dikkate alan
İslâm ulemâsı, Allah’ın isim ve
sıfatlarını, sâlih amelleri, sâlih
insanları, takva sahiplerinin du-
alarını vesîle edinmeyi yerin-
de bulmaktadır. Allah’a yakınlık
için sâlih amelleri tavsiye eden
ilk dönem mutasavvıfları da ku-
lun Allah ile doğrudan iletişimi-
ne önem vermişlerdir.13 Onla-
ra göre kulun Allah’a yakınlığı,
iman edip Allah’ın ihsan ve lut-
funa yakın olması; Allah’ın ku-
luna yakınlığı ise kulun ilim ve
irfan sahibi olması demektir. Bu
çerçevede, “Biz ona şah dama-
rından daha yakınız.”14 âyet-i
kerîmesindeki Allah’ın yakınlı-
ğı, Seriyyu’s-Sakatî (ö.257/870)
itâat olarak değerlendirirken,15
Ruveym b. Ah-
med (ö.330/941) ara-
ya giren engel-
leri kaldırmak
ve O’na vasıl ol-
mak,16 Cüneyd-i
Bağdâdî (ö.
297/909) ise
kalplerin O’na
yakınlığı şeklin-
de yorumlamak-
tadır.17
Tevessül ve
vesîle konusu-
nun tartışılır ko-
numa gelmesi-
nin ana sebebi,
yaşayan veya
vefat eden kişi-
lerin vesîle edi-
nilmesidir. Ka-
birdeki ölüleri
vesîle edinme-
nin tevhîd ilkesini zedeleyece-
ği ve kişiyi şirke düşüreceği en-
dişesi duyulmuştur. Vefat etmiş
kimseleri vesîle edinmeyi câiz
görmeyen İslâm ulemâsı, pey-
gamberler, şehitler ve sâlih ki-
şilerin Allah katında yüksek ma-
kamlara sahip olduklarını beyan
etmektedirler, ancak bu isimle-
rin tasarrufta bulundukları an-
layışını reddetmektedirler. Zira
ölen insanların dünya ile bağları
kesilmiştir.18
“O’nu Gerçekten Anıyorum”
Seyahate çıkacak olan mü-
ritleri Ebu’l-Hasan el-Harekânî
(ö.424/1033)’den yoldaki tehli-
kelerden kendilerini koruyacak
bir dua öğretmesini rica ederler.
Harakânî, “Herhangi bir talih-
sizliğe uğrarsanız adımı zikre-
din.” der. Bu cevap onların ho-
şuna gitmez. Bununla birlikte
yola çıkarlar ve seyahat sırasın-
da şakîlerin saldırısına uğrarlar.
İçlerinden birisi velinin adını
anar ve şakîlerin büyük şaşkın-
lığını çekecek bir tarzda gözden
kaybolur. Şakîler onun ne deve-
sini ne de ticarî eşyasını bulur-
lar. Ötekiler ise bütün elbise ve
mallarını kaptırırlar. Memleket-
lerine döndüklerinde şeyhten
bu sırrı açıklamasını rica ede-
rek, “Hepimiz Allah’a yalvar-
dık, yakardık, ama sesimizi du-
yuramadık. Senin adını anan
kimse ise soyguncuların gözle-
ri önünde kayboldu.” dedikle-
rinde, Harekânî şu cevabı verir:
“Siz Allah’a şeklen yalvarıyor-
sunuz. Oysa ben, O’nu gerçek-
ten anıyorum. Bundan dolayı siz
beni anar ve ben de sizin adınıza
Allah’ı anarsam, dualarınız ka-
bul olur.”19
Selefiyye, hadis ehli ve
Hanbelîler ölülerin ruhlarından
istimdâd ve istiânede bulunma-
yı, ölülerin dirilere faydalı ola-
cakları, onları terbiye edecek-
leri ve onlar için Allah katında
şefâatçi, vâsıta ve vesîle olacak-
ları anlayışını câiz görmemek-
tedirler. Tasavvuf ve tarîkat ehli
ise bu anlayışları benimseme-
mekte, hatta faydalı ve gerekli
görmektedirler.20 Çünkü tasav-
vuf sırrî bir ilimdir. Tasavvuf ehli
de mânâ erlerinin rûhâniyetini,
ruhlar âlemini ve ruhlarla ilişki
kurmayı önemser. Bazı sûfîler
Üveysî yolla terbiye ve irşâd ol-
makta, mânâ erlerinden feyz al-
maktadırlar. Buna göre ölen biri
ermişin ruhuna sağ bir kişi ile
ilişki kurup onu eğitmesi, ye-
tiştirmesi, olgunlaştırması ve
ermişlik mertebesine ulaştır-
ması mümkün kabul edilmekte-
dir. Tarîkat ehli silsilelerindeki
meşâyıhın ismini anmak sure-
tiyle hal transferi yaşayacakla-
rını, onların rûhâniyetinden
faydalanabileceklerini düşün-
mektedirler. İdrak sahipleri için
kabirlerin de bir dilinin olduğu,
keşfi olanların kabirdekilerin
hâllerine giriftâr olacakları ka-
bul edilmektedir.21
Sebepler âleminde yaşıyoruz.
Her şeyin yegâne hâkimi ve sa-
hibi Allah’tır. Tek güvencemiz
Hz. Allah’tır. Güç de O’ndan, şifâ
da O’ndan, yardım da O’ndan,
hayat da O’nun kudret elinde,
ölüm de O’nun elindedir. Ancak
Allah’ın yaratması, yaşatması ve
öldürmesi hikmete mebnîdir.
Güneş sıcaklığın zuhûruna, bu-
lut yağmurun yağmasına, yağan
yağmur bitkilerin yeşermesine,
bitkilerin yetişmesi hayvanların
büyümesine sebep teşkil etmek-
tedir. Sosyal hayatta da bireysel
yaşamda da tabiatın yapısında
da her şey sebep vesîle ve vâsıta
çerçevesinde işlemektedir. Aynı
şekilde her şeye kâdir olduğu ve
her şeyi yaratanın kendisi oldu-
ğu halde Hz. Allah melekleri var
ediyor, onlara belli işler veriyor,
o işleri onlara gördürüyor, ta-
biat olaylarını tabiat kanunları
çerçevesinde onlara yaptırıyor.
Cenâb-ı Hak vahyini peygam-
berine melek, insanlara da pey-
gamber aracılığı ile ulaştırıyor.
Rızkı veren Allah’tır. Ancak O,
bize rızkımızı belli bir vâsıta ve
vesîle ile veriyor. Hastalara şifâ
veren Allah’tır. Ancak O, eş-Şifâ
ismini ilaçlar ve doktorlar üze-
rinde tecelli ettiriyor.22
V e s î l e l e r
p e n c e r e s i n -
den baktığı-
mızda görürüz
ki, Kâbe-i Mu-
azzama ilâhî
nura gark olma-
nın bir vâsıtası,
Kur’ân-ı Kerîm
bizleri Hakk’a
götüren hablu’l-
merîd, pey-
gamberler bizleri ateşten koru-
yan emanlarımız, ibadetler ilâhî
rızâya ermemizin vesîlesidir. Bu
çerçevede, mâneviyat önderle-
ri de Hakk’ı tanımak, dini anla-
mak ve İslâm’ı gereğince yaşa-
mak için birer vesîledir. Tedavi
olmak için gittiğimiz hastane-
de doktorun şifâ bulmamıza
vesîle olması, çocukların büyü-
mesinde ve rızıklarının temi-
ninde anne babalarının vâsıta
olması, toprağın ürün verme-
sinde ziraat erbabının ekip biç-
mesi birer vesîledir. Bunun gibi,
gönül erleri de kalb arazilerine
mânâ tohumları saçan, gönül-
lerde Hak nurunun parlaması-
na vesîle olan, gaflet perdeleri-
nin sıyrılmasına katkı sağlayan
vâsıtalardır.
“Yegâne Mercii Hz. Allah (c.c)”
Mürşid-i kâmillerin, sâlih
zatların ve mâneviyat önderle-
rin birer aracı olduklarını söyle-
yen tasavvuf ve tarîkat çevreleri,
itibar ettikleri hiçbir velîyi Rab
derecesine yükseltmez, hiçbir
Allah dostuna ulûhiyet pâyesi
vermez. Tarîkat ehli, mürşitle-
rini insanüstü bir konuma yer-
leştirmezler, onları insanlık
hasletlerinin zirve şahsiyetle-
ri olarak takdim ederler. Bütün
Müslümanlar gibi tarîkat ehli
de yegâne merciin Hz. Allah ol-
duğunu aklından da hayatından
da çıkarmaz. Bu anlamda olmak
üzere şifâyı hekimden bilmek-
le velinin duasından ve him-
metinden bilmek arasında faz-
la bir fark yoktur. Sonuçta ikisi
de vesîledir ve sebeptir.23 Hayra
vesîle olan o hayrı işlemiş gibi-
dir, iyilik yolunda çığır açanların
isimleri unutulmayacaktır.
Müritlerin “Meded yâ şeyh!”,
“Meded yâ gavs!” diye mâneviyat
üstatlarından yardım istemeleri,
başları dara düştüğünde “Me-
ded!” terennümünde bulunma-
ları, mürşid-i kâmillerin duala-
rına, ilgilerine, dostluklarına ve
sevgilerine duydukları ihtiya-
cın bir tezâhürüdür. Özleri rah-
metten ibâret olan üstatlarının
kendi acziyetleri için de elleri-
ni Hakk’a açmalarını ve Allah’a
dua etmelerini isterler. Sâlih
kullarının duasını daha makbul
gördükleri için müritler, isâbet
eden mürşidin duası ile düş-
“Sâlih kullarının duasını daha makbul
gördükleri için müritler, isâbet
eden mürşidin duası ile düştükleri
dardan kurtulacaklarını, inâyet-i
Rabbâniyyenin kendilerine vâsıl
olacağını düşünürler.”
![Page 17: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/17.jpg)
Nisan 201232 33
tükleri dardan kurtulacaklarını,
inâyet-i Rabbâniyyenin kendile-
rine vâsıl olacağını düşünürler.
Dolayısıyla “Meded ya şeyh!”
diye seslenen müridi darda kal-
maktan kurtaran şeyh değil,
Allah’tır. Şeyhin kurtardığına
inanmak, müridi şirke düşürür.
Zira şeyh, sadece dua ile darda
kalana yardıma koşan bir kul-
dur. Yardım Allah’tandır. Zira
dua yolu ile yardım talebinde
bulunmak meşrudur. Sabır ile
dua ve istiânede/yardım isteğin-
de bulunmak,24 herhangi bir so-
runumuzun giderilmesinde gü-
nahsız bir ağızdan veya mü’min
kardeşlerimizden dua isteğinde
bulunmak doğal bir tavırdır.25
“Mânâ Erleri Keşfedilmeye
Lâyıktır”
Vefat etmiş yakınlarımızın
kabirlerini ziyaret, kalplerimizi
yumuşatıp yufka hâle getirmek-
tedir. Dolayısıyla kabrini ziyaret
edenle, kabri ziyaret edilen ara-
sında karşılıklı olarak birbirini
etkileme ve birbirlerine fayda-
lı olma türünden bir ilişki var-
dır. Ölen bir kişinin, geride ka-
lanla bütün bağları kopmuyor,
bütün ilişkiler kesilmiyor. Bu
bağlar ve ilişkiler mânevî ola-
rak bir şekilde var olmaya de-
vam etmektedir. Kabirler ve
içindeki ölüler bireylerin geç-
mişleri gibidir. Bir birey ken-
di geçmişinden nasıl kopmaz-
sa, koptuğu zaman nasıl kişiliği
harap olursa ölülerinden ve on-
ların mekânları olan kabirlerin-
den kopan toplumlar da o du-
ruma düşerler.26 Şehitlerin ölü
kabul edilmeyişi, sâlihlerin anıl-
dığı meclislere rahmetin inzâl
edilmesi, geçmişlerimizi hayırla
yad etmemiz, Peygamberimizin
kabrini ziyaret edenlerin kendi-
si ile hayatta görüşmüş gibi is-
tifade edeceğine dair rivâyetler,
Efendimizin rûhâniyetine gön-
derdiğimiz salavattan kendisi-
nin haberdar edilmesi, Üveysilik
yoluyla bazı meşâyıhın önceden
vefat edenlerin rûhâniyetinden
istifade etmesi, önceki nesiller-
le sonraki nesiller arasında de-
vam etmesi öngörülen gönül
bağları dünyasını değiştirmiş
olan büyüklerin unutulmadık-
larının, hâtıraları ile yaşadıkla-
rının, ruhlar âlemindeki tanı-
şıklıkla mânevî birlikteliklerin
devam edeceği öngörülmekte-
dir. İnsan etkileyen ve etkilenen
varlıktır. İnsan bulunduğu orta-
ma rûhunun rengini veren bir
kıymete sahiptir.
Mânâ erleri unutulmak için
değil içsel derinlikleri ile keş-
fedilmeye lâyık şahsiyetlerdir.
Ahmed-i Yesevî hikmetleriy-
le, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî
Mesnevî’siyle, Hacı Bektaş-ı
Veli Makâlât’ıyla, Yunus Emre
ilâhîleriyle, alperenler gazâ ruh-
larıyla, ahî zümreler çalışma ha-
yatındaki özverili adımlarıyla
asırlardır insanlığa ruh vermek-
te, diriliş muştusunda bulun-
maktadır. Bedenler ölümlüdür,
dünya fânîdir, insanoğlunun ha-
yatı muvakkattir, ama insan-
lık bir değerdir. Ruhlar mîsâk
âleminin sırrına müştaktır.
Âşıklar ölümsüzlük sırrına gi-
riftar olmuşlardır. Önden giden
âbide şahsiyetlerin zirve dene-
yimlerini gerçekleştirenler, on-
ların beslendikleri rahmet kay-
nağından istifade edecekler,
kana kana içecekler ve onlar da
ölümsüzlük sırrına ereceklerdir.
Özetle irtibatsız, bağlantı-
sız, alakasız ve vâsıtasız kim-
se yoktur. Birtakım etiketlere,
takıntılara, tutkulara ve arzu-
lara tevessül edip seküler zih-
niyetin kurbanı olanlar yığın-
larcadır. Onların tevessül ettiği
bu nefsânî tutkular, onları ha-
rap ve bitap kılacaktır. İbadet-
leri, zikirleri, tesbihatı, dua ve
niyazları, Hak dostlarını, ah-
lak âbidelerini, mânâ erlerini
ve nurlu sîmâları vesîle edinen-
ler vuslatı şiâr edinmekte, ilâhî
rızâyı hedeflemekte, tuttukla-
rı yolun kendilerini menzil-i
maksûda ulaştırdıklarını gör-
meyi ummaktadırlar.
GÖNÜL COĞRAFYAMDA ANKARA
Gönül coğrafyamızı dağıtırken hazanlarDeğer Kocatepe’de gökyüzüne ezanlar
Kadim hatıralarla kirpiklerim ıslanırAcılar denizinde deli gönül uslanır
Bozkırın bahtlı kızı gülümsesin gözlerinŞairi kıskandırır belagatli sözlerin
Bahar gelir, gün açar, yüreğe cemre düşerHacı Bayram Veli’de ham gönül odda pişer
Senden medet umarken gayri her bahtı karaKanayan yaralara merhem olur Ankara…
Yıldız, sevdalısını ayın koynunda beklerYiğitliğin remzidir Ankara’da zeybekler
Rüyalarıma aktın efkârlı gecelerdeTarif etmek zor seni bu mahdut hecelerde
Büyük halaskârına ağlar ağlar AnkaraYaralı yürekleri her dem dağlar Ankara
Serpilip güzelleştin Cumhuriyetin kızıAydınlık ufukların sönmeyecek yıldızı
Gözümüzde yakuttur her bir taşın AnkaraYedinci göğe değsin dertli başın Ankara
Bahar gelmiş yurduma, Çankaya’da gül açmışAnkara havaları gönüle neşe saçmış
Beypazarı evleri dünden yadigâr bizeAnkara’da ırmaklar hasret kaldı denize
Canlıdır ilk mecliste mazinin ak düşleriUnutturdu acılar o candan gülüşleri
Türkiye’mizin nabzı atmakta Ankara’daHacı Bayram-ı Veli yatmakta Ankara’da
Şüphe yok ki Kızılay kalbidir Ankara’nınElbet burda bulunur merhemi her yaranın
Ankara gözbebeğim, gönül dünyamda yaşarKırar zincirlerini kutlu sevdaya koşar.
M. Nihat MALKOÇ
1 Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Sivas2 Asım Efendi, Kâmûsu’l-Mubît Tercümesi, c. III, s.
374. 3 El-Isfahânî, Müfredât, s. 1158-1159; İbn Manzûr,
Lisânu’l-Arab, c. VI, s. 4737; el-Cürcânî, Kitâbü’t-ta’rîfât, s. 252.
4 İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, c. VI, s. 4738; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azim, c. II, s. 52.
5 Asım Efendi, Kâmûs, c. III, s. 374.6 Buhari, el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul 992, Buyu’, 34.7 Buhari, Ezân, 8; Müslim, Salât, 11.8 İbn Mâce, İkâme, 189.9 Ebû Dâvûd, Vitr, 23; Tirmizî, Deavât, 109; İbn
Mâce, Menâsik, 5.10 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c. III, s. 183.11 Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c. IV, s. 8.12 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c. III, s. 186.13 Serrâc, el-Luma’, s. 84-85; Kuşeyrî, er-Risâle, s.
275.14 Kaf 50/16.15 Kelâbâzî, et-Taarruf, s. 125.16 Kelâbâzî, et-Taarruf, s. 126.17 Serrâc, el-Luma’, s. 85.18 Bardakçı, “Tasavvufî Bir Terim Olarak Tevessül ve
Vesile”, Tasavvuf, yıl 1, sy. 2, s. 38.19 Nicholson, İslâm Sûfîleri, s. 116.20 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 21.21 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 24-25.22 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 11-12.23 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 11-12.24 Bakara 2/163.25 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlü-
ğü, s. 323-324.26 Uludağ, “İstimdâd”, Tasavvuf, yıl 3, sayı: 8, s. 20-21.
*Prof. Dr.
Dipnot
![Page 18: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/18.jpg)
35Nisan 201234
EdebiyatMusa TEKTAŞ
SuLTANDUA EYLEYEN
“Buraya pâdişâhlık gururu ile beni imtihan için geldiniz.
Şimdi ise dervişlik hâliyle gidiyorsunuz ve dervişlik devletinin güneşi
üzerinde ışıldamaya başladı.”
Tarih boyunca devlet adamlarından, ar-
kasına manevî destek alanlar, yüce de-
ğerleri kaim kılanlar, daima başarı-
lı olmuşlardır. Bu ulvî hâl ile maneviyat erlerini
ziyaret eden, danışan, dua ve himmetlerine maz-
har olan birçok yönetici, bulunduğu çağın en zir-
vesine yükselmiş, isimleri görüştükleri o gönül
sultanlarının ismi yanında tarihin sayfalarına al-
tın harflerle yazılmıştır. Bu yazımızda buna iki ör-
nek vereceğiz.
Altın Silsile’nin halkalarından olan, Ebü’l-
Hasan Harakânî Hazretleri (k.s.), 352/963 yılında,
Horasan’ın Bistâm şehrine bağlı Harakân köyün-
de dünyaya gelir. Çocukluğunda Harakân’da anne
babasının geçimini sağlamak maksadıyla çobanlık
ve çiftçilikle uğraşarak ailesinin geçimini sağlar.1
Devrinin değişik âlim ve şeyhlerini tanıyan ve on-
lardan istifade eden Harakânî (k.s.), kendisinden
senelerce önce vefat etmiş olan Bistâmî’nin yolu-
nu devam ettiren müridleriyle görüşür, Bâyezîd-i
Bistâmî’nin kabrine on iki yıl türbedarlık eder.
Harakânî on iki yıl süreyle yatsı namazını ce-
maatle kıldıktan sonra Bistâm’daki Bâyezîd-i
Bistâmî’nin kabrine teveccüh eder; “Allah’ım!
Bâyezîd’e ihsan ettiğin hil’atten bize de bir koku
ihsan et!” diyerek duada bulunur.2 Sevgi ve aşk-
la bağlandığı bu kapı onun gönül dergâhı olur.
Yılları aşıp gelen Bistâmî’nin sevgisi, onu yoğu-
rur ve vuslata götürür.3 Dolayısıyla Harakânî’nin
tasavvufî intisabı, âriflerin sultanı Bâyezîd-i
Bistâmî’yedir. Seyr ü sülûk eğitimini Bistâmî’nin
ruhaniyetlerinden alır.4
Üveysîliği ile dikkat çeken Harakânî, Aynül-
kudat el-Hemedânî (ö.525/1131), Necmeddin-i
Dâye, Feridüddin-i Attâr, Mevlânâ Celâleddin-i
Rûmî gibi büyük mutasavvıfları derinden etkiler,
10 Muharrem 425/5 Aralık 1033 tarihinde âlem-i
bekâya göç eder. Manevî etkisi çağları aşarak yüz-
yıllardır devam eder.5
Sultan’dan Dua Talebi
Sultan Mahmûd Gaznevî, bütün Asya’ya hâkim
olduğu zamanda, Harkân şehrine yakın bir yere
gelir. Adamlarından birkaçını, Harkân’a mane-
viyat sultanı, Şeyh Ebü’l-Hasan-ı Harkânî Haz-
retlerinin huzuruna gönderir ve Şeyh Hazretlerini
yanına çağırtır. Şeyh Hazretleri buna karşılık bir
özür beyân ederek gelemeyeceğini bildirir. Du-
rum, Mahmûd Gaznevî’ye bildirilince;
- Haydi kalkınız! Zîrâ o, bizim sandığımız
kimselerden değildir. Biz ona gidelim, der. Son-
ra kendi elbisesini Kâdı İyâd’a giydirir ve ken-
disi de silâhtar olarak, Kâdı İyâd’ın yanında
Ebü’l-Hasan-ı Harkânî’nin evine girer. Mahmûd
Gaznevî selâm verince, Ebü’l-Hasan Hazretle-
ri selâmını alır. Fakat ayağa kalkmaz. Mahmûd
Gaznevî, Ebü’l-Hasan-ı Harkânî’ye;
- Sultan için neden ayağa kalkmadınız, diye so-
runca, Ebü’l-Hasan, Sultan Mahmûd’a:
- Mâdemki seni öne geçirmişler, yanıma gel
bakalım, der.
Sultan Mahmûd Gaznevî, Ebü’l-Hasan-ı
Harkânî’ye:
- Bâyezîd-i Bistâmî nasıl bir zât idi, diye sorar.
Ebü’l-Hasan-ı Harkânî:
- Bâyezîd, öyle kâmil bir velî idi ki, onu gören-
ler hidâyete kavuşurdu. Allahu Teâlâ’nın râzı ol-
duğu kimselerden olurdu, diye cevap verir.
Sultan Mahmûd bu cevabı beğenmez ve;
- Ebû Cehl, Ebû Leheb gibi kimseler, Fahr-i
kâinâtı, Server-i âlemi nice kere gördüler. Fakat
hidâyete gelmediler. Hâl böyle olunca, Bâyezîd’i
görenlerin hidâyete geldiklerini nasıl söylüyor-
sun, der.
O, Rasûlullah Efendimizden daha yüksek mi
ki, iki cihânın efendisini, üstünlerin üstünü olan
Allahu Teâlâ’nın sevgili Peygamberini gören, kü-
fürden kurtulamadı da, Bâyezîd’i görenler mi kur-
tulur demek ister.
Ebü’l-Hasan:
- Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Alla-
hu Teâlâ’nın Sevgili Peygamberini, insanların en
üstünü olan Hazret-i Muhammed (s.a.v.) olarak
görmediler. Ebû Tâlib’in yetimi, Abdullah’ın oğlu
olarak gördüler. O gözle baktılar. Eğer, Ebû Bekr-i
Sıddîk gibi bakarak, Rasûlullah olarak görselerdi,
eşkıyalıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemâle
gelirlerdi, buyurur.
![Page 19: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/19.jpg)
37Nisan 201236
“Bana Nasîhat Ediniz”
Sultan Mahmûd Han bu cevabı çok beğe-
nir. Din büyüklerine olan sevgisi artar. Sultan
Mahmûd:
- Bana nasihat ediniz, deyince
Ebü’l-Hasan-ı Harkânî:
- Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın,
namazını cemaatle kıl, cömert ol, Allahu Teâlâ’nın
yarattıklarına şefkat göster, der.
Sultan Mahmûd;
- Bana dua buyurun, deyince,
Ebü’l-Hasan-ı Harkânî:
- Ey Mahmûd, âkıbetin makbûl olsun, der.
Bunun üzerine Sultan Mahmûd, Ebü’l-Hasan-ı
Harkânî’nin önüne bir kese altın koyar. Buna kar-
şılık Ebü’l-Hasan, sultanın önüne arpa unundan
yapılmış bir yufka ekmeği koyar. Sultan ekmek-
ten bir lokma alır. Fakat lokmayı yutamaz. Bunun
üzerine Ebü’l-Hasan Hazretleri:
- Bir lokma ekmeği yutamıyorsun. İster mi-
sin, şu bir kese altın bizim de boğazımızda dur-
sun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik. Şu altın-
ları önümden alınız, der. Sultan, Ebü’l-Hasan’ın
paraları almasını çok isterse de, kabul etmeyince,
ondan bir hatıra talep eder. Ebü’l-Hasan Hazret-
leri ona hırkasını verir.
Sultan Mahmûd giderken, Ebü’l-Hasan ayağa
kalkar. Bunun üzerine Sultan Mahmûd:
- Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştiniz, fa-
kat şimdi ayağa kalkıyorsunuz. O hâl niye idi? Bu
ikrâm nedir, diye sorar.
Ebü’l-Hasan-ı Harkânî Hazretleri:
- Buraya pâdişâhlık gururu ile beni imtihan
için geldiniz. Şimdi ise dervişlik hâliyle gidiyorsu-
nuz ve dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışılda-
maya başladı. Önce gurur içinde olduğundan do-
layı ayağa kalkmadım. Fakat şimdi derviş olduğun
için ayağa kalkıyorum.” der. Sultan, sonra gazâya
gitmek üzere Harkân’dan ayrılır. Sevmenât’a ge-
lir. İçine mağlûb olma korkusu düşer. Birden atın-
dan inip, bir köşede Ebü’l-Hasan Hazretlerinin
hırkasını eline alıp:
- Yâ İlâhî! Şu hırkanın sahibinin yüzü suyu
hürmetine, şu kâfirlere karşı bizi muzaffer kıl. Ga-
nimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişle-
re vereceğim, diye dua eder etmez, düşman tara-
fında bir toz-duman ortaya çıkar. Düşmanlar, bu
toz-duman içinde bir şey görmeyerek, kılıçlarını
birbirlerine vururlar ve kendi kendilerini öldürür-
ler. Sağ kalanları da dağılıp gider. O akşam Sul-
tan Mahmûd, rüyâsında Ebü’l-Hasan-ı Harkânî
Hazretlerini görür. Ebü’l-Hasan-ı Harkânî, Sul-
tan Mahmûd’a:
- Allahu Teâlâ’nın dergâhında, hırkamızın
yüzü suyu hürmetine zafer kazandın. Eğer o anda
isteseydin, kâfirlerin hepsinin Müslüman olması-
nı sağlayabilirdin, buyurur.
Madde sultanı olan Gazneli Mahmud,
Harakânî’nin mânâ sultanlığına bu şekilde hay-
ranlık besler. Harakânî’nin saltanatı mâneviyat
ve ruhaniyet arenasındaki nüfuzuyla gerçekleş-
miştir. Onun saltanatında takva, vera, zühd, fakr,
mücahede, muhasebe ve riyazet yegâne usûldür.
Onun zühdî kişiliği ile alâkalı olarak Attâr, bah-
çesinde ekim ve dikim işlemini sürdürürken,
Harakânî’nin toprağı ilk kazmasında gümüş, di-
ğer kazmasında altın ve bir başka kazmasında ise
inci ve mücevherat çıktığından söz eder. Bunun
üzerine Harakânî, Hakk’a münacatla; “Allah’ım!
Beni bununla avutma. Ben dünya ile Sen’in gibi
bir Rab’den yüz çeviremem.” diye yakardığından,
onun daima Hak’tan yana tercihte bulunduğun-
dan bahseder.6 Müntesiplerine kemâle ermenin
yollarını öğreten Harakânî Efendimiz, şu öğütler-
de bulunuyor:
“Hak yolunda yürümek isteyen kimsenin şu
dört gurubun yani: ‘Âlimlerın, muttakîlerin, evli-
yaların ve yol gösteren mürşidlerin’ sözlerini din-
lemesi gerekir:”7
Devlet İdarecilerine Tavsiyeler
Velîlerin devlet idarecilerine olan dua ve tav-
siyelerine bir örnek de Es-Seyyid Osman Hulûsi
Efendi Hazretlerinden nakledelim: Turgut Özal
Bey, parti kurup siyasete atılmaya niyet edince
Ali Coşkun Bey’e der ki: “Gel seninle bir yere gi-
deceğiz... Akıl danışacağız.” Doğruca, Darende’ye
Hulûsi Efendi Hazretleri’ne ziyarete gelirler. Meş-
hur Somuncu Baba Hazretlerinin torununa müra-
caat ederler.
Ali Coşkun Bey o görüşmede neler konuşuldu-
ğunu şöyle naklediyor:
“Turgut Özal konuyu uzun uzun anlattı. Özet-
leyelim: “Parti kurup, seçime girmek niyetinde-
yim. Milli Güvenlik Konseyi yeşil ışık yakıyor.
Sizin düşünceniz benim için önemli... Ne diyorsu-
nuz?” dedi.
Söz sırası Hacı Hulûsi Efendi Hazretleri’ne ge-
lince: “Hayırlı olsun... Allah yolunu açık etsin.”
buyurdu. Hazret söze devam etti:
“Sana birkaç şey söyleyeceğim. Ben ben ben
deme... Bencillik insanı şaşırtır... Doğru yoldan
uzaklaştırır. İstişareye önem ver... Siyasette di-
yalog esastır. Devlet dairesinde dürüst ol... Dün-
ya malına tamah etme... Devletin malını, parasını
gözün gibi koru. Sakın ola ki makam hırsına ka-
pılma.”
Turgut Özal, Ali Coşkun’dan “not almasını”
ister. Coşkun da “Sohbeti... Öğütleri” not eder.
Görüşme bitmiştir... Çıkmak üzerelerdir. Hacı
Hulûsi Efendi Hazretleri “son bir şey daha” söy-
ler: “Halka hizmet hakka ibadettir... Ama sen bu
sözü kullanırken “ibadet” deme... Yoksa sana “ta-
kunyalı” derler... En iyisi sen de ki: “Halka hizmet
Hakk’a hizmettir.”8
Turgut Özal Bey, Hulûsi Efendi Hazretlerinin
duasını alır, “Halka hizmet Hakka hizmettir” slo-
ganıyla halkın teveccühünü kazanır yıllarca mem-
lekete hizmette bulunur.
1989 yılında bir gün Hulûsi Efendi Hazretleri
evinde hasta yatağında iken, telefonun zili çalar.
Telefona H. Hamidettin Ateş Efendi cevap verir.
Arayan Turgut Özal Bey’dir. Cumhurbaşkanlığı
seçimi için aday olacağını, dua talep ettiğini bildi-
rir. H. Hamidettin Efendi bu arzuyu Hulûsi Efen-
di Hazretlerine iletir. Verdiği cevabı Turgut Özal
Bey’e söyler: “Hulûsi Efendi Hazretleri şöyle müj-
de veriyor: “İnşallah memleketimizin Reis-i Cum-
huru (Cumhurbaşkanı) siz olacaksınız.” der. Tur-
gut Bey Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da
Darende ile devamlı irtibat hâlinde bulunur.
Türs
ab A
rşivi
![Page 20: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/20.jpg)
Nisan 201238
Kars Ziyareti Hatırası
Evliya Çelebi, Kars Kalesi’nin III. Murad dev-
rinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edildi-
ğini anlatırken bir askerin paşaya aktardığı rü-
yasını nakleder. Asker, rüyasında gördüğü yaşlı
bir zâtın kendisinin Ebü’l-Hasan el-Harakânî ol-
duğunu ve kendisine makamının burada bulun-
duğunu söylediğini, kendisinden ayağını bastı-
ğı yeri kazmasını istediğini anlatmıştır. Bunun
üzerine yüz işçi yeri kazmaya başlamış ve üzerin-
de “Menem şehîd ü saîd Harakânî” ibaresi yazı-
lı dört köşe bir somaki mermer bulunmuştur. Ga-
ziler mermeri tekbir ve tevhidle kaldırınca kabir
ortaya çıkmıştır. Yaralı pazusuna sarılı makra-
me ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği
görülmüş; vücudunun sağ tarafındaki yarası hâlâ
kanamaktaymış. Gaziler yine tekbirle kabri kapa-
mışlar. Kalenin içine ilk olarak Lala Mustafa Paşa
tarafından Ebü’l-Hasan Harakânî adına bir tekke
ile cami inşa ettirilmiştir. Bir Kars ziyareti hatıra-
sıyla yazımızı bağlayalım:
H. Hamidettin Ateş Efendi geçtiğimiz yıllarda
Kars’ı Harakânî Hazretlerinin kabri şerifini aile ve
akrabalarıyla birlikte ziyarete giderler. Yolculuğa
çıkarken Kars’taki türbeyle ilgilenen cami görevli-
si Yavuz Hocanın hanımı bir rüya görür. Harakânî
Hazretleri: “Kızım önemli misafirlerimiz geliyor
hazırlık yap, ikramda bulun” buyurur. H. Hami-
dettin Efendi ve yanındakiler habersizce Kars’a
varıp Pirimizin kabrini ziyaret ederler. O arada
Darende’den gelen bu ziyaretçi grubunu gören
Yavuz Hoca büyük bir şaşkınlık yaşar ve evine da-
vet eder. İçeri girilir ki sofra hazırlanmıştır…
Bu arada televizyonlarda program yapan bir
hoca efendi de o anda türbe ziyaretine gelmiş-
tir. H. Hamidettin Efendi o hoca efendiyi de sof-
raya çağırtır. Televizyonlarda program yapan
hoca efendi girince hazırlıkların kendisi için ya-
pıldığın sanarak “Zahmet etmişsiniz, ne güzel
sofra hazırlamışsınız.” der. Ve külliyenin inşaa-
tı hakkında konuşurken, “Biz hizmetin en güzeli-
ni Darende’de gördük, Hulûsi Efendi Vakfı ülke-
mizdeki hizmet kurumları içinde en önemlisidir.
Onları örnek almak gerekir.” diye sözlerini devam
ettirir. Uzun konuşmalarından sonra H. Hami-
dettin Efendi’ye dönerek “Efendim isminizi sor-
madım kusura bakmayın tanışamadık.” der. H.
Hamidettin Efendi. “Darendeliyiz” diye cevap ve-
rir. Bu defa hoca efendi meseleyi anlar… “Yoksa…
Hulûsi Efendi’nin oğlu Hamidettin Efendi misi-
niz?” diye sorar. Hamidettin Efendi sükût eder…
O anda hoca efendi tevazunun zirvesiyle müşer-
ref olur…
Kars’tan ayrılırken Yavuz Hoca: “Harakânî
Külliyesinin tamiri için ödenek bekliyoruz, inşa-
atın tamamlanması için dua buyurun Sultanım.”
der. Hamidettin Efendi ise; “İnşallah en kısa za-
manda ödenek onayı çıkar, eksikleri tamamlar,
külliyeyi hizmete açarsınız. Bizim de yapacağımız
bir iş olursa Pirimiz için her zaman seferber olu-
ruz.” der. Daha o gün Ankara’dan müjdeli haber
gelir, ödenek onaylanmış, gerekli para cami hesa-
bına yatırılmıştır…
Hizmette Temel Düstur
Allah yoluna hayatını vakfeden Allah dostları,
hizmeti temel düstur edinmiş devlet adamlarına
yön vermiş, duada bulunmuş ve bu minval üzere
hayatlarını geçirmişlerdir.
Allah rızasından başka ümidi ve beklentisi ol-
mayanın yaptığı işte, gördüğü hizmette elbette ki
samimiyet vardır, gönüllülük vardır, ihlâs vardır.
Zaten bu hâlis halleri onları yüceltmekte; içinde
bulundukları toplumda, örnek, önder hizmet in-
sanı konumuna oturtmaktadır. Gerek devlet bü-
yüklerinin gerekse bütün halkın mâneviyat bü-
yüklerine teveccühü, onların her türlü hizmete
önderlik etmesi, tevazu ve hoşgörü âbidesi olma-
larından dolayıdır.
Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*
Âtİke bİnt Abdulmuttalİb (R.AH.)
Adı : Âtike
Künyesi : Ümmü Abdillâh
Doğum yılı : Tespit edilemedi.
Doğum yeri : Mekke
Baba adı : Abdulmuttalib b. Hâşim
Anne adı : Fâtıma bint Amr
Eş(ler)i : Ebû Ümeyye b. Mugîre el-
Mahzûmî
Akrabaları : Hz. Peygamber (s.a.v)’in halası,
eşi Ümmü Süleym’in üvey anası.
Oğulları : Abdullah ve Züheyr
Kızları : Karîbe veya Kureybe
Kabilesi : Kureyş’in Haşimoğulları kolun-
dan
İslâm’a girişi : İbn Sa’d’a göre, Mekke’de Müslü-
man olmuştur. Gördüğü bir rüya üzerine İslâm’a
girdiği nakledilir. Müslüman olmadığını iddia
edenler de vardır.
Sohbet süresi: On yıldan fazla
Rivayeti : Tespit edilemedi.
Yaşadığı yer : Mekke ve Medine
Mesleği : Ev hanımı
Hicreti : İbn Sa’d’a göre Medine’ye hicret
etmiştir.
Savaşları : Tespit edilemedi
Görevleri : Tespit edilemedi
Fizikî yapı : Tespit edilemedi
Mizacı : Hitabeti ve edebi yönü çok kuv-
vetliydi. Duygusaldı.
Ayrıcalığı : Şairdi. Babası hakkında mersi-
ye türü şiirler söylemişti. Hz. Peygamber (s.a.v.)
hakkında da mersiye söylemiştir.
Ömrü : Uzun ömürlü.
Ölüm yılı : Muhtemelen Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in vefatından sonra
Ölüm yeri : Medine
Ölüm sebebi : Yaşlılık veya hastalık
Hakkında : Bedir Gazvesi öncesi Âtike şöy-
le bir rüya görür: “De vesine binmiş bir adam, hız-
la Mekke’ye gelerek oradakilere üç güne kadar
sa vaşacakları ve vurulup düşecekleri yere koşma-
larını söylüyor, dağdan kopardığı bir kayayı aşa-
ğı doğru fırlatıyor, aşağı da parçalanan kaya Mek-
ke’deki bütün evlere dağılıyordu.” Âtike, rüyasını
karde şi Abbas’a, o da arkadaşı Velîd b. Ukbe’ye
söyleyince rüya Mek ke’de konuşulmaya başlan-
dı. Mekkelilerin moralini bozan bu rüyanın ko-
nuşulması Ebû Cehil’i huzur suz etti ve bir gün
Kâbe’de Abbas’a, soy larından gelen erkeklerin
peygamberlik iddiasıyla yetinmeyip kadınların da
aynı iddiada bulunduğunu, şayet üç güne ka dar
bir şey olmazsa onları Arapların en yalancısı ka-
bul edeceklerini söyledi.
Üç gün sonra Suriye’den dönmekte olan Ebû
Süfyân’ın, Kureyş kervanına Müslümanların bas-
kın yapacağını haber ver mek ve yardım istemek
üzere gönderdi ği haberci Damdam Mekke’ye gelip
de tehlikeyi haber ve rince Âtike’nin rüyası gerçek-
leşir ve Bedir Savaşı yaşanır. Kardeşi Ebû Leheb,
azılı İslâm düş manlarından biri olmasına rağmen,
bu rüyanın tesirinde kalarak Bedir Savaşı’na katıl-
mamıştır.
Kaynaklar: İstîâb, I. 574, 608; İsâbe, VIII. 13;
Üsd, I. 1381-1382; DİA, IV. 73; İbn Sa’d, Tabakât,
II. 326-327; VIII. 43.
*Prof. Dr.
39
1 Şenol Kantarcı, “Giriş”, Nûru’l-’ulûm, Ebü’l-Hasan Harakânî Derneği Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2001, s. 11.
2 Aynı eser, s. 670.3 Hasan Kamil Yılmaz, Altın Silsile, Erkam Yayınları, İstanbul 1994, s. 65.4 Câmî, Nefahâtü’l-üns, s. 444.5 Süleyman Uludağ, “Harakânî”, DİA, c. XVI, s. 94.6 Aynı eser, s. 671.7 Harakânî, “Risâle der Tarîk-ı Edhemiyye”, Seyr u Sülûk Risalesi, s. 50.8 Yavuz Donat, Sabah Gazetesi, 4 Şubat 2012 Cumartesi.
Dipnot
![Page 21: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/21.jpg)
41Nisan 201240
KültürEnbiya YILDIRIM*
Rabbimiz bu di-
nin bizlere akta-
rılmasında, hiç
kuşkunuz olmasın, bazı insan-
ları görevlendirmiştir. Bu gü-
zel zevâtın ilk halkasında da,
yine şüpheniz olmasın, Âişe
vâlidemiz yer almaktadır. Çün-
kü onun Allah Rasûlü’yle evliliği
İslâm ümmeti için büyük bir ni-
met olmuştur. Kutlu elçi ile ol-
dukça genç bir yaşta evlenmesi,
son derece uyanık ve zeki ol-
ması, güçlü hâfızası, gördükle-
rini ve duyduklarını asla unut-
maması, kabına sığmayan yapısı
onu çok farklı kılmıştır. O, gö-
nülden bağlandığı son Rasûlü’n
yapıp ettiklerini ve söyledikleri-
ni sürekli tarassut eder, bunları
bellerdi. Sadece ev içinde kalan
değil sosyal hayatın içinde de
aktif olarak görev alırdı.
Bugün bütün bunlara bak-
tığımızda ona ne kadar çok şey
borçlu olduğumuzu anlıyoruz.
Öncelikli olarak karı koca ara-
sındaki ilişkiler, ev içinde nasıl
davranılması gerektiği gibi hâne
içi her şeyi neredeyse sadece Hz.
Âişe’den öğreniyoruz. O Allah
Rasûlü’nün evdeki hâlini bizle-
re anlatan, onun nasıl bir ev re-
isi olduğunu gözlerimizin önüne
seren mübarek eştir. Anlattıkla-
rı sadece bununla sınırlı değil-
dir elbette. Son peygamberin ev
içindeki nâfile ibadet dünyasını
bizlere aktaran da odur. Saâdetli
yuvalarında kıldığı nâfile na-
mazları, oruçlarını en iyi ve te-
ferruatlı anlatan kişi annemiz-
dir. Çünkü Rasûlullah’ın en
yakınında bulunması nedeniy-
le her şeyi bizzat görmüş, işitmiş
veya sormuştur.
Hanım Kardeşlerimizin
Dayanağı
Hanım kardeşlerimizin iba-
detleriyle ilgili hususları bizle-
re aktaranların başındaki isim
yine aynıdır: Annemiz Âişe. Na-
maz ve oruç, ayrıca eşlerle olan
ilişkiler ve benzeri konular-
da bizlerin birinci dayanağı Hz.
Âişe’dir. Çünkü problemlerini
doğrudan Aziz Peygamber’e ak-
taran kadınların sorularını din-
liyor, cevapları belliyordu. So-
rulan suallerle verilen cevapları
daha sonra ümmete de aktarı-
yordu. Aile içi geçimsizlikler, kız
çocuklarının evlendirilmesi, mi-
ras meseleleri ve benzeri pek
çok hususta aydınlanmamızda
onun katkısı çok büyüktür. Ay-
rıca onun Allah Rasûlü’nün yanı
başında bulunması sahâbî an-
nelerimiz için de büyük bir ni-
met olmaktaydı. Çünkü ba-
zen utanmalarından veya güzel
ifade edememelerinden dola-
yı meramlarını Allah Rasûlü’ne
sormakta sorunlar yaşıyorlar,
annemiz de onlara yardımcı olu-
yordu. Kadınlara özel durum-
larla ilgili bilgilerin çoğu sevgi-
li annemiz vâsıtasıyla bu şekilde
bizlere ulaşmıştır.
Ona neden medyûn-ı şükrân
olduğumuzu daha iyi anlamak
için şunları da zikretmek duru-
mundayız:
Annemiz Sevgili Peygam-
berimizin ahirete irtihalinden
sonra 47 yıl yaşamıştır. Bu, ne-
redeyse yarım asır etmekte-
dir. Bu süreçte insanlar karşı-
laştıkları sorunlar hususunda
Allah Rasûlü’nün ne yaptığı-
nı veya neler söylediğini öğren-
mek için öncelikli olarak anne-
mize geliyorlardı. Çünkü o kutlu
elçinin en yakınındaki güzel in-
sandı. O da bildiklerini annele-
ri olarak gelip soran insanlara
(R.AH.)
“Annemiz hadisler hususunda çok titizdi. Yaşadığı
müddetçe mübârek elçinin buyruklarının insanlara
doğru ulaşması hususunda kendini ölesiye yordu. Birinin
bir hadisi eksik veya yanlış aktardığını duyduğunda
mutlaka müdâhale etti.”
hz. ÂİşeBİr Hadİs Râvîsİ Olarak
Annemİz
(R.AH.)
![Page 22: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/22.jpg)
Nisan 201242 43
aktarıyordu. Ayrıca o, Hz. Pey-
gamber (s.a.v.)’in ardından sür-
düğü uzun hayat boyunca biz-
zat şahit olmadığı hususları da
sorarak veya dinleyerek diğer
sahâbîlerden öğrenmişti. Nite-
kim Mekke dönemine dair pek
çok bilgiyi, Allah Rasûlü’nün
gazvelerinde ve yolculuklarında
yaşadıklarının önemli bir kısmı-
nı biz ondan öğreniyoruz. Âdetâ
bir “Hz. Muhammed Ansiklope-
disi” olmuş, eşiyle ilgili öğre-
nilmedik bir şey bırakmamış-
tı. Böyle olunca da gerek soru
sormaya gelenlere ve gerekse
kendisinin doğrudan nasîhatte
bulunduğu mü’minlere bütün
öğrendiklerini aktarmıştır.
Bunun yanında o, eşlerinin
vefatından sonra İslâm ümme-
tinin bilge annesi olarak âdetâ
hocalık görevi üstlenmişti. Bu
uğurda gece gündüz çırpınıp
durdu. Saâdetli evleri fetvahâne
oldu. Bu açıdan bakıldığında,
onun yaşamı fedakârlık üzerine
inşa edilmişti demek yanlış ol-
mayacaktır.
Annemiz hadisler hususun-
da çok titizdi. Yaşadığı müddet-
çe mübârek elçinin buyrukları-
nın insanlara doğru ulaşması
hususunda kendini ölesiye yor-
du. Birinin bir hadisi eksik veya
yanlış aktardığını duyduğunda
mutlaka müdâhale etti. Onun
bu titizliği toplumda âdetâ bir
kontrol mekanizması oluştur-
du. Birileri Allah Rasûlü’nden
bir şey anlatacağı zaman son
derece dikkatli davranıyor, an-
lattığı şeyin bir şekilde Hz. Âişe
vâlidemizin kulağına gideceği-
ni biliyordu. Bu da zâten rivâyet
hususunda hassas olan insanla-
rı bir kat daha titizlendiriyordu.
Bugün bizler Allah
Rasûlü’nün neredeyse saat saat
neler yapabildiğini biliyorsak
ve onun yaşamını detayları-
na kadar öğrenebiliyorsak bun-
da Âişe annemizin çok büyük
payı olduğunu unutmamalıyız.
O hem zekâsı, hem de İslâm’ı
öğretmeye olan hırsı nedeniyle
çok büyük bir görev îfâ etmiştir.
Allah bu dinin korunmasında
ona çok büyük bir görev vermiş,
o da bunu hakkıyla yerine ge-
tirmiştir. Fazîletleri bâbında ne
kadar zeki olduğunu anlamamız
için şunları zikretmemiz yeterli
olacaktır: Allah Rasûlü’nün ve-
fatından sonra şifalı bitkilerle
tedavi hususundaki mahâretini
gören insanlar buna hayret edi-
yorlardı. Çünkü bu hususta bir
eğitim almamıştı.
Nasıl oldu da kendisini bu
kadar yetiştirdiği sorulunca,
verdiği cevap onun zekâsını
ve merakını göstermesi açı-
sından çok önemlidir: “Allah
Rasûlü’nün vefat ettiği hastalı-
ğında onu tedavi etmek için ge-
len tabiplerin uyguladıkları te-
davi yöntemlerini dikkatle takip
ediyor ve öğreniyordum. Benim
bu bilgilerim oraya dayanmak-
tadır.”
Şüphesiz Hz. Âişe vâlidemizin
sürdüğü hayatın bize anlatacağı
çok şey var. Öncelikli olarak, ka-
dınların kendilerini geliştirme-
leri hususunda üzerlerine bü-
yük sorumluluk düşmektedir.
Bu noktada eşlerin de büyük so-
rumluluğu vardır.
Hz. Âişe’yi bu derece öne çı-
karanın Allah Rasûlü’nün ona
verdiği değer olduğunu asla
unutmamak gerekir. Hatta Hz.
Âişe’yi Âişe yapan eşi Hz. Pey-
gamber (s.a.v.)’dir. Ayrıca biz
şunu anlıyoruz: İslâm ümme-
tinde kadın sosyal hayatın için-
dedir.
Toplumun her sorunuyla il-
gilenir. Bir Müslüman olarak
başta yuvası olmak üzere çev-
resine artı bir değer katmak
için çabalar. Şu birkaç meziye-
ti onu anlamamıza ve daha faz-
la sevmemize belki katkı sağlar:
Rasûlullah’ın en yakın arkada-
şı, can-ciğer dostu Hz. Ebû Be-
kir (r.a.)’in kızıdır. Son elçisi-
nin Hümeyrâ’sıdır. En çok hadis
rivâyet eden sahâbîlerdendir.
İnen âyetle ne kadar iffetli bir
bayan olduğu tescil edilmiştir,
Allah tarafından saygınlığı ilan
edilmiştir. Bayan sahâbîlerin
önderidir, bütün sahâbîlerin
hürmet ettiği anneleridir.
Pek çok savaşa katılmış ve
fiilî görevler üstlenmiş korku-
suz bir mü’mindir. İyi bir göz-
lemci ve toplumu örgütleyebilen
bir yetenektir. Rasûlullah’ın şa-
kalaştığı hatta koşuda yarıştığı
hanımıdır. Başı onun kucağında
iken vefat etmiştir. Odası son el-
çinin kabri yapılan odur.
Bu kadar erdemleri olan bir
insanın ardından ne söylemek
gerekir? Elbette ki “Selam olsun
sana ey sevgili annemiz!” Bu ne-
denle namazınızı kılarken, oru-
cunuzu tutarken, Kur’an’ınızı
tilâvet ederken, dualarınızı mı-
rıldanırken, Allah Rasûlü’nün
hayatını okurken, bir Müslüman
olarak Kur’an ve sünnet ışığında
her hangi bir şey yaparken aklı-
nıza hep Âişe annemiz gelsin. O
ve onun gibiler vesîlesiyle yara-
tıcımıza kulluk ettiğimizi unut-
mayalım.
Sözü Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in ona olan sevgisiyle ve
aralarındaki güzel ilişkiyle bağ-
layalım. Bağlayalım ki bizim de
sevgimiz artsın: Hz. Peygamber
(s.a.v.)’e sorulur:
- Yâ Rasûlallah! En sevdiği-
niz insan kimdir?
- Âişe’dir.
- Peki, erkeklerden kimdir?
- Babasıdır. (Buhârî, 3389)
Hz. Âişe bir gün Rasûlullah
için bulamaç pişirir. Yanların-
da Sevde vâlidemiz de bulun-
maktadır. Hz. Âişe, Hz. Sevde’ye
“Buyur, sen de ye!” der. Yemek
istemeyince, “Yemezsen yüzüne
bulayacağım.” diye tehdit eder.
Hz. Sevde yememekte ısrar
edince, bulamaçtan alıp yüzüne
bular. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu
duruma güler ve Hz. Sevde’ye
“Ne duruyorsun? Sen de onun
yüzüne sürsene.” der. Hz. Sev-
de de Hz. Âişe’nin yüzüne sürer.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ona da
güler. (Heysemî, IV/315-6).
*Prof. Dr.
“Karı koca arasındaki
ilişkiler, ev içinde
nasıl davranılması
gerektiği gibi hâne içi
her şeyi neredeyse
sadece Hz. Âişe’den
öğreniyoruz. O
Allah Rasûlü’nün
evdeki hâlini bizlere
anlatan, onun nasıl
bir ev reisi olduğunu
gözlerimizin önüne
seren mübarek eştir.”
![Page 23: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/23.jpg)
45Nisan 201244
DüşünceMehmet SOYSALDI*
İslâm’ın temel prensiplerinden biri
emânettir. İslâm dininde emânete çok faz-
la önem verilmiş, ferdî ve sosyal huzurun,
maddî ve manevî kalkınmanın temel esaslarından
birisinin de emânet olduğu belirtilmiştir. İslâm
kaynaklarında emânet, oldukça geniş kapsamlı bir
kavram niteliği taşır. Bu durum kelimenin Kur’an
ve hadislerdeki kullanımından ileri gelmektedir.
Emânet, insanın güvenilir olması, kendisine
herhangi bir şeyin tereddütsüz ve korkusuzca tes-
lim edilip, tekrar geri alınabilmesi demektir. Sak-
lanmak üzere bir kimsenin yanına bırakılan şeye
de emânet denir. Emânet çok çeşitlidir. Genel ola-
rak emânet, korunmak ve saklanmak üzere birinin
yanına geçici olarak bırakılan eşyadır. Allah’ın, in-
sana verdiği beden ve organlar da birer emânet sa-
yılır. Her işin başında bulunan kişiye, yaptığı veya
yönettiği iş emânettir. Anne ve babaya çocukları
emânettir; yöneticilere yönettikleri insanlar, işgal
ettikleri makam ve mevkiler emânettir. Bunların
hepsi uhdelerinde bulundurdukları emâneti koru-
yup kollamakla yükümlüdürler.
Emânetin Kaybolması, Kıyâmet Alâmetidir
Hadislerde emânetin kaybolması, kıyâmet
alâmeti olarak ifade edilmektedir. Emânetin kay-
bolması, insanlar arasında dürüstlüğün, adaletin,
hakkına razı olma duygusunun kalmaması; kimse-
nin kimseye güvenemez hâle gelmesi demektir. Bu
da toplumda hilekârlık ve haksızlıkların artmasıyla
meydana gelir. Emânetin kalkmasıyla ortaya çıka-
EMÂNETİEHLİNE VERMEK
cak durumun vahâmetini tam kavrayabilmek için Kur’an
ve sünnette emânet kavramını iyi tahlil etmek gerekmek-
tedir.
Sözlükte “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak”
manasına gelen emânet, hıyânet kelimesinin karşıt an-
lamlısı olarak kullanılmaktadır. Emânet kelimesi terim
olarak ise, “Bir kimseye koruması için bırakılan mal ve
eşya” şeklinde tarif edilmektedir. Fakat bu anlamın ya-
nında insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak ve-
rilmiş bulunan rûhî, bedenî, mâlî imkânları da kapsadığı
belirtilmektedir.1
İslâm Hukuku’nda ise emânet, Allâhu Teâlâ’nın ge-
rek kendi hukûku, gerekse yaratıklarının hukûku ile il-
gili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen
bir isim olarak tarif edilmektedir.2 Emânet kavramı, hem
Kur’an’da hem de hadislerde kullanılan önemli bir kav-
ramdır.
Kur’an, emânet sorumluluğunun ağır olduğunu belirt-
mektedir.
Nitekim bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de on-
lar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan)
korktular. Onu insan yüklendi; (bununla beraber onun
hakkını tam yerine getiremedi). Çünkü o çok zâlim ve
çok câhildir.”3
Bu âyette Yüce Allah, emânetin, göklerin, yerin ve
dağların çekemeyeceği kadar ağır ve önemli bir şey ol-
duğunuz belirtmektedir. Emâneti taşıma sorumluluğu-
nu insan yüklenmiş ancak bunun gereğine göre hareket
etmeyen, münâfık, müşrik erkek ve kadınların, Allah’ın
azabına uğrayacakları belirtilmektedir. Kullarına son de-
rece merhametli olan Allah, tövbe eden mü’min erkek ve
kadınların hatalarını bağışlayacaktır.4
Evet emânet, böyle göklerin, yeryüzünün ve dağla-
rın dayanamayacakları derecede ağır, yerine getirilmesi
zor, sorumluluk gerektiren büyük ve korkunç bir yüktür.
Emânet ifa edildiğinde sonuçları çok büyük bir kerâmet
olduğu gibi, yerine getirilmediği takdirde de hıyânet ve
tazmin etmek cezası ile büyük bir rüsvâlık ve rezâlettir.
Göklere, yere ve dağlara sunulan, fakat onların taşı-Ayha
n İŞ
CAN
![Page 24: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/24.jpg)
47Nisan 201246
maya güç yetiremeyerek taşımaktan korkup ka-
çındıkları “emânet” ne olabilir? Bu konuda saha-
be ve tâbiûn âlimlerinden farklı yorumlar rivâyet
edilmiştir. Ancak biz insana yüklenen emânetin
dinî vazifelerin tamamıyla ilgili bulunan sorum-
luluk olduğu kanaatindeyiz. Bize verilen emâneti,
yaratılış amacına uygun olarak koruduğumuz tak-
dirde bizi mutlu eder; koruyamadığımız takdirde
mutsuz eder. Bunun için İslâm âlimlerinin çoğu,
yukarıdaki âyette geçen “emâneti”, dinî vazifele-
rin tamamı, yani insanın yükümlü olduğu bütün
emir ve nehiyler olarak yorumlamıştır.5
Emânetin ağır sorumluluğunu bildiren ha-
disler de vardır. Mesela, Abdullah b. Amr da Al-
lah elçisinin şu sözünü rivâyet etmektedir: “Dört
şey sende varsa artık dünyadan kaybettiklerine
üzülme: Emâneti korumak, doğru söylemek, gü-
zel ahlâk ve helâl rızık.”6
Kur’an, Müslümanı Güvenli İnsan Olarak Vasıflandırmaktadır
Yüce Allah, Kur’an’da çeşitli âyetlerde
mü’minlerin vasıflarını saymaktadır. O vasıflar-
dan biri de; “Mü’minler, emânetlerini ve verdik-
leri sözü yerine getirirler.”7 şeklindedir.
Emânete riâyet, verilen sözde sebat, mü’minin
şiârıdır. Çünkü hakları korumak, kul hakkına el
uzatmamak farz; bunun aksine bir tutum ve dav-
ranış büyük günahtır. Allah’a ve âhiret gününe
dosdoğru inanan mü’minler, bu anlayış içinde
beşerî münâsebetlerini sürdürürler ve bağlı bu-
lundukları toplum ve cemâate her zaman güven
havası estirirler. O bakımdan döneklik, vefasızlık,
haklara saygısızlık, sözde sebât etmemek, kâfir
ve münâfıklara yakışan huylardır. İslâm’ın gü-
ven ve kardeşlik pazarında bunların hiçbir zaman
yeri, alıcısı ve satıcısı yoktur.8 Müslüman hıyânet
etmez, hakkı gizlemez. Çünkü hakkı gizlemek,
emânete hıyânet etmek, münâfıklık alâmetidir.
Allah elçisinin tanımına göre, “Müslüman, in-
sanların, dilinden ve elinden zarar görmedikle-
ri, mü’min de insanların, canları ve malları ko-
nusunda kendisinden emin oldukları kişidir.”
(Nesâî, İman, 8), “Emâneti olmayanın imanı
da yoktur.”9, “Dört şey vardır ki bunların tama-
mı bir insanda toplanırsa, o adam tam münâfık
olur. Fakat bunlardan sadece biri kendisinde bu-
lunan kişi ise, bu huyu bırakıncaya dek nifaktan
bir hal üzeredir:
Konuştuğu zaman yalan söylemek,
Antlaşma yapıp ardından saldırmak,
Söz verip caymak,
Biriyle davalaştığı zaman haktan sapmak.”10
Yine başka bir hadislerinde ise Hz. Peygam-
ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Münâfıklığın
alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, va-
dettiğinde sözünde durmaz. Kendine emânet edi-
len şeye hıyânetlik yapar.”11
Kur’an, emâneti ehline vermeyi emretmekte-
dir.
Kur’an’da, “Şüphesiz ki Allah, size emânetleri
ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmet-
tiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emredi-
yor.”12 buyurulmaktadır.
Bazı yorumcular, bu âyetin, özellikle yönetici-
ler, hâkimler hakkında indiğini söylemişlerdir.13
Her işin başına ehlini, erbâbını getirmek icap
eder. Millet yapısında en büyük emânet, milleti
idare edenleri seçerken işi ehline vermektir. Bu,
devlet başkanından mahalle bekçisine varınca-
ya kadar idarî sistemin her kademesinde yasama,
yürütme ve yargı organlarında geçerli ve tazeliğini
hiçbir devirde kaybetmeyen ilâhî bir emirdir. Te-
mel hakların korunmasıyla içiçe bağlıdır. Aslında
devletin devamlılığının, milletin millet olarak var-
lığının ana felsefesidir. Kur’an, bu felsefeyle dev-
leti bütün kademe ve kuruluşlarıyla değerlendirir.
Kendine sahip olamayan, ruhuyla bedeni, dünya-
sıyla âhireti, işiyle ibadeti arasında denge kurama-
yan; hayatı sadece yeme, içme, eğlenme ve para
kazanma çerçevesinde düşünen kişilerin başa geç-
mesine, idarî işlerin ağırlığını yüklenmesine cevâz
vermez. Çünkü bu vasıfları taşıyanlar iş başına ge-
tirildiği takdirde, önce o memleketin kıyâmeti ko-
par. Bir defasında Hz. Peygamber’e soruldu: “Ey
Allah’ın Peygamberi! Kıyâmet ne zaman kopa-
cak?” Efendimiz bu soruya şu cevabı vermiştir:
“İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyâmeti bek-
le, kıyâmetin kopması pek yakındır.”14
Şahsî ihtirasları ve çıkarları uğruna milleti hi-
ziplere ayıranları, ehil olmayan kişileri iş başı-
na getirip ülkeyi sahipsiz bırakanları ne tarih af-
feder, ne de ilâhî kanun. Bunun için her konuda
olduğu gibi devlet işlerinde de birine görev verir-
ken gerçek kıstası ümmetine sunan Rasûlullah
(sav) Efendimiz, rasgele kişileri işbaşına getirme-
miş, işbaşına getireceği kişilerde, takvâyla birlikte
liyâkat ve ehliyet aramıştır. Nitekim Allah Rasûlü
bu konuda şöyle buyurmuştur: “Müslümanların
bir işine bakan kimse, o işi daha iyi yapacak biri
varken bir başkasına verirse Allah’a, Rasûlüne
ve mü’minlere hıyânet eder.”15 Hz.Ömer de “Müs-
lümanların başında bulunan kişi, dostluk veya ak-
rabalık hatırına bir adamı bir işin başına getirirse
Allah’a, Rasûlüne ve Müslümanlara hıyânet etmiş
olur.” demiştir.16
O halde yöneticilerin, her işin başına en uygun
kişiyi bulup getirmeleri, dostluk, akrabalık, soylu-
luk ve ırk ayırımı yapmamaları gerekmektedir.
Zulmü Önlemek
İki kişi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelip kendile-
rini emir tayin etmelerini rica ettiler. Allah’ın El-
çisi, “Biz, işimizi isteyene ve makam düşkünü-
ne vermeyiz.”17 buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.v.),
kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr Gıfarî’ye de
şöyle demiştir: “Ebu Zerr, sen zayıfsın, o makam
bir emânettir. Sonu da kıyâmet gününde bir peri-
şanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan ve
üzerine düşeni de yerine getiren müstesnâdır.”18
Yine amcası Hz. Abbas (r.a.) bir yere vali olarak
görevlendirilmesini talep ettiğinde, Hz. Peygam-
ber (s.a.v.) ona, bu işin çok mesûliyetli olduğunu
hatırlatarak vazgeçmesini söylemiştir.
Ünlü vezir İshak Paşa’nın ehil olmayan bir ki-
şiyi önemli bir göreve atadığını tespit eden Fatih
Sultan Mehmet Han, ona: “Paşa, bu hatayı ikinci
kez işlersen sadece vezirliği değil, başını da alırım!
Devlet-i Âl-i Osmânî ancak dürüst, liyâkatli ve bil-
gili kişilerin omuzlarında yükselebilir.” demiştir.19
Emânet herkese karşı gözetilir, herkesten alı-
nan emânet sahibine geri verilir.20 Hz. Peygam-
ber (s.a.v.): “Sana emânet verenin emânetini öde,
sana hıyânet edene (senin emânetini inkâr ede-
ne) sen hıyânet etme (sana emânet ettiği şeyi ona
geri ver)”21 buyurmuştur.
Bir başka hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Mutlaka hakları sahiplerine ödeyeceksiniz. Hat-
ta kıyâmet günü boynuzsuz koyun, kendisini tos-
layan boynuzlu koyuna kısas yapacak (o da ona
toslayarak hakkını almış olacaktır.)”22 buyur-
muştur.
Aldığı emâneti ödemek isteyen kişiye Allah,
ödeme kolaylığı verir. Nitekim Allah’ın Elçisi bu
hususta şöyle buyurmaktadır: “Kim insanların
mallarını alır da sonra ödemek isterse Allah onu,
onun yerine öder. Kim de yok etmek niyetiyle
alırsa Allah o kimseyi yok eder.”23
Ülkemizde son zamanlarda hızla artan haksız-
lıkların ve zulmün önlenebilmesi, toplumumuz-
da huzur ve barışın sağlanması için İslâm’ın çok
önem verdiği emânetlerin ehline verilmesi pren-
sibinin uygulanması kaçınılmazdır. Temiz toplum
özleminin dile getirildiği zamanımızda İslâm’ın
bu ve buna benzer güzel prensiplerinin uygulama-
ya geçirilmesi dileğiyle.
1 Ali Toksarı, “Emanet”, İslam Ansiklo-pedisi, T.D.V. Yay., İst, 1998, XI, 81.
2 Molla Hüsrev, Mir’atü’l-Usul fi Şerhi’l-Mirkat ve’l-Usul, İst, 1307, I, 591; Kerimoğlu, Yusuf, Emanet ve Ehliyet, İst., 1998, I, 361.
3 33/Ahzâb, 724 Süleyman Ateş, Çağdaş Tefsir, VII, 208.5 Râzî, Fahruddin Muhammed,
et-Tefsiru’l-Kebir, (Mefâtihu’l-Gayb), Beyrut 1990, XXV, 235; Hâzin, Alâeddin Ali b.Muhammed b.İbrahim el-Bağdâdî, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, Beyrut trs, V, 279; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Mısır trs, III, 523-524; Suyutî, Celalüddin, Dürrü’l-Mensur, Beyrut trs., II, 113.
6 Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, II, 1777 23/Mü’minûn, 8; 70/Meâric, 328 Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın
Kur’an Tefsiri, İzmir 1991, XII, 6378.
9 Ahmed b. Hanbel, age., III, 13510 Müslim, İman, 10711 Buharî, İman, 24, Edeb, 69; Müslim,
İman, 107, 10812 4/Nisâ, 5813 Taberî, Ebû Câfer Muhammed
b.Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’an, Mısır 1954, IV, 201; İbn Kesir, age., I, 516.
14 Buharî, İlim, 215 Kâsımî, Muhammed Cemaleddin,
Mehâsinü’t-Te’vil, (thk. M.Fuad Abdulbâkî), Kahire trs, V, 1334.
16 Kâsımî, age., V, 1334.17 Buharî, Ahkam, 118 Müslim, İmaret, 1619 Yıldırım, age., II, 1349.20 Kurtubî, age., V, 256.21 Tirmizî, Buyu’, 38; Ebu Dâvud,
Buyu’, 7922 Müslim, Birr, 15; Tirmizî, Kıyamet, 223 Buharî, İstikrad, 2
*Prof. Dr.
Dipnot
![Page 25: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/25.jpg)
49Nisan 201248
Başarı için öğren-
meye çok zaman
ayırmak, çok ça-
lışmak yetmemektedir. İyi bir
çalışma planı yapmadan sonu-
ca ulaşamayız. Bugün okulları-
mızda öğretmen, veli ve öğrenci
büyük bir yarış ile karşı karşıya-
dır. İlkokuldan üniversiteye ka-
dar devam eden bir koşuşturma.
Stresli bir yaşam. Bütün uğraşı-
mız başarıyı yakalamak için olu-
yor.
Başarılı olmada en büyük gö-
rev, öğrenciye düşmektedir. Ta-
bii anne-baba ve öğretmenin de
eğitimde çok önemli yeri vardır.
Kendini Bilme
Öğretmenin görevi öğrenme-
yi öğretmek, öğrenme ortamı-
nı en iyi bir şekilde hazırlamak
ve iyi bir rehberlik yapmaktır.
Öğrencilerin görevi ise; çalışma
tekniklerini bilme, okuma, yaz-
ma, not tutma, sınava hazırlan-
ma, kaynakları nerede ve nasıl
bulacağını bulma gibi beceri de
bilmek zorundadır. Bütün bun-
ları da öğretecek olan öğretmen-
dir. Öğrenci işe kendini tanıya-
rak başlamalıdır.
İnsanoğlu mükemmel bir vü-
cuda sahiptir. İyiye, doğruya ve
güzele meyillidir. Sosyal bir var-
lıktır, doğumundan ölümüne
kadar bedensel ve ruhsal bir ge-
lişim içindedir. Arzu ve istekleri
sonsuzdur. İnsan kendi iç dün-
yasını tanımalı, görevini bilmeli,
kendisine verilen nimetlerin de-
ğerini kavramalıdır.
Başarının birinci ve en önem-
li şartı insanın kendini bilme-
si, niçin yaratıldığını anlama-
sıdır. “Kendini bilen, Rabb’ını
da bilir.” buyrulmuştur. Bunla-
rı bilen insan hem mutlu olacak,
hem de üstün başarıyı yakalaya-
caktır. Başarıyı yakalamak için
kendimizi tanıyıp, hayat felsefe-
mizi oluşturduktan sonra, amaç
ve hedeflerimizi doğru olarak
belirlememiz gerekir.
Hedefi Doğru Belirleme
Konfüçyüs: “Hedefini doğ-
ru belirleyememiş bir gemi-
ye, hiçbir rüzgâr yardım ede-
mez.” diyor. Amacımız yapmak
istediğimiz bir işi sonuçlandır-
mak, hedefimiz ise varmak is-
tediğimiz yer olmalıdır. Amaç
ve hedefimizi belirledikten son-
ra artık çalışmaya başlamalıyız.
Herhangi bir hastalığımız yoksa
çalışma ortamı uygunsa, plan-
lı olarak çalışıyorsak, çalışma
tekniklerini biliyorsak bize yar-
dımcı olacak canlı ve cansız kay-
naklarımız varsa başarısız olma
ihtimalimiz sıfırdır.
Başarıda inanç, güven, cesa-
ret çok önemlidir. Zorluklar kar-
şısında dirençli olmalıyız, terle-
meden ve zorlanmadan başarıya
ulaşılamaz. Başaracağımıza mo-
tive olup, motive olmamızı en-
gelleyen nedenleri ortadan kal-
dırmalıyız. Başarısızlığa sebep
olan stresten uzak durmalıyız.
Bizi üzen, sıkıntı veren olaylar
karşısında panik yapmadan se-
viyeli, düzenli ve akılcı davran-
mak zorundayız. Hafızamızı ko-
rumalı, unutkanlık konusunda
gerekli tedbirleri zamanında al-
malıyız, iyi bir uyku düzenimiz
olmalı, öğrenmeyi öğrenmeliyiz.
Unutkanlığı Yenebilme
Unutkanlığı yenebilmemiz
için; öğrenilenleri duygular-
la ve duygusal anılarla ilişkilen-
dirmek, öğrenilenlerin farkında
olmak, öğrenilenleri yaşamak,
isteyerek öğrenmek, hayaller-
de canlandırmak, soyut olanları
somutlaştırmak, uykudan önce
sonra tekrar etmek, bilgileri di-
ğer bilgilerle beslemek, ilgi ala-
nınıza girenlere öncelik vermek,
öğrenilen bilgilerin önemine
inanmak ve aktif bir dinlemey-
le beraber not almak öğrenilen-
lerin unutulmasını önleyecektir.
Hayatta kimler kazanır? İşi-
ne gereken önemi verenler, işini
severek yapanlar, vaktini iyi kul-
lananlar, zorluklar karşısında
iyimser düşünenler, her proble-
min iyi bir tarafının da olduğu-
nu düşünenler, engeller aşılma-
dan yükseklere çıkılamayacağını
bilenler, bilgi ve yeteneklerini
doğru kullananlar, kaybedince
üzülmeyip bundan ders çıkar-
dım deyip işine devam edenler
kazanır.
EğitimAli ÖZKANLI
BAŞARIKılavuzumuz Olmalı
“Başarıda inanç, güven, cesaret çok önemlidir. Zorluklar karşısında dirençli olmalıyız,
terlemeden ve zorlanmadan başarıya ulaşılamaz. Başaracağımıza motive olup, motive
olmamızı engelleyen nedenleri ortadan kaldırmalıyız.”
![Page 26: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/26.jpg)
51Nisan 201250
Somuncu Baba Hazretlerinin halife-
si olan ve daha sonra Şeyh Hamid-i Velî
Hazretlerinin etkisiyle manevî âlemde
“Sultanu’l-ârifîn, kulubu’l-aşıkîn” olan Hacı
Bayram-ı Velî Hazretleri Ankara yakınlarında
Çubuk suyu üzerinde Solfasol (Zü’l-Fadl, Zü’l-
Fazıl) adlı köyde doğmuştur. Asıl adı Numan’dır.
Babasının ismi Koyunluca Ahmet’tir. Bu zatın üç
oğlu dünyaya gelmiştir. En büyüğü Numan (Hacı
Bayram), ortancası Safiyyüddin ve en küçüğü de
Abdal Murat’tır. Numan isimli büyük oğlu ilim
tahsilini tamamlayarak Ankara’daki Kara Medre-
se Müderrisliğine kadar yükselmiştir. Bursa’daki
Çelebi Sultan Medresesinde de müderrislik yap-
mıştır. Burada ikamet ettikleri oda günümüzde
ziyaretgâh olarak kullanılmaktadır.
Somuncu Baba Hazretleri ile Hacı Bayram-ı
Velî arasındaki ilişki Kayseri’de başlar Darende’ye
kadar devam eder. Bu yakınlaşma oldukça önem-
lidir. Bir gün Şeyh Hamid-i Velî Hazretleri Şeyh
Şücaüddin Karamanî’ye şöyle talimat vermiştir.
“Engüri’de Hacı Bayram adlı bir müderris vardır.
Onu davet eyle, gelsin.” Şücaüddin Karamanî ta-
rafından Somuncu Baba adına yapılan bu daveti
kabul eden Numan Kayseri’ye gelir. Şeyh Hamid
ile olan bu ilk görüşmesi bir bayram gününe rast-
ladığı için, mürşidi ona “Bayram” diye hitap eder
ve böylece Müderris Numan, bütün Anadolu’yu
maneviyatı ile ayakta tutan Hacı Bayram-ı Velî
şeklinde tezahur eder.
Şeyh Hamid-i Velî, kendisi ile yaptığı müla-
katta ona zahir ve batın ilimlerinin mertebeleri-
ni göstermiştir. Müderris Numan manevî merte-
belerinin yüksekliğini manen müşahede edince
manevî yolu tercih etmiş ve Somuncu Baba Haz-
retlerinin bağlılarından olmuştur. Gelecekte tüm
Anadolu’yu etkileyecek ve Hacı Bayramı Velî un-
vanını alacaktır. Mürşidi gibi Melamî tavırlı, eli-
nin emeği ile geçinen bir zattır o. Bu yüzden çift-
çilik yapar; müridlerini ya bir sanata ya da bir
ticarete teşvik ederdi.
Köse, Kalbimize Çabuk Girdin
İstanbul’un manevî fatihi olacak olan Akşem-
seddin de Osmancık’ta müderrisken şeyhin ev-
liyalık derecesini duymuş ve ona talebe olmak
üzere Ankara’ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkân
dükkân dolaşıp para topladığını görünce, yanına
varıp hikmetini sormadan “Evliyâ para mı top-
lar, buralara boşuna gelmişim.” diyerek oradan
ayrıldı. Zeynüddîn Hafî Hazretlerine talebe ol-
mak üzere Mısır’a doğru yola çıktı. Haleb’e var-
dığı gece bir rüya gördü. Rüyasında, boynuna bir
zincir takılmış ve zorla Ankara’da Hacı Bayram-ı
Velî’nin eşiğine bırakılmıştı.
Zincirin ucu ise Hacı Bayram’ın elindeydi. Bu
rüya üzerine, Akşemseddin yaptığı hatayı anlaya-
rak derhal Anakara’ya geri döndü. Şehre ulaştı-
ğında Hacı Bayram-ı Velî’nin talebeleriyle ekin
biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat
Hacı Bayram Hazretleri ona hiç iltifat etmediler.
Akşemseddin, diğer talebelerle birlikte ekin biç-
meye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların
ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı.
Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yeme-
TarihResul KESENCELİ
HACI BAYRAm-ıBİR GÖNÜL SULTANI
VELÎ (1352 – 1429) “Hacı Bayram-ı Velî bir müddet
murakabe halinden sonra “Sultanım,
hünkârım! Bana öyle gelir ki bu
şehr-i Kostantiniyye’yi senin şehzaden
Mehmet ile benim Köse el ele
vererek alacaklardır.” demiş ve fethin
müjdesini vermiştir.”
![Page 27: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/27.jpg)
Nisan 201252 53
ye başladı. Yine Akşemseddin’e hiç iltifat etme-
yip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddin yaptığı ha-
tayı bildiği için, kendi kendine; “Ey nefsim! Sen,
Allahu Teâlâ’nın büyük bir veli kulunu beğenmez-
sen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık
olduğun yer burasıdır.” diyerek, köpeklerin yanı-
na yaklaşıp, onlarla beraber yemeye başladı. Hacı
Bayram-ı Velî Hazretleri, Akşemseddin’in bu te-
vazuuna dayanamayarak: “Köse! Kalbimize ça-
buk girdin, yanımıza gel.” deyip iltifat etti, kendi
sofrasına oturttu. Sonra ona: “Zincirle zorla gelen
misafiri, işte böyle ağırlarlar.” diyerek, onun gör-
düğü rüyayı, keramet göstererek bildiğini belirtti
Nur Yüzlü, Kâmil Bir Velî
Padişah İkinci Murat Hana: “Sultanım!
Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, bir yol
tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhiniz-
de bazı sözler söyleyip saltanatınıza kasteder-
miş. Bir isyan çıkarmasından korkarız!” di-
yerek iftiralarda bulundular. Bunun üzerine
sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi va-
zifelendirip; “O kimseyi hemen gidip huzu-
rumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyan
ederse, zincire vurarak getirin!” emrini verdi.
Hacı Bayram-ı Velî görevlilere: “Evlatlar! Sizin
geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi
bekledik. Padişahımızın fermanı başımız üzerin-
dedir. Haydi, durmayınız, elimi zincirle bağlayı-
nız ve bir an önce buradan gidelim.” buyurdu. Bu
sözlere iyice hayret eden çavuşlar: “Sizi yanlış an-
latmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmeye
hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan
geçmez. Mademki emrediyorsunuz, buyurunuz
gidelim.” dediler. Günler sonra Çanakkale Bo-
ğazından geçip, Edirne’ye geldiler. Sarayda Sul-
tan İkinci Murat Han, söylentilere göre devletin
selâmetine kasteden ve tahtına göz diken bir eş-
kıya beklerken, karşısında; nur yüzlü, kâmil bir
velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu başköşe-
ye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne
bakamadan; “Yolculuğunuz zahmetli oldu herhal-
de.” dedi. Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle: “İyi
bir vesile oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce
maneviyat âşıkları gördük ve tanıştık.” diyerek,
padişahı rahatlattı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne’den ayrı-
lırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Murat
Hana şu nasihatlerde bulundu:
- Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri ge-
lenlere ikramda bulun. İlim sahiplerine hürmet
et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka
yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk.
- Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma. İn-
sanlığında kusur etme, Sırrını hiç kimseye açma,
iyice yakınlık peyda etmedikçe, kimsenin arka-
daşlığına güvenme.
- Seninle başkaları arasında bir toplantı akde-
dilir veya insanlarla aranızda bazı meseleler görü-
şülürse yahut onlar bu meselelerde senin bildiğin
hilafını iddia ederlerse, onlara hemen muhalefet
etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği
şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu
şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle.
Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem
senin değerini, hem de başka türlü düşünenle-
rin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir,
diye sorarlarsa, fakihlerin bir kısmınındır, de. On-
lar, verdiği cevabı benimserler ve onu sürekli ola-
rak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mev-
kiine daha çok hürmet ederler.
- Seni ziyarete gelenlere ilimden bir şey öğret,
böylece faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi
belleyip tatbik etsin. Onlara umumi şeyleri öğ-
ret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ah-
baplık kur. Zira dostluk, ilme devamı sağlar. Ba-
zen da onlara yemek ikram et. İhtiyaçlarını temin
et. Onların değer ve itibarlarını iyi tanı ve kusur-
larını görme. Halka yumuşak muamele et, müsa-
maha göster.
İstanbul’un Fethi Meselesi
II. Murat bir sohbet sırasında Hacı Bayram-ı
Velî’ye: “Şeyhim, aylardır zihnimi kurt gibi ke-
miren bir mesele vardır. İstanbul’un fethi me-
selesi? Allah’ın izniyle İstanbul’u almak murat
ederim. Büyükbabam Yıldırım Bayezid, amcam
Musa Çelebi tarafından birkaç kere alınmaya te-
şebbüs edilen, tarafımdan bir kere muhasara
edilen İstanbul’u almak mümkün olmadı. Him-
met edin de şehri alalım.” dedi. Hacı Bayram-ı
Velî bir müddet murakabe halinden sonra “Sul-
tanım, hünkârım! Bana öyle gelir ki bu şehr-i
Kostantiniyye’yi senin şehzaden Mehmet ile be-
nim Köse el ele vererek alacaklardır.” demiş ve
fethin müjdesini vermiştir.
Hacı Bayram-ı Velî bunu söylerken beşikteki
Şehzade Mehmet ile Akşemseddin’i işaret etmiş-
tir. Sultan Murat ise bu mülakattan sonra bir daha
İstanbul’u kuşatmamıştır. Ancak oğlu Mehmed’i
ise sık sık: “Sen Akşemseddin’le birlikte İstanbul’u
alacaksın.” diye bu işe teşvikten geri durmamış-
tır. Gerçekten de Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri-
nin himmeti, tasarrufu, kerametiyle fetih, Fatih ve
Akşeyh’e nasip olmuştur.
Kurbandaki Hikmet
Hacı Bayram-ı Velî, Ankara’ya Sultan Murat
Hanın verdiği fermanla geldi. Fermanda, Hacı
Bayram-ı Velî Hazretlerinin talebelerinin, yal-
nız ilim ile meşgul olmaları için, onların vergi ve
askerlikten muaf tutulduğu bildiriliyordu. Bunu
duyan pek çok kişi, vergi ve askerlikten kurtul-
mak için Hacı Bayram-ı Velî’nin talebesi olduğu-
nu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki,
Ankara’nın malî ve askerî düzeni bozuldu. Sonun-
da Sultan, Hacı Bayram-ı Velî’den talebelerinin
bir listesinin verilmesi istendi. Hacı Bayram-ı Velî
de, Ankara’nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kur-
du ve “Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada
toplansın.” diye ilân etti. Hacı Bayram-ı Velî’nin
talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip
meydanı doldurdu.
Hacı Bayram-ı Velî: “Dervişlerim, müridlerim!
Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kur-
ban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda
eden, çadıra girsin.” buyurdu. Bütün talebeleri bir
korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak
için talebe görünenler; “Bu ne biçim mürşit; bu
nasıl müritlik.” diye söylenip duruyorlardı.
Hacı Bayram-ı Velî de, eline keskin bir bıçak
ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada
topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı ya-
rarak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından
Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden çadıra
koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir
kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes he-
men kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha son-
ra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî; “Anladık ki, bu
kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes,
vergi vermek ve askerlik yapmak suretiyle, devle-
te olan borcunu ödemelidir.” buyurdu.
1 Seyyid Abdubaki Efendi, H. 1156 tarihli Tabakat kitabı, Şeyhzadeoğlu Özel Kitaplığı, Kitap no: 650
2 Mustafa Kara, “Somuncu Baba’nın Müridi Hacı Bayram-ı Veli ve Bayramî Meşa-lesi” Somuncu Baba ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Sempozyumu Tebliğleri
3 Süleyman Uludağ, “Hacı Bayram-ı Veli” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c. III4 Ahmet Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Nesebi Alisi5 Edirnevî Mecdi Efendi, Tercüme-i Şakaik6 Tahsin Ünal, Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi7 Padişahlar Ansiklopedisi, c. I8 Lami Çelebi, Nefahatü’l-Üns Tercümesi9 Menâkıb-ı Hacı Bayram-ı Velî10 M. Ali Ayni, Hacı Bayram-ı Veli11 Hüseyin Vassaf, Sefînetü’l-Evliyâ
Kaynakça
![Page 28: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/28.jpg)
Nisan 201254 55
Kadın ve AileRukiye KARAKÖSE
AİLEKURUMU
“Ana-baba ve çocuk arasında karşılıklı bir bağımlılık örüntüsü söz
konusudur. Bu bağımlılık örüntüsü zaman içinde değişen bir süreçtir.“
İnsanlığın sosyal, kültü-
rel gelişmesinin her ba-
samağında yer alan aile
kurumu, genelde iki cins arasın-
daki ilişkileri, neslin devamını
düzenleyen, standartlaştıran bir
sistemdir.
Aile, genel olarak nüfusu ye-
nileme, millî kültürü taşıma, ço-
cukları sosyalleştirme ve eko-
nomik, biyolojik ve psikolojik
tatmin fonksiyonlarının yeri-
ne getirildiği bir kurumdur, şek-
linde tarif edilir. Ailenin evren-
sel bir tanımını yapmak oldukça
güçtür. Çünkü tarih boyunca top-
lum nasıl değişikliklere uğramış-
sa, aile de boyutları, yapısı ve
işleyişi bakımından büyük dönü-
şümler göstermiştir. Buna göre
ailenin kesin ve evrensel bir tanı-
mı yerine, belli özelliklerini sıra-
layan bir açıklama yapılabilir:
“Aile, biyolojik ilişki sonu-
cu insan türünün devamını sağ-
layan, toplumsallaşma sürecinin
ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişki-
lerin kurallara bağlandığı, o güne
dek toplumda oluşturulmuş
maddî ve manevî zenginlikleri
kuşaktan kuşağa aktaran, biyolo-
jik, psikolojik, ekonomik, hukuk-
sal vb. yönleri bulunan toplum-
sal bir birimdir.”
Aile ve Kültürel Psikoloji
Psikolojinin gerek kuramsal,
gerek uygulamalı olsun, ele aldı-
ğı konular içinde aile, kültürden
çok fazla etkilenen bir konudur.
Aile kurumu, kişiler arası ilişki-
ler bakımından kültürden kül-
türe büyük farklılıklar gösterir.
Durum böyle olunca, Batı’daki
orta sosyo-ekonomik düzey, çe-
kirdek aile üzerinde yapılan göz-
lemler sonucu oluşturulmuş aile
kuramlarının ve uygulamaları-
nın doğrudan farklı kültürlere
aktarılması geçersiz olacaktır.
Bu sorun bilinmekle beraber
şu ana dek üzerinde durulup çö-
züm üretilmemiştir. Batıdaki çe-
kirdek ailedeki ilişkiler ve etki-
leşimin genelde geçerli olduğu
varsayımına göre hareket edil-
miştir. Ancak bu yaklaşım gele-
neksel yapıdaki aileyi incelemek
için uygun ve yeterli değildir.
Bir bağlamda geliştirilen ku-
ramın diğer bağlamlara genel-
lenmesinin geçersizliğini bir ör-
nekle ele alabiliriz:
Otonomi (özerklik, bağım-
sızlık) kavramı E. Erikson’dan,
Kohlberg ve Mahler’e kadar bir-
çok kuramcıya göre olumlu ki-
şilik gelişmesi için şarttır. Yine
“ayrışmak” ve “bireyselleşmek”
de gerek kişilik gerek aile ince-
lemelerinde çok vurgulanan kav-
ramlardır. Bu vurgulamayla bir-
likte bu kavramlara verilen değer
de bireysel kültürün bir yansı-
ması olarak belirmektedir. Nite-
kim kendi kendine yetme, kendi
başına başarma, bireysel beceri,
rekabet gibi bireyin üstünlüğü-
ne yönelik değerler de gerek Batı
kültürü içinde gerek bu kültür-
den etkilenen psikoloji kavram-
laştırmalarında öne çıkmaktadır.
Bu genel “bireysellik tema”sı,
“bireysel ayrışma kültürü” diye
adlandırabileceğimiz Batı kültü-
rünün temel öğesidir ve Batı’da
gelişmiş olan psikoloji biliminin
de odak noktalarından biridir.
Örneğimize dönelim: Batılı ya
da Batı’daki kuramları özümse-
miş bir psikologun gözünde baş-
kalarından “bağımsızlaşmış” ve
“bireyselleşmiş” kişilik, sağlıklı
bir kişiliktir ve kişilik sınırları iyi
belirlenmiş olan, birbirleriyle “iç
içe” veya “kaynaşmış” olmayan
bireylerden oluşan aile de sağlık-
lı bir ailedir. Bu kavramsal çer-
çeveye sahip olan bir psikolog,
köy ya da kasabadaki geleneksel
Türk ailesinin gözlemini yapacak
olsa bu aileyi sağlıksız bulacak-
tır. Eğer bu psikolog uygulamaya
da yönelikse, bu “klinik vaka”ya
terapi yapılmasını önerecek-
tir. Bu önerinin temelinde, Ba-
tı’daki orta sosyo-ekonomik dü-
zey çekirdek aileye benzemeyen
bir aile türünün sağlıksız oldu-
ğu, değişmesi ve Batı’daki aile-
ye benzemesi gerektiği varsayımı
yatmaktadır. Çünkü psikolojide-
ki sağlıklı kişi ve aile modeli Ba-
tı’daki yaşantılara ve değerlere
dayanarak oluşturulmuştur. Bu-
radaki genellemenin geçersizliği
ortadadır. Sadece köy ya da ka-
sabadaki aile değil, Türkiye’de
kentteki aile de çoğunlukla bu
modele uymaz.
Giderek Ortadoğu-Akdeniz
kültür bağlamında hatta dünya-
daki toplumların çoğunda yay-
gın olan geleneksel aile türünün
de bu modele uymadığını göre-
biliriz. Çünkü insan toplulukla-
rının çoğunda “bireysel ayrışma
kültürü” değil, “beraberlik kültü-
![Page 29: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/29.jpg)
57Nisan 201256
EN SEVGİLİYE!
Sin ey nur, içimize sin! Sensin bize O’ndan esin! Hiç şüphe yok teksin kesin! En sevgilisi herkesin!
Ey Nur!Sendin beyaza beyaz rengini veren ak,Ay kadar mütevazı, güneş kadar parlak.
Peygamberim!Vahyi yalanlayanlar şair dediler diye sana,Bir zül gibi şairim demek zor geliyor insana.
RüyaPeygamberlikten bir cüzse rüyayı sadık,Bize sadık rüya göster ya Rab susadık!
Mehmet SERTPOLATrü” yaygındır. Bu durumda dün-
yadaki ailelerin çoğunun psiko-
lojik olarak sağlıksız olduğu gibi
tuhaf bir yorum ortaya çıkmakta
ve psikolojideki sağlıklı kişi-sağ-
lıklı aile kavramlarının sorgu-
lanmasının gerekliliği söz konu-
su olmaktadır. Bu çarpıcı örneği
ve diğer hususları daha iyi an-
lamak için, Batı’daki ve Türki-
ye vb. toplumlardaki aileyi biraz
daha incelemekte yarar vardır.
Batı’daki modern çekirdek ai-
lenin en önemli özelliklerinden
biri, aile bireylerinin birbirinden
bağımsız ve ayrı olmasıdır. Bu
tür ailede, bireysel özerklik ve
kişi benliğinin diğer fertlerinkin-
den kesin çizgilerle ayrılmış ol-
ması, sağlıklı aile etkileşimi için
zorunlu görülmektedir. Mese-
la psikolojide vurgulanan “kendi
kendine yeten bireycilik” kavra-
mı, Batı toplumunda bile insan-
lar arası yakın ilişkileri yadsıdığı
ve çeşitlilik gösteren aile ilişkile-
rini tam olarak yansıtmadığı için
eleştirilmiştir. Bu bireyci mo-
del, Batı toplumu için bile yete-
rince açıklayıcı bulunamaz, kaldı
ki Türkiye ve benzeri toplumlar-
da (özellikle Orta/Doğu-Akde-
niz sosyo-kültürel bağlamında)
ailesel ve sosyal etkileşim, kişi-
ler arası bağlılığa ve karşılıklı ba-
ğımlılığa dayanır. Çekirdek aile
bağlamında bile bu tür aile ilişki-
si devam etmekte ve modern ai-
leyi de etkilemektedir.
Ailede Çocuğun Değeri
Yurt çapında gerçekleştiri-
len ve Çiğdem Kağıtçıbaşı’na ait
“Çocuğun Değeri” konulu araş-
tırmanın bazı verileri bu konuya
ışık tutmaktadır. Bu araştırmada
çocuğun ailedeki yeri ve işlevi in-
celenmiştir.
Çocuğun Değeri
“Çocuğun Değeri” araştır-
masında, çocuğun aileye ekono-
mik katkısını yansıtan ‘çocuğun
ekonomik değeri’nin ve ‘yaşlı-
lık güvencesi oluşu’ değerinin
Türkiye’de yaygın olduğu bu-
lunmuştur. Ana-baba ve çocuk
arasında karşılıklı bir bağımlı-
lık örüntüsü söz konusudur. Bu
bağımlılık örüntüsü zaman için-
de değişen bir süreçtir. Şöyle ki,
başlarda çocuk ana-babasına ba-
ğımlı bir konumdadır, sonraları
bu bağımlılık ilişkisi yön değişti-
rerek yaşlı ana-babanın yetişkin
evlada bağımlılığı şekline dönüş-
mektedir.
Böyle bir bağlamda çocu-
ğun bağımsızlığı işlevsel değil-
dir, hatta bağımsız gelişen bir
kişilik, aileninkilerden çok ken-
di ihtiyaçlarına öncelik tanıyaca-
ğından, aile için bir tehlike bile
sayılabilir. Ana-babaya saygılı
ve bağımlı büyüyen bir çocuk ise
aileyi terk etmeyecek, onlardan
ayrı bir hanede yaşasa bile duy-
gusal ve maddî katkısını ana-ba-
basından esirgemeyecektir.
Ana-baba ile çocuk arasın-
daki bu bağımlı ilişkiler siste-
mi, ana-babanın çocuğun kişiliği
hakkındaki değer yargılarını da
belirlemektedir. Örneğin “Çocu-
ğun değeri” araştırmasında, ana-
babalara çocukları büyüdüğünde
onların nasıl olmasını istedikle-
ri sorulduğunda, “hayırlı evlat
olsun” isteği en yaygın temenni
olarak belirmiştir.
![Page 30: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/30.jpg)
59Nisan 201258
FıkıhAbdullah KAHRAMAN*
İnsanlar uzunca bir zamandır haklardan
bahsediyorlar. İnsan haklarından bah-
sedilmeyen hemen hiçbir gün yok gibi-
dir sanki. Haklar söz konusu olunca en çok gün-
deme gelen ise kadın hakları olmaktadır. Ancak
ne hikmetse haklardan bahsedildikçe hak ihlal-
leri artmaktadır. Kadın hakları gündeme getiril-
dikçe tacize uğrayan, baskı ve şiddet gören kadın
sayısında da artışlar gözleniyor. Yani hakkı gün-
demde tutmak, her zaman hak sahibinin onu al-
masını sağlamıyor. Aksine ters teptiği zamanlar
da oluyor. Hükümetler mağdur edilen ve şiddete
uğrayan kadınlara sahip çıkmak istiyor. Onlara
yardımcı olmak için kocalara elektronik kelep-
çe, koruma tayin etme dâhil her yolu düşünü-
yor. Hâlbuki kalplere gerekli sevgi aşılanmadan
bu problemin çözülemeyeceği malumdur. Eşler
arasında karşılıklı sevgi ve saygıyı aşılama, oluş-
turma ve geliştirme yolları bulunmadan istenen
neticeye ulaşılamaz.
İslâm’da Kadının Hakkı Var mı Yok mu?
İslâm’da kadının hakkı var mı yok mu mesele-
sine girmeden önce temel bir noktanın altını çiz-
mekte yarar görüyorum. O da hak ve vazife ara-
sındaki dengedir. Hakkı gündeme getirdiğimiz
kadar vazifeye vurgu yapsak belki de daha isa-
betli bir yaklaşım sergilemiş olacağız. İnsanlara
hep haklarını öğretiyoruz. Böylece emeksiz ye-
mek gibi bir şeye alışmış oluyorlar. Hâlbuki hak
ve vazife arasında ayrılmaz ve dengeli bir ilişki
vardır. Vazifesini hakkıyla yapmayanın hakkını
istemeye yüzü olmaz. İstese de alamaz.
Bu noktada insan hakları savunuculuğu yö-
nüyle tarihe geçmiş olan Mahatma Gandi’den
bir örnek vermek istiyorum. İngiltere’de bir ce-
miyet tarafından hazırlanan İnsan Hakları Be-
yannamesi, Hindistan’ın bağımsızlık önderle-
rinden Mahatma Gandi’ye gönderilerek yorumu
istenmiş. O da, bu beyannameye hak ve vazife
dengesizliği açısından itiraz etmiş ve şu ifadele-
re yer vermiştir: “Bu hakların ilanından pratik
ne faydalar vardır? Bunları kim görüp göze-
tecek ve tatbik edecektir? Bundan maksadınız
ister sırf bir propaganda olsun, ister bütün
âlemin fikrini aydınlatma olsun herhalde hata-
lı tarafından başlamışsınız… Bana kalırsa işin
doğrusu, insan vazifesinin neden ibaret oldu-
ğunu ilan etmekle işe başlamalı idiniz. Şüphe-
siz bu takdirde bütün haklar, ilkbaharın kışı ta-
kip ettiği gibi, vazifenin peşinden koşardı. Ben,
size tecrübe ve vukuf neticesi olarak yazıyo-
rum. Hukukuma ehemmiyet vermekle hayata
başladım. Bütün gayretim onları tespit etmeğe
yönelikti. Fakat hanımıma karşı bile hakkımın
olmadığını pek çabuk öğrendim. Bunun üze-
rine vazifelerimi, zevceme, çocuklarıma, kar-
deşlerime, cemiyete karşı üzerime düşen şey-
leri araştırdım ve bunları yerine getirdim. Ben
bugün dünyada tanıdığım hiçbir kimsenin sa-
hip olmadığı haklara sahip olduğumu hissedi-
yorum”1.
Evet, birilerinin etkisiyle biz de hakkı vazi-
feye öncelemeye başladık. Bunun bize getirisi,
boşanmaların artması, sudan bahanelerle yu-
vaların dağılması, eşler arasındaki ülfet ve mu-
habbetin maddî çıkara dönüşmesi, vefa, hatır
KADINHAKLARI
İslâm’da
KADINHAKLARI
İslâm’da
“Allah kadını erkeğe erkeği de kadına muhtaç
yaratmıştır. Bu ihtiyaç dengede tutulabilirse bunun
sonunda, muhabbet, meveddet, merhamet ve
mutluluk meydana gelecektir.”
![Page 31: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/31.jpg)
Nisan 201260 61
sayma ve hatıraya saygı duyma gibi manevî er-
demlerin ortadan kalkması veya ciddi anlamda
yara alması oldu.
İslâm hak ve vazife üzerinde önemle durur.
Bazı örnekler hakkın vazifeden önce geldiğini
gösterebilir. Mesela, anne karnındaki çocuğun
vazifesi yoktur, fakat hakları vardır. Dünyaya
gelmeden ölen babasının mirasından hak ala-
bilir. Ancak genelde İslâm vazifeyi haktan önce
tutar. İlk dinî bilgilerimiz arasında “mükellefin
fiilleri”nin anlatılmasının hikmeti bu olmalıdır.
Temel Hakların Kaynağı Allah’tır
Hak, insanın ihtiyacı olan bir şeye sahip
olma yetkisidir. İslâm’a göre insan hürriyetleri-
nin de içinde bulunduğu temel hakların kayna-
ğı Allah’tır. İnsan sırf insan olması hasebiyle bu
hakları elde eder. “Mâsûmiyet (dokunulmazlık)
âdemiyetledir.” prensibiyle bu noktaya işaret
edilmiştir. Yani insan, insan olduğu için doku-
nulmazlığı hak eder. Dolayısıyla insanın, doku-
nulmazlığı, yaşama, seyahat, çalışma, eğitim,
inanma gibi hürriyetleri doğuşundan itibaren
Allah’ın ona bağışıdır. Bu hakları krallar değil de
Allah bahşettiği için hiçbir güç insanın elinden
alma hakkını kendinde göremez. İnsanca bir ha-
yat sürdürmek için bu haklara ihtiyaç vardır.
İslâm’da kadına tanınmış haklar var mı-
dır veya nelerdir, denilince de daha çok temel
haklar kastedilir. Elbette İslâm’ın kadına ver-
diği haklar vardır. Bir âyetten2 hareketle İslâm
âlimlerinden biri şu tespiti yapmıştır: “Bir üm-
met erkeği ile terakkî eder. Fakat bu terakkîyi
kadın tamamlar. İlerlemenin güçlü unsuru er-
kek, tamamlayıcı unsuru kadındır. Erkeksiz
terakkî yoktur, kadınsız terakkî eksiktir. Kadı-
nın olgunlaşmasıyla ümmet olgunlaşır; çökü-
şüyle de ümmet çöküşe dûçâr olur. Kadın erkek
ile erkek de kadın ile kemal bulur. İslâm dini ka-
dını fazîletli kılmış, haklarını emniyet altına al-
mış, vazifelerini belirlemiştir. Hak ve vazifele-
rini de fıtratlarına, yaratılış özelliklerine, fizikî
ve rûhî kabiliyetlerine göre düzenlemiştir”3.
Bu konuda esas problem, feminizmin yaptığı
gibi erkekle kadını eşitlemek, hatta kadını daha
üstün tutma anlayışıdır. Hâlbuki İslâm böyle
anlamsız bir üstünlük yerine üstünlüğü takvaya
bağlamış, bu yarışta da erkekle kadın arasında
fark gözetmemiştir. Kadınla erkeğin ancak bir-
birini tamamlayıcı özellik taşıdığını ifade etmiş-
tir. En doğru, en makul ve gerçeği yansıtan da
budur. Çünkü bunu bizi yaratan Yüce Allah ifade
etmektedir. Kadının sahip olduğu öyle özellikler
vardır ki, erkek asla onlara sahip olamaz. Anne-
lik gibi. Erkeğin de sahip olduğu kimi özellikle-
re genelde kadın sahip olamaz. Fizikî bakımdan
güçlülük, dayanıklılık, tedbir vs. bunlar arasın-
dadır. O zaman Allah kadını erkeğe erkeği de
kadına muhtaç yaratmıştır. Bu ihtiyaç dengede
tutulabilirse bunun sonunda, muhabbet, meved-
det, merhamet ve mutluluk meydana gelecektir.
Bazı kadın yazarların da tespit ettiği üzere,
günümüzde bu denge kadın lehine bozulmaya
çalışılmaktadır. Kadın gittikçe erkeğin hâkimiyet
ve kabiliyet alanlarını işgal etmekte ve erkekleş-
me eğilimine girmektedir. Kadın erkeksi hareket
ettikçe de, erkekten hakaret, taciz ve şiddet gör-
mektedir. Hâlbuki erkek erkekliğini kadın da ka-
dınlığını bilse fazla bir problem çıkmaz. Batının
henüz haberi bile yokken İslâm’ın kadına tanıdı-
ğı hakların belli başlılarını şöyle ifade edebiliriz:
İslâm’ın Kadına Tanıdığı Haklar
Fikrini ifade etme hakkı: Kadın evlilik birliği
içinde hem evin yönetimi, çocukların yetiştiril-
mesi ve hem de diğer konularda her zaman fik-
rini beyan edebilir. Hatta o, kocasının en yakın
müşaviridir. Yeter ki, görüş beyan edeceği konu-
da bilgili olsun.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Hudeybiye Anlaş-
masından sonra anlaşma maddelerinden mem-
nun olmamışlar, Hz. Peygamber (s.a.v.) kur-
banlarını kesmelerini ve traş olup ihramdan
çıkmalarını emretmişti. Ashâb ağırdan alın-
ca hanımlarından Ümmü Seleme, “Ey Allah’ın
Rasûlü, dediğini yapmalarını istiyorsan kalk dı-
şarı çık, onların hiçbirisiyle bir tek kelime dahi
konuşmadan kurbanını kes ve traş ol, onlar da
mutlaka sana uyacaklardır.” dedi. Rasûlullah da
böyle yaptı. Onu gören ashâb da aynısını yap-
tı.4 Rasûlullah’ın başka konularda hanımlarıy-
la, Hz. Ömer (r.a.)’in kızı Hafsa vâlidemiz ile
istişârelerini biliyoruz.
İlim tahsil etme hakkı: Hz. Peygamber
(s.a.v.), ilim tahsilinin kadın-erkek bütün Müs-
lümanlara farz olduğunu ifade etmiştir. Müslü-
manlara düşen kadının eğitim hakkının önün-
deki engelleri kaldıracak çareler aramaktır.
Böylece o, şahsiyetine uygun eğitim ortamında
tahsil alacaktır. İslâm tarihinde erkeklere hadis
ve ilim öğreten çok sayıda kadın vardır.
İnanç ve ibadet hakkı: Erkek de kadın gibi
Allah’ın kulu ve hükümlerinin muhatabıdır.
Takva yarışının eşit tarafıdır.
Velâyet ve yöneticilik hakkı: İslâm hukuk-
çuları kadının şahsiyet, bilgi ve kapasitesine uy-
gun yöneticilik alanında çalışabileceğini kabul
etmişlerdir. Gerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ge-
rekse Hz. Ömer (r.a.)’in çarşı pazarı denetleyen
hanımlar görevlendirdikleri bilinmektedir.
İyiliği emredip kötülükten sakındırma hak-
kı: Kadın da emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-
münker göreviyle yükümlüdür.
Fetvâ ve dinî rehberlik hakkı: Kadınların fı-
kıh öğrenip özellikle kadınlara ve onlarla ilgili
meselelere fetvâ vermesi çok önemli bir ihtiyaç-
tır. Hz. Âişe fıkıhçı kadınların öncüsüdür.
Akit yapabilme hakkı: Müslüman kadın da
erkek gibi, her türlü meşru akdin tarafı olabilir.
Bu hakka evlenme ve boşanma da dâhildir. Ta-
rihte sermaye sahibi Müslüman kadınların kay-
yum vasıtasıyla ticarî hayata iştirak ettikleri bi-
linen bir husustur. Aynı zamanda kadın nikâh
akdinin tarafı olabilir. Bazı durumlarda boşan-
mayı talep etme hakkı da vardır.
Seçme ve seçilme hakkı: Kadının seçmen ol-
masında bir ihtilaf yoktur. Ancak devlet başkanı
olamayacağına dair genel bir kanaat vardır. Ko-
nuyla alakalı kadın lehine değerlendirmeler de
mevcuttur. Müslüman bir kadının devlet baş-
kanlığı gibi ağır sorumluluk isteyen bir görevi
talep edip etmeyeceği de ayrıca düşünülebilir.
Seyahat hakkı: İslâm’a göre kadının seya-
hat hakkı vardır. Fakihler genel olarak kadının
emniyet gerekçesiyle mahremiyle seyahat etme-
sinin dinen daha doğru olacağına hükmetmiş-
lerdir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emir ve
tavsiyeleri de bu yöndedir. İmam Şâfiî gibi, mah-
remi olmasa da kadınlar topluluğu içinde seya-
hatine fetvâ verenler de vardır. Mahrem şartı kı-
sıtlama değil, koruma amaçlıdır. Kadına olan
merhamet, saygı ve önemi gösterir.
1 Abdurrahman Azzam, Ebedi Risâlet, 218.2 2/Bakara, 1873 İzmirli İsmail Hakkı, Anglikan Kiln Ashab da Aynısını Yaptı Sesine Cevap, 133-134.4 Buhârî, Şurut, 15.
Dipnot
*Prof. Dr.
![Page 32: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/32.jpg)
KitaplıkArz ve Semâ Namaz’da
Namaz’a Dikkat
Mehmet Akar
Şahdamar Yayınları
Tel: 0216 522 11 44
100 Hadis 100 Hikâye
Darîr Mustafa Efendi
Dârulhadis Yayınları
Tel: 0216 412 49 23
Rûhu’l Beyân Tefsiri-16
İsmail Hakkı Bursevi
Erkam Yayınları
Tel: 0212 671 07 00
Maraş-Fransız Harbi
Yaşar Alparslan - Serdar Yakar
Ukde Yayınları
Tel: 0344 225 13 00
Aşk-ı Muhammed
Mine Sultan Ünver, Ekrem
Altıntepe
Timaş Yayınları
Tel: 0212 511 24 24
63Nisan 201262
KitapMuharrem AKIN
HÜNKÂRYOLU
Bir ırmağın kenarında anlatılan bir menkı-
benin, ulu bir dağın eteklerinden akıp gelen bir
akıncı narasının, bir dergâha sinip kalmış hu ses-
lerinin, bir medrese eyvanının şahit olduğu ilim il-
meklerinin arasından geçen bir yoldur bu hünkâr
yolu. Şu Hazar Denizine, şu Aral Gölüne şu Sırder-
ya Nehrine, şu Horasan’a, şu Mezopotamya’ya, şu
Diyar-ı Rum’a, şu Arap Yarımadası’na bir sorun
ya bir kahraman, ya bir evliya, ya bir âlim, ya bir
komutan ya da bir hünkâr hikâyesi karşılayacak-
tır sizi.
İki yüzyıl boyunca konarak -konduğumuz yer-
de devletler kurarak- göçerek -göçerken yanımızda
medeniyetimizi de taşıyarak gittiğimiz- uzun, upu-
zun bir yolun kenarlarına dizilmiş şu kervansaray-
lar, şu kümbetler, şu türbeler, şu tekkeler, şu köp-
rüler, şu medreseler, şu hanlar, şu hamamlar, şu
ulu camilerin dilinde hep Diyar-ı Rum’un bitme-
yen türküleri vardı.
Boylar oymaklarla birlikte Diyar-ı Rum’a upu-
zun bir yoldan geldiler, yoruldular, dinlendiler yer-
leştiler yaşadılar sonra öldüler. Yanımızdaki şehre,
kasabaya, köye, ovaya, yaylaya, dereye, çaya, dağa
taşa, ad verdiler, isimlerimize isimlerini, dilimize
kelimelerini, inancımıza inançlarını kattılar. Onla-
rı böylece yaşatıyoruz aramızda. Bu hikâye iki yüz
yıllık Hünkâr Yolunu kateden işte bu insanların
hikâyesidir. Tarihin gördüğü en büyük yürüyüşten
biriydi onlarınki. Orta Asya’dan başladı, Anadolu
içlerine, hatta Ege kıyılarına kadar varıp dayandı.
Bu yolculuk, ülkeler, beldeler arasında bir yü-
rüyüş değildi yalnızca. Bilakis, hem sosyolojik,
hem manevî düzlemde bir büyük dönüşümün ifa-
desiydi. Selçuklular, asırlar süren bu büyük yürü-
yüşleri esnasında, İslâm’ın diriltici nefesiyle bir
‘aşiret’ten ‘devlet’ ve ‘devlet’ten de ‘medeniyet’ çı-
kardılar. Onların Maveraünnehir’den Anadolu’ya
uzanan yolculuğu, bu açıdan eserleri ve hatırası
bugün bile taptaze duran İslâmî bir ‘medeniyet’e
yolculuk niteliğindeydi aynı zamanda...
Hünkâr Yolu, insanlık tarihinin en çarpıcı ‘yol-
culuk’larından birini, Selçukluların büyük yürüyü-
şünü anlatan, sürükleyici bir roman. Tarihî gerçek-
lere dayalı kurgusuyla da, ‘aşiret’ten ‘medeniyet’e
bu büyük yürüyüşün dinamiklerini başarıyla orta-
ya koyuyor...
Selçukluların büyük yü-
rüyüşü...
Bu düşündüren üst baş-
lıkla okurların beğenisine
sunulan Hünkâr Yolu, muh-
teşem bir kurgu ile “bütün
bir Selçuklu tarihini” göz alı-
cı ve ihtişamlı bir şekilde an-
latıyor.
Son zamanlarda ardı ardı-
na çıkan ve Osmanlı dönemini anlatan pek
çok romanın olduğu muhakkak. Ancak nedense,
Osmanlı’nın da kökleri sayılan bir devletin, Bü-
yük Selçuklu İmparatorluğu’nun öyküsünü anla-
tan pek fazla eser yazılmış değil.
İşte, Mikail Çolak bu ilk roman çalışmasıyla
hem bu ihtiyacı gidermiş, hem de tarihî gerçek-
lere birebir bağlı kalarak olduk-
ça farklı ve değişik bir eser kale-
me almış.
Öyle ki; Oğuzların, Orta As-
ya’daki diğer boylar tarafından
ne kadar dışlandığını ve kendi-
lerine bir yer-yurt aramak için
nelere katlandıklarını, yaptık-
ları savaşları, Karahanlılar ve
Gazneliler’in onlara bakış açı-
sını, yaşadıkları dev sürgün ve
göçleri büyük bir başarıyla anlatan
Çolak, bir imparatorluğun bütün tarihini tama-
men, her yönüyle görebilmemize olanak sağlıyor.
Hünkâr Yolu’nda elbette ki savaş sahneleri de
var. Ancak bundan ziyade sizi bin yıl öncesine,
hatta daha da eskiye götürüp o zamanın insanını
her yönüyle anlamanıza olanak tanıyor.
![Page 33: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/33.jpg)
65Nisan 201264
1- Arzuları sınırlayalım, daha az iste-yelim: Tatminsiz olmak, devamlı istemek kişiyi
mutsuz eder. Böyle insanların maaşına zam ya-
pılsa bile, daha fazlasını istediklerinden mutlulu-
ğu yakalayamadıkları görülüyor. Diyelim ki, bir
eşyası eksik olup da buna sahip olsalar, bu kez
listeye başkalarının eklendiği tespit edilmiş. Yani
mutlu hayat hep ertelenmiştir.
Bu yüzden elimizdekilerle mutlu olmak, hali-
mize şükretmek mutluluğun da bir anahtarı ko-
numundadır.
2- Dâhi değilsek üzülmeyelim: Süper zeki
insanların mutlu olup olmadıklarını inceleyen
kimi çalışmalar, mutlulukta genellikle zekânın
etkisinin bulunmadığı sonucuna vardılar. Çünkü
zekâ arttıkça beklentiler de büyümektedir
ve bu beklentilerden daha azıyla tatmin
olmamaktadırlar.
Bu yüzden zekâyı IQ ile ölçmek yerine in-
sanlarla iyi geçinmenin esas alındığı “sosyal
zekâ”dan bahsedilmeye başlanmıştır.
3- Genlerimizin değerini bilelim: Kişi-
likle mutluluk birbirleriyle bağlantı halindedir.
Birçok araştırma dışa dönük kimselerin içe dö-
nüklerden çok daha mutlu olduklarını göstermiş-
tir. Bunun sebebi dışa dönük insanların, arkadaş
PsikolojiSefa SAYGILI*
mutluolmanın on prensİbİ
edinme veya evlenme gibi mutluluk getirici şeyle-
ri daha fazla yapmaları olabilir.
Bir başka açıdan bakıldığındaysa, mutlu olmak
dışa dönüklüğü getirebilir. Bazı araştırmalar, in-
sanları mutlu etmenin onları sosyalleştirdiğini or-
taya koymaktadır.
4- Dış görünüşümüzü başkalarıyla kı-yaslamaktan vazgeçelim: Elbette kendimize
bakmalı, fazla kilolarımızı vermeliyiz. Ancak ken-
dimizi olduğumuz gibi kabul ederek sevmeliyiz.
Kendini sevme yerine kendinden nefret eden kişi
mutsuz olur. Nedense kadınlar çok şişman, erkek-
lerse çelimsiz olduklarını düşünüyorlar.
Reklamlarda ince genç mankenleri gören ka-
dınlar kendi vücutlarına olumsuz bakıyorlar ve
depresyona girmeye yatkın hâle geliyorlar.
5- Dostluklar kuralım ve dostlarımıza değer verelim: Dostluklar kuran, arkadaşla-
rı olan kişilerin daha mutlu olduğunu biliyoruz.
Özellikle aile desteği olanlar maddî yönden yeter-
siz bile olsalar mutluluğu yakalıyorlar.
6- Evlenenler bekârlardan daha mutlu-dur: Evli kişiler eşinden moral destek ve güven
almakta, kendini daha mutlu hissetmektedirler.
Eğer evlilik iyi gidiyorsa olumlu etkileri kalıcı ol-
maktadır. Hele çocuklar aileye katıldığında ortak
hedefler mutluluğu artırmaktadır.
7- Ölümü düşman değil dost kabul ede-lim: Dine, Allah’a ve ölümden sonra yaşamaya
inanma, özellikle yaş ilerledikçe insanlara bir an-
lam ve amaç sağlar. Dünyada tek başına kalma
korkusundan uzaklaşmaya yardımcı olur. “İnan-
manın faydasını en çok zor zamanlarda görüyo-
ruz. Sıkıntıların üstesinden gelmenin en güçlü
yolu dinî bir inançtır.”
Dinin, mutluluğu artırmasının bir sebebi de
sosyal etkileşim ve beraberindeki destektir.
8- Başkalarına yardım edelim: Dinler, zor
ve muhtaç durumda olanlara yardım etmenin in-
sanın ruhu için iyi olduğunu tavsiye ederler. Bu,
beraberinde mutluluk da getirir. Birçok çalışma
mutluluk ile başkalarını düşünerek yaşama ara-
sında bir bağ olduğunu göstermiştir. Fedakârlık,
başkalarına vermek insanları mutlu etmektedir.
Mutlu insanlar gönüllü çalışmalara katılmakta,
insanlara yardımcı oldukça da mutlulukları art-
maktadır.
9- Sağlıklı ve dinç yaşlanalım: Aslında
yaşlılık da hayatın normal bir parçasıdır ve ken-
dine has güzellikleri vardır. Yoksa yaşlılık bazı-
larının sandığı gibi kötü değildir. Yaşlı insanlar
gençler kadar mutlu olabilirler ve aslında yaşlılar,
hayattan daha çok haz alabilirler. Hayata olumlu
bakmak, önlerine gerçekleştirebilecekleri hedefler
koymak yaşlıları mutluluğa götürür.
10- Para gerekir, ama sadece zenginlik mutluluk sağlamaz: Kişi kazandığı parayla ye-
meyi, içmeyi- giyinmeyi ve evin giderlerini kar-
şılıyorsa bu onu mutlu etmeye yetmelidir. Yoksa
daha fazlasını kazanarak mutlu olunmaz.
Önemli olan, daha fazla arkadaş, komşu
veya iş arkadaşına sahip olmaktır. Warwick
Üniversitesi’nden Andrew Oswald, “İnsanlar son-
suz şekilde akacak yüksek miktardaki paranın,
kendilerini daha mutlu edeceği yanlışına düşü-
yorlar. Bu doğru değil. Doğru olan paranın statü,
statünün de daha iyi bir hayat sağladığıdır.” diye-
rek paranın katkısını özetlemektedir.
Oswald, örnek olarak bilim adamı ve topluma
yardımcı olan bazı kişilerin daha az para kazan-
malarına rağmen bu görevlerini seçmelerini ör-
nek göstermektedir.
Oswald, sözlerini şöyle bağlamaktadır: “Para
önemlidir, ama sıradan bir vatandaşın düşündü-
ğü kadar değil.”
(Yazı, New Scientist, 4 Ekim 2003 tarihli sayısındaki
yazıdan yararlanarak hazırlanmıştır.)
*Prof. Dr.
![Page 34: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/34.jpg)
67Nisan 201266
EdebiyatVedat Ali TOK
İki cihân güneşi Hz. Mu-
hammed (s.a.v.) için Türk
edebiyatında sayısız na’t
yazılmıştır. Bu na’tlerin içinde
dikkat çekenlerden biri de Yaman
Dede’nin şiiridir. Na’t, ‘Dahîlek
yâ Rasûlallah’ başlığını taşıyor.
‘Dahîlek Yâ Rasûlallah’, Sana
sığındım ey Allah’ın Rasûlü!’
demektir. Gönüller sultânı
Mevlâna’nın meşhur çağrısının
yankı bulduğu bir gönül eri Ya-
man Dede…
Gayrimüslim bir aileden doğ-
masına rağmen, Müslüman’ca
bir hayat süren ve Müslüman’ca
ölen bir dede… İçinde bulundu-
ğu durumdan dolayı Müslüman-
lığını 55 yıl gizlemek mecburi-
yetinde kalır. Hukuk Fakültesini
bitirip 20 sene avukatlığın ardın-
dan öğretmenlik yapan bu yürek-
li insan Galata Mevlevihânesinde
kendisini yetiştirir. Doğduğun-
da Diyamendi adı verilen Yaman
Dede İslâm’la müşerref olduktan
sonra adını da “Mehmed Abdül-
kadir Keçeoğlu” şeklinde değişti-
rir. Yukarıya aldığımız na’tin ilk
mısraında şair, soyut bir kavram
olan gönlüne, somut bir şekil ver-
miştir: “Gönül, hûn oldu.” Gön-
lün kan olması şiddetli ızdırap-
ların, çekilen acıların beyanı için
söylenmiş bir sözdür. Hz. Mu-
hammed (s.a.v.)’i özlemekten ya-
hut hiç olmazsa ona olan sevgisini
yıllarca dışa vuramamaktan kay-
naklanan bir rûh hâlini dile getiri-
yor bu mısra. Peygamberine olan
hasret ateşi, içinde o denli birik-
miştir ki bu ateşi bir yanardağın
sıkışan lavlarını püskürtmesi şek-
linde dışa vuruyor.
Şair hasret yangınını cehen-
nem ateşi ile aynı şiddette görü-
yor. Zaten ruhlar âleminde bile
kendisini sadece bir “feryat”tan
ibaret gören şair ona kavuşup gü-
zelliğini görmek suretiyle raha-
ta erebileceğini anlatıyor. Çünkü
o, yanan kalbi serinletir; dert çe-
ken yüreklere bir şifâdır. Maddî
ve mânevî anlamda muhtaç olan-
lara cömertçe davranır. Çünkü o,
Habîb-i kibriyâdır. O, Muham-
med Mustafa’dır. Üçüncü kıt’ada
şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in
dünyanın yaratılışına sebep olma
özelliğini dile getiriyor: “Ey Mu-
hammed (s.a.v.) senin ilâhî nûrun
dünyaya ışık salmasa gül açmaz,
sular akmaz; bakışlarının bu dün-
yadan çevirecek olsan dünya yok
olur; hayat diye bir şey olmaz-
AŞKIYLA YANAN DEDEPEYGAMBER
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ RasûlallahNasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ RasûlallahEzel bezminde bir dinmez figândım yâ RasûlallahCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Yanar kalbe devâsın sen bulunmaz bir şifâsın senMuazzam bir sehâsın sen dilersen rûnümâsın senHabîb-i Kibriyâsın sen Muhammed Mustafâ’sın senCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsaSöner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsaFirâk ağlar visâl ağlar ezel mesrûrun olmazsaCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Erir canlar o gülbûy-ı revanbahşın hevâsındanGüneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsındanPerîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsındanCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymamYanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymamAlevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymamCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında cân vermekNasîb olmaz mı Sultânım Haremgâhında cân vermekSönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermekCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Boyun büktüm perîşânım bu derdin sende tedbîriLebim kavruldu aşkından döner pâyinde tezkîriNe dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîriCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Yaman Dede (1887-1962)
![Page 35: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/35.jpg)
Nisan 201268 69
dı. Eğer sen olmasaydın bu dünya olmazdı. Ezel ve
ebed olmazdı. Ayrılık veya kavuşma diye bir şey ol-
mazdı.” şeklindeki ifadelerle “Levlâke levlâk lemmâ
halaktü’l-eflâk” kutsî hadisine telmihte bulunuyor.
Dördüncü kıt’ada Peygamberimizin mübârek vücu-
du ile terlerinin gül koktuğunu hatırlatan şair, du-
yabilene, hayat bahşeden o gül kokusunu alan bir
insanın duygusuz kalamayacağını ifade ediyor. Bu
kıt’ada, sıcak bir havada Güneşe bakıldığı zaman
onun titrermiş gibi görülmesini şair, farklı bir şekil-
de yorumlamak suretiyle hüsn-i ta’lîl sanatı yapıyor.
Şair, Güneşin bu titrer gibi görünüşünü ve yakıcılı-
ğını Peygamber Efendimizin yüzünü görme hasret
ve şevkine bağlayarak, son nefesinde bile ona olan
hasretini dile getireceğini anlatmak istiyor.
Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Peygambere olan sevgi yoğunluğu daha doğrusu
aşk, şairde öyle bir hâl almıştır ki dış dünyada olup
bitenler onu zerrece etkilemez. Ne soğuk üşütür; ne
sıcak yakar. Yanan çöllerde susuz kalsa, bu çöllerde
can verecek olsa bile elem duymayacağını söyleyen
Yaman Dede, bağrında yanan ateşin dış âlemdeki
ateşten daha şiddetli olduğunu söylüyor. Öyle ki
içindeki ateş bir yanardağ misalidir. Yanardağdan
fışkıran lavların yanında, çöl sıcağının hükmü ola-
maz. Bu yangınla birlikte hasretin ifadesi olan ağla-
yış ve gözyaşları da ummanlardan daha çoktur. Um-
manlar onun gözyaşları yanında ancak bir “nem”
mesâbesindedir. Ateş ve su birbirine zıttır. Şair her
ikisinin de kendisinde bulunduğunu söylüyor. Bu
iki kavram birbirlerine karşı etki etmeyecek derece-
de kuvvetlidir. Yani hem ateş hem de su bir arada ve
ikisi de varlığını muhafaza edebiliyor. Gökten alev-
ler yağsa ve o alevleri emse bile hissetmeyecek dere-
cede bir yangın içine düşmüştür. Şiddetli sevginin
sonu cünun (delilik) hâlidir. Bu kıt’ada “Mecnun”
mazmunu vardır. Mecnun da Leylâ’nın aşkından do-
layı insanlardan uzaklaşıp, kendisini vahşi bir çölün
ortasına bırakıyor. Dışarıdaki çöl sıcağı Mecnun’u
hiç etkilemiyor; vahşi hayat da… Zira içinde bulun-
duğu ruh hâli onun dış dünyadan kopmasına sebep
olmuştur. Yani dış âlemdeki olup bitenler onu ilgi-
lendirmeyecek durumdadır. Yalnız, Fuzûlî’nin Leylâ
vü Mecnûn’unda, Mecnun:
Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni
diyerek sevgisinin çoğalması, daha doğrusu der-
dinin artması, için dua eder. Çünkü âşık o hâl ile
vardır. Yoksa adı sanı silinecektir. Sevgiliden gelen
belâ ise âşığa minnettir. Derdin çoğalması âşıklığın
pâyesini artırır. Yaman Dede ise bütün sıkıntıları
ateşleri, çölleri, yangınları hiçe saymasına rağmen
yine de yandığını ve artık ferahnâk olmak istediği-
ni söylüyor. Bunun için Hz. Muhammed (s.a.v.)’den
imdat diliyor, ona sığınıyor.Âşık, bir pervâne misâli
alevde yok olmayı arzular. Bu, sevginin en şiddet-
li noktasıdır. Kendini sevdiği varlıkta yok etmek…
Bunun tasavvuftaki ifadesi “Fenâfillah” (Allah’ta
yok olmak)tır. Altıncı kıt’ada şair, Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in yolunda can vermenin büyük bir mutlu-
luk olacağını ifade ediyor. Peygamberimizin kabri
başında ölümü diliyor. Ve yine son nefeste Allah ve
Rasûlü’nün adıyla yani “Kelime-i Şahâdet” getire-
rek can vermenin kolay ve güzel olacağını söylüyor.
Son kıt’ada şair niyazda bulunuyor. Derdin derma-
nı Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Ona olan susuzluktan
dudakları yanmış, kavrulmuştur. Onun ayağının
ucunda zikredip, dolanıp durmaktadır. Kendisini
sahibine yaranmak için ayakucunda türlü hareket-
ler yapan bir köpeğe benzeten şair, ondan bir işa-
ret bekler. Bir iltifat görse hemen yanına koşacaktır.
Yaman Dede’nin şiirine bir de şekil açısından
bakalım:
Yanar kalbe devâsın sen / bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen / dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen / Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Görüldüğü gibi bu şiir, aruzun 4 mefâîlün kalı-
bıyla yazılmış bir musammattır. Bu kalıpta yazılan
bir şiir, rastgele bir okunuşta bile âhengi sezilebilen
bir yapıya sahiptir. Şair zaman zaman iç kafiyeler
de kullanmak suretiyle âhengi artırmasını bilmiştir.
Sözgelişi 2. kıt’ada, mısralar ortadan bölünebilir bir
özellik arz ediyor.
NEYLEYİM?
Peygamberim!... Seni Allah medh etmişSeni medh etmeyen dili neyleyim?
Salat ü selâmın ne güzel virddirBoş sözleri kîl ü kali neyleyim?
Herkesin yolu bir yerlere çıkarRavzana çıkmayan yolu neyleyim?
Niceleri hırka, şallar bürünmüşRiya kokan hırka, şalı neyleyim?
Sevdalı gönüller yanar da yanarSevdanla yanmayan gönlü neyleyim?
Aşkınla her şey yanar, kavrulurYanıp kavrulmayan çölü neyleyim?
Ruhumu aşkının tadı sarıncaArtık şekerleri, balı neyleyim?
Yadınla canlanır bütün ağaçlarSen’le yeşermeyen dalı neyleyim?
Fani dünya türlü renklerle doluSensiz mavi, yeşil, alı neyleyim?
Şu gönül bahçemde açıver artıkSensiz başka gonca gülü neyleyim?
Açmış çiçekleri nasıl dererler?Senden gül dermeyen eli neyleyim?
Nice yeller eser divane gönleRavzan’dan esmeyen yeli neyleyim?
Nice cânlar feda olmuş yoluna Feda olmayan cân, malı neyleyim?
Lutf et Şamil kurban olsun yolunaKurbanın olmayan kulu neyleyim?
Mustafa AKGÜN
![Page 36: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/36.jpg)
Nisan 201270 71
GeziFatih ERKOÇOĞLU*
ENDÜLÜSGEZİ NOTLARI I
rı bölge olan el-Cezîretü’l-Hadrâ (Algaziros)’dan
geçerek Endülüs’e Tarif b. Mâlik’in müfrezesinin
çıktığı ve bugün yine onun adı ile anılan Tarifa’ya
doğru yöneldik. Tarifa’ya doğru gidilirken artık yo-
lumuz yükselmeye başlamıştı. Bakacak anlamında-
ki el-Mirador denilen yerde durduk. Cebel-i Târık
Boğazı’nın en dar kısmını (takriben 10 km) ve Mağ-
rib topraklarını artık rahatlıkla görebiliyorduk.
El-Mirador sonrasında otobüsümüz geldiğimiz
güzergahı yeniden kat ederek Marbella’ya doğru yol
aldı. Marbella’da Suud Kraliyet ailesinden Selmân
b. Abdülaziz tarafından yaptırılan camide namaz-
larımızı eda ettik. Minareli hoş camiinin bir de kü-
tüphanesi vardı. Bu durum bizi ziyadesiyle mem-
nun etmişti.
Akşamleyin Marbella’da yaptığımız yürüyüş es-
nasında sahildeki camiyi andıran kültür merkezi
yanındaki, kendisi de Benalmedina’lı olan Arap ali-
mi İbnü’l-Baytar’ın heykeli, bölgedeki Müslüman
varlığının ilk örneklerini bize göstermeye başla-
mıştı. Bu arada Arapça hocalarımızın bu kelimenin
İbnü’l-Medine’den (Şehirli çocuğu-şehirli) bozul-
ma olabileceği ifadelerini de burada eklemek iste-
rim.
Gezimizin ikinci gününde tarihte Nasrîler (Benî
Ahmer) Devleti’nin başkentliğini yapmış olan
Gırnata’ya (Granada) gidildi. Sarayın yapımından
kullanılan kil harcın, kızıla çalan renginden dola-
yı «kızıl» anlamına gelen el-Hamra (Sarayı), zama-
nında Sierra Nevada dağı eteklerine peyderpey inşa
İslâm Tarihçileri Derneği’nin yeni organi-
zasyonu bu sefer Endülüs’e oldu. 7 Aralık
2011 tarihinde İstanbul’dan kalkan uçağı-
mız, takriben 5 saat sonra Endülüs eyaletinin mer-
kezi olan Sevilla’ya (İşbiliyye) indi. Havalimanın-
dan 200 kilometrelik bir yol sonrasında Marbella’ya
bağlı Benalmedina’daki Akdeniz sahilinde ve kıyı-
ya oldukça yakın bir mesafede bulunan Vistamar
Oteli’ne ulaştık.
Gezimizin ilk gününde Marbella’dan yola çıkıla-
rak Tarif’e doğru yol boyu takriben 100 küsur km.
gidildi. Bu arada çok değerli rehberimiz Prof. Dr.
Mehmet Özdemir hocam Endülüs Fethi’nden baş-
layarak, Endülüs’e ilk çıkan müfrezenin komutanı
Tarifa b. Mâlik ve Târık b. Ziyâd gibi adları günü-
müze kadar gelebilmiş önemli şahsiyetlerden ba-
hisle Endülüs’te İslâm hakimiyeti konuları hakkın-
da bizleri bilgilendirmeye başladı. (İlgilenenler için
hocamın diyanet vakfı yayınları arasında çıkan En-
dülüs tarihi hakkındaki kitaplarını tavsiye ederim.)
İlk durağımız Cebel-i Târık oldu. Târık dağı, sa-
hil boyunca düz giden coğrafyada birden irtifa ka-
zanmakta ve ilginç bir yükseklik oluşturmaktay-
dı. Otelimizden çıktığımızdan beri sahil boyunca
fenerler ve tepelere doğru çıkarken yer yer kaleler
göze çarpıyordu. Cebel-i Târık eteklerinde ise müs-
tahkem bir bina bize göz kırpıyordu. Sahili boy-
dan boya geçtik. Sahile yakın çok sayıda gemi bura-
da demirlemişti, kıyı boyunca da ayrıca marinalar
bulunuyordu. Müslümanların ilk hakim oldukla-
![Page 37: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/37.jpg)
Nisan 201272 73
edilmiş bir külliyedir. Burada sarayın inşa sürecini
detaylı bir şekilde anlatmaya imkanımız olmadığın-
dan sadece National Geographic’in hazırlamış oldu-
ğu önemli belgeselden faydalanabileceğini hatırlat-
mak isterim. Saray, günümüze kadar gelebilen eski
İslâm saraylarından olup, bir taraftan Endülüs’te
kurulan küçük bir devletin gücünü sembolize eder-
ken, diğer taraftan daha güçlü olan İslâm devletle-
rinin günümüze kadar ulaşamayan sarayları hak-
kında genel bir fikir vermektedir.
el-Hamra’nın yazlık saraylar tarafında yer alan
girişi için tepeye tırmanmamız gerekiyordu. Giriş-
teki saray kompleksi haritası üzerinde ilk bilgiler
takdim edildi ve ardından gruplar halinde, modern
tiyatro yanından, bahçelerin içerisinde II. Muham-
med döneminde inşa edilen Cennetü’l-Arif (Gene-
ralife) denilen ve yazlık sarayla da aynı adı taşıyan
İslâm bahçe mimarisinin en güzel örneklerinden
sayılan bahçeye yöneldik. Uzun dikdörtgen bir av-
lunun etrafına sıralanmış binalardan oluşan bu sa-
rayın, avlunun iki başına rastlayan kısımları çift
katlı olup, üst katlarının çevrenin seyredilmesine
uygun olduğu görülmektedir.
Yazlık saraylar ve bahçelerden sonra sarayda
görevli memur ve askerlerin aileleri ve onların ih-
tiyaçlarını karşılamaya yönelik tesis edilmiş olan
Medina’ya geçtik. Yazlık saraylar ile Medina ara-
sında hendek vardı ve burası çepeçevre surla ku-
şatılmış idi. Eski yerleşimin kalıntılarının içinden
surlara yakın bir yoldan asıl sarayların olduğu kıs-
ma yöneldik. Bu arada İspanyolların inşa ettikleri
San Fransisko Manastırı’na girmeksizin önünden
ilerleyerek bugün turistik eşyaların satıldığı me-
kan olarak kullanılan Cami Hamamı’nın yanından
geçtik. Tabî artık cami, yoktu. Zannımca orada bu-
lunan St. Mariya Kilisesi caminin yerine dikilmiş
olmalıydı. Bizim fazla vaktimiz yoktu yine İspan-
yolların yaptıkları V. Karlos Sarayı’nın arkasından,
Machuca Avlusundan, el-Hamra’ya asıl şöhretini
kazandıran saray bölümüne girdik. Burası sarayın
eski bölümlerinden olan ve uzun bir dikdörtgen
şeklinde olup ortasında aynı biçimde bir havuzun
yer aldığı Mersinağaçlı Avlu (Havuzlu Avlu) ve As-
lanlar Avlusunun etrafında toplanan yapılardan
oluşuyordu. Havuzlu avludan bir revak aracılığıyla
Elçiler Salonu’na girişi temin eden, uzun dikdört-
gen bir şekilde ve petekli ve mukarnaslı süslemele-
re sahip sedir ağacından bir kubbe ile örtülü olan
İnayet Holü’ne geçildi. Elçiler Salonu adıyla bili-
nen taht salonu, dışarıdan bakıldığında yüksek bir
kule izlenimi (Comares Kulesi) veren ve 18 met-
re yüksekliğinde sedir ağacından yapılmış olan bir
kubbe ile örtülüydü. Bu ahşap kubbenin Mülk sü-
resinde geçen “yedi kat sema” ibaresinden ilham
alındığı ifade edilmektedir. Salonun iki yan duva-
rında Endülüslü şair İbn Zemrek’in kasideleri ile
hemen her yerinde “Ve lâ ğâlibe illâ’llâh» ibareleri
dikkati çekiyordu.
İnayet Holü ile sarayın kuzeydoğusunda yer alan
kulede bulunan kraliçenin giyim odası arasında yer
alan galeriden ilerleyerek -ki bu arada el-Beyyâzîn
Mahallesi kendisini bütün güzelliği ile gösteriyor-
du- solumuzda Draza bahçesini sağımızda ise saray
hamamının kubbelerini bırakarak, İki Kız Kardeş
Salonu’na, oradan da muhtemelen musikî fasılla-
rı için kullanılan Benî Serrâc Divanhanesi’ne ula-
şıldı. Petek biçimindeki mukarnaslı tezyinatla kap-
lı kubbenin ihtişamı, kubbe eteğindeki 16 küçük
pencereden giren ışıklarla görülebiliyordu. Bura-
dan el-Hamra Sarayı’nın en önemli yerlerinden
birisi olan Aslanlı Avluya geçtik. Ne var ki bizleri
burada kötü bir sürpriz bekliyordu. Avluda resto-
rasyon çalışması vardı ve başta avluya ismini veren
aslanları göremediğimiz gibi avlunun doğusunda-
ki ilk on Nasrî sultanına ait olduğu kabul edilen re-
simlerin bulunduğu Krallar Salonu’na giremedik.
Sadece avlunun batı kısmından, brandalarla kaplı
avluda birkaç fotoğraf çekmekle yetindik. Buradan
çıkarak tekrar V. Carlos Sarayı’nın yanına ulaş-
tık. Oradan Şarap Kapısı’ndan girerek, sarayın en
eski bölümlerinden birisi olan al-Casaba’yı geçtik
ve Torre de la Vela denilen gözetleme kulesine çık-
madan önce, el-Beyyâzîn Mahallesini gören burç-
tan grubumuzun genel fotoğraflarını almayı ihmal
etmedik. el-Hamra gezimizin son durağı sayılabile-
cek ve modern Gıranada’ya oldukça hakim bir po-
zisyonda inşa edilen bu burçtan bugünkü Gırna-
ta, el-Beyyâzîn Mahallesi, Sierra Nevada dağları,
el-Hamra’nın yazlık saray ve bahçeleri, al-Casaba
ile surları rahatlıkla görebiliyorduk. Burçtaki çan,
buraya yerleştirilen haç ve İspanya bayrakları in-
sanın kanına dokunuyordu. Hele hele modern
Gırnata’nın kalbinde, devasa bir yapı yığını olarak
görülen katedralin bir zamanlar şehrin Ulu Camisi
olduğunu düşününce benim olduğu kadar gezimi-
ze katılanların morallerini bozduğunu ve üzüntüye
gark ettiğini fark edebiliyordum.
1493 yılında Gırnata Müslüman hakimiyetinden
çıktıktan sonra galipler, el-Hamra Sarayı’na ken-
di damgalarını vurabilmek için sarayın bir kısmını
yıktırdıkları yere oldukça kaba ve hantal görünüm-
lü V. Carlos Sarayı’nı yapmışlardı. Müteakiben çık-
tığımız, el-Hamra Sarayı’nın hemen karşısında yer
alan el-Beyyazîn mahallesinin üstünde Arapların
yapmış oldukları caminin önünden bakıldığında
bu kaba ve ucube yapının o güzelim panoramik el-
Hamra siluetini mahvettiği belirgin bir şekilde gö-
rülüyordu. Caminin arkasındaki kilisenin hemen
önünde kaidesiyle bir haçın bulunduğu meydan bir
mesire yeri gibi idi. Buradan bakıldığında panora-
mik el-Hamra manzarası daha muhteşemdi ve bu-
rasının da turistlerin ilgisini yoğunlukla çektiği an-
laşılıyordu. Çok sayıda turist gün batımına doğru
bu muhteşem manzaranın tadını çıkarıyorlar ve o
anı ölümsüzleştirebilmek için fotoğraf ve kamera
çekimleri yapıyorlardı.
Küçük meydanda yere açılmış sergilerde turis-
tik bir kısım eşyalar satışa sunulmuştu. Meydan-
daki haçın kaidesine oturmuş olan ellerinde gitar-
larıyla küçük bir grup, hoş bir flamenko dinletisine
başladılar. Sürpriz arkadan geldi. Sergi açanlar-
dan olduğunu sandığım genç bir bayan, hareketli
ve hoş bu musikiye eşlik etti. O an hatırıma -ki se-
yahatimize başladığımızdan beri mırıldandığım ve
aklımdan çıkmayan- Yahya Kemal’in «Endülüs’te
Raks» isimli şiiri geldi.
“Zil, şal ve gül, bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç def’a kırmızı...
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir,
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.
Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, saçılış örtünüşleri...
*Yrd. Doç. Dr.
Dipnot
![Page 38: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/38.jpg)
75Nisan 201274
HikâyeSelim TUNÇBİLEK Ramazan ayının ilk
günleriymiş. Meh-
met ile buluşma-
ya karar verdik. O vakte kadar
Müslümanların davranışlarının
takvimleri hakkında tutarlı bil-
gilerim yoktu. Ben bir kafede bu-
luşmayı önerdim. Reddetmedi.
Buluştuk. Mehmet ne içersin diye
bana sordu. Her zaman zaten
öyle yapardı. Türk erkeklerinde
benim o günlerde pek de anla-
madığım ilginç davranış biçim-
lerinden biriydi bu. Bulundukları
ortamlarda bayanlara ücret ödet-
memek gibi anlamsız, bize tuhaf
gelen davranışları vardı ve biz
buna alışıktık. Yine alışık oldu-
ğumuz davranışlardan biri de bu
tür yerlerde siparişleri garsonlar-
dan önce şayet aranızda bir Türk
erkeği varsa bu Türk alır, garson-
lara siparişi genel olarak onlara
toptan yaparlardı. Buna da alış-
mıştık. Bu tür davranışlarının de-
rinliğinde nasıl bir ruhsal yapının
bulunduğunu bilmiyordum. Zih-
niyetleri, dünyaları bizden fark-
lı insanlardı ama davranışları
pek de farklılık gibi gözükmüyor-
du. İlk kez derin bir farklılık his-
settim. Mehmet’e kahve içeceği-
mi söyledim. Mehmet masamızın
kenarında bizden siparişleri bü-
yük bir nezaket içinde bekleyen
bayan garsona her zamanki sakin
hali ile döndü ve ‘Bir kahve lüt-
fen’ dedi.
‘Bir kahve lütfen’ sözünü bir-
kaç hafta önce aramızda yaşan-
mış küçük bir gerginliğin ilk
işareti gibi algıladım. İçimden
“Demek bir kahve” dedim. Beyi-
miz hala oralarda idi demek. De-
mek benim affedicilikte sınırsız
hoşgörüsü var sandığım Mehmet
hiç de öyle değilmiş. Demek be-
nim merhamet duygularıyla bü-
tün bedeninin, aklının, ruhu-
nun dopdolu olduğunu sandığım
Mehmet o değerlerini bir yerler-
de tüketip buraya gelmişti. De-
mek onu yeterince anlayamamış
ve tanıyamamıştım. Demek olu-
yordu ki o konu henüz Mehmet’in
kafasında kapanmamıştı.
Ben nasıl da böylesine aptal
ve saf olabiliyordum. Böyle bir
yönümün varlığını hissettiğim an
Mehmet’in sevgisini, hiçbir şekil-
de eksilmemiş halde muhafaza
eden durgun yüzüyle karşılaştım.
Buna, yani geçmiş kavgamıza
ilişkin hiçbir iz yoktu. Bunu na-
sıl becerebiliyordu? Kalbinden
farklı şeyler düşündüğü halde yü-
zünde buna ilişkin hiç iz yoktu.
Bu durum beni daha da hırçın-
laştırdı. Garson kız masamızdan
henüz birkaç adım uzaklaşmıştı
ki: “Demek hala bana kırgınsın.”
dedim. Kırgınlık kelimesini ha-
yatında ilk kez duyuyormuş gibi
sustu, bir an ne demek istediği-
mi düşünür gibi yaptı. “Kırgınlık,
ne demek şimdi bu, anlamadım.”
diye bana sordu. Doğaldı ve be-
nim kırgınlık kelimesine kırgın
bir anlam yüklemediğim her ha-
linden açıkça belli oluyordu. Ne
diyeceğimi, konuya nasıl başla-
yacağımı, eski tartışmaya dönüp
dönmeme noktasında gidip gel-
melerimi bitirdikten sonra dik-
katimi topladım ve “Kahve niçin
içmiyorsun sen? Neden tek bana
kahve söyledin?” dedim. Dur-
du. Yüzüme hala içimde çoğalta
çoğalta büyüttüğüm tüm sevgi-
lerimi, tüm kır çiçekleri kokula-
rını kalbime yayarak gülümse-
di. “Ben oruçluyum” dedi. “Bu ay
bizim Ramazan ayımız, bu ayda
biz oruç tutarız.” dedi. Bu sözle-
ri duyduğum an hissettim ki ben
asla onun kadar merhametli ola-
madım. Ben asla onun düzeyinde
hoşgörülü, müsamahakâr dav-
ranamıyordum. Ben asla onun
gibi yumuşak, sevecen ve ılım-
lı olamıyordum. Olamayacaktım.
Mehmet hiç umulmadık biçimde
hayatın ona bir yardımıymış gibi
olaylardan güçlenerek çıkıyor-
du. Bunu onunla paylaştığım bü-
tün anlarda gördüm. Bu kazanım
için yaptığı tek şey doğal olmaktı.
Böylesine basit bir davranış ona
sınırsız güç kazandırıyordu.
Kendimden Utandım
Mahrem yerleri açılmış insan-
lar gibi kendimi çırılçıplak hisse-
tim ve utandım. Utanmak nasıl
bir şeydi o gün öğrendim. Utan-
mak yalnızca eylemlerden değil
sanırım. Kimi zaman bu tür yan-
lış düşüncelerden de duyulabilen
en derin en etkili insanî hislerden
biriydi. Bu duygu şimdi beni pen-
çeleri arasına almış paramparça
etmek için oramı buramı hırpala-
yıp duruyordu. Utanmanın kes-
kin bıçağından kendimi korumak
için Mehmet’in gözlerine sığınma
gereği duydum.
Onun bana gülümsemesiy-
le sanki insanların kalplerinden
kalplerine geçen derin bir duy-
gu hissettim. Onun kalbinin için-
de olmak gibi bir şeydi bu. O da
MASA, KAHVE, KALP“Kahvenin sıcak buğusu ile kokusu ikimizin arasındaki köprüden yol alıp içimizi
doldurdu. Çok sevdiğim bir kokuydu bu. İçime bütün sevgileri çekiyormuş gibi çektim.
![Page 39: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/39.jpg)
Nisan 201276
benim kalbimdeymiş gibi bir şey.
Bunu tarif etmek kolay değil. O
an sizler bizim masamızın ya-
kınlarında olsa idiniz ancak fark
ederdiniz bunu. Ya da benim an-
latmalarım yerine yazar da o an
orada olmuş olsa idi bu durumu
çok daha iyi anlatabilirdi. Kalp-
ten kalbe geçen o öğrenme bi-
çimini o an kavradım. O kalp-
ten kalbe söylenen, söylenmeyen
sözlerin yüceliğini yok edebile-
cek bir gücün olamayacağını o an
gördüm. İçimde tarifi mümkün
olmayan bir sıvının kalbimi dol-
durarak oradan taştığını ve bü-
tün bir bedenime yavaş yavaş ya-
yıldığını hissettim.
Benim kalbimin Mehmet’in
kalbine söyleyeceği şeylerinin ol-
duğunu duyumsadım. Artık sanı-
rım Mehmet’in kalbi söyleyecek-
lerini bir çırpıda söylemiş, benim
kalbimin içini bu sözlerle doldur-
muş, benim kalbimin de öğren-
diklerini Mehmet’e fısıldaması
gerekliydi. Gereklilikten de öte
kalbin kalbe öğretecekleri şeyle-
ri hiç kimsenin müdahalesi ol-
madan kalpler kendi aralarında
söylüyorlardı. Benim kalbimin
sesinin nasıl çıkacağını kestire-
miyordum. Kalbimin içinden ge-
len bir şeylerin varlığını biliyor-
dum ama bunun ne olduğunu hiç
bilmiyordum. Mehmet’in kalbi-
nin bana söylediklerinden ve be-
nim kalbimin onun kalbinden
öğrendiklerinden müşterek bir
şeylerdi belki bunlar. Belki de ta-
mamen onun kalbinden öğren-
diklerinden ayrı, çok farklı bir
şeydi. Bilemiyordum.
Garson kız elinde bir fincan
kahve ile masamıza geldi. Kah-
veyi bırakıp gitti. Bir anda garson
kızın masamıza kalbimi bıraktı-
ğı hissine kapıldım. Kahvenin sı-
cak buğusu ile kokusu ikimizin
arasındaki köprüden yol alıp içi-
mizi doldurdu. Çok sevdiğim bir
kokuydu bu. İçime bütün sevgi-
leri çekiyormuş gibi çektim. Bir
tek bu kahve kokusun aramız-
da köprü oluşturuşunu bütünüy-
le hatırlıyordum. Mehmet’le ne-
ler konuştuk neler yaşadık inanın
ondan sonrasını ben de pek ha-
tırlamıyorum. Hatırlamadığım
için yazara da anlatamadım. Bu-
rada bir eksiklik görürseniz el-
bette bu benim kusurum. Uma-
rım bağışlarsınız.
O kahveyi içme bahanesi ile
ne kadar orada kaldık. Erken mi
yoksa çok geç mi kalktık bilmi-
yorum. Tek bildiğim şey birbi-
rimizle uzun süren kalpten kal-
be konuşmalarımızın olduğu idi.
Mehmet gözümde ondan sonra
hiç sarsıntı, kuşku ve endişe do-
ğurmadı. Bunun ne demek oldu-
ğunu gerçek babamın sandıklara
gizlediği mektuplarında buldum.
Okudukça bu duygunun ne de-
mek olduğunu bildiğimi hatırla-
dım. Bu duyguları o mektupları
okudukça tekrar tekrar yaşadım.
Benim hiç kaybetmediğim bu
duygularım gerçek sahibinin ba-
bam olduğunu o mektuplarda
gördüm. Babam İbrahim Karaca-
oğlan, demek ki annemle kalpten
kalbe o an konuşmuş fakat anne-
min kalbi ile aralarına farkında
olamadıkları başka şeyler girmiş-
ti. Kalbin biri susarsa diğerinin
konuşmasının belki de hiçbir an-
lamı yoktu. Manasızdı. Belki de
manalıydı ama bizim o manayı
kavrayacak bilgimiz yoktu.
O Gün Kahve Masada Buz Kesti
Kahve buz kestikçe benim ve
Mehmet’in içi ısındı. Masada so-
ğuyan kahveden ne Mehmet’in
ne de benim haberim vardı. Kah-
ve umurumuzda değildi. Garson
kız birkaç kez boş kahve finca-
nını almak için masamıza geldi.
Kahvenin henüz içilmediğini gö-
rüp her seferinde geri gitti. Bize
bir tek soru bile sormadı. O gün
kahveyi masada yalnızlığına terk
edip Mehmet’le birlikte kalpleri-
miz iç içe konuşur halde oradan
ayrıldık. Kalbimin çok derinden
konuştuğunu hissettim. Masa-
ya gerçekten kahve içme arzusu
ile oturmuş olmama rağmen o is-
tek sanki kalplerimizin konuşma
anlarında yok olup gitti. Nereye
gitti? Bilmiyorum. Bu istek na-
sıl yok oldu anlayamadım. Onu
yok eden şeyin ne olduğunu hiç-
bir zaman bilemedim. Sevgi say-
gı ne derseniz deyin nasıl adlan-
dırırsanız adlandırın eksik tarif
olur bu.
O anı içtenlikle yaşamak ge-
rek sadece. Fakat ne zaman
Mehmet’le bir kahve içecek ol-
sam hep o kahveyi hatırlardım.
Kahve fincanı masanın üzerinde-
ki görüntüsüyle birlikte, çocuk-
luğumdaki “zeytin” kelimesi gibi
beynime hiç silinmeyecek şekilde
kazınmıştı. Küçük yaşımdan beri
hatırladığım zeytin kelimesi gibi
belki de hafızama değil ama ru-
huma kazınan ikinci şey bu kah-
ve fincanı ve ruhuma sinmiş ko-
kusu oldu.
Ben unutacak olsam bile san-
mam ki kemiklerim unutsundu...
77
Ve o mermer yataktan, uyandım ezan ileYaşadım dirilişi nidânın kanadında,Zemzemin beldesinde yıkandım şükrân ileGünün aydın sabahı müjde vardı adında.
Sergül VURAL
Ey sevgili, kapında misafirim bu gece!Kabul eyle ne olur ulu Beytullah’ında.Yorgunum, uykusuzum, muhâcirim bu gece,Yenik düştüm uykuya aşkın kıblegâhında,
MERMER YATAK
Mermer bir yataktayım pamuktan da yumuşak!Ne başımda bir yastık, ne üstümde bir yorgan;Bir zikir makamında fısıldar fasl-ı uşşak,Ne feryadım duyulur ne de ederim figan.
![Page 40: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/40.jpg)
Nisan 201278 79
EğitimM. Emin KARABACAK Biz dört kardeşiz ve evin tek kızıyım. Her şey
güzel güzel giderken ne zaman evlendik, çocuk
sahibi olmaya başladık; o zaman anne ve ba-
bamın, abilerimi kayırdıklarına şahit olmaya başladım.
Babamın durumu iyi, oturduğu evle birlikte üç tane daha
evi var. Bu evlere de abilerimi oturttu. Hatta babam bu ev-
lerden birini alırken, araba için biriktirdiğimiz parayı bizden
borç istedi ve biz de hiç tereddüt etmeden verdik.
Bir iki yıl sonra biriktirmiş olduğumuz parayla araba al-
maya karar verdik. Fakat az bir paraya ihtiyacımız oldu. Yani
anlayacağınız devede kulak misali bir para. Borç para alabi-
leceğimiz kişinin ailem olduğu düşündük ve parayı istedik.
Annemin verdiği cevap ise ipe un sermeye benzedi.
Yine yedi yıldır ödediğimiz kooperatiften evimiz çıktı.
Kat farkı, kira bedeli ve evin içi derken yine paraya ihtiyacı-
mız vardı. Yine borç alabileceğimiz kişinin ailem olduğu dü-
şündük. Devede kulak misali yine borç para istedik; fakat
bu sefer de babam, para yok dedi. Oysa babam, ondan son-
ra evin tüm eşyalarını değiştirdi. İşin garip tarafı, bana yok
olan şeyler, abilerime gelince nedense oluyor. Ev araba alır-
ken onlara gereken destek veriliyor; fakat bize gelince ipe un
seriliyor.
Bayram ve tatillerde annemlere gidiyoruz. Biz vardığımız
zaman bizim çocukları hoş geldin adına sadece ellerini öptü-
rürlerken, abilerimin çocuklarına ellerini öptürmekten öte
içten içe sarılıp öpmelerini izah edecek bir cümle bulamıyo-
rum.
“Her insan ölümü tadacaktır.”1 ayeti doğrultusunda an-
nem vefat etti, babam ise yaşıyor. Bir zamanların karakaşlı
kara gözlü oğlanları, şimdi babama bakmaktan imtina edi-
yorlar. Elleri ayakları tutarken en küçük bir adaleti bana çok
gören babama, şimdi ben bakıyorum. Adil ve dürüst davran-
madığı için babama içimden gele gele bakamıyorum. Allah
biliyor, Allah korkusu olmasa onu da bakmayacağım; ama
her şeyi Allah’a havale ediyorum.”
“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebe-
bidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”2
Anne babaların çocuklarına karşı vazifelerinin en başın-
da adaletli davranmaları gelir. Çünkü anne babaların çocuk-
Kıskançlıklarının Nedenİ “Anne Baba Tutumları” mı?
KARDEŞ
![Page 41: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/41.jpg)
81Nisan 201280
lar arasındaki adaletsizliği, çocuklar arasına kin
tohumlarının atılmasına neden olmaktadır. Kü-
çük yaşlardan itibaren çocuklardaki kardeş kıs-
kançlığının temelinde de olumsuz anne babaların
tutumlarından kaynaklanmaktadır.
“Hep onu kayırıyorlar, onların biricik oğlu, var-
sa yoksa o, sanki ben üvey evladım…” gibi ifadeler
çocukların en sık kullandıkları cümlelerin başında
gelmektedir. Çocuklar arasındaki sevgi tohumla-
rı yerine atılacak kıskançlık tohumları, kardeşler
arasında olduğu kadar çocukların anne babalarıy-
la da sıkıntılar yaşamasına neden olacaktır. Bu-
nun sonucunda da çocuklar, anne babalarına kar-
şı; “Hırçın, söz dinlemeyen, asi…” gibi olumsuz
davranışlar sergilemesine neden olacaktır.
Ashab-ı kiramdan Numan bin Beşir anlatıyor:
“Babam bana bir miktar mal hibe etmişti. An-
nem, “Bu hibeyi Rasûlullah’a sormalısın.” dedi.
Bunun üzerine babam Rasûlullah’a gitti ve duru-
mu anlattı. Allah Rasûlü, “Başka çocukların var
mı?” diye sordu. “Evet!..” demesi üzerine “Aynı şe-
kilde hepsine de hibe ettin mi?” diye sorunca, ba-
bam “Hayır!..” dedi. Bu duruma karşılık Hazret-i
Peygamber (s.a.v.); “Allah’tan korkun, çocukla-
rının sana karşı hürmet ve lütufta eşit davran-
maları, seni memnun etmez mi? Öyleyse, çocuk-
larınız arasında adil olun.” dedi. Bunun üzerine
babam yaptığı hibeden vazgeçti.”3
Anne Babalar Çocuklar Arasında Adaletli Ola-
bilmek için Neler Yapmalı?
1. Çocuklar, anne babalar için bir imtihan ara-
cıdırlar:
“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer im-
tihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katın-
dadır.”4
“Allah’tan korkun. Evladınız arasında adalet-
le muâmele edin.”5
“Bu, kendi ellerinizin yapıp öne sürdüğünün
karşılığıdır”. Allah kullar(ın)a asla zulmetmez.”6
Hz. Aişe (r.anhâ) anlatıyor: “Yanıma bir ka-
dın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu da vardı.
Bir şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurma-
dan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı
ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine
pay ayırmadı. Çıkıp gittiler. Arkadan Rasûlullah
(s.a.v.) girdi. Durumu ona anlattım. Dedi ki:
“Kim bu şekilde kızlarla imtihan edilir o da on-
lara iyi davranırsa, kızlar, onun için, ateşe kar-
şı perde olurlar.”7
2. Adalet konusunda en güzel şekilde model ol-
malıdırlar:
Anne babalar adalet konusunda çocukları-
na en güzel şekilde model olmalıdırlar. Her ko-
nuda olduğu gibi dürüstlük ve adalet konusunda
anne babalar çocuklar arasında eşit davranmalı-
dırlar. Adalet konusunda en güzel şekilde model
olan anne babalar, aile bireyleri arasındaki sevgi-
nin güçlenmesini sağlayacaktır.
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanla-
ra vermenizi ve insanlar arasında hükmettiği-
niz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah
size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Al-
lah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.”8
Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.): “İyi olması
için evladına yardımcı olan ve iyi örnek olan an-
ne-babaya Allah rahmet etsin.”9 buyurarak evlat-
lar arasında adaletli olmaya çalışan anne babala-
ra dua etmişlerdir.
Bir başka rivayette yine Peygamberimiz Efen-
dimiz (s.a.v.): “Onların sana eşit bir şekilde iyilik
etmeleri nasıl senin hakkınsa, senin de onlara eşit
muâmelede bulunman öylece onların hakkıdır.”
buyurmuşlardır.
3. Kız-erkek ayırımı yapmamalıdırlar:
Bazı ailelerin kız çocuklarına üvey evlat mua-
melesi yaptıklarına şahit olmaktayız. Kız çocukla-
rını ikinci plana atıp erkek çocuklarını ön plana
çıkaran aileler, kendilerine olduğu kadar kardeş-
ler arasında da sevgi ve kardeşlik bağının ortadan
kalkmasına neden olmaktadırlar. Çocuklara gös-
terilecek sevgide; kız-erkek ayırımı yapılmadan
adaletli bir şekilde gösterilmelidir. Hz. Enes’in
(r.a.) naklettiği hadis-i şerifte: “Bir adam, Pey-
gamber Efendimiz (s.a.v.)’in yanında oturuyor-
du. Bir ara adamın yanına bir erkek çocuğu gel-
di. Adam çocuğu öpüp dizleri üzerine oturttu.
Biraz sonra adamın yanına bir de kız çocuğu
geldi. Adam onu da yanına oturttu. Peygamber
Efendimiz adama, ‘Niçin ikisini bir tutmadın?’
diye adamı kınadı.”10
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Allah,
öpücüğe varıncaya kadar her hususta, çocuklar
arasında adaletli davranmanızı sever.”11 buyur-
muşlardır.
4. Küçük büyük ayrımı yapmamalıdırlar:
Genelde aileler küçük çocukları kayırma eğili-
mindedirler. “Sen ablasın, abisin, büyüdün…” gibi
ifadeler en sık duyduğumuz cümlelerin başında
gelir. Çocuklar arsında küçük-büyük diye bir ayı-
rım yapılmamalıdır. Hak kiminse ona verilmeli-
dir.
Hazret-i Ali anlatıyor:
“Peygamber Efendimiz bize ziyarete gel-
mişti. O gece bizde kaldı. Hasan ve Hüseyin de
uyuyorlardı. Bir ara Hasan su istedi. Peygam-
berimiz hemen kalktı ve su kırbasından bir bar-
dak su aldı, çocuğa vermek için getirmişti ki,
o sırada Hüseyin de uyandı. Hüseyin barda-
ğa uzandı ve su içmek istedi. Peygamberimiz
suyu Hüseyin’e vermedi, önce Hasan’a verdi.
Bunun üzerine Fatıma dayanamadı ve ‘Hasan’ı
Hüseyin’den çok seviyorsunuz gibi...’ dedi.
Peygamberimiz, ‘Hayır, suyu önce Hasan istedi.’
buyurdular.
5. Amel defterlerinin kapanmamasını sağlar-
lar:
Anne babalar öldükten sonra dua edecek ha-
yırlı evlatlar bırakmak için adaletli olmak zorun-
dadırlar. Çünkü sağlığında dürüst ve adaletli ola-
mayan anne babanın çocukları da dua konusunda
onları hayırla yâd etmeyeceklerdir.
“Biz; iki kız, bir erkek üç kardeşiz. Anne-babam
abime ev aldı fakat bize almıyor. Gerekçe de ben
oğlana almak zorundayım, size de eşinizin ailesi
alsın, diyor. Nerde adalet nerde çocuklar arsında
eşitlik? Bunu yapan da namazında niyazında ve
her zaman hacılığıyla gurur duyan öz babamdır.
Benim de içimden ne anne-babama dua etmek ne
de arkalarından hayır yapmak geliyor.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Bir insan ölün-
ce şu üç şey hariç amel defteri kapanır: Sadaka-i
cariye (faydası kesintisiz sadaka), faydalı ilim ve
kişinin ardından kendisine dua edecek hayırlı ev-
lat.”12 buyurmuşlardır.
Sonuç olarak:
Anne babaların elinde yetiştirme adına birer
emanet olan bu çocuklar, ahiret için de birer im-
tihandır. “Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız bi-
rer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın
katındadır.”13
Anne babalar, çocukların eğitiminden tutun da
mal paylaşımına kadar her konuda azami dikka-
ti göstermeleri ve çocukları arasında âdil davran-
malıdırlar. “Allah’tan korkun ve çocuklarınız hu-
susunda adil olun.”14
Şunu unutmamak gerekir ki¸çocuklar her ne
kadar anne baba hakkında sorguya çekilecekse de,
anne babalar da çocuklarına karşı adaletli olup ol-
madıkları konusunda hesaba çekileceklerdir. “...
Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden
sakınınız.”15
1 3/Ali İmran, 1852 8/Enfal, 283 Müslim, Hibat,13/34 8/Enfal, 285 Râmuz, c. 1/13106 3/Ali İmran, 1827 Buhârî, Zekât 10. Tirmizî, Birr 138 4/Nisa, 58
9 Makasıdu’l-Hasene,22510 Hayâtü’s Sahabe, c. 3/4711 Câmiu’s-Sağîr,2,29712 Ebu Davud, Vasaya,1413 8/Enfal, 2814 Müslim, Hibe,1315 2/Bakara, 24
Dipnot
![Page 42: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/42.jpg)
83Nisan 201282
6.000 yıllık tarihi boyunca üzerinde barındır-
dığı medeniyetlerin izlerini taşıyan Tokat, çok çe-
şitli ve zengin bir kültürel yapı ile yoğrulmuştur.
Hititlerden günümüze kadar üzerinde yaşamış
tüm medeniyetlerin izlerini bu ilimizde bulmak
mümkündür.
Tokat, zengin doğal kaynakları, jeostratejik
konumu nedeniyle beyliklerin, devletlerin ve im-
paratorlukların mücadele alanı olmuştur. Orta
Karadeniz dağlarından güneye, Anadolu’nun iç-
lerine doğru, değişik rakımlarda dizi dizi yayla-
lar, ovalar, bağ ve bahçeler içindeki akarsularıyla,
dünyada benzeri az olan bu cennet ilimiz, canlı ve
zengin tarihinin izlerini bugün de yaşatmaktadır.
Çok renkli bir maziye sahip olan şehrin her
meşrepten insana hitap eden tarikat zenginliği
vardır. Mevlevîliğin ve Nakşibendîliğin köklü geç-
mişi yanı sıra diğer bazı tarikat kollarını da köy-
lerine varıncaya kadar ilçeleriyle birlikte Tokat’ta
görmek mümkündür.
Tokat, fazilet sahibi üstün kimseler yurdu, şa-
irler yatağı olmanın ötesinde başka hiçbir şehre
nasip olmayan bir özelliği ile de ön plana çıkmak-
tadır. O da Osmanlı İmparatorluğu’na altı şeyhü-
lislam yetiştirmiş bir şehir olmasıdır. Fatih Sul-
tan Mehmet döneminden Sultan Vahidettin’e
uzanan beş asra yakın yaşayan bu ulu çınar ağa-
cının özünde Molla Hüsrev, İbn-i Kemal, Muid
Ahmet Kazâbâdî, Kadızade Mehmet Tahir, Hacı
Kara Halil ve Mustafa Sabri Efendi bu görevi de-
ruhte etmeye çalışmışlardır.
Bunun yanında Tokat’ta doğup başka yerler-
de vefat eden Allah dostları da vardır. Hatta ba-
zılarının Tokadî nispetiyle bilinen bu insanlar-
dan da bahsetmek yerinde olacaktır. Bunlardan
en bilineni, Altın Silsilenin altın halkalarından,
Tokat’ta doğup İstanbul’da vefat etmiş olan Sey-
yid Hacı Mustafa Haki Tokadî Hazretleridir. So-
ğukpınar Mahallesi’nde doğan ve tahsil hayatını
Tokat’ta tamamlayan Mustafa Haki Efendi Haz-
retleri Altın Silsilenin başka bir halkası olan Ço-
rumlu Mustafa Rumî Efendinin talebesi olup on-
dan icâzet almıştır. Nuranî simasından dolayı
kendisine “Melek Hafız” diye hitap edilen Tokat-
lı Pirin kabr-i saadetleri Fatih Camii Haziresin-
dedir.
Örnek Hayat Yusuf HALICI
Y i n e ,
Tokat’ta do-
ğup İstanbul’da
vefat eden Mehmet
Emin Tokadî Hazretle-
ri de Tokatlıdır. Bir diğe-
ri yine Tokat’ta doğup Bolu’da
vefat eden ve türbesi Bolu’nun gi-
rişinde yüksekçe bir tepede olup ha-
len ziyaret edilen Hayreddin-i Tokadî
Hazretleridir. Bir diğeri de babası Tokatlı
olup Edirne’de doğmuş Bursa’da vefat etmiş olan
Tokatlı Hayreddin Efendidir.
Tarihimizin ender yetiştirdiği insanlardan
biri olan ve Yavuz’un Mısır seferi sırasında atı-
nın ayağından sıçrayan çamurların kaftanına gel-
mesi sebebiyle kendisi için söylediği meşhur “Bir
âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim
için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı sandu-
kamın üzerine koysunlar.” sözün muhatabı İbn-i
Kemâl Efendi de Tokat’ta doğup İstanbul’da vefat
eden âlim, fazıl Allah dostu insanlardandır.
Abdülmecid Şirvanî
Tokat’ın manevî zenginliği olan büyük velile-
rindendir. Şirvan’da dünyaya gelmiştir. Doğum
tarihi belli değildir. Şirvan bölgesinin en büyük
velisi olan babası Şeyh Veliyüddin Efendi, ilim,
fazilet sahibi, şüpheli şeylerden sakınan takva sa-
hibi bir insandı. İnsanlara devamlı vaaz ve nasi-
hat ederdi. “İnsanların en hayırlısı, onlara fayda-
lı olandır.” hadis-i şerifinin açık bir numunesi idi.
Küçük yaştan itibaren böyle bir ilim ve sohbet
halkasında yetişen Abdülmecid Şirvanî yüksek
zekâsı, anlayış ve kavrayışının fevkalâde keskin-
liğinden kısa sürede akranlarını ve emsallerini
geçti ve genç yaşta Şirvan’a bağlı Şemahı kasaba-
sına giderek ders vermeye başladı. Kendisi bu yıl-
larını şöyle anlatmaktadır:
“Şemahı’nda talebelere bir şeyler anlatmada
çok gayret sarf ediyordum. Zahir ilimlere olan
rağbetim ve onları öğrenme ve öğretme husu-
sundaki şevkim öylesine artmıştı ki gecelerimin
çoğunu kitapla-
rı mütalaa ve oku-
makla geçiriyordum.
Bir mübarek gecede,
mütalaa ettiğim kitap ha-
rekete gelip şöyle konuştu:
“Ey Abdülmecid! Ben senin
Rabbin miyim ki gece gündüz bana
bakıyorsun. Var git, bu bağlılığını Rab-
bine yap. Bu bağlılığı Rabbine yapman
daha uygundur.”
Kitaptan gelen sesi duyunca, onu bir kenara
bıraktım ve dağlara gittim. Oralarda bir mağara
buldum. O mağarada tam dört yıl geceli gündüz-
lü Allahu Teâlâ’yı zikirle meşgul oldum. Bu sıra-
da bana kerametler ihsan edildi. Abdest almak
için dışarı çıktığım zaman, yırtıcı ve vahşi hay-
vanlar bana saldırmaz ve benden kaçmazlardı.
Hatta bana yaklaşırlar, abdest aldıktan sora yer-
de biriken suları içerlerdi. Bazı yerlerde uçardım.
Bir anda bir vadiden diğer vadiye geçerdim. Bu
halleri, asıl maksat sanıp böyle kemale erileceği-
ni düşünüyordum. Bu sebepten tasavvuf yoluna
girmek isteyene bir mürşid, bir yol gösterici ge-
rekmediği şeklinde yanlış bir düşünce içerisin-
deydim.
Ben bu hâl içerisindeyken, Şirvan mıntıkası-
nın mürşid-i kâmili, büyük velî Şeyh Kubad Haz-
retleri, talebeleriyle bulunduğum mağaraya ya-
kın nehrin kenarına gelip yerleşmişler, ibadet ve
zikirle meşgul oluyorlardı. Onların zikrettikleri-
ni görüp, kalbimden beraber zikretmek düşünce-
si hâsıl olunca, şeytan kalbime vesvese vererek:
“Tâbi oldukları şeyh ümmîdir. Okuma, yaz-
ması yoktur. Ona uyanların çoğu da cahil kimse-
lerdir. Bunlar arasına karışmaktansa, kendi ba-
şıma oturup riyazet, nefse karşı gelme ve nefis
muhasebesi yapmak vahşi ve yırtıcı hayvanlarla
yakınlık kurmak daha iyidir.” dedim. Fakat bu sı-
rada Yüce Allah’ın tevfik ve inayeti yardıma yetiş-
ti ve kendi nefsime: “Zâhidleri ile İslâm’ın emir
ve yasaklarını yerine getirmeye çalışan, gece gün-
düz Allahu Teâlâ’yı zikreden şu insanlara suizan-
VELÎLERİTOKAT
![Page 43: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/43.jpg)
85Nisan 201284
da bulunmak ya-
kışmaz. Hele onların
hallerini bir gör. Mü’min
olan insanın hâl ve hareketle-
rini görmeden karar vermez.” di-
yerek, onlara yakın bir yere gizlen-
dim. Hâl ve hareketlerini, ne yaptıklarını
iyice gördüğüm zaman, kalbimden önceki
şüphelerin hepsi gitti. Sonra yanlarına varıp bir
kenara oturdum.
Mutad zikirleri bittikten sonra, Kelime-i Tev-
hid söylemeye başladılar. Ben de elimde olmadan
onlarla birlikte Kelime-i Tevhid söylemeye başla-
dım. Ansızın bende vecd (kendinden geçme) hâli
meydana geldi, düşüp bayıldım, O zaman talebe-
leri beni Şeyh Kubad Hazretleri’nin huzuruna gö-
türmüşler. Biraz sonra kendime gelip, gözümü
açınca, başımı Şeyh Kubad Hazretleri’nin dizin-
de buldum. Derhal Şeyh Kubad Hazretleri’nin
elini öptüm. Beni de talebeliğe kabul buyurma-
sını rica ettim. Talebeliğe kabul edince emretti-
ği şekilde hareket etmeye başladım. Ondan son-
ra bende daha önce var olan keşif ve kerametler
kayboldu. İçimde öyle bir ilim hâsıl oldu ki, o ma-
ğarada yalnız başıma nefsimi terbiye etmekle çok
hatalı bir yolda olduğumu anladım. Şeyh Kubad
Hazretleri beni bir anda içerisinde bulunduğum o
karanlık durumdan çıkarıp, himmetleri ile kalbi-
mi temizledi. Eğer Efendim Mevlânâ Şeyh Kubad
Hazretleri’nin sohbetleri ile şereflenmeseydim,
Allah korusun çok aşağı derecelerde kalacaktım.”
Şeyhinin sohbetleriyle kemale eren Abdülme-
cid Efendi, efendisinin vefatından sonra onun ye-
rine geçti. Bir süre
sonra da Tokat’a ge-
lerek burada insanla-
ra ders vermeye, sohbette
bulunmaya başladı. Tokat’a
gelmesini, talebesi Sivaslı Kara
Şems’e şöyle ifade eder:
“Ey Kara Şems! Benim Allahu
Teâlâ’nın emri ve Sevgili Peygamberimi-
zin işareti ile kendi memleketimi, ailemi ve
sevenlerimi terk edip; dağ, tepe ve beldeleri aşıp
gelmem sadece seni manevî ilimlerde ilerletme ve
terbiye içindir.”
Abdülmecîd Şirvânî Hazretleri, Tokat’ta, baş-
ta Kara Şems olmak üzere birçok talebe yetiştir-
miştir.
Abdülmecîd Şirvanî, asil, cömert, af ve maze-
retleri kabul edici, sohbetleri tatlı, halim, selim,
merhametli biridir. Kendisine has üslubu ile çok
güzel vaazlarda bulunurdu. Sohbetlerinde, tatlı
ama son derece tesirli sözleriyle en katı kalpleri
dahi mum gibi eritmiştir.
Onun sohbetlerinden herkes öğrenmeyi iste-
diği bilgileri öğrenir, öyle ayrılırdı. Rivayete göre
onun etkili Kur’an-ı Kerim okuyuşu ile yerdeki
vahşi hayvanlar ve gökteki uçan kuşların, dinle-
mek için etrafında toplanırlardı.
Abdülmecid Şirvanî Hazretleri 1564 yılında
taun salgınından vefat etti. Kabri, kendi adıyla
anılan kabristandadır.
NAAT
Hürmetle Peygamberini andın mı ey gönül ?Muhabbetine nefsini bandın mı ey gönül ?
Hadis-i şeriflerinden güç, ibret alarakSünnet-i Seniyye’sine kandın mı ey gönül ?
En Büyük Kılavuz’un yolunu izlemedenHakk’a kavuşabilirim sandın mı ey gönül ?
Uğrunda can vermeyi cana minnet bilip de Nûrunda pervâne gibi yandın mı ey gönül ?
Nefsini muhabbetine bandın mı ey gönül ?Peygamberini hürmetle andın mı ey gönül ?
Bekir OĞUZBAŞARAN
![Page 44: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/44.jpg)
87Nisan 201286
SağlıkAkın DİNDAR
Pek çok insanın yüzüne anlam katan ben-
ler başa iş de açabiliyor.
Onları güneşten saklamak ve kopar-
mamak sağlık için en doğrusu.
Çoğu zaman estetik bir değer taşıyan benlerin;
başınıza iş açabileceğinizi biliyor muydunuz?
Uzmanlar, benlerdeki kötü huylu değişmelere
en büyük etkiyi güneş ışınlarının yaptığını belirte-
rek, “Benler mutlaka güneşten korunmalıdır” diyor
ve her insanda en az bir tane bulunan benlerin “iyi
huylu deri oluşumları” olduğunu belirtiyorlar.
Konuyla ilgili merak edilen sorular aşağıda be-
lirtilmiştir:
Tüm benler aynı şekilde midir?
Hayır, çok farklı şekillerde olabilirler. Açık kah-
veden koyu siyaha kadar değişen renklerde, deriy-
le aynı düzeyde veya daha kabarık, düzgün ya da
girintili çıkıntılı yüzeyli, üzeri kıllı ya da kılsız, yu-
muşak kıvamda ve belirgin sınırlıdır. Çapları 2-10
mm arasında değişir.
Vücudun neresinde görülürler?
Vücudun her yerinde olabilirler. Saçlı deri, el, iç
ayak tabanı, tırnak yatağı hatta ağız mukozasında
bile oluşabilirler. Buna karşın daha çok, güneşe ma-
ruz kalan bölgelerdedirler.
Hepsi doğuştan itibaren var mıdır?
Benlerin sadece bir kısmı doğumdan itibaren
vardır; büyük bir kısmı daha sonra gelişir.
Benlerde ne tür değişiklikler olabilir? Bu deği-
şiklikler önemli midir?
Benler genelde çok sabit deri lezyonlan olmak-
la birlikte, yaşam süresince bazı değişikliklere uğra-
yabilirler. Benler çeşitli nedenlerle alınması gere-
kebilir. Görünüşü kişinin hoşuna gitmeyebilir, kötü
huylu bir lezyona dönüşmüş olabilir veya kötü huy-
lu bir lezyona dönüştüğü şüphesi vardır. Benin ya-
kınında, ufak ufak başka benler çıkıyorsa, rengi de-
ğisiyorsa, üzerinde kanayan, kapanmayan bir yara
çıkmışsa, ben son zamanlarda büyümeye başlamış-
sa veya kaşıntılıysa, kızarıklık, renk değişim, sınır
düzensizliği, asimentri ve kanama gibi bulgular cilt
kanserine işaret edebileceğinden bir uzman tarafın-
dan değerlendirilmelidir.
Benlerin erkeği-dişisi olur mu?
Benlerin erkeğinin olduğu, dişisinin olduğu,
alındığı zaman üremesi gibi inançlar ise tama-
men söylentidir. Benler ciltteki bazı tip hücrelerin
bir bölgede toplanması ile oluşmuş cilt lezyonları-
dır. Pigment içerikleri genellikle fazla olduğundan
koyu renklidirler. Benlerin erkeği, dişisi olmaz. Uy-
gun şekilde çıkarılırsa tekrarlamaz, üremez veya çı-
karıldığı halde kötü bir şeye dönüşmez. Tam aksine
eğer benin kötü huylu (kanser) olduğu süphesi var-
sa vakit kaybetmeden çıkarılması gerekir. Benlerin
kökü yoktur, tamamen ciltte yerleşmiş lezyonlardır.
Şayet bir benin kötü huylu bir lezyona dönüştü-
ğü şüphesi varsa uygun şekilde çıkarılmalı ve ince-
lenmek üzere patoloji laboratuarına gönderilmeli-
dir.
Benlerin kötü huylu değişimini önlemek için ne-
ler yapılabilir?
Benler güneşten kesinlikle korunmalıdır. Özel-
likle saat 10.00-14.00 arası güneşe maruz kalmak-
tan kaçınılmalı. Güneşten koruyucu seçerken SPF
olarak belirtilen güneşten koruma faktörünün en az
15 olmasına dikkat edilmelidir.
Uzmanlar, benlerdeki kötü huylu değişmelere en büyük etkiyi güneş ışınlarının
yaptığını belirterek, “Benler mutlaka güneşten korunmalıdır” diyor ve her insanda en
az bir tane bulunan benlerin “iyi huylu deri oluşumları” olduğunu belirtiyorlar.
BENLERİle İlgİlİ doğru ve yanlışlarİle İlgİlİ doğru ve yanlışlar
Uzmanlar, benlerdeki kötü huylu değişmelere en büyük etkiyi güneş ışınlarının
yaptığını belirterek, “Benler mutlaka güneşten korunmalıdır” diyor ve her insanda en
az bir tane bulunan benlerin “iyi huylu deri oluşumları” olduğunu belirtiyorlar.
BENLER
![Page 45: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/45.jpg)
Nisan 201288 89
Gönülden İkramlar Mesude SARI
Bekir SARI
TurpYaprakları tüylü, çiçekleri beyaz,
sarı, mor renkli bir bitkidir. Acımsı bir tadı olan turpun kökü C vitamini, kü-kürt ve iyot bakımından zengindir. Ay-rıca, B1, B2 vitaminleri ile çeşitli mine-raller içerir.
Faydaları
Karaciğere çok faydalı bir besin olan turp tam bir karaciğer dostudur. Karaci-ğeri kuvvetlendirir ve şişliğini indirir. Sarı-lığa karşı da faydalıdır. Böbrek kumlarını ve safra taşlarını dökmeye yardımcı olur. Romatizma ve siyatikte faydalıdır. Astım ve bronşit gibi solunum yolu hastalıkları-na iyi gelir. Öksürüğü keser. İdrar sök-türür ve kabızlığı giderir. Uyarıcıdır. İş-tah açar. Mikrop öldürücüdür. Vücudu ve dişetlerini kuvvetlendirir. Kalp ve da-mar sağlığına faydalı olmasının yanında
kansere karşı da koruyucu etkilere sa-hiptir. Şeker hastalarına da faydalıdır. Turp cilt bakımı için de yararlıdır. Cilde tazelik, saçlara ise parlaklık verir. Sivil-ce ve egzamayı geçirmeye yardımcı olur.
Nasıl Kullanılır?
Turpun kökü ve yaprağı daha çok
salatası yapılarak kullanılır. Tıbbî açıdan ise; kırmızıturp vücuda kuvvet verir ve balgam söktürür. Siyah turp böbreklere daha faydalıdır. Tam bir karaciğer dos-tu olan turp suyu, damar sertliği ve uy-kusuzluğa da iyi gelir. Bal ve sirke şerbe-ti ile karıştırılıp gargara yapılırsa nefes darlığına iyi gelir.
Şifalı Bitkiler
Çilekli PastaMalzemeler
4 su bardağı süt
1,5 su bardağı vişne suyu
1 paket kakaolu bisküvi
4 tepeleme çorba kaşığı un
6 çorba kaşığı toz şeker
1 çorba kaşığı nişasta
1 paket vanilya
1 limon kabuğu rendesi
50 gr tereyağı
20-25 adet çilek
Hazırlanışı
4 su bardağı sütü bir tencere içerisine alıp, 4 kaşık unu da ilave edip, muhalle-bi kıvamına gelene kadar karıştırarak pişiriyoruz. Toz şeker, tereyağı, vanilya ve limon kabuğu rendesini ilave ediyoruz. Bir taşım kaynatıp ocaktan alıyoruz. Hemen bir mikser yardımı ile 5 dakika kadar çırpıyoruz. Dikdörtgen bir bor-cam içerisine muhallebinin bir miktarını döküyoruz. Üzerine bir sıra kakaolu bisküvi diziyoruz. Kalan muhallebiyi bisküvilerin üzerine döküyoruz. Çilekle-ri yıkayıp ortadan ikiye bölüyoruz. Pastanın üzerine düzgünce yerleştiriyoruz.
Bir buçuk su bardağı vişne suyunu bir çorba kaşığı nişasta ile pişirip sos elde ediyoruz. Hazırladığımız sos çok koyu olursa bunu su ile de açabiliriz. Bu sosu çileklerin üzerine döküyoruz. Buzdolabında dilendirip servis yapıyoruz.
NOT: Çilek yerine muz, ananas, vişne de kullanabiliriz.
Afiyet olsun.
![Page 46: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/46.jpg)
Nisan 201290
Som
uncu
Bab
a De
rgisi
’nin
Ücr
etsiz
Eki
’dir.
Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009
Yl: 3 Say: 36
İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.
Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte
Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan
bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze
kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o
söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve
kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak
Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de
söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek
laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-
seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini
indirir.” buyuruyor.
Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun
laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-
meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-
berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde
günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”
buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)
115
Dergisi Hediyesi...
M A Y I S 2 0 1 0
Fiyat: 7 TL
AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ
Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih
Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010
Yl: 4 Say: 3
7
Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.
Adı / Soyadı:
Kurum Adı:
Ünvan:
Dergi Teslim Adresi:
Posta Kodu: Şehir:
Telefon: ( )
Faks: ( )
E-posta: @
Türkiye : 85 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD
Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.
Vergi Dairesi:
Vergi No:
Abone Başlangıç Tarihi:
İmza
Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]
2012 Yılı Çocuk ekiyle birlikte
yıllık abone bedeli
85 TL
2012 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.
Onların da abone olmasını sağlayın.
Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111
Faturayı adıma kesiniz
Faturayı şirket adına kesiniz
![Page 47: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · 2017-01-05 · Bu nisbetden nasîb al nasîb-i mensûb arama İki âlemde yoklukdan daha ön bir ilim olmaz Bu varlık perdesin çâk eyle gel](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022050202/5f559a5db1cc0140cd595fbb/html5/thumbnails/47.jpg)