bediüzzaman said nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet...

434

Upload: doananh

Post on 25-May-2019

229 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı
Page 2: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Bediüzzaman Said Nursî

Page 3: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı
Page 4: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Asâ-yı Mûsâ’dan BirinciKısım

Denizli Hapsinin Bir Meyvesi

Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un birmüdafaanâmesidir. Ve bu hapsimizde hakikîmüdafaanamemiz dahi budur. Çünkü yalnız buna çalışıyoruz.

Bu risale, Denizli Hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırasıve iki Cuma gününün mahsulüdür.

Said Nursî

1فلبث� ف�� الس�جن بضع� س�ن�ين�

âyetinin ihbarı ve sırrıyla, Yusuf Aleyhisselâm mahpuslarınpîridir; ve hapishane bir nevi medrese-i Yusufiye olur. Madem

Page 5: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Risale-i Nur şakirtleri iki defadır çoklukla bu medreseyegiriyorlar; elbette Risale-i Nur’unhapse temas ve ispat ettiği birkısım meselelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılandershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzımgeliyor. İşte o hülâsalardan, beş altı tanesini beyan ediyoruz.

1. “Yusuf (a.s.) birkaç sene daha zindanda kaldı.” Yûsuf Sûresi, 12:42.

BirincisiDördüncü Sözde izahı bulunan, her gün yirmi dört saat

sermaye-i hayatı, Hâlıkımız bize ihsan ediyor—tâ ki, ikihayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacıkhayat-ı dünyeviyeye yirmi üç saati sarf edip, beş farznamaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan hayat-ıuhreviyemize sarfetmezsek, ne kadar hilâf-ı akıl bir hata veo hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntılarıçekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak vemeyusâne hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiyealmak, belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasâretederiz, kıyas edilsin.

Eğer, bir saati beş farz namaza sarf etsek, o halde hapisve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet;ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbîve ruhî meyusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması vehapse sebebiyet veren hatalara kefâreten affettirmesi vehapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı birimtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârânebir hoş sohbet olduğu düşünülsün...

Page 6: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancıiçin bin adam iştiraketmiş bir piyango kumarına yirmi dörtlirasından beş on lirayı veren veyirmi dörtten birisini ebedîbir mücevherat hazinesinin biletine vermeyen—halbukidünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali bindenbirdir; çünkü bin hissedar daha var—ve uhrevîmukadderat-ı beşer piyangosunda, hüsn-ü hâtimeyemazhar ehl-i iman için kazanç ihtimali binden dokuz yüzdoksan dokuz olduğuna yüz yirmi dört bin enbiyanın onadair ihbarını keşfle tasdik eden evliyadan ve asfiyadan hadve hesaba gelmez sâdık muhbirler haber verdikleri halde,evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak ne derecemaslahata muhalif düşer, mukayese edilsin.

Bu meselede hapishane müdürleri ve sergardiyanları vebelki memleketin idare müdebbirleri ve asayiş muhafızları,Risale-i Nur’un bu dersinden memnun olmaları gerektir.Çünkü bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakittahattur eden adamların idare ve inzibatı, on namazsız veitikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâlbilmeyen ve kısmenserseriliğe alışan adamlardan dahakolay olduğu çok tecrübelerlegörülmüş.

Page 7: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

İkinci Meselenin HülâsasıRisale-i Nur’dan Gençlik Rehberinin güzelce izah ettiği

gibi, ölüm o kadar kat’î ve zâhirdir ki, bugünün gecesi vebu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Buhapishane nasıl ki mütemadiyen çıkanlar ve girenler içinmuvakkat bir misafirhanedir; öyle de, bu zemin yüzü dahiacele hareket eden kàfilelerin yollarında bir gecelikkonmak ve göçmek için bir handır. Herbir şehri yüz defamezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade biristediği var.

İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hallve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur:

Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor.Elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-imünferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyükve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesidir. Evet,çaresi var ve Risale-i NurKur’ân’ın sırrıyla o çareyi, iki kereiki dört eder derecesinde kat’î ispat etmiş. Kısacık hülâsasışudur ki:

Ölüm ya idam-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütünahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut

Page 8: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

başka bir bâki âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadetsarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise, yakaranlıklı bir haps-i münferit ve dipsiz bir kuyudur.Veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nuranî birziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır. Bu hakikatiGençlik Rehberi bir temsil ile ispat etmiş.

Meselâ, bu hapsin bahçesinde asmak için darağaçlarıkonulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında gayetbüyük ve umum dünya iştirak etmiş bir piyango dairesikurulmuş. Biz bu hapisteki beşyüz kişi, herhalde, hiçmüstesnası yok ve kurtulmak mümkün değil, bizibirer birero meydana çağıracaklar. Ya “Gel, idam ilânını al,darağacına çık” veya “Daimî haps-i münferit pusulasını tut,bu açık kapıya gir” veyahut “Sana müjde! Milyonlar altınbileti sana çıkmış. Gel al” diye her tarafta ilânatlaryapılıyor.

Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birbiri arkasında odarağaçlarınaçıkıyorlar. Bir kısmın asıldıklarını müşahedeediyoruz. Bir kısmı da,darağaçlarını basamak yapıp oduvarın arkasındaki piyango dairesine girdiklerini, oradabüyük ve ciddî memurların kat’î haberleriyle görür gibibildiğimiz bir sırada, bu hapishanemize iki heyet girdi.

Bir kàfile ellerinde çalgılar, şaraplar, zâhirde gayet tatlıhelvalar, baklavalar var. Bizlere yedirmeye çalıştılar. Fakato tatlılar zehirlidir, insî şeytanlar içine zehir atmışlar.

İkinci cemaat ve heyet, ellerinde terbiyenameler vehelâl yemekler ve mübarek şerbetler var. Bize hediye

Page 9: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

veriyorlar ve bil’ittifak beraber, pek ciddî ve kat’î diyorlarki:

“Eğer o evvelki heyetin sizi tecrübe için verilenhediyelerini alsanız,yeseniz, bu gözümüz önündeki şudarağaçlarda başka gördükleriniz gibiasılacaksınız. Eğerbizim bu memleket hâkiminin fermanıyla getirdiğimizhediyeleri evvelkinin yerine kabul edip veterbiyenamelerdeki duaları ve evradları okusanız, oasılmaktan kurtulacaksınız. O piyango dairesinde ihsan-ışâhâne olarak herbiriniz milyon altın biletini alacağınızı,görür gibi vegündüz gibi inanınız. Eğer o haram ve şüphelive zehirli tatlılarıyeseniz, asılmaya gittiğiniz zamana kadardahi o zehirin sancısınıçekeceğinizi, bu fermanlar ve bizlermüttefikan size kat’î haber veriyoruz” diyorlar.

İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz eceldarağacının arkasında, mukadderat-ı nev-i beşerpiyangosundan ehl-i iman ve tâat için—hüsn-ü hâtimeşartıyla—ebedî ve tükenmez bir hazinenin bileti çıkacağınıyüzde yüz ihtimalle; sefahet ve haram ve itikatsızlık vefıskta devam edenler—tevbe etmemek şartıyla—ya idam-ıebedî (âhirete inanmayanlara) veya daimî ve karanlıkhaps-i münferit (bekà-i ruha inanan ve sefahette gidenlere)ve şekavet-i ebediye ilâmını alacaklarını yüzde doksandokuz ihtimalle kat’î haber veren, başta ellerinde nişane-itasdik olan hadsiz mu’cizeler bulunan yüz yirmi dört binpeygamberler1 ve onların verdikleri haberlerin izlerini vesinemada gibi gölgelerini, keşfle, zevk ile görüp tasdikederek imza basan yüz yirmi dörtmilyondan ziyade

Page 10: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

evliyalar (kaddesallahü esrârehüm) ve o iki kısım meşâhir-iinsaniyenin haberlerini aklen kat’î burhanlarla ve kuvvetlihüccetlerle, fikren ve mantıkan yakînî bir sûrette ispatederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçenmuhakkikler,HAŞİYE-1 müçtehidler ve sıddîkînler, bil’icmâ,mütevatiren nev-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldızlarıolan bu üç cemaat-i azîme ve bu üç taife-i ehl-i hakikat vebeşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âlîheyetlerin fermanlarıyla verdikleri haberleri dinlemeyen,ve saadet-i ebediyeye giden onların gösterdikleri yol olansırat-ı müstakimde gitmeyenler, yüzde doksan dokuzdehşetli tehlike ihtimalini nazara almayan ve birtekmuhbirin bir yolda tehlike var demesiyle o yolu bırakan,başka uzun yolda hareket eden bir adam, elbette ve elbettevaziyeti şudur ki:

1. Müsned: 5:178, 179, 246; Zâdü’l-Meâd: 1:43-44.Haşiye-1 O muhakkiklerden tek birisi Risale-i Nur’dur. Yirmi senedir enmuannid feylesofları ve mütemerrid zındıkları susturan eczaları meydandadır.Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.

İki yolun—hadsiz muhbirlerin kat’î ihbarları ile—en kısave kolayı ve yüzde yüz Cennet ve saadet-i ebediyeyikazandıranı bırakıp en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı veyüzde doksan dokuz Cehennem hapsini veşekavet-idaimeyi netice veren yolunu ihtiyar ettiği halde, dünyadaikiyolun, birtek muhbirin yalan olabilir haberiyle yüzdebirtek ihtimal-i tehlike ve bir ay hapis imkânı bulunan kısayolu bırakıp, menfaatsiz—yalnız zararsız olduğu için—uzunyolu ihtiyar eden bedbaht, sarhoş divaneler gibi, dehşetlive uzakta görünen ve ona musallat olan ejderhalara

Page 11: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ehemmiyet vermez, sineklerle uğraşıyor, yalnız onlaraehemmiyet verirderecede aklını, kalbini, ruhunu,insaniyetini kaybetmiş oluyor.

Madem hakikat-i hal budur. Biz mahpuslar, bu hapismusibetinden intikamımızı tam almak için, o mübarekikinci heyetin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yani, nasıl ki birdakika intikam lezzeti ve birkaç dakika veya bir iki saatsefahet lezzetleriyle, bu musibet bizi on beş ve beş ve onve iki üç sene bu hapse soktu, dünyamızı bize zindaneyledi; biz dahi bu musibetin rağmına ve inadına, bir ikisaat müddet-i hapsi bir iki gün ibadete ve iki üç senecezamızı, mübarek kàfilenin hediyeleriyle yirmi otuz senebâki bir ömre ve on ve yirmi sene hapiste cezamızımilyonlar sene Cehennem hapsinden affımıza vesile edip,fâni dünyamızın ağlamasına mukàbil, bâki hayatımızıgüldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız.Hapishaneyi terbiyehane gösterip, vatanımıza vemilletimize birer terbiyeli, emniyetli,menfaatli adamolmaya çalışmalıyız. Ve hapishane memurları vemüdürlerive müdebbirleri dahi, câni ve eşkiya ve serseri vekatil ve sefahetçi ve vatana muzır zannettikleri adamları,bir mübarek dershanede çalışan talebeler görsünler vemüftehirâne Allah’a şükretsinler.

Page 12: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Üçüncü MeseleGençlik Rehberinde izahı bulunan ibretli bir hâdisenin

hülâsası şudur:

Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, birCumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındakilisemektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerekraksediyorlardı.Birden, mânevî bir sinema ile elli senesonraki vaziyetleri banagöründü. Ve gördüm ki, o ellialtmış kızlardan ve talebelerden kırkellisi, kabirde toprakoluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmişseksenyaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafazaetmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefretgörüyorlar kat’î müşahede ettim. Onların o acınacakhallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısımarkadaşlarağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim:“Şimdibeni kendi halime bırakınız, gidiniz.”

Evet, gördüğüm hakikattır, hayal değil. Nasıl ki bu yazve güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlıkgüzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanınelli sene evvelki hâdisatı sinema ile hal-i hazırdagösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbalhâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve

Page 13: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlaragösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşrukeyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.

Ben o Eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meşguliken, sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevî, insîbir şeytan gibi karşıma dikildi ve dedi:

“Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmakve tattırmak istiyoruz; bize karışma.”

Ben de cevaben dedim:

Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyipdalâlet ve sefahete atılıyorsun. Kat’iyen bil ki, senindalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş vemâdumdur. Ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetlimezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla,senin başına ve varsa ve ölmemişse kalbine, o hadsizfiraklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerindengelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa birzamandaki cüz’î lezzetini imha ettiği gibi, gelecek istikbalzamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine mâdum vekaranlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradangelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hazıra uğrayanbiçarelerin başları ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğeatıldığından, mütemadiyen akıl alâkadarlığıyla seninimansız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor. Seninsefihâne cüz’î lezzetini zîr ü zeber eder.

Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkiki ve

Page 14: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

istikamet dairesine girsen, iman nuruyla göreceksin ki, ogeçmiş zaman-ı mazi mâdum ve herşeyi çürüten birmezaristan değil, belki mevcut ve istikbale inkılâp edennuranî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saadetsaraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesihaysiyetiyle, değil elem, belki imanın kuvvetine göreCennetin bir nevi mânevî lezzetini dünyada dahi tattırdığıgibi gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık,belki iman gözüyle görünür ki, saadet-i ebediyesaraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve herbahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran birRahmân-ı Rahîm-i Zülcelâli ve’l-İkramın ziyafetlerikurulmuş ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyatvar diye iman sinemasıyla müşahede ettiğinden,derecesine göre bâki âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir.Demek hakikî ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ileolabilir.

İmanın bu dünyada dahi verdiği binler faide veneticelerinden yalnız birtek faide ve lezzetini, bu mezkûrbahsimiz münasebetiyle Gençlik Rehberinde bir hâşiyeolarak yazılan bir temsil ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Meselâ, senin gayet sevdiğin birtek evlâdın sekerattaölmek üzere iken ve meyusâne elîm ebedî firakınıdüşünürken, birden Hazret-i Hızır ve Hakîm-i Lokman gibibir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi. O sevimli vegüzel evlâdın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. Ne kadarsevinç ve ferah veriyor, anlarsın.

İşte, o çocuk gibi sevdiğin ve ciddi alâkadar olduğun

Page 15: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanında,senin nazarında çürüyüp mahvolmak üzere iken, birdenhakikat-i iman, Hakîm-i Lokman gibi, o büyük idamhânetevehhüm edilen mezaristana kalb penceresinden bir ışıkverdi. Onunla baştan başa bütün ölülerdirildiler. Ve “Bizölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz” lisan-ıhal ile dediklerinden aldığın hadsiz sevinçler ve ferahlarıiman bu dünyada dahi vermesiyle ispat eder ki, imanhakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bircennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsıolur dedim.

O muannid döndü, dedi:

“Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetlegeçirmek için sefahet ve eğlencelerle bu ince şeyleridüşünmeyerek yaşayacağız.”

Cevaben dedim:

Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi vemüstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır vene de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tamalır. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder. Hattâ kesilmekiçin yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez.Yalnız bıçakkestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, oelemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, birşefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelenşeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlarhakkında daha mükemmeldir. Fakat, ey insan, senin mazive müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten

Page 16: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahattentamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîmfiraklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senincüz’î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derecehayvandan aşağı düşürür.

Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol,kurtul. Veya aklını imanla başına al, Kur’ân’ı dinle, yüzderece hayvandan ziyade bu fâni dünyada dahi sâfilezzetleri kazan, diyerek onu ilzam ettim.

Yine o mütemerrid şahıs döndü, dedi:

“Hiç olmazsa ecnebî dinsizleri gibi yaşarız.”

Cevaben dedim:

Ecnebi dinsizleri gibi de olamazsın. Çünkü onlar birpeygamberi inkâr etse,diğerlerine inanabilirler.Peygamberleri bilmese de, Allah’a inanabilir. Bunu dabilmezse, kemâlâta medar bazı seciyeleri bulunabilir. Fakatbir Müslüman, en âhir ve en büyük ve dini ve dâvetiumumî olan Âhirzaman Peygamberi AleyhissalâtüVesselâmı inkâr etse ve zincirinden çıksa, daha hiçbirpeygamberi, hattâ Allah’ı kabul etmez. Çünkü bütünpeygamberleri ve Allah’ı ve kemâlâtı onunla bilmiş. Onlaronsuz kalbinde kalmaz. Bunun içindir ki, eskidenberi herdinden İslâmiyete giriyorlar; ve hiçbir Müslüman, hakikiYahudi veya Mecusi veya Nasranî olmaz. Belki dinsiz olur;seciyeleri bozulur, vatana, millete muzır bir hâlete girer.İspat ettim. O muannid ve mütemerrid şahsın daha

Page 17: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tutunacak bir yeri kalmadı. Kayboldu, Cehenneme gitti.

İşte ey bu medrese-i Yusufiyede benim dersarkadaşlarım! Madem hakikat budur ve bu hakikatiRisale-i Nur o derece kat’î ve güneş gibi ispat etmiş ki,yirmi senedir mütemerridlerin inatlarını kırıp imanagetiriyor. Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hemâhiretimize, hem vatanımıza, hem milletimize tammenfaatli ve kolay ve selâmetli olan iman ve istikametyolunu takip edip boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerindeKur’ân‘dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarınıbildirenarkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farznamazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarındanistifade edip bu hapishaneyi güzel seciyeli fidanlaryetiştiren bir mübarek bahçeye çevirmek gibi a’mâl-isaliha ile, hapishane müdür ve alâkadarları, câni vekatillerin başlarında zebâni gibi azap memurları değil,belki medrese-i Yusufiyede Cennete adam yetiştirmek veonların terbiyesine nezaret etmek vazifesiyle memur birermüstakim üstad ve birer şefkatli rehber olmalarınaçalışmalıyız.

Page 18: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Dördüncü MeseleYine Gençlik Rehberinde izahı var Bir zaman bana

hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki:

“Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâmmukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-iUmumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hâl)1

hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir kısımmütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıpradyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük birhâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mıvar?” dediler.

1. Parantez içindeki not, 1946 senesine aittir.

Cevaben dedim ki:

Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur.Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb vemide dairesinden ve ceset ve hanedairesinden, mahalle veşehir dairesinden ve vatan ve memleketdairesinden veküre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat vedünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbirdairede, herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakaten küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife

Page 19: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıravazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklükmakûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.

Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçükdairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıplüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-ihayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünükıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harpboğuşmalarınımerakla takip eden, bir tarafa kalben taraftarolur. Onun zulümlerinihoş görür, zulmüne şerik olur.

Birinci noktaya cevap ise: Evet, bu Cihan Harbindendaha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-iâmme dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin vebilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle birdâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngilizkadarkuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyıkazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.

İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin ve hadsiznev-i beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, KâinatSahibinin ve Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerineistinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördüklerişu ki:

Herkesin, iman mukàbilinde, bu zemin yüzü kadarbağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla vemülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış.Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Vebu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını

Page 20: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırkvefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekerattamüşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bukaybettiği dâvânınyerini, bütün dünya saltanatı o adamaverilse doldurabilir mi?

İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzdedoksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekilinio işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacakgibi âfâkî mâlâyaniyatla iştigal etmek tam bir akılsızlıkbildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüzderece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmeklâzımdır diye kanaatımız var.

Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim, sizler,benimle beraber gelen eski kardeşlerimgibi Risale-i Nur’ugörmemişsiniz. Ben onları ve onlar gibi binler şakirtlerişahit göstererek derim ve ispat ederim ve ispat etmişim ki:

O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmisenede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası vesenedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren veKur’ân-ı Hakîmin mu’cize-i mâneviyesinden neş’et edipçıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunanRisale-i Nur’dur. Bu on sekiz senedir benim düşmanlarımve zındıklar ve maddiyyunlar, aleyhimde gayet gaddarânedesiselerle hükümetin bazı erkânlarını iğfal ederek biziimha için bu defa gibi eskide dahi hapislere,zindanlarasoktukları halde, Risale-i Nur’un çelik kal’asında yüzotuzparça cihazatından ancak iki-üç parçasına

Page 21: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ilişebilmişler. Demek avukat tutmak isteyen onu elde etseyeter.

Hem korkmayınız, Risale-i Nur yasak olmaz. Hükümet-iCumhuriyenin mebusları ve erkânlarının ellerinde mühimrisaleleri, iki, üçü müstesna olarak serbest geziyorlardı.İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhaneyapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurlarımahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.

Page 22: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Beşinci MeseleGençlik Rehberinde izah edildiği gibi, gençlik hiç şüphe

yok ki gidecek. Yazgüze ve kışa yer vermesi ve gündüzakşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde, gençlik dahiihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fâni ve geçicigençliğini iffetle hayrata istikamet dairesinde sarf etse,onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semâvîfermanlar müjde veriyorlar.

Eğer sefahete sarf etse, nasıl ki bir dakika hiddetyüzünden bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir;öyle de, gayr-ı meşru dairedeki gençlik keyifleri velezzetleri, âhiret mes’uliyetinden ve kabir azabından vezevâlinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevîmücâzâtlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzettenziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübeyletasdik eder. Meselâ, haram sevmekte, bir kıskançlık elemive firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çokârızalarla o cüz’î lezzet zehirli bir bal hükmüne geçer. Ve ogençliğin suiistimâliyle gelen hastalıkla hastahanelere vetaşkınlıklarıyla hapishanelere vekalb ve ruhun gıdasızlık vevazifesizliğinden neş’et eden sıkıntılarlameyhanelere,sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek

Page 23: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

istersen, git hastahanelerden ve hapishanelerden vemeyhanelerden ve kabristandan sor. Elbette, ekseriyetlegençlerin gençliğinin suiistimalinden ve taşkınlıklarındanve gayr-ı meşru keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardaneyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin.

Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin vegüzel bir nimet-i İlâhiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-ihayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençliknetice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kat’î âyâtıylabütün semâvî kitaplar ve fermanlar haber verip müjdeediyorlar.

Madem hakikat budur. Ve madem helâl dairesi keyfekâfidir. Ve madem haramdairesindeki bir saat lezzet, bazanbir sene ve on sene hapis cezasınıçektirir. Elbette, gençliknimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamettesarf etmek lâzım ve elzemdir.

Page 24: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Altıncı MeseleRisale-i Nur’un çok yerlerinde izahı ve kat’î hadsiz

hüccetleri bulunan iman-ı billâh rüknünün binler küllîburhanlarından birtek burhana kısaca bir işarettir.

Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanımageldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tanbahsetmiyorlar” dediler.

Ben dedim:

Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ımahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkıtanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahane ki, herkavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattarmacunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli vekimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir.

Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz binçeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayatmacunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahanedenne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde,okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i

Page 25: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hatta körgözlere de gösterir, tanıttırır.

Hem, meselâ, nasıl bir harika fabrika ki, binler çeşitçeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor; şeksiz, birfabrikatörü ve maharetli bir makinisti tanıttırır.

Öyle de, küre-i arz denilen yüz binler başlı, her başındayüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-iRabbâniye ne derece bu insan fabrikasından büyükse,mükemmelse, o derecede, okuduğunuz fenn-i makinemikyasıyla, küre-i arzın Ustasını ve Sahibini bildirir,tanıttırır.

Hem meselâ, nasıl ki, gayet mükemmel bin bir çeşiterzak etrafından celb edip içinde muntazaman istif veihzar edilmiş depo ve iaşe ambarı ve dükkân şeksiz, birfevkalâde iaşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunubildirir.

Öyle de, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairedemuntazaman seyahat eden ve yüz binler ve ayrı ayrı erzakisteyen taifeleri içine alan ve seyahatiyle mevsimlereuğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrıtaamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen biçarezîhayatlara getiren ve küre-i arz denilen bu Rahmânî iaşeambarı ve bu sefine-i Sübhâniye ve bin bir çeşit cihazatı vemalları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ıRabbânî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise,okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i iaşe mikyasıyla, okat’iyette ve o derecede küre-i arz deposunun Sahibini,

Page 26: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Mutasarrıfını, Müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir.

Hem nasıl ki dört yüz bin millet içinde bulunan ve hermilletin istediği erzakı ayrı ve istimal ettiği silâhı ayrı vegiydiği elbisesi ayrı ve talimatı ayrı ve terhisatı ayrı olanbir ordunun mu’cizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün oayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzaklarını ve çeşit çeşiteslihalarını ve elbiselerini ve cihazatlarını, hiçbiriniunutmayarak ve şaşırmayarak verdiği o acip ordu veordugâh, şüphesiz, bedahetle o harika kumandanı gösterir,takdirkârâne sevdirir.

Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve herbaharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yuSübhânîde nebatat ve hayvanat milletlerinden dört yüz binnev’in çeşit çeşit elbise, erzak, esliha, talim, terhisleri gayetmükemmel ve muntazam ve hiçbirini unutmayarak veşaşırmayarak, birtek kumandan-ı âzam tarafından verilenküre-i arzın bahar ordugâhı, ne derece mezkûr insan orduve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, sizinokuyacağınız fenn-i askerî mikyasıyla dikkatli ve aklıbaşında olanlara o derece küre-i arzın Hâkimini ve Rabbinive Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdesini hayretler vetakdislerle bildirir ve tahmid ve tesbihle sevdirir.

Hem nasılki bir harika şehirde milyonlar elektriklâmbaları hareket ederekher yeri gezerler. Yanmakmaddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektriklâmbaları vefabrikası, şeksiz, bedahetle elektriği idare eden ve seyyarlâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini

Page 27: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

getiren bir mu’cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli birelektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ilesevdirir.

Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayınındamındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı—kozmoğrafyanındediğine bakılsa—küre-i arzdan bin defa büyük ve topgüllesinden yetmiş defa sür’atli hareket ettikleri halde,intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor,yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuzkozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyondefadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyadeyaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba vesoba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her günküre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömürveya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Veonu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz,kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabukgezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudretive saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-imuhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları veidareleri ne derece o misâlden daha büyük, dahamükemmeldir; o derecede, sizin okuduğunuz veyaokuyacağınız, fenn-i elektrik mikyasıyla, bu meşher-iâzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini,Sâniini, o nuranî yıldızları şahit göstererek tanıttırır,tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir.

Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırındabir kitap ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle

Page 28: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir sûre-i Kur’âniye yazılmış. Gayet mânidar ve bütünmeseleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifinifevkalâde maharetli ve iktidarlı gösteren bir acîp mecmua,şeksiz, gündüz gibi kâtip ve musannifini kemâlâtıyla,hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâallah, bârekâllahcümleleriyle takdir ettirir.

Aynen öylede, bu kâinat kitab-ı kebîri ki, birtek sahifesiolan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüzbin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebatî vehayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatasız,karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntazam vebazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve çekirdek gibibir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan birkalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsizmânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şumecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’ân-ı ekber-i âlem,mezkûr misaldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmelve mânidar ise, o derecede—sizin okuduğunuz fenn-ihikmetü’l-eşya ve mektepte bilfiil mübaşeret ettiğinizfenn-i kıraat ve fenn-i kitabet geniş mikyaslarıyla ve dürbîngözleriyle—bu kitab-ı kâinatın Nakkâşını, Kâtibini hadsizkemâlâtıyla tanıttırır, Allahu Ekber cümlesiyle bildirir,Sübhânallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillâh senâlarıylasevdirir.

İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünûndan her bir fen,geniş mikyasıyla ve hususi âyinesiyle ve dürbünlü gözüyleve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâliniesmâsıyla bildirir, sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.

Page 29: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

İşte bu muhteşem ve parlak bir burhan-ı vahdâniyetolan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki, Kur’ân-ıMucizü’l-Beyan çok tekrarla, en ziyade

1 ve خلق� الس$م"و�ات و�اال�رض�

2ر�ب' الس$م"و�ات و�اال�رض

âyetleriyle Hàlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektepligençlere dedim. Onlar dahi tamamıyla kabul edip tasdikederek “Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî veayn-ı hakikat bir ders aldık. Allah senden razı olsun”dediler.

1. “Gökleri ve yeri yarattı.” En’âm Sûresi, 6:1.2. “Göklerin ve yerin Rabbi.” Ra’d Sûresi, 13:16.

Ben de dedim:

İnsan binler çeşit elemlerle müteellim ve binler nev’îlezzetlerle mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayetderece acziyle beraber hadsiz maddî-mânevî düşmanlarıve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınîihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zevâl ve firaktokatlarını yiyen bir biçare mahlûk iken, birden iman veubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip bütündüşmanlarına karşı bir nokta-i istinat ve bütün hâcâtınamedar bir nokta-i istimdat bularak, herkes mensup olduğuefendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o daböyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Padişaha iman ileintisap etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin idamilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadarmemnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirâne iftihar

Page 30: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

edebilir, kıyas ediniz.

O mektepli gençlere dediğim gibi, musibetzedemahpuslara da tekrar ile derim:

Onu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsabahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır,bedbahttır. Hattâ bir bahtiyar mazlum, idam olunurkenbedbaht zâlimlere demiş: “Ben idam olmuyorum, belkiterhis ile saadete gidiyorum. Fakat, ben de sizi idam-ıebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımıalıyorum.” Lâ ilâhe illâllah diyerek sürur ile teslim-i ruheder.

س(بح�انك ال�ع�لم� لنا ا0ال5 م�اع�لمتنا ا0نك انت� الع�ل�يم(1الح��7يم(

1. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğindenbaşkabilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.”Bakara Sûresi, 2:32.

Page 31: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Yedinci MeseleDenizlihapsinde bir Cuma gününün meyvesidir.

1و�م�ا ا:مر( الس$اع�ة� اBال5 ك@لمح< الب�ص�ر ا:و> ه(و� ا:قر�ب(

Dاح�دة�2م�ا خلقكKم و�ال� ب�عثكKم اBال5 ك@نفس و

فانظر اBل� اثار ر�حم�ت الTUه� ك@يف� ي(حيى اال�رض� ب�عدYقدير Zل� ش�>ءKع�ل� ك �3م�و>ت�ه�ا اBن ذل�ك لم(حيى الم�و>ت� و�ه(و

1. “Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan dayakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.2. “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesigibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.3. “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardındannasıldiriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; Oherşeyehakkıyla kàdirdir.” Rum sûresi, 30:50.

Bir zaman Kastamonu’da “Hâlıkımızı bize tanıttır” diyen

Page 32: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

lise talebelerine sâbık Altıncı Meselede mektep fünununundilleriyle verdiğim dersi, Denizli Hapishanesinde benimletemas edebilen mahpuslar okudular. Tam bir kanaat-iimaniye aldıklarından, âhirete bir iştiyak hissedip, “Bizeâhiretimizi de tam bildir. Tâ ki, nefsimiz ve zamanınşeytanları bizi yoldan çıkarmasın, daha böyle hapisleresokmasın” dediler. Ve Denizli hapsindeki Risale-i Nurşakirtlerinin ve sabıkan Altıncı Meseleyi okuyanlarınarzularıyla, âhiret rüknünün dahi bir hülâsasının beyanılâzım geldi. Ben de Risale-i Nur’dan bir kısacık hülâsa ilederim:

Nasıl ki, Altıncı Meselede biz Hâlıkımızı arzdan,semâvâttan sorduk; onlar fenlerin dilleriyle, güneş gibiHâlıkımızı bize tanıttırdılar. Aynen biz de âhiretimizi baştao bildiğimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonraKur’ân’ımızdan, sonra sair peygamberler ve mukaddeskitaplardan, sonra melâikelerden, sonra kâinattansoracağız.

İşte, birinci mertebede âhireti Allah’tan soruyoruz. O dabütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütünisimleriyle ve sıfatlarıyla, “Evet, âhiret vardır ve sizi orayasevk ediyorum” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlakve kat’î hakikatlerle, bir kısım isimlerin âhirete daircevaplarını ispat ve izah eylemiş. Burada, o izaha iktifaengayet kısa bir işaret ederiz.

Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaatedenlere mükâfatı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın.

Page 33: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde bir saltanat-ısermediyenin, o saltanata iman ile intisap ve tâat ilefermanlarına teslim olanlara mükâfatı ve o izzetli saltanatıküfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtı; o rahmet vecemâle, o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diyeRabbü’l-Âlemîn ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevapveriyorlar.

Hem madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzündebir umumî rahmet ve ihatalı bir şefkat ve keremgözümüzle görüyoruz. Meselâ, o rahmet, her bahardaumum ağaçları ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibigiydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri veripbizlereuzatıp “Haydi alınız, yiyiniz” dediği gibi; bir zehirlisineğin eliylebizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz birböceğin eliyle enyumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, biravuç kadar küçücükçekirdeklerde, tohumcuklarda binlerbatman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresiolarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, birşefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nâzeninânebeslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestişkârlarıolan mü’min insanları idam etmez. Belki, onları dahaparlak rahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviyevazifesinden terhis eder diye, Rahîm ve Kerîm isimlerisualimize cevap veriyorlar, “El-Cennetü hakkun” diyorlar.

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umummahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyorve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşeronun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına

Page 34: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadarkuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temaseden hadsiz hâdisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphanehükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşirolacak olan defter-i a’mâlinin bir küçük senedi olarak hervakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererekdimağının cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütünmasnuatta gayet hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren,mikroptan gergedana, sinekten simurg kuşuna, bir çiçeklinebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan baharçiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene,bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatı bir hüsn-ü san’atyapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanlaveren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticelerverdiren ve Âdem zamanından beri tâği ve zâlimkavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsasettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphegetirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-iezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümdeen zâlimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindekiâkıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe vehikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler diye, Hakîmve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat’îcevap veriyorlar.

Hem madem bütün zîhayat mahlûkların, elleriyetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütünhâcâtlarını, bütün fıtrî matlaplarını bir nevi dua bulunanistidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte,

Page 35: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafındanverildiğinden ve ihtiyarî olan daavât-ı insaniyenin, hususanhavasların ve nebîlerin dualarının on adetten altı yedisihilâf-ı âdet makbul olmasından kat’î anlaşılıyor ki, herdertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen birSemî’ ve Mücîb perde arkasında var, bakar ki, en küçük birzîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhınıişitir, şefkateder, fiilen cevap verir, memnun eder. Elbetteve herhalde hiçbir şüpheihtimali kalmaz ki, mahlûkların enehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli veumumî ve umum kâinatı ve umum esmâ ve sıfât-ı İlâhiyeyialâkadar eden bekà-i uhreviyeye ait dualarını içine alan venev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olanbütün peygamberleri arkasına alıp onlara duasına âmin,âmin dedirten ve ümmetinden hergün her ferd-imütedeyyin, hiç olmazsa kaç defa ona salâvat getirmekleonun duasına âmin, âmin diyen ve belki bütün mahlûkat oduasına iştirak ederek “Evet ya Rabbenâ! İstediğini ver; bizde onunistediğini istiyoruz” diyorlar. Bütün bu reddedilmezşerait altındabekà-i uhrevî ve saadet-i ebediye içinMuhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın, haşrin hadsizesbâb-ı mûcibesinden yalnız tek duası, Cennetin vücudunave baharın icadı kadar kudretine kolay olan âhiretinicadına kâfi bir sebeptir diye, Mücîb ve Semî’ ve Rahîmisimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.

Hem madem, gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi,zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek vedirilmekte, perde arkasında bir Mutasarrıf, gayet intizamla

Page 36: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında veintizamında ve azametli baharı bir çiçek suhuletinde vemîzanlı ziynetinde ve zemin sahifesinde üç yüz bin haşir veneşrin nümune ve misallerini gösteren üç yüz bin kitaphükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini onda yazar,beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık ikenkarıştırmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız,sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, mânidar yazanbir kalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet,nihayetsiz bir hikmetle işlediği gibi; koca kâinatı bir hanesimisillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve oinsanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yertahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı onavermesi ve sair zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiylemükerrem etmesi ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetinemüşerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiği vebütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi vebekà-i uhreviyeyi kat’î vaad ve ahdettiği halde, elbette vehiçbir şüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelendâr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref insanlar için açacakve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek diye, Muhyî veMümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri,Hâlıkımızdan sormamıza cevap veriyorlar.

Evet, her baharda bütün ağaçları ve otların kökleriniaynen ihya ve nebatî ve hayvanî üç yüz bin nevi haşrin veneşrin nümunelerini icad eden bir kudret, Muhammed veMûsâ Aleyhimesselâtü Vesselâmların herbirininümmetiningeçirdiği bin senelik zaman, karşı karşıya

Page 37: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hayalen getirilip bakılsa,haşrin ve neşrin bin misalini vebin delilini iki bin bahardaHAŞİYE-1 gösterdiği görülecek. Ve,böyle bir kudretten haşr-i cismânîyi uzak görmek, binderece körlük ve akılsızlıktır.

Haşiye-1 Sabık herbir bahar, kıyameti kopmuş, ölmüş ve karşısındaki baharonun haşri hükmündedir.

Hem madem nev-i beşerin en meşhurları olan yüz yirmidört bin peygamberler ittifakla saadet-i ebediyeyi vebekà-yı uhrevîyi Cenâb-ı Hakkın binler vaad ve ahdlerineistinaden ilân edip mu’cizeleriyle doğru olduklarını ispatettikleri gibi, hadsiz ehl-i velâyet, keşfle ve zevkle aynıhakikate imza basıyorlar. Elbette o hakikat güneş gibi zâhirolur; şüphe eden divâne olur.

Evet, bir fende ve bir san’atta mütehassıs bir iki zâtın ofen ve o san’ata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisasıolmayan bin adamın, hattâ başka fenlerde âlim ve ehl-iihtisas da olsalar, muhalif fikirlerini hükümden iskatettikleri gibi; bir meselede, mesela, Ramazan hilâliniyevm-i şekte ispat etmek ve “Süt konservelerine benzeyenceviz-i hindî bahçesi rû-yi zeminde var” diye dâvâ etmekteiki ispat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edipdâvâyı kazanıyorlar. Çünkü ispat eden yalnız bir ceviz-ihindîyi veyahut yerini gösterse kolayca dâvâyı kazanır.Onu nefiy ve inkâr eden bütün rû-yi zemini aramak,taramakla hiçbir yerde bulunmadığını göstermekledâvâsını ispat edebildiği gibi; Cenneti ve dâr-ı saadetiihbar ve ispat eden, yalnız bir izini sinemada gibi keşfen,

Page 38: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir gölgesini, bir tereşşuhunu göstermekle dâvâyıkazandığı halde; onu nefiy ve inkâr eden, bütün kâinatı veezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekleancak inkârını ve nefyini ispat ile dâvâyı kazanabilir. Ve buehemmiyetli sırdandır ki, “Hususi bir yere bakmayan veimanî hakikatler gibi umum kâinata bakan nefiyler,inkârlar—zâtında muhâl olmamak şartıyla—ispat edilmez”diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esasî kabuletmişler.

İşte bu kat’î hakikate binaen, binler feylesoflarınmuhalif fikirleri, böyle imanî meselelerde birtek muhbir-isâdıka karşı hiçbir şüphe, hattâ vesvese vermemeklâzımken, yüz yirmi bin ispat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-isâdıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-ihakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ıimaniyede, aklı gözüne inmiş, kalbsiz, mâneviyattanuzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıylaşüpheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelikolduğunu kıyas ediniz.

Hem madem, gözümüzle gündüz gibi, hem nefsimizde,hem etrafımızda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i şâmileve bir inâyet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli birsaltanat-ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetliicraat-ı celâliyenin âsârını ve cilvelerini görüyoruz. Hattâbir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağacahikmetler takan bir hikmet ve herbir insanın cihazatı vehissiyâtı ve kuvveleri adedince ihsanları, in’âmları onabağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hûd ve Salih

Page 39: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve Semûd ve Fir’avun gibiâsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkınımuhafaza eden izzetli ve inâyetli bir adalet ve

و�م�ن اي�ات�ه� ا:ن تقوم� الس$م�اء( و�اال�رض( با:مره� ثم$ اBذاد�ع�اكKم1د�عو�ة م�ن� اال�رض ا0ذا ا:نتم تخر(ج(ون

âyeti, azametli bir îcâz ile der:

1. “Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. SonraOsizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.” RumSûresi,30:25.

Nasıl ki iki kışlada yatan ve duran mutî askerler, birkumandanın çağırmasıyla silâh başına ve vazifebaşınaboru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de, bu ikikışlanın misalinde ve emre itaatinde koca semâvât veküre-i arz Sultan-ı Ezelînin askerlerine iki mutî kışla gibi,ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâmın borusuyla okışlalarda ölümle yatanlar çağrılsa, derhal ceset libaslarınıgiyip dışarı fırlamalarını ispat edip gösteren, her bahardaarz kışlası içindekiler, melek-i ra’dın borusuyla aynıvaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan birsaltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve herhalde ve hiçşüphe getirmez ki, Onuncu Sözde ispatına binaen o rahmetve hikmet ve inâyet ve adalet ve saltanat-ı sermediyeningayet kat’î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşir ve neşrinaçılmamasıyla o nihayetsiz cemâl-i rahmet nihayetsiz birçirkin merhametsizliğe inkılâp etmesi ve o hadsiz kemâl-ihikmet, hadsiz kusurlu abesiyete ve faidesiz israfata

Page 40: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

dönmesi ve o gayet şirin inâyet, gayet acı ihanetleredeğişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayetşiddetli zulümlere kalb olması ve o gayet derecedehaşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi vehaşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması vekemâlât-ı rububiyeti acz ve kusur ile lekedar olması, hiçbircihet-i imkânı yok, hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhaliçinde birden bulunur, dâire-i imkân haricinde bâtıl vemümtenidir.

Çünkü nâzenin ve nazdar beslediği ve akıl ve kalb gibicihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette bekà-i daimîyeiştiyak hissini verdiği halde onu ebedî idam etmek, nekadar gadirli bir merhametsizlik; ve onun yalnız dimağınayüzer hikmetler ve faideler taktığı halde onu dirilmemeküzere bütün cihazatını ve binler faideleri bulunanistidadâtını âkıbetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz,hikmetsiz bütün bütün israf etmek, ne derece hilâf-ıhikmet ve binler vaid ve ahidlerini yerine getirmemekle—hâşâ—aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-isaltanata ve o kemâl-i rububiyete zıttır, her zîşuur anlar.Bunlara kıyasen, inâyet ve adâleti tatbik eyle...

İşte, Hâlıkımızdan sorduğumuz âhirete dair sualimizeRahmân, Hakîm, Adl, Kerîm, Hâkim isimleri mezkûrhakikatle cevap veriyorlar; şeksiz, şüphesiz, güneş gibiâhireti ispat ediyorlar.

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz, öyle ihâtalı veazametli bir hafîziyet hükmeder ki, zîhayat herşeyin ve her

Page 41: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hâdisenin çok sûretlerini ve gördüğü fıtrî vazifesinindefterini ve esmâ-i İlâhiyeye karşı lisan-ı hal ile tesbihatınadair sahife-i a’mâlini misâlî levhalarda ve çekirdeklerindeve tohumcuklarında ve Levh-i Mahfuzun nümunecikleriolan kuvâ-yı hafızalarında ve bilhassa insanın dimağındakipek büyük ve pek küçük kütüphanesi olan kuvve-ihafızasında ve sair maddî ve mânevî in’ikâs âyinelerindekaydeder, yazdırır, zaptederek muhafaza altına alır.Sonra,mevsimi geldikçe bütün o mânevî yazıları maddî bir tarzdadagözümüze gösterip milyonlarla misâller ve deliller ve

nümunelerkuvvetiyle 1âyetindeki enو�ا0ذا الص'ح(ف( نش�ر�ت

acip bir hakikat-ı haşriyeyi, kudretin bir çiçeği olan herbahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dille kâinata ilâneder. Ve başta nev-i insan olarak eşya, fenaya düşmek veademe sukut etmek ve hiçlikte mahvolmak ve başta nev-ibeşer olarak zîhayatlar idam edilmek için yaratılmamışlar.Belki bekàya terakki ile ve devama tasaffi ile ve sermedîvazifeye istidadıyla girmek için halk olunduklarını gayetkuvvetli ispat eder.

Evet, her baharda müşahede ediyoruz ki, güz mevsimikıyametinde vefat eden hadsiz nebatat, bahar haşrinde

herbir ağaç, herbir kök, herbir çekirdek, herbir tohum ا0ذا�ونش�ر�ت âyetiniالص'ح(ف( okuyup bir mânâsını, bir ferdini

kendi diliyle, geçmiş senelerde gördüğü vazifeninmisalleriyle tefsir ederek o azametli hafîziyete şehadet

Page 42: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

eder, 2âyetindeki dörtه(و� االmوlل( و�االjخ�ر( و�الظاه�ر( و�الب�اط�ن(

muazzam hakikatleri herşeyde gösterip hafîziyeti âzamiderecede ve haşri bahar kolaylığında ve kat’iyetindebizlere ders verir.

Evet, bu dört ismin cilveleri en cüz’îden en küllîye kadarcereyan ederler. Meselâ, nasıl ki bu ağacın menşei olan bir

çekirdek, الmوlل( 3ا ismine mazhariyetle o ağacın gayet

mükemmel programını ve icadının noksansız cihazatını veteşekkülünün bütün şeraitini câmi’ bir kutucuktur ki,hafîziyetin azametini ispat eder.

1. “Amel defterleri açılıp yayınlandığı zaman.” Tekvir Sûresi, 81:10.2. “O Evveldir; başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onunilim ve kudretine bağlıdır. O Âhirdir; sonu olmadığı gibi bütün varlıklarınneticesi Onabakar ve dönüşü Onadır. O Zâhirdir; varlık ve birliğinindelilleriherşeyde ap açık görünür ve bütün varlıklar dış görünüşleri vesan’atlıyapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şâhitlik eder. O Bâtındır; herşeyinhakikatine vâkıftır ve herşeyin içyüzü Onun kudret ve hikmetine şâhitlik eder.”Hadîd Sûresi, 57:3.3. Evvel: her şeyin aslını ve başlangıcını ezelî ilmiyle tespit eden veKendisinden önce hiçbir şey var olmayan Allah.

1و�االjخ�ر(ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle

o ağacın işlediği bütün fıtrî vazifelerinin fihristesini veamellerinin listesini ve hayat-ı saniyesinin düsturlarınıihtiva eden bir sandukçuktur ki, âzamî derecede hafîziyeteşehadet eder.

2و�الظاه�ر(ismine mazhar olan o ağacın suret-i

Page 43: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

cismâniyesi ise, öyle tenasüplü ve san’atlı ve süslü birhulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zîynetler ve yaldızlınişanlarla tezyin edilmiş, güya yetmiş renkli bir hûrielbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemâl-ihikmet ve cemâl-i rahmeti gözlere gösterir.

3و�الب�اط�ن(ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi

ise, öyle muntazam ve mükemmel ve mu’cizatlı bir fabrika,bir destgâh, bir kimyahâne ve hiçbir dalı ve meyveyi veyaprağı gıdasız bırakmayan mizanlı bir kazan-ı erzaktır ki,hafîziyet içinde kemâl-i kudret ve adalet ve cemâl-i rahmetve hikmeti güneş gibi ispat eder.

1. Âhir: her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelenvarlıklarınneslini tohum ve çekirdeklerde tanzim eden ve her şeyden sonrayalnızKendisi bâkî kalan Allah.2. Zâhir: her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihaz ve ince nakışlarlasüsleyerekmükemmel ve güzel yaratan ve her şeyde varlık ve birliğininişaretleriaçıkça görünenAllah.3. Bâtın: bütün varlıkların içyüzlerini mükemmel bir fabrikanın harikamakineleri gibi yaratıp işleten ve bununla da isim ve sıfatlarının hertürlünoksandan uzak olduğunu gösterenAllah.

Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetindebir ağaçtır. İsm-i Evvel cilvesiyle güz mevsimindehafîziyete emanet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler,bahar çarşafını giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak,meyve veren ve çiçek açan ağacının teşkilatına dair İlâhîemirlerin mecmuacıkları ve kaderden gelen düsturlarınlisteleri ve geçen yazın işlediği vazifelerin küçücük sahife-iamelleri ve defter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-iZülcelâl-i ve’l-İkramın hadsiz kudret, adalet, hikmet,

Page 44: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.

Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacıngördüğü bütün vazifelerini ve esmâ-i İlâhiyeye karşı ettiğibütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrindeneşrolabilen bütün sahâif-i amallerini, zerrecik ve küçücükkutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelâlin dest-ihikmetine teslim eder Hüve’l-Âhir ismini hadsiz dillerlekâinat yüzünde okur.

Ve bu ağacın zâhiri ise, haşrin üç yüz bin misallerini veemarelerini gösteren üç yüz bin küllî ve çeşit çeşit çiçekleraçıp hadsiz rahmâniyet ve rezzâkiyet ve rahîmiyet vekerîmiyet sofralarını sererek zîhayatlara ziyafetlervermekle Hüve’z-Zâhir ismini, meyveleri, çiçekleri,taamları sayısınca lisanlarıyla zikredip medh ü senâ eder,

gündüz gibi ا0ذا الص'ح(ف( نش�ر�ت�1و hakikatini gösterir.

1. “Amel defterleri açılıp yayınlandığı zaman.” Tekvir Sûresi, 81:10.

Bu haşmetli ağacın bâtını ise, hadsiz ve hesaba gelmezmuntazam makineleri ve mizanlı fabrikaları kemâl-i dikkatve intizamla işlettiren öyle bir kazan ve destgâhtır ki, birdirhemden bin batman taamları pişirir, açlara yetiştirir. Veöyle bir mizan ve dikkatle işler ki, zerre kadar tesadüfünkarışmasına bir yer bırakmıyor. Hüve’l-Bâtın ismini zemininiçyüzüyle, yüz bin dille tesbih eden bazı melâike gibi, yüzbin tarzlarda ilân edip ispat eder.

Hem arz, senevî hayatı haysiyetiyle bir ağaç olduğu ve o

Page 45: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

dört isim içinde hafîziyeti ve onunla haşir kapısına biranahtar yaptığı gibi; aynen öyle de, dehrî ve dünya hayatıcihetiyle yine meyveleri âhiret pazarına gönderilen birmuntazam ağaçtır. Ve o dört isme öyle bir mazhar, birâyine ve âhirete giden bir yol açar ki, genişliğini ihataya vetabire aklımız kâfi gelmiyor. Yalnız bu kadar deriz:

Nasıl ki bir saatin saniyeleri ve dakikaları ve saatleri vegünleri sayanhaftalık saatin milleri birbirine benzer,birbirini ispat eder.Saniyelerin hareketini gören, sairçarkların hareketlerini tasdik etmeye mecbur olur. Aynenöyle de, semâvât ve arzın Hâlık-ı Zülcelâlinin bir saat-iekberi olan bu dünyanın saniyelerini sayan günler vedakikalarını hesap edenseneler ve saatlerini gösterenasırlar ve günlerini bildiren devirlerbirbirine benzer,birbirini ispat eder. Ve bu gecenin sabahı ve bu kışınbaharı kat’iyetinde fâni dünyanın karanlıklı kışının bâki birbaharı ve sermedî bir sabahı geleceğini hadsiz emârelerle

haber verir diye, Hafîz ismi ile )الظاه�ر�ه(و� االmوlل( و�االjخ�ر( و1و�الب�اط�ن(

isimleri, biz Hâlıkımızdan sorduğumuz haşir

meselesine, mezkûr hakikatle cevap veriyorlar.

1. “O Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir ve Bâtındır.” Hadîd Sûresi, 57:3.

Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızlaanlıyoruz ki;

İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetlimeyvesi,

Page 46: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmcihetiyle çekirdek-i aslîsi,

Ve kâinat Kur’ân’ının âyet-i kübrası,

Ve İsm-i Âzamı taşıyan âyetü’l-kürsîsi,

Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri,

Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faalmemuru,

Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde vetarlasında, varidat ve sarfiyatına ve zer’ ve ekilmesinenezarete memur,

Ve yüzer fenler ve binler san’atlarla teçhiz edilmiş engürültülü ve mes’uliyetli nâzırı,

Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel veEbedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-iarzı,

Ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı,

Ve semâ ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleriemanet-i kübrâyı omuzuna alan,

Ve önüne iki acip yol açılan, bir yolda zîhayatın enbedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı,

Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî,

Ve Kâinat Sultanının İsm-i Âzamına mazhar ve bütünesmâsına en câmi’ bir âyinesi, ve hitabât-ı Sübhâniyesine

Page 47: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı,

Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı,

Ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatlarıve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlışeyleri bulunan bir biçare zîhayatı,

Ve istidatça en zengini,

Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleridehşetli elemlerle âlûde,

Ve bekàya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyıkve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsizdualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri onaverilse, onun bekàya karşı arzusunu tatmin etmeyen,

Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven vesevdiren ve sevilen çok hârika bir mu’cize-i kudret-iSamedâniye ve bir acûbe-i hilkat,

Ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığınabütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden, böyle yirmi küllîhakikatlerle Cenâb-ı Hakkın Hak ismine bağlanan,

Ve en küçük zîhayatın en cüz’î ihtiyacını gören veniyazını işiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâlin Hafîzismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatıalâkadar edecek ef ’âlleri o ismin kâtibîn-i kiramlarıylayazılan ve herşeyden ziyade o ismin nazar-ı dikkatinemazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve herhaldeve hiçbirşüphe getirmez ki, bu yirmi hakikatın hükmüyle,

Page 48: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

insanlar için bir haşir ve neşir olacak ve Hak ismiyleevvelki hizmetlerinin mükâfatını ve kusuratının mücâzâtınıçekecek ve Hafîz ismiyle cüz’î-küllî kayd altına alınan heramelinden muhasebe ve sorguya çekilecek ve dâr-ı bekàdasaadet-i ebediye ziyafetgâhının ve şekavet-i daimehapishanesinin kapıları açılacak ve bu âlemde çok tâifelerekumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran birzabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak veuyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.

Yoksa, sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermeklefiilen cevap verdiği halde, gök gürültüsü kuvvetindebekàya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmihakikatler lisanlarıyla edilen ve Arşı ve ferşi çınlatandualarını işitmemek ve o hadsiz hukuku zayi etmek vesinek kanadının intizamı şehadetiyle sinek kanadı kadarisraf etmeyen bir hikmet, bütün o hakikatlerinbağlandıkları insanî istidadatı ve ebede uzanan emelleri vearzuları ve o istidat ve arzuları besleyen kâinatın pek çokrabıtalarını ve hakikatlerini bütün bütün israf etmek öylebir haksızlıktır ve imkân haricinde ve zâlimâne birçirkinliktir ki, Hak ve Hafîz Hakîm ve Cemîl ve Rahîmisimlerine şehadet eden bütün mevcudât onu reddeder,“Yüz derece muhal ve bin vech ile mümtenidir” derler.

İşte biz Hâlıkımızdan haşre dair sorduğumuz suale Hak,Hafîz, Hakîm, Cemîl, Rahîm isimleri cevap verip derler: “Bizhak ve hakikat olduğumuz gibi ve hem bize şehadet edenmevcudâtın tahakkuku misillü, haşir haktır vemuhakkaktır.”

Page 49: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hem madem... (Daha yazacaktım, fakat güneş gibimalûm olmasından kısa kestim.)

İşte geçmiş misâllerde ve madem’lerdeki maddelerekıyasen, Cenâb-ı Hakkın yüz, belki bin esmâsının kâinatabakan isimlerinin herbirisi, nasıl ki mevcudattaki âyine vecilveleriyle Müsemmâsını bedahetle ispat eder; aynen öylede, haşri ve dâr-ı âhireti de gösterirler ve kat’iyetle ispatederler.

Hem nasıl Hâlıkımızdan sorduğumuz sualimize, oRabbimiz bütün fermanlarıyla ve nazil ettiği bütünkitaplarıyla ve müsemmâ olduğu ekser isimleriyle bizekudsî ve kat’î cevap veriyor; aynen öyle de, melâikeleriyleve onların diliyle daha başka bir tarzda dedirir:

“Sizin zaman-ı Âdem’den beri hem ruhanîlerle, hembizimle görüşmenizin yüzer tevatür kuvvetinde hâdiselerivar. Ve bizim ve ruhanilerin vücutlarına ve ubudiyetlerinedelâlet eden hadsiz emâre ve deliller var. Ve biz âhiretsalonlarında ve bazı dairelerindegezdiğimizi, birbirimizemutabık olarak sizin kumandanlarınızlagörüştüğümüzzaman söylemişiz ve daima da söylüyoruz. Elbettebugezdiğimiz bâki ve mükemmel salonlar ve bu salonlarınarkalarında tefriş ve tezyin edilmiş olan saraylar vemenzilller, hiç şüphemiz yoktur ki, gayet ehemmiyetlimisafirleri o yerlerde iskân etmek üzere bekliyorlar. Sizekat’î beyan ediyoruz” diye sualimize cevap veriyorlar.

Hem madem Hâlıkımız, bize en büyük muallim ve enmükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru

Page 50: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmıtayin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş. Biz dahi,ilmelyakîn mertebesinden aynelyakîn ve hakkalyakînmertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere,herşeyden evvel bu üstadımızdan, Hâlıkımızdansorduğumuz suali sormaklığımız lâzım geliyor. Çünkü ozât, Hâlıkımız tarafından herbiri birer nişane-i tasdik olanbin mu’cizatıyla, Kur’ân’ın bir mu’cizesi olarak, Kur’ân’ınhak ve kelâmullah olduğunu ispat ettiği gibi; Kur’ân dahi,kırk nevi i’câz ile o zâtın bir mu’cizesi olup, onun doğru veResulullah olduğunu ispat ederek, ikisi beraber, biri âlem-işehadet lisanı (bütün hayatında, bütün enbiya ve evliyanıntasdikleri altında) diğeri âlem-i gayb lisanı bütün semâvîfermanların ve kâinat hakikatlerinin tasdikleri içinde binlerâyâtıyla iddia ve ispat ettikleri hakikat-i haşriye elbettegüneş ve gündüz gibi bir kat’iyettedir. Evet, haşir gibi, enacip ve en dehşetli ve tavr-ı aklın haricinde bir mesele,ancak ve ancak böyle harika iki üstadın dersleriylehalledilir, anlaşılır.

Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur’ân gibiizahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyetve tufûliyet devri olmasıdır. İptidaî derslerde izah az olur.

Elhâsıl: Madem Cenâb-ı Hakkın ekser isimleri âhiretiiktiza edip isterler; elbette o isimlere delâlet eden bütünhüccetler, bir cihette âhiretin tahakkukuna dahi delâletederler.

Ve madem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekànın

Page 51: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

dairelerini gördüklerini haber veriyorlar; elbette melâike veruhların ve ruhaniyâtın vücut ve ubudiyetlerine şehadeteden deliller, dolayısıyla âhiretin vücuduna dahi delâletederler.

Ve madem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bütünhayatında vahdâniyetten sonra en daimî dâvâsı vemüddeâsı ve esası âhirettir; elbette o zâtın nübüvvetine vesıdkına delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, bircihette, dolayısıyla âhiretin tahakkukuna ve geleceğineşehadet ederler.

Ve madem Kur’ân’ın dörtten birisi haşir ve âhirettir vebin âyâtıyla onun ispatına çalışır ve onu haber verir;elbette Kur’ân’ın hakkaniyetine şehadet ve delâlet edenbütün hüccetleri ve delilleri ve burhanları, dolayısıylaâhiretin vücûduna ve tahakkukuna ve açılmasına dahidelâlet ve şehadet ederler.

İşte bak, bu rükn-ü imanî ne kadar kuvvetli ve kat’îolduğunu gör.

Page 52: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Sekizinci Meselenin Bir HülâsasıYedincide haşri çok makamattan soracaktık. Fakat

Hâlıkımızın isimleriyle verdiği cevap o derece kuvvetli yakîn vekanaat verdi ki, daha başka sorgulara ihtiyaçbırakmadığından, orada kısa kestik. Şimdi bu meselede, âhiretimanının, hem âhiretin saadetine, hem dünya saadetine dairtemin ettiği faideler ve neticelerinden yüzden biri hülâsaedilecek. Saadet-i uhreviyeye ait kısmı, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın izahatı daha hiç bir beyana ihtiyaç bırakmamış. Onuona havale ederek ve saadet-i dünyeviyeye ait kısmı izahcihetini Risale-i Nur’a bırakıp, yalnız kısa bir hülâsa ile insanınhayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyesine ait yüzer neticelerindenüç-dört tanesini beyan ederiz.

Birincisi

İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiylealâkadar olduğu misillü, dünya ile alâkadardır. Veakaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile deciddî ve fıtrî münasebettardır. Ve dünyada muvakkatbekàsını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekàsını, aşkderecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını teminetmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadaruzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve

Page 53: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur,çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedîsaadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hattâ,Onuncu Sözde işaretedildiği gibi, bir zaman,küçüklüğümde, hayalimden sordum: “Sana birmilyon seneömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe vehiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi vemeşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım,ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti. “Cehennemde olsa bekà isterim” dedi.

İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olankuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor;elbette gayet câmi’ mahiyet-i insaniye, ebedi-yetle fıtratenalâkadardır. İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğuhalde, sermayesi bir cüz’î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak birinsana, âhirete iman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi birhazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat,bir merci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ıtesellî olduğu öyle bir meyve ve faidedir ki, onu kazanmakyolunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.

İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan birfaidesi:

Üçüncü Meselede izah edilen ve Gençlik Rehberinde birhaşiye bulunan çok ehemmiyetli bir neticedir.

Evet, her insanın, her zaman düşündüğü en ehemmiyetliendişesi, mezaristana giren kendi dostları ve akrabaları

Page 54: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gibi o idamhaneye girmek keyfiyetidir. Birtek dostu içinruhunu feda eden o bîçare insanın, binler, belki milyonlar,milyarlar dostları ebedî bir müfarakat içinde idamolmalarını tevehhüm edip Cehennem azabından beter birelem, o düşünmek ucundan göründüğü vakit, âhirete imangeldi, gözünü açtırdı ve perdeyi kaldırdı... “Bak” dedi. O,imanla baktı. Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-iruhâniyeyi, o dostları ebedî ölümlerden ve çürümelerdenkurtulup mesrurâne bir nuranî âlemde onu da bekliyorlarvaziyetinde müşahedesiyle aldı.

Risale-i Nur’da bu netice hüccetlerle izahına iktifaenkısa kesiyoruz.

Hayat-ı şahsiyeye ait üçüncü bir faidesi:

İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesiise, yüksek seciyeleri ve cemiyetli istidatları ve küllîubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibarıyladır. Halbukio insan hem mâdum, hem ölü, hem karanlık olan geçmişve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zamanolan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle hamiyeti,muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.

Meselâ, eskiden tanımadığı ve ayrılıktan sonra da hiçgöremeyeceği babasını,kardeşini, karısını, milletini vevatanını sever, hizmet eder. Ve tam sadakate ve ihlâsa peknâdir muvaffak olabilir; o nisbette kemâlâtı ve seciyeleriküçülür. Değil hayvanların en ulvîsi, belki baş aşağı, akılcihetiyle en biçaresi ve aşağısı olmak vaziyetine düşeceği

Page 55: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sırada, âhirete iman imdadayetişir. Mezar gibi darzamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pekgeniş bir zamana çevirir ve dünya kadar, belki ezeldenebede kadar bir daire-i vücut gösterir.

Babasını dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlikmünasebetiyle ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetinidüşünmesiyle ve karısını Cennette dahi en güzel birrefika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmeteder, merhamet eder, yardım eder. Ve o büyük ve genişdaire-i hayatta ve vücuttaki münasebetler için olanehemmiyetli hizmetleri, dünyanın kıymetsiz işlerine vecüz’î garazlarına ve menfaatlerine âlet etmez. Ciddisadakate ve samimi ihlâsa muvaffak olarak, kemâlâtı vehasletleri, o nisbette, derecesine göre yükselmeye başlar,insaniyeti teâli eder. Hayat lezzetinde serçe kuşunayetişmeyen o insan, bütün hayvanat üstünde, kâinatın enmüntehap ve bahtiyar bir misafiri ve Sahib-i Kâinatın enmahbup ve makbul bir abdi olmasıdır. Bu netice dahiRisale-i Nur’da hüccetlerle izahına iktifaen kısa kesildi.

Dördüncü bir faidesi ki, insanın hayat-ıiçtimaiyesine bakıyor:

Risale-i Nur’dan Dokuzuncu Şuâda beyan edilen oneticenin bir hülâsası şudur:

Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiretimanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarınıtaşıyabilirler. Yoksa, elîm endişeler içinde, kendini

Page 56: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

uyutturmak ve unutturmak için çocukçaoyuncaklarıyla,haylâz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafındaonun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında veileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde vemukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki, hayatı veaklı o biçareye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda,âhiret imanının dersiyle, görmemek içinoyuncaklar altındaonlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinçvegenişlik hissederek der:

“Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşuoldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve validem öldü,fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağınaalıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim”diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.

Hem insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar, yakındahayatlarının sönmesine ve toprağagirmelerine ve güzel vesevimli dünyalarının kapanmasına karşıtesellîyi, ancak veancak âhiret imanında bulabilirler. Yoksa omerhametlimuhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle birvâveylâ-yı ruhî ve bir dağdağa-i kalbî çekeceklerdi ki,dünya onlara meyusâne bir zindan ve hayat işkenceli birazap olurdu. Fakat âhiret imanı onlara der:

“Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var,gelecek ve parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizibekliyor. Ve zâyi ettiğiniz evlât ve akrabalarınızlasevinçlerle görüşeceksiniz. Ve ettiğiniz bütün iyiliklerinizmuhafaza edilmiş; mükâfatlarını göreceksiniz” diye, iman-ı

Page 57: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

âhiret onlara öyle bir tesellî ve inşirah verir ki; her birininyüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa onları meyusetmez.

Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler,hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarınıher vakit başına almayan o gençler, âhiret imanınıkaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse,hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf veihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, birdakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahvederve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar birhayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadınagelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleribeni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. FakatCehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlinmelâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar.Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben deonlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmentecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, birhürmet hissetmeye başlar. Bu mânânın dahi Risale-iNur’da burhanlarıyla izahına iktifaen kısa kesiyoruz.

Hem nev-i beşerin ehemmiyetli bir kısmı, hastalar vemazlumlar ve bizim gibi musibetzedeler ve fakirler ve ağırceza alan mahpuslar, eğer iman-ı âhiret onların imdadınayetişmezse, her vakit hastalığın ihtarıyla gözü önüne gelenölüm ve intikamını alamadığı ve namusunu elindenkurtaramadığı zâlimin mağrurâne ihaneti ve büyükmusibetlerde boşu boşuna malını, evlâdını kaybetmekle

Page 58: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gelen elîm meyusiyeti ve bir-iki dakika veya bir iki saatkeyif yüzünden beş on sene böylebir hapis azabınıçekmekten gelen kederli sıkıntı, elbette o biçareleredünyayı zindan ve hayatı bir işkenceli azaba çevirir. Eğerâhirete iman imdatlarına yetişse, birden onlar nefes alırlar;sıkıntıları, meyusiyetleri ve endişeleri ve intikamhiddetleri, derece-i imanına göre kısmen ve bazantamamen zâil olur.

Hattâ diyebilirim ki, benim ve bir kısım kardeşleriminbu sebepsiz hapsimizde ve dehşetli musibetimizde, eğeriman-ı âhiret yardım etmeseydi, bir gün dayanmak, ölümkadar tesir edip bizi hayattan istifa etmeye sevk edecekti.Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım kadar sevdiğim pekçok kardeşlerimin bu musibetten gelen elemlerini deçektiğim ve gözüm kadar sevdiğim binler Risale-i Nurrisaleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettarkitaplarımın ziyaları ve ağlamalarından teessüfleriniçektiğim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümükaldıramadığım halde; sizi kasemle temin ederim ki,iman-ı bil’âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır vetahammül ve tesellî ve metanet, belki mücahidâne, kârlıbir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak içinbir şevk verdi ki, ben bu risalenin başında dediğim gibi,kendimi medrese-i Yusufiye ünvanına lâyık bir güzel vehayırlı medresede biliyorum. Arasıra gelenhastalıklar veihtiyarlıktan neş’et eden titizlikler olmasaydı, mükemmelve rahat-ı kalb ile derslerime daha ziyade çalışacaktım.Her ne ise, bu makam münasebetiyle saded harici girdi;

Page 59: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kusura bakılmasın.

Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bircenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı âhiret o haneninsaadetinde hükmetmezse, o aile efradı, herbiri şefkat vemuhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler veazaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner veyahutmuvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edipuyutur. Devekuşu gibi avcıyı görür, kaçamıyor, uçamıyor.Başını kuma sokar, tâ görünmesin. Başını gaflete sokar, tâölüm ve zevâl ve firak onu görmesin. Divanece, muvakkatiptal-i his nev’inden bir çare bulur. Çünkü, meselâ valide,ruhunu feda ettiği evlâdını daima tehlikelere mâruzgördükçe titrer. Ve pederini ve kardeşini eksik olmayanbelâlardankurtaramayan evlâtlar, daim bir keder, birkorkaklık hisseder. Bunakıyasen, bu dağdağalı, kararsızhayat-ı dünyeviyede, o mes’ut zannedilen aile hayatı çokcihetlerle saadetini kaybeder. Ve kısacık bir hayattakimünasebet ve karâbet dahi, hakiki sadakati ve samimîihlâsı ve garazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlâko nisbette küçülür, belki sukut eder.

Eğer âhirete iman o haneye girse, birden ışıklandıracak.Ortalarındaki münasebet ve şefkat ve karâbet vemuhabbet, kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ıâhirette, saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamıölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakateder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir. Hakikîinsaniyet saadeti o hanede başlar inkişafa.

Bu mânâ dahi hüccetlerle Risale-i Nur’da beyanına

Page 60: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

binaen kısa kesildi.

Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğeriman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse, güzelahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet,fedakârlık, rıza-yı İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine garaz,menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet,aldatmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş ve insaniyetaltında anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder; o hayat-ışehriye zehirlenir. Çocuklar haylâzlığa, gençler sarhoşluğa,kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.

Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahibir millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu genişhanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddîmerhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesizhizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet veenâniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafabaşlarlar.

Çocuklara der: “Cennet var, haylazlığı bırak.” Kur’ândersiyle temkin verir.

Gençlere der: “Cehennem var, sarhoşluğu bırak.” Aklıbaşlarına getirir.

Zâlime der: “Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin.”Adalete başını eğdirir.

İhtiyarlara der: “Senin elinden çıkmış bütünsaadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet vetaze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya

Page 61: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

çalış.” Ağlamasını gülmeye çevirir.

Bunlara kıyasen, cüz’î ve küllî herbir taifede hüsn-ütesirini gösterir, ışıklandırır. Nev-i beşerin hayat-ıiçtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun veahlâkıyyûnların kulakları çınlasın! İşte, iman-ı âhiretinbinler faidelerinden, işaret ettiğimiz beş altı nümunelerinesairleri kıyas edilse, kat’î anlaşılır ki, iki cihanın ve ikihayatın medar-ı saadeti yalnız imandır.

Risale-i Nur’da, Yirmi Sekizinci Sözde ve başkarisalelerinde, haşrin cismaniyeti cihetinde gelen zayıfşüphelere kuvvetli cevaplarına iktifaen burada yalnız birkısa işaretle deriz ki:

Esmâ-i İlâhiyenin en cemiyetli âyinesi cismâniyettedir.Ve hilkat-i kâinattaki makàsıd-ı İlâhiyenin en zengini vefaal merkezi cismaniyettedir. Ve ihsanat-ı Rabbâniyenin ençok çeşitleri ve rengârenkleri cismaniyettedir. Ve beşerinihtiyacat dilleriyle Hâlıkına karşı dualarının veteşekküratının en kesretli tohumları yine cismaniyettedir.Mâneviyat ve ruhâniyat âlemlerinin en mütenevviçekirdekleri yine cismaniyettedir.

Bunlara kıyasen, yüzer küllî hakikatler cismaniyettetemerküz ettiğinden, Hâlık-ı Hakîm, zemin yüzündecismaniyeti çoğaltmak ve mezkûr hakikatlere mazhareylemek için, öyle sür’atli ve dehşetli bir faaliyetle kàfilekàfile arkasına mevcudata vücut giydirir, o meşheregönderir. Sonra onları terhis eder, başkalarını gönderir.Mütemadiyen kâinat fabrikasını işlettirir. Cismanî

Page 62: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mahsulâtı dokuyup, zemini âhirete ve Cennete bir fidanlıkbahçesi hükmüne getirir. Hattâ insanın cismânî midesinimemnun etmek için o midenin hâl diliyle bekàsına dairduasını kemâl-i ehemmiyetle dinleyip kabul ederek fiilencevap vermek için, hadsiz ve hesapsız ve yüz binlertarzlarda ve binler çeşit çeşit lezzetlerde gayet san’atlıtaamları ve gayet kıymetli nimetleri cismaniyete ihzaretmek, bedahetle ve şeksiz gösterir ki, dâr-ı âhiretteCennetin en çok ve en mütenevvi lezzetleri cismanîdir. Vesaadet-i ebediyenin en ehemmiyetli ve herkesin istediği veünsiyet ettiği nimetleri cismanîdir.

Acaba hiçbir cihet-i ihtimali ve imkânı var mı ki, bu âdimidenin hal diliyle bekà duasını kabul edip nihayetsizmu’cizatlı maddî taamlarla onu minnettar ederek, her vakittesadüfsüz, kastî olarak fiilen cevap veren bir Kadîr-iRahîm, bir Alîm-i Kerîm, kâinatın en ehemmiyetli neticesive arzın halifesi ve o Hâlıkın güzidesi ve perestişkârı olannev-i insanın insaniyet mide-i kübrâsı ile küllî ve yüksek vedaima arzu ettiği ve ünsiyet ettiği ve fıtraten istediğicismanî lezzetleri, dâr-ı bekàda verilmesine dair hadsizumumî duaları kabul olmasın ve haşr-i cismânî ile fiilencevap verilmesin, onu ebedî minnettar etmesin? Adetasineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin! Ve âdi birneferin kemâl-i ehemmiyetle techizatına baksın; orduya hiçbakmasın, ehemmiyet vermesin! Bu yüz derece muhal vebâtıldır.

Evet, 1âyetininو�ف�يه�ا م�ا تشتهيه� االmنفس( و�تلذ اال�عي(ن(

Page 63: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sarahat-i kat’iyesiyle, insan, en ziyade ünsiyet ettiği vedünyada nümunesini tatmış olduğu cismanî lezzetleriCennete lâyık bir tarzda görecek, tadacak. Ve lisan, göz vekulak gibi âzâların ettikleri hâlis şükürler ve hususîibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismânîlezzetler ile verilecektir. Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, o derececismanî lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, başkate’villerle mânâ-yı zâhirîyi kabul etmemek imkânharicindedir.

1. “Orada canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı herşey vardır.” ZuhrufSûresi, 43:71.

İşte, iman-ı âhiretin meyveleri ve neticeleri gösteriyorlarki, nasıl ki âzâ-yı insanîden midenin hakikati ve ihtiyacatı,taamların vücuduna kat’î delâlet eder; öyle de, insanınhakikati ve kemâlâtı ve fıtrî ihtiyacatı ve ebedî arzuları veiman-ı âhiretin mezkûr netice ve faidelerini isteyenhakikatleri ve istidatları daha kat’î olarak âhirete veCennete ve cismanî bâki lezzetlere delâlet vetahakkuklarına şehadet ettiği gibi, bu kâinatın hakikat-ikemâlâtı ve mânidar tekvînî âyâtı ve insaniyetin mezkûrhakikatlerle alâkadar bütün hakikatleri, dâr-ı âhiretinvücuduna ve tahakkukuna ve haşrin gelmesine ve Cennetve Cehennemin açılmasına delâlet ve şehadet ettiklerini,Risale-i Nur eczaları ve bilhassa Onuncu ve YirmiSekizinci (iki makamı), Yirmi Dokuzuncu Sözler veDokuzuncu Şuâ ve Münacât risaleleri hüccetlerle, parlakve şüphe bırakmaz bir tarzda ispat etmişler. Onlara havaleederek bu uzun kıssayı kısa kesiyoruz.

Page 64: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Cehenneme dair beyanat-ı Kur’âniye o kadar vâzıh vezâhirdir ki, başka izahata ihtiyaç bırakmamış. Yalnız bir ikizayıf şüpheyi izale edecek iki üç nükteyi, tafsilini Risale-iNur’a havale edip gayet kısa bir hülâsasını beyan edeceğiz.

Birinci Nükte

Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerinikorkusuyla kaçırmıyor. Çünkü, hadsiz rahmet-i Rabbâniye,o korkan adama der: “Bana gel, tevbe kapısıyla gir. TâCehennemin vücudu, değil korkutmak, belki sana Cennetinlezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüzedilen hadsiz mahlûkatın intikamlarını alsın, sizikeyiflendirsin.”

Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan, yineCehennemin vücudu bin derece idam-ı ebedîden hayırlıdırve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünkü insan hattâyavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının veahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bircihette mes’ut olur. Şu halde, sen ey mülhid, dalâletinitibariyle ya idam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veyaCehenneme gireceksin. Şerr-i mahz olan adem ise, seninbütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derecemes’ut olduğun umum akraba ve asıl ve neslin, seninleberaber idam olmasından, binler derece Cehennemdenziyade senin ruhunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeniyandırır. Çünkü Cehennem olmazsa Cennet de olmaz.Herşey senin küfrünle ademe düşer. Eğer sen Cehennemegirsen, vücut dairesinde kalsan, senin sevdiklerin ve

Page 65: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

akrabaların ya Cennette mes’ut veya vücut dairelerinde bircihette merhametlere mazhar olurlar. Demek, herhaldeCehennemin vücûduna taraftar olmak sana lâzımdır.Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktırki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasınataraftarlıktır.

Evet, Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudunHâkim-i Zülcelâlinin hakîmâne ve âdilâne bir hapishanevazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcut ülkesidir.Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çokvazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekàya aithizmetleri var. Ve zebâni gibi pek çok zîhayatın celâldarânemeskenleridir.

İkinci Nükte

Cehennemin vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmeteve hakiki adalete ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyetiyoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunuisterler. Çünkü, nasıl bin mâsumların hukukunu çiğneyenbir zâlimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanlarıparçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içindemazlumlara bin rahmettir. Ve o zâlimi affetmek vecanavarı serbest bırakmak, birtek yolsuz merhametemukàbil, yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir.

Aynen öyle de, Cehennem hapsine girenlerden olankâfir-i mutlak, küfrüyle hem esmâ-i İlâhiyenin hukukunainkâr ile tecavüz, hem o esmâya şehadet eden mevcudatın

Page 66: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

şehadetlerini tekzip ile hukuklarına tecavüz ve mahlûkatıno esmâya karşı tesbihkârâne yüksek vazifelerini inkâretmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatın gaye-i hilkati vebir sebeb-i vücudu ve bekàsı olan tezâhür-ü rububiyet-iİlâhiyeye karşı ubûdiyetlerle mukabelelerini veâyinedarlıklarını tekzip ile hukukuna bir nevi tecavüz ettiğihaysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulümdür ki, affa

kàbiliyeti kalmaz, 1âyetinin ..اBن الTUه� ال�ي�غف�ر( ا:ن ي(شر�ك به�

tehdidine müstehak olur. Onu Cehenneme atmamak, biryersiz merhamete mukàbil, hukuklarına taarruz edilenhadsiz dâvâcılara hadsiz merhametsizlikler olur. İşte odâvâcılar Cehennemin vücudunu istedikleri gibi, izzet-icelâl ve azamet-i kemâl dahi kat’î isterler.

1. “Muhakkak ki Allah, Kendisine ortak koşulmasını affetmez.” Nisâ Sûresi,4:48.

Evet, nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecavüz eden biradam, oranın izzetli hâkimine dese, “Beni hapse atamazsınve yapamazsın” diye izzetine dokunsa, elbette o şehirdehapis olmasa da o edepsiz için bir hapis yapacak, onu içineatacak. Aynen öyle de, kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-icelâline şiddetle dokunuyor. Ve azamet-i kudretine inkârile dokunduruyor. Ve kemâl-i rububiyetine tecavüzüyleilişiyor. Elbette Cehennemin pek çok vazifeler için pek çokesbab-ı mucibesi ve vücudunun hikmetleri olmasa da, öylekâfirler için bir Cehennemi halk etmek ve onları içineatmak, o izzet ve celâlin şe’nidir.

Hem mahiyet-i küfür dahi Cehennemi bildirir. Evet,

Page 67: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

nasıl ki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriylebir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennetten bunoktadan gizli haber verir. Aynenöyle de, Risale-i Nur’dadelilleriyle ispat ve baştaki meselelerde dahiişaret edilmişki, küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın veirtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve mânevîazapları var, eğer tecessüm etse, o mürted adama birhususî cehennem olur ve büyük Cehennemden bu cihettegizli haber verir. Ve bu fidanlık dünya mezraasındakihakikatçikler âhirette sümbüller vermesi noktasında buzehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder, “Ben onunbir mâyesiyim,” der. “Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht içino zakkum ağacının bir hususi nümunesi, benim meyvemolur.”

Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür; elbettehadsiz bir cinayettir. Öyle ise hadsiz bir azaba müstehakeder. Madem bir dakika katl, on beş sene cezada (sekizmilyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-ibeşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeyemuvafık görür. Elbette bir küfür bin katl kadar olmasıcihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakındakikalarda azap çekmesi, o kanun-u adalete muvafıkgeliyor. Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki (2) trilyonsekiz yüz seksen (880) milyara yakın dakikada azaba

müstehak ve 1ا .sırrına mazhar olurخال�دين� ف�يه�ا ا:ب�د

Her ne ise... Kur’ân-ı Hakîmin Cennet ve Cehennemhakkındaki mu’cizâne izahatı ve Kur’ân’ın tefsiri ve ondan

Page 68: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gelen Risale-i Nur’un Cennet ve Cehennemin vücutlarınadair hüccetleri, daha başka beyana ihtiyaç bırakmamışlar.

و�ي�تفكrر(ون ف�� خلق الس$م"و�ات و�االmرض ر�ب$نا م�ا خلقت�اب� النار ا ب�اط�الs س(بح�انك فق�نا ع�ذ 2ه"ذ

اب�ه�ا ك@ان غر�امuا اب� ج�ه�نم� ا0ن ع�ذ ر�ب$نا اصرف ع�نا ع�ذ3ا0نه�ا س�اء�ت م(ستقرyا و�م(قامuا

gibi pek çok âyetlerin ve başta Resul-i Ekrem (a.s.m.) veumum peygamberler ve ehl-i hakikatın, her vakit

dualarında en ziyade, النار م�ن� م�ن� النار.. اجرنا ..نج�نا

النار م�ن� veخلصنا vahiy ve şuhuda binaen onlarca

kat’iyet kesb eden “Cehennemden bizi hıfz eyle” demelerigösteriyor ki, nev-i beşerin en büyük meselesiCehennemden kurtulmaktır. Ve kâinatın pek çokehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakikatiCehennemdir ki, bir kısım o ehl-i şuhud ve keşif ve tahkikonu müşahede eder. Ve bir kısmı tereşşuhatını vegölgelerini görür, dehşetinden feryat ederler, “Bizi ondankurtar” derler.

Page 69: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1. “Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.” Nisâ Sûresi, 4:169.2. “Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. ‘Bu kâinatı boşyereyaratmadın, ey Rabbimiz,’ derler. ‘Seni bütün noksanlardan tenzihederiz.Sen bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.” Âl-i İmran Sûresi,3:191.3. “Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Onun azâbı dâimî bir helâktır.Gerçekten deorası ne kötü bir durak, ne kötü bir konaktır!” Furkan Sûresi,25:64-65.

Evet, bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet,hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalâlet birbirinekarşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmetiçindir. Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez. Elem olmazsalezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz.Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlikle,hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit hüsünmertebeleri vücut bulur. Cehennemsiz, Cennetinpek çoklezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey, bir cihettezıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sümbül verip çokhakikatler olur.

Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekàyaakıp gidiyor. Elbette, nasıl ki hayır, lezzet, ışık, güzellik,iman gibi şeyler Cennete akar; öyle de, şer, elem, karanlık,çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehenneme yağar. Vebu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havza girer,durur.

Kerametli Yirmi Dokuzuncu Sözün âhirindeki remizlinüktelerine havale ederek kısa kesiyoruz.

Ey bu medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım!

Bu dehşetli haps-i ebedîden kurtulmanın kolayı, çaresi,

Page 70: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bu dünyevî hapsimizden istifade ederek, elimizmecburiyetle yetişmeyen çok günahlardankurtulduğumuzla beraber, eski günahlardantevbe edipfarzlarımızı edâ ederek herbir saat bu hapisteki ömrümüzübir gün ibadet hükmüne getirmekle o ebedî hapistennecatımız ve o nuranî cennete girmemiz için en iyi birfırsattır. Bu fırsatı kaçırırsak, dünyamız ağladığı gibi

âhiretimiz dahi ağlayacak 1tokadınıخس�ر� الدني�ا و�االjخ�ر�ة

yiyeceğiz.

1. “O, dünyayı da, âhireti de kaybetmiştir.” Hac Sûresi, 22:11.

Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi.

Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber’lerle nev-ibeşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birdenAllahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğünisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semâvâttakiseyyârât arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyadehacıların Arafat’ta ve iydde beraber birden Allahu ekberdemeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üçyüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiğiAllahu ekber kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak,rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü’l-Arz ve Rabbü’l-Âlemînazamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî birubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaatettim.

Sonra, acaba bu kelâm-ı kudsînin bizim meselemizledahi münasebeti var mı diye tahattur ettim. Birden hatıra

Page 71: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

geldi ki:

Başta bu kelâm olarak sâir bâkiyat-ı salihat ünvanınıtaşıyan Lâ ilâhe illâllah, ve’l-hamdü lillâh ve Sübhanallah gibişêairden çok kelâmlar cüz’î ve küllî, meselemizi ihtar vetahakkukuna işaret ederler.

Meselâ; Allahu ekber‘in bir vech-i mânâsı Cenâb-ıHakkın kudreti ve ilmi herşeyin fevkinde büyüktür; hiçbirşey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretindenkaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyükşeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve biziademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermektendaha büyüktür. Her acip ve tavr-ı aklın haricindeki

herşeyden daha büyüktür ki, 1م�ا خلقكKم و�ال� ب�عثكKم اBال5

Dاح�دة�âyetinin sarahat-iك@نفس و kat’iyesiyle, nev’i beşerin

haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolaygelir. Bu mânâ itibarıyledir ki, darb-ı mesel hükmündebüyük musibetlere ve büyük maksatlara karşı, herkes“Allah büyüktür, Allah büyüktür” der, kendine tesellî vekuvvet ve nokta-i istinat yapar.

1. “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, sadece tek bir kişinin yaratılıpdiriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.

Evet, nasıl ki Dokuzuncu Sözde, bu kelime ikiarkadaşıyla bütün ibâdâtın fihristesi olan namazınçekirdekleri ve hülâsaları ve içinde ve tesbihatında tekrarile namazın mânâsını takviye için Sübhânallah, Elhamdü

Page 72: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

lillâh, Allahu ekber üç muazzam hakikatlere ve insanınkâinatta gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran vemedar-ı azamet ve kibriyâ, acip ve güzel ve büyük, pek çokfevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybettenneş’et eden suallerine pek kuvvetli cevap verdiği gibi, OnAltıncı Sözün âhirinde izah edilen şu: Nasıl bir nefer,bayramda bir müşir ile beraber huzur-u padişaha girer; sairvakitte, zabitinin makamıyla onu tanır. Aynen öyle de, heradam hacda bir derece velîler gibi Cenâb-ı HakkıRabbü’l-Arz ve Rabbü’l-Âlemîn ünvanı ile tanımaya başlar.Ve o kibriyâ mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istilâeden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine Allahuekber tekrarıyla umumuna cevap verdiği misillü, OnÜçüncü Lemanın âhirinde izahı bulunan ki, şeytanların enehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ı kat’î verenyine Allahu ekber olduğu gibi, bizim âhiret hakkındakisuâlimize de kısa fakat kuvvetli cevap verdiği misillü,Elhamdû lillâh cümlesi dahi haşri ihtar edip ister. Bize der:“Mânâm âhiretsiz olmaz. Çünkü, ezelden ebede kadar herkimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür onamahsustur, ifade ettiğimden, bütün nimetlerin başı venimetleri hakikî nimet yapan ve bütün zîşuuru ademinhadsiz musibetlerinden kurtaran, yalnız saadet-i ebediyeolabilir ve benim o küllî mânâma mukabele eder.”

Evet, her mü’min, namazlardan sonra, hergün hiçolmazsa yüz elliden ziyade Elhamdü lillâh, Elhamdü lillâhşer’an demesi ve mânâsı da, ezelden ebede kadar birhadsiz geniş hamd ve şükrü ifade etmesi, ancak ve ancak

Page 73: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

saadet-i ebediyenin ve Cennetin peşin bir fiyatı ve muaccelbir bahasıdır. Ve dünyanın kısa ve fâni elemlerle âlûde olannimetlerine münhasır olmaz ve mahsus değil; ve onlara da,ebedî nimetlere vesile olmaları cihetiyle bakar, şükreder.Sübhânallah kelime-i kudsiyesi ise, Cenâb-ı Hakkı şerikten,kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden,merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemâl vecemâl ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis vetenzih etmek mânâsıyla, saadet-i ebediyeyi ve celâl vecemâl ve kemâl-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ıâhireti ve ondaki Cenneti ihtar edip delâlet ve işaret eder.Yoksa, sâbıkan ispat edildiği gibi, saadet-i ebediyeolmazsa, hem saltanatı, hem kemâli, hem celâl, hemcemâl, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedarolurlar.

İşte bu üç kudsî kelimeler gibi, Bismillâh ve Lâ ilâheillâllah ve sâir kelimat-ı mübareke, herbiri erkân-ıimaniyenin birer çekirdeği ve bu zamanda keşfedilen ethülâsası ve şeker hülâsası gibi, hem erkân-ı imaniyenin,hem Kur’ân hakikatlarının hülâsaları ve bu üçü namazınçekirdekleri oldukları gibi, Kur’ân’ın dahiçekirdekleri veparlak bir kısım sûrelerin başlarında pırlantagibigörünmeleri ve çok sünûhatı tesbihatta başlayanRisale-i Nur’un dahi hakiki madenleri ve esasları vehakikatlerinin çekirdekleridirler. Ve velâyet-i Ahmediye veubudiyet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmcihetinde, öyle bir daire-i zikirde, namazdan sonrakitesbihatta bir tarîkat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) virdidirler

Page 74: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ki, her namaz vaktinde yüz milyondan ziyade mü’minlerberaber, o halka-i kübrâ-yı zikirde, ellerinde tesbihlerSübhânallah otuz üç, Elhamdü lillâh otuz üç, Allahu ekberotuz üç defa tekrar ederler.

İşte böyle gayet muhteşem bir halka-i zikirde, sabıkanbeyan ettiğimiz gibi, hem Kur’ân’ın, hem imanın, hemnamazın hülâsaları ve çekirdekleri olan üç kelime-imübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak nekadar kıymettar ve sevaplı olduğunu elbette anladınız.

Bu risalenin başında Birinci Meselesi namaza dair güzelbir ders olduğu gibi, hiç düşünmediğim halde, adetaihtiyarsız olarak, onun âhiri de namaz tesbihatına dairehemmiyetli bir ders oldu.

1الح�مد ل�TUه� ع�ل� ا0نع�ام�ه�

س(بح�انك ال�ع�لم� لنا ا0ال5 م�اع�لمتنا ا0نك انت� الع�ل�يم(2الح��7يم(

1. “Verdiği nimetten dolayı Allah’a hamd olsun.”2. “Seni her tülü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğindenbaşkabilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.”Bakara Sûresi, 2:32.

Page 75: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Dokuzuncu Mesele

ام�ن� الر$س(ول( بم�ا انزل� اBليه� م�ن ر�ب�ه� و�الم(و�م�نون كK~|}م�ن�كKتبه� و�ر(س(ل�ه� ال�نفر�ق( ب�ين� ا:ح�د م�ن �بالTUه� و�م�لئ�ك@ت�ه� و

1ر(س(ل�ه�...

ilâ âhiri’l-âye...

1. “Peygamber, kendisine Rabbinden indirilen Kur’ân’ı tasdik edip ona îmânetti.Mü’minler de onunla beraber îmân ettiler. Onların hepsiAllah’a,meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îmân etti. Onlar,‘BizAllah’ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız; birine inandığımızgibihepsine de inanırız’ diyerek îmân getirdiler.” Bakara Sûresi, 2:285.

Bu âyet-i ecma’ ve âlâ ve ekberin bir küllî ve uzunnüktesini beyan etmeye, bir dehşetli mânevî suâl ve birazametli ve İlâhî bir nimetin inkişafından neş’et eden birhal sebebiyet verdiler. Şöyle ki:

Mânen ruha geldi: Neden bir cüz-ü hakikat-ı imaniyeyi

Page 76: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen Müslüman olmaz?Halbuki, Allah ve âhirete iman, birer güneş gibi o karanlığıizale etmek lâzım geliyor. Hem neden bir rükün vehakikat-i imaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlakadüşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki sairerkân-ı imaniyeye imanı varsa, onu küfr-ü mutlaktankurtarmak lâzım geliyor.

Elcevap: İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânîhakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki,tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısamolmazlar. Çünkü, herbir rükn-ü imanî, kendini ispat edenhüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Herbiriherbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam olur. Öyle ise,bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl,hakikat nazarında birtek rüknü, belki bir hakikati iptal edipinkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünükapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir.

Git gide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur; hemmaddî, hem mânevî Cehenneme gider. İşte biz bumakamda, gayet muhtasar işaretlerle ve MeyveRisalesinde haşrin ispatında, sair erkân-ı imaniye haşri deispat ettiklerini kısacık hülâsalarla beyanı gibi, bumakamda dahi mücmel fezleke ve muhtasar hülâsalarla,Cenâb-ı Hakkın inâyetiyle bu nükte-i âzam Altı Noktadabeyan edilecek.

BİRİNCİ NOKTA

İman-ı billâh, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini,

Page 77: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hem iman-ı bil’âhireti ispat eder ki, Meyve RisalesininYedinci Meselesinde güzelce göstermiş. Evet, bu hadsizkâinatı bir saray, bir şehir, bir memleket gibi bütünlevazımıyla idare eden ve mizan ve intizam dairesindeçeviren ve hikmetlerle değiştiren ve zerrâtı ve seyyârâtı vesinekleri ve yıldızları birer muntazam ordu gibi berabertechiz ve idare eden ve emir ve iradesi dairesindemütemadiyen bir ulvî manevra içinde talim ve tavzifatlafaaliyete ve seyir ü cevelâna ve ubudiyetkârâne bir resm-iküşada ve seyahate getiren ezelî ve bâki bir saltanat-ırububiyet ve ebedî ve daimî bir hâkimiyet-i ulûhiyet, hiçmümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ve hiçbir ihtimalvar mı ki, o ebedî ve sermedî ve bâki ve daimî saltanatınbâki bir makarrı ve daimî bir medarı ve sermedî birmazharı olan dâr-ı âhiret olmasın? Bin defa hâşâ!

Demek Cenâb-ı Hakkın saltanat ve rububiyetive—Yedinci Meselede beyan edildiği gibi—ekser isimlerive vücub-u vücudunun hüccetleri, âhirete şehadet ederlerve isterler. Ve bu kutb-u imanî ne kadar kuvvetli bir nokta-iistinadı var; gör, bil, görür gibi inan.

Hem nasıl iman-ı billâh âhiretsiz olmaz; öyle de,Onuncu Sözde kısa işaretlerle beyan edildiği gibi, hiçbircihette mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki,ulûhiyet ve mâbudiyetin tezahürü için bu kâinatı öyle birmücessem kitab-ı Samedânî ki, her sahifesi bir kitap kadarve her satırı bir sahife kadar mânâları ifade eder ve öylecismânî bir Kur’ân-ı Sübhânî ki, herbir âyet-i tekvîniyesi veherbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer

Page 78: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mu’cize hükmündedir ve öyle muhteşem ve içi hadsizâyâtla ve mânidar nakışlarla tezyin edilmiş bir mescid-iRahmânîdir ki, herbir köşesinde bir tâife, bir nevi ibadet-ifıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden bir Allah, birMâbud-u Bilhak, o kitab-ı kebîrin mânâlarını ders vereceküstadları ve o Kur’ân-ı Samedânînin âyetlerini tefsir edecekmüfessirleri elçi olarak göndermesin ve o mescid-i ekberdehadsiz tarzlarda ibadet edenlere imamları tayin etmesin veo üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanlarıvermesin? Hâşâ, yüz bin hâşâ!

Hem cemâl-i rahmetini ve hüsn-ü şefkatini ve kemâl-irububiyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre vehamde sevk etmek için bu kâinatı öyle bir ziyafetgâh ve birteşhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki, hadsiz çeşit çeşit, leziznimetler ve gayet antika, hadsiz harika san’atlar içindedizilmiş bir tarzda halk eden bir Sâni-i Rahîm ve Kerîm, hiçmümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, oziyafetgâhtaki zîşuur mahlûklarla konuşmasın ve onlara onimetlere mukàbil elçileri vasıtasıyla vazife-i teşekküriyeyive tezahür-ü rahmetine ve sevdirmesine karşı vazife-iubudiyeti bildirmesin. Hâşâ, binler hâşâ!

Hem hiç mümkün müdür: Bir Sâni san’atını sever,beğendirmek ister, hattâ ağızların bin çeşit zevklerininazara alması delâletiyle, takdir ve tahsinlerle karşılanmakarzu eder ve herbir san’atıyla kendini hem tanıttırmak,hem sevdirmek, hem bir çeşit mânevî cemâlini göstermekister bir tarzda bu kâinatı antika san’atlarla süslendirdiğihalde kâinattaki zîhayatın kumandanları olan insanlara

Page 79: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

onların büyüklerinden bir kısmıyla konuşupelçi olarakgöndermesin; güzel san’atları takdirsiz ve fevkalâde hüsn-üesmâsı tahsinsiz ve tanıttırması ve sevdirmesi mukabelesizkalsın? Hâşâ, yüz bin hâşâ!

Hem bütün zîhayatın ihtiyacat-ı fıtriyeleri için dualarınave hâl diliyle edilen bütün ilticalara ve arzulara vaktivaktine, kast ve ihtiyar ve iradeyi gösterir bir tarzda hadsizin’âmlarıyla ve nihayetsiz ihsanatıyla fiilen ve halen sarihbir surette konuşan bir Mütekellim-i Alîm, hiç mümkünmüdür, hiç akıl kabul eder mi, en cüz’î bir zîhayat ile fiilenve halen konuşsun ve tam derdine derman yetiştirenihsanıyla derdini dinlesin ve ihtiyacını görsün ve bilsin; vebütün kâinatın en müntehap neticesi ve arzın halifesi veekser mahlûkat-ı arziyenin kumandanları olan insanlarınmânevî reisleriyle görüşmesin? Onlarla, belki her zîhayatlafiilen ve halen konuştuğu gibi, onlarla kavlen ve kelâmenkonuşmasın ve onlara fermanları ve suhuf ve kitaplarıgöndermesin? Hâşâ, hadsiz hâşâ!

Demek, iman-ı billâh, kat’iyetiyle ve hadsizhüccetleriyle ve bikütübihî ve rusülihî, yani peygamberlereve mukaddes kitaplara imanı ispat eder.

Hem hiç bir cihet-i imkânı var mı ve hiç akıl kabul edermi ki, bütün masnuatıyla kendini tanıttırana ve sevdireneve teşekküratı fiilen ve halen isteyene mukàbil, kâinatıvelveleye veren hakikat-i Kur’âniye ile Zülcelâl oSan’atkârı ekmel bir tarzda tanıyıp ve tanıttırıp ve sevip vesevdirip ve teşekkür edip ve ettirip ve Sübhânallah,

Page 80: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Elhamdü lillâh, Allahu ekber’lerle küre-i arzı semâvâtaişittirecek derecede konuşturup ve kara ve denizlericezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üç yüz sene zarfındanev-i beşerin kemiyeten beşten birisini ve keyfiyeten veinsaniyeten yarısını arkasına alıp o Hâlıkın bütüntezahürat-ı rububiyetine geniş ve küllî bir ubudiyetlemukabele eden ve bütün makàsıd-ı İlâhiyesine karşıKur’ân’ın sûreleriyle kâinata ve asırlara bağıran, dersveren, dellâllık eden ve nev-i insanın şerefini ve kıymetinive vazifesini gösteren ve bin mu’cizatıyla tasdik edilenMuhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, en müntehapmahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resûlüolmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ!

Demek, Eşhedû en lâ ilâhe illâllahhakikati, bütünhüccetleriyle ve eşhedû enne Muhammede’r-Resulullahhakikatini ispat eder.

Hem hiç imkân var mı ki, bu kâinatın Sânii, mahlûkatınıyüz bin dillerle birbiriyle konuştursun ve onlarınkonuşmalarını işitsin ve bilsin ve kendisi konuşmasın?Hâşâ!

Hem hiç akıl kabul eder mi ki, kâinattaki makàsıd-ıİlâhiyesini bir fermanla bildirmesin? Ve muammâsınıaçacak ve “Mahlûkat ne yerden geliyorlar? Ve ne yeregidecekler? Ve niçin böyle kàfile kàfile arkasında burayagelip bir parça durup geçiyorlar?” diye üç dehşetli sual-iumumîye hakiki cevap verecek Kur’ân gibi bir kitabıgöndermesin? Hâşâ!

Page 81: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hem hiç mümkün müdür ki, on üç asrı ışıklandıran veher saatte yüz milyon lisanlarda kemâl-i hürmetle gezen vemilyonlar hâfızların kalblerinde kudsiyetiyle yazılan venev-i beşerin keyfiyeten kısm-ı âzamını kanunlarıyla idareeden ve nefislerini ve ruhlarını ve kalblerini ve akıllarınıterbiye ve tezkiye ve tasfiye ve talim eden ve Risale-iNur’da kırk vech-i i’cazı ispat edilen ve kırk taife vetabaka-i nâsa ve her tabakaya karşı bir nevi i’câzınıgösterdiği kerametli ve harikalı On Dokuzuncu Mektuptabeyan olunan ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm binmu’cizatıyla onun bir mu’cizesi olarak hak kelâmullaholduğu kat’î ispat edilen Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, hiçbircihette imkânı var mı ki, o Mütekellim-i Ezelî ve o Sâni-iSermedînin kelâmı ve fermanı olmasın? Hâşâ, yüz bin defahâşâ ve kellâ!

Demek, iman-ı billâh, bütün hüccetleriyle, Kur’ân’ınkelâmullah olduğunu ispat ediyor.

Hem hiç mümkün müdür ki, zeminin yüzünümütemadiyen zîhayatlarla doldurup boşaltan ve kendinitanıttırmak ve ibadet ve tesbihat ettirmek için budünyamızı zîşuurlarla şenlendiren bir Sultan-ı Zülcelâl,semâvâtı ve yıldızları boş ve hâli bıraksın; onlara münasipahâliyi yaratıp, o semâvî saraylarda iskân etmesin vesaltanat-ı rububiyetini en büyük memleketinde hademesiz,haşmetsiz, memursuz, elçisiz, yâversiz, nâzırsız, seyircisiz,âbidsiz, raiyetsiz bıraksın? Hâşâ, melekler sayısınca hâşâ!

Hem hiçbir cihette imkânı var mı ki, bu kâinatı öyle bir

Page 82: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kitap tarzında yazar ki, herbir ağacın bütün tarihçe-ihayatını bütün çekirdeklerinde kaydeden ve herbir otun veçiçeğin bütün vazife-i hayatiyesini bütün tohumlarındayazan ve herbir zîşuurun bütün sergüzeşte-i hayatiyesinihardal gibi küçük kuvve-i hafızasında gayet mükemmelyazdıran ve bütün mülkünde ve devâir-i saltanatında herameli ve her hâdiseyi müteaddit fotoğraflarla alarakmuhafaza eden ve rububiyetin en ehemmiyetli bir esasıolan adalet, hikmet ve rahmetinin tecellîleri vetahakkukları için koca Cennet ve Cehennemi ve sırat vemizan-ı ekberi yaratan bir Hâkim-i Hakîm ve bir Alîm-iRahîm, insanların kâinatı alâkadar eden amelleriniyazdırmasın ve mücâzât ve mükâfat için fiillerinikaydettirmesin ve seyyiat ve hasenatlarını kaderinlevhalarında yazmasın? Hâşâ, kaderin Levh-i Mahfuzundayazılan harfleri adedince hâşâ!

Demek, iman-ı billâh hakikatı, hüccetleriyle hemmelâikeye iman, hem kadere iman hakikatlerini dahi kat’îispat eder. Güneş gündüzü ve gündüz güneşi gösterdiğigibi, imanın rükünleri birbirini ispat ederler.

İKİNCİ NOKTA

Başta Kur’ân, bütün semâvî kitaplar ve suhuflar ve baştaMuhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olarak, bütünpeygamberler (aleyhimüsselâm), bütün dâvâları beş altıesas üzerine dönüyorlar, mütemadiyen o esasları dersvermeye ve ispat etmeye çalışıyorlar. Onlarınpeygamberliklerine ve doğruluklarına şehadet eden bütün

Page 83: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hüccetler ve deliller, o esaslara bakıyorlar. Onlarınhakkaniyetlerine kuvvet veriyorlar. O esaslar ise, iman-ıbillâh ve iman-ı bil’âhiret ve sâir rükünlere imandır.

Demek imanın altı rüknü birbirlerinden ayrılmalarımümkün değildir. Herbirisi umumunu ispat eder, ister,iktiza eder. O altı, öyle bir küll ve küllîdir ki, tecezzî kabuletmez ve inkısamı imkân hâricindedir. Nasıl ki, kökügöklerde tûbâ ağacı gibi, herbir dalı, herbir meyvesi, herbiryaprağı, o koca ağacın küllî, tükenmez hayatına dayanıyor.O kuvvetli ve güneş gibi zâhir o hayatı inkâr edemeyen,birtek muttasıl yaprağın hayatını inkâr edemez. Eğer etse,o ağaç, dalları ve meyveleri ve yaprakları sayısınca omünkiri tekzip edecek, susturacak. Öyle de, iman, altırükünleriyle aynı vaziyettedir.

Bu makamın başında, altı nokta ve herbir nokta dahibeş nükte olarak altı erkân-ı imaniyeyi, otuz altı nüktedebeyan etmek niyet edilmişti. Ve baştaki dehşetli sualeizahatla cevap vermek murad etmiştim. Fakat bazı ârızalarmeydan vermediler. Tahmin ederim ki, Birinci Nokta kâfibir mikyas olmasından, daha, zekîlere ziyade izaha ihtiyaçkalmadı. Ve tam anlaşıldı ki, bir Müslüman bir hakikat-ıimaniyeyi inkâr etse, küfr-ü mutlaka düşer. Çünkü, başkadinlerin icmallerine mukàbil İslâmiyette tam izahatverilmiş, rükünler birbiriyle zincirlenmiş. MuhammedAleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan, tasdik etmeyen birMüslüman, Allah’ı da sıfâtıyla daha tanımaz ve âhiretibilmez. Bir Müslümanın imanı o kadar kuvvetli vesarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir

Page 84: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

özür kalmıyor, âdeta akıl kabulde mecbur oluyor.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

Bir zaman Elhamdü lillâh dedim, onun hadsiz genişmânasına mukàbil gelecek bir nimet aradım. Birden bucümle hatıra geldi:

ان�ي$ت�ه�، الح�مد ل�TUه� ع�ل� اال0يم�ان بالTUه�، و�ع�ل� و�حدا و�ع�لىۇج(وب ۇج(وده� و�ع�ل� ص�فات�ه�، و�اسم�ائ�ه�، ح�مد

1بع�ددتج�لي�ات اسم�ائ�ه� م�ن� اال�زل ا0ل� اال�ب�د

Ben de baktım, tam mutabıktır. Şöyle ki: ………

1. “Allah’a iman için ve vahdâniyeti için ve vücub-u vücudu için ve sıfâtıveesmâsı için, ezelden ebede bütün esmâsının tecelliyâtı adedince Ona hamdolsun.”

Page 85: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Onuncu Mesele

Emirdağ Çiçeği

Kur’ân’da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayetkuvvetli bir cevaptır.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Gerçi bu Mesele, perişan vaziyetimden müşevveş ve letafetsizolmuş. Fakat o müşevveş ibare altında çok kıymetli bir nevii’câzı kat’î bildim. Maatteessüf ifadeye muktedir olamadım.Her ne kadar ibaresi sönük olsa da, Kur’ân’a ait olmakcihetiyle, hem ibadet-i tefekküriye, hem kudsî, yüksek, parlakbir cevherin sadefidir. Yırtık libasına değil, elindeki elmasabakılsın. Eğer münasipse ‘Onuncu Mesele’ yapınız. Değilse,sizin tebrik mektuplarınıza mukàbil bir mektup kabul ediniz.Hem bunu gayet hasta ve perişan ve gıdasız, bir iki günRamazan’da mecburiyetle, gayet mücmel ve kısa ve bir cümledepek çok hakikatleri ve müteaddit hüccetleri derc ederekyazdım. Kusura bakılmasın.HAŞİYE-1

Haşiye-1 Denizli Hapsinin meyvesine Onuncu Mesele olarak Emirdağı’nın vebu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir. Tekrarat-ı Kur’âniyenin birhikmetini beyanla ehl-i dalâletin ufûnetli ve zehirli evhamlarını izale eder.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Page 86: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Ramazan-ı Şerifte Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânı okurken,Risale-i Nur’a işaretleri Birinci Şuâda beyan olunan otuz üçâyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sahifesi veyaprağı ve kıssası dahi Risale-i Nur’a ve şakirtlerine,kıssadan hisse almak noktasında bir derece bakıyor.Hususan Sûre-i Nur’dan âyâtü’n-nur, on parmakla Risale-iNur’a baktığı gibi, arkasındaki âyet-i zulümat dahimuarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Adeta omakam, cüz’iyetten çıkıp külliyet kesb eder. Ve bu asırda oküllînin tam bir ferdi Risale-i Nur ve şakirtleridir diyehissettim.

Evet, Kur’ân’ın hitabı, evvelâ Mütekellim-i Ezelîninrububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev-ibeşer, belki kâinat namına muhatap olan zâtın genişmakamından, hem umum nev-i beşer ve benî Âdeminbütün asırlarda irşadlarının gayet vüs’atli makamından,hem dünya ve âhiretin, arz ve semâvâtın, ezel ve ebedin veHâlık-ı Kâinatın rububiyetine ve bütün mahlûkatıntedbirine dair kavânin-i İlâhiyenin gayet yüksek ihatalıbeyanatının geniş makamından aldığı vüs’at ve ulviyet veihâta cihetiyle, o hitap öyle bir yüksek i’câz ve şümûlgösterir ki, ders-i Kur’ân’ın, muhataplarından en kesretlitaife olan tabaka-i avâmın basit fehimlerini okşayan zâhirîve basit mertebesi dahi, en ulvî tabakayı da tam hissedareder. Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-itarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradıolarak her asra ve her tabakaya hitap ederek taze nazil

Page 87: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

oluyor. Ve bilhassa çok tekrarla الظال�م�ين�.. الظال�م�ين� ..

deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-isemâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsizzulümlerine, kavm-i Âd ve Semûd ve Fir’avunun başlarınagelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahimve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıylatesellî veriyor.

Evet, nazar-ı gaflet ve dalâlette vahşetli ve dehşetli birademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olanbütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlıbirer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acipâlem ve mevcut ve bizimle münasebetdar bir memleket-iRabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi ozamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra veher tabakaya gösterip yüksek bir i’câz ile dersini verenKur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, aynı i’câz ile, nazar-ı dalâlettecâmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak vezevâlde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, birşehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun’-i Rabbânî olarak ocâmidâtı canlandırarak birer vazifedar suretinde birbiriylekonuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşereve cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleriveren bu Kur’ân-ı Azîmüşşan elbette her harfinde on veyüz ve bazen bin ve binler sevap bulunması; ve bütün cinve ins toplansa onun mislini getirememesi; ve bütün benîÂdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması; ve her zamanmilyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması; ve çok

Page 88: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması; ve çokiltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik vebasit kafalarında mükemmel yerleşmesi; ve hastaların veaz sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağındamâ-i zemzem misillü hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazlarıkazanır. Ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirtlerinekazandırır.

Ve tercümanın ümmiyet mertebesini tam riayet etmeksırrıyla, hiçbir tekellüf ve hiçbir tasannu ve hiçbir gösterişemeydan vermeden selâset-i fıtriyesini ve doğrudandoğruya semadan gelmesini ve en kesretli olan tabaka-iavâmın basit fehimlerini tenezzülât-ı kelâmiye ile okşamakhikmetiyle, en ziyade sema ve arz gibi en zâhir ve bedihîsahifeleri açıp o âdiyat altındaki hârikulâde mu’cizat-ıkudretini ve mânidar sutûr-u hikmetini ders vermeklelûtf-u irşadda güzel bir i’caz gösterir.

Tekrarı iktiza eden dua ve dâvet ve zikir ve tevhid kitabıdahi olduğunu bildirmek sırrıyla, güzel, tatlı tekraratıylabirtek cümlede ve birtek kıssada ayrı ayrı çok mânâları,ayrı ayrı muhatap tabakalarına tefhim etmekte ve cüz’î veâdi bir hâdisede en cüz’î ve ehemmiyetsiz şeyler dahinazar-ı merhametinde ve daire-i tedbir ve iradesindebulunmasını bildirmek sırrıyla tesis-i İslâmiyette vetedvin-i şeriatta Sahabelerin cüz’î hâdiselerini dahi nazar-ıehemmiyete almasında, hem küllî düsturların bulunması,hem umumî olan İslâmiyetin ve şeriatın tesisinde o cüz’îhâdiseler, çekirdekler hükmünde çok ehemmiyetlimeyveleri verdikleri cihetinde de bir nevi i’câz gösterir.

Page 89: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Evet, ihtiyacın tekerrürüyle tekrarın lüzumuhaysiyetiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallerecevap olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren ve kocakâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek,dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak vezerrattan yıldızlara kadar bütün cüz’iyat ve külliyatı tek birZâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek vekâinatı ve arz ve semâvâtı ve anâsırı kızdıran ve hiddetegetiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkatihesabına gazab-ı İlâhîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyigösterecek hadsiz, harika ve nihayetsiz, dehşetli ve genişbir inkılâbın tesisinde, binler netice kuvvetinde bazıcümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısımâyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetlibir i’caz ve gayet yüksek bir belâğat ve mukteza-yı hâlegayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir.

Meselâ, birtek âyet iken yüz on dört defa tekrar edilenBismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Risale-i Nur’un OnDördüncü Lem’asında beyan edildiği gibi, Arşı ferş ilebağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes onamuhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekraredilse yine ihtiyaç var.Değil yalnız ekmek gibi hergün,belki hava ve ziya gibi her dakika onaihtiyaç ve iştiyakvardır.

Hem meselâ, Sûre-i طسمde sekiz defa tekrar edilen şu1âyeti, o sûrede hikâye edilenاBن ر�ب$ك له(و� الع�زيز( الر$ح�يم(

Page 90: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

peygamberlerin necatlarını ve kavimlerinin azaplarını,kâinatın netice-i hilkati hesabına ve rububiyet-i âmmeninnâmına o binler hakikat kuvvetinde olan âyeti tekrarederek izzet-i Rabbâniye, o zâlim kavimlerin azabını verahîmiyet-i İlâhiye dahi enbiyanın necatlarını iktiza ettiğiniders vermek için binler defa tekrar olsa yine ihtiyaç veiştiyak var ve i’cazlı, îcazlı bir ulvî belâğattır.

Hem meselâ, Sûre-i Rahmân’da tekrar edilen 2فبا:ى�

تك@ذب�ان ر�ب�K7م�ا âyetiاال�ء0 ile Sûre-i Mürselât’ta 3

Yلي�ول�لم(7@ذبين� ,âyetiي�و>م�ئ�ذ cin ve nev-i beşerin, kâinatı

kızdıran ve arz ve semâvâtı hiddete getiren ve hilkat-ıâlemin neticelerini bozan ve haşmet-i saltanat-ı İlâhiyeyekarşı inkâr ve istihfafla mukabele eden küfür veküfranlarını ve zulümlerini ve bütün mahlûkatınhukuklarına tecavüzlerini asırlara ve arz ve semâvâtatehditkârâne haykıran bu iki âyet, böyle binler hakikatlerlealâkadar ve binler mesele kuvvetinde olan bir ders-iumumîde binler defa tekrar edilse yine lüzum var ve celâllibir îcaz ve cemâlli bir i’câz-ı belâğattır.

1. “Rabbin ise, şüphesiz ki, kudreti herşeye galip olan ve rahmeti herşeyikuşatan Allah’tır.” Şuarâ Sûresi, 26:9.2. “Ey insanlar ve cinler, Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâredersiniz?” Rahmân Sûresi, 55:13.3. “Yazıklar olsun o gün yalanlayanlara!” Mürselât Sûresi, 77:15.

Hem meselâ, Kur’ân’ın hakiki ve tam bir nevi münâcâtıve Kur’ân’dan çıkan bir çeşit hülâsası olan Cevşenü’l-Kebîr

Page 91: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

namındaki münâcât-ı Peygamberîde (a.s.m.) yüz defa

س(بح�انك ي�ا ال� اBله� اBال5 انت� اال�م�ان اال�م�ان خلصنا،1اجرنا، نج�نا م�ن� النار

cümlesinin tekrarında, tevhid gibi kâinatça en büyükhakikat ve mahlûkatın rububiyete karşı tesbih ve tahmid vetakdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetlivazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev-iinsanın en dehşetli meselesi ve ubudiyet ve acz-i beşerinen lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle, binler defa tekraredilse yine azdır.

1. “Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yokkibize imdat etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden veCehennemdenhalâs et, kurtar ve bize necat ver .”

İşte tekrarat-ı Kur’âniye bu gibi metin esaslara bakıyor.Hattâ bazen bir sahifede iktiza-yı makam ve ihtiyac-ı ifhamve belâğat-ı beyan cihetiyle yirmi defa sarîhan ve zımnentevhid hakikatini ifade eder; değil usanç, belki kuvvet veşevk ve halâvet verir. Risalei’n-Nur’da, tekrarat-ı Kur’âniyene kadar yerinde ve münasip ve belâğatça makbul olduğu,hüccetleriyle beyan edilmiş.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın Mekkiye sûreleriyle, Medinesûreleri belâğat noktasında ve i’caz cihetinde ve tafsil veicmal vechinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmetişudur ki:

Mekke’de, birinci safta muhatap ve muarızları, Kureyş

Page 92: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

müşrikleri ve ümmîleri olduğundan, belâğatça kuvvetli birüslûb-u âlî ve i’cazlı, muknî, kanaat verici bir icmal; vetespit için tekrar lâzım geldiğinden, ekseriyetçe Mekkiyesûreleri erkân-ı imaniyeyi ve tevhidin mertebelerini gayetkuvvetli ve yüksek ve i’cazlı bir îcaz ile ifade ve tekrarederek, mebde’ ve meâdı, Allah’ı ve âhireti, değil yalnız birsahifede, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede, belki bazanbir harfte ve takdim, tehir ve târif ve tenkir ve hazf ve zikirgibi heyetlerde öyle kuvvetli ispat eder ki, ilm-i belâğatındâhî imamları hayretle karşılamışlar. Risalei’n-Nur vebilhassa Kur’ân’ın kırk vech-i i’câzını icmalen ispat edenYirmi Beşinci Söz zeyilleriyle beraber ve Kur’ân’ınnazmındaki vech-i i’câzı hârika bir tarzda beyan ispat edenArabî Risalei’n-Nur’dan İşârâtü’l-İ’câz tefsiri bilfiilgöstermişler ki, Mekkî olan sûre ve âyetlerde en âlî birüslûb-u belâğat ve en yüksek bir i’câz-ı îcâzî vardır.

Amma, Medîne sûre ve âyetlerde, birinci safta muhatapve muarızlar; Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasârâ gibiehl-i kitap olduğundan, mukteza-yı belâğat ve irşad vemutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vâzıh vetafsilli bir üslûpla ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usûlünüve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olanşeriatın ve ahkâmın ve teferruatın ve küllî kanunlarınmenşeleri ve sebepleri olan cüz’iyatın beyanı lâzımgeldiğinden, o Medîne sûre ve âyetlerde, ekseriyetçe tafsilve izah ve sade üslûpla beyanat içinde, Kur’ân’a mahsusemsalsiz bir tarz-ı beyanla, birden o cüz’î teferruat hâdisesiiçinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve

Page 93: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

o cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisâlini iman-ıbillâh ile temin eden bir cümle-i tevhidiye ve esmâiye veuhreviyeyi zikreder, o makamı nurlandırır, ulvîleştirir,küllîleştirir.

Risale-i Nur, âyetlerin âhirlerinde ekseriyetle gelen

Yقدير Zل� ش�>ءKه� ع�ل� كTUن الB1ا Yع�ل�يم Zل� ش�>ءK7ه� بTUن الB2ا

3و�ه(و� الع�زيز( الح��7يم(4و�ه(و� الع�زيز( الر$ح�يم(

gibi tevhidi ve âhireti ifade eden fezlekeler vehâtimelerde ne kadar yüksek bir belâğat ve meziyetler vecezâletler ve nükteler bulunduğunu, Yirmi Beşinci Sözünİkinci Şûlesinin İkinci Nurunda o fezleke ve hâtimelerinpek çok nüktelerinden ve meziyetlerinden on tanesinibeyan ederek, o hülâsalarda bir mu’cize-i kübrâbulunduğunu muannidlere de ispat etmiş.

1. “Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir.” Bakara Sûresi, 2:20.2. “Şüphesiz ki Allah herşeyi hakkıyla bilir.” Ankebut sûresi, 29:62.3. “Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar.” Rum Sûresi,30:27.4. “Onun kudreti herşeye galiptir, O çok bağışlayıcıdır.” Rum Sûresi, 30:5.

Evet, Kur’ân, o teferruat-ı şer’iye ve kavânin-iiçtimaiyenin beyanı içinde birden muhatabın nazarını enyüksek ve küllî noktalara kaldırıp, sade üslûbu bir ulvîüslûba ve şeriat dersinden tevhid dersine çevirerek,Kur’ân’ı, hem bir kitab-ı şeriat ve ahkâm ve hikmet, hembir kitab-ı akîde ve iman ve zikir ve fikir ve dua ve dâvet

Page 94: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olduğunu gösterip, her makamda çok makàsıd-ı irşadiye-iKur’âniyeyi ders vermesiyle Mekkiye âyetlerin tarz-ıbelâğatlarından ayrı ve parlak mu’cizâne bir cezâlet izhar

eder. Bazan iki kelimede, meselâ, 1الع�الم�ين� veر�ب'

2

,deر�ب'ك tabiriyleر�ب'ك ehadiyeti ve الع�الم�ين� ileر�ب'

vâhidiyeti bildirir, ehadiyet içinde vâhidiyeti ifade eder.

Hattâ bir cümlede, bir zerreyi bir gözbebeğinde gördüğüve yerleştirdiği gibi, güneşi dahi aynıâyetle, aynı çekiçlegöğün gözbebeğinde yerleştirir ve göğe bir gözyapar.

Meselâ, 3و�اال�رض� الس$م"و�ات âyetindenخلق� sonra

4

الليل ف�� النه�ار� و�ي(ول�ج( النه�ار ف�� اليل� âyetininي(ول�ج(

akabinde بذات الص'دور Yع�ل�يم �der. Zemin ve göklerinو�ه(و

haşmet-i hilkatinde kalbin dahi hâtırâtını bilir idare ederder, tarzında bir beyanat cihetiyle o sade ve ümmiyetmertebesini ve avâmın fehmini nazara alan basit ve cüz’îmuhavere, o tarz ile ulvî ve câzibedar ve umumî veirşadkâr bir mükâlemeye döner.

1. “Âlemlerin Rabbi.”2. “Rabbin.”3. “Yeri ve göğü yaratan Odur.” Hadîd Sûresi, 57:4.4. “O geceyi gündüze, gündüzü de geceye geçirir.” Hadîd Sûresi, 57:6.

Bir sual: “Bazen ehemmiyetli bir hakikat sathî nazarlaragörünmediğinden ve bazı makamlarda cüz’î ve âdi birhâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir

Page 95: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

düsturu beyan etmekte münasebet bilinmediğinden, birkusur tevehhüm edilir. Meselâ, Hazret-i Yusuf

Aleyhisselâm kardeşini bir hile ile alması içinde 1و�فو>ق�

Yع�ل�يم ع�لم� diyeكKل� ذى gayet yüksek bir düsturun zikri

belâğatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmetinedir?”

1. “Her bilenin üzerinde daha iyi bilen biri vardır.” Yûsuf Sûresi, 12:76.

Elcevap: Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzunsûrelerde ve mutavassıtlarda ve çok sahife ve makamlardayalnız iki üç maksat değil, belki Kur’ân, mahiyeti hem birkitab-ı zikir ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat vehikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleritazammun ederek rububiyet-i İlâhiyenin herşeye ihatasınıve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinatkitab-ı kebîrinin bir nevi kıraati olan Kur’ân, elbette hermakamda, hattâ bazen bir sahifede çok maksatları takibenmarifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve imanhakikatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda,meselâ zâhirce zayıf bir münasebetle başka bir ders açarve o zayıf münasebete çok kuvvetli münasebetler iltihakederler, o makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâğatıyükselir.

İkinci bir sual: “Kur’ân’da sarîhan ve zımnen ve işareten,âhiret ve tevhidi ve beşerin mükâfat ve mücâzâtını binlerdefa ispat edip nazara vermenin ve her sûrede, hersahifede, her makamda ders vermenin hikmeti nedir?”

Page 96: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Elcevap: Daire-i imkânda ve kâinatın sergüzeştine aitinkılâplarda ve emanet-i kübrayı ve hilâfet-i arziyeyiomuzuna alan nev-i beşerin şekavet ve saadet-i ebediyeyemedar olan vazifesine dair en ehemmiyetli, en büyük, endehşetli meselelerinden, en azametlilerini ders vermek vehadsiz şüpheleri izale etmek ve gayet şiddetli inkârları veinatları kırmak cihetinde, elbette o dehşetli inkılâplarıtasdik ettirmek ve o inkılâplar azametinde büyük ve beşereen elzem ve en zaruri meseleleri teslim ettirmek için,Kur’ân, binler defa değil, belkimilyonlar defa onlarabaktırsa yine israf değil ki, milyonlar keretekrarla obahisler Kur’ân’da okunur, usanç vermez, ihtiyaçkesilmez.Meselâ,

ا0ن الذين� ام�نوا و�ع�م�لوا الص$ال�ح�ات له(م ج�ناتY تجرى1م�ن تحت�ه�ا اال�نه�ار(...

âyetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediye hakikati,bîçare beşere her dakika kendini gösteren hakikat-i mevtin,“Hem insanı, hem dünyasını, hem bütün ahbabını idam-ıebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırır”dediğinden milyarlar defa tekrar edilse ve kâinat kadarehemmiyet verilse, yine israf olmaz, kıymetten düşmez.

1. “İmân eden ve güzel işler yapanlar için ise, altından ırmaklar akan Cennetlervardır.” Bürûc Sûresi, 85:11.

İşte bu çeşit hadsiz kıymettar meseleleri ders veren vekâinatı bir hane gibi değiştiren ve şeklini bozan dehşetli

Page 97: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

inkılâpları tesis etmekte iknaa ve inandırmaya ve ispataçalışan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, elbette sarîhan ve zımnenve işareten binler defa o meselelere nazar-ı dikkaticelbetmek, değil israf, belki ekmek, ilâç, hava ve ziya gibibirer hâcet-i zaruriye hükmünde ihsanını tazelendirir.

Hem meselâ,

1ا0ن ال7@اف�رين�2ف�� نار ج�ه�نم

3و�الظال�م�ين� Yال�يم Yاب 4له(م ع�ذ

gibi tehdit âyetlerini Kur’ân gayet şiddet ve hiddetle vegayet kuvvet ve tekrarla zikretmesinin hikmeti ise, Risale-iNur’da kat’î ispat edildiği gibi, beşerin küfrü, kâinatın veekser mahlûkatın hukukuna öyle bir tecavüzdür ki,semâvâtı ve arzı kızdırıyor ve anâsırı hiddete getiriptufanlarla o zâlimleri tokatlıyor.

ا0ذا القوا ف�يه�ا س�م�ع(وا له�ا شهيقا و�ه��� تفور( تك@اد( تم�ي$ز(5م�ن� الغيظ�

âyetinin sarahatiyle, o zâlim münkirlere Cehennem öyleöfkeleniyor ki, hiddetinden parçalanmak derecesinegeliyor. İşte böyle bir cinayet-i âmmeye ve hadsiz birtecavüze karşı beşerin küçüklük ve ehemmiyetsizliğinoktasında değil, belki zâlimâne cinayetinin azametine vekâfirâne tecavüzünün dehşetine karşı, Sultan-ı Kâinat kendiraiyetinin hukukunun ehemmiyetini ve o münkirlerin küfürve zulmündeki nihayetsiz çirkinliğini göstermekhikmetiyle, fermanında gayet hiddet ve şiddetle o cinayeti

Page 98: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve cezasını değil bin defa, belkimilyonlar ve milyarlarlatekrar etse, yine israf ve kusur değil ki, binseneden beriyüzer milyon insanlar hergün usanmadan kemâl-i iştiyaklave ihtiyaçla okurlar.

1. “Hiç şüphesiz kâfirler…” Nisâ Sûresi, 4:111.2. “Cehennem ateşindedir.” Tevbe Sûresi, 9:35, 109.3. “Ve zâlimler…” İnsan Sûresi, 76:31.4. “Onlar için acı bir azap vardır.” İbrahim Sûresi, 14:22.5. “Oraya atıldıklarında Cehennemin gürleyişini işitirler ki, kaynayıpduruyor.Neredeyse o Cehennem onlara olan öfkesinden parçalanacak!” MülkSûresi,67:7-8.

Evet, hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, tazebir âlemin kapısıkendine açılmasından, o geçici herbirâlemini nurlandırmak için ihtiyaçve iştiyakla Lâ ilâheillâllah cümlesini binler defa tekrar ile o değişen perdelereve âlemlere herbirisine bir Lâ ilâhe illâllah’ı bir lâmbayaptığı gibi, öyle de, o kesretli, geçici perdeleri vetazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-ihayatında in’ikâs eden suretlerini çirkinleştirmemek velehinde şahit olabilen o misafir vaziyetleri aleyhineçevirmemek için, o cinayetlerin cezalarını ve Padişah-ıEzelînin şiddetli ve inatlarını kıran tehditlerini, her vakitKur’ân’ı okumakla tahattur edip ve nefsin tuğyanındankurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur’ân gayet mânidartekrar eder. Ve bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarlatehdidat-ı Kur’âniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten,şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen münkirlereCehennem azabı ayn-ı adalettir, diye gösterir.

Hem meselâ, Asâ-yı Mûsâ gibi çok hikmetler ve

Page 99: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

faideleri bulunan kıssa-i Mûsâ’nın (a.s.) ve sair enbiyanınkıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.)hakkaniyetine bütün enbiyanın nübüvvetlerini hüccetgösterip, “Onların umumunu inkâr edemeyen, bu zâtınrisaletini hakikat noktasında inkâr edemez” hikmetiyle; veherkes her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir vemuvaffak olamadığından, herbir uzun ve mutavassıt sûreyibirer küçük Kur’ân hükmüne getirmek için, ehemmiyetlierkân-ı imaniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf,belki mukteza-yı belâğattır ve hâdise-i Muhammediye,bütün benî Âdemin en büyük hâdisesi ve kâinatın enazametli meselesi olduğunu ders vermektir.

Evet, Kur’ân’da Zât-ı Ahmediyeye en büyük makamvermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla Lâ ilâheillâllah rüknüne denk tutulan Muhammedun Resulullahrisalet-i Muhammediye kâinatın en büyük hakikati ve zât-ıAhmediye bütün mahlûkatın en eşrefi ve hakikat-iMuhammediye tabir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi vemakam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşi olduğunave bu hârika makama liyakatine dair pekçok hüccetleri veemareleri, kat’î bir surette Risale-i Nur’da ispat edilmiş.Binden birisi şudur ki: Es-sebebu ke’l-fâil düsturuyla, bütünümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir mislionun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatınhakikatlerini, getirdiği nurla nurlandırması, değil yalnız cin,ins, melek ve zîhayatı, belki kâinatı semâvât ve arzıminnettar eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın duaları veihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanatın duaları, gözümüz önünde

Page 100: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bilfiil kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belkiruhanîlerle beraber milyarlar fıtrî ve reddedilmez dualarımakbul olan sulehâ-yı ümmeti hergün o zâta salât veselâm ünvanı ile rahmet duaları ve mânevî kazançlarını enevvel o zâta bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunanKur’ân’ın üç yüzbin hurufunun herbirisinde on sevaptan tâyüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yalnız kıraat-iKur’ân cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesihaysiyetiyle, o zâtın şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-iMuhammediye (a.s.m.) istikbâlde bir şecere-i tûbâ-i Cennethükmünde olacağını Allâmü’l-Guyûb bilmiş ve görmüş, omakama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş vefermanında ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyyesine ittibâ ileşefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniyegöstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olanşahsiyet-i beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesiniara sıra nazara almasıdır.

İşte Kur’ân’ın tekrar edilen hakikatleri bu kıymetteolduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mu’cize-imâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadeteder—meğer maddiyyunluk tâunuyla maraz-ı kalbe vevicdan hastalığına müptelâ ola!

قد ي(نك�ر( الم�رء( ض�و>ء� الشمس م�ن ر�م�د و�ي(نك�ر( الفم( طعم�1الم�اء0 م�ن س�قم�

kaidesine dahil olur.

1. Bazan insan, göz hastalığından dolayı güneş ışığını inkâr eder. Ağzındaki

Page 101: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hastalıktan dolayı da suyun tadını beğenmez.

Page 102: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Bu Onuncu Meseleye bir hâtime olarak ikihaşiyedir:

Birincisi:

Bundan on iki sene evvel1işittim ki, en dehşetli vemuannid bir zındık, Kur’ân’a karşı suikastını, tercümesiyleyapmaya başlamış ve demiş ki: “Kur’ân tercüme edilsin, tâne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkesgörsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetlibir plân çevirmiş.

1. Bu risalenin telifinden on iki sene evvel.

Fakat Risale-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri kat’î ispatetmiş ki, Kur’ân’ın hakikî tercümesi kàbil değil, ve lisan-ınahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini venüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi,on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyeninmu’cizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi vecüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerdeokunmaz diye, Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetliplânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar,yine şeytan hesabına Kur’ân güneşini üflemeklesöndürmeye aptal çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine

Page 103: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

çalışmaları hikmetiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılıbir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum.Başkalarıyla görüşemediğim için hakikat-ı halibilemiyorum.

İkinci haşiye:

Denizli hapsinden tahliyemizden sonra, meşhur ŞehirOtelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzelbahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikirtarzında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri, hemdalları, hem yaprakları havanın dokunmasıyla cezbekârâneve câzibedârâne hareketle raksları, kardeşleriminmüfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlıkalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi vebana bir gaflet bastı. Ben o kemâl-i neş’e ile cilvelenen onâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki,gözlerim yaşla doldu. Kâinatın süslü perdesi altındakiademleri, firakları ihtar ve ihsasiyle kâinat dolusufirakların, zevâllerin hüzünleri başıma toplandı.

Birden, hakikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği nurimdada yetişti. O hadsiz hüzünleri gamları, sürurlaraçevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benimhakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte o vaziyetetemas eden imdat ve tesellîsi için, zât-ı Muhammediyeye(a.s.m.) karşı ebediyen minnettar oldum. Şöyle ki:

Ol nazar-ı gaflet, o mübarek nâzeninleri vazifesiz,neticesiz bir mevsimde görünüp, hareketleri neş’edendeğil, belki güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe

Page 104: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı bekàve hubb-u mehâsin ve muhabbet-i vücût ve şefkat-i cinsiyeve alâka-i hayatiyeye medar olan damarlarıma o derecedokundu ki, böyle dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklıbir tâzip âletine çevirdiği sırada, Muhammed AleyhissalâtüVesselâmın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kaldırdı;idam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak, fanilik yerinde,o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetlerimânâları ve Risale-i Nur’da ispat edildiği gibi, üç kısmaayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi.

Birinci kısım: Sâni-i Zülcelâlin esmâsına bakar. Meselâ,nasılki bir usta, harika bir makineyi yapsa, onu takdir edenherkes o zâta “Mâşâallah, bârekâllah” deyip alkışlar. Öylede, o makine dahi, ondan maksut neticeleri tam tamınagöstermesiyle, lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar.Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir; ustasınıtebriklerle alkışlar.

İkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuurunnazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ımarifet olur. Mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerinikuvve-i hafızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-igaybın defterlerinde daire-i vücutta bırakıp, sonra âlem-işehadeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. Demek, surî birvücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücutlarıkazanır.

Evet madem Allah var ve ilmi ihâta eder. Elbette adem,idam, hiçlik, mahv, fena, hakikat noktasında, ehl-i imanın

Page 105: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

dünyasında yoktur. Ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla,hiçlikle, fânilikle doludur. İşte bu hakikati, umumunlisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:

“Kimin için Allah var, ona herşey var. Ve kimin içinyoksa, herşey ona yoktur, hiçtir.”

Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm vaktinde insanı idam-ıebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin hususî dünyasınıdahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Veküfür ise, hususan küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hemhususî dünyasını ölümle idam edip mânevî cehennemzulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir.Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulaklarıçınlasın! Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imanagirsinler, bu dehşetli hasârattan kurtulsunlar.

س(بح�انك ال�ع�لم� لنا ا0ال5 م�اع�لمتنا ا0نك انت� الع�ل�يم(1الح��7يم(

Duanıza çok muhtaç ve size çok müştak kardeşiniz

Said Nursî

1. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğindenbaşkabilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.”Bakara Sûresi, 2:32.

Page 106: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Onuncu Mesele münasebetiyle

Hüsrev’in Üstadına Yazdığı Mektup

Çok sevgili Üstadım Efendim,

Cenâb-ı Hakka hadsiz şükürler olsun, iki aylık iftiraküzüntülerini ve muhaberesizlik ıztıraplarını hafifleştiren vekalblerimize taze hayat bahşeden ve ruhlarımıza yeni, sâfîbir nesîm ihdâ eden Kur’ân’ın celâlli ve izzetli, rahmetli veşefkatli âyetlerindeki tekraratın mehâsinini tâdâd eden,hikmet-i tekrarının lüzum ve ehemmiyetini izah eden veRisale-i Nur’un bir harika müdafaası olan “DenizliMeyvesinin Onuncu Meselesi” namını alan EmirdağÇiçeğini aldık. Elhak takdir ve tahsine çok lâyık olan buçiçeği kokladıkça, ruhumuzdaki iştiyak yükseldi. Dokuzaylık hapis sıkıntısına mukàbil, Meyvenin Dokuz Meselesinasıl beraatimize büyük bir vesile olmakla güzelliğinigöstermişse, Onuncu Meselesi olan çiçeği de Kur’ân’ınîcazlı i’câzındaki harikaları göstermekle o nisbettegüzelliğini göstermektedir.

Evet sevgili Üstadım, gülün çiçeğindeki fevkalâdeletafet ve güzellik, ağacındaki dikenleri nazara hiçgöstermediği gibi, bu nuranî çiçek de bize dokuz aylık

Page 107: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hapissıkıntısını unutturacak bir şekilde o sıkıntılarımızı dahiçeindirmiştir. Mütalâasına doyulmayacak şekilde kalemealınan ve akılları hayrete sevk eden bu nuranî çiçek,muhtevî olduğu çok güzelliklerinden, bilhassa, Kur’ân’ıntercümesi sûretiyle nazar-ı beşerde âdileştirilmek ihanetinemukàbil, o tekraratın kıymetini tam göstermekle Kur’ân’ıncihandeğer ulviyetini meydana koymuştur. Sâliklerinin herasırda fevkalâde bir metanetle sarılmalarıyla ve emir venehyine tamamen inkıyad etmeleriyle, güya yeni nazilolmuş gibi tazeliği ispat edilmiş olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyanın, bütün asırlarda, zâlimlerine karşı şiddetli vedehşetli ve tekrarlı tehditleri ve mazlumlarına karşı şefkatlive rahmetli mükerrer taltifleri, hususuyla bu asrımızabakan tehdidatı içinde zâlimlerine misli görülmemiş birhâlette, sanki feza-i ekberden bir nümuneyi andıran semâvîbir cehennemle altı-yedi seneden beri mütemadiyen feryadü figan ettirmesi ve kezâ mazlumlarının bu asırdaki küllîfertleri başında Risale-i Nur talebelerinin bulunması vehakikaten bu talebeleri de ümem-i sâlifenin enbiyalarınaverilen necatlar gibi pek büyük umumî ve hususî necatlaramazhar etmesi ve muarızları olan dinsizlerin cehennemîazapla tokatlanmalarını göstermesi, hem iki güzel ve lâtifhâşiyelerle hâtime verilmek suretiyle çiçeğin tamamedilmesi, bu fakir talebeniz Hüsrev’i o kadar büyük birsürurla sonsuz bir şükre sevk etti ki, bu güzel çiçeğinverdiği sevinç ve süruru müddet-i ömrümdehissetmediğimi sevgili üstadıma arz ettiğim gibi,kardeşlerime de kerratla söylemişim. Cenâb-ı Hak, zayıfve tahammülsüz omuzlarına pek azametli bâr-ı sakîl tahmil

Page 108: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

edilen siz sevgili üstadımızdan ebediyen razı olsun veyüklerinizi tahfif etmekle yüzlerinizi ebede kadargüldürsün. Âmin.

Evet, sevgili Üstadım. Biz Allah’tan, Kur’ân’dan, Habib-iZîşandan ve Risale-i Nur’dan ve Kur’ân dellâlı siz sevgiliÜstadımızdan ebediyen razıyız. Ve intisabımızdan hiçbircihetle pişmanlığımız yok. Hem kalbimizde zerre kadarkötülük etmek için niyetyok. Biz ancak Allah’ı ve rızasınıistiyoruz. Gün geçtikçe, rızasıiçinde Cenâb-ı Hakka vuslatiştiyaklarını kalbimizde teksif ediyoruz. Bilâ istisna bizefenalık edenleri Cenâb-ı Hakka terk etmekle affetmek vebilakis bize zulmeden o zâlimler de dahil olduğu haldeherkese iyilik etmek, Risale-i Nur talebelerinin kalblerineyerleşen bir şiar-ı İslâm olduğunu, biz istemeyerek ilâneden Hazret-i Allah’a hadsiz hudutsuz şükürler ediyoruz.

Çok kusurlu talebeniz

Hüsrev

Page 109: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

On Birinci MeseleMeyvenin On Birinci Meselesinin başı, bir meyvesi Cennet ve

biri saadet-i ebediye ve biri rüyetullah olan iman şecere-ikudsiyesinin hadsiz, küllî ve cüz’i meyvelerinden yüzernümuneleri Risale-i Nur’da beyan ve hüccetlerle ispatedildiğinden, izahını Siracü’n-Nur’a havale edip küllîerkânının değil, belki cüz’î ve cüzlerin, cüz’î ve hususîmeyvelerinden birkaç nümune beyan edilecek.

Birisi: Bir gün bir duada, “Yâ Rabbi! Cebrâil, Mikâil,İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insinşerlerinden muhafaza eyle!” meâlinde duayı dediğimzaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namınızikrettiğim vakit, gayet tatlı ve tesellidâr ve sevimli birhâlet hissettim, Elhamdü lillâh dedim. Azrail’i ciddensevmeye başladım. Melâikeye iman rüknünün bu cüz’îferdinin pek çok meyvelerinden yalnız bir cüz’î meyvesinegayet kısa bir işaret ederiz.

Birisi: İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı,onun ruhudur. Onu zâyi olmaktan ve fenadan vebaşıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin birele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’î hissettim. Veinsanın amelini yazan melekler hatırıma geldi.

Page 110: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Baktım, aynen bu meyve gibi çok tatlı meyveleri var.

Birisi: Her insan kıymetli bir sözünü ve fiilinibâkileştirmek için iştiyakla kitabet ve şiir, hattâ sinema ilehıfzına çalışır. Hususan, o fiillerin Cennette bâki meyveleribulunsa, daha ziyade merak eder. Kirâmen Kâtibin insanınomuzlarında durup onları ebedî manzaralarda göstermekve sahiplerine daimî mükâfat kazandırmak, o kadar banaşirin geldi ki, tarif edemem.

Sonra, ehl-i dünyanın, beni hayat-ı içtimaiyedekiherşeyden tecrit etmek içinde bütün kitaplarımdan vedostlarımdan ve hizmetçilerimden ve tesellî verici işlerdenayrı düşürmeleriyle beraber gurbet vahşeti beni sıkarkenve boş dünya başıma yıkılırken, melâikeye imanın pek çokmeyvelerinden birisi imdadıma geldi; kâinatımı vedünyamı şenlendirdi, melekler ve ruhânîlerle doldurdu,1

âlemimi sevinçle güldürdü. Ve ehl-i dalâletin dünyalarıvahşet ve boşluk ve karanlıkla ağladıklarını gösterdi.

1. Tirmizî, Zühd: 9; İbni Mâce, Zühd: 19; Müsned: 5:172, 173.

Hayalim bu meyvenin lezzetiyle mesrur iken, umumpeygamberlere imanın pek çok meyvelerinden bunabenzerbirtek meyvesini aldı, tattı. Birden, bütün geçmişzamanlardaki enbiyalarla yaşamış gibi onlara imanım vetasdikim, o zamanları ışıklandırdı ve imanımı küllî yapıpgenişlendirdi ve Âhirzaman Peygamberimizin imana aitolan dâvâlarına binler imza bastırdı, şeytanları susturdu.

Birden, Hikmetü’l-İstiâze Lem’asında kat’î cevabı

Page 111: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bulunan bir sual kalbime geldi ki:

“Bu meyveler gibi hadsiz tatlı semereler ve faideler vehasenatın gayet güzel neticeleri ve menfaatleri veErhamürrâhimînin gayet merhametkârane tevfikleri veinâyetleri ehl-i hidâyete yardım edip kuvvet verdiklerihalde, ehl-i dalâlet neden çok defa galebe eder ve bazenyirmisi, yüz tane ehl-i hidâyeti perişan eder?” diye, mânenbenden soruldu. Ve bu tefekkür içinde şeytanın gayet zayıfdesiselerine karşı Kur’ân’ın büyük tahşidatı ve melâikelerive Cenâb-ı Hakkın yardımını ehl-i imana göndermesihatıra geldi. Risale-i Nur’un onun hikmetini kat’îhüccetlerle izahına binaen, o sualin cevabına gayet kısa birişaret ederiz.

Evet, bazen serseri ve gizli, muzır bir adamın bir sarayaateş atmaya çalışması yüzünden, yüzer adamın yapmasıgibi, yüzer adamın muhafazasıyla ve bazan devlete vepadişaha iltica ile o sarayın vücudu devam edebilir. Çünkü,onun vücudu, bütün şeraitin ve erkânın ve esbâbınvücuduyla olabilir. Fakat onun ademi ve harap olması,birtek şartın ademiyle vâki ve bir serserinin bir kibritiyleyanıp mahvolduğu gibi, ins ve cin şeytanları az bir fiil ilebüyük tahribat ve dehşetli mânevî yangınlar yaparlar. Evet,bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin mayası ve esaslarıademdir, tahriptir. Sureten vücudun altında, adem vebozmak saklıdır. İşte cinnî ve insî şeytanlar ve şerirler bunoktaya istinaden gayet zayıf bir kuvvetle hadsiz birkuvvete karşı dayanıp, ehl-i hak ve hakikatı Cenâb-ıHakkın dergâhına ilticaya ve kaçmaya her vakit mecbur

Page 112: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ettiğinden, Kur’ân, onları himaye için büyük tahşidat yapar.Doksan dokuz esmâ-i İlâhiyeyi onların ellerine verir. Odüşmanlara karşı sebat etmelerine çok şiddetli emirlerverir.

Bu cevaptan, birden pek büyük bir hakikatin ucu veazametli, dehşetli bir meselenin esası göründü. Şöyle ki:

Nasıl ki Cennet, bütün vücut âlemlerinin mahsulâtınıtaşıyor ve dünyanın yetiştirdiği tohumları bâkiyânesümbüllendiriyor. Öyle de, Cehennem dahi, hadsiz dehşetliadem ve hiçlik âlemlerinin çok elîm neticelerini göstermekiçin, o adem mahsulâtlarını kavuruyor. Ve o dehşetliCehennem fabrikası, sair vazifeleri içinde, âlem-i vücutkâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor. Budehşetli meselenin şimdilik kapısını açmayacağız;inşâallah sonra izah edilecek.

Hem meleklere iman meyvesinden bir cüz’ü ve Münkerve Nekir’e1 ait bir nümunesi şudur:

1. bk. Tirmizî, Cenâiz: 70; İbni Mâce, Cenâiz: 65; Müsned: 3:126, 4:288.

“Herkes gibi ben dahi muhakkak gireceğim” diyemezarıma hayalen girdim. Ve kabirde yalnız, kimsesiz,karanlık, soğuk, dar bir haps-i münferitte, bir tecrid-imutlak içindeki tevahhuş ve meyusiyetten tedehhüşederken, birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarekarkadaş çıkıp geldiler. Benimle münazaraya başladılar.Kalbim ve kabrim genişlediler, nurlandılar, hararetlendiler.Âlem-i ervâha pencereler açıldı. Ben de, şimdi hayalen ve

Page 113: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

istikbalde hakikaten göreceğim o vaziyete bütün canımlasevindim ve şükrettim.

Sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesininvefat edip, kabirde Münker ve Nekir’in: “Men Rabbüke”(Senin Rabbin kimdir?) diye suallerine karşı, kendinimedresede zannedip nahiv ilmiyle cevap vererek, “Menmübtedâdır, Rabbüke onun haberidir. Müşkül bir meseleyibenden sorunuz, bu kolaydır” diyerek, hem o melâikeleri,hem hazır ruhları, hem o vâkıayı müşahede eden oradabulunan bir keşfü’l-kubur velîsini güldürdü ve rahmet-iİlâhiyeyi tebessüme getirdi. Azaptan kurtulduğu gibi,Risale-i Nur’un bir şehid kahramanı olan merhum HâfızAli, hapiste Meyve Risalesini kemâl-i aşkla yazarken veokurken vefat edip kabirde melâike-i suale mahkemedekigibi Meyve hakikatleriyle cevap verdiği misillü, ben de veRisale-i Nur şakirtleri de, o suallere karşı Risale-i Nur’unparlak ve kuvvetli hüccetleriyle istikbalde hakikaten veşimdi mânen cevap verip onları tasdike ve tahsine vetebrike sevk edecekler inşaallah.

Hem meleklere imanın saadet-i dünyeviyeye medarcüz’î bir nümunesi şudur ki:

İlmihalden iman dersini alan bir mâsum çocuğun,yanında ağlayan ve mâsum bir kardeşinin vefatı içinvâveylâ eden diğer bir çocuğa, “Ağlama, şükreyle. Seninkardeşin meleklerleberaber Cennete gitti. Orada gezer,bizden daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak, her yeriseyredebilir” deyip, feryat edenin ağlamasınıtebessüme ve

Page 114: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sevince çevirmesidir.

Ben de aynen bu ağlayan çocuk gibi, bu hazin kışta veelîm bir vaziyetimde gayet elîm iki vefat haberini aldım.Biri, hem âli mekteplerde birinciliği kazanan, hem Risale-iNur’un hakikatlerini neşreden biraderzâdem merhumFuad; ikincisi, hacca gidip sekerat içinde tavaf ederken,tavaf içinde vefat eden Âlime Hanım namındaki merhumehemşirem... Bu iki akrabamın ölümleri, İhtiyar Risalesindeyazılan merhum Abdurrahman’ın vefatı gibi beniağlatırken, imanın nuruyla o mâsum Fuad, o saliha Hanıminsanlar yerinde meleklere, hûrilere arkadaş olduklarını vebu dünyanın tehlike ve günahlarından kurtulduklarınımânen, kalben gördüm. O şiddetli hüzün yerinde büyük birsevinç hissedip hem onları, hem Fuad’ın pederi kardeşimAbdülmecid’i, hem kendimi tebrik ederekErhamürrahimîne teşekkür ettim. Bu iki merhumeyerahmet duası niyetiyle buraya yazıldı, kaydedildi.

Risale-i Nur’daki bütün mîzanlar ve muvazeneler,imanın saadet-i dünyeviyeye ve uhreviyeye medarmeyvelerini beyan ederler. Ve o küllî ve büyük meyveler,bu dünyada gösterdikleri saadet-i hayatiye ve lezzet-i ömürcihetiyle her mü’minin imanı ona bir saadet-i ebediyeyikazandıracak, belki sümbül verecek ve o surette inkişafedecek diye haber verirler. Ve o küllî ve pek çokmeyvelerinden beş meyvesi, meyve-i Mirac olarak OtuzBirinci Sözün âhirinde ve beş meyvesi Yirmi DördüncüSözün Beşinci Dalında nümune olarak yazılmış.

Erkân-ı imaniyenin herbirinin ayrı ayrı pek çok, belki

Page 115: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hadsiz meyveleri olduğu gibi, mecmuunun birden çokmeyvelerinden bir meyvesi, koca Cennet ve biri desaadet-i ebediye ve biri de belki en tatlısı da rüyet-iİlâhiyedir diye, başta demiştik. Ve Otuz İkinci Sözünâhirindeki muvazenede, imanın saadet-i dâreyne medar birkısım semereleri güzel izah edilmiş.

İman-ı bi’l-kader rüknünün kıymettar meyveleri bu

dünyada bulunduğuna bir delil, umum lisanında م�ن ام�ن�darb-ı mesel olmuştur. Yani, “Kadereبالقدر ا:م�ن� م�ن� ال7@در

iman eden gamlardan kurtulur.” Risale-i Kaderin âhirindegüzel bir temsil ile, iki adamın şâhâne bir sarayınbahçesine girmesiyle, bir küllî meyvesi beyan edilmiş.Hattâ ben kendi hayatımda binler tecrübelerimle gördümve bildim ki, kadere iman olmazsa hayat-ı dünyeviyesaadeti mahvolur. Elîm musibetlerde, ne vakit kadere imancihetine bakardım, musibet gayet hafifleşiyor görüyordum.Ve “Kadere iman etmeyen nasıl yaşayabilir?” diye hayretederdim.

Melâikeye iman rüknünün küllî meyvelerinden birisine,Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamında şöyle işaret edilmişki:

Azrail Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakka münâcât edipdemiş: “Kabz-ı ervâh vazifesinde senin ibâdın bendenküsecekler, şekvâ edecekler?”

Ona cevaben denilmiş: “Senin vazifene hastalıkları ve

Page 116: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

musibetleri perde yapacağım—tâ ibâdımın şekvâlarıonlara gitsin, sana gelmesin.”

Aynen bu perdeler gibi, Azrail Aleyhisselâmın vazifeside bir perdedir—tâ haksız şekvâlar Cenâb-ı Hakkagitmesin. Çünkü ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik vemaslahat cihetini herkes göremez. Zâhire bakıp itiraz eder,şekvâya başlar. İşte bu haksız şekvâlar Rahîm-i Mutlakagitmemek hikmetiyle, Azrail Aleyhisselâm perde olmuş.

Aynen bunun gibi, bütün meleklerin, belki bütün esbab-ızâhiriyenin vazifeleri, izzet-i rububiyetin perdeleridir. Tâgüzellikleri görünmeyen ve hikmetleri bilinmeyen şeylerdekudret-i İlâhiyenin izzeti ve kudsiyeti ve rahmetinin ihatasımuhafaza edilsin, itiraza hedef olmasın ve hasis veehemmiyetsiz ve merhametsiz şeylerle kudretinmübaşereti nazar-ı zâhirîde görünmesin. Yoksa, hiçbirsebebin hakikî tesiri ve icada hiç kàbiliyeti olmadığını,herşeyde tevhid sikkeleri kat’î gösterdiğini, Risale-i Nurhadsiz delilleriyle ispat etmiş. Halk etmek, icad etmek Onamahsustur. Esbab yalnız bir perdedir. Melâike gibi zîşuurolanların, yalnız cüz-i ihtiyarıyla cüz’î, icadsız, kesb denilenbir nevi hizmet-i fıtriye ve amelî bir nevi ubudiyetten başkaellerinde yoktur.

Evet, izzet ve azamet isterler ki, esbab, perdedar-ı dest-ikudret ola aklın nazarında.

Tevhid ve ehadiyet isterler ki, esbab ellerini çeksinlertesir-i hakikîden.

İşte, nasıl ki melekler ve umur-u hayriyede ve

Page 117: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

vücudiyede istihdam edilen zâhirî sebepler, güzelliklerigörünmeyen ve bilinmeyen şeylerde kudret-i Rabbâniyeyikusurdan, zulümden muhafaza edip takdis ve tesbih-iİlâhîde birer vesiledirler.

Aynen öyle de, cinnî ve insî şeytanlar ve muzırmaddelerin umur-u şerriyede ve ademiyede istimalleridahi, yine kudret-i Sübhâniyeyi gadirden ve haksızitirazlardan ve şekvâlara hedef olmaktan kurtarmaklatakdis ve tesbihat-ı Rabbâniyeye ve kâinattaki bütünkusurattan müberrâ ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar.Çünkü, bütün kusurlar ademden ve kàbiliyetsizlikten vetahripten ve vazife yapmamaktan—ki birer ademdirler—vevücudu olmayan ademî fiillerden geliyor. Bu şeytanî veşerli perdeler o kusurata merci olup itiraz ve şekvâlarıbi’l-istihkak kendilerine alarak Cenâb-ı Hakkın takdisinevesile oluyorlar.

Zaten şerli ve ademî ve tahripçi işlerde kuvvet veiktidar lâzım değil. Az bir fiil ve cüz’î bir kuvvet, belkivazifesini yapmamakla bazan büyük ademler ve bozmaklaroluyor; o şerir fâiller muktedir zannedilirler. Halbuki,ademden başka hiç tesirleri ve cüz’i bir kesbden hariç birkuvvetleri yoktur. Fakat o şerler ademden geldiklerinden, oşerirler hakiki fâildirler. Bi’l-istihkak, eğer zîşuur ise cezayıçekerler.

Demek seyyiatta o fenalar fâildirler. Fakat haseneler vehayırlarda ve amel-i salihde vücut olmasından, o iyilerhakiki fâil ve müessir değiller. Belki kàbildirler, feyz-i

Page 118: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

İlâhîyi kabul ederler. Ve mükâfatları dahi sırf bir fazl-ıİlâhîdir diye, Kur’ân-ı Hakîm

Dس�ي�ى�ة م�ا ا:ص�اب�ك م�ن�م�ا ا:ص�اب�ك م�ن ح�س�نةD فم�ن� الTUه� و1فم�ن نفس�ك

ferman eder.

1. “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o dakendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.

Elhâsıl, vücut kâinatları ve hadsiz adem âlemleribirbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibimeyveler verirken ve bütün vücut âlemleri “Elhamdülillâh,elhamdülillâh” ve bütün adem âlemleri “Sübhânallah,sübhânallah” derken ve ihâtalı bir kanun-u mübareze ilemelekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbinetrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken, birdenmeleklere imanın bir meyvesi tecellî eder, meseleyi

halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. 1الTUه( نور( الس$م"و�ات

âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve buو�اال�رض

meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.

1. “Allah göklerin ve yerin nûrudur.” Nur Sûresi, 24:35.

İkinci bir küllî meyvesine, Yirmi Dördüncü ve elif ( ا)’ler

kerametini gösteren Yirmi Dokuzuncu Sözler işaret edipparlak bir surette meleklerin vücudunu ve vazifesini ispat

Page 119: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

etmişler. Evet, kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllîherşeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmekiçinde merhametkârane bir haşmet-i rububiyet, elbette ohaşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşışükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârâne birubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şuursuzcemâdat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyiancak hadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rubûbiyetinher tarafta, serâda, Süreyya’da, zeminin temelinde, dışındahakîmâne ve haşmetkârâne icraatını onlar temsiledebilirler.

Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık vevahşetli gösterdikleri hilkat-ı arziye ve vaziyet-i fıtriyesini,bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda “Sevr” ve “Hut”namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yani nezaretlerindeve Cennetten getirilen ve fâni küre-i arzın bâki bir temeltaşı olmak, yani ileride bâki Cennete bir kısmınıdevretmeye bir işaret için “sahret” namında uhrevî birmadde, bir hakikat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine birnokta-i istinad edilmiş diye Benî İsrail’in eskipeygamberlerinden rivayet var ve İbn-i Abbas’tan dahimervîdir. Maatteessüf bu kudsî mânâ, mürûr-u zamanla buteşbih, avâmın nazarında hakikat telâkki edilmekle aklınharicinde bir suret almış. Madem meleklerhavadagezdikleri gibi toprakta ve taşta ve yerinmerkezinde de gezerler;elbette onların ve küre-i arzınüstünde duracak cismânî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçlarıyoktur.

Page 120: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedincebaşlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o ferdlerinâzâ ve yaprak ve meyveleri miktarınca tesbihatlar yaptığıiçin, elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyibilerek, şuurdârâne temsil edip dergâh-ı İlâhiyeye takdimetmek için, kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile veherbir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkelibulunacak ki, ayn-ı hakikat olarak Muhbir-i Sadık habervermiş.

Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olaninsanlarla münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhar edenCebrâil Aleyhisselâm ve zîhayat âleminde en haşmetli veen dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümleterhis etmekteki Hâlıka mahsus olan icraat-ı İlâhiyeyi,yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezaret eden İsrafilAleyhisselâm ve Azrail Aleyhisselâm ve hayat dairesinderahmetin en cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktakiihsanat-ı Rahmâniyeye nezaretle beraber şuursuz şükürlerişuurla temsil eden Mikâil Aleyhisselâm gibi meleklerinpek acip mahiyette olarak bulunmaları ve vücutları veruhların bekàları, saltanat ve haşmet-i rububiyetinmuktezasıdır. Onların ve herbirinin mahsus taifelerininvücutları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetinvücudu derecesinde kat’îdir ve şüphesizdir. Melâikeye aitbaşka maddeler bunlara kıyas edilsin.

Evet, küre-i arzda dört yüz bin nevileri zîhayattan halkeden, hattâ en âdi ve müteaffin maddelerden zîruhlarıçoklukla yaratan ve her tarafı onlarla şenlendiren ve

Page 121: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mu’cizat-ı san’atına karşı, onlara dilleriyle “Mâşâallah,Bârekâllah, Sübhânallah” dediren ve ihsanat-ı rahmetinemukàbil “Elhamdü lillâh, Ve’ş-şükrü lillâh, Allahu ekber” ohayvancıklara söylettiren bir Kadîr-i Zülcelâli ve’l-Cemâl,elbette, bilâşek velâ şüphe, koca semâvâta münasip,isyansız ve daima ubudiyette olan sekeneleri ve ruhanîleriyaratmış, semâvâtı şenlendirmiş, boş bırakmamış vehayvanatın taifelerinden pek çok ziyade ayrı ayrı nevilerimeleklerden icad etmiş ki, bir kısmı küçücük olarakyağmur ve kar katrelerine binip san’at ve rahmet-iİlâhiyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar; bir kısmı, birerseyyar yıldızlara binip feza-yı kâinatta seyahat içindeazamet ve izzet ve haşmet-i rububiyete karşı tekbir vetehlil ile ubudiyetlerini âleme ilân ediyorlar.

Evet, zaman-ı Âdem’den beri bütün semâvî kitaplar vedinler meleklerin vücutlarına ve ubudiyetlerine ittifaklarıve bütün asırlarda meleklerle konuşmalar ve muhavereler,kesretli tevatürle insanlar içinde vuku bulduğunu nakil verivayetleri ise, görmediğimiz Amerika insanlarınınvücutları gibi meleklerin vücutlarını ve bizimle alâkadarolduklarını kat’î ispat eder.

İşte, şimdi gel, iman nuruyla bu küllî ikinci meyveyebak ve tat: Nasıl kâinatı baştan başa şenlendirip,güzelleştirip bir mescid-i ekbere ve büyük bir ibadethâneyeçeviriyor! Ve fen ve felsefenin soğuk, hayatsız, zulmetli,dehşetli göstermelerine mukàbil, hayatlı, şuurlu, ışıklı,ünsiyetli, tatlı bir kâinat göstererek bâki hayatın bir cilve-ilezzetini, ehl-i imana, derecesine göre dünyada dahi tattırır.

Page 122: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Tetimme: Nasıl ki vahdet ve ehadiyet sırrıyla kâinatın hertarafında aynı kudret, aynı isim, aynı hikmet, aynı san’atbulunmasıyla Hâlıkın vahdet ve tasarrufu ve icad verububiyeti ve hallâkıyet ve kudsiyeti, cüz’î-küllî herbirmasnuun hal diliyle ilân ediliyor. Aynen öyle de, her taraftamelekleri halk edip her mahlûkun lisan-ı hal ile şuursuzyaptıkları tesbihatı, meleklerin ubudiyetkârâne dilleriyleyaptırıyor. Meleklerin hiçbir cihette hilâf-ı emir hareketleriyoktur. Hâlis bir ubudiyetten başka hiçbir icad ve emirsizhiçbir müdahale, hattâ izinsiz şefaatleri dahi olmaz. Tam

م(�7ر�م(ون Yع�ب�اد 1ب�ل ي(و�م�ر(ون م�ا 2و�ي�فع�لون

sırrına

mazhardırlar.

1. “Hayır, (onların evlât dedikleri) Allah’ın ikramda bulunduğu kullardır.”Enbiyâ Sûresi, 21:26.2. “Verilen emri yerine getirirler.” Tahrîm Sûresi, 66:6.

Page 123: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

HâtimeGayet ehemmiyetli bir nükte-i i’câziyeye dair, birden

ihtiyarsız, mağripten sonra kalbe ihtar edilen ve Sûre-i قل� 1اع�وذ بر�ب� الفلق�

ın zâhir bir mu’cize-i gaybiyesini gösteren

uzun bir hakikate kısa bir işarettir.

و�م�ن شر�۞قل اع(وذ بر�ب� الفلق م�ن شر� م�ا خلق� ۞ و�م�ن شر� النفاثات ف�� الع(قد ۞غاس�ق� ا0ذا و�قب�

2و�م�ن شر� ح�اس�د ا0ذا ح�س�د

1. “De ki: Sığınırım sabahın Rabbine.” Felâk Sûresi, 113:1.2. “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. De ki: Sığınırım sabahın Rabbine.Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğünde gecenin şerrinden.Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden. Haset ettiğinde hasetçininşerrinden.” Felâk Sûresi, 113:1-5.

İşte, yalnız mânâ-yı işârî cihetinde bu sûre-i azîme-i

Page 124: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hârika, “Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışanşerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizimuhafaza ediniz” Peygamberimize ve ümmetineemrederek, her asra baktığı gibi, mânâ-yı işarîsiyle bu acipasrımıza daha ziyade, belki zâhir bir tarzda bakar, Kur’ân’ınhizmetkârlarını istiâzeye dâvet eder. Bu mu’cize-i gaybiye,beş işaretle kısaca beyan edilecek. Şöyle ki:

Bu sûrenin herbir âyetinin mânâları çoktur. Yalnız

mânâ-yı işarî ile, beş cümlesinde dört defa kelimesiniشر�

tekrar etmek ve kuvvetli münasebet-i mâneviye ile beraberdört tarzda bu asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalımaddî ve mânevî şerlerine ve inkılâplarına vemübarezelerine aynı tarihle parmak basmak ve mânen“Bunlardan çekininiz” emretmek, elbette Kur’ân’ın i’câzınayakışır bir irşad-ı gaybîdir.

Meselâ, başta cümlesi, bin üç yüzقل اع(وذ بر�ب� الفلق

elli iki veya dört (1352-1354) tarihine hesab-ı ebcedî vecifrîile tevafuk edip nev-i beşerde en geniş hırs ve hasetleve Birinci Harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlananİkinci Harb-i Umumiye işaret eder ve ümmet-iMuhammediyeye (a.s.m.) mânen der: “Bu harbe girmeyinizve Rabbinize iltica ediniz.” Ve bir mâna-yı remziyle,Kur’ân’nın hizmetkârlarından olan Risale-i Nur şakirtlerinehususi bir iltifatla, onların Eskişehir hapsinden, dehşetli birşerden aynı tarihiyle kurtulmalarına ve haklarındaki imhaplânının akîm bırakılmasına remzen haber verir, mânen

Page 125: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

“İstiâze ediniz” emreder gibi bir remiz verir.

Hem meselâ 1م�ن شر� م�ا خلق� cümlesi (şedde sayılmaz)

bin üç yüz altmış bir (1361) ederek bu emsalsiz harbinmerhametsiz ve zâlimâne tahribatına Rûmî ve Hicrîtarihiyle parmak bastığı gibi, aynı zamanda bütünkuvvetleriyle Kur’ân’ın hizmetine çalışan Nur şakirtleriningeniş bir imha plânından ve elîm ve dehşetli bir belâdanve Denizli hapsinden kurtulmalarına tevafukla, bir mânâ-yıremzî ile onlara da bakar, “Halkın şerrinden kendinizikoruyunuz” gizli bir îmâ ile der.

Hem meselâ الع(قد ف�� 2النفاثات cümlesi (şeddeler

sayılmaz) bin üç yüz yirmi sekiz (1328), eğer şeddedeki

sayılsa, bin üç yüz elliل sekiz (1358) adediyle bu umumî

harpleri yapan ecnebî gaddarların, hırs ve hasetle bizdekiHürriyet inkılâbının Kur’ân lehindeki neticelerini bozmakfikriyle tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan harplerive Birinci Harb-i Umumînin patlamasıyla maddî vemânevî şerlerini, siyasî diplomatların, radyo diliyleherkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle vemukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli plânlarınıtelkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatınıvahşiyâne mahveden şerlerin vücuda gelmeye

hazırlanmaları tarihine tevâfuk ederek ف�� النفاثات .in tam mânasına tetâbuk eder’الع(قد

Page 126: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1. “Yarattığı şeylerin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:2.2. “Düğümlere üfleyen büyücüler...” Felak Sûresi, 113:4.

Hem meselâ شر� ح�اس�د ا0ذا ح�س�د م�ن�1وcümlesi (şedde

ve tenvin sayılmaz) yine bin üç yüz kırk yedi (1347) edip,aynı tarihte, ecnebî muahedelerin icbarıyla bu vatandaehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle budindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesineve aynı tarihte, devletlerde İkinci Harb-i Umumîyi ihzareden dehşetli hasetler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihinebu mânâ-yı işârî ile tam tamına tevafuku ve mânentetabuku, elbette bu kudsî sûrenin bir lem’a-i i’câz-ıgaybîsidir.

1. "Haset ettiğinde hasetçinin şerrinden." Felâk Sûresi, 113:5.

Bir İhtar

Herbir âyetin müteaddit mânâları vardır. Hem herbirmânâ küllîdir; her asırda efradı bulunur. Bahsimizde buasrımıza bakan yalnız mânâ-yı işârî tabakasıdır. Hem oküllî mânada, asrımız bir ferttir. Fakat hususiyet kesb etmişki, ona tarihiyle bakar.

Ben dört senedir, bu harbin ne safahatını ve ne deneticelerini ve ne de sulh olmuş, olmamış bilmediğimdenve sormadığımdan, bu kudsî sûrenin daha ne kadar bu asra

Page 127: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve bu harbe işareti var diye daha onun kapısını çalmadım.Yoksa bu hazinede daha çok esrar var olduğunu Risale-iNur’un eczalarında, hususan Rumuzât-ı Semaniyerisalelerinde beyan ve ispat edildiğinden onlara havaleedip kısa kesiyorum.

Hatıra gelebilen bir sualin cevabıdır

Bu lem’a-i i’câziyede, baştaki 1م�ن شر� م�ا خلق� da, hem

hem ,م�ن و�م�ن شر� kelimeleri hesaba girmesi ve âhirdeشر�girmemesiو�م�ن kelimesi girmesiشر�yalnızح�اس�د ا0ذا ح�س�د

ve الع(قد ف�� النفاثات شر� 2و�م�ن ikisi de hesap

edilmemesi gayet ince ve lâtif bir münasebete ima veremz içindir. Çünkü, halklarda şerden başka hayırlar da var.Hem bütün şer herkese gelmez. Buna remzen, bazıyeti

ifade eden م�نve شر�girmişler. Hâsid hased ettiği zaman

bütün şerdir. Bazıyete lüzum yoktur. Ve 3النفاثات ف�� الع(قد

remziyle, kendi menfaatleri için küre-i arza ateş atanüfleyicilerin ve sihirbaz o diplomatların tahribata ait bütün

işleri ayn-i şerdir diye, daha .kelimesine lüzum kalmadıشر�

1. “Yarattığı şeylerin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:2.2. “Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:4.3. "Düğümlere üfleyen büyücüler..." Felâk Sûresi, 113:4.

Bu sûreye ait bir nükte-i i’câziyenin haşiyesidir

Page 128: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Nasıl bu sûre, beş cümlesinden dört cümlesiyle buasrımızın dört büyük şerli inkılâplarına ve fırtınalarınamânâ-yı işârî ile bakar. Aynen öyle de, dört defa

tekraren شر� şedde)م�ن sayılmaz) kelimesiyle, âlem-i

İslâmca en dehşetli olan Cengiz ve Hülâgu fitnesinin veAbbâsî Devletinin inkıraz zamanının asrına dört defamânâ-yı işârî ile ve makam-ı cifrî ile bakar ve parmakbasar.

Evet, şeddesiz شر�beş yüz (500) eder;م�نdoksandır (90).

İstikbale bakan çok âyetler, hem bu asrımıza, hem oasırlara işaret etmeleri cihetinde istikbalden haber verenİmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.) dahi, aynen hem bu

asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler. غا س�ق� ا0ذا1و�قب�

kelimeleri bu zamana değil, belki س�ق� binغا yüz

altmış bir (1161) ve sekiz yüz on (810) ederek, oا0ذا و�قب�

zamanlarda ehemmiyetli maddî mânevî şerlere işaret eder.Eğer beraber olsa, Milâdi bin dokuz yüz yetmiş bir (1971)olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi senesonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbettetokatları dehşetli olacak.

2. “Karanlığı çöktüğünde gecenin…” Felâk Sûresi, 113:3.

Page 129: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı
Page 130: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

On Birinci Meselenin Haşiyesinin birLâhikasıdır

Âyetü’l-Kürsînin tetimmesi olan 1الدين قد(الj ا0ك�ر�اه� ف��

م�ن� الغ��) تب�ي$ن� الر'شد bin üç yüz elli (1350), 2فم�ن ي��7فر

,bin dokuz yüz yirmi dokuz (1929) veya (1928)بالطاغوت3استمس�ك فقد بالTUه� dokuzو�ي(و�م�ن yüz kırk altı (946)

“Risaletü’n-Nur” ismine muvafık; 4الۇثق� binبالع(رو�ة� üç

yüz kırk yedi (1347);

Yع�ل�يم Yه( س�م�يعTUال� (الTUه() (و�ل��� الذين�۞ال� انف�ص�ام� له�ا و5ام�نوا)

eğer beraber olsa bin on iki (1012), eğer beraber

Page 131: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olmazsa dokuz yüz kırk beş (945) (bir şedde sayılmaz), 6

م�ن� النور) الظلم�ات(ي(خرج(ه(م ا0ل� bin üç yüz yetmiş iki

(1372) (şeddesiz), 7الطاغوت((و�الذين� ك@فر(وا او>ل�ي�اء(ه(م( ) bin

dört yüz on yedi (1417); 8

النور م�ن� ي(خرج(ونه(م الظلم�ات(ا0ل� ) bin üç yüz otuz sekiz (1338) (şedde

sayılmaz) 9bin ikiاولئ�ك اصح�اب( النار ه(م ف�يه�ا خال�دون

yüz doksan beş (1295) (şedde sayılır) eder. Risaletü’n-Nur’un hem iki kere ismine, hem suret-i mücahedesine,hem tahakkukuna ve telif ve tekemmül zamanına tamtamına tevafukuyla beraber, ehl-i küfrün bin iki yüz doksanüç (1293) harbiyle âlem-i İslâmın nurunu söndürmeyeçalışması tarihine ve Birinci Harb-i Umumîden istifade ilebin üç yüz otuz sekizde (1338) bilfiil nurdan zulümataatmak için yapılan dehşetli muahedeler tarihine tamtamına tevafuku ve içinde mükerreren nur ve zulümatkarşılaştırılması ve bu mücahede-i mâneviyede Kur’ân’ınnurundan gelen bir Nur, ehl-i imana bir nokta-i istinatolacağını mânâ-yı işârî ile haber veriyor diye kalbime ihtaredildi. Ben de mecbur oldum, yazdım. Sonra baktım ki,mânâsının münasebeti bu asrımıza o kadar kuvvetlidir ki,hiç tevafuk emaresi olmasa da, yine bu âyetler her asrabaktığı gibi mânâ-yı işârî ile bizimle de konuşuyorkanaatim geldi.

1. “Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyiceayrılmıştır.” Bakara Sûresi, 2:256.2. “Kim birer mâbud gibi kıymet verilen tâğutları reddederse...” Bakara Sûresi,

Page 132: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

2:256.3. “Ve kim Allah’a îman ederse, işte o (...) yapışmıştır.” Bakara Sûresi, 2:256.4. “Sapa sağlam bir kulpa...” Bakara Sûresi, 2:256.5. “O kopmaz ve kırılmaz. Allah ise herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıylabilendir. Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır.” Bakara Sûresi,2:256-257.6. “Onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidâyet nûruna kavuşturur.” BakaraSûresi, 2:257.7. “İnkâr edenlerin dostu ise tâğuttur.” Bakara Sûresi, 2:257.8. “Onları imân nûrundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.”Bakara Sûresi, 2:257.9. “İşte onlar Cehennem ateşinin ehlidir, orada ebediyen kalacaklardır.” BakaraSûresi, 2:257.

Evet, evvelâ başta 1الدين قد تب�ي$ن� الر'شد(الj ا0ك�ر�اه� ف�� )

cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350)tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi otarihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara vemücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olanhürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-u esasî, birdüstur-u siyasî oluyor ve hükümet, lâik cumhuriyete döner.Fakat ona mukàbil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikîkılıcıyla olacak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad ve hak vehakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli burhanlarıizhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dançıkacak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.

Hem, tâ 2kelimesineخال�دون kadar, Risale-i Nur’daki

bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen omuvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman vekaranlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki, otarihte bulunan cihad-ı mânevî mübarezesinde büyük birkahraman “Nur” namında Risale-i Nur’dur ki, dinde

Page 133: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî elmaskılıcı, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.

1. “Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyiceayrılmıştır.” Bakara Sûresi, 2:256.2. “Ebediyen kalıcıdırlar.” Bakara Sûresi, 2:257.

Evet, hadsiz şükürler olsun ki, yirmi senedir Risale-i Nurbu ihbar-ı gaybı ve lem’a-ı i’câzı bilfiil göstermiştir. Ve busırr-ı azîm içindir ki, Risale-i Nur şakirtleri dünyasiyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerinekarışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzületmiyorlar. Ve hakikî şakirtleri, en dehşetli bir hasmına vehakaretli tecavüzüne karşı ona der:

“Ey bedbaht! Ben seni idam-ı ebedîden kurtarmaya vefâni hayvaniyetin en süflî ve elîm derecesinden bir bâkiinsaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum; sen benimölümüme ve idamıma çalışıyorsun. Senin bu dünyadalezzetin pek az, pek kısa; ve âhirette ceza ve belâların pekçok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Haydidef ol! Seninle uğraşmam, ne yaparsan yap!” der. Ozâlimdüşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat ediyor,“Keşke kurtulsaydı” diyerek ıslahına çalışır.

Sâniyen: [( استمس�ك فقد بالTUه� (و�ي(و�م�ن بالع(رو�ة�) )] الۇثق�

1

Bu iki kudsî cümleler, kuvvetli münasebet-i mâneviyeile beraber makam-ı cifrî ve ebcedî hesabıyla, birincisi

Page 134: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Risaletü’n-Nur’un ismine, ikincisi onun tahakkukuna vetekemmülüne ve parlak fütuhatına mânen ve cifren tamtamına tetâbukları bir emâredir ki, Risaletü’n-Nur buasırda, bu tarihte bir urvetü’l-vüskadır. Yani çok muhkem,kopmaz bir zincir ve bir hablullahtır. Ona elini atanyapışan, necat bulur diye mânâ-yı remziyle haber verir.

Sâlisen: 2 ( ام�نوا) الTUه( الذين� و�ل��� cümlesi hem mânâ,

hem cifirle Risaletü’n-Nur’a bir remzi var. Şöyle ki: ...

[Bu makamda perde indi, yazmaya izin verilmedi. Başkazamana tehir edildi.]HAŞİYE-1

1. “Ve kim Allah’a îman ederse, işte o (...) yapışmıştır. Sapa sağlam bir kulpa...”Bakara Sûresi, 2:256.2. “Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır.” Bakara Sûresi, 2:257.Haşiye-1 Bu nüktenin bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece

dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet, ا0ن اال0نس�ان,bu tâğûta bakar ve baktırır. (“Muhakkak ki insan azgınlaşır” Alâk Sûresiلي�طغ�

96:6) Said Nursî

Page 135: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in Meyvenin On BirinciMeselesi münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.

1باسم�ه� س(بح�انه(2و�ا0ن م�ن ش�>ءZ ا0ال5 ي(س�ب�ح( بح�مده�

Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü.

Çok mübarek, çok kıymettar, çok sevgili ÜstadımızEfendimiz,

Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtivaeden Meyve, Dokuz Meselesi ile, dehşetli bir zamanda,müthiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasındahayret-feza bir surette şakirtlerine necat vermeye vesileolmakla kalmamış. Onuncu ve On Birinci Meseleleri ile,hususuyla Nur’un şakirtlerini hakikat yollarında alkışlamışve gidecekleri hakiki mekânları olan kabirdekiahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhassa ehl-i gafletiçin çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olantoprak altında, göreceği ve konuşacağı melâikelerlekonuşmayı ve refakati sevdirerek bu mekâna daha çokünsiyet izhar etmekle, bu korkulu ilk menzil hakkındakifevkalhad korkularımızı tâdil etmiş, nefes aldırmış.Hususiyle o âlemin nuranî hayatını benim gibigöremeyenlerin ellerinde, şuââtı yüz binlerle senelik

Page 136: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş.Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesiolmuştur.

Evet, biz sevgili üstadımıza arz ediyoruz ki, hergündersini hocasına okuyanbir talebe gibi, Nurdan aldığımızfeyizlerimizi, her vakit için sevgiliüstadımıza arz edelim.Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarınıtatilbuyurdular.

Ey aziz Üstadım,

Risale-i Nur’un hakikati ve Meyvenin güzelliği veçiçeğinin feyzi, beni minnettârâne, bir parça memleketimnamına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblerehayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılanadımlar ve uzatılan eller, Meyvenin on birinci çiçeği iledaha çok metanet kesb etmiş, inkişaf etmiş, faaliyetebaşlamıştır.

Çok hakir talebeniz

Hüsrev

1. Her türlü noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.2. “Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi,17:44.

Page 137: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına Ramazantebriki münasebetiyle yazılmış ve on üç fıkra ile tâdil edilmiş bir

mektuptur

1باسم�ه� س(بح�انه(2و�ا0ن م�ن ش�>ءZ ا0ال5 ي(س�ب�ح( بح�مده�

1. Her türlü noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.2. “Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi,17:44.

Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti içinKur’ân’ın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatiyle ve sadıkşakirtlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kanakıtan,

Ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalızamanında Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâmdan ziyadehastalıklara, dertlere giriftâr olan ve Kur’ân’ın nuruyla veRisale-i Nur’un burhanlarıyla ve şakirtlerin gayretiyleâlem-i İslâmın maddî ve mânevî hastalıklarını Hekîm-iLokman gibi tedaviye çalışan,

Ve ey mübarek ellerinde mevcut olan Nur parçalarınınhak ve hakikat olduğunu Kur’ân’ın otuz üç âyetiyle vekeramet-i Aleviye ve Gavsiye ile ispat eden,

Ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zayıf ve gayet acınacak

Page 138: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâmacan feda eder derecesinde acıyarak, kendine fenalık etmekisteyenlere Kur’ân’ın hakikatiyle ve Risale-i Nur’unhüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlıdualar ve iyilik etmek ile karşılayan,

Ve yazdığı mühim eserlerinden Âyetü’l-Kübrânın tab’ıylakendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishaneleredüşen ve o zindanları Kur’ân’ın irşadıyla ve Risale-i Nur’undersiyle ve şakirtlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeyeçeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahilolanların hepsini Kur’ân’ı o dershanede hatmettirerekçıkaran ve o musibette Kur’ân’ın kuvve-i kudsiyesiyle veRisale-i Nur’un tesellîsiyle ve kardeşlerin tahammülleriyle,ihtiyar ve zayıf olduğu halde bütün ağırlıklarımızı veyüklerimiziüzerine alan ve yazdığı Meyve veMüdafaanâme risaleleriyle Kur’ân-ıMucizü’l-Beyânıni’câzıyla ve Risale-i Nur’un kuvvetli burhanlarıyla veşakirtlerin ihlâsı ile, izn-i İlâhî ile üzerinden kapılarınıaçtırıp beraat kazandıran ve o günde bize ve âlem-i İslâmabayram yaptıran ve hakikaten Risale-i Nur’ları nûrun alânûr olduğunu ispat ederek kıyamete kadar serbest okunupve yazılmasına hak kazandıran,

Ve âlem-i İslâmın Kur’ân-ı Azîmüşşânın gıda-yıkudsîsiyle ve Nurun uhrevî taamıyla ve şakirtlerininiştihasıyla ekmek, su ve hava gibi bu Nurlara pek çokihtiyacı olduğunu ve bu Nurları okuyup yazanlardan binlerkişi imanla kabre girdiğiniispat eden ve kendisine mensuptalebelerini hiçbir yerde mağlûp vemahcup etmeyen ve

Page 139: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

elyevm Kur’ân’ın semâvî dersleriyle ve Risale-i Nur’unesasatıyla ve şakirtlerinin zekâvetleriyle ve MeyveninOnuncu ve On Birinci Mesele ve çiçekleriyle, firak ateşiylegece gündüz yanan kalblerimizi âb-ı hayat ve şarab-ıkevser gibi o mübarek Mesele ve Çiçeklerle kalblerimizinateşini söndürüp sürur ve feraha sevk eden,

Ve ey âlemin—Kur’ân-ı Azîmüşşa’nın kat’î vaadiyle vetehdidiyle ve Risale-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle ve merhumşakirtlerinin müşahedesiyle ve onlardaki keşfü’l-kubursahiplerinin görmesiyle—en çok korktuğu ölümü, ehl-iiman için idam-ı ebedîden kurtarıp bir terhis tezkeresineçeviren ve âlem-i nura gitmek için güzel bir yolculukolduğunu ispat eden ve kâfir ve münafıklar için idam-ıebedî olduğunu bildiren Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın, binmu’cizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm ve kırk vech-ii’câzının tasdiki altında ihbarat-ı kat’iyesiyle, ondan çıkanRisale-i Nur’un en muannid düşmanlarını mağlûp edenhüccetleriyle ve Nur şakirtlerinin, çok emarelerin vetecrübelerin ve kanaatlerinin teslimiyle o korkunç,karanlık, soğuk ve dar kabri, ehl-i iman için Cennetçukurundan bir çukur ve Cennet bahçesinin bir kapısıolduğunu ispat eden ve kâfir ve münâfık zındıklar içinCehennem çukurundan yılan ve akreplerle dolu birçukurolduğunu ispat eden ve oraya gelecek olan Münker,Nekir ismindemelâikeleri ehl-i hak ve hakikat yolundagidenler için birer mûnis arkadaş yapan ve Risale-i Nur’unşakirtlerini talebe-i ulûm sınıfına dahil edip Münker, Nekirsuallerine Risale-i Nur ile cevap verdiklerini merhum

Page 140: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kahraman şehid Hâfız Ali’nin vefatıyla keşfeden ve hayattabulunanlarımızın da yine Risale-i Nur ile cevap vermemizirahmet-i İlâhiyeden dua ve niyaz eden ve Hazret-i Kur’ân’ı,Kur’ân-ı Azîmüşşanın kırk tabakadan her tabakaya göre birnevi i’caz-ı mânevîsini göstermesiyle ve umum kâinatabakan kelâm-ı ezelî olmasıyla ve tefsiri olan Risale-iNur’un Mu’cizat-ı Kur’âniye ve Rumuzât-ı Semâniyerisaleleriyle ve Risale-i Nur gül fabrikasının serkâtibi gibikahraman kardeşlerin ve şakirtlerin fevkalâde gayretleriyleAsr-ı Saadetten beri böyle hârika bir surette mu’cizeliolarak yazılmasına hiç kimse kadir olmadığı halde Risale-iNur’un kahraman bir kâtibi olan Hüsrev’e “Yaz!” emirbuyurulmasıyla, Levh-i Mahfuzdaki yazılan Kur’ân gibiyazılması ve Kur’ân-ı Azîmüşşanın hak kelâmullaholduğunu ve bütün semâvî kitapların en büyüğü ve enefdali ve bir Fâtiha içinde binler Fâtiha ve bir İhlâs içindebinler İhlâs ve hurufatının birden on ve yüz ve bin vebinler sevap ve hasene verdiklerini hiç görülmedik veişitilmedik pek güzel ve hârika bir sûrette târif ve ispateden ve Kur’ân-ı Mûcizü’l-Beyanın, bin üç yüz senedenberi i’câzını göstermesiyle ve muarızlarını durdurmasıylave Nurun gözlere gösterir derecede zâhir delilleri ile veNur şâkirtlerinin elmas kalemleriyle bu zamana kadarmisli görülmedik Risale-i Nur’un dünyaya ferman okuyanve en mütemerrid ve muannidleri susturan Yirmi BeşinciSöz ve zeyilleri kırk vech ile i’câz-ı Kur’ânî olduğunu ispateden,

Ve ey Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın

Page 141: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hak peygamber olduğuna ve umum yüz yirmi dört binpeygamberlerin efdali ve seyyidi olduğuna dair binlermu’cizelerini Mu’cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) namındakiRisale-i Nur’u ile güzel bir surette ispat eden ve Kur’ân-ıAzîmüşşanın, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmınrahmeten li’l-âlemîn olduğunu kâinatta ilân etmesiyle veNurun baştan nihayete kadar onun rahmeten li’l-âlemînolduğunu burhanlarla ispat etmesiyle ve o resulün ef ’âl veahvâli, kâinatta nümune-i iktida olacak en sağlam, en güzelrehber olduğunu hattâ körlere de göstermesiyle veAnadolu ve hususî memleketlerde Nurun intişarızamanında belâların ref ’i ve susturulmasıyla musibetleringelmesi şehadetiyle ve Nur şakirtlerinin gayet ağırmüşkülâtlar içinde kemâl-i metanetle hizmet veirtibatlarıyla o zâtın (a.s.m.) sünnet-i seniyyesine ittibâetmek ne kadar kârlı olduğunu ve bir sünnete bu zamandaittibâda yüz şehidin ecrini kazandığını bildiren ve sadakakaza ve belâyı nasıl def ediyorsa Risale-i Nur’un daAnadolu’ya gelecek kazayı, belâyı, yirmi senedir defettiğini aynelyakîn ispat eden Üstad-ı EkremimizEfendimiz Hazretleri!

Şimdi şu Risale-i Nur’un beraeti, başta siz sevgiliÜstadımızı, sonra biz âciz kusurlu talebelerinizi, sonraâlem-i İslâmı sürura sevk ederek ikinci büyük bir bayramyaptırdığından, siz mübarek Üstadımızın bu büyükbayram-ı şerifinizi tebrik ile ve yine üçüncü bayram olanRamazan-ı Şerifinizi ve Leyle-i Kadrinizi tebrik, emsâl-ikesiresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve biz

Page 142: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kusurluların, kusurlarımızın affını rica ederek umumenselâm ile mübarek ellerinizden öper ve dualarınızı temenniederiz, efendimiz hazretleri.

Ispartave havalisinde bulunan

Nur Talebeleri

Page 143: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Haddimden yüz derece ziyade olan bu mektupmuhteviyatını tevazu ile reddetmek bir küfran-ı nimet ve umumşâkirtlerin hüsn-ü zanlarına karşı bir ihanet olması ve aynenkabul etmek bir gurur, bir enâniyet ve benlik bulunmasıcihetiyle, umum namına Risale-i Nur kâtibinin yazdığı bu uzunmektubu, on üç fıkraları ilâve edip, hem bir şükr-ü mânevî, hemgururdan, hem küfran-ı nimetten kurtulmak için size bir suretinigönderiyorum ki, Meyvenin On Birinci Meselesinin âhirinde“Risale-i Nurun Isparta ve civarı talebelerinin bir mektubudur”diye ilhak edilsin. Ben bu mektubu, bu tâdilât ile yazdığımızhalde, iki defa bir güvercin yanımızdaki pencereye geldi.İçeriye girecekti. Ceylân’ın başını gördü girmedi. Birkaçdakika sonra başkası aynen geldi. Yineyazanı gördü, girmedi.Ben dedim: “Herhalde evvelki serçe ve kuddüs kuşu gibimüjdecileridir. Veyahut bu mektup gibi müteaddit mektuplarıyazdığımızdan, mübarek mektubun tâdili ile mübarekiyetinitebrik için gelmişler” kanaatimiz geldi.

Said Nursî

Page 144: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Asâ-yı Mûsâ’dan

İkinci KısımHüccetullahi’l-Bâliğa Risalesi

On Bir Hüccet-i İmâniyedir

Bu risaleyi Ankara ehl-i vukufu çok takdir ettikleri gibi; budefa daberaatimize ehemmiyetli bir sebep ve küfr-ü mutlakıkıran en keskin veyüksek ve kuvvetli bir hüccet-i kàtıa vebürhan-ı bâhirdir.

Said Nursî

Page 145: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Birinci Hüccet-i İmâniyeÂyetü’l-Kübrâ

Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.

تس�ب�ح( له( الس$م"و�ات( الس$بع( و�اال�رض( و�م�ن ف�يهن$ و�اBنم�نش�>ءZ اBال5 ي(س�ب�ح( بح�مده� و�ل�7ن ال� تفقه(ونتسبيح�ه(م اBنه(

1ك@ان ح�ل�يمuا غفورuا

1. “Yedi gökle yer ve onların içindekileri Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur kiOnu övüp Onu tesbih etmesin; ne var ki siz, onların tesbihinianlamazsınız.Şüphesiz ki O Halîmdir, cezâ vermekte acele etmez;Gafûrdur, günahları çokçabağışlar.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Bu İkinci Makam, bu âyet-i muazzamayı tefsir etmekleberaber, tayyedilen Arabî Birinci Makamın burhanlarını vehüccetlerini ve tercümesini ve kısa bir meâlini beyan eder.Şöyle ki:

Page 146: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur’âniye, bukâinat Hâlıkını bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesinen çok hayretle bakıp zevkle mütalâa ettiği en parlak birsahife-i tevhid olan semâvâtı en başta zikretmelerinden, enbaşta ona başlamak muvafıktır.

Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelenherbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayetkeremkârâne bir ziyafetgâh ve gayet san’atkârane birteşhirgâh ve gayet haşmetkârâne bir ordugâh ve talimgâhve gayet hayretkârâne ve şevk-engizâne bir seyrangâh vetemâşâgâh ve gayet mânidarâne ve hikmetperverâne birmütalâagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bukitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketinsultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken,en başta göklerin nur yaldızıyla yazılan güzel yüzü görünür.“Bana bak, aradığını sana bildireceğim” der. O da bakar,görür ki:

Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerdenbir kısmı top güllesinden yetmiş derece sür’atli yüz binlerecram-ı semâviyeyi direksiz, düşürmeden durduran vebirbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gezdiren;yağsız, söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lâmbalarıyandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilâl çıkartmadan onihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve güneş ve kamerinvazifeleri gibi, hiç isyan ettirmeden o pek büyükmahlûkları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindekihesap rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde,aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat

Page 147: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pekbüyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmedenkanununa itaat ettiren ve o nihayetsiz kalabalığın enkazlarıgibi, göğün yüzünü kirletecek süprüntülere meydanvermeden, pek parlak ve pek güzel temizlettiren ve birmuntazam ordu manevrası gibi manevrayla gezdiren vearzı döndürmesiyle, o haşmetli manevranın başka birsurette hakikî ve hayalî tarzlarını her gece ve her senesinema levhaları gibi seyirci mahlûkatına gösteren birtezahür-ü rububiyet ve o rububiyet faaliyeti içinde görünenteshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavziften mürekkep birhakikat, bu azameti ve ihatatı ile o semâvât Hâlıkınınvücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti, semâvâtınmevcudiyetinden daha zâhir bulunduğuna bilmüşahedeşehadet eder mânâsıyla Birinci Makamın BirinciBasamağında

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وبۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: الس$م�او�ات( بج�م�يع< م�ا ف�يه�ا، بشه�اد�ة�ع�ظم�ة� اBح�اطة� ح�ق�يقة�: التسخ�ير، و�التدبير، و�التدوير،و�التنظ�يم<، و�التنظ�يف،و�التو>ظ�يف الو�اس�ع�ة� الم(7@م$لة�

1بالم(شاه�دة�

denilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, vüs’at ve mükemmeliyetibilmüşahede görünen teshir ve tedbir ve tedvir (döndürme) ve tanzim ve tanzifve tavzif hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, semâvât bütün

Page 148: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

içindekilerle beraber Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-isema denilen ve mahşer-i acâip olan feza, gürültüylekonuşarak bağırıyor: “Bana bak, merakla aradığını ve seniburayagöndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin” der. Omisafir, onun ekşi,fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş,fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki:

Zemin ile âsumân ortasında muallâkta durdurulanbulut, gayet hakîmâne ve rahîmâne bir tarzda zeminbahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir veharareti, yani yaşamak ateşinin şiddetini tâdil eder veihtiyaca göre her yerinimdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibiçok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordununacele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi, birdencevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczalarıistirahate çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra, “Yağmurbaşına arş!” emrini aldığı anda, bir saat, belki birkaç dakikazarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrinibekler gibi durur.

Sonra o yolcu, cevvdeki rüzgâra bakar, görür ki:

Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmâne vekerîmâne istihdam olunur ki, güya o câmid havanınşuursuz zerrelerinden herbir zerresi, bu Kâinat Sultanındangelen emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmayarak, okumandanın kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir birvaziyetle, zeminin bütün nüfuslarına nefes vermek vezîhayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve elektrik gibi

Page 149: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkîhinevasıta olmak gibi çok küllî vazifelerde ve hizmetlerde, birdest-i gaybî tarafından gayet şuurkârâne ve alîmâne vehayatperverâne istihdam olunuyor.

Sonra yağmura bakıyor, görür ki: O lâtif ve berrak vetatlı ve hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmetten gönderilenkatrelerde o kadar Rahmânî hediyeler ve vazifeler var ki,güya rahmet tecessüm ederek katreler sûretinde hazine-iRabbâniyeden akıyor mânâsında olduğundan, yağmura“rahmet” namı verilmiştir.

Sonra şimşeğe bakar ve ra’dı (gök gürültüsü) dinler,görür ki, pek acip ve garip hizmetlerde çalıştırılıyorlar.

Sonra gözünü çeker, aklına bakar, kendi kendine der ki:

“Atılmış pamuk gibi bu câmid, şuursuz bulut elbettebizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendinekoşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez. Belkigayet kadîr ve rahîm bir Kumandanın emriyle hareket ederki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def ’aten meydana çıkar, işbaşına geçer. Ve gayet faal ve müteâl ve gayet cilveli vehaşmetli bir Sultanın fermanıyla ve kuvvetiyle vakit bevakit cevv âlemini doldurup boşaltır ve mütemadiyenhikmetle yazar ve paydosla bozar tahtasına ve mahv veispat levhasına ve haşir ve kıyamet suretine çevirir. Vegayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet keremkâr verubûbiyetperver bir Hâkim-i Müdebbirin tedbiriyle rüzgârabiner ve dağlar gibi yağmur hazinelerini bindirir,muhtaçolan yerlere yetişir. Güya onlara acıyıp ağlayarak,

Page 150: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gözyaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür, güneşin şiddet-iateşini serinlendirir ve sünger gibi bahçelerine su serper vezemin yüzünü yıkar, temizler.”

Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: Bu câmid,hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız,fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyleve zâhirî sûretiyle vücuda gelen yüz binler hakîmâne verahîmâne ve san’atkârâne işler ve ihsanlar ve imdatlarbilbedahe ispat eder ki, bu çalışkan rüzgârın ve bu cevvalhizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok; belki gayetkadîr ve alîm ve gayet hakîm ve kerîm bir Âmirin emriylehareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve oÂmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, havaiçinde cereyan eden herbir emr-i Rabbânîyi dinler, itaateder ki, bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına venebatatın telkihine ve büyümesine ve hayatına lüzumlumaddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ve idaresineve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatine ve bilhassa seslerinve bilhassa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ilekonuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllîhizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen)gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleribirbirinin misli iken zemin yüzünde yüz binler tarzdabulunan Rabbânî san’atlarda kemâl-i intizam ile bir dest-ihikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.

Demek,

و�تصريف الر�ي�اح< و�الس$ح�اب الم(س�خر ب�ين� الس$م�اء0

Page 151: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1و�اال�رض

âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbânîhizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle, hadsizRahmânî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden,ancak Vâcibü’l-Vücud ve Kàdir-i Külli Şey ve Âlim-i KülliŞey bir Rabb-i Zülcelâl-i ve’l-İkramdır der, hükmeder.

1. “... Ve rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrineboyun eğmiş bulutlarda...” Bakara Sûresi, 2:164.

Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun tanelerisayısınca menfaatler ve katreleri adedince Rahmânîcilveler ve reşhaları miktarınca hikmetler içinde bulunuyor.Hem o şirin ve lâtif ve mübarek katreler o kadarmuntazam ve güzel halk ediliyor ki, hususan yazmevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizamlagönderiliyor ve iniyor ki, fırtınalarla çalkanan ve büyükşeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların muvazene veintizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp,birleştirip zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çokhakîmâne işlerde ve bilhassa zîhayatta çalıştırılan basit vecâmid ve şuursuz müvellidülmâ ve müvellidülhumuza(hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküp edenbu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelifhizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek butecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak birRahmân-ı Rahîmin hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyorve nüzulüyle

Page 152: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1و�ه(و� الذى ي(نز�ل( الغيث� م�ن ب�عد م�اقنطوا و�ي�نشر( ر�حم�ته(

âyetini maddeten tefsir ediyor.

Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Buiki hâdise-i acîbe-i cevviye tam tamına

2ي�7@اد( س�نا ب�رق�ه� ي�ذه�ب( باال�بص�ار ve دي(س�ب�ح( الر$ع�و

3بح�مده�

âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurungelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.

1. "İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ve rahmetini her tarafayayan da Odur. O, kullarını gözetip koruyan ve her türlü övgüye lâyıkolandır."Şûrâ Sûresi, 42:28.2. "Şimşeğin parıltısı ise neredeyse gözleri alıverir." Nur Sûresi, 24:43.3. “Gök gürültüsü Onu hamd ederek, tesbih eder.” Ra’d Sûresi, 13:13.

Evet, hiçten, birden harika bir gürültüyle cevvikonuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar ile zulmetli cevviışıkla doldurmak ve dağvarî pamukmisâl ve dolu ve kar vesu tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibihikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanınbaşına tokmak gibi vuruyor, “Başını kaldır, kendinitanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerinebak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboşolamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşindekoşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdamolunuyorlar” diye ihtar ediyorlar.

İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde, bulutu teshirden,

Page 153: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisât-ı cevviyeyitedbirden terekküp eden bir hakikatın yüksek ve âşikârşehadetini işitir, “Âmentü billâh” der.

Birinci Makamın İkinci Mertebesinde

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وبۇج(وده�: الج�و� بج�م�يع< م�ا ف�يه�، بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� اBح�اطة�ح�ق�يقة�: التسخ�ير، و�التصريف، و�التنزيل ، و�التدبير،

4الو�اس�ع�ة� الم(7@م$لة� بالم(شاه�دة�.

fıkrası, bu yolcunun cevve dair mezkûr müşahedatınıifade eder.HAŞİYE-1HTAR

4. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, vüs’at ve mükemmeliyetibilmüşahede görünen teshir ve tasrif ve tenzil ve tedbir hakikatlerinin azamet-iihatasının şehadetiyle, cevv-i semâ bütün içindekilerle beraber Onun vücub-uvücuduna delâlet eder.Haşiye-1 HTARBirinci Makamda geçen otuz üç mertebe-i tevhidi bir parçaizah etmek isterdim. Fakat şimdiki vaziyetim ve halimin müsaadesizliğicihetiyle, yalnız gayet muhtasar burhanlarına ve meâlinin tercümesine iktifayamecbur oldum. Risale-i Nurun otuz belki yüz risalelerinde bu otuz üç mertebe,delilleriyle, ayrı ayrı tarzlarda, herbir risalede bir kısım mertebeler beyanedildiğinden, tafsili onlara havale edilmiş.

Sonra, o seyahat-i fikriyeye alışan o mütefekkir misafire,küre-i arz lisan-ı haliyle diyor ki: “Gökte, fezada, havada negeziyorsun? Gel, ben sana aradığını tanıttıracağım.Gördüğümvazifelerime bak ve sahifelerimi oku.” O dabakar, görür ki:

Arz, meczup bir Mevlevî gibi iki hareketiyle günlerin,

Page 154: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

senelerin, mevsimlerin husulüne medar olan bir daireyi,haşr-i âzamın meydanı etrafında çiziyor. Ve zîhayatın yüzbin envâını bütün erzak ve levazımatlarıyla içine alıp fezadenizinde kemâl-i muvazene ve nizamla gezdiren ve güneşetrafında seyahat eden muhteşem ve musahhar bir sefine-iRabbâniyedir.

Sonra sahifelerine bakar, görür ki: Bablarındaki herbirsahifesi, binler âyâtıyla arzın Rabbini tanıttırıyor.Umumunu okumak için vakit bulamadığından, yalnızbirtek sahife olan zîhayatın bahar faslında icad ve idaresinebakar, müşahede eder ki:

Yüz bin envaın hadsiz efradlarının suretleri, basit birmaddeden gayet muntazam açılıyor ve gayet rahîmâneterbiye ediliyor ve gayet mu’cizâne bir kısmınıntohumlarına kanatçıklar verip, onları uçurmak suretiyleneşrettiriliyor ve gayet müdebbirâne idare olunuyor vegayet müşfikâne iaşe ve it’am ediliyor ve gayet rahîmâneve rezzâkâne hadsiz ve çeşit çeşit ve lezzetli ve tatlırızıkları, hiçten ve kuru topraktan ve birbirinin misli vefarkları pek az ve kemik gibi köklerden, çekirdeklerden, sukatrelerinden yetiştiriliyor. Her bahara, bir vagon gibi,hazine-i gaybdan yüz bin nevi et’ime ve levazımat, kemâl-iintizamla yüklenip zîhayata gönderiliyor. Ve bilhassa oerzak paketleri içinde yavrulara gönderilen sütkonserveleri ve validelerinin şefkatli sinelerinde asılanşekerli süt tulumbacıklarını göndermek, o kadar şefkat vemerhamet ve hikmet içinde görünüyor ki, bilbedahe birRahmân-ı Rahîmin gayet müşfikane ve mürebbiyâne bir

Page 155: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

cilve-i rahmeti ve ihsanı olduğunu ispat eder.

Elhasıl; bu sahife-i hayatiye-i bahariye haşr-i âzamın yüzbin nümunelerini ve misallerini göstermekle,

فانظر ا0ل� اثار ر�حم�ت الTUه� ك@يف� ي(حيى اال�رض� ب�عدYقدير Zل� ش�>ءKع�ل� ك �1م�و>ت�ه�ا اBن ذل�ك لم(حيى الم�و>ت� و�ه(و

âyetini maddeten gayet parlak tefsir ettiği gibi; bu âyetdahi, bu sahifenin mânâlarını mu’cizâne ifade eder. Vearzın, bütün sahifeleriyle, büyüklüğü nisbetinde vekuvvetinde Lâ ilâhe illâ hû dediğini anladı.

İşte, küre-i arzın yirmiden ziyade büyük sahifelerindenbirtek sahifenin yirmi vechinden birtek vechinin muhtasarşehadetiyle, o yolcunun sâir vecihlerin sahifelerindekimüşahedatı mânâsında olarak ve o müşahedatları ifadeiçin, Birinci Makamın Üçüncü Mertebesinde böyledenilmiş:

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وبۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: اال�رض( بج�م�يع< م�ا ف�يه�ا، و�م�ا ع�ليه�ا،

بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� اBح�اطة� ح�ق�يقة�: التسخ�ير، و�التدبير،�و�التربي�ة�، و�الفتاح�ي$ة� و�تو>زيع�الب(ذور و�الم(ح�افظة� و�اال0د�ار�ةو�اال0ع�اشة�، ل�ج�م�يع�ذوى الح�ي�اة�، و�الر$حم�ان�ي$ة� و�الر$ح�يم�ي$ة�

Page 156: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

2الع�ام$ة�الشام�لة� الم(7@م$لة� بالم(شاه�دة�

1. “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardındannasıldiriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; Oherşeyehakkıyla kàdirdir.” Rûm Sûresi, 30:50.2. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, umumiyet ve şümulvemükemmeliyeti bilmüşahede görünen, bütün zevilhayatın iaşesiiçintohumların teshir ve tedbir ve terbiye ve feth ve tevzi ve muhafazaveidaresi ve Rahmâniyet ve Rahîmiyet hakikatlerinin azamet-i ihatasınınşehadetiyle, arz bütün içindekiler ve üzerindekilerle Onun vahdet içindekivücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, o mütefekkir yolcu her sahifeyi okudukça saadetanahtarı olan imanı kuvvetlenip ve mânevî terakkiyatınmiftahı olan mârifeti ziyadeleşip ve bütün kemâlâtın esasıve madeni olan iman-ı billâh hakikatı bir derece dahainkişaf edip mânevî çok zevkleri ve lezzetleri verdikçeonun merakını şiddetle tahrik ettiğinden; semâ, cevv vearzın mükemmel ve kat’î derslerini dinlediği halde, “Helmin mezîd” deyip dururken, denizlerin ve büyük nehirlerincezbekârâne cûş u huruşla zikirlerini ve hazin ve lezizseslerini işitir. Lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile “Bize de bak, bizide oku” derler. O da bakar, görür ki:

Hayattârâne mütemâdiyen çalkanan ve dağılmak vedökülmek ve istilâ etmek fıtratında olan denizler, arzıkuşatıp, arz ile beraber gayet sür’atli bir surette bir senedeyirmi beş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde,nedağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındakitoprağa tecavüzederler. Demek gayet kudretli ve azametlibir Zâtın emriyle ve kuvvetiyle dururlar, gezerler,muhafaza olurlar.

Page 157: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Sonra denizlerin içlerine bakar, görür ki: Gayet güzel veziynetli ve muntazam cevherlerinden başka, binlerce çeşithayvanatın iaşe ve idareleri ve tevellüdat ve vefiyatları okadar muntazamdır; basit bir kum ve acı bir sudan verilenerzakları ve tayinatları o kadar mükemmeldir ki, bilbedahebir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin idare veiaşesiyle olduğunu ispat eder.

Sonra o misafir, nehirlere bakar, görür ki: Menfaatleri vevazifeleri ve varidat ve sarfiyatları o kadar hakîmâne verahîmânedir; bilbedahe ispat eder ki, bütün ırmaklar,pınarlar, çaylar, büyük nehirler, bir Rahmân-ı Zülcelâlive’l-İkramın hazine-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar.Hattâ o kadar fevkalâde iddihar ve sarf ediliyorlar ki, “Dörtnehir Cennetten geliyorlar” diye rivâyet edilmiş. Yani,zâhirî esbabın pek fevkinde olduklarından, mânevî bircennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez birmenbaın feyzinden akıyorlar demektir. Meselâ, Mısır’ınkumistanını bir cennete çeviren Nil-i mübarek, cenuptarafından, Cebel-i Kamer denilen bir dağdan,mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altıaydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, odağdan daha büyük olur. Halbuki o dağdan ona ayrılan yerve mahzen, altı kısımdan bir kısım olmaz. Varidatı ise, omıntıka-i hârrede pek az gelen ve susamış toprak çabukyuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette omuvazene-i vâsiayı muhafaza edemediğinden, o Nil-imübarek âdet-i arziye fevkinde bir gaybî cennetten çıkıyordiye rivayeti gayet manidar ve güzel bir hakikati ifade

Page 158: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ediyor.

İşte, deniz ve nehirlerin denizler gibi hakikatlerinin veşehadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu bil’icmâdenizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle Lâ ilâhe illâHû der ve bu şehadete denizler mahlûkatı adedinceşahitler gösterir diye anladı. Ve denizlerin ve nehirlerinumum şehadetlerini irade ederek ifade etmek mânâsında,Birinci Makamın Dördüncü Mertebesinde,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وبۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: ج�م�يع( البح�ار، و�اال�نه�ار، بج�م�يع< م�ا

ف�يه�ا، بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� اBح�اطة� ح�ق�يقة�: التسخ�يرو�الم(ح�افظة� و�اال0د�خار و�اال0د�ار�ة� الو�اس�ع�ة� الم(نتظم�ة�

1بالم(شاه�دة�

denilmiş.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, genişlik ve intizamı gözlegörünen teshir ve muhafaza ve iddihar ve idare hakikatlerindeki ihatanınbüyüklüğünün şehadetiyle, denizler ve nehirler bütün içindekilerle beraberOnun birlik içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, dağlar ve sahralar, seyahat-ı fikriyede bulunan oyolcuyu çağırıyorlar “Sahifelerimizi de oku” diyorlar. O dabakar, görür ki: Dağların küllî vazifeleri ve umumîhizmetleri o kadar azametli ve hikmetlidirler; akıllarıhayret içinde bırakır. Meselâ, dağların zeminden emr-i

Page 159: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Rabbânî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılâbat-ıdahiliyeden neş’et eden heyecanını ve gazabını vehiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek, zemin o dağlarınfışkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip, zararlı olansarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup, vazife-idevriyesinde sekenesinin istirahatlerini bozmuyor. Demek,nasıl ki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve muvazenelerinimuhafaza için onların direkleri üstünde kurul-muş; öyle de,dağlar, zemin sefinesine bu mânâda hazineli direklerolduklarını, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan,

1و�الجب�ال� او>تادuا �2و�القينا ف�يه�ا ر�و�اس��

3و�الجب�ال� ا:رس"يه�ا

gibi çok âyetlerle ferman ediyor.

Hem meselâ dağların içinde zîhayata lâzım olan hernevi menbalar, sular, madenler, maddeler, ilâçlar o kadarhakîmâne ve müdebbirâne ve kerîmâne ve ihtiyatkârâneiddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki, bilbedahe, kudretinihayetsiz bir Kadîrin ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîmınhazineleri ve ambarları ve hizmetkârları olduklarını ispatederler diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife vehikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip,dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususanihtiyatî iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti vesöyledikleri Lâ ilâhe illâ Hû tevhidini, dağlar kuvvetinde vesebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür,“Âmentü Billâh” der.

İşte bu mânâyı ifade için, Birinci Makamın Beşinci

Page 160: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Mertebesinde,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذي د�ل$ ع�ل� ۇج(وبۇج(وده�: ج�م�يع( الجب�ال و�الص$ح�ار�ى، بج�م�يع< م�ا ف�يه�ا، و�م�اع�ليه�ا، بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� ا0ح�اطة� ح�ق�يقة�: اال0د�خار و�اال0د�ار�ة�و�نشر الب(ذور و�الم(ح�افظة� و�التدبيرو�اال0حت�ي�اط�ي$ة� الر$ب$ان�ي$ة�

4الو�اس�ع�ة� الع�ام$ة�الم(نتظم�ة� الم(7@م$لة� بالم(شاه�دة�

denilmiş.

1. “Dağları direk (yapmadık mı?)” Nebe’ Sûresi, 78:7.2. “Yeryüzünde sâbit dağlar diktik.” Hicr Sûresi, 15:19.3. “Dağları sapa sağlam dikti.” Nâziât Sûresi, 79:32.4. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, Rabbânî ihtiyatmaddelerininbilmüşahede vâsi ve âmm ve muntazam ve mükemmel iddihar veidare ve muhafaza ve tedbiri ve tohumların neşri hakikatlerinin azamet-iihatasının şehadetiyle, bütün dağlar ve sahrâlar bütün içindekiler veüzerindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, o yolcu dağda ve sahrada fikriyle gezerken, eşcarve nebatat âleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriyeçağırdılar, “Gel,dairemizde de gez, yazılarımızı da oku”dediler. O da girdi, gördü ki, gayet muhteşem ve müzeyyenbir meclis-i tehlil ve tevhid ve bir halka-i zikir ve şükürteşkil etmişler. Bütün eşcar ve nebatatın envâları, bil’icmâ,beraber; Lâ ilâhe illâllâ Hû diyorlar gibi lisan-ı hallerindenanladı. Çünkü bütün meyvedar ağaç ve nebatlar; mîzanlıve fesahatli yapraklarının dilleriyle ve süslü cezaletliçiçeklerinin sözleriyle ve intizamlı ve belâğatli

Page 161: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

meyvelerinin kelimeleriyle beraber, müsebbihâne şehadetgetirdiklerine ve Lâ ilâhe illâ Hû dediklerine delâlet veşehadet eden üç büyük küllî hakikati gördü.

Birincisi: Pek zâhir bir surette kastî bir in’âm ve ikram veihtiyarî bir ihsan ve imtinan mânâsı ve hakikatiherbirisinde hissedildiği gibi, mecmuunda ise, güneşinzuhurundaki ziyası gibi görünüyor.

İkincisi: Tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayankastî ve hakîmâne bir temyiz ve tefrik, ihtiyarî ve rahîmânebir tezyin ve tasvir mânâsı ve hakikati, o hadsiz envâ veefratta gündüz gibi âşikâre görünüyor ve bir Sâni-iHakîmin eserleri ve nakışları olduklarını gösterir.

Üçüncüsü: O hadsiz masnuatın yüz bin çeşit ve ayrı ayrıtarz ve şekilde olan suretleri, gayet muntazam, mizanlı,ziynetli olarak, mahdut ve mâdud ve birbirinin misli vebasit ve câmid ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışıkolan çekirdeklerden, habbeciklerden o iki yüz bin nevilerinfarikalı ve intizamlı, ayrı ayrı, muvazeneli, hayattar,hikmetli, yanlışsız, hatâsız bir vaziyette umum efradınınsûretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattir ki,güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyvelerive yaprakları ve mevcudatı sayısınca o hakikatı ispat edenşahitler var diye bildi. “Elhamdü lillâhi alâ nimeti’l-îman”dedi.

İşte bu mezkûr hakikatleri ve şehadetleri ifademânâsıyla, Birinci Makamın Altıncı Mertebesinde,

Page 162: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وب1ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: ا0جم�اع ج�م�يع< ا:نو�اع< اال�شج�ار

و�النب�اتات الم(س�ب�ح�ات الناط�قات: ب7@ل�م�ات ا:و>ر�اق�ه�االم�و>زونات الفص�يح�ات و�ا:زه�اره�االم(ز�ي$نات الج�زيال�تو�اثم�اره�ا الم(نتظم�ات�الب�ل�يغات، بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� اBح�اطة�.Dم�ةر�ح�ح�ق�يقة�: اال0نع�ام<، و�اال0ك�ر�ام<، و�اال0حس�ان، بقصد و،Dح��7م�ة�و�ح�ق�يقة�: التمييز، و�التزيين ، و�التصوير، با0ر�اد�ةD وم�ع�قطع�ي$ة� د�ال�لة� ح�ق�يقة� فتح< ج�م�يع< ص(و�ره�ا الم�و>زونات

الم(ز�ي$نات الم(تب�اينة� الم(تنو�ع�ة� غير الم�حدود�ة� م�ن نو�تاتDدود�ةم�عDص(ور�ةم�ح Dم(تشابه�ة Dح�ب$ات م(تم�اث�لة�و

denilmiş.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, mizanlı vefesahatliyapraklarının ve süslü ve cezaletli çiçeklerinin ve intizamlı vebelâğatlimeyvelerinin kelimeleriyle konuşan ve tesbih eden bütün ağaçve nebatnevilerinin icmâı, birbirinin misli ve benzeri olan mahdut çekirdekvehabbeciklerden süslü ve birbirinden farklı ve mütenevvi, gayr-ı mahdutsuretlerinin hepsinin birden fethi hakikatinin kat’î delâletiyle beraber, kasdî verahmetli in’âm ve ikram ve ihsan hakikatinin ve iradeli ve hikmetli temyiz vetezyin ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, icmâ ile Onunvahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, seyahat-i fikriyede bulunan o meraklı ve terakkiile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden

Page 163: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken,hayvanat ve tuyûr âleminin kapısı, hakikat-bîn olan aklınave marifet-âşinâ olan fikrine açıldı. Yüz bin ayrı ayrıseslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeriye çağırdılar,“Buyurun” dediler. O da girdi ve gördü ki:

Bütün hayvanat ve kuşların bütün nevileri ve taifeleri vemilletleri, bil’ittifak, lisan-ı kàl ve lisan-ı halleriyle Lâ ilâheillâ Hû deyip, zemin yüzünü bir zikirhane ve muazzam birmeclis-i tehlil suretine çevirmişler; herbiri bizzat birerkasi-de-i Rabbânî, birer kelime-i Sübhânî ve mânidar birerharf-i Rahmânî hükmünde Sânilerini tavsif edip hamd üsenâ ediyorlar vaziyetinde gördü. Güya o hayvanların vekuşların duyguları ve kuvâları ve cihazları ve âzâları veâletleri, manzum ve mevzun kelimelerdir ve muntazam vemükemmel sözlerdir. Onlar, bunlarla Hallâk veRezzaklarına şükür ve vahdâniyetine şehadet getirdiklerinekat’î delâlet eden üç muazzam ve muhit hakikatlerimüşahede etti.

Birincisi: Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuvveteve şuursuz tabiata havalesi mümkün olmayan, hiçtenhakîmâne icad ve san’atperverâne ibdâ ve ihtiyarkârâne vealîmâne halk ve inşa ve yirmi cihetle ilim ve hikmet veiradenin cilvesini gösteren ruhlandırmak ve ihyâ etmekhakikatidir ki, zîruhlar adedince şahitleri bulunan birburhan-ı bâhir olarak, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun vücub-uvücuduna ve sıfât-ı seb’asına ve vahdetine şehadet eder.

İkincisi: O hadsiz masnularda birbirinden simaca farikalı

Page 164: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve şekilce ziynetli ve miktarca mizanlı ve suretçe intizamlıbir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametlive kuvvetli bir hakikat görünür ki, Kàdir-i Külli Şey veÂlim-i Külli Şeyden başka hiçbir şey, bu her cihetle binlerleharikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahip olamazve hiçbir imkân ve ihtimali yok.

Üçüncüsü: Birbirinin misli ve aynı veya az farklı vebirbirine benzeyen mahsur ve mahdut yumurtalardan veyumurtacıklardan ve nutfe denilen su katrelerinden ohadsiz hayvanların yüz binler çeşit tarzlarda ve birermu’cize-i hikmet mâhiyetinde bulunan suretlerini, gayetmuntazam ve muvazeneli ve hatasız bir hey’ette açmak vefethetmek öyle parlak bir hakikattır ki, hayvanlar adedincesenetler, deliller o hakikati tenvir eder.

İşte bu üç hakikatin ittifakıyla, hayvanların bütün envâı,beraber öyle bir Lâ ilâhe illâ Hû deyip şehadet getiriyorlarki, güya zemin, büyük bir insan gibi, büyüklüğü nisbetindeLâ ilâhe illâ Hû diyerek semâvât ehline işittiriyormahiyetinde gördü ve tam ders aldı. Birinci MakamınYedinci Mertebesinde bu mezkûr hakikatleri ifademânâsıyla,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وب1ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: اBتفاق( ج�م�يع< ا:نو�اع< الح�ي�و�انات،

و�الطي(ور الح�ام�دات�الشاه�دات ب7@ل�م�ات ح�و�اس�ه�ا، و�قو�اه�ا

Page 165: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

و�ح�س�ي�ات�ه�او�لطائ�ف�ه�ا الم�و>زونات الم(نتظم�اتالفص�يح�ات�و�ب7@ل�م�ات اجهز�ت�ه�ا و�ج�و�ارح�ه�ا و�اعض�ائ�ه�او�آال�ت�ه�االم(7@م$لة� الب�ل�يغات، بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� اBح�اطة�

اع<، باال0ر�اد�ة�، و�ح�ق�يقة�: ح�ق�يقة�اال0يج�اد و�الص'نع<، و�اال0بدالتمييز و�التزيين ، بالقصد.

و�ح�ق�يقة�: التقدير و�التصوير، بالح��7م�ة� م�ع� قطع�ي$ة� د�ال�لة�ح�ق�يقة�: فتح< ج�م�يع< ص(و�ره�ا الم(نتظم�ة� الم(تخال�فة�الم(تنو�ع�ة�غير الم�حص(ور�ة� م�ن ب�يض�ات و�قطر�ات

Dدود�ةم�ح Dص(ور�ةم�ح Dم(تشابه�ةDم(تم�اث�لةdenilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, mevzun ve muntazam vefasih hasselerinin ve kuvvelerinin ve hissiyat ve lâtifelerininkelimeleriyle vemükemmel ve beliğ cihazat ve cevarih ve âlât veâzâlarının kelimeleriyle hamdve şehadet eden bütün hayvanat ve tuyur nevilerinin ittifakı, birbirinin misli vebenzeri, mahsur ve mahdut sayıda yumurta ve katrelerden muntazam, muhtelif,mütenevvi ve gayr-ı mahsur suretlerinin fethi hakikatinin kat’î delâletiyleberaber, iradeli icad ve sun’ ve ibdâ’ hakikatinin ve kasdî temyiz ve tezyinhakikatinin ve hikmetli takdir ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasınınşehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra o mütefekkir yolcu, marifet-i İlâhiyenin hadsizmertebelerinde ve nihayetsiz ezvâkında ve envârında dahaileri gitmek için, insanlar âlemine ve beşer dünyasına

Page 166: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

girmek isterken, başta enbiyalar olarak onu içeriye davetettiler; o da girdi. En evvel geçmiş zamanın menzilinebaktı, gördü ki:

Nev-i beşerin en nuranî ve en mükemmeli olan umumpeygamberler (aleyhimüsselâm) bil’icma’ beraber Lâ ilâheillâ Hû deyip zikrediyorlar ve parlak ve musaddak olanhadsiz mu’cizatlarının kuvvetiyle, tevhidi iddia ediyorlar vebeşeri hayvaniyet mertebesinden melekiyet derecesineçıkarmak için, onları iman-ı billâha davet ile dersveriyorlar gördü. O da, o nuranî medresede diz çöküpderse oturdu. Gördü ki:

Meşahir-i insaniyenin en yüksekleri ve namdarları olano üstadların herbirisinin elinde Hâlık-ı Kâinat tarafındanverilmiş nişane-i tasdik olarak mu’cizeler bulunduğundan,herbirinin ihbarıyla beşerden bir taife-i azîme ve birümmet tasdik edip imana geldiklerinden, o yüz bin ciddîve doğru zâtların icmâ ve ittifakla hüküm ve tasdik ettikleribir hakikat ne kadar kuvvetli ve kat’î olduğunu kıyasedebildi. Ve bu kuvvette, bu kadar muhbir-i sadıklarınhadsiz mu’cizeleriyle imza ve ispat ettikleri bir hakikatiinkâr eden ehl-i dalâlet ne derece hadsiz bir hata, bircinayet ettiklerini ve ne kadar hadsiz bir azaba müstehakolduklarını anladı ve onları tasdik edip iman getirenler nekadar haklı ve hakikatli olduklarını bildi; iman kudsiyetininbüyük bir mertebesi daha ona göründü.

Evet, enbiyayı (aleyhimüsselâm) Cenâb-ı Haktarafından fiilen tasdik hükmünde olan hadsiz

Page 167: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mu’cizatlarından ve hakkaniyetlerini gösteren, muarızlarınagelen semâvî pek çok tokatlarından ve hak olduklarınadelâlet eden şahsî kemâlâtlarından ve hakikatlitalimatlarından ve doğru olduklarına şehadet edenkuvvet-i imanlarından ve tam ciddiyetlerinden vefedakârlıklarından ve ellerinde bulunan kudsî kitap vesuhuflarından ve onların yolları doğru ve hak olduğunaşehadet eden ittibâlarıyla hakikate, kemâlâta, nura vasılolan hadsiz tilmizlerinden başka, onların ve o pek ciddîmuhbirlerin müsbet meselelerde icmâı ve ittifakı vetevatürü ve ispatta tevafuku ve tesanüdü ve tetabuku öylebir hüccettir ve öyle bir kuvvettir ki, dünyada hiçbir kuvvetkarşısına çıkamaz ve hiçbir şüphe ve tereddüdü bırakmaz.Ve imanın erkânında umum enbiyayı (aleyhimüsselâm)tasdik dahi dahil olması, o tasdik büyük bir kuvvet menbaıolduğunu anladı, onların derslerinden çok feyz-i imanî aldı.

İşte, bu yolcunun mezkûr dersini ifade mânâsında,Birinci Makamın Sekizinci Mertebesinde,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�:اBجم�اع ج�م�يع< اال�نبي�اء0، بقوlة� م(عجز�ات�هم< الب�اه�ر�ة�،

1الم(ص�دقة� الم(ص�دقة�

denilmiş.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, bütün enbiyanın, tasdik edici vetasdike mazhar mu’cizât-ı bâhirelerinin kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdetiçindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

Page 168: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Sonra imanın kuvvetinden ulvî bir zevk-i hakikat alan oseyyah-ı talip, enbiya aleyhimüsselâmın meclisindengelirken, ulemanın ilmelyakîn suretinde kat’î ve kuvvetlidelillerle, enbiyaların (aleyhimüsselâm) dâvâlarını ispateden ve asfiya ve sıddîkîn denilen mütebahhir, müçtehidmuhakkikler, onu dershanelerine çağırdılar. O da girdi,gördü ki: Binlerle dâhi ve yüz binlerce müdakkik ve yüksekehl-i tahkik, kıl kadar bir şüphe bırakmayan tetkikat-ıamîkalarıyla, başta vücub-u vücud ve vahdet olarakmüsbet mesâil-i imaniyeyi ispat ediyorlar.

Evet, istidatları ve meslekleri muhtelif olduğu haldeusul ve erkân-ı imaniyede onların müttefikan ittifakları veherbirisinin kuvvetli ve yakînî burhanlarına istinadları öylebir hüccettir ki, onların mecmuu kadar bir zekâvet vedirayet sahibi olmak ve burhanlarının umumu kadar birburhan bulmak mümkün ise, karşıları-na ancak öyleçıkılabilir. Yoksa, o münkirler, yalnız cehalet ve echeliyetve inkâr ve ispat olunmayan menfî meselelerde inat ve gözkapamak suretiyle karşılarına çıkabilirler. Gözünü kapayan,yalnız kendine gündüzü gece yapar.

Bu seyyah, bu muhteşem ve geniş dershanede, bumuhterem ve mütebahhir üstadların neşrettikleri nurlar,zeminin yarısını bin seneden ziyade ışıklandırdığını bildi.Ve öyle bir kuvve-i mâneviyeyi buldu ki, bütün ehl-i inkârtoplansa onu kıl kadar şaşırtmaz ve sarsmaz. İşte buyolcunun bu dershaneden aldığı derse bir kısa işaret olarakBirinci Makamın Dokuzuncu Mertebesinde,

Page 169: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ال� اBله� اBال5 الTUه( الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�:ا0تفاق( ج�م�يع< االmصف�ي�اء0، بقوlة� ب�ر�اه�ين�هم< الز$اه�ر�ة� الم(ح�ققة�

1الم(تف�قة�

denilmiş.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, bütün asfiyanın, muhakkak vemüttefik ve parlak burhanlarının kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdet içindekivücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, imanın daha ziyade kuvvetlenmesinde veinkişafında ve ilmelyakîn derecesinden aynelyakînmertebesine terakkisindeki envârı ve ezvakı görmeye çokmüştak olan o mütefekkir yolcu, medreseden gelirken,hadsiz küçük tekyelerin ve zaviyelerin telâhukuyla tevessüeden gayet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir tekye,bir hangâh, bir zikirhane, bir irşadgâhta ve cadde-i kübrâ-yıMuhammedînin (a.s.m.) ve mirac-ı Ahmedînin (a.s.m.)gölgesinde hakikate çalışan ve hakka erişen veaynelyakîne yetişen binlerle ve milyonlarla kudsî mürşidleronu dergâha çağırdılar. O da girdi, gördü ki:

O ehl-i keşif ve keramet mürşidler; keşfiyatlarına vemüşahedelerine ve kerametlerine istinaden, bil’icmâ,müttefikan Lâ ilâhe illâ Hû diyerek, vücub-u vücud vevahdet-i Rabbâniyeyi kâinata ilân ediyorlar. Güneşinziyasındaki yedi renkle güneşi tanımak gibi, yetmiş renkle,belki Esmâ-i Hüsnâ adedince, Şems-i Ezelînin ziyasındantecellî eden ayrı ayrı nurlu renkler ve çeşit çeşit ziyalı

Page 170: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

levnler ve başka başka hakikatli tarîkatler ve muhtelifdoğru meslekler ve mütenevvi haklı meşreplerde bulunano kudsî dâhilerin ve nuranî âriflerin icmâ ve ittifakla imzaettikleri bir hakikat, ne derece zâhir ve bâhir olduğunuaynelyakîn müşahede etti. Ve enbiyanın (aleyhimüsselâm)icmâı ve asfiyanın ittifakı ve evliyanın tevafuku ve bu üçicmaın birden ittifakı, güneşi gösteren gündüzünziyasından daha parlak gördü.

İşte, bu misafirin tekyeden aldığı feyze kısa bir işaretolarak, Birinci Makamın Onuncu Mertebesinde,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�:ك@ر�ام�ات�هم< الظاه�ر�ة� �اBجم�اع اال�و>ل�ي�اء0 ب7@شف�ي�ات�هم، و

1الم(ح�ققة� الم(ص�دقة�

denilmiş.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, bütün evliyanın, muhakkakve musaddak ve zahir keşif ve kerametlerinin icmâı, Onun vahdet içindekivücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, kemâlât-ı insaniyenin en mühimi ve en büyüğü,belki bilcümle kemâlât-ı insaniyenin menbaı ve esası,iman-ı billâhtan ve marifetullahtan neş’et edenmuhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütünkuvvetiyle ve letâifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetininkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriylebaşını kaldırdı ve semâvâta baktı. Kendi aklına dedi ki:

“Madem kâinatta en kıymettar şey hayattır. Ve kâinatın

Page 171: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mevcudâtı hayata musahhardır. Ve madem zîhayatın enkıymettarı zîruhtur. Ve zîruhun en kıymettarı zîşuurdur. Vemadem bu kıymettarlık için küre-i zemin, zîhayatımütemadiyen çoğaltmak için, her asır, her sene dolar,boşalır. Elbette ve her halde, bu muhteşem ve müzeyyenolan semâvâtın dahi kendisine münasip ahalisi vesekenesi, zîhayat ve zîruh ve zîşuurlardan vardır ki, huzur-uMuhammedîde (a.s.m.) sahabelere görünen Hazret-iCebrâil’in (a.s.) temessülü gibi, melâikeleri görmek veonlarla konuşmak hâdiseleri, tevatür suretinde eskidenberi nakil ve rivayet ediliyor. Öyle ise keşke ben semâvâtehliyle dahi görüşseydim, onlar ne fikirde olduklarınıbilseydim. Çünkü, Hâlık-ı Kâinat hakkında en mühim sözonlarındır” diye düşünürken, birden semâvî şöyle bir sesiişitti:

“Madem bizimle görüşmek ve dersimizi dinlemekistersin. Bil ki, başta Hazret-i Muhammed AleyhissalâtüVesselâm ve Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan olarak bütünpeygamberlere vasıtamızla gelen mesâil-i imaniyeye enevvel biz iman etmişiz. Hem insanlara temessül edipgörünen ve bizlerden olan bütün ervâh-ı tayyibe, bilâistisna ve bil’ittifak, bu kâinat Hâlıkının vücub-u vücudunave vahdetine ve sıfât-ı kudsiyesine şehadet edip birbirinemuvafık ve mutabık olarak ihbar etmişler. Bu hadsizihbaratın tevafuku ve tetabuku, güneş gibi sana birrehberdir” dediklerini bildi ve onun nur-u imanı parladı,zeminden göklere çıktı.

İşte, bu yolcunun melâikeden aldığı derse kısa bir işaret

Page 172: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olarak, Birinci Makamın On Birinci ve On İkinciMertebelerinde,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وبۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: ا0تفاق( الم�لئ�ك@ة� الم(تم�ثل�ين� الmنظار

الناس،و�الم(تك@لم�ين� م�ع� خو�اص� الب�شر،1با0خب�ار�ات�هم�الم(تطابقة� الم(تو�اف�قة�

denilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, insanların nazarına temessül eden vebeşerin havâs kısmıyla konuşan melâikenin ittifakı, birbirine tetabuk ve tevafukeden ihbaratıyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, pür-merak ve pür-iştiyak o misafir, âlem-işehadet ve cismânî ve maddî cihetinde ve mahsustaifelerin dillerinden ve lisan-ı hallerinden ders aldığından,âlem-i gayb ve âlem-i berzahta dahi mütalâa ile birseyahat ve bir taharri-i hakikat arzu ederken, her taife-iinsaniyede bulunan ve kâinatın meyvesi olan insanınçekirdeği hükmünde bulunan ve küçüklüğüyle beraber,mânen kâinat kadar inbisat edebilen müstakim vemünevver akılların, selim ve nuranî kalblerin kapısı açıldı.Baktı ki, onlar, âlem-i gayb ve âlem-i şehadet ortasındainsanî berzahlardır; ve iki âlemin birbiriyle temasları vemuameleleri, insana nisbeten o noktalarda oluyorgördüğünden, kendi akıl ve kalbine dedi ki:

“Gelin, bu emsalinizin kapısından hakikate giden yol

Page 173: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

daha kısadır. Biz öteki yollardaki dillerden ders aldığımızgibi değil, belki iman noktasındaki ittisaflarından vekeyfiyet ve renklerinden mütalâamızla istifade etmeliyiz”dedi, mütalâaya başladı. Gördü ki:

İstidatları gayet muhtelif ve mezhepleri birbirindenuzak ve muhalif olan umum istikametli ve nurlu akıllarıniman ve tevhiddeki ittisafkârâne ve râsihâne itikadları,tevafuk ve sebatkârâne ve mutmainâne kanaat ve yakînleritetabuk ediyor. Demek, tebeddül etmeyen bir hakikatedayanıp bağlanmışlar. Ve kökleri, metin bir hakikategirmiş, kopmuyor. Öyle ise, bunların nokta-i imaniyede vevücub ve tevhidde icmâları, hiç kopmaz bir zincir-inuranîdir ve hakikate açılan ışıklı bir penceredir.

Hem gördü ki: Meslekleri birbirinden uzak vemeşrepleri birbirine mübayin olan o umum selim venuranî kalblerin erkân-ı imaniyedeki müttefikane veitminankârâne ve müncezibâne keşfiyat ve müşahedatlarıbirbirine tevafuk ve tevhidde birbirine mutabık çıkıyor.Demek, hakikate mukàbil ve vâsıl ve mütemes-sil buküçücük birer arş-ı marifet-i Rabbâniye ve bu câmi’ birerâyine-i Samedâniye olan nuranî kalbler, şems-i hakikatekarşı açılan pencerelerdir; ve umumu birden, güneşeâyinedarlık eden bir deniz gibi, bir âyine-i âzamdır.Bunların vücub-u vücudda ve vahdette ittifakları veicmâları, hiç şaşırmaz ve şaşırtmaz bir rehber-i ekmel vebir mürşid-i ekberdir. Çünkü, hiçbir cihetle hiçbir imkân vehiçbir ihtimal yok ki, hakikatten başka bir vehim vehakikatsız bir fikir ve asılsız bir sıfat, bu kadar

Page 174: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

müstemirrâne ve râsihâne bu pek büyük ve keskin gözlerinumumunu birden aldatsın, galat-ı hisse uğratsın. Bunaihtimal veren bozulmuş ve çürümüş bir akla, bu kâinatıinkâr eden ahmak sofestâîler dahi razı olmazlar,reddederler diye anladı. Kendi akıl ve kalbiyle beraber“Âmentü billâh” dediler.

İşte, bu yolcunun müstakîm akıllardan ve münevverkalblerden istifade ettiği mârifet-i imaniyeye kısa bir işaretolarak, Birinci Makamın On Üçüncü Mertebesinde,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وبۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: ا0جم�اع الع(قول الم(ستق�يم�ة� الم(نوlر�ة�،

با0عت�قاد�ات�ه�االم(تو�اف�قة� و�بقناع�ات�ه�ا، و�ي�ق�ينات�ه�ااه�ب، و�ك@ذا اد�ات و�الم�ذ الم(تطابقة�،م�ع� تخالف اال0ست�عد

د�ل$ ع�لىۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه� ا0تفاق( القلوبالس$ل�يم�ة�النور�ان�ي$ة�، ب7@شف�ي�ات�ه�ا الم(تطابقة�

ات�ه�االم(تو�اف�قة� م�ع� تب�اي(ن الم�س�ال�ك و�الم�شارب 1و�بم(شاه�د

denilmiş.

Page 175: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, istidat ve mezheplerininfarklılığıyla beraber bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin birbirinetetabuk eden kanaat ve yakînleri, Onun vahdet içindeki vücub-u vücudunadelâlet eder. Kezâ, birbirine mütebayin meslek ve meşreplerine rağmenbütünselim ve nuranî kalb sahiplerinin birbirine tetabuk eden keşifleri ve birbirinetevafuk eden müşahedeleri de, Onun vahdet içindeki vücub-u vücudunadelâlet eder.

Sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbdeseyahat eden o yolcu, “Acaba âlem-i gayb ne diyor?” diyemerakla o kapıyı da şöyle bir fikirle çaldı.

Yani, “Madem bu cismânî âlem-i şehadette, bu kadarziynetli ve san’atlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmakve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriylekendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve maharetli,hesapsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden vetekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve haldiliyle bildiren bir Zât, perde-i gayb tarafında bulunduğubilbedahe anlaşılıyor. Elbette ve her halde, fiilen ve halenolduğu gibi, kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendinitanıttırır, sevdirir. Öyle ise, âlem-i gayb cihetinde Onu,Onun tezahüratından bilmeliyiz” dedi. Kalbi içeriye girdi,akıl gözüyle gördü ki:

Gayet kuvvetli bir tezahüratla, vahiylerin hakikati,âlem-i gaybın her tarafında, her zamanda hükmediyor.Kâinatın ve mahlûkatın şehadetlerinden çok kuvvetli birşehadet-i vücud ve tevhid, Allâmü’l-Guyûbdan vahiy veilham hakikatleriyle geliyor. Kendini ve vücud ve vahdetini,yalnız masnularının şehadetlerine bırakmıyor. Kendisi,kendine lâyık bir kelâm-ı ezelî ile konuşuyor. Her yerde

Page 176: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırın kelâmı dahi hadsizdir. Vekelâmının mânâsı Onu bildirdiği gibi, tekellümü dahi Onusıfâtıyla bildiriyor.

Evet, yüz bin peygamberlerin (aleyhimüsselâm)tevatürleriyle ve ihbaratlarının vahy-i İlâhîye mazhariyetnoktasında ittifaklarıyla ve nev-i beşerden ekseriyet-imutlakanın tasdik-gerdesi ve rehberi ve muktedası vevahyin semereleri ve vahy-i meşhud olan kütüb-ümukaddese ve suhuf-u semâviyenin delâil vemu’cizatlarıyla, hakikat-i vahyin tahakkuku ve sübutubedahet derecesine geldiğini bildi ve vahyin hakikatı beşhakikat-ı kudsiyeyi ifade ve ifaza ediyor diye anladı:

Birincisi: الب�شر ع(قول ا0ل� اال0لهي$ة� ,denilenل�لتنز'ال�ت

beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak, birtenezzül-ü İlâhîdir. Evet, bütün zîruh mahlûkatınıkonuşturan ve konuşmalarını bilen, elbette Kendisi dahi okonuşmalara konuşmasıyla müdahale etmesi, rububiyetinmuktezasıdır.

İkincisi: Kendini tanıttırmak için, kâinatı bu kadar hadsizmasraflarla, baştan başa harikalar içinde yaratan ve binlerdillerle kemâlâtını söylettiren, elbette Kendi sözleriyle dahiKendini tanıttıracak.

Üçüncüsü: Mevcudatın en müntehabı ve en muhtacı veen nâzenini ve en müştakı olan hakikî insanlarınmünâcâtlarına ve şükürlerine fiilen mukabele ettiği gibi,kelâmıyla da mukabele etmek, hâlıkıyetin şe’nidir.

Page 177: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Dördüncüsü: İlim ile hayatın zarurî bir lâzımı ve ışıklı birtezahürü olan mükâleme sıfatı, elbette ihatalı bir ilmi vesermedî bir hayatı taşıyan Zâtta, ihatalı ve sermedî birsurette bulunur.

Beşincisi: En sevimli ve muhabbetli ve endişeli venokta-i istinada en muhtaç ve sahibini ve malikini bulmayaen müştak, hem fakir ve âciz bulunan mahlûkatlarına, aczve iştiyakı, fakr ve ihtiyacı ve endişe-i istikbali vemuhabbeti ve perestişi veren bir Zât, elbette Kendivücudunu onlara tekellümüyle iş’ar etmek, ulûhiyetinmuktezasıdır.

İşte, tenezzül-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî vemukabele-i Rahmânî ve mükâleme-i Sübhânî ve iş’âr-ıSamedânî hakikatlerini tazammun eden umumî, semâvîvahiylerin, icmâ ile Vâcibü’l-Vücudun vücûduna vevahdetine delâletleri öyle bir hüccettir ki, gündüzdekigüneşin şuââtının güneşe şehadetinden daha kuvvetlidirdiye anladı.

Sonra ilhamlar cihetine baktı, gördü ki:

Sâdık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve birnevi mükâleme-i Rabbâniyedir; fakat iki fark vardır.

Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekserimelâike vasıtasıyla; ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır.Mesela, nasıl ki, bir padişahın iki suretle konuşması veemirleri var.

Birisi: Haşmet-i saltanat ve hakimiyet-i umumiye

Page 178: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

haysiyetiyle bir yaverini, bir valiye gönderir. O hakimiyetinihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için, bazan,vasıta ile beraber bir içtima yapar, sonra ferman tebliğedilir.

İkincisi: Sultanlık ünvanıyla ve padişahlık umumîismiyle değil, belki kendi şahsıyla hususî bir münasebetive cüz’î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisiyle veyabir âmi raiyetiyle ve hususî telefonuyla hususîkonuşmasıdır.

Öyle de, Padişah-ı Ezelînin, umum âlemlerin Rabbiismiyle ve kâinat Hâlıkı ünvanıyla, vahiyle ve vahyinhizmetini gören şümullü ilhamlarıyla mükâlemesi olduğugibi; herbir ferdin, herbir zîhayatın Rabbi ve Hâlıkı olmakhaysiyetiyle, hususi bir surette, fakat perdeler arkasındaonların kàbiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.

İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, sâfidir, havassa hastır.İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melâikeilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi,çeşit çeşit, hem pek çok envâlarıyla, denizlerin katrelerikadar kelimat-ı Rabbâniyenin teksirine medar bir zeminteşkil ediyor.

لو> ك@ان الب�حر( م�دادuا ل�7@ل�م�ات ر�ب�ى لنف�د الب�حر( قبل� ا:ن1تنفد ك@ل�م�ات( ر�ب�ى

âyetinin bir vechini tefsir ediyor anladı.

1. “(De ki: ) Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa,

Page 179: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.” Kehf Sûresi, 18:109.

Sonra, ilhamın mahiyetine ve hikmetine ve şehadetinebaktı, gördü ki: Mahiyeti ile hikmeti ve neticesi dörtnurdan terekküp ediyor.

Birincisi: Teveddüd-ü İlâhî denilen kendini mahlûkatınafiilen sevdirdiği gibi, kavlen ve huzuren ve sohbeten dahisevdirmek, vedûdiyetin ve rahmâniyetin muktezasıdır.

İkincisi: İbâdının dualarına fiilen cevap verdiği gibi,kavlen dahi perdeler arkasında icabet etmesi, rahîmiyetinşe’nidir.

Üçüncüsü: Ağır beliyelere ve şiddetli hallere düşenmahlûkatlarının istimdatlarına ve feryatlarına vetazarruatlarına fiilen imdat ettiği gibi, bir nevi konuşmasıhükmünde olan ilhâmî kavillerle de imdada yetişmesi,rububiyetin lâzımıdır.

Dördüncüsü: Çok âciz ve çok zayıf ve çok fakir ve çokihtiyaçlı ve kendi malikini ve hâmisini ve müdebbirini vehafîzını bulmaya pek çok muhtaç ve müştak olan zîşuurmasnularına, vücudunu ve huzurunu ve himayetini fiilenihsas ettiği gibi, bir nevi mükâleme-i Rabbâniye hükmündesayılan bir kısım sadık ilhamlar perdesinde ve mahsus vebir mahlûka bakan has ve bir vecihte, onun kàbiliyetinegöre, onun kalb telefonuyla, kavlen dahi kendi huzurunu vevücudunu ihsas etmesi, şefkat-i ulûhiyetin ve rahmet-irubûbiyetin zarurî ve vâcip bir muktezasıdır diye anladı.

Sonra ilhamın şehadetine baktı, gördü: Nasıl ki, güneşin

Page 180: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

faraza şuuru ve hayatı olsaydı ve o halde, ziyasındaki yedirengi, yedi sıfatı olsaydı, o cihette, ışığında bulunan şuâlarıve cilveleri ile bir tarz konuşması bulunacaktı. Ve buvaziyette, misalinin veaksinin şeffaf şeylerde bulunması; veher âyine ve her parlak şeyler vecam parçaları vekabarcıklar ve katreler, hattâ şeffaf zerrelerle herbirininkàbiliyetine göre konuşması; ve onların hâcâtına cevapvermesi; ve bütün onlar güneşin vücuduna şehadet etmesi;ve hiçbir iş, bir işe mâni olmaması; ve bir konuşması, diğerkonuşmaya müzahemet etmemesi bilmüşahede görüleceğigibi, aynen öyle de: ezel ve ebedin Zülcelâl Sultanı vebütün mevcudatın Zülcemâl Hâlık-ı Zîşanı olan Şems-iSermedînin mükâlemesi dahi onun ilmi ve kudreti gibi,küllî ve muhit olarak herşeyin kàbiliyetine göre tecellîetmesi; hiçbir suâl bir suâle, bir iş bir işe, bir hitap birhitabamâni olmaması ve karıştırmaması bildebaheanlaşılıyor. Ve bütün o cilveler, o konuşmalar, o ilhamlarbirer birer ve beraber bil’ittifak o Şems-i Ezelînin huzurunave vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine delâletve şehadet ettiklerini aynelyakîne yakın bir ilmelyakînlebildi.

İşte, bu meraklı misafirin âlem-i gaybdan aldığı ders-imarifetine kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın OnDördüncü ve On beşinci Mertebelerinde,

1ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الو�اح�د اال�ح�د الذى د�ل$

ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: اBجم�اع ج�م�يع< الو�حي�ات

Page 181: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

الح�قة� الم(تض�م�نة� ل�لتنز'ال�ت�االBلهي$ة�، و�ل�لم(7@الم�اتالس'بح�ان�ي$ة�، و�ل�لتع�ر'فات الر�ب$ان�ي$ة� و�ل�لم(قاب�ال�ت الر$حم�ان�ي$ة�،

ان�ي$ة� ع�ند م(ناج�اة� ع�ب�اده�، و�ل�ال0شع�ار�ات الص$م�دل�ۇج(وده�ل�م�خلوقات�ه�، و�ك@ذا د�ل$ ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف��

و�حدت�ه�: اBتفاق( اال0له�ام�ات الص$ادقة� الم(تض�م�نة�ـال0ج�اب�ات الر$حم�ان�ي$ة� ل�لتو�د'د�ات�اال0لهي$ة�، و�ل�

اد�ات الر$ب$ان�ي$ة� ال0ست�غاثات�ع�ب�اده� ل�دع�و�ات�م�خلوقات�ه�، و�ل�ال0مدو�ل�ال0حس�اس�ات الس'بح�ان�ي$ة� ل�ۇج(وده�ل�م�صنوع�ات�ه�

denilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki,tenezzülât-ıİlâhiyeyi ve mükâlemât-ı Sübhâniyeyi ve taarrüfât-ı Rabbâniyeyivekullarının münâcâtına mukabelât-ı Rahmâniyeyi ve mahlûkatınavücudunuihsas eden iş’ârât-ı Samedâniyeyi mutazammın bütün hak vahiylerinicmâı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, teveddüd-üİlâhiyeyi ve mahlûkatının duâlarına icâbât-ıRahmâniyeyi ve kullarınınistiğaselerine imdadat-ı Rabbâniyeyi vemasnuatına vücudunu bildiren ihsasat-ıSübhâniyeyi mutazammın sadık ilhamların ittifakı, Onun vahdet içindekivücub-u vücuduna delâlet eder.

Sonra, o dünya seyyahı kendi aklına dedi ki:

“Madem bu kâinatın mevcudatıyla Mâlikimi veHâlıkımı arıyorum; elbette herşeyden evvel bu mevcudatınen meşhuru ve a’dâsının tasdikiyle dahi en mükemmeli veen büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en

Page 182: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle veKur’ân’ıyla ışıklandıran Muhammed-i Arabî AleyhisselâtüVesselâmı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak içinAsr-ı Saadete beraber gitmeliyiz’” diyerek, aklıyla berabero asra girdi, gördü ki:

O asır, hakikaten, o zât (a.s.m.) ile bir saadet-i beşeriyeasrı olmuş. Çünkü, en bedevî ve en ümmî bir kavmi,getirdiği nur vasıtasıyla, kısa bir zamanda dünyaya üstadve hâkim eylemiş.

Hem kendi aklına dedi: “Biz en evvel, bu fevkalâde zâtın(a.s.m.) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini veihbârâtının doğruluğunu bilmeliyiz. Sonra Hâlıkımızıondan sormalıyız” diyerek taharriye başladı. Bulduğuhadsiz kat’î delillerden, burada, yalnız dokuz külliyetinebirer kısa işaret edilecek.

Birincisi: Bu zâtta (a.s.m.), hattâ düşmanlarının tasdikiyledahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması; ve

القم�ر( 1و�انشق$ ر�م"� الTUه� و�ل�7ن$ ر�م�يت� اBذ ر�م�يت� 2و�م�ا

âyetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer ikiparça olması; ve bir avucuyla a’dasının ordusuna attığı azbir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiylekaçmaları; ve susuz kalmış kendi ordusuna, beşparmağından kevser gibi akan suyu kifayet derecesindeiçirmesi gibi, nass-ı kat’î ile ve bir kısmı tevatürle yüzermu’cizatın onun elinde zâhir olmasıdır. Bu mu’cizattan, üçyüzden ziyade bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan

Page 183: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Mu’cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) namındaki harika vekerametli bir risalede kat’î delilleriyle beraber beyanedildiğinden, onları ona havale ederek dedi ki:

1. “Ay yarıldı.” Kamer Sûresi, 54:1.2. “Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı.” Enfâl Sûresi, 8:17.

“Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemâlâtla beraber bu kadarmu’cizat-ı bâhiresi bulunan bir zât (a.s.m.) elbetteen doğrusözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana,yanlışatenezzül etmesi kàbil değil.”

İkincisi: Elinde, bu kâinat Sahibinin bir fermanıbulunduğu ve o fermanı her asırda üç yüz milyondanziyade insanların kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olanKur’ân-ı Azîmüşşanın, yedi vech ile harika olmasıdır. Ve buKur’ân’ın, kırk vech ile mu’cize olduğu ve Kâinat Hâlıkınınsözü bulunduğu, kuvvetli delilleriyle beraber Yirmi BeşinciSöz ve Mu’cizat-ı Kur’âniye namlarındaki ve Risale-iNur’un bir güneşi olan meşhur bir risalede tafsilen beyanedilmesinden, onu, ona havale ederek dedi: “Böyle ayn-ıhak ve hakikat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi birzâtta (a.s.m.), fermana cinayet ve ferman sahibine hıyanethükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz.”

Üçüncüsü: O zât (a.s.m.) öyle bir şeriat ve bir İslâmiyetve bir ubûdiyet ve bir dua ve bir davet ve bir imanlameydana çıkmış ki, onların ne misli var ne de olur. Veonlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur.Çünkü, ümmî bir zâtta (a.s.m.) zuhur eden o şeriat, on dörtasrı ve nev-i beşerin humsunu, âdilâne ve hakkaniyet üzere

Page 184: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi, emsalkabul etmez.

Hem, ümmî bir zâtın (a.s.m.) ef ’âl ve akvâl veahvâlinden çıkan İslâmiyet, her asırda, üç yüz milyoninsanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi vemürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffîsi venefislerinin mürebbîsi ve müzekkîsi ve ruhlarının medâr-ıinkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle, misliolamaz ve olamamış.

Hem, dininde bulunan bütün ibâdâtın bütün envâındaen ileri olması; ve herkesten ziyade takvâda bulunması veAllah’tan korkması; ve fevkalâde daimî mücahedat vedağdağalar içinde tam tamına ubûdiyetin en ince esrarınakadar müraat etmesi; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek vetam mânâsıyla ve müptediyâne fakat en mükemmelolarak, hem iptidâ ve intihâyı birleştirerek yapması, elbettemisli görülmez ve görünmemiş.

Hem binler dua ve münâcâtlarından Cevşenü’l-Kebîr ile,öyle bir marifet-i Rabbâniye ile, öyle bir derecede Rabbinitavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i mârifet veehl-i velâyet, telâhuk-u efkârla beraber, ne o mertebe-imarifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememelerigösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. Risale-iMünâcâtın başında Cevşenü’l-Kebîr’in doksan dokuzfıkrasından bir fıkrasının kısacık bir meâlinin beyanedildiği yere bakan adam, “Cevşen’in dahi misli yoktur”diyecek.

Page 185: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hem, tebliğ-i risalette ve nâsı hakka davette o derecemetanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletlerve büyük dinler, hattâ kavim ve kabilesi ve amcası onaşiddetli adavet ettikleri halde, zerre miktar bir eser-itereddüt, bir telâş, bir korkaklık göstermemesi ve tekbaşıyla bütün dünyayameydan okuması ve başa daçıkarması ve İslâmiyeti dünyanın başınageçirmesi ispateder ki, tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.

Hem, imanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve harika biryakîn ve mu’cizâne bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran birulvî itikad taşımış ki, o zamanın hükümranı olan bütünefkârı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhanîreislerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve münkiroldukları halde onun ne yakînine, ne itikadına, neitimadına, ne itminanına hiçbir şüphe, hiçbir tereddüt,hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve mâneviyatta vemeratib-i imaniyede terakki eden başta Sahabeler ve bütünehl-i velâyet, onun, her vakit, mertebe-i imanından feyzalmaları ve onu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahegösterir ki, imanı dahi emsalsizdir.

İşte, böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet veharika bir ubûdiyet ve fevkalâde bir dua ve cihan-pesendâne bir dâvet ve mu’cizâne bir iman sahibinde,elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladıve aklı dahi tasdik etti.

Dördüncüsü: Enbiyaların (aleyhimüsselâm) icmâı, nasılki vücud ve vahdâniyet-i İlâhiyeye gayet kuvvetli bir

Page 186: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

delildir; öyle de, bu zâtın doğruluğuna ve risaletine gayetsağlam bir şehadettir. Çünkü enbiya aleyhimüsselâmındoğruluklarına ve peygamber olmalarına medar olan nekadar kudsî sıfatlar ve mu’cizeler ve vazifeler varsa, o zâttaen ileride olduğu tarihçe musaddaktır. Demek onlar, nasılki, lisan-ı kàl ile Tevrat, İncil, Zebur ve suhuflarında buzâtın (a.s.m.) geleceğini haber verip insanlara beşaretvermişler—ki, kütüb-ü mukaddesenin o beşaretliişârâtından yirmiden fazla ve pek zâhir bir kısmı, OnDokuzuncu Mektup’ta güzelce beyan ve ispatedilmiş—öyle de, lisan-ı halleriyle, yani nübüvvetleriyle vemu’cizeleriyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ilerive en mükemmel olan buzâtı tasdik edip dâvâsını imzaediyorlar. Ve lisan-ı kàl ve icmâ ile vahdâniyete delâletettikleri gibi, lisan-ı hal ile ve ittifak ile de, bu zâtınsadıkıyetine şehadet ediyorlar diye anladı.

Beşincisi: Bu zâtın düsturlarıyla ve terbiyesi vetebaiyetiyle ve arkasından gitmeleriyle hakka, hakikate,kemâlâta, kerâmâta, keşfiyata, müşahedata yetişenbinlerce evliya, vahdâniyete delâlet ettikleri gibi, üstadlarıolan bu zâtın sadıkıyetine ve risaletine icmâ ve ittifaklaşehadet ediyorlar. Ve âlem-i gaybdan verdiği haberlerin birkısmını nur-u velâyetle müşahede etmeleri; ve umumunu,nur-u iman ile, ya ilmelyakîn veya aynelyakîn veyahakkalyakîn suretinde itikad ve tasdik etmeleri, üstadlarıolan bu zâtın derece-i hakkaniyet ve sadıkıyetini güneş gibigösterdiğini gördü.

Altıncısı: Bu zâtın, ümmîliğiyle beraber, getirdiği hakaik-i

Page 187: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kudsiye ve ihtirâ ettiği ulûm-u âliye ve keşfettiği mârifet-iİlâhiyenin dersiyle ve talimiyle mertebe-i ilmiyede enyüksek makama yetişen milyonlar asfiya-yı müdakkikîn vesıddîkîn-i muhakkikîn ve dâhi hükema-i mü’minîn bu zâtınüssül’esas dâvâsı olan vahdâniyeti kuvvetli burhanlarıylabil’ittifak ispat ve tasdik ettikleri gibi, bu muallim-i ekberinve bu üstâd-ı âzamın hakkaniyetine ve sözlerinin hakikatolduğuna ittifakla şehadetleri, gündüz gibi bir hüccet-irisaleti ve sadıkıyetidir. Meselâ, Risale-i Nur, yüzparçasıyla, bu zâtın sadakatının birtek burhanıdır.

Yedincisi: Âl ve Ashâb namında ve nev-i beşerinenbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemâlâtla enmeşhuru ve en muhterem ve en namdarı ve en dindar vekeskin nazarlı taife-i azîmesi, kemâl-i merakla ve gayetdikkat ve nihayet ciddiyetle bu zâtın bütün gizli ve âşikârhallerini ve fikirlerini ve vaziyetlerini taharrî ve teftiş vetetkik etmeleri neticesinde, bu zâtın dünyada en sadık veen yüksek ve en haklı ve hakikatli olduğuna ittifakla veicmâ ile sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları, güneşinziyasına delâlet eden gündüz gibi bir delildir diye anladı.

Sekizincisi: Bu kâinat, nasıl ki kendini icad ve idare vetertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi,bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temâşâgâh gibi tasarrufeden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkâşına delâlet eder. Öylede, kâinatın hilkatindeki makàsıd-ı İlâhiyeyi bilecek vebildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânî hikmetlerini talimedecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri dersverecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki

Page 188: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrinmânâlarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf,bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktizaettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiği cihetiyle,elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zâtınhakkaniyetine ve bu kâinat Hâlıkının en yüksek ve sadıkbir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.

Dokuzuncusu: Madem bu san’atlı ve hikmetlimasnuatıyla kendi hünerlerini ve san’atkârlığınınkemâlâtını teşhir etmek; ve bu süslü ve ziynetli nihayetsizmahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bulezzetli ve kıymetli hesapsıznimetleriyle kendine teşekkürve hamd ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumîterbiye ve iaşe ile, hattâ ağızların en ince zevklerini veiştihaların her nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilenRabbânî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşıminnettarâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadetettirmek; ve mevsimlerin tebdili ve gece-gündüzün tahvilive ihtilâfı gibi azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat vedehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendiulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslimve inkıyad ve itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyilerihimaye, fenalığı ve fenaları izale ve semâvî tokatlarlazalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyetve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var.Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgilimahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarınatam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve

Page 189: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkınınnamına hareket eden ve Ondan istimdat eden vemuvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfikemazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât(a.s.m.) olacak.

Hem aklına dedi: Madem bu mezkûr dokuz hakikatlerbu zâtın sıdkına şehadet ederler. Elbette bu âdem, benîÂdemin medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Veona “Fahr-i Âlem” ve “Şeref-i Benî Âdem” denilmesi peklâyıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı Rahmânî olanKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın haşmet-i saltanat-ımâneviyesinin nısf-ı arzı istilâsı ve şahsî kemâlâtı veyüksek hasletleri gösteriyor ki, bu âlemde en mühim zâtbudur; Hâlıkımız hakkında en mühim söz onundur.

İşte gel, bak! Bu harika zâtın yüzer zâhir ve bâhir kat’îmu’cizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler ali ve esaslıhakikatlerine istinaden, bütün dâvâlarının esası ve bütünhayatının gayesi, Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetineve sıfâtına ve esmâsına delâlet ve şehadet ve o Vâcibü’l-Vücudu ispat ve ilân ve i’lâm etmektir.

Demek bu kâinatın mânevî güneşi ve Hâlıkımızın enparlak bir burhanı, bu Habibullah denilen zâttır ki, onunşehadetini teyid ve tasdik ve imza eden aldanmaz vealdatmaz üç büyük icmâ var.

Birincisi: “Eğer perde-i gayb açılsa yakînimziyadeleşmeyecek”1 diyen İmam-ı Ali (radıyallahu anh) veyerde iken Arş-ı Âzamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini

Page 190: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

temâşâ eden Gavs-ı Âzam (k.s.)2 gibi keskin nazar vegayb-bîn gözleri bulunan binler aktâb ve evliya-yı azîmeyicâmi’ ve Âl-i Muhammed nâmıyla şöhretşiâr-ı âlem olancemaat-i nuraniyenin icmâ ile tasdikleridir.

1. Aliyyü’l-Kârî, el-Esrârü’l-Merfûa, s. 193.2. Gümüşhanevî, Mecmûatu’l-Ahzâb (Şâzelî), s. 561.

İkincisi: Bedevî bir kavim ve ümmî bir muhitte, hayat-ıiçtimaiyeden ve efkâr-ı siyasiyeden hâli ve kitapsız vefetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az birzamanda en medenî ve malûmatlı ve hayat-ı içtimaiyedeve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükümetlere üstadve rehber ve diplomat ve hâkim-i âdil olarak, şarktangarba kadar cihan-pesendane idare eden ve Sahabenâmıyla dünyada namdar olan cemaat-ı meşhurenin,ittifakla, can ve mallarını, peder ve aşiretlerini feda ettirenbir kuvvetli imanla tasdikleridir.

Üçüncüsü: Her asırda binlerle efradı bulunan ve herfende dâhiyâne ileri giden ve muhtelif mesleklerde çalışan,ümmetinde yetişen hadsiz muhakkik ve mütebahhirulemasının cemaat-ı uzmâsının, tevafukla ve ilmelyakînderecesinde tasdikleridir. Demek bu zâtın vahdâniyeteşehadeti, şahsî ve cüz’î değil; belki, umumî ve küllî vesarsılmaz ve bütün şeytanlar toplansa karşısına hiç bircihetle çıkamaz bir şehadettir diye hükmetti.

İşte, Asr-ı Saadette aklıyla beraber seyahat eden dünyamisafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyedenaldığı derse kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On

Page 191: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Altıncı Mertebesinde, böyle

1ال� ا0له� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الو�اح�د اال�ح�د الذى د�ل$

ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: فخر( ع�الم� و�شر�ف( نو>ع<ب�ن�� اد�م�، بع�ظم�ة� س�لطنة� قران�ه�، و�ح�شم�ة� ۇسع�ة� دين�ه�،ائ�ه�. ك@ثر�ة� ك@م�اال�ت�ه�، و�ع(لوي$ة�اخال�ق�ه�، ح�ت� بتصديق ا:عد �و

و�ك@ذا شهد و�ب�ره�ن� بقوlة� م�ى�ات الم(عجز�ات الظاه�ر�ات�الب�اه�ر�ات الم(ص�دقة� الم(ص�دقة�، و�بقوlة� اال�ف�ح�قائ�قدين�ه� الس$اط�ع�ة� القاط�ع�ة�، با0جم�اع< ال�ه� ذوىاال�نو�ار، و�با0تفاق

اصح�ابه� ذوى اال�بص�ار،و�بتو�افق م(ح�قق�� ا¤م$ت�ه� ذوىالب�ر�اه�ين و�الب�ص�ائ�رالنوlار�ة�

denilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki,Kur’ân’ınınazamet-i saltanatı ve dininin haşmet-i vüs’ati ve kemâlâtının kesretive hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi ahlâkının ulviyetiyle, fahr-i âlemveşeref-i nev-i benî Âdem olan zât (a.s.m.), Onun vahdet içindekivücub-uvücuduna delâlet eder. Kezâ, o zât (a.s.m.), zâhir ve bâhir vemusaddık vemusaddak yüzlerce mu’cizâtının kuvvetiyle ve dininin sâti’ve kàti’ binlercehakaik-i diniyesinin kuvvetiyle ve Ehl-i Beytininicmâıyla ve basar sahibiAshabının ittifakıyla ve ümmetinden burhan venuranî basiret sahibimuhakkiklerin tevafukuyla, Onun vahdet içindekivücub-u vücuduna şehadetve onu ispat eder.

Sonra, bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı

Page 192: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

iman olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu,kendi kalbine dedi ki:

“Aradığımız zâtın sözü ve kelâmı denilen, bu dünyadaen meşhur ve en parlak ve en hâkim; ve ona teslimolmayan herkese, her asırda meydan okuyan Kur’ân-ıMucizü’l-Beyan namındaki kitaba müracaat edip, o nediyor bilelim. Fakat en evvel, bu kitap bizim Hâlıkımızınkitabı olduğunu ispat etmek lâzımdır” diye taharrîyebaşladı.

Bu seyyah, bu zamanda bulunduğu münasebetiyle, enevvel, mânevî i’câz-ı Kur’âniyenin lem’aları olan Risale-iNur’a baktı ve onun yüz otuz risaleleri, âyât-ı Furkaniyeninnükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri olduğunu gördü. VeRisale-i Nur, bu kadar muannid ve mülhid bir asırda, hertarafa hakaik-i Kur’âniyeyi mücahidâne neşrettiği halde,karşısına kimse çıkamadığından ispat eder ki, onun üstadıve menbaı ve mercii ve güneşi olan Kur’ân, semâvîdir,beşer kelâmı değildir. Hattâ, Resâilü’n-Nur’un yüzerhüccetlerinden birtek hüccet-i Kur’âniyesi olan YirmiBeşinci Söz ile On Dokuzuncu Mektubun âhiri, Kur’ân’ınkırk vech ile mu’cize olduğunu öyle ispat etmiş ki, kimgörmüşse, değil tenkit ve itirazetmek, belki ispatlarınahayran olmuş, takdir ederek çok senâ etmiş.

Kur’ân’ın vech-i i’câzını ve hak kelâmullah olduğunuispat etmek cihetini Risaletü’n-Nur’a havale ederek, yalnızbir kısa işaretle, büyüklüğünü gösteren birkaç noktayadikkat etti.

Page 193: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Birinci Nokta: Nasıl ki Kur’ân, bütün mu’cizatıyla vehakkaniyetine delil olan bütün hakaikiyle, MuhammedAleyhissalâtü Vesselâmın bir mu’cizesidir. Öyle de,Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da, bütün mu’cizatıylave delâil-i nübüvvetiyle ve kemâlât-ı ilmiyesiyle, Kur’ân’ınbir mu’cizesidir ve Kur’ân kelâmullah olduğuna bir hüccet-ikàtıasıdır.

İkinci Nokta: Kur’ân, bu dünyada, öyle nuranî ve saadetlive hakikatli bir surette bir tebdil-i hayat-ı içtimaiye ileberaber, insanların hem nefislerinde, hem kalblerinde, hemruhlarında, hem akıllarında, hem hayat-ı şahsiyelerinde vehem hayat-ı içtimaiyelerinde, hem hayat-ı siyasiyelerindeöyle bir inkılâp yapmış ve idame etmiş ve idare etmiş ki,on dört asırmüddetinde, her dakikada, altı bin altı yüzaltmış altı âyetleri kemâl-i ihtiramla, hiç olmazsa yüzmilyondan ziyade insanların dilleriyle okunuyor veinsanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiyeediyor, ruhlara inkişaf ve terakki ve akıllara istikamet venur ve hayata hayat ve saadet veriyor. Elbette böyle birkitabın misli yoktur, harikadır, fevkalâdedir, mu’cizedir.

Üçüncü Nokta: Kur’ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öylebir belâğat göstermiş ki, Kâbe’nin duvarında altınla yazılanen meşhur ediplerin “Muallâkat-ı Seb’a” nâmıylaşöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, Lebid’in kızı,babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: “Âyâtakarşı bunun kıymeti kalmadı.”

Hem bedevî bir edip 1

تو�م�ر( بم�ا âyetiفاصدع

Page 194: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

okunurken işittiği vakit secdeye kapanmış. Ona demişler:“Sen Müslüman mı oldun?” O demiş: “Hayır, ben bu âyetinbelâğatine secde ettim.”

Hem ilm-i belâğatın dâhilerinden Abdülkahir-i Cürcanîve Sekkâkî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhi imamlar vemütefennin edipler, icmâ ve ittifakla karar vermişler ki,“Kur’ân’ın belâğatı tâkat-i beşerin fevkindedir; yetişilmez.”

Hem o zamandan beri, mütemadiyen meydan-ımuarazaya davet edip, mağrur ve enâniyetli ediplerin vebelîğlerin damarlarına dokundurup, gururlarını kıracak birtarzda der: “Ya birtek sûrenin mislini getiriniz, veyahutdünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz” diyeilân ettiği halde, o asrın muannid beliğleri birtek sûreninmislini getirmekle kısa bir yol olan muarazayı bırakıp, uzunolan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunuihtiyar etmeleri ispat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkündeğildir.

Hem Kur’ân’ın dostları, Kur’ân’a benzemek ve taklitetmek şevkiyle; ve düşmanları dahi, Kur’ân’a mukabele vetenkit etmek sevkiyle o vakitten beri yazdıkları ve yazılanve telâhuk-u efkâr ile terakki eden milyonlarla Arabîkitaplar ortada geziyor. Hiçbirisinin ona yetişemediğini,hattâ en âdi adam dahi dinlese, elbette diyecek: “BuKur’ân, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil.Ya onların altında veya umumunun fevkinde olacak.”Umumunun altında olduğunu, dünyada hiçbir fert, hiçbirkâfir, hattâ hiçbir ahmak diyemez. Demek, mertebe-i

Page 195: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

belâğati, umumun fevkındedir.

Hattâ bir adam, 2

الس$م"و�ات ف�� م�ا ل�TUه� س�ب$ح� âyetiniو�اال�رض okudu. Dedi ki: “Bu âyetin harika telâkki

edilen belâğatını göremiyorum.”

1. “Artık emrolunduğun şey ile onları (camın kırılıp dağılması gibi) parçala.”Hicr Sûresi, 15:94.2. “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder.” Hadîd Sûresi, 57:1.

Ona denildi: “Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git,orada dinle.”

O da, kendini Kur’ân’dan evvel orada tahayyül ederkengördü ki, mevcudat-ı âlem perişan, karanlık, câmid veşuursuz ve vazifesiz olarak, hâli, hadsiz, hudutsuz birfezada, kararsız fâni bir dünyada bulunuyorlar. Birden,Kur’ân’ın lisanından bu âyeti dinlerken gördü:

Bu âyet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle birperde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve bu sermedîferman, asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders veripgösteriyor ki, bu kâinat, bir cami-i kebîr hükmünde, baştasemâvât ve arz olarak umum mahlûkatı hayattarâne zikirve tesbihte ve vazife başında cûş-u huruşla mes’udâne vememnunâne bir vaziyette bulunduruyor, diye müşahedeetti. Ve bu âyetin derece-i belâğatini zevk ederek, sairâyetleri buna kıyasla, Kur’ân’ın zemzeme-i belâğati arzınnısfını ve nev-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-isaltanatı kemâl-i ihtiramla on dört asır bilâfasıla idame

Page 196: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ettiğinin binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı.

Dördüncü Nokta: Kur’ân öyle hakikatli bir halâvetgöstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar,Kur’ân’ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbiçürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâvetihalâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçemüsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş.

Hem öyle bir tazelik ve gençlik ve şebâbet ve garabetgöstermiş ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin elinekolayca girdiğihalde, şimdi nazil olmuş gibi tazeliğinimuhafaza ediyor. Her asır,kendine hitap ediyor gibi birgençlikte görmüş. Her taife-i ilmiye, ondan her vakitistifade etmek için kesretle ve mebzuliyetle yanlarındabulundurdukları ve üslûb-u ifadesine ittiba ve iktidaettikleri halde, o, üslûbundaki ve tarz-ı beyanındakigarabetini aynen muhafaza ediyor.

Beşincisi: Kur’ân’ın bir cenahı mazide, bir cenahımüstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerinittifaklı hakikatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiğive onlar dahi tevafukun lisan-ı haliyle bunu tasdik ettiklerigibi; öyle de, evliya ve asfiya gibi ondan hayat alansemereleri ve hayattar tekemmülleriyle şecere-imübarekelerinin hayattar, feyizdar ve hakikatmedarolduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himayesi altındayetişen ve yaşayan velâyetin bütün hak tarîkatleri veİslâmiyetin bütün hakikatli ilimleri, Kur’ân’ın ayn-ı hak vemecma-i hakaik ve câmiiyette misilsiz bir harika olduğuna

Page 197: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

şehadet eder.

Altıncısı: Kur’ân’ın altı ciheti nuranîdir, sıdk vehakkaniyetini gösterir,

Evet, altında hüccet ve burhan direkleri, üstünde sikke-ii’caz lem’aları, önünde ve hedefinde saadet-i dâreynhediyeleri, arkasında nokta-i istinadı vahy-i semâvîhakikatleri, sağında hadsiz ukul-ü müstakîmenin delillerletasdikleri, solunda selim kalblerin ve temiz vicdanlarınciddî itminanları ve samimî incizapları ve teslimleri,Kur’ân’ın fevkalâde hârika, metin ve hücum edilmez birkal’a-i semâviye-i arziye olduğunu ispat ettikleri gibi altımakamdan dahi, onun ayn-ı hak ve sadık olduğuna vebeşerin kelâmı olmadığına, hem yanlış olmadığına imzaeden, başta, bu kâinatta daima güzelliği izhar, iyiliği vedoğruluğu himaye ve sahtekârları ve müfterileri imha veizale etmek âdetini bir düstur-u faaliyet ittihaz eden bukâinatın Mutasarrıfı, o Kur’ân’a, âlemde en makbul, enyüksek, en hâkimâne bir makam-ı hürmet ve bir mertebe-imuvaffakiyet vermesiyle onu tasdik ve imza ettiği gibi;İslâmiyetin menbaı ve Kur’ân’ın tercümanı olan zâtın(aleyhissalâtü vesselâm) herkesten ziyade ona itikad veihtiramı ve nüzûlü zamanında uyku gibi bir vaziyet-inâimanede bulunması ve sâir kelâmları ona yetişememesive bir derece benzememesi ve ümmiyetiyle beraber gitmişve gelecek hakikî hâdisât-ı kevniyeyi gaybiyâne, Kur’ân iletereddütsüz ve itminan ile beyan etmesi ve çok dikkatligözlerin nazarı altında, hiçbir hile, hiçbir yanlış vaziyetigörülmeyen o tercümanınbütün kuvvetiyle, Kur’ân’ın

Page 198: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

herbir hükmüne iman edip tasdik etmesi vehiçbir şey onusarsmaması; Kur’ân semâvî, hakkaniyetli ve kendi Hâlık-ıRahîminin mübarek kelâmı olduğunu imza ediyor.

Hem nev-i insanın humsu, belki kısm-ı âzamı, gözönünde o Kur’ân’a müncezibâne ve dindarâne irtibatı vehakikatperestâne ve müştakane kulak vermesi ve çokemarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cin vemelek ve ruhanîlerin dahi tilâveti vaktinde pervane gibihakperestâne etrafında toplanması, Kur’ân’ın kâinatçamakbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna birimzadır.

Hem, nev-i beşerin umum tabakaları, en gabî veâmiden tut, tâ en zeki ve âlime kadar herbirisi Kur’ân’ındersinden tam hissealmaları ve en derin hakikatlerifehmetmeleri ve yüzlerle fen ve ulûm-u İslâmiyenin vebilhassa Şeriat-ı Kübrânın büyük müçtehidleri veusulüddin ve ilm-i kelâmın dâhi muhakkikleri gibi her taife,kendi ilimlerine ait bütün hâcâtını ve cevaplarınıKur’ân’dan istihraç etmeleri, Kur’ân menba-ı hak vemaden-i hakikat olduğuna bir imzadır.

Hem edebiyatça en ileri bulunan Arap edipleri(İslâmiyete girmeyenler) şimdiye kadar muarazaya pek çokmuhtaç oldukları halde, Kur’ân’ın i’câzından yedi büyükvechi varken, yalnız birtek vechi olan belâğatinin, tek birsûrenin mislini getirmekten istinkâfları; ve şimdiye kadargelen ve muaraza ile şöhret kazanmak isteyen meşhurbelîğlerin ve dâhi âlimlerin, onun hiçbir vech-i i’câzına

Page 199: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

karşı çıkamamaları ve âcizâne sükût etmeleri, Kur’ânmu’cize ve tâkat-i beşerin fevkinde olduğuna bir imzadır.

Evet, bir kelâm, “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve neiçin?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâğati tezahüretmesi noktasından, Kur’ân’ın misli olamaz ve onayetişilemez. Çünkü, Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi veHâlıkının hitabı ve konuşması; ve hiçbir cihette taklidi vetasannuu ihsas edecek bir emare bulunmayan birmukâlemesi; ve bütün insanların, belki bütün mahlûkatınnamına meb’us ve nev-i beşerin en meşhur ve namdarmuhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i imanıkoca İslâmiyeti tereşşuh edip sahibini Kab-ı Kavseynmakamına çıkararak muhatab-ı Samedâniyeyemazhariyetle nüzul eden; ve saadet-i dâreyne dair vehilkat-i kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbânî maksatlaraait mesâili ve o muhatabın bütün hakaik-i İslâmiyeyitaşıyan en yüksek ve en geniş olan imanını beyan ve izaheden; ve koca kâinatın bir harita, bir saat, bir hane gibi hertarafını gösterip, çevirip, onları yapan San’atkârı tavrıylaifade ve talim eden Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyanın elbettemislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’câzınayetişilmez.

Hem, Kur’ân’ı tefsir eden ve bir kısmı otuz-kırk, hattâyetmiş cilt olarak birer tefsir yazan yüksek zekâlı müdakkikbinlerle mütefennin ulemanın senetleri ve delilleriylebeyan ettikleri Kur’ân’daki hadsiz meziyetleri ve nüktelerive hâsiyetleri ve sırları ve âli mânaları ve umûr-ugaybiyenin her nev’inden kesretli, gaybî ihbarları izhar ve

Page 200: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ispat etmeleri; ve bilhassa Risale-i Nur’un yüz otuzkitabının herbiri, Kur’ân’ın bir meziyetini, bir nüktesini kat’îburhanlarla ispat etmesi; ve bilhassa Mu’cizat-ı Kur’âniyeRisalesi şimendifer ve tayyare gibi medeniyetinharikalarından çok şeyleri Kur’ân’dan istihraç edenYirminci Sözün İkinci Makamı; ve Risale-i Nur’a veelektriğe işaret eden âyetlerin işârâtını bildiren İşarât-ıKur’âniye namındaki Birinci Şuâ; ve huruf-u Kur’âniye nekadar muntazam, esrarlı ve mânâlı olduğunu gösterenRumuzât-ı Semaniye nâmındaki sekiz küçük risaleler; veSûre-i Fethin âhirki âyeti beş vech ile ihbar-ı gaybîcihetinde mu’cizeliğini ispat eden küçük bir risale gibiRisale-i Nur’un herbir cüz’ü, Kur’ân’ın bir hakikatini, birnurunu izhar etmesi, Kur’ân’ın misli olmadığına ve mu’cizeve harika olduğuna ve bu âlem-i şehadette âlem-i gaybınlisanı ve bir Allâmü’l-Guyûbun kelâmı bulunduğuna birimzadır.

İşte, altı noktada ve altı cihette ve altı makamda işaretedilen Kur’ân’ın mezkûr meziyetleri ve hâsiyetleri içindirki, haşmetli hakimiyet-i nuraniyesi ve azametli saltanat-ıkudsiyesi, asırların yüzlerini ışıklandırarak, zemin yüzünüdahi bin üç yüz sene tenvir ederek kemâl-i ihtiramladevam etmesi; hem o hâsiyetleri içindir ki, Kur’ân’ın herbirharfi, hiç olmazsa on sevabı ve on hasenesi olması ve onmeyve-i bâki vermesi; hattâ bir kısım âyâtın ve sûrelerinherbir harfi, yüz ve bin ve daha ziyade meyve vermesi; vemübarek vakitlerde her harfin nuru ve sevabı ve kıymetiondan yüzlere çıkması gibi kudsî imtiyazları kazanmış diye

Page 201: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

dünya seyyahı anladı ve kalbine dedi:

İşte böyle her cihetle mu’cizatlı bu Kur’ân, sûrelerininicmâıyla ve âyâtının ittifakıyla ve esrar ve envârınıntevâfukuyla ve semerat ve âsârının tetabukuyla birtekVâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfât veesmâsına, delillerle ispat suretinde öyle şehadet etmiş ki,bütün ehl-i imanın hadsiz şehadetleri, onun şehadetindentereşşuh etmişler.

İşte, bu yolcunun, Kur’ân’dan aldığı ders-i tevhid veimana kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On YedinciMertebesinde böyle,

1ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الو�اح�د اال�ح�د الذى د�ل$

ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�: القرآن الم(عجز( الب�ي�ان،الم�قب(ول( الم�رغوب( الmجناس الم�لك و�اال0نس و�الج�ان،

الم�قر(وء( كKل' اي�ات�ه� ف�� كKلدق�يقةD ب7@م�ال اال0حت�ر�ام<، با:لس�نة�م�ى�ات الم�ال�يينم�ن نو>ع< اال0نس�ان، الدائ�م( س�لطنته(

ك�و�ان، و�ع�ل� ۇج(وه� القدس�ي$ةع�ل� اقطار اال�رض و�اال�النور�ان�ي$ة اال�عص�ارو�الز$م�ان، و�الج�اري ح�اك�م�ي$ته( الم�عنوي$ةع�ل� ن�صف اال�رض و�خمس الب�شر ف�ىارب�ع�ة ع�شر� ع�صرuا

ب7@م�ال اال0حت�شام<...

Page 202: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

و�ك@ذا شهد و�ب�ره�ن� با0جم�اع< س(و�ره� القدس�ي$ة�ر�اره�الس$م�اوي$ة�،و�با0تفاق اي�ات�ه� النور�ان�ي$ة� االBلهي$ة�، و�بتو�افق�ا:س

و�ا:نو�اره� و�بتطاب(ق ح�قائ�ق�ه� و�ثم�ر�ات�هو�آثاره� بالم(شاه�دة�و�الع�ي�ان

denilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, melek veins ve cin ecnâsının makbulü ve mergubuolan, her dakikada bütün âyetlerinev-i insandan yüz milyonlarınlisanında kemâl-i ihtiramla okunan, saltanat-ıkudsiyesi arzın veâlemlerin aktarında ve zamanın ve asırların yüzlerinde devameden,nuranî hâkimiyet-i mâneviyesi arzın yarısında ve beşerin beşte birindeondört asırdır kemâl-i ihtişamla cârî olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan,Onun vahdetiçindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, Kur’ân, müşahede ve ayân ile,kudsî ve semâvîsûrelerinin icmâı ve nurânî ve İlâhî âyetlerinin ittifakı ve esrarveenvârının tevafuku ve hakaik ve semerât ve âsârının tetabukuyla Onunvahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.

Sonra, bir fakir insana değil fâni ve muvakkat bir tarlayı,bir haneyi, belki koca kâinatı ve dünya kadar bir mülk-übâkiyi kazandıran ve bir fâni adama ebedî bir hayatınlevazımatını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen birbîçareyi idam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-isermediyenin hazinesini açan en kıymettar sermaye-iinsaniyenin iman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayatyolcusu, kendi nefsine dedi ki: “Haydi, ileri! İmanın hadsizmertebelerinden bir mertebe daha kazanmak için kâinatınhey’et-i mecmuasına müracaat edip, o da ne diyor,dinlemeliyiz; erkânından ve eczasından aldığımız dersleritekmil ve tenvir etmeliyiz” diye, Kur’ân’dan aldığı geniş ve

Page 203: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ihatalı bir dürbünle baktı, gördü:

Bu kâinat, o kadar mânidar ve muntazamdır ki,mücessem bir kitab-ı Sübhânî ve cismânî bir Kur’ân-ıRabbânî ve müzeyyen bir saray-ı Samedânî ve muntazambir şehr-i Rahmânî suretinde görünüyor. O kitabın bütünsûreleri, âyetleri ve kelimatları, hattâ harfleri ve babları vefasılları ve sahifeleri ve satırları, umumunun her vakitmânidarâne mahv u ispatları ve hakîmâne tağyir vetahvilleri, icma ile, bir Alîm-i Külli Şeyin ve bir Kadîr-iKülli Şeyin ve bir Musannıfın, herşeyde herşeyi gören veherşeyin herşeyi ile münasebetini bilen, riayet eden birNakkâş-ı Zülcelâlin ve bir Kâtib-i Zülkemâlin vücudunu vemevcudiyetini bilbedâhe ifade ettikleri gibi, bütün erkân veenvâıyla ve ecza ve cüz’iyatıyla ve sekeneleri vemüştemilâtiyle ve varidat ve masarıfatıyla ve onlardamaslahatkârâne tebdilleriyle ve hikmetperverânetecditleriyle, bil’ittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz birhikmetle iş gören âli bir Ustanın ve misilsiz bir Sâniinmevcudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatınazametine münasip iki büyük ve geniş hakikatınşehadetleri, kâinatın bu büyük şehadetini ispat ediyorlar.

Birinci Hakikat: Usulüddin ve ilm-i kelâmın dâhiulemasının ve hükema-i İslâmiyenin gördükleri ve hadsizburhanlarla ispat ettikleri “hudûs” ve “imkân”hakikatleridir. Onlar demişler ki:

“Madem âlemde ve herşeyde tagayyür ve tebeddül var;elbette fânidir, hâdistir, kadîm olamaz. Madem hâdistir,

Page 204: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

elbette onu ihdas eden bir Sâni var. Ve madem herşeyinzâtında vücudî ve ademî bir sebep bulunmazsa müsâvidir;elbette vâcip ve ezelî olamaz. Ve madem muhal ve bâtılolan devir ve teselsül ile birbirini icad etmek mümkünolmadığı kat’î burhanlarla ispat edilmiş; elbette öyle birVâcibü’l-Vücudun mevcudiyeti lâzımdır ki, nazîri mümteni,misli muhal ve bütün mâadâsı mümkün ve mâsivâsımahlûku olacak.”

Evet hudûs hakikati kâinatı istilâ etmiş. Çoğunu gözgörüyor, diğer kısmını akıl görüyor. Çünkü,gözümüzünönünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefat ederki,herbirisinin hadsiz efradı bulunan ve herbiri zîhayat birkâinat hükmünde olan yüz bin nevi nebatat ve küçücükhayvanat, o âlemle beraber vefat ederler. Fakat o kadarintizamla bir vefattır ki, haşir ve neşirlerine medar olan verahmet ve hikmetin mu’cizeleri, kudret ve ilmin harikalarıbulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıklarıbaharda yerlerinde bırakıp, defter-i a’mâllerini vegördükleri vazifelerin programlarını onların ellerinevererek Hafîz-i Zülcelâlin himayesi altında, hikmetineemanet eder, sonra vefat ederler. Ve bahar mevsiminde,Haşr-i Âzamın yüz bin misali ve nümune ve delillerihükmünde olarak, o vefat eden ağaçlar ve kökler ve birkısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve birkısmının dahi, kendi yerlerinde emsalleri ve aynen onlarabenzeyenleri icad ve ihya olunuyor. Ve geçen baharınmevcudatı, işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini

Page 205: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ilânat gibi neşredip 1نش�ر�ت الص'ح(ف( âyetininو�ا0ذا bir

misalini gösteriyorlar.

1. “Amel defterleri açılıp yayınlandığında…” Tekvir Sûresi, 81:10.

Hem heyet-i mecmua cihetinde, her güzde ve herbaharda büyük bir âlem vefat eder ve taze bir âlem vücudagelir. Ve o vefat ve hudûs o kadar muntazam cereyanediyor ve o vefat ve hudûsta, gayet intizam ve mizanla okadar nevilerin vefiyatları ve hudûsları oluyor ki, güyadünya öyle bir misafirhanedir ki, zîhayat kâinatlar onamisafir olurlar ve seyyah âlemler ve seyyar dünyalar onagelirler, vazifelerini görürler, giderler.

İşte, bu dünyada böyle hayattar dünyaları ve vazifedarkâinatları kemâl-i ilim ve hikmet ve mîzanla ve muvazeneve intizam ve nizamla ihdas ve icad edip Rabbânîmaksatlarda ve İlâhî gayelerde ve Rahmânî hizmetlerdekadîrâne istimal ve rahîmâne istihdam eden bir Zât-ıZülcelâlin vücub-u vücudu ve hadsiz kudreti ve nihayetsizhikmeti, bilbedahe güneş gibi, akıllara görünüyor. Hudûsmesâilini Risale-i Nur’a ve muhakkikîn-i kelâmiyeninkitaplarına havale ile o bahsi kapıyoruz.

Amma imkân ciheti ise, o da kâinatı istilâ ve ihâtaetmiş. Çünkü görüyoruz ki, herşey, küllî ve cüz’î bulunsun,büyük ve küçük olsun, Arştan ferşe, zerrattan seyyârâtakadar her mevcut, mahsus bir zât ve muayyen bir suret vemümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetlerve maslahatlı cihazlarla dünyaya gönderiliyor. Halbuki, o

Page 206: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mahsus zâta ve o mahiyete, hadsiz imkânat içinde ohususiyeti vermek; hem, sûretler adedince imkânlar veihtimaller içinde o nakışlı ve fârikalı ve münasip omuayyen sureti giydirmek; hem, hemcinsinden olaneşhasın miktarınca imkânlar içinde çalkanan o mevcuda, olâyık şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek; hem, sıfatlarınnevileri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve ihtimalleriçinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o masnua o has vemuvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek; hem hadsiz yollarve tarzlarda bulunması mümkün olması noktasında hadsizimkânat ve ihtimalât içinde mütehayyir, sergerdan,hedefsiz o mahlûka, o hikmetli keyfiyetleri ve inâyetlicihazları takmak ve teçhiz etmek, elbette küllî ve cüz’îbütün mümkinat adedince ve her mümkünün mezkûrmahiyet ve hüviyet, heyet ve suret, sıfat ve vaziyetininimkânâtı adedince, tahsis edici, tercih edici, tayin edici,ihdas edici bir Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna vehadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine ve hiçbir şey vehiçbir şe’n Ondan gizlenmediğine ve hiçbir şey Ona ağırgelmediğine ve en büyükbirşey, en küçük birşey gibi Onakolay geldiğine ve bir baharı bir ağaçkadar ve bir ağacı birçekirdek kadar suhuletle icad edebildiğine işaretler vedelâletler ve şehadetler, imkân hakikatinden çıkıp kâinatınbu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler.

Kâinatın şehadetini, her iki kanadı ve iki hakikatıyleRisale-i Nur eczaları ve bilhassa Yirmi İkinci ve Otuz İkinciSözler ve Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplar tamamiyleispat ve izah ettiklerinden, onlara havale ederek bu pek

Page 207: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

uzun kıssayı kısa kestik.

Kâinatın heyet-i mecmuasından gelen büyük ve küllîşehadetin ikinci kanadını ispat eden:

İkinci Hakikat: Bu mütemadiyen çalkanan inkılâplar vetahavvülâtlar içinde vücudunu ve hizmetini ve zîhayat isehayatını muhafazaya ve vazifesini yerine getirmeye çalışanmahlûkatta, kuvvetlerinin bütün bütün haricinde bir teavünhakikati görünüyor. Meselâ, unsurları zîhayatın imdadına,hususan bulutları, nebatatın mededine ve nebatatı dahihayvanatın yardımına ve hayvanat ise insanlarınmuavenetine ve memelerin kevser gibi sütleri, yavrularınbeslenmelerine ve zîhayatların iktidarları haricindeki pekçok hâcetleri ve erzakları, umulmadık yerlerden onlarınellerine verilmesi, hattâ zerrât-ı taamiye dahi hüceyrat-ıbedeniyenin tamirine koşmaları gibi, teshir-i Rabbânî ileve istihdam-ı Rahmânî ile, hakikat-i teavünün pek çokmisalleri doğrudan doğruya, bütün kâinatı bir saray gibiidare eden bir Rabbü’l-Âlemînin umumî ve rahîmânerububiyetini gösteriyorlar.

Evet; câmid ve şuursuz ve şefkatsiz olan ve birbirineşefkatkârâne, şuurdarâne vaziyet gösteren muavenetçiler,elbette gayet Rahîm ve Hakîm bir Rabb-i Zülcelâlinkuvvetiyle, rahmetiyle, emriyle yardıma koşturuluyorlar.

İşte, kâinatta câri olan teavün-ü umumî, seyyârâttan tâzîhayatın âzâ ve cihazat ve zerrât-ı bedeniyesine kadarkemâl-i intizamla cereyan eden muvazene-i âmme vemuhafaza-i şâmile; ve semâvâtın yaldızlı yüzünden ve

Page 208: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

zeminin ziynetli yüzünden tâ çiçeklerin süslü yüzlerinekadar kalem gezdiren tezyin; ve kehkeşandan vemanzume-i şemsiyeden tâ mısır ve nar gibi meyvelerekadar hükmeden tanzim; ve güneş ve kamerden veunsurlardan ve bulutlardan tâ bal arılarına kadarmemuriyet veren tavzif gibi pek büyük hakikatlerin,büyüklükleri nisbetindeki şehadetleri, kâinatın şehadetininikinci kanadını ispat ve teşkil ederler.

Madem Risale-i Nur bu büyük şehadeti ispat ve izahetmiş; biz burada bu kısacık işaretle iktifa ederiz.

İşte, dünya seyyahının kâinattan aldığı ders-i imanîyekısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On SekizinciMertebesinde böyle

1ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود، الم(متن�ع( نظ�ير(ه(،الم(م�7ن( كKل' م�ا س�و�اه(، الو�اح�د اال�ح�د، الذى د�لع�ل� ۇج(وب ۇج(وده�

ف�� و�حدت�ه�: هذه� ال7@ائ�نات(، ال�7تاب( ال7@بير( الم(ج�س$م(دو�القرانالجسم�ان��� الم(ع�ظم( و�القصر( الم(ز�ي$ن( الم(نظم(،و�الب�ل

الم(حتشم( الم(نتظم(، با0جم�اع< س(و�ره�و�اي�ات�ه� و�ك@ل�م�ات�ه�و�ح(ر(وف�ه� و�ابو�ابه� و�فص(ول�هو�ص(ح(ف�ه� و�س(طوره�، و�ا0تفاق

ارك@ان�ه� و�انو�اع�هو�اجز�ائ�ه� و�ج(زئ�ي$ات�ه� و�س�7@نت�ه�و�م(شتم�ال�ت�هو�و�ارد�ات�ه� و�م�ص�ارف�ه�، بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� اBح�اطة�

Page 209: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ح�ق�يقة�الح(دوث و�التغي'ر و�اال0م7@ان،با0جم�اع< ج�م�يع< ع(لم�اء0ع�لم< ال7@ال�م<، و�بشه�اد�ة� ح�ق�يقة�

ال0نت�ظام<، و�تجديد تبديل ص(ور�ت�هو�م(شتم�ال�ت�ه� بالح��7م�ة� و�اح(ر(وف�هو�ك@ل�م�ات�ه� بالنظام< و�الم�يز�ان، و�بشه�اد�ة�

ع�ظم�ة�اBح�اطة� ح�ق�يقة�: التع�اۇن، و�التج�اۇب، و�التس�اند،اخل ، و�الم(و�ازنة�،و�الم(ح�افظة�، ف�� م�و>ج(ود�ات�ه� و�التد

بالم(شاه�دة� و�الع�ي�انdenilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. Nazîri mümteni ve Ondan başka herşey mümkinveVâhid-i Ehad olan o Vâcibü’l-Vücud ki, mücessem bir kitab-ı kebîr,muazzambir kur’ân-ı cismânî, munazzam ve müzeyyen bir kasr ve muntazamvemuhteşem bir memleket olan bu kâinat, sûrelerinin ve âyetlerinin vekelimelerinin ve harflerinin vebablarının ve fasıllarının ve sayfalarının vesatırlarının icmâıyla veerkânının ve envâının ve eczasının ve cüz’iyatının vesekene vemüştemilâtının ve varidat ve masarifinin ittifakıyla, bütün ulema-iilm-i kelâmın icmâına müstenit hudus ve tagayyür ve imkânhakikatininazamet-i ihatasının şehadetiyle ve suret ve müştemilâtının hikmetve intizamla tebdili ve huruf ve kelimatının nizam ve mizanla tecdidihakikatinin şehadetiyle ve mevcudatında müşahede ve ayân ile görünenteâvün ve tecavüb vetesanüd ve tedahül ve muvazene ve muhafazahakikatlerinin azamet-iihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-uvücuduna delâlet eder.

Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın Yaratanını arayan veon sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişenbir mîrac-ı imanî ile gaibane marifetten hâzırâne ve

Page 210: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muhatabâne bir makama terakki eden meraklı ve müştakyolcu adam, kendi ruhuna dedi ki:

“Fâtiha-i şerifede, başından tâ 1ا0ي$اك kelimesine kadar

gâibane medh ü senâ ile bir huzur gelip hitabınaا0ي$اك

çıkılması gibi, biz dahi doğrudan doğruya gaibane aramayıbırakıp, aradığımızı aradığımızdan sormalıyız. Herşeyigösteren güneşi, güneşten sormak gerektir. Evet, herşeyigösteren, kendiniherşeyden ziyade gösterir. Öyle ise,şemsin şuââtı ile onu görmek ve tanımak gibi, HâlıkımızınEsmâ-i Hüsnâsıyla ve sıfât-ı kudsiyesiyle, Onukàbiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.

1. “Yalnız Sana.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

Bu maksadın hadsiz yollarından iki yolu ve o iki yolunhadsiz mertebelerinden iki mertebeyi ve o iki mertebeninpek çok hakikatlerinden ve pek çok uzun tafsilâtındanyalnız iki hakikati icmal ve ihtisar ile bu risalede beyanedeceğiz.

Birinci Hakikat: Bilmüşahede gözümüzle görünen vemuhit ve daimî ve muntazam ve dehşetli ve semâvî ve arzîolan bütün mevcudatı çeviren ve tebdil ve tecdit eden vekâinatı kaplayan faaliyet-i müstevliye hakikati görünmesi;ve o her cihetle hikmet-medar faaliyet hakikatının içindetezahür-ü rubûbiyet hakikatinin bilbedahe hissedilmesi; veo her cihetle rahmetfeşan tezahür-ü rububiyet hakikatınıniçinde, tebarüz-ü ulûhiyet hakikatı bizzarure bilinmiş

Page 211: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olmasıdır.

İşte bu hâkimâne ve hakîmâne faaliyet-i daimeden veperdesinin arkasında bir Fâil-i Kadîr ve Alîmin ef ’âli,görünür gibi hissedilir.

Ve bu mürebbiyâne ve müdebbirâne ef ’âl-iRabbâniyeden ve perdesinin arkasından, herşeyde cilveleribulunan esmâ-i İlâhiye, hissedilir derecesinde bedahetlebilinir.

Ve bu celâldarâne ve cemâlperverâne cilvelenen Esmâ-iHüsnâdan ve perdesinin arkasında, sıfât-ı seb’a-ikudsiyenin ilmelyakîn, belki aynelyakîn, belki hakkalyakînderecesinde vücutları ve tahakkukları anlaşılır.

Ve bu yedi kudsî sıfatın dahi, bütün masnuatınşehadetiyle, hem hayattarâne, hem kadîrâne, hem alîmâne,hem semîâne, hem basîrâne, hem müridâne, hemmütekellimâne nihayetsiz bir surette tecellileriylebilbedahe ve bizzarure ve biilmelyakîn bir mevsuf-uVâcibü’l-Vücudun ve bir müsemmâ-i Vâhid-i Ehadin ve birfâil-i Ferd-i Samedin mevcudiyeti, güneşten daha zâhir,daha parlak bir tarzda, kalbdeki iman gözüne görünür gibikat’î bilinir. Çünkü, güzel ve mânidar bir kitap vemuntazam bir hane, bedahetle, yazmak ve yapmakfiillerini; ve güzel yazmak ve intizamlı yapmak fiilleri dahi,bedahetle, yazıcı ve dülger namlarını; yazıcı ve dülgerünvanları ise, bedahetle, kitabet ve dülgerlik san’atlarını vesıfatlarını; ve bu san’at ve sıfatlar, bedahetle, herhalde birzâtı istilzam eder ki, mevsuf ve sâni ve müsemmâ ve fâil

Page 212: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olsun. Fâilsiz bir fiil ve müsemmâsız bir isim mümkünolmadığı gibi, mevsufsuz bir sıfat, san’atkârsız bir san’atdahi mümkün değildir.

İşte bu hakikat ve kaideye binaen, bu kâinat, bütünmevcudâtıyla beraber, kaderin kalemiyle yazılmış, kudretinçekiciyle yapılmış mânidar hadsiz kitaplar, mektuplar,nihayetsiz binalar ve saraylar hükmünde, herbiri binlervech ile ve beraber hadsiz vücûh ile Rabbânî ve Rahmânînihayetsiz fiilleri ve o fiillerin menşeleri olan bin bir esmâ-iİlâhiyenin hadsiz cilveleriyle ve o güzel isimlerin menbaıolan yedi sıfât-ı Sübhâniyenin nihayetsiz tecellîleriyle, oyedi muhit ve kudsî sıfatların madeni ve mevsufu olanezelî ve ebedî bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücuduna vevahdetine hadsiz işaretler ve nihayetsiz şehadetler ettiklerigibi; bütün o mevcudatta bulunan bütün hüsünler,cemâller, kıymetler, kemâller dahi, ef ’âl-i Rabbâniyenin veesmâ-i İlâhiyenin ve sıfât-ı Samedâniyenin ve şuûnât-ıSübhâniyenin, kendilerine lâyık ve muvafık kudsîcemâllerine ve kemâllerine ve hepsi birden Zât-ı Akdesinkudsî cemâline ve kemâline bedahetle şehadet ederler.

İşte, faaliyet hakikati içinde tezahür eden rububiyethakikati, ilim ve hikmetle halk ve icad ve sun’ ve ibdâ,nizam ve mizan ile takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir, kastve irade ile tahvil ve tebdil ve tenzil ve tekmil, şefkat verahmetle it’âm ve in’âm ve ikram ve ihsan gibi şuûnâtıylave tasarrufatıyla kendini gösterir ve tanıttırır. Ve tezahür-ürububiyet hakikatı içinde bedahetle hissedilen ve bulunanulûhiyetin tebarüz hakikatı dahi, Esmâ-i Hüsnânın

Page 213: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

rahîmâne ve kerîmâne cilveleriyle ve yedi sıfât-ı sübûtiyeolan “hayat, ilim, kudret, irade, sem’, basar ve kelâm”sıfatlarının celâlli ve cemâlli tecellileriyle kendini tanıttırır,bildirir.

Evet, nasıl ki kelâm sıfatı, vahiyler ve ilhamlarla Zât-ıAkdesi tanıttırır. Öyle de, kudret sıfatı dahi, mücessemkelimeleri hükmünde olan san’atlı eserleriyle o Zât-ıAkdesi bildirir ve kâinatı baştan başa bir furkan-ı cismânîmahiyetinde gösterip bir Kadîr-i Zülcelâli tavsif ve tarifeder.

Ve ilim sıfatı dahi hikmetli, intizamlı, mizanlı olan bütünmasnuat miktarınca ve ilimle idare ve tedbir ve tezyin vetemyiz edilen bütün mahlûkat adedince, mevsufları olanbirtek Zât-ı Akdesi bildirir.

Ve hayat sıfatı ise, kudreti bildiren bütün eserler veilmin vücudunu bildiren bütün intizamlı ve hikmetli vemizanlı ve ziynetli suretler, haller ve sair sıfatları bildirenbütün deliller, sıfat-ı hayatın delilleriyle beraber, hayatsıfatının tahakkukuna delâlet ettikleri gibi; hayat dahi,bütün o delilleriyle, âyineleri olan bütün zîhayatları şahitgöstererek Zât-ı Hayy-ı Kayyûmu bildirir. Ve kâinatı,serbeser her vakit taze taze ve ayrı ayrı cilveleri venakışları göstermek için, daima değişen ve tazelenen vehadsiz âyinelerden terekküp eden bir âyine-i ekbersuretine çevirir. Ve bu kıyasla, görmek ve işitmek, ihtiyaretmek ve konuşmak sıfatları dahi, herbiri birer kâinatkadar, Zât-ı Akdesi bildirir, tanıttırır.

Page 214: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hem o sıfatlar Zât-ı Zülcelâlin vücuduna delâlet ettiklerigibi, hayatın vücuduna ve tahakkukuna ve o Zâtın hayattarve diri olduğuna dahi bedahetle delâlet ederler. Çünkü,bilmek, hayatın alâmeti; işitmek, dirilik emâresi; görmek,dirilere mahsus; irade, hayat ile olabilir; ihtiyarî iktidar,zîhayatlarda bulunur; tekellüm ise, bilen dirilerin işidir.

İşte, bu noktalardan anlaşılır ki, hayat sıfatının yedi defakâinat kadar delilleri ve kendi vücudunu ve mevsufunvücudunu bildiren burhanları vardır ki, bütün sıfatlarınesası ve menbaı ve İsm-i Âzamın masdarı ve medarıolmuştur. Risale-i Nur bu birinci hakikatı kuvvetliburhanlarla ispat ve bir derece izah ettiğinden, budenizden, bu mezkûr katre ile şimdilik iktifa ediyoruz.

İkinci Hakikat: Sıfat-ı kelâmdan gelen tekellüm-üİlâhîdir.

1ر�ب�ى ل�7@ل�م�ات م�دادuا الب�حر( âyetininلو> ك@ان sırrıyla,

kelâm-ı İlâhî nihayetsizdir. Bir zâtın vücudunu bildiren enzâhir alâmet, konuşmasıdır. Demek bu hakikat, nihayetsizbir surette Mütekellim-i Ezelînin mevcudiyetine vevahdetine şehadet eder.

Bu hakikatın iki kuvvetli şehadeti, bu risalenin OnDördüncü ve On Beşinci Mertebelerinde beyan edilenvahiyler ve ilhamlar cihetiyle; ve geniş bir şehadeti dahi,Onuncu Mertebesinde işaret edilen kütüb-ü mukaddese-isemâviye cihetiyle, ve çok parlak ve câmi’ bir diğerşehadeti dahi On Yedinci Mertebesinde Kur’ân-ı

Page 215: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Mucizü’l-Beyan cihetiyle geldiğinden, bu hakikatın beyanve şehadetini o mertebelere havale edip, o hakikatimu’cizâne ilân eden ve şehadetini sair hakikatlerinşehadetleriyle beraber ifade eden

uا¤ولواالع�لم< قائ�م �اشهد الTUه( ا:نه( ال� اBله� اBال5 ه(و� و�الم�لئ�ك@ة و2بالق�سط� ال� اBله� اBال5 ه(و� الع�زيز(الح��7يم(

âyet-i muazzamanın envârı ve esrarı bizim bu yolcuyakâfi ve vâfi gelmiş ki, daha ileri gidememiş.

1. “Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbiminsözleritükenmeden o denizler tükenirdi.” Kehf Sûresi, 18:109.2. “Bütün kâinatı adâletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondanbaşkaibâdete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi.Bunamelekler ve ilim sahipleri de şâhitlik ettiler. Ondan başka ilâhyoktur; Onunkudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir.”Âl-i İmrân Sûresi, 3:18.

İşte, bu yolcunun bu makam-ı kudsîden aldığı dersinkısa bir meâline bir işaret olarak, Birinci Makamın OnDokuzuncu Mertebesinde,

ال� اBله� اBال5 الTUه( الو�اجب( الۇج(ود الو�اح�د اال�ح�د، له(1اال�سم�اء( الح(سن�، و�له( الص�فات( الع(لي�ا، و�له( الم�ثل(اال�عل�، الذى د�ل$ ع�ل� ۇج(وب ۇج(وده� ف�� و�حدت�ه�:

الذات( الو�اجب( الۇج(ود، با0جم�اع< ج�م�يع< ص�فات�ه�القدس�ي$ة�الم(ح�يطة�، و�ج�م�يع< اسم�ائ�ه� الح(سن�

Page 216: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

الم(تج�لي�ة�،و�با0تفاق ج�م�يع< شو§ونات�ه� و�افع�ال�ه�اللوه�ي$ة� ف�� الم(تص�ر�فة�،بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� ح�ق�يقة� تب�ار(ز ا تظاه(رالر'ب(وبي$ة�، ف�� د�و�ام< الفع$ال�ي$ة� الم(ستو>ل�ي�ة�،بف�عل

اع< با0ر�اد�ةDو�قدر�ةD، و�بف�عل اال0يج�اد و�الخلق و�الص'نع< و�اال0بد،Dح��7م�ة�التقدير و�التصوير و�التدبيرو�التدوير با0خت�ي�ار و

و�بف�عل التصريف�و�التنظ�يم< و�الم(ح�افظة� و�اال0د�ار�ة� و�اال0ع�اشة�ال0نت�ظام< و�الم(و�ازنة�. بقصدو�ر�حم�ةD، و�ب7@م�ال ا

و�بشه�اد�ة� ع�ظم�ة� اBح�اطة� ح�ق�يقة� اسر�ار: شهد الTUه( انه( ال�ا0ال5اBله� ا0ال5 ه(و� و�الم�لئ�ك@ة و� اولواالع�لم< قائ�مuا بالق�سط� ال� اBله�

ه(و� الع�زيز(الح��7يم(denilmiştir.

1. Allah’tan başka ilâh yoktur. O öyle bir Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehaddirki,bütün güzel isimler, bütün yüce sıfatlar ve en yüce vasıflar Ona aittir. İradeve kudretle icad ve halk ve sun’ ve ibdâ’ fiillerini, ihtiyar vehikmetle takdir vetasvir ve tedbir ve tedvir fiillerini, kasd verahmetle ve kemâl-i intizam vemuvazene ile tasrif ve tanzim ve muhafaza ve idare ve iaşe fiillerini tazammuneden faaliyet-i müstevliyenindevamı içinde görünen tezahür-ü rububiyet veonun içinde görünentebarüz-ü ulûhiyet hakikatinin azametinin şehadetiyle; ve“Bütün kâinatı adaletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başkailâhbulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilimsahipleri deşahitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur; Onun kudretiherşeye galiptir vehikmeti herşeyi kuşatır” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:18.)meâlindeki âyet-i kerimeninhakikat-i esrarının azamet-i ihatasınınşehadetiyle; bütün kudsî ve muhîtsıfatlarının ve kâinatta tecellî edenbütün Esmâ-i Hüsnâsının icmâı ve kâinatta

Page 217: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tasarruf eden bütün şuunat veef ’âlinin ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-uvücuduna delâlet eder.

Page 218: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

İkinci Hüccet-i İmâniyeOtuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfı

1

2لو> ك@ان ف�يهم�ا ال�ه�ة ا0ال5 الTUه( لفس�دتا

ال� ا0له� ا0ال5 الTUه( و�حده( ال� شريك له( له( الم(لك و�له(الح�مدي(حيى و�ي(م�يت( و�ه(و� ح��ª ال� ي�م(وت( بي�ده� الخير(و�ه(و� ع�ل�

3كKل� ش�>ءZ قديرY و�ا0ليه� الم�ص�ير(

1. “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.”2. “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olupgiderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.3. “Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir ve hiçbirşerikiyoktur. Mülk umumen Onundur; hamd bütünüyle Ona aittir. Hayatı verende, ölümü veren de Odur. O, kendisine ölüm ârız olmayan Hayy-ıEzelîdir.Bütün hayır Onun elindedir. Onun kudreti herşeye yeter. Herkesinveherşeyin dönüşü de Onadır.” Buharî,Ezân 155, Teheccüd 21, Umre 12, Cihad133, Bed’ü’l-Halk 11, Mağâzî 29, Daavât 18, 52, Rikâk 11, I’tisâm 3; Müslim, Zikir28, 30, 74, 75, 76, Vitir 24, Cihad 158, Edeb 101; Tirmizî, Mevâkıt 108, Hac 104,

Page 219: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Daavât 35, 36; Nesâî, Sehiv 83-86, Menâsik 163, 170, Îmân 12; İbni Mâce, Ticârât40, Menâsik 84, Edeb 58, Dua 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik 56; Dârîmî, Salât88, 90, Menâsik 34, İsti’zân 53, 57; Muvatta’, Hac 127, 243, Kur’ân 20, 22.

BİR RAMAZAN gecesinde, şu kelâm-ı tevhidînin on bircümlesinin herbirinde, birer tevhid mertebesi ve birermüjde bulunduğunu ve o mertebelerden yalnız Lâ şerîkelehu’daki mânâyı, basit avâmın fehmine gelecek birmuhavere-i temsiliye ve bir münazara-i faraziye tarzında velisan-ı hali lisan-ı kàl suretinde söylemiştim. Bana hizmeteden kıymettar kardeşlerimin ve mescid arkadaşlarımınarzuları ve istemeleri üzerine o muhavereyi yazıyorum.Şöyle ki:

Bütüntabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi umumenvâ-ı ehl-i şirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettiklerişeriklerin namına bir şahıs farz ediyoruz ki, o şahs-ı farazî,mevcudat-ı âlemden birşeye rab olmak istiyor ve hakikîmâlik olmak dâvâ etmektedir.

İşte, o müddeî, evvelâ mevcudatın en küçüğü olan birzerreye rast gelir. Ona rab ve hakikî mâlik olmaktaolduğunu, zerreye tabiat lisanıyla, felsefe diliyle söyler. Ozerre dahi, hakikat lisanıyla ve hikmet-i Rabbânî diliyle derki:

“Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrı ayrı her masnuagirip işliyorum. Eğer bütün o vezâifi bana gördürecek,sende ilim ve kudret varsa —“Hem benim gibi had vehesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip işgörüyoruz.HAŞİYE-1 Eğer bütün emsalim o zerreleri de

Page 220: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidarsende varsa— “Hem kemâl-i intizamla cüz olduğummevcutlara, meselâ kandaki küreyvât-ı hamrâya hakikîmâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana rab olmak dâvâ et,beni Cenâb-ı Haktan başkasına isnad et. Yoksa sus!

Haşiye-1 Evet, müteharrik herbir şey, zerrattan seyyârâta kadar, kendilerindeolan sikke-i samediyet ile vahdeti gösterdikleri gibi, harekâtlarıyla dahi,gezdikleri bütün yerleri vahdet namına zaptederler, kendi Mâlikinin mülküneidhal ederler. Hareket etmeyen masnuat ise, nebâtattan nücum-u sevâbitekadar, birer mühr-ü vahdâniyet hükmündedirler ki, bulunduğu mekânı, kendiSâniinin mektubu olduğunu gösterirler. Demek herbir nebat, herbir meyve birermühr-ü vahdâniyet, birer sikke-i vahdettirler ki, mekânlarını ve vatanlarını,vahdet namına, Sânilerinin mektubu olduğunu gösterirler. Elhasıl, herbir şey,hareketiyle bütün eşyayı vahdet namına zapteder. Demek bütün yıldızlarıelinde tutmayan, birtek zerreye rab olamaz.

“Hem bana rab olmadığın gibi, müdahale dahiedemezsin. Çünkü, vezâifimizde ve harekâtımızda o kadarmükemmel bir intizam var ki, nihayetsiz bir hikmet vemuhit bir ilim sahibi olmayan, bize parmak karıştıramaz.Eğer karışsa, karıştıracak. Halbuki, senin gibi câmid, âcizve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olanbir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz.”

O müddeî, maddiyyunların dedikleri gibi dedi ki: “Öyleise sen kendi kendine mâlik ol. Neden başkasının hesabınaçalışmasını söylüyorsun?”

Zerre ona cevaben der: “Eğer güneş gibi bir dimağımve ziyası gibi ihatalı bir ilmim ve harareti gibi şümullü birkudretim ve ziyasındaki yedi renk gibi muhit duygularımve gezdiğim her yere ve işlediğim her mevcuda

Page 221: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

müteveccih birer yüzüm ve bakar birer gözüm ve geçerbirer sözüm bulunsaydı, belki senin gibi ahmaklık edipkendi kendime mâlik olduğumu dâvâ ederdim. Haydi, defol git, sen benden iş bulamazsın!”

İşte, şeriklerin vekili zerreden meyus olunca, küreyvât-ıhamrâdan iş bulacağım diye, kandaki bir küreyvât-ıhamrâya rast gelir. Ona esbab namına ve tabiat ve felsefelisanıyla der ki: “Ben sana rab ve mâlikim.”

O küreyvât-ı hamrâ, yani yuvarlak, kırmızı mevcut, onahakikat lisanıyla ve hikmet-i İlâhiye diliyle der:

“Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve memuriyetimiz venizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalimemâlik olabilirsen, hem gezdiğimiz ve kemâl-i hikmetleistihdam olunduğumuz bütün hüceyrât-ı bedene mâlikolacak bir dakik hikmet ve azîm kudret sende varsa, göster.Ve gösterebilirsen, belki senin dâvânda bir mânâbulunabilir. Halbuki, senin gibi sersem ve senin elindekisağır tabiat ve kör kuvvetle, değil mâlik olmak, belki zerremiktar karışamazsın.1 Çünkü bizdeki intizam o kadarmükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir veyapar bir zât bize hükmedebilir.2 Öyle ise sus! Vazifem okadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki, seninle,senin böyle karma karışık sözlerine cevap vermeye vaktimyok” der, onu tard eder.

1. bk. Ra’d Sûresi, 13:16; Ahkaf Sûresi, 46:4-5.2. bk. Lokman Sûresi, 31:28; Şûrâ Sûresi, 42:11.

Sonra, onu kandıramadığı için, o müddeî gider,

Page 222: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bedendeki hüceyre tabir ettikleri menzilciğe rast gelir.Felsefe ve tabiat lisanıyla der: “Zerreye ve küreyvât-ıhamrâya söz anlattıramadım. Belki sen sözümü anlarsın.Çünkü sen gayet küçük bir menzil gibi birkaç şeydenyapılmışsın. Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benimmasnuum ve hakikî mülküm ol” der.

O hüceyre, ona cevaben, hikmet ve hakikatlisanıyla der ki:

“Ben çendan küçücük bir şeyim. Fakat pek büyükvazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin bütünhüceyrâtına ve heyet-i mecmuasına bağlı alâkalarım var.Ezcümle, evride ve şerâyin damarlarına ve hassâse vemuharrike âsaplarına ve cazibe, dafia, müvellide,musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmelvazifelerim var. Eğer bütün bedeni, bütün damar ve âsabve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudretve ilim sende varsa ve benim emsalim ve san’atça vekeyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrât-ıbedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şamil birhikmet sende varsa, göster; sonra ‘Ben seni yapabilirim’diye dâvâ et. Yoksa haydi git! Küreyvât-ı hamrâ bana erzakgetiriyorlar. Küreyvât-ı beyzâ da bana hücum edenhastalıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşguletme.

“Hem senin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey bizehiçbir cihetle karışamaz. Çünkü bizde o derece ince venazik ve mükemmel bir intizamHAŞİYE-1 var ki, eğer bize

Page 223: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-iMutlak olmazsa intizamımız bozulur, nizamımız karışır.”1

Haşiye-1 Sâni-i Hakîm, beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmündehalk etmiştir. Damarların bir kısmı telgraf vetelefon vazifesini görür. Bir kısmıda, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânınamedardırlar. Kan ise, içinde iki kısım küreyvât halk edilmiş. Bir kısmı“küreyvât-ı hamrâ” tabir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve birkanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak memurları gibi).Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki, ötekilere nisbeten ekalliyettedirler.Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakitmüdafaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile sür’atli bir vaziyet-iacibe alırlar. Kanın heyet-i mecmuası ise, iki vazife-i umumiyesi var: Biribedendeki hüceyrâtın tahribatını tamir etmek, diğeri hüceyrâtın enkazlarınıtoplayıp bedeni temizlemektir. Evride ve şerâyin namında iki kısım damarlarvar ki, biri sâfi kanı getirir, dağıtır,sâfi kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazıtoplayan bulanık kanınmecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı “ree” denilen, nefesingeldiği yeregetirirler. Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir: biri azot, birimüvellidülhumuza.Müvellidülhumuza ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit,kanı telviseden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisiimtizaçeder. Buharî hâmız-ı karbon denilen, semli havaî bir maddeyeinkılâbettirir. Hem hararet-i gariziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder.Çünkü,Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyada aşk-ı kimyevî tabir edilen bir münasebet-işedideyi, müvellidülhumuza ile karbona vermiş ki, o iki unsur birbirine yakınolduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile o iki unsur imtizaç ederler. Fennen sabittir ki,imtizaçtan hararet hasıl olur. Çünkü imtizaç bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmetibudur ki: O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var.İmtizaç vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi bunun zerresiyle imtizaç eder,birtek hareketle hareket eder, bir hareket muallâk kalır. Çünkü imtizaçtan evveliki hareket idi. Şimdi iki zerre bir oldu; her iki zerre, bir zerre hükmünde birhareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîmin bir kanunuyla hararete inkılâb eder.Zaten “Hareket harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırrabinaen, beden-i insanîdeki hararet-i gariziye, bu imtizac-ı kimyeviye ile teminedildiği gibi,kandaki karbon alındığı için kan dahi sâfi olur. İşte nefesdahilegirdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’âlediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiye olan kelime meyveleriniveriyor. Fesübhâne men tehayyere fî sun’ihi’l-ukul!1. bk. Kehf Sûresi, 17:37; Meryem Sûresi, 19:67; Mü’minûn Sûresi,23:12-14;Secde Sûresi, 32:7; Fâtır Sûresi, 35:11; Yâsîn Sûresi, 36:77.

Sonra o müddeî onda da meyus oldu. Bir insanın

Page 224: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefelisanıyla, tabiiyyunun dedikleri gibi der ki: “Sen benimsin.Seni yapan benim. Veya sende hissem var.”

Cevaben, o beden-i insan, hakikat ve hikmet diliyle veintizamının lisan-ı haliyle der ki:

“Eğer bütün emsalim ve yüzümüzdeki sikke-i kudret veturra-i fıtrat bir olan bütün insanların bedenlerine hakikîmutasarrıf olacak bir kudret ve ilim sende varsa—

“hem sudan ve havadan tut, tâ nebâtat ve hayvânâtakadar benim erzakımın mahzenlerine mâlik olacak birservetin ve bir hâkimiyetin varsa—

“hem ben kılıf olduğum gayet geniş ve yüksek olan ruh,kalb, akıl gibi letâif-i mâneviyeyi benim gibi dar, süflî birzarfta yerleştirerek, kemâl-i hikmetle istihdam edip ibadetettirecek, sende nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmetvarsa, göster. Sonra ‘Ben seni yaptım’ de. Yoksa sus!

“Hem bendeki intizam-ı ekmelin şehadetiyle veyüzümdeki sikke-i vahdetin delâletiyle, benim Sâniimherşeye kadîr, herşeye alîm, herşeyi görür ve herşeyi işitirbir Zâttır. Senin gibi sersem âcizin parmağı Onun san’atınakarışamaz, zerre miktar müdahale edemez.”1

1. bk. Hicr Sûresi,15:26; Nahl Sûresi, 16:4; Kehf Sûresi, 18:37; MeryemSûresi,19:67; Mü’minûn Sûresi, 23:12-14; Lokman Sûresi, 31:28; SecdeSûresi, 32:7;Fâtır Sûresi, 35:11.

O şeriklerin vekili, bedende dahi parmak karıştıracakyer bulamaz. Gider, insanın nev’ine rast gelir. Kalbinden

Page 225: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

der ki: “Belki bu dağınık, karma karışık olan cemaat içinde,şeytan onların ef ’âl-i ihtiyariye ve içtimaiyelerine karıştığıgibi, belki ben de ahvâl-i vücudiye ve fıtriyelerinekarışabileceğim ve parmak karıştıracak bir yer bulacağım.Ve onda bir yer bulup, beni tard eden bedene ve bedenhüceyresine hükmümü icra ederim.”

Onun için, beşerin nev’ine, yine sağır tabiat ve sersemfelsefe lisanıyla der ki: “Siz çok karışık birşeygörünüyorsunuz. Ben size rab ve mâlikim. Veyahuthissedarım” der.

O vakit nev-i insan, hak ve hakikat lisanıyla, hikmet veintizamın diliyle der ki:

“Eğer bütün küre-i arza giydirilen ve nev’imiz gibi bütünhayvânat ve nebâtâtın yüz binler envâından rengârenk atkıve iplerden kemâl-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleğive yeryüzüne serilen ve yüz binler zîhayat envâından nescolunan ve gayet nakışlı bir surette icad edilen haliçeyiyapacak ve her vakit kemâl-i hikmetle tecdid ediptazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa—

“hem, eğer biz meyve olduğumuz küre-i arza veçekirdek olduğumuz âlemde tasarruf edecek ve hayatımızalâzım maddeleri mîzan-ı hikmetle aktâr-ı âlemden bizegönderecek bir muhit kudret ve şamil bir hikmet sendevarsa—

“ve yüzümüzdeki sikke-i kudret bir olan bütün gitmiş vegelecek emsalimizi icad edecek bir iktidar sende varsa,

Page 226: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

belki bana rububiyet dâvâ edebilirsin. Yoksa, haydi sus!Benim nev’imdeki karma karışıklığa bakıp parmakkarıştırabilirim deme. Çünkü intizam mükemmeldir. Okarma karışık zannettiğin vaziyetler, kudretin kaderkitabına göre kemâl-i intizamla bir istinsahtır. Çünkü,bizden çok aşağı olan ve bizim taht-ı nezaretimizdebulunan hayvânat ve nebâtâtın kemâl-i intizamlarıgösteriyor ki, bizdeki karışıklıklar bir nevi kitabettir.1

“Hiç mümkün müdür ki, bir haliçenin her tarafınayayılan bir atkı ipini san’atkârâne yerleştiren, haliçeninustasından başkası olsun? Hem bir meyvenin mucidi,ağacının mucidinden başkası olsun? Hem çekirdeği icadeden, çekirdekli cismin sâniinden başkası olsun?

“Hem gözün kördür. Yüzümdeki mu’cizât-ı kudreti,mahiyetimizdeki havârık-ı fıtratı görmüyorsun. Eğer görsenanlarsın ki, benim Sâniim öyle bir Zâttır ki, hiçbir şeyOndan gizlenemez,2 hiçbir şey Ona nazlanıp ağır gelemez.3

Yıldızlar, zerreler kadar Ona kolay gelir.4 Bir baharı birçiçek kadar suhuletle icad eder.5 Koca kâinatın fihristesini,kemâl-i intizamla benim mahiyetimde derc eden birZâttır.1Böyle bir Zâtın san’atına senin gibi câmid, âciz vekör, sağır parmak karıştırabilir mi? Öyle ise sus, def ol git”der, onu tard eder.

1. bk. Bakara Sûresi, 2:164; Âl-i İmran Sûresi, 3:190; Ra’d Sûresi, 13:16;TâhâSûresi, 20:50; Rûm Sûresi, 30:22; Câsiye Sûresi, 45:4.2. bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:5, 29; İbrahim Sûresi, 14:38; Ahzâb Sûresi, 33:54;Mü’min Sûresi, 40:16; A’lâ Sûresi; 87:7.3. bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:83; Ra’d Sûresi, 13:15; Fussilet Sûresi, 41:11.4. bk. En’âm Sûresi, 6:97; A’râf Sûresi, 7:54; Nahl Sûresi, 16:12; Tâhâ Sûresi,

Page 227: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

22:88.5. bk. Mü’min Sûresi, 40:57; Şûrâ Sûresi, 42:29; Kaf Sûresi, 50:15; Nâziât Sûresi,79:27.

Sonra o müddeî gider, zeminin yüzüne serilen genişhaliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen vemünakkâş gömleğe, esbab namına ve tabiat lisanıyla vefelsefe diliyle der ki: “Sende tasarruf edebilirim ve sanamâlikim. Veya sende hissem var” diye dâvâ eder.

O vakit, o gömlek,HAŞİYE-1o haliçe, hak ve hakikatnamına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki:

1. bk. Enbiyâ Sûresi, 21:30.Haşiye-1 Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Hervakit nakışları kemâl-i hikmet ve intizamla tebeddül eder-tâ ki, Nessâcınınmuhtelif cilve-i esmâsını ayrı ayrı göstersin.

“Eğer seneler, karnlar adedince yere giydirilip, sonraintizamla çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan ve yenidengiydirilecek ve kemâl-i intizamla kader dairesindeprogramları ve biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecekzamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli, ayrı ayrınakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak,icad edecek kudret ve san’at sende varsa—

“hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezeldenebede kadar ulaşacak, hikmetli, kudretli iki mânevî elinvarsa ve bütün atkılarımdaki bütün fertleri icad edecek,kemâl-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sendebir iktidar ve hikmet varsa—

“hem bizim modelimizve bizi giyen ve bizi kendine peçe

Page 228: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde tutup mucid olabilirsen,bana rububiyet dâvâ et. Yoksa, haydi dışarıya! Bu yerde yerbulamazsın.

“Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-iehadiyet vardır ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufundaolmayan ve bütün eşyayı bütün şuûnâtıyla birdengörmeyen ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve heryerde hazır ve nazır bulunmayan ve mekândan münezzeholmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlikolmayan, bize sahip olamaz ve müdahale edemez.”1

Sonra o müddeî gider, “Belki küre-i arzı kandırıp oradabir yer bulurum” der. Gider, küre-i arza,HAŞİYE-1 yine esbabnamına ve tabiat lisanıyla der ki: “Böyle serserigezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise senbenim olabilirsin.”

O vakit, küre-i arz, hak namına ve hakikat diliyle, gökgürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki:

“Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim? Benimelbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipiintizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüşmüsün ki bana sahipsiz, serseri dersin? Eğer hareket-iseneviyemle takriben yirmi beş bin senelikHAŞİYE-2 birmesafede bir senede gezdiğim ve kemâl-i mizan vehikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm daire-i azîmeyehakikî mâlik olabilirsen; ve kardeşlerim ve benim gibivazifedar olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dairelereve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i

Page 229: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edipyerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyârât yıldızlarıona bağlayacak ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüpistihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudretsende varsa, bana rububiyet dâvâ et. Yoksa, haydicehennem ol, git! Benim işim var; vazifeme gidiyorum.

1. bk. Bakara Sûresi, 2:115, 148, 164, 258; Yûnus Sûresi, 10:5; Nahl Sûresi,16:65;Furkan Sûresi, 25:2, 49: Ankebût Sûresi, 29:63, Rûm Sûresi,30:50; Fâtır Sûresi,35:9; Yâsîn Sûresi, 36:33.Haşiye-1 Elhasıl: Zerre, o müddeîyi küreyvât-ı hamrâya havale eder. Küreyvât-ıhamrâ onu hüceyreye, hüceyre dahi beden-i insana, beden-i insan ise nev-iinsana, nev-i insan onu zîhayat envâından dokunan arzın gömleğine, arzıngömleği dahi küre-i arza, küre-i arz onu güneşe, güneş ise bütün yıldızlarahavale eder. Herbiri der: “Git,benden yukarıdakini zaptedebilirsen, sonra gel,benim zaptıma çalış.Eğer onu mağlûp etmezsen beni ele geçiremezsin.”Demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, birtek zerreye rububiyetinidinletemez.Haşiye-2 Bir dairenin takriben nısf-ı kutru yüz seksen milyon kilometre olsa, odaire kendisi takriben yirmi beş bin senelik mesafe olur.

“Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli harekâtve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle birZâttır ki, bütün mevcudat, zerrelerden yıldızlara vegüneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî vemusahhardırlar. Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyinettiği gibi kolayca, güneşi seyyârâtla tanzim eder birHakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır.”1

Sonra o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, güneşekalbinden der ki: “Bu çok büyük birşeydir. Belki içinde birdelik bulup bir yol açarım, yeri de musahhar ederim.”Güneşe şirk namına ve şeytanlaşmış felsefe lisanıyla,mecusîlerin dedikleri gibi der ki: “Sen bir sultansın. Kendi

Page 230: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin.”

Güneş ise, hak namına ve hakikat lisanıyla ve hikmet-iİlâhiye diliyle ona der:

“Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Ben musahhar birmemurum. Seyyidimin misafirhanesinde bir mumdarım.Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakikî mâlikolamam. Çünkü sineğin vücudunda öyle mânevî cevherlerve göz, kulak gibi antika san’atlar var ki, benimdükkânımda yok, daire-i iktidarımın haricindedir”2 der,müddeîyi tekdir eder.

Sonra o müddeî döner, firavunlaşmış felsefe lisanıylader ki: “Madem kendine mâlik ve sahip değilsin, birhizmetkârsın. Esbab namına benimsin” der.

O vakit güneş, hak ve hakikat namına ve ubûdiyetlisanıyla der ki: “Ben öyle birinin olabilirim ki, bütünemsalim olan ulvî yıldızları icad eden ve semâvâtındakemâl-i hikmetle yerleştiren ve kemâl-i haşmetle döndürenve kemâl-i ziynetle süslendiren bir Zât olabilir.”3

1. bk. Bakara Sûresi, 2:22, 164; Ra’d Sûresi, 13:2; İbrahim Sûresi, 14:32-33;NahlSûresi, 16:12; Ankebût Sûresi, 29:44, 61; Lokman Sûresi, 31:25, 29; Secde Sûresi,32:4; Fâtır Sûresi, 35:13, 40.2. bk. Yûnus Sûresi, 10:5; Nahl Sûresi, 16:12; Hac Sûresi, 22:18, 73; YâsinSûresi, 36:38.3. bk. Yâsin Sûresi, 36:38-40; Sâffât Sûresi, 37:6; Fussilet Sûresi, 41:12; MülkSûresi, 67:5.

Sonra o müddeî, kalbinden der ki: “Yıldızlar çokkalabalıktırlar. Hem dağınık, karma karışık görünüyorlar.

Page 231: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Belki onların içinde, müvekkillerim namına birşeykazanırım” der, onların içine girer. Onlara esbab namına,şerikleri hesabına ve tuğyan etmiş felsefe lisanıyla,nücumperest olan sâbiiyyunların dedikleri gibi der ki:“Sizler pek çok dağınık olduğunuzdan, ayrı ayrı hâkimlerintaht-ı hükmünde bulunuyorsunuz.”

O vakit yıldızlar namına bir yıldız der ki:

“Ne kadar sersem, akılsız ve ahmak ve gözsüzsün ki,bizim yüzümüzdeki sikke-i vahdetive turra-i ehadiyetigörmüyorsun, anlamıyorsun. Ve bizim nizamat-ı âliyemizive kavânin-i ubûdiyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsızzannediyorsun.

“Bizler öyle bir Zâtın san’atıyızve hizmetkârlarıyız ki,bizim denizimiz olan semâvâtı ve şeceremiz olan kâinatıve mesiregâhımız olan nihayetsiz feza-yı âlemi kabza-itasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehaddir. Bizler, donanmaelektrik lâmbaları gibi, Onun kemâl-i rububiyetini gösterennuranî şahitleriz ve saltanat-ı rububiyetini ilân eden ışıklıburhanlarız. Herbir taifemiz, Onun daire-i saltanatında,ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haşmet-isaltanatını gösteren ve ziya veren nuranî hizmetkârlarız.1

“Evet, herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehadin birermu’cizesi; ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi; vevahdâniyetin birer münevver burhanı; ve melâikelerin birermenzili, birer tayyaresi, birer mescidi; ve avâlim-i ulviyeninbirer lâmbası, birer güneşi; ve saltanat-ı rububiyetin birerşahidi; ve feza-yı âlemin birer ziyneti, birer kasrı, birer

Page 232: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

çiçeği; ve semâ denizinin birer nuranî balığı; vegökyüzünün birer güzel gözüHAŞİYE-1 olduğumuz gibi,heyet-i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmetiçinde bir hareket ve haşmet içinde bir ziynet ve intizamiçinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemâl-isan’at bulunduğundan, Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsizdillerle vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsâf-ıcemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiğimizhalde, bizim gibi nihayet derecede sâfi, temiz, mutî,musahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlıkve vazifesizlik, hattâ sahipsizlikle ittiham ettiğinden tokadamüstehaksın” der. O müddeînin yüzüne recm-i şeytan gibibir yıldız, öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâCehennemin dibine onu atar.2 Ve beraberinde olantabiatıHAŞİYE-2 evham derelerine ve tesadüfü ademkuyusuna ve şerikleri imtinâ ve muhaliyet zulümatına vedin aleyhindeki felsefeyi esfel-i sâfilînin dibine atar. Bütün

yıldızlarla beraber o yıldız 3لو> ك@ان ف�يهم�ا ال�ه�ة ا0ال5 الTUه(

لفس�دتا ferman-ı kudsîsini okurlar. Ve “Sinek kanadından

tut, tâ semâvât kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadarşerike yer yoktur ki parmak karıştırsın” diye ilân ederler.

1. bk. Bakara Sûresi, 2:117; Nahl Sûresi, 16:49; Nûr Sûresi, 24:41; Rûm Sûresi,30:26.Haşiye-1 Cenâb-ı Hakkın acaib-i masnuatına bakıp, temâşâ edip ve ettirenişaretleriz. Yani, semâvât hadsiz gözlerle zemindeki acaib-i san’at-ı İlâhiyeyitemâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi, mahşer-iacaip ve garaip olan arza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle baktırıyorlar,demektir.2. bk. Mülk Sûresi, 67:5.Haşiye-1 Fakat sukuttan sonra tabiat tevbe etti. Hakikî vazifesi tesir ve fiil

Page 233: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olmadığını, belki kabul ve infial olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i İlâhînin birnevi defteri-fakat tebeddül ve tagayyüre kabil bir defteri-ve kudret-iRabbâniyenin bir nevi programı ve Kadîr-i Zülcelâlin bir nevi fıtrî şeriati ve birnevi mecmua-i kavânîni olduğunu bildi. Kemâl-i acz ve inkıyadla vazife-iubûdiyetini takındı ve "fıtrat-ı İlâhiye" ve "san'at-ı Rabbâniye" ismini aldı.3. "Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olurgiderdi." Enbiyâ Sûresi, 21:22.

س(بح�انك ال�ع�لم� لنا ا0ال5 م�اع�لمتنا ا0نك انت� الع�ل�يم(1الح��7يم(

الله(م$ ص�ل� و�س�لم ع�ل� س�ي�دنا م(ح�م$د س�ر�اج< و�حدت�كان�ي$ت�ك ف�� م�شه�رك@ائ�نات�ك ف�ى7@ثر�ة� م�خلوقات�ك و�د�ال5ل و�حد

2و�ع�ل� ال�ه� و�ص�حبه� اجم�ع�ين�

3. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğindenbaşkabilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatanSensin.”Bakara Sûresi, 2:32.4. Allahım! Mahlûkatının kesret daireleri içinde sirâc-ı vahdetin ve kâinatınınmeşherinde dellâl-ı vahdâniyetin olan Efendimiz Muhammed’e ve bütün âl veashabına salât ve selâm olsun.

Birinci Mevkıfın küçük bir zeyliFestemi’ âyet:

1افلم ي�نظر(وا ا0ل� الس$م�اء0 فو>قه(م ك@يف� ب�نيناه�ا و�زي$ناه�ا ilâ âhir-i âyet...

،DونةK7)وتا ف�� سK7)ف� تر"ى سه� الس$م�اء0 ك@يج�ثم$ انظر ا0ل� و

Page 234: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ك@ة ف�� ح��7م�ةD، تلى¬لئا ف�� ح�شم�ةD، تب�س'مuا ف�� زينةD، م�ع� ح�ر�ا0نتظام< الخ�لقة�،م�ع� ا0تز�ان الص$نع�ة�، تشعشع( س�ر�اجه�ا،

ته�له(لم�صب�اح�ه�ا، تلى¬لو§ نج(وم�ه�ا، تعل�ن( ال�هلZ2النه"�،س�لطنة بال� ا0نت�ه�اء

افلم ي�نظر(وا ا0ل� الس$م�اء0 فو>قه(م ك@يف� ب�نيناه�ا و�زي$ناه�اilâ âhir-i âyet...

Bu âyetin bir nevi tercümesi olan

DونةK7)وتا ف�� سK7)ف� تر"ى سه� الس$م�اء0 ك@يج�ثم$ انظر ا0ل� وtercümesidir.

1. “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik.” Kaf Sûresi,50:6.2. Sonra göğün yüzüne bak, nasıl sükûnet içerisinde bir sessizlik, hikmetiçerisinde bir hareket, haşmetiçerisinde bir parıldama, zînet içerisinde birtebessüm göreceksin.Bunlar intizam-ı hilkat, ittizân-ı san’at ile beraberolmaktadır. Kandilinin parlaması, lâmbasının ışık vermesi,yıldızlarınınparıldamaları akıl sahiplerine sonsuz bir saltanatınvarlığını ilân eder.

Yani, âyet-i kerime, nazar-ı dikkati, semânın ziynetli vegüzel yüzüne çeviriyor. Tâ, dikkat-i nazar ile, semânınyüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, birKadîr-i Mutlakın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığınıanlasın. Yoksa, eğer başıboş olsaydılar, birbiri içinde odehşetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler ve gayetsür’atli hareketleriyle öyle bir velveleyi çıkarmak lâzımdı

Page 235: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ki, kâinatın kulağını sağır edecekti. Hem öyle bir zelzele-ihercümerc içinde karışıklık olacaktı ki, kâinatı dağıtacaktı.Yirmi camus birbiri içinde hareket etse ne kadar velvelelibir hercümerce sebebiyet verdiği malûm. Halbuki, küre-iarzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defasür’atli hareket edenler, yıldızlar içerisinde var olduğunukozmoğrafya söylüyor. İşte, sükûnet içindeki sükût-uecramdan, Sâni-i Zülcelâlin ve Kadîr-i Zülkemâlin derece-ikudret ve teshirini ve nücumun Ona derece-i inkıyad veitaatini anla.

Dك@ة ف�� ح��7م�ة Hem, semânın yüzünde, hikmet içindeح�ر�

bir hareketi görmeyi âyet emrediyor. Evet, gayet acip veazîm o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir.Nasıl ki bir fabrikanın çarklarını ve dolaplarını bir hikmetiçinde çeviren bir san’atkâr, fabrikanın azamet ve intizamıderecesinde derece-i san’at ve maharetini gösterir. Öyle de,koca güneşe, seyyârâtla beraber fabrika vaziyetini veren veo müthiş azîm küreleri sapan taşları misillü ve fabrikaçarkları gibi etrafında döndüren bir Kadîr-i Zülcelâlinderece-i kudret ve hikmeti, o nisbette nazara tezahür eder.

Dا ف�� زينةuتب�س'م Dتلى¬لئا ف�� ح�شم�ةYani, hem, semâvât

yüzünde öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir ziynetiçinde bir tebessüm var ki, Sâni-i Zülcelâlin ne kadarmuazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir san’atı olduğunugösterir. Donanma günlerinde kesretli elektrik lâmbalarısultanın derece-i haşmetini ve terakkiyât-ı medeniyede

Page 236: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

derece-i kemâlini gösterdiği gibi, koca semâvât, o haşmetli,ziynetli yıldızlarıyla Sâni-i Zülcelâlin kemâl-i saltanatını vecemâl-i san’atını öylece nazar-ı dikkate gösteriyorlar.

الص$نع�ة� ا0تز�ان م�ع� الخ�لقة� ا0نت�ظام< Hemم�ع� diyor ki:

Semânın yüzündeki mahlûkatın intizamını, dakik mizanlariçinde masnuatın mevzuniyetini gör ve anla ki, onlarınSânii ne kadar Kadîr ve ne kadar Hakîm olduğunu bil.

Evet, muhtelif ve küçük cirimleri veyahut hayvanlarıdöndüren ve bir vazife için çeviren ve bir mizan-ı mahsuslaherbirini muayyen bir yolda sevk eden bir zâtın derece-iiktidar ve hikmetini ve hareket eden cirmlerin ona derece-iitaat ve musahhariyetlerini gösterdikleri gibi, koca semâvâto dehşetli azametiyle, hadsiz yıldızlarıyla ve o yıldızlar dadehşetli büyüklükleriyle ve gayet şiddetli hareketleriyleberaber, zerre miktar ve bir saniyecik kadar hudutlarındantecavüz etmemeleri, bir âşire-i dakika kadar vazifelerindengeri kalmamaları, Sâni-i Zülcelâllerinin ne kadar dakik birmizan-ı mahsusla rububiyetini icra ettiğini nazar-ı dikkategösterirler.

Hem de şu âyet gibi, Sûre-i Amme’de ve sâir âyetlerdebeyan olunan teshir-i şems ve kamer ve nücumla işaretettiği gibi,

تشعشع( س�ر�اجه�ا، ته�له(ل( م�صب�اح�ه�ا، تلى¬لو§ نج(وم�ه�ا،Zالنه"�، س�لطنة بال� ا0نت�ه�اء تعل�ن( ال�هل

Page 237: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Yani, semanın müzeyyen tavanına, güneş gibi ışık verici,ısındırıcı bir lâmbayı takmak; gece-gündüz hatlarıyla,kış-yaz sahifelerinde mektubât-ı Samedâniyeyi yazmasınabir nur hokkası hükmüne getirmek; ve yüksek minare vekulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrepleri misillü,kubbe-i semâda kameri zamanın saat-i kübrâsına bir akrepyapmak, mütefavit çok hilâller suretinde her geceye güyaayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine toplamak,menzillerinde kemâl-i mizanla, dakik hesapla hareketettirmek; ve kubbe-i semâda parlayan, tebessüm edenyıldızlarla göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbettenihayetsiz bir saltanat-ı rububiyetin şeâiridir. Zîşuura, Onuiş’âr eden muhteşem bir Ulûhiyetin işârâtıdır; ehl-i fikriimana ve tevhide davet eder.

Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine,Hâme-i zerrîn-i kudret, gör, ne tasvir eylemiş.Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbâbına,Sanki âyâtın Hüdâ nur ile tahrir eylemiş.Bak, ne mu’ciz-i hikmet, iz’an-rübâ-yı kâinat,Bak, ne âli bir temâşâdır feza-yı kâinat.Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,Birer burhan-ı nurefşânız vücub-u Sânie; hem vahdete,hem kudrete şahitleriz biz.Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu’cizâtı çünmelek seyranına,

Page 238: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden, binlermüdakkik gözleriz biz.Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına, hep kehkeşanağsânına,Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış binlergüzel meyveleriz biz.Şu semâvât ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-idevvar, birer ulvî âşiyâne,Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i Cebbar, birertayyareyiz biz.Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin birermu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nurâlemiyiz biz.Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririz, işittiririzinsan olan insana.Kör olası dinsiz gözü görmez oldu yüzümüzü. Hemişitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız,müsebbihiz abîdâneZikrederiz, kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birermeczuplarız biz.

Page 239: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Üçüncü Hüccet-i İmâniye(Yirmi Üçüncü Lem’a)

Tabiat RisalesiTabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor,

küfrün temel taşını zîrüzeber ediyor.

İHTAR: Şu Notada, tabiiyyunun münkir kısmının gittikleriyolun içyüzü ne kadar akıldan uzak ve ne kadar çirkin ve nederece hurafe olduğu, lâakal doksan muhali tazammun edenDokuz Muhal ile beyan edilmiş. Sair risalelerde o muhallerkısmen izah edildiğinden; burada gayet muhtasar olmakhaysiyetiyle, bâzı basamaklar tayyedilmiştir. Onun için, birdenbire, “Bu kadar zâhir ve âşikâre bir hurafeyi nasıl bu meşhurâkıl feylesoflar kabul etmişler, o yolda gidiyorlar?” hatırageliyor.

Evet, onlar mesleklerinin içyüzünü görememişler. Hem,hakikat-i meslekleri ve mesleklerinin lâzımı ve muktezası odurki, yazılmış herbir muhalin ucunda beyan edilen o çirkin vemüstekreh ve gayr-ı mâkulHAŞİYE-1 hülâsa-i mezhepleri vemesleklerinin lâzımı ve zarurî muktezası olduğunu gayet bedihîve kat’î burhanlarla, şüphesi olanlara tafsilen beyan ve ispat

Page 240: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

etmeye hazırım.

Haşiye-1 Bu risalenin sebeb-i telifi, gayet mütecavizâne ve gayet çirkin birtarzla, hakaik-i imaniyeyi tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafedeyip, dinsizliği tabiata bağlayarak, Kur’ân’a hücum edilmesidir. O hücum iseşiddetli bir hiddeti kalbe (kaleme) verdi ki, şiddetli ve galiz tokatları omülhidlere ve haktan yüz çeviren bâtıl mezheplilere yedirdi. Yoksa, Risale-iNur’un mesleği, nezihâne ve nazikâne ve kavl-i leyyindir.

1قالت ر(س(له(م اف�� الTUه� شك فاط�ر الس$م"و�ات و�اال�رض

1. “Peygamberleri onlara dedi ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden Allahhakkında şüphe olur mu?” İbrahim Sûresi, 14:10.

Şu âyet-i kerime, istifham-ı inkârî ile, “Cenâb-ı Hakhakkında şek olmaz ve olmamalı” demekle, vücud vevahdâniyet-i İlâhiye bedâhet derecesinde olduğunugösteriyor.

Şu sırrı izahtan evvel bir ihtar: 1338’de Ankara‘yagittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-iimanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri,içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâneçalıştığını gördüm. “Eyvah,” dedim. “Bu ejderha imanınerkânına ilişecek!” O vakit, şu âyet-i kerime bedâhetderecesinde vücud ve vahdâniyeti ifham ettiği cihetle, ondanistimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ıHakîmden alınan kuvvetli bir burhanı, Nur’un Arabî risalesindeyazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tab ettirmiştim.Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar danadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette okuvvetli burhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri

Page 241: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o burhanıTürkçe olarak bir derece beyan edeceğim. O burhanın bazıparçaları bazı risalelerde tam izah edildiğinden, buradaicmâlen yazılacaktır. Sair risalelerde inkısam etmiş olanmüteaddit burhanlar, bu burhanda kısmen ittihad ediyor,herbiri bunun bir cüz’ü hükmüne geçiyor.

MukaddimeEy insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği

işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerekistimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyanedeceğiz.

Birincisi: Evcedethu’l-esbab, yani, “Esbab bu şeyi icadediyor.”

İkincisi: Teşekkele binefsihî,yani, “Kendi kendine teşekkülediyor, oluyor, bitiyor.”

Üçüncüsü: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiîdir, tabiat iktizaedip icad ediyor.”

Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, hermevcut san’atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem mademkadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid, bumevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ıâlem onu icad ediyor, yani esbabın içtimaında o mevcutvücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor;veyahut, tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücudageliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.

Page 242: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelkiüç yol muhal, battal, mümteni, gayr-ı kabil oldukları kat’îispat edilse, bizzarure ve bilbedâhe, dördüncü yol olantarik-i vahdâniyet şeksiz, şüphesiz sabit olur.

AMMA BİRİNCİ YOL ki, esbab-ı âlemin içtimaıylateşkil-i eşya ve vücud-u mahlûkattır. Pek çok muhâlâtındanyalnız üç tanesini zikrediyoruz.

BİRİNCİSİ

Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzerkavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat birmacun istenildi. Hem hayattar, harika bir tiryak, onlardanyapılmak icap etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayatmacunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. Omacunlardan herbirisini tetkik ettik.

Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden herbirisinden, birmizan-ı mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhemötekinden, altı yedi dirhem başkasından, ve hâkezâ,muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, birdirhem ya noksan veya fazla alınsa, o macun zîhayatolamaz, hâsiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı datetkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla birmadde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya ziyade olsa,tiryak hassasını kaybeder.

O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrı birmizanla alınmış gibi, ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış.

Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o

Page 243: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip birtesadüf veya fırtınalı bir havanınçarpmasıyladevrilmesinden, herbirisinden alınan miktar kadar, yalnızomiktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunuteşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtılbirşey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insanolsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.

İşte bu misal gibi, herbir zîhayat, elbette zîhayat birmacundur. Ve herbir nebat, hayattar bir tiryak gibidir ki,çok müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden,gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden terkipedilmiştir. Eğer esbaba, anâsıra isnad edilse ve “Esbabicad etti” denilse, aynen eczahanedeki macunun, şişelerindevrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıldanuzak, muhal ve bâtıldır.

Elhasıl, şu eczahane-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelîninmizan-ı kazâ ve kaderiyle alınan mevâdd-ı hayatiye, hadsizbir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşeye şâmil bir iradeile vücut bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan küllîanasır ve tabâyi ve esbabın işidir” diyen bedbaht, “Otiryak-ı acip, kendi kendine, şişelerin devrilmesinden çıkıpolmuştur” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan birahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet, o küfür ahmakane,sarhoşâne, divanece bir hezeyandır.

İKİNCİ MUHAL

Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelâle

Page 244: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

verilmezse, belki esbaba isnad edilse, lâzım gelir ki, âleminpek çok anâsır ve esbabı, herbir zîhayatın vücudundamüdahalesi bulunsun. Halbuki, sinek gibi bir küçükmahlûkun vücudunda kemâl-i intizamla, gayet hassas birmizan ve tamam bir ittifakla, muhtelif ve birbirine zıt,mübâyin esbabın içtimaı o kadar zâhir bir muhaldir ki,sinek kanadı kadar şuuru bulunan, “Bu muhaldir, olamaz”diyecektir.

Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır veesbabıyla alâkadardır, belki bir hülâsasıdır. Eğer Kadîr-iEzelîye verilmezse, o esbab-ı maddiye, onun vücuduyanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücükcismine girmek gerektir. Belki, cisminin küçük birnümunesi olan gözündeki bir hücresine girmeleri icapediyor. Çünkü, sebep maddî ise, müsebbebin yanında veiçinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğneucu gibi parmakları yerleşmeyen o hücrecikte, erkân-ıâlem ve anâsır ve tabâyiin, maddeten içinde bulunup, ustagibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor. İşte,Sofestâînin en eblehleri dahi böyle bir meslekten utanıyor.

ÜÇÜNCÜ MUHAL

,kaide-i mukarreresiyleالو�اح�د ال� ي�صدر( ا0ال5 ع�ن الو�اح�د

“Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette bir vâhidden, birelden sudur edebilir.” Hususan o mevcut, gayet mükemmelbir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi bir hayatamazhar ise, bilbedâhe, sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan

Page 245: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

müteaddit ellerden çıkmadığını, belki gayet kadîr, hakîmolan birtek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz vecâmid ve cahil, mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde,kör, sağır esbab-ı tabiiyenin karmakarışık ellerine—hadsizimkânat yolları içinde ve içtima ve ihtilâtla o esbabınkörlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde—o muntazam vemevzun ve vâhid bir mevcudu onlara isnad etmek, yüzmuhali birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır.

Haydi, bu muhalden kat-ı nazar, esbab-ı maddiyeninelbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur. Halbuki, oesbab-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcutlarınzâhirleriyledir. Halbuki görüyoruz ki, o esbab-ı maddiyeninelleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın bâtını,on defa zâhirinden daha muntazam, daha lâtif, san’atçadaha mükemmeldir. Esbab-ı maddiyenin elleri veâletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tamzâhirine de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücükhayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san’atçaacip, hilkatçe bedî bir surette oldukları halde, o câmid,cahil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıt olan sağır, köresbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağırolmakla olur.

AMMA İKİNCİ MESELE teşekkele binefsihî‘dir. Yani,“Kendi kendine teşekkül ediyor.” İşte bu cümlenin dahi çokmuhâlâtı var; çok cihetle bâtıldır, muhaldir. Nümune için,muhâlâtından üç tanesini beyan ederiz.

BİRİNCİSİ

Page 246: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Ey muannid münkir! Senin enâniyetin seni o kadarahmaklaştırmış ki, yüz muhali birden kabul etmeyi birderece hükmediyorsun. Çünkü sen mevcutsun. Ve basit birmadde ve câmid ve tagayyürsüz değilsin. Belki, daimateceddüdde olarak, gayet muntazam bir makine ve harikave daima tahavvülde bir saray gibisin. Senin vücudundaher vakit zerreler çalışıyorlar. Senin vücudun kâinatla,hususan rızık münasebetiyle, hususan bekà-yı nev’îitibarıyla alâkadar ve alışverişi vardır. Senin vücudundaçalışan zerreler, o münasebâtı bozmamak ve o alâkadarlığıkırmamak için dikkat ediyorlar, öylece ihtiyatla ayaklarınıatıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar, seninmünasebâtını kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar. Senzâhirî ve bâtınî duygularınla, o zerrelerin o harikavaziyetine göre istifade edersin.

Eğer sen vücudundaki zerreleri, Kadîr-i Ezelîninkanunuyla hareket eden küçücük memurları veya birordusu veya kalem-i kaderin uçları (herbir zerre bir kalemucu) veya kalem-i kudretin noktaları (herbir zerre birnokta) olduğunu kabul etmezsen, o vakitsenin gözündeçalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki senin mecmu-ucesedinin her tarafını görmekle beraber, münasebettarolduğun bütün kâinatı dahi görecek bir gözü ve bütünsenin mazi ve müstakbel ve nesil ve aslın ve anâsırınınmenbalarını ve rızkının madenlerini bilecek, tanıyacak, yüzdâhi kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. Senin gibi bumeselelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine binEflâtun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divanece

Page 247: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir hurafeciliktir.

İKİNCİ MUHAL

Senin vücudun bin kubbeli harika bir saraya benzer ki,her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine baş başa veripmuallâkta durdurulmuş. Belki senin vücudun, bin defa busaraydan daha aciptir. Çünkü, o saray-ı vücudun, daima,kemâl-i intizamla tazelenmektedir. Gayet harika olan ruh,kalb ve mânevî letâiften kat-ı nazar, yalnız cesedindekiherbir âzâ, bir kubbeli menzil hükmündedir. Zerreler, okubbedeki taşlar gibi birbirleriyle kemâl-i muvazene veintizamla başbaşa verip, harika bir bina, fevkalâde birsan’at, göz ve dil gibi acip birer mucize-i kudretgösteriyorlar.

Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tâbi birermemur olmasalar, o vakit herbir zerre, umum o cesettekizerrelere hem hâkim-i mutlak, hem herbirisine mahkûm-umutlak, hem herbirisine misil, hem hâkimiyet noktasındazıt, hem yalnız Vâcibü’l-Vücuda mahsus olan ekser sıfâtınmasdarı, menbaı, hem gayet mukayyet, hem gayet mutlakbir surette olmakla beraber, sırr-ı vahdetle yalnız birVâhid-i Ehadin eseri olabilen gayet muntazam bir masnu-uvâhidi o hadsiz zerrâta isnad etmek—zerre kadar şuuruolan, bunun pek zâhir bir muhal, belki yüz muhal olduğunuderk eder.

ÜÇÜNCÜ MUHAL

Eğer senin vücudun, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Ezelînin

Page 248: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kalemiyle mektub olmazsa ve tabiata, esbaba mensupmatbû ise, o vakit senin vücudundaki bir hüceyre-ibedenden tut, birbiri içinde daireler misilli, binlermürekkepler adedince tabiat kalıplarının bulunması lâzımgelir. Çünkü, meselâ bu elimizdeki kitap eğer mektub olsa,birtek kalem, kâtibinin ilmine istinad edip bütün onlarıyazar. Eğer o mektub olmazsa ve onunkalemineverilmezse, “Kendi kendine olmuş” denilse veya tabiataverilse, o vakit matbû kitap gibi herbir harfi için ayrı birdemir kalem lâzımdır ki, tab edilsin.

Nasıl ki, matbaada hurufat adedince demir harflerbulunur, sonra o harfler vücut bulur. O vakit birtek kalemebedel, o hurufat adedince kalemler bulunması lâzım gelir.Belki o hurufat içinde—bazan olduğu gibi—küçük kalemlebir büyük harfte bir sayfa ince hatla yazılmış ise, binlerkalem birtek harf için lâzım geliyor. Belki, birbirinin içinegirip muntazam bir vaziyetle senin cesedin gibi bir şekilalıyorsa, o vakit herbir dairede, herbir cüz için, omürekkebat adedince kalıplar lâzım geliyor. Haydi, yüzmuhal içinde bulunan bu tarzı mümkün desen dahi, bumuntazam san’atlı demir harfleri ve mükemmel kalıplarıve kalemleri yapmak için, yine birtek kaleme verilmezse, okalemler, o kalıplar, o demirharflerin yapılması için, onlarınadetlerince yine kalemler, kalıplar ve harfler lâzım. Çünküonlar da yapılmışlar ve onlar da muntazam san’atlıdırlar.Ve hâkezâ, müteselsilen gittikçe gidecek.

İşte, sen de anla, bu öyle bir fikirdir ki, senin zerrâtınadedince muhâlât ve hurafeler, içinde bulunuyor. Ey

Page 249: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muannid muattıl! Sen de utan, bu dalâletten vazgeç.

ÜÇÜNCÜ KELİME: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiatiktiza ediyor, tabiat yapıyor.” İşte bu hükmün çok muhâlâtıvar. Nümune için üçünü zikrediyoruz.

BİRİNCİSİ

Eğer mevcudatta, hususan zîhayatta görünen, basîrâne,hakîmâne olan san’at ve icad Şems-i Ezelînin kalem-ikader ve kudretine verilmezse, belki kör, sağır, düşüncesizolan tabiata ve kuvvete isnad edilse, lâzım gelir ki, tabiat,icad için herşeyde hadsiz mânevî makine ve matbaalarıbulundursun; veyahut herşeyde kâinatı halk ve idareedecek bir kudret ve hikmet derc etsin. Çünkü, nasılşemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik camparçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misalî ve aksîgüneşçikler semâdaki tek güneşe isnad edilmese, lâzımgelir ki, bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik camparçasında tabiî, fıtrî ve güneşin hâsiyetlerine mâlik,zâhiren küçük, mânen çok derin bir güneşin haricîvücudunu kabul ederek, zerrât-ı zücâciye adedince tabiîgüneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi; aynen bu misalgibi, mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-iEzelînin cilve-i esmâsına verilmezse, herbir mevcutta,hususan herbir zîhayatta, hadsiz bir kudret ve irade venihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, birkuvveti, adeta bir ilâhı, içinde kabul etmek lâzım gelir. Butarz-ı fikir ise, kâinattaki muhâlâtın en bâtılı, en hurafesidir.Hâlık-ı Kâinatın san’atını mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz

Page 250: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan dahahayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.

İKİNCİ MUHAL

Eğer gayet intizamlı, mizanlı, san’atlı, hikmetli şumevcudat, nihayetsiz kadîr, hakîm bir zâta verilmezse,belki tabiata isnad edilse, lâzım gelir ki, tabiat, herbir parçatoprakta, Avrupa’nın umum matbaaları ve fabrikalarıadedince makineleri, matbaaları bulundursun, tâ o parçatoprak, menşe ve tezgâh olduğu hadsiz çiçekler vemeyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar olabilsin.Çünkü, çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâsetoprak, içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerinbirbirinden çok ayrı olan şekil ve heyetlerini teşkil ve tasviredebilir bir kabiliyeti, bilfiil görülüyor. Eğer Kadîr-iZülcelâle verilmezse, o vakit, o kâsedeki toprakta, herbirçiçek için mânevî, ayrı, tabiî bir makinesi bulunmazsa, buhal vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise, nutfeler veyumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani, müvellidülmâ,müvellidülhumuza, karbon, azotun intizamsız, şekilsiz,hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su,hararet, ziya dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşeye karşısel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleriayrı ayrı ve gayet muntazam ve san’atlı olarak o topraktançıkması, bilbedâhe ve bizzarure iktiza ediyor ki, o kâsedebulunan toprakta, mânen Avrupa kadar, mânevî ve küçükmikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bukadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı

Page 251: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mensucatları dokuyabilsin.

İşte, tabiiyyunların fikr-i küfrîleri ne derece daire-iakıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid zannedeninsan suretindeki ahmak sarhoşlar “Mütefennin veakıllıyız” diye dâvâ ettikleri halde, akıl ve fenden ne kadaruzak düştüklerini ve mümteni ve hiçbir cihetle mümkünolmayan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz ettiklerinigör, gül ve tükür!

Eğer desen: Mevcudat tabiata isnad edilse böyle acipmuhaller olur, imtinâ derecesinde müşkilât olur. AcabaZât-ı Ehad ve Samede verildiği vakit o müşkilât nasılkalkıyor? Ve o suubetli imtinâ, o suhuletli vücuba nasılinkılâp eder?

Elcevap: Birinci Muhalde, nasıl ki güneşin cilve-i in’ikâsıkemâl-i suhuletle, külfetsiz, en küçük zerrecik camdan tut,tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirinimisalî güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde,eğer güneşten nisbeti kesilse, o vakit herbir zerrecikte tabiîve bizzat bir güneşin haricî vücudu, imtinâ derecesinde birsuubetle olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de,herbir mevcut, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samedeverilse, vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylıkla ve birintisap ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım herbir şey onayetiştirilebilir.

Eğer o intisap kesilse ve o memuriyet başıbozukluğadönse ve herbir mevcut kendi başına ve tabiata bırakılsa, ovakit imtinâ derecesinde yüz bin müşkilât ve suubetle,

Page 252: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olangayet harika makine-i vücudunu icad eden, içindeki körtabiatın, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmetsahibi olduğunu farz etmek lâzım gelir. Bu ise bir muhaldeğil, belki binler muhaldir.

Elhasıl, nasıl ki Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun şerik ve nazîrimümteni ve muhaldir; öyle de rububiyetinde ve icad-ıeşyada başkalarının müdahalesi, şerîk-i zâtî gibi mümtenive muhaldir.

Amma İkinci Muhaldeki müşkilât ise: Müteadditrisalelerde ispat edildiği gibi, eğer bütün eşya Vâhid-iEhade verilse, bütün eşya birtek şey gibi suhuletli ve kolayolur. Eğer esbaba ve tabiata verilse, birtek şey umum eşyakadar müşkilâtlı olduğu, müteaddit ve kat’î burhanlarlaispat edilmiş. Bir burhanın hülâsası şudur ki:

Nasıl ki bir adam, bir padişaha askerlik veya memuriyetcihetiyle intisap etse, o memur ve o asker, o intisapkuvvetiyle, yüz bin defa kuvvet-i şahsiyesinden fazla işleremedar olabilir. Ve padişahı namına, bazan bir şahı esireder. Çünkü gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin cihazatınıve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mecbur olmuyor.O intisap münasebetiyle, padişahın hazineleri vearkasındaki nokta-i istinadı olan ordu, o kuvveti, o cihazatıtaşıyor. Demek gördüğü işler, şahane olarak bir padişahınişi gibi ve gösterdiği eserler bir ordu eseri misilli harikaolabilir.

Nasıl ki karınca o memuriyet cihetiyle Firavun’un

Page 253: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sarayını harap ediyor. Sinek o intisapla Nemrud‘ugebertiyor. Ve o intisapla, buğday tanesi gibi bir çamçekirdeği, koca çam ağacının bütün cihazatınıyetiştiriyor.HAŞİYE-1 Eğer o intisap kesilse, o memuriyettenterhis edilse, yapacağı işlerin cihazatını ve kuvvetini,belinde ve bileğinde taşımaya mecburdur. O vakit,oküçücük bileğindeki kuvvet miktarınca ve belindekicephane adedince işgörebilir. Evvelki vaziyette gayetkolaylıkla gördüğü işleri bu vaziyette ondan istenilse,elbette bileğinde bir ordu kuvvetini ve belinde birpadişahın cihazat-ı harbiye fabrikasını yüklemek lâzımgelir ki, güldürmek için acip hurafeleri ve masalları hikâyeeden maskaralar dahi bu hayalden utanıyorlar.

Haşiye-1 Evet, eğer intisap olsa, o çekirdek, kader-i İlâhîden bir emir alır, oharika işlere mazhar olur. Eğer o intisap kesilse, o çekirdeğin hilkati, koca çamağacının hilkatinden daha ziyade cihazat ve iktidar ve san’atı iktiza eder.Çünkü, dağdaki, kudret eseri olan mücessem çam ağacının, bütün âzâları vecihazatıyla, o çekirdekteki kader eseri olan mânevî ağaçta mevcut bulunmasılâzım gelir. Çünkü o koca ağacın fabrikası o çekirdektir. İçindeki kaderî ağaç,kudretle hariçte tezahür eder, cismanî çam ağacı olur.

Elhasıl, Vâcibü’l-Vücuda her mevcudu vermek, vücubderecesinde bir suhuleti var. Ve tabiata icad cihetindevermek, imtinâ derecesinde müşkül ve haric-i daire-iakliyedir.

ÜÇÜNCÜ MUHAL

Bu Muhali izah edecek, bazı risalelerde beyan edilen ikimisal:

BİRİNCİ MİSAL: Bütün âsâr-ı medeniyetle tekmil ve

Page 254: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tezyin edilmiş, hâli bir sahrâda kurulmuş, yapılmış birsaraya gayet vahşî bir adam girmiş, içine bakmış. Binlerlemuntazam san’atlı eşyayı görmüş. Vahşetinden,ahmaklığından, “Hariçten kimse müdahale etmeyip, osaray içinde o eşyadan birisi o sarayı müştemilâtıylaberaber yapmıştır” diye taharrîye başlıyor. Hangi şeyebakıyor, o vahşetli aklı dahi kabil görmüyor ki, o şeybunları yapsın. Sonra, o sarayın teşkilât programını vemevcudat fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olanbir defteri görür. Çendan, elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan odefter dahi, sair içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yokturki, o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak,bilmecburiye, eşya-yı âhare nisbeten, kavânîn-i ilmiyeninbir ünvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defterimünasebettar gördüğünden, “İşte bu defterdir ki, o sarayıteşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış,yerleştirmiş” diyerek, vahşetini ahmakların, sarhoşlarınhezeyanına çevirmiş.

İşte, aynen bu misal gibi, hadsiz derecede misaldekisaraydan daha muntazam, daha mükemmel ve bütün etrafımucizâne hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ıulûhiyete giden tabiiyyun fikrini taşıyan vahşî bir insangirer. Daire-i mümkinat haricinde olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun eser-i san’atı olduğunu düşünmeyerek ve Ondani’râz ederek, daire-i mümkinat içinde, kader-i İlâhînin yazarbozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlâhiyeninkavânîn-i icraatına tebeddül ve tagayyür eden bir defteriolabilen ve pek yanlış ve hata olarak “tabiat” namı verilen

Page 255: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir mecmua-i kavânîn-i âdât-ı İlâhiye ve bir fihriste-isan’at-ı Rabbâniyeyi görür. Ve der ki: “Madem bu eşya birsebep ister. Hiçbir şeyin bu defter gibi münasebetigörünmüyor. Çendan hiçbir cihetle akıl kabul etmez ki,gözsüz, şuursuz, kudretsiz bu defter, rububiyet-i mutlakanınişi olan ve hadsiz bir kudreti iktiza eden icadı yapamaz.Fakat madem Sâni-i Kadîmi kabul etmiyorum; öyleyse, enmünasibi, ‘Bu defter bunu yapmış ve yapar’ diyeceğim”der. Biz de deriz:

Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoşahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak.Zerrattan seyyârâta kadar bütün mevcudat, ayrı ayrılisanlarla şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleribir Sâni-i Zülcelâli gör. Ve o sarayı yapan ve o defterdesarayın programını yazan Nakkâş-ı Ezelînin cilvesini gör,fermanına bak, Kur’ân’ını dinle, o hezeyanlardan kurtul.

İKİNCİ MİSAL: Gayet vahşî bir adam, muhteşem birkışla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî,beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Birneferin hareketiyle bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar,oturur, gider, bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahedeeder. Onun kaba, vahşî aklı, bir kumandanın, devletinnizâmâtıyla ve kanun-u padişahî ile o kumandanın emrini,kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, oaskerleriniplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayalîipne kadar harikalı bir ip olduğunu düşünür, hayrette kalır.

Sonra gider, Ayasofyagibi gayet muazzam bir camie,

Page 256: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Cuma gününde dahil olur. O cemaat-i Müslimînin, biradamın sesiyle kalkar, eğilir, secde ederek oturduklarınımüşahede eder. Mânevî ve semâvî kanunlarınmecmuundan ibaret olan şeriatı ve Şeriat Sahibininemirlerinden gelen mânevî düsturlarını anlamadığından, ocemaatin maddî iplerle bağlandığını ve o acip ipler onlarıesir edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşî, insansuretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecedemaskaralı bir fikirle çıkar, gider.

İşte, aynı bu misal gibi, Sultan-ı Ezel ve Ebedin hadsizcünudunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme ve oMâbûd-u Ezelînin muntazam bir mescidi olan şu kâinata,mahz-ı vahşet olan inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkirgiriyor. O Sultan-ı Ezelînin hikmetinden gelen nizâmât-ıkâinatın mânevî kanunlarını birer maddî madde tasavvurederek ve saltanat-ı rububiyetin kavânîn-i itibariyesi ve oMâbûd-u Ezelînin şeriat-ı fıtriye-i kübrâsının, mânevî veyalnız vücud-u ilmîsi bulunan ahkâmlarını ve düsturlarını,birer mevcud-u haricî ve maddî birer madde tahayyülederek, kudret-i İlâhiyenin yerine, o ilim ve kelâmdangelen ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan o kanunları ikameetmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara “tabiat”namını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbâniye olankuvveti, bir zîkudret ve müstakil bir kadîr telâkki etmek,misaldeki vahşîden bin defa aşağı bir vahşettir.

Elhasıl, tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsiz, tabiatdedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hariciye sahibi ise,ancak bir san’at olabilir, sâni olamaz. Bir nakıştır, nakkâş

Page 257: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir,şâri’ olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir, hâlık olamaz.Münfail bir fıtrattır, fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudretdeğildir, kadîr olamaz. Mistardır, masdar olamaz.

Elhasıl: Madem mevcudat var. Madem On AltıncıNotanın başında denildiği gibi, mevcudun vücuduna,taksim-i aklî ile, dört yoldan başka yol tahayyül edilmez. Odört cihetten üçünün—herbirinin üç zâhir muhallerle—butlanı kat’î bir surette ispat edildi. Elbette, bizzarure vebilbedâhe, dördüncü yol olan vahdet yolu, kat’î bir surette

ispat olunuyor. O dördüncü yol ise, baştaki 1اف�� الTUه� شك

âyeti, şeksiz ve şüphesiz, bedâhetفاط�ر الس$مو�ات و�اال�رض

derecesinde, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun uluhiyetini ve herşeydoğrudan doğruya dest-i kudretinden çıktığını ve semâvatve arz kabza-i tasarrufunda bulunduğunu gösteriyor.

1. “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu?” İbrahimSûresi, 14:10.

Ey esbabperest ve tabiata tapan biçare adam! Mademherşeyin tabiatı, herşey gibi mahlûktur; çünkü san’atlıdır veyeni oluyor. Hem her müsebbep gibi, zâhirî sebebi dahimasnudur. Ve madem herşeyin vücudu pek çok cihazat veâletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebihalk eden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlakın neihtiyacı var ki, âciz vesâiti rububiyetine ve icadına teşriketsin? Hâşâ! Belki doğrudan doğruya, müsebbebi sebep ileberaber halk ederek, cilve-i esmâsını ve hikmetini

Page 258: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

göstermek için, bir tertip ve tanzim ile zâhirî bir sebebiyet,bir mukarenet vermekle, eşyadaki zâhirî kusurlara,merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci olmak için,esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş, izzetini osuretle muhafaza etmiş.

Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın, sonra saatiçarklarla tertip edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksaharika bir makineyi o çarklar içinde yapsın, sonra saatinyapılmasını o makinenin câmid ellerine versin, tâ saatiyapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değilmidir? Haydi, o insafsız aklınla sen söyle, sen hâkim ol.

Veyahut bir kâtip mürekkep, kalem, kâğıdı getirdi.Onunla kendi bizzat o kitabı yazsa daha mı kolaydır? Yoksao kâğıt, mürekkep, kalem içinde, o kitaptan daha san’atlı,daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazımakinesi icad etsin, sonra o şuursuz makineye “Haydi, senyaz” desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acabayüz defa yazıdan daha müşkül değil midir?

Eğer desen: Evet, bir kitabı yazan makinenin icadı okitaptan yüz defa daha müşküldür. Fakat o makine, aynıkitabın birçok nüshalarını yazmasına vasıta olmakcihetiyle, belki bir kolaylık var.

Elcevap: Nakkâş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle, nihayetsizcilve-i esmâsını her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekildegöstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî simalarıöyle bir surette halk etmiştir ki, hiçbir mektub-u Samedânîve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitapların aynı aynına

Page 259: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânâları ifade etmek için, ayrıbir siması bulunacak.

Eğer gözün varsa, insanın simasına bak, gör ki: Zaman-ıÂdem‘den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçüksimada, âzâ-yı esasîde ittifakla beraber, herbir sima, umumsimalara nisbeten, herbirisine karşı birer alâmet-i farikasıvar olduğu kat’iyen sabittir. Bunun için, herbir sima ayrı birkitaptır. Yalnız san’atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı veayrı bir tertip ve telif ister. Ve maddelerini hem getirmek,hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan herşeyiderc etmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister.

Haydi, farz-ı muhal olarak, tabiata bir matbaa nazarıylabaktık. Fakat bir matbaaya ait olan tanzim ve basmak,yani, muayyen intizamını kalıba sokmaktan başka, otanzimin icadından, icadları yüz derece daha müşkül birzîhayatın cismindeki maddeleri aktâr-ı âlemden mizan-ımahsusla ve has bir intizamla icad etmek ve getirmek vematbaa eline vermek için, yine o matbaayı icad edenKadîr-i Mutlakın kudret ve iradesine muhtaçtır. Demek bumatbaalık ihtimali ve farzı, bütün bütün mânâsız birhurafedir.

İşte bu saat ve kitap misalleri gibi, Sâni-i Zülcelâl,Kadîr-i Külli Şey, esbabı halk etmiş, müsebbebâtı da halkediyor. Hikmetiyle, müsebbebâtı esbaba bağlıyor. Kâinatınharekâtının tanzimine dair kavânîn-i âdetullahtan ibaretolan şeriat-ı fıtriye-i kübrâ-yı İlâhiyenin bir cilvesini veeşyadaki o cilvesine yalnız bir âyine ve bir mâkes olan

Page 260: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tabiat-ı eşyayı, iradesiyle tayin etmiştir. Ve o tabiatınvücud-u haricîye mazhar olan veçhini, kudretiyle icadetmiş ve eşyayı o tabiat üzerinde halk etmiş, birbirinemezc etmiş. Acaba gayet derecede mâkul ve hadsizburhanların neticesi olan bu hakikatin kabulü mü dahakolaydır? Acaba vücub derecesinde lâzım değil midir?Yoksa câmid, şuursuz, mahlûk, masnu, basit olan o sebepve tabiat dediğiniz maddelere, herbir şeyin vücuduna lâzımhadsiz cihazat ve âlâtı verip hakîmâne, basîrâne olan işlerikendi kendilerine yaptırmak mı daha kolaydır? Acabaimtinâ derecesinde imkân haricinde değil midir? Senin oinsafsız aklının insafına havale ediyoruz.

Münkir ve tabiatperest diyor ki: “Madem beni insafadavet ediyorsun. Ben de diyorum ki: Şimdiye kadar yanlışgittiğimiz yol hem yüz derece muhal, hem gayet zararlı venihayet derecede çirkin bir meslek olduğunu itirafediyorum. Sabık tahkikatınızdan, zerre miktar şuurubulunan anlayacak ki, esbaba, tabiata icad vermekmümtenidir, muhaldir. Ve herşeyi doğrudan doğruyaVâcibü’l-Vücuda vermek vâciptir, zarurîdir. Elhamdü lillâhiale’l-îmân1 deyip iman ediyorum.

“Yalnız bir şüphem var: Cenâb-ı Hakkın Hâlık olduğunukabul ediyorum. Fakat bazı cüz’î esbabın ehemmiyetsizşeylerde icada müdahaleleri ve bir parça medh ü senâkazanmaları, saltanat-ı rububiyetine ne zarar verir?Saltanatına noksaniyet gelir mi?”

Elcevap: Bazı risalelerde gayet kat’î ispat ettiğimiz gibi,

Page 261: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hâkimiyetin şe’ni, müdahaleyi reddetmektir. Hattâ, en ednâbir hâkim, bir memur, daire-i hâkimiyetinde oğlununmüdahalesini kabul etmiyor. Hattâ, hâkimiyetinemüdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar, halifeoldukları halde mâsum evlâtlarını katletmeleri, bu redd-imüdahale kanununun hâkimiyette ne kadar esaslıhükmettiğini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâbir memlekette iki padişaha kadar, hâkimiyettekiistiklâliyetin iktiza ettiği men-i iştirak kanunu, tarih-ibeşerde çok acip hercümerc ile kuvvetini göstermiş.

Acaba âciz ve muavenete muhtaç insanlardaki âmiriyetve hâkimiyetin bir gölgesi bu derece müdahaleyireddetmeyi ve başkasının müdahalesini men etmeyi vehâkimiyetinde iştirak kabul etmemeyi ve makamındaistiklâliyetini nihayet taassupla muhafazaya çalışmayı gör;sonra, hâkimiyet-i mutlaka rububiyet derecesinde; veâmiriyet-i mutlaka ulûhiyet derecesinde; ve istiklâliyet-imutlaka ehadiyet derecesinde; ve istiğnâ-yı mutlakkadîriyet-i mutlaka derecesinde bir Zât-ı Zülcelâlde, buredd-i müdahale ve men-i iştirak ve tard-ı şerik, ne dereceo hâkimiyetin zarurî bir lâzımı ve vâcip bir muktezasıolduğunu, kıyas edebilirsen et.

1. Bize ihsan ettiği iman nimeti sebebiyle Allah’a hamd olsun.

Amma ikinci şık şüphen ki: Bazı esbab, bazı cüz’iyâtınbazı ubudiyetlerine merci olsa, o Mâbûd-u Mutlak olanZât-ı Vâcibü’l-Vücuda müteveccih, zerrattan seyyârâtakadar mahlûkatın ubudiyetlerinden ne noksan gelir?

Page 262: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Elcevap: Şu kâinatın Hâlık-ı Hakîmi, kâinatı bir ağaçhükmünde halk edip, en mükemmel meyvesini zîşuur, vezîşuurun içinde en câmi meyvesini insan yapmıştır. Veinsanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati vegaye-i fıtratı ve semere-i hayatı olan şükür ve ibadeti, oHâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek vetanıttırmak için kâinatı halk eden o Vâhid-i Ehad, bütünkâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesiolan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütünhikmetine zıt olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatıabes eder mi? Hâşâ ve kellâ, hem hikmetini verububiyetini inkâr ettirecek bir tarzda, mahlûkatınibadetlerini başkalara vermeye rıza gösterir mi? Hiçmüsaade eder mi? Ve hem hadsiz bir derecede kendinisevdirmeyi ve tanıttırmayı ef ’âliyle gösterdiği halde, enmükemmel mahlûkatının şükür ve minnettarlıklarını,tahabbüb ve ubudiyetlerini başka esbaba vermekle kendiniunutturup, kâinattaki makasıd-ı âliyesini inkâr ettirir mi?Ey tabiatperestlikten vazgeçen arkadaş, haydi sen söyle.

O diyor: “Elhamdü lillâh, bu iki şüphem hallolmaklaberaber, vahdâniyet-i İlâhiyeye dair ve Mâbûd-u Bilhak Oolduğuna ve Ondan başkaları ibadete lâyık olmadığına okadar parlakve kuvvetli iki delil gösterdin ki, onları inkâretmek, güneşi vegündüzü inkâr etmek gibi birmükâberedir.”

Page 263: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı
Page 264: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

HâtimeTabiat fikr-i küfrîsini terk eden ve imana gelen zat diyor

ki:

Elhamdü lillâh, benim şüphelerim kalmadı. Yalnızmerakımı mucip olan birkaç sualim var.

BİRİNCİ SUAL: Çok tembellerden ve târiküssalâtlardanişitiyoruz. diyorlar ki: “Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimizene ihtiyacı var ki, Kur’ân’da çok şiddet ve ısrarla,ibadetiterk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezaylatehditediyor? İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-iKur’âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz’îhataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?”

Elcevap: Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbirşeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânenhastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmündeolduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, ohastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçlarıiçirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese:“Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?” Nekadar mânâsız olduğunu anlarsın.

Amma Kur’ân’ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli

Page 265: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tehdidâtı ve dehşetli cezaları ise: Nasıl ki bir padişah,raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın,raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetlicezaya çarpar. Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam,Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatınhukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulümeder. Çünkü, mevcudatın kemâlleri, Sânie müteveccihyüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terkeden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki deinkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksekmakamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedânî vebirer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âlimakamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz,vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden,mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder.

Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ıHak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretindeyaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlemvermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göregösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayanbir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayetsürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemâl-i neş’esinden gülen biradam, kâinatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne veciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatınhakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet vetesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veyainkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-ikemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette

Page 266: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.

Hem o târiküssalât, kendi kendine mâlik olmadığı için,kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder.Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresindenalmak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkati vegaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiyeve meşiet-i Rabbâniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer.Onun için cezaya çarpılır.

Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder—nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlûküdür—hemkâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, birzulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı birtahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını birinkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüzolduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehakolur.

İşte bu istihkakı ve mezkûr hakikati ifade etmek için,Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, mucizâne bir surette o şiddetlitarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-i belâgatolan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.

İKİNCİ SUAL: Tabiattan vazgeçen ve imana gelen zatdiyor ki: “Her mevcut, her cihette, her işinde ve herşeyindeve her şe’ninde meşiet-i İlâhiyeye ve kudret-i Rabbâniyeyetâbi olması, çok azîm bir hakikattir. Azameti cihetinde darzihinlerimize sıkışmıyor. Halbuki gözümüzle gördüğümüzbu nihayet derecede mebzuliyet, hem hilkat ve icad-ıeşyadaki hadsiz suhulet, hem sabık burhanlarınızla

Page 267: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tahakkuk eden, vahdet yolundaki icad-ı eşyada nihayetderecede kolaylık ve suhulet, hem nass-ı Kur’ân ile beyanedilen

Dاح�دة�1م�ا خلقكKم و�ال� ب�عثكKم ا0ال5 ك@نفس و

2و�م�آ امر( الس$اع�ة� ا0ال5 ك@لمح< الب�ص�ر او> ه(و� اقر�ب(

gibi âyetlerin sarahaten gösterdikleri nihayet derecedekolaylık, o hakikat-i azîmeyi, en makbul ve en mâkul birmesele olduğunu gösteriyorlar. Bu kolaylığın sırrı vehikmeti nedir?”

Elcevap: Yirminci Mektubun Onuncu Kelimesi olan3

Yقدير Zل� ش�>ءKع�ل� ك �beyanında, o sır gayet vâzıh veو�ه(و

kat’î ve mukni bir tarzda beyan edilmiş. Hususan omektubun zeylinde daha ziyade vuzuhla ispat edilmiş ki,bütün mevcudat, Sâni-i Vâhide isnad edildiği vakit, birtekmevcut hükmünde kolaylaşır. Eğer Vâhid-i Ehadeverilmezse, birtek mahlûkun icadı bütün mevcudat kadarmüşkülleşir. Ve bir çekirdek, bir ağaç kadar suubetli olur.

1. “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesigibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.2. “Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan dayakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.3. “…O herşeye hakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.

Eğer Sâni-i Hakikîsine verilse, kâinat bir ağaç gibi veağaç bir çekirdek gibi ve Cennet bir bahar gibi ve bahar birçiçek gibi kolaylaşır, suhulet peydâ eder.

Page 268: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Ve bilmüşahede görünen hadsiz mebzuliyet veucuzluğun ve her nev’in suhuletle kesret-i efradıbulunmasının ve kesret-i suhulet ve sür’atle muntazam,san’atlı, kıymetli mevcudatın kolayca vücuda gelmesininsırlarına medar olan ve hikmetlerini gösteren yüzerdelillerinden ve başka risalelerde tafsilen beyan edilen birikisine muhtasar bir işaret ederiz.

Meselâ, nasıl ki yüz nefer bir zâbitin idaresine verilse,bir neferin yüz zâbitin idarelerine verilmesinden yüzderece daha kolay olduğu gibi; bir ordunun teçhizat-ıaskeriyesi bir merkez, bir kanun, bir fabrika ve birpadişahın emrine verildiği vakit, adeta kemiyeten birneferin teçhizatı kadar kolaylaştığı gibi, bir neferinteçhizat-ı askeriyesi müteaddit merkezlere, müteadditfabrikalara, müteaddit kumandanlara havalesi de, adeta birordunun teçhizatı kadar kemiyeten müşkilâtlı oluyor.Çünkü birtek neferin teçhizatı için, bütün orduya lâzımolan fabrikaların bulunması gerektir.

Hem bir ağacın, sırr-ı vahdet cihetiyle, bir kökte, birmerkezde, bir kanunla mevâdd-ı hayatiyesi verildiğinden,binler meyve veren o ağaç, bir meyve kadar suhuletliolduğu bilmüşahede görünür. Eğer vahdetten kesretegidilse, herbir meyveye lâzım mevâdd-ı hayatiye başkayerden verilse, herbir meyve bir ağaç kadar müşkilât peydâeder. Belki ağacın bir enmûzeci ve fihristesi olan birtekçekirdek dahi, o ağaç kadar suubetli olur. Çünkü bir ağacınhayatına lâzım olan bütün mevâdd-ı hayatiye birtekçekirdek için de lâzım oluyor.

Page 269: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

İşte bu misaller gibi yüzler misaller var, gösteriyorlar ki,vahdette nihayet derecede suhuletle vücuda gelen binlermevcut, şirkte ve kesrette birtek mevcuttan daha ziyadekolay olur. Sair risalelerde bu hakikat iki kere iki dört ederderecede ispat edildiğinden, onlara havale edip, buradayalnız bu suhulet ve kolaylığın ilim ve kader-i İlâhî vekudret-i Rabbâniye nokta-i nazarında gayet mühim birsırrını beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Sen bir mevcutsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen,bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsizkudretiyle, seni bir anda halk eder. Eğer sen kendini Onavermezsen, belki esbab-ı maddiyeye ve tabiata isnadetsen, o vakit sen, kâinatın muntazam bir hülâsası,meyvesi ve küçük bir fihristesi ve listesi olduğundan; seniyapmak için kâinatı ve anâsırı ince elekle eleyip hassasölçülerle aktâr-ı âlemden senin vücudundaki maddeleritoplamak lâzım gelir. Çünkü esbab-ı maddiye yalnız terkipeder, toplar. Kendilerinde bulunmayanı hiçten, yoktanyapamadıkları, bütün ehl-i akıl yanında musaddaktır.Öyleyse, küçük bir zîhayatın cismini aktâr-ı âlemdentoplamaya mecbur olurlar. İşte vahdette ve tevhidde nekadar kolaylık ve şirkte ve dalâlette ne kadar müşkilât varolduğunu anla.

İkincisi: İlim noktasında hadsiz bir suhulet vardır. Şöyleki:

Kader, ilmin bir nev’idir ki, herşeyin mânevî ve mahsuskalıbı hükmünde bir miktar tayin eder. Ve o miktar-ı

Page 270: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kaderî, o şeyin vücuduna bir plân, bir model hükmünegeçer. Kudret icad ettiği vakit, gayet suhuletle, o kaderîmiktar üstünde icad eder. Eğer o şey muhit ve hadsiz veezelî bir ilmin sahibi olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse,sabıkan geçtiği gibi, binler müşkilât değil, belki yüzmuhâlât ortaya düşer. Çünkü o miktar-ı kaderî ve miktar-ıilmî olmazsa, binler haricî ve maddî kalıplar, küçücük birhayvanın cesedinde istimal edilmek lâzım gelir.

İşte vahdette nihayetsiz kolaylık ve dalâlette ve şirkte

hadsiz müşkilâtın bir sırrını anla, ا0ال5 الس$اع�ة� امر( و�م�آ اقر�ب( �ه(و او> الب�ص�ر 1ك@لمح<

âyeti ne kadar hakikatli ve

doğru ve yüksek bir hakikati ifade ettiğini bil.

1. “Kıyametin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondandaha yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.

ÜÇÜNCÜ SUAL: Eskiden düşman, şimdi dost olanmühtedî diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflardiyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icad edilmiyor ve hiçbir şeyidam edilmiyor; yalnız bir terkip, bir tahlildir ki, kâinatfabrikasını işlettiriyor.’”

Elcevap: Nur-u Kur’ân ile mevcudata bakmayanfeylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbabvasıtasıyla bu mevcudatın teşekkülât ve vücutlarını—sabıkan ispat ettiğimiz tarzda—imtinâ derecesindemüşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.

Bir kısmı Sofestâî olup, insanın hassası olan akıldan

Page 271: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek,kâinatın vücudunu inkâr etmeyi, hattâ kendilerininvücutlarını dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbabve tabiatın icad sahibi olmalarından daha ziyade kolaygördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinatı inkâr edipcehl-i mutlaka düşmüşler.

İkinci güruh bakmışlar ki, dalâlette, esbab ve tabiatmûcid olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı,hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidariktiza ediyor. Onun için, bilmecburiye, icadı inkâr ediyorlar,“Yoktan var olmaz” diyorlar. Ve idamı da muhal görüyorlar,“Var yok olmaz” hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrat ile,tesadüf rüzgârlarıyla bir terkip ve tahlil ve dağılmak vetoplanmak suretinde bir vaziyet-i itibariye tahayyülediyorlar.

İşte, sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağıderecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamlarıgör! Ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve eçhelyaptığını bil, ibret al.

Acaba her senede dört yüz bin envâı birden zeminyüzünde icad eden; ve semâvat ve arzı altı günde halkeden; ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san’atlı,hikmetli, zîhayat bir kâinatı inşa eden bir kudret-i ezeliye,bir ilm-i ezelînin dairesinde plânları ve miktarları taayyüneden mevcudat-ı ilmiyeyi, göze göstermeyen bir ecza ileyazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülenbir ecza misilli, gayet kolay o mâdûmât-ı hariciye olan

Page 272: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u haricî vermeyi o kudret-iezeliyeden uzak görmek ve icadı inkâr etmek, evvelkigüruh olan Sofestâîlerden daha ziyade ahmakane vecahilânedir.

Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-üihtiyarîden başka ellerinde olmayan, firavunlaşmış kendinefisleri hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden vehiçbir zerreyi, bir maddeyi hiçten, yoktan icadedemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatınellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarındandiyorlar: “Yoktan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bubâtıl ve hata düsturu Kadîr-i Mutlaka teşmil etmekistiyorlar.

Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücutveriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip elineveriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini veçok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakikhikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatıinşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri,rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşasuretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek enkolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Birbaharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini,

Page 273: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat veahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı “Yoğu varedemez” diyen adam, yok olmalı!

Tabiatı bırakan ve hakikate geçen zat diyor ki: “Cenâb-ıHakka zerrat adedince şükür ve hamd ve senâ ediyorumki, kemâl-i imanı kazandım, evham ve dalâletlerdenkurtuldum ve hiçbir şüphem de kalmadı. Elhamdü lillâhialâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân.”1

س(بح�انك ال�ع�لم� لنا ا0ال5 م�اع�لمتنا ا0نك انت� الع�ل�يم(2الح��7يم(

1. Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah’ahamd olsun.2. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başkabilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” BakaraSûresi, 2:32.

Page 274: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Dördüncü Hüccet-i İmâniyeOtuzuncu Lem’anın İkinci Nüktesi

و�ا0ن م�ن ش�>ءZ ا0ال5 ع�ندنا خز�ائ�نه( و�م�ا ننز�له( ا0ال5 بقدر1م�علوم�

âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veyahut İsm-iÂzamın altı nurundan bir nuru olan Adl isminin bir cilvesi,Birinci Nükte gibi, Eskişehir Hapishanesinde uzaktanuzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için yine temsilyoluyla deriz:

1. “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Bizbelirlibir miktarla indiririz.” Hicr Sûresi, 15:21.

Şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyentahrip ve tamir içinde çalkanan bir şehir var. Ve o şehirdeher vakit harp ve hicret içinde kaynayan bir memleket var.Ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içindeyuvarlanan bir âlem var.

Halbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde oderece hayret-engiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin

Page 275: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hükmediyor; bilbedâhe ispat eder ki, bu hadsiz mevcudattaolan hadsiz tahavvülât ve vâridat ve masarif, herbir andaumum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir birtek Zâtınmizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan bir balık, binyumurtacıkla ve nebâtattan haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bintohumla ve sel gibi akan unsurların, inkılâplarınhücumuyla, şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâetmek isteyen esbab başıboş olsalardı veyahut maksatsız,serseri tesadüf ve mizansız, kör kuvvete ve şuursuz,zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya vemuvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki birgünde hercümerc olurdu. Yani, deniz karma karışıkşeylerle dolacaktı, taaffün edecekti. Hava gazât-ı muzırraile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, birbataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.

İşte, cesed-i hayvânînin hüceyrâtından ve kandakiküreyvât-ı hamrâ ve beyzâdan ve zerrâtın tahavvülâtındanve cihazat-ı bedeniyenin tenasübünden tut, tâ denizlerinvâridat ve masarifine, tâ zemin altındaki çeşmelerin gelirve sarfiyatlarına, tâ hayvânat ve nebâtâtın tevellüdat vevefiyatlarına, tâ güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına, tâunsurların ve yıldızların hidemat ve harekâtlarına, tâ mevtve hayatın, ziya ve zulmetin ve hararet ve burudetindeğişmelerine ve döğüşmelerine ve çarpışmalarına kadar,o derece hassas bir mizanla ve o kadar ince bir ölçüyletanzim edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer hiçbir yerde hakikîolarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediği gibi, hikmet-iinsaniye dahi herşeyde en mükemmel bir intizam, en güzel

Page 276: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir mevzuniyet görüyor ve gösteriyor. Belki, hikmet-iinsaniye, o intizam ve mevzuniyetin bir tezahürüdür, birtercümanıdır.

İşte, gel, Güneş ile muhtelif on iki seyyareninmuvazenelerine bak. Acaba bu muvazene, güneş gibi, Adlve Kadîr olan Zât-ı Zülcelâli göstermiyor mu? Ve bilhassa,seyyârâttan olan gemimiz, yani küre-i arz, bir senede yirmidört bin senelik bir dairede gezer, seyahat eder. Ve oharika sür’atiyle beraber, zeminin yüzünde dizilmiş, istifedilmiş eşyayı dağıtmıyor, sarsmıyor, fezaya fırlatmıyor.Eğer sür’ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi,sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı. Ve bir dakika,belki bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamızı bozacak,belki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak.

Ve bilhassa zeminin yüzünde, nebâtî ve hayvânî dörtyüz bin taifenin tevellüdat ve vefiyatça ve iaşe ve yaşayışçarahîmâne muvazeneleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, birtekZât-ı Adl ve Rahîmi gösteriyor.

Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradından birtekferdin âzâsı, cihazatı, duyguları o derece hassas bir mizanlabirbiriyle münasebettar ve muvazenettedir ki, o tenasüp, omuvazene, bedâhet derecesinde bir Sâni-i Adl ve Hakîmigösteriyor.

Ve bilhassa her ferd-i hayvânînin bedenindekihüceyrâtın ve kan mecrâlarının ve kandaki küreyvâtın ve oküreyvattaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve harikamuvazeneleri var; bilbedâhe ispat eder ki, herşeyin dizgini

Page 277: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

elinde ve herşeyin anahtarı yanında ve birşey birşeye mâniolmuyor, umum eşyayı birtek şey gibi kolayca idare edenbirtek Hâlık-ı Adl u Hakîmin mizanıyla, kanunuyla,nizamıyla terbiye ve idare oluyor.

Haşrin Mahkeme-i Kübrâsında, mizan-ı âzam-ıadaletinde cin ve insin muvazene-i a’mâllerini istib’âd edipinanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-iekbere dikkat etse, elbette istib’âdı kalmaz.

Ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli,nezafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütünmevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet veadaleti yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle,mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazharoluyorsun. Neye dayanıyorsun ki, umum mevcudatızulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinlekızdırıyorsun?

Evet, ism-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-iâmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareketediyor, iktisadı emrediyor.

Ve ism-i Adlin cilve-i âzamından gelen kâinattakiadalet-i tâmme, umum eşyanın muvazenelerini idareediyor. Ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân’da,

و�الس$م�اء� ر�فع�ه�ا و�و�ض�ع� الم�يز�ان اال5 تطغو>ا ف�� الم�يز�ان1و�اق�يم(وا الو�زن بالق�سط� و�ال� تخس�ر(وا الميز�ان

âyetindeki, dört mertebe, dört nevi mizana işaret eden,

Page 278: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-iazametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetinigösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbirşeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.

1. “Gökyüzünü yükseltip nizam ve ölçü verdi. Tâ ki ölçüde sınırı aşmayın.Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve âhiretteki mizanınızı ziyanadüşürmeyin.” Rahmân Sûresi, 55:7-9.

Ve ism-i Kuddûsün cilve-i âzamından gelen tanzif venezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor,güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla,hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.

İşte, hakaik-i Kur’âniyeden ve desâtir-i İslâmiyeden olanadalet, iktisat, nezafet hayat-ı beşeriyede ne derece esaslıbirer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur’âniye nederece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış vesarmış bulunduğunu ve o hakaiki bozmak, kâinatı bozmakve suretini değiştirmek gibi, mümkün olmadığını bil.

Ve bu üç ziya-yı âzam gibi, rahmet, inâyet, hafîziyetmisillü yüzer ihatalı hakikatler haşri, âhireti iktiza veistilzam ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki, kâinatta veumum mevcudatta hükümfermâ olan rahmet, inâyet,adalet, hikmet, iktisat ve nezafet gibi pek kuvvetli, ihatalıhakikatler, haşrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiylemerhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa,nezafetsizliğe, abesiyete inkılâp etsinler?

Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatınırahîmâne muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet, acaba

Page 279: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

haşri getirmemekle, umum zîşuurların hadsiz hukuk-uhayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarınızayi eder mi? Ve, tabiri caizse, rahmet ve şefkatte ve adaletve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren birhaşmet-i Rububiyet ve kemâlâtını göstermek ve kendinitanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı hadsiz harikasan’atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ıUlûhiyet, böyle, hem umum kemâlâtını, hem bütünmahlûkatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğemüsaade eder mi? Hâşâ! Böyle bir cemâl-i mutlak, böylebir kubh-u mutlaka, bilbedâhe, müsaade etmez.

Evet, âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütündünyayı bütün hakaikiyle inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütünhakaikiyle, yüz bin lisanla onu tekzip ederek bu yalanındayüz bin derece yalancılığını ispat edecek. Onuncu Söz kat’îdelillerle ispat etmiştir ki, âhiretin vücudu, dünyanınvücudu kadar kat’î ve şüphesizdir.

Page 280: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Beşinci Hüccet-i İmâniyeİsm-i Âzamın altı nurundan üçüncünuruna işaret eden Üçüncü Nükte

1ادع ا0ل� س�بيل ر�ب�ك بالح��7م�ة�

âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veya İsm-iÂzamın altı nurundan bir nuru olan ism-i Hakemin bircilvesi, Ramazan-ı Şerifte Eskişehir Hapishanesindegöründü. Ona yalnız bir işaret olarak, beş noktadan ibaretÜçüncü Nükte acele olarak yazıldı, müsvedde olarak kaldı.

1. “Rabbinin yoluna hikmetle çağır.” Nahl Sûresi, 16:125.

ÜÇÜNCÜ NÜKTENİN BİRİNCİ NOKTASI

Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, ism-i Hakemintecellî-i âzamı şu kâinatı öyle bir kitap hükmüne getirmişki, her sahifede yüzer kitap yazılmış;ve her satırında yüzersayfa derc edilmiş; ve her kelimesinde yüzersatırmevcuttur; ve her harfinde yüzer kelime var; ve hernoktasında kitabın muhtasar bir fihristeciği bulunur birtarza getirmiştir. O kitabın sahifeleri, satırları, tâ

Page 281: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

noktalarına kadar yüzer cihette Nakkâşını, Kâtibini öylevuzuhla gösteriyor ki, o kitab-ı kâinatın müşahedesi, kendivücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunuve vahdetini ispat eder. Çünkü bir harf kendi vücudunu birharf kadar ifade ettiği halde, kâtibini bir satır kadar ifadeediyor.

Evet, bu kitab-ı kebîrin bir sahifesi, zemin yüzüdür. Osahifede nebâtat, hayvânat taifeleri adedince kitaplarbirbiri içinde, beraber, bir vakitte, yanlışsız, gayetmükemmel bir surette, bahar mevsiminde yazıldığı gözlegörünüyor.

Bu sayfanın bir satırı, bir bahçedir. O bahçede bulunançiçekler, ağaçlar, nebatlar adedince manzum kasidelerberaber, birbiri içinde, yanlışsız yazıldığını gözümüzlegörüyoruz.

O satırın bir kelimesi, çiçek açmış, meyve vermek üzereyaprağını vermiş bir ağaçtır. İşte bu kelime, muntazam,mevzun, süslü yaprak, çiçek ve meyveleri adedince,Hakem-i Zülcelâlin medh-ü senâsına dair mânidarfıkralardır.

Güya çiçek açmış her ağaç gibi, o ağaç dahi, Nakkâşınınmedîhelerini tegannî eden manzum bir kasidedir.

Hem güya Hakem-i Zülcelâl, zeminin meşherinde teşhirettiği antika ve acip eserlerine binler gözle bakmak istiyor.

Hem güya o Sultan-ı Ezelînin o ağaca verdiği murassâhediye ve nişanları ve formaları, hususî bayramı ve resm-i

Page 282: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

küşâdı olan baharda, padişahın nazarına arz etmek için,öyle müzeyyen, mevzun, muntazam, mânidar bir şekilalmış ve öyle hikmetli bir şekil verilmiştir ki, herbirçiçeğinde, herbir meyvesinde, birbiri içinde çok vecihler vedelillerle Nakkâşının vücuduna ve esmâsına şehadetederler.

Meselâ, herbir çiçekte, herbir meyvede bir mizan var. Veo mizan, bir intizam içinde; ve o intizam, tazelenen birtanzim ve tevzin içinde; ve o tevzin ve tanzim, bir ziynet vesan’at içinde; ve o ziynet ve san’at, mânidar kokular vehikmetli tatlar içinde bulunduğundan; herbir çiçek, oağacın çiçekleri adedince, Hakem-i Zülcelâle işaretlerediyor.

Ve bu bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmündeolan bir meyvede bulunan bir çekirdek noktası, bütünağacın fihristesini, programını taşıyan küçük birsandukçadır. Ve hâkezâ, buna kıyasen, kâinat kitabınınbütün satırları, sahifeleri, böyle, ism-i Hakem ve Hakîmincilvesiyle, yalnız herbir sahifesi değil, belki herbir satırı veherbir kelimesi ve herbir harfi ve herbir noktası, birermu’cize hükmüne getirilmiştir ki, bütün esbab toplansa, birnoktasının nazîrini getiremezler, muaraza edemezler.

Evet, bu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinatın herbir âyet-itekvîniyesi, o âyetin noktaları ve hurufu adedincemu’cizeler gösterdiklerinden, elbette serseri tesadüf, körkuvvet, gayesiz, mizansız, şuursuz tabiat, hiçbir cihetle ohakîmâne, basîrâne olan has mizana ve gayet ince

Page 283: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

intizama karışamazlar. Eğer karışsaydılar, elbette karışıkeseri görünecekti. Halbuki hiçbir cihette intizamsızlıkmüşahede olunmuyor.

ÜÇÜNCÜ NÜKTENİN İKİNCİ NOKTASI

İki Meseledir.

BİRİNCİ MESELESİ: Onuncu Sözde beyan edildiği gibi,nihayet kemâlde bir cemâl ve nihayet cemâlde bir kemâl,elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmekistemesi, en esaslı bir kaidedir. İşte bu esaslı düstur-uumumîye binaendir ki, bu kitab-ı kebîr-i kâinatın Nakkâş-ıEzelîsi, bu kâinatla ve bu kâinatın herbir sahifesiyle veherbir satırıyla, hattâ harfleri ve noktalarıyla kendinitanıttırmak ve kemâlâtını bildirmek ve cemâlini göstermekve kendisini sevdirmek için, en cüz’îden en küllîye kadarherbir mevcudun müteaddit lisanlarıyla cemâl-i kemâlinive kemâl-i cemâlini tanıttırıyor ve sevdiriyor.

İşte, ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm-iZülcelâli ve’l-Cemâl, sana karşı kendisini herbirmahlûkuyla böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak vesevdirmek istediği halde, sen Onuntanıttırmasına karşıimanla tanımazsan ve Onun sevdirmesine mukabilubudiyetinle kendini Ona sevdirmezsen, ne derece hadsizmuzaaf bir cehalet, bir hasâret olduğunu bil, ayıl.

İKİNCİ NOKTANIN İKİNCİ MESELESİ: Bu kâinatınSâni-i Kadîr ve Hakîminin mülkünde iştirak yeri yoktur.Çünkü herşeyde nihayet derecede intizam bulunduğundan,

Page 284: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

şirki kabul edemez. Çünkü müteaddit eller bir işe karışırsa,o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, birşehirde iki vali,bir köyde iki müdür bulunsa, o memleket, o şehir, oköyünher işinde bir karışıklık başlayacağı gibi, en ednâ birvazifedar adam, o vazifesine başkasının müdahalesinikabul etmemesi gösteriyor ki, hâkimiyetin en esaslıhassası, elbette istiklâl ve infiraddır. Demek intizamvahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder.

Madem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenetemuhtaç ve âciz insanlarda böyle müdahaleyi reddederse,elbette, derece-i rububiyette hakikî bir hâkimiyet-imutlaka, bir Kadîr-i Mutlakta, bütün şiddetiyle müdahaleyireddetmek gerektir. Eğer zerre kadar müdahale olsaydı,intizam bozulacaktı.

Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki, birçekirdeği halk etmek için, bir ağacı halk edebilir bir kudretlâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de, kâinatı halkedebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmakkarıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte dehissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümunesidir. Ohalde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet birçekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise,muhâlâtın ve bâtıl hayâlâtın en mânâsız ve en uzak birmuhâlidir. Koca kâinatın umum ahval ve keyfiyâtınımizan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-iMutlakın aczini—hattâ bir çekirdekte dahi—iktiza edenşirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilâf, birhata, bir yalan olduğunu ve tevhid ne derece hadsiz

Page 285: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muzaaf bir derecede hak ve hakikat ve doğru olduğunu bil,“Elhamdü lillâhi ale’l-îmân”1 de.

1. İman nimetini veren Allah’a şükürler olsun.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

Sâni-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîmi ile, bu âlem içindebinler muntazam âlemleri derc etmiştir. O âlemler içindeen ziyade kâinattaki hikmetlere medar ve mazhar olaninsanı bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve okâinat dairesinin en mühim hikmetleri ve faideleri insanabakıyor. Ve insan dairesi içinde dahi, rızkı bir merkezhükmüne getirmiş; âlem-i insanîde ekser hikmetler,maslahatlar, o rızka bakar ve onunla tezahür eder. Veinsanda, şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla, ism-i Hakîmincilvesi parlak bir surette görünüyor. Ve şuur-u insanîvasıtasıyla keşfolunan yüzer fenlerden herbir fen, Hakemisminin, bir nevide bir cilvesini tarif ediyor.

Meselâ, tıp fenninden sual olsa, “Bu kâinat nedir?”Elbette diyecek ki: “Gayet muntazam ve mükemmel bireczahane-i kübrâdır. İçinde herbir ilâç güzelce ihzar ve istifedilmiştir.”

Fenn-i kimyadan sorulsa, “Bu küre-i arz nedir?”Diyecek: “Gayet muntazam ve mükemmel birkimyahanedir.”

Fenn-i makine diyecek: “Hiçbir kusuru olmayan, gayetmükemmel bir fabrikadır.”

Fenn-i ziraat diyecek: “Nihayet derecede mahsuldar, her

Page 286: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

nevi hububu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır vemükemmel bir bahçedir.”

Fenn-i ticaret diyecek: “Gayet muntazam bir sergi veçok intizamlı bir pazar ve malları çok san’atlı birdükkândır.”

Fenn-i iaşe diyecek: “Gayet muntazam, bütün erzâkınenvâını câmi bir ambardır.”

Fenn-i rızık diyecek: “Yüz binler leziz taamlar beraber,kemâl-i intizamla içinde pişirilen bir matbah-ı Rabbânî vebir kazan-ı Rahmânîdir.”

Fenn-i askeriye diyecek ki: “Arz bir ordugâhtır. Herbahar mevsiminde yeni taht-ı silâha alınmış ve zeminyüzünde çadırları kurulmuş dört yüz bin muhtelif milletlero orduda bulunduğu halde, ayrı ayrı erzakları, ayrı ayrılibasları, silâhları, ayrı ayrı talimatları, terhisatları, kemâl-iintizamla, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, birtekKumandan-ı Âzamın emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle,hazinesiyle, gayet muntazam yapılıp idare ediliyor.”

Ve fenn-i elektrikten sorulsa, “Bu âlem nedir?” Elbettediyecek:

Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı,mizanlı, hadsiz elektrik lâmbalarıyla tezyin edilmiştir.Fakat o kadar harika bir intizam ve mizanladır ki, baştagüneş olarak, küre-i arzdan bin defa büyük o semâvîlâmbalar, mütemadiyen yandıkları halde muvazenelerinibozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar.

Page 287: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağlarıve madde-i iştialleri nereden geliyor? Neden tükenmiyor?Neden yanmak muvazenesi bozulmuyor? Küçük bir lâmbadahi muntazam bakılmazsa söner. Kozmoğrafyaca, küre-iarzdan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon senedenziyade yaşayan güneşiHAŞİYE-1 kömürsüz, yağsız yandıran,söndürmeyen Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine, kudretine bak,“Sübhânallah” de. Güneşin müddet-i ömründe geçendakikaların âşirâtı adedince “Mâşaallah, bârekâllah, lâilâhe illâ Hû” söyle.

Haşiye-1 Acaba dünya sarayını ısındıran güneş sobasına veyahut lâmbasınane kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesap edilsin. Hergünyanması için—kozmoğrafyanın sözüne bakılsa—bir milyon küre-i arz kadarodun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün: Onuodunsuz, gazsız, daimî ışıklandıran Kadîr-i Zülcelâlin haşmetine, hikmetine,kudretine, güneşin zerreleri adedince “Sübhânallah, mâşaallah, bârekâllah” de.

Demek bu semâvî lâmbalarda gayet harika bir intizamvar. Ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük vepek çok kütle-i nâriyelerin ve gayet çok kanâdil-inuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez birCehennemdir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve oelektrik lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası daimîbir Cennettir ki, onlara nur ve ışık veriyor; ism-i Hakem veHakîmin cilve-i âzamıyla, intizamla yanmakları devamediyor.

Ve hâkezâ, bunlara kıyasen, yüzer fennin herbirisininkat’î şehadetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel içinde,hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir.Ve o harika ve ihatalı hikmetle mecmu-u kâinata verdiği

Page 288: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve birçekirdekte, küçük bir mikyasta derc etmiştir. Ve malûm vebedihîdir ki, intizamla gayeleri ve hikmetleri ve faydalarıtakip etmek, ihtiyar ile, irade ile, kast ile, meşiet ile olabilir,başka olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kastsız, şuursuz esbab vetabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz.

Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsizintizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleribir Fâil-i Muhtârı, bir Sâni-i Hakîmi bilmemek veya inkâretmek, ne kadar acip bir cehalet ve divanelik olduğu tarifedilmez. Evet, dünyada en ziyade hayret edilecek birşeyvarsa, o da bu inkârdır. Çünkü kâinatın mevcudatındakihadsiz intizâmât ve hikmetleriyle vücut ve vahdetineşahitler bulunduğu halde Onu görmemek, bilmemek, nederece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar.Hattâ, diyebilirim ki, ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunuinkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestâîler, enakıllılarıdır. Çünkü, kâinatın vücudunu kabul etmekleAllah’a ve Hâlıkına inanmamak kabil ve mümkünolmadığından, kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini deinkâr ettiler, “Hiçbir şey yok” diyerek, akıldan istifa ederek,akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsizakılsızlıklarından kurtulup bir derece akla yanaştılar.

DÖRDÜNCÜ NOKTA

Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir Sâni-i Hakîm vegayet hikmetli bir usta, bir sarayın herbir taşında yüzerhikmeti hassasiyetle takip etse, sonra o saraya dam

Page 289: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

yapmayıp, boşu boşuna harap olmasıyla, takip ettiği hadsizhikmetleri zayi etmesini hiçbir zîşuur kabul etmediği ve birHakîm-i Mutlak, kemâl-i hikmetinden, bir dirhem kadar birçekirdekten yüzer batman faydaları, gayeleri, hikmetleridikkatle takip ettiği halde, dağ gibi koca ağaca bir dirhemkadar birtek fayda, birtek küçük gaye, birtek meyvevermek için o koca ağacın pek çok masarıfını yapmakla,kendi hikmetine bütün bütün zıt ve muhalif olarak,müsrifâne bir sefahet irtikâp etmesi hiçbir cihetle imkânıolmadığı gibi; aynen öyle de, bu kâinat sarayının herbirmevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhizeden, hattâ herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler veçiçekleri adedince vazifeler veren bir Sâni-i Hakîm,kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadve hesaba gelmeyen hikmetleri ve nihayetsiz vazifelerimânâsız, abes, boş, faydasız zayi etmesi, o Kadîr-i Mutlakınkemâl-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi, o Hakîm-iMutlakın kemâl-i hikmetine hadsiz abesiyet ve faydasızlığıve o Rahîm-i Mutlakın cemâl-i rahmetine nihayetsizçirkinliği ve o Âdil-i Mutlakın kemâl-i adaletine nihayetsizzulmü vermek demektir. Adeta, kâinatta herkese görünenhikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise en acip birmuhaldir ki, hadsiz bâtıl şeyler, içinde bulunur.

Ehl-i dalâlet gelsin, baksın: Gireceği ve düşündüğükendi kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehşetli birzulmet, bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası birkuyu olduğunu görsün. Ve âhirete iman ise, Cennet gibigüzel ve nuranî bir yol olduğunu bilsin, imana girsin.

Page 290: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

BEŞİNCİ NOKTA

İki Meseledir.

BİRİNCİ MESELE: Sâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîminmuktezasıyla, herşeyde en hafif sureti, en kısa yolu, enkolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiğigösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur.İsraf ise, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat onunlâzımıdır ve düstur-u esasıdır.

Ey iktisatsız, israflı insan! Bütün kâinatın en esaslıdüsturu olan iktisadı yapmadığından, ne kadar hilâf-ı

hakikat hareket ettiğini bil; 1âyetiكKلوا و�اشر�بۇا و�ال� تسرفوا

ne kadar esaslı, geniş bir düsturu ders verdiğini anla.

1. “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi, 7:31.

İKİNCİ MESELE: İsm-i Hakem ve Hakîm, bedâhetderecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmınrisaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.

Evet, madem gayet mânidar bir kitap, onu ders verecekbir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemâl, kendini görecekve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemâlde birsan’at, teşhirci bir dellâl ister. Elbette, herbir harfinde yüzermânâlar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatınmuhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-iekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitaptabulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belkikâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinatın

Page 291: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hilkatindeki makasıd-ı Rabbâniyenin zuhuruna, belkihusulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafındangayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemâl-i san’atını,cemâl-i esmâsını bildirecek, âyinedarlık edecek. Ve oHâlık, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuurmahlûklarından mukabele istediğinden, o zîşuurlarınnamına birisi o geniş tezahürât-ı rububiyete karşı geniş birubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek,semâvat ve arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdisle ozîşuurların nazarını o san’atların Sâniine çevirecek; vekudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarınıkendine çevirecek bir Kur’ân-ı Azîmüşşanla, o Sâni-iHakem-i Hakîmin makasıd-ı İlâhiyesini en güzel bir surettegösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne vetezahürât-ı cemâliye ve celâliyesine karşı en ekmel birmukabele edecek bir zât, güneşin vücudu gibi bu kâinatalâzımdır, zarurîdir.

Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan,bilmüşahede, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdır.Öyleyse, güneş ziyayı, ziya gündüzü istilzam ettiğiderecede, kâinattaki hikmetler risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.)istilzam eder.

Evet, nasıl ki ism-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamı ile,âzamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor; öyle de,Esmâ-i Hüsnâdan Allah, Rahmân, Rahîm, Vedûd, Mün’im,Kerîm, Cemîl, Rab gibi çok isimlerin herbiri, kâinattagörünen bir cilve-i âzamla, âzamî derecede ve mertebe-ikat’iyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam ederler.

Page 292: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Meselâ, ism-i Rahmân‘ın cilvesi olan rahmet-i vâsia, oRahmeten li’l-Âlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûduncilvesi olan tahabbüb-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî, oHabib-i Rabbü’l-Âlemîn ile netice verir, mukabele görür.Ve ism-i Cemîlin bir cilvesi olan bütün cemâller, yani,cemâl-i Zât, cemâl-i esmâ, cemâl-i san’at, cemâl-i masnuato âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haşmet-irububiyetin ve saltanat-ı ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ısaltanat-ı rububiyet olan zât-ı Ahmediyenin risaletiylebilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir. Ve hâkezâ, bumisaller gibi, ekser Esmâ-i Hüsnânın herbiri, risalet-iAhmediyeye (a.s.m.) birer parlak burhandır.

Elhasıl, madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor.Elbette kâinatın renkleri ziynetleri, ışıkları, ziyaları,san’atları, hayatları, rabıtaları hükmünde olan hikmet,inâyet, rahmet, cemâl, nizam, mizan, ziynet gibi meşhudhakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem busıfatların, fiillerin inkârı mümkün değildir. Elbette osıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o ziyaların güneşiolan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl,Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârıkabil olmaz. Ve elbette o sıfatların ve o fiillerin medar-ızuhurları, belki medar-ı kemâlleri, belki medar-ıtahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel vedellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-iSamedânî ve Habib-i Rahmânî olan MuhammedAleyhissalâtü Vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâredilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinatın ziyaları

Page 293: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en parlak bir ziyasıdır.

ع�ليه� و�ع�ل� ال�ه� و�ص�حبه� الص$ال�ة و�الس$ال�م( بع�دد ع�اش�ر�ات1اال�ي$ام< و�ذر$ات اال�نام<

س(بح�انك ال�ع�لم� لنا ا0ال5 م�اع�لمتنا ا0نك انت� الع�ل�يم(2الح��7يم(

1. Günlerin âşireleri ve mahlûkatın zerreleri sayısınca ona ve âl ve ashabınasalât ve selâm olsun.2. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başkabilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-iHakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Page 294: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Altıncı Hüccet-i İmâniyeONUNCU SÖZÜN DOKUZUNCU

HAKİKATİBâb-ı İhyâ ve İmâtedir. İsm-i Hayy-ı Kayyûmun, Muhyî ve

Mümîtin cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâeden; ve o ihyâ içinde, herbiri beşer haşri gibi acip, üç yüzbinden ziyade envâ-ı mahlûkatı haşir ve neşredip kudretinigösteren; ve o haşir ve neşir içinde, nihayet derecedekarışık ve ihtilât içinde nihayet derecede imtiyaz ve tefrikile ihata-i ilmiyesini gösteren; ve bütün semâvîfermanlarıyla beşerin haşrini vaad etmekle bütün ibâdınınenzârını saadet-i ebediyeye çeviren; ve bütün mevcudatıbaş başa, omuz omuza, el ele verdirip, emir ve iradesidairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahharkılmakla azamet-i Rububiyetini gösteren; ve beşeri,şecere-i kâinatın en cami’ ve en nazik ve en nazenin, ennazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp kendine muhatapittihaz ederek herşeyi ona musahhar kılmakla, insana bukadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir

Page 295: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin, haşri yapmasın veyapamasın, beşeri ihyâ etmesin veya edemesin,Mahkeme-i Kübrâyı açamasın, Cennet ve Cehennemiyaratamasın? Hâşâ ve kellâ!

Evet, şu âlemin Mutasarrıf-ı Zîşânı, her asırda, hersenede, her günde bu dar, muvakkat rû-yi zeminde haşr-iekberin ve meydan-ı kıyametin pek çok emsalini venümunelerini ve işârâtını icad ediyor. Ezcümle:

Haşr-i baharîde görüyoruz ki, beş altı gün zarfında,küçük ve büyük hayvanat ve nebatattan, üç yüz bindenziyade envâı haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların, otlarınköklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihyâ edip iadeediyor. Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyetsuretinde icad ediyor. Halbuki, maddeten farkları pek azolan tohumcuklar, o kadar karışmışken, kemâl-i imtiyaz veteşhis ile, o kadar sür’at ve vüs’at ve suhulet içinde,kemâl-i intizam ve mizan ile, altı gün veya altı haftazarfında ihya ediliyor.

Hiç kabil midir ki, bu işleri yapan Zâta birşey ağırgelebilsin, semâvât ve arzı altı günde halk edemesin,insanı bir sayha ile haşredemesin? Hâşâ!

Acaba, muciznümâ bir kâtip bulunsa, hurufları yabozulmuş veya mahvolmuş üç yüz bin kitabı tek birsaihfede, karıştırmaksızın, galatsız, sehivsiz, noksansız,hepsini beraber, gayet güzel bir surette, bir saatte yazarsa;birisi sana dese, “Şu kâtip, kendi telif ettiği, senin suyadüşmüş olan kitabını yeniden, bir dakika zarfında

Page 296: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hafızasından yazacak”; sen diyebilir misin ki, “Yapamazveinanmam”?

Veyahut bir sultan-ı mucizekâr, kendi iktidarınıgöstermek için veya ibret ve tenezzüh için, bir işaretledağları kaldırır, memleketleri tebdil eder, denizikarayaçevirdiğini gördüğün halde, sonra görsen ki, büyük bir taşdereye yuvarlanmış, o zâtın kendi ziyafetine davet ettiğimisafirlerin yolunukesmiş, geçemiyorlar. Biri sana dese, “Ozât, bir işaretle, o taşı, nekadar büyük olursa olsun,kaldıracak veya dağıtacak; misafirlerini yoldabırakmayacak.” Sen desen ki, “Kaldırmaz veyakaldıramaz.”

Veyahut, bir zât, bir günde yeniden büyük bir orduyuteşkil ettiği halde, biri dese, “O zât, bir boru sesiyle, efradıistirahat için dağılmış olan taburları toplar; taburlar nizamıaltına girerler.” Sen desen ki, “İnanmam”; ne kadardivanece hareket ettiğini anlarsın.

İşte, şu üç temsili fehmettinse, bak: Nakkâş-ı Ezelî,gözümüzün önünde kışın beyaz sahifesini çevirip, bahar veyaz yeşil yaprağını açıp, rû-yi arzın sahifesinde üç yüzbinden ziyade envâı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-isuret üzere yazar. Birbiri içinde, birbirine karışmaz. Beraberyazar; birbirine mani olmaz. Teşkilce, suretçe birbirindenayrı, hiç şaşırtmaz, yanlış yazmaz.

Evet, en büyük bir ağacın ruh programını, bir nokta gibien küçük bir çekirdekte derc edip muhafaza eden Zât-ıHakîm-i Hafîz, vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza

Page 297: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

eder, denilir mi? Ve küre-i arzı bir sapan taşı gibi çevirenZât-ı Kadîr, âhirete giden misafirlerinin yolunda nasıl buarzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi? Hem, hiçten,yeniden bütün zîhayatın ordularını, bütün cesetlerinin

taburlarında kemâl-i intizamla zerrâtı emr-i 1ileكKن في�K7ون

kaydedip yerleştiren, ordular icad eden Zât-ı Zülcelâl,tabur-misal cesedin nizamı altına girmekle birbiriyletanışan zerrât-ı esasiye ve eczâ-yı asliyesini bir sayha ilenasıl toplayabilir, denilir mi?

Hem bu bahar haşrine benzeyen, dünyanın herdevrinde, her asrında, hattâ gece gündüzün tebdilinde,hattâ cevv-i havada bulutların icad ve ifnâsında haşrenümune ve misal ve emare olacak ne kadar nakışlaryaptığını gözünle görüyorsun. Hattâ, eğerhayalen bin seneevvel kendini farz etsen, sonra zamanın iki cenahı olanmazi ile müstakbeli birbirine karşılaştırsan; asırlar, günleradedince misal-i haşir ve kıyametin nümunelerinigöreceksin. Sonra, bu kadar nümune ve misallerimüşahede ettiğin halde, haşr-i cismânîyi akıldan uzakgörüp istib’âd etmekle inkâr etsen, ne kadar divanelikolduğunu sen de anlarsın. Bak, Ferman-ı Âzam,bahsettiğimiz hakikate dair ne diyor:

فانظر ا0ل� اثار ر�حم�ت الTUه� ك@يف� ي(حيى اال�رض�ب�عدم�و>ت�ه�ا ا0ن ذل�ك لم(حيى الم�و>ت� و�ه(و� ع�ل� كKل�

YقديرZ2ش�>ء

Page 298: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1. “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.2. “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardındannasıldiriltiyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; Oherşeyehakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.

Elhasıl: Haşre mâni hiçbir şey yoktur. Muktazî ise,herşeydir. Evet, mahşer-i acaip olan şu koca arzı, âdi birhayvan gibi imâte ve ihyâ eden ve beşer ve hayvana hoşbir beşik, güzel bir gemi yapan ve güneşi onlara şumisafirhanede ışık verici ve ısındırıcı bir lâmba eden,seyyârâtı meleklerine tayyare yapan bir Zâtın, bu derecemuhteşem ve sermedî Rububiyeti ve bu derece muazzamve muhît hâkimiyeti, elbette, yalnız böyle geçici, devamsız,bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekàsız, nâkıs,tekemmülsüz umûr-u dünya üzerinde kurulmaz ve durmaz.Demek, Ona şayeste, daimî, berkarar, zevâlsiz, muhteşembir diyar-ı âhar var, başka bâki bir memleketi vardır. Bizionun için çalıştırır. Oraya davet eder. Ve orayanakledeceğine, zahirden hakikate geçen ve kurb-uhuzuruna müşerref olan bütün ervâh-ı neyyire ashabı,bütün kulûb-u münevvere aktâbı, bütün ukul-u nuraniyeerbabı şehadet ediyorlar ve bir mükâfat ve mücazat ihzarettiğini müttefikan haber veriyorlar ve mükerreren pekkuvvetli vaad ve pek şiddetli tehdit eder, naklederler.

Hulfü’l-vaad ise, hem zillet, hem tezellüldür; hiçbircihetle celâl-i kudsiyetine yanaşamaz. Hulfü’l-vaîd ise, yaaftan, ya aczden gelir. Halbuki küfür cinayet-imutlakadır;HAŞİYE-1 affa kabil değil. Kadîr-i Mutlak ise,aczden münezzeh ve mukaddestir.

Page 299: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Haşiye-1 Evet, küfür, mevcudatın kıymetini iskat ve mânâsızlıkla ithamettiğinden, bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-iEsmâyı inkâr olduğundan, bütün esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif vemevcudatın vahdâniyete olan şehadetlerini reddettiğinden, bütün mahlûkatakarşı bir tekzip olduğundan, istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki, salâh ve hayrıkabule liyakati kalmaz. Hem bir zulm-ü azîmdir ki, umum mahlûkatın ve bütünesmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve

nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği, küfrün adem-i affını iktiza eder. كا0ن الشرYع�ظ�يم Yلظلم[“Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” Lokman Sûresi,

31:13] şu mânâyı ifade eder.

Şahitler, muhbirler ise, mesleklerinde, meşreplerinde,mezheplerinde muhtelif oldukları halde, kemâl-i ittifaklaşu meselenin esasında müttehiddirler. Kesretçe tevatürderecesindedirler. Keyfiyetçe icmâ kuvvetindedirler.Mevkice herbiri nev-i beşerin bir yıldızı, bir taifenin gözü,bir milletin azizidirler. Ehemmiyetçe şu meselede hemehl-i ihtisas, hem ehl-i ispattırlar. Halbuki bir fende veyabir san’atta iki ehl-i ihtisas, binler başkalara müreccahtırlarve ihbarda iki müsbit, binler nâfîlere tercih edilir. Meselâ,Ramazan hilâlinin sübutunu ihbar eden iki adam, binlermünkirlerin inkârlarını hiçe atarlar.

Elhasıl, dünyada bundan daha doğru bir haber, dahasağlam bir dâvâ, daha zahir bir hakikat olamaz. Demek,şüphesiz dünya bir mezraadır. Mahşer ise bir beyderdir,harmandır. Cennet, Cehennem ise birer mahzendir.

Page 300: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Yedinci Hüccet-i İmâniyeOtuz Üçüncü Mektubun On Yedinci

Penceresi

1ا0ن ف�� الس$م"و�ات و�اال�رض الjي�ات ل�لم(و�م�ن�ين�

1. “Muhakkak ki, göklerde ve yerde, iman edenler için deliller vardır.” CâsiyeSûresi, 45:3.

Zeminin yüzünü yaz zamanında temâşâ edip görüyoruzki: İcad-ı eşyada müşevveşiyeti iktiza eden veintizamsızlığa sebep olan nihayetsiz sehâvet ve bir cûd-umutlak, gayet derecede bir insicam ve intizam içindegörünüyor. İşte, zemin yüzünü tezyin eden bütün nebâtâtıgör.

Hem mizansızlığı ve kabalığı iktiza eden, icad-ıeşyadaki sür’at-i mutlaka dahi kemâl-i mevzuniyet içindegörünüyor. İşte, zemin yüzünü süslendiren bütünmeyvelere bak.

Hem ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği iktiza edenkesret-i mutlaka dahi, kemâl-i hüsn-ü san’at içinde

Page 301: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

görünüyor. İşte, yeryüzünü yaldızlayan bütün çiçeklere bak.

Hem san’atsızlığı, basitliği iktiza eden, icad-ı eşyadakisuhulet-i mutlaka dahi, nihayetsiz derecede san’atkârlık vemaharet ve ihtimamkârlık içinde görünüyor. İşte,yeryüzündeki ağaç ve nebâtat cihâzâtının sandukçaları veprogramları ve tarihçe-i hayatlarının kutucukları hükmündeolan bütün tohumlara, çekirdeklere dikkatle bak.

Hem ihtilâf ve ayrılığı iktiza eden uzaklık ve bu’d-umutlak dahi bir ittifak-ı mutlak içinde görünüyor. İşte,bütün aktâr-ı zeminde zer’ edilen her nevi hububata bak.

Hem karışmayı ve bulaşmayı iktiza eden kemâl-i ihtilât,bilâkis, kemâl-i imti-yaz ve tefrik içinde görünüyor. İşte,bütün yeraltına karışık atılan ve madde itibarıyla birbirinebenzeyen tohumların, sünbül vaktinde kemâl-i imtiyazlarıve ağaçlara giren muhtelif maddelerin yaprak, çiçek vemeyvelere kemâl-i imtiyazla tefrikleri ve mideye girenkarışık gıdaların muhtelif âzâ ve hüceyrâta göre kemâl-iimtiyazla ayrılmalarına bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-ikudreti gör.

Hem ehemmiyetsizliği, kıymetsizliği iktiza eden gayetderecede mebzuliyet ve nihayet derecede ucuzluk dahi,yeryüzünde masnuatça, san’atça, nihayet derecedekıymettar ve pahalı bir keyfiyette görünüyor. İşte, o hadsizacaib-i san’at içinde, yeryüzünün Rahmânî sofrasında,yalnız, kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak,kemâl-i rahmeti kemâl-i san’at içinde gör.

İşte, bütün rû-yi zeminde, gayet kıymettarlıkla beraber

Page 302: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hadsiz ucuzluk; ve hadsiz ucuzluk içinde, hadsiz ihtilât vekarışıklıkla beraber hadsiz imtiyaz ve tefrik; ve hadsizimtiyaz ve tefrik içinde, gayet uzaklıkla beraber sonderecede muvafakat ve benzeyiş; ve son derece benzemekiçinde, gayet derecede suhulet ve kolaylıkla beraber gayetderecede ihtimamkârâne yapılış; ve gayet derecede güzelyapılış içerisinde, sür’at-i mutlaka ve çabuklukla berabergayet derecede mevzun ve mizanlı ve israfsızlık; ve gayetderecede israfsızlık içinde, son derece çokluk ve kesretleberaber son derecede hüsn-ü san’at; ve son derece hüsn-üsan’at içinde, nihayet derecede sehâvetle beraber intizam-ımutlak, elbette gündüz ışığı, ışık güneşi gösterdiği gibi, birKadîr-i Zülcelâlin, bir Hakîm-i Zülkemâlin, bir Rahîm-iZülcemâlin vücub-u vücuduna ve kemâl-i kudretine vecemâl-i rububiyetine ve vâhidiyetine ve ehadiyetine

şehadet ederler, 1.sırrını gösterirlerله( اال�سم�اء( الح(سن�

1. “En güzel isimler sırf Ona mahsustur.” Tâhâ Sûresi, 20:8.

Şimdi, ey biçare cahil, gafil, muannid, muattıl! Buhakikat-i uzmâyı neyle tefsir edebilirsin? Bu nihayetderecede mu’cize ve harika keyfiyeti neyle izahedebilirsin? Bu hadsiz derecede acip şu san’atları neyeisnad edebilirsin? Bu yeryüzü derecesinde geniş bupencereye hangi perde-i gafleti atıp kapatabilirsin? Senintesadüfün nerede, tabiat dediğin ve güvendiğin şuursuzyoldaşın ve dalâlette istinadgâhın ve arkadaşın nerede? Buişlere tesadüfün karışması yüz derece muhal değil mi? Veşu harika işlerin binden birinin tabiata havalesi bin derece

Page 303: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muhal olmuyor mu? Yoksa câmid, âciz tabiatın, herbirşeyin içinde o şeyden yapılan eşya adedince mânevîmakine ve matbaaları mı var?

Page 304: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Sekizinci Hüccet-i İmâniyeMünâcât

Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye, vücub-u vücuda vevahdâniyete delâlet ettiği gibi, hem delâil-i kat’iye ilerububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder.Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahidelâlet ve ispat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetininihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder.

Elhasıl: Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye’nin herbirmukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerinherbirinde, sekiz neticeyi delilleriyle ispat eder ki; bu cihette buSekizinci Hüccet-i İmaniye’de yüksek meziyetler vardır. SaidNursî

اBن ف�� خلق الس$م"و�ات و�اال�رض و�اخت�ال�ف اليل

Page 305: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

و�النه�ارو�الفلك الت�� تجرى ف�� الب�حر بم�ا ي�نفع( الناس�و�م�اا:نز�ل� الTUه( م�ن الس$م�اء0 م�ن م�اءZ فا:حي�ا به� اال�رض�ب�عد

م�و>ت�ه�ا و�ب�ث$ ف�يه�ا م�ن كKل� د�اب$ةD و�تصريف�الر�ي�اح< و�الس$ح�اب1الم(س�خر ب�ين� الس$م�اء0 و�اال�رض��ال}ي�ات ل�قو>م� ي�عق�لون

1. “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde,insanlarafaydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın göktensuindirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlücanlıyıyeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yerarasında Allah’ınemrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan birtopluluk için Allah’ın varlıkve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır.” Bakara Sûresi,2:164.

Yâ İlâhî ve yâ Rabbî,

Ben imanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla veResul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve ism-iHakîmin göstermesiyle görüyorum ki, semâvâtta hiçbirdeveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla Seninmevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.

Ve hiçbir ecram-ı semâviye yoktur ki, sükûtuyla,gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Seninrubûbiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.

Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazamvaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlaramümâselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-iulûhiyetine ve vahdâniyetine işaret ve şehadettebulunmasın.

Page 306: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki,hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle veintizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Seninvücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaretetmesin.

Evet, gökler sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadetettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, derece-i bedahette, eyzemin ve gökleri yaratan Yaratıcı, Senin vücub-u vücudunaöyle zâhir şehadet, ve ey zerrâtı muntazam mürekkebatıylatedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızlarımanzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren, Seninvahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki,göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuranîburhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler.

Hem bu sâfi, temiz, güzel gökler, fevkalâde büyük vefevkalâde sür’atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektriklâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetinigöstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine veherşeyi icad eden kudretinin azametine zâhir delâlet vehadsiz semâvâtı ihâta eden hâkimiyetinin ve herbirzîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerinekuvvetli işaret ve bütün mahlûkat-ı semâviyenin bütünişlerine ve keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan,tanzim eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herişe şümûlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet vedelâlet o kadar zâhirdir ki güya yıldızlar, şahit olan göklerinşehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuranî delilleridirler.

Hem semâvât meydanında, denizinde, fezasındaki

Page 307: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

yıldızlar ise, mutî neferler, muntazam sefineler, harikatayyareler, acâip lâmbalar gibi vaziyetiyle, Senin saltanat-ıulûhiyetinin şâşaasını gösteriyorlar. Ve o ordununefradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde vezeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtarıyla güneşinsâir arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerinebakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemleringüneşleridirler.

Ey Vâcibü’l-Vücud, ey Vâhid-i Ehad,

Bu harika yıldızlar, bu acîp güneşler, aylar, Seninmülkünde, Senin semâvâtında, Senin emrinle ve kuvvetinve kudretinle ve Senin idare ve tedbirinle teshir ve tanzimve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendileriniyaratan ve döndüren ve idare eden bir tek Hâlıka tesbihederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile Sübhânallah, AllahuEkber derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Senitakdis ederim.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-ikibriyâsından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl, ey Kàdir-iMutlak,

Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle ve Resul-i EkremAleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle anladım: Nasıl kigökler, yıldızlar Senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadetederler. Öyle de, cevv-i semâ, bulutlarıyla ve şimşekleri vera’dları ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla, Senin vücub-uvücuduna ve vahdetine şehadet ederler.

Evet, câmid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru,

Page 308: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancakSenin rahmetin ve hikmetinledir; karışık tesadüfkarışamaz.

Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevâid-itenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik edenşimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder.

Hem yağmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayıkonuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatanra’dat dahi, lisan-ı kàl ile konuşarak Seni takdis edip,rububiyetine şehadet eder.

Hem zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı veistifadece en kolayı ve nefesleri vermek ve nüfuslarırahatlandırmak gibi çok vazifelerle tavzif edilen rüzgârlardahi, cevvi âdeta bir hikmete binaen “Levh-i mahv veisbat” ve “yazar, ifade eder sonra bozar tahtası” suretineçevirmekle, Senin faaliyet-i kudretine işaret ve Seninvücûduna şehadet ettiği gibi, Senin merhametinlebulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi,mevzun, muntazam katreleri kelimeleriyle Senin vüs’at-ırahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.

Ey Mutasarrıf-ı Fa’âl ve ey Feyyâz-ı Müteâl,

Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d,rüzgâr, yağmur, birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-imecmuasıyla, keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçebirbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiriiçine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek

Page 309: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

haysiyetiyle, Senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetliişaret ederler.

Hem koca fezayı bir mahşer-i acâip yapan ve bazıgünlerde birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetininhaşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibive sıkar ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibitasarruf eden kudretinin azametine ve herbir şeyeşümulüne şehadet ettikleri gibi, umum zemine ve bütünmahlûkata cevv perdesi altında bakan ve idare edenrahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine veherşeye yetişmelerine delâlet eder.

Hem fezadaki hava o kadar hakîmâne vazifelerdeistihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmâne faidelerdeistimâl olunur ki, herşeye ihâta eden bir ilim ve herşeyeşâmil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.

Ey Fa’âlün limâ Yürid,

Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haşirve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yazadöndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba göndermekmisillü şuûnatta bulunan kudretin, dünyayı âhireteçevirecek ve âhirette şuûnat-ı sermediyeyi gösterecekişaretini veriyor.

Ey Kadîr-i Zülcelâl,

Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’dSenin mülkünde, Senin emrin ve havlinle, Senin kuvvet vekudretinle musahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe

Page 310: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

birbirinden uzak olan bu feza mahlûkatı, gayet sür’atli veâni emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettirenÂmir ve Hâkimlerini takdis ederek rahmetini medh ü senâederler.

Ey arz ve semâvâtın Hâlık-ı Zülcelâli,

Senin Kur’ân-ı Hakîminin talimiyle ve Resul-i EkremAleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim ki:

Nasıl semâvât yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilâtıylaSenin vücub-u vücuduna ve Senin birliğine ve vahdetineşehadet ediyorlar. Öyle de, arz, bütün mahlûkatıyla veahvâliyle Senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatıadedince şehadetler ve işaretler ederler.

Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarındaher senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül—cüz’îolsun, küllî olsun—yoktur ki, intizamıyla Senin vücudunave vahdetine işaret etmesin.

Hem hiç bir hayvan yoktur ki, zaafiyet ve ihtiyacınınderecesine göre verilen rahîmâne rızkıyla ve yaşamasınalüzumlu bulunan cihazatın hakîmâne verilmesiyle, Seninvarlığına ve birliğine şehadeti olmasın.

Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatatve hayvanâttan hiçbir tanesi yoktur ki, san’at-ı acîbesiyleve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla vemevzuniyetiyle Seni bildirmesin.

Ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat

Page 311: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

denilen kudretinin hârikaları ve mu’cizeleri, mahdut vemaddeleri bir ve müteşabih olan yumurta veyumurtacıklardan ve katrelerden ve habbe vehabbeciklerden ve çekirdeklerden yanlışsız, mükemmel,süslü, alâmet-i fârikalı olarak yaratılışları, Sâni-iHakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine vehadsiz kudretine öyle bir şehadettir ki, ziyanın güneşeşehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır.

Hem, hava, su, nur, ateş toprak gibi hiçbir unsur yokturki, şuursuzluklarıyla beraber şuurkârâne, mükemmelvazifeleri görmesiyle; basit ve istilâ edici, intizamsız, heryere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvimeyveleri ve mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle,Senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın.

Ey Fâtır-ı Kàdir, ey Fettâh-ı Allâm, ey Fa’âl-i Hallâk,

Nasıl arz bütün sekenesiyle Hâlıkının Vâcibü’l-Vücudolduğuna şehadet eder. Öyle de, Senin—ey Vâhid-i Ehad,ey Hannân-ı Mennân, ey Vehhâb-ı Rezzâk—vahdetine veehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesininyüzlerindeki sikkeleriyle ve birlik ve beraberlik ve birbiriiçine girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara bakanrububiyet isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetinde,bedahet derecesinde, Senin vahdetine ve ehadiyetineşehadet, belki mevcudat adedince şehadetler eder.

Hem nasıl, zemin bir ordugâh, bir meşher, bir talimgâhvaziyetiyle ve nebatat ve hayvanât fırkalarında bulunandört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihazatları

Page 312: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muntazaman verilmesiyle, Senin rububiyetinin haşmetineve kudretinin herşeye yetişmesine delâlet eder. Öyle de,hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine, kuruve basit bir topraktan, rahîmâne, kerîmâne verilmesi vehadsiz o efradın kemâl-i musahhariyetle evâmir-iRabbâniyeye itaatleri, rahmetinin herşeye şümulünü vehâkimiyetinin herşeye ihatasını gösteriyor.

Hem zeminde değişmekte bulunan mahlûkatkàfilelerinin sevk ve idareleri, mevt ve hayat münavebelerive hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, herşeyetaallûk eden bir ilimle ve herşeyde hükmeden nihayetsizbir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmetinedelâlet eder.

Hem zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler görenve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mânevîcihazatla techiz edilen ve zemin mevcudatına tasarrufeden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkatordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde bu kadarehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ırububiyet, bu hadsiz hitabât-ı Sübhâniye ve bu gayetsizihsanat-ı İlâhiye, elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlüömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fânidünyaya sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir ömür vebâki bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-ibekàda bulunan ihsânat-ı uhreviyeye işaret, belki şehadeteder.

Ey Hâlık-ı Külli Şey,

Page 313: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Zeminin bütün mahlûkatı, Senin mülkünde, Seninarzında, Senin havl ve kuvvetinle ve Senin kudretin veiradetinle ve ilmin ve hikmetinle idare olunuyorlar vemusahhardırlar. Ve zemin yüzünde faaliyeti müşahedeedilen bir rububiyet, öyle ihata ve şümul gösteriyor veonun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel veöyle hassastır ve her taraftaki icraatı öyle birlik veberaberlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzî kabuletmeyen bir küll ve inkısamı imkânsız bulunan bir küllîhükmünde bir tasarruf, bir rubûbiyet olduğunu bildiriyor.Hem zemin bütün sekenesiyle beraber, lisan-ı kàlden dahazâhir hadsiz lisanlarla Hâlıkını takdis ve tesbih venihayetsiz nimetlerinin lisan-ı halleriyle Rezzâk-ıZülcelâlinin hamd ve medh ü senâsını ediyorlar...

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-ikibriyâsından istitar etmiş olan Zât-ı Akdes,

Zeminin bütün takdisat ve tesbihatıyla, Seni kusurdan,aczden, şerikten takdis ve bütün tahmidat ve senâlarıylaSana hamd ve şükrederim.

Ey Rabbu’l-Berri ve’l-Bahr,

Kur’ân’ın dersiyle ve Resul-i Ekrem AleyhissalâtüVesselâmın talimiyle anladım ki:

Nasıl gökler ve feza ve zemin, Senin birliğine vevarlığına şehadet ederler. Öyle de, bahirler, nehirler veçeşmeler ve ırmaklar, Senin vücub-u vücuduna vevahdetine bedahet derecesinde şehadet ederler.

Page 314: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Evet, bu dünyamızın menba-ı acâip buhar kazanlarıhükmünde olan denizlerde hiçbir mevcut, hattâ hiçbir katresu yoktur ki, vücuduyla, intizamıyla, menfaatiyle vevaziyetiyle Hâlıkını bildirmesin.

Ve basit bir kumda ve basit bir suda rızıkları mükemmelbir surette verilen garip mahlûklardan ve hilkatleri gayetmuntazam hayvanât-ı bahriyeden, hususan bir tanesi birmilyon yumurtacıklarıyla denizleri şenlendiren balıklardanhiçbirisi yoktur ki, hilkatiyle ve vazifesiyle ve idare veiaşesiyle ve tedbir ve terbiyesiyle yaratanına işaret verezzâkına şehadet etmesin.

Hem denizde, kıymettar, hâsiyetli, ziynetli cevherlerdenhiçbirisi yoktur ki, güzel hilkatiyle ve câzibedar fıtratıyla vemenfaatli hâsiyetiyle Seni tanımasın, bildirmesin.

Evet, onlar birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-imecmuasıyla, beraberlik ve birbiri içinde karışmak vesikke-i hilkatte birlik ve icatça gayet kolay ve efratça gayetçokluk noktalarından Senin vahdetine şehadet ettiklerigibi; arzı, toprağıyla beraber bu küre-i arzı kuşatan muhitdenizlerini muallâkta durdurmak ve dökmeden vedağıtmadan güneşin etrafında gezdirmek ve toprağı istilâettirmemek ve basit kumundan ve suyundan, mütenevvive muntazam hayvanâtını ve cevherlerini halk etmek veerzak vesair umûrlarını küllî ve tam bir surette idare etmekve tedbirlerini görmek ve yüzünde bulunmak lâzım gelenhadsiz cenazelerinden hiçbirisi bulunmamaknoktalarından, Senin varlığına ve Vâcibü’l-Vücud olduğuna

Page 315: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mevcudatı adedince işaretler ederek şehadet eder.

Ve Senin saltanat-ı rububiyetinin haşmetine ve herşeyemuhit olan kudretinin azametine pek zâhir delâlet ettiklerigibi, göklerin fevkindeki gayet büyük ve muntazamyıldızlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücükve intizamla iaşe edilen balıklara kadar herşeye yetişen vehükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsizgenişliklerine delâlet ve intizâmâtıyla ve faideleriyle vehikmetleriyle ve mizan ve mevzuniyetleriyle, Seninherşeye muhit ilmine ve herşeye şâmil hikmetine işaretederler.

Ve Senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böylerahmet havuzların bulunması ve insanın seyr ü seyahatineve gemisine ve istifadesine musahhar olması işaret eder ki,yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadardeniz hediyeleriyle ikram eden Zât, elbette makarr-ısaltanat-ı ebediyesinde öyle ebedî rahmet denizleribulundurmuş ki, bunlar onların fâni ve küçüknümuneleridirler. İşte denizlerin böyle gayet harika birtarzda arzın etrafında vaziyet-i acibesiyle bulunması vedenizlerin mahlûkatı dahi gayet muntazam idare ve terbiyeedilmesi, bilbedahe gösterir ki, yalnız Senin kuvvetin vekudretinle ve Senin irade ve tedbirinle, Senin mülkünde,Senin emrine musahhardırlar ve lisan-ı halleriyle Hâlıkınıtakdis edip Allahu Ekber derler.

Ey dağlarızemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-iZülcelâl,

Page 316: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle veKur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizleracâipleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de,dağlar dahi, zelzele tesiratından zeminin sükûnetine veiçindeki dahilî inkılâbat fırtınalarından sükûtuna vedenizlerin istilâsından kurtulmasına ve havanın gazât-ımuzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlarınave zîhayatlara lâzım olan madenlerin hazinedarlığına ettiğihizmetleriyle ve hikmetleriyle Seni tanıyorlar vetanıttırıyorlar.

Evet, dağlardaki taşların envâından ve muhtelifhastalıklara ilâç olan maddelerin aksamından ve zîhayatahususan insanlara çok lâzım ve çok mütenevvi olanmadeniyatın ecnâsından ve dağları, sahrâları çiçekleriylesüslendiren ve meyveleriyle şenlendiren nebatatınesnafından hiçbirisi yoktur ki, tesadüfe havalesi mümkünolmayan hikmetleriyle, intizamıyla, hüsn-ü hilkatiyle,faideleriyle, hususan madeniyatın tuz, limon tuzu, sulfatove şap gibi sureten birbirine benzemekle beraber, tatlarınınşiddet-i muhalefetiyle ve bilhassa nebatatın basit birtopraktan çeşit çeşit envâlarıyla, ayrı ayrı çiçek vemeyveleriyle, nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm,nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücudunabedahetle şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasındakivahdet-i idare ve vahdet-i tedbir ve menşe ve mesken vehilkat ve san’atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk vekolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından,Sâniin vahdetine ve ehadiyetine şehadet ederler.

Page 317: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hem nasıl ki dağların yüzünde ve karnındaki masnular,zeminin her tarafında, herbir nevi aynı zamanda, aynıtarzda, yanlışsız, gayet mükemmel ve çabuk yapılmaları vebir iş bir işe mâni olmadan, sair nevilerle beraber karışıkiken karıştırmaksızın icadları, Senin rububiyetininhaşmetine ve hiçbir şey ona ağır gelmeyen kudretininazametine delâlet eder. Öyle de, zeminin yüzündeki bütünzîhayat mahlûkların hadsiz hâcetlerini, hattâ mütenevvihastalıklarını, hattâ muhtelif zevklerini ve ayrı ayrıiştihalarını tatmin edecek bir surette, dağların yüzlerini veiçlerini muntazam eşcar ve nebatat ve madeniyatladoldurmak ve muhtaçlara teshir etmek cihetiyle, Seninrahmetinin hadsiz genişliğine ve hâkimiyetinin nihayetsizvüs’atine delâlet ve toprak tabakatı içinde gizli ve karanlıkve karışık bulunduğu halde, bilerek, görerek, şaşırmayarak,intizamla, hâcetlere göre ihzar edilmeleriyle Senin herşeyetaallûk eden ilminin ihatasına ve herbir şeyi tanzim edenhikmetinin bütün eşyaya şümulüne ve ilâçların ihzârâtı vemadenî maddelerin iddihârâtıyla rububiyetinin rahîmâneve kerîmâne olan tedâbirinin mehâsinine ve inâyetininihtiyatlı letâifine pek zâhir bir surette işaret ve delâletederler.

Hem bu dünya hanında misafir yolcular için kocadağları levâzımâtlarına ve istikbaldeki ihtiyaçlarınamuntazam ihtiyat deposu ve cihazat ambarı ve hayatalüzumu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmakcihetinde işaret, belki delâlet, belki şehadet eder ki, bukadar kerîm ve misafirperver ve bu kadar hakîm ve

Page 318: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

şefkatperver ve bu kadar kadîr ve rububiyetperver birSâniin, elbette ve herhalde, çok sevdiği o misafirleri için,ebedî bir âlemde, ebedî ihsânâtının ebedî hazineleri vardır.Buradaki dağlara bedel, orada yıldızlar o vazifeyi görürler.

Ey Kàdir-i Külli Şey,

Dağlar ve içindeki mahlûklar Senin mülkünde ve Seninkuvvet ve kudretinle ve ilim ve hikmetinle musahhar vemüdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir edenHâlıkını takdis ve tesbih ederler.

Ey Hâlık-ı Rahmân ve ey Rabb-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle veKur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım:

Nasıl ki semâ ve feza ve arz ve deniz ve dağ,müştemilât ve mahlûklarıyla beraber Seni tanıyorlar vetanıttırıyorlar. Öyle de, zemindeki bütün ağaç ve nebatat,yaprakları ve çiçekleri ve meyveleriyle Seni bedâhetderecesinde tanıttırıyorlar ve tanıyorlar.

Ve umum eşcârın ve nebatatın cezbedârâne hareket-izikriyede bulunan yapraklarından ve ziynetleriyle Sâniininisimlerini tavsif ve tarif eden çiçeklerinden ve letâfet vecilve-i merhametinden tebessüm eden meyvelerindenherbirisi, tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayanharika san’at içindeki nizam ve nizam içindeki mizan vemizan içindeki ziynet ve ziynet içindeki nakışlar venakışlar içindeki güzel ve ayrı ayrı kokular ve kokulariçindeki meyvelerin muhtelif tatlarıyla, nihayetsiz Rahîm

Page 319: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedâhetderecesinde şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla,bütün zemin yüzünde birlik ve beraberlik, birbirinebenzemeklik ve sikke-i hilkatte müşabehet ve tedbir veidarede münasebet ve onlara taallûk eden icad fiilleri veRabbânî isimlerde muvafakat ve o yüz bin envâın hadsizefradlarını birbiri içinde şaşırmayarak birden idareleri gibinoktalar, o Vâcibü’l-Vücud Sâniin bilbedâhe vahdetine veehadiyetine dahi şehadet ederler.

Hem nasıl ki, onlar Senin vücub-u vücuduna vevahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, rû-yi zeminde dörtyüz bin milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundakihadsiz efradın yüz binler tarzda iaşe ve idareleri,şaşırmayarak karıştırmayarak mükemmel yapılmasıyla,Senin rububiyetinin vahdâniyetteki haşmetine ve birbaharı bir çiçek kadar kolay icad eden kudretininazametine ve herşeye taallukuna delâlet ettikleri gibi; kocazeminin her tarafında, hadsiz hayvanatına ve insanlara,hadsiz taamların çeşit çeşit aksamını ihzar edenrahmetinin hadsiz genişliğine ve o hadsiz işler ve in’âmlarve idareler ve iaşeler ve icraatlar kemâl-i intizamlacereyanları ve herşey, hattâ zerreler o emirlere ve icraataitaat ve musahhariyetleriyle hâkimiyetinin hadsiz vüs’atinekat’î delâlet etmekle beraber; o ağaçların ve nebatların veherbir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budakgibiherbirisinin herbir şeyini, herbir işini bilerek, görerekfaidelere, maslahatlara, hikmetlere göre yapılmakla, Seninilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulune

Page 320: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

pek zâhir bir surette delâlet ve hadsiz parmaklarıyla işaretederler. Ve Senin gayet kemâldeki cemâl-i san’atına venihayet cemâldeki kemâl-i nimetine hadsiz dilleriyle senâve medhederler.

Hem bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısabir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve nebatatın elleriyle,bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu kadarfevkalâde masraflar ve ikramlar, işaret belki şehadet ederki, misafirlerine burada böyle merhametler yapan kudretli,keremkâr Zât-ı Rahîm, bütün ettiği masrafı ve ihsanı,kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin aksiyle, yanibütün mahlûkat tarafından “Bize tattırdı, fakat yedirmedenbizi idam etti” dememek ve dedirmemek ve saltanat-ıulûhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâretmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarınımahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemeknoktalarından, elbette ve herhalde, ebedî bir âlemde, ebedîbir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî rahmethazinelerinden, ebedî cennetlerinde, ebedî ve cennetelâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzaretmiştir. Buradakiler ise, müşterilere göstermek içinnümunelerdir.

Hem ağaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek vemeyvelerinin kelimeleriyle Seni takdis ve tesbih ve tahmidettikleri gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrıca Senitakdis eder. Hususan meyvelerin bedî bir surette, etleri çokmuhtelif, san’atları çok acip, çekirdekleri çok harika olarakyapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve

Page 321: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

nebatların başlarına koyarak zîhayat misafirlerinegöndermek cihetinde, lisan-ı hal olan tesbihatları, zuhurcalisan-ı kàl derecesine çıkar. Bütün onlar Senin mülkünde,Senin kuvvet ve kudretinle, Senin irade ve ihsanatınla,Senin rahmet ve hikmetinle musahhardırlar ve Seninherbir emrine mutîdirler.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey kibriyâ-yıazametinden tesettür etmiş olan Sâni-i Hakîm ve Hâlık-ıRahîm,

Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek vemeyvelerin dilleriyle ve adediyle Seni kusurdan, aczden,şerikten takdis ederek hamd ü senâ ederim.

Ey Fâtır-ı Kadîr, ey Müdebbir-i Hakîm, ey Mürebbî-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle veKur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki nasılnebatat ve eşcar Seni tanıyorlar, Senin sıfât-ı kudsiyeni veEsmâ-i Hüsnânı bildiriyorlar. Öyle de, zîhayatlardan ruhlukısmı olan insan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki;cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen ve işlettirilendahilî ve haricî âzâlarıyla ve bedeninde gayet ince birnizam ve gayet hassas bir mîzan ve gayet mühim faidelerleyerleştirilen âlât ve duygularıyla ve cesedinde gayetsan’atlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş ve gayetdikkatli bir muvazene içinde konulan cihazat-ıbedeniyesiyle, Senin vücub-u vücuduna ve sıfatlarınıntahakkukuna şehadet etmesin. Çünkü, bu kadar basîrânenazik san’at ve şuurkârâne ince hikmet ve müdebbirâne

Page 322: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tam muvazeneye, elbette kör kuvvet ve şuursuz tabiat veserseri tesadüf karışamazlar ve onların işi olamaz vemümkün değildir. Ve kendi kendine teşekkül edip öyleolması ise, yüz derece muhâl içinde muhâldir. Çünkü, ohalde herbir zerresi, herbir şeyini ve cesedininteşekkülünü, belki dünyada alâkadar olduğu herşeyinibilecek, görecek, yapabilecek, âdeta ilâh gibi ihatalı birilim ve kudreti bulunacak, sonra teşkil-i ceset ona havaleedilir ve “kendi kendine oluyor” denilebilir.

Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-iidare ve vahdet-i nev’iye ve vahdet-i cinsiye ve umumunyüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetindemüşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve herbir nev’inefradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad veiaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmakgibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetinekat’î şehadette bulunmasın ve herbir ferdinde kâinatabakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyetiçinde, Senin ehadiyetine işareti olmasın.

Hem nasıl ki insan ile beraber hayvanatın, zemininbütün yüzünde yayılan yüz bin envâı, muntazam bir ordugibi teçhiz ve talimat ve itaat ve musahhariyetle ve enküçükten tâ en büyüğe kadar, rububiyetin emirleriintizamla cereyanlarıyla o rububiyetinin derece-ihaşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli vegayet mükemmel olmaklaberaber gayet çabuk yapılmalarıve gayet san’atlı olmakla beraber gayetkolay yapılışlarıyla,kudretinin derece-i azametine delâlet ettikleri gibi; şarktan

Page 323: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

garba, şimalden cenuba kadar yayılan mikroptan tâgergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşakadar bütün onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsizvüs’atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i fıtriyesiniyapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsimindeterhis edilenler yerinde yeniden taht-ı silâha alınmış birorduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsizgenişliğine kat’î delâlet ederler.

Hem nasıl ki hayvanâttan herbirisi kâinatın bir küçüknüshası ve bir misal-i musağğarı hükmünde gayet derin birilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık eczalarıkarıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerinişaşırmayarak hatasız, sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla,ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne,adetlerince işaretler ederler. Öyle de, herbiri birer mu’cize-isan’at ve birer harika-i hikmet olacak kadar san’atlı vegüzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini istediğinsan’at-ı Rabbâniyenin kemâl-i hüsnüne ve gayet derecedegüzelliğine işaret ve herbirisi, hususan yavrular, gayetnazdar, nâzenin bir surette beslenmeleriyle ve heveslerininve arzularının tatmini cihetiyle, Senin inâyetinin gayet şirincemâline hadsiz işaretler ederler.

Ey Rahmânürrahîm, ey Sâdıku’l-Vâ’di’l-Emîn, ey Mâlik-iYevmiddîn,

Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmınıntâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:

Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır. Ve

Page 324: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hayatın en müntehap hülâsası ruhtur. Ve zîruhun enmüntehap kısmı zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır.Ve bütün kâinat ise hayata musahhardır ve onun içinçalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar içindünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır;onlara yardım ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Hâlıkını pekciddî severler ve Hâlıkları onları hem sever, hem kendinionlara her vesile ile sevdirir. Ve insanın istidadı vecihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî birhayata bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiylebekà istiyor ve lisanı, hadsiz dualarıyla bekà için Hâlıkınayalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen vemahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzereöldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedîbir adâvetle gücendirmek olamaz ve kàbil değildir.

Belki, başka bir ebedî âlemde mes’udâne yaşamasıhikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak içingönderilmiştir. Ve insana tecellî eden isimlerin, bu fâni vekısa hayattaki cilveleriyle âlem-i bekàda onların âyinesiolan insanların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarınaişaret ederler.

Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkininâyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.

Hayvanların ruhları bâki kalacağını ve hüdhüd-üSüleymanî (a.s.) ve Neml’i ve Nâka-i Salih (a.s.) ve kelb-iAshâb-ı Kehf1 gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hemcesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in, arasıra

Page 325: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

istimâl için birtek cesedi bulunacağı, rivâyet-i sahihadananlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet verubûbiyet öyle iktiza ederler.

Ey Kàdir-i Kayyûm,

Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, Senin mülkünde, yalnızSenin kuvvet ve kudretinle ve ancak Senin irade vetedbirlerinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetininemirlerine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve birkısmı, insanın kuvveti ve galebesi için değil, belki fıtrateninsanın zaafı ve aczi için rahmet tarafından ona musahharolmuşlar. Ve lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile Sânilerini veMâbudlarını kusurdan, şerikten takdis ve nimetlerine şükürve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasını yapıyorlar.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-ikibriyâsından perdelenmiş olan Zât-ı Akdes,

Bütün zîruhların tesbihatıyla seni takdis etmek, niyetedip

2س(بح�انك ي�ا م�ن ج�ع�ل� م�ن� الم�اء0 كKل$ ش�>ءZ ح��®

diyorum.

1. bk. Alûsî, Ruhu’l-Beyân: 5:226; Kurtubî: 1:372.2. “Ey su ile herşeyi canlandıran Zât-ı Akdes, Seni her türlü noksanlıktantenzih ederim.”

Yâ Rabbe’l-Âlemîn, yâ İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirin, yâRabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn,

Page 326: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle veKur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki:

Nasıl sema, feza, arz, berr ve bahr, şecer, nebat, hayvan,efradıyla, eczasıyla, zerrâtıyla Seni biliyorlar, tanıyorlar vevarlığına ve birliğine şehadet ve delâlet ve işaret ediyorlar.Öyle de, kâinatın hülâsası olan zîhayat ve zîhayatınhülâsası olan insan ve insanın hülâsası olan enbiya, evliya,asfiyanın hülâsası olan kalblerinin ve akıllarınınmüşahedat ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatıyla yüzericma ve yüzer tevatür kuvvetinde bir kat’iyetle, Seninvücub-u vücuduna ve Senin vahdâniyet ve ehadiyetineşehadet edip ihbar ediyorlar, mu’cizat ve kerâmât ve yakînîburhanlarıyla haberlerini ispat ediyorlar.

Evet, kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir Zâtabakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye ve ilham edici bir Zâtabaktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretindesıfât-ı kudsiye ve Esmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ıyakîne; ve enbiya ve evliyada, bir Vâcibü’l-Vücudunenvârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir nuranî kalp;ve asfiya ve sıddîkînde, bir Hâlık-ı Külli Şey’în âyât-ıvücûbunu ve berâhin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden,ispat eden hiçbir münevver akıl yoktur ki, Senin vücub-uvücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve Senin vahdetine veehadiyetine ve Esmâ-i Hüsnâna şehadet etmesin, delâletibulunmasın ve işareti olmasın.

Ve bilhassa, bütün enbiya ve evliya ve asfiya vesıddıkînin imamı ve reisi ve hülâsası olan Resûl-i Ekrem

Page 327: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarını tasdik eden hiçbirmu’cizat-ı bâhiresi ve hakkaniyetini gösteren hiç birhakikat-i aliyesi ve bütün mukaddes ve hakikatli kitaplarınhülâsatü’l-hülâsası olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hiçbirâyet-i tevhidiye-i kàtıası ve mesâil-i imaniyeden hiçbirmesele-i kudsiyesi yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna vekudsî sıfatlarına ve Senin vahdetine ve ehadiyetine veesmâ ve sıfâtına şehadet etmesin ve delâleti olmasın veişareti bulunmasın.

Hem nasıl ki bütün o yüz binler muhbir-i sâdıklar,mu’cizatlarına ve keramâtlarına ve hüccetlerine istinadederek, Senin varlığına ve birliğine şehadet ederler. Öylede, herşeye muhit olan Arş-ı Âzamın külliyat-ı umurunuidareden, tâ kalbin gayet gizli ve cüz’î hâtırâtını vearzularını ve dualarını bilmek ve işitmek ve idare etmeyekadar cereyan eden rububiyetinin derece-i haşmetini vegözümüz önünde hadsiz muhtelif eşyayı birden icad eden,hiçbir fiil bir fiile, bir iş bir işe mâniolmadan, en büyük birşeyi en küçük bir sinek gibi kolayca yapan kudretininderece-i azametini, icmâ ile, ittifak ile ilân ve ihbar ve ispatediyorlar.

Hem nasıl ki, bu kâinatı, zîruha, hususan insanamükemmel bir saray hükmüne getiren ve Cenneti vesaadet-i ebediyeyi cin ve inse ihzar eden ve en küçük birzîhayatı unutmayan ve en âciz bir kalbin tatminine vetaltifine çalışan rahmetinin hadsiz genişliğini ve zerrattantâ seyyârâta kadar bütün envâ-ı mahlûkatı emirlerine itaatettiren ve teshir ve tavzif eden hâkimiyetinin nihayetsiz

Page 328: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

vüs’atini haber vererek, mu’cizat ve hüccetleriyle ispatederler. Öyle de, kâinatı, eczaları adedince risaleler içindebulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren ve Levh-iMahfuzun defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ıMübînde, bütün mevcudatın bütün sergüzeştlerinikaydedip yazan ve umum çekirdeklerde umum ağaçlarınınfihristlerini ve programlarını ve zîşuurun başlarında bütünkuvve-i hâfızalarda, sahiplerinin tarihçe-i hayatlarınıyanlışsız, muntazaman yazdıran ilminin herşeye ihatasınave herbir mevcuda çok hikmetleri takan, hattâ herbirağaçta meyveleri sayısınca neticeleri verdiren ve herbirzîhayatta âzâları, belki eczaları ve hüceyratları adedincemaslahatları takip eden, hattâ insanın lisanını çokvazifelerde tavzif etmekle beraber, taamların tatlarıadedince zevkî olan mizancıklarla teçhiz ettiren hikmet-ikudsiyenin herbir şeye şümulüne; hem bu dünyadanümuneleri görülen celâlî ve cemâlî isimlerinin tecellileridaha parlak bir surette ebedü’l-âbâdda devam edeceğineve bu fâni âlemde nümuneleri müşahede edilenihsanatının daha şâşaalı bir surette dâr-ı saadetteistimrarına ve bekàsına ve bu dünyada onları görenmüştakların ebedde dahi refakatlerine ve beraberbulunmalarına bi’l-icmâ, bi’l-ittifak şehadet ve delâlet veişaret ederler.

Hem yüzer mu’cizât-ı bâhiresine ve âyât-ı kàtıasınaistinaden, başta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm veKur’ân-ı Hakîmin olarak, bütün ervâh-ı neyyire ashâbı olanenbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktâbı olan evliyalar ve

Page 329: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ukul-ü münevvere erbabı olan asfiyalar, bütün suhuf vekütüb-ü mukaddesede, Senin çok tekrar ile ettiğinvaadlerine ve tehditlerine istinaden ve Senin kudret verahmet ve inâyet ve hikmet ve celâl ve cemâlin gibi kudsîsıfatlarına ve şe’nlerine ve izzet-i celâline ve saltanat-ırububiyetine itimaden ve keşfiyat ve müşahedat veilmelyakîn itikadlarıyla saadet-i ebediyeyi cin ve insemüjdeliyorlar ve ehl-i dalâlet için Cehennem bulunduğunuhaber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet ediyorlar.

Ey Kadîr-i Hakîm, ey Rahmân-ı Rahîm, ey Sâdıku’l-Vâ’di’l-Kerîm,, ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl,

Bu kadar sadık dostlarını ve bu kadar vaadlerini ve bukadar sıfât ve şuûnatını tekzip edip, saltanat-ı rububiyetininkat’î mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik veitaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdınınhadsiz dualarını ve dâvâlarını reddederek, küfür ve isyanile ve Seni vaadinde tekzip etmekle Senin azamet-ikibriyâna dokunan ve izzet-i celâline dokunduran veulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rububiyetinimüteessir eden ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü, haşrin inkârındatasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin ve hadsizderece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden,bir çirkinlikten, Senin nihayetsiz adaletini ve cemâlini verahmetini takdis ediyorum.

1ع(لوا ك@بيرuا ي�قولون ع�م$ا و�تع�ال� ,âyetiniس(بح�انه(

vücudumun bütün zerrâtı adedince söylemek istiyorum.

Page 330: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Belki, Senin o sadık elçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatınınhakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde Senin uhrevîrahmet hazinelerine ve âlem-i bekàda ihsanatınındefinelerine ve dâr-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzelisimlerinin harika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaretederler. Ve bütün hakikatlerin mercii ve güneşi ve hâmîsiolan Hak isminin en büyük bir şuâı, bu hakikat-ı ekber-ihaşriye olduğunu, iman ederek Senin ibâdına dersveriyorlar.

1. “Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük biryücelikle yücedir.” İsrâ Sûresi, 17:43.

Ey Rabbu’l-Enbiyâ ve’s-Sıddıkîn,

Bütün onlar Senin mülkünde, Senin emrin ve kudretinle,Senin irade ve tedbirinle, Senin ilmin ve hikmetinlemusahhar ve muvazzaftırlar. Takdis, tekbir, tahmid, tehlilile küre-i arzı bir zikirhâne-i âzam, bu kâinatı bir mescid-iekber hükmünde göstermişler.

Yâ Rabbî ve yâ Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn, yâ Hâlıkî veyâ Hâlık-ı Külli Şey,

Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütünmahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin veiradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetininhakkı için, nefsimi bana musahhar eyle ve matlubumubana musahhar kıl. Kur’ân’a ve imana hizmet için,insanların kalblerini Risale-i Nur’a musahhar yap. Ve banave ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. Hazret-i

Page 331: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Mûsâ Aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrahimAleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâmadağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma cinni veinsi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmaşems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur’a kalblerive akılları musahhar kıl. Ve beni ve Risale-i NurTalebelerini nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabındanve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennetü’l-Firdevste mes’ut kıl. Âmin, âmin, âmin.

س(بح�انك ال�ع�لم� لنا ا0ال5 م�اع�لمتنا ا0نك انت� الع�ل�يم(1الح��7يم(

2و�اخ�ر( د�عۈيه(م ا:ن الح�مد ل�TUه� ر�ب� الع�الم�ين�

Kur’ân’dan ve münâcât-ı Nebeviye olan Cevşenü’l-Kebîrden aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriyeolarak Rabb-i Rahîmimin dergâhına arz etmekte kusuretmişsem, kusurumun affı için Kur’ân’ı ve Cevşenü’l-Kebîrişefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum.

Said Nursî

1. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğindenbaşkabilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-iHakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.2. “Onların dualarının sonu da şudur: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü,şükürve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Yûnus Sûresi, 10:10.

Page 332: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı
Page 333: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Dokuzuncu Hüccet-i İmâniye(DOKUZUNCU ŞUÂ’IN

MUKADDİME-İ HAŞRİYYESİ)

1 و�له(۞فس(بح�ان الTUه� ح�ين� تمس(ون و�ح�ين� تصبح(ون الح�مد ف�� الس$م"و�ات و�االmرض و�ع�ش�ي±ا و�ح�ين� تظهر(ون

ي(خرج( الح��l م�ن� الم�ي�ت و�ي(خرج( الم�ي�ت� م�ن�۞۞الح�ى�و�ي(حيى االmرض� ب�عد م�و>ت�ه�ا و�ك@ذل�ك تخر�ج(ون

Yب�شر تر�اب ثم$ ا0ذا ا:نتم م�ن مKاي�ات�ه� ا:ن خلقك م�ن�و و�م�ن اي�ات�ه� ا:ن خلق� لK7م م�ن ا:نفس�K7م۞تنتش�ر(ون

ا:زو�اجuال�تسK7نوا اBليه�ا و�ج�ع�ل� ب�ينكKم م�و�د$ة و�ر�حم�ة اBنف��

Page 334: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

و�م�ن اي�ات�ه� خلق(۞ذل�ك الjي�ات ل�قو>م� ي�تفكrر(ون الس$م"و�ات و�اال�رض و�اخت�ال�فا:لس�نت�كKم و�ا:لو�ان�كKم ا0ن ف��

۞ذل�ك الjي�ات ل�لع�ال�م�ين�

و�م�ن اي�ات�ه� م�نام(K7مباليل و�النه�ار و�ابت�غاو§كKم م�ن فضل�ه�و�م�ن اي�ات�ه� ي(ريK7م(۞ا0ن ف�� ذل�ك الjي�ات ل�قو>م� ي�سم�ع(ون

الب�رق� خو>فا و�طم�عuا و�ي(نز�ل( م�نالس$م�اء0 م�اءu في(حيى به�۞االmرض� ب�عد م�و>ت�ه�ا ا0ن ف�ىذل�ك الjي�ات ل�قو>م� ي�عق�لون

و�م�ن اي�ات�ه� ان تقوم� الس$م�اء( و�االmرض( با:مره� ثم$ ا0ذا د�ع�اكKم و�له( م�ن ف��۞د�عو�ة م�ن� االmرض ا0ذا ا:نتم تخر(ج(ون

و�ه(و� الذى ي�بدو§ا۞الس$م"و�ات و�االmرض كKل² له( قان�تون الخلق� ثم$ ي(ع�يده( و�ه(و� ا:هو�نع�ليه� و�له( الم�ثل( االmعل� ف��

الس$م"و�ات و�االmرض و�ه(و� الع�زيز( الح��7يم(1. “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Akşama erdiğinizde vesabahakavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde olanların hamdvesenâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişincedeAllah’ı tesbih edip namaz kılın. Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır.Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizdenböyleçıkarılacaksınız. Yine Onun âyetlerindendir ki, sizi topraktanyaratmıştır;sonra siz birer insan olarak yeryüzüne yayılırsınız. YineOnun âyetlerindendirki, size hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratmış, aranızamuhabbet ve merhamet vermiştir. Düşünen birtopluluk için elbette bundaAllah’ın varlık ve birliğine, kudret verahmetine deliller vardır. Göklerin ve yerin

Page 335: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, seslerinizin ve sîmâlarınızın farklılığıda yine Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda delillervardır.Gece ve gündüzde uyumanız ve Onun lûtfundan rızık aramanız da yineOnunâyetlerindendir. Kulak veren bir topluluk için bunda elbette delillervardır.Yine Onun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit vermek içinşimşeği gösterir;gökten bir su indirir ve ölümünden sonra yeryüzünüonunla diriltir. Akıl sahibibir topluluk için elbette bunda delillervardır. Yine Onun âyetlerindendir ki, gökve yer Onun emriyle ayaktadurur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhalkabirlerinizdençıkarsınız. Göklerde ve yerde kim varsa Onundur; hepsi de Onaboyuneğer. Halkı önce yaratan, sonra tekrar diriltecek olan Odur; bu ise Onuniçin daha kolaydır. Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlarOnundur.Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar.” RumSûresi, 30:17-27.

İmanın bir kutbunu gösteren bu semâvî âyât-ı kübranınve haşri ispat eden şu kudsî berâhin-i uzmânın bir nükte-iekberi ve bir hüccet-i âzamı bu Dokuzuncu Şuâda beyanedilecek. Lâtif bir inâyet-i Rabbâniyedir ki, bundan otuzsene evvel Eski Said, yazdığı tefsir mukaddimesiMuhâkemat namındaki eserin âhirinde, “İkinci Maksat:Kur’ân’da haşre işaret eden iki âyet tefsir ve beyan

edilecek. 1,deyip durmuş ”نخو بسم< الTUه� الر$حم"ن الر$ح�يم<

daha yazamamış.

Hâlık-ı Rahîmime delâil ve emârât-ı haşriye adedinceşükür ve hamd olsun ki, otuz sene sonra tevfik ihsaneyledi. Evet bundan dokuz on sene evvel, o iki âyettenbirinci âyet olan

فانظر ا0ل� اثار ر�حم�ت الTUه� ك@يف� ي(حيى اال�رض�ب�عدم�و>ت�ه�ا ا0ن ذل�ك لم(حيى الم�و>ت� و�ه(و� ع�ل� كKل�

YقديرZ2ش�>ء

Page 336: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ferman-ı İlâhînin iki parlak ve çok kuvvetli hüccetleri vetefsirleri bulunan Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Sözüin’âm etti. Münkirleri susturdu. Hem, iman-ı haşrîninhücum edilmez o iki metin kal’asından, dokuz ve on senesonra ikinci âyet olan başta mezkûr âyât-ı ekberin tefsirinibu risale ile ikram etti. İşte bu Dokuzuncu Şuâ, mezkûrâyâtıyla işaret edilen dokuz âlî makam ve bir ehemmiyetlimukaddimeden ibarettir.3

1. “Öyle ise: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla”2. “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardındannasıldiriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; Oherşeyehakkıyla kàdirdir.” Rum Sûresi, 30:503. Üstad Hazretleri, bunlardan sadece “Mukaddime”yi telif etmiş, dokuzmakamdan “Birinci Makam”a (Zeylin İkinci Parçası’na) ise sadece başlangıçyapmıştır. Kastamonu Lâhikası’nda, bu dokuz makamı tamamlama vazifesinin,Nur talebelerine ait olduğunu ifade etmektedir.

MukaddimeHaşir akîdesinin, pek çok ruhî faidelerinden ve hayatî

neticelerinden birtek netice-i câmiayı ihtisarla beyan ve hayat-ıinsaniyeye, hususan hayat-ı içtimaiyesine ne derece lüzumlu vezarurî olduğunu izhar ve bu iman-ı haşrî akîdesinin pek çokhüccetlerinden, bir tek hüccet-i külliyeyi icmal ile göstermek veo akîde-i haşriye ne derece bedîhi ve şüphesiz bulunduğunuifade etmekten ibaret olarak İki Noktadır.

BİRİNCİ NOKTA

Âhiret akîdesi, hayat-ı içtimaiye ve şahsiye-i insaniyeninüssü’l-esası ve saadetinin ve kemâlâtının esasatı olduğuna,yüzer delillerinden bir mikyas olarak yalnız dört tanesine

Page 337: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

işaret edeceğiz:

Birincisi: Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil edençocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcıgörünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Vegayet zayıf ve nazik vücutlarında bir kuvve-i mâneviyebulabilirler. Ve herşeyden çabuk ağlayan gayetmukavemetsiz mîzac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümitbulup mesrurâne yaşayabilirler. Meselâ, Cennet fikriyleder: “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü,Cennetin bir kuşu oldu. Cennette gezer, bizden dahagüzelyaşar.”1 Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların vebüyüklerin ölümleri o zayıf biçarelerin endişeli nazarlarınaçarpması, mukavemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr üzeber ederek gözleriyle beraber, ruh, kalb, akıl gibi bütünletaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divânebir bedbaht hayvan olacaktı.

1. Hennâd, ez-Zühed1:221; es-Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 1:287, 288.

İkinci delil: Nev-i insanın nısfı olan ihtiyarlar, yalnızhayat-ı uhreviye ile ya-kınlarında bulunan kabre karşıtahammül edebilirler. Ve çok alâkadar olduklarıhayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarınınkapanmasına mukàbil bir teselli bulabilirler. Ve çocukhükmüne geçen seriü’t-teessür ruhlarında ve mizaçlarındamevt ve zevâlden çıkan elîm ve dehşetli meyusiyete karşı,ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle mukabele edebilirler. Yoksa,o şefkate lâyık muhteremler ve sükûnete ve istirahat-ikalbiyeye çok muhtaç o endişeli babalar ve analar öyle bir

Page 338: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

vaveylâ-i ruhî ve bir dağdağa-i kalbî hissedeceklerdi ki, budünya onlara zulmetli bir zindan ve hayat dahi kasavetli birazap olurdu.

Üçüncü delil: İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin enkuvvetli medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-igaleyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis vehevâlarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattandurduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temineden, yalnız Cehennem fikridir. Yoksa, Cehennem endişesiolmazsa, “El-hükmü li’l-galib” kaidesiyle, o sarhoşdelikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zaiflere, âcizlere,dünyayı cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyetigayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.

Dördüncü delil: Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde encemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadetiçin bir cennet, bir melce bir tahassungâh ise, ailehayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve ohane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî veciddî ve vefadarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli vefedakârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet vesamimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve daimî birrefakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda vehudutsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne,kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak fikriyleve akîdesiyle olabilir. Meselâ der: “Bu haremim, ebedî birâlemde, ebedî bir hayatta daimî bir refika-i hayatımdır.Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünküebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî

Page 339: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

arkadaşlığın hatırı için herbirfedakârlığı ve merhametiyaparım” diyerek, o ihtiyare karısına, güzelbir hûri gibimuhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir.Yoksa, kısacık bir iki saat sûrî bir refakatten sonra ebedî birfirak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrîve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiyemânâsında ve bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmetverebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi, başka menfaatler vesair galip hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip odünya cennetini cehenneme çevirir.

İşte, iman-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi, hayat-ıiçtimaiye-i insaniyeye taallûk eder. Ve bu tek neticenin deyüzer cihetinden ve faidelerinden mezkûr dört delilesairleri kıyas edilse anlaşılır ki, hakikat-ı haşriyenintahakkuku ve vukuu, insaniyetin ulvî hakikatı ve küllîhâceti derecesinde kat’îdir. Belki, insanın midesindekiihtiyacın vücûdu, taamların vücuduna delâlet veşehadetinden daha zâhirdir. Ve daha ziyade tahakkukunubildirir. Ve eğer bu hakikat-ı haşriyenin neticeleriinsaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek vehayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvasıbir lâşe hükmüne sukut edeceğini isbat eder.

Beşerin idare ve ahlâk ve içtimaiyatı ile çok alâkadarolan içtimaiyyun ve siyasiyyun ve ahlâkiyyunun kulaklarıçınlasın! Gelsinler, bu boşluğu neyle doldurabilirler? Ve buderin yaraları neyle tedavi edebilirler?

İKİNCİ NOKTA

Page 340: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hakikat-ı haşriyenin hadsiz burhanlarından, sair erkân-ıimaniyeden gelen şehadetlerin hülâsasından çıkan birburhanı, gayet muhtasar bir surette beyan eder. Şöyle ki:

Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmınrisaletine delâlet eden bütün mu’cizeleri ve bütün delâil-inübüvveti ve hakkaniyetinin bütün burhanları, birdenhakikat-ı haşriyenin tahakkukuna şehadet ederek ispatederler. Çünkü; bu zâtın bütün hayatında bütün dâvaları,vahdâniyetten sonra haşirde temerküz ediyor. Hem, umumpeygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu’cizeleri vehüccetleri aynı hakikate şehadet eder. Hem 1

kelimesindenو�بر(س(ل�ه� gelen şehadeti bedahet derecesine

çıkaran 2şehadetiو�كKتبه� de aynı hakikate şehadet eder.

Şöyle ki:

Başta Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hakkaniyetini ispateden bütün mu’cizeleri, hüccetleri ve hakikatleri birdenhakikat-i haşriyenin tahakkukuna ve vukuuna şehadet edipispat ederler. Çünkü, Kur’ân’ın hemen üçten birisi haşirdir.Ve ekser kısa sûrelerinin başlarında gayet kuvvetli âyât-ıhaşriyedir. Sarîhan ve işareten binler âyâtıyla aynı hakikatihaber verir, ispat eder, gösterir.

Meselâ,

3ا0ذا الشمس( كKو�ر�تي�ا ا:ي'ه�ا الناس( اتقوا ر�بK7$م ا0ن زلز�لة

Yع�ظ�يم Y4الس$اع�ة� ش�>ء5ا0ذا زلزلت اال�رض( زلز�اله�ا

ا0ذا

Page 341: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

6الس$م�اء( انفطر�ت7ا0ذا الس$م�اء( انشقت

8ع�م$ ي�تس�اء�لون ه�ل

9ا:تيك ح�ديث( الغاش�ي�ة�

gibi, otuz kırk surelerin başlarında bütün kat’iyetlehakikat-ı haşriyeyi kâinatın en ehemmiyetli ve vâcip birhakikati olduğunu göstermekle beraber, sair âyetlerindedahi o hakikatin çeşit çeşit delillerini beyan edip ikna eder.

1. Resullerine imân etmek.2. Kitaplarına imân etmek.3. “Güneş dürülüp toplandığında…” Tekvir Sûresi, 81:1.4. “Ey insanlar, Rabbinizin azabından çekinin. Kıyâmet gününün zelzelesi,muhakkak ki pek büyük birşeydir.” Hac Sûresi, 22:1.5. “Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Zilzâl Sûresi, 99:1.6. “Gök yarıldığı zaman.” İnfitar Sûresi, 82:1.7. “Gök yarıldığında.” İnşikak Sûresi, 84:1.8. “Onlar birbirlerine neyi sorup duruyorlar?” Nebe’ Sûresi, 78:1.9. “Dehşeti herşeyi kaplayan kıyâmetin haberi sana geldi mi!?” Gàşiye Sûresi,88:1.

Acaba birtek âyetin birtek işareti gözümüz önündeulûm-u İslâmiyede müteaddit ilmî ve kevnî hakikatlerimeyve veren bir kitabın binler böyle şehadetleri vedâvâları ile, güneş gibi zuhur eden iman-ı haşrî hakikatsizolması, güneşin inkârı belki kâinatın ademi gibi hiçbircihet-i imkânı var mı? Ve yüz derece muhal ve bâtıl olmazmı? Acaba, bir sultanın birtek işareti yalan olmamak içinbazan bir ordu hareket edip çarpıştığı halde, o pek ciddî veizzetli sultanın binler sözleri ve vaadleri ve tehditleriniyalan çıkarmak hiçbir cihette kàbil midir? Ve hakikatsızolmak mümkün müdür?

Acaba, on üç asırda fasılasız olarak hadsiz ruhlara,

Page 342: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakikat dairesindehükmeden, terbiye eden, idare eden bu mânevî Sultan-ıZîşânın birtek işareti böyle bir hakikati ispat etmeye kâfiiken, binler tasrihat ile bu hakikat-ı haşriyeyi gösterip ispatettikten sonra, o hakikati tanımayan bir echel ahmak içinCehennem azabı lâzım gelmez mi? Ve ayn-ı adâlet olmazmı?

Hem, birer zamana ve birer devre hükmeden bütünsemâvî suhuflar ve mukaddes kitaplar dahi, bütün istikbaleve umum zamanlara hükümran olan Kur’ân’ın tafsilâtla,izahatla, tekrarla beyan ve ispat ettiği hakikat-i haşriyeyiasırlarına ve zamanlarına göre o hakikatı kat’î kabul ileberaber, tafsilâtsız ve perdeli ve muhtasar bir surettebeyan, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve ispatları, Kur’ân’ındâvâsını binler imza ile tasdik ederler.

Bu bahsin münasebetiyle Risale-i Münâcâtın âhirinde:İmânûn bi’l-yevmi’l-âhir rüknüne sair rükünlerin, hususanrusül ve kütübün şehadeti, münacat suretinde zikredilenpek kuvvetli ve hülâsalı ve bütün evhamları izale eden birhüccet-i haşriye aynen buraya giriyor. Şöyle ki, münâcâttademiş:

Ey Rabb-i Rahîmim!

Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmindersiyle anladım ki: Başta Kur’ân ve Resûl-i Ekreminolarak, bütün mukaddes kitaplar ve peygamberler budünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celâlî ve cemâlîisimlerinin tecellileri daha parlak bir sûrette ebedü’l-

Page 343: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmânecilveleri, nümuneleri müşahede edilen ihsanatının dahaşa’şaalı bir tarzda dar-ı saadette istimrarına ve bekàsına vebu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören vemuhabbet ile refakat eden müştakların, ebedde dahirefakatlerine ve beraber bulunmalarına icma’ ve ittifak ileşehadet ve delâlet ve işaret ederler.

Hem, yüzer mu’cizat-ı bâhirelerine ve âyât-ı kàtıalarınaistinaden, başta Resûl-i Ekrem ve Kur’ân-ı Hakîmin olarakbütün nuranî ruhların sahipleri olan peygamberler vebütün münevver kalblerin kutupları olan veliler ve bütünkeskin ve nurlu akılların mâdenleri olan sıddıkînler, bütünsuhuf-u Semâviyede ve kütüb-ü mukaddesede senin çoktekrar ile ettiğin binler vaadlerine ve tehditlerine istinaden,hem senin kudret ve rahmet ve inâyet ve hikmet ve celâlve cemâl gibi âhireti iktiza eden kudsî sıfatlarına veşe’nlerine ve senin izzet-i celâline ve saltanat-ırubûbiyetine itimaden, hem âhiretin izlerini vetereşşuhatını bildiren hadsiz keşfiyatlarına vemüşahedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesindebulunan itikadlarına ve imanlarına binaen saadet-iebediyeyi insanlara müjdeliyorlar. Ehl-i dalâlet içincehennem ve ehl-i hidâyet için cennet bulunduğunu haberverip ilân ediyorlar, kuvvetli iman edip şehadet ediyorlar.

Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahmân-ı Rahîm! Ey Sâdıku’l-Vâ’di’l-Kerîm! Ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ıZülcelâl!

Bu kadar sâdık dostlarını, bu kadar vaadlerini ve bu

Page 344: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kadar sıfât ve şuûnâtını yalancı çıkarmak, tekzib etmek vesaltanat-ı rubûbiyetinin kat’î muktaziyatını tekzib edipyapmamak ve senin sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik veitaat etmekle kendilerini sana sevdiren hadsiz makbulibâdının âhirete bakan hadsiz dualarını ve dâvâlarınıreddetmek, dinlememek ve küfür ve isyan ile ve Senivaadinde tekzib etmekle, Senin azamet ve kibriyânadokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetininhaysiyetine ilişen ve şefkat-i rubûbiyetini müteessir edenehl-i dalâleti ve ehl-i küfrü haşrin inkârında, onları tasdiketmekten yüzbinler derece mukaddessin ve hadsiz derecemünezzeh ve âlisin. Böyle nihayetsiz bir zulümden venihayetsiz bir çirkinlikten senin o nihayetsiz adâletini venihayetsiz cemâlini ve hadsiz rahmetini hadsiz derecetakdis ediyoruz. Ve bütün kuvvetimizle iman ederiz ki; oyüzbinler sâdık elçilerin1 ve o hadsiz doğru dellâl-ısaltanatın olan enbiya, asfiya evliyalar hakkalyakîn,aynelyakîn, ilmelyakîn sûretinde senin uhrevî rahmethazinelerine, âlem-i bekàdaki ihsanatının definelerine vedar-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerininhârika güzel cilvelerine şehadetleri hak ve hakikattır. Veişaretleri doğru ve mutabıktır. Ve beşaretleri sâdık vevâkidir. Ve onlar bütün hakikatlerin mercii ve güneşi vehâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı; bu hakikat-ıekber-i haşriye olduğunu iman ederek senin emrin ilesenin ibâdına hak dairesinde ders veriyorlar. Ve ayn-ıhakikat olarak tâlim ediyorlar.

1. Yüz yirmi dört bin nebî, üç yüz on beş (veya üç yüz on üç) resûl olduğunadair bk. Müsned5:265; İbn Hibbân, es-Sahîh 2:77; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr

Page 345: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

8:217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2:652; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:32, 54.

Yâ Rab! Bunların ders ve talimlerinin hakkı ve hürmetiiçin bize ve Risale-i Nur talebelerine iman-ı ekmel vehüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhareyle. Âmin.

Hem nasıl ki Kur’ân’ın, belki bütün semâvî kitaplarınhakkaniyetini ispat eden umum deliller ve hüccetler veHabibullahın, belki bütün enbiyanın nübüvvetlerini ispateden umum mu’cizeler ve burhanlar, dolayısıyla, en büyükmüddeâları olan âhiretin tahakkukuna delâlet ederler.Aynen öyle de, Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetineşehadet eden ekser deliller ve hüccetler, dolayısıylarububiyetin ve ulûhiyetin en büyük medarı ve mazharıolan dâr-ı saadetin ve âlem-i bekànın vücuduna,açılmasına şehadet ederler. Çünkü, gelecek makamattabeyan ve ispat edileceği gibi, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hemmevcudiyeti hem umum sıfatları, hem ekser isimleri, hemrububiyet, ulûhiyet, rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibivasıfları, şe’nleri, lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücubderecesinde bâki bir âlemi istilzam ve zaruret derecesindemükâfat ve mücâzât için haşri ve neşri isterler.

Evet, madem ezelî ve ebedî bir Allah var; elbettesaltanat-ı ulûhiyetinin sermedî bir medarı olan âhiretvardır.

Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli vehikmetli ve şefkatli bir rubûbiyet-i mutlaka var vegörünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve

Page 346: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran ebedîbir dâr-ı saadet bulunacak ve girilecek.

Hem madem, gözle görünen bu hadsiz in’âmlar,ihsanlar, lütuflar, keremler, inâyetler, rahmetler, perde-igayb arkasında bir Zât-ı Rahmân-ı Rahîmin bulunduğunusönmemiş akıllara, ölmemiş kalblere gösterir. Elbettein’âmı istihzadan ve ihsanı aldatmaktan ve inâyetiadâvetten ve rahmeti azaptan ve lütuf ve keremi ihanettenhalâs eden ve ihsanı ihsan eden ve nimeti nimet eden birâlem-i bâkide bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.

Hem madem bahar faslında, zeminin dar sahifesindehatasız yüz bin kitabı birbiri içinde yazan bir kalem-ikudret gözümüz önünde yorulmadan işliyor. Ve o kalemsahibi yüz bin defa ahdve vaad etmiş ki, “Bu dar yerde vekarışık ve birbiri içinde yazılanbahar kitabından daha kolayolarak, geniş bir yerde güzel ve lâyemut bir kitabıyazacağım ve size okutturacağım” diye bütün fermanlardao kitaptan bahsediyor. Elbette ve herhalde, o kitabın aslıyazılmış ve haşir ve neşir ile hâşiyeleri de yazılacak veumumun defter-i a’mâlleri onda kaydedilecek.

Hem madem bu arz, kesret-i mahlûkat cihetiyle vemütemadiyen değişen yüz binler çeşit çeşit envâ-ızevi’l-hayat ve zevi’l-ervâhın meskeni, menşei, fabrikası,meşheri, mahşeri olması haysiyetiyle bu kâinatın kalbi,merkezi, hülâsası, neticesi, sebeb-i hilkati olarak gayetbüyük öyle bir ehemmiyeti var ki, küçüklüğüyle beraberkoca semâvâta karşı denk tutulmuş. Semâvî fermanlarda

Page 347: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

daima 1.deniliyor ر�ب' الس$م"و�ات و�اال�رض

1. “Göklerin ve yerin Rabbi.” Ra’d Sûresi, 13:16

Ve madem, bu mahiyetteki arzın her tarafına hükmedenve ekser mahlûkatına tasarruf eden ve ekser zîhayatmevcudatını teshir edip kendi etrafına toplattıran ve eksermasnuatını kendi hevesatının hendesesiyle ve ihtiyacatınındüsturlarıyla öyle güzelce tanzim ve teşhir ve tezyin ve çokantika nevilerini liste gibi birer yerlerde öyle toplayıpsüslettirir ki, değil yalnız ins ve cin nazarlarını, belkisemâvât ehlinin ve kâinatın nazar-ı dikkatlerini vetakdirlerini ve Kâinat Sahibinin nazar-ı istihsanınıcelbetmekle gayet büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan vebu haysiyetle bu kâinatın hikmet-i hilkati ve büyük neticesive kıymetli meyvesi ve arzın halifesi olduğunu fenleriyle,san’atlarıyla gösteren ve dünya cihetinde Sâni-i Âleminmu’cizeli san’atlarını gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiğiiçin, isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve azabıtehir edilen ve bu hizmeti için imhal edilip muvaffakiyetgören nev-i beni Âdem var.

Ve madem, bu mâhiyetteki nev-i benî Âdem, mizaç vehilkat itibarıyla gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıylaberaber hadsiz ihtiyacâtı ve teellümâtı olduğu halde, bütünbütün kuvvetinin ve ihtiyarının fevkinde olarak, koca küre-iarzı, o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi madenleremahzen ve her nevi taamlara ambar ve nev-i insanınhoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân suretine

Page 348: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

getiren gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir mutasarrıfvar ki, böyle nev-i insana bakıyor, besliyor, istediğiniveriyor.

Ve madem, bu hakikatteki bir Rab; hem insanı sever,hem kendini insana sevdirir. Hem bâkidir, hem bâkiâlemleri var, hem adâletle her işi görür. Ve hikmetleherşeyi yapıyor.

Hem, bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kısacık ömr-übeşerde ve bu muvakkat ve fâni zeminde o Hâkim-iEzelînin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâkimiyetiyerleşemiyor. Ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatınintizamına ve adalet ve muvazenelerine ve hüsn-ücemâline münâfi ve muhalif çok büyük zulümleri veisyanları ve velinimetine ve onu şefkatle besleyene karşıihanetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız kalıp,gaddar, zâlim rahatla hayatını ve biçare mazlummeşakkatler içinde ömürlerini geçirirler. Ve umum kâinattaeserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mâhiyeti ise,dirilmemek suretiyle o gaddar zâlimlerin ve meyusmazlumların vefat içindeki müsâvatlarına bütün bütünzıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.

Ve madem, nasıl ki Kâinatın Sahibi, kâinattan zemini vezeminden nev-i insanı intihap edip gayet büyük birmakam, bir ehemmiyet vermiş. Öyle de, nev-i insandandahi makàsıd-ı rububiyetine tevafuk eden ve kendileriniiman ve teslim ile Ona sevdiren hakikî insanlar olanenbiya ve evliya ve asfiyayı intihap edip kendine dost ve

Page 349: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

muhatap ederek onları mu’cizeler ve tevfiklerle ikram vedüşmanlarını semâvî tokatlarla tazip ediyor. Ve bu kıymetlive sevimli dostlarından dahi onların imamı ve mefhariolan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı intihap ederek,ehemmiyetli küre-i arzın yarısını ve ehemmiyetli nev-iinsanın beşten birisini uzun asırlarda onun nuruyla tenvirediyor. Âdetâ bukâinat onun için yaratılmış gibi, bütüngayeleri onunla ve Onun diniyleve Kur’ân’ı ile tezahürediyor. Ve o pek çok kıymettar ve milyonlar seneyaşayacak kadar hadsiz hizmetlerinin ücretlerini hadsiz birzamanda almaya müstehak ve lâyık iken, gayetmeşakkatler ve mücahedeler içinde, altmış üç sene gibikısacık bir ömür verilmiş. Acaba hiçbir cihetle hiçbirimkânı, hiçbir ihtimali, hiçbir kàbiliyeti var mı ki, o zât,bütün emsâli ve dostlarıyla beraber dirilmesin? Ve şimdide ruhen diri ve hayy olmasın, idam-ı ebedî ilemahvolsunlar? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Evet,bütün kâinat ve hakikat-i âlem onun dirilmesini dâvâ ederve hayatını Sahib-i Kâinattan talep ediyor.

Ve madem, Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ’da herbiri birdağ kuvvetinde otuz üç adet icmâ-ı azîm ispat etmişler ki,bu kâinat bir elden çıkmış ve bir tek Zâtın mülküdür. Vekemâlât-ı İlâhiyenin medarı olan vahdetini ve ehadiyetinibedahetle göstermişler. Ve vahdet ve ehadiyet ile, bütünkâinat o Zât-ı Vâhidin emirber neferleri ve musahharmemurları hükmüne geçiyor. Ve âhiretin gelmesiyle,kemâlâtı sukuttan ve adalet-i mutlakası müstehziyânegadr-ı mutlaktan ve hikmet-i âmmesi sefahetkârâne

Page 350: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

abesiyetten ve rahmet-i vâsiası lâhiyâne tâzipten ve izzet-ikudreti zelilâne aczden kurtulurlar, takaddüs ederler.

Elbette ve elbette ve herhalde iman-ı billâhın yüzernüktesinden, bu altı “madem”lerdeki1 hakikatlerinmuktezasıyla kıyamet kopacak, haşir ve neşir olacak, dar-ımücazat ve mükâfat açılacak—tâ ki arzın mezkûrehemmiyeti ve merkeziyeti ve insanın ehemmiyeti vekıymeti tahakkuk edebilsin. Ve arz ve insanın Hâlıkı veRabbi olan Mutasarrıf-ı Hakîmin mezkûr adaleti, hikmeti,rahmeti, saltanatı takarrur edebilsin. Ve o bâki Rabbinmezkûr hakiki dostları ve müştakları idam-ı ebedîdenkurtulsun. Ve o dostların en büyüğü ve en kıymettarı,bütün kâinatı memnun ve minnettar eden kudsîhizmetlerinin mükâfatını görsün. Ve Sultan-ı Sermedîninkemâlâtı naks ve kusurdan ve kudreti aczden ve hikmetisefahetten ve adaleti zulümden tenezzüh ve takaddüs veteberri etsin.

1. “Ve madem” ile başlayan paragraflar

Elhâsıl madem Allah var, elbette âhiret vardır.

Hem nasıl ki mezkûr üç erkân-ı imaniye, onları ispateden bütün delilleriyle haşre şehadet ve delâlet ederler.

Öyle de, 1

الTUه� م�ن� و�شر�ه� خيره� و�بالقدر و�بم�لئ�ك@ت�ه� olan iki rükn-ü imanî dahi haşri istilzam edip kuvvetliتع�ال�

bir surette âlem-i bekàya şehadet ve delâlet ederler. Şöyleki:

Page 351: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1. “Meleklere ve kadere, hayır ve şerrin Allah Tealâ’dan geldiğine inanmak.”

Melâikenin vücudunu ve vazife-i ubûdiyetlerini ispateden bütün deliller ve hadsiz müşahedeler mükâlemeler,dolayısıyla âlem-i ervahın ve âlem-i gaybın ve âlem-ibekànın ve âlem-i âhiretin ve ileride cin ve ins ileşenlendirilecek olan dâr-ı saadetin ve Cennet veCehennemin vücutlarına delâlet ederler. Çünkü meleklerbu âlemleri izn-i İlâhî ile görebilirler ve girerler. VeHazret-i Cebrâil gibi, insanlarla görüşen umum melâike-imukarrebîn, mezkûr âlemlerin vücutlarını ve onlar, onlardagezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. GörmediğimizAmerika kıtasının vücudunu, ondan gelenlerin ihbarıylabedihî bildiğimiz gibi, yüz tevatür kuvvetinde bulunanmelâike ihbaratıyla âlem-i bekànın ve dâr-ı âhiretin veCennet ve Cehennemin vücutlarına o kat’iyette imanetmek gerektir. Ve öyle de iman ederiz.

Hem, Yirmi Altıncı Söz olan Risale-i Kaderde iman-ıbil-kader rüknünü ispat eden bütün deliller, dolayısıylahaşre ve neşr-i suhufa ve mizan-ı ekberdeki muvazene-ia’mâle delâlet ederler. Çünkü, herşeyin mukadderatınıgözümüz önünde nizam ve mizan levhalarında kaydetmekve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-ihafızalarında ve çekirdeklerinde ve sair elvâh-ı misâliyedeyazmak ve her zîruhun, hususan insanların defter-ia’mâllerini elvâh-ı mahfuzada tesbit etmek ve geçirmek,elbette öyle muhit bir kader ve hakîmâne bir takdir vemüdakkikane bir kayıt ve hafîzâne bir kitabet, ancakmahkeme-i kübrâda umumî bir muhakeme neticesinde

Page 352: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa, o ihatalıve inceden ince olan kayıt ve muhafaza, bütün bütünmânâsız, faidesiz kalır, hikmete ve hakikate münâfi olur.

Hem, haşir gelmezse, kader kalemiyle yazılan bu kitab-ıkâinatın bütün muhakkak mânâları bozulur ki, hiçbircihet-i imkânı olamaz. Ve o ihtimal, bu kâinatın vücudunuinkâr gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.

Elhâsıl, imanın beş rüknü bütün delilleriyle haşir veneşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı âhiretin vücuduna veaçılmasına delâlet edip isterler ve şehadet edip talepederler.

İşte, hakikat-i haşriyenin azametine tam muvafık böyleazametli ve sarsılmaz direkleri ve burhanları bulunduğuiçindir ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın hemen hemen üçtenbirisi haşir ve âhireti teşkil ediyor. Ve onu, bütün hakaikinetemel taşı ve üssü’l-esas yapıyor. Ve herşeyi onun üstünebina ediyor.

(Mukaddime nihayet buldu)

Baştaki âyetin mu’cizâne işaret ettikleri dokuz tabakaberahin-i haşriyeye dair ‘Dokuz Makam’dan ‘BirinciMakam’:

Page 353: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

و�له(۞فس(بح�ان الTUه� ح�ين� تمس(ون و�ح�ين� تصبح(ون الح�مد ف�� الس$م"و�ات و�االmرض و�ع�ش�يyا و�ح�ين� تظهر(ون

ي(خرج( الح��l م�ن� الم�ي�ت و�ي(خرج( الم�ي�ت� م�ن�۞1الح�ي�و�ي(حيى االmرض� ب�عد م�و>ت�ه�ا و�ك@ذل�ك تخر�ج(ون

olan fıkradaki ferman-ı haşre dair buradaki gösterdiğibürhan-ı bâhiri ve hüccet-i katıası beyan ve izah edilecek.İnşaallahü’r-Rahmân...

1. “Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin.Göklerde veyerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonunadoğru veöğle vaktine erişince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın. Ölüden diriyi,diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Sizdekabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.” Rum Sûresi, 30:17-19.

Page 354: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Onuncu Hüccet-i İmâniye(YİRMİNCİ MEKTUP)

1باسم�ه� س(بح�انه(2و�ا0ن م�ن ش�>ءZ ا0ال5 ي(س�ب�ح( بح�مده�

ال ا0له� ا0ال5 الTUه( و�حده( ال� شريك له( له( الم(لك و�له(الح�مدي(حيى و�ي(م�يت( و�ه(و� ح��ª ال� ي�م(وت( بي�ده� الخير(و�ه(و� ع�ل�

3كKل� ش�>ءZ قديرY و�ا0ليه� الم�ص�ير(

SABAH ve akşam namazından sonra tekrarı pek çok faziletibulunan4 ve Bir rivâyet-i sahîhada İsm-i Âzam mertebesinitaşıyan5 şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var. Herbirkelimesinde, hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-itevhîd-i rubûbiyet, hem bir İsm-i Âzam noktasında bir kibriyâ-ivahdet ve bir kemâl-i vahdâniyet vardır. Bu büyük ve ulvî

Page 355: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip, bir vaade binaen,şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde iki makam, birmukaddime ile ona bir fihriste yapacağız.

1. Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.2. “Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.3. Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla “Allah’tan başka ibadete lâyıkhiçbirilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Onamahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölümârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. Oherşeye hakkıylakàdirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır.” Buharî,Ezân: 155; Teheccüd:21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104; Nesâî, Sehiv:83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik: 56; Dârîmî, Salât: 88, 90;Muvatta’, Hac: 127, 243; Kur’ân: 20, 22; Müsned, 1:47; 2:5; 3:320; 4:4; 5:191.4. bk. Müsned, 4:60; 5:415; Mecmeu’z-Zevâid, 10:107.5. bk. İbni Mâce, Duâ, 9.

MukaddimeKat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en

yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âlimertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâhiçindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti veen tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için ensâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimetve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır.Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven,nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvveveya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen,nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve

Page 356: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

maddeten müptelâ olur.

Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde,semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz,miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç paraeder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fânidünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, nekadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğersahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine ilticaeder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, birtenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.

Page 357: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Birinci MakamŞu kelâm-ı tevhidînin on bir kelimesinin herbirinde birer

müjde var. Ve o müjdede birer şifa ve o şifada birer lezzet-imâneviye bulunur.

BİRİNCİ KELİME

:da şöyle bir müjde var kiال� ا0له� ا0ال5 الTUه(

Hadsiz hâcâta müptelâ, nihayetsiz a’dânın hücumunahedef olan ruh-u insanî şu kelimede öyle bir nokta-iistimdad bulur ki, bütün hâcâtını temin edecek bir hazine-irahmet kapısını ona açar. Ve öyle bir nokta-i istinad bulurki, bütün a’dâsının şerrinden emin edecek bir kudret-imutlakanın sahibi olan kendi Mâbudunu ve Hâlıkınıbildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, mâliki kim olduğunuirâe eder. Ve o irâe ile, kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhuhüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, daimî bir sürurutemin eder.

İKİNCİ KELİME

Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyleو�حده(

Page 358: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ki:

Kâinatın ekser envâıyla alâkadar ve o alâkadarlıkyüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmakderecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i

insan,)دهح�kelimesindeو bir melce, bir halâskâr bulur ki,

onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani,

:mânen derو�حده(

Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma.Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temelluk edipboyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme.Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir.Herşeyin anah-tarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onunelindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, hermatlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardankurtuldun.

ÜÇÜNCÜ KELİME

له( ,Yaniالjشريك nasıl ki ulûhiyetinde ve saltanatında

şeriki yoktur; Allah bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de,rububiyetinde ve icraatında ve icâdâtında dahi şerikiyoktur.

Bazan olur ki, sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz;fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar veonun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, “Bize demüracaat et” derler. Fakat Ezel-Ebed Sultanı olan Cenâb-ı

Page 359: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ırububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir.Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbirşeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes Onamüracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, omüracaatçı adama “Yasaktır, Onun huzuruna giremezsin”denilmez.

İşte, şu kelime ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:

İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesiz,hâilsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda,her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki vedefâin-i saadet sahibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-iZülkemâlin huzuruna girip hâcâtını arz edebilir. Verahmetini bulup kudretine istinad ederek kemâl-i ferah vesüruru kazanabilir.

DÖRDÜNCÜ KELİME

Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onunله( الم(لك

mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:

Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü senkendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başınamuhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatınıyerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude ıztıraba düşüp azapçekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hemRahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme.

Page 360: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.

Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun veperişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğinşu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibineteslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hemHakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarrufeder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi“Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” de,pencerelerden seyret, içlerine girme.

BEŞİNCİ KELİME

الح�مد ,Yaniله( hamd ve senâ, medih ve minnet Ona

mahsustur, Ona lâyıktır. Demek nimetler Onundur veOnunhazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir. İşte şukelime şöyle müjdeverip diyor ki:

Ey insan! Nimetin zevâlinden elem çekme. Çünkürahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp oelemden feryad etme. Çünkü o nimet meyvesi, bir rahmet-ibînihayenin semeresidir. Ağacı bâki ise, meyve gitse deyerine gelen var. Nimetin lezzeti içinde, o lezzetten yüzderece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd iledüşünüp, lezzeti, birden yüz derece yapabilirsin. Nasıl ki,bir padişah-ı zîşânın sana hediye ettiği bir elma lezzetiiçinde, yüz, belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, biriltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de,

kelimesiyle, yani hamd ve şükürle, yani nimettenله( الح�مد

Page 361: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

in’âmı hissetmekle, yani Mün’imi tanımakla ve in’âmıdüşünmekle, yani Onun rahmetinin iltifatını ve şefkatininteveccühünü ve in’âmının devamını düşünmekle, nimettenbin derece daha leziz, mânevî bir lezzet kapısını sana açar.

ALTINCI KELİME

Yani, hayatıي(حيى veren Odur. Ve hayatı rızıkla idame

eden de Odur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yineOdur. Ve hayatın âli gayeleri Ona aittir ve mühim neticeleriOna bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi Onundur. İşte şukelime, şöyle fâni ve âciz beşere nidâ eder, müjde verir veder:

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmetçekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnızdünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyayagelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-ivücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûma aittir.Masarıf ve levazımatını O tedarik eder. Ve o hayatın pekkesretli gayeleri ve neticeleri var ve Ona aittir. Sen ogemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretinial, keyfine bak. O hayat sefinesi ne kadar kıymettarolduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefinesahibi Zâtın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün,mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametleyaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetlesenin defter-i a’mâline geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyitemin eder, seni ebedî ihyâ eder.

Page 362: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

YEDİNCİ KELİME

Yani, mevti veren Odur. Yani, hayat vazifesindenو�ي(م�يت(

terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-ihizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ıbâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve insebağırır, der ki:

Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil,inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil,tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-iHakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-imekândır.

Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine birsevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olanâlem-i berzaha bir visal kapısıdır.

SEKİZİNCİ KELİME

,Yaniو�ه(و� ح��ª ال� ي�م(وت( bütün kâinatın mevcudatında

görünen ve vesile-i muhabbet olan kemâl ve hüsün veihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemâl ve kemâl veihsanın sahibi ve bütün mahbuplara bedel, birtek cilve-icemâli kâfi gelen bir Mâbud-u Lemyezel, bir Mahbub-uLâyezâlin ezelî ve ebedî bir hayat-ı daimesi var ki, şaibe-izevâl ve fenâdan münezzeh ve avârız-ı naks ve kusurdanmüberrâdır. İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zîşuura veehl-i muhabbet ve aşka ilân eder ki:

Page 363: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Sizlere müjde! Mahbuplarınızdan nihayetsiz firaklarınyaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkînizvar. Madem O var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun,merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda sebeb-imuhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemâl, oMahbub-u Bâkînin cilve-i cemâl-i bâkisinden çokperdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir.Onların zevâlleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir neviâyinelerdir. Âyinelerin değişmesi, şâşaa-i cemâlin cilvesinitazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, herşey var.

DOKUZUNCU KELİME

الخير( ,Yaniبي�ده� her hayır Onun elindedir. Her

yaptığınız hayrat Onun defterine geçer. Her işlediğiniza’mâl-i saliha, yanında kaydedilir. İşte, şu kelime, cin veinse nidâ edip müjde veriyor. Diyor ki:

Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, “Eyvah,malımız harap olup sa’yimiz hebâ oldu. Şu güzel ve genişdünyadan gidip dar bir toprağa girdik” demeyiniz, feryadedip me’yus olmayınız. Çünkü sizin herşeyiniz muhafazaediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetinizkaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve herhayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizicelb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzurunaaldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi vevazifenizibitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmetegidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya

Page 364: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gidiyorsunuz.

Evet, geçen baharın defter-i a’mâlinin sahifeleri vehidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdeklerimuhafaza eden ve ikinci baharda gayet şâşaalı, belki yüzderece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden,neşreden Kadîr-i Zülcelâl, elbette sizin de netâic-ihayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretlibir surette mükâfat verecektir.

ONUNCU KELİME

Yقدير Zش�>ء ع�ل� كKل� �,Yaniو�ه(و O Vâhiddir, Ehaddir.

Herşeye kàdirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Bir baharıhalk etmek, bir çiçek kadar Ona kolaydır. Cenneti halketmek, bir bahar kadar Ona rahattır. Her günde, hersenede, her asırda yeniden yeniye icad ettiği hadsizmasnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarlaşehadet ederler.

İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder; der ki:

Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet boşu boşunagitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin içinihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki birCennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ıZülcelâlin vaadine iman ve itimad et. Ona, vaadinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyetyoktur. İşlerine acz müdahale edemez. Senin küçükbahçeni halk ettiği gibi, Cenneti dahi senin için halk

Page 365: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

edebilir ve halk etmiş ve sana vaad etmiş. Ve vaad ettiğiiçin, elbette seni onun içine alacak.

Madem bilmüşahede görüyoruz: Her senede,yeryüzünde hayvânat ve nebâtâtın üç yüz binden ziyadeenvâlarını ve milletlerini kemâl-i intizam ve mizanlakemâl-i sür’at ve suhuletle haşredip neşreder. Elbette böylebir Kadîr-i Zülcelâl, vaadini yerine getirmeye muktedirdir.

Hem madem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak, haşrinve Cennetin nümunelerini binler tarzda icad ediyor. Hemmadem bütün semâvî fermanlarıyla saadet-i ebediyeyivaad edip Cenneti müjde veriyor. Hem madem bütünicraatı ve şuûnâtı hak ve hakikattir ve sıdk ve ciddiyetledir.Hem madem, âsârının şehadetiyle, bütün kemâlât Onunnihayetsiz kemâline delâlet ve şehadet eder. Ve hiçbircihette naks ve kusur Onda yoktur. Hem mademhulfülvaad ve hilâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir hasletve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette, o Kadîr-i Zülcelâl,O Hakîm-i Zülkemâl, o Rahîm-i Zülcemâl, vaadini yerinegetirecek, saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdembabanızın vatan-ı aslîsi olan Cennete sizleri, ey ehl-i iman,idhal edecektir.

ON BİRİNCİ KELİME

الم�ص�ير( ,Yaniو�ا0ليه� ticaret ve memuriyet için, mühim

vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderileninsanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip vehizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen

Page 366: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerinekavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkidehuzur-u Kibriyâya müşerref olacaklar. Yani, esbabdağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup,Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsindeperdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendiHâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kimolduğunu bilecek ve bulacaklar.

İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjdeeder ve der ki:

Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevkolunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi,dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatınamukàbil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatınındahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukàbilgelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine vemertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun vemüştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütünmevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, Onun cilve-icemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütünCennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütüniştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, birlem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, birMahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Veziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleise, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.

Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki:

Page 367: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana,çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizitevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekàyagidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevkolunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz.Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. VeSultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesretteboğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz.Firaka değil, visale müteveccihsiniz.

Page 368: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

On Birinci Hüccet-i İmâniye(YİRMİ İKİNCİ SÖZÜN BİRİNCİ

MAKAMI)

1و�ي�ضرب( الTUه( اال�مثال� ل�لناس لع�له(م ي�تذكrر(ون

2و�ت�لك اال�مثال( نضرب(ه�ا ل�لناس لع�له(م ي�تفكrر(ون

1. “Allah insanlara misaller verir ki, düşünüp öğüt alsınlar.” İbrahim Sûresi,14:25.2. “Düşünsünler diye, insanlara Biz böyle misaller veriyoruz.” Haşir Sûresi,59:21.

BİR ZAMAN iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâdebir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıklarıvakit gördüler ki, acip bir âleme götürülmüşler. Öyle birâlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde,belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.

Page 369: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki,bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor; bir cihettebakılsa muntazam bir memleket, bir cihette bakılsamükemmel bir şehir, diğer bir cihette bakılsa gayetmuhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır.

Şu acaip âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki, birkısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlaronların dillerinibilmiyorlar. Yalnız, işaretlerindenanlaşılıyor ki, mühim işlergörüyorlar ve ehemmiyetlivazifeler yapıyorlar.

O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: “Şu acipâlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketinbir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâsarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız.Çünkü,anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onutanımazsak kim bize medet verecek? Dillerinibilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âcizmahlûklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi birmemleket suretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklindeyapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran vemüzeyyenâtın envâıyla tezyin eden ve ibretnümâmu’cizatlarla donatan bir zat, elbette bizden ve burayagelenlerden bir istediğivardır. Onu tanımalıyız. Hem neistediğini bilmekliğimiz lâzımdır.”

Öteki adam dedi: “İnanmam, böyle bahsettiğin gibi birzat bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin.”

Arkadaşı cevaben dedi ki: “Bunu tanımazsak, lâkayt

Page 370: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kalsak, menfaati hiç yok. Zararı olsa pek azîmdir. Eğertanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir; menfaati olursapek azîmdir. Onun için, ona karşı lâkayt kalmak hiç kâr-ıakıl değildir.”

O serseri adam dedi: “Ben bütün rahatımı, keyfimi, onudüşünmemektegörüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayanşeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî vekarma karışık işlerdir; kendi kendine dönüyor. Benim nemelâzım?”

Akıllı arkadaşı ona dedi: “Senin bu temerrüdün beni de,belki çokları da belâya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden,bazan olur ki, bir memleket harap olur.”

Yine o serseri dönüp dedi ki: “Ya kat’iyen bana ispat etki, bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sânii vardır.Yahut bana ilişme.”

Cevaben, arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelikderecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi birkahra giriftar edeceksin. Ben de sana On İki Burhan ilegöstereceğim ki, bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibişumemleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, herşeyi idareeden yalnızodur. Hiçbir cihetle noksaniyeti yoktur. Bizegörünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir.Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz vedillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır.”

BİRİNCİ BURHAN

Gel, her tarafa bak, herşeye dikkat et. Bütün bu işler

Page 371: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

içinde gizli bir el işliyor. Çünkü, bak, bir dirhemHAŞİYE-1

kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde birşey,binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuruHAŞİYE-2

olmayan, gayet hakîmâne işler görüyor.

Haşiye-1 Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.Haşiye-2 Kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine dayanmayanüzüm çubukları gibi nâzenin nebâtâtın, başka ağaçlara lâtif eller atıpsarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.

Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onlarıişlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başınaolsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her işmu’cize, herşey mu’cizekâr bir hârika olmak lâzım gelir. Buise bir safsatadır.

İKİNCİ BURHAN

Gel, bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzillerisüslendiren şeyler üstünde dikkat et. Herbirisinde o gizlizattan haber veren işler var. Adeta herbiri birer turra, birersikke gibi, o gaybî zattan haber veriyorlar. İşte, gözününönünde, bak, bir dirhem pamuktanHAŞİYE-1 ne yapıyor:

Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı. Bak,ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlaktatlı köfteleryapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese kâfi gelir.

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı,gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçasıHAŞİYE-2

yaptı. Bak, gör!

İşte, ey akılsız adam, bu işler öyle bir zâta mahsustur ki,

Page 372: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bütün bu memleket, bütün eczasıyla onun mu’cize-ikuvveti altında duruyor, her arzusuna râm oluyor.

Haşiye-1 Tohuma işarettir. Meselâ, zerre gibi bir afyon büzrü, bir dirhem gibibir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği, nasıl çuhadan daha güzel dokunmuşyapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şekerlemeden daha tatlı veköftelerden ve konserve kutularından daha lâtif, daha leziz, daha şirinmeyveleri hazine-i rahmetten getiriyorlar, bize takdim ediyorlar.Haşiye-2 Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatı icad etmeyeişarettir.

ÜÇÜNCÜ BURHAN

Gel, bu müteharrik antikaHAŞİYE-1 san’atlarına bak.Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; adeta bu koca sarayın birküçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücükmüteharrik makinelerde bulunuyor.

Haşiye-1 Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük birfihristesi; ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan,adeta âlemde ne varsa insanda nümunesi vardır.

Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başkabirisi gelip, bu acip sarayı küçük bir makinede derc etsin?Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine,bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfî veyahut abesbir iş, içinde bulunsun?

Demek, bütün gözün gördüğü ne kadar antika makinelervar, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birerdellâl, birer ilânnâme hükmündedirler. Lisan-ı hâlleriylederler ki: “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün buâlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibikolaylıkla yapabilir bir zattır.”

Page 373: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

DÖRDÜNCÜ BURHAN

Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibinigöstereceğim. Bak, bu memlekette bütün bu işler, buşeyler değişti, değişiyor. Bir halette durmuyor. Dikkat et ki,bu gördüğümüz câmid cisimler, hissiz kutular, birer hâkim-imutlak suretini aldılar. Adeta herbir şey bütün eşyayahükmediyor.

İşte, bu yanımızdaki bu makineye bak.HAŞİYE-1Güyaemrediyor; işte, onun tezyinatına ve işlemesine lâzımlevazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar.İşte, oraya bak: O şuursuz cisimHAŞİYE-2 güya bir işaretediyor; en büyük bir cismi kendine hizmetkâr ediyor, kendiişlerinde çalıştırıyor.

Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Adeta herbir şey,bütün bu âlemdeki hilkatleri musahhar ediyor. Eğer o gizlizâtı kabul etmezsen, bütün bu memleketteki taşında,toprağında, hayvanında, insana benzer mahlûklarda, ozâtın bütün hünerlerini, san’atlarını, kemâlâtlarını, birerbirer o şeylere vereceksin. İşte, aklın uzak gördüğü birtekmu’ciznümâ zâtın bedeline, milyarlar onun gibimu’ciznümâ, hem birbirine zıt, hem birbirine misil, hembirbiri içinde bulunsun, bu intizam bozulmasın, ortalığıkarıştırmasınlar. Halbuki bu koca memlekette ikiparmakkarışsa, karıştırır. Çünkü bir köyde iki müdür, bir şehirdeikivali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır.Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun!

Haşiye-1 Makine, meyvedarağaçlara işarettir. Çünkü yüzer tezgâhları,

Page 374: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

fabrikaları incecik dallarında taşıyor gibi, hayretnümâ yaprakları, çiçekleri,meyveleri dokuyor, süslendiriyor, pişiriyor, bizlere uzatıyor. Halbuki çam vekatran gibi muhteşem ağaçlar kuru bir taşta tezgâhını atmış, çalışıp duruyorlar.Haşiye-2 Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işarettir. Meselâ,bir sinek, birkaraağacın yaprağında yumurtasını bırakır. Birden, o kocakaraağaç,yapraklarını o yumurtalara bir rahm-ı mâder, bir beşik, bal gibi birgıda ile dolu bir mahzene çeviriyor. Adeta o meyvesiz ağaç, o surette zîruhmeyveler veriyor.

BEŞİNCİ BURHAN

Ey vesveseli arkadaş! Gel, bu azîm sarayın nakışlarınadikkat et. Ve bütün bu şehrin ziynetlerine bak. Ve bütün bumemleketin tanzimatını gör. Ve bütün bu âleminsan’atlarını tefekkür et.

İşte, bak: Eğer nihayetsiz mu’cizeleri ve hünerleri olangizli bir zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları sair şuursuzsebeplere, kör tesadüfe, sağır tabiata verilse, o vakit, ya bumemleketin herbir taşı, herbir otu öyle mu’ciznümânakkâş, öyle bir harikulâde kâtip olması lâzım gelir ki, birharfte bin kitabı yazabilsin, bir nakıştamilyonlar san’atıderc edebilsin. Çünkü, bak bu taşlardaki nakşa: HAŞİYE-1

Herbirisinde bütün sarayın nakışları var, bütün şehrintanzimat kanunları var, bütün memleketin teşkilâtprogramları var. Demek bu nakışları yapmak, bütünmemleketi yapmakkadar hârikadır. Öyle ise, herbir nakış,herbir san’at, o gizli zâtınbir ilânnâmesidir, bir hâtemidir.

Haşiye-1 Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programınıve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zira, kalem-i kudret, âlemin kitab-ıkebirinde ne yazmışsa, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır. Kalem-i kader,dağ gibi bir ağaçta ne yazmışsa, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı

Page 375: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir nakış, nakkâşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, birharfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşedennakkâş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?

ALTINCI BURHAN

Gel, bu geniş ovaya çıkacağız.HAŞİYE-1 İşte, o ova içindeyüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız, tâ bütünetrafıgörülsün. Hem herşeyi yakınlaştıracak güzel dürbünleri deberaber alacağız. Çünkü bu acip memlekette acip işleroluyor. Her saatte, hiç aklımıza gelmeyen işler oluyor.

Haşiye-1 Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. Zira yüz binlermuhtelif mahlûkatın taifeleri birbiri içinde beraber icad edilir, rû-yi zemindeyazılır. Galatsız, kusursuz, kemâl-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahmânaçılır, kaldırılır, taze taze gelir. Herbir ağaç birer tablacı, herbir bostan birerkazan hükmüne geçer.

İşte, bak: Bu dağlar ve ovalar ve şehirler, birdendeğişiyor. Hem nasıldeğişiyor! Öyle bir tarzda ki,milyonlarla birbiri içinde işler, gayet muntazam surettedeğişiyor. Adeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiriiçinde beraber dokunuyor gibi, pek acip tahavvülât oluyor.

Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçeklimiçekli şeyler kayboldular.

Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer,fakat suretçe ayrı, başkaları geldiler. Adeta şu ova, dağlarbirer sahife; yüzbinlerle ayrı ayrı kitaplar içinde yazılıyor.Hem hatasız, noksansızolarak yazılıyor.

İşte, bu işler yüz derece muhaldir ki kendi kendine

Page 376: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olsun. Evet, nihayet derecede san’atlı, dikkatli şu işler,kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki, kendilerindenziyade, san’atkârlarını gösteriyorlar.

Hem bunları işleyici, öyle mu’ciznümâ bir zattır ki,hiçbir iş ona ağır gelmez. Bin kitap yazmak, bir harf kadarona kolay gelir.

Bununla beraber, her tarafa bak ki, hem öyle birhikmetle herşeyi yerli yerine koyuyor; ve öyle mükrimâne,herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyleihsanperverâne umumî perdeler ve kapılar açıyor ki,herkesin arzularını tatmin ediyor. Hemöylesehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bumemleketinhalklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has velâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle birtabla-i nimet veriliyor.

İşte, dünyada bundan muhal birşey var mı ki, bugördüğümüz işler içinde tesadüfî işler bulunsun; veya abesve faidesiz olsun; veya müteaddit eller karışsın; veya ustasıherşeye muktedir olmasın; veya herşey ona musahharolmasın? İşte, ey arkadaş, haddin varsa buna karşı birbahane bul!

YEDİNCİ BURHAN

Ey arkadaş, gel. Şimdi bu cüz’iyâtı bırakıp, sarayşeklindeki bu acip âlemin eczalarının birbirine karşı olanvaziyetlerine dikkat edeceğiz.

İşte, bak: Bu âlemde o derece intizamla küllî işler

Page 377: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

yapılıyor ve umumî inkılaplar oluyor ki, adeta bütün busaraydaki mevcut taşlar, topraklar, ağaçlar, herbir şey, birerfâil-i muhtar gibi bütün bu âlemin nizâmât-ı külliyesinigözetip ona göre tevfik-i hareket ediyor. Birbirinden enuzak şeyler birbirinin imdadına koşuyor.

İşte, bak: Gaipten acip bir kafileHAŞİYE-1 çıkıp geliyor.Merkepleri ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler.Başlarında birer tabla-i erzak taşıyorlar. İşte, bak, bu taraftabekleyen muhtelif hayvanatın erzaklarını getiriyorlar.

Hem de bak, bu kubbede o azîm elektriklâmbası,HAŞİYE-2 onlara ışık verdiği gibi, bütün taamlarınıöyle güzel pişiriyor! Yalnız, pişirilecek taamlar, bir dest-igaybî tarafından birer ipe takılıpHAŞİYE-3 ona karşı tutuluyor.

Bu tarafa da bak: Bu biçare, zayıf, nahif, kuvvetsizhayvancıklar—nasıl onların başı önünde, lâtif gıda ile doluiki tulumbacıkHAŞİYE-4 takılmış. İki çeşme gibi, yalnız okuvvetsiz mahlûk, onu ağzına yapıştırması kâfidir.

Haşiye-1 Umum hayvanatın erzakını taşıyan nebatat ve eşcar kafileleridir.Haşiye-2 O azîm elektrik lâmbası, güneşe işarettir.Haşiye-3 İp ve ipe takılan taam ise, ağacın ince dalları ve leziz meyveleridir.Haşiye-4 İki tulumbacık ise, validelerin memelerine işarettir.

Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakargibi, birbirine yardım eder. Birbirini görür gibi, birbirine elele verir. Birbirinin işini tekmil için, birbirine omuz omuzaveriyor, bel bele verip beraber çalışıyorlar. Herşeyi bunakıyas et; tâdât ile bitmez.

İşte, bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde

Page 378: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

kat’î gösterir ki, şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garipâlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onunhesabına çalışır. Herşey ona bir emirber neferhükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. HerşeyOnun emriyle hareket eder. Herşey onun hikmetiyletanzim olunur. Herşey onun keremiyle muavenet eder.Herşey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar,yani koşturulur. Ey arkadaş, haddin varsa buna karşı birsöz söyle!

SEKİZİNCİ BURHAN

Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsızarkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımakistemiyorsun. Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaretediyor, ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetininasıl tekzip ediyorsun? Öyle ise bu sarayı da inkâr et ve“Âlem yok, memleket yok”de ve kendini de inkâr et,ortadan çık. Yahut aklını başına al, benidinle.

İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihataeden yeknesak unsurlar, madenler var.HAŞİYE-1Âdeta,memleketten çıkan herşey o maddelerden yapılıyor.

Haşiye-1 Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan veizn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yeregiren, medet veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren vemasnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan hava,su, ziya, toprak unsurlarına işarettir.

Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondanyapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da

Page 379: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.

Hem bak: Bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkâşkumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren,ihzar eden ve ip haline getiren, elbette, bilbedâhe, birdir.Çünkü o iş iştirak kabul etmez. Öyle ise, bütün nescolunansan’atlı şeyler ona mahsustur.

Hem de bak: Bu dokunan, yapılan şeylerin herbir cinsibütün memleketin hertarafında bulunuyor, bütün ebna-yicinsleriyle öyle intişar etmiş,beraber olarak, birbiri içinde,bir tarzda, bir anda yapılıyor, nescediliyor. Demek birtekzâtın işidir; birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle biranda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak vemuvafakat muhaldir.

Öyle ise, bu san’atlı şeylerin herbirisi, o gizli zâtın birilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçeklikumaş, herbir san’atlı makine, herbir tatlı lokma, omu’ciznümâ zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı,birer turrası hükmünde, lisan-ı hal ile herbirisi der: “Benkimin san’atıyım; bulunduğum sandıklar ve dükkânlar daonun mülküdür.” Ve herbir nakış der: “Beni kimdokuduysa, bulunduğum top da onundokumasıdır.” Herbirtatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa,bulunduğumkazan dahi onundur.” Herbir makine der: “Beni kimyapmışsa,memlekette intişar eden bütün emsalimi de oyapıyor. Ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştirenodur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütünbu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik

Page 380: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olabilir.” Meselâ, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaskaveyahut birtek düğmeye mâlik olmak için, onları yapanbütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakikîmâlik olsun. Yoksa, o boşboğaz başıbozuktan, “Mîrîmalıdır” diye elinden alınıp tecziye edilir.

Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhitbirer maddedir. Onların mâliki de bütün memlekete mâlikbirtek zat olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişar edensan’atlar, birbirine benzediği ve birtek sikke izhar ettikleriiçin, bütün memleket yüzünde intişar eden masnular,herbir şeye hükmeden tek bir zâtın san’atları olduğunugösteriyorlar.

İşte, ey arkadaş! Madem şu memlekette, yani şu saray-ımuhteşemde bir birlik alâmeti vardır, bir vahdet sikkesivar. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken, ihâtası var. Bir kısımmüteaddit ise, fakat birbirine benzediği ve her taraftabulunduğu için bir vahdet-i nev’iye gösteriyor. Vahdet isebir vâhidi gösterir. Demek, ustası da, mâliki de, sahibi de,sânii de bir olmak lâzım gelir.

Bununla beraber, sen buna dikkat et ki, bir perde-igaybdan kalınca bir ip çıkıyor.HAŞİYE-1 Bak, sonra binler iplerondan uzanmış. Herbir ipin başına bak: Birer elmas, birernişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birerhediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garip bir gaybperdesinden böyle acip ihsânâtı, hedâyâyı şu mahlûklarauzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek ne kadardivanece bir harekettir? Çünkü, onu tanımazsan,

Page 381: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bilmecburiye diyeceksin ki, “Bu ipler, uçlarındakielmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar.” Ovakit her ipe birpadişahlık mânâsını vermek lâzım gelir.Halbuki, gözümüzün önünde bir dest-i gaybî o ipleri dahiyapıp o hedâyâyı onlara takıyor. Demek, bütün bu saraydaherşey, kendi nefsinden ziyade, o mu’ciznümâ zâtıgösteriyor. Onu tanımazsan, bütün bu şeyleri inkâretmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.

Haşiye-1 Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise, dallarına; ve iplerbaşındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksâmına ve meyvelerinenvâına işarettir.

DOKUZUNCU BURHAN

Gel, ey muhakemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibinitanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun. Çünkü istib’âdediyorsun. Onun acip san’atlarını ve hâlâtını aklasığıştıramadığından, inkâra sapıyorsun. Halbuki, asılistib’âd, asıl müşkülât ve hakikî suûbetler ve dehşetlikülfetler, onu tanımamaktadır. Çünkü onu tanısak, bütünbu saray, bu âlem, birtekşey gibi kolay gelir, rahat olur, buortadaki ucuzluk ve mebzûliyete medar olur. Eğertanımazsak ve o olmazsa, o vakit herbir şey, bütün busaray kadar müşkülâtlı olur. Çünkü herşey bu saray kadarsan’atlıdır. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzûliyet kalır.Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiçkimsenin eline geçmezdi.

Sen yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusunabak.HAŞİYE-1Eğer onun gizli matbaha-i mu’ciznümâsından

Page 382: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

çıkmasaydı, şimdi kırk parayla aldığımız halde, yüz lirayaalamazdık.

Haşiye-1 Konserve kutusu, kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, sütkutusu hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir.

Evet, bütün istib’âd, müşkülât, suûbet, helâket, belkimuhâliyet, onu tanımamaktadır. Çünkü, nasıl bir ağaca, birkökte, bir kanunla, bir merkezde hayat veriliyor; binlermeyvelerin teşekkülü, bir meyve gibi suhulet peydâ eder.Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrımerkeze ve köke, ayrı ayrıkanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaçkadarmüşkülâtlı olur. Hem nasıl bütün ordunun teçhizatı birmerkezde, bir kanunla, bir fabrikadan çıksa, kemiyetçe birneferin teçhizatı kadar kolaylaşır. Eğer herbir neferin ayrıayrı yerlerde teçhizatı yapılsa, alınsa, herbir neferinteçhizatı için, bütün ordunun teçhizatına lâzım fabrikalarbulunması lâzımdır.

Aynen bu iki misal gibi, şu muntazam sarayda, şumükemmel şehirde, şu müterakkî memlekette, şumuhteşem âlemde bütün bu şeylerin icadı birtek zâtaverildiği vakit, o kadar kolay olur, o kadar hiffet peydâ ederki, gördüğümüz nihayetsiz ucuzluğa ve mebzûliyete vesehâvete sebebiyet verir. Yoksa herşey o kadar pahalı, okadar müşkülâtlı olacak ki, dünya verilse birisi eldeedilemez.

ONUNCU BURHAN

Gel, ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! On beş

Page 383: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

gündürHAŞİYE-1 biz buradayız. Eğer şu âlemin nizamlarınıbilmezsek, padişahını tanımazsak, cezaya müstehakoluruz. Özrümüz kalmadı. Zira, on beş gün, güya bizemühlet verilmiş gibi, bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboşdeğiliz. Bu derece nazik san’atlı, mizanlı, letâfetli, ibretlimasnular içinde hayvan gibi gezip bozamayız. Bizebozdurmazlar. Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbettecezası da dehşetlidir.

O zat ne kadar kudretli, haşmetli bir zat olduğunuşununla anlayınız ki, şu koca âlemi bir saray gibi tanzimediyor, bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi, birhane gibi, hiçbir şey noksan bırakmayarak idare ediyor.İşte, bak: Vakit be vakit, bir kabı doldurup boşaltmak gibi,şu sarayı, şu memleketi, şu şehri, kemâl-i intizamladoldurup kemâl-i hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı dakaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa çeşitçeşit sofralar,HAŞİYE-2 bir dest-i gaybî tarafından kaldırır,indirir tarzında, mütenevvi yemekleri sırayla getirip onukaldırıp başkasını getirir. Sen de görüyorsun ve aklın varsaanlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde, hadsiz sehâvetli birkerem var.

Haşiye-1 On beş gün, sinn-i teklif olan on beş seneye işarettir.Haşiye-2 Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki, yüzer taze taze ve ayrıayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan Rahmânî sofralar serilir, değişirler.Herbir bostan bir kazan, herbir ağaç bir tablacıdır.

Hem de bak ki, o gaybî zâtın saltanatına, birliğine bütünbu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de, kafile kafilearkasından gelip geçen, o hakikî perde perde arkasından

Page 384: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

açılıp kapanan bu inkılâplar, bu tahavvülâtlar, o zâtındevamına, bekàsına şehadet eder. Çünkü zevâl bulan eşyaile beraber, esbabları dahi kayboluyor. Halbuki, onlarınarkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler tekrar oluyor.Demek o eserler onların değilmiş, belki zevâlsiz birinineserleriymiş. Nasıl ki bir ırmağın kabarcıklarıgidiyor;arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibiparladığından anlaşılıyorki, onları parlattıran, daimî veyüksek bir ışık sahibidir. Öyle de, buişlerin sür’atledeğişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renkalmasıgösteriyor ki, zevâlsiz, daimî birtek zâtın cilveleridir,nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır.

ON BİRİNCİ BURHAN

Gel, ey arkadaş! Şimdi sana, geçmiş olan on burhankuvvetinde kat’î bir burhan daha göstereceğim. Gel, birgemiye bineceğiz;HAŞİYE-1 şu uzakta bir cezire var, orayagideceğiz. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları oradaolacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeylerbekliyor, oradan emir alıyorlar.

İşte, bak, gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak, pekbüyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleriburaya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkatet. Bu cemiyet-i azîmenin bir reisi var. Gel, daha yakıngideceğiz. O reisi tanımalıyız.

İşte, bak, ne kadar parlak ve bindenHAŞİYE-2ziyadenişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatlı bir

Page 385: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

sohbet ediyor! Şu on beş gün zarfında bunların dedikleriniben bir parça öğrendim; sen de benden öğren. Bak, o zat,şu memleketin mu’ciznümâ sultanından bahsediyor. “Osultan-ı zîşan beni sizlere gönderdiğini” söylüyor. Bak, öylehârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zat opadişahın bir memur-u mahsusudur.

Haşiye-1 Gemi tarihe ve cezire ise Asr-ı Saadete işarettir. Şu asrın zulümatlısahilinde mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizinegirip, tarih ve siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziretü’l-Arabmeydanına çıkıp, Fahr-i Âlemi (a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zato kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü vezamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâletzulümâtını dağıtmıştır.Haşiye-2 Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan mu’cizât-ıAhmediyedir (a.s.m.).

Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şuceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki harikulâde suretindebütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes,buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlardinliyor; belki hayvanlar da, hattâ bak, dağlar da onungetirdiği emirlerini dinliyorlar ki,yerlerindenkımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yeregidiyorlar.Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını dabir âb-ı kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı hayatiçiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlisinde mühimlâmba,HAŞİYE-1 onun işaretiyle, bir iken ikileşiyor. Demek,bu memleket bütün mevcudatıyla onun memuriyetinitanıyor. Onu “gaybî bir zât-ı mu’ciznümânın en has vedoğru bir tercümanıdır,” bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımınınkeşşafı ve evâmirinin tebliğine emin bir elçisi olduğunu

Page 386: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

biliyor gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.

İşte, bu zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklıbaşında olanlar,“Evet, evet, doğrudur” derler, tasdikederler. Belki şu memlekettedağlar, ağaçlar, bütünmemleketleri ışıklandıran büyük nur lâmbası,HAŞİYE-2 ozâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle “Evet, evet, herdediğin doğrudur” derler.

İşte, ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hassasınamahsus bin nişan taşıyan şu nuranî ve muhteşem ve pekciddî zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ilerigelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir zât-ımu’ciznümâdan ve zikrettiği evsâfından ve tebliğ ettiğievâmirinde hiçbir vech ile hilâf ve hile bulunabilir mi?Bunda hilâf-ı hakikat kabilse, şu sarayı, şu lâmbaları, şucemaati, hem vücutlarını, hem hakikatlerini tekzip etmeklâzım gelir. Eğer haddin varsa, buna karşı itiraz parmağınıuzat, gör: Nasıl parmağın burhan kuvvetiyle kırılıp seningözüne sokulacak!

Haşiye-1 Mühim lâmba, kamerdir ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani,Mevlânâ Câmî‘nin dediği gibi, “Hiç yazı yazmayan o ümmî zat, parmakkalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı iki elli yapmış.” Yani,şaktan evvel, kırk olan mim’e benzer; şaktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaretolan iki nun’a benzedi.Haşiye-2 Büyük bir nur lâmbası, güneştir ki, arzın şarktan geri dönmesiyleyeniden güneşin görünmesi, kucağında Peygamberin (a.s.m.) yatmasıyla ikindinamazını kılmayan İmam-ı Ali (r.a.) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edâenkılmış.

ON İKİNCİ BURHAN

Gel, ey bir parça aklı başına gelen birader! Bütün on bir

Page 387: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

burhan kuvvetinde bir burhan daha göstereceğim. İşte,bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veyahürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, şu nuranîfermanaHAŞİYE-1 bak. O bin nişanlı zat, onun yanına durmuş,o fermanın meâlini umuma beyan ediyor.

Haşiye-1 Nuranî ferman Kur’ân’a ve üstündeki turra ise i’câzına işarettir.

İşte, şu fermanın üslûpları öyle bir tarzda parlıyor ki,herkesin nazar-ı istihsanını celb ediyor. Ve öyle ciddî,ehemmiyetli meseleleri zikrediyor ki,herkes kulak vermeyemecbur oluyor. Çünkü bütün bu memleketi idare edenvebu sarayı yapan ve bu acaibi izhar eden zâtın şuûnâtını,ef ’âlini, evâmirini, evsâfını birer birer beyan ediyor.

O fermanın heyet-i umumiyesinde bir turra-i âzamolduğu gibi, bak, herbir satırında, herbir cümlesinde taklitedilmez bir turra olduğu misillü, ifade ettiği mânâlar,hakikatler, emirler, hikmetler üstünde dahi o zâta mahsusbirer mânevî hâtem hükmünde ona has bir tarz görünüyor.Elhasıl, o ferman-ı âzam, güneş gibi o zât-ı âzamı gösterir;kör olmayan görür.

İşte, ey arkadaş! Aklın başına gelmişse, bu kadar kâfi...Eğer bir sözün varsa şimdi söyle.

O inatçı adam cevaben dedi ki: “Ben senin buburhanlarına karşı yalnız derim: Elhamdü lillâh, inandım.Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzdainandım ki, şu memleketin tek bir mâlik-i zülkemâli, şuâlemin tek bir sahib-i zülcelâli, şu sarayın tek bir sâni-i

Page 388: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

zülcemâli bulunduğunu kabul ettim. Allah senden razıolsun ki, beni eski inadımdan ve divaneliğimden kurtardın.Getirdiğin burhanların herbirisi tek başıyla bu hakikatigöstermeye kâfi idi. Fakat herbir burhan geldikçe, daharevnaktar, daha şirin, daha hoş, daha nuranî, daha güzelmarifet tabakaları, tanımak perdeleri, muhabbetpencereleri açıldığı için bekledim, dinledim.”

Tevhidin hakikat-i uzmâsına ve Âmentü billâh imanınaişaret eden hikâye-i temsiliye tamam oldu. Fazl-ı Rahmân,feyz-i Kur’ân, nur-u iman sayesinde, tevhid-i hakikîningüneşinden, hikâye-i temsiliyedeki On İki Burhanamukabil, On İki Lem’a ile bir Mukaddimeyi göstereceğiz.

1و�م�ن� الTUه� التو>ف�يق( و�الهداي�ة

1. Başarı ve doğruyu bulma ancak Allah’tandır.

Page 389: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1باسم�ه� س(بح�انه(2و�ا0ن م�ن ش�>ءZ ا0ال5 ي(س�ب�ح( بح�مده�

ك@اته( 3الس$ال�م( ع�ليK7م و�ر�حم�ة الTUه� و�ب�ر�

1. Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.2. “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.3. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Şu kâinat semasının gurubu olmayan mânevî güneşiolan Kur’ân-ı Kerim; şu mevcudat kitab-ı kebirinin âyât-ıtekvîniyesini okutturmak, mahiyetini göstermek içinşuaları hükmünde olan envarını neşrediyor. Ukul-ü beşeritenvir ile sırat-ı müstakimi gösteriyor. Beşeriyet âlemindeher fert, hilkatindeki makasıdı ve fıtratındaki metâlibi veistikametindeki gayesini, o hidayet güneşinin nuru ilegörür, anlar ve bilir. O hidayet nurunun tecellisine mazharolanlar, kalb kabiliyeti nisbetinde ona âyinedarlık ederekkurbiyet kesbeder. Eşya ve hayatın mahiyeti o nur iletezahür ederek, ancak o nur ile görülür, anlaşılır ve bilinir.Şems-i Ezeliyenin mânevi hidayet nurlarını temsil edenKur’ân-ı Kerîm, kalb gözüyle hak ve hakikati görmeyitemin eder. Onun için, onun nurundan uzakta kalanlar,zulümatta kalırlar. Zira herşey nur ile görülür, anlaşılır vebilinir. İşte şu kitab-ı kebirin mânevî ve sermedî güneşi

Page 390: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olan Kur’ân-ı Kerîmin nur-u tecellîsine bu asrımızda “Nur”ismiyle müsemmâ olan Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisimazhar olmuştur. O Nurlar ki, zulümattan ayrılmakistemeyen yarasa tabiatlı, gaflet uykusuyla gündüzünügece yapan sefahet-perest, aklı gözüne inmiş, zulümattakalarak gözü görmez olanlara ve yolunu şaşıranlara karşıprojeksiyon gibi nurlarını iman hakikatlerine tevcih edereksırat-ı müstakîmi büsbütün kör olmayanlara gösteriyor. Nurtopuzunu ehl-i küfür ve münkirlerin başına vurup “Yaaklını başından çıkar at hayvan ol, yahut da aklını başınaalarak insan ol!” diyor.

İlim bir nevi nur olduğuna göre, Risale-i Nur’un ilmeolan en derin vukufunu gösterecek bir-iki deliline kısaişaret ederiz.

Evvelâ: Şunu hatırlamalıyız ki: Risale-i Nur, başkakitapları değil, belkiyalnız Kur’ân-ı Kerîmi üstad olaraktanıması ve ona hizmet etmesiitibarıyla; makbuliyetihakkında bizim bu mevzuda söz söylememize hâcetbırakmıyor. Biz, ancak ilim erbabı mabeyninde Risale-iNur’un değerini tebârüz ettirmek için ilâveten deriz ki:

Risale-i Nur, şimdiye kadar hiçbir ilim adamının tam birvuzuhla ispat edemediği en muğlâk meseleleri, gayet basitbir şekilde, en âmi avam tabakasından tut, tâ en âli havastabakasına kadar herkesin istidadı nisbetindeanlayabileceği bir tarzda, şüphesiz ikna edici ve yakinî birşekilde izah ve ispat etmesidir. Bu hususiyet hemen hemenhiçbir ilim adamının eserinde yoktur.

Page 391: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

İkincisi: Bütün Nur eserleri Kur’ân-ı Kerîmin bir kısımâyetlerinin hakiki tefsiri olup, onun mânevi i’câzınınlem’aları olduğunu her hususta göstermesidir.

Üçüncüsü: İnsanların en derin ihtiyaçlarına kat’î delilve burhanlarla ilmî mahiyette cevap vermesidir. Meselâ,Vâcibü’l-Vücudun varlığı ve âhiret ve sair imânrükünlerini, bir zerrenin lisan-ı hal ve kàl suretindetercümanlığını yaparak ispat etmesi. En meşhur İslâmfeylesoflarından İbn-i Sina, Farâbî, İbn-i Rüşd bumesleklerde bütün mevcudatı delil olarak gösterdiklerihalde, Risale-i Nur, o hakikatleri aynen bir zerre veya birçekirdek lisanıyla ispat ediyor. Eğer Risale-i Nur’un ilmîkudretini şimdi onlara göstermek mümkün olsaydı, onlarhemen diz çöküp Risale-i Nur’dan ders alacaklardı.

Dördüncüsü: Risale-i Nur, insanın senelerce uğraşarakelde edemeyeceği bilgileri, komprime hülâsalar nev’indenkısa bir zamanda temin etmesidir.

Beşincisi: Risale-i Nur, ilmin esas gayesi olan rıza-yıİlâhîyi tahsile sebep olması ve dünya menfaatine ilmihiçbir cihetle âlet etmeyerek tam mânâsıyla insaniyetehizmet gibi en ulvî vazifeyi temsil etmesidir.

Altıncısı: Risale-i Nur, kuvvetli ve kudsî ve imânî birtefekkür semeresi olup bütün mevcudatın lisan-ı hal ve kàlsuretinde tercümanlığını yapar. Aynı zamanda imânhakikatlerini ilmelyakîn ve aynelyakîn ve hakkalyakînderecelerinde inkişaf ettirir.

Page 392: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Yedincisi: Risale-i Nur, bütün ilimleri câmi oluşudur.Adeta ilim iplikleriyle dokunmuş müzeyyen kumaş gibidir.Ve şimdiye kadar hiçbir ilim erbabı tarafındansöylenmemiş ve her ilme olan en derin vukufunu tebarüzettiren vecizeler mecmuasıdır. Misal olarak birkaçınızikrederek, heyet-i mecmuası hakkında bir fikir edinmekisteyenlere Risale-i Nur bahrine müracaat etmesini tavsiyeederiz.

1. “Sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halketmiştir.”

2. “Bir kelebeğin midesini tanzim eden, Manzume-iŞemsiyeyi dahi o tanzim etmiştir.”

3. “Bir zerreyi icad etmek için, bütün kâinatı icadedecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Zira şu kitab-ıkebîr-i kâinatın herbir harfinin, bâhusus zîhayat herbirharfinin, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü ve nâzırbirer gözü vardır.”

4. “Tabiat, misalî bir matbaadır; tâbi’ değil. Nakıştır,nakkâş değil. Mistardır, masdar değil. Nizamdır, nâzımdeğil. Kanundur, kudret değil. Şeriat-ı iradiyedir, hakikat-ihariciye değil.”

5. “Sabit, daim, fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi, âlem-iemirden, sıfat-ı iradeden gelmiş ve kudret ona vücud-uhissî giydirmiştir, bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadefetmiştir...” Ve hâkezâ, binler vecizeler var.

Page 393: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1الب�اق�� ه(و� الب�اق��

Üniversite Nurcuları namına duanıza çok muhtaç

Mustafa Ramazanoğlu

1. Bâkî olan sadece Odur.

Page 394: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

(Ankara Üniversitesi Nur talebelerininbir mektubu)

Aziz, sıddık kardeşlerimiz,

Mektubunuzdan, İslâm güneşinin bir ziyasını sezer gibiolduk. Yüzlerce seneden beri insaniyet aleyhine, İslâmiyetzararına mütecaviz fikir neşreden ehl-i küfrün tahriplerinitamir için ortaya atılan Risale-i Nur’un, sizlerinmektubunuzdan, gençlerin arasına yayıldığını sezdik. Ebedîhayat yolunun hakperest yolcuları, hayâlî boş lâfları terkedip, Risale-i Nur’la küfür tohumlarını eriteceklerdir.Nur’un talebeleri, ehl-i kalb ve imanın hakikîkardeşleridirler. Siz kardeşlerimizin mektupları, bizlere hızveriyor ve verecek. Kur’ân’ın tefsiri olan Risale-i Nur, bizedalâlette kalmanın ve küfürle mücadele etmemenin buzamanda büyük ahmaklık olduğunubildiriyor.Komünistliğin, anarşistliğin, masonluğun kuvvetkazandığı bir devirde en mühim bir vazife, Nur’a hizmetetmek ve rıza-yı İlâhîyi tahsil için onu isteyene vermektir.Bu en baş ve en ehemmiyetli, en kıymetli ve mübarekvazifemizden bizi döndürmek isteyen en ağır hücumlardahi, bizlerin hızını arttıracaktır.

Risale-i Nur bize öğretiyor ve ispat ediyor ki, bu dünya,

Page 395: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bir misafirhanedir. Ebedî hayatı isteyenler, misafirhanedekivazifelerine dikkat gösterdikleri nispette memnun edilirler.Demek ki, şimdi en esaslı vazifemiz, bataklıktan kurtulmakisteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmışkalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarakNurun dellâllığını yapmaktır. Bilhassa ve bilhassa şurasıçok ehemmiyetli ve pek mühimdir ki, en başta ve en evvelRisale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumakve o muazzam eser külliyatındaki Kur’ân ve imanhakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas veşartlarla, o harika eser külliyatını bir an evvel ikmaletmektir. İşte bu nimet-i uzmâya nail olan her genç veherkes, bire yüz, bin kuvvetinde, kendine, vatan vemilletine faydalı olur. Vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâmçapında hizmet edebilecek bir vaziyete gelebilir. Bununiçin, başta Hazret-i Üstadımız Bediüzzaman ve onun hakikîve ihlâslı talebeleri olmaya lâyık sizlerden dua istirhamediyoruz ki, Risale-i Nur’un mecmualarını bir an evveltemin edelim, arayalım, bulalım; dikkat, tefekkür ve ihlâslaokuyalım. Kur’ân ve iman hizmetine bu vaziyette koşalım.Risale-i Nur’un bu asırdaki makbuliyetine işaret edendeliller fazlasıyla mevcut olduğuna göre, insaf sahibi hermü’min kardeşimiz, onun tabiî bir yardımcısıdır.

Hem madem, Risale-i Nur bu asra has hususiyetlertaşıyor. Hem madem binlerce âlimlerin takdirleriylekarşılanıyor. Hem madem, Kur’ân’ın dellâllığını yapankahraman Üstad, eşine rastlanmayacak birmükemmeliyetle, dürüst adımlarla, hakikî prensiplerle,

Page 396: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bütün hayatını iman ve İslâmiyete vakfetmiş, dünyevîhiçbir menfaat aramadan sırf Allah rızası uğrunaçalışmıştır. Hem mâdem, bütün kuvvetiyle Nur talebeleride, iman ve İslâmiyete Ehl-i Sünnet dairesinde hizmet içinhayatlarını dahi çekinmeden veriyor ve süflî menfaatpeşinde değildirler. Ve madem yüz binlerce Nur talebeleribütün tazyik ve tehditlere rağmen bu hakikati fiilen ispatetmişler. Hem her talebe, bugün cereyan eden bâtılfelsefenin akidelerine hakikî mantıkî cevaplar vermeküzere yetişmişler ve yetişiyorlar. Hem her ihtiyacımızaKur’ân cevap veriyor; onda lâzım olan her hakikat sariholarak vardır. Ve madem Kur’ân, en güzel şekilde dersveren Allah’ın hediyesi, bir nuru ve rahmetidir. Öyleyse, buhazine-i rahmeti ve menba-ı hakikati ders veren ve hakikîsurette gençliğin ve avâmın anlayabileceği bir şekildebildiren Risale-i Nur’u, dikkat ve tefekkürle ve devamlıolarak müsait vakitlerimizi boşa gidermeden okumakveyazmak, en büyük ibadet ve zevk kaynağıdır. Hal veistikbalin ve bizgençlerin, çok leziz ve iştiyakla alacağıgayet nâfi ve vâfi bir ilâç ve bir tiryaktır, bir mânevîkurtarıcıdır. Bu kat’î hakikatler meydanda iken, ona bütünkuvvetimizle sarılmamak, baştan aşağı Risale-i Nur’utetkik etmemek, alâkadar olmamak, ancak gafletin eseriolabilir.

Hem, kim hakikat peşinde koşuyorsa, Risale-i Nur’danders alması lâzımdır. Ve Nur yolunda giden her münevver,hakikî saadete kavuşacak ve yeryüzünün mahiyetini derkedecektir diye, biz Ankara Nur talebeleri dahi ittifak

Page 397: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ediyoruz. Ebedî hayat hazinesini gösteren Kur’ân-ıHakîmin nuru olan Risale-i Nur, elbette bir zaman dünyayıçınlatan nurlu sesini yükseltecektir.

Madem İslâm âlimleri, hadis-i şerife göre, dünya ikbalve heveslerinin peşinde koşmadıkça, peygamberlerin enemin vârisleridirler. Biz de Risale-i Nur’u onun tam vârisibiliyoruz. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, hakikî vârisolmanın esasını yaşamış ve yaşıyor. Onun karşısına çıkankörler ve sağırlar ve hissiz gafiller küçüleceklerdir. Böylemuazzam bir olgunluğa sahip olan Risale-i Nur, elbettebütün feylesofları, dünya ilim ve hak erbabını çağıracak veher akl-ı selim ve kalb-i kerim olan mübarek insanlarıtalebesi yapacak. Bu da inşaallah uzakta değil, yakındatahakkuk edecektir. Dünya, ekseri feylesofların ve âlimlerindediği gibi, yep yeni bir oluşun eşiğindedir. Dünya, nurunuarıyor. Hakikat şairi Mehmet Âkif,

O nuru gönder, İlâhî, asırlar oldu yeter!Bunaldı milletin âfâkı bir sabah ister.

diye, işte bu nura işaret ettiği, bugün bizce bir hakikattir.

Ankara Üniversitesi

Nur talebeleri

Page 398: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1باسم�ه� س(بح�انه(

1. Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Çok aziz, çok mübarek, çok müşfik, çok sevgiliÜstadımız Hazretleri,

Risale-i Nur’u, himmet ve dualarınızla, dikkat vetefekkürle okudukça, bu muazzam eser külliyatının tılsım-ıkâinatın muammâsını keşf ve halleden bir keşşafolduğunu, hal ve istikbalin bir mürşid-i ekberi ve birrehber-i âzamı olduğunu, yine dua ve himmetinizle idrakediyoruz. Evet, Üstadımız Hazretleri Risale-i Nur’u okuyanher idrak sahibi anlıyor ki, Risale-i Nur, gerek bu asrın,gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini fikirkaranlıklarından kurtarıp, tenvir ve irşad edecektir.

Risale-i Nur, yalnız bu vatan ve millet için değil, âlem-iİslâm ve bütün beşeriyetin ihtiyacına cevap verecek birkülliyat olarak telif edilmiştir. Bugün, tarihte hiçgörülmemiş bir fecaat ve felâket içerisinde çırpınanbeşeriyet için, halâskâr olarak Risale-i Nur’a sarılmaktanve ne pahasına olursa olsun, Risale-i Nur’un nuranî veparlak eczalarını elde edip dikkat ve tefekkürle okumaktanbaşka bir kurtuluş çaresi yoktur. Risale-i Nur’u okuyan

Page 399: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

herkes, bu hakikati idrak etmiş ve etmektedir. Eğer bizmuktedir olsak, bu hakikati, kâinata nazır bir mahalle çıkıp,bütün kâinata ilân edeceğiz. Fakat madem ki bunamuvaffak olamıyoruz ve madem ki Risale-i Nur’uncihanşümul kıymetini bu derece Üstadımızın himmetiyleidrak etmişiz; şu halde o nur ve feyiz hazinesi, irfan vekemâlât menbaı olan Risale-i Nur’u, bir dakikamızı bileboş geçirmeden, mütemadi ve devamlı bir şekilde hergünve her saat okuyacağız ve bu uğurda geceli gündüzlüçalışacağız inşaallah. Fakat, her an bütün işlerimizdeolduğu gibi, bunda da büyük Üstadımızın dua vehimmetiyle muvaffak olabileceğiz.

Hem şu hakikat zahir ve bâhirdir ki: Bir kimse allâmedahi olsa, Risale-i Nur’un ve müellifinin talebesidir,Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gafletederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip Risale-iNur Külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete dûçarolur. Fakat biz, idrak ettiğimiz bu muazzam hakikatkarşısında, beşeriyetin halâskârı ve milyarlarca insanlarınfevkinde olan bir memur-u Rabbanîye nasıl minnettar vemedyun olduğumuzu tarif edemiyoruz. Yine dua vehimmetinizle idrak etmişiz ki, Kur’ân-ı Kerîmin birmucize-i maneviyesi olan harikaRisale-i Nur Külliyatınınbir satırından ettiğimiz istifadenin, bir miktar-ı mukabilinidahi ödemeye gücümüz yetişmez. Bunun için, ancakCenâb-ı Hakka şöyle yalvarmaya karar verdik:

“Yâ Rab! Bizi ebedî haps-i münferidden kurtarıp bâki vesermedî bir âlemin saadetine nâil edecek bir hakaik

Page 400: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hazinesinin anahtarını Risale-i Nur gibi nazirsiz bir eseriylebahşeden sevgili ve müşfik Üstadımızı, zâlimlerin vedüşmanların suikastlarından muhafaza eyle, Kur’ân veiman hizmetinde daima muvaffak eyle. Ona sıhhat veâfiyetler, uzun ömürler ihsan eyle” diye dua ediyoruz.

Evet, Üstadımız Hazretleri, Risale-i Nur’u dikkat vetefekkürle okumak nimet-i uzmâsına nail olan biz bir kısımüniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahminle değil,tahkikî ve tetkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacakolan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki,zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet vedehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bediüzzamanortadan kadırmaya inâyet-i Hak ile muvaffak olacaktır.

Bizim bu kanaatimiz, safdilâne veya tahminle değildir;ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir. Bunun için, muarızolan dahi bu hakikati kalben tasdik edecektir. Dua veşefkat buyurun, Kur’ân ve iman hizmetinde fedâi olalım.Risale-i Nur’u, bir dakikamızı bile kaybetmeden okuyalım,yazalım, ihlâs-ı tamme muvaffak olalım.

Üniversite Nur talebeleri namına

Abdülmuhsin

Page 401: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1باسم�ه� س(بح�انه(2و�ا0ن م�ن ش�>ءZ ا0ال5 ي(س�ب�ح( بح�مده�

ك@اته( 3الس$ال�م( ع�ليK7م و�ر�حم�ة الTUه� و�ب�ر�

1. Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.2. “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.3. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Şimdiye kadar gizli münafıklar Risale-i Nur’a kanunla,adliye ile ve âsâyiş ve idare noktasından hükûmetin bazıerkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz, müsbet hareketettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman tedâfüîvaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı. Bilâkistecavüzleri Risale-i Nur’un dairesini genişlettirdi. Bu defayeni hurufla Asâ-yı Mûsâ’yı tab etmek niyetimiz, ihtiyarımızolmadığı halde, tecavüz vaziyeti Risale-i Nur’a veriliyorgibidir. Bu hâdisenin ehemmiyetli bir hikmeti şu olmakgerektir:

Risale-i Nur, bu mübarek vatanın mânevî bir halâskârıolmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli mânevî belâyı def etmekiçin matbuat âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermekzamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.

Page 402: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlûp edenve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlikcereyanı, bu vatanı mânevî istilâsına karşı Risalei’n-Nur,sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesinigörebilir ve âlem-i İslâmın bu mübarek vatanın ahalisinekarşı pek şiddetli itiraz ve ittihamlarını izale etmek içinmatbuat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kalbimeihtar edildi.

Ben dünyanın halini bilmiyorum. Fakat Avrupa’daistilâkârâne hükmeden ve edyan-ı semâviyeyedayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı Risale-i Nurhakikatleri bir kale olduğu gibi, âlem-i İslâmın ve Asyakıt’asının hal-i hazırdak itiraz ve ittihamını izale ve eskidekimuhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan birmucize-i Kur’âniyedir. Bu memleketin vatanperversiyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur’u tab ederekresmî neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siperolsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pekkuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nurolmasaydı, bu dehşetli asırda, acip inkılâp ve infilâklardabu mübarek vatan, Kur’ân’ını, imanını dehşetlisadmelerden tam muhafaza edebilir miydi? Her neyse...Risale-i Nur’a, daha vatana, idareye zararı dokunmakbahanesiyle tecavüz edilmez; daha kimseyi o bahaneyleinandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesialtında bazı safdil hocaları veya bid’a taraftarı veyaenaniyetli sofi meşreplileri bazı kurnazlıklarla Risale-i

Page 403: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Nur’a karşı—iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarındaolduğu gibi—istimal etmek ve Risale-i Nur’a veşakirtlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeye münafıklarçabalıyorlar. İnşaallah muvaffak olamazlar. Risale-i Nurşakirtleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakittemünakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim veimansa, dost olsunlar, “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bizeilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz” deyip yatıştırsınlar.

Saniyen,

Mübareklerin pehlivanı hem Abdurrahman, hem Lütfi,hem Büyük Hafız Alimânâlarını taşıyan büyük ruhlu KüçükAli kardeşimiz bir sual soruyor. Halbuki o sualin cevabıRisale-i Nur’da yüz yerde var. “Risale-i Nur’un erkân-ıimaniye hakkında bu derece kesretli tahşidatı ne içindir?Bir âmî mü’minin imanı büyük bir velînin imanı gibidir,diye eski hocalar bize ders vermişler?” diyor.

Elcevap: Başta Âyetü’l-Kübrâ merâtib-i imaniyebahislerinde; ve âhire yakın müceddid-i elf-i sâni İmam-ıRabbanî beyanı ve hükmü ki, “Bütün tarikatlerinmüntehası ve en büyük maksatları, hakaik-i imaniyenininkişafıdır. Ve bir mesele-i imaniyenin kat’iyetle vuzuhu,bin kerametlerden ve keşfiyatlardan daha iyidir”; veÂyetü’l-Kübrâ’nın en âhirdeki ve Lâhikadan alınan omektubun parçası ve tamamının beyanatı cevap olduğugibi, Meyve Risalesi’nin tekrarat-ı Kur’âniye hakkındaOnuncu Meselesi, tevhid ve iman rükünleri hakkındatekrarlı ve kesretli tahşidat-ı Kur’âniyenin hikmeti, aynen

Page 404: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bitamamiha onun hakikî tefsîri olan Risale-i Nur’dacereyan etmesi de cevaptır.

Hem, iman-ı tahkikî ve taklidî ve icmâlî ve tafsilî veimanın bütün tehacümata ve vesveseler ve şüphelere karşıdayanıp sarsılmamasını beyan eden Risale-i Nurparçalarının izahatı, büyük ruhlu Küçük Ali’nin mektubunaöyle bir cevaptır ki, bize hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.

İkinci cihet: İman, yalnız icmâlî ve taklîdî bir tasdikemünhasır değil; bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacınakadar ve eldeki aynada görünen misalî güneşten tâ denizyüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri veinkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatlerivar ki, bin bir esmâ-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyeninkâinat hakikatleriyle alâkadar çok hakikatleri var ki,“Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemâlât-ı insaniyeninen büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli veburhanlı mârifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifaketmişler.

Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur.Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pekçok meratip var. O meratiplerden ilmelyakîn mertebesi,çok burhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşıdayanır. Halbuki taklidî iman bir şüpheye karşı bazanmağlûp olur.

Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakînderecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esmâ-iİlâhiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir

Page 405: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.

Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çokmertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat ordularıhücum da etse bir halt edemez. Ve ulemâ-i ilm-i kelâmınbinler cilt kitapları, akla ve mantığa istinaden telif edilip,yalnız o mârifet-i imaniyenin burhanlı ve aklî bir yolunugöstermişler. Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevkeistinaden o mârifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izharetmişler. Fakat, Kur’ân’ın mucizekâr cadde-i kübrâsı,gösterdiği hakaik-i imaniye ve mârifet-i kudsiye, o ulemâve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.

İşte, Risale-i Nur bu cami ve küllî ve yüksek mârifetcaddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’ân aleyhine veİslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabınatahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur’ân ve iman namınamukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidataihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-iimanın imanını muhafazasına Kur’ân nuruyla vesile olsun.

Hadîs-i şerifte vardır ki: “Bir adam seninle imanagelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan dahahayırlıdır.”1 “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadettendaha hayırlı olur.”2 Hattâ Nakşîlerin hafî zikre verdiğibüyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.

3الب�اق�� ه(و� الب�اق��

Page 406: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Kardeşiniz Said Nursî

1. Buhari, Cihad: 102, 143; Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 34; Dârimî,İlim: 10;el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr: 6:359, hadis no: 9606.1. El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn,4:409 (Kitâbu’t-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:78.2. Bâkî olan sadece Odur.

Page 407: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

1و�به� نستع�ين(

1. Ancak ondan yardım dileriz.

Önsöz[Medine-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlimin

Bediüzzaman Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatı için yazdığı birönsözdür.]

Büyük İkbâl’e ait olan Önsözde demiştim ki:“Büyüklerin tarih-i hayatları okunurken, ulvî menkıbelersöylenip aziz hâtıraları anılırken, insan başka bir âlemegirdiğini hissediyor. Gönlünü, ter temiz sevgi hislerinin ulvîateşi yakıyor ve İlâhî feyzi sarıyor. Tarih öyle büyükinsanlar kaydeder ki, birçok büyükler, onlara nisbetleküçük kalır.

Tarihe şerefler veren erler anılırken,Yükselmede ruh, en geniş âlemlere yerden.

Page 408: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,Geçmiş gibi Cennetteki gül bahçelerinden.

Bu derin hakikati, Önsözü yazarken bütün azamet veihtişamıyla idrak etmiş bulunuyorum. Zira, aziz vemuhterem okuyucularımıza en derin bir ihlâs vesamimiyetle takdim ettiğimiz bu eser, hemen bir asrayaklaşan uzunve bereketli ömrünün her safhası binlerleharikaya sahne olan gönüller fâtihi büyük ÜstadBediüzzaman Said Nursî’ye, onun yüz otuz parçadan ibaretolan Risale-i Nur Külliyatına ve ahlâk ve faziletleri, ihlâs vesamimiyetleri, iman ve irfanlarıyla hayatın her safhasındasadece bir ülkeye değil, bütün insanlık âlemineter temizörnekler vermekte devam eden Nur talebelerine aittir.

Bir kitabın mukaddemesini, o kitabın hülâsası diye tarifederler. Halbuki, her mevzuu müstakil bir eseresığmayacak kadar derin ve geniş olan bu muazzam kitabınmuhteviyatını böyle birkaç sayfalık mukaddemeyesığdırmak kabil midir?

Bugüne kadar âcizane yazdığım manzum ve mensuryazılarımın hiçbirisinde bu kadar acz ve hayret içerisindekalmamıştım. Binaenaleyh, bu eseri derin bir zevk, İlâhî birneş’e ve coşkun bir heyecanla okuyacak olanlar,hayranlıkla görecekler ki, Bediüzzaman, çocukluğundanberi müstesna bir şekilde yetişen ve bütün ömrü boyuncaİlâhî tecellilere mazhar olan bam başka bir âlim vemümtaz bir şahsiyettir.

Ben, bu büyük zatı, eserlerini ve talebelerini inceden

Page 409: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

inceye tetkik edip de o nur âleminde hissen, fikren veruhen yaşadıktan sonra, büyük ve eski bir Arap şairinin, birbeytiyle çokderin bir hakikatı ifade ettiğini öğrendim:“Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak Cenâb-ı Hakka zorgelmez.”

Gayesinin ulviyetinden, dâvâsının ihtişamından veimanının azametinden feyiz ve ilham alan bu kutbuncâzibesine takılanların adedi günden güne çoğalmaktadır.

Akıllara hayret veren bu ulvî hadise, münkirlerikahrettiği gibi, mü’minleri de şâd ve mesrur eylemektedevam edip gidiyor.

İmanlı gönüllerde mânevî bir rabıta halinde yaşayan buİlâhî hâdiseyi, büyük bir mücahid, kalbleri vecd içindebırakan bir üslûpla, bakınız, nasıl ifade ediyor:

“Ahlâksızlık çirkefinin bir tufan halinde her istikametetaşıp uzanarak her fazileti boğmaya koyulduğu karagünlerde, onun, yani Bediüzzaman’ın feyzini bir sır gibikalbden kalbe mukavemeti imkânsız bir hamle halindeintikal eder görmekle tesellî buluyoruz.Gecelerimiz çokkarardı; ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakınolur.”

Evet, bir sır gibi kalbden kalbe mukavemeti imkânsız birhalde yayılıp dağılan bu nurun, memleketin her köşesinde

Page 410: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

feyiz ve tesirini görenler, hayret ve dehşetler içindesormaya başladılar: “Şöhretimemleketimizin her tarafınıkaplayan bu zat kimdir? Hayatı, eserleri, meslek vemeşrebi nedir? Tuttuğu yol bir tarikat mı, bir cemiyet mi,yoksa siyasî bir teşekkül müdür?”

Bununla da kalmadı; derhal gerek idarî ve gerek adlîçok mühim takipler ve pek ciddî tetkikler, uzun vemüselsel mahkemeler cereyan etti. Neticede, bu İlâhîtecellînin gönüller ülkesine kurulan bir iman ve irfanmüessesesinden başka birşey olmadığı tahakkuk edince,adaletin İlâhî bir surette tecellîsi şu şekilde zuhur etti:Bediüzzaman Said Nursî ve bütün Risale-i Nur eserlerininberaati kararı resmen ilân edildi. Ve artık, ruhun maddeye,hakkın bâtıla, nurun zulmete, imanın küfre her zamangalebe çalacağı, ezelden ebede değişmeyecek olan İlâhîkanunların başında gelen bir hakikat olduğu güneşler gibibelirdi.

Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçınınmahiyet ve hakikatini, sadakat ve samimiyetini gösterenen gerçek miyar, dâvâsını ilâna başladığı ilk günlerle,muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvîve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır,derler.

Meselâ, o adam ilk günlerde mütevazi, âlicenap, feragatve mahviyetkâr, hülâsa, bütün ahlâk ve fazilet bakımındancidden örnek olan gayet temiz ve son derece mümtaz birşahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup hislerde,

Page 411: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra, yine o eskitemiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa, zaferneş’esiyle, birçok büyük sanılan kimseler gibi yere göğesığmaz mı olmuş?

İşte, büyük küçük herhangi bir dâvâ ve gaye sahibininmahiyet ve hakikatini, şahsiyet ve hüviyetini en hakikîçehresiyle aksettirecek olan en berrak ayna budur.

Tarih boyunca, bu müthiş imtihanı kazanmanın şahesermisalini, evvelâ peygamberler ve bilhassa Sultanu’l-EnbiyaSallâllahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, sonra onun halifeve sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürüyenbüyük zatlar vermişlerdir.

Page 412: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Peygamber Efendimiz, şu 1,yaniالع(لم�اء( و�ر�ثة اال�نبي�اء0

“Âlimler, peygamberlerin varisleridirler” hadis-i şerifleriyle,âlim olmanın pek kolay birşey olmadığını, i’câzkârbelâğatleriyle beyan buyuruyorlar.

1. Buharî,İlim: 10; Ebû Dâvud, İlim: 1; İbn-i Mâce, Mukaddime: 17; Dârimî,Mukaddime: 32; Müsned, 5:196.

Zira, madem ki bir âlim, peygamberlerin varisidir; ohalde, hak ve hakikatin tebliğ ve neşri hususunda, aynenonların tutmuş oldukları yolu takip etmesilâzımdır. Her nekadar bu yol, bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum,dahabeteri, takip, tevkif, muhakeme, hapis, zindan, sürgün,tecrid, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayalegelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa...

İşte, Bediüzzaman, yarım asırdan fazla o mukaddescihadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen vekarşısına çıkanbinlerle engeli bir yıldırım sür’atiyle aşan vepeygamberlerin vârisi olan bir âlim olduğunu amelî birsurette ispat eden bir zattır.

Kendisinin ilmî, ahlâkî, edebî, birçok fazilet vemeziyetleri arasında, beni en çok meftun eden şey, onun, odağlardan daha sağlam, denizlerden daha derin,

Page 413: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

semalardan daha yüksek ve geniş olan imanıdır.

Rabbim, o ne muazzam iman! O ne bitmez ve tükenmezsabır! O ne çelikten irade! Hayal ve hatıralara ürpermelerveren bunca tazyik, tehdit, tâzip ve işkencelere rağmen, one eğilmez baş, ne boğulmaz ses ve nasıl kısılmaz nefestir!

Büyük İkbâl’in heyecanlı şiirlerinden aldığım coşkun birilham neş’esiyle vaktiyle yazdığım “Mücahid” ünvanınıtaşıyan bir manzumede, aşağıdaki mısraları okuyanlardan,belki şâirane bir mübalâğada bulunduğumu söyleyenlerolmuştur.

Lâkin şu mukaddemesini yazmakla şeref duyduğumşaheseri okuyanlar, vecdle dolu bir hayranlıklaanlayacaklar ki, Allah’ın ne kulları varmış! Eğer bir iman,kemâlini bulursa, neler yapar ve ne harikalar doğururmuş!

Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse,İnsan da, o imandaki son sırra ererse,

En azgın ölümler ona zincir vuramazlar;Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar...

Rabbimden iner azmine kuvvet veren ilham,Peygamberi rüyada görür belki her akşam.

Hep nur onun iman dolu kalbindeki mihrap,Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtap.

Kar, kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz;Mevsim, bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz.

Page 414: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Cennetteki âlemleri dünyada görür de,Mahvolsa eğilmez sıra dağlar gibi derde.

En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa,Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa,

Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez,Ruhundaki imanla yanan meş’ale sönmez!

Kalbinde yanardağ gibi, iman ne mukaddes!Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses:

Ey yolcu! Şafaklar sökecek, durma, ilerle,Zulmetlere kan ağlatacak meşalelerle...

Yıldızlara bas, çık yüce âlemlere, yüksel,İnsanlığı kurtarmaya Cennetten inen el!

Sanki bu mısralar iman kahramanı, büyük mücahidBediüzzaman Hazretleri için yazılmış. Zira bu yükseksıfatlar, hep onun sıfatlarıdır. Cenâb-ı Hak şu âyet-ikerimede, bakınız, mücahidlere neler vaad ediyor:

و�الذين� ج�اه�دوا ف�ينا لنهدي�نه(م س(ب(لنا و�ا0ن الTUه� لم�ع�1الم(حس�ن�ين�

1. Ankebût Sûresi, 29:69.

Meâl-i şerifi: “Bizim uğrumuzda mücahede edenleremutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki, Allahmuhsinlerle (Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle)

Page 415: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

beraberdir.”

Demek ki, iman ve Kur’ân uğrunda candan ve cihandangeçen mücahidlere, büyük Allah, hakikat ve hidayetyollarını göstereceğini vaad buyuruyor. Hâşâ,

Cenâb-ı Hak vaadinde hulf etmez—yeter ki, bu azimvaad-i İlâhîyi icap ettirecek şartlar tahakkuk etsin.

Bu âyet-i kerime, Üstadın karakter ve şahsiyetini tahlilhususunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nurun billûrışığı altında artık en ince çizgileri ve en hassas noktalarıgörüp sezebiliyoruz. Zira, madem ki bir insan Cenâb-ıHakkın hıfz ve himayesinde bulunmak nimetine mazharolmuştur; artık onun için korku, endişe, üzüntü, yılma,usanma ve saire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.

Allah’ın nuruyla nurlanan bir gönlün semasını hangibulutlar kaplayabilir? Her an huzur-u İlâhîde bulunmakbahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu, hangi fâni emel vearzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangipespâye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve tesellî edebilir?

Allah’tır onun yârı, mürebbîsi, velîsi;Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi.

Yükselmededir mârifet iklimine her an,Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur’ân...

Kur’ân ona yâd ettiriyor “Bezm-i Elest“i.Âşık, o tecellînin ezelden beri mesti...

İşte, Bediüzzaman, böyle harikalar harikası bir inâyete

Page 416: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki,zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerinnurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer vaiz ve irşadkürsüsüdür. Oradan insanlığa ulvî bir gaye uğrunda sabırve sebat, metanet ve celâdet dersleri verir. Hapishanelerbirer medrese-i Yusufiyeye inkılâp eder. Oraya girerken, birprofesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer.Zira oradakiler, onun feyiz ve irşadına muhtaç olantalebeleridir. Hergün birkaç vatandaşın imanını kurtarmakve cânileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun içindünyalara değişilmez bir saadettir.

Böyle bir yüksek iman ve ihlâs şuuruna malik olaninsan, hiç şüphesiz ki, zaman ve mekân mefhumlarınınfâniler üzerinde bıraktığı yaldızlı tesirleri kesif maddeâleminde bırakarak, ruhuyla mâneviyat âleminin pırıl pırılnurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir.

Büyük mutasavvıfların (r.a.) fenâ fillâh, bekabillâh diyetarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsîşerefe nail olmaktır.

Evet, her mü’minin kendine mahsus bir huzur, huşû,tefeyyüz, tecerrüd ve istiğrak hali vardır. Ve herkes, imanve irfanı, salâh ve takvâsı, feyiz ve mânevîyatı nisbetindebu İlâhî hazdan feyizyâb olabilir. Lâkin bu güzel hal, butatlı visal ve bu emsalsiz haz, geçen âyet-i kerimedekiihsan erbabı olan o büyük mücahidlerde her zaman devamediyor. Ve işte onlar, bu sebepten dolayıdır ki, Mevlâyıunutmak gafletine düşmüyorlar. Nefisleriyle, arslanlar gibi

Page 417: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bütün ömürleri boyunca çarpışıyorlar. Ve hayatlarının herlâhzası, en yüksek terakki ve tekâmül hatıraları kaydediyor.Ve bütün varlıkları, o cemâl, kemâl ve celâl sıfatlarıylamuttasıf olan Rabbü’l-Âlemînin rızasında erimişbulunuyorlar.

Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin.Âmin.

Yukarıdaki sayfalarda, büyük Üstadın, dostlarını meftunve hayran ettiği kadar da, düşmanlarını dehşetleriçerisinde bırakan azametli imanından bahsettik. Biraz damümtaz şahsiyeti nurdan bir hâle halinde sarmakta olanüstün meziyetlerinden, ahlâk ve kemâlâtından bahsedelim.

Malûm ya, her şahsiyeti, muhtelif ve muayyenmeziyetler çerçeveler. Binaenaleyh, Üstadın şahsiyetinitekvin eden başlıca sıfatlar şunlardır:

Feragati:

Bir dâvâ sahibinin ve bilhassa ıslahatçının muvaffakiyetşartlarının en mühimmi feragattir. Zira gözler ve gönüller,bu mühim noktayı en ince bir hassasiyetle tetkik ve takibemeyyaldirler. Üstadın büyük hayatı ise, baştan başaferagatın şaheser misalleriyle dolup taşmaktadır.

Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan,

Page 418: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm bugün öylemücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi fedaetmeye hazır olacak.”

Büyük adamdan sâdır olan bu büyük sözü tamamenkavrayamadığım için, mutasavvıfların istiğrak hallerindesöyledikleri esrarlı sözlere benzeterek, herkesesöylememiş ve olur olmaz yerlerde de açmamıştım.

Vaktâ ki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçanheyecanlı ifadelerinde de okuyunca anladım ki, büyükleregöre feragatin ölçüsü de büyüyor... Evet, İslâm için bukadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahidleri,Erhamürrâhimîn olan Allahü Zü’l-Kerem Tealâ veTekaddes Hazretleri bırakır mı? O fedaî kulunu lütuf vekereminden, inâyet ve merhametinden mahrum etmek,şânına—hâşâ—yakışır mı?

İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en parlakmisalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. Dünyanınbütün meşru lezzetlerinden tamamen mahrum kaldı. Biryuva kurmak ve orada mes’utbir aile hayatı geçirmeksevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı.Fakat Cenâb-ıHak kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fâni kalemlerle tarifolunamayacak kadar muazzam ve muhteşemdir.

Bugün dünyada hangi bir aile reisi, mânen BediüzzamanHazretleri kadar mes’uttur? Hangi bir babamilyonlarlaevlâda sahip olmuştur? Hem de nasıl evlâtlar!Ve hangi bir üstad bukadar talebe yetiştirebilmiştir?

Bu kudsî ve ruhî rabıta, biiznillâhi teâlâ, dünyalar

Page 419: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

durdukça duracak ve nurdan bir sel halinde ebediyetlerekadar akıp gidecektir. Çünkü bu İlâhî dâvâ, Kur’ân-ıKerîmin nur deryasında tebellür eden bir varlık olduğugibi, Kur’ân’dan doğmuş ve Kur’ân’la beraberyaşayacaktır...

Şefkat ve merhameti:

Büyük Üstad, hak ve hakikati tâ çocukluğundabulmuştu. Kalbinin feryadını ve ruhunun münâcâtınıdinlemek için mağaralara kapandığı günlerde bile ibadetve taatten, tefekkür ve murakabelerden, feyiz ve huzuralmanın zevkine ermiş olan bir ârif-i billâh idi.

Lâkin, karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfürve ilhad kâbusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıylamemleketimizi kaplamaküzere olduğu o tehlikeli günlerde,yatağından fırlayan bir arslan gibi,yanardağları andıran birkükreyişle cihad meydanına atıldı. Bütün rahat vehuzurunu bu mukaddes dâvâya feda etti. Ve işte buhikmete mebnidir ki, o günden beri her sözü bir dilim lâv,her fikri bir ateş parçası olmuş, düştüğü gönülleri yakıyor;hisleri, fikirleri alevlendiriyor.

Büyük Üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra tekrarirşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmam-ıGazâlî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihîmerhaleye benzemektedir.

Demek ki, Cenâb-ı Hak, büyük mürşidleri böyle birmüddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten sonra

Page 420: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tenvir ve irşad vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve busebepledir ki, bir mâ-i mukattardan daha temiz ve berrakolan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalblere aksederetmez bam başka tesirler icra ediyor.

Arz ettiğim gibi, İmam-ı Gazâlî’nin bundan dokuz yüzsene evvel ahlâk ve fazilet sahasında yapmış olduğufütuhatı, bu asırda Bediüzzaman, iman ve ihlâs vâdisindebaşarmıştır.

Evet, Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarınasevk eden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Vebunu bizzat kendisinden dinleyelim:

“Bana ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkındadeğilim. Karşımdamüthiş bir yangın var; alevleri göklereyükseliyor. İçinde evlâdımyanıyor, imanım tutuşmuşyanıyor. O yangını söndürmeye, imanımıkurtarmayakoşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de,ayağımona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangınkarşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dardüşünceler, dar görüşler!”

İstiğnası:

Üstadın, hayatı boyunca cemiyetimizin her tabakasınavermekte olduğu binlerle istiğna örnekleri, dillere destanolmuş bir ulviyeti haizdir.

Mâsivâdan tam mânâsıyla istiğna ederek, uzvî ve ruhîbütün varlığıyla Rabbü’l-Âlemînin bitmez ve tükenmez

Page 421: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

hazinesine dayanmayı, müddet-i hayatında bir itiyad değil,âdeta bir mezhep, meşrep ve meslek olarak kabul etmiştir.Ve bunda da ne pahasına olursa olsun sebat eylemektehâlâ devam etmektedir.

İşin orijinal tarafı: Bu meslek, kendi şahsına münhasırkalmamış, talebelerine de kudsî bir mefkûre halinde intikaletmiştir. Nur deryasında yıkanmak şerefine mazhar olanbir Nur talebesinin istiğnasına hayran olmamak kabildeğildir.

Bakınız, Üstad, Mektubatünvanını taşıyan şaheserinİkinci Mektubunda, bu mühim noktayı altı vecihle nekadar asil bir iman ve irfan şuuruyla izah eder:

“Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i ceretmekle ittiham ediyorlar; ilmi ve dini kendilerine medar-ımaişet yapıyorlar deyip insafsızcasına onlara hücumediyorlar. Binaenaleyh bunları fiilen tekzip lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle

mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde hakkı neşredenlerرى�ا0ن اج1ا0ال5 ع�ل� الTUه�، ا0ن اجرى� ا0ال5 ع�ل� الTUه�

diyerek, insanlardan

istiğna göstermişler...”

1. “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” Hûd Sûresi, 11:29.

İşte, Risale-i Nur Külliyatının mazhar olduğu İlâhîfütuhat, hep bu enbiya mesleğinde sebat kahramanlığınınşaheser misali ve harikulâde neticesidir. Ve bu sayede

Page 422: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Üstad, izzet-i ilmiyesini, cihan-kıymet bir elmas gibimuhafaza eylemiştir.

Artık, herkesin, uğrunda esir olduğu maaş, rütbe, servetve daha nice bin şahsî ve maddî menfaatlerle asla alâkasıolmayan bir insan, nasıl olur da gönüller fatihi olmaz?İmanlı gönüller, nasıl onun feyiz ve nuruyla dolmaz?

İktisatçılığı:

İktisat, bundan evvel bahsettiğimiz “istiğna”nın tefsir veizahından başka birşey değildir. Zaten iktisat sarayınagirebilmek için, evvelâ istiğna denilen kapıdan girmeklâzımdır. Bu sebeple iktisatla istiğna, lâzımla mülzemkabilindendir.

Üstadgibi, istiğna hususunda peygamberleri kendineörnek kabul eden bir mücahidin iktisatçılığı, kendiliğindenhusule gelecek kadar tabiî bir haslet halini alır ve artık onagünde bir tas çorba, bir bardak su ve bir parça ekmek kâfigelebilir. Zira bu büyük insan, büyük ve munsif Fransızşairi Lâ Martin’in dediği gibi: “Yemek için yaşamıyor, belkiyaşamak için yiyor.”

Üstadın meşrep ve mesleğini tamamen anladıktansonra, artık onun yüksek iktisatçılığını böyle yemek içmekgibi basit şeylerle mukayese etmeyi çok görüyorum. Zira,bu büyük insanın yüksek iktisatçılığını mânevî sahalardatatbik etmek ve maddî olmayan ölçülerle ölçmek lâzımgelir.

Meselâ, Üstad, bu yüksek iktisatçılık kudretini sırf

Page 423: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil; bilâkis fikir,zihin, istidat, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibimânevî ve mücerred kıymetlerin israf ve hederedilmemesiyle ölçen bir dâhidir. Ve bütün ömrü boyuncabir karakter halinde takip ettiği bu titiz muhasebe vemurakabe usulünü, bütün talebelerine de telkin etmiştir.Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseriokutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir.Zira, onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu“Dikkat!” kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesigörmektedir.

İşte Bediüzzaman, kudretli bir ıslahatçı ve harikalarharikası bir pedagog (mürebbî) olduğunu, yetiştirdiği tertemiz nesille fiilen ispat etmiş ve iktisat tarihine nurdanpırıltılarla yazılan bir atlas sayfa daha ilâve eden birnâdire-i fıtrattır.

Tevazuu ve mahviyetkârlığı:

Nur Risalelerinin bu kadar harikulâde bir şekilde cihanayayılmasında, bu iki hasletin çok faydası olmuş ve pekderin tesirleri görülmüştür.

Çünkü, Üstad, sohbet ve teliflerinde kendine bir“kutbu’l-ârifîn” ve bir “Gavsu’l-vâsılîn” süsü vermediği için,gönüller ona pek çabuk ısınmış, onu ter temiz birsamimiyetle sevmiş ve derhal ulvî gayesini benimsemiştir.

Mesela, ahlâk ve fazilete, hikmet ve ibrete ait olanbirçok sohbet ve telkinlerini, doğrudan doğruya nefsine

Page 424: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

tevcih eder. Keskin ve âteşîn hitabelerinin ilk ve yegânemuhatabı, öz nefsidir. Oradan, merkezden muhiteyayılırcasına, bütün nur ve sürura, saadet ve huzuramüştak olan gönüllere yayılır.

Üstad, hususî hayatında gayet halim-selim ve sonderece mütevazidir. Bir ferdi değil, hiçbir zerreyiincitmemek için âzamî fedakârlıklar gösterir. Sayısızzahmet ve meşakkatlere, ıztırap ve mahrumiyetlerekatlanır—fakat imanına, Kur’ân’ına dokunulmamakşartıyla...

Artık o zaman bakmışsınız ki, o sâkin deniz, dalgalarısemâlara yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehşetsaçan bir umman kesilmiştir. Çünkü o, Kur’ân-ı Keriminsadık hizmetkârı ve iman hudutlarını bekleyen kahramanve fedai bir neferidir. Kendisi bu hakikati veciz bircümleyle şu şekilde ifade eder:

“Bir nefer nöbette iken, başkumandan da gelse, silâhınıbırakmayacak. Ben de Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve birneferiyim. Vazife başındayken karşıma kim çıkarsa çıksın,hak budur derim, başımı eğmem...”

Vazife başında ve cihad meydanındayken şu mısralarlisan-ı halidir:

Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi,Sinsi düşmanlara, hâşâ, satamam benliğimi.

Page 425: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Benliğimden uzak olmaktır esaret bence,Böyle bir zillete düşmek ne hazin işkence!

Ebedî vuslatın aşkıyla geçer her ânım,Dest-i kudretle yapılmış kaledir imanım,

Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşâdım,Görmek ister beni Cennette şehid ecdadım.

Ruhum oldukça müebbed, ebedîdir ömrüm,En büyük vuslata Allah’a çıkan yoldur ölüm.

Kitaba girmezden evvel, Üstadı ilmî, fikrî, tasavvufî veedebî cepheleriyle de mütalâa etmek isterdim. Fakat çokderin ve pek şümullü olan bu mevzuların birkaç sayfaylahulâsa edilemeyeceğini kat’î bir surette idrak ettiktensonra, artık adı geçen mevzulara birkaç cümleyle temasetmeyi münasip gördüm.

Rabbim imkânlar lûtfederse, bu derin mevzuları,Risale-i Nur Külliyatı ve Nur talebeleri ile birlikte, büyükve müstakil bir eserle, tahlilî bir surette tetkik ve mütalâaetmeyi bütün ruhumla arzu ediyorum. Bu hususta, büyükÜstadımızın ve aziz kardeşlerimin kıymetli dualarını niyazeylerim.

Üstadın ilmî cephesi:

Page 426: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Merhum Ziya Paşa, şu

Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

beytiyle nesilden nesile bir düstur halinde intikaledecek olan çok büyük bir hakikatı ifade etmiştir.

Evet, Müslüman ırkımıza Risale-i Nur Külliyatı gibimuazzam bir iman ve irfan kütüphanesini hediye eden,gönüller üzerinde mukaddes bir nur müessesesi kuranmümtaz ve müstesna zâtın kudret-i ilmiyesi hakkındatafsilâta girişmek, öğle vakti güneşi tarif etmek kadar fuzulîbir iştir.

Yalnız, yanık bir şairimizin,

Hüsn olur kim seyrederken ihtiyar elden gider

dediği gibi, hayatının her lâhzasında İlâhî tecellileremazhar bulunan bu mübarek zâtın, ilim ve irfanından,ahlâk ve kemâlâtından bahsetmek, insana bam başka birzevk ve İlâhî bir haz veriyor. Bunun için sözü uzatmaktankendimi alamıyorum.

Üstad, Risale-i Nur Külliyatında dinî, içtimaî, ahlâkî,edebî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzularatemas etmiş ve hepsinde de harikulâde bir surettemuvaffak olmuştur.

İşin asıl hayret veren noktası, birçok ulemanın tehlikeliyollara saptıkları en çetin mevzuları gayet açık bir şekilde

Page 427: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ve en kat’î bir surette hallettiği gibi, en girdaplıderinliklerden, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin tuttuğu nurluyolu takip ederek sâhil-i selâmete çıkmış ve eserleriniokuyanları da öylece çıkarmıştır.

Bu sebeple, Risale-i Nur Külliyatını aziz milletimizin hertabakasına kemâl-i emniyet ve samimiyetle takdimetmekle şeref duyuyoruz. Nur Risaleleri, Kur’ân-ı Kerîminnur deryasından alınan berrak katreler ve hidayetgüneşinden süzülen billûr huzmelerdir. Binaenaleyh, herMüslümana düşen en mukaddes vazife, imanı kurtaracakolan bu nurlu eserlerin yayılmasına çalışmaktır. Zira,tarihte pek çok defalar görülmüştür ki, bir eser nicefertlerin, ailelerin, cemiyetlerin ve sayısız insan kitlelerininhidayet ve saadetine sebep olmuştur. Ah, ne bahtiyardır oinsan ki, bir mü’min kardeşinin imanının kurtulmasınasebep olur!

Üstadın fikrî cephesi:

Malûm ya, her mütefekkirin kendine mahsus birtefekkür sistemi, fikrî hayatında takip ettiği bir gayesi vebütün gönlüyle bağlandığı bir ideali vardır. Ve onuntefekkür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek içinuzun mukaddemeler serd edilir. Fakat Bediüzzaman’ıntefekkür sistemi, gaye ve ideali, uzun mukaddemelerlefilân yorulmaksızın, bir cümleyle hülâsa edilebilir:

Bütün semâvî kitapların ve bilumum peygamberlerinyegâne dâvâları olan “Hâlık-ı Kâinatın ulûhiyet ve

Page 428: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

vahdaniyetini ilân” ve bu büyük dâvâyı da ilmî, mantıkî vefelsefî delillerle ispat eylemektir.

O halde Üstadın mantık, felsefe ve müsbet ilimlerle dealâkası var?

Evet, mantık ve felsefe, Kur’ân’la barışıp hak vehakikate hizmet ettikleri müddetçe, Üstad en büyükmantıkçı ve en kudretli bir feylesoftur. Mukaddes vecihanşümul dâvâsını ispat vâdisinde kullandığı en parlakdelilleri ve en kat’î burhanları, Kur’ân-ı Kerîmin Allahkelâmı olduğunu hergün bir kat daha ispat ve ilân edenmüsbet ilimdir.

Zaten felsefe, aslında hikmet mânâsına geldikçe,Vâcibü’l-Vücud Tealâ ve Tekaddes Hazretlerini, Zât-ıBâri’sine lâyık sıfatlarla ispata çalışan her eser en büyükhikmet ve o eserin sahibi de en büyük hakîmdir.

İşte Üstad, böyle ilmî bir yolu, yani Kur’ân-ı Kerîminnurlu yolunu takip ettiği için,binlerle üniversitelininimanını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur.Hazretin buhususta hâiz olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çokmeziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden misallergetirerek inşaallah müstakil bir eserde arz etmekemelindeyim. Ve minallahi’t-tevfik.

Tasavvuf cephesi:

Nakşibendîmeşâyihinden, her harekâtını Peygamber-iZîşan Efendimiz Hazretlerinin harekâtına tatbik etmeye

Page 429: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

çalışan ve büyük bir âlim olan bir zâta sordum:

“Efendi Hazretleri, ulema ile mutasavvife arasındakigerginliğin sebebi nedir?”

“Ulema, Resul-i Ekrem Efendimizin ilmine,mutasavvıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebeptendolayıdır ki, Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hemameline vâris olan bir zâta ‘zülcenaheyn,’ yani ‘iki kanatlı’deniliyor. Binaenaleyh, tarikattan maksat, ruhsatlarla değil,azîmetlerle amel edip ahlâk-ı Peygamberî ile ahlâklanarakbütün mânevî hastalıklardan temizlenip Cenâb-ı Hakkınrızasında fani olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanankimseler, şüphesiz ki ehl-i hakikattirler. Yani, tarikattanmaksud ve matlub olan gayeye ermişler demektir. Fakat buyüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesserolamayacağı için, büyüklerimiz matlub olan hedefekolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler vazeylemişlerdir. Hülâsa, tarikat, şeriat dairesinin içinde birdairedir. Tarikattan düşen şeriata düşer, fakat—maazallah—şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır.”

Bu büyük zatın beyanatına göre, Bediüzzaman’ın açtığınur yolu ile, hakikî ve şâibesiz tasavvuf arasında cevherîhiçbir ihtilâf yoktur. Her ikisi de rıza-yı Bârîye ve binneticeCennet-i âlâya ve dîdar-ı Mevlâya götüren yollardır.

Binaenaleyh, bu asîl gayeyi istihdaf eden herhangimutasavvıf bir kardeşimizin, Risale-i Nur Külliyatını seveseve okumasına hiçbir mani kalmadığı gibi, bilâkis Risale-iNur, tasavvuftaki “murakabe” dairesini Kur’ân-ı Kerim

Page 430: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

yoluyla genişleterek, ona bir de tefekkür vazifesini enmühim bir vird olarak ilâve etmiştir.

Evet, insanın gözüne gönlüne bam başka ufuklar açanbu tefekkür sebebiyle, sadece kalbinin murakebesiylemeşgul olan bir sâlik, kalbi ve bütün letâifiyle birlikte,zerrelerden kürelere kadar bütün kâinatı azamet veihtişamıyla seyir ve temaşa, murakabe ve müşahedeederek, Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde bin bir şekilde tecellîetmekte olan Esmâ-i Hüsnâsını, sıfât-ı ulyâsını kemâl-ivecd ile görerek, artık sonsuz bir mâbedde olduğunuaynelyakîn, ilmelyakîn ve hakkalyakîn derecesindehisseder. Çünkü, içine girdiği mabed öyle ulu bir mâbeddirki, milyarlara sığmayan cemaatin hepsi aşk ve şevk, huşûve istiğraklar içinde Hâlıkını zikrediyor. Yanık, tatlı ve güzellisanları, şive, nâğme, ahenk ve besteleriyle bir

ağızdan ا0له� ا0ال5 الTUه( و�الTUه( س(بح�ان الTUه� و�الح�مد لUه� و�ال� ك�ب�ر( 1ا

diyorlar.

1. Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Ve Allah’a hamdolsun. Allah’tanbaşkaibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Allah yüceler yücesidir.

Risale-i Nur’un açtığı iman ve irfan ve Kur’ân yolunutakip eden, işte böyle muazzam ve muhteşem bir mâbedegirer. Ve herkes de iman ve irfanı, feyiz ve ihlâsı nisbetindefeyizyâb olur.

Edebî cephesi:

Eskiden beri, lâfız ve mânâ, üslûp ve muhteva

Page 431: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

bakımından, edipler ve şairler, mütefekkirler ve âlimlerikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları, sadece üslûp veifadeye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, mânâyı ifadeyefeda etmişlerdir. Ve bu hal de kendini en çok şiirde gösterir.

Diğer zümre ise, en çok mânâ ve muhtevaya ehemmiyetvererek, özü söze kurban etmemişlerdir.

Artık Bediüzzamangibi büyük bir mütefekkirin edebîcephesi, bu küçük mukaddeme ile kolayca anlaşılırsanırım. Zira Üstad o kıymetli ve bereketli ömrünü,kulaklarda kalacak olan sözlerin tanzim ve tertibiyle değil,bilâkis kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî birideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan dinhissinin, iman şuurunun, ahlâk ve fazilet mefhumununasırlara, nesillere telkiniyle meşgul olan bir dâhidir. Artıkbu kadar ulvî bir gayenin tahakkuku için candan vecihandan geçen bir mücahid, pek tabiîdir ki, fâni şekillerlemeşgul olamaz.

Bununla beraber, Üstad, zevk inceliği, gönül hassasiyeti,fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulâdedenecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi hâizdir. Vebu sebeple, üslûp ve ifadesi, mevzua göre değişir. Meselâ,ilmî ve felsefî mevzularda mantıkî ve riyazî delillerle aklıikna ederken, gayet veciz terkipler kullanır. Fakat gönlümest edip ruhu yükselteceği anlarda ifade o kadarberraklaşır ki, tarif edilemez. Meselâ, semalardan,güneşlerden, yıldızlardan, mehtaplardan ve bilhassa baharâleminden ve Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde tecellî etmekte

Page 432: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

olan kudret ve azametini tasvir ederken üslûp o kadar lâtifbir şekil alır ki, artık her teşbih, en tatlı renklerleçerçevelenmiş bir levhayı andırır; ve her tasvir, harikalarharikası bir âlemi canlandırır.

İşte bu hikmete mebnîdir ki, bir Nur talebesi Risale-iNur Külliyatını mütalâasıyla—üniversitenin herhangi birfakültesine mensup da olsa—hissen, fikren, ruhen,vicdanen ve hayalen tam mânâsıyla tatmin edilmiş oluyor.

Nasıl tatmin edilmez ki, Risale-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ıKerîmin cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir.Binaenaleyh, onda, o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru,havası, ziyası ve kokusu vardır.

Ruhun bu ihtiyacını söyler akan sular,Kur’ân’a her zaman beşerin ihtiyacı var.

Ali Ulvi Kurucu

Page 433: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

ي�ا الTUه( ي�ا ر�حم"ن( ي�ا ر�ح�يم( ي�ا فرد( ي�ا ح���ي�ا قي'وم( ي�ا ح�7@م( ي�ا ع�دل( ي�ا قدوس(

İsm-i Âzamın hakkına ve Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânınhürmetine ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmınşerefine, bu mecmuayı bastıranları ve mübarekyardımcılarını Cennetü’l-Firdevste saadet-i ebediyeyemazhar eyle. Âmin. Ve hizmet-i imaniye ve Kur’âniyededaima muvaffak eyle. Âmin. Ve defter-i hasenatlarına,Asâ-yı Mûsâ mecmuasının herbir harfine mukabil, binhasene yazdır. Âmin. Ve nurların neşrinde sebat ve devamve ihlâs ihsan eyle. Âmin.

Yâ Erhamerrâhimîn! Umum Risale-i Nur şakirtlerini ikicihanda mes’ut eyle. Âmin. İnsî ve cinnî şeytanlarınşerlerinden muhafaza eyle. Âmin. Ve bu âciz ve biçareSaid’in kusuratını affeyle. Âmin.

Page 434: Bediüzzaman Said Nursî bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün... Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı

Umum Nur şakirtleri namına

Said Nursî