bitmeyen tartışma: 27 mayıs
TRANSCRIPT
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 1/14
BİTMEYEN TARTIŞMA: 27 MAYIS
Aydın Giritli
Temmuz 1996
Gelenek 52. Sayı
27 Mayıs'ın her yıldönümü genellikle tarih yorumu tartışmalarına, eski "ihtilalcilerin" anılarının
gazetelerde tefrika edilmesine vesile olur. Ülke tarihinin en tartışmalı kesitlerinden biri olan
27 Mayıs bu yıl geleneksel boyutlarda bir ilgiye mazhar olamadı. Türkiye'de gündemi
fazlasıyla dolduran başka başlıklar yüzünden olsa gerek...
Yine de 27 Mayıs, üzerinden 36 yıl geçmekle birlikte, kapanmış bir defter değil. Ve
tartışılmayı hala hak ediyor.
Türkiye işçi sınıfı hareketinin sendikal önderliği başta olmak üzere genel olarak "sol
kamuoyu", 1960'ların göreli demokratik ve özgürlükçü atmosferini, işçi sınıfının yaşam
standartlarının yükselişini, sosyalizmin aynı yıllarda başlayan açılımlarını 27 Mayıs ile birlikte
anar. Türkiye solunda 27 Mayıs'ı faşist darbe sayanlar da vardır ama, esas olarak, ülkemizde
sağ 27 Mayıs karşıtı, sol ise 27 Mayısçı diye bilinir.
Bu çarpık bir tablodur.
Bu yazıda baştan belirtilmesi gereken bakış açısını hemen yazmak istiyorum: Gerek Türkiye
siyasetinin bütününe, gerekse sola dayatılan "27 Mayıs yandaş ya da karşıtlığı" problematiği
kabul edilmemelidir. 27 Mayıs, Türkiye kapitalizminin 1950'lerin ikinci yarısında içine girdiği
ciddi krize karşı, düzenin kritik bir kurumu olarak ordunun bulduğu bir çözümdür. 27 Mayıs'ın
yanında ya da karşısında konumlanmak ise 1996'nın devrimcileri için geçersiz bir sorundur.
Ordu, öyle "önünde sonunda" ya da daha bilimsel deyişle "son tahlilde" değil, basbayağı
mevcut düzenin kurumudur. Ve bilinmelidir ki, düzenin kurumları yalnızca ve yalnızca
egemen sınıflar için çözüm üretirler.
Ancak ne 27 Mayıs, ne de ülke tarihindeki diğer kritik momentler karşısında, bu ülkenin
politik özneleri arasına adını yazdırma arayışındaki sosyalist hareket kayıtsız kalamaz.Türkiye solu bu zorunluluğu yerine getireceğim derken ciddi hatalara düşmüştür. Bu
yanlışların düzeltilmesi hala gerektiği için, 27 Mayıs tartışması sol için güncelliğini
korumaktadır.
27 Mayıs'ın basbayağı bir darbe olması ile sonrasında emekçi sınıf hareketine ve sola alan
açan bir toplumsal sürecin zeminine katkı koyması, Türkiye solcusunun handikapını
oluşturuyor. Kriterleri dönem dönem muğlâklaşmış ve savrulmalar yaşamış olan Türkiye solu
açısından oldukça ciddi bir handikap...
Ortada bir darbe vardır ve darbeler, kimi sol yorumlara göre emekçi sınıfların önlerini mutlakolarak tıkayacaktır. Demokrasinin, egemen sınıf ile arasındaki mücadele ve dengede, işçi
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 2/14
sınıfı için mutlaka pozitif bir mevzi anlamına geldiğini önsel olarak kabul eden demokrat-sol
yaklaşım istisnasız her darbeye karşı konum alacaktır. Ancak öte yandan 27 Mayıs'ın
devirdiği iktidar her boyutuyla gericidir, ve darbe bu siyasi gericiliğin belirli yönlerinin
tasfiyesini de sağlamıştır. 12 Eylül cuntacılarının 27 Mayıs Anayasası ile "27 Mayıs Hürriyet
ve Anayasa Bayramı"nın üzerine çizik atarken pek keyiflendikleri hatırlardadır. Bu yanıyla
1960 darbesinin, 12 Mart ve 12 Eylül örnekleriyle aynı sepete tıkıştırılması kolayolmamaktadır.
Olguya biraz daha yakından bakıldığında, 27 Mayıs'ın Amerika Birleşik Devletleri'nin bilgisi
dahilinde gerçekleşmiş olduğu, Menderes hükümetinin Sovyetler'le ilişkisinde ABD'den özerk
planlar yaptığı bir konjonktüre denk geldiği saptanmaktadır. İktisadi-sınıfsal süreçlere
bakıldığında mülk sahibi sınıfların iç yapılanmasındaki devinimlerin rolü devreye
girmektedir... Zihinlerin iktisadi-sınıfsal süreçlere takılıp kalması, bu temel altyapı
değişkenlerinin sorunu temellendirmek açısından mutlak bir önceliğe sahip olmalarına
karşın, sorunludur: Bir üstyapı olgusunun bütünüyle ekonominin diliyle çözümlenmesi
tatminkâr sonuçlar vermeyecektir. Benzeri olguların tek yanlı değerlendirmelere tabi
tutulmaları, her durumda komplocu teorilere de kapıyı açacaktır.
Komploculuk esas olarak inceleme nesnesinin bütünlüğünü kavrayamamak ve tek
taraflı/eksikli analizlerin sonucunda belirli faktörlere mutlak ağırlıklar tanımak biçiminde
tezahür eder. Örneğin ABD eksenli bir tek yanlılık 27 Mayıs'ı Washington'a havale ederek,
ekonomi belirlenimli bir tek yanlılık belirli burjuva sınıf fraksiyonlarının komplosunu
senaryolaştırarak, ordunun kendi mekanizmalarına bağımlı bir siyasal tek yanlılık ise bir dizi
subay ya da subay öbeğinin öznelliğini mutlaklaştırarak aynı yöntemsel yanlışı üretir.
Her durumda 27 Mayıs yalın ilerici-gerici değerlendirmelerine yar olamamakta,
değerlendirmenin hangi yönüne öncelik verilirse verilsin, tersi tarafa çekiştirilmeye açık
veriler sunmaya devam etmektedir. Mesele bir tercih konusu olmaktan da, tek yönlü
faktörlere mutlak ağırlık vermekten kaynaklanan komplo teorilerinden de kurtarılmalıdır.
36 yıldır hakkında yorumlar yapılıp durulan 27 Mayıs üzerinde ne bilinmeyen gerçekleri
açığa çıkartmak iddiasındayım, ne de hiç dillendirilmemiş tezler ortaya atmak. Ancak 27
Mayıs değerlendirmelerinde farklı yorumcuların, doğruları kendi perspektiflerine uygun kurgu
ve vurgularla donattıklarını düşünüyorum. Aşağıda yer yer olumlayarak değineceğim
donanımlardan herhangi birinin, bütünlüklü bir perspektif haliyle, sosyalist hareket tarafından
sahiplenebileceğine inanmıyorum. Sonuçta benim burada gerçekleştirmeyi deneyeceğim de
kendi vurgularımı yapmak olacak...
Burjuvazinin iç evrimi
Kapitalizmin doğal ve önüne geçilmez evrimi giderek kent merkezli hale gelmek, paralel
biçimde sanayi burjuvazisinin ağırlığını arttırmak yönündedir. DP iktidarı bu evrimin bir ara
dönemine denk düşmüştür. DP iktidarının sanayileşen ve modernleşen kapitalizm açısından
bir gerici restorasyonu temsil ettiği yorumu, 27 Mayıs mazeretçisi solun vazgeçemediği bir
tez olmuştur. Buna göre, sanayileşme ve modernleşme sürecinin önündeki engellerin
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 3/14
süpürülmesi, yeni Anayasa ile demokratikleşme ögesinin de katılmasıyla birlikte, 27 Mayıs'ın
marifetidir.
Birkaç açıdan anti-marksisttir bu yorum. Bir kere kapitalizm yanlısıdır. Kemalizm ve onun
mirasına geri dönmeyi düstur edinen 27 Mayısçılık, kalkınma ve çağdaşlaşma motifleri
altında ülkeyi kapitalistleştirmekte olduğu için sahiplenmektedir. Kapitalizm tarihin eski üretimbiçimlerinden ileri olabilir ama, işçi sınıfı bir kez sahneye çıktıktan sonra sınıf mücadelesi
açısından, yani siyaseten gerici hale gelir. İşçi sınıfının varlığını tartışmaya kalkacak kimse
ise herhalde yoktur.
İkincisi, demokratikleşme ile kapitalizmin ilerlemesi arasında bir bağ icat edilmektedir. Oysa
gerici Kemalist dönem de, gerici DP dönemi de, darbeci Milli Birlik Komitesi de, görece
demokratik 1960'lar da, sonraki gericilik ve kriz dönemleri de basbayağı kapitalizmi
yönetmişlerdir. Bu evrelerin her birinde sanayi burjuvazisi ile toprak sahibi sıratlar arasında
değişkenlik arzeden ilişkiler olmuş, ancak sürecin bütünü hiçbir zaman feodalizmin lehine
dönmemiştir. Tarım burjuvazisinin kapitalizme ekonomik ve siyasi direnç göstermek zorunda
olduğu tezinin de Marksizmle bir ilintisi yoktur.
1950'ler boyunca Türkiye'de kapitalizmin ve burjuvazinin gelişimine, dolayısıyla
"çağdaşlaşma"ya köstek olan bir restorasyon değil, tam tersi bir süreç yaşanmıştır.
"Türkiye gibi başlıca avantajı tarımsal ürünler üretim ve ihracı ile askeri güç sağlamak olan
ve bunun karşılığında döviz olarak tarımsal satış gelirleri ve kredi elde ederek dünya
pazarına eklemlenen ülkelerin karşısına, dünya kapitalist sistemi, açık finansmanı sınırlayan
bir hesaplı ve planlı kalkınma modeli koydu. DP'nin popülist politikaları ise herhangi bir
hesaba dayanmaksızın yalnızca anti-komünist bir kale olma karşılığında Batıdan
durmaksızın kredi akacağı varsayımına dayanıyordu. 1950-60 arasında DP'nin ekonomi
politikaları sayesinde sermaye birikim sürecinin ilk evresini tamamlayan büyük sanayi
burjuvazisi kaynakların popülist politikalarla israfına karşı "ithal ikameciliği'ne dayanan bu
uluslararası stratejiye derhal yaklaşmıştı" (1) .
Söz konusu sıkıntı, mülk sahibi sınıfların çeşitli fraksiyonları arasındaki dişe diş bir mücadele
verilmesi anlamında yorumlanamaz. Türkiye kapitalizminin gelişme evresi ile siyasal üstyapı
arasında tam bir denklik kurulamaması olarak tarif edilebilecek bir uygunsuzluk vardır: "DP,
izlediği kredi politikası, ithalatta genel olarak benimsediği liberasyon ilkesi (bu ilke zaman
zaman döviz kıtlığı nedeniyle çiğnenecektir), sanayiye (60'lı yıllarda sistematik hale gelecek
olan) özel teşvik önlemleri uygulamaktan kaçınışı, ekonominin bütününün sanayi çıkarlarını
temel alan bir planlama yoluyla düzenlemesine karşı direnişi vb. dolayısıyla, sanayi
sermayesinin çıkarlarını, sınıfın öteki dilimlerinin çıkarlarının önüne almaktan uzak
durmuştur" (2) .
"Kapitalist sistemin ithal ikamesine (özellikle tüketim malları dallarında) dayalı bir
sanayileşmeyi geliştirmek için tarımsal/ticari sermaye birikiminden sınaî sermaye birikimine
geçişin şartlarını hazırlayan (1958 tarihli) planın amacı, özellikle iç çelişkileri yoğunlaşan
Türkiye'de GSMH'dan çok büyük bir pay alan arazi sahiplerine bir set oluşturmak oluyor..."(3)
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 4/14
Türkiye kapitalizminin uluslararası kapitalizmle bütünleşme biçimini geliştirmek ihtiyacı, ve
bununla paralel olarak sanayi burjuvazisinin üstyapıda ağırlığını arttırma arzusu bir sorun
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çelişki çerçevesinde DP iktidarının kitlesel desteğini kırlarda,
gelişen çok ayaklı muhalefetin ise kentlerde bulması doğaldır. Muhalefet alanında Ordu,
CHP, aydınlar, kentli orta sınıflar, krizin hareketlendirdiği ve aslında orta sınıf muhalefetini
yansıtan gençlik sıralanmaktadır. Bu durum kitle tabanı kavramıyla tarif edilebilir. Ancak bukavramın denk düştüğü işlev daha açık formüle edilmelidir.
Sorun, mevcut siyasal iktidarın egemen sınıfın ideolojik hegemonyasını kentlerde yitirmekte
olmasıdır. Egemen sınıfların güvenilir temsilcisi olarak iktidara gelen DP, özel olarak
kentlerde, orta sınıflar ve sanayi burjuvazisi nezdinde güvenilirliğini giderek yitirmiştir. Düzen
ideolojik hegemonyasını, mevcut geleneksel iktisadi araçları, ideolojik söylemi ve siyasal
girdileriyle en rahat kırlarda varedebilmektedir. Muhalefet alanı dediğimiz heterojen toplam,
düzenin ideolojik hegemonyasının delindiği, krizin kristalize olduğu toplumsal kesimleri
anlatmaktadır.
Kır-kent ikileminin mutlaklaştırılması hiçbir biçimde doğru olmayacaktır. Bu yaklaşım iki
kesimi birbirlerinden yalıtmak, daha tuhafı, kırları kriz dinamiklerinden arındırmak anlamına
gelecektir. Bu ikileme dayalı bir cepheleşme tablosunu delen veriler de mevcuttur: Ekonomik
kriz ve kaynak sıkıntıları, Ağustos 1959'da büyük ölçekli bir devalüasyonu zorunlu kılmıştı.
Menderes hükümetinin önünde toplumsal krizi derinleştirmesi mukadder bir "istikrar paketi"
duruyordu. "Menderes hükümeti bu istikrar tedbirlerini uygulamak istese bile, Parlamento
çoğunluğunun bu duruma karşı çıkacağı baştan belliydi"(4) . Bu veri, mevcut yönetim eliyle
Türkiye kapitalizminin ihtiyaç duyduğu önlemleri bütün toplum nezdinde meşrulaştırmakta
zorlandığını anlatıyor. Burjuvazinin yönetim krizinin, aslında kırları da adım adım kapsamaya
başladığı, sürecin devamı halinde kentlerle birlikte tarif edilen muhalefet dinamiklerinin köylü
kitlelerine de hitap etme şansı bulacağı kesindir. Kısaca, ideolojik krizin gelişen dinamikleri
barındıran kentlerle sınırlı olduğu doğru değildir; kriz kırlara gecikerek taşınmaktadır.
Sorunun merkezine mülk sahibi sınıflar arası çelişkileri ve hesaplaşmaları koymak yerine,
krizin hangi toplumsal kesimlerde kendisini dışa vurduğuna dikkat edilmelidir. Bu yöntemsel
tercih şu nedenle gerekiyor: Mülk sahibi sınıflar arasındaki sorunların darbe vb. araçlarla,
yani şiddetli çatışmalarla çözümlenmesi kural değildir. Bu tür "çözüm" yolları ancak devrimci
kriz koşullarında göze alınabilir. 27 Mayıs bir yanıyla, kapitalizmin gelişimiyle ortaya çıkan,
egemen sınıfın iç kompozisyonu ile siyasal-ideolojik üstyapı arasındaki denksizlik durumunuhalletmiştir. Ancak darbenin asıl anlamı bir sınıf fraksiyonunun diğerine karşı harekâtı
değildir. 27 Mayıs, düzenin toptan krizini hangi düzen güçlerinin çözeceği sorusuna verilmiş
bir yanıttır.
Tarım, ticaret ve sanayi burjuvazileri arasındaki sorunlar bir gerçektir. Ancak bu kesimlerin
ordu ve siyasi partileri kullanarak bir hesaplaşmaya girdikleri yorumu doğru değildir. Böylesi
bir kestirmecilik siyasal süreçleri perde arkasındaki patronların komplosu olarak kavramaya
yol açar. Üstelik siyasal süreçlerde gizli başka ve çok önemli zenginlikler de bu komploya
kurban edilecektir.
Dış dinamik veya CIA
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 5/14
Türkiye, 1960 arifesinde de dünya kapitalizminin bir parçasıydı. Bir dünya sisteminden söz
ettiğimiz yerde, bu toplamın bütününde hüküm süren global dinamikleri varsaydığımız açıktır.
Bu dinamiklerin sistemin parçası olan "birim-ülkelerde" etkinlik kurmaları için dışsallıktan
kurtulmuş ve yerelliğin ayrılmaz birer ögesi haline gelmiş olmaları gerekir. Zaten sistem ve
sistemin parçası gibi kavramlar da böylesi bir girift ilişkiyi anlatır.
27 Mayıs Türkiye egemen sınıflarının iç ilişkilerinde belirli bir nesnel duruma denk düştüğü
gibi, Türkiye ile parçası olduğu dünya kapitalizmi arasındaki ilişkinin kimi ihtiyaçlarına da
oturmaktadır. Bu nesnellik şöyle tanımlanabilir:
"II.Dünya Savaşından sonra değişen şartlarda Dünya kapitalist sisteminin yeni bir birikim
tarzına uygun ve sistemin gereklilikleri doğrultusunda, Türkiye'de artan çelişkileri çözebilmek
için, ekonomik yapının değişmesine olanak sağlayacak gerekli devlet yapısının
reorganizasyonudur 27 Mayıs"(5) .
Somut olarak 27 Mayıs harekâtının Washington'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği bir veridir:
"(...) CIA'nin 27 Mayıs'tan önceden haberdar bulunduğu, Menderes hükümetini
bilgilendirmediği ve hatta hareketi Ankara'daki sefirinden bile gizlediği, Amerika'da yapılan
yayınlardan öğrenilmiştir. CIA'nin 27 Mayıs'a seyirci kalışı, Menderes'in aniden Moskova'ya
gitme kararı alması ve Kruşçev'i Türkiye'ye çağırmasıyla açıklanabilir. CIA, bu bağımsızlık
gösterisini Menderes'i kendi kaderiyle başbaşa bırakarak cezalandırmıştır" (6) .
Amerikan yayınları bir yana, 27 Mayıs'ın sözcüsü Alpaslan Türkeş, Genel Kurmay NATO
Dairesinde hizmet vermiş Amerikancı ve faşist bir subay olarak bağlantı halkalarına ilişkin
dedektiflik yapmayı gereksiz kılıyor. Dedektifliğe gerek olmadığını gösteren tek isim Türkeş
de değildir. Ordu içindeki gizli örgütlerde yer alan Sadi Koçaş ve Dündar Seyhan'ın Londra
ve Washington'a askeri ateşe olmaları araştırmacıların dikkatinden kaçmamıştır (7) .
27 Mayıs Amerika'nın en azından hoşgörüsüyle gerçekleştirilmiş, ilk adımda emperyalist
sisteme sadakat deklarasyonu ile yola koyulmuş, emperyalizmle kurulu bağları tehdit edecek
herhangi bir uygulama subayların aklından bile geçmemiştir.
Tüm bunlardan Washington merkezli bir komplo senaryosu çıkarsanması ise doğru
olmayacaktır. Yukarıda Avcıoğlu'ndan aktarılan pasajın hemen girişinde yazar "(27 Mayıs'ta)
Amerika'nın parmağı elbette yoktur..." ifadesini kullanıyor. Avcıoğlu'nun rahatlığının
paylaşılmasında bir mahzur görmüyorum. Türkiye'nin kendi egemen sınıfları düzenin
dengelerini altüst etme pahasına aralarındaki çelişkileri çözümlemeye kalkışmayacakları
gibi, emperyalist sistemin büyük ağabeyi ABD de, önem verdiği bir ülkede adımlarını
mümkün olduğunca risksiz atacaktır. Yalnızca yerli egemen sınıfların değil emperyalizmin de
güvenilir temsilcisi olarak iktidara gelen DP, uluslararası ilişkiler açısından da bir "kriz
dinamiği"ni temsil etmeye başlamıştı. ABD'nin, Sovyetler'e karşı mücadelesinde her
müttefikinden daha fazla istikrar ve itaat, daha dar özerk hareket alanı, daha az inisiyatif
talep ettiği soğuk savaş Ortadoğusu'nda bu denli sallantılı ve istikrarsız bir iktidar arzu edilir
bir şey değildir. İktidarın kimliği ne kadar Amerikancı olursa olsun...
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 6/14
DP iktidarı, kriz ortamının iç çekişmeleri ortamında, Amerika'yla bile didişmeye kalkacak,
Avcıoğlu'nun deyimiyle "bağımsızlık şovu" yapacak kadar kontrolsüzdür 27 Mayıs'ın
arifesinde.
Ordu içinde subayların oluşturduğu gizli örgüt kümelerinin CIA bağlantıları araştırılmaya
mutlaka değerdir. Ancak bu bağlantıların önemi ABD'nin içini rahat tutmaya hizmet etmeleri
ölçüsündedir. Washington, bu çatışmaların sonucunda Türkiye kapitalizminin yara
almayacağına kani olmuştur. Ayrıca nasılsa, darbenin ertesinde şekillenecek olan yem
üstyapının dünya kapitalizmiyle daha uyumlu ilişkilere yönelmesi, yine ABD'nin devrede
olduğu bir sürecin işi olacaktır.
Gerçekten de sonuç böyle olmuştur. Türkiye, dünya kapitalizminin II. Paylaşım Savaşı
sonrasındaki demokratik cilalı Pax Americana döneminin daha eşit bir ferdi durumuna, ancak
iktisadi büyümenin hız kazandığı ve toplumsal örgünün batılı standartlara biraz daha
uydurulduğu 1960'larda yükselmiştir.
Bu arada unutulmaması gereken başka "Amerikan ayrıntıları" da vardır. Mayıs 1960'da
Türkiye'den kalktıktan sonra Sovyetler Birliği tarafından düşürülen U-2 Amerikan casus uçağı
skandalı hatırlanmalıdır. Bu olay üzerine ABD istihbarat uçuşlarını durdurmak zorunda
kalmıştır. Amerikan uçuşlarına yeniden izin verilmesi Milli Birlik Komitesi iktidarına denk gelir
(8) .
27 Mayıs aracılığıyla esas olarak halledilen, 1950'lerin ikinci yarısına damga vuran siyasal
kriz, toplumsal huzursuzluklar, ideolojik sarsıntılardır. Türkiye 1960'ların ikinci yarısına kadar
krizini ertelemeyi başaracak, bu arada iç pazarı temel alan, sanayi burjuvazisinin ağırlığını
net biçimde koyduğu bir kabuk değişimi yaşayacaktı. 1960'ların Adalet Partisi de DP'nin
mirasçısı olmakla birlikte, egemen sınıf içi trendlere daha duyarlı bir kimliğe sahip çıkma
gereğini yeterince kavrayacaktı (9) .
Değişim dünya kapitalizminin de, Türkiye içi dengelerin de gerekli kıldığı tercihlere uygun
yöndedir.
Bu ara başlığın sonunda bir tekrarda yarar olacak: 27 Mayıs emperyalizmin, birikim tarzı ve
uluslararası işbölümü anlamında yeni yönelimleri ile uyumlu sonuçlar üretmiştir. Ancak bu
saptama, darbenin bu uyumdan maddi çıkarı olan kesimlerin tezgâhı olarak kavranmasınayol açtığında ciddi bir yanılgıya düşülür. "Tezgahçıların" her zaman devrede olması doğal.
Ancak 27 Mayısçıların esas ilgilendiği burjuvazinin ve emperyalizmin şu ya da bu kesiminin
çıkarlarına, diğerleri pahasına sözcülük ve tetikçilik yapmak olmamıştır. 27 Mayıs Ordunun,
Türkiye'nin sadece iç toplumsal süreçler değil, dünya üzerindeki yeri, konumu ve işlevi
açısından da içine düştüğü krizi çözmek için kendisini ortaya atmasıdır.
27 Mayısçı sol açısından ise darbecilerin ABD ile olan bu ilişkisi ciddi bir handikap
oluşturuyor. 27 Mayısçı sol, aynı zamanda ulusal bağımsızlıkçıdır. Bu sıfat ile ABD
hoşgörüsünün yanyana gelmesi olacak iş değildir aslında. Çözüm yolu yıllar boyunca bu
ilintinin görmezden gelinmesinde bulunmuştur. Görülmek zorunda kalındığında ise 27 Mayısı
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 7/14
gerçekleştiren kadronun iç çelişkilerle malul olduğu, sınıfsal yapısı itibariyle "zaten" tutarlı
olamayacağı vb. anlatılmıştır.
Handikaptan kurtuluşun yoluna ise toplumsal süreçlere işçi sınıfı merceğinden bakarak
girmek mümkündür ve sanıldığı kadar zor değildir. 27 Mayıs'ın da, bir ölçüde restore ettiği
kemalizmin de içerdiği siyasal zenginlikleri görebilmek için, 27 Mayısçı ya da kemalist olmakgerekmiyor.
Ordunun son devrimci demokratları
1960 darbecilerinin buraya kadar değinmediğim bir özellikleri devrimci demokrasi başlığı
altında ele alınmalıdır. 27 Mayıs harekâtı Türkiye'de devrimci demokrasinin evrimi açısından
kritik bir dönemeçtir. Orta sınıfların kapitalizmin eşitsizliklerine ve yarattığı toplumsal
sorunlara karşı siyasal tepkisi anlamında devrimci demokrat damar, Cumhuriyet döneminde
1960'lara kadar en fazla Ordu kadroları arasında zemin bulmuştur. Devrimci demokrasinin
bir düzen kurumunda kendisine alan açması Türkiye'ye özgü değil, benzeri her toplumsal
yapıda karşılaşılan bir durum. Klasik burjuva devrimlerinde bizzat burjuva önderliğinin içinde
boy atan devrimci demokrasi, yeni egemen sınıfın toplumsal hegemonyasını pürüzsüz hale
getirememesinin kural olduğu geç kapitalistleşen ülkelerde düzen kurumlarının zemininde
kendisine yatak bulmuştur. Burjuvazinin kendi kurumlarını tahkim etmesinin bir fonksiyonu
olarak devrimci demokrasi başka toplumsal kaynaklarla bu kurumlar arasında bir gel-git
yaşar. Sürecin belirleyici trendi ise bellidir: Burjuvazi devrimci demokrasiyi kendi
kurumlarından tasfiye edecektir.
İşte 27 Mayıs, Türkiye tarihinde, devrimci demokrasinin, ordu içinde bir operasyona tepeden
dahil olabildiği, ağırlık koyabildiği son siyasal olgudur. Ancak devrimci demokrasinin bu
girişimi, hareketin evrensel ve yapısal zaaflarıyla malul olmuştur. Türkiye kapitalizmi, Üçüncü
Dünya olarak adlandırılan ve sınıfsal yapıları aşırı ölçüde gedikler içeren ülkeler
kategorisinden, esasen Kemalist devrimle kopmuş ve dünya kapitalizmine kaydını yaparak
devrimci demokrat girişimlerin alanını daraltmıştı.
Bu zenginliği biraz daha açmak için, önce 27 Mayıs'ın bu niteliğini kavrama şansı olmayan
perspektifleri örneklendirmek yerinde olacak:
"27 Mayıs bir orta sınıflar hareketidir. 27 Mayıs nesnel bir gerçek olarak sanayinin yolunu
düzlemişse de tamamen işbirlikçi sermayenin inisiyatifi dışında ve onun içinde yer aldığı
ittifaka rağmen ve zor kullanmak pahasına gerçekleştirilmiş bir ara sınıf darbesidir" (10) .
"Türkiye'de kapitalizmin emperyalizmle bütünleşme sürecine girmesiyle birlikte, bu
bütünleşmenin zeminini hazırlayan asker-sivil bürokrasi, iktidarı, DP çatısı altında örgütlenen
ticaret burjuvazisi ve diğer büyük mülk sahibi sınıflara bırakmıştır (...) Kemalizm (1950'lerde)
asker-sivil-aydın küçük burjuvazinin dönemin koşulları içinde ileri sayılabilecek politik
tutumudur (...) 1960'lı yılların başında, siyasi gelişmelere yön veren dinamik, egemen sınıf
ittifakıyla küçük burjuva aydınların desteğine sahip asker-sivil bürokrasi arasındaki
mücadeledir" (11) .
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 8/14
Orduyu ara sınıf ,aydın, bürokrasi vb. adlandırmalarla işbirlikçi sermayenin, emperyalizmin
ve egemen sınıf ittifakının karşısına çıkaran bu yazarları, marksizm adına attıkları taklalar
için kutlayabiliriz. Bu yorumculara göre, örneğin subayların, ya da bir kurum olarak ordunun
kapitalizm tarafından ele geçirilmesi, herhalde general emeklilerinin holding yönetim kurulu
üyesi olabilme oranları, subay maaşları gibi göstergelere bakılarak incelenecektir... Aslında
OYAK'ın ve bu tür adımların ordudaki devrimci demokrat damarların bağlanmasınıhedefleyen bir planın parçası oldukları doğrudur. Ancak bu ekonomik etkenleri esas alan
analizin, tam da geleneksel solu, "ideolojik parametreleri önemsememek, ekonomizm ve
indirgemecelik" eleştirileri ile suçlamayı adet etmiş kesimlerden gelmesi ilginçtir.
27 Mayısçı kadrolara atfedilen nitelikler bütünüyle uydurmadır ve herhangi bir kanıt
gösterilmesi olanaksızdır. Çok merak eden varsa, dönemin başka yayınlarını inceleyebilir.
Örneğin darbenin ilk anından itibaren kararlı destekçisi olan, dönemin etkili dergilerinden
Forum, 1 Haziran tarihli sayısında askerleri özellikle dış ilişkiler konusunda attıkları adımlar
nedeniyle kutlamaktaydı (12) .
27 Mayıs'ın devrimci demokrat karakterini temel alan Yön Dergisinin başyazarı, harekâtın
"bir bocalama devresinden ibaret" kaldığını, "korkulu günlerden sonra muhafazakâr
kuvvetler(in) duruma hâkim" olduklarını yazacaktı (13) . Kısacası harekâtına o günlerde
destek veren ya da umut bağlayanların telaffuz etmediklerini kimi solcular kalkıp 1980'lerin
sonlarında yazabilmişlerdir. Açıkçası, bu tür abartılı yorumlar olsa olsa 27 Mayıs'a yakın
günlerin sıcaklığına bağlanarak mazur görülebilir.
Erdoğan ve Bostancıoğlu'ndan aktardığım pasajlarda oldukça mükemmeliyetçi devrimci
demokrasi panoramaları çizilmektedir. Benim sözünü ettiğim "ordu içindeki devrimci
demokrat damarlar" ise kesinlikle dört dörtlük siyasal hareketler olarak kavranmamalıdır.
Kaldı ki, Türkiye'de devrimci demokrasi asla başka örneklerde görüldüğü türden
gelişkinliklere ulaşamamıştır.
Devrimci demokrasinin Türkiye'deki "yavan" niteliği, belirli bir tarihe kadar egemen sınıfların
fazla boşluk bırakmamasından, sonrasında da emekçi kitlelerin kendi kimliklerini edinmeye
başlamalarından kaynaklanır. Osmanlıdan devralan reform hareketi zemininde serpilen
yenilenmeci dalganın önderliği, kapitalistleşme yolunu ve burjuva sınıf karakterim kısa
sürede tercih etmiştir. Bu durumda devrimci demokrat damarlar esas olarak burjuva kuruluş
hareketinin eteklerine tutunarak yaşadılar. Bu nedenle de ayrı bir siyasal hareket ve idelojikçizgi haline gelemeden, ayrışmamış damarlar olarak kaldılar. Kemalist iktidar, kendisinden
bağımsızlaşma yönelimi gösteren unsurlara karşı her zaman acımasız oldu.
Kemalizmin devrimci demokrasiye karşı tutumu, ideolojik ve organik olarak tam anlamıyla
kendi çatısı altına alıp massetmek biçimindedir. Devrimci demokrasiyi, düzene tepesinden
tutunmaktan ve merkezdeki mutedil modernleşme hareketinin az ses veren bir rengi
olmaktan çıkartan gelişme, kemalist tek partili yapılanmanın Il.Savaş sonrasında
terkedilmesidir. Merkezi iktidarın bir parçası olarak varlığını sürdüren, ama böyle olduğu için
de sönümlenmekte olan devrimci demokrat dinamik, sahipsiz kalmış ve ordu içine
sığınmıştır.
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 9/14
Kemalizmin bağımsızlıkçı ve modernleşmeci ideoloji ve söyleminin, kriz koşullarında, üstelik
kemalizm sonrası bir hükümet döneminde muhalif konumlarda yemden üretilmesi doğaldır.
Kriz kemalist devrimden 1950'lere kadar burjuva iktidarının içinde massedilen devrimci
demokrasiyi serbest bırakmıştır. Zaten DP döneminde düzenin bu dinamiği kontrol
edebilecek herhangi bir araca sahip olmadığı da açıktır. Üstelik Mustafa Kemal döneminderesmen, daha sonra fiilen iktidarın en önemli organı olan asker, şimdi kendisini bir tasfiye
içinde hissetmekteydi. Başta Menderes olmak üzere DP kurmay takımının ordu ile ilişkisinde
de bu negatif psikolojiyi tamir etmeye yönelik hiçbir inceliğe yer verilmemiştir. l950'lerin ikinci
yarısında devrimci demokrasinin kendisine bulduğu yeni yuva Ordu oldu.
Ordu, "ne olacak bu memleketin hali" sorusuyla yatıp kalkan, ideolojik olarak bir kurtuluş
fikrine tam anlamıyla bağlanmış, genç jakobenler üretmektedir. Bu devrimci demokrat kuşak
yüksek rütbelilerin alınmadığı gizli örgütler yaratmaktadır.
Süreç 1960 sonrasında dinginleşir. Yön yazarlarının kızdığı nokta, askeri devrimci
demokrasinin başladığı işi bitirememesidir. Forum Dergisinin dikkat çektiği ise hep Ordu
içindeki kontrolsüz dinamiklerin barındırdığı tehlike olmuştur (14) .
27 Mayıs'ın sonrasında ortaya atılan "II.Cumhuriyet" lafzının burjuvazi tarafından
tutulmaması, 27 Mayıs'ın kritik bir tarihsel dönemeç olarak kavranmasına karşı burjuva
karşı-devrimcilerinin verdiği mücadele burada değinilen konudan bağımsız değil.
Karşı-devrim Türkiye'de, aslında süreç içinde orasından burasından budanan 27 Mayıs
Anayasası'nı günah keçisi ilan etti. 'Terörün", krizlerin sorumlusu 27 Mayıs sonrası kurulan
yapı olarak gösterildi.
Bu kampanyayı yürüten karşı-devrim zaman zaman demokratikleşme, batılılaşma
girişimlerinin de sözcülüğünü üstlenebiliyordu. Burjuva siyasal geleneklerinden biri olarak
merkez sağın, bir dönem kadro kaynaklarını budamaya kalkışan bir diğer hareketle "özel
hesabı" olması anlaşılır bir şey. Üstelik 27 Mayıs sonrası yükselişe geçen emekçi sınıfların
ve sol dinamiklerin faturasının, bir diğer burjuva akıma çıkartılabilmesi düzenin iç rekabeti
açısından yararsız bir silah olmamıştır. Ancak tüm bunların yanında, ve kanımca tüm
bunların üzerinde burjuvazinin ve karşı-devrimin asıl sorunu, devrimci demokrat bir damarın
yeniden Ordu içinde yer etmesine engel olmak, Orduyu firesiz biçimde kendi safında
sabitlemektir.
Sözünü ettiğim militer devrimci demokrasi, belki de türünün en perspektifsiz, en
formasyonsuz örneği olarak tarihe geçmelidir. Bir tarafta MİT bağlantıları, öte yanda ABD;
vazgeçilmesi olanaksız CHP... 27 Mayıs 1960'ın ordusu faşist, kemalist, sosyalizan yüzlere
sahip bir dizi unsuru kapsıyordu. Bu topluluğu üst belirleyen fikirler, olsa olsa düzenin
idamesi ve krizin sorumlusu sayılan güçlere yönelik son derece yüzeysel eleştirilerdir. 27
Mayıs'ın programı yoktur. Dolayısıyla program kurgulayacak özneler de barındırmamıştır:
"(...) Subaylar, yaptıkları hareketin anlamını kendi kendilerine bile itiraf edememişlerdi; ne
yapmak istediklerini derinlemesine düşünmüş değillerdi. İşbirliği yapmak istedikleri 'uyanık'
kadro da kendilerinden farksızdı; bilim çevreleri, memurlar olup bitenler hakkında hep yanlış
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 10/14
hükümlere varmışlardı. Öncü kadroya yanaşanlar arasında halka gerçekten inanan, kütleleri
seven ve oradaki güce dayanan insanlar azdı" (15) .
Mümtaz Soysal'ın bu gözlemleri elbette tartışma götürür. Ancak bu değerlendirmeler bir
sonraki dönemin devrimci demokrasisinin hareket tarzıyla tam bir uyum arzediyor: Yön'cüler,
daha doğrusu THKO ve THKP-C öncesi devrimci demokrasi, formasyonsuz ve programsızbulduğu "zinde kuvvetlerin" açığını Ordu dışı birikimlerle kapatmak, asli olarak da bunlara
akıl hocalığı yapmak misyonunu üstlenecekti. Devrimci demokrasinin bir sonraki evresindeki
geçerli stratejiyi belirleyecek olan bu gözlemler genel hatlarıyla doğrudur. Soysal'ı haklı
çıkartan bir diğer unsur ise şudur: 27 Mayısçılar arasında hiç kimse, yapılan eylem ile
Türkiye'nin sınıfsal yapısı, dengeleri, uluslararası değişkenler arasında güçlü bağlantılar
kuran bir sistematik geliştirmemiştir.
l960'ların yeni devrimci demokrasisini akıl hocalığı misyonuna teşvik eden biraz da bu
deneyimdir. Darbecilerin program ve perspektif yoksunluğu bir veri ise, her bir özne kendince
bir programı dayatmaya hakkı olduğunu, sonuç almanın olanaklı olabileceğini, bu
müdahalenin de meşru olduğunu düşünebilmiştir. Bu önericiler kervanına komünistler adına
Dr. Hikmet Kıvılcımlı da katılmadan edememiştir.
Ancak 27 Mayısçıların perspektif ve program yoksulu olsalar da, eylemlerinin bir boş kâğıt
üzerine yazıldığı zannedilmemelidir. Türkiye kapitalizmi bu kadar sahipsiz değildir. Önderliğin
perspektifsizliğini telafi eden ya da mazur gösteren faktör, kimsenin kapitalizm zeminini
sorgulamayacağı konusunda egemen sınıfın rahat olmasıdır. Yine kimsenin, yukarıda
kısmen ele alınan, egemen sınıflar içi süreçlere müdahale etmeyeceği konusunda da askere
güven duyulmuştur. Ordu bu güvene ihanet etmemiş, içerdiği devrimci demokrat damar ise
ihanet etmeyi becerememiştir. 27 Mayıs,ne kapitalizmi eleştirmeye yeltenmiş ne de egemen
sınıflar içi çelişkilerde zorlayıcı misyonlar üstlenmeye kalkmıştır.
Devrimci demokrasinin kendisini ordu içinde varettiği ve bir ağırlık koyabildiği süreç, MBK'nin
hükümeti sivillere terketmesiyle inişe geçer. 27 Mayıs'ı izleyen süreç Ordu içinde, hiyerarşiyi
altüst eden, siyasete fazla eğilimli devrimci demokrat nüvelerin güçsüzleştirilmesi
yaşanmıştır. 1960'ların sonuna gelindiğinde Türkiye solunda hala ilerici darbe bekleyenlerin
bulunabilmesi ilginçtir. Sivil devrimci demokrasinin zinde kuvvetlere akıl hocalığı misyonu ve
bu doğrultuda beklentiler, 12 Mart 197l'de duvara çarptı. Türkiye solu, burjuvazinin militer
devrimci demokrasi damarını budadığını bir faşist darbe olana kadar farkedemedi. Akılhocalarının birşeyler öğretmeyi tasarladıkları unsurlardan daha birikimli olmadıkları açığa
çıkıyordu. Yavanlık devrimci demokrasinin yalnızca askeri kanadına özgü bir nitelik değildi.
1960'da bir gerçeklik olan militer devrimci demokrat damarlar, onyılın sonuna gelindiğinde
bütünüyle ütopik ve maceracı hal almışlardır.
27 Mayıs, kemalizm ve sol
Devrimci demokrasinin bir dönem ordu içinde yuva bulması 27 Mayıs askeri darbesinin bir
yüzüdür. Türkiye kapitalizminin krizi bir kurtarıcıya, müdahaleye ihtiyaç duymuş, bu kılıcı
sallayacak olan güç ise ülkenin kurtuluşunu arayan devrimci demokrat tepkisellikle içiçesahneye çıkmıştır. Darbecilerin program ve perspektif yoksunluklarına, örneğin daha sonraki
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 11/14
müdahalelerde kesinlikle rastlanmayacaktır. Ne 12 Mart 1971'de, ne de 12 Eylül 1980'de...
71 ve 80'in karşı-devrimci generalleri büyük burjuvazi ile aynı başvuru kitaplarına ve
danışman kadrosuna sahip oldular.
Darbe, egemen sınıf için olağandışı bir reçetedir. Krize mahkûm Türkiye kapitalizmi tarihi
boyunca bu reçeteye fazla başvurmuş olabilir. Ancak yine de kriz idaresinin özü, aralarındakiçelişkiler de derinleşen mülk sahibi sınıflar adına toplum üzerindeki hegemonyanın zor
yoluyla yeniden tesisi ve bu arada sınıf iktidarının iç çatlamalara maruz kalmaması için
gerekli denetçiliğin icra edilmesidir. Burjuvazinin çiçeklerle karşılayacağı darbeciler bu öze
sadık olanlardır. 27 Mayıs yukarıda sayılan çelişik karakteriyle bu görevi yerine getiremezdi.
Nitekim darbe, uzun süreli düzen ve istikrar vaatlerinde sınıfta kaldı.
27 Mayıs'ın 1961 Anayasası'yla ve diğer düzenlemelerle demokrasiyi getirdiği görüşünün de
düzeltilmeye ihtiyacı var.
27 Mayıs'ın "ilericiliği", kendisini sağlam kılmak için objektif olarak geniş bir cepheye
dayanma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Aydınlar, Kemalist hareketi yeniden popülerleştiren
öğrenci hareketi, ekonomik bunalımın faturasını ödeyen kentli emekçi sınıflar nezdinde güçlü
olan Milli Birlik Komitesi iktidarı, seçeneksizliğini kanıtlamıştı. Üstelik Türkiye'nin uluslararası
kapitalizmin yapılanmasına uygun olarak iç pazara yönelik bir sanayileşme sürecini
hızlandırması, emekçi sınıfların alım güçlerinin bir dönem için yükselmesi ile de uyumluydu.
Bu tablo emekçilerin örgütlenme sürecinin karşısına güçlü engeller çıkartılmaması ve solun
önünün de açık kalması anlamına gelecekti. Tüm bunlarsa yeni bir siyasal krizin
habercisiydi.
Düzene kriz ortamında kaybettiği istikran geçici bir süre için geri veren 27 Mayıs'ın, açtığı
kanalı ordunun doldurmayı sürdürmesi burjuvazinin tercihi olamaz. Düzen, güçlü bir statüko
sübabına ihtiyaç duyar. Ordunun bu misyon yerine burjuvaziye ve topluma yeni ideolojik,
politik açılımlar üretmeye yönelmesi, zaten altından kalkabileceği bir misyon olmayışının
ötesinde, burjuvazi açısından yanlıştır da.
Sonuçta DP geleneğinin mirasçıları,yalnızca köylü seçmen kitlelerde baki kalan prestijini
topluma yeniden yaygınlaştırırken, bir yandan da CHP aydın, emekçi gençlik zeminlerine
kendisini kaydırıyor ve boşluğu dolduruyordu. Ortaya salıverilen düzen dışı, demokrat
eğilimler üzerinden ise işçi hareketi ve TİP gelişecekti...
27 Mayıs'ın demokrasisini, Türkiye kapitalizminin iç pazarı güçlendiren gelişim rotası,
burjuvazinin kriz dinamiklerini toplumu sola açarak massetme denemesi, kentli öğrenci ve
aydınların zorlaması, ordu içi dengeler, uluslararası kapitalizmin dönemsel tercihleri
olmaksızın değerlendirmek boş bir iştir.
Türkiye solu açısından 27 Mayıs'ın değer taşıyan bir yanı da kemalizmden kopuş
problematiğiyle bağlantısıdır. Sosyalist ve devrimci hareketlerin tarihsel olarak devrimci
demokrasiyle içiçe yaşanan doğumları Türkiye'ye özgü sayılamaz. Ancak Türkiye sosyalist
hareketi, sadece kendisinin değil, önemli bir kaynak olarak değerlendireceği devrimcidemokrasinin de uzun süre kemalizmle içli dışlı yaşamış olmasından çok çekmiştir
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 12/14
Devrimci mirasın bir dizi ögesinin bir burjuva hareketinin içerisinde sıkışıp kalmış olması bir
gerçeklikti. Türkiye sosyalist hareketi ancak ve ancak kendisine daha güçlü kaynaklar
bulduğu takdirde, bu mirasa muhtaç olmaktan kurtulabilirdi. Türkiye için ise, ne uluslararası
sosyalist hareketin kimi ülkeler için sunduğu avantajlar, ne de kendiliğinden bir işçi sınıfı
hareketinin bağımsız bir kimlik için zemin hazırlaması söz konusu oldu. Sosyalist ve devrimcihareketin geçmişindeki kemalizm bulaşıklığı bir de bu nesnel yanlarıyla değerlendirilmelidir.
Türkiye solunun kemalizmin ve onun devrimci demokrat uzanımlarından geç koptuğu
doğrudur. Bu kopuş için bir kaynak, 12 Mart hayal kırıklığı olmuştur. Bir diğeri 15-16 Haziran,
yani işçi sınıfı gerçekliğinin kendisidir. Üçüncü bir öge özellikle 1970'lerde devreye girmeye
başlayan Kürt dinamiğidir.
Birinci kaynak büyük bir çarpıklığın çok gecikmeli olarak telafisi için önemli bir veri teşkil etti.
Ancak, büyük burjuvazinin kendisine organik ve ideolojik olarak tam anlamıyla bağımlı hale
getirdiği Ordu'dan, son dakikaya kadar sosyalizme bir pencere açmasını bekleyip de
hüsrana uğramak iyi bir ders sayılamaz. Bu tatsız dersin son derece yüzeysel biçimde
alındığı açıktır. Sosyalist devrim perspektifinin, yıllar boyu, iler tutar tarafı olmayan
demokratik devrim versiyonları karşısında yaşadığı marjinalliğin hatırlanması yeterli
olacaktır.
İşçi sınıfının sosyalist hareket için sunduğu yeni kimlik ve yeni mecra ise 1970'lerde özellikle
DİSK'in sosyal-demokratlaştırılması operasyonu ile kısırlaştırılmıştır.
Kürt dinamiğine yaslanan bir kemalizm kopuşu da başlı başına sorunludur. Türkiye solu, Kürt
hareketinin doğal anti-kemalizmini kendisine ait ve sınıf temelli argümanlarla yemden
üretmemiş, olduğu gibi devralmıştır. Buradan çıksa çıksa, Yeşilçam'a yakışan "babasının
aslında kötü adam olduğunu öğrenen çocuğun ezilmişliği" çıkar. Gerçekleşen de aslında
budur. Köycülük, demokratik devrimcilik, hatta antisovyetizm konularında kemalist
etkilenimler içindeki sol, Kürtleri ezen bir ulusun parçası olmaktan utanç duyan bir psikoloji
geliştirmiştir. Kürt hareketi güçlendikçe Türkiye solunun ezikliği de artmıştır. Bu saçmalığın
enternasyonalizmle hiçbir alakası yoktur.
Ama tüm bu eksiklerine ve çarpıklıklara karşılık, hatta 27 Mayıs konusundaki sonsuz kafa
karışıklığına rağmen, Türkiye solu kemalizmden kopuşunu 1970'lerde tamamlamıştır. 1980
sonrasında ise liberalizm, sola bu kopuşu aslında gerçekleştiremediğini öğretti! Bu iddianın
bir boyutu Kürt hareketinin yükselişiyle bağlantılıdır. İkinci tarafı ise liberalizm ile...
1980 sonrasında "kemalizmden kopamama" eleştirisi sol cenahta aşırı yaygınlık kazanmıştır.
Liberal karşı-devrimin hesaplaşmak istediği aslında kemalizm değil kamucu ideoloji ve
politikalardır. Kemalizm kamucu ideolojiyle bulaşık olduğu ve tarihinde burjuvazi adına
Türkiye'nin devrimci damarlarını kendi içinde massetme görevini üstlendiği için hedef
seçilmiştir.
27 Mayıs'ın diğer darbelerle aynı kefeye yüklenmesinin de ardında, kemalizmden kopuşunbu yanlış ya da art niyetli yollarının gizlendiği görülmelidir. Bu saldırının karşısına 1990'lı
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 13/14
yılların komünist hareketinin, kemalizmi bayrak edinerek çıkmasına hiç mi hiç ihtiyaç yok.
Ancak kamuculuk, bağımsızlıkçılık, devrimcilik motifleri, yani aslında kemalizmin yalnızca
demagojik biçimde kapsamaya çalıştığı değerleri sahiplenmek mutlak bir gerekliliktir.
Kim ne derse desin, Türkiyeli komünistler, 27 Mayıs öncesinde gözünü iktidara diken, tüm
enerjisini gizli örgütler kurmaya, "bir ihtilal yapmaya" vakfedenlerle bir duygudaşlıkkurmalıdır. Eylemlerinin tarihsel anlamına değil, içerdiği toplumsal sorumluluk duygusuna ve
devrimci tutkuya sahip çıkılmalıdır. Bu toprakların başka onlarca devrimci değerinin, örneğin
devrimci gençlerin yiğitliğinin, Türkiye'de yaprak kımıldamazken bu coğrafyanın bir zayıf
halka olduğunu mücadeleleriyle ilan edenlerin, sınıf dayanışmasını ve sınıf kinini keşfeden
işçinin yanısıra, bir de bu bulaşık devrimci demokrat damara sahip çıkılmalıdır.
Bu duygu bir hak dağıtma görevinin yerine getirilmesinden ibaret değildir. Komünist
hareketin miras belleyeceği devrimci demokrat damarlar bir tarihte, bu ülkede bir burjuva
darbesinin içinde sıkışabilmiştir. Bu konumları nedeniyle, ve bu konumlarına rağmen
"verilmesi gereken bir hak" kesinlikle söz konusudur. Ama asıl önemlisi Türkiye komünist
hareketin kendi sınıf temelleri üzerinde giderek ayakları üzerinde ve daha sağlam biçimde
dikilmekte olmasıdır. Bu süreç ilerledikçe ve kapitalizmin bu krizi derinleştikçe, bu kez
komünist hareketimiz, esas olarak kendisine ait olmayan tarlalara bereketli tohumlar atma
imkanını bulacaktır, bulmalıdır. Komünist hareketin ilerleyeceği yolun dört bir yanında
rüzgârımızla bize doğru eğilen başka filizler olmalıdır. 27 Mayıs darbesinin
devrimci-demokratları bu ülkede "biz" olmadığımız için bir dizi hesabı yarıda bıraktılar.
İşte bu yüzden, geçmişin ayrıntılarda kalmış zenginlikleri geleceğimiz için anlam ve önem
taşıyor.
Bu yüzden, 27 Mayıs henüz bitmemiş bir tartışmadır.
Dipnotlar
1) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, c.6, s. 1969.
2) Savran; Sungur "1960,1971,1980: Toplumsal Mücadeleler Askeri Müdahaleler", 11. Tez,
sayı 6 içinde, Uluslararası yay., İst., Haziran 1987; s. 137.
3) Dinler; Ahmet Hamdi, "27 Mayıs", Gelenek 19, İst., 1988; s.64
4) a.g.m., s.66
5) a.g.m., s.76.
6) Doğan Avcıoğlu'ndan ("Ortanın Solu ve Amerika" Yön sayı 211 (14 Nisan 1967)s.11)
aktaran Özdemir; Hikmet, Yön Hareketi, Bilgi yay., Ankara, Aralık 1986; ss.94-95.
7) Küçük; Yalçın, Türkiye Üzerine Tezler 3, Tekin yay., İst., 1986; s.44
8) Oral Sander'in bu çıkarsamasını Yalçın Küçük aktarıyor. (Sander; Oral Türk-Amerikan
İliskileri 1947-1964, Ankara 1979; s.196'dan aktaran Küçük; Y. Türkiye Üzerine Tezler 3,
Tekin yay., İst., Aralık 1986; s.43)
9) Değisimin AP-DP sürekliliği çerçevesindeki anlamını Savran söyle tanımlıyor: "DP içinde
sesini duyuramayan sanayi burjuvazisi, 27 Mayıs darbesinin yarattığı sarsıntı ortamında
kırsal sınıflar ittifakının doruğuna tırmanmayı becermiş olmaktadır." (Savran; S. a.g.m.,s.149)
8/16/2019 Bitmeyen Tartışma: 27 Mayıs
http://slidepdf.com/reader/full/bitmeyen-tartisma-27-mayis 14/14
10) Erdoğan; Zekeriya, "27 Mayıs Nedir Ne Değildir?", 11.Tez, sayı 8, Uluslararası yay., İst.,
Haziran 1988; s. 249.
11) Bostancıoğlu; Adnan, "27 Mayıs: Öncesi ve Sonrası" Türkiye Sorunları Dizisi 1, Alan
yay., İst., Haziran 1987; ss.35-36
12) "İhtilal hareketini yöneten Milli Birlik Komitesi'nin, sabah daha günes doğmadan, ilk isi,
bütün müttefiklerimize, ittifaklarımıza sadakat, ve bütün komsularımıza, bize karsı iyi niyetleriölçüsünde iyi niyet ve dostluk teminatı vermek olmustur." (Forum 1, Haziran 1960, sayı 148,
s.2)
13) Avcıoğlu; Doğan, "Anlamak Dstemediğimiz 27 Mayıs", Yön sayı 23, (23 Mayıs
1962)s.3'ten aktaran Özdemir; H, a.g.e., s.93
14) Forum Dergisi 27 Mayıs sonrasında ısrarla, Ordunun sonuna kadar siyasetin dısında
kalmaya çalıstığını, ancak seçim yoluyla kurtulusun olanaksız hale getirildiğini, isyan
edenin,Türk halkının bütünü olduğunu isler. Forum 27 Mayıs ve sonrasının bütünüyle Ordu
içi hizipler savaşı biçiminde cereyan etmesine karsın, harekat sırasında "Ordunun
bütünlüğü"nü koruduğu tezini savunup durmuştur.
15) Soysal; Mümtaz, "Karsı İhtilal" Yön sayı 41,(26 Eylül 1962) s.20'den aktaran H.Özdemir,
a.g.e., s.95.