bosna-hersek'te soykirimbosna-hersek'te soykirim muhammed ÇengİÇİn basi n toplantisi ben tür...

34

Upload: others

Post on 20-Oct-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • BOSNA-HERSEK'TE SOYKIRIM MUHAMMED ÇENGİÇİN BASIN TOPLANTISI

    Ben Türk Devletine ve Türk Halkına Bosna-Hersek'te uy-gulanan "Soyku-ımı" anlatmaya geldim. Sırplar bizden ele geçirdiklerini katletmekte ve sürmektedirler. 90 yaşındaki ihtiyarı da henüz birkaç yaşındaki çocukları ve gençleri de ayırım gözetmeksizin öldürmektedirler. Özellikle kadınlar çok müşkül durumlar yaşamaktadır. Amerika ve Avrupa'da İnsan Haklarının ve insanların seç-me haklarının mücadelesi yapılmakta, bize ise henüz "Ha-yat Hakkı" tanınmamaktadır. Hiç şüphesiz "Hayat Hakkı" insanların en büyük hakkıdır. Çünkü Allah'ın kanunlarının tesbit ettiği bir haktır. Ancak ne Allah'ın Kanunlarına nede insanların koyduğu kurallara uyulmamaktadır. Bosna-Her-

    sek'te halk çaresizlik içinde beklemektedir. Harp Müslüman Halkın tasfiyesi yönünde yürütülmektedir. Bazıları Bosna-Hersek'teki müslümanları Avrupadan çıkarmak, silmek istemektedir. Önlerine gelen herşeyi yıkmaktadır-lar. 400-500 yıllık camileri, hastaneleri, okulları, fabrikalar! yıkmaktadırlar. Aslında o yıktıkları yıkanlarada la-zım hususlardır. Onlarında yıktıklarından yararlanma imkanı kalmamıştır.

    Bosna-Hersek'teki savaş politik bir harp değil, insanın insanı katlettiği bir vahşettir. Bu durumda bütün insan-lığın ayaklanması gerekirdi. Bu vahşet böyle devam ederse bir an gelecektir ki insanlık bu olanlardan utanç du-yacaktır. Daha bugünden gerekli tedbirleri almadığı için ulanmaya başlaması lazımdır.

    Yeni aldığımız haberlere göre 90 yaşını aşkın bir imam ve 5 çocuğu katledilmiştir. 80 kişinin yaşadığı bir köyde 31 kişi katledilmiştir ve müslümanlann kafalarıyla yollarda top oynanmaktadır ki bunları yapanlar üniversite profesörleri ve bir zamanlar benimde içinde bulunduğum hükümetin müslüman olmayan üyeleridir.

    Sırbistan'ın Belgrat basını dünya efkarına tamamen yalan haberler neşreünektedir. Müslümanlara karşı yapük-lan kötülükleri güya Müslümanlar onlara yapıyormuş gibi göstermektedirler. Zira Bosna-Hersek'in enformasyon yolları tamamen kapalıdır. Bu itibarla biz Belgrat'ın sahip olduğu imkanlarla dünya kamuoyuna sesimizi duyura-mıyoruz.

    Bosna-Hersek'te açlık kapıya dayanmıştır. Müslümanların bulunduğu yerlerde kesinlikle gıda yoktur. Elektrik ve suda zaman zaman verilmektedir. Salgın hastalıkların çıkması mutlakür. Şehirlerarası geliş-gidiş imkanı mev-cut değildir. Müslümanların yaşadığı bütün şehirler Sırplar tarafından kuşatma altına alınmıştır. Bu sebeble dışa-ndan yardım gelememektedir. Türkiye yardım etmeye hazırız ancak yol açınız demekte. O yolları biz açamayız. Kişi olarak bile gitme imkanımız yokken kamyon yollarını açamayız. Ben başbakan yardımcısı olarak Sarayo-va'ya gitme imkanına sahip değilim. Gittiğimde beni ya haps edecekler ya da öldürecekler. Bizim devlet başkanı-mız bile Sarayova'da 500 m.'lik mesafeye gidememektedir. Öyle yerler vardır ki çocuklar ve aileleri başka yerler-deler, ana babasının yanına gelememektedirler.

    Bu yardım yolları Türkiye, Amerika ve Fransa'nın askeri güçleri ile açılabilir. Şu anda bizim gıda yardımına ihtiyacımız var. Ben Türk Devletine ve Türk Halkına bunu söylemeye geldim. Diplomatik yardımlar bizlerin kat-lini durdurmaya yetmiyor. Açlıktan ölmememiz için gerekli gıda yardımı sağlanamıyor. Türkiye bize yardım et-mezse, bize kurtuluş yok.

    Büyük bir mücadele edebilme gücü vardır fakat mühimmatımız yoktur. Şu anda Bosna-Hersek'te savaşmaya-cak kimse yok. Çünkü bu ölüm kalım savaşıdır. Kendisini, ailesini, yakınlarını, camisini, okulunu müdafa edece-ği bir savaştır. Biz hiçbir zaman tecavüz etmeyeceğiz. Fakat kendimizi savunmaya mecburuz. Biraz önce bahset-tiğim İmam ve çocukları silahları olsa herhalde silahla vurulmuş olabilirlerdi ama katledilmezlerdi. Bu derece yardım zaruridir, ama nasıl olacak bilemiyorum.

    Hergün akrabalarımdan haber almaktayım. Çok üzülüyorum. Yakınlarımdan yaralılar var, en yakın 5 komşum vurulmuş. Durum çok vahşet. Biz hepimiz Türkiye'ye bakıyoruz, Türkiye'yi bekliyoruz, Türkiye'ye güveniyoruz. Bu olmazsa sonumuz kötü olacaktır. Hergün bana soruyorlar Türkiye ne yapacak? diye.

    İ N S A N H A K L A R I VF. M A Z L U M L A R L A D A V A M î j M A D K R N E C İ ' N İ N l î O S N A - I I E R S K K M U S L Ü.M A N L A RI N A Y A R D I M K A M P A N Y A S I

    IIKS.Vl 'NUMARALARI:

    Ziraat Bankası Ankara Yenişehir Şb. 30440-1503-5 • Al-Baraka Türk Ankara Şb. 401872

  • ARAŞTIRMA VE KÜLTÜR VAKFI

    YAYIN ORGANIDIR •

    AKV Adına SAHİBİ

    Nccati CEYLAN •

    İŞLETME Araştırma ve Kültür Vakfı

    B i l g i - t l e t i ş i m M e r k e z î ( A K B İ M ) •

    AKV Yayın KoordinaUûü Mustafa ERTEKIN •

    Yazı İşleri Müdürü Abdullah YILDIZ •

    İdare Merke/ i Simitçi Şakir Sok. Arzu Apt. No: 32/10

    Aksaray-ISTANBUL Tel: 534 88 88 •

    Yazışma Adresi: P.K. 62 Fatih-İSTANBUL •

    AKV Merkez ve Şube Adresleri

    Merkez; Akbı>Tk Cad. Sullanahmct Camii Yanı Eski Sıbyan Mektebi Sullanahmeı-İSTANBUL Tel: 517 4444

    Ankara : Küçükcsai Cad. (Akay Yokuşu) No: 15/19 Lale Ap t Bakanlıklar-ANKARA Tel: 118 6860

    İzmit: T e p a i k M a h . Feridun Özbay Cad. No: 15/3 İZMÎT

    Bayrampaşa İr t ibat Büro.su: Murat Mah. Sinema Sok No: 21/2 Bayrampaşa-tSTANBUL •

    ABONE ŞARTLARI Yıllık: 20.000 TL.

    (Öğrenci-Ögretmen): 10.(X)0TL.) Posta Çeki No; 658136

    ^ABDULVAHAP YAMAN"adına •

    FİATI: 4.000 TL.

    Dizgi: Ayçan Grafik Baskı: Yıldızlar Matbaacılık A,Ş.

    Ayda bir yayınlanır.

    Selamün Aleyküm Bâtıl Komünist sistemin zevâlinden sonra, Sovyet Rusya'nın en-

    kazı a l t ından Müslüman-Türk devletleri yeniden tar ih sahnes ine çıktılar. Orta-Asya ve Kafkaslar da yaşayan Türk toplumları, 70 yıl-lık esaret dönemi ve "ateizm" uygulamasına rağmen silinemeyen Islamî kimliklerini yeniden hatırlıyorlar. İslam'ı öğrenmeye, anla-maya ve toplumsal hayata aksettirmeye çalışıyorlar.

    Aynı şekilde; Balkanlar da "demirperde"nin a r a l a n m a s ı n d a n sonra da, Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk ve Bulgaristan'da İslam tekrar gündeme geliyor. Balkan müs lüman lan da, unu tu lma-ya yüz tu tan Islamî kimliklerini yeniden canlandırıyorlar.

    Kısaca; "Doğu bloku"nun tozlu yıkıntıları a ras ından İslam filiz-leniyor ve yeşeriyor.

    Bâtıl Kapitalist s istem ise; g ü c ü n ü n zirvesinde gözükmesine rağmen, hızla zevâle gidiyor. Batı dünyasının iki büyük devi ABD ve Almanya, "Vahşi kapitalizm" uygulamasının doğurduğu sıkıntıları bizzat kendi içlerinde yaşıyorlar. Ekonomik ve sosyal problemleri giderek tırmanıyor; ırk ayırımı, şiddet, u y u ş t u r u c u iptilası, f u h u ş vs... batılı toplumları temelden sarsıyor. ABD'nin şampiyonluğunu yaptığı "yeni dünya düzeni" ise, diğer toplumların kan lan ve göz-yaşları üzerinde inşa edilmeye çalışılıyor.

    Batılı toplumlar da, ezilen u lus lar da yeni bir sistem, yeni bir çözüm anyorlar.

    Öbür yandan; 10 yıllık İran islam İnkılabı deneyiminin ardından önce Cezayir'de, şimdi de Afganistan'da "Islami yönetime" geçiş aşa-mas ına gelindi. Uluslararası düzen, Cezayir Islami devrimini kanla bastırdı; Afganistan'da ise ciddi sıkıntılar yaşanacağa benziyor.

    Türkiye'ye gelince: islam'ın üzerine çekilen 70 yıllık ö r t ü n ü n kalkmaya başlamasıyla son 15-20 yılda is lam yeniden gündeme geldi. Şu günlerde "Osmanlı Cumhuriyeti" teorilerinden bile ciddi an lamda söz edilebiliyor. Türkiye insanı yeniden islam'a hasre t ve İslam'ı tartışıyor.

    Özetle; t üm insanlık yeni bir arayış içinde ve is lam yüzyıllar sonra yeniden insanlığın "umudu" haline geliyor. Bâtıl zevâl bulur-ken, İslam yeniden "gündeme" geliyor. Ve konjonktür , t üm insanlı-ğın u m u d u ve can simidi haline gelen islam'ı "asrın idrakine" hay-kırma görevini bu dev sorumluluğu, m ü s l ü m a n aydının cılız omuz-lanna yıkmış bulunuyor.

    Ancak; insanlığa nasıl bir İslâm sunulacakt ı r? Geleneklere, hu-rafelere, batıla bulanmış, çarpıtılmış, ehlileştirilmiş İslâm mı, yoksa Kur'an islâm'ı mı? Herhalde ikincisi.

    Şüphe yok ki; tek harfi bile değişmeyen, çağlar ve toplumlar üs -tü ilahi kitab Kur'an, geçen asırların insanını mut lu ettiği gibi, bu-gün de O nun ilkelerine sarılan insan ve toplumları mut luluğa eriş-tirecektir.

    Yeter ki; O'nu gereği gibi okuyup anlayalım, insan la ra kendi izafî kanaat ve görüşlerimizi değil Kur'an'ı anla tahm. islam'ı orijinal kaynağından, yani Kur an dan öğrenip, Rasûlüllah (sav.)'ın sünnet i-ni de dini pratik hayata ak ta rmada "rehber" edinelim.

    Abdullah Yıldız

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A K A $ T I K N A - I X T E E M li

    KUR'AN'A GÖRE KUR'AN OKUMADA TEMEL PRENSİPLER

    Kur'ân'ın ilk emri; "Oku! Ya-ratan Rabbinin adıyla..." (96/1) ayetidir.

    Kur 'an' ı okumadan anlamak, anlamadan da uygulamak mümkün değildir. Yani kulluk görevini yeri-ne get i rebi lmenin ilk aşamas ı Kur'an'ı okumak^ anlamak ve der-hal uygulamaya başlamaktır. Al-lah'ın kendisine bahşettiği akıl ni-meti ile Rabbi'ni bulan insan, O'nu tanımak, O'na yönelmek ve O'nun nzasını kazanmak için yine O'nun kitabını okumak zorundadır. An-cak Kur 'an nasıl okunmal ıd ı r? Kur'an okurken nelere dikkat edil-melidir? Kur'an okumada hangi yol ve yöntemler izlenmelidir?

    Kur'an ayetlerinden ve Rasûlül-lah (s.)'ın hadislerinden hareketle Kur'an okumada dikkate alınması gereken temel prensipleri anlama-ya çalışalım:

    1- Kur'an Gereği Gibi Okunmalıdır:

    "Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu tilavetinin hakkını vererek okurlar." (2/121)

    Tilavetin hakkını vermek, yani gereği gibi okumak; Kur'ân'ın an-lamını , hükümler in i düşünerek, hissederek, sindire sindire ve yavaş yavaş kıraat etmek demektir. Mü-min, Allah'ın kitabını adeta Rabbi ile sohbet ediyormuşcasına okuma-lıdır. Kur'an'daki sorulara cevap vermeli, emirlerine uymaya ve ya-saklanndan kaçınmaya azmetmeli, yeri geldiğinde dua etmeli yalvar-malıdır.

    ImamNevevî'nin El-Ezkâr'ında; Kur'an'la diyalog kurmak için, bazı

    ayetlere şu tür ifadelerle cevap ver-menin müstehab olduğu zikredilir: "Allah hakimler hakimi değil mi-dir?" (95/8) ayeti okununca;"Belâ ve ene alâ zâlike mine'ş-şahidîn" (Evet, ben de buna şehadet eden-lerdenim) denir. "O, ölüleri dirilt-meye kadir değil midir?" (Kıyamet 75/40), ayeti okununca; "Belâ, eş-hedü" (evet, ben şahitlik ederim) denir. "Bundan sonra hangi söze inanacaklar?" (7/185) ayeti oku-nunca; "Âmentü billahi" (Allah'a iman ettim) denir. "En yüce olan Rabbinin adını teşbih et" (87/1) ayeti okunduğunda da: "Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ" (En yüce olan Rab-bimi teşbih ederim) denir. (Ezkâr: s. 73-75)

    Kur'an'ı gereği gibi okumak; İmam Gazalî 'nin belirttiği gibi, "Bütün gayret ve dikkatini harfle-rin mahreçlerini çıkarmaya yönel-tip manasım düşünmemek" demek değildir, (ihya: c. I, s. 804-807). Tam tersine, ayetlerin anlamlarım düşüne düşüne, anlayarak, hissede-rek ve yaşayarak okumak, Kur'an'ı hakkıyle okumak demektir. Dilde ve hançerede kalan, kalbe inmeyen okuma, gerçek bir okuma değildir. Hadiste, "Kur'an'ı şarkıcılann, rahi-belerin ve yas tutan kadınların oku-duğu gibi" okumak, fi tne olarak vasıflandırılmış ve bu okumanın "hançerelerden öteye geçmeyece-ği" ifade buyurulmüştur. (Tecrid-i Sarih Tercemesi; c. XI. s. 247, H. 1783)

    Kısaca Kur'an'ı düşünerek, gö-nülden hissederek, yaşayarak ve sindire sindire okumak, tilavetin hakkını vermektir.

    Abdullah YILDIZ

    2- Kur'an Duygulanarak, Tüyleri Ürpererek Okunmalıdır:

    Kur'an'ı hüzünlenerek, korka-rak, ürpererek ve göz yaşlan içinde okumak gerekir. Zaten Kur'an'ı iyi-ce düşünüp hissederek okuduğu-muzda huşu duymamak, ürperme-mek ve ağlamamak mümkün değil-dir.

    "Allah, ayetlerini birbirine ben-zeyen ve yer yer tekrar eden kitabî sözlerin en güzeli olarak indirmiş-tir. Rablerinden korkanlann bu ki-taptan tüyleri ürperir. Sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah'ın z ikr iy le yumuşar ve ya t ı ş ı r . " (39/23)

    "Ağlayarak yüzüstü kapanırlar. Kur'ân, onların huşûunu artu-ır." (17/109)

    Rasûlüllah (s.) Kur'an okurken çok duygulanır ve çok ağlardı. Bir keresinde, sabaha kadar şu ayeti t ekrar layarak namaz k ı lmı ş t ı : "Eğer onlara azab edersen, şüphe-siz onlar senin kullarındır; eğer on-ları mağfiret edersen, şüphesiz sen Azız ve Hakîm'sin." (5/118) (îbn Mâce ,H. 1350)

    Aynı şekilde; sahabe de Kur'an'ı kendinden geçerek huşu içinde okuyor ve bazı ayetleri defalarca tekrarlıyordu. Örneğin Temim Dari şu ayeti sabaha kadar tekrarlamıştı: "Yoksa, kötülükleri işleyen kimse-ler, kendilerini, inanıp iyi ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar?" (45/21) (Ihyâ; c. I, s. 800).

    Hz. Ebû Bekir, Kur'an okurken göz yaşlannı tutamazdı. Hz. Ömer

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A n A ¡̂ T I R n A - I X C12 L E n ı :

    de Kur'an okurken sık sık ağlardı. Bir keresinde Hz. Ömer yatsı na-mazını kıldırırken Yusuf sûresini okumaya başlamıştı . Nihayet şu ayetlere geldiğinde kendisini tuta-mayarak yüksek sesle ağlamaya başladı; öyle ki hıçkınklan en arka sa f tan duyu lmuş tu : "Oğul lar ı ; "Vallahi sen, Yusufu ana ana hasta olacaksın, yahut öleceksin!" dedi-ler. Yakup;"Ben taşan kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikayet ederim ve Allah'tan sizin bilmedi-ğiniz şeyler i b i l i r im." dedi ." (12/85-86) (Hadislerle Müslüman-lık: c. IV., s. 1479)

    Bu bağlamda Hasan Basrî'nin de şöyle dediği rivayet olunur:

    "Kur'ân'ı inanarak okuyanların hüznü artar, sevinci azalır; ağlama-sı çoğalu-, gülmesi azalır; meşgale-si çoğalır, tembelliği ve huzuru azalu-." (îhyâ; c. I . , s . 810) 3- Kur'an, Anlamaya En Elverişli

    Zamanda Okunmalıdır:

    Kur'an'ı gereği gibi, duygulana-rak okumak, üzerinde düşünüp an-layabilmek için en uygun zaman, mekan ve ortam seçilmelidir. Öyle ki; göz, kulak ve dil ile kafa, gönül ve kalp arasında tam bir uyum sağ-lanmalıdır. Bu ortamı, bu uyumu ve konsant rasyonu sağlamadan Kur'an'ı anlamak, Kur'an'ı hisset-mek ve Kur'an aünosferine girmek zorlaşır.

    Bu bakımdan Allahu Teâlâ, Kur'an davetçis ine "gece kıya-mı" m tavsiye eder ve dil ile kalp arasındaki uyuma dikkat çeker: "Ey örtüsüne bürünen!

    Birazı hariç gece kalk!

    Veya bunu artır ve ağır ağır Kur'ân oku.

    Doğrusu biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz indireceğiz.

    Gerçekten gece ka lkmak , (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kıraate daha elverişlidir.

    Çünkü, gündüz senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır.

    Rabbinin ismini zikret ve her-şeyden kalbini boşaltarak bütün gönlünle O'na yönel." (73/1-8)

    Kur'an'ı huşu içinde okumaya, üzerinde derin derin düşünmeye en müsait ortamın gece vakti olduğu-nu yine Kur'an ortaya koyuyor. Herkesin uykuda olduğu, sessiz, sakin ve r iyasız bir o r t amda kıyâm'ül-leyl'de bulunup ibadet et-mek ve uzun uzun Kur'an oku-mak... işte Müzemmil; 6'da geçen "eşeddü vat'en" ifadesinin anlamı budur. Yani gece kıyamı; kalp ile dil arasında tam bir uyum ve har-moni oluşturmak için çok elverişli bir ortamdır. Bu ortamda kul ile Allah arasına başka bir engel gire-mez; dolayısıyla kişi diliyle ne söy-lüyorsa, kalbinin sesi de aynı şeyi söyler.

    Yine aynı âyette geçen "ekva-mu kîlen" ibaresi de şu anlama ge-lir: Gece vakti, Kur'an'ı sakin, huşû içinde ve yüreğinde duya duya okumaya, dolayısıyla onu en iyi bir şekilde anlamaya çok uygun bir or-t a m d ı r . ( T e f h î m ' ü l - K u r ' â n : Mevdûdî; c. VI., s. 457).

    Gündüz vakti ise, meşgalelerin çokluğu ve zihni dağıtan etkenlerin çeşitliliği sebebiyle okumaya daha doğrusu anlayarak okumaya pek fazla uygun bir ortam değildir.

    Özetle; Kur'an'ı gereği gibi oku-mak için, zihnin en uyanık olduğu, meşguliyetin en az olduğu, kalbin tümüyle Allah'a yönelebileceği ve dil ile gönül arasında tam bir uyum ve ahengin kurulabileceği zamanı, mekânı ve ortamı tercih etmek ge-reklidir.

    4- Kur'an, Tertîl Üzere (Dura Dura) Okunmalıdır

    Kur'an-1 Kerîm'i dura dura, ağır ağır, acele etmeden okumak, O'nu anlamanın en önemli kurallarından biridir. Alelacele, âdet yerini bul-sun diye ve bir an önce bitirnfiek

    endişesiyle yapılan kıraat, okuyu-cuya hiç bir fayda sağlamaz.

    N i t e k i m A l l a h u T e a l a ; "Kur'an'ı tam bir tertîl üzere oku." (73/4) emriyle; yüce kitabı-nın tane tane, yavaş yavaş ve haz-mede hazmede okunmasını iste-miş t i r . Ter t i l üzere o k u m a k ; Kur'an'ı dosdoğru ve güzel bir tarz-da, açık açık, hakkını vere vere, se-sin mana ile ilişkisini ayarlayarak -yerine göre şiddetli, yerine göre yumuşak bir tonla- ruhî ve manevi bir uyum içinde, yani anlayıp yaşa-yarak okumak demektir.

    "Biz O'nu Kur'ân olarak, insan-lara dura dura okuyasın diye (âyet âyet, sûre sûre) ayırdık; yine O'nu peyderpey indirdik." (17/106)

    Rasûlüllah Sallallahu aleyhi ve se l lem, bu aye t l e r ge reğ ince Kur'ân'ı dura dura, ağır ağır okur, hızlı okumaktan kaçınırdı. Öyle ki, O'nun tertil üzere okuduğu kısa bir sûre, daha uzun bir sûre okuyanın-kinden çok daha fazla sürerdi. Her âyetin sonunda bir miktar durur, beklerdi; onu bir sonraki âyete ek-lemezdi.

    Bu bağlamda Rasûlüllah (s.) şöyle buyurmuştur:

    "Kim Kur'an'ı üç günden az bir zamanda okursa, onu anlamamış olur." (Ibn Mâce; H. 1347)

    Kur 'ân ' ın bir k i tap ha l inde d e f a t e n indir i lmeyip peyderpey nazil olmasının hikmeti de; bu yü-ce kitabın bölüm bölüm anlaşılıp hazmedilmesini ve aşama aşama uygulanmasını sağlamak olmalıdır.

    "inkâr edenler: 'Kur'an, ona bir defada indirilmeli değil miydi?' de-diler. Biz onu böylece senin kalbi-ne yerleştirmek için azar azar indi-rir ve onu ağır ağır okuruz ." (25/32)

    "Muhakkak biziz, biz ki sana Kur 'an ' ı parça parça indirdik." (76/23)

    Kur'ân'ın dura dura okunması, onun anlaşılmasını ve pratiğe akta-

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A R A T I R ĵ l A - I C E L E M 13

    rılmasını sağlayıcı bir yöntem ol-ması bakımından tavsiye edilmiş-tir. Aslolan; Kur'an'ı bir an önce duyup bitirmek değil, anlamaktır.

    Bu konuda tbn Ö m e r , kanaati-ni şöyle ortaya koyar:

    "Biz uzun bir zaman yaşadık. B i z d e n h e r h a n g i b i r i m i z , Kur'an'dan evvel îmanı elde eder-di. Muhammed (s.)'e Kur'an'dan bir sûre nazil oluyordu. Biz onun helâlini, haramını, emrini, yasağını ve onun neresinde durmak gereki-yorsa onu öğreniyorduk. Sonra ba-zı kişileri gördük ki, onlar imandan evve l Kur ' ân ' ı e lde ede r l e r . Kur'ân'ın başlangıcından sonuna kadar okuduğu halde, kendisine hangi âyet emrediyor, hangi âyet kendisini sakındırmaktadır, bilme-diği gibi nerede duracağını da bil-memektedir. Âdetâ çürük hurmala-rı savurduğu gibi âyetleri savurup geçer." (İhya: c. 3, s. 13).

    5- Kur'an Uygulamaya Dönük Olarak Okunmalıdır:

    Kur'an'ı bir müsteşrik edasıyla, sadece bilgilenmek için okumanın okuyucuya hiç bir faydası olmaz. Kur'an, okunup anlaşıldıktan sonra derhal pratiğe aktarılmalıdır. Bilgi hamallığı yapmak için, ezberlemiş olmak için veya malumat furuşluk olsun diye Kur'an'ı okumanın ve ezberlemenin bir anlamı yoktur.

    Kur'an, Rabbimizden her biri-mize gelen bir emir, bir ferman olarak algılanmalı ve derhal uygu-lanmalıdu".

    "Rabbinizden size indir i lene uyun ve O'ndan başka dostlar ara-mayın. Ne kadar da az öğüt alıyor-sunuz?" (7/3)

    "İşte bu (Kur'ân) da mübarek bir kitabdır. O'nu biz indirdik. O'na uyun ve (Allah'tan) korkun ki size rahmet edilsin." (6/155)

    "Onlar ki, kitaba sımsıkı sarı-lırlar ve namazı kılarlar; elbette biz iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz." (7/170)

    Kur'an'a muhatab olan ilk neslin özelliği; Kur'an'ı komutandan ge-len bir emir veya bir padişah fer-manı gibi algılayıp derhal itaat et-mesi ve uygulamasıydı. Onlar her ilahî emri işittiklerinde "seminâ ve eta'nâ" diyorlardı: "İşittik ve itaat ettik! Rabbimiz (bizi) bağışlamanı di ler iz! Dönüşümüz sanadı r !" (2/285)

    "Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasûlüne çağırıldıkları zaman, inananların sözü ancak; "işittik ve itaat ettik," demeleridir, işte umduklarına erenler bunlardır, bunlar." (24/51)

    ilk nesillerin dinamizmi ve be-reketi Kur'an'ı uygulamak amacıyla okumalarından kaynaklanıyordu. Onlar Kur'an'a kültürünü geliştir-me, bilgi edinme, haz duyup laünin olma gibi maksatlarla yanaşmazlar-dı. Onlar Kur'an'ı, Allah'ın emirle-rini öğrenmek üzere okurlar ve her emri de, savaş alanında, aldığı "günlük emri" hemen uygulayan bir ordu gibi, duyar duymaz yerine getirirlerdi, işte bu uygulamak üze-re öğrenme şuurudur. (Yoldaki işa-retler: s. 10)

    Bu bağlamda Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:

    "Biz Kur'an'ı on ayet on âyet alırdık ve aldığımız bir on âyeti ha-yatımıza aktarmadan diğer bir on ayeti almaktan ictinab ederdik."

    "Kur'an insanlar üzerine, onun-la amel etsinler diye nazil oldu. İlk insanlar Kur'an'ı amel etmek için okudular. Sizin herhangi biri-niz ise, Kur'ân'ı başından sonuna kadar okur, tek bir harfini dahi bı-rakmaz; halbuki onunla amel etme-yi tamamen terketmiştir." (Ihyâ: c. 3, s. 13)

    Konuyla ilgili olarak Hasan Basrî'nin ifadeleri daha ilginçtir:

    "Siz Kur'ân'ın okunmasını ko-naklar edinmişsiniz, geceyi dc de-ve... O deveye biner, onunla ko-naklan geçersiniz. Halbuki, sizden

    öncekiler Kur'an'ı Rablerinden ge-len risaleler, mektuplar ve ferman-lar olarak görürlerdi. Geceleyin sa-bahlara kadar Kur'an'ı düşünür ve gündüz onun ahkamını infaz eder-ler, pratiğe aktarırlardı." (ihya: c. 3, s. 13)

    6- Kur'an Pratik içinde Okunmalıdır:

    Kur'an toplumdan ve günlük hayattan kopuk, münzevî bir or-tamda ve fildişi kulede okunup an-laşılamaz. Kur'an ütopik bir kitap olmayıp doğrudan doğruya insan pratiği ile ilgilidir. Teoride kalan ve hayal dünyasında yaşanacağı varsayılan bir hayat önermez. Pra-tiği yaşamayan, toplumun ve insa-nırt sorunlarını bilmeyen, Kur'an'ı tebliğ etmeyen, onun mücadelesini vermeyen insan Kur'ân'ın mesajını da anlayamaz.

    Nitekim Rasûlüllah (s.) bu ko-nuda şöyle buyurmuştur:

    "Ümmetim altın ve gümüşe de-ğer verdiği zaman onlardan imanın heybeti kalkar; emr-i bil-ma'rûf ve nehy-i anil-münkeri terkettiği za-man da vahyin bereketinden mah-rum kalır." (ihya, c. l , s . )

    Kur'an, ancak O'nu yaşayan, O'nun kavgasını veren, karşılaştığı sorunları O'nunla çözmeye çalışan, her fırsatta ona başvuran, yanlışla-rını O'nunla düzelten, doğrularını O'ndan öğrenip pekiştiren, kısaca "yaşayan Kur'an" olmaya çalışan insanlarca anlaşılabilir. Kur'an'ı an-latükça öğrenir, öğrendikçe anlatır-sınız. Kur'ân'ı okudukça îman eder, îman ettikçe okur, mutmain olursu-nuz.

    "Uğrumuzda cehd edip çaba sarfedenlere biz yollarımızı göste-ririz." (29/69) "Allah, bildikleriyle amel edenlere bilmediklerini de öğretir." (Hadis)

    Kur'ân'ın mücadelesini verenler, yol boyu bir çok problemle soru ile ve sıkıntı ile karşılaşacaktır. Davet-çinin tıkandığı, sabrının tükendiği.

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A U A § T I n MA - I X C 131.E M E

    basiretinin bağlandığı anlar olacak-tır. Şeytan'ın vesvesesi, nefsin istek ve arzuları, küfür cephesinin hile ve tuzakları Kur'an erini yolundan a l ıkoymak isteyecektir . İşte bu noktada davetçi, bütün sorunlarının çözümünü Kur'an'da arayacak, her türlü tuzağı ve engeli Kur'an'la aşa-cak, şeytani ve nefsanî arzularını Kur'an'la yenecektir.

    O'na sımsıkı sarılırsanız asla sa-pıklığa düşmezsiniz. (îbn Mâce: Menârik)

    O, bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüzde başvuracağınız ye-gane mercidir. (4/59)

    O, insanların kalp gözler ini açan bir nur ve basirettir. (5/15, 45/20)

    Kalpler, ancak O'nunla tatmin olur , yumuşar ve sükûna erer. (39/22-23, 57/16-17,13/28)

    O, inananların iman ve sebatını artu-ır. (9/124, 16/102)

    Kur'ân'ın 23 yılda, azar azar, ayet ayet, sûre sûre inmesinin hik-meti işte budur. Kafirlerin "Kur'an, ona bir kitap halinde inidrilmeli de-ğil miydi?" sorusuna karşı yüce Rabbimiz şu cevabı verir: "Biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve ağır ağır okuruz. Sana bir misal vermezler ki, biz onun gerçeğini ve en iyi an-laşılanını sana vermemiş olalım." (25/32-33)

    Kur'an, Peygamber (s.)'in ve as-habının günlük hayatlarında karşı-laştıkları problemleri anında çöze-rek, muhatab oldukları çetin soru-ları hemen cevaplayarak, düştükle-ri yanlışları derhal düzelterek nazil olmuştur. Aynı sorular, aynı sorun-lar, benzer yanlışlar bizim için de sözkonusu olacaktır. Çünkü Rasûl (s.) de ashabı da insandı, melek de-ğillerdi. Onlar için geçerli olan be-şeri sorunlar bizer için de sözkonu-sudur. Örneğin bir "îfk hadisesi" ve ashabın birçoğunun yanlış bir haberi, iftirayı yaygınlaştırıverme-

    leri, insanî bir zaafın sonucudur. Bizler de bu türden bir hataya dü-şebiliriz, hatta düşmekteyiz. Nûr sûresinin başlarında dikkat çekilen bu insanî yanlışlardan; o gün saha-be ilahî bir uyarıyla nasıl vazgeç-miş ve tevbe etmişse bizde bu olaydan ve uyarılardan ders alarak benzer yanlışlardan tevbe edip uzaklaşmalıyız.

    Kısaca Kur'ân'ın hükümlerini, emirlerini, yasaklarını, tavsiyeleri-ni, uyanlar ını , yaşanan hayatın içinde, dinamik olarak ele almalı, pratik açısından okuyup öğrenmeli ve uygulamalıyız. 7- Kur'an Tekrar Tekrar

    Okunmalıdır

    İnsan unutkan bir varlıktır, in-san kelimesi, "unutmak=nisyan" kelimesi ile aynı kökten türemiştir. Dolayısıyla insan, öğrendiği şeyle-ri, verdiği sözleri, geçmişteki olay-ları unuüna eğilimindedir. En kötü-sü de Rabbi'ni ve O'ndan gelen ger-çekleri, öğütleri, uyanları unutma eğilimindedir. (20/115; 6/44; 7/51, 165; 9/67) Şeytan'ın görevi de in-sana Rabbi'ni ve emirlerini unuttur-maktır. (6/68; 58/19).

    Şu halde insanoğlu sık sık uya-rılmaya hatırlatılmaya ihtiyaç du-yar. Yani bazı gerçekler, bazı emir ve yasaklar tekrar tekrar hatırlatıl-malı ve insanlar sıkça ikaz edilme-lidir ki, halalar, yanlışlar tekrarlan-masın. Zaten Kur'ân'ın bir adı da "Zikr" ve "Tezkira"du- ki, "hatır-laüna" ve "öğüt" anlamına gelir.

    Bu yüzden Kur'an sık sık tek-rarlanmalı, Kur'an'la irtibat kesil-memelidir. Vahyin unutulması ve Kitab'ın uzun süre terkedilmesi, imanın zayıflamasına ve kalbin ka-ülaşmasına yol açar:

    "inananlar için hâlâ vakit gel-medi mi ki, kalpleri Allah'ın zikri-ne (Kur'an'a) ve inen-hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine Kitab verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri ka-

    tılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?" (57/16)

    "Sözlerini bozdukları için onları lânetledik ve kalplerini katılaştır-dık. Kelimeleri yerlerinden değişti-r iyor lar . Uyar ı ld ık la r ı şeyden (vahy'dcn) pay almayı unuttular..." (5/13)

    Kur'an'la kesintisiz ve sürekli bir irtibatın kurulması, mümine di-namizm, heyecan, iman, sebat, ka-rarlılık, huzur, sükun, ümit, şifa bahşeder. Bu irtibatın kesilmesi ise, pasifizme, tembelliğe, duyar-sızlığa, kararsızlığa, huzursuzluğa, ümitsizliğe kalbin kararmasına yol açar.

    Ebû Musa, Kur'an'ı ezberleyen-leri toplayarak onlara şöyle dedi: "Siz memleketin Kur'an okuyan k i m s e l e r i s i n i z . D o l a y ı s ı y l a Kur'an'dan uzun süre uzaklaş-mayınız. Aksi halde ehl-i kitabın kalplerinin katılaştığı gibi sizin kalpleriniz de katılaşır." Hadis-lerle Müslümanlık; s. 1585)

    Bir kitabı tekrar tekrar okuma-nın bıkkınlık vereceği düşünülebi-lir. Ancak Kur'an herhangi bir be-şerî kitap değildir, ö sık okunmak-tan dolayı eskimez. Her okuyuşta yeni bir bakış açısı, yeni bir düşün-ce ve yeni bir ipucu yakalarsınız:

    "Hz. Ali, insanların boş sözlere daldığını haber alınca Rasûlüllah (s.)'dan şu hadisi nakletti:

    "Dikkat olunsun ki, gelecekte bir fitne olabilir."

    "Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, ondan kurtuluş yolu nedir?"

    "Buyurdu: "Yüce Allah'ın Kita-bı'dır. O'nda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri var-dır. Aranızdaki şeylerin, yaşadığı-nız problemlerin hükmü vardır. O, hak ile bâtılın arasını ayırdedicidir. Şaka değildir. Zorba kimselerden kim onu terkederse, Allah onu da-lalete düşürür. O Allah'ın sağlam ipidir. O Allah'ın hükümlerini hatırlatan zikr-i hakimdir . O

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A R A fi T I K iM A - i X C 13 h K M E

    dosdoğru yoldur. Hevalar ancak O'nunla hakkın dışına meylet-mezler. Hiç bir lisan ve söz O'na benzemez , kar ışmaz. Al imler O'na doyamaz. Çok tekrar edil-mekten dolayı eskimez. O'nun acâibi (yenilikleri) sona ermez. (...) Kim O'nunla delil getirirse doğru eder. Kim O'nunla amel ederse ecir alır. Kim O'nunla hük-mederse adaletle hükmetmiş olur. Kim O'na davet ederse, Sırat-ı M ü s t a k î m ' e h idaye t o lunur . " (Tirmizî; Fedail'ül-Kur'an)

    8- Kur'an Düşünerek Okunmalıdır:

    Kur'an yüzlerce ayette doğru-dan doğruya insanın düşüncesine hitab eder. Israrla insanın aklını, i d rak in i , man t ığ ın ı , ş u u r u n u , basiretini kullanmasını ister ve kal-be-gönüle seslenir. Bizim "düşün-mek" dediğimiz zihnî fonksiyonu yaklaşık bir düzine kavramla ifade eder. Böylece bütün nüanslarıyla düşünme eyleminin önemine dik-kat çekerek Kur'ân'ın ancak ciddî bir zihnî çaba ile anlaşılabileceğini vurgular.

    a) Kur'an; çeşitli ayetlerde; ev-renin, göğün, yerin, insan hayatı-nın, ölümün, yaratılışın, yağmurun, suyun, sütün, bal ansının tefekkür edilmesini ister. Tasavvur etme ha-tırlama, düşünme, kafayı çalıştırma gibi anlamlara gelen "tefekkür" ey-lemini tavsiye ederek insanların, Allah'ın yüceliğini, üstün otoritesi-ni onaylamalarını ve sınırsız ni-metlerini lanıyıp değerini bilmele-rini amaç edinir . (3/191; 13/3; 16/10-11, 56-69; 45/12-13).

    "Onlar göklerin ve yerin yaratı-lışı üzerinde düşünürler (tefekkür ederler) ve: 'Rabbimiz, bunu boş yere yaraütıadın; derler." (3/191«)

    "Allah size ayet ler ini böyle açıklıyor; umulur ki, düşünür (te-fekkür eder) ve gerçekleri anlarsı-nız." (2/219,266)

    Zaten kafayı yormadan, uzun uzun tefekkür etmeden gerçeği an-

    lamak ve doğru sonuçlara ulaşmak herhalde mümkün değildir.

    b) Kur'an; iyiden iyiye düşün-mek, bir işin inceliğini kavramak, kıyas yaparak bir şeyin sonunu gö-rüp anlamak demek olan tedebbür eylemini sadece Kur'an ayetleri için kullanmıştu":

    "Kur'an'ı hiç düşünmüyorlar (tedebbür etmiyorlar) mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?" (47/24)

    "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda bir çok tutar-sızlıklar bulurlardı." (4/82)

    "Onlar hâlâ Kur'an'ı düşünüp te-debbür eüTiediler mi?" (23/68)

    "Bu Kur'an çok mübarek bir ki-tabdır. O'nu sana indirdik ki, ayet-lerini düşünsünler ve aklı selim sa-hipleri öğüt alsınlar." (38/29)

    Kur'an'ı iyiden iyiye düşünme-yen, kalbine, gönlüne sindire sindi-re okumayan; onun mesajını, tali-matını ve inceliklerini kavrayamaz.

    c) Kur'an tezekkür ı edilerek; yani düşünüp öğüt alınarak, ibret alınarak, tekrar tekrar okunmalı ve hatırlanmalıdır ki anlaşılsın.

    "Dileyen O'nu (Kur'an'ı) düşü-nüp öğüt alır ( tezekkür eder)" (74/55)

    "Allah ile beraber bir başka ilah mı?" Ne kadar az tezekkür ediyor-sunuz?" (27/62) Yani iyiden iyiye düşünseniz. Allah'tan başka ilah ol-madığını ve birden fazla ilahın ak-len mümkün olmadığı gerçeğini kavrarsınız.

    "Sizin için yeryüzünde renga-renk yarattıklarında da öğüt alıp düşünen bir toplum için ibret var-du-." (16/13)

    d) Kur'an aklederek okunmalı-dır. Zira Kur'an, akledilip anlaşılsın diye Arapça olarak indirilmiştir. (12/2) O'nun âyetleri, "aklını kul-lanan bir top lum" için geniş geniş ve türlü misallerle açıklanmıştır.

    (2/242; 3/118; 24/61; 39/18; 57/17) Bu bağlamda Kur'an ısrarla akl-ı selim sahiplerine basîret sahipleri-ne, sağduyu sahiplerine seslenir:

    "O Kitab akl-ı selim sahipleri (ûlü'l-elbâb) için bir kılavuz ve bir öğüttür." (40/54)

    "... Onlar, kalelerinin kendileri-ni koruyacağını sanmışlardı. Allah onlara ummadıklan yerden geldi. Yüreklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve mümin-lerin elleriyle harab ediyorlardı. Ey basîret sahipleri (ülü'l-ebsâr) ibret alın." (59/2)

    "Meskenlerinde gezip gördükle-ri, kendilerinden önce gelip geçmiş nice nesilleri yok edişimiz, onları hâlâ yola getirmedi mi? Elbette bunda akıl sahipleri (ûlü'n-nühâ) için ibretler vardu"." (20/128)

    "Biz Kur'ân'ı öğüt için kolaylaş-tırdık. Düşünüp-öğüt alan (müdde-kir) yok mudur?" (54/17, 22, 32, 40)

    Ancak, yine Kur 'an, Allah'ın bahşettiği en değerli nimeti, yani aklı, insanların pek az kullandıkla-rını, hatta kullanmadıklarını beyan eder:

    "Akletmeyen sağıriar..." (8/20-22)

    "Akl ın ı k u l l a n m a y a n l a r . . . " (10/100)

    "Onlar ın çoğu ak le tmez . . . " (5/103)

    "Kalpleri dağınık akletmeyen bir topluluk..." (59/14)

    Kuşkusuz, aklını kullanmayıp Kur'ân'ın mesajını anlamayan ve O'nunla amel etmeyenler derin bir pişmanlık duyacaklardır:

    "Keşke işi t ip akletseydik. . ." (67/10)

    e) Kur'ân'ın mesajını derin kav-rayış yeteneğine sahip (fıkheden) zeki, araştırmacı ve bilgi birikimi olan insanlar daha kolay ve daha iyi anlayacaklarda.

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A K A $ T 1 K HA - I C K L K M E

    "O'nun âyetlerinden biri de gök-lerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler (ilim sa-hipler i ) için ibret ler vardır ." (30/22) Buna göre; Jeoloji, Filoloji, Antropoloji, Kozmoloji vb. gibi bi-lim dallarında uzmanlaşmış bilim adamlar ının Allah' ın evrendeki âyetlerinden (yaratıklarından) daha çok ibretler, dersler ve sonuçlar çı-karacağını söyleyebiliriz.

    En'am sûresinin 97. âyetinde "bilen bir toplum" için, 98. âyetinde ise "fıkheden (anlayan) bir toplum" için âyetlerin geniş geniş açıklandığı ifade edilir.

    Ancak bilginin, zekânın ve de-rin anlayışın faydalı yönde kulla-nılması ve gerçeği bulmaya yara-ması için, kalple ve insanın fıtratın-da mevcut bulunan ilahî özle bağ-lantı kurulması şarttu. Değilse; ya-ni kalp mühürlü, hastalıklı veya ka-rarmış ise; zekâ, bilgi ve kavrayış yeteneği bir işe yaramayacaktır.

    "Onların kalpleri vardır, ama fıkhetmezler (iyice düşünüp gerçe-ği anlamazlar)." (7/179)

    "Onların kalpleri mühürlüdür; düşünüp anlamazlar." (9/87; 18/3)

    "Kalplerinde örtü var... anla-mazlar." (6/25; 17/46; 18/57)

    f) Kur 'an şuurla ve idrakle okunmalıdır: Zira Kur'an, ancak şuur ve idrak sahiplerinin ilahî me-sajı algılayabileceğine, şuursuz ve idraksiz bir yaklaşımla Kur'an'ı okuyanların ise O'nu kavramaktan aciz kalacaklarına işaret eder:

    "Onlar, öyle mi sanıyorlar ki, kendilerine verdiğimiz mal ve ev-latlar ile onların iyiliklerine koşu-yoruz. Hayır (bunlar bir imtihan-du"), onlar düşünüp-anlamazlar (şu-ürlarmı kullanmazlar)." (23/54-56)

    "(Nuh dedi ki:) Ben onların yaptıklannı bi lmem. Onların he-sap lan yalnız Rabbler ine aittir. Eğer düşünüp-anlarsanız." (26/112-113)

    Ayrıca Kur'an, pek çok ayette şu tür bir klişe ile ısrarla insanların idraklerine seslenir:

    "El-Kâria (yürekleri hoplatan olay)!!!

    Nedir Kâria?

    Kâria'nm ne olduğunu sen nere-den bilip-idrak edeceksin?

    O gün insanlar yayılmış perva-neler gibi olurlar.

    Dağlar, atılmış renkli yün gibi olur." (101/1-5)

    Aynı biçimde şu ayetlerde de idrak sahiplerine seslenilir: 69/3; 74/26-28; 77/14; 82/18; 83/7-9,18-20; 90/12; 97/2; 101/10; 104/5.

    g) Kur ' an can k u l a ğ ı y l a , basiretle, kalp gözüyle ve ibret na-zarıyla okunmalıdır; Kur'an-ı Ke-rim işitme (semia), gö rme (reâ) ve b a k m a (nazara ) gibi algılama biçimlerini salt kendi anlamlannda kullanmaz. İşitip-düşünme, görüp-düşünme, bakıp-düşünme diyebile-ceğimiz anlamlar yükler ve kalple bu algılar arasında doğrudan ilişki kurar. Örneğin:

    "Allah, gökten su indirir ve ölü-münden sonra yeryüzünü diriltir. Kulak veren (işitip-düşünen) bir toplum için bunda ibretler vardır." (16/65)

    "Yeryüzünde gezip dolaşmıyor-lar mı ki; böylece onların kendisiy-le akledebilecek kalpleri ve ken-disiyle işitebilecek kulakları olu-versin. Gerçek şu ki, gözler kör ol-maz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur." (22/46)

    "Andolsun, cehennem için bir çok cin ve insan yarattık ki, onlann kalpleri var, ama onlarla düşünüp-anlamazlar; gözleri var, ama on-larla görüp-düşünmezler; kulak-lan var, ama onlarla işitip-düşün-mezler. İşte onlar hayvanlar gibi-dir, hatta daha da sapıktırlar. Ve iş-te onlar gafildirier." (7/179)

    "Develere bakıp-düşünmüyor-lar mı? Nasıl yaratıldı?

    "Göğe, nasıl yükseltildi?

    "Dağlara, nasıl dikildi?

    "Yere, nasıl yayılıp-döşendi?" (89/17-20)

    Kısaca Kur'an; tefekkür ederek, tedebbür ederek, tezekkür ederek, fıkhederek, aklederek, şuurla, id-rakle, basiretle, ibret nazanyla ve hepsinden önemlisi kalp gözüyle, yürekten okunmalıdır. Yani düşüne düşüne okunmalıdu*.

    9- Kur'an Cemaatle Birlikte Ders Yapılarak Okunmalıdır:

    "Herhangi bir cemaat Allah'ın evlerinden bir inde toplanıp Al-lah'ın kitabını okurlar ve onun üze-rinde tedris yaparlarsa, muhakkak onların üzerine sekînet iner, kendi-lerini rahmet kaplar, çevrelerini melekler kuşatır ve Allah, onları kendi katındakilere anar." (Müs-lim, Tirmizî, İbn Mace, Ebû Da-vûd)

    Kur'ân ders konusu yapılarak, bir cemaatle birlikte tartışıla tartışı-la okunursa; elde edilecek verim oldukça yüksek olacaktır. Ayetle-rin anlamlannı, diğer ayetlerle iliş-kisini, nüzul sebebini, şari'in mak-sadını, çıkarılabilecek dersleri vs. çok yönlü olarak ele almak, konu-nun çok daha iyi anlaşılmasını sağ-layacakta. Böyle bir ekip çalışma-sının bereketi ve feyzi gerçekten büyüktür. Bunu tecrübe edenler, olumlu sonuçlarını da görmüşler-dir.

    Peygamberlerin görevi de; Al-lah'ın kitabını, vahyini, mesajını in-sanlara sadece duyurmak değil , adeta onlara ders verir gibi öğret-mek, hazmettirmekti:

    "Okumakta ve tedris etmekte olduğunuz kitab uyarınca Rabbe halis kullar olun." (3/79)

    "... Kendilerinden Kitab mîsakı alınmamış mıydı? Kitabın içindeki-leri de tedris etmemişler miydi?" (7/169)

    Bugün müslümanlar , Kur'an'ı yegane eğitim-öğretim kitabı hali-

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A R A T I R M A - I X C R L E H E

    ne getirirler, cemaat halinde onu okuyup anlamaya çalışırlar ve hü-kümlerine tabi olurlarsa; problem-lerinin hızla çözüldüğünü, kafaları-nın arındığını, ruhlarının aydınlan-dığını , basiret lerinin açıldığını , iman ve sebatlarının arttığını, bir-liklerinin kuvvetlendiğini görecek-lerdir. Ancak Allah'ın Kitabı'nı bir kenara bırakıp her biri ayrı ayrı ve farklı kaynaktan beslenir, o eksik-beşerî kaynakları tedris ederlerse; ayrılıkları artacak, kafaları karışa-cak, sorunları çoğalacak, ruhları daralacak ve basiretleri bağlana-caktır.

    O halde; gelin, hep birlikte Kur'an'ı, Allah'ın kitabını ders ko-nusu yapalım, o yegane müşterekte birleşelim; Allah'ın sekineti; rah-meti ve yardımı üzerimize yağsın.

    10- Kur'an, Her Türlü Önyargıdan Arınmış Olarak Okunmalıdır:

    İmam Gazali; Kur'an'ı anlama-ya engel olan perdeleri sıralarken, bunlardan birinin dc taklitçilik ve önyargı olduğunu söyler ve şöyle der:

    "Taklit yolu ile bir mezhebe bağlanarak, inceleme yapmadan, yalnız duyduğuna inanmak suretiy-le körü körüne orada donup kal-mak. Böyle bir kişinin müşahedesi hissine bağlanmış olur. Şayet ken-disine bir ışık deliği açılır da inan-cının aksine bir gerçeğe ulaşırsa, hemen taklit şeytanı ona saldu-a-rak; "ecdadının inancına uymayan bu gibi şeyleri nasıl hatırına getiri-yorsun?" der." (Ihyâ: c. 1, s. 804-807)

    Kur'an her türlü taklitçi düşün-ceden ve önyargıdan uzak olarak okunmazsa , bu giderek Kur'an'ı kendi değer yargılarımıza uygun biçimde tevil etmeye, yani Kur'an'ı kendimize uydurmaya kadar gider, işte en büyük tehlikelerden biridir bu. Hz. Ömer bu tehlikeye karşı insanlan şöyle uyarıyor:

    "Bu Kur'an, sizin için bir müka-fat, bir şeref ve bir hazînedir. Siz Kur'an'a uyun; Kur'an'ı kendi-nize uydurmayın. Kim Kur'an'ı kendisine uydurursa, Kur'an O'nu cehenneme kadar sürükler. Fakat kim Kur'an'a uyarsa Kur'an onu Firdcvs cennetlerine kadar götürür. Allah, kapalı gözleri, sağır kulakla-rı ve kilitli kalpleri onunla açar." (Hadislerle Müslümanlık: c. 5, s. 1584)

    Böyle bir tehlikeye düşmemek; yani Kur'an'ı kendimize uydurma-mak için; kalbi Allah'ın dışındaki her türlü varlığın sevgisinden, ilgi-sinden ve etkisinden kurtarıp bo-şaltmak (tebettül) geıekir:

    "Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz (Kur'an) indireceğiz.

    Gerçekten gece kıyamı, daha oturaklı ve (Kur'an) okumaya daha elverişlidir.

    Çünkü gündüz, senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır.

    Rabbinin adını an ve herşeyden kalbini boşaltarak bütün gönlün-le O'na yönel (O'nun Kitabını oku)." (73/5-8)

    Kalbe taklitçi ve cahilî duygula-rı fısıldayan şeytandan Allah'a sı-ğınmak ve Kur'an'ı onun şerrinden uzak bir atmosferde okumak gere-kir:

    "Kur'an okumak istediğin za-man, koğulmuş şeytandan Allah'a sığm." (16/98)

    Şeytan'dan kurtulmadan Allah'a teslim olmak, Tağut'u inkâr etme-den Allah'a iman etmek mümkün değildir. (2/256)

    Tıpkı bunun gibi; beşeri ve cahilî değer yargılarından kurtul-madan da Allah'ın kitabını anla-mak, ona ulaşmak mümkün olmaz:

    "O'na (Kur'an'a) temizlenenler-den (kalbini arındıranlardan) baş-kası ulaşamaz." (56/79)

    Sonuç: Kur'ân'ın yani Rabbi-mizden bize gönderilen ilahî mesa-jın anlaşılması; ancak onun okun-masını iş haline getirmek ve önce-likli bir görev olarak kabul eünekle mümkündür. Herhangi bir prospek-tüsü, reçeteyi, kılavuzu açıp oku-madan gereğini yapmaya çalışmak ne kadar abes ise; yegane "kulluk rehberi" olan Kur'an gereği gibi okunup anlaşılmadan da Rabbimi-ze kulluk yapmaya kalkışmak o ka-dar abestir.

    Şu halde Kur'an; düşüne düşü-ne, dura dura, hissedip yaşayarak, tekrar tekrar okunmalıdır. Bilgi yı-ğını olsun diye, sevap olsun diye, haz duymak için değil; anlayarak, günlük hayatımıza aktarmak ama-cıyla okunmalıdır.

    Az zamanda çok fazla âyet-sûre okumak değil, bitirmiş olmak için okumak değil, uygulamaya dönük olarak, azar azar, kolayımıza geldi-ği şekilde (73/20) okumak... Onu ders gibi okumak, cemaat halinde okumak, pratiğe dönük olarak oku-mak, hayatın içinde okumak...

    Kısaca O'nunla bağlantıyı kes-memek

    R a b b i m i z ! B iz i K u r ' a n ' ı "mehcûr" (terkedilmiş) bırakanlar-dan eyleme!

    "Peygamber de: 'Ya Rabbi, ümmetim (kavmim) bu Kur'an'ı terkedilmiş bıraktılar.' demiş-tir." (25/30)

    Rabbimiz! Kur'an'ı bizden şika-yetçi kılma!

    "Kur'an şefaatçidir, şefaati mak-b u l d ü r . Şikayetçidir , ş ikayeti onaylanmıştır. O'nu önüne alan kimseyi Ccnnet'e kavuşturur. Kim O'nu sırtının arkasına atarsa, onu Cehennem'e sevkeder." (Berîka: c. 1, s. 155: Ibn Hibban, Cabir'den ri-vayet)n

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • s E X E: I I L E K 1> E X

    KUR'ÂN'IN ANLAŞILMASI Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelâm Ana Bilim Dalı Başkanı Prof* Dr. Hüseyin

    ATAVın Vakfımızın Ankara Şubesindeki seminerinin özetidir.

    I. Kur'an, Cibril tarafından Allah'tan getirilen Allah'ın sözüdür. Hz. Muhammed'e getirmiş ve okumuştur . Hz. Muhammed Kur'an'ı okumuş, ez-berlemiş, okutmuş, ezberletmiş ve yazdırtmıştır.

    II. Kur'ân'ın okunmasına ve anlaşılmasına dair Allah'ın emri vardır. Allah'ın insana ilk emri oku-maktır . ilk defa ve herzaman okunacak kitap, "okumak" anlamında olan Kur'an dır.

    Kur'an okumak, namazdan önce geldiği gibi, namazdan da önemHdir. Namaz, önemini içinde okunan Kur 'an 'dan alır. Kur'an'ı Allah'ın sözü olarak okuyan insan, Allah'ı anımsar. Her kelime-nin Allah'ın sözü olduğunu hatırlayıp düşünmesi ve Allah'ın kendisine ne dediğini ve neyi anlatmak istediğini anlamaya çalışması, İnsanın Allah'ın halifesi olmasıyla yüklendiği görevi en iyi şekilde yapmasının ilk ana şartıdır. Kur'an'ı okumadan, anlamadan, insandan neyi, niçin ve nasıl yapıl-masını istediğini bilmeden kişinin Kur'an'a uydu-ğu ve ona inandığı sözkonusu olabilir mi?

    Allah diyor ki: "Anlaşılsın diye Kur'an'ı kolay-laştırdık, anlayıp düşünen yok mudur?". (Ka-mer /17 , 22, 32, 40) Bu soruya kimilerince şöyle cevap veriliyor: 'Kur'an zordur, anlaşılmaz, oku-nur ama manası anlaşılmamak şartıyla sözlerinin söyleyişine, telaffuzuna tapılır ve onları seslendir-mek ibadet sayılır. Anlaşıldığı ve manası üzerinde düşünü ldüğü zaman, okunması ibadet olmaz, ancak günah sayılabilir. Kur'ân'ın anlaşılması kudsiyetini bozar.' Peki Kur'ân'ın, sorusuna veri-len bu cevap Kur'an'ı inkâr ve onun dediğini red-detmek değil midir? Bu cevabı veren ve müslü-manlar aras ına yayan kimseleri, Kur'ân'ın düş-manı ve Allah'ın sözünün düşrnanı sajmıak doğru olmaz mı? Kendilerini müslüman saymalan Kur'-ân'ın tarif ettiği münafıklar zümresine girmez mi?

    Allah diyor ki: Gecenin herhangi bir vaktinde, yatmadan, bir müddet sonra uyandığında (tehec-cüd) kalk Kur'an oku, çünkü gece dinlenme, in-sanın zihnini derleyip toplama zamanıdır, ve an-laması daha doğru ve dürüs t olur. Rahatınıza, kolayınıza nasıl geliyorsa öyle okuyun.

    Kur'ân'ın okunması için şar t yoktur. Ne ab-dest, ne gusul ve ne de kadınlann başlannı örtme şartı vardır. Gusul ve abdest yalnız namaz için ve kadınların başlarını örtmesi müslümanlık içindir.

    m. İnsanlar Kur'an okuduklarında anlayacak-lan ilkşey okumanın ve onun sonucu olan ilmin gerekli oluşudur.

    Kur'an imana değil, ilme önem verir. Kur'an'a göre İlim İmandan öncedir. İlim ile insan elde edi-lir, ama iman İle ilim elde edilmez. İlim yanıltmaz.

    insan yanıltır, ilim yalan olmaz, iman yalan olur. İlim kendi yanlışını düzeltir, iman kendi yanlışını düzeltemez, ilim kendi yanlışını anlar, iman kendi yanhşını anlamaz. İHm objektiftir, iman sübjektif-tir. İlim insanların aydınlanma kaynağıdır, iman hareket kaynağıdır. İlmin yeri akıl, imanın yeri kalbdir. İlim şahsiyet, hürriyet, özgürlük kaynağı-dır, iman, teslim olma, bağlanma ve kabullenme, benimseme kaynağıdır. İlimde tarafgirlik, kayır-ma, yan tu tma yoktur, imanda taraf tutma, yan çizme, peşinlilik vardır.

    İşte bü tün bun la rdan dolayı, iman ilimden sonra gelir, ve ilme dayanır, iman ilme dayan-makla kendisini bü tün olumsuzluklardan ve yan-lışlardan korumuş olur. İlmin hareket etmesi için imana ihtiyaç vardır, imanın doğru olması ve doğ-ru harekete emir verebilmesi için ilme ihtiyacı vardır, ilim birşeyin doğrusunu yanlışından, fay-dalıyı zararlıdan ayınr. iman o halde doğruyu ve faydalıyı yap, yanlış ve zararlıdan kaçın, der.

    IV. Kainat, Allah'ın yapıtı, insan Allah'ın işçisi-dir; bu işçinin, bu yapıtın içinde neyi, nasıl ve ni-çin yapacağını, Allah insana Kur'an'la bildirmiş-tir. Kur'an, sadece müminlerin, müs lümanlann kitabı olmayıp bü tün insanların kitabıdır. Onda insan da dahil bü tün kâinatın kanunla r ından bahsedilmektedir. İman edenler de Allah'ın evren sel kanunlarına tâbidir. Müminlerin elde edecek-leri özellikler ve imtiyazlar, Allah'ın bu evrensel kanunlarına uyma derece ve sadakat lanna bağlı-dır.

    Kur'an insanlan, kâinatın evrensel kanunları-na bağlamak, onlan en iyi şekilde uygulamalarına hazırlamak ve onları yetiştirmek için ayrıca ka-nunlar, yönetmelikler ve tüzükler koymuştur. Bu yedştirici nizamnameler, insanları evrensel ka-nunlara uygun hareket etmeye ve iyi niyet ve sa-mimiyetle onları yerine getirmeye alıştırmak, ta-hm ettirmek ve eğitmek gayesini güderler. Bunlar, namaz, oruç gibi şahsi terbiye etmeyi amaçlar ve şahsın insan topluluğunda uyumlu, faydalı, iyi niyetli bir üye olmasını sağlar.

    V. İnsan hürriyeti ve şahsiyeti Herkesin bildiği Kur'ân'ın ilk ve son mesajının,

    emir ve buyruğunun Allah'ın "Bir" olduğunu an-latması, kabu ettirmeye çalışmasıdır. TTarihe ve antropolojiye bakılırsa, Allah'ın Bir olduğu konu-su Kur'an'dan önce de Tevrat'tan önce de insa-noğlunda mevcut bulunan bir inançtı.

    Öyle ise Kur'ân'ın, Allah'ın Bir olmasını en baş sorun olarak ortaya atmasının gerisinde veya ileri-sinde ne vardır? Kur'an neyi amaçlamıştır. Bu amacını gerçekleştirmek için nasıl hareket etmiş-tir?

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • s ı: i X ı: n h ı: n ı> ı: x

    Kur'an-ı Kerim, ilk iş olarak inşam ilim ve bilgi sahibi yapmaya özen göstermiştir. Ancak ilim ile Allah'm Bir olduğu kendisine anlatılabilir. Al-lah'ın Bir olduğu davasının içeriği, ilerisi ve gerisi İnsana şahsiyet vermek ve insanı hürriyete ka-vuşturmak içindir.

    Çünkü, insanoğlu kendisine yapılan iyiliğe karşı teşekkür etmek ve karşılığını vermek ister. İnsana en büyük iyilik ona varlık vermektir. O halde kendisine varlık vereni gerçek anlamı ile bilmesi ve teşekkürü yerine getirmesinin ilk adı-mı olur. insan kendisine verilen hediyenin karşı-lığını verince, hürriyetine kavuşur ve yapması ge-rekeni yaptığı için de huzur içinde olur. Allah'ın Bir olduğunu kabul eden insan görevini yerine getirmenin onurunu taşır. İşte insan Allah'ın Bir olduğunu kabul etmekle ondan başkasına boyun eğme ihtiyacında olmadığını da öğrenir. Allah'tan başkasına boyun eğmesi şahsiyetini ve onurunu kırar. Bunun için, insanın Allah'ın "Bir" olması kavramını ve manasını hiçbir surette lekeleme-mesi ve ona samimiyetsiz davranmaması lazım-dır. Allah ile kendi arasına koyacağı veya koyma-ya çalışacağı -ister zihinden olsun, ister fiilen ol-sun- hertürlü ve bü tün vasıtalar, aracılar, Al-lah'tan başkası olduklan için, Allah'ın Bir olması-nı inkâr etme ve onu zedeleme ve lekeleme anla-mına geldiğini Kur'an apaçık anlatmaktadır. Al-lah'tan başkası insandan küçük ve düşük varlık-lardır. Eğer insan kendi gibi bir insana aynı şekil-de boyun eğiyor ve Allah'ı onun arkasından, sır-t ından görüyorsa, kendi gibi bir varlığa boyun büktüğünden şahsiyetini ve onurunu ayaklar al-tına alıyor ve şahsiyetsizliğe kendini itiyor de-mektir. İşte Kur'an bunu çok açık bir şekilde an-latıyor. "Biz insanı şerefli, onurlu olmak üzere ya-rattık, ama o, kendisini aşağıların aşağısı yaptı."

    Kur'ân'ın, insana getirdiği Tevhid kavramı ço-ğu kimsenin zannettiği gibi sırf Allah'ın "Bir" ol-ması değildir. Allah'ın "Bir" olduğuna inanan put-perestlerin düştüğü ve insanoğlunun en büyük yanılgısı olan Allah ile kendi arasına vasıta, aracı koymasıdır. Kur'ân'ın, en büyük mücadelesi, bu aracılara boyun eğmeyi, onlara Allah'ın yerine saygı göstermeyi, onlar aracılığı ve vasıtasıyla Al-lah'a ibadet etmeyi, sevgi ilan etmeyi reddetmek, lanetle yürümek ve onun açığını gizlisini, zihinde-kini ve fiildekini putperestlik saymış olmasıdır. Müslümanlar arasında Kur'an'a inandığını söyle-yip sonra bunları yapmasını Allah'm Bir olması sıfatına aykın göremeyen, düştüğü putperestliğin farkına varamayan, uyarıldığı halde uyanmayan nice dalgın putperestler vardır kl, onlann bu dal-gınlıklan onları mazur görmeye yetmeyecektir.

    İnsanın Kur'an'a her zaman dönüp din! inanç ve davranışlannı düzeltmek imkânı bulunmakta-dır. Bulunduklan hurafeler ve bataklıklar içinde kendilerini mesut sayanlar Kur'an'a dönüp ken-dilerini ıslah etmek şerefine nail olmak isteme-yenlerin, Kur'an'a inandıklarını ve Kur'an'dan ya-na olduklarını iddia etmeleri bir çelişki ve tezat değil midir? Bu Kur'ân'ın ifadesiyle münafıklık

    sayılmaz mı? Münafıklık mantıksızlığa dayanır, çünkü kendinin çelişikliğini ve tezada düştüğünü göremez, bunu görmemek münafıklıkdır.

    VI. Kur'an'a dönmek ve Kur'an'ı anlamak hu-susunda ortaya çıkan en önemli sorun, herkesin Kur'an'ı nasıl anlayacağı ve anladığı gibi uygula-yıp uygulayamayacağıdır.

    Gerçekten bu sorun çok önemlidir. Buna dair bazı kurallar ortaya koymak gerekir.

    1. Tahsil derecesi sözkonusu olmadan, herkes, Kur'an'ı anlamak şartıyla -aslından veya kendi di-lindeki tercümesinden- okumaya ve anlamaya, üzerinde düşünmeye çalışması farzdır. Bu, en bü-yük ibadettir. Çünkü bütün ibadetler Kur'an'dan geçer.

    2. Herkesin, öğretim ve eğitimi, hayat şartları ve olaylardan edindiği tecrübeler insanın anlayışı-na yön verir ve onu geliştirir. Bunun için herke-sin anlayışı bir ve aynı olmaz.

    3. Herkesin anlayışının ayrı ve değişik olması, herkesin kendi anlayışı ile sorumlu tutulacağı an-lamını verebilmesi için, anlayış sahibi yalnız bir ayetin sözlük manasına dayanması ile değil, anla-yışını en azından şu şartlara dayandırması gerek-li olur.

    a) Ayetin yalnız sözlük manasından ayn olarak ne demek istediği ve neyi anlatıp hedef aldığını da tespit etmek gerekir.

    b) Ayetten anlaşılan mananın içeriğini, gayesi-ni, nerede ve nasıl uygulanabileceğini düşünüp taşınmak şarttır. Öyle sözden anlaşılan basit söz-lük manasını alıp hemen uygulamaya başlamak, yanlıştır ve büyük hatalara sebep olabilir.

    c) Bir ayeti önce bulunduğu yere göre anla-makta siyak ve sibak ile ilgisi, şevkinin sebebi ve gayesini anlamaya çalıştıktan sonra, aynı ve ben-zer ayetlerle ilgisini ve meydana getireceği mana gelişimini ele alıp Kur'ân'ın ilgili olmayan diğer ayetleriyle mukayese ederek Kur'ân'ın bütünlüğü içinde de ayetin manasını tekrar gözden geçirmek gerekir.

    4. Herkesin anlayışı zikrettiğimiz çalışmalara göre ortaya çıkmış olsa, gene ancak kendisini ilgi-lendirir ve kendi anlayışından kendisi sorumlu olur. Topluma uygulanacak anlayış, bir ilmî heyet ve idareci, kanuni uygulayıcılar arasında müna-kaşa edilip, nasıh, niçini inceledikten sonra bir karar hüküm haline getirilerek meşruiyet ve ka-nunilik kazanır. İşte İslâm'da buna icma denir. Günümüzde yasama meclisleri ve özel idari, ilmî kurulların aldığı kararlar, yetkili imzaları havi olarak, zorunluluk kazanarak uygulamaya konUr labilir.

    5. Kur'ân'ın herkes tarafından okunup anlaşıl-ması insana, hem ahlâkî olgunluk ve hem din kültürü ve aynı zamanda geniş düşünce açısı ka-zandırır. Kur'ân'ın evrenselliğinin, ilme ve insan şahsiyetine verdiği değerin ne olduğu anlaşılır. İnsanlar Tek Allah'm Kulu ve halifesi olarak birbi-rini severler.

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi İSİi

  • vS i : H 1 X K L K K ı > ı :

    TEFSİR KİTAPLARINDA BAZI ZAAFLAR

    HikmetZeyveli'nin Vakfımız'm merkezinde 22.2.1992 tarihindeki .seminerinden özetlenerek alınmıştır.

    Kur'ân' ın hedef in in n e o lduğunu , K u r ' a n ' d a n d a a r a ş t ı r ı r s ak , Allah'ır ü m m i R e s u l ü l isanı ile i n s a n l a r a tebliğ ettiği r isalet in t e m e l i n d e , in-s a n ı n m a d d i v e m a n e v i hürr iyet ine k a v u ş t u r u l m a s ı ideali nin o l d u ğ u n u görürüz .

    Nitekim bir ayet i k e r i m e d e şöy le buyru lu r : R e s u l v a s ı t a s ı y l a tebl iğ e d i l e n m e s a j ş ö y l e a n l a t ı l ı r , " . . . y e ' m ü r ü h ü m bil-ma'rufi v e y e n -h a h ü m ani l -münker i v e yuhillij le-hüm-ût tayyibâ t i v e yuhar r imü a ley-hi-mül h e b â i s e v e y e d a u a n h u m ıs-r a h ü m ve l -ağ la le l l e t i k â n e t a l e y -him..." (Araf 157) Şimdi R a s u l inkar-c ı lara neyi tebliğ e tmekted i r . Kur 'an o n u an la t ıyor . O n l a r a m â r u f u e m -r e t m e k t e d i r . M ü n k e r d e n n e h y e t -mek ted i r . Tayy iba t ; h e r ç e ş i t g ü z e l şeyler i helal s a y m a k t a d ı r . Hebâ is i ; he r ç e ş i t çirkin şeyler i h a r a m s a y -m a k t a d ı r . Ve on la r ın ağ ı r yüklerin üzer le r indeki zincirleri ka ld ı rmakta -dır. D e m e k ki islam bu ayet in fe tva-s ı n c a insanlar ı ö n c e hürr iyet ine ka-v u ş t u r m a y ı h e d e f l e m i ş t i r . Nitekim bir ayeti k e r i m e d e d e şöyle buyrulu-yor. "Ey iman eden l e r ; Allah v e Ra-sulü sizi ihya e d e c e k ş e y e d a v e t et-t iklerinde on l a r a icabet edin. . ." (En-fa l /24) Yani Allah v e R e s u l ü ' n u n dave t i insan la r ı ihyayı h e d e f l e m i ş . İhya y ö n ü n d e d i r . İnsanlar ı yok et-m e k ö ldü rmek y ö n ü n d e değildir.

    İş te bu Kur 'an kendis in i d e in-s a n l a r a ş ö y l e t akd im etmiştir : "Ev-v e l a t ü m i n s a n l a r için hidayet t i r ." (Al-i l m r a n / 1 3 8 ) " Ş ü p h e s i z ki bu Kur 'an e n d o ğ r u yo la iletir..." (Is-ra /9) "Eğriliği o l m a y a n A r a p ç a bir Kur 'an. . ." (Zümer /28 ) Hiçbir eğriliği "iveci" o l m a y a n aç ık , a p a ç ı k bit Kur 'an.

    "Hala Kur 'an ü z e r i n d e ge reğ i gi-bi d ü ş ü n m e y e c e k l e r mi? E ğ e r o Al-l ah ' t an b a ş k a s ı t a r a f ı n d a n ge lmi ş o l sayd ı içinde birçok ihtilaflar bula-c a k l a r d ı . " ( N i s a / 8 2 ) D e m e k ki

    Kur 'an aynı z a m a n d a çelişkisiz ol-d u ğ u n u iddia e tmektedi r .

    "Andolsun biz bu Kur 'an ' ı zikir için kolaylaştırdık. Yok mu t ezekku t e d e n . " (Kamer /17 , 22, 32 , 40) Yani uyarı o l sun diye, i n s a n l a r a h idayet o l sun d iye kolaylaş t ı rd ık . Yok mu bu kolaylıktan istifade e d e n . "Biz bu Kur'an'ı s e n i n dilinle, l i san ında ko-laylaş t ı rdık ki o n a t e z e k k ü r e ts in-ler." ( D u h a n / 1 3 8 ) Y a n i ' ö ğ ü t a l ıp u y a n s ı n l a r . "Biz h e r p e y g a m b e r i kendi kavminin diliyle g ö n d e r m e k -teyiz ki on l a r a a p a ç ı k tebliğ ets in ." ( lbrahim/4) Bu şeki lde vasıf larını bi-z e bildiren Kur'an'ı Kerim d a h a d a açık o larak kendisinin nası l anlaşılı o lduğunu şöyle i fade ediyor.

    "Kitap, ayetleri m u h k e m kılınmış s o n r a d a h e r ş e y d e n h a b e r d a r ve h e r ş e y e hakim olan Allah t a r a f ın -d a n tafsil edilmiştir" v e y a bir aye t l e bit ireyim. "Allah ' tan b a ş k a s ı n ı m h a k e m ed iney im o Allah ki kitabı m u f a s s a l o larak inzal etmiştir." Şim-di bu a y e t l e r d e n d ü ş ü n e n insan la r şu sonuçlar ı çıkarabilir.

    Kur'an, bütün insanlar için hi-dayettir. Böyle mevzi bir coğraf-ya için değil. Kur'an'da çelişki yoktur. Eğrilik, insanları şaşırtan, hidayetten uzaklaştıran bir yönü yoktur. Aksine hidayet kitabıdır. Kur'an kolaylaştırılmıştır. Ayetle-ri muhkem kılınmış. Allah tarafın-dan tafsil kılınmıştır. Z a t e n Kur'-ân ' ın h idayet kitabı o luşu , ak len biı tak ım şart ları b e r a b e r getirir. Birin-cisi, h idayet in ob jes i imanlar o ldu-ğ u n a g ö r e insanlar ın ulaşılabilir ol-m a s ı gerekir . Yani Kur'an, insan la ra u laşabi l i r o lmal ıd ı r , ikincisi, a ç ık b e r r a k o lmal ıd ı r . Kapa l ı m u ğ l a k a n l a ş ı l m a z o l m a m a s ı l a z ı m d ı r Üçüncüsü, çelişkisiz o lmas ı lazım-dır. Ç ü n k ü , bu s ıfat lar ın aksi , hidâ-yet için gerekli bir vasıf değildirler.

    O ha lde Kur 'an, Kur 'an o luşuy la bu zaruri niteliklerini o r t a y a get i r -

    Hikmet ZEYVELİ

    m e k t e v e b u n u b i zza t k e n d i s i n d e b u l u n d u r m a k t a d ı r . Bu b ö y l e y k e n g ü n ü m ü z d e k i bir k e s i t e d ö n e r s e k ; Kur 'ân ' ın a ç ı k l a n m a s ı Kur 'an tefsir s a d e d i n d e y ü z l e r c e , h a t t a bizim muttali o l a m a d ı k l a r ı m ı z ı d a k a t a r s a k b in le rce cilt te fs i r s ö z k o n u s u o lmaktad ı r . Ve bu tefsirlerin hepis i -nin h e d e f i , Kur 'an ' ı a ç ı k l a m a k t ı r Kur'an'ı i n s a n l a r a d a h a aç ık bir şe -kilde, m a n a v e m e f h u m u n u açıkla-maktır. Bir Kur 'an ki s t a n d a r t bir ha-c i m d e 5 0 0 s a y f a c iva r ındad ı r . Tef-sir i se b in le rce cilt t u tmak tad ı r . Ve y u k a r ı d a b i raz ö n c e o k u d u ğ u m u z aye t l e rde y ine Kur ' an 'da yer a l m a k -tadı r . A c a b a b u r a d a bir çelişki yok m u d u r ? Yani bir t a r a f t a n Kur ' an , kendisinin açık o lduğunu , be r rak ol-d u ğ u n u , a r a p ç a o l u ş u n u s a d e c e Arap bir t o p l u m a hi tap e t m e s i n d e n k a y n a k l a n d ı ğ ı n ı i f a d e e d i p durur-ken v e h i d a y e t r e h b e r i n i n g e n e l vasf ı d a açık o luşu ak len v e z a r u r iken, Kur'ân' ın bu k a d a r tefsir kitabı ile tefs i r ed i lmes in in a c a b a g e r e ğ i nedi r? Hikmeti ned i r ? Tar ih ten bildi-ğ imize g ö r e A r a p t o p l u m u n u n ilk nesilleri yani Hulefa-i Raş id in ded i -ğimiz d ö n e m i n insan la r ı , K. Kerim tefsir ini y a p m a m ı ş l a r d ı r , ih t iyaç ta d u y m a m ı ş l a r d ı r . Yani Kur 'an onla t için s a d e c e o k u n u r d u . Ayrıca tefsir-d e ed i lmezd i , ç ü n k ü aç ık t ı . D a h a s o n r a H. 3. a s ı r d a g ö r d ü ğ ü m ü z ilk m ü f e s s i r l e r d e Kur 'an ' ı d a h a s o n r a ge len le r gibi uzun boylu ciltlerle tef-sir e tmemiş lerd i r .

    Yine belki Kur 'an h a c m i n e yakın f aka t kel imeler in değ i ş ik kabi le şi-ve le r inde karşılıkları, b a z e n d e gra-m e r izahları s ö z k o n u s u o l m u ş t u r ve k i tap la r ına " m e c a z " demiş le rd i r "me 'an i " demiş l e rd i r . Tefs i r o l a r ak d a n i t e l e m e m i ş l e r d i r . G ü n ü m ü z e u l a ş m ı ş en g e n i ş ravi k a y n a k olarak Taber i 'n in tefsirini gö rmek tey iz . Ta -berinin tefsirini b u g ü n Kur 'an h a c -m i n e o r a n l a r s a k a ş a ğ ı y u k a r ı Kur 'ân ' ın yirmi misli h a c m i n d e d i r . Taber in in y a ş a d ı ğ ı tarih hicretin 4. as ı r b a ş l a r ı n a t ekabü l e d e r . Ve Hic-ri 3 1 1 ' d e Taber i ve fa t etmiştir . Yani R a s û l ü l l a h ( s . a .v . ) ' i n v e f a t ı n d a n

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • vS ı : H I x ı : n h ı : n D E X

    s o n r a ü ç a s ı r geçmiş t i r . B u g ü n e l imizde Taber i 'n in tefs i r ine b e n z e r bir ç o k tefs i r vard ı r . Diyelim Raz i tefsir i , İbn-i Kesir tefsir i v e Suyû-tinin Darül Mensur 'u , Kurtubi tefsiri, Alusi Tefsiri , T a b a t a b a i tefsiri b u n -ların heps i a ş a ğ ı yukar ı birbir ineya-km hacimlidir. Hepis i Kur 'ân ' ın tef-siridir. A c a b a Kur 'an g e r ç e k t e n bun-lara m u h t a ç m ı y d ı ? V e y a n e z a m a n böyle u z u n te fs i r le re ihtiyaç duyul -d u ? Ya d a bu kitaplardakilerin hepi-si tefs i r midir? Bunlar her d ü ş ü n e n v e Kuran ' la b i razc ık m u h a t a p o lan insan ın ak l ına tak ı lab i lecek sorular-dır. Ve şöy le bir so ru d a geliyor ak-la. Bu k a d a r ciltlerle a n c a k an l a ş ı -labi lecek bir dinin v e bu dinin kita-b ın ın kolaylaş t ı r ı ld ığ ı iddias ı n a s g e r ç e k olabilir . " A n d o l s u n biz bu Kur'an'ı zikir için kolaylaşt ı rdık. Yol< m u t e z e k k ü r e d e n . " ( K a m e r , 17 , 22 , 32 , 40 ) b u y u r m a k t a d ı r Kur 'an.

    Usûlcüler in kul lana geldikleri bir i f ade vardı r . Der ler ki: Kur 'ân ' ın biı m a n t u k u v a r d ı r bir d e m e f h u m u vardır . Kur 'ân ' ın m a n t u k u , Kur 'an ' ı r ibares i neyi i f ade e d i y o r ? Yani z a -hiri ded iğ imiz a m a zahiri d e m e k d e d o ğ r u deği ld i r . Kur ' an o i ba r e ile neyi i f ade ediyor. Yani Murad-ı ilahi o r a d a n e d i r ? M e f h u m u ise neyi il-h a m ediyor.

    Ş imdi t e f s i r k i tap lar ın ın Kur 'an h a c m i n e o r a n l a bu k a d a r g e n i ş tu-t u l m a s ı n ı n bir s e b e b i b u r a d a yat-mak tad ı r . Kur 'ân ' ın m a n t u k u ile ye-t ini lmemiş, m e f h u m l a r kat ı lmış. Ya-ni Kur 'an b u r a d a neyi i fade ed iyor b u n u n l a ye t in i lmemiş . B u r a d a m ü -f e s s i r n e i lham a l m ı ş , m ü f e s s i r i n a k l ı n a n e l e r g e l m i ş hep i s i t e f s i r e a l ınmış . Kur 'ân ' ın d e m e k istediğinir d ı ş ı n d a müfes s i r in kü l türünün, mü-fess i r in geniş le t t iğ i n i s b e t i n d e g e -n i ş l e y e b i l e c e k bir s a h a y a v a r m ı ş oluyor. Bu s a h a d a müfess i r in s a h i b o lduğu tarihi olaylar , ilgili rivayetler, müfess i r in y a ş a d ı ğ ı d ö n e m e ait ta-rihi, s iyas i , dini t a r t ı ş m a l a r v e mü-fess i r in a rkap l an ı kü l tü ründe y a ş a -dığı hu ra f e l e r , e f s a n e l e r , b u n l a r d a tefs i r ki taplar ının mahremler id i r . İş-t e biz Kur ' ân ' ın mant ık l ı o l m a y a r f a k a t te fs i r k i taplar ın ın ç o ğ u n l u ğ u -n u n s e r m a y e s i o l an konu la r ın t e -mayüllerini, zaaf la r ı k e n d i m i z e g ö r e bir t a s n i f e tabi t u t a r a k tahlil e t m e k ist iyoruz. Bunu y a p a r k e n m u a y y e n bir t e f s i r k i tab ın ı b a ş t a n b a ş a ele a l m a k t a n ç o k h e m e n h e m e n h e r t e f s i rde örnekler ini bu lab i l eceğ imiz

    g e n e l zafları e l e a l a c a ğ ı z . D a h a çok g ü n ü m ü z d e etkisini s ü r d ü r e n , y a ş a y a n z a a f l a n ö r n e k l e m e y e çalı-ş a c a ğ ı z . B izce te fs i r k i t ap la r ında v e y a tefsir z ihniyet inde y a ş a y a n z a -afları şöy le sıralayabiliriz.

    1. Basi re ts iz nakilcilik.

    2 . Hura fepe res t l i k . (Bu iki zaaf israiliyat ded iğ imiz m a l z e m e y i bol-c a kullanmıştır .)

    3 . T e f e r r u a t ç ı l ı k . B i l h a s s a Kur ' anm k ıssa la r ı e t ra f ındak i t e f e r ruatçılık.

    4. Bilgiçlik. İşgüzarl ık , Kur 'ân ' ın m ü p h e m bıraktığı a ç ık l amad ığ ı ifa deleri a ç m a k , on lan bel i r lemek.

    5. Filolojik bilgi yetersizliği. Yani a r a p ç a bilgisinin sakat l ığı yetersizli-ği-

    6. Aşırı s e m b o l i z m . Bâtini veya Eş 'ari deni len tefsircinin temayüller i .

    7. Siyasi tarafgirlikler.

    8. Aşağı l ık d u y g u s u ya d a mo-d e r n t emayü l l e r . Bu d a h a çok s o n a s ı r d a m e y d a n a ge lmi ş bir zaa fd ı r . O n u arz e d e c e ğ i z .

    1. Basiretsiz nakilcilik

    Ş i m d i basiretsiz nakilcil ikle hurafeperestlik, g e r ç e k t e n s o n r a -larının israiliyat dediği aslı o l m a y a r bir sü rü hikayeler le des tek lenmiş t i r . Bunun örneğini h e m e n h e m e n riva-y e t e d a y a n a n v e h a t t a d a y a n m a -y a n h e r t e f s i r d e b u l m a k m ü m k ü n -dür . Bir ö r n e k o la rak İbn-i Kesir'in N e m i S u r e s i 82 . a y e t i n d e g e ç e n Dabbe tü l - a rz hakk ında verdiği riva-yeti verebiliriz. O r a d a Dâbbetü ' l -a r -zı tefsir ediyor. İbn-i Kesir." Bu diyor filan f i l andan naklet t i ki; d a b e t t ü l -a rz ö k ü z baş l ı , d o m u z gözlü , fil ku-laklı, d a ğ keçisi boynuzlu , d e v e ku-şu boyunlu , a s l a n görünüş lü kap lan renkli, kedi böğürlü, koyun kuyruklu ve d e v e ayaklı bir varlıktır.

    Bu iş te Kur 'ân ' ın i f ade et t iğine g ö r e Allah'm emri vaki o lduğu z a -m a n bir d a b b e ç ı k a c a k ve g e r ç e k -t e n on la r ın i n a n m a m ı ş o lduklar ın o n l a r a s ö y l e y e c e k t i r . Bu m e a l d e tefs i r ine ve g e r ç e ğ i nedir o n u n iza-h ı n a g i rmek i s temiyorum. Şimdi bu k a d a r bilgi o z a m a n n e r e d e n e l d e ed i ld i? Ravi bun la r ı nas ı l b u l d u ? Bunlar ın t a r t ı ş m a s ı yok. K e z a Ra-su lu l l ah d ö n e m i n e ait o l a y l a r d a b ö y l e ş e y l e r veri lebil iyor. F u r k a n

    Suren in 52 . aye t indeki bir izah mü-n a s e b e t i y l e m ü s l ü m a n m ü f e s s i r l e r bu g ü n S a l m a n R ü ş t ü ' n ü n k i tab ına e s a s o l a n g a r a n i k o l a y ı n ı , y a n " şey t an i aye t l e r " o lay ın ı bir vak ie imiş gibi z i k r e d e r l e r . Ve o r a d a k i aye t in m a n a s ı n ı a s l ı n d a n sap t ı r ı r lar. G ü y a R a s u l u l l a h (a . s . ) N e c m S u r e s i n i o k u r k e n Kabe 'n in ç e v r e -s inde , m u h a t a b ı müşr ik le r v e mü-minlere Lat v e U z z a v e ü ç ü n c ü s ü Mena t i fadeler ine ge ld iğ inde ş e y t a n dilini s ü r ç t ü r m ü ş o r a y a bir ibare s o -k u ş t u r m u ş . "Bun la rda y ü c e varlık-lardır v e bunlar ın şefaa t le r i umulur." Şek l inde ş e y t a n s o k u ş t u r m u ş . R a -sulullah (a.s .) b u n u n fa rk ına v a r m a -mış , s o n u n a k a d a r o k u m u ş surey i . O r a d a m ü ş r i k l e r d e , p e y g a m b e r i n bu tavizi k a r ş ı s ı n d a m e m n u n ol-m u ş l a r . İ n s a n l a r ı n a r a d ı k l a r ı dc Kur 'ân ' ın i fade ettiği gibi " S e n biraz tav izkâr d a v r a n a s m istediler ki on -l a rda t a v i z k â r d a v r a n s ı n l a r . " (Ka-lem/9) Şimdi b u n d a n büyük taviz mi o l u r ? R e s u l u l l a h ( a . s . ) r isa le t inin a n a hedef i risaletinin varl ığının ma-nas ı olan t evh idden taviz veriyor ve müşriklerin t a p m a k t a oldukları Put-ların d a ş e f a a t ç i o labi lecekler ini v e bun la r ında "yüce varlıklar" o lduğu ifadesini kullandı deniyor . G ü y a s o n r a Cebra i l ( a . s . ) inmiş, bu iş te bir yanlışlık o l d u ğ u n u bunlar ın ayet o la rak kendis in in indirmediğini R e -sulu l laha (a .s . ) ha t ı r la tmış v e R e s u -lullah d a b u n a çok ü z ü l m ü ş s o n r a aye t le r t a sh ih edilmiştir. Yani doğru şekl iy le K u r ' a n ' a g e ç m i ş t i r . A m a Ş e y t a n i aye t le r böy le r ivayet kitap-l a n n d a vardır . Bir müş te ş r ik bile di-yor ki; M u h a m m e d (a . s . ) akıllı bit i n sand ı r . Kendi m ü c a d e l e s i n i t e r s yüz e d e c e k bir ifadeyi nası l kul lana-bilir, v e ya l an ın b a c a ğ ı k ı s ad ı r di-yor, a y n e n bu tabiri kullanıyor.

    A m a ma lese f bu rivayeti m e s e l a T a b e r i n i n F u r k a n S û r e s i n i n 5 2 . ayeti ke r imes i m ü n a s e b e t i y l e verdi-ği t e f s i r d e bu lab i l i r s in iz . M e s e l a fbn-i H a c e r el Asga lan ı b u n u n l a ilgi-li b ü t ü n rivayetleri de r l e r s o n u n d a olayın bir aslı vardı r d e r v e b u n u de s a v u n u r . Şimdi bu koz lan kim veri-y o r ? Tabiki bu yolla biz İslam d ü ş -m a n l a r ı n a koz ve r iyoruz . Tab i bu-nun karş ı l ığ ında gayretl i v e Is lamır ö z ü n ü k a v r a m ı ş i n s a n l a r ı m ı z ve alimlerimiz d e vardır . Bun la rda böy-le bir ş ey in as ı l s ız l ığ ın ı v e is lam e s a s l a r a nas ı l t e r s d ü ş m e k t e oldu-ğ u n u , tarihi e s a s l a r n o k t a s ı n d a na-

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi

  • A» ı: .>11X E K L ı: K ı> ı:

    sil aykırı o l d u ğ u n u g ü z e l i f ade et-mişlerdir. Allah on l a rdan razı o l sun .

    2. Hurafeperestlik

    H u r a f e p e r e s t l i ğ e ç o k ç a ö r n e k v e r m e k m ü m k ü n . Bunlar çok kolay v e çok s a y ı d a tefsir k i taplar ında bu-lunur. Şimdi bu hurafeperes t l iğ in t e -me l inde a s l ı n d a Araplar ın g e n e l se -viyesinin d ü ş ü k l ü ğ ü vardır . Resulu l -lah ( a . s . ) ' m h i t a p et t iği A r a p l a r Kur'ân' ın b ize i fade ettiği gibi R e s u -lullahtan h e p bir s ih i rbazdan i s t ene -c e k ş e y l e r istiyorlardı. H e p m u c i z e is t iyorlardı . H e p b ö y l e h a r i k u l a d e hal ler is t iyorlardı . B e r a b e r i n d e bir m e l e k d o l a ş m a s ı n ı istiyorlardı. De-ves in in k a r n m d a k i n i bi lmesini isti-yorlardı. Yani sev iye o la rak biz o in-san l a r ın hepis inin bir Hz. Ebubeki r Hz. Ö m e r gibi i n san la r o l a r ak gör -m e m i z m ü m k ü n değildir. Bu sev iye-s iz i n san la r s o n r a d a n v e y a k e r h e n girmiş o lduklan islamı elbet teki her-hang i bir yolla s a v u n m a k d u r u m u n -d a ka lacak la rd ı v e onlar ın b ı rak t ık lan kültür d a h a d o ğ r u s u kül türsüz-lük z a m a n l a r ivayet ler ş ek l ine dö -n ü ş e r e k islami e s a s l a r a d a Islami k a y n a k l a r a d a g i rmiş b u l u n m a k t a -dır . Yani R e s u l u l l a h ' ı n h a y a t ı n d a o n u n l a s o n u n a k a d a r m ü c a d e l e e d e n l e r h e p hurafe ler in i ön p l a n d a takdim eden le r in Resul lulah ' ın ve fa -t ı ndan s o n r a h e p aynı şek i lde nefis-lerini ıslah ettiklerini, ilk m ü s l ü m a n -lar gibi he r şeyi sindirdikleri he rha l -d e iddia ed i l emez .

    3. Teferruatçılık

    T e f e r r u a t ç ı l ı k k o n u s u n d a d a b a ş k a ö r n e k l e r v e r m e k m ü m k ü n -dür . B u r a d a Kadir S u r e s i ile ilgili bir ö rnek v e r e c e ğ i m ö n c e . M a l u m u n u z Kadir S u r e s i n d e ş ö y l e bir i f ade g e ç e r : "Kadir g e c e s i bin a y d a n d a -h a hayırl ıdır" (Kadir/2) Şimdi b ı bin ay m e s e l e s i n i r ivayet ler le dol-d u r m a k lazım. Bir rivayet şöy le : İs-rail o ğ u l l a r ı n d a n birisi g e c e ka im; yani i bade t l e geçi r iyor . G ü n d ü z ü n h e p d ü ş m a n l a r a karş ı c ihad ediyor yani m u k a t e l e yap ıyo r . Bu bin ay sü rüyor . Resu lu l l ah bunu ümmet i -n e a n l a t ı n c a ümmet i kendi ibadeti-ni b ö y l e bir c i h a d ı n y a n ı n d a kü-ç ü m s e m i ş , a z ı m s a m ı ş . Müslü-manlar ı tesel l i s a d e d i n d e kadir s u -r e s i inmişt i r . Yani Kadir g e c e s i o n u n c iha t ettiği bin a y d a n d a h a hayır l ıdır . Dol^yıs ı ile tabi s o n r a k m ü s l ü m a n l a r bU Kadir g e c e s i n i ihya için çeşitli yollar a ramış la rd ı r . Ö n c e

    t e s b i t için, s o n r a ihyas ı için. Bir b a ş k a r ivayet te şöy le ; demiş le rd i r ki Resu lu l l ah (a .s . ) g ü y a bir g e c e r ü y a s ı n d a Emeviler i , ü m e y y e o ğ u l -larmı kendi mimberi üze r ine t ırma-nıp inerken g ö r m ü ş . Bu onlar ın ikti-d a r o lduk la r ına i ş a r e t m i ş v e üzül-m ü ş v e tese l l i e t m i ş R e s u l u l l a h (a.s.) ' ı , yani o n l a n n bin aylık iktida-r ından Kadir g e c e s i d a h a hayırlıdır Evvela bir ihbar va r aye t t e . E m e -vi iktidarının bin ay s ü r e c e ğ i ihbarı ikincisi Kadir g e c e s i b u n d a n d a h a hayırlı . Bazı lar ı itiraz e tmiş l e r de-mişler ki bu bin a y d a n f az l a s ü r ü -yor bu nas ı l izah e d i l e c e k ? Bakı-y o r s u n u z m e s e l a m e r h u m M u h a m -m e d H a m d i Yazır t e f s i r inde b u n a uzun say fa l a r ayırmışt ır . H a d i s e za-yıftır d i y e n l e r e c e v a p v e r m e k için bu bin a y a nas ı l indirilir? B u n u n h e s a b ı n ı yapmış t ı r . Evvela s o n dö-n e m bir t ak ım karışıklık d ö n e m i y di, bun la r ı s a y m a s a k v e y a Ö m e r bin Abdülaz iz d ö n e m i , Hulafei R a -şidin d ö n e m i n e b e n z i y o r d u , b u n u ç ı k a r ı r s a k b u n u n h e s a b ı y l a so-n u n d a z a a f ı için ileri s ü r ü l e n bin ayın kutsal l ığı iddias ın ı ç ü r ü t m ü ş tür.

    K u r ' a n ' d a yer a l m a s ı v e y a ima yoluyla v e y a i şare t yoluyla bu lun-m a s ı m ü m k ü n o l m a y a n şey le r nas ı bu te fe r rua tç ı zihniyetle Kur 'an 'a in-tikal edi lmektedir . Bu k o n u d a g a y b habe r l e r i d e t e f e r r u a t ç ı z ihniyet in m a l z e m e s i o lmuştur . G a y b habe r l e -ri i n san ın s a h i p o lduğu imkanlar la izah e d e m i y e c e ğ i , a n c a k Allah'ın bildirdiği k a d a n ile bilinebileceği ha-berlerdir . Bu m e y a n d a Allah'ın zatı, c e n n e t c e h e n n e m ahval i k ı y a m e t ahvali b u n l a n n hepisi g a y b haber l e -ridir. Ve müminle r bu h a b e r l e r e Al-lah'ın bildirdiği kadar ıy la inanmakla müke l l e f t i r l e r . O n d a n ö t e s i n e d e g e ç m e m e k l e mükelleft i r ler . Çünkü g a y b haberler i b i l h a s s a Allah'ın zatı

    4 l e ilgili olan onun ö t e s i n d e ki a l e m -le ilgili olan g a y b haber ler i b ize a n -c a k s e m b o l i z e edi lerek aktar ı lmak-tadı r . F a k a t g ö r ü y o r u z ki tefs i r ki-t a p l a r ı n d a bu s a h a çok k u r c a l a n -mıştır . Ve çok m a l z e m e e l d e edil-miştir. C e n n e t C e h e n n e m tasvirleri g e r ç e k t e n ciltlerle r o m a n yaz ı l acak k a d a r genişletilmiştir.

    4. Bilgiçlik

    B a ş k a bir z a a f ; "bilgiçlik", "iş-güzarlık" d iyebi leceğimiz bir z a a f -tır. Kur'an'ı Kerimin k o n u s u ve he-defi o l m a y a n konula ra girmek. Bun-

    lar, belki g e n e zaaf o lmak la birlikte iyi n iyet le y a p ı l a n şey le rd i r . G e r ç i ö n c e k i z a a f l a r d a öyledir . Yani c e -halet le soku lan bir çok ş e y , iyi niye-t e d a y a n ı l a r a k o r t a y a ç ıkar ı lmış t ı r B u n a iki ö r n e k verebil i r iz: M e s e l a ; en k ı s a t e f s i r l e r d e n s a y ı l a n Ce lâ -leyn Tefs i r i ' nde G a ş i y e S u r e s i 2 0 . a y e t h a k k ı n d a ş ö y l e denilir . Ö n c e G a ş i y e s u r e s i 20 . ayet i hatır latal ım: O r a d a buyrulur ki: " insan la r d e v e y e b a k m ı y o r l a r mı n a s ı l y a r a t ı l m ı ş ' G ö k y ü z ü n e b a k m ı y o r l a r mı n a s ı yükse l t i lmiş? Y e r y ü z ü n e bakmıyo r -lar mı nas ı l düz leş t i r i lmiş?" Ş i m d m ü f e s s i r c e l a l l e rden biri, yani ce la l İbn-i Suyûti - çünkü iki Celal y a z m ı ş -tır C e l a l e y n Tefs i r in i - d iyor ki bu aye t , bu i fade ; d ü n y a n ı n d ü z oldu-ğ u n a s â r ih delildir. H e y e t alimleri-nin, yani Ast ronomi alimlerinin inan-dığı gibi k ü r e deği l , d ü z o l d ğ u n a kat'i delildir. He r n e k a d a r H e y e t alimlerinin bu inancı is lamın bir rük-nünü y ıkmıyo r sa d a şimdiki a s l inde Kur 'ân ' ın hedef i n o k t a s ı n d a bir zaaf vardır . Yani Kur 'an neyi hedef l iyor? O r a y a d a g e l e c e ğ i z . Buradak i ga f -let -Allah r a h m e t eyles in g e n e o in-s a n l a r a - s o n u ç t a bu h a t a y a s e b e p oluyor. Yani Kur 'an b u r a d a neyi he -d e f l e m i ş t i r ? G e r ç e k t e n d ü n y a n ı n kozmograf i s i , a s t ronomis i h a k k ı n d a bir bilgi vermeyi- mi h e d e f l e m i ş t i r y o k s a h idayet i e s a s a l an n a z a r l a mı m e s e l e y e b a k m ı ş t ı r ?

    B a ş k a bir ö r n e k m ü f e s s i r R â z î ' d e n verilebilir: O d a B a k a r a s u r e s i 2 2 . a y e t t e g e ç e n bir ibâ re m ü n a s e b e t i y l e k o n u ş u y o r . O r a d a deniliyor ki "O Allah, s i z e y e r y ü z ü -nü d ö ş e k y a p m ı ş t ı r . " ( B a k a r a 22) .

    "Şimdi m ü f e s s i r Râzi -Allah o n d a n razı o l sun - b u y u r u y o r ki; d ü n y a n ı n d ö ş e k o lab i lmes i için sak in o l m a s ı l az ımdı r . Yani h a r e k e t e t m e m e s gereki r , bu nitelikte o lab i lmes i için şimdi d ü ş ü n e l i m diyor, d ü n y a h a r e -ket e d i y o r s a bu iki ç e ş i t olabilir . Mantık d a yü rü tüyor : "Ya yuva r l a -n a r a k h a r e k e t e d e r v e y a d ü ş e r e k d ü z h a r e k e t e d e r . Ş imdi d ü z h a r e -ket ettiğini f a r z e t s e k , y ü k s e k bir y e r d e n a t l a y a n bir a d a m bir d a h a d ü n y a y ı y a k a l a y a m a z d ı . Ç ü n k ü kütlesi büyük o lan ş e y -iki ş e y dü -ş ü y o r s a - d a h a hızlı d ü ş e r . " diyor. İvme d e m e k ki biraz hissedilmişt ir o gün . Dolayıs ıyla d ü n y a y ı yaka laya-mıyoruz . H e r h a l d e b u n d a n d a anlı-yoruz ki d ü n y a sakindir , ha reke t s i z -dir diyor. B u n u n örnekler ini çoğa l t -mak m ü m k ü n d ü r .

    AKV BÜLTEN • MAYIS-HAZİRAN 1992 İSİi İSİi

  • s E M I ^ E R I v E R I > E lüi

    5. Filolojik bilgi yetersizliği

    Filolojik bilgi yetersizliği dedik d a h a ö n c e . Yani Kur 'an dilinin, o g ü n nazil o lan Kur 'an dilinin eksikli-ği. B u n u n k ü ç ü k örnekler i o labi le-ceğ i gibi m e s e l a , ebabi l k u ş u der iz ha la . Ebabi l k u ş u ismi o la rak ha l a dilimizdedir. Halbuki ebabil k u ş ismi değildir . Ö z e l isim değildir . "Bölük bölük" m a n a s m a g e l e n bir ke l ime-dir. Yine "ğayy" vard ı r . Bu ke l ime c e h e n n e m d e bir vadi , bir d e r e o la-rak a k t a r ı l m ı ş t ı r . K e l i m e n i n a s i böy le bir öze l isim t a ş ı m a z . Bunlar bas i t v e z a r a r s ı z ha ta l a r b e n c e .

    A m a b a z ı h a t a l a r varki bun la r ö n e m a rzed iyor . Ve baz ı nok ta la ra t a h a k k ü m e d e v e s i l e o l u y o r . Kur 'an-daki m e c a z l a r ı n takdir edile-m e m e s i . Kur ' an A r a p ç a ile nâzi l o luyor . A r a p ç a ' d a her dil gibi belki he r d i lden d a h a f a z l a bir t ak ım gü-zellikleri t a ş ıyo r . Yani stilistik dedi -ğimiz b e l a ğ a t güzelliklerini taş ıyor . Ç ü n k ü g e r - ç e k t e n şi i rde v e e d e b i -ya t t a y ü k s e k m a k a m l a r ittihar e tmiş bir t o p l u m , o n u n d i l inde m e c a z i O lacak , i s t i a r e o l a c a k , b i r t ak ım s e m b o l i k a n l a t ı m l a r o l a c a k . Yani bü tün e d e b i güzellikleri ihtiva e d e -cektir. İşte b u n d a n b i h a b e r g ö r ü n e -rek v e y a b u n u takdir e t m e y e r e k tef-sir ler imize çok k a b a a n t r o p o m o r f i s d iyebi leceğimiz , yani insanlar ı t e ş -b ihe g ö t ü r e n bir z ihniyet le tefs i r ler o l u ş m u ş t u r . G ü n ü m ü z d e bile b a z ı s a h a l a r d a k i ilim adamla r ı Kur ' an 'da m e c a z ı n o l m a d ı ğ ı n ı iddia e d e c e l ' ve e s e r l e r yazacak la rd ı r . Mecd ule-m a s ı dedikleri S . Arab i s tan 'dak i bir g r u p u l e m a n ı n m e c a z a karş ı olduk-larını v e Kur ' an ' da m e c a z o lmadığ ı nı iddia ett iklerine şahi t olduk. Şim-di m e c a z o l m a y ı n c a n e o l u r ? Bir ç o k sıkıntı olur. Evve la , E s m a v€ Sı fa t demi ş l e r , Allah'ın isimleri, sı-fatları nas ı l y o r u m l a n a c a k t ı r ? Aca-b a bun la r m e c a z i o l m a z s a n e ola-c a k . M e s e l a Kur 'an b u y u r u y o r ki: "Her ş e y yok o l a c a k O ' n u n v e c h i hariç." ( K a s a s / 8 8 ) Yani Allah'ın yü-zü har iç . B u r a d a k i v e c h y ü z d e -mektir . E ğ e r m e c a z i a n l a m a z s a k , d ü ş ü n m e z s e k n e olur. A m a m e c a z o lu r sa , yani v e c h ; ins, kişilik i se za t ise o z a m a n m e s e l e kolaydır.

    6. Aşırı sembolizim

    B a ş k a bir zaaf aşırı sembolizm dedik . Bu d a Eş'ari v e Batınî tefsir-lerin ihtiyar ettiği b a z ı z a a f l a r d ı r . Bunla r ın örnekler in i ş u a n d a ver-

    m e y e c e ğ i m . .Çünkü b e n d e hali ha -z ı r d a Bat ın î , E ş ' a n te f s i r yok tu r A m a yer yer onlar ın zahi r o lan bir tak ım mükellefiyetleri nası l te'vil et-tiklerini b a ş k a ye r l e rden o k u y o r u z . M e s e l â K â b e m a n a s m d a k i "beyt" kel imesi in san ın kalbidir gibi. Yine t e s e t t ü r a s l ı n d a kad ın için "Allah'ır h u k u k u n u korumak" t ı r . Kabi l inden ş ey l e r . On la r için f a z l a ö r n e k a r a -m a d ı m .

    7. Siyasi tarafgirlik

    Siyasi tarafgirlik z a a f ı n a d a d a -h a çok b e n c e şii tefs ir ler inde rast la-m a k m ü m k ü n . Yani İslam tarihinin s iyasi polemiğini tefs i r ine a k t a r m a k gibi k o n u m u n d a n tu tun işte tahkir a y e t i n e v a r ı n c a y a k a d a r m e s e l e y i s iyas i a ç ı d a n h e p Kur'an ile t esc i le ç a l ı ş m a k . Bir d e şii tefsirlerinin dı-ş ı n d a bir ö r n e k verebil ir iz. Bu da 'halife ' kel imesinin kazand ığ ı m a n a şekl indedir . Halife ke l imes ine T a b e -ri 'den bak ıyoruz . İlk m a n a s ı o larak; "Ben y e r y ü z ü n d e bir halife y a r a t a -c a ğ ı m " (Bakara/30) ayeti kerimesini izah e d e r k e n diyor ki, yani ye ryüzü-nü i skân e d e c e k bir varl ık. Orayı imar e d e c e k bir varlık. Peki nası l bu Allah'ın vekili v e y a Allah'm ha l i fes m a n a s ı n ı kazanmış t ı r .

    Bunu; tar ihe biraz dikkatli baka r -s a k , Emevi le r d ö n e m i n d e hilafetin Allah ile ilgisi kurularak yaygınlaşt ı -rılmış o lduğu , yani kendi m a k a m l a -rını d a h a ilahi bir m a k a m o l a r a k t akd im e t m e k v e itaati zarur i kıl-m a k . . Tabi bu y o l d a aye t le r in el ve rmed iğ i n o k t a l a r d a h a d i s şeklin-d e r ivayetlere b a ş v u r m a k . Yani Re -sulul lahın hadis i değil, b a ş k a l a n n ı r hadisleri . Halbuki Resu lu l l ahm hali-f e l e r i y a n i Hz . E b u b e k i r Hz . Ö m e r ' l e r d a h a çok emir-el mümin ismini ihtiyar eder le rd i . Bir d e f a s ı n -d a Hz. Et iubekir 'e "Ey Allah'ın hali-fes i" d e n m i ş . Hz. Ebu Bekir b u n u r edde tmi ş diye rivayet edilir. "Hayır" d e m i ş . "Ben Allah'ın hal ifesi değ i -lim." Ben Allah R e s u l u n u n halifesi-yim. Ve bu d a b a n a yeter .

    İ n s a n a Allah'ın hal i fes i den i l e -m e y e c e ğ i k o n u s u n d a iddia lar v e y a z ı l a r o k u m u ş u m d u r . Ş ö y l e bir man t ık l a reddedi l iyor . Deni