bülten -mart 2014 sayı 3
DESCRIPTION
TÜRK EĞİTİM-SEN BÜLTEN MART 2014 sayı-3TRANSCRIPT
SORGUN TÜRK EĞİTİM SEN
Ay. Mart Hanbaşı M. Cumhuriyet C. No: 98 Tel: 0507 364 03 27 Sayı: 3
ÖĞRETMENLERİN NÖBET ÇİLESİ
İlköğretim Kurumları yönetmeliğinin 64. maddesine göre; Öğretmenler, kendilerine verilen sınıfın veya şubenin derslerini, eğitim ve öğretim programında belirtilen esasla-ra göre plânlamak, okutmak bunlarla ilgili uygulama ve de-neyleri yapmak, ders dışında okulun eğitim ve öğretim ile yönetim işlerine etkin bir biçimde katılmak ve bu konularda kanun, yönetmelik ve emirlerde belirtilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdürler.
Kuşkusuz tüm öğretmenlerimiz bu görevlerini layığı ile yerine getirmeye çalışmakta, çalışma saatleri dışında da kendisini bir sonraki güne hazırlamak amacıyla evlerinde, bilgisayarları başında , çeşitli kaynaklardan faydalanarak öğ-rencilere daha nasıl verimli olurum çabası içindedirler.
Öğretmenler mesleğini icra ederken her türlü zor şart-lara katlanmakta ve kendilerini yıpratmaktadırlar. Ancak öğ-retmenlere yüklenen onca angarya işe bir de nöbet görevi eklenmektedir ki, işte en zor görev budur. Neden mi? Gün-lük altı saat derse girip tam nefes alacağım derken on dakika-lık o teneffüs tam bitirir öğretmeni. Öğretmenlere 10 dakika nöbet mi? 40 dakika ders mi? Yapmak istersiniz diye bir soru sorulsa emin olun ki ders diyeceklerdir. Ortalama 500 öğren-cinin olduğu bir okulda 4 öğretmenin nöbet tuttuğunu düşü-nürsek bir öğretmene düşen öğrenci sayısı 125 olmaktadır. Düşünün kontrolünüzde bulunan size emanet edilen bu yav-rulara nasıl hakim olacaksınız.
Öğretmenin asli görevleri eğitim ve öğretimdir , bu görevler arasında yer almayan nöbet görevi öğretmenlerimi-zi çok yormakta ve sorumluluklarını daha da artırmaktadır. Çünkü öğrencinin başına gelebilecek her türlü olaydan so-rumlusunuz.
TÜRK EĞİTİM SEN’in bu konuda MEB’den öğretmenle-rin nöbet görevine karşılık 6 saat ek ders talebi olmuş ve ko-
nuyla ilgili bir dilekçe kampanyası başlatmıştır. Bu talep elbette yukarıda sıkıntıları anlatılan bu görevi hafifletmeyecek ancak eme-ğe saygı çerçevesinde öğretmenlerimizin bir nebze olsun çalışma şevkini artıracaktır. Bizde SORGUN TÜRK EĞİTİM SEN olarak bu konuda sendikalı sendikasız tüm öğretmenlerimizin dilekçe ile katılmalarını bekliyoruz. Saygılarımızla.
TÜRK DÜNYASININ BİRLEŞMESİNDE SANATIN
ROLÜ VE ÖNEMİ
12.03.2014 tarihinde sendika binamızda Bozok
Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Yozgat Türk
Ocağı Başkanı Nefise YÜKSEL tarafından Türk
Dünyası’nın Birleşmesinde Sanatın Rolü ve Öne-
mi konulu konferans verilmiştir. Konferansa üyelerimizin yanı sıra
Türk Ocağı Hars Heyeti üyeleri, MHP Sorgun İlçe Başkanı Yunus
YILMAZ, Sorgun Ülkü Ocağı Başkanı Yunus Emre DURSUN, MHP
Kadın Kolları üyeleri, TMMO başkanı Tahir DEMİREL’de katılmıştır.
Konferansta Nefise YÜKSEL Türklerin tarih boyunca güzel
sanatlara büyük önem verdiğini ve bu durumda da kadınların bü-
yük payı bulunduğunu belirtti. Pazırık kurganından çıkan eşyalar-
dan bahseden YÜKSEL
Türk motifleri hakkında
bilgi verdi. Arslan ve
geyik motiflerinin en
çok kullanılan motifler
olduğunu söyledi. Kon-
feranstan sonra soru
cevap faslına geçildi.
Gezimiz güzel ve güneşli cumartesi
gününün ilk saatlerinde başladı. Aslında
herkeste olduğu gibi bende de hava soğuk
olacak korkusu vardı ama harika bir gündü. Saat 7’de her-
kesin minibüslere binmesiyle birlikte Ferhat ile Şirin’e yol-
culuğumuz başlamış oldu. Ankara havaları eşliğinde mini-
büsümüz oldukça şen şakraktı, tabi ki minibüsümüzün arka
dörtlüsünün payını göz ardı etmeyeceğim. Hem coştular
hem coşturdular. Çorum’u geçtikten sonra Amasya il sınırı-
na girdiğimizde bizi karşılayan ilk şey küçük bahçeler oldu.
Amasyalılar en küçük kara parça-
larını ve düzlükleri birer bahçeye
dönüştürmüşler, sekileme yapa-
rak meyve bahçeleri oluşturmuş-
lar. İçimden neden Sorgun’da o
kadar arazi varken bu tür bahçe-
ler yapılmaz diye geçirmedim
değil hani. Amasya’ya girene
kadar çiftçilerin tarlalar üzerin-
deki nakışlarını hayranlıkla izle-
dim. Amasya’ya girişimizde bizi
ilk karşılayan Ferhat oldu. yaptığı
su kanallarıyla bize göğsünü gere
gere aşkını haykırıyordu, gerçek
aşkın ne olduğunu gösteriyordu.
Hemen yakından incelemek üzere minibüslerimizi park
edip herkes gibi bende heyecanla indim minibüsten. Fer-
hat’ın her kazma izinde aşkını işlediği su kanalına koştum.
Onun eserinde yürümek kazma izlerine bakmak aşkının
izlerine şahit olmak tarif edilemez bir duygu elbette. Bir de
oraya âşık müzesi yapılmış daha müzenin girişinde Cemal
Safi’nin ‘’BENİM ADIM AŞK’’ şiiri karşıladı beni, bu şiir içeri-
de ne olacağının habercisiydi
adeta. Müzenin içinde kimler
yoktu ki FERHAT ile ŞİRİN, ASLI
ile KEREM, LEYLA ile MECNUN,
ROMEO ile JÜLİET hatta yavuk-
lu âşıklar bile vardı. Tüm âşıkla-
rı bir araya getirmişler Ferhat
ile Şirin’in evinde. Tüm âşıkları
ziyaret ettikten sonra rotamızı
Boraboy’a çevirdik yokuşlu ve
yılan gibi yolları tırmanarak
ulaştık. Bize yemyeşil orman
hemen kucağını açtı ve şirin
yeşil bir göl. Buranın bakımsız-
lığı biraz içimi burktu ama her
şeye rağmen şirinliğiyle hala kendini sevdirmesini biliyordu
bu küçük gölümüz. Gezi grubumuz tek tek veya öbek öbek
resim çekildi, hatta azıcık karla kartopu oynamayı bile ih-
mal etmediler. Bu kadar koşuşturma haliyle biraz yordu ve
acıktırdı bizleri, ayaküstü peynir ekmek atıştırmasından
sonra tekrar kıvrımlı ve dolambaçlı yollardan inerek Amas-
ya’ya doğru öğle yemeğimizi yemek üzere ilerlerken Amas-
ya’nın o meşhur elmasından tatmayı da ihmal etmedik. Öğle yeme-
ğimizi ‘’VE CAFFE ‘’isimli bir kafede yemek üzere içeriye girdiğimiz-
de onlar yemeği servis etmeye hazırdı. Biz de kurt gibi yemek için
hazırdık. Menü gayet güzel hazırlanmıştı. Yemeğimizi yedikten son-
ra dışarıya çıkıp bir süre çay eşliğinde güneşin tatlı sıcaklığına bırak-
tık kendimizi. Sonraki hedefimiz Amasya Şehir Müzesi idi. Müzeye
girdiğimizde tarihi paralardan tutun savaş araç gereçlerinden mum-
yalara kadar bir sürü eser vardı. Her ne kadar bayanlar mumyalar-
dan korksa da detaylıca incelemekten geri durmadık. Müzeden
çıkınca Amasya içerisinde kısa bir yürüyüş yaparak Sultan II. Baye-
zid Külliye sine ulaştık ve hemen ya-
nındaki Minyatür Amasya Müzesi’ne
giriş yaptık ilgiyle izledik, inceledik.
Müzeden çıktıktan sonra Yeşilırmak
kenarına indik nehir her şehre can
verdiği gibi bu şehre de can vermiş.
Gezi ekibimiz bol bol resim çekilmek-
ten geri durmadı elbette. Köprüden
karşı tarafa geçerek Şehzadeler Müze-
si’ne doğru küçük dar sokakları şirin
ve tarihi evlerin süslediği yollardan
aheste aheste tam müzeye gidiyorduk
ki herkes hediyelik eşya alışverişine
başladı. Neyse ki kısa bir beklemeden
sonra tekrar yola koyulduk Kral Kaya
Mezarlarını izleye izleye Şehzadeler Müzesi’ne ulaştık. İçerisi olduk-
ça mistik döşenmiş. Şehzadelerin mumyaları yapılmış. Bir süre bir-
kaç arkadaşımla şark köşesinde nefeslendik. Müzeyi gezdikten son-
ra neredeyse akşam olmuştu ve kaleye çıkmak istiyorduk. Dik yo-
kuşlardan çıka çıka kaleye ulaştığımızda kalenin kapandığını gördük.
O kadar yolu gidip kaleye çıkmamak olmazdı elbette çareler arar-
ken kalenin yanından bir giriş daha olduğunu keşfettik ve tırman-
maya başladık. Tırmandık ama tır-
mandıkça bacaklarımın ‘’Dur ,nereye
gidiyorsun? Yeter!’’ dediğini duyar
gibiydim. Nefesim kesik bir şekilde
kaleye tırmandığımda o eşsiz manza-
rayla karşılaştım. Kartal yuvası gibi ve
insan kendisini çok güçlü hissediyor.
Şehre tepeden bakıyorduk aşağı bak-
tığımızda başımızı döndürecek kadar
yüksekti ya da benim yükseklik kor-
kum var bana öyle gelmiştir. Ferhat ile
başladığımız giriş elbette ki böyle
muhteşem bir manzarayla bitmeliydi.
Herkes tırmanmaktan gayet mutluy-
du. Saat 18.00 olmuştu ve bu şirin
şehir yüzümüzde gülümsemeyle bizi uğurluyordu. Hepimizin yüzün-
de tatlı bir tebessüm gezmekten hâsıl olmuş bir yorgunluk mev-
cuttu. Minibüslerimize bindik ve tekrar Sorgun’a doğru mutlu bir
şekilde hareket ettik. Sorgun’a indiğimizde saat 22.00 civarıydı.
Herkesin evine güvenle gittiğine emin olduktan sonra biz de dinlen-
mek üzere evlerimize dağıldık. Yolunuz düşerse bu şirin âşıklar şeh-
rimizi gezmenizi tavsiye ederim, pişman olmayacaksınız…
Ey güler yüzlü sehir; Bildim adın Yozgat'mış.
Bir pirin duasıyla Hak, yozuna yoz katmış,
Daha sonra kızının Mayasına naz katmış
Şükür birinciyi çok Ikinciyi az katmış Kızıyla evlenenin
Kışlarina yaz katmış Arif Nihat ASYA
KONFERANSA DAVET
22.03.2014 tarihinde İlyas Arslan Kültür Salonu’nda Ege Üni-
versitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dünyası
Sosyal ve Ekonomik Siyasal Bilimleri Ana Bilim Dalı Başkanı
Prof.Dr. Nadim MACİT tarafından İSLAM ANLAYIŞIMIZ VE Sİ-
YASAL İSLAMCILIK konulu konferans verilecektir. Bütün hal-
kımız davetlidir.
ŞEHZADELER ŞEHRİ AMASYA’DAYDIK
‘’KIZLARINI OKUTMAYAN BİR MİLLET…’’
Eğitimci, tüm akademik yeteneklerin de
ötesinde çok sağlam bir vicdan ve ahlak yapısına
sahip olması gerekir. Nesiller bilgi deposu olmaktan çok, bu mille-
te yararlı bir fert olarak topluma kazandırılmalıdır. Bugün baktığı-
mızda çocuklarımız zararlı maddelere çok kolay ulaşabilmekte,
gayri ahlaki durumlarla yüz yüze gelebilmekte ve özellikle lise
öğrencileri arasında iyice yaygınlaşmakta olan çocuk yaşta evlilik-
ler, toplumun aile yapısına dinamit döşemektedir.
Bir ülkenin temelini oluşturan esas değerin eğitim oldu-
ğunu bugün fark etmiyorsak bile bundan elli yıl sonra anlayaca-
ğız. Özellikle kız çocukların eğitilmesi; sağlıklı anneler, sağlıklı aile-
ler demektir. Bugün her ne kadar meslek lisesi denilince akla sa-
dece imam hatipler gelse bile, bu ülkenin kızlarını yetiştiren, onla-
ra meslek öğreten ve kendi ayakları üzerinde duran geleceğin
annelerini yetiştirmek için var olan kız meslek liselerimiz yaşam
mücadelesi vermektedir. Yanlış eğitim politikaları nedeniyle bu
liseler hak ettiği değeri ne yazık ki görememektedir. Nice memle-
ket evladı çocuk yaşta ya evlenmektedir ya da uygunsuz şartlara
maruz kalmaktadır. Belirli dönemlerde geçici projelerle kız öğren-
cilerin okutulması hedeflenmiş ama bu hedefler değişen şartlarla
rafa kaldırılmıştır.
Kızlarımızın kafasını
bizler dolduramadığı-
mız, onlara gereken
eğitim şartlarını sağla-
yamadığımız için; içi
bomboş, değerleri
olmayan, vicdanları
köreltilmiş anneler
gönderiyoruz bundan bin yıl sonrasına. Tarihini bilmeyen, bu gü-
nünü yorumlayamayan, zararlı akımlara taparcasına bağlanmış,
ebeveynlerine bile yabancı nesiller günümüz eyyamcılığının doğal
sonuçları arasında tezahür etmektedir.
Eğitimde kaybedilecek bir tek fert bile yokken, ne yazık
ki bizler her gün ellerimizin arasından kayıp giden öğrencilerimiz
için hiçbir şey yapamıyoruz. Her gün ağızlarımızdan düşmeyen
‘Eskiden böyle değildi, devir bozuldu’ cümleleri bir eğitimciye bir
şeyler yapması için artık beklememesi gerektiğini gösteriyor. İde-
alleri olmayan bir öğretmen, bankamatik memurundan farksızdır.
Öğrencileri için geceleri uykusuz kalan öğretmenler olmadıkça
kara bulutlar çocuklarımızın üzerinden gitmeyecektir.
Tevfik Fikret’in de dediği gibi:
‘Kızlarını okutmayan bir millet, oğullarını manevi öksüz-
lüğe mahkûm etmiş demektir, hüsranına ağlasın…’
N İH A L AT E Ş TA Ş ÇI
Çocuk Gel. ve Eğt. Öğrt.
TÜRKÇE DÜŞÜNEN BİR AYDIN
Türk düşünce hayatının önemli isimlerinden biri olan
Prof.Dr.Erol GÜNGÖR 1938´de Kırşehir´de doğdu. İlk ve orta tah-
silini Kırşehir´de tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Ede-
biyat Fakültesi Felsefe Bölümü´nü bitirdi. 1961 yılında aynı fakül-
tenin Tecrübî Psikoloji Kürsüsü ´ne asistan oldu. 1965 senesinde
Psikoloji doktoru olan Güngör, 1965-1968 yılları arasında ABD
Colorado Üniversitesi´ne bağlı Instıtue of Behavioral Science´de
çeşitli konularda araştırmalarda bulundu. 1971 yılında doçent,
1978 yılında profesör oldu. 1982 yılına kadar aynı fakültede Sos-
yal Psikoloji dersleri veren Erol Güngör 1982 temmuz ayında
Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü´ne tayin edildi. Hayatını Türk Mil-
letinin tarihi, kültürü, değerleri
üzerine araştırmalara adayan
önemli bir aydın idi. Sosyal mese-
lelere bakışı onun genç yaşlarda
Türk gençliği tarafından tanınması-
na ve takip edilmesine yol açmış-
tır. Maalesef genç yaşta aramızda
ayrıldı. Ömrünü adadığı, çok sevdi-
ği milletinin Asya’da kurduğu yeni
devletleri göremedi. 24 Nisan
1983´de vefat eden Güngör, evli ve bir çocuk babası idi.
1959 yılından itibaren vefat tarihine kadar Türkiye´nin
belli başlı fikir dergilerinde ve gazetelerde çeşitli konularda pek
çok makaleler ve ansiklopedilerde sahasıyla ilgili maddeler yazan
Erol Güngör´ün başlıca telif ve tercüme eserleri şunlardır:
ESERLERİ :
Türk Kültürü ve Milliyetçilik
Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik
İslam´ın bugünkü meseleleri
İslam tasavvufunun meseleleri
Dünden bugünden tarih, kültür, milliyetçilik
Tarihte Türkler
TERCÜMELERİ :
Sosyal Psikoloji ( David Krech )
İktisadi gelişmenin merhaleleri ( R W Rostow )
Batı Düşüncesinde Büyük Değişme ( Paul Hazard )
Dünyayı değiştiren kitaplar ( Robert B Downs)
MÜDÜR MÜDÜR MÜDÜR?
Uzun zamandır MEB yönetici atama konusunda bir
netlik sağlayabilmiş değildi, şimdi ise bir MEB KANUNU çıktı
ki evlere şenlik. Yönetici atamaları ne olacak, nasıl olacak
tam bir muam-
ma. Uzman öğ-
retmenlik, kari-
yer basamakları
adı bile geçmi-
yor. Peki, ne
diyor bu kanun?
Ne amaçla çıktı?
Aslında sebep
malum dershaneler peki tek sebep dershaneler mi? Şimdi
bunu bir değerlendirelim. Kanun diyor ki müdürler 4 yıl için
vali tarafından atanacak. Yani tüm eğitim yöneticilerine aba
altından sopa gösteriliyor. Sayın yönetici tüm kariyerin vali-
nin iki dudağı arasında, vali ise benim emrimde! Yani sen de
benim dediğimi yapacak, benim sendikama üye olacak, ben
ne dersem alkış tutacaksın. Aksi halde müdür olamayacak-
sın.
Peki, bir yönetici böyle mi olmalı? Sorularla buna yanıt araya-
lım…
Bu şartlarda çalışan bir yönetici ne kadar bağımsız karar vere-
bilir?
Bu şartlar altında bir yönetici ne kadar inisiyatif alabilir?
Bu şartlar altında bir yönetici nasıl okuluna liderlik eder?
Malum sendikanın eğitimciler üzerine baskısı nasıl olur?
Benim dediğimi yap yapmazsan yanarsın anlayışıyla okulları-
mız nereye gider?
Yöneticilerin cesur, kararlı, lider olmaları gerekmez mi? Bu
sistem onların cesaretlerini kırmaz mı?
Bu sistem korkak, gördüğünü söyleyemeyen, her an görevine
son verme korkusuyla çalışan müdürler yaratmaz mı?
Sistem suya sabuna dokunmayayım onlarda bana dokunma-
sın mantığını doğurmaz mı?
Bu sistem yönetici değil, bağlı ve bağımlı idareciler yetiştirmez
mi? (Yönetmesin idare etsin, hem bizi hem de durumu idare
etsin…)
Kısacası bu sistemde müdür ,müdür müdür?
Buradan bu yasayı yapanlara tavsiyem sadece mü-
dür, müdür yardımcılarını değil sınıf başkanlarını da vali ata-
sın. Böylelikle küçük yaşta çocuklarımızı bu çarpık sisteme
alıştırmış oluruz!
BAŞARI İMKÂNSIZLAŞIR
Tü rk Eğ itim Sen camiası Tü rkiye Sevdalısı Eğ itimcilerin sendikası olma yolünda iler-
lemelidir. Ö ncelikli amacı daima Tü rkiye Sevdası olmalı-dır.
Vatanını seven, devletine değ er veren ve ğeleceğ e ğü zel ğo zlerle bakmayı bilen insanların hayalleri de bü -yü k olür. Menfaatler çerçevesinde hareket etmeyi kabül etmezler.
Çalışanların haklarını aramak, korümak, ğeliştir-mek ve bü üğ ürda mü cadele etmek sendikacılığ ın asli ğo revidir.
Tü rk Eğ itim Sen ise asli ğo revlerin yanı sıra ideal-leri olan bir sendikadır. İ deali ise ahlaklı toplüm, ahlaklı birey, ahlaklı yo netici ve ğelişmiş bir Tü rkiye olmalıdır.
Bizler bü bilinçle sendikacılığ ın yo netiminde yer alıyorüz. Ancak Sarı sendikacılığ ın ü lkemizde eğemen oldüğ ü şü ğü nlerde menfaat için sendikalaşma, menfaat birlikteliğ i kürma ve ğelecekte bir ko şeyi kapma ğibi ğay-retler elbette Tü rk sendikacılığ ına zarar vermektedir.
Bizler sendikayı haklarımızı aramanın o tesinde sosyal ve kü ltü rel alanda ü yelerimize fırsatlar sünmak olarak da alğıladık. Ve bü üğ ürda faaliyetler serğiledik. Sadece hakları arama ve sosyal kü ltü rel imka nların da o tesinde eğ itimin ğeleceğ ini inşa edecek politikalara katkı sağ lamayı bizler asli ğo revlerimiz olarak bildik; bü doğ -rültüda daima sorğülayıcı oldük.
Kimi zaman erki sorğüladık kimi zamanda kendi içerimizde kendimizi sorğüladık. Kimi zamanda sendika-nın ü st makamlarında yer alan yo neticileri sorğüladık. Sorğülamanın oldüğ ü yerde mü kemmeli yakalama imka nı oldüğ üna inandık. Hep sorğülanmayı ve sorğülamayı iste-dik. Bü nedenle de Tü rk Eğ itim Sende ğo rev almanın me-şakkatli oldüğ ünü bilerek hareket ettik.
Tü rk Eğ itim Sen camiasında ğo rev alan arkadaş-larımız hiçbir zaman; “Ben başkan olacağ ım, ben yo netici olacağ ım, ben başkanım, ben yo neticiyim” zihniyeti ile eğosü tavan yapmış fikirlerin içerisine ğirmemelidir.
Bünün yanı sıra temsil ettiğ i kitleyi ünütmamalı ve o kitlenin hakkını aramalıdır. Bünü yaparken dik dür-mayı bilmek zoründadır. Kendi hakkını korüyamayan başkasının hakkını da korüyamaz. Kendi değ erlerini savü-namayan temsil ettiğ i kitlenin değ erlerini de savünamaz.
Hal bo yleyken bazen; hak etmeyen kişilerin hak etmedikleri makamlara ğeldiklerini, sadece koltük için o makamı işğal ettiklerini, desinler mantığ ı ile hareket et-tiklerini ü zü lerek izlemek zoründa kalıyorüz.
Bü kişilerin davasına, sevdasına ve çalıştığ ı kü-rümlara ğo nü l vermiş kişileri de ü zdü ğ ü nü , onları yıldır-dığ ını ve sevdalıların şevkini kırdığ ını ğo rmek kadar ü zü -cü ne olabilir?
Maalesef bü ü zü cü tablolarla karşılaşmak kadar elim olaylar yoktür. Umülür ki; kendi menfaatini kitlelerin menfaatinden ü stü n tütan yo neticiler kendilerini sorğü-lar, sorğülanmaya açık olür ve yanlıştan vazğeçerler. Aksi dürümda başarı imka nsızlaşır.
Niyetimiz; Çanakkale rühü, Çanakkale birlikteliğ i ve Çanakkale ideali olürsa, ğelecek ğü nü mü zden daha aydınlık olacaktır.
İnternet Adresimiz
www.sorgunturkegitimsen.com