cengiz kallek, asrı saadette devlet piyasa İlişkisi

44

Click here to load reader

Upload: korhanbsrl

Post on 26-Dec-2015

62 views

Category:

Documents


18 download

TRANSCRIPT

Page 1: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

ASR-I SAADET'TE DEVLET VE PİYASA İLİŞKİSİ Cengiz Kallek

Birinci Bölüm MEKKE İKTİSADİYATI İLE İLGİLİ MÜESSESELER I. Kureyşin Tîcarî Faaliyetleri A) Ilaf: B- Rihletu'ş-Şitâ'i Ve's-Sayf Iı. Ilgîlı Müesseseler A- Hums B. Hilfu'l-Fudul C. Daru'n-Nedve İkinci Bölüm DEVLET MÜDAHALESİNİ MÜMKÜN KILACAK PİYASANIN OLUŞUMU ve MÜDAHALEYE MEVZU OLAN MUAMELELER I. Müslümanların Kontrolünde Yeni Bir İç Piyasa Tesisi: Medine Pazarı II. Müdahaleye Mevzu Olan Muameleler A. Rıba=Faız A. Tarifi B. Faiz Yasağının Tarihçesi C. Faiz Çeşitleri: Aa. Ribe'l-Câhiliyye Veya Ribe'n-Nesîe Bb. Ribe'l-Fadl D. Faiz Yasağının Tatbikinde Devletin Rolü B. İhtikâr A. İhtikârı Yasak Olan Mallar B. İhtikârın Süresi C. İhtikâr Önlemleri C. Telâkkir-Rukbân D. Şehirlinin Köylü Adına Satışı Ve Simsarlık E. Kabz'dan Önce Satış Ve Aracılık F. Sunî Fiyat Artışları Ve Narh İkinci Bölüm MÜDAHALELERİ GERÇEKLEŞTİREN DEVLET ORGANI: HİSBE I. Hisbe Teşkilatı A. Hisbe'nin Tarifi Ve Görev Alanı B. Teşkilat Yapısı A. İlk Muhtesib: Hz. Peygamber (S.A.V.) B. Diğer Muhtesibler Aa. Daimî Resmî Görevliler Bb. Valiler Cc. Geçici Görevliler Dd. Gönüllüler Iı. Muhtesibin Görevleri A. Pazar Nizam Ve İntizamının Temini B. Fiyat Kontrolü A. Kalite Kontrolü B. Ölçü Ve Tartılar C. Serbest Rekabetin Temini Ve Haksız Rekabetin Önlenmesi A. Neceş (Müşteri Kızıştırma) B. Aldatıcı reklam Aa. Yalan Yere Yemin Bb. Malı Olduğundan Farklı Göstermek D. Haram Kılınmış Malların Alım Satımının Önlenmesi Sonuç Bibliyografya

Page 2: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

ASR-I SAADETTE DEVLET VE PİYASA İLİŞKİSİ

Cengiz Kallek(Türkiye Diyanet Vakfı, îslâm Araştırmaları Merkezi islâm Ansiklopedisi Fıkıh Uzmanı, Üsküdar/İstanbul)

Cengiz Kallek 1960 yılında İstanbul'da doğdu. 1982 yılında Boğazifi Üniversitesi îdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümünden mezun oldu. Yurtiçinde ve yurddışm-da sürdürdüğü Arapça ve İslâmî İlimler çalışmalarının ardından 1989 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Hukuku bölümünde yüksek lisansını tamamladı. 1992 yılında "Uz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa" isimli eserini yayınladı. Aynı Enstitünün İktisat Tarihi bölümünde doktora çalışmasını sürdür-mekde ve T.D.V. İslâm Ansiklopedisinde Fıkıh Uzmanı olarak görev yapmaktadır. [1]

Birinci Bölüm

MEKKE İKTİSADİYATI İLE İLGİLİ MÜESSESELER

Konumuzla yakın ilişkisi açısından bizim için birinci derecede önemli olan, Cahiliye Arapları'nın asıl mesleği olan ticaretteki etkinlikleri ve bu etkinliğin ulaştığı maksimum boyutlar yanında ticarî örf ve adetler ve nihayet ticaretle eşgüdümlü bir şeklide gel-şien iktisadî refahtır. Tabii İslâm'a beşiklik etmesi, varlığı tamamen ticarete bağlı olması ve enternasyonel transit ticaretin yarımadadaki merkezi konumunda bulunması gibi sebeplerle incelememiz özellikle Mekke'de ve tabiatıyla Kureyş üzerinde yoğunlaşacaktır.[2]

I. Kureyşin Tîcarî Faaliyetleri

Tarih boyunca Arap Yarımadası başta Sebe, Main ve Himyer olmak üzere çeşitli bağımsız devletlere ve ayrıca Roma, Bizans ve Sasanî imparatorluklarının himayesindeki Petra, Palmira (Ted-mür), Gasan ve Hire gibi bazı uydu devletlere beşiklik etmiştir.[3] Bu devletlerin varlıklarının en önemli unsuru iktisadî güç olup, bunu da kıtalar arası ticaret yönünden tampon bir bölgede yer almalarına ve dolayısıyla enternasyonel transit ticaret ağı üzerinde kilit bir konuma sahip olmalarına borçluydular.

Mekke, M.S. V. asrın başlarına kadar, Yemen'den göç eden Huzaa kabilesinin kontrolü altında kalmıştı. Kusay b. Kilab çeşitli kabileleri bir araya getirerek Kureyş kabilesini oluşturdu ve hızla şehrin ileri gelen tacirleri arasına giren bu kabile mensupları Huzaa'nın etkisini azalttı.[4] Mekke'liler, ticaret ağı içindeki konumları sebebiyle önemli bir potansiyel güce sahip olmalarına rağmen, Arabistan'ın verimli bölgeleri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan yayılmıcı güçleri teşkil eden Himyerîler ve Hire Lalı-mileri yanında ikinci planda kalmaktaydılar. Böylece Mekke'nin ilk evrimi bu iki hakim ticari ve siyasi merkezin gölgesinde gerçekleşti.[5] O dönemde Mekkeliler lokal ticarî faaliyetlerle yetinmekte, harem bölgesinin dışına çıkmaya cesaret edememekte ve mallarını satacak yabancı tüccarın, ayaklarına kadar gelmesini beklemekteydiler.

V. asrın ortalarına doğru Himyerîler'in iç siyasî krizler silsile-siyle sarsılmaya başlaması ile birlikte Mekke'nin talihi de değişmeye başlamıştı. Himyer'in istikrarsızlığı, hassaten kuzeyde, üretim ve ticaretin çökmesine zemin hazırladı. Bu durumdan cesaret alan Mekkeliler, Yemenlilerin devre dışı kalmasıyla açılan boşluğu doldurmak üzere harekete geçtiler.[6]

Pek iyi ama daha önceki dönemlerde kapalı bir ekonomiye sahip olan ve ticarî aktivitesinin boyutları yarımadanın çeşitli bölgelerinde periyoduk aralıklarla muntazaman kurulan panayırlar silsilesi içinde, haram aylarda Mekke civarında düzenlenen Ukâz, Mecenne ve Zu'l-Mecâz panayırlarım[7] aşmayan yoksul Kureyş,[8] yarımada transit ticaretinin merkezi konumuna gelmeyi nasıl başarmıştı? Mekke Şehir Devleti ekonomisini dışa mı açmıştı? Bu soruya verilecek 'evet' cevabı bir başka soruyu beraberinde getirmektedir: Nasıl? Zira Mekkeliler bu yeni rolü oynamak için gerekli alt yapı kurumlarına sahip değillerdi. Ayrıca ekonomik tecrübe ve güçlerini Mekke dışına taşıyacak bazı mekanizmalar icat etmeliydiler, tşte bu noktada Haşim'in meşhur ilafı imdada yetişti. [9]

A) Ilaf:

Kur'ân'da 'Kureyş' veya 'el-Ilaf isimli sûrede gayet veciz ve önemiyle mütenasip bir surette yerini alan 'îlaf: ahid, 'antlaşma' ve talebe binaen verilen 'beraat'6 demek olup hasseten Mekke asilleri ile komşu devletlerin başkanları arasında aktedilen ticarî antlaşmaları ifade etmektedir. Bu

Page 3: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

antlaşmaların hikayesi şöyledir:

Kaynakların verdiği bilgilere göre Abdu Menafin dört oğlundan önce Kureyş'in ticari faaliyetleri Mekke sınırları dışına taşınıyordu.[10] Ancak şehre gelip giden acemlerle ve Hac mevsiminde Mekke'ye ve haram aylarda Ukaz ve Zu'1-Mecaz'a gelenlerle ticaret yapabilirlerdi.[11]

Bu durum, Haşim b. Abdi Menaf gelip de Kureyş ticaretinin zayıflığını, sikaye ve rifade gibi Hac hizmetlerini yüklenen bazı Mekkeliler'in, bu hizmetleriyle hiç de mütenasip olmayan iktisadî sıkıntılarını görüp üç kardeşiyle birlikte civar ülkelerde ticari antlaşmalar yapmak üzere yola çıkıncaya kadar sürdü.[12] Nihayet onların yapmayı başardıkları ticarî antlaşmalar neticesinde Kureyş ticareti canlandı. Kaynakların verdiği malumata göre: Kureyş yoksulluk içinde yüzüyor ve ticari aktiviteleri Mekke sınırlarının dışına taşınıyordu. Çok şiddetli bir kıtlığın vuku bulduğu bir sene. Haşim, Şam'a ekonomik amaçlı bir ziyaret yaptı.[13]

Yapılan görüşmeler sonunda Kayser, Haşim'e sadece Kureyş'in bizans topraklarında ticaretine müsaade etmekle kalmamış, ayrıca Habeş diyarında ticaret yapma izni alabilmesi için Necaşî'ye hitaben bir tavsiye mektubu da vermiştir.[14] Hiç şüphesiz Haşim, Kayser ile yaptığı ikili görüşmelerle Taif ve komşu bölgelerden sağlanacak deriye işarette bulunmaktaydı. Kumaş ise hassaten Necran ve San'a olmak üzere Yemen'deki muhtelif şehirlerde imal edilmekteydi. Ayrıca Yemen, hassaten, Sade olmak üzere müteaddit bölgelerinde imal edilen işlenmiş deriyi de ihraç etmekteydi. Böylece Haşim, Mekke'nin başlıca buğday (Havran buğdayı) ithalatım gerçekleştirdiği Busra ve Gazze gibi Suriye piyasalarına açılmaya başlayan Mekke tüccarı için Suriye güzergahını emniyete almıştı.[15] Haşimin diğer kardeşlerinden Muttalib, Yeraen'e; Abdu Şems, Habeşistan'a Nevfel ise iran'a giderek benzer antlaşmalar yaptılar.[16] Nevfel'in, Pers imparatoru Kisra'dan, Irak topraklarında ticaret yapma izni aldığı da rivayetler arasındadır.[17] Her birisi dönüşlerinde ticaret güzergahları üzerindeki kabilelerden de, herhangi bir ittifak antlaşması yapmaksızın, kervanlarına saldırmazlık garantileri aldılar.[18] Kureyş tüccarı, sağladıkları bu teminat karşılığında garantör kabilelerin ticaret mallarını, gittikleri pazarlara götürüp satacaklar ve hiç bir masraf ya da komisyon almadan ana para ve kân aynen teslim edeceklerdir.[19]

Böylece bir yandan bu kabileler ticaret yolculuklarının zorluklarından kurtulup oturdukları yerde kazanç sağlarken diğer yandan Kureyş'in dış ticaretini güvence altına alacaklardır. Arap ka-bileleriyle yapılan bu antlaşmalar karşılıklı yardım ve koruma mükellefiyetleri getirmeyip, aksine o güne kadar bilinmeyen bir usul olan müşterek ticarî çıkarlar esasına dayalıdır. Bir başka de-yişle Kureyş kervanlarına verilen geçiş güvencesi, belli bir ücret karşılığı Hîre kervanlarına sağlanan muhafızlık hizmetinden farklıydı.[20] Kabile şeflerinin Mekke tüccanyla iş birliğini tercih etmeleri anlaşılır bir şeydir. Zira bu işbirliği neticesinde daha istikrarlı kârlara nail olacakları gibi Mekke'ye korkusuzca girecekler ve itibar göreceklerdir. Ayrıca Hîre'de ikinci sınıf insanlar ve yönetilenler statüsünde iken, Mekke'de eşit haklarla müşavere imtiyazına sahip olacaklardır.[21]

Mekke'nin transit geçiş güvencesi aldığı bu kabilelere ne kadar bağımlı olduğu ve ilaf in yükümlülüklerini ifaya ne derece titizlik gösterildiği bazı rivayetlerden açıkça anlaşılmaktadı.

islam'ın Kureyş ile yaptığı savaşta en etkin silah emin bir ticaret yolu bırakmayıncaya kadar kervanlarına saldırmaktır. Zira Safvan b. Umeyye'nin şu sözleri buna açıkça delalet etmektedir:

"Muhammed ve ashabı ticaret yollarımızı kestiler. Onun ashabına karşı nasıl önlem alacağımızı bilemiyoruz. Sahili de boş bırakmıyorlar. Sahil bölgesi halkı onunla anlaşarak tümden ona katıldı. (Ne Yapalım?) Nerede ikamet edelim? bilemiyoruz. Şayet (burada) yurdumuzda kalsak sermayemizi yeyip tüketeceğiz. Zira Mekke'deki yaşantımız yazın Şam ve kışın Habeşistan ticaretine dayanmaktadır..."[22] Nihayet uzun arayışlardan sonra Necid üzerinden Irak'a uzanan alternatif ticaret yolundan gönderdikleri kervan da Müslümanlar tarafından vuruldu.[23]

Tarih ve tefsir kitapları Abdu Menafin dört oğlunun Kureyş ticaretini mahallî sınırlardan beynelmilel boyutlara taşıdıklarını ittifakla kabul etmektedir. Her ne kadar rivayetlerde bazı farklılıklar göze çarpmakta ise de bu temel gerçek değişmez.[24]

îşte bu ilaf sayesindedir ki Kureyş, meşhur yaz ve kış yolculuklarını emniyet içinde gerçekleşirme imkanını yeniden elde etmişti: Kışın Yemen'deki Abahile'ye ve Habeşistan'daki Yeksum'a, yazın ise Şam ve Gazze'ye -ve belki de Ankara'ya kadar- ticari sefe-ler düzenliyorlardı.[25]

B- Rihletu'ş-Şitâ'i Ve's-Sayf

Bu konuda Ibn Habib, Ibnu'l-Kelbi'den naklen şu bilgileri vermektedir: "Kureyşliler her sene iki defa: Kışın Yemene, yazın da Suriye'ye seyahat etmeyi âdet haline getirmişlerdi. Tedricen, bu, onlara yorucu gelmeye başladı. O zaman Tebale ve Cureş mensupları ve Yemenin sahil mıntıkasından bazıları, ticaret eşyasının Mekke'ye kadar naklim temin etmeye başladılar: Kara tacirleri Muhassab'a,[26] deniz tacirleri de Cidde'ye kadar geliyorlardı. Böylece Mekkelüer her

Page 4: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

sene iki sehahat yapmak zahmetinden kurtuldular... Fakat bir zaman geldi, yıllarca süren kıtlığa maruz kaldılar ve sermayeleri tükendi. O zaman Haşim Şam'a gitti..."[27]

Bu rivayetlere bakılırsa HaşinVin başlattığı bu hareket bir ihya hareketi özelliği arzetmektedi. ilaf ve rihleteyn ile ilgili rivayetler Mekke'deki değişikliklerin temel fenomenini oluşturmaktadır, ilaf vesilesiyle ananevi rihleteyni yemden ihya etmek suretiyle tekrar dışa açmayı başardıkları ekonomilerinde tarihe geçecek bir devrimin temellerini atan Abdu Menaf oğulları, iflas eden kapalı ekonomilerinin sınırlarını yaramadaya hakim olacak boyutlara ulaştırmışlardır.

Kureyş suresinin 1. ve 2. ayetlerinin tarihî temellerini değerlendirirken, Birkeland, ilaf m önemini vurgulamakta; ticari kabiliyetlerinin ve Harem-i Şerife hakim oluşlarının, Peygamber'den yaklaşık yüz yıl önce, Kureyş,'i Batı Arabistan ekonomisinin efendileri yaptığını söylemektedir.[28] Ancak Kureyş ticaretinin boyutları çok büyük olup Doğu Arabistan'ı da kapsayacak şekilde geniş-letilebilir.[29]

Kureyş'in ticarî kapasite, tecrübe ve dehasının en önemli göstergelerinden birisi de emniyetini garanti ettikleri ticaret güzergahları, özellikle yaz yolculuklarını düzenledikleri Mekke-Medi-ne-Şam güzergahı üzerindeki konaklama tesisleridir. Zira büyük bir kısmı çöl olan Arap Yarımadası'ndaki tek tehlike yağmacı kabileler değildi. Çölün en mümeyyiz vasfi olan sıcak ve uzun yolculukların verdiği fizikî çöküntüyü azaltıcı özelliği olan konaklama tesisleri bu ticaretin kaçınılmaz gereklerindendi.

ilaf, Mekke ticaretini, sadece sermaye mobilitesi sağlamak ve kervan seferlerini emniyete almak suretiyle geliştirmekle kalmamış, ayrıca ürünlerine yeni piyasalar sağlamak yoluyla kabile ekonomisinin tekamülünü de temin etmiştir. Bu uygulamanın önemli bir sonucu da kabile ekonomisinin Mekke ekonomik sistemine entegrasyonudur ki bu da komşu kabileler indinde Kureyş'in nüfuz ve prestijini kuvvetlendirmiştir. Bu ise diğer tacirlerin ve göçmenlerin, gelişen ekonomik sistemine iştirak etmek üzere Mekke'ye cezbedilmesinde, modern bir tabirle yabana sermayenin ve belki de kalifiye iş gücünün Mekke ekonomisine akı turnasında aktif bir rol oynamıştır.

Bu değişme ve gelişme çerçevesinde Mekkeli tacirlerin Kızıl-deniz ve ötesine mal sevkıyatı için gemiler kiraladıkları da bilinmektedir.

Mekke'nin enternasyonel piyasadaki konumu o kadar güçlenmişti ki söz konusu düzenlemeler ve bunların neticesinde akümü-le eden fînansal güç dahi Mekkeli tüccarın yüklendiği misyonu taşımasına yeterli olmamış, daha ileri adımlar atılarak Taif, Hire ve Yemen'den yabancı sermayedarlarla ticari ortaklıklar gerçekleştirilmiş, yani -o dönemin şartlarına nisbetle düşünülmek kaydıyla - güncel bir tabirle, dev sermayeli çok uluslu şirketler kurulmuştur.[30]

Ayrıca Kureyşliler, Tihâme, Tebale, Cureş ve Necran'da, Hind Okyanusu'ndaki limanlara giden yol üzerinde küçük ticaret müesseseleri de kurmuşlardı.[31]

Tabii bu ticaret odak ekonomik sistemin diğer önemli bir özelliği de kervan ticaretini besleyen, liman işçileri, rehberler, muhafızlar, çobanlar, veterinerler, hizmetçiler, hamallar vb. gibi işçi-lerden müteşekkil geniş bir hizmet sektörünün doğuşudur.[32]

Bütün bu gelişmelere paralel olarak, Mekkeliler'in, nüfuz bölgelerini arttırmak ve sermaye fazlalarını yöneltecekleri yatırım alanlarını genişletmek için verimli sahalar arayışı içine girdikleri gözlenmektedir. Bunun en çarpıcı örneği ise içki ve deri üretiminde Önemli bir merkez olan en yakın erzak ambarı Taif ile ilişkilerde tezahür etmektedir.

Ancak Mekke'nin bu gelişmesi bir vakum içinde oluşmadı ve gittikçe artan nüfuzu, muhalif güçleri teşkil eden Bizans ve iran'ın dikkatini çekince, müttefikleri Habeşliler ve Lahmiler ka-nalıyla Mekke üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştılar. [33]

Iı. Ilgîlı Müesseseler

A- Hums

Ebrehe'nin hezimetinin bir takdir-i ilahî olduğunu anlayan Araplar Harem-i Şerife ve Hac ibadetine görülmemiş bir ihtimam göstermeye başladılar. Mekke'nin bu zaferi, Kabe'ye tahayyül edilmez bir itibar kazandırdı. Bunun sonucunda Kureyş ehlullah olarak kabul edildi. Bu prestijden yararlanan Kureyş meşhur Hums müessesesini icat etti.

Sadece Mekke sakinleriyle Kureyş'in en yakın müttefiklerinin üye olduğu[34] bu müessesenin, temelindeki iktisadî amili gösteren önemli bir özelliği vardır ki buna göre Kureyş, (Kutsiyetini muhafaza kastıyla) şehre dışarıdan yiyecek ve giyecek sokamayacakla-rını ileri sürerek, Hums kapsamına girmeyen hacıları/ tacirleri Mekke yiyecek ve giyeceklerini almaya icbar ediyordu. Tabiatıyla tüccarın lehine işleyen bu mekanizma Mekke ekonomisini güçlendiriyordu.[35]

Page 5: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Dolayısıyla Hums müessesesinin ekonomik önemi bariz olup din kisvesine büründürülmesi pek şaşırtıcı değildir.[36] Hums müessesesinin icadının hemen akabinde tesis edilen meşhur Ukaz panayırı bu avantajı daha da kuvvetlendirmekteydi."[37]

Mekke, özellikle, Kabe'ye, Mekkelilerinkiler yanında diğer kabilelerin putlarının da yerleştirilmesiyle birlikte bütün Araplar'ın ve tabiatıyla Arabistan'ın dört bir tarafındaki Arap ta-cirlerinin gittikçe artan bir şekilde ilgisini çekmekteydi.[38]

Ilaf a ilaveten, Ukaz ile yanıbaşmdaki Mecenne ve Zu'1-Mecaz panayırlarının[39] katkısı ve Kabe'nin artan itibarıyla birlikte, Mekke'nin kalkınması artık durdurulamaz bir sürece girmişti.

Yemen ticareti için başlayan Mekke-Hire rekabeti, Hire ve Orta Arabistan'daki müttefikleriyle Mekke arasında Ukaz yakınlarında patlak veren meşhur fîcar harpleri (M.S. 580) ile bir krize dönüştü. Bu savaşta Mekke ve müttefiklerinin Hire ve yandaşlarını yenmeleriyle birlikte, özellikle Necid'i Yemen'e bağlayanı olmak üzere, Orta Arabistan ticaret yolları üzerinde Mekke'nin hakimiyeti kesinleşmiş oldu.[40] Artık bu zaferden sonra Mekke tüccarı Yemenli tacirleri Mekke'den tecrit etmeyi de başarmışlardi.[41]

Ancak kendi ticaret kervanlarını emniyet altına alan Kureyş, bir yandan Mekke'nin emin ve kutsal (haram) bir belde kendilerinin de ehlullah olduğuna dair inancı sarsmamak v edolayısıyla kazandığı prestiji muhafaza etmek, diğer yandan da şehre gelen tüccarın güvencesini sağlamak suretiyle, hem konumuna uygun bir şekilde davranmak, hem de îlafi kendi elleriyle tehlikeye atmamak için bir iç güvenlik mekanizmasına ihtiyaç duymuştu ki bu da meşhur Hilfu'l-fudul idi. [42]

B. Hilfu'l-Fudul

Mekke'nin dış dünya ile ilişkileri daha kompleks bir hal aldıkça tüccarının çıkarlarının idamesini temin yolunda yeni bazı kurumlar doğmaya başlamıştı. îşte Mekke'nin hürmeti ve îlafı ile direkt ilişkisi olan Hilfu'l-Fudul da bu kurumlardan birisidir.

Güçsüzlerin haklarına tecavüz olaylarının artış göstermesi, hatta civar bölge tüccarı ve bedevilerin Mekke panayırlarına itimadının sarsılmaya başlaması üzerine Kureyş'in Benu Haşim, Benu Zuhre ve Benu Esed, yaşlılığı ve saygınlığı dolayısıyla Abdullah b. Cudan'ın evinde toplanarak, ister yerli isterse yabancı olsun hakkını iade edinceye kadar mazlumla birlik olup zalime karşı çıkmaya ant içmişlerdi.[43]

Gayet açık bir şekilde anlaşıldığı üzere Hilfu'l-Fudul, amilleri, hedefleri ve sonuçları itibarıyla tamamen karşılıklı ekonomik çıkarları idameye yönelik bir müessese olup, Kureyş'in prestijini korumaktan öte, Mekke panayırlarına olan rağbeti muhafaza ettiği gibi, tehlikeye düşen ticarî emniyetin akabinde piyasaya, zayıfların gözetildiği bir insaf ve güven ortamı kazandırmıştı. [44]

C. Daru'n-Nedve

Kureyş'in ekonomik çıkarlarına hizmet eden bir başka müessese daha vardır ki bu da Daru'n-Nedve'dir.

Aslen Mekke Şehir Devleti senatosu veya meclisi 40 konumunda olmakla beraber ekonomik icraatı itibarıyla kısmen Devlet Planlama Teşkilatı veya Ticaret Odası vazifesi gören bu müesese, Mekke Şehir Devleti'nin ticari aristokrasisinin meşveret merkezi idi. Kuı*eyş ticari dehaları burada toplanır ve kervan ticaretiyle ilgili bütün meseleleri görüşür, durum değerlendirmesinde bulunur, alternatifleri gözden geçirirdi. Her türlü ahval u şeraiti tar-tışmaksızın hiçbir kervan ya da kafile göndermezdi: Kervanların maruz kalabilecekleri muhtemel tehlikeler, kârlılık ihtimalleri vs. gözden geçirilir, gönderilecek kervanın yönü ve reisi belirlenirdi. Kervanlar buradan kalkar ve yine buraya konarlardı.[45]

Bütün bunlardan anlaşıldığı üzere, yapmış oldukları ekonomik ve politik sıçramalarla, VI. asrın sonları ile VII. asrın başlarındaki Mekke tüccarı, yaklaşık bir asır Önceki îlaf dönemine kıyasla daha avantajlı bir konuma yükselmeyi başarmıştı.[46]

Kureyş'in civar milletlerle gerçekleştirdiği mezkur dış ticaret, Mekke'nin fethine ve hatta bu milletler İslâm Devleti'ne katüın-caya kadar devam etti. [47]

Page 6: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

İkinci Bölüm

DEVLET MÜDAHALESİNİ MÜMKÜN KILACAK PİYASANIN OLUŞUMU ve MÜDAHALEYE MEVZU OLAN MUAMELELER

I. Müslümanların Kontrolünde Yeni Bir İç Piyasa Tesisi: Medine Pazarı

Tarih boyunca iktisadî bağımsızlık siyasî bağımsızlığın en Önemli unsurunu teşkil etmiştir. Ticaret maksadıyla Filistin, Yemen ve Bahreyn-Uman bölgelerini dolaşmış, saygıdeğer, güvenilir, tecrübeli bir tacir[48] ve Mekke müşriklerinin, Benû Kinâne yurdunda imzaladıkları antlaşma[49] neticesinde ittifakla uyguladıkları şiddetli bir ekonomik ambargoya mâruz kalarak büyük sıkıntılara düşmüş[50] bir insan olan Hz. Peygamber (s.a.v.) de iktisadî bağımsızlığın önemini muhakkak ki çok iyi biliyordu. Allah'ın inayeti ve bu tecrübelerin kazandırdığı feraset ile, hicretini müteakip, ilk iş olarak siyasî ve iktisadî yönden - şartların elverdiği ölçüde hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Bunun tahakkuku için, bir yandan, hem devlet başkanı sıfatıyla kendisinin hem de Müslümanların siyasî hakimiyetini tesis edecek olan ve günümüzde bazı ilim adamlarınca 'Medine Anayasası' olarak adlandırılacak kadar büyük bir ehemmiyeti haiz bulunan muahedeyi gerçekleştirirken, diğer yandan da, Müslümanlar'a ait, onların hakimiyetinde, onların ahkamının uygulanacağı bir piyasa oluşturmalıydı. îş-te bu ve benzeri saiklerle, daha sonra 'Medine Pazarı' ismiyle anılacak olan pazar kurulmuştur.

Gerek hicretten önce ve gerekse sonra geçen zaman zarfında, her hususta olduğu gibi iktisadî hususlarda da bazı âyetler iniyor, bazı hükümler vaz' ediliyor, bazı câhiliye âdetleri yasaklanıp bazıları tâdil ve tashihe tâbi tutulurken yeni bazı kaideler de konuyordu. Ancak bütün bu hükümler derhal uygulamaya geçirilmeli, sağlıklı ve sürekli bir tatbikat için de uygun şartlar yaratılmalıydı. Zira hâlihazırda mevcut olan Medme pazarlarında[51] genellikle müşrik veya Yahudi tacirler hüküm sürüyorlardı. Tabiatıyla bunların ticari faaliyetleri ya kendi dinî anlayışlarına ya da câhiliye âdetlerine göre cereyan ediyordu. Halbuki islâm bunlardan bir kısmını yasaklamakta ve yeni birtakım piyasa normları vaz' etmekteydi. Her türlü gayri meşru muamelelerin cereyan ettiği bir ortamda Müslümanlar'ın, islâm'ın hükümlerini uygulamaları şüphesiz zor olacak, karşılıklı güven ortamı kolay kolay sağlanamayacaktı. Ayrıca bu gayri müslimlerle yapılan ticaret- piyasaya hakim olmaları sebebiyle- daha çok onların lehine idi ve bunun böyle sürüp gitmesi devletin istikbali açısından problem teşkil edebilirdi. Kaldı ki Müslümanlar, asla, "Arapların mallarından ne kapsak kârdır ve bu hususta da mesul ve günahkâr olmayız. Zira onlar hak yolda (!) değiller..."[52] şeklinde bir zihniyete sahip olan Yahudiler'in insafına terk edilemezdi. Öyleyse yapılacak ilk iş Müslümanlar'ın hâkim ve şer'î ahkâmın kâim olduğu müstakil bir pazar kurmaktı. Zira diğer pazarlar onların pazarı olamazdı: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Nebit Pazan'na giderek bir göz attı ve: 'Bu asla sizin pazarınız olamaz', buyurdu. Sonra (başka) bir pazara gitti ve (yine) 'Bu asla sizin pazarınız olamaz', buyurdu.[53] Sonra (bilahare Medine Pazarı adım alacak olan) bu pazara döndü, etrafını dolaştı ve: ((îşte) sizin pazarınız budur; bu (pazar) daraltılmayacak'[54] ve burada vergi alınmayacaktır,' buyurdu"[55] Semhûdî'nin benzer rivayeti ise şöyledir: "Bir adam Nebî'ye (s.a.v.) gelerek: "Ya Resûlallah (s.a.v.)! Pazar için (uygun) bir yer gördüm, (gelip bir bakmaz mıydınız?)" dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber) onunla birlikte Medine Pazarı'nın bugünkü yerine gitti ve ayağıyla (yere) vurarak: "(işte) sizin pazarınız budur; bu (pazar) daraltılmayacak ve burada asla vergi alınmayacaktır," buyurdu.[56] Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından seçilen bu pazar yeri Benû Sâide bölgesinde bir kabristandı, tik Önce bu teklife karşı çıkan Benû Sâide daha sonra razı oldu.[57] Burası açık bir alan olup bir binici pazar yerine inip devesinin palanını bıraksa, pazarı dolaşırken ne tarafa gitse palanım görebilirdi.11 Pazar yeri olarak bu bölgeyi seçmeden önce; "Resûlullah (s.a.v.) Bakî' ez-Zubeyr (bölgesin)de bir çadır kurdu ve '(İşte) bu sizin pazarınızdır? buyurdu. Hemen akabinde Yahudilerin reisi (Ka'b b. el-Eşref geldi, içeri süzülerek çadırın iplerini kesti. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): 'Önemli değil. Gerçekten ben, bunu, onu daha da delirtecek bir yere nakledeceğim', buyurdu. Sonra bu pazarı, şimdi Medine Pazarı'nın bulunduğu yere taşıdı ve emri verdi: 'îşte bu sizin pazarınızdır, burada devamlı sabit köşeler, yerler edinmeyin[58] (yani sabah erken gelen dilediği yere yerleşsin); burada hiç bir vergi (de) alınmayacaktır."[59] Bir çok hadislerinde pazar yerlerini şeytanların ordugâhı olarak nite-lendirilen Hz. Peygamber (s.a.v.) ilk kurduğu pazarın yerini, insanları dünya lezzetlerine dalmaktan meneden ölümü[60] ve Mah-keme-i Kübrâ1 da kurulacak adalet terazisini hatırlatan en Önemli uyarıcılardan biri olan kabristan bölgesinde seçmek suretiyle belki de alıcı ve satıcıyı manevî kontrol altında tutmayı hedeflemiştir. Bu hadisenin geçtiği Bakî', Benû Kaynukâ' Yahudileri'nin bölgesinde olup[61] Benû Kaynukâ Pazarı'na yakın bir mevkide idi —ki bu pazar o dönemin Medine'sinde, Yahudiler'in elindeki iktisadî güç ve hâkimiyetin de etkisiyle, en çok

Page 7: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

rağbet gören pazar idi. Öy-leki, Câhiliye Mekkesi'nin büyük kapitalistlerinden iken Müslüman olup hicret ettiği Medine'de de ticaret mesleğini sürdürmek için pazar yerini soran Abdurrahman b. Avf a Benû Kaynukâ' pazarı gösterilmişti.[62] Kâ'b b. el-Eşref, bu rakip pazarın, iktisadî nüfuzları üzerinde ne büyük bir tehlike oluşturacağım çok iyi bildiğinden, halkının çıkarlarını korumak için, bilâhare çıkması muhtemel bir çatışmayı dahi göze alarak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu teşebbüsünü sabote etmekte tereddüde düşmeyip, bir an bile gecikmeden müdahalede bulundu.

Pazarın Benû Sâide bölgesindeki yeni yeri Yahudi yerleşim biriminden oldukça uzakta sayılır. Zira birisi Medine'nin bir tarafında iken diğeri de öbür tarafına düşmektedir ki burası Ka'b'm kolayca sabote edebileceği bir yer de değildir. Yeni pazarın, Mes-cid-i Nebevî'nin yanında, Medine'nin hemen hemen merkezinde, Buthân Vadisî'nde, hizmet verebilecek bir konumda bulunması, bize, Hz. Peygamber (s.a.vjin pazarı, Ka'b b. el-Eşref i daha da delirtecek bir yere nakletmekten kastının ne olduğu hususunda bir fikir vermektedir. Zira, eğer Ka'b, Bak? pazarı girişimini, sırf kendi bölgelerine tecavüz edildiği gerekçesiyle sabote etmiş olsaydı, pazarın, Medine'nin öbür ucuna; kendileriyle hiç alâkası bulunmayan başka bir bölgeye nakledilmesiyle niçin daha da del! eşsin?...

Bütün bu zikrettiklerimiz, pazarın kuruluşu ile ilgili hadise ve yorumları içermektedir. Ancak mesele pazarın kuruluşu ile bit-memekte, aksine, satıcı ve alıcıların, alışık oldukları, belli bir yer, muhtelif müşteri ve satıcılar edindikleri ve yakınlığı hasebiyle de yeğleyebilecekleri diğer pazarları bırakarak yeni pazara yönelmelerini mümkün kılacak şartları sağlamak gerekmekteydi, işte bunun da bilincinde olan Hz. Peygamber (s.a.v.), pazarın rüchaniye-tini yeterince arttıracak kadar önemli ve cazip bir kaideyi de kuruluşuyla birlikte vaz' etmekte gecikmemişti: "Burada hiç bir vergi alınmayacaktır." Bu ifadeden ve kaynakların verdiği bilgilerden anlaşılan odur ki Câhiliye döneminde kurulan pazarların ekseriyetinde bir çeşit pazar vergisi alınmaktaydı. Kister'e göre vergisiz yeni bir pazar kurma prensibi, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Ukaz'da-ki vergisiz pazar uygulamasını adapte etmeye niyetlendiğinin bir göstergesi olabilir. Resûlullah (s.a.v.)'m bi'setten sonraki ilk üç seneyi müteakip hicrete kadar geçen on sene zarfında, mütemadiyen Ukaz, Mecenne ve Zu'1-Mecaz panayırlarına giderek halkı islâm'a davet ettiğine dair rivayet, [63]Kister'in bu görüşüne güç kazandırmaktadır. Zira bu vesileyle Ukaz'daki tatbikatı gören ve ehemmiyetini anlayan Hz. Peygamber'in (s.a.v.) aynı uygulamayı Medine Pazan'na adapte etmesi gayet makul görünmektedir. Çünkü Ukaz'ın, o dönemin en meşhur ve revaçta pazarlarından olmasında bu uygulama da rol oynamıştır herhalde. Ona göre bu uygulamanın diğer bir yorumu da 'es-sûk sadaka' 17(yani pazarın, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ümmete sadakası=vakfı olduğu) fikridir.[64] Biz bunlara, bizce önemli olan bir başka noktayı daha ilâve etmek istiyoruz: Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber (s.a.v.) pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyordu muhakkak. Zira kâr arzusu ticaretin en önemli dürtüşüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kâr demektir. Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlar da düşme eğilimi gösterecekti. Tabiatıyla, diğer pazarlara nisbetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri çekecektir. Benû Kaynukâ' kabilesinin, kendi pazarlarını parselleyip ücret mukabili kiraya verdikleri gibi tüc-carlardan da pazar resmi aldıklarım,[65] dolayısıyla bu tür kira ve vergilerden muaf yeni pazarın, en güçlü rakibi olan Benû Kaynukâ' Pazan'na karşı en büyük bir avantaj elde edeceğini de hesaba katarsak, bu muafiyetin isabetlilik derecesini daha iyi kavrayabiliriz sanırız.

Bütün bu tedbirler meyvelerini vermiş olsa gerektir ki, ifadelerin zımnından çıkartabildiğimiz kadarıyla, tüccar bu pazara rağbet etmiş ve dolayısıyla da yeterli müşteri bulmuş demektir. Zira tüccarın pazarda çadırlar ve binalar kurma teşebbüsü [66]rağbetin ve kökleşme gayretinin bir göstergesi olsa gerektir. Ne var ki Hz. Peygamber (s.a.v.) bu teşebbüsleri engellemiştir. Öyle ki Semhûdî'nin kaydettiği bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.), koyduğu yasağa rağmen pazar yerinde kurulan bir çadırı yaktırmak suretiyle bu konudaki kararlılığını göstermiştir.[67] Yukarıda-ki hadiste de geçtiği üzere o, daha pazarı kurarken vaz' ettiği pazar nizamnamesinin bir maddesinde: "Burada sabit köşeler edindinmeyin" buyurmuştu. Kanaatimize göre bu prensip de, tüccar arasında adaleti gözetmek, önce davrananın, ömür boyu sürecek bir ayrıcalığı kaparak diğerlerini mağdur etmesini engellemek, bununla birlikte sabah erken kalkanın o gün için kullanabileceği bir yere tezgâh kurmasına izin vermek suretiyle de tembellik ve gevşeklik göstermeden ticarete sarılmasını özendirmek ve böylece ticari hayata canlılık kazandırmak gibi gayelere matuf olsa gerektir.

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Medine'de kurduğu pazar ile ilgili yukarıda zikri geçen rivayetler, Medine tarihi üzerinde söz sahibi olan Ömer b. Şebbe ve Ibn Zubale gibi iki ravi tarafından nakledilmeleri bakımından sahih görünmektedir.[68]

Page 8: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

II. Müdahaleye Mevzu Olan Muameleler

İslâm hukuku, akid yapıp yapmama serbestisi konusunda geniş bir irade hürriyeti tanımakta, akidlerin (aktin taraflarının) iradesine üstünlük vermektedir. Nisa sûresinin 29. âyeti, 'rıza'mn önemini kesinlikle belirttiğinden; islâm hukuku, kendi rızası olmaksızın bir akdin bir kimseyi bağlamasını kabul etmez; ancak, adalet kaideleri ve ammenin maslahatı bunu gerektiriyorsa müstesnadır: Borcunu oyalayan borçlunun mallarının satılması, cemiyete zararlı olması halinde muhtekirin mallarının ihtiyaç sahiplerine satılması ve amme maslahatı için istimlak gibi...

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) aracılar tarafından köylülerin yolunun tutulup mallarının daha pazara inmeden alınmasına dair yasağı ve bu yasağı uygulamaya devlet organlarının yetkili olması da, islâm hukukunda, amme maslahatı için in'ikad serbestisine getirilen tahdidlerdendir. [69]

A. Rıba=Faız

A. Tarifi

Arapça kökü RBV harflerinden oluşan ribâ ve ondan türeyen isim ve fiiller Kur'ân'da şu anlamlarda kullanılmıştır: Uremek, bitmek, gelişmek, büyümek, neşv ü nema bulmak, boy atmak, kabarmak [Hacc, 22/5; Fussilet,41/39]; ziyadeleş(tir)mek, fazla-laş(tır)mak, çoğal(t)mak, art(ır)mak [Bakara, 2/276; Rûm, 30/39]: yetiştirmek, büyütmek, çocuk terbiye etmek [Isrâ, 17/24; Şuarâ, 26/18]; yüksek yer, tepe, yayla [Bakara, 2/265; Mü'minûn, 23/50]; zorlu, çok şiddetli, güçlü, üstün [Nahl, 16/92; Hakka, 69/10]; su üzerinde kalan şeyler [Ra'd, 13/17]; murabaha ve tefecilik [Alu Im-ran, 3/130][70]

Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere ribâ; Ana^nal ya da ana para üzerindeki artış demektir ki bu anlam şu iki âyette müşahhas bir şekilde tezahür etmektedir: "Eğer müminseniz ribâ olarak arta kalan (kısm)ı terk edin... Eğer tövbe ederseniz, ana paranız sizindir..." [Bakara, 2:278-279] "İnsanlara malları artsın diye verdiğiniz ribâ Allah indinde artmaz..." [Rûm, 30/39].

Ribâ ve ondan türeyen muhtelif kelimelerin Kur'ân'da on iki sûrede on dokuz defa tekrarlanması o tarihte ribânm müphem bir kavram olmadığını göstermektedir.[71] Hatta ribâ o dönem insanı nazarında özel bir artış şekli olarak bilinip uygulanageldiği için, Kur'ân'da mahiyetinin açıklanmasına gerek kalmamış, sadece haram kılınıp yasaklanması yeterli görülmüştür.[72]Ancak işledikleri bu bâtıl fiili meşru göstermek için "Alış veriş de ribâ gibidir" diyen müşriklere karşı "Allah alış verişi helâl, ribâyı ise haram kılmıştır," buyurulmak suretiyle, mutlak anlamda her türlü artışın ribâ olmadığı vurgulanmış ve bu iki muamele arasında farka dikkat çekilmiştir. [73]

B. Faiz Yasağının Tarihçesi

Eski ve yeni hemen hemen bütün âlimlerin ittifakla belirttiği üzere içki yasağı ve zekât mükellefiyeti ile ilgili hükümler gibi faiz yasağı da tedricen vaz' edilmiştir. Ancak bu yasağın merhaleleri üzerinde muhtelif görüşler bulunması hasebiyle biz, herhangi bir derecelendirmeye gitmeden yasağın gelişim sürecini kronolojik olarak ele almayı yeğliyoruz.

Ribânın aleyhinde nazil olan "İnsanlara malları artsın diye verdiğiniz ribâ Allah indinde artmaz; fakat, Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz sadaka böyle değildir, işte onlar sevaplarını kat kat arttıranlardır,11 [Rûm, 30:39] şeklindeki âyetin bi'setin 4. ve 5. senesinde inen Mekkî bir sûrede yer alması, islâm'ın, iktisadî sömürüye daha işin başında karşı çıktığını göstermesi açısından çok mühimdir. Zira ellerindeki büyük sermayelerle idarî, iktisadî ve içtimaî sisteme hâkim olup taıii bir dikta rejimi kuran kapitalistler, toplumun dinî, ahlâkî ve kültürel dejenerasyonuna sebebiyet vererek kendi çıkarlarına dayalı bu sömürü sistemini ilelebed sürdürmek için herşeyi yapmaktaydılar. Mekkî sûrelerin hepsi sadece dinî-itikadî hususlara hasredilmiş olmayıp meselenin moral-kültürel boyutunun ekonomik hayattaki yansımalarıyla ilgili hususlarda inzar mahiyeti taşıyan çeşitli âyetler de inmiştir ki ölçü ve tartıda hile yapanları kınayan Mutafifm süresinin ilk âyetleri bunlardandır. Tabiî ki bu ve benzeri hususlarda bile şiddetli uyarılarda bulunan islâm'ın sosyal bir felaket olan ribâya seyirci kalması mümkün değildir. Kurulu düzenlerini tehdit eden yeni dine karşı savaş açmakta hiç gecikmeyen kapitalistlerle, ribâyı birden haram kılmak suretiyle bağları tamamen kopartmayıp davet kapısını açık bırakan Kur'ân, ilk merhale olarak bazı uyarılarda bulunmakla yetinmiştir. Zaten tebliğin ilk aşamasında sert ted-birler alıp uygulamak, şartlar gereği isabetli olmazdı. Kaldı ki daha bir devleti bile olmayan islâm'ın böyle bir yasağı tatbik gücü de yoktu. Belki de islâm'ın sömürülen kitleleri cezbetmesinin temel sebeplerinden birisi de, daha işin başında haksız kazançlara, ticari sahtekârlıklara, malî yolsuzluklara ve iktisadî sömürüye karşı çıkmasıdır.

Bu âyetle bir yandan ribâ yasağının ilk adımı atılırken bir yandan da Medîne döneminde vaz'

Page 9: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

edilecek zekât farizası için hazırlık yapılması dikkate şayandır.[74]

Bir rivayete göre Câhiliye dönemi Kureyş müşrikleri Kabe'yi yeniden inşa ederken, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dayısı Ebû Vehb (bir başka rivayete göre ise Velid b. Muğire): "Ey Kureyş topluluğu! (Aman şu Kabe'nin) binasına temiz kazancınızdan başkasını karıştırmayın, fuhuştan, ribâdan ve haksız yollardan kazandığınız mallarınız o(nun binası)na bulaşmasın11 demiştir.[75] Kur'ân'm Kureyş müşriklerinin bile hoş karşılamadığı bir kazanç türü olan ribâya, daha Mekke döneminde karşı çıkması son derece tabiîdir.[76]

Daha sonra Medine'ye hicret eden Hz. Peygamber (s.a.v.), ribâ afetinin orada da yaygm olduğunu, bilhassa Yahudilerin tefecilik yoluyla halkı ezdiğim ve sömürdüğünü gördü.[77]

Bu arada, artık bir devlete kavuşmuş olan islâm ise yavaş yavaş güçleniyor, vaz' ettiği hükümleri uygulatma kudretine erişiyordu. H. 2 senede Yahudi Finhâs, Hz. Ebû Bekir ile tartışırken sunarı söylemişti: "Ey Ebû Bekir! Biz Allah'a muhtaç değiliz bilakis o bize muhtaç. Biz ona boyun eğmezken o bize eğiyor. Biz ondan daha zenginiz. Şayet sizi ribâdan meneden arkadaşınızın sandığı gibi o bizden daha zengin olsaydı mallarımızrborç olarak istemezdi."[78] Bu ifadeler ribâmn daha Medine döneminin başlarında haram kılınmış olduğuna işaret etmektedir.[79] Sonraki sene (Uhud Gazvesi sırasında) ise "Ey iman edenler, katlanmış ribâyı yemeyin.." [Âlu Imran, 3/130] âyeti nazil oldu ve ribâyı kesinlikle haram kıldı.[80] H. 5 senede "Yahudilerin, zulmetmeleri, bir çoklarını Allah yolundan men etmeleri, yasaklanmış olduğu halde ribâ almaları ve halkın mallarını haksızlıkla yemeleri yüzünden kendileri için helâl kılınmış hoş ve nefis şeyleri onlara haram kıldık..." [Nisa, 4/160-161] mealindeki âyet indiği zaman Müslümanlar ribânın kendileri için haram kılındığım biliyorlardı. Aksi halde kendileri için haram olmayan ribâyı Yahudiler için kusur ve kabahat telâkki etmemeleri gerekirdi. Mâlik oğullarının, H. 5. yılda Mukavkıs'a yaptıkları ziyaret esnasında, Mukavkıs'ın, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ilgili olarak kendilerine yönelttiği sorulara verdikleri cevaplarda içki yasağı ve zekât farizası yanında faiz yasağından da bahsettiklerine bakılırsa,[81] faiz yasağının, daha o sıralarda bu gayri müslimlere ulaşacak kadar şüyu bulduğu anlaşılmaktadır. Hulâsa; H. 5 seneden evvel Alu Imrân sûresinin 130. âyetiyle ribâ kesinlikle yasaklanmış ve bu hususta en son nazil olan Bakara 275-279. âyetlerle de bu yasak tekit edilmiştir.[82]

C. Faiz Çeşitleri:

Aa. Ribe'l-Câhiliyye Veya Ribe'n-Nesîe

Câhiliye döneminde yaygın bir şekilde uyguîanageldiği için Câhiliye faizi anlamında ribe'l-câhiliyye ismi verilen bu faiz çeşidi ya a) kredi üzerinden; ya da b) başta alış veriş olmak üzere herhangi bir muameleden doğan borç üzerinden alınan bir fazlalık idi. Her iki uygulamada da borcunu Ödemeyen şahsa tanınan ek süreye karşılık tahakkuk ettirilmesi hasebiyle ribe'n-nesîe, yani tehir (veya gecikme) faizi de denmekle birlikte ikincisi daha kapsamlıdır.

Rivayetlere göre Câhiliye faizi bir kaç çeşittir: Râzî diyor ki: "Ribe'n-nesîe'ye gelince; o, Câhiliye devrinin mâruf ve meşhur faizi idi. Buna göre, ana mal (kapital) baki kalmak üzere (muayyen bir vadeye kadar) her ay belli bir fazlalık almak üzere borç verirlerdi. Vade dolunca da borçludan ana mah (geri) isterler, ödeyememesi halinde ise (yeniden tespit edilen faiz oranıyla birlikte) vadeyi uzatırlardı..."[83] Görüldüğü gibi bu, günümüz faiz anlayışıyla paralellik arzetmektedir.

Mücâhid'den gelen rivayete göre de: Câhiliye devrinde herhangi birisinin borcunun vadesi dolup da ödeyecek bir şey bulamayınca (alacaklı) alacağını arttırıp vadeyi uzatırdı.[84]

Katâde'ye göre: Câhiliye devrinde, kişi, ilerki muayyen bir vadede ödenmek üzere satış yapardı. Vade sonunda alıcı borcunu ödeyemezse belli bir fazlalık karşılığında yeni bir vade belirlenirdi.[85] Bu da bugünkü veresiye alım satımlarda, borcunu vadesinde ödeyemeyenlere tahakkuk ettirilen 'temerrüt faizi ile tam bir paralellik arzetmektedir.[86]

Râzî, Kur'ân'da yasaklanan faizin Câhiliye ribâsı olduğunu belirtirken,[87] Ibnu'l-Humam, Kur'ân'daki yasağın bütün faiz çeşitlerini kapsamına aldığım ileri sürerek şunları söylemektedir: "Ribâ (diye) fazlalığa (ez-zâ'id) denir. 'Ribâ yemeyiniz', [Âlu Im-ran, 3/130] âyeti bunu göstermektedir. Yani kredilerde (el-karz), selem (akitlerin)de ve ribevî malların kendi cinsleriyle takasında alınan fazlalığı yemeyin, demektir. 'Allah ticareti helâl, faizi haram kılmıştır' [Bakara, 2/275] âyeti de böyledir..."[88]

Bb. Ribe'l-Fadl

Bir şeyi diğer bir şeyle peşin olarak takas ederken alman fazlalığa ribe'l-fadl denir. Ulemada hâkim olan kanaat; ribel-fadTın, ribe'n-nesîe'ye yol açabileceği endişesiyle, sedd-i zerâî prensibine uygun olarak yasaklandığı yönündedir.

Page 10: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Ribe'l-fadl'ı yasaklayan hadisler şunlardır:

"Altın ile altın, gümüş ile gümüş, buğday ile buğday, arpa ile arpa, hurma ile hurma, tuz ile tuz misli misline peşin olarak satılır. Her kim bir fazlalık verir veya alırsa muhakkak faizcilik yapmış olur. Alanla veren bu hususta eşittir."[89] Bu hadisin bir başka rivayetinde 'Ancak cinsler değişirse peşin olmak şartıyla istediğimiz gibi satın." buyurulmaktadır.[90]

"Misli misline olmadıkça altını altın ile satmayın, misli misline olmadıkça gümüşü gümüş ile satmayın. (Peşin olmak kaydıyla) altını gümüş ile, gümüşü de altın ile nasıl isterseniz öyle sa-tın."[91]

Fudâle: "Hayber günü on iki dinara, içinde altın ve boncuk bulunan bir gerdanlık satın aldım; ve bunun boncuğunu altınından ayırdığımda on iki dinardan fazla ettiğini anladım. Sonra bunu Nebî'ye anlattım da bana: 'Gerdanlık ayrılmadan satılmaz' buyurdu," demiştir.[92]

Yine Fudâle: "Hayber günü Resûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Yahudiler'den bir ukiyye altını iki-üç dinara satın alıyorduk. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) 'Tartısı tartısına olmadıkça altın ile altını satfın al)mayınF buyurdu," demektir.[93]

Resûlullah (s.a.v.) Benû Adiyyi'l-Ensârî'den birisini Hayber'e vali olarak göndermiş. O zat (oradan) iyi cins hurma ile dönmüş. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ona: "Hayber'in bütün hurmaları böyle midir?" diye sormuş. O da: "Hayır vallahi ya Resûlallah! Biz bunun bir ölçeğini düşük kaliteli hurmanın iki ölçeği ile satın alıyoruz." diye cevap verince Resûlullah (s.a.v.) "Öyle yapmayın! Ve lâkin misli misline alın, ya da bunu satıp karşılığında ötekini alın. Tartı da böyledir.'1 buyurmuş.[94]

Resûlullah (s.a.v.) kendisine Bern hurması getiren Bilâl'e: "Bu nereden?" diye sormuş. Bilâl de; "Evde kalitesiz hurma vardı. Nebî'ye azık olsun diye onun iki Ölçeğini (bundan) bir ölçek karşılı -ğında sattım." diye cevaplayınca Resûlullah (s.a.v.): "Eyvah! Ribânın ta kendisi... Sakın bir daha böyle yapma! Lâkin hurma satın almak istediğinde elindekini sat sonra onun kıymetiyle diğerini al," buyurmuşlardır.[95] Benzer bir rivayette ise "işte ribâ (budur); onu derhal iade edin! Sonra bizim hurmayı satıp (parasıyla) bundan satın alın." buyurulmaktadır.[96]

Kendisine, kuru hurma karşılığında yaş hurma satın almanın hükmü sorulduğunda Resûlullah (s.a.v.): "Yaş hurma kuruduğu zaman azalır mı?" diye mukabele etmiş. "Evet!" cevabını vermeleri üzerine bunu nehyetmiştir.[97]

Bu hadislere göre aynı cinsten iki şey farklı miktarlarda ve peşin olarak takas edildiği takdirde ribe'1-fadl gerçekleşecektir, îster eşit isterse farklı miktarlarda olsunlar aynı cinsten iki şey veresiye takas edildiği takdirde ise ribe'n-nesîe gerçekleşir. Cinsleri farklı olsa da iki şey farkh miktarlarda ve fakat veresiye takas edildiği takdirde yine ribe'n-nesîe vuku bulur. [98]

D. Faiz Yasağının Tatbikinde Devletin Rolü

Bir yandan faiz yasağı ile ilgili hükümler vaz' edilirken, bir yandan da yasağın, kesinlik kazanmasına paralel olarak, yürürlüğe konulması ve denetlenmesi söz konusu idi. Öyle ki islâm sadece faiz karşılığı ikrazı 'Allah'a savaş açmak' sayacak kadar sert ifadelerle yasaklamakla kalmamış, bu yasağın ölü bir hüküm haline gelmesini önleyen ve dinler tarihinde benzeri olmayan ciddî tedbirler almıştır.

Sakîf kabilesinden Amr oğullan diye mâruf dört kardeş Mek-keli Mugîre oğullarına faizle kredi verirlerdi. Taif Muhasarasını müteakip Müslüman olan Amr oğullarının, faiz alacaklarını istemeleri üzerine, İslâm'ın faizi yasakladığını ileri süren Mugîre oğulları ödemeyi reddetmişti. Amr oğullarının, haklarını alması için kendisine yaptıkları müracaat üzerine Mekke Valisi Attâb durumu Hz. Peygambere (s.a.v.) bildirip nasıl hükmetmesi gerektiğini sormuştu. Bunun üzerine inen: "Ey inananlar! Allah'tan sakının ve eğer müminseniz ribâ olarak arta kalan (kısm)ı terk edin. Eğer bunu yapmayacak olursanız Allah ve O'nun Resulü tarafından ilân edilmiş bir harpla karşı karşıya bulunduğunuzu bilin. Eğer tövbe ederseniz ana paranız sizindir. Böylece ne haksız-lık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz..." [Bakara, 2/ 278-279] şeklindeki âyetleri yazan Hz. Peygamber (s.a.v.), bu emir gereğince faizden vaz geçmedikleri takdirde onlara savaş açmasını emretti.[99] Zira Sakîf in bu tavrı Hz. Peygamber (s.a.v.) ile yaptıkları anlaşmada yer alan ve faiz almalarını men eden maddeye aykırıydı.[100]

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Necrân Hristiyanlan ile yaptığı bir antlaşma metninde yer alan: "Şayet onlar arasından herhangi biri ileride faizli muamelelere girerse, benim zimmetimden çıkacaktır," şeklindeki bir madde,[101] faiz meselesinde, devletin, tâbi bulundukları zimmî statüsüyle aslen kendi dinî hükümlerine bağlı kalmakta serbest kılınan gayri müslimlere dahi müsamaha etmeye-cek kadar sıkı tedbirler almak ve uygulamakta ne kadar kararlı olduğunu göstermektedir. Tabiî, bu yasağın kendi aralarındaki muameleler için söz konusu olduğunu hatırlatmaya gerek yok. Zira

Page 11: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

faiz, Müslümanlara zaten haram kılınmış idi.

Ayrıca Hecer Mecûsîleri ile de buna benzer bir anlaşma yapılmıştı.[102]

Hz. Peygamber (s.a.v.) ülkenin dört bir tarafına gönderdiği genelgelere faizle ilgili maddeler de koymayı ihmal etmeyerek yasağın umum ümmet tarafından bilinip ulgulanmasına özen göste-riyordu. Meselâ Yemen meliklerinden Şurahbîl b. Abdi Kulâl'e gönderdiği bir genelgede diğer şeylerle birlikte büyük günahların en büyüklerinden (ekberul-kebâir) addettiği faizi de yasaklamaktadır.[103] Yine Cuheyne kabilesi boylarına gönderdiği talimatta da: "Bir Müslüman'ın diğer bir Müslüman'daki alacağının ancak anaparasının ödeneceği ve rehinde ribânın bâtıl olduğu" kaydedilmektedir.[104]

Yüz bini aşkın insanın katıldığı Veda Haccı'nda, Arafat meydanında toplanan umumî bir kongre özelliği taşıyan Veda Hutbe-si'nde iktisadî konulara da değinmeyi ihmal etmeyen Hz. Peygamber (s.a.v.), ülkenin dört bir tarafından gelmiş bu insanlara birinci ağızdan ribâ yasağını bir kere daha haykırıyordu: "Dikkat edin! Câhiliye ribâsımn tamamı kaldırılmıştır. Size ancak ana paralarınızd almak için ruhsat) vardır'."[105] "Câhiliye ribâsı kaldırılmıştır ve ilk kaldırdığım ribâ ise bizim ribâmız; Amcam Abbâs b. Abdü-Muttalib'inribâsı-dır... "[106]

B. İhtikâr

İslâm iktisat sisteminde aslolan; devletin serbest rekabet şartlarında muntazam işleyen bir piyasaya müdahale etmemesidir ve, filvaki, Hz. Peygamber (s.a.v.) de bu yöndeki talepleri geri çevirmiştir.

Bir ticarî emtiayı pahahlanması gayesiyle stoklayıp piyasaya arzım geciktirmek anlamına gelen ihtikâr, beklendiği üzere, fiyatların sunî bir şekilde yükselmesine ve normal piyasa seviyesinin üzerine çıkmasına sebep olur. Genelde, insanların ihtiyaçlarının sömürülmesi yoluyla daha az emelde daha kolay kazanç sağlama mantığına dayanan ruhî bozukluğun doğurduğu sosyal bir davranış tarzı olan muamele, özellikle temel ihtiyaç maddeleri söz konusu olduğunda toplumun zarar görmesine sebebiyet verdiği gibi, uzun müddet devamı halinde de toplumsal bunalımlara yol açabilir. "Karaborsacı ne fena bir kuldur; fiyatların düştüğünü Öğrenince üzülür, yükseldiğini duyanca da sevinir,"[107] hadisi bu tip kimselerin ruhî durumunu ve insanlık bakımından düşüklüğünü çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.[108]

Çok uzak yerlerden, ihtiyaç duyduğu şeyleri tüketicinin ayağına getiren tüccar, aslında Önemli bir sosyo-ekonomik hizmet görmekteyken, malım stoklayıp halkın yokluk içinde kıvranmasına hiç aldırış etmeyen karaborsacı ise sosyo-ekonomik bir hezimet hazırlamaktadır. Buna işareten "Câlib (uzak yerden mal getiren tacir) rızıklandırılmış, karaborsacı ise lanetlenmiştir,"[109] buyuran Hz. Peygamber (s.a.v.), bu sözleriyle, iki çeşit tüccarın dünyevî ve uhrevî konumlarını veciz bir şekilde dile getirmiştir.

Bu nasslara göre, halkın temel ihtiyaç maddelerini tedarik edenler bir kamu hizmeti görmektedirler. Asıl maksat kâr olsa bile, bu muameledeki hizmet unsuru önem ve niteliğinden bir şey kaybetmez.[110]

Bunun aksine bir çok hadiste nefretle anılan karaborsacının bazı sıfatları ise şöyle sıralanmaktadır: Günahkâr, sapkın [111]; Allah'ın zimmetinden uzak[112] -ki bu ifade Kur'ân'da müşriklerden başkası için kullanılmamıştır[113] Mel'un[114]; cüzzam ve iflâsa müstehak[115]; katil ve cehennemlik[116]; elîm bir azaba duçar[117]; mülhid[118]; fî sebîlillah çalışan insanlardan soygunculukla elde ettiği bu kazancını tasadduk dahi etse kabul edilmeyen[119]; fiyatların yükselmesiyle zevklenen, düşmesiyle üzülen kötü bir kul.[120]

Rasûlullah (s.a.v.)'ın bu kadar ağır sözler sarfetmesi, ihtikârın ne derece çirkin ve zararlı bir muamele olduğu hususunu vurgulayarak böyle bir şeye tevessülü engellemek ve halkta karaborsacı aleyhine tepki meydana getirmek gibi sebeplere matuf olsa gerektir. Zira işin kötülüğüne inandırılmış insanlardan oluşan eğitilmiş bir toplum meselelerin çoğunu halleder.[121]

A. İhtikârı Yasak Olan Mallar

İhtikârı yasaklayan hadislerden bazılarının mutlak, bazılarının ise yiyecek maddeleriyle mukayyed olması fukahanm bu hususta ihtilâf etmesine sebebiyet vermiştir.

Hz. Peygamber döneminde iktisadî şartlar ve yaşam tarzı itibarıyla en fazla sıkıntısı çekilen ve tabiatıyla en temel ihtiyaç olan şey gıda maddeleriydi. O dönemde çeşitli sebeplerle sık sık yokluğu ve kıtlığı ile karşı karşıya kalınması bakımından gıda maddeleri karaborsacılığı en elverişli şeylerin başında geliyordu. Bu nedenle, topluma vereceği zararın büyüklüğüne ve ehemmiyetine binaen mutlak bir şekilde belirttiği ihtikâr yasağı hükmünü kimi zaman yiyecek

Page 12: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

maddeleriyle takyid eden Hz. Peygamber (s.a.v.), kimi zaman da yiyecek maddeleri açısından tamamen dışa bağımlı olması bakımından karaborsacılık girişimlerinden en büyük zararı görmesi kuvvetle muhtemel bulunan Mekke, ve fî sebîlillah çalışmaktan dolayı ticaret veya üretimle yeterince uğraşamayıp ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekmesi sebebiyle ihtikâr faa-liyetlerinden sıkıntıya düşeceklerin başında gelen Medine'nin de aralarında yer aldığı diğer şehirlerle sınırlamıştır.[122]

B. İhtikârın Süresi

İhtikârın yiyecek maddeleri veya mekânla mukayyed olup olmadığı tartışmaları yanında, yine hadislerden kaynaklanan bir başka ihtilaf konusu vardır ki bu da: Ihtkâr sayılabilecek asgai stokçuluk müddetidir. "Kim yiyecek maddelerin^ kırk gün stok-larsa Allah'tan uzaklaştığı gibi Allah da ondan uzaklaşır. Komşuları açken (tok) sabahlayanlar Allah Tebâreke ve Teâlâ'nın zimmetinden uzak olurlar,"[123] şeklindeki hadis ve benzerlerinin zahirine göre bu müddet asgari kırk gün ile sınırlandırılmış iken, yine, mutlak olarak serdedilmiş hadisler de vardır.

Çoğu fukahanın, hadislerdeki kırk gün sınırına itibar etmemeleri, bu sınırlamanın o döneme has olabileceği fikrini doğurmaktadır. Bize göre bu süre, bir ticeret kervanının o dönemde gıda maddesi ithalâtında ana merkez olan Şam'a gidiş-dönüş müdde-tiyle -ki 40 gündür-[124] beraber düşünülmelidir. Kaldı ki hadisin baş tarafındaki kırk günlük sınır ile son tarafındaki 'komşuları aç iken (tok) sabahlamak' ifadesi arasındaki tezat[125] da, kırk günün, o dönemde karaborsacılığın menfi etkisinin gözlenmesi için gerekli olan mûtat süreyi gösterdiği fikrini kuvvetlendirmektedir. [126]

C. İhtikâr Önlemleri

İslâm hukukunun temel prensiplerinden birisi olup pek çok hususta tatbik edilegelen 'sedd~i zerâV, diğer hukuk sistemlerinin aksine, suça teşvik edici veya zemin hazırlayıcı unsurları en-gellemek suretiyle problemleri daha ortaya çıkmadan önlemek imkânım sağladığı için büyük bir ehemmiyeti haizdir. îşte bu meselede de, Hz. Peygamber (s.a.v.), ihtikâra karşı yukarıda zikretti-ğimiz şekilde çok kararlı bir tavır takındığı gibi, ona götüren yolları tıkayıcı bazı önlemler almak suretiyle de, nev-i şahsına münhasır şartları sebebiyle, yeni kurulmaya çalışılan toplumsal nizamı ciddî bir şekilde tehlikeye sokabilecek olan muhtemel bir ihtikâr girişimini, daha ortaya çıkmadan önlemiştir. Konuya ışık tutması açısından şu haberi de zikretmekte fayda görmekteyiz: H. 5 yılda çok sayıda fakir bedevi, Kurban Bayramı'nı kutlamak üzere Medine'ye akın etmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), hutbede, kurban kesenlerin, bayramın üçüncü gününden sonra artakalan etleri fakirlere tasadduk etmeleri emrini verdi. Zira halk kestikleri kurbanların etlerini kavurup saklamak suretiyle uzun müddet ihtiyaçlarını gideriyorlar di. Ertesi yıl, bu emri ken-disine hatırlatıldığında, bayram nedeniyle şehre akın eden bedevilerin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi kastıyla koyduğunu belirttiği yasağı kaldırdı.[127] Hz. Peygamber (s.a.v.), hiç bir kasıt olmaksızın, kurban etlerim tamamen kendi ihtiyaçlarını karşıla-mak niyetiyle saklayan bu insanları bile üç günden fazlasından men ettiğine göre, ihtikâr amacıyla mal stoklayanlann hükmü muhakkak ki çok daha ağır olacaktır.

Hulefâ-yı Raşidîn devrindeki ihtikâr girişimleri ve bunlara verilen cezalarla ilgili haberlerin aksine Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde ihtikâr yapıldığına dair herhangi bir rivayet bulunmaması verilen eğitimin ve alınan önlemlerin başarısına işaret olarak değerlendirilebilir.

Bu tedbirlerden bazıları şunlardır: a) Telâkki'r-rukbân'm; b) Şehirlinin köylü adına satışı ve simsarlığın; c) Kabzetmeden satışın yasaklanması.

Şimdi bu tedbirleri ayrı başlıklar halinde inceleyelim: [128]

C. Telâkkir-Rukbân

Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde, serbest rekabet şartlarında muntazam işleyen piyasa sistemini bozup haksız rekabete yol açan dış müdahalelerden birisi de, sık sık baş vurulduğu anlaşılan telâkki'r-rukbân, yani (mallarım ucuza kapatmak üzere) köylü müstahsil veya ihracatçıyı şehir dışında karşılama uygulamasıdır. Bu uygulamayı îbn Ömer şöyle dile getirmektedir: "Biz (şehre mal getiren) ticaret kafilesini yolda (pazar dışında) karşılar, erzakı (ucuza) satın alırdık. Hz. Peygamber (s.a.v.), erzak pazarına ininceye kadar aldığımızı satmamızı yasakladı."[129]

Konuyla ilgili birçok kaynakta bildirildiği ve bu hadisin de açıkça işaret ettiği üzere, genelde Arap yarımadasında, özelde ise Mekke ile Medine'de yaygın olarak uygulanan bu Câhiliye âdeti çerçevesinde, şehirli sermayedarlar, piyasa fiyatlarından habersiz yabancı ticaret kervanlarını yolda karşılayarak, getirdikleri malları toptan ucuza kapatmak suretiyle stoklayıp yüksek fiyat-larla satarlardı.[130]

Page 13: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Yasaklamayla ilgili rivayetlerden birisi de şu sözlerde ifadesini bulmaktadır: "Şehre mal getiren ticaret kafilesini yolda karşılamayın. Kim karşılar da ondan bir şey satın alırsa, malın (ilk) sahibi pazara indiğinde muhayyer olur."[131] Bu ifadeden açıkça anlaşıldığı üzere şehre dışardan mal getiren üretici veya ihracatçı koruma altına alınmış ve her şeye rağmen böyle bir muamelenin gerçekleşmesi halinde, alıcı tarafından yanlış bilgilendirilmesi

veya fiyatları öğrenmesine imkân bırakılmaması sebebiyle, aldanması ya da aldatılması söz konusu ise kendisine bu akdi fesih hakkı tanınmıştır. Ancak aldanma olup olmadığı neye göre belirlenecektir? Bizim bu hadisten anladığımız kadarıyla, satıcı ancak pazara inip piyasa fiyatlarım öğrenince aldanıp aldanmadığmm farkına varabilir. Öyleyse, narh konusunda da açıklamaya çalıştığımız üzere, serbest rekabet şartlarında belirlenen piyasa fiyatları âdil-emsal fiyat olarak esas alınmaktadır ve bu esasa istinaden de aldandığını anlayan satıcının akdi feshedebilme hakkı doğmaktadır. ,

Menfi etkiler sebebiyle, ilk muhtesib olarak nitelendirdiğimiz Hz. Peygamber (s.a.v.), telâkki'r-rukbân'ı yasaklamış ve gerekli tedbirleri de almıştır. Ibn Ömer'den rivayet edilen şu hadis muh-tesiblerin sadece pazar alanlarını değil ticaret yollarım de kontrol altında tuttuklarının açık bir delili olsa gerektir, zira bu tür muameleler pazar dışında yapılmaktadır: "Nebî zamanında ticaret kafilesini (yolda) karşılayıp (ellerindeki) erzakı satın alırlardı. Bunun üzerine onları, aldıklarım aynı yerde satmaktan menedip, erzak pazarına nakletmelerini sağlayacak biri(leri)ni gönderir-di."[132]

D. Şehirlinin Köylü Adına Satışı Ve Simsarlık

Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında köylü müstahsil veya ihracatçının şehre getirdikleri mallarını rayiç fiyatla piyasaya sürmelerini önleyen ve onlar adına, peyderpey ya da belli bir müddet stokladıktan sonra, belirli bir ücret mukabili satmak isteyen bir aracı sınıfı vardı ve halk bu muamelelerden zarar görmekteydi.[133]

Şehre dışardan mal getirenlerin yolda karşılanarak ellerin-dekinin ucuza kapatılmasını meneden Hz. Peygamber (s.a.v.), şehirli tüccarın, köylü müstahsil adına belirli bir komisyon karşılığında satış yapmasını da yasaklayarak asalak bir aracı, rantiye sınıfının doğmasına imkân verecek hiçbir hukukî açık bırakmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu husustaki deklerasyonu şöyledir: "Şehirli, köylü adına satış yapmasın. İnsanları (kendi hallerine) bırakın, Allah onları birbirlerinden mıhlandırır."[134] Ibn Ab-bas şehirlinin köylü adına satışını 'simsarlık' olarak tarif etmiştir.[135]Bu, şu demektir; Stoklama imkanlarına sahip olan ve piyasayı iyi bilen şehirli simsar, malını bir an önce satmayı arzulayan köylü müstahsile: "Malını satmakta acele davranma, bana bırak! Ben bundan daha yüksek bir fiyatla peyderpey satarım," diyerek komisyon mukabili aracılıkta bulunmak ister.[136] Genelde hesap kitap işlerine ve alış veriş canbazlıklanna vâkıf olmayan köylü müstahsil, bir de fazla kâr vaad edildi mi, hem bir an önce yükten kurtulmak ve hem de daha fazla kazanmak için, bu teklifi kolaylıkla benimseyebilir. Bu durumda da, telâkki'r-rukbân uygulamasındaki menfi etkilerin hemen hepsi aynen geçerli olacaktır. Halbuki köylü müstahsil malını kendisi satarsa muhtemelen hem kendisi ve hem de şehir halkı istifade edecektir. Zira stokçulukla fiyatları yükselten simsann bu haksız kazancının bir kısmı köylü müstahsilin, bir kısmı da halkın cebinden çıkacaktır. Burada umumun maslahatı icabı simsarlık yasaklanmış ve böylelikle de karaborsacılığa götüren bir yol kapatılmıştır (sedd-i zerîa).

Enes'in: "Şehirlinin, kardeşi veya babası dahi olsa köylü adına satış yapması menedildi,"[137] şeklindeki açıklaması, Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu yasağı ne kadar sıkı tuttuğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Hatta öyle ki, fiiliyatta kaldırdığı simsarlığın adının anılmasını bile hoş karşılamayan Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine Pazarında, kendilerini simsar olarak niteleyen esnaf topluluğuna tüccar ismini vermiştir.[138]

Bir yandan şehirlinin köylü adına satışım (^simsarlık) yasaklayan Resûlullah (s.a.v.), diğer yandan da, talep edilmesi halinde şehirlinin köylüye ücretsiz danışmaklık yapmasını teşvik sade-dinde şu emri vermeyi ihmal etmemiştir: "insanları (kendi hallerine) bırakın. Bazısı bazısından nasiplenir. Eğer biriniz kardeşine bir şey danışırsa, ona danışmanlık yapsın."[139] Hz. Peygamber (s.a.v.)'in her emrini kuvveden fiile geçirmek için yarışan sahabenin bu emre de derhal icabet ettiğim görmekteyiz; Resûlullah (s.a.v.) zamamnda bir köylü (Medine'ye) mal getirir ve Talha b. Ubeydillah'a konuk olur (malını onun adına satmasını ister). Bunun üzerine Talha; "Nebî, şehirlinin köylü adına satışını yasakladı. Lâkin sen şimdi pazara in, kendine müşteri ara ve (bul-duğunda) gel bana danış; ben sana sat ya da satma, derim," diye mukabelede bulunmuştur.[140] Hatta Resûlullah (s.a.v.)'ın, ashabından, birbirlerine (her konuda) nasihatta bulunmaları (danışmaklık yapmaları) hususunda biat alacak kadar bu hususa ehemmiyet verdiğini müşahade etmekteyiz.[141]

Page 14: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

E. Kabz'dan Önce Satış Ve Aracılık

Serbest rekabeti engelleyerek haksız rekabete yol açan ve piyasa fiyatlarının sunî olarak artışına sebebiyet veren muamelelerden birisi de herhangi bir malın teslim alınmadan (=kabz'dan) önce) satılmasıdır. "Hz. Peygamber (s.a.v.), bir kimse satın aldığı yiyecek maddesini kabz etmedikçe satmasın,"[142] şeklindeki sözlü deklerasyonuyla bu tür muameleleri yasaklamıştır. Ayrıca bu yasağa uymayarak satın aldıkları malı nakletmeden olduğu yerde satanları takibata aldırarak, icabında tazir cezasına çarptırılmalarını da ihmal etmemiş ve devletin bu husustaki kararlılığını göstermiştir. Bu hususu Ibn Ömer'den nakledilen şu iki hadis gayet açık bir şekilde beyan etmektedir: "Biz Resûlullah (s.a.v.) zamanında yiyecek maddelerini satın alırdık da onları satmadan evvel aldığımız yerden başka bir yere nakletmemizi emredecek biride-ri)ni bize gönderirdi."[143] "Ben, Resûlullah (s.a.v.) zamanında, götürü, (=mücâzefe) usulü erzak satın alan öyle kimseler gördüm ki onu (olduğu yerde) satmaya kalkıştıklarında, yükleyip (başka yere) nakledinceye kadar dayak yerlerdi.[144]

Kabz'dan Önce satış muamelesine benzer bir başka muamele daha vardır ki bu da namevcut bir malın satılmasıdır: Yani bir kimsenin sahip olmadığı halde sattığı bir malı, daha sonra satın alıp müşterisine teslim etmesidir. Hz. Peygamber (s.a.vjin bu husustaki yasaklarıyla ilgili rivayetler şunlardır: "Yanında ^mülkiyetinde) bulunmayan bir malı satman helâl değildir, teslim almadan önce satılan malın kârı da helâl değildir."[145] (Hakîm b. Hizam der ki:) "Yâ Resûlallah! Birisi, bende (=mülkiyetimde) olmayan bir şeyi satmamı ister (ise), (bilâhare satın alıp teslim etmek üzere) satayım mı? diye sordum. 'Hayır sende olmayan bir şeyi satma' buyurdu."[146]

Birinci hadiste, bir kimsenin, önce, mülkiyetinde bulunmayan, sonra da, teslim almadığı bir malı satmasının yasaklanmasından, birinci muamelenin ikinciyi beraberinde getirdiği izlenimi doğmaktadır. Yani uygulama, bir kimsenin, mâlik olmadığı halde sattığı bir malı, bilâhare piyasadan temin edip, ancak teslim almaksızın müşterisine aktarması şeklinde vuku buluyor olabilir, Bu durumda hiç bir nakliye, depolama, hammaliye, ölçme tartma vs. masrafı yüklenmeksizin ve hiç bir risk ve zahmete katlanmak-sızın salt aracılık yapmak suretiyle zahmetsiz kazanç sağlamak söz konusu olmaktadır. Kaldı ki bu iki muamele birbirinden tama-men bağımsız olsa dahi yine aynı problem mevzu bahistir.

Yukarıda saydığımız menfi sonuçların çoğu, bir kimsenin, mülkiyetinde olmayan bir malı satması işleminde de aynen geçerlidir.

Aşağıda detaylı bir şekilde inceleyeceğimiz üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)'in riyasetindeki hisbe teşkilatının yetki ve sorumluluğu, bu tür muamelelere karşı takındıkları kararlı ve -gerektiğinde- sert tutumu sergileyen Ibn Ömer hadislerinde gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Zira ilgili hadisler bu tür muamelelerin takibat altında tutulduğunu ve cezasız bırakılmadığını göstermektedir. Medine'de söz konusu tedbirleri alan Resûlullah (s.a.v.), Mekke valisi atadığı Attâb'ı da bu tür muamelelerin ya-saklığı hususunda uyarmayı ihmal etmemiştir.[147]

Öyle görünüyor ki karaborsacılık ve sunî fiyat artışlarına yol açacak bu tür muamelelere konan yasaklar ve cezalar semeresini vermiş ve tabiatıyla narhı gerektirecek bir ortam doğmamıştır.[148]

F. Sunî Fiyat Artışları Ve Narh

Tarih boyunca devletlerin piyasaya müdahaleleri direkt ve etkin bir şekilde genellikle fiyat politikası ve özellikle de bu politikanın önemli bir unsuru olan narh uygulaması yoluyla gerçekleş-tiğinden konunun ehemmiyeti büyüktür.

"Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde fiyatlar yükselmişti. (Sahabeden bazıları) dediler ki: 'Ya Resûlallah (s.a.v.)! Fiyatlar yükseldi, narh koysan'. Bunun üzerine (Hz. Peygamber (s.a.v.): "Narh koyan, bolluk ve darlık veren, rızıklandıran ancak Allah'tır. Mal ve canına yönelik bir zulmüm sebebiyle, herhangi bir kimse hakkını benden davacı olduğu halde Rabbime kavuşmak istemem,' buyurdu."[149] islâm'ın ruhunda yer alan kişi temel hak ve özgürlükleri fikriyle de desteklenerek, sonraki dönemlerde savu-nulagelen iktisadî serbesti fikrinin başlıca delili olarak ileri sürülen bu hadisenin Medine'deki bir kıtlık esnasında vuku bulduğu rivayet edilmektedir.[150]

Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu davranışlarında hiçbir kimseye malı ve cam hususunda zulümde bulunmadan Allah'a kavuşmak dileği hâkim olduğuna göre, narh aleyhtarlığının tam manasıyla, kendini büsbütün ulûhiyyete verip dünya işleriyle meşgul görünmemek arzusundan kaynaklanan pasif bir tecerrüt ve teslimiyet gayesinden öte gitmediği zannedilebilir. Fakat yukarıdaki ifadenin saiklerini yalnızca mutlak bir soyutlanma arzusuna bağlamak, hadiseleri çok sathî görmek demek olur. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde, ticarî hayatın serbestisine ve pürüzsüz geliş-mesine ehemmiyet veren pozitif bir anlayışın varlığı inkâr edilemez. insanı Ortaçağ'm darlaştıncı boyutları dışına çıkaran akti-vist yönelimler islâm medeniyetinde din ve dünya işlerinin Hristi-

Page 15: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

yanlık'a nazaran, daha süratli bir şekilde uzlaş tın İm asını mümkün kılmıştır. Pazarda alış verişleri elden geldiği kadar kolaylaştıran şahsa Allah'tan rahmet dileyen Hz. Peygamber (s.a.v.) "Narh koyan Allah'tır1 (el-Musa"ir huvallah) ibaresini yalnız quietist[151] bir gaye uğruna vaz' etmiş olamazdı.[152]

Tirmizî şârihi Ibnu'l-Arabî de, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Narh koyan Allah'tır" ibaresinin, bu işin insanın gücünü aştığı anlamına gelmediği gibi beşere uygun düşen bir sıfatın Allah'a izafe edilmesinin de caiz olmayacağım belirttikten sonra insanların işlediği bazı fiillerin Allah tarafından yapıldığını göster.en çeşitli ifadelere değinerek muhtelif misaller vermektedir: "Bizi bindir,1' (bize binek bul) diyenlere binek temin eden Hz. Peygamber (s.a.v.), "Sizi ben değil fakat Allah bindirdi," buyurmuştur.[153]

Bütün hususlarda olduğu gibi, ekonomik politikalarla ilgili esaslar da devrin kendine özgü birtakım özellikleri incelenmeksi-zin sağlıklı bir şekilde tespit edilemez, işte bu sebepten ötürü o dönemin hususiyetlerine ve bu tutuma zemin hazırlayan şartlara bir göz atmak yerinde olacaktır.

Henüz kendi kendine yetme imkânlarından mahrum olan ve bu sebeple birçok ihtiyaç maddesini ithal etmek zorunda kalan, o dönemin (günümüze nisbetle) basit site ekonomi siyaseti, ticaret için en uygun ortamın hazırlanmasında menfaat sahibiydi.[154] Zira tüccara Medine ve ona bağlı yerlerde tatminkâr bir piyasa oluşturulmadığı takdirde ticaret sekteye uğrayabilirdi. Aksine ticaret, teşvik edilip cazip bir hale getirildiğinde yokluğu çekilen malların girişi artacak, bu arada iç piyasadaki ihtiyaç fazlası malların ihracatı da söz konusu olabilecektir. Böylece artan arzın, talebi karşılaması sonucunda fiyatlarda düşme de gözlenecektir.[155] Bunun bilincinde olan Hz.Peygamber (s.a.v.) şehre dışardan mal getiren tüccarı teşvik sadedinde şöyle buyurmuşlardır: "Karaborsacı lanetlenmiş, dışardan mal getiren tüccar ise rızıklandırılmış-tır."[156] Bu bakımdan narh aleyhtarlığının da tatbikatta aynı ihtiyaca cevap veren bir prensip olduğu düşünülebilir. Zira piyasaya müdahaleyi gerekli kılacak birtakım hadiseler zuhur etmediği müddetçe iktisadî serbesti temayüllerini kökünden sarsacak bir girişim mevzu bahis olamazdı.[157]

Şunu da unutmamak gerekir ki en önemli özelliklerinin başında cihad ekonomisine sahip olması gelen Medine islâm Devle-ti'nin çok istikrarlı bir piyasaya kavuşması hemen hemen imkânsızdır. Zira kendi kendine yetmeyen ve geniş ölçüde dışa bağımlı olan bir ekonomik sistem, sık sık cereyan eden savaş ve ablukalar neticesinde istikrarını kaybedecektir. Böyle bir ekonomik düzenin piyasa mekanizmasında baş rolü oynayan özel sektör mensuplarının askere alınmasıyla üretim ve ticaret faaliyetlerinin zaman zaman kesintiye uğraması normaldir.

Bütün bu zorluklarla karşı karşıya kalan ve sürekli başkalaşım ve değişim içinde bulunan bir iktisadî bünyenin devamlı genişleyen bir piyasayı doyurması arasıra güçleşmekte; bunun doğal bir sonucu olarak da fiyatlarda tedricî artışlar vukua gelmekteydi.

Bütün bunlara taşımacılık sektörünün az gelişmişliği: Ulaşım araçlarının basitliği ve yetersizliği, yol emniyetinin kifayetsizliği, tabiat şartlarından kaynaklanan ulaşım güçlüğü, ticaret riski gibi, mal akışım sınırlayan ve dolayısıyla fiyatların teşekkülünde rol oynayan diğer birtakım umumi faktörleri eklemeyi de unutmamak gerekir.

Saymış olduğumuz bu sebeplerden biri ya da birkaçı, o dönemin, tasvir etmeğe çalıştığımız piyasa şartlarında zaman zaman etkisini göstermek suretiyle fiyat dalgalanmalarına yol açmış olabilir. Bunun en çarpıcı örneği de şu hadise olsa gerektir. H.l. yılda zahire kıtlığı baş göstermiş ve fiyatlar yükselmişti. Bir cuma günü, Hz. Peygamber (s.a.v.) cuma hutbesini okurken, Dihyetu'l-Kelbî, Suriye'den yüklediği erzak kervamyla çıkageldi ve Mescid-i Nebeviye yakın olan pazar yerine indi. Halkın, şehre mal getiren kervanı karşılarken âdetleri gereği çaldıkları davul-dümbeleğin sesini duyan mesciddckiler, Hz. Peygamber (s.a.v.) daha hutbesini bitirmediği halde, dışarı fırlayıp pazara koşuştular. Zira sıkıntı şiddetliydi ve erzağm yetmeycbileceğini düşünen hei"kes, önce davranıp ihtiyacını karşılamak istiyordu. Mescidde sadece on iki kişi kalmıştı, işte bu hadise üzerine Cum'a sûresinin şu âyeti nazil oldu: "Bir ticaret veya eğlence görünce seni ayakta bırakıp da oraya koşuştular..." [Cuma, 62/11][158] Bu olaydan anlaşıldığına göre o sene ciddî bir yiyecek sıkıntısı çekilmekteydi. Halk erzak kervanının yolunu gözler olmuş ve nihayet, geldiğini anlayınca Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hutbesini dinlemeden pazara koşmuştu ki bu davranış, hakkında âyet inecek kadar önemliydi. Bizim asıl dikkat çekmek istediğimiz nokta Medine Şehir Devleti ekonomisinin ithalâta olan bağımlılığı sebebiyle zaman zaman karşılaşılan ve genellikle erzak kıtlığı şeklinde ortaya çıkan ekonomik krizin atlatılmasında tüccarın oynadığı kritik roldür. Böyle bir ekonomik kriz esnasında, spekülatif bir gaye taşımadığı takdirde, sosyal bir hizmet gördüğünü dahi söylemekte tereddüt etmeyeceğimiz tüccarı, çeşitli teşvik tedbirleriyle desteklemek dururken, aksine, narh koymak gibi oldukça yersiz ve anlamsız bir ekonomik politika ile bir nevi cezalandırmak veya en azından kösteklemekten daha yanlış bir yol seçilemezdi herhalde. Şehre mal getiren ticaret kervanlarının bir bayram havası içinde davul-dümbelekle karşılanmasının âdet halini alması, Medine iktisadî yapısının ithalâta olan bağımlılığının sosyal yansımasını ve tüccarın, bu iktisadî yapı içinde oynadığı sosyal hizmet

Page 16: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

rolüyle mütenasip olarak kazandığı itibarı göstermesi açısından da büyük önem taşımaktadır.

Evet, yukarıda mümkün mertebe tasvir edilmeye çalışılan tablo, o dönemde ortaya çıkabilecek herhangi bir mal darlığında farklı ağırlıklarla işlev görebilecek olan bazı unsurları içermektedir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)'den narh talebinde bulunulan zaman ile narha konu olan malların tespiti, o krizin baş etkenini belirlememize imkân sağlıyacaktır. Bu nedenle biz, konuyla ilgili araştırmalardan inceleyebildiklerimizin hepsinde ihmal edilen bu nokta üzerinde durmak istiyoruz. Araştırmalarımız, bize, narhın talep edildiği tarih olarak H. 8. yılın başlangıcını[159] göstermektedir.

Tabiî fiyat artışlarına yol açabilecek şartlar ya talebi arttıran, ya arzı kısan, ya da maliyetleri yükselten bazı faktörler olabilir. Zira rekabet şartları içinde, fiyat ve tüketim miktarı, arz-talep dengesine göre meydana gelmektedir. Fiyatların teşekkülünde arz ve talep en önemli iki unsur olmakla beraber, arzı etkilediği oranda, istihsal maliyeti de rekabet şartlarında belirlenen serbest piyasa fiyatına tesir edebilmektedir. Maliyet, arz üzerindeki etkileri sebebiyle, bilhassa rekabet şartlarında çok büyük önem taşımaktadır. Öyleyse H. 8. yılı bu açılardan inceleyelim.

Bu yılın en önemli özelliği Mûte Savaşı, Mekke'nin fethi, Hu-neyn Gazvesi, Taif Muhasarası gibi büyük savaşların başını çektiği on beş civarında gazve ve seriyyeye sahne olmasıdır. 'Cihad yılı* denilebilecek bir özellik arzeden böyle bir yılda karşılaşılan ekonomik krizde piyasa istikrarının sağlanması imkânsızdır. Zira mevcut kaynaklar savaş hazırlığına sarfedilmiş, hayatî ehemmiyeti olan ticaretin de, tüccarın askere alınmasından dolayı sekteye uğramasıyla arzda önemli bir azalma vuku bulmuştu. Hz. Pey-gamber'in (s.a.v.) bu yıl içinde deniz sahiline doğru gönderdiği bir seriyyedeki üç yüz mücahid, yetersiz olan azıkları tükenince günlerce hurma çekirdeklerini emerek yol almış ve" hatta ağaç yaprakları yemek zorunda kalmışlar, nihayet deniz sahilinde büyük bir Balık bularak telef olmaktan kurtulmuşlardı. Bunun için bu sefere Habat seferi ve orduya da Ceyşu'l-habat (Yaprak askerleri) denilmiştir.[160] Bu hadise iddiamızı destekleyen delillerden sadece birisidir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde, talebi arttıran sebeplerin başında gelir artışı yer almaktadır. Buna yol açan uygulamalar araştırıldığında ise karşımıza ilk önce ganimet ve zekât gelirleri çıkmaktadır. Özellikle Medine döneminin sonlarına doğru yükselme eğilimine giren bu meblağların hiç bekletilmeden tevzii, halkın gelirlerinin artışına yol açmış ve bu da talebi kamçılayarak fiyatlarda yükselmeye sebebiyet vermiş olabilir. Bunun en çarpıcı delilleri ise Hayber ganimeti ile Bahreyn gelirleri olsa gerektir. H.7. senede gerçekleştirilen Hayber fethi neticesinde ele geçirilen ganimetin ne büyük meblağlara ulaştığını anlamak için sadece nakdî olan kısmına bir göz atmak yeter. Benû Nadîr Yahudileri, Medine'den sürüldükleri zaman, reisleri Ebul-Hukayk'm bir deve tulumunu dolduracak kadar büyük meblağlara ulaşan servetini de Hayber'e götürmüşlerdi. İlk önceleri bir koyun tulumu dolusu olan bu servet daha sonra artış göstererek bir sığır tulumu ve nihayet bir deve tulumunu dolduracak kadar çoğalmıştı.[161] Bir kısmı altın, inci ve mücevherattan mamul gerdanlıklardan oluşan bu fonun nakdî değrini şu malumata dayanarak tahayyül etme imkânını bulabiliriz; Mekke eşrafı evlenme merasimlerinde bu ziynet eşyası ve mücevheratı Haybeıii Yahudi dostlarından rehin karşılığı ödünç alıp kullanırlardı. Bir seferinde bunlardan bir şey kaybolmuş ve 10.000 dinara tazmin edilmişti.[162] Sadece bir parçasına 10.000 dinar değer biçilen bu fonun ganimet olarak ele geçirilip dağıtıldıktan sonra tamamı Medine piyasasına intikal etmiştir. Zira bu ganimet Hudeybiye Antlaşması'nda bulunan sahabe ile, o sıralarda Habeşistan'dan geri dönüp Hz. Peygambere (s.a.v.) Hayber'de mülâki olan muhacirler arasında taksim edilmişti ki bunların hepsi de Medine vatandaşı idi. Hayber ve Fedek Yahudileri ile varılan yarıcılık antlaşması neticesinde sağlanan hurma, buğday, arpa vb. gibi bol miktardaki yiyecek maddeleri ile birlikte gelen refah ise şu hadiste gayet açık bir şekilde tasvir edilmektedir: "Muhacirler Mekke'den Medine'ye elleri boş olarak gelmişlerdi. Ensar ise arazi ve akar sahibi idiler. Onun için Ensar, bakım ve işçiliği üzerlerine almaları kaydıyla Muhacirlerle yarıcılık antlaşması yaptılar... Hayber Savaşı bitip geri dönüldükten sonra, (kendi kendilerine yetecek iktisadi güce erişen) Muhacirler, Ensar'ın (yarıcılık usulüyle çalışmaları şartıyla) kendilerine tahsis etmiş olduğu hurmalıkları geri verdiler..."[163] Hayber gazileri, kendilerine tahsis edilen erzak ile uzunca sayılabilecek bir süre için mutfak ihtiyaçlarım karşılamış olmalıdırlar. Ayrıca bu durumun doğal bir sonucudur ki, ganimetten hisselerine düşen nakdi gücü, en azından belli bir müddet için, hiç değilse erzak piyasasına tevcih etmemiş olmalıdırlar. Üstelik Hayber dönüşü, iktisadi sistemin işleyişine sekte verecek ciddi bir topyekün savaşın olmaması sebebiyle ticarî akışkanlığın gerekli talebi karşılamaya yete-cek gücü bulunsa gerektir, işte bütün bunlar göz önüne alındığında Medine piyasasında tedavül eden para miktarındaki artışının etkisinin H. 8. yıla sarkma ihtimali hiç de zorlayıcı bir tahmin olmaz sanırız. Bu hususa Ebû Hüreyre hadisindeki şu ifadeler de işaret etmektedir: "...Allah Hayber'in fethini nasip eyleyince insanların durumu biraz genişledi ve sonra durum yine zorlaştı. Geçim güçleşti..."[164]

Bahreyn gelirlerine gelince; gönderiliş tarihi hakkında H. 8 ile 10. yıllar arasında değişen muhtelif

Page 17: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

görüşler bulunan 80.000 dirhemlik bu gelirin o zamana kadarki en yüksek meblağ olduğu hususunda ittifak vardır. Öyle ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu durumdan haberdar olup kendilerine de bir pay düşer ümidiyle mescide koşan ashabına; "Vallahi artık bundan böyle sizin için darlık endişesi duymuyorum..."[165] buyararak hissiyatım dile getiriyordu.

Talep yükselmesine sebebiyet veren diğer bir faktör de nüfus artışıdır. Ölüm hastalığından biraz rahat bulduğu bir sırada mescide çıkıp namaz kıldırdıktan sonra irad ettiği hutbesinde Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Ey Muhacirler topluluğu! Siz çoğalıp durdunuz. Halbuki Ensar (sayıca) eski hali üzere kaldı ve artmadı..." [166]Bu ifade açıkça Medine nüfusundaki artışa işaret etmektedir. Bir başka rivayette de bu hususa şöyle değinilmektedir: "ResûluUah (s.a.v.)'ın ashabı çoktu ve gittikçe çoğalıyordu... Beldeler sıkıntı içindeydi.."[167] Bu konuda Hamidullah şöyle bir tespitte bulunmaktadır: ResûluUah hicret ettiği sırada Medine nüfusunun toplam 10.000 kadar olduğu hesaplanmaktadır ki bunun yarısı Yahudi idi. Vefat ettiği zaman ise şehrin nüfusu, sayıları 20-30'u geçmediği anlaşılan bir avuç Yahudi hariç, tamamı Müslüman olan 15.000 kişiye ulaşmıştı.[168] Kettânî'nin naklettiği malumata bakılırsa Medine nüfusu Hz. Peygamberin irtihal ettiği sırada 20.000; 30.000 ve hatta 60.000 [169](?) gibi korkunç boyutlara ulaşmıştı.[170]

Ayrıca servet sahibi azınlıkların elinde lüks tüketime sarf edilecek olan meblağların, Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde İslâm'ın iktisadî hedeflerinin başında gelen âdil gelir dağılımının başarıyla gerçekleştirilmesi neticesinde, farklı ihtiyaçlara ve dolayısıyla farklı tüketim alışkanlıklarına sahip kitlelere transferi sonucunda, bazı temel ihtiyaç maddelerine yönelik bir talep artışı doğması ihtimalini gözden ırmak tutmamak gerekir.

Arz daralmasına sebebiyet vermiş olması imkân dahilinde bulunan başlıca nedenler arasında tabiat şartlamadaki (bölgede sıkça rastlanan kuraklık, sel vb. gibi) menfi değişikliklerden kay-naklanan kıtlık ve yukarıda temas edilen cihad ekonomisinin doğurabileceği ithalât ve üretim azalışı sayılabilir.

Maliyet artışlarına gelince; iç üretimi ele alacak olursak, genellikle herkesin kendi işini gördüğü o döneme ait işçilik maliyetlerini ve bunlardaki artışları -eğer varsa- tespit etmek hemen hemen imkansızdır. Bu durumu Ibn Kayyım el-Cevziyye şöyle tasvir etmektedir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında Medine'de fiyatlar tahdit edilmedi. Çünkü o dönemde (Medine'de) değirmenci ve fırıncılar olmadığı gibi, un ve ekmek satıcıları da yoktu. (Halk) hububatı satın alıp evlerinde öğüterek ekmek yaparlardı." Şu rivayet Ibn Kayyim'i desteklemektedir:"Sehl (b. Sa'd)'e: 'Nebi zamanında elek var mıydı' diye sordum. 'O zaman elek görmedim. Resûlullah (s.a.v.) dünyadan ayrılana kadar elenmiş arpa (unu) yemedi,' dedi. 'Öyleyse ne yapıyordunuz? dedim. 'Onu öğü-tüyor sonra da kabuğunu üflüyorduk. Uçan uçuyor, kalan kalıyordu' diye cevapladı." Benzer bir rivayet Ümmü Seleme'den de nakledilmektedir.[171] Aynı hususa ışık tutan bir başka haber de şöyledir:"Ali: "Fâtıma (bir gün) bana, un öğütmekten elleri nasır tuttuğu için şikâyette bulundu. Bunun üzerine: 'Babana gidip bir hizmetçi istesen ya...' dedim," demektedir.[172] Ibn Kayyim sözlerini şöyle sürdürmektedir: "Bunun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.v.): "Dışarıdan mal getiren nzıklandırılmış, karaborsacı ise lanetlenmiştir,'1 buyurmuştu. Aynı şekilde Medine'de dokumacı da yoktu. Şam, Yemen ve (Hecer gibi) diğer bölgelerden (hazır) elbise gelir, halk da onları satın alıp giyerdi." Hz. Peygamberin de bu satıcılardan çamaşır aldığı rivayet edilmektedir. [173] Mekke ve Medine halkının ithal mensucata bağımlılığı o boyutlara ulaşmıştı ki Hz. Osman ve Talha gibi sahabeler mensucat ticaretiyle zengin olmuşlardı. Medine'de terzi bulunmasına rağmen, halk, elbise, tamir ve yamama işlerini de genellikle kendileri yaparlardı. Hişam b. Urve'nin babasından yaptığı rivayet buna delil teşkil etmektedir: "Âişe'ye: 'Resulullah (s.a.v.) evinde ne yapardı?' diye sordum. 'Sizin yaptığınızı: Elbisesini yamar ve ayakkabısını tamir ederdi,1 diye cevap verdi."[174] Yukarıdaki ifadeleriyle Ibn Kayyim, temel ihtiyaç maddelerinin başını çeken giyeceğin üzerine, dışarıdan hazır mamul olarak geldiğinden, herhangi bir işçilik eklenmediğini, herkesin kendi evinde işlediği ithal yiyecek hammaddesi içinse işçilik maliyeti diye bir şeyin söz konusu olamayacağım belirterek bu malların maliyetlerinin hesaplanmasının imkânsızlığını vurgulamaktadır. Zira geriye malların toptan alım fiyatlarıyla, taşıma maliyet ve risklerim tespit etmek kalmaktadır ki bu da mümkün görünmemektedir. Kaldı ki mümkün bile olsa, dış piyasa fiyat dalgalanmaları ve taşıma maliyet ve risklerinin farklılığından dolayı her tacir için değişik rakamlar bulunabilecektir. Üstelik o sıralarda Bizans ve Sâsânî imparatorluklarının, aralarındaki savaş dolayısıyla içine düştükleri iktisadî çalkantı yanında, karşı karşıya oldukları siyasî çöküntünün, piyasa istikrarına ve dolayısıyla fiyatlara menfi etkide bulunması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla bu bölgelerden temin edilen temel ihtiyaç maddeleri daha pahalıya malolacak demektir.

işte bütün bunlar da göstermektedir ki Hz. Peygamber (s.a.v.), tüccara zulüm olur endişesiyle narhtan kaçınmakla isabetli bir ekonomik politika uygulamıştır. Zira fiyatlardaki artışta Medine tüccarı gayri meşru veya mefsedet telâkki edilebilecek bir rol oynamamış, bilakis fiyatlar serbest piyasada arz-talep dengesine göre oluşmuştur. Tüketicinin istismar edilmediği ve karaborsanın

Page 18: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

görülmediği bir piyasada narha ihtiyaç duyulmaması doğaldır.[175] Arz-talep dengesinin, talebin lehine olarak bozulduğu bir ortam, tabiî fiyat artışlarına sebebiyet vermek yanında, kara-borsacılık temayüllerim kamçılayıcı bir rol de oynayabilirdi pekâlâ. Bu ise sürekli ve daha da önemlisi fahiş fiyat artışlarını beraberinde getirebilirdi. Ne var ki köklü bir piyasa ahlâkının oluşturulduğu, gerek üretici, esnaf ve tüccarıyla, gerekse tüketici -siyle bütün piyasa aktörlerinin zühd ve kanaat içinde bulundukları o dönemde bu tür sunî fiyat artışlarına mahal bırakmamak için, narh dışında, günün şartlarının imkân verdiği diğer birtakım ekonomik önlemler de ihmal edilmemiştir.

Hadisde geçen ve 'Narh koyan Allah'tır' şeklinde tercüme etmeyi yeğlediğimiz iel-musa"ir huvallaK ibâresindeki 'el-mu-sa"ir' lafzı 'se'ara' kökünden tef il babında ism-i fail olup lugatta: Fiyatları belirleyen, sınırlayan, narh koyan manalarına gelmektedir. Bu ifadeden hareketle akaid âlimleri, yukarıda da belirttiğimiz gibi, irâde-i cüz'iyye ve külliyye tartışmalarına girerek 'el-mu-sa"ir' vasfının Allah'a, devlete değil- mahsus olduğunu beyan ederlerken, aynı ifadeyi göz önüne alan fakihlerin cumhuru da benzer bir sonuca vararak devletin fiyatlara müdahalesine cevaz verilemeyeceğini savunmuşlardır. Ancak, eğer 'narh koyan Allah'tır' ifadesi onların anladığı gibi mutlak bir lafız ise, yani fiyatlara Allah'tan başkasının müdahalesi asla caiz olmazsa, o takdirde satıcıların spekülatif, monopolistik (=tekelci) vb. gibi birtakım faaliyetlerde bulunmaları da yasaklanmalı değil midir? Ve eğer onlar Allah'ın hududunu çiğnemişlerse devletin bu duruma müdahale etmesi gerekmez mi? Kaldı ki Hz. Peygamber'in kavlinde narhın haramhğına ne gizli ne de açık bir delâlet vardır. Bilakis Hz. Peygamber (s.a.v.) 'narh haramdır' veya 'narh helal değildir' ve benzeri herhangi bir ifade kullanmamış, 'bolluk ve darlık veren ancak Allah'tır' buyurmakla da fiyat artışlarının piyasadaki darlık neticesinde oluştuğunu vurgulayarak, bolluk yaratmak suretiyle fiyatları ucuzlatması için Allah'a niyazda bulunulmasını tavsiye etmiştir.

Ibn Hibbân'ın bir rivayetinde narh hadisinin yukarıda zikri geçen versiyonuna ek olarak yer alan şu ifadeler iddiamızı desteklemektedir: (Hadisin râvisi Enes) dedi ki: "Bu [H. 8] senenin başında Müslümanların (pazarlarında) fiyatlar yükseldi. Narh koyması için Nebî'ye (s.a.v.) geldiler. Resûlullah (s.a.v.) bunu kerih görerek şöyle buyurdu: 'Birbirinize kin gütmeyin, birbirinizi kıskanmayın, birbirinize sırtınızı dönmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun' Sonra sözlerini şöyle sürdürdü: 'Bir kimse kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlıkta bulunmasın. Şehirli köylü adına satış yapmasın. İnsanları kendi hallerine bırakın, [Allah] bazısını bazısından rızıklandırır.[176]

Ibn Teymiyye ve Ibn Kayyim, serdedildiği şartları da göz önüne alarak dikkaûli bir şekilde tahlile tâbi tuttukları bu hadisin mutlak ve âmm (=genel) olmayıp bilakis kaziyye-i muayyene (özel bir hüküm) ifade ettiğini açıkça belirtmek suretiyle bazı durumlarda narh konulmasının mümkün ve hatta -adaletin gerçekleşmesini kolaylaştırması hasebiyle- vacip olacağı kanaatine varmaktadırlar.[177] Bunu da, Hz. Peygamber'in (s.a.v.), sahiplerinden birinin kendi hissesini azat ettiği müşterek bir kölenin diğer ortaklarca da azatlanması durumunda emsal fiyatın üzerinde bir değer biçilmesini yasaklamasına[178] dayandırmaktadırlar. Sâri', müşterek köledeki bir hissenin azadı gibi bir maslahatta emsal fiyatı Ölçü almayı vacip kılar ve hak sahibine bundan fazlasını isteme ruhsatı vermezse, yiyecek, içecek ve giyecek gibi temel ihtiyaç maddelerinin temininde emsal fiyat takdiri daha büyük bir zaruret olmaz mı?[179] Zira narhın bazı durumlarda vâcid olmasının illeti umumi ihtiyacın giderilmesidir ve tüm halkın yokluğunu çektiği bir şeyin emsal kıymetten satılmasını vacip kılan hak ise 'Allah hakları' cümlesinden addedilir.[180] islâm hukukundaki Allah hakları kavramının günümüzdeki kısmî karşılığı 'amme hu-kuku'dur.[181]

Satıcıyı fiyatlar hususunda tamamen serbest bırakıp, devlet kontrolü dışında tutmak da toplumun zulüm ve haksızlığa uğratılmasına kapı açar. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) döneminde ticaret ahlâkının ve faziletin en güzel örneği yaşanmış, devlet müdahalesine pek gerek duyulmamış ve genellikle herkes meşru haklarına razı olmuştur. Fakat giderek ticaret ahlâkı yozlaşmaya başladıkça insanlar fiyat tespitindeki esnekliği yahut arz-talep dengesindeki bozukluğu suistimal etmeye yönelmiş, kıtlıklar ve savaşların getirdiği sıkıntılar fiyatların sunî olarak yükselmesine sebebiyet vermiştir. [182]

İkinci Bölüm

MÜDAHALELERİ GERÇEKLEŞTİREN DEVLET ORGANI: HİSBE

I. Hisbe Teşkilatı

A. Hisbe'nin Tarifi Ve Görev Alanı

Medine'deki İslâm Devleti'nin tesisini müteakip Hz. Peygamberi (s.a.v.) bekleyen vazifelerden birisi de yeni devletin müesseselerini yeniden şekillendirmek, davranış normları koymak ve bu normların ikame ve idamesi için gerekli düzenlemelerde bulunmaktı. Zira müşrik bir kültürden

Page 19: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

kaynaklanmaları bakımından ciddî tadilata ihtiyaç gösteren Câhiliye normları, vahdet, risalet ve âhiret temellerine dayalı İslâmî düstura adapte olamazdı. Tabiatıyla, muteber olan bazı âdet ve değerler aynen bırakılırken bazıları da tâdil ve tebdil edilerek İslâm toplumunun kültürel bünyesine uydurulmuştu. Gayet hızlı işleyen bu süreç, beşer ahvâlinin yekününe hitap edecek kadar da kapsamlı idi. Öyle ki sofra âdabı gibi en cüz'î şeylerden diplomasi ilkelerine kadar hiçbir şeyi kapsamı dışında bırakmadı.[183]

Hz. Peygamber (s.a.v.), her hususla ilgili olarak vaz' ettiği ahkamın kökleşmesi için emr bi'1-ma'ruf ve nehy anil-münker (iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma) yapılmasının gerekliliğini de müteaddit hadisleriyle vurgulamıştır.[184]

İşte emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münker esasına dayalı olan hisbe teşkilâtının görev alanı da temelde üç ana başlık altında toplanabilecek birçok hususu kapsamaktadır. Bunlar:

a) Allah hakları,

b) Kul hakları,

c) Her ikisi.

Birinci grup ibadetlerin zamanında edasının, cuma ve bayram namazlarının ifasının, camilerin bakım-onarımının sağlanması, ibadetlerde bid'atların, alenî ihlâllerin menedilmesi, muamelâtta fâsit-bâtıl akitlerin, hile ve aldatmacaların Önlenmesi, haramların işlenmesinin engellenmesi vb. gibi dinî faaliyetleri içermektedir. İkinci grup, yol, su, cami, savunma sistemi ve benzeri alt yapı hizmetlerinin görülmesi, komşu haklarına tecavüzün önlenmesi gibi kamu işleri; ölçü-tartı âletlerinin denetimi ve muamelâtta hukuka riayetin temini gibi pazar işleriyle alâkadardır. Üçüncüsü ise, dul veya boşanmış kadınların iddetle-rinin, yetim, köle ve hayvan haklarının gözetilmesi yanında, yollarla caddelerin temiz ve geceleri aydınlık tutulması, kamu maslahatına zararlı inşaatların menedilmesi gibi belediyecilik faaliyetleriyle ilgilidir.[185]

Konumuz devletin piyasaya müdahalesi olduğuna göre, hisbe teşkilâtının görevleri arasından, bizim ilgi alanımıza girmeleri nedeniyle, hassaten ikinci ve kısmen de üçüncü grup faaliyetleri inceleyeceğiz. Ancak bu faaliyetlere geçmeden önce Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemindeki teşkilât yapısını ele alalım. [186]

B. Teşkilat Yapısı

Halife Ömer b. el-Hattâb döneminde tam teşkilatlı bir yapıya kavuştuğu fikrinin umumi kabul görmesine rağmen hisbe müessesesinin teorik temelleri de, diğer birçok şeyde olduğu üzere daha Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında atılmıştır. Ancak bununla kalınmayarak, nisbeten basit görünse bile, Hz. Ömer dönemindeki muadili için örnek teşkil edecek teşkilâtlı bir yapının prototipi de oluşturulmuştur. Şimdi bu teşkilâtın elemanlarım inceleyelim:[187]

A. İlk Muhtesib: Hz. Peygamber (S.A.V.)

Vaz' ettiği iktisadî hükümlerin tatbikini yerinde denetlemek için bizzat kendisi sık sık pazar kontrollerine çıkan ve gayri meşru davranışlarda bulunanlara anında müdahale edip gerekli uyarı ve açıklamalarda bulunan Hz. Peygamber (s.a.v.), bu yönüyle, İslâm tarihinin ilk muhtesibi olarak değerlendirilmektedir.[188]

Mûtat denetimlerinden birisinde: "Hz. Peygamber (s.a.v.), bir buğday satıcısının yanına geldi ve elini buğday yığınının içine daldırdığında bir ıslaklık hissetti. Durumu sorduğunda, satıcı, yağmurdan ıslandığını söyledi. Bunun üzerine, Resûlullah (s.a.v.), insanların görmesi için alt kısmını niçin üste getirmediğini sordu ve 'bizi aldatan bizden değildir', buyurdu."[189] Konuyla il-gili hemen bütün kaynaklarda yer alan bu meşhur hadis Hz. Peygamber (s.a.v.)'in fiilî denetimlerinin en bariz misalidir. Bir başka seferinde, simsarlara uğrayan Resûlullah (s.a.v.), onlara daha güzel bir isimle hitap ederek şöyle buyurdu: "Ey tüccar topluluğu! Alış verişler esnasında çokça yemin ve boş laf edilir, bunun için sadakaya sanlınız."[190] Yine bir defasında, Şam'dan gelirken yanında ticaret maksadıyla bir tulum içki getiren şarap taciri Keysân'a: "Ey Keysân! Senin arkandan içki haram kılındı," buyurdu. Bunun üzerine, Keysân, içki tulumunun yanma giderek ayağıyla vurup döktü.[191]

Bu üç hadise de, Hz. Peygamber (s.a.v.)İn çarşı ve pazarlardaki denetimleri esnasında her meslek ehline kendi işiyle ilgili emir ve direktifler verip gerekli uyarılarda bulunduğunu göstermektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), bazı örneklerini sunduğumuz fiili denetimleri yanında, kendisine yapılan şikâyet ve müracaatları da değerlendirir, sorulan soruları cevaplandırırdı. Yukarıda zikri geçen narh hadisi bunun misallerindendir. Bir başka misal: Önceleri Hristiyan iken Medine'ye gelip Müslüman olan Seymûre (Seymâ, Sîmâ) el-Belkâvî, Belkâ'dan Medine'ye buğday getirmişti.

Page 20: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Gerisini kendisinden dinleyelim: "(Buğdayı) sattık ve hurma satın almak istedik, ancak bize engel oldular. Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.)'a geldik. (Şikâyetimizi dinleyen Resûlullah (s.a.v.)) bizi engelleyenlere şöyle buyurdu: "Sahip olduğunuz bu hurmanın pahalılığına mukabil şu buğdayın ucuzluğu neyinize yetmiyor? Bırakın götürsünler."[192]

Daha sonra ferdî mesuliyetleri çoğalan Hz. Peygamber (s.a.v.), teknik açıdan kalifeye bazı elemanları, muhtelif esnaf ve sanatkârların işlerini teftiş etmek üzere resmî memur olarak gö-revlendirdi. [193]

B. Diğer Muhtesibler

Aa. Daimî Resmî Görevliler

Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından resmen tayin edilen bu muhtesiblerden, üç erkek ve iki kadın olmak üzere sadece beşinin adını bilebilmekteyiz:

Saîd b. el-As b. Umeyye: Mekke muhtesibi.[194]

Abdullah b. Saîd b. Usayha b. el-Âs: Medine muhtesibi.[195]

Ömer b. el-Hattâb: Medine muhtesibi olarak görevlendirilen Hz. Ömer göreve çıktığı zaman elinde bir kırbaç taşır, onunla hak edene vururdu.[196]

Semra bt. Nuheyki'l-Esediyye: Medine muhtesibi olarak görevlendirilen bu hanım da çarşı pazar dolaşır, emr bi'1-ma'ruf ve nehy ani'l münker yapardı. Aksi davranışta bulunanları elinde taşıdığı bir kamçı ile menederdi.[197] Onun böyle davranması, resmen bu çeşit işlerle vazifelendirilmiş olmasına delâlet etse gerektir.[198]

Şifâ' bt. Abdillah: Resûlullah (s.a.v.) tarafından bazı pazar işlerinde görevlendirilmiştir. Bazılarına göre ise bu vazifelendirme işi Hz. Ömer'in halifeliği döneminde cereyan etmiştir.[199] Ancak Hz. Ömer'in, bu hanımı, Resûlullah (s.a.v.)'ın verdiği vazife ile görevi endii'm e ye devam etmiş olması da mümkündür.[200]

Son ikisinin görev alanı, çarşı ve pazarlara, gerek alıcı gerekse satıcı olarak gelen hanımlara yönelik olabilir. Zira o dönemde pazarcılıkla uğraşan birçok hanımın isimleri kaynaklarımızda zikredilmektedir. Meselâ: Esma' bt. Muharribe (oğlu Abbâs b. Abdillah'in Yemenden gönderdiği ıtriyatı satardı[201], Havle bt. Suveyb[202], Sâ'ib b. el-Akra'mn validesi Muleyke[203], Kayletu'l-Enmâriyye vb. gibi.[204]

Benû Kaynukâ' Pazan'mn kuyumcular çarşısında bir Müslüman hanımın namusuna yöneltilen saldırı[205], alış verişe çıkan hanımların başına gelebilecek menfur davranışların imkan dahilinde olduğuna ve emniyet içinde alış veriş yapabilmeleri için bazı tedbirlerin alınmasının gerekliliğine delâlet eden en meşhur hadiselerden birisidir.

Özellikle ihtisabla vazifelendirilmiş resmî devlet memurları yanında, valiler de, görev alanları içinde kalan çarşı ve pazarları denetlemekten ve gerektiğinde ihtisab faaliyeti yürütmekten so-rumlu gibi görünmektedirler.[206]

Bb. Valiler

Resûlullah (s.a.v.)'ın, tayin ettiği valilere/emirlere verdiği bir takım talimatlar, onlarla yaptığı bazı yazışmalar ve bu idarecilerin mevzumuzla ilgili bazı uygulamaları, hisbe faaliyetlerinden sorumlu olduklarını göstermektedir. Meselâ Resûlullah (s.a.v.), Mekke'ye (vali olarak) gönderdiği Attâb b. Esîd'e, (satın alınıp da henüz) kabzedilmemiş bir malın (başkasına satılmasından kazanılan) kârı yasaklaması[207] ve Mekkeliler'i bir satışta iki şart koşmaktan... sakındırması talimatını vermişti.[208] Aynı Attâb, bütün ribevî muamelenin yasaklanmasından sonra ortaya çıkan, faiz alacaklanyla ilgili bir ihtilâf üzerine, yasaktan evvel açılmış krediler için tahakkuk eden faizin alacaklıya ödenip ödenmeyeceği hususunu bir yazıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sormuştu.[209]

İbn Hanbel'in Musned'indeki meşhur bir hadisten[210] anlaşıldığı kadarıyla, Resûlullah (s.a.v.) İslâm'dan önce (Yemen'deki) Hubâşe[211] ile Abdu'l-Kayslar'm memleketinde tertiplenen Suhâr ve Debâ panayırlarına bizzat iştirak etmişti.[212] Bulâzurî'nin naklettiği gibi[213], Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından, Uman'a umumi bir vali ve Debâ'ya da hususi müstakil bir idareci-valinin (Huzey-fe) tayin edilmesi sırf bir tesadüf eseri olmamalıdır.[214] Muhtemelen bu vali özellikle Debâ panayırından sorumlu idi.

Bunlar ve benzeri diğer haberlerden anlaşılan odur ki Medine'de bizzat Resûlullah (s.a.v.) eyaletlerde ise valiler/emirler his-be faaliyetlerine nezaret ediyorlardı.[215]

Page 21: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Cc. Geçici Görevliler

Çeşitli rivayetlerden anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.), sürekli muhtesibler yanında gerektikçe geçici memurlar da vazifelendirmiştir. İbn Ömer'in şu kavli buna misaldir: "Biz Resûlullah (s.a.v.) zamanında yiyeceği satın alırdık da onu satmadan önce, aldığımız yerden başka bir yere nakletmemizi emredecek biri(leri)ni bize gönderirdi "[216]

Dd. Gönüllüler

Bütün bunlara ilâveten, emr bi'1-ma'ruf ve nehy ani'1-mün-kerle mükellef bulunmaları bakımından sahabenin hemen hepsinin gönüllü muhtesib olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bazı özel durumlarda belirli kişilere, alış verişleri esnasında tüccarı doğruluğa davet etmeleri tavsiyesinde bulunduğu da vakidir. Meselâ alışverişlerinde sürekli aldatıldığından şikâyetçi olanbir sefihe: "Alış veriş yaparken, 'aldatmaca yok!1 de" buyurmuştur.[217]

îşte yukarıda teşkilat yapısını çizmeye çalıştığımız hisbe müessesesi -her ne kadar aynı isimle anılmıyor idiyse de- daha Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde kurulmuş ve sonraki devirlerde kâmil şeklim alan kurumun temelini teşkil etmiş ve bir numune-i imtisal olmuştur. Bu demektir ki, hisbe teşkilatı, bazı müsteşriklerin ileri sürdükleri gibi fetihlerle beraber İslâm'a girmiş bir Roma müessesesi olmayıp beşer medeniyetine Müslümanlar'm armağan ettiği bir kurumdur.[218]

Iı. Muhtesibin Görevleri

A. Pazar Nizam Ve İntizamının Temini

Muntazam çarşı-pazarlar, disiplinin temini ve ahkâmın tatbikini kolaylaştıran ön şartlardan olmaları yanında, devletin iktisadî hayata hâkimiyetinin de birer göstergesidirler. "Medine Pazarı' bölümünde detaylı bir şekilde anlattığımız üzere, bu hususun ehemmiyetini gayet iyi kavramış olan Hz. Peygamber (s.a.v.) hiç gecikmeden kendi pazarlarım tesis etmiştir ki kanaatimizce bu icraatı, gerektiğinde muhtesibin yeni yazarlar kurabileceği, eskilerin yerlerini değiştirebileceği veya üst makamlara konuyla ilgili tavsiye ve tekliflerde bulunabileceğini gösterir.

Kurduğu bu yeni pazarın intizamına da Önem veren Hz. Peygamber (s.a.v.) at, deve ve koyun gibi hayvanlar için bir hayvan pazarı kısmı ve diğer mallar için de ayrı ayrı yerler tahsis etti. [219]Muhtelif hadislerdeki 'gıda pazarı\ 'manifaturacılar çarşısı' vb. gibi ifadeler de buna delil teşkil etmektedir. Bu düzenlemede pazar intizamı yanında hijyenik şartların gözetilmiş olması da muhtemeldir.

İmtiyazlı bir sınıfı türemesini engellemek için, tüccarın pazarda sabit yerler edinmesini yasaklayan Resûlullah (s.a.v.) , [220]yasağa uymayan bir satıcının kurduğu çadırı yaktıracak kadar sert bir mukabelede bulunmak suretiyle[221] bu husustaki kararlılığım da göstermiş oluyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) pazardaki alıcı ve satıcıları uymaları gereken bazı davranış normları koyduğu da anlaşılmaktadır. Meselâ pazarlarda dolaşanların sadaklanndaki okların uçlarını elleriyle gizleyerek kimseye zarar vermemelerinin emredilmesi bu cümledendir.[222]

Sadece pazarların dahilî nizamının teminiyle yetinmeyen Resûlullah (s.a.v.), hemen hemen her gün bir kaç tanesi konup kalkan, develerden kurulu ticaret kervanlarının oluşturduğu[223]trafiğin akışını kolaylaştırmak için gerekli şehir içi düzenlemeleri de ihmal etmemişti. Eskiden bizzat kervan ticaretiyle uğraşmış bir kimse olarak Resûlullah (s.a.v.), o devirde şehir içi yaya ve binek trafiğinin serbestliğine rağmen, yeni kurulan mahallelerdeki sokakların, iyice yüklenmiş iki devenin karşılaşması halinde birbirlerine değmeden rahatlıkla geçebilecekleri kâfi genişlikte tu-tulmasını emrediyordu. Bu genişliği ise yedi zira (yani yaklaşık 3,5 m) olarak belirlemişti.[224] Muhtemelen yine aynı sebeple yollar üzerinde oturulmasını da yasaklamıştı.[225]

B. Fiyat Kontrolü

Eşyanın fiyatına müdahale etmeden çok daha Önce, onun ar-zedildiği piyasayı düzenlemek, ticari faaliyetlere bir nizam vermek ve bunları kanunlara bağlayıp boşlukları da ahlâkî kaidelerle doldurmak gerekir. Her türlü olumsuz müdahalelerden ve kötü etkileri olan yapay muamelelerden arındırılmış bir piyasada malın kazandığı değer onun gerçek fiyatıdır ve bunun üzerinde bir oynama yapma zarureti doğmuşsa, iktisat kanunları çerçevesinde hareket etmek gerekir.[226]

Yukarıda geçen Seymûne hadisi,[227] Hz. Peygamberin piyasa fiyatlarına yabancı olmadığını göstermektedir. Yine biliyoruz ki Resûlullah (s.a.v.) sunî fîy ati andırmalara da karşı çıkmış, yasak koymuştur. Bu hususta Kayletu'l-Enmâriyye'yi dinleyelim: "Nebî, umrelerinden birisinde

Page 22: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

ihramdan çıkmak için Merve'ye geldi. Bir bastona dayanarak gelip huzuruna oturdum ve dedim ki: "Yâ Resûlallah (s.a.v.)! Ben alım satım işleriyle uğraşan bir kadınım. Öyle olur ki bir mal satın almak isterim ve ona, istediğimden daha düşük bir fiyat veririm. Sonra almak istediğim fiyata gelinceye kadar arttırır dururum. Yine öyle bir olur ki bir mal satmak isterim ve ona, istediğimden daha yüksek bir fiyat takdir ederim. Sonra satmak istediğim fiyata gelinceye kadar düşürür dururum. (Ne dersin?)." Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) bana: ıYâ Kayle, öyle yapma! Ancak, bir şey satın almak istediğinde, ona, düşündüğüm fiyatı ver, ister satsınlar ister satmasınlar. Yine bir-şey satmak istediğinde, ona düşündüğün fiyatı koy, ister versinler ister vermesinler." buyurdu.[228] Bu hadis fiyatlarla oynamayı yasaklaması açısından narhın cevazına da delil teşkil etmektedir.

Fiyatlara müdahale meselesine gelince; doğrudan müdahale metodu olan narhı müstakil bir başlık altında incelemiştik. Burada ise, dolaylı müdahale yollarından kaliteye müdahale ve ölçü ve tartıların denetimi mevzularını ele alacağız. [229]

A. Kalite Kontrolü

Kaliteli mal ve hizmet üretimi İslâmî emirlerdendir. Zira Allah her şeyi en güzel bir şekilde yapmayı emretmektedir.[230]

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, çarşı pazar denetimleri esnasında kalite kontrolünde bulunduğu malumdur. Bunun en meşhur misali de, sık sık müracaat ettiğimiz hileli buğday yığınının iç kısmının dış tarafı gibi olmadığını gören Resûlullah (s.a.v.): "iyisini ayrı sat, kötüsünü ayrı.'1 buyurması dır. [231]Burada Resûlullah'ın (s.a.v.) itirazı, kalitesiz mal arzına değil, ancak adi malın iyisiyle karıştırılarak yüksek fiyatla satımmadır. Zira kaliteli mal üretimi arzulanan bir şey ise de, aynı cins mamullerin hepsinin çoğu kere tek bir vasıfla olması mümkün değildir.[232] Ne var ki farklı kalitedeki malların ayrı ayrı arzı değişik fiyatlarla ve gerçek değerleriyle satılması demek olacaktır. Çünkü vasıf ile değer arasındaki pozitif ilişkiden dolayı kalite arttıkça fiyat da artar veya tersi olur. Öyleyse adi mal iyisiyle karıştırılıp yüksek fiyatla satılırsa hileli fiyat arttırımı sağlanmış olur.[233]

Bir başka rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) satılacak süte su karıştırılmasını yasaklamıştır.[234] Çünkü bu da hile ile kalitesi düşünülen malın yüksek fiyatla satılması demektir.

Yine meşhur musarrât hadisi de bu hususta örnek olarak verilebilir: Satılacak hayvanın sütünü memelerinde bırakarak yüksek verimliymiş gibi gösterilmesini yasaklayan Hz. Peygamber (s.a.v.), böyle bir durumla karşılaşan alıcıyı muhayyer bırakmıştır.[235] Görüldüğü gibi burada da kalitesiz bir malı kaliteliymiş gibi lanse edip yüksek fiyat alma durumu söz konusudur

Bütün bu benzeri hadislerden, kalite ile fiyat arasındaki pozitif ilişki açıkça anlaşılmaktadır. Öyleyse bu durumun suistimali-ni önlemek suretiyle fiyatları dolaylı bir şekilde kontrol etme işi, muhtesibin başlıca görevleri arasındadır.

Malın vasfım tam olarak tesbite imkân vermedikleri için aldanma ihtimali taşıyan mülâmese, münâbeze ve taş atımı suretiyle yapılan alım satımların yasaklanmasında da kalite unsuru ön plana çıkmaktadır. Meyvalann olgunlaşmamdan satılmasını da yasaklayan Hz. Peygamber (s.a.v.) konuyla ilgili açıklamalarında çeşitli standartlar getirmiştir. [236]

B. Ölçü Ve Tartılar

Tüccar arasında en mühim hususlardan birisi de, 'ölçü ve tartı' meselesidir. Kur'ân bu konudan defalarca söz açar.[237] Bunların hepsinde de ölçü ve tartıların âdil olarak yapılması ve insanlara haksızlıkta bulunulmaması istenmektedir. Kur'ân'da ölçme ve tartmanın yanında, ölçü ve tartı âletlerinin de doğru olması istenir. "Doğru tartın,"[238] emri yanında "Doğru terazilerde tartın,"[239] emri de gelmiştir. Temel istek ise insanın doğru olmasıdır. İnsan doğru olunca herşey kendiliğinden düzelecektir.[240] Şu hadis o zamanın Medine'sinin durumunu açıkça beyan etmektedir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde ölçülerle ilgili sahtekârlıkta Medinelilerin üstüne yoktu. Bunun üzerine Allah Subhânehu "Veylun H'l-mutaffîftruJ'i indirince ölçüyü doğru yapmaya başladılar."[241]" Hz. Peygamber (s.a.v.) de alış verişlerle ölçü ve tartı kullanımını teşvik etmiştir: "Sattığın zaman ölçerek sat, aldığın zaman da ölçerek al,"[242] "Yiyeceklerinizi ölçünüz ki sizin için bereketli olsun, "[243] "Bir yiyecek satın alan onu ölçmeden satmasın,"[244] gibi. Alış verişlerin ölçü ve tartı yoluyla yapılmasını emreden Resûlullah (s.a.v.), kendi muamelelerinde ölçü ve tartı kullanmayı ihmal etmeyerek bu hususta güzel bir numure-i imtisal olmaktan da geri kalmamıştır. Keza alırken de satarken de müsamahalı davranmayı tavsiye eden Resûlullah (s.a.v.), bu konuda da örnek davranışlar sergilemiştir. Meselâ bir gazve dönüşü Câbir b. Abdillah'dan satın aldığı devenin ücretini tartarak ve fazlasıyla ödemiştir.[245]Keza manifaturacılar çarşısından bir kaç şalvar satın almış ve tartıcıya, karşılığı olan gümüşü tartıp ziyadesiyle almasını emretmiştir.[246] Yine, daha Mekke'de iken Ebû Safvân'dan bir kaç

Page 23: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

şalvar satın almış ve parasını tartıp fazlasıyla Ödemiştir.[247]

Alış verişleri ölçerek yapmayı, doğru ölçek ve tartılar kullanmayı, ölçüp tartarken namuslu davranmayı emreden Hz. Peygamber (s.a.v.), piyasada mevcut olan birbirinden farklı ölçek ve tartılar arasında birliğin temini için bir standart belirlemeyi de ihmal etmeyerek şu talimatı vermiştir: "Ölçek Medine'nin ölçeği, tartı ise Mekke'nin tartışıdır."[248] Yiyecek üretim ve ticaretiyle şöhret bulan Medine halkının ölçü işlerinde; piyasada farklı ağırlıkta muhtelif dirhemlerin bulunması yanında, sikkeden başka her türlü altın ve gümüş eşyanın da para gibi kullanılması sebebiyle söz konusu madenleri tartarak ödeme yapmakla meşhur olan Mekke tüccarının ise tartı işlerinde uzmanlaştığı düşünüldüğünde, bu seçimin isabetlilik derecesi daha iyi anlaşılır.

Kur'ânî emirler ile Resûlullah (s.a.v.)'ın direktif ve uygulamaları incelendiğinde, ölçü ve tartı meselesine ciddiyetle eğilindi-ği açıkça görülür. Zira fiyatlarla miktar arasında pozitif bir ilişki vardır. Doğrudan doğruya bir malın fiyatı ile oynayamayanlar, ölçü ve tartıda hile yaparak miktarı ile oynayıp dolaylı yoldan birim fiyatını arttırırlar. Müşteri, hangi bedeli hangi kalitedeki, kaç birim mala ödediğinden emin olmalıdır. İşte bunun temini de hisbe teşkilatının başlıca görevlerindendir.[249]

C. Serbest Rekabetin Temini Ve Haksız Rekabetin Önlenmesi

"Hiç bir şehirli hiçbir köylü adına satış yapmasın, insanları (kendi hallerine) bırakın. Allah insanları birbirlerinden nzıklan-dırır."[250] Bu hadis, İslâm'da serbest rekabet hakkının varlığını ve gerekliliğini gayet açık bir şekilde belirtmektedir. Ekonomi poli-tik'e göre, makul olan siyaset, ekonominin tabii seyrine bırakılmasıdır. O zaman herkes, toplumsal rekabet ortamında, kendi is-tidat ve kabiliyetlerine uygun bir yer edinir. Değişik özelliklere sahip insanlar arasındaki rekabetten kaynaklanan farklılaşma toplumsal dayanışmayı doğurmaktadır.[251] Allah Teâlâ bu hususu şu âyetle açıkça beyan etmektedir: "Dünya hayatında onların geçimliklerini bile aralarında biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık."[252]

Bu naslarm gayet sarih beyanına göre, İslâm'da serbest rekabet esası carîdir.[253] Narh meselesinde de uzun uzun açıkladığımız üzere, aslolan, devletin, tabiî seyrini sürdüren iktisadî yapıya müdahale etmemesidir. Ancak rekabet hakkı mutlak mıdır? Rekabet hakkına hiçbir surette müdahale edilemez mi?

İnceleme alanımız Hz. Peygamber'in devriyle sınırlı olduğuna göre, o dönem için haksız rekabet sayılabilecek hangi tür muamelelerle ne surette mücadele edildiğine baktığımızda, telâkki'r-rukbân, şehirlinin köylü adına satışı ve simsarlık, ihtikâr, kabz'dan önce satış, neceş, aldatıcı reklam vb. gibi bazı muameleler gözümüze çarpmaktadır. [254]

A. Neceş (Müşteri Kızıştırma)

Çoğunlukla, malın fiyat ve sürümünü arttırmaya yönelik bir hile şeklinde ortaya çıkan neceş, bu yönüyle haksız rekabet çeşitlerinden biri addedilebilir. Şöyle ki: Bir pazarlık esnasında, satıcı ile anlaşmalı olan üçüncü bir kişi (veya kişiler) sanki alıcıymış gibi devreye girerek gerçek müşterinin verdiğinden daha yüksek bir fiyat teklif etmek suretiyle onu yanıltır. Böylece talip olduğu malı başkasına kaptırmak istemeyen ilk teklif sahibi ister istemez daha yüksek bir meblağ ödemek zorunda kalabilir. Bu durum pazarlık halindeyken olabileceği gibi akdin kesinleşmesinden sonra da vuku bulabilir.

Serbest rekabet ortamım zedeleyip haksız rekabete yolaçan, Müslümanlar arasındaki kardeşlik ilişkilerini zedeleyen ve bir rantiye sınıfı oluşturarak tüketicinin sömürülmesine zemin hazırlayan bu tür muameleler Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır.[255] "... Neceş yapmayın. Bir Bir kimse kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın..."[256] İbn Ebî Evfâ ise neceş hakkında şunları söylemektedir: "Neceş yapan faizci ve haindir, (neceş ise) helâl olmayan, bâtıl bir hiledir... "[257]Bu metod ile mala karşı yüksek bir talep varmış imajı yaratmak suretiyle müşterileri aldatan ve normalin üstünde fiyatlarla satış yapma imkânım elde eden satıcıların bu davranışları birnevi aldatıcı reklam sayılabilir. [258]

B. Aldatıcı reklam

Günümüzde başlı başına bir bilim dalı ve hizmet sektörünüı müstakil bir kolu haline gelmesi sebebiyle son dönemlere özgü bi: olgtı gibi görünen reklamcılık, nisbeten daha ilkel düzeyde bile ol sa, her devirde ticaretle eşgüdümlü bir şekilde kendine ait yeri al mıştır. sanırız. İşte Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde de varlığın sürdüren bu ticaret motivatörü, diğer muameleler gibi disipliniz edilmiş ve belli normlara oturtulmuştur. O dönemde uygulanar reklam yöntemler inin negatif boyutunu aksettiren şu iki hile ko numuza örnek teşkil edebilir: [259]

Page 24: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Aa. Yalan Yere Yemin

Müşterileri ikna etmek için başvurulan en yaygın yöntemlerden biri olan yemin, kanaatimize göre, insanlık tarihinde vuku bulan ilk ticarî muamelelerden bu yana varlığını sürdürmüştür ve görülen o ki, maalesef, ebediyete kadar da sürdürecektir. Resûlullah (s.a.v.) dönemi Medine'sinde de-çokça başvurulan bir yöntem olsa gerektir ki bu hususta Kur'an âyeti dahi inmiştir. Buhârî'nin bir rivayetine göre satıcılar pazarlık esnasında müşterileri aldatıp mallarım daha yüksek fiyatla satmak için: "Vallahi bu mala senin verdiğinden fazlası verilmiştir," şeklinde yalan yere yemin ederlermiş ki bununla ilgili olarak "Hakikat Allah'a olan ahitlerini ve yeminlerini az bir bedele satanlar var ya, îşte onlar için âhirette hiçbir nasip yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azap vardır." [Alu İmran, 3:77] âyeti nazil olmuştur.[260] Hz. Peygamber'in bu husustaki uyanlarından bazıları ise şunlardır: "Yemin mala rağbeti arttırır, (ancak) bereketi giderir."[261] "(Şu) üçüne Allah kıyamet gününde iltifat etmez, onları temize çıkarmaz, onlar için pek acıklı bir azap vardır, (Birincisi) Öyle bir kimsedir ki, yol (boyun)da ihtiyaç fazlası suyu bulunur da onu yolculardan esirger, (ikincisi) öyle bir kimsedir ki imamına yalnız dünyalık için biat eder de dünyalık verildiğinde hoşlanır verilmediğinde ise gazaplanır. (Üçüncüsü ise) öyle bir kimsedir ki malını ikindiden sonra (pazara) çıkarır ve: 'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki kesinlikle bu mala şu kadar para ödedim,' der, müşteri de onu tasdik eder (ek istediği fiyatı ve-rir)." Bu sözlerden sonra Resûlullah (s.a.v.): "Hakikat Allah'a olan ahitlerini ve yeminlerini az bir bedele satanlar var ya.,[262]." âyetini okumuştur. Bu hadisten açıkça anlaşıldığı üzere, satıcı, malının maliyeti hususunda yanlış bilgi vererek müşteriyi aldatmak suretiyle yüksek fiyat istemektedir ki bu davranışı imama isyan derecesinde bir suça eşdeğer sayılmıştır. Kullandığı yemin ifadesi de dikkate şayandır: Üst üste tekit ifadeleriyle yaldızlı bir yalan.[263] Bu hususla ilgili diğer hadisler de şunlardır: "Satıcı ile alıcı meclisten ayrılana kadar muhayyerdirler. Her ikisi de dürüst olup (açıklanması gereken şeyleri) açıklarlarsa bu alış veriş kendilerine bereketli kılınır. Eğer yalan söyler ve (açıklanması gereken şeyleri) gizlerse bu alış verişin bereketi giderilir." [264]"'Bende ondan on kat daha iyisi var,' diyerek biriniz diğerinin satışı üzerine satış yapmasın."[265] Bu hadis, malı aşırı derecede övmeye yönelik ifadelerle, tamamlanmış bir akdi bozmayı amaçlayan aldatıcı reklama işaret etmektedir. [266]

Bb. Malı Olduğundan Farklı Göstermek

Günümüzde dahi sıkça başvurulan bir yöntem olan bu reklam hilesi, malın kalitesi hakkında yanlış bilgi verme ya da malı olduğundan farklı gösterme esasına dayanmaktadır. Yukarıda, kalite kontrol bölümünde de açıkladığımız üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.), bu tür hilelere yönelenleri ya bizzat uyarmış ya da çeşitli yasaklar koymuş ve her şeye rağmen başvurulan bu tür reklam hilelerinin zararını en aza indirecek çeşitli kaideler vaz' etmek suretiyle de, zarar gören tüketiciye muhayyerlik hakkı tanımıştır. Mezkûr bölümde serdedilen hileli buğday satıcı ve tasriye (sütü hayvanın memelerinde bırakarak yüksek verimli hayvanmış gibi gösterme) yöntemleri bu mevzunun da en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Bilindiği üzere tasriye yöntemiyle aldatılan kişiye muhayyer-lik hakkı verilmiştir. Aynı mahiyette bir başka misal de 'uhdetu'r-rakîk'''tir.[267] Buna göre; satın aldığı kölenin mevcut hastalık ya da özrü kendisine bildirilmeyen, ancak daha sonra bu durumun farkına vararak aldatıldığım anlayan müşteriye, akdi feshetme hakkı verilmiştir. Görüldüğü üzere burada da vasıfsız bir malın ayıbı gizlenerek yüksek kaliteliymiş gibi satılması söz konusudur. [268]

D. Haram Kılınmış Malların Alım Satımının Önlenmesi

İnsanların dünyevî ve uhrevî maslahatları icabı bazı yasaklar koymuş olan İslâm dini bunların ihlâlini önlemek için gerekli tedbirleri almaktan da geri kalmamıştır. Kullanımını yasakladığı bazı şeylerin arzını da engellemiş, bunu ise hasseten hisbe teşkilâtı vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Bu yasakların başında içki yasağını sayabiliriz. İçki yasağının akabinde çok sıkı tedbirler alan Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine Müslümanlarının ellerindeki bütün içki tulumlarının bir araya toplatılmasını emrederek hepsini bıçakla parçalamıştı (bir rivayete göre ise Ömer b. el-Hattâb'a emretmiş ve o parçalamıştı).[269] İçki ilebirlikte iki tulumlarda etmesi konuya hassasiyetini gösterse gerektir. Keysân'm ticaret maksadıyla Şam'dan getirmiş olduğu şarabı gördüğü zaman: "Ey Keysân! Senin ardından içki haram kılındı,"[270] diye ikazda bulunması içki ticaretini de yakından denetlediğinin bir göstergesidir. Yine, kendisine bir tulum içki hediye eden bir ada-ma:"Bunu Allah'ın haram kıldığını bilmiyor musun?" buyurması üzerine, adamın yanındaki birisinin, gizlice, onu satmasını söylemesine karşı ise içkinin ticaretinin de haram kılındığını bildirme [271]bu konudaki bir başka misaldir.

Sadece içkiyi haram kılmak, kullanım ve ticaretini denetlemekle kalmayan Hz. Peygamber (s.a.v.), içki hammaddesi olan üzün üreticilerine ürünlerini nasıl değerlendirecekleri hususunda

Page 25: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

danışmanlık da yapmıştır. Bu husustaki rivayet şöyledir: "Yemenli Feyrûz ed-Deylemî ve arkadaşları: 'Yâ Resûlallah (s.a.v.)! Biz üzüm ve içki sahipleriyiz. Allah ise içkiyi haram kılmıştır. Üzümü ne yapacağız?' diye sordular. Nebî: 'Kurutup kuru üzüm yapın!11 buyurdu. Feyrûz ve arkadaşları: 'Kuru üzümü ne yapacağız?' diye sordular. Nebî: 'Kırba içinde ıslatıp şerbet ve hoşaf yapın, akşam için. Akşam ıslatıp sabah için.' buyurdu."[272]

İçki yanında domuz ve domuz mamulleri ile ölü hayvanların kullanım ve ticaretini de yasaklayan Resûlullah (s.a.v.), bu yasaklara uyulması hususunda gerekli uyarılarda bulunmayı, genelgeler yayımlamayı ve denetimleri sürdürmeyi de ihmal etmemiştir. Fetih yılında Mekke'de iken "Allah içki, (ölü hayvan ve put satışını haram kıldı," buyuran Resûlullah (s.a.v.)'a "Yâ Resûlallah (s.a.v)! Ölü hayvan içyağına ne dersin? Onunla gemiler yağlanır ve kandillerde kullanılır." denildi de, "Hayır! O haramdır" cevabını verdi. Sonra bununla ilgili olarak Resûlullah (s.a.v.): "Allah Yahudiler'i kahretsin! Allah onlara o ölü hayvanjın içy ağını haram kıldığında, onu eritip sattılar ve parasını da yediler." buyurdu.[273] Vefatından iki ay önce Cuheynîler'e gönderdiği talimatta ise şöyle emrediyordu: "Leşlerden çıkan hiçbir şeye elinizi sürmeyin: Ne deriye, ne de sinirlere"[274] Bu rivayetlerde hijyenik kuralların tatbikine ve muhtesibin bu husustaki mükellefiyetine de işaret bulunduğu gözden kaçmamaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemindeki hayat seviyesi hususunda bir fikir vermesi ümidiyle aşağıdaki fiyat listesini sunuyoruz. Ancak malumatın kıt, dağınık ve ihtilaflı oluşu yanında o dönem ticarî muamelelerinin kısmen takas usulüyle de yapılması vb. gibi sebeplerden dolayı sadra şifa bir data çıkartabilmiş değiliz. Yine de faydadan hâlî olmayacağını zannediyoruz:

— 1 Kırba su (Rûme kuyusunun) = 1 dm (dirhem) [275]1 müd hurma[276]

— Rûme Kuyusu (Çapı 8 zira, derinliği 18 zira) = 20.000; 25.000[277]; 35.000; 40.000[278] dm; 400 dr (dinar)[279]

— Koyun = 0,5-1 dr[280]; 4-6 dm[281]

— 1 Sığır = 40-60 dr[282]

— 1 Deve = 22-480 dm[283] (İbn Mâce'nin bir rivayetine göre deve fiyatları ortalama 40 dm1 den 80 dm'e çıkmıştır.)[284]

— 1 Deve = 10 koyun[285]

— 1 At = 400 dm[286]

— 5 Vesk hububat = 200 dm[287]

— 1 Köle = 200-800 dm[288]

— Mekke valisi Attâb'm aylığı = 30 dm; 133 dm[289]

— Hacamat ücreti = 1 dm[290] veya 1-2 sâ hurma[291]

— Su taşıma ücreti = 2 sâ hurma[292]

— Medine-Hayber arası rehberlik ücreti= 20 sâ hurma[293]

— Pazarda hamallık ücreti = 1 müd hurma[294]

— Koyun çobanlığı ücreti= 1 kırat/koyun[295]

— Kuyudan su çekme ücreti = 1 hurma/kova[296]

— Şu'aybe (Cidde) —Habeşistan gemi bileti = 0,5 dr[297]

— 1 Kadûm (keser veya balta) = 1 dm[298]

— Çul + 1 su kabı = 2 dm[299]

— 1 Elbise = 40 dm[300]

— 1 Hülle = 27.30 dişi deve; 29 ukiyye gümüş[301]; 50 dr[302]

— 1 Hırka = 10-30 dm[303]

— 1 İpek kaftan = 2000-8000 dm[304]

— 1 Şalvar = 4 dm[305]

— 1 Gümüş kap (altın kakmalı) = 1000 dm[306]

— 1 Deve palanı (kadife) < 4 dm[307]

— 1 Kalkan = 3-5 dm[308]

Page 26: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

— 1 Mızrak = 4 dm[309]

— 1 Zırh = 4 dm[310]; Benû Seleme bölgesinde bir bahçe[311]

— 1 Zırh (enli) + 1 kılıç + 1 miğfer = 100 dr[312]

— Zırhın rehin değeri = 20 sâ buğday[313]

— 1 Kolye = 2 dm[314]

— 1 Gerdanlık (Altın ve boncuk karışımı) = 9-12 dr[315]

— Mescid-i Nebevi Arazisi = 10 dr[316]

— Mescid-i Nebevî'yi genişletmek için alman mücâVir arsa = 20.000; 25.000 dm[317]

dm = dirhem dr = dinar.[318]

Sonuç

Hedef zaman kesitimiz olan Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemi teori ve pratiğinden çıkartabildiğimiz kadarıyla, tabiî şartlarda işleyen bir piyasaya negatif yönde etki edecek her türlü sunî müdahale, nereden gelirse gelsin, merduddur. Meseleye, müdahaleci güçlerden biri olan devlet açısından bakıldığında bu tezi doğrulayan en bariz misal, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in narh koyması yönün-deki müracaatları reddetmesidir. Ancak devlet açısından bu tahdit mutlak olmayıp, piyasaya hâkim bazı güçlerin, İslâmî esasların aksine hareketle düzeni bozucu sunî müdahalelerde bulunması durumunda, bunların negatif tesirlerini bertaraf etmek ve piyasayı eski tabiî düzenine kavuşturmak üzere bir seri karşı-devlet müdahalesi kaçınılmaz olabilir. Zira, 'Müdahaleye Mevzu Olan Muameleler' kısmında ele aldığımız prensiplerden çıkartabildiğimiz sonuca göre, devletin piyasaya müdahale etmemesi esası asla 'laissez faire' (bırakınız yapsınlar) şeklindeki bir ekonomik anlayışa varacak boyutlara taşınamaz.

Ne var ki kâmil bir pazar asayişinin temini ancak piyasa üzerinde tam bir kontrol kurmakla mümkündür. Bunun için de İslâm ahkâmının carî ve Müslümanların hâkim olduğu bir piyasanın tesisi kaçınılmazdır. Bunun en güzel örneği ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kurduğu 'Medine Pazarı'âır.

Devletin müdahale yetkisini kuvveden fiile geçirecek kusursuz ve fonksiyoner icra organlarının teşkili de bu prosedürün önemli bir parçasıdır. Bunun en güzel örneği ise, daha o dönemde temelleri atılıp teşkilâtlı bir yapıya kavuşturulan 'Hisbe' müessesesidir. [319]

Bibliyografya

Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. I-VI, Bulak 1313.

Akranı Khan, Muhammad, al-Hisba and the Islamic Economy (İbn Taymiyah, Public Duties in islâm, trc. Muhtar Hol-land, tahkik: Hurshd Ahmad sonunda), Leicester 1982.

Akşit, Mustafa Cevad, Modern Ticaret Hukuku ve îslâm Ticaret Hukukunda Haksız Rekabet, İstanbul 1982.

Ali Cevâd, el-Mufassal fi tarihi'l-Arab kable'l-îslam, c. I-IX, Beyrut 1968-72.

Âlûsî, Ebu'1-Fadl Şihabu'd-Din Mahmud Ruhu'l-Meanî fi tefsiri'l-Kur'âni'1-Azim ve's-Sebi'l-mesam7 c. I-XXX, Bulak 1301.

Aynî, Bedru'd-din Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umde-tu'l-Kârî şerhu Sahihi'l-Buharî, c. I-XX, Kahire 1392/1972.

Bayındır, Abdülaziz, "İslâm'da Faiz Mefhumu ve Unsurları", Para Faiz ve îslâm, İstanbul 1987, s. 117-143.

Belazurî, Ebu'l-Abbas Ahmed b. Yahya, Ensabu'l-eşraf (nşr. Muhammed Hamidullah), Kahire 1959.

Belazurî, Futuhu'l-buldan (nşr. Rıdvan Muhammed Rıdvan), Kahire 1932.

Buharı, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim, el-Ca-miu's-sahih, c. I-VIII, İstanbul 1315.

Darimî, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdi'r-rahman, es-Sünen, Dımaşkl349.

Dayfullah, Muhammed "el-Havatu'1-îktisadiyye fi ahdi'r-Resul", Mecelletu Külliyyeti'l-Adab, c. XIII/2. Riyad 1986, s. 759-816.

Debbağoğlu, Ahmet, İslâm İktisadına Giriş, İstanbul 1979.

Page 27: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Diyarbekrî, Kadi Hüseyin b. Muhammed b. el-Hasan, Tarihu'l-hamis, c.I-II, Kahire 1283.

Döndüren, Hamdı, İslam Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984.

Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş'âs es-Sicistanî, es-Sünen (nşr. îz-zet Ubeyd ed-De'as), c.I-V, Suriye (Hıms) 1388-94/1969-74.

Ebu Ubeyd, Kasım b. Sellam, el-Enıval (nşr. Muhammed Halil Herras), Kahire 1401/1981.

Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim, Kitabu'l-haraç (nşr. Kusayy Mu-hibbu'd-din el-Hatib), Beyrut 1979.

Efganî, Sa'id, Esvaku'l-Arab fi'l-cahiliyye ve'l-lslâm, Dımaşk, 1379.

Erkal, Mehmet, "İslâm Hukukunda Alış-Verişte Kar Haddi Araştırmasına Dir Tenkidi Görüş:", İslâm Hukukuna Göre Alış Verişte Vade Farkı ve Kar Haddi, İstanbul 1987, s. 197-212.

Es'ad, Mahmud, İslâm Tarihi (Sadeleştirip baskıya hazırlayanlar: Ahmed Lütfi Kazancı-Osman Kazancı), İstanbul 1983.

Ezrakî, Muhammed b. Abdillah, Ahbâru Mekke ve mâ câ'e fihâ mine'l-âsâr (nşr. Ruşdî es-Salih Melhas), c. I-II, Beyrut 1399/1979.

Fası, Ebu't-Tayyib Takiyyu'd-din Muhammed b. Ahmed, Şi-fa'u'garam bi-Ahbari'1-Haram, c. I-II, Beyrut, ts. (Dâru'-Kutubi'l-ilmiyye). Foster, Benjamin R., "Agoranomos and Muhtasib", Jesho, c.XI-11/2, Leidenl970, s. 128-144. Gazzalî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyau ulûmi'd-din (trc. Ahmed Serdaroğlu), c.I-IV, İstanbul 1974-75. Hakim, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah en-Nisaburî, el-Müstedrek ale's-Sahihayn, c.I-IV, Haydarabad 1915-23. Halebî, Ali b. Burhani'd-din, İnsanu'luyun fi sireti'l-Emini'l-me'mun: es-Siretu'l-Halebiyye, Beyrut, ts. (Daru'1-Marife).

Hamidullah, "Hz. Peygamber'in İslâm Öncesi Seyahatleri" (trc.Abdullah Aydınlı), Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler

Fakültesi Dergisi, sy. 4, Ankara 1980, s. 327-342. Hamidullah, "el-llaf veya İslâm'dan Önce Mekke'nin İktisadi

Doplamatik Münasebetleri" (trc. İsmail Cerrahoğlu), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. IX,

Ankara 1961, s. 213-222. Hamidullah, İslâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), c. I-II, İstanbul

1400/1980. " Hamidullah, Modern Istisat ve İslâm (trc. Salih Tuğ, Y. Ziya Kavakçı), İstanbul 1969.

Hamidullah, el-Vesaiku's-siyasiyye, Beyrut 1403/1983. Hitti, Philip K., History oftheArabs, London 1986. Huzaî, Ebu'l-Hasan b. Muhammed et-Tilimsani, Tahricu'd-delalatu's-semiyye ala mâ kane fi ahdi Resûlillah sallallahu aleyhi ve sellem mine'l-hıraf ve's-sanai ve'l-umalati'ş-şeriyye, Kahire 1401/1980. İbrahim Mahmood, "Social and Economic Conditions in Pre Islamic Mecca" JMES, c. XIV, USA 1982, s. 343-358. İbn Abdi'1-Berr, Ebu Amr Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-lstiab fi marifeti 'l-ashab (İbn Hacer el-Askalânî, el-İsabe

kenarında) c. I-3V, Kahire 1328. İbn Habib, Muhammed b. Habib el-Haşimî, el-Munammak fi ahbari Kureyş (nşr. Hurşid Ahmed), Beyrut 1405/1985. İbn Habib, el-Muhabber (nşr. ilse Lichtenstadter), Haydarabad

1361/1942. İbn Hacer el-Askalanî, Şihabu'd-din Ahmed b. Muhammed, el-Isâbefi temyizi's-sahabe, c. I-IV, Kahire 1328. İbn Hacer el-Heysemî, Nuru'd-din Ali b. Ebi Bekr, Mecmau'z-zevaid ve menbau'l-fevaid, c.I-X, Beyrut 1967. İbn Havkal, Ebu'l-Kasım b. Havkal Kitabu sureti'l-ard (nşr. DeGoeje), Leiden 1938-39. İbn Hibban, Ebu Hatim Muhammed b. Hibban b.Ahmed et-Temimî, es-Sîretu'n-nebeviyye ve ahbaru'l-hulefa, (nşr.

Aziz Beg), Beyrut, 1407/1987. İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdu'l-melik, es-Siretu'n-nebeviyye

(nşr. Mustafa es-Sekka ve dğr.) c. I-IV, Kahire 1375/1955.

İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebu Abdillah Şemsu'd-din Mubammed, et-Turuku'lhukmiyye fi siyaseti'ş-şeriyye (nşr. Muham-med Hamid el-Fakkî), Kahire 1317.

İbn Kesîr, Ebu'1-Fida, İsmail b. Ömer, el-Bidaye ve'n-nihaye, c.I-XIV, Kahire 1351-58/1932-39.

İbn Kesir, es-Siretu'n-nebeviyye (nşr. Mustafa Abdu'l-vahid), c. I-IV, Beyrut 1396/1976.

îbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'anVl-azim (nşr. Muhammed İbrahim el-Bernıa ve dğr.), c. I-IV, Kahire 1390/1971.

İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî, es-Sü-nen (nşr. M. Fuad Abdu'1-baki), c.I-II, Kahire, 1372/1952.

Page 28: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

İbn Sa'd, Muhammed b. Sa'd, et-Tabakatu'l-kubra (nşr. İhsan Ab-bas), c.I-IX, Beyrut 1388/1968.

İbn Şebbe, Ebu Zeyd Ömer b. Şebbe, Tarihu'l-Medineti'l-münevvere (nşr. Habib Mahmud Ahmed), c.I-IV, Cidde 1399/1979. İbn Teymiyye, Ebu'l-Abbas Takiyyu'd-din Ahmed, Mecmu'u fetaua (nşr. Abdurrahman b. Muhammed), c.I-XXXVII, Riyad 1381-86.

İbnu'l-Arabî, Ebu Bekr Muhammed b. Abdillah, Âridatu'l-Ahvezî lişerhi Sahîhi't-Tirmizî, c. I-XIII, Beyrut, ts. (Daru'l-Kutubi'l-Arabi).

Îbnu'1-Esir, Ebu'l-Hasan Ali b. Ebi'l-Kerem Muhammed b. Muhammed eş-Şeybanî, el-Kamil fi't-tarih (nşr. C. J. Tornberg), c.I-XIII, Leiden 1851-76.

Îbnu'1-Esîr, Usdu'l-gabe fi marifeti's-sahabe (nşr. Muhammed İbrahim el-Benna ve dğr.) c.I-VII, Kahire 1390-93/1970-73.

İbnu'1-İmad, Ebu'l-Felah Abdu'1-hayy, Şezeratu'z-zeheb fi ahbari

men zeheb, c.I-VIII, Kahire 1350-51. Ibnu'l-Uhuvve, Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşî,

Mealimu'l-kurbe fi ahkami'l-hisbe (nşr. Muhammed Mahmud Şaban-Sıddık Ahmed İsa el-Mutiî), Kahire

1976. İsbehanî, Ebu Nuaym Ahmed b.Abdillah, Delailu'n-nübüvve, Haleb, ts. (Daru'1-Vay).

Kali Ebu Ali İsmail b.el-Kasım, el-Emalî ve'z-zeyl ve'n-nevadir, C.

I-III, Beyrut, ts. (Darul-kutubi'l-ilmiyye). Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, c.I-II, İstanbul

1987. Kastallanî, Ebu'l-Abbas Şihabu'd-din Ahmed b. Muhammed, Irşadu's-sarî li-şerhi Sahihi'l-Buharî, c. I-X, Bulak 1327/1909.

Kavakçı, Yusuf Ziya, Hisbe Teşkilatı, Ankara 1975. Kettanî, Muhammed Abdu'1-hayy b. Abdi'l-kebir, et-Teratibu'l-idariyye: Nizamu'l-hukumeti'n-nebeviyye (nşr. Hasan Cana), c. I-II, Beyrut, ts. Kister, M. J., "Mecca and Tamim (Aspects of their Relations)",

JESHO, c. VIII, Leiden 1965, s. 113-163. Koksal, Mustafa Asım, İslâm Tarihi, c.I-VIII, İstanbul 1981. Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Cami li-Ahka-mi'l-Kur'an (nşr. Ebu İshak İbı-ahim), c.I-XX, Kahire

1386-7/1966-7.

Lammens, H., "Kureyş" md., İA, VI, 1014-1019. Malik b. Enes, el-Muvatta (nşr. M. Fuad Abdu'1-baki), c.I-II, Kahire 1370/1951. Maverdî, Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed, el-Ahkamu's-sultaniyye, Beyrut 1405/1985.

Mevdudî, Ebu'1-Ala, Faiz (trc. M. Hasan Beşer), İstanbul 1979. Munzirî, Ebu Muhammed Abdu'1-Azim b.Abdi'1-kavi et-Tergib ve't-terhib (nşr. M. Muhyi'd-din Abdu'l-hamid), c. I-VI,

Beyrut 1399/1979. Müslim b. Haccac, Ebul-Huseyn el-Kuşeyrî} el-Camiu's-sahih

(nşr. M. Fuad Abdul-baki), c. I-IV, Beyrut 1375/1966. Nesai, Ebu Abdi'r-Rahman b. Şuayb, es-Sünen, c.I-VIII, Kahire 1312. Nesai, Sünen'ün-Neseî (trc. A. Muhtar Büyükçınar-Ahmet Tekin-Ö. Faruk Harman-Yaşar Erol), c.I-VIII, İstanbul 1981. Ömeri, Abdu'1-aziz b.İbrahim, el-Hıraf ve's-sma'a fi'1-Hicaz fi as-ri'r-Resûl, Riyadl985.

Pakalm, Ahmed Zeki, Osmanlı Tarih deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I-III, İstanbul 1971-72.

Paret, R., "Dar al-Nadwa" md., el (İng.) II, 128.

Razı, Ebu Abdillah Muhammed b.Ömer, Mefatîhu'lgayb (nşr. Muhammed Muhyi'd-dîn Abdu'l-hamid), c. I-XXXII, Kahire 1934-62.

Reşid Nasır b. Sa'd, "Teamulul-Arabi't-ticarî ve keyfiyyetuhu fi'l-asri'lcahili" (el-ceziretu'1-Arabiyye kable'l-İslham içinde), Riyad 1404/1984, II, 215-249.

Semhudî, Nuru'd-din, Ebu'l-Hasan, Hulasatu'l-Vefa bi-ahbari dari'l-Mustafa, Cidde 1403/1983.

Semhudî, Vefau'l-vefa bi-ahbari dari'l-Mustafa, Kahire 1326.

Serahsî, Şemsul-eimme'Muhammed b. Ahmed b. Sehl el-Mebsut, c. I-XXX, Kahire 1324-31.

Serahsî, Şerhu Kitabi's-siyerVl-Kebir (nşr. Abdu'1-aziz Ahmed Sa-lahu'd-din el-Muneccid), c.I-V, Kahire 1971-72.

Suyuti, Ebul-Fadl Celalu'd-din Abdu'r-rahman b. Ebi Bekr, el-Hasaisu'l-kubra, c.I-III, Kahire

Page 29: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

1386/1967.

Şevkanî, Muhammed b. Ali Neylu'l-evtâr şerhu Munteka'l-ahbar, c. I-VIII, Kahire 1391/1971.

Şurbacî, el-Bişrî, et-Tesir fi'l-îslâm, İskenderiyye 1393/1973.

Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Tarihu'lumem ve'1-muluk (nşr. Muhammed Ebu'1-Fadl), c. I-XI, Kahire 1960-70.

Taberî, Camiu'l-beyan an tevili'l-eseri ue'l-Kur'an, c. I-XXX, Bulak 1323-29.

Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, el-Camiu's-Sahih (nşr. A. Muhammed Şakir- M. Fuad Abdulbaki-İbrahim Utve îvad), c.I-VI, Kahire 1395-98/1975-78.

Tuğ, Salih, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı (nşr. Mehmet Erkal), İstanbul 1984.

Uludağ, Süleyman, İslâm'da Faiz Meselesine Yeni Bir Bakış, İstanbul 1988.

Ülgener, Sabri, Darlık Buhranları ve İslâm İktisat Siyaseti, Ankara 1984.

Vakıdî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer, Kitabu'l-megazî (nşr. M. Jones), c. I-III, London 1965-6.

Weir, T. H., "Darünnedve" md., İ.A., III, 492-493.

Yakubî, Ahmed b. Ebi Yakub b. Cafer, et-Tarih (nşr. M. Th. Houts-c.I-II, Leidenl883.

Yakut el-Hamevî, Yakut b. Abdillah el-Hamevî, Mucemu'l-bul-dan (nşr. F. Wüstenfeld), Leipzig 1866-73.

Yeniçeri, Celal, İslâm'da Devlet Bütçesi, İstanbul 1984.

Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, İstanbul 1980.

Yıldız, Hakkı Dursun, "İslâm Öncesi Arap Hayatı", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986,1,140-156.

Zebidî, Zeynu'd-din Ahmed b. Ahmed, Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi (trc. ve şerh: Ahmed Naim-Kamil Miras), c. I-XIII, Ankara 1978.

Zehebî Şihabu'd-din Muhammed b. Ahmed, Siyeru alami'n-nu-bela, c.I-XXIII, Beyrut 1405/1985.

Zemahşeri, Carullah Mahmud b. Ömer, el-Faik fi garibVl-hadis (nşr. Ali Muhammed el-Bicavî-Muhammed Ebu'l-Fadl), c. I-IV, Kahire 1971. [320]

[1] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/401-402.[2] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/403.[3] Hitti, Philip, K., History oftheArabs, s. 67-86.[4] îbn Habib, el-Munammak, s. 189-190.[5] İbrahim Mahmood, Social and Ekonomic Conditions in Pre Islamic Mecca, s. 343.[6] İbn Habib, el-Muhabber, s. 263-268; Yakubî, et-Tarih, I, 270-271; Hamidul-lah, İslâm Peygamberi, II, 999 vd.[7] Yakubî, 1,242.[8] Zemahşerî, el-Faik, I, 53; İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, "Elefe", IX, 10; Firuzabadî, "el-Elf, s. 1024; Zebidî, Tacu'l-Arus, "Elefe", VI, 44.[9] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/403-404..[10] îbn Habib, el-Munammak, s. 42; Yakubî, I, 242; Kalî, el-Emalî, III, 199; Fasî, Şifau'l-Garam, II, 84.[11] îbn Habib, el-Munammak, s. 42; Fasî, II, 84.[12] Îbn Habib, el-Munammak, s. 42; Reşid, Nasır b. Sa'd, Teamulu'l-Aribi'î-ticarî ve keyfiyyetuhu fi'i-asri'l-cahili, s. 224.[13] İbn Habib, el-Munammak, s. 42; Belazurî, Ensabu'l-eşraf, I, 58; Yakubî, I. 242.[14] Diyarbekrî, Tarihu'l-Hamis, 1,156.[15] İbrahim, s. 345.[16] İbn Sa'd, I, 78; İbn Habib, el-Munammak, s. 42-45; el-Muhabber, s. 162-163; Belazurî, Ensâbu'l-Eşraf, I, 59; Yakubî, I, 244; Taberî, Tarihu'l-umem ve'l-muluk, I, 252; Kalî, III, 199.[17] îbn Habib, el-Munammak, s. 45; el-Muhabber, s. 163; Belazurî,Ensâbu'l-eşraf, I, 59; Taberî, Tarih, I, 252.[18] İbn Sa'd, I, 78; îbn Habib, el-Munammak, s. 44-45; Kalî, III, 199-200.[19] İbn Habib, el-Munammak, s. 43; Kalî, III, 199-200; îbn Sa'd, I, 78.[20] Kister, Mecca and Tamim, s. 120.[21] A.y.[22] Haykal, Muhammed Hüseyin, The Life of Muhammed, s. 250.[23] Ibn Hişam, II, 50.[24] Farklı rivayetler için bkz. îbn Sa'd, I, 75; Fası, II, 84; Yakubî, I, 242-243; Ibn Habib, el-Munammak, s. 42-45; Taberi, Tarih, I, 244; Cahiz, s. 70. Cahiz'in naklettiği rivayet îlafı, diğer kaynakların ittifaken verdiği tariften çok farklı bir şekilde açıklamaktadır ki buna göre: İlaf, Tay, Hasam ve Kudaa gibi Harem-i şerifin ve haram ayların hürmetine inanmayan Arap kurtlarının ve kabile tilkilerinin ve intikam peşinde koşanların şerrinden Mekke halkını korumak üzere (oluşturulacak bir savunma mekanizmasının masraflarını karşılamak için) Haşim'in kabile reislerinden topladığı vergilerdir.[25] îbn Sa'd, I, 75; Belazurî, Ensâbu'l-eşraf, I, 59.

Page 30: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/404-408.[26] Mekke ile Mina arasındaki bir yer olup Minâ'ya daha yakındır.[27] îbn Habib, el-Munammak, s. 219.[28] Birkeland, B..,The Lord Guideth, s. 122 vd. (Kister, Mecca and Tamim, s. 121'den naklen).[29] Wold, E.R., The Social Organization of Mecca and the Origins of islam, s. 330-337 (Kister, Mecca and Tamim, s. 121'den naklen).[30] Ali, Cevad, et-Mufassal, VII, 421.[31] "Kureyş" md., Î.A., VI, 1015.[32] İbrahim, s. 347.[33] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/408-410.[34] İbn Habib, el-Muhabber, s. 178-179; el-Munammak, s. 127.[35] İbn Habib, el-Munammak, s. 128; İbnu'1-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, I, 451-452; Fasî, II, 41-42.[36] Kister, Mecca and Tamim, s. 141.[37] Kister, Some Reports Cancerning Mecca from Jahiliyye to islam, s. 76. (İbrahim, Social and Economic Conditions in Pre Islamic Mecca, s. 349'dan naklen).[38] İbrahim, s. 350.[39] Bunlar ve Arap Yarımadasındaki diğer panayırlar hakkında toplu ve detaylı bilgi için bkz. Efganî, Esvaku'1-Arab, s. 193-389.[40] İbn Habib, el-Munammak, s. 164-181; İbrahim, s. 350.[41] îbn Habib, el-Munammak, s. 45-49; İbrahim, s. 350.[42] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/411-412.[43] İbn Habib, el-Munammak, s. 52-54,186-189, 275-281; îbn Kesir, es-Sîre, I, 259-262; Halebî, I, 211-215.[44] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/412-413.[45] İbn Sa'd, I, 70; Reşid, Teamülü I-Arab, s. 166.[46] İbrahim, s. 350.[47] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/413.[48] Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 1014.[49] Buhârî, Hac 45; Cihâd 180; Müslim, Hac, 344; Ebû Dâvud, Menâsik, 86; Ferâiz, 10.[50] îbnSa'd, I, 208-210.[51] Medine pazarları için bkz, İbn Şebbe, Tarîhu'l-Medîneti'l-münevvere, I, 305-306.[52] Taberî, Tefsir, III, 226-227; Kurtubî, Tefsir, IV, 118; îbn Kesîr, Tefsir, II, 51; Ali, VII, 419.[53] îbn Şebbe'nin bir rivayetinde Benû Kaynukâ Pazan'na gittiği kaydedilmektedir ki buna göre bu pazar, Benû Kaynukâ Pazarı olsa gerektir. Bkz. Îbn Şebbe, I, 304.[54] Hadis metninde bu fiilin karşılığı lâ yuntekasanne' olup naşir M. Fuad Abdu'1-Bâkî, bunu lâ yubtalenne' şeklinde şerh etmiştir.[55] İbn Mâce, Ticârât, 40; İbn Şebbe, I, 304.[56] Semhûdî, Vefâu'1-vefâ, I, 540.[57] Semhûdî, Vefâu'1-vefâ, I, 541.[58] Hadis metninde bu filinin karşılığı lâ tetehaccerû1 olup: tahrir (yani etrafını taşla çevirmek) suretiyle temellük etmeyin,' anlamındadır.[59] Semhûdî, Vefâu'1-vefâ, I, 540.[60] Tirmizî, Kıyamet 26; Zühd 4; Nesâî, Cenâiz 3; Ibn Mâce, Zühd 31.[61] Semhûdî, Vefâu'1-vefâ, I, 539.[62] Buhârî, Buyu I, 49; Menâkibu'l-ensâr 3.[63] İbn Hanbel, III, 322, 339,492; İbn Sa'd, I, 216; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 140-141; Kettânî, et-Terâtibu'1-idâriyye, II, 164.[64] Kister, The Market of the Prophet, s. 276.[65] Erkal, Mehmet, "İslâm Hukukunda Aîış-Verişte Kâr Haddi" Araştırmasına Dâir Tenkidi Görüş, s. 204[66] Semhûdî, Vefâu'1-vefâ, I, 540.[67] A.g.e.[68] Kister, The Market of the Prophet, s. 276. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/414-419.[69] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/420.[70] Uludağ, Süleyman, İslâm'da Faiz Meselesine Yeni Bir Bakış, s. 21.[71] UludağS.,a.g.e.,s. 21.[72] Mevdûdî, Faiz, s. 89.[73] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/421.[74] Uludağ, s. 22-23.[75] İbn Hişâm, I, 194.[76] Uludağ, s. 24-25, dn., 5.[77] Uludağ, s. 25.[78] İbn Hişam, II, 559.[79] Dayfullah, Muhammed, el-Hayûtu'l-iktisâdiyye fi ahdi'r-Resûl, s. 775.[80] Kurtubî, Tefsir, IV, 202.[81] İsbehânî, Delâilu'n-Nubuvve, s. 48; Suyutî, el-Hasâisu'1-kubrâ, II, 140.[82] Hz. Aişe'nin: "Bakara sûresinin ribâ hakkındaki son âyetleri inince Resülullah mescide çıkıp bunları okudu, sonra içki ticaretini haram kıldı" şeklindeki sözünden (Buharı, Salât 73; Müslim, Müsâkât 69, 70) hareket eden Uludağ, içkinin H. 4. senede haram kılındığını, dolayısıyla bu âyetlerin de takriben H. 4 sene civarında nazil olması gerektiğini ileri sürmektedir, bkz., s. 25. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/422-424.[83] Râzî, Tefsir, VII, 85.[84] Taberî, Tefsir, III, 68.[85] A.g.e.[86] Bayındır, Abdülaziz, islâm'da Faiz Mefhumu ve Unsurları, s. 121-122.[87] Râzî» VII, 86.[88] İbnu'l-Humâm, Fethu'l-kadîr, VII, 3-4. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/424-425.[89] Müslim, Müsâkât 82; Nesâı, Buyu 43, 44.[90] Müslim, Müsâkât 81; Ebû Dâvud, Buyu 12; Tirmizî, Buyu 23; Nesâî, Buyu 43, 44.[91] Buhârî, Buyu 77, 81; Müslim, Müsâkât 88; Nesâî, Buyu 50.

Page 31: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

[92] Müslim, Müsâkât 90; Nesâî, Buyu 48: Ebû Dâvud, Buyu 13.[93] Müslim, Müsâkât 91; Ebû Dâvud, Buyu 13.[94] Müslim, Müsâkât 94; Nesâî, Buyu 41.[95] Müslim, Müsâkât 96.[96] Müslim, Müsâkât 97.[97] Ebû Dâvud, Buyu 18; Tirmizî, Buyu 14; Nesâî, Buyu 36; İbn Mâce, Ticârât 53.[98] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/425-427.[99] Taberî, Tefsir, III, 66; Serahsî, el-Mebsût, XTV, 59; Hamidullah, el-Vesâik, s. 286.[100] Taberî, Tefsir, III, 66; Serahsî, el-Mebsût, XIV, 59; Hamidullah, el-Vesâik, s. 285-286.[101] Serahsî, el-Mebsût, XIV, 58; Hamidullah, el-Vesâik, s. 176,179; İslâm Peygamberi, I, 672.[102] Serahsî, el-Mebsût, XIV, 58.[103] Hamidullah, el-Vesâik, s. 228.[104] Hamidullah, el-Vesâik, s. 262.[105] Ebû Dâvud, Buyu 5.[106] Ebû Dâvud, Menâsik 56; Hamidullah, el-Vesâik, s. 361, 363. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/427-428.[107] Zebîdî, Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI, 449.[108] Yeniçeri, îslâm İktisadının Esasları, . 285.[109] İbn Mâce, Ticârât 12; Dârimî, Buyu 12.[110] Döndüren, Hamdi, İslâm Hukukuna Göre Ahm-Satımda Kâr Hadleri, s. 201.[111] Müslim, Müsâkât 129,130; Ebû Dâvud, Buyu 40, 47; Tirmizî, Buyu 40; İbn Mâce, Ticârât 6.[112] İbn Hanbel, II, 33.[113] Şurbacî, el-Bişrî, et-Tes'ir fı'1-İslâm, s. 63; Bkz. K., Tevbe, 3 vb.[114] İbn Mâce, Ticârât 6; Dârimî, Buyu 12.[115] İbn Mâce, Ticârât 6; Dârimî, Buyu 12; îbn Hanbel, I, 21.[116] Munzirî, et-Tergîb ve't-terhîb, III, 27; Şevkânî, Neylu'l-evtâr, V, 27.[117] İbn Hanbel, V, 27.[118] Munzirî, III, 28.[119] Munzirî, III, 27.[120] Ay.[121] Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 285. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/429-430.[122] Munzirî, III, 27. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/430-431.[123] İbn Hanbel, II, 33.[124] İbn Havkal, Kitâbu sûretVl-ard, I, 40.[125] Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 309.[126] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/431-432.[127] Buhârî, Edâhî 16; Müslim, Edâhî 24-34, 37; Ebû Dâvud, Dahâyâ 6.[128] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/432.[129] Buhârî, Buyu 72; Neshi, Büyü 57.[130] Sıddiqi, Mazharuddin, Development of Jslamic State, s. 41; (Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 388'den naklen).[131] Müslim, Büyü 17; Ebû Dâvud, Buyu 43; Tirmizî Buyu 12; Nesâî, Büyü 18; tbn Mâce, Ticârât 16.[132] Buhârî, Buyu 49. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/433-434.[133] Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 303, 321.[134] Buhârî, Buya 58, 64; Müslim, Buyu 20; Ebû Dâvud, Buyu 45; Tirmizî Buyu 11,18.[135] Buhârî, Buyu 68, 71; îcâre 14; Müslim, Buyu 19; Ebû Dâvud, Buyu 45, Nesâî, Buyu 18; İbn Mâce, Ticârât 15.[136] İbnu'l-Uhuvve, Me'âlimu'l-kurbe, s. 132; Zebîdî, VI, 456.[137] Müslim, Buyu 21.[138] Ebû Dâvud, Buyu 1; Tirmizî Buyu 4; Nesâî, Buyu 7; Eymân 22, 23; Ibn Mâce, Ticârât 3.[139] İbn Hanbel, III, 318-19; IV, 259; Aynî, Umdetu'l-kârî, XI, 281.[140] Ebû Dâvud, Buyu 45.[141] Buhârî, Buyu 68; îmân 42;Mevâkitu's-salât 3; Zekât 2; Şıtrûtl; Ahkâm 43; Müslim, îmân 97-99; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey'at 6,16,17, 24. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/435-436.[142] Buhârî, Buya 54, 55; Müslim, Buyu 30, 35, 36; Ebû Dâvud, Buyu 65.[143] Müslim, Buyu 33; Ebû Dâvud, Buyu 65; Nesâî, Buya 57.[144] Buhârî, Buyu 54, 56; Müslim, Buyu 37, 38; Ebû Dâvud, Buyu 65; Nesâî, Buyu 57.[145] Ebû Dâvud, Buyu 68; Tirmizî Buyu 19; İbn Mâce, Ticârât 20.[146] Ebû Dâvud, Buya 68; Tirmizî ,Bııyû 19; Nesâî, Buyu 60; İbn Mâce, Ticârât 20.[147] İbn Mâce, Ticârât 20.[148] Bu yasağın, günümüz ekonomilerinin imkân ve ihtiyaçları göz önüne alınarak yeniden değerlendirilmesinde fayda vardır. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/437-438.[149] Ebû Dâvud, Buyu 49; Tirmizî £uyû 73; İbn Mâce, Ticârât 27; İbn Hanbel, 111,85.[150] İbn Hacer el-Heysemî, Mecm.au'z-Zevâid,lV, 100.[151] Tam bir gönül dinginliği, tutumsuzluk içinde isteklerden sıyrılıp direnç göstermeden kendini Tanrı istencine vermeyi ve Tanrısal ruh dinginliği kazanmayı amaç edinen dünya görüşü taraftarı.[152] Ülgener, Sabri, Tarihte Darlık Buhranları, s. 128-129.[153] İbnu'l-Arabî, 'Âridatu'l-Ahvezî, VI, 54.[154] Ülgener, s. 124.[155] Yeniçeri, îslâm İktisadının Esasları, s. 320.[156] İbn Mâce, Ticârât 6; Dârimî, Buya 12.[157] Ülgener, s. 124-125.

Page 32: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

[158] Müslim, Cum'a 36-38; Kurtubî, Tefsir, VIII, 109-110.[159] İbn Hibbân, es-Sîretu'n-Nebeviyye, s. 315; İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb 1,12; Es'ad, Mahmud, İslâm Tarihi, s. 815.[160] Buhârî, Megâzî 65; Müslim, Sayd ve Zebâih 17-21; îbn Hanbel, III, 306, 311; V, 114.[161] Vâkıdî, el-Megâzî, I, 375; II, 671; Diyârbekrî, II, 46.[162] Serahsî, Şerhu Kitâbi's-siyeri'l-keblr, I, 279.[163] Müslim, Cihâd 71.[164] îbnSa'd, 1,409.[165] Buhârî, Cizye 1; Megâzî 12; Rikâk 7; Müslim, Zühd 6; Tirmizî, Ktyâme 28;İbnMâce,FitenlS.[166] ÎbnSa'd, 11251,252.[167] İbnSa'd, I, 409.[168] Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 1139-1140.[169] Kettânî, nüfus hakkında bir fikir vermesi hasebiyle, Gazzâli'nin ihya sm-daki: "ResûluUah vefat ettiğinde ashabı yirmi bin idi," şeklindeki ifadeyi, ve Irâkî'nin: "Muhtemelen Medine'deki ashabını kastetmektedir," şeklindeki yorumunu da katarak nakletmekte ve keza Beyhakî'nin: "Resûlullah'ın ruhu kabz olunduğunda cenaze namazını otuz bin kişi kıldı," şeklindeki rivayetini, yine bununla ilgili olarak Sehâvî'nin: "Muhtemelen Medine'yi kastetmektedir," tarzındaki yorumuyla birlikte zikretmektedir. Altmış bin rakamı ile ilgili rivayet ise şöyledir: "Resûlullah vefat ettiğinde Medine Müslümanları (nın nüfusu) altmış bin ve Arap kabileleri İle diğerleri (nin nüfusu) ise otuz bin idi."[170] Kettânî, 11,407.[171] îbnSa'd, I, 408.[172] Tirmizî, Da'auât 24; Ibn Hanbel, 1,106,135; VI, 298; İbn Sa'd, VIII, 25.[173] İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Turuku'l-hukmiyye, s. 253-254.[174] Ebû Dâvud, Buyu 7; İbn Mâce, Ticârât 34; Nesâî, Buya 54.[175] Şurbacî, s. 22.[176] İbn Hibbân, s. 315.[177] İbn Teymiyye, XXVIII, 95-96.[178] Buhârî, Şerike 5,14; M 5; Müslim, Itk 1; Eymân 47, 48, 51; Ebû Dâvud, Itk 6; Tirmizî, Ahkâm 14; Nesâî, Buyu 105,106; İbn Mâce,/fA 7.[179] İbn Kayyim, s. 237-238.[180] İbn Teymiyye, XXVIII, 100.[181] Şurbacî, s. 103.[182] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/439-450.[183] Akram Khan, Muhammed, Al-HishaandtheIslarricEconomy, s. 135-136.[184] Müslim, Âmân, 83, 85.[185] Mâverdî, s. 303 vd.; İbnü'l-Ukuvve, s. 73 vd.; Karaman, Günün Meseleleri, I, 268-269; Akram Khan, s. 138.[186] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/451-452.[187] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/452.[188] İbnu'l-Uhuvve, s. 11, 36.[189] Müslim, Âmân, 164; Ebû Dâvud, Si/yû 50; Tirmizî, Buyu 72;lbnMâce, Ticârât 36.[190] Tirmizî Buyu 4; İbn Mâce, Ticârât 3; İbn Hanbel, III, 428, 444.[191] İbn Hanbel, IV, 335-336.[192] İbnu'1-Esîr, Usdu'l-gâbe fi ma'rifeü's-sahâbe, II, 498; İbn Hacer el-Askalânî, II, 104; Kettânî, II, 52-53.[193] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/453-454.[194] İbn Abdi'1-berr, el-İstiâb fi esmâi'l-ashâb, II, 8; îbn Hacer el-Askalânî, II, 47; Kettânî, I, 285, 287.[195] İbnu'l-Uhuvve, s. 36.[196] Kettânî, I, 287.[197] İbn Abdi'1-berr, IV, 335; Kettânî, I, 285.[198] Hamidullah,/,s/âm Peygamberi, II, 990.[199] İbn Abdi'l-berr; IV, 341; Kettânî, I, 286.[200] Hamidullah, îslâm Peygamberi, II, 989.[201] İbn Hacer el-Askalânî, IV, 232; Kettânî, II, 39-40.[202] İbnu'1-Esîr, Usdu'l-gâbe, VII, 75; îbn Hacer el-Askalânî, IV, 278; Kettânî, II, 40.[203] İbnu'1-Esîr, Usdu'l-gâbe, VII, 270; İbn Hacer el-Askalânî, IV, 411; Kettânî, II, 40.[204] îbn Mâce, Ticârât 29; Îbnu'1-Esîr, Usdu'l-gâbe, VII, 245; Kettânî, II, 117.[205] İbn Hişâm, III, 48; Hamidullah, îslâm Peygamberi, I, 621.[206] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/454-455.[207] İbn Mâce, Ticârât 20.[208] Serahsî, el-Mebsût, XIV, 36.[209] Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 980[210] İbnHanbel,IV,206.[211] Yâkût, Mu'cem, II, 210-211[212] Hamidullah,îslâm Peygamberi, 1,1009.[213] Belûzurî, Ensâbu'l-eşrâf, I, 529.[214] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,1009; el-Vesâik, s. 164.[215] Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 993. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/455-456.[216] Buhâri, Buyu 49;Müslim,Buyu 33;EbûDâvud,Buyû 65; Nessâ,Buyû 57. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/456.[217] Buharı, Buyu 66; İbn Hanbel, II, 72.[218] Akram Khan, s. 139. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/456-457.[219] Erkal, İslâm Hukukunda Alış-Verişte Kâr Haddi, s. 204.[220] Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, I, 540.[221] A.g.e.[222] Buhârî, Şato 67.[223] Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 1140.

Page 33: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

[224] Buhârî, Mezâlim 29; Müslim, Musâkât 143; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, 11,1140-1141.[225] Buhârî, Mezâlim 22; İstizan 2; Müslim, Libâs 114 Ebû Dâvud, Edeb 12; Tirmizî, İstizan 30. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/458-459.[226] Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 281.[227] lbnu'1-Esîr, Usdu'l-gâbe, II, 498; İbn Hacer el-Askalânî, II, 104; Kettânî, II, 52-53.[228] İbn Mâce, Ticârât 29; İbnu'1-Esîr, Usdu'1-gâbe, VII, 245.[229] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/459-460.[230] Bkz K, 10:26; 53:31; Buhârî, Âmân, 37; Hamîdullah, islâm Peygamberi, II, 64; Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 384.[231] Munzirî, II, 572; Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 385.[232] Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 384.[233] A.g.e.[234] İbn Teymiyye, XXVIII, 114.[235] Buhârî, Buyu 64, 65; Şurût 11; Müslim, Buyu 11, 16, 23, 26, 28; Ebû Dâvud, Buyu 46; Tirmizî, Buyu 29; Nesâî, Buyu 14,16; ibn Mâce, Ticârât 46.[236] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/460-461.[237] Hûd, 11:84-85; 83:1-3 vb. gibi; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 993.[238] İsrâ, 17:35.[239] Şuarâ, 26:182.[240] Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 386.[241] İbn Mâce, Ticârât 35.[242] Buhârî Buyu 51.[243] Buhârî Buyu 52; îbn Mâce, Ticârât 39.[244] Buhârî Buyu 51, 54, 55; Müslim, Buyu 29-32, 34-36, 39, 41; EbûDâvud, Buyu 65; Nesâî, Buyu 55, 56, 58, 83; îbn Mâce, Ticârât 37.[245] Buhârî Buyu 34; Hibe, 23; Müslim, Musâkât 115; Radâ 57; Nesâî, Buyu 53; İbn Mâce, Ticârât 34.[246] Ebû Dâvud, Buyu 7; Tirmizî Buyu 66; Libâs 12; Nesâî, Buyu 54; İbn Mâce, Ticârât 34.[247] Nesâî, Buyu 54; İbn Mâce, Ticârât 34.[248] Ebû Dâvud, Buyu 8; Nesâî, Zekât 44; Buyu 54.[249] Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, s. 386. Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/461-463.[250] Müslim, Buyu 20; Ebû Dâvud, Buyu 45; Tirmizî, Buyu 13; Nesâî, Buyu 17; İbn Mâce, Ticârât 15.[251] Akşit, Cevat, Haksız Rekabet, s. 31.[252] Zuhruf, 43:32.[253] Akşit, s. 33.[254] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/463-464.[255] Bnhârî, Buyu 60; Müslim, Buyu 12, 13.[256] Buhâri, Buyu 58, 64, 70; Müslim, Nikâh 51, 52;Buyû 11; Birr 30, 32; Ebû Dâvud, Buyu 44; Tirmizî, Buya 65; Nesâî, Buyu 17, 19; İbn Mâce, Ticârâî 14.[257] Buhârî, Buyu 60. Neceşin fıkhî hükümleri için bkz. Senhûri, Mesâdiru'l-hakk, II, 73-76.[258] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/464.[259] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/465.[260] Buhârî, Tefsîru Sureti Âli îmran 3; Buyu 27.[261] Müslim, Musâkât 131-132; Nesâî, Buyu 5; îbn Mâce, Ticârât 30.[262] Ebû Dâvud, Buyu 60; Nesâî, Buyu 6; îbn Mâce, Ticârât 30. Cihâd 42.[263] Bu yemine fıkıh dilinde Vemin-i gamûs' denilir ki bilerek ve isteyerek yalan yere yemin etmektir. Hanefiler'e göre bu yeminin keffâreti yoktur, çünkü ancak tövbe ve istiğfar ile affolunabilir. Eğer bu tür bir yeminle kul hakkı gasbolunmuş ise helâllaşmak ve hakkı iade etmek ile sorumluluklar kurtulunur. Bkz. Zebîdî, VII, 217-219.[264] Müslüm Buyû 47; Ebû Dâvud, Buyu 51; Nesâî, Buyu 8.[265] Ebû Dâvud, Büyü 43.[266] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/465-466.[267] Muvatta, Buyu 3.[268] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/466-467.[269] Hâkim, el-Müstedrek, IV, 144-145.[270] İbn Hanbel, IV, 335-336.[271] Muvatta, Eşribe 5.[272] Ebû Ubeyd, el-Emvâl, s. 105-106.[273] Buhârî Buyu 112; Tefsir 6; Müslim, Musâkât 12,13,14, 74; Ebû Dâvud, Buyû64;Eşribe7;Tirmia,Bzoû 60;Nesâî,Bu,yû 93;îbnMâce,Ticârât 11.[274] İbn Hanbel, IV, 310-311; Hamidullah, el-Vesaik, s. 265; İslâm Peygamberi, I, 471.[275] Zebîdî, VIII, 241.[276] Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, II, 139; İbn Hacer, el-Askalânî, I, 540; Zebîdî, VI-II, 241; VII, 196.[277] İbn Abdi'1-berr, III, 72; Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, II, 139-140.[278] Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, II, 138-139; îbn Hacefol-Askalânİ, I, 540; Zebîdî, VII, 196; VIII, 241.[279] İbn Sa'd, I, 506; Zebîdî, VII, 196; VIII, 240-241.[280] Buhârî, Menâsik 28; Ebû Dâvud, Buyu 21; Tirmizî, Buyu 34.[281] İbn Mâce, Diyât 6.[282] İbn Mâce, Diyât 6.[283] îbn Sa'd, VIII, 21; Zebîdî, VI, 401; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 235.[284] İbn Mâce, Diyât 6[285] Tirmizî, Siyer 39.[286] îbn Sa'd, I, 489; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 235.[287] Serahsî, el-Mebsût, III, 3.[288] Müslim, Eymân 58; Nesâî, Zekât, 60; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 236.[289] îbn Hişâm, IV, 500; Kettânî, I, 246; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 987.[290] Kettânî, II, 105.

Page 34: Cengiz Kallek, Asrı Saadette Devlet Piyasa İlişkisi

[291] Ebû Dâvud, Buyu 39; Tirmizî, Buyu 48; İbn Sa'd, I, 443.[292] İbn Abdi'1-berr, IV, 131.[293] Kettânî, I, 349.[294] Buhârî, Zekât 10; îcâre 13; Tefsir 11; Müslim,Zekât 74; İbn Mâce, Zühd 12; İbn Hanbel, V, 273.[295] Buhârî, İcâre 2; İbn Mâce, Ticârât 5; Zebîdî, VII, 29.[296] Tirmizî, Kıyamet 15.[297] ZebîdîX,51[298] Ebû Dâvud, Zekât 26; Tirmizî, Buyu 10; İbn Mâce, Ticârât 25.[299] Tirmizî, Buyu, 10; İbn Mâce, Ticârât 25; İbn Hanbel, III, 114.[300] Hamidullah, İslâm Peygamberi II, 236.[301] İbn Sa'd, I, 461; İbn Hacer, el-Askalânt, II, 428; Kettânî, II, 87.[302] İbn Sa'd, IV, 65.[303] Nesâî, Katu's-sârik 5; İbn Sa'd-1, 461.[304] Müslim, Libâs 16; Nesâî, Zînet 90; Kettânî, II, 87.[305] Nesâî (Suyûtî şerhi), VII, 372-373.[306] Tirmizî, Tefsir 6.[307] îbn Mâce, Menâsik, 4.[308] Buhârî, Hudûd 13; Müslim, Hudûd 6; Ebû Dâvud, Hudûd 16; Tirmizî, Hudâd 16;~Nesâî,Katu's-sârik 8;îbnMâce, Hudûd 12;İbn Hanbel, 11,64.[309] Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 234.[310] İbn Sa'd, VIII, 20.[311] Müslim, Cihâd 41.[312] İbn Sa'd, IV, 132.[313] Tirmizî, Buyu 7.[314] Ebû Dâvud, Cihâd 133; Nesâî, Cenâiz 66; İbn Mâce, Cihâd 34; Muvat-ta,Cihâd 13.[315] Ebû Dâvud, Buyu 13.[316] îbn Sa'd, I, 239.[317] Nesâî, Vakıf 4; Semhûdî, I, 241.[318] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/467-471.[319] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/472.[320] Cengiz Kallek, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/473-479.