dünya masalları - friedrich-ebert-schule kamen · 2020-03-16 · üç gündür lokma koymadım....
TRANSCRIPT
1İsmail Erkara
Dünya Masalları
2İsmail Erkara
3İsmail Erkara
18 tane meşhur dünya masalını senin için seçtim.
Sen de Türkçelerini altlarına yaz. Resimleri kes ve yapıştır.
Holle Kadın - Kurbağa Prens - Kırmızı Başlıklı Kız–
Yıldız Yağmuru - Bezelye Prenses – Güzel ve Çirkin – Bremen Mızıkacıları
- Hansel ile Gretel - Çirkin ördek yavrusu
4İsmail Erkara
Çizmeli Kedi - Parmak Kız – Pinokyo –
Uyuyan Güzel – Kurt ve 7 Keçi Yavrusu – Külkedisi (Sindirella) –
Pamuk Prenses ve 7 Cüceler – Rapunzel – 1001 Gece Masalları
Keloğlan -
5İsmail Erkara
Burda gördüğün resimler Dünya Masalları’na ait.
Kes ve çalışmada boş bırakılan yerlere uygun şekilde yapıştır.
6İsmail Erkara
Rapunzel (Rapunzel)
Bir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok
istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark etmiş.
Bir gün pencereden komşu evin bahçesindeki güzel çiçekleri ve sebzeleri
seyrederken, kadının gözleri sıra sıra ekilmiş özel bir tür marula takılmış. O anda
sanki büyülenmiş ve o marullardan başka şey düşünemez olmuş.
“Ya bu marullardan yerim ya da ölürüm” demiş kendi kendine. Yemeden içmeden
kesilmiş, zayıfladıkça zayıflamış.
Sonunda kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş, öylesine endişelenmiş
ki, tüm cesaretini toplayıp yandaki evin bahçe duvarına tırmanmış, bahçeye girmiş
ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Ancak, o bahçeye girmek büyük cesaret
istiyormuş, çünkü orası güçlü bir cadıya aitmiş.
Kadın kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş ama bir avuç yaprak ona yetmemiş. Kocası ertesi
günün akşamı çaresiz tekrar bahçeye girmiş. Fakat bu sefer cadı pusuya yatmış, onu bekliyormuş.
“Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen!” diye ciyaklamış cadı. “Bunun
hesabını vereceksin!”
Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları nasıl canının
çektiğini, onlar yüzünden nasıl yemeden içmeden kesildiğini bir bir anlatmış. “O zaman,” demiş cadı sesini
biraz daha alçaltarak, “Alabilirsin, canı ne kadar çekiyorsa alabilirsin. Ama bir şartım var, bebeğiniz
doğar doğmaz onu bana vereceksiniz.” Kadının kocası cadının korkusundan bu şartı hemen kabul etmiş.
Birkaç hafta sonra bebek doğmuş. Daha hemen o gün cadı gelip yeni doğan bebeği almış. Bebeğe
Rapunzel adını vermiş. Çünkü annesinin ne yapıp edip yemek istediği bahçedeki marul türünün adı da
Rapunzel’miş.
Cadı küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel on iki yaşına gelince, dünyalar güzeli bir çocuk olmuş. Cadı bir
ormanın göbeğinde, yüksek bir kuleye yerleştirmiş onu. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş, sadece en
tepesinde küçük bir penceresi varmış.
Cadı onu ziyarete geldiğinde, aşağıdan “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş.
Rapunzel uzun örgülü saçlarını percereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutuna tutuna yukarı
tırmanırmış.
Bu yıllarca böyle sürüp gitmiş. Bir gün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. Daha çok
uzaktayken güzel sesli birinin söylediği şarkıyı duymuş. Ormanda atını oradan oraya sürmüş ve kuleye
varmış sonunda. Fakat sağa bakmış, sola bakmış, ne merdiven görmüş ne de yukarıya çıkılacak başka bir
şey.
7İsmail Erkara
Bu güzel sesin büyüsüne kapılan Prens, cadının kuleye nasıl çıktığını görüp öğrenene kadar hergün oraya
uğrar olmuş. Bir gün cadının oraya geldiğini görmüş. Cadı bir şeyler sölemiş ve uzanan saçlara tutunup
yukarı tırmanmış. Prens, cadının söylediklerini ezberlemiş. Ertesi gün hava kararırken, alçak bir sesle
“Rapunzel, Rapunzel ! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir
çırpıda yukarı tırmanmış.
Rapunzel önce biraz korkmuş, çünkü o güne kadar cadıdan başkası gelmemiş ziyaretine. Fakat prens onu
şarkı söylerken dinlediğini, sesine aşık olduğunu anlatınca korkusu yatışmış. Prens Rapunzel’e evlenme
teklif etmiş. Rapunzel de kabul etmiş, yüzü hafifce kızararak.
Ama Rapunzel’in bu yüksek kuleden kaçmasına imkan yokmuş. Akıllı kızın parlak bir fikri varmış. Prens
her gelişinde yanında bir ipek çilesi getirirse, Rapunzel’de bunları birbirine ekleyerek bir merdiven
yapabilirmiş.
Her şey yolunda gitmiş ve cadı olanları hiç farketmemiş. Fakat bir gün Rapunzel boş bulunup da. “Anne,
Prens neden senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma?” diye sorunca her şey ortaya çıkmış.
“Seni rezil kız! Beni nasıl da aldattın! Ben seni dünyanın kötülüklerinden korumaya çalışıyordum!” diye
bağırmaya başlamış cadı öfkeyle. Rapunzel’i tuttuğu gibi saçlarını kesmiş ve sonrada onu çok uzaklara
bir çöle göndermiş.
O gece cadı kalede kalıp Prensi beklemiş. Prens, “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye
seslenince, cadı Rapunzel’den kestiği saç örgüsünü uzatmış aşağıya. Prens başına neler geleceğini
bilmeden yukarıya tırmanmış.
Prens kederinden kendini pencereden atmış. Fakat yere düşünce ölmemiş, yalnız kulenin dibindeki
dikenler gözlerine batmış. Yıllarca gözleri kör bir halde yitirdiği Rapunzel’e gözyaşları dökerek ormanda
dolaşıp durmuş ve sadece bitki kökü ve yabani yemiş yiyerek yaşamış.
Derken bir gün Rapunzel’in yaşadığı çöle varmış. Uzaklardan şarkı söyleyen tatlı bir ses gelmiş
kulaklarına.
“Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş. Rapunzel, prensini görünce sevinçten bir çığlık atmış ve Rapunzel’in
iki damla mutluluk göz yaşı Prensin gözlerine akmış. Birden bir mucize olmuş, Prensin gözleri açılmış ve
Prens görmeye başlamış.
Birlikte mutlu bir şekilde Prensin ülkesine gitmişler. Orada halk onları sevinçle karşılamış. Mutlulukları
ömür boyu hiç bozulmamış.
Grimm kardeşler
8İsmail Erkara
Bezelye Prenses (Die Prinzessin auf der Erbse)
Bir zamanlar bir prens varmış. Bu prens evlenmek
istiyormuş, ama evleneceği kişi gerçek bir prenses
olmalıymış. Böyle birini bulmak için bütün dünyayı
dolaşmış, ama çok büyük bir hayal kırıklığına uğramış.
Çünkü, karşısına çıkan prenseslerin hakiki olup olmadığını
bir türlü anlayamıyormuş. Hep eksik bir şeyler bir şeyler
oluyormuş. Sonunda üzüntü ve umutsuzluk içinde yurduna
dönmüş.
Bir gece korkunç bir fırtına çıkmış; şimşekler çakıyor, gök
gürlüyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor,
kıyametler kopuyormuş. Derken sarayın kapısı çalınmış,
yaşlı kral gidip kapıyı açmış, fakat, o da ne? Kapıda,
yağmurdan ve fırtınadan perişan olmuş zavallı bir kız
duruyormuş. Üstelik her tarafından sular akan, tepeden tırnağa sırılsıklam olmuş bu kız gerçek
bir prenses olduğunu söylüyormuş.
“Eh, anlarız bakalım!” diye düşünmüş yaşlı kraliçe, ama kimseye bir şey söylememiş. Yatak
odasına gitmiş, yere bir bezelye tanesi koymuş. Bu bezelye tanesinin üzerine yirmi tane döşek,
döşeklerin üzerine de yirmi tane kaz tüyü yatak koymuş. Gece olunca prenses bu yatakta
yatmış. Sabah olunca kıza, gece nasıl uyuduğunu sormuşlar.
“Ah, korkunç bir şeydi!” demiş prenses. “Bütün gece gözümü bile kırpmadım! Allah bilir ne vardı
yatakta! Sert bir şeyin üstünde yatmışım gibi, her yerim çürüdü, mosmor kesildi! Gerçekten
berbattı!”
Böylece anlaşılmış ki, yirmi döşek ve yirmi kaz tüyü yatağın altındaki bezelye tanesini hissedecek
kadar nazlı, narin olduğuna göre, bu prenses hakiki bir prensestir!
Prens onunla evlenmiş. O bezelye tanesini de müzeye koymuşlar. Eğer kimse almadıysa, bugün
bile gidip görebilirsiniz onu.
Hans-Christian Andersen
9İsmail Erkara
Bremen Mızıkacıları (Die Bremer Stadtmusikanten)
Bir zamanlar yaşlı ve yorgun bir eşek varmış. Sahibinin onu artık
daha fazla beslemek istemediği ortaya çıkmış. “En iyisi
buralardan gitmek” diye düşünmüş eşek. “Bremen’de şarkıcılık
yaparım. Bazıları anırmamı pek bir beğenirdi zaten.” Böylece bir
sabah erkenden yola çıkmış.
Bir süre yürüdükten sonra iki büklüm bir köpekle karşılaşmış. “Artık
sahibime avda yardımcı olamayacak kadar yaşlandım.” demiş köpek
eşeğe. ”Sahibimde artık beni beslemiyor.” Eşek gülmüş. ”Benimle
Bremen’e gelsene şarkıcı oluruz,” demiş. Yola koyulmuşlar. Çok
geçmeden bir damın üzerinde üzgün oturan bir kedi görmüşler.
”Çok yaşlandım, fareler bile dalga geçiyorlar.” demiş kedi. “Sen
de bizimle gel.” demiş. eşek. “Sesin hala güçlü çıkıyor, şarkı
söyleriz Bremen’de.” Bağıra bağıra şarkılar söyleyerek yola
devam etmişler.
Bir çiftlik evinin yakınlarından geçerken kendi seslerinden yüksek bir sesle irkilmişler. ”Kuk-ku-ri-kuuuuuuuuu!…Sonum
geldi!” diyormuş iri bir horoz. Sonra eşek, köpek ve kediye yana yakıla anlatmış: ”Bu akşam sahibimin konukları
gelecek. Öyle hissediyorum ki, beni pişirip yiyecekler.”
Eşek ”Endişelenme, seninki gibi bir ses bize çok şey katar. Haydi gel şarkıcı olalım,” demiş.
Akşam olduğunda hepsi çok yorulmuş. Bir şeyler yemek ve uyumak istiyorlarmış. İlerde penceresinden ışık süzülen
bir kulübe görmüşler. Horoz uçup pencereden içeri bakmış. “Dört soyguncu görüyorum, nefis bir sofranın
başındalar.” demiş. “Bir planım var.” demiş eşek. Birbirlerinin sırtına tırmanmışlar.
En altta eşek, sonra köpek, onun üstünde kedi ve nihayet en tepede de horoz. Pencere yaklaşıp çıkarabilecekleri en
yüksek sesle bağırmaya başlamışlar. “İmdaaaat! Bu bir hayalet!” demiş soygunculardan birisi. ”Bence bir canavar!”
demiş ötekisi. ”Bence cadılar bastı!” demiş öteki. ”Annemi istiyorum,” demiş sonuncusu. Bir kaç dakika sonra dört
şarkıcımız soygunculardan kalan sofradaymışlar.
Geceleyin onlar uyurken soyguncular geri gelmişler. Ama hayvanlar hazırlıklıymış. Soyguncular içeri girer girmez,
eşek “Şimdi” demiş ve saldırıya geçmişler. Soyguncular bir daha hiç dönmemecesine kaçmışlar oradan.
Şarkıcılarımız da bu sevimli küçük kulübeye yerleşmişler. Bremen’e gitmeyi de bir süre ertelemişler ama her gün
şarkı söylemeyi unutmuyorlarmış. Eğer bir gün onları dinleme şansınız olursa, Bremen sakinlerinin ne büyük bir
tehlike atlattıklarını anlamanız güç olmaz.
Grimm kardeşler
10İsmail Erkara
Çirkin ördek yavrusu (Das hässliche Entlein)
Anne ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını
bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları
yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son
ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu. Sonunda
yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden
daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük
kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya
bakarak, “Umarım değişir.” dedi şefkatle.
Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi
hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay
ediyorlar, ona “çirkin ördek yavrusu” diye sesleniyorlardı. Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda
uzaklara gitmeye karar verdi. Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu. Mola verdi. Bir
yanda açlık, bir yanda korku. Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmakta
gecikmedi.
Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl
kıyısında geçirdiğini anladı. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu. Birden bir tüfek
sesi ile irkildi. Hiç zaman kaybetmeden oradan uzaklaştı. Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir
çiftlikte buldu. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu. Ateşin yanında uyumasına izin verdi. Fakat yavru
ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı.
Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etti. Sonunda bir göl kıyısına ulaştı. Bu arada
yalnız başına yaşamayı öğreniyordu. Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendisi
farkında olmadan görüntüsü değişiyordu. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel
görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu.
İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için
yaklaştılar. Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu. Birden
bire suda aksini gördü. O da ne!…
Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etti. Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu.
Grimm kardeşler
11İsmail Erkara
Yıldız Yağmuru Masalı (Der Sterntaler)
Küçük bir kızın annesi babası ölmüş. Sırtında yırtık bir elbisesi ve bir de
paltosu, cebinde bir dilim ekmeği, avucunda birazcık bozuk parası
varmış. Kışın soğuğunda kuşlara bakarak ısınıyor, titrerken
düşünüyormuş.
‘‘Bahar gelecek günün birinde. Kar taneleri yerine tomurcuklar
açacak ağaçlarda. Kış baharın habercisidir. Meleklere mektup
yazar, baharı göndermelerini isterim’’ dermiş.
Bunları düşünürken yaşlı bir adam çıkmış karşısına. ‘‘Param yok,
karnım aç. Bana para ver biraz. Sen küçük bir çocuksun. Nasılsa
doyururlar seni.‘‘ demiş. Kız hiç düşünmeden bütün parasını ihtiyara
uzatmış. Ama umutsuzluğa kapılmamış kız, sokakta bir başına
yürümüş.
Bir kadın belirmiş yanı başında. ‘‘Güzel çocuk.‘‘ demiş. ‘‘Yiyecek bir şey var mı cebinde? Ağzıma
üç gündür lokma koymadım. Kime başvurduysam geri çevirdiler beni.‘‘ Bir dilim ekmeği vardı ya,
onu yesin zavallı kadın. Kendisi bir şey yemeyeli iki gün olmuştu daha. ‘‘Al teyze.‘‘ demiş, ‘‘Benim
karnım tok, daha demin yemek yedim. İnan bana, daha olsaydı daha verirdim.‘‘
Sonra paltosunu küçük bir çocuğa giydirmiş. Gömleğini kendi boyunda bir kıza armağan etmiş.
Hava kararmış nasıl olsa, kimseler göremezmiş kendisini. Ama o bir kedi yavrusu görmüş.
Soğuktan sesi bile donmuştu kedinin, bıyıkları buz tutmuş. Başından çıkardığı kukuletayı kediye
sarmış.
Derken, kendini bir koruda bulmuş kız. Gökyüzüne bakmış. O anda kar dinmiş, bulutlar açılmış.
Ansızın beliren samanyolundan bir yıldız kaymış. Sonra bir yıldız, bir yıldız daha… Hepsi kızın
ayaklarının dibine düşmüş. Kız eğilip bakmış. Yıldızlar toprağa değdikçe altın oluyormuş. Artık
gelmemek üzere gitmiş kış. Altınlarla güzel yemekler, kalın kumaşlar almışlar. Bu masal da
burada bitmiş.
Grimm kardeşler
12İsmail Erkara
Holle Kadın
(Frau Holle)
Evvel zaman icin kalbur saman içinde dul bir kadının iki kızı
varmış. Biri hem güzel, hem de çalışkanmış. Öteki ise hem
çirkin, hem de tembelmiş; ama kendi öz kızı olduğu için
kadın bunu daha çok severmiş. Evde her işi güzel kıza
gördürürmüş. Zavallı kızcağız her gün sokakta bir kuyunun
başında oturup bez dokurmuş. Hem de o kadar çok
çalışırmış ki, parmaklarından kan fışkırırmış.
Günün birinde iplik sardığı makara kan içinde kalmış. Bunun üzerine kız kuyuya eğilerek makarayı
yıkamak istemiş. fakat makara elinden kayıp kuyuya düşmüş. Kızcağız ağlaya ağlaya üvey annesine
koşmuş. Başına gelen kazayı anlatmış. Kadın çocuğu adamakıllı azarlamış, sonra da hiç acımadan:
‘‘Makarayı kuyuya nasıl düşürdünse öyle alıp getireceksin. Sonra karışmam ha!‘‘ diye bağırmış.
Bunun üzerine kız kuyunun başına dönmüş ama ne yapacağını bilmiyormuş. Makarayı almak için ‘‘Ne
olursa olsun‘‘ diye kuyuya atlamış. Atlamış ama aklı başında değilmiş. Az sonra uyandığında, kendini
güzel bir çayırlıkta bulmuş.
Güneş parıldıyor, çevrede binlerce çiçek görünüyormuş. Yolda karşısına bir fırın çıkmış. Fırının içi
ekmekle doluymuş. Ekmek kıza seslenmiş: ‘‘Ne olursun beni fırından çıkar, beni fırından çıkar; yoksa
yanacağım, çoktan piştim ben…‘‘ Kız fırına yaklaşmış, ekmeklerin hepsini kürekle birer birer dışarı
çıkarmış.
Sonra yoluna gitmiş. Karşısına bir ağaç çıkmış; ağacın üzerinde pıtrak gibi elmalar sallanıyormuş, ağaç
kıza seslenmiş:‘‘Beni silkele, beni silkele. Biz elmalar hep olduk!‘‘ Kız ağacı sallamış, elmalar, yağmur
taneleri gibi yere dökülmüşler. Kız ağacın üzerinde hiç elma kalmayıncaya kadar silkelemiş. Elmaları bir
araya toplayarak koca bir yığın yapmış, sonra yine yola koyulmuş.
Sonunda küçük bir eve varmış. Penceresinden bir kocakarı bakıyormuş. Kadının dişleri pek iriymiş. Bunları
görünce kızın içine korku girmiş. Oradan kaçmak istemiş. Fakat yaşlı kadın arkasından seslenmiş: ‘‘Sevgili
çocuk, neden korkuyorsun? Gel burda kal. Evin bütün işlerini güzelce yaparsan sana bir kötülüğüm
dokunmaz. En çok dikkat edeceğin şey yatağımı güzel düzeltmek, iyice silkelemektir. Bunu yapınca
yatağın içindeki kuş tüyleri uçar. İşte o zaman yeryüzüne kar yağar. Benim adım Holle Kadın.‘‘
Kocakarı böyle tatlı tatlı konuşunca kızın içi ferahlamış; orada kalmaya karar vermiş. İçeri girerek işine
başlamış. Evin her işini seve seve yapıyormuş. Yatağı her zaman o kadar güçlü silkeliyormuş ki, tüyler kar
parçaları gibi uçuyorlarmış. Bu yüzden kadının evinde rahat bir yaşam geçiriyor, kötü söz işitmiyor, her
gün kızartmalar, kebaplar yiyormuş.
13İsmail Erkara
Küçük kız uzun zaman Holle Kadın‘ın yanında kalmış; fakat içinde hep bir üzüntü duyuyor, bunun
nedenini kendisi de bilmiyormuş. Sonunda anlamış ki, yurdunu özlemişmiş. Her ne kadar buradaki yaşamı
kendi evindekinden bin kat daha iyi geçiyormuşsa da, o yine evine dönmek istiyormuş. Bir gün
dayanamamış, Kocakarı‘ya demiş ki:
‘‘Evimi çok göreceğim geldi. Bu ayrılık acısına dayanamıyorum. Burada, yerin altında geçen yaşamım çok
iyi ama artık daha fazla kalamayacağım. Yine yukarıya dönmek istiyorum.‘‘
Holle Kadın: ‘‘Evine dönmek isteyişin hoşuma gitti. Bugüne kadar bana çok iyi hizmet ettiğin için, seni ben
kendi elimle yukarı çıkaracağım.‘‘ demiş. Kızı elinden tutmuş; büyük bir kapıya doğru götürmüş. Kapı
açılmış. Kız tam kapının altına geldiği zaman güçlü bir altın yağmuru başlamış. Durduğu yerle annesinin
evi arasında çok az aralık varmış.
Kız evin bahçesine girdiği zaman horoz kuyunun üzerine çıkmış, ötmeye başlamış. ‘‘Ö ö rö ö! Altından
küçük bayanımız yine geldi!‘‘ Kız eve girmiş, annesinin yanına gitmiş. Her yanı altınla kaplı olduğu için
kendisini hem annesi, hem üvey kız kardeşi güleryüzle karşılamışlar. Kız başına gelenleri bir bir anlatmış.
Annesi, bu altınların nasıl elde edildiğini öğrenince çirkin, tembel kızına da bunları kazandırmak istemiş.
Bu kızını da kuyunun başına oturtarak bez dokutmaya başlamış. Makarasının kana bulanması için kız
parmağına iğne batırmış. Elini dikenli çitlere vurmuş. Sonra makarayı kuyuya atmış. Arkasından da
kendisi atlamış. Öbür kız gibi kendini bir çayırda bulmuş. Aynı yoldan yürümeye başlamış. Fırına vardığı
zaman ekmek yine bağırmış: ‘‘Ne olursun beni dışarı çıkar, beni dışarı çıkar, yoksa yanacağım. Çoktan
piştim ben!.. ‘‘
Fakat tembel kız: ‘‘Doğrusu üstümü başımı kirletmeye vaktim yok!‘‘ demiş yoluna gitmiş. Az sonra elma
ağacının yanına varmış. Ağaç seslenmiş: ‘‘Ne olursun, beni silkele, kuzum beni silkele… Biz elmalar hep
olduk!‘‘ Kız: ‘‘Ya… çok bilmişsin… seni silkeleyim de kafama elmalar düşsün değil mi?‘‘ demiş; geçip
gitmiş.
Holle Kadın‘ın evine vardığı zaman hiç korkmamış. Çünkü onun koca dişlerini önceden duymuşmuş.
Hemen kadının hizmetine girmiş. İlk gün çok çalışmış. Holle Kadın‘ın her dediğini yapmış. Kocakarının
kendisine vereceği altınları düşünüyormuş. Fakat ikinci gün tembelliğe, işleri başından savmaya başlamış.
Üçüncü gün bu tembellik bir kat daha artmış. Sabah bir türlü yatağından kalkmak istemiyormuş. Tembel
kız Holle Kadın‘ın yatağını da yapmıyormuş. Bu yüzden tüyler de uçuşmuyormuş. Çok geçmeden bu
durum Holle Kadın‘ı kızdırmış. Kızı işinden çıkarmış. Tembel kız buna seviniyormuş. Altın yağmurunun
yağacağını umuyormuş. Holle Kadın onu da büyük kapıya kadar götürmüş. Fakat kız kapının altına
gelince altın yerine kocaman bir kazan dolusu zift başından aşağı boşalmış.
Holle Kadın: ‘‘İşte bu da senin hizmetlerinin ödülü!‘‘ demiş. Kapıyı kapamış. Tembel kız eve dönmüş. Her
yanı zifte bulanıkmış. Yine kuyunun başında duran horoz kızı görünce: ‘‘Ö ö rö ö! Pasaklı küçük
bayanımız yine geldi ‘‘ diye ötmeye başlamış. Kıza bulaşan bu zift, ömrü oldukça üzerinde kalmış.
Grimm kardeşler
14İsmail Erkara
Hansel ile Gretel (Hänsel und Gretel)
Bir zamanlar Hansel ve Gretel adında iki kardeş varmış. Anneleri
onlar daha bebekken ölmüş. Odunca olan babaları, anneleri
öldükten birkaç yıl sonra tekrar evlenmiş. Oduncunun yeni karısı hali
vakti yerinde bir aileden geliyormuş. Ormanın kıyısında virane bir
kulübede oturmaktan ve kıt kanaat yaşamaktan nefret ediyormuş.
Üstelik üvey çocuklarını da hiç sevmiyormuş.
Hansel ve Gretel çok soğuk bir kış gecesi, yataklarına yatmış
uyumaya hazırlanırken, üvey annelerinin babalarına, “Çok az
yiyeceğimiz kaldı. Eğer bu çocuklardan kurtulmazsak, hepimiz
açlıktan öleceğiz,” dediğini duymuşlar. Babaları bağırarak karşı
çıkmış. “Tartışmaya gerek yok. Ben kararımı verdim. Yarın onları
ormana götürüp bırakacağız.” demiş karısı.
“Endişe etme,” diyerek kardeşini teselli etmiş Hansel. “Evin yolunu buluruz.” O gece Hansel geç
saatlerde gizlice dışarı çıkmış ve cebine bir sürü çakıl doldurmuş. Sabah olunca, ailece ormana doğru
yürümeye başlamışlar. Yürürlerken Hansel cebindeki çakılları kimseye fark ettirmeden atıp, geçtikleri yolu
işaretlemiş. Öğle üzeri babalarıyla üvey anneleri onlar için bir ateş yakmışlar ve hemen geri
döneceklerini söyleyip ormanın içinde yok olmuşlar. Tabii geri dönmemişler.
Kurtlar etraflarında ulurken tir tir titreyen Hansel ve Gretel ay doğana kadar ateşin yanından
ayrılmamış. Sonra ay ışığında parlayan çakılları izleyerek hemen evin yolunu bulmuşlar. Babaları onları
görünce sevinçten havalar uçmuş. Üvey anneleri de çok sevinmiş gibi davranmış ama aslında kararını
değiştirmemiş. Üç gün sonra onlardan kurtulmayı tekrar denemek istemiş. Gece, çocukların odasının
kapısını kilitlemiş. Bu sefer Hansel’in çakıl toplamasına izin vermemiş. Ama Hansel zeki bir çocukmuş.
Sabah ormana doğru yürürlerken, akşam yemeğinde cebine sakladığı kuru ekmeğin kırıntılarını yere
saçıp arkasında bir iz bırakmış.
Öğleye doğru üvey anneleriyle babaları çocukları yine bırakıp gitmişler. Onların geri dönmediklerini
görünce, Hanse ve Gretel sabırla ayın doğup yollarını aydınlatmasını beklemişler. Ama bu sefer geride
bıraktıkları izi bulamamışlar. Çünkü kuşlar bütün ekmek kırıntılarını yiyip bitirmişler.
Bu defa çocuklar gerçekten de kaybolmuşlar. Ormanda, üç gün üç gece, aç açına ve korkudan
titreyerek dolanıp durmuşlar. Üçüncü gün, bir ağacın dalında kar beyazı bir kuş görmüşler. Kuş onlara
güzel sesiyle şarkılar söylemiş. Onlar da açlıklarını unutup kuşun peşine düşmüşler. Kuş onları tuhaf bir
evin önüne getirmiş. Bu evin duvarları ekmekten, çatısı pastadan ve penceleri şekerdenmiş.
15İsmail Erkara
Çocuklar tüm sıkıntılarını unutmuşlar ve eve doğru koşmuşlar. Tam Hansel çatıdan, Gretel de
pencereden bir parça yiyecekken içeriden bir ses duyulmuş: “Evimi kim kemiriyor bakiim?” Bir bakmışlar
kapıda dünya tatlısı yaşlı bir teyze. “Zavallıcıklarım benim.” demiş kadın, “Girin içeri.” İçeri girmişler ve
hayatlarında hiç yemedikleri yiyecekleri yemişler. O gece kuş tüyü yataklarda yatmışlar.
Fakat sabah her şey değişmiş. Yaşlı kadın dikkatsiz çocukları tuzağa düşürmek için evini ekmek ve
pastadan yapmış bir cadıymış meğer. Hansel’i saçlarından tuttuğu gibi yataktan kaldırmış ve onu bir
ahıra kilitlemiş. Sonra da Gretel’i sürüye sürüye mutfağa götürmüş.
“Kardeşin bir deri bir kemik!” demiş cırtlak bir sesle. “Ona yemekler pişir! Onu şişmanlat! Eti budu yerine
gelince ağzıma layık bir yemek olacak! Ama sen hiçbir şey yemeyeceksin! Bütün yemekleri o yiyecek.”
Gretel ağlamış, ağlamış, ama çaresiz cadının söylediklerini yapmış.
Neyse ki Hansel’in aklı hâlâ başındaymış. Gözleri pek iyi görmeyen cadıyı kandırmaya karar vermiş.
Cadı şişmanlayıp şişmanlamadığını anlamak için her sabah Hansel’in parmağını yokluyormuş. Hansel de
parmağı yerine bir tavuk kemiği uzatıyormuş ona. “Yok, olmaz. Yeterince şişman değil!” diye
bağırıyormuş cadı. Sonra da mutafa gidip Gretel’e daha fazla yemek yapmasını söylüyormuş.
Bu böyle bir ay sürmüş. Bir gün artık cadının sabrı taşmış. “Şişman, zayaf fark etmez. Bugün Hansel
böreği yapacağım!” diye haykırmış Gretel’e. “Fırına bak bakalım hamur kıvama gelmiş mi!” Korku
içinde yaşamasına rağmen Gretel’in de Hansel gibi hâlâ aklı yerindeymiş. Cadının onu fırına iteceğini
anlamış.
“Başımı fırına sokamıyorum! Hamuru göremiyorum!” diye sızlanmış. Cadı elinin tersiyle Gretel’i hızla
kenara itmiş ve başını fırına sokmuş. Gretel bütün gücünü toplayıp yaşlı cadıyı fırının içine itmiş, sonra da
arkasından kapağı kapamış.
Hansel böylece kurtulmuş, ama hâlâ eve nasıl gideceklerini bilmiyorlarmış. Tekrar ormana dalmışlar. Bir
süre sonra karşılarına bir dere çıkmış. Bir ördek önce Hansel’i sonra da Gretel’i karşı kıyıya geçirmiş.
Çocuklar birden bulundukları yeri tanımışlar. Hızla evlerine doğru koşmuşlar.
Onları karşısında gören babaları çok mutlu olmuş. Sevinç gözyaşları içinde, onları ormanda bıraktıktan
kısa bir süre sonra o acımasız üvey annelerinin ailesinin yanına gittiğini söylemiş. Yaptıkları için üzüntüden
nasıl kahrolduğunu anlatmış.
Babalarını bir sürpriz daha bekliyormuş. Hansel ceplerinden, Gretel de önlüğünün cebinden cadının
evinde buldukları altın ve elmasları çıkartmışlar. Ailenin tüm sıkıntıları sona ermiş böylece. O günden
sonra da ömürlerini mutluluk içinde sürdürmüşler.
Grimm kardeşler
16İsmail Erkara
Kırmızı Başlıklı Kız (Rotkäppchen)
Bir zamanlar küçük bir kız varmış. Annesi ona üzerinde kırmızı
başlığı olan bir pelerin almış. Kız bu pelerini çok seviyormuş ve
nereye gitse onu giyiyormuş. Bu nedenle de herkes ona Kırmızı
Başlıklı Kız diyormuş.
Bir gün annesi: “Büyükannen hâlâ hasta. Hadi giyin de, ona
yaptığım şu çöreği götür.” Kırmızı Başlıklı Kız da elbisesini giymiş,
üzerine kırmızı başlıklı pelerinini geçirmiş, başlığı çenesinin altında
sıkıca bağlamış ve yola çıkmış.
“Tavşan Ormanı’ndaki yoldan ayrılma sakın!” diye seslenmiş annesi
arkasından. (Ormanın adı Tavşan Ormanıymış, ama içinde uzun
zamandır bir tek tavşan bile yokmuş – neden olmadığını birazdan
öğreneceksiniz.) “Ayrılmam anne.” demiş Kırmızı Başlıklı Kız.
Tam ormana girmiş, birkaç adım atmış ki, çalılıkların arasından bir ses duymuş. Yola birden bir kurt
fırlamış. Kırmızı Başlıklı Kız korkusundan az kalsın elindeki sepeti düşürüyormuş. Fakat kurt hiç de öyle
düşmanca görünmüyormuş. “Nereye böyle küçük kız?” diye sormuş kurt. “Büyükanneme gidiyorum.
Tavşan Ormanı’nın sonundaki ilk ev. Büyükannemin sağlığı pek iyi değil. Bu arada adım ‘küçük kız’ değil,
‘Kırmızı Başlıklı Kız.’ ” demiş Kırmızı Başlıklı Kız.
“Özür dilerim, bilmiyordum. Bak sana ne diyeceğim. Ben bir koşu gidip büyükannene senin yolda
olduğunu haber vereyim. Yalnız sakın yolda oyalanayım falan deme, olur mu? Başına bir şey gelmesini
istemeyiz, öyle değil mi?” demiş kurt. Kurt oradan hemen sıvışmış! Çünkü yakınlarda bir oduncu
dolaşıyormuş. Eğer kızı hemen orada yerse, oduncunun kızın yardımına koşacağını biliyormuş.
Kırmızı Başlıklı Kız, çiçek toplayarak, kelebeklerin peşinden koşarak, kuş seslerini dinleyerek yolda ağır
ağır ilerlerken kurt kestirmeden büyükannenin evine varmış, kapıyı çalmış. “Kim o?” diye seslenmiş
içeriden yaşlı kadın. Kurt sesini değiştirerek, “Benim, Kırmızı Başlıklı Kız. Çayın yanında yemen için sana
çörek getirdim.” demiş. “Kapı açık güzelim,” diye seslenmiş büyükanne. Kurt hemen içeri dalmış. Öyle
açmış ki! Günlerdir hiçbir şey yememiş. Bu yüzden büyükanneyi çiğnemeden bir lokmada yutuvermiş.
Biraz sonra Kırmızı Başlıklı Kız Büyükanne’nin kapısını çalmış. “Kim o?” diye seslenmiş kurt yumuşak bir
sesle. “Benim, Kırmızı Başlıklı Kız.” “Kapı açık güzelim,” diye seslenmiş kurt. “İçeri girebilirsin.”
Kırmızı Başlıklı Kız bir an için tereddüt etmiş. ‘Büyükannemin sesi ne kadar da garip böyle?’ diye
düşünmüş. Sonra büyükannesinin hasta olduğu gelmiş aklına ve kapının mandalını kaldırıp açarak içeri
girmiş.
17İsmail Erkara
Kurt, büyükanne’nin geceliğini giymiş, onun başlığını ve gözlüğünü takmış yatakta yatıyormuş. Yorganı
boğazına kadar çekmiş, içerisi karanlık olsun ve suratı fark edilmesin diye de perdeleri iyice kapamış.
“Elindekileri oraya bırak da yanıma gel canım.” demiş kurt. Kırmızı Başlıklı Kız çöreği yatağın yanındaki
küçük masanın üzerine koymuş, ama hemen kurdun yanına gitmemiş. Çünkü büyükannesi bir tuhaf
görünüyormuş.
“Kolların neden bu kadar büyük Büyükanne?”
“Seni daha iyi kucaklamak için!” demiş kurt.
“Kulakların neden büyük, peki?”
“Seni daha iyi duyabilmek için!” demiş kurt.
“Gözlerin neden kocaman, peki?”
“Seni daha iyi görebilmek için.” demiş kurt.
“Dişlerin neden sivri peki?”
“Seni daha iyi yiyebilmek için.” demiş kurt.
Bunu söyledikten sonra kurt artık daha fazla kendine engel olamamış ve yorganı bir tarafa atarak
yataktan fırladığı gibi Kırmızı Başlıklı Kız’ı bir lokmada yutuvermiş. Sonra da karnı doyduğu için keyfi
yerine gelmiş ve uykuya dalmış.
Ama ne var ki kurt çok kötü horluyormuş. Evin önünden geçen bir avcı onun horultularını duymuş.
Büyükanne’ye kötü bir şey mi oldu acaba? diyerek kulübeden içeri girmiş. İçeri girer girmez de orada
neler olduğunu hemen anlamış.
“Aylardır senin peşindeyim pis yaratık.” diye bağırmış avcı ve kurdun kafasına elindeki baltanın sapıyla
vurmuş. Sonra da önce Kırmızı Başlıklı Kız’ı, sonra da Büyükanne’yi dikkatle kurtun içinden çıkarmış. İkisi
de sapasağlammış. Büyükanne, Kırmızı Başlıklı Kız’ın ona getirdiği çöreği afiyetle yemiş.
Kırmızı Başlıklı Kız büyükannesine bir daha hiçbir kurdun sözüne kanmayacağına dair söz vermiş. Eve
dönerken tavşanların saklandıkları yerlerden çıktıklarını görmüş. Tavşan Ormanı yine eskisi gibi
tavşanlarla dolu bir orman haline gelmiş.
Grimm kardeşler
18İsmail Erkara
Kurbağa Prens (Der Froschkönig)
Bir zamanlar yedi güzel kızı olan bir kral
varmış. Bu kızların en güzeli en küçük
olanmış. Güzel günlerde sarayın
yakınındaki serin gölün kıyısında altın
topuyla oynamaya bayılırmış. Bir gün kız
topunu havaya atmış ve beklenmedik bir
şey olmuş. Top göle düşmüş!
“Topum gitti!” diye ağlamış kız.
“Ben senin topunu getiririm,” demiş gölün
kıyısındaki küçük bir kurbağa. “Ama
benimle arkadaş olacağına, yemeğini
paylaşacağına ve geceleri yatağına alacağına söz verirsen,” diye devam etmiş kurbağa.
“Tamam” demiş kız. Ama kurbağa suya dalıp kızın topunu ona gerir vermez koşarak saraya
dönmüş.
Akşamleyin kral ve ailesi sofraya oturmuşlar. Tam yemeğe başlamak üzerelerken kapıdan bir
vraklama sesi gelmiş. Küçük prenses duymazdan gelmeye çalışmış. Ama kral meraklanmış.
”Kim o?” diye sormuş. Prenses bunun üzerine kurbağaya verdiği sözü babasına anlatmış.
”Söz sözdür kızım,” demiş babası. Böylece prensesin nefret dolu bakışlarına rağmen kurbağaya
sofrada yer verilmiş.
Yemekten sonra kız tek başına yatağına yönelmiş. Kurbağa masadan, ”Ya ben ne olacağım?”
diye vraklamış. Kral kızına, “Verilen sözlerle ilgili söylediklerimi unutma” demiş.Prenses kurbağayı
yanına alıp odasına götürmüş ve bir köşeye bırakmış. ”Yastığına gelmek isterim demiş,” kurbağa.
Prenses gözyaşları içinde kurbağayı yastığına bırakmış.
Tam o anda kurbağa yakışıklı bir prense dönüşmüş. “Korkma,” diye gülümsemiş. ”Bir cadı beni
kurbağa yapmıştı ve bu büyüyü ancak bir prenses bozabilirdi. Umarım arkadaş olabilirz. Hem
bak artık bir kurbağa değilim.” Prens ve prenses çok geçmeden evlenmişler ve düğünlerinde
tabii ki bazı yeşil dostlarını da davet etmeyi unutmamışlar…
Grimm kardeşler
19İsmail Erkara
Külkedisi (Sindirella) (Aschenputtel) (Cinderella)
Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi
ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk
evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gelip eve yerleşmiş.
Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış.
Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp
atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun,
bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.
Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin
verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan
ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere
doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız
kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışlar.
Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için
davetiye gelmiş. İkisi de heyecandan deliye dönmüşler.
Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘‘Bakarsın
ikimizden birini seçer, belli mi olur?’‘ diye düşünmüşler.
İki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar.
Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı çirkinmiş her ikisi de!
Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve için için ağlamaya
başlamış.
“Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye sormuş bir kadın sesi.
“Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak Külkedisi.
“Gideceksin öyleyse,” demiş ses.
Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış. Güzel bir kadın
duruyormuş yanı başında.
“Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir balkabağı
getir hemen!” Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca,
balkabağı birdenbire altından bir fayton oluvermiş. “Şimdi de altı fare…” demiş kadın. Külkedisi
altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş. “Bir sıçan…” Onu da arabacı
yapmış. “Ve altı kertenkele…” Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş.
20İsmail Erkara
Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi’nin yırtık, pırtık giysileri
nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan ayakkabı pırıl
pırıl parlıyormuş.
“Bir şey var yalnız,” demiş peri. “Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen
tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu görmesini
istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.”
O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar, özellikle de iki üvey kız kardeşi,
onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona yalvarmışlar.
Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar. Prens ise götür görmez ona
aşık olmuş. O andan sonra hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş.
Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada
evde olması gerektiğini hatırlamış. “Gitme!” diye seslenmiş prens arkasından, ama Külkedisi bir
an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa çıktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine
dönüşmüş. Geriye kala kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede
kaybettiğini bilmiyormuş.
O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika
olamayacağını düşünüyormuş. Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın
merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah prens ev ev dolaşıp, ayakkabıyı tek tek bütün genç
kızlara denetmiş. “Bu ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam
yaşayamam,” demiş.
Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış. Ayaklarına
girmemiş bile. Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece bir kaç ev kalmış. Tam oradan
ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş.
“Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “Bir de siz deneseniz?”
“O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey kardeşler.
Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii
ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne evlenme teklif
ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi, prensin
teklifini tabii ki kabul etmiş. Böylelikle külkedisi masalı da burada bitmiş.
Grimm kardeşler
21İsmail Erkara
Uyuyan Güzel (Dornröschen)
Bir kral ve kraliçe bir çocukları olmasını
arzuluyorlarmış. Bir gün bir kurbağa
kraliçeye: "Senin dileğin gerçek olacak!"
demiş.
Bir yıl sonra kraliçe bir kız çocuğu
doğurmuş. Bebek o kadar güzelmiş ki,
kral sevincinden büyük bir şenlik
düzenletmiş. Kral on üç tane bilge
kadını, çocuğa hediyeler vermeleri için
davet etmiş. Sarayda sadece on iki
tabak olduğu için, birisi evinde kalmak
zorunda kalmış.
Şenlik bittiğinde, onüçüncü kadın aniden çıkagelmiş. "Onbeşinci doğum gününde kralın kızının
eline iğ batacak ve 100 yıl uykuya dalacak." diye seslenmiş.
Prenses on beş yaşına geldiğinde, bir gün evde tek başınaymış. Sarayın koridorlarından geçmiş
ve bir kuleye gelmiş. Küçük bir odada elinde iğ olan yaşlı bir kadın oturuyormuş ve prenses
meraklanmış. "Bu komik şey nedir?" diye soran prensesin, iği eline almasıyla eline batması bir
olmuş.
O anda prenses, derin bir uykuya dalmış. Ahırlarda atlar, bahçede köpekler, çatıda güvercinler,
hepsi de uykuya dalmış, ocakta ateş bile sönmüş.
Sarayın etrafında dikenli çalılar büyümeye başlamış. Hiç kimse saraya giremiyormuş. Yüz yıl
sonra bir prens, bu ülkeye gezmeye gitmiş. Prens, dikenli çitlere geldiğinde, güller oluşmuş ve
ona yol açmışlar. Prens, uyuyan güzelin uyuduğu kuleye gelmiş. Prenses o kadar güzelmiş ki,
prens eğilip ona bir öpücük kondurmuş.
Prens onu öper öpmez prenses gözlerini açmış. Onun uyanmasıyla birlikte sarayda her şey eski
haline dönmüş. Prenses karşısında prensi görmüş. “Benimle evlenir misin?” diye sormuş prens
fısıltıyla. “Evet!” demiş prenses ve prensi öpmüş. Kral bu güzel haberi alınca muazzam bir
ziyafet hazırlatmış. Prens ile prenses evlenmişler ve ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlar.
Grimm kardeşler
22İsmail Erkara