docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari... · web viewbu yemiş önce...

840
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı l i r , r - n

Upload: others

Post on 25-Jan-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ

istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı

li

r, r-

n

İSTANBUL'UN : CAMİ, MESCİD, MEDRESE, MEKTEB, KÜTÜPHANE, TEKKE, TÜRBE, KİLİSE, AYAZMA, ÇEŞME, SEBİL, SARAY, YALI, KONAK, KÖŞK, HAN, HAMAM, TİYATRO, KAHVEHANE, MEYHANE.. BÜTÜN YAPILARI... DEVLET ADAMI, ÂLİM, ŞAİR, SANATKÂR, İŞ ADAMI, HEKİM, MUALLİM, HOCA, DERVİŞ, PAPAZ, KEŞİŞ, MECZUB, NEVCİVAN, NİGÂR, HANENDE, SAZENDE, ÇENGİ, KÖÇEK, AYYAŞ, DERBEDER, PEHLİVAN, TULUMBACI, KABADAYI, KUMARBAZ, HIRSIZ, SERSERİ, DİLENCİ, KAATİL.. BÜTÜN ŞÖHRETLERİ. DAĞI, BAYIRI, SUYU, HAVASI, MESİRELERİ, BAHÇELERİ, BOSTANLARI, VE İLÂH.. BÜTÜN TABİAT GÜZELLİKLERİ VE COĞRAFYASI... SOKAKLARI, MAHALLELERİ, SEMTLERİ.. YANGINLARI, SALGINLARI, ZELZELELERİ, İHTİLÂLLERİ, CİNAYETLERİ VE DİLLERE DESTAN OLAN AŞK MACERALARI... İSTANBUL HALKININ DEVİR DEVİR ÂDET, AN'-ANE, GİYİM VE KUŞAMI... İSTANBUL ARGOSU.. İSTANBULA AİT RESİMLER, ŞİİRLER, KİTAPLAR, ROMANLAR, SEYAHATNAMELER... İSTANBULA GELMİŞ YABANCI ŞÖHRETLER...

Bu cildde : Ahmed AĞIN, Sâim Turgud AKTANSEL, Sermed Muhtar ALUS, Osman Nuri ERGİN, Muzaffer ESEN, Ahmed Baha GÖKOĞLU, Ali Nüzhet GÖKSEL, İhsan HAMAMÎOĞLU, Vasıf HİÇ, Tev-fik KARKAN, Reşad MİMAROĞLU, Aziz OĞAN, Ferdi ÖNER, Hikmet ÖNOL, Halûk Yusuf ŞEHSUVAROĞ-LU, Mahmud Yesârî, Osman TOLGA, A. Cabir VADA ve Nureddin YATMAN merhumlarla,. Şinasi AKBATU, Ahrned Derviş ATEŞÇİ, Ekrem Hakkı AYVERDİ, General Hakkı Râif AYYILDIZ, İbrahim BAYTE-KİN, İhsan BİRİNCİ, Ali ÇAMİÇ, Fahri DÜNGELEN, Hâlid ERAKTAN, Salim' ERDEM, Mehmed Ali GÖKTUNA, Hakkı GÖKTÜRK, Sahak GÜLLÜ, Zeki KARAGÜLLE, Aykur KARPAT, Doğan KENİGUT, Hüsnü KINAYLI, Mehmed KOÇU, Dr. Saadi Nâzım NİRVEN, Bürhaneddin OLKER, Kevork PAMUKCİ-YAN, Ali PAYANDA, N. SAĞMALCILI, Bediî SEHSÜVAROĞLU, Servet, Mümtaz Zeki TAŞKIN, Kerim YUND ve Erdem YÜCEL kalem arkadaşlığı etmişlerdir.

VE

Agop ARAD, Sabiha BOZCALI, S. BÜYÜKERBİL, Behçet CANTOK, Salim ERDEM, Nezih İZMİRLİOGLU Nuriye NİRVEN, Bülend SEREN, Ömer TEL ve Hüsnü, resim, kroki, plân ve haritaları yapmışlardır. 175 resim, 53 plân, harita, yazı ve nota ve l yaprak metin dışı İlâve

SEKİZİNCİ CİLD

Yabancı dillere terceme hakkı ve türkçe baskı hakkı yalnız Reşad Ekrem Koçunundur. HAMLE ve SIRALAR MATBAALARINDA BASILMIŞTIR

İROZ — DİŞBUĞDAYCILAR SOKAĞI

KOÇU YAYINLARI MEHMED KOÇU

İSTANBUL 1966

Bu cildi kaybettiğim büyük dost muallim, muharrir ve §âir Rıfkı Melûl Meriç ile ölümüne bir tllü inanamyadlğım ve bu istanbul Ansiklopedisinde çok samimî yakınlığım ^ügüm J^ Hikmet Şinasi önol'un, gene yağda vefat eden bu ansiklopedinin yazı ailesinden tarih, mua^ ve aziz talebem Ahmed Ağının, ve bin türlü sıkıntıları içinde şovalıye asaletıyle yaşamış ve ILSopedLTn yakın dostlanndan biri merhum muharrir Reşid Hâlid Gönç'un adlarına ithaf

ediyorum.-R E< Koçu

1730 İhtilâlinin çıplak ayaklı haytalarından Çomar (Kesim: (Sabiha JJozealj)

ÇlROZ — Külhanbeyi ve hâneberduş pırpınlar argosunda: «çok zayıf, kupkuru, insan^ anlamında; fakat sohbet arasında sıfat olarak kullanümakdan ziyade Lâkab olarak kullanılır; İstanbulda bu lâkabla anılmış en meşhur sima Tulumbacı Def ter -darlı Çiroz Alidir (B.: Ali, Çiroz).

ÇİHOZCULAR SOKAĞI — Eminönün-de Ahiçelebi Mahallesindedir; Zindankapu Caddesi ile Taşçılar Caddesinin birleştiği nokta ile deniz kıyısı arasında uzanır; Ba-

lıkpazarı Değirmen Sokağı ve isimsiz bir sokakla kavuşağı vardır. Çardak Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta l, mahalle numarası 5). Bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli ve üstü örtülü bir çarşı boyudur; 14 kuru yemişçi, 3 yağcı-zeytinci dükkânı vardır (1984).

'Hakkı GÖKTÜRK

ÇİTARİ — İpekle karışık pamuk ipliği ile dokunmuş sarı ve kırmızı çubuklu bir kumaş; bilhassa Samda dokunur idi, İstanbul piyasasında makbul bir kumaş idi. Renk ve nakşı bu kumaşa benzeyen bir balığa da «çitari balığı» adı verilmiştir (B.: Çitari Balığı),

Bu isim «çit>.- kelimesinden gelir, çit: «Üstü çiçekli ve şekilli pamuk bezi», «basma» demekdir.

— 4038 —

ÇİTARİ BALIĞI

ÇİTARİ BALIĞI — ((Karagöz fasilesinden bir balıkdır, Kopes balığına pek benzer, kopese nisbetle vücudu yassıca ve geniş; üzerindeki sarı çizgiler gayet parlak ve çok olup gözleri de ufakdır. Sarı çizgiler on onbir aded olup zemini kurşunidir; rengi ve nakşi Samda ipekten dokunur çitari denilen bir kumaşa çok benzemesinden dolayı çitari balığı adını almışdır; sırtının rengi maviye meyyal kurşuni, karnı beyaz, vücudu serapa pullarla kaplıdır; başı küçük, ağzı pek küçük, ve dişleri ufakdır,

«Yelesi ve sırt süzgeci kuyruğuna kadar uzanır ve yekparedir. 11 diken ve 16 kılçıkdan mürekkebdir. Makad yüzgeci 3 dikenli 14 kılçkıdır; yan kanadlan şeffaf ve vücuda bağlandığı yerde gaayet parlak bir siyahlık vardır; karın yüzgeçleri beyazdır.

«Çitari balığının renk ve manzarası ne kadar lâtif ise eti o hisbetde lezzetsiz, yumuşak, kılçıklıdır.

((Sahillerde tek gezer, otla, çöple yaşar, yumurtasını ilk baharda döker. En büyüğü yarım kilo ağırlığında olur; Akdeniz de çok, Marmarada nâdir bulunur. İstanbul Balıkhanesine senede 100 kilo kadar ancak gelir.» (Karakin Bey Deveciyan, Balık ve Balıkçılık).

ÇİT KASRI — (B.: Yıldız Sarayı).

ÇlTLENBİK AĞAÇ! — Bin yıldan fazla yaşayabilen bu ağaç, tstanbulun yollarını, mezarlıklarını, cami ve mescid, tekke avlularını gölgelendirme, renklendirme6ve süsleme büyük şehrin kıymetlerinden ol-muşdur. Türkiyede en yaşlı çitlenbik ağacı Hatayda Yako köyünde Yunus Peygamberin türbesi önündeki ağaçdır ki iki bin yaşında olduğu tahmin edilmişdir; yalnız oralarda çitlenbiğe «dardağan» denir, arab-lar da «meyis» yahud «mas» derler.

Sıcak ve ılık iklimler ağacıdır, memleketimizin hemen her yerinde vardır, fakat en rahat ve iyi gelişdiği çevrelerden biri de İstanbuldur,

" İri, ak, kaygan gövdesinin tepesinde yeşil bir ağaç kümesi gibi sıralanan dalları, yaprakları arasında yoksul kılıklı oğlancıkların oynaşdığını, ağacın yemişi olan çitlenbiği toplamak için savaştığını mevsiminde sık sık görürüz. Onun esnek olan dalları, çabuk soyulan kabukları, yumuşak yaprakları çocuklar için, çeşitli oyunların, oyuncakların ilk maddesi olur. Çarşı ve pa-

İSTANBUL

zarda satılmayacak kadar değersiz olan yemişleri yukarda belirttiğimiz çocuklar için bir çerezdir. Bu bakımdan îstanbulun fakir semtlerinin, mezarlık yakınlarının küçüğü büyüğü çitlenbiği tanır.

Serpildiği zaman dev gibi boy gösterenleri bulunan çitlenbik ağacının meyvesi ne kadar garibdir ki, bezelya dânesi bü-yüklüğündedir. Bu yemiş önce yeşil, sonra portakal sarısı, daha olgunlaşınca da esmer ve kara bir renk alır. Bu kararma yemişin etli derisinde olur. Derinin altında, sertçe odunun katı gelir. Onun içinde de kendine göre bir tadı olan tohum vardır. Bu yağlı bir çitlenbik içidir. Çitlenbik dânesi ağızda dişlerle çiğnenerek yenir.

İstanbul hanımları çitlenbik yemişine benzeterek, küçük esmer çıtır pıtır kız çocuklarına da «Çitlenbik», «Çitlenbik gibi» derler; sevgi ve beğenme duygusu taşır.

Çitlenbik bir kültür ağacı olmaktan çok, bir orman ve süs ağacıdır. Türkiyedeki çitlenbik topluluklarının bir orman karakteri taşıdığı görülmez. Çitlenbik ağacı da odun kereste bakımından önemlidir. Ağacın lifleri uzun olduğu için yarma işlerinde, kasnak kutu imâlinde tercihlidir. Ağacın kökünde'n, kabuğundan sarı boya yapılır. Yaprağı iyi bir hayvan yemidir. Bu durumdan ötürü çitlenbik ağaçlan tetar şeklinde budanarak işletilir.

Citlenbiğin yaprakları da tohumları gibi tuhafcadır. Ucu ok gibi sivri, yaprağın kenarı dişli, sapına doğru yaprak şişkindir. Yaprağın orta damarı yaprağı tamamen iki eşit parçaya ayırmayıp biraz yan-piridir. Soydaşı kara ağacın yaprağı gibi bu da yanıçtır.

Çitlenbik «Ulmaeeae» familyasından-dır. Cins adı «Celtis L.» dir. Bu cinsin 70 kadar nevi vardır. Türkiyedeki neviler: Adi Çitlenbik, Kafkas Çitlenbiği, Doğu Çitlen-biği'dir. Eskiden Ulmaeeae familyasına «Taun Fasilesi» derlerdi. Taun, doğuda Sivas yörelerinde çitlenbiğe verilen addır.

Çitlenbiğe Anadoluda çok çeşitli adlar takılmıştır: cırtlık, çitlik, cöhre, çöğre, da-ğam, dağan, dağağan, dağdağan, dağım, dağın, dagum, dardağan, dardahan, dargın, dargun, darun, daun, dav, dıgdıgan, digdi-ğen, doğdoğan, doğun, dağun.

Bu adların bazılarının birbirine çok yakın olduğu ancak bir söyleme değişikliği olduğu görülür.

ANSİKLOPEDİSİ

Çeşitli adları olan çitlenbiği tanıtırken bazı sözlüklerin bu adı hiç almadığım, bazılarının da yanılmış olduklarını görüyoruz. Bunlardan biri de Türk Dil Kurumunun çıkardığı Türkçe Sözlük'de görülür. Burada Çitlenbik kelimesinin karşılığı bir nevi sakız ağacı diye açıklanmış ise de bu doğru değildir. Citlenbiğin lâtince cins adı «celtis», sakız ağacının «pistacia» dır. Bu yanlışlık halk ağzından derleme kılavuzlarında da vardır. Öyle sanırım ki melengiçin bir adı olan çıtlık ile çitlenbik karıştırılmıştır.

Çocukluğumuzun, hayatımızın içine karışan, asırlarca yaşayan ağaçlarımızı bile sözlüklerimizin hiç almaması, alanların ise yanlış yazması herhalde üzücü bir şeydir.

Kerim YUND

ÇÎTLENBİK SOKAĞI — Beşiktaşda Yıldız Mahallesi sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre, Serencebey Yokuşu ile Aşariye Caddesi arasında uzanmaktadır; Sinanpaşa Mescidi Sokağı ile bir kavuşağı vardır, Sinanpaşa Mescidi Sokağının bir dirsekle kıvrılmasından sonra devam eden kısmı ile bu Çitlenbik Sokağı arasında bir de isimsiz sokak gösterilmiş-dir; yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak, 1965).

ÇİT SOKAĞI — Üsküdarda İnsaniye sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Harem iskelesi Sokağı ile Paşa-kapusu geçidi arasında uzanır uzun bir yoldur; Şerifbey Çeşmesi Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir; Köprülükonak Sokağı, Hafız Mehmed Sokağı, Avcu Sokağı ile kavuşakları vardır; yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak, 1965).

— Dilimizde öbür isimleri ile «mıh», «enser»; pek çok çeşidi ile günlük hayatta kullanıldığı yerler bu ansiklopedinin konusu dışında kalır.

Çivi İstanbul gibi bir şehirde dahi hikmeti icadı dışında kalmış yerlerde kullanılır:

Bekâr odalarında, hanlarda duvarlara çakılan irice çivilere esvab, şapka, öteberi asılır.

Umumî ayak yollarında kapuların mandalları, sürgüleri kırılır, çalınır, kapuyu

4039

ÇİNİLİ MÂDEN SUYU

içerden kapam-ak için irice bir çivi kullanılır.

Hâneberduşlar arasında âdembabalar (B.: Âdem baba) bıçak alacak paraları olmadığı için nefis müdafaası veya tecâvüz silâhı olarak iri bir çivi taşırlar.

Eski büyük ahşab îstanbulun cehennemi birer âfet olmuş yangınlarında, ateşin bir semtden mahalleler aşarak başka semtlere sirayetine şiddetli rüzgârların uçurdüğu kıpkızıl ateş kesilmiş çiviler sebep olurdu.

istanbul halkı ağzında çivi üzerine me-câzî deyimler var:

Çivi .kakmak — Bir adamın bir memuriyette uzun zaman kalması; kendisinden hoşnud olmayanlar tarafından derd yanma yolunda ve tezyif edası ile kullanılır; yahud makaamına lâyık olmayanlar hakkında, kullanılır.

Çivilenmek — Ziyaret kasdı ile gidilen yerde, yahud bir iş için gönderilen yerde lüzumundan fazla kalmak, oturmak, oyalanmak; misaller:

«Bu komşuluk, değil, zulümdür efendim... her geliyor, çivilenip kalıyor, deli olacağını...);, ; Bir patron tezgâhdarından bahseder: «Dışarı göndermeye gelmez, çivilenir kalır...».

Çivi gibi — Sıhhatli, zinde, kuvvetli, çevik, anlamında; misal:

· Nasılsın baba?

· Çok şükür çivi gibiyim...

* ((Delikanlı dediğin çivi gibi olmalı, yürürken topuğu kütürdemeli...». İki de darbı mesel vardır:

Çivi çiviyi söker — Bir şeyin zararını yine onunla giderme anlamında kullanılır; misal:

Gece evine körkütük sarhoş gelmiş biri anlatır: «... Sabahleyin gözlerimi açamıyorum, midem berbad, başım, topaç gibi döner, çivi çiviyi söker dedim, karıyı çağardım, bana bir tek rakı ver dedim...»

Çivisiz tahtayı rüzgâr alır — Bütün zararların, ziyanların tedbirsizlik, basiretsizlik, bakımsızlık, ihmal yüzünden geldiği anlamında kullanılır.

ÇİTLİ MÂDEN SUYU — Kaynağı Bur-sada İnegölün doğusunda Çitli Köyü civarındadır. Birinci Cihan Harbinden önce İstanbul hekimleri tarafından en çok tavsi-

ÇİVİCİ LİMANI

4040 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4041 —

ÇIZEL (Hasan Hayri)

ye edilen ve dolayısiyle îstanbullularca fev kalâde rağbet görmüş bir mâden suyu idi. Bu güzel şifalı suyun şöhreti Abdülaziz zamanında başlamış olup hikâyesi şöyle anlatılır:

Sultan Abdülaziz pâdişâh olduktan sonra sıhhatinde görülen bazı bozukluklar dolayısı ile doktorları mâden suyu içmesini tavsiye etmişler. İmparatorluk sınırları içindeki bütün şifalı sular tedkik ettirilmiş ve Çitli mâden suyu bilhassa temayüz etmiş. Suyun üstün şifalı hassasını öğrenen bir rum tüccarı* suyun satışıla alâkalanmış, 1881 yıllarında Beyoğlunda nam yapmış Dellasuda Eczahânesinin sahibi Geor-ges Dellasuda da suyun satış imtiyazını almış; fakat o senelerde Bursa valisi bulunan Ahmed Vefik Paşa suyun bu satış imtiyazına Bursa Hastahânesini de ortak etmeğe muvaffak olmuş. Sonraları Dellasu-da'nın hissesi Hicaz Demir yollarına devir edilmiş, ve zaman ile satış tamamen Bursa Htastahânesine kalmış.

Yıldızda bir kimyahâne kurdurmuş bulunan İkinci Sultan Abdülhamid de Çitli Mâden Suyu ile alâkalanmış; Lehli bir kemancının oğlu olan ve Yıldız Sarayında zamanla bir nüfuz kazanmış bulunan saray kimyageri Bonvovski Paşa ve başka kimyagerler suyun tahlillerini yapmışlar; h azim ve idrar yolları orbanları üzerinde çok şifalı tesiri görülen, bikarbonate ve çok güzel, kendine mahsus lezzette, serin bir su olarak vasıflandırmışlardır.

Çitli mâden suyunun tesisleri, İstiklâl Savaşında mağîûben firar eden Yunanlılar tarafından tahrib edildiğinden, îstan-bulda satışı çok azalmıştır. On sene evvel Eminönü pazarlarında bazı dükkânlardan güçlükle tedarik olunuyordu.

Dr. Saadi Nâzım NİEVEN

ÇtVÎCÎ LİMANI — İstanbulini eski to-pografik isimlerinden, Tophane civarında Salıpazarı semti kıyısında bir yerin adı idi. Zamanımızda tamamen terk edilmiş isimlerdendir.

, ÇİVİCİ LİMANI MESCİDİ — Tophane civarında Salıpazarı sahilinde bir vakitler bu isimle anılan yerde idi; hâlen mevcud değildir. Hadikâtül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Çivicilimam Mescidi der Salıpazarı — Banisi Mehmed Çavuş nam kimse-sedir. Mescidin yeri aslında bir çimenzar namazgah idi. Mahmud Çavuş yağmurdan

muhafaza için üzerine yalnız bir çatı çek-dirdi, sonra zamanla mescid oldu. Yandık-dan sonra tahvil kalemi kesedarı îzârî El-hâc Mehmed Efendi kagir ve fevkaani mescid olarak ihya etti ve minber koydu, hicrî 1153 (müâdî 1740-1741) senesinde; kendisi de onaltı sene sonra 1169 (1755-1756) da vefat ederek oraya defnolundu; camiin yakınında bir de mektep yaptırmışdı; mahallesi, civarındaki dükkânlardır.»

ÇtVÎCÎ SOKAĞI — Kasımpaşada Yahya Kâhya ve Çatma Mescid Mahalleleri arasında bir sınır sokakdır; yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak, 1965).

ÇİVİCtZÂBE — Geçen asır başında yaşamış bir bestekâr; Hâşim Bey mecmuasında uşak faslında bir hafif bestesi kay-dedilmişdir. Güfte şudur:

Ney neva eyler keman inîer döğer d,ef sinesin 'Dinle tanbtam eninin mûsikaann giryesin Sabra takat mı kalır âşıkda insaf idelim Arz ider dilber de gûhi sinesi âyîneste.

Hayatı hakkında başka kayde rastlanmadı.

ÇÎVÎLEMEK — İstanbul'un hâneber-duş pırpırları argosunda; 1) bıçakla vurmak, yaralamak; 2) cima, livâta.

O bedbaht tabakanın ağzında bu ikinci anlamda zengin lügatçe vardır: fişek atmak, lehimlemek, perçinlemek, şişirmek, üfürmek, yefallemek, tezgâh kırmak, dü-düklemek.

Bibi.: F. Devsllioğlu, Türk Argosu.

ÇtVtSlZ KALKAN — Bizde asıl kalkan balığı yerine ve kalkan adı ile satılır (B.: Kalkan balığı); ufakları da matrabaz-lar tarafından pisi balığı diye sürülür (B.: . Rsi balığı).. Çivisiz kalkan asıl kalkanlardan çok farklıdır ve kolay ayırd edilir. Asıl kalkanın vücudu yuvarlak, bu beyzî ve ince pullarla örtülüdür; çivi denilen kemik düğmecikleri yokdur; bunun yerine kestane renkli benekleri vardır; gözleri daha ufak, sırt yüzgecinin baş üstüne gelen küçük bir kısmı, saçağa benzeyen bir takım lifler taşır. Ağız yarığı çok genişdir. Eti asıl kalkanın etinden daha beyazdır, fakat lezzetçe ondan yavancadır. Asıl kalkanın bulunduğu yerlerde ve asıl kalkan balıkları gibi avlanırlar.

Bibi.: K. Deveciyan, Balık ve Balıkçılık.

ÇÎVÎZÂDE CAMtt — Zeyrekde İtfaiyeCaddesinin alt başındadır; banisi on altıncı asır şeyhülislâmlarından Çivizâde Mehmed Efendi'dir. Hadikâtül Cevâmi: ((Banisiöbür mescidinde yazıldı, medresesi ve ma-halesi vardır.» diyor (B.: Çivizâde Mescidi). Kiremitli ahşab, çatı ile örtülü kagirbir binadır; 1952 de tecdiden tamir edildive büyütüldü. İbâdet sahnının iki yanında birer maksure bulunub minare kapususol tarafdaki maksurededir. Camiin med-hali kapalı beton bir avlu olup kapusununyanında küçük bir namazgah vardır; ab-dest muslukları da bu avludadır; ayrıca yine beton döşenmiş bir de açık avlu vardır(1964 Mayıs). Tahsin Öz «İstanbul Camileri», isimli eserinde bu camii «Çivizâde Kızı Mescidi» olarak gösteriyor (B.: ÇivizâdeKızı Mescidi).jHakkı GÖKTÜRK

ÇÎVlZÂDE KIZI MESCÎBÎ — Hadikâtül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «(Samat-ya'da) Bayazıdı Cedid Camii kurbindedir, bâniyesi mezbûrun (Çivizâde Mehmed E-fendinin) kızı Ümmügülsüm Hâtûndur; Merkadi akrabasından Şerifi Hatunun nıes-cidindedir ki Bitlice Mescidi diye yazılmış-dır (B.: Bitlice Mescid, cild 5, sayfa 2826)'. Minberini Sipahi Ocağı ricalinden Çavuş-zade Mustafa Ağa vaz etmişdir. Mahallesi yokdur.»

Samatyada bu mescidin yerini tesbit edemedik. Bayazıd Cedid Camii civarında, hâlen, pek harab bir halde Çavuşzâde Mescidi vardır ki, Hadikâtül Cevâmi o mescidin banisi olarak bu Çivizâde kızı Mescidine minber koyan Çavuşzâde Mustafa Ağa olarak gösteriyor. Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde kaydettiği üç Çivizâde Mescidinden birinde «Çavuşzâde Mescidine bak» diye bir atıf yapıyor ve Çavuşzâde Mescidi maddesinde de «Çavuşzâde = Ümmülgülsüm Mescidi);, maddesi altına, bizim harab hâlini tesbit ettiğimiz, Hadi-kada da müstakil madde olan mescidden bahsediyor (B.: Çavuşzâde Mescidi, cild 7, sayfa 3796). Zühul Tahsin Öz'de midir, Ha-dikada mıdır, orasını da tesbit edemedik; Samatyadaki Çavuşzâde Mescidinin bu Çivizâde kızı Ümmügülsüm Hâtûn Mescidi olması için Hadikada müstakil bir Çavuşzâde Mescidinin kaydedilmiş olması gerekirdi. Tahsin Öz ayrıca Çivizâde Kızı Mescidi olarak Zeyrekdeki Çivizâde Mescidini gösteriyor; Hadika ise Zeyrekdeki Mescidi Üm-

mügülsüm Hâtûnun babası Şeyhülislâm Çivizâde Mehmed Efendinin İstanbulda iki camimden biri olarak kaydediyor (B.: Çivizâde Camiî; Çivizâde Mescidi).

ÇÎVÎZÂDE MESCÎDİ — Topkapu civarında idi; bu satırların yazıldığı sırada, 1947 Eylülü, yapıdan eser kalmamış, kaidesi kesme taşdan, gövdesi tuğla ve gayet yüksek olan minaresi, şerefesinden üstü yıkılmış, bir sütun halinde duruyordu; mescidin arsasında, 1947 de «Gecekondu» denilen kulübe zamanı evceglzler yapılmış idi. Mezarlığından bakiye iki taş da, etrafı yığma taş ile çevrilip Çivicibaba adı ile bir yatır haline getirilmiş idi, ki bu kabir taşlarından birisi ustuvâni ve kitâbesiz, diğeri bir Barutçubaşı Mehmed Ağaya ait olup düz başlı ve kabartma çiçek nakışları ile müzeyyen gayet güzel bir taş idi, nefis bir hat ile yazılmış kitabesi şudur:

Hüveîhallâkulbâlöi

Merhum ve mağfur sâbikaa barutcubaşı EI-hacı Mehmed Ağa ruhine fatiha 1180 (1766.1767)

Bu kabirlerin yanı başında da Emine Sultan Çeşmesi vardır ki, çeşme, bîkes kabirler ve bir ağaç ve yüksek tuğla minare, orasının mâmur zamanlarını tahayyül edebilenler için hakikaten pitoresk bir ahenk ile toplanmışlardı.

Hadikâtül Cevâmi bu mescid hakkında şu malûmatı veriyor: ((Banisi Şeyhülislâm Çivizâde Şeyh Mehmed Efendidir, hicrî 995 (m. 1548) de vefat etmiş, Eyyuba defin edilmişdir, minberini Osman Efendi isminde bir hayır sahibi koydurmuşdur»

Tezkiretül Bünyan da bu mescidi bir Mimar Sinan yapısı olarak gösterir.

Bibi.: Hadikâtül Cevâmi, I. R. E. Koçu ve Muzaffer Esen, Gezi notu, 1947.

ÇÎZEL (Hasan Hayri) — Ressam, resim muallimi; hamasî tabloları ile pek kıymetli tablo ressamı, yine tabloları ve bilhassa hepsi ayrı güzellikde binlerce eskizi ile büyük İstanbul ressamı; 1891 de Dime-toka'da doğdu, oranın eşrafından Mehmed Emin Efendinin oğludur. İptidaî ve Rüşdi-ye tahsilini Dimetokada yapdı, sonra Edirne idadisini bitirdi. İdadide iken, türle hamasetini tablolarla tesbit etmeye çalışan, Balkan Harbinde Edimeyi işgal ettikleri sırada Bulgarlar tarafından vahşiyâne öldürülen vatanperver ressam şehid Hasan Riza Beyin en değerli talebelerinden olmuşdu,

4043 —

— 4042

ÇİZGEN (Abdullah)

Hasan Hayri Çizel

(Resim: S. Bozcah)

diploma alınca hocasının teşviki ile İstanbulda Sanayii Nefise Mektebinin (Güzel Sanatlar Akademisinin) resim bölümüne girdi ve o sanat okulunun en güzide talebelerinden biri oldu, devrinin üstadları olan Âdil Beyin, H. Warnia'nın ve Valeri'nin atölyelerinde çalıştı, 1914 de birincilik ile diploma aldı ve sanat görgüsünü genişletmek üzere Almayaya gitti, Münihde Hoff-man'ın atölyesinde çalıştı. Memlekete döndüğünde sanat hayatını ressam muallimliği ile devam ettirdi; otuz yılın içinde muhtelif tarihlerde Erenköy Kız Lisesinin, Kuleli Askerî Lisesinin, Halıcıoğlu Askerî Lisesinin, Feyzi Âti Lisesinin, Hayriye Lisesinin, istanbul Erkek Lisesinin resim, muallimliğini yapdı, ki bu liseler içinde son ve en uzun hizmeti 1926 dan 1950 yuma kadar yirmi dört sene, İstanbul Erkek Lisesinde olmuşdur; 13 Ekim 1950 de o vazifede iken vefat etti ve Rumelihisarı mezarlığına defnedildi.

Hayatı boyunca İstanbul aşkı ile yanmış, türk resim sanatının eşsiz üstadlarm-dan Üsküdarlı Hoca Ali Riza Beyin hayranı idi ,(B.: Ali Riza Bey); aynı aşk ile o yolu tâkib etti. Defterler ve albomlar hâlinde, yaşadığı devrin İstanbulunu tesbit eden renkli kalemler ve kurşun kalemi ile yapıl-

İSTANBUL

mış desenlerinden, eskizlerinden mürekkeb çok zengin bir koleksiyona sâhibdi; 1945 yılında İstanbul Ansiklopedisi adına gördüğümüz bu koieksyon en az 7000 parça ve hepsi ayrı güzellikde resimi ihtiva ediyordu. İmar adı verilen ve aslında Türk İstan-bulun tarih damgasını kazıyan ve vandal tahribatını gölgede bırakan kör kazma büyük beldemizin sür'atle değişen siması düşünülecek olursa, sanat kıymetlerinin yanında Hayri Çizel eskiz ve desenlerinin tarihî vesika kıymeti pek büyükdür; san'at-kârın vefatında bu koleksiyon zevcesi hanıma kalmış idi; aslında ise yeri, devletçe satın alınarak istanbul Belediye Kütübhâ-nesi olmak gerekir. Bu koleksiyonun dağılıp kaybolması, bir hazinenin yok olması ile birdir.

Hayri Çizel, îstanbulun bir caddesine adı konulacak bir simadır.

ÇİZGEN (Abdullah) — «Ressam; 1908 de doğdu; İstanbul Sanayii Nefise Mektebinin 1934 mezunlarındandır; Feyhaman atölyesine devam etmişdir; Topkapu Sarayı Müzesi ressamı ve Güzel Sanatlar Birliği âzâsmdandır. Bâzı eserleri: Huzur (Konya-da Mevlâna Türbesinde), Yeşil Kubbe (Konyada Mevlâna Türbesinde), Gümüş Kapu (Konyada Mevlâna Türbesinde), Konyada Sırçalı Medrese, Topkapu Sarayında Harem Kapusu, Topkapu Sarayında Ocak, Kanlıca, Bursadan peyzaj, Topkapu Sarayında Veliahd Dâiresi)) (Pertev Boyar, Türk Ressamları, 1948).

Bu Ansiklopedi için hal tercemesinde yukarıdaki satırlarla yetinilecek sanatkâr değildir; fakat esefle kaydederiz ki, iyi tanıdıklarımızdan olan Abdullah Çizgen, sânına lâyık bir hal tercemesiniıı yazılabilmesi için gereken notları kendisinden bir kaç sefer talep ettiğimiz halde ne yazmış, ne de konuşmuşdur.

ÇlZME, ÇİZMECİLER — Çizme, ayağı bacak ile beraber örtüb koruyan ayakkabı; koncu baldıra, hattâ diz kapağına kadar çıkan uzun konçlu ayakkabı.

Sokaklarının çamuru ile meşhur eski İstanbulda her tabaka halk ve asker için kış ayakkabısı idi; baldın çıplak güruhu müstesna, kışın hattâ çocuklara bile çizme giydirilirdi.

yeniçerilik zamanında atlı yaya kara askeri seferlerde daimî çizme giymişdir.. 1826 dan sonra Asâkiri Mansurei Muham-

ÂNSİKLOPEDÎSİ

mediye adı ile yeni ordu teşkilâtı kurulduktan sonradır ki yaya kara askerlerinin ayaklarına postal denilen ayakkabları yap-tırılmışdır. 1826 dan evvel kapukulu askerine her sene «Çizme behâ», «Çizme para-adı>.- ile ayakkabı bedeli ödenirdi. Evliya Çelebinin kaydına göre onyedinci asır, ortasında İstanbulda 100 çizmeci dükkânri'bu-" lunuyordu. Büyük muharririn şâir benzer esnaf hakkında verdiği rakamlara kıyas ile bu 100 dükkânda 400 - 500 nefer çizmeci esnafının işlemekde olduğu söylenebilir.

Çizme çeşitleri bu ansiklopedinin konusu dışında kalır. Şu kadar kaydedelim ki, zamanımızda kösele taban üzerine deri meşin çizmeler ancak orduda süvariler ve zabitlerle sivil hayatda itfaiye efradının, at meraklılarının, jokeylerin ayaklarında görülmektedir; işi icâbı çizme giymek mecburiyetinde olanlar, meselâ balıkçılar, gemiciler, amele, ırgad takımı artık lâstik çizme giymektedirler. Bu arada lâstikden ve naylondan gaayet zarif, şık kadın çizmeleri de moda eşya arasında çok yaygın haldedir.

Çeşidli isimler altındaki eski papuçlar, ayakkabları arasında eski çizmeden bozma, konçları kesilip alınmış ayakkabılara «katır», «katır kundura» denilirdi, bu isim üzerine eski sohbet dilimizde şirin bir tekerleme vardı; şımarık türediler hakkında kullanılırdı:

Çizıtieden bozma katır Ne gönül bilir ne hatır!

Haddini bildirme yolunda da : «Çizmeden yukarı çıkma...» denilir.

ÇÎZMECÎ — Pâdişâh sayfiye göçüne çıkdığında Enderunu Hümâyûnda Kiler yahud Seferli koğuşlarından seçilen bir zülüflü ağanın unvanı; bu delikanlıyı Rikâb Başçuhadârı Ağa seçerdi ve delikanlının bu vazifesi o göç süresince devam eder ki pâdişâhın çizmesini muhafaza etmek ve dilediğinde ayağına giydirip çıkarmakdır (B.: Çuhadar).

ÇİZMECİ BABA — Babam «Mir'atı İstanbul müellifi Mehmet Râif Bey merhumun evrakı metrûkesi arasında bir kayde göre Eyyubdaki kabri-halk tarafından bu isimle anılır ve kabrine adak mumlar dikilir o yedinci asırda yaşamış bir çizmeci ustasıdır; asıl adı Ahmed olub gülşeni dervişlerinden imiş. Çok yaşlı, pîr olarak vefat

ÇİZMECİLER -TEKKESİ

etmiş; M. Râif Bey tarafından istinsah edilmiş kabir taşı kitabesi şudur:

Çizmeci Ahmed o pîri gülşenî itti vefat Gülşeni cennetde .yâ Kab bula âli mertebe Didiler yaran Nazîmâ fevtinin târihini Pâyi ecel haffafi çekdi Çizmeciyi kaalîbe

(kalıba:)

Hicrî 1081 (m. 1670-1671)

General H. Râif AYYILDIZ

ÇİZMECt CİVANI — Kalender meş-meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz»^adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında Çizmeci civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada Çizmeci Civanı şu beyitlerle övülmüşdür:

Gazilere çizme diker elleri Çizmecinin namlıdır güzelleri Velâkin tenleri sahtiyan kokar !Âkil olan uşşak ırakdan. bakar Bûyi gül reşk ider tenine amma. Kaçan ol şuh bir gez girse Hamama O şuh dahi cündi levende hemser Şahin başda kavak yelleri eser

İ — İstan-

bulda Ağa kapusunda yeniçeri ocağının çeşitli ihtiyaçlarını karşılayan otuzdan fazla imalâthane vardı ve o eski dervişlerin ağzı ile bu imalâthanelere «kârhâne>;. denilirdi; bunlardan biri de çizmeciler kârhânesi, bir çizme atölyesi idi; H. 1175 (milâdî 1761) tarihli bir ulufe defterine (maaş defterine) göre bu atölyede 20 nefer çizmeci yeniçeri çalışmakta idi; atölyenin ustası, zâbi «ciz-mecibaşı» unvanını taşırdı.

ÇÎZMEClLER TEKKESİ — Kabataş-da bir halveti tekkesi idi, mescidi ile beraber hicrî 904 (m. 1498-1499) da Çizmeci-başı olan Bedreddin Mahmud Ağa tarafından yaptırılmış, banisinin kabri tekke ka-pusunun karşısında idi (B. : Çimzeciler Tekkesi Mescidi); bu tekkenin âyin günü pazar idi. 1864-1865 de basılmış olan Hadi-kâtül Cevâmi, bu tekkenin, fevkaanî olan mescidi ile beraber yıkılmış ve yerinin bir arsa olduğunu söylüyor. Evliya Çelebi bu tekkenin deniz kenarında olduğunu kaydettikten sonra, semtin bir mesiresi olduğunu yazıyor:

((Çizmeciler Tekkesi lebi deryada bir azîm teferrücgâhdır. Deryaya nazır bin adam alır sofrası vardır. Mutfağında bin sahanı, üstâd aşçısı vardır.»

ÇİZMECİLER TEKKEESİ MESCİDİ

4044 —

istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

4045

ÇOBAN

Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı 1826 tarihinden az evvel tanzim edilmiş olan bir bostancıbaşı defterinde (B.: Bostancıbaşı Defterleri) burası «Çizmecibaşı arsası» diye kaydedilmişdir.

ÇİZMECİLER TEKKESİ MESCİDİ — Kabataş civarında idi; 1864 den evvel yıkılmış, yeri arsa halinde idi; kaydettiğimiz 1864 tarihinde kitâb hâlinde basılmış olan Hadikâtül Cevânıi bu mescid hakkında şu malûmatı veriyor:

«Bu mescid fevkaanîdir, banisi Çizmecibaşı Bedreddin Mahmud Ağa nam kimsedir ki bu tekkenin kapusu önünde medfun-dur; bir büyük taşın üzerinde Reişülcer-mukciyan diye mufassal tercemei hâli yazılıdır. Zaviye ve mescidin itmamı tarihi dahi «Hayri aziz» 904 (milâdî 1498-1499) olmak üzere kazdırmışdır. Müruru zaman ile zaviye mezbûre harab olarak fakat tarih taşı baki kalmışdır, ve yeri sonradan bir parmaklık, ile muhafaza yolunmuşdur. El'an hâli arsadır. Tevliyetini çizmecibaşı-lar zatedegelmiştir. Lâkin meşrupta değildir. İttisalinde sadnâzam Hekimzâde Alı Paşa merhum ilk sadâretinde Tophane suyundan bir miktar mâileziz ayırtıp iki taraflı bir büyük çeşme bina eylemişdir.»

ÇİZMECİ MENZİLİ — Ok Meydanında kemankeş pehlivan mevzilerinden biri, «Çullu poyraz» menzili de denilirdi; bu menzilde muhtelif tarihlerde ok atmış ve rekor taşları dikmiş namlı kemankeşler şunlardır : Yaycı Dâvud, Çizmeci Dâvud, Arabzâde ibrahim, Karga Mustafa, Börekçi Mehmed, Bozdoğancı Mustafa, Lenduha Cafer, Çullu Ferruh.

ÇÎZME KAPUSU — Topkapusu Sarayında Birinci Avluda bir kapu idi, hâlen mevcud değildir; Babı hümâyundan girince sağ taraf da idi, bu Çizme kapusundan öte, Cebehâne Meydanına doğru yokuş aşağı bir yol inerdi; yine bu Çizme Kapusunun solunda Orta Kapuya doğru bir duvar uzanır idi ki bu duvar zamanımızda da dur maktadır; ki Cellâd Çeşmesi bu duvar ke-narındadır.

ÇİZMELİ — Geçen asır başında yaşamış kalyoncu bıçkınlarından bir delikanlı olub Hazîneli Küçük Kadri Ağanın bir şarkısından yalnız lâkabı ile tanılıyor; şarkı şudur:.

Semti Tersanede gördüm güzeli Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli Kuşağından özge sarmalı beli Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli

Hep zümrei nadan ile ülfeti Diîşâd ider hergün ol şuh bir iti Bilmem eşkiyâyâ neden minneti Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli

Çapkınım glaayetle sevdim ben seni Sevilmez- mi senin gibi külhenî Sefineî aşka açdım yelkeni Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli

Kalaycı Bağında geçirdim ele Çizmesin çıkardı cilve nâz ile Pâyin bûs eyledim o şahın hele Kalyoncudur şûhi şehbaz Çizmeli

ÇİZMELİ — Geçen asır sonlarında yaşamış ve güzelliği ile şöhret bulmuş bir istanbul bıçkını; Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi tarafından şu manzume ile övülmüş-dür:

Kırk yıl İstanbulu gezdim gezeli Hele meşrebimtee seçdim güzeli

Bir serkeş haylazı hümâ pervazı Bıçkınlar içinde nâmı Çizmeli

Ebrüleri hançer belinde hançer Zeberdest itoğlu itliği belli

Yıkmış külahını çatık kaşına Sırma saçak olmuş saçların teli

Didiler elhazer çapkın sakardır. Şekaâvete meyli var yançizmeli

Dayı reftârına nümayişe bak Görem ben anı da olmam nü deli

Ya bir de külhanca işmar çakınca Viririm yolunda başımı belî

Gül ruhlerinden lebi lâ'îinden Eyvallah ne ihsan eylerse eli

Bir gez fersat ile alub çizmesin Pâyi müşekkeli bin gez öpmeli

(Tarih)

Haneye geldiğin o külhanbeyi Tarihle malûmu olsun cihanın Çıkarub bin niyaz ile çizmeyi «Yalın ayağını öpdüm ben anın» 1349 — (çizme) 55 = 1294 Milâdî 1877

Âşık. Râzi'nin bu manzumesi Küçük Kadri Ağanın şarkısından mülhem de olabilir (Bundan önceki maddeye bakınız).

ÇİZMELİ — Galatanın büyük ve namlı gedikli meyhanelerinden biri (B.: Gedikli Meyhaneler; Meyhane); îkinci Sultan

Mahmud zamanında Enderunda Çuhadar Ağalıkda bulunmuş ve sonra Hekimbaşı Behçet Efendi dâmad olmuş Râsih Ağa «Şevkiye» isimli manzumesinde bu meşhur meyhaneyi mübhem çizgilerle tasvir ediyor:

Gelicek hatırıma seyri sefâyi Galata Şevk ile düştü heves cünbüşi semti Galata

Akla yelken iderek düşdüm o sûye ben de Belki olur diyerek bâisi zevkü hande

Nâgihan gûşime bir nağmei şehnaz (irdi Gûyiyâ sinei mecruhuma hançer girdi

Mecmai zevki sonıııca didiler Çizmeli'dir Levhi dilden gamü efkârı bozub çizmelidir.

Olayım ben de didim dâhili bezmi zürefâ İdelim defi gumûm eyliyerek zevkü safa

Vardım oî meclise kim bir şehi hûban oturur Karşısında nice bin valehü hayran oturur

Yâni bir neyyiri reşk âveri taban

Şem'i ruhsânna pervane ânjn şemisi cihan

Söylemiş sanki bunun hakkına ol şâir Yâni bir ehli hüner fenni şiirde mahir

Ne kadar gevheri zî kiymet ise beynennâs Bir hacer pâresidir lâ'line nisbet elmas

Belde zünırüd tepeli âh o mücevher hançer İşleyüb sînei uşşâkına tâ câne geçer

Bele marpiçli sarıp başına al fermâyiş Veriyor gördüğü üftâdeye kat kat hâhiş

Nigehi zevki meyi nâz ile mest olmuş ezel İnce bel kaddi güzel veebi güzel çeşmii güzel

Nâz ile dest uricak sâgara simin bileği Dinenine sunar ol muğbeçe şeker çileği'

Konmuş ortaya tekirle dahi mercan tavası Sanki manîlerin olmuşdu o meclis yuvası.

Ne ararsan bulunur anda ne istersen tçofc Meclisinde o raiehin heman kuş sudu yok

Nâzı bir yana ko ey mey diyerek miçoları Getürürler iç efendim diyerek altım suları

Alıcak yanına ben âşıkı zan gelerek Sundu desti ile ol dîdei bâdaml süzerek

Şalı başından çıkanp sacdı saçı eğdi fesi Şiire gaayetle meğer varmış o şuhun hevesi.

Zevke dâir orada haylice sohbet oldu, Meyi aşk ile sebûyi dilü canım doldu.

O devrin seçkin kalender şâiri Ende-runlu Fâzıl Bey zaman zaman divânesi olduğu nevcivanları «Defteri Aşk» adındaki meşhur eserinde anlatır iken o mahbublar arasında ismail adında bir köçek oğlandan da bahseder, aslı çingene olan bu dilber delikanlı işi icâbı meyhane meyhane dolaş-makda, bu arada Çizmeli adındaki meşhur

meyhaneye de uğramaktadır (B.: ismail, Köçek Kıbti). Dilber köçeğin dolaşdığı diğer meyhaneler ((Gümüş Halkalı», ((Servili)), «Sarnıçlı); diye anılır gediklilerdir, Çiz-meli'den şu mısra ile bahsedilmişdir: Çizmeli'den kesilir mi ayağı?,..

ÇİZME PARASI — Başda yeniçeriler kanun gereğince kapukulu askerlerine senede bir defa verilen çizme bedelinin adı.

ÇOBAN — ((Türkçe isim. Koyun ve sürülerini otlatan, sığırtmaç.» (H. Kâzım, Büyük Türk Lügati»; Inek'in öküzle karışması, keçinin ve mandanın da çoban nezâreti ile bakılan hayvanlar olduğuna göre yukarıdaki tarif noksandır; «ehli hayvan sürülerini otlatan);.demek daha doğru olurdu sanırız. Dilimizde, bu arada İstanbul ağzında bu isim üzerine şu darbımeseller vardır:

Manevî kıymeti büyük hediyeler için; yâhud maddî kıymeti çok bir hediye için aşın tevazu ile: ((Çoban armağanı, çam sakızı» denilir.

Malın gözetme ile tutulacağı yolunda: «Çobansız koyunu kurt kapar».

Bir malı, bir parayı ne israf eden, ne de faydalı bir yerde kullanan hakkında : «Çoban köpeği gibi, ne yer, ne yedirir».

Ahlâkın verasetle intikaali iddiasında: «Çoban sığır koyun güder, oğul babanın huyun güder.»

Sâhibsiz malın yağması, yâhud herhangi bir talan için: «Çoban aldı bağa gitti, kurt aldı dağa gitti.»

Hüseyin Kâzım Bey büyük lûgatmda. <(Kaz çobanı tahkir ifade eder», diyor. Kara sığır, koyun, keçi çobanlan olduğu gibi kaz sürüsünü güden otlatanlara da çoban, ((Kaz çobanı» denilir. Bundan ötürüdür ki, bu tâbir yerinde kullanıldığı zaman tahkir ifade etmez; ancak, kaz sürüleri, dağa kıra, götüremez. Köy, çiftlik, civarında, önünde gezdirilir; dolayısı ile kaz çobanlığım küçücük çocuklar bile yapabilir; kelimenin tahkir ifâdesi, bir idarenin başında bulunan kimsenin aczi kasdedilerek: «Kaz çobanı bile olamaz!...» şeklinde olur.

istanbul civarı köylerinde çobanlar köy halkından çıkar, daha doğru tâbir ile her evin koyununu, sığırını evin bir çocuğu, delikanlısı kıra götürür. İstanbul civarı çiftliklerinin çobanları ise çoğunlukla iz-mitin Kandıra, Taşköprü köylerinden olurlar; 15 yaşında bir çocuk çobanlık çağma

_ÇOBAN (Hüseyin)

4046 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 4047

ÇOBAN (Neş'et}

gelmiş sayılır ise de çobanın makbulü 18 -25 yaşlar arasındaki delikanlılardır. Çiftlik, veya istanbul köylerinde ağa çobanları, Hıdrellezden Kasıma, Kasımdan Hıdrelleze, götürü tesbit edilmiş bir ücret karşılığı altışar aylık tutulurlar ve ücretli altı aylık hizmetlerini gördükten sonra ödenir; kadim bir gelenekdir, çobanın günlük azığı, kışlık kepeneği, ağılda veya. evde yatacak yeri ağa yâhud çiftlik sahibi tarafın dan temin olunur.

îstanbulda «Çoban» kelimesine bağlı yer ve bina isimleri şunlardır:

Çoban Baba merkadı, Merdivenköyü Tekkesinde;

Çobançavuş Camii;

Çobançavuş Külhan Sokağı;

Çobançavuş Mahallesi;

Çobançavuş Medresesi;

Çobançavuş Medrese Sokağı;

Çobançavuş Sokağı;

Çobançeşmesi, Alibeyköyünde;

Çobançeşmesi, Bakırköyünde;

Çobançeşmesi - Koşuyeri Yolu, Bakırköyünde;

Çobançeşmesi - Mandıralar Yolu, Bakırköyünde;

Çoban Kızı Sokağı, Büyükderede;

Çobanoğlu Sokağı, Şişlide;

Çoban Sokağı, Tarabyada;

Çoban Suyu Sokağı, Eminönünde.

Mehmed AH GÖKTUNA

ÇOBAN (Hüseyin) — 1955 de hortlamış ve 1960 dan sonra alabildiğine dal budak salmış kabadayılık denilen şehir şeka-avetinin kurbanlarından 27 yaşında birkahvehane uşağı; 1964 yılı başında Taksimde Bekâr 'Sokağındaki Şark Kahvehanesin -de ocakçılık yapıyordu; aslı Erzurumluolup ayakdaşları arasında «Koçero Hüseyin» diye taşındığına göre kendisininde bileğine pençesine güvenir gençlerden olduğu bellidir.12 Nisan 1964 tarihinde Adanalı Zekiadında genelev fedaisi ile kafadarıRamazan SargılıPortofino isimli içkili lokantanın sahibi Necdet Türemiş'iöldürmek isterkenyanlışlık ile ŞarkKahvehânes indeNecdetin hemen ar-Hüseyin Çoban

kasında Hüseyin (Kesim: S. BozeaM

Çoban'ı vurup öldürmüşlerdi. Ocakçıyı vuran Adanalı Zeki olduğu halde katledilmek istenilen lokantacı N. Türemiş polise verdiği ifadede: «Ramazan lokantamda çalışıyordu, bir kaç gün evvel işden çıkardım, beni öldürmek istiyorlardı).-, demiş-dir. Ramazan Sargılı da 17' yaşında bir gençdir. Bu kanlı ve adî zabıta vak'asının arkasında büyük .bir cemiyet yarası durmaktadır.

ÇOBAN (Mehmed) — İkinci Cihan Harbinden önce Atatürk devrinin ünlü peh -livanlarından, millî forma ile Türkiyeyi temsil etmiş sporculardan; hakikaten ço-banlıkdan gelmişdir, soy adı kanunundan evvel Çoban Mehmed Pehlivan diye şöhret bulmuşdur. Uzun boylu, iri yarı vücud yapısı ile güreş meydanında askerlik görevini yapar iken kumandanlarının teşviki ile so-yunub çıkmış, pehlivanlığa arianevî yağlı güreşle başlamış, sonra Türkiye millî güreş takımına serbest güreş ve greko - ronıen güreşde yıllarca ağır sıklette memleketini temsil etmişdir. Gaayetle nâzik, çelebi, sportmen vekaarmı hiç zedelememiş, köylü çocuğu safvetini dâima muhafaza etmişdir. îstanbulda yerleşmiş, güreşi terkettik-ten sonra îş Bankasında mütevazı bir vazife almış, orada da yıllardan beri dürüstâne çalışmaktadır. Bütün eski pehlivanlar gibi tatlı, bilhassa baklava düşkünüdür. Bu satırların yazıldığı sırada yaşı altmışını bulmuş, efendi kıyafeti ile nereye gitse hürmetle, sevgi ile karşılanır bir sima idi; tanıyanlar tanımıyanlara: ((İşte Çoban Mehmet Pehlivan!...» diye gösterir; tanımayanlar da Evliya Çelebinin tâbiri ile «apul apul pehlivan reftârı ile yürürken : ((Aman şu babayiğite bakın!...» derdi. Maalesef sânına lâyık bir hal tercemesi tesbit edilemedi.

ÇOBAN (Mustafa) — 1964 yılında 24 yaşında fabrika işçisi bir kaatü; büyük şehrin ayak takımı arasında bediî ve fikrî meşgale yoksulluğu dolayısile günlük hayatın tek kıymeti ve zevki cinsî duygu ve hırslardır ve bu yüzden îstanbulda, usta kalemler elinde roman konusu olacak cinayetler işlenir; Mustafa Çoban böyle bir cinayetin fâüidir

1960 yılında çalışdığı fabrikada 17 yaşında Saliha Arabacı adında çok güzel bir işçi kız görerek sevmiş ve ailesi Kemerburgaz'ın Göktürk köyünde oturan bu güzel

Mustafa Çoban ve S. Arabacı

(Besim: S. Bozcalı)

kızla nişanlanmışdır; fakat nikâh aktedil-meden, Taşlıtarlada Dörtyol Mahallesinde Gülseren Sokağında 3 numaralı ve tek odadan ibaret bir gece konduda yerleşerek karı koca gibi yaşamaya başlamışlardır ve böylece dört yıl geçmişdir. Bu arada işinden çıkarılmış olan Mustafa Çoban, nişanlı - metresinin ailesinin oturduğu Kemer-burgazda yeni bir iş bulmuş, Taşlıtarlada-ki odalarında bırakdığı güzel Sabihamn yanma haftada bir gün gidebilmiştir. Aradan bir müddet geçince Sabihamn bâzı hallerinden şüphelenmeye başlamış, bu şüpheler dışarda duyduğu bazı dedikodular da eklenince 1964 yılı temmuzu ortalarında bir gece vakit evine giderek genç ve güzel kadını boğarak öldürmüşdür; o geceyi, ertesi günü ve ertesi geceyi odasına kapanarak ölünün yanında geçiren kaatil, ikinci günün sabahı Kemerburgazın Göktürk Köyüne gitmiş, nişanlı - metresinin anasına: «Kızını çok seviyordum, fakat bana oyun oynadı, ben de onu nihayet öldürdüm, gidip cenazesini kaldırın...» demiş ve ormana kaçmışdır, bir gün sonra da motorlu polis ekibi tarafından o civarda Pirincci köyünde kahvehanede oturur iken yakalan-mışdır.

Cinayetin görgü şahidi yoktur; kaatil polisde ve mahkemede şunları söylemiş-dir:

«Ben, Sabiha Aıabacı ile dört seneden beri nikâhsız olarak oturuyordum. Çok arzu etmemize rağmen bir türlü nikâh yap-tıramamıştık. Kendisinden ancak dokuz ay yaşayan Şengül adında bir kızım oldu, Sabiha ondan sonra iki sefer daha gebe kaldı,

fakat çocukları düşürdü. Haftada bir de eve uğruyordum. Etraftan duyduğum dedikodular yüzünden Sabiha'dan şüphelenmeğe başladım. Vak'a gecesi saat 1.30 da eve gittim. Açılan kapıdan girerken bir adam bana çarparak dışarı fırladı. Sabiha-ya adamın kim olduuğnu sorduğum zaman bana: — Sana ne?... diye sert ve haşin bir cevap verdi, îki elimle boğazını sıkmaya başladım. Biraz sonra hırıltıları kesildi ve Sabiha cansız yere düştü. Elbisesinin kuşağı ile de son defa boğazını iyice sıktığımı tahmin ediyorum.»

Bu satırların yazıldığı sırada, gazetelerin «orta boylu, kumral ve hayli yakışıklı bir genç).-, diye tarif ettikleri Mustafa Çobanın muhakemesi savcının idam talebi ile devam etmekte idi (Ekim, 1964).

ÇOBAN (Neş'et) — Merdivenköylü Neş'et Pehlivan diye meşhurdur; greko -romen usulünde güreşen ilk pehlivanlarımızdan; hicrî 1296 (milâdî 1879} da Mer-divenköyünde doğdu (îstanbulda Anadolu yakasında büyük bektâşi tekkesi ile meşhur köy; eski adı Merdivenli Köyü; B.: Merdiven Köyü), babası çiftçi ve bağcı Riza Ağadır, aile unvanı da ((Çobanoğlu» dur; zan ediyoruz ki, bu aile evlâdı fatihandan-dır; yukarda adı geçen tekkenin kuruluşu Erenköy ve civarının fethi akabindedir, Merdiven Köyü de tekkeden az sonra ku-rulmuşdur; tekke naziresinde medfun bir «Çobanbaba» nın Çobanoğlu ailesinin bir ceddi olması muhtemeldir (B.: Çoban Baba). Neş'et Pehlivanın annesi Hatice adın da Bursalı bir hanımdır.

Kurbağalı Derede Celâl Bey Rüşdiye-sinde okudu; bu okul binası eski tahta köprünün yanında, Fenerbağçe Kulübü karşısında hâlen mesken olarak durmaktadır; Neş'et Pehlivanın bu rüşdiyeyi bitirmiş olacağını zan etmiyoruz; gençliğinde bir ara babasının yanında çiftçi olarak çalışdı, sonra İstanbul Mahbushânesinde ser gardiyanlık yapdı, oradan gümrük idaresi hizmetine geçerek uzun zaman gümrükde kaldı ve oradan emekliye ayrıldı.

Pehlivanlığa şehiremini Rıdvan Paşanın oğlu Reşad Rıdvan Beyin teşviki ile ve meşhur Kara Ahmed Pehlivanı usta tutmakla başladı; 1902 de yirmi üç yaşında iken Tanburacı Osman Pehlivan ve Koç Mehmed Pehlivan ile beraber bir Paris ve

— 4049 —

— 4Û48 —

İSTANBUL

mış iki koyun kabartması ile bir çoban değneği vardır, zan ediyoruz ki, benzeri olmayan bir kabir taşıdır; talik hat ile yazılmış kitabesi şudur:

Hû dost

Terki dünya hırka ehli postu ehli hak-dı bîriyâ

Eyledi hizmet çobanlıkla bu zâti pür haya

Ergiri kazasından

olup işba müeeı-red saf dil

Son deminde hû de.

yûb göçdii lıemaıı Musa Baba.

Hüsnü KINAYLI

Çoban. Babanın Kabrinde kabartma resimli

ayak taşı (Resim: Ömer Te!)

— Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz »adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında çoban civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış «H'ûbamıa-mei Nevedâ>;. adını taşıyan manzum mecmuada çoban civanı şu beyitlerle övülmüş-dür:

Çobanın civanı şahin balaban Hem dahi oynaşı dağdaki çoban

Dağlı fetâdır ki dumanlı başı Koç ylğite nıihrab olmuşdur başı

Hâli vahşet üzre kız saçlı dilber îstanbulda, görür yılda bir berber

ÇOBAN ÇAVUŞ CAMİİ — (B.: Çoban-çavuş Mescidi).

ÇOBAN ÇAVUŞ KÜLHANI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eminönü Kazasının Kumkapu Nahiyesinin Nişanca mahallesi sokaklarından; Şeyh Şâmil Sokağı ile Nişanca Bostanı Sokağı arasında bir aralık sokakdır (adı geçen rehberde pafta 3, mahalle numarası 32); yerinde, kapu numaralarına göre, Tuğrakeş

ÇOBAN BABA

New York seyahatına çıktı, Tanburacı ile Koç Mehmed Atinadan geri döndüler. N eş'-et Pehlivan Amerikaya gitti ve orada bir seneden fazla kalarak bir spor kulübünde güreş antrenörlüğü yapdı. Türkiyeye dön-dükden sonra bâzı meraklı genç beylere güreş ustalığı yapdı, kendisi de 1918 yılına (39 yaşma) kadar güreşdi.

Çok uyanık, dilbaz, meclis adamı bir pehlivandı; fransızca konuşur ve şiirle uğraşırdı; iyi avcılar arasında sayılırdı, tüfeği oğlu Riza Çobandadır.

Bütün emsali gibi gençliğinde Merdiven Köyü sandığında tulumbacılık yapmış-dı; hattâ tulumbacılığın kaldırıldığı sırada bu sandığın reisi bulunuyordu.

2 Mayıs 1958 de bir safra kesesi ameliyatında vefat etti; kabri Merdiven Köyü mezarlığındadır.

Riza Çoban •— Neş'et Pehlivanın oğlu ve hayrülhalefi; 1910 da Merdiven Köyünde doğdu, Kadıköy Orta Mektebini, Kabataş Lisesini bitirdi. Hukuk Fakültesinde yüksek tahsilini yarıda bırakarak Maliye memurluğu olarak hayata atıldı; ünlü bir pehlivanın oğlu, 1.84 metre boyunda mü-heykel bir vücud yapısına sahib, ve muhitinde «Pehlivan Riza» diye tanındığı halde çocukluğunda ancak heves olarak gü-reşmişdir; hattâ güreş seyrinden bile zevk almaz. Meslek hayâtında çok dürüst bir memur olarak tanınmış ve otodidakt olarak fransızca öğrenmişdir; fransızcaya siyasî makaaleleri tâkib edecek derecede vâ-kjıfdır. Bir pratisyen hekim kadar tıb ilmi . ile ilgilenmiş, tıb kitabları ile lûgatlardan mürekeb küçük bir kütübhâneye sâlıipdir. Emsalsiz hafıza sâhiblerindendir, Yunus Emre divânı tam olarak ezberindedir. Dostlarına vefakâr, sohbet ve meclis adamı; bu satırların yazıldığı sırada Merdivenköyü-nün şöhretli simalarından biri idi (1964).

ÇOBAN BABA — Asü adı Muşadır, bir bektâşi babası, Balkan Harbinde hayli yaşlı olarak Ergiriden muhacir gelmiş ve Mer-divenköyü tekkesinde yerleşerek tekkenin çobanlığını yapmışdir; hiç evlenmemiş, cemal âşıkı, gönül ehli bir kalender idi; 1929 da ölmüş ve telceknin hazîresinde bir duvar «tîMne defnedilmişdir; kabir taşmda adı tesbit edilemeyen bir sanatkâr eliyle yapıl-

ANSİKLOPEDİSİ

Sokağına bağlanmışdır; kabataş döşeli, bir araba geçecek genişliktedir; üzerinde üç alışab ve bir beton ev vardır (Ağustos, 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇOBANCAVUŞ MEDRESESİ — Banisi Çavuşbaşı Süleyman Ağadır; Koskada Koca Ragıp Pasa Caddesinin nihâyetinde; aynı adı-taşıyan camiin yanında di; camii ile beraber yakın zamanlarda yıkdmlmış, yerle bir olmuşdur.

Bibi.: Ekrem Hakkı Ay verdi, Fatih Devri Mimarisi.

ÇOBANÇAVUŞ MEDRESESİ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eminönü Kazasının Kumkapu Nahiyesinin Nişanca Mahallesi sokaklarından; Derin-kuyu Sokağı ile Daltaban Yokuşu arasında uzanır; Sünbülsinan Sokağına isimsiz bir aralık sokakla bağlanmışdır (adı geçen rehberde pafta 3, mahalle numarası 33). Daltaban Yokuşu tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli olarak başlar; sağ kolda Kâtib-cidiıı yanındaki aralık sokağı geçince paket taşı yerine kabataş döşeli yol olur; fca-

Çobançavuş Mescidi (Resim; Reşad Sevinçsoy)

ÇOBAN ÇAVUŞ MESCİDİ

pu numaraları 3-23 ve 2-12 dir; sokağa adını veren medrese zamanımızda mevcud değildir (Ağustos, 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇOBANÇAVUŞ MESCİDİ — Fâtih Sultan Mehmed devri yapılarından idi; Hadi-kâtül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Banisi Çavuşbaşı Süleyman Ağadır, medrese ve çeşmesi meşhurdur; camii dâiresinde kendi dahi medfundur; aslında mahallesi ol-mayup Üçüncü Sultan Ahmed devri sonlarında civar mahallelerden evler ilhak olu-nub bu mescide mahalle yapılmışdır.»

«istanbul ve Boğaziçi» adlı meşhur eserin müellifi Mehmed Ziya Bey, bu mescidin harîminde banisinin kabir taşı için «muhteşem bir mermer» tâbirini kullan-mışdrr

1947 de Çobançavuş Mescidinin durumu son derecede hazin idi. Taş minaresi tamamen yıkılmış, mihrab duvarı önündeki hazîre bir moloz yığını, çöplük olmuş, ahşab son cemaat yeri tamamen çökmüş, sâdece ahşab direkler kalmış, müstakil plânlı dört kagir duvarın üstündeki ahşab çatı da çöküntü hâlinde idi; bu durumda, evkafça kadro dışı e-dilmiş binaya, hem maddeten, hem de ruhen yoksul ve sefil bir aile sığınmış, mescidin içine tavukları için bir kümes inşa etmiş, yine mescid içinde müezzin mahbiline de bir ayak yolu çukuru kazıp kul-ianmakdan çekinmemiş, hay â duymamış-dı.

Çift sıra pencereli mabedin yan duvarla-rında üçerden on iki, mihrab duvarında altta aort, üstte beş, ceb-üe duvarında da altta iki üstte beş ki, cem'-an 28 penceresi vardır.

Mamur devrinde pek rûgen bir cami olduğu muhakkaktır. Son cemaat yerinde de »y-

ÇOBAN ÇAVUŞ SOKAĞI

— 4050 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 4051 —

ÇOBANÇEŞMESİ ORMAN FİDANLIĞI

Çobançavuş Mescidi (Kroki-Plân: Hüsnü)

rica iki mihrabcığı -bulunan büyük bir mes-cid idi.

1953 de Ekrem Hakkı Ay verdi • «Fatih Devri Mimarisi» adlı büyük eserinde bu mescid hakkında şunları yazıyor:

«Banisi Fâtihin Çobanbaşısı SüleymanAğa; Eoskoda Ragıp Paşa Kütüphanesininarka cihetinde ve Koca Ragıp Paşa Caddesinin güzergâhında, yakın zamanlarakadar bakî, üç sıra tuğla bir sıra taş ileinşâ edilmiş duvarlı büyükçe bir cami idi;tamamen yıkılmış ve yerinde hazin iki servi ağacı ve bir kaç kırık mezar taşındanbaşka bir şey kalmamışdır. Eskiden ahşafobir medresesi ve bir çeşmesi de varmış: İstanbul ve Boğaziçi eserinde Mehmed ZiyaBeyin bahsettiği baniye âid muhteşem mermer mezar kayıplara kanşmışdır.»iHakkı GdKTÜRK

- 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eminönü Kazasının Kumkapu Nahiyesinin. Mimar Kema-leddin Mahallesi sokaklarından; Koca Ragıp Caddesi ile-Derinkuyu Sokağı arasında uzanır (adı gecen rehber, pafta 3, mahalle numaras 33). Bir araba geçecek ge-nişlikde, kabataş döşeli, bir aralık sokak-dır; üzerinde üç beton yapı ile ikişer katlıaltı ahşab ev vardır; kapu numaraları 3-9 ve 2-14 dür (Ağustos, 1964).

Hakkı GÖKTÜKK

ÇOBAN ÇEŞMESİ — Uzakça kaynaklardan şehirlere kasabalara su getirten hayır sâhibleri kırlarda da çobanlar için bir çeşme yapdıra gelmişlerdir, ve bu çeşmeler halk ağzında ((Çoban Çeşmesi» denilmişdir, İstanbul civarında da pek çok çoban çeşmesi vardır.

ÇOBANÇEŞMESİ — Alibeyköyündeıı ötede, Alibeyköyü Deresi boyunda, yukarıya doğru çıkılır iken derenin sağ kenarında olup Çobançeşmesi o mevkiin ve etrafının da adı olmuşdur.

Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi, aşağıdaki satırları İbrahim Hilmi Tanışık'm «İstanbul Çeşmeleri» isimli eserinden alıyoruz:

«Banisi Üçüncü Muradın silâhdarı Yusuf Ağadır, altı mısralık kitabesinin tarih beyti şöyledir:

Kecâsı bu durur nûş eyleyenden Diye «Kilsim, ânın Hak ruhini şad» 1004 (m. 1595)

((İkinci bir kitabeden Mustafa Kani Bey adında bir zât tarafından 1242 (m. 1826) de tamir edildiği, üçüncü bir kitabeden de muattal hâle gelmiş iken 1314 (m. 1896) de Tersane binbaşılarından Arif Osman Beyin imâr ettiği anlaşılıyor. »

Çobançeşmesi

Çobançeşmesi mevkii îstanbulun, yakın zamanlara gelinceye kadar biraz ıssız, biraz uzakça, fakat meşhur bir mesiresi olarak bilinmişdir, silâhsız ve yalnız da gidilmezdi; daha ziyade haytaca eğlenmek isteyenler tarafından tercih edilirdi; öyle ki Çobançeşmesi cinayetlere de sahne olmuşdur. 1893 de Mustafa adında genç bir yorgancı işret saikası ve kaza ile Tulumbacı

Hakkı ve beygir sürücüsü Zeynel tarafından, 1899 da da Sabri Bey adında bir miras yedi de uygunsuz güruhundan beygir sürücüsü Süleyman isminde bir genç tarafından güya nefis müdafaası yolunda öldürülmüşler, her |ki cinayetin kaatüTeri olan Hakkı, Zeynel ve Süleyman onbeşer sene küreğe mahkûm olmuşlardır. Yine 1899 da Karakaş Eleni adında bir fahişenin Çobançeşmesinde bıçaklanmış cesedi bulunmuş, fakat kaatili meçhul kalmışdır.

ÇOBANÇEŞMESİ — İstanbul civarının meşhur çoban çeşmelerinden biri. Ba-kırköyü'nün arkasında, Veli Efendi Koşu

Çobançeşmesi

Yerinin kuzey batısında Fildamının karşı-sındadır. Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1965).

ÇOBANÇEŞMESÎ ORMAN. FİDANLIĞI — Bir buçuk asırdan fazla yüz üstü bırakılmış eski mâmur îstanbulun sağlığı ve terâveti yolunda yeniden ağaçlandırılması ve yeşillendirilmesi, ferdî teşebbüslerin gücünü aşan büyük bir iş olduğu, için, halka yardım gaayesi ile İstanbul Belediyesi, İstanbul Özel İdaresi, Tarım Müdürlüğü. Orman Başmüdürlüğü ve Devlet Demir Yolları İstanbul civarında süs, park, orman ve meyva ağaçları yetiştiren ayrı ayrı fidanlıklar kurmuşlardır: l — Özel İdarenin Beykozdaki Orman ve Park Ağaçları Fi-

danlığı; 2 — Büyükdere Meyvalı Ağaçlar Fidanlığı; 3 — Orman Başmüdürlüğünün Bağçeköy Orman İşletmesi Fidanlığı; 4 — Devlet Demir Yollarının Bakırköy Yeni mahallesinde Süs Ağaçları Fidanlığı; 5 — Orman İşletmesinin Bakırköy Çobançeşmesinde Orman Fidanlığı.

Halkın ve kamu hizmetindeki kurumların şehri ağaçlandırmak için yıllık fidan isteği ortalama 2 milyon fidandır. Orman Başmüdürlüğünün Çobançeşmesi fidanlığı bu isteği karşılamak için kurulmuştur. Bu fidanlık Bakırköyünde Çobançeşmesi mevkiinde Londra Asfaltı kenarında 497,026 metre kare toprak üzerinde kurulmuşdur, bu arazi Ayamama Deresine bakan yamaçlardadır; fidanlığın kuruluş tarihi 26 Haziran 1957 dir; arazi kâfi gelmemiş, az sonra fidanlığa 13 hektar daha toprak eklenmiştir.

Kuruluş tarihinde fidanlığın adı «Halkalı Orman Fidanlığı);, idi; bu isim Halkalı Tarım Okulu ile karıştırıldığından bir müddet sonra değiştirilmiş, civarında bulunan Çobançeşmesine nisbetle ((Çobançeşmesi Orman Fidanlığı); olmuşdur.

Fidanlığın gaayesi İstanbul ve çevresindeki Orman İşletmelerinin, devlet kuruluşlarının ve halkın ağaçlandırılacak alanlarının, orman fidanı isteğini karşılamak-dır. Buna göre yapılan plân sonradan beş yıllık kalkınma plânı ile de tatbikata tâbi tutulmuştur.

Kuruluş raporunda.fidanlığın yıllık verimi 3 milyon civarında iken beş yıllık kal-'kınma plânı ile bu miktar 10.5 milyona çı-kanlmışdır.

Bakırköy Orman Fidanlığında yetiştirilen fidan çeşitleri şunlardır: Kara çam, sarıçam, kızıl çam, halep çamı, sahil çamı, ehram, servi, mazı, himalaya sediri, lüb-nan sediri, yalancı servi, Uludağ köknarı, akasya, akçaağaç, atkestanesi, çınar, dişbudak, huş, idris, karağaç, katalpa, kızıl ağaç meşe, kiladiçya, ılgın, melez kavak.

1963-1964 ağaçlama mevsiminde 4,5 milyon, 1964-1965 de ise 5.5 milyon fidan dağıtmaya ayrılmıştır.

Bu fidanlar kışla, okul gibi müesseselere bir yazı ile parasız verilmekte, halka ise çok ucuz satılmaktadır.

Fidanlığın adresi şudur : ((Bakırköy Çobançeşmesi Orman Fidanlığı Müdürlüğü»; telefon numarası 71 61 16 dir.

Kara çam 3 yaşında

0,75

Karaçam 5 »

2.50

Kara çam 6 »

4.00

San çam 2 »

0,15

Sarı çam 4 »

1.50

Sarı çam 6 »

4.00

Kızılcam 5 »

2.50

Halep çamı Z »

0,75

Sahil çamı 5 »

2,50

Ehrami Servi 4 »

• 1.50

Ehrami Servi 5 »

2.50

Mazı 3 »

0,25

Mazı 4 »

0,75

Himalaya Sediri ''

4 »

2.00

Himalaya Sediri

8 »

8.00

Lübnan Sediri 7 »

6.00

Yalancı Servi 6 »

2.00

Yalancı Servi 8 »

4.00

Uludağ Kökn. 6 »

5.00

Uludağ Kökn. 8 »

8.00

Akasya 1 »

0,10

Akasya 3 »

0.25

Akçaağaç 3 »

0,40

Akçaağaç 1 »

0.10

Atkestanesi 5 »

2.00

Çınar 3 »

0,75

Çınar 4 »

1,50

Çmar 5 »

2.00

Dişbudak

(adî) 3 »

0,40

Dişbudak

İSTANBUL

Fidanlık çevredebüyük bir ormancılıkprepagandasına sebep olmaktadır. Fidan istiyenlere gösterilen kolaylık, kendilerine verilen teknik bilgi, dikim yerlerine gidilmesi, dikime ait bülten verilmesi, halkın ikendieliyle seve seve fidanyetiştirmesini sağla-'maktadır. Fidanlıkmensuplarının mesleklerine hakkıyla,vâkıf, aşık olmaları,bu şehir kütüğündetakdir ile kaydedilmeğe değer. Memleketler böyle vatan-:; daşların ellerinde

yükselir.

1965 yılı başlarında fidanların satış fiyatları, şöyle idi:

T.L.

ÇOBANÇEŞMESİ ORMAN FİDANLIĞI — 4052 —

KUZEY

/ * YKlUÖ ,

fHAVAALANINA

Çobançeşmesi Fidanlığı

Fidan isteme mevsimi l Kasım - 15 Mart arasıdır

Fidanlıkta kadın ve erkek işçiler çalışmaktadır. İşçilerin bir kısmı yakındaki Yenibosna ve Safra köylerinden, bir kısım işçiler de Tokad ilinden gelmektedir. To-kadlüar, kışın fidanların sökümünde çalışırlar.

Fidanlıkta ihtiyacı karşılayacak küçük, sevimli, temiz kulübeler, iş yerleri, lojmanlar, idare binaları vardır. Fidanlığın işlek bir yol olan Londra asfaltı bitişiğinde bulunması ve güzel manzaralı bir yerde olması halkın buralara eğlenmeye, dinlenmeye gelmesini kolaylaştırmışdır. İşin ehli Fidanlık Müdürünün buraya bir dinlenme ve eğlenme yeri, «yani «Park-piknik» yapması çok yerinde bir teşebbüs olmuşdur. Halkın ağaç ve ormanı daha yakından tanıyıp sevmesini sağlamaktadır.

Bu satırların yazıldığı sırada (Ocak, 1965) fidanlığın idarecileri şu zatlar idi:

Fidanlık Müdürü Cihan Kocal, Fidanlık Mühendisi Hilmi Karakaş, mühendis muavini Semih Ayla, mühendis muavini Abdülkadir Alptekin, mühendis muavini Burhan Kubilay, kâtip Kemal Ada, kâtib Süheyl Kiney, fidancı usta bağçıvan îbra-him Öznar, fidancı usta bağçıvan Ahmed Bıyık, fidancı usta bağçıvan Halil Göle-menli.

— 4053

ANSİKLOPEDİSİ

(adî)

4 »

0,60 »

Dişbudak

(geniş yap.)

4 »

0,60 »

Huş

4 »

1.50 »

İdris

3 »

0,75 »

Kar ağaç

4 »

0.80 »

Katalpa

1 »

0,10 »

Katalpa

4 »

0,80 »

Kızılağaç

3 »

0,40 »

Meşe

3 »

0,75 »

Meşe

4 »

1.50 »

Meşe

5 »

2.00 »

Glâdiçya

1 »

O.İO »

Glâdiçya

3 »

0.25 »

Ligustrum

1 »

0.10 »

Ligustrum

2 »

0,25 »

Ilgın

2 »

0,40 »

Ilgın

3 »

0,75 »

. Melez kavak

3 »

0,75 »

Melez kavak

4 »

1.00 »

Fidanlığın prospektüsünden aldığımız yakardaki cetvelde 49 çeşid fidanın satış fiatı arasında en pahalı fidanları 8 liraya satılan 4 yaşında Himalaya Sediri üe 8 yaşında Uludağ köknarı olduğu görülüyor. En ucuz fidanlar da 10 kuruşa satılan l yaşında Katalpa, l yaşında Ligustrum, l yaşında Akçaağaç, l yaşında Akasyadır, Satışlarda ambalaj bedeli olarak 2 lira ile 10 kuruş arasında bir para alınmaktadır.

Kerim. YUND

ÇOBAN KANTOLARI — Türk tiyatrosunda kantoların ve kantocu kızların (şantöz - dansözlerin) önemli yer aldığı devirde sahnede bir aşk kahramanı çoban tipi istanbul halkı, kantoların bilhassa meftunu olan ayak takımı tarafından çok tutul-muşdur; bundan ötürüdür ki, 1875 ile 1900 arasında en meşhur kantocu kızların re-pertuvannda bile en az üç beş çoban kantosu bulunmuşdur.

İstanbul sahnelerindeki âşık yâhud maşuk çobanlar hakikî hayatın çobanları olmamışdır. Bir çobanın ağır günlük hayatı, derin mahrumiyeti, yalnızlığın icabı kaba vahşeti, cehlin icabı kaba nefis hırslan. hattâ bazan içlerinden canilerin bile çık-dığı hiç düşünülmemiş; çoban, istisnasız, genç, güzel, müheykel, kuvvetli., masum, aşka susamış bir yalnız delikanlı olarak tahayyül edilmişdir; güzellik ve safiyette dengi bir köylü kızı, hattâ bir köy ağasının kızı ile muaşakası, çoğu büyük şehrin sefil fuhuş hayatının yakın âşinâsı olan ayak takımı seyirciler tarafından da özlenen aşk sahnesi olarak şiddetle alkışlanmışdır.

ÇOBAN KANTOLARI

Çoban olarak sahneye çıkan o devrin ünlü şantöz - dansöz ve aktrislerinden biri olmuşdur (Büyük Virjini, Küçük Virjini, Rozika, Peruz, Küçük Peruz, Şamram, Küçük El eni, Büyük Amalya, Küçük Amal-ya); duettolarda ise tiyatronun l numaran yıldızı çoban (meselâ Peruz ve B. Vrrjini gibi), onun gölgesindeki bir şantöz - dansöz de maşuka köylü kızı (meselâ Peruzun yanında Şamram veya Küçük Peruz; Büyük Vir j ininin yanında Luçika) olmuşdur. Duettolarda sahneye istisnaî olarak -çoban rolünde bir aktör çıkmış ve yıldız da maşuka olmuşdur (Meselâ Küçük Amalya ile Todori, Küçük Eleni ile Aşod gibi); bâzan da güzel çobanla sevişen ağa kızının babası da sahneye çıkmışdır; ve kötü aktör kız babası olmuşdur (meselâ Peruz çoban, Şamram kız, Şevki kız babası).

Çobanın kıyafeti de uydurmadır; şöyle ki: başında ağabani yalrud yemeni veya grep sarılmış bir keçe külah; üstünde bir mintan, câmedan veya bir cebken, belde kuşak, altında bir şalvar, • bâzan potur, ayaklarında nadiren çarık (Peruzde), ekseriya bir kaba, kabaralı nalçalı kundura, bazan da bir kadın ayakkabısı, aktris şantöz - dansözün kendi ayakkabıları bulunmuşdur; kaşlar rastıklı, gözler sürmeli, dudaklar kıpkırmızı, yanaklar al al boyalı ve zamanımızın argo tâbiri ile «bomba» memeler, avamı tahrik eden cazibesi ile .meydandadır; maşuka köylü kızı : «Yandım ben bu çobana!»; dediği zaman tiyatroyu dolduran bahriye ve nizamiye nefer ve çavuşları, manav, kayıkçı, salapuryacı, hamam natırı, dellâkı, sırt ve sırık hamalları bir ağızdan «Yandım!...» diyerek foriyi (Büyük alkışı koparmışdır (B.: Avrupa Tiyatrosu; Amerika Tiyatrosu).

Maşuka kızın kıyafeti de Rumeli veya Anadolu köylüsünün kılık kıyafeti olmamışdır, onlar da sahneye istanbul civarına konup göçen oba çmgelenelerinin tuvaleti ile çıkmışlardır.

Metinlerini kanto mecmualarından aldığımız bâzı çoban kanto ve duettoları şunlardır :

Büyük Virjini'nin Kantosu, öksüz çobanını hem yabancı sabandan beri Ümidsîz yerde çiknedim ben bn çimenleri Bir çoban kızı görmüşdünı su kenarında Bir yavru kuzusu vardı hem kucağında *

ÇOBAN KANTOLARI

— 4054 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— :4055 —

ÇOBANLI (Necdet)

K. Aınalya Todori

K. Amalya

Todori

Todori

Büyük Virjini'nin Kantosu

(Rast)

Bîr kuzum var me... me... me!... Çoban ona dâim ağlar... Dere tepe gezerim Kuzumu ben ararım Nerdesin kuzum Me... me... me!... Kara gözlü kuzum Me... me... me!... Öksüz çoban Ömrü geçer şu dağlarda...

*

Rozika'nın Kantosu

(Mahur)

Bana lâyık hora tepmek (?), gülmek, eğlenmek Nerde kaldı sevdiceğim, tükendi yürek?! Ne müşkildir bu güzelin arzusunu çekmek Âşıklar sermeli kuauîar Me... me... me!... Me... me!...

*

Küçük Virjini'nin Kantosu Ben bîr küçük çoban kîzı Bilmem istiğna nâzı Irmak başını severim Maşukumla gezerim... *

Küçük Virjini'nin Kantosu

(Nihâvend)

Ben Mr çaban lıem öksüzüm Koyunları güderim Kuzularım1 me... me'... me... meler Kara gözlü kuzularım Me... me... me... me... me... me... Çok zâlimsin benim kuzum Me... me... me... me... me... me... Çok cefakârsın benim kuzum 'Dağlarda gezerini Kuzuma ot ararını Benini kuzum bir tanedir Gel benim kuzum Gel kara gözlüm Me... ine... nıe... me!...

*

Küçük Virjîni'nîn Kantosu

(Nihâvend)

Koyunlarım otîamakda Yavruları nynmakâa Bir kız gördüm Görünce gönlüm akdi O da foakdı ah çekti Aklım başımdan gitti Şimşek gözler kara kaşlar Yakdı beni nâzik dilber Koyunlarım me me meler Fikrim aşka daldı Koyunlarsın mahzun kaldı

Sattıranın Kantosu (Nikriz)

Tavra kuzu

Çayırlarda otlayor

Me me diye çayırları koklayor

Çoban kızı kiriz atıp hoplayor

Kuzuları kaval ile toplayor...

Duetto

(Rast)

Biz çobanız raks ederiz Raks ederiz

Koyunları hem güderiz Hem güderiz Me... me...

Koyunları otlatırım otlatırım Derelerden atlatırım Me... me... me... me...

*•' '.

Düette

(Hicaz)

*

Başımı saldın ateşe Aldı beni bir,endîşe Garib çobansın Üzme bîçâreyi Hele bir yüzüme bak Söz atma kıvrak kıvrak Kaş oynatmak, gerdan

kırmak

· Harab etti bir bakışınKara gözle kara itasınMeftun oMum şimdi sanaMerhamet et ad bana

· Bal şeker mi tatlı sözlerOcağından duman tüterSöz attıkça takat biter

· Gel güzelim, gel gidelimKederi gamı defedelim

· Hele kandı kız aldandı

· Bana bakdı eanımı yakdı

· Gel gidelim bMm dama

· Kuzum çoban canımı yakma

· Haydi canınt yürüyelimKöye doğru biz gidelimDüğün kurnb zevk ideüm

· Haydi çoban yürüyelim

· Raksedîp eğlenelim

*

Duetto (Hüseynî)

K. Amalya —

Ne sevimli çoban kızı Yakdı ah kaşı gözü Pek lâtiftir hele sözü Kalmadı tende dermanım Ah vah ile gecdi zamanım Yandım ben de sana, Yandım ah çobanım

Duetto

(Hüseynî)

Peruz — Kuzuları otlatırım

Ben şu karşıki çayırda Şamram — Ben de seni ah görünce

Meyil verdim haylice

Gel güzel çoban konusalım Peruz — Ateş bırakdın eamma

Yana yana ağlayarak

İşte geldim yanına. Şamram — Ben de senin ateşine yanayım

Hem anamdan hem babamdan

Kaçıp sana geleyim Peruz — Alıp seni kaçarım aman

Amanın aman Şamram — Kara gözlü çoban seni severini

Bir canım var ister isen Veririni Şevld — Hey hey hey hey

\ Hele bakın kızım ile şu çobana

Kuzları bırakmışlar

Yüz üstüne ovaya.

Pernz — Ağlama sızlama sor kızına Şamram — Yandım babacığım ben bu

çobana

Peruz — Yangınım! Şamram — Baygınım! Şevki — Haydi öyle ise doğru köye

gidelim

Düğün kurup pilâv zerde yiye-

limı!...

Hüsnü KINAYLÎ

ÇOBANKIZI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinde Büyük dere sokaklarından; Hançerli Çavuş Sokağı ile Çubukçu Sokağı arasında uzanır; Hacet Sokağı, Fıstık Suyu Sokağı, Aşmalı Yalı Sokağı ve Büyükdere Kuyu Sokağı ile ka-vuşaklan vardır (Pafta 23 de Eüyükdere bölümü); yerne gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (O-cak, 1965).

ÇOBANLI (Orgeneral Cevad) — İmparatorluğun son devri ile cumhuriyet dev-.rinin büyük kumandanlarından. Çanakkale müdafaasında yararlı ile meşhur ve o zaman kendisine «18 Mart Kahramanın unvanı verilmiş asker; 1870 de İstanbulda doğdu, İkinci Sultan Abdülhamid'in Maiyeti Seniye Erkânıharbiye Reisi Müşir (Mareşal) Arabkirli Şâkir Paşanın oğludur. Galatasarayı Sultanisinde (Lisesinde) okuduktan sonra Harbiye Mektebine girdi ve rodan da erkânıharb (kurmay) yüzbaşı rütbesi ile mezun olarak muhtelif ordu hiz-

metlerinde bulundu, bir ara Harbiye Mektebinde mualimlik etti ve bu münasebetle Atatürk'ün mualimlerinden biri oldu; akran ve emsalin nisbetle süratle yükselerek 1908 de henüz 38 yaşında iken ferik (korgeneral) olmuşdur ki, o yıl 'meşrutiyetin ilânında, çabuk yükselmiş zabitlerin rütbeleri indirilirken Cevad Paşanın da rütbesi kaymakamlığa (yarbaylığa) indirildi. Ciddî ve metin asker buna hiç ehemmiyet vermedi; sâhib olduğu meziyetlerle türk ordusunda hizmetine devam ederek Erkânı Hürbiye Mektebi Müdürü, Balkan Harbinde Şark Ordusu Erkânıharbiye reisi (kurmay başkanı), Birinci Dünya Harbinde Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanı oldu, yukarıda da kaydettiğimiz gibi 5/18 mart zaferinde hissesi çok büyük kumandanlardan biri oldu. Aynı harb içinde Ga-liçya ve Filistin cebhelerine gönderildi, mütarekede ingilizler tarafından Maltaya götürülen türk rehinelerinden biri oldu, o acâib esâretden. kurtulduktan sonra Ana-doluda Millî Mücadeleye iştirak etti, Adana ve Diyarbakır mıntakasında kumandanlık yapdı, bir ara mebus olarak T.B.M Meclisinde bulundu, sonra meslekî hizmeti tercih ederek mebusluktan ayrıldı. Yüksek Askerî Şûra Âzalı.oldu, bu vazifede ve Orgeneral rütbesinde iken emekliye ayrıldı ve İstanbulda Göztepedeki köşkünde inzivaya çekildi ve bir büyük milletin çok sevilmiş, hürmet edilmiş evlâdı olarak 1938 de vefat etti. Kabri Sahrayı Cedid. mezarlığmdadır. Bibi.: Alâttin Gövsa, Türk Meşhurları.

ÇOBANLI (Necdet) — Avukat; 1921 de Arabkirde doğdu; babasının adı Cemal, annesinin adı Fahriyedir, 1940 da Galatasarayı Lisesinden mezun oldu. 1944 de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bi-tirc'i; ve İstanbul Barosuna kayıtlı olarak avukatlık yapmaya başladı. Galatasaray Spor Kulübü, Tenis. - Dağcılık ve Eskrim Kulübü. Galatasaraylılar Cemiyeti üyesidir: 1952-1960 arasında hemen bütün Av-rupayı dolaştı, gördü, bu arada Rusyaya gitti. 1955 de Oslo'da toplanan Milletler Arası Barolar Kongresinde Türkiye Delegesi olarak bulundu; 1955-1956 da îstanbul Barosu umumî kâtipliğini yapdı. «Millî Korunma Kanunu ve Tatbikatı» adında telif bir eseri vardır. Bayan Belma (Sarıoğlu) ile evlidir.

Bibi: Kim Kimdir Ansiklopedisi.

ANSİKLOPEDİSİ

çocuk

4056 —

ÇÖBANOĞLU (Pandeli)

Pandeli Çobanoğlu (Eesim: S. B.)

ÇÖBANOĞLU (Pandeli') — Zamanımızın meşhur lokantaeı-aş-çılarından; 1887 de Niğdenin Kur-donos kasabasında dodu, babasının adı Bodos, a-nasının adı Gli-kerya'dır; 1900 -1901 arasında on dört yaşlarında i-ken istanbul'a geldi ve yamak-lıkdan başlayarak aşçılık - lokantacılık hayatına atıldı. İlk. şöhretini Keresteciler civarında Çömlekçiler Caddesinde açdığı lokantada yapdı; sonra şöhretini açılıştaki hünerinin mükâfatı olarak Mısır Çarşısında açılan İstanbulun ilk turistik lokantasının, işletilmesi 1955 de pek yerinde bir in-tihab ile ona verildi. Türk mutfağının lezzet şöhretine hizmet etmiş simalardan biridir. Ayrıca kalender meşreb, bade perest, hoş meşreb adamdır; fakat maalesef aşçılık yolunda ustalarının kimler olduğunu söylemeyecek kadar da gurur ve nahvet sahibidir.

Hususî hayatında at yarışlarını, futbol maçlarını, geceleri saz salonlarında dolaşmasını sever;bir zamanın en meşhur horoz dönüştürücülerinden idi. Üçü kız, üçü erkek altı evlâd sahibidir; damatlarından biri olan Hristo Petru ve onun oğlu genç Pandeli Petru da namlı birer aşçı ve lokantacıdırlar (B.: istanbul Lokantası; Petru, Hristo ve Pandeli) (1964).

. ÇÖBANOĞLU (Rahmi) — «Hukukçu, Hukuk Felsefecisi; 1913 de Ödemişde doğdu; babası Tevfik, anası Şükriye; .İzmir Erkek Muallim Tatbikat Okulunda (1927), İzmir Erkek Lisesinde (1933) okudu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi (1936), Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesinde doktorasını yapdı (1949).

((Bu tahsil yılları arasında Yüce Ülkü Lisesinde Edebiyat ve Felsefe öğretmenliği (1939-1942), Basın Yayın Genel Müdürlüğü İç Basında mümeyyizlik (1945), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde İdare Hukuku Asistanlığı (1945-1947) yapdı; sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Felsefesi Kür-

istanbul

süsü Asistanı (1947 - 1953), ayni kürsüde doçent (1953 - 1960) Urdu; Toprak Mahsulleri Ofisi Hukuk Müşaviri oldu.

«Bayan Sevim (Sakız) ile evlidir. Var-dar adında 1948 doğumlu bir oğlu vardır, Rahmi Çobanoğlu almanca ve ingilizce bilir. Milletlerarası Sosyoloji Enstitüsüdür. Futbol, basketbol ve deniz sporlarını sever; klâsik batı müziğine, bağçe işlerine meraklıdır; Fransa, Almanya, Belçika, İtalya, Yunanistan, Avusturya, Suriye ve Lübnana gitmiştir. Hukuk konusunda beş altı eser sahibidir (Hukuk' Emniyet; Adalet Problemi; Hukuk Siyaseti; Hukukî Müesseselerin Sosyolojik Gelişmesi)» (Kim Kimdir Ansiklopedisi).

ÇOBANOĞLU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Şişlinin Duatepe Mahallesi sokaklarından; Feriköy - Barut-hâna Caddesi ile Şahab Sokağı arasında uzanır (Pafta 18 de 156); Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocafe 1965).

ÇOBAN SOKAĞI —1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinde Tarabiya Sikaldarından; Köyün ortasından gerisindeki kırlık bayıra doğru uzanır; Toparlak-fener ve Defnedalı sokakları ile kavuşakları vardır (Pafta 22 de Tarabiya bölümü); yerine gidilip bu satırların yazıldıığ sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak, 1965),

ÇOBANSUYU SOKAĞI — Eminönü kazası merkez nahiyesinin Ahiçelebi Mahallesi sokaklarındandır; Taşçüar Caddesi ile Çardak Caddesi arasında uzanır; isimsiz bir sokakla da dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta l, mahalle numarası 5). Bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli, üstü kısmen örtülü kısmen açık bir çarşı boyudur, bilhassa yağcı, sucukçu dükkân - mağazaları vardır (1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇOBANYAN (Agop) — Tıp doktoru ve profesörü; 1893 de Kayseri'de doğmuştur. Genç yaşta İstanbul'a gelerek 1916 da Mektebi Tıbbiyeden mezun olmuştur. Bilâhare Irak'a geçip, Bağdad Üniversitesi Tıp Fakültesinde cild ve zührevî hastalıklar kürsüsü profesörlüğüne atanmıştır.

Kevork PAMUKCİYAN

ÇOBANYAN (Andon) — Ermeni Katolik mezhezine mensup bir tıp doktoru; mezartaşı kitabesine göre 20 Kasım 1856 da doğmuş ve 27 Aralık 1909 da İstanbul'da vefat etmiştir. Şişli Ermeni Katolik Mezarlığında medfundur. Müteveffa Dr A. Mezburyaaa'a göre 1875 de Mektebi Tıbbiyeden mezun olmuştur.

Kevork PAMUKCİYAN

ÇOBANYAN (Arşafc) — Ünlü bir şair, edip, mütercim, müdekkik ve münekkid; pederi kuyumcu Ohannes Çobanyandır. Annesinin adı Mannikdir; 1872 de Beşik-taşda doğmuş.

İlk tahsilini Beşiktaşdaki Makruhyan Mektebinde yaptıktan sonra, Galatadaki Gatronakan Lisesine girerek 1891 de mezun olmuşdur. 1891 - 1893 yularında edebiyat muallimliğinde bulunmuştur. 1893 -1894 yıllarında Parisde ikamet etmiştir, îs-tanbula avdetinden sonra, 1894 de «Dza-ğik» (Çiçek) adlı gazetenin neşriyat müdürlüğünü uhdesine almıştır. 1895 yılı Aralık; ayında tekrar Parise geçmiştir. İkinci Meşrutiyetin ilânından sonra yeniden İs-tanbula gelerek, kısa bir müddet şehrimizde kaldıktan sonra yine Parise dönmüştür. Burada kısa fasılalarla vefatına kadar «Anahid» adlı değerli bir mecmua neşret-miştir. Fransız basımında da makaleleri dercedilmiştir.

1954 de Paris'de Mr otomobil kazası neticesinde vefat etmiştir.

Kevork PAMUKCİYAN

ÇOBANYAN AMİRALAR — «Çoban»-, kelimesinin ermenice karşılığı olan «Hfo-viv» den «Hovivyan» veya kısaca «Hovyan» da tesmiye edilen ve Egin'in Abuçeh kasabasından, muhtemelen onyedinci asırda İs-tanbula gelen Çobanyan amiralar hakkında müteveffa edip ve müdekkik Töros Azatyan «Eğin ve Eğinliler» adlı ermenice eserinde ermenice eserinde (İstanbul, 1943) şunları yazmaktadır:

«Abuçeh'in ilk sâkinlerindendirler. Bu amiralar ondokuzuncu asrın sonlarında cemaat hizmetleriyle ün salmışlardır. Eskilerden, Boğos, Mardiros (1745 - 1796) ve Hacı Arutyun Çobanyan'rn adları bilinmektedir. Bu sonuncu sarraf Seğpos Amiranm (vefatı 1754 de) ortağı ve kardeşi ile birlikte Hıdivin kuyumcubaşısı olmuştur. Çobanyan amiraların mezartaşları Hasköy

Ermeni Mezarlığında bulunmaktadır. Bu soyun son amirası Hacı Artin Çobanyan münevver bir şahıs olmuştur ve edip Arsak Çobanyan'rn açmasıdır. Dr. Hermine Hov-yan'ın pederi Diran Bey Hovyan da bu ailedendir.»

Kevork PAMUKCİYAN

ÇOCUK — ((İnsan yavrusu». (H. Kâ-zrm, Büyük Türk Lügati); Çocuk adı üzerine aşağıdaki darbı meselleri aynı eserden alıyoruz:

Çocuğun yediği helâl, giydiği haram. Çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider. Çocukla yola çıkılmaz. Çocuk büyür, deli uslanmaz. Çocukdan al haberi. Çocuk düşe kalka büyür. Çocuksuz kadın, yemişsiz ağaç. Çocuğum yok ağlayacak, çorbam yok taşacak.

Çocuğunu dövmeyen dizini döver.

Nüfusu iki milyonu aşan îstanbulun günlük hayatında çocuğun yeri, İstanbulun tarih kötüğü ve toplum hayatı kütüğü oları bu ansiklopedide geniş ölçüde yer almağa değer önemdedir.

Çocukluk çağının sınırını 18 yaş olarak aldık ve bu' konudaki notlarımızı müstakil maddeler hâlinde tesbit ettik.

ÇOCUK; ÂİLESÎZ, KİMSESİZ ÇOCUKLAR — Büyük şehir İstanbul, içi taham-mür hâlinde bir şarab fıçısı gibidir, gün geçmez sokaklarına, bataklarına, dârülned-vei haşarat olan türlü isim altında şenaat inlerine salkım salkım kimsesiz, veya ev, yurd kaçkını çocuklar atılır, ve eğer tezine el uzatılıp kurtarılmazlarsa, başda iffetleri, namusları, bütün insanlık cevherlerini pek çabuk kaybederler; çocukluk taravet ve güzelliğinin en revnaklı çağlarında, sefalet ve zillet çirki içinde fuhuş bâziçesi olup ezilirler ve eroin, esrar ibtüâsı ile de çürüyerek bir posa hâline gelirler; dilleri bile değişir, argo konuşurlar. Bî bak, ibî perva, İstanbul apaşları, hâneberduş âdembabalar (B.: Âdembaba) bu çocukların o mezellet ve sefalet batağında sağ kalanlarından yetişir. Gece yarısından, sonra köprü altının eski geçidleri, köprü dubalarının üstü, bilhassa o mutlak sefalete yeni düşmüş çocuklar için en kolay bulunur yatacak yer olduğundan, İstanbulda hâneberduş çocuklara «Köprüaltı Çocuğu» adı da verile gel-

ÇOCUK

— 4058 —

ÎSTAK8Ü1'

ANSİKLOPEDİSİ

— 4059 —

ÇOCUK

Köpriiaİtında uyuyan çocuklar (La Turque Kemalistde çıkmış bir fotoğraf dan) Sabiha Bo:zeah eli ile)

sesiz haneberduş çocuklar gazetelerde vt resimli magazinlerde acı sohbet veya sefalet röportajı konusu olmuş; ibretle ve hüzünle seyredilen resimler yayınlanmışdır. Fakat yazıların içinde, katıksız görgüye dayanan ve mesele üzerinde fikirleri olan tek esere rastlamadık. Bir kısmı refah içinde yaşayıp sefalet edebiyatı yapan, muhayyel kimsesiz çocuğunu, (ki muhakkak güzeldir, civanmerddir, çok çok zekidir) okuyucularına sevdirmeye çalışan acemi kibar kalemlerden çıkmışdır; bir kısmı da, sathî görüşden, satırları arasına bir takım argo kelime ve deyimler katmaktan ileri gidememişlerdir; hattâ «boğazı tokluğuna avlanırlar);, ve ((ahvalleri tahlil ve tavsifden kalem utanır» diyen Evliya Çelebi kadar hakikatci olamamışlardır. İşini çok iyi bilen bazı basın fotoğrafçıları tarafından sokaklarda, sabahçı kahvehanelerinde ve hamamlarda tesbit edilmiş ve gazetelerde ilgilileri ikaz notları yayınlanmış resimler arasında çok kıymetli vesikalar vardır. İstanbul ahlâk zabıtasının da bu konu üzerinde, cemiyet ilmi yönünden ciddî bir etüdü bulunduğunu zannetmiyoruz; belki cinsî sapıklık yolunda bir cinayet karşısında kaatili tez elden meydana çıkarabilmek için, parmak izleri ile bir sicil defteri mev-cuddur.

1958 de İstanbul Valisi bulunan Mümtaz Tarhan îstanbulda 15.000 haneberduş çocuk bulunduğunu resmen ifâde etmiştir;

o günden bu yana,, bu çocukların kurtarılması için devlet gücü harekete geçmediği için, bu rakamın çok daha kabardığı mu-hakkakdır; yine 1958 de îstanbulda «Cemiyetin kaybettiği 15.000 haneberduş çocuğun kurtarılması için bir sanayi sitesi kurulacak ve bu çocuklar orada kalifiye işçi olarak yetiştirilecek)) şeklindeki haber de bir hayalden ileri geçememişdir.

ÇOCUK, AZGIN ANALARIN KURBANI ÇOCUKLAR — Kocasını herhangi bir şekilde kaybettikten sonra bir oğlan çocuğu ile dul kalan kadın, (adam ölmüş, yâ-hud çocuğu ile karısını yüzüstü bırakıp kaçmış, veya kadını boşamış ve evlâdını aramayıp izini kaybetmiş olabilir) hamisiz ve gelirsiz olursa hem kendisini geçindirmek, hem de çocuğunu yetiştirmek için çalışmak veya yeniden evlenmek zorundadır; fakat bu durumdaki kadınlar bir erkekle gayrimeşrû münasebetler kurar ise, ve oğlan anasının bu hâlinden hicab duyarsa, kadının yanından kaçar ve büyük şehrin hâneberduşları arasına düşer, ve pek kısa zamanda iffetini de kaybederek mahvolup gider; bu gibi çocuklar, ancak mesut tesadüflerle âli himmetti adamların uzattığı el ile kurtulabilirler.

Dikim evinde çalışırken ve sokaklarda yalın ayak dolaşarak gazete satan 15 yaşında bir oğlu var iken 20 yaşında şehbaz bir tesviyeciyi çocuğun gözü önünde sözde ko-

nıişdir; ve ekseriya eşirrâ tarafından oradan alınıp götürülerek bâzîçei hevesât olurlar.

Ailesiz, kimsesiz çocukları uygunsuz şehir eşkiyâsı pençesinden kurtarmak için girişilen