1
T.C. Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı Dilleri ve Edebiyatları (İspanyol Dili ve Edebiyatı)
Anabilim Dalı
“CARMEN MARTIN GAITE’NİN “ENTRE VISILLOS” VE IRSE
DE CASA” ADLI İKİ ROMANI İLE BU ROMANLARINDAKİ
KAHRAMANLARIN KİŞİLİK ARAYIŞLARI”
DOKTORA TEZİ
Tez Danışmanı Tezi Hazırlayan
PROF. DR. ERTUĞRUL ÖNALP ENGİN KARACÖREN
ANKARA, 2003
2
İÇİNDEKİLER Sayfa
ÖNSÖZ …………………………………………………………….. 3
Giriş ………………………………………………………………… 6
I Perde Arkasında
1.1 Kahramanlar ve kişilik arayışları …..................................……… 19
1.2 Toplumsal yapı ve mekan ............................................................. 75
II Evden Kaçış
2.1 Kahramanlar ve kişilik arayışları …….........................…………. 94
2.2. Kahramanların kişiliklerini bulmalarında “Ayna”nın önemi........ 165
Sonuç ………………………………………………………………... 171
Özet ………………………………………………………………… 184
Summary …………………………………………………………… 185
Kaynakça ……….………………………………………………….. 186
Ekler ………………..……………………………………………… 202
3
ÖNSÖZ
Çağdaş İspanyol kadın yazarı Carmen Martín Gaite’yi ilk okuduğum romanı
(Entre visillos) “Perde Arkasında” ile tanıdım. Romandaki anlatım tarzı ve olayları
ele alış biçimi beni çok etkiledi. Özellikle de bir kadın yazar olarak kadın sorununa
negatif bir yaklaşımdan ziyade olumlu bir bakış açısı içerisinde değinmesi romanı
ilginç kılmaktaydı. Zira alışılagelen feminist yazarların romanlarında kadın sorunları,
bulundukları toplumsal konum itibarıyla karamsar bir dille ele alınırken Carmen
Martín Gaite’nin bu ve diğer romanlarında daha iyimser bakış açısı sergilenmektedir.
İspanyol İç Savaşı sonrası yazarlarından birisi olan Carmen Martín Gaite’nin
ilk romanı “Perde Arkasında” ve son romanlarından biri olan (Irse de casa) “Evden
Kaçış” adlı eserlerini bu tez kapsamında Tez Danışmanım ile birlikte ele almayı
uygun gördük. Böylece, yazarın edebi hayatının başında ve sonunda okurlarına
sunduğu iki farklı dönem romanını gerek konu gerekse kahramanların kişilik
arayışları yönünden incelerken, hayatı boyunca geçirdiği evreleri de
irdeleyebileceğimizi düşündük.
Yaşayan bir yazar olarak Carmen Martin Gaite’nin eserleri konusunda tez
hazırlamak çok heyecan verici olurken, onun hiç beklenmedik ölümü bizde derin
üzüntü yarattı. Ağustos 2000 tarihinde, yazarın doğum yeri olan Salamanka’ya burs
kazanarak gittiğimde kendisi ile buluşma fırsatı elde edeceğim için çok mutluydum
ancak 23 Temmuz 2000 de onu kaybetmenin üzüntüsünü yaşadım. Dolayısıyla,
4
ölümünden önce kendisine yazdığım mektubuma karşılık adıma imzalayarak
göndermiş olduğu iki romanı benim için çok değer taşımaktadır.
Carmen Martin Gaite için ne romantik ne de ütopik denilebilir. O başlı başına
bir realisttir. Yaşadığı ülkenin sorunlarını iyimser bir bakış açısıyla okuyucusuna
yansıtır. Eserlerindeki erkek karakter tiplemesi, zaman zaman da olsa, kadının en
büyük destekçisidir ve onun duygularına saygı göstermektedir. Yazar bazen tek bir
erkek karakteri, romanın kadın kahramanlarının gözünde yüceltmekte ve hepsini ona
aşık ettirmektedir.
Yazar hakkındaki tüm bilgilere, öncelikle Madrid’deki Complutense
Üniversitesi’nin web sayfasından olmak üzere “Escritoras” (Kadın Yazarlar) web
sitesinden ve Madrid’deki Milli Kütüphane’nin internet kataloğundan ulaştık.
Yazarın romanlarının çoğunu Madrid’deki Casa del Libro kitabevinden internet
aracılığı ile yazışarak getirttik ve artık elimizde yeterince kaynak olduğuna kanaat
getirerek çalışmalarımıza başladık. Bu çalışmalarımız sırasında yazarın İspanya
dışında Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde de
tanındığını ve romanlarının o ülkenin dillerine çoktan çevrilmiş olduğunu öğrendik.
Ayrıca, çeşitli üniversitelerde , eserleri üzerine çok farklı tezler hazırlanmıştı. Bunları
görmek bizi daha da cesaretlendirdi.
Ayrıca, 2000 yılı Ağustos ayında burslu olarak gittiğim Salamanka’da ve
Madrid’de, yazarla ilgili ne kadar kitap bulabildiysem hepsini aldım. Casa del
Libro’da yazar adına ayrılmış bir bölümde fotoğrafı okurlarını son kez
5
selamlamaktaydı. Özellikle onun çocukluğunu geçirdiği Salamanka’daki “Los
bandos” meydanında bulunmak beni çok duygulandırdı..
Bu çalışmamızda, sadece İspanya’da değil aynı zamanda dünyaca tanınmış
bu ünlü ve önemli edebiyat şahsiyetini Türk okuruna, tanıtmayı ve onun edebi
çalışmaları hakkında bilgi vermeyi amaçladık.
Tez çalışmam sırasında, baştan beri yardımlarını benden esirgemeyerek beni
yönlendiren Tez Danışmanım Sayın Prof. Dr. Ertuğrul Önalp’a ve ayrıca yazarın
adresini bularak kendisi ile temasa geçmemi sağlayan sevgili dostum Blanca
Aguirre’ye de teşekkürlerimi bir borç bilirim.
Engin Karacaören
Ankara, 2002
6
GİRİŞ
Bu tezin kapsamı içerisinde İspanyol kadın yazarı Carmen Martin Gaite’nin
iki eseri olan (Entre Visillos) Perde Arkasında ve (Irse de casa) Evden Kaçış, yazarın
hayatı baz alınarak iki ana bölüm altında incelenecek olup, bu iki eserde
kahramanların kişilik arayışları irdelenecektir.
Carmen Martín Gaite, (1925-2000) İspanyol İç Savaşını çocukluk yıllarında
yaşamış, Franco dönemini görmüş ve bütün bunlara rağmen daha sekiz yaşında yazar
olmayı kafasına koymuş başarılı bir İspanyol kadın yazarıdır. Gaite’nin üretkenliği,
döneminin hiçbir kadın yazarında yoktur. Onun biyografisini yazmaya kalkışmak
gerçekten zor bir iştir. Roman yazarlığının yanısıra karşımıza bazen bir tiyatro eseri,
bazen bir şiir kitabı, bazen de bir deneme yazısı ile çıkan Carmen Martín Gaite, hem
İspanyol İç Savaşını yaşamış hem de yıllar sonrasının demokrasisiyle yoğrulmuş çok
yönlü bir kişiliktir.
Carmen Martin Gaite için eserlerini üretmede belirli bir mekân
gerekmemekteydi, elinde bir kalem kâğıt olması yeterliydi. Evinde, bir otel odasında,
arkadaşının evinde ya da çoğunlukla kütüphanede yazardı. Kendisine birçok defalar
akademik unvan teklif edildi ancak o bunu asla kabul etmedi, çünkü o belli bir kalıba
girmek istemiyordu. Bu konuda şöyle demektedir: “Akademisyenler, birbirlerine
bağımlı ve sürekli bir çalışma içerisindedirler ki buna filolog olmak diyorlar; bense
sadece özgürce yazmak istiyorum.” 1
1 Francisco Arias Solis, “ Martin Gaite hacia casi de todo, www.ucm.es/info/especulo,2001, s.1
7
Edebi eserleri onun hayatıydı. Özellikle iki yüzlülüğe karşı koymak için
elindeki tek silahıydı. Çoğunlukla, hayallerin yaşanılanlardan çok daha farklı
olduğuna inanırdı. Daima heyecan dolu ve canlıydı. Hiç kimse onun yetmişli yaşlarda
olduğunu tahmin edemezdi. İçi, hayata yeni atılmış bir gencinki kadar kıpır
kıpırdı. Her zaman kültürel ve sosyal olayların içindeydi.
İspanyol edebiyatında önemli bir yeri olan İç Savaş dönemini yaşayan
yazarlar ya ülke dışına kaçmak zorunda bırakılmış ya da ömür boyu hapis cezasına
çarptırılmıştı. Ülkede kalan yazarların bir kısmı ise eserlerini hem Franco rejimine
hem de Kiliseye beğendirmek zorunda kalıyordu. Bu yıllarda henüz çocuk denilecek
yaşta olan yazarlar, olgunluk dönemlerinde İç Savaş sonrası İspanya’sının sosyo-
kültürel yapısını ve uygulanan sansürü acımasız bir dille eleştirmişlerdir. Bu
dönemde rejim yanlısı sanatçılara çeşitli edebiyat ödülleri verilmeye başlanmıştı.
Bunların başında (Premio Nacional de Literatura) “Ulusal Yazın Ödülü”, (Premio de
Nadal) “Nadal Ödülü” gelmektedir.
Carmen Martin Gaite başta olmak üzere, İç Savaş sonrası İspanyol yazarları
ve Gaite’nin yakın arkadaşları Ignacio Aldecoa, Jesus Fernández Santos, Rafael
Sánhcez Ferlosio gibi önemli isimler, (Revista Española) “İspanyol Dergisi”nde,
1953 yılında ilk deneme ve makalelerini yayımlamışlardır. İç Savaş döneminde ülke
dışına kaçan birçok yazarın aksine Carmen Martin Gaite bu dönemlerde ülkesinde
kalmayı ve elinden geldiğince toplumun sorunlarını yansıtmayı kendine görev
edinmiş yazarlardan birisidir. 1973 yılında yayımlatabildiği (La busqueda de
interlocutor y otras busquedas) “Konuşacak İnsan Arayışı ve Diğer Arayışlar ” adlı
çalışmasında, insanların birbirleriyle olan iletişimlerinin ne ölçüde azaldığını
8
açıklamaya çalışmıştır. Yine Camilo José Cela’nın “ Pascual Duarte’nin Ailesi”
adlı romanında, çevresindeki köylerle hiçbir iletişimi bulunmayan, diğerleri gibi
kendi yalnızlığına terkedilmiş Extremadura köyünde, yoksul insanların çektikleri
acılar gün ışığına çıkarılmaktadır. 1944 yılında “ Nadal Ödülü ”ne layık görülen
Carmen Laforet’in (Nada) “ Hiç ” adlı romanında da aynı şey söz konusudur.
Yabancı ülkelerin Madrid’de kapatılan Büyükelçiliklerini yeniden açmaları ve 1952
yılında UNESCO, 1955’te de Birleşmiş Milletlere kabul edilmesi sonucunda İspanya
1951 yılında kapılarını yavaş yavaş dış dünyaya açmaya başlamış ve halk, diğer
Avrupa Ülkelerinin kültürleri ile tanışma olanağını bulmuştu. Bu dönem yazarları
“Ellili Yıllar”, “Elli dört Kuşağı” ya da “Yüzyıl Ortası kuşağı” yazarları olarak
adlandırılmışlardır ve seçtikleri konuların başında köyden kente göç, kenar
mahallelerde yaşam ve bu sınıfın gençlerinin içine düştükleri bunalım gelmektedir.
Avrupa Kültürü ile tanışan bu yeni kuşağın oluşmasında hiç şüphesiz farklı
edebiyat akımlarının da etkisi olmuştur; Kuzey Amerika edebiyatı, İtalyan
gerçekçiliği, Fransız edebiyatı v.b. Bütün bunlara ilave edilecek diğer bir önemli
akım ise geniş ve zengin İspanyol gerçekçiliğidir ki, ülkede oldukça derinden
hissedilmiştir. Corrales Egea bu konudaki fikirlerini şöyle açıklamaktadır: “Onları
yazmaya iten neden birdir. Bu yazarların tümü etkilendikleri olayları romanlarına
konu ederler. Edebiyatı iletişim aracı olarak görürler, yani her şey toplum içindir.
Ülkenin gerçeklerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyarken bunu okura da hissettirmek
zorunda olduklarının bilincindedirler. Sürekli gözlem içerisindedirler. Dolayısıyla, bu
sorumluluk duygusuyla, eserlerini olabildiğince tarafsız bir bakış açısı ile üretirler.” 2
2 José Egea Corrales, “La novela española actual,” Ed. Cuadernos para el Diálogo, Madrid 1971,s.58.
9
Bir kadın yazar olarak Carmen Martin Gaite bu dönemde edebi anlamda hak
ettiği desteği görememiştir. Dolayısıyla, çağın erkek yazarlarının aksine kadın
yazarlar hakkında herhangi bir biyografi ya da eleştirel nitelikli herhangi bir kayıt
bulunmamaktadır. Bunun nedeni, belki de kadınların yazdıklarına önem
verilmemesidir. Carmen Laforet’in “ Hiç ” adlı romanının başarısından tam on dört
yıl sonra kadın yazarlar hakkında çeşitli yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Joaquin
de Entrambasaguas, “El libro español II- 1959” adlı kitaptaki (Las novelistas
actuales) “Güncel kadın yazarları” isimli makalesinde o yıllara kadar gelmiş geçmiş
kadın yazarların üretim panoraması sunulmaktadır. (Cuadernos Americanos)
“Amerikan Hikayeleri” adlı derginin 118 no.lu 1961- Eylül-Ekim tarihli sayısında,
yine aynı konuda bir başka makaleye rastlanmaktadır.
Doksanlı yıllar kadın yazarların en verimli oldukları dönemlerdir. Bu süreç
içerisinde kadın yazarlar hakkında çok sayıda deneme ve eleştiri yazısı
bulunmaktadır. Giulia Colaizzi’nin 1990 yılında yayımlanan eseri (Feminismo y
teoria del discurso) “Feminizm ve Tartışma Teorisi” bu türde yazılmış eserlerin
başında gelmektedir. Bundan tam iki yıl sonra ( Descifrar la diferencia, narrativa
femenina de la española contemporánea) “Çağdaş İspanyol Kadın Yazınında, Farkı
Deşifre Etmek” gibi bir başka yapıt daha ortaya çıkmıştır.
Carmen Martin Gaite, ilk hikayesi olan (Un dia de libertad) “Özgür bir
gün” ü 1953 yılında yayımladı ve edebi hayatına ilk kısa öyküsü (El balneario)
“Kaplıca” ile devam etti. 1955 yılında İspanya’nın en önemli edebiyat ödüllerinden
biri olan “Café Gijón” ödülüne layık görüldü. Üç yıl sonra “Perde Arkasında” adlı
ilk romanı ile “Nadal” ödülünü aldı.
10
Tiyatro ile de yakından ilgilenen Gaite, iki tiyatro eseri yazdı. 1957 yılında
yazmış olduğu (A palo seco) “Kuru sopa” 1987 yılında sahnelenirken, 1959 yılında
yazdığı (La hermana pequeña) “Küçük Kız Kardeş” adlı tiyatro eseri 19 Ocak
1999’da Angel García Moreno’nun rejisi ile Madrid’de sahneye konuldu.
Altmışlı yıllarda yazın çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdüren yazar, 1960
yılında (Las ataduras) “İlişkiler”, 1963’de (Ritmo Lento) “Yavaş Ritm” gibi önemli
eserler üretti. Yetmişli yıllarda ise Gaite’nin yazın türünde önemli bir değişiklik
görüldü. ( El proceso de Macanaz) “Macana’a karşı gelişmeler” adında bir deneme
kitabı yazdı. Tezini bastırdı ve (A rachas) “Esinti” adlı şiir kitabını derledi. 1974’te
yazın hayatının doruk noktasına ulaşarak en önemli eserlerinden biri sayılan
(Retahilas) “Seri Halinde Şeyler”i 1974’te okuyucusu ile buluşturdu. Yine aynı
dönemde yazdığı kısa hikayelerini (Cuentos completos) “ Tüm Öyküler” başlığı
altında tek bir kitapta topladı. Gazetecilik yönünü ön palana çıkararak “Diario 16”
gazetesinde yazmaya başladı.
Edebiyattaki olgunluk dönemi yıllarında kendisi gibi yazar olan Rafael
Sánchez Ferlosio ile yaptığı evlilikten bir kızı oldu ancak bu evliliği ancak bir sene
sürdürebildi. (La reina de las nieves) “Karlar Kraliçesi” adlı romanını genç yaşta
kaybettiği kızı Marta’ya adadı. Birbiri ardına gelen tüm bu olumsuzluklar onu daha
da güçlendirdi ve edebi alanda başarıları durmak bilmedi. Martin Gaite, çeşitli
edebiyat ödülleri ile onurlandırılan ilk kadın yazar oldu. 1978 Yılında (El cuarto de
atrás) “Arka Oda “ ile “Premio Nacional de la Literatura” ödülünü aldı. 1998
yılında “Principe de Asturias” ödülünü Gallego’lu şair José Angel Valente (1929-
2000) ile paylaştı. Ödüller ödülleri izledi. 1988 yılında “Premio Acebo de Honor”,
11
1992’de “Premio Castilla y Leon de las Letras”, 1997’de “Medalla de Oro del
Círculo de Bellas Artes”, 1999 yılının Haziran ayında “Pluma de Plata del Círculo
de la Escritura“ ödüllerini aldı. Bu son ödülü internetten bir video-konferansı ile
tanıtıldı. “İspanyol İç Savaşı Sonrası Aşk Kullanımları” adlı deneme kitabı ile 1987
yılında “Premio Anagrama de Ensayo y el Libro de Oro de los libreros españoles”
ödülüne layık görüldü. Bu tarihten itibaren Carmen Martin Gaite’nin eserleri
İspanya’da en çok satılan romanlar listesine girdi. Her yıl açılan Madrid Kitap
Fuarı’nda en çok satan yazar olmaya devam etti.
Gustave Flaubert (1821-1880), Rainer Maria Rilke (1875-1926), ve Emily
Brönte (1818-1848) gibi Dünya Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinin romanlarından
çeviriler yaptı. Aynı zamanda İspanyol Televizyonu için, 1982 yılında “Santa
Teresa de Jesus” ve 1989’da Madridli yazar Elena Fortún’nun (1886-1952)
“Celia” adlı tanınmış çocuk hikayelerinin senaryolaştırılması işinde görev aldı.
(Lo raro es vivir) “ Yaşamak Tuhaftır” 1997 ve (Irse de casa) “ Evden
Kaçış” 1998 olmak üzere sosyal içerikli, eleştirel dille yazılmış iki başarılı kitabı
daha yayımlandı. “Küçük Kız kardeş” adlı tiyatro oyunu 1999 yılında tekrar
sahnelendi. 1953 ve 1997 yılları arasında yazdığı denemeler ve öyküleri Emma
Martinell Gifre’nin işbirliği ile yeniden yayımlandı.
Gaite, ilk öykülerini daha sekiz yaşındayken kağıda dökmeye başladığında
amacı, hayallerini yazarak onları çekmecesinde saklamaktı. Gerçekten var olan bu
yeşil kadife kaplı defter,3 onun en büyük hazinesiydi. Yazmak onun için yaşamın bir
3 Carmen Martin Gaite, El Castillo de las Tres Murallas, Editorial Lumen, Barcelona, 1991,s.1
12
parçasıydı. 23 Temmuz 2000 yılına kadar yazmayı sürdüren yazar için okumak da
çok önemliydi:
“Çok okurum. Özellikle de klasikleri. Çok mükemmel edebiyatçılarla yetiştim.
Daha küçük bir kızken klasikleri okumaya başlamıştım. Doksan sekiz yılının bütün
klasikleri evde vardı. On yedi yaşımda “La Regenta”yı okudum. Kısa bir süre sonra da
“Yirmi yedi Nesli” şairleri ile tanıştım. Ama “Doksan sekiz Nesli” yazarlarını çoktan
okuyup bitirmiştim. Madrid’e gelmeden çok daha önce !” 4
2000 Yılında kanser teşhisi konulan yazar yaklaşık bir buçuk ay içerisinde 23
Temmuz 2000’de hayata gözlerini yumdu. Anne-babasının ve kızının da mezarının
olduğu ve son yıllarını geçirdiği, ailesinden kalma evin olduğu Madrid yakınlarındaki
Boalo kasabasında defnedildi.
4 Antonio de Luis Villena, “ El psicologismo y la intimidad “, El Mundo, Madrid, 24/7/2000,s.1
13
1. PERDE ARKASINDA
1.1. KAHRAMANLAR VE KİŞİLİK ARAYIŞLARI
Bu romanda ele alınan konu, genç bir Almanca öğretmeninin küçük bir taşra
kentine gelerek orada öğretmenlik yapmasıyla başlar. Carmen Martin Gaite’nin böyle
bir karakteri romanında ele almasının başlıca nedeni kendi içine kapanık yaşayan o
dönem İspanyasının tutucu toplumunun bu karakterle bir uyanış içerisine girmesidir.
Kendini dış dünyadan soyutlamış bu insanlar, genç öğretmen Pablo Klein’in aralarına
katılmasıyla âdeta bir metamorfoz dönemine girerler. Zira, özellikle de, aileden kalma
tutucu davranışları sürdürme eğiliminde olan ya da buna bir şekilde zorlanan gençler,
Pablo’nun liberal bakış açısından oldukça etkilenmişlerdir. Hiçbir baskı olmaksızın
Pablo’nun bu liberal çekim alanı içine giren gençler, iş seçiminde yavaş yavaş özgür
iradelerini kullanmaya başlarken, doğdukları günden beri “mutlak evlilik” kavramını
da mercek altına almışlardır. İşte bütün bu yeni idealler, onlarda saklı kalan ya da
bastırılan kişilik arayışlarını ortaya çıkarmaktadır. Zaten Carmen Martin Gaite’nin de
bu romanda irdelemeye çalıştığı budur; İspanya’nın genç toplumunda hür iradenin
ortaya çıkması.
Carmen Martin Gaite’nin her zaman için üzerinde hassasiyetle durduğu
aileler arası iletişimsizlik sorunu, gençlerin içine kapanmışlığı ve sorunlarını aileleri
olmadan sadece kendi aralarında halletme çabası içine girmeleri bu romanında çok
yalın bir dille ele alınmaktadır. Kişilerin davranışlarındaki en ilginç yön de, onların bir
takım şeyleri sırf sosyal çevre ile uyum adına yapmaya çalışıyor olmalarıdır ki, bu
baskıcı tutum içerisinde ve taşralı olmanın verdiği gerçek yaşamdan soyutlanmışlık
duygusu ile bu girişimleri hep sonuçsuz kalmaktadır.
14
Pablo Klein’in taşra kentine gelişi, sadece genç kesimin özgür düşünce
anlayışını ortaya çıkarmakla kalmamış aynı zamanda o toplumun genç kızlarını
kendine aşık etmiştir. Ancak bunu bilinçli olarak yapmamıştır. Genç kızların Pablo’ya
duyduğu büyük aşk aslında o kişinin kendine duyulan şehvetli bir aşk olmayıp,
özgürlüğe duyulan aşktır.
Ancak söz konusu edilen toplumun baskıcı yaşantısına ters düşen karakterler
de romanda yer almaktadır. Bunlar Natalia ve Elvira’dır. Carmen Martin Gaite, bu
iki karakter için şöyle der: “Perde Arkasında adlı romanımın baş kadın
kahramanlardan ne Natalia ne de Elvira, içinde bulundukları toplumun alışılagelmiş
baskıcı ve tutucu yaşam kurallarına boyun eğmektedir. Onların aile yapısı, toplumun
alışılagelen aile yapısından daha farklıdır. Bu da kendi üst toplumsal konumlarının bir
sonucudur. ” 5
Farklı ailelerden gelen ancak her ikisi de ekonomik güce sahip bu iki genç kız
içinde bulundukları toplumun baskıcı egemenliğini yıkabilmek ve isimsiz kişiler
haline dönüşmemek adına savaş vermektedirler. Bu iki genç kız ilk defa “Libertad”
(Özgürlük) caddesinde karşılaşırlar. Karşılaştıkları mekânın adı bile sanki onların
arzularını perçinler gibidir. Her ne kadar bu iki genç kızın sahip oldukları aile ortamı
topluma kıyasla ekonomik özgürlüklerinin bir sonucu olarak liberal gibi görünse de,
sürdürdükleri monoton yaşam onları bir şekilde evden uzaklaşmaya itmektedir.
Elvira için evden uzaklaşma, bir başka değişle toplumdan ve onun
yozlaşmışlığından kaçış sadece babası ile mümkün olabilirdi. Ancak onu kaybetmişti. 5 Carmen Martin Gaite, “ Desde la ventana ”, Espasa- Calpe, Madrid, 1987, s. 100
15
Enstitüde müdür olan Elvira’nın babası sayesinde taşra kentine gelen ve baba dostu
olan Pablo, Elvira ile böyle bir üzücü atmosferde karşılaşmış ve son umudunu da
yitiren Elvira Pablo’ya göz yaşları içinde çaresizliğini şu sözlerle haykırmıştır:
“Boğuluyorum, isyanım sessiz bir çığlığa dönüşüyor âdeta, umutsuzluğa kapılıyorum.
Bu yas ve ümitsizlik girdabında on gündür sabahtan akşama kadar bir çıkış yolu
bulmaya çalışıyorum, ama nafile! Benim yerimde siz olsanız ne yapardınız? ” 6
Elvira, romanın en sorunlu kişisi olarak karşımıza çıkmaktadır. O da,
ailesinin isteği üzerine öğrenimine devam edememiş, kendi deyimi ile dört duvar
arasına sıkışmış, monoton bir hayat sürdürmektedir. Romanın içinde okuyucu ile
buluşması, babası don Rafael Dominguez’in beklenmedik ölümü üzerine, baş sağlığı
dileklerini kabul ettiği evinde, oldukça üzgün bir ruh haliyle ortaya çıkması şeklinde
gerçekleşmiştir. Elvira, romanın başlarında okuyucu ile ilk karşılaştığında nasıl üzgün
ve sorunlu bir kişilik portresi çiziyorsa, romanın sonlarında da yine aynı kişilik
portresini devam ettirmektedir. Ondaki bu negatif yaklaşım, romanın ilerleyen
sayfalarında dozunu iyice artırmakta ve artık dayanılmayacak boyutlara ulaşarak tam
bir depresyona dönüşmektedir.
Elvira, zaten baştan beri bu küçük taşra kentinde yaşamaya mahkûm olduğu
için kendini yeterince şanssız görmektedir. Bir de, içinde yaşadığı toplumun bitmek
tükenmek bilmeyen baskısını üzerinde hissetmesi, onu zamanla daha da yıpratacaktır.
Sanki bu hayat ona değil de başkalarına aittir. Bir başka değişle, kendi dışında akıp
giden bir yaşamın ardından çaresiz bakmaktadır. Aslında, babasının ölümünden önce
Elvira’nın nasıl bir kişiliğe sahip olduğu bilinmemektedir. Yazarımız, bu kişilikle bizi
6 Carmen Martin Gaite, “ Entre visillos”, Destinolibro, Barcelona, 1994, s. 55
16
yaslı bir ortamda buluşturur. Zaten romanda asıl amaçlanan da budur; Elvira
sembolik bir kişilik olarak aslında hayatın bir anlamda karamsar ve çaresiz yönünü
okuyucuya yansıtmaktadır.
Elvira, babasının ölümünden sonra annesi ve erkek kardeşi Teo ile yaşamını
sürdürmeye devam etmektedir. Kardeşi Teo’nun noterlik sınavlarına hazırlanmakta
olmasından dolayı onun Elvira ile olan abla kardeş ilişkisinde bir kopukluk
gözlenmektedir. Natalia, çevresinde kız arkadaşları olmasına rağmen, kendini yalnız
ve mutsuz hissetmektedir. Birlikte büyüdüğü arkadaşı Emilio’nun ona olan tutkulu
aşkı bile onu mutlu etmeye yetmemektedir. Çünkü Elvira ona karşı herhangi bir şey
hissetmez. Buna rağmen romanın sonuna doğru onun evlenme teklifini hiç
düşünmeden kabul eder. Bu karar, tamamıyla bir başka çıkış yolunun olmamasından
kaynaklanmaktadır. Elvira, her ne kadar okumak istese de gerek aile büyükleri
gerekse toplumun baskıcı tutumu karşısında eğitimine devam edememiştir. Zira
toplumda genç kızların fazla okumasına gerek duyulmamaktadır.
Elvira, babası hayatta iken, belli hedefleri olan bir kişidir. Babası ile
İsviçre’ye yapacağı yolculuk belki de ona yeni ufuklar açacak ve kendisini bu
monoton hayatın pençesinden kurtaracaktır. Orada yeni insanlar tanıyacak, sohbet
edebileceği düzeyli arkadaşlıklar edinecektir. Fakat babasının ani ölümü, elinde kalan
bu son hayalini de yıkmıştır. Yaşadığı tek düze hayattan ne denli sıkıldığını, şüphesiz
o toplumda kendi çevresinden hiç kimseye anlatamamakta ve bu nedenle de karşısına
çıkan ilk yabancıya ki, bu Pablo olmuştur, neler çektiğini bir çırpıda anlatma ihtiyacı
hissetmektedir. Romandaki diğer kişilerde de bu türden duygu patlamaları
görülmektedir.
17
Elvira, dört duvar içerisinde, birçok şeye boyun eğerek yaşamanın, onu artık
iyice bunalttığını ve dayanılmaz boyutlara ulaştığını söylerken oldukça ciddi ve öfkeli
bir ruh durumu içine girmektedir. Pablo ile karşılaştığı güne kadar, bütün bu iç
sıkıntılarını gizlemiştir, çünkü çevreden birilerine bunları anlatmasının imkansız
olduğunun bilincindedir. En azından, güvenip anlatsa bile, onu anlayamayacakları
kesindir. Çevresinde, aynı havayı teneffüs eden insanlar, kendilerine sunulan bu
monoton yaşam tarzına alışmış, ya da boyun eğmişlerdir. Mutlu bile
görünmektedirler. Ancak Elvira, sürekli isyankar duygular içindedir ve bu
duygularını ancak onu anlayabileceğine inandığı kişilerle paylaşmayı ister. İçindeki
öfkeyi dışarıya vururken, sesinin tonu onun ne denli kızgın olduğunu belli etmektedir.
Uzun süre bu öfkeyi içinde taşımış olmak ve o an kendi çevresi dışından birine sanki
suçlu kendisiymişçesine bağırarak durumunu açıklamaya çalışmak, bir bakıma onun
yılların birikimi olan bu öfkeyi dışarıya vurarak rahatlama şeklidir. Pablo ile ilk
karşılaşmalarında, dört duvar arasında sıkışıp kalmış bir yaşamın güçlüklerinden söz
eder. Aynı durumda olsa, onun da kendisi gibi tepki vereceğini belirtir. Öylesine öfke
doludur ki, konuşurken Pablo’ya ne denli yaklaştığını bile tahmin edememiştir.
Birden, içerideki konukların onları duyabileceklerini düşünerek susar ve Pablo’dan
özür diler : “Özür dilerim. Bunları size niye söylediğimi bilmiyorum. Sizi tanımıyorum
bile. Bana ne olduğunu bilemiyorum. Ben …“ 7 Elvira bir sinir krizi geçirmiş ve aynı
anda da içini boşaltarak sakinleşmiştir. O da kendisine neler olduğunun bilincinde
değildir. Diğer genç kızlar gibi hayatını bu sakin taşra kentinde sürdürmekte fakat
onların aksine bundan sürekli yakınmaktadır. Tıpkı onun bu düşüncelerini paylaşan
Natalia gibi. Fakat Natalia’nın hâlâ bu toplumdan kurtulabilmek gibi bir şansı
vardır. O, bunu eğitimine devam ederek sağlayacaktır. Oysa Elvira eğitimini çoktan
7 a.g.y. s.56
18
bıraktığı için tek umudu bir seyahat imkanı bulup buradan kaçmaktır. Aslında bu
arzusunu gerçekleştirmesine çok az bir zaman kalmışken babasının vefat etmesi, onu
sonu belli olmayan bir uçuruma sürüklemiştir. Babasını kaybetmekle, tek kurtuluş
yolu da kapanmıştır. Çevresindeki insanlar, Elvira’nın bu üzüntüsünü, babasının
ölümüne yormaktadırlar. Onu çok sevdiğini bildikleri için, bu acının onun sinirlerini
bozduğunu düşünmektedirler.
Pablo ile bu tek yönlü dertleşme sona erdiğinde, ablasının geciktiğini gören
Teo, ona bakmak için kapıya çıkar. Ve biraz dinlenmesi gerektiğini söyleyerek onu
içeriye götürür. Elvira ise, zaten hayatının büyük kısmını dinlenerek geçirmiştir,
Teo’nun bu tavrı onu tekrar sinirlendirir : “ Ne saçmalık ! Yorgun değilim ki, neden
dinlenecekmişim ? ” 8
Elvira, roman boyunca evden dışarıya çok nadiren adım atan bir kişiliktir.
Onu, sürekli olarak ev ziyaretine gelen arkadaşlarını ağırlarken görmekteyiz.
Babasının mezarına gittiği gün, Elvira’nın dışarıda geçirdiği tek gündü denilebilir.
Uzun bir müddet ortalarda görünmeyen Elvira, sekizinci bölümde tekrar
karşımıza çıkar ve kendisine bir kurtarıcı gibi görünen Pablo’ya, ilk günkü
karşılaşmalarındaki aşırı davranışından dolayı özür dolu duygusal bir mektup yollar.
Mektubun ilk satırlarında kendinden uzun uzun söz eden Elvira, ona karşı farklı bazı
duygular hissettiğini de açıklamaktan çekinmemiştir. Ona kendi hakkında bilgi
verirken, başladığı bir işi yarım bırakmaktan hoşlanmadığını, ilk karşılaşmalarında
8 a.g.y. s.56
19
çok sert davrandığı için üzüldüğünü, fakat onunla arasında adını koyamadığı bir
elektriklenme hissettiğini ve onun yanındayken çok huzur dolu olduğunu anlatır. O
bir kaç dakikanın birkaç güne bedel olduğunu abartılı bir şekilde anlatan Elvira,
Pablo’ya bu ilk karşılaşmanın, ileride iyi bir dostluğa dönüşebileceğini ima etmeye
çalışmaktadır. Aslında bu mektubu yazmakta aceleci davranan Elvira, onu
postaladıktan sonra bu davranışının doğru mu yanlış mı olduğunu düşünmeye başlar.
Üstelik de mektubu bir kez daha okumadan hemen yollayıvermiştir. Elvira o kısa
görüşmeleri sırasında, Pablo’dan en ufak bir teselli sözcüğü duymamasına rağmen,
onu kendine çok yakın hissetmiştir. Bu yüzden bu duygu yüklü mektubu yazmayı
uygun görmüştür. Fakat Pablo’dan mektubuna bir yanıt almamış olması onu
şüphelendirir. Hatta mektubu yolladığı için pişman bile olmuştur. Fazla duygusal ve
alıngan olduğu için, Pablo’nun kendisini umursamadığını düşünür. Onu daha
tanımadan nefret etmeye başlamıştır. Böylece hiç yoktan aralarında müthiş bir
gerginlik yaşanmaya başlamıştır. Pablo açısından herhangi bir terslik söz konusu
değildir, fakat Elvira onunla her karşılaştığında, bu gerginliği hissettirecektir. Elvira,
mektubun eline ulaşmamış olabileceği ihtimalini de aklına getirmiştir. Pablo belki de
bu yüzden ona hiç bir cevap vermemiştir. Elvira bir sonraki karşılaşmalarına kadar,
Pablo’ya karşı olan bu karmaşık duyguları yoğun bir şekilde yaşamaya mahkûm
olmuştur.
Elvira’nın aslında evde kapalı kalmasının iki nedeni vardır. Birincisi,
babasının vefatı nedeniyle bir süre siyahlar giyinip, taziyeleri kabul etmek ve yas
tutmak zorunda olması, ikincisi de monoton ve boğucu toplum atmosferine çıkmak
istememesidir. Elvira, kız arkadaşlarının ziyaretleri sırasında kendisine sinemaya
gitmekten söz ettiklerinde, yaklaşık bir senedir sinemaya gitmemiş olduğunu fark
20
eder. Bazen, çevresinde gelişen olayları, bu arkadaş ziyaretleri sırasında
öğrenmektedir. Örneğin, şehre yeni gelen Almanca öğretmeni Pablo’nun,
Casino’daki şarkıcı kadın Rosa ile birlikte görüldüğünü onlardan duyar fakat buna
bir türlü inanmak istemez. Kızlar, bu konuda Elvira’nın ağzından laf almaya
çalışsalar da, kendisi Pablo’yu tanımadığı konusunda onları ikna etmeye çalışır. Oysa
evde Pablo’nun adı her geçtiğinde Pablo için yanıp tutuştuğunu gizleyememektedir.
Elvira, odasında yalnız kaldığında baş sağlığına gelen komşuların, annesi ile
yaptığı konuşmalara tanık olmakta ve bu durum onu olumsuz yönde etkilemektedir.
Babasının çalışma odasının perdeleri, ölümünden sonra sıkı sıkıya kapatılmıştır.
Elvira artık zamanının çoğunu bu yarı karanlık odada geçirmeye başlamıştır.
Yaşamındaki kasvet artık dayanılmaz boyutlardadır. Hiçbir şeye tahammülü
kalmamıştır. Yine bir gün odaya girdiğinde, çok havasız kalan bu mekânı
havalandırmak ister ve balkonun kapısını biraz açarak kendini balkona atar. Hem oda,
hem kendisi sanki uzun yıllar sonra ilk defa nefes almaya başlamışlardır. Söz konusu
bu mekân aslında yazar tarafından sembolik olarak oluşturulmuş ve tamamıyla
Elvira’nın ruhsal durumunu yansıtmaktadır. Karanlık oda ve gün ışığına çıkması
onun değişken ruh halini betimlemektedir. Romanın bu bölümünde Elvira artık
anılarıyla baş başadır. Balkonda, gözlerini bir an kapatarak çocukluğunu düşünen
Elvira, Kilise binası başta olmak üzere, oradan görülen diğer binalar beyninde birer
birer canlanmaya başlamıştır. Eskiden ona her şey ne kadar da büyük görünmektedir.
Balkondan bakarken sanki çocukluğuna geri dönmüştür. Evlerinin yakınında Çin
Mahallesi denilen bir sokak olduğunu düşünür. Orası genelevleriyle tanınmış bir
mekândır ve küçüklüklerinden beri oraya gitmeleri yasaktır. Elvira o anda
küçüklükten beri sokakta oynarken aileleri tarafından sürekli gözetim altında
21
bulunduklarını anımsar. Özgürlük, kendilerine sanki bir ilaçmışçasına hep belli
ölçülerde verilmiştir. Tam bu düşüncelere dalmışken, içeriden onu çağıran
Emilio’nun sesini duyar. Birlikte büyüdüğü ve şu an kendisine delicesine aşık olan
Emilio, ziyaretine gelmiş, onu görmek istemektedir. Emilio’nun varlığı, Elvira’yı
rahatsız etmektedir. Aslında, delikanlı onun için hiçbir şey ifade etmemektedir.
Üstelik her fırsatta onu küçümsediğini göstermek için terslemekte, ağır ve kırıcı
sözler sarf etmektedir. Emilio onu balkonda bulduğunda üzgün olup olmadığını sorar.
Elvira şöyle cevap verir: “Hiç de değil. Sadece şaşkınım. Sıkıntıdan patlıyorum, eğer
biraz dikkatli bakarsan ne kadar sıkıldığımı görürsün.” 9
Elvira, yaşamının böyle olmaması gerektiğini düşünmektedir. Onun düşünü
kurduğu yaşam tarzı şu an içinde bulunduğu ortamdan çok daha farklıdır. Emilio ona
ne düşündüğünü sorar ve her zamanki gibi sert bir cevap alır : “Hiç! Sana hiç dedim
ya! Böylesine yaşamak, yaşamak değil.” 10 Emilio, ona her zaman çok anlayışlı
davranmış ve kırıcı sözlerine hiçbir zaman ters cevap vermemiş ve bir gün bile sesini
yükseltmemiştir. Üstelik onu deliler gibi sevdiğini de her defasında dile getirmiştir.
Ancak bu denli baskıcı ve anlayışsız bir toplumda, bir kadın olarak önemsenmek, onu
sevindireceği yerde bilakis sıkmaktadır. Çünkü, Elvira bu davranışı olumsuz
algılamakta ve toplumun baskısı yanında onun bu ilgisini abartılı bir diğer baskı
olarak değerlendirmektedir. Emilio balkonda Elvira’ya daha fazla durmamaları
gerektiğini rica ettiğinde Elvira içindeki öfkeyi yine onun yüzüne haykırmaktadır:
“Ne olur yani, söyle bana ne olur? Yas tutuyorum diye balkona çıkıp seninle
9 a.g.y. s.124 10 a.g.y. s.124
22
konuşamayacak mıyım ? Yani şimdi ikimiz burada kötü bir şey mi yapıyoruz ? Aynı
anneme benziyorsun.” 11
Elvira, bu tek düze hayattan sıkıldığını her vesileyle dile getirmektedir. Bu
tekdüze yaşamda o, biraz hayalperest olmak, farklı bir dünyaya doğru yolculuk etmek
istemektedir. Emilio’nun ona aşık olması, sürekli onu düşünmesi ya da hep yanında
olmak istemesi onu bunaltmakta ve içinden çıkamayacağı bir bunalıma
sürüklemektedir. O, Emilio ile aslında şu an bir trende yan yana oturan iki yabancı
yolcu gibidir. Başını, yanındaki bu yabancının omzuna koymak istese acaba o
yolcunun tepkisi ne olur diye düşünmektedir. O, sıradan bir aşkı değil, sıra dışı bir
ilişkiyi arzu etmektedir. Emilio’yu çocukluğundan beri tanıyor olması, bu nedenle de
onun kendisine aşık olması, Elvira’ya çok sıradan gelmektedir. Zaten başka türlü bir
ilişki de beklenemez diye düşünmektedir. Elvira, içinde yaşadığı toplumdan
bunaldığını ve kendisini orada yaşayanlardan farklı gördüğünü anlatmaya
çalışmaktadır. Zira, iyi bir aileye ve fiziksel güzelliğe sahip olmak, içinde bulunduğu
toplum tarafından beğenilmek için yeterlidir. Okumak ise ikinci planda kalmaktadır.
Çünkü genç kızların büyük çoğunluğu okumak yerine zengin ve yakışıklı bir koca
bularak, annesinden gördüğü üzere, evinin kadını olmak istemektedir. Çünkü
kendilerine, doğdukları ilk günden beri benimsetilen rol budur. Elvira da varlıklı bir
ailenin güzel kızı olarak sürekli şımartılmış ve etrafında istemediği kadar çok hayran
kitlesi ile büyümüştür. Sonunda bu hayran kitlesini oluşturanlardan biri olan Emilio
da doğal olarak ona sevgilisi gözü ile bakmaya başlamıştır. Fakat o, bu konuda ne
denli istekli görünüyorsa da Elvira tam tersine konuyu ailesine açmamakta ısrar
etmektedir. Her seferinde, evlilik için daha çok erken olduğunu dile getirmektedir.
Toplumun alışılagelen bu baskıcı tutumundan çevresindeki genç kızlar öylesine bir 11 a.g.y. s. 125
23
bunalım içerisine girmişlerdir ki, ailelerinin zoru ile okulu bırakmakta ve son treni
kaçırmamak, yaşları daha da ilerlemeden ve toplumun değer yargılarına göre evde
kalmış durumuna düşmeden önlerine çıkan ilk erkeğe hemen asılmaktadırlar.
Emilio’ya bilinçli olarak soğuk davranan Elvira’nın böyle bir kaygısı olmadığı için
içi rahattır. Hatta bu aşk ona yeterli gelmemekte ve farklı heyecanlar aramaktadır.
Ancak Emilio, onun bu şekilde kayıtsız kalmasından hiç de hoşnut değildir. Fırsat
buldukça ona sevgili olup olmadıklarını sormakta ve hep aynı cevabı almaktadır:
“Lütfen kendine gel, bu kelimeyi ağzına bile alma.” 12 Ayağına gelen kısmeti bu denli
kesin bir tavırla geri çeviriyor olması, akıllara Pablo ile aralarındaki elektriklenmeyi
getirmektedir. Yazar, romanın bu bölümünde balkonu yine sembolik bir öğe olarak
kullanmaktadır, şöyle ki: Elvira, tekrar balkona çıktığında, balkon ona yükselmekte
olan bir asansör gibi görünür. İşte yine burada Elvira’nın ruh durumu
betimlenmektedir; balkonun ona yükseliyor gibi gelmesi aslında, yaşadığı ortamdan
ve kendi iç sıkıntılarından kaçıp kurtulma güdüsünün ön plana çıkmasından başka bir
şey değildir. Elvira, gözlerini kapayıp sokaktan gelen sesleri dinlerken, Teo’nun
bağırmasıyla kendine gelir. Teo, onu balkondan içeriye sokarak özgürlükçü
fantezilerinden ve dış dünyasından uzaklaştırmaktadır.
Elvira’nın Pablo’ya olan ilgisi, roman boyunca farklı durumlarda karşımıza
çıkmaktadır. Örneğin, akşam yemeklerinde, aile bir araya toplandığında konuşulan
konular arasında, Pablo ve ailesi de yer almaktadır. Elvira, Pablo’nun adı geçtiğinde
ya da onun hakkında konuşulduğunda, mutlaka bir fikir öne sürmektedir : “Ona neden
bize gelmesini söylemiyorsun? Belki de burada kendini çok yalnız hissediyordur.” 13
Bu sözlerine, babasının da Pablo’yu çok sevdiğini ilave ederek, Teo’nun onu
12 a.g.y. s.127 13 a.g.y. s.129
24
mutlaka davet etmesi gerektiği konusunda ısrarcı davranmakta, duygu sömürüsü
yapmaktadır. Pablo’nun cephesinde de durum çok farklı değildir. O da ilk
karşılaşmalarının ardından Elvira’yı tekrar görebilmeyi arzulamaktadır.
Bir sonbahar günü öğleden sonrasıdır, okullar henüz açılmadığı için Pablo
güzel havadan da faydalanarak biraz dolaşmaya çıkmıştır. Nehir kenarına doğru
yürürken Elvira’yı görür. Bu onların ikinci karşılaşmalarıdır. Pablo biraz içkili
olduğundan, daha cesurca davranıp, Elvira’nın yanına, kumların üzerine uzanmakta
bir sakınca görmez. Elvira, onu gördüğünde sanki konuşmaya susamış, ya da yıllarca
konuşmamış bir mahkumcasına sorular yöneltmeye, alâkasız şeyler anlatmaya
koyulmuştur. Amacı, kendisine sunulan bu kısa süre içerisinde Pablo’yu daha iyi
tanıyabilmektir. Konuşmaları esnasında Pablo, onun yanaklarından süzülen yaşları
fark eder ve onu rahatsız ettiğini düşünerek, hemen toparlanmaya başlar. Elvira ise o
an göz yaşları içerisinde, tüm duygularını açığa vurarak ona gitmemesi ve onu yalnız
bırakmaması için âdeta yalvarır : “Lütfen gitmeyin ! Burada olmanız beni rahatsız
etmiyor, aksin hoşuma gidiyor. Eğer içinizden geliyorsa konuşun, yok gelmiyorsa hiçbir
şey söylemeyin, ancak gitmeyin. Bana her iki durumda da eşlik etmiş olursunuz.”14
Elvira, büyük bir depresyon geçirdiğinin farkındadır. Pablo, ona kendini iyi hissedip
hissetmediğini sorduğunda şöyle der : “Hayır asla, sadece depresyondayım. Uzaklara
gitmek, çok uzun sürecek bir yolculuk yapmak ve buralardan kaçmak isterdim .”15
Elvira’yı boğan, içinde sıkışıp kaldığı bu küçük şehir, tutucu çevre ve konuşulan
konuların monotonluğudur. Her şeyden kaçıp kurtulmak istemektedir ve bu
duygularını açabildiği ilk ve tek kişi Pablo’dur. Ona, içinde bulunduğu durumu Juan
Ramon Jimenez’e ait şiirin bir mısrasını okuyarak anlatmaya çalışır : “ Toprağa bağlı
14 a.g.y. s.136 15 a.g.y. s.136
25
derin köklerim, gökyüzüne yükselen kanatlarım ve kalbimdeki anlaşılmaz acı. Size
bunları nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Ben, bugün burada, beni sıkan insanlardan
ve monoton yaşamdan uzakta, vücudumun ağırlığını unutuyorum, uçmak için bile
gücüm var; ancak ayağa kalktığımda ve eve doğru yürümeye başladığımda, beni dört
duvara hapseden anıların tümü yeniden üzerime çöküyor, işte söylemeye çalıştığım şey
bu, anlıyor musunuz? ” 16 Pablo, sohbet ederken, başını onun kucağına koyarak
tekrar uzanmıştır ve birbirlerine iyice yakınlaştıkları için onun iri gri gözlerini daha
yakından görebilmektedir. Aslında Pablo tam o sırada onu öpmeyi arzulamaktadır.
Oysa Elvira’nın kafası, hâlâ ona yazdığı mektuptadır. Sonunda lafı, dönüp dolaşıp
mektup konusuna getirir ve aslında hiç yazmamış olmayı tercih ettiğini belirtir.
Amacı, ona bu mektubu yazarken ne gibi bir ruh hali içerisinde olduğunu
açıklamaktır. “ Onu bunalımlı bir anımda yazdım, tüm iyi niyetimle, ancak sizden bir
cevap alamayınca kendimi çok kötü hissettim ve neden sonra bunun çok yersiz
olduğunu anladım. Cevap vermemekle bana çok büyük bir kötülük yaptınız. Sizce bu
çok mu aptalcaydı ? ” 17
Elvira duygusal olmakla beraber oldukça da gururludur. Aptal yerine
konulmaktan hiç hoşlanmaz. Kendine acınmasından nefret etmektedir. Tek istediği,
çevresindeki insanlarca doğru anlaşılmasıdır. Özellikle de çok değer verdiği Pablo
tarafından. Fakat ne yazık ki, onunla tanıştığından beri, elinde olmaksızın hep küçük
duruma düşmektedir ve bunun tek sorumlusu olarak da kendini görmektedir.
“Bilmiyorum, bu günlerde sinirlerim çok bozuk, ilk karşılaştığımızdan beri karşınızda
hep gülünç duruma düşüyorum.” 18
16 a.g.y. s.137 17 a.g.y. s.138-139 18 a.g.y. s.140
26
Ertesi gün Pablo’nun ona telefon etmesi, kendisini çok mutlu etmiştir.
Pablo’nun da kendisine karşı ilgisiz kalmadığını görmekten memnundur. Sonunda,
bir pazar günü öğleden sonra buluşmaya karar verirler. Onu kendi evinde
ağırlayacaktır. Kapı çaldığında, Pablo’yu bizzat kendisi karşılar. Aslında, genç bir
kızın, bir erkekle evde tek başına olması toplumun asla kabul edemeyeceği bir
davranıştır. Fakat, varlıklı ve kültürlü bir ailede yetişmenin verdiği, medenice
hareket etme özgürlüğü sayesinde, onu doğruca odasına götürür. Çay ikramı sırasında
onun dostluğundan çok büyük keyif aldığını söyler, bunun da başlıca nedeni,
Pablo’nun ona her şeyi açıkça ifade etmesidir. Çevresindeki insanlar kendisini daima
şımartmışlar ve onu üzmektense yalan söylemeyi tercih etmişlerdir. Pablo ise
onlardan çok farklıdır. Elvira, son zamanlarda bir bunalım geçirdiğinin bilincindedir,
bunu Pablo’nun da doğrulaması onun içini rahatlatmaktadır. Pablo ona bazı öğütler
vererek, kendini çok fazla dinlememesini söyler. Elvira, etrafındaki gençlerin
kendisini çok beğendiğinden bahsederek iç dünyasını yavaş yavaş Pablo’ya
açmaktadır. “Bu yüzden beni kendini beğenmiş biri zannetme. Bir sürü erkek
arkadaşım var ve aralarında bazıları benim diğer kızlardan daha değerli olduğumu
söyleyerek öyle hissetmemi sağlıyorlar. Yalan da değil, ben öyleyim. İnsanları
etkiliyorum. Zaten sen de görüyorsun; Çünkü boş vakitlerimde okuyorum, buradaki
diğer kızların benimsedikleri değerler konusunda endişelerim var. Onlar beni
utandırıyorlar. Farkı görebilirsin. Benim arkadaşlarım var, çıkıyorum, bir yerlere
gidiyorum, tabii burada gidilebilecek neresi varsa. Kızlarla beraberken sıkılıyorum.
Sanırım bunlar sana çocukça geliyor. Oysa sen farklısın, bana hayran değilsin, sana
bayağı görünüyorum, öyle değil mi? Bana hayran olmadığın doğru değil mi? ” 19 Elvira,
Pablo’nun kendi hakkındaki duygularından emin olmak istediği için onun ağzından,
kendini mutlu edecek bazı itiraflar duymak istemektedir. Fakat Pablo, ondan ne kadar
19 a.g.y. s.141-142
27
hoşlanırsa hoşlansın, Elvira’nın bu denli kendini beğenmişliği ona itici gelmektedir.
Zira, Pablo da Elvira kadar gururuna düşkündür. Ona hayran olduğu gerçeğini,
kendinden önce Elvira’nın ağzından duymayı tercih etmektedir. Bu nedenle
konuşmaları yavaş yavaş kırıcı bir hal almaya başlamıştır. Elvira’ya, bu dünyanın
onun etrafında dönmediğini söyler. Eğer bir işle uğraşıyorsa bunu en iyi şekilde
yapması gerektiğini hatırlatarak sözü onun resimlerine getirir. Sonunda,
hayranlıklarını birbirine öfke yoluyla haykıran bu iki genç kucaklaşarak nefesleri
kesilene kadar öpüşürler. Böylesine bir yakınlaşma ilk kez meydana gelmiş, kapıda
duyulan gürültü, bir an için kendilerini kaybeden gençlerin tekrar gerçek hayata
dönmesini sağlamıştır. Elvira bu davranışından ötürü Pablo’nun kendisini yanlış
anlamasından endişelenir ve onu hafif bir kızmış gibi düşünmemesini ister. Bu arada
öpüşmelerinden hiç kimseye özellikle de Teo ve Emilio’ya bahsetmemesini rica eder.
Fakat bir taraftan da böyle konuştuğu için pişmandır. Pablo imalı bir şekilde
Elvira’nın onlardan bu kadar çekindiğini bilmediğini söyler. Elvira bunun üzerine
sinirlenir ve kime isterse anlatabileceğini haykırır. Yine de onun önünde küçük
duruma düştüğü inancındadır. Elvira’nın bu kadar alıngan olmasının başlıca nedeni
Pablo’ya kıyasla daha kültürsüz oluşudur. Zaten eğitimini sürdürememenin
eksikliğini sürekli hissetmektedir ve bunu ona birinin hatırlatmasına gerek yoktur.
Elvira ile Pablo, aralarında geçen bu kısa maceranın ardından uzun süre
görüşemezler. Zaten, havalar da iyice soğumuş, okullar açılmıştır. Elvira soğuğu
bahane ederek evden çıkmamaya özen gösterirken bir yandan da Pablo’yu bir dakika
bile düşünmeden de edememektedir. Bir gün, babasının mezarını ziyarete
gittiklerinde, Natalia’yı görür ve ona, Pablo’nun öğrencisi olduğunu bildiği için
yakınlık gösterir. Hatta evine davet ederek istediği kitaplar varsa alabileceğini söyler.
28
Amacı onunla yakınlaşarak, Pablo’nun neler yaptığını öğrenmek, onun hakkında daha
detaylı bilgiler edinmektir. Natalia onun bu sıcak ilgisine pek anlam veremez. Don
Rafael’in kızı olduğunu öğrendiğinde, onun güzelliği hakkında duyduklarının
doğruluğunu bir kez de kendi sözleri ile ifade eder. “Gördüğüm en güzel gözlere
sahip.” 20
Elvira, artık evden hiç çıkmamaktadır. Bu yüzden arkadaşları onu hep evde
ziyaret etmektedirler. Kızlar, Elvira’ya Teo’nun eğitimi ile ilgili sorular
sormaktadırlar. Amaçları, Teo’nun geleceği hakkında bir şeyler öğrenebilmektir.
Çünkü evlenebilecekleri erkek adaylarından birisi de odur. Elvira onları
aydınlatmaktan çekinmez. “ Hayır, akademiye gitmenin gerekli olmadığını, bunu kendi
kendine başarabileceğini söylüyor.” 21 Elvira, aslında Teo’nun, babalarının ölümünden
sonra fikrini değiştirdiğini, artık evin erkeği olması gerektiğini bildiği için, okumak
yerine kısa yoldan bir an önce bir meslek edinmenin daha doğru olduğunu
düşündüğünü bilmektedir. Elvira kızlarla sohbet ederken, sorular onunla Emilio
arasındaki ilişkiye gelince sinirlenir. Kızlar durumdan haberdardır, fakat Elvira bu
konuda konuşmamayı tercih eder. Aslında onların evlerine neden bu kadar çok sık
geldiklerini de bilmektedir. Tek sebep evlenecek çağa gelmiş, eğitimli iyi bir aileye
sahip Teo’nun varlığıdır ama o, kendi sorunları yüzünden, başka şeylerle uğraşacak
durumda değildir. Elvira ise, kendine deliler gibi aşık Emilio ile kendini sürekli
küçük gören Pablo arasında bir kısır döngü yaşamaktadır. Elvira’yı ziyarete gelen
kızların sohbet esnasında gözleri hep Teo’nun ders çalıştığı odanın kapısındadır.
Elvira onları evden her uğurlayışında ziyaretlerinin asıl amacının Teo olduğunu daha
iyi anlamaktadır ve bundan yavaş yavaş sıkıldığını hissetmektedir. Oysa kendisi
20 a.g.y. s.184 21 a.g.y. s. 194
29
yalnızlığı seven bir karaktere sahiptir. Çoğu zaman yatağına uzanarak hiçbir şey
yapmaksızın bütün günü tavana bakarak geçirmek istemektedir. Bazen yatağında
öylece uzanıp yatarken, yan odadan noterlik sınavına çalışan Emilio ile Teo’nun
seslerini duymaktadır. Emilio, Teo ile çalışmak bahanesi ile sık sık Elvira’yı görmeye
gelmektedir ve evlenmeleri konusunda artık iyice baskı yapmaya başlamıştır. Çünkü
bu ilişki konusunda Elvira’nın duyarsız kalışı onu üzmektedir. Elvira ise bu baskıdan
iyice usanmıştır. Onu sürekli etrafında yalvarırken görmekten bıkmıştır. Emilio bu
durumu en yakın sırdaşı olarak gördüğü Pablo’ya şöyle anlatmaktadır : “ Ona ne oldu
bilmiyorum. Çok dalgın ve kendisiyle konuşurken sıkılıyor. Bazen beni sevmediği
düşüncesine kapılıyorum.” 22
Annesini ziyarete gelen komşular da Elvira ile Emilio arasındaki ilişkiyi
sormaktadırlar. Annesi onların çocukluktan beri tanıştıklarını ve sadece iyi birer
arkadaş olduklarını söylese de insanların düşüncelerini değiştirmek o kadar kolay
değildir. Özellikle de böylesine içine kapanmış küçük bir toplumda, dedikodulara
engel olmak imkansızdır. Elvira bu tür konuşmaları duyduğu zamanlarda, bazen
dayanamayıp kendini evden dışarı atmak zorunda kalmaktadır. Böyle yoğun bir
duygu karmaşası yaşarken kendini biraz olsun resme veren Elvira, babasının kara
kalem bir portresini neredeyse bitirmek üzeredir. Bazen, ders çalışmak için eve gelen
Emilio’yu odasına götürerek, ona yaptığı resimleri gösterir. Yine öyle günlerden bir
gün kapı çalınır ve Teo yanında Pablo ile çıkagelir. Bu üçüncü karşılaşma Elvira’da
şok etkisi yaratır. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemez, onu çok sevmesine
rağmen, Pablo’dan en ufak bir işaret gelmediği için takındığı tavır sert ve kırıcıdır.
Özellikle evdekilerin ona aşırı ilgi göstermeleri, Pablo’nun yeni tanıştığı insanları bu
denli olumlu etkileyebilmesi ve bu arada Elvira’nın bu yoğun ilginin dışında kalması 22 a.g.y. s.198
30
onun açısından hiç de dayanılır bir durum değildir. Pablo’nun onu umursamaz
tavırları, Elvira’yı çileden çıkartan son damla olur. Kahve servisi yaparken,
Elvira’nın sergilediği asabi tutum ev halkı tarafından pek anlaşılamaz. Teo sözü
Elvira’nın yaptığı resimlere getirdiğinde ve onları Pablo’ya göstermesini istediğinde
çok sert bir tepki veren Elvira etrafındakileri şaşırtmaya devam eder: “Benim basit bir
iki denememi göstermemi istemenizdeki ısrarı anlamıyorum. Böyle bir şey insanları
niye ilgilendirsin ki.” 23 Pablo bu sözüne karşı yine onu küçük düşürücü bir söz
etmeden duramaz : “Kabul edemediğiniz kusurlarınızı bir başkasının ağzından
duymak yoksa sizi rahatsız mı ediyor." 24 Pablo ile Elvira arasında açıkça bir söz
düellosu başlamıştır. Elvira sakin olmaya ve gülümsemeye çalışarak şöyle der :
“Durum sizin düşündüğünüz gibi değil.” 25 Elvira’nın bu tavrı aslında kendisinden
kültür açısından çok üstün olan Pablo gibi bir şahsiyet karşısında kendi çiziktirdiği
resimlerle küçük düşmemektir. Elvira bu sözleri söyledikten sonra masadaki tabak ve
bardakları sinirle toplayarak odasına çekilir. Bir sigara yakarak biraz sakinleşmiştir.
Kendisinin yokluğunu fark edip onu çağıracaklarını ümit ederken tam tersi olur.
İçeriden kahkahalar yükselmeye başlamıştır. Sinirden ağlamaya başlar. Hiç böyle
küçük düşürülmemiştir. Zamanla sinirlerine hakim olmaya çalışır ve yaptığının
çocukça olduğunu fark eder. Elvira, yalnız kaldığında kendisine mutlaka bir
özeleştiri getiren ve nerede hata yaptığını anlamaya çalışan bir karakterdir. Sürekli
bir iç çatışması yaşamaktadır. Nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu henüz kendisi de
anlayamamıştır. Kişiliğini arayan diğer kahramanlar gibi Elvira’da bu arayış
içindedir. Özellikle de Pablo ile tanıştıktan sonra kendisi ile barışık bir kişiliğe sahip
olmadığını daha iyi anlamıştır. Biraz önceki hareketi karşısında, Pablo’nun kendisini
aptal biriymiş gibi değerlendireceğini düşünür. Odasında öylece tavana bakarak 23 a.g.y. s.206 24 a.g.y. s.206 25 a.g.y. s.206
31
saatlerce kalakalır ve gerçekten ne denli yalnız olduğunu bir kez daha fark eder. Onun
şu an ihtiyacı olduğu tek şey, bir dostun omzuna başını koymak ve doyasıya
ağlamaktır. O an, odaya Emilio girecek olsa, kollarına atılıp hemen evlenelim
diyebilecek kadar yalnız ve bunalımdadır. Kapıda sesler işittiğinde dışarıya çıkıp,
uyuya kaldığını söyleyerek özür dilemek isterse de artık çok geçtir. Pablo çıkmıştır ve
Teo ile Emilio’da ona yetişmek için aceleyle giyinmektedir. O an Elvira kararını
verir. Emilio ile evlenecektir. Bu konudaki görüşünü o gece annesine açar ve kararlı
olduğunu söyler. Pablo’dan ilgi görmemek onu çıldırtmıştır. Çevresindeki insanlar
tarafından bu denli şımartılmış ve ilgi görmüş bir genç kızın bir yabancının önünde
düştüğü bu durum hiç de öyle altından kalkılacak bir şey değildir. Emilio ile
evleneceğini duyurarak Pablo’yu kıskandıracağını düşünen Elvira, bir yandan da onu
tamamıyla kaybetmekten korkmaktadır ama elindeki son kozu da oynamaya
kararlıdır. Pablo’yu bu kadar değerli kılan sadece ona olan aşkı değildir. Onu tanıyan
herkes, hakkında olumlu düşünmektedir. Örneğin aynı gece yemekte Teo Pablo
hakkında şöyle der : “Teo mükemmel biri. İlk görünüşe bir daha asla aldanmayacağım.
Onu tanıdıktan sonra çok şaşırdım. Her konuda bilgili, her şeyi öyle güzel anlatıyor ki,
ne kadar sempatik biri. Ve özellikle de o denli yalın.” 26 Söze katılan Emilio’nun da
görüşleri onunkinden farklı değildir : “Ne kadar yalın olduğunu sana hep demiştim
zaten. Senin de onu seveceğinden emindim.” 27 Elvira bu sözler karşısında iyice
sinirlenmektedir. Duyduğu şey kıskançlıktan başka bir şey değildir. Herkesle bu
kadar iyi geçinen, bu denli iyi dost olabilen Pablo, ona, o denli acımasız
davranmaktadır. Elvira bunun nedenini bir türlü çözememektedir. Elvira kararını
vermiştir. Emilio’ya o gece kendisiyle evleneceğini söyler ve duygularıyla baş başa
26 a.g.y. s.208 27 a.g.y. s.208
32
kalmaktan korktuğu için de o geceyi birlikte ders çalışan Teo ile Emilio’nun yanında
geçirir.
Elvira artık odasından hiç çıkmaz olmuştur. Hatta, sürekli baş ağrısı çektiğini
bahane ederek yatağından bile çıkmamaktadır. Onu ziyarete gelen Natalia ve ablası
Julia’yı odasında, hatta yatağında karşılamıştır. Julia ona ateşi olup olmadığını
sorduğunda ise onu şöyle yanıtlar : “Hayır, ateşim yok. Bilemiyorum. Canım kalkmak
istemiyor. Şey, tamam tamam kalkıyorum…” 28 Elvira onlarla sohbet ederken
eşyalara dokunmakta, ufak aksesuarların yerini değiştirmekte ve odada dolanıp
durmaktadır. Bir ara sözü Natalia’nın Almanca öğretmeni Pablo’ya getirir. Onunla
ilgili sorular soran Elvira, ne yazık ki Natalia’dan doyurucu cevaplar alamaz. Aslında
birbirlerinden habersiz aynı kişiye hayran olan genç kızlar, ortak bir konuya sahip
olmalarına rağmen birbirleriyle sıcak bir diyalog kuramamışlardır. Bu da,
toplumdaki gençlerin kendi aralarında bile iletişim kopukluğu yaşadıklarının en güzel
bir göstergesidir.
Elvira’nın Pablo’ya nispet olarak almış olduğu Emilio ile evlilik kararı
sonrasında Emilio, düğünün ardından şehir dışındaki çiftliklerine yerleşmeyi ve
hayatlarının geri kalanını orada sürdürmeyi planlamaktadır. Sonunda, romanın en
sert başlı karakteri olan Elvira da toplumun kurallarına boyun eğmiş, diğer genç
kızların yazgısını paylaşmak için üzerine düşen görevi yerine getirmeye razı
olmuştur.
28 a.g.y. s.228
33
Pablo ile Elvira’nın bir sonraki buluşması, bir resim sergisinin salonunda
gerçekleşmiştir. Sergi salonunun sahibi olan Yoni, Elvira’nın çocukluk arkadaşıdır ve
onların zaman zaman birlikte görülmeleri yakın çevrelerince halihazırda bir dedikodu
malzemesi haline getirilmiştir. Pablo, can sıkıntısından dolayı gittiği sergide Elvira’yı
görür. Elvira bu güzel rastlantıyı hemen sona erdirmekten yana değildir. Yoni’nin
davetini kıramayan Pablo, Elvira’yı da yanlarına alarak bir şeyler içmek için dışarıya
çıkarlar. Elvira’nın yol boyunca, iki erkeğin kolları arasında samimi bir şekilde
yürümesi dedikodu konusu olacak yeni bir malzemedir. Elvira saçını arkaya atarak
neşeli bir ses tonuyla şöyle der : “ Ne derlerse desinler. Onlara, konuşmaları için fırsat
tanıdığımı mı sanıyorsun ? Kolunuza girebilir miyim ? “ 29 Elvira, tutucu bir toplum
içerisinde yaşıyor olmasına rağmen, serbest düşünceyle yetiştirilmiş bir genç kızdır.
Her şeyden önce, insanların ne dediği ya da ne diyeceği hiç umurunda değildir. Yoni,
havanın soğuması üzerine, üşüyen elini kendininkiyle birlikte cebine sokar. Bunun
üzerine Elvira gülümseyerek olaya müdahale eder : “Baksana, bu da çok oldu ama.
İki sene önce, yine böyle bir kış günü bizi birlikte görenler, şimdi seninle evleneceğimizi
düşünebilirler. Pablo, biliyor musun, iki sene önce insanlar beni onunla evlendirmeye
kalkmışlardı.” 30 Elvira, arada sırada resim yapmak için Yoni’nin atölyesine giderdi
ve o zamanlar herkes ikisi arasında bir şeylerin olduğunu düşünmüştü. Elvira böyle
sürekli konuşmakta ancak Pablo susmayı tercih etmektedir. Pablo artık işi bırakıp
şehirden ayrılmak üzeredir ve Elvira, sanki Pablo’nun gideceğini anlamışçasına, son
kez ona, kendini kabul ettirmeye çalışmaktadır. Pablo bir ara ona, özgür bir genç kız
olduğunu ve her istediğini yapabileceğini söylediğinde Elvira yine o hırçın tavrını
takınır. Pablo’nun kendisiyle alay ettiğini düşünmektedir : “ Bana ve her dediğime
gülüyorsun. Yoni'ye, Emilio'ya ve kardeşime. Eve kötü duygularla geliyorsun, sonra
29 a.g.y. s 255 30 a.g.y. s 255
34
alay edecek bir şeyler bulmak için hepimizi iyice inceliyorsun. Bu yüzden eve
gelmenden hoşlanmıyorum. Kendini bizlerden çok üstün görüyorsun.” 31 Elvira, ona
neden böylesine bağırdığını kendisi de bilmemektedir. Söylediklerine pişman
olmuştur ve bir şekilde ona kendisini affettirmek ister. Yoni’den ayrıldıklarında
Pablo’ya, onunla birlikte kaldığı otel odasına çıkmak ve barışmak istediğini söyler.
Bu Elvira’nın artık son çırpınışlarıdır ve Pablo’ya resmen asılmaktadır. Pablo’nun da
duyguları aynıdır. Odasına çıkmanın, geceyi birlikte geçirme anlamına geldiğini çok
iyi bilmektedir. Fakat Pablo’nun da bir gururu vardır. O taşıdığı soyadını bir anlık bir
zevk için kirletmek istemez. Üstelik, karşısında duran genç kız, en yakın arkadaşı
Emilio’nun nişanlısıdır ve herkes bunu bilmektedir. Aslında, Elvira’nın bu söylentiyi,
onu kıskandırmak ve ilgisini çekmek için çıkardığından haberi yoktur. Her ikisinde
de var olan bu gurur, sonsuza dek birbirini seven bu iki genci ayıracaktır. Kendine
zorla hakim olmaya çalışan Pablo Elvira’yı oradan uzaklaştırır. Bunu yine o kıvrak
zekâsı sayesinde yapmıştır. Pablo konuşurken, dudaklarının titremesine engel
olamamaktadır. Sonunda onu kolundan tutarak merdivenlere doğru fırlatır. “Elvira,
eğer bu akşam odama gelecek olursan, bütün bir geceyi benimle geçirmek zorunda
kalırsın. Anlıyor musun ? Haydi, çok da istiyorsan gel.” 32 Onun bu sert ve kaba
tutumu, Elvira’yı çok şaşırtmıştır. Kendini aşağılanmış gibi hissetmektedir.
Ağlamaya başlar. “Ne utanç verici, Allahım! Bana, sanki kötü kadınmışım gibi
davrandığını görse kim bilir Emilio senin hakkında ne düşünürdü? Sen benim şu
şarkıcı kız Rosa gibi olduğumu sanıyorsun anlaşılan. Arkadaşlarım, onun seninle
birlikte yaşadığını söylemişlerdi zaten, ama ben buna inanmak istememiştim. Öyle
görülüyor ki senin kadınlardan tek bir beklentin var. Benim de, onun gibi olduğumu
sandın. “ 33 Oysa Pablo, içinden nasıl geldiyse öyle davranmaya çalışmıştır. Onun
31 a.g.y. s 257 32 a.g.y. s 257 33 a.g.y. s 258
35
istediği, Elvira’nın kendisiyle kalmasıdır. Fakat ona güvenememektir. Çünkü, tek bir
gün bile Pablo’ya aşık olduğunu açıkça belli etmemiş, üstelik sürekli şekilde, karakter
değişikliği sergilemiştir. Elvira da olayları kendi bakış açısına göre değerlendirdiği
için, onun bu hareketini yanlış anlamıştır. Sorun yine, kişinin duygularını açıkça ifade
edememesinden, yani iletişimsizlikten kaynaklanmaktadır.
Pablo ondan açıkça bir söz beklemektedir. Onu sevip sevmediğini belli
edecek tek bir söz. Emilio ile evleneceğini açıklamış bir genç kıza, kendisini
sevdiğini söylemeyi, gururuna yedirememektedir. Aynı durum Elvira için de
geçerlidir. O da fazlasıyla gururludur ve Pablo’ya deliler gibi aşık olduğunu
söyleyememektedir. Sonunda hıçkırıklar içerisinde evinin yolunu tutan Elvira, eline
geçen son fırsatı da ne yazık ki değerlendirememenin burukluğunu yaşamaktadır.
En başından beri, toplumun baskısından ve bu küçük kentte yaşamanın
verdiği sıkıntıdan söz eden Elvira, sonunda, diğer kızlar gibi kaderine boyun eğerek
Emilio ile evlenecek ve sıradan bir hayat sürdürecektir. Ona aşık olan ve bunu
açıkça dile getiren Emilio, onun için tek seçenek ve bir bakıma tek kurtuluş yoludur.
Emilio’yu geri çevirmesi durumunda, kaderinin evde kalmak olacağının bilincindedir.
Ancak evde kalmasının bir kaçış yolu olacağını bilse, evlenmekten hemen vazgeçerdi
ve bu ikinci seçeneği kabul ederdi. Ancak, yalnızlığın bir kadın için asla özgürlük
anlamına gelmeyeceğini de çok iyi bilmektedir.
Elvira, duygularını dile getirmekte başarılı olamadığı için, Pablo ertesi sabah
kenti terk edecek ve burada yaşayan insanları, özellikle de Elvira’yı kendi kaderiyle
baş başa bırakacaktır.
36
Pablo romanda, aslında sembolik bir kişiliktir. Zira Pablo, Elvira’nın ulaşmak
istediği hayallerin yansımasından başka bir şey değildir. Pablo sanki parıldayan ve
yanına yaklaştıkça ulaşılması zorlaşan bir yıldız gibidir. Elvira’nın düşlerinde, ne
istediğini bilmek, toplum içinde şımartılmadan bir yer edinmek ve özgür olmak
yatmaktadır. Pablo’da bunların hepsi mevcuttur ve onu son derece kıskanmasının da
nedeni budur. Elvira’nın hayattan beklentilerinin bir düş kırıklığına dönüşmesi,
romanda onun Emilio ile evlenme kararı alması ve Pablo’nun da kentten ayrılmasıyla
okuyucuya yansıtılmaktadır.
Romanın ikinci kadın kahramanı olan Natalia ailenin en küçük kızıdır. Kalın
kaşları, iri kahverengi gözleri, düz siyah saçları ve küçücük elleri vardır. Romanın
ilerleyen bölümlerinde Natalia her ne kadar büyüse de, yüzündeki o saf, çocuksu
ifade hiç kaybolmaz. Annesi onu dünyaya getirirken öldüğü için anne sevgisinden
yoksun büyümüştür. Kendisinden büyük iki kız kardeşi vardır. Mercedes en
büyükleri, Julia ise ortancalarıdır. Natalia’nın çocukluğu bir çiftlikte babası ile
birlikte geçmiştir. Onunla, ablalarına göre daha iyi anlaşıyor olması da bu yüzdendir.
Annenin ölümünden sonra kızların yetiştirilmesi görevini hala üstlenmiştir. Yavaş
yavaş evin iç işlerine karışmaya başlayan hala, sonunda sanki anneleri olup
çıkıvermiştir. Artık evde onun sözü geçmektedir. Çocukları, kendi evlatları gibi
sahiplenmiş ve belki de bu yüzden evlenmeyi hiç düşünmemiştir. Aynı evi paylaşan
Candela isminde bir de yardımcı kadın vardır. Natalia, Mercedes ve Julia’nın aksine
bu taşra kentinde eğitimine devam etmek isteyen belki de tek genç kızdır. Mercedes
kendisi ile ilgilenen birisini bulamadığı için evde kalmaya mahkum olmuştur. Julia
ise Madrid’de yaşayan ve ailenin pek de onaylamadığı Miguel adında bir genç ile
çıkmaktadır. Natalia ise bu konulardan uzak kalmayı tercih eden fakat bu nedenle
37
çevresindekilerce tuhaf karşılanan bir kişiliktir. Natalia’nın okuldaki tek kız arkadaşı
olan Gertru, hemcinsleri gibi okulu bırakıp evlenecektir. Ancak Natalia, onunla her
buluştuğunda, evlilik, aşk, çeyiz gibi konulardan konuşmak yerine, daha değişik
şeylerden bahsetmek istemektedir. Yani Gertru gibi kadınsı görünmek, makyaj
yapmak yerine daha çocuksu işleri tercih etmektedir. Örneğin, nehirde kürek çekmek,
oyun oynamak, komik şeylerden bahsetmek ya da derslerinden söz etmek gibi. Zaten
Gertru onu nişan törenine davet ettiğinde, Natalia onun bu teklifini geri çevirerek
böyle şeyler için yaşının küçük olduğunu söylemiştir. Aslında Gertru ile aralarında
çok fazla bir yaş farkı yoktur. Gertru’nun Natalia’a olan şu sözleri bizi bu konuda
aydınlatmaktadır. “ Seninle aramızda sadece iki aylık bir yaş farkı var. Yoksa unuttun
mu? Şimdi sana çok mu büyük görünüyorum ? “ 34 Natalia, çevresindeki genç kızlara
kıyasla çok farklı özelliklere sahiptir. Onu diğerlerinden ayıran bu özelliklerden biri,
günlük tutma alışkanlığıdır. Ancak çekingen bir yapıya sahip olmasından dolayı bunu
gizli yapmaktadır. “Yorganın altında bir tepecik oluşturacak şekilde bacakları bükük,
defterin üzerine abanmış yazıyordu. Kapı kolunun gıcırdaması üzerine defterini
yatağın altına gizledi; dizlerini düz pozisyona getirdi.” 35
Toplumun baskısının yanısıra evde de kuralcı bir tutum hakimdi. Natalia’nın
halası, kendisi ve kız kardeşleri üzerinde birçok kural uygulamaktaydı. Her
istenildiğinde sokağa çıkılmaması, erken kalkılması, belli saatlerde belli işlerin
yapılması gibi; örneğin yemek yemek, bulaşık yıkamak, evi temizlemek, uyumak vb.
şeyler. Romanın adıyla da, irdelenmek istenildiği üzere, bu küçük taşra kentinde tüm
genç kız ve kadınların yaptığı gibi Natalia da sokakta olup bitenleri perde arkasından
izlemek durumundadır. Natalia, evin en küçük ferdi olma sıfatıyla, sürekli olarak
34 a.g.y. s. 12 35 a.g.y. s. 12-13
38
başkaları tarafından idare edilmektedir. Ablası Mercedes, Natalia’nın kahvaltısı ile
ilgilenmekte ve ondan yaşça büyük olmanın verdiği avantajla ona kızma yetkisini bile
kendisinde görebilmektedir. Mercedes’in kız arkadaşı olan Isabel eve geldiğinde
Natalia için şöyle der: “Şey sanırım onu bir kez sokakta gördüm. Ama ben daha
büyük olduğunu sanıyordum.” 36 Gerçekten de Natalia, yaşıtı olan diğer kızlara
oranla daha minyon bir yüze sahiptir. Onun bu fiziksel görünüşü çocuksu
davranışlarıyla da birleştiğinde kendisini yaşıtlarından daha da küçük gösteriyordu.
Zaten yaşının üzerinde görünmek gibi bir kaygısı da yoktu. Ablaları kız arkadaşlarını
eve davet edip evlilikten söz ederken, Natalia da onların yanında sessiz bir şekilde
dergilerden bir şeyler kesiyor, süsler yapıyordu. Eve gelip giden arkadaşlarından çoğu
onu tanımıyordu bile. Natalia çevresine karşı biraz yabani kalıyordu. Isabel onu evde
ilk gördüğünde şöyle demişti: “ Çok tuhaf ! Evinize kaç defa gelmeme rağmen
kendisiyle hiç tanışmamıştık. Mercedes de ona alaycı bir yanıt vermiştir: Hiç şaşırmadım;
biz onu şans eseri tanıyoruz. Bu, onun vahşiliğindendir…” 37 Natalia için bu sözlerin
pek önemi yoktur. Kızlar bir araya geldiklerinde sosyeteye tanıştırılma töreninden söz
etmekten çok hoşlanmakta, ancak bu Natalia’nın hiç hoşuna gitmemektedir. Çünkü
bu olay onların genç kızlığa adım atmaları anlamına gelmektedir. Natalia on beş
yaşında olmasına rağmen, buna henüz hazır olmadığını hissetmektedir. Aslında
Natalia babasının gözünde de evin hep küçük kızı olarak kalmıştır ve Mercedes de
bunun farkındadır. Isabel, Natalia’nın dış görünüşüne bakarak onun daha küçük
yani, on üç on dört yaşlarında olduğunu tahmin etmektedir. Oysa Mercedes
Natalia’nın on altısını doldurduğunu belirtir. Aslında sosyeteye tanıştırılması
konusunda karar vermesi gereken kişi Natalia’nın kendisidir. Zira çevrelerinde on
üçüne basmış ve sosyeteye tanıştırılmak isteyen çok genç kız vardır.
36 a.g.y. s. 21 37 a.g.y. s. 22
39
Natalia diğer kızlara hiçbir bakımdan benzememektedir. Ondaki suskunluk,
kendini sadece okumaya vermesi, romanın sonuna kadar devam edecektir. Gertru
diğer kızlara göre o ana kadar Natalia’nın en iyi arkadaşı olmuştur. Fakat onun
evlenme hazırlıkları içinde oluşu, üstelik bu hazırlıkların bir de tatile denk düşmesi
üzerine araları biraz açılmıştır. Gertru ile çok yakın arkadaş oldukları için, Natalia
bazen onların evinde yemek yiyebilmektedir. Buna rağmen Gertru’nun nişanlısı
Angel ile tanışmamıştır. Natalia, Gertru ve diğer kızlarla gençlerin tek eğlence
mekânı olan Casino’ya ilk defa gittiğinde orada Angel ile tanışma fırsatını bulmuştur.
Angel ona şöyle der: “Vay canına! Memnun oldum, meşhur Natalia.” 38 Diğer
kızlardan farklı oluşu yani, kendisini eğitime vermesi ve kafasının diğerlerine göre
daha iyi çalışıyor olması, yaşıtı gençler arasında belli bir üne kavuşmasına neden
olmuştur. Gertru, Natalia sayesinde sınıf geçtiğini zaten inkâr etmemektedir.
Natalia’nın çalışkanlığı ve okumaya düşkünlüğü bir bakıma Carmen Martin
Gaite’nin kendi kişiliği ile örtüşmektedir. Natalia’nın çocukluktan genç kızlığa adım
attığı yıllardaki suskunluğu ve yalnız kalarak kitaplarına daha çok vakit ayırması da
yazarın kendi öz yaşamı ile uyuşmaktadır. Natalia çok fazla insan içine
çıkmadığından, insanlarla tanıştırıldığında onların gözlerine bakarak
konuşamamaktadır. Sürekli önüne bakmaktadır. Casino’ya ilk gidişinde tanıştırıldığı
gençlerin yüzlerine bakmaya çekinmiş ve içinden bir an önce oradan kurtulmayı
dilemiştir: “Benden bahsetmesinler. Tırnaklarını avuçlarına kenetlemiş sürekli aynı şeyi
tekrar etmektedir: İnşallah ne benimle ilgilenir ve ne de bir şey sorarlar.” 39 Natalia,
toplumda dikkatleri üzerine çekmekten hoşlanmamaktadır. Aksine, Casino gibi bir
yerde de yeni bir yüz, insanların ilgisi çekmektedir. Onun bu ilk Casino deneyiminde
Gertru, Angel ile dansa kalkarak Natalia’yı masada arkadaşı Manolo ile yalnız
38 a.g.y. s. 65 39 a.g.y. s. 66
40
bırakmıştır. Manolo, Natalia’ya ne kadar yakınlaşmaya çalışırsa çalışsın Natalia söz
ve tavırlarıyla ondan hep kaçmaktadır. Gertru Manolo’ya şöyle der : “Biz dönene
kadar onunla birlikte kalır mısın ? Gitmek için acelen yoktur umarım. Natalia’nın
tepkisi şöyle olur: Tek başıma kalıp kalmamam önemli değil. Manolo ise şöyle der :
Hayır canım, seni kurtlar yemesin diye kalırım, güzelim.” 40 Natalia bu türden diyalog
ve tavırlara çok yabancıdır. Manolo’nun kanyak içme teklifini de reddeder ve hiçbir
şey almayacağını söyler. Natalia dans etmesini de bilmez. Manolo onu dansa
kaldırmak istediğinde, kısaca dans etmeyi bilmediğini söyler. Manolo ona
yakınlaşmaya çalıştıkça o kaçmaktadır. Aptal bir kız olmadığı için, Manolo’ya
şöyle bir açıklama yapmak zorunda kalır : “Ben gerçekten dans etmesini bilmiyorum.
Bundan da utanıyorum. Sen gidip başka bir kızı kaldır. Benim için önemli değil, çünkü
ben birazdan gideceğim.” 41 Natalia, bu tutumuyla, yeni tanıştığı birisine bile
düşüncelerini hiç çekinmeden söyleyebilecek cesarette olduğunu kanıtlamaktadır.
Aslında fazlasıyla akıllı bir kız olarak, yeni arkadaşlıklar konusunda da oldukça
temkinli davranmaktadır. Gertru’ya bir not yazıp çıkar ve bu ilk Casino deneyimi ona
oldukça sıkıcı gelmiştir. Natalia, bu davranışı ile yazarın başka bir yönünü daha bize
yansıtmaktadır. Gaite de, evlenip ayrıldığı kocası dışında başka bir erkekle aşk
yaşamamış ve kendini edebiyata adamıştır.
Natalia, yaşça diğerlerinden küçük olmasına rağmen, her şeyin farkındadır.
Ablası Julia’nın erkek arkadaşı Miguel yüzünden üzüldüğünü bildiği için aynı gece
eve dönüşünde onunla biraz yürümeyi teklif eder. Zaman zaman onların acılarına
ortak olur, dertlerini dinler. Natalia diğer kardeşlerine göre daha kararlıdır. Ona göre
Julia, Miguel ile evlenmeye kararlı ise bunu gerçekleştirmelidir. Evin en küçüğü
40 a.g.y. s. 69 41 a.g.y. s. 70
41
olmasına karşın babası ile daha fazla yaşadığı için ona sözünü geçirebilen tek evlattır.
Kendisi okula devam etmek istediğini babasına söylemek ister fakat ablasının durumu
onunkinden acildir. Bu nedenle en kısa zamanda Julia’nın durumu için babası ile
konuşacağına söz verir. Bazı konularda çok kararlı olduğunu şu sözlerinden de
anlamaktayız. Julia’nın Miguel ile olan ilişkisi konusunda şöyle der : “Eğer Miguel ile
evleneceksen onu hoş tutmaya çalış. Memnun etmen gereken kişi o. Şimdilik kentteki
festivalin bitmesini bekle. Bu esnada o seni görmeye gelmezse, Madrid’e gidip onu
görmen için babamızı ikna etmeye çalışırız. Ya da Madrid’deki kuzenlerimizden
yardım isteriz.” 42 Natalia bu küçük taşra kentinden kurtulmayı bir ölçüde
arzulamakta ve bu nedenle de kardeşi Julia’nın Madrid’e gitmekte kararlı oluşu onu
memnun etmektedir. Ona şöyle der: ”Gitmek istemen bence harika. Seni
kıskanıyorum. Göreceksin her şey yoluna girecek.” 43
Romanın beşinci bölümde karşımıza çıkan Natalia, on üçüncü bölüme kadar
görünmez. Ateşli bir hastalık geçirdiğinden dolayı okula yaklaşık bir ay gecikmeli
olarak başlamak zorunda kalmıştır. Eskiden sarı pardösüden dolayı onu itfaiyeci diye
çağıranlar şimdi onu tanıyamamıştır. Çünkü hem büyümüş hem de saçını daha
değişik taramıştır. Gertru'nun bu yeni okul döneminde yanında olmayışı Natalia’yı
çok üzmektedir. Arkadaşları onun değiştiğini fark etmişlerdir. “Gel bakalım buraya,
amma da büyümüşsün be ! Palton da ne kadar da şık öyle! Ama etek boyu biraz daha
kısa olsa hiç fena olmazdı. Ama önemli değil, en azından artık itfaiyecilere
benzemiyorsun.” 44
42 a.g.y. s. 74 43 a.g.y. s. 74 44 a.g.y. s. 179
42
Natalia zamanından önce iyileşmiş olmasına rağmen yine de, halası Concha
ve ablası Mercedes tarafından dışarı çıkmasına izin verilmemektedir. Artık okula bir
taksi ile gidip gelecektir. Taksi şoförü tanıdık bir genç olduğu için ona ailece
güvenmektedirler. Natalia, üzerine düşülmesinden pek hoşlanmamaktadır ve ayrıca
çok da inatçı bir kişiliğe sahiptir. Taksi şoförü Enrique Blasco ile anlaşarak kentin
meydanında inip eve kadar yürümeyi kafasına koymuştur. Natalia’nın gittiği okul,
ekonomik durumu iyi olmayan çocukların devam ettiği bir okuldur. Her sene değişik
pardösü giyebilen, okula gerektiğinde taksi ile gelen ve ailesinin üzerine titrediği tek
öğrenci Natalia’dır.
Natalia, ailesi ile birlikte her zaman yaptıkları gibi ölen annesini ve
akrabalarını ziyaret etmektedir. Ancak bu ziyaretlerde herkes mezarın başında dua
ederken, o öylece durup sessizce onları seyretmeyi tercih etmektedir. Bu da onun
annesini tanımadı için ablaları gibi duygulanmadığını göstermektedir.
Natalia, annesinin soluk resmine her bakışında, dudaklarında gördüğü
tebessümün mutluluktan mı yoksa acıdan mı olduğunu merak etmektedir. Natalia,
diğerlerinden farklı olarak onun mezarı başına geldiğinde şöyle düşünmektedir:
“Annemi bazen özlüyorum, ama mezarlığa geldiğimde herkes gibi duygulanıp
ağlayamıyorum. Tam tersine, sırtıma vuran güneş ve selvi ağaçlarının üzerinde öten
kuşlar beni mutlu ediyor.” 45
Natalia yeni okul dönemi ile birlikte daha gelişmiş ve serpilmiştir. Onu okula
götürüp getiren taksinin şoförü Enrique, artık ona “küçükhanım” diye hitap
45 a.g.y. s. 183
43
etmektedir. Oysa daha o yaz başında kendisini adıyla çağırmaktaydı. Ancak Natalia
ne kadar büyüse de çekingenliğini üzerinden atamamıştır.
Bir gün okul çıkışı yeni kız arkadaşı Alicia ile birlikte kapıda Almanca
öğretmenleri Pablo ile karşılaşırlar. Pablo onlarla birlikte bir müddet yürürken sohbet
etme fırsatı da bulmuştur. Natalia bu sohbete bir türlü katılamaz, çünkü utanmaktadır.
Alicia ise çekinmesine rağmen hiç olmazsa kendilerine yöneltilen soruları
yanıtlayarak yavaş yavaş öğretmeni ile sohbet etmeye başlamıştır. Alicia’nın bu
cesareti Natalia’yı da cesaretlendirmiştir. Ancak, Alicia daha sonra kendi sokağına
saptığında Pablo ile yalnız kalan ve yürümeye devam eden Natalia, onunla yine tek
kelime bile edememiştir. Bir kitapçı dükkânının önünde durduklarında, vitrindeki
Almanca dergi ve kitaplarından bahseden Pablo, sanki hâlâ Alicia da onlarla
berabermişçesine çoğul konuşmaktadır. Natalia, Pablo ile birlikte olmaktan mutludur.
Bu mutluluk, her ne kadar kabullenmek istemese de, Pablo’ya duymaya başladığı
hayranlıktan ileri gelmektedir. Onun bu denli kültürlü ve bilgili oluşu Natalia’yı
etkileyen en önemli etkenlerden birisidir. Aslında onunla birlikte iken zamanın
geçmesini hiç istemeyen Natalia, bu arzusuna rağmen ağzını açıp tek kelime bile
edememektedir. Kitapçıdan çıktıklarında Pablo ona ileride ne okumak istediğini
sorar. Yedinci sınıfta olan Natalia bu konuyu henüz düşünmemiştir. Ona kalsa,
devam edebileceği yere kadar eğitimini sürdürecektir. Ancak evin en küçük kızı
olması ve evde bu gibi kararları babasının alması işini oldukça güçleştirmektedir.
Ayrıca ablaları da yüksek öğrenim yapmamıştır. Natalia’nın arzusu Tabiat Bilimleri
üzerine eğitimini sürdürmektir. Pablo, yol boyunca kendisine ileride ne okumak
istediği konusunda kararlı ve ısrarcı olmasını öğütlemektedir. Oysa Natalia,
gerçeklerin hiç de Pablo’nun düşündüğü kadar kolay olmadığını bilmektedir. Israrcı
44
olmak bazen aile bireylerince farklı yorumlanabilmektedir. Natalia şöyle der: “Küçük
olduğum için evde çok fazla tartışmaya katılamıyorum. Çoğu zaman benimle dalga
geçiyorlar. Yıllar da babamı epeyce değiştirdi, ne kimseyi dinlemeye ne de onların
ihtiyaçlarını üstlenmeye niyetli değil. Daha önceleri, küçük bir kız iken ondan ne
istesem karşılığını görürdüm. Bütün bunları yabancı birisine anlatabileceğimi hiç
düşünmemiştim, ama siz bana yabancı biri gibi gelmiyorsunuz.” 46 Pablo, Natalia’ya
dikkatle bakarak devam etmesi için onu cesaretlendiriyordu. Evin önünde
durduklarında Natalia göz ucu ile camlarda birilerinin olup olmadığına bakmaktaydı.
Neyse ki hiç kimse yoktu. Natalia’nın bu sözlerinden anlaşıldığı gibi küçükken
babasından bir şeyler istemesi onun için çok daha kolaydı. Büyüdükçe ondan
uzaklaşmaya başlamıştı. Üstelik Natalia, ilk defa olarak babası , ailesi ve arkadaşları
dışında onlarla paylaşamadığı bazı şeyleri artık Almanca öğretmeniyle
paylaşabiliyordu. Başlangıçta çekingen bir tavır içinde olan Natalia artık onun
yanında kendini daha rahat hissettiğinin farkına varmaktaydı. Ancak, Pablo’nun,
birlikte kahve içme teklifini geri çevirmesi onda daha sonra pişmanlık duygusu
yaratmıştır. Natalia, çok geç kaldığını söyleyerek teşekkür eder ve hemen eve gitmesi
gerektiğini belirtir. Fakat, daha sonra ne kadar aptalca düşünüp hareket ettiğinin
bilincine varır ve kendisini suçlar. Aslında içinden bir şeyler ona Pablo ile kahve
içmeye gitmesini söylemiştir ama o, babasının, halasının ve ablalarının
söyleyecekleri sözlerden çekinmektedir. Evinin önünde Pablo’dan ayrıldıktan sonra
aklı başına gelen Natalia, hemen geri dönerek onu aramaya başlar, amacı onu bulup
teklifini kabul ettiğini söylemektir. Fakat iş işten geçmiştir.
Çekingen de olsa Natalia, bazen mantığının bazen de duygularının sesini
dinleyerek kafasına koyduğunu yapmaktan asla vazgeçmeyen bir kişiliktir. Kapıda 46 a.g.y. s. 188
45
karşılaştığı halasına, bir kız arkadaşına not almaya gideceği yalanını uydurarak evden
biraz uzaklaşmayı ve bu arada Pablo’yu da bulabilmeyi ümit etmektedir. Bir yandan,
babasına ya da onun arkadaşlarına görünmemek için gecenin karanlığında gizlenerek
yürümekte bir yandan Pablo’yu bulabileceği meydanlara göz atmaktadır. Sonunda
onu bulamayacağını anlar ve eve dönmek istemediği için arkadaşı Alicia’ya uğrar.
Alicia’nın Pablo ile konuşması sırasındaki cesaret dolu davranışları Natalia’yı da
yüreklendirmiştir. Aslında Alicia varlıklı bir ailenin kızı değildir ama, zekası ve
kendinden emin davranışları ile daima Natalia’yı kendisine hayran bırakmıştır.
Dolayısıyla Natalia, Alicia’nın mütevazı evinde bile kendisini çok zavallı
hissetmektedir. Kendisi hakkında konuşmak yerine Alici’dan bahsetmeyi tercih eder.
Natalia’nın ekonomik açıdan hiçbir şey için çabalamasına gerek yoktur, ancak
karakter açısından kendinde eksikliğini hissettiği şeylerin çoğu Alicia’da mevcuttur.
Alicia yokluk içinde büyümüş ve sahip olduğu her şeyi, annesi ile birlikte çalışarak
elde etmiştir. Belki de ondaki bu kendine güven duygusu buradan kaynaklanmaktadır.
Natalia’ya gelince, o da, ailenin en küçük çocuğu olmanın verdiği dezavantaj
yüzünden kişiliği tam olarak oturmamış biri olarak yetişmiştir. Herhangi bir konuda
konuşmak ya da görüşünü belirtmek gibi bir ayrıcalığı söz konusu değildir. Natalia,
Alicia’yı ziyaretinde aslında Almanca öğretmenleri Pablo hakkında konuşmak
istiyordu ancak buna bir türlü cesaret edememişti. Bu çekingenlik belki de
Natalia’nın Pablo ile tek taraflı platonik bir aşk yaşadığının bilincinde olmasından
kaynaklanmaktadır. Natalia, sürekli onu düşünmekte ve ona olan hayranlığını en
azından kendi kendine itiraf edebilmektedir. Natalia aslında diğer kız arkadaşlarından
farklı olarak, o güne kadar hiçbir erkeğin peşinden koşmamıştır. Fakat Pablo’nun çok
kültürlü olması, onunla farklı konularda sohbet edebilmesi Natalia’yı etkilemiştir.
Okumak istemesi ve çevresindeki kızlara kıyasla gelecek için farklı beklentiler içinde
46
bulunması, Pablo’ya daha yakın hissetmesini sağlamıştır. Çünkü Pablo, bir anlamda
Natalia’nın beklentilerine cevap verebilecek sembolik bir kişiliktir. Zaten Natalia’nın
da Pablo için hissettikleri aşktan ziyade büyük bir hayranlık duygusudur.
Bu ilişkiyi Pablo açısından değerlendirecek olursak, ona göre Natalia, kendini
okumaya adamış, çalışkan bir öğrencidir ve okul müdürü don Salvador Mata’dan
duyduğuna göre okullarına kayıtlı çok az zengin aile kızlarından birisidir. Pablo,
Natalia’nın okumaya çok hevesli olduğunu öğrendiğinde onu desteklemek için
elinden geleni yapmak ister, ancak son kararları babasının aldığını duyması onu çok
üzmüştür. Natalia, okul çıkışı onunla eve kadar yaptığı yürüyüşlerde fırsat buldukça
ileride neler yapmak istediğinden söz etmektedir. Hatta bir defasında özellikle onunla
yalnız kalabilmek için birlikte yürümeyi sürdürmüş ve diğer kızlardan
kurtulduklarında da yine gelecekle ilgili konuşmaya başlamıştır. Pablo ona ısrarla
babası ile konuşup konuşmadığını sormaktadır. Natalia henüz konuşamamıştır, zira
ablası Julia’nın, sevgilisi Miguel’in yanına Madrid’e gitmesi bir an önce halledilmesi
gereken bir sorundur. Natalia Pablo’nun sorusunu şöyle yanıtlar : “Henüz
konuşmadık. Umarım eğitimimi sürdürmem konusunda bana izin verir. Aslında, okulu
bırakmamdan hiç bahsetmedi; yani en azından bana öyle geliyor. Bilemiyorum.” 47
Bir okul çıkışı birlikte yürürlerken sohbet konuları yine her zamanki gibi
Natalia’nın gelecekteki eğitimi ile ilgilidir. Sohbetleri sırasında Pablo ona ne kadar
iyi bir öğrenci olduğundan söz etmiştir. Ayrıca diğer öğretmenleri ile de görüştüğünü
ve onlardan da notlarının çok iyi olduğunu öğrenmiştir. Evlerine yaklaşırken her
zaman geçtikleri Katedral’in yüksek duvarları önünde duran Natalia, bu duvarların
onu çok ürküttüğünü söyler; duvar sanki üzerine çöküp onu ezecekmiş gibi 47 a.g.y. s. 214-215
47
görünmektedir. Ancak Natalia gülerek, Pablo’ya, bu duvarın yanından geçmekten
yine de zevk aldığını söyler. Buradan da anlaşıldığı üzere heybetli ve gizemli şeyler
Natalia’nın hep ilgisini çekmektedir, zira Natalia, hayatı riskli yaşamaktan
hoşlanmaktadır. Onun bu yarı çocuksu ve yarı genç kız tavırları Pablo’yu etkilemekte
ve onda da bazı duyguların uyanmasına sebep olmaktadır. Pablo şöyle düşünür:
“Küçücüktü, düz siyah saçları ve çocuksu bir hali vardı. İçimden onu kollarından
yakalamak ve bağrımda onun sıcaklığını hissetme arzusu doğuruyordu, ancak buna
cesaret edemedim.” 48 Natalia, geçen seferki hataya düşmemek için Pablo’nun kahve
teklifini biraz düşündükten sonra kabul eder. Zira, bu defa da onu geri çevirerek
pişmanlık duymak istememektedir. Böylece yan yana yürümeye başlarlar. Pablo ona
göre daha hızlı yürümektedir. Natalia, geride kalmamak için adımlarını sıklaştırır.
Pablo onu her zaman bir şeyler okumak ve başını dinlemek için gittiği kafeteryaya
götürür. İçerisi sıcaktır. Hemen kaşkolünü çıkartan Natalia, etrafına biraz tedirgin
gözlerle bakmaktadır. Her halinden, bu tür yerlere daha önce gelmediği
anlaşılmaktadır. Natalia bu konuda deneyimsiz olduğu için Pablo’nun tercih ettiği
içeceği kabul eder ve bir kadeh şarap ısmarlar. Bu arada gülmeye başlamıştır, çünkü
içinden babasının onu burada bir erkekle içki içerken görmesi durumunda ne
yapacağını düşünmektedir. Çünkü o, babasının gözünde hâlâ küçücük bir kızdır.
Pablo ise bu konuya daha farklı bir açıdan bakmaktadır ve şöyle der : “ İnşallah şimdi
baban çıkagelir de, sen de beni onunla tanıştırırsın.” 49 Natalia, Pablo’nun bunu neden
arzuladığını anlayamamıştır. O an için belki de kafasından farklı bir şeylerin geçmiş
olabileceğini düşünür. Oysa Pablo’nun niyeti açıktır; babası ile bizzat konuşarak,
küçük kızının okumaya ne kadar hevesli olduğunu anlatmak ve okumasına devam
etmesi için ona destek olmasını söylemek istemektedir. Natalia ise Pablo’nun bu
48 a.g.y. s. 216 49 a.g.y. s. 217
48
arzusuna asla katılmaz çünkü ne de olsa babasından çekinmektedir. : “ Babam buraya
gelecek ve üstelik de beni hiç tanımadığı bir erkekle şarap içerken görecek. Bizim
ailede, kiminle çıktığımız çok önemlidir. Örneğin, ablalarımın arkadaşlık ettiği
kimselerin tanıdık olup olmadıkları çok önemlidir. Ben artık bu durumdan sıkılmaya
başladım. Okula ilk gittiğim yıllarda babam hiç böyle değildi. O zamanlar küçüktük ve
kiminle gezersek gezelim babamın hiç umurunda olmazdı.” 50 Natalia, bunları
anlatırken içkinin de etkisiyle rahatlamış, istediği gibi konuşuyor ve gülüyordu. Pablo
da bundan cesaret alarak, ona özel hayatı hakkında sorular sormaya başlamıştı.
Natalia, sanki bir ilkokul öğrencisi gibi gözlerini tavana dikerek Pablo’nun sorularını
yanıtlamaya çalışıyordu. Evde olup biten olayları Pablo’ya anlatmaktan zevk
alıyordu. Natalia, Pablo ile olduğu gibi, eskiden babası ile de çok iyi anlaşırdı.
Wolgran madenleri sayesinde kısa sürede zengin olan babası, şu an oturdukları o
güzel evi satın almış ve halalarını da yanlarına alarak daha rahat bir yaşam sürmeye
başlamıştı. Ancak geçen bu süre içerisinde aralarında var olan o güzel baba-kız
ilişkisi yok olup gitmişti. Bunun da nedeni babasının işlerinin yoğunluğu idi. Natalia,
buna rağmen, evde babası ile en iyi geçinen ve ona sözünü geçirebilecek tek kişi
olduğunun bilincindeydi. Bu nedenle ablasının Madrid’e gidebilmesi konusunda onu
razı edecek tek kişinin de yine kendisi olduğunu çok iyi biliyordu. Natalia, o gece
Pablo ile otururken bunları dile getirmekten oldukça gurur duyuyordu: “Babam
onlarla pek anlaşamaz. Kendisinin en çok sevdiği kızı hâlâ benim.” 51 Natalia, gecenin
sonunda Pablo ile ayrılırken bu buluşmalarından hiç kimseye söz etmemeye karar
verir. Çünkü kendisine kızacaklarını düşünmektedir. Böyle bir olayı daha önce hiç
yaşamamış olsa da, ablalarından gördükleri ona tedbirli olması konusunda yol
göstermektedir. Pablo ise olaya her zamanki gibi farklı bir açıdan bakmaktadır.
50 a.g.y. s. 217 51 a.g.y. s. 218
49
Natalia’yı huzursuz etmeyeceğini bilse, babasına bu geceden bahsederek onun
geleceği hakkında konuşmaya can atmaktadır. Ancak Natalia ona, bu konuda tek
kelime bile etmemesini rica ederek, böylesine güzel bir gece geçirdiği için
mutluluktan uçarcasına evin yolunu tutar. Aynı güzel duyguları Pablo’da
paylaşmaktadır.
Soğukların bastırması ve odasının da soğuk olması nedeniyle Natalia’nın
yatağı, salona taşınmıştı. Aslında halasının ve ablalarının niyeti başkaydı. Soğuk
önemli bir etken olmasına rağmen, asıl neden, Natalia’nın eve gelip gidenlerle
tanıştırılmasıdır. Ancak, yine de, salondaki oturma grubunun yanındaki paravan
yatağını biraz da olsa gizlemektedir. Romanın bu bölümünde, yazar tarafından
sembolik olarak kullanılan yatak, aslında Natalia’nın kendi dünyasından toplum içine
çıkarılması çabasının bir göstergesidir. Bu değişim, onun hayatında önemli bir rol
oynar. Evlerini ziyarete gelen misafirler, onun çalışmasını engellese de, aslında
rahatsız olduğu konu gürültü değil, gelenlerin onunla tanışmak istemeleri ve sık sık
yanlarına çağırmalarıdır. Çünkü evde o ana kadar varlığından bile haberdar
olmadıkları bir genç kız yaşamaktadır ve onlar bu genç kızı görmek istemektedirler.
Misafirlerin sürekli olarak adını fısıldamaları, doğal olarak Natalia’yı
meraklandırmakta ve onları duymaya çabalarken de çalışmasına ara vermek zorunda
kalmaktadır. Natalia sonunda bu duruma bir çare bulur ve arada sırada gelen
misafirlerin yanına kendiliğinden çıkarak onlara görünür. Fakat bunu yaparken öyle
çok surat asar ki, bir gün Concha halası onu uyararak biraz daha güler yüzlü olmasını
rica etmek zorunda kalır. Natalia için ise bunların tümü saçmalıktan başka bir şey
değildir. Halasının da dediği gibi onu tek ilgilendiren şey okumak ve yeni şeyler
öğrenmektir : “Sen alim olacaksın, bunu anladık. Ancak on altı yaşında bir genç kız
50
olmana rağmen daha eve gelen misafirleri selamlamayı bile bilmiyorsun. Bu hiç de hoş
bir davranış değil bence.” 52 Aslında Natalia, kendini eğitime vermiş bir genç kız
olmasına rağmen, çevresindeki kızların aksine oldukça güzel ve alımlı bir fizik
yapısına sahiptir. Natalia’nın daha bir hanımsı davranmasını ve bir genç kızın
ilgilenebileceği şeylere yönelmesini isteyen aile dostlarından biri, Natalia’yı kendi
kız yeğeni Petrita Lopez ile tanıştırmak istemektedir. Petrita’nın teyzesi Natalia’yı
öperken şöyle der: “Çok güzel bir kız olacak, çok güzel.” 53 Ancak Natalia, hiç
tanımadığı, üstelik fotoğrafını bile görmediği bir kızla arkadaşlık etmek zorunda
kalmaktan hiç de mutlu değildir. Aslında gençler arkadaş seçme konusunda
özgürdürler. Natalia da onlardan farklı değildir. Özellikle de kendisine sırdaş
olabilecek kafa dengi arkadaşlıklar kurmayı tercih etmektedir. Fakat onun kendisi
gibi arkadaşlar edinmesi ailede huzursuzluk yaratmaktadır. Bunun başlıca
nedenlerinden birisi de, özel sorunlarını aile büyükleri ile konuşamıyor olmasıdır. Öte
yandan Natalia gibi, kitabı ve okumayı, arkadaşa tercih eden bir genç kıza, ısmarlama
arkadaşlıklar oldukça aptalca gelmektedir. Kendisine, Petrita ile arkadaşlık etmekten
mutlu olup olmayacağını sorduklarında şöyle düşünür: “Ne komik! Daha bu kızı
tanımıyorum, üstelik fotoğrafını bile görmedim. Nasıl olurda onunla tanışmamın beni
mutlu edip etmeyeceğini sorarlar. Onlara, derslerim yüzünden çok yoğun olduğumu ve
hemen hemen hiç vaktim olmadığını söylediysem de sanırım dediklerimi anlamadılar.
Onlar, kendi adlarına konuşuyorlar. Ancak sanırım, misafir hanımlardan sadece birisi
beni anlayışla karşıladı ki, hafifçe saçımı okşadı. Mercedes, bir defasında bu Petrita
denilen kızın çok bakımlı ve süslü olduğundan bana bahsetmişti. Sanki
aralarında benimle ilgili bir şeyler dönüyor gibi.” 54 Natalia’nın da düşündüğü gibi
Petrita denilen bu kızla arkadaşlıkları gerçekleştirilirse, onda var olan süslenme ve
52 a.g.y. s. 221 53 a.g.y. s. 221 54 a.g.y. s. 221
51
bakımlı olma alışkanlığı Natalia’ya geçecektir. Çünkü Natalia’nın seçtiği arkadaşlar,
kendisi gibi okumaktan hoşlanan kimselerdi ve erkek arkadaş edinmek ya da evde
kalmamak için çaba sarf eden tiplerden değillerdi. Oysa Natalia şu an arkadaşlık
ettiği Alicia’dan çok memnundu. Alicia da onun gibi çalışkan bir kızdı ve ders
konusunda birbirlerinin eksiklerini tamamlıyorlardı. Ancak Alicia’nın sık sık eve
gelerek Natalia ile çalışması, evde, okulun ikinci dönemi hakkındaki konuşmaları da
başlatmıştı. Natalia bu durumu hemen fark etmişti. İkinci dönem okulu bırakmasının
daha iyi olacağını düşünüyorlardı. Zeki ve sorumluluk sahibi bir kişiliğe sahip olan
Natalia, bir yandan okula devam etmesi konusuna çözüm getirmesi gerektiğini
düşünürken diğer taraftan da Julia'nın Madrid’e gitmesi gibi sorunları da halletmesi
gerektiğinin bilincindeydi. Bu dönemde Natalia, evdeki davranışlarına daha çok
dikkat etmeye başlamıştır. Şimşekleri üzerine çekmesinin hiç de hoş olmayacağını
bilmektedir. Nasıl olduğunu anlamadan, bir sonraki dönem için kaydını yaptırmış
olmaları onu şaşırtmamıştır. Bu sonuç tamamiyle onun evdeki uyumlu
davranışları sayesinde olmuştur. : “ Bir şeyin farkına vardım; Evde dikkat çekmemek
için sessiz kalmak yerine, gürültü yapmak ve konuşmak, herkes konuşurken susmak
yerine, her konuşulan konuya atlamak. " 55 Bu her aklına gelişinde, Natalia,
koridorlarda şarkılar söyleyip, daima güler yüzlü olmaya dikkat etmekte ve kendimi
farklı göstermeye çalışmaktadır. Bunu yaparken de ablalarının kıyafetleri hakkında
fikir vermekte ve hatta yeni giysiler istediğini bile söylemektedir.
Natalia tek anlaşabildiği ve güvendiği arkadaşı Alicia’ya, öğretmeni Pablo
hakkındaki düşüncelerini ve tuttuğu günlüğü göstermekte bir sakınca görmemiş, fakat
sonra pişmanlık duymuştur. Ancak, bunun sebebi, kağıda dökmüş olduğu
55 a.g.y. s. 223
52
duygularının, çok güvendiği bir arkadaşı da olsa, başkası tarafından görülmesi ya da
bilinmesi değil, Alicia’nın aslında kendisi gibi böyle bir lükse sahip olmamasıdır.
Zaten Alicia’nın ona çekici gelen yanı da budur. Toplumsal ekonomik konumu pek
iyi olmayan Alicia, birlikte yaşadığı annesine devamlı yardım etmek zorundadır.
Yanı Alicia gerçek yaşamın içindedir ve kendisi gibi bir masal dünyasında
yaşamamaktadır. Dolayısıyla Natalia, Alicia’nın özel aile yaşantısını daha yakından
tanıdıkça kendini şımarık, işe yaramaz ve gayri ciddi bir genç kız olarak görmektedir.
Alicia, burada yazarın yarattığı sembolik bir kişilik olarak hayatın gerçeklerini
yansıtmaktadır. Bu nedenle de Natalia’nın Alicia ile olan arkadaşlığı, onu eğitimine
devam etmesi konusunda bilinçli kılmaktadır.
Natalia yavaş yavaş insan içine girmeye başlamıştır. Daha önce eve gelen
misafirler onu tanımazken şimdi komşuların tanıdığı bir insan haline gelmiştir.
Kendisine soru sorulduğunda rahatlıkla, sıkılmadan ya da öfkelenmeden cevap
verebilmektedir. Ancak, yeni tanıştırıldığı kız arkadaşı Peprita ile çok iyi
anlaşamamaktadır. Her konuda olumlu düşünmeye ve insanlara gülücükler dağıtmaya
çalışsa da, Petrita’nın eve her gelişinde yüzüne nefretle bakmaktan kendini
alamamaktadır. Onunla anlaşamamasının nedeni, Petrita’nın, dedikoduyu, süslenmeyi
ve zamanının çoğunu okumakla hiçbir ilgisi olmayan şeylerle geçirmesidir.
Natalia, kendi kontrolü dışındaki bu son gelişmelerden öylesine sıkılmıştır ki,
içini birilerine dökme ihtiyacı hissetmektedir. Pablo’ya bir ders çıkışı kitap sorma
bahanesi ile yaklaşarak şöyle der : “Haklıydınız, insanın kendi ailesi bile kendini
kişiliksiz bir hale getirebiliyor. Bugün artık bazı şeyleri babamla konuşmamın zamanı
53
geldiğine inanıyorum.” 56 Natalia, Pablo ile konuştuğu günün akşamı, kararlı bir
tavırla babasının odasına giderek kapısını vurur. Uzun bir süredir onun odasına
girmemiştir. Babası, tıpkı Valdespino’da yaşarken olduğu gibi, küçük kızının sırtını
kaşımak üzere odasına geldiğini sanmıştır. Pijamasının arkasını kaldırarak şöyle der:
“Gel canım kızım, hadi bakalım eskiden olduğu gibi şöyle güzelce bir kaşı da görelim”57
Natalia, söze nereden başlayacağını bilememektedir. Konuyu yavaş yavaş eğitime
getirerek, gençlerin hayata bakış açılarının Concha halanınkinden çok farklı olduğunu
anlatmaya çalışır. Zengin koca peşinde koşan cahil kızlardan biri olmak istemediğini
de özellikle ifade eder. Sonra, Julia’nın sözlüsü Miguel’in ne kadar mükemmel bir
insan olduğundan bahseder ve babasının onu çok iyi tanımadığını söyler. Ancak
Natalia, Miguel’i babasına överken bir şey dikkatini çeker. Aslında övgü dolu
sözlerle anlattığı kişi Miguel değil, onun gözünde ideal erkek olarak abideleşen
Almanca öğretmeni Pablo’dur. Babası aslında kızlarını sevmekte ve onlarla
ilgilenmek istemektedir. Ancak işlerinin yoğunluğundan dolayı onlara ancak bu kadar
zaman ayırabilmekte ve bundan dolayı da suçluluk duymaktadır. Ama bu sefer küçük
kızı ondan ne isterse yapacaktır. Babası, bunları Natalia’ya bir şekilde anlatmaya
çalışırken, Natalia, göz yaşlarına boğularak babasının omzuna yaslanıp ağlamaya
başlamıştır. Bu hıçkırıkların nedeni, aslında Natalia için bir boşalmadır, zira
geleceği hakkında ciddi endişeleri vardır. İstediği gibi bir eğitim görebilecek midir?
Şu an onu çok etkileyen Pablo ile daha yakın bir ilişki içine girebilecek midir?
Natalia, babasının her dediğine boyun eğmeye alışmış bir evlat olarak yaşamaktansa
hiç yaşamamayı tercih ettiğini söylemeye çalışmaktadır. Natalia’nın bu tepkili
konuşmaları aslında o ana dek toplumun kendi üzerinde yarattığı baskı sonucu
oluşan bir patlamadan başka bir şey değildir. Ancak her şeyden söz etmeye
56 a.g.y. s.231 57 a.g.y. s.232
54
çalışmasına rağmen yine de kendi sorununu tam olarak dile getirememiş olması,
babası ile olan konuşmasında onu bir sonuca ulaştıramamıştır.
Gertru’nun nikah davetiyesini aldığında, Natalia bu törene kesinlikle katılmak
istememekte ve dolayısıyla bir bahane bulmak zorundadır. Ablalarına şöyle der:
“Kendisine benim çok yorgun olduğumu ve biraz dinlenmek istediğimi söylersiniz.”58
Natalia aslında bu davette çok sıkılacağını düşünmekte ve gitmek istememektedir.
İnsan içine pek çıkmadığı için fazla arkadaşı yoktur, yani kimseyi tanımamaktadır.
Ablaları ise kendisine, Gertru’nun onun en iyi arkadaşı olduğunu ve düğününe
gitmezse çok üzüleceğini söyleyerek ikna etmeye çalışmaktadırlar. Oysa Natalia
olaya daha farklı bir açıdan bakmaktadır. Natalia aslında Gertru’ya gücenmiştir.
Okuldaki en yakın arkadaşının, okulu bırakarak ve kendisinin dostluğunu, bir
erkeğin hayat arkadaşlığına tercih etmiş olmasından dolayı çok kırgındır. Arkadaşlık
ve dostluk kavramları Natalia için çok değerlidir. Sırlarını paylaşabileceği, her
konuda güvenebileceği kafa dengi bir insanı kaybetmiştir. Belki de onun eksikliğini
Pablo ile olan yakınlaşması sonucu gidermeye çalışacaktır. Aslında, kendisi de,
Pablo’ya karşı beslediği duyguların tam olarak ne anlama geldiğini bilmemektedir.
Aşk mı yoksa dostluk mu? Her zaman olduğu gibi yine büyüklerin dediği olmuştur ve
Natalia bu davete katılır. Bu onun katıldığı ilk partidir. Natalia şimdi bir genç kızdır
ve insanların ilgisini bu partide olduğu gibi artık yavaş yavaş çekmeye başlamıştır.
Onu davette görenler şaşkınlıklarını gizleyemeyerek şöyle demektedirler : “Natalia,
ne kadar da tatlı bir kız olmuşsun.” 59 Natalia, büyüklerinin zoruyla düğüne gitmekten
pişman olmuştur. İkram edilen içkilerden birini aceleyle alarak kafasına diker ve
bunun sonucunda da gecenin ilerleyen saatlerinde müthiş bir baş ağrısına tutulur.
58 a.g.y. s.241 59 a.g.y. s.242
55
Natalia, insan ilişkilerinde aslında kendine çok da güvenememektedir. İnsanların
fazla ilgisinden sıkıldığı gibi, sevdiği ve dostum dediği bir arkadaşı tarafından da
umursanmamak onu huzursuz etmektedir. Ancak durum kendisinin düşündüğü gibi
değildir. Gertru salona girdiğinde, davetlileri aceleyle selamlayarak Natalia’nın
yanına gelir. Onun bu ilgisi Natalia’yı son derece mutlu etmiştir. Her ikisi de,
birbirlerinde gördükleri bu olumlu değişimden memnun görünmektedirler. Düğün
boyunca geceyi Gertru’nun odasında sohbet ederek baş başa geçirirler. Natalia,
Gertru ile oturduğu bu odaya çok defalar ders çalışmaya gelmiştir. Ve onu her
gelişinde tek ilgilendiren şey, kütüphanedeki kitaplar olmuştur. Ancak şimdi bu oda,
kitaplardan ziyade Gertru’nun ona göstermeye can attığı hediyelerle doludur. Natalia
hemen sorar: “ Kütüphaneyi kaldırmışsın. Kitapların nerede?” 60 Natalia, bu soruyu
kitapları merak ettiği için sormamıştır. Onun asıl amacı, Gertru’nun artık rafa
kaldırdığı kitaplarını son günlerde tek arkadaşı denilebilecek Alicia’ya vermektir.
Kendisi bir sene önceki kitaplarını kaybetmemiş olsa, onları hemen Alicia’ya
verecektir. Bu arzusunu Gertru’ya söyler ve ondan eski kitaplarını vereceği
konusunda söz alır. Natalia, duyarsız gibi görünmeye çalışsa da aslında çok duygusal
bir kişiliğe sahiptir. Yavaş yavaş genç kızlığa adım attığı bu günlerde daha bir
duygusal olmuştur. Bir yanda kendi eğitim durumundaki belirsizlik, diğer yanda en
yakın arkadaşını kaybediyor oluşu onu iyice üzmektedir. Bütün bu karmaşık
düşünceler içinde başını Gertru’nun omzuna koyarak ağlamaktan kendini alamaz.
Romanın ilk bölümlerinden bu yana Natalia’nın bu ikinci ruhsal patlamasıdır.
Çevresinde pek arkadaşı olmayan Natalia, Gertru’yu bu şekilde kaybetmekten
üzgündür. Bu nedenle, artık Alicia için bir şeyler yapabilme çabası içine girmiştir.
Ekonomik nedenlerden dolayı Alicia’nın okulu bırakmak zorunda kalacağını bildiği
60 a.g.y. s.246
56
için kendini şimdiden yalnız hissetmektedir. Almanca öğretmeni Pablo ise içini
dökebileceği, kimseye anlatamadığı sorunlarını anlatabileceği yeni bir dosttur.
Onunla olan ilişkisine henüz bir isim koyabilmiş değildir. Kendisi bu duygular
içerisindeyken, Pablo cephesinde durum oldukça farklıdır. Pablo’nun kendini çok
farklı bir konumda görmesi onun şu sözlerinden anlaşılmaktadır: “Benim buradaki
sıfatım Almanca dersi veren bir öğretmenden başka bir şey değil. Ben burada ders
verdiğim sürece varım. Tek somut uğraşım bu. Ben bu kentten ayrılmaya kalksam
geride bıraktığım bir fon müziğinden başka bir şey olmayacak.” 61 Pablo’nun tek isteği,
onu sıkan bu küçük taşra kentinden bir an önce uzaklaşmaktır. Natalia, bu farklı
duygulardan habersiz, onunla olan ilişkisini aşka yorumlamaktadır. Ancak ablasını,
nişanlısı Miguel’in yanına Madrid’e uğurlarken Pablo ile istasyonda tesadüfen
karşılaşmaları, bazı gerçeklerin su yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Her ne kadar
kabul etmek istemese de Pablo’nun bir daha geri dönmemek üzere gittiğini anlayan
Natalia, o ana kadar yaşadığı en karmaşık ve yoğun duyguları bir arada yaşar
ve istasyonda onları gözyaşları içinde uğurlar. Bu ayrılık, Natalia’nın ileriye yönelik
hayallerini yıkmaya yetmiştir. Ablası ve Pablo bu sıkıcı ortamdan kendilerini
kurtarmayı başarmışlardır. Zaten Pablo’nun kişiliği ile romanda yansıtılmak istenilen
özgürlük ve irade gücü, onun kentten ayrılmasıyla birlikte yok olmuştur. Dolayısıyla
da, bu monoton ve sıkıcı hayatı, perde arkasından seyretmeye mahkûm edilmiş bir
genç kızın kaybolan hayalleri, gözyaşlarında sele dönüşmüştür. Kararlı bir genç kız
olduğunu bilmemize rağmen, romanın sonunda, toplumun ve ailenin tutucu baskısı
neticesi hayatını ne şekilde yönlendireceğini bilmek hemen hemen imkansız hale
gelmiştir. Bu da, böylesi bir toplumun insanları kişiliksiz kılabileceği gerçeğine çok
güzel bir örnek oluşturmaktadır. Ancak yazar belki de böyle bir finalle, okuyucunun
61 a.g.y. s.248
57
hayal ve düşünce gücünü zorlamak istemiş ve kendilerini Natalia’nın yerine koyarak
olayı objektif bir bakış açısıyla değerlendirmelerini arzu etmiştir.
Romanın en önemli iki kadın kahramanı olan Elvira ve Natalia’yı bu denli
etkileyen Pablo, Almanca öğretmeni olarak geldiği bu küçük taşra kentinde bu denli
sıkılacağını aklının köşesinden bile geçirmemiştir. Pablo, otuz yaşlarında, kır saçlı
esmer bir gençtir. İkinci bölümde Angel ile Gertru arasında geçen bir konuşmada
Pablo’nun fiziksel görünüşü hakkında çok kısa bir bilgi edinmekteyiz. “ Baksana,
Ernesto’nun yanında oturan şu kır saçlı genç de kim, biliyor musun?” 62
Pablo, romanda ilk kez, trenle kente geldiğinde karşımıza çıkmaktadır. Bu
kent insanı ile kıyaslandığında ise kendisinin onlardan çok farklı yapıda bir karakter
olduğu hemen anlaşılmaktadır. Çünkü Pablo farklı bir mekândan gelen farklı bir
kişiliktir ve romanda sembolik bir işlevi vardır.
Pablo, babasının tanıdığı yakın bir dostundan aldığı iş teklifi üzerine,
çocukluğunu geçirdiği bu küçük taşra kentine doğru yola çıkar. Tren
yolculuğunun çok mükemmel geçtiği söylenemez çünkü talihsizlikler onu ilk defa bu
yolculuk sırasında yakalamıştır. Tren, yolda birkaç defa arızalanmış ve sıcak bir
günün ortasında aç susuz, saatlerce beklemek zorunda kalmışlardır. Trenden indikten
sonra yaptığı kısa bir otobüs yolculuğu da o denli zahmetli olmuştur. Ancak
kendisinin kentin yabancısı olduğunu anlayan insanlar, ona her fırsatta yardım etmeye
çalışmışlardır. Pablo, her şeye rağmen görev yapacağı okula artık gelmiştir, ancak
62 a.g.y. s.173
58
okul müdürünün beş gün önce öldüğünü haber alması ve ardından da okulun ona
yatacak bir yer sağlayamayacak olması onu hayli hayal kırıklığına uğratmıştır.
Pablo, yolculuk esnasında bu kent insanları hakkında epey bir bilgi edinmiştir.
Kendisi gibi okumuş, kültürlü, açık fikirli ve asla tutucu olmayan birisinin varlığı, bu
insanlar için oldukça dikkat çekicidir. Aslında bu kent halkının onun gibi farklı bir
kişiliğe susamış olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Pablo ile tanışan herkes ondan
fazlasıyla etkilenmekte ve âdeta onun büyüsüne kapılmaktadır. Özellikle, romanda
gördüğümüz ana karakterlerin hepsi yıllardır aramakta oldukları kendi benliklerine
Pablo sayesinde kavuşurlar ve içinde yaşadıkları toplumun onları ne denli sıktığını,
onunla birlikte daha iyi anlar ve ilk kez, toplum tarafından bastırılmış duygularını
açığa vururlar. Burada, ondan farklı düşüncelere sahip herkesin Pablo ile tanışmak
istemesinin nedeni iç dünyalarını başkalarıyla paylaşma isteğinden
kaynaklanmaktadır. Ancak Pablo, ne yazık ki, bu kentte sadece bir okul dönemi
boyunca kalacaktır. Onun yapısında biri için, böyle bir kentte uzun süre kalmak, aile
kurmak, toplumla kaynaşmak gibi istekler söz konusu değildir. O, kent toplumunun
aksine, özgür, son derece iradeli, kültürlü ve bağımsız bir kişiliktir.
Bu taşra kentine ilk geldiğinde, eğitim dönemi henüz başlamadığından,
çalışacağı enstitüde temizlik yapan görevliden başkasını bulamaz ve ondan da okul
müdürü Don Rafael Dominguez’in beş gün önce öldüğünü öğrenir. İş ortamında
yaşadığı bu hayal kırıklığı onu çok etkilemez çünkü bu görevi, çocukluğunu geçirdiği
kenti görmek için iyi bir fırsat olur düşüncesiyle kabul etmiştir. Küçük bir pansiyona
yerleştikten sonra etrafı görmek için ilk iki gününü dolaşarak geçirir. Arena
yakınlarında, iki uzun kışı geçirdikleri mahalleyi bulmakta hiç zorluk çekmemiştir.
59
Eski evlerin yerini yenileri almıştır. Yollar asfaltlanmıştır. Evler hep aynı tip ve sarı
renktedir. Çocukluğunu geçirdiği eski ev ise hiçbir tadilata uğramadan öylece
çürümeye terkedilmiştir. Kaldığı pansiyonun penceresinden, küçükken babası ile
kıyısında gezindiği nehri ve şehrin Katedralini görmektedir. Aslında kendisine böyle
bu iş teklif edilmemiş olsa, buraları bir daha hiç görme fırsatı olmayacaktır.
Dolayısıyla, işteki ilk olumsuzluklar onu fazla etkilememekte ve kendisi, burada
anılarını yeniden tazelemekten mutluluk duymaktadır.
Kente gelişinin üçüncü günü Pablo Don Rafael Dominguez’in ailesine baş
sağlığı dilemek üzere evlerine gider. Kapıda ilk kez, evin kızı Elvira ile karşılaşmıştır.
Ancak Elvira’nın henüz kim olduğunu öğrenemeden onun kendisini tanıdığını fark
eder. Elvira şöyle demektedir: “ Hiç şüphe yok, siz şu fotoğraftaki adamsınız. Tam da
bugün gelmiş olmanız çok ilginç. ” 63 Pablo bu sözler üzerine çok şaşırmıştır. Ailenin
onu bu kadar yakından tanıdığından habersizdir. Pablo bir şeyler söylemeye henüz
fırsat bulamamışken, Elvira, içinde yaşadığı toplumun ve bu küçük taşra kentinin onu
nedenli sıktığından dert yanmaya başlamıştır bile. Hatta Pablo ile konuşurken ona o
denli yaklaşmıştır ki, neredeyse yanak yanağa değeceklerdir. Pablo ilk gördüğü genç
kızın ona bu kadar yakınlaşmasından etkilenmiştir. İlk karşılaştıkları anda oluşan bu
elektriklenme, romanın ilerleyen bölümlerinde zaman zaman farklı boyutlarda
karşımıza çıkacaktır. Yine aynı gün Elvira'nın erkek kardeşi Teo ile de tanışma fırsatı
bulan Pablo, yeni gelecek müdürün ona aynı görevi teklif edebileceğini duyunca biraz
rahatlamıştır. En azından geri yapacağı yolculuk için endişelenmesine gerek
kalmayacaktır. Teo, yeni müdür Mata hakkında bilgi verdiğinde Pablo, o konuda pek
endişeli olmadığını şu sözleriyle ifade eder: “Yeni müdürün beni nasıl değerlendireceği
63 a.g.y. s. 54
60
aslında o kadar önemli değil. Kendisi halihazırda başka biriyle de anlaşmış olabilir. Ben
eski işime geri dönebilirim; henüz okulların açılmasına daha çok var.” 64 Pablo bir
bakıma eski yaptığı işe dönmekten rahatsız olmayacağını açıklamaya çalışmaktadır.
Ancak çevresindeki insanlar o denli meraklı ve yardımseverlerdir ki, onlardan
kurtulmanın mümkün olmayacağını zamanla daha iyi anlayacaktır. Pablo, ne olursa
olsun, bu kentte bir okul döneminden fazla kalmayı düşünmemektedir. Bunun aksine,
kentte tanıştığı insanlar, yeni gelen ve oldukça farklı bir kişiliğe sahip olduğunu
düşündükleri bu kişiyle daha uzun bir süre geçirecekleri inancıyla onu yakından
tanımaya çalışmaktaydılar. Böyle birisi ile karşılaşmak onların hayatında çok büyük
bir değişiklikti. Pablo kendisi hakkında sorulan sorulardan rahatsız olurken onunla
tanışmak için sabırsızlananlar bile vardı. ”Merhaba, ben Emilio. Bu kentte yenisiniz ve
bu yüzden sıkılmanızı istemem. Eğer isterseniz arkadaş olabiliriz. Size, sen diye hitap
edeceğim.” 65 Pablo, her ne kadar sıkılmadığını ifade etmeye çalışırsa da, Emilio onu
tek başına bırakmamakta kararlıdır.
Cenaze evinde karşılaştıkları ilk gün, Elvira’nın Pablo’ya gösterdiği yakınlık,
onları gören insanların olduğu kadar, Emilio’nun da dikkatini çekmiştir ve Pablo’ya,
onu tanıyıp tanımadığını sorar. Oysa Pablo, Don Rafael Dominguez’in çocukları
ile ilk defa bir araya gelmektedir ve Elvira’nın kendisine gösterdiği yakınlık onu
hayli şaşırtmıştır.
Pablo, kentteki insanların aşırı ilgisinden oldukça rahatsız olmuştur. Kaldığı
pansiyon odasına çekildiğinde kafası oldukça karışmıştır. Gitmek ya da kalmak
konusunda bir ikilem içine düşmüştür. Pablo işte bu duygular içerisindeyken
64 a.g.y. s.58 65 a.g.y. s. 60
61
pansiyonun restoranında Rosa adında Casino’da çalışan bir kadınla tanışır. Onunla
olan samimiyeti ise, bu toplumun ön yargılı gençleri tarafından hiç de hoş
karşılanmaz. Rosa da aslında Pablo gibi bu kent insanından farklı, önyargıları
olmayan bir kişiliktir. Pablo, dışarıdan bakıldığında ciddi ve belki de biraz ukala
görünüşlü bir insandır. Karşısındaki insana kafasından geçenleri hiç çekinmeden
söyleyen bir yapıya sahiptir. Rosa, onu tasvir ederken şöyle demektedir.“Hoşuma
gidiyorsun, çünkü sen de benim gibi lafını hiç çekinmeden insanların yüzüne karşı
söyleyebiliyorsun. Yüzündeki şu ciddi tavır ise bana biraz sahteymiş gibi geliyor. Çünkü
o kadar cana yakın bir insansın ki, yüzündeki o tavra insanın inanası gelmiyor.” 66
Pablo’nun, insanların zayıf taraflarından faydalanmak gibi bir düşüncesi yoktur.
İnsanlara karşı olan davranışlarında açık yürekli ve dürüsttür. Bir akşam içkiyi fazla
kaçırıp sarhoş olan Rosa’yı odasına kadar götürüp yatağına yatıran Pablo tam odayı
terk edecekken, Rosa gözlerini açar ve şöyle der. “ Ne kadar iyisin, senin gibi birine
rastlamak gerçekten zor. Benim sarhoş halimden yararlanmayı bile düşünmüyorsun.” 67
Elvira ile ilk karşılaşmasından sonra ondan duygu yüklü bir mektup alır.
Elvira, mektubunda açıkça, ondan hoşlandığını yazmaktadır. Pablo, herhangi bir yere
yada bir insana bağlanmayı sevmediği için ne cevap vereceğini bilemez ve bu
mektubu hiç almamış gibi davranmaya karar verir. Aslında Elvira’nın zor anlaşılır
cümleleri yüzünden de onun gerçek duygularından tam emin olamamıştır. Buna
rağmen Elvira ile konuşmayı ümit ederek telefon ettiğinde kardeşi Teo ile karşılaşır ve
mecburen yeni müdürün adresini ve telefonunu almak için aradığını söyler. Sadece kız
kardeşine selamlarını yollamakla yetinir. Pablo aslında insan ilişkilerinde özellikle
kendi duygularını açığa vurma konusunda çok çekingendir. Pablo yeni müdür Matas
66 a.g.y. s.78 67 a.g.y. s. 80
62
ile görüşmeye gittiğinde yine çekingen bir tavır içerisindedir. Ancak, onunla
görüşmeye gittiğinde müdür onu çok sıcak bir biçimde karşılamıştır, ve onun bu
samimi tavrı, Pablo’yu rahatlatmış ve dolayısıyla da burada işe başlayacağına
sevinmiştir. Müdür onun gibi yetenekli ve bilgili bir insanı, daha uzun süreli kalmaya
ikna etmeye çalışsa da, Pablo’nun buna niyeti yoktur. Onun için önemli olan, boşta
olduğu şu bir kaç ay boyunca oyalanabileceği ve biraz da karnını doyurabileceği bir
işe sahip olmaktır. Bu görüşmenin ardından yine Rosa ile bir sohbeti sırasında,
enstitüdeki işinden ne kadar maaş alacağını bilmediğini fark eder ve şöyle der: “Bunu
ona sormayı kesinlikle unuttum” 68 Pablo işlerin yoluna girmesinden rahatlamış bir
şekilde Rosa’nın davetini kabul ederek bir akşam yeni tanıştığı birkaç arkadaşıyla
birlikte onu dinlemeye Casino’ya gider. Casino çıkışı Pablo ile bir yerlere gitmek için
plan yapan genç kızlardan birisi Pablo’nun Rosa’yı da getirmek istediğini anlayınca
tepkisini derhal gösterir. “ Kimi getireceksin? Şarkıcı kadını mı ? Bak, hayır, bunun
şakası bile olmaz. Biz onu istemiyoruz.” 69 Toplumdaki ön yargı açıkça
hissedilmektedir. Pablo ise, onlarla gitmektense Rosa ile birlikte çıkmayı tercih eder.
Onların bu tutucu tavırları Pablo’yu rahatsız etmiştir. Onun kendince bazı doğruları
vardır ve onlardan asla ödün vermez. Emilio ile bir sohbetlerinde onun Elvira’ya aşık
olduğunu anlayan Pablo, Elvira’ya karşı olan duygularında da temkinli olması
gerektiğine karar verir. “Elvira’yı sevdiğini bilmiyordum.” 70 Pablo gelecekle ilgili
plan yapmaktan hoşlanmayan bir kişiliğe sahiptir. Rosa ona gelecekle ilgili planlarını
sorduğunda, Pablo’nun kafasında farklı düşünceler uçuşmaktadır. “ Bana planlarımı
sordu, ben de ona hiçbir planım olmadığını söyledim, ama pek inanmak istemiyordu.
Zira, bu sözlerim ona gerçekçi gibi görünmüyordu. Belli bir yerde sürekli olarak
kalmaksızın hayatımı bir yerden başka bir yere seyahat ederek geçirmek istiyor olmam,
68 a.g.y. s. 97 69 a.g.y. s. 104 70 a.g.y. s. 101
63
mümkün olabilir miydi ?” 71 Rosa birçok defalar, ona çok güvendiği ve biraz da
hayranlık duyduğu için, birlikte olabileceklerini ima etmeye çalışsa da Pablo’dan
herhangi bir cevap alamamıştır.
Elvira ve Teo’nun annesi, Pablo’nun babasını çok iyi hatırlamaktadır. Pablo ve
babası savaştan önce bu kentte yaşamışlardı ve o günlerde insanlar, babasını dul
ressam diye çağırıyorlardı. Ayrıca, babası, çok da güzel hikayeler anlatırdı. Her yere,
o zamanlarda daha çok küçük bir çocuk olan, Pablo ile giderdi. Baba-oğul birlikte çok
güzel vakit geçirirlerdi.. Pablo, soluk yüzlü ve sağlıksız görünüme sahip bir çocuktu.
Arena yakınında bir otelde, kendi başlarına yaşarlardı. Elvira’nın annesi, Pablo
hakkında bildiklerini onlara şöyle anlatmaktadır: “Pablo şimdi otuz yaşlarında
olmalı. Sizler ondan küçüksünüz. Babanızla birlikte bir seferinde onları ziyarete
gitmiştik. Bana biraz tuhaf gelmişlerdi. Babası nereye gitse oğlunu da birlikte
götürüyordu. Kıyafetleri pek düzgün sayılmazdı, nereden geldikleri belli olmayan
insanlardı. Bu çocuğun annesinin, babası olarak bildiğimiz bay Klein ile evli olup
olmadığı bile kimse tarafından bilinmiyordu. Bazı dedikodulara göre, annesi ölmemişti.
Durumları da pek iyi değildi. Babası, resim sergisi açabilmek için devamlı olarak sergi
salonunun sahibinin peşinden koşardı.72 Yazar, romanın bu bölümünde Elvira’nın
annesinin ağzından yapmış olduğu bu açıklamalarla, Pablo ve babasının, Elivra’nın
ailesi olan Don Rafael Dominguez’ler tarafından çok sevildiğini ifade etmektedir.
Pablo, sıkça yinelenen davetler sayesinde onların evinin bir parçası olmaya
başlamıştır. Hiç istemese de yeni bir aile kazanmıştır. Gezginci bir kişi olmayı her
zaman tercih eden Pablo, sıcak bir yuvanın rahatlığına alıştığını da söylemekten
kendini alamıyordu.
71 a.g.y. s. 106 72 a.g.y. s. 130
64
Pablo, havaların soğuması ve Rosa’nın da kenti terk etmesiyle sanki tek başına
kalmış gibidir. Casino’ya artık daha sık gitmeye ve orada yeni birkaç arkadaş
edinmeye başlamıştır. Burada, başlangıçta ona soğuk davranan gençlerden biri olan
Federico bile onun en yakın arkadaşlarından biri olmuştur. Fakat Emilio’nun onu hiç
kimseye kaptırmaya niyeti yoktur. Yavaş yavaş serinleyen havalar yüzünden tatilciler
şehirden ayrılmakta ve dolayısıyla da her gece düzenlenen eğlenceler yerini sessizliğe
bırakmaktadır. Pablo, işte yılın bu döneminde tek başına dolaşırken, kitap okuyarak
kafasını dinleyebileceği sakin bir yer keşfeder. Onun uğrak yeri olan bu kafeteryaya
gittiğini öğrenen gençler, onu, artık orada ziyaret etmeye başlamışlardır. İnsanlar
tarafından aranıp sorulmak Pablo’nun da hoşuna gitmeye başlamıştır. Yalnızlığını
paylaşabildiği arkadaşlar edinmesi hoşuna gitmeye başlamıştır.
Okulların açılmasına çok az bir zaman kalmıştır ve Pablo, bahardan kalma son
günlerin tadını çıkarmak üzere, çok eskiden yaptığı gibi nehir kenarına gezmeye
çıkmaktadır. Uzaktan, nehir kıyısında yatan bir genç kız görür ve yaklaştığında
onun Elvira olduğunu anlar. Pablo hafif içkili olduğu için Elvira ile aralarında bir
elektriklenme olmasını engelleyemez ve oracıkta iki eski sevgili gibi bir süre baş başa
otururlar. Pablo’nun, Elvira hakkındaki düşünceleri romanda, kendi ağzından şöyle
aktarılmaktadır: “Elvira’ya yakın olmak, insanı çok farklı duygular içerisine
sürüklüyordu. Araba gürültüleri içerisinde yokuş aşağı inen yolda Katedralin
yukarıdan gördüğüm insana huzur veren nehirdeki o yansıması gibi Elvira da insana
mutluluk ve huzur veriyordu. Elvira’nın yanına gittiğimde onu sanki daha önce hiç
görmemişim gibi doğal bir biçimde selamladım. Ama sanki ikimiz de birbirimize ait
birtakım şeyleri biliyor gibiydik. İzin istemeden iyice yanına yaklaştım ve ona baktım.
Benim yüzümden rahatsız olmamasını kendisinden istedim. Benim de içimden buraya
uzanmak ve hatta uyumak geçiyordu. Burası gerçekten güzel bir yerdi; özellikle de tam
65
burası. Onu yukarıdan gördüğümde şöyle düşündüm. Bu kız beni baştan çıkarıyor ve
burada baş başa kalabiliriz, sessiz bir yer, etrafta kimsecikler de yok.” 73 Pablo
aralarında bazı duyguların alevlenmeye başladığını fark etmekte, ancak Elvira’nın
tutarsız sözleri onu çok da fazla cesaretlendirememektedir. Söz mektuptan açıldığında
ise yine konuşan Elvira olmuştur. Mektubunun aslında bir saçmalık olduğunu
söylemesi ve birlikteyken arada sırada geçirdiği ağlama krizleri Pablo’yu tedirgin
etmektedir. Aslında Pablo’nun kültürlü ve okumuş bir insan olması ve Elvira’nın da
eğitimine devam edememiş olması, kendisini Pablo’nun yanında değersiz
hissetmesine neden olmaktadır. Pablo okul açılana kadar Elvira ile olan ilişkisine bir
ad koymaya çalışsa da bunu başaramaz. Pablo, ona karşı çok ilgisiz davrandığını
düşündüğü için ertesi gün telefonda özür dilemeye çalışır ve hiç beklemediği bir
davetle karşılaşır. Ancak, Elvira’yı evde kimse yokken ziyaret etmeye gitmek, çok
aydın bir insan olmasına rağmen ona pek doğru gelmemektedir. Sorun, dedikodunun
yaygın olduğu bu küçük toplumda, hak etmediği bir söylentiye maruz kalması
olacaktır. Elvira’nın ısrarlarına dayanamadığı için bir pazar günü, saat altıda onunla
buluşmayı kabul eden Pablo, kafasında bu davetin asıl amacının ne olduğunu bulmaya
çalışmaktadır. Elvira, ondan etkilenmiştir çünkü o güne kadar Pablo gibi açık sözlü,
dürüst bir gençle karşılaşmamıştır. Oysa Pablo için bunlar doğal davranış biçimleridir.
Çünkü kendisi birilerini etkilemek için bu şekilde davranmamaktadır. Elvira onun
karşısında kendini sürekli aşağılamaktadır. Bu durum ise Pablo’yu rahatsız
etmektedir. Okumayı sürdüremediği için aşağılık duygusu içerisinde olan Elvira,
mahallenin diğer gençleri gibi onun da kendisine hayran olduğunu söylediğinde,
Pablo çok sinirlenmiştir ve ona sert bir cevap verir. “ Sana niye hayran olacakmışım
ki? Seni tam olarak tanımıyorum bile! Önce kendine bir bak, devamlı kendinden söz
edip duruyorsun. Bırak artık bunları ve kendini dünyanın merkezi olarak görmekten 73 a.g.y. s. 135
66
vazgeç.” 74 Aslında Pablo annesiz büyüdüğü için genç bir kıza nasıl davranacağı
konusunda tecrübesiz olduğunun bilincindedir. Diğer taraftan, Elvira’nın şımarık ve
sorunlu bir tip olması da, onunla tam bir duygu alış verişine girememesinde önemli
bir rol oynamaktadır. Elvira, söylenen bütün bu kırıcı sözler karşısında neden hâlâ
onunla görüştüğünü sorduğunda ise, Pablo onu tüm içtenliği ile yanıtlar. “Çünkü
hoşuma gidiyorsun, bu kadar açık” 75 Bu ikili ilişkide, ters giden şey, Elvira’nın
tutarsız davranışlarıdır. Ondan hoşlandığını itiraf eden Pablo, güzel sözler beklerken,
Elvira onun sözlerini duymamışçasına, yaptığı resimlerden söz etmeye koyulur. Bu
arada Pablo’ya yeterince yaklaşmıştır. Sonunda, nefessiz kalana dek öpüşürler.
Salondan gelen gürültüler, onları tekrar gerçeklere döndürür. Ayrılırken Elvira ona
elini bile vermemiştir. Onunla öpüştüğü için Pablo’nun kendisini yanlış anlamasından
korkmaktadır. Ancak Pablo şöyle der: “ Önemli değil, eğer istersen unuturum. Senin de
beni arzuladığını sanmıştım. ” 76
Pablo ile her tanışan, onu içten ve samimi yapısından dolayı çok sevmektedir.
Gününü onsuz geçiremeyenlerden birisi de Emilio’dur. Sohbetleri, genellikle
Pablo’nun verdiği nasihat ve görüşlerinden öteye gidememektedir. Zira bu kentte
herkes birilerinin vereceği nasihat ve bilgiye âdeta susamış gibidir. Dolayısıyla,
gençler de dahil olmak üzere, Pablo gibi bir insanla tanışma fırsatını bulan kent haklı
ona kendi hayatlarını, dertlerini anlatmakta ve Pablo da onları sessizce dinleyerek,
deneğimi ve kültürüyle dertlerine ve duygularına ortak olmaktadır. Bu sohbetler
sırasında, Pablo kendinden hiç bahsetmemektedir. Pablo burada, “Evden Kaçış”
romanındaki baş kahraman Amaparo’nun sırlarını paylaştığı aynalı dolaptan farklı bir
konumda değildir. Etrafındaki insanlar, ona baktıklarında kendi kişiliklerini net bir 74 a.g.y. s. 141 75 a.g.y. s. 143 76 a.g.y. s.144
67
şekilde görebilmektedir. Emilio, Elvira ile olan ilişkisinde bile Pablo’dan aldığı
nasihat ve fikirler doğrultusunda hareket eder ve bunun sonucunda, daha önceleri
kendinden uzaklaşmaya çalışan Elvira’nın ona daha çok bağlanmaya başladığını
hisseder. Bazen sorunları ile Pablo’yu bunalttığını düşünen Emilio, yine onun
rahatlatıcı sözleri ile sakinleşir. “ Hayır dostum, Tanrı aşkına, beni sıkmıyorsun, sadece
sana ne demeliyim bilmiyorum. Belki de çok fazla ısrarcı olmaman daha iyi olurdu.
Onun her dediğini de yapma. Eğer kendini özgür hissetmek istiyorsa bırak öyle
hissetsin. Sana bu söylediklerime kulak ver. Çok büyük bir sorun olduğunu
sanmıyorum, zaman her şeyin ilacıdır. Karar vermesi için onu kendi haline bırak. O
senin peşinden gelecektir, hiç merak etme” 77
Pablo, etrafındaki insanlara pozitif enerji yayan, onların işine yarayacak
öğütler veren, kendinden emin, güvenilir bir kişiliğe sahiptir. Yalnızlık onu asla
rahatsız etmezken, insanlarla olan ilişkisinde de birlikteliğin tadını çıkartmaya
çalışmamaktadır. Örneğin, Elvira’nın kardeşi Teo, noterlik sınavlarına
hazırlanmaktadır ve ders çalışması konusunda Pablo’dan aldığı olumlu tavsiyeler çok
işine yaramıştır. Pablo da onun dostluğundan keyif almaktadır.
Pablo, Elvira’ların evine, sık olmasa da belirli aralıklarla gidip gelen ve ev
halkının sabırsızlıkla beklediği bir konuk olarak bunun bir alışkanlık haline
getirilmesinden hiç de hoşnut olmamaktadır. Bu sıcaklığa alışmaktan korktuğu için,
sadece davet edildiğinde gitmeyi tercih etmektedir. Akşam yemeğine çağrıldığı bir
gün masa başı sohbetinde yine herkesin göz bebeği haline gelmiştir. Etrafını saranlar,
ağzının içine bakmakta, onun sohbetinden büyük keyif almaktadırlar. Pablo, gerçekten
77 a.g.y. s. 199
68
de bir toplumda nasıl konuşması gerektiğini çok iyi bilen sosyal bir gençtir, çok
okuyor olması, kültürü, etrafındaki insanları etkilemektedir.
Pablo’nun babası, Barselona’da bir bombardıman sırasında ölmüştür. O
sıralarda Pablo Almanya'dadır. Babasının resme olan kabiliyeti oğluna da geçmiştir.
Resim yapmasa bile, bu konuda da konuşacak kadar bilgiye sahiptir. Elvira’nın
yaptığı resimlerden bahsettiklerinde Pablo şöyle der. “Evet, gerçekten güzel bir uğraş.
Bir kez sanat eleştirmenliği yapmıştım.” 78 Elvira onun bu sözlerini duyunca, yaptığı
resimleri göstermekten utanır ve yine eleştirileceğini düşünerek oldukça sert bir tepki
verir.
Havaların iyice soğumaya başlamasıyla birlikte derslere de devam etmek
oldukça zorlaşmıştır. Fazla yakıtın olmaması, soğuk nedeniyle öğrencilerinin büyük
kısmının okula gelememesi, programını aksatan nedenlerin başında gelmektedir.
Böyle zor bir kışı, ne Paris’te, ne Berlin’de ne de İtalya’da yaşamamıştır. Okuldaki
idareciler bu konuda sürekli bir şeyler yazsalar da, yakıt için bir türlü yardım
alamamışlardır. Sınıfın kız öğrencilerden oluşması ve onların soğuğa karşı
dayanıksızlıkları yüzünden devamsızlıkları dersleri aksatmaktadır. Oysa ki, kışın
bastırmasından önce Pablo, derslerini, öğrencileri dışarıya çıkararak açık havada
yapmaktaydı. Ancak, onun bu serbest tavırları diğer öğretmen ve yöneticilerin
tuhafına gitmekteydi. Onların bu bakış açılarına karşın Pablo’nun öğretim anlayışı çok
farklıydı. Pablo bu eleştirileri kendine özgü üslûbu ile şöyle yanıtlamaktadır:
“Öğrenciler benden önce daha mı az yoksa daha mı çok Almanca biliyorlardı.”79
Okuldaki birçok öğrencinin ekonomik durumu kötüdür. Zaten okula bin bir güçlükle
78 a.g.y. s.206 79 a.g.y. s. 212
69
devam etmektedirler. Pablo, içlerinde sadece Natalia Ruiz Guilarte isimli kızın
ekonomik durumunun iyi olduğunu duymuştur. Daha önceleri ise Elvira
Dominguez’in, bu okula gelen bir başka varlıklı aile kızı olduğunu bilmektedir. Pablo,
öğrencileri ekonomik durumlarına göre değil de, okumaya hevesli olanlar ve sırf vakit
geçirmek için okula gelenler diye ikiye ayırmakta, ve gerçekten okuma hevesli
öğrencilere her konuda yardımcı olmaya çalışmaktadır. Ancak, çok çalışkan olan
Natalia’nın okumaya devam etmesinin babasının vereceği karara bağlı olduğunu
öğrenmesi onu çok şaşırtmaktadır. Natalia’ya, gerekirse babası ile konuşabileceğini
de söylemektedir. Kız çocuklarının gelecekleri hakkında, babalarının ya da aile
büyüklerinin söz sahibi olmalarını ona ters gelmektedir. Hatta Pablo’nun, Natalia’nın
kişiliğinden ve okuma azminden oldukça etkilendiğini bile söylenebilir. Pablo, bir
okul çıkışı öğrencilerinden ayrılarak Natalia ile yalnız yürümeye başlamıştır ve bir an
ona bakarken içinden farklı şeylerin geçtiği hisseder. “Küçücüktü, düz siyah saçları
ve çocuksu bir hali vardı. İçimden onu kollarından yakalamak ve bağrımda onun
sıcaklığını hissetme arzusu doğuruyordu, ancak buna cesaret edemedim.” 80 Pablo,
yaşça kendinden küçük, üstelik de öğrencisi durumundaki bir genç kıza aşık olmaması
gerektiğinin bilincindedir. Ancak, her şeye rağmen arkadaşlığından zevk almaktadır.
Onun saflığı, dürüstlüğü, okuma isteği, bilgisi Pablo’yu etkileyen sebeplerin başında
gelmektedir. Pablo, okuldaki dersler dışında yapacak başka bir şeyler bulamadığı için
sıkılmaya başlamıştır. Natalia’nın arkadaşlığı onu biraz olsun eğlendirmektedir. Fakat,
böylesine baskıcı ve kapalı bir toplumda, Natalia gibi bir genç kızın okul dışında,
öğretmeni ile orada burada görülmesi yanlış anlaşılabileceğinden, onu çok sık
görememektedir. Bir yandan Elvira’nın garip davranışlarını sürdürmesi ve bir türlü
ona âşık olup olmadığını söyleyememesi, o ilişkiyi de askıda bırakmaktadır. Pablo
80 a.g.y. s. 216
70
artık nasıl davranacağını şaşırmıştır. Bu arada belki de onu en çok oyalayan şey, her
okul çıkışı Emilio’nun onu görmeye gelmesi ve Elvira ile olan ilişkisi hakkında ondan
öğüt almasıdır. Emilio’nun Elvira hakkında anlattıkları Pablo’yu biraz olsun onun
davranışları konusunda bilinçlendirmektedir. Onun pek güvenilir bir karaktere sahip
olmadığını anlamıştır. Üstelik Emilio, Elvira ile arasının düzeldiğini ve yakın bir
gelecekte evlenme kararı aldıklarını da anlatınca, artık tek başına olmanın daha
akıllıca olduğunu düşünen Pablo, yalnız kaldığında her zamanki kafeteryaya giderek
zamanının çoğunu orada geçirmeye başlar. Bir gün, arkadaşı Yoni, onu, galeride
açılan bir resim sergisine davet eder. Orada tesadüfen Elvira ile karşılaşır. Elvira,
Pablo’ya çok sıcak davranır, onu bir türlü bırakmaz ve Yoni ile birlikte bir şeyler
içmeye davet eder. Pablo istemeyerek kabul etmek zorunda kalır. Aslında Elvira’nın
tutumundaki bu değişiklik onu hayli şaşırtmıştır. Gecenin sona ermeye başladığı
sıralarda Pablo ile yalnız kalan Elvira, onun odasına çıkmakta ısrar eder. “ Odanı
görmem için çıkmama izin vermelisin. Haydi, böylece barışmış da oluruz.” 81 Fakat
Pablo, bu konudaki fikrini de açıkça ifade etmekten kaçınmamaktadır “. “Elvira, eğer
bu akşam odama gelecek olursan, bütün bir geceyi benimle geçirmek zorunda kalırsın.
Anlıyor musun ? Haydi, çok da istiyorsan gel.” 82 Pablo’nun bir süre, şarkıcı kadın
Rosa ile ortalarda görülmesi, Elvira tarafından da yadırganmıştır. Bu yüzden Elvira,
kendisini Rosa ile karıştırdığını ifade ettiğinde, Pablo’nun cevabı hazırdır. “Hayır,
onun gibi değilsin. O birçok defalar benim odama geldi, ben de onunkine gittim. Ama o
senin gibi değildi. Doğru sözlü ve samimiydi. Eğer benimle yatmayı isteseydi, bunu
bana açıkça söylerdi.” 83 Gerçekten de Pablo Elvira’ya âşıktır, fakat onun duygularını
açıkça ifade etmiyor olması, Pablo’nun bu ilişkide çekimser davranmasına yol
açmaktadır. Pablo, bu konuşmalar üzerine huzursuz bir gece geçirmiştir ve ertesi gün
81 a.g.y. s. 257 82 a.g.y. s. 257 83 a.g.y. s. 258
71
ani bir karar almıştır. Okulların yarı sömestre girmesini de fırsat bilerek ilk tren ile
Madrid’e dönmeyi planlar. Sabah erkenden hiç kimseye veda etmeden istasyona
gider. Orada, ablası Isabel’i Madrid’e sevgilisi Miguel’in yanına yolcu etmekte olan
Natalia ile karşılaşır. Oldukça zeki olan Natalia, onun bir daha geri dönmemek üzere
gittiğini anlamıştır. Pablo, her ne kadar monoton ve sıkıcı da olsa, kısa bir süre için
gelmiş olduğu bu kentte, halkın gönlünde çok farklı bir yer etmiştir. Onları, içinde
bulundukları bu baskıcı toplumun tek düzeliğinden geçici de olsa kurtarmış, kendi
benliklerini bulmalarına, hayatları hakkında kendi kararlarını almalarına yardımcı
olmuştur. Onun için Pablo, özellikle de bu kent halkı için sembolik bir kişiliktir.
Olayı, Pablo’nun bakış açısıyla değerlendirirsek de, kendisi bu taşra kentine,
çocukluğunu geçirdiği yerleri görmek ve anılarını tazelemek için gelmiştir. Ancak
Elvira ve Natalia’yı, birbirinden çok farklı iki kişi olarak daima hatırlayacaktır.
Elvira’nın sevgilisi olan Emilio’ya gelince, bu karakter, elli dokuzuncu
sayfada Pablo’nun Elvira’ların evine baş sağlığına geldiğinde karşımıza çıkmaktadır.
Elvira’nın kardeşi Teo ona, Pablo’nun kaldığı “Amerika” adlı pansiyonun nerede
olduğunu sormakta ve Emilio çok sevimli bir tavırla onu yanıtlamaktadır. Bu
davranışı ile, ilk kez buluştuğu okuyucunun belleğinde, güler yüzlü, yardımsever ve
dost canlısı bir genç olarak iz bırakmaktadır.
Elviro, minyon yüzlü ve kalın kaşlı bir gençtir. Yeni tanıştığı kimselere bile
yakınlık ve sevecenlikle yaklaşmaktadır. Pablo ile ilk karşılaştığında, ona kaldığı
pansiyona kadar eşlik ederken kendini şu sözlerle tanıtmıştır : “ Adım Emilio Yerro.
İstediğin kadar çok boş vaktim var. Buraya gelen insanların tek başlarına kalarak
sıkılması beni rahatsız eder. Eğer isterseniz arkadaş olabiliriz. Aslında bir sakıncası
72
yoksa sana sen diye hitap edeceğim.” 84 Emilio yaşadığı küçük taşra kentinin sıkıcı ve
monoton hayatından nasibini alan diğer gençler gibi, sıkılmamak için kendini noterlik
sınavlarına çalışmaya vermiştir. Pablo’yu da bu konuda uyarmaktan geri kalmaz ve bu
sıkıcı taşra kentinde insanların ufak da olsa bir uğraşılarının olması gerektiğini
savunur.
Emilio çok konuşkan bir kişiliğe sahiptir. Birlikte büyüdükleri Elvira’ya aşıktır
ve Pablo ile Elvira’nın ilk karşılaşmalarındaki samimi tavırları gözünden kaçmamıştır.
Bu yüzden Pablo’ya, Elvira’yı daha önceden tanıyıp tanımadığını sorar. Kendi
duygularını açıklamasa da Elvira için : “Olağanüstü ve mükemmeldir“ 85 sözcüklerini
oldukça ateşli bir tarzda söylemiştir.
Emilio kendi çapında bilgili bir genç sayılabilir. Kierkegaard, Unamuno gibi
yazarların eserlerini okumuştur. Ayrıca vakit buldukça şiir de yazmaktadır. Kendini
övmekten hoşlanan bir kişiliktir. Pablo’nun bir yazar olmadığını anladığında büyük
hayal kırıklığına uğrar. O, Pablo’nun yazar olduğunu düşünerek edebiyattan söz etmiş
ve ne kadar kültürlü olduğunu ona kanıtlamaya çalışmıştır. Pablo’yu kaldığı
pansiyona götürene dek çok çeşitli konulardan bahseden Emilio bir türlü susmak
bilmemektedir.
Emilio, Elvira’ya olan karşılıksız aşkı yüzünden büyük bir bunalım
içerisindedir. Ona ne kadar çok değer verirse Elvira ondan o denli uzaklaşmaktadır.
Emilio özellikle son zamanlarda, Elvira’nın kendisine karşı takındığı soğuk
davranışların sebebini çözebilmiş değildir. Bu konudaki sıkıntısını, dostluğunu iyice
84 a.g.y. s. 60 85 a.g.y. s. 61
73
ilerlettiği Pablo’ya açar. Pablo Emilio’ya Elvira’nın üzerine çok fazla düşmemesi
gerektiğini hatırlatır. Emilio, kentteki diğer gençler gibi en kısa zamanda bir iş ve eş
bulma çabası içerisindedir. Çünkü çocukluklarından beri kendilerine empoze edilen
hep budur ve büyüklerinden de öyle görmüşlerdir. Emilio da, bu amacı uğruna nasıl
hareket etmesi gerekiyorsa öyle hareket edebilecek kadar prensip sahibidir. Noterlik
sınavları için Teo’nun evine giderek onunla çalışmaktadır. Elvira ile olan ilişkisinin
düzelmesi için ise, Pablo’nun ona önerdiği fikirlerin hepsini uygular. Sonunda, ona
karşı ilgisiz davranması Elvira’nın onun üzerine düşmesine sebep olur ve Elvira’dan,
çoktan beridir beklediği evlilik sözünü alır.
Emilio, çevresindeki diğer gençlerle birlikte, paylaşmak zorunda kaldığı bu
tekdüze yaşamdan şikâyet etmemektedir. Kendisine sunulan bu monoton yaşam
tarzından hoşnuttur. Hatta gelişen teknoloji ve buna bağlı olarak şehirde yaşam isteği
onun ilgisini çekmez. Bilakis, köy yaşamını şehir yaşamına tercih etmektedir.
Elvira’yı evlenmeye ikna etmek için, ailesine ait çiftlik evine yerleşmeyi bile
önermiştir : “Elvira, sırf sen istediğin için ilişkimiz üç senedir böyle sürüyor. Bunu daha
farklı bir şekle sokabiliriz. Hemen evleniriz ve eğer istersen ailemin çiftliğine yerleşiriz.
Ben sınavlarıma orada çalışırım ve tüm bu zamanımızı baş başa birlikte geçiririz. Bu
hoşuna gitmez mi ?” 86 Emilio daima sakin bir hayat sürmekten yana olmuştur.
Ayrıca, toplumun kadınlar üzerinde kurduğu o katı kuralları da umursamamaktadır.
Kadınların da ev dışı uğraşılarının olması gerektiğinin bilincindedir. Bu nedenle
Elvira’ya, o çiftlik evinde resim yapmaya devam edebileceğini söyler.
Emilio çalışkan bir gençtir fakat eğlenmekten de geri kalmaz. Arkadaşları ile
Casino’da toplanıp sohbet etmekten ve yeni arkadaşlıklar edinmekten mutluluk duyar. 86 a.g.y. s. 198
74
Pablo ile dostluğu ilerletmesinin en büyük nedeni, aynı çevrenin diğer gençleri ile
fazla konuşacak bir konularının olmayışıdır. Bir sohbetlerinde Pablo ile arasında
sadece birkaç yaş olduğunu öğrenen Emilio, onun her konudaki bilgeliğine hayran
kalmakta ve hiç kimseye duymadığı o dostane yakınlığı Pablo’ya karşı duymaktadır.
Onunla görüştüğü süre içerisinde Emilio kendisini iyice çalışmaya vermiştir. Teo’nun
odasına kapanıp ders çalışan Emilio’nun bu hali, Elvira’nın da dikkatini çekmektedir.
Pablo, onun şiiri çok sevdiğini bildiğinden boş vakitlerinde şiir yazmasını
önermektedir. Böylece Emilio, hiç aklında yokken, ufak tefek şiirler yazmaya
koyulur. Bazen yazdıklarını yırtar, hoşuna gidenleri ise daktilo eder. Bir şeyler
yazabiliyor olmak onun kendine olan öz güvenini artırmaktadır. Pablo ile iletişim
kuran diğer gençler gibi, Emilio da bu dostluktan çok şeyler öğrenmiş ve kendisinde
olumlu bir gelişme hissetmeye başlamıştır. Bu arada Elvira’ya yazdığı mektupların
arasını iyice açmış, o istemediği sürece görüşme talebinde de bulunmamıştır. Onun bu
ilgisiz tavırları Elvira’yı harekete geçirmiş ve sonunda annesine Emilio ile evlenmek
istediğini söylemiştir. Emilio açısından her şey yolunda gitmektedir. Teo bile onunla
yaptığı çalışmalarında çok büyük bir gelişme kaydettiklerinin farkındadır. “Birlikte
olan çalışmalarımız artık daha verimli bir hal aldı, neden bilemiyorum. Daha hızlı bir
ilerleme kaydediyoruz, farkında mısın? 87
Emilio, aynı çevrede yaşayan bir çok gencin aksine, bu monoton yaşamdan
şikayet etmek yerine, elinde olanlarla yetinmesini bilen ve kendini oyalayacak
uğraşılar bulan, bilinçli bir gençtir. Romanın sonunda sınavları kazandığı ya da Elvira
ile evlendiği konusunda açık bir bilgi verilmemekle birlikte, yazar, onun bu azmiyle,
hem iş hem özel yaşantısında hayal ettiği şeylere kavuşacağının ipuçlarını aslında
çoktan vermiştir bile. 87 a.g.y. 202
75
1.2 TOPLUMSAL YAPI VE MEKAN
Carmen Martin Gaite’nin kendisine “Eugenio Nadal” ödülünü getiren
“Perde Arkasında” adlı romanı aslında konu açısından küçük bir taşra kentindeki
sıradan, yalın bir yaşamı anlatmaktadır. Romanda, olayların yaşandığı mekân her ne
kadar kesin bir dille ifade edilmemişse de, yazarın ayrıntılı tasvirine dikkat edilecek
olursa, buranın kendi doğum yeri olan Salamanka’yı çağrıştırdığı anlaşılmaktadır.
Romandan bize sunulan; canlılığını kaybetmiş, karamsar bir toplumdaki birkaç genç
kızın yaşam öyküsüdür. Bu kentin insanları, dış dünyadan soyutlanmış, tek düze ve
bilinçsizce konulan kuralların hâkim olduğu devinimsiz bir yaşamın içindedirler.
Roman, eleştirel gerçeklik çizgisi içerisinde ele alınmaktadır. “Perde
Arkasında” yazar kendi varlığını okuyucuya duyurmadan hikayesini, dramatize
edilmiş sahneler ve konuşmalar yardımıyla anlatmaktadır. Romanda tipik örnekler
sayılabilecek kişileri kullanmakta, ancak bunlar aracılığı ile ahlak dersi vermeme
ilkesine bağlı kalmaktadır. Aslında yazarın eleştirileri dönemin diğer yazarlarına
kıyasla daha yumuşaktır. Karakterler ve olaylar bakımından çıkarılacak bir takım
dersleri yazar okuruna bırakmaktadır. Zira romanda, kişiler, olaylar ve mekân
açısından tasvir edilenler, toplumun mantıksal ve kültürel açıdan oldukça sınırlı ve
geri kalmış kesimini yansıtmakta olup okurun yorum ve eleştirisine açık
tutulmuştur.Yazar romanında açık bir dille doğru ya da yanlış eleştirisine girmemiştir.
Romanda tasvir edilen taşra kentinin, kişiler ve mekân açısından karakteristik
özellikleri, dış dünyadan soyutlanmış İç Savaş sonrası İspanya’sının sıkça ele alınan
konuları arasında yer almaktadır.
76
Kadınların yaşadıkları toplum içindeki konumları, Eugenio Nora’nın 88 da
yazdığı gibi, romanın ana temasını oluşturmaktadır. İç Savaş sonrası İspanya’sının ve
özellikle de diktatör Franco döneminin olumsuz yansımaları, romanda tasvir edilen
on altılı ve yirmili yaşlardaki gençlerin, gerek aile içi ve gerekse de yaşadıkları
çevrenin baskıcı tutumu sonucu yaşamlarındaki belirsizlikler olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Bu toplumda, evlilikle noktalanmayan bir ilişkinin sonucunda gençler bekar
kalmaya mahkumdurlar. Bekar kalan genç kızlar aile ve toplum içerisinde teyze
rolünü üstlenirken, erkeklerin durumu biraz daha farklıdır. Zira erkeklerin bir iş bulup
çalışması ya da ilerisi için bir eş bulması söz konusu iken genç kızların böyle bir
seçeneği yoktur. Yani, kız kurusu olmaktan asla kurtulamazlar. Evlilik dışı bir ilişki
toplum tarafından asla kabul edilemez.
Romanda önemli bir toplumsal mekân olan evlerdeki oturma odasının üçlü
kanepesi, çoğunlukla orta halli ailelerin genç kızlarının, usulüne uygun bir koca
bekledikleri yerdir. Bu bekleme süresi, tahmin edilen süreyi aşarsa, ailede tedirginlik
baş gösterir ve evin kadınları olduğu kadar erkekleri de genç kızı göz hapsine almaya
başlarlar. Toplum değerleri söz konusu olduğunda, bekâr kız kavramı, her şeyden
önce zayıf ve kırılgan bir özellik kazanmaktadır. Yani, bu kavram, ailenin namusu ve
şerefi ile doğrudan ilişkilidir. Evdeki bekar genç kız, hem toplumun hem de ailenin
üzerine titremesi gereken bir varlıktır. Toplumun bu tutumu da, gençlerin
geleceklerini yapılandırmasında son derece olumsuz bir etki yaratmaktadır. Romanda
bu sorun, sürekli olarak canlı tutulmaktadır. Örneğin romanda, evin ortanca kızı Julia,
88 G. Eugenio de Nora, “ La novela española contempóranea (1939-1967)III”,Gredos, Madrid, 1962,s.336
77
evde kalan ve çoktan teyze rolünü üstlenmiş olan ablası Mercedes’e bir zamanlar
ikisinin de ilgi duyduğu Federico hakkında şöyle der: “Sana Federico’yu parlak
kâğıtlar arasına sararak hediye ediyorum. Eğer bu kadar çok hoşlanıyorsan evlen
onunla, onun için ölüp ölüp diriliyorsun kızım, işte senin sorunun bu, eğer yapabilirsen
evlen onunla.” 89 Mercedes ağlamaya başlar. Yazar o dönemin bekar kızlarının
duygularını şu sözlerle mükemmel bir şekilde açıklamaktadır:
“Sevgilisi olmayan kızlar, o toplumda en geçerli meslek olarak bilinen noterlik
sınavına hazırlanan gençlerin peşinden pervasızca koşturmayı görev bilmişlerdir. Bu
kızların hemen hepsi, en güvenilir buldukları bu mesleğe sahip olacak erkeklerin
kendileri için en iyi çıkış yolu olduğuna inanmaktadırlar. Diğer yandan anne ve
babalar da, kızlarına kendilerince uygun gördükleri adayları sunma yarışındadırlar.
Eğitimini tamamlamış, sorumluluk sahibi, ciddi ve geleceği parlak bir işte çalışan
gençler, hele bir de varlıklı bir aileden geliyorsa, onlar için en tercih edilen adaylar
arasındadır. 90
Sözü edilen toplumda, ister evli ister bekar olsun, kadının hayatı evinde
geçmektedir. Çünkü, toplumun değer yargılarını da göz önünde bulunduran erkeğin,
kadına sunduğu tek yaşam tarzı budur ve toplumun bir kadın için kabul ettiği değer
yargıları, onun namuslu, erkeğine sadık ve çocuklarına iyi bir anne olmasıdır. Bu
nedenle, evlilik kurumu, kadının kaçınılmaz sonudur. Bunun olmaması ise tam bir
düş kırıklığıdır. Dolayısıyla kadının evde kalma kabusu, daha önce de belirttiğimiz
gibi akıp giden zamanla birlikte, bir rahibe, bir kız kurusu ya da bir teyze sıfatına
bürünmektir. Romanda, bu konumdaki kadın karakterlerden bir olan Mercedes de
yıllar geçtikçe aynı duruma düşecektir. Evin küçük kızı Natalia şöyle der : “ Onu çok
89 Carmen Martin Gaite, “Entre visillos” s. 175 90 Carmen Martin Gaite, “Usos amorosos de la posguerra española”, Anagrama,Barcelona 1996,s. 199
78
fazla sevmesem de, Mercedes’e acıyorum. Gün geçtikçe, her şeyden daha da uzaklaşıyor
Çok gururlu, bir teyze gibi anlayışlı. Hatta tıpkı bir teyze gibi davranıyor. Julia’nın
bana dediğine göre, Şubatta otuzunu dolduruyormuş, oysa ben yirmi dokuz
sanıyordum. En kötüsü de artık evlenemeyecek olması. Bu ruh durumu içerisinde ona
tahammül edebilecek birini bulacağına inanıyor musun ? 91 Natalia bu konu ile ilgili
şöyle bir açıklamada daha bulunmaktadır : “Mercedes ile aynı yaşta olan ve onunla
gezen kızlar şu an evli ve çocuk sahibiler “ 92
Carmen Martin Gaite bu konu ile ilgili sıkıntılarını romanda çok güzel bir
şekilde ifade etmektedir. Zengin ve tanınmış ailelerin kızları rahibeler okulunda
eğitim görmek zorundaydı. Yazar romanda, bu konuyu Pablo Klein’in ağzından şöyle
dile getirmektedir : “ En azından, tanınmış ve zengin aile kızları, orta okul çağına
geldiklerinde rahibeler okuluna gönderilmekte ve orada daha çok din eğitimi almakta
ve iyi davranış kurallarını öğrenmekteler. Bu grup içerisinde ekonomik durumu bozuk
olan hiçbir öğrenci bulunmamakta. Fakir aile kızlarının da içinde bulunduğu okullar
ise bir kolejden daha ucuz ve buraya köyden bir sürü kız öğrenci geliyor. Ancak burada
o kadar iyi bir eğitim verilmiyor.” 93
Pablo Klein, bu içine kapanık ve uyuşuk toplumun tek gözlemci karakteri
olarak, kendine özgü objektif bakış açısıyla eğitim sistemini eleştirmektedir.
Başlangıçta yenilikçi bazı tavırlar sergilemeye çalışırsa da, bu iyi niyetli yaklaşımı,
hiç bir yönetici tarafından kabul görmez: “ Bu okulda kızları takip etmekten artık
yoruldum. Bu nedenle, okul yönetiminin de isteği doğrultusunda her gün yoklama
yapmaya başladım. Çünkü Bay Salvador bana, onları disiplin altına sokmak için başka
91 Carmen Martin Gaite, “ Entre visillos “, s. 226 92 a.g.y. s. 242 93 Lidia Falcón, “ Mujer y sociedad”, Fontanella, Barcelona, 1984, s. 320
79
yolumuzun olmadığını söyledi ve bana bunun için rica etti. Öyle anlaşılıyor ki benim
uyguladığım metotlar birilerine ters gelmiş.” 94
Bu toplumda, eğitim de dahil olmak üzere, kadın, asla erkeklerin dünyasına
adım atamaz. Ancak erkek, kadını kullanmak adına, onun dünyasına çok rahatlıkla
girebilmektedir. Yani, erkek istediği bir kadınla evlenebilir, ondan çocuk sahibi
olabilir, onunla boş zamanlarını geçirebilir, istediklerini yaptırtabilir ve kadını evinin
bekçisi haline getirebilir. Kısacası, erkek, kendi baskıcı rolünü daha da
sağlamlaştırmak adına her türlü davranışı gösterme özgürlüğüne sahiptir. Birçok
eserinde kadının toplumdaki sorunlarına ve konumuna değinen Lidia Falcon bu
konuda şöyle düşünmektedir: “Yarımadada her ne kadar yavaştan bir feminizm akımı
kendini hissettiriyor olsa da, kadının toplumda kendini bulacağı bir konuma gelmesine
engel olacak her türlü baskı erkekler tarafından bir zorbalığa dönüştürülmekteydi.
Kadının özgürlüğünü ve hür iradesini elinden almak adına getirilen yasakların ardı
arkası kesilmemekteydi. Bu zorbalık daha da sert bir hal alırsa, işte o zaman isyan
kaçınılmaz olurdu.” 95
Kadınların, erkeklerin istedikleri yönde hareket etmelerini sağlayacak eğitim
daha ilk okul yıllarında çocuklara verilmekteydi. Erkek daima farklı bir eğitim almak
durumundaydı. “Perde Arkasında” da Carmen Martin Gaite, eğitimdeki bu farklılığı
irdelemek adına olayın tüm ayrıntısına girmektedir. Pablo şöyle der: “ Bana
anlattıklarına göre, benim yerini aldığım eski Almanca hocası kızların eğitimini
üstlenmişti. Çünkü öğrenciler okulda, yeteneklerine ya da bilgilerine göre değil
94 Carmen Martin Gaite, “ Entre visillos “,s. 24 95 Lidia Falcon, “ Mujer y sociedad”, Fontanella, s.371
80
cinsiyetlerine göre ayrılmışlardı ve buna göre de farklı ders saatlerine ve öğretmenlere
sahiptiler. ” 96
Farklı bir eğitime sahip olmak, savaş sonrası bir toplum için doğal
sayılmaktaydı. Kadının, toplumdaki işlevi, erkeğinkinden çok farklı idi. Kadının
yeri asla okul değil, eviydi. İnsanlık adına bir şeyler yapması ya da bilimle uğraşması
kadının kişiliğini unutması anlamına geldiği için özgürlüğün ona, tehlikeli bir
ilaçmışçasına, dozunda verilmesi gerekmekteydi.
Carmen Martin Gaite, eğitim sorununu Natalia’nın kişiliğinde
somutlaştırmaktadır. Natalia, okumak istemektedir ancak ailesi buna engel
olmaktadır. Bir kız çocuğu olarak Natalia için gelecekte evlilik ve çocuk sahibi olmak
gibi işler söz konusuyken, okumak onun ne işine yarayacaktır. Ancak Natalia bu tür
kalıplaşmış kavramlara karşı savaşmak zorundadır. Yazar, bu genç kızın kişiliğinde,
İspanya’nın ellili yıllarını yansıtan bu tutucu ve duygusuz toplum yapısını gözler
önüne sermekte ve İspanyol kadını için bazı hakların olması gerektiğini öne
sürmektedir. Natalia, Pablo ile olan bir konuşmasının ardından şöyle der:
“Dükkândan çıkar çıkmaz, bana ilk olarak, orta eğitimden sonra ne gibi bir eğitim
almayı düşündüğümü soruverdi. Ona, bu konuda tam olarak düşünmediğimi ve hatta
eğitimime devam edip etmeyeceğimi bile bilmediğimi söyledim. Ve kendisi, bu konunun
babama bağlı olduğunu duymaktan hiç hoşlanmadı.” 97
Margaret Mead, (El hombre y la mujer) “Erkek ve Kadın” adlı kitabında,
kadının toplumdaki ahlaki konumuna şöyle değinmektedir “ Bir erkek ne kadar çok
kadınla birlikte olursa o kadar iyi bir koca olacağına inanılır, ancak bir kadın ne kadar 96 Carmen Martin Gaite, “ Entre visillos “, s.98 97 a.g.y. s. 186.
81
çok göz önünde olursa, onun iyi bir eş olacağı o denli şüphelidir.” 98 Bu nedenle genç
kızlar bir yuva kurana kadar evlerinde oturup beyaz atlı prenslerini beklemek
durumundaydılar. Onlar için en ideal olan şey, gökyüzünden yeryüzüne düşecek olan
o sevgiliyi bulabilmekti, ve o bir kez ortaya çıkmaya görsün, artık kadının yapması
gereken tek şey sabırla evliliği beklemekti. Bu süreç içerisinde, erkek geleceğini
güvence altına almak için çaba sarf etmekte ve iş bulma konusunda rakipleriyle
mücadele etmek zorundaydı. Bu durum, romanda Elvira ve Emilio ilişkisinde net
biçimde yansıtılmaktadır.
O çağlarda nişanlılık dönemi tamamıyla kurumsallaştırılmıştı. Carmen
Martin Gaite, bunu Gertru ile Angel ilişkisinde çok belirgin olarak ifade etmektedir.
Nişanlanarak böyle bir adımı atmış olmak, toplumda saygın bir yer edinmek
anlamına gelmekteydi. Zira bu kararla, kızla erkeğin önceki geçici ilişkileri
resmileştirilmiş oluyordu. Bu, toplumun değer yargılarına göre şüphesiz geleceğe
yönelik çok ciddi bir karardı. Nişanlılık dönemi, bazılarına göre “ evliliğe hazırlık
okulu”, yani bir öğrenme aşamasıdır. Zira, aileler arasında tanıştırılan gençler bu
dönemde birbirlerini tanıma fırsatı bulmaktadırlar. Romanda da gördüğümüz üzere
Carmen Martin Gaite, bu sürece çok önem vermektedir. Gertru ile Angel’in
nişanlılık döneminde uzun uzadıya söz edilmesinin nedeni de budur. Natalia, Gertru
için bu önemli süreci şu sözlerle anlatır: “ Bana anlattığına göre, kısa bir süre
içerisinde havaalanında verilecek bir partide uzun elbise giyecek ve sosyeteye
tanıştırılacakmış. Gertru da Angel’in havaalanını ne şekilde süsleyeceğini çok iyi
biliyormuş. Çünkü zaten o bir uçuş kaptanıymış ve her şeyin organize edildiği güzel bir
98 Margaret Mead, “El hombre y la mujer”, Fabril Editora, Buenos Aires, 1961. s.264
82
tören olacakmış.” 99 Bu tören esnasında Angel, Gertru’yu resmi olarak annesiyle
tanıştıracaktır ve bu ilişki evlilikle noktalanacaktır.
Savaş sonrası genç kızlarının rüyası olan evlilik kurumu aslında, çocuklarla
dolu bir arabayı sürerken, pencereden kocasına öpücükler yollayarak yolcu eden ev
kadınlığından başka bir şey değildir. Her şeyden önce İspanya, Amerika değildir.
Ama, yine de aile kurumunun özellikleri ortaktır. Tek hayalleri mükemmel bir eş ve
anne olmak ve bir sürü çocuk doğurarak güzel bir evde yaşamak ve hayal kurarak
kocalarının yolunu gözlemek; bunlar her genç kızın ortak rüyasıydı. Eva Figes
kadının bu konudaki görüşünü ve evlilikteki sorunlarını şöyle dile getirmektedir :
“Kadın için önemli olan evliliktir, tutku tehlikeli, şehvet ise deliliktir. Toplumumuzun
sahip olduğu bazı kurallar çerçevesinde, kadının temel görev ve zorunluluğu, evinin,
kocasının ve çocuklarının bakımını üstlenmektir, çünkü evlilik kadının hayatında çok
önemli bir unsurdur ve bu görevlerini engelleyecek herhangi bir ilgi alanına yönelmesi
doğru olmayacaktır.” 100 Savaş sonrası kadını, bekâr iken az da olsa sahip olduğu
haklarını evlendikten sonra tamamıyla kaybedeceğini geç de olsa anlayacaktır.
Martin Gaite, bu romanda, kocanın eve hakim olduğu bir aile ortamında evli
kadınların yaşadığı sorunları Gertru’nun ablasına düğün davetiyesini vermeye
gittiğinde onun evdeki halini tasviriyle çok net bir biçimde gözler önüne sermektedir.
Josefina şöyle düşünmektedir: “Gertru yüksek topuklu ayakkabılar giyiyordu ve
bacakları çarpıktı. İnce sueterin altında görünen düzgün bir karnı vardı. Kendisi de
bekarken, Fuenterabia’lı kadınlar, annesine şöyle derlerdi : Kızın da da ne vücut var,
Güzel sayılmaz ama endamı yerinde. “ 101 Josefina, evli ve çocuklu bir kadın olması
99 Carmen Martin Gaite, “ Entre visillos “, s. 11-12 100 Eva Figes, “ Actitudes patriarcales : La mujer en la sociedad ”, Alianza, Madrid, 1980, s. 182. 101 Carmen Martin Gaite, “ Entre visillos “,s. 236
83
sıfatıyla artık güzel bir endama sahip değildir. Yakın çevresinin ısrarıyla bir
defalığına kuaföre istemeden de olsa giderek bacaklarındaki tüyleri aldırmış ve saçını
yaptırmıştır. Ancak bütün bunlar onun kendini daha iyi hissetmesini sağlamamıştır..
Çünkü hâlâ üç saatte bir emzirmek zorunda olan bir kadındır ve ekonomik sıkıntı
içerisindedir. Gertru’nun düğününe giyecek doğru dürüst bir kıyafeti bile yoktur.
Carmen Martin Gaite’nin bu romanda vermeye çalıştığı şey, evlilik
kurumunun genç kızların kaçınılmaz sonu olduğu gerçeğidir. Çoğu, kendi ailesi
içerisinde maddi sıkıntısı olmayan genç kızlar, evlendiklerinde ebeveynleri gibi
mutsuz ve iletişimden yoksun yeni aileler kuracaklardır.
Savaş sonrası kadınının genel durumunu acıklı bir şekilde özetleyen Josefina,
Gertru’ya şöyle dert yanmaktadır : “Bu dünyada hiç kimse tam anlamıyla mutlu
değil. Herkesin kendine göre yaşadığı bir sorunu var. ” 102 Bu toplumun sorunlarını
paylaşmak zorunda kalan gençler, her defasında kendilerini daha da ezilmiş
hissetmektedirler. Bu sıkıcı ve monoton hayatı tekrar tekrar yaşamaktan
yorulmuşlardır. Değişiklik ve eğlence adına yaptıkları tek şey Casino’ya gitmek ve
her gün gördükleri kişilerle aynı konuları konuşmaktır. Yani tam bir kısır döngü
içerisindedirler. İnsanlar artık her gün alışılageldik şeyleri yapmaktan usanmaya
başlamışlardır. Emilio, Pablo ile tanıştığında ona şöyle der : “Yeni gelen birisi için
burası oldukça sıkıcıdır, ama zaten biliyorsun, her yerde olduğu gibi çevreye uyum
sağladığında, zamanı mükemmel bir şekilde geçirebilirsin. Tabii ki taşralı bir kentin
sınırları içinde ne derece olursa.” 103
102 ag.y.s. 234 103 a.g.y. s. 60
84
Bu kentin insanları, üzerlerinde artık iyice hissetmeye başladıkları toplumun o
korkunç ağırlığına ve bunun getirdiği dayanılmaz yaşam şartlarına karşı farklı
tepkiler vermektedirler. Emilio’nun sözleriyle bu durum okura şöyle yansıtılmaktadır:
“ Casino’dan çıktım. Şehir üzerime, üzerime geliyordu. Birden bire korkunç bir sıkıntı
hissettim, boğuluyordum “ 104
Bütün bu olumsuzlukların yanında Martin Gaite, okuru zaman zaman bu
ortamdan uzaklaştırmak ve romana hafifletici bir hava katmak amacıyla özellikle de
çocukluğu ve gençliğinde okuduğu ve o zamanın revaçta olan pembe romanlarından
bazı etkileri yansıtmaktadır. Pembe romanların, aşk, fantezi ve ütopya gibi kendine
özgü belirgin bir tarzı vardır ve bu tarz, bu tür romanların adına da yansımaktadır.
“Perde Arkasında” romanında ne isim ne de olayların akışı açısından pembe roman
özelliğini tam anlamıyla yansıtacak öğeler bulunmamaktaysa da, yazarın gençlik
yıllarında bu tür romanlardan etkilenmiş olması bazı bölümlerde romantik sahneler
olarak karşımıza çıkmaktadır. Pembe roman, okura, kişilerin karakterlerinde ya da
yaşadıkları sosyal çevrelerinde değişikliğin söz konusu olmadığı bir dünya
sunmaktadır. Bu tür romanlardaki kahramanlar oldukları gibidir ve değiştirilmesi asla
söz konusu olmayan bir sosyal sınıfa aittirler. “Perde Arkasında” adlı romanda
özellikle de Emilio’nun kişiliğinde bunu görmekteyiz. Her ne kadar Natalia ve Elvira
gibi karakterler yaşadıkları toplumdan ve içinde bulundukları sosyal çevreden kaçıp
kurtulma çabası içindeyseler de, Emilio yaşadığı monoton ve tekdüze hayattan hiç de
şikayetçi değildir. Ayrıca, Natalia ve Elvira’nın karakterlerinde romantik unsurlar
göze çarpmaktadır. Pembe romanlardaki ütopik ve platonik aşk çok uzun süreli
olmasa bile bu iki karakter tarafından Pablo’ya karşı yaşanmıştır.
104 a.g.y. s.253
85
Ayrıca, “Perde Arkasında” romanında sosyal yaşam içerisinde ne
politikadan, ne mantıksal eleştirilerden ne de sosyal reformlardan konuşulmaması
dikkat çekicidir. Martin Gaite’nin sunduğu orta sınıf dünyası, politik dünyadan
tamamıyla soyutlanmıştır, hiç kimse hükümetin uyguladığı icraat hakkında olumlu
ya da olumsuz tek bir söz etmez. Bununla birlikte edebiyatta, kurgu romanlarda
sözcük oyunları ile hemen hemen her şeye izin verilmiştir. “ Perde Arkasında ” bu
yönden pembe roman ile örtüşmektedir. Alternatif edebiyat olarak karşımıza çıkan
pembe romanlarda politikanın yanı sıra din konusuna da hiç değinilmemekte ve
“Perde Arkasında” romanında da böyle bir unsurun olmadığı dikkatimizi
çekmektedir. çekicidir. Oldukça önem taşıyan bu konuların roman içerisinde yer
alamaması belki de “Perde Arkasında” pembe roman türüne yaklaştıran önemli bir
özelliktir.
Romanda yolculuklardan, mücevherlerden ve alışılageldik dedikodulardan
bahsediliyor olması ise pembe romanla örtüştüğü bir başka noktadır. Örneğin
Gertru’nun kayınvalidesinin ona hediye ettiği mücevherlerden söz etmesi, Pablo’nun
yapmış olduğu tren yolculuğundan uzun uzadıya bahsetmesi. “Perde Arkasında” adlı
romanda yine pembe romanlarda olduğu gibi kişilerin mal ve mülkünden söz
edilmektedir. Para, insanlar için tam bir övünç kaynağıdır. Gertru ve Natalia arasında
kayınvalidesi hakkında şöyle bir konuşma geçmektedir:
“- Parası çok öyle değil mi ?
- Ne diyorsun, dünyanın parasına sahip. Bana verdiği hediyelerin sayısını bile unuttum.
Beni kızı gibi seviyor. Bütün gün onunla beraberim. Düğünden önce, bir dolu şey
almam için beni Madrid’e götürecek. 105
105 a.g.y. s. 237
86
Pembe romanlarda kadın, doğal güzelliği ile özdeşleşmiştir. Kadın
kahramanlar her ne kadar yalın ve hoş bir görünüme sahip olsalar da bunu yapay
şeylerle öne çıkarmak gibi bir kaygıları yoktur. Erkek ise erkekliğin tüm özelliklerini
kendinde taşımak zorundadır. “Perde Arkasında” romanında da kadının belirgin
denilebilecek bir özelliği bulunmamaktadır. Örneğin Natalia’nın gerçekten güzel bir
genç kız olduğu bazı imali sözlerle okura aktarılmaktaysa da, biz onu, gelecekle ilgili
kaygıları ve çabaları olan bir karakter olarak tanımaktayız. Romanda diğer bir kadın
karakter olan Gertru’nun güzelliği ise komşularının ağzından şöyle aktarılmaktadır:
“ - Şey, ben bu kızda hiçbir şey göremiyorum. Değneğe benzeyen kolları var.
- Yok canım, çok şirin bir kız. Ayrıca çok da iyi yetiştirilmiş, önemli olan da bu.” 106
Erkeğin erkekliğine gelince, yazar, erkek karakterlerin yaşadıkları aşk
tecrübeleri üzerinde durmaktadır. Örneğin, Gertru’nun nişanlısı Angel, onu
tanımadan önce seksi tatmış ve hatta onunla birlikteyken bile sevgililer edinmiştir.
Pembe romanlarda seks, çok ayrıntılı olarak verilmese de, yine de imalı bir anlatımla
okura yansıtılmaktadır.
Ayrıca, özellikle de, savaş sonrası pembe romanlarda olduğu gibi, kadının ön
plana çıkartılan masumiyeti ve saflığı, “Perde Arkasında” romanında Gertru’nun
karakterinde yansıtılmaktadır. Gertru, Angel için mükemmel bir kadındır. Çünkü
o, hayatını paylaşabileceği ideal kadın portresini çizmektedir ve ataerkil bir aile
yaşamının tüm özelliklerini her yönüyle benimseyecek niteliktedir. Angel, Gertru
hakkında şöyle demektedir “ Özellikle de, en önemlisi genç kız olması. Zaten
görüyorsun, henüz on altısını doldurmadı. Bir filizden daha saf. Daha önceden
nasıl erkek arkadaşı olabilir ki? Sence de öyle değil mi? Vakit geçirmek için o türden 106 a.g.y. s. 153
87
kızlarla bir arada olabilirsin, ancak evlenmek ayrı iştir. Evlenmek için Gertru gibi
birisi lazım.” 107
Toplumda, kadın açısından da saflık, sahip olunması gereken erdemlerin
başında gelmektedir. Bu konuda, kadınlar arasında “ iyiler” ve “ kötüler” gibi bir
ayrım da yapılmaktadır. Angel’in de doğruladığı gibi “ sokak kızları” vakit geçirmek
içindir, “ iyiler “ ise evlenmek için. Vakit geçirmek için herhangi biri olur ama
evlenmek ayrı konudur. Ayrıca, kadının saf olması yanında, toplumun getirmiş
olduğu bir takım baskıcı ahlak kurallarına da boyun eğmesi, erkekler tarafından kabul
gören bir başka erdemdir. Baş kaldıran kadınlar kendi hemcinslerince de kabul
görmemektedirler. Elvira, Casino’da çalışan Rosa hakkında Pablo’ya şöyle bir eleştiri
getirmektedir: :
“ – Sen hepimizin arkadaşın gibi mi olduğumuzu sanıyorsun ?
- Arkadaşım mı ? Kim ? Rosa mı ?
- Adının ne olduğunu bilmiyorum, zaten beni de ilgilendirmiyor. Yorgunum. Masaya
kadar bana eşlik etmek nezaketini gösterir misin lütfen. “ 108
Pembe romanlarda, kötü kadınlara, büyü yapılmış gözüyle bakılmaktadır. Zira
onlar, kötülüğü çağrıştıran kişiler gibidirler. “Perde Arkasında” romanında da
Carmen Martin Gaite, kötü hayat sürdüren kadınların toplumdaki istenmeyen
konumunu irdelemek istercesine Rosa adlı karakteri karşımıza çıkarmaktadır. Bu
karakterin, romanın akışında aslında pek o kadar da önemli bir yere sahip olmaması,
okurda, Gaite’nin bu karakteri sırf bu özelliğini yansıtmak açısından bilinçli olarak
yarattığı fikrini uyandırmaktadır. Tabii ki pembe romanlardaki kötü kız figürüne,
107 a.g.y. s. 48 108 a.g.y. s.10
88
yazar ufak bir detay daha ilave edecektir. “ Kırmızı boyalı sivri tırnaklar”. Pablo
Klein, ilk andan itibaren bu kızın diğer kızlara benzemediğini söylemekte ve onu
kendince değerlendirmektedir: “Yüzünden tümüyle adilik akıyor. Yemek boyunca
aralıksız içti. Bana Casino’nun animatörü olduğunu söyledi” 109 Pablo, bu
özelliklerinden dolayı onun mesleğini çok rahatlıkla tahmin edebilmiştir. Ayrıca
yazar, Rosa’nın kişiliğini varlığını daha çok tanımlamak için pembe romanlardaki
gibi sözcükler kullanmaktadır. “Evet, çok hoşsun, tıpkı bir bilmece gibi. Bilmecelerden
hoşlanırım ve sen de beni şaşırtıyorsun. Sana ilgili duymamı istiyorsun.” 110
Bu karakterle de yine pembe roman özelliğinin “Perde Arkasında” romanına
yansıtılmasının yanısıra, İç Savaş sonrası İspanyol toplumunun sıkıntıları ve yaşadığı
zorluklar da Rosa’nın karakterinde onun zavallılığı ve acı çekmişliği yönünde ele
alınmaktadır. Gaite, bu yönüyle, İç Savaş sonrası ve Franco dönemini yaşamış ve o
yılların pembe roman akımından etkilenmiş bir yazarı olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Perde Arkasında” farklı meslek grupları da tanıtılmaktadır; tıpkı
Gertru’nun sevgilisi Angel’in yaptığı pilotluk, Julia’nın sevgilisi Miguel’in görevi
olan sinema prodüktörlüğü gibi. Son iş pek alışılageldik sayılmamaktadır, fakat bu
görev ile pembe romanların tipik erotizm etkisi çağrıştırılmaktadır. Kişilerin işleri
önemlidir, çünkü kişiliğinin karakteristik özelliklerini belirtir, ama daha da önemli
olanı, aşk hikayelerindeki kahramanların romantik olmalarıdır. “Perde Arkasında”
romanında, Angel gibi sert erkeklerin yanısıra, pembe romanlardaki daha ılımlı ve
109 a.g.y. s. 78 110 a.g.y. s. 78
89
romantik erkek tiplemelerine de yer verilmektedir. Örneğin Emilio gibi: “ Noterlik
sınavlarına giriyorum ama her şeyden önce ben bir şairim. ” 111
Romanda kişilerin işlevi ne derece önemliyse, mekânlar da o derece önem
taşımaktadır. Romanda sık sık sözü edilen mekânların kendine özgü birer anlamları
vardır. Örneğin Casino’lar, evlenme çağına gelen genç kızların her perşembe ve pazar
öğleden sonraları gittikleri değişmez mekânlarından biridir. Gençlerin içinde
yaşadıkları cehaleti bize en iyi anlatan bu yerler, o dönemdeki toplumun kültür
seviyesine de ışık tutmaktadır. Günlük yaşamda bulamadıkları şeyleri bulmak hayali
ile bu tür umumi yerlere akın etmek zorunda kalan gençler, Casino’nun dayanılmaz
havasını solumakta ve her gün aynı yaşam öyküsünü tekrar etmektedirler. Pablo
Klein, bu duyguyu, Casino’ya ilk adım attığı gün yaşamıştır : “ İçeriye girdiğimde ilk
dikkatimi çeken şey, gözlerden uzak, ayrı bir köşenin olmayışıydı, bilakis herkes,
etraflarını keşfetmeye hazır meraklı gözlerle, sanki gizli bir bağ ile birbirlerine
kenetlenmiş gibiydiler. Dağınık olarak bulunan genç kızlar, benim içeriye girişimi
hemen fark ettiler ve kararsız adımlarla, etrafıma bakınarak ilerleyişimi an ve an takip
ettiler. “ 112
Pablo için Casino, insanların kişiliksizleşmesinde nasıl rol oynuyorsa, Enstitü
de kadınların ihtiraslarını besleyen bir başka işe yaramaz mekânlardan biriydi. Orası,
bilinçli yetişkinlerin, duygularını bastırdıkları bir sığınaktı. Pablo’nun Enstitüye ilk
gelişiyle birlikte edindiği izlenim tamamıyla olumsuzdur: “Bina, üzerinde hiçbir yazı
ya da tek bir sözcüğün yer almadığı, sadece birkaç süslemeden ibaret, gri taşlardan
yapılmıştı, ve girişinde nereye açıldığı kestirilemeyen şekilsiz bir kapı
111 a.g.y. s. 61 112 a.g.y. s.98
90
bulunmaktaydı.”113 Pablo’nun bu tasviriyle Enstitünün de genç kızların vakit
geçirmek için gittikleri Casino gibi boş bir mekândan farklı olmadığı anlaşılmaktadır.
Zaten tasvirde de Enstitü duvarlarının birkaç anlamsız süsleme dışında bomboş
olması gibi sembolik öğeler bulunmaktadır. Kız ve Erkek öğrencilerin ayrı ayrı
eğitim gördüğü bu Enstitüde, özellikle de kızlar için ne bir şeyler öğrenme ve ne de
eğitime devam etme gibi bir kaygı söz konusu değildi. Enstitünün boğucu havasının
Pablo’yu da sıkmaya başladığı belliydi ki, öğrencilerle birlikte dışarıda ders yapmayı
tercih ediyordu. Zaten Pablo çok kısa bir süre sonra eğitim vermeğe çalıştığı bu
Enstitüden hiçbir üzüntü duymaksızın ayrılmaktadır.
“ Bu binanın tümü, bana savaş yıllarından kalma derme çatma yapılmış bir
karakolu çağrıştırıyordu. Zaten öğrenciler de en basit sorular karşısında bile dalga
geçiyorlardı. Benim onlara vermek istediğim eğitimin meyvelerini toplamam mümkün
olmuyordu.” 114
Aslında romanda bu küçük taşra toplumun dışardan bakıldığında boş bir
testiyi andıran karakteristik yapısı okul ortamında da karşımıza çıkmaktadır. İçinde
bulunduğu toplum, Natalia gibi azimli ve geleceğini bir standart olarak kabul edilen
evlilik sınırları dışına taşımak isteyen bir kişiliği bile yutarken, ilim ve irfan yuvası
denilebilecek Enstitü adı altında kurumlaşan bir mekân da, gençler için boş bir hevese
dönüşmektedir. Toplum ve içinde bulunduğu kurumları, kendine özgü mantık dışı
değer yargıları çerçevesinde aslında ne denli kişiliksiz gençler yetiştirdiğinin
farkında bile değildir. Zaten yazar tarafından bu romanda mekan olarak seçilen
Casino ya da Enstitü gibi yerler sembolik olarak verilmektedir. İdealist düşüncelerden
113 a.g.y. s. 34 114 a.g.y. s. 212
91
yoksun roman karakterleri gibi bu mekanlar da kentteki sosyal yaşamın tek
düzeliğini, monotonluğunu ve iradesizliğini gözler önüne sermektedir. Dikkat
edilecek olursa, romanda, özellikle de gençlerin uğrak yeri olarak ne bir kütüphane ne
bir sinema ve ne de bir tiyatro gibi toplum kültürünü geliştirecek, ona yeni ufuklar
açacak, insanların fikir ve irade gücünü artıracak mekanlara hiç rastlanmamaktadır.
Çünkü bu kent toplumu, içinde bulunan mekanlar kadar boştur.
Romanda dış mekanlara gelindiğinde, kıyısında Pablo ve Elvira’nın küçük bir
aşk kaçamağı yaşadığı, Natalia ve Gertru’nun birlikte sohbet ettikleri nehir karşımıza
çıkmaktadır. Burada nehir, roman karakterlerinin ellerinde olmadan akıp giden ve
kıyısında seyirci kaldıkları yaşamlarını sembolize etmektedir. Romanda, kentin sıkıcı
ve boğucu atmosferinden kurtulmak isteyen karakterleri bu nehrin yakınında
görmekteyiz. Zaten Miguel ve Julia da aşklarını tazelemek için buraya
gelmektedirler. Nehir onlarda her zaman için güzel duygular uyandırmaktadır.
Miguel, nişanlısı Julio’ya şöyle demektedir: “ Nehre gidelim, sana ilk aşık olduğum
yere. “ 115 Tıpkı Julia’nın yaptığı gibi Pablo da bu nehir kıyısına, günlük yaşamın
monotonluğundan kurtulmak için birçok defalar gitmiştir. Nehir onlar için
yaşamlarındaki küçük bir kaçamaktır.
Casino kadar olmasa da, sinema gençlerin gittiği bir mekan olarak romanda
sadece bir kez karşımıza çıkmaktadır ve bu da bize, o kent toplumunun kültür
seviyesinin ne kadar geri kalmış olduğunu kanıtlamaktadır. O yıllarda zaten sinema,
tiyatro gibi kültürel işlevi olan mekanlar yerine radyo daha çok gündemdedir. Senede
bir de olsa gittikleri sinemada, kadınlar beyaz perdeye yansıyan görüntüleri kendi
115 a.g.y. s. 85
92
hayal dünyaları ile özdeşleştirmekte ve çok kısa bir süre için de olsa gerçek yaşamdan
kendilerini soyutlayarak ütopik bir dünyaya sürüklenmektedirler. Zaten bu kent
yaşamından tek kaçış yolu onlar için çok seyrek de olsa gittikleri sinema ya da sık sık
ziyaret ettikleri nehir kıyısıdır.
Bu kent toplumunda, eğitim, kültür ve idealizm açısından gençler üzerinde
sınırlayıcı rol oynayan Casino ya da Enstitü gibi mekanlar dışında, bire bir ahlaki
değerlerin söz konusu edildiği mekanlar da bu romanda karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle o yıllarda toplumun cinsellik konusunda uyguladığı sansür, akla hayale
gelmeyen yeni bir mekan yaratmıştır. Bu da Çin Mahallesi denilen ve genel evlerin
bulunduğu o dar ve karanlık sokaktır. Natalia kendilerine yasak olan bu sokağı şöyle
tanımlamaktadır: “Evin yakınında, inilmesi güç olan yokuş aşağı bir sokak vardı ve bu
sokağa girişte de bir fener asılıydı. Burası aslında geniş bir sokaktı ama uzaktan pek
fark edilmiyordu. Alçak yapılı evleri ile, herhangi bir özelliği olmayan bir sokaktı.
Toplumun ne dediğine aldırmayan bazı kadınlar ve erkekler dışında oraya çok az insan
giderdi. “116 Natalia, bu sokağın genelevlerin bulunduğu bir batakhane olduğunu
yıllar sonra öğrenmiştir. Boğaz tokluğuna fahişelik yapan çok fakir insanların
yaşadığı sefalet dolu bu sokağa Çin Mahallesi deniliyordu. Aslında bu mahalle,
Carmen Martin Gaite’nin çocukluğunu geçirdiği yerde bulunan gerçek bir mekan
olması açısından önem taşımaktadır. Gaite’nin romanda bu mekandan söz etmesi, o
yıllarda tanıklık ettiği ve sefaletin pençesinde acı çeken insanların var olduğu bu
mekanı bir an için de olsa okurların sağ duyusuna sunma kaygısından
kaynaklanmaktadır. Gaite şöyle demektedir: “Burası insanların hayallerinde
canlandırdıkları egzotik bir Doğu mahallesi değildi. Büyüdüğümde o mahallenin hiç de
çekici olmadığını görmüş ve hayal kırıklığına uğramıştım. Tabuları yıkmış bir yetişkin
116 a.g.y. s.123
93
olarak kendi hesabıma gerçeği geç de olsa algılayabilmiş olmanın rahatlığını
yaşıyordum.” 117
Kentin merkezinde yer alan ve romandaki diğer iki mekanı oluşturan Katedral
ve Plaza Mayor, farklı bir boyutta karşımıza çıkmaktadır. Kentin tam geliş geçiş
noktasını oluşturan bu mekanlar kent insanının mutlak bir uğrak yeridir ve dolayısıyla
da en hareketli bölgesidir. Monoton ve sıkıcı kent yaşamının aksine, hayatın
canlılığını yansıtması açısından önem taşımaktadırlar. Pablo, bu mekanı şöyle tasvir
etmektedir: “Öğleden sonraları Plaza Mayor’un kafeteryalarından birinin terasında
oturmak çok keyif vericiydi. Orada gelip geçen insanlara bakarak uzun zaman
kalırdım, komşu masalardan gelen konuşmaları dinleyerek neredeyse orada kök
salardım. Çok hareketli bir yerdi. Özellikle de genç kızların buluşma yeriydi.” 118
Her türden kent insanına ev sahipliği yapan Plaza Mayor gibi Katedral de farklı
kişilerin uğrak yeriydi. Katedral, kentin pencereleri gibiydi. Oradan tüm kent
görülüyordu. Çok yüksek surları olan bir yapı olması nedeniyle, kentin neresinden
bakılırsa bakılsın Katedrali görmek mümkündü. Manevi duyguları kamçılayan bu
yapının, kent halkının görebileceği bir yerde olması , onun sembolik özelliğini açığa
çıkarmaktadır. Kent halkı tarafından inançların ve dini konuların sorgulanmadığı bu
romanda, sadece mekan olarak karşımıza çıkan Katedralin bu sembolik işlevi oldukça
dikkat çekicidir.
117 Carmen Martin Gaite, “ Salamanca, Esta es mi tierra”, TRVE, 1972 118 Carmen Martin Gaite, “ Entre visillos ”, s. 51
94
2. EVDEN KAÇIŞ
2.1. KAHRAMANLAR VE KİŞİLİK ARAYIŞLARI
Roman iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, İç Savaş sonrası
İspanyol toplumunda kendilerini yavaş yavaş toparlamaya çalışan sıradan insanların
hayatı konu edilirken, ikinci bölümde kırk yıl sonrasının İspanya’sı yansıtılmaktadır.
Roman, bu iki bölüm arasında mekan değişikliğine de sahne olmakta, birinci
bölümde olaylar İspanya’da yaşanırken ikinci bölüm, bu ülkeden kilometrelerce
uzaktaki bir ülkede, Amerika’da geçmektedir.
İki farklı kuşağın ele alındığı birinci ve ikinci bölümde yeni kuşak eskisine
göre çok daha özgürdür. Romanda, bu genç kuşak insanları şöyle tasvir edilmektedir:
“Üzerlerinde yırtık kotlar, üstü yazılı tişörtler, dudaklarında neredeyse siyah denecek
kadar koyu rujlar olan bu Genç kızlar ve delikanlılar çoğunlukla işsizdirler ve sıradan
evlerde yaşamaktadırlar. En büyük zevkleri gürültülü müzik dinlemek olan bu gençler,
aileleriyle aralarındaki o ince bağı henüz kopartmamışlardır. Politika umurlarında bile
değildir. Onları tek ilgilendiren şey, artistler gibi rahat para kazanabilecekleri bir işe
sahip olmaktır. Bu yolla ekonomik özgürlüklerine kavuşarak evden
uzaklaşabileceklerdir. Bu gençlerin ayrıca çürüksüz dişlere sahip olmak gibi bir
takıntıları da vardır, zira onlar dış görünüşlerine çok önem vermektedirler. “ 119
Bu yeni kuşağın tek eğlencesi, geceleri arkadaşlarıyla buluşup sohbet
edecekleri ve o gürültülü müziği dinleyebilecekleri barlara gitmekti. Birçoğunun
ortak buluşma yeri olan Oriente Bar da bunlardan biriydi. Ancak yaz aylarında
revaçta olan bu bar, kışın önemini yitirmekteydi. Bu gençlerin bir kısmı, soğukların 119 Carmen Martin Gaite, “Irse de casa” Anagrama, Barcelona, 1998, s. 221
95
başlamasıyla birlikte okullarına dönerken, arkadaşsız kalan başıboş işsizler de
evlerine kapanırlardı. Bir araya gelme fırsatı bulan çoğu genç ise, hangi okula
gidecekleri ya da hangi alanda eğitim görecekleri konusunda tartışırlardı. “Bazıları
edebiyat eğitimi almaktan söz ediyordu. Bunlardan üçü erkek biri kızdı. Edebiyat
okumanın kendilerine bir fayda sağlayıp sağlamayacağını tartışıyorlardı. Madrid’de
bu konuda kendileri için daha iyi fırsatların ortaya çıkacağı konusunda hemfikirlerdi.
Çünkü yazarlığa adım atmış hocalar, eğer bir de kitap bastırmışlarsa, çok büyük
prestij sahibi oluyorlardı. “ 120
Gençler, bir yandan geleceklerini ilgilendiren bu tür konulardan bahsederken,
diğer taraftan da, geceyi bol bol içki içerek noktalamayı ve yataklarına öyle dönmeyi
tercih etmekteydiler.
Ancak romanda tasvir edilen Madridli bu gençlere pek benzemeyen bir
karakter vardır ki, o da romanın baş kadın kahramanı Amparo Miranda’dır. Çocukluk
ve genç kızlık dönemini o yıllarda Madrid’de geçirmiş olmasına rağmen bu
gençlerden oldukça faklı bir yapıya sahiptir. Amparo, kendine fırsatlar yaratmasını
çok iyi bilen, kendini yetiştirmek için çabalayan ve ileride başarılı bir kişi olacağını
daha okul yıllarında çevresine hissettiren ve romandaki olayların odak noktasını
oluşturan baş kadın kahraman konumundadır. Amparo’nun tek bir hedefi vardır o da
istediği başarıyı yakalamaktır. Bu başarı isteği içinde yatan tek hedefi ise toplumda
seçkin insanlar arasında yer alabilmektir. Bu tutkusundan hiçbir zaman vazgeçmeyen
Amparo, annesine terzilik işlerinde yardımcı olmaya çalışan küçük bir kız iken,
ileriki yaşlarda bu işi büyüterek, NewYork’ta başarılı ve ünlü bir modacı haline
gelmiştir.
120 a.g.y.s. 227
96
Orta halli bir kadının kızı olarak doğan Amparo babasız büyümüştür. Çünkü
Amparo evlilik dışı doğmuş bir çocuktur. Okul yıllarında kız arkadaşları onu şöyle
tanımlamaktadırlar: “Demir parmaklıklı pencereleri olan ve hücreyi andıran o ufacık
evde, annesinin soluk bile almaksızın dikiş makinesinin başında çalıştığı zamanlarda,
hiç şikayet etmeksizin kendini derslerine verebilmesi gerçekten çok büyük bir başarı.
Evet, evet doğru, tam dört dili ana dili gibi konuşuyor. Üstelik de bunları öğrenmek için
cebinden beş kuruş bile harcamadı, hepsini burs alarak okudu.” 121 Bu sözlerden de
anlaşılacağı üzere Amparo, dikiş makinesinin gürültüsüne aldırmaksızın çalışan
başarılı bir öğrencidir. Annesinin dikiş dikerek onu büyüttüğü göz önünde
bulundurulursa, öğrendiği yabancı dilleri, kazandığı burslar sayesinde geliştirmesi
gerçekten de onun kişisel başarısının bir kanıtıdır. Ekonomik açıdan büyük sıkıntı
çektikleri bu dönemlerde annesiyle birlikte çok ufak bir daireyi paylaşmak zorunda
kalan Amparo’yu bu durum asla yıldırmamıştır. Çünkü o, kişilik yapısı itibariyle
azimli ve kararlı bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiştir. Basit bir dikiş makinesi
ile, müşterilere dikiş dikerek geçimlerini sağlamaya çalışan annesinin yanında sessice
oturan Amparo, evdeki bu suskunluğuna karşın okulda çok çalışkan ve parlak bir
öğrenci kişiliği sergilemiştir.
Yıllar sonra annesiyle birlikte New York’ta yeni bir hayata başlayan Amparo,
evlenmiş ve Jeremy ve Maria isimlerinde iki çocuk sahibi olmuştur. Ancak çocukluk
ve genç kızlık döneminde geçirdiği zorlu yıllar onu belki de sevgiden yoksun,
acımasız bir karaktere dönüştürdüğünden çocuklarına dört dörtlük bir annelik
yapamayan Amparo’nun, yıllar sonra doğduğu kente yani Madrid’e geri dönmesinin
amacı ne eskiye duyduğu özlem ne de başarılarını kanıtlama arzusudur. Asıl konu, o
zamanlarda yarım kaldığını düşündüğü bir gönül işidir. Ancak şehirde geçirdiği bir 121 a.g.y. s. 41
97
hafta gibi kısa bir süre boyunca kendi meselesi ile değil de etrafındaki insanların
sorunları ile haşir neşir olması, Amparo’nun kendi kişiliği açısından çok olumlu
gelişmeler kaydetmesine neden olmuştur. Ancak Amparo, çocukluk yıllarından
kalma yalnızlık duygusuna bir çare bulamamıştır. Bu yalnızlık, onu kendi kendine
konuşmaya itmiş ve bu alışkanlığı yıllar boyu sürmüştür. Hatta Amerika’ya taşındığı
yıllarda bile bu alışkanlığı devam etmiştir. Yardımcı kadınları Florita, onun bu
alışkanlığını hayretle karşılamakta ve Amparo’nun kızı Maria ile, durumu şöyle
değerlendirmektedir:
“ - Annen kendi kendine konuşuyor, biliyor musun?
- Şey evet. Yani, bazen. Ama bu sence çok mu tuhaf ? ” 122
Madrid’de o küçük dairede otururken, evlerinin karşısındaki kocaman konakta
yaşayan zengin komşuları Olimpia, Amparo’nun sıkça görüştüğü tek kız arkadaşıydı.
Tek dostu olmasına rağmen ona özel hayatı hakkında çok az şey anlatmıştı. Bu da,
annesinin ona, çevresindeki insanlara özel hayatı konusunda çok fazla şey
anlatmamasını öğütlemesinden kaynaklanıyordu, zira böyle davrandıklarında daha
özgür olabileceklerine inanıyordu. Bunun nedeni de evlilik dışı bir ilişkisi yaşamış
olmasıydı.
Amparo çok uzun yıllar sonra evlilik dışı yaşanılan bir birlikteliğin meyvesi
olduğunu anladığında artık bazı şeylerin hiç de hayal ettiği gibi olmadığını anlamıştı.
Doğduğu şehirden uzaklaşıp Olvido Caddesine yerleştikten sonra babasının ölüm
haberi ile sarsılan Amparo aynı zamanda onunla ilgili bazı ayrıntıları öğrenme fırsatı
da bulmuştu. Annesi Ramona, o güne kadar babası hakkında hiçbir şey
122 a.g.y. s. 14
98
konuşmamıştı. Bir şeyler anlamaya çalıştığı zamanlarda ise, bu konuşmaları oldukça
yüzeyseldi ve ona, babasının adını bile söylemekte zorlanmıştı:
“ - Bunun ne önemi var canım, şey neyse. Tamam. Yani, adı şeydi işte. Cosme, tamam
mı ?
- Cosme Miranda mı ?
- Hayır kızım, Miranda benim kızlık soyadım. “ 123
Annesinin, babası hakkında Amparo’ya söylediği anlaşılır tek şey, babasının
onun için aldığı altın bir bileziği on beş yaşını doldurduğunda kendisine takacağıydı
ve yıllar sonra on beş yaşına geldiğinde annesi o bileziği koluna takmıştı. Ancak
babasızlığın verdiği acıyı hatırlatan, bir sır gibi sakladığı bu mirası, daima elbisesinin
kolunda gizlemişti. Kollu elbiselerin altına saklayarak zaman zaman okşadığı bu
bileziği, yaz geldiğinde takmamayı tercih ederdi. Gençliğe adım attığı ilk yıllarda,
Olimpia ile dostluğunu daha da ilerleten Amparo, üzerindeki durgunluğu hâlâ
atmamıştı. Bu Olimpia’nın da dikkatini çekmişti. Bir gün birlikte otururlarken, onun
özel hayatı hakkında çok fazla bir şey bilmediğini fark etti. Çünkü çok az
konuşuyordu. Üstelik kendi anlattıkları ile de çok ilgilenmiyordu. Ne gülüyor ne bir
tepki veriyordu. “Sana anlattıklarımı hiç dinlemiyorsun, senin için sanki burada
yokum. Neden gülmüyor ya da bana bir şeyler anlatmıyorsun ? Ben sana her şeyimi
anlatıyorum ama sen asla. Tek bahsettiğin şey okul ve annene yardım etmen, hep aynı
şeyler.” 124
Romanın ikinci bölümünde iki yetişkin evlat sahibi bir anne olarak karşımıza
çıkan Amparo’nun, durgunluğundan eser kalmamış ve aklına estiği gibi hareket eden
uçarı bir kadın haline gelmiştir. Zaten romanın başlarında Amparo, karşımıza ilk kez 123 a.g.y. s. 189-190 124 a.g.y. s. 192
99
böyle bir karakter yapısıyla çıkmaktadır. Kapıya bir Limuzin çağırarak, hiç kimseye
haber vermeden çok ani bir kararla evden ayrılmakta ve kızı Maria’ya çok kısa ve
açıklayıcı olmayan bir mektup bırakmaktadır. Bu ani ayrılış kararı Madrid’e gitmek
için alınmıştır. Ancak daha sonra kızı ile birlikte, onun doğacak ikinci bebeğine beşik
almak üzere sözleştiklerini hatırlar ve bıraktığı mektupta bundan da söz eder, ama bu
ani yolculuk kararı hakkında yine de tek bir ipucu bile vermez. Zaten açıklama
yapmak onun tarzı değildir. Mektubunda sadece, Eylül başlarında döneceğini ve
endişelenmemeleri gerektiğini söylemektedir. Çocuklarıyla, anne evlat diyaloguna
hiçbir zaman girmemiş olan Amparo, güzelliğine düşkün bir kadın olarak geçirdiği
estetik ameliyattan bile onlara söz etmemiştir. Madrid’e gitmek üzere evden ani
olarak ayrılışında bu konuda onlara kısa bir not bırakmıştır: “ Ameliyat iyi geçti.
Kendimi biraz tuhaf ama daha güzel görüyorum. Göz kapağımdaki kırışıklıklar artık o
kadar fark edilmiyor.” 125
Amparo bir modacı olduğu için giyimine dikkat eden ve çok şık giyinen bir
kadındır. Bu nedenle de çok sık kıyafet değiştirir ve her kıyafetinin cebinde bir
miktar para unutur. Madrid’e giderken evden ayrıldığı günün akşamı, Jeremy ve
Maria onun oturduğu daireye kapıcıdan anahtar alarak çıktıklarında, Jeremy onun
giysilerinin birinin cebinde unuttuğu Dolarları bulur. Çok zengin bir kadın olmasına
rağmen çocukları neredeyse aç gezmektedir ve Maria, Jeremy’nin elindeki paraları
görünce sevinçten haykırarak şöyle der :
“ - Yaşasın Jeremy. Tıpkı filimlerdeki gibi. Buna inanamıyorum. Nereden buldun
bunları ? Bak, bana doğruyu söyle. Yoksa onu çaldın mı ?
125 a.g.y. s. 22
100
- Hayır canım, anemin kışlık giysilerin olduğu şu iki dolaba bakmam yeterli oldu, o
kadar. Senin de bildiğin gibi annem, çantasını ya da palto ve ceketini her
değiştirdiğinde bunların cebinde hep bir miktar para unutur.” 126
Amparo disiplinli bir kadındır. Kendisi evde yokken dairesinde bazı ufak
tadilat işleri olacağını söyleyerek anahtarı kapıcıya bırakmıştır. Oysa, çocuklarının
kendi dairesine gelerek, paraları olmadığı için burada birkaç gün geçirebileceklerini
hiç düşünmemiştir. Maria ve Jeremy evdeyken kapıcı aramış ve daireyi terk etmeleri
için uyarmıştır. “ Sadece size haber vermek istedim. Lütfen beni yanlış anlamayın.” 127
Kapıcı bile onlara karşı anlayışlı ve nazik iken, Amparo onların ihtiyaçlarının
farkında bile değildir.
Amparo Miranda, unuttuğu ya da unutmaya çalıştığı geçmişini hatırlamak ya
da bu şehre kısa bir ziyarette bulunmak amacı ile Madrid’e gelir. Amacı, geçmişinde
yaşayamadığı ya da yarım bıraktığı ilişkisini aramaktır. Artık yaşadığı şehirden ve
ülkeden çok uzaklarda, doğduğu şehirdedir. Öylesine çabuk karar vermiştir ki, sadece
kızı Maria’ya kısa bir mektup bırakmaktan başka bir çözüm aklına gelmemiştir.
Geçmiş, Amparo için her zaman hayatının önemli bir parçasını oluşturmuştur
ancak hatırlamak istemediği için, yaşadıklarını uzun bir müddet bilinç altına itmiştir.
Tıpkı, ağrımadığı sürece bir uzvumuzun farkına varamadığımız gibi. Amparo
çocukluğunda annesinin öğütlediği gibi ileri yaşlarda da kendisi hakkında
konuşmaktan hoşlanmamaktadır. Çok sık estetik ameliyat geçirmiş olmasına rağmen
doktorlardan ve bu ameliyatlardan kimseye söz etmez. Amparo’nun bu özelliği
126 a.g.y. s. 29-30 127 a.g.y. s. 26
101
romanda şöyle aktarılmaktadır: “ Derinden bir sızı hissediyordu. Belki de henüz tam
iyileşmeyen dikiş yerleri ağrıyordu. Kulaklarının arkasından saç diplerime doğru
parmaklarıyla dokunduğunda, yara izini fark edebiliyordu. Boynundan dudaklarına
doğru elini gezdirdiğinde şişliğin artık inmekte olduğunu hissedebiliyordu.” 128
Amparo küçüklüğünden beri diğer insanlardan hep farklı birisi olmayı
başarmıştır. Kendine özgü davranışları, dik başlılığı ve kural tanımaması tamamıyla
onun karakterinden kaynaklanıyordu. Gaite, onun bu özelliğini romanda şöyle
tanımlamaktadır: “Çocukluğundan beri kendi kendini okşamayı sürdürüyordu, aslında
ona, bunun günah olduğunu söylemişlerdi. Ama Olimpia bunun tam tersini
savunuyordu, onunla vücudunun en özel bölümleri hakkında rahatça konuşabiliyordu,
ayrıca erkek çocukların da aynı şeyi yaptıklarını anlatmıştı ona.” 129
Amparo ileri yaşlarda sürekli olarak geçmişte yaşamaktadır. O yıllarda
bıraktığı, yarım kalan bir ilişkisi, onu hayatı boyunca rahatsız etmiştir. Yer ve zaman
önemli olmaksızın her an her yerde geçmişine dönerek, hayatında çok önemli bir yere
sahip olan bu anısını hatırlamakta ve hatta onu yeniden yaşamaktadır. Böle bir ruh
durumu içerisindeyken yanında her kim olursa olsun, onun bir hayal dünyasında,
geçmişe yolculuk yaptığını hemen fark etmektedir. Zira o anda sadece fiziksel varlığı
ile oradadır. Tüm ruhu ve benliği geçmişte bir yerlere takılıp kalmıştır.
Çocuklarının babası Ralph, ona daima itaat eden bir eş olmuştu. Ayrıca
İspanya’ya da hayrandı. Hatta bir seferinde, Amparo ile birlikte Madrid’e ve
Barselona’ya bile gitmek istemişti. Ama Amparo, İspanya yolculuğunu sürekli
128 a.g.y. s. 38 129 a.g.y. s. 38
102
ertelemişti. Geçmişi ile yüzleşmekten çekiniyordu. Ralph’in ölümünden sonra onu
çok özlememesine karşın, tıpkı estetik ameliyatın izini hissettiği gibi onun da sızısını
sürekli içinde hissetmekteydi.
Amparo’nun geçmişte çok büyük bir aşk yaşadığı, kitabın birinci bölümünün
sonuna yaklaşırken ancak anlaşılmakta ve onun sürekli geçmişe dönme isteği şu
sözleri ile gün ışığına çıkmaktadır. “Bir daha asla dönmemek üzere Madrid’den
uzaklaşmalı mıyım, yoksa hayatımın büyük bir bölümünü geçirdiğim, beni küçük
düşüren bu şehrin surlarına ne pahasına olursa olsun tırmanmaya mı çalışmalıyım?” 130
Amparo hayatındaki tüm başarı ya da başarısızlıkları daima tek başına elde
etmiştir. Tıpkı annesinin ona küçüklüğünden beri sık sık tekrar ettiği gibi hayatta hep
tek başınadır: “Amparo, senin sadece kâğıttan bir gemin var” 131 O da zaten bu kâğıt
geminin sadece annesiyle kendisinin ağırlığını çekebilecek güçte olduğunu çok iyi
bilmektedir. Belki de hayatı tek başına göğüslemek zorunda kalmasının nedeni
annesidir. Bu gemiye başka birisini davet etmeleri geminin batması anlamına
gelecektir.
Aslında Amparo’nun annesi, onun okuması ve toplumda saygın bir yer
edinmesi bakımından çok bilinçli davranan açık görüşlü bir insandır. Okuldaki diğer
öğrencilerin annelerinin aksine kendisi Amparo’yu, okuması ve çok daha ileri gitmesi
için teşvik etmiş ve hatta birkaç dil birden öğrenmesi konusunda motive etmiştir.
Ramona, bu konuda şöyle demektedir: “ Elbette ki dil çok önemli. Bunun aksini
savunmakla yine aynı yere varıyoruz. Bizim zamanımızda da ailelerimiz bize karşı
130 a.g.y. s. 40 131 a.g.y. s. 40
103
bilinçsizce davranarak geleceği görememişlerdi.” 132 O yıllarda Amparo’nun kız
arkadaşları, yabancı dil bilgisinden dolayı onu kıskanmaktaydılar. Çünkü çoğunun
ailesi, özellikle de dil öğrenmelerinin bir işe yaramayacağını savunuyordu. Henüz
yirmi yaşındayken dört dil biliyor olması Amparo’yu diğer kızların gözünde
yeterince yüceltiyordu. Bunun yanısıra, Amparo ve annesinin her ne kadar açlıktan
nefesleri de koksa, yine de kimsenin eskisini giymeye tenezzül etmiyorlar ve tıpkı
Olimpia’nın dediği gibi, o çevrenin zenginlerinden bile daha şık giyiniyorlardı.
Üstelik, bütün genç kızların aşık olduğu yakışıklı zengin Abel Bores bile, bu kızların
değil Amparo’nun peşinden koşuyordu.
Amparo, New York’taki hızlı ve yoğun yaşamın ardından, yılların
yorgunluğunu üzerinden atmak istercesine hayatının geri kalanını devamlı olarak
yolculuk ederek geçirmek istiyordu. Kırk yıl sonra, Madrid’e yaptığı yolculuk sonrası
yorgunluğunu, şehrin en lüks oteli olan Excelsior’da dinlenerek atmaya çalışan
Amparo, ertesi gün ılık bir banyodan sonra her ne kadar hazır görünse de, ne
yapacağını tam olarak bilemez haldedir. Şehre gelişinin ilk gününde Amparo,
gökyüzüne yükselen gökdelenleri gördüğünde, eski geçmiş günlerini anımsar. Ve o
eski, tek katlı binaların bu şehirde halen bir yerlerde, sessizce yattığını hayal eder.
Aradan geçen bunca yıldan sonra şehrin bu denli değişmiş olması aslında çok
normaldir, çünkü doğduğu bu şehre gelmeyeli kırk seneden fazla olmuştur. Amparo,
yıllar sonra gerek iç monologları gerekse geçmişe olan yolculukları ile sürekli tek
başınadır. Onu bu konuda cesaretlendiren ve yönlendiren kişi en yakın arkadaşı
Olimpia’dır. Olimpia ona, tek başına konuşmanın çok eğlenceli olduğunu söylemiştir.
Bu şekilde rahatlayabilen kişi, bir de karşısında kendisine cevap verecek birini hayal
132 a.g.y. s. 43
104
edebilirse işte o zaman olay daha da eğlenceli bir boyuta ulaşabilecektir. Amparo
kırk yıl sonra yine Madrid’de, kendi kendine bu soruyu sormaktadır : “Acaba kendisi
hâlâ bunu yapıyor mu? Belki de yapıyordur. Aman, umurumda değil, belki de şimdiye
kadar ölmüştür bile. Her neyse, buraya hayaletleri yerlerinden kaldırmaya
gelmedim.”133
Amparo, artık kendi kendine konuşmakla kalmıyor, karşısında yarattığı hayali
kişiyle bile sohbet edebiliyordu. Son zamanlarda yüz ifadesinde de değişiklikler
olmaya başlamıştı. Çünkü Amparo, o sırada görünmeyen birisinin kendisine verdiği
yanıtlara ufak yüz mimikleri ile karşılık vermekteydi. Oğlu Jeremy ise onu böyle
dalgın ve değişik bir ruh hali içerisinde gördüğünde eski günlere daldığını düşünürdü.
Amparo sık sık geçmişine dönmekte ve gerçek yaşamdan bir anlık da olsa
tamamen uzaklaşmaktadır. Madrid’de kaldığı otel odasında düşünceye daldığında,
yan odalardan gelen bir kapı gürültüsü onu, Jeremy ile birlikte olduğu ve onun
kapıları çarparak dolaştığı eski günlere götürmektedir. Amparo aslında Madrid’e geliş
nedenini de tam olarak bilememektedir. Evden ani bir kararla ayrılmıştır ve şimdi bu
şehirde tek başınadır : “ İşte buradayım ve tek başınayım, yeterli değil mi ? “ 134
Amparo kırk yıl önce taşındığı New York’ta Fifth Avenue’da muhteşem bir
evde yaşamaktadır. Oysa tüm çocukluk ve ergenlik dönemi Madrid’de Olvido
Caddesinde sıradan yıkık dökük bir evde geçmiştir. Amparo, annesiyle birlikte
yaşadıkları bu şehirden ayrılmak zorunda kaldıklarında çok ağlamış ve üzülmüştür.
Ara sokaklarına kadar çok iyi tanıdığı ve bildiği bu yerlerden bir anda kopmak ona
133 a.g.y. s. 55 134 a.g.y. s. 55-56
105
çok acı gelmektedir. Sanki bu şehir ile bütünleşmiştir. Yıllar sonra geri döndüğü bu
şehri her ne kadar tanıdığını zannetse de çok şeyin değişmiş olduğunun o da
farkındadır. Tıpkı aradan geçen kırk küsur yılın vücudunda bıraktığı izler gibi. Şu an
tanınmış Ensanche oteller zincirinden birinde kalıyordu ve arenaya çıkmaya
hazırlanan matadorlar gibi bu şehri tepeden seyrediyordu. “Ona en üst kattaki süit
odalardan birini vermişlerdi. Oldukça lüks ve geniş olan bu otel odasında üçlü koltuk
takımı, televizyon, bir çalışma masası, buzdolabı, ve faks cihazı bulunmaktaydı.
Amparo, pencereye yaklaşarak, nefesiyle buğulanan cama bilinçsizce bir “A” harfi
yazdı ve dönüp gitti.” 135
Madrid’de, kaldığı otel odasının kapısından altından atılan gazetenin halen o
geçmiş yıllardaki ismi taşıması onu çok mutlu etmiştir. Bu şehirde geçmişten kalma
bir şeylerin olması olağanüstüdür. Saatlerdir ağzına yiyecek bir şey koymadığını fark
eden Amparo, bir yandan telefonla otel resepsiyonunu ararken diğer yandan rast gele
çevirdiği gazete sayfalarının birinde kendisinin bu şehre gelmesinde büyük rol
oynayan kişinin fotoğrafını sosyete sayfasında görür. İşte Abel Bores yine karşısına
çıkmıştır. Onunla ilgili yazının başlığı şöyledir. “Seminerini gerçekleştiren Don Abel
Bores, Arjantin’den döndü.” 136 İşte Amparo’nun aniden kimseye haber vermeden
çıktığı yolculuğun gerçek sebebi olan ilk aşkı Abel Bores hemen orada karşısında
durmaktadır. Onu gördüğünde, içinden hemen sokağa çıkmak ve onunla herhangi bir
yerde buluşmak geçer, ancak daha nerede oturduğunu ve hangi semtte bulunduğunu
bile bilmemektedir. Onu görmek için tanıdık bir yerlere gitse bile karşılaşma
olasılıkları yine de çok azdır. Amparo artık, yolculuğunun bir anlamı olduğunu
düşünmektedir. Üstelik bu yolculuk bir maceraya dönüşmüştür. Bu ona biraz cesaret
135 a.g.y. s. 57 136 a.g.y. s. 58
106
verir. “Artık midesi ağrımamaktadır. Gözlüklerini çantasına koyar. Üç parçalı
aynanın önünde elbisesini giyer ve o çok pahalı İtalyan ayakkabılarına bakarak
aynadaki yansımasına gülümser. Elli yaşında olmasına rağmen tığ gibi vücuduyla daha
kırk sekizindeymiş gibi görünmektedir. Eskiden elli yaşına basmış bir kadın yaşlı
sayılırdı, ama artık öyle değildi. Amparo yine geçmişe dönmüştür. Sanki karşısında
Abel varmışçasına sol kaşını kaldırarak kendi kendine şöyle demektedir:
- Beni hatırladın mı ? Arabanla beni biraz gezdirir misin ?” 137
Giyinip asansörle aşağıya inerken son kez aynada kendine bakar ve işte yine
geçmişe, Abel ile karşılaştığı o mutlu günlerinden birine dönmüştür. Abel, onunla
her karşılaşmasında ukala bir tavırla nerelerde olduğunu ve neler yaptığını
sormaktadır. Bu tavrıyla Abel’in, kendisine ilgi duyduğu yeterince açıktır. Zira diğer
kızlarla o denli ilgilenmemektedir. Amparo, buna rağmen Abel’i sık sık
görememekten yakınmaktadır, çünkü etrafında her zaman onunla konuşmaya can atan
bir sürü kız vardır. Oysa ki, Amparo, o zamanlarda basit bir terzinin kızıdır. Ama
aradan yıllar geçen yıllar onu yeterince değiştirmiş ve güzelleştirmiştir. Amparo artık
herkesin dikkatini çeken çok alımlı bir kadındır. Otelin asansöründen çıkarken lobide
onu gören kadınlar, defalarca dönüp bakmaktan kendilerini alamazlar. Çünkü o artık
Amerikan tarzı giyimiyle bu şehir halkından çok farklı görünmektedir.
Amparo, otelden ayrıldıktan sonra henüz nereye gideceğine karar
verememiştir. Yeni geldiği bu şehirde ne yapacağını kestiremediği için amaçsız bir
şekilde yollarda dolaşırken oradaki bir müzeye girer. Geçtiği meydanlar, daracık
sokaklar ona hiç yabancı gelmemektedir. Ne de olsa tüm çocukluk ve ergenlik
dönemlerini buralarda ve özellikle de Olvido Caddesinde geçirmiştir. Ama oraya
137 a.g.y. s. 59
107
gitmeye bir türlü cesaret edememektedir. Bu karmaşık duygular içerisinde şehirde
dolaşırken kulaklarında annesinin sözleri çınlamakta ve yokluk içinde geçirdikleri o
günleri anımsamaktadır. “Görüyor musun, bazen hiç işine yaramadığı düşündüğün
şeyler bile gün gelir önemli bir ihtiyacını karşılar. Bak, mesela şu mavi pantolonun
yırtılan yerine sakladığım bir kumaş parçasıyla cep yapacağım. Sana dediğim gibi
kızım, Ramona Modası bu; tıpkı yeni bir şeyler icat etmek gibi. Sahip olduğun hiçbir
şeyi atma, zira her an eski bir giysiyi yepyeni bir kıyafete dönüştürebilirsin.” 138
Gerçekten de Ramona, bu konudaki yaratıcılığı sayesinde tanınmış bir modacı olmayı
başarmış ve Amparo da onun izinden yürümüştür.
Her attığı adımda annesine danışan Amparo, kocasının ölümünden sonra iki
yetişkin ve şımarık çocukla tek başına kalmış ve bu dönemde çok büyük bir
bunalıma düşmüştür. Aslında, hayatı boyunca hep birileri tarafından yönetilmiştir.
Örneğin Madrid’den New York’a taşınma kararını veren kişi annesi olmuştur, daha
sonra ise onun yerini Ralph almıştır. Annesi, her ne kadar onu hayata dair çok şey
öğretmişse de, Amparo sevgiden yoksun büyümüştür. Çünkü Ramona’nın ona
sevgisini verecek hiç vakti olmamıştır. Bu sevgisizlik, Amparo’nun karakterinde
onun çocuklarıyla olan ilişkisine de yansımıştır. Dolayısıyla Maria ve Jeremy,
şımarık ve sorumsuz birer çocuk olarak büyümüşlerdir. Bunun nedeni de
annelerinden hiç sevgi görememeleridir. Amparo bu yolculuğa çıkma kararını
aldığında çocuklarına haber verme gereğini bile duymamıştır. Madrid’e gidiş kararını
hiç kimseye danışmadan almış ve tek başına çekip gitmiştir. İş hayatında gösterdiği
başarıyı, özel hayatında gösterememiştir, ve şimdi o, doğup büyüdüğü bir şehir olan
Madrid’de bile ne yapacağını bilmeden kararsız ve boş adımlarla yürümektedir.
Sabahları tek başına uyandığı bu otel odasında her ne kadar iş hayatından uzak 138 a.g.y.s. 143
108
disiplinsiz bir yaşamı kucaklıyor olsa da, buraya geldiğinden beri geceleri gördüğü
rüyalar olumlu yönde değişmiştir. Uzun zamandır böyle bir lükse sahip olmamıştır.
Burada yapması gereken tek şey, odasının kapısına bir takım uyarı mesajları asarak
kat görevlisini yönlendirmektir. Dışarıya çıktığında saatini odada unutmuş olmasının
onun için artık hiçbir önemi yoktu. Çünkü burada, hiçbir işe yetişmek zorunda
değildi. Ayrıca, şimdi şehrin her yanında insanlara saati ve sıcaklığı bildiren dijital
panolar mevcuttu. Oysa bundan yaklaşık kırk sene önce her şey çok farklıydı. Ama
yine de bu şehirde anılarını canlandıracak geçmişten kalma birçok mekan olduğu gibi
duruyordu..
Amparo, eskilerde bilinç altına attığı ve şimdi buraya asıl geliş nedeninin o
olduğunu bildiği Abel Bores hakkında bir dizi araştırmaya girişmiş ve rehberde bu
adı aramaya koyulmuştur. Artık eline az da olsa birkaç ipucu geçmiştir ve geriye
bir tek seçenek kalmıştır ve o da, yıllar önce kendisini etkileyen ama bir türlü
duygularını açamadığı o adama bir an önce kavuşmak.
Amparo, kendisi için büyük önemi olan Olvido caddesine geldiğinde karşısına
Tarsi’nin güzellik salonu çıkmıştır ki, burası yıllar önce anneleriyle birlikte yaşamış
olduğu evdir. Şimdi burada yılların yorgunluğunu üzerinden atmak için içeriye giren
zengin bir müşteri konumundadır. Güzellik salonu sahibi Tarsila’nın kendisine karşı
çok sıcak ve sevecen davranması Amparo’yu çok duygulandırmışsa da, ona bir
zamanlar annesiyle birlikte bu evde yaşamış olduklarını söyleyememiştir. Ancak
Tarsila’nın şu sözleri onu derinden etkilemiştir: “ Burası benim evim, ama burada
kendini evindeymiş gibi hissedebilirsin.” 139 Zira, Amparo’nun bir zamanlar annesiyle
139 a.g.y.s. 182
109
birlikte hem ev hem de iş yeri olarak kullandıkları bu ev, aynı işlevi artık Tarsila için
görmektedir. Amparo, bunun nasıl bir kader olduğunu düşünmektedir. Çünkü,
Tarsila’nın annesi olan Tarsila Sanchez del Olmo, o yıllarda annesi Ramona’nın
yanında çıraklık yapmıştır. Ancak Ramona bu şehirden ayrılarak New York’a
taşınmaları sırasında Tarsila Sanchez del Olmo’ya, o zamanlar daha çok küçük olan
kızı Tarsila için yüklüce bir çek göndereceğine söz vermiş ve New York’a
taşınmalarının ardından da bu vaadini yerine getirmiştir. Amparo, annesini
kaybettiğinde, bu fedakâr yardımcı kadını cenazeye davet edip etmemekte tereddüt
etmiş ve sonuçta onu aramamaya karar vermiştir. İşte şimdi onun kızı ile karşı
karşıyadır fakat yine de içinden geldiği gibi davranamamakta ve dolayısıyla da
onunla duygularını paylaşamamaktadır. Bunun tek nedeni de geçmişini yeniden
yaşamak istememesidir. “Parayı tezgâhın üzerine bıraktı ve kalktı. O anda, bu küçük
Tarsila’yı kucaklayabilir, sevgisini ona büyük bir coşkuyla gösterebilir, gözyaşları
içinde annelerinin tanıştıklarından bahsedebilir ve tekrar görüşmek istediğini
söyleyebilirdi. Ama kendini o kadar güçlü hissetmiyordu.” 140
Amparo, geçmişiyle yüzleşmemek ve kimse tarafından tanınmamak için
kendisini, kocasıyla bu şehri gezmeye gelen bir kadın olarak göstermiştir. Ancak
böyle davranmakla da kendini neye ve kime karşı korumaya çalıştığını o da
bilememektedir. Günün yorgunluğunu atmak üzere oteline dönüp dinlenmek isteyen
Amparo, o gün olanları kısaca not almak üzere günlüğüne bir şeyler karalar. Bu da
çocukluğundaki yalnızlığını paylaştığı bir başka alışkanlığıdır.
Amparo, eskiden beri iyi giyinmesini seven birisidir. Özellikle de
ayakabılarına çok özen göstermektedir. Gençliğinde, Olimpia ile olan dostluğunu 140 a.g.y.s. 185
110
ilerlettiği yıllarda, Olimpia ona kullanmadığı çok yeni ayakkabılarını vermek istemiş
fakat ayak numarası uymamıştır. Oysa annesi Ramona, ne olursa olsun başkalarından
bu tür yardımlar almamasını ona öğütlemiş ve böyle davrandığı zamanlarda da bunu
hiç hoş karşılamamıştır. “Açlıktan öldüğümüzü sanacaklar. Kazandığın burslar
sayesinde okul masraflarını kendin çıkarıyorsun. Uykundan çalarak çalışıyorsun.
Herşey yoluna girdiğinde, annen yaşadığı sürece, hiç kimsenin olmadığı kadar şık
giyineceksin.” 141
Amparo yaptığı çılgınlıklarla da oldukça tanınmıştır. Çocukları da kendine
çekmiş olmasına rağmen annelerinin anlattıkları maceralar karşısında şaşkınlıklarını
gizleyemezler. Bir keresinde, orta yaşlı bir arkadaşıyla helikopter kiralamış ve
güneşin doğuşunu ve batışını izlemek üzere bir günü havada geçirmişlerdi. Maria ve
Jeremy bütün bu çılgınlıkları, annelerinin menopoza girdiği şeklinde
yorumlamaktadır. Maria, annesi tarafından anlatılan bu çılgınlıkları oldukça abartılı
bulurken, Jeremy bunların annesinin fikri değil de, çıktığı erkeklerin uçarılığının bir
sonucu olduğuna inanmaktadır. Ayrıca annesinin herkesi etkileyebilecek güzellikte,
havalı bir kadın olduğunu da düşünmektedir. Maria ile aralarında şöyle bir konuşma
geçmektedir: “ Benim arkadaşım, onu sadece iki kez görmesine rağmen bir türlü
unutamıyor, annem herkesi anında deliye döndürebilir. Benim tek anlamadığım,
annemin tek başına olduğunda, tek başına yemek yediğinde ve caddede tek başına
yürüdüğünde ne düşündüğü.
- Sence ne düşünüyor?
- Şimdilik Ralph’i düşünüyor olmalı.” 142
141 a.g.y.s. 191 142 a.g.y.s. 238
111
Amparo, çocuklarının babası Ralph ile tam on yedi yıl birlikte olmuştur. Onu
kaybettiğinde Maria daha küçüktür. Fakat yine de onu biraz olsun anımsamaktadır.
Maria şöyle der: “Şey, babam öldüğünde ben çok küçüktüm. Ama onun sürekli olarak
çok meşgul ve çok ciddi bir insan olduğunu hatırlıyorum, ve sanırım annemle de iyi
geçiniyorlardı. “ 143 Ralph’le sekiz yıl evlilik dışı bir birliktelik yaşayan Amparo,
onun sürekli ısrarlarına dayanamayarak sekiz yıl sonunda onunda evlenmişti, ama o
zamana kadar da evlenmeyi sürekli olarak reddetmişti. Aralarında normal bir çiftin
hayatı yoktu ve beraberlikleri boyunca sık sık tartışıyorlardı. Genellikle de bu
tartışmalarını telefonda yaparlardı. Tartışma konuları evlilikti. Ralph ona sürekli
olarak şu soruyu soruyordu. “ Niye evlenmiyoruz ? “ 144 Amparo, dudaklarını onun
kulaklarına yaklaştırarak bu soruya şöyle cevap vermişti: “Bir sene daha bekle.
Tamam mı?” 145 O geceyi Ralph’ın evinde geçiren Amparo, her zaman olduğu gibi
sabah ona kısa bir not bırakarak kendi evine gitmişti. Madrid’de yaşadığı gençlik
yıllarında Amparo, böyle bir evlilik dışı ilişkiye asla cesaret edemezdi. Zaten içinde
bulunduğu toplum da buna izin vermezdi.
Şu an kaldığı Excelsior otelinin odası ona sıkıcı gelmeye başlamıştı. Hâlâ
uykusuzluk çekiyordu. İlk defa olarak Ralph’i biraz özlemeye başlamıştı. Kafasında
bin tane düşünce vardı. Her şeyden önce, evine döndüğünde sahibi olduğu “Miranda
and Company” şirketinde yeniden işe başlayacak gücü kendinle bulup
bulamayacağından o kadar emin değildi.
Oğlu, Jeremy’nin geleceği onu endişelendiriyordu. Hâlâ doğru dürüst bir iş
bulamamıştı. Şu an Madrid’de olmak yerine çocuklarının yanında olması gerektiğini 143 a.g.y.s. 239 144 a.g.y.s. 242 145 a.g.y.s.242
112
düşünüyordu. Madrid’de aradığı şeyi bulmakla eline ne geçecekti ki. Bunca yıl, o
ilk ve gerçek aşkı olmaksızın geçip gitmişti. Onu bulsa, ne konuşacağını bile
bilmiyordu. Bütün bu düşünceler içindeyken, ışıkların hepsi açık olmasına rağmen
uyuyakalmıştı.
Amparo, halen kendisiyle bir iç çatışma yaşamaktaydı. Zaten çocukluğundan
beri devamlı olarak kendini sorgulayan biri olmuştu. Belki de bu sorgulamalar, onu iş
hayatında başarılı bir yere getirmişti ama özel hayatında, bütün bu düşünceler, tam
bir ruh karmaşasına dönüşmüştü. Küçükken yoksulluğun ve acı çekmişliğin izlerini
sanki birilerinden ya da bir şeylerden intikam alma hırsına dönüştürmüş ve bu da onu
başarılı bir iş kadını yapmıştı. Peki ya, özel hayatına ne olmuştu? Bütün bu
başarıların ardından Amparo, kendi içi dünyasıyla barışık yaşayan bir kadın mıydı?
İşte bu noktada o, geçmişte yaşayamadıklarını ve bir takım özlemlerini acımasız bir
öz eleştiriye dönüştürmüş ve kişiliği gereği sıkıntılarını kimseyle paylaşamadığı için
de, kendisini durmadan bir kaçış içerisinde bulan ve gerçekte ne yapmak
istediğinden tam olarak emin olmayan bir kadın haline getirmişti. Amparo, içinde
âdeta ruhsal bir patlama yaşıyordu. Bunun da ilk belirtileri kendi kendisiyle ya da
aynaya yansıyan görüntüsüyle konuşması biçiminde ortaya çıkıyordu.
Sabah uyandığında odasında, günlük gazete ile birlikte üzerinde “Lady
Drake” yazılı bir zarf ve ona iliştirilmiş kırmızı bir gül bulur. Otelin görevlisi genç
kız, gülü gece on buçuk sularında bir gencin getirip yukarıya çıkartmak istediğini
ama resepsiyondan izin vermediklerini söyler. Amparo kızı yolladıktan sonra gülün
yanındaki zarfı merakla açar. İçinden bir kaset, bir mektup ve bir de tiyatro bileti
çıkar. Oğlu Jeremy’nin sözleri bu olayla bir kez daha doğrulanmıştır. Amparo’ya
113
hayran olmak için onu bir kez görmek yeterlidir. Genç yaşlı tüm erkeklerin başını
döndürmektedir. Mektup, trende öylesine tanışıp konuştuğu Marcelo ismindeki genç
tiyatrocu çocuktan gelmektedir. “Luisa Fernanda” adlı oyun için bir biletle birlikte,
kendisinin radyoda yaptığı röportajı dinlemesi için bir de kaset yollamıştır. Mektupta
ise, açıkça olmasa bile, üstü kapalı bir biçimde kendisine ilanı aşk edilmektedir.
Amparo, Marcelo isimli bu gençten gelenleri bir tarafa koyduktan sonra eline aldığı
gazeteye şöyle bir göz attığında, üzerindeki tarihinden bu günün doğum günü
olduğunu anlar. Son yaş gününü Ralph ile kutlamıştır. Gazetedeki bir alt başlıkta,
Manuela Roca isminde genç bir kadının trafik kazasında ölüm haberini okur.
Fotoğraftaki yüzü hemen tanımıştır, bu kadınla Madrid’e geldiği ilk gün, müzenin
önünde karşılaşmıştır ve onun çok üzgün olduğunu anımsamaktadır. Kendisini sadece
bir kez görmesine rağmen gazetede yazan tarih ve saati not ederek cenazeye gitmeye
karar verir. Amparo, tek başına kaldığı bu otel odasında, her ne kadar yeni tanımış da
olsa, bu birkaç kişinin haberiyle, doğum gününde yalnız olmadığını hissetmektedir.
Oysa eskiden etrafındaki insanların ne yaptığı ve ne düşündüğü onu hiç
ilgilendirmezdi çünkü annesiyle birlikte o yıkık dökük evde hayatta kalmak için güç
bir savaş vermekteydiler.
Amparo Madrid’e geldiğinden beri zaman zaman o eski günlere dönerek
gözleri dalıp gidiyor ve geri dönülmesi imkânsız o yılları sanki yeniden yaşıyordu.
İşte yine geçmişe dönmüştü. Simültane çeviri yapmaktan yorgun düştüğü bir iş günü,
kız arkadaşının isteğini kıramayarak davetli oldukları bir partiye, öncelikle annesini
arayıp haber vererek gitmeye karar vermişti. Eylül ayıydı ve otuz üç yaşını dolduralı
çok olmamıştı. Partiden çıktıklarında başı çatlarcasına ağrıyordu ve aldığı içki
yüzünden iyice sarhoş olmuştu. East River bölgesinde tanıdığı hiç kimse yoktu ve
114
biraz temiz hava almak için yürümek istemişti. Ancak kendini gittikçe daha kötü
hissetmesinden dolayı oturacak bir yer ararken, onu pek umursamaz gibi görünen
ama yine de gözlerini üzerinden ayırmayan bir adamla karşılaşmıştı. Adamın çok hoş
açık renk gözleri vardı ama Amparo onun ilk önce ayaklarına bakmıştı, çünkü bir
insanı en çabuk ayaklarının ele vereceğini düşünmekteydi. Gerçekten de
yanılmamıştı, o kocaman ayaklarında çok şık bir çift ipek ayakkabı vardı. Kendisine
evine kadar eşlik etmek istemesinden çok duygulanan Amparo, gözlerinden süzülen
yaşlara engel olamamıştı. Artık ayakta duracak hali kalmadığı için Ford marka
arabasına binme teklifini çabucak kabul etmişti. Adam yanına oturması için kapıyı
açmış ve emniyet kemerini bile bağlamıştı.
“ - Çok teşekkür ederim, bugün işler çok yoğundu da, biraz içtim ve … .
- Lütfen, bir şey açıklamak zorunda değilsiniz, açık hava size iyi gelecek, derin nefes
alın.” 146 Adam arabanın camlarını açmıştı ve East River’dan aşağıya doğru
iniyorlardı, gecenin ilerleyen bir saatiydi ve saçları rüzgârın etkisiyle dağılmıştı. Yan
gözle onu izliyordu. Bakımlı elleriyle direksiyonu çok profesyonelce kullanıyordu.
Saçındaki aklar, meçli gibi duruyordu. Aslında bu yolculuğun bir ilişkinin başlangıcı
olabileceğini düşünmek isterdi fakat her şey o kadar ciddi ve belli bir saygı
ölçüsündeydi ki. Parmağında yüzük de yoktu. Amparo daha önce hiç arabaya
binmemişti. Üstelik böyle lüks bir arabayla Lower East Side semtinde mütevazı bir
eve doğru yolculuk yapmaktan üzüntü duyuyordu. Arabanın saati dokuz buçuğu
vuruyordu. Evinin önüne geldiklerinde inmek için acele ediyordu. Amparo, aceleyle
çantasında anahtarını ararken adam sormuştu:
“ -Yalnız mı yaşıyorsunuz ?
- Hayır, annemle. Kendisi modacı, ben de Birleşmiş Milletlerde çalışıyorum.” 147
146 a.g.y.s. 195-196 147 a.g.y.s. 195-196
115
O bunları söylerken adam oturduğu sokağa şöyle bir göz atmış ve iki yalnız bayanın
böyle bir semtte oturmaması gerektiği konusunda bir yorum yapmıştı. Amparo,
kendilerinin göçmen olduğunu ve istedikleri bir semtte oturma lüksüne sahip
olmadıklarını söyleyerek âdeta savunmaya geçmişti. El sıkışırken, birbirlerine
kartlarını da vermişlerdi. Amparo’nun yüzünde öyle aşırı bir makyaj yoktu.
Gençliğinde böyle bir alışkanlığının olmaması tabii ki ekonomik durumlarının kötü
olmasından kaynaklanıyordu. Oysa artık güzellik salonlarından çıkmıyordu. Adamın
ona gösterdiği yakınlıktan öyle duygulanmıştı ki, kendisine o an evlenme teklif etse
hemen oracıkta kabul edebilirdi. O akşam tek istediği bir an önce odasına kapanıp o
lüks Ford araba içinde yaptığı kısa ve güzel yolculuğu hayalinde yeniden
canlandırmaktı, ancak annesi onu sürekli lafa tutarak kızının ona öğreteceği İngilizce
derslerine bir an önce başlaması gerektiğini söylüyordu. Elindeki dikiş işlerinden ve
Amparo’nun da bütün gün çalışıyor olmasından dolayı, kendisinin akşam saatlerinden
başka İngilizce öğrenecek zamanı kalmamaktaydı.
Aslında romanda, okurun Ramona’yı tanıması demek, onun bir yerde
Amparo’nun kişiliğini çözümlemesi anlamına gelmektedir. Çünkü o da annesi kadar
azimli ve çalışkan bir yapıya sahiptir. Her ikisi de prensiplerinden asla ödün
vermemektedir. Ancak, birisinin kocasının olmaması, diğerinin de baba sevgisinden
yoksun büyümesi, onların bir taraflarının hep eksik kalmasına neden olmuş ve kendi
kişiliklerini bulana kadar da bunun eksikliğini hep içlerinde hissetmişlerdir.
Amparo, yolculuğunun asıl nedeni olan Olvido Caddesine gitmeye artık
kararlıdır ve bu cesareti kendinde bulur. Amparo, yıllar öncesinde burayı, tek bir
arabanın bile geçmediği oldukça sessiz bir cadde olarak bilmektedir. Buna güvenerek
116
rahatça yolun ortasında yürürken, virajı genişçe alan bir motosikletliyi son anda fark
ederek kendini kaldırıma atar, ancak topuğu kırılmıştır. Oradan geçmekte olan genç
bir kızın yardımı ile ayağa kalkar. Herhangi bir şeyi yoktur. Kız ona yardım ederek
caddenin karşısındaki sahibi olduğu antikacı dükkânına sokar. Kızın adı Rita’dır ve
Abel’in kızıdır. Ancak Amparo’nun bundan haberi yoktur. Bu dükkân ve bölümleri
oluşturan paravanlar ona hiç de yabancı değildir. Dikiş makinesinin sesini duymamak
için günün büyük bölümünü bu paravanların arkasında geçirdiği günleri anımsamıştır.
Küçükken hep kendine ait sessiz ve kocaman bir salonda ders çalışmak istemiştir. Şu
anki zenginliği ise kendisine geçmişte yaşadığı o zor günlerini bir türlü
unutturmamıştır. Şimdi durduğu bu yer tam onun yatak odasıydı ve karşısında da,
birlikte hayallerini paylaştığı aynalı dolabı bulunmaktaydı. Pencereye yanaştığında
ise eski komşuları Moret’lerin bahçesini olduğu gibi görebiliyordu. O dükkândaki
bebeklerden birini torunu Caroline’e hediye almayı düşündü. Sevdiklerine ufak da
olsa bir şeyler almaktan hoşlanıyordu. Üstelik de artık zengindi. Bu evde yaşarken de
dostları için aynı şeyi yapmak istemiş ama yapamamıştı. Amparo genç kızın getirdiği
bir bardak suyu içerken ona burada yaşayıp yaşamadığını sordu.
“ - Hayır. Burası yaşamak için çok küçük bir yer. Ufacık bir mutfağı ve bir de tuvaleti
var o kadar.
- Evet, tabii ki yaşamak için çok küçük.” 148 Amparo’nun genç kızın söylediklerini
onaylamaktan başka çaresi yoktu. Çok gururlu bir kadın olması ve sırlarını hiç
kimseyle paylaşamaması, onu, gerçekleri bir günah gibi saklamaya itiyordu. Amparo,
bu arada etrafı incelemekteydi. Fakirlik ve sefaleti bir yana, o gene de, bu küçücük evde
yıllar boyunca, annesi ile birlikte, dikiş makinesinin bitip tükenmeyen tıkırtıları
arasında hem çalışıp hem okuyarak en güzel çocukluk ve gençlik yıllarını geçirmişti.
Amparo sonunda, üzerinde bir bebeğin dansettiği müzik kutusunu torununa almaya 148 a.g.y. s. 212
117
karar verdi. Dükkândan ayrılmadan önce genç kız ona eski fakat sağlam bir çift
ayakkabı verdi. Bu, en azından topuğu kırılmış bir ayakkabıyla yürümekten daha
iyiydi. Amparo da ona, topuğu kırık ama Dario Dodoni marka ayakkabısını bıraktı.
Hayatta hiçbir şeyi karşılıksız almamıştı. Bu yüzden de bir başkasına borçlu
kalmaktan hiç hoşlanmazdı. Dükkânın tam karşısında eskiden olduğu gibi
Olimpia’nın evi duruyordu. Olimpia kendisinden bir yaş büyük olmasına rağmen,
tanıdıkları yaşlı bir kadın diye ondan bahsediyordu. Amparo, bu sıfatı hiç sevmemişti,
zira kendisi de hemen hemen onunla aynı yaştaydı ve yaptırdığı estetik operasyonlar
sayesinde ortaya çıkan genç görünümünün aksine gerçek yaşının oldukça eskidiğini
böylece fark etmiş oldu. Geçmişinden saklanan Amparo, kendisinin bile unutmaya
çalıştığı o yoksulluk günlerinin, burada kimse tarafından bilinmesini istemediği gibi,
dış görünüşü açısından da bir kaçış içerisindedir. Küçüklüğünden beri kendisinde bir
saplantı haline gelen, olduğundan farklı görünme kaygısı, onu hem yaşam tarzı ve
hem de görünüş olarak değişime uğrama çabası içerisine sürüklemiştir. Hırslı ve
azimli bir karakter yapısı sayesinde bunda da oldukça başarılı olmuştur. Ancak hayatı
bu şekilde yorumluyor olması ne derece doğrudur. Amparo, aslında bu davranış
biçimiyle, kendisinin hak etmediğini düşündüğü geçmişini bilinçaltına itme
çabasındadır. Bunun başlıca nedenlerinden birisi de, geçmişinde yaptığı hataların geç
de olsa farkına varması ve bundan pişmanlık duymasıdır. Örneğin Madrid’den
ayrılacakları o son gün Abel’in ona yazmış olduğu aşk mektubunu sanki hiç almamış
gibi davranarak çekip gitmesi onu hayatı boyunca rahatsız etmiştir. Kısa da olsa bir
cevap yazabilme cesareti gösterememiştir. Şüphesiz ki, alt toplumsal ekonomik
konumu itibariyle buna cesaret edebilecek gücü kendisinde bulamamıştır. Sonuçta
tüm sorun, onun haklı olarak, bir yerlerde saklamak istediği sefalet dolu yaşantısı ve
babasızlığın vermiş olduğu utanç duygusudur.
118
Olimpia’nın evinin önünden geçerken bahçeden onun çığlık çığlığa şarkı
söyleyişini duyan Amparo, onun balkondaki görüntüsü karşısında şok olmuştur.
Karşısında, saçları bembeyaz olmuş ve yarı çıldırmış yaşlı bir kadın durmaktadır.
Amparo yine, kaçarcasına oradan hızla uzaklaşır. Geçmişiyle yüzleşmenin hiç de
kolay olmadığını bir kez daha anlamıştır.
Olimpia, Amparo’nun gençlik aşkı olan Abel’in okuldan arkadaşıdır.
Olimpia, o yıllarda güzelliği ve zekasıyla tanınan bir genç kızdır ve günün birinde
artist olacağını düşlemektedir. Olimpia, Abel Bores ile olan arkadaşlığının yanı sıra
onun okuldaki en önemli rakiplerinden de biridir. Abel, geçen yılların ardından,
Amparo’dan bir cevap alamayınca başka bir kadınla evlenerek çoluk çocuğa
karışmıştır. Eşini yakın bir zamanda kaybeden Abel, şimdi artık kendisini
çocuklarına adamış ve yaşı oldukça geçkin bir baba sıfatına bürünmüştür. Abel,
Olimpia ile olan dostluğunu yanlış değerlendirenlere karşı, asıl aşkının Amparo
olduğunu haykırmak istemişse de, ondan bir yakınlık göremediği için bu aşkı içinde
saklamayı tercih etmiştir. Duygularında daima samimi olan Abel, ne yazık ki,
Amparo tarafından anlaşılamamış olmanın hayal kırıklığını yaşamıştır. Abel’in
Amparo’ya olan duyguları âdeta bir sır gibi kalırken, okulda, Olimpia olan
arkadaşlığı, evlendikten sonra ailesi tarafından da yanlış değerlendirilmiş ve bir
akşam yemeğinde kızı Rita, annesinden duydukları doğrultusunda, babasına şu
soruyu sormuştur: “Baksana baba, sen gençken Olimpia teyzeye aşık mıydın ? Annem
bana bir kez bundan söz etmişti de. “ 149
149 a.g.y.s. 231
119
Amparo yine eski günlere dalmıştır. Olimpia’nın onun hayatında önemli bir
yeri olduğunu düşünmektedir. Abel’e kendisini, Katharine Hepburn’e benzeyen çok
şirin bir kız diye, ilk tanıştıran Olimpia olmuş ve birbirlerini daha iyi tanımaları için
de onları, evinde verdiği partilere davet etmiştir. Abel, aslında Amparo’yu ilk defa
Milli Kütüphanede görmüş ve ona orada aşık olmuştur. Amparo’yu sürekli göz
hapsinde bulunduran Abel, onu daha fazla görürüm umuduyla, Milli Kütüphaneye
onun gittiği saatlerde giderek kendince fırsatlar yaratmaya çalışmıştır. Bu
karşılaşmalar sırasında da, her ikisi de, farkında olmadan birbirlerine karşı ilgisiz
kalmadıklarını hissetmişlerdir. Olimpia’nın verdiği partilerden birinde, Amparo ile
Abel sadece bir anlığına yalnız kalmış ve aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir:
- “Onlara daha önceden tanıştığımızı neden söylemedin?
- Seninle gizli bir ilişkim olması hoşuma gidiyor.
- Ya senin ?
- Benim de.
- Bunu sürekli koruyalım.
- Sürekli diyerek ne demek istiyorsun?
- Daima demek istiyorum. Yemin ederek işi ne sıkıcı bir hale getirmek, ne de monoton
bir ilişkiye girmek istiyorum.“150
İşte Abel’in bu sözleri Amparo’yu bir yerde ondan uzaklaştırmaya yetmiştir. Abel
uzaklaştığında, Olimpia bir ara Amparo’nun yanına gelerek ona arkadaşını nasıl
bulduğunu sormuş ve Amparo da sadece, “iyi” demekle yetinmiştir. Zira, daha fazla
yorum yapacak durumda değildir. Amparo, duygularını frenlemek zorundadır,
çünkü o gerçekten Abel’e aşıktır ve ciddi bir ilişki yaşamak istemektedir. Üstelik,
maddi durumu iyi olan bir erkeğe, toplumsal konum açısından aşağılarda yer alan bir
150 a.g.y.s. 233
120
kadının kızı olarak duygularını açmak, üstelik de o işi ciddiye almadığını açıkla belli
etmişken, hiç de kolay değildir.
Amparo, buna her ne kadar zorunlu değilse de, müzede sadece bir kez
gördüğü Manuela’nın cenazesine katılmak istemiştir. Geceleri rahat uyuyamadığı
için ertesi gün geç kalkan Amparo, Katedralin önündeki kalabalıktan izin isteyerek
kendine bir yol açmaya çalışır. Madrid’e yaptığı bu yolculuk artık onun için son
duraktır. Bavulunu bir gece önce toplamış ertesi gün yola çıkmak üzere
hazırlanmıştır. Yaptığı yolculuk sırasında onu etkileyen bazı önemli olaylar vardır.
“Burada beni etkileyen üç şey oldu; bunlardan birisi aynalı dolabımla karşılaşmam,
diğeri, artık çürümeye yüz tutmuş tahta döşemeleri olan, çocukluğumun geçtiği eve
girişim ve üçüncüsü de Olimpia’nın, balkondaki kendini dağıtmış ve yaşlı görüntüsü
ve benim bunu bir ağacın arkasından izliyor olmam. “ 151 Amparo geçmişiyle ilgili bu
noktada şu duyguları yaşamaktadır: Ne kendi geçmişini kabullenebilmek ne de bunu
bir başkasıyla paylaşarak deşarj olabilmek. Çünkü Amparo, geçmişini kucaklayacak
kadar cesur bir kadın olsaydı, bunu ya Tarsila ile paylaşırdı ya da Olimpia’yı bir
ağacın arkasından suçlu gibi seyretmez, onun karşısına çıkarak eski anılarını
tazelerdi.
Amparo, Katedralin merdivenlerini çıkarken, burada da hayatında
unutamayacağı başka bir olay yaşayacağını sezinlemektedir. Orgun sesi duyulmaya
başladığında Amparo da yine geçmişe dönerek, o günlerde Annesi Ramona’nın, onu
Kiliseye en temiz kıyafetlerle yolladığını hatırlamaktadır. İçinde bulundukları
yoksulluğa rağmen, Ramona, kızının iyi yetişmesi için elinden geleni yapmıştır.
Amparo o yılları şöyle anımsamaktadır: “Ciddi bir genç kızdım. Sırtım dimdik ve 151 a.g.y.s. 287
121
adımlarım ahenkliydi; tıpkı bir manken gibi. Hatta, annem beni başımda kitaplarla
yürütürdü ve bu konumdayken kollarımı kontrollü olarak iki yanda sallamalıydım “ 152
Amparo da, çocuklarına kendi annesi gibi annelik yapabilmeyi isterdi. Onun tek
arzusu, çocuklarının sorumluluk sahibi kişiler olarak bir meslek edinmeleriydi. Ama
Amparo’nun erkek arkadaşı Gregory, onunla aynı fikirde değildi. Çocukları kendi
hallerine bırakmasını ve zaten yeterince zengin olduklarını söylerdi. Amparo bu
düşünceler içindeyken, Madrid’de yaşadığı her dakikanın oğlu Jeremy’nin
senaryosunu zenginleştirecek yeni bir ışık olacağını düşünüyordu. Aslında Jeremy bu
konuda oldukça uçarı davranıyordu. Zaten kendisi de Jeremy ile tartışmıştı. Amparo
yaşadıklarını ona anlatacak ve o da nasıl olması gerektiğine karar verecekti. Artık
Jeremy için bir şeyler yapma vaktinin geldiğini biliyordu ve buna da hazırdı.
Amparo sadece senaryonun içeriği konusunda değil, hemen hemen her
konuda oğluyla tartışırdı. Bir tartışmalarda ise Jeremy’nin ağzından çıkan sözler onu
yeterince üzmüştü. Çünkü, yıllardır bildiği ama kendine bile itiraf edemediği
gerçekleri sonunda oğlu onun yüzüne vurmuştu. “Bak anne, fakirlikten geçen yolu
senaryolaştırmak, cesaret, sabır ve meziyet ister, sende bunlardan hangisi var?
Söylesene senin bir amacın var mı ? Ne kadar zamandır kârlı çözümler üretiyorsun?
Kurallarını kendinin koyduğu, zengin bir kadın haline dönüştün. Mesela
büyükannemin, senin için istedikleri, kendisinin sahip olamadığı şeylerdi, fakat sen,
Maria ve benim için ne istiyorsun ? Bir gün olsun bizim ne istediğimizi bize sordun mu?
Örneğin Maria’yı ele alalım, bir paltoya ihtiyacı var ama senin bir gün bile giydiğini
göremediğim altı tane palton var. Bak, bunun etiketi hâlâ üzerinde duruyor. Bir gün
bile giymemişsin. “ 153
152 a.g.y.s. 288 153 a.g.y.s. 290
122
Amparo, torunu için bebekli müzik kutusu aldığı antikacı dükkânında
kendisiyle ilgilenen genç bayanla Katedralde göz göze geldiğinde onu hemen tanır
ve selamlaşırlar. Rita da Amparo’yu tanımıştır. Babası Abel ile mezarlığa kadar
gitme konusunda tartışan Rita, farkında olmadan Amparo’yu çok eskilere götürür.
Amparo ile Rita’nın babası göz göze geldiklerinde olan olur. Bu uzun yolculuk artık
amacına ulaşmıştır. Yıllar önce aşık olduğu o genç adam, yıllar sonra karşısına hiç
beklemediği bir anda çıkmıştır. “ Amparo, Rita’yı görür görmez tanımıştı ve onu
gülümseyerek selamladı. Rita da ona karşılık verdi. İşte o an sanki manyetik bir alana
girmişti; Abel tam karşısında duruyordu. Üzerinde bir yağmurluk ve şapka vardı.
Gözleri birbirlerine kenetlenmişti ve sanki Kilisede onlardan başka hiç kimse yoktu.
Dün ve bugün kavramları onun için bir anda silinip gitmiş ve zaman durmuştu. Abel’in
bakışlarında gizlenen, çözülmesi mümkün olmayan bu ifade karşısında Amparo daha
fazla dayanamadı. Tek bir söz bile sarf etmeden başını hafifçe öne eğerek sırtını bu üç
kişiye kabaca dönüp, önünde biriken kalabalığı yüzlerine bile bakmaksızın dirsek
darbeleriyle iterek, çıkışa doğru koşar adımlarla giderek uzaklaştı.” 154
Amparo, yağmura aldırmadan, kaçarcasına oradan uzaklaşmaya çalışırken
arkasından kendisini takip eden ayak sesleri duymaktadır. Kapanan bir şemsiyenin
ardından omzunda güçlü bir el hisseder.
“ - Amparo, lütfen, neyin var ? Neden benden kaçıyorsun ? Sana sormak istediğim tek
bir şey var.
- Şey, özür dilerim, sanırım beni başka birisiyle karıştırdınız.” 155
Abel, bu sözleri hiç duymamış gibi, Amparo’nun yağmurdan ıslanan yüzünü kendi
mendili ile siler. Amparo makyaj yapmadığı için kendini şanslı hissetmektedir, aksi
taktirde Abel’in mendiline fondötenin bulaşabileceğini düşünüyordu. Abel’in
154 a.g.y.s. 292 155 a.g.y.s. 298
123
kendisine söyleyeceklerini ciddi ve soğuk bir tavırla dinlemeye hazırlanan Amparo
aslında çok gergindir. Aldığı akşam yemeği davetini hiç düşünmeden geri çevirir ve
bu arada da heyecandan titremektedir. Abel onu arabasına bindirmeye ikna eder, ve
arabanın anahtarını Amparo’ya bırakarak, birkaç dakikaya kadar geri döneceğini
söyleyip gözden kaybolur. Amparo, Abel’i beklerken, yıllar önce henüz bir genç
kızken, onunla ile ilk kez şu an önünde bulunduğu Milli Kütüphanede karşılaştığını
hatırlamıştır. Bakışlarının birleştiği o ilk anda Abel’in de kendisine karşı kayıtsız
kalmadığını görmüş ve o dakikaları asla unutamamıştır.
Amparo bu düşünceler içinde yine geçmişe dönmüştür. Çocukluğu hep tek
başına geçmiştir. Çok küçük bir evde yaşamaktaydı ve kendisine ait bir odası bile
yoktu, zira ev paravanlarla ufak odalara ayrılan tek bir salondan ibaretti. Evliliğinin
ardından, ilk çocuğu Jeremy’e, kendisinin isteyip de sahip olamadığı her şeyi vermek
istemiş ve ona oyuncaklar, kitaplar, ve daha bir sürü kırtasiye malzemesiyle dolu
büyük bir oda hazırlamıştı. Jeremy, paten kaymakta, sinemaya gitmekte, satranç
oynamakta, akrabaları olan Drake’lerin yatıyla gezmekte ve babasıyla kısa
seyahatlere çıkmaktaydı. Oysa ki, kendi çocukluğunda Amparo’nun zevk aldığı tek
an, onun kendisi ile baş başa kaldığı zamanlardı. Böyle zamanlarda karıncaların
koşuşturmalarını izlerdi. Küçük bir lamba ışığı altında kendi kendine okuma yazma
öğrenmişti. Evlerine hiç arkadaşı gelmezdi. Yani hiç arkadaşı yoktu. Eve gelenler,
sadece elbise siparişi veren komşu kadınlardı. Annesinin anlattığı kısa hikayeler, ya
çok korkunç ya da çok gizemli olurdu. Bu hikayeler, sonuçta köylülerin uydurduğu
şeylerdi. Arabada Abel’i beklerken bir yandan geçmişe dönen Amparo, bir yandan
da kaçmayı düşünmektedir. Ama küçük bir kızken bile, o sıkıcı evden kaçmayı asla
aklına getirmemiştir. Özellikle de şu anda kaçmanın kendisi için çok tehlikeli
124
olduğunun bilincindedir. Zira bu, geçmişiyle yüzleşmesi için son şansıdır. Kaçış onu,
kısır döngü içerisine sürükleyecek ve belki de bir süre sonra yeniden Madrid’e
gelerek yeni bir arayış içine girecektir. Amparo, Madrid’e geldiğinden beri, tanık
olduğu ve hissettiği bir takım olaylarla âdeta olgunlaşmış ve ne istediği konusunda
bilinçlenmiştir. Amparo, küçüklüğünden beri kolay kolay ağlayan birisi değildi.
Okula gitme yaşı geldiğinde, kendini derslerine ve çalışmaya vermişti. Böylece daima
sınıfının birincisi olmayı sürdürdü. Annesi, Amparo üzerinde baskıcı bir tutum
sergilemekteydi. Soruları bazen Amparo’yu çıldırtırdı. Ancak sonraları, annesinin
ona her gün sormuş olduğu “Neredeydin? Ne yaptın? Ne düşünüyorsun ?“ 156 gibi
sorularının rutin sorular olduğunu fark etti. Yani annesi bunları farkında olmadan
soruyordu, o da, rast gele cevap vermeye başlamıştı. Aslında yalan söylemesine gerek
yoktu, çünkü gizlemesi gereken kötü bir şey asla yapmazdı. Bazen imdadına,
yanlarında çalışan Társila del Olmo yetişirdi. “Ama, Ramona, ona çok fazla
yükleniyorsun, bunu sana söylediğim için beni bağışla ama, olayları hiç olumlu
karşılamıyorsun. Hayırlı bir kız evladın var, çalışkan, sorumluluk sahibi,
çocukluğundan beri buraya tıkılıp kalmış, eline ne geçerse onunla eğlenmekle yetiniyor
ve bundan hiç şikayetçi değil, üstelik aldığı burslar sayesinde bedava okuyor. Daha ne
istiyorsun ? Bana kalırsa birazcık gülümsesen iyi olur.” 157
Amparo eski günlere dalmışken, Abel’in koşarak arabaya doğru geldiğini fark
eder. Yıllar sonra tıpkı hayal ettiği gibi Abel ile birlikte aynı arabada nereye doğru
gittiklerini bilmeksizin yol almaktadırlar. Amparo, arabayı kullanan Abel’i, sanki
hasret giderircesine uzun uzun incelemektedir. Yanında duran bu adamın, ilk günkü
kadar yakışıklı olduğunu düşünmektedir. İşte, şimdi kendisini engelleyecek hiçbir
156 a.g.y.s. 306 157 a.g.y. s. 307-308
125
kimse ve hiçbir şey yoktur; ne fakirliği, ne çaresizliği ne de çevresindeki şımarık
zengin kızları. Amparo, bu duygular içerisinde, Abel’in, onu istediği yere
götürmesine izin vermiştir. Yolculuk boyunca ne iş yaptıklarından bahseden iki eski
âşık, birbirleri hakkında zaten birçok şeyi biliyorlardı. Çünkü artık her ikisi de
basında yer alan tanınmış kişilerdir ve Abel, onun ünlü bir modacı olduğunu
duymuştur. Amparo, Madrid’de bulunuş nedenlerinden birinin, oğlu Jeremy’nin
yazdığı bir film senaryosu hakkında bilgi toplamak olduğunu söylemektedir. Abel
senaryonun ne olduğunu sorduğunda, Amparo ona şöyle cevap verir. “Nedenini
bilmeden, başka bir şehre yolculuk yapan birisi hakkında. Şey, aslında senaryonun
tümünü bilmek lazım. Özetinden pek bir şey anlaşılmaz, çünkü içinde farklı hikâyeler
de olacak.” 158 Amparo, Jeremy’nin senaryosundan bahsederken, aslında kendi
yolculuğuna atıfta bulunmaktadır. Gidecekleri lokantada Abel’in tanıdığı kimseler
olduğu taktirde, onlara kendisini kısaca bayan Drake olarak tanıtmasını ister, zira,
New York’ta artık bu isimle bilinmektedir. Amparo, Madrid’de halen gerçek
kişiliğini gizleme çabası içerisindedir, bu da onun her şeye rağmen henüz geçmişi ile
yüzleşmeye cesareti olmadığını göstermektedir. Abel pencere kenarında bir masa
ayırttırmıştır ve lokantada kimsecikler yoktur. Yemek seçimini Abel’e bırakan
Amparo, lavaboya gitmek için ondan izin istemiştir. İşte Amparo yine orada eski
dostu, sırdaşı bir ayna ile karşı karşıya gelmiştir. Yağmurdan ıslanan saçlarını iyice
kuruladıktan sonra, bir taksi çağırarak, hemen oradan uzaklaşmayı düşünen Amparo
bir süre kararsız kaldıktan sonra yine masaya dönme cesaretini kendinde bulmuştur.
Abel, sekiz gündür Madrid’de olan Amparo’nun daha önce kendisini aramadığı için
biraz kırgındır. Oysa Amparo, daha ilk gün, gazetede Abel’in bir fotoğrafını görmüş
ve en azından onun sağ olduğunu öğrenerek mutlu olmuştur. Amparo, hayatında hep
tesadüflere inanmış bir insandır. Bu nedenle Abel ile görüşebilmek için bir plan 158 a.g.y. s. 320
126
yapmak yerine, işi şansa bırakmayı tercih etmiştir. Gerçekten de, iç güdülerinde asla
yanılmamıştır. Sohbetleri yavaş yavaş önce Jeremy’nin senaryosu ve daha sonra da
Abel’in kızı Rita’nın antika dükkânı konusunda yoğunlaştığında Amparo biraz daha
cesaret bularak ona başka çocuğu olup olmadığını sormuş ve bir kızı ve iki de torunu
olduğunu öğrenmiştir. Aradan geçen kırk yıl çok şeyi değiştirmiştir. Abel
çocuklarına ne kadar yakın ve onlara her zaman için ne kadar yardımcı olduğundan
bahsederken, Amparo bu konuda çok yetersiz kaldığı düşüncesiyle vicdan azabı
duymaktadır. Ancak bu yolculuk sırasında, hayatını ve hatalarını gözden geçirme
fırsatını yakalayan Amparo, eve döner dönmez bu hatalarını telafi etmeyi kafasına
koymuştur. İstediği taktirde, her şeyi yapabileceğini o da bilmektedir. Abel,
Amparo’nun bileğini okşarken taktığı bilezik gözünden kaçmamıştır. Onun babasının
Amparo’ya bıraktığı tek miras olduğunu bilmektedir ve bunu hatırlamış olması
Amparo’yu çok duygulandırmıştır. Sohbetlerinin konusu yavaş yavaş geçmişteki
ilişkilerine gelmektedir. Her ikisi de, hâlâ sönmemiş olan bu aşkın, yıllar sonra
kendilerini bir araya getirdiğini düşünmektedir. Abel, bu konuyu açtığında
Amparo’ya karşı biraz sitemli bir tavır içine girmektedir :
“ - Seninle yakınlaşmak her zaman çok zor olmuştu Amparo.
- Gerçekten mi ? Ben tam tersi olduğunu düşünüyordum. Olimpia senin profesyonel
bir çapkın olduğunu söylemişti ve senin bende ne aradığını hep merak eder dururdum.
- Şey, aslında erkeklerden hoşlanmadığını sanmıştım. Aslında beni çok şaşırtıyordun.
Ben havalı kızlara nasıl davranılması gerektiğini biliyordum. Senin beklenmedik
davranışların ve kaçışların benim ilgimi çekmişti. Bir dakikan diğerine uymuyordu.
Sürekli engeller yaratıyordun, ne düşündüğünü kestirmek mümkün değildi.
- Bunun sebebini bir kez olsun sormak aklına gelmedi mi ?
- Cesaret edemedim, inan bana. Şu an sormam seni rahatsız eder mi ?
- O günkü düşüncelerimi mi ? Yoksa şu an kileri mi ?
127
- O veya bu, fark etmez.
- Amparo gülümsedi, ve sanki yüzündeki maskeyi çıkarırcasına bir jest yaptı. Şu anki
sahneyi çekmek Jeremy’nin çok hoşuna giderdi diye düşündü.
- Abel, ben tüm hayatım boyunca hep kendi kendimi kandırdım. Zaman son sürat geçip
gitmekte ve bazı şeyleri tartışmak artık o kadar da önemli değil. Ayrılmamıza neden
olan senin o vurdum duymaz tavrın ve kendini beğenmişliğindi.
- Ama senin de benden farkın yoktu. Davranışlarınla beni sürekli şaşırtıyordun.
-Ama bana neye mal olduğunu bilemezsin. Senin yanında bu konularda çok yeteneksiz,
ve acemi kalıyordum, kendime ait çok farklı ve yalın bir dünyam vardı. Aslında bunun
yararını da görmedim değil. Toplumdan saklanarak, tek başıma her şeyin üstesinden
geldim ve başarılı bir iş kadını oldum. Bunu yapabilecek azimdeydim ve belki de bu
hırsın ardında bir gün senin karşına, senin sınıfından biri olarak çıkabilmek arzusu
vardı ve bu duygu uzun bir süre beni terk etmedi. Aslında bu bir oyundu ve ben bu
oyundan sıkıldım artık. Bütün bunlar sana bir şey ifade ediyor mu bilemiyorum.
- Evet, sanırım biraz.
- Ben de zaten öyle düşünmüştüm. Bak, bu konuda oğlum Jeremy’nin güzel bir sözü
vardır: Her şeyi açıkladığını sansan da aslında henüz hiçbir şeyi açıklayamamışsındır.”
159 Bu karşılıklı itiraflar sonrasında, yerinden kalkarak mutfağa giden Abel’in
Amparo’ya hazırladığı çok güzel ve anlamlı bir sürprizi vardır. Bir anda tüm lokanta
karanlığa gömülmüştür ve Abel, Beatles’ın “Yesterday” şarkısı eşliğinde elinde
kocaman bir yaş pastayla çıkagelir. Amparo şaşkınlığı gizleyemez ve yılların verdiği
alışkanlıkla İngilizce olarak şöyle haykırır : ” I can’t believe it, honey…“ 160
Yaş gününü biliyor olması Amparo’yu çok şaşırtmıştır. Çünkü özel
hayatıyla ilgili bu kadar çok şeyi hatırlayabileceği aklının köşesinden bile
159 a.g.y.s. 326 160 a.g.y.s. 327
128
geçmemiştir. Amparo mumları söndürdüğünde sadece müziğin sesi duyulmaktadır.
Amparo yemeğin nasıl bittiğini, oradan nasıl çıktıklarını ve arabaya nasıl bindiklerini
hiç anlayamamıştır. Her şey bir hayal gibidir. Abel, onun hemen ertesi günü şehri
terk edecek olmasına inanamamaktadır. Aynı şey Amparo için de geçerlidir. Abel
kendisine, hayatı boyunca hep onu düşündüğünü söylediğinde, bazı konularda neden
bu kadar geç kalındığı konusunda kendini suçlamaktadır. Amparo onu her gördüğü
yerde kaçmak istemiştir. Çünkü burnu havada gezen Abel, ona, zengin kızlarla gönül
eğlendiren bir çapkın gibi görünmüştür. Oysa Amparo basit bir terzinin kızıdır. Onu
son olarak Olimpia’nın evinde verdiği davette görmüştür ve başını Abel’in omzuna
dayayarak o gece evden birlikte çıkmayı arzulamıştır. Amparo yıllar sonra bunları
itiraf ederken, içinde saklı kalan duygularını daha fazla dizginleyememiş ve
hıçkırıklarla göz yaşlarına boğulmuştur. Amparo’daki bu duygu patlaması, yıllar
öncesinin yaşanmamış genç kızlık hayallerinin bir birikimidir ve Abel de bunun
farkındadır. Ona, bundan dolayı utanmaması gerektiğini söyleyerek Amparo’yu
cesaretlendirmeye çalışmaktadır.
Amparo, Abel’in eşliğinde sabaha karşı otele gelmiş ve onu odasına
çıkarmıştır. Kısa süre içerisinde oradan ayrılan Abel, otel resepsiyonuna, bayanın
çok uykusuz ve biraz da ateşi olduğunu söyleyerek, rahatsız edilmemesini tembih
etmiştir. Oysa, bir müddet sonra resepsiyonu arayan bayan, hesabının çıkarılmasını
ve bir de taksi çağrılmasını istemiştir. Amparo’nun bavulları hazırdır ve ertesi gün
erkenden yola çıkacaktır. Odasını temizleyen ve adının Susana olduğunu bile
bilmediği genç kıza yüklüce bir bahşiş bırakan Amparo artık etrafındaki insanlarla
daha yakından ilgilenmeyi ve onlara değer vermeyi öğrenmiştir. Susana’nın otelin
barmeni Ricardo’ya aşık olduğunu fakat onun genç kıza pek yüz vermediğini bile
129
fark etmiştir. Evet, Amparo şimdi daha duyarlı ve çevresiyle duygusal iletişim
kurabilen bir insan haline gelmiştir ve o da bunun bilincindedir. Lokantada,
geçmişine dair bir takım şeyleri itiraf edebilmiş olması ve Abel’in karşısında
hıçkırıklara boğularak gösterdiği ruhsal tepki, sanki onda psikolojik açıdan bir tedavi
görevi görmüştür.
Amparo bu yolculuğu sırasında kendini, planlamadığı birçok yeni olayın
içinde bulmuştur. Örneğin, otelin barmeni Ricardo’nun sinema ve senaryo yazarlığı
konusundaki yeteneği onu etkilemiştir. Hayatında, kendisinden başka insanları da
düşünmesi gerektiğini fark eden Amparo, Ricardo’ya birlikte çalışmayı teklif etmek
istemiş, ancak onun o gün izinli olması ve kendisinin de apar topar otelden ayrılması
gerektiği için bu teklifini ona içten bir mektup yazarak iletmiştir. Oğlu ile
özdeşleştirdiği bu gence yardım eli uzatmak onun vicdanını rahatlatacaktır. Belki de
kırk yıl sonra geldiği bu şehirde yardım eli uzatmaya niyetlendiği Ricardo, onun için
bir başlangıç olacak ve gelecekte insanlarla olan ilişkilerinde olumlu bir rol
oynayacaktır. Zaten mektubunda da bundan açıkça söz etmektedir: “Bana, bir kitap
projen olduğundan bahsetmiştin. Bu konu ile ilgili benimle görüşmek istersen ben
hazırım, tabii hâlâ notlarını saklıyorsan. Bütün bunlar aklıma son anda geldi, ama
zaten bütün iyi fikirler aklıma hep son anda gelir. Aramanı bekleyeceğim. Kırk yıl
sonra döndüğüm memleketimde ilk gördüğüm kişi olarak seni asla unutmayacağım. “
161
Amparo’nun annesi Ramona, küçük bir kasabadan taşınarak geldiği
Madrid’de, çevresindeki zengin ve soylu ailelerin evlerine gidip, onların dikişlerini
dikerek hayatını kazanmaya çalışıyordu. Bu şehre geldiğinde hiç kimse tarafından
161 a.g.y.s. 344
130
tanınmamasına rağmen, çok becerikli bir terzi olması sayesinde kısa sürede çevre
edinmiştir. Herkes, onun evlilik dışı küçük kızıyla şehre geldiğini bilmektedir. Para,
Ramona için sadece kazanç değil aynı zamanda yüklüce bir birikim anlamına da
geliyordu ve ileriki yıllarda bu arzusunu geç de olsa gerçekleştirmişti. Herkes onun
bu tutumlu yönünü cimrilik olarak değerlendiriyordu. Oysa ki, onun küçük bir kızı
vardı ve hem kendinin hem de onun geleceğini düşünmek zorundaydı. Zira bunu
kendisinden başka yapacak ne bir kocası ne de bir yakını vardı. Ramona, sadece dikiş
dikmekle kalmıyor, aynı zamanda model de çiziyordu. Böylesine yetenekli bir kadın
olan Ramona, bütün gününü dikiş makinesinin karşısında geçirerek kızını gerçekten
de çok zor şartlarda yetiştirmeye çalışıyor ve bunu da başarıyordu. Elindeki o eski
dikiş makinesiyle ortaya çıkardığı işler, butiklerden satın alınabilecek giysilerden çok
daha güzel ve gösterişliydi. Herkes Amparo ve annesinin bu konuda kendilerinden
çok daha yetenekli olduğunu kabullenmişti ve onlarla hiç karşılaşmamış olanlar bile
anne ve kızın ortaya çıkardıkları bu başarılı çalışmalarla artık kim olduklarını
biliyordu.
Ramona, kızıyla şehre ilk geldiği gün sığındığı o bodrum katındaki ışıksız
evden, ekonomik darlık yüzünden, daha ileriki yıllarda da çıkmamış ve hep orada
kalmıştı. Ramona ve kızının içinde bulundukları yoksulluk ve sefalet, çevrelerinde
yaşayan insanların o kadar dikkatini çekmişti ki, yıllar sonra bile bu, belleklerden
silinmemiş ve o civar insanının dedikodu malzemesi haline gelmişti: “O evden hiç
taşınmadılar öyle mi? İnanmıyorum. Hafızasını kaybetmeden önce Olimpia ile hep
bunu konuşurduk. Yirmi sene boyunca, Ağustos ayında bile ışık görmeyen elli metre
131
karelik ve sadece bir klozet ve duştan ibaret o bodrum katında yaşamak hiç de kolay
olmasa gerek“ 162
Ramona, Madrid’e yeni geldiğinde zengin ailelerinden biri olan Olimpia
Moret’in saray yavrusu evinin karşısında bir bodrum katını kiralayabilmişti.
Kiraladığı daire önceleri bir bisiklet tamirhanesiydi ve böyle bir yeri, iki kişinin
yaşayabileceği bir ev haline dönüştürmek hiç de kolay olmamıştı. Yıllar sonra Abel
Bores’in kızı Rita, aynı bodrum katında bir antikacı dükkânı açmıştı.
Ramona çok çalışkan ve dürüst bir kadındı. Yanında çalıştırdığı işçilerin
haklarını daima savunurdu. Uzun bir süre sonra, ülkeyi terk etmeye karar verdiğinde
yanında çalışan yardımcısını unutmamış ve New York’ta servet kazandığında
çocuklarının okuyabilmesi için ona yüklüce bir para göndermiş ve kızı Tarsila ileriki
yıllarda bu parayla güzellik salonu açmıştır.
Ramona’nın istediği tek şey, ne iş yeri ne de ev denilebilecek bu küçücük
yerden kurtulup, kendine ait bir dükkânda daha iyi şartlarda çalışabilmektir. Yani,
herkes gibi onun da düşleri vardır. O zamanlarda, kızı Amparo ile aralarında şöyle bir
konuşma geçmiştir:
“ - Kendime ait bir atölyem olsun istiyorum.
- Her şey yoluna girecek anne, sen de biliyorsun ki para biriktiriyoruz. O kadar da
kötü durumda değiliz. Burada elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bir
kumaştan kaç tane daha elbise çıkartabilirsin ki? Bu işi gerçi sen benden daha iyi
162 a.g.y.s. 42
132
bilirsin ama, elimizdeki kumaşlarla, özellikle de ben, bundan daha fazlasını
yapamıyorum.” 163
Ramona, kızı Amparo’yu sıkı bir disiplin altında yetiştirmişti. Yanında çalışan
yardımcısı Tarsila del Olmo, Ramona’yı bu konuda eleştirse de, Ramona ona bu
konudaki fikirlerini şöyle açıklamıştır. “ Haklı olabilirsin. Ama ben bunu, onun iyiliği
için yapıyorum. Daima başı yukarıda yürüyebilsin ve benim çektiklerimi çekmesin
diye.” 164 Ramona, gençliğinde yaptığı bir hata yüzünden babasız bir kız evlâdı
yetiştirmenin zorluklarını yeterince çekmiştir. Bu nedenle, kendi çektiği acı ve
sıkıntıları kızının da yaşamaması ve hayatı boyunca boynu bükük gezmemesi için
gözünü üzerinden ayırmamakta ve elinden gelen her türlü çabayı sarf etmektedir.
Yaşadığı toplumun kuralları da zaten bunu gerektirmektedir. Ancak, kızını böyle bir
disiplin altında yetiştirmeye çalışan Ramona, onun çocukluğunu ve gençliğini
yaşayamadığını fark edememiştir. Daha ileri yaşlarda, Jeremy ve Maria adında iki
torunu olduğunda, onlara, kızına göstermediği sevgi ve şefkati göstermeyi
başarabilmiştir. İspanya’ya ait anlattığı hikayelerle anneannelerini özdeşleştiren ve
kendilerini ona çok yakın hisseden Maria ve Jermy, Ramona öldüğünde evdeki
eksikliğini uzun süre hissetmişlerdir. Ramona, kızına olmasa bile, torunlarına
gösterdiği şefkat ve sevecenliği ileriki yaşlarında öğrenebilmiştir. Gençliğinde
hayalini kurduğu hayatı, ancak yaşlılık döneminde yaşayabilen Ramona, kendisine
çok saygılı ve hürmetkar davranan damadı ve ona karşı hiçbir tartışmada sesini
yükseltmeyen kızı Amparo ve iki güzel torunu ile, süper lüks bir evde, bolluk içinde
geçirmiştir. Madrid’den ayrıldıktan sonra, işlerini yoluna koyan Ramona, o
zamanlarda yanında çalışan Tarsila del Olmo’ya yüklü bir para gönderirken, ona
163 a.g.y.s. 198 164 a.g.y. s. 308
133
yazdığı mektupta, kızı Amparo’ya çok fazla disiplin uyguladığını ve belki de bu
davranışından bir anlamda pişmanlık duyduğunu, ama o zamanlarda başka bir
alternatifinin bulunmadığını itiraf etmektedir. Ama ne yazık ki iş işten geçmiştir.
Ramona’nın kızına karşı bu katı tutumu yüzünden, Amparo belki de ilk ve tek aşkı
olan Abel’den, ona söz etme cesareti bulamamış ve büyük hayal kırıklığı yaşamıştır.
Ramona da aslında gerçek aşkı bulamamış bir kadındır. O zamanlar, Tarsila onu çok
iyi birisiyle tanıştırmak için çaba göstermiş olsa da, Ramona bunu reddetmiştir.
Ramona, yıllar sonra, Tarsila’ya yazdığı mektupların birinde, bu konuda da ne kadar
hatalı olduğunu itiraf etmekte, sadece başkalarının değil kendi hayatını da
mahvettiğini söylemektedir. “Sen bana onunla çıkmam için bir sürü fırsat yarattın
ama ben tıpkı inatçı bir keçi gibi itiraz ettim. Ve şu an, gördüğün gibi çok üzgünüm,
yaşamımda değeri olan çok az şeyden birini daha yok etmişim, bunu şimdi daha iyi
anlıyorum, ama boşuna.
Amparo Miranda “ 165
Jeremy, Amparo’nun ilk çocuğudur. Uzun boylu, esmer, düz saçlı, yakışıklı
bir gençtir. Büyük ellere ve bakımlı tırnaklara sahiptir. Yaklaşık otuz yaşlarındadır.
Jeremy, annesinin hayat hikâyesini kaleme almış ve senaryo haline getirmiştir.
Hayallerini süsleyen meslek olan senaristlik, bu eserinin beğenilmesi ve sahneye
konulması sayesinde gerçekleşecektir. Annesi ile senaryo üzerine çok tartışmış, ama
bir sonuç elde edememiştir. Amparo, onun doğru dürüst bir işle uğraşmasını
istemesine rağmen, Jeremy’deki sinema tutkusu, onun başka alanlara yönelmesini
engellemiştir. Aslında kendisi, sorumluluk sahibi olan bir insan değildir. Yeğeni
Caroline, hiç beklenmedik bir anda, bahçedeki ağaçlardan birinden düşerek sol
kolunu kırmış ve hastaneye kaldırılmıştır, ancak sorumluluk bilincinden uzak olan
165 a.g.y. s. 310
134
Jeremy’nin hastaneye gelmesi epey zaman almıştır. Hastanede tek başına onu
bekleyen kız kardeşi Maria için ise zaman geçmek bilmemiş ve Jeremy geldiğinde,
onunla tartışmaya başlamıştır:
“-Yine de sen bilirsin. Zaten sen bana eskiden beri güvenmezsin.
-Hangi konuda sana güvenecekmişim ki ?
-Her konuda. Senden on yaş büyüyüm, bunu unutma, ve annem dönene kadar da,
ailenin reisi benim.
-Reis mi ? Doğru mu duydum.
-Daha fazla kalamam Maria, üzgünüm. Ruh doktorumla randevum var.
-Saçmalıyorsun. Zaten ne zaman biraz sorumluluk alman gerekse hemen kaçacak delik
ararsın.” 166
Gerçekten de Jeremy, bu güne kadar, hiçbir işin sonunu getirememiştir.
Kendisine yarım gün çalışacağı işler de önerilmiş, ancak o kısa bir süre sonra, işi terk
etmek için hemen bir bahane aramaya koyulmuştur. Jeremy, ruh doktorlarına
gitmekten kendini alamayan bir tiptir. Hayatını onlar olmaksızın devam
ettiremeyeceğini düşünmektedir. Belki de annesinden göremediği ve içinde
eksikliğini hissettiği ilgi ve sevgiyi bu doktorlar sayesinde bulacağını düşünmektedir.
Zaten sık sık doktor değiştirmesinin nedeni de budur. Ancak, kız kardeşi Maria’nın,
kendisine, ilk defa olarak, doktorlara verdiği paranın sokağa atmaktan farklı
olmadığını söylemesi üzerine, doktora gitme huyundan vazgeçmiştir.
Jeremy, büyükannesi öldüğünde, ona ait bazı kâğıtları saklamıştır. Bunların
çoğu, kendisinin şimdiye kadar adını bile duymadığı İspanyol bir kadının
büyükannesi Ramona’ya ve büyükannesinin de ona yazdığı mektuplardır.
166 a.g.y.s. 255- 256
135
Büyükannesi Ramona’ya yazılan bu mektupları okuyan Jeremy’nin, şimdiye kadar
hiç bilmediği bir insanın hayatına ilişkin bir şeyler öğreniyor olması, onu etkilemiştir.
Kim bilir, şimdiye kadar ne kadar çok hayat yaşanıp tükenmiştir ve insan bunlardan
kaçta kaçını tesadüfen öğrenebilmektedir. Jeremy, daha önce tanımadığı bu yaşlı
kadının mektuplarına şöyle bir göz atmış ve kızı Tarsi ile oğlu Agustin’in birer yuva
kurarak torunlarını dünya gözüyle göremeden göçüp gitmesine çok üzülmüştür.
Kendisini oldukça duygulandıran bu acıklı hikâye karşısında Jeremy’i şöyle der:
“Yaşanan ve boş yere yitip giden ne çok hayat var ! “ 167
Jeremy çok geniş bir hayal gücüne sahiptir. Yeğenini ziyarete geldiği hastane
odasında, çok kısa bir süre içerisinde kafasında binlerce senaryo yaratmıştır. Jeremy,
yaşamın aslında, insanların birbirlerine anlattıkları hikayelerden farksız olduğunu
düşünmektedir. “Hiç tanımadığın yerlerde tanımadığın insanlar farklı hayatlar
sürdürmekte ve birileri tesadüf sonucu bu hayatların sadece küçük bir karesinin
farkında olabilmekte ve bazen de o insanları hiç tanımadan ve kim olduklarını
bilmeden yok olup gitmekteler, bu gerçekten çok tuhaf.”168 Jeremy, bu düşünceler
içerisinde, evlerin pencerelerine şöyle bir baktığında, orada yaşanılan farklı hayatları
kafasında canlandırır ve böylece yeni bir senaryo oluşturur. “Beyninde bir kadın
görüntüsü oluşturur. Yaşlı ya da genç, onun için fark etmez. Hiç kimsenin umurunda
olmadığı bu kişi, kafasında bir sürü düşünceyle sokaklarda yürümektedir. Peki ya
sonra? Konuda halen eksik olan bir şeyler vardır. Bu da, sinemalarda izlenilen ve
seyircinin genelde uyuyakaldığı şu sıradan konulardan biridir ve sonu olmayan çıkmaz
bir sokağa benzemektedir.”169
167 a.g.y.s. 258 168 a.g.y.s. 251 169 a.g.y.s. 251-252
136
Jeremy, annesinin, kendilerine haber vermeden çekip gitmesine bir anlam
verememiştir. Aklına kötü şeyler gelmektedir. “Gideli bir haftadan fazla olmuştu.
Jeremy ürperdi. Ya başına bir iş geldiyse? Onsuz, her an yoldan çıkabilecekleri bir
hayalet treninde yolculuk etmekteydiler sanki.” 170
Annesinden haber alamayan Jeremy evi terk etmiştir. Uzun bir süredir
arkadaşı Tom’un evinde kalmakta ve dublaj işi ile uğraşmaktadır. Fakat kendi
senaryosu üzerine kurduğu düşünü bir türlü gerçekleştiremediği için artık ümidini
kaybetmeye başlamıştır. Tek isteği, hiçbir şeyle uğraşmamak ve sadece uyuyarak
gerçekleri unutmaktır. İşte tam bu duygular içerisindeyken, annesinin o heyecan dolu
canlı sesini duymuştur. Amparo, Madrid’deki havaalanından Jeremy’i aramış ve iki
saate kadar uçağının kalkacağını bildirmiştir. Jeremy, annesindeki bu değişikliğe ve
ses tonundaki o gizemli neşeye bir anlam verememiştir. Aralarında şöyle bir konuşma
geçmiştir:
“- Sen hep, kendi çizgimden çıkıp kurtulmam gerektiğini söylemiyor muydun ?
- Evet, gerçekten çok sevindim, ama şu anki ses tonun cidden çok farklı, ne oldu ki ?
- Aslında, hiç diyebilirim, Jeremy. Biliyorsun, yaşanması gereken kayda değer şeyler
hayatın önemli bir bölümünü alıp götürerek, insanı farklı düşüncelere ve yerlere
sürüklüyor ve işte tam orada değişim başlıyor.
- İyi ama bunu neden söylüyorsun ki? Kiminle ilgili bir değişimden bahsediyorsun ?
- Seninle. Birlikte oturup çalışmalıyız. Çünkü sinema işine atılmaya karar
verdim. “La calle del Olvido” (Olvido Caddesi)’ni filme çekeceğiz. Seni çok seviyorum,
şu an daha fazla konuşamayacağım, aşağıda taksi beni bekliyor.
- Olvido Caddesi mi ? Benim senaryom mu ? Yani artık ondan hoşlanıyor musun?
170 a.g.y.s. 252-253
137
- Bayılıyorum, çünkü bir sürü şey elde ettim. Ama senaryoya birçok şey daha eklemek
gerekiyor. Çok daha fazla şey.
- Ne tür şeyler ?
- Gerçekler. Sonra görüşürüz tatlım. “ 171
Jeremy için bu, hayatında duymak istediği en güzel haberdir. Artık
hayallerini gerçekleştirebilecek olması, onun hayata yeniden dört elle sarılması
anlamına gelmektedir. Romandaki diğer kahramanlar gibi onun da hayat grafiğindeki
çizgi yukarıya doğru yükselmekte ve karakterler, geç de olsa, sonunda bir şeyler
başarabileceklerine inanmaktadırlar.
Amparo’nun küçük kızı Maria ile Jeremy arasında on yaş vardır. Maria, uzun
boylu, kısa saçlı genç bir kadındır ve ikinci çocuğuna hamiledir. İlk çocuğu
Caroline’dir ve Maria bir çocuk sahibi olmasına rağmen hâlen küçük bir çocuk gibi
davranmaktadır. İki kardeşin de düzenli bir hayatı yoktur. Jeremy’nin sinemaya olan
tutkusu bu iki kardeşin bir araya gelmesiyle canlı bir senaryoya dönüşmektedir. İki
kardeş, eski filmlerden beğendikleri sahneleri karşılıklı oynamaktadır. Henüz
okuyucu ile yeni buluştukları ilk bölümde, bu anlaşılmaz tavırları ile dikkat
çekmektedirler. “ Uzun boylu, kısa saçlı ve üzerinde renkli bir bluz olan genç bir kızla
çarpıştı. Kız hamileydi. Üzgünüm dedi genç çocuk. Göz göze geldikleri an, gencin
kendisine sinsice gülümsediğini fark etti, özellikle önüne çıkmıştı. O sırada genç kız,
olmayan bir silâhı çeker gibi yaptı.
- Eller yukarı, Jeremy Drake !
- Bu acelen de ne! Nereden geliyorsun ?
171 a.g.y. s. 348-349
138
- Suçun işlendiği yerden, yani senin kaçmaya çalıştığın o yerden. Öyle görünüyor ki bu
konuda kimin daha açıkgöz olduğunu unutmuşsun...” 172 Maria ve Jeremy, bu
konuşmalarıyla aslında, daha uzun bir süre kalmaya dayanamadıkları halalarının
evinden belli aralıklarla kaçışlarından bahsetmektedir. Özellikle de Jeremy, Maria ile
hemen her karşılaşmasında yaşadığı olayların oracıkta senaryosunu yazarak, sanki
seyirci karşısındaymış gibi rol yapmaya çalışmaktadır. Jeremy, her ne kadar, bir
sinema ya da tiyatro sahnesinde senarist olma şansını elde edememişse de, her fırsatta
bu tür hayali oyunlarla kendini tatmin etme çabası içerisindedir. Maria da ona eşlik
etmektedir. Maria, annesi Amparo gibi sorumsuzdur. İstediği zaman hiç kimseye
haber vermeden evi terk etmekte ve bir gün ansızın ortaya çıkmaktadır. İşte,
birbirlerini, az önce rol yaparak karşılayan Jeremy ve Maria arasında şöyle bir
konuşma geçmektedir.
“ -Drake’lere daha fazla dayanamadım ve üç gün önce oradan kaçtım.
-Tek bir mektup bile bırakmadan mı ?
-Bir tane Jessica halaya bıraktım. Bunu nereden biliyorsun ki ? Seni o mu aradı? “ 173
Maria, aslında, hayatı çok ciddiye almamaktadır. Hamileliğinin son ayları
olmasına karşın hâlâ içki içmekte, karnındaki bebeğini düşünmemektedir. Oldukça
da şakacı bir yapıya sahip olan Maria, Jeremy ile karşılaştığında, bayılma numarası
yaparak onu korkutmakta ve bu başarılı rolü karşılığında da, kendisine bir içki
ısmarlamasını istemektedir.
Annesi Amparo çok zengin bir kadın olmasına rağmen, Maria, tıpkı kardeşi
Jeremy gibi para sıkıntısı çekmektedir. Annelerinin evi habersiz terk etmelerinin
172 a.g.y.s. 18 173 a.g.y.s. 18
139
ardından, oturduğu daireye biraz dinlenmek üzere anahtarı kapıcıdan alarak
çıktıklarında Jeremy, annesinin dolapta asılı ceket ve paltolarının cebinde yüklüce bir
para bulur. Bu olay, varlık içinde yokluk yaşayan Maria’yı çok sevindirir :
“- Yaşasın Jeremy. Tıpkı filmlerdeki gibi. Buna inanamıyorum. Nereden buldun
bunları? Bak, bana doğruyu söyle. Yoksa onu çaldın mı ?
- Hayır canım, anemin kışlık giysilerin olduğu şu iki dolaba bakmam yeterli oldu, o
kadar. Senin de bildiğin gibi annem, çantasını ya da palto ve ceketini her
değiştirdiğinde bunların cebinde hep bir miktar para unutur.” 174
Maria, doktorun yasaklarına rağmen hem sigara hem de içki içmeye devam
etmektedir. “Özür dilerim, seni dinlemiyordum. Başım çatlıyor, midem de yanıyor.
Doktor, sigarayı, içkiyi ve daha hatırlayamadığım bazı şeyleri bana yasakladı.“ 175
Maria, kocasından boşanmıştır ve kızı Caroline’i tek başına yetiştirmektedir.
Caroline de babasız büyümenin verdiği eksiklikle kendisine hayali bir dünya yaratma
arzusundadır. Ancak, Maria’nın annelik yönü farklıdır. Kızına bu eksikliği
hissettirmemeye çalışmak yerine, onun hayal kurmasını tamamıyla yasaklamıştır. Bu
yüzden Caroline, annesinden gizli hayal kurmakta ve yarattığı bu kristal şatonun içine
sığınmaktadır. Annesinden göremediği yakınlığı dayısı Jeremy’den gören Caroline,
bir takım sırlarını onunla paylaşabilmektedir. Yani, Maria’nın, tıpkı, annesi ve
kendisi arasında olduğu gibi, kendi çocuğu ile de arasında uçurumlar vardır.
Dolayısıyla da Caroline, sırdaş olarak kendisine Jeremy dayısını seçmiştir. Aslında
suç Maria’da değildir, çünkü o da zamanında annesinden yeterli sevgi ve şefkati
görememiştir. Bu davranış şekli, ailede sanki zincirleme olarak süregelen bir
174 a.g.y.s. 29-30 175 a.g.y.s. 28
140
alışkanlık halini almıştır. Amparo’da çocukluk ve gençliğinde, yani en ihtiyaç
duyduğu yıllarda, annesi Ramona'nın ilgisinden mahrum kalmıştı. Bunun da başlıca
nedeni, ailede baba rolünü ve onun getirdiği sorumluluğu birlikte üstlenen
kadınların, çocuklarıyla ilgilenecek vakitlerinin olmamasıydı.
Village ve Soho’nun tanınmış sanatçılarıyla sık sık bir araya gelen Maria, o
mahallede bir sanat galerisi açmış, ancak kısa bir süre içerisinde iflasın eşiğine gelen
bu galeriyi kapatmak zorunda kalmıştı. Bu arada, Maria’nın Ressam Nikos ile olan
ilişkisinden de Caroline doğmuştu. Fakat anlaşamadıkları için ayrılmışlardı. Nikos,
kızına karşı hiçbir sorumluluk duymayan bir babaydı. Kızı ağaçtan düşerek kolunu
kırdığı ve hastaneye kaldırıldığı zaman bile onu ziyarete gelmemişti. Oysa ki
Caroline onu hastanede, gelir diye çok beklemişti. Zira, Maria’nın da bildiği gibi,
eski kocası Nikos, Yunanlı bir ressam kızla birlikte yaşamaktaydı. Maria’nın hem
kendisi ve hem de çocuklarıyla ilgilenebilmesi için motive edici güce ihtiyacı vardı
ve bunu da Madrid’e yaptığı yolculuk sayesinde geçmişiyle barışan annesi Amparo
sayesinde elde edecekti. Zira Amparo, eski sevgilisi Abel Bores ile karşılaşması
sonrasında, geçmişiyle ve kendisiyle barışık ve daha sevecen bir anne olarak evine
dönecekti. Amparo’nun kişiliğindeki bu olumlu gelişme, doğal olarak çocuklarına da
yansıyacak ve onlar da, annelerinden gördükleri bu destek ve sevgiyle, ne
istediklerini bilen ve kendilerine güvenen birer birey haline gelecekti.
Abel Bores, baş kahraman Amparo’nun gençlik aşkıdır. Okur, bu karakterle
romanın elli dokuzuncu sayfasında buluşmaktadır. Abel Bores, Amparo’nun, kırk
küsur yıl sonra doğduğu şehir olan Madrid’e gelişi ve eline geçen bir gazetenin
sosyete sayfasında gördüğü fotoğrafı ile karşımıza çıkmaktadır. Amparo, Abel’in son
141
halini bize şu sözlerle tasvir etmektedir. “Saçlarının çok fazla döküldüğü söylenemez
çok da kilo almamış. Sakalsız ince yüzünde, gençliğinde belirginleşmeye başlayan ve
şimdilerde daha da derinleşmiş olan iki dikey çizgi var. Hüzünlü ve bir o kadar da
esprili bakışlarında, davetkâr bir çekicilik göze çarpıyor.” 176
O zamanlarda Felsefe üzerine çalışmalarını sürdüren Abel, sık sık geldiği
Milli Kütüphanede, Amparo ile birkaç kez karşılaşmış ve onun, yaşına göre
olgunluğu ve ağırbaşlılığı Abel’in dikkatini çekmişti. İki genç arasında hiç
beklenmedik bu aşk ilk kez bu sıralarda alevlenmeye başlamıştı. Abel onu daha sık
görebilmek için kütüphaneye artık sabahları da gitmeye başlamıştı. Ancak, gençliğin
verdiği bir uçarılıkla olsa gerek, Abel kendisinin, henüz ciddi bir ilişkiye girecek
yaşta ve durumda olmadığına inanıyordu. Olimpia’nın evinde verdiği bir davette,
Amparo ile tanıştırıldığında, ona bu konudaki fikrini şakayla karışık söylemesinin,
onu tamamen kaybedeceği anlamına geleceğini bilemezdi. Bu konuşma onun hayatını
değiştirmiş, çok farklı bir kadınla evlenmiş ve ondan iki kızı olmuştu.
Bu ilişkinin gerçekleşmemesinde tek suçlu Abel değildi. O da Amparo’dan
çok fazla bir cesaret bulamamıştı. Sürekli kendinden kaçıyor olması, ciddiyeti, ve
duygularını çok iyi belli edememesi, onun da kendi duygularını açmasına engel
olmuştu. Yıllar sonra, artık belli bir olgunluğa ulaştıklarında, o da Amparo gibi,
duygularını gözler önüne sermiş fakat iş işten geçmişti. Ancak, bu karşılıklı itiraflar,
sadece Amparo cephesinde olumlu sonuçlar yaratmamış, Abel’i de olumlu yönde
etkilemişti. Hiç olmazsa, her ikisi de, birbirlerine karşı duydukları hislerin karşılıksız
olmadığını geç de olsa anlamış ve özellikle de Amparo, bu konuda kaybettiğini
sandığı öz güvenini yeniden kazanmıştı. Abel için de, yıllarca aklından çıkaramadığı 176 a.g.y. s. 58-59
142
o genç kızın da kendisine âşık olduğunu fakat duygularını açamadığını öğrenmesi,
boşa geçtiğini sandığı hayatına bir anlam kazandırmıştır.
Amparo ile Abel’in tanışmasında önemli bir rolü olan Olimpia, o yıllarda
okulun en zeki genç kızlarından birisiydi. Oldukça havalı ve sosyal bir kişiliğe
sahipti. Gelecekte hep tanınmış bir artist olmayı hayal etmişti. Amparo’nun kırk yıl
sonra geldiği Madrid’de karşılaştığı Olimpia ise, iyice yaşlanmış ve bir o kadar da
akli dengesini kaybetmişti. Telefonlara çoğunlukla cevap vermiyor ve bütün gününü
evde okuyarak geçiriyor, çok nadiren sokağa çıkıyordu.
Talihsiz ve bir evliliğin ardından kısa sürede boşanan Olimpia, o koskocaman
evde yalnızlıktan kurtulmak için bazen evine bir kiracı alırdı ve bunları, genelde
dışarıdan gelen ve hiç tanımadığı insanlardan seçerdi, çünkü eski tanıdıklardan
çekinmekteydi. Ancak, tanımadığı insanların da kendisine bir şekilde zararı
dokunuyordu. Hatta bir seferinde, kiraladığı odalardan birinde kalan kim olduğu
belirsiz bir kadın, uyuşturucu müptelası ve hırsız çıkmış, bütün mücevherlerini alıp
gitmişti. Daha sonraki kiracısı ise Kaliforniyalı bir öğrenciydi ve onun gürültüsünden
de evde oturamaz olmuştu. Olimpia bu kiracıları, kendine biraz gelir sağlamaktan çok
o koca evde tek başına kalmaktan korktuğu için kabullenmekteydi. Çünkü Olimpia,
gençlik yıllarında çevresinde birçok arkadaşı ve dostu olan bir insandı. Evinde verdiği
partilerle herkesin tanıdığı ve bildiği Olimpia’nın, çok hareketli bir yaşamı vardı.
Oysa ki, farkında olmadan gelip geçen o gençlik yıllarının ardından yaşlı ve dengesiz
bir kadın haline gelen Olimpia, sanki kendi kaderine terk edilmişçesine yalnız ve
çaresiz bir kadına dönüşmüştü. Romanda, Olimpia’nın ailesi ve akrabaları konusunda
143
hiçbir ipucu verilmediğinden, onu hep tek başına yaşayan bir karakter olarak
görmekteyiz.
Olimpia da gençliğinde, Ramona’nın o bodrum katındaki dairesine gelerek,
onlara elbise siparişleri verirdi ve Olvido Caddesinin tam karşısındaki saray yavrusu
evine dönerken de âdeta bir artist edasına bürünürdü. Ramona’ya uğradığı gecelerde,
kendisiyle neredeyse yaşıt sayılan kızı Amparo ile de arkadaş olmuştu. Aslında
birbirine bu denli zıt iki karakterin anlaşabilmesi gerçekten ilginçti. Olimpia
konuşurken Amparo onu dinler ve ondan, kadın olmanın verdiği avantajları nasıl
kullanması gerektiğini öğrenirdi. Zira Olimpia bu konuda çok başarılıydı. Olimpia, o
zengin ve havalı dış görünüşünün aksine, aslında çok anlayışlı, sevecen ve yumuşak
bir insandı. Zaten bu kadar çok arkadaşı ve dostu olmasının nedeni de bu idi. Ancak
yaşlılıkla birlikte gelen hafıza kaybı, onu yalnızlığa ve çaresizliğe sürüklemişti.
Ancak Olimpia, romanın ilerleyen bölümlerinde içinde bulunduğu bu geçici ruhsal
çöküntüden, Agustin’in de yardımıyla kurtulabilecektir. Zira o, içinde insan sevgisi
olan ve bunu dışarı vurmaktan hiç çekinmeyen bir kadındır. Şu anki içine
kapanmışlığı, onun belki de ilerleyen yaşından ve eski gücü ve güzelliği kendisinde
görememesinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Olimpia, aslında, kendi kendini dış
dünyadan soyutlamış durumdadır. Oysa ki etrafında, çoğu zengin ve iyi ailelerden
oluşan, ona arkadaşlık edebilecek çok sayıda eski dostu bulunmaktadır, ancak
Olimpia bu çevrenin içine girmeye çekinmektedir.
Yaşlılığında ne o eski güzelliğinden ne de eski zekasından eser kalmamıştı.
Sık sık sinir krizleri geçiren Olimpia, doktor Augustin’in sürekli hastası haline
gelmişti. Doktor Agustin de, güzellik salonunun sahibi Tarsila’nın erkek kardeşinden
144
başkası değildi. Olimpia, artık neredeyse ilaçlarla ayakta durabiliyordu. Agustin’i
yerinde bulamasa bile telesekreterine not bırakarak acilen kendisini aramasını
istiyordu. Zaten çok kısa aralıklarla bıraktığı bu mesajlardan da tam bir depresyon
içinde bulunduğu belliydi: “Bu iğrenç görüntümden kurtulmak için, kendime zarar
vereceğimden korkuyorum. Kendimi kaybetmek üzereyim. Hemen seni görmem lazım,
hemen. Çok acilen gel. Bana yazdığın şu top şeklindeki mavi hapların adını da
unuttum. Onlar bana hem keyif hem de uyku veriyordu. Allah’ım, buralarda bir
yerlerde olmalı ama bulamıyorum, ayrıca…” 177 Olimpia’nın telesekretere kaydettiği
sözleri burada kesilmişti, ama ikinci mesajda, kaldığı yerden yine devam ediyordu.
Olimpia, aslında çok sıkılmıştı ve evde duvarlarla konuşmaktan bıktığı için acilen bir
canlının varlığına ihtiyacı vardı. İşte Agustin’i de bu nedenle hemen yanında görmek
istiyordu. Yaşlılık ve yalnızlık onu daha da hasta etmekteydi. Sorun fiziksel
rahatsızlıktan ziyade ruhsaldı. Yılların geçmesiyle birlikte kapısını çalanlar da yavaş
yavaş azalmış ve kendisi bu kocaman eve âdeta diri diri gömülmüştü.
Olimpia gençliğinde, her zaman için çevresindekilerin ilgisini üzerinde
toplamayı başaran bir kadın olmuştu. Belki de bu yüzden geleceğini o zamanlarda
pek düşünmüyordu ve her şeyin her zaman için aynı kalacağını sanıyordu. Zira,
okulda çok başarılı ve zeki bir öğrenci olmasına rağmen bunu, Amparo gibi gelecek
konusunda bir hırsa dönüştürmemiş ve zamanında herhangi bir işin başına
geçmemişti. Zengin ve tanınmış bir ailenin çocuğu olmayan Doktor Agustin’in,
Madrid’in zengin ailelerinden Roca’ların kızı Manuela ile tartışmalı düğününe gelen
Olimpia, orada da ilgi odağı olmayı başarmıştı. Olimpia’nın, son haliyle, törendeki
görüntüsü okura şöyle aktarılmaktadır: “Alışık olunandan çok daha fazla rimel, beyaz
bir başörtü, tepesinde yamuk olarak soktuğu bir toka ile son kez böyle bir törende 177 a.g.y.s. 76
145
görülüyordu. Davet edilmiş olmasına rağmen onun mevcudiyeti törende şok yaratmıştı,
çünkü aileden birinin vefat törenine bile katılmazdı.” 178 Olimpia’nın böyle bir törene
katılmasının nedeni aslında, gelinden ziyade damat içindi. Kendisi, doktor Agustin
Sánchez del Olmo’nun ne kadar kıymetli bir insan olduğunu Manuela’ya hatırlatmak
amacıyla bu törene gelmişti. Olimpia’nın geliş nedenini bu denli açık bir şekilde
söylemiş olması, özellikle de gelinin babası José Manuel’i çok sinirlendirmişti. San
Hermenegildo Markizi’nin kızı olan Olimpia Moret için asla düşük düşürücü ya da
aşağılayıcı sözcükler yakıştırılmazdı, ama onun, özellikle orta yaşı geçtikten sonra
sergilediği bu tür davranışlar bazıları için dayanılmaz olmuştu.
Olimpia, ileri yaşlarda çaresiz denilebilecek bir yalnızlığın içerisine
sürüklenmiştir ve onu bu çaresizlikten kurtaran tek insan da, kendisini çağırdığında
her zaman yanına koşan, doktor Agustin’den başkası değildir. Başını Agustin’in
omzuna dayayıp, alçak sesle sohbet etmek onu biraz olsun rahatlatmaktadır. Agustin,
bu sohbetler sırasında, Olimpia’nın geçmişine dair pek çok hikaye dinlemektedir.
Aslında Olimpia’nın, geçmişe ait anılarını hiç kimseye anlatma gibi bir alışkanlığı
olmamıştır. Ancak, içinde bulunduğu ruhsal durum ve Agustin’i de kendisine çok
yakın bir insan olarak görmesi onu bu huyunu bir anlamda değiştirmiştir. Hatta,
gençliğinde, bir erkeğin ona “bebeğim” dediğini o zamana kadar hep başkalarının
ağzından duyan Agustin, bu hikayeyi ilk kez Olimpia’dan dinlemiştir. Olimpia, keyfi
yerindeyse, bu türden unutamadığı anılarını Augistin’e anlatmaktan büyük zevk
almakta ve Agustin de onu konuşturarak rahatlamasını sağladığı için bir ruh doktoru
olarak mutluluk duymaktadır. Yine, çok bunalımda olduğu bir gün, Agustin’i acil
olarak evine çağırıp, ona bu anılarından birini daha anlatmıştır. Olimpia, henüz çok
178 a.g.y.s. 90
146
küçük denilebilecek yaşlarda ilk duygusal ilişkisini yaşamıştır. Babasının, yeşil
gözlü, uzun boylu yakışıklı bir şoförü vardı. Onda, ilk duyguların uyanmasına neden
olan Sabino isimli bu şoför, onu arabayla gezdirirken, Olimpia sanki Sabino ile
kendisi iki sevgiliymiş gibi bir duyguya kapılırdı. Fakat çok kısa bir süre sonra onun
evli olduğunu öğrendiğinde bu sevdadan vazgeçmişti. Olimpia, yaşadığı bu tek taraflı
platonik aşkın ardından, kırk yaşına kadar değişik erkekle birlikte olmuş ve birçoğu
ona farklı isimler takmıştır, ama hiçbiri, o ilk duyduğu “bebeğim” sözcüğünün verdiği
hazzı kendisinde uyandırmamıştır. Daha sonra yaptığı evlilik ise onu yeterince
tatmin edememiştir. Kocası ona asla “bebeğim” dememiş ve bu evlilikten çocukları
da olmamıştır.
Aslında Agustin’le yapmış oldukları sohbetler, çoğunlukla havadan sudan
konuşmalarla geçmektedir. Hatta Olimpia, konuştuklarının çoğu zaman bir hayalden
başka bir şey olmadığını bile söylemektedir. Agustin de bu konuda onunla aynı
fikirdedir. “Yaşamak, geçtiğin rüzgarlı boş arazilerde arkanda bıraktığın patika yollar
gibi. Sislerin içinden bize doğru süzülerek gelen bir ışığı bulmaya çalışmak ya da gün
ışığına kavuşmak için verdiğimiz çaba nafile. Ben hayatın kuzey tarafındayım. Bunu
sana defalarca söyledim ve seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm. Beni taşıyan
gemi, sisten başka bir şey görmüyor. Çünkü o zaten bir sis gemisi ama bunu sana nasıl
tarif edeyim ki? Zaten bir saniye içinde ne sen, ne de ben onu göremeyeceğiz. Hamlet’in
babası gibi gözden kaybolup gitmekte…” 179
Olimpia artık, Agustin’in verdiği ilaçlarla rahatlayan ve ruhsal yönden teselli
bulaya çalışan bir kadındır. Sarı ve mavi renkte içtiği bu ilaçların bazen hangisinin ne
için olduğunu bile unutmaktadır. Beden sağlığı da pek o kadar iç açıcı değildir.
179 a.g.y.s. 127
147
Tansiyonu düşük ve şekeri yüksektir. Bazen ilacını alıp almadığını bile
hatırlamamaktadır. Bütün bunlara rağmen, bir hastaneye ya da huzur evine yatmayı
reddetmektedir. Çünkü okuduğu polisiye romanlarda, bu gibi yerlerde barınan zengin
yaşlı kadınların miraslarına konmak için zehirlendiklerini öğrenmiştir. Fakat tek
başına yaşamaya da bir türlü alışamadığı için arada sırada Doktor Agustin’in ona
uğramasından çok hoşnuttur. “Olimpia, uzun bir koridorun sonunda, eskiden kardeşi
Ramiro’nun kaldığı odayı göstererek, kendisinin burada kendi evindeymiş gibi
hissetmesini istedi. Çift kişilik bir yatak, temiz çarşaf ve havluların olduğu odadaki
dolapta, erkek pijamaları vardı. Kardeşi ve hanımı çok seyrek olarak Madrid’e gelir ve
burada yatmak yerine çoğunlukla da Excelsior Oteli’nde kalırlardı.”180 Bu da,
Olimpia’nın, en yakın akrabaları tarafından bile çok fazla aranıp sorulmadığını
gösteriyordu. Bu nedenle Olimpia, Agustin’in kendisi ile birlikte bu evde yaşamasını
arzu ediyordu. Sevgili değillerdi, akraba ise hiç değillerdi. İki dost olarak bu hayatı
birlikte paylaşmak hiç de kötü bir fikir değildi. Kardeşi Ramiro, bir uçağa atlayıp
yanına gelebilirdi. Kız kardeşi çoktan kafayı üşütmüş bir akıl hastanesinde yatıyordu.
Yeğeni Satanás ise onu görmek bile istemiyordu. Ama, yalnızlığa terk edildiği bu
yıllarda, Olimpia, her şeye rağmen, aileden kalma mal mülk sayesinde, kimseye
muhtaç olmadan rahatça yaşayabiliyordu.
Olimpia, bir gün Agustin tarafından da terk edileceğini hissetmekteydi ve bu
duygularında da yanılmamıştı. Bir sabah uyandığında, mutfak masasının üzerinde,
Agustin’in bıraktığı ev anahtarları ve bir de mektup vardı. Agustin, bu mektupta, bir
süre kafasını dinlemek için kız kardeşi Tarsi ile birlikte, yakın bir köydeki amcasının
evine gideceğini yazmıştı. Agustin yeni boşandığı eşi Manuella’yı trafik kazasında
kaybetmenin acısını yaşıyordu ve bu zor günlerinde daima yanında olduğu için ona 180 a.g.y. s. 137
148
teşekkür borçlu olduğunu söylemeyi de ihmal etmemişti. “Olimpia, yemeğini kısık
ateşte ısıtırken, dirseklerini masaya dayadı ve duvara bakarak bir süre hareketsiz
kaldı. Uykusuz geçen geceler onu korkutuyordu ve Agustin’i özlediğini fark etti.
Merdivenlerde onun ayak seslerine alışmıştı. Her şey akıp geçiyor ve o, denizin
ortasında, dalgaların durmaksızın gelip çarptığı bir kaya gibi duruyordu.” 181 Kendini
çok da kötü hissetmiyordu. Etrafındaki insanlara az da olsa bir yardımı dokunması
hoşuna gitmişti. Bunu ona Agustin öğretmişti. Her zamanki gibi televizyonun
karşısındaki koltuğuna oturan Olimpia, Abel Bores’in kızı Rita’yı aradı. Babası ile
görüşmek istiyordu, çünkü son günlerde onu, hayatından bıkmış ve çok umutsuz
görmüştü. Belki ona da Agustin’e verdiği gibi biraz yaşama sevinci aşılayabilirdi.
Etrafındaki insanlarla yeniden ilişki kurmanın tam zamanı olduğunu düşünen
Olimpia, hayata geç de olsa tekrar sarılmaya kararlıdır.
Agustin’in, kız kardeşi ile aynı adı taşıyan annesi Tarsila, bayan Ramona’nın
yanına çırak olarak girdiğinde henüz on beş yaşında çok neşeli ve hayat dolu bir
kızdı. Çalışmaktan asla yorulmazdı. Çok güzel bir sesi vardı. Radyoda ya da herhangi
bir yerde dinlediği bir şarkının sözlerini çabucak ezberleyip söylerdi. Modern
şarkılardan çok hoşlanmazdı, çünkü sözlerinin çok az olduğundan şikayet ederdi.
Gençliğinde elinden her iş gelirdi. İlerleyen yaşı sonucunda, parmaklarında oluşan
romatizma yüzünden artık eskisi gibi dikiş dikemiyordu. Tarsila ve Agustin adında
iki çocuğu vardı ve onları en iyi şekilde yetiştirmek için çabalar, gece gündüz
çalışırdı. Ramona ile arasında patron çırak ilişkisi dışında çok farklı bir bağ
oluşmuştu. Sanki iki can yoldaşı gibiydiler. Bu nedenle de, işini ve evini New York’a
taşımaya karar veren Ramona’nın, Tarsila’dan ayrılması çok zor olmuştu. Ne de olsa
181 a.g.y. s. 315
149
birbirlerini kardeş gibi görüyorlardı. New York’a taşındıktan sonra da Ramona,
onunla teması koparmamıştı. Birbirlerinden uzak olmalarına rağmen sürekli
mektuplaşıyorlardı. Tarsila, Ramona’ya yazdığı mektuplarda kızı ve oğlunu dünya
gözüyle evlendirmeden öleceği için duyduğu üzüntüden bahsetmişti. Oğlu Agustin,
tıp okuyarak doktor olmuştu ve kızı Tarsila da açtığı güzellik salonunda şehrin
sosyetik bayanlarına hizmet vermekte ve iyi bir gelir elde etmekteydi. Ramona’nın,
özellikle de küçük Tarsila’nın yetişmesinde, çok büyük katkısı vardı. Madrid’den
ayrıldıktan sonra, Tarsila’ya, kızının eğitimini sürdürebilmesi için topluca bir para
yollamıştı. Aralarındaki dostluk, bir anlamda, her ikisinin de babasız çocuk
yetiştirme mücadelesi veren iki yalnız kadın olmalarından da kaynaklanmaktaydı.
Hayat birine gülerken diğerine aynı cömertliği gösteremese de, iyi bir dost sayesinde,
Tarsila da çocuklarını istediği gibi yetiştirebilme imkanına kavuşmuştu.
Agustin, annesi Tarsila gibi ince uzun maharetli parmaklara sahip bir gençti.
Yaptığı iş ne olursa olsun, ona tüm dikkatini vererek titizlikle çalışırdı. Zaten bu
azimli kişiliğiyle, okuyarak doktor çıkmıştı. Ondaki bu çalışkanlık ve azim, belki de
yaşadıkları zor hayatın bir sonucuydu. Agustin, genç yaşına rağmen, davranışlarında
hiçbir zaman aşırılığa kaçmayan aklı başında bir çocuktu. Olaylar karşısında soğuk
kanlılığını kaybetmez ve mantık çerçevesi içinde sorunlara çözüm bulmaya çalışırdı.
Zaten ileride bir ruh doktoru olmasının da bu karakteriyle yakın ilişkisi vardı. Ancak
onun bu sakin tavırları kız kardeşi Tarsila’yı öfkeden deliye döndürürdü. Belki de,
Tarsila, onun bu sakin tavırlarını dışarıdan “ umursamazlık” olarak nitelendiriyordu.
Oysa ki Agustin’in bu sakin ruh hali, onun kendisiyle barışık bir insan olmasından ve
olaylara en mantıklı açıdan yaklaşmak istemesinden kaynaklanıyordu. Büyük bir
aşkla evlendiği karısı Manuela’nın, şımarıklığı ve uçarılığı sonucu açtığı boşanma
150
davası bittikten sonra kız kardeşi Tarsila’nın yanına taşınmış, eskiden olduğu gibi
orada yaşamaya başlamıştı. Bu Tarsila’yı huzursuz etmekteydi. Çünkü Manuela,
Tarsila’nın sahibi bulunduğu güzellik salonunu sürekli arayarak Agustin’e not
bırakıyor ve o sırada iş başında olan Tarsila’nın dikkatini dağıtıyordu. Dolayısıyla
Tarsila, Agustin’e en kısa zamanda eski karısı ile görüşmesinin doğru olacağını
anlatmaya çalışıyordu. Oysa Agustin boşandıktan sonra karısıyla tam üç defa
buluşmuştu, ancak bunu kardeşi Tarsila’ya söylemek yerine kendinde saklamayı
tercih ediyordu, çünkü onu suçlamak için fırsat kollayan Tarsila’nın annesi gibi
kendisine bağırıp çağıracağından emindi. Doktor olduğu için Agustin’in sürekli
hastaları tarafından aranması, Tarsila’yı geceleri uykusuz bırakmaktaydı. Hastalar,
muayenehaneden Agustin’e ulaşamadıkları zamanlarda, evdeki telesekreterine mesaj
bırakarak onu yardıma çağırıyorlardı. Bu hastalar arasında onu en çok arayan da
Olimpia idi. Agustin, eve geç geldiği günlerden birinde, yine telesekreterinde
Olimpia’nın üzgün sesi ile karşılaşmıştı. Olimpia, onun hemen yanına gelmesini
istemekteydi. Agustin çok yorgun olmasına rağmen bu çağrıya hemen koşup gitmişti.
Çünkü onun yanında, Agustin de kendisini çok rahat hissetmekteydi. Az da olsa
birlikte bir şeyleri paylaşabiliyorlardı.
Boşandıktan sonra Agustin de, Manuela gibi kendini bir boşlukta hissetmişti.
Sanki kendinde değilmişçesine sokaklarda dalgın dalgın yürümeye başlamıştı.
Geçmiş, yaşanmasını istemediği ve belki de hiç hak etmediği olaylara sahne olmuştu.
Geriye baktığında neden ve niçin sorularına artık cevap bulamaz gibiydi. Tıp
fakültesine ilk başladığı yıllarda, cesetler üzerinde çalışmak üzere laboratuara giren
Agustin, bu mesleği neden seçtiği anlayamamıştı. Dışarıda, kendi kontrolü ve iradesi
dışında akıp giden bir hayat vardı ve buna ne kimse engel olabiliyor ne de onu
151
değiştirmeye kalkışabiliyordu. Bir hastadan diğerine koşuştururken kendini
dinleyecek, ya da kendi sorunlarına çözüm bulacak vakti bile olmuyordu. Belki de
bu nedenle Manuela’nın boşanma davasını ses çıkarmadan kabullenmiş ve sonucuna
katlanmıştı. Hayatı boyunca bilincinde olduğu şeylerin başında gelen ölüm kavramı,
onu değişik düşüncelere sürüklüyordu. O, hayatını içki içerek ya da inançlı bir insan
olarak sürdürmek arasındaki farkı bir türlü anlayamamıştı. Hayatında, özellikle de
son bir yılda her şey tepe taklak olmuştu. Bu düşünceler içerisindeyken, Agustin, onu
soru yağmuruna tutan Tarsila’nın kendisini ne kadar bunalttığının farkındaydı.
Tarsila, tıpkı annesi gibi davranmaktaydı. Onunla yaşamaya başladığı her geçen gün
kendisine biraz daha sıkıcı gelmeye başlamıştı. Sürekli nerede ve kimlerle olduğu
gibi saçma sapan sorulardan iyice bunalmıştı: “Dün eve geç geldin, değil mi ?” 182
Agustin, bu sorular karşısında kardeşine verecek cevap bulamıyordu, zira eve kaçta
geldiğinin o da farkında değildi. Zamanla iyice annesine benzemeye başlayan bu
meraklı ve sorgulayan bakışlar karşısında, gerekli cevabı vererek onu susturacak
cesareti kendisinde asla bulamıyordu. Onun tek istediği, yaşadığı şu sıkıntılı
günlerin ardından biraz başını dinleyebileceği sakin bir yer bulmaktı. Manuela’dan
boşandıktan sonra, kalan birkaç eşyasını toparlayarak gittiği kız kardeşi Tarsila’nın
yanında şimdi sığıntı gibi yaşamaktaydı. Onun yanında daha uzun bir süre
kalamayacağını anlayan Agustin, kendisini sık sık arayan hastası Olimpia’nın
davetini kabul ederek yanına gitmiş ve aradığı huzurlu ortamı bu evde bulmuştu.
Agustin, yine eve dönmeye hiç de can atmadığı günlerden birinde, sokaklarda
nereye gittiğini bilmeksizin dolaşırken, bir manav dükkanının önünde sahibi ile
tartışan ve adının sonradan Marcelo olduğunu öğrendiği bir genç ile karşılaşmıştı.
182 a.g.y.s. 105
152
Aslında çok tesadüfi denilecek bu karşılaşma, onun yakın gelecekteki hayatında bazı
önemli kararlar almasına neden olacaktı. Marcelo isimli bu gencin, dükkan sahibiyle
tartışmayı daha fazla sürdürmemesi için onun adına bir kilo kiraz almış ve Marcelo
da, kendisine bu tartışmada arka çıkan Agustin ile çoktan dost olmaya başlamıştı bile.
Agustin tam da tek başına kalmayı arzuladığı bu dönemde, Marcelo adındaki bu
gençle kafa dengi olduklarını çok geçmeden fark etmişti. Genç hiç durmadan
konuşmaktaydı ve Agustin, Oriente barının altında bir mahzen olduğunu ondan
öğrenmişti. Barın adını ise daha önceleri daimi hastalarından biri olan Alicia’dan
duymuştu. Agustin, ruhsal yönden geçirdiği yorgun bir dönemin ardından hiç
tanımadığı birisiyle sohbet etmekten memnun kalmıştı. Zaten karakter itibarıyla
Agustin, doktor sıfatıyla kendini diğer insanlardan üstün ya da farklı görmezdi ve
Marcelo da onun bu mütevazı kılık ve kıyafetinden doktor olduğunu hiç
anlayamamıştı. Gerçekten de Agustin üzerindeki giysilerle çok fazla doktora
benzemiyordu. Kendisi daima rahat kıyafetler giymeyi tercih ediyordu. Kıyafetlerinin
ille de ütülü olması onun için hiç önemli değildi. Agustin, kendisine bol gelen açık
renk bir pantolon ve Manuela’nın her fırsatta atmaya çalıştığı ancak kendisinin çok
hoşlandığı kısa kollu eski bir gömlek giyiyordu. Ayağında ise spor ayakkabılar vardı.
Genç adam onu sıradan, hatta işsiz gezen birine benzetmişti ve onun bir doktor
olduğunu öğrendiğinde, düşüncelerini şu sözlerle ifade etmişti: “ Doktor mu ?
Gerçekten mi ? Hiç benzemiyorsun.” 183
Delikanlı elinde “Zarzuela” tiyatrosunun afişlerini taşımaktaydı ve o oyunun
ışıklandırmasında görevliydi. Agustin’i de ısrarla oyunu izlemeye davet etmişti. Oysa
Agustin, kalabalık yerlerden artık nefret etmeye başladığı için bu daveti hiç dikkate
almamıştı. Genç, sürekli olarak kendinden söz etmekteydi ve Agustin, başlangıçta 183 a.g.y.s. 110
153
biraz sıkılır gibi görünse de daha sonraları onun anlattıklarını ilgiyle dinlemeye
koyulmuştu. Tıpkı Jeremy’nin dediği gibi, Agustin de tesadüfen karşılaştığı bu genç
sayesinde, çevresinde yaşanmakta olan başka hayatların da var olduğunu görmüş ve
kendi sıkıntısını unutmuştur. Marcelo, ışıkçı olarak yer aldığı oyunda, Anibal’i
oynayan aktör’ün ciddi bir trafik kazası geçirmesi yüzünden, onun görevini de
üstlenmişti. Sahnelenen bu oyunun adı, Luisa Fernanda idi. Agustin, küçükken annesi
ile birlikte bu oyuna gittiğini hatırlamıştı ve artık bu gençle birlikte olmaktan
keyif almaya başlamıştı. Eve dönmek ve Tarsila ile yeni bir tartışmanın içine girmek
istemiyordu. Bunun için kendini zaten yeterince yorgun hissediyordu. Ancak , tam o
sırada, Olimpia’nın bıraktığı mesajı hatırlamıştı. Evet en güzeli geceyi onun evinde
geçirmekti. Marcelo’dan özür dileyerek tam oradan ayrılacağı sırada, Marcelo ona
geçen gün, önce trende sonra da bir barda karşılaştığı kültürlü ve bakımlı bir
kadından yani Amparo’dan bahsetmişti.
Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, romanda yer alan her kahramanın diğeri
ile, tesadüfen de olsa, bir ilişkisi bulunmaktadır. Amparo’nun, birbirleriyle
zincirleme ilişkisi olan insanlarla Madrid’de karşılaşması gibi, Agustin’in de Marcelo
ile bir rastlantı sonucu bir araya gelmesi çok ilginçtir. Zira Agustin ve Marcelo,
kendilerinden yaşça büyük zengin kadınlar tarafından himaye edilmek gibi ortak bir
kaderi paylaşmaktadır.
Karısı tarafından terk edilen Agustin, canının çok sıkıldığı ve kardeşi
Tarsila’nın sitemlerine katlanacak gücünün olmadığı akşamlarda, soluğu Olimpia’nın
evinde almaktaydı. Tek istediği kafasını biraz dinleyebilmekti. Aslında o gece
Olimpia’nın mesajını aldığı için gitmişti, ancak Olimpia mesaj bıraktığını
154
hatırlamıyordu. “ Şey, bak, benim için fark etmez. Senden tek istediğim Olimpia,
banyo yapmama ve burada kalmama izin vermen, buna çok ihtiyacım var.” 184
Agustin, normalde hastalarıyla, muayenehanesi dışında görüşmeye pek
yanaşmamaktadır, ancak hastası olan Alicia’nın durumunu düşünerek, onun davetini
kıramamış ve bir yerde buluşmuşlardır. Ancak Agustin, Alicia’nın ona, hasta doktor
ilişkisinin dışında bir duygu beslediğini ilk defa o sırada anlamış ve bu durum onu
çok rahatsız etmiştir. Zaten bir ilişkiyi daha yeni bitirmiş ve özellikle de son
günlerde boşandığı karısını daha sık düşünmeye başladığını fark etmiştir. Onunla
çıkmayı kabul ettiği o gün zaten kafası karışık olan Agustin, Alicia’nın yaptığı teklif
karşısında ne diyeceğini şaşırmıştır. “Neden seninle birlikte kalmam için beni evine
götürmüyorsun? ” 185 Agustin ne diyeceğini şaşırmıştır. “Alicia, ona yalvarır gözlerle
bakmaktadır. Agustin ise elini yeni doğmuş bir çocuğu okşarcasına, tıraş olmuş
kafasında gezdirir, gülmeye başlar. Senin kafan yerinde değil galiba, ben senin baban
olacak yaştayım. Agustin, bu soruyu farklı bir boyuta çekmek istemiştir.“ 186 Sonunda
ondan kurtulmak amacıyla, bir kadının evinde onunla birlikte yaşadığını yalanını
uydurmak zorunda kalmıştır. Zira, şu an yeni bir ilişkiye hiç de hazır değildir.
Agustin, boşandığı karısı Manuela’nın ölüm haberini, Olimpia’dan
öğrenmiştir. Bavulunu topladığı gibi nereye gideceğini bilmeyen Agustin, öylesine
evden çıkıp gitmiştir. Bir kafeteryada, yine Marcelo ile karşılaşmıştır. Marcelo’nun
hiç durmadan konuşması onu hem rahatsız etmekte hem de bu genç çocuğa karşı
farkında olmadan bir yakınlık duymaktadır. Marcelo’nun yüzünün soluk oluşu
Agustin’i endişelendirmekte ve onun tüberküloz olabileceğinden şüphelenmektedir.
184 a.g.y.s. 137 185 a.g.y.s. 225 186 a.g.y.s. 226
155
Çünkü çok yakın bir arkadaşını bu hastalıktan kaybetmiştir. Marcelo’nun henüz
yirmi iki yaşında olması ve sürekli başkaları için yaşamaya çalışması Agustin’i
üzmektedir. Agustin, hem karısı Manuela’yı acı bir haberle kaybetmiş olmanın
verdiği derin üzüntüye ve hem de karşısında oturan Marcelo’nun bu zavallı
görüntüsüne daha fazla dayanamamış ve belki de annesinin ölümünden bu yana ilk
defa hıçkırıklara boğularak ağlamaya başlamıştır. Agustin, bu genç adama gerçekten
çok acımaktadır ve ona kendi yaptığı hataları yapmamasını öğütlerken, bunlardan
kendi payına düşeni de almıştır. “Şu anda, iyi bir dost olarak bildiğim, senin gibi bir
insanın karşısında ağlamak, beni gerçekten çok rahatlattı. Bak, sen de güvendiğin
herkese içini dökebileceğini unutma. Yirmi yaşındasın, yaşıyorsun, sağlıklısın ve
zekisin, bütün bunların kıymetini bil. Ben sana yardım ederim, bana güven. Daha da
olmasa sana biraz ödünç para da verebilirim. Sakın ümitsizliğe kapılma, bunu benim
için yap. Önce kendine güven ve başın dik olsun. Bu konuda sana yardım edebilecek tek
kişi var o da sensin. Güçlü olmak senin elinde. Bunu başkalarından beklemen hata olur.
Ben bile senin için daha fazlasını yapamam.” 187 Agustin, bu sözlerinin ardından yine
kendini tutamayarak ağlamaya başlamıştır. Ertesi gün kendisini muayenehanesinde
bekleyeceğini söyleyerek, o gece Marcelo’nun yanından ayrılmıştır. Agustin’i şimdi
hayatının ikinci zor görevi beklemektedir. Ölen karısının cenazesine katılmak
zorundadır, ancak buna pek niyeti yoktur. Kız kardeşi Tarsila ile randevulaştıkları
barda buluşan Agustin, ona cenazeye gitmek yerine, birlikte bir şeyler yemeyi teklif
etmiştir. Manuela’nın sağlığında, kendilerine insanca davranmayan Roca aile’sini
memnun etmek için cenazeye katılmak niyetinde değildir. Artık hem kendi, hem de
kardeşinin hayatını, başkalarının yönlendirmesine izin vermeyecektir. Agustin’le
buluştukları barda Tarsila, Manuela’nın arkasından bir iki eleştirel söz söylemek
187 a.g.y.s. 281
156
isterse de Agustin buna engel olur. Tarsila, ona yaşlı gözlerle bakarken aralarında
şöyle bir konuşma geçer:
“- Onun karşısında hep tedirgindim ve nasıl davranacağımı bilemiyordum. Her an
onunla bir tartışma içine girecek ve kendimi savunmam gerekeceği endişesini
taşıyordum. Şu anda düşüncelerimde çok yanıldığımı anlıyorum
- Bak, bırak şimdi bunları, artık kimin hatalı olduğunun hiç önemi yok. Lütfen kendini
daha fazla üzme. Hayatta gerçek olan şu ki, insanlar doğar ve ölür. O ne yazık ki artık
aramızda değil. Ama, kim bilir, belki de bunu arzu ediyordu. Biz yaşamaya devam
etmek zorundayız. Bize ihtiyacı olan daha çok insan var. Ağlama lütfen. Bir şeyler yer
misin ? “ 188
Agustin, artık geriye dönüp bakmaktansa, gününü yaşamaya ve Marcelo’ya
verdiği öğütten kendisi de kendi adına pay çıkarmaya kararlıdır. Bu hayatı kendisi
için yaşayacaktır. Manuela’nın ölümü, ona, hayata daha farklı bir açıdan bakma
fırsatı tanımıştır. Kız kardeşi Tarsila ile fazla ilgilenemediğini düşünen Agustin, ona
biraz daha fazla zaman ayırmaya karar verir. Artık kendisi için de bir şeyler
yapmanın vakti gelmiştir. Hayatına bir çeki düzen vermek zorunda olduğunu
hissetmektedir. Olimpia’ya bıraktığı mektupta da bundan söz etmektedir. “Artık
hiçbir şey düşünmeden rahat birkaç gece geçirmek istiyorum. Şu son birkaç hafta beni
gerçekten çok yıprattı ve biraz hava değişimine ihtiyacım var. Hastaneden izin aldım.
Tarsila ile birlikte bir haftalığına, huzur içinde yatsın, babamın köyüne gitmek
istiyoruz. Amcam Genaro’nun orada bir evi var, çok güzel bir bahçe içinde, çocukları
da yok ve onu ziyaret etmediğimiz için bize sürekli sitem eder durur. Hem benim ve
hem de son günlerde ihmal ettiğim ve neredeyse depresyonda olan Tarsila için bu tatilin
iyi olacağını düşünüyorum. Dönüşte hayatımı bir düzene koyacağım ve nasıl olursa
188 a.g.y.s. 284
157
olsun, önce kendime bir ev ayarlamakla işe başlayacağım. Böylesi bir eve, yemek içmek
kadar ihtiyaç duyuyorum ve bunun gerekliliğini her geçen gün daha iyi anlıyorum.” 189
Agustin’in boşandığı ve vefat eden karısı Manuela Roca, hayattan hiçbir
beklentisi kalmayan ve hayatında yaşamına devam etmek için geçerli bir sebebi
olmayan mutsuz bir kişiliktir. Kız kardeşi Rosa Manuela’ya defalarca telefon edip
yazlık eve gelmesini ve ailesi ile bir kerecik olsun yaz tatilini geçirmesini istemişse
de bunda başarılı olamamıştır. Yaklaşık yirmi yıl kadar önce evden ayrılan Manuela
bir daha eve dönmemiştir. Bu ayrılığın nedeni, aile içi bir sürtüşmeden ya da kendi
isteğinden kaynaklanmıştır. Kız kardeşinin telefondaki sözlerinden, Manuela’nın
farklı bir kişiliğe sahip olduğu ve bu yüzden de ailesi ile geçinemediği
anlaşılmaktadır. “Seni savunurum, sana söz veriyorum. Ben her zaman için insanların
kendi düşüncelerine saygı duyularak onların kendi kararlarını kendilerinin vermesi
taraftarıyım. Hatta bunu babama söyleme cesaretini bile gösterdim. Onu kendi haline
bırak, yalnız kalmaya ihtiyacı var dedim. Babamın nasıl olduğunu bilirsin, öylesine
dinler, yine kendi bildiğini okur. Bunu söylediğim için beni affet Manuela, ama babam
bazı konularda haklı, onun bu denli sinirlenmesinin sebebi doğru zamanı seçmemenden
kaynaklanıyor, bunu hiçbirimiz beklemiyorduk. Yani, sana geçen gün de söylediğim
gibi, Agustin ile evlenmeni biz de beklemiyorduk, öğrendiğinde babam yumruğunu
masaya vurdu. Şu boşanmış dul adamla mı? diye bağırdı. Sen de biliyorsun ki,
Agustin’in adını o günden beri bir daha azına almadı. Bunu çok korkunç bir olay
olarak algıladı. Hepimiz gerçekten şok olduk. “ 190 Manuela telefonda kız kardeşini
dinlerken, geçmiş günlerine dönmekte ve ailesi ile birlikte geçirdiği o eski günleri
âdeta yeniden yaşamaktadır.
189 a.g.y.s. 314 190 a.g.y.s. 63-64
158
Rosa, iki yaşına bastığında, babası José Manuel emekli olmuş ve en büyük
kızı Manuella Hukuk Fakültesi’ni bitirmişti. Annesi o zamanlar kanserden ölmemiş
olsaydı, Manuella bir avukatlık bürosu açacaktı. Manuella ve Rosa babalarının ikinci
evliliğinden doğan çocuklarıydı. Birinci evliliğinden de Andres adında bir oğlu vardı
ve ilk karısını doğum sırasında kaybetmişti. İkinci karısının da ölümü üzerine
evlenmeye kalkışan ve zaten çok çapkın bir adam olarak bilinen babalarının adı
neredeyse Mavi Sakal’a çıkmıştı. Babası Manuela’yı diğer evlatlarından hep farklı
tutmuştu. Onun için, ailenin en sağlam direği derdi. Fakat ailenin ve özellikle de
babası Jose Manuel’in hiç hoş karşılamadığı bir dul adamla evlenmeye kalkması ki,
bu Agustin’den başkası değildi, onları tam anlamıyla yıkmıştı. Üstelik bu evlilik, tam
da aile büyüklerinin tahmin ettiği gibi, üç yıl sonra boşanmayla sonuçlanmıştı ve bu
onlar için, Manuela’nın tekrar eve dönmesi anlamına geliyordu. Fakat Manuela o
kadar gurursuz değildi. Ayrıca Agustin henüz evdeki eşyalarını da toplamaya
gelmemişti. Kız kardeşinin evinde yaşamaya başlayan Agustin ile temas kurmak ve
eşyalarını almasını söylemek için bekleyen Manuela’nın asıl amacı, Agustin’in tekrar
kendine dönme ihtimalini gözden geçirmekti. Oysa Agustin’in kız kardeşi Tarsila,
ağabeyinin eski karısının onu sık sık telefonla aramasını ve notlar bırakmasını tuhaf
karşılıyordu. “Bak Agustin, eski karına tuhaf bir şeyler oluyor. Sanırım ruhsal açıdan
pek iyi bir durumda değil. “ 191
Her zaman başı dik gezmeye alışmış ve gururlu bir kişiliğe sahip olan
Manuela, boşanmış olduğunu bir türlü kabullenmek istememiştir. Agustin’in evden
ayrılması üzerine, yardımcısı Rufina’yla birlikte, üç gün boyunca temizliğe kalkışan
Manuela, başlangıçta Agustin’den kalan giysileri birilerine vermekten söz ederken,
191 a.g.y.s. 70
159
daha sonraları, Rufina’ya, onları naftalinleyip güzelce saklaması gerektiğini ima
etmiştir. Rufina ise onun gerçekten ne istediğini anlayamamıştır. “Affedersiniz
küçükhanım ama anlayamadım. Bay Agustin bu giysileri almaya gelmeyecek mi?
Çünkü siz geçen gün onları Cáritas’a vermemin bir sakıncası olmadığını söylemiştiniz.
Eğer düşünceniz bu ise, ben bu konuyla ilgilenebilirim. Ayrıca dolabın yükünü
hafifletmenin bir yolu daha var o da, bu yepyeni kazakları, takım elbiseleri ve
ayakkabıları ihtiyacı olanlara vermemiz “ 192 Oysa Manuela’nın düşüncesi daha
farklıydı. Augustin’in eşyalarını saklamaktaki amacı, onunla bir gün gene birleşmek
ve bir daha hiç ayrılmamaktı. Rufina’nın bu denli açık sözlü olması onu üzmüştü ve
ağlamaya başlamıştı. Manuela, gerçekten de Agustin’i özlemekteydi. Ancak henüz
ne yapacağına da tam karar vermiş değildi. Ailesi, yazı birlikte geçirmek için onu
davet etmekteydi ancak o gitmek istediğinden bile emin değildi. “Ben bile ne yapmak
istediğimi tam olarak anlamış değilim Rufina. Ailemle yazlığa gitmeğe üşeniyorum.
Anlarsın ya işte, arkanı dönüp gittiğin ailenle yüzleşmek, bahçe işleri ve etrafta dolaşan
bir sürü yeğen ile uğraşmak, bunun yanında da eve ziyarete gelip giden bir sürü konu
komşu. Aslında hiçbiri beni ilgilendirmiyor. Babamı bile düşünmek istemiyorum.
Üstelik de, benim gelişimle yeniden hayata dönecek olan babamı. Zavallıcık doğru
dürüst yürüyemiyor bile. Ne yapacağım bilemiyorum, onları görmek için içimde hiç bir
istek yok. Ne kendime bakmak, ne mutlu olduğum konusunda yalan söylemek ve ne de
onların sohbetlerine katılmak; bunların hiçbirini istemiyorum. Sanırım onlarla
konuşacak hiçbir şeyim de yok. Beni anlıyor musun ? ” 193 Manuela’nın bu duygular
içerisinde yaşadığı psikolojik çatışmalar bize, “Perde Arkasında”ki Elvira’yı
hatırlatmaktadır. Elvira da, hayatta hiçbir beklentisini gerçekleştirememiş ve
bunalıma girmiş bir karakterdir. Farklı iki romanda yer alan ve birinin sonu
192 a.g.y.s. 80 193 a.g.y.s. 82
160
umutsuzluk, diğerininki ise ölümle biten bu iki kahraman için, kişilik arayışı
içerisinde yok olup gittiklerini söyleyebiliriz.
Manuela, Elvira’nın aksine hayatının erkeğini bulduğuna inanarak evlenmiş
ancak bunun mutsuz bir birliktelik olduğunu anlamakta geç kalmıştır. Elvira
evlenemediği için mutsuzdur, Manuela ise evlenmiş ama mutluluğu
yakalayamamıştır. Boşanma davasını kendisi açmış ama boşansalar bile Agustin ile
dost kalabileceklerini ümit etmiştir. Oysa Agustin, “Herkes kendi yoluna” 194
düşüncesiyle geçmişe bir sünger çekmesini bilen gerçekçi bir kişiliktir. Manuela
aslında Agustin’e çok büyük bir aşkla bağlanmış ve bu aşk onu evliliğe götürmüştür.
Ancak zamanla Agustin ile hiç ortak noktalarının olmadığını fark etmiştir. Agustin,
Manuela’ya göre hayatı daha yüzeysel yaşama taraftarıdır ve aile içi tartışmalarında
da bu çok açık bir biçimde görülmektedir. Son sözü kimin söylediği asla belli
olmamakta, Agustin sorunu çözmek yerine, hep üstünkörü geçiştirmeyi tercih
etmektedir. Oysa Manuela, sorunun nedenine inerek, onu çözümlemeyi daha uygun
görmektedir. Manuela, boşanmanın ardından geçirdiği zor günleri, yardımcısı Rufina
ile yaptığı sohbetlerle atlatmaya çalışmaktadır. Rufina ona hayattan örnekler
vermekte, aldığı kararların çok isabetli olduğunu söyleyerek onu rahatlatmaktadır.
Birilerinden destek bekleyen ve Rufina’nın bu sözlerinin ardından biraz olsun
rahatlayan Manuela şöyle demektedir: “Seninle konuşmak bana çok iyi geldi.
Samimiyetin için çok teşekkür ederim. Ayrıca sabrın için de Rufi, evet özellikle de
sabrın için. Yapmam gereken tek şey, bir an önce buradan çıkmak, bunu şimdi daha iyi
anlıyorum. Sen de hemen bu öğleden sonra izne ayrılabilirsin.” 195 Güzel bir duş alarak
194 a.g.y.s. 84 195 a.g.y.s. 88-89
161
yola çıkmaya hazırlanan Manuela, Agustin’in eşyalarını da Rufina’ya vermekte
herhangi bir sakınca görmemiştir.
Manuela işe yeni başladığında, gene ailesinin uygun görmediği, noter adayı
bir gençle nişanlanmıştır. Damat adaylarının noter olması aslında yabancı olduğumuz
bir meslek değildir. Perde Arkasında adlı birinci romanda da evlenme çağına gelen
delikanlılar noterlik sınavlarına çalışmaktadırlar. Manuela, Adolfo Calderon adındaki
bu gençle bir buçuk yıl nişanlı kalmış ancak onun ani ölümüyle bu ilişkiyi bitirmek
zorunda kalmıştır. Bu genç adamın noter olması, ailenin onu damat olarak
kabullenmesine yetmemiştir çünkü onlar, Adolfo Calderon’un asıl amacının,
Manuela’nın servetini ele geçirmek olduğunu düşünmekteydiler.
İleriki yıllarda gene ailesinin rızası dışında Agustin ile bir evlilik yapan ve
daha sonra da boşanmayla sonuçlanan bu ilişkinin ardından Manuela Roca, her
şeyden ümidini kesmiş bir şekilde Ford Fiesta marka arabası ile sıcak bir yaz günü
son kez şehrin sokaklarında gezinmektedir. Araba ile şehir turu atarken radyoda
havanın bozacağını duymasına rağmen pencereleri kapatmamış, aklında yaşadığı iyi
kötü anıların düşünceleriyle gezintisini sürdürmeye devam etmiştir. Arabayı, bakım
için teknik servise götürüp bıraktıktan sonra, Agustin’in kız kardeşi Tarsila’ya bir
hoşça kal öpücüğü vermek istemiş, ama tam güzellik salonunun önünden geçerken
bundan vazgeçmişti. Çünkü dedikodu düşkünü bir kadınla şu an için bir araya gelmek
hiç de hoş olmayacaktı. Yürümeye devam ettiği sırada, bir zamanlar öğretmeni olan
Abel Bores ile karşılaşmıştı. Aslında onu selamlamak istemişti ama Abel gözlerini
oturduğu masadan kaldırmamıştı bile. Sonra, tıpkı Amparo’nun yaptığı gibi, vakit
geçirmek için Belediye Müzesi’ne girmeye karar vermişti. Çünkü orası, o saatlerde
162
Kilise gibi çok sessiz olurdu. Bir tablonun önünde oyalanırken yine Agustin ile
geçirdiği o günlere dönmüştü. Agustin onu bu müzeye getirmiş ve tam o tablonun
önünde dakikalarca sohbet etmişlerdi. Bir ara oradan geçen ve yabancı olduğu her
halinden belli olan, güzel kokular içinde çok şık bir bayan aniden kendisine
çarpıvermişti. Onu korkuttuğu için özür diledi. Karşılaştığı bu kişi Amparo’dan
başkası değildi. Her ne kadar birbirlerini tanımıyor olsalar da, Amparo, romanın
ilerleyen bölümlerinde bir anlık çarpışma sonucu merhabalaştığı Manuela’nın
cenazesine katılmak için içinde büyük bir istek duyacak ve tamamıyla tesadüfi olan
bu karşılaşma, Amparo’nun hayatını büyük ölçüde değiştirecektir.
Arabayı servisten alan Manuela, postaneye uğrayarak ailesine, geleceği
konusunda kısa bir telgraf çektikten sonra, yola çıkmayı düşünmekteydi. Kardeşi
Rosi'nin uzun uzadıya süren şikayetlerini dinlememek için telefon yerine telgraf
çekmeyi tercih etmişti. Ancak telgrafta, yolculuğa kendi arabası ile mi yoksa başka
bir vasıta ile mi çıkacağını belirtmemiş, sadece yarın orada olacağını yazmıştı.
Postaneden çıktığında yine aynı şık kadınla karşılaşmış ve ondan, müzenin önündeki
aslanlarla bir fotoğrafını çekmesini istemişti. Bu defa aralarında çok kısa da olsa bir
konuşma geçmişti. Manuela ona, buralı olup olmadığını sormuştu.
“-Hayır. New York’tanım.
-Şey, konuşmanızdan hiç anlaşılmıyor.
-Tabii, çünkü annem babam İspanyol. “ 196
Manuela yola çıkmadan önce bir şeyler yemek istemiş ancak uğradığı ilk
barda yemek servisinin bittiğini öğrenmişti. Vaktin bu kadar geç olduğunu fark
etmemiş ve zamanın ne kadar hızlıca akıp gittiğini düşünmüştü. Bu arada, erkek 196 a.g.y.s. 98
163
kardeşi Andrés’in kızı Valeria’nın, kendisine hediye ettiği kitap için bir kart atarak
ona teşekkür etmek istiyordu. Aslında romanda, Valeria ile Manuela’nın hayat
felsefeleri benzerlik gösteriyordu. Her ikisi de isyankar ve inatçı bir kişiliğe sahipti.
Valeria da genç yaşta evden ayrılmış ve kendi yolunu tek başına bulmaya çalışmıştı.
Evi terk ettiğinde henüz on yedi yaşındaydı ve ailesinden tek kuruş bile almadan bir
radyoda iş bularak çalışmaya başlamıştı. Valeria yeni nesil gençlerindendi ve evlilik
dışı bir ilişki yaşadığı için ailesi tarafından reddedilmişti. Oysa yıllar önce,
Manuela’nın, ailesinin kabullenemediği birisi ile evlenmeye kalkışması çok büyük bir
skandal olmuştu.
Araba ile yola çıkmaya hazırlanan Manuela, Agustin’in muayenehanesinin
önünden geçerken, ona son kez uğrayarak vedalaşmak istemişti. Fakat Agustin, o
sırada, yanında genç bir çocukla hararetli bir şekilde konuşarak şehre doğru
yürümekteydi. Manuela, arabanın penceresinden ona bağırmak istemişti ama
duyuramamıştı, sanki sesi kısılmıştı. Manuela artık şiddetli bir yağmur altında çıktığı
bu yolculukta tek başınaydı ve bu yolculuk sanki onun kaderini tayin ediyordu.
Direksiyonda elleri titremeğe başlamıştı ve dışarıdaki sağanak yağış gibi gözünden
akan yaşlara artık hakim olamıyordu. İşte bu yolculuk onu yavaş yavaş hayatının
sonuna taşıyordu. Manuela, yazlık eve çektiği ve geleceğini bildirdiği telgrafla
evdekileri hem sevindirmiş hem de telaşlandırmıştı. Halası Manuela gibi kendi
başına buyruk olmayı seven Valeria, babası Andres Roca Lopez için Manuela’nın
nerede kaldığını öğrenmesi konusunda tek seçenekti, ve dolayısıyla da kızı Valeria’yı
aramaktan çekinmemişti Valeria, teyzesini herkesten daha iyi anladığı için, babasına,
onun yolculuk sırasında bir yerlerde konaklamış olabileceğini söylemişti.
Manuela’nın ailesine kavuşacağı anı, özellikle de ona çok ihtiyacı olan babası, dört
164
gözle beklemekteydi. Fakat sabahleyin radyoda duydukları bir kaza haberiyle
yıkılmışlardı. Arabasıyla kaza yapan Manuela, iki gün boyunca kaza yaptığı yerde
öylece kalmıştı. Babası, cesedin ona ait olup olmadığını tespit etmek üzere
çağrılmıştı. Olayı ilk duyan, yeğeni Valeria olmuştu. Çalıştığı radyoya, kaza haberi
bir faksla iletilmişti. Valeria, ailesinin yanına dönmek istemediği için, okuldan
arkadaşı Rita’yı, yani Abel Bores’in kızını aramış ve geceyi onlarda geçirmek
istemişti. Halası ile görüşeli daha birkaç gün olmamıştı ve ona kendisini toparlaması
için güzel bir kitap hediye etmişti. Valeria’nın ailesiyle çok iyi anlaşamadığını herkes
biliyordu, ancak Manuela’nın onun hayatında çok büyük bir yeri vardı. Manuela
kazada hayatını kaybettiğinde henüz elli üç yaşını yeni doldurmuştu. Romandaki
diğer kahramanların aksine, Manuela, kendi yalnızlığı içerisinde kaybolup gitmişti.
Onu gerçekten anlayan birisiyle karşılaşamadığı için yaşamı arzu ettiğinden
çok farklı bir noktada sona eren Manuela’nın aslında Elvira’dan bir farkı yoktur.
Yalnızlık ya da ölüm, sonuçta kişiliğini oturtamamış her insan için çok fazla bir şey
değiştirmemektedir. Çevreleriyle iletişim kuramayan bu iki kadın kahraman,
yazarımızın, toplumdaki iletişimsizlik düşüncesinin doğruluğunu da ispatlamaktadır.
165
2.2. KAHRAMANLARIN KİŞİLİKLERİNİ BULMALARINDA “AYNA” NIN
ÖNEMİ
Carmen Martin Gaite’nin Evden Kaçış adlı romanında yer alan ve romanda
bahsi geçen diğer objeler arasında önemli bir yer tutan ayna, baş kahraman
Amparo’nun yalnızlığını paylaştığı bir sembol olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayna,
bu işleviyle, karşısında duran insanın ona içini dökebileceği güvenilir bir dost haline
gelmekte, yani canlı bir kişiliğe dönüşmektedir.
Aynanın varlığı, Carmen Martin Gaite’nin ilk kısa öyküsü “Kaplıca” da
görülmeye başlamakta ve daha sonra ” Karlar Kraliçesi” ve “Evden Kaçış” adlı
romanlarında önemli bir yer edinerek kahramanların hayatının ayrılmaz bir parçası
haline gelmektedir. Romanlarda birinci derecedeki anlatıcı durumunda bulunan baş
kahramanlar, zaman zaman aynanın karşısına geçerek kendileri ve geçmişleri ile
yüzleşmektedirler. Bu karakterler, aynadaki yansımalarında kendilerini, yap boz
tahtası gibi parçalara ayrılmış olarak da görebilmekte ve bu görüntünün her bir
kesitinde geçmişleri ile yüzleşmektedirler ve . Dolayısıyla ayna, bu anlamda, artık sırf
görüntü verme işlevinin dışına çıkarak, kişilerin ruh tahlillerinin yapıldığı bir araç
haline gelmektedir. Yap boz tahtasının parçaları bir araya getirildiğinde ise,
karakterler artık kendi benliklerini bulmaktadırlar.
Romanlarında aynayı, bu şekilde, farklı bir boyutta kullanmayı hedef alan
Gaite, bu eğilimini, yazın hayatı boyunca da devam ettirmiştir. Zira, aynada kendi
yansımalarını farklı boyutlarda algılayan kahramanlar, bu yönleriyle, okuyucuya
ayrıntılı bir ruh tahlili de yapmaktadırlar. Hatta bazen bu yansımaları, sırf ruh tahlili
166
ya da geçmişle yüzleşme şeklinde ortaya çıkmayıp, aynı zamanda karşılarındaki yeni
bir “ben” görüntüsünü de alabilmektedir Bu anlamda, karakterler sanki karşılarında
çok güvenilir bir dost varmışçasına tüm içten duygularını ona hiç çekinmeden
anlatabilmekte, bu duygu ve düşünceleri birinci ağızdan duyan okur ise kendini o
karaktere daha yakın hissetmektedir. Aslında Gaite, ayna figürünü kullanarak
romanlarında yeni bir teknik geliştirmiştir. Karakterlerin ruh tahlillerini ya da “flash
back” olarak nitelendirilen “ geçmişe dönüş” olayını bu ayna vasıtasıyla
gerçekleştirerek, kahramanların duygu ve düşüncelerini ikinci bir ağızdan ya da
düşünceleri yoluyla okura aktarmak yerine, kendi ağızlarından aynaya
konuşturmaktadır. Aslında kahramanlar, burada, bire bir okuyucuyla
konuşmaktadırlar. Gaite’nin romanlarında kişileri canlı tutan da işte budur.
“Evden kaçış” romanının baş kahramanı Amparo, çocukluk günlerinin geçtiği
Madrid’e geri döndüğünde kaldığı otelin lobisinde, kendisini bir aynanın karşısında
bulmaktadır. “Otele vardığında, üç parçalı bir aynada yorgun yüzünü görmüştü.
Tükenmişti artık, yaşamında her şey altüst olmuştu. Sadece uyumak istiyordu.
Pasaportunu çıkartıp resepsiyona bıraktı ve onu hiç kimsenin sebepsiz yere rahatsız
etmemesini söyledi. Ertesi gün kalktığında duş alıp makyajını yaptı. Giyinmişti. Aynada
kendisine yansıyan görüntüsü güzeldi. Bir an gözlerinin bu görüntüyle bütünleştiğini
hissetti. Evet, karşısında gördüğü bu yüz, hayattan hiçbir beklentisi kalmamış bir
insanın yüzüydü. İçinde o tuhaf boşluğu hissetti.” 197
Romandaki bir başka ayna görüntüsü, Manuela’nın yatak odasında karşımıza
çıkmaktadır. Bu kez olayları aynadan seyretmeye koyulan kişi, yardımcısı Rufina’dır.
“Rufina, şişmanladığını düşünüyordu. Dolabın kapaklarından birinin içinde bir ayna
197 Carmen Martin Gaite, “ Irse de casa “, Anagrama, Barcelona, 1998, s. 39- 53
167
vardı ve Rufina onu açarak kendi şişman görüntüsü ile karşılaştı ve işte o an olan oldu.
Sanki karşısında bir perde açılmış gibiydi ve bir çok insan o sahnede rol alıyordu.
Ancak şarkıcı kızın bayılmasıyla rol dağılımı altüst oldu. Rufina onun yerine geçmişti
ve oyun Rufina’nın devleşmesiyle son buluyordu. “ 198 Görüldüğü gibi bu romanda
ayna, kendi işlevi dışında, karakterleri dışardan göründükleri gibi değil de, asıl olmak
istedikleri haliyle de okura yansıtmaktadır. Yani burada, düşünceler yerine,
görüntüler devreye girmektedir.
Masaj yaptırmak üzere geldiği Tarsila’nın güzellik salonunun banyosunda
üzerini değiştiren Amparo, buradan çıkarken yan tarafta duran aynalı dolaba şöyle bir
göz atmaktan kendini alamamıştır. Kendisine hiç de yabancı gelmeyen bu aynalı
dolap, onun geçmişinin bir parçasıdır. Zira, Amparo’nun çocukluğu ve genç kızlığı
bu evde geçmiş ve o zamanlar bu aynayla çok şeyi paylaşmıştır. Sanki gizli bir güç
onu bu odaya girmesi için zorlamıştır. Fakat bir türlü aynanın karşısına geçip,
görüntüsü ile yüzleşmeye cesareti yoktur. Oysa ki bu eski aynayla geçmişine ait
birçok anıyı tekrardan yaşayabilecektir. Ancak buna cesareti var mıdır? Çünkü onun
karşısında güldüğü günler kadar gözyaşı döktüğü günler de olmuştur. Ayna, buradaki
konumuyla, kişileri sadece kendileri ile yüzleştirmek değil, aynı zamanda onları
geçmişlerine döndürmek gibi bir işleve de sahiptir. Amparo, eskiden yaşadığı bu evde
aynanın karşısında hep alçak sesle konuşmuştur çünkü Olimpia dışında, herkes ona
kendi kendine konuşmanın delilik olduğunu ima etmiştir. Olimpia ise, insanın kendi
kendine konuşmasının o kişinin ruh sağlığı açısından çok faydalı olduğunu
söyleyerek Amparo’yu cesaretlendirmiştir. Amparo, yine o evdedir ve aynada kendi
görüntüsü ile baş başadır. “Ayakları gitmek istediyse de bunu başaramadı. Tam
odadan çıkacağı sırada, gözü aynadaki o tuhaf görüntüye takıldı. Sisler ardındaki 198 a.g.y. s. 80
168
odada yatakta uzanmış belirsiz bir kadın figürü ortaya çıktı. Ona bakmaya cesareti
yoktu, ama onun kendisini selamladığını duydu.
-Merhaba, uzun zamandır seni bekliyordum, geri döneceğini biliyordum. Yaşantın ne
durumda ? Amparo cevap verirken sesi titriyordu, sanki görünmeyen bir çift el
boğazını sıkıyordu.
-Çok uzun bir hayat hikayesini birkaç dakikaya sığdırmak kolay değil, özür dilerim
gitmek zorundayım.
-Niye bu kadar acele ediyorsun ?
-Birisi gelip de ve beni burada kendi kendime konuşurken görürse.... hayır, bunu
yapamam, gerçekten.
Amparo, hafifçe gözlerini kaldırır, gözyaşlarının yarattığı minik prizmaların
arkasından, karşısındaki kişiyi çift görmektedir.
-Tek başına konuşmuyorsun, ben buradayım, tıpkı eskiden olduğu gibi. Biliyorsun
birbirimize her şeyimizi anlatırdık.
-Artık her şey farklı. Bırakalım istersen.
-Anlıyorum, artık başka aynaların var.
-Evet, bana yalan söyleyen başka aynalarım var. Ama hepsine alışmak gerek. Geri
döndüğüm için mutluyum. Hoşça kal.
-Hoşça kal canım; ağlama. Bana bir gülücük vermek bu kadar zor mu ?
Amparo, gözyaşları arasında gülümsedi ve elinin baş parmaklarıyla zafer, sol eliyle de
kalp işareti yaptı. Diğeri de onu taklit etti, bu eski bir şakaydı. Daha sonra, çantasından
bir mendil çıkartıp yavaşça salladı, suç ortağının da aynı hareketi taklit ettiğini fark
etti. Daha sonra tek kelime etmeden odadan çıktı, ayna artık sadece odada duran mavi
ipek örtülü yatağın görüntüsünü aksettirmekteydi. Koridorun lambasını kapatıp, yeşil
kapıya yönelmeden önce elindeki veda mendiliyle gözlerini kuruladı.” 199
199 a.g.y. s. 184
169
Ayna unsurunun yer almadığı, “Perde Arkasında” adlı romanda, kahramanlar
kendi kişiliklerini karşılarına çıkan sembolik karakterlerde ya da yaşadıkları
mekanlarda bulma çabasındadırlar. Elvira, Pablo’yu karşısında gördüğünde âdeta
kendine yönelik bir kişilik analizi içerisine girmektedir. Zira, Pablo, onun kendisinde
olmasını istediği kişilik özelliklerinin tümünü taşımaktadır: Kendinden emin, herkes
tarafından beğenilen, kültürlü ve bağımsız bir ruh. Ayna figürünün içerisinde yer alan
yap boz tahtası burada, dağılmış bir zincirin halkaları görüntüsünü almakta ve
sembolik olarak romanda yer alan karakterler, bu zincirin halkalarını
tamamlamaktadırlar. Bu durum, kişilerin içinde yaşadıkları mekan için de geçerli
olup, romanda betimlenen bu toplumsal mekanlar sayesinde okur, yazara ve onun
yarattığı karakterlere ulaştırılmakta, yani yazar ve karakterler özdeşleştirilmektedir.
Okur ise, bu konumuyla, olayları dışardan değerlendirme fırsatını bulmaktadır.
Gaite’nin “Perde Arkasında” adlı eserinde amaçladığı da zaten budur.
Yazarın geliştirmiş olduğu bu anlatım tekniğinde hedef, karakterlerin ve yaşanılan
olayların okur tarafından dışarıdan değerlendirilmesidir. Zira bu romanda okur,
“Evden kaçış” romanında olduğu gibi karakterlerle bire bir yüzleştirilmemektedir.
Romanda, Pablo gibi sembolik bir karakter, bulunduğu kent yaşamı içerisinde,
Elvira’yı olduğu kadar diğer karakterleri de çekim alanı içerisine almakta ve sanki
olaylar onun çevresinde gelişmektedir. Yazarın, bizzat kendisinin yaşamış olduğu
mekan ve İç Savaş sonrası İspanya’sını yansıtan zaman unsuru da romanda işin içine
girdiğinde, okur otomatik olarak dışarıda bırakılmakta ve karakter-mekan-yazar
üçlüsünü, olaylar zinciri içerisinde değerlendirerek sonuca ulaşmaktadır.
170
Dolayısıyla, “Perde Arkasında” romanında, karakterlerin ayna olmadan,
sembolik kişiler ya da mekanlar aracılığıyla kendilerine özeleştiri getirerek
kişiliklerini bulma ve geçmişlerini irdeleme çabaları, olayları romanın “düğüm
noktasına” taşımaktadır ki, burada Elvira ve Natalia farklı bakış açılarıyla Pablo’ya
aşık olmakta ve tam kişiliklerini “özgürlük, hür irade ve kararlılık” üçgeninde
birleştirme durumundayken, bu üçgenin temelini oluşturan Pablo’nun kentten
ayrılmasıyla domino taşları gibi yıkılmaktadırlar. Ancak yazarın usta yorumuyla bu
karakterler, düğüm noktasına kadar taşınan mekan ve semboller aracılığı ile
hayatlarında “hangi noktada bulunduklarını” keşfetmiş olmaları açısından ruhsal bir
çöküntüye uğramamaktadır. Elvira, Emilio ile evlenirken, Natalia da, bir anlamda
eğitimi yolunda atacağı ilk adımları hazırlamaktadır.
Okur, betimlenen mekanlar ve sembolik karakterler aracılığı ile, “Perde
Arkasında” romanında gelişen olayları, dışarıdan “genel bir bakış açısıyla” âdeta
eleştirel bir gözle değerlendirmektedir. Bu konumuyla, yazar ve karakterleri
birbirleriyle özdeşleştirme fırsatını da yakalayan okur nesnel bir bakış açısına
sahiptir. “Evden Kaçış” romanında ise okur, arada mekan ve sembolik karakterler
olmaksızın, ayna aracılığı ile roman karakterleriyle bire bir karşı karşıya bırakılmakta
ve kendisiyle özdeşleştirdiği bu karakterlere daha öznel bir bakış açısıyla
yaklaşmaktadır.
171
SONUÇ
Bu tez kapsamında, “Perde Arkasında” ve “Evden kaçış” adlı romanlarını
incelediğimiz, Carmen Martin Gaite, Salamanka’da doğup büyümüş ve İç Savaş
sonrası İspanya’sı ile Franco’nun diktatörlük dönemini yaşamış feminist bir kadın
yazardır. Elli yıllık yazın hayatında, kendi çağdaşlarına kıyasla çok daha fazla
başyapıt üretmiş olan Gaite, “best seller” yani “en iyi satan yazarlar” listesine girme
başarısını yakalamıştır. Özellikle de bir kadın olarak, İspanya’da yaşadığı bu sıkıntılı
dönemleri ve sonrasını, farklı karakterler ve farklı olaylarla, tek düze bir anlatımdan
uzak, çok farklı boyutlarda eserlerine taşımış ve bu özelliği ile de çağdaşlarından hep
bir adım önde olmuştur. “Joan Lipman Brown” 200, belki de ilk kez olmak üzere,
Carmen Martin Gaite’nin tüm eserlerinin kronolojik bir incelemesini
gerçekleştirmiş ve yazarın her eserinde yeni bir konu ürettiğini ve yeni bir anlatım
tekniği uyguladığını görmüştür.
Gaite, özellikle de “ Perde Arkasında ” romanında, okura, doğduğu yer olan
Salamanka’dan ve kendi kişiliğinden kesitler aktarmaktadır ki, biz bunu Natalia’nın
karakterinde görmekteyiz. Gaite, gerek “Perde Arkasında” gerekse de “Evden
Kaçış” romanında, hayatı ve onun içinde yaşanan gerçekleri tüm çıplaklığı ile okura
yansıtmaktadır. İlk romanı “Perde Arkasında”, bize, kadınların baskı altında
tutulduğu İç Savaş sonrası İspanyol toplumunun kasvetli görüntüsünü yansıtırken,
“Evden Kaçış”ta savaş sonrası izlerinin silindiği ve içinde daha hür iradeli bir
toplumun yaşadığı 40 yıl sonrasının İspanyası yaşatılmaktadır. Romanlarında
genelde kadın karakterleri baş kahraman olarak alan Gaite’nin feministliği, onun,
200 Carlos Uxó, “ Revisión critica de los estudios sobre su obra”, Universidad de Dublin.www.carmenmartingaite.1998, s.1
172
diğer tipik feminist yazarlar gibi erkeklere karşı cephe almasından
kaynaklanmamaktadır. Erkek kadın ayrımı gözetmeksizin içinde yoğun bir insan
sevgisini barındıran Gaite’nin feminist bir yazar olarak asıl irdelemek istediği şey,
toplumun insanlar ve özellikle de kadınlar üzerindeki gereksiz ve aşırı baskıcı tutumu
ve bunun olumsuz etkileridir. Gaite’nin, özellikle de, Franco dönemini yaşaması ve o
dönem İspanyol toplumundaki kadınların çekmiş olduğu sıkıntılara bizzat tanıklık
etmiş olması, onun yazın hayatında feminist diyebileceğimiz yönünü ortaya
çıkarmıştır. Gaite, güçlü iradesi sayesinde o dönemin baskıcı tutumuna boyun
eğmemiş ve eğitimini devam ettirerek bugün karşımıza bir “best seller” yazar olarak
çıkmıştır.
Gaite’nin ilk uzun öyküsü diyebileceğimiz “ Perde Arkasında ” yazar,
burada geçen olayları kendi yaşamının bir parçası olarak açıkça ifade etmese de,
okumayı çok seven, çalışkan ve içine kapanık bir karakter olarak romanda yer verdiği
evin küçük kızı Natalia’ya yadsınamaz bir benzerlik göstermektedir. Üstelik de bu
genç kızın yaşam öyküsünün, yazarın doğum yeri olan Salamanka’da geçiyor olması,
onunla aralarında örtüşen bir başka noktayı daha açığa çıkarmaktadır. Prof. Dr.
Gürsel Aytaç’ın bu konudaki tanımlaması Gaite’nin bu tutumunu açıkça ortaya
koymaktadır: “ Kurmacada önemli bir yapı öğesi, yaşantıdır. Yaşantı, gerçek katmanın
bir boyutudur ve yazarın eserini kotarmada yararlandığı ana malzemelerden biridir.
Yazdıklarını büyük oranda yaşantılarına dayandıran yazarların ürünleri için Alman
edebiyat biliminde yaşantı edebiyatı anlamında “ Erlebnisdichtung” terimi kullanılır.
Goethe’nin eserleri, Thomas Mann’ın eserleri büyük oranda yaşantı edebiyatına girer.
Öte yandan birçok yazar, ilk ürününde kendi hayatını, kendi yaşantılarını anlatarak
yaşantı edebiyatı örneği verir, ama yaratıcılıkta ilk basamağı atlayıp kendini
173
kahramanın yerine koyma, düşünce dünyasından yararlanma düzlemine geçip
geçmemek, çoğu kez yazarın olgunlaşma yeteneği olup olmadığını gösterir.”201
Carmen Martin Gaite’yi yazmaya iten pek çok neden vardır. O, sadece
yazmış olmak için yazmaya başlamamıştır. Onun yazın hayatını etkileyen çok önemli
bir unsur vardır; yaşıyor olması. Juan Cantavella bu konudaki fikirlerini şöyle dile
getirmektedir : “ Yaşamak onun için yeterlidir. Zevk almak, acı çekmek, sevmek, nefret
etmek, başkalarıyla ilişkide bulunmak için kendini zorlamak ve sonra kendi kabuğuna
çekilmek, kendini dalgaların akışına ya da rüzgarın esişine bırakmak. Ve tabii ki
gündelik yaşam, yani bize biz olduğumuzu hissettiren o büyük olaylar.” 202 Gaite için
yazmak yaşamak, yaşamak da yazmak demektir. Gerek “Perde Arkasında” ve
gerekse de ”Evden kaçış” olsun, her ikisi de tamamıyla gerçek yaşam öyküsünü
anlatan romanlardır ve her ikisinde de yazarın kendi öz yaşamından kesitler
bulunmaktadır.
Gaite’nin “Perde Arkasında” ve “Evden Kaçış” romanlarının, yüzeysel bir
karşılaştırması yapıldığında, baş kahraman olarak kadın karakterlerin ve mekan
olarak da büyük çoğunlukla İspanya’nın seçildiği görülmektedir. Her iki romanda da
kadın karakterler şu ya da bu nedenden acı çekmekte ve kendilerini duygusal açıdan
bir erkeğe bağımlı hissetmektedirler. Romanın sonlarına doğru ise özellikle de kadın
karakterler, romanda konu edilen bir takım sembolik kişiler, mekanlar ya da
nesnelerle kendi iç dünyalarını keşfetmekte ve bir anlamda huzura kavuşarak kendi
benliklerini bulmaktadırlar. Dolayısıyla, konu, mekan ve karakterlerin bu kadar
birbirine benzer ve sanki biraz da monoton gibi görüldüğü bu iki roman neden bu
201 Gürsel Aytaç, “ Genel Edebiyat Bilimi”, Papirüs. İstanbul,1999.s.36. 202 Juan Cantavella, “ Universidad Antonio de Nebrija”, www.martin.gaite.free.fr/pages/default2.htm
174
kadar başarılıdır? Burada elbette ki , yazarın o doğuştan var olan ince esprisi ile okura
verdiği mesaj ve kullandığı tekniğin rolü çok büyüktür. Gaite, aynı zamanda, bu
romanların her birinde farklı dönemleri de konu alarak, İspanya’nın dünü ve bugünü
hakkında okuyucuya bilgi vermektedir. İşte, Gaite, belki burada da bir ilki
gerçekleştirerek, ağırlıklı olarak, karakterlerin ruh tahlillerinin yapıldığı bu
romanlarda aslında iki farklı kuşak İspanya’sının kronolojisini de gözler önüne
sermektedir. “Perde Arkasında” adlı romanda, eğitim görerek bir yerlere gelmek
isteyen kadınlar, toplum baskısı altında neredeyse ezilme aşamasına gelirken, “
Evden Kaçış” romanında, “ Amparo” tiplemesinde olduğu gibi, kırk yıl sonrasının
değişen toplum yapısıyla özgürlüklerine ve hür iradelerine kavuşmakta, istedikleri
meslekleri yapmakta ve istedikleri yere gidebilmektedirler. “Evden Kaçış” romanının
ilk bölümlerinde de yine, o dönemin, yoksulluktan acı çeken insan görüntüleri
karşımıza çıkmakta ancak bu karakterlerin 40 yıl sonrasına taşınan yaşamları onları
ruhsal ve ekonomik yönden olumlu bir gelişim içerisine sokmaktadır. Yine bu
romanda tasvir edilen genç kuşak da, “Perde Arkasında” adlı romandaki gençlerden
oldukça farklılık göstermektedir. Onlar, Manuela ve Valeria’nın karakterlerinde
olduğu gibi daha başına buyruk ve özgür bir yaşam sergilemekte, ailelerinden ayrı
evlerde yaşamakta ve hemen hemen her konuda, seçimlerini kendi özgür iradelerine
göre yapmaktadırlar.
“Perde Arkasında” adlı romanda, kadınları hemen hemen hiçe sayan ve günü
geldiğinde evlenerek, sadece kocalarına ve doğacak çocuklarına hizmet etmesini
neredeyse şart koşan İç Savaş sonrası İspanya’sının o baskıcı toplum yapısı karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle de ekonomik durumu iyi olmayan kimseler için bu durumun
daha da hayal kırıcı boyutları ele alınmaktadır. Zira, üst toplumsal ekonomik
175
konumdan gelen genç kızlar en azından zengin birer koca bulup evlenirken alt
toplumsal ekonomik konum genç kızları bir “teyze” konumunda evde kalmışlığın ve
okumamışlığın bedelini ödemektedir.
Gaite’nin her iki romanında da incelemeye çalıştığı “kadın” figürü, aslında bir
“uyanış” dönemindedir ve belki de “Gaite” bu uyanışı, İspanyol toplumuyla da
özdeşleştirme çabasındadır. “Perde Arkasında” romanı zaten ismi itibarıyla okurda,
“çekimserlik”, “korkaklık”, “cesaretsizlik” ve “çaresizlik” gibi kavramları
çağrıştırmaktadır ki biz bunları Natalia ve Elvira’nın karakterlerinde çok net biçimde
görmekteyiz. Natalia, Elvira’ya göre, her ne kadar, daha zeki, iradeli ve çalışkan bir
karakteri yansıtsa da, romanın sonunda onun durumu aslında Elvira’ya kıyasla daha
belirsiz kalmaktadır. Çünkü Elvira, en azından bir seçim yapmayı başarabilmiş ve
Emilio ile evlenme kararı alarak perde arkasındaki konumundan bir anlamda
sıyrılabilmiştir. Zira Emilio, Elvira ile evlenerek onu hiçbir zaman baskı altında
tutmayacak, aksine taşınacakları çiftlik evinde, Elvira’nın kendi uğraşlarını
gerçekleştirmesine olanak tanıyacak ve onu kendi kriterleri içerisinde özgür
bırakacaktır. Yani Elvira, orada özgürlüğü kendi anlayışı içerisinde doyasıya
yaşayacaktır. Oysa ki Natalia, her ne kadar, azim ve karalılığıyla toplumun baskısına
sessiz bir başkaldırı içerisindeyse de sonuçta, âdeta nereye varacağı belli olmayan bir
labirentin içerisine girecektir. Evlenecek midir? Okuyacak mıdır? Evde bir “teyze”
konumunda mı kalacaktır? Ancak burada şunu da belirtmekte yarar görmekteyiz ki,
Gaite, o usta anlatımıyla Natalia’yı öyle bir belirsizlik içerisinde bırakmıştır ki,
okuyucu sanki onun sonu hakkında bir takım olumlu yargılar içerisine girmektedir.
Yani Natalia, eğitimini sürdürecek ve bu yolda daha da ilerleyerek çok başarılı bir iş
kadını olacak ve kendi seçtiği bir erkekle evlenecektir. Çünkü Natalia’nın kişiliği
176
romanda öyle tasvir edilmiştir ki, okuyucu onun pasif bir konumda kalacağı
beklentisi içerisinde değildir. Gaite’nin Natalia’nın konumunu bu şekilde belirsiz
bırakmasının asıl nedeni, romanın gerçekçi yanını ortaya çıkarmak içindir. Çünkü, o
dönemin şartları gereği, babasına ve ailesine saygılı bir genç kız olan Natalia’nın, bir
anda isyankar bir tutum içerisine girerek, kendi başına buyruk kararlar alması ya da
evi terk edip gitmesi romanı gerçek dışı bir anlatıma sürükleyeceğinden Gaite,
Natalia’nın kaderini sanki okurun onu alıp layık olduğu bir yere oturtması için
sonuçsuz bırakmıştır. Zaten Gaite’nin, Natalia’yı zamanın gerektirdiği koşullara göre
zengin, yakışıklı ve kültürlü birisiyle evlendirmesi söz konusu değildir. Çünkü Gaite,
Natalia’nın böyle bir metamorfoza uğramasını asla istememektedir. Natalia gibi bir
kişilik, o yıldırım aşkı denilen sevdaya tutulup evlenecek ya da başkalarının kendisi
için aldığı kararlara boyun eğecek bir karaktere sahip değildir. Daha önce de
belirttiğimiz gibi Gaite, romanın gerçekçi yanını korumak ve o dönemin gerektirdiği
bir takım kuralları ön palana çıkartarak gözler önüne sermek amacıyla Natalia’nın
geleceğini okurun taktirine bırakmıştır. Natalia, karakter açısından Elvira ile
kıyaslanacak birisi değildir. Elvira, en baştan beri romanda “ideal kadın” imajını
yaratacak bir karakter olarak karşımıza çıkmamaktadır. Elvira, Gaite tarafından
bilinçli olarak, toplumun gereklerini yerine getirebilecek ve o dönemi yansıtabilecek
nitelikte bir karakter olarak çizilmiştir. Hatta, “eğer tersi olsaydı ne olurdu?” sorusuna
yanıt getirmek için Gaite, Elvira’nın karşısına toplumun tabularını sessizce
yıkabilecek Pablo gibi sembolik bir karakter çıkarmıştır. Oysa ki, çok fazla bir
idealizme sahip olmayan Elvira, sadece “yakışıklı ve kültürlü biri” imajıyla Pablo’ya
yaklaşmış ve onu bir kaçış ya da bir perde arkasından kurtuluş şeklinde
algılayamayarak, sadece duygusal açıdan tahlil edebileceği bir karakter olarak
görmüştür. Sembolik kişiliği ile Pablo, aslında Elvira için bir kaçış aracıdır ve bu
177
görevini de, Elvira’nın romanın sonunda Emilio’nun evlenme teklifini kabul
etmesiyle yerine getirecektir. Gaite, Pablo’yu “Evden Kaçış”taki ayna misali,
Elvira’nın karşısına onun kişiliğini bulması için çıkarmıştır ve bu işlevini
tamamlayan “özgürlük ve irade” idolü Pablo sessizce yok olup gitmiştir.
Dikkat edilecek olursa romanda, Pablo’nun ayrılışı çok ani olmuş ve oldukça
kısa bir anlatımla okura aktarılmıştır. Usta bir yazar olan Gaite, bunu bilinçli olarak
yapmıştır. Aslında okur, romanda gerek baş kahramanlar ve gerekse de yardımcı
karakterler olmak üzere, o kent toplumunu kısa sürede etkisi altına alan böylesi bir
karakterin ayrılışını ya hiç beklememekte ya da daha ayrılış sahnesinin daha uzun
verilerek geri dönüşünün garantilenmesini arzulamaktadır. Oysa ki Gaite’nin amacı,
Pablo’nun bu ani ayrılışıyla okura, onun aslında romanda gerçek bir kişilik
olmadığını; aksine Pablo’nun böylesi bir toplum yapısı içerisinde kişilerin
“kendilerini bulma” yönünde “ayna” gibi sembolik araç olarak kullandığını
göstermek istemesidir. Zaten okur da bunu romanın sonunda çok net bir biçimde
algılamaktadır.
“Perde Arkasında” romanındaki Elvira ve Natalia gibi, “Evden Kaçış”
romanının baş kahramanı da yine bir kadın karakterdir. Ancak Gaite, diğer romanda
olduğu gibi bu romanda da, kadın karakterini katı bir feminist düşünce anlayışıyla
yaratmamıştır. Bir kadın yazar olarak Gaite, belki de kadınların kendi duygularını
erkeklere göre daha yoğun yaşadıkları gerçeğinden yola çıkarak kadın karakterleri
kendine baş kahraman olarak seçmektedir. Aslında bu savı doğrularcasına Gaite,
“Perde Arkasında” romanında Pablo ve Elvira’nın karşılaştırmalı duygu analizini
yaparken “Evden Kaçış” romanında baş kahraman Amparo ile Abel’in ve Manuela
178
ile Agustin’in duygu analizine yer vermiştir. Bu ikili karşılaştırmalarda, erkeklerin
kadınlara kıyasla, olaylardan ve yaşananlardan daha az etkilendikleri açıkça göze
çarpmaktadır. Örneğin Pablo, kentten ani bir kararla ayrılırken arkasına bile dönüp
bakmamış, ama Elvira ona duyduğu tarifsiz aşkla çok büyük bir üzüntü yaşamıştır.
Pablo’nun kentten ayrılmasından önce aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir
:“Elvira, eğer bu akşam odama gelecek olursan, bütün bir geceyi benimle geçirmek
zorunda kalırsın. Anlıyor musun ? Haydi, çok da istiyorsan gel.” 203 Onun bu sert ve
kaba tutumu, Elvira’yı çok şaşırtmıştır. Kendini aşağılanmış gibi hissetmektedir.
Ağlamaya başlar. “Ne utanç verici, Allahım! Bana, sanki kötü kadınmışım gibi
davrandığını görse kim bilir Emilio senin hakkında ne düşünürdü? Sen benim şu
şarkıcı kız Rosa gibi olduğumu sanıyorsun anlaşılan. Arkadaşlarım, onun seninle
birlikte yaşadığını söylemişlerdi zaten, ama ben buna inanmak istememiştim. Öyle
görülüyor ki senin kadınlardan tek bir beklentin var. Benim de, onun gibi olduğumu
sandın. “ 204 Oysa Pablo, içinden nasıl geldiyse öyle davranmaya çalışmıştır. “Evden
Kaçış” romanında ise, Agustin’in Manuela’dan ayrılması sonrasında söylediği tek söz
“Herkes kendi yoluna” 205 olmuştur; oysa ki Manuela daha farklı duygular taşımakta
ve Agustin’i halen sevmektedir. Zaten onu kazaya sürükleyen şey de, onun Agustin
ile ilgili kafasındaki bir takım karmaşık düşüncelerdir. Eğer Manuela da, Agustin gibi
duygularını çok yoğun yaşamamış ve “gerçekler her zaman acıdır” inancından yola
çıkarak, daha gerçekçi ve katı davranmış olsaydı romanın anlatımındaki o ince espri
ve heyecan kaybolacak ve monoton bir hal alacaktı.Yine aynı durum Amparo ve Abel
arasında geçen şu konuşmada da karşımıza çıkmaktadır:
-Ama bana neye mal olduğunu bilemezsin. Senin yanında bu konularda çok yeteneksiz,
ve acemi kalıyordum, kendime ait çok farklı ve yalın bir dünyam vardı. Aslında bunun
203 a.g.y. s 257 204 a.g.y. s 258 205 a.g.y.s. 84
179
yararını da görmedim değil. Toplumdan saklanarak, tek başıma her şeyin üstesinden
geldim ve başarılı bir iş kadını oldum. Bunu yapabilecek azimdeydim ve belki de bu
hırsın ardında bir gün senin karşına, senin sınıfından biri olarak çıkabilmek arzusu
vardı ve bu duygu uzun bir süre beni terk etmedi. Aslında bu bir oyundu ve ben bu
oyundan sıkıldım artık. Bütün bunlar sana bir şey ifade ediyor mu bilemiyorum.
- Evet, sanırım biraz.
- Ben de zaten öyle düşünmüştüm.” 206
“Evden Kaçış” romanı da sanki “Perde Arkasında” romanını destekler
niteliktedir. Roman iki bölümden oluşmaktadır ve İspanya’nın iki farklı dönemini
yansıtmaktadır.Yani “Perde Arkasında”ki gibi baskıcı toplum yapısının hakim
olduğu İç Savaş Sonrası dönemi ve kırk yıl sonrasının idealizm ve özgürlük yanlısı
yeni nesli. Bu yeni nesil “Evden kaçış” romanında Manuela ve Valeria
karakterlerinde yansıtılmaktadır. Her iki genç kız da romanda, bu yeni dönemin
bağımsız ve başına buyruk genç neslini canlandırmaktadır. Valeria ile Manuela’nın
hayat felsefeleri hemen hemen birbirinin aynıdır. Her ikisi de, o dönem gençleri gibi,
isyankar ve inatçı bir kişiliğe sahiptir. Valeria genç yaşta evden ayrılmış ve kendi
yolunu tek başına bulmaya çalışmıştır. Evi terk ettiğinde henüz on yedi yaşındadır ve
ailesinden tek kuruş bile almadan bir radyoda iş bularak çalışmaya başlamıştır. Evet,
romanda konu edilen Valeria tam o yeni nesil gençlerindendir ve evlilik dışı bir ilişki
yaşadığı için ailesi tarafından reddedilmiştir. Oysa yıllar önce, Manuela’nın, ailesinin
kabullenmediği birisi ile evlenmeye kalkışması çok büyük bir skandal olarak
nitelendirilmiştir. Dolayısıyla romanda, Amparo başta olmak üzere Manuela ve
Valeria’nın bu kaçışları, aslında sembolik bir anlam yüklü olup, onların kendi kimlik
arayışlarını sürdürme aşamasında, ruhsal açıdan huzura kavuşma ve uyanışlarına
206 a.g.y.s. 326
180
yönelik göstermiş oldukları çabadan başka bir şey değildir. Romanın son
bölümlerinde de görüldüğü üzere Amparo, bu çabasında kendi kurtuluşunu
gerçekleştirmiştir. Bu kapsam içerisinde roman, okurun gözünde daha ilk baştan
idealizm, hür irade, özgürlük vb. kavramları çağrıştırır niteliktedir. Zaten, usta yazar
Gaite’nin de burada yapmak istediği, okurun romana başlamadan önce, onun isminde
saklı olan imalı anlatımı algılaması ve bir ön yoruma gitmesidir.
“Evden Kaçış” adlı romanda olayları ve kişileri neredeyse başından sonuna
kadar yörüngesinde toplayan baş kadın karakter Amparo, Gaite’nin usta anlatım
tekniğiyle diğer yan karakterleri ve olayları kendi etrafında toplamakta ve okuyucuyu
her seferinde sürprizlerle karşı karşıya bırakmaktadır. Zira, romandaki en küçük bir
ayrıntı ve yaratılan her bir karakter, olayların gelişiminde çok önemli rol
oynamaktadır. Gaite, bu anlatım tekniğiyle okurun zihnini daima uyanık tutmayı
başarmıştır ve zaten romanı bize cazip kılan da budur. Okur, her an için, romanda
karşısına çıkan en küçük ayrıntıyı ya da karakteri, ilerleyen bölümlerde nereye
koyacağı şeklinde bir ön değerlendirme içine girmektedir. Romanın ilk bölümlerinde
Amparo, alt toplumsal ekonomik konumdan gelen bir karakter görünümüyle
karşımıza çıkmakta ve çalışma azmiyle bize sanki “Perde Arkasında” romanındaki
Natalia’nın kişiliğini hatırlatmaktadır. Zira Natalia, romanda o baskıcı dönemin
İspanya’sından kırk yıl sonrasının demokratik ve özgür yaşam tarzına taşınsaydı,
Amparo gibi, onun da geleceğinde başarı kaçınılmaz olacaktı.
“Evden kaçış” romanında, Amparo’nun çocukluğunu ve genç kızlığını
geçirdiği Madrid’de acı, yoksulluk ve yalnızlık peşini bırakmamış ve onu duygusal
yönden adeta bir çöküşün eşiğine getirmiştir. Bu yaşam koşulları altında ezilen
181
Amparo da kaçışı, aynalarla konuşmada bulmuş ve onları kendine adeta bir dost
edinmiştir. Dolayısıyla Amparo, Madrid’de yaşadığı dönemlerde çok başarılı bir
öğrenci ve ağır başlı bir genç kız görünümünde olsa da, ruhsal açıdan tam bir
depresyon içerisindedir. Onun bu ruh durumu, Abel isimli gence duyduğu aşkı da
büyük bir hayal kırıklığına dönüştürmüştür. Yani, Madrid, Amparo için, belki de bir
daha hatırlamak istemediği, hayal kırıklıklarının ve umutsuzluklarının şehri olmuştur.
Dolayısıyla annesi Ramona’nın New York’a taşınması, Amparo için muhteşem bir
kaçış olmuş ve bu mekan değişikliği onda hızlı bir “değişim” sürecini başlatmıştır.
Aslında, Gaite tarafından romanda, mekan değişikliği ile uygulanan bu “kaçış” taktiği
Amparo’nun dünü ve bu günü şeklinde de yorumlanabilmektedir. Zira, annesiyle
New York’a taşınan Amparo, orada aşamalı olarak değişime uğramaya başlamıştır.
Bu değişim çoğunlukla olumlu olsa da, geçmişte Madrid’de yaşadığı hayal
kırıklıkları ve umutsuzlukları onu bir gölge gibi takip etmeye devam etmiştir. New
York’ta, artık İspanyolca’yı bırakarak İngilizce konuşmaya başlayan Amparo, annesi
ile birlikte modacılık üzerine yaptıkları başarılı çalışmalarla büyük bir servet elde
etmiş ve artık Lady Drake adıyla anılmaya başlamıştır. Belki de, eski kimliğinden
kurtuluş ya da kaçış adına bir dizi estetik ameliyat geçirmiş, çok beğenilen ve başarılı
bir iş kadını olarak sayılı gazetelerde yer almıştır. Amparo bu yeni görüntüsüyle her
ne kadar bir “yenileşme” sürecine girmiş olsa da, onun bütün bu girişimleri, toprağa
bağlı olmayan ağaç kökleri görüntüsünden kurtulamamıştır. Zira Amparo, duygusal
ve ruhsal açıdan geçmişe olan borcunu ödememiş ve bir “uyanış” sürecine
girememiştir. Yani, bütün bu yenilikler ve başarılar onun geçmişinden kurtulmasını
sağlamada hiç de yeterli olmamıştır. Evet, Amparo, halen geçmişinden ve
kendisinden kaçmaktadır. Peki, unutmak istediği şey nedir? İşte bunu kendisi de tam
olarak bilememekte, ancak iç güdüsel olarak bunun cevabının Madrid’de saklı
182
olduğunu hissetmektedir. Aradan kırk yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen
Madrid’de Amparo’yu bekleyen bir şeyler vardır ve onu bu şehre çekmeye
başlamıştır bile. Amparo, “ben kimim?” sorusuna cevap aramak için Madrid’e geri
dönmek zorundadır. Çünkü orada yarım bıraktığı, yaşamak isteyip de yaşayamadığı
birçok şey vardır ve bütün bunlar onun dünyaya hep sisli bir pencerenin arkasından
bakmasına neden olmuştur. Amparo’nun bu sis perdesini kaldırması gerekmektedir.
Dolayısıyla romanın ilerleyen bölümlerinde, “kaçış” olarak tasvir edilebilecek bir
anlatımla Amparo, çocuklarına bile haber vermeden arkasında bir iki satır mektup
bırakarak Madrid’e gitmektedir ve bu gidiş onun tüm hayatını değiştirecektir.
Madrid’e kaçış, aslında Amaparo’nun o zamanlarda yaşamak isteyip de yaşayamadığı
aşkı Abel üzerine planlanmıştır. Çünkü Abel onun gençlik umududur. Amparo’nun
Madrid’de yaşadığı olaylar, sanki kopmuş bir zincirin halkalarını oluşturmaktadır.
Gittiği her yer, gördüğü her şey ve karşılaştığı her insan onun çocukluğundan ve
gençliğinden kopan parçaları bir araya getirmektedir. Madrid’de yaşanan ve romanı
düğüm noktasına taşıyan en önemli iki olay da, Amparo’nun eski evindeki ayna ile
yüzleşmesi ve umutsuz aşkı Abel ile karşılaşmasıdır. İşte, o güne kadar içinde bilerek
sakladığı ya da bilinç altına ittiği olaylar bir bir açığa çıkmaya başlamış ve Amparo
artık bir “uyanış” dönemine girmiştir. Artık o, ne istediğini bilen bir kadın ve bir anne
olarak New York’a çocuklarının yanına dönecektir. Ondaki bu değişim oğlu Jeremy’i
bile şaşırtmıştır.
“Perde Arkasında” romanında okuyucu, o dönem İspanya’sının baskıcı ve
tutucu toplumu içerisinde yaşayan kahramanların akıbetlerinin ne olacağı konusunda
kendi yorumu ile baş başa bırakılırken , “Evden kaçış”ta kırk yıl sonrasının liberal
183
toplumu ile karşılaşan okur, buradaki kahramanların olumlu kişilik gelişimleri ve
gelecekleri ile ilgili kesin diyebileceğimiz bir yargıya varabilmektedir.
184
TEZ ÖZETİ
Gaite, Carmen Martin, Carmen Martin Gaite’nin “Entre visillos” ve “Irse de
casa” Adlı İki Romanı ve bu Romanlarındaki Kahramanların Kişilik
Arayışları” Doktora Tezi, Danışman : Prof. Dr. Ertuğrul Önalp, 201 s.
Carmen Martin Gaite, (1925-2000) İspanyol İç Savaşı’nı yaşamış ve
edebiyatın her dalında eser vermiş çok üretken bir yazardır. General Primo de
Rivera’nın diktatörlüğü sırasında doğan yazarın babası Madridli annesi Galisyalıdır.
Sekiz yaşında edebiyata gönül vermiş ve 23 Temmuz 2000 yılında son nefesini
verdiği ana kadar da yazmayı sürdürmüştür. Üniversiteyi bitirdiği 1948 yılında ilk şiir
ve makalelerini yayımlamaya başlayan yazar 1954 yılında “Kaplıca” adlı eserinden
sonra ilk uzun öyküsü “Perde Arkasında” ile “Nadal” ödülünü almıştır. Edebi yaşamı
boyunca “El Anagrama de Ensayo”, “El Nacional de Literatura”, “El Principe de
Asturias de las Letras y el Castilla y León de las Letras” gibi birçok ödüle layık
görülmüştür. Dönemin değerli yazarlarından Rafael Sanchez Ferlosio ile evlenen
yazarın iki çocuğu olmuştur. Bir sene süren evliliğinin ardından, kızını çok genç yaşta
kaybeden Gaite, yaşama sevincini kendini edebiyata vererek sürdürmeye devam
etmiştir. Eserlerinde, insanların içinde yaşadığı toplumu gerçekçi bir dille yansıtan
yazar için ılıman bir feminist tanımını kullanmak yanlış olmaz.
“Perde Arkasında” ve “Evden Kaçış” adlı iki romanında, Carmen Martin
Gaite’nin okuyucusu ile buluşturduğu kahramanları, feminist bir yazar olmasından
dolayı çoğunlukla genç kızlar ya da tek başlarına hayat mücadelesi veren kadınlardan
oluşmaktadır. Bu insanlar, içinde bulundukları toplumun baskıcı tutumundan
bunalmış, fakat başkaldıracak gücü kendilerinde bulamamışlardır. Sahip oldukları
hayat günden güne daha da sıkıcı ve monoton bir hale gelmektedir ve onlar bu
yalnızlıklarından, bulundukları mekândan kaçarak kurtulmayı tek kurtuluş yolu
olarak benimsemişlerdir. Özellikle genç kızlar, tamamıyla babanın fikirlerini kabul
etmeye mahkumdurlar. Aile büyükleri ile konuşma ve tartışmanın imkansız olduğu
böylesine sert bir toplum ve aile yapısı içinde iletişim şansını yakalayamayanlar
kendi yalnızlıklarına mahkum mutsuz bir yaşam sürdürmek zorunda bırakılmışlardır.
185
SUMMARY FOR THESIS
Gaite, Carmen Martin, The two novels named “Entre visillos” and “Irse de
casa” written by Carmen Martin Gaite and the search for identity of the
characters in these novels , Doctorate Thesis, Advisor : Prof. Dr. Ertuğrul
Önalp, 201 s.
Carmen Martin Gaite (1925-2000) is a very diligent author, who lived during the
Civil War in Spain and produced many masterpieces in every field of literature.
Gaite, who was born at the time of the dictatorship of General Primo de Rivera, is
partly from Madrid, her father’s home town, and partly from Galicia her mother’s
home town. When she entered herself into the field of literature, she was only eight
years old and from that time on she continued her writings until she gave her last
breathe on July 23, 2000. Gaite, whose first poems and articles were started to be
published in 1948 after her graduation from the university, was awarded with Nadal
Price for her first novel named “Behind the curtain” after she wrote her short story
“Thermal place”. Following her marriage with Rafael Sanchez Ferloso, one of the
most famous writers of the time, she gave birth to a daughter. After one year of
marriage, which lasted not more than that, Gaite lost her daughter, and then she tried
to gain her joy in life by continuing her literary works.
When Gaite is considered a feminist writer, it will not be wrong since she always
reflected the social life of those times in a very realistic manner in her novels.
In her both novels “ Behind the Curtain” and “Escape from home” the characters
whom Gaite, being considered as a feminist writer, introduced to her readers mostly
consist of young girls and women who try hard to make their livings. So, the
characters in her novels mostly consist of those who get bored of the pressures of the
society on them with no courage to react it. As their lives becomes boring and
monotonous day by day, the only way for them, as they think, is to escape from the
society where they live which means to escape from their loneliness. Especially, the
young girls are completely bound to their father’s decisions being taken on behalf of
them. In this strict society and in such a kind of family structure where it gives th lder
people, young girls are bound to lead a life of loneliness and unhappiness.
186
KAYNAKÇA
ABENGOZAR Buscando un lugar entre mujeres : Buceo en la
Mercedes Carbayo España de Carmen Martin Gaite
Atenea-Estudios sobre la mujer-Universidad de Malaga
Malaga-1998
ABENGOZAR A manera de subversión : Carmen Martin Gaite
Mercedes Carbayo Especulo Revista de estudios literarios
Universidad Complutense-Madrid- 1998
ALDECOA Josefina Carmen y Josefina, 50 años de amistad
La Vanguardia- 2000
ALEMANY Bay Carmen La novelistica de Carmen Martin Gaite
Diputación de Salamanka
Salamanca - 1999
ALTARES Guillermo Carmen Martin Gaite
El Urogallo
……………
AMOROS Andrés Sociologia de una novela rosa
Taurus
Madrid - 1968
AZORIN Fernandez Maria La obra novelistica de Rafael Perez y Perez
Dolores Instituto de Estudios Alicantinos
Alicante - 1983
AYTAÇ Gürsel Genel Edebiyat Bilimi
Papirüs - İstanbul-1999
187
AYTAÇ Gürsel Edebiyat Yazıları-I-II-III
Gündoğan
Ankara-1990
BARGUEÑO Pilar Entre Visillos
Ortega El Mundo (El Periódico)
Madrid-21/01/2001
BARTOLOME Esther El Castillo de las tres murallas
Quimera N. 20
Barcelona - 1982
BAY Carmen Alemany La novelistica de Carmen Martin Gaite
Diputación de Salamanca
Salamanca-1990
BLASTEIN Isidoro Carmen Martin Gaite, Semana de autores, Martinell
Gifre, Emma
Ediciones de Cultura Hispanica
Madrid - 1993
BORING Phyllis Zatlin Carmen Martin Gaite, Feminist author
Revista de Estudios Hispánicos-Tomo XI-Numero 3
The Universty of Alabama Press
EE.UU-Octubre 1977
BUCHANAN Luanne La novela como canto a la palabra
Insula-Numero 396-397-Pagina 13
Madrid-1979
BUTLER de Poley Isabel Hacia un estudio del tiempo en la obra narrativa de
Carmen Martin Gaite
Insula-452-453.s. 18
Madrid-1984
188
CALVI Ma. Vittoria La recepción italiana de Carmen Martin Gaite
Especulo Revista de estudios literarios Universidad
Complutense - Madrid- 1998
CANPOLAT Yıldız İç Savaş Sonrası İspanyol Romanı
Gündoğan - Ankara-1993
CANTAVELLA Juan Sobrevivir en un mar de tinta
Especulo Revista de estudios literarios Universidad
Complutense - Madrid- 1998
CANTAVELLA Juan Universidad Antonio de Nebrija-1998
www.ucm.es/info/especulo/cmgaite/cmg_index.htm
CORRALES Egea, José La novela española actual
Editorial Cuadernos para el dialogo
Madrid- 1971
DIEZ Borque, Jose Maria Literatura y cultura de masas
Al – Borak
Madrid - 1972
DOMINGO José La novela española del siglo XX,II
Labor
Barcelona - 1973
DURAN Manuel Perspectivas criticas : Horizontes Infinitos. Asi
que pasen diez años, la novela española de los setenta
Articulo de revista Isoc -1980
DURAN Manuel Carmen Martin Gaite : Retahilas, El cuarto de
atras y el dialogo sin fin
Revista Iberoamericana, Pittsburg July Dec.
1981
189
DURANTE Soldevilla La novela desde 1936
Ignacio Alhambra
Madrid - 1980
ECO Umberto Apocalipticos e integrados en la cultura de masas
Lumen
Barcelona - 1982
FALCON Lidia Mujer y sociedad
Fontanella
Barcelona - 1984
FERRERAS Juan La novela Española en el siglo XIX y XX
Ignacio Altea ,Taurus, Alfaguara, S.A.
Madrid- 1990
FERNANDEZ Cecilia Entrevista con Carmen Martin Gaite ANEC 4
Universidad de Nebraska
Lincoln - 1979
FERNANDEZ Juan Amistades de ida y vuelta a traves del texto
Senis Especulo Revista de estudios literarios
Universidad Complutense
Madrid -1998
FIGES Eva Actitudes patriarcales : La mujer en la sociedad
Alianza
Madrid - 1980
FOLEY Isabel Butler Hacia un estudio de la obra narrativa de
Carmen Martin Gaite
Insula, N. 425-453
Madrid - 1984
190
GAITE Carmen Martin Campana de cristal
A rachas – Hiperión- 1986
GAITE Carmen Martin Prólogo de Rafael Conde” Entre visllos”
Circulo de Lectores
Barcelona - 1984
GAITE Carmen Martin Las ataduras
Bruguera
Barcelona - 1983
GAITE Carmen Martin Prólogo C.M.Gaite; Macanaz, otro paciente de la
inquisición
Taurus
Madrid – 1975
GAITE Carmen Martin La busqueda de interlocutor
Anagrama- Barcelona-2000
GAITE Carmen Martin Hilo a la cometa
Espasa Calpe
Carretera de Irun-1995
GAITE Carmen Martin El cuarto de atrás
Destinolibro
Barcelona-1996
GAITE Carmen Martin Desde la ventana
Colección Austral
Madrid-1992
GAITE Carmen Martin Usos Amorosos de la postguerra española
Compactos Anagrama- Barcelona-1996
191
GAITE Carmen Martin El cuento de nunca acabar
Editorial Anagrama
Barcelona-1988
GAITE Carmen Martin La reina de las nieves
Anagrama
Barcelona-1995
GAITE Carmen Martin Un aviso ; Ha muerto Ignacio Aldecoa,
La Busqueda del interlocutor.
Destinolibro
Barcelona-1982
GAITE Carmen Martin Ritmo lento
Clasicos Contemporáneos Comentados
Barcelona-1996
GAITE Carmen Martin Entre Visillos
Destinolibro
Barcelona-1994
GAITE Carmen Martin Retahilas
Destinolibro
Barcelona-1995
GAITE Carmen Martin Lo raro es vivir
Anagrama
Barcelona-1996
GAITE Carmen Martin Agua pasada
Anagrama
Barcelona-1993
192
GAITE Carmen Martin Nubosidad variable
Compactos-Anagrama
Barcelona-1996
GAITE Carmen Martin El balneario
Ediciones Destino Ancora y Delfin
Barcelona-1997
GAITE Carmen Martin Cuéntame
Colección Austral-Espasa
Madrid-1999
GAITE Carmen Martin Irse de casa
Anagrama
Barcelona-1998
GAITE Carmen Martin Dos cuentos maravillosos
Siruela/Bolsillo
Madrid-1998
GAITE Carmen Martin Let it be, A rachas
Hiperión
Madrid – 1963
GAITE Carmen Martin Prólogo de C. Martin Gaite, El balneario
Destinolibro
Barcelona - 1977
GAITE Carmen Martin Prólogo de Carmen Martin Gaite, Cuentos Completos
Alianza Editorial
Madrid - 1978
GAITE Carmen Martin Prólogo de Jesus Munárriz, Otro otoño
Hiperión - 1986
193
GAITE Carmen Martin El conde de Guadalhorce, su epoca y su labor
Colegio de Caminos, Canales y Puertos
Madrid - 1977
GAITE Carmen Martin La vela de foque, El cuento de nunca acabar
Trieste
Madrid - 1983
GAITE Carmen Martin “Salamanca” Esta es mi tierra
RTVE – 1972
GAITE Carmen Martin El Castillo de las Tres Murallas
Lumen
Barcelona- 1991
GARCIA Martin İsabel La mujer en la novela de Carmen Martin Gaite
“Entre visillos” Trebo-2-2,s. 19-24
Articulo de Revista Isoc-1983
GARROTE Maria Ultima hora de la novela en España
Dolores de Asis Biblioteca Eudema
Madrid - 1996
GAZARIAN Gautier, Conversación con Martin Gaite en Nueva York
Marie Insula, N. 411
Madrid - 1981
GIFRE MARTINELL Entrevista con Carmen Martin Gaite
Emma Especulo Revista de estudios literarios
Universidad Complutense
Madrid -1998
GINZBURG Natalia Preambulo, La citta e la casa
Einaudi -Torino - 1984
194
GOMEZ Perez A. Javier Pasos en busca de esa soledad
Nueva Estafeta N. 42
Madrid – 1982
GRACIA Planas V. Oceonografia de la fotonovela
Mundo N. 1.558
Madrid - 1970
GRASS Dunia “ El cuarto de atrás “ : intertextualidad, juego y tiempo
Especulo Revista de estudios literarios
Universidad Complutense-
Madrid- 1998
JIMENEZ Gónzales Carmen Martin Gaite, en busca de interlocutor
Mercedes Alaluz 22, s.69-72
Madrid-1990
JORGE Urrutia “La llamada literatura de masas” Contestaciones
Completas. Al temario de concurso oposición para el
ingreso en el
profesado
De E.G.B.
Escuela Española
Madrid - 1974
KAFKA Franz Pequeña fabula, Carmen Martin Gaite, Las ataduras
Bruguera
Barcelona – 1983
KRONIK John W. Martin Gaite Visillos 162
Citado en Kronik- 1983
195
L.M. Hernandez El acercamiento humanitario a la realidad: un aspecto
del Neorrealismo literario español
Anales de Literatura española contemporánea - 1991
LATIFFE Maria La mujer en España , Cien años de su historia
Aguilar
Madrid - 1963
LIPMAN Brown Joan Tiempo de silencio and Ritmo lento: pioners of the new
Social Novel en Spain-Hispanic Review,
Universty Pennsylvania
Pennsylvania – 1982
LIPMAN Brown Joan A fantastic memoir : technique and history in “El cuarto
de atras”
ANEC VI - Nebrasca - 1981
LOPEZ Aranguren J.Luis Erotismo y liberación de la mujer
Ariel
Barcelona - 1982
LUCAS Joaquin Benito Bajo la dirección de Rozas Juan Manuel
Historia de la Literatura II
Unidad didactica/6
Universidad Nacional de Educación a Distancia
Ministerio de Universidades e Investigación
Madrid-1978
MARKS Camillo Revista que pasa 1443
COPESA S.A.
Chile - 1998
MARTINELL Gifre Carmen Martin Gaite-Hilo a la cometa
Emma Espasa Calpe - Madrid-1995
196
MARTINELL Gifre Un aspecto de la tecnica presentativa de
Emma Carmen Martin Gaite “Retahillas”
Articulo de Revista Isoc-1981-1982
MARTINELL Gifre El mundo de los objetos en la obra de C. M. Gaite
Emma Universidad de Extremadura
Madrid-1996
MARKS Camilo Carmen Martin : Una joven setentona
Qué pasa : Sociedad (La revista) Numero-1443
Chile-7 al 14 de Diciembre de 1998
MARTINELL Emma Entrevista con Carmen Martin Gaite
Especulo-Universidad de Complutense de Madrid
Madrid-1998
MATAMORO Blas Carmen Martin Gaite, El viaje al cuarto de atras
Cuadernos Hispanoamericanos N. 351
Madrid - 1979
MEDINA Héctor La novelistica de Carmen Martin Gaite de una voz,
Ann Arbor, Michigan Universty, Micrifilms
EE.UU- 1981
MEDINA Héctor Conversación con Carmen Martin Gaite
ALEC VIII
Nebrasca – 1983
MENDEZ José Soy una mujer de fe y de palabra
El Correo
Madrid - 2000
197
MORET Xavier El Pais –Babelia
Madrid - 1998
NAVAJAS Gonzalo El dialogo y el yo en Retahilas de Carmen
Martin Gaite - Hispanic-Review, Philadelphia
Journal-Article-Winter-1995
NELSON Esther W. Las ataduras
ANEC IV
Nebraska – 1979
NORA Eugenio G.de La novela Española contemporánea
Gredos
Madrid - 1971
OLBA Marisol Carmen Martin Gaite, La lucida aventura de escribir
Insula N. 452 – 453
Madrid - 1984
PAATZ Dr. Annette Perspectivas de diferencia femenina en la obra
literaria de Carmen Martin Gaite
Especulo Revista de estudios literarios
Universidad Complutense
Madrid- 1998
PAATZ Dr. Annete Notas acerca de la recepción de Carmen Martin
Gaite en Alemania
Especulo Revista de estudios literarios Universidad
Complutense
Madrid- 1998
PALLEY Julian El interlocutor soñado de “El cuarto de atrás” C. M.
Gaite - Insula N. 404-405
Madrid – 1980
198
PAOLI Dra. Anne Mirada sobre la relación entre espejo y
personaje en algunas obras de Carmen Martin Gaite
Especulo Revista de estudios literarios Universidad
Complutense
Madrid- 1998
PAOLI Dra. Anne La recepción de la obra de Carmen Martin Gaite en
Francia
Especulo Revista de estudios literarios Universidad
Complutense
Madrid -1998
PELAEZ Jesus Historia de la Literatura Española Volumen III
Menendez Siglos XVIII-XIX y XX
ARELLANO Ignacio Leon- 1995
GONZALEZ Jose M.
Caso
CACHERO J.M. Martinez
RAMIREZ A. / GAVİÑA S. Carmen murió abrazada a sus cuadernos
ABC (El Periódico)
Madrid-26/7/2000
RIDDEL Maria del Carmen La escritura femenina en la postguerra española
“Análisis de novelas escogidas de C. M. Gaite, A. M.
Matute y E. Quiroga” D.A.I. 49, s. 835A-1988
ROGER Isabel M. Carmen Martin Gaite una trayectoria novelistica y su
bibliografia.
Anales de la Literatura Española Contemporanea -1988
199
ROZAS Manuel Juan Historia de la Literatura II- Universidad Nacional
de Educación a Distancia- Ministerio de Universidades
e Investigación
Madrid- 1978
SEMPRUN Donahue Los personajes y su caracterizacion en la
Moraima de novelistica de Carmen Martin Gaite; Actas
de la decimotercera conferencia anual de literatura
hispanicas en Indiana Univ. of. Pennsylania-book
article-Erro Orthmann Nora edicion- 1990
SOBEJANO Gonzalo Novela Española de nuestro tiempo
Prensa Española
Madrid - 1975
SOLDEVILA Durante La novela desde 1936
Ignacio Alhambra
Madrid - 1980
SOLIS Francisco Arias Martin Gaite hacia casi de todo:www.ucm.es
SOLSONA Maria Angeles La mirada del escudero
Madrid, agosto de 2000
ww.ucm.es/info/especulo/cmgaite/
Cmg/index.htm
OTERO Julia Carmen Martin Gaite
El Pais semanal
Madrid - 2000
UXO Carlos Revisión critica de los estudios sobre su obra
Especulo Revista de estudios literarios Universidad
Complutense
Madrid- 1998
200
VAZQUEZ Mantalbán Cronica sentimental de España
Manuel Bruguera
Barcelona - 1980
VALLE Inclan Ramón del Luces de bohemia
Espasa – Calpe
Madrid - 1980
VERDU Vicente Mundo cristiano, El amor en los tiempos de Franco,
Amor y sexualidad en España N. 124 – Historia
Madrid - 1986
VERGARA V. Argos Historia de la Literatura Española
Madrid - 1975
VILLAN Javier Carmen Martin Gaite; Habitando el tiempo
Estafeta literaria N. 549
Madrid- 1974
VILLANUEVA Santos Del testimonio al intimismo
Sanz El Mundo (El Periódico)
Madrid-24 de Julio de 2000
VILLANUEVA Santos Tendencia de la noeva española actual
Sanz Cuadernos para el dialogo
Madrid- 1972
VILLAR, Arturo del Carmen Martin Gaite
Estafeta Literaria, N. 645-646
Madrid- 1978
201
VILLENA Antonio de Luis El psicologismo y la intimidad
El Mundo (Cultura) – 24 de Julio de 2000
Madrid - 2000
WEB SITE Http://www.escritoras.com
YNDURAIN Francisco De lector a lector
Escélicer
Madrid- 1973
ZATLIN Boring Phyllis Carmen Martin Gaite, Autora feminista
Articulo de Revista Isoc-1977