ÖLÜMSÜZ RTRTÜRH yaşamı ve iç dünyası
VAMIK D. VOLKAN NORMAN ITZKOWITZ
Q} BAGLAM
"Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar bedbahttırlar. Besbelli ki o adam fert sıfatı ile mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için deği� kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Herkesin kendine göre bir zevki vardır. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. &zı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam çiçekten birşey bekler mi? Adam yetiştiren adam da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir. "
Atatürk, 17 Mart 1937
Vamık D.Volkan Kıbrıs'ta doğdu ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra i 956'da Amerika'ya yerleşti. Virginia Üniversitesi'nde psikiyatri profesörü olarak çalışan Volkan aynı sürede Zihin ve insan ilişkileri Merkezi'nin yöneticiliğini ve
Washington Psikanaliz Enstitüsü'nde öğretim görevliliği yaptı.
Norman Itzkowitz, 1953'de City College of New York'dan Rus Dili
ve Tarihi derecesiyle mezun oldu. Daha sonra Princeton
Üniversitesi'nin Avrupa ve Yakın Doğu Tarihi programının ilk
öğrencisi oldu ve i 958' den itibaren Tarih ile Doğu Dilleri ve
Edebiyatları bölümlerinde ders vermeye başladı. Itzkowitz özellikle
kuramsal tarih ve psikoanalizin sağladığı'kavrayışın tarih alanına aktarılması üzerine çalışmalar yürüttü. Lisansüstü seviyesinde
Osmanlı Tarihi semineri ile modern Türkçe, lisans seviyesinde ise
imparatorluk kavramı ve psikobiyografı seminer derslerini vermiştir.
Volkan ve Itzkowitz, emekliliklerinden sonra akademik çalışmalarını
sürdürmektedirler.
Diğer ortak çalışmaları olan Türkler ve Yunanlı/ar: çatışan Komşular Bağlam Yayınları tarafından 2002 yılında yayınlanmıştır.
Bağlam Yayınları 122
İnceleme-Araştırma 70
ISBN 978-975-7696-97-8
Ölümsüz Atatürk Özgün Adı : Immortal Atatürk
A Psychobio,graphy
Vamık D. Volkan - Norman Itzkowitz
© Bağlam Yayıncılık
© Vamık D. Volkan - Norman Itzkowitz
Birinci Basım: Ekim 1998
İkinci Basım: Ekim 2005
Üçüncü Basım: Ocak 2006
Dördüncü Basım: Ekim 200 7
Beşinci Basım: Kasım 2008
Kapak ve Grafik Tasarım: Canan Suner
Baskı: Önsöz Basım Yayıncılık
Litros Yolu II. Matbaacılar Sitesi Topkapı / İstanbul
BAGLAM YAYıNCılıK Ankara Cad. 13/1 34410 Cağaloğlu I İstanbul Tel: (0212) 513 59 68 - 244 4160 Tel-Faks: (0212) 243 1727
Web: www.baglam.com e-mail: [email protected]
Betty ve Kevin, Susan, Alev, ve Kurt,
Leonore ve lay ve Karen, için . . .
içiNDEKiLER
Sunuş .................... ................................................. .... . . . . ................. 9
Tarihsel Perspektif içinde Atatürk'ün Osmanlı Arkaplanı ........ 16
Bölüm 1 Mustafa: Matem içindeki Bir Ailenin Yeni Doğan çocuğu .................................................................... 30
Bölüm 2 Mustafa'dan Mustafa Kemal'e .............................................. . ...... 44
Bölüm 3 Mustafa Kemal: Bir Osmanlı Subayı ........................................... 63
Bölüm 4 Sürgün ......................................................................................... 78
Bölüm 5 Jön Türkler .................................................................................. 85
Bölüm 6 Kadınlar ve Mustafa Kemal: istanbul ve Sofya'da Eğlence Düşkünü Bir Subay ................ . . . . . ................ 106
Bölüm 7 Ölümsüzlüğün Billurlaşması ..................................................... 115
Bölüm 8 Düşkırıklığı içindeki Bir Kahramanın Yolculukları ..................... 136
Bölüm 9 Osmanlı imparatorluğu'nun Yenilgisi ....................................... 150
BÖlüm 10 Samsun'a Çıkış ............. ............................................................ 1·7Q'
Bölüm 11 "Dağ Başını Duman Almış" ........................ ................... ............. 179
Bölüm 12 Siyasal Direniş ........................................................................... 194
Bölüm 13 Anadolu Üzerinde Parıldayan Güneş ....................................... 205
Bölüm 14 iç Savaş Sırasında Ankara ............... . . .. .......... . . ..... . . . ................. 215
Bölüm 15 Mustafa Kemal'den Gazi M. Kemal·e ......................................... 230
Bölüm 16 "Ordular. ilk Hedefiniz Akdeniz·dir. ileri!" ................................... 250
Bölüm 17 Alevler içindeki izmir'den Yükselen Aşk Alevi . . ......................... 265
Bölüm 18 Padişah. Anne. Ödipal Oğul ........ . . . ........... ............... ................. 277
Bölüm 19 Türkiye Cumhuriyeti'ne Doğru .................. ................................. 292
Bölüm 20 Gerçek Dünyadaki Bölünmelerle Koşutluk Gösteren Kişilik Bölünmesi ............................... .......... 317
Bölüm 21 Panama Şapkalı Adam Kız Evlatlıklar Ediniyor .......................... 334
Bölüm 22 izmir'de Suikast Planı: Ölümsüzlük Tehdit Altında .................... 349
Bölüm 23 Bizans Değil. istanbul .... ........................................ .................... 357
Bölüm 24 Rahatlamaya Vakit Yok! ............................................................. 366
Bölüm 25 Gazi Mustafa Kemal'den Kemal Atatürk'e ................................. 383
Bölüm 26 Sözlü Sınavlar ........................ .................. . . . ............................... 395
Bölüm 27 içsel Süreçler ve Gerçek Dünya Meşguliyetleri ... ............ .......... 412
Bölüm 28
Son Muharebe ....... .................................................................... 428
Bölüm 29 Ölümsüz Atatürk'e Dönüşüm ................................... ....... ........... 443
Psikolojik Özet ......... ................................................................... 457 Referanslar ...... . . .. . . . . . ........................ . . . ........................................ 465 Dizin .............. ............ ................................................................... 473
SUNUŞ
A tatü rk'ü konu alan müşterek ça l ışmamıza 1 973'te başladık . On bir yıl sonra, 1 984'te, The Immortal Atatürk
(Ölümsüz Atatürk) Chicago Ün iversitesi Yayınevi tarafından yayımland l . Aradan uzun yıl lar geçmesine rağmen kitabımızın Türkçe'ye çevril işi bizi memnun ediyor. Burada kitabın hazırlanışı hakkında kısa bilgi vermeyi yararlı görüyoruz:
içinde tarihçi ler, sosyologlar, antropolog lar, psikolog lar, d i lbi l imciler, psikiyatristler ve psikanal istler bulunan b ir grup bi l im adamı, Ortadoğu üzerine yapılan çalışmaların psikoloj ik boyutları üzerinde karş ı l ıkl ı görüş al ışverişinde bulunmak üzere 1 973 yıl ın ın Mayıs ayında Princeton Ün iversitesi'nde bir araya geld i ler. Biz ilk kez Princeton Konferansı sı rasında tan ıştık. Bir imiz tarihçi, diğerimiz tıp doktoru olmamıza rağmen, psikanaliz ve Atatürk'ün biyografisi konusunda müşterek bir i lgiyi paylaştığımızın farkına vardık ve Atatürk'ün yaşamı ile iç dünyası arasındaki i l intileri i ncelemeye karar verdik. Psikoanalizin kurucusu olan Sigmund Freud'un biyografi yazarlarının kend i kahramanlarına duygusal bir yönden bağlanmış bulunduklarını söyleyerek bir uyarıda bulunduğunu bil iyorduk. Freud ( 1 9 1 0) şöyle demişt i :
"Pek çok durumda, biyografi yazar/art -kendi duygusal yaşamlarmdan kaynaklanan nedenlerden ötürü- daha başlangıçtan itibaren kendisine karşı özel bir yakmlik duyduklart için kendi kahramanlarınt yaptıklart çalışmalara konu olarak seçer/er. Bundan sonra, enerjisini, o görkemli adamı kendi çocukluk dönemlerine ait modeller smıfma dahil etmeyi amaçlayan bir ülküleştirme görevine adarlar -belki de, bir çocuğun kendi babasma ilişkin sahip olduğu imgeyi, kahramantnda yeniden canlandmr/ar. . . Bu yüzden, biyografi yazar/art bize, kendisine karşı kendimizi mesafeli bir biçimde ilişkinlendirilmiş hissedeceğimiz bir insan yerine; soğuk, garip, ülküleştirilmiş bir kişilik sunarlar. Biyografi yazarlart böylece gerçeği bir düşe feda ettiği ve kendi çocukluk fantezileri ha-
Ölümsüz AtatÜrk
tmna insan doğasının en şaşırtıcı gizlerini keşfetme fırsatına sırtlannl döndükleri için, bu durum üzüntü vericidir' ( 1 9 1 0, s. 1 30). Freud'u n kahramanın ü lkü leştirilmesi ve kahraman üzerine
yazı yazma konusunda h issedilen yoğu n ihtiyaç üzerine yaptığı yorumlar, ayrıca, bir kahramanın değerin in düşürü lmesi olgusu için de geçerli olabil ir. insan ın kendi çocukluk dönemine ait önemli bir kişiyi değersiz kılma arzusu -eğer söz konusu arzu yeterince kal ıcı l ık gösteriyor ise- tarihe mal olmuş bir kişi hakkında yazı yazma edimine yol açabil ir .
Ölümsüz Atatürk'ü yazmaya başlad ığımız zaman her ikimiz de, Atatürk'ün bizim için ü lkü leştiri lmiş bir kişi l ik olduğunun farkındaydık. B irimiz (Volkan), bir Türk ana babanın çocuğu olarak Kıbrıs'ta dünyaya geldi ve Türkiye'de tıp eğitimi gördü. Volkan, ya ln ızca Türk kültürünün kend i üzerindeki etkilerin in bi l incinde olmayıp, kendisini Atatürk'ün Türk gençliğ ine i lişkin tasarımın ın tipik b i r ü rünü olarak görüyordu . Atatürk öldüğünde Volkan henüz altı yaşındayd ı; bununla birl ikte, Atatürk'ü insanüstü bir kişi l ik gib i görerek yetişti .
Volkan doğmadan önce, Kıbrıs ' ın b i r Türk köyünde öğretmen olan babası, Atatü rk'ü kendine örnek alma konusunda onu taklit etmeye varan dramatik bir tavır geliştirmişti. Bu olayın öyküsü şudur: Türkiye Cumhuriyeti'n in kuruluşundan sonra Türk erkeklerine en uygun başlık olarak şapkayı tanıtmak için Atatürk, o zamanın muhafazakar bir bölgesine (inebolu ve Kastamonu) gitmişti . Bu, şapka çok uzun zamandan beri kafirlerin bir s imgesi olarak görüldüğü için, oldukça yürekli bir girişimdi . Bu gezi s ırasında Atatürk kendisini karş ılayan kalabal ığın karşısına bir panama şapka giyerek çıkmış, eliyle şapkayı işaret ederek şöyle söylemişti: "Beyler, bunun adı şapkadır!" Atatürk halk üzerinde öylesine güçlü bir karizmatik etkiye sahipti ki, oradaki i nsanların hepsi başlarındaki fesleri, türban ları ve d iğer islami başl ıkları çıkararak kendilerine şapka bu lma arayışına girmişler, hatta bazıları kendilerine Avrupa tarzı şapkaya benzer şapkalar yaptırmışlard ı .
Bu olayı işiten Volkan' ın babası soluğu köydeki bir kahvehanede almış, bir sandalyeye çıkarak elinde tuttuğu bir şapka i le Atatürk'ün mesaj ını yinelemişti . Orada bulunanların kendis ini
Atatürk'e gösteri lmiş olana benzer bir tepkiyle karşılayacakları nı umuyordu; ne var ki, çok geçmeden üzerine yönelti lmiş bir tüfeğin namlusuyla yüz yüze geld i . Kend isinden hemen sandalyeden inmesi ve başl ık konusunda çenesini kapaması istendi, aksi takd irde başına geleceklere katlanmak zorunda kalacaktı. Bu öykünün aile içinde sürekli anlatı l ıyor oluşu, küçük Volkan' ı çok etkiled i . Atatürk'ün başarı ile sonuçlanan giriş imin in aksine Volkan' ın babasın ın g i riş imi başarısızl ığa uğramıştı. Volkan' ın babasının göstermiş olduğu bu cesaretin ayırd ına varması bu olayın üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra mümkün oldu. Küçük Volkan' ın z ihninde, kendi babası da dahi l olmak üzere, hiç kimse Atatü rk'le mukayese ed i lemezd i. Bu neden le, Atatü rk'ü bir "insan" olarak tanımak ve onun yaşam öyküsünü inceleyecek bir kitap yazmak önce kendi kendini ve babasın ın imgesin i araştırmak anlamına geliyordu .
Polonyal ı göçmen bir ana-baban ın çocuğu olarak New York'ta dünyaya gelen Itzkowitz, Türk hatta islami dünya i le i l intilendi rileb ilecek küçücük bir i l işkiye dahi sahip deği ldi . Buna rağmen, zaman içinde Osman lıları a raştıran bir öğretim üyesi durumuna geldi (Itzkowitz 1 972) ve birçok kez Türkiye'de bulundu. B i r Osmanl ı tarihçisi olarak, kendisine Osmanl ı Türkçesini okuma beceris in i kazandıran bir eğitim almıştı (Volkan ise, eğitimine Atatürk'ün Türk alfabe reformundan sonra Kıbrıs'ta başlamış olduğu için, Osmanl ı alfabesini öğrenme şansından yoksun kalmıştı.)
1 956 yı l ında Osmanl ı a rşivlerinde araştırma yapmak için Türkiye'ye yaptığı seyahatten beri Itzkowitz, Atatürk reformların ın eriştiği başarı karşısında büyülenmiştir. Türkiye'yi ve Türk halkın ı daha yakından tanıma fırsatını bulmuş olması, onu , gerçekleştirilebi l i r b i r a raştırma konusu olarak Atatürk ve Türk devrimi üzerinde düşünmeye yöneltti. Geleneksel tarih a raştırmaları, Türkiye hakkında sahip olduğu bilgilerin kendi z ihninde doğurmuş olduğu pek çok soruya doyurucu yan ıtlar getirmede yetersiz kalmıştı . Psikoloj ik tarih ona daha iyi bir yaklaşım olarak göründü; fakat söz konusu yaklaşımın kendisinde cisimleştiği a raştırmaların ürünleri doyurucu olmaktan uzaktı. Tarihçiler psikoloji hakkında yeterli bi lgiden yoksunla rd ı; buna karşı lık, olgula ra psikolojiyi
ÖlÜmsÜz Atatürk
esas alan bir persw�ktifle yaklaşan bi l im adamları da yeterli bir tarih b i lg isinden yoksun iard ı . Atatürk üzerine psikoloj ik bir çalışma yürütmek için kendisini gerekli b i lg ilerle donatmaya karar veren Itzkowitz, psikanalitik kuramları öğrendiği, kişisel çözümIemeye tabi olduğu, hastalar üzerinde pratik çalışmalar yürüttüğü New York'taki Psi kanaliz için U lusal Psikoloj i Derneği 'nde psikanaliz konusunda bir uzman adayı haline geldi . Kendi yaşamını araştırmaya girişen Itzkowitz, d iğer kültürlere (ve on ların konuştukları d i llere) olan i lgisi ile, annesinin kişi l iğinin dinamiğini kavramaya yöneli k bi l inçsiz arzusu arasındaki i l işkinin ayırd ına vard ı .
Herbirim iz, psikanaliz eğitim i alanında kazanmış olduğumuz deneyime güvenerek, Atatürk'ün yaşamını ve iç dünyasını incelerken, kend i fantezi lerimizi ona aktcırmaktan kaçınabildik. "Nutuk" (Atatürk, 1 927) da dahi l olmak üzere Atatürk'ün kendisi tarafından kaleme al ınmış pek çok yazı l ı metin mevcuttu; ayrıca Atatü rk hakkında çeşitli di l lerde yüzlerce kitap yazı lmıştı.
Bu kitapları yazan veya Atatürk hakkında bi lgi ler sunan kişiler sayesinde, elimizde araştırmacıya güven telkin eden hayli materyal bulunuyor. Dahası, bu kitabın yazarları olarak, bu bi lgi leri, Atatürk'ü tanıyan kişilerden dinlediğ imiz görüş ve anekdotlarla pekiştirme şansına da sahip olduk. Dr. Volkan, misafir psikiyatri profesörü olarak Ankara Üniversitesi'nde geçirdiği 1 974- 1 975 akademik yı l ı boyunca, Atatürk'ün yakınında bulunmuş kişilerle ya da Atatü rk'ün -kısa süreli karşılaşmalarda olsa dahi- yaşamlarını önemli ölçüde etkilemiş olduğu bir grup insanla karş ı l ıkl ı görüşme olanağına sahip oldu. Biz, Atatürk'ün eylemlerine ve inanç sistemlerine il işkin güvenil ir bi lgi ler sunma açısından, bu üç farklı kaynaktan elde edilmiş materyal in yeterli olduğu kanısındayız. Atatürk'ün benl ik sistemine açı lan uygun bir pencere yakalamış olduğumuzu, yaşantısın ın tarih sahnesinde geçecek daha sonraki dönemleri boyunca kendi özsaygısın ı korumak için onun çevresiyle nasıl b ir karşıl ıkl ı etkileşim içine g irmiş olduğunu kavradığımızı düşünüyoruz. Psikanalizde benliğe ve benl iğ in diğer kişilerle girdiği karşı l ı kl ı etkileşime ilişkin yeni bi lgi ler sunan gelişmeler, Atatürk hakkındaki düşüncelerimizi formü le ederken bize rehberl ik etti ler.
Bu kitapla Atatü rk'ün iç dünyas ın ı onun kişi l ik yapısı na göre inceled ik. Bütün insanların adeta bir elbise giyer gib i g iyindikleri çeşitli kişi l ik yapı ları vard ır. Diğer insanlar veya dünyayla i l işkimizde bel l i bir tarzda hareket etme eği l imindeyizd ir. Örneğin; bazı insan lar, her konuda çok dikkatli davranır, temizl ik ve düzen konusunda aşırı titiz ve dikkatl idir ler. Bazı ları sağ l ıkları konusunda sürekli kayg ı lanır, dünyaya kuruntu dolu gözlerle bakarlar. Bazı kiş i l ik yapıların ı da, kişin in kendi ben l iğ ine yaptığı sevgi ve saygı yatırımının ölçüsüne göre değerlendi rmekteyiz. Bu yatırıma tekn ik o larak narsisizm (self love) denir. Her ne kadar olumsuz çağrış ımlarla yüklenegelmişse de, narsisizm ne kötü ne de iyid ir. Nefes a l ıp vermek kadar doğal bir şeyd ir . Gerçekte, narsisizm olmazsa sıradan işleri bile yapmamız mümkün olmaz. Bazı kişilerde bu yatırımın miktarı azd ır, düşük seviyededir. Bu kiş i ler sürekli çocuksu ve bağıml ı durumda kal ırlar. Bazılarında ise narsisizm abartı lmıştır. Bu şeki lde abartılı narsisizmin bulunduğu kişi l ik yapısına, ingi l izce'de teknik olarak "narcissistic personal ity" d iyoruz. Bu terimi Türkçe'ye "görkemli kişil i k yapısı" olarak tercüme ettik. Diyebil iriz ki, bütün mesele kiş in in bu görkemli kiş i l ikle ne yaptığıd ır. Örneğin, bir insanın kendisine olan sevgisi fazla o lmakla birl ikte bunun gerçekle bir i lişkisi yoksa, sonunda bu insanın hayatı hayal kırıklıklarıyla ve depresyonla geçebi l ir . Diğer yandan, eğer görkemli kişi gerçek dünyada da başarı l ı ise, dünyayı değiştirip iç dünyası ve dış dünyası arasında uyum sağlayabil irse, böyle bir kişiye başarıl ı görkemli kişi deriz. Psikanal istlerin yaptığı birçok araştırmaya göre çoğu zaman lider olmak isteyen kişilerin kişi l ik yap ı larında, görkemli l iğin bu lunması olağandır. Bi lhassa, bir büyük grup, örneğin bir etnik grup, travmatik bir olaya maruz kalmışsa, görkemli bir l iderin ortaya çıkması ve l ider o lması için ortam hazırlanmış demektir.
Volkan 1 980'de görkemli l iderleri onarıcı ve yıkıcı görkemli lider olmak üzere ikiye ayırmıştır. OnariCl görkemli l ider z ihninde kendi grubunu ü lkü leştirmek iç in uğraşır. Böylece yüksek seviyedeki bir grubun l ideri olur. Yıkıcı görkemli l ider ise yıkacağı bir "düşman" grup bulur ve o grubu daha da yıpratarak, o gruba karşı kend is in i ve kendi grubunu yüceltir. Psikanalitik literatürde bu yıkıcı l iderin örneği olarak H itler'den bahsedi lmiştir. H itler
ÖlümsÜZ Atatürk
"düşman" kabu l ettiği Yahudi leri ezerek ve katlederek, kendisin in ve ait olduğu grubun görkemli l iğ in i sağlamaya çalışmıştır.
Bu kitapta Atatürk'ü onarıcı bir l ider olarak anlatıyoruz. Tarihte belki de hayat ın ın sonuna kadar onarıcı l ider olarak ka labilen en iyi örnektir Atatürk. iç görkeml i l iği ve dış dünyası arasında uyum kurmayı başarabilmiştir. Özel hayatı yakından incelendiğinde, Atatürk'ün, u laştığı seviyeye gelinceye kadar verdiği içsel mücadelelerin ne kadar dokunakl ı b ir yaşam öyküsü oluşturduğunu görmemek mümkün deği ldir.
Sonuç olarak, Atatürk'ün yaşam öyküsünü anlatan ve iç dünyası i le gerçek dünya arasındaki i l işkiyi gösteren teferruatlı b ir kitap yazdığımızı düşündük. Kitap bittiği zaman Itzkowitz gözyaşların ı tutamadı. Bu kitab ın i l k baskısı yapıldığı zaman Virginia Üniversitesi Tıp Okul u 'nun dekanı , yazarların onuruna bir resepsiyon verd i . O gece, Volkan rüyasında birçok ü lkede ve çeşitli di lde çıkan gazetelerde Atatürk'ü n öldüğünü bildiren büyük manşetli haberleri okudu ve hüngür hüngür ağlad ı . Kitabı hazırlarken yı l larca Atatürk'ün imgesi ile beraber yaşadığımız için projemiz bittikten sonra artık onu ebedi istirahatgahında huzur içinde bırakabil iyar ve onun kaybı için yas tutabiliyorduk .
Böyle duygusal b i r durumda iken, Türkiye'de bazı görevli lerin Ölümsüz Atatürk 'ün Türkler tarafından okunması n ın uygun olmadığı , hakkında ded ikodu çıkarmaları kötü bir sürpriz oldu . Gizli b i r araştırmaya tabi tutu lduğumuzu ancak son yıl larda öğrendik. Böyle bir gelişmeden haberimiz olmadan, bası l ır basılmaz kitabın bir kopyasını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. Denktaş'a göndermiştik. Sayın Denktaş' ın Atatürk i lkelerin i en yakından takip edenlerden biri olduğundan hiç kuşkumuz yoktu . Cumhurbaşkanı kitabımızı dikkatle okudu ve bize, Atatürk'ü bir kahraman ve l ider olarak bi lmenin yan ı sıra onu bir insan olarak tanımanın kend isini etki lediğin i ifade eden bir mektup yazd ı . Ayrıca, Sayın Denktaş Atatü rk'ün çocukluk ve daha sonraki yaşam devrelerinde kişisel zorlu klara karşı yaptığı savaşta, tarihi savaşlarda olduğu gibi , başarı l ı olmasın ın Atatü rk'ü daha da ü lkü leşti receğ ini görüyordu . Bu mektup, yazarların duygusal yaralarına sürü len ferahlatıcı bir merhem old u .
Şimdi geriye baktığımız zaman, bazı kişi lerin kitabımıza karşı gösterd ikleri bu tepkiye şaşırmamamız gerektiğ in i an l ıyoruz. Atatürk modern Tü rk kimliğ in in bir simgesi olmuştu r ve onu, vücudunda kan dolaşan bir varl ık olarak düşünmek güçtür. Ayrıca, ku l landığ ımız bazı psikoanal iz kavramların ın yan l ış an laşı ld ığ ın ı düşünmekteyiz.
Bu kitapta; Tü rklerin ve Türkiye'n in , Birinci Dünya Harbi faciasından sonra toparlanma ve mi l let oluşturma sürecinden geçerken Atatürk'ü l ider olarak bulmalar ının nasıl bir tal ih eseri olduğu anlatılmaktad ır . Son yıllarda ikimiz de komünizmin gölgesinden yeni kurtu lan bir çok ülkeye gittik. Bu ü lkelerde karşılaştığımız insan lar tarafından içsel leştiri lmiş travmatik yaşantıların politikaya nasıl yansıd ığını görme fırsatını bulduk. Bir halkın, özellikle kaotik zamanlarda görkemli onarıcı bir lidere ne kadar ihtiyaç duyduğunu bir kez daha anladık. Bu kitapta yer alan araştırma, böyle bir lideri n ortaya çıkmasında rol oynayan insani unsurlar üzerinedir. Umuyoruz ki, Atatürk'ün hem iç hem de d ış dünyasında bu unsurların bulunduğunu göstermeyi başardı k. Türklerin ona karşı neden bu kadar derinden bir saygıyla bağlandıkların ı da anlatmış olduğumuzu ümit ediyoruz. Onun 1 9 1 9'da gösterdiği önderl ik tipinin, yaşadığımız şu dönemde, hem Türkiye'de hem de dünyanın birçok yerinde gerekli olduğu kanaatindeyiz.
Ölümsüz Atatürk, Türkçe olarak i lk kez yayımlanırken, Türkiye'de laikl ik kavramı ve din i duygu lar çok yakından gözden geçiri lmekte ve modern Türk kimliğin in ne olduğu tekrar araştırılmaktadır. Bu nedenle, kitabımızın Türkçe olarak yayın lanmasın ın tam zamanında gerçekleştiğini düşünmekteyiz.
Vamık D. VOLKAN Narrnan ITZKOWITZ
Mayıs, 1998
TARiHSEL PERSPEKTiF içiNDE ATATÜRK'ÜN OSMANlı ARKAPLANI
S onraları Atatürk ismiyle anı lacak olan Mustafa Kemal, Kırım Savaşı 'n ın sona ermesinden çeyrek yüzyıl sonra, bu sa
vaşın olumsuz koşul ların ın hala güçlü biçimde hissed i ldiği bir zamanda dünyaya geld i . Kır ım Savaşı 'n ın yol açtığı değişikl iklerden biri; Napolyon çağ ın ın sonundan o güne kadar Avrupa'da u luslararası i l işkiler alanına egemen olmuş diplomatik i l işki ler modelinde gözlen iyordu . Art ık değişmiş olan şey, 1 8 1 5 tarih l i Viyana Konferansı'nda çizi lmiş Avrupa haritasına sad ık kal ınmasını öngören Avrupa Dengesi (Concert of Eu rope) fikri id i . 1 8 1 5 ile 1 854 yı l ları arasında kalan dönem boyunca, Avrupa'nın önde gelen güçleri arasındaki i l işkiler kendi kend in i s ın ırland ırma ve işbirliğ i tarafından belirlenmişt i . Söz konusu dönemde kimi krizler yaşanmış olmakla bir l ikte, bu krizler aşı labi lmişlerd i . Avrupa yaklaşık 40 yı ldır öneml i b i r savaş yaşamamışt ı . Tarafların yan l ış alg ı lama ve yanl ış hesaplamaları sonucu yok yere patlak veren Kırım Savaşı, Rusya ile ingi ltere aras ında barış ve Fransız siyasal düşüncelerin in yayı lmasını ön leme şeklinde bel irg in leşen bir d iplomasi dönemine son verd i .
Önde gelen i ki Avrupa devleti Kırım Savaşı 'ndan revizyon ist güçler olarak çıkt ı . Rusya, Karadeniz'i tarafsız bir statüye sokan ve Karadeniz kıyı larını askerden arınd ıran barış an laşmasının Karaden iz' le i lg i l i hükümlerini geçersiz kı lmanın yol larını arıyordu . An laşmaya göre, padişah i le çar arasında her biri için ayrı bir anlaşmayla seyrine izin veri lecek bi rkaç küçük tonaj l ı gemi dış ında, Osmanl ı imparatorluğu ve Rusya, Karadeniz'de savaş gemisi bulunduramayacaktı . Padişah, ayrıca, Osmanl ı imparatorluğu barış içinde olduğu sü rece Çanakka le ve istanbul boğazların ın yabancı savaş gemilerine kapatı lmasını öngören " imparatorluğun geleneksel kura l ı"n ı sürdürecekti.
Beceriksizce g irişilen d iplomatik manevra lar, Rusya'n ın Kırım Savaşı'na sürüklenmesine katkıda bulunmuştu . Rusya, Paris An-
AtatÜrk'Ün Osmanlı Arkaplanı
laşması 'n ın Çar I I . Aleksandr tarafından bitmek bi lmeyen bir kabus olarak n itelend i ri len kısıtlayıcı ve onur kıncı hükümlerinden ku rtu lma girişimleri sırasında böyle bir budalalığı ik inci kez yineIemed i . Rusya, yaklaşık on beş yı l süren sabırl ı b ir bekleyişten sonra, n ihayet an laşmayı hükümsüz kılma beceris in i gösterd i . Rusya, Avrupa'n ın tüm d ikkatin i 1 870 Fransa-Prusya Savaşı'na yöneltmiş olduğu bir sırada, Paris Anlaşması 'n ın kend isi için iyi olmayan an laşma hükümlerin i 3 1 Ek im 1 870 günü tek taraflı olarak feshettiğ in i i lan ett i . Bunun üzerine Paris An laşması 'n ın imzacısı olan devletler 1 87 1 yı l ı başında Londra'da top landı lar ve Rusya'n ın yaptığı değişikl ikleri kabul etti ler (Londra Anlaşması, Mart 1 87 1 ) .
Londra Anlaşması hüküm lerine göre, Rusya ve Osmanl ı imparatorluğu Karadeniz'de donanma bulundurabi lecekler, Karadeniz kıyı larında uygun gördükleri yerlerde tersane kurabi leceklerd i . Çanakkale ve istanbu l boğazları daha önce olduğu gib i yabancı savaş gemi lerine kapalı tutu lacak, fakat Osmanlı padişahı barış zamanlarında dost ve müttefik savaş gemilerin in boğazlardan geçişine izin verebilecekti.
Rusya, 1 856 Anlaşması 'n ın geçersiz kıl ınması için çabalayan devletlerden ya ln ızca bir tanesiydi . Aynı şeyi amaçlayan d iğer devlet ise Fransa'yd ı . Latin Kil isesi 'n in Orta Doğu 'daki idd ialarının sözcü lüğüne soyunarak Fransız Katol iklerinin gözüne g irmeyi hedefleyen iii. Napolyon'un budalaca b ir giriş imiyle Kırım Savaşı' na sü rüklenmiş olan Fransa, savaştan, Avrupa haritasın ın u lusal s ın ırlar boyunca yeniden çizi lmesin i amaçlayan b ir kararlıl ıkla çıkt ı . i. Napolyon devrimi d iğer ü lkelere yaymıştı . iii. Napolyon'un idaresi alt ındaki Fransa'nın d iğer ü lkelere ihraç ed i lebi l i r malı ise mi l l iyetçi l i k olacaktı.
Mi l l iyetler doktrin in i benimsemiş olan ııı. Napolyon'un akl ında, u lusal ve federal sını rlar boyunca yeniden yapı lanmış bir Avrupa fikri vard ı . iii. Napolyon'un fikirlerin in cidd i bir biçimde sınanacağı i lk arena italya idi. iii. Napolyon, kendi himayesi altında italya'nın özgür ve birleşik (federated) bir yapıya kavuşabi leceğ in i umuyordu . Mil l iyetçi l ik, uyuyan, ama kışkırtı ldığında iii. Napolyon'un asla beklemediği kadar saldırganlaşabi len bir köpek g ib iyd i .
.1.z..
Öıümsüz Atatürk
Mi l l iyetç i l i k, sahip olduğu yıpratıcı gücü h içbir yerde, Orta Doğu'da olduğu kadar açık biçimde serg i lemed i . Çokırkl ı , çokd in l i ve çokdi l l i b i r nüfusa sah ip olan Osmanl ı imparatorluğu, her şeyden önce çoku luslu b i r imparatorlu ktu . imparatorluk, s ınırları çevres inde toprak kaybetmeye Kır ım Savaşı patlak vermeden önce baş lamıştı; fakat, mi l l iyetç i l i k on dokuzuncu yüzyı l ın ikinci yarısında parçalanmaya yol açan, imparatorluğun çare bulamad ığı teh l ikeli bir virüs durumuna gelmişti.
ııı. Napolyon'un mi l l iyetler doktrin i , Balkanlar'daki ilk bereketl i toprağını , i leride bi rleşt ikleri zaman Romanya'yı teşkil edecek olan Eflak ve Boğdan prensl iklerinde buldu. On sekizinci yüzyı l ın başından it ibaren, Rusya Del i Petro'nun saltanat devri boyunca Osmanlı imparatorluğU'nun uç bölgelerine ısrarlı bir baskı uyguluyor, yavaş yavaş Karadeniz'e sınır oluşturan bölgeye doğru i lerl iyordu. Deli Petro'nun 1 725'teki ölümünün üstünden bir asırdan daha kısa bir süre geçmesin in ardından, Rus i lerlemesi Eflak Prensl iğ i 'ne u laşmış durumdaydı . Ruslar, 1 774'ten 1 829' a kadar Rus-Osmanl ı i l işkilerin i düzen lemiş olan bir dizi anlaşma içinde, bu bölgedeki prensi ikierin içişlerine karışmalarını meşru kı lmanın yol larını aradı lar . Rusya'n ın taleplerine d i renecek güçten yoksun olan Osmanl ı lar, Ruslara hemen her sözü verdi ler, ama pratikte işleri sürüncemede bırakarak sözlerinin gereğ ini yerine getirmemek için ellerinden geleni yaptılar.
U luslararası arenan ın büyük aktörlerin in birbirlerine karşı takındıkları güvensiz tutum, işleri ağırdan a l ıp sürüncemede bırakma konusunda Osmanlı lara yard ımcı oldu . Ne var ki, Prensiikier, ııı. Napolyon'un zihnindeki romantizm ve siyasal oportünizmin bir karışımı olan siyasal düşüncelerine uygun olarak, isteni len şekle sokuluyorlard ı . italya, Polonya ve hatta Prusya'n ın durumuyla i lg i l i o larak mi l l iyetler i lkesin i benimsemiş olan Napolyon, Hlak ve Boğdan' ın birleşmesi fikrini de sıcak karşı ladı . PrensI ikIerin statüsü ile ilg i l i olarak öyle bir doktrin i öne çıkardı ki, bu doktrin çok geçmeden Osmanl ı imparatorluğU'nun üzerine oturduğu temelin a ltını oyacak, Balkanlar' ı ve Orta Doğu'yu tan ınmaz hale getirecekti .
Sonradan, söz konusu prensl ikler yabancı bir prens olan Hohenzollern-Sigmaringenli Charles' ın idaresi a ltında birleşti ler.
Atatürk'ün Osmanlı Arkaplanı
Öyle ki, Charles, kend isinden tahta geçmesi istend iğ inde yeni ü lkesinin nerede olduğunu öğrenmek için dünya haritasına bakma gereği duymuştu . Berl in Konferansı 'nda ( 1 878) Romanya'ya resmen bağımsızl ı k veri ldi ve Charles 1 88 1 'de Romanya kra l ı oldu .
Romen u lusu, ancak III . Napolyon'un ölümünden sonra gerçekleşmiş olmakla birl ikte, Napolyon'un mi l l iyetler doktrin in in d ikkate değer bir zaferiydi; bu doktrin, Bulgaristan ' ın h ızla onun cazibesine kapılmasıyla bir l ikte Balkan topraklarında güçlü bir biç imde kök saldı . Din faktörü meseleyi karmaşık hale getiriyordu ve bundan yararlanara k Bulgarları yatıştırmak isteyen Osmanl ı lar onlara kend i "ulusal" kil iselerin i kurma hakkı tanıd ı lar. Din meselesi Bulgaristan' ın lehine bir çözüme kavuşturulurken, Bu lgarların 1 876'daki ayaklanmasıyla derinleşen siyasal sorun askeri bir çatışmanın eşiğine kadar geldi. Soğukkanlı davranmayı ve kendi kendilerin i kontrol etmeyi hiçbir zaman başaramamış yerel Türk mil is kuvvetleri (başıbozuklar) şiddete şiddetle karşı l ık verdi ler. Osmanl ı karşıtı Avrupalı ların "Bulgar soykırımı" olarak isimlendirdikleri bu çatışmalarda bin lerce Bulgar yaşamını yitirdi ve OsmanI ı lara karşı protestolar St. Petersburg'dan Londra'ya kadar Avrupa' nın dört bir yanında yankı land ı .
Balkanlar'daki karş ı l ıkl ı güvensizl ik ve kuşkular Balkan mi l l iyetçi l iklerinin genel bir savaşı doğu rmasını engel led i . Avusturya, Rusya'n ın Balkanlar'daki nüfuzunun genişlemesine karşı bir engel olarak Osmanl ı imparatorluğu'nun varl ığ ın ın korunmasından yanayd ı . Rusya ne tutarlı bir siyaset gelişti rebi l irdi , ne de bir müttefik cezbedebi l ird i . Fransa daha az sorunluydu . Hala Fransa-Prusya Savaşı'nda uğradığı yen i lg in in yaralarını sarmakla meşgu l olan Fransa, uzak bölgelerde maceralara girişmeyi göze alabi lecek durumda deği ld i . B ismark Avustu rya i le Rusya arasında bir tercih yapmaya niyetl i görünmüyordu. Tarafsızl ığ ın gergin ipi üzerinde ihtiyatla adım atan Bismark, öç a lma niyetlisi Fransa'yı d ip lomatik olarak ya ln ızlaştırmak için her iki tarafla da iyi i l işkiler gel iştiriyordu . Su ltan'a destek ve Osman lı impa ratorluğU'nun toprak bütünlüğünün korunması politikasın ı benimsiyordu .
i ngi ltere, Osmanl ı imparatorluğu'nda yaşayan H ı ristiyan ların durumunun iyileştiri lmesine yönel ik reformları müzakere etmek
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
için istanbul 'da bir Düvel- i Muazzama' konferansı aracı l ığ ıyla krizi kontrol a lt ında tutmaya çal ıştı . Konferans, katı l ımcı devletlerin bir sonuca varamaması durumunda ortaya çıkab i lecek bir Rus müdahalesinin tehd iti altında toplandı . Konferansta, Bosna ile Hersek' in padişah tarafından atanacak Hristiyan bir va l in in yönetimi a ltında bi rleştiri lmesi, Sırbistan ve Karadağ topraklarının genişletilmesi, batı ve doğu olmak üzere iki parçadan oluşacak daha geniş bir Bulgaristan devletin in yarat ı lması konuları tartışı ldı . Bu, Osmanl ı imparatorluğu'nun Avrupa'daki varl ığının tehl ikeye girmesi anlamına gel iyordu.
Yüzyı l lara yayı lan bir başarının sahibi olan Osmanl ı lardan, tası tarağı toplayıp sessizce bu toprakları terk etmeleri beklenemezdi . N itekim, Osmanlı lar, pad işahın uyruğu du rumundaki herkes in tüm vatandaşl ık hak ve özgü rlüklerin i güvence a ltına alan bir Kanun-i Esası'yi i lan ederek katı l ımcı devletlerin taleplerini köreltmeye g iriştiler. Osmanl ı la r açısından, istanbul Konferansı artık gereksiz yere top lanmış bir konferanstı. ingi l iz desteğ ine ve Avusturya-Rusya rekabetine güvenen Osmanl ı lar, tüm talepleri geri çevirdiler. Osmanl ı imparatorluğu üzerindeki d iplomatik baskı sonuç vermeyince Rusya, Bosna ve Hersek'i verme vaadinde bulunarak Avustu rya'n ın tarafsızl ığ ın ı güvence altına alma yoluna g itti . Ardından, 24 Nisan 1 877'de Osmanl ı imparatorluğu'na karşı savaş i lan etti .
Rusya ile Osmanl ı imparatorluğu arasındaki uzun savaşlar seris inin sonuncusu olan bu savaş, taraflardan her i kisin in de kesin bir zafer kazanacak güçte olmadığ ın ı kanıtlad ı . Osmanl ı lar bir sü re iç in iyi bir performans gösterd i ler, fakat sonraları Ruslar, Osmanl ı lar ın savunma mevzi lerin i yararak onları istanbul 'un sınırlarına kadar geri lettiler. Rusya, Ayastefanos Anlaşması ile, en önemli hükümlerinden biri, büyük ve özerk bir Bulgaristan devletinin kuru lması olan sert bir barış an laşması dayattı . Ayastefanos Anlaşması Rusya'yı Balkanlar'daki egemen güç hal ine getirecek ve istanbul 'un işgal in i pekala gerçekleşebil ir b i r olası l ık durumuna sokacaktı . Avusturya ve ingi ltere, Ortadoğu'daki güç i l işkilerinde böylesine köklü b ir değişikl iğe asla müsamaha göstere-
• Büyük Devletler (i ngi ltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, italya ve Rusya).
.20..
AtatÜrk'Ün Osmanlı Arkaplanı
mezlerd i . Bu iki ülke müşterek ha reket ederek Rusya'yı an laşma hükümlerin in genel bir Avrupa konferansında yen iden tespit ed i lmes in i kabu le zorladı lar .
Bismark' ın başkan l ığında toplanan Berl in Konferansı, kabul ed i lemez olan Ayastefanos Anl aşması hükümlerin i değ iştirerek yen iden .ka leme ald ı . Buna göre, Bulgaristan özerk bir prensl ik olacak, ancak toprak büyüklüğü önemli ölçüde azaltılacaktı. Avustu rya, gösterd iği çabaların karşı l ığı olarak Bosna ve Hersek'i "işgal ve idare etme" hakkına kavuştu . Padişahla yapı lan ayrı bir an laşmayla Kıbrıs adası ingiltere'ye bıra kı ldı .
Bulgaristan' ın tamamen bağımsız bir ulus statüsü ne erişmesi (1 909), iki trendin önemli bir d ışavurumuydu : Bunla rdan biri, Osmanl ı imparatorluğu tabiyetindeki halklar a rasında mi l l iyetçiliğin istikrarl ı bir gelişim göstermesi, d iğeri ise, Osmanl ıları n Avrupa d iplomatik toplu luğu içinde kendi toprak bütünlüğünü destekleyen sağ lam ve güveni l ir yandaşlar bulmada giderek daha zorlanır ha le gel işiyd i . ing i ltere, Avrupa'nın "hasta adamı"na arka çıkmanın yükünü tek başına omuzluyordu .
ingi l iz siyasetini biçimlend iren şey ne fedakarl ık düşüncesi ne de Türklere duyulan sevg iyd i . i ng i ltere'nin tavrın ı belirleyen şey onun kendi yaşamsal çıka rlar ını koruma ihtiyacıydı ve Hindistan yolunu kontrol a ltında tutmak çıkarı da bun lar arasındaydı . in gi ltere'nin Palmerston (1 855-58, 1 859-65 dönemlerinde ingi l iz başbakanı) döneminden itibaren Ortadoğu'da izled iği siyaset, kendi iç reformlarıyla yeniden can l ı l ık kazanacak enerj i k bir Osmanl ı imparatorluğu'nun yaratı lmasını öngörüyordu . Buna göre, yapılacak ıslahat, etkin bir ordu , üretken b ir bürokrasi, mal i sağlami ı i ık, imparatorlukta yaşayan Hı ristiyanlar ın koşu l lar ın ın iyileştiri lmesi, Osmanl ı imparatorluğU'nun içişlerine karışmasına neden olan sudan sebeplerin önüne geçilmesi ile sonuçlanacaktı .
Is lahat, Osmanl ı imparatorluğu'nun yabancı olduğu bir olgu deği ldi ve imparatorlukta -parlak değ i lse bi le- uzun bir geçmişe sah ipti . Osmanl ı ordu ları on yed inci yüzyılda yen i lg i lere uğramaya başlad ığında padişahtan bir d izi reforma gi rişmesi istenmiş, ancak 1 656 krizine kadar d işe dokunur bir şey yapı lmamıştı . O yı l, Çanakka le Boğazı gi rişinde bu lunan ve padişahın başkentini abluka a lt ına a lmayı sağlayacak bir konuma sahip olan Limni ve
Ölümsüz AtatÜrk
Bozcaada adaları Venedik tarafından işgal edildiğinde, istanbul'da ciddi b i r panik yaşandı . Tehlike en üst düzeye u laştığında Köprülü Mehmet başvezirl iğe getiri ldi . Köprü lü Mehmet seksen yaşındaydı; uzun, ama Osmanl ı 'n ın tal ih in i değişti rmeye muktedir olabileceğine i l işkin h içbir belirti göstermeyen si l ik bir kariyere sahipti . Bununla birl ikte, Önde gelen Osmanlı devlet adamların ın maiyetinde yıllarca devlet h izmetinde çalışmış olması ona iyi bir deneyim kazandırmıştı ve bu deneyim sayesinde imparatorluğun yakalanmış olduğu hastal ığın nedenlerini çok iyi görebi l iyordu . Zihni hastal ığa çareler bulmakla meşguldü, dolayısıyla, böyle bir fırsat ansızın önüne çıktığ ında Köprülü hazırl ıksız deği ldi .
Hazırladığı program şaşırtıcı ölçüde basitti. imparatorlukta yolsuzluk ve rüşvetin önü a l ınmal ıydl. Köprülü, Türk kurumlarını, on altıncı yüzyılda Kanun i Süleyman devrinde sahip oldukları eski görkemlerine yeniden kavuşturmayı i!.tiyordu. Kurumları a rındınld ığ ında ve kurallarına yeniden saygı gösteri ld iğinde devlet o eski görkemine yen iden kavuşacaktl.
Köprülü'nün reform programı beklenmedik ölçüde başarılı oldu . Kend isin i taşrada padişahın otoritesine karşı g i rişilen bir dizi ayaklanmayla d ışa vuran iç karışıklık, büyük ölçüde gideri ldi ve Vened ik'e karşı savaş daha enerjik bir biçimde yürütülmeye başlandı . Limni ve Bozcaada adaları geri al ındı; Osmanlılar, yükselerek babasından sonra 1 661 'de başvezi r olan Köprülü Ahmet'in idaresinde 1 669'da Girit'e karşı başarılı bir saldırıya giriştiler.
Köprülü Ahmet döneminde Avrupa'ya karşı saldırılara yeniden başlayan Osmanlı lar, Polonya'ya kadar ilerleyerek o zamana kadar olan en i leri noktaya ulaştılar. Köprü lü Ahmet' in 1 676 yılında ölmesi bi le Osmanlıların bı' J -:Ilıden toparlanışını yavaşlatmadı . Ahmet' in yerini kayınbir ..Ideri Merzifonlu Kara Mustafa Paşa aldı . Bir gazi olmayı düşleyen Mustafa Paşa, Viyana'ya karşı büyük bir saldırıya girişmeyi planlıyordu; 1 529'da Süleyman' ın elinden son anda kaçırmış olduğu bu hedefe varmak onun en büyük amacıydı . Viyana'nın işgali, Süleyman devrini kendisine örnek almış bir reform çağı için uygun bir dönüm noktası olacaktı.
Kara Mustafa Paşa'nın muhteşemlik hayalleri Viyana etrafındaki ormanıarda yıkı ldı . E l indeki kuvvetler Hıristiyanların karşı saldırılarını du rdurmakta başarısız kal ınca, uğradığı başarısızl ığ ın
AtatÜrk'Ün Osmanlı Arkaplanı
bedel ini çok ağır ödeyeceği Belgrad'a kadar geri çekilmek zorunda kaldı ve burada padişahın emriyle boğularak öldürüldü . Böylece, Köprü lü 'nün reform dönemin in meyveleri bu dramatik olayla birl ikte yok yere heba edilmiş oldu.
Viyana'da kazanı lan zafer H ı ristiyan ların iştah ın ı kabarttı . 1 684'te Osmanl ı lara karşı Kutsal ittifak'ı ku rarak sah ip oldukları avantaj ı pekiştirdi ler. Daha kuvvetli ve enerj ik bir padişah olan ii. Mustafa'n ın 1 695 yı l ında tahta geçişi bile Osman l ı lar ın gerilemesini durduramad ı . Ordusunun başına geçen ii. Mustafa, 1 697'de bir karşı saldırıya gi rişti. Osmanl ı ordusu Belgrad' ı n kuzeyindeki Zenta'da Tisza neh ri n i geçerken Habsburg askerleri n in saldırısı na uğradı ve koca ordu pad işahın gözleri önünde yok oldu.
Ordunun fena halde hırpalanması ve imparatorluğun soluk almak istemesi neden iyle derin b i r ding inliğe ihtiyaç duyması sonucu, düşmanla bir an laşmaya varabi lmek için bir barış heyeti oluştu ru ldu. 26 Ocak 1 699'da, Osmanl ı ların Macaristan' ı boşa Itmasını öngören Karlofça Anlaşması imzalandı . Yapılan anlaşmayı Osmanl ı kamuoyuna maku l ve kabul edilir bir anlaşma gib i gösterme görevi tarihçi Na ima'ya veri ldi . Osmanl ın ın gerilemesinin nedenleri üzerine kafa yormuş ve bu gerilemeyi durdurmak için çareler önermiş diğer devlet adamı-yazarların izinden giden Naima, soruna kendi teşhisini koydu ve buna uygun bir tedavi önerdi .
Aldığı eğitim gereği bir bürokrat, sahip olduğu eği l im dolayısıyla bir tarihçi olan Naima, hem imparatorluğun durumunun tarihsel gerçekl iğinden hem de islami entelektüel çevrelerde ü retilen fikirlerden haberdardı . Naima, barış siyasetinin imparatorluğun benimsemesi gereken tek elverişl i siyaset olduğunu göstermek için çeşitli islami fikirlerden yararlandı .
Teşhisten tedavi aşamasına geçen Naima, devleti kurtaracak beş i lke önerdi: Gelir ve giderlerin dengeli olması gerekiyordu ; ücretler zamanında ödenmel iydi; askeri kurumlarda yolsuzluk ortadan ka ldırı lmal ıyd ı; taşradaki eyaletler köylüyü yepiden refaha eriştirecek şekilde ve adi l bir b içimde idare edilmeliyd i; padişah, uyrukları üzerinde hem sevgi hem de korku uyandırmak üzere mümkün olduğunda babacan bir tavır takınmalıydı .
Ölümsüz Atatürk
Basit ve uygulanabi l i r olan Na ima'n ın öneri leri sonuç verd i . Karlofça Anlaşması'nın beraberi nde geti rd iği aradan sonra, Osmanl ı ordu ları yeniden başarı lar elde etmeye başlad ı lar. 1 7 1 1 'de Osmanl ı kuvvetleri Prut nehri kıyı larında Deli Petro'nun ordusunu yen i lgiye uğrattı . Bu zaferin ardından Osmanl ı lar 1 7 1 S'te Mora'yı Vened ikl i lerden geri a ld ı lar. Bu savaşa Na ima bizzat katı ld ı . Osmanl ı lar 1 736'dan 1 739'a kadar Rusl arla ve Avustu ryaı ılarla yeniden savaşa g i rd i ler ve Belgrad şehrini geri almayı başardı lar.
Na ima, Osmanl ı ları neyin hasta düşürdüğü ve ne yapılması gerektiğ i sorununu çözümlerken, meseleleri hemen ya ln ızca islami referanslardan oluşan bir çerçeve içinde ele almıştı . Devlet işleri üzerine kafa yoran Osmanl ı lar geri dönüp Muhteşem Süleyman devrine bakıyor, kendi performanslar ını ideal olarak gördükleri o dönemle karşı laştırıyor, yapı lması gereken tek şeyi n işlerin tıpkı o dönemde olduğu g ib i yürütülmesinden ibaret olduğu sonucuna varıyorlard ı . Naima gibi on sekizinci yüzyıl düşünürleri, ahlakın topl umda ve devlet aygıtı nda yeniden tesis edi lmesiyle ve güçlü vezirlerin suçlu ları sert bir biçimde cezalandırmasıyla bir l ikte toplumda adaletin yeniden hakim olacağı kanısındaydı lar . imparatorluk ada let sayesinde büyük zaferlerle yeniden tanışacaktı.
Naima, öngörmüş olduğu başarın ın sonuçların ı göremeden 1 730'da ö ldü . Osmanlı lar, 1 739 yı l ından sonra, kend is in i tamamen Yedi Yı l Savaşları 'na kaptırmış Avrupa ile olan sınır bölgelerinde, a l ışkın olmadıkları uzun bir barış dönemi yaşadılar. Geçici bir sükunet içinde d ikkatli ve temkinl i olmaktan görece uzaklaştıl a r; ordu ve donanmanın b i r gevşeme içine g i rmesine göz yumdular -bu gevşemenin hangi boyutlara erişmiş olduğunu ancak 1 768'de Ruslarla yen iden savaşa tutuştukları zaman an layacaklardl .
Her ik i taraf da kavgayı sürdürmeye gönül lü olmadığı halde savaş altı yı l boyunca devam etti . N ihayet, Temmuz 1 774'te imzalanan barış anlaşması i le Osmanl ı 'n ın eski gücüne yen iden kavuştuğu düşüncesi de zihinlerden si l in iyordu . Başarısızl ık, 1 699'dan itibaren kaydedi lmiş başarı ların salt kısa ömürlü bir toparlan ıştan ibaret olduğunu gösterd i . imparatorlUğun varl ığ ın ı sürdürmesi kendi sorunlarına i l işkin daha derin b i r kavrayışa; ve
Atatürk'Ün Osmanlı Arkaplanı
yüzünü Sü leyman' ın altın çağ ına değil , Avrupa'ya ve geleceğe dönmüş bir kurumsal reform hareketine bağl ıyd ı .
1 789'da tahta geçen ııı. Sultan Selim, batı l ı modellere dayanan kurumsal reformları hayata geçirmek gerektiğ in i görmüştü. Reform ihtiyacının en yakıcı biçimde hissed i ldiği yer askeri alandı; çü nkü savaş a lan ında imparatorluğun düşmanlarına karşı koyma gücüne sahip olunmad ığı taktirde diğer reformların bir faydası olmayacaktı . Fransa'n ın önerileri ışığında ve bu ü lkeden gelen eğ itmenieri n öncülüğünde yen i askeri oku l lar ve donanma okul ları açı ld ı . Fransızlar ve Osmanl ı lar on altıncı yüzyı l başları ndan itibaren yakın bir işbirl iği içindeyd i ler ve şimdi de yeni bir ıslahat programı üzeri nde birlikte çalış ıyorlard ı .
ii i . Selim, Osmanl ı imparatorluğu 'nu teknoloj ik b i lg in in kaynağ ı olan Avrupa i le daha yakın bir i l işki içine sokmayı amaçlayarak Londra, Viyana, Berl in ve Paris'te i l k daimi Osman l ı elçil iklerini açtı . Batı l ı d i l lerde eğitilen, reform sürecinin devam ettirilmesi açısından önemli bir işleve sahip olacak yeni bir genç Osmanlı memurları kuşağı, Batı i le i lk deneyimlerin i bu elçil iklerde edindi .
ııı. Sel im devri, Fransız Devrimi ve ı . Napolyon dönemi i le aynı zamana denk geldi . Mısır' ın 1 798'de Fransa tarafından işgal ed ilmesi Osmanlı-Fransız i l işkilerin i önemli ölçüde gerdi ve çok geçmeden Sel im' in reform programı ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Selim'in muhal ifleri, Fransız Devrimi'nin açıkça gözlenir laik içeriğinden ürkmüşlerd i . Selim 1 80l'de tahttan indiri ld i .
Merkezileştirmeye karşı direnen bölgesel güç süratle öne çıktı ve reform hareketi bir süre için gölgede kaldı. Osmanl ı imparatorluğu'nun varlığ ın ı doğrudan tehdit eden adem-i merkeziyetçilik eği l imin in ortaya çıkmasıyla b irl ikte, Padişah i i . Mahmut merkezi hükümetin otoritesini yeniden tesis etmeye girişt i . ıı. Mahmut, kend isi nden önceki ııı. Sel im g ibi , ordunun çağdaş hale getirilmesi gerektiğ in in farkındayd ı . 1 826'da yüzyı l lara yayı lan uzun bir geçmişe sahip Yeniçeri Ocağ ı 'n ı feshetmeyi başa rd ı . Ardından, padişahın otoritesin i yeniden eski gücüne kavuşturmayı, devletin kendi düşmanların ın ve sorun ların ın üstesinden gelme yeteneğin i artırmayı amaçlayan bir d izi askeri, bürokratik, eğitsel reform başlattı . ii . Mahmut, bu girişimlerinde kendisine yardımcı olan yeni bir müttefike sahipti: ingi ltere.
Ölümsüz AtatÜrk
ii. Mahmut 1 839'da öldü . Yerine tahta çıkan ve başlanan reformları devam ettiren bir Osmanl ı imparatorluğu'nu desteklemen in i ngi ltere açıs ından daha kolay olacağ ın ın farkında bulunan Abdü lmecid, Kas ım 1 839'da ünlü Tanzimat Fermanı 'n ı i lan etti . Bu belge o zamana kadar Osmanl ı düşüncesine yabancı pek çok ilkeden söz ed iyordu .
Padişah ın tüm uyrukların ın can, namus ve mal güvenl iğ in in sağlanması da bunlar arasındayd ı . Bunun yan ı sıra fermanda, yen i yasaların uygu lanışında tüm din lerin birbi riyle eşit tutu lacağı şekl inde rad ikal bir an layış da dile geti r i l iyordu .
Osmanl ı imparatorluğu, i ngi ltere' nin rehberliğ inde, 1 839 belgesinde somutlaşan vaadlere gerçekl ik kazandırmayı amaçlayan bir dizi reforma g i rişt i . Bu reform devrine, bir Tü rk-Arap teri mi olan ve "yeniden yapılanma" an lamına gelen tanzimat sözcüğü yakıştı r ı ld ı . Reform süreci baş langıçtan itibaren ağır i lerled i . Yönetici seçkin ler arasında reformdan yana güçlü bir f ik ir birliği yoktu . imparatorluğu modern çağa taşıma sorumluluğu, pek çoğu Avrupa'daki Osmanl ı elçil iklerinde çalışmış birkaç adamın omuzlarına yüklendi.
Avrupalı devletlerin Osmanlı topraklarında yaşayan azın l ıklar adına imparatorluktan kimi taleplerde bulunmaları, Osmanlı devlet adamlarını özel l ikle inciten olgulardan biriydi . N ihai olarak Kırım Savaşı'n ın patlak vermesine yol açacak olaylar zincirin i harekete geçiren de tam da böyle bir hassasiyet oldu. Rusya Ortodoks kil isesin in taleplerinin sözcü lüğüne soyunurken, Fransa da, Kudüs'teki Holy Sepulchre kilisesinin iddia ettiğ i haklar çerçevesinde imparatorluk topraklarında yaşayan Latinlerin savunucu luğunu üstlenmişti. Osmanlı imparatorluğu'nun içişlerine müdahale edilmesi potansiyel bir savaş tehl ikesi içeriyordu; çünkü, Avrupa'daki bir devletin imparatorluktaki çıkarları bir diğer Avrupa devletinin çıkarlarıyla çelişebil irdi. Azınl ık hakları, u lusal gurur ve ulusal çıkarlar gibi öğelerin karmaşık içiçeliği karşısında dip lomasi kifayetsiz kaldı ve Avrupa kendisini Kırım Savaşı'nın içinde buldu .
Avrupa'yı büyük b i r yangın yerine çeviren bu savaşta, Osmanl ı imparatorluğu Rusya'ya karşı ingi ltere ve Fransa ile ittifak yaptı . Savaş, 1 8SS'te Osmanl ı ların ve müttefiklerinin zaferiyle
AtatÜrk'Ün Osmanlı Arkaplanı
sonuçland ı . Paris'te barış görüşmeleri için gerekli hazırl ıklar yapıl ı rken, Osmanl ı lar yeni b i r ferman yayımladılar. Söz konusu ferman, Osmanlı ların 1 839 tarih l i belgede sözü edi len reformları yaşama geçirmeye n iyetli oldukların ı Avrupa devletlerine göstermeyi amaçlıyordu . Osmanl ı lar bu belge i le, Paris Anlaşması 'n ın imzacısı bir devlet olarak Avrupa d iplomatik toplu luğuna kabul ed i lebi lmek için, imparatorluk s ın ırları içinde yaşayan tüm uyruklara eşit davran ı lacağ ın ı bir kez daha ilan ediyorlard ı . Islahat Fermanı daha önce vaadedi lmiş i lkelere sad ık ka l ınacağın ı bel i rtiyor, Osmanlı tabiyetindeki bütün uyrukların din farkl ı l ığ ına bakılmaksızın yasa önünde eşit oldukları n ı vu rguluyordu .
1 859 yı l ına gelindiğ inde, Osmanl ı imparatorluğu'ndaki reform hareketi i kinci kuşak reformcu lar olarak nitelend i rebileceğimiz insanların el indeyd i . Bunlar, 1 839 belgesinin babası olan Reşid Paşa'nın öğrencileri i le onun yakın çevresinden insanlard ı . işi n başına geçme sırası şimdi bunlardaydı . Ali Paşa ile Fuat Paşa bu yeni reformcu grubun öncülüğünü yapıyorlJrd ı . Ali Paşa, kariyerine Tercüme Odası'nda başlamıştı . Devlete ü lke dışında h izmette bulunmuş ve sefirliğe yükselmişti. 1 840'da Londra sefiriydi; 1 852'de sadrazam olarak Reşid Paşa'nın yerine geçti. Islahat Fermanı i lan edildiğ inde Ali Paşa sadarete nasip olunmuştu.
Padişah ii. Mahmut tarafından kurulmuş yeni tıp oku lunda eğitim görmüş o lan Fuat Paşa, Al i Paşa'ya yardım ediyordu . Fuat Paşa, ordu içinde Tıbbiye Heyeti'nde çalıştıktan sonra Babıal i Tercüme Odası'na dahil olmuş ve Ali Paşa'nın hizmetinde bir memur olarak çalışmak üzere 1 840'ta Londra'ya gönderilmişti. Bu ikisi arasında yakın bir dostluk gelişmiş, mesleki kariyerlerinde birl ikte yükselmişlerd i . Fransızca bi l i r olmaları bürokrasi içinde hızla yükselmelerine katkıda bulunmuştu .
Reform hareketi Ali ve Fuat paşa ların idaresinde beklenen bir şeki lde yol aldı . 1 839 ve 1 856 fermanlarıyla temel yol lar açı lmıştı. Hareket şimdi az çok hız kazanmış du rumdaydı . Denizci l ik ve ticaretle i lgi l i yeni maddelerin yan ıs ı ra, tüm imparatorluk sathında geçerli olacak yeni ceza maddeleri de içeren hukuk reformuna gir iş i idi . Bütün bu yasal düzen lemelerde esas olarak Fransız model leri esas alınmıştı ve Batı etkisi açıkça gözlenebi l iyordu .
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Eğ itim, Osmanl ı reformcuların ın gözünde hukuk kadar önemli bir alandı . 1 868'de, istanbu l'daki Galatasaray semtinde tamamen batıl ı standartları n esas al ındığı bir Osmanl ı Lisesi açıldı . Bu oku ldaki eğitim Fransızcaydı; okuldan mezun olan Müslüman ve gayrimüslim kiş i ler i leride Osmanl ı yaşamının pek çok alanında önemli rol ler üstleneceklerd i .
Reform güç, zahmetl i b i r uğraştı. Bu işin sorumlu luğunu üstlenmiş kişi ler bir hayli yıprandılar . Fuat Paşa 1 869'da 54 yaşında öldü; 0nun la aynı yıl doğmuş olan Ali Paşa ise 1 87 1 'de öldü . Onların ölümüyle birl ikte tanzimat ivme kaybetti . imparatorluk içindeki koşul lar kötüleşti; pad işahın aşırı israfı Avrupa'dan gereksiz yüklü miktarlarda ödünç para a l ınmasına yol açtı. iflas eli kulağında bir tehditti ve 1 875 yı l ı Ekim' inde mali sıkıntı içinde imparatorluk gereksiz borçlar ın ın fa izlerin i ödemeyi geçici olarak durdurdu .
Çok geçmeden, daha önce bahsi geçen Bulgar ayaklanması ve bunun bastırılması sırasında yaşanan vahşet biçimine bürünmüş iç karışıkl ıklar mali sıkıntı ları gölgede bıraktı . Kırk yıl ı bulan reform hareketine rağmen, imparatorluk hala kötüye gidiyordu . Avrupalılar, Türkleri "tası tarağı toplayıp" Balkanlar'dan sürmek üzereydiler. Avrupa'ya doğru i lk akınıarını on dördüncü yüzyıl başlarında gerçekleşti rmiş olan Osmanlı lar, on dokuzuncu yüzyıl ın son çeyreğinde artık Avrupa'daki son günlerin i yaşıyor gibiydiler.
Osmanl ı lar ın yeni lg iyi kabu llenmemekte direndikleri s ı ra tahta yen i bir padişah geçti. ii. Abdülhamid 1 Eylü l 1 876'da padişah olarak ü lke idaresinin başına geçirildiğinde, imparatorluk, ingi ltere'nin istanbul Konferansı çağ rısında bulunmak suretiyle yatıştırmaya çal ıştığı derin bir u luslararası krizin tam ortasında bulunuyordu ve krizin odak noktası bir barut fıçısına dönüşmüş olan Balkan lar'd ı . Padişah ii. Abdülhamid, iki mecl isli bir parlamentonun ku rulmasını öngören ilk Osmanl ı anayasasını yayımlayarak istanbul Konferansı 'n ı etkisiz kı lmaya çalıştı. Buna göre, parlamento, üyeleri padişah tarafından atanacak bir Ayan Meclisi i le, bunun altında Meclis-i Mebusan olarak anı lan ikinci bir mecl isten oluşacaktı; 1 20 üyeden oluşması öngörü len Meclis-i Mebusan üyeleri seçimle tayin edileceklerdi ve bunların arasında dinsel azınl ıkların temsilcileri de olacaktı. Tüm uyrukların eşitliği
..2.8..
AtatÜrk'Ün Osmanlı Arkaplanı
meselesi hazırlanan anayasanın 1 7 . Maddesi tarafından düzenlenmişti . Bu madde tüm uyrukları n yasa önünde eşit olduklarını ifade ediyordu . Osmanl ı imparatorluğu, bir kez daha Avrupa'dan gelen baskıya b ir belge yayımlayarak karşı l ık verd i .
Anayasal ödünler Ruslar ın ihtiraslarını durdurmaya yetmedi . 1 877'de Rusya'ya karşı g irişi len savaş, 1 878 Berlin Konferansı'nda kısmen hafifletilen muazzam toprak kayıplarıyla sonuçlandı. B ismark ve Disrael i'n in Rus ilerlemesini kontrol altına almasıyla bir l ikte, ii . Abdülhamid, reform hareketin in doğru ltusunu devletin yen iden güçlendiri lmesi amacından kaydırıp padişahın mutlak otoritesin i sınırland ı rma g i rişimlerine yöneltmiş reformculara karşı harekete geçti.
Padişah ii. Abdülhamid 1 4 Şubat 1 878'de parlamentoyu dağ ıttı ve böylece i ki yıldan daha az bir süre boyunca devam eden anayasal hükümet deneyimine son vermiş oldu. Kendi elinde toplad ığı iktidarı güveni l i r dostlarından oluşan küçük b ir grup aracılığ ıyla kullanarak bir mutlakıyet devri başlattı. Bununla b i rl ikte, bu söylediklerimiz, i i . Abdülhamid ve hükümetin in kapıyı reformlara kapattığı ve yabancılara yönelik bir antipati içinde Batı'yı ve batı l ı laşmayı reddettiğ i anlamına gelmiyor. Aksine reform, umulabi l ir s ınırların ötesine geçen bir gelişim seyri izledi; Osmanl ı imparatorlUğu, Avrupa'daki güç dengesiyle tam bir izolasyon siyaseti izlenmesine olanak tanımayacak şekilde iç içe geçmişti . ii. Abdü lhamid ' in ekonomik gelişmeye ve ordunun sürekli modernize edilmesine duyulan ihtiyacın farkında olması, i lk ve orta düzeyde yeni bir askeri okul sisteminin gel işti rilmesine ve en yetenekli öğrenciler için bir askeri akademinin ku ru lmasına yol açtı. Osmanl ı imparatorluğu'nda Batı tarzı eğ itimin en iyi düzeyde veri ldiği okullar askeri okullard l . Paradoksal olarak, Osmanlı toplumu ii. Abdülhamid yönetimi atında giderek daha baskıcı bir nitel ik kazandıkça, askeri seçkinler daha l iberal bir atmosferde eğ itiliyorlar, ister istemez, Batı'dan gelen ve padişah ın uyguladığı tü rden b i r despotizme karşı olan fikirlerle daha sık karşı laşıyorlard ı . Mustafa Kemal, böyle bir ortamda; merkezi yönetime geri dönüldüğü, batı l ı laşmanın sürdürüldüğü, yıpratıcı bir mil l iyetçil iğ in gel iştiği bu koşu llarda dünyaya geldi.
BÖlüm 1
MUSTAFA: MATEM içiNDEKi BiR AiLENiN YENi DOGAN ÇOCUGU
Modern Türkiye Cumhuriyet i 'n in ku rucusu ve yirminci yüzyılın mimarlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk, Sela
nik'te dünyaya geldi. Bugün Yunan istan' ın öneml i bir liman kenti olan Selan ik, o sıralar Osmanl ı imparatorluğu'nun önde gelen eyalet merkezlerinden biri durumundaydı . Her ne kadar Mustafa Kemal Atatürk zaman içinde dünya ölçeği nde tarihsel öneme sahip bir kişi durumuna gelmişse de, onun doğumuna i l işkin ayrıntı lar o ldukça belirsizd ir. Doğum tarihi -gün, ay ve hatta yıl olarakhala kesin olarak saptanabilmiş değ i ldir . Osmanl ı imparatorluğu, sahip olduğu bürokratik sistemde, bu tür bi lgi leri sistematik bir biçimde resmi kayıtlara geçirmiyordu. Her ne kadar on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Müslüman Türkler ai len i n her üyesin in doğumdan ölüme kadar geçen zaman içinde yaşadığı önemli olayların tarih in i evdeki Kur'an'a ya da başka b ir değerli kitaba kaydetme eğ i l imindeydi lerse de, bugüne değin Mustafa Kemal ' in doğum tarihiyle i lgi l i resmi ya da gayr-i resmi bir kayda rastlanı!mamıştır. Atatü rk'ün annesi, yaşamının sonlarına doğru, Mustafa'n ın doğum tarih in i evde bulunan iki Kur'an'dan birine yazmış oldukları n ı, fakat bu tür tarih lerin kaydedildiği nüshanın daha sonra birisine veri lmiş olduğunu söylemiştir (Cebesoy 1 967, s .3) .
Atatürk'ün yaşam öyküsünü u lusal bir i lgi ve uğraşı a lanı hal ine getiren Türk ulusu, onun mesleki yaşamın ı en ince ayrıntı larına kadar belgelemiştir. Bu durum dikkate al ındığ ında, i leride Atatü rk'ün doğum tarih in i gösteren bir belgenin ortaya çıkması hiç muhtemel görünmüyor. Yapılabilen en kesin saptamaya göre, Atatü rk'ün doğum yılı 1 881 idi. Yaşamın ın daha sonraki evrelerinden bir inde Atatürk iç in çıkarılmış bir kimlik kartında, doğum tarih i Osmanl ı imparatorluğu'nda ku l lan ı lan değişik tarihlendirme sistemlerinden b iri olan Rumi takvime göre 1 296 olarak yazı lmıştır; bu, 1 3 Mart 1 880 i le 1 2 Mart 1 881 a rasında kalan zaman d i l imine karşı l ık düşer. Muhtemelen, Mustafa Kemal
1 880/1 881 kışında dünyaya gelmişti; çünkü, annesi, yaşantıs ın ın sonuna doğru kendisiyle yapılan ve yazıya kaydedi len söyleşi lerden b ir inde, Mustafa'yı, Selanik'te "dondurucu ktrk" olarak an ılan ve kışın en soğuk kırk gününü ifade eden dönemde doğurmuş olduğunu söyıüyor. 1
Kesin doğum tarih in i Atatürk'ün kendisi de bi lmiyordu . Türkiye Cumhuriyeti'n in cumhurbaşkanl ığı makamına geçtikten sonra, kendisinden, yabancı bir ansiklopedide yayınlanacak bir biyografi için doğum tarihini tam olarak bi ldirmesi istendi. Atatürk, doğum günü olarak kendisine 1 9 Mayıs'ı seçti -yani, Türk bağımsızl ık savaşını başlattığı Samsun'da karaya çıkmış olduğu gün .2
Atatürk'ün Selanik' in Türk maha llelerinden biri nde üç katlı pembe b i r evde doğduğu genel kabu l görüyor olmakla b i rl ikte, benzer b ir belirsizl ik doğduğu yer için de söz konusudur. Kızkardeşi Makbule, Atatürk'ün adı geçen pembe evde büyüdüğünü, ancak orada değil, yakındaki bir d iğer mahallede, babasın ı n ai lesinin otu rduğu evde doğduğunu i leri sürmüştür (Aydemir 1 969, i . Cilt, s ,27) . Atatürk'ün annesi doğum sırasında o evde ai lenin diğer kad ın ların ın gözetimine al ınmış olmal ı , Her ne olursa olsun, Atatürk annesinden din led iklerine dayanarak, kendisin in doğduğu evin pembe ev olduğu kanısına varmıştır. Bugün, Atatürk'ün kendisin in de katkıda bulunduğu b i r fonla satın al ınmış olan bu ev, bir müze olarak Türk devletin in koruması altındadır,
Selanik, 1 430'da Osmanl ı Tü rkler in in kontrolüne geçti . Şehir bir muharebe sonucu ele geçmişti ve bu yüzden yağmalanabi l i r bir gan imet durumundaydı . O s ıralar tahtta olan padişah I I . Murat, harabeye dönmüş şehrin büyük bölümünü içindeki kil iseler ve evler de dahi l olmak üzere işgalci Osmanl ı ların el ine tesl im etti .3 Mü lkleri şehrin çeşitli yerlerine dağı lmış olmakla b irl ikte,
, Zübeyde, yaşantısının sonlarına doğru Enver Behnan Şapolyo i le yaptığı röportajda, Mustafa'n ın "dondurucu kırk" zamanında dünyaya geldiğini söylemiştir (Şapolyo 1 959, s . 1 7) .
2 Bu bilg iyi veren kiş i Atatürk'ün evlatlık kızlarından bir i olan Afetinan'dır; Afetinan, ayrıca, annesin in Mustafa'nın ilkbaharda doğduğunu hatırladığ ın ı söyler (Afetinan 1 959, s.3)
3 II. Murat, 1 42 1 'de henüz on yedi yaşında olduğu sıra tahta çıktı. Devlet yönetimine bir düzen ve istikrar kazandırdıktan sonra 1 444'te tahttan çekildi; fakat imparatorluk Avrupa haçlı saldırısı tehdidi ile karşı karşıya kalınca yeniden tahta çıktı. 1 451 yılında öldükten sonra, yerine oğlu ii. Mehmet (Fatih) geçti.
ÖlümsÜZ AtatÜrk
Türkler in pek çoğu şehrin yukarıda ka lan bölges ine, akropolisin içine ve etrafına yerleşti ler. Kil iselerin pek çoğu camiye dönüştürü ldü, ya ln ızca dört tanesi Yunanı l iara bırakı ldı . Yunan nüfusun büyük bölümü Vlatades Manastırı (Tachaous Manastırı) etrafı nda yoğun laştı. i i . Murat' ın ardı l ları, özel l ikle de i. Su ltan Selim ( 1 5 1 2-20), Selanik' in kapı lar ını ispanya ve Portekiz'den sürü len Sefardim Yahudi lerine açtı. S ici lya 'dan, italya 'n ın güneyinden ve Provence bölgesinden gelen Yahudi ler de oldu . Bu Yahudi göçünün ana kütlesi 1 480' l i yı l ların sonlarından 1 520' lere kadar devam etti; yeni yerleşimciler öylesine büyük bir kitle oluşturuyorlardı ki, bunlar yaln ızca daha eskiden gelmiş olan Helenleşmiş Romal ı Yahudi leri kendi içlerinde eritmekle ka lmadılar, ayrıca Selanik şehrindeki en büyük etnik grup olarak kurumlaştı lar. On yedinci 'yüzyı l ortalarına gel indiğinde, şehi rde pek çoğu l iman etrafında yer alan 56 Yahudi mahallesi, 48 Müslüman mahallesi ve Yunanl ı ların, Ermenilerin ve diğer Balkan H ıristiyanlarının yaşadığı 1 6 H ı ristiyan mahallesi bulunuyordu .
Atatürk'ün doğduğu sıralar şeh rin 70 bin sakin inden en az yarısı Yahudi 'yd i . Sayı ları 1 5 .000 dolayında o lan Türkler i kinci en büyük etn ik grubu oluştururlarken, Yunan l ı lar üçüncü sıradaydılar. Yahudi ler, farklı ve göza lıcı giysi leriyle, Avrupa di l lerine olan yakın l ıklarıyla, Selan ik'e zeng in l ik ve refah kazand ırmış u luslararası ticari i l işki leriyle şehre açıkça gözlen ir Avrupa l ı bir hava kazandırıyorlard ı . Selanik, Osmanl ı imparatorluğu'nun en batı l ı laşmış şehri olarak ün kazanmış olmasına karşın, Tü rk-Müslüman karakterini hala koruyordu .
Deniz ticareti Selanik' in kısmetini artırd ı . Hemen her yerde olduğu gibi, şehrin alt kısmına rıhtım ve ambarlar egemend i . Şeh ir, buradan, Khortiatis dağı etekleri boyunca yukarıya doğru yükseliyordu . Üst bölgelere doğru çıkı ld ıkça, Türk ve Osmanl ı tarzı daha beli rg in hale gel iyordu . Kend i lerine özgü çıkınti i ı pencereleriyle yıkılmaya yüz tutmuş ağaç evler, yerlerin i taştan yapılmış, dövme demirlerle incel ikle süslenmiş evlere b ırakıyorlard ı . Bahçeler gen işl iyor, daha bakıml ı b ir görünüm arz ediyorlard ı . Daha zengince evlerin bazı ların ın bağ ve çeşmeleri de vard ı . Türk evlerin in çatıları kırmızı kiremitle kaplıyd ı; balkoniarın ve benzeri eklenti lerin etrafı kapatı lmıştı. Şehirde yerel idareye ait on bir
Matem içindeki Ailenin Çocyğu
hamamla özel olarak işletilen üç yüz hamam Tü rk maha l lelerini süslüyordu . Bunlar arasında en ünlü olanı, zarif ve kubbeli bir yapıya sahip, minaresiz bir camiyi andıran Bey Hamamı id i . 1 875 yı l ında istanbul 'da doğmuş olan Amerikal ı deneme yazarı ve öykücü H .G . Dwight, Selani k'teki Türk maha lleleri ni ziyaret etti kten sonra kaleme ald ığı bir yazıda, Tü rk mahal lelerinden romantik ifadelerle söz ediyordu : "Bir ya da birkaç çinar ağacının gölgelediği, çeşmelerden suyun damla damla süzüldüğü, üstü hasır kapı! taburelerde oturarak kahvelerini yudumlayan, belki de artık yerli kültürün bir parçası haline gelmiş bir gramofondan yayılan namelerin eşliğinde nargilelerini içen ciddi, ağırbaşlı kimselerin vakit geçirdikleri küçük meydanlan keşfetmeyi sürdürüyorsunuz" (Dwight 1 9 1 5, s.229) . ·
Dwight, Türklerin g iysileri karş ısında büyülenmişti. Yüksek sın ıfa mensup Tü rkler içleri çeşitli renklerde astarla kapl ı , samur kürkünden saten paltolar, orta s ın ıfla rdan gelenler ise Drama kumaşından ve ing il iz pamuklu kumaşları ndan yapı lmış paltolar giyiyorlardı; kad ınlar peçe takıyorlard ı .
Bu renkl i yerleşim alanında, Galerius kemerinin bu lunduğu ve Ahmet Subaşı mahal lesi olarak bil inen yerde Atatürk'ün pembe evi yükselir. Ev, şehrin eteklerine kurulduğu tepeden pek uzak değildir. Ahmet Subaşı, Türk kesiminin görece yoksul insanlarının oturdukları mahallelerden biriydi; bunlar, genell ikle tarım malları ve benzeri mal ların ticaretiyle uğraşan tüccar kimselerd i . Esnaf olarak an ı lan bu tüccarlar b irbiriyle sıkı ve yakın i l işkisi olan insanlardan oluşan mahallelerde dayanışma içinde yaşarIardı. Böyle bir mahallede, geleneksel olarak, ortada bir yerde bir cami, bunun yakınında bir pazar, bir çeşme, çocuklar için bir okul ve bir mezarlık olurdu . Sakinleri uzun bir geçmişe dayanan ai le i l işkileri ve etn ik bağlarla birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmış mahalle, esas olarak kendine yeterli, d ışa kapal ı b ir topluluk oluştururdu.
Selanik'teki Türk yaşamı, ataerki l l iğin, babasoylu luğun ve kad ın ın evlendikten sonra kocasının evine yerleşerek onun muhitine dahi l olmasını öngören geniş bir a i le sisteminin geleneklerini kabu l ederd i . çoğu zaman, çekirdek a i lenin üyeleri farklı yaş gruplarından gelen yakın akrabaları i le ayn ı çatı a lt ında yaşarlar-
Ölümsüz AtatÜrk
d ı . Bu tü r geleneksel geniş aile üyeleri b ir "grup özkavramı"na sahiplerd i .4 Her üye, bel l i b ir dereceye kadar d iğerlerin i n psi koloj ik b i r uzantısı durumundaydı; dayanışma ve duygusal beslenme, psi koloj ik, toplumsal ve ekonomik sorunların paylaşı lması ve dış dünyan ın önüne bi rleş ik bir cephe olarak çıkılması açıs ından, bütün üyeler ayn ı kişi ler arası i l işkiler ağına bağımlıyd ı lar. B ireyin kend in i öne sü rme ihtiyacı, aile iç indeki karşı l ıkl ı özdeşleşme karşısında ikinci plandayd ı . Ailen in her üyesi, diğer üyelerin başarı ve başarısızl ıklarını paylaşırd ı , Duygusal olarak, aile üyeleri büyük ölçüde Siyam ikizleri g ib i yaşıyarlard ı . Her şeye karş ın, bir kimsen i n psikoloj ik olarak kendi k iml iğin i öne çıkarma çabası bu i l işkilerin bir pa rçasın ı oluştu ruyordu ve bu kendis in i kontrol lü b i r çekişme, d ırd ırlanma, somurtkanl ık ve pazarl ık olarak d ışa vu ruyordu . Ai len in üyeleri, kendi kişi l i k yapılar ın ın bütün lüğünü ve doğruluğunu test edebilmek iç in, ai le içindeki d iğer kişi l i klerin çizd ikleri s ın ırlarla fiki r ayrı l ığ ı düzeyinde bir çatışmaya gi rmeye i htiyaç duyarlard l . Dış dünya karşısında genel olarak kapalı bir toplumsal sistem n itel iğine sahip olan ai leler, her ne kadar ai leler arası güçlü bir sadakat ve dayan ışma duygusunu el üstünde tutuyarlarsa da, kendi aralarında kimi çatışmalar yaşar, birbirleri hakkında dedikodu yaparlard ı .
Böyle b ir a i lede erkek hakim konumda olmakla b irl ikte, kendi ruh hal in i ai lenin genel atmosferine dayatan taraf anne (ya da ai lenin en yaşlı kad ın üyesi) id i . Çok b i l inen bir hadis şöyle söyler: "Cennet annelerin ayaklan altmdadır'. Aile iç indeki amir kadın, kocası üzerinde, çoğu zaman derinden derine işleyen ve söze yansımayan hatırı sayı l ı r b ir nüfuza sah ipti . Akraba olan bir diğer a i leyle kavgaya son vermesi iç in evin erkeğin i ikna eden ya da kızların ın evl i l iğ in i uygun görüp görmeme yetkis in i e l inde tutan oydu . Çoğu kere dışa vurmayan, n ihai olarak d ikkate değer bir etkiye sahipti. Kocasın ın geniş ai lesine yeni katılan genç b i r gelin, genell ikle, i lk in pasif ve ürkek b ir tavır sergilemeye zorlanırdı ; fakat, aradan yı l lar geç ip de sıra kendisine geld iğinde elde bulundurduğu gücü bir sonraki kuşağın genç gelinleri üzerinde ku l lanması hayli muhtemeldi . Büyücü lük sı-
• Geleneksel geniş Türk aileleri i le ilgili daha ayrıntılı bilgiler için Bkz., Volkan, 1 979 ve ayrıca Özbek ve Volkan, 1 976.
Matem içindeki Ailenin çocuğu
nırlarına yaklaşan güçlerin i ku l lanarak hükmeden, s ind i rici eğil imler gösteren yaşl ı kad ın lara Türk folkloründe s ık s ık rastlan ı l ı r (Sümer 1 970) .
Gen iş ai lenin "birl ik ve beraberliğ i" ve ai le üyelerin in tam ve bağımsız b ir bi reyselleşme yeteneğinden yoksun oluşları, her ailenin bir şeki lde benzersiz olduğu kanıs ını destekler. Diğer grup ların söz konusu geniş ai leye karşı çıkmaları durumunda "kötü" olarak görülüp, aşağılanmaları; hemfikir olduklarında ise "iyi" olarak görülmeleri; bu kapalı dayanışma atmosferi içinde teşvik edil ir. Her aile, paradoksal olarak, aile d ışından i nsanları ya aile düşmanlığı için uygun birer hedef olarak ya da bir kurtuluş ve yard ım kaynağı olarak görür. Diğer insanlara i l işkin bütün algı lamalar, yoğun bir biçimde paylaşılan bir ev yaşamının beraberinde getirdiği alışkanl ıkların motiflerin i taşır. Geleneksel Türk kültürü "ötekine yönelmiş"* bir n iteliğe sahiptir ve bir meselede ortada bir yerde uzlaşmaktan ziyade kutuplaşmalara eğil imlidir. B i r kimsenin gündelik yaşantısın ı etkileyen "dışarıdan" insanlar ya "tamamen iyi" ya da "tamamen kötü" olarak görülürler.
Bel ki de, söz konusu "öteki ne yönelmişl ik" olgusunun kaynağı, Türk çocuğun, çocuk yetiştirmenin ya ln ızca doğal anneye ait bir ayrıcal ık ve sorumluluk olarak . görü lmed iği geniş ai le içinde (Volkan 1 979) anne figürü olarak kabul edebileceğ i birden çok kadın buluyor olmasında yatmaktadır. Evdeki diğer bir kadın (bir büyükanne, bir teyze, bir abla, ya da belki de bir sütanne) , çocuğa kendi bi ld iğince annel ik yapma konusunda hak sahibi olduğunu dü'şünür. Bu durum, her ik i cinsten çocuklar iç in geçerli olmakla bir l ikte, erkek çocuklar için özel l ikle öneml id i r. Böyle b ir durumda, çocuk-anne i l işkisi birden çok anneyi içine alacak biçimde fii len genişleyecektir. Çok anneli bir ai le içinde yetişen bir çocuğun kendi kimliğini bulmak için yaptığı mücadele, sürekli ayn ı kad ınla birebir i l işki içinde olan d iğer bir çocuğunkinden farklıd ı r. Geniş ai le içinde yetişen çocuk, bir "anne" tarafı ndan düş kırıkl ığ ına uğratı ldığında ve bu yr'zden onu "kötü" olarak gördüğünde, kend isi ne daha bağımlı olan ve kendis in i yatıştıran bir diğer "anne"yi kolaylıkla bulabi lecek ve o "anne"nin "iyi" olduğunu
* Ötekine yönelmiş b i r kimsenin düşünce ve eylemlerinde kendi yargılarından ve değerlerinden ziyade dışsal nermlara göre hareket etmesi.
Ölümsüz Atatürk
düşünecektir. Gerçekten, böyle bir çocuk, arzusu n ihayet tatmin edil inceye kadar kendi durumunu birden çok kadına götürmek zorunda kalabil ir . ihtiyacı olan tatmin i elde ettikten sonra ise, daha önce kendisine arad ığı tatmin i vermemiş olanlar yüzünden yaşamış olduğu düş kırıkl ıklarını unutup bunların üzerine sünger çekebil ir . Bu sayede çocuk, kendi yaşamırida önemli bir yere sahip olan, ihtiyaç ve arzularını tatmin ettiği zaman kendisini memnuniyet verici ve "iyi" olarak kabul ettiği bir kişinin kendisinde düşkırıklığı yaratan "kötü" tavrına intiba� etme zorun luluğundan kendini sakınır . Sağlıkl ı b i r psikoloj ik gelişme sürecinde, eğer çocuk kendi yaşamındaki önemli bir kişinin bağımsız ve gerçekçi kimliğini kabullen ip onu takdi r etmeyi öğrenecekse, çocuk o kişiyi kendisine ve kendi hareketlerine karşı kimi zaman olumlu, kimi zaman ise olumsuz bir tavır içinde algılamalıdır.
Çok anneli bir evde yetişme, çocuğun, yaşamındaki önemli kişi lerin düşkırıkl ığı yaratan imgeleri i le hoşnutluk veren imgelerini kendi zihn inde kaynaştı rıp bütünleştirmesini zorlaştırır. Bu psikoloj ik olgu, yaşamın daha i leri dönemlerinde insanları ak ve kara, tamamen iyi ve tamamen kötü olarak görme eğil imine ve gri alan ları değerlend irmede güçlük çekilmesine yol açabil ir .
Kuşkusuz, insanın psikoloj ik yapısı çeşitli nedenlerden ötürü bir insandan d iğerine farkl ı l ık gösterir. Bununla b irl ikte, Selanik'teki Türklerin, kendi kültürel ve toplumsal etkileşimleri içinde, "ötekine yönelmişl ik" terimi altında özetleyebi leceğ imiz davranış modellerini paylaşıyor oldukları pekala söylenebi l i r. Yunanl ı lar ve Yahudi ler de kendi ai le yapıları içinde birden çok anneye sahiplerd i ve muhtemelen onların kültürleri de "ötekine yönelmiş" bir n itel ik gösteriyordu. Dahası, bu farklı etn ik toplulukların sahip bulundukları "ötekine yönelmişl iğin", duygusal olarak birbi rlerinden uzak olmalarına karşın onların ayn ı şehirde yan yana yaşamalarında oldukça öneml i bir rol oynamış olması muhtemeJ görünüyor.
Selanik'teki çeşitli topluluklar, şehrin metropol kentlere özgü . atmosferine ve rekabet öğesi içermeyen parçal ı etnik yapısına karşın, konuştukları di l , a l ışkan l ıklar, ü lkü ler ve gelenekler açısından birbi rlerinden ayrı idi ler. Bunlar arasında karşı l ık l ı kız alıp verme yok denecek kadar azd ı . Ancak karşı l ık l ı ticari bağlar dinamik bir düzeydeyd i ve karmaşık bir ekonomik i l işkiler ağı geliş-
Matem içindeki Ailenin çocuğu
mişti. Türkler, nüfus açısından ikinci sırada olmalarına karşın, Selanik üzerinde sıkı bir kontrole sah iplerdi; idari makamları kend i ellerinde bulunduruyor, toprak sah ipleri olarak ciddi rant gel i rler i elde ediyor, yüksek faizle ödünç para veriyorlard ı . Yunanl ı lar ve Yahudiler temel olarak ticaretle uğraşmaktaydılar. Sayısal üstün lükleri ve Selan ik'te çok gerilere uzanan bir geçmişe sahip olmaları dolayısıyla, Yahudi lerle şehi rdeki Türkler arasında özel b i r i l işki vard ı . Sahip oldukları zengin l iğ i saklı tutmayı ve Türkleri hiçbir zaman gücend i rmemek gerektiğ in i öğrenmiş olan Yahudiler, ekonomik açıdan genell ikle Türklerden çok daha iyi b i r yaşam sürüyoriardı (Moore 1 906).
Ekonomin in yan ı sıra, Selan ik'teki Türklerle Yunan l ılar a rasındaki i l işkileri etkileyen bir diğer faktör, on dokuzuncu yüzyıl başlarında yükselen Yunan mil liyetçi l iğ iydi. 1 82 1 Yunan ihti la l i ağır kayıplar veri lmesine ve Türklerin Selanikl i Yunanl ı lara karşı k in duymalarına yol açmış, ticari i l işkileri sekteye uğratmıştı. Padişah ii. Mahmut'un 1 826'daki reformlarıylaS bir l ikte şeh i r kendisini hızla yeniden toparlamaya başladı, ancak Yunanlı lar a rasındaki mi l l iyetçi l ik duygusu onların Türklerle olan i l işkilerin i etkilemeyi sürdürdü .
Atatürk'ün babası A l i Rıza, geniş a i lelerin ve mahal lel i arasındaki yakın i l işkilerin egemen olduğu böyle bir atmosferde yaşam sü rüyordu. Eski bir Selan ikl i a i leden gelmekle bir l ikte6, Ali Rıza yeni pembe evlerindeki refah düzeyine ancak yakın zamanda erişebilmişti . Şehrin mahal lelerinden birindeki bir okulda öğretmenlik yapan amcası yörede kızıl sakallarıyla tanınıyordu ve kendisine "Kızı l" lakabı takı lmasın ın nedeni de buydu. Babası daha ürkütücü bir kişil iğe sah ipti ve daha çok bu yönüyle tan ın ıyordu .7
5 Bu reformlar esas olarak askeri ve bürokratik reformlardı. I I . Mahmut yeni bir ordu kurdu; bu ordu için ısmarlanan üniformalar i lkin Selan ik'te üreti ldi .
6 Ali Rıza'nın ailesinin kökleri Aydın' ın Söke i lçesinden geliyordu (Atay, 1 980, s. 1 7) . , Ali Rıza 'nın babasının adı Ahmed idi . Herhalde kızıl sakalları vardı; en azından
bir kaynakta (Atay, 1 980, s. 1 7) ondan Kızı l Hafız olarak söz edi l ir. Hafıı, Kur'an' ı ezbere bilen kimselere verilen bir saygı unvanıdır. Ahmed'in kardeşi Mehmed'in de Kızıl Hafız olarak anı ldığına bakılarak (Aydemir. 1 969, 1 . Ci lt, s .3 1 ). bazı kaynaklarda bu ikisin in birbirine karıştırılmış olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, daha muhtemel olan, her iki kardeşin aynı takma isimle anılıyor oluşudur. Her ne olursa olsun. Atatürk'ün büyükbabası bir diğer unvana daha sahipti: Kaçak (Aydemir, 1 969, 1 . Cilt, 5 .31) .
Ölümsüz AtatÜrk
Ali Rıza'n ın babasın ın adı 1 876 yı l ın ın Mayıs ayı başlarında yaşanan önemli bir olaya karıştı . Mayıs ayının onuncu günü genç bir H ı ristiyan Bulgar kızı tren le Selanik'e geld i . Kendi köyünün imamı ana eşl ik ediyordu . Selan ik'e geliş nedeni, d in değiştirip islamiyete geçmek istediğ in i resmen bi ldirebi leceği yetkili mercilere ulaşmaktı . Genç kızın aynı trende bulunan annesi, onu bütün yaşamını bel irleyecek böylesine önemli bir adımı atmaktan alıkoymak istiyordu ve istasyondaki H ı ristiyanlardan kendisine yardımcı olmalarını istedi . Kadın kendisine yard ımcı olacak insanlar ararken, bir grup Müslüman-Türk, kızı kendi korumaları altına al ıp val i l ik binasına doğru yola koyuldu la r. Yolda bir Yunan çetesi tarafından bun ların elinden al ınan genç kız g izl ice Amerikan konsolosluğuna götürüldü ve geceyi orada geçirdi .
Öfkeli b ir Türk kalabalığı 6 Mayıs sabahı Amerikan konsolosluğunun (ya da şehbenderl iğinin, eskiden konsolosluğa bu ad verilirdi) bulunduğu yörede sokakları işgal etti. Öfkeli kalabalıktan gözü korkan Alman ve Fransız konsolosları saklandıkları bir camide yakalandılar ve orada öldürüldüler (B. Lewis 1 968, s.56) . Balkanlar'da son zamanlarda yükselen mil l iyetçi l iğ in daha da kötüleştirdiği etnik toplu luklar arası husumet böylece iki kurban daha almış oldu. Tü rklerin başvurduğu ş iddet, genç Bu lgar kızını zorla kaçıran şeh i rdeki H ı ristiyanlara olduğu kadar, yabancı devletlerin (az ın l ıklar lehine) Osmanl ı imparatorluğu'nun kendi içişlerine müdahaleleri karşısında duydukları çaresizl ik duygusuna yönel ik bir şiddetti.
Kendi temsi lcilerine yönelik bu acımasız saldırı karşısında hemen harekete geçen yabancı devletler savaş gemilerini Selan ik'e gönderdi ler ve Tü rk yetki l i lerden katil lerin hemen tutuklanıp cezalandırı lmaların ı isted i ler. Bazı belgeler bu olayın sorumlusu · olarak altı kiş in in yakalan ıp ası ld ığ ın ı yazıyor. Bazı belgelerde ise, alelacele kurulan darağaçlarında ası lanlar ın sayısın ın kırk kadar olduğu söyleniyor. Gösterilere ya da cinayete karışmış olanlar açısından durumun çok tehl ikeli olduğu açıktı . Orduyla bir takım i l işkilere sahip olan Ali Rıza'nın babası da göstericiler arasındaydı . Yaşamından endişe duyan Ali Rıza'nın babası, ölümüne kadar yedi yıl boyunca kaçak bir yaşam süreceği Makedonya dağlarına kaçtı. Böylece, Al i Rıza'nın a i lesi, bundan daha büyük tarihsel
Matem içindeki Ailenin çocuğu
olaylarla kesişecek olan bir yolu n başına gelmiş oluyordu . Her ne kadar tarihsel a renada herhangi önemli bir etkisi olmasa da, söz konusu olayın, Ali Rıza'nın ailesine yaşattığı heyecan, korku ve kaygının ruhsal dünyalarında izler b ı rakan bazı diğer olaylarla birleşerek, Atatürk'ün kuşağına aktarılan psikoloj ik etkileri olduğunu söyleyebi l iriz.
Söz konusu psikolojik etkinin Atatü rk'ün kuşağına taşınmasına aracı l ık eden kişi, dağlara kaçmak zorunda kalmış olan Ali Rıza idi. Babası menfa-yı ihtiyari olarak s ığ ındığı Makedonya dağlarında güç bir yaşam sürerken, Ali Rıza 1 876 yılı sonlarına doğru askere gitti. Rusya ile Osmanl ı imparatorluğu a rasındaki savaşın g iderek yaklaştığ ı gün lerde, Selanik'te gönül lü lerden oluşan bir u lusal muhafız bir l iğ i kuru ldu . Ali Rıza, bir katip olarak i lkin d in i vakıfların idaresinde, ard ından gümrük işlerinde görevlendiri id i . Okuma yazma bi l iyor olması, onun bu gönül lü ler bir i iğ inde mü lazımlığa yükselmesini sağ lad ı . B ir kez daha ai lenin tarihi, doğası zor an laşılan baskı ve güçlerle dolu, aynı zamanda büyük, heyecan verici ve teh l ikeli d ış dünyayla iç içe geçti.
Ali Rıza 1 877 yılı sonlarına doğru ya da 1 878 yılı başlarında ordudan ayrı ldı . Ali Rıza'nın yaşamındaki olayların hemen hepsinde olduğu gibi , bu konuda da kesin bir tarih vermek güç. Rusya i le savaş, 3 Mart 1 878 tarih l i Ayastefanos Anlaşması i le son bulmuştu . Bu an laşmanın maddeleri, 1 3 Haz i ran 1 878'de başlayan Berlin Konferansı'nda gözden geçiri lerek değişikliğe uğratı ldı . Bu arada geçen zaman d i l imi içinde kalan günlerden birinde, Ali Rıza, karısın ın kendisini beklediği Selanik'e döndü .
Ali Rıza'n ın evl i l iğ i 1 870' l i yı l ların orta larında gerçekleşmiş olmalı . Dünyan ın o bölgesinde evl i l i kler hala başkalarınca düzenlenen iş ler arasındaydı . Al i Rıza 'n ın ablası çöpçatan rolünü üstlenmişti; Al i Rıza'nın yüklüce b i r başl ık parası ödeyemeyecek durumda o lduğu düşünülürse, ab lasının işi h iç de kolay deği ldi . Ayrıca, Ali Rıza'n ın gönlünden sarış In b i r kad ın la evlenmek geçiyordu . Böyle b i r şey, onun için, sözcüğün gerçek an lamında b i r düşün gerçekleşmesi anlamına gelecekti. Al i Rıza, b i r keresinde, düşünde yanında genç, sarışın b i r kad ın olan ak saka ll ı nu r yüzlü bir p ir görmüştü ve bu düş daha sonraları akl ından hiç çıkmadı (Aydemir 1 969, 1 . Ci lt, s .26) . Ak sakal l ı pir ona, "Bu
Ölümsüz AtatÜrk
kız senin kısmetindir" demişti. Bunun gerçekten uyku sırasında görü len bir düş mü, yoksa yoğun bir özlemin ifadesi mi olduğunu kestirebi lmemiz olanaksız. Böyle bir özlem salt Ali Rıza'ya özgü bir durum deği ldi , çünkü o yı l larda, Tü rk erkeklerin in pek çoğu -bugün de olduğu g ib i - sarışın kad ınları özel l ikle arzu edil ir bu luyorlard ı . Belki becerik l i l iğ in, belki de IsrarCl l ığın sonucu olarak, Ali Rıza'nın ablası kardeşi için özled iği türden bir eş bulmayı başard ı . Kızın ismi Zübeyde id i . Ai lesi , Selanik' in batısından, Arnavutluk'a yakın olan bir bölgesinden geliyordu;8 Osmanlı hükümeti, Toros dağları bölgesinde yaşayan göçebe YÖrük Türklerinden bir kısmın ı a larak buraya yerleştirmişti. Zorla ya da gönül lü olarak iskana tabi tutma eski b i r Osmanl ı uygulamasıyd ı; merkezi hükümet bu yolla kendisine muhalif unsurları ya da arzu ettiğ i grupları b i r bölgeden a l ıp bir d iğer bölgeye yerleştiriyordu . Bizim değ indiğ imiz örnekte, Osmanl ı hükümeti güven i l ir b i r Müslüman-Türk grubunu Anadolu'dan getirip tehd it a ltındaki s ın ır bölgesine yerleşt irmişti; amaç, bu bölgen in Türk-Müslüman karakterin i pekiştir ip güçlend irmekti . Zübeyde'nin koyu sarı saçları , koyu mavi gözleri, açık renk ten i onun Anadolu köken in in d ışavu rumuydu . Ali Rıza'n ın ablası onun düşled iğ i k ız ı bulmuştu . Evl i l ik konusunda iki a i le arasında yapılan görüşmeler başl ık parası yüzü nden neredeyse suya düşecekti . Zübeyde'n in üvey erkek kardeş in in ağır l ığ ın ı Ali Rıza 'dan yana koymasıyla bir l ikte sorun n ihayet çözüldü ve Al i Rıza i le Zübeyde çifti resmen evlendi ler.
Zübeyde evlendiği sıra 1 4- 1 5 yaşlarında, yani kocasından yirmi yaş kadar küçük olmalı . Zübeyde ergenl ik yaşında genç bir kız olarak, kendi duygularını keşfetmeye ve kendi kend ini tanımaya zaman bu lamadan evlenmişti. Muhtemelen, o yaştaki herhangi bir diğer genç kız gibi, Zübeyde'nin zihni yaşama i l işkin gerçekçi algı ve kavrayışlardan ziyade fantezi lerle doluydu. Ne var ki, bu yaşta bir kızın kend isinden yirmi yaş kadar büyük bir erkekle evlenmesi dünyanın bu bölgesinde olağan bir durumdu. Büyük yaş
8 Zübeyde'nin ailesi Hacısofular olarak bi l in ir . Hacı sıfatının anlamı malumdur. Sofular ise, gene bilindiği gibi d in ine çok bağlı anlamına gelen sofu sözcüğünün çoğuludur. Bu duruma bakarak, Zübeyde'nin ailesinin geçmişinde öneml i kişi ya d a kişilerin Mekke'ye hacca gitmiş o lduklarını ve ailenin derin d insel köklere sahip olduğunu varsaymak mümkün.
Matem içindeki Ailenin çocuğu
farkı gösteren bu tü r evl i l i klerde olağandışı zihinsel ve duygusal gerg in l i kler yaşan ı r; bun lardan bazıları iç çatışmaları yoğun laştırırken d iğer bazı ları d ışsal "çözümlere" kavuşur.
Bu faktörlerin Zübeyde - Ali Rıza çifti nde nasıl ve ne ölçüde etkili olduğu sorusunun yan ıtı, i leride Atatü rk olacak çocuğun üzerinde yarattığ ı n ihai etkiler açıs ından son derece önemlidir . Geniş a i lenin evlenen kad ın ın kocasın ın evine yerleşmesin i öngören gelenekleri ne uyan Zübeyde, Ali Rıza'n ın Selanik ' in Yen ikapı semtinde yaşayan ai lesinin yanına yerleşti . Genç bir gel in in geniş Türk ai lesi içinde sah ip olacağı statü, onun (özell ikle de erkek çocuk) doğurganl ık yeteneği tarafından belir lenir. Yaşı hala çok genç olan Zübeyde ard ı ard ına üç çocuk dünyaya getirerek doğurgan bir kad ın olduğunu gösterd i . Çocuklarından biri kızd ı, ona Fatma ismin i verdi ler; diğer i kisi Ömer ve Ahmed isminde iki erkek çocuğuydu . Çocukların hepsi ai lenin Yenikapı semtindeki evi nde dünyaya gelmiş olmalı lar.
Çocuk doğurmakla ve on ların bakımıyla meşgul olan Zübeyde, zamanın ın önemli bir bölümünde kocasından ayrıydı . Ali Rıza Osmanlı gümrük işlerinde görevlendiri lmiş, Osmanlı nüfuz bölgesi i le Yunanistan sınırındaki Ol impos dağının ormanlarla kapl ı eteklerinde bulunan ıssız bir kontrol noktasına tayin ed i lmişti. Paşaköprüsü olarak adland ırı lan kontrol noktası Selan ik'ten 1 20 kilometre kadar uzak olmasına karşın son derece ıssız bir bölgeydi; öyle ki, bu iki yer arasında u laşımın doğrudan sağ landığı bir yol bi le yoktu . Bu raya ancak i lkin deniz, ardından kara yoluyla u laşı l ıyordu. Mesafe ve u laşım güçlükleri, Zübeyde i le Ali Rıza 'n ın uzun ayrı l ıklara katlanmak zorunda ka lmaları anlamına gel iyordu . Bun lar, özel l ikle de genç ve deneyimsiz Zübeyde için zor yıl lard ı . Kızları Fatma henüz bir bebek olduğu sıra bu dönemde öldü . Askerden dönen ve yen iden Paşaköprüsü 'ne atanan Ali Rıza, yalnızlığa ve uzun ayrı l ıklara katlanmakta güçlük çekiyordu . Ailes in in Selanik'ten ayrı larak görevli bu lunduğu yere yerleşmesi gerektiğ in i düşünüyordu ve bunu gerçekleştirmede kararl ıyd ı . "Gü lzar-ı Cennetim Zübeydem" d iye hitabettiği genç karısıyla (Aydemir 1 969, i. Cilt, s. 26) yen iden bir araya gelen Ali Rıza, böylelikle yazgı larını büyük ölçüde belirleyecek olaylar d izisini başlattığ ın ı bi lemezdi .
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Paşaköprüsü o yıllarda yaşamak için uygun bir yer değild i . Sadece birkaç binadan ve b i r mıntıka karakolundan ibaret olan bölgenin uygar bir yer olarak düşünülmesi olanaksızdı . Genç bir anne ve iki küçük çocuğu için uygun bir yer olmad ığı kuşkusuzdu. Sınırdaki yaşam hem güç, hem de teh l ikel iyd i . Ayrıca, Zübeyde, burada Selanik'te içiçe yaşadığı geniş ai len in desteğ inden de yoksun ka lmıştı. Paşaköprüsü 'nde ne doktor ne i laç ne de yaşamı renklendirecek şu ya da bu türden bir etkin l ik vard ı . Etrafı çevreleyen ve bir zamanlar Yunan mitoloj is inin tanrılarına ev sahipl iği yapmış ormanıar, şimdi kaçakçı larla, ruhsatsız avcı larla, karlı Türk kereste ticaretini baltalamaya kararlı görünen Yunan çeteleriyle kaynıyordu . Yağmayla geçinen, araçlara yüklenmiş keresteleri kaçıran, çalan, ateşe veren, bunlara zorla el koyan bu çapu lcu lar, çoğu zaman bölgeyi i nsanı tedirg in eden gerg in bir atmosfer iç inde tutuyorlard ı . Osmanlı imparatorluğu i le Yunanistan arasındaki sınırın bel irlenmesi ve bunun korunması, iki devlet aras ındaki en canalıcı sorun lardan biriydi ve Balkan lar'da yayı lan mi l l iyetçi l ik dalgası sınır sorun larını zorlaştırıyordu . Yöre sakin leri, özel l ikle de si lahl ı ve gözükara Yunanl ı ların tacizlerine maruz kalan Müslüman Türkler, hayl i ted irgin bir gündel ik yaşam sü rüyoriard ı . Her an bir sald ırıyla karşı laşabi l irlerdi . Amacı Zübeyde'yi zorla kaçırmak olan bir Yunan çetesinin saldırısı karşısında hissed i len korku, Atatü rk'ün ai lesinde sürekli d i le getirilen temalardan bi riyd i . Böyle bir saldırı hiçbir zaman gerçekleşmemiş olmakla birl ikte, saldırı beklentisinin yarattığ ı duygular ai lenin müşterek hafızasında yer etti .9
Çetecilerin saldırısına uğrama korkusu, Ali Rıza ve a i lesin in yaşadığı ne tek, ne de en sıkıntı verici duyguydu. Psikanalizin babası Sigmund Freud, bir keresinde, anne baba için çocukların ın ölümüne tanık olmak kadar dehşet verici bir şey olamayacağını yazmıştı . ' o Ali Rıza i le Zübeyde, Atatürk doğmadan önce bu felaketi üç kez yaşadı lar. ilk çocukları Fatma, aile Paşaköprüsü 'ne taş ınmadan önce ölmüştü . Diğer iki çocukları Ömer ve Ahmed, tespit edebi ld iğ imiz kadarıyla, üç yaşlarında iken öldüler. Aile
9 Atatürk'ün kızkardeşi Makbule, Şapolyo ile yaptığı b ir röportajda (Şapolyo 1 959) bu olaydan söz eder. Ayrıca Bkz. Aydemir, 1 969, 1 . (ilt, s.36.
' 0 Freud'un bu ifadesi, kızı Sophie'nin ölümünden hemen sonra Ludwig Binswanger'e yazdığı bir mektupta bulunabilir (Schur 1 972, 5.329).
Matem içindeki Ailenin çocuğu
içinde Ahmed' in ölümüyle i lg i l i olarak anlatılan öykü çok acıdır ve böyle b ir acın ın anne baba üzerinde olağanüstü bir etki yaratmış olduğuna kuşku yoktur. Buna göre, küçük çocuk ölümünden sonra sahil kenarındaki kumlukta açılan bir mezara gömülmüştü; ancak gece dalgalar cesedi yerinden çıkarmış, çakallar çocuğun ölü bedenini parça parça etmişlerdi (Aydemir 1 969, i. Cilt, s.35-36). Aile içinde tekrar tekrar yinelenen ve Atatürk'ün küçük kızkardeşi tarafından yetişkinl iğ inde hatırlanan bu öykünün elem verici ayrıntı larının gerçek o lup olmadığı önemli değ ild i r; öykü, anne babanın yaşadığı derin kederin çarpıcı ve dokunaklı b ir yansımasıdır. Bu ölümlerle, Ali Rıza ile Zübeyde'nin mutlu evleri b ir matem evine dönüşmüştür.
Başından bu tür olaylar geçen Ali Rıza'nın, eşin in de isteği ve onayı ile gümrük memurluğundan ayrı lmanın b i r yolunu aramaya başlaması hiç de şaşırtıcı değildir . Ali Rıza, bu görevi s ırasında, Ol impos dağı ormanıarında kereste tüccarlarıyla tanışmıştl . Bunlar, Ali Rıza'nın kereste ticaretin in tüm ayrıntı larını bi ldiğinden, onun bu işin tehl ikelerinden ve avantaj l ı yanlarından haberdar olduğundan emin ierd i . Bu tüccarlardan b i ri olan Cafer Efendi, Ali Rıza i le ortakl ık ku rmaya karar verd i . Bu ortaklı k için Cafer Efendi sermayesini , Ali Rıza ise bi lgis ini ve uzmanl ığ ın ı kattı . E lde edilecek karı paylaşacaklard ı .
Başlangıçta işten kar ettiler. A l i Rıza, daha önce ed inmiş olduğu deneyim sayesinde arazide oldukça başarı l ı olmuştu . Ormanda ağaçlar ın kesilmesi ve kesilen ağaçların gemi lerle Selan ik ya da Yunanistan'a nakledi lmesi işlerini idare ediyordu. Zübeyde'yi Selanik'e geri gönderd i; her ne kadar ormanda yapılan işlere göz kulak olmak için çok sık araziye çıkmak zorunda kal ıyorduysa da, eşiyle daha sık görüşme ve evde daha uzun süreler ka lma olanağına sahipti artık. Ailen in yeni kazanı lmış zengin l iğ ine tanıklık eden Selanik'teki pembe ev, Ali Rıza i le Zübeyde'nin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelen, Mustafa Kemal adıyla büyüdükten sonra i leride Atatü rk olarak ün salacak olan Mustafa adındaki sarışın çocuğun doğduğu ev olarak bi l in ir .
BÖlüm 2
MUSTAFA'DAN MUSTAFA KEMAL'E
G eniş Türk-Müslüman bir a i lede bir bebeğin dünyaya gelmesi, kadın ların biraraya gelmelerine vesile olan nedenler
den biriydi; doğum, esas olarak kadınların gözetim ve sorumluluğunda gerçekleşen bir olaydl . Doğum zamanı yaklaştığında, herkesin gözünde saygın bir yere sahip olan ebe, doğum sırasında kullanı lan ceviz ağacından yapılmış iskemleyi hamile kadının evine getirird i . Bu, erkeklerin evden ayrı lmaları gereken anın geldiğine işaret ederdi . Doğum iskemlesi, at nalı şeklinde olan, ebenin yardımıyla bebeğini doğuran kadının her iki yanından sıkıca kavrayabileceği özel bir iskemleydi . Ebe, doğum esnasında hayırl ı olduğuna inanı lan sihirl i sözler söyler, yüksek ve törensel bir ses tonuyla "Allah büyüktür" diye mırı ldanırd l . Doğumdan sonra anne, üstü özel, değerli örtülerle kaplanmış şi lte ve yorganların üzerine yatırıl ı r, arkası bunlarla uyumlu uzun yastıklarla desteklenirdi (R. Lewis 1 97 1 ) . Bebeğin erkek olması daha büyük bir sevinçle karşı ianırdI. Bununla b irl ikte, yeni doğmuş bebeğin cinsiyeti her ne olursa olsun, çocuğun ve annenin kem gözlü kişilerin bakışlarından zarar göreceği düşünülür, özellikle doğumu izleyen ilk kırk günün bu açıdan önemli olduğuna inanı l ırdl . çocuğu ve anneyi kem gözlü kişilerin nazarından sakınmak için dualar okunur, nazar boncukları takıl ırd l . Kuşkusuz Mustafa, kem gözlerin nazarından gerektiğince korunarak dünyaya gelmişti . Ali Rıza, herhangi bir Türk-Müslüman baba gibi, kem gözlerden sakınmayı sağlayan bu uygulamalardan mutlaka haberdardl . Ali Rıza, küçük oğlunun orduda mesleki bir kariyer elde etmesine yard ımcı olacağı inancıyla askeri kıl ıcını Mustafa'nın yatağ ının başına asmayı da ihmal etmemişti. 1 1
Doğumu takip eden günlerde babanın ya da a ileden diğer bir yetişkin erkeğin dualar okuyarak bebeğin kulağına eğ ilmesi ve
1 1 Aydemir 1 969, i . Ci lt, s.55. Aydemir, Dr. Volkan ile yaptığı 1 3 Aralık 1 974 tarihli görüşmede, Ali Rıza'nın Mustafa'nın yedi yaşındayken ölmesinden sonra kılıcın Zübeyde'nin evinde hatıra olarak saklandığını söylemiştir. Kızkardeşi Makbule'ye göre, Atatürk çocukken babasının kıhcıyla oynardı.
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
ona ismını fıs ı idaması gelenekti . Geleceğin l iderin in kulağına eğ i lerek "Mustafa, Mustafa" d iye ona ismini fısı ldamış kiş in in kim olduğunu bi lmiyoruz. Eğer büyük amca kızı l sakal l ı hafız sağ olsaydı ve o sıra orada bulunsaydı olasıl ıkla bu şerefe o nai l o lurdu. Ali Rıza'n ın , henüz küçük b ir bebek olan kardeşi Mustafa'yı bir kaza sonucu beşiğ inden düşürerek ölümüne neden olduğu söyleniyor (Kinros 1 965, s. 1 0); bu durum d ikkate al ındığında, Mustafa isminin seçilmesi duygusal bir nedene dayanıyor görünüyor. Muhtemelen, Ali Rıza, ayn ı ismi bu kez kendi oğluna vermişti . Dolayısıyla, bizim kanaatimiz, Ali Rıza'nın kazayla bebek kardeşin in ölümüne yol açmış olmaktan duyduğu suçlu luk duygusuyla onun ismini kendi oğluna vermiş olduğudur.
Çocuklarının ölümü, pembe ev olarak anı lan yen i eve yerleşmiş Zübeyde'n in zihninde derin izler bırakmış olmal ı . Zübeyde henüz yirmisindeydi ve daha önce üç çocuğunu doğumdan sonra yitirmiş olmanın etkisi onda hala can l ı o lmal ıyd ı . Hiç kuşkusuz, yeni çocuğunu daha önceki lerin yaşadığı talihsiz yazgıdan korumaya çal ışacaktı; bununla bir l ikte, muhtemelen, benzeri bir ta l ihsizl iğin yeni bebeğin in başına da gelebileceğ i fikrine karşı psikoloj ik olarak hazır l ıkl ı durumdaydı . Bu onun sert m izaçlı, tepkileri duygudan yoksun görünen - bi r kad ın olarak tanımlanıyor olmasına kısmen açıkl ık getirebil ir . Zübeyde, kendisini tanıyanlar tarafından sanki iki l i karaktere sahip b i riymiş gibi hatırlanıyor: Canlı ve pırıl pırıl giys i ler giyen, toplumsal açıdan bağım- . sız, fakat aynı zamanda din ine çok bağlı olan ve Müslüman gelenekleri el üstünde tutan b i r kadın . Can l ı, rahat giysileri yeğleyen Zübeyde dantellerle süslenmiş bluzlar ve renkl i uzun etekler g iyer, kıvırcık saçlarına takı lar takardı . Civarda oturan diğer kadınlara yapılan ziyaretler dışında, dönemin Türk ev kad ın ları zamanlarını çoğunlukla evde geçirirlerdi . Zübeyde'nin evi ai lenin diğer kad ınlarına her zaman açıkt ı . Erkekler bu ziyaretlere dahi l olmazlardı , fakat ergen l ik öncesi yaştaki erkek çocuklar bu ziyaretlerde yetişkin kad ın lara eşl ik edebi l i rlerd i . Mustafa 'n ın annesi, arkadaşlarına yaptığı ziyaretler sonrasında geleneğin gerektirdiği uzun, törensel vedalaşmalara aldırış etmeden çarçabuk ziyaret etmekte olduğu evden ayrı l ı rd ı . Onun bu kural ları umursamazlığ ı diğerleri tarafından kişisel i l işkilerinde göreneklere aldırmayan
ÖlÜmsÜz AtatÜrk...
bir kadın olarak görü lmesine yol açard ı ; fakat Zübeyde yaşamının diğer a lan larında geleneklere bir hayli bağ l ıyd ı . Bel l i bazı pratik a l ışkanl ıkları açısından bir köylü kad ın olarak ka lmışt ı . Batı tarzı yataklarda uyumaya al ışamamıştı ve yer yatağında yatmayı yeğ lerd i . Dışarı çıktığ ı zamanlar, Müslüman kad ınlara özgü geleneksel tarza uygun olarak yüzünü bir peçe ile örterd i . Zübeyde, ai len in pembe evde yaşadığı yı l lar boyunca, yaln ızca çok d indar kimselere yakıştır ı lan "mol la" terimiyle anı ld ı . Çocuklarını yitirmiş olduğu düşünü lü rse, onun dine olan yakın l ığ ı peka la anlaşı l ı r bir durumdur.
Zübeyde'n in yeni doğmuş oğ luna i l işkin düşüncelerinin neler olduğunu tam olarak bilme şansına sah ip deği l iz; fakat kesin olarak bi l inen şey şu k i , Zübeyde bebeğ in i beslemeye yetecek düzeyde ana sütüne sahip deği ld i . Ona bebeğin emziri lmesinde yard ımcı olması için siyah bir sütanne tutu ldu. ı 2 Fiziksel bir açl ık duygusu yaşamamış olduğu varsayılabi l i r bir durum olmakla birl ikte, Mustafa'nın i lk düş kırıkl ığını bebeğine tam bir tatmin sağlayacak miktarda ana sütü veremeyen kederli bir anneye sahip olma dolayısıyla yaşamış olabi leceği kan ısındayız.
Zübeyde evde Mustafa'nın bakımı ve yetiştiri lmesiyle meşgulken, kocası, mütevazı bir memur olarak sahip olduğu işini ardında bırakarak kereste ticaretiyle uğraşan, gözü i lerde bir işadamı durumuna geld i . Ali Rıza, ormanıarda bell i bölgelerdeki ağaçların kesilmesi için Osmanl ı hükümetinin i lgi l i memurlarından gerekli iznin al ınması, kesim, satış, kesilen ağaçların gemilere yüklenmesi, gerekli resmi yazışmaların yerine getirilmesi işlemlerinden sorumluydu . Üstlenmiş olduğu bu sorumluluklar onu, Selanik'ten ayrılarak bir gümrük memuru olarak, bir zamanlar yapayalnız bir ortamda çalışmak zorunda kaldığı s ın ır bölgesine tekrar gitmek zorunda bırakıyordu . Giderek güç yitiren Osmanlı devleti düzen ve asayiş i tesis etmekte zorlanıyor, Yunanlı eşkıyalar sorun yaratmaya devam ediyordu . Bunlar, kesilmiş ağaçların yüklenmesine engel oluyor, kimi zaman kerestelere el koyuyor, çalınan kerestelerin izini sürmeye çalışan Ali Rıza'yı tehd it ediyorlardı . Ali Rıza, Selan ik'e döndüğü zamanlar evde işinden, ba-
12 Kimoss 1 965, s .10. Osmanlı imparatorluğu'nda yaşayan siyahların sayısı çok fazla değildi. Genel olarak. bunlar evlerde hizmetçi olarak çalıştırılmak üzere Mısır ve Sudan'dan getiriliyordu.
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
şından geçen serüvenlerden, ga i lelerinden ve mesleğ inin beraberinde getird iğ i d iğer sıkıntı ları ndan söz ederd i . Mustafa'n ın dış dünyaya i l işkin i lk algı ları, muhtemelen, gerek gerçeğe dayal ı gerekse düş lemsel temelde, babasının s ın ırda yaşadığı yorucu uğraşların, anne babasının diğer çocukların ı yiti rmiş olmaktan duydukları da imi kederin farkında olmayı içeriyordu . Böyle bir farkında l ık, annesinin yeterince ana sütünden yoksun oluşundan kaynaklanan kısıtlanmışl ık başta gelmek üzere, onun düş kıncı deneyimlere i l işkin i lk algı ların ın üzerine yerleşmiş olabi l i r .
Mustafa/n ın i leride tekrar değineceğimiz i lk yaşam an ıs ı a ltı ya da yedi yaşına karşı l ık gelir. Çocukluğunun erken dönemlerindeki sorunlara i l işkin algı ların ın neler olduğunu, ka leme a lmış olduğu yazıların b i rinden çıkarsamak mümkün görünüyor. Özgü rlük üzerine el l i yaşına yaklaştığı s ıra yazmış olduğu 27 Ocak 1 930 tarih l i makale (ki bugün hala kend i el yazısı i le okunabi l ir durumdadır), insanla doğa arasındaki i l işkiyi konu alan bir tartışma açar: "Mesela, dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmam/şttr ve değildir. insan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk anda, tabiatm ve birçok mahlCıkatm zebunudur. Himaye edilmeye, beslenmeye, baki/maya, büyütülmeye muhtaçtır" (Afetinan 1 97 1 , s .77-78). Bu ifadeleri annesinin memesinden yoksuniuğunun yan ı sıra, doğumlarından hemen sonra ölmüş kardeşlerine, onun ve annesinin güvenl ik kaygısına yönelik örtük bir gönderme (reference) olarak yorumlamak mümkün görünüyor. "insan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk anda, tabiatm ve birçok mahlCıkatm zebunu" olduğunu söyledikten sonra, makalesini "iptidaı insanlar" a değinerek devam ettiriyor. "Gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korkan insanlar" (Afetinan 1 97 1 , s.78) olarak tanımlamaya g iriştiği bu "iptida'i insanlar", muhtemelen, onun çocukluk dönemine ait temsi l i imgelerdir. Bu ifadelerde adeta, küçük bir çocuğun bedenini parçalayan çakal lar an latı lmaktad ır.
Henüz elde edilmiş refah ve Selanik'e yerleşmenin beraberinde getirdiq1 görel i güvenl ik daha önceki s ıkıntıların ve acı verici olayların anı lar ını si lmezden önce, a i lede yeni trajed i ler yaşandı . Al i Rıza, Yunanl ı eşkıyalara karşı Selanik'teki Osmanl ı yetki l i lerden umduğu yardım ve desteğ i göremiyordu. Kimi zaman bu eş-
ÖlÜmsÜz Atatürk
kıyalarca yakalanıyor elindeki keresteleri onlara bırakmak zorunda kalıyordu. Eşkıyalar bir keresinde onu boğazını keserek öldürmekle tehdit ettiler; fakat Ali Rıza her defasında uzlaşarak yakasını onlardan kurtarmanın bir yolunu buldu. Edindiğimiz izlenim şu ki, Al i Rıza her seferinde Selanik'e ai lesine anlatacak yeni öykülerle dönüyor ve muhtemelen, küçük oğlunun zihninde en olumsuz koşu l larda sıkıntıların üstesinden gelmeyi bi len, serüvenci, ü lküleşti ri imiş bir adam imgesinin yerleşmesine neden oluyordu.
Bir Osmanl ı memurunun Al i Rıza'ya eşkıyaları yok etmek üzere kerestelerini sağ ladığı ormanıarı tutuşturmasın ı önerd iği söylen iyor (Aydemir 1 969, Ci lt 1 , s .39-40) . Ne var ki, gerçekte Ali Rıza'n ın yaşamını kazandığı ormanıarı ateşe verenler eşkıyalar oldu. Bundan kısa bir süre sonra Ali Rıza işsiz ka ld ı . E lde, Ali Rıza'nın iş sermayesin i temin etmiş ortağının, bu işbirl iğine son vermiş olup olmadığına işaret eden herhangi bir kayıt yok; fakat, s ınır bölgesinde yaşamını tehl ikeye atma pahasına çalışıp çabalayan Ali Rıza'nın başarısızl ığa uğramış olduğu çok açık. Bundan sonra, Ali Rıza tuz işine girişti, ancak bu giriş imi de başarısızlıkla sonuçlandı .
Ali Rıza, Mustafa yedi yaşındayken öldü. Zübeyde, kocasının ölümünden uzun yı l lar sonra, onun ömrünün son üç yıl ı boyunca yaşadığı ruhsal çöküntüden söz etmiştir. Buna göre, anılan dönemde Ali Rıza aşırı a lkol al ıyordu; bağırsak tüberkülozu olduğu söylenen bir hastalığa yakalanmıştı . Mustafa'nın, babasının bu "düşkün" imgesine yönel ik algısı i le cesur bir serüvenci olarak bu adam hakkında sahip olduğu daha önceki ülkü leştiri lmiş imgelerin birbiriyle örtüşmediği inancındayız.
Ali Rıza'nın ölümüyle birl i kte Zübeyde yirmi yedi yaşında dul b i r kad,ln durumuna düştü . E l ine geçen mütevazı bir emekl i aylığı i le Mustafa'ya ve ondan sonra doğurduğu iki kızına bakmak durumunda kaldı . Kocasını yiti rd ikten kısa bir süre sonra kızlarından biri öldü . Mustafa'n ın dünyaya geldiği ev bir ölü ler evi olmayı sürdürdü. Ali Rıza ve Zübeyde'nin dünyaya getirdikleri a ltı çocuktan yaln ızca i ki tanesi yetişkinl ik dönemine erişebi ld i .
insanın yaşamında, doğum ve ölQm zamanları güçlü ruhsal etkiler yaratmaya aday zamanlard ır. Antropologlar ve psikiyatristler, romancıların a rd ından g iderek, insan z ihn in in çok farklı
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
ve birbiriyle karş ılaştırı lamaz olan bu iki olayı bir nedensel l ik modeli veya i l işkisiyle birbiriyle i l işkilend irme eği l imindedirler. M ustafa'n ın doğumu, ailenin kısa ömürlü olan ve pembe eve taşınmayla simgelenen göreli bir refah dönemin in başlangıcına rastlad ı . Mustafa'nın dünyaya gelişi , ai lenin daha parlak bir geleceğe i lişkin umut ve beklentileriyle örtüşüp içiçe geçti.
Mustafa'n ın doğumunun beraberinde getirdiği bu iyimser duyguların yaşandığı günlerle eşanl ı olarak, anneyi ve bebeğini çevreleyen gergin bir psikolojik ortamın varl ığ ı da söz konusuydu . Zübeyde halihazırda üç bebek yitirmişti. Kendi a i les inden hayl i genç bir yaşta kopmuş, uzun dönemler kocasından ayrı yaşamaya katlanmak durumunda ka lmış, eşkıya kaynayan ormanda onunla birl ikte yaşadığ ı sıralar çeşitl i sıkıntılar çekmişti. Bedenindeki ana sütü bebeğinin ihtiyaçlarını karşı lamaya yetmiyordu . Bun lar, anne i le çocuk arasında ruhsal yaralanmalara (travma) yol açabilecek maddi koşul lardır. Anne ile çocuk arasındaki karşıl ıkl ı etkileşim evren ini çok titiz bir biçimde incelemiş olan ingi l iz psikanal ist D.W. Winn icott, Mustafa ve annesinin durumunu ele alıp değerlendirmiş olsaydı eğer, herhalde kendi benl ik duygusunu geliştird iği dönemde Mustafa 'n ın kendisin in "yeterince iyi annelik" olarak ifadelendirdiği (Winnicott 1 965) şeyden yoksun olarak büyüdüğü, buna karşı bir savunma olarak, her şeye mukted ir olma fantezileriyle desteklenmiş olan erken gel işmiş, bir özerkl ik duygusu inşa ettiğ i sonucuna varırdı . 1 3 Bu tür bir gelişmen in Mustafa 'n ın kişi l ik yapısı üzerindeki etkileri, onun daha sonraki davranış örüntü lerinde gözlenir. Ödipal döneminin en yüksek noktasında babasını yitirmiş olması, Mustafa'ya bir d iğer yaralanma duygusu daha yaşatmıştır. Çocuk, yaklaşık üç ile altı yaşları arasında yaşanan ödipal dönem boyunca, karşıt cinsiyetten olan ebeveyn e yaklaşmak isterken aynı cinsiyete sah ip olduğu babasın ın ortadan kaybolmasın ı ya da ölmesin i arzular. Baba i le anneyi sevmek iç in yaşanan rekabet bil inçdışı gelişen bir çocukluk fantezisidir. Eğer söz konusu dönemde babası güçsüzleşir ya
13 Modelı (1 976), anneliğin "yeterince iyi" olmadığı bell i bazı koşullarda çocuğun annesinden gelen yetersizlikleri aşmak için prematüre bir biçimde nasıl kendi kaynaklarına başvurduğunu gösterir. Bu durum çocukta abartılı bir özkavramının gelişmesine yol açar. Kohut ( 1 9 7 1 , 1 977), farklı b ir kuramsal referans çerçevesi kullanarak aynı süreçten söz eder.
_ÖlÜmsÜz Atatürk
da ölürse, çocuk bir yandan kendisini zafer kazanmış gibi h isse� derken diğer yandan suçlu luk duyar. Mustafa öd ipa l dönemin zirvesindeyken Al i Rıza hastaydı ve öldüğünde Mustafa yedi yaşındayd ı . Abartı l ı suçlu luk duygusu sü rece müdahale ettiği için, ödipal dönem çatışmaları babanın oldukça gerçek görünümleriyle özdeşleşerek normal bir yoldan çözüme kavuştu rulma gerçekleşemez. Çocuk cezaland ı r ı lmayı bekler ve misi l lemeye maruz kalacağı korkusuyla başetmesi gerekir. Açıktır ki, ödipal dönemde babalarını yitirmeleri sonucu ruhsal yara lanmalara maruz kalmış farklı çocuklar, içsel olarak sahip oldukları olanaklara -hal ihazırda gelişmiş bulunan ruhsal yapı larına ve çocuğun korku larını absorbe edebi len insanların varl ığ ı gibi d ışsal olanaklara bağl ı olarak, söz konusu yaralanmalarla farklı yol lardan başa çıkarlar.
Ödipal yaşa geld iğinde Mustafa'n ın annesine i l işkin kalıcı l ı k arz eden i k i imgeye sahip olduğu kanıs ındayız: Bunlardan birincisinde annesi "yeterince iyi" olmayan bir anne olarak görünürken, ikincisinde küçük oğ lunu özel bir varl ık olarak gören ve bu özel l iğ i besleyip büyüten bir anne görünümünded i r. Söz konusu özell ik, Zübeyde'nin küçük Mustafa'yı a i lenin refaha dayal ı yen i yaşam tarzını kend isinde cisimleştiren ve daha önemlisi, daha önce ölen bebeklerin yerini alarak anneyi kederden kurtaran değerli varl ık olarak a lgı l ıyor olmasından kaynaklanıyordu . Sarış ın çocuk, buna karşı l ık olarak, iki temel ben l ik duygusu geliştirdi; bir yandan yoksun, bağ ıml ı ve duygusal olarak açtı, d iğer yandan ise kimseye benzemeyen özel bir kişiydi ve her şeye kadi r b i r kendine yeterliğe sahipti . 1 4 Babasının ö lümü sonucu yaşad ığ ı karmaşayı, babasına i l işkin gel iştird iği iki imgeye sah ip olarak aşmaya ça l ıştı : Bunlardan birincisi, Osmanlı s ın ır ında çalışan ü lküleştiri imiş serüvenci baba imgesi; diğeri ise düşkün, kendin i alkole vermiş, bunal ıml ı baba imgesiyd i . Mustafa, sürekli olarak "kötü" baba imgesinden uzak kalmaya çalışarak kendisini ü lkü leştiri imiş olanla özdeşleştirmeye girişti. Bu özdeşim sonucu olarak,
14 Küçük M ustafa'ya il işkin bir formülasyon, Kernberg ( 1 975) ve Volkan'ın ( 1 976, 1 98 1 a, 1 982b) abartılı bir özkavram geliştiren çocuklarla ilgili bulgularıyla büyük bir paralellik gösterir. Bu çocuklarda her şeye kadir özkavram ve ondan kopan "aç" ve değeri düşmüş özkavram yan yana oluşurlar. Her şeye kadir öz ka vram üst düzeyde kalır ve değeri düşmüş özkavram saklan ır.
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
kendi yazgısını hiç kimseye bağıml ı olmadan tek başına bel irleyebilen bir çocuk olduğuna i l işkin inancını daha da pekiştird i .
Genel olarak A l i Rıza'nın yaşamı ve özel l ikle onun Mustafa i le olan i l işkisi hakkında çok az şey bi l indiği için olsa gerek, Ali Rıza'nın Mustafa'nın yaşamı üzerindeki etkisi önemsiz bir konu olarak görülmüştür. Bunun dar görüşlü bir yaklaşım olduğu kuşkusuzdur. Ali Rıza, ölümünden hemen önce oğ luna bir "yetenek" kazandırmıştı; Mustafa üzerinde derin bir psikoloj ik etki yaratmış olan bu durum, tarihsel açıdan Türk u lusu iç in büyük bir öneme sahiptir. Söz konusu armağanın Atatürk'ün belleğ inde hala korunan i lk yaşam an ısı olması, onun psikoloj ik değerin i daha da öne çıkarır. Zübeyde, Mustafa'nın dini b ir oku lda eğitim görmesin i istiyordu . Öğretime laik bir eğ itim an layışını yerleştirme arayışı içindeki reform hareketinin yandaşı olan babası ise, Mustafa'n ın eğitim sorununa "zekice" b i r çözüm buldu.
Osmanl ı imparatorluğU'nda eğ itim esas olarak d in i cemaatlerin sorumluluğundaydı. Öte yandan eğitim, Batı etkisin in i lk olarak ve en yoğun biçimde h issedi ldiği yaşam alanıyd ı . Teknoloji i le toplumsal refah arasındaki i l iş ki on sekizinci yüzyıl ın sonlarına doğru Osmanlı lar tarafından açıkça gözlenir hale gel indiğinde 1 773'te Mühendishane-i Bahrı-i HümayOn, 1 793'te ise Mühendishane-i Bahrı-i HümayCın kuruldu ve bunları 1 827'de açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane takip etti; bunlar tamamen batı l ı modellerin örnek alındığı oku llard ı . Yüzyı l ın ortalarında, ha l ihazırda faal iyet içinde olan b azı batı l ı laştı rı lmış orta dereceli oku l lar vard ı . Bu yeni okul lar, d in i kurumların faal iyet alanı d ışında ka lan kendi müfredat programlarına ve öğretmenlere sah iptiler. La ik eğ itim zamanla i lkoku l düzeyine indi ve istanbul dışındaki diğer büyük şehi rlere de yayı ld ı .
Mustafa okul çağ ına geld iğinde, Selanik laik i lkokul eğ itiminin mümkün olduğu şeh irlerden bi riyd i . Dine olan düşkünlüğünü yansıtan "Molla" takma ismiyle anı lan Zübeyde, Mustafa'n ın yaşad ıkları yere yakın geleneksel mahalle mektebine kayded i lmesini istiyor. Bu tür d in i oku l lar yeni ve batı l ı laşmış okul ların yan ı sıra var olmaya devam ediyor, hem de ha la büyük bir farkl ı daha fazla öğrenci cezbediyorlard ı . Batıl ı laşmayı rahat Müslüman yaşam tarzına yönelik bir tehdit olarak gören ve bı' nedenle batı l ı-
ÖlümsÜZ AtatÜrk
laşma fikrine sıcak bakmayan anne babalar çocukların ı bu oku lları göndermeyi yeğl iyorlard ı . Merkezı hükümetin batıl ı laşmaya ve bunun toplumsal yaşamın hemen her alanında beraberinde getird iğ i değişimlere gösterdiğ i i lgiye karşın din, yarı d insel halk inanışları ve batıl inançlar, gündel ik Türk-Müslüman yaşamında hakim öğeler olmaya devam ediyorlard ı . Tercihleri gözönüne alın ırsa, a l ınyazısı sonucu üç çocuğunu yitird ikten sonra Zübeyde' n in kendisin i d in in mistik çekici l iğine kaptırmış olması doğal görünüyor.
Zübeyde, Mustafa'nın gitmesini istediği okulu seçmekle yet inmiyor, bunun yan ı sıra Mustafa'nın ya bir hoca ya da bir hafız olmasın ı arzuluyordu . Diğer yandan Ali Rıza muhtemelen kısa süren askerl ik kariyeri sırasında Osmanl ı hükümetinin bir memuru ve n ihayet bir işadamı olarak kazandığı deneyim sonucunda, Zübeyde'n in oğlu Mustafa'n ın eğitimi konusunda yaptığı planlara karşı çıkıyordu . Ali Rıza, Mustafa'nın batıl ı , laik i lke ve standartlara uygun bir eğitim a lmasını istiyor, bunun çocuğun h ızla batı l ı laşan Osmanlı imparatorluğu'ndaki geleceği açısından daha uygun ve doğru bir tercih olacağını düşünüyordu.
Atatü rk, Türk gazeteci Ahmet Emin (Yalman) i le yaptığı ve 1 0 Ocak 1 922 tarih l i Vakit gazetesinde yayımlanan röportajda, ZÜbeyde i le Ali Rıza arasında geçen söz konusu tartışmanın nasıl sonuca bağlandığına i l işkin olarak belleğ inde kalanları anlatmıştır:
Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe gitmek meselesine aittir. Bundan dolayı anamla babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Rusumat'ta memur olan babam o zaman yeni aÇilan Şemsi Efendi 'nin mektebine devam etmeme ve yeni usul okumama taraftardı. Nihayet babam işi mahirane bir surette halletti. Evvela merasim-i mutade ile mahalle mektebine başladım. Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım. Şemsi Efendi'nin mektebine kaydedildim. Az zaman sonra babam vefat etti (Yalman, 1 922) . Türkiye'nin cumhurbaşkanı olduktan sonra Atatü rk' ün baba
sından çok az söz ettiği, buna karşı l ık sık sık annesinden bahsettiği i leri sürülmüştür. Bu durumu, babasının Atatü rk/ ün ruhsal
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
yapıs ının oluşumunda sın ırl ı önemi olduğu biçiminde değerlend i ri lmemelid ir . Onun batı l ı bir eğ itim a lmasını sağlayan şey, babasının bahsi geçen zekici çözümü idi. Dahası, bu yaln ızca onun yaşamına bel l i bir yön kazandırmakla kalmadı , fakat ayrıca ona, annesi i le kendisi arasındaki sahiplenme i l işkisinden kurtulmanın bir yolunu da temin etti. idealize edi lmiş baba tarafından tespit edilmiş doğrultuda i lerlemezden önce dindar annenin arzusunun doyurulması teması, onun yetişkin l ik döneminde tekrar ortaya çıkacaktır.
Atatürk'ün ilk yaşam anısında, babası ü l küleştir i lm iş bir form içindedir. Atatürk ondan gümrükte çalışan bir memur olarak söz eder. Diğer bir deyişle baba, Mustafa oku l çağ ına gelmezden önce bırakmış olduğu mesleğe sahip kişi olarak hatırlanır . Öldüğü güne kadar Ali Rıza'n ın kendin i Osmanl ı s ın ı rı nda çal ışan bir memur olarak tan ımlamayı yeğlemiş olması muhtemeld ir. Karısın ın an ı larında an lattıklarına göre Ali Rıza, oğ luna bu hediyeyi verd iği sıralarda yaşamının bunal ıml ı, a lkale bağımlı , güç bir dönemin i yaşıyordu . Atatürk'ün psi kolojik olarak bu "hed iye"nin temasın ı tekrarlama yeteneğ i ve kendisin i ü lkü leştir i lm iş baba i le özdeşleştirmesi (ki "baba Türk" anlamına gelen Atatürk soyadı bunu örtük olarak ima eder), büyük ölçüde, onun Atatürk olmasın ı sağ layan şeydir. Onun i lk yaşam anısı, k imi gerçek öğeler içeriyor olmakla birl ikte. Şemsi Efendi idaresindeki laik okula yazı lmış olması dolayısıyla çeşitli olası lıkları içerir. Psikanal itik bağlamda, bu bir "seçilmiş am" (screen memory) olarak yani, genellikle hem gerçek hem de gerçek dışı olan, çocuğun karşılaştığı ve özümsediği önemli ruhsal salkımların yoğunlaşmasını ve bunları kavramaya yönelik girişimleri içeren bir öykü olarak isimlendiri lebi l i r . ıs Dahası, Mustafa'dan sonradan kaydolduğu laik oku l onun zihninde Şemsi Efendi adl ı adamla çağrışırken, beyaz bir cübbe giyerek ve başına türbanı andıran gümüş! b ir şa l sararak yazı ldığı ve birkaç gün kadar sonra ayrı ld ığ ı d in i okul, Fatma Molla Kadın adl ı kadın la çağrışıyordu.
' s Çocuk, deneyimlerinin, anılarının pek çoğunu yaşamının ilk beş yılı içinde unutur (bastırır). Diğer bir değişme, çocuk, psikanalistlerin "çocukluk anılarının yitimi" olarak isimlendirdikleri şeye sahiptir. Bu tür anı parçaları bilince çıktıklarında, diğer unutulmuş anılar bunlara eşlik ederler.
ÖlÜmsÜz Atatürk
Şemsi Efendi Okulu ve Şemsi Efendi 'n in kendisi, psikoloj ik açıdan bir başka öneme daha sah iptir. Hem okul hem de oku lun kurucusu Al i Rıza'nın ormanda yüz yüze kaldığı atmosfere benzer bir ihti laf ve mücadelenin merkezinde yer al ıyordu, fakat bu kez mücadeleye taraf olan aktörlerin hepsi Müslüman'dı . Bat,1ı bir eğitim veren okul ve onun devindirici gücünü oluşturan Şemsi Efend i, Selan ik' in Türk-Müslüman nüfusu içindeki muhafazakar unsurların hedefi durumundaydı. Emekl i bir general olan Korgeneral Galip Pasinler' i n 1 938 yıl ına Akşam gazetesi i le yaptığı mülakat bu duruma açıklık getirir; Pasinler, o röportajda, 1 87D'lerde Selanik'te başlad ığı i lköğrenimiyle i lgi l i anıların ı aktarıyordu . Pasinler ve kardeşleri, eğitimin esas olarak ezbere dayandığı geleneksel bir okula gidiyorlard ı . Şemsi Efendi, adını d isipl iniyle ve öğretmenle öğrenciler arasında askerı selamlaşmayla duyuran kendi okulunu açtığı zaman, Pasinler'in Selanik'te yaşayan bir Osmanl ı subayı olan babası çocukların ı al ıp bu oku la yazdırd ı .
General Pasin ler, Şemsi Efendi oku luna yazı l ış ını ve okuldaki serüven ler ini boş bir an latımla aktarır:
Bu yeni mektebin sokak kapısından girince ufarak bir avlu. Sol tarafta dört beş merdivenle çıkılacak ve küçük bir sahanliktan geçilerek önümüze tesadüf eden kapıdan dershaneye girilecekti. Avluda yirmi otuz çocuk oyun oynuyorlar, ortalannda dolaşan bir genç bizi göründe dikkatini bize çevirdi ve hizmetçimizin elindeki babamızin yazdığı tezkereyi aldı, okudu. "Memnun oldum" diyerek bizi de oymyan çocuklann içerilerine kattı. Bu genç hocamız Şemseddin Efendi idi (işittiğimize göre yirmi, yirmi bir yaşlannda imiş. istanbulda Darülmualliminde hocalik tahsil etmiş ve memleketine dönerek yeni usulde tedrisat yapmak üzere yeni bir mektep açmış.) Biraz oyun oynadık çocuklarla birbirimizi tammağa başladık. Bu sırada . . . Dersahaneye giriniz çocuklar . . kumandası kulağımıza çarptı iki sıra olduk merdivenleri evvela kendisi Çıktı, biz de Çlkmağa başladık. Dersahane kapısından girince karşısında burcu burcu kokan yepyeni çam tahtasından yapiimış sıralar, iki tarafa dizi/miş, ortada bir gezinti bırakilmış. Kapının solunda Şemsi Efendi duruyor ve onun arkasında iki ayak merdivenle Çıkilır güzel bir kürsü ve duvara dayanmış bir siyah tahta ve si/gi, tebeşir.
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
Hocamız bizi o güzel sıralar sevketti ve hepimiz dersahaneye girince oturunuz dedi. Yüksek te oturuyoruz, önümüzde yüksek ve dolabll rah/eler. Ne güzel! Bugün mektebin ilk açılış günü idi. Hocamız bizi oturduğu kürsüden şöyle ce tedkik etti ve şimdiye kadar mektebe gidenlerle gitmeyenleri ayırdı. iki kısım yaptı ve hepimize alfabeyi (a, e, i, Ü, ba, be, bi, bu, ilh. . .) usulünde ezberletmeğe ve kendisi bunlan kara tahtaya yazmağa ve yazdırmağa başladı. Saatte bir tatil yapar. Avluda bizi nezareti altında oyunla meşgul eder jimnastik yaptmr ve ayni zamanda ders odasının kapı ve pencerelerini açarak bozuk havayı değiştirirdi. Oyun esnasında birbirimizle kavga etmememize fena sözler söylemememize bilhassa dikkat ederdi. Bir iki ay sonra bir gün sokakta bir kalabalık ve bir gürültü peyda oldu. Fena sözler, küfürler söyleniyor, sofa kapısı kmlıyor ve içeriye hücum ediliyordu. Hocamız bu hali görünce, zaten kulağı girişte imiş . . . Hemen yerinden fırladı ve komşunun bahçesine açılan bir pencereden atftyarak kaçtı. Kalabalık, serseri takımından kırk elli kadar adamdan teşekkül etmiş haşarilerdi. Dersahaneye girdiler ve bizi küfürlerle dışa n attıktan sonra o canım sıralan, hocanın kürsüsünü ve kara tahtayı, pencere ve kapılan parça parça kırarak dersahaneyi bir harabeye çevirdiler. Ve biz de evlerimize kaçtık. Sebep! .. Şemsi Efendi çocuklara gfwur usulünde ders okutuyor, oyun oynatıyor ve jimnastik yaptiriyormuş! Amma! Bugüne kadar talebenin miktan her gün biraz daha azalmakta idi. Biz zabit ve memur çocuklan olmak üzere yirmi kişi kadar kalmıştık. Birkaç gün geçti. Hizmetçimiz bizi Şemsi Efendinin yeni açtığı mektebe götürdü. Bu mektep hocanın kendi evinin altında büyük bir oda idi. Hocamız çaftşıyor ve çaftştmyordu. Metanetine, gayretine daha doğrusu mua/limlik aşkına zerre kadar halel getirmemişti. Bilakis şevki artmıştı. Derken; bir gün buraya da ayni şekilde hücum vaki oldu. Tehdidier, küfürler arasında çocuklan sokağa çıkardılar. Şemsi Efendi hocamız saklanmış, tehlikeden kurtulmuştu. Gene sıralan, kara tahtayı o gavurluk alameti olan kapkara tahtayı parçaladılar! Eve bir şey yapamamışlar.
Ölümsüz Atatürk
Çok sene sonra hocamin kendi ağzından dinlediğime göre kendisini sokakta yakalamışlar, dövmüşler, tahkir ve bıçakla hayatını tehdid etmişler. Şemsi Efendi ve Selaniği terketmeli, yahud mektebinden ve hocaltktan vaz geçmeli ve yahud da ölümünü göze aldırmalt imiş . . . Şemsi Efendi bunlara da ehemmiyet vermemiş bir üçüncü tedbir düşünmüştü, akşamdan sonra evlerimize gelmeğe ve bize ders vermeğe başladı. Son kalan yirmi kadar talebesini böylece her gece ziyaret eder beş on dakika ders verir veya kontrol eder, giderdi. Bir gün benim de dahil olduğum beş altı talebesini Şemsi Efendi yanma aldı ve Selaniğin yegane büyük mektebi olan, Alaca imaret Camisi ittisalindeki Rüştiye mektebine götürdü. Rüştiye mua/limi ewelinin odasına girdik. Burada birkaç zat vardı, bunlar vilayet meclisi idare azasından ve şehrin eşrafmdan bazı kimseler imiş. Rüştiye talebesinden de beş altı çocuk getirdiler. Bize gazete okuttular. Rüştiyeliler bizim kadar okuyamadılar. Bize biraz hesap, rakkam ve yazı yazdırdılar. Onlar bizim kadar yapamadt/ar. Duvarda büyük bir harita ast/ı idi. Rüştiyeliler bizim kadar bu haritayı da okuyamadılar. Velhas" biz onlara faik Çıktık. Onlar son smıflarm talebesinden seçilmişlerdi! Bu muamele bir mukayese maksadma bina en yapılmış imiş. Şemsi Efendi himmet ve gayretinin yüksek asnn ve şecaattnm semerelerini isbat etmek suretile halkm teveccüh ve itimadına liyakat kazanmıştı. Bundan sonra hükümetin de himayesile Şemsi Efendi mektebi yeniden tesis olundu. 1 6
Bu, Al i Rıza'nın oğlu Mustafa'yı gönderd iği okuldu. Kapatılmasına yönelik çeşitli g irişimlere rağmen varl ığını korumuştu . Okul, varl ığını sürdürebilmesini kurucusunun azim ve kah ramanlığına borçluydu. Yeni eğitim yöntemlerinin doğrulu kanıtlanmıştı, ama ancak kararlı l ık ve güçlü bir iade sayesinde. Şemsi Efendi'nin öyküsü bize, eşkıyalarla yüz yüze gelmesine karşın orma na gitmeyi ısrarla sürdüren Ali Rıza'nın öyküsünü anımsatıyor. Mustafa'nın babası öldükten sonra Şemsi Efendi'yi ü lkü leştirilmiş
16 General Pasinler'den alınan bu bilgiler Akşam, 1 3 Aralık 1 935'de yayımlanmıştır. Zikreden Ergin, Cilt 2 ( 1 939-43), 5.395-96.
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
bir baba olarak algı lamış olması ve kendisini doğ ru ise, ü lkü leştiri lmiş baba Şemsi Efendi 'nin kiş i l iğ inde varl ığ ın ı sürdü rmüştü r.
Buna benzer bir diğer tema, Atatü rk' ün bir başka çocukluk anısını d iğerlerinden ayırt eder; belki bu da yaşanan gerçeklerle tamamen örtüşen veya hemen bütünüyle düşsel olan, i raden in geleneğe karşı zaferi temasını içeren bir seçi lmiş anıd ı r. Din i okul larda, öğrenci ler derslerinde bir Müslümanın Kur'an oku rken yaptığına benzer biçimde dizl�ri üzerine çökerek ders yaparlard ı . Mustafa'n ın bunu reddetmesi, öğ retmeni ile kend is i arasında bu konuda bir gergin l iğe yol açt ı . Diğer çocuklar da Mustafa'yı örnek al ınca öğretmen d i retmekten vazgeçt i . Bu anı , Zübeyde'nin ziyaret sonrası arkadaşlarının evinden hemen hiç vedalaşmadan çarçabuk ayrılması örneğ inde açıkça gözlenen geleneklere aldırmazlığı konusundaki d ik başl ı l ığ ı i le özdeşl ik kuran Mustafa'nın, bu özdeşleşmeyi annesinin geleneksel d in i göreneğe sadakat şekl indeki bir diğer karakteristik özel liğ ine karşı nasıl kul lanmış olduğuna işaret eder.
Al i Rıza oğlu Mustafa, Şemsi Efendi oku luna giderken öldü . Ekonomik sorun lar, ailenin Selan ik' in otuz i ki kilometre kadar d ışındaki bir çiftl iğe taşınmasını gerekli kı ldı . Bu çiftlikte, Zübeyde'nin üvey kardeşi olan ve Ali Rıza i le Zübeyde evlenmezden önce duruma Ali Rıza lehine müdahale ederek onu çeyiz parası ödeme kü lfeti nden kurtarmış olan bir "dayı"nın maddi desteğiyle yaşadı lar. Belki de dayı, geçmişte on ların evl i l iğ ini teşvik eden bir rol oynamış olmasından dolayı, ai lenin sorumluluğunu üstlenme gereği h issetmişt i .
Uzun yı l lar sonra, Atatürk ve kızkardeş i çiftl i kteki yaşamları ndan belleklerinde kalanları di le getirmişlerd ir . Anımsadıkları; karga ları korkutup kovalamak, kend i lerine sazlardan ku lübe yapmak, kızkardeşin yüzüne bir kase yoğurt fırlatmak gib i herhangi bir çocuğun çiftlik yaşamına, kardeş-kızkardeş i l işkisine dair an ımsaması olağan şeylerdir . Çift l ikte geçirdikleri yı l lar, a i lenin kısmetin in geriled iği bir döneme karşı l ık geliyor olmal ıyd ı; dayı ya ln ızca çiftl iğ in bekçisi konumundaydı -çift l ik sah ip leri Yunanl ı ve Bu lgar eşkıya lardan korktukları için çiftli kte yalnız başlarına yaşamayı göze alamıyorlard ı . Mustafa, eğ itim için yakındaki bir Hıristiyan ki l isesine gönderildi, fakat oku ldan hoşnut ka lmadı .
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
En sonunda annesi, aileyle olan .gerçek akrabalık i l işkisi bugün de bil inmeyen bir "teyze" ile birlikte kalması için Mustafa'yı Selanik'e geri yolladı . Atatürk, Ahmet Emin (Yalman 1 922) ile yaptığı röportajda bu kadından kendisinin anne tarafından teyzesi olarak SÖz etmiştir. Kadının Zübeyde'nin kızkardeşi olması muhtemel olmakla birlikte, bu kesin olmaktan uzaktır.
Selanik'e geri dönen Mustafa laik eğitim veren bir ortaokula kaydedild i . Osmanl ı imparatorluğu'ndaki eğitim reformunun bu aşamasında, eğitim konusunda Müslümanlara açık, başlıca üç seçenek vardı . Bunlardan biri, yerel din i oku l lardan kurulu geleneksel okul sistemiydi; başta istanbul olmak üzere büyük şehirlerin önde gelen camiierinde gerçekleştirilen yüksek tahsil bu sistemi takip ediyordu . Bu eğitimden geçenler, d insel kurumlaşma içinde ya hoca ya da kadı oluyorlardı. i lk öğrenim düzeyinden başlayarak Mektebi-i Harbiye-i Şahane Erkan-ı Harb sınıflarına kadar uzanan askeri okullar bir diğer seçeneği oluşturuyorlard ı . . Bu yolu tercih edenler, genel l ikle Osmanlı ordusu içinde b i r meslek elde ediyorlardı . Üçüncü seçenek, laik ya da sivil oku lları içine alan okul sistemiyd i; bu okullardan mezun olanlar, devletin idari birim leri de dahi l olmak üzere, çeşitli kurumlarda meslek sahibi oluyorlardı. Bürokras ide çalışmayı tasarlayanlar, bir yüksek eğitim urumu olarak 1 859'da kurulmuş, da· .a sonra devlet memuru yetiştirmeye yönelik bir eğ itim temelinde 1 877'de yeniden kurumlaştı rı lmış ve genişletilmiş olan Mülkiye'ye g id iyorlard ı . Öğrenciler, genell ikle, eğitimlerine bu eğ itim sistemlerinden birini tercih ederek başl ıyorlar ve o sistem içinde kalarak o sistemin sunduğu mesleki olanakları gerçekleştirmeye çal ışıyorlardı; bir sistemden d iğerine geçmeler olsa bile bu sınırl ı düzeyde yaşanan bir durumdu. içinde bulunduğu sistemden çıkıp bir diğerine geçmek isteyen öğrencinin bunu eğitimin in mümkün olduğunca erken bir döneminde yapmasında yarar vard l 17.
Mustafa yazılmış olduğu sivil okulda mutlu deği ldi ; bu mutsuzluk, onun oku ldan ayrılmaya karar vermesinde önemli bir rol
1 7 Bununla birlikte, mesleki eğitim süreçlerini deyim yerindeyse tam ortasında kesintiye uğratarak bir sistemden geçiş yapmış önemli Osmanlı şahsiyetlerine de rastlanılır. Bunlar arasında en dikkate değer olanı, dinsel bir kariyerden bürokratik bir kariyere geçiş yapmış olan Cevdet Paşa'dır. Cevdet Paşa, daha sonra, Osmanlı imparatorluğu'nun reform çağında önde gelen bir devlet adamı ve önemli bir tarihçi olmuştur.
_ Mustafa'dan Mustafa Kemal'e _
oynadı. Anlaşıldığı kadarıyla, öğretmeni Kaymak Hafız sadist yapılı bir i nsandı . Atatürk, Ahmet Emin' le yaptığı röportajda, öğ retmenin bir gün onu bir öğrenciyle kavga ederken yakaladıktan sonra olanları anlatır. Daha önce de Mustafa'ya fiziksel şiddete dayalı cezalar vermiş olan Kaymak Hafız bu kez Mustafa'yı çok acımasız bir biçimde dövmüş, onu kanlar içinde bırakmıştı. Bundan sonra Mustafa oku la gitmeyi reddetti. O oku lu terk ettiğ inde Zübeyde'n in hala çiftl ikte yaşayıp yaşamadığı kesin olarak bi l inmiyor. En nihayet Zübeyde de a i lenin diğer fertleriyle birl ikte Selanik'e geri döndü; muhtemelen o sıralar kızlarından yalnızca bir tanesi yanındaydı, fakat diğer kızınin ne zaman öldüğü bi l inmiyor.
Öyle görünüyor ki, Mustafa daha yaşamın ın o i lk yı l larında yaşıtlarından d ikkate değer biçimde ayrı l ıyordu; yaln ızca sarı saçları, mavi gözleri, beyaz ten i dolayısıyla değil , tClkat tavır ve davran ışlarıyla da on lardan farklıyd ı . E lde mevcut bi lgi lere dayanarak, Mustafa'n ın "akran larına karşı mesafel i", onlara kuşkuyla bakan bir çocuk olduğunu kesin olarak söylemek mümkün . Küçük bir oğlan olarak ya ln ızca birkaç arkadaşı vardı; genell ik le oyunlara katı lmayıp oyun oynayan ları izlemekle yetinirdi . Bir keresinde, d iğerleri onu birdirbir oynamaya davet ettiler; ama Mustafa oyuna katılmayı reddetti, çünkü eği l ip d iğer çocukların sırtından atlamasına izin vermeyecek kadar "gururlu" idi. Çocuklardan, kendisi dimdik duru rken üstünden atlamalarını isted i (Atay 1 980, s .2 1 ; Parushev 1 973, s.30).
Mustafa'nın bir çocuk olarak sahip olduğu edimsel davranışlara i l işkin sınır l ı bi lgi , onun kendine yeterli, özel, farklı ve d iğer çocukların üzerinde olmak zorunda olduğu fikriyle uygunluk göst.eriyor. Onun kendisi hakkında sah ip olduğu görüş daha önce yaşamış olduğu ve ruhsal yapısı üzerinde izler bırakmış yoksul luk ve yaralanmalara karşı bir savunma olarak abartıl ı bir n iteliğe sahipti . Mustafa'nın yaşadığı mahallede oturan Binbaşı Kadri isimli birisi vardı (Yalman 1 922). Binbaşı'nın oğlu askeri bir ortaoku lda öğrenciydi ve askeri ün iforma giyerd i . Atatürk, bu çocuğu gördüğünde ve sokaklarda tertemiz ün iformalarıyla dolaşan teğmenlere rastlad ığında hissettiği kıskançlıktan söz eder. Kendisinde bir ün iforma giyme arzusu gel işmişti; üstel ik mümkün olan en iy i ün iformayı giymeyi arzuluyordu. Bu arzusunu
ÖlümsÜZ AtatÜrk
gerçekleştirmesin in yegane yolunun askeri bir ortaokula yazı l maktan geçtiğ in i b i l iyordu . Var olması muhtemel d iğer nedenler her ne olursa olsun, ün iforma g iyme arzusunun onun askeri kariyer yapmayı terc ih etmesine neden olduğunun Atatürk'ün kendisi tarafından da kabul edilmesi, onun abartı l ı öz kavramının bu süreçte rol oynamış olduğuna işaret eder. Tip ik olarak, böyle bir karakteristik özel l ik, kişisel görünüme ve yakışıklı olma hayaline duyu lan ilgi ile örtüşür. Oysa, bu konuda Mustafa'nın hayale ihtiyacı yoktu, çünkü, gerçekte d ikkati çekecek kadar yakış ıkl ı bir çocuktu .
Mustafa'n ın askeri bir kariyere başlama kararı, komşuların ın temel değerlerine aykırı düşüyordu . Mahalledekiler d indar Müslümanlard ı; bununla birl ikte, az çok paradoksal bir durum olarak, mahalle sakinleri atak kişi lerd i . Mustafa'nın çocukluğunda mahal ledeki her sokak kendi güçlü adamına sahipti. Bunlardan kendi komşularını gerçekten koruyup kollayan ve birbirleriyle karşı l ıkl ı saygı temelinde i l işki kuran bazıları, Robin Hood karakterindeki kabadayılard ı . Böyle bir adam, geleneksel kuşağ ını çıkarıp onunla kendi egemenl ik bölgesini işaretler, sınır çizgis in i aşarak kendisine karşı gelen herkese meydan okurdu . Mahalle sakinleri bu tür dayılanmalara al ış ıklard ı ve mahalleler arasında bu tür güç gösterilerini hoşgörüyle karşı larlard ı; bununla birlikte, züppe insanlar gözüyle baktıkları ordu mensuplarından hoşlanmazlard ı .
Zübeyde, Mustafa'nın orduya girme arzusundan hoşnut deği ld i . Bu, anne ile oğ lunun birbirinden ayrılması anlamına geliyordu ve ayrıca subayl ık teh l ikeli bir meslekti. Atatürk, annesinin bu konudaki duygularını şu şeki lde tan ımlamıştır: "Asker olmama şiddetle mümanaat ediyordu. Kabul imtihant zamant ona sezdirmeden kendi kendime askeri rüşdiyesine giderek imtihan verdim. Böylece valideye karşı bir emr-i vaki ihdas edilmiş oldu" (Yalman 1 922) . Kendisi için neyin en iyi olduğunu ya ln ızca abartılı bir özkavrama sah ip olan Mustafa bi l iyordu . Kendi yazgısını kendisi seçt i . Mustafa' nın kend i geleceğine i lişkin olarak annesinin arzu larına aykırı bir tasarıma girişmeden önce ona bir tür yatıştırıcı tatmin aracı sunma konusunda babasının başvu rduğu yöntemi izleyip izlemediğini bi lmiyoruz. Yaln ızca, o sıra Mustafa'n ın yaklaşık on iki yaşında olduğunu bi l iyoruz. O dönemde,
Mustafa'dan Mustafa Kemal'e
Türk-Müslüman çocukların pek çoğu yedi, sekiz ya da dokuz yaşında oldukları sıra, kendi kültürlerin in bir gereği olarak hazırlanan, on ların erkekl iğe kabulünü simgeleyen bir tören le sünnet ed il ir lerd i . 1 8
Modern b i r askeri eğ itim almaya kesin olarak karar verdiğinde, Mustafa ergenlik yaşına erişm iş bu lunuyordu. Bu, kısmen, onun kişisel görünümünü abartacak bir arzu olarak da n itelendirebileceğ imiz ün iforma giyme konusundaki arzusunun gerçekleşmesi anlamına geliyordu . Ayrıca, bu, kısmen ü lkü leştirilmiş, Mustafa' n ın orduya girmesine karar vererek kendi kıl ıcını onun yatağ ın ın üstüne asmış baba i le özdeşleşmeye yönelik bir g iriş imdi . Yine, bu, kendisine babası tarafından verilen -ve kendini d in ine düşkün annesinden ayırt etmen in bir yolu olan- "yetenek" ile bir kez daha i l işki içine sokan bir eylemdi . Mustafa, aynı zamanda, askerliği züppece bulan " kötü" anne imgesin in bir uzantısını temsil eden d inine düşkün mahallel in in kend i üzerindeki nüfuzunu da reddediyordu . Ayrıca, Osmanlı dünyasında, ordu, gerek maddi, gerekse saygınl ık açısından toplumun üyelerine en iyi olanakları sunan kurumdu ve askerlik bu bağlamda da Mustafa'n ın kararında bir rol oynadı.
Askeri okul, Mustafa'nın en iyi yanının açığa çıkmasın ı sağlad ı . Bizde uyanan kan ı şu ki, o zamana gel indiğinde, onun kendisinden "bir numara" olmasını talep eden özkavramı muhtemelen bil lurlaşmış durumdaydı. Tıpkı sah ip olduğu hoş görünümün savunmaya yönelik kendi abartı l ı özkavramının talepleri i le gerçekl ik arasında bir "örtüşme" sağlam ış olması gibi, onun doğuştan edin i lmiş zekası, kendisine, yaşıtlarından ve hatta kendisinden büyük olanlardan üstün olma taleplerine benzer bir çözüm temin etmiştir. Mustafa matematiğe karşı i lgi duyuyordu ve bu konuda bir hayl i iyiydi . Yıllar sonra, Atatürk'ün matematik öğretmeniyle olan i l iş kisin i tanımlarken kul landığı ifadeler, genç Mustafa'da geliştiğini gözlemekte olduğumuz görkemli, abartılı özkavramının bir d ışavurumudur: "Az zamanda bize bu dersi veren hoca kadar, belki de daha ziyade malumat sahibi oldum. Derslerin fevkinde meseleler ile iştigal ediyordum. Tahriri sua/ler yaz/-
18 Sünnetin Türk çocukları üzerindeki ruhsal etkileriyle ilgili ayrıntılı bir bilgilenme için bkz., Öztürk (1 963, 1 973), Öztürk ve Volkan (1 97 1 ) ve Volkan (1 979).
Öıümsii: AtatÜrk
yordum. Riyaziye mua/lime de tahriren cevap veriyordum". Atatürk, derslerin düzeyini aşan konularla i lgi l i olduğunu anımsar. Matematik öğretmenine soru lar sormakta, ondan sorduğu soru lara yazı l ı yanıtlar almaktad ır.
Atatürk, adı kendisi gibi Mustafa olan matematik öğretmenini "ciddi bir adam" olarak anımsar: "Hoca sert bir adamdı. Slntfta birinci ikinci tantmıyordu. Birgün bize 'arantzda kendisine kimler güveniyorsa kalksmlar onlan müzakereci yapacağım' dedi. Evvela tereddüt ettim. Ayağa öyleleri kalktı ki ben kalkmamayı tercih ettim. Bunlardan birinin müzakeresi altma girdim. Müzakerenin ortasmda tahammülüm son dereceye geldi. Ayağa kalkarak 'Ben bundan iyi yapanm ' dedim. Bunun üzerine hoca beni müzakereci yaptı. Eski müzakereciyi benim müzakerem altma verdi" (Yalman 1 922) .
Ayn ı röportaj sırasında, Atatürk, kendisine Kemal lakabını veren kişin in matematik öğretmeni olduğunu söylemiştir: "Bir gün bana dedi ki \ oğlum, senin de ismin Mustafa benim de. Bu böyle olmayacak. Arada bir fark olmalı. Bundan sonra adm Mustafa Kemal olsun . . . ' O zamandan beri ismim filhakika \ Mustafa Kemal' kaldı. "
Atatürk'ün Türk biyografı olan merhum Şevket Süreyya Aydemir, 1 974 yı l ında Vamık Volkan i le yaptığ ı bir görüşmede, Atatürk'ün nasıl Mustafa Kemal olarak anı lmaya başlandığı ile i lg i l i olarak farklı bir bulguya ulaşmış olduğunu söylemiştir. Buna göre, s ınıf ta Mustafa isminde bir başka öğrenci daha vardı ve bu öğrenci yetişkin bir kişi olduğunda istanbul'da yaşamış, zengin bir armatör olmuştu . Atatürk'e Kemal adını veren öğretmen, bunu Mustafa'yı kend isinden deği l , o öğrenciden ayırt etmek için yapmıştı . Eğer öykünün bu i kinci versiyonu doğru ise, Atatürk'ün olayı i lk versiyona uygun şekilde hatırlamasına şaşmamak gerekir. Onun görkemli l ik duygusu ve abartılı özkavramı, olayı kendisine daha parlak gelen ilk versiyona uygun olarak hatırlamasına neden olması muhtemeldi r. Kemal ismi, Mustafa'nın abartılı özkavramına "uygun" düşmektedir. Mustafa bu ismi ben imsemiş, "mükemmelliğe" ermiş bir kişi olarak, askeri bir kariyer elde etmeye girişrnek suretiyle anavatanının tarih i i le kendi tarih in i birleştiren yola ç ıkmıştır.
BÖlüm 3
MUSTAFA KEMAL: BiR OSMANlı SUBAYI
O n iki yaşında Mustafa Kemal Selanik Askerı Rüşd iyesi 'nde öğrenciyd i . Annesinin a·rzularına karşı çıkan Mustafa, g iy
d ikleri üniformanın çekici l iği, gayelerinin ciddiyeti (Osmanl ı imparatorluğu'nun geleceği onların elinde olacaktı) ve diğer insanlar üzerinde yarattıkları hayranl ık ve kıskançl ık duygularıyla yaşıtları arasında ayrıca l ık l ı bir yere sahip olan askeri oku l öğrencisi del ikanl ı ların dünyasına dahi l olmuştu . Aldıkları eğ itim sayesinde birer subay olmaya g iden yolda i lerleyen bu gençler, okuma yazma bilen dar seçkin ler grubunun bir parçasını oluşturuyorlard l . Günleri emir a lma ve emir verme eğitimleriyle geçen bu çocukların yaşamları bel l i kural lar çerçevesinde kontrol altına al ınmıştı. Öğ retmen lerin in büyük çoğunluğu orduda görevli subaylardı ve içinde yaşad ıkları dünya hemen bütünüyle erkeklerin dünyasıyd l .
Bu aşamada Mustafa Kemal' i n annesiyle olan i l işkisin i karakterize eden şey, bell i bel i rsiz bir soğukluk ve küskünlük hal iydi . Annesi, yaşamını teh l ikeye sokan b i r mesleği seçmiş olduğu için hayattaki tek erkek çocuğu na gücenmişti; bununla bir l ikte yakışıkl ı oğlunu askeri okul ün iforması içinde görmekten g izl iden gizl iye guru r duyuyordu . Bu dönem boyunca Mustafa'nın genç bir kıza sırı lsıklam aşık olmasına şaşmamak gerekir. Atatürk'ün biyografları, uzun süre, yüksek rütbeli b i r subayın kızı olduğu söylenen bu kızdan yaln ızca "E" olarak söz etmişlerd ir. 1 964 yıl ında, Cumhuriyet gazetesi muhabirierinden Yılmaz Çetiner, bu kızı yaşl ı l ık yı l larında bulmuş ve onunla b i r röportaj yapma şansını elde etmiştir. Kızın adı Emine idi ve gençliğ inde Mustafa Kemal' in komşusuydu . Röportaj s ırasında yetmiş yedi yaşında olduğunu söyleyen bu kadın, Mustafa Kemal'den dört yaş küçük olduğunu hatırl ıyor . 1 9ifade ettiğ i yaş esas al ındığ ında Mustafa Kemal' den dört deği l altı yaş küçük olması gerektiği düşünülürse kad ının verd iğ i bi lg i lerde kimi tutarsızlıklar olduğu söylenebi l ir .
19 Çetiner ( 1 9 64). Emine'ye göre, babası Şevki o sıralar Selanik'te görevli bulunan bir paşa idi . Ayrıca bkz., Borak 1 970, 5.7-1 7 .
Ölümsüz AtatÜrk
Emine, Mustafa Kemal' in yaşıtı olan d iğer çocuklardan farkl ı olmasından çok etki lenmiş olduğunu, onun kendi görünümü konusunda çok titiz bir genç olduğunu hatırlıyor.ıo Emine, kendi çocuksu fantezilerinde Mustafa'n ın padişah olacağın ı umuyordu. Birbirlerine sevgi duymaya başladıklarında kendisi sekiz, Mustafa ise on i ki yaşındaydı; ne var ki, Türk-Müslüman gelenekleri ergenl ik yaşına yaklaştıklarında on ların buluşup görüşmelerini güçleştirmişti. Emine, onu yakından görme fırsatını ancak perde arkasından, Mustafa üniforması içinde d iğer okul arkaqaşlarıyla evlerin in önünden geçtiğ i sırada bulabi l iyordu .
Atatürk, yetişkin olduğu yıllarda, "Eminem" ad l ı bir ha lk türküsünü çok sevdiğini belirtmiş, "Her erkeğin gönlünde bir Emine vardır !" demiştir. Muhtemelen, genç Emine ile olan i lişkisi çocuksu, platonik, ü lkü leştiri lmiş saf bir i lişkiyd i . Bununla birl ikte görünen o ki, bu i l işki, dul annesinin yen iden evlenişinin onda yarattığı acıyı yatıştırmakta hemen h iç etki l i olmamıştı . Mustafa o sıralar on üç yaşındaydı .
Hala genç ve güzel olan dul b i r kad ın ın yen iden evlenme isteğine açıkl ık getiren bütün nedenlerin yan ı sıra, güç ekonomik koşulların dayatması da Zübeyde'nin ikinci evl i l iğ inde rol oynamıştı . Ali Rıza'n ın ölümü Zübeyde'yi çok az miktarda b ir emekli ayl ığı i le geçinmek zorunda bırakmıştı. iki çocuk sahibi yoksul bir dul için gelecek hiç de parlak görünmüyordu . Büyük olasıl ıkla, Zübeyde, karşısına çıkan i lk ta l ib in in evl i l ik önerisin i kabul etti; bu kişi, ismi Rag ıp olan, Selanik'e yeni gelmiş, yirmi i ki ya da yirmi üç yaşında genç bir adamdı . Tütün tekelinde memur olarak çalışıyordu. ilk karısı ölmüştü ve iki hatta belki de üç çocuğu vardı (Atay 1 980, s. 1 9) .2 1 Rag ıp, iç güveysi olarak ai leye katı ld ı .
20 Atay' ın (1 980) Mustafa Kemal' in çocukluk arkadaşlarından işittiklerine göre, Mustafa Kemal yaşamının o aşamasında aşık olduktan sonra giyim kuşamına büyük bir özen göstermeye başlamıştı (5. 1 9) . Atay kitabında kızdan ismini vererek söz etmiyor, fakat bir yarbayın büyük kızı olan ve Mustafa Kemal' in -muhtemelen yaşamının biraz daha i leri bir döneminde- evlenmek istediği Müjgan adında bir diğer kızdan bahsediyor. Ne var ki, reddedilmekten korktuğu düşünülürse, Mustafa'nın evlilik için ısrar etmemiş olduğunu varsaymak mümkün (5.22). Müjgan isimli bir kız hakkında başka bir bilg iye rastlamadık.
21 Üvey kardeşlerinin birisinin adı Süreyya (Toyran) idi . Süreyya bir yetişkin olduğu yı l larda intihar etti. Mustafa Kemal' in üvey kardeşlerinden bir d iğerin in adı Hakkı idi (Atay 1 980, 5.20).
Mustafa Kemal Bir Osman" Subayı
Zübeyde'nin yeniden evlenmesi Mustafa Kemal'i öfkelendird i . Olay, Mustafa Kemal' in ergenlik sonrası döneminin birinci ya da ikinci yıl ında yaşandı . Gençliğe henüz adım atmış delikanl ılar, ergenlik sonrası döneme karşıl ık gelen yıl larda, çocukluk dönemlerinde çeyrelerindeki önemli kişi lere i lişkin olarak edindikleri zihinsel tasavvurlarına yönelik iç bağl ı l ıkların ı terk etmeye başladıkları bir süreçten geçerler. Bu durum, i lkin bir psikoloj ik yap ı krizine (identity crisis), ardından bunu takip eden yeni bir ruhsal yapılanmaya yol açar. Söz konusu ruhsal yapılanma anne babanın ve diğer önemli kişilerin yeniden değerlendiri lmiş görünümlerini içerir. Böylece kendi çocukluk dönemi imgeleriyle olan sıkı bağlarından artık büyük ölçüde özgürleşmiş olan delikanlı, yen i bağI ı l ıklara ve dünyadaki yeni değerlere yönelir. Mustafa Kemal' in çocukluğunun i lk yıl ları c iddi ruhsal yaralanmalarla geçmişti ve çocukluğundaki önemli kişilerin z ihninde bıraktığı izler onun duygusal dünyasıyla tam olarak bütün leşmemişti. Ergenl ik döneminde yaşanan kendi çocukluk döneminin bağl ı lıkların ın bireyselleştiri lmesine i l işkin ikinci süreç (second individuation) yalnızca güç olmakla kalmamış, fakat ayrıca ona daha bütüncül bir tarzda bireyselleşmesi iç in bir d iğer şans tanıdığından önemli bir görev olmuştu .ıı Böylece, inancımız şu ki, annesinin yeniden evlenmesi, Mustafa Kemal için fazladan bir yük oluşturmuştu. Bu olay, daha önceki ödipal mücadelesin in kimi görünümlerini onda yeniden canlandırmakla kalmad ı, fakat ayrıca onun "bir numara" olduğu yolundaki duygusunu da sarsıntıya uğrattı. Paradoksal olarak, Mustafa kendini annesinin keder verici, boğucu yanıyla içiçe geçmiş d insel yanından özgürleştirmeyi arzuluyor olmasına rağmen, annesinin (onun yen iden evl il iğ inde ifadesin i bulan) aralarındaki "özel" i l işkiden vazgeçmesini kabullenemedi .
2 2 Kitapta değinilen ikinci bireyleşme süreci, çocukluk döneminde sevilen ve nefret edilen önemli kişilerin zihinsel tasavvurlarına yönelik sevgisel (Iibidinal) ve saldırgan duygu yatırımının ergenlik döneminde değiştirilmesine veya bu yatırımdan vazgeçilmesine açıklık getirir. Bu dönem boyunca, zorunlu gerileme (çocuksu davranışlara geri dönme) durumu ortaya çıkar; bu gerileme (regression), ergenlik döneminin daha gelişkin egosunu çocukluk dönemine ait dürtüsel durumlarla ve yine çocukluk döneminin nesne ilişkileri ve çatışmalı salkımlarıyla ilişki içine soktuğu için, bireysel gelişime hizmet eder. Diğer bir ifadeyle, delikanlı kendi çocukluk döneminin psikolojik yapısını ziyaret eder, o döneme ait duygu yatırımlarını gevşetir, böylece kendi kişiliğini farklı ve daha ileri bir düzeyde pekiştirmeye hazır duruma gelir (Bios 1 967, 1 979).
Ölümsüz Atatürk
. Mustafa Kemal, evl i l iğe duyduğu öfke nedeniyle, annesin i ve onun yeni kocasın ı korkutabi leceği bir si lah arad ı . Bereket versin, o böyle bir si lahı bulduğunda annesi ve kocası orada deği l lerd i .23 Atatürk, yaşamının daha sonraki yı l larında evlat ed indiği kızlarından birine kitaplarını toplayıp annesinin evin i nasıl terk etmiş olduğunu anlatmıştır (Gökçen 1 974). Annesi onun görkemlik ihtiyaçları için bir tatmin aracı, yıpratıcı olmasına karşın hoşnutluk da veren içten bir sevg i kaynağı değildi artık. Kocası gümrük dairesinde katip olan uzak bir akrabasın ın yanına yerleşti. Böylece, Mustafa bir düzeyde evden kaçış ını gerçekleştirmiş oluyor, fakat, bastırı lmış ya da i l işkisizleştiri lm iş o lması gerektiğini düşündüğümüz bir başka düzeyde, babasının bir gümrü k memuru olduğu zamana karşı l ık düşen çocuklu k yıl ların ın ev yaşamına simgesel olarak geri dönmüş oluyordu .
Annesine karşı soğukluk duyan Mustafa Kemal, askeri oku ldaki öğrenimini tamamladıktan sonra bile annesin i ziyarete g itmedi . 1 895 yıl ında askeri idadıye geçmeye hazırd ı . Okulunda matematik öğretmeni Mustafa'nın da aralarında olduğu bazı öğretmenler onu Kuleli Askerı idadısi yerine Manastır Askerı idadısi'ne başvurmaya teşvik ettiler. Bu okulun sınavlarına g irdi ve kayıt hakkı kazand ı . On dort yaşında, yatı l ı bir öğ renci olarak askeri okulda barınacağı Manastır'a gitmek üzere Selan ik'ten ayr ı ld ı .
Bugün, Selanik gibi Türkiye' nin sını rları d ış ında, Makedonya Cumhuriyeti toprakları içinde ka lan Manastı r (Bitola), Mustafa 'n ın buradaki okula girdiği 1 895 yı l ında, Osmanlı Devleti 'nde stratejik açıdan büyük önem taşıyan Makedonya'n ın en öneml i şehri id i . Dağ sıraları arasında ka lan çok geniş bir ova üzerinde kuru lmuş Makedonya, Osmanl ı Devleti 'nin Yunan istan, Sırbistan ve Bu lgaristan i le olan s ın ırın ı tayin ediyordu . Sırbistan ya da Bu lgaristan'da bir sıkıntı başgösterd iğ inde, Manastır öneml i bir askeri role bürünüyordu . Makedonya'nın kend isi Osman lı imparatorluğu topraklarında (özell ikle de Balkanlar'da) orta l ığ ı birbirine katan mi l l iyetçi l ik rüzgarlarına maruz kalm ış bir rüzgargülü durumundayd ı . ,Makedonya'da Yunanl ı lara ve 5 1avlara yönelik yakınmalar ve talepler, memleketinden i lk kez ayrılmış on dört yaşındaki genç bir çocuk için bir hayli heyecan verici ve kışkırtıcı
23 Bu olayı Dr. Volkan'a anlatan kişi, yaşamının geç dönemlerindeki Şevket Süreyya Aydemir'dir (1 974); Aydemir olayı Celal Bayar'dan duym uştur.
Mustafa Kemal Bir Osmanlı Subayı
olduğunu sand ığ ımız gergin bir ortam yaratıyordu . Mustafa Kemal Selan ik'ten ayrı lmadan önce, Rag ıp' ın oğu l larından biri ona kendis in i koruması için bir çakı vermişt i .24
Zübeyde, oğ luyla olan i l işkis in i düzeltmeye çalıştı. Mustafa Kemal ' in ikinci kocasından hoşlanmadığ ın ı bi len Zübeyde, bu ikisi a rasında dostane bir i l işki ku ru lması için çabaladı . Mustafa 'n ın kend is in i ziyarete geld iği zamanlarda kocasından Mustafa 'n ın gönlünü alacak davranışlar içine g i rmesini istiyordu. Örneğin ondan Mustafa odaya gi rd iğinde ayağa ka lkmasın ı rica ediyordu . Bütün bunlar kabul edi len Tü rk davran ış ka l ıplarına aykırı düşen şeylerd i . Zübeyde, bunu Mustafa Kemal ' in üvey babasına karşı daha saygı l ı olmasını sağ lamaya yönel ik bir çaba olarak açıkl ıyordu; fakat, bu, daha ziyade Zübeyde'n in oğ lunun savunma amaçlı abartı l ı özkavramını desteklemeye yönel ik bi l inçsiz bir çaba gibi görünüyor. Mustafa Kemal ' in üvey babasın ı kabu llenmeye başlamış olduğu söyleniyor: Bu durum dikkate a l ındığında, söz konusu dalkavukça davran ışlar ' a rzulanan sonucu yaratmış görünüyor. Bunun la birl ikte, Mustafa Kemal üvey babasıyla h içbir zaman tekrar ayn ı çatı altı nda yaşamadı -üvey babasın ın kendi annesin in evinde yatı l ı ka lmak üzere evden ayrıldığ ı kısa süreler istisna olmak üzere.
Mustafa Kemal ' in annesi ve üvey babası i!e- uzlaşması, onun Manastır'daki oku l arkadaşları ndan bazılarıyla kurduğu ve yaşamı boyunca sürdü receği dostlukları pekiştirdiği gün lere karşı l ık gel iyordu . Daha önce Selanik'te tan ışmış olduğu bu insan larla, Manastı r'da yaşad ıkları müşterek deneyimler sayesinde sıkı dostluklar gel iştird i . Nuri ((onker) ve Sa l ih (Bozok) bu arkadaşlarından ikisiyd i . 2s
Mustafa Kemal ' le bu dönemde dostluk ku ran a rkadaş lar ın ın hepsi, onunla olan an ı lar ın ı i leride birer kitap hal inde yayımladılar . Bu insan la rı n pek çoğu yetişkin oldukları yı l larda Atatü rk'ün
2 4 B u çakıyı Mustafa Kemal'e veren üvey kardeşi Süreyya Toyran'dı . 25 Mustafa Kemal' in Selanik ve Manastır gün lerinden itibaren yaşamı boyunca
dost kaldığı diğer insanlar arasında Fuat (Bulca) ve ismail Hakkı (Kavalal ı) da vardır. Atatürk'ün Türkiye cumhurbaşkanı olduktan sonra dostlarına akrabalarından daha yakın olduğu bi l in iyor. Ailesi Selanik'te Ali Rıza' nın evine komşu oturan bir kişi, 1 97 5 yı l ında Dr. Volkan'a, cumhurbaşkanı olduktan sonra Atatürk'ün akrabalarından bazılarının hala istanbul sokaklarında süt satarak geçindiklerini bi ldiğini söylemiştir. Muhtemelen, ne bu akrabaları Atatürk'ten kendilerine yardımcı olmasını istemişler, ne de Atatürk onları arayıp ne yaptıklarını soruşturmuştur.
-..ÖlümsÜz AtatÜrk
yakın çevresinde yer aldılar. Atatürk'ün, yetişkin bir kişi olarak, hemen her alanda merkezde yer almış olduğunu ve taraftarı olan kişileri kendi uzantısı olarak gördüğünü bi l iyoruz. Göründüğü kadarıyla, Mustafa Kemal henüz genç bir delikanl ı o lduğu sıralarda da böyle bir eğilime sahipti. Kendi i lgis i dışında kalan her şeye tam bir kayıtsızlık göstermesi ve i lgisiz kald ığı şeyi kendi i lgisine mazhar olamayacak kadar değersiz addetmesi, Mustafa Kemal' in tavrını biçimlendiren bir öğeydi. Kendisini , ortalama insanların i lgi ve kayg ıların ın üzerinde görüyordu .
Manastır'daki okul arkadaşlarının arasında Ömer Naci adında varl ığı heyecan yaratan genç bir adam vardı -Ömer Naci daha sonraları Jön Türkler'in önemli bir sözcüsü olacaktır (Bkz., 5 . Bölüm). Manastır günlerinde genç Ömer kendisini şiir yazmaya vermişti ve sık sık yazdığı şi irleri Mustafa Kemal'e okurdu . B ir gün Ömer, Mustafa Kemal'den kendisine okuması için ödünç b i r kitap vermesini istedi, fakat kendisine önerilen kitapların h içbirine ilgi göstermedi . Bu durum Mustafa Kemal' in canın ı çok sıktı; Ahmet Emin' le yaptığı bir röportajda anlattıkları, olayın kendisinde uyandırdığı duyguyu açığa vuruyor. Mustafa Kemal h içbir alanda bir insan karşıs ında ikincil duruma düşmeyi kabullenememiş görünüyor. Edebiyat ça l ışmaya başlayan Mustafa Kemal şair olmaya çal ıştı . Sonraları, öğretmenlerinden bir in in kend is in i şi ir yazmaya duyduğu i lgiden cayd ırdığ ın ı hatırlar. "Fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat beni şiirle iştigalden menetti. 'Bu tarz iştigal seni asker olmaktan uzaklaştmr' dedi. Ma-haza güzel yazmak hevesi bende baki kaldı" (Yalman 1 922) . Ş i i re olan i lgis i , çok geçmeden onun siyasal konu lardaki tartışmalarda daha özümseyici bir kavrayışa sahip olmasına ve güzel konuşma sanatında deneyim kazanmasına kapı araladı. Mustafa Kemal ' in yazmış olduğu şi irlerden hiçbiri ele geçmemiştir.26
E lde, Mustafa Kemal' in , Namık Kemal ' in bazı d izeler ini kısmen değişikliğe uğratarak yeniden yorumladığı birkaç dizesi vard ı r. Namık Kemal, henüz yeni yen i fil izlenen Türk mi l l iyetçi l iğ in in
, . insan onun şi irlerini imha edip etmediğini merak ediyor. Sahip olduğu kişi l ik ya· pısı düşünülürse, onun yazdığı şi irleri başkalarıyla paylaşılamayacak denl i "güzel" ya da "kötü" bu lması ve bu yüzden de muhafaza edilmemeleri gerektiğini düşünmüş olması muhtemel görünüyor. Mustafa Kemal'in yaşamının daha sonraki yıl larında fotoğrafçılar tarafından çekilmiş resimlerinin bazılarını "kötü" bularak bunların imha edilmelerini emretmiş olduğunu b i l iyoruz.
Mustafa Kemal Bir Osmanlı Subayı
bir şairi olarak, Mustafa'nın çağdaşları arasında büyük bir saygınl ığa sah ipti. Özell ikle genç subaylar ve Osmanlı imparatorluğu'nu hasta yatağından kaldırmada kendi lerine rehberlik edecek fikirlerin arayışı içindeki askeri öğrenciler onun şiirlerini çok beğeniyorlard ı . Namık Kemal' in yazdığı şiir, oyun ve makalelerde, geleneksel islami değerlerle Batı 'dan gelerek imparatorluğa nüfuz etmeye başlamış toplum, devlet idaresi, kültür konularındaki yeni fikirleri birbiriyle uyumlu kılma arayışında olan yeni bir sesin yankılarını buluyorlard ı . 1 840 yıl ında Tekirdağ'da aristokrat bir Osmanl ı ai lesinde dünyaya gelen Namık Kemal, Osmanl ı bürokrasisi içinde ça l ışmıştır. Tü rkçe, Arapça ve Farsça bilgisi üzerinde yoğun laşmış geleneksel eğitimin in yan ı sıra Fransızca öğrenmiş ve zamanının bir kısmını Avrupa'da geçirmişti. Yazılarında dile getird iği bazı düşüncelerle padişahı öfkelendirdiği için, Avrupa'da geçirdiği yıl ların bir bölümünde sürgün konumundaydı . Namık Kemal' in eserlerindeki vatanseverl ik Mustafa Kemal'de b ir duygudaşlık uyandırd ı . Namık Kemal' in en çok bil inen d izelerinden birinde umutsuz bir durum şu şekilde ifade edi l ir:
"Vatanm bağrına düşman dayamış hançerini Yok imiş kurtaracak bahtı kara ma derinl" Mustafa Kemal son mısrayı şu şekilde değiştirecektir: "Bu/unur kurtaracak bahtı kara maderint" Bu mısra yalnızca tehdit altındaki Osmanlı imparatorluğU'na
deği l, fakat ayrıca burada ü lken in yerini a lmış olan ve Mustafa Kemal' in ü lke gibi kurtarılmaya ihtiyacı olduğunu düşündüğü kendi annesiyle olan i l işkisine de göndermede bulunur.
Mustafa Kemal öğretmenlerinden birin in tavsiyesi üzerine şair olmaya duyduğu i lgiden vazgeçerken, sah ip olduğu eğitim temeli, çoğunlukla Fethi olarak an ı lan bir d iğer arkadaşı Ali Fethi' (Okyar)nin vesayeti altında gelişme kaydetmeye devam etti. Ali Fethi, geleceğin liderin i siyasal ideoloji ile i lk tanıştıran kişi 01-du .27 Ali Fethi, Mustafa Kemal' in kimi güçlüklerle karşı laştığı Fransızca konusunda uzmanl ık düzeyinde bilgiye sahipti. Fransızca öğretmeni çeşitli kereler Mustafa Kemal' in dil konusundaki yetersizl iğinden yakınmış, bundan üzüntü ve gücenikl ik duyan
27 Paru5hev 1 973, 5.38. Ali Fethi 1 880 yılında doğmuştu ve Mustafa Kemal'den yalnızca birkaç ay büyüktü.
ÖlümsÜZ Atatürk
Mustafa Kemal, Fransızca öğrenme konusundaki çabalarını iki katına çıkarmıştı. Bu konudaki yetersizliğ in i aşabilmek için Selanik'teki tatilieri s ırasında Özel ders al ıyordu . Kaydettiği gelişme, Fethi 'n in onu Rousseau, Comte, Voltaire, Demolins, Montesqu ieu gibi düşünürlerin eserleriyle tan ıştırmasına olanak tanıdı .
Mustafa Kemal ' in fiziksel gel işimi entelektüel gelişimi i le el ele yürüdü. Manastır'da genç, yakışıklı bir adam o lmuştu . . Ütüıü ün iforması içinde kusu rsuz bir görüntü çiziyor, kendisine yakışan
hoş bir bıyık bırakıyordu . Orta Doğu'da bıyık ve sakal erkekl iği ima ederdi . Bıyığı ve sakalı olmayanlar yalnızca köselerdi . Mustafa Kemal ve a rkadaşları Selanik'te tati lde oldukları zamanlar sık s ık şehrin Avrupa yakasına gidip gel irlerd i . L iman bölgesindeki Avrupa yakası, çoğunluğu Yunanl ı lar tarafından işletilen cafe ve barlarıyla ün ıüydü . Buradaki atmosfer içinde insanlar hemen her konuda Mustafa Kemal' in kendi Türk-Müslüman semtinde yaşamış ve görmüş olduğundan çok daha serbest ve rahat davranıyoriard ı . Peçesiz kad ınlar şarkı SÖyleyip dans ediyor, erkeklerle ayn ı masaları paylaşıyorlard ı .
Ortamdan keyif duyan Mustafa Kemal eğlenceye katı l ı r ve alkol al ırdı.28 Gece ku lüplerinde etrafını saran kadın lar onu dayanı lmayacak kadar etkileyici bu luyorla rd ı . Gönül macerası teklifinde bulunanları geri çeviriyor, bunlar ın hiçbiriyle duygusal bir yakın laşma içine g i rm iyordu. Peşinde koşandan çok peş inde koşulan, vermekten çok a lan kişi durumundayd ı . Bu du rum, onun sah ip olduğu abartı l ı özkavramını destekleyip pekiştirmiş olmal ı .
Yoğun ders dönemleriyle ve sık tati l lerle geçen askeri öğrenci l ik devresi boyunca sahip olduğu yaşam, gerçek dünyadan bütünüyle kopuk bir yaşam deği ld i . Yunanl ı ları, S ı rpları ve Bulgarları ateşlemiş olan u lusal ku rtu luş hareketleri, her an si lahl ı b ir ayaklanmaya yol açab i l i rd i . Makedonya, Yunanı ı larla Osmanl ı lar a rasındaki b i r çatışmanın sonucu olarak, 1 896'da ka rışıkl ık içine sürüklend i . O sıra lar Osmanl ı ların idaresi a ltındaki G i rit adasında bir Yunan ihti lal i başlad ı . Adada yaşayan Rumiar, Atina'daki Yunan hükümetinden askeri ve diplomatik destek görüyorlard ı . Dü-
28 Asılsız olduğunu düşündüğümüz bir söylenti, onun daha çocuk olduğu yaşlarda alkole al ışmış olduğundan söz eder. Bir başka öyküde, onun istanbul 'daki Har· biye Mektebi'nde rakı i le tanıştığı ve o zamandan sonra rakının müdavimi hal ine geldiği i leri sürülür.
Mustafa Kemal Bir Osmanlı Subayı
vel-i Muazzama'n ın adada bir reform programı uygu lanmasın ı kabul ettirmek iç in Padişah i i . Abdü lhamid'e baskı uygulayarak ve Yunan hükümetin i Girit'teki isyancı ları açıkça desteklemekten al ıkoyacak, d iplomatik krizden ku rtulmaya çal ışt ıkları yıl lar boyunca Girit iç in için yanmaya devam etti . Gi rit'teki sıkıntı, Makedonya'daki Yunan l ı lar için harekete geçip Osmanl ı lara ve Bu IgarIara karşı örgütlenmek gerektiğ ine işaret eden bir gelişme oldu; bunlar, Osmanlı lar ın ve Bulgarlar ın yayı ımac ı arzu larını eşit derecede kaygı uyand ırıcı buluyorlard ı .
1 897 yı l ı n ın Şubat ayı başlarında Girit'teki olaylar rayından çıktı. Müslümanlar ve H ı ristiyan lar birbirleri n i boğazlamaya başlad ı lar. Adadaki Yunan konsolosu , adaya müdahale edilmesi yolunda yoğun ve kitlesel gösterilere sahne olan Atina'daki Yunan hükümetine telg raf çekerek yard ım isted i. Gösterilerin baskısı altında kalan Yunan hükümeti bu talebe olumlu karşı l ık verdi . 1 3 Şubat günü bir Yunan birliği G irit'e çıktı; fakat, Yunanlı subaylar topluluğu için G i rit ikinci dereceden öneme sahip bir gösteriden ibaretti. Yunanl ı subayların çoğu, u lusal güçleri kışkırtarak Helenizmi güçlendirmeyi amaçlayan Etniki Eteriya adlı g izl i bir örgüte üyeydi ler. Teselya, Epir ve Makedonya örgütün eylem alanı içindeki diğer merkezlerdi; örgütün programı Osmanl ıların buralardan çıkarı lmasını ve Osmanl ıların yerine Yunanl ı ların ve Yunan hükümetinin geçirilmesini öngörüyordu . Etniki Eteriya, askeri donanım masrafları hükümetçe karşılanan kend i "gönüllü ler" birl iğine sahipti ve bu birl ik Osmanl ı imparatorluğu sınırında yoğunlaşıyordu . Örgüt, ayrıca kendi düzenl i ordularını savaş düzenine geçirmesi ve Türklere karşı harekete geçmesi için hükümet üzerinde baskı kuruyordu. Yunan ordusunun tam seferberlik durumuna geçmesi emri 1 5 Mart'ta veri ld i . Savaş artık çok yakınd ı .
Büyük devletlerle yapılan müzakereler aracı l ığıyla Girit ayaklanmasına diplomatik bir çözüm getirmeye çalışmış olan ve ş imdi Yunan tehdidi i le karşı karşıya bulunan Osmanlı hükümeti, savaş düzenine geçmek zorunda kaldı . Osmanl ı Devleti'nin Avrupa'daki vilayetlerinde heyecan arttı; fakat bu heyecan h içbir yerde Manastır'da olduğu kadar yüksek deği ldi . Önemli bir askeri merkez olan Manastır tam bir seferberl ik telaşı içindeydi . Acemi askerler si lah altına al ınıyor, birl ikler oluşturuluyor, askerler gö-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
rev bölgelerine sevk ed i l iyordu . Mustafa Kemal ve bir arkadaşı cepheye giden bir birl iğe katı lmak isted iler, fakat durumları açığa çıkınca al ın ıp okula geri gönderild i ler. Mustafa Kemal' in kendi kişisel yazg ısı, büyükbabasın ınki g ibi , geniş ölçekli tarihsel olayların ördüğü ağa yakalanmıştı. Giderek gel işen oyunda Önemli bir aktör konumunda deği ldi hala; fakat, kendi bi reysel yazgısı ile kendi çağın ın yazg ısının içiçe geçmeye başlayacağı an giderek yaklaşıyordu .
1 7 Nisan'da, Yunan ordusu Osmanl ı hükümetini i l işkileri kesip savaş i lan etmek zorunda bırakacak şekilde Osmanl ı s ın ırına yığ ı ldı . Yunanlı lar, gerek asker sayısı gerekse askeri donan ım konusunda Osmanlıların gerisinde bulunuyorlard ı . Almanlar tarafından son yıl larda eğiti lmiş ve yeniden teçhizatland ırı lmış Osmanlı bir l ikleri çok geçmeden Yunanl ı ları geri püskürttü ler ve sın ı rı geçerek Yunan topraklarına g i rd iler. i ki hafta içinde Yunan ordusu moral açıdan tamamen yıkıld ı ve tam bir çöküş noktasına geldi . Yunanistan' ın bozguna uğraması, Ortadoğu'nun dip lomatik statükosunda Düvel-i Muazzama'n ın henüz hazır olmadıkları değişikl iklere yol açacaktı. Böylece, nihai olarak 1 9 Mayıs 1 897 tarih l i ateşkes anlaşmasıyla sonuçlanacak d iplomatik manevralar başlatıldı. Barış müzakereleri yaz boyunca devam etti ve ancak Eylü l ayında bir sonuca u laşılabildi . Varılan anlaşmaya göre barış anlaşması Aralık ayında imzalanacaktı. Almanya ve Rusya, padişahın almayı umduğundan ya da savaş alanında kazanmış olduğundan çok daha azıyla yetinmesi için Osmanlı lar üzerind.e baskı kurdu lar. Yunanistan yeni toprak kazanımları ve daha büyük saygınl ık getireceği öngörüsüyle savaşa g irişmişti, fakat Avrupa devletlerin in kendisine sağladığı destek yalnızca savaştan pratik olarak yara almadan çıkma olanağıyla sınırlı kaldı. Düvel-i Muazzama, kendi aralarındaki rekabet ve çekişmeler her ne olursa olsun, Müslümanların kontrolünden çıkmış toprakların kendi ellerinden kayıp tekrar kafir Osmanlı Türklerinin eline geri dönmesine izin vermeyecekti.29
imparatorluğun uyruklarının pek çoğunun gözünde, impara-29 Girit adasında özerk bir idare kuruldu. Ada padişahın uyruğunda kaldı, fakat
adanın yönetiminde Yunan hükümetinin mutabakatında padişahın onayıyla atanan Hıristiyan bir vali sorumlu oldu. Yunanistan adayı 1 9 1 2 yılında kendi topraklarına kattı.
Mustafa Kemal Bir Osmanlı Subayı
torluğu kendi varl ığında cisimleştiren Padişah i i . Abdülhamid, kendisini sqn derece kritik bir durumda buldu . imparatorluğu içteki ve d ıştaki düşmanlara karşı savunabilmek için, Osmanl ı toplumunu ve!.Osmanl ı kurumlarının hemen hepsini etkileyecek gen iş ölçekli �ir reform ve modernleşme programını başlatmak zorunda kaldı. Reformdan belki de en çok etkilenen kurum ordu oldu . Ordunun eğitim sistemi elden geçirildi; Almanlar başta 01-mak üzere .yabanCl eğitmenler getirildi, pek çok genç Osmanl ı subayı eğitimlerin i daha da geliştirmeleri iç in yurtdışına gönderildi . Büyük devletler bir yandan reform çabalarında Osmanlı lara yardım ederlerken, d iğer yandan imparatorlukta yaşayan azın l ıkların durumlarını iyileştirmesi için Abdülhamid üzerinde sürekli bir baskı oluşturdular. Dahası, imparatorluk "Doğu Sorunu" olarak bi l inen ve Osmanlı Devleti 'nin varlığıyla doğrudan i lgi l i olan uluslararası d ip lomatik oyunda bir seyirci durumuna ind irgendi .
imparatorluk topraklarının mümkün olduğu kadar büyük bir bölümünü muhafaza etmeye çalışan i i . Abdü lhamid gerek modernleşme sürecin in gerekse imparatorluğun içişlerin in idaresinde g iderek artan ölçüde despotikleşti.30 Başvurduğu bu despotizm, çok geçmeden, onu imparatorluğu bir arada tutma konusunda en çok bel bağlamış olduğu genç subaylar sınıfıyla askeri okul lardaki öğrenci lerden gelen bir dirençle karşı karşıya getirdi . Yeni yen i oluşan, Batı'n ın anayasal gelişim sürecin i tarihsel olarak öğrenmiş ve i ng i l izlerinki başta olmak üzere batılı siyasal kurumların işleyiş ini doğrudan gözleme fı rsatı bulmuş olan bu askeri seçkinler g rubu, padişahın ağır siyasal baskısından hoşnutsuzluk duymaya başlamıştı .
ii. Abdülhamid Osmanl ı toplumsal yaşamının hemen her alanı üzerinde sıkı bir kontrol kurmuştu; dolayısıyla, muhal iflerinin hareket alanı b i r hayl i dard ı . Bunlardan bazı ları, gönül lü olarak Avrupa'n ın ,büyük şeh irlerine sürgüne gittiler ve bu şehirlerde pad işah tarafından daha önce sürgüne gönderilmiş olanlarla ta-
30 I I . Abdülhamid çok kuşkucu bir insandı ve bu kuşkuculuğu neredeyse paranoya düzeyine varmıştı. Savaş gemilerinden açılacak muhtemel bir top ateşine karşı daha g
'Üv�nceli olacağı düşüncesiyle i stanbul'da şehrin daha içlerinde yeni bir sara� yap'tırdığı söylenir. Siyasal açıdan muhafazakar bir insan olmasına karşın, et�i.n bir reformcu, batılılaşma yanlısı bir padişahtı. Bkz., Shaw ve Shaw 1 977, s . 1 97 -27 1 ve B. Lewis 1 968, 5. 1 7 1 -205.
Ölümsüz AtatÜrk
nışıp kaynaştı lar. Padişah ın nüfuz sahası içinde kalan d iğer bazıları, siyasal meseleleri tartışmak ve siyasal eyleme yönel ik bir örgütlenmeye g irişmek üzere gizl i gruplar oluşturdular. Orduda görevli olanlar kendi toplantı ve tartışmaların ı kışlalarda ve yatakhanelerde yapıyorlard ı . Bunlar, a ra larına i i . Abdü lhamid' in ajan lar ın ın sızab i leceğ i korkusunu sü rekli yaşıyorlard ı . Dönem, padişah ın şahsına hürmet gösterecek, neredeyse onu baba sayacak şekilde büyütü lmüş pek çok Osmanl ı için hayli 'güç bir dönemdi .
Mustafa Kemal bütü n bu siyasa l faal iyetlerin uzağında deği l d i . Manastır'da öğrenci olduğu sıra padişahı tahttan ind irmeye yönel ik b ir girişimde bulunulmuştu . Bu harekete öncü lük edenler istanbul 'daki Askerı Tıbb iye Mektebi öğrencileriyd i . 1 889'da Osmanl ı imparatorluğu'ndaki i lk devrimci cemiyeti kurmuş olan bu öğrenci ler, 1 896'da bir darbe g i rişiminde bulundu lar, ancak başarı l ı olamad ılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları o sıralar bu hareketle doğrudan bir bağa sahip deği l lerd i; ancak, kulaktan kulağa an latılan bu olayın okuldaki öğrenciler arasında işiti ld iği ve konuşulduğu muhakkaktl.
1 899 yıl ı Mart ayında Manastı r'daki eğitimini tamamlayan Mustafa Kemal, eğitimin i Harbiye Mektebi'nde sürdürmesi için istanbu l'a gönderi ld i . Tıbbiye Mektebi'nden yayı lan devrimci etkiler Harbiye Mektebi'ne de sıçramıştı; fakat, Mustafa Kemal kendis in i bu hareketlerden uzak tutmayı yeğlemiş görünüyor. Harbiye Mektebi'ndeki yı l larını şu şekilde hatırlıyor:
"Harbiye senelerinde siyaset fikirleri başgösterdi. Vaziyet hakkmda henüz nafiz bir nazar hasıl edemiyorduk. Sultan Hamid devri idi. Kemal Bey'in kitaplannt okuyorduk. Takibat sıkı idi. Ekseriyetle ancak koğuşta yattıktan sonra okumak imkantnt buluyorduk. Bu gibi vatanperverfme eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması işlerin içinde bir berbatılk bulunduğunu ihsas ediyordu" (Yalman 1 922). Mustafa Kemal, ortada "yanlış bir şey" olduğunun farkında
bulunmakla birl ikte, ü lken in içinde bulu nduğu siyasa l tabloyu anlamaya ça l ışmak için o sıralar pek çaba harcamad ı . En nihayet, yaşamaktan keyif duyduğu hareketli, eğ lence dolu bir şeh i rde canl ı , d inç, cinsel açıdan aktif genç bir adamdı . i ki nci yı l 460
Mustafa Kemal Bir Osmanlı Subayı
kişi l ik sınıf ta on ikinci sıraya, 459 öğ rencin in bulunduğu üçüncü yıl sekizinci sıraya yerleşen Mustafa Kemal , uzun vadede Ha rbiye Mektebi'nde başarıl ı bir grafik serg ilemiş olmasına karşın, okuldaki ilk yılını, herkesin kendine göre bir tat bulabileceği Osmanl ı başkentinde gençlik fantezilerin in belirled iğ i bir yaşam (Yalman 1 922) içinde geçirmiş olduğunu söyler.
Mustafa Kemal'in gençlik fantezisi olarak tanımladığı şey, ayrıca, geceleri uyumakta zorluk çekme gibi depresif durumları da içermekteydi . Osmanlı başkentinde sahip olduğu abartılı özkavramını besleyip destekleyecek araçları i lk başlarda bulamamış olması muhtemel görünüyor. Depresif durumların ın nedeni bu olsa gerek. istanbul, Mustafa Kemal için, tanışı olan hemen h iç kimsenin bulunmadığı yeni bir şehirdi . Abartıl ı özkavramı sevgi ve hayranl ığa, muhteşem olma duygularını doyuracağı araçlara ihtiyaç duyuyordu . Bu araçlar halihazırda mevcut değillerdi ve bunların yokluğu onun özsaygısı üzerinde sarsıcı bir etkiye yol açtı .
Kendisini depresif duyguların sald ı rısından ve gerilemiş bir özsaygısından koruma arayışına girmiş olan Mustafa Kemal, kendin i çı lgınca hafifmeşrep kad ın ların kendisine gösterdiği yakınl ık ve hayranl ığa verd i .31 Bu tür bir "cinsel rahatlığa dayal ı narsisist davranış" (Kernberg 1 975, s.288), Mustafa Kemal açısından, kend i abartı l ı özkavramının istikrarın ı yeniden sağ lamaya yönelik bir çabayı ifade ediyordu . Bu cinsel rahatlığın işlevi, onun yen i insan larla daha iyi i l işki ler içine gi rme umudunu korumasını kolaylaştı rmaktı . Diğer bir işlevi ise, onun cinsel içtep ileriı:ıin nesnelerini duygusal bir yıkımdan korumaktl.
Bu çı lgın cinsel hareketl i l ik, az ka lsın Mustafa Kemal' in Harbiye Mektebi 'n in i lk yı l ında sınıf ta kalmasına neden oluyordu . Emekli b i r generalin oğlu olan A l i Fuat (Cebesoy) ile ku rduğu dostluk sayesinde yakasını böyle bir sıkıntıdan ku rtard ı . Al i Fuat, Mustafa Kemal' i babasıyla tan ıştı rdı; emekli general oğ lunun yeni a rkadaşından hoşlandl . Al i Fuat, Selanik'ten kendi şehri is.tanbul'a gelmiş bu taşralı akranına yakın l ık gösterd i; istanbul 'un gezip görmeye değer yerlerin i dolaştırd ı . Mustafa Kemal' i rakının keyfiyle tan ıştıran kiş in in Ali Fuat olduğu söylen ir.
31 Kinross (1 965), yaşantısının bu aşamasında Mustafa Kemal'in h içbir sınırlama içine g i rmeden kadınlarla içl i dışı! old uğunu söyler.
_ Ölümsüz Atatürk
Bu aşamada, Mustafa Kemal yen iden sağlam bir kiş i l ik yapısına bürünmüş görünür. Muhtemelen, yakın ında kendisine i lg i gösteren ideal bir baba bulması ona gereksinim duyduğu psikoloj ik teşviki sağlamıştır. Böylece, M ustafa Kemal yeniden kendisini okumaya verdi; kendisinde Napoleon'a yönelik derin, ama aynı zamanda eleştirel b i r i lg i gelişti. Padişahın -d iğer bir ifadeyle "kötü" babanın- zorba yönetiminden hoşnutsuzluk duymaya başladı ; gizl i bir gazete çıkaran genç bir gru bun içinde sivrilerek öne çıktı . Gazetedeki başyazıları çoğunlukla Mustafa Kemal yazıyordu . B i r keresinde, oku l idaresinden subaylar beklenmedik bir s ıra gazetenin hazı rlandığı odaya g ird i ler; fakat, odadaki suç kanıtlarını görmezden gelmeyi yeğlediler. Mustafa Kemal ' in Harbiye Mektebi' ndeki eğitimin i tamamlamasına izin veri ldi . Yirmibir yaşında bir "mülazım-ı san!" olarak okuldan mezun oldu. Mezuniyetinden hemen sonra kendisini subay üniforması içinde gösteren bir fotoğraf çektirdi ve hayranl ığını kazanmak amacıyla bu fotoğrafı annesine yol ladı .
Harbiye Mektebi 'n i başarıyla bitiren Mustafa Kemal'e, yine istanbul' da bulunan Harp Akademisi 'ne kayıt hakkı tanındı . Göze batan, çal ışkan bir öğrenci olarak görülüyordu; fakat en iyi öğrenci deği ldi henüz. Yalnızca d iğerleri arasından seçi lmiş en iyiler arasında yer alan bir öğrenciyd i . Harbiye Mektebi'nin i lk yı l ında yaşamış olduğu depresif durumlar, ara sıra yen iden baş gösteriyordu . Kimi zaman özgüvenini yitiriyor, aksi, huysuz davranışlar gösteriyordu. Yaşamının daha sonraki yıllarında n iç in böyle durumlar yaşamış olduğunu anlayamadığını söylemiştir. isyankar duygu la r içine sürüklendiğ in i hatırlayabiliyor, ama bunlara neden olan etkenlerin ne olduğunu kestiremiyordu . Harp Akademisi 'nde geceleri uykuya geçmekte zorlanıyor, sabahları bitkin bir şekilde uyanıyordu . Atatürk, yaşantıs ın ın o döneminde s ık s ık sabahları uykudan kalktığında zihinsel ve bedensel olarak kendisini çok yorgun h issettiğini , s ın ıf arkadaşlarının kendisinden "daha zinde, daha mutlu ve şen" olmalarını kıskandığını hatırlar (Aydemir 1 969, 1 . (ilt, s.77).
Mustafa Kemal Bir Osmanlı Sybayı
Bu tür depresif durumlar, Mustafa Kemal'de görkemli l ik duygu larıyla eşanl ı veya nöbetleşe yaşanmıştır. 32 Kendi fantezilerinde hükmeden kişi durumundayd ı . S ıkıntıya düşmüş vatanı gelip kurtaracak bir kahramandı , Gerçekte, etrafında toplad ıkları, kend isine hayran olan ve kendi uzantısı olarak görünen kişilerdi . B ir keresinde, Mustafa Kemal ve arkadaşları hükümetin geleceğiyle i lgi l i öngörü lerde bulundukları bir tartışmaya girişmişlerd i; Mustafa Kemal geleceğ in bakanlar kurulunda görev dağı l ımın ı yapıyor, l iderin konumunu saptıyordu . Kendisinin rolünün ne olacağı soru lduğunda, vakur bir tavırla şu karşı l ığı verd i : "Bu görevleri size verecek kişi ben olacağım." Güzel konuşma sanatı konusunda sahip olduğu yetenek ve tavırları komuta edici bir n iteliğe bürünmeye başlamıştı .
Mustafa Kemal 1 905 yı l ında Harp Akademisi' ndeki öğrenimini tamamladı; el l i yedi kişi l ik sınıf ta beşinci sıradayd ı . Yirmi dört yaşında bir kurmay yüzbaşıydı artık.
Kurmay yüzbaşı rütbesiyle istanbul Beyazıt'ta bir eve yerleşti . Ayrıca, arkadaşlarıyla bir l ikte, eve yakın bir yerde hükümet tarafından yasaklanmış kitapları okuyup tartışabilecekleri, kendi fikirlerinden söz edebilecekleri ortak bir daire kiraladı lar. Bu tür faaliyetler gözden kaçmıyardu . Bir gün, askeri oku ldan atı lmış genç bir adam zor günler geçirdiğini söyleyerek Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla yakınlık kurdu . Gru p bu adamı içine aldı; ancak bir süre sonra adamın hükümetin bir hafiyesi olduğu anlaşıldı . Mustafa Kemal, A l i Fuat ve d iğerleri yakalanıp sorgu landıktan sonra tutuklandı lar. Bu olay anların askeri kariyerlerin i tehl ikeye düşürdü; fakat, ordudan atı lmak yerine imparatorluğun ücra köşelerine atandı lar. Mustafa Kemal, o günlerde, oğlundan kendisine üniformaları içinde ve yüzünün büyük bölümünü g izleyen yukarı doğru kıvrı lmış gösterişli bıyıklarıyla göründüğü bir fotoğraftan başka bir şey kalmamış annesinin yaşadığı Selanik'e gidip birkaç gün kalmayı çok istedi . Fakat şimdi Selanik çok uzaklardaydl . . Ali Fuat i le birl ikte Suriye'deki Beşinci Ordu 'ya görevli gönderi ld i .
3 2 Görkemli kişilik yapısına sahip kişilerdeki bu tür ruh hali değişimleri tipiktir. Bach (1 977), "slOlrlı sürelerle ve birden yaşanan tereddütlerle karakterize olmaları, iç görü yetisinin ve genel kişilik bütünlüğünün görece korunması KOşuluyla" (5.224) ruh halinde gözlenen bu tür değişim ve savrulmaları klasik döner kişil ikten (siklotimi) ayırt eder.
Bölüm 4
SÜRGÜN
S iyasal faal iyetleri yüzünden Şam'a sü rgüne gönderilen Mustafa Kemal kendisini yıkıma uğramış h issetti . Ba lkan
lar'da bir yere atanacağın ı umuyordu; annesine bir mektup yazmış, yakında Selan ik'te olacağ ın ı bi ldirmişt i . B i r süre sonra birbirlerini göreceklerd i . Yegane tesel l i kaynağı, a rkadaşı Ali Fuat' ın da kendisiyle bir l ikte Şam'a tayin ed i lmiş olmasıyd ı . Tayi n edild ikleri yeri öğrendi klerinde; Mustafa Kemal i le Al i Fuat bir şişe viski ve bi rkaç şişe maden suyu a larak Ali Fuat' ın anne babasının evine çeki lmiş lerd i . Evde içerek bir l ikte efkar dağıtmışlard ı (Cebesoy 1 967, s.80).
Mustafa Kemal v.e Ali Fuat, kendileri gibi Şam'a atanan kendi gruplarından üçüncü b i r kişiyle birl ikte Suriye'ye doğru yola koyuldular. i lkin, b ir gemi i le, daha o günlerde bile batıl ı laşmış atmosferiyle bi l inen Beyrut'a gittiler. Batı i le güçlü i l işkilere sahip geniş bir H ı ristiyan Arap nüfusa sah ip Beyrut, başta gece ku lüpleri ve eğ lence merkezleri olmak üzere, pek çok bakımdan Selan ik' i andırıyordu . Mustafa Kemal ve Ali Fuat Şam'a geçmeden önce orada birkaç gün kalmaya karar verdi ler.
Beyrut'a yaptıkları yolcu luk olaysız geçti. Birinci s ınıf mevkide yolcu luk ediyorlard ı ; gemide yemekler iyiyd i; hal lerinden hoşnutlard ı . Gözlen iyor olabi lecekleri ya da peşlerinden bir hafiye salınmış olabi leceğ i düşüncesi z ih in lerinden h iç çıkmıyor olmakla birl ikte, üç genç subay bulundukları ortamın tad ın ı çıkarmaya çalışıyorlard ı . Mustafa Kemal, d iğerlerine, ön leri nde yeni bir yaşamın uzandığ ın ı söylüyordu .
Beyrut'a vard ıklarında oku lda aynı sınıfı paylaşmış o ldukları iki arkadaşları tarafından karşı land ı lar; bu ikisi Su riye'ye onlardan önce gelmişler, b ir yolunu bulup Şam yerine Beyrut'a atanmaIarını sağlamışlardı . Arkadaşları olan bu subaylar şehri dolaştırd ıktan sonra on ları iyi bir otele yerleştirdiler, onlara tayi nlerini Beyrut'a ald ırmak için çaba göstermelerin i öğütıüyorlard ı . Bu şeh i rder:j eğlenceli ortam kısa süre sonra onlara istanbul 'u unutturdu.
Mustafa Kemal ve yol a rkadaşları Beyrut'tan ayrı larak Şam'a gitmek üzere trenle yola çıktılar. Ali Fuat' ı n babası seçkin bir paşa ve tanınmış bir askeri şahsiyet olduğu için, Şam'daki komutan emrine verilen bu genç subayları samimi, dostça bir havada karşılad ı . Ali Fuat'a babasın ın sağ l ık ve keyfin in nasıl olduğunu sordu . Komutan onlara yeni görevlerinde başarı lar d i ledi; fakat kıtaya henüz yeni ayak basıyor olmalarına karşın bu acemi subaylar bile Beşinci Ordu'nun etkin bir savaş birliği olmanın çok gerisinde olduğunun farkına varmışlard ı . Yollarda gördükleri askerlerin bakımsız ve sefi l hal i bu kanıya varmaları için yeterli olmuştu .
Şam, Mustafa Kemal için ideal bir ortam deği ldi . Daha önce eğ itimini imparatorluğun en modern askeri okullarında yapmış olan Mustafa Kemal, ora larda öğrenmiş olduklarını buradakilere aktarmaya hazırdı , fakat onun söyled iklerine i lgi duyan yoktu pek. Dahası, cezasını çekmek üzere buraya yollanmış bir sürgün olarak görülüyordu . Bu tuhaf ü lkede varfığıyla yokluğu bir gibiydi . Aradan üç gün geçtikten sonra Ali Fuat' ı n Beyrut'ta eyalet val isine muhafızl ı k etmekten sorumlu özel bir süvari birl iğine yeniden tayi n edilmesi, Mustafa Kemal ' in uğradığı bir diğer ağır darbe oldu .
En yakın arkadaşından yoksun kalan Mustafa Kemal, kötü bir durumda mümkün olan en iyiyi elde etmeye çalıştı. Başlang ıçtaki üçlünün geriye kalan üyesi Müfit (Özdeş) i le beraber güç birl iği yaptılar. Birlikte küçük bir ev tutarak buraya yerleştiler. Şam tarih i bir Arap şehri idi, ancak, istanbul ve Selanik' i etkisi altına almış olan değişiklikler henüz Şam'a u laşmamıştı. Gözünü Batı dünyasına dikmiş kentli bir nüfus yoktu . Beşinci Ordu'nun Türk komuta heyeti, kendisine ve arkadaşına hala kuşkuyla baktıkları Mustafa Kemal' in yeteneklerine pek aldırış etmiyorlard ı . Bu ikisine yerine getirmekle yükümlü oldukları herhangi bir görev veri lmemişti.
Bu bölgedeki süvari birl iğ inin başta gelen işlerinden biri yerel ayaklanmaları bastırmaktı. Bu tür olaylar s ırf pratik askeri faal iyet açısından deği l , fakat ayrıca yağma açısından da bir fırsat olarak görülüyordu . O sıralar Havran Dürzi leri bir dizi sorun yaratıyorlard ı . Bunlara karşı askeri bir harekata girişilmesi emri verildi; ancak Mustafa Kema l ve arkadaşı Dürzi ler üzerine gönderilen birliğe af ınmadılar. Birl iklerine katı lmak için çaba gösterd ilerse de bunda başarı l ı olamadılar. Kendilerinden bir şey gizlendiği-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
ni sezen Kemal ve arkadaşı atlarına atladılar ve kendi birl iklerindeki yerlerin i aldı lar. Bu durum komutanların ın canını sıkmıştı; olup biteceklerden, yani ganimet toplamaktan kimseye söz etmemek koşuluyla harekata katı lmalarına izin veri ldi . Osmanl ı ordusu içinde istismar ve yozlaşmaya böylesine yakından tanık olmak Mustafa Kemal'i çok sarstı. Müfit'e ganimetten payına düşeni a lması istendiğinde Müfit bunu reddetti . Onun bu tavrı Mustafa Kemal' i çok sevind irdi ve zihninde Müfit'i gerçek bir yoldaş olarak ülküleştirmesine yol açtı . Kendisini ve arkadaşını yozlaşmış bugünün deği l , aydınl ık geleceğin iki önemli subayı olarak görüyordu.
Bu ve benzeri deneyimler, Mustafa Kemal' in d ikkatin in yeniden reform tasarıları üzerinde yoğunlaşmasına ve tekrar g izl i faaliyetlere katılmasına neden oldu . Mustafa Kemal, Şam'ın Hamidiye pazarında dolaşırken i lg inç bir esnafla karşılaştı; bu kişi tıbbiyede bir öğrenciyken devrimci faaliyetlere katıldığı için oku ldan atılmış ve Şam'a sürgün edilmiş eski bir öğrenciydi. Adı Mustafa Efendi olan bu şahıs, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Mustafa Cantekin ismini alacaktı. Mustafa Kemal ve arkadaşı Müfit, kendilerinden padişah hükümetinin devrilmesi için çalışmaları isteyen Mustafa Efendi i le dostluk kurdular. Mustafa Kemal, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adında bir örgüt kurdu. O, Müfit ve Mustafa Efendi örgütün kurucu üyeleriydi ler.
Askeri görevli olarak bölgenin Beyrut, Kudüs, Yafa'nın da aralarında olduğu önemli şehirlerin in bir kısmını dolaşan Mustafa Kemal, buralarda örgütünün yerel birimlerin i kurmaya çalıştı. Ali Fuat ve bir grup arkadaşı Beyrut'ta bir birim kurmayı başardılar, ancak örgütün genişlemesi bundan daha i leri g idemedi . Örgüt adına yürüttüğü bu faaliyetler kendisine d ikkatini üzerinde yoğunlaştırabileceği bir uğraş sağlamış olmasına karşın, Mustafa Kemal, şimdi artık yerleşikl ik kazanmış depresif ruh hal inden ve ruhsal geri l imlerden kaynaklanan uykusuzluktan kendisini kurtaramadı . Şam'ı tamamen Araplardan ve Müslümanlardan oluşan, yakasını kurtarmak istediği "tamamen kötü" bir yer olarak görmeye başladı. Mustafa Kemal' in yaşamında karşılaştığımız ve yeri geldikçe değineceğ imiz bu tür olaylar, tarihsel açıdan küçük, ikinci planda kalan olaylar olmakla birlikte, bunları takiben ortaya çıkan psikolojik tablo açısından oldukça önemlidirler.
SÜrgÜn
Küçük bir çocuk olduğu sıra din ine düşkün bir kad ın olan annesinin iradesine boyun eğmek ve d in i bir okula yazı lmak zorunda ka lmış olan Mustafa 'yı annesin in egemen l iğ inden ku rtaran ve onun yaşantısına yen i bir doğru ltu kazandıran kişi babası olmuştu . Ş imdi ise muhafazakar bir Müslümanl ığ ın egemen olduğu Şam'da kendin i boğu lmuş h issed iyordu . Bir kez daha kendisini bulunduğu açmC)zdan ku rtaracak bir babaya ihtiyacı vardı; bu kişi, zorun lu olarak, ü lküleştir i lmiş bir baba figürü olmalıyd ı . istanbul'a geldiği zaman, Ali Fuat' ın babası böyle bir rol oynamışt ı .
Atatürk (Baba Türk) durumuna geldiği zaman, Mustafa Kemal, ü lkü leşmiş baba imgesini kend i içinde yaratmış olacaktı ve o zaman kendisine yardım edecek ve d ışta olan bir baba imgesine i htiyacı olmayacaktı. Bu, onun için henüz mümkün değ i ldi ; dolayısıyla, kendi d ışında ve fantezi dünyasında ü l kü leştiri lm iş bir baba imgesi yaratmak zorundaydı .33 Yaşamının bu yol ayrımında, Mustafa Kemal ' in aklına Selanik'teki bir paşa geld i; söz konusu paşa oradaki topçu birl iğ in in komutanıydı ve i lerici siyasal düşüncelere sahip olmakla b i l in iyordu . Mustafa Kemal bu paşaya bir mektup yazdı ; mektubunda düşüncelerini açıkl ıyor, aldığ ı eğ itimden söz ediyor ve Selan ik'e tayin ed i lmeyi arzuladığını bel i rtiyordu . Paşa, Mustafa Kemal'e gönderdiği cevabi mektubunda, Selanik'e gelmesi durumunda bir şeyler yapmanın belki mümkün olabi leceğin i yazmıştı. Mustafa Kemal bu cı l ız, gerçekte kayıtsızl ık ifadesi olan yan ıta dört elle sarıld ı . Z ihn inde çok uzaklarda yaşayan bu paşayı ü lkü leştird i ve gerçekte iş o lsun d iye yazı lm ış böyle bir vaade aşırı bel bağ lad ı .
Z ihn i Selanik'te bulunan ülkü leştird iğ i paşanın koruması altına g i rebilmek için Su riye'den ku rtulmanın bir yolunu bulma fikriyle meşgu l Mustafa Kemal, Makedonya'ya dönmek için planlar yapmaya başlad ı . Yı l lar önce Selan ik'ten kaçmak zorunda ka lan büyükbabası n ın kaçak imgesi Mustafa Kemal için bir model oluştu ruyordu . Eve dönmek hiç de kolay olmayacaktı, çünkü Beşinci Ordu'ya görevli gönderi l i rken, atama emrinde bu atamanın i lg i l i subayın Beşinci Ordu'nun sorumluluk bölgesi d ış ına çıkmaması koşuluyla geçerli olduğu özell ikle bel irti lm işti . Böyle bir
33 Heinz Kohut ( 1971 ). böyle bir olguyu Ülküleştirici aktarma (ide3lizing transference) olarak adlandırır.
Jli
ÖlÜmsÜZ AtatÜrk
şart, onun hala sakıncal ı bir subay olarak görü ldüğünden başka bir anlama gelemezdi .
Olası teh l ikeleri göze alan Mustafa Kemal Selan ik'e doğru yola çıktı . Suriye'de saklanmasına yard ımcı olan arkadaşların ın ve yol boyunca ona yard ım eden d iğerlerin in desteğiyle i lkin M ısır'a gitti; buradan, varış noktası Pire olan bir gemiyle yeniden yola koyuldu . Pire'de, Selanik Limanı'na uğrayacak bir Yunan gemisine geçti. Önceden, gelip kendisini karşı layarak kontrol noktasından yakayı ele vermeden geçmesin i sağlayacak bir arkadaşına teiS üf çekt i .
8 ir aksi l ikle karşılaşmadan Selanik'te karaya çıkan Mustafa Kemal doğrudan annesini görmeye gitti. Annesinin, onun padişah ın arzularına karşı çıktığı söylentisin in doğru olup olmadığın ı sorgulamaya g irişmesiyle bir l ikte, anne ve oğlun yeniden birbirlerin i görmekten duyacakları neşe ve mutluluk büyük ölçüde zedelenmiş oldu. Oğlunu an iden karşıs ında görmek annesini şaşırtmıştı; fakat ayrıca onun can güven l iğ inden de kaygı duyuyordu. Mustafa Kemal annesi nin korkuların ı yatıştırdı ve ona Selanik'e geri dönmek zorunda kald ığını , bir gün kendisine her şeyi açıklayacağını, fakat bunun için zamanın henüz erken oluğunu söyled i .
Annesinin kendisini kuşkuyla sorgulaması ve onun iç in kaygıIanması Mustafa Kemal ' in canını sıkmıştı . Selan ik'e geri dönüşünün asıl nedeni, kendisinin koruyucusu ve ü lkü leştirilmiş babası olarak hakkında fanteziler ku rduğu Şükrü Paşa'yı görmekti. Kendi "koruyucusu" i le önceden tasarlad ığ ı buluşmayı zihninde tekrar tekrar canlandırmıştı . Fantezi lerinde Şükrü Paşa, onu çok sıcak karşıl ıyor, kendisine bir babadan umulabilecek her tür yardımı yapıyordu . Paşanın evine g iden Mustafa Kemal' in, o güne kadar zihninde kendisini koruma altına alacak bir baba olarak düşlediği , gerçekte ise onun ismini bile hatırlayamayan o insanın kend isiyle görüşmek bile istememesi karşısında sahip olduğu yanı lsamadan ne tür bir düş kırıklığıyla uyandığ ın ı z ihnimizde canlandırabil iriz. Şükrü Paşa, bir yaver vasıtasıyla Mustafa Kemal'e kendisi için yapabileceği hiçbir şey olmadığın ı bi ldird i .
Mustafa Kemal bu cevap karşısında yıkıma uğramış olmakla birlikte, kendisin in önemsiz bir kişiymiş gibi yoksanmasına izin
. .s.ı:irsıi.in-
verecek biri değ i ld i . Paşanın yaverine daha önce paşaya bir mektup yazmış olduğunu söyled i ve onu görmek zorunda olduğu konusunda ısrar etti . i natçı l ığ ı işe yarad ı ve paşayla görüşmek için içeri al ındı . Can ın ın sıkkın olduğu ve Mustafa Kemal 'e kızd ığı her hal inden bel l i olan Şükrü Paşa, ona oturması için yer bile göstermed i . Paşa soğuk ve kesin bir tavırla kend isi için yapab i leceği h içbir şey olmad ığın ı üstüne basa basa söyled iğinde, Mustafa Kemal ' in paşa hakkındaki fantezileri yok olu p gitti . Odadan çıkarken, paşa ondan bir daha kend isin i rahatsız etmemesini istedi.
Şükrü Paşa'n ın hükümetin kuşkuyla baktığı kaçak bir subaya yard ım ederek kend i kariyerin i teh l ikeye atmak istememesinin an laş ı l ı r bir şey olduğunu dikkate a lmak, bu şekilde terslenip azarlanmış olan Mustafa Kemal ' i teskin etmeye yetmed i . Düşleri paramparça olmuştu; du rmaksızın d ı rdır lan ıp başın ın etin i yiyen annes in in evine kapanmak zorunda kalmıştı . N ihayet, askeri hazırl ık oku lu nda okuduğu yıl lardan tan ışı olan bir Erkan-ı Harb mira layın ın yard ımıyla bir askeri hastaneden dört aylık bir hasta raporu a lmayı başard ı . Böylece, en azından, d ışarıda tutuklanma korkusundan uzak dolaşabilecekti. Suriye ve istanbul 'daki üstlerin i n bütün bu olup biten lerden henüz haberi yoktu .
Bu zamanı iyi değerlendirmeye karar veren Mustafa Kemal, Vatan ve Hürriyet Çemiyeti'n in yerel birimin i örgütlemeye girişti . Manastı r günlerinden arkadaşı olan Ömer Naci ile, i leride Türkiye' n in önde gelen ayd ın larından ve edebiyat tarihçilerinden biri olacak Bursalı Tahir, örgütün Selan ik birimin in kurucu ları arasındayd ı . Şuben i n kuru l uş töreninde, Mustafa Kemal karton bir kağıt üzerine grubu bir araya getiren bazı i lkeler yazdı. Bunla rı yüksek sesle okudu, kağ ıdı masan ın üzerine koydu, törensel bir tavırla öptüğü b ir tabancayı kağ ıdın üzerine bıraktı. Grubun diğer üyeleri aynı şeyleri yinelediler ve Kur'an 'a el basarak i lkelere sadık kalacakları üzerine yemin ettiler. Mustafa KemaL, yoldaşlar ından kutsal tabancayı ona ihtiyaç duyacağ ı güne kadar saklamaiar ını isted i . Tespit edilebildiği kadarıyla, örgütün bu yerel birimi 1 906 yı l ın ın Nisan ya da Mayıs ayında kuruldu .
Mustafa Kemal bu faa l iyetlerle meşgulken, istanbu l 'daki askeri otoriteler onun tayin edi ldiği görev yerin i terk etmiş olduğunu öğrendi ler. Bu lunduğu yerlerde bir soruşturma başlatıld ı .
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Mustafa Kemal , Su riye, istanbu l ve Selanik'te bu lunan arkadaşlarından o luşan ağ sayesinde bu soruştu rmadan haberdard ı . Mümkün olduğu kadar çabuk b i r şeki lde Suriye'ye dönmekten başka b i r seçenek yoktu . Amaçlarından baz ı lar ı ha l i hazırda gerçekleşmiş bulunuyordu : Şam'daki boğucu yaşamdan bir süre uzaklaşmak, kısa bir zaman iç in de olsa annes in i görmek, daha önce ü lkü leştirmiş olduğu koruyucu babasın ı görmek ve bu "babanın" haya l inde yaşattığı kiş i olmadığını anladığı zaman onu hemen değersizleştirmek ve Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'n in Selanik bir iminin kuruluşunda öncü bir rol oynamak.
Mustafa Kemal, Su riye'ye döner dönmez ingi l iz denetimindeki M ısır hükümeti ile Akabe Liman' ı konusunda yaşanan an laşmazl ı kta Osmanl ı ların çıkarlarını kollamakla görevl i bir Türk birl iğ ine katı lmak üzere doğrudan Berşeba'ya g itti. Hakkında resmi soruşturmalar yürütü lürken, sanki Mustafa Kemal bütün bu süre zarfında Berşeba'daki birl i kle berabermiş g ib i b i r izlen im yaratılacaktı . idari kifayetsiz l ik ve arkadaşlarının yard ımı sayesinde bu başarı ld ı . N i hayet, oku ldaki siyasi faal iyetleri dolayısıyla katIanmak zorunda ka ldığı sakınca/ı statüsünden kurtuldu . Sadık bir subay olduğu resmen ifade ed i ld i ve Mustafa Kemal 1 907 yılı Eylü l ayında Selan ik'teki ordu müşirl iği kurmaylığına gönderi ld i . "Sürgün" yaklaşık üç yı l sürmüştü.
BÖlüm 5
JÖN TÜRKLER
S eıanik'e dönen Mustafa Kemal, şehirdeki atmosferi şaşı rtıcı ölçüde değişmiş buldu . Bu, en çarpıcı biçimde, Padişah
ii. Abdülhamid' in istibdat rej imine karşı yü rütü len yeraltı faa l iyetleri konusunda gözlen iyordu . Avrupa kıtasındaki topraklarının önemli bir bölümünü yitirme teh l ikesiyle karşı karşıya bulunan Osmanl ı imparatorluğu'nun çok kritik gün lerinde, 1 876 yı l ı n ın Ağustos ayı sonunda tahta çıkmış olan Abdül hamid, imparatorluğun askeri kurumlarını yeniden can land ı rmayı amaçlayan gen iş ölçekli bir modernleşme programını uygu lamaya koydu .34
Onun tahta çıkışı, ayrıca, bir Osmanl ı Kanun- i Esasısi talep eden siyasal hareketin doruğuna u laştığı zamana karş ı l ık geldi; hareketin b ir Kanun- i Esası taslağı hazır lamış taraflar ından bazıları, böyle bir anayasanın Osmanlı pad işah ın ı ing i l iz tarz ı meşruti bir monark hal ine geti receğ in i umuyorlardl . 1 876 yı l ı Ara l ık ayında resmen i lan edi len Osmanl ı Kanun-i Esasısi, iki mecl isl i b ir parlamentonun oluştu ru lmasın ı öngörüyordu .3s Bunlardan birincisi, üyeleri pad işah tarafından atanacak 25 üyeli b ir Ayan Meclisi idi; i kincisi ise, bundan daha düşük bir statüye sahip olan, imparatorlukta yaşayan azın l ıkların temsi l in i güvence altına a lan b ir seçimle tayin ed i lecek 1 25 üyeli Meclis-i Mebusan idi . Padişahın kanunsuz bir biçimde siyasal baskı uygu ladığı yolunda kimi iddia lar öne sürülmüş olmakla b i r l ikte, seçimler ku ra l lara uygun yapı ld ı . i lk Osmanl ı parlamentosu 19 Mart 1 877'de topland ı .
Osmanl ı Mebusan ve Ayan zabıtları i l e parlamentonun işleyişine dair belgeler, Osmanl ı ları n modern liğe doğru böyle bir ku-
34 Padişah, Batı 'n ın giderek artan teknoloj ik üstünlüğü ve imparatorluk topraklarında yaşayan H ıristiyan azınl ıklara sempati duyan Avrupa devletlerinin !;ıaskısı ile karşı karşıya bulunan Osmanl ı imparatorluğu açısından, modernleşmenin '
zorunlu olduğunu düşünüyordu. imparatorluktaki gelenekçiler, devletin çöküşünden, eğitimi ve dinsel kurumları da içine alan modernleşme sürecinin sorumlu olduğun u düşüneceklerdi .
35 Ayan Meclisi i le Meclis-i Mebusan'ı oluşturan mebusların seçimle belirlenmeleri gerekiyordu, ne var ki, padişah, sadrazam ve hey'et-i vükela üyelerin i atama yoluyla kendisi belirlediği g ibi , Ayan üyelerini de kendisi seçti.
rumsal sıçramaya henüz hazır olmadıklarına işaret eder. Parlamentodaki mebuslar, hemen sadrazamın yönetimi altındaki nazırları devlet idaresi konusunda yetersiz olmakla ve bulundukları konumu kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmekle suçlamaya girişmişler, yönetici s ın ıfa karşı açık bir tutum almışlardı . Ard ından, üç nazırı , rüşvet suçlamaları karşısında kendi lerin i meclisin huzurunda savunmaya çağ ırdı lar. Rusya i le savaşın patlak vermesiyle birl ikte, mi l letvekilleri baş veziri ve seraskeri eleştirmeye giriştiler. ii. Abdülhamid mebusların tansiyonunu düşürmeyi ve onların kendisine olan sadakatin i pekiştirmeyi amaçlayan bir g iriş imde bulunarak, ingi l iz donanmasın ı Marmara Denizi 'ne davet etme kararına parlamentoyu da ortak etmek isted i . Fakat, kendi lerine danışmakta çok geç kalınd ığını söyleyen mebuslar padişahı açıkça terslediler. Bunun üzerine 1 4 Şubat 1 878'de parlamentoyu dağıtan padişah mebusları evlerine yolladı. Böylece, Osmanl ı imparatorluğu'nun ilk parlamentosu yaln ızca on bir ay varolabiidi; imparatorluğun ikinci parlamentosuna kavuşabilmesi için aradan otuz yıl l ık uzun bir dönemin geçmesi gerekeeekti.
Bununla birl i kte, i i . Abdü lhamid' in parlamentoyu dağ ıtması onun modernleşme g i rişimlerine son vermesi anlamına gelmed i . Modernleşme süreci, özel l ikle eğitim kurumlarında ve askeri alanda hızından b ir şey yitirmeden devam ett i . Batı l ı laşmış oku llarda öğren im gören, devlet ve toplum konusunda batı l ı düşüncelere açık hale gelen öğrencilerin sayısı g iderek artıyordu . Dersl iklerdeki tartışmalar yatakhanelerde sürdürü lüyor, aynı düşüncelere sahip olanlar padişah ın müstebit yönetimine karşı öngörülen değişikl ikleri etki l i kı lmak üzere bir araya geliyorlard ı . Guiseppe Mazıini ve onun sıkı yerel ağlara sahip gizli örgütü Genç italya, sürekli önlerinde duran bir model oluştu ruyordu .
Padişah açısından bakı ldığında, batı l ı laşma ya da modern leşme g irişi lmesi zorun lu bir süreçti; fakat, bu süreç padişah ın idaresi altındaki birkaç seçkin tarafından yürütülmeli ve Osmanlı toplumuna yukarıdan dayatılmal ıyd ı . Toplum üzerindeki kontrol, sansür, polis gücü, hafiyelerden oluşan bir aygıt vasıtasıyla gerçekleştiri lecek sıkı bir denetim aracı l ığıyla sağlanacaktı. ii. Abdülhamid'e karşı çıkma cüretini gösterenler tasfiye ed i lecekler, seçtikleri yolun yan l ışlığ ın ı görmek zorunda kalacaklardı; bunlar, ya
JÖn TÜrkler
yu rtd ışına ya da imparatorluğun ücra köşelerine sürgüne gönderileceklerd i .
Padişah devletin tüm olanaklarını seferber ederek muha lifleri sind irme kapasitesine sahip olmasına ka rşın, pek çok insan rej ime karşı sesini yükseltmeye devam etti. Pad işah ın baskıcı rej imine karşı örgütlenmiş ilk teşkilatın 1 889 yı l ında Osmanl ı Devleti'ndeki en batı l ı laşmış okul lardan biri olan istanbu l'daki Askeri Tıbbiye bahçesinde ku ru lmuş olması, hiç de şaşırtıcı değildir .
Bu mütevazı başlangıçtan sonra, muhalefet hareketi d iğer okul lara ve ordunun d iğer branşlarına yayı ldı . Farklı isimler altında çeşitli teşkilatlar doğdu; bunların isimleri çoğu kez "vatan", "hü rriyet", "Osmanlı", "ittihad", "terakki" g ibi terimleri içeriyordu . Pek çoğu, dergi, gazete, bü lten g ib i kendi yayın organlarına sahipti . Padişah, paral ı muhbirler tutarak ve aralarına hafiye sokarak bu teşkilatlar üzerindeki denetimini artırdı . Avrupa'n ın bell i başl ı şehirlerinde sürgüne gönderi lmiş Osmanlı lardan oluşan toplu luklar giderek genişledi ler. Bunlar, yayın ların ı çeşitli yollardan imparatorluk içine sokuyor, padişahı tahttan çekilmeye zorlamak için yaratı lan basıncı devam ettiriyorlard ı . i i . Abdülhamid, zaman zaman sürgündeki muhal if l iderlere af vaadinde bulundu, onları tatlı d i lle ü lkeye geri dönmeye ikna etmeye çalıştı. Bazıları imparatorluğa geri dönerek devlet kurumlarında hayl i kazanç getiren idari mevkilere yerleştiri ldi ler ve arkadaşların ın ağır eleştirilerine maruz kaldı lar; bazıları geri dönmeyi reddederken, d iğer bazıları muhalefeti sürdürmek için çeşitli yollardan gizlice imparatorluğa sızdılar.
Bu muhalefet, bir bütün olarak Jön Türk hareketi olarak bilin ir; fakat, bu erken aşamasında hareketi "Genç Osmanlı" hareketi olarak isimlendirmek bize daha yerinde görünüyor. Muhalefet üyelerin in pek çoğu yönetici Osmanl ı seçkin lerinden geliyorlardı ve devlet idaresinde önemli görevler almış kimselerd i. Geleneksel Osmanl ı toplumunda derin köklere sahiplerd i . Padişah toplum üzerindeki baskısın ı artırınca, Jön Türkler daha keskin eylemleri planlamaya ve yaşama geçirmeye itild iler. i i . Abdülhamid' i devirmeyi amaçlayan bir darbe hazırlandı, ancak polis bu hazırl ıktan haberdar oldu ve darbeciler 1 896 yılı Ağustosu'nda tutuklandılar. Askeri okul öğrencilerin in yıkıcı faaliyetlerinin tehd id i altında kalan padişah, muhal ifleri temizlemek üzere 1 897 Haziranı'nda
· Ölümsüz Atatürk
bir askeri D ivan-ı Harb ku rdu . Bu süreci n sonucu olarak yetmiş sekiz subay ve askeri oku l öğ rencisi Trab lus'a sürü ldü .
i i . Abdülhamid' in kararl ı l ığ ı bekled iğ i sonucu geti rd i . Muhalefet hareketi önemli ölçüde ivme kaybetti ve Jön Türk hareketi ancak pad işah a i lesinin bir üyesinin muhalefet safına geçmesiyle kısmen yen iden hayat kazandı . Padişah ve ii. Abdülhamid' in kayınbiraderi olan Damat Mahmud Paşa, 1 899 yı l ında padişah rejimine başkald ırarak iki oğluyla birlikte Avrupa'ya kaçtı. ik i oğlundan biri olan Prens Sabahattin, kısa bir süre sonra Avrupa'daki önemli muhalefet g ruplarından birinin lideri konumuna geld i . Prens Sabahattin' in l iderl iğ inde 1 902'de Paris'te bir kongre toplandı.
Prens Sabahattin' in z ihninde, adem-i merkeziyet i lkesi çerçeves inde yapılanmış meşruti b i r Osmanl ı imparatorluğu vard ı . Kendi kurtuluşlarını Avrupalı devletlerden bekleyen ve günün b i rinde ayrı, egemen b i rer devlet olacaklarını uman imparatorluk içindeki azın l ıklar, Prens Sabahattin' in fikirlerine karşıyd ılar. Az ınl ıklar arasında gözlenen m il l iyetçi arzu lar karşısında, Türk ordusu, federal izmi Osmanlı imparatorluğu'nun varlığına yönelik doğrudan bir teh l ike olarak görüyordu . ii. Abdülhamid' in istibdadına karşı Prens Sabahattin'den ve onun adem-i merkeziyet yan l ısı fiki rlerinden başka bir çözüm bu lunmal ıyd l . Bu kavrayış, ordu içinde ii. Abdü lhamid karşıtı hareketi yeniden caniand ırd I .
Mustafa Kemal' in Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ad ına yürüttüğü çabalar, kısmen bu yeniden can lanış kampanyasının b i r parçasıyd ı . Hareket şimdi dershanelerden ve yatakhanelerden çıkmış, kışla larda ve subayların odalarında yoğu nlaşmıştı . Mustafa Kemal teşkilatın i lk grubunu Şam'da oluşturmuş, sonra, gizlice Selan ik'e geçtiğ i gün lerde Selanik'teki yerel örgütü inşa etmişti. 1 907 yılı sonlarına doğru Selanik'e geri döndüğünde, işlerin çok değişmiş o lduğunu gördü .
Değ işmiş olan şey, ittihat ve Terakki Cemiyeti ad l ı teşki latın kaydetmiş olduğu hızlı büyüme id i . Üyeleri padişah ın yozlaşmış hükümetine karşı mücadele etmeye kararl ı kişi lerden oluşan bu gizl i teşkilat, ş imdi ordu dışına taşmış, Selan ik ve Makedonya'daki mesleki oku llara sıçramıştı ve hukuk mektebi de bu oku llar arasındayd ı . Üçüncü Ordu'nun yüksek rütbeli subayları, komuta düzeyine varıncaya kadar bu teşkilatın içindeydi ler. Teşkilata katı l ımlar a rtmış, yen i insanlar öne çıkmışlard ı . Mustafa Ke-
JÖn Türkler
mal Selan ik'e geri döndüğünde bunlar teşki latı büyük ölçüde kontrol a ltında tutuyorlard ı . Mustafa Kemal geri, ikincil bir konumla yetinmek zorunda kaldı, çünkü kendi teşkilatı ittihat ve Terakki Cemiyeti'n in gölgesinde kalmıştı .
Abartı l ı b i r özimgeye sahip Mustafa Kemal için geri b i r konumu kabul lenmek hayl i zordu, ancak önünde başka bir seçenek de yoktu . 29 Ekim 1 907'de ittihat ve Terakki'ye katı ldı . O s ı ra lar, Mustafa Kemal' in ordu içi ndeki görevi Selanik i le Üsküp şehri arasındaki demiryolu hattın ı teftiş etmekti. Zamanını , kritik b i r öneme sahip bu hattı denetlemekle, Selanik'teki kurmay başkanl ığ ındaki diğer görevlerin i yerine geti rmekle ve ittihat ve Terakki' n in gizli faaliyetlerine katı lmakla geçi riyordu .
Daha önceki dönemlerden çok daha iyi bir örgütlenmeye sahip olmakla birlikte ittihat ve Terakki' nin doğrudan padişah hükümetini devirmeyi amaçlayan planları yoktu. Teşkilatın temel kaygısı, Makedonya'daki azınl ık ların tertip ledikleri terörist faal iyetleri engel lemek, Balkanlar'da Yunan ve Bulgar kil iselerinin desteğindeki ayrıl ıkçı hareketlerin imparatorluğun bütünlüğü açısından oluşturdukları tehl ikeler konusunda hükümeti bi lgi lendirmek, Düvel-i Muazzama'nın kendi varl ığını resmen tanımasını sağlamak ve teşkilatın Osmanlı imparatorluğu'nu zayıflatıp onu parçalanmaya götürmekten başka bir işe yaramadığını düşündüğü reformları imparatorluğa dayatmaktan vazgeçmeleri için bu devletlere telkinde bulunmak idi . Teşkilat üyeleri, Düvel-i Muazzama'dan imparatorluğu savunmaya hazır olduklarını, padişahtan ise açmazdan kurtulmanın yegane yolunun 1 876 Kanun-i Esasisi 'ni tekrar devreye sokulması olduğunu bi lmelerini istiyorlardı.
Teşkilatın Mayıs 1 908 tarih l i bir bi ld irge i le söz konusu güçlere i lettiği bu talepler derhal reddedi ldi . Üçüncü Ordu genelinde yaygın bir huzursuzluğun yaşandığı ve burada ittihat ve Terakki l iderliğinde geniş b i r muhal if ağ kuru lduğu yolundaki söylentiler karşısında Padişah ii. Abdülhamid' in gösterdiği tepki, gerçeğin anlaşı lmasını sağ lamak üzere hükümete sadık bir generalin başkan l ığında bir teftiş komitesi teşkil etmek oldu . Makedonya'nın dört bir yan ına dağı lan padişahın ajan ları, 1 908 yı l ı Haziran ve Temmuz ayları boyunca bu teşkilatın izini bu lup üyelerini ortaya çıkarmak için çalışmalarını yürüttüler. Teşkilat üyelerinden bazıları yapılan ihbarlar sonucu ele geçti. Padişahın ajanlarının bir
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
kısmı düzenlenen suikastlar sonucu Öldürü ld ü ler. Her iki tarafın da başvurduğu terör eylemleri durumu daha da gergin leştird i . Gerek ittihat ve Terakki, gerekse padişah hükümeti bu kapışma sırasında yöredeki azınlıkların desteğin i kazanmaya çalıştılar ve böylece hem birleşik Osmanlı cephesin i daha da zayıf düşürmüş oldu lar, hem de yerel gruplar üzerindeki Csmanl ı kontrolünün zayıflamasına neden oldu lar.
1 908 yı l ı Haziran ayında, Ahmet Niyazi isminde bir kolağası, ordu içindeki bir hoca tarafı ndan cemiyet üyesi olarak ihbar edild i . 28 Haziran'da ihbarCl hoca vuru larak öldürüldü. Bu noktada, istanbul'dan pad işah ın emriyle gelen müfettişierin kuşatması alt ında bulunan ve sürekli yakalanma korkusu yaşayan Kolağası N iyazi l iderl iğ indeki ittihat ve Terakki, kendisini si lah la müdafaa etmeye karar vererek açıkça ortaya çıktı .
Kolağası N iyazi, 3 Temmuz 1 908'de, garnizonu n büyük çoğunluğu Cuma namazında olduğu sıra, Resne'deki askeri üsse gelerek buradaki tüfek ve cephaneliğe el koydu . i ki yüz kadar yandaşıyla birl ikte dağa çıktı . On lara sonradan katılanlar da oldu; sonraki yıl larda iktidara gelecek, bir paşa olarak Osmanlı imparatorluğu'nu Almanya'nın ve ittifak Devletleri 'n in yan ında Birinci Dünya Savaşı'na sokacak olan Enver adında genç bir kurmay binbaşı da Kolağası N iyaz i 'n in safına katı lanlar arasındaydı .
ii. Abdülhamid' in bu ayaklanmayı bastırmaya çalışmaktan başka bir seçeneği yoktu . Hükümet birl iklerin in başına geçip ayaklanmayı bastırması için Şemsi Paşa'yı Makedonya'ya gönderd i . 7 Temmuz günü Şemsi Paşa bir suikast sonucu Manastır'da öldürü ldü . Asıl talebi Kanun-i Esası'n in yeniden yürürlüğe konması olan muhalefet hareketinin liderinin ittihat Terakki olduğu artık açıkça an laşı lmıştı. Padişah, ittihat ve Terakki'nin itibarın ı sarsmaya yönelik bir çaba içinde, teşki latı hem Hıristiyanl ık hem de islamiyet karşıtı bir örgüt olmakla itham ederek bir karşı propaganda kampanyası başlattı. Ayrıca, ayaklanmayı bastırmak için Anadolu'daki bazı birl ikleri Makedonya'ya sevk etti, ancak bu birl ikler çok geçmeden isyancıların saflarına geçtiler.
Şehirlerin birbiri ardına ittihat ve Terakki'yi destekled iklerin i bi ldirmeleriyle birl ikte padişah kendisini bir açmazın içinde buldu. Olaylar çok h ız l ı gelişti ve cemiyetin beşiği konumundaki Selanik, ittihat ve Terakki'yi desteklediğin i i lan etmeye bile vakit
JÖn TÜrkler
bulamadan padişah, hareketin asıl talebin i kendisi açıkladı . Padişah i i . Abdülhamid, Kanun-i Esası'n in taraftarıymış gibi görünmeye çalışarak, 24 Temmuz günü anayasayı yen iden yürürlüğe koydu ve 1 876 yıl ında dağıtmış olduğu parlamentoyu yeniden toplanmaya çağ ırd ı . Bu şekilde davranarak, Kanun- i Esası'yi h içbir zaman rafa kaldırmamış olduğunu, daima anayasanın gereklerine uygun hareket ettiğin i i leri sürme olanağı bu ldu . Kafasında şeki llendirdiğ i argümana göre, imparatorluğu modernleştirme görevini yerine getirebi lmek için parlamentonun faaliyetlerini bir süre için durdurmuştu. Şimdi bu görevi başarıyla yerine getirdiğine göre artık yeniden toplanmalı, imparatorluğu düşmanlara karşı korumada kendisine yard ımcı olmalıyd ı .
Muhalefet hareketi içinde kendi öncüllerine kıyasla yönetici Osmanl ı seçkin lerin in alt basamaklarından gelen Jön Türkler, şimdi kontrolü kendi ellerinde bulunduruyorlard ı; ne var ki, u laşmış oldukları bu güçle şimdi ne yapacakları konusunda net bir fikre sahip deği l lerdi . Başında padişahın bulunmadığı bir Osmanlı imparatorluğu düşünemiyorlardı; öte yandan, devletin yönetim kademelerinde bir deneyime sah ip deği l lerdi . Bu yüzden, padişah ve onun hükümeti ile işbirl iği yapmaya razı geldiler.
Başlangıçta, Jön Türk zaferi iyimserl ik dolu yeni bir dönem başlattı. Birden kendis ini günün kahramanı rolünde bulan Enver, Selan ik'te heyecanla karşı landı; ırk ve din i ne olursa olsun bütün Osmanlı ların kardeş oldukları ilan ed i ld i . Şehrin Müslüman din adamları, H ı ristiyan papazlar, Yahudi hahamları, mutluluk içinde sokaklarda kol kola geziyorlard ı . Minarelerden yükselen ezan sesleriyle kil ise çan ları birbirine karışıyordu; herkes, mutlu luk içinde geçeceği düşünü len yeni Jön Türkler devrin in başlangıcını kutluyordu.
Makedonya'da yaşanan çarpışmalardan korunmuş olan istanbul'da da benzer sahneler yaşanıyordu. Atatürk Tü rkiyesinin önde gelen isimlerden biri olacak olan Hal ide Edip (Adıvar),36 o sıralar genç bir kad ındı . Ha lide Edip, o günlerde Osmanl ı başkentinde yaşanan olayları olanca canl ı l ığ ıyla hatırlıyordu . Padişa-
36 Halide Edip (Adıvar) 1 884'te doğdu, 1 964 yılında öldü. Türkiye'nin en büyük yazarlarından biri oldu . Kaleme almış olduğu anılan (Adıvar 1 926), Osmanlı imparatorluğu'nun başkenti olan istanbul'un gündelik yaşamını ve şehirde gelişen yeni siyasal hareketlerin renkli tasvirlerini sunar. Daha sonraları kaleme aldığı bir diğer yapıtında Türklerin bağımsızlık savaşını anlatır (Adıvar 1 928).
Ölümsüz AtatÜrk
h ın i radeyi yayınladığı gün şaşkın l ık ve kuşku hakimdi, ancak sonraki gün bu kuşku lar yerin i büyük bir sevince b ı rakmıştı :
"Sokak köşelerinde insanlar biraraya geliyor, klSlk bir sesle birşeyler konuşuyorlardı; fakat insanlara bir belirsizlik duygusu, hatta güvensizlik hakimdi, bu ani değişikliğin nedenini sorguluyorlardı. Bazi/an, bunun istanbul halkmı gafil avlamak için hazırlanmış bir tuzak olduğunu ileri sürecek kadar ileri gittiler' (Adıvar 1 926, s .2S6). "{Sonraki gün] yakalarma kırmızı-beyaz kurdeleler iliştirmiş kadmlı erkekli bir insan denizi vardı; bu büyük insan kütlesi şehrin bir ucundan diğerine akıyordu. Yüzyıl/an bulan gelenek etkisini yitirmiş görünüyordu. Cinsiyet ve kişisel duygular mevzubahis değildi. Müşterek bir heyecan dalgası içinde biraraya gelen erkek ve kadmlar çevrelerine olağanüstü birşey yayarak yürüyor, gülüyor, heyecandan ağllyodardı; insanda kusudu ve çirkin olan ne varsa o an için tamamen ortadan kaybolmuştu. Binlerce insan oradan oraya gidip geliyordu. Her hükümet binasmm önünde büyük bir kalabalık birikmişti; insanlar bakandan dışarı çıkmasını ve yeni rejime sadakat yemini etmesini istiyodardı" (Adıvar 1 926, 5 .258). Ha l ide Ed ip' in tanımlad ığı şey, gru p süreci, yan i bir grup in
sanın aynı ortak duyguyu yaşaması olgusudur. Halkın heyecan ve umut dolu olduğu çok açıktı ve insanlar yaşanan değişimden ortak beklentilere sahiplerd i . Baskıdan özgürlüğe doğru olan bu değişim, muhtemelen, değişik insanlar iç in değişik anlamlar ifade ediyordu; ancak, değ işim bir kavram olarak bütün bir insan topluluğu tarafından paylaşı l ıyordu . Bir grubun üyeleri, kend i i radeler in i l iderin i radesin in h izmetine sokarlar ve, karşı l ık olarak, birbi rleriyle özdeşim kurarlar (Freud 1 92 1 ) . Ne var ki, değ indiğimiz durumun o aşamasında, olağanüstü bir coşkunluk içindeki bu insanlar arasında bir l ider yoktu. Lider olarak kime yönelineceği konusunda bir kafa karışıkl ığı söz konusuydu . Halide Edip' i n o günlerin istanbul 'una i l işkin yaptığı tanımlamalar, insanların bir l ider a rayışı içinde olduklarına işaret eder. Örneğ in, Hal ide Edip şunu söylemekted ir: "Değişim haberi, isimleri simge olarak haykırı lan bi rkaç genç subay tarafından Selanik'ten getir i lmişti" (Adıvar 1 926, s .2S8) . Halide Edip, bir sokağın köşesinde uzun saka l l ı bir adam görmüştü; adam hem değişimi övüp göklere Çl-
JÖn TÜrkler
karıyor, hem de padişah ı yücelten sözler söylemeye devam ediyordu. Kalabalığa dönmüş şunları söylemekteydi: "Sevgi l i bir karım, beş çocuğum var. Size yemin ederim ki, Aziz Padişahımın mukaddes davası uğruna onları parça parça doğramaya hazırım" (Adıvar 1 926, s .259). Halide Edip, söz konusu adamın o an karısı ve çocukları yerine neden kendisini doğramayı seçmediğini, "Aziz Padişahı"na neden böylesine derin bir sevgi duyduğunu merak etmişti. Sonuçta, katışıksız bir h isterin in onun bu şekilde konuşmasına neden olduğuna inanmıştı. Daha iyi bi l inen ve daha kolay ayırt edilen başka figürler de vardı; bunla r at üstünde ihtişamla dolaşıyor, kalabalığa kendi lerin i takip etmelerini söylüyorlardı . Herkes kendisini heyecan seline kaptırmıştı. Kürt hamalIardan oluşan bir kalabalık, tanınmış hatiplerden birine seslendi: "Bize Kanun-i Esasl'n in ne anlama geldiğini söyle." Hatip onlara dönüp şunu söyledi : "Kanun-i Esası öylesine muhteşem birşey ki, onun ne olduğunu bilmeyenler eşektir." Bunun üzerine hamallar "Biz eşeğ iz" diye bağı rmaya baş ladı lar. Hatip, on larla eğ lenmeyi sürdü rdü : "Sizin babalarınız da onun ne olduğunu bi lmiyordu . Şu halde sizler eşekoğlu eşeklersin iz." Kürt hamallar bağı rarak karşı l ık verd i ler: "Biz eşekoğlu eşekleriz" (Adıvar 1 926, s .260) .
Kargaşa yatışır gibi olduğunda, imparatorluk halkının sevgi ve beğenisi b i r adam üzerinde yoğunlaştı. Bu adam, karizmatik bir l ider olarak ortaya çıkan Enver'di . Her yere Enver' in resimleri asıldı, bebeklere onun ismi verildi .
Parlak bir zekaya sahip olan Enver, iyi bir örgütçü ve mükemmel bir süvari olmasının yan ı sıra, yürekli bir adamdı . Psikolojik terimlerle söylersek, takıntı ları olan narsist bir karaktere sahipti . Ayrıntı lara d ikkat etmek onun güçlü yan larından biriydi; yorgunluk duymaksızın saatlerce çalışabil iyordu . Aynada kendisini guru rla seyrettiğ ine ve giyim kuşamında çok titiz olduğuna bakıl ırsa, Enver de Mustafa Kemal gibi kendisini çok beğe'nen kibirli biriyd i . Genç kad ınlara çok çekici gelen romantik bir kişilikti, fakat önemli b i r hususta Mustafa Kemal'den ayrılıyordu . Enver dindar bir adamdı ve savaşa giderken göğüs cebinde Kur'an taşırdı . Ayrıca, ne içki ne sigara içerdi . Özel yaşamında olağanüstü ölçüıüydü . Mustafa Kemal' in yaşadığı ve büyük haz aldığı hayat, Enver' in son derece ahlaksız addedeceği türden bir yaşam tarzıyd ı . Mustafa Kemal' in ittihat ve Terakki içinde daha
Ölümsüz AtaWrIL
önemsiz bir konuma ind irgenmesinden büyük ölçüde sorumlu olan kişi Enver'd i . Ta l ih in aynı zaman içinde aynı yerlerde bir araya getird iği olağanüstü d inamik karakterlere sah ip bu ik i insan, zamanla birbirlerini yakından tanıyacak ve birbi rlerinden hiç hoşlanmayacaklard ı .
Pad işah I I . Abdül hamid'i anayasayı tekrar yürü rlüğe sokmaya zorlamış ve Enver'i öne çıkarmış olaylar boyunca, Mustafa Kemal çok küçük bir role sahip oldu . Gerek E nver'le g ird iği rekabet, gerekse kendi abartı l ı özimgesini destekleme kapasitesine sah ip bir l iderl i k konumuna sıçramasını mümkün kılacak bir i ktidar temel inden yoksun oluşu, Mustafa Kemal' in hayli geri planda kalmasına neden oldu . Zaman içinde, Genç Türk devrimi -en azından bir süre için- Avrupa'nın sempatisini kazandı . Avrupa devletleri reformlar konusunda Osmanlı imparatorluğu üzerine uygu ladıkları baskıyı gevşettiler. Jön Türk devrimin i kendilerin in 1 789'da başlatmış oldukları bir sürecin bir devamı olarak gören Fransızlar, yeni Osmanlı hükümeti i le işbirl iğ i yapmaya hazırlardı; öte yandan, i ngi l izler, Jön Türkler'e elden geldiğince yard ımcı olması için istanbu l 'daki ing i l iz büyükelçisine d i rektif verd i ler.
Enver' in başarıs ına rağmen (belki de başarısından dolayı), Mustafa Kemal son tah l ilde E nver' in imparatorluğa zarar vereceğine inanıyordu . Enver'i yeterince iyi bir asker, ancak vasat bir reformcu olarak görüyordu . Mustafa Kemal' in kendi düşüncelerin i ortaya koyabi leceği zemin ler sınırl ıyd ı . Sık s ık Selanik' in gece kulüplerine ve cadde üzerindeki açık cafelere gitmeyi sürdüren Mustafa Kemal, içtiği zaman neler düşündüğünü açık açık söylüyordu . Arkadaşlarıyla bu luşup onlarla içki içen Mustafa Kemal, arkadaşlarına sürekli olarak iktidarda olması hal inde onları hangi görevlere atayacağını anlatıyordu . Arkadaşları, kendisine hangi mevkiyi ayı rd ığ ın ı sordular -yoksa gözü pad işah ın yerinde miyd i? Onlara, padişahtan da büyük biri olacağın ı söyled i .
Bu tü r konuşma ve davran ış lar ittihat ve Terakki'n in Selanik yerel örgütünün l ider kadrosu tarafından hoş karşı lanmıyordu . Mustafa KemaL, durduk yerde başın ı ağrıtacak şeyler söylüyordu; lider kadrosu, en iyi şeyin onun Selan ik'ten ayrı lması olacağın ı düşünmeye başlamıştı . Üsküp yeterince uzak deği ld i . O arada, Mustafa Kemal ' i Trablusgarb'a ittihat ve Terakki' n in temsilcisi olarak gönderme fı rsatı doğdu . Kendisinin bulunmadığı bir top-
JÖn TÜrkler
lantıda, Selanik grubu Mustafa Kema l ' i Osmanlı imparatorluğu'nun bu ıssız köşesine yollanması lehinde oy kullandı . Trablusgarb, pad işahın Mustafa Kemal içi n seçeceği en ideal sürgün yeri olacak kadar ıssız bir yerd i .
Mustafa Kemal, cemiyetin istanbul'daki merkezi tarafından gönderilen bir mektup vasıtasıyla kendisin in Trablusgarb'a gönderilmesinde karar veri ldiğini öğrendi; ancak, mektup, Trablusgarb' ın Selanik'teki teşkilat arkadaşları tarafından kendisi için seçi lmiş yer olduğunu anlamasını mümkün kılacak herhangi bir değin i içermiyordu . Trablusgarb, mesleki kariyerinde önemli bir gerilemeye, hatta yaşamına mal olabi lecek bir siyasal sürgün bölgesiyd i . Osmanl ı imparatorluğu, Trablusgarb'da Sünusi a i lesinin l iderl iğindeki yerel Arap nüfusla sorun lar yaşıyordu; Sünusi ai lesi, siyasal l iderliği, tarikat düzeninin başı sıfatıyla kendisine atfed i len dinsel ayrıca l ıkla birleştirmiş güçlü bir a ileydi . Görünüşte, Mustafa Kemal Trablusgarb'a oradaki durumu teftiş etmek ve ittihat ve Terakki' n in otoritesini yen iden tesis etmek için gönderil iyordu, fakat Mustafa Kemal bunun kendisinden kurtulmak isteyenler tarafından uyduru lmuş bir bahane olduğunu sezdi; bu işin Enver'in isteği üzerine yapıld ığ ı kuşkusuzdu.
ittihat ve Terakki'nin bir lideriyle görüşüp ona ne yapması gerektiğini dan ıştığ ında, içinde bulunduğu çıkmazı daha iyi anlad ı . Verilen görevi üstlenmeyi reddetmesi saygınl ık yitirmesine yol açacaktı. Zorun lu harcamalar için kendisine verilen yüklüce harcırahı aldı ve annesine hiçbir şey söylemeden Trablusgarb'a yola ç ıktı . Sivil g iysiler içinde seyahat ediyordu; ilkin gemiyle izmir ve iskenderun'a, oradan Trablus şehrine gitti. Sahip olduğu kişi l ik yapısı, onun Jön Türkler' in Trablusgarb'daki temsilcisi olarak üstlenmiş olduğu misyonu kendisi için kritik bir sınav olarak algı lamasına neden oldu. Yolcu luğu s ırasında bir çocukluk arkadaşına yazmış olduğu mektuplar, kendisini g izli görevleri yerine getirme kararl ığında, ağzı sıkı, güçlü bir adam olarak görmek için nasıl çabalamış olduğunu açığa vurur. 37 Mustafa Kemal, esrarengiz işlere gi rmiş bir gencin yaşayabi leceğ i bütün heyecanı yaşıyordu . Şans eseri, fantezileri bir süre sonra gerçeklik haline
3 7 Söz konusu mektuplar, çocukluk arkadaşı Sal ih ' (Bozok)e yazı lmıştı. Sal ih, gelecekte Mustafa Kemal'e onun ilk emir subayı olarak hizmet edecekti. Bkz., Aydemir, 1 969, s . 1 35 .
ÖlümsÜZ Atatürk
geld i: Trablus'da, bir asker, b ir d ip lomat ve güçlü , karizmatik b i r kişi o larak sah ip olduğu yeteneğ i n s ınand ığ ı b ir ortam buldu .
Trablus'a vardığ ında onu karş ı layan olmad ı . Trablus, b i r l imanın sah ip olması beklenen donan ımdan yoksun bir l iman şehriyd i . Mustafa Kemal, gemiden sah i le b ir sandal l a u laştı; sandalcı onu elindeki val iz le kumsala bırakt ı . Üzeri ne en iyi subay ün iformasını giymişti ancak, hiç kimse onu karşılamaya gelmed iğ i için bunun pek bir an lamı olmadı . Uygun bir pansiyon bulmak üzere dolaşmaya başlad ı . Bu pis, ortaçağa özgü şeh i rde isted iğ i gibi bir oda bu lması mümkün olmadı . Kimselerce tan ınmadığı bu şeh i rde, buraya gel işiyle i lg i l i olarak sahip olduğu haya lden sıyrı lmış halde, kumsala ind i . Yorgun luktan neredeyse bayı lacaktı; kumların üzerine uzandı, valiz in i bir yastık g ib i başın ın altına yerleştird i . Mustafa Kemal' i gören ve ün iformasından şehrin bu yen i ziyaretçis in in rütbece kendisinden üstün olduğunu an layan bir mülazım, yan ına giderek selam verd i ve onu ka ldığı subay misafi rhanes ine davet ett i .
Mustafa Kemal mülazım ın davetini kabul etti ve geceyi mesIektaşın ın sefil misafirhanesinde geçirdi . Ertesi sabah, yerel birlik komutanını arayıp buldu ve kendisini tanıtmak üzere onun huzuruna çıktı. Temkinl i davranan komutan, kendisin in salt bir subay olduğunu, siyasetten hiç anlamadığını söylüyordu . Kısa bir süre sonra, Mustafa Kemal hangi misyonla orada bulunduğunu komutana söyledi ve Trablus paşası için ayrı lmış bir konağa yerleşti. Ardından, i lk geldiğinde kendisine yard ımcı olan mülazıma gel ip bu konforlu konakta kendisiyle birlikte kalabileceğini söyledi .
Otoritesini oradaki Türk birl iklerine kabul ettirmiş olan Mustafa Kemal, bu kez kendisini Osmanl ı egemenliğinden kurtulmaya çalışan Araplar üzerinde sınamaya girişti. Cesaret dolu bir tavırla, onlarla faal iyetlerin in merkezi durumunda olan bir caminin bahçesinde yüzleşti. B i le bi le kendisini içine attığı tehlikenin büyüklüğüne rağmen, Mustafa Kemal, sarf ettiği sözlerle muhalifleri itaatkar bir tavır içine soktu . Hatta, Bingazi 'n in saygı n d in i l i deri Şeyh Mansur'u Padişah i i . Abdü lhamid ve ittihat ve Terakki'n in otoritesini tanımaya zorladı . Koşullar kend i aleyhine olmasına karşın, Mustafa Kemal yöredeki başkaldırı eği l imiyle doğrudan yüzleşti ve liderl ik vasıflarını geliştird i . Tek başına, s iyasal sürgün anlamına gelen atamayı d ikkate değer kişisel bir zafere
JÖn TÜrkler
dönüştürdü . Selanik'e böyle bir başarın ın sahibi olarak döndü. Trablusgarb'da ittihat ve Terakki'n in otoritesin i tesis etme başarısını göstermek, Selanik'te Mustafa Kema l'e dost kazandırmadı; Selan ik örgütü hala ona karşı düşmanca duygular besliyordu.
ittihat ve Terakki Komitesi'n in Padişah i i . Abdü lhamid'e dayatmış olduğu reformlar, 1 3 N isan 1 909 günü istanbu l'da bir karşı-devrim g irişim ine yol açtı (bu olay Türk tarihinde 31 Mart Vakası olarak bi l in ir) . Modernleşme ku rameı iarı , özel l ikle de Marion J . Levy, Jr . ( 1 966, 2 . Cilt, s .773; ayrıca Bkz. , Levy, 1 972), hız ı giderek artan modern leşme girişimlerine karşı yönelen tepkilerden birçoğunun aşı rı dinci içeriğe sahip bir karşı-darbe olduğunu bel i rtir. Ordunun en düşük kes imlerinden, zanaatkarlardan ve emekçi sınıflardan destek gören talebe-i u lCım, ittihat ve Terakki Komitesi'n in "din karşıtı" faal iyetlerine karşı kimi propagandif eylemlere giriştiginde, tekkeler gibi çeşitli köktendinci g rup lar öğrencilerin tepkilerine destek verd i ler ve islam' ın kutsal yasa ların ı ben imseyecek, azın l ıkları bulundukları konurrda tutacak bir hükümet talebin i öne ç ıkarmaya başlad ı lar. Bu fikirleri savunmak üzere itti had-ı Muhammed! Fı rkası adl ı b i r parti kuru ldu . 1 2 Nisan akşamı din okul la rından öğrenciler Su ltan Ahmet Camii 'nde bir miting yaptılar. Bir inci Ordu askerleri de bunlara katıldı. Bunlar, hükümetin istifasını, bell i bazı mi l letvekil lerinin sürgüne gönderilmesini, şeriatın güçlendiri lmesini, ittihat ve Terakki'nin ordu içindeki nüfuzuna son verilmesini talep ediyorlardı . Parlamento binasına yürüyüşe geçen gösteric i ler burada iki mil letveki l ini 01-dürdüler. Bunu takip eden kaos ortamında hey'et-i vükela padişaha istifasını sundu; padişah şimdi artık bir ayaklanma n itel iğine bürünmüş hareketin ıüm talepleriyle birl ikte hey'et-i vükelanın istifasın ı da kabul etti. Güruh, bundan sonra öfkesini ittihat ve Terakki Cemiyeti'ne yöneiterek cemiyetin genel merkezini ve Tanin ve Şura-yı Ümmet matbaalarını yağmaladı. E l ine iyi bir fırsat geçtiğin i görmekte vakit yitirmeyen padişah, kendisini destekleyenler araSıLdan yeni bir hey'et-i vükela oluşturdu ve ordu üzerinde kontrolü kendi eline geçirdi . Padişab iktidarı paylaşmış olduğu ittihat ve Terakki i le köprüleri atmaya karar vermişti. imparatorluğun yegane hükümranı yine kendisi olacaktı.
Bir kez daha, bütün gözler II. Abdülhamid'e karşı başarıl ı bir
ÖliimsÜz AtatÜrk
ayaklanmayı gerçekleştirmiş olan Makedonya'ya, Üçüncü Ordu'ya çevrildi . Üçüncü Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, en güveni l i r kurmayı Mustafa Kemal' in yard ımıyla, soğukkanlı l ığını ve bu beklenmedik durumla başetmeye yetenekli biri olduğunu gösterdi . Süratle harekete geçen Mustafa Kemal, Hareket Ordusu adı verilen ve ayaklanmacılara karşı istanbul'a sevk edilen bir muharebe birliği oluşturdu. Bu birliğin moral gücünden, disipl ininden, kurmaylığından ve hareket çabukluğundan Mustafa Kemal sorumluydu. Hareket Ordusu şehre vardığında cılız bir d irenişle karşılaştı . Ordu, Yeşilköy (Ayastefanos)'de mevzilendi. O sıra Berl in'de askeri ataşe olarak görev yapan Enver, harekata katılmak üzere Makedonya'ya döndü. Enver, bir kez daha Mustafa Kemal'i gölgede bırakarak, düzeni ve anayasal hükümeti yeniden tesis etmeye çalışan parlamento üyeleriyle yapılan müzakerelerde önemli bir rol oynadı . Hareket Ordusu istanbul'a 24 Nisan'da u laştı ve birkaç yerde yaşanan tek tük direniş girişimlerinden sonra başkenti işgal altına aldı. Mahmut Şevket Paşa'nın emriyle sıkıyönetim i lan edildi ve olağanüstü mahkemeler kuruldu. 27 Nisan günü, parlamento üyelerinin bir kısmı toplandı; bunlar, fetva emininden al ınan fetvadan aldıkları yetkiyle, karşı-devrim sırasında üstlendiği rol ve mal i yolsuzluklar nedeniyle padişahın tahttan indiri lmesine karar verdi ler. Osmanl ı imparatorluğu'nu otuz üç yı l boyunca yönetmiş olan ii. Abdülhamid, 66 yaşında istanbul'dan kovu lup Selanik'e gönderi ldi.
ii. Abdü lhamid ' in yerine tahta kardeşi V. Mehmet (Reşad) geçti. Pad işahın küçük kardeşi olan V. Mehmet otuz yıl boyunca imparatorluk sarayında hapis hayatı sürmüş, son on dokuz yı l iç inde ağabeyin i h iç görmemişti . Tahta geçtiği zaman, bir zamanlar Avrupa'nın korku lu rüyası olan Osmanl ı imparatorluğu'nun ölüm sancıları içinde olduğu çok açıktı . Yeni Osmanl ı padişah ın ın yeni lgi b i lmez Osmanl ı askerleriyle, bir i 1 S2g'da diğeri 1 683'te olmak üzere daha önce iki kez Viyana kapı larına dayanmış öncelleri, artık çok gerilerde ka lmıştı . Gerçek iktidar, sonradan, Mustafa Kemal ' in başta gelen rakibi Enver ve onun destekçisi Cemal ve Talat Paşalar38 başta gelmek üzere, ittihat ve Terakki l iderlerinin eline geçecekti .
Karşı-devrime karşı d irenişin örgütlenmesine etki l i b ir rol oy-38 ittihat ve Terakki Cemiyeti' nin liderlerinden biri olan (Ahmet) Cemal Paşa
( 1872-1 922), bahriye nazırı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Suriye valisi olarak
JÖn Türkler
nadıktan sonra Selanik'e geri dönen Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki'nin halkın umut bağladığı, özgür seçimlerle bel irlenmiş bir parlamentoya değil de askeri güce bağımlı hale gelmesi üzerinde uzun uzun kafa yormaya başladı . V. Mehmet' in saltanat devrin in ilk gün lerinde devletin gelecekte bürüneceği yapının ne olması gerektiği konusunda bir hayli tartışma yapı ldı . Mahmut Şevket, orduyu siyaset d ışında, ittihat ve Terakki'yi parlamento dışında tutmak suretiyle ı l ıml ı ve dengeli b ir ortam yaratmaya çalıştı. 1 909 yıl ı yazının sonlarına doğru İttihat ve Terakki Cemiyet; Selanik'te ikinci yıl l ık kongresin i düzenled i . Mustafa Kemal kongreye Trab lusgarb delegesi olarak katı ldı . Benzer düşüncelere sahip olan küçük bir grup Mustafa Kemal'in etrafında toplanmaya başlamıştı; bunların bazı ları Mustafa Kemal'in Harbiye Mektebi yıl larından okul arkadaşlarıydı, bazıları ise onun son zamanlarda tanıdığı kişilerd i : Ali Fuat (Cebesoy), Fethi (Okyar), Kazım (Karabekir), bir donanma subayı olan Rauf (Orbay), Tevfik Rüştü (Aras) ve yeni Türkiye Cumhuriyeti'n in kuruluşu s ı rasında ikinci adam konumunda bulunacak olan ismet (inönü).
Bu kongre sırasında, Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki l iderleri ni öfkelendiren bazı düşünceler öne sürdü . Ordu siyasette herhangi bir rol üstlenmemeliydi ve siyasette etkin bir rol oynamayı arzu layan ordu mensupları görevlerinden ayrı lmalıydı lar . Hatta, Mustafa Kemal, Cemiyet'in nizamnamesine bu koşulları zorunlu kılan b i r hüküm eklemesin i isted i . Kendisine gelince, siyaset sahnesinden çekilmeye ve kendisini bütünüyle mesleğine adamaya karar vermişti.
Mustafa Kemal' in askeri bir taktikçi olarak sahip olduğu ün, Türklerin modası geçmiş askeri tekn iklerini eleştirmesinden sonra daha da a rttı . Ayrıca, askeri eğ itim konusunu içeren iki kitapçığı Almanca'dan Türkçe'ye çevirdi. Diğer subaylar, kendisini Tü rk askeri b i rl iklerin in eğitim düzeyin in yükselti lmesi görevine veren Mustafa Kemal' in bütün bir gün geç saatlere kadar çalışma yeteneği karşısında şaşkınl ığa düşüyorlardı ; geç saatlere kadar kah içen kah tartışan Mustafa Kemal görevlerin i herkesten
görev yapacaktı. 1 922 yılında bir suikast sonucu Tiflis'te öldürüldü. Talat Pa�a ( 1 874-1 92 1 ) 1 91 7-18 yıllarında sadrazam konumundaydı. O da ittihat ve Terakki liderleri arasındaydı. Bu ikisi, Enver Pa�a ( 1 88 1 -1 922) ile birlikte, 1 9 1 3 yılı ile Birinci Dünya Savaşı'nın sonu arasında kalan dönemde Osmanlı imparatorluğu'ndaki en etkili isimlerdi. Talat Pa�a da 1 92 1 yılında bir suikasta kurban gitti.
Ölümsüz AtatÜrk
Önce bitiriyor, her göreve her an hazır bekliyordu . Makedonya'da askeri manevralar yeniden başladığında, Mus
tafa Kemal, kendisinden rütbece daha yüksek komutanlar karşısında sözünü sakınmadan konuşan, karşı görüşler ileri süren açık sözlü bir kurmay subay olarak öne çıktı . çoğu kere görüşlerinde haklı çıkması, onun komutanların sempatisini kazanmasın ı sağlamadı . Aksine, onu kurmaylı k görevlerinden alıp doğrudan arazi çalışmalarının yürütü ldüğü birl ik komutanlığına tayin etti ler; fakat Mustafa Kemal askeri konulardaki görüşlerin in doğruluğunu bu alanda da kanıtladı . Arnavutların küçük çapl ı b ir ayaklanmasını bastırmada oldukça etkindi . Rakipleri, onun bu başarasından sonra takındığı iddialı tutuma katlanmak zorunda kaldılar. Yapabildikleri yegane şey, onun terfisin i engellemek oldu. Mustafa Kemal, meslektaşlarına askeri alanda ders vermek, yan lışlarını ortaya koymak konusunda ele geçirdiği her fırsatı değerlendi riyordu. Diğerleri için giderek bir başağrısı durumuna geliyor olmasına rağmen, Fransızların Picardie bölgesinde yaptıkları askeri manevralara gözlemci olarak gönderilen heyete o da dahi l edildi.
Ortada sah ip olduğu askeri yeteneğin kabul ve taktir edildiğine i l işkin kimi açık işaretler olmasına karşın, Mustafa Kemal dönem dönem depresif bir ruh hal ine sürükleniyordu . Enver' in yıldızı giderek yüksel i rken, onun terfisi hala geciktir i l iyordu . Bu döneme ait bir olay, onun o gün lerde nasıl bir ruhsal bir durum içinde olduğunu açığa vurur . Mustafa Kemal, söz konusu dene.. imden sonra, b i r insanın büyüklüğünü, kişin in engeller karşısındaki ya ln ız l ığ ını kabul etmesi, hiçbir yerden hiçbir yard ımın gelmeyeceğin in farkında olması olarak tan ımlar. Bu gerçeğin bi l incinde olarak, kişi doğrudan doğruya hedefin in üzerine yürümeli, bütün engel leri tek başına aşma yürekl i l iğ in i göstermel id ir .
Mustafa Kemal' in g iderek karamsar b ir ruh hal ine büründüğü sıralar, Jön Türkler i le Avrupalı devletler arasındaki balayı sona ermek üzereydi . italya, Kuzey Afrika'daki Osmanl ı topraklar ının bir bölümünü işgal etmeye karar verd i . Balkanlar'daki gergin l ik patlama noktasına vard ı . italyanlar 1 9 1 1 y ı l ı sonbaharında Bingazi'ye, Trablus'a ve Trablusgarb'da Osmanl ı ların el inde bulunan diğer merkezlere karşı sald ı rıya geçti ler.39 Bazı yüksek rütbeli su-
L' Savaşın geçtiği alan, o dönemin coğrafi terminolojisi ile söylersek, batıda Trablus, doğuda ise Bingazi idi. Bu iki bölge, bugünkü modern Libya'yı oluşturmaktadır.
JÖn TÜrkler
baylar ve onların destekçisi olan diğerleri Kuzey Afrika'ya g id ıp savaşı yönetmek için gönül lü oldu lar. Enver, durumun kendisine parlak bir başarı getirmeye uygun bir ortam sunduğunu gördü . Mustafa Kemal ise, imparatorluğu varlığı açısından Balkanlar'daki durumun daha büyük bir tehdit oluşturduğu kan ısındaydı; ancak, kendisini bu askeri görevden uzak tutması da düşünülemezdi . Enver' in izini takip ederek Bingazi cephesine gitmek üzere yola çıktı.
Cephedeki arkadaşlarına u laşabilmesi için Mustafa Kemal ' in ingi l izlerin kontrolü altındaki Mısır'dan geçmesi gerekiyordu . iskenderiye'de sıtmaya yakalandı ve yolcu luğuna bir süre ara vermek zorunda kald ı . Sonra, Arapların yerel g iysileri içinde Derne yakın larındaki cepheye u laşmayı başardı; fakat, buraya u laşmadan önce, kendilerine Trablusgarb'a giden Osmanl ı subayların tutuklanması emri veri lmiş Mısırlı subaylara yoluna devam etmesine izin vermeleri için hayli d i l dökmek zorunda kald ı . Bunu, onların islami duygularına seslenerek başardı . Trablusgarb'a işgalci H ıristiyanlara karşı mücadele etmek için gidiyordu, dolayısıyla Mısırl ı subaylar yoluna devam etmesine engel olmamalıydı lar. Kendi amacı, d insel duyguları kullanmamak gibi bir i lkeden çok daha önemliydi .
Mustafa Kemal Derne'ye vard ığında muharebe halihazırda kaybedi lmişti . italyanlar savaşı 29 Eylül 1 91 1 'de başlatmışlardı; 4 Ekim'de Tobruk'ta karaya çıkmış, 1 3 Ekim'de Derne'ye u laşmışlardı. Mustafa Kemal Derne cephesinin başına geçti, fakat yapabileceği çok az şey vardı . Yeniden hastalandı ve yatağa düştü . Mısır'da yakalandığı sıtma ona sıkıntı vermeye devam ediyordu ve bu sıkıntıyı daha bir süre yaşayacaktı. Ayrıca, gözlerinde ciddi bir görme bozukluğu başgöstermişti. Doktorların emriyle cephe gerisindeki bir hastaneye nakled i ld i . Bundan sonra tedavisinin sürdürü lebilmesi için Kuzey Afrika'dan ayrı l ıp Viyana'ya gitmesi gerekeeekti.
Trablusgarb'daki durum giderek kötüleşiyordu . italyanlar, 4 Ekim 1 91 1 'de Osmanlı ları püskürttükleri Trablus ve Bingazi'yi resmen ilhak ettiler. Karşılarında rakip olarak sadece yörede geri l la savaşı veren SCınCısi aşiretleri kalmıştı. Dahası, Osmanl ı hükümeti hem Balkanlar'da hem imparatorluk içinde bir dizi g üçlükle daha yüz yüze kaldı . italya, Balkanlar'daki karışıkl ığın bir
Ölümsüz AtatÜrk
süre sonra topyekün bir savaşa yol açacağını düşünerek, şimdiden Karadağlıları ve Arnavutları silahlandırmaya başlamıştı . imparatorluk içinde, Trablusgarb'da alınan yenilgi ittihat ve Terakki'nin saygınl ığına gölge düşürdü . Hey'et-i vükela ile parlamento arasındaki kavga ve çekişme, padişahı 1 3 Ocak 1 9 1 2'de parlamentoyu feshetmeye zorlad ı . Gerçekten örgütlü yegane parti durumundaki ittihat ve Terakki, yapılan seçimlerden ezici bir üstünlükle çıktı; fakat, ittihat ve Terakki'n in otarşik bir rej im kuracağından korkan bir grup subay (Halaskar Zabitan) darbe tehdidinde bulundu. Padişah, yen i hey'et-i vükela'ya siyasetçilerüstü kimseleri atayarak sorunu çözmeye, böylece Balkanlar'da giderek derinleşen krize bir hal çaresi arama olanağına kavuşmaya çalıştı.
Çeşitli d inler, di l ler ve etn ik bağlardan oluşmuş bir mozaik halinde bulunan ve birbiri i le rekabet halindeki toprak talepleri i le karmakarışık hale gelen Balkanlar'da Osmanlı la rın kurmuş olduğu birl ik ve uyum, mill iyetçi akımlar yüzünden bozuldu . U luslararası rekabet, durumu giderek kötüleyen bu bölgeyi kendi gelişimi açısından verimli bir toprak olarak gördü . Rusya ve Avusturya-Macaristan, Balkanlar'da egemenlik için yürüttükleri rekabette birbi rlerin in önüne geçmek için çabal ıyorlard ı . Bununla eşanl ı olarak, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunan istan, Osmanlı imparatorluğu'nun kendi iç sorunların ı fırsat bi lerek kendi u lusal toprakların ı gen işletme çabası içindeydi ler. Avusturya'n ın 1 908'de Bosna ve Hersek' i i lhak etmesin in ard ından italya'n ın Osmanlı imparatorluğu'na karşı giriştiği saldırı, Osmanl ı imparatorluğu' nun Balkan lar'daki komşuların ın imparatorluğa karşı topyekün bir saldırı kampanyasına girişmesine zemin hazırlayan bir dizi siyasal gelişmeye yol açtı.
Sırbistan ve Bulgaristan 1 3 Mart 1 9 1 2 tarihinde bir ittifak kurdular ve Osmanl ı lara karşı zafer kazanmaları durumunda belli toprakları kendi aralarında nasıl paylaşacakları konusunda an laşmaya vardı lar. Bunu, Yunanistan ile Bu lgaristan arasında 29 Mayıs 1 9 1 2 tarihl i ittifak anlaşması izledi; ayrıca, Karadağ, Bu lgaristan ve Sırbistan arasında 27 Eylü l ve 6 Ekim tarihlerinde işbirl iği an laşmaları yapı ld ı . Güçsüz durumdaki Osmanl ı hükümeti, bu gelişmeler karşısında Balkanlar'da kendisine karşı giderek büyüyen tehditle başedebilmek için i lkin isyancı Arnavutlar ve italya ile olan sorunlarını bir çözüme kavuşturmak zorunda olduğunu
JÖn TÜrkler
düşündü. 4 Eylül 1 9 1 2 tarih inde isyancı Arnavutlar i le bir an laşmaya varı ldı . Ardından, 1 5 Ekim 1 9 1 2 /de italya ile Trablus ve Bingazi /deki Osmanlı kuvvetlerin in çeki lmesin i öngören bir uzlaşma sağland ı .
Beklendiği gibi, Balkanlar/da savaş patlak verd i . Savaşı Karadağ/ ın Kuzey Arnavutluk/a g i rmesiyle ve böylece daha önce kararlaştı r ı lmış ittifak antlaşmalarının devreye soku lmasıyla başlad ı . Yunanl ı lar, Bulgarlar ve Sırp lar Karadağ/ ın yanında yer alarak Osmanıı ların Balkan lar/daki nüfuz bölgelerine karşı saldı rı ları yoğun laştırd ı lar. Yunan istan Girit adasını resmen i lhak etti . Ekim ayının son haftası içinde Bulgarlar Ed i rne/yi kuşatma altına aldılar ve Kasım başlarında istanbul /un eteklerine kadar i lerled i ler. S ırplar derhal Makedonya/nın gen iş bir bölümüne yayı ldı lar ve 8 Kasım günü Yunanl ı lar, Mustafa Kemal/ in doğduğu şeh ir olan Selanik/i ele geçird i ler.
Mustafa Kemal istanbul/a döndüğünde -eşine ancak i i . Dünya Savaşı sırasında Alman yıldırım harplerinde rastlanılacak bir h ızla yaşanmış olan -Birinci Balkan Savaşı sona ermek ü�ereydi . Pek çok güzel an ıya sah ip olduğu Selanik ve Manastır/ ın yitirilmesi Mustafa Kemal/ i derinden sarsmış olmalı . Onun, subay arkadaşlarına/ "Böyle bir şeye nasıl göz yumabildiniz?" d�e sorduğu söylenir. Mustafa Kemal/i Türkiye Cumhuriyeti /n in cumhurbaşkan ı olduğu yıl larda tan ımış olanlar, onun doğduğu şehre olan sevgisin i hiç yitirmed iğini , artık Türk toprağı olmayan Selanik/te geçen günlerin i nostalj ik bir özlemle andığını söylerler.
istanbul, Balkan lar/dan gelen mültecilerle doldu . Mustafa Kemal/in annesi, kızkardeşi ve kocası da gelenler arasındaydı. Mustafa Kemal onları buldu ve ailesin i kiraladığı bir eve yerleştird i . Ragıp/ın kız yeğenieri -ergenlik yaşında genç bir kız olan Fikriye ile onun küçük kızkardeşi Jülide- de hemen hemen aynı günlerde istanbul/a geldiler ve onlara yakın bir eve yerleştiler. Mülteciler a rasında, Almanların Selanik d ışına çıkardıkları ve bir gemi ile istanbul/a getirdikleri i i . Abdülhamid de vardı . i i . Abdülhamid, Beylerbeyi Sarayı/na yerleştiri ldi . Eski padişah 1 0 Şubat 1 91 8/de bu sarayda öldü.
Düşmanın gelip kapıya dayandığı o günlerde, Osmanlı ordusu istanbul /un savunması için gerekli hazırlıklara başladı . Mustafa Kemal. E rkan-ı Harb Heyeti/nin b ir üyesi olarak Gelibolu Yarı-
Ö,umsÜz Atatürk
madas ı'na tayin ed i ld i . Boğazın savunması yaşamsal önemdeyd i , çünkü boğaz ları geçecek düşman savaş gemi leri istanbul 'u kolayca bombalayabi l irlerd i .
Mustafa Kemal' in henüz istanbul'da olduğu gün lerde Kuzey Afrika'dan dönmüş olan Enver başarıl ı bir darbe gerçekleştird i . 23 Ocak 1 9 1 3 'te kalaba l ık bir grup oturum hal indeyken Bab-ı Ali'yi bastı, Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı vurarak öldürdü ve Sadrazam Kami l Paşa'yı istifa etmeye zorladı . Darbe, büyük ölçüde, savaşa son verecek bir barış antlaşmasının bir parçasını teşkil etmek üzere Edirne'n in Bulgaristan'a terk edi lmesini öngören bir plana karşı b i r tepki niteliği taşıyordu . Edirne, Osmanl ı ların Avrupa'daki i lk önemli fethiydi; şeh i r, o zamanlarki adı Constantinople olan istanbul 'un fethinden yaklaşık b ir asır önce, 1 36 1 'de fethedi lmişti . Ed irne'nin yakında düşmana terk edilecek oluşu büyük bir duygusal tepkiye yol açtı. Enver, halkın bu tepkisini kendisinde cisimleşti rd i . Beyaz bir at üzerinde ortaya çıkan Enver, d ramatik bir tablo çizerek Bab-ı Ali 'ye girdi . Mustafa Kemal' in eski bir arkadaşı, b i r şair ve ittihat ve Terakki'n in önde gelen bir hatibi olan Ömer Naci, meclis önünde toplanan kalabalığa hitaben yaptığı dokunaklı konuşmada bu eylemi ateşli sözlerle övdü.
Darbe Mustafa Kemal' i n hoşuna g itmedi . Özellikle darbenin gerçekleştiri l iş tarzına karşıyd ı . Darbeye karşı olmas ın ın tek nedeni siyasi su ikastiara karşı duyduğu derin tepki değ i ld i . Bunun yanı sıra, Enver ve arkadaşların ın darbe aracı l ığ ıyla halkın sempatisini kazanmasına kızıyordu; bu, Mustafa Kemal ' in önünü tıkayan b ir gelişmeyd i . Mustafa Kemal bir kez daha geri plana iti ldi; olaylar, onun Enver'e ve ittihat ve Terakki l iderl iğ ine yönelik eleştiri lerin i n d ikkate al ınmasını ve herhangi bir yankı yaratmasını önled i .
Başlang ıçta, Osmanl ın ın Avrupa'ya açılan kapısı konumundaki Edi rne'n in elde kalmasın ı sağ ladığı için, kamuoyu darbeyi memnuniyetle karşı lad ı . Şeh i r, Osmanl ın ın askeri görkemin in s imgesi olarak büyük bir duygusal an lama sahipti . Ayrıca, Mimar S inan' ın başyapıtı o lan ve ancak 1 574 yı l ında tamamlanabi len Sel imiye Camii de bu şehirde bulunuyordu .
Ne var k i , amacını Edirne'n in elde ka lması n ı sağ lamak olara k ifade etmiş olan darbe, bu amacını gerçekleştirmede başarısız ka ld ı . Şehri açlığa mahkum ederek tesl ime zorlayan Bu lgarlar as-
JÖn Türkler
keri baskıyı artırd ılar. Edirne 28 Mart'ta kuşatı ldı ve şehirde yerel Müslüman halka karşı toplu kıyımlara g iriş i id i . Başvezir Mahmut Şevket idaresindeki Osmanlı hükümeti barış müzakerelerini başlatmak zorunda kaldı . Müzakereler, 1 91 3 yıl ı Haziran ayı başlarında Londra Antlaşması i le sonuçlandı. istanbul yen iden siyasal şiddet eylemlerine sahne oldu; Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürü ldü . Başveziri öldürenler ittihat ve Terakki'ye karşı olan bir grup subaydı, fakat kısa bir süre sonra bunlar da yakalan ıp tutuklandılar ve bir sıkıyönetim mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırı ld ı lar. Bu olaylar yaşanırken, ittihat ve Terakki, ü l kede, nihai olarak Osman l ı imparatorluğu'nu Almanya'nın bir müttefiki olarak Birinci Dünya Savaşı'na sokacak bir d iktatörlük rej imi kurdu.
Enver, Talat ve Cemal Paşa lar üç kişiden oluşan bir yönetimle Osmanl ı Devleti' n i idare etmeye başlad ı lar. Balkan devletleri, savaş gan imetin i aralarında nası l paylaşacakları konusunda bir uzlaşmaya varamıyorlardı ve bun ların kendi ara larındaki didişme Osmanl ı larla savaşın yen iden başlamasına yol açtı. Enver, ikinci Balkan Savaşı adı verilen bu savaşta, Edirne'yi geri a lmayı başararak Osmanl ı Devleti 'n in en güçlü adamı konumuna yükseld i . 1 9 1 3 i le 1 9 1 5 yı l ları arasında geçen zaman içinde tekrar tekrar terfi ederek Birinci Ferik rütbesine yükseldi ve Harbiye Nazırlığı görevini üstlendi . Naciye Su ltan i le evlendi ve fiilen bir askeri d iktatör durumuna geld i . Osmanl ı imparatorluğu'ndaki modernleşme hareketi yen iden başladığı noktaya geri dönmüştü .
Mustafa Kemal'den bir yaş büyük olan Enver, o sıralar otuz üç yaşındaydı . Asla hata yapmayan bir kahraman olarak görülüyordu . Onun a leyh ine konuşma cesaretini gösteren i nsanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu . Mustafa Kemal bunlardan biri olmaya devam etti. i kinci Balkan Savaşı sonunda imzalanan barışla birl ikte Bulgaristan'la olan i l işkiler tekrar normale döndü. Mustafa Kemal' i n arkadaşlarından Fethi (Okyar) Sofya büyükelçiliğine getiri ld i . Bundan kısa bir süre sonra, Mustafa Kemal'e, merkezi Sofya'da bulunan Balkan askeri ataşel iği görevi öneri id i . Mustafa Kemal, bir kez daha, pratikte siyasal sürgün anlamına gelen bir görevle yüz yüzeydi . Başka bir seçeneği olmayan Mustafa Kemal görevi kabul etti ve 5ofya'ya gitmek üzere yola çıktı.
BÖlÜm 6
KADıNLAR VE MUSTAFA KEMAL: iSTANBUL VE SOFYA'DA
EGLENCE DÜŞKÜNÜ BiR SUBAY
M ustafa Kemal açısından, Sofya'ya tayin ed i l işi, siyasal anlamının dışında bir dizi an lama daha sah ipti . Bu, ayrıca, an
nesinden yeniden ayrılması ve yaşamında d ikkate değer bir yere sahip Cori nne adl ı bir kad ın la olan i l işkisin in kesi lmesi anlamına da gel iyordu . Bu tayin i kabul etmemesi, el inde ordudan istifa etmek d ışında başka bir seçeneğin kalmaması an lamına gelecekti. Arkadaşları böyle bir adım atmasına karşı çıkıyor, Enver' in izlediği siyasete karşı koyarken üstüne basacağı bağımsız bir siyasal temelden yoksun olduğunu hatırlatarak onu uyarıyoriardı. Enver çok güçlü bir konuma sahip bulunduğuna göre, onunla olan düşmanlığı daha i leri götürmemek daha akıl l ıca bir tutum olacaktı.
Mustafa Kemal Selan ik'te olduğu sıralar annesiyle düzenli olarak görüşüyordu ve üvey babası i le olan i lişkilerinde daha dengeli ve uzlaşmacı bir tutum içine girmişti . Makedonya'da savaş patlak verdiği zaman, annesi istanbul'a ve Osmanlı Devleti'nin güvenl ik içindeki d iğer şehirlerine akan binlerce mülteci arasına katılmış, istanbul'a gelmişti . Zübeyde'n in kocası Selanik'te kaldı ve bir süre sonra orada öldü . O dönemde Zübeyde'yi tanıyan kişiler, kimi zaman ismi geçiyor olmakla birl ikte, Ragıp'tan hiçbir zaman Zübeyde'nin kocası ve Mustafa Kemal' in üvey babası sıfatıyla söz edi lmediğini hatırlıyorlar (Aydemir 1 974). Annesinin genç Mustafa Kemal'de büyük bir öfke uyandırmış olan evl i l iği bitmiş, geniş aile istanbul Beş iktaş'taki üç katlı bir evde yeniden yerleşik bir yaşam sürmeye başlamıştı. Mustafa Kemal' in kızkardeşi Makbule ve kocası evin birinci katında yaşıyorlard ı . Mustafa Kemal, istanbu l'da olduğu sıralar kullanmak üzere i kinci katı kendisine ayırmıştı; üç odanın bulunduğu üçüncü kat ise annesin in kullanımına aitti. Mustafa Kemal batıl ı tarzı yeğlerken, sahip olduğu köylü kökeninden gelen alışkanl ıkları sürdüren annesi hala yer yatağında yatıyordu .
Kadınlar ve Mustafa Kemal
Bu geniş ai lenin bir diğer üyesi, daha sonra ları Tuncak soyadını alacak olan Abdürrahim isminde küçük bir çocuktu . Yaklaşık olarak 1 9 1 0 yı l ında doğmuş olan Abdürrahim, 1 974'te Dr. Volkan ile yaptığı görüşme (Tuncak 1 974) sırasında eğitimini Aimanya'da yapmış emekli bir mühendisti. Tuncak, söz konusu görüşme sırasında, kendi kökeni hakkında kesin bir bi lgiye sahip olmadığını, ancak, söylenenlere göre, dul bir kadın olan annesinin 1 9 1 3 yıl ındaki ölümüyle birl ikte öksüz bir çocuk durumuna düşünce Mustafa Kemal' in kendisini evlatlık edinmiş olduğunu, daha sonra Mustafa Kemal tarafından Zübeyde'ye ai lenin koruması a ltına al ınması gereken bir emanet olarak takdim edildiğ in i söylemiştir. Mustafa Kemal' in Ankara'nın Bahçelievler semtindeki dairesin in yemek odasında asılı duran büyütü lmüş bir fotoğrafta Mustafa Kemal, Abdürrahim ile birl ikte görünür. Fotoğraf 1 9 1 7 yıl ında, Abdürrahim ile Zübeyde'n in Halep'e Mustafa Kemal' i ziyarete g ittikleri sıra çeki lmişti . Abdürrahim' in başında bir Arap başl ığı vardı .
Abdürrahim'in kökeni ne olursa olsun, onun Beşiktaş'ta bulunan evdeki varlığ ı tarihsel ve psikoloj ik bir öneme sahiptir. Tuncak, yaln ızca tarihsel olayların değ il, fakat ayrıca Zübeyde'nin bir anne olarak sahip olduğu nitel iğ in canl ı tanığıdır . Zübeyde, Abdürrah im'e "oğu l" diye seslen iyordu . Mustafa Kemal' in kendisi de onu "oğ lum" diye çağırıyordu, fakat Mustafa Kemal' in arkadaşların ı ve ordu personel in i de "çocuklarım" olarak çağ ırdığ ı ve bugün bile Türk erkekleri nin arkadaşların ın ve akrabaların ın çocuklarına "oğlum" olarak seslend ikleri düşünülürse, bu durum birden çok yoruma açıktır. Burada psi koloj ik açıdan önemli olan nokta, Mustafa Kemal ve Zübeyde'nin, Mustafa Kemal için ödipal bir başarıyı simgeleyen bir "oğul"u paylaşıyor olmalarıd ır. Üvey baba artık annesinin yaşamından çıkmıştı. Mustafa Kemal şimdi annesiyle yeniden yakın bir i l işki içindeydi ve Abdürrahim bu ikisi arasındaki bağın simgesi durumundaydı .40
Abdürrahim, bir yere geldiğinde hep Zübeyde'n in yanı başındayd ı . Dr. Volkan'la yaptığı görüşme sırasında, Abdü rrahim Bey, adeta Zübeyde'nin "bastonu" haline gelmiş olduğunu söylemiştir.
40 Atatürk'ün Türkiye cumhurbaşkanı olduktan sonra kızlarını evlat edindiği, ülkede yaygın olarak biliniyor olmasına karşın 1 974'de Abdürrahim'in varl ığından çok az kimsenin haberdar oluşu d ikkate değer bir durumdur.
ÖlÜmsüz Atatürk
Abdürrahim Bey, Zübeyde'yi son derece otoriter, aşırı korumacı, r.."ustafa Kemal ile yoğun i l işki lere sahip bir kad ın olarak hatırlar. Abdürrahim Bey'in an lattıklarına göre, Zübeyde, sık sık, ikinci kocasından oğluna saygı göstermesini istediğini söylüyordu . Mustafa KemaL, annesini ziyarete geldiğinde ya da onunla vedalaşırken, böyle durumlarda adet olan şey oğlun annesinin el ini öpmesi olmasına karşın Zübeyde'yi yanağından öperdi . Bazıları onun bu davranışını çatık kaşlarla izlemiş olabil ir; ancak, ai le içinde bu durum Mustafa Kemal' in annesine duyduğu yoğun sevginin bir ifadesi olarak görülüyor ve hoşgörüyle karşı lanıyordu. Annesi Mustafa Kemal'e "Mustafam" diye h itap ederdi. Sonraları, oğlu paşa olduktan sonra, ona "Paşam" diye seslenmeye başladı.
Öte yandan, Mustafa Kemal' in diğer kadınlarla olan i l işkileri onun bu tür i l işki lerde sadakatten uzaklaşmış olduğuna işaret ediyordu . Üvey babasından ayrı lmasından sonra annesiyle olağaı ıüstü yakınlaşmış o lmasına karşın, Mustafa Kemal' in sosyal yaşamı batı l ı laşmış Türk kadınları ve Avrupal ı kadınlar üzerinde yoğunlaşmıştı. Bir yandan Beşiktaş'taki Müslüman yaşam tarzına uygun gündel ik bir hayatın yaşandığı ai le evinde olağan bir yaşama sah ipti, d iğer yandan, istanbul 'un batı l ı laşmış bir semti olan Pera'da oturan Madam Corinne adlı bir kadını sık sık evinde ziyarete gidiyordu . Bu semtteki insanlar Avrupalı bir yaşam sü rüyor, batı l ı tarzları izl iyoriard ı . Mustafa Kemal, bu d ingin çevrede farklı bir kişi l iğe bürünüyordu.
Corinne, Cenova'da doğmuştu ve bir Osmanlı subayı olan Yüzbaşı Ömer Lütfi'n in dul eşiyd i . Corinne'nin doktor olan babasının Osmanl ı Donanması'nda bir tercüman olarak çal ıştığı sanılıyor.41 Sonradan bir Türk ismi alan amcası ise Osmanl ı ordusunda paşa olmuştu .Ömer Lütfi Bey Mustafa Kemal' in akademiden arkadaşıyd ı . Ömer Lütfi Bey Mustafa Kemal' i Harbiye'deki 2 1 1
Abdürrahim Bey, 5 Aralık 1 974'te, Dr.Volkan'la, Zübeyde ile onun ölümüne ka· dar geçen beraberliğine ilişkin ilk anıları hakkında uzun bir görüşme yapma inceliğini göstermiştir. Abdürrahim Bey'in böyle bir görüşmeyi kabul etmesi gerçekten incel ikti, çünkü o sıralar dizinde önemli bir ağrısı vard ı. Her ne kadar kökenine ilişkin herhangi bir değinide bulunmaktan kaçınmış olsa da, Dr. Vol· kan'a, yaşantısının ilk dönemlerini hayli canlı bir şekilde anlattı . ikinci bir görüşme fikrini kabul etmiş, fakat hastalığı ve şehir dışından gelen ziyaretçilerinin yoğunluğu nedeniyle bu vaadini yerine getirme olanağını bulamamıştır.
41 Dr. Lu igi bir süre Türk hükümeti için çalışmış ve Türk vatandaşlığına geçmişti. Borak 1 970, 5.43 .
Kadınlar ye Mustafa Kemal .
numaral ı evlerine götü rerek ai lesi i le tan ıştı rd l . Bu evde haftada bir kez klas ik müzik ağır l ıkl ı şi ir ve edebiyat toplantı ları düzenlen i rd i . Corinne, Paris Konservatuarı 'n ı b itirmiş başarı l ı bir piyan istti . italyanca, Fransızca ve Türkçe b i l iyordu . Kısa sürede arkadaş olan Mustafa Kemal ile Corinne' in Mustafa Kemal ' in askeri ataşe olarak Sofya'ya gitmesinden sonra b irbirlerine yazd ıkları mektuplar yayı n lanmıştı r (Borak 1 970, s.43-6S) . Mustafa Kemal, mektupların ı yer yer yazım hataları yaptığı Fransız d i l inde yazıyordu; bazı ların ı ise Türkçe kaleme a lmıştı . Burada i lg inç olan şey, kendi d i l i nde yazdığı zam�nlar Arap alfabesi yeri ne Latin harflerini yeğ lemiş olmasıdır. Bu, onun daha sonra ları bütün Tü rklerin Latin a lfabesi ku l lanmalar ın ı istemesinin ilk işareti olarak görü lebil ir .
Mustafa Kemal, Corinne'e 1 9 1 3'te Sofya'dan, 1 9 1 5'ten Çanakkale'den, 1 9 1 6 ve 1 91 7 yı l larında bugünkü Türkiye-Suriye sınırına yakın bir merkezden yazdı . Mektuplaşmaları zamanla giderek seyrekleşmiş olmakla birl ikte, i lk mektuplarında gözlenen heyecanlı hava, a ralar ındaki i l işkin in olağan bir arkadaşlığın ötesinde olduğuna işaret eder. Yine, Mustafa Kemal' in Corinne'e olan i lgisinin, onun bdUiı normları temsil eden bir kimseye duyduğu olağan i lg in in ötesinde bir i lgi olrluğu da açıktır. Dolayısıyla, Mustafa Kemal Sofya'ya atandığı zaman arkasında yalnızca annesin i değ il, aynı zamanda i l işkis in in giderek geliştiği Corinne'i de bırakmıştır.
Mustafa Kemal, Corinne'e yazdığı mektuplarda Bu lgar toplumuna uyum sağladığını bildiriyordu . Buna karşıl ı k, kendisini onun öğretmeni yerine koyan Corinne, Fransızca'sın ı i lerletmiş olması dolayısıyla onu övüyordu. Corinne, onu her gün düşündüğünü yazıyordu . Bundan hoşnut görünen Mustafa Kemal, ona Sofya'da güzel kadınların olmadığını yazıyor ve onu rahatlatmak için bunun altın ı çiziyordu . "Hayır, Corinne, Sofya'da güzel b ir kadınla karşı laşmak olanaksız" d iye yazmıştı bir mektubunda. Bir diğerinde, şehirde tanınmış Parisli bir konsoıntrisle tanıştığını söyledikten sonra şunu ekliyordu: "Ama, bu Parisli bayanı güzel bu lmadığımı söylemeliyim." Corinne, onun Sofya'da Novia Amerika adlı bir gece kulübünde i ki Macar kadınla tanışmış olduğunu da bil iyordu; Mustafa Kemal' in tasvirinden, onların içki satış-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
larını artırmak için müşteri lerin masasına konuk olan türden şarklCl lar oldukları açıktı. Kadınlardan biri Almanca bi l iyor, diğeri ise Macarca dışında bir dil bilmiyordu . Atmosfer Mustafa Kemal' i n hoşuna g itmemişti. Can ı sıkıimış, kad ınları kendi hallerine bırakarak arkadaşlarıyla birl ikte kulüpten ayrıımıştı. Mustafa Kemal, mektubunu "Nasıl olduğunu, neler yaptığını sürekli yaz. YÜrekten sevgilerle" ifadesiyle bitiriyor, mektubu Mustafa Kemal olarak imzalıyordu. Mektubu bitirirken kullandığı ifadelerden birinde, Corinne'den annesine ve kızkardeşine selamlarını i letmesi-
. . · · 42 nı ıstemıştı. Mustafa Kemal' in Corinne'e yol ladığı mektuplar hem onun
resmi görevlerin i yerine getirmekle meşgul olduğunu, hem de Bulgaristan' ın başkentinde çabucak sosyal bir çevre edinmiş olduğunu gösterir. Başında kalpağıyla ün iforması içinde çekici bir görüntü sergi leyen Mustafa Kemal, yakışıklı, ş ık bir kişi l ik olarak d ikkati çekiyordu . Çok geçmeden en seçkin partilerde boy göstermeye başladı . Yeni çevreler edinmek ve sosyal i lişkiler geliştirmek onun askeri ataşe olarak sahip olduğu görevin bir parçasıyd ı . Bu lgarlar, kısa bir süre önce Türklerle savaş alanında karşı karşıya gelmiş olmalarına karşın, Tü rklerle dostça i lişkiler geliştirme eğ i l imindeydiler. Uzun zaman Osmanlı egemenl iği altında yaşamış olan Bulgarlar, şimdi daha önceki istilacılarına karşı karmaşık duygular içindeydi ler. Kuşaklar boyunca, bütün yolların istanbul ' a çıktığını , Osmanlı yönetici seçkin lerin in karşı l ıkl ı i l işkiler konusunda yerleşti rd ikleri normların dışına çıkmamak gerektiğin i düşünmüşlerd i . Şimdi ise, Sofya ve Bu lgaristan'ın yönetici sınıfı yüzünü Batı'ya dönüyor, Avrupa'yı kendine örnek al ıyordu. Sofya, giderek modern, batı l ı bir şeh ir görünümüne bürünüyordu. Bu lgarlar geniş bu lvarlar ve parklar i nşa ediyorlar, şehrin görünümünü değiştirme konusunda hiçbir özveriden kaçınmıyor görünüyorlard ı . Bu batı l ı laşma çabasından çok etkilenen Mustafa Kemal, ayn ı şeyin Osmanl ı şeh irlerinde de yapı lacağ ından söz ediyordu. O günlerde kafasın ı meşgul eden bir diğer reform, Tü rk kad ınların ı peçeden arındırmaktı. Bu lgaristan'daki Türk kadınlarının bazıları daha şimdiden peçe takmamaya başlamışlardı .
i l k kez 1 962 yı l ında yayınlanmış olan bir d izi yazı l ı belge, 42 Bu mektup 3 Kasım 1 9 1 3 tarihinde yazılmıştı.
Kadınlar ve Mustafa Kemal
Mustafa Kemal ' i n ü lkü leştird iği Avrupal ı kad ın larla olan i l işki leri konusunda b ize daha fazla b i lg i veri r. Ed ip E ren ler isminde genç bir Tü rk 1 962 yı l ı başlarında Almanya'da bir trafik kazasında yara lanarak Aachen'deki St. Joseph Hastanesi 'ne ka ld ı r ı ld ı . Bu rada, küçük bir çocukken anne ve babasıyla Sofya'da yaşamış olan Alman bir hemş i renin dikkatini çekti . Mustafa Kemal Sofya'dayken onların evin in b i r odasını kiralamış, ai leyle, özel l ik le de evin annesiyle çok yakın i l işkiler gelişt irmişti. Ed ip E renler ad l ı gencin bu hemşire. i le karşı laşması, Mustafa Kemal ' in bu hemşiren in annesine ve babasına yazmış olduğu üç mektubun keşfine yol açtı. Evin annesi, H i ldegard Christianus, kiracısına Almanca ve Fransızca öğretmişt i . Gelibolu'da muharebe alanından yol lanmış bu mektuplara i leride değ inecek, bu mektuplarla Mustafa Kemal ' in Corinne'e yazmış olduğu mektupları birbi rleriyle karşılaştıracağız. Mektuplaşması sırasında bu iki kadın karşıs ında takınd ığı tavır birbiriyle çarpıcı b i r benzerlik içindedi r.43
Atatürk' ün Bulgar biyografı Parushev ( 1 973), Mustafa Kemal' in Sofya'daki yaşantısın ın canl ı bir tasvirini sunar; buna karşıl ık, onun Türk biyografı Aydemir ( 1 969, i . Cilt) kahramanının yaşamının bu dönemini geçiştirir. Aydemir'e göre, Mustafa Kemal anı lan dönemde pratik olarak siyasal sürgün konumundadır ve zamanını, daha iyi olacağını umduğu gelecek günleri bekleyerek geçirmiştir. Enver, Mustafa Kemal' in istanbul'da olmasını istemiyordu ve ittihat ve Terakki liderliği onun yönelttiği sürekli eleştirilerden bıkmıştı. Mustafa Kemal ' in di l ini tutmayı reddetmesi onun Sofya'ya yollanmasıyla sonuçlanmıştı. Mustafa Kemal, Sofya'da ittihat ve Terakki liderlerini ve onların Almanya'ya yönelik yaklaşımını eleştirmeyi sürdürdü. Enver, Osmanlı imparatorluğu'nu Aimanya'ya yaklaştırmaya başlamıştı. Osmanlı ordusunun üst kademelerin in her yerinde Alman subaylarına rastlanıl ıyordu . General Otto Liman von Sanders, halihazırda Osmanlı askerleri üzerinde komuta yetkisine sahipti.44 Mustafa Kemal, Almanların yaklaşan savaştan zaferle çıkacağından kuşkuluydu. Bu kanıya ilk olarak
43 Mustafa Kemal'in Hildegard Christianus'a yazdığı mektupların bazıları Tarihin Sesi (1 962) adlı derginin birinci ve ikinci sayılarında yayınlandı. Ardından bu dergi çıkmaz oldu ve böylece diğer mektupların yayınlanması geciktL Bütün mektuplar daha sonra bir kitap halinde yayınlandı. Bkz., Terzioğlu, 1 964, s. 1 1 2-2S. Ayrıca Bkz., Borak, 1 970, s.66-77.
o' liman von Sanders 1 8SS'te doğdu ve 1 929'da öldü. ilk olarak, Osmanlı hizmetindeki tüm Alman subayların üstü olarak Birinci Osmanlı Ordusu'nun komutan-
.111..
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Fransa'daki askeri manevraları izlediği �ıra varmıştı. Almanya'nın savaştan galibiyetle çıkması durumunda Osmanlı imparatorlUğu tamamen Alman egemenliği altına girecekti. Almanya'nın savaşı kaybetmesi durumunda ise imparatorluk hemen her şeyini yitirmiş olacaktı.
Mustafa Kemal' in eleştirileri, onun Eylül 1 9 1 4'te istanbul'daki bir arkadaşına >azd ığı mektupta doruğa çıkıyordu .4s Mektubunda, "jstanbul'dakilerin" (muhtemelen bununla Enver'i kastediyordu) ihtiyatsız tutumunu son derece sakıncalı buluyor, siyasal ve askeri gelişmelerin odağından uzakta bir şehirde bulunuyor olmaktan duyduğu kişisel üzüntüden söz ediyordu . Bununla birlikte, Bulgaristan'da geçird iği 1 4 Ekim 1 91 3 i le 7 Kasım 1 91 4 günleri arasında kalan dönem içinde Mustafa Kemal pek de ya 'nızl ık çekmedi . Kendini bir dizi Avrupalı kadın ın hayranlığını kazanmaya verdi; onlarda uyandırdığı hayranl ık, özsaygısını çok büyük ölçüde artırdı. Hatta, Bulgar Kral ı Ferdinand, gel iş inin üzerinden :ki hafta kadar sonra Sofya'da Mustafa Kemal'le karşılaştığında, ona duyduğu saygıyı d ışa vuran bir jestte bulundu. O günlerde opera binasında Carmen sahneleniyordu . Mustafa Kemal bu operayı ;..Jemeye gitti. Bu, izled iği ikinci operaydı .46 Oyun arasında Kral Ferdinand yakışı kl ı , genç Türk askeri ataşesini kendi locasına davet etti ve ona operayı nasıl bulduğunu sordu. Mustafa Kemal, soruyu, operayı mükemmel bulduğunu söyıeyerek yan ıtlad ı . O gala akşamı Mustafa Kemal üzerinde derin bir etki yarattı. Bu etki, yıllar sonra, onun Türkiye cumhurbaşkanı olarak h imayesinde gerçekleştir .;en zengin dekorlu operavari bir oyunun sahnelenmesinde kendisini dışa vuracaktı.
Kral Ferdinand ile ikinci karşılaşması da Mustafa Kemal'i derinden etkiledi. Mustafa Kemal, Sofya'nın önde gelen kadın larından Sultan Raşa Petrov'un gözdelerinden biri olmuştu . Raşa Pet-
lığına getirildi. ingiltere ve Fransa gibi diğer devletler Almanya'nın Osmanlı ordusunu kendi kontrolüne alacağından korku duymaya başlayınca, liman von Sanders'e danışmanlık görevi verildi. 1 9 1 3 ile 1 9 1 8 yılları arasında Osmanlı Ordusu'na danışman olarak hizmet etti ve gerçekte 1 91 5'te Gelibolu'da, 1 91 8'de Suriye ve Filistin'de Osmanlı ordularına komutanlık etti. Bkz., liman von Sanders, 1 927.
45 Bu mektup, daha sonra Aydemir ile röportaj yapacak olan Dr. Tevfik Rü�tü (AraSl'ye yazılmıştı. Bkz., Aydemir, 1 969, i . Cilt, S.1 94.
46 Parushev 1 973, s.79'a göre, Paris'te olduğu sıra bir opera oyununu izlemişti.
Kadınlar ve Mustafa Kemal
rov onu sarayda bir maskeli baloya davet ett i . Mustafa Kemal, istanbul'dan, özel başl ık ve kı l ıcıyla bir l ikte bir yen içeri ün iforması geti rtti . Yeniçeriler, Padişah i. Murat döneminde ( 1 362-89) oluşturulmuş seçkin Osmanl ı askerlerinden ku ru lu bir birl ikti ve Yeniçeri Ocağı ancak ku rulduktan beş asır kadar sonra, reformcu padişah ır. Mahmut tarafından 1 826'da dağıtılab i ld i . Bunların giysi leri son derece göz kamaştırıcıydı ve Mustafa Kemal balo için bundan daha iyi bir tercihte bulunamazdı . Burada, yeniçerilerin başlang ıçta savaşta esir düşmüş H ı ristiyanlardan, daha sonraları ise, başta Balkanlar o lmak üzere Osmanl ı topraklarında yaşayan H ıristiyan nüfus içinden zorla askere a l ınan erkekler arasından devşiri ld iğini i lginç bir not olarak bel i rtmek yerinde olur . Mustafa Kemal ' in yeniçeri ün iforması içindeki fotoğrafı son derece etkileyicidir . Ba loya katı lanlar gecen in geç saatlerinde sona eren eğlencenin ardından maskelerini çıkard ıklarında, Kral Ferdinand i lginç g iysisi ve kusursuz görünümü dolayısıyla Mustafa Kemal ' i kutladı ve o gecenin şerefine kendisine gümüş bir sigara l ık hed iye etti .47
Sofya 'da bulunduğu günlerde Mustafa Kemal ' in ismi Bulgar savaş bakanın ın en küçük kızı i le birl ikte anı l ı r olmuştu, ancak Mustafa Kemal Corinne'e yol lad ığı mektuplarda bu i l işkiden h iç söz etmemiştir. Askeri ataşe olarak Mustafa Kemal' in General Kovaçev'le tanışması gayet olağandır; Mustafa Kemal zaman içinde general in kend isi gibi Makedonyal ı olan karısıyla da tan ışacaktır. Ayrıca general in kızlarıyla da tanıştı rı lmış, Türkçe'nin sık sık konuşulduğu bu evin düzen l i ziyaretçi lerinden biri olmuştur. Genera l in kızların ın en büyüğü evl iydi, fakat kısaca M iti olarak çağrı lan en küçük kız Dimitriana evl i deği ld i . Mustafa Kemal kızla çok yakından i lgi len iyordu . Miti çok hareketli bir gündelik yaşama sahip o lmasına rağmen, genç ve heyecan verici askeri ataşeye ayıracak zamanı memnuniyetle yaratıyordu . Anne ve babası ikis inin dışarıya birl ikte çıkmasına izin veriyorlardı. Bu, Mustafa Kemal açısından batıl ı bir davranış tarzıydı çünkü istanbul 'da dahi genç Müslüman erkekler şehirde henüz evl i olmayan iyi ai le kızlarıyla yan yana görülmezlerd i . Mustafa Kemal ' in ben imsed iği başkaca batı l ı normlar da vard ı . Örneğin, Sofya 'da Osman l ı ka l-
47 Mustafa Kemal Kral Ferd inand' ın jestini hiçbir zaman unutmadı . Yıllar sonra, Kral sürgündeyken, ona altın bir sigaralık gönderdi, Kinross 1 965, s.74.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
pağı yerine Avrupa tarzı bir şapkayı yeğl iyordu ve Miti i le bir l ikte olmadığı zamanlar dahi şapka giymeyi ka lpak takmaya tercih ediyordu . Bu, Türkiye'de ileride gerçekleştireceği şapka reformunun habercisi olarak görülebi l i r .
M iti ve Mustafa Kemal sık sık buluşuyor, dansa ya da parkIarda dolaşmaya gid iyorlardı . Mustafa Kemal Miti i le evlenmek istedi; M iti de aynı arzudaydı, fakat kızın anne ve babası böyle bir evl i l iği uygun bulmadı lar. Bunu, davetli oldukları Osmanl ı elçi l i ğ indeki bir baloya katı lmamak suretiyle dolaylı olarak bild irdi ler. Zaten, H ı ristiyan bir kızın Müslüman bir erkekle evlenmesi düşünülemeyecek bir olay olarak görü lüyordu. Mustafa Kemal' in Bulgaristan'da büyükelçi olarak görev yapan arkadaşı Fethi de aynı şekilde redded ilmişti . Fethi, Genera l Petrov'un kızına aşıktı, fakat General böyle bir evl i l iği uygun görmemiş ve bunu şu sözlerle di le getirmişti: "Kızımın bir Türk ile evlendiğini görmektense başımı kendi ellerimle kesmeyi yeğ lerim."
Bir kızın talibi olarak yaşad ığı bu reddedi lme Mustafa Kemal' in özgüvenini derinden sarstı . Bununla birl ikte, bu olay üzerine kara kara düşünüp yazıklanmaya pek zaman bu lamadı . Birinci Dünya Savaşı 'nın patlak vermesi onun istanbul'a dönmesin i gerektird i . Fakat, bu aşkın Mustafa Kemal'de açtığı yara, Gelibolu 'daki kah raman l ığının herkesçe kabul edi lmesinden sonra tekrar Sofya'ya döndüğü zaman kısmen kapanacaktı.48 Çift Sofya'da yeniden buluştu; muhtemelen hala birbirlerin i seviyorlardı, ama kaçın ı lmaz yazg ı larını kabul lendi ler ve bir daha görüşmemek üzere ayrı ldı lar . Eldeki bazı kanıtlar, bundan dört yıl sonra Dimitriana' nın istanbul'a g itmeye çalıştığını , ancak Bulgar cephesinin çöküşünün onun istanbul'a gitmesini engellediğini gösteriyor. Dimitriana daha sonraları bir Bu lgar mi l letvekil i ile evlend i . 1 965 yı l ında dul bir kadın olarak Sofya'da yaşıyordu . Yıl larca uzaktan Atatürk'ün başarı larını takip etti, gazetelerden ve dergilerden kestiği fotoğraflarını biriktirdi ve onun görece erken ölümünü büyük bir üzüntüyle karşı ladı (Prushev 1 973, s .9 1 ) .
48 Mustafa Kemal o zaman Sofya'da yalnız altı hafta kalmıştı. Parushev 1 973, 5.9 1 ,
BÖlüm 7
ÖlÜMSÜZlÜÖÜN BillURLAşMASı
M ustafa Kemal Sofya'da sürgündeyken, Enver bir kuyruklu yıldız h ız ıyla yükseliyor, terfi üzerine terfi alarak paşa ve
harbiye nazırı konumuna gel iyordu . iktidar ve otoriteyi temsil eden tüm simgeleri toplayan Enver, imparatorluğun birinci adamı oldu ve orduyu yen iden yapı landırmaya g i rişti . Osmanl ı lar ın incinmiş guru runu onaracak fantezilerin i gerçekleşti receğ inden emindi .
Enver'e karşı derin bir kıskançl ık duygusu içinde olan Mustafa Kemal, her şeye rağmen bir mektup yazarak harbiye nazırı olması ve orduda başlattığ ı ıslahat ça l ışması dolayısıyla Enver'i kutlad ı . Her i kisi de hemen hemen ayn ı yaşta olmakla birlikte (otuz dört), Mustafa KemaL, Enver i le arasındaki mesafen in çok açı lmış olduğunu bi l iyor ve bundan derin bir üzüntü duyuyordu. Enver hem bir paşa, hem de sarayın damadı iken, n ihayet terfisi gerçekleşmiş olan Mustafa Kemal ise ya lnızca bir yarbaydı . Yaşantısın ın bu aşamasında geleceğe i l işkin ümitlerin i yitirmiş görünen M ustafa Kemal' in ordudan ayrılarak öğretmen olmayı ya da ticarete atılmayı düşünmeye başladığ ı söylenir. Bundan sonra kadın ların taparcasına hayran oldukları bir erkek olmakla tesel l i bulabi l ir, en azından simgesel düzeyde, Enver'e karşı h issettiği yıpratıcı kıskançlık duygusundan uzaklaşabi l i rd i . Fakat bu yersiz planlarından h içbirisini gerçekleştirmedi ve orduda kalmaya devam etti. Mustafa Kemal, günün birinde Osmanlı imparatorluğu'nun kurtarıcı olma konusunda sah ip olduğu umutları korumayı sürdürdü. Geniş çaplı ve uzun bir savaşa girişmenin Osmanlı Devleti üstünde olumsuz etkiler yaratacağına inanıyor, bu inancını açıkça di le getiriyordu . Enver' in Almanlara gösterdiği yakınl ık ve onlara duyduğu hayranlık, Mustafa Kemal' in alaylı küçümseme eleştiri lerin in hedefi olmaya devam etti .
Enver' in harbiye nazırı olarak elde bulundurduğu konum, gıpta edilecek bir konum deği ldi . Osmanlı ordusu Balkan savaşlarında ciddi başarısızlıklara uğramış ve bu savaşlardan hatırı sa-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
yıl ır derecede zayıflamış olarak çıkmıştı. Enver' i n orduda bir yeniden inşa sürecin i başlatması zorun luydu ve bu konuda yaln ızca Almanya'nın desteğine sahipti . ingi ltere ve Fransa, Osmanl ı imparatorluğu i le herhangi bir ittifaka g i rmeyi hal ihazırda reddetmiş bulunuyorlardı .49 Bu durum, Osmanlı ları önemli derecede artan bir Rus tehdid iyle yüz yüze bıra ktı. Enver, ortada Almanya'n ın Ortadoğu'da yayıımacı emeilere sah ip olduğuna işaret edecek bel i rtiler olmadığı kan ısına varmıştı. Rusya'yı Balkanlar'da dengeleme konusunda Almanya'ya dayanılabi l ird i; böylece Osmanlı ların kendilerin i daha büyük bir gayretle Ruslara karşı kendi doğu cephelerin i sağlamlaştırma işine vermeleri mümkün olacaktı. Almanya i le kurulacak bir ittifak aynı zamanda, OsmanIılara Avustu rya'nın Balkanlar'daki yen i emellerin i s ınırlandırma olanağı da verecekti .
Rusya, General Liman von Sanders'e Osmanl ı ordusu üzerinde yetkiler tanınmasını şiddetle protesto etti . Osmanl ı ordusunun yen iden canlandırı lmasın ı ve Almanya'nın Osmanl ı imparatorluğu'na derinden nüfuz etmesin i kendi güvenl iğine karşı ciddi bir tehdit olarak gören Rusya, güçler dengesinde kendi aleyhine olacak olası bir değişikl iğ i engellemek üzere g iriştiği müttefik arama faal iyetiyle i ngi ltere ve Fransa'ya yaklaşt ı . Rusya'n ın hissettiği güvensizl ik duygusu öylesine yoğundu ki, 1 9 1 4 yılı Haziran ında, 1 907'de ingi l izlerle i ran'da tarafsız bir bölge oluşturulması konusunda varı imış mutabakata işlerli k kazandırmaya hazır olduğunu ingi ltere'ye bi ldird i . Rusya buna karşı l ık olarak, ingi ltere'den bir Alman saldırısı karşısında kendisine destek vermesin i talep ediyordu .
Büyük devletler arasındaki rekabet u luslararası ortamı zehirIer, fakat büyük ve güçlü devletler arasındaki i l işki lerde olduğu gibi, daha küçük devletlerin hareketleri de olayların akışın ı belirleyebil ir. Sırbistan' ın Avusturya'ya karşı duyduğu giderek derinleşen nefret bu olgunun en iyi örneklerinden b iridir. Avusturya' nın 1 908'de Bosna ve Hersek' i i lhak etmesi resmi, yarı resmi, hatta kimi gizl i n itel i kte çeşitli Balkan örgütlerin in kuru lmasına
4 9 ingiltere, 1 882 yılında Mıs ır ' ı işgal ettikten sonra, Orta Doğu politikasını boğazlardan ziyade Mısır üzerinde inşa etmeye karar vermişti. Fransa ise, Almanya karşısında duyduğu korku yüzünden Rusya ile yakınlaşma içine girmişti. ingiltere Fransız-Rus ittifakı içine çekilecek ve böylece Üçlü ittifak kurulacaktı.
ÖlümSÜzlÜğün BiIIÜrlaşmasl
yol açmıştı .50 Ya Birlik Ya ÖıÜm Derneğis1 adl ı örgütün üyeleri arasında çok sayıda subay da vardı; bun lar, çok sayıda teröristi eğittikten son ra Arşidük Franz Ferdinand'a karşı bir suikast planlayan ve bu planı 28 Haziran 1 9 14'te Saraybosna'da yaşama geçiren kendi lerin i davaya adamış aşırı mi l l iyetçi subaylardı .
Habsbu rg tahtının vel iahdı olan Arşidük Ferdinand' ın Avusturya-Macaristan imparatorluğu'nun etnik azınl ıkları arasındaki karmaşık i l işki lerde Macarlara karşı bir karşı denge olarak HırvatIara destek vermesi, Sırbistan'a ve birleşik bir güney Slav devleti umutlarına yönelik bir tehdit olarak görü ldü.
Sırbistan i le suikast arasında çok yakın bir i l işki vardı . Suikast planını hazırlayan kişi, S ırbistan Genelkurmay istihbarat Servisi başkanıydı ve S ı rp gümrük memurları suikastı gerçekleştiren grubun s ın ı rı geçip Bosna'ya girmesine yardımcı o lmuşlardı . Su ikastın gerçekleşmesinden sonra Sırp hükümeti aşırı mil l iyetçiler üzerindeki kontrolü kaybetti . Arşidük Franz Ferdinand' ın öldürülmesi, Avusturya-Macaristan ' ın 23 Temmuz günü Sırbistan'a verdiği ü ltimatomlaS2 sonuçlanan bir dizi olayın başlamasına yol açtı . Rusya S ı rbistan ' ın ezi lmesine göz yumamazdı ve Almanya Avustu rya'ya destek vermek üzere harekete geçti . U ltimatoma karşı Sırp cevabı uzlaşmacıyd ı . Ne var ki, Avustu rya bunu reddetti ve 28 Temmuz'da Sırbistan'a savaş i lan ett i .
Karşı l ık l ı savaş i lan ları sonrasında, savaşın ya ln ızca Avustu rya ve Sırbistan arasındaki çatışmayla sınırl ı tutu lması zordu. Rusya 25 Temmuz'da kısmi seferberl ik içine girdi; bundan bir hafta sonra Çar tam seferberl ik emrin i verdi . Bundan bir gün sonra Almanya Rusya'ya karşı savaş i lan etti . Alman savaş planı, hem Rusya'ya hem de Fransa'ya karşı eşzamanl ı savaş öngörüyordu. 3 Ağus-
50 Söz konusu i lhak, Avusturya-Macaristan imparatorluğu'nun bir parçası durumuna gelmektense kendi mil l iyetçi emellerini gerçekleştirmeyi arzulayan Sırplar ve Güney Slavları tarafından kınandı .
51 Kara Ei olarak d a bi l inen Ya Birlik Ya ÖıÜm Derneği 1 9 1 1 yı l ın ın Mayıs ayında kuruldu; 1 9 1 4 yılına gelindiğinde örgütün çoğu Sırp ve G üney Slavl olan 2500 üyesi vardı.
52 Sırp hükümetinden Sırp yanlısı ajitasyon faaliyetlerini durdurması istendi. Avusturya-Macaristan karşıtı ajitasyonun bastırılması, belli subayların ordudan uzaklaştırılması ya da tutuklanması, gizli örgütlerin dağıtılması ile ilgili olarak açıkça ifade edilmiş on talep bulunuyordu ve komplocu faaliyetlerin kökünün kazınması konusunda Avusturya-Macaristan'ın soruşturma yapma hakkında sahip olduğu belirtiliyordu.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
tos'ta Almanya Fransa ile savaşa gird i ve bu durum Belçika' nın işgal ini gerektird i . Almanya'n ın Belçika 'nın tarafsızl ık statüsünü ihlal etmesi ingi ltere'yi de 4 Ağustos'ta çatışmanın içine soktu.
Kendi a rka bahçesi sayılan bölgede savaş g iderek kızışırken, Osmanlı lar hala savaşa hazır durumda değ i l lerd i . Osmanl ı kabinesi izlenecek en iyi siyasetin hangisi olduğu konusunda net bir fikre varmış deği ld i . Cemal Paşa ingi ltere ve Fransa i le bir ittifak ku rulmasından yanaydı, fakat teklifi reddedi lmişti . Enver, Almanya i le bir an laşma imzalanması konusunda inisiyatifi ele aldı . Başlangıçta, Almanya ile 2 Ağustos 1 9 1 4'te gizl i bir an laşmanın imzalanmasıyla sonuçlanacak karşı l ık l ı görüşmeler yapı l ığından yaln ızca Enver, Talat ve ara larında Sadrazam Sait Hal im'in de bulunduğu bi rkaç kişi haberdard ı . Enver, Almanya ile ittifakın Osmanl ı ların çıkarına olan bir şey olduğu kanısındaydı, çünkü bu ittifak Rusya'ya karşı kendilerine destek sağ l ıyordu . E nver, anlaşma imza landıktan sonra, Cemal Paşa ve d iğerlerin i buna uygun hareket etmeye ikna etti .
Osmanlı ların pek de gönü l lü olmaksızın yaptıkları bu ittifak an laşması, Osmanıı la ra, yalnızca Almanya'nın Avusturya'ya yardım etmesi sonucu Almanya ile Rusya arasında bir savaşın patlak vermesi du rumunda Almanya'nın yan ında yer alması sorumluluğunu yüklüyordu . Söz konusu anlaşma g izl i tutulurken, Osmanlı yönetim i 3 Ağustos'ta orduya tam seferberlik emrini verd i . Aynı gün, ingi l izler, bir i ngi l iz tersanesinde Osmanl ı donanması için yapı lmış i ki savaş gemisine bunları n Alman kontrolü altına geçebi lecekleri korkusuyla el koydu .
Osmanlı lar Geoben ve Bres/au adlı iki Alman savaş gemisine sığınma hakkı tanıyınca Osmanlı- ingi l iz i l işkileri daha da gerginleşti . Amiral Souchon komutasındaki bu iki gemi Akdeniz'de dolaşıyorlardı ve Kuzey Afrika l imanlarını bombalamışlard ı . Üstün bir ingi liz-Fransız ortak deniz kuvveti tarafından takip edilen bu gemiler Türk sularına kaçtılar. Osmanlı lar Alman gemilerin in boğazlardan geçmesine izin verdiler; bu, hem Osmanlı ların tarafsız konumunu, hem de sadece barış zamanı Osmanlıların savaş gemilerine boğazlardan geçiş hakkı tanımasını düzenleyen u luslararası anlaşmaları ih la l eden bir davranıştı. Osmanl ı lar, 1 1 Ağustos'ta Goeben ve Bres/au gemilerin i "satın alarak" uluslararası anlaşmalara bağlı l ık sorununun üstesinden gelme yoluna gitti-
Ölümsüzlüğün Bıııürlaşması
ler. Mürettebatları da dahi l olmak üzere Yavuz Sultan Selim ve Midilli isimleri verd ikleri bu gemi leri 1 6 Ağustos'ta Osmanl ı donanmasına dah i l ettiler ve Osmanl ı filosunu Amiral Souchon emrine verd iler.
Osmanl ı-Alman gizl i ittifakına ve Alman savaş gemilerin in Osmanlı sularındaki varlığ ına rağmen, Enver Almanya'nın yanında savaşa g irmeyi resmen i lan etme konusunda heyet-i vükelayı ikna etmeyi henüz başaramamıştı . Enver, tek taraflı bir kararla Amiral Souchon'a Karadeniz'e açılması ve mümkünse Rus savaş gemileriyle sıcak temas kurması emrini verd i ; ancak, böyle bir emrin sonuçlarından büyük bir korku ve telaşa kapılan heyet-i vükela 1 9 Eylül 'de Enver' i bu kararından vazgeçmeye zorlad ı . liman von Sanders ve Souchon Osmanl ı imparatorluğu'nu savaşa sokması için Enver üzerindeki baskılarını artırdı lar. istanbul'daki Alman büyükelçisi Wangenheim Osmanlı ların savaşa hazır olmadıkları kanısındaydı ve bu düşüncesiyle heyet-i vükelan ın bazı üyelerin in duygularını yansıtmış oluyordu . Bunun üzerine, boğazların savunmasın ı güçlendirmek üzere Almanya'dan savaş gereçleri, asker ve dan ışman getirti ldi ; ayrıca mali destek sağlandı. istanbul'a palyaçoluk yapmaya gelmediğini söyleyen Souchon'un ısrarı üzerine, bakanlar kurulu ona fi lonun bir kısmını alarak manevralarda bulunmak üzere Karadeniz'e açılması iznini verdi . 25 Ekim'de Enver kendi inisiyatifi i le, Souchon'a yazı l ı bir direktif göndererek Karadeniz'e "bütün filo"yu götürmesini ve "uygun bir fırsat" bulması durumunda Rus gemilerine saIdırmasını istedi (Trumpener 1 968, s.54).
Yazı l ı bu yetkiyle donanmış olan Souchon ve filosu iki gün sonra Karadeniz'e açı ldı . 29 E kim sabahı Odessa ve d iğer Rus limanları bombalandı . Dört gün sonra Rusya, Osmanl ı imparatorluğu'na savaş i lan etti. ingi l iz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, Osmanlıların kendi yıkımlarını kendi elleriyle hazırlamak niyetinde olduklarının işaretini verdiklerin i düşündü ve "her ne o/ursa o/sun bunun sonuç/anna kat/anmayı tam olarak hak ettik/en" sonucuna vardı (Grey 1 952, 2 . Cilt, s . 1 90).
Olayların gelişimi, Mustafa Kemal'in Enver' in l iderlik yeteneği konusundaki kuşkularını doğruladı . Savaşın patlak vermesinden önce Mustafa Kemal, Almanlara duyduğu derin güvensizliği açıkça ifade etmişti, fakat savaşın ilan edildiği o koşullarda Ai-
Ölümsüz AtatÜrk
manlarla işbirl iği yapmaya ve kendisine verilecek her görevi yerine getirmeye hazırd ı . Bir yarbay olarak Mustafa Kemal'e b ir alayı komuta etme görevi verilebil irdi, ancak Enver onun Sofya'daki görevini bırakıp payitahta gelmesin i istemedi . Mustafa Kemal'e hemen Bu lgarlardan silah ve cephane temin edilmesi gibi önemsiz görevler verdi, ancak onun askeri komuta düzeyinde bir göreve getirilmesi konusunda yapılan baskı ları d izgin led i .
Kendisine aktif askeri görevler veri lmesini sağ layacak emirlerin sabırsızl ığ ı içinde olan Mustafa Kemal kiralamış olduğu odadan ayrıldı, beklediği emir gelir gelmez hemen ü lkeyi terk etmek için elçi l ik binasına taşınd ı . istanbul'daki l iderl iğ in Sofya'da görevi başında kalmasının ne kadar önemli olduğu konusunda çeşitli bahanelerle onu sürekli devre d ışında bırakması karşısında Mustafa Kemal' in h issettiği şey derin bir çaresizl ik duygusuydu . Olayların bu şeki lde gelişmesin i sağlayan gerçek kişinin başta gelen rakibi Enver olduğunu, komutanl ık konusundaki yazgısın ın Enver' in ik i dudağı arasında bulunduğunu bi l iyordu ve bu durum onun depresif ruh hal ini daha da derinleştiriyordu. Umutsuzluğa kapılan Mustafa Kemal, oturup Enver'e b ir mektup yazd ı : "Eğer birinci saf subaym olmak yetkililiğinden mahrum isem, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz" (Aydemir 1 969, 1 . Cilt, s. 1 26). Enver bu mektuba karşı l ık vermed i .
Enver' in kibirli l iği o günlerde daha önemli meseleler üzerinde yoğunlaşmıştı . Enver' in kendi benliğine i l işkin sahip olduğu görkemli l ik duygusu Mustafa Kemal'inkinden daha bariz değildi ama onunkinden çok daha kontrolsüzdü . Mustafa Kemal' in sahip olduğu gerçekçi l ik eğ il imi, onun koşulları daha nesnel, daha zekice değerlendirmesini sağl ıyordu . Olağanüstü başarı lara erişme arzusu ile o anın gerçekleri konusunda dengeli değerlendirmeler yaparak yeri geld iğinde geri adım atmasını bil iyordu. Kendisinin bu konudaki yeteneğinin babasıyla olan i lk i l işki leriyle oldukça karmaşık bir biçimde i l intili olduğuna inanıyoruz. Annesinin uzun bir zamana yayılan ve onun çok küçük yaşlarda yitirmiş olduğu çocuklarına il işkin imgeleri canl ı tutmasına neden olan kederli hali, Mustafa Kemal'de zamanından önce gelişmiş bir özerklik duygusuna yol açmıştı. Annesine haber vermeden askeri oku l sınavlarına katılması, kahramanca bir tavırla Suriye'deki görevini izinsiz terk ederek Selanik'e gidişi bunun kanıtları olarak görülebil ir .
ÖlÜmsÜZlÜğÜn Billurlaşması
Sözünü ettiğ imiz bu zamanından önce gelişmiş özerkl ik duygusu i le, onun kendisine ve ü lküleştirilmiş baba imgesi de dahil olmak üzere yaşamında önemli yere sahip diğerlerine i l işkin ü lküleştiri lmiş imgelere dört elle sarılma eğil imi birbirine paralel gelişti. Mustafa Kemal' in imgeleminde, babası Ali Rıza ülkesin in sın ırlarını kollayan cesur bir adam olarak görünüyordu; bu imge, kaynağını, Ali Rıza'nın Yunan çetecilerine karşı zor şartlar altında ormanıarda geçird iği yıl lardan ve aile içinde o güç yıllara i l işkin olarak an latı lan öykülerden alıyordu. Söz konusu tecrübeler, Mustafa Kemal'e, dış dünyadaki sınırların ve bireysel düzeydeki kısıtlanmışlığ ın ı kabul lenme yeteneği kazandırd ı . Böylece, Mustafa Kemal'de kendi görkemli benl ik duygusundan kaynaklanan coşkun, atı lgan itkilerini kontrol etme ve bunları s ınırlandırma becerisi gelişti . Öte yandan Enver ise, kendisine Napolyon'u örnek almıştı. Mustafa Kemal, bir eyleme girişmeden önce oturup gerçekçi bir plan yapmamasının, Napolyon'un gerilemesine ve nihai olarak yaşad ığı sürgüne yol açtığ ın ı düşünüyordu . Enver' in düşleri s ın ı r tan ımıyordu. Rusları yeni lg iye uğrattıktan sonra i ran ve Hindistan'a girecekti. Buralarda yaşayan Müslümanları ingi lizlere karşı ayaklanmaya kışkırtacağını , böylece ikinci bir Büyük iskender olacağını san ıyordu !
Dünya fatih leri, ister Napolyon'a ister iskender'e benzer bir karakterde olsun lar, i lkin fetihler gerçekleştirmek zorundadırlar. Enver, Transkafkasya'da Rus lara karşı askeri bir harekata girişme fırsatın ın doğmuş olduğunu düşündü. içsel fantezileri i le d ışsal gerçekl iği kendince örtüştüren E nver, 6 Aral ık 1 9 1 4'te doğuya gitmek üzere istanbu l'dan ayrı ld ı . Başlangıçta, dağlık Kafkasya bölgesinde Ruslara karşı dikkate değer saldırılar gerçekleştiri ld i . Ard ından, 1 S Ocak 1 9 1 5'te, bastıran kar ve dondurucu soğuk Osmanl ı ların başlangıçta zafer gibi görünen ilerleyişin i i lkin yeni lg iye, ardından topyekun bir felakete dönüştürdü . Düşmanın saldırısı ve kıŞ, E nver' in 90 bin kiş i l ik ordusunu yaklaşık 12 bin kişiye düşürdü . Bu yıkım, Napolyon'un yaklaşık yüz yıl önce, 1 81 2'de, olağanüstü güç kış koşu l larında Rusya'da uğradığı bozgundan farklı deği ld i .
Kafkasya'n ın sarp dağlarında dağı l ıp parçalanan düşlerinden vazgeçen Enver, Osmanlı Üçüncü Ordusu'nun komutasın ı yardımcılarından birine devrederek süratle istanbul'a döndü. Uğranı-
.12.i
Ölümsüz AtatÜrk
lan bozgun kamuoyundan gizlendi; Enver, "düşmana iyi bir ders verdiğim" söyleyerek gerçeğin üstünü örtmeye çalı�tı. Ne var ki, sansür gerçeğin su üstüne çıkmasını önlemeye yetmedi . Neticede alınan yenilginin boyutları herkesçe bi l inir hale geld i . Bir Osmanlı şairi olan Süleyman Nazif, durumu kısa ve özlü bir biçimde yorumiadı: "Enver Paşa, Enver Paşa 'yı öldürdü". Enver' in artık imparatorluğun kahramanı ve önde gelen Osmanlı kadınlarının taptığı erkek olmadığı çok açıktı. Narsisist kişi l iğinin aldığı bu ağır darbe, Enver' in özde ve üslup olarak daha diktatörce bir tutum takınmasına neden oldu. Jön Türkler, artık gençliklerin i yitirmi�lerdi .
Enver' in sonu felaketle biten b i r askeri harekattan geri döndüğü, Mustafa Kemal' in batı l ı ve batıl ı la�mı� kadınlardan uzaklaşarak bütün d ikkatini kendisine verilecek askeri bir görev üzerinde yoğunlaştırdığı bu koşul larda, bu i ki rakip birbirleriyle istanbul'da karşılaştılar. Mustafa Kemal, bir dizi oyalamayla uzun süre Sofya'da tutu lduktan sonra, n ihayet On dokuzuncu Tümen'in komutanl ığ ın ı üstlenmek üzere istanbul'a çağrı ldı . Bir gün Enver'le karşılaşan Mustafa Kemal, b itkin göründüğünü söyleyerek Enver' in üzüntüsünü paylaşmak istedi; E nver yorgun olmadığını söyled i . Mustafa Kemal neler olup bittiğini sorduğunda ise, "ÇarPıŞtık, o kadar" şekl inde karşı l ık verd i . Doğu'daki durumun ne olduğunu merak edip soran Mustafa Kemal'e verd iği yanıt çok basitti: "Çok iyidir' (Aydemir 1 969, 1 . Ci lt, s .224) . Enver' in huzursuzluğunu h isseden Mustafa Kemal konuyu değiştird i; ancak, onun rakibin i o halde görmekten memnuniyet duymuş olduğunu düşünmek için elde hayli sebep var.
Enver i le yaptığı ayn ı sohbet sırasında Mustafa Kemal, kendi tümeniyl� i le i lgi l i sorular da sordu . Kend isin in On dokuzuncu Tümen' in komutanl ığına geti r i lmesi emrini Enver' in vermiş olduğunu zaten öğrenmişti . Ne var ki, bu hayali tümenin nerede olduğunu bi len yoktu ve Mustafa Kemal, tümeni hakkında bi lgi ed inmek için her soru soruşunda kend in i b ir sahtekar gibi hissetmeye başlamıştı. Enver'e tümenin i nerede bu lab ileceğ in i, tümenin hangi kolorduya bağl ı olduğunu sordu. Enver, Genelku rmay Merkezi 'nde General Liman von Sanders'i bu lmasını ve ona danışmasını söyled i .
Mustafa Kemal Genelkurmay'da aynı boş bakışlarla karşı laştı . Göründüğü kadarıyla ortada On dokuzuncu Tümen diye bir bir-
.122..
ÖlümSÜZlÜğÜn BiIICırlaşması
l ik yoktu. Nihayet Liman von Sanders' in odasına al ındı , fakat o da bu konuda kendisine yard ımcı olamadı . Bu arada Liman von Sanders Mustafa Kemal'e Bulgaristan' ın ne durumda olduğunu, Bulgarların savaşa girip gi rmeyeceklerini sordu . Mustafa Kemal, kendisine özgü açıksözlülükle, Alman genera l ine Bu lgarların Aimanya'nın savaştan başarıyla çıkacaklarına inanmadıklarını söyledi . Kendisinin de bu fikirde olduğunu söyled iğinde görüşme hemen sona erd i .
Otu rup Anlaşma Devletleri 'nin taarruzunu beklemek istemeyen Enver, Osmanlı ların ve Almanların bir l ikte Firavun lar döneminden beri geleneksel bir istila yolu olan Sina Yarımadası üzerinden Mısır'a bir saldırı düzen lemeleri fikrin i teşvik etti . Cemal Paşa komutasındaki Türk bir l ikleri ingi l izleri gafil avladı; ancak takviye güçlerle karşı sald ır ıya geçen ingi l izler Türk birl iklerin i geri püskürttüğünde çok az asker Süveyş Kanalı 'n ın d iğer yakasına geçebiid i . Böylece, Enver' in i kinci büyük askeri kumarı da başarısızlıkla sonuçlanmış oldu.
Mustafa Kemal' in sabır ve ısrarcıl ığı meyvesini verdi ve Mustafa Kemal On dokuzuncu Tümen' in Tekirdağ bölgesinde henüz kurulmakta olan bir tümen olduğunu keşfetti . Tümenin kuruluşu tamamlandığında, tümene ait ordugah Şubat 1 91 5'te Gelibolu Yarımadası üzerindeki Maydos'ta (bugünkü Eceabad) oluşturuldu . Anlaşma Devletleri'nin Osmanl ı imparatorluğu'na nereden sald ıracakları konusunda çok farklı fikirler vardı . Boğazın batı kıyısındaki Gelibolu, muhtemel hedeflerden biri durumundaydı .
Ortadoğu'da in isiyatif artık Anlaşma Devletleri'n in elindeydi . Bütün cephelerde muazzam bir yük altına g irmiş olan Rusların rahatlaması için ikinci bir cephe açılması konusunda Anlaşma Devletleri üzerindeki baskı g iderek artıyordu . Ruslara destek olunması için bir şeyler yapı lması gerekiyordu . Bu, Osmanlı lara karşı bir sa ldırı olabi l ird i . ingil iz Savaş Bakanı Lord Kitchener ve Bahriye Nazırı Churchi l l , bu konuyu i lkin 1 9 1 4 yı l ı Aral ık ayı sonlarında, ardından 2 Ocak 1 9 1 5'te ele almışlard ı . Kitchener uygun hedefin Çanakkale Boğazı olduğunu söylüyordu . Boğaza zorla gir i ldikten sonra istanbul üzerine yü rümek üzere askerler karaya çıkarı labi l i rdi; bu esnada Karadeniz yoluyla Ruslarla doğrudan bir i letişim kuru larak Osmanl ı imparatorlUğu savaş d ışı bırakıla-
Ölümsüz AtatÜrk
bil ird i . Alman donanmasına karşı kul lan ı lamayacak kadar yaşlı ingi liz savaş gemileri bu iş için kul lan ı lab i l i rd i . Ayrıca, bir tek tümenin bu lunduğu Gelibolu Ya rımadas ı 'n ın savunmasın ın çok zayıf olduğu da dikkate al ınmıştı .
Yapılan müzakerelerde nihai olarak şu sonuca varı ld ı : i ngi l iz donanma komutanlığı Şubat 1 9 1 5'te gerçekleştiri lecek bir sefer için bir plan hazı rlayacaktı; donanmanın yoğun bir bombardımanını takiben Gelibolu Yarımadası 'nı ele geçirecek olan b irl ikler n i hai hedef olan istanbul 'a doğru yü rüyüşe geçeceklerd i . Bu cüretkar plan, Osmanlı imparatorluğu'nun zayıf ve etkisiz olduğu, kötü idare edildiği ve çöküşün eşiğinde bulunduğu düşüncesinden hareketle geliştirilmişti. Bu düşünce taraftar buldu ve h ız kazandı . Askeri destekten yoksun olarak Çanakkale Boğazı'na sald ırı fikrin i tereddütle karşılayan yalnızca Amiral Fisher idi, ancak Fisher de Ocak 1 9 1 5 sonlarına gel indiğinde ikna edilmiş bu l unuyordu .
Akdeniz'e o güne kadar görülmüş en büyük deniz gücünü yığan Anlaşma Devletleri, 1 9 Şubat 1 9 1 5 sabah ı saldırı ların ı başlattı. P lana göre uzun menzi ı l i bombard ıman, yakın menzi l l i ikinci bir top ateşi ile pekiştiri lecekti. Bunun ardından, mayın tarayıcılar, boğazların kıyı larını dövecek savaş gemileri için yolu mayınlardan arındıracaklardı . i lk topçu ateşi tam bir başarıya erişmedi ; hava koşu llarındaki ciddi bir değişikl i k sald ırıya ara verilmesini zorunlu kıldı. 25 Şubat'ta yen iden başlayan bombardıman Türk toplarının hepsin i susturmaya yetmedi. Havanın yeniden kötüleşmesi ve yaşanan kararsızl ık sonrası, saldı rı 1 8 Mart'ta yeniden başladı. Anlaşma Devletleri'n in donanması i lk kez cidd i kayıplar verdi; bazı gemiler battı, bazıları ağır biçimde tahribata uğradı . Bir Anlaşma Devletleri ordusunun başkomutanl ığına henüz getiri lmiş olan ve ordusuyla deniz ve karadan ortak saldırıya katılacak General Sir lan Hamilton operasyonu izliyordu . HamiIton ve birl iğ i aceleyle savaş alanına çıktı lar. Son ve belirleyici çarpışma için her i ki tarafın bütün askeri unsurları bir yerde topla nıyoriardı . Bu son muharebe, Mustafa Kemal' i dünya sahnesine Çlka raca ktl.
Sonraki gün Anlaşma kuvvetlerinin Türk mevzilerine karşı sald ırıyı şiddetlendirmede başarısız kalmaları, onların denizden ve karadan ortak bir saldırıya g irişeceklerin i kuşkusuz hale getiriyordu . Enver Paşa, General liman von Sanders' i çağırdı ve ona Ça-
ÖlümsÜzlÜğÜn elllOrlaşması
nakkale'yi savunan kuvvetlerin komutanl ığına geçmesini önerd i . Sanders' in öncel ikl i kaygısı Gelibolu Yarımadası'ndaki kuvvetlerin gücünü artırmaktı. El inde hepsi birden Beşinci Ordu olarak isimlendirilen altı tümen vard ı . Bunlardan biri olan On dokuzu ncu Tümen Mustafa Kemal' in komutasındaydı . Sanders, Mustafa Kemal' in emrindeki bu tümene seyyar hareket eden öncü bir l ik rolü verdi, tümen ihtiyaç duyulduğunda Maydos'taki karargahından güneye ya da kuzeye hareket etmek üzere hazır bekleyecekti . Liman von Sanders, asıl Anlaşma sald ırısının boğaz ın Anadolu yakasına yöneleceğini düşünüyordu . Mustafa Kemal ise, "Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsünde bulunursa, iki noktadan teşebbüs ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Karatepe civarmdan saldlfacağmdan" (Ünayd ın 1 930, s . 1 4-1 5) emindi .
Gelişmeler, kısa sürede Mustafa Kemal' in askeri bi lgisin in ve sezgisinin doğruluğunu kanıtladı . 25 N isan gün ağarırken başlayan Anlaşma saldırısı beş noktaya yönelmişti; bunlardan dördü Gelibolu Yarımadası üzerinde, bir tanesi boğazın Anadolu yakasındayd ı . Seddülbahir ve Karatepe, ya da daha net bir ifadeyle söylersek Arıbu rnu, Anlaşma ordusunun çıkarma hareketin in odağı durumundaydı . Savaşın g iderek geliştiği sırada, Mustafa Kemal Liman von Sanders' in göremediğini görmüş, Gelibolu Yarımadası 'n ın güney kesiminin savunmasında kritik öneme sah ip noktan ın Conkbayırı ve Kocaçimen platosu olduğunu fark etmişti. Karargahtan gelecek emirleri beklemeden, ingi l iz kuvvetlerinin i lerlemesini durdurmak üzere askerleriyle bir l ikte Conkbayırı istikametine yü rüdü. Yetkiye sah ip olmadığ ı halde onun hiçbir tereddüde düşmeden ve tam bir özgüven içinde bu şekilde hareket etmesini sağ layan şey, sahip olduğu görkemli benlik id i . Bu hareketi durum hakkında kendi öz yarg ısına dayanmıştı . Risk muazzam büyüklükteydi . Eğer öngörüsü yanlış olsayd ı, yani düşman esasl ı bir sa ld ırıyı bir başka noktada gerçekleşti rseydi ve saldırıya uğrayan Türk bir l ikleri desteğe ihtiyaç duysayd ı, Mustafa Kemal tümenin in yerin i değiştirdiği için yardım alamayan o birl ikler tam bir yıkıma uğrayacaklardı . fakat Mustafa Kemal haklıydı ; kararl ı l ığ ı askerlerin i de etkileyen komutan onlardan asla geri çeki lmemelerini istiyordu . Mustafa Kemal askerleriyle birl ikte düşmanla temas kuracağı yönde i lerlerken, yolda h ızla savaş alan ından kaçan bir Türk birl iğine rastladı; birl iğin cephanesi tüken-
Ölümsüz AtatÜrk
mişti . Mustafa Kemal, geri çeki lmekten vazgeçird iğ i bu b i rl ikle olan karşılaşmasın ı kendisi şu ifadelerle anlatır:
"Niçin kaçıyorsunuz?" dedim. "Efendim düşman" dediler. "Nerede ?" "işte", diye 261 rakımlt tepeyi gösterdiler. Filhakika düşmanm avcı hattı 261 rakımlt tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileri yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün : Ben ku vvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye . . . Düşman da b u tepeye gelmiş . . . Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakm ! Ve düşman benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena vaziyete duçar olacaktı. O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakemei mantıkıye midir, yoksa sevki tabii ile midir, bilmiyorum .
Kaçan e fra da : - Düşmandan kaçtlmaz dedim. " Askerler cephanelerin in tükenmiş olduğunu söylediklerinde,
Mustafa Kemal şu karşı l ığı verd i : "- Cepaneniz yoksa, süngünüz var dedim ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatlrdım. Ayni zamanda Conkbaymna doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasmm yetişebilen efradmm "marş marş"la benim bulunduğum yere gelmeleri için yantmdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatmca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır' (Ünaydın 1 930, s.24-25) . Türklerin yere uzandıkların ı gören ingi l izler bir an tereddütte
kaldılar, ardından onlar da yere yattılar. Bu kritik tereddüt anı Mustafa Kemal'e üstünlüğü ele geçirme şansı verdi . ing il izler hücum ve i lerlemelerin i geciktirince elindeki tüm askeri karşı saldırıya gönderen Mustafa Kemal'e takviye birl ikleri yetişti. Savaş gece boyunca devam etti . Bölgeyi tanımayan Türkler, ancak düşmanı deniz kıyısına paralel uzanan dağ sırtına kadar geri püskü rtebi l iyorlardı; oysa Mustafa Kemal' in n iyeti onları denize doğru sürmekti . Bununla birlikte, sonuç olarak Mustafa Kemal Anlaşma kuvvetlerinin ilk saldırılarında yarımadaya hakim olmalarını engellemeyi başard ı . Askerlerin i yaklaşan göğüs göğüse muharebeye hazırlamaya çalışan Mustafa Kemal, komutların ı dokunaklı sözlerle ifade ediyordu : "Size ben taaruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfmda yeri-
Ölümsüzlüğün Billurlı,mıSl
mize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir. " (Ü nayd ın 1 930, 5.30-3 1 ) .
Göğüs göğüse muharebe öyles ine şiddetliyd i ki, S ir lan Hami lton tuttuğu günlükte bu muharebeyi an latacak sözcükleri bulamamıştı (Hamilton 1 920). Mücadele 25 N isan 'dan 1 Mayıs'a kadar devam etti . Anzaklar, Gu rka lar, ing i l izler ve Tü rkler büyük kayıplar verd i ler; iki tarafın ölen askerleri yerde yan yana yatıyorlard ı . 30 N isan günü, Mustafa Kemal askerlerine yine dokunakl ı bir mesaj verd i : "Karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemal denize dökmek lazım olduğu kanaati vicdaniyesindeyim . . . içimizde ve kumanda ettiğiniz askerlerde Balkan hacaletinin ikinci bir safhasmı görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağmı kat'iyyen kabul etmem! Şayet böyleleri olduğunu hissederseniz derhal onlan kendi ellerimizle kurşuna dizelim. " (Ünaydın 1 930, 5 .41 ) .
Mustafa Kemal b i r çı lgın g ib i savaşıyordu . Her yerdeydi; Libya'ya giderken M ısır'da yakalanmış olduğu sıtma yüzünden ateşi sık sık yükseliyor olmasına rağmen durup dinlenmek bi lmiyordu. Askeri teşhisierinde usta, karar vermede h ızlı, kararlarını hayata geçirmede son derece enerj ik bir komutan olarak ortaya çıkan Mustafa Kemal' in bu savaşlarda gösterdiği performans ona askeri deha statüsü kazandırd ı . Gelibolu'da tek başına olmasına, önceden d ikkatlice tasarlanmış manevralara göre değil de anında aldığı kararlara göre hareket etmek zorunda kalmış olmasına dikkati çeken uzmanlar, Mustafa Kemal' in bu savaşlardaki başarısının, daha sonraları Kurtuluş Savaşı sırasında yönettiği mu harebelerde gösterd iği başarıdan daha parlak olduğu konusunda hemfikirler.s3 Yalnızca bir tümen komutanı olduğu halde, kendi görkemli, ama aynı zamanda son derece zeki kişi l iğine güvenerek. Erkan-ı Harbiye riyaseti i le danışmadan kendi başına kararlar ald ı . Savaşı Türklere kazandıran şey, onun, doğru zamanda doğru yerde olma konusunda sahip olduğu sırrına erişilmesi güç yeteneği idi .
S 3 Mustafa Kemal'in Gelibolu'da geçirdiği dönemi kişisel araştırma konusu haline getirmiş olan Dr.Demir Uğur (1 975)'a bu konuda derlemiş olduğu resimleri Dr. Volkan'a gösterme inceliği gösterdiği için teşekkür borçluyuz. Bu resimler Türk Tarih Kurumu'nun sponsorluğunda gerçekleşen bir sergiyle 1 973 yılında halkın ilgisine sunuldu.
.12L
--.OıümsÜZ AtatÜrk
Karaya çıkan düşmanın i lerlemesini durdurmada çok büyük pay sahibi olduğu kabul ed i len Mustafa Kemal, bunun karşı l ığ ı olarak 1 Haziran'da a lbaylığa getir i ldi . Her i ki tarafın da siperlerine çekilmesiyle birl ikte muharebe bir süre kesintiye uğradı; Anlaşma kuvvetleri dar bir köprübaşın ı ellerinde bulunduruyor, içlere doğru ilerlemeye çalışıyorlard ı . Cepheyi yarmaları ancak kil it niteliğindeki Anafartalar kasabasının al ınması hal inde mümkün olabilecekti. 6/7 Ağustos gecesi, Anafartalar' ı ele geçirmek isteyen müttefikler 20.000 askerden oluşan bir takviye kuvvetin i karaya çıkardılar. Bu saldırı tam da Mustafa Kemal ' in komuta ettiği Ondokuzuncu Tümen'in bulunduğu yere karşı l ık düşüyordu .
Sayısal üstünlüğü olan Anlaşma kuvvetleri saldırıya geçtiler. Mustafa KemaL, durumun son derece kritik olduğunun farkındaydı . Liman von Sanders'e şunu söyledi : "Bir an daha vaktimiz var. Eğer bu am iyi değerlendiremezsek pek mümkündür ki felaketle yüz yüze kalacağız. " Mustafa KemaL, bölgedeki tüm kuvvetlerin tek bir komuta altında bir araya getir i lmesin i öneriyordu . Komutanın kendisine veri lmesi dışında elde başka bir seçeneğ in bulunmadığım söyledi. Sanders, alaycı bir şekilde, "Tüm kuvvetlerin size verilmesi çok olmaz mı ?" diye sordu . Mustafa Kemal soğukkanl ı b i r şekilde karşil ık verd i : "Gerçekte bu çok az olur' (iğdemir 1 962, s.26). Mustafa Kemal ' in kendis ine duyduğu güven hiç aza lmıyordu .
Beraberl iklerin in i lk gün lerinde, Mustafa Kemal' in çok bi lmişl iğ i, nezaketsizl iği, özgüveni Liman von Sanders ' in canın ı s ıkmıştı. Fakat, Gelibolu'da yaşananlar Liman von Sanders' i Mustafa Kemal ' in askeri yeteneklerine hayran yaptı. Bu yüzden, isted iği sayıda askeri onun emrine vermeyi kabul etti . Tümen doktorundan, yeniden başgösteren sıtması yüzünden çok bitkin görünen Mustafa Kemal ' in yanından ayrı lmaması istendi . Mustafa KemaL, üstlendiği görevin içerdiği risklerin farkındaydı ve durumun ciddiyetin i kabul ediyordu : "Sorumlu/uğu kemal-i iftiharla kabul ettim". Daha sonraki yıl larda, Gelibolu'yu hCltırladığında şunla rı söyleyecektir: "Sorumluluk ölümden ağ/fdır' (Aydemir 1 969, 1 . Cilt, s.242).
Yeni komuta görevini üstlenen Mustafa Kemal, hemen ingiliziere karşı savunma hazırl ığ ına gi rişti. 1 0 Ağustos'ta, düşmana karşı bir süngü muharebesine bizzat komuta etti . Bu uzun mu-
Ölümsüzlüğün Bjl/jJrlaşmas!
harebe sırasında, Mustafa Kemal' in, ölümsüz olduğuna dair bil inçdışı inancını pekiştiren bir olay yaşandı . Düşman , teş; "Iltında bir tepecik üzerinde dururken ansızın sarsıl ıp yere o;iştfğü ve göğsünün sol tarafını tuttuğu görü ldü . Yarbay Servet (Yurdatapan) bu olaya tanık oldu ve ko'mutanının vurulması karşısında dehşete düştü (Aydemir 1 969, i . Cilt 248-49). Ancak, Mustafa Kemal, Yarbay'ı şaşkınl ığa düşüren bir tavırla ona doğru döndü; işaret parmağını dudağına götürerek ona sakin olmasını ve susmasını işaret etti . Yı l lar sonra, Mustafa Kemal bu olayı farklı bir şekilde hatırlar. Ona göre, yanındaki genç bir subay, "Komutamm, vuruldunuz!" diye bağırır. Bunun üzerine Mustafa Kemal eliyle onun ağzını kapatır ve "Sus" diye fısıldar (Ünaydın 1 930, s .74-75). Mustafa Kemal, askerlerinin l ider olarak gördükleri kişin in vurulduğunu öğrenerek moral lerinin bozulmasını istememiştir.
Fiziksel açıdan, Mustafa Kemal' in aldığı yara hafif ve önemsizd i; ancak olay öneml i psikoloj i k etkiler yaratmış görünüyor. Gerçekten bir şarapnel parçası onun kalbine isabet etmişti; ancak, göğüs ceb inde taşıdığı saat, bedenini küçük metal parçaların ın pek çoğundan korumuştu . Mustafa Kemal parçalanmış saatin altında "büyükçe bir kan gölü" olduğunu söylemiş olmakla birl ikte, aldığı yara önemsiz bir yarayd ı . Aynı gece, Liman von Sanders'e askerlerinin düşmana karşı süngüyle nasıl savaştığ ın ı anlatırken, kendisinin de yaralanmış oluğunu söylemiş ve cebinden parçalanmış saati çıkarıp hatıra olarak General'e vermişti. Mustafa Kemal ' in bu jestine tan ık olan Haydar Mehmet (Alganer), sonraları, jest karşısında çok duygulanan General ' in gözlerinin yaşardığın ı, hediyeyi kabul ettiğini ve daha sonra kendi saatin i Mustafa Kemal'e verdiğini hatırlar. Gerçekte Mustafa Kemal' in ölümsüzlüğünün bir "kanıtı" olan parçalanmış saat, sonraları Liman von Sanders' in Münih'teki evinde bulunmuştur. Daha sonraki yıl larda, saat, Sanders' in evi .hırsızlar tarafından soyulduktan sonra, ortadan kaybolmuştur (Aydemir 1 969, i . (ilt, s.249). Hiç kuşkusuz, hırsızların evin "büyülü" eşyasından haberdar olduğunu d üşünmek için ortada bir neden yok.
Gelibolu, Mustafa Kemal' in konumunu hem gerçek dünyada, hem de kendi ruhsal dünyasında d ikkate değer ölçüde değiştird i . ingi l iz resmi askeri tarihçisi şun ları yazıyor: "Tek bir tümen
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
komutanm Üç ayn seferde kazandığı başanlann, sadece bir savaşm gidişi üzerinde değil, bütün bir seferin akıbeti ve hatta bir milletin kaderi üzerinde bu derece derin bir etki bırakması, tarihte eşi çok az görülmüş bir olaydır." (Kinross 1 �65, s . 1 1 1 ) . Gel ibolu muharebesi s ı ras ında gerçekle Mustafa Kemal ' in kahramanl ık fantezi lerin in örtüşmesi, Mustafa Kemal üzerinde muazzam bir etkide bu lunmuş ve, b i r kez daha, onun görkeml i özkavramına "uygun düşen" gerçeğe daya l ı bir görkem bahşetmişti r . Bu sü rece i l işkin bi lg i ler, Mustafa Kemal ' in yaşamında öneml i bir yere sah ip iki kad ına -Cor inne ve Hi ldegard- yazd ığı çeşitl i mektuplardan ed ini lebi ld iğ inden dolayı şansl ıyız.
Mustafa Kemal, gerek Corinne ve gerekse H i ldegard'da kend i ideal kad ın t ipin i yaratmıştır; öylesine ki, gerçekte bi rbir inden hayl i farklı olan bu i ki kad ın onun z ihn inde fi i len birb i rin in yerin i alabi l ir durumdadır lar. Mustafa Kemal, bu i k i kad ın ı ü l kü leştirerek ve onların d ikkat in i kendi üstünde toplayarak, sah i p olduğu görkem l i ben l iğ in içsel tuta rl ı l ığ ın ı muhafaza edebi imiştir. Yazdığ ı mektup lar çoğunlukla duygu doludur; fakat her i kisine de kend in i aynı biçimde takdim etmektedir. Bu, onlara Gelibolu'dan yazdığı mektuplar için özellikle geçerl idir. H i ldegard'a yolladığı iki kısa mektup 17 Ocak 1 9 1 5 ve 1 3 N isan 1 9 1 5 tarih lerin i taşırlar. Sofya'dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra yazdığı bu mektuplarda, Mustafa Kemal H i ldegard'a sürekli onu düşündüğünü söyler. 6 Haziran'da, Gelibolu 'ya geçtikten sonra, ona daha uzun bir mektup yol lar. Hi ldegard' ı ü lkü leştirmiş olduğu bu mektupta çok açıktır:
"Bir buçuk ay yolda kalmış olan mektubunuzu dün aldım. Sizden ayn"şımdan beri beş ay geçti. O zamandan beri gerçekten tam manasıyla meşgulüm. Fakat sizin bana verdiğiniz Almanca derslerini asla unutmadım. Sizi temin ederim ki top gürültüleri ve mermi yağmuru altındaki mühim muharebe günlerinde dahi hayatımın en güzel hatlralan bu güzel ve dostane saatlerdi. Beni unutmayacağlnlzdan şüphe etmiyordum. Fakat sizden haber alamamak benim için çok üzücü idi. Sizden gelen 28.04. 1 9 1 5 tarihli ilk mektup beni, tasavvur edemiyeceğiniz kadar sevindirmiştir. Psikolojik bir hadisedir ki insan, hayatta bazı dostluklar elde
. etmek için fevkalade ça"şmak ve fedakar"klar yapmak zorun-
ÖlümSÜzlüğün BillUrlaşması
dadır. Mesela siz bana sormuştunuz: "Siz ne zaman albayllğa terfi edeceksiniz?" diye. Benim cevabım şu olmuştu: "Bu, bir harp meydanmda kazamllr. " Siz bana mukabele ettiniz: "Bunu isbat ediniz. " Sizin arzunuza uyarak beş günden beri albayım. Bundan başka zatışahaneleri beni gümüş ve altm harp madalyalanyla taltif ettiği gibi Bulgaristan Kralı Ferdinand da Sen Aleksandr nişanmm Komander payesi ile mükafatlandırdi. Benim için kıymeti büyük olan İmparator Wilhelm (zamammlZIn en büyük kumandam) Demir Salip nişam ile ta/tif etti. Bütün b u kazançlaf/mı sizin asi/ ilham/af/mza borç/uyum" (Vu rgu lar bize ait; Borak 1 970, s .73-74) . Mustafa Kemal' in mektuplaştığı ve ü lkü leştird iğ i diğer kad ın
olan Corinne de ondan buna benzer mektuplar aldı . Mustafa Kemal, 1 4 Haziran 1 9 1 5'te Corinne'e şun ları yazıyordu :
"Korkanm ki şöyle diyeceksiniz: İşte (bir asır) var ki sizden bir haber yok . . . İşte haberler: Daima büyük başan/arla savaşıyoruz. Ümit ederim ki gümüş imtiyaz altm harb liyakat mada/ya/anyla ve Almanya 'nın demir haç nişaniy/e dekare edi/diğimi ve son defa da mira/ayllğa (a/bayltğa) terfi ettiğimi duydunuz. Bütün aileye saygı/ar. Matmaze/ Edith (Cor inne'nin sonraları Müslümanlığı seçerek ismini Edibe olarak değiştiren kız
kardeşi) bu defa yara/tfara bakmak için de ça/ışıyor mu? Ben İstanbul'a yaralı gelirsem hanginiz beni tedavi etmek /Cttfunda bulunacak?" Bir kahraman ve üstün bir askeri stratejist olarak ün yapan
Mustafa Kemal, yen iden kendis ini batıl ı kadınlar arasında bir hayranl ık konusu hal ine geti rmeye yöneliyor, ülküleştiri imiş birer baba o larak gördüğü l iderlerin gözüne g irerek özgüven duygusunu yükseltme arayış ına giriyordu . Hatta Enver'e kendisin in albaylığa terfis in i kutlayan dostça yazı lmış bir mektup yazd ırmayı bile başarmıştı.
Gelibolu yen i lgisi , Winston Chu rchi l l 'e bahriye nazırl ığı görevini yitirmesine mal oldu . Henüz savaş düğümü çözülmemişken ,
26 Mayıs günü bu görevinden ayrı ld ı . Anlaşma devletlerin in asker ve askeri donanım kaybı muazzam ölçülerdeyd i; buna karşıl ık, Türkleri yerlerinden etmek için gösterd ikleri bütün çabaların sonucunda elde edebildikleri çok az şey vard ı . Mustafa Kemal,
ÖıÜmsüz Atatürk
Corinne'e yol ladığı 20 Temmuz tarih l i mektubunda durumu şu şekilde tasvir ediyordu : "Burada hayat o kadar sakin değil. Gece gündüz, hergün çeşitli toplardan atılan şarapnel/er ve diğer mermiler başlanmızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor. Kurşunlar vıztldıyor ve bomba gürültüleri toplarmkine kanştyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz" (Borak 1 970, s.58-59) .
Giderek ölümle kol kola bir anlam kazanmaya başlayan savaş, Mustafa Kemal' in ender olarak görü len b i r yan ın ı açığa Çıkarıyordu . Corinne'e yazdığı 20 Temmuz tarih l i aynı mektupta, kişi l iğinin egemen olan ve genel olarak din le hiçbir a l ışverişi olmayan yan ı tarafından bastırı lmış olduğu için genell ikle yadsıdığı d insel duygulara yönelik ince bir hürmet açığa çıkıyordu . Mustafa Kemal söz konusu mektupta şunla rı yazıyordu :
"Çok şükür asker/erim pek cesur ve düşmandan daha kuwetlidir/er. Bundan başka hususi inançlan çok defa ölüme sevkeden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştmyor: Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün: Ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir, bilir misiniz? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allahm en güzel kadmlan, huriler onlan karşılayacak ve ebediyen onlann arzusuna tabi olacaklar. Yüce saadet" (Borak 1 970, s .59). Bu mektupta, yumuşak, flörtvari cinsel b i r imanın yanı s ı ra,
hem annesinin bu dünya ve sonrasına i l işkin görüşünün bir yansıması, hem de kad ın l ığa yönelik ü lküleşti r i lmiş bir bakış açısı söz konusudur. Mustafa Kemal, batı l ı laşmış bir kişi olarak, genel l ikle, kendisin in de aynı inançları taşıdığ ın ı kendi kendisine itiraf edemiyordu. Dolayısıyla, bu tür inançlar ını , is lamiyet'e bağl ı l ığ ın ı açıktan açığa ifade eden kişi lere yansıtarak üstü örtük bir biçimde ifade etmek zorundayd ı . Daha önce doğan kardeşlerin in aksine ölmeyip hayatta ka lan küçük bir çocuk, ardından, annesinin kendisi aracıl ığ ıyla küçük yaşta ölen çocuklarıyla duygusal bağ ın ı sürdü rmüş olduğu ölümle yaşam arasında bir yetişkin olarak, Mustafa Kemal' in önünde izleyeb ileceğ i ik i yol vardı : annesin in (dolayısıyla, daha geniş ölçekte ulusun) kahraman kurtarıcısı olabil i rdi , bu durumda annesi bütün kayg ı ve i lgis ini ona hasrederdi; ya da bir şeh it olabi l irdi , bu durumda cennette sonsuza kadar ü lküleşti r i lmiş annelerin arasında yaşard ı .
ÖlümSÜZlÜğÜn Bıııurlaşması
Yaşamın o gün lerinde, Mustafa Kemal kendisini kol layıp teskin edecek, ayrıca keskin yan ların ı yumuşatacak biri nin varlığına derin bir ihtiyaç duyuyordu . Corinne'i, savaşın onda harekete geçirdiği saldı rganl ık güdülerini kontrol altına almada kendisine yard ımcı olacak "iyi", kederden uzak bir anneye dönüştürmeye çalıştı. Yazdığı mektup şu şeki lde devam eder.
"Sizin mantıki nasihatlerinizi beklerken şimdiki hadiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanlar etüd etmeye ve böylece, ümit ederim ki hayatm hoş ve iyi taraflanm hissedecek hale gelmeye karar verdim. Herkesi teshir eden sevimli ve nükteli konuşmamzdan en büyük zevki almak benim için imkansız olmasaydı; aşk duygularmdan ve kendisiyle nadiren fikirlerimin birleştiği bir insanm hayat görüşünden başka bir şey ilham etmiyen bir romanm tefrikalanm okumak ihtiyacmı duymazdım. ,,54 Bundan sonra, Mustafa Kemal Corinne'den kendisine okuma
sı için bir roman listesi hazırlamasın ı ve listeyi o romanları satı n al ıp kendisine gönderebi lecek bi risine vermesini ister.
Mustafa Kemal ' in gönderilecek romanları okumaya nasıl fırsat bulabileceği bir muammadır. O sıralar Gelibolu için verilen savaş her iki cephede tüm sıcaklığıyla sürmekteydi ve sayısız şehit ve gazi vardı . Mustafa KemaL, var gücüyle katıldığ ı bu muharebelerde parlak başarılar kaydedi l iyor olmasına karşın, Osmanlıların en sonunda başarı l ı olmaları konusunda, fazla hayal kurmuyordu . Gelibolu'da verilen kayıplar ağırd ı . Anlaşma Devletleri'nin tahmini kaybı 2 1 4.000 askerdi . Ölü, yaralı, kayıp ve hasta olmak üzere Türklerin zayiatı 1 20 .000 dolayındaydı (Shaw ve Shaw 1 977, 2. ci lt, s .3 1 8). Donanma alanında sahip oldukları üstün lük Anlaşma Devletleri'n in zafere erişmelerine yetmemişti. Karaya ilk çıktıkları 1 9 1 5 yı l ı N isanı'ndan 259 gün sonra 9 Ocak 1 91 6'da Anlaşma Devletleri Gelibolu'daki son askerlerini de tahliye ettiler. Mustafa Kemal, tahliye haberini istanbul'da aldı; tahliyeden on gün önce hasta raporu almış ve istanbul'a gelmişti .
Gelibolu muharebelerine kadar, Mustafa Kemal' in psikolojik yapısı onu sık sık ülküleştirebileceği, bunun karşı l ığında kendisine duydukları hayranl ık sayesinde sahip olduğu abartılı özkavra-
54 Borak 1 970, 5.59. Mustafa Kemal'in Yunanlılara karşı büyük taarruzdan önceki gece roman okuyarak kendisini yatıştırmaya çalışmış olduğunu biliyoruz.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
mını olduğu g ib i muhafaza edebileceğ i insanlar a ramaya itiyordu . Ona taktir ve hayranl ık göstermeyen insan lar, karşı lar ında son derece gergin ve s in ir l i bir Mustafa Kemal buluyarlard ı . Otuz dört yaşında askeri alanda gösterd iğ i kahramanl ık ve başarı lara gelinceye kadar, çok ihtiyaç duyduğu aşırı övgüyü bu labi leceğ in i umduğu her kapıyı, çalmıştı . i lgi ve hayranl ığ ın ı kazandıkları çoğun lukla kad ın larla s ın ırl ıyd ı . Kendisine gösterd ikleri hayranl ığ ın karşı l ığı olarak on lara gerçekdışı erdemler sundu . Zaman zaman, kimi erkeklerin dikkatini çekip onların desteğ in i kazanmış olmakla bir l ikte, hem kendisi hem de onlar i ktidarda değil , onun çevresinde olan kişilerd i . Gelibolu en azından Mustafa Kemal' i b i r kahraman durumuna getirmişti ve sah ip bu lunduğu ölümsüzlük inancını doğrulamıştı; fakat eğer sahnenin tam ortasına erişmiş olduğunu düşünmüşse, bu bir yanı lg ıydl. Onun görkemli benl iğ i kalıcı bir biçimde yerleşmemişti henüz. Diğerlerin in hala Mustafa Kemal için açık ve belirli olan görkemli l iği konusunda ikna edilmeleri gerekiyordu . Örneğin Enver onun başarı larından çok fazla etkilenmemişti.
Enver ile ittihat ve Terakki erkan ı ü lkeyi yönetmeye devam ediyor, Mustafa Kemal ' in va rl ığ ın ı d ikkate almayan tavırlarını sürdürüyorlard ı . Enver onu her zaman küçük düşürmüştü. Üst rütbeli subaylarla görüşmeler yapmak üzere Gel ibolu'yu ziya ret ettiğinde Mustafa Kemal ' i görmekten kaçınmıştı . Enver' in bu küçümseyici tavrı Mustafa Kemal ' in bir istifa mektubu yazmasına neden olmuş, ancak Liman von Sanders onun istifasın ı i lg i l i merci lere u laştı rmamıştı . Anlaşma ordusu Gel ibolu'da köşeye sıkıştır ı ld ıktan sonra istanbul'da savaş bakanl ığ ı tarafından yayımlanan Harb Mecmuası kapağında Mustafa Kemal ' in bir fotoğrafına yer vermek istemiş, fakat Enver duruma müdahale ederek yayımcıya fotoğrafı kul lanmaması için emir vermişt i . Mustafa Kemal istanbul 'a döndüğünde caddelerde kendisini karşı layan heyecanl ı kalabalıklar yoktu, ama ünü giderek yayı l ıyordu . Anlaşma Devletleri 'n in Gelibolu'ya asker çıkarmasının istanbul halkı arasında panik yarattığından, hatta hükümetin ü lkenin iç kısımlarına, Anadolu Platosundaki Eskişehir'e taşı nmasın ın düşünü ldüğü yolundaki söylentilerden haberdar olan Mustafa Kemal, kendisinden "istanburun kurtartcıSı" olarak söz etmekten hoşlan ıyordu .
ÖlÜmsÜzlÜğÜn Billurlaşması
Yığ ın lar tarafından yollarda karşı lanmamış olsa da, kahramanın istanbul'a gelişi annesini ve i l işkis inin olduğu diğer kad ın ları memnun etti. i kinci eşin in Selanik'te öldüğünü öğrenmiş olan annesiyle bir l ikte kalmaya başladı; evdeki düzen kısa sürdü . Evdeki kad ın ların dı rd ır ve yakınmalarından bıkan Mustafa Kemal evden ayrı l ıp kendi başına yaşamaya karar verd i . Üvey babasın ın Selanik'ten gelen genç akrabası Fikriye'n in ne zaman Mustafa Kemal ' i n sevgi l isi haline geld iğ i net olarak bi l inmiyor; fakat, Mustafa Kemal' in Fikriye'ye o gün lerde i lg i duymaya başlad ığını bi l iyoruz.
Zübeyde, istanbul 'a geldikten bir süre son ra F ikriye ve kızkardeş i Jü l ide i le yen iden i l işki kurmuştu . i ki kızkardeş arkadaşları ya da akrabalarıyla kal ıyorlard ı . Geniş ai lenin toplumsal bir norm olduğu bu ülkede, öksüzlerin ya da yaln ız akraba ların kendilerini gayri resmi olarak "evlat ed inecek" bir ai le bulmaları güç bir şey deği ld i . Abdürrahim Tuncak (Tuncak 1 974), kızkardeş lerin istanbu l 'un Beşiktaş semtinde yaşadıkları evde kendi lerin i ziyarete geld ikleri gün Zübeyde'nin kendisine Jü l ide' nin verem ii olduğunu söylediğini ve onu öpmemesi konusunda kendisin i uyardığın ı hatırlar. O zaman lar küçük bir çocuk olan Abdürrahim kendisine çok sevecen davranan F ikriye'yi çok seviyordu .
Fikriye ve Jü lide'nin i lginçtir k i ismi Enver olan ve pek yakın i l işki içinde olmadıkları bir büyük ağabeyleri vardı . Zübeyde, kızkardeşlere daha çok kol/aylCl bir anne gib i davranıyordu . Fikriye için Mısırlı bir koca bulundu. O yıllarda kendisine bir koca bulman ın güç olduğu yaln ız kadınlar ya da kızlar ''yolculuğa çıkmış Araplar/a" evlendiril irlerd i ve belki de F ikriye'ye böyle bir koca bulunmuştu . Her ne olursa olsun, o evli l iğin uzun ömürlü olmadığı ve Mustafa Kemal' in Şişl i'ye yerleşmesinden sonra Fikriye i le Mustafa Kemal' in sevgi l i oldukları bi l in iyor.
Mustafa Kemal için, Fikriye Selan ik'teki eski yaşantısın ın bir uzantısıydı; bununla birl i kte, Mustafa KemaL. ayrıca Corinne'nin dostluğuna da i htiyaç duyuyordu. Kısa bir süre sonra tatil için Sofya'ya gittiğinden hem Hi ldegard ' ı , hem de eski yasak aşkı Bulgar kızı M iti'yi ziyaret etti . H i ldegard ve ai lesine hed iyeler götürdü -ki l imler ve el yapımı bir çerçeve- (Borak, s .75) . Sofya'da geçird iği a ltı hafta sırasında H i ldegard ve ai lesi şeh i rden ayrı ldılar. Tren istasyonunda on ları uğurlarken H i ldegard'a son bir mesaj i letti : "Von Herz zu Herz geht ein weg" (Kalpten kalbe bir yol gider) (Borak 1 970, s .75) . Birbirlerini bir daha hiç görmediler .
..13li.
BÖlüm 8
DÜŞKIRIKLIGI içiNDEKi BiR KAHRAMANIN YOLCULUKLARı
G el ibolu'da gösterd iği kahramanlıklardan sonra istanbul'a dönüşünde resmi törenle karşılanmamış olmanın veya po
pü ler hale gelernemenin düşkırıklığını yaşayan Mustafa Kemal, annesin in, kızkardeşinin ve F ikriye'n in heyecanl ı kutlamalarıyla yetinmek zorunda kaldı . Corinne de onu büyük bir i ltifat ve övgüyle karşı ladı. Mustafa Kemal' in de katı ldığı bir müzikli eğlencede, Mustafa Kemal salondan ayrı l ırken Corinne piyanosunun başındayd ı . Onun çıktığını gören Corinne, orada bulunanların şaşkın bakışları arasında piyano çalmayı keserek topluluğa döndü ve onlara az önce salondan ayrı lan kişiyi tan ıyıp tanımadıklar ın ı sorarak şun ları söyledi : "Emin olunuz ki bu büyük insan birgün yalnız Türkiye 'nin değil, bütün dünyanm en meşhur adamı olacaktır' (Borak 1 970, s.45). Benzerin i Sofya'ya yaptığı son ziyaret s ırasında Hi ldegard ve M iti 'nin gözlerinde gördüğü böylesine olağanüstü bir saygı ve bağ l ı l ık, Mustafa Kemal'in insanlardan görmek isted iği saygı ve hayranl ığa olan açlığ ın ı gideremezdi .
Gelibolu 'daki hizmetinden sonra Edirne'ye nakledi lmiş olan On altıncı Kolordu'nun kumandanl ığ ına getiri ld iğ inde, Mustafa Kemal açısından tanınmaya duyduğu açlığı g idermesi iç in bir fırsat doğdu . Edirne'ye g irerken muzaffer bir komutan gib i karşılanmasında Mustafa Kemal ' in rolünün ne olduğu bi l inmiyor, ancak bir töreflle karşı lanmış olduğu kesin . Mustafa Kemal tati l in i geçirdiğ i Sofya'dan ayrı ld ı ve sıkıcı bir u laşım aracı o lan trenle yeni görev yerine doğru yola çıktı . Bir yolunu bulup 1 5 Ocak'ta şehre at üstünde ve b ir piyade birl iğ in in önünde gi rmeyi başard ı . Onu karşılamak için bekleyen ve öğ rencilerin de katı l ımıyla gen işleyen ka labal ı ktan bazı insanlar, bindiği atın boynuna çiçeklerden yapı lmış bir çelenk astı lar. Mustafa Kemal iç in, bu, herhangi bir özel mekanda bi rkaç kiş in in kendisini tanımasıyla sın ırl ı olmayan gerçek bir kutlamayı ifade ediyordu . O gün, yeniçeri ü niforması içinde sergiled iğ i kusu rsuz görüntü içinde Kral Ferd i-
DÜş Kırıklığı içindeki Kahraman
nand da dahi l olmak üzere herkesin i lgisini çektiği Sofya'daki maskeli balodan bu yana, i lk defa dikkate değer büyüklükte bir ka labal ığın i lg i ve dikkatini kendi üzerinde toplamıştı . Maskeli baloda kend isine yönelik ilgi ve hayranl ığın nedeni esas olarak üzerindeki giysi ler ve süslemelerd i; oysa şimdi, ona bu görkemi kazandıran şey savaş alanında gösterd iği kahramanl ıktı . Kend isini u lusal bir kahraman konumuna yükselten bu tanınma, onun öteden beri farkında olduğu benzersiz kişi l iğ inin kabu l ve onay gördüğünü ifade ediyordu.
Görkemli b i r törenle karşı landığı Ed irne'deki ka lışı uzun sürmedi . On altıncı Kolordu, i kinci Osmanl ı Ord usu'nun d iğer b i rl ikleriyle bir l ikte Rus cephesine nakled i l ince bir ay sonra Edi rne'den ayrı ld ı . Enver kendisinden önce bu cephede tam bir felakete uğramıştı; Mustafa Kemal, Enver' in durumuna düşmemeye kararIıyd ı . Rus cephesindeki komuta görevine hazırl ık yapmak için bir ayl ığına istanbul 'a döndü. Burada, yönetici konumundaki kişi lerden kendisine kulak veri lmesin i talep ederek ve herkese hiç de hoş karşı lanmayan eleşti riler yöneiterek başın ı sıkıntıya soktu . Bu kişiler tarafından terslendi ve derin b ir düşkırıklığına uğradı . 1 926 yı l ında dönemin gazeteci leri Fal ih Rıfkı (Atay) ve Mahmut (Saydam) i le yaptığı bir röportajda o günlerde sahip olduğu ruh hal in i anlatır. Gel ibolu'da kazanilan başarın ın kendis i sayesinde gerçekleştiğ in i i leri sürdükten sonra şunları söyler:
"Başkenti kurtaran kişi bendim. Benim bu mütevazı hizmetimi her insandan umulabilecek bir memnuniyetle karşılayacaklann/ düşünerek üst düzey Osmanit yöneticilerini görmeye gittim. Onlarla konuşmak istediğim önemli meseleler vardı; bunlar, benim bilim, sanat ve zamanm olaylanna yönelik kavrayışım açısmdan ulusal önem taşıyan, halkımız için bir ölüm kalım meselesi anlamma gelen konulardı. Düşüncelerimi devletin başmda bulunanlarla paylaşmak istedim" (Saydam ve Atay, 1 926). Diğerleri b irbiri a rd ına içeri a l ın ı rken hariciye nazır ının bekle
me odasında Mustafa Kemal' i bekletmesi karşısında onun nasıl bir öfkeye kapı ldığını , kend isin i nasıl aşağı lanmış h issettiğ in i tahmin etmek güç olmasa gerek. Aynı röportajda, Mustafa Kemal, içeri a l ınan kişilerden daha önemli b ir konumda olduğunu
Ölümsüz AtatÜrk
dikkate alarak nazırın kendisini unutmuş olabileceğ ini düşündüğünü, nazırın müsteşar muavinine giderek kendisinin görüşme için dışarıda bekled iğinin unutu lup unutulmadığın ı sormuş olduğunu söyler. Umduğu tavrı görememişti ve kendisine sırasın ı beklemesi söylenmişti . Bunun üzerine Mustafa Kemal müsteşara uzun bir nutuk çekmiş, bakanın içeri al ınan önemsiz kişilerle görüşme yaparak vaktini boşa harcadığını i leri sürmüştü . Nihayet, nazırın odasına girdiğinde ifadesindeki uygunsuzluğa rağmen Mustafa Kemal nazik bir şeki lde karşılandı. Nazıra adeta onu azarlıyormuşçasına, imparatorluğun içinde bulunduğu durumu anlatmaya g irişti ve ondan ordunun Alman subaylardan kurtarılması için kendisine yardımcı olmasını isted i. Nazı r kızgınl ığını g izleyemedi ve daha sonra Enver'e Mustafa Kemal' in bu tavrından yakındı .
Enver, Mustafa Kemal' in istanbul'daki varl ığından hoşnut değ ild i ve onun Rus cephesine tayin edilmiş olmasından memnuniyet duyduğu açıktı. Mustafa Kemal doğuya doğru yolculuk ettiği sıra, yolda 1 N isan 1 91 6'da generall iğe terfi ettiği haberini aldı . Otuz beş yaşındayd ı. Enver ve onun ıttihat ve Terakki grubundan arkadaşları Mustafa Kemal ' in bu terfi in i e l lerinden geldiği sürece ertelemişler, Mustafa Kemal kendi leri iç in art ık bir teh l ike olamayacağı kadar uzaktaki Rus cephesine g itmek üzere yola çıktıktan sonra terfi in in önünü açmışlard ı . Enver' in istanbul'da Mustafa Kemal için "tatmin edilmesi mümkün olmayan biri" dediği söylenir. Paşal ıktan terfi etmek, n ihayet oradan padişah l ığa kadar yükselmek isteyecekti . Çok sonraları, Mustafa Kemal Enver' in hakkında yaptığı bu yorum kendisine söylendiğinde gülümsemiş ve şu karşı l ığ ı vermişti : "Ben Enver'in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu b ilm ezdim " (Aydemir 1 969, 1 . (i lt, s.279).
1 9 1 6 Osmanlılar için zor bir yıl a ldu . Eşanl ı olarak birden çok cephede asker bulundurmanın güçlüğü altında bunalmışlard ı . Karadeniz ' in doğu kıyı larından Van Gölü'ne kadar Ruslarla mücadele etmek zorundaydı lar. I rak ve Su riye'de, imparatorluğun Arap-Müslüman topraklarının ka lbinde başgösteren ayaklanmalar (H icaz'daki Emir Hüseyin isyanı) ted irg in l ik yaratıyor; Makedonya, Romanya ve diğer yerlerde de askeri kuvvetlere ihtiyaç duyu luyordu . Osmanl ı ekonomisi çökmüştü, g ıda stokları ve
DÜş Kırıklığı içindeki Kahraman
gündelik yaşamın gerektird iğ i d iğer i htiyaçlar hızla tükeniyordu; halkın morali bozuktu .
Tü rkler, Enver' i n muhteşemfiğe erişme düşlerin in paramparça olduğu, Mustafa Kemal ' in düşlerin in ise ciddi bir tehdit aftında bulunduğu doğu cephesinde de kötü koşullar altında bulunuyorlardı . işgalci Rus kuvvetleri hal ihazırda Karadeniz'deki Trabzon Limanı 'n ı ele geçi rmişlerd i ve önemli bir i letişim merkezi olan Erzurum'u almak iç in içeri doğru ilerlemeye başlamışlardı . Mustafa Kemal' in posta i yokluğu yüzünden ayaklarına çaput bağlamak zorunda kalmış askerleri Ruslarla bir dizi çarpışmaya girişmişlerdi; bunlardan birisi göğüs göğüse süngü muharebesiydi . Mustafa Kemal askerlerin in moral in i yüksek tutmasını bi l iyordu . Ancak onun komutasındaki askerler Ruslara karşı zafer kazanmaya muktedir olabil ird i . Diğer birl ikler gerilerken Mustafa Kemal ve askerleri Bitlis ve Muş'u Ruslardan geri almayı başard ılar.
Mustafa Kemal' in gün leri çok yorucu geçiyor olmalıyd ı, ancak, buna rağmen Corinne'e yazmaya zaman ayı rabi l iyordu . 6 Mayıs tarih l i mektubunda, koşullardan yakınıyor ve içinde bulunduğu ruhsal durumu yansıtan ifadeler kullanıyordu: "Batıdan doğuya kadar devam eden uzun ve yorucu bir yolda iki ay kadar seyahat ettikten sonra bir istirahat anı bulunabileceğine inanılır, değil mi? Fakat heyhat! Görülüyor ki bu ancak ölümden sonra mümkün olacak. Fakat bu hayali rahata kavuşmak için AllahımıZin cennetine gitmeye kolay kolay razı olacak değilim. " Corinne'e, Gel ibolu'da bir l ikte olduğu arkadaşı Nuri (Conker)'yi üç gün içinde görmeyi plan ladığını , bunun kendisine onun "sevg i l i varlığı" sayesinde yaratılmış o güzel anı lar üzerine uzun sohbetler yapma fırsatı vereceğ i umudunda olduğunu yazıyordu . Mektubu, Chateaubriand'dan bir d ize ile son buluyordu : "Ya hiç doğmamış olmak veya hiç unutu lmamak isterd im" (Borak 1 970, s. 60-6 1 ) .
Mustafa Kemal, 1 7 Eylül 1 9 1 6'da, kendisine yaklaşık kırk gündür hasta yattığını b i ld i rmiş olan Corinne'e bir mektup daha yazdı . Hasta düştüğünü öğrenmekten üzüntü duyduğunu söylüyor ve şunu ekliyordu : "Sizi kırk gün yatakta kalmak zorunda bırakan hastalığı bana haber veren mektubu aldım. Bu havadis beni çok üzdü. Fakat yine de sizin bu mektubunuz beni teselli etti, zira yatakta yazildığı halde, bu mektubu sıhhatinizin delili
ÖlÜmsÜz Atatürk
diye kabul ettim. Karargahıma gideli ve Nuri Bey' i yalmz bırakalı 15 gün var. Son muharebeleri idare ettiğim bir ay zarfmda Nuri Bey, Hüseyin Bey . . . ith . . . ile her gün beraberdik. KlYmet verdiğiniz insanlarla birlikte ateşe ve ölüme göğüs germek ne zevk. Bu umumi savaşlar slrasmda zavallı faik Paşa almndan bir kurşun yiyerek şeref meydanmda can verdi. Eski dostum un kahramanllk misalini takib etmek isteyen Nuri Bey'in coşkunluğu görülecek şey. Allahtan, cennette kendisi için yapılan, fakat henüz inşa halinde bulunan köşk tamamıyla bitinceye kadar sabretmesi için verdiğim nasihatlere kulak astı" (Borak 1 970, s .61 -63) .
Gerek Ruslar gerekse Türkler ağır kış koşu lları yüzünden yerlerinden kımıldayamaz hale geldiklerinde, çarpışmalar bir süreliğine kesi lmiş oldu . Türk ordusunun durumu gerçekten korkunçtu, fakat Mustafa Kemal, en azından subayların yemekhanelerde üstlerine başlarına dikkat etmeleri gerektiğinde ısraröydı. Yemeğe zamanında gelmeleri ve askeri ceketlerin in düğmelerini i l ikli tutmaları konusunda subayları uyarmıştı. Masanın bir başında oturuyor, subay arkadaşlarıyla heyecanl ı sohbetlere girişiyordu . Mustafa Kemal arkadaşlarıyla yaptığı bu masa başı sohbetlerin i daha sonraki tüm yaşamı süresince sürdürdü .
Muş şehr in in al ınması için yapılan savaşta gösterd iği ayrıcal ıkl ı başarı dolayısıyla Altın Kıl ıç (Golden Sword) Madalyası'yla onu rland ırıld ı . Ayrıca, daha önce izzet Paşa komutasında olan ikinci Ordu Başkomutanl ığ ı 'na getiri ldi . izzet Paşa'nın eşanlı olarak ikinci ve Üçüncü ordu ların komutasın ı üstlendiği zamanlarda Mustafa Kemal i kinci Ordu'nun başına geçecekti . Bundan sonra, Mustafa Kemal i lkbaharda Ruslara karşı girişilecek bir sald ırının planlarını yapmaya başlad ı . Subayların siyasetten uzak durmaları gerektiğ i fikrini savunmuş olduğu ıttihat ve Terakki' nin Selanik'te yapılan ikinci kongresinde kendisini desteklemiş olan ismet (inönü) ile yeniden i l işki kurdu .
O gün lerde, ismet, albay rütbesiyle Mustafa Kemal' in kurmay subayıyd ı . ismet, babasının aksine, d in i bir meslek sahibi olmak yerine askerl iği yeğlemişti . Karşıt kutupların birbirin i çektiği doğru ise, ismet'i n Mustafa Kemal' in kuzeyin in tam güneyi olduğu söylenebil ir. Onun ağır, sakin doğası, Mustafa Kemal' in eşine ender rastlanır girişkenl iğ in i tamamlıyordu . ismet, babasın ın kendisi için uygun gördüğü b i r kadınla evlenmiş sadık, güvenil ir
DÜş Kırıklığı içindeki Kahraman
bir kocayd ı . Mustafa Kemal'den bir yaş kadar küçük olan ismet, sabit fikirl i , temkin l i, ağ ırbaşl ı , diğerlerin in düşüncelerine bağımlı, komutanından daha çok okumuş bir insandı. Öte yandan, Mustafa Kemal, kendi yazgıs ın ı kendi beli rleyen, diğerlerin in düşüncelerine pek aldırmayıp kendi vard ığı sonuçlara göre hareket eden biriyd i . i kisi bir l ikte kusursuz bir i ki l i oluşturuyorlard ı . Aralarındaki yakın i l işki, Mustafa Kemal ' in gelişinden hemen sonra karargahta yenen akşam yemeğ inde pekişti. Mustafa Kemal, yemekte yen i kurmay subayı ismet'i öven bir konuşma yaptı ve böyles ine yetenekli bir meslektaşa sah ip olmaktan kıvanç duyduğunu söyled i . ismet, buna, komutanına olan güven in i beli rterek ve ikinci Ordu'ya gelen Gelibolu kah ramanın ı selamlayarak karşılık verd i .
Mart 1 9 1 7'deki devrim Rusları büyük ölçüde savaşın dışına itince, bu ikisin in Ruslara karşı geliştirmiş oldukları planlar rafa kaldırıld ı . Kafkas cephesinde de Avrupa cephesinde olduğu gibi, Rus askerleri birl iklerinden kaçarak devrimden yana tavır aldı lar. Morali bozuk Rus askerlerin in başlarındaki subayları h içe sayarak Tifl is'e dönmeleriyle bir l ikte Rusların doğu cephesi de dağılmış oldu .
Rusya'nın çöküşü, Mustafa Kemal ve ismet'e Mezopotamya'da h izmet verme olanağı kazandı rd ı . M ısır'dan bölgenin çeşitli yerlerine sa ld ırı lar düzenleyen i ng i lizler, Mekke ve Medine şeh irlerin i koruyan Osmanlı kuvvetleri üzerinde ve Suriye'n in ve Mezopotamya'nın büyük bir bölümünde güçlü bir baskı oluşturmuşlardı . Mustafa Kemal, Osmanlı 'n ın H icaz'da giderek kötüIeşen durumuyla i lgi l i olarak Enver' le konuşmuş, Arap Yarımadası'ndaki kuvvetlerin bulundukları yerden alınarak ingi l izlerin Anadolu'ya ilerlemesi önünde önemli bir engel n iteliği taşıyan Suriye'nin savunmasına kaydırı lmasının doğru olacağını söylemişti. Enver, her zaman olduğu g ibi Mustafa Kemal'in önerilerin i d ikkate almadı, fakat H icaz'ın savunmasını kuvvetlendirmek için buraya bir Osmanlı kuvvetini göndermeye yönelik planından vazgeçti.
Çok geçmeden Arabistan'daki Osmanlı kuvvetleri felaketle karşı karşıya kald ı lar. Şimdi de, ingi l izlerin saldırı lar ın ın yarattığı güçlüklere Mekke Şerifi Hüseyin ve oğlu Emir Faysal ' ın l iderl iğindeki Arap isyanı eklenmişti. 1 91 6 yıl ı Haziranı'nda i lan edilen bu ayaklanma "Arap isyanı" olarak anı l ı r . Şerif' in kuvvetleri Mekke'yi Türklerin elinden aldı lar ve 9 Temmuz'da en onemli Türk garni-
ÖlümsÜZ Atatürk
zonunu kuşattı lar. Bunun ardından, Araplar süratle,. Hicaz' ın diğer yerlerini ele geçirdi ler. Osmanlı ların el inde yaln ızca Medine ka ldı.
Enver, Mart 1 91 7'de Bağdat ingil izlerin el ine düştüğünde Hicaz'ı yeniden ele geçirmek için bölgeye bir destek birl iği gönderme planlarından vazgeçmiş olmakla bir l ikte, kendisini son yaşanan duruma bir mukabelede bulunmaya zorunlu h issediyordu. Kamuoyu bir kez daha Enver'in aleyhine dönmüştü . Enver, durumu dengeleyebilmek için, Avrupa i le Anadolu arasında h ızla birinden diğerine mobil ize olma yeteneği dolayısıyla "Yıldırım" lakabıyla anı lan Su ltan i. Beyazıt ( 1 389-1 402) döneminden esinIeni lerek Yıldırım Ordusu olarak anı lacak özel bir vurucu kuvvet örgütled i . Enver' in düşü, Halep'te toplanmaya başlayan bu ordunun h ızla çölü bir baştan diğerine geçerek Bağdat'ı ingi lizlerden geri a lmasını sağlamaktı . Harekatın komutası bir diğer Almana, General von Falkenhayn'aSSverilecek, fakat bir l iğin insan mevcudu esas olarak Yedinci Türk Ordusu 'ndan temin ed ilecekti. Yedinci Ordu Komutanl ığ ı Mustafa Kemal'e öneri idi . Von Falkenhayn' ın Bağdat'a sald ırmasın ı ve Yedinci Ordu'nun yok olmasına sebep olmasını engellemeyi amaçlayan Mustafa Kemal bu öneriyi kabul etti .
Mustafa Kemal, Halep'e ulaştıktan sonra, kurmay subayların top lantılarında ve resmi yazışmalarda von Falkenhayn' ın planIarına açıktan açığa karşı çıktı . Suriye'deki bir l iklerin komutanı ve ittihat ve Terakki' nin üç kişi l ik yönetiminin üçüncü üyesi olan Cemal Paşa, Mustafa Kemal'e destek verd i . Cemal Paşa da, Mustafa Kemal g ibi, Türklerin anavatanı Anadolu'yu tehdit altı na sokacak muhtemel bir yarı lmaya karşı Halep-Şam bölgesi nin savunmasının güçlü tutu lmasından yanayd ı . Enver, kendi planlarına karşı gösterilen bu d irenci h içe saydı ve ancak General von Falkenhayn' ın Suriye'deki cepheyi bizzat teftişi sonucunda plan hakkındaki kanaatini değiştirmesi projenin uygu lanmasını önled i .
Suriye'de geçirdiği gün ler Mustafa Kemal açısından Enver Paşa'n ın ve Alman kliğ in in i radesine karşı sınama olanağı bulması nedeniyle büyük bir öneme haizd i . Annesin in beraberinde küçük
ss Erich Georg von Falkenhayn 1 891 'de doğdu. 1 9 1 7'de Filistin'de Osmanlı kuvvetlerine komuta etti, fakat kısa bir süre sonra yerin i Liman von Sanders'e bıraktı. 1 922 yılında öldü.
�rıklığı içindeki Kahraman
Abdürrahim ve bir hizmetçi kadın olduğu halde kendis in i Suriye'de ziyaret etmesi bu sıradadır. Belki de annesiyle olan bağının yen iden tazelenmesinden aldığı güçle, Mustafa Kemal, E nver Paşa'n ın planlarına karşı çıkmayı sü rdürdü . General von Falkenhayn Bağdat harekatına olan i lgisini yitirmeye başlayı nca Enver b i r başka plan önerdi . Bu, i ngi l izleri Mısır 'dan atm.ayı hedefleyen bir sald ırı planıyd l . Sald ırı, i ngi l izleri Berşeba'da yan taraftan vuracak Yed inci O rdu'nun desteğ i ndeki Sekiz inci Ordu tarafı ndan Sina üzerinden gerçekleşti ri lecekti. Bu operasyon için yine Mustafa Kemal'e Yed inci Ordu komutanl ığı öneriid i . Bu son derece krit ik bir görevd i, ancak i ngi l izlerin asker sayısı, donanım, konum açısından daha avantaj l ı olduğunun farkı nda olan Mustafa Kemal bu planda rol üstlenmek istemed i .
Her zaman üst rütbeli subayları eleştirme eğ i l im i sergi lemiş olan Mustafa Kemal, 20 Eylü l 1 9 1 7'de başkumandan veki l i Enver'e ve Harb iye Nazırl ığ ı 'na göndermek üzere Falkenhayn' ın planlarını sertçe eleştiren ayrıntı l ı b i r rapor yazd ı . Kendis i de Suriye'ye nakled i lmiş olan ve Üçüncü Tümen komutanı olarak görev yapan ismet, söz konusu raporun hazırlanmasında Mustafa Kemal'e yard ımcı oldu. Ne Mustafa Kemal ne de ismet kaybedilmiş bir dava olarak kabul ettikleri pan�islami fetih gibi yakıcı b ir arzuya sahipti . Her i kisinin de ortak kaygısı gerçek Anadolu 'nun güvenl iği id i .
Mustafa Kemal, hazırladığı raporun b ir kopyasın ı s ık s ık kendisine başvurduğu Talat Paşa'ya gönderdi . Mustafa KemaL. mevcut Osmanl ı hükümeti ile Türk halkı arasındaki bağ ların kopma noktasına gelmiş olduğunu ileri sürüyordu . Devlet memurların ın yozlaşmas ını an latıyor, tümünü rüşvet almakla suçluyor, idari aygıtta, mahkemelerde ve ekonomide gözled iği çöküşü ayrıntıla rıyla di le geti riyordu . Son zamanlardaki karış ıkl ıklar sonucu, Türk halkının artık büyük ölçüde kad ın lardan, çocuklardan ve sakatlardan oluşan bir halk durumuna geldiğ in i , halkın savaştan bitkin düştüğünü i leri sürüyordu . N ihayet şu uyarıda bulunuyordu : "Binaena/eyh harp devam ettiği halde karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike her taraftan çürüyen binayı muazzamı sa/tanatın birgün dahilen birdenbire ve hep birden çökmesi ihtimalidir." (Atatürk 1 964, 4.Ci lt, s .2) .
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Bu inan ılmaz mektup, ancak kiş i l ik yapısı Mustafa Kemal' inki gibi olan biri tarafından yazılabi l ird i . Osmanl ı ordusunun bir subayı, yazıl ı olarak, en iddial ı ifadelerle kendi hükümetine izlenen politikaların yanl ış olduğunu, personelin yozlaşmış bulunduğunu söylüyor ve bunun altına imza atıyordu. Mustafa Kemal, bundan sonra, hükümetin mümkün olduğu ölçüde her Türk askerinin ya-
. şamını kurtarmayı, savaşın Türkiye'nin gerçek anlamda bir Alman sömürgesi hal ine gelene kadar uzatı lmasından k.açını lmasını ifade ediyordu.
Mustafa Kemal, yüksek komuta kademesinde bulunan insanların bu uyarı mektubunu hoş karşılamad ıkların ı ve onun düşüncelerin i paylaşmad ıklar ını öğrendiğinde şaşırmamış olsa gerek. Buna kendi karakterine uygun bir tepki gösteren Mustafa Kemal, komuta görevini b ıraktı ve yeri ne veki l in i geçird i . Bu -özellikle de savaş sırasında aktif görev almış bir cephe komutanı için- hiç duyu lmamış bir hareketti ı istanbul'daki yetki l i ler Mustafa Kemal'e istifasını geri aldı rmaya çalıştılar, fakat çabaları boşunaydı. Ardından, onu eski birl iği olan doğu cephesindeki i kinci Ordu'nun komutanl ığına atadılar. Fakat Mustafa Kemal bunu da reddetti.
Bütün yolları denemiş olan Mustafa Kemal istanbu/'a dönmeye karar verdi . Yeterince parası yoktu; Cemal Paşa'nın yard ımıyla kendi atlarını sattı ve bundan elde ettiği parayla başkente kendi kendin i "isyankar komutan" olarak n iteleyen bir komutan olarak döndü. Bu durumun kamuoyunca bi l inmesin i istemeyen hükümet, durumu kurtarmak için ona üç ayl ı k hasta raporu verdi . Mustafa Kemal annesinin yan ında kalmak yerine, istanbul'un Avrupa yakasındaki Pera Palas Otel i'nde bir oda tutarak buraya yerleşti .
Arabulucular Mustafa Kemal i le Enver Paşa'yı uzlaştırmaya ça l ıştı lar. Bu amaçla Pera Palas Oteli ' nde b ir öğle yemeğ i planlandı. Yemeğin resmi bir havada geçtiği ve her ikisin in de ortamın gereğ ine uygun davrandığı söylen ir . Enver, Mustafa Kemal'e ordudan ayrı larak siyasete gi rmesin i önerdiğinde, Mustafa Kemal için ordunun gerçek iktidar odağı olduğu çok açıktı .
Bu dönemde, General Allenby' ınS6 kuvvetleri, Mustafa Ke-56 Sir Edmund Allenby (1 86 1 - 1 936) Birinci Dünya Savaşı'ndaki bir ingil iz generali;
Suriye ve Fi l istin'in işgalinde ingiliz ordusunu yönetti. 1 9 1 9'dan 1 925'e kadar Mısır'da ingiliz Yüksek Komiserliği görevinde bulundu.
DÜş Kırıklığı içindeki Kahraman
mal' in General von Falkenhayn' ın planlarına ve Enver' in Yıldır ım Ordusu düşlerine yönelik bütün itirazlarını doğrulayarak, Sina cephesine karşı saldırıya geçtiler. ing i l izler sahip oldukları üstün kuvvetlerle kısa sürede hedeflerin i ele geçirdi ler; gücü tükenmiş Osmanl ı ordusundan çok cı l ız bir d ireniş gördü ler. Lloyd George, General Allenby'dan, Kudüs'ü alarak ingi l iz ha lkına bir Christmas hed iyesi vermesini isted i . s7 Bu isteğin yerine getirilmesiyle Mustafa Kemal ' in öngörüsü doğrulanmış oldu .
Mustafa Kemal istanbul'dayken, kendisine Almanya'ya yapacağ ı resmi bir ziyarette Osmanl ı sarayından bir gruba eşlik etmesi görevi veri ld i . Alman imparatoru Wilhelm, daha önce Osmanl ı Devleti 'ne yapmış olduğu ziyaret in in karşı l ığı olarak padişahı Aimanya'ya davet etmişti. Pad işah, kişisel olarak bu daveti kabul edebilecek durumda deği ldi; kendi yerine vel iahdı olan kardeşi Vahdettin ' i göndermeyi düşündü.ss Enver, bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal'e Vahdettin'e eşl ik etme görevi vererek onu bir süre istanbu l 'dan uzaklaştırmayı amaçlamıştı . Rakibin i bir tür sürgüne göndermenin yanı s ıra bir beklentisi daha vard ı; ziyaret sırasında Mustafa Kemal' i n kendisi g ibi Almanya'dan çok etkileneceğini , bunun sonucu olarak hükümetine yönelik eleştirilere son vereceğin i, böylel ikle Almanya'n ın Osmanl ı hükümeti üzerindeki nüfuzunun artacağını umuyordu .
Osmanlı grubunun Almanya'ya hareketinden önce, Mustafa Kemal, ell i yaşlarındaki veliaht Vahdettin tarafından huzura çağrıld ı . Bu ilk karşılaşmaları s ırasında, düşük omuzlu, etrafına uykulu gözlerle bakan Vahdettin, kendisine takdim edilen Mustafa Kemal' i görebilmek için gözkapaklarını güçlükle kaldırabildi. Bu görüntü ile Sofya'daki göz kamaştırıcı opera binasında Kral Ferdinand'la olan tanışması arasındaki karşıtl ık Mustafa Kemal'i hayli etkilemiş olmalı. Vahdettin' in aptal bir insan olduğu sonucuna vardı. Yazgısı bir süre sonra tahta geçecek bu adama bağlı olan imparatorluğun geleceğinin hiç de hayırlı olmadığın ı düşündü.
Mustafa Kemal ' in vel iahda i l işkin hoşnutsuzluğunu artıran şey, aslında Vahdettin ' in onun bir isteğ ini geri çevirmiş olmasıyd ı . Mustafa Kemal geziye askeri ün iforması içinde katılmak iste-
57 David Lloyd George 1 863'te doğdu ve 1 945'e kadar yaşadı. 1 9 1 6-1 922 yılları arasında ingiliz başbakanı idi.
58 Vahdettin (1861-1926) daha sonra Vi. Mehmet olarak tahta çıkmıştır ( 191 8-1 922).
Ölümsüz AtatÜrk
miş, ancak Vahdettin bunu uygun görmemişti. i kisi Almanya'ya doğru trende yolcu luk ederken gel işen bir dizi olay, durumu önemli ölçüde değiştird i . Vahdettin, Mustafa Kemal 'e onun Gelibolu 'daki askeri başarı larından haberdar olduğunu SÖyled i . Mustafa Kemal gibi bir insanın kendisine yolcu luğu sırasında eşl ik ediyor olmasından kıvanç duyduğunu, onun en büyük hayranlarından biri olduğunu söyledi . Bundan sonra Mustafa Kemal' in Vahdettin'e i l işkin değerlendirmesi tersine döndü. Mustafa Kemal, kendisine hayran olduğunu söyleyen bir insandaki her türlü yetersizl iği hoşgörüyle karşılamaya hazırdı . Kendisini , liderlik konusunda Vahdettin'de gizl i kalmış ne yetenek varsa bunu açığa çıkarma görevine adadı. Geleceğin padişahını ü lküleştirebilmeyi, kendin i onun bir uzantısı olarak görebilmeyi arzu luyordu.
Mustafa Kemal, yaşamının o noktasında hala kendisini her şeye kadir bir kurtarıcı olarak görüyor olmakla birl ikte, kimi zaman, benzersiz yeteneklere sahip etkileyici bir kişi l ik olarak görebi leceği bir kişiyle olan i l işkisi sayesinde kendi özsaygısını artırabilmek için bir başkasını ü lkü leştirme yolu na başvuruyordu . Onun Corinne ve H i ldegard'a yönelik ü lkü leştirmesi bu sürecin örneklerid ir. Bu durum, kimi zaman, bir kimsenin kendisine yönel ik tutumundan dolayı daha büyük bir özgüven duyması biçiminde yaşanmıştır. Örneğin, istanbul 'da Harbiye Mektebi'nde öğrenci olduğu gün lerde, bir arkadaşının babası [Al i Fuat' ın bir paşa olan babası] kendisinden hoşlanıncaya kadar, güç bir dönem geçirmiştir. Söz konusu i l işki, Mustafa Kemal'e kendisini yeniden yapılandırma olanağı vermişti . Benzer şekilde, kendisiyle olan i l işkisi büyük ölçüde bir fanteziden ibaret olan Selanik'teki generali ü lkü leştirmişti. Yine, Bulgar Kral ı Ferd inand da kendisine buna benzer bir yoldan katkıda bulunmuştu. s9 Mustafa Kemal ve veliaht, Almanya'da, Alman imparatoru 'nu ve von Hindenburg, von Ludendorff gibi diğer üst düzey Alman yönetici le-
59 Özbenlik dengesini güvenceye alma ihtiyacı duyan abartılmış benlik duygusuna sahip bir kişi, kendi görkemini kanıtlamaya yönelik girişimlerden uzaklaşıp kendileriyle yakın ilişkiler içine gireceği ülküleştiriimiş kişiler bulma çabasına yönelebilir. Kohut ( 1971 ), analiz sırasında hastalarda görülmesi durumunda, bunu ülküleştirici aktartm (idealizing transference) olarak isimlendirir. Ü lküleştirmenin diğerinin değersizleştirilmesi yoluyla da yapılabildiğini bi liyoruz. Mustafa Kemal, yaşamının bu döneminde, kendi görkemli kişi l iğini kimi zaman veliahtı değersizleştirerek, kimi zaman onu ülküleştirerek besliyordu (Kernberg 1 975; Volkan, 1 976).
DÜş Kırıklığı içindeki Kabramaıı.
r in i ziyaret ettiler. Hepsi seçkin birer şahsiyet olmalarına rağmen, Mustafa Kemal ' in bunlardan hiçbir in i ü lküleşti rmeye değer bulmamış olduğu açıktır.
Ü l kesinde bir cepheden d iğerine dolaşırken yaptığ ı gözlemler sonucu Alman ların savaşı kazanamayacaklarına i l işkin kanısı n ın daha da güçlenmiş olması, Mustafa Kema l ' in ad ı geçen Almanlar arasında kend isini etki leyecek bir i bulamamış olmasın ın kısmi bir nedeni olabi l i r. Veliahtla yaptığ ı ziyaretler s ırasında, Alman imparatoru 'nun Almanların ve Türklerin gelecekteki başarıları üzerine yaptığ ı konuşmaları kuşkuyla karşı ladığını gösteren pek çok ifadede bulundu. Ümit/erin i Vahdettin'e bağlayan Mustafa Kemal, vel iahdı devlet işlerinde daha aktif bir rol üstlenmeye teşvik etmeye ça l ıştı; ondan, istanbul 'a döndükten sonra kendis in i Beşinci Ordu /nun komutanl ığına getirmesini istedi ve kendisine başkomutan olarak h izmet etmeyi önerdi.
Mustafa Kemal, istanbul'a döndükten sonra zihnindeki tüm fantezi leri b ir kenara bırakarak d ikkatin i kendi sağ l ığ ı üzerinde yoğun laştırd ı . B i r süre önce yakalandığı böbrek rahatsızl ığı yeniden kend isine acı vermeye baş lamıştı. Duyduğu acı ciddi ölçü lerdeydi; bunun üzerine doktorları kontrolden geçmesi için onu Viyana/ya gönderdiler. B ir ay kadar sonra tedavi olması için Carlsbad'a gönderi ld i ve 1 9 1 8 yı l ın ın Haziran ve Temmuz ayların ı orada geçird i . O güne kadar, Mustafa Kemal düzenli bir günlük tutma al ışkanl ığına sah ip olmamıştı, fakat Carlsbad' ın d ingin atmosferi ve herhangi bir görevden uzak olması onu düşüncelerini günlük olarak yazıya dökmeye yöneltt i . 6 Haziran 1 9 1 8 tarih i nde kaleme aldığı aşağıdaki ifadeler, onun görkemli kişi l ik yapısını yansıtır, onun diğer insanların durumunu düzeltme ve daha iyi düzeye çıkarma arzusunu özetler:
"Benim e/ime büyük bir selahiyet ve kudret geçerse, ben hayatı içtimaiyemizde arzu edilen inktlabı, bir anda ve birden, yani, bir "Coup" da tatbik edeceğimi zannederim. Zira/ ben bazdan gibi, efkan ulemanm (alimlerin fikir/erinin) yavaş yavaş benim tasavvuratım (düşündüğüm iş/er) derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeğe (tasanlamak ve düşünmeğe) alıştırmak suretiyle bu işin yaptlabileceğini kabul etmiyorum. Böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden bu kadar senelik tahsili ali gördükten (yüksek tahsil yaptıktan) sonra, ha-
1AL
Ölümsüz AtatÜrk
yatı medeniyye ve içtimaiyeyi tetkik ettikten ve hürriyeti tezevvük (hürriwetten zevk almak) için, sarfı hayat ve evkat ettikten (hayatımı ve vakitlerimi harcadıktan) sonra avam mertebesine ineyim ? Onlan kendi mertebeme Çlkannm. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlaıon (Aydemir 1 969, 3. (ilt, s.482). Mustafa Kemal (arısbad'ta olduğu sıra Padişah V. Mehmet
öldü . Onun yerine, tahta Vi . Mehmet ismini alan Vahdettin geçti. Bu gel işmelerden haberdar olan Mustafa Kemal, ne yapması gerektiği konusunda bir karara varamadı . - istanbul 'a mı dönmeliydi, yoksa çağrı l ıncaya kadar istirahatına devam mı etmeliyd i? Padişaha bir kutlama telgrafı çekti ve bir karara varmaya çalıştı. Emir subayından kendisine istanbul 'da bekleni ldiğini bild iren bir telgraf almasıyla birlikte in isiyatif kendi el inden çıkmış oldu.
27 Haziran 1 9 1 8'de (arısbad'tan trenle istanbu l'a yola çıkan Mustafa Kemal, yolcu luğuna Viyana'da ara vermek zorunda kaldı. Avrupa'n ın her yanına yayı lan ispanyol gribine yakalanmıştı. Hastal ığı atlatıp istanbul'a geri döndükten sonra yine Pera Palas Oteli'ne yerleşti ve ne yapması gerektiği konusunda arkadaşlarına fikir danışmaya başladı.
Yeni padişah la Almanya'ya yaptıkları seyahat sırasındaki ilk il işki Mustafa Kemal' i çok umutlandırmıştı, fakat imparatorluğun yüz yüze bulunduğu önemli askeri meseleler karşısında VI . Mehmet'in nasıl bir tavır sergileyeceğini tam olarak kestiremiyordu . Padişahın yen i yaveri izzet Paşa'dan padişahın kendisin i görmek istediğini öğrendi, ancak hangi nedenle kendisini görmek istediği belirsizd i . izzet, bunun iyiye işaret olduğu kan ıs ındaydı, çünkü son zamanlarda padişahın yaverliğine getirilen kişilerden biri Aimanya'ya yaptığı ziyaret sırasında ona eşl ik edenler arasındayd ı .
Vi . Mehmet' in h uzuruna kabul için Mustafa Kemal'e b i r randevu ayarland ı . Padişah onu samimi bir havada karşıladı; hatta ona bir sigara sundu ve sigarasını yakması için kendi sigarasın ı yaktığı kibriti ona doğru uzattı. Bu kabul biçiminden cesaret alan Mustafa Kemal, tekrar kt?ndi düşüncelerin i aktardı ve padi-
60 Aydemir, bu bölümü, Mustafa Kemal'in 1 974'te Afetinan'ın elinde olan yayınlanmamış günlüğünden aldığını ifade ediyor. Mustafa Kemal'in veliahtı ülküleştirmeye girişip bunda başarısız kaldıktan sonra, buradaki ifadelerinden açıkça anlaşılacağı üzere yeniden kendi görkemli benliğine yönelmiş olması ilginçtir.
Düş Kırıklığı içindeki Kahraman
şahtan orduya hakim olmasını ve bir komutan atamasın ı isted i . Pad işah, Mustafa Kemal'e, onun gibi düşünen başka subayların olup olmad ığını sordu . Olumlu bir yan ıt a ld ıktan sonra, Mustafa Kemal'e söyled ikleri üzerine düşüneceğin i bi ld ird i .
Bi rkaç gün sonra Mustafa Kemal tekrar padişah tarafı ndan kabul edi ld i . Bu görüşmede herhangi bir önem li konuya değin i Imedi . Padişahtan umudu kesen Mustafa Kemal kendis ini çaresiz hissetmeye başlad ı . Enver' in yörüngesinden çıkamayan bu güçsüz adamdan ü lkü leştirebileceği bir padişah yaratma çabasından vazgeçti. Görüşmeye son veren padişah son olara� şunu söyled i : "Ben icabeden şeyleri Talat ve Enver Paşa Hazretleriyle görüştürn ı" (Aydemir 1 969, Ci lt 1 , s.303).
Mustafa Kemal, ümidin i yiti rmiş olmakla bir l ikte, Yıldız Sarayı' ndaki resmi cuma selaml ıklarına iştirak etmeyi sürdürdü . Önemli paşaların ve devlet adamlarının boy gösterdi kleri selamI ıktaki tören Fransız kral larının kabu l törenini andırıyordu . Bir cu-
. ma günü, Mustafa Kemal'e, padişah ın namazdan sonra kendisin i görmek istediği bi ldiri ldi . Özel bir görüşme olacağını uman Mustafa Kemal, padişah ın yanında iki Alman general i görünce düş kırıkl ığına uğradı . V/ . Mehmet, Mustafa Kemal'e kendis in i Suriye'deki ordu komutanl ığına atadığını bild i rdi ve ona bir l iğin düşman eline düşmesine izin vermemesini söyled i . Padişah atama emrin i imza larken Mustafa Kemal bunun Enver Paşa'n ın bir işi o lduğunu düşünüyordu . Gerçekten de, Mustafa Kemal pad işahın huzurundan ayrı l ı rken Enver yan taraftaki bekleme odasında içeri çağ rılmayı bekliyordu . Mustafa Kemal, kendisine şey tansı bir gururla bakan Enver' le karş ı laşınca duygularını g izlemedi . Enver, Mustafa Kemal' in Su riye'de ö lüm döşeğindeki bir l iğin komutanl ığ ın ı üstlenmesi için pad işahtan "re'sen i rade- i sen iye" elde etmekle olağanüstü iş başarmıştı.
Enver' i selamlayan Mustafa Kemal şunu söyled i : "Bravo, tebrik ederim. Muvaffak oldunuz" (Aydemir 1 969, 1 . Cilt, s.305) . Enver Paşa'ya, davranışının askerı geleneklere aykırı düştüğünü ve Suriye'deki bir l iğin sadece bir isimden ibaret olduğunun farkında olduğunu bi ldird i . O an Mustafa Kemal'in yaşadığı duygular her ne olursa olsun, kendisini şu düşünceyle yatıştırdı : Enver daha önce de kendisini adı var kendi yok bir birl iğin komutan lığına atamış, ama o süreçten Gelibolu kahramanı olarak çıkmasını bi lmişti.
BÖlüm 9
OSMANlı iMPARAlORLUGU'NUN YENiLGiSi
7 Ağustos 1 9 1 8'de Suriye'ye tayin edilen -ya da, daha yerin-de bir ifadeyle- sürgüne gönderilen Mustafa Kemal, görev
emrini al ır almaz yola çıktı. Aç ve sefil mültecilerle kaynayan istanbul'dan ayrı l ıp Anadolu'yu boydan boya katedeceği uzun yolculuğuna başladı. Yüksek Anadolu platosu genç erkek nüfusunu yitirmişti ve yol boyunca karşılaşılan görüntüler h iç de iç açıcı değildi . Harabeye dönmüş tren istasyonlarında, trenin durduğu neredeyse terk edilmiş kasaba ve köylerde yalnızca yaşlı insanlar, kadın ve çocuklar görü lebil iyordu . imparatorlu k çökerken, yeni padişah giderek İttihat ve Terakki'n in, özel l ikle de Enver Paşa'nın nüfuzu altına g iriyordu .
Yaptığ ı yolculu k Mustafa Kemal' in hoşlanacağı bir olay değildi, ancak bu yolcu luk ona, Suriye'ye vardığında karşılaşacağı kaos ortam ına hazırlanma şansı verd i . Osmanl ı birliklerin in çökmesiyle bir l ikte etraf hasta, yaral ı , aç askerlerle dolmuştu; bir l iklerin yeniden yapılandırı lması gerekiyordu . Von Falkenhayn bir başka yere sevk eıı i imiş, komutanl ık, en azından Mustafa Kemal' in bir stratejist olarak sahip olduğu yeteneğe değer veren Liman von Sanders'e veri lmişti . insana tam bir karamsarl ık veren genel tabloda Mustafa Kemal'e tesell i verecek bir d iğer şey, eski arkadaşlarından bazıların ın da Su riye'de olmasıyd ı . ismet ve Ali Fuat, komutanı olduğu Yedinci Ordu'da tümen komutan ları olarak görev yapıyorlardı.
Türk mevzi lerinde yaptığı üstünkörü bir gezinti bi le, Mustafa Kemal ' in yaklaşan muharebenin şimdiden yiti ri lmiş olduğunu düşünmesine yetti . Yapabileceği en iyi şey, olabildiğ ince çok sayıda Tü rk askerinin sağ kalmasın ı sağ lamaktı . Mustafa Kemal' i n ve Türk askerlerin in karşısında, asker sayısı bakımından bire iki üstün durumda olan General Sir Edmund Allenby'n in askerleri va rd ı . Buna ek olarak, AIIenby' n in ezici bir süvari avantajı vard ı . General Alienby, Türklerin tamamen yoksun olduğu hava desteğ ine de sahipti . Askeri üstünlüğünden cesaret alan General Ai-
Osmanlı imparatQrlyğu'nun Yenilgisi .
lenby, karşısında bulunan üç Osmanlı ordusunu (Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci ordu lar) bütünüyle yok edecek n iha i saldır ı için basit bir plan hazı rlamıştı. Buna göre, piyadelerle düşmana cepheden saldı rıya geçi lecek, bu arada atlı bi rli kler düşmanın geri çekilme yol ların ı kesmek için arkadan hücum edeceklerd i .
i l k yarma hareketi, kıyı boyunca Sekizinci Ordu 'ya karşı yapılacaktı . ingi l izler, zekice bir yanı ltmacaya da başvu ruyoriardı; Türklere asıl sald ır ının içten yapı lacağ ı izlenimi vermek için Ü rdün nehri üzerine köprüler inşa edilecekti. Allenby' ın bu aIdatma g i rişimi, H intli bir süvarinin i ngi liz birli klerinden kaçıp Tü rklere sığınmasıyla büyük ölçüde suya düştü . Bu kişi i ngi l iz sald ı rısının yeri ve zamanı konusunda Tü rklere bilgi verdi, ancak onun içtenl iğine inanan ya ln ızca Mustafa Kemal oldu. Böbrek rahatsızl ığ ı yüzünden yatağa düşmüştü; yatağından doğrularak ismet ve Ali Fuat'a 1 9 Eylü l 'deki (yani ertesi sabah) muhtemel bir saldırıya karşı hazır olunması için emir verd i . Mustafa Kemal ' in ordusunu alarma geçirmesinin hemen ard ından ingi l iz bombard ıma-nı başlad ı . - _
Çok geçmeden, gerçek sald ırın ın H intli askerin söylediği g ibi -kıyı boyunca Sekizinci Ordu'ya karşı- yapıldığı açığa çıktı. Hazırl ıksız yakalanan Sekizinci Ordu kısa sürede bozguna uğradı . Savaş planına göre, Allenby' ın atl ı birl ikleri doğuya doğru yönelerek Türklerin geri çekilme yolunu kes�cek ve onları arkadan kuşatacakıardl . Mustafa Kemal ' in komutasındaki Yedinci Ordu yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı . Bunu gören Mustafa Kemal' in tek umudu Ürdün'e geçmekti. Ordusuna nehir doğru ltusunda geri çekilme emri verdi . Hava aRınıarında ağır kayıplar veren, Arap isyanı 'na katı lma kaygısı içindeki yerel Arap nüfusun saldırılarından zarar gören Yedinci Ordu'nun ayakta kalan askerlerinin Ürdün'e geçmesini sağlayabi lecek tek şey, Mustafa Kemal ' in askerlerine de aşılamış olduğu kararl ı l ıktı . Birl iğine destekçi l ik görevi veri lmiş ismet de, Ali Fuat' ın yaptığı gibi Ü rdün'e geçmeyi başard ı . Bunu, Şam istikametinde genel bir geri çekilme hareketi izled i . 30 Eylül 'de, Mustafa Kemal, Yedinci Ordu 'dan geri kalan birl ikleri Şam'ın güneyindeki Kişve'de bir araya toplad ı . Bu esnada, Liman von Sanders ona Yedinci Ordu komutanl ığını Dördüncü Ordu'ya devretmesini, kendisinin elde kalan birl iklerden bir
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
savaş gücü oluştu rmaya çal ıştığı Rayak'a doğru i lerlemesin i emretti .
Suriye cephesi h ızla çökmekteydi . Mustafa Kemal Rayak'a doğru yola çıkarken, Şam, Lawrence ve Emir Faysal' ın kuvvetlerinin eline geçti. Rayak'ta yaln ızca darmadağın olmuş birl ikler vardı. Komutan ların görevlerin i b ırakıp kuzeye doğru kaçtıkları yolunda bir sürü söylenti vardı . i nisiyatifi kendi eline alan Mustafa Kemal, ismet ve Ali Fuat'a kuzeye doğru geri çekilmeleri emrini verd i . Liman von Sanders ile bağ kuran Mustafa Kemal, birl ik komutanlarıyla tartıştıktan sonra, onları, tüm kuvvetleri geri çekip Su riye' n in güneybatı köşesindeki Halep'te toplamayı öngören planına ikna etti . Dördüncü, Yed inci ve Sekizinci ordu la r şimdi emirleri Mustafa Kemal'den alacaklardı . Bu, padişah kendisini yeniden Suriye'ye tayin ettiği zaman kendisi tarafından önerilen ama kabul ed ilmeyen teklifti.
Şimdi, Mustafa Kemal'e daha önce istemiş olduğu verilmiş oluyordu, ama artık çok geçti. Suriye ingi lizlerin eline düşmenin eşiğindeydi. Kuvvetlerini Halep'te toplayan Mustafa Kemal, birl iklerin yeniden örgütlenmesi işin i ismet ve Ali Fuat'a bıraktı ve tüm enerj is ini bölgen i n savunma planları üzerinde yoğunlaştırdı . Böbrek sancısı yine ona sıkıntı vermeye başladı . Tedavisi, komuta merkezi hal ine getird iği E rmeni hastanesinde yapı ld ı . Liman von Sanders savaş alanın ın komutasını Mustafa Kemal'e bırakarak Suriye'den çeki ld i .
ingi l iz z ı rh l ı birl ikleri, Mustafa Kemal' i şehri bırakıp. tepelerde mevzilenmeye zorlamak üzere, Halep'i sıkıştırmaya başlad ı la r. Arkalarındaki tepe ve dağların Türklerin anavatanı Anadolu i le imparatorluğun Arap eyaletleri arasındaki doğal sın ırı o luştu rduğu düşünülürse, gerçekte Mustafa Kemal' in şimdi üzerinde savaştığı topraklar Türk topraklarıydı . istanbul'da Harbiye Nezareti 'nin hizmetine girmek üzere geri çağrı lmış olan ismet, arkasın-
. da Mustafa Kemal' i yakın dostu Ali Fuat' la baş başa bırakarak cepheden ayrı ldı . Osmanl ı imparatorluğu'nun ya lnızca Su riye'yi yitirmekle kalmayıp aynı zamanda bir barış anlaşması talep etmek zorunda kalacağının farkında olan Mustafa Kemal, kafasından �eçen düşünceleri Ali Fuat'a da açtı. Mustafa Kemal'e göre
Osmanlı imparatQrluğu'nun yenilgisi
bu yıkıntıların a rasından imparatorluğun üzerinde Türklerin yaşad ığı toprakları içine alan yeni bir u lus doğabi l i rd i .61
Mustafa Kemal ve askerleri düşmanla önemli son çarpışmalarını 25 ve 26 Ekim günlerinde yaptılar. Halep'in kuzeyin in bi rkaç kilometre ötesine kadar gelen ing il iz ordusunu ilerlemesine ara vermek zorunda bıraktılar. 30 Ekim'de, Osmanl ı ve i ng il iz temsi lcileri arasında bi rkaç gün kadar önce başlamış müzakereler Mondoros Ateşkes Anlaşması 'n ın imzalanmasıyla sonuçlandı.62
Mustafa Kemal, ateşkes emrin i Halep tepelerinde ingi l iz i leri harekatına direnirken aldı. Dört yı l ı bulan bir muharebe sürecinden sonra, Mustafa Kemal' in sicil i , onun Osmanlı ordusunun tek bir yen ilgi b i le görmeyen yegane muharebe komutanı olduğunu gösteriyord u .
Savaşta yen i lg i yüzü görmemiş olan Mustafa Kemal, barış zamanında karşı karşıya bulunulan sorunları çözmek zorunda kalacak yeni hükümette yüksek düzeyde bir göreve getirileceğin in beklentisi içindeyd i . Gönlünden harbiye nazırl ığı geçiyordu . Bunun tek nedeni bu görev iç in en donanımlı kişin in kendis i olduğunu düşünmesi değildi ; bunun kadar önemli olan bir d iğer neden, böylece Enver Paşa'nın yerin i a lacak oluşuydu.
Son derece akla yakın gerekçelere dayanarak böyle bir atamanın sabırsız l ığını yaşıyordu . Eski komutanı ve arkadaşı izzet Paşa ateşkes anlaşmasının imzalanmasından iki hafta önce sadrazamlığa nasbolunmuştu . Bir süre sonra, ittihat ve Terakki'n in üç lü yönetimini oluşturan Talat, Enver ve Cemal, bir Alman gemisiyle Karadeniz üzerinden Osmanlı imparatorluğu'ndan kaçtılar. Yeni kabinede Mustafa Kem
·al ' i tanıyan ve onu takdir eden kişiler de yer a l ıyordu . Osmanl ı donanmasına komuta eden ve imparatorluğun bir d iğer gerçek kahramanı olan Rauf (Orbay), Mustafa Kemal' in askeri ata şe olarak Sofya'dayken emri altında çalıştığı dönemin Sofya Büyükelçisi Fethi de bunlar arasındaydı .
Bütün olumlu işaretlere karşın Mustafa Kemal harbiye nazırı olarak tayin olunmadı. izzet Paşa Mustafa Kemal' i kabine dışında bıraktı ve ona gelecekte kendisiyle çalışmayı çok arzu ettiğini
" Ali Fuat (Cebesoy), Kurtuluş Savaşı anılarını b i r kitap halinde kaleme aldı. Bkz., Cebesoy 1 953.
'2 Rauf (Orbay) Osmanlıların imzaladıkları bu ateşkes anlaşmasında Türk delegasyonunun başındaki kişiydi.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
söyled i. Savaş bakan l ığ ını kendi elinde tutan izzet Paşa, ismet'i müsteşarı olarak istanbul'a çağırmıştı. Mustafa Kemal, Almanya'ya dönmüş olan Liman von Sanders' in yerine güneydeki tüm Türk birliklerin in komutanl ığına getiri ld i . Mustafa Kemal, ülkeden ayrılan Alman subaylar için veri len veda partisinde, bir Alman subayın yaptığı ve savaşın kendileri için bitmiş olduğu anlamına gelen konuşmaya karşı l ık olarak, Anlaşma Devletleri'ne karşı savaşın sona ermiş olabileceğini, ancak Türkler için bağımsızlık savaşının henüz yen i başlıyor olduğunu ifade etti .
Mustafa Kemal' in bu iddial ı açıklaması, yalnızca onun görkemli l ik duygusu ya da gösteriş eğ i l imiyle açıklanamaz. Mustafa Kemal, gözlerin i geleceğe dikmiş birkaç kişiden biriyd i . Geril la güçleri olarak hareket edecek küçük gruplara silah dağıtmaya yönelik girişimleri ve Anadolu'nun güney sınırında sağlam bir savunma hattı oluşturmak üzere kendi komutasındaki askerleri örgütlemek için gösterdiği çabalar, onun Türk anavatanının yabancı güçlerin işgal ine uğrayacağın ı önceden görmüş olduğuna işaret eder.
Mondoros Ateşkes Anlaşması metninin yayımlanması, Mustafa Kemal ' in bu faal iyetlerin i yoğun laştırmasına yol açtı. izzet Paşa'ya çektiğ i bir dizi protesto telg rafında, an laşmanın çeşitli maddelerinin içerd iği bel irsizl iğin Türkiye'nin toprak bütün lüğünü tehl ikeye soktuğunu ifade ediyordu . Anlaşma, Su riye'deki bütün Türk askerlerin in tahliye ed i lmesini öngörüyordu . "Suriye nerelerden oluşuyor', diye soruyordu Mustafa KemaL. Halep' in arkasındaki tepeler onun kuzey sınır ını mı teşkil ediyordu? Ya da Suriye iskenderun Limanı 'n ı da kapsıyor muydu? Mustafa Kemal, yabancı devletlerin daha fazla taviz koparmak için i leri sürdükleri taleplere karşı hükumetin kararlı bir tavır serg i lemesini sağlama çabasındayd ı : "AÇIk ve samimi kanaatim şudur ki, dedi mütarekenin yanlış anlaştfıp yorumlanmasını önleyecek tedbirleri almadan ordulartmızı dağıtır ve ingilizlerin her dediğine boyun eğersek onlann haris emel/erine hiç bir şekilde set çekmemiz mümkün olmayacakttr" (Kinross 1 965, 5 . 1 53) . Yanı sıra, sadrazama, kararlı bir tutum sergilenmemesi halinde Anlaşma Devletleri 'nin kısa bir süre sonra hey'et-i vükelayı da kendi leri seçer hale geleceğinden endişe duyduğunu iletiyordu .
Osmanlı imparatorıuğu'nun Yenilgisi
Telgraf üstüne telg raf çeken Mustafa Kemal, izzet Paşa i le l i man şehri iskenderun'un elde tutu lması konusunda sıkı b i r ağız dalaşına g i rdi . Yaral ı askerlerin i tah l iye etmek ve gerekl i i htiyaç maddelerini nakletmek için ing i l izlerin iskenderun Limanı 'n ı ve Halep'e giden yo lu ku l lanabi lecekleri konusunda sözlü bir an laşma vard ı . Mustafa Kemal, buna, Osmanl ı Devleti' ne bırakı lmış bir parçacık egemenliğe yönelik her saldı rıya olduğu gibi karşı Çıkıyordu . Osmanl ı 'n ın içinde bulunduğu durumun güçlüğünü kabul ettiğ in i bel i rterek izzet Paşa'yı kararlı b i r tutum almaya sevk etme çabasındaydı : "Ne kadar zayıf ve güçsüz olduğumuzu çok iyi biliyorum. Ama buna rağmen devletimizin kabul etmek zorunda olduğu fedakarlıklann bir sınırı olması gerektiğine inanmaktayım" (Kinross 1 965, s . 1 55).
Diğer insanların resme kendi gözleriyle bakmasın ı sağlamaya yönel ik pek çok g irişimi gib i , Mustafa Kemal' in bu çabası da sonuçsuz kaldı . i ng i l izlerin amansız baskısı altında bulunan izzet Paşa, Mustafa Kemal' in Suriye s ın ırına i l işkin "Türk süngüleri tarafından fi i l i olarak savunulan bir bölge" şeklinde tarifin i kabul edemezdi . 7 Kasım 'da Mustafa Kemal'e Yıldırım O rdusu'nun ve Yedinci Ordu Komutanlığı'nın feshedildiğin i bildirdi. Bu, Mustafa Kemal' i n ordusuz bir general durumuna düşmesi anlamına geliyordu. izzet Paşa ayrıca ona istanbul'a geri dönmesin i emretti.
Alış ı lmışın d ışında bir adım atarak izzet Paşa'n ın emir/erine itaat eden Mustafa Kemal, 1 3 Kasım günü istanbul 'un Anadolu yakasındaki merkez istasyonu olan Haydarpaşa'ya vardı . Onun istanbul'a gelişi, ingi l iz ve Anlaşma Devletleri donanmasının Çanakkale Boğazı'ndan geçerek Boğaziçi'ne doğru yol aldığı güne rastlad ı . Bu durum karşısında öfkelenen Mustafa Kemal, yaverine şunu söyledi : "Geldikleri gibi giderler!" (Aydemir 1 969, 1 . Cilt, s.33 1 ; Kinross 1 965, s . 1 5�) .
Şehrin diğer bölgelerinde, -özel l ikle de Avrupa yakasındaki Beyoğlu semtinde-, caddelerde karşılaştığı görüntüler onun bu ruh hal ine daha da derinleşti rmekten başka bir etki yaratmadı . Yunanl ı lar Türkleri inciten bir tavırla caddelerde kendi bayraklarını dalgalandı rıyorla rd ı; h ı rsızlar sokakları işgal etmişlerdi ve şeh i r karanlığa gömülmüştü . Türk parasının pek bir geçerl i l iği yoktu;
ÖlÜmsÜz Atatürk
en temel ihtiyaç maddelerin in tedarikinde bile büyük sıkıntı çekil iyordu. istanbul'daki yaşam karamsarlık vericiyd i .
Beyaz bir at üzerinde muzaffer bir tavırla şehre giren Fransız generali Franchet d'Esperey, tıpkı Fatih Su ltan Mehmet'in 1 4S3'te istanbul'u Bizansl ı lardan aldığında yapmış olduğu gibi, atının yu larını salıvermişti. General d'Esperey, bu tavırla, simgesel olarak Türklerin şehi r üzerindeki egemenl ik hakkını reddetmiş oluyordu. Fransız, ing iliz ve italyan askeri personeli sel gibi Osmanlı başkentine aktığı halde, siyasal ve idari kontrol hala Osmanlı hükümetinde olduğu için, bunların şehi rdeki varl ığı "resmi" bir işgal olarak algı lanmıyordu . Ne var ki, yabancı devlet temsilcilerinin muzaffer b ir ' ed ayla şehi rde boy göstermeleri Mustafa Kemal' i özel l ikle rahatsız ediyordu .
Tekrar Pera Palas Otel i 'ne yerleşen Mustafa KemaL, mümkün olduğunca kısa bir süre içinde sadrazamla görüşmek istedi . Zihni öylesine meşguldü ki, yakında bir yerde, şehrin mütevazı bir semtinde oturan annesini ziyarete gitmeye bile vakti yoktu. Siyasal durum son derece karışıktı . ittihat ve Terakki' nin üçlü yönetimini oluşturan üç paşa ü lkeden kaçmıştı. izzet Paşa, saraya yönel ik hoşnutsuzluğu bastırmak üzere Osmanl ı 'n ın yenilgisi için günah keçileri bulunmasını isteyen padişahtan gelen muazzam bir baskı altında bulunuyordu . Pad işah, izzet Paşa kabinesinin üç üyesini kafasına takmıştı ve bunların istifa etmelerin i istiyordu .63 izzet Paşa, bunu, padişahın devlet işlerine anayasaya aykırı düşen bir müdahalesi olarak gördü . Kabinede bahriye nazırl ığı görevinde bulunan Rauf, izzet Paşa'ya destek verd i . Rauf, padişahla yaptığı bir görüşmede, ona Bulgaristan Kral ı Ferdinand gibi bölge ü lkelerin in başındaki yöneticilerden bazı lar ının başına gelen ta l ihsizl ikleri hatırlattı . Sahip oluğu kişisel güce güvenen pad işah, ona şu karşı l ığ ı verd i : "Beyefendi; bizim mil/et koyun sürüsü gibidir" ded i . "Başında bir çoban ister. işte o çoban da benim"
. (Kinross 1 965, s . 1 59). Ertesi gün Rauf padişahla yaptığı görüşmeyi hey'et-i vükelaya
aktard ı . Sağl ığ ı giderek bozulan izzet Paşa padişahla çalışmayı sürdü rme n iyetinde deği ld i . Padişahın Kanun-i Esası'ye aykırı
63 Osmanlı Devleti 'nin idari yapısı konusunda ayrıntılı bilgi için Bkz., Shaw 1 976, 1. Cilt, 5.22-27.
Osmanlı imparatorıuğu'nun Yenilgisi
davranışlarını protesto ederek hey'et-i vükelayla bir l ikte istifa etmeye karar vermişti . hey'et-i vükelanın bunu kabul etmekten başka bir seçeneği yoktu .
izzet Paşa'n ın istifası Mustafa Kemal için ağır b i r darbe oldu. Devlet pol itikalarına yönel ik ısrarlı ve iğneleyici e leştiri leri yüzünden sadrazam tarafından istanbu l'a geri dönmesi emred i lmişti, fakat izzet Paşa "Bugünlerde istanbu/'da bulunmamzda fayda görüyorum size ihtiyacım var" (Aydemir 1 969, 1 . Ci lt, s.334) d iyerek çağrıs ın ı yumuşatmıştı. Bu tür bir davetin, sürekli otorite sah ib i b ir kişiyle i l işki peşinde koşmuş birinde heyecan l ı fanteziler yaratmaması beklenmezd i . Oysa ş imd i , istanbul 'a vard ığı gün sadrazam artık sadrazam deği ldi . Tam ayağın ı kapın ın eşiğinden içeri atmak üzereyken bir kez daha kap ı yüzüne çarpı lmıştı.
Ta l ih indeki bu tersine dönüş Mustafa Kemal' in moral in i bozdu; ancak, her şeye karş ın durumu düzeltmek için çaba göstermeye karar verd i . Rauf' la beraber hasta olan eski sadrazamı görmeye gitti . Tevfik Paşa başkanlığındaki kabinenin güvenoyu almasın ın önüne geçmeyi, daha mill iyetçi bir n iteliğe sahip yeni bir kabinenin kuru lmasıyla i lgi l i olarak izzet Paşa i le konuşmayı planlamışlard ı . Daha önce ordunun siyasete karışmasına karşı çıkmış olan Mustafa Kemal, şimdi kendisini üstlendiği ilk önemli siyasi role vermişt i . Fethi ve izzet Paşa'yı kendi plan ına uygun hareket etmeleri konusunda ikna ett i . Bir sonraki adım, Meclis-i Mebusan üyeleri arasında bir lobi faal iyetine gi rişerek onların Tevfik Paşa tarafından kurulan kabineye güven oyu vermemelerini sağ lamaktı.
Sivil elbiselerin i g iyen Mustafa Kemal Meclis-i Mebusan binasına g itti. Daha önceden tanıdığı pek çok mebusla görüştü, onların tanıştırd ığı diğer mebuslarla konuştu. Mebusların hepsi Mustafa Kemal' in düşüncelerini din lemek için sabırsız lanıyorlardı ve onun meclisteki varlığı heyecan yarattı . Mustafa Kemal, hey'et-i vükelanın güvenoyu almaması durumunda pad işahın meclisi dağıtacağından korkanlara karşı l ık onlara, onların kaygısını paylaştığını söyled i . Fakat, bundan sonra, Tevfik Paşa' nın yeni kabinesinin yapacağı i lk işin parlamentoyu dağ ıtmak o lacağ ın ı söyled i ! On lara, zaman kazanı lması iç in izzet Paşa başkan l ığında yeni bir kabinen in kurulması fikrin i önerdi . Kendisinden çok
Ölümsüz AtatÜrk
emin olan Mustafa Kemal, meclis toplantı salon larından birinde toplanmış ka labal ık bir mebus grubuna kendi düşüncelerini aktardı . Bunların pek çoğu Mustafa Kemal'e öneri leri doğrultusunda oy kul lanacaklarını bi ldirdi ler. Daha sonra Tevfik Paşa'nın kabinesinin güvenoyu oylamasına geçi ldi .
Gelişmeleri mecl isteki ziyaretçi localarının birinden izleyen Mustafa Kemal, i lgi odağındaki kişi olmanın heyecanıyla doluydu ve zaferden çok emindi . Mebusların kendisine söylemiş 01-dukların ın aksine Tevfik Paşa'nın kabinesine açık farkla güvenoyu vermeleriyle birl ikte, Mustafa Kemal' in iyimserl iği yerin i derin bir can sıkıntısına bıraktı. Daha sonraları bu olayla i lgi l i olarak şun ları söyleyecekti:
"Ne yalan söyliyeyim, şaştım. Benim teklifimi kabul ettiklerini söyliyen mebus sayısı küçümsenecek gibi değildi. Hem bunlar arasmda sözlerinin ve mevki/erinin çok nafiz olduğu samsım verenler vardı. Fakat, ne varki, Meclis duygularmm bir an içinde bin renk alabileceğinden habersiz ve uzak kalan benim gibi bir askerin o andaki şaşkmllğma da taaccüb edilemez" (Bayu r 1 963, s .233; Aydemir 1 969, 1 .Cilt, s .336). Mustafa Kemal bu yen i lg inin hemen ardından mecl is binasın-
dan ayrı ldı . Oteline döndü ve bir an bi le tereddüde düşmeden mabeyni arayıp pad işahla görüşme ta lebinde bulunduğunu bild irdi . Sahip bulunduğu görkemli ben l ik pad işahın kendisini hemen görmek isteyeceğine inanmasını teşvik ediyordu . Pacişah onu hemen kabul edecekti, çünkü haklı bir konumda bulunuyordu ve işlerin bir düzene konması zorunluydu . Söylemek gereksiz ki, umduğunun aksine pad işah, Mustafa Kemal' i hemen çağırmadı ve onu gelecek cuma selamlığına kadar bekletti.
Burada, padişahın etkin bir rol oynama yeteneğinden yoksun bulunduğunun farkında olmasına rağmen neden Mustafa Kemal' in bir kez daha Vi . Mehmet'e başvu rma yoluna g ittiğ i merak konusudur, Vi . Mehmet, tıpkı bir çocuğun 'bir tek babası olması gibi , iyi veya kötü, Osmanl ı ların yegane pad işahıyd ı . Görünüşe bakı l ı rsa, Mustafa Kemal, kendisinde, yeni lgiye uğramış u lusuna liderl i k edecek, demokratik parlamentoyu koruyacak ve her şeyden önce; kendisine ulusunu yeniden düzlüğe çıkarma fırsatını verecek gücü "yaratma" çabasındaydı .
Osmanlı imparatorluğu'nun Yenilgisi
Pad işah i i . Abdülhamid günlerinde, Jön Türkler onu parlamentoyu yen iden açmaya zorlamazdan önce, Mustafa Kemal, diğer pek çok i nsan gibi padişah ın i ktidarına muhalefet yöntemleri üzerinde kafa yormuş, buna i lişkin düşler kurmuş ve hatta kendince planlar yapmıştı. Bir keresinde, Selan ik'teki pembe evde annesin i ziyarete gittiğ i bir gün , Mustafa Kemal i i . Abdü lhamid' i tahttan ind irme planlarından söz etmişti. Evdeki hizmetçi kız bu tartışmayı işitmiş ve duyduklarını Mustafa Kemal' in annesine aktarmıştl. Annesi bundan büyük tedi rg in l ik duymuştu. Sonraki yıllarda Mustafa Kemal annesinin kendisin i bu konuda uyardığın ı hatırlar; Zübeyde oğluna padişahın ''yedi evliya kuvvetinde heyDıa" olduğunu, böylesine güçlü bir kişiye karşı gelmenin aptal l ık olacağ ın ı söylemişti.64 Çocukluğunun öneml i kişileri tarafından kendisine kudretli bir yönetici hakkında böyle bir a lg ı veri lmiş olan Mustafa Kemal' in, i lk siyasal tasarımının başarısızlığa uğramasından duyduğu düşkırıklığı içinde, yüzünü yeniden -belki de yedi evliya kuvvetinde heyDıa olan yegane kişi- Vi.
Mehmet'e çevirmesi anlaşıl ır bir durumdur. Bekleneceğ i gibi, Mustafa Kemal' in Vi. Mehmet'le yaptığı gö
rüşme düşkırı kl ığ ıyla sonuçlandı . Padişah, kendi tahtına karşı girişilmesi muhtemel askeri komplolar hakkında Mustafa Kemal' in bazı bilgi lere sahip olabileceğini düşünüyordu ve yegane kaygısı bu konuda onun ağzını aramaktl . Mustafa Kemal'den, kulağına bir komplo haberi gelmesi durumunda bundan kendisini haberdar edeceğine dair söz vermesini isted i . Huzura kabul bir saat kadar sürdü ve Mustafa Kemal' in padişaha güvenilemeyeceği sonucuna varmasını sağlamaktan başka bir işe yaramadı.
Bundan birkaç gün kadar sonra parlamentoyu dağıtan padişah, böylece ya ln ızca kendi tahtın ı kurtarma derdinde olduğunu kanıtlamış oldu. Mustafa KemaL. Fethi 'n in çıkardığı Minber adl ı gazetenin sayfalarında parlamentonun dağıtı lmasın ı çok ağır bir d i lle eleştird i . Parlamentonun yokluğunda padişah ın Anlaşma Devletleri'yle nihai barış koşullarını müzakere ederken kend isini tamamen özgür hissedeceğini b i l iyordu . Padişaha karşı aktif bir
64 Bkz., Mustafa Kemal'le yapılan röportaj, Saydam ·ve Atay 1 926. Ayrıca, Bkz.,
Baydar 1 967, s . 1 04. Söz konusu röportajda, Mustafa Kemal, annesine ülkeyi kötü padişahların elinden kurtarma gayretlerini sürdüreceğini söylediğini belirtir. Annesi onu uyararak sonuçta önemli olan şeyin başarıya erişmek old uğunu hatırlatmıştır.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
muhalefet sergi leme i le parlamentonun dağıtılmasın ı suskunlukla karşılama gibi iki seçenekle yüz yüze kalan mebuslar, bunlardan ikincis in i seçtiler.
Mustafa Kemal'in kendi özimgesine yönelik bir darbe olarak yaşadığı şey gerçekte onun hayrına olan bir durumdu. Padişah, bir parlamento olmamasına karşın işlevini sürdüren atanmış bir hey'et-i vükela i le birl ikte çalışmaya devam eti. Eğer Mustafa Kemal o kabineye harbiye nazırı olarak atanmış olsaydı, Anlaşma Devletleri onunla resmi olarak çalışmak zorunda olacaklardı . Sonradan görüldüğü üzere, Anlaşma Devletleri bir süre sonra Önde gelen devlet adamların ı Malta'ya gönderip burada göz hapsine aldı lar. Şayet Mustafa Kemal hükümette görev almış olsaydı, o da bunları n arasında olacaktı. Gayri resmi bir kişi olarak Mustafa Kemal'in zararsız olduğu düşünüldü ve böylece d ikkate değer bir hareket serbestisine sahip oldu.
Parlamentonun dağıt ı lmasıyla birl ikte istanbul büyük bir karışıkl ık içine sürüklendi. Mustafa KemaL, 1 91 8 yıl ı Kasım ayın ın ortalarırıdan bir sonraki yı l ın Mayıs ayına kadar istanbul'da kaldı . istanbul, gerçekte "işgal altmda" bir şeh ir durumundaydı . istanbul'un Avrupa yakasındaki semtlerinde sokaklar ing i l iz, Fransız, italyan askerleriyle doluydu. Başıbozuk ve sarhoş askerler yerel halka eziyet ediyorlardı . Şehrin gayrimüslim zenginlerin yoğun olduğu semtleri yaln ızca yabancı subaylar için değ il, ayrıca sahip oldukları yüksek yaşam standardın ı yitirmemek uğruna her tavizi vermeye hazır Türkler için de bir cazibe merkezi durumundaydı . O sıralar genç bir Türk romancısı olan Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), şehrin genel havasını , istanbul'un yaşadığı yozlaşmayı öfkeli Tanrı tarafından yıkıma uğratılan kutsal şehirlerle karşılaştırd ığ ı Sodom V� Gomore adlı romanında anlatır (Karaosmanoğlu 1 966) .
Şehrin Müslüman mahal lelerinde yaşam koşul ları çok kötüydü . Evlerine dönen askerlerin üstü başı perişan haldeydi; açl ık giderek yayı l ıyordu . Kadın lar kaygı içinde kocaların ın ve oğu lların ın cepheden dönüşünü bekliyorlard ı ; oysa bun ların pek çoğu savaşta ölmüşlerd i ve asla geri dönmeyeceklerd i . Kad ınların ard ı arkası kesi lmeyen ağ ıtlarında ifadesin i bulan yoğun b i r keder yaşanıyordu .
Osmanlı imparatorluğu'nun 'leııilgisL
Asl ında istanbul iki farkl ı şehirden oluşuyordu : Müslümanlar ın yaşadığ ı şeh ir ve Avrupal ı laşmış şeh ir. işine serbestçe gid ip gelebilen Mustafa Kemal hala Pera Palas Otel i 'nde kalıyordu . Annesi ve kızkardeşi Beşiktaş semtindeki evde yaşamaya devam ediyorlardı . Sık sık Pera Pa las Otel i 'ne gelen yabancı subaylarla iç içe yaşamak zorunda kalmış olmak Mustafa Kemal ' i özel l ikle yaralamış olma l ı . Kendi sosyal çevresinde sanki itibar yitirmiş biri durumundaydı ve hemen her gün onun artık düşük statüde biri olduğunu hatırlatan bir olay yaşanıyordu. Belki de sonradan uyduru lmuş bir öykü bugüne kadar gelir: General Harrington 'un da ara larında bu lunduğu bir grup ingi l iz subayı Pera Palas Otel i 'n in sa lonunda otururlarken, oradaki Türk subayın ın kim olduğunu sordu lar. Onun Gel ibolu 'nun ünlü kahramanı Mustafa Kemal olduğunu öğrendiklerinde, birisini yol layıp onu kendi masalarına davet ettiler. Bunun üzerine Mustafa Kemal ' in şu karş ı l ığ ı verd iği söylenir : "Burada evsahibi o/an biziz. Kendileri misafirdi/er. On/arın bu masaya ge/me/eri gerekir . . . " (Aydemir 1 969, 1 . Ci lt, s.347).
Kend isine değerli bir kişi olduğu duygusunu verecek bir i nsanın ihtiyacı içinde olan Mustafa Kemal, yen iden Corinne'le sık s ık b ir a raya gelmeye başladı . Anlaşma Devletleri 'n in Türkiye'n in egemenl iğ in i yok etme hazır l ığ ında oldukları daha iyi an laşı Imaya başlandığında, Mustafa Kemal tedrici o larak geleceğe yönel ik bazı p lan lar yapmaya başladı . Bu p lan ları gel iştirdiği yer Corinne' in eviyd i . Beşiktaş'taki evde annesin i ve kızkardeş in i ziyarete gittiği bir akşam katlanı lması güç bir aşağ ı lamaya maruz kaldı . italyan bir askeri devriye grubu evi a ramak iç in zorla içeri g i rd i . Mustafa Kemal öfkeden del iye döndü. On lara b i r general olduğunu, eve gir ip arama yapmaya hakları o lmadığ ın ı b i ld ird i . Devriyelerin kendisine a ldı rmadıklarını görünce hızla komşu bir eve gitti ve italyan komutanl ığ ına telefon etti; bundan sonra, devriye grubunun başı olan askere gel ip telefonda ko . ıutan ıyla konuşmasını rica etmek zorunda ka ld ı . Savaş meydanında ordu lar ın ı başa rıyla yönetmiş ve ismi Gel ibolu kahramanı olarak anı l ı r olmuş bir subay, annesin in evin i rahat bırakmaları için bir italyan devriyesin in başıyla uğraşmak zorunda kal ıyordu. ita lyanlar evden ayrı l ı rken Zübeyde bayg ın haldeyd i ve kızkardeşi Makbu le sinir krizi geçiriyordu . Bundan birkaç gün kadar son ra, baş larında bir teğmen bu l unan bir i ngi l iz asker grubu eve gel ip arama yap-
ÖlümsÜZ AtatÜrk
tıklarında, iki kad ın aynı durumu bir kez daha yaşadı lar . Askerler kayda değer b ir şey bulamayıp evden ayrı ld ı lar. O ikinci arama sırasında Mustafa Kemal orada deği ld i .
O sıralar ai leyle birl ikte Beşiktaş'taki evde yaşayan Zübeyde'nin evlat l ığ ı Abdürrah im (Tuncak), evin yabancı askerler tarafından arandığı günlerde sekiz yaşındaydı . Dr. Volkan ile yaptığı görüşmede, söz konusu iki olayı tam olarak hatırlayamad ığın ı , fakat evde yaşanan korku dolu atmosferi gayet iyi hatı rlad ığını söylemiştir (Tuncak 1 974) . Ayrıca, Abdürrahim Tuncak bir keresinde, ailen in siyasi suç teşkil eden bir şeyler aramak üzere ingil izierin eve baskına geleceklerin i haber aldığını hatırl ıyor. An lattığına göre, önceden haber al ınan bu baskın ı boşa çıkarmak için evde çok s ıkı tedbirler al ınmıştı . Mustafa Kemal'e ait pek çok silah gizlenmişti . Bu si lahların bir kısmı hatıra olarak saklanan silah lardı , bir kısmı ise Mustafa Kemal'e hediye olarak verilmişti. Eğer söz konusu si lahlar ele geçmiş olsaydı, ing ilizler Mustafa Kemal ve ai lesine suç isnat edebilmek için ihtiyaç duydukları kanıta u laşmış o lacaklard ı .
Zübeyde'n in evi taştan örülmüştü ve evin yine taş döşeli bir bahçesi vard ı . Bahçenin sokak kapısından giri ld ikten sonra sağda kalan tarafında, zemini tahta kapl ı bir oda vard ı . Si lahlar bu tahta döşemelerin altındaki boşluğa saklandı . Küçük Abdürrahim bu boşluğa girebile�ek kadar küçüktü; si lahları oraya o yerleştirmişti. Tahta döşemelerin tekrar yerlerine çakılmasıyla yetini lmemiş, fakat ayrıca oraya bir öküz ve bir m iktar saman konmuştu; böylece, odanın öteden beri ahır olarak kul lanı l ıyormuş gibi bir görüntü vermesi sağlanmıştı . Zübeyde ile Makbule, ingil izierin kend i lerine karşı kullanabileceklerinden kuşkulandıkları bazı gazeteleri de yakmışlard ı .
B i r diğer arama Corinne' in evinde yapıldı . Bu arama, muhtemelen, Mustafa Kemal' in Anadolu'da bağımsızl ık savaşını başlatmak üzere istanbu l'dan ayrı lmasından sonra yaşandı . Arama sırasında Anlaşma Devletleri 'n in bir devriyesi Corinne'den Mustafa Kemal ' in duvarda ası l ı resmini ind irmesini istedi ; Corinne bu isteği geri çevird i . Gelenler, Corinne'e bunu zorla yaptırmaya yeltenmedi ler. Bunun yerine, Mustafa Kemal' le görüşmemesi yolunda uyarıda bulundular .. Bir süre sonra Corinne itaiya'ya git-
Osmanlı imparatorluğu'nun Yenilgisi
mek üzere istanbul'dan ayrıldı, fakat kızkardeşi Ed ith istanbul'da yaşamayı sürdürdü . Bundan sonra Corinne Mustafa Kemal' i bir daha h iç görmedi; bununla birl ikte, a ralarında bir i letişimin olduğu sanıl ıyor. Corinne Türkiye'ye 1 941 'de, Mustafa Kemal' in ölümünden sonra döndü.6s
Anlaşma Devletleri 'nin subaylarıyla Pera Palas Oteli'ndeki karşılaşmalar Mustafa Kemal için onur kı rıcı bir deneyim olmakla birlikte, bu durum ona bir tür haz da veriyordu . Batı l ı lar tarafından batı l ı biri olarak kabul edi lmek onun hoşuna gidiyordu ve en azından, fantezilerinde kendisin i onlardan daha üstün görüyordu . Daha önce değ indiğimiz General Harrington olayı Mustafa Kemal' in kişi l iğinin bu yanın ı doğru layan bir olaydır.
Pera Palas Oteli'ndeki yaşam bir hayli masraflıydı . Mustafa Kemal otel parasını ödemekte zorlanmaya başlayınca, bir tanıdığının Beyoğlu'ndaki evinde, kend is i ve karısıyla birl ikte kalması yolundaki önerisini kabul etti. Bu arkadaşları, Mustafa Kemal' in daha önce Şam'da tan ışmış olduğu Salih Fansa ile Sal ih' in karısı Sel ma idi . Mustafa Kemal onlarla birl ikte kalırken, Selma Fansa, Mustafa Kemal i le Padişah Vi. Mehmet'in kızı Sabiha Su ltan arasındaki muhtemel bir evli l iğin arabulucusu oldu .
Anlaşı labildiği kadarıyla, b i r gün sarayın özel bir kuryesi Selma Fansa'nın yanına geldi ve ona Vi . Mehmet'in Mustafa Kemal' in damadı olarak saraya dahil olmasını istediği haberini iletti. Böyle bir evl i l ik, Mustafa Kemal' i, 1 9 1 4'te bir Osmanlı prensesi ile evlenmiş olan Enver Paşa ile ayn ı statüye yükseltirdi. Mustafa Kemal, imparatorlu k sarayının kadın ları arasında güzel kad ınların erkeği olarak ün salmıştı ve sarayda kendisinden sık sık "sarı gül" takma adıyla söz ediliyordu (Aydemir 1 969, 1 . Cilt, s.348-49).
Bu tür meseleler dikkat ve nezaket gerektiriyordu . Karşı l ıkl ı görüşmelerde arzulanan sonuca u laşılamaması durumunda saray mahcup duruma düşmek istemezdi . Selma Fansa durumu
65 Türk hükümeti, artık Türkiye'de çok önemli b i r kişil ik durumuna gelmiş olan Atatürk'ün eski bir ilişkisinin kamuoyunca bilinmesinin hoş olmayacağı düşüncesiyle Corinne'e Atatürk hayatta olduğu sürece Türkiye'ye dönmemesi konusunda telkinde bulunmuş olabil ir. Dahası, Mustafa Kemal, Corinne'le ilişki içinde bulunduğu yıllarda, Cerinne'i ülküleştirilmiş bir imge olarak görüyor, bu şekilde ülküleştiri lmiş bir kişinin sevgi ve hayranlığını kazanmış oluyor, böylece de kendi özdeğerini (self-worth) yükseltme olanağı buluyordu. Atatürk durumuna geldikten sonra ise söz konusu ülküleştirme edimi kendi üzerine yöneldi, etrafında Corinne gibi birinin varlığına gereksinimi yoktu artık .
..16.3...
Ölümsüz Atatürk
Mustafa Kemal'e açtı. Söylenenleri işiten Mustafa Kemal ' in annesi bunu büyük bir sevinçle ve heyecanla karşı ladı; oğ lunun önünde saraya damat gitmek g ibi önemli b ir şans uzanıyordu . Fakat, Mustafa Kemal annesinin b u heyecanını sarayda yaşama arzusunun bir ifadesi olarak gördü ve nazarı itibara almadı . Öte yandan, olaya sıcak bakar görünmüyordu . Gelişmeyi padişah ın kendisini saray efradı i le işbir l iği içine çekme isteği olarak gören Mustafa Kemal, kendisine saraya gelmesi için yapı lan bir daveti reddetti ve prensesi ancak kendi evinde görebi leceğ in i söyled i . Böyle b i r önerinin uygunsuzluğu karşısında şaşkına dönen saray elçisi , Mustafa Kemal ' i fikrin i değiştirmesi için i kna etmeye çabaladı; fakat saray memurunun uğraşları sonuçsuz kaldı ve böylece mesele bir yere varmadan kapanmış oldu .
Bundan kısa b i r süre sonra, Fansa çiftiyle b i rl ikte yaşamaktan mutlu olmasına karşın, Mustafa Kemal kendi başına yaşamaya karar verd i . Onların da yardımıyla Şişl i semti nde bir ev buldu . Söz konusu ev bugün hala Şişl i 'n in ana caddesi üzerindedi r. Atatürk müzesi olarak kullanı lan bu evin eski italyan karargahının karşısında bulunması ise yeterince ironik bir durumdur. Mustafa Kemal bu eve yerleştikten sonra a i lesin i de yanına aldı . Orta katı kendis i kul lanıyordu; annesi ve kızkardeşi üst kata yerleşmişti; çatı katı ise yaverine ayrı ımıştı. Bu evde Mustafa Kemal, yakın arkadaşları ve yoldaşlarıyla toplanıyor, onlarla ü l kenin geleceği üzerine tartışıyordu . Hala, u lusun sorunlarını çözmenin bir yolu olarak, harbiye nazırı olmayı düşıüyordu .
Ziyaretçi lerinden biri de, askeri okul yı l larında a rkadaş olduğu, padişaha karşı siyasal faaliyetleri dolayısıyla kendisiyle beraber Suriye'ye sürgüne yol lanan eski arkadaşı Ali Fuat id i . O sıralar Ali Fuat Anadolu'daydı ve oradaki durumu yakından bi l iyordu .
A l i Fuat Paşa, Şubat 1 9 1 9'da istanbul 'a geldi ve Mustafa Kemal' le b i r çok kez buluştu . B i r süre sonra, b i r g rup insanla birl i kte Rauf da bu görüşmelere katıl ır oldu. Temel müzakere konusu ü lkenin içinde bulundugu genel durumdu. Yavaş yavaş Türkiye'nin düşmanlarına karşı bir bağ ımsızlık savaşının planı somut olarak ortaya çıkıyordu . Plan, işgal a ltındaki istanbul yerine Anadolu'da hükümetin yerleşeceği yeni bir merkezin belirlenmesin i
Osmanlı imparatorluğu'nun Yenilgisi
de içeriyordu . Anadolu'da yeni b i r u lusal kurtu luş hareketi fi kri esas olarak Mustafa Kemal ve Ali Fuat'a a itti . 66
1 9 1 9 Şubat' ında Ali Fuat Anadolu 'ya geri döndü. Rauf donanmadan hemen hemen bu zaman larda istifa etti ve Mustafa Kemal' in en yakın işbirl ikçisi olarak istanbul 'da ka ld ı . Mustafa Kemal, önemli bir şeyler örgütlemekte olduğu izlenimi vermekten kaçınmak için, Ş iş l i 'deki evine u lusal kurtu luş hareketini plan layan lar ın dış ında pek çok kişiyi çağı rmayı sürdürdü . Türk bağımsızl ık savaş ında önemli bir rol oynayacak kişi lerin pek çoğu o günlerde istanbu l 'dayd ı . Bir süre harbiye nezareti müsteşarı olarak görev yapmış olan ismet de bunlar a rasındaydı . Padişah eski ittihat ve Terakki Cemiyeti'yle geçmişte bağı olan herkesten kurtu lmak isted iği için, bu insan ların hepsi az çok tehl ike içinde bulunuyorlardı . ittihat ve Terakki'yi açıktan açığa eleştirmiş olması Mustafa Kemal' in padişahın adamlarının elinde eziyet çekmesin i ön led i, fakat Mustafa Kemal Anlaşma Devletleri'nden gelen baskı karşısında savunmasızd ı .
Türkiye'n in gelecekteki konumunun ne olacağı konusunda Anlaşma Devletleri'nin bakış açıları en azından karmaşıktı. Savaş sırasında yapı lmış g izli anlaşmalar, Osmanl ı imparatorluğu'nun parçalanmasını ve bu parçaların savaş ganimeti olarak Anlaşma Devletleri arasında paylaşılmasını öngörüyordu (Bkz., Anderson 1 966, özel l ikle 1 1 . bölüm) . Rus Devrimi, katı l ımcı devletlerden birini devre dışı b ırakmıştı; d iğerleri ise kendi paylarına düştüğüne inandıkları ganimeti elde etme kaygısındaydılar. istanbul'daki italyan elçisi Kont Sfroza, Osmanlı imparatorluğu'nun savaş galibi devletler arasında nas ı l paylaşı lacağı konusunda bir anlaşma olmasına karşın, bu konuda çeşitl i güçlüklerle karşılaşılacağ ını düşünüyordu -özell ikle de Lloyd George'un Yunanl ı lara verdiği destek nedeniyle. Bu yüzden pad işaha karşı mil l iyetçi motifler taş ıyan muhalefetle b i r i l işki geliştirme arayışına girdi .
Faal iyetlerin i aracılar vasıtasıyla yü rüten Kont Sfroza, Mustafa 66 Cebesoy, 1 953, 1 . Cilt, s .37. Cebesoy daha sonraları Şevket Süreyya Aydemir'e
27 Nisan 1 960 tarihli bir mektup göndermiştir ve mektubunda ulusal mücadelenin ilk stratejisini Mustafa Kemal'in Şişli'deki evinde Mustafa Kemal'le yaptıkları görüşmeler sırasında kendisinin planladığını ifade etmiştir. Ayrıca, bu planın ayrıntıları konusunda başlangıçta diğerlerine pek bir şey söylememiş olduklarını ileri sürmüştür. Bkz., Aydemir 1 969, 1 . Cilt, s.363.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Kemal ile bir görüşme ayarladı (Kinross 1 965, s. 1 67). Bu görüşme sırasında Kont, Mustafa Kemal'e italyan elçi l iğinin yardımına güvenebileceğini söyledi . Bu güvence Mustafa Kemal için özell ikle öneml iyd i, çünkü padişah hükümeti olabildiğince çok sayıda muhal ifini tutuklama çabasındaydı ve ingi lizler bu konuda padişaha yardımcı oluyorlard ı . Mustafa Kemal, italyan hükümetinin "koruması" altında olduğu görüntüsü vererek, tutuklanmaktan kurtu labil ird i .
Mustafa Kemal'in italyan h imayesine umduğundan önce ihtiyacı oldu. Mondoros Ateşkesi 'n in imzalandığı günlerde i ngi l izler ve Türkler arasında açıkça gözlenen dostane ve nazik hava h ızla dağıldı . Anlaşmayı Rauf'la imzalamış olan Amiral Calthorpe, şimd i Anlaşma Devletleri 'n in propagandasında milyonlarca Hıristiyanın katili gibi görünen Türklerle her türlü sosyal i l işkiyi yasakladı (Aydemir 1 969, 1 . Cilt, s.37 1 ) . imparatorluk içindeki H ıristiyan lara sahip çıkma çabası içindeki Hıristiyan misyonerlere, karışıklıklar nedeniyle dolu olan yetimhanelerin sorumluluğu veri ldi . Bunlar, aksi kan ıtlanmadıkça öksüzler yurdunun koruması altındaki her çocuğun bir H ıristiyan olduğunu ilan ettiler. H ıristiyan çocukları arama işi yetimhane duvarların ın dışına taştı. Böyle bir atmosfer içinde, bir E rmeni beraberinde italyan bir asker olduğu halde Mustafa Kemal' in Ş işl i'deki evine gitti ve onu evinde bir Ermeni çocuğunu saklamakla suçladı. O an Mustafa Kemal Rauf i le birl ikte toplantı halindeydi ve durumun -siyasal bir tartışma yapmak- anlaşılması onlar için teh l ikeli olabilird i . Mustafa KemaL, askere, isterse italyan elçisiyle temasa geçebileceğini söyledi ve mesele kapandı . Fakat kritik zamanların yaşandığı ve her an her şeyin olabileceği çok açıktı (Aranan çocuğun Abdürrahim olup olmadığı bi l inmiyor).
imparatorluğun d iğer bölgelerinden istanbul'a gelen haberler de aynı ölçüde moral bozucuydu. Arap topraklarına ing iliz ve Fransızlar el koymuşlardl . E rmeni çeteleri Anadolu 'nun doğusunu ele geçiriyorlard ı . Anlaşma Devletleri 1 91 9 yı l ın ın Ocak ayında Paris'te yapılan barış konferansında tarafların birbiriyle çatışma içindeki hak iddiaların ı uzlaştırma konusunda çeşitli zorluklar yaşarlarken, Yunanlı lar ve italyan lar 1 91 9 yıl ı baharında Türkiye'nin Ege ve Akdeniz kıyıları üzerinde hak iddiasında bulundu lar. Savaş
Osmanlı imparatorlUğU'nun yenilgisi
sırasında Anlaşma Devletleri arasında çeşitli an laşmalar yapı lmıştı; bunlar bel l i devletleri savaşa katılmaya teşvik ediyor, bell i bazılarını savaş dışında tutmayı amaçlıyordu . Osmanl ı imparatorluğu Anlaşma Devletler i 'n in bencil arzularını tatmin etmek için parçalara ayrı ld ı . Rusya, ingi ltere ve Fransa Mart 1 9 1 5'te muhtemel savaş ganimetieri üzerine kendi aralarında müzakerelerde bulunmuşlard ı . Sonraki ay, bu üç devlet bu kez italya i le bir an laşma yapmış, desteğ in i kazanabilmek için bu ülkeye öneml i tavizler vermişlerd i .G7 italya, 20 Ağustos 1 9 1 5'te Osmanlı imparatorluğu'na karşı savaş i lan ederek bu an laşmalardan yararlanma hakkı kazandı .
1 6 Mayıs 1 9 1 6'da Rusya, Fransa ve ingi ltere arasında Sykes-Picot Anlaşması olarak bil inen geniş kapsamlı bir anlaşma yapı ld ı . Buna göre, Rusya E rzurum, Trabzon, Van ve Bitlis şehirlerini , ayrıca Güneydoğu Anadolu 'nun kuzeyinde bakır, tuz ve gümüş bakımından hayli zengin yataklara sahip 90 bin kilometrekarel ik bir toprak parçasını a lacaktı. Fransa, Adana'nın kıyı şerid ini, Güneydoğu Anadolu'nun büyük bir bölümünü alacaktı. ingi ltere ise, Bağdat da dahi l olmak üzere Güney Mezopotamya' ( I rak)nın tamamına el kayacaktı. i ngi lizler Fil istin'de Hayfa ve Akra l iman şehirlerini de alacaklard ı . İngi liz ve Fransız toprakları arasında bir ya da birkaç Arap devleti kurulacak ve bu bölge Fransız ve ingil iz nüfuz bölgelerine ayrılacaktı.
Bu anlaşmalar pek gizli kalmadı . İtalya, Sykes-Picot Anlaşma-67 Rusya. ingiltere ve Fransa 18 Mart 191 5'te belli düzenlemelerde anlaşmaya var
mışlardı: "istanbul şehri, istanbul Boğazı'nın Batı kıyıları, Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı, Midye-fnez hattına kadar Güney Trakya, Sakatya Nehri ile izmit Körfezi arasında kalan alanın sonradan saptanacak bir kısmı, Marmara Denizi'ndeki adalar, imroz ve Bozcaada" Rusya'ya kalacaktı (Bkz., Cocks, 1 9 1 8, s.1 9). Buna karşılık, istanbul Anlaşma Devletleri için serbest bir liman olacak, ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçebileeeklerdi. Ayrıca Rusya, ingiltere ve Fransa'nın Türkiye'nin Asya'da kalan toprakları üzerindeki özel haklarını tanımayı kabul ediyordu. Gizli anlaşmalarla i lgi l i olarak ayrıca Bkz., Cummings 1 938. italya, 26 Nisan 19 1 5 tarihli anlaşmayla, stratejik açıdan önemli bir konuma sahip olan ve italyanların daha önce 1 91 2'de işgal etmiş oldukları Oniki Ada üzerinde tam bir egemenlik hakkı kazanıyordu. Sultan'ın Libya üzerindeki bütün hakları Lozan Antlaşması (1 9 1 2) ile italya'ya devredildi. Ayrıca, Anadolu'nun paylaşılması halinde Akdeniz'in Adana'ya bitişik olan kısmından italya'nın adil bir pay alması karara bağlanmıştı. Bu bölge daha sonra daha kesin bir biçimde saptanacaktı. Anlaşmanın diğer maddeleri, üzerinde anlaşmaya varılmış toprakların italya'nın mülkiyetine ne zaman geçeceği ile ilgili bir zaman cetvelini içeriyordu. Bkz., Cocks 1 9 1 8, s.27-42.
Ölümsüz Atatürk
sı 'n ın varl ığından haberdar olduğunda, itaiya'nın Anadolu'da sah ip olacağı toprakları tam olarak saptayacak yeni bir anlaşmanın yapı lması zorunlu luğu doğdu. izmir şehri ve Konya şehrin in büyük bir bölümünün itaiya'ya bırakı lması kararlaştırı ld ı . 1 7 N isan 1 9 1 7'de imzalanan bu anlaşmanın Rusların da onayını alacağı umuluyordu, ancak devrim bunu önled i . Siyonistıere "anavatan" vaadi, bununla çel işki l i olmak üzere Mekke Şerifi 'ne verilen vaatler gibi başkaca düzenlemeler de vardı, fakat sözü edilen bu anlaşmalar Avrupa'nın "hasta adamı"nın ölümünü i lan eden esas anlaşmalard ı .
imparatorluk topraklarında yaşayan yerli halklar arasında mill iyetçi l ik duygu ları giderek güçleniyordu ve yapı lan g izl i anlaşmaların bu halkların özlemleriyle çelişki içinde kaldığı , Anlaşma Devletleri 'n in ganimeti paylaşma konusunda kendi aralarında uzlaşmazlığın eşiğ ine gelmiş olduğu Paris'te açıkça ortaya çıktı . i ngi ltere, Sykes-Picot Anlaşması hükümlerin in gözden geçiri l ip yen i lenmesi ta lebinde bulundu, fakat Fransa bu talebi reddetti . Her iki ü lke de, yapı lan gizl i an laşmalarda kendilerine bırakı lan bölgelerin çoğuna girmiş bu lunuyordu . Savaşa geç bir tarihte Anlaşma Devletleri 'n in yanında gi rmiş olan Yunanistan, şimdi, Anadolu'da kend isine sağlam bir zemin bu lmak istiyor, eski Bizans toprakları üzerinde Yunan nüfuzunu yeniden tesis etmeyi arzu luyordu .68 Yunan istan'ın hak idd iaları, itaiya'ya verilen sözlerle açıkça çelişiyordu, ancak Lloyd George Yunanl ı lara arka çıktı .
An laşma Devletleri 'n in Paris'te birbirlerine düşmeleriyle birl ikte, Tü rkiye'n in geleceğ inin Türkler aleyhine başkaları tarafından belirlenmekte olduğu Mustafa Kemal ve arkadaşları için açıkça gözlenir hale geld i . Bir şeyler yapmak gerekiyordu ve işe başlamak için en uygun yer, bazı Türk birl iklerin in hala mevcut ve silahl ı olduğu Anadolu idi. Anadolu'da in isiyatifi e l ine alacak bir liderlik bekleyen birkaç subay vard ı ve Al i Fuat da bunlar arasındayd ı . Durumu gözden geçi ren Mustafa Kemal, ismet ( i nönü)' i Şişl i 'deki evine çağ ırd ı . Türkiye haritasını masaya yayd ı ve ismet Bey'e di reniş hareketini başlatmak için en uygun yerin neresi 01-
68 Yunanistan tarafsız kalmaya çalışmıştı, fakat krala karşı Venizelos liderliğindeki iç muhalefet Anlaşma Devletleri'nin müdahalesine yol açtı. Kral Konstantin, Haziran 1 9 1 7'de tahttan çekildi. Venizelos başbakan oldu ve Yunanistan 2 Temmuz 1 9 1 7'de Anlaşma Devletleri'nin safında savaşa katıld ı .
Osmanlı imparatorıuğu'nun yenilgis!
duğu konusundaki öneris in i sordu. ismet Bey, Mustafa Kemal'e hal ihazırda bir terc ih in in olup olmadığ ın ı sordu . Mustafa Kemal, henüz belli bir yer tespit etmediğini söyledi . Bölgeyi, oradaki ordunun durumunu ve halkı yakından bildiği için ismet' in öneride bulunmasında ısrar etti . Bu noktada ismet belli bir yer ismi vermemekte IsrarClydı . Bu konuda Anadolu 'nun sayısız çoklukta olanak sunduğunu söylemekle yetindi .
O günlerde Şişl i'deki evin bir d iğer ziyaretçisi, o sıralar Trakya'dan Doğu Anadolu'da moral bozukluğu içinde bulunan On beşinci Tümen'e nakledilmiş olan Kazım (Karabekir) Paşa idi .69 Kazım, savaşın i lk dönemlerinde Kafkasya cephesinde Mustafa Kemal' le beraber h izmet vermiş bir subaydı . Doğu halkı tarafından sevilen b i r komutandı ve güvenebileceği askerlere sahipti . ismet Bey'den daha az temkinl i olan Karabekir, Mustafa Kemal'den varlığı zorunlu hale gelmiş olan l iderl iği üstlenmesini istedi ve Mustafa Kemal' in Anadolu'ya geçmesiyle i lgi l i olarak bir plan tasarlad ı . Erzurum merkezli bir u lusal hareket kurmayı başard ıktan sonra, Mustafa Kemal Türkiye'n in batı yakasına geri dönebi l ir ve u lusal davayı orada örgütleyebil irdi.
Harekete geçme anı h ızla yaklaşıyordu . 1 9 1 8 yı l ı sonunda, kendilerin i Müslüman olmayan azınl ıkların ya da muhtemel bir yabancı işgal in tehdidi altında h isseden yerel Türk grupları yarı-askeri gruplar şekl inde örgütlenmeye başlamışlard ı ve kendilerini Müdafaa-i Hukuk Cemiyet/eri olarak adlandırıyorlard ı . Böyle bir bayrak a ltında b i r a raya gelerek yaşamlarını ve ü lkeyi savunabi lecekler in i umuyorlard ı . Anadolu'daki bu ruh hali Mustafa Kemal iç in eşsiz b i r fırsattl. Kend i özlemleri i le gerçek koşul lar g iderek birbi riyle çakışı r hale gel iyordu . Anadolu, Mustafa Kemal' in kendi iç dünyası i le d ış dünyayı bir araya getiren mekanizma olab i l i rdi .
• 9 Bir paşa çocuğu olan Kazım (Karabekir) (1 882-1 948) bir subaydl. O sıralar Mustafa Kemal'in bir diğer arkadaşı Fethi (Okyar) cezaevindeydi. Fethi, Enver, Talat ve Cemal'in 2 Kasım 1 9 1 8'de ülkeden kaçmasına izin verdiği şeklinde haksız bir suçlamayla Sadrazam Ferit Paşa hükümeti tarafından tutuklanmıştı (Kinross 1 965, s.1 68).
Bölüm 1 0
SAMSUN'A ÇıKıŞ
M �stafa Kemal, askerl ik kariyerin in ilk dönemlerinde sık sık ıstanbul'da kalmayı istemiş, fakat çoğunlukla Enver' in
emirleri üzerine başka yerlere gönderi lmişti. Ş imdi ise Anadolu'ya tayin edilmeyi çok istiyordu; ne var ki, büyük ölçüde geri plana iti lmiş bir general olarak, Anadolu'ya tayin edilme şansı yok denecek kadar azdı .
Anadolu'da baş gösteren olaylar, beklenmedik şekilde Mustafa Kemal' in içinde bulunduğu umutsuzluktan sıyrı lmasına yardımcı oldu. Karadeniz'de bir liman şehri olan Samsun ve çevresinde bazı karışıklıklar yaşanıyordu . Osmanl ı imparatorluğu'nun çökme noktasına gelmiş olması, burada yaşayan ve ileride Yunan istan'a bağlanacak bağımsız bir Rum devleti kurmayı düşleyen Rumiarı yüreklendirmişti. Onların bu arzusu, Yunanistan'da yeniden can lanan mi l l iyetç i l ik heyecanıyla da örtüşüyordu . Müdafaa- i Hukuk Cemiyetleri 'nde örgütlenen Türkler, Karadeniz' i n sahil şehirleri boyunca Hıristiyan azınl ıklarla çatışmalara gi rmeye başlamışlard ı . Anarşi tehdit ed ici boyutlardayd ı . Durumla i lg i l i haberler Anlaşma Devletleri' nin istanbu l'daki yüksek komuta merkezine ulaştı. Etn ik toplu luklar arasındaki çekişmenin kontrol ed i lemez boyutlara tırmanmasından kaygı duyan Anlaşma Devletleri, Anadolu'da merkezı otoritenin yeniden tesis ed i lmesin i sağ laması iç in Osmanl ı hükümetine baskı yapmaya başladılar. Yeni sadrazam, bu göreve 3 Mart'ta gelmiş olan Damat Ferit Paşa idi . Anadolu'daki gelişmelerden giderek daha çok kaygı ianan ingi l izler, Damat Ferit'e taleplerini bi ldird i ler. Osmanlı hükümetin in Samsun dolaylarındaki olayları yatıştıramaması, bölgedeki Türklerin "masum Rum/ara yaptıkları eziyet/ere" son vermeler in i sağlayamaması durumunda, ingi lizler gerekli tedbirleri kendi leri alacaklardı.
ingi l izlerin tek taraflı bir g irişimle Samsun Limanı'nı baskı ve kontrol altına almaları olasıl ığ ından korkan Damat Ferit, durumu
.110..
Samsun'a Çıkış
Dah i liye Nazırı Vekil i Mehmet Ali ile görüştü. Mustafa Kemal kendi görüşlerini daha önce Mehmet Ali i le tartışmıştı ve Mehmet Ali de bu görüşlere sempati ile bakıyordu . Mustafa Kemal ' in aradığı fırsat bu şekilde doğdu . Mehmet Ali kendisini baskı altındaki sadrazama, Samsun'a asayişi tesis etme yetkisine sahip güveni l i r, yetenekli bir subayın gönderilmesini önerd i . Böyle bir g irişim ingilizieri harekete geçmekten al ıkoyacak, onlara Osmanl ı hükümetin in sorunu çözmeye muktedir olduğu yolunda güven verecekti. Mehmet Ali bu görevin Mustafa Kemal'e veri lmesin i önerdi ve onun güvenil irl iği konusunda sadrazama güvence verd i .
Bu aşamada güvenil irl ik ittihat ve Terakki i le bağ bulunmaması anlamına geliyordu. Burada, Mustafa Kemal' in Enver Paşa'yla olan rekabeti ilk defa onun işine yaradı . Bununla birl ikte, Damat Ferit, Mustafa Kemal'in tehl ikeli bir tercih olduğunu düşünerek görevin ona veri lmesinde hala tereddüt gösteriyordu . Sonuçta, Mustafa Kemal'i istanbul'dan uzak tutmanın kend is i açısından daha iy i olacağı kararına vardı . Pad işaha, Mustafa Kemal'in Samsun ve dolaylarında mevcut durumu incelemesi göreviyle Üçüncü Ordu Müfettişi olarak bölgeye görevli gönderilmesin i önerdi .
Pad işah tarafından söz konusu atamayla i lgi l i işlemleri yapmakla yetkilendiri len Damat Ferit Paşa, meseleyi Harbiye Nazırı Şaki r Paşa'ya açtı. Böylece, Mustafa Kemal, Anadolu 'ya geçme olanağı yaratma çabasında önemli bir mesafe almış oluyordu . Görevinin ayrıntı lar ını kararlaştırmak üzere Şevket Paşa i l e bir araya gelen Mustafa Kemal, bürokratik işleyişteki düzensizl ikten yararlanarak henüz hala başlang ıç aşamasında olan gerçek n iyetleri konusunda hiç kimsede bir kuşku uyandırmadan yetkilerin i genişletebi leceğ in i sezd i . Şakir Paşa'ya, görev emrin in yazı l ı bir doküman hal ine getiri lmesin in daha uygun olacağın ı düşündüğünü söyledi ve konuyla i lgi l i olarak Erkan-ı Harbiye Dairesi'ndeki yetki l i lerle görüşmesi nin gerekip gerekmed iğ in i sordu . Şakir Paşa bunun daha uygun olacağını söyled i .
Şans, Erkan-ı Harbiye Dairesi 'nde de Mustafa Kemal'den yanaydı . Kendisine, daha önceden arkadaşı olan E rkan-ı Harbiye reis muavin in i görmesi söylend i . Mustafa Kemal, arkadaşına o zamana kadar olan faal iyetleri konusunda bilgi verdi ve birl ikte
Ölümsüz Atatürk
yazı l ı bir görev belgesi hazırladılar. Belge, Mustafa Kemal'e mümkün olan en geniş hareket serbestisini tanıyordu. Ordu müfettişi olarak, Anadolu'nun her yerinde geçerli olacak emirler yayımlama, tüm vali lerden görevinin (yöredeki Rumiara eziyet eden Türkleri cezalandırma ve tüm yerel mil l iyetçi örgütlenmeleri yasaklama) gerektirdiği işleri yapmayı isteme yetkisine sahip olacaktı. Hazırladıkları görev belgesi Mustafa Kemal'e çok geniş yetkiler tanıyordu; öyle ki, sadrazam bu belgeyi görse asla onaylamazdı.
Bereket versin, Mustafa Kemal sadrazam engel in i hal ihazırda aşmış bulunuyordu . i htiyacı olan tek şey, harbiye nazırın ın hazırlamış olduğu görev belgesini tasdik etmesiyd i . Erkan- ı Harbiye Dairesi reisi vekili belgeyle birl ikte harbiye nazı rın ın yanına çıktığ ında, belgeyi tasd ik etme konusunda nazırın isteksiz olduğunu gördü . Nazır hazırlanmış belgeyi kendisine okumasın ı söyled i . Nazır bunun yaln ızca Samsun'a giden bir ordu müfettişin in görev belgesi olmadığını, belgenin Mustafa Kemal'e Anadolu'nun her yerinde yetkiler kazandırdığını anlamıştı. Kararsızlık geçiren nazır, bir süre sonra mesai arkadaşının yüzüne bakıp gülümsedi; sorunun üstesinden gelmenin bir yolunu bulmuştu . Sahibine böylesine geniş yetkiler tanıyan böyle bir belgeye onay vermenin sorumluluğunu üstlenmek istemiyordu; fakat proje zaten sadrazam tarafından onaylanmıştı. Masasının üzerinden mührü alıp Erkan-ı Harbiye reis muavin ine attı ve şunu söyledi : "Benim imzam gerekmiyor. Bunu al ve mührü kendin vur" .
Mühür vuruldu . Mustafa Kemal 'e büyük yetkiler veriyordu . Düzeni tesis etme, huzur bozan karış ı kl ıkların nedenin i araştırma yetkisiyle donanmıştı . Ayrıca, si lah ve cephanelere el koymak ve bunları bel l i bir yerde depolamak yetkisine de sah ipti. i ki tümen ve beş şehir doğrudan onun komutası ndaydı; d iğer beş şeh ir ise onun verd iği emirleri dikkate a lmakla sorumluydu .
Harbiye Nezareti'nden ayrı l ı rken Mustafa Kemal sevinçten uçuyordu . Daha sonraları bu sevincini şu ifadelerle anlatacaktır:
"Ne ala şey. Tatih bana öyle müsait şartlar haz/flamıştı ki, kendimi onlann kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum, tarif edemem. Nezaretten çıkarken. heyecammdan dudaklanmı IS/fdığımı hatırlıyorum. Kafes aÇılmış,
Samsun'a Çıkış
önümde geniş bir alem vardı. Kanadıarını Çlrparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydim. " (Aydemi r 1 969, 1 . Ci lt, s .392) . Görevine başlamadan önce Mustafa Kemal ' in aşması gereken
son bir engel daha vard ı. Verdiğ i emirlerin hey'et-i vükelan ın onayından geçmesi gerekiyordu . Burada da Mehmet Al i devreye girdi . Bütün b i r akşamı bir ku lüpte Damat Ferit Paşa'yla iskambil oynayarak geçi ren Mehmet Ali, belgeyi oyun sırasında Damat Ferit'e imzalattı. Belge şimd i hem mühürlü hem de imzal ıydı; hey'et-i vükelanın böyle bir belgeye itiraz etme şansı çok azd ı . 30 Nisan'da, Padişah Mustafa Kemal' in müfettiş-i umumı olarak üstlendiği görevi onaylad ı . Mustafa Kemal, zekice tasarlanmış bir dizi planın ve risk göze alma yürekl i l iğ in i gösterebi len bir d iz i insanın yard ımları sayes inde, büyük bir insan olmaya g iden yolun başına gelmiş bulunuyordu . Bütün bu sürecin bel l i noktalarında yaşanacak bir tıkanıkl ık bu projeyi çıkmaza sürükleyebil ir, Mustafa Kemal yerinden kıpırdayamaz hale gelebilird i . Fakat her şey yolunda gitti. Bu noktada insanın aklına Schil ler' i n şu sözü gel iyor: "Yaşamm iki ana yolunu birbirinden ayıran smır ne kadar da ince".
1 5 Mayıs'ta Yunanlı ların karaya 20 bin asker çıkararak Anadolu 'yu işgale g irişmeleriyle birlikte tarihsel tablonun son parçası da tamamlanmış oldu. Yunan çıkarması, Anlaşma Devletleri' n in h imayesi altında gerçekleşti. Yunanistan' ı Akdeniz'de i ngil iz yanl ıs ı ileri bir karakol olarak gören, bu tür siyasal hesapların yanı s ıra Hı ristiyan ve Helen yan l ısı, Türl( karşıtı h islerin de etkisiyle hareket eden Lloyd George, Yunan Başbakanı E leutherios Venizelos'un "Yunanistan' ın izmir' i işgal etmeye hakkı bulunduğu" idd iasına destek verd i . Yunanistan'a destek olmanın en iyi pol itika olduğu konusunda Woodrow Wilson ve Georges Clemenceau'yu ikna eden Lloyd George, Ven izelos'un bir "Yunan imparatorluğu" f ikr in i yeniden canland ırmaya yönel ik büyük planının yaşama geçiri lmesi için, bu konuda bazı önemli kişilerin onayın ı almak için gerekli g i rişimleri başlattı . Wilson'un ün lü "On dört i lke"sinden biri olan "u lusların kendi kaderler in i tayin hakkı" Tü rklere tanınmayacaktı .
Merhametsiz Yunan askerleriyle dolu gemiler izmir'e doğru yol al ırlarken, Mustafa Kemal beraberinde götüreceği subayları
.1.z.3..
ÖlümsÜZ AtatÜrk
bir araya getirmekle, yakınındaki insanlarla vedalaşmakla ve yüksek rütbeli subay arkadaşlarıyla son görüşmelerin i yapmakla meşguldü . ismet, istanbul'da kalmaya karar verd i; böylece durumu en yüksek düzeyde takip edebileceğini düşünüyordu . Rauf sivi l g iysiler içinde Ankara'ya gidecek, daha sonra Mustafa Kemal' le buluşacaktı. Mustafa Kemal, Yunan işgal i ve Yunan askerlerinin g iriştikleri korkunç katliamlarla i lgi l i haberler kendisine u laştığ ında, sadaret binasının ve d iğer önemli nezaretlerin yer aldığı Babıali'de bulunuyordu . Diğerlerin in şaşkınl ıkla karşıladığı bu olay Mustafa Kemal için beklenmedik bir gelişme deği ldi . Mustafa Kemal kendisini halkının l iderliğine götürecek yola çıkmak üzere son hazırlıklarını yaparken, halk kurtarıcısını bağrına basmaya ve müşterek amaç doğru ltusunda onun ardından gitmeye hazır bekliyordu.
Padişah, Yunanlı ların izmir'e asker çıkardıkları günün ertesinde, cuma selamlığının ardından Mustafa Kemal ' i kabul etti . Padişah, kendisine a l ışı lmışın d ışında bir yakınl ık ve kibarl ık gösteriyordu. Bu veda görüşmesinde, elinde tuttuğu bir tarih kitabının sayfalarını parmağıyla çeviren padişah, Mustafa Kemal'e şunları söyled i : " 'Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti) tarihe geçmiştir'. O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükOnla diniiyorum : 'Bunları unutun, dedi, asil şimdi yapacağm hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa devleti kurtarabilirsin! o, (Atay 1 965, s . 1 22). Mustafa Kemal bu sözler karşısında çok şaşırmıştı; öyle ki, karşı l ık olarak, kibarca birkaç söz mırı ldanmak dışında hiçbir şey söyleyemed i . izmir' in işgali haberin i aldığ ında gözyaşlarını tutamayan Padişah Vi. Mehmet'in şimdi amacına ulaşmada Mustafa Kemal'e yardımcı olmaya çalıştığı söylenmiştir. Fakat, zayıf karakteri ve daha önceki hareketleri düşünülürse, onun böyle bir şeyi bi l inç l i olarak yapmış olması pek muhtemel görünmüyor. Her ne olursa olsun, padişahın bu sözlerle neyi kastetmiş olduğu bugün de bi l inmiyor. Görüşmenin sonunda, padişah tarafından Mustafa Kemal'e üstünde imparatorluk arması kazınmış altın bir cep saati hediye edildi .
Samsun'a Çıkış
Mustafa Kemal ve beraberindeki subayların Samsun'a g itmek üzere yo la çıkabi lmeleri için yerine getirmeleri gereken son bir resmi işlem ka lmışt ı . Kendisi ve beraberindeki subaylar iç in i ngil iz ierden vize alması gerekiyordu . Karş ı larındaki genç i ngi l iz subayı, vize talebinde bulunan subayların l istesi karşıs ında kuşkuya kapıld ı. M ustafa Kemal' i n beraberinde götü receği subayla r70 özenle seçilmiş görünen yüksek rütbel i , yetenekli askerlerd i; i ngi l iz subayı isim listesinin barıştan z iyade savaşa uygun düştüğünü düşündü . Sonuçta, genç subayın üstleri, Mustafa Kemal ' in padişah ın güven i l i r bir subayı olduğu ve gerekl i vizeleri vermesi gerektiği konusunda kendisini ikna etti ler. Mustafa Kemal ve beraberindekiler vizelerin i a ldı lar; 1 6 Mayıs akşamı yola çıkmaları için her şey hazırdı.
Yola ç ıkmak i le ayrı l ık pratikte eşanlaml ı sözcüklerd i r. Mustafa Kemal için, annesinden ayrı lması, daima kend isinde karmaşık duygular uyand ıran bir güçlüğü temsi l etmişti. Hem arzu ladığı , hem de güçlükle katlandığı bir du rum. Anadolu'da kendisini bekleyen bi l inmeyen bir geleceğe doğru yola çıkmak üzere istanbul 'dan ayrı lacak oluşu, Mustafa Kemal'de derin duyguları harekete geçird i . istanbul'da geçireceği son gece olan 1 5 Mayıs gecesi, akşam yemeğinde annesi ve kızkardeşiyle birl ikte olacaktı . Yemeği onun Ş işli'deki evinde yedi ler.7 1 Onun çocukluk gün lerinde Selan ik'te yaptıkları g ibi , yemeği geleneksel bir tarzda yer sofrasında bağdaş kurarak yediler. Mustafa Kemal' in yemek sırasında aba g iyd iği söylenir. Mustafa Kemal' in o akşamki davranıŞı, pek çok açıdan, onun i lk yaşam anı larını yansıtır -babasının
7 0 istanbul'dan Samsun'a giden gemide Mustafa Kemal'e on sekiz kişi eşlik ediyordu. Bunlardan ikisi askeri doktordu. Bunlardan biri olan Dr. Refik (Refik Saydam), bağımsızlık savaşı boyunca Mustafa Kemal'in özel doktoru olarak hizmet gördü. Sonraki yıllarda Atatürk'ün kabinesinde görev aldı ve (Atatürk'ün ölümünden sonra) 1 939'da Türkiye'nin başbakanı oldu. 1 942'de ölen Dr. Refik, Atatürk'le aynı yaştaydl. Tevetoğlu (197 1 ), kitabında bu on sekiz kişinin yaşam öykülerini ve daha sonra bunların gelecekte başlarına neler geldiğini anlatır.
71 Kinross ( 1 965, s . 1 84), Mustafa Kemal'in istanbul'daki son akşamı Şişli'de değil, annesinin BeşiktaŞ'taki evinde geçirdiğini söyler. Bununla birlikte, biz, Mustafa Kemal'in annesinin ve kızkardeşinin onunla birlikte Şişli'deki eve yerleşmiş oldukları kanısındayız. Bkz., Atay 1 965, s .1 24. Bugün bir müze olan Şişli'deki evin ziyaretçilerine, annesinin söz konusu akşam yemeğinin yenmiş olduğu odası da gösterilir.
Ölümsüz Atatürk
onun batı lı, modern bir okula kaydedilmesi Önerisini yerine getirmeden Önce annesinin kırılmış gönlünü teskin etme. Paradoksal olarak, keder içindeki annenin gönlünü alma isteğiyle keder içindeki u lusun yan ında olma isteği iç içe geçmişti .
Annesine, ertesi akşam istanbul'dan ayrılacağını söyledi, fakat geleceğe i l işkin planlarının ayrıntısına g irmedi . Annesi onun için dua etti, ancak uğurlamak iç in l imana gitmedi . O sıra dokuz yaşında olan Abdürrahim, ona el sallamak için l imana yakın Galata Köprüsü'ne g itti (Tuncak 1 974) . Rauf'la daha önce vedalaşmıştı.72 Mustafa KemaL. son anda gruba Albay Refet Bele'yi de dahil etti. Refet' in vizesi yoktu, fakat, atları yüklemekten sorumlu biri gibi davranarak Bandtrma adlı gemiye çıkmayı başardı . Gemi l imandan uzaklaşıncaya kadar atların arasında gizlendi . Mustafa Kemal'e eşl ik edenlerden biri de , oku l yıllarında sınıf arkadaşı olan ve Ayıcı Arif liikabıyla tanınan kurmay teğmen Mehmet Arif (Adana) idi. Mehmet evcil bir ayı besliyor ve onunla güreş tutuyordu .73 Sonraki yıl larda MehmetArif, Mustafa Kemal' in yaşamında önemli bir rol oynayacaktı. B i rl ikte Harbiye Mektebi'nde okudukları yıllarda Mehmet Arif' in Mustafa Kemal'i taklit ettiğini Ali Fuat' ın anılarından (Cebesoy 1 967) biliyoruz. Okulun ikinci yı l ında Mustafa Kemal Arif'e vals yapmayı ve dans etmeyi öğretmişti. Arif, Mustafa Kemal' in giyim tarzını ve konuşmaların ı taklit etmeye o sıralarda başladı . Bu ikisi arasında bir tür "ikizleşme" gelişti . Ali Fuat, Arif' in Mustafa Kemal'e çok benzediğin i hatırl ıyor ve onları fiziksel açıdan birbirin in ikizi olarak tanımlıyor. Bazıları Arif ile Mustafa Kemal' i kardeş sanıyorlardı .
12 Mustafa KemaL. daha sonraki yıllarda, Rauf'un kendisini kar�ı kar�ıya gelmesi muhtemel bir tehlike konusunda uyarmı� olduğunu hatırlar: "istanbul'u terk etmek üzere, ikametgahımdan otomobile bineceğim esnada, Rauf Bey nezdime gelmişti. Ra/db olacağım vapurun takibolunacağını ve istanbul'da iken tevkif etmediklerine göre belki de Karadeniz'de batmlacağımı mevsukan işitmiş, onu haber verdi. Ben istanb..Jl'da kalıp tevkif olunmaktansa batıp boğulmayı müreccah gördüm. Ve hareket ettim. Kendisine de evvel ve ahir istanbu/'dan çıkmak mecburiyetinde kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim" (Atatürk 1 927, 5.32-33).
73 Arif, komutanı olduğu On birinci Tümen'in bulunduğu inegöl yakınlarındaki bir ormanda üç aylık bir ayı yakalamı�tl. Bu ayıyı nereye gitse beraberinde götürüyordu. Ayı köylü çocuklarla güre� tutuyor, sigara içiyor ve söylenenlere bakılırsa genç kızlara aşık oluyordu. Bkz., Apak 1 957.
Samsun'a Çıkış
Mustafa Kemal' i Samsun'a götürmekle ünlü Bandırma gemisi, ing i liz tersanelerinde yapı lmış, sonra ları bir Yunanl ıdan satın alınmış bir yük gemisiyd i . 1 6 Mayıs akşamı tarihsel görevin i yerine getirmek üzere den ize açılan bu eski gemi, yolcuların ı sağ salim Samsun'a götürebilecek bir gemi g ib i görünmüyordu . E rişebi ldiği en yüksek hız yalnızca yedi den iz mi l i idi ve pusulası bozuktu. Gemi istanbul Boğazı'nı geçip Karadeniz'e çıktığında, Mustafa Kemal ingi l izlerin yaptıkları hatanın farkına varıp gemin in peşine düşeceklerinden kaygı lan ıyordu . Kaptana kıyıya yakın yol a lmasın ı emretti; korktuğu şeyin başına gelmesi hal inde karaya çıkıp kaçmaya çalışacaktı. Tüm yolcular Karaden iz'e özgü şiddet l i fırtınadan etkilendiler ve hemen hemen heps in i deniz tuttu. Bandırma gemisinin kaptanı Hakkı Dursun, daha sonraları, Mustafa Kemal' in zamanın önemli bir bölümünü oturup derin düşüncelere da larak geçirdiğ in i hatırlar (Bkz . , Aydemir 1 969, 1 . Ci lt, s .400). Bu insanın yaralı bir u lusun beklediği kurtarıcı olduğunu ne ingi l iz ler, ne de geminin kaptanı bi liyordu . H iç kimse bu adamın ve beraberindeki arkadaşların ın savaş bitkin i b ir ü lkede olağanüstü bir güç dalgasını harekete geçireceklerin i önceden kestiremezdi .
U lus için tari h i öneme sahip olan Samsun'a çı kıŞ, psikoloj ik açıdan Mustafa Kemal iç in de tarihsel bir önem taşıyordu . Onun hiçbir zaman si l inmeyen, bi l inçdışı, benci l çocukluk arzusu annesini kurtarmak, onun ku rtarıcısı olmaktı. Bu bencil bir arzuydu çünkü bu arzunun arkas ında, yüreği yara l ı anneyi, daha verici bir anne olabi lmesi için, onu içinde bulunduğu kederden kurtarma arzusu yatıyordu . Annesinin kederine son verme arzusu, ü lkesin i kurtarmaya yönel ik b i r arzu hal ine gelmişti. Bu ik i amaç, Mustafa Kemal' in bi l inça ltında birbiriyle bağ lantı l ıyd ı .
Mustafa Kemal' in 1 9 Mayıs'ta karaya çıktığı Samsun, Karadeniz'de mütevazı bir l iman şehriyd i . Mustafa Kemal ve arkadaşları bir sandalla Bandırma'dan ayrı l ıp rıhtım işlevi gören çürük, tahta bir da lgakırana çıktı lar. Bu karaya çıkış, tarihsel öneme sahip diğer karaya çıkışlarda olanın aksine, süslü, görkemli ifadelerle anlatı lamayacak mütevazı bir havada gerçekleşmekle bir l ikte, sonraki yı l larda, tari h onu defterine sıra dışı öneme sahip bir i lk adım olarak kaydedecektir. Mustafa Kemal' in kendisi karaya
.1.z1..
Ölümsüz AtatÜrk
ayak bastıkları tarihi , kariyerinde bir dönüm noktasına "işaret eden" bir tarih olarak görmüştür. izlediği politikaları kamuoyu önünde savunduğu ve ünlü a ltı günlük konuşmasını yaptığ ı Halk Partis i 'n in 1 927 yıl ındaki kong resi sırasında sözlerine şöyle başlamıştı: " 1 9 19 senesi Mayısının 1 9. günü Samsuna çıktım" (Atatürk 1 927, s .9) . Bu tarih, ya ln ızca Türk tarih i nde bir dönüm noktası olmakla kalmaz; ayrıca, psikoloj ik açıdan, Mustafa Kemal ' in ruhsal dünyasında da önemli bir yere sahiptir. Yaşamında kendisini bir kurtarıcı olarak gördüğü, adeta yeniden doğduğu dönemin başlangıcına işaret ettiği için, bunu kendi doğum tar ih i olarak görmüştü r. Mustafa Kemal yabancı bir ansiklopedi için kendisi hakkında biyografik bir metin hazırlayan bir yazara, doğum tarih in i 1 9 Mayıs olarak vermiştir (Afetinan 1 97 1 , s.3) . 1 936 yıl ında kendi duyguları i le tarihi uyumlu kılmak için, doğum tarihini resmi olarak 1 9 Mayıs'a çevirmişti r. Doğum, rüyalarda sıklıkla denizden çıkmak şekl inde temsil ed i l i r (Freud 1 900). Gerçekten de, Samsun'da karaya çıkan yen i bir Mustafa Kemal'di . Mustafa Kemal, Anadolu'ya (Anadolu sözcüğünün Türkçe'deki anlamı "analarla dolu" olarak verilebilir) sözcüğün içerdiği anlama uygun olarak, onu kurtarma ve yaraların ı sarma görevine sahip olarak çıktı . Böylece, şimdi annesiyle çocukluğunda sahip �Iduğundan farklı bir il işkiye sahip olabilecekti.
Geçmişte geril im altındayken, gerek gerçek yaşamda gerekse fantezi evreninde diğer insanlara, aralarında kendisine il işkin sah ip olduğu görkemli benliği besleyip destekleyecek kişiler bulma beklentisiyle bakardı. Şimdi, sahip olduğu görkemli benlik tutarl ı l ığına yeni yeni kavuşuyordu . Artık etrafında görkem devşirebileceği kendinden üstün hiç bir kişi yoktu - bu görkemli kişiyi kendi içinde bulabilirdi. Gerçekten de bir kurtarıcı durumuna gelecek, böylece, kendisi hakkında sahip olduğu özkavramla d iğerlerin in ona yönelik algısı arasında tam bir uyum olacaktı.
BÖlüm 1 1
IIDAG BAŞINI DUMAN ALMIŞII
O tuz sekiz yaşındaki Mustafa Kemal. Anadolu toprağına ayak bastığında saat sabahın yed isiyd i . Mustafa Kemal,
Anlaşma Devletleri filosu izmir Limanı/na geldikten yaklaşık bir hafta kadar sonra karaya çıktı. Mondros Ateşkes An laşması görüşmelerine katı lmış olan ingi l iz Donanma Komutanı Amiral Calthrope, izmir valisine Anlaşma askerlerin in karaya çıkmak üzere olduğunu bi ldird i . Gerçekte ise, 1 5 Mayıs/ta izmir/de karaya çıkanlar eski çağlarda atalarının yaşadığı toprakları yeniden ele geçirme konusunda i lk adımı attıklarını düşünen Yunanlılardı.
Yunan çıkarması haberi, bir zamanların görkemli imparatorluğu Osmanlı Devleti/nden geriye kalan toprakların bir ucundan diğerine hızla yayı ldı . Haberi büyük üzüntü ve öfkeyle karş ılayan Türkler savaş yorgunluğunu üzerlerinden attılar ve eski düşmanlarına karşı savaşmak üzere hazırl ı klara g iriştiler.
i lk çıkarmanın yaşandığı günlerde, Türklerin kendi lerin i bekleyen yazgıdan kaçınabilmeleri olanaksız görünüyordu. izmi r/de yaşayan Rumlar, Yunan askerlerin i büyük bir coşkuyla karşıladılar. izmir Başpiskoposu kalabal ıktan yükselen Zito Venize/os (Yaşasın Venizelos) haykırışları arasında Yunan askerlerin i kutsadı . Yunanlılar, izmi r çıkarmasını, Yunan imparatorluğu'nun yeniden kurulması anlamına gelen Mega/o idea gerçekleşmişcesine büyük bir coşku içinde kutladllar.14
Yunanlıların büyük zafere giden yolda atılacak i lk adımın yeri olarak izmir' i seçmeleri gayet doğaldı. izmir, Atina'dan sonra, belki de Ege bölgesindeki en önemli şehirdir. Efsanelerde tarih i çok eski çağlara kadar uzanan şehre i lk yerleşen ler, Lö. 1 000 yıllarında Aeolyan Yunanları oldu; bunu, aralarında Romalıların ve Arapların da bulunduğu d iğer halklar izledi . 1 1 . yüzyılda Anadolu Selçukluların ın eline geçen izmir, 1 5. yüzyılda Osmanlı topraklarına dahil edi ldi . Türkler izmir'i yüzlerce yıl l ık bir Türk kalesi
74 Mega/o idea ayrıca, Kıbrıs'ın anavatan Yunanistan ile birleşmesi çabalarının ardındaki temel psikolojik motivasyondu. Bu birleşmeyi gerçekleştir-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
olarak görüyorlard ı . izmir'e olan i lg i leri n i hiçbir zaman yıtı rmemiş Yunanl ı lar ise, şimdi onu yeniden ele geçirme fırsatı n ı yakalamış olduklarını düşünüyorlard ı .
Ancak baz ı tarihçiler geriye doğru dönüp baktıklarında, Yunan çıkarmasının yalnızca askeri açıdan değil, fakat ayrıca siyasal açıdan da büyük bir ahmaklık olduğunu düşünürler. O s ıralar, Anlaşma Devletleri'ne bağ l ı işgal kuvvetleri hal ihazırda Anadolu'ya yerleşmiş durumdaydı lar; ayrıca, teknik açıdan işgal altında deği lse bi le, istanbul yabancı askerlerle kaynıyordu , Bugünkü Suriye sınır ına yakın bir yerde, ana üssü Adana olan i ng i l iz ve Fransız bir l ikleri vard ı . Antalya italyanların işgal i altındayd ı ve Mustafa Kemal Samsun'a Çıktığı zaman orada küçük bir ing i l iz b i rl iğ i bu lunuyordu , Eğer Anlaşma Devletleri izmir'e Yunan askerleri yerine başka devletlere bağlı kuvvetler çıkarmış olsalardı, Türklerin çıkarmaya karşı gösterecekleri tepki kuşkusuz daha farkl ı olurdu , Yunan çıkarması, Türklerle Anlaşma Devletleri arasında zaten cı l ız olan güven duygusunu hemen tamamen ortadan kaldırd ı . Dagobert von M ikusch'un da yazdığı g ibi, çıkarmada Yunanıl ları kullanan Paris'teki Anlaşma liderleri, böylece psikolojik faktÖrü gözardı etmiş oldular:
meye yönelik girişimler Türklerin adanın kuzey kesimlerini ele geçirmesine neden oldu (Volkan, 1 979). Kıbrıs Cumhuriyeti'nin "yükselişi ve gerilemesi" konusunda yazan Kıbrıs doğumlu Rum sosyolog K.C. Markides (1 977, 5. 1 0), Megalo Idea 'yı, "Yunanltlar arasında müşterek olarak paylaştlan bir düş, Bizans imparatorluğu'nun günün birinde yeniden kurulacağı ve tüm Yunan topraklarının Büyük Yunanistan olarak bir gün yeniden bir araya geleceği düşü" şeklinde tanımlıyor. Bu Pan-Helenik ideolojinin tohumu, istanbul 1 453 yılında Türklerin eline geçtiği zaman ekilmişti. Markides şu şekilde devam ediyor: "Mega lo Idea, Girit ve iyonya adalan gibi Yunan dünyasının kimi parçalarında ifadesini kazandı. Megalo Idea'nın, s6z konusu düşü Yunan dünyasının yabancıların egemenliği altında olmayı sürdüren her parçasında . . . yaşama geçirilmesi fikrini teşvik eden bir içsel mantığa sahip olduğunu s6ylemek mümkün; ... en merkezi ve en güçlü kurum olan kilise (Yunan Ortodoks Ki/isesi) bu ideolojinin gelişmesine çok büyük bir katkıda bulunmuştur. Kilise bu hareketi kucaklamış ve hemen her açıdan hareketin 6ncülüğünü yapan kurum olmuştur" (Markides 1 977, s.l 0-1 1 ). Mega/o Idea'nın özü, bu ideolojinin ateşli bir sözcüsü olan Başbakan John Kolettis tarafından 1 884 yılında yapılmış bir konuşmada bulunabilir: "Yunan Krallığı Yunanistan değildir; sadece Yunanistan'ın en küçük ve en yoksul parçasıdır. Bir Yunanlt yalnızca krallıkta yaşayan biri değildir, Yannina ya da Thessa/onika (Selanikl'da, Serroes ya da Adrianople (Edirne)'de, ya da Constantinople (istanbu/)'da, ya da Treibzond (Trabzonl'da, ya da Crete (Girit) 'de, veya Samos'ta, ya da, tarihsel olarak Yunan olan her ülkede yaşayan, ya da Yunan ırkından gelen herkes Yunanlıd,," (Xydis 1 97 1 , 5.237).
Dağ Başını Duman Almış
"Barış Konseyi üyeleri, kendilerine sunulan istatistiklerden hiç kuşkusuz Yunanliların izmir üzerinde hakları olduğu sonucuna vardılar. Bu küçük hata hesaplanamaz sonuçları ortaya Çlkartmıştır. Bu hata ingiliz parlamentosunda gülünç durumlarin yaşanmasma neden oldu. 26 Mayıs 1 9 1 9 'da, Parlamento üyesi Yarbay Herbert, Anlaşma devletlerinin izmir'lilerin kendi kader/erini kendilerinin tayin etmesi ilkesine göre mi, yoksa yalnızca bencil çıkarlar dolayısıyla mı işgal ettiklerini sordu. Hükümet adma soruyu yanıtlayan Harmsworth şunu söyledi: ' izmir'in işgali, Barış Komisyonu Yüksek Kurulu 'nun özel bir
yönergesini takiben ve Mondros Ateşkes Anlaşması 'nm 7.
maddesine göre yapılmıştır'. Yarbay Herbert karşılık olarak şunu söyledi: 'Bu cevabmız üzerine size Paris 'te kuduz salgınmm başgöstermiş olup olmadığmı sorabilir miyim ? ' " (von Mikusch 1 93 1 , s . 1 95). Paris'te yetiştirilen sabırsızlık ve emperyalist açgözlülük, iz
mir'deki Yunan öncü birl iği deniz kıyısı boyunca yürüyüşe geçtiğinde ilk kurbanın ı a ldı . Hasan Tahsin isiml i genç bir Türk gazeteci, tabancasıyla Yunan askerleri üzerine ateş etti. Hemen açı lan karşı ateş sonucu vuru lup ölen Tahsin, bağ ımsızl ık savaşının i lk şeh idi oldu. B i r d iğer Türk'ün Yunan sancağını taşıyan askeri vurması orta l ığ ı karıştırd ı . Yunan askerleri ve şeh irdeki Rumlar Türklere saldırmaya başladı lar ve şehrin kalesine doğru yürüyüşe geçtiler. Türk garnizonu, anlaşma hükümleri uyarınca el indeki si lahları Anlaşma Devletleri'ne tesl im etmiş durumdaydı . işgalci Yunan birl iğiyle baş edebilecek durumda deği ld i . Türk subaylar iç bölgelere doğru kaçtı lar; bunların pek çoğu daha sonra işgalci lere karşı g irişilen her iki tarafça da yapı lan katl iamlarla dolu uzun bağımsızl ı k mücadelesine katı ldı .
Yunan çıkarması haberi, Anadolu'daki kusursuz telgraf şebekesi aracıl ığıyla ü lken in dört bir yanına yayı ld ı (söz konusu telgraf ağı, kuşkuculuğu paranoya düzeyine varmış olan ve imparatorluğunun en ücra köşelerinde olup bitenleri öğrenme ihtiyacı duyan Padişah ii. Abdülhamid' in askeri modernizasyon programının bir yan ü rünüydü) . Mustafa Kemal, bu telgraf sistemi sayesinde, izmir'deki gelişmeleri Samsun'a g iderken yolda öğrendi .
1 9 Mayıs gününün puslu sabahında, Samsun'da Mustafa Kemal' i meras im bölüğü değil, gerg in bir ortam bekliyordu. Şeh i r-
Ölümsüz Atatürk
de, iki yüz dolayında asker ve subaydan oluşan bir i ngi l iz birl iğ i vard ı . Samsun ve civarında, bölgede özerk bir devlet kurma arayışında olan çok sayıda Rum yaşıyordu . Etrafta Yunan askerlerinin Samsun'a gelebileceğine i lişkin söylentiler dolaşıyordu . Soyguncu çeteleri bu kıyı şehrin in caddelerin i tehl ikeli hale getirmişlerd i . Mustafa Kemal, Samsun'a, padişahı temsil eden bir müfettiş general olarak gelmiş ve resmi görevi Rumlarla Türkler arasındaki i l işkileri düzeltmek, halkı yatıştırmak, bu konuda istanbul 'a raporlar göndermekti. Kendi gündeminde ise, yabancıların saldırganl ığına karşı bir d ireniş örgütlemek ve böylece bağımsız l ık mücadelesini başlatmak vardı .
Samsun'a u laştıktan sonra i l işki kurduğu çevrelerden pek bir teşvik görmedi . Anadolu'ya dağılmış her b iri diğerinden yüzlerce kilometre uzakta olan altı Osmanlı birl iği bulunuyordu . Buna ek olarak, Osmanl ı 'n ın Avrupa'daki topraklarından geriye kalan son parçası olan Trakya'da on bin kadar asker vardı, ancak bunlar da Anlaşma Devletleri 'n in emri alt ında bulunuyorlardı . Savaşın bitkin düşürdüğü Tü rk halkının moral i çok bozuktu .
Mustafa Kemal, Samsun'dan Ankara'daki Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat'a ve Erzurum'daki On altı ncı Kolordu'nun başında bulunan Kazım'a bir dizi telgraf yol ladı. Bu iki eski arkadaŞı -özel l ikle de Kazım- onun için öneml iyd i . Karizmatik bir l ider olan Kazım, Anadolu 'nun savaşın harabeye çevirdiği, Enver' in görkemli zaferler elde etme beklentisiyle Ruslara karşı savaşa g iriştiği doğu bölgesinde sorumlu komutandı . 1 9 1 6 yı l ında E rmeni lerle Türkler aras ında yaşanan çatışmalar sonucunda bölge nüfusunun savaş öncesinin yüzde onuna kadar gerilemiş olduğu söylenir. Bölge salgın hastal ıklardan kırı l ıyordu; yiyecek ve d iğer temel i htiyaç maddeleri çok kıtt ı .
Babacan bir kişi l iğe sahip Kazım, Erzurum ve civarında yaşamı olağanlaştırma çabasındaydı . Bine yakın öksüz çocuğun bakımını üstlenmişti . Çocuklar için okul lar açmıştı ve emrindeki subaylar aracı l ığ ıyla onlara eğitim veriyordu . Özel uğraşı olarak keman çalan Kazım'ın kendisi de derslere g iriyor, çocuklara müzik dersi veriyordu . Osmanl ı geleneklerine bağl ı b ir paşa olan Kazım, aralarında çok sayıda görevlin in emrinde bulunduğu büyük bir evde yaşardı . Si lah taşıyan bu genç görevliler paşanın hizmeti için eğiti l irlerdi . Yumuşak başl ı l ığı ve insancıl duyarlı l ığı dışında,
Dağ Başını Duman Almış
emrindeki askerleri sonuna kadar korumaya kararlı sorumlu bir Türk subayıyd ı . Bölgede bir Ermeni devletinin kurulmasının mümkün olup olmadığını yerinde görmek ve Türk bir l iğinin silahlarını teslim etmesini sağlamak için Erzurum'a gelen i ngi l iz Albayı A. Rawlinson, karşısında si lahlar ını tesl im etmemeye kararlı bir Türk komutanı buldu . Rawlinson, Kazım için şöyle söylemiştir: "Tantma şansına nail olduğum birinci sınıf, gerçek bir Türk subayı" (Kinross 1 965, s.203).
Kazım bölgede önemli bir gücü temsil ediyordu ve Mustafa Kemal ona ihtiyacı olduğunun farkındaydı . Samsun'a vardıktan iki gün sonra Kazım'a çektiği telgrafta şunları söylüyordu :
"Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdan vazifemizi, yakından, beraber çalışarak en iyi şekilde başarmak mümkün olacağı kanaatiyle bu vazifeyi kabul ettim. Genel durumun almakta olduğu korkunç gidişten pek acı duymakta ve üzülmekteyiz. Ulusa ve yurda borçlu olduğumuz en son vicdan görevi; yakından, birlikte çaltşarak, en iyi biçimde yerine getirmek olabileceği kantsı ile, bu son görevi üstlendim. Bir an önce size kavuşma isteğindeyim. Ancak, buradaki güvensizlik nedeni ile Samsun ve dolaylan kötü bir sonuca gitme durumundadır. Bu nedenle, burada bir kaç gün kalma zorunluğu vardır. Beni şimdiden aydınlatacak özel durumlar varsa bildirmesini diler, gözlerinizden öperim kardeşim" (Aydemir 1 969, 2 . Cilt, s.2 1 ). Mustafa Kemal' i rahatsız eden bir d iğer şey, Samsun'daki i n
gi l iz b i rl iğ in in varlığı idi . Kıyıdan daha içeride yer alan ve Samsun'a 60 kilometre uzakta bulunan Havza kasabasına geçmeye karar verdi, planlarını yaşama geçirmeye Anadolu platosu üzerinde bulunan, pınarlarıyla ünlü bu kasabada başlayacaktı. Böbrek rahatsızlığı yen iden başgöstermişti ve bu hava değişiminin kendisine iyi geleceğin i umuyordu.
Mustafa Kemal ve maiyeti, b i ri Mustafa Kemal' in bindiği eski bir Mercedes-Benz olmak üzere üç otomobilden oluşan bir konvoyla 25 Mayıs'ta Samsun'dan Havza'ya yola çıktılar. Mercedes ancak saatte 1 5 kilometre hızla yol alabi l iyor, sık sık arızalan ıyordu. Ancak ellerinde en iyi araçlar olsaydı bi le, Anadolu'da düzgün yol lar istisna olduğundan rahat bir yolcu luk yapmaları yine mümkün olmazdı .
Ölümsüz AtatÜrk
Daha sonraları bu seyahati hatırlayanlar Mustafa Kemal' in yol boyunca çok neşel i olduğunu söylerler. Bir keresinde, Mercedes otomobil yine arızalanmış, Mustafa Kemal yürüyüşe çıkmıştı; bazı ları ona katı ldı lar. Yürürken şarkı söylemeye başlayan Mustafa Kemal yanındakileri de kendisine katı lmaya teşvik etti. Onun yolcu luk sırasındaki neşesi üzerine kesin bir yorumda bulunmak kolay deği L . Mustafa Kemal Anadolu 'ya u laşmıştı; n ihayet, ü lkesinin (ve bi l i ncinde olmadan, kederli annesinin) kurtarıcısı olduğunu kanıtlayacak sürecin başlang ıcındaydı artık. Kiml iğin i daha da ayrıcalıkl ı kılacak böylesine öneml i b ir dönüm noktasına erişmiş olmayı kutlama ihtiyacı duymuş, böylece şarkı söylemeye başlamış olabi l i r. D iğer yandan, onun bu neşel i ha l in i d ış dünyanın teh l ikelerine yönel ik ald ırmazl ığ ın işareti olarak yorumlamak da mümkün görünüyor. Söylediği , onun en sevdiği marşıardan biriydi ve şu sözleri içeriyordu : "Dağ başmı duman almış, gümüş dere durmaz akar; güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşla,". Onun bu marşa duyduğu yakınl ığın nedeni bi l inmediği için, onun neden Mustafa Kemal ' in en sevd iği şarkı lardan bir i olduğu konusunda ancak spekülatif yorumlarda bulunabi l iriz.
Güneşin yükselişi (doğum) teması, onun Türk ordusunun başkomutanı olarak Yunanl ı lara karşı elde ettiği 30 Ağustos 1 922 tarih l i büyük zaferle i lg i l i hatıra larında da karşımıza çıkar. Muharebeden önceki gece en güvend iği general lerle yaklaşan muharebe üzeri ne müzakerede bulunduklarından bahseder: "Vaziyeti bir defa daha mütalaa ettik ve katiyetle hükmettik ki, Türk'ün hakiki kurtuluş güneşi, 30 Ağustos sabahı ufuktan, bütün şaşaasiyle doğacaktll''' (Aydemir 1 969, 2 . Cilt, s.2 1 ) . Burada geçen kurtuluş güneşi i le doğmak fi i l in in bir arada ku l lanı lması bir rastlantı olmasa gerek. Mustafa Kemal, Samsun'a çıkışın ın anısına, resmi doğum tarih i olarak kendisine 19 Mayıs gününü seçmiştir (Afetinan 1 97 1 , s .3) . Burada, kendisini, hem erken sabahın sisini hem de annesinin kederini dağ ıtarak yükselen yeni güneş (oğu l) olarak gördüğü söylenebi l ir .* Gümüş dere ise, annesinin gözyaşların ı
* Profesör Volkan ve Profesör Itzkowitz beraber yazdıkları kitaba önce "Kurtuluş Güneş;" adını vermişlerd i . fakat kitabı basan yayınevi (The Un iversity of Chicago Press) kitabın adını "Ölümsüz Atatürk"e çevirdi. Güneş simgesi ile Şemsi Efendi arasındaki i l i şkiyi gösteren cümle de yanlışlıkla basılmamıştı. Babasını yitiren Mustafa için Şemsi Efendi ülküleşmiş bir baba modeli id i . Şemsi, Arapça kökeni düşünüldüğü zaman, "güneş" anlamını ifade eder.
Dağ Başını Duman Almış
temsil ediyor olabil ir. Esas olarak bir isveç şarkısı olan bu marş Türk devriminin simgesi haline gelmiştir. Mustafa Kemal, vatan ın kurtarıcısı konumuna geldikten sonra anavatanında yaptığı yolculuklar sırasında bu marşı sık sık söylemiştir. Bu marş, günümüz Türkiye'sindeki resmi kutlamalarda hala söylenmektedir.
Havza'n ın yegane oteline yerleşen Mustafa Kemal, burada i lk kez halkla yakın i l işki kurma olanağını bu ldu . B ir pol itikacı rolü üstlend i ve bölgen in d in i l iderlerin i n desteğ in i kazanmaya çalıştı. istanbul hükümetine duyduğu güvensiz l iğ i kamuoyu önünde i lk kez Havza'da di le getird i . Halkı henüz yen i yen i mayalanan direniş hareketine kat ı lmaya teşvik eden Mustafa Kemal, imparatorluğun ve Türk ha lkın ın başına gelen leri sert bir d i l le kınadı. izmir' in Yunanl ı lar tarafından işgal i yığ ınlarda derin bir öfke uyandı rmış olmakla bir l ikte, Mustafa Kemal halkın olan b itene kayıtsız kald ığını , kendi köşesine çek i lmeyi yeğled iğini gözled i . Halk, yiyecek kaygısıyla tüm dikkati n i tarla larda ürün yetiştirmek üzerinde yoğun laştırmıştı ve izmir bu insanların temel kaygısı olamayacak kadar uzaktayd ı . Halkın öfkesini harekete geçirecek kıvılcımı yaratamamış olan Mustafa Kemal derin bir düş kırıklığı iç indeyd i . Sonraki yı l larda yaşamının bu dönemini hatırladığında, yöre halkın ın bi lg isizl iğinden ve duygu yoksunluğundan yakınacaktı. Mustafa Kemal, bu deneyiminden sonra şu çıkarsamaya vard ı : "Milletin, bu haksız darbe karşısında sakit ve hareketsiz kalması, elbette mil/etin lehinde tefsir olunamazdı. Onun için mil/eti ikaz edip harekete getirmek lazımdı" (Atatürk 1 927, s.24) .
Mustafa Kemal Havza'dayke:ı, Rus Bolşeviklerinden bir heyet onu ziyaret etti. Mustafa Kemal, gelenlerin onu kendi felsefelerine kazanma g irişimlerini uzlaşmaz bir tavırla boşa çıkardı . Bununla birl ikte, söz konusu ziyaret, iki taraf arasında daha sonralan son derece önem kazanacak bir i lişkin in kuru lmasını sağladı.
Yalnızca 20 ki lometre uzaktaki Merzifon'da yerleşmiş ing i l iz askerlerin in varl ığından ve yerel halkın kayıtsızl ığından huzu rsuz olan Mustafa Kemal, Amasya'ya geçmek üzere Havza'dan aynldı. Samsun'dan 1 28 kilometre içeride bulunan Amasya, tarihsel öneme sahip güzel bir şehi rd i . Selçukluların ve i lhanl ı ların (on dördüncü yüzyıl) önemli şehirlerinden birisiydi ve Yeşi l ırmak boyunca uzanan yüksek tepelerin çevreled iği bir vadi üzerinde kuru lmuştu . Şehi rdeki eski çağlara ait h isar kalıntı ları ve Pontus
Ölümsüz AtatÜrk
krallarına a it anıt mezarlar bugün hala görülebi l i r durumdadır. Amasya, Osmanl ı lar ın i lk dönemlerinde, şehzadelerin devlet yönetme sanatını öğrenmek üzere hocalarıyla (Iala) birl ikte gönderildi kieri önemli bir eyalet merkezi durumundaydı. Burada ün sahibi olur, padişah olarak ü lkenin başına geçmek üzere sıran ın kendilerine gelmesin i beklerlerdi . Gelecekte Türkiye' n in başına geçeceği henüz bi l inmeyen Mustafa Kemal, Amasya'ya, resmi açıdan Osmanl ı padişahın ın temsilcisi, manevi açıdan ise keder içindeki anavatanın yen i doğmuş oğlu olarak girdi .
Amasya'ya geçiş itinayla planlanmıştı . Mustafa Kemal, Amasya'ya g itmeden önce bu şehrin önde gelen kişilerinden oluşan bir komiteyle Havza'da bir görüşme yapmıştı . Söz konusu komitenin başında Amasya müftüsü vardı. Tahmin edi lebi leceği gibi , u lema yerel toplumsal yaşamda hala egemen bir konuma sahip bulunuyordu . Mustafa Kemal, kendi amaçlarına u laşabilmek için u/ema i le işbir l iği yapmaya hazırd ı. Gün, onlardan yararlanma, ortak dava için onların desteklerin i kazanma günüydü .
1 2 Haziran'da Mustafa Kemal ve ekibi Am;:sya'ya geçti. Daha önce kendisinin şehir halkına Gelibolu kahramanı olarak tanıtılmasına izin vermiş olan Mustafa Kemal, şeh irde büyük bir kalabalık tarafından karşı landı ve kalabalığa hitaben heyecan l ı b ir konuşma yaptı. Ü lkeyi kurtarma misyonuna sahip olduğu g idert;:K açıkça ve yayg ın bir biçimde kabul görmeye başlamıştı . Belediye sarayın ın balkonundan yaptığı konuşmada, Amasya halkına padişahın Anlaşma Devletleri 'n in bir esiri olduğunu söyledi . U lu sun kaderi halkın el inden çıkmak üzereydi ve Mustafa Kemal böyle bir felaketi önlemek ve halkla birl ikte çal ışmak üzere gelmişti . Bundan sonra, Mustafa Kemal, d ireniş hareketinin odağın ı oluştu racak b i r örgüte ihtiyaç olduğu konusunda kendisiyle hemfikir olan şehrin i leri gelen leriyle görüşmeler yaptı . Ali Fuat, Rauf ve Refet Amasya'da kendisine katı ldı lar . B ir d izi müzakereden sonra, Amasya Tamimi adını verdikleri bir bağımsız l ık bi ldirisinin hazırlanması konusunda görüş birl iğine vardı lar . Altı maddeden oluşan bu bildir i , anavatanın ve ulusun tehl ikede olduğunu i lan ediyordu . Vatanın bağımsızl ığ ın ı ancak u lusun azim ve kararl ı l ığ ı kurtarabil ird i . Bi ld iri, u lusu kurtarma arzusunda olanların çal ışmaların ı koordine etmek için Sivas'ta bir kongre toplanması çağrısında bulunuyordu . Bir hazır l ık kongresi için doğu vi la-
Dağ Başını Duman Almış
yetlerinden katılacak delegelerin E rzurum'da bir araya gelmeleri hal i hazırda Kazım Karabekir tarafından planlanmıştı. 75
Böylesi faaliyetler istanbul'daki Osmanl ı hükümetin in d ikkatinden kaçmadı . Mustafa Kemal' in otoritesini son sınırlarına kadar zorlayarak bu tür girişimlerde bulunması padişah ı çok kaygılandırmıştı. Kendi geleceğini, koruması altına girdiği Anlaşma Devletleri'n in eline teslim etmiş olan padişah, Anadolu'da ayaklanma işareti sayılabi lecek en ufak bir girişime bile izin veremezdi . Padişah hükümeti Mustafa Kemal' i kontrol altına alabi lmek düşüncesiyle harekete geçince, istanbul ile Mustafa Kemal arasında yoğun bir telgraf trafiği başladı . Mustafa Kemal, erişebildiği herkese Türk bağımsızl ığının ve u lusun tehdit altında bulunduğunu an latmaya çalıştı. Harbiye nazı rı, 8 Haziran tarih l i telgrafında Mustafa Kemal'e istanbul'a geri dönmesi iç in emir verdi . Bu telgrafa aldırış etmeyen Mustafa Kemal, cevap olarak padişaha yollad ığı uzun telgrafta, istanbul 'u görevinden istifa ed ip bir sivil olarak Anadolu halkı arasında yerin i almakla tehdit etti . Mustafa Kemal ile istanbul arasındaki gerginl ik h ızla tırmand ı. Hükümet bütün şeh ir ve bölge val i lerine gönderdiğ i 23 Haziran tarih l i g izl i bir telgrafla Mustafa Kemal' in görevinden azledi lmiş olduğunu duyurdu . Val i lerden, artık resmi bir statüsü olmadığı için Mustafa Kemal' in vereceği herhangi bir emre uymamaları istendi .
istanbul hükümetinin kendisini tutuklaması iç in Ali Galip isimli emekli bir E rkan-ı Harb mira layını ajan olarak peşine saldığını, bu şahsın E rzincan val i l iğ i görevin i üstlenmek üzere Erzincan' a doğru yola çıkmış olduğunu öğrenen Mustafa Kemal, grubuyla birl ikte 26 Haziran sabahı g iz l ice Amasya'dan ayrı ldı . Sonraki gün Tokat'a varan Mustafa Kemal' in ilk işi, bulunduğu yerin
75 Mustafa Kemal daha sonraları, bu belgenin nasıl imzalanmış olduğunu hatırlar. Buna göre, Mustafa Kemal, "Bunun bir hatırai tarihiye olduğunu dermeyan ederek" Ali Fuat'ı belgeyi imzalamaya zorlamıştı. Refet, kongrenin niçin ve hangi amaçla toplanacağını pek anlayamadığı için başlangıçta belgeyi imzalamayı reddetti. Mustafa Kemal şunları söylüyor: "istanbuldan beri, beraber getirdiğim bu arkadaşın -tuttuğumuz yola nazaran- anlaşılması pek basit olan bir meselede, izhar ettiği haleti fikriye ve hissiyeden müteellim oldum". Mustafa KemaL. diğer odada bulunan Ali Fuat'ın yanına gelmesini istedi. Ali Fuat, Refefe sert bir dille serzenişte bulundu; sonra, "Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine mahsus bir işaret vaz 'etti. Öyle bir işaret ki, bunu, bu müsveddede bulmak biraz müşküldür" (Bkz., Atatürk 1 927, s.33).
l.81..
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
bil inmemesi için şehrin telgrafhanesin i kendi kontrolüne almak oldu . Geceyi Tokat'ta geçiren ve şehrin ileri gelenlerini ulusun savunmasına katılmaya teşvik etmeye çalışan Mustafa Kemal, sonraki sabah erken saatlerde Sivas'a doğru yola koyuldu . Yola çıkmadan önce, şehirdeki yandaşlarına, şehirden ayrı ldıktan a ltı saat kadar sonra Sivas valisine bir telgraf çekerek val iye kendisin in Sivas'a gitmek üzere Tokat'tan hareket ettiğini bi ldirmelerin i istedi (Atatürk 1 927, s.38). Aradan geçen altı saatli k zaman içinde kend isi Sivas'a varmış olacaktı; bu, kendisin i yolda tutuklamaya yönelik muhtemel bir planı bozmak için başvurduğu bir tedbirdi. Mustafa Kemal' in tutuklanıp tutuklanmayacağını kimse bilmiyordu. Tutuklanması Divan-ı Harb 'de yarg ı lanması anlamına gelecekti; Malta'ya gönderilmek üzere Anlaşma Devletleri 'ne teslim ed i lmesi, hatta ası larak idam edi lmesi de mümkündü.
Mustafa Kemal ve grubu Tokaftan Sivas'a yaklaşırlarken şehre 50 kilometre kala bir çiftlikte yolcu luğa ara verd i ler. Onların çiftl ikte mola verd ikleri saatlerde Sivas va l is i daha önceden programlanmış telgrafı a ldı ve gelen mesajı Ali Gal ip'e verirken şunu söyled i : "Ben senin yerinde olsam, derhal kol/af/m bağlar, tevkif ederim ve senin de böyle yapman lazımdır' (Atatürk 1 927, s.38). Emekl i mira lay Sivas' ı n sorumlu luk bölgesi d ışında kaldığı bahanesine sığınarak böyle bir giriş imin sorumluluğunu üstlenmeyi reddett i . Bunun üzerine, vali , eski Osmanlı geleneğine uygun olarak Mustafa Kemal' i şehre girmeden önce yolda karşı lamayı ve şehre kadar ona eşl ik etmeyi önerd i .
Mustafa Kemal çiftlikte olduğu sırada, taraftarları telgraf aracı l ığıyla onu gelişmeler hakkında bilgilendiriyorlardı . Padişah hükümetinin kendisini görevden azletmiş olduğunu, tutuklanması için planlar yapıld ığ ını, durumun ciddi olduğunu bu şekilde öğrendi . Tam o sırada vali otomobille çiftliğe geldi. Mustafa Kemal'den ısrarla çiftl ikte bir süre daha d inlenmesin i isted i . inisiyatifi kendi eline a lan Mustafa Kemal adamlarına derhal a raçlarına binmeleri emrin i verd i; akı l l ıca bir manevrayla valiyi ön tarafta kendi yanına oturttu ve bu şekilde konvoy Sivas'a doğru yola koyuldu. Ok yaydan çıkmıştı a rtık: Yetkisi el inden al ınmış ve güçsüz bir konuma sokulmuş Mustafa Kemal, bundan sonra yoluna ancak zora başvurarak devam edebi l ird i .
Dağ Başını Duman Almış
Yolda h iç kimsenin ağzını bıçak açmıyordu . Mustafa Kemal' in z ihni çeşitli düşüncelerle meşguldü. Sivas'ta kendisini ne bekliyordu. Onu tutuklayacak askerler mi, yoksa halk mı? Şehre u laştıklarında bu sorunun cevabı al ındı : Kalabalık, "Yaşasın Mustafa Kemal Paşa" diye bağırıyordu. Bununla birl ikte, yolun iki yanına sıralanmış insanların hemen arkasındaki duvarlara yapıştırı lmış i lanlar, onun bir asi, tehlikeli bir vatan haini olduğunu duyuruyordu (Atatürk 1 927, s.37).
Çevresinin dost insanlar tarafından sarı ldığını gören Mustafa Kemal araçtan çıktı, valiyle birl ikte kalabal ığa doğru yürüdü . Onu karşı layanlar arasında Gelibolu'da emri altında savaşmış subay ve askerler de vardı . Bunlar, Mustafa Kemal'i beraberinde zafer ümidini getiren bir kahraman olarak karşıladılar. Şimdi, istanbul'daki padişah hükümetiyle bağların ı koparmış asi bir subay olarak Anadolu Tü rklerin in arasındayd ı . Coşkulu kalabalık ve kend isini si lahlarıyla karş ı layan eski s i lah arkadaşların ın desteği sayesinde tutuklanmaktan kurtuldu. Herkes kendini yoğun bir coşku sel ine kaptırmıştı. E rkekler çevresin i sarmıştı; geleneksel, renkli örtülerine bürünmüş kad ınlar uzaktan ona bakıyorlardı, çocuklar bu ünlü adamı görebilmek için ağaçların tepesine çıkmışlardı . Ali Galip ' i arayıp bulan Mustafa Kemal onu sert bir dil le azarladıktan sonra g itmesine izin verdi . Belirsizlikle başlayan gün onun kişisel zaferiyle son bulmuştu .
Başarı Mustafa Kemal' i çok heyecanlandırdı; o geceyi neredeyse uykusuz geçird i . Ertesi sabah, ma iyetiyle birlikte, 500 kilometre kadar doğudaki Erzurum'a doğru yola çıktı . Kazım Karabekir orada kendisini bekliyordu . Yazın kavurucu sıcağ ında her şey kupkuru ve toz içindeydi . Etekleri sarı, turuncu, gri renge bürünmüş kel tepeler hissedilen yalnızlık duygusuyla örtüşüyor, bölgenin çıplak güzelliği insana hüzün veriyordu . Ekip, çeteci lerin cirit attığı yolda, yan larından geçenlere hiçbir i lgi duymayan aç, vakur köylüler dışında kimselere rastlamadı.
Batıdan şehre yaklaştıklarında, uzakta beşinci yüzyılda imparator Theodosius zamanında yapı lmış Erzurum Kalesi 'ni gördüler. 1 07 1 'de Türkler tarafından fethedilen şehir daha sonraki yüzyıl larda tamamen Türkleştirilmişti. Osmanlılar zamanında, doğuda i ranhlara ve Ruslara karşı g i rişilen askeri harekatlarda
Ölümsüz Atatürk
önemli bir merkez olarak kul lanı lmıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları şehrin eteklerinde coşkulu bir kalabalık tarafından karşıland ılar. Bir grup, gelenlere duyulan saygın ın bir göstergesi olarak, şehrin hayli d ışında, yol üzerinde onları bekl iyordu; grubun başında Kazım Karabekir vard ı . Kazım Karabekir' i n bütün kurmaylarını yanına alarak kendisin i karşılamaya gelmiş olması Mustafa Kemal ' i rahatlattı.
3 Temmuz pazar günü coşkulu bir kalabal ık tarafından karşılanmış olmasına rağmen, Mustafa Kemal hala huzursuzdu . Sivas'tan Erzurum'a gelirken, yolda padişahtan ve istanbul hükümetinden bir d izi telgraf almıştı; kendisinden başkente dÖnmesi ya da istifa etmesi isteniyordu . Hükümet görevl i lerinden bazıları aracı l ığ ıyla kendisine üstü kapalı tehditlerde bulunu lmuş, rüşvet teklif edilmişti . Anadolu'da şehir val i lerine onu n görevden alındığını bi ld iren telgraflar gönderi lmiş olmakla b irl ikte, kendisine henüz konumunu etkileyecek resmi bir bi ldirimde bulunu lmamıştı. Bu nedenle, Erzurum'a üniforması içinde, aldığı tüm nişan ları göğsüne takarak g irdi . CülCıs yıldönümü olan sonraki gün, Mustafa Kemal hükümet sarayında kutlamaları pad işah adına kabu l etti . Osmanlı padişahları yüzyıllardır ü lkenin mutlak yönetic i leriyd i ler. "Halk islamı" kavramına hala sıkı sıkıya bağlı Anadolu halkı için, padişah/hal ife, kendisine karşı başkaldırın ın akı ıdan bile geçiri lemeyeceğ i en üstün gücü temsil ed iyordu .76 Erzurum halkı, h ızla iktidar merdivenlerini tırmanmakta olan Mustafa Kemal aracı l ığıyla padişaha olan bağl ı l ığ ın ı bi ldirdi .
Bunu izleyen birkaç gün boyunca Mustafa Kemal ne yapması gerektiğ i konusunda kes in bir karara varamadl . Ya kendisi için çok Öneml i olan resmi görevinden 'istifa edecekti, ya da işleri oluruna bırakarak padişahın sahip olduğu tüm yetki ve nişanları
76 Modern batılı toplumda devlet iktidarı üç kurumsal yapı içinde karşımıza çıkar: Yasama, yürütme ve yargı . is lamda böyle bir bölünme yoktur. Geleneksel olarak, başlıca görevi toplumun dinsel yasalara (Şeriat) uygunluk içinde yönetilmesini sağlamak olan Osmanl ı padişahı mutlak bir iktidara sahipti. 1 5 1 7'de başta gelen islami ülkelerin fethinden sonra, Osmanlı padişahları halife Hadim ve Haveneyn el-şaifeyn unvanlarını aldı lar . On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı imparatorluğu'nun Batı'nın baskısı altına girmesiyle birlikte, padişahlar islam halifesi olduklarını daha sık vurgulamaya başladılar çünkü halife Tanrı'n ın yeryüzündeki gölgesi olarak görülüyor ve padişaha bu açıdan dinsel bir kutsallık kazandırıyordu. Özellikle sıradan insanlar, halife vasfı dolayısıyla padişaha büyük saygı duyuyor ve ona yücelik atfediyorlardı.
Dağ Başını Duman Almış
kendis inden geri a lmasın ı bekleyecekti. Bir sivil olarak ona kim itaat ederd i? Kime dayanabi l i rd i? 8 Temmuz akşamı E rzurum telgrafhanesine çağrı ldı . Hattın diğer tarafı nda Yıldız Sarayı'ndaki padişah vardı, Mustafa Kema l i le kişisel olarak görüşmek istemişti. Ferit Paşa da pad işah ın yanındayd ı . Ta rtışmaya geçmeden önce, padişah Osmanlı saray geleneğ ine özgü ağda Iİ bir di l le uzun uzun Mustafa Kemal ' i selamladı; bunun tamamen şekilsel b ir yakın l ık olduğunu sezen Mustafa Kemal sarayın gerçek n iyetini anlamak için pür d ikkat kesi ldi . Padişah, Mustafa Kemal'den derhal istanbul 'a dönmesin i istiyor, orada kendisini büyük yetki ve görevlerin bekled iğin i ima ediyordu . Mustafa Kemal bu isteği geri çevird i . Bunun üzerine, padişah ve yan ındaki ler ondan E rzurum'dan ayrı lmasını, Anadolu'da istediği bir başka yere g itmesin i söyled iler.
Saray, yüzlerce kilometre uzakta olmasına karşın, nüfuzunu Erzurum'da bile hissettirebiliyordu . Mustafa Kemal' in ordudan istifa etmekten ya da padişah hükümeti tarafından ordudan atılmaktan başka bir seçeneği olmadığı çok açıktı. Bir karşı l ık vermek zorunda kalan Mustafa Kemal, içerdiği bütün siyasal ve kişisel riskleri göze alarak, bunlardan b irincisin i seçti. 8 Temmuz gecesi saat 1 0:50'de ordudan istifa etti; artık faaliyetlerin i sine-i mil lette bir sivil olarak sürdürecekti .77 Bu cesaretle dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş, fakat hayli sarsılmıştı. Kend isini, ordudan tard eden karşı telgrafın kendi istifa telgrafının önüne geçmesi Mustafa Kemal' in özsaygısına yönelik bir tehdidi ifade ediyordu . Yıl lardır taşıdığı askeri ün iforma, onun kendi görkemli öz kavramının ayrılmaz bir parçası idi . Sahip olduğu askeri otorite onun için hep bir kald ıraç işlevi görmüştü . Şimdi, henüz Selanik'te bir delikanl ı olduğu sıra sevdalandığı ün iformanın koruyu(Uluğundan ve sağladığı güçten yoksun düşmüştü .
77 Mustafa Kemal, daha sonraki yıllarda kendisiyle istanbul'daki hükümet yetkilileri arasındaki telgraf trafiğini bir komedi olarak nitelendirmiştir: "8 Haziran'dan, 8 Temmuz'a kadar, bir aydır devam eden, oyun hitama erdi. ( .. .) Bu tarihten sonra resmi sıfat ve sa/dhiyetten mücerret olarak, yalnız mil/etin şefkat ve civanmertliğine güvenerek ve onun bitmez (eyz ve kudret membaından ilham ve kuwet alarak, vicdan; vazitemize devam ettik . .. " (Atatürk 1 927, s.43). Burada, bir çocukla "iyi' annenin memesi arasındaki ilişkinin bir dışavurumunu yakalıyoruz. Çocuk, buna karşılık olarak, annesini kurtaracak kadar güçlü olacak ve böylece "tükenmek bilmez kaynak" varlığını sürdürebilecektir.
Ölümsüz AtatÜrk
Rauf Orbay, anılarında (Orbay 1 962-63), Mustafa Kemal ' in sah ip bulunduğu yetkiyi yitirmiş olmasın ın ciddiyetin in farkında olduğunu söyler. Mustafa Kemal ' in acıklı, karamsar bir ruh hal iyle şöyle bir yorumda bulunmuş olduğunu bel irtir : "Raufcuğum, herşey bitti. Hele böyle buhranll zamanlarda makam ve rütbenin halk üzerindeki tesiri büyüktür. Bunlarsız ne yapılabilir?" 1 0 Temmuz günü odasına gelen kurmay subayı, Mustafa Kemal'e, resmi statüsünün değişmiş olduğunu, dolayısıyla artık kendisine hizmet edemeyeceğ in i söyledi; bu olay Mustafa Kemal' in istifa etmiş olmasından duyduğu kaygıyı daha da derinleştirdi . Söz konusu olaya tanık olan Rauf, 1 909'da başlayan arkadaşlıklarından o güne kadar geçen zaman içinde hiç Mustafa Kemal' i öylesine kötü bir ruh hal i içinde görmemiş olduğunu belirtir. Mustafa Kemal, ku rmay subayının kendi i nisiyatifin i kullanarak onu terk etmesi karşısında şunu söylemiştir: "Gördün mü Rauf. haklı değilmiş miyim ? Rütbe ve makam m ehemmiyetini anladm mı?"
Giriştiği cü retkar hareketin neticesinde sarsı lmış olan Mustafa Kemal, destek ve yardımları için çevresindekilere yöneld i . Kazım Karabekir hemen her şeyin kendisine bağl ı olduğu çok önemli bir şahsiyetti . Kazım Karabekir' in artık bir sivilden başka bir şey o�mayan Mustafa Kemal'e destek vermesi durumunda, Mustafa Kemal' in elinde geleceğe umutla bakması iç in hala bir neden olacaktı. Artık yaslanabileceği askeri b ir dayanaktan yoksun bulunduğu böyle bir durumda Kazım Karabekir' in kend isin i yüz üstü bırakması ise, onun yurdunun kurtarıcısı hal ine gelme konusunda sahip olduğu tüm düşünce ve umutların sonu anlamına gelecekti. Mustafa Kemal, Rauf'un da bu lunduğu odada bir aşağı bir yukarı g id ip geliyor, Kazım Karabekir' i n tutumunun ne olacağın ı derin b i r merak içinde bekl iyordu . Ansızın, Kazım'ın yolda kendis in i karşılayan süvari b irl iğ in in başında şehre g i rmek üzere olduğu haberi geldi . Mustafa Kemal ve maiyeti kritik anın gel ip çattığ ın ın bi l incindeydiler. Askeri karşılama tören i durumu daha da d ramatik kıl ıyordu . Süvari bir l iğ i binanın önüne kadar geldikten sonra durup Kazım'ı selamlad ı . Buna askeri selamla karşı l ık veren Kazım, Mustafa Kemal'e h itaben şunları söyledi : "Emrinizdeyim Paşam" (Aydemir 1 969, 2 . Cilt, s . 1 08).
Dağ Başını Duman Almış
Mustafa Kemal, Kazım Karabekir'i kucakladı, iki yanağından öptü . Belirsizl iğin yol açtığ ı kriz sona ennişti . Kazım Karabekir' i n resmen destek beyanında bulunmuş olmasıyla birl ikte, ikisi arasında bir kuşku ve güvensizlik olduğu yolunda söylentiler vard ır.78 Gerek Mustafa Kemal, gerekse Kazım ulusunu korumaya kararlı vatansever insanlardı . Bununla birl ikte, her ikisi de Osmanlı ordusunun geleneksel değerleriyle yetişmişlerdi . Padişaha karşı isyana kalkışmak, yaşanan son gelişmelere kadar ikis inin de akıllarından bile geçiremeyecekleri bir fikird i .
Mustafa Kemal artık bir siviidi ve bu yeni konumuna 'uygun olarak sivil giysiler giyiyordu . istifa ettiği gün yeni emir eri Ali'ye bir miktar para vermiş, kendisine sivil giysiler alması için onu şehre göndermişti. Ali siyah yelek, ceket, pantolon ve bir fes alarak geri döndü . Ali'n in getirdiği fes i küçümseyip bununla alay eden Mustafa Kemal (Oranl ı 1 967, s.23), ondan kuzu postundan bir kalpak bulmasını istedi; kalpak, yı l lar sonra Türk u lusu batı l ı giyim tarzını benimseyinceye kadar, Mustafa Kemal ' i karakterize eden öğelerden biri olacaktı. Onun sivil giysilerle askeri ün ifor-. ması içinde olduğu kadar yakışıklı göründüğü söylenir. Buna rağmen, sivil g iyinmeye başladığı i lk günlerde, Mustafa Kemal insanların önüne çıkmaktan kaçın ır bir tutum sergi led i . Kazım Karabekir' in desteğiyle bu sıkıntılı ruh hal inden sıyrılan Mustafa Kemal, gözünü en azından o an için umut vaat eden geleceğe dikti .
78 Kazım Karabekir, askerleri arasından Ali isminde bir askeri Mustafa Kemal'e emir eri olarak seçti. Genç Ali daha önce Enver'e hizmet etmişti. Ali emrine girmek üzere Mustafa Kemal'in huzuruna ilk çıktığında Mustafa Kemal onu tanımış ve Ali'ye hemen odadan çıkmasını söylemişti. Ancak, Mustafa K!!mal, Kazım Karabekir'in duruma müdahale etmesinden sonra A1i'nin kendi emir eri olmasını kabul etmişti. Ali, Mustafa Kemal'in sadık bir neferi ve hayranı oldu. Ali daha sonraki yıllarda Erzurum'da yaşanan o günlerle ilgili anılarını aktarırken, Kazım Paşa'nın kendisinden Mustafa Kemal'in hizmetine girmesini emrettikten sonra, Mustafa Kemal'in faaliyetleriyle ilgili olarak kendisine bilgi aktarmasını da istediğini söyler. Bkz., Oranı! 1 967, s. l S.
BÖlüm 1 2
SiYASAL DiRENiş
S tatüsü sivil konumuna indirgenmiş olan Mustafa Kemal, artık kendi öz kaynaklarına güvenmek, ulusu kurtarma gö
revini yerine getirebilmek için kendi kişil ik yapısının gösterdiği yolda ilerlemek zorundaydı . Kuşkusuz, onunla aynı amacı paylaşan diğerleri de vard ı; biz, bu kişilerin u lusal mücadelede bir rol oynama isteklerin i belirleyen etkenlerin Mustafa Kemal' inkilerden farklı olduğu varsaymanın yanlış olmayacağı kanısındayız.
Aslında, Erzurum'daki Kazım Karabekir' in ya da Ankara'daki Ali Fuat' ı n bağımsızlık hareketine öncü lük etmeleri bütünüyle akla yakın bir şey olurdu, çünkü her ikisi de. emirleri altında bulunan askerlere sah ipti. Dahası, yine her ikisi de Mustafa Kemal'den daha önce istanbul'dan ayrı l ıp Anadolu'ya geçmişlerdi . Yirminci Kolordu komutanl ığına atanmış olan Ali Fuat 1 9 1 9 yıl ı Mart ayında Ankara'ya gelmiş ve bu bölgenin u lusal savunması için planlar hazırlamaya başlamıştı. Kazım Karabekir, aynı yıl ı n Nisanı 'nda hala on sekiz bin askeri olan On beşinci Kolordu komutanlığını üstlenmek için Erzurum'a gitmişti. Çeşitli bahaneler uydurarak ordusunun si lahlarını Anlaşma Devletleri'ne teslim etmemesini sağlamayı başarmıştı. Birlikleri iyi teçhizatlanmış askerlerden oluşuyordu ve Birinci Dünya Savaşı sırasındaki başarıları dolayısıyla bölgede dikkate değer bir üne sahipti . Mustafa Kemal ise zayıf bir konumdaydı. istanbul'dan ancak Mayıs ayında ayrıımıştı ve komutasında tek bir asker bile yoktu. Bir ordu müfettişi olmakla birl ikte, gerçekte bir asi subay durumundaydı .
Aslında padişah Mustafa Kemal' in tutuklanması için Kazım Karabekir'e çeşitli telgraflar göndermiş, ancak Kazım Karabekir bunlara uymamıştı. Böylece, Mustafa Kemal liderliği kendi eline geçirdi.79
7. Mustafa Kemal'in etrafındaki önemli kişilerin onun liderliği üstlenmesine neden destek verdikleri başlı başına ilginç bir araştırma konusu olabilir. Özetle, Mustafa Kemal kendini savaş alanında kanıtlamış bir komutandı. Ayrıca, Birinci Dünya Savaşı'ndan gerçek bir Türk kahramanı olarak çıkmıştı ve benzeri bir şöhrete sahip olan tek kişi Hamidiye kahramanı olarak anılan Rauf (Orbay) idi. Ancak bunun yanı sıra, Mustafa Kemal'in kişilik yapısı bu konuda merkezi bir rol oynadı. Ulusun kurtarıcısı olacağından emindi ve sürekli olarak "büyük örgütçü' rolünü oynadı.
Siyasal Direniş _
Askeri okul günlerinden beri sahip olduğu düşlerini gerçekleştirme, ülkesinin kurtarıcısı olma fı rsatı ayağına gelmişti -ya bunu başaracak ya da yenilgiye uğrayacaktı. Bazı araştırmacılar, Mustafa Kemal' in Erzurum'da yaşadığı ve Kazım'ın kendisine destek vaadi sayesinde üstesinden geldiği açmazı, onun herkesin üstünde bir yere gelebilme tutkusu açısından belirleyici öneme sahip kritik bir aşama olarak değerlendirirler.
Dü rüst, bi ldiği doğrudan şaşmaz, tepeden tırnağa tam bir Osmanl ı askeri olan ve ayrıca asi l , uyumlu bir kişi l ik yapısına sah ip bulunan Kazım Karabekir, Mustafa Kemal için gerçek bir cankurtaran simidi olmuştu . Kaz ım Karabeki r' in Mustafa Kemal ' i harekete geçirip onu motive eden psikoloj ik faktörler konusunda bir fikre sahip olması bize pek muhtemel görünmüyor; fakat, Kazım Karabeki r' i n doğu bölgesinde sah ip olduğu sayg ınl ığ ın arkadaşının önünü açan bir işlev gördüğü kesindir.
Mustafa Kemal ' in Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi Yürütme Komitesi 'nin başkanl ığına seçilmesi, ordudan istifa etmesinin onun unutu lması an lamına gelmeyeceğin in açık bir kanıtı oldu. Daha önemlisi, bu, Mustafa Kemal' in 23 Temmuz'da Erzurum'da başlayacak olan Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetlerin in kongresine katılmasına olanak veren sürecin i lk önemli adımıydı . Erzurum delegasyonundan iki delege, yerlerin i Mustafa Kemal ve Rauf Orbay'a bırakabilmek için delegelikten istifa ettiler. 54 delegenin katı ldığı Erzurum Kongresi bir okulun sınıflarından birinde başladı. Mustafa Kemal oybirl iği i le kongreye başkan seçi ldi .
Osmanlı imparatorluğu'nun doğu i l lerin in toprak bütünlüğüne yönel ik tehditlere karşı önceden bir tepki nitel iği taşıyan Erzurum Kongresi, siyasal açıdan öneml i bir anlama sah ipti . Yabancı azınl ıklarla yabancı devletler arasındaki muhtemel bir ittifakın beraberinde getireceği teh l ikelere karşı b ir tepki olarak, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Müdafaa-ı Hukuk cemiyetleri kuru lmuştu . izmir' in Yunanlı lar tarafından işgal i , yerel Türk gruplarını -ve kendi mi l l iyetçi ideal lerini her şeyin üstünde tutan d iğerlerini- sağlam bir örgütsel yapı kurmak üzere harekete geçmeye iten son gelişme oldu. Bu gruplar kendi toplantı ve kongrelerin i Erzurum Kongresi'nden önce gerçekleştirmişlerdi, fakat şimdi, Kazım Karabekir' in komutanı olduğu kolordunun askeri gücünden dolayı, hareket giderek daha istikrarlı ve güçlü bir yapıya kavuşuyordu.
Ölümsüz Atatürk
Mustafa Kemal, kongre başkanı olarak, direniş hareketinin siyasal yönelimlerini bel irleyecek bir konuma sahipti .
Mustafa Kemal' in, Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmasına karşı çıkmas ına rağmen bölgede yaşayan Türkler bu konuda onu kuşkuyla karşı l ıyorlard ı . En nihayet Mustafa Kemal istanbu l'dan gelmişti ve bölgeye pad işahı temsilen gelen insanlar yöre sakinlerine karşı pek an layışlı, on ları koruyup kollayan bir tavırla yaklaşmazlard ı . Yöredeki Türklerin -ayrıca Kürtlerin ve Lazların- çıkarlarını çiftçi ler, zanaatkarlar, d in adamları ve aşiret reisieri temsil ediyorlardı . Bölge insanlarından bazıları ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin üyesiyd iler. Bunlar doğal olarak Mustafa Kemal'e d iş bil iyor, onu bir muhalif o larak görüyorlard ı . Erzurum Kongresi, Erzurum ve çevre halkın ın gözünde, Ermeni lere karşı direnişin güçlenmesi, si lahların elde tutu lması, bölgede düzen in yeniden sağ lanması gibi amaçları gerçekleştirmeye yönel ik yerel bir olay id i . Bölge insanının gündeminde pad işah/hal ifeye karşı isyan gibi bir girişim yoktu . Onların soruna yaklaşımının farkında olan Mustafa Kemal, padişaha karşı açık bir isyan içinde görünmekten kaçındı . Kendisini, halka, yabancı işga l i altında olan istanbul'daki padişahı yabancı devletlerin kötü etki lerinden korumaya çalışan biri olarak sundu . Dahası, dindarl ık gösteri lerinde bulundu. Kongre, yüksek mevkide bulunan din adamlarından birinin dualarıyla açıldı ve Mustafa Kemal konuşmasını Türk ulusunun, padişahlığın ve halifeliğin gönencini dileyen dualarla tamamlad ı .
Meşrutiyetin 1 908 yıl ında yen iden i lanının yıldönümünde toplanmış olan Erzurum Kongresi, padişahın ayrıcal ıklarına karşı geniş ölçekli bir tehdidin parçası olarak görüldü. Sadrazam tüm ülkeye yönelik bir emir yayınlayarak bu tür kongrelerin önlenmesini istedi . Erzurum Kongresi, istanbu l'daki telaşı yatıştırmak için padişaha ve sadrazama birer telgraf yollayarak padişahın haklarına zarar verici bir eylem içinde olmadığın ı bildirdi.
Kongre bunu izleyen iki hafta boyunca kendi işleriyle meşgul oldu; buna karşın, oturumlar bir hayli tartışmalı geçiyordu . Kongre üyeleri arasında tam b i r karşı l ıkl ı güven yoktu. Ayrıca, istanbul ile bağları olan ve geçimi bu bağların korunmasına bağlı olan bir grup vard ı . Paris'te Osmanlı lara dayatılan ağır koşullar nihai olarak bu mil liyetçilik karşıtı g rubun gücünü zayıflatacak
Siyasal Direniş
olmakla birlikte, grup Erzurum Kongresi sırasında konumlarına sıkı sıkıya bağl ı kaldılar. Buna rağmen, söz konusu grubun gücü, kongrenin daha sonraları Misak-ı Mi l l i olarak an ılacak önemli bir belgeyi yayımlamasını engellemeye yetmedi. Bu belge şu kararları içeriyordu: Osmanl ı "sın ırlarının" (yani imparatorluğun Mondros Ateşkesi sırasında üzerinde Türklerin yaşadığı toprakları) korunması ve dokunulmazlığı, geçici bir hükümetin kurulması için seçim yapı lması, imparatorluk içinde yaşayan azınl ıklara daha önce tanınmış ay�ıca l ıkların iptali , dolaylı bir yoldan Türklerin kendi kaderlerin i tayin hakkı üzerinde ısrar edi lmesi. Kongre bundan sonra dokuz üyeli bir daimi komite seçti. Mustafa Kemal komitenin üyeleri tarafından bu komitenin başkanl ığına getiri ldi .
Damat Ferit Paşa, Paris Konferansı'nda çok si l ikti. Sergilediği tavır, u luslararası mahkemenin sanık kü rsüsündeki bir suçlunun tavrı gibiyd i . Damat Ferit, Osmanl ı Tü rkiyes in in savaşa g irmesinin bir suç olduğunu söyled i . Osmanl ı halkın ın savaş sırasında bir dizi suç işlemiş olduğunu kabul ettiği anlamına gelen açıklamalarda bulundu ve bütün bunlardan ittihat ve Terakki Cemiyet; üyelerini (l iderleri) sorumlu tuttu. Osmanl ı imparatorluğu'nun parçalanmasına iz in verilmesi durumunda Ortadoğu'nun karışacağ ın ı, söz konusu bölgede barış ve istikrar umutların ın tamamen kaybolacağını ileri sürdü .
Fransız Başbakanı Clemenceau Damat Ferit Paşa'n ın konuşmasına sert, acımasız bir karşı l ık verdi . Türklerin kendi gözünde barbar bir halk olduğunu ifade eden elemenceau, Osmanlı sadrazamını ü lkesine eli boş gönderdi . Damat Ferit'in konferansta ki tavrına i l işkin bilgiler E rzurum'a u laştı ve Mustafa Kemal cephesini güçlendird i . Padişah hükümetinin Türk u lusunun çıkarlarını savunup savunmayacağı sorusunun yanıtı her geçen gün daha da netleşiyordu .
Misak-ı Mi l li çerçevesinde ifade edilen Erzurum Kongresi kararları, Osmanl ı imparatorluğu'nun doğudaki altı i l in i kapsıyordu . Mustafa Kemal'in şimdiki isteği bu kararları vatanın bütünü için geçerli hale getirmekti; buna olanak sağlamak üzere Sivas'ta bir kongre toplandı . Mustafa KemaL, Erzurum Kongresi Daimi Yürütme Komitesi Başkanı sıfatıyla Sivas'taki kongre için gerekli hazırlıklara girişti. 29 Ağustos'ta Sivas'a g itmek üzere Erzurum'dan ayrıldı ve 2 Eylü l'de Sivas'a vardı . S ivas valisi, Mustafa Kemal'in şehre gelişinden tedirginl ik duymasına karşın, gönülsüz
Ölümsüz AtatÜrk
de olsa onu şehir g iriş inde karşıladı ve Mustafa Kemal' in gelişine yönelik kutlama ve gösterilerin yapılmasına izin verd i .
Sivas Kongresi, Mustafa Kemal' in umduğu ölçüde büyük b ir başarı olmadı . iki yüz delege davet edilmiş olmasına rağmen, 4 Eylü l'deki açıl ış törenlerine katılan delegelerin sayısı yalnızca otuz dokuzdu . izmir ve çevresi nde süren çatışmalar bu bölgeden delegelerin S ivas Kongresi'ne katı l ımını engellemişti; aynı durum ingi l izlerin, Fransızların ve italyanların elindeki bölgeler için de geçerliydi . Mustafa Kemal' in maiyetin in toplam delegelerin yaklaşık üçte birini oluşturduğu Sivas Kongresi, Mustafa Kemal'in tavrına giderek daha da yakınlaşanların kaygı ve amaçlarını yansıtıyor olmakla birl ikte, ulusun tamamını temsil ediyor olmaktan uzaktı. Mustafa Kemal'in kongre başkanlığına seçilmesinin ard ından Erzurum Kongresi kararları kabul edild i . Üç delege Mustafa Kemal' in başkanlığına karşı oy kullanmıştı, fakat bu bir muhalefet hareketinin başlangıcına işaret eden bir durum deği ldi . Erzurum'da olduğu gibi bu kongrede de başkan yardımcıl ığına seçilmiş olan Rauf Orbay, aşırı otokratik bir görünüm oluşabiIeceği end işesiyle, Mustafa Kemal ' i başkanlıktan çekilmeye ikna etmeye çalışt ı . Rauf Orbay, kongre başkanının dönem dönem değ işmesinin demokratik i lkelere daha uygun düşeceğin i i leri sürüyordu. Mustafa Kemal ise, bütün önemli meselelerde başarıyı getiren unsurun tek kişiden oluşan bir l iderl ik olduğunu öne sürerek liderliğ in birden çok kişi tarafından paylaşı lmasının bir zaaf olacağın ı söyled i .
Rauf Orbay, bu dönemde, Kazım Karabeki r ve Al i Fuat' la birl ikte Mustafa Kemal' in yaşamında merkezi bir yere sahipti . Rauf Orbay, Birinci Dünya Savaşı sonunda bahriye nazı rıyd ı . Ayrıca, 1 9 1 8 Ekimi' nde Mondros'ta imzalanan ateşkes an laşması nın müzakereleri sırasında Osmanl ı tarafını temsil etmişti. i ng i l izlerin verdikler i söze sad ık kalacağından kuşkusu yoktu . Sonraları istanbul'da Mustafa Kemal' le işbirliği içine girdi ve aralarında kararlaştırd ıkları gibi Samsun'a onunla birlikte gemiyle değil, karadan ulaştı. Böylece, birinci elden -özellikle izmir' i n Yunanlılar tarafından işgal i ve bunların iç kesimlere doğru ilerlemeleri konusunda- Mustafa Kemal için çok önemli bilgiler topladı. Ankara'da Ali Fuat ile buluştu; ardından bu ikisi Amasya'da Mustafa Kemal'le bir araya geldiler. Rauf Orbay bu yeni, dinamik liderin
Sıyasal Direniş
safında kaldı, ancak onunla kendisi arasında sessiz bir rekabet gelişmeye başlamıştı .
Soğuk, sessiz bir adam olan Rauf Orbay, pek çok yerde bulunmuştu. Danzig şehrinde gemi mühendisl iği konusunda öğrenim görmüş, demokratik toplumları yakından gözleme şansı bulmuştu. Mustafa Kema l dışında Birinci Dünya Savaşı'ndan yeni lg i yüzü görmeden çıkan tek askeri komutan Rauf Orbay'dı ve kend i açısından ulusal davanın liderl iğinde aday olduğunu düşünüyordu . Aynı zamanda, Rauf Orbay, kişi l ik yapısı nedeniyle Mustafa Kemal' in l iderlik gibi en üst düzeyde yer alan bir konumu başkasıyla paylaşmaya yanaşmayacağını sezmiş olmal ı . Böylece, Rauf Orbay, bir süre için mevcut durumu kabullendi ve kendisini buna uydurdu.
O günlerde Mustafa Kemal' in en yakınındaki insanlardan b i ri de Arif'ti . Arif, Bandırma gemisinde onunla bir l ikte istanbul 'dan Samsun'a giden grup içindeyd i . i kisi arasındaki i l işki olağanüstüydü . Mustafa Kemal, Arif'le olan i l işkisinde mesleki kiş i l iğ ini bir yana bırakırd ı . Arife ikiz kardeşiymiş gibi davran ır, onunla hemen tüm umut ve kaygı larını paylaşırd I . Her ikisi de üzerinde her zaman bir tabanca bulundurur, uyku esnasında birbirlerine nöbetçi l ik yapariardJ . Arif, Mustafa Kemal için hem yakın bir arkadaş, hem de onun koruması durumundaydl . Daha önemlisi, Mustafa Kemal' in dert ortağı olarak, onun şimdi karşı karşıya bulunduğu yeni tehlikelere yönelik duygusal tepkis in in boşalmasını sağlayan bir işlevi de vardı .
Ulusal mücadelenin i lk yıllarında Mustafa Kemal ' in yakın çevresindeki halkayı tamamlayan son isim, gemiyle istanbul'dan Samsun'a geçtiğ i sıra onun yanında bulunan Refet id i . Son derece görgülü, kibar bir i nsan olan Refet, d ışarıdan bakıld ığında yanı ltıcı olabil ird i . Bir deri 'bir kemik görü nümüne karşın son derece enerj ik, olağanüstü kurnaz bir insandı. Bazıları, onun Mustafa Kemal' in zekasının inceliklerin i kavrayabileceğine kuşkuyla bakıyor, bazıları ise onun ulusal davaya katı l ımını, ideoloj ik nedenlerden ziyade hırsl ı oluşuyla açıklıyordu, ancak tartışma götürmez cesaret ve zekasıyla Mustafa Kemal' in hizmetindeydi .
Mustafa Kemal' in olabildiğince çok sayıda cesur ve sadık insana ihtiyacı olduğu çok açıktı. Erzurum Kongresi, M isak-ı Mi l li'yi yaratmıştı. Sivas Kongresi ise manda fikrinin, özel olarak Ermenileri n yaşadığı toprakları, hatta Arapların yaşamakta olduğu Osmanlı imparatorluğu'na ait toprakları, dahası Anadolu ve istan-
Ölümsüz Atatürk
bul'u kapsayacak Amerikan mandasının tartışı ldığı bir kongreydi . Manda fikri giderek artan sayıda insanın desteğ ini kazanıyordu . ismet, bu fikri zamanın modası olarak görüyordu .
istanbul'da, Halide Ed ip (Adıvar), Amerikan mandasından yana olan vatanseverlerden biriyd i . O ve d iğerleri, işgal kuvvetlerine karşı fiziksel güce dayalı bir mücadelenin umutsuz olduğunu düşünüyorlardı ve Türk u lusunun parça lanmasından sakınmanın bir yolu olarak umutlarını Amerikan mandasına bağlamışıardı. Halide Edip, manda konusundaki düşüncelerini bi ldirmek için Sivas'ta bu lunan Mustafa Kemal'e bir mektup yazd ı . Louis E. Browne'nın Chicago Daily News gazetesinin muhabiri olarak Sivas Kongresi'ne katı lmasın ı sağlad ı . Gerçekte, Browne, Başkan Woodrow Wilson tarafından manda sorunu konusunda araştırma yapması ve Osmanlı imparatorluğu'nun eski Arap toprakları üzerinde bir Amerikan mandasının olanaklarını yerinde incelemesi için atanmış olan King-Crane Komisyonu'nun bir üyesi olan Charles Crane'i temsil ediyordu . Manda fikrine karşı olmakla birl ikte, Mustafa Kemal, Browne ile görüşmeyi kabul etti. Browne'a, ekonomik ve sosyal nitelikteki Amerikan yardımlarını kabul etmeye hazır olduğunu, ancak siyasal anlamı olacak bir yard ım istemediğini bildird i . Türkiye, hükümetin in çaresiz bir durumda olduğunu gösteri r bir biçimde, yabancıların yardımına ihtiyaç olduğunu kamuoyu önünde itiraf edemezdi .
Mustafa Kemal, manda meselesinin yanı sıra, Sivas Kongresi çalışmaların ı baltalamak için çeşitli entrikalara başvuran istanbul hükümetinin g i rişimleriyle de uğraşmak zorundayd ı . Bu entrikalardan bi ri, daha önce şehre vardığı gün Mustafa Kemal' i tutuklaması iç in Sivas'a gönderi lmiş olan Ali Galip aracı lığ ıyla gerçekleşti rilecekti . Şimd i Erzincan va l is i olan Ali Galip'e Sivas'a gitmesi ve Kürtlerden kuru lu büyük b i r askeri kuvvetin yard ımıyla Mustafa Kemal ' i gözaltına alması emredi ld i . Ali Gal ip' in yanında, Kürtlerle i lg i l i olarak bir tür Lawrence of Arabia rolü oynamaya g i rişmiş i ngi l iz b inbaşı E .W.C. Noel vardı .
Mustafa Kemal'e sadık mi l liyetçi askerler, Al i Galip' i Malatya dolaylarındaki dağlara kaçmak zorunda bıraktılar. Ali Galip, arkasında, Mustafa Kemal' i ve u lusal hareketi bastırmaya yönelik bu girişimde padişah hükümetinin rolünü açığa çıkaran belgeler bıraktı. Binbaşı Noel, Türk askerlerin korumasında Osmanl ı s ınırına götürüldü ve burada i ngi l iz kuvvetlerine katı lmasına izin veril-
Siyasal Direniş
d i . B inbaşı, Anlaşma Devletleri' n in u lusal muha lefeti ezme g i rişimierinde padişahla işbirl iğ i yaptığın ın canl ı bir kan ıtıyd l .
Mustafa Kemal, bu olayı, Damat Ferit Paşa'n ın sadrazaml ığ ın ı itibarsız kı lmak için kul land ı . Sonraları, Mustafa Kemal, bazı belgeleri ortaya koyduktan sonra şun ları söyleyecektir :
"Efendiler, Ali Galip teşebbüsünün, padişahm ve Ferit Paşa hükümetinin ve ecanibin müşterek bir teşebbüsü olduğuna, arz ettiğim vesaika muttali olduktan sonra, şüphe ve tereddüt edenler kalmaz, zannederim. Bu hıyanetin, müşterek müteşebbislerine karşı, almması lazım gelen vaziyet sarihtir. Ancak mukabil teşebbüste mümkün olduğu kadar cephe hücümündan sarfı nazar etmek, o günün icabatı olmakla beraber teşebbüs kuvvetini muhtelif hedeflere tevcihten içtinaben bir noktada temerküz ettirmek, muvafıkı ihtiyat idi. Biz de, hedefi taarruz olarak yalnız Ferit Paşa Kabinesini tesbit ettik ve padişahm zimethal olduğunu bilmemezlikten geldik. Ferit Paşa Kabinesinin, padişahı hakayikten haberdar etmeyip iğfal etmekte olduğu tezini tuttuk. Padişah, vaziyetten agah olduğu takdirde derhal kendisini iğfal edenlere layık olduklan muameleyi tatbik edeceğine emniyetimiz olduğunu ileri sürdük. . . " (Atatürk 1 927, s . 1 1 9) . Siyaset alanına telgraf hatları a racılığ ıyla katılan Mustafa Ke
mal, günün önemlice bir bölümünü Sivas telgrafhanesinde telgraf başında geçiriyordu. Mustafa Kemal' in Ali Galip olayıyla i lgi l i mesaj ın ı göndermesinden kısa bir süre sonra, istanbul'a Damat Ferit' in istifa etmesini isteyen binlerce telgraf yağdı . Bir ara, Mustafa Kemal, Damat Ferit'in temsilcilerinden biriyle telgraf başında bir "sohbet"e girişti. Damat Ferit'i temsilen d iyalog kuran bu insan, Mustafa Kemal'i padişahın seçeceği üçüncü bir kişinin eşliğinde sadrazamla görüşmeye i kna etmeye çalıştı, ancak bunu başaramadı. Mustafa Kemal, sadrazarnın kabinesin in halkla padişah arasına g ird iğini savundu. Damat Ferit'i, ü lkenin bütününün onun "yasadışı" kabinesiyle i l işkilerini keseceği konusunda uyard ı . Bir ara, istanbul böylesine sert, haş in mesaj ları kabul edemeyeceğini bi ldird i . Yukarıdan bakan tavrın ı devam ettiren Mustafa K�mal, mesaj la rın ın gerekli yerine i letilmemesi durumunda istanbul i le Anadolu arasındaki tüm telgraf hatların ın kesileceği uyarısında bulundu.
Ölümsüz Atatürk
Mustafa Kemal, Damat Ferit'e hücum ettiği bu uzun telgraf müzakeresi sırasında, karşı tarafa, kendi leriyle kongre başkanı olarak kongreyi temsilen muhatap olduğunu bildirdi, gerçekte ise kendi başına hareket ediyordu . Bir keresinde, Kazım Karabekir kendisine Sivas'tan gönderilen mesaj ların ve genelgelerin kimi zaman Hey'et-i Temsiliye kimi zaman ise yaln ızca Mustafa Kemal imzası taşıdığ ın ı söyleyerek bu durumdan yakındı. Kazım Karabekir, mesaj ve genelgelerin yalnızca Mustafa Kemal imzasını taşımasının kendisini en çok seven ve sayan kişiler arasında bile eleştiri konusu haline geldiğ in i söyleyerek arkadaşını uyardı . Ne var ki, Mustafa Kemal' in demokratik incelikleri yerine getirmeye ayıracak zamanı yoktu; bir lider olarak dizginleri s ıkı sıkıya elinde tutuyor, d iğerlerinin yardımına veya önerilerine ihtiyaç duymadan amaçla rın ı gerçekleştirmeye çalışıyordu.
Mustafa Kemal' in Damat Ferit'e karşı g i riştiği saldırı başanya u laştı; sadrazam ve hükümeti 2 Ekim'de devri ldi . Damat Ferit' in yerine, daha tarafsız siyasal düşüncelere sahip bir general getirildi. D r. Volkan, 1 974 yıl ında telgrafhanelerde çalışan yaşlı kişilerle yaptığı görüşmelerde; bu insanların, aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen, o gün lerde (ve sonraları bağımsızlık savaşı boyunca) Mustafa Kemal'e yardım etmiş olmaktan hala açıkça gözlenir bir gurur duyduklarını gözlemled i . Bazıları, canlarını tehl ikeye atarak korudukları telgrafhal\ede hiç uyumadan uzun saatler, hatta günler geçirdiklerin i söyled iler. Ülkede- hala padişaha sadık insanlar vardı ve telgrafhaneler mil l iyetçilere muhalif güçlerin saldırısına uğrama tehl ikesiyle karşı karşıya bulunuyorlard ı .
Bu telg raf memurların ın ve diğerlerinin fedakarlıkları yavaş yavaş sonuç vermeye başlıyordu . Damat Ferit Paşa kabinesinin yerine kurulan yeni hükümetin başında, başlang ıçta uzlaşmacı bir tavır sergilemiş olan Ali Rıza Paşa vard ı . Çalışmalarını 1 1 Eylül'de tamamlayan Sivas Kongresi, yeni meclis için derhal seçimlere gidilmesi talebinde bulundu. Ali Rıza bunu kabul etti, ancak yeni meclisin istanbul'da toplanmasında ısrar ederek Mustafa Kemal' in meclisin Anadolu'da bir yerde toplanması arzusu na karşı çıktı.
Mustafa Kemal ile Ali Rıza hükümeti arasındaki görüş ayrı l ıkların ın pek çoğu Amasya'da müzakere edildi (Bahriye Nazırı Salih Paşa bu müzakerelerde Ali Rıza Paşa'yı temsil ediyordu) . Amasya'ya doğru yola çıkı ldığında durum bel i rsizl iğ in i koruyor, müzakerelerin ne getireceği bi l inmiyordu; ancak Mustafa Kemal
..202.
Siyasal Direniş
Amasya'da büyük bir kişisel başarı elde etti . Müzakerelerin tamamlanmasından sonra Mustafa Kemal şehirde eğlenceler düzenlenmesini istedi . Amasya halkı, Mustafa Kemal ' in özellikle çok hoşlandığ ı bir güreş gösterisi için şehir meydanında topland ı . Eğlencelere at yarışıarı ve cirit oyunuyla devam edi ld i . Bu gösteriler, şehir halkına, varlıklarıyla görkemli, heyecan l ı bir kalaba l ığın toplanmasın ın güvencesi olan çığırtkanlar aracı l ığıyla duyuruldu. Davul ve zurna eğlencelere ayrı bir heyecan ve renk attı . O akşam yaşanan her şeyin merkezinde Mustafa Kemal vardı .
Amasya'ya gelen Osmanlı bahriye nazırına bazı i ng il iz subay ve askerleri eşl ik ediyordu; bunlar Amasya'da hiç beklemedikleri bir sürprizle karşı laştılar. Av tüfekleri ve sopalarla si lahlanmış bir grup köylü ingi l iz müfrezesinin üzerine çu l landı ve onları "tutukladı". E lleri arkalarından bağlanmış ingi l iz askerleri Mustafa Kemal'in ve misafirlerin huzuruna çıkarıldı, i ngi liz askerlerin in komutanı olan subaylar da misafirler arasındaydı. Köylülerin kendisi için hazırladıkları bu özel hediye Mustafa Kemal' i kızdırmış olmalı; Mustafa Kemal "tutuklu" askerlerin hemen sal ıverilmesini emretti . Bu anlamsız olay dahi onun Amasya'da elde ettiği zafere gölge düşü rmedi. Emir erin in söylediğine göre (Oranl ı, 1 967, s.40), kar altında Sivas'a dönülürken Mustafa Kemal u lusal davanın simgesi hal ine gelen "Dağ başını duman almış" marşını söyle, meye başladı .
Bütün ürkütücü lüğüne ve yı ldırıcı l ığına karşın, Mustafa Kemal en önemli dayatmalardan birin i kabul ettirmeyi başaramadı . istanbul'a karşı derin bir güvensizlik ve hoşnutsuzluk duyuyor, yeni meclisin Anadolu'da top lanmasın ı istiyordu . Paradoksal olarak, sadrazamın istanbul üzerinde ısrar etmesi Mustafa Kemal' in en yakınındaki arkadaşlarının da desteğ in i kazanmıştı. Kazım Karabekir, Rauf ve Ali Fuat, Anlaşma Devletleri 'n in meclisi dağ ıtacağ ına, böylece mi l l iyetçi lerin Anadolu'da yeni bir mecl is toplamaları için bahaneye kavuşacaklarına inanıyorlard ı . Sonuçta Mustafa Kemal diğerlerine uydu; Erzurum mebusu seçild i . Ancak, hükümetin mebus dokunulmazlığına iti bar etmeyeceğinden korkan Mustafa Kemal oturumiara katı lmayı reddetti . Uzlaşma arayışı içindeki yeni hükümet, iyi niyet gösterisi olarak ona askeri rütbesini ve askeri nişanlarını iade etti.
Mustafa Kemal, Samsun'a çıkmasını izleyen yedi ay içinde, kendisini ordudan kovan Damat Ferit Paşa hükümetini devirmeyi
ÖlÜmsüz Atatürk
başarmıştı. Bunun yerine, ona rütbes ini ve askeri kahraman olarak sahip olduğu statüyü geri iade etmeye kendisini zorunlu h isseden yeni bir hükümetin ku ru lmasında önemli pay sah ibiydi . Bütün bunlar Anlaşma Devletleri 'n in gözleri önünde olup bitiyordu. Anlaşma Devletleri 'n in istanbul'daki yüksek komiserleri Anadolu'da bir şeyler döndüğünü seziyorlardı, ancak mi l l iyetçi Türklerin kendi leri için bir teh l ike oluştu rmadığı kanısındaydı lar. Bunlar, izmir ve dolaylarındaki Yunanl ı lara karşı g i rişi len sald ırı ların örgütlü Türk bir l iklerince değil , yaln ızca bir g rup Türk çeteci tarafından gerçekleştiri ld iğine inan ıyorlardı . Anlaşma Devletleri, Biri nci Dünya Savaşı 'n ın yıpratıcı l ığından sonra bir barış özlemi içinde olmalarına karşın, isted ikleri an Yunan kuwetlerin in zafere ulaşmasın ı sağlayabi leceklerini düşünüyorlard ı . Ne var ki, 28 Haziran 1 91 9'da imzalanan Versailles Antlaşması barış müzakereleri sürecini sonuçlandırmadı . Dörtler Konseyi'n in (The Council of Four) yerin i a lan Temsilciler Konseyi, Bolşeviklerin Rusya'daki zaferi, Woodrow Wilson'ın rahatsızlanması, Amerika'n ın daha önce Osmanlı imparatorluğU'nun nüfuz bölgesi olan topraklarda Amerikan mandasın ın kurulması fikrinden caymasın ın sonucu olarak, daha da yoğunlaşmış olan Ortadoğu'daki düzen sorun larıyla boğuşmaya devam ediyorlard ı .
Barış arayışları, hiçbir zaman Osmanlı imparatorluğU'na karşı savaş i lanında bulunmamış olan Amerika Birleşik Devletleri dışında da sü rdürü lebilird i . Dolayısıyla, ABD Türkiye i le bir barış anlaşması imzalamak durumunda deği ldi . Süreç içinde, Lloyd George, Fransa ile Anadolu'daki i ngil iz varlığını azaıtacak bir uzlaşma arayışına girdi . 1 9 1 9 yıl ının Eylü l ayında ingi ltere i le Fransa arasında bir anlaşmaya varıldı; buna göre, Suriye ile Ki l ikya Fransızlara veri lecekti . Buna karşı l ık, Fransa, Musul ile Kürdistan'daki çıkarlarından vazgeçecekti. Bu anlaşma Fransa'nın Ermeni lerin sorunlarına olan i lgisini azaltırken, ingi l izlerin Kürtlere olan i lgisi aynı düzeyde devam ediyordu . Mustafa Kemal, kendisine bağl ı askerlerle Binbaşı Noel' i göza ltına al ıp onu sınıra kadar götürerek, ingi l izIerin Güneydoğu Anadolu nüfusunun önemli bir bölümünü teşkil eden Kürtlerin işlerine karışması karşısında duyduğu memnuniyetsizl iği dolaylı olarak di le getirmişti . Kil ikya'daki Fransızlar, kısa bir süre sonra, Mustafa Kemal' in Türk topraklarındaki daimi Fransız varlığ ından duyduğu öfkenin gazabına uğrayacaklard ı .
BÖlüm 1 3
ANADOLU ÜZERiNDE PARıLDAYAN GÜNEŞ
G üvenlik sorununu her zamankinden fazla dikkate almaya başlayan Mustafa Kemal, faal iyetlerin in merkezini bir baş
ka yere kaydırma zamanının geld iğinin farkındaydı . Hiç görmemiş olmasına karşın, Ankara'nın bu açıdan çok uygun bir şehir olduğu kanısındaydı . Ankara halkı, u lusal davaya olan bağl ı l ığ ıyla bil iniyordu. Ana demiryolu hattı üzerinde bulunması, şehri i letişim ve u laşım açısından çok avantaj l ı bir konuma getiriyordu . istanbul ya da Karadeniz yönünden gelebi lecek bir saldırıya karşı yeterince korunma sağlayacak kadar içeride olmakla birl ikte Ankara, öngörülen askeri faaliyetlerin merkezinde yer al ıyordu.
22 Aral ık günü Mustafa Kemal ve beraberindeki ekip üç büyük karavanla S ivas'tan Ankara'ya doğru yola çıktı. Yol masrafları tam zamanında, o sabah bir bankadan -alınan borçla karşılanacaktı. inanç ve heyecan dolu bu küçük topluluk, maddi yönden berbat bir durumdaydı . Mustafa Kemal ekonomik meselelerle uğraşmaya pek a l ışkın değild i, ancak kendisinin ve dava arkadaşların ın ihtiyaçlarının bir şekilde karşılanacağına inan ıyordu. Onun bu tavrı, sah ip olduğu kişilik yapısıyla uygunluk içindeydi .
Ankara'ya doğru i lerleyen ekip Kırşehir'de coşkulu b ir kalabalık tarafından karşılandI. Şehir halkı bir fener alayı düzenlemişti . Gelenlere yönelik övücü konuşmalar yapı ldı . Bundan çok etkilenen Mustafa Kemal, Namık Kemal'in bir şi irin i biraz değiştirerek yorumladı: Bu u lusun bağrından çıkmış bir Kemal (Namık) şöyle söylemişti: «Vatanın bağrına düşman dayamış hançeri yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini». Yine bu u lusun bağrından gelen bir başka Kemal ise şunu söylüyordu: «Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini»80 "Kurtarıcı" ve "bahtsız anne" temaları, hem ü lkeyi kurtarma hem de bahtsız annesini mutlu etme amaçlarına u laşacağı şehir olan Ankara'ya doğru yol alırken Mustafa Kemal'in bilinç altında yankılanmış olmalı .
eo Kinross 1 965. s.330. Bkz .• Atatürk 1 952. s.3-4. Kırşehir Konuşması.
· Ölümsüz AtatÜrk
içinde bulunduğu araç 27 Aral ık günü Ankara'n ın doğu eteklerine u laştığında, Mustafa Kema l şoförden aracı durdurmasın ı istedi; i lk kez gÖrdüğü şehre d ışarıdan bakmak istemişti . Rauf Orbay, Heyet-i Temsiliye'n in bazı üyeleri, emir eri, sağlık sorunları nedeniyle yanından hiç ayrı lmayan askeri doktoru Refik Saydam, bu yolcu luk sırasında Mustafa Kemal'e eşl ik eden kişilerdi . Grup şehrin d ışında Al i Fuat tarafından karşı landı; a rd ından şehir merkezine yerleşildi . Aral ık ayın ın sonlarına denk gelen o gün, şehre yakın dağların başı karlıydı, fakat hava açıktı ve gökte pırı l pırı l bir güneş vard ı .
Hem Mustafa Kemal hem de Ankara halkı, bi l incinde olmadan Gelibolu kahramanı ile güneş arasında bir özdeşl ik kurmuştu . O, yükselen, ortalığı ısıtan, sisleri dağıtan bir güneşti. Bir liderin kendi özimgesi ile halk yığ ınları nın o lidere yönelik algı layıŞı arasında d ikkate değer bir örtüşme söz konusuydu . Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelişinden iki gün sonra, şehir gazetesinde Mustafa Kemal'in gelişi şu yorumla veriliyordu:
"Bu gündüzü yaratan güneşin fecri Erzurum 'da doğmuş, Sivas'ta incila ederek (parlıyarak) mil/eti aydinlattı. Her yer o hakikat güneşine kalbini, ruhunu açtı. Türklük alemi baştan başa tek bir nur kütlesi kesildi . . . " (Aydemir 1 969, 2. Cilt, s .20 1 ) . Isaiah Berlin, karizma ile ışık arasındaki yakın i l işki üzerine ka-
leme aldığı kitabında şunları söylüyor: "Bir toplumun bir diğer toplum üzerinde yol açtığı duygusal yaralanmalar, zaman pek çok yarayı sardığı için olsa gerek, her zaman ulusal bir tepkiye yol açmamıştlf. Böyle bir tepkinin oluşması için bir başka faktöre daha ihtiyaç duyulur. Bu, yaralanmış toplumun, ya da siyasal ve toplumsal bir değişimin yerinden ettiği Sinıf veya toplumsal gruplann kendilerini özdeşleştirebilecekleri, etrafında toplanabilecekleri ve kendi kolektif yaşamlarını yeniden inşa edecekleri yeni bir ışık vizyonudur" (Berlin 1 979, s.353). Anadolu'nun gururu incinmiş halkı, Mustafa Kemal'i, bu yeni
vizyonun harekete geçirici unsuru -karizmatik lideri- olarak gördü . 27 Aralık'tan itibaren, Mustafa Kemal ' in yaşamı, Türk ulusu
nun bağımsızl ık mücadelesi ve Ankara'nın yazgısı iç içe geçti. Öyle ki, günümüz Ankarasının Mustafa Kemal' in eseri olduğu
Anadolu Üzerinde parıldayan Güneş
söylenebilir. Onun Ankara'ya geliş nedenlerin in hepsin i bi lemeyiz; fakat, Sivas'ı çok doğuda kaldığı için tercih etmemiş olabil ir . Ankara ile Erzurum arasında kalan S ivas, Mustafa Kemal' in eyleminin merkezi olabi lecek bir yer değildi . Doğu bölgesini Kazım Karabekir'e tesl im edebilir, kendisi daha batıya kayabi l ird i . Dahası, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir i le kendi arasına bir mesafe koyma yan lısıyd l . Daha önce bir d izi telgraf mesajın ın altına kongrenin yürütme kuru lu yerine kendi imzasını atmış olmasını eleştirmiş olan Kazım Karabekir' in kendisiyle içten içe bir rekabet içinde olduğunu h issediyor ve bundan rahatsızlık duyuyordu. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir'den uzak olma isteğ inin bütünüyle bil incinde değildi; fakat, bu istek, onun Sivas'tan ayrılarak daha batıda bir şehir olan Ankara'ya geçmesinde bir dereceye kadar etkili oldu .
Daha sonraları, Ankara'yı üs edinmesinin nedenin i, tehl ike bölgesine -Yunanl ı ların ya da padişahın veya onu istanbul'da temsil eden herhangi bir yönetic inin g irişeceği bir saldırıya- olabi ldiğince yakın olma isteğ iyle açıklamıştır (Atatürk 1 927, s .290). Mustafa Kemal, bir planın örgütleyicisi ve uygulayıcısı konumunda olan insanların fi i l i teh l ike bölgesinin de içinde bulunmaları gerektiğ i inancındaydl . Bu nedenle, Ankara kendisi için uygun bir yerdi .
Mustafa Kemal, Ankara'ya geçti kten sonra, en sad ık taraftarı Ali Fuat' la daha da yakınlaştı. istanbul hükümeti Yirminci KoIordu komutanı olarak onun resmi konumuna son vermiş ve yerine veki l i olan subayı atamış olmasına karşın, Ali Fuat, Ankara ile istanbul arasındaki tüm askerler üzerindeki otoritesini pratikte hala muhafaza ediyordu . Gerek siyasi gerekse askeri alanda Ali Fuat' ın verd iği destek yaşamsal öneme sahip olacaktı.
Ankara, etrafı Anadolu platosuna hakim dağlarla çevri l i çuku r bir a lan üzerinde kurulmuştu r. Bu kitabı yayın ladığımız 1 984 yıl ında Ankara'n ın nüfusu iki mi lyon dolayında idi . Bu zamandan önceki yirmi beş yıll ık dönemde, Türkiye'nin öndegelen şehirlerinin çehresi kırsal kesimden şeh irlere olan iç göç nedeniyle bir hayl i değişikliğe uğramıştı r ve Ankara da bu şehirlerden birid ir. Ankara'n ın dış bölgeleri bugün "gecekondu" adı veri len ve göç sonucu şehre gelen köy kökenli insanların yaşad ıkları mahal lelerle kapl ıd ır. Başlang ıçta altyapı hizmetlerinden tamamen yoksun
ÖlÜmsüz Atatürk
derme çatma evlerden kurulu olan bu mahal leler, bugün su, elektrik ve d iğer olanaklardan yararlanabi l i r duruma gelmiş bulunuyorlar. Bu mahal lelerde erkekler siyah şalvar, kad ınlar ise manto ve h ı rka g iyerler ve yaz da dahi l olmak üzere tüm mevsimlerde üzerlerine şal atarlar . Fakat, Atatürk'ü n başlattığı modern leşme hareket in in mucizesi olan şehir merkezine in i ld iğ inde görüntü tamamen değişir. Ankara'n ın merkezi, sahip olduğu geniş bu lvarları, düzgün yapıları ve birbiri ard ına sıralanan elçi l ik bina larıyla, pek çok Avrupa başkentinde karşı laşı lan genel görüntüden pek farklı deği ldir. Şehrin önde gelen tepelerinden birin in eteklerinde Atatürk'ün kabrinin bulunduğu görkeml i b i r anıt vardı r. Anıtkabir, Türkiye'n in kurtarıcıs ının huzur içinde yattığı güzel, sakin bir mekandır.
Mustafa Kemal, Ankara'yı i lk gördüğünde, şehrin en etkileyici özel l iği, Bizanslı lar zamanında bir çok kez yeniden inşa ed i lmiş, 1 073'te şehri fetheden Selçuklular tarafından sık sık onarı lmış Ankara Kalesi id i . Osmanl ı lar Ankara'yı 1 354'ten beri elde bulunduruyorlard ı . 1 91 9 yı l ında Ankara ve yakın çevresin in toplam nüfusu ya ln ızca ikiyüzbin dolayındaydı . Şehi rde Türk mahal lelerinin yanı sıra Yahudi lerin yaşadığı bir bölge, ayrıca 1 9 1 5 yangın ında tamamen yok olan bir E rmeni mahallesi vardı. Ankara, b ir yerleşim bölgesi olarak aral ıks ız 4 bin yıl boyunca insanla ra h izmet etti. Büyük iskender' i n doğuya doğru giderken Ankara'da ya da çok yakınında bir yerde konaklamış olduğu söylenir .
Uzun ve gurur verici tarihine karşın, Ankara o yıl larda Anadolu'daki diğer Osmanl ı şehirleri gibi bir gerileme içindeydi . Günümüzde Anadolu kasabalarında da görü len türden birkaç hana sahip olmakla birl ikte, Mustafa Kemal geldiğinde Ankara'da otel ya da lokanta olarak isimlendirilebi lecek h içbir yapı yoktu . Kervansaraylar eski görkemlerini yitirmişlerdi . Yirminci yüzyıl başlarında, kervansaraylar atların önüne bağlanabildiği, ya da otomobil lerin önüne park edebildiği konak yerleriydiler; hemen her zaman iki kat olarak inşa edilen kervansaraylarda üst katta yatak odaları, aşağıda ise bir kahvehane ya da alışveriş yapılan bir dükkan bulunurdu; ayrıca pratik olarak yapılmış basit tuvaletler olurdu.
Böyle bakımsız bir mekan Mustafa Kemal için uygun bir yer deği ld i . Onu şehrin hemen d ışında, bir Ziraat Mektebi olarak ku l lanı lan iki katlı bir binaya yerleştird i ler. Ka ldığı b inadan şehrin
Anadolu Üzerinde parıldayan Güneş
çayırlıklarında otlayan ünlü Ankara keçisi sÜrü lerin i görebil iyordu . Sürü lerin başındaki çobanlar, keçeden yapı lmış geleneksel giysileri içinde tarla ve bostanlardaki heybetli korkuluklara benziyorlardı. Boyunlarında kurtların saldırısına karşı kendilerine koruma sağlayan metal tasmalar ası l ı güçlü Türk çoban köpekleri çobanlara eşl ik ediyordu.
Mustafa Kemal Ankara'n ın sokaklarından geçerek misafirhanesine giderken, etrafı kendisine hoşgeldin demek ve bu yeni güneşin ışın larıyla ısınmak isteyen insanlar tarafından sarıl ıyordu . Mustafa Kemal, daha o günlerde, psikanal istlerin "aktarım nesnesi" (Transference figure) dedikleri, kendisine abartı l ı doğaüstü güçler atfed ilen, yandaşı olan insanlar için onların kendisinde görmeyi arzu ettikleri şeyi temsil eden, çocukluk döneminin yansıtı lmış anı larının her şeye kadir anne-baba figürlerinin kendisine yönelti ld iği bir kişi durumuna gelmişti. Karizmatik kişi, taraftarı olan insanlara eril ve dişi n itel iklerin bir kombinasyonunu sunar (Abse ve Jessner 1 96 1 ), dolayısıyla hem anneyi hem de babayı yansıtır ve bütünüyle çevresindeki taraftar grubunun duygusal ihtiyaçlarına seslenir. Bu sert, erkeksi bir görünüm serg ileyen Mustafa Kemal için de geçerliydi; küçük, narin el leri ve ayakları, ince sesi ona d işi bir hava veriyordu. Görünümüne çok önem veriyor, tıpkı küçükken annesinin yaptığı gibi bu konuya çok özen gösteriyordu . Öte yandan, l iderl ik konusunda son derece atılgan ve haşindi; tavır ve jestlerle d iğerlerini kendisini izlemeye yöneitird i . Orta boylu bir insan olmasına karşın, her zaman her grupta öne çıkarak d ikkatleri kendi üzerinde toplamayı başarırd ı . Türklerde ender olarak görü len sarı saçları güneşte parıldardı . Hem insanın çocukluk düşmanların ı yakıp kavuran bir "baba güneş" hem de herkesin ruhunun derinlerinde bir yerde yaşayan çocuğu ısıtıp yatıştıran bir "ana güneş" id i . Hiç kimsenin Mustafa Kemal ' in mavi gözlerin in içine gözünü kırpmadan bakamadığı söylenir -tıpkı güneşe doğrudan bakı lamadığı gibi .
Dr. Volkan, Türkiye'deki araştırması sırasında, Atatürk'ü heyecanın ve grup regresyonunun (gerilemesinin) bulaşıcı olduğu coşkulu ortamlarda tan ımış insanlarla karşı laştı. Bunlar, doğrudan Atatürk'ün gözlerine bakamamış oldukların ı söylediler. Bir doktor, Dr. Volkan'a, muhtemelen Atatürk'ün gözlerinde hafif bir şaşı l ık olduğunu (Göksel 1 975) ve doğrudan Atatürk'ün göz-
Ölümsüz AtatÜrk
lerine bakmanın insanda tuhaf bir duygu uyandırd ığ ı efsanesinin ardında yatan "gerçeğ in" bu olabi leceğ in i söylem iştir. Atatü rk, gözlerinde bell i bel i rsiz bir şaşı l ık olduğunun farkında olmal ı, çünkü yaşantısın ın daha sonraki yı l larında fotoğraf çekti ri rken fotoğrafının "iyi" profi lden çeki lmesinde ısrarcı olmuştu r .
Daha mücadelen in bu erken dönemlerinde bi le, Mustafa Kemal karizmatik bir l iderin t ip ik davranış model ine uygun hareket ediyordu . Örneğ inı yıld ı rıcı ve yüreklend i rici , utangaç ve saldırgandı ve insanlara yönel ik bu birbirine karşıt tavırlardan birinden d iğerine hızla geçebi l iyordu . Abse ve U lman, l ideri n bu karakteristl iği ile i lgi l i olarak şunları söylüyorlar: "Liderin çekiciliği, onun insanda hem korku hem de sevgi uyandmyor olmasına dayamr ve kimi zaman acımasızlik belirtileri göstermesi bu durumu pekiştiren bir durumdur. Olağanüstü bir liderlik yeteneğine sahip eylem adamı ikili bir karakteristiğe sahiptir ve herhangi bir büyük liderin yakından incelenmesi çoğu zaman bu durumu doğrular' (Abse ve U lman 1 997/ s.4 1 ) .
Mustafa Kemal kendin i Ankara'nın eteklerindeki yen i ortama al ıştırı rken , yeni seçilen meclis istanbul'da ilk oturumunu yapmaya hazırlanıyordu . Mebusların çoğunluğu u lusal harekete mensuptu. Rauf Orbay, Osmanlı parlamentosunun yen i üyelerinin Erzurum ve Sivas kongrelerinde kabul edilmiş i lkeleri resmen onaylamalarını örgütlemek için istanbul 'a geldi. 1 920 yı l ı Ocak ayından itibaren, bir grup mebus parlamentonun açılmasından önce Mustafa Kemal' le görüşmek için Ankara'ya g itti. Mebusların hepsi Mustafa Kemal'e güven duymuyordu, fakat, her şeye karşın Ankara'ya gel ip onunla görüşmeyi sürdürdü ler ve böylece Anadolu platosunun ortasındaki bu küçük, tozlu şehrin Türkiye/ nin siyaset haritasında öne çıkmasına katkıda bulunmuş oldular. Mustafa Kemal. u lusal davanın taraftarı olan mi lletveki l leri nden kendisini meclis başkanı seçmelerin i istedi . Çok teh li keli olduğu için istanbul/a g itmeye niyetli deği ldi, fakat bu şeki lde nüfuzunu artırmayı istiyordu .
Meclisin 1 1 Ocak 1 920 tari hinde açı lması Mustafa Kemal ' i bir ikilemle yüz yüze bıraktı. Yeni seçimler yapılmasını kendisi istemişti; ş imdi seçimler yapı lmış, yeni meclis açı lmış durumdaydı ve böyle bir durumda S ivas Kongresi'n in seçtiği ve başına Mustafa
Anadolu Üzerinde Parıldayan Güneş
Kemal' i getirdiği Hey'et-i Temsi l iye'nin varl ığ ın ı sürdü rmesi için artık ortada herhangi bir neden yoktu. He'yet-i Temsil iye'yi dağ ıtsa, her şey istanbu l'da o lup biterken kendisi Ankara'da ka lacağı için, bu durum onun �ç yitirmesine yol açabi l i rd i . Ayrıca, diğerleri ısrarla ondan artık Hey'et-i Temsil iye'yi dağ ıtmasını istiyorlardı . 23 Şubat'ta Mustafa Kemal'e bir telgraf çeken Kazım Karabekir, ondan her şeyi meclise bırakmasını isted i . Meclis, Erzurum ve Sivas'ta ben imsenmiş temel i lkelerin geçerl iğini kabul ettiğini kamuoyu önünde i lan etmişti, ancak Mustafa Kemal daimi komiteden vazgeçmek niyetinde deği ld i . Şubat ayı ortalarında Yunanl ı ların izmir'e daha çok asker çıkardığını bi l iyordu; ayrıca, Mart ayı başlarında, hala istanbu l'da Harbiye Nezareti'nde ça l ışan ismet Bey aracı l ığ ıyla ing i l izlerin bir süre sonra Osmanl ı idaresin i kendi ellerine almalarının muhtemel olduğunu öğrenmişti. Ankara'da kendi "hükümet"ine dört elle sarı lan Mustafa Kemal, bir müddet sonra istanbul'da işlerin karışacağını düşünüyordu . Kısa bir süre sonra gelişmeler onun öngörüsünü doğru ladı .
Woodrow Wilson' ın hastalanması, Anlaşma Devletleri arasında Osmanl ı meselesiyle i lgi l i olarak daha önceden planlanmış görüşmelerin yapılmasın ı geciktirdi . Ancak, Lord Curzon vakit yitirmeksizin Türklerle bir barış anlaşması taslağı hazırlanması çağrısında bulundu. istanbul Limanı'nda demirleyen Anlaşma gemilerinin sayısı g iderek artıyordu ; fakat, öte yandan, Fransızların Anadolu'daki duruma ilişkin görüşünde kimi yumuşama işaretleri gözleniyordu . Paris gazetelerinde Mustafa Kemal l iderl iğindeki u lusal harekete i l işkin sempatik yazılar çıkmaya başlamıştı. Gelişmeleri takip eden Mustafa Kemal, Anadolu 'daki askerlerin i tah liye edebilecekleri umuduyla Fransızlar üzerinde bir baskı yaratmaya karar verd i . Bazı Türk jandarmalarının desteğindeki bir milliyetçi geril la grubu, Sivas' ın 450 km. güneyinde bulunan Fransız işgalindeki Maraş şehrine saldırd ı . E rmeniler, şehrin savunmasında Fransızlara yardım ettiler. Bunun üzerine Türk kuvvetleri şehrin Ermeni mahallesini ateşe verdi . Üç hafta boyunca devam eden kan l ı çatışmalar Fransızların şehri terk etmeleriyle sona erdi . Fransızlar, Maraş'tan çekilmelerinden bir gün sonra d iğer Anadolu şehirlerin i de terk etmeye başladılar. Mayıs ayı sonunda Fransızların el inde mil l iyetçilerle bir ateşkes anlaşması imza la-
Ölümsüz AtatÜrk
maktan ve bu amaçla Ankara'ya bir heyet göndermekten başka bir seçenek kalmamıştı .
Anlaşma Devletleri'n in istanbul'daki temsilcileri arasında işbirl iği olanakları g iderek geriliyordu . italyanlar da, Mustafa Kemal'e ve u lusal davaya daha açıktan destek vermeye başlamışlard ı . italyan ların Osmanlı imparatorluğu'nun silahsızlandırı lması s ırasında toplanmış silahları yeniden ele geçirme çabasındaki Türk çetelerine yardımcı olur bir tavır serg ilemesi, Yunanistan' ın imparatorluk özlemleriyle doğrudan çelişiyordu . Bu gelişmeler ingi l izleri daha sert tedbirler almaya yöneltti. istanbul 'un tamamını işgal etme hazı rlıklarına giriştiler; meclis üyelerin in tutuklanması da planladıkları önlemler arasındaydı. Mustafa KemaL. söz konusu planın haberi kendisine u laştığında, meclis üyelerine istanbul'dan ayrı l ıp Ankara'ya gelmeleri çağrısında bulundu.
i ngi l izler 1 6 Mart'ta Osmanl ı hükümetine a it binaları işgale başladı lar. Osmanl ı başkentini işgal s ırasında hemen h içbir d i renişle karşı laşmad ılar. Merkez telgrafhane, ingi l izler kendisini devre dışı bırakıncaya kadar, Mustafa Kemal' i şehirdeki bütün gel işmelerden haberdar etti . Rauf Orbay da dahi l olmak üzere mil letveki llerin in pek çoğu tutuklandı . Arkadaşları kendisini kaçmaya ikna etmek için çok ça l ıştıkları halde Rauf Orbay' ın istanbul'da ka lmakta ısrar etmiş olmasın ın neden in i bi lmek çok güç. Rauf Orbay, önde gelen d iğer mi l letvekil leriyle bir l ikte gözhapsine al ınmak üzere Malta'ya gönderi l irken istanbul 'da sıkıyönetim ilan ed ild i . Bunun üzerine, Mustafa Kemal misi l lemede bulunmak üzere Anadolu'daki bütün i ngil iz subayların ın tutuklanması emrini verd i .
Rauf Orbay' ın tutuklanmasından iki gün sonra, üyelerin in önemli bir bölümünü yitirmiş Osmanl ı meclisi yeniden top land ı . Tam bir karışıklık yaşanıyordu . Anlaşma temsilci leri A l i Rıza Paşa'n ın yerine geçmiş olan sadrazam Sal ih Paşa'dan Mustafa Kemal' i tanımamasını isted i ler; Sal ih Paşa bu isteğe uymayı reddetti ve bu müdahaleyi protesto etmek üzere görevinden istifa etti . Bu, padişaha Damat Ferit' i yeniden sad razamlığa geti rme olanağ ı verd i . Damat Ferit' i n i lk icraatı, tarihe "Son Osmanl ı Mecl is- i Mebusanı" olarak geçecek olan bu meclisi dağ ıtmak oldu. An laşma Devletleri' nin desteğine güvenen Damat Ferit, Mustafa Ke-
Anadolu Üzerınde parıldayan GÜne,
mal'e ve mil l iyetçi lere karşı topyekün bir saldırı kampanyası olacağ ın ı umduğu bir hareketi başlattı. Önde gelen Osmanl ı d in adamları, Mustafa Kemal ' i ve yandaşlarını görüldükleri yerde öldürü lmeleri gereken kafirler olarak ilan eden bir bi ldiri yayımladı lar. Ne var ki, bu gi rişim, topyekün bir saldırı kampanyasının değ i l, bir iç savaşın i lk salvo ateşi oldu.
istanbul'daki ingi l iz işgal i , Türklerin Mustafa Kemal'e ve d i reniş hareketine katılmak üzere Ankara'ya akın etmes in i h ızland ı rmaktan başka bir işe yaramadı . Ankara'da yaşayan Yahudi lerin ve ev sah ibi diğer azınl ık üyelerinin evlerini şehre gelen Müslüman Tü rklere açmalarıyla birl ikte şeh irdeki konut s ıkıntısı hafifledi . Çok geçmeden, şehre d ışarıdan gelenlerin sayısı şeh i r sakin lerin in sayısını aştı . 1 927 yı l ında yapılan i lk resmi nüfus sayımına göre, Ankara'n ın nüfusu yetmiş binin üzerine çıkmıştı; bu, 1 920 yılı başlarındaki nüfusun yaklaşık dört katıydı .
Ankara'ya gelen ler arasında ismet de vardı; bu kez istanbul'a geri dönmemek üzere gelmişti . Mustafa Kemal' in emir eri Ali, sonraki yı l larda ismet 'in Ankara'ya gelişiyle ilgili anılarını anlatmıştı r (Oranh 1 967, s.53-54). Ankara'ya henüz gelmiş ismet adında birin in Mustafa Kemal' i görmek istediğin i haber alan emir eri Ali dışarı çıktı ve bir ağaç altında oturan, köylü gibi g iyinmiş, tıraşsız, dağınık saçlı b i rin i gördü. ismet, Ali'ye kendisin i tanıttı ve Mustafa Kemal' i görmek isted iğini söyledi . Ali, üstünü aradıktan sonra adamı içeri aldı. Mustafa Kemal sevinçle bu kişinin boynuna sarıldığı zaman Ali, onun önemli biri olduğuna anladı . ismet'e uygun bir elbise bulmak kolay olmadı; şehirde hazır elbise satan bir yer yoktu. Ali, günü Mustafa Kemal ' in kendisine verdiği askeri pantolonu ismet'e uygun hale getirmekle geçirdi . Bir başkası ismet'e bir ceket getird i .
istanbul'daki "Son Osmanl ı Meclis-i Mebusanı" dağıtı lmıştı ve yeni bir meclis toplamanın zamanı gelmişti. Mustafa KemaL, ülkeni n l ideri olarak sahip olduğu konumu meşru laştırmayı çok önemsiyordu . Hukuk alanında, tıpkı askeri alanda olduğu g ibi, sırrına eri lmez bir bi lgi ve yeteneğe sahipti ve çok arzu ettiği hukuksal konumu elde etmeye yetenekli olduğunu kanıtladı .
istanbul'dan kaçıp Ankara'ya gelenler arasında son meclisin başkanı da vardı. Meclis başkanı meclisin yasadışı bir biçimde da-
Ölümsüz Atatürk
ğıtıldığını ileri sürüyordu. Bu, Mustafa Kemal'e göre, Kanun-i Esası'nin ihlal ed ildiğini ilan etmek ve yeni bir meclisin kurulması çağrısında bulunmak için yeterli nedendi . Hiç kuşkusuz, yeni kurulacak meclis Ankara'daki mill iyetçilerin kontrolü altında bulunacaktı.
Seçimler yapıldı ve Büyük Mi l let Meclisi olarak isimlendiri len yeni meclis 23 N isan 1 920'de Ankara'da toplandı . Meclis yen i seçi lmiş olan ve ü lkenin dört bir yanındaki d ireniş gruplarını temsil eden 1 90 üyeye sah ipti. Dağıtı lan meclisin istanbul'daki tutuklamalardan sakınarak Ankara'ya kaçmayı başarmış 1 00 üyesi de bun lara eklendi . Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi 'nin başkanl ığına seçildi ve 20 Ocak 1 92 1 'de tamamlanıp yürürlüğe girecek olan bir Teşkilat-ı Esasiye Kanunu hazırlaması için bir meclis komisyonu oluşturuldu.
Mustafa Kemal' in kişi l ik yapısı, kendisinden seçkin bir insan olmasını talep ediyordu. Onun üstünlüğü, maddi dünyanın koşu llarını gerçekçi bir gözle değerlendirerek söz konusu ta lebi gerçekleşebil ir hale getirme yeteneğinde yatar. Mustafa Kemal, gerçeklik i lkesin in sınırların ı test etmesini ve kendisine zarar getirmesi muhtemel dürtüsel eylemlerden kaçınmasını bil iyordu . Sezg i lere dayanarak harekete geçmek onun için kabu l edil ir bir şeydi -ama dürtüsel olarak eyleme yönelmek deği L . Sezgi leri ya da kendi kiş i l ik yapıs ın ın talepleri gerçekl ik i lkes in in s ın ırlarını aştığı zaman (ki l iderlik idd iasında bulunduğu kimi durumlarda bu yaşanmıştı), yeni bir manevrayla nesnel dünyanın sın ırlarını kendi ihtiyaçların ı karşılamaya yetecek ölçüde gen işletmesini bil iyordu . Onu gerçek bir l ider haline getiren şey, onun koşul lara uyarlanma konusundaki sıradışı yeteneğ iyd i . Kazım Karabekir, Ali Fuat ya da diğer önemli kişiler Mustafa Kemal gibi hareket etmeye asla cesaret edemezlerdi; böyle bir cesareti göstermiş olsalar dahi, zorunlu esneklikten yoksun iard ı .
Ankara, Mustafa Kemal' in gelmesinden yaln ızca bi rkaç ay kadar sonra, pek çok açıdan u lusal hareketin başkenti n itel iğine büründü. Mustafa Kemal'in kalesi durumundaki şeh ir, hem Türklerin hem de Anlaşma Devletleri'nin i lgi odağı hal ine geldi . Güneş Anadolu üzerinde parı idamaya başlamıştı gerçekten, fakat dağıımak bi lmeyen bir sis tabakası karabu lutlara dönüşme tehdidini hala sürdü rüyordu .
BÖlüm 1 4
iç SAVAŞ SıRASıNDA ANKARA
M ustafa Kemal' in Ankara etekleri üzerinde bulunan ziraat mektebindeki karargahı , yeni Ankara'n ın merkezi olmaya
devam etti. E rkek sekreteri, Anadolu'nun pek çok köşesine yayılmış telgrafhanelerin ana merkezi olarak işlev gören birinci kattaki telgraf odasının yan ında bulunan odayı ku l lanıyordu. Telgraf başında gece gündüz nöbet tutan mi l l iyetçi telgraf memurları, pratikte, u lusal davaya muazzam katkısı olan birer asker durumundaydılar.
Mustafa Kemal' in kullandığı odalar ikinci kattaydl. Burada yaşıyor, içinde yalnızca bir kanepe, bir masa, birkaç koltuk ve bir odun sobası olan mütevazı bir odada çalışıyordu. E lektrik yoktu . Güneş battıktan sonra çalışmalar gaz lambası ya da ay ışığında sürdürü lüyordu .
Binanın bir d iğer sakini , Paşa'n ın sağlık durumuyla yakından i lgi lenen ve yirmi dört saat boyunca onun yanından ayrılmayan şahsi doktoruydu . U lusal hareketin yine gün boyu yakından göz kulak olunması gereken ama hemen her zaman içi boş kalan kasası da binadayd l . Maddi yoksunluk, kend isini binadaki gündelik yaşantı üzerinde de hissetti riyordu . Herkes için tabldot usulü yemek çıkıyordu . Bulgur pi lavı, kuru fasulye ve nohut menünün hemen hiç değişmeyen yemekleriyd i . Bütçe iz in verdiğinde yemeklerin içine et parça ları da konuyordu. Tatlı n iyetine sık sık üzüm hoşafı veril iyordu. Mustafa Kemal bu yemeklerden çok hoşlan ıyordu; öyle ki, bir sü re sonra bundan çok daha cazip yemekler kendisi için u laşı l ı r hale geldiğinde bi le, s ık sık bu menüyü onlara tercih edecekti . Çok sigara ve sık sık Tü rk kahvesi içiyordu; cezve emir erin in elinden düşmez olmuştu . Mustafa Kemal bu dönemde kendini alkollü içkilerden uzak tutmuştu .
Yokluk ve ağır çal ışma ortamında geçen bu gün lerden birinde, çok can sıkıcı bir haber geld i . Ü lken in çeşitli bölgelerinden, ama özellikle de istanbul'un kötü korunan silah depolarından kaçak silah temin i işlerine yard ım eden emekli bir subay, baş-
.215.
Ölümsüz AtatÜrk
kentten bir haber getird i . Askeri bir mahkeme 1 1 Mayıs günü Mustafa Kemal ve beş arkadaşını ö lüm cezasına çarptırmıştı. Karar Damat Ferit tarafından imzalanmış, 24 Mayıs günü padişahın onayından geçmişti. Dahası, mahkemenin verdiği bu karar, Osmanlı imparatorluğu'nun en üst düzeydeki d in adamı konumundaki Şeyh-ü/-islam tarafından yayımlanan bir fetva i le de pekiştiri lmişti. Böylece Mustafa Kemal' in ve d iğer beş arkadaşın ın görüldüğü yerde öldürü lmesi her Müslüman için dini bir vecibe hal ine gelmişti. Bu beş kişi içinde Ali Fuat ve kocasıyla birl ikte Ankara'ya gelmiş olan Hal ide Edip de vard ı . 6 Haziran günü ismet ve bi rkaç kişi daha l isteye i lave ed i ld i; fetvada, bu cezayı infaz edenlerin cennete g idecekleri söyleniyordu .
Hal ide Edip, Yunanlı ların izmir'e asker çıkard ığı haberin in istanbul'a ulaşmasından sonra bu şehirde düzenlenen mitinglerde yaptığ ı duygusal konuşmalarla bir anda ün lenmişti . O kritik günlere i l işkin anı ları (Ad ıvar 1 928), dönemin tarih yazımı açısından önemli bir yere sahip olmuştu r. Hal ide Ed ip, yaşamının daha sonraki yı l lar ında bir roman yazarı ve Türkiye'n in önde gelen edebi şahsiyetlerinden biri olmuştur. Halide Edip ve ikinci kocası Dr. A. Adnan (Adıvar), istanbu l'dan Ankara'ya istanbul Boğazı'n ı geçerek, yaşl ı bir hoca ve onun karısı gibi davranarak u laşmışlard ı . Yolda karşı larına çıkan Anlaşma askerlerin i ve Yunan çetelerini güç bela atlatmışlard ı . Berlin'de tıp öğrenimi görmüş olan Adnan, bir ara istanbul'daki tıbbiye mektebinde profesör olarak çal ışmıştı . Enver'i, onun ittihat ve Terakki l ideri olarak yıldız ın ın parlad ığ ı günlerde tanımıştı . Savaş sırasında bir Kızılay görevlisi olarak çalışan Adnan, görevi sırasında pek çok yer dolaşmıştı . Osmanl ı bi l im tarihine karşı olağanüstü i lgi duyuyordu. Dr. Fuat Göksel, 1 975 Eylülünde Dr. Volkan' la yaptığı röportajda Dr. Adnan ve Hal ide Edip'e i l işkin anılarını an latmıştır (Göksel 1 975). O sıralarda Dr. Göksel Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde psikiyatri profesörü olarak çalışıyordu .sı 1 955 yıl ında, ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan Dr. Adnan'a bakmakla görevlendiri idi ve iki ay boyunca gece gündüz Dr. Adnan'ın başından ayrı lmadı. i lkin üniversite hastanesinde ve ardından çiftin evinde, Hal ide Edip'le birl ikte Dr . Adnan'a ölümüne kadar nezaret etti. Bu dönem boyunca, Dr. Adnan'ın günlük ziyaretçileri arasında Rauf
81 Fuat Göksel sonraki yıllarda aynı faküitede tıp tarihi profesörü oldu.
iç Savaş Sırasında Ankara
Orbay da vard ı . Refet ve Ali Fuat da bi rkaç kez ziyarete geldi ler. Dr. Göksel' in Mustafa Kemal'e olan merakını gören Dr. Adnan, ona uzun uzun Mustafa Kemal'le olan deneyimlerini an lattı . Hal ide Edip de onun hakkında hayli an ıya sah ipti .
Dr. Adnan, 1 9 1 2 yıl ında Mustafa Kemal ' le tanışmasıyla bağlant ı l ı bir olaydan özel olarak söz etti . Enver' in Osman l ı hükümetini devirmek istediğini Fethi'ye bi ld irmekle görevlendiri lmişti. Hem Adnan hem de Fethi ittihat ve Terakki üyesiyd i ler. Bir gemide buluştuklarında, Dr. Adnan, sarı saçlı, mavi gözlü genç bir adamın farkına vardı . Feth i , "Bizden biridir. Serbestçe konuşabilirsiniz" diyerek Dr. Adnan'ı Mustafa Kemal' le tanıştı rdI . Adnan, Enver' in planlarını aktardığında, Mustafa Kemal sinirl i bir şeki lde i lkin ingi l izce olmalı "Tamam, tamam", ard ından Türkçe "Gayet uygun" diyerek karşı l ık verd i . Bu genç adamın karş ı l ıkl ı konuşma geleneğin in kural larına uymaması Dr. Adnan' ın dikkatini çekti. Protokol gereğ ince, ilk karşı l ığı rütbe bakımından Mustafa Kemal'den üstün bulunan Feth i'nin vermesi gerekiyordu . Adnan' ın Mustafa Kemal'e i l işkin ed indiği i lk izlenim, onun nezaket kuralların ı bilmeyen, incelikten yoksun biri olduğu şeklindeyd i . Buna karşılık, Mustafa Kemal, Adnan'ın i ki taraflı oynayan bir komplocu olabi leceğ in i düşünmüştü . Mustafa Kemal ve Adnan daha sonraki i l işki leri sırasında birbirleri hakkında hem olumlu hem de olumsuz duygulara sahip oldu lar; bu durum, i lk tanışma sırasında yaşanmış soğukluğun bir sonucu olabil ir .
Mustafa Kemal, Adnan ve karısın ı , istanbul'dan Ankara'ya varışları sırasında trende karşı lad ı . Hal ide Edip' in trenden inmesine yard ımcı oldu . Sonraları, Hal ide Edip, karşı lama sırasında diğerlerinden çok farklı davranan bu adamın kendisini şaşırtmış olduğunu hatırlar:
"Yaklaşan akşamm alacakaranlığmda, istasyonda bulamk, ayırt edilmesi güç bir kalabaltk vardı; Ankara 'nın puslu akşamlnda belli belirsiz seçilen, kurşun! bir gölgeyi andıran bir şahıs gözüme ilişti. Hızla trene doğru gelerek eldivenlerini Çıkardı. Yüzü, köşeli kalpağı akşam karan"ğlnda zar zor seçiliyordu. . . Ansızın bulunduğumuz vagonun kapısı aÇıldı ve Mustafa Kemal Paşa basamaklardan inmeme yardımcı olmak için elini bana doğru uzattı. O solgun ışıkta bedeninin net olarak görebildiğim tek parçası, bir erkeğin fiziksel açıdan en
Ölümsüz Ata1ürk...
karakteristik uzvu olan eli idi. Küçük, son derece biçimli, ince, narin parmaklı, teni beyaz ve pürüzsüz bir el. Kadlnsı bir el değildi bu, ama onun bir erkek eli olabileceği de pek akla gelmezdi. . . Anadolu insanlarının elleri genellikle kocaman, geniş ve zalimleri gırtlaklarlndan yakalayacak güçte görünür; Mustafa Kemal 'in gergin derili, uzun parmaklı beyaz elleri bunlardan farklıydı. Sakin, güç işitilir bir sesle 'Hoşgeldiniz, Hanımefendi' dedikten sonra. . . hatmmızı sordu" (Adıvar 1 928, s . 1 27). Hal ide Edip bağ ımsızl ık savaşı sırasında orduya katı ldı ,sı on
başı oldu. Yaşanan olaylara, ü lkede çok köklü değiş imler yaratan liderlere i l işkin gözlemlerin i kaleme almayı sürdürdü . Mustafa Kemal' in içinde karşıt karakter salkımların ın (örneğ in bağ ıml ı lığa karşı görkemli l ik) olduğunun farkına vard ı . Edip şun ları yazar: "Zihni, bir deniz feneri gibi, iki yönlü. Kimi zaman ışık saçıp görmek istediğiniz şeyi göz kamaştıran bir parlakllk içinde size gösteriyor, kimi zaman ise sönüp karanlığa gömülüyar . . . Kendi kendime şöyle düşündüm : 'Bu adam ya allak bullak olmuş durumda, ya da öyle hemen anlaşılamayacak kadar karmaşık bir insan. '
Gerçeğin bunlardan ikincisi olmasını diledim" (Adıvar 1 928, 5. 1 28-29). Hal ide Edip, Mustafa Kemal' in herhangi bir konuda mutlak kararlara sahip olmadığı, değişik yollara başvurabild iğ i sonucuna vard ı . Benimsemiş olduğu yol her ne olursa olsun, bunun kendisine ve davasına yarar getireceğine inandığı sürece, o
. yolda aynı enerj i ve kararlılıkla yürürdü . Etrafındaki kimselere karşı tavrı da aynıydı; amaçlarına h izmet ettikleri müddetçe onları sahiplendi, daha yararlı olacaklarını düşündüğü yeni kişileri bulduğunda ise devre dışı bıraktı .
82 Orduya katılan Halide Edip çeşitli dillerden Türkçe'ye yaptığı çevirilerle davaya önemli katkılarda bulundu; onun ulusal harekete katılmış olmasını büyük bir şans olarak gören Mustafa KemaL, cephede ona sık sık ihtiyaç duyuyordu. Bütün bunlara karşın, Halide Edip savaş sırasında asla üzerinde silah taşıroad .. Şiddetten nefret ediyordu ve cezalandırma amacıyla bile olsa bir insanın acı çekmesine yol açan bir eylemde bulunmayı kabul edilmez buluyordu. Halide Edip'in bu yanını onun 'en önemli zaafı' olarak gören Mustafa KemaL, kendisini sık sık eleştiriyordu. Bir keresinde, bir mebus Halide Edip'e şunu söyledi : 'Şiddete dayanamayan yufka yüreğin Paşa 'nın hoşuna gitmiyor." Halide Edip şöyle karşılık verdi: 'Paşa'nın zaaf olarak nitelediği şey benim en güçlü yanım. Dünyanın genel eğilimi şiddetten yana olduğu zaman, şiddeti teşvik edip kışkırtmaya gerek duyu/maz -şiddete karşı durmanm kendisi güç/ülüğün ifadesidit" (Adıvar 1 928, 5.357).
iç Sayaş Sırasında Ankara
Ankara'ya yerleştiği dönemin i lk günlerinde, Mustafa Kemal, yakınındaki insanları bir masa etrafında toplayarak onlarla gece yarılarına kadar süren ve kendi egemenliğinde geçen uzun tartışmalara girişmek g ibi bir alışkanlık edindi. Bir an için alaycı, ardından esprili, sonra can sıkıcı şekilde ciddi, kimi anlar utangaç göründüğü bu masabaşı sohbetlerinde insanların ilgisini karizmatik bir biçimde kendi üzerinde topluyor, ortaya atılan önerileri ne düşündüğü tam anlaşılamayan bir biçimde değerlendiriyordu.83
Mustafa Kemal, kendi fikirlerin in üstünlüğüne inanmakla birl ikte, d iğer insanlardan öğrendiklerinden de yararlanarak gerçeğe dayalı, kabul edilebilir ve uygulanabilir bir sonuca varırd ı . Mustafa Kema l masa etrafında bir eylem planı tasarlama alışkanl ığını cumhurbaşkanı olduktan sonra da sürdürdü . Sık sık ismet'i kendi görkemini sergilemenin bir aracı olarak kullandı . Ağır, yumuşak, temkinl i bir mizaca sahip ismet, l ider i le d iğerleri arasında kusursuz bir köprü vazifesi görüyordu .84
Mustafa Kemal, ismet'e ihtiyacı olduğunu sezmişti; yakın çElvresini oluşturan önde gelen d iğer kişiler ismet'e yönelik ayrıcal ıkl ı tavrı dolayısıyla Mustafa Kemal' e içerlediler. Büyük Mi l let Meclisi toplandığı zaman, Mustafa Kemal'in kurmay başkanı . olarak kendisine ismet'i seçmesi dirençle karşılaştı. ismet, Kazım
83 Halide Edip, Mustafa Kemal'in yemek masasında geçen bu sohbetler sırasındaki görünümünü şu ifadelerle anlatır: "Akşam yemekleri daha canlı ve renkli olurdu. Alt katta bulunan en geniş odalardan biri yemek odası haline getirilirdi. Hepimiz büyük bir at nallm andıran bu sofrada yemek yerdik. Yemeğin ardından, herkes dinlenmiş bir halde eskiden yaşamış olduğu olaylardan söz ederdi. Mustafa Kemal Paşa, yemek masasındaki o sohbetlerde parlak bir konuşmacı olarak öne çıkardı. Anekdotlar aktararak uzun uzun geçmişten ve anılanndan bahseder, hemen herkesi acı, fakat parlak bir biçimde eleştirirdi. Kimseyi eleştirmekten saklnmazdı. Gecenin sonuna gelindiğinde, Mustafa Kemal Paşa 'nın kendisinden olumlu bir şekilde bahsedeceği önemli, tamnmış bir insanın ola bileceğinden kuşku duymaya başlardım" (Adıvar 1 928, s. 1 36).
84 Halide Edip, M i ralay ismet'e ilişkin i lk izlenimlerini şu şekilde dile getirmiştir: "Durgun, esmer bir yüzü, çocuklannki gibi canlı, meraklı bakan gözleri vardı. Çok yalın, eski tarz Türkçe kullanarak etkileyici ve anlaşılır bir biçimde konuşurdu. Konuşmaya başlaymcaya kadar gözleri dalgın, düşünceli bir hal alırdı; fakat konuştuğu kişi, onun bütün dikkatini kendisine vermiş hissederdi. işitme güçlüğü olduğu için konuşan kişiyrdaha iyi duyabilmek için başmı ona doğru eğerdi" (Adıvar 1 928, s . 1 3 1 -32). Yemek masasındaki sohbetler sırasında ismet, Mustafa Kemal'den farklı bir görüntü sergilerdi: "Mustafa Kemal Paşa 'mn ağ" yergilerinden tamamen farklı olarak, Miralay ismet, son derece ölçülü bir nükteyle konuşurdu; kişileri değerlendirirken çok ince, nazik kinayelere başvurur, bu da onun konuşmalanna hoş bir hava katard'" (Adıvar 1 928, 5 . 1 36).
Ölümsüz AtatÜrk
Karabekir'den, Ali Fuat ve Refet paşa lardan daha gençti . Bunların üçü de paşaydı lar ve Anadolu'da gelişen u lusal hareketin başlangıç aşamasında Mustafa Kemal'e vermiş oldukları destek çok kritik bir öneme sahipti . Mustafa Kemal, her ne kadar bi l inçl i bir tasarım sonucu deği lse de, ismet' i bu üçünün önüne geçirmek suretiyle ismet'in kiş i l iğ in in kend isinden sonra gelen adam olmaya daha uygun olduğunu göstermiş oluyordu; diğer üçünden herhangi birini böyle bir konuma getirmesi durumunda kendi l iderl iğ in in tehd it altına gi rebi leceğ in i sezmiş g ibiydi .
Ne var k i , ismet' in tercih edi lmesi karşısında en büyük kıskançlığa kapılan kişi Arif oldu . Böylece Mustafa Kemal "ikiz kardeşini" kenara itmiş oluyordu . Hanns Froembgen, Mustafa Kemal'e i l işkin biyografik çalışmasında bu konuda ayrıntı l ı bilg iler verir:
"Mustafa, ancak Arif kendisine gözcülük ettiği zamanlar uyurdu. Akşam olduğu zaman Arif birkaç saat uyur, Mustafa uyanık kalarak ona gözcülük yapardı. Gün doğumuna yakm saatler geldiğinde bu kez Mustafa yatağa girer, Arif, elinde tabancası, Mustafa ya muhafızlık yapardı. Arkadaşı için hazırlanan her yiyecek ve içeceği ilkin kendisi ta dar, kontrolden geçirirdi. Mustafa 'nm ateşi yükseldiğinde (o sıralar Mustafa -Ankara 'daki pek çok insan gibi- sıtma hastalığmdan muzdarip idi) ona hapları o verir, kendisini yeniden toparlaymeaya kadar Mustafa 'ya göz kulak olurdu. Arif, kuşkulu gözlerle etrafı tarayarak gittiği her yerde Mustafa 'yı takip ederdı" (Froembgen 1 937, s. 1 51 -52). Bu çalışmasın ı 1 930'larda kaleme almış olan Froembgen' in
bu ikisi arasındaki yakın i l işkiyi abartıp abartmadığın ı bi lmiyoruz, ancak onun anlattıkları onlar arasındaki "ikiz kardeşliği" andır ır i l işki için yeterli veri sunuyor. Bu olayların canlı tanığı olan Halide Edip, Arif i le Mustafa Kemal arasındaki bu ikizl iği doğruluyor: "Arif, Paşa 'mn omuzlanna doğru eğildi, yüzü ikiz bir kardeşin yüzüne benziyordu" (Adıvar 1 928, s.292). Arif, "Gri Oğlan" adını verdiği ve güreş tuttuğu bir ayı besliyor olmasından da anlaşılabileceği g ibi, sofistik bir kişi olmaktan uzaktı. Mustafa Kemal' in Arif'e bu denl i yakın ve bağl ı olması, fakat bu i l işkis ini nüfuz sahibi insanlarla olan ciddi i l işkilerinden uzak tutması i lginçtir. Mustafa Kemal, Arif'le olan i lişkisindeki gibi çocuksu davran ışları
iç Savaş Sırasında Ankara
her zaman mesleki faaliyetlerinin d ışında tutmuş, bu ikisinin içiçe geçmesine izin vermemiştir. Mustafa Kemal, kişisel olarak bir insana yakınl ık duyabil ir, ancak -hem nesnel hem de psikolojik anlamda- kendi çıkarına olacağ ını düşündüğü an daha önceki müttefikinden kopup uzaklaşabilirdi . Mustafa Kemal için, Arif ve grubu kendisini üstün hissetmesini sağlayan sofra arkadaşlarıydı lar. ismet ve grubu ile durum daha farklıydı; ortak davanın önde gelen isimleri olarak bunlarla daha ciddi, temkinl i bir i l işki içindeydi. Cumhurbaşkanı olduğunda bile, etrafında içli d ışl ı olduğu bir kafadarlar grubu, yan ı sıra, devlet adamlarından ya da alimlerden oluşan bir d iğer insan g rubu bulundurmayı, bunlarla her grubun beklentilerine uygun i l işkiler kurmayı ve bu iki ana grubu birbirinden uzak tutmayı sürdürdü .
Fevzi Paşa'nın padişahın ortamından ayrılarak u lusal davaya katı lması olayı, Mustafa Kemal'in kişi lere karşı tavrın ın birdenbire değişebildiğinin diğer bir kan ıtın ı sunar.ss Mustafa Kemal Anadolu'da ulusal harekete öncü lük ederken, Fevzi Paşa Osmanl ı hükümetinde Harbiye Nazırı idi. Birbirlerini doğu cephesinden tan ıyoriard ı . Mustafa Kemal Yedinci Ordu komutanl ığını a lmayı reddettiği zaman bu görevi Fevzi Paşa üstlenmişti. Fevzi Paşa, Sivas Kongresi gün lerinde Anadolu'daki u lusal harekete açıkça cephe aldı. Ankara'da Büyük Mi llet Meclisi toplandığı zaman, tutumunu değiştirmiş olduğuna işaret edebilecek herhangi bir tavır göstermedi . Ne var ki, meclisin açılmasından birkaç gece sonra, Fevzi Paşa beklenmedik bir biçimde Ali Fuat'ın istanbul i le Ankara arasındaki kurmay binasına geldi. Ali Fuat, sonraki yıl larda bu olayı hatırladığında bunu bir deyimle yorumlar: "Dağ dağa kavuşmaz, ama insan insana kavuşur" (Cebesoy 1 953, 1 . ci lt, s.368). Fevzi Paşa'nın Ali Fuat'ın yan ında olduğu haberi Mustafa Kemal'e u laştırı ldığ ında, Mustafa KemaL, Ali Fuat'a bir telgraf çekerek Fevzi Paşa'yı görme n iyetinde olmadığını bildird i . Her şeye rağmen, Ali Fuat, Mustafa Kemal' i öfkelendirmeyecek bir yoldan Fevzi'nin gruba katılmasını sağladı . Fevzi, 27 Nisan'da Ankara'ya geldiğ inde, istasyonda, Mustafa KemaL, mebusları ve askeri bando tarafından karşılandI .
85 Fevzi Paşa daha sonraları Mareşal Fevzi Çakmak olarak ünlenecekti. Fevzi Çakmak, 1 876 yılında istanbul'da doğdu.
Ölümsüz Atatürk
Daha sonra Büyük Mil let Meclis i 'ne götürülen Fevzi, burada Mustafa Kemal tarafından övücü sözlerle mebuslara takdim edildi . Kısa bir süre öncesine kadar Fevzi 'nin hareket içindeki varl ığına ateşl i bir biçimde karşı çıkan Mustafa Kemal, şimdi, daha on beş gün öncesine kadar Osmanlı hükümetinin harbiye nazırı olan bu önemli insanı kendi amaçları doğrultusunda "kullanabileceğim" bilerek, Fevzi'yi benimseyip teşvik ediyordu. Fevzi'n in saf değiştirmesi, istanbul hükümetini gözden düşü rme konusunda Mustafa Kemal'e önemli bir fırsat sağladı. Fevzi 'nin inançlı bir Müslüman oluşu, onun u lusal harekete katılmasının önemini daha da artırıyordu. Fevzi, bu yönüyle, yalnızca ordu ve bürokrasi içinde değil, fakat ayrıca dini çevrelerde de önemli bir nüfuza sahipti.
Mustafa Kemal' in takdim konuşmasından sonra kürsüye gelen Fevzi, istanbu l'daki karışıkl ıktan söz etti. ingi l izleri, "bir ingiliz'in burnunun kanamasma bile meydan vermeden" Türkle Türkü karşı karşıya getirmeye çalışmakla suçladı: "Bir ingiliz neferinin bile burnu kanamaksızm, bizi bize kırdırmak istiyorlardı . . . Malumunuz olan hatt-ı hümayunlar, fetvalan islamı birbirine düşürmek için misli görülmemiş bir ingiliz fitnesi, acı birer vesikadır. Fakat Cenab-ı Haktan niyaz ederim ki, birçok şeylerde ve mesela Çanakkale 'de aldandıklan gibi bunda da aldanacaklardır' (Aydemir 1 969, 2 . Cilt, s .26 1 ) . Fevzi'n in Mustafa Kemal' in Gelibolu 'daki zaferine ince bir göndermede bulunan bu konuşmasının basılarak Anadolu 'nun her yerinde dağıtı lmış olması şaşırtıcı değildir . Bundan sonra, Fevzi Paşa 3 Mayıs'ta mi l l i müdafaa vekil l iğine getirildi; böylece, mevki açısından, Mustafa Kemal'den sonra gelen kişi konumuna yükseldi . 25 Mayıs'ta padişah ölüm cezasına çarptırı lmış muhaliflerin listesine Fevzi Paşa'yı da ekledi .
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı 'n ın dağılmasını takiben Anadolu'da patlak veren bir d izi ayaklanma giderek şiddetleniyordu ve bunların bastırılabi lmesi için güçlü bir askeri varl ığa ihtiyaç vard ı . 1 920'lerin başlarında gerçekleşen ayaklanmaların sayıs ın ın altmışa yakın olduğu tahmin edil iyor. Bunların bir kısmı mi l l iyetçi amaçlara sahipti, bazıları padişah yanl ısıydı, bir kısmı ise ekonomik kazanım elde etmeyi amaçlıyordu . istanbul hükümeti, bu ayaklanmaları bastırmak ve ayrıca u lusal hareketi çökertmek için Anadolu'da olağanüstü bir müfettişl ik ve yeni bir Kuva-yı i nzibatiye kurdu . ingi l izlerin desteğiyle bu ordu daha da büyütüldü ve
iç Savaş Sırasında Ankara
Hal ife Ordusu adını aldı . i lk bakışta Anadolu bir iç savaşa sürüklenmiş görünüyordu, ancak durumun bir dizi özel ordu arasında yaşanan çatışmalar olarak n itelendiri lmesi daha yerinde olur.
Bu "özel ordu"ların başta gelen lerinden biri Yeşi l Ordu idi; esas olarak 1 920'Ierin başında ittihat ve Terakki'nin eski üyeleri tarafından kuru lmuştu . Yeşil Ordu, başlangıçta Mustafa Kemal'den destek gördü; Mustafa Kemal bu ordunun u lusal davaya yararı dokunabileceğini düşünmüştü. Yeşi l Ordu'nun liderleri, islam dünyasın ı birleştirmek ve Rusya'da son zamanlarda yaşanan gel işmeleri model alan sosyalist bir birl ik kurmak gibi bir düşünceye sahiplerdi . Örgüt kısa bir süre sonra Mustafa Kemal'e muha lif kişileri de bünyesine almaya başladı. 1 92 1 'de Yeşil Ordu büyük ölçüde dağıldı, yalnızca bazı unsurları ayakta kaldı .
1 9 . yüzyıl ortalarında Kafkas Dağları'ndan Anadolu'ya göç etmiş olan Çerkezler, iki özel Çerkez ordusunun kurulmasına maddi zemin hazırladı lar. Bunlardan biri, Anzavur adında yaşlıca bir adamın l iderl iğindeydi. Bu ordunun merkez üssü, Çerkezlerin daha önceleri iskan edi/dikleri Marmara Denizi'n in güneyinde ka lan bölgeydi . Diğer ordu ise Çerkez Ethem' in önderl iğindeydi . Ethem, Sivas Kongresi sırasında hala varl ığ ın ı sürdürmekte olan Anzavur'un ordusunu ortadan kaldırı rken u lusalcılardan destek görmüştü . Başlangıçta u lusalcı/arın amaçlarına h izmet eden Ethem, sonraları Mustafa Kemal için bir sorun haline geld i .
Anadolu ayrıca b i r dizi komünist hareketle de karşı laştı. Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan hemen sonra i lkin Rusya'dan gelen bir delege, ardından bir ABD temsilcisi tarafından ziyaret ed i lmişti. i l kesel olarak komünistlere karşı olan Mustafa KemaL. her şeye karşın onların yard ımına ihtiyacı olduğunun farkındaydı . N itekim, bağımsızlık savaşı sırasında kullanı lan silahların pek çoğu Rusya'dan gelecekti. 1 920 yıl ında, Türk komünistleri eski ittihat ve Terakki grubu ile birleşerek Türkiye Komünist Partisi 'ni kurdu lar. Ard ından, bir süre sonra Mustafa Kemal' in onayı ve teşviki i le ikinci bir komünist partisi daha kuru ldu . Bu ikincisi, birincisinden farklı olarak Mustafa Kemal' in kontrolü altındaydı . ikinci komünist partisin in kuru luşunun Mustafa Kemal' in böl ve yönet taktiğ in in bir ürünü olduğu söylenmiştir. i lk kurulan komünist partisi Anadolu'daki faaliyetlerini artırdığında Mustafa Kemal komünizmi açıkça eleştirmeye başladı, hatta parti l iderle-
Ölümsüz Ata1.ür.k....
rinden bazı ların ın mahkemelerde yargı lanması n ı sağladı . Bu durum Rusları kızd ırd ı , ancak, on ların Mart 1 92 1 'de Tü rklere düzenli olarak Rus si lah ları sağ lama güvencesi verd ikleri b i r anlaşmayı imzalamaktan al ıkoymadı. Söz konusu anlaşmanın imzaIanmasından sonra, mahkemelerde yarg ılanan komün ist l iderler görece hafif cezalara çarptı rı ldı lar.
Mi l liyetçi ler, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yaşanan ciddi ayaklanmalara tepki olarak, istiklal Mahkemeleri olarak anılan bir d iz i olağanüstü mahkeme kurdular. Bundan dört ay kadar önce, 29 N isan'da, Büyük Mi l let Meclisi vatana ihanetle i lgi l i olarak bir yasa çıkarmış, ancak bu yasa ayaklanmaları du rdurmaya yetmemişti. O rdudan firar eden asker kaçaklar ın ın çoğu eşkıya çeteleri kuruyor, kırsal alanı terörize ediyorlard ı . Yaşanan bu başıboşluk ve asayişsizl ik, hukuku ve yasaları derhal hakim kılacak özel mahkemelere duyulan ihtiyaca işaret ediyordu .86
Yaygın iç karışıklık düşünüldüğünde, Mustafa Kemal' in ordusu olmayan bir lider olarak kendisine üs ed indiği tarım okulunun ciddi bir korumadan yoksun oluşu şaşırtıcıdır . B inayı koruyan muhafız kuvveti doksan kada r kişiden oluşuyordu . Ali Fuat' ın karargah ı epeyce uzaktaydı ve binada Mustafa Kemal' le birl ikte çalışan insanlar çetelerin ya da özel ordu ların muhtemel b ir saldırısın ın ted i rg in l iğ in i yaşıyoriard ı . Bir keresinde, uzaktaki bir inek sürüsünü kendi lerini ele geçi rmeye gelen bir çete ya da padişaha bağl ı kuvvetler sanarak korkuya kap ıldı lar.
Faal iyetler sırasında yaşanan ufak tefek güçlükler ve aksi l ikler söz konusu şüpheci l iğ i artırıyordu . Okul binas ın ı Ankara'ya bağlayan telgraf hatları geceleri sık sık kesi l iyor, kimi zaman bekçi köpekleri zeh irlenmiş halde bulunuyordu . Mustafa Kemal, kafese kapatılmış bir kaplan g ibi, gerg in ve huzursuzdu . Kıl ıç Ali, beraberindeki yetmiş süvariyle bir l ikte binadakiler in güvenl iğ in i pekiştirmek için muhafız kuvvetine katıld ı . Ancak, bu, binadaki lerin yaşadığı genel ruh hal ini değ iştirmeye, özell ikle de Mustafa Kemal' in ruh hal inde ansızın ortaya çıkan kısa süreli "depresif" durumu engellemeye yetmed i. Mustafa Kemal ve grubunun Ankara'dan ayrılarak Sivas'a geri dönmesi kararlaştır ı ld ı , ancak yolların tehl ikeli olması yüzünden bu kararın uygu lanması sürekli er-
86 istiklal Mahkemeleri'nin kuruluş nedenleriyle ilgili ayrıntılı bir tahlil için bkz., Aybars, 1 975, 5 .54-60.
iç Sayaş Sırasında Ankara
telendi . Refet o günlerde Ankara'ya döndü . Onun Ankara'ya gelişi insanların moralini yükseltmekle birlikte kötü haberler birbirini kovalamaya devam etti .
Dr. Adnan ve eşi, Mustafa Kemal'in moral bozucu mesajlara nası l tepki gösterdiği konusunda kimi yorumlarda bulunmuşlardır (Göksel 1 975). Buna göre, kötü bir haber al ındığında, Mustafa Kemal, bir panik işareti olmak üzere, yumruğunu diğer elinin avuç içine vuruyordu . Böyle zamanlarda i lkin sinirl i ve ümitsiz görünen Mustafa Kemal, panik duygusunu başından savmak istercesine ansızın ayağa kalkıyor ve "Haydi kendi işimize bakalım" diyordu . Ağzından bu ifade çıktıktan hemen sonra Mustafa Kemal'in ruh hali tamamen değişiyor, herhangi bir panik belirtisi göstermeden ve gerek kendisi gerek diğerleri üzerinde tam bir kontrol kurarak kendisini yine işe veriyordu . Kendisini işine verme konusunda bir yoğunluk düzeyinden bir d iğerine h ızla geçebi l iyordu ve bu konuda anlaşılması güç bir yeteneğe sahipti. Dikkatin i bozan, kendi üzerindeki kontrolünü sekteye uğratan görece düşük yoğunluk düzeyini h ızla terk ederek, bir diğer yoğunluk düzeyinde çal ışmasın ı h içbir şey olmamış gibi devam ettiriyordu .
Ziraat mektebinde ka lmanın içerd iği tehl ikeleri g iderek daha çok dikkate alan Mustafa Kemal , en sonunda okul binasından ayrı ldı ve şehi r merkezinde tren istasyonuna bitişik bir binaya yerleşti . Bu yer değiştirme işleminin tam tarihini bi lmiyoruz, fakat Mustafa Kemal' in yeni evine yerleşmesi 1 92 1 yılı Haziran ayın ın ortalarında gerçekleşti. Yine aynı günlerde Fikriye ona yeni evinde eşl ik etmek üzere Ankara'ya geldi.
Mustafa Kemal, yeni karargahın ı "Direksiyon" olarak isimlendirdi. Yeni mekanı gerekli ev eşyaları açısından öylesine yoksul durumdaydı ki, yatacağı bir yatak bile yoktu. Ziraat mektebindeki yatak buraya getiri ldi . Bu yatak, içinde ağaçtan yapılmış birkaç tahta levhanın, şiltenin üzerine konulacağı zemini oluşturduğu siyah, demir bir kafesten başka bir şey değildi . Yapıda bir banyonun o lmaması Mustafa Kemal'i fazlasıyla rahatsız etti. Monsieur (Mösyö) Jack olarak bilinen Alman bir mühendis, Mustafa Kemal'in önerilerine uygun olarak, basit bir banyonun yapımı için bir plan hazırlad ı . Ancak, çok geçmeden, hali vakti yerinde bir J Ankaral ı Mustafa Kemal'i ziyarete geldiği bir gün binanın içler acısı durumunu gördü. Bu kişi beyaz bir yatak gönderdi; bunu
Ölümsüz AtatÜrk
başkaca mobilya lar gönderen diğerleri izled i . Mustafa Kemal'e yatağı gönderen kiş in in , o yı l larda Ankara 'n ın eteklerinde yer alan ve yüksekçe bir mevkide ku rulu bulunan Çankaya adl ı b ir mahal lede bir evi vard ı . Bir süre sonra, Mustafa Kemal ve F ikriye sonraki yı l larda cumhurbaşkanl ığ ı köşkünün çekirdeğ in i oluşturacak olan bu eve yerleşti ler.s7
istasyon bitişiğindeki o mütevazı evden son ra, Çankaya'daki ev bir hayli lükstü . Bir tepe üzerine inşa ed i lmiş, çevresi ağaçlarla kapl ı bu ev, özenle tasarlanmış bir bahçeye sah ipti ve Ankara'nın o yıl larda bağlarla kapl ı olan eteklerine bakıyordu. Evin ing i l iz Tudor tarzını anıştıran ön cephesi, birbirine paralel ağaç kirişlerle inşa ed i lmiş, üstü harçla sıvanmıştı; alçı karışımı panellerin içinde yaprağı andıran ağaçtan motifler görülüyordu. Evin daha alçak olan yan cepheleri ve arka cephesi daha mütevazı bir görünümdeydi ve taştan örülmüştü . Yapının üzerin i örten geniş çatı üzerine kırmızı kiremitler döşenmişti .
Üvey babası dolayısıyla Mustafa Kemal ' le uzaktan akraba olan F ikriye, Mustafa Kemal'den on sekiz yaş küçüktü. Kızkardeşi Jü l ide'nin ölümünden sonra tek başına ve ai lesiz kalmış, Mustafa Kemal'e bir mektup yazarak yan ında kahya kadın olarak bulunmaktan mutlu luk duyacağını bild irmişti. Fikriye Ankara'ya bu gerekçeyle geld i . Zübeyde'nin, Fikriye'nin Mustafa Kemal' in yanına gitmesi konusunda ne düşünmüş olduğunu kesin olarak bi lmek olanaksız. Zübeyde, Fikriye'yi sevmekle birl ikte, onun paşa olan oğluna uygun bir eş olduğunu düşünemezdi, çünkü Fikriye daha önce evlenmişti ve artık bakire değ ild i . Zübeyde'n in dinsel ve kü ltürel değerleri, kendisini oğlu için bakire bir gelin düşünmeye yöneltmiş olmalı . Her ne olursa olsun, kahya kadın sıfatıyla Mustafa Kemal'e h izmet etmek isted iğini söyleyen ve Zübeyde tarafından bir şekilde benimsenmiş olan Fikriye, Mustafa Kemal tarafından "misafir" olarak düşünüldü ve Mustafa Kemal onun Ankara'ya gelişine sıcak baktı. Fikriye'nin Ankara'ya u laştığ ı gün Mustafa Kemal Büyük M il let Meclisi'nde bir d izi işle meşguldü, ancak emir erin i istasyona göndererek ondan valizleri taşımasında Fikriye'ye yard ımcı olmasın ı ve onu daha önce kendisinin kaldığı Direksiyon'daki odaya yerleştirmesini istedi (Oranı !
87 1 932 yılında ev genişletildi ve genç Mustafa Kemal'in Selanik'teki evi g ib i pem-beye boyandI .
.
iç Savaş Sırasında Ankara
1 967, s.89). Odada derme çatma bir karyoladan başka bir şey yoktu; fakat g rup Çankaya'daki eve geçene kadar "misafir" burada kalabil irdi .
Fikriye, o sıralar yirmi ik i yaşında, uzun boylu, genç ve güzel bir kad ındı . Dalgın, hüzünlü gözleriyle; narin, esmer, oval yüzüyle ve koyu kahverengi saç lüleleriyle Greta Garbo'yu andı rıyordu . Küçük bir burnu, ince, narin b i r çenesi ve hemen her zaman gülümseyen hoş bir ağzı vardı . Hal ide Edip, Fikriye'nin kontraıto sesinin vakarından, koyu gözlerinden, uzun ve kıvrıml ı kirpikIerinden, yaşın ın ötesinde bir hüznü yansıtan havasından söz eder. Dr. Adnan, bir ara Fikriye'n in gözlerindeki hüzünlü bakışın onun kızkardeşinin ölümüne neden olan verem hastal ığının bir belirtisi olabi leceğin i düşünmüştür.88
Fikriye, Mustafa Kemal'i kendisi için olağanüstü bir kahraman haline getirdi . Yaşamının en önemli ereği Mustafa Kemal ' i memnun etmekti. Fikriye istasyondaki küçük binayı temiz ve tertipl i tutma, orada ka lanları besleme, onların giysi lerini yıkama ve başka işleri üstlend iği zaman, Mustafa Kemal, yakınında h içbir eleştiride bulunmadan kendisine hayran olan böyle bir insan ın bulunmasından hoşnuttu. H iç kuşkusuz F ikriye, Corinne gib i bir kadın değ i ldi , fakat bel l i bir eğitim almıştı ve tatm inkar düzeyde olmasa bile piyano çalabi l iyordu . Grup, Çankaya'daki eve geçtiği
8 8 Halide Edip, Fikriye'yi i lk kez safkan atlar tarafından çekilen bir at arabasında gördü. At arabası Mustafa Kemal'e aitti, fakat kendi arabasını ku l lanmayı yeğled iğ i için at arabasını ender olarak kul lanırdi. Halide Edip, at üstünde yolda ilerlerken karşıdan gelen at arabası kendisine yaklaştı ve sürtünürcesine yakınından geçti. Edip şunları yazıyor: "At arabasmm içinde oturan kişinin Mustafa Kemal Paşa değil, yorgun ve soğuk görünmekle birlikte hoş yüzlü bir kadm olduğunu gördüm -burnunun ucu mavimsi, dudaklarl solgun ve renksizdi. Esmer, narin, oval biçimli yüzü çok etkileyiciydi. Koyu kahverengi gözleri, çok uzun ve kıvrlmlı kirpikIeri beni uzak geçmişin bu/amk anlfarlna götürdü. Gördüğüm kişinin iyi terbiyeyle yetişmiş genç bir kadm olan kuzen Fikriye Hamm olduğunu düşündüm. Fikriye Hamm, üzerindeki zevkli ama sade elbiseleri içinde, Mustafa Kemal Paşa 'mn canlı, renkli bayan arkadaşlarmdan çok farklı görünüyordu. Birine benziyordu, ama kime? Yüzü beni neden böylesine etkilemişti? Solgun yü· zü bana dönmüş, bana belli belirsiz bir gülümsemeyle bakmıştı ve at arabası yammdan geçip uzaklaştiğmda onun bir tarif edilmez hüzünlü bakışı adeta be· ni çarpmıştı. Özellikle, kendimi bakmaktan allkoyamadığım gözleri . . . Sonra olam anladım. Bu gözler, yaşantımda hep belli belirsiz seçilen, hayali, bulamk bir gölge olarak kalmış annemin gözlerini andırıyordu. Bunu Dr. Adnan 'a söylediğimde gülümsedi ve şöyle söyledi: "Doğrusu bu durum beni şaşırtmadı. Bana annenin veremli olduğunu söylemiştin, korkarım Fikriye Hamm da veremll" (Adıvar 1 928, s.223-24).
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
zaman, Mustafa Kemal F ikriye için bir piyano aldı . Mustafa Kemal, bi l inçli olarak veya farkında olmaksızın, daha sonraki yıl larda evlat edindiği kızlarına yaptığ ı gibi , F ikriye'n in batı l ı laşmasını teşvik ediyordu . Çankaya'daki eve yerleşi ld ikten sonra, Fikriye, Mustafa Kemal' in Direksiyon olarak andığı daha önceki evde yalnızca yemek saatlerinde çıkardığı çarşafı g iymeyi bütünüyle terk etti .
Çok geçmeden etek, bluz ve bluzunun üzerine kısa bir ceket g iymeye başladı . Bu giysiler ince, zarif bedenini öne çıkarıyor, ona çekici bir hava kazandırıyordu . Mustafa Kemal gibi ata binmekten hoşlan ıyor, taşıd ığı tabancayı hayli iyi kul lanıyordu . Bu nar in kadının Ankara'da atla dolaşması çeşitl i yorumlara neden oldu. Fikriye, Mustafa Kemal'le olan beraberl iği sayesinde kendi özsaygısını art ırmak su retiyle, Mustafa Kemal' in görkemli l iğini destekliyordu . Ne var ki , görkemli kiş i l ik yapısına sahip bir i nsanı sevmek, bu insanların diğerleri ne yönelik duygu yatırımı geçici niteliğe sahip olduğu ve diğerleriyle olan i l işkileri kısa ömürlü olma eğ i l imi gösterd iği için, her zaman riskli b ir durumdur. Bu tür erkekler, sık s ık küçücük bir zaaf ya da eksiklik bulduklarında kısa bir sü re önce kend isinden "Hayat/mda gördüğüm en güzel kadm" olarak söz ettikleri bir kad ından soğurlar ve ondan tamamen koparlar (Volkan 1 976, s. 239-7 1 ; 1 98 1 ). Mustafa Kemal, sonuna kadar sad ık kaldığı b ir "tek kadın ı" sevdi: Kendi iç in çocukluğunun ü lkü leştiri lmiş annesini temsil eden, bütün yaşamını onun sıkıntıdan kurtarılarak mutlu edilmesine adadığ ı Türk u lusu. D iğE\( kadınlar yaşantısında hep geçici bir yer işgal edeceklerd i . Fikriye'n in durumu da bundan farklı olmayacaktı.
1 920 yılı yazında, pek çok ayaklanmanın yanı s ıra, Yunan işgal kuvvetlerinin gözle görü lür bir ilerlemesi söz konusuydu . Mustafa Kemal'in o günlerde askeri bir harekata g irişmeye n iyetli olmadığı çok açıktır. Düzenl i Türk ordusu önemli bir savaşa eşit koşullarda girişebilecek durumda değildi ve Mustafa Kemal ayaklanmalara karışan o pek/çok "lider/den biri olmak istemiyordu . Bunun yerine, Mustafa Kemal çabaların ı yeni bir hükümetin kuruluşu üzerinde yoğünlaştırmayı yeğled i . Anadolu'daki karışık ve tehlikeli durum yandaşlarından bazılarını düşkırıklığ ına uğratmıştı ve bu yüzden çevresinde Mustafa Kemal'i eleştiren insanlar yok deği ldi . Kendisinde bir "kurtarıcı" gördükleri bu insan henüz
iç Savaş Sırasında Ankara .
kend ileri için d ikkate değer bir şey yapmış deği ld i ve askeri harekat sonucu ü lkeye barış getirmekten ziyade kendis in i siyasete vermiş görünüyordu . Hatta bazı ları onun çaresiz bir durumda olduğunu düşünüyorlardı . Büyük Mi l let Meclisi mebusların ın oluştu rduğu i lk grup homojen olmayan bir yapıya sah ipti . Bir kısmı komünistlere yakın l ık duyuyordu; bazıları pad işaha inanmayı ve ona bel bağ lamayı sürdürüyordu; bazı ları ise kendi kişisel emelleri peşindeyd i ler. Mebusların yüzde on seki.zi ayn ı zamanda d in i l iderler konumundaydı; eski askerlerin oluştu rduğu grubun oranı da buna yakındı . Çoğunluğu oluştu ran lar bürokratlardı. Ka lpaklı, türbanl ı, fesl i i nsanlar mecl iste yan yanaydı lar. Meclisin genel görüntüsü; mebusların birbirinden farklı karakter ve kültür yapılarını yansıtıyordu .
Bi rey psikoloj is i i le grup psikoloj isi arasında benzerlikler vardır, fakat pek çok önemli farkl ı l ık s ık sık gözden kaçırı l ır. Rochl in ( 1 973, s.260), b i r l idere, bir davaya veya bir amaca yakınlık duyma veya buna bağlanma konusunda bir grubun bir bireyden çok daha hazır durumda olduğunu söyler. Bunun konumuzia i lg i l i boyutu, bir g rubun, grup narsisizmi dolayısıyla bir tercihten vazgeçebi leceğ idir ve buna hazır durumda olmasıdır. Mustafa Kemal' in durumunda, bel l i bir dereceye kadar, böyle b i r durum söz konusuydu .
Anlaşma Devletleri'n in Osmanl ı hükümetine, Türklerin geleceğ in i karanl ığa gömen bir barış anlaşması sunmuş olmaları, Mustafa Kemal'e yığ ınların dikkatin i kendi üzerinde toplamayı sürdürme olanağı veriyordu . Osmanlı hükümetin in 1 0 Ağustos 1 920'de Sevr Anlaşması'nı imzalamayı kabul etmesi, Anadolu'da öfkeyi kışkırtan yeni bir aşağ ı lanmışl ık duygusunun yaşanmasına yol açtı. Mustafa Kemal, bu durumun sağladığı olanaklardan yararlanarak söz konusu aşağı lamaya son vermeye yetenekli yegane insan konumunu sü rdü rmeye hazırd ı .
Bölüm 1�
MUSTAFA KEMAL'DEN GAZi M. KEMAL'E
D aha önce kendi tabiiyetlerinde bufunan Yunanlıların işgali karşısında Türklerin nası l bir duyguya kapılacaklarını, bir
ölüm kal ım meselesi olarak gördükleri bu duruma nasıl bir dirençle tepki göstereceklerini önceden kestirmekte başarısızlığa uğrayan Anlaşma Devletleri, böylece dönüşü olmayan bir yola girmiş oldular. Siyaset, tıpkı Birinc i Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi bugün de yeterince kavranamayan etnik çatışmalarla içiçe geçerek karmaşık bir nitelik kazanmıştı.89 Barışa duydukları yoğun özlem dolayısıyla gerçekçi değerlendirmelerde bulunma yeteneği zayıflamış, savaş ve hatta hükmetme arzuları iyiden iyiye köreimiş ingi l izler, Türkleri kısa sürede tamamen boyundurukları altına alabileceklerini i leri süren Yunanlıların bu idd iasına inandılar; i lkin Yunanlıların izmir'e yaptıkları çıkarmayı destekledi ler, ardından istanbul'u işgal etmek gibi vahim bir hataya düştüler. Lord Curzon, Osmanlı imparatorluğu ile i lgi l i olarak Doğu Sorunu'na n ihai bir çözüm anlamına gelecek (yani son nefesini verdikten sonra "Avrupa'n ın hasta adaml"nın9o topraklarıı:ı ın durumunun ne olacağına açıkl ık getirecek) bir anlaşmanın gerçekleştirilmesi için yoğun bir kampanyaya girişti.
Anlaşma Devletleri'n in bir d iğer yanı lgısı, Mustafa Kemal önderliğ indeki u lusal hareketin anlaşma koşu llarını hafifletebilmek amacıyla istanbul hükümeti tarafından beslendiği kan ısına varmış olmalarıyd ı . An laşma Devletleri, istanbul'un işgal altında bulunduğu, Osmanl ı hükümetin in darmadağın olduğu bir dönemde, Türklere ciddi bir direniş fı rsatı vermeden bir barış anlaşması
B9 Türk-Yunan anlaşmazlığında patlak veren bir diğer çatışma için bkz., Volkan, 1979.
90 "Avrupa'nın hasta adamı" teriminin kaynağı Rus Çarı i. Nikola'ya dayanır. Çar, terimi, 1 853 yılının Ocak ayında ingiliz Büyükelçisi Sir George Hamilton Seymour ile Osmanlı imparatorluğu'nun geleceği üzerine yaptığı bir söyleşi sırasında kullanmıştır. Bkz., Henderson 1 947, s. 1 -4. Ruslar, Osmanlı imparatorluğu'nun ölüm döşeğinde olduğuna inanıyorlardı; onlara göre, imparatorluğun çöküşünden sonra yaşanması muhtemel bir savaştan kaçınmanın en iyi yolu, Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağı konusunda önceden bir planın yapılmasıydl.
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
hazırlamak ve bunu imparatorluğa dayatmak amacındaydılar . Mustafa Kemal kontrol altına al ınamasa bi le, vakit yitirmeden imzalanacak bir an laşmanın yaşanan kaosu bir istikrara dönüştüreceği şekl inde boş bir ümide sarılmışlardı . Anlaşman ın sih irli bir değnek gibi her sorunu çözeceğine inanan Anlaşma Devletleri, böylece büyüye inananların yaln ızca i lkel toplu luklardan ibaret olmadığ ın ı kan ıtlamış oluyorlard ı . ,
Anlaşma Devletleri arasında, sonuncusu N isan 1 920'de italya'nın San Remo şehrinde yapılan bir dizi konferansın sonucu olarak imzalanan anlaşmanın başarısızlığa uğrayacağın ı önceden kestirmek için kah in olmak gerekmiyordu . Anlaşma Devletleri kendi aralarında karşılıklı bir güvensizlik yaşıyoriardı ve ittifakın büyük ortaklarının yönetici seçkinleri kendi içlerinde farklı düşüncelere sahiplerdi . Özellikle ingi l iz devlet adamları bölünmüş durumdaydılar. Lloyd George tüm umutlarını Yunanl ı lara bağlarken, Küçük Asya'daki bir Yunan yayılması olası l ığ ı Curzon'u çok kaygılandırıyordu . Operasyonu kimin kontrol edeceği konusunda ingi l iz ordusu i le donanma arasında anlaşmazl ık vardı . H indistan/daki ing i l iz çıkarlarını temsil eden siyasetçiler, çok acımasız bir anlaşmanın H indistan'daki Müslümanlar üzerinde olumsuz etki ler yaratmas ından kaygı duyuyorlardı. Bunlar, istanbul/daki Türk varl ığ ın ın daha gen iş tutu lmasından yanaydllar.91
Anlaşma Devletleri'n in kendi a ralarındaki i l işkileri de daha iyi deği ld i . Ege ve Akdeniz'de Yunan nüfuzunun genişlemesi ita lyanları hayli gücendirmişti . Gözlerini en çok Su riye üzerine d ikmiş olan Fransızlar i ngi l izlere kuşkuyla bakıyorlard ı . Küçük Asya/ya gereğ inden fazla kaynak tahsis etmek istemeyen Frans ızlar, E rmeni lerin Ki l ikya'daki davasına destek veriyorlard ı . E rmenileri n gerekli asker ihtiyacı nı kendi lerin in karşı layabilecekleri beklentisindeyd i ler. Yaşanan düzensizl ik ve kaos ingi l izleri hayl i yorgun düşü rmüştü . i ngi l izlerin Küçük Asya'daki askeri varl ığ ı esas olarak H intli askerlerden oluşuyordu .
Bu koşulların varl ığına rağmen bir anlaşma metni hazırlandı ve imzalaması için istanbul'daki Osmanl ı hükümetine i leti id i . Tarihte, bir savaştan yeni lg iyle çıkmış devletlerden çok azı böylesine
91 H indistan'daki Müslümanlar Kemal ist hareketi desteklediler. Bkz . , Bush 1 976'da ilgil i bölümler.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
acımasız bir anlaşmayla yüz yüze kalmıştır. 1 50 sayfa l ık an laşma metni, Osmanlı imparatorluğu'nu adeta bir pasta gibi çeşitli parçalara ayırıyordu . Türklere düşen pay, bunun çok küçük bir parçasından ibaretti. Doğrudan bir devlete tahsis edilmeyen topraklar ise yabancı devletlerin kontrolüne bırakı lmışt ı . Bu, Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine büyük katkılarda bulunmuş aynı emperyalist mantığın ürünü olan bir anlaşma metniyd i .
Trakya'n ın doğusu, istanbul 'un uzantısı olan küçük b i r alan dışında, Yunanistan'a verilecekti. istanbul'un fethinden Önce (ve hatta sonra) Osmanl ı imparatorluğu'na başkentlik yapmış, Türkler için simgesel bir öneme sahip Edirne de buna dahi idi (Ed irne, asırlar boyunca, Balkanları Türk egemenliği altında sokan imparatorluğun büyük askeri seferlerinin başlangıç noktası olmuştu). Ayrıca, bu anlaşmayla birl ikte Yunanl ı ların izmir'i ele geçirme düşü de gerçekleşiyordu . Anlaşmanın imzasını takip eden ilk beş yıl boyunca şehrin resmen Yunan toprağı olmayacağı, burada sadece bir Yunan idaresinin kurulacağı doğruydu; ama, esas olan şu ki, anlaşmaya göre beş yıl ın bitiminden sonra, şehrin Yunanistan'a dahi l edilmesi konusunda bir referanduma gidi lecekti . Bunların yanı sıra, Ege'deki sekiz Türk adası da Yunanistan'a bırakıl ıyordu .
Toprak paylaşımına i l işkin d iğer düzenlemeler, italya'ya On iki Adalar' ı , izmir'in güneyindeki Ege kıyı bölgesini, Anadolu'nun Adana'ya kadar olan Akdeniz kıyı bölgesini kazandırıyordu . Anadolu'daki bu bölgeler italyanların nüfuz bölgesini oluşturacaktı . Fransız nüfuz bölgesi ise Adana'dan başlayacak, Sivas'a kadar uzanacaktı. Anlaşma koşulları , sınırları daha sonra ABD tarafından saptanacak bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulmasını öngörüyordu . Ayrıca Kürtlere özerklik tanınıyor, Kürt sınırlarının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakılıyordu . Bütün bunlara ek olarak, Osmanlı imparatorluğu bütün Arap toprakların ı yitiriyordu. Boğazlar üzerinde u luslararası bir kontrol oluşturulacaktı . Ayrıca, Türkiye' nin mali kaynakları Anlaşma Devletleri 'nce kontrol ed ilecekti . Türk ordusu büyük ölçüde küçü ltü lecek, jandarma kurumunun kadroları yabancı ü l keler tarafından dolduru lacaktı . 1 0 Hazi ran'da padişaha i letilen anlaşma metn i tamamen onur kırıcı bir belge n itel iğindeydi . Metni imzalaması için Osmanl ı hükümetine bir ay mühlet tanındı.
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
Umulabi leceğ i gibi , padişah hükümeti an laşma hükümlerine itiraz etti. Böylesine yıkıcı bir an laşmanın hiçbir çekince konmadan imzalanması, Osmanl ı imparatorluğu'nun ve Osmanl ı Sarayı 'n ın sonu anlamına gelecekti. Büyük Mi l let Meclisi kendi tavrın ı açıkça ortaya koymuştu . Mecl is, toplandıktan hemen sonra, istanbul hükümeti tarafından 1 6 Mart 1 920 tarih inden sonra imzalanacak herhangi bir anlaşma ya da yükümlülüğün geçersiz olacağını i lan etmişti.
Anlaşma koşul larına karşı bir d i reniş örgütlemesi için Mustafa Kemal'e fırsat tanımamaya kararl ı olan Anlaşma Devletleri, anlaşma metn in i hemen imzalaması için padişah hükümeti üzerinde yoğun bir baskı kurmaya karar verd i ler. Bu baskıyı oluşturmanın yöntemi, Yunanl ı ların izmir'den kuzeye doğru i leri harekata geçmesi olacaktı. Harekat, izmit Körfezi'ne ve onun ötesinde yer alan istanbul'a hakim olma açısından stratej ik bir öneme sahip l iman şehri izmit'te bulunan ing il iz kuvvetlerin i tehdit etmeye başlamış u lusal güçlere karşı girişi lecekti. Yunan Başbakanı Venizelos, An laşma Devletleri 'ni kendi birliklerinin bu işi ' başarabileceğ ine ikna ett i . Venizelos'un bu iyimser yaklaşımı kolayca benimsendi . Yunanl ı lar, izmir bölgesinde Türklerle Yunanl ı lar arasındaki sınırı tespit etmek üzere daha önce Anlaşma Devletleri tarafından çizi lmiş Mi lne Hattı 'n ı 22 Haziran'da geçtiler.
Yunan kuvvetleri, Ali Fuat'ın zayıf, donanımsız ordusunu ezip geçerken hafif bir mukavemetle karşılaştılar. Venizelos, daha önceki iddiasın ı gerçekleştirmiş, sözüne güveni l ir bir müttefik olduğunu kan ıtlamış görünüyordu . Türkler Bursa'ya kadar geri çekildi ler. U ludağ eteklerinde kuru lmuş Bursa, Türkler açısından manevi değere sahip bir şehirdir. 1 327 yılında Bizansl ı lardan al ınan şehir Osmanlıların i lk önemli başkentidir. Birbirinden güzel hanlarla, hamam ve ı l ıcalarla, köprü lerle, ün lü Yeşi l Cami gibi çeşitli dini yapılarla süslenmiştir.
Ne var ki, eski dönemlerde sahip olduğu bu görkem, Bursa'yı Yunanlı ların eline düşmekten kurtaramadı. 8 Temmuz'da Yunanlı lar şehri aldılar. Ankara'yı panik kaplad ı . Nasıl Bursa bu kadar kısa sürede düşebilirdi? Mustafa Kemal' in liderliğine karşı yakınmalar başladı . Büyük Mi l let Meclisi kürsüsünün üstü siyah bir kumaşla örtüldü. Kürsüye gelen konuşmacılar, Bursa düşman elin-
Ölümsüz Atatürk
den geri al ın ıncaya kadar bu örtünün kürsüden kaldırı lmayacağın ı söyled i ler. Ali Fuat' ın kuvvetlerinin Yunanl ı ları durdurmaya yetmemiş olmasından hareketle, gerilla savaşının daha iyi bir yöntem olup olmayacağı tartışılıyordu .
Mustafa Kemal' in başarısız insanlara tahammülü yoktu . Ayrıca, Ali Fuat' ın geri l lalardan oluşan bir güruhun başına geçmesi düşünülüyordu. Böylesine bir hareket daha bütüncül, daha organ ize bir d ireniş gücü oluşturmaya yönelik planı bozabil irdi. Ali Fuat'ı devre dışı bırakmanın zamanı gelmişti. Mustafa Kemal ' in sahip olduğu kişi l ik yapısı, kendisine, önemli bir duygusal sıkıntı ya da suçlu luk duygusu yaşamadan eski arkadaşların ı tasfiye etme yeteneği kazandırıyordu .
Böylece, Mustafa Kemal Kasım 1 920'de Al i Fuat'ı Ankara'ya çağ ırdı ve onu tren istasyonunda karşı lad ı . Özel bir görüşme için trendeki kompartımanlardan birine oturdular; Mustafa Kemal naz ik bir d i l le Ali Fuat'a büyükelçi olarak Moskova'ya gideceğini b i ld ird i .92 Ali Fuat' ın tercih şansı yoktu. Askeri görevini bırakarak bir s ivi l olarak kendisine verilen göreve itaat etmek durumundayd ı . Böylece, Mustafa Kemal, Samsun'a çıktığı gün lerde en yakın ındaki dört arkadaşının bi rinden kurtu lmuş oldu. Şimdi, bir yanında ismet d iğer yanı nda Fevzi Paşa olduğu halde, Ankara'da tek baş ına ka lmıştı - ismet Bey ve Fevzi Paşa ile söz konusu dört arkadaşından daha sonra tanışmıştı ve her ikisi de yaptığ ı planları onaylayan insanlardı . Rauf Orbay, Malta'da i ngi l izlerin elinde esird i . Kazım Karabekir doğu cephesinde Ermenilerle baş ediyordu . Refet Bey ise kıtada bir l iğinin başındaydı .
Mi l letveki l lerin in içler in i döküp rahatlamaların ın önemli olduğunu sezen Mustafa Kemal, onların Büyük Mi llet Meclisi 'nde üstü siyah bir bezle örtü lmüş kürsüden konuşma yapmalarına "izin" verd i . Onlar konuştuktan sonra kürsüye çıkıyor, kimi zaman üstü kapalı tehditlere, kimi zaman gönül alıcı ifadelere başvurarak, bazen mantığını bazen karizmasını kullanarak, kendisine yönelik eleştirilere ustalıkla karşı l ık veriyordu . Meclise içinde bulunu lan durumun gerçeklerini anlatıyor, mil letvekil lerinden
92 Mustafa Kemal'in bu olayla ilgili "resmi" anlatısı şu şekildedir: 'Ali Fuat Paşanın Garp Cephesine kumanda edemiyeceğine kani olmuştum. O günlerde Moskova'ya da bir sefaret heyeti göndermek Iüzumu karşısında bulunuyorduk. O halde, Fuat Paşa sefiri kebir olarak Moskova'ya gidebilirdı" (Atatürk 1 927, s.429).
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
meseleye mantıklı yaklaşmaların ı istiyordu . Yunanl ı lar ve Anlaşma Devletleri istedikleri an Anadolu'ya daha fazla asker çıkarabil i rlerd i, çünkü deniz lerin kontrolünü el lerinde bu lunduruyorla rd ı . Mi l letvekillerine, tarih in ele geçir i lmesi mümkün olmayan b i r tek cepheden dahi söz etmed iğin i hatı rlatan Mustafa Kemal, Bursa dolaylarındaki Yunan cephesinde gedikler bulunduğuna d ikkati çekerek Tü rklerin bu ged iklerden karşı sa ld ı rıya geçebi leceklerin i söyled i . Fakat Türk kuvvetleri zayıf ve hazırl ıksız b ir du rumdayd ı ; dolayısıyla, Bursa'ya karşı bir sa ld ı rıya g irişmek uygun olmazd ı . Mi l letvekilleri Bursa'n ın hemen geri al ınmasın ı esas amaç hal ine getirmemeli, bunun yerine dikkatlerini Anadolu 'nun savunması üzerinde yoğun laştırmalı lard ı . Düşmana sald ır ı uygun zamanda ve uygun yerde gerçekleştir i lmel iyd i; duygusal davranmamak gerekiyordu . Mustafa Kemal ' in bu sözleri mi l letvekil lerin i yatıştırd ı .
Koşul lar Mustafa Kemal ve mil liyetçiler için ne kadar kötü ise, pad işah ve hükümeti için bundan da beter id i . Anadolu'daki Yunan i leri harekatı, pad işahı an laşma metnini imzalamaya zorlamak için yapılmışt ı . Söz konusu ileri harekat Venizelos'un planının yalnızca b i r parçasın ı oluşturuyordu . Planının d iğer parçası da sahneye kondu ve Yunanlı lar Trakya'ya karşı ani bir saldırı başlattılar. Ed irne 26 Temmuz'da teslim olmak zorunda ka ldı . Yalnızca 1 876' da Ruslar ve Balkan Savaşları sırasında Bulgarlar istanbul 'a bu denl i yaklaşabilmişlerd i . Kaçını lmaz olanı gören padişah hükümeti, 1 0 Ağustos'ta Sevr Anlaşması'nı imzaladı.
Padişah ın imzalad ığ ı Sevr Anlaşması istanbul hükümeti tarafından tasd ik ed i lmek ve Ankara'da Mustafa Kemal tarafından tanınmak zorundayd ı . Anlaşmanın tasd ik ed i lmesini sağ layacak çoğunluğu temin için g i rişi len manevralar Damat Ferit Paşa'n ın istifasına yol açtı; Mustafa Kemal ise anlaşmayı tanımad ığ ın ı açıkça bi ld ird i . Bu tıkanıkl ık, Anlaşma Devletleri arasında gerg inl iğe yol açtı . Yunanlı ların Anadolu 'daki i lerlemesinden ted i rg in olan Fransd ve italya, Mustafa Kemal i le aralarındaki görüş ayrıI ıklarını giderecek, kend i lerine çatışmadan sayg ın l ıkları nı koruyarak ve ekonomik bir kayba uğramadan çıkma şansı verecek bir çözüm yolu arayışındayd ı lar. Lloyd George, Yunanl ı lara tam d iplomatik destek vermeyi sü rdürüyordu, ancak onlara en çok ihtiyaç duydukları asker ve askeri gereç sağ lama olanağ ından yoksundu.
ÖlümsÜz Atatürk
Anadolu'daki sald ı rı ların ı yoğun laştırma arzusundaki Yunanlılar, söz konusu tıkanıkl ıktan hoşnutlard ı . Anlaşma Devletleri, Londra'da düzen lenen ve hem padişah hükümetin in hem de Ankara hükümetinin temsilci lerin in katı ldığı konferans gibi ardı arkası kesilmeyen bir dizi konferansta ne tür tavizler verebi leceklerini düşünüp taşınırlarken, Yunanlı lar savaş alanında askeri bir zafer kazanmak ve böylece S�vr Anlaşması'nın kendi lerine verd iğ inden daha fazlasını elde etmek arzusundayd ılar.
Batıda Yunan saldırısın ın, doğuda ise bir E rmeni Devleti'n in ku rulması girişiminin yoğun baskısı altında kalan Mustafa Kemal, si lah temini sorununa bir çözüm bulmak için kara kara düşünüyordu. ideoloj ik ve pratik alanda u lusal harekete yardıma istekli görünen Rusya, Mustafa Kemal'e mümkün olan en iyi seçenek olarak göründü. Mustafa Kemal, daha önce (Mayıs 1 920'de) Moskova'ya Bekir Sami başkanlığında bir heyet göndermişti. Beki r Sami üstleriyle düştüğü anlaşmazlık sonrasında Osmanlı Devleti'ne sığ ınmış olan eski b ir çarl ık ordusu subayın ın oğluydu. Bir süre sonra, Şubat 1 92 1 'de Londra'da toplanan konferansta Ankara hükümetin i temsil edecek olan Bekir Sami, Kızı l Ordu ile Denikin ve Wrangel' in Beyaz Ordusu arasında savaşın devam ettiği Rus toprakları boyunca süren uzun ve zahmetli bir yolcu luktan sonra, Temmuz 1 920'de Moskova'ya u laştı. Çiçerin, kısa bir gecikmeden sonra Türk heyetini kabul etti. Çiçerin, Mustafa Kemal' in sosyalist veya komünist olmadığ ın ı bi liyordu, ancak Ankara'ya yard ım etmek onun bir d izi politikasına uygun düşüyordu . Amacı Sovyet si lahı ve altın ı temin etmek olan Mustafa Kemal, Sovyet hükümetiyle ku rulan bu simgesel i l işkiden azami ölçüde yararlanmak niyetindeydi .
Mustafa Kemal i le Sovyetler Bir l iğ i 'n i birbirine yakınlaştıran bir diğer nokta, bağ ımsız bir E rmenistan Devleti 'ne Sovyet hükümetinin de karşı olmasıyd ı . Rusların E rmeni topraklarının olabildiğince geniş bir bölümünü alma niyetinde olduğunu sezen Mustafa Kemal, olası bir Rus yayı lmasına karşı doğu sınırlarını gen işletmek ve güvence altına almak üzere, doğu cephesini güçlendird i . Ruslar, Van ve Bitl is'e göz koydukların ı hal ihazırda bel l i etmişlerd i . Ruslardan önce davranan Mustafa Kemal, 1 878 Berl in Kongresi ile Ruslara verilen, 1 9 1 7 Brest-Litowsk anlaşması i le
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
Osmanl ı Devleti'ne geri verilmesi kararlaştırı lan Kars, Ardahan ve Batum'u geri almak için Kazım Karabekir'in ordusunu harekete geçirdL Kazım Karabekir' in emrindeki birl ikler ileri harekata Eylü l ayı sonlarında başladılar ve kısa sürede Kars'ı e le geçird iler. Anlaşma Devletleri ve h imaye görevini üstlenemeyecek durumda olan Amerika tarafından kendi kaderine terk edilmiş olan Ermeni ler, bağımsız bir devlet kurma hayallerin in uçup g ittiğ in i gördü ler. 3 Aral ık'ta, kendi ayakları üzerinde duramayacak denli yeni ve çelimsiz olan Ermeni Devleti i le Ankara Hükümeti arasında Gümrü Barış Anlaşması imzalandı. Arpa çay i le Aras nehrin in çizdiği geleneksel sınır, Türkiye'nin doğu sınırı olarak saptandı. Daha sonraki mücadele sonunda Ardahan ve Batum da Türkiye'n in eline geçti, ancak baskı larını artıran Ruslar Batum'u geri aldılar. Sovyetler Birl iği i le Ankara hükümeti arasında 1 6 Mart 1 92 1 'de imzalanan Moskova Anlaşması ile Türkiye'n in doğu s ınırları net bir biçimde belirlendi.
Anlaşma Devletleri, doğuda yaşanan sorun ların Mustafa Kemal' i meşgul edeceğin i ve bu yüzden Yunanl ı larla baş etmeye fırsat bulamayacağın ı ummuşlar, böylece durumu bir kez daha yanlış hesaplamışlardı . Mustafa Kemal batıda yaşanan sorunlara vakit ayırmasın ı da bild i . Askeri açıdan Türklerin durumu giderek kötüleşiyordu; buna karşı l ık, Yunan istan da s iyasal açıdan çok cidd i sorunlarla karşı karşıyayd ı . Yapılan seçimler sonucu Venizelos iktidarı yitirmişti; söz konusu seçim, Yunan halkın ın sonuçta ka lıcı bir toprak kazanımı getirmeyen kitlesel askeri seferberl iklerden yorgun düştüğüne işaret ediyordu . Sarayda beslenen bir maymunun ısırması sonucu yakalandığı hastal ıktan kurtulamayan Kral Aleksander, Ekim 1 920'de öldü . Aleksander' in ölümünden sonra yapılan referandum, Anlaşma Devletleri arasında sadece b irkaç dostu olan Konstantin'e yeniden tahta çıkma olanağı verd i .93 Daha önce Almanya'dan yana tutum takınmış bu adamın yeniden tahta geçmesini fırsat bi len Fransızlar ve italyanlar, bundan böyle Yunanlı ların Anadolu'da g iriştikleri maceralara destek vermeyeceklerin i bi ldirdi ler. Lloyd George, Anlaşma Devletleri arasında Yunan yan l ısı tutumunu sürdüren, ancak bu ko-
93 Kral Aleksander'in ölümünden bir ay sonra yapılan seçimlerde Kralcılar Liberallere karşı zafer kazandılar ve Kralcı bir hükümet kurdular. Aralık 1 920'de Konstantin yeniden tahta geçti.
Ölümsüz AtatÜrk
nuda eskisi kadar istekli ve ısrarcı görünmeyen yegane devlet adamı durumuna düştü . Ordudaki Venizelos taraftarı subayları tasfiye eden Kral Konstantin, Anlaşma Devletleri'n in kenara çekilip h içbir müdahalede bu lunmayacakları Anadolu'daki saldırı larını yeniden başlatmaya hazırlandı .
Yunanl ı lar saldırı hazırlığ ı içindeyken, Mustafa Kemal bir kez daha dikkatini Çerkez Ethem'den gelen tehdit üzerinde yoğunlaştırd ı . ismet' in amansız düşmanı olan Çerkez l ider, emrindeki çeteleri Ali Fuat' ın yerine Batı Cephesi'n in başına geçen ismet'in komutasına vermeyi reddetmişti. Mustafa Kemal'e bir telgraf gönderen Ethem, Ali Fuat' ın komutanl ığ ına son verilerek elçi olarak Moskova'ya gönderi lmesini Mustafa Kemal' i d iktatör olma arzusunun açık bir kan ıtı olarak yorumlandığını bel i rtiyordu (Atatürk 1 927, s.463). Mustafa Kemal i le yüz yüze konuşma isteğinde olan Ethem, bazı adamları ile Ankara'ya gelerek Mustafa Kemal ' i ziyaret etti. O sıralar hasta olan Mustafa Kemal, yatağına uzanmış din leniyordu . Tehdit eder bir tavırla, el in i yastığının altındaki tabancaya doğru uzattı. Namluya mermi sürülen tüfeklerin şakırtı ların ı işiten ve yard ım gelmiş olduğunu anlayan Ethem, geri adım atarak uzlaşmacı bir tavır serg iledi . Mustafa Kemal' in sağ l ığ ın ı kayg ı edin iyormuş gibi davranarak odadan çıktı . Bu olayın ard ından, Mustafa Kemal için Rus s ın ırına yakın Karadeniz dağ larında yaşayan korkusuz Lazlardan kurulu bir özel koruma grubu oluşturu ldu. Bu uzun boylu, yakışıklı, esmer tenl i adamlar, siyah ün iformalarıyla ve başlarındaki siyah türbanlarıyla etkileyici bir görünüm serg i l iyorlard ı .
Mustafa Kemal, Ethem' in ve onun yandaşı Çerkezlerin niyetlerin i öğrendikten hemen sonra, bu kez dikkatin i 1 92 1 yıl ı Ocak ayında yen iden saldı rıya geçen Yunanl ı lar üzerinde yoğunlaştırmak zorunda kaldı . Kendi cephe hattın ı pekiştirmek ve önemli demiryolu hatların ın kontrolünü ele geçirmek isteyen Yunan ordusu, Bursa'dan Eskişeh i r üzerine taarruza geçti . Asker sayısı Yunanl ı /ann üçte b i ri kadar olan ve si lah gücü açısından onlann geris inde bulunan Türkler, Yunan ordusunu inönü olarak anılan küçük kasabada karşı ladı lar. Cephanesi kıt, askeri donanımı geri düzeyde olmasına rağmen, ismet' in komutasındaki Türk birl iğ i Yunan l ı lara karşı kritik b i r zafer kazandı : Birinci i nönü Savaşı.
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
Anlaşma Devletleri, Yunanl ı lar ın aldığı yeni lgi karşısında büyük bir şaşkınl ığa uğradılar. Lloyd George yen i lgi haberin in doğruluğunu kuşkuyla karşılıyor, böyle bir şeyin gerçek olabi leceğ ine inanamıyordu. Anlaşma Devletleri, Sevr Anlaşması koşu l ların ı müzakere etmek ve son gelişmelerin (bununla u lusal davanın kazandığı başarı kastedi l iyordu) ışığında anlaşma metn inde kimi muhtemel değişikliklere gitmek için Yunanl ı ları ve Türkleri Londra'ya davet ettiler. Şubat 1 92 1 'de toplanan konferans, Mustafa Kemal' in Türkiye'yi yaln ızca kendi hükümetin in temsi l etmesi konusunda ısrar edince, fiyaskoyla sonuçlanmanın eşiğine geldi . Pad işah hükümeti ve Büyük Millet Meclisi 'n in temsilci leri i le ayrı ayrı uzlaşmaya varı ldı; bu iki delegasyon Savoy Otel i 'nde farklı katlarda ka ldılar.
Anadolu'daki yeni koşul ları kavrayamamış olan Anlaşma Devletleri, Ankara delegasyonunun ta leplerin i (Yunanl ı ların izmir' i boşaltmaları, Boğazlar üzerinde Türklerin yen iden yegane egemen güç konumuna gelmesi, i stanbul'daki tüm yabancı askerlerin derhal şehri boşaltması) a layla karşı ladı . Helen yan l ısı tutumunu sürdüren Lloyd George, hala, Yunanl ıların kolaylıkla Ankara'ya kadar i lerleyebileceklerine ve isyancı Türklere iyi bir ders verebileceklerine inanıyordu.
Ankara'daki mi l l iyetçilerin Sevr Antlaşması 'n ın koşu l larına i l işkin ta lep ettikleri değ işikl ikler reddedi ldi ve böylece Londra Konferansı herhang i bir sonuca ulaşmadan 1 2 Mart 1 92 1 'de dağı ld ı .
Anadolu 'daki durumu değerlendirirken kendi kendi lerini kandı rır bir tutum içinde görülen Yunanl ı lar, yanı lsamalarını Londra Konferansı sonras ında da sürdürdü ler. Artık on ları ya ln ızca ingi! iz ler destekl iyordu . Yunanl ı lar 23 Mart'ta yen iden sa ld ı rıya geçtiler. Kral Konstantin, bu sa ld ı r ın ın sonunda Megalo Idea 'n ın gerçekleştirilmesine g iden yo lun tamamen açı lacağ ın ı umuyordu . Tü rkler ve Yunanl ı lar 27 Mart'ta inönü'de ikinci kez karşı karşıya geld iler ( ikinci inönü Savaşı). Bu iki savaş arasında öneml i b i r siyasal gelişme yaşandı . Büyük Mi l let Meclisi, içinde Türkiye' nin "Türkiye Büyük Mi l let Meclisi Hükümeti" olarak isimlendirilecek yeni bir halk hükümetine sah ip olacağı bir Teşki lat-ı Esasiye Kanunu'nu benimsed i . Böylece, geleceğ in Türkiye Cumhuriyeti 'n in tohumları atılmış oluyordu.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Artık daha net bir biçimde tan ım lanmış bir gelecek için savaşım veren Türkler, inönü'de üç gün sürecek kararlı bir direniş gösterdiler. ismet, 1 N isan'da Fevzi Paşa'ya bir telgraf gönderdi ; telgrafta şunları söylüyordu : "Düşman, binlerce maktu/leriyle doldurduğu muharebe meydamm silahlartmıza terk etmiştir" (Atatürk 1 927, s.492).94 1 934 yılında "Soyadı Kanunu" olarak anı lan ve herkesin bir soyadı almasın ı zorun lu kılan yasa çıkarıldığında, Atatürk, ismet Bey'e, Birinci ve ikinci inönü savaşlarındaki başarısının anısına i nönü soyadını almasını önerdi .95
Mustafa KemaL, Türklerin zafer haberin in a l ınması üzerine ismet Bey'e bir kutlama telgrafı çekerek, ona, muharebe sırasındaki komutanl ığının dahiyane olduğunu, insanlık tarihinde böylesine olağanüstü bir sorumluluk yüklenmiş az sayıda komutana rastlandığını bi ldird i : "Siz orada yalmz düşmam değil, milletin makCıs ta/ihini de yendiniz" (Atatürk 1 927, s.492). Mesajı şu ifadelerle son buluyordu : "Üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir meydan-ı şeref seyrettirdiği kadar milletimiz ve kendiniz için şaşaai itila ile dolu bir ufkun istikbale de nazif ve hakim olduğunu söylemek isterim" (s.493) . Ankara'da büyük bir heyecan yaşanıyordu, herkesin morali yükselmişti . Yeni ve görkemli bir Türk ordusu, Türklerin geleneksel savaşkanl ığ ını yeniden canlandırmayı başarmıştı.
Mustafa Kemal büyük bir sevinç ve coşku içindeydi; ne var ki, ulusun "ma 'kus talihrı bu sevinci gölgelemeye devam ediyordu. ismet Batı Cephesi 'nin kuzey kesiminde büyük başarılar elde ederken, Refet Paşa'nın güneydeki durumu iç açıcı deği ldi . Başarısızlığa katlanamayan Mustafa Kemal, Refet Paşa'yı savaş alanından uzaklaştırmak için harekete geçti; onu, liderin kontrolü altında olacağı Ankara'da Mi l l i Müdafaa Veki i l iğ i 'n in başına ge-
94 Ali Fuat, Moskova'ya gönderildikten sonra, Yunanlılarla yüz yüze bulunan askeri cephe iki kısma ayrıldı; "mühim aksamı ihtiva eden sahayı, Garp Cephesi tesmiye ederek, ismet Paşa 'mn kumandasına tevdi etmek; Cenup kısmını da, Konya havalisine göndereceğim Refet Paşaya vermek ve her iki cepheyi doğrudan doğruya Erkam harbiye-i Umumiye Riyaseti makamına raptetmek . . . Erkam harbiyei Umumiye Riyasetine de Müdafaai Mil/iye Vekili bulunan Fevzi Paşa vekalet edebilirdI" (Atatürk 1927, s.430). ismet' in telgrafı Fevzi Paşa'ya çekmesinin nedeni budur.
os Dönemin subaylarının pek çoğu, ismet örneğini takiben, askeri bir başarı elde ettikleri bölge ya da mevkiinin ismini kendilerine soyadı olarak seçmişlerdir (ya da o soyadı kendilerine Atatürk tarafından verilmiştir).
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
tird i . Bundan sonra, Batı Cephesi b ir bütün olarak Refet Paşa ve Ali Fuat' ın yerin i alan ismet Bey'in komutanlığına veri ld i .
Aldıkları yeni lgi ve Türklere karşı g iriştikleri son muharebeler sırasında Anlaşma Devletleri'nin benimsemiş olduğu tarafsız konum nedeniyle şimdi daha da h ırslanmış olan Yunanl ı lar, Anadolu'dan çekilmeye n iyetli değillerd i . Kral Konstantin Atina'dan ayrılıp Anadolu'daki Yunan cephesine geldi; böylece, Haçlı Seferleri'nden bu yana Küçük Asya 'ya ayak basan i lk Hıristiyan yönetici oldu . Aslan Yürekli Richard' ın karaya çıktığı sanılan yerde ordugah kuran Kral Konstantin ve kurmay subayları, Türklere karşı Afyon ve Kütahya istikametinde güneyden yeni bir saldırı gerçekleştirme kararı aldılar. Batıdan gelmek yerine Eskişehir'i güneyden ele geçirmeyi tasarlıyorlardı. 1 0 Haziran günü saldırıya geçen Yunanıı lar, öncekinden daha parlak bir başarıyla ileri atı ldılar. Öyle ki, Kral Konstantin 27 Temmuz günü Kütahya'da istilacı Yunan subaylarıyla bir araya gelme olanağı buldu. Saldırıyı sürdürmeye karar verdiler; ş imdiki hedef Ankara idi .
Türklerin iş inin bittiğinden emin olan Yunanl ı lar, akın akın Anadolu 'nun içlerine doğru kaçan insanları izliyorlardı. Yunanlıların yüzyı l lard ı r Türklere karşı duydukları öfke kontrolden çıkmıştı; anavatanlarından gelen Yunan askerleri tarafından ele geçirilmiş bölgelerde yaşayan Rumiar, Türklere duydukları öfke ve kinin acısın ı yörede yaşayan Türklerden çıkardı lar, toplu kıyımlara g iriştiler. Ankara paniğe kapı ldı ; ismet derin bir bunal ım duygusuna sürüklendi . Mustafa Kemal, ismet'i cephede ziyarete geldiğ inde, hiç tereddüt etmeden, Türk ordusuna düşmanla Ankara arasındaki son doğal engel olan Sakarya nehri boyunca geri çekilmeleri emrini verd i . Sonraları, "Nutuk" olarak anı lan o ünlü konuşmasında o sıralar hayli hoşnutsuzlukla karşı lanmış bu geri çekilme emrin i hangi amaçla verd iğ in i açıklar. Buna göre, Mustafa Kemal, Türk ordusuyla düşman bir l ikleri arasında olabi ldiğ ince geniş bir mesafe yaratmayı amaçlamıştı; böylece, Yunan birl ikleri esas üslerinden uzaklaşmış olmanın dezavantajlar ını daha çok yaşayacak, askeri donanım gereçlerin in naklinde sıkıntıya düşecekti. Dahası, sistematik geri çekilme Tü rk ordusunun bütünlüğünü korumak gibi bir avantajı da beraberinde geti recekfi . Mustafa Kemal açıklamasını şu ifadelerle sürdürüyordu: "Bu tarzı hareketimizin en büyük mahzuru, Eskişehir gibi mühim mevakiimi-
Ölümsüz AtatÜrk
zi ve çok araziyi düşmana terk etmekten dolayı efkan umumiyede hasıl olabilecek manevi sarsıntıdır. Fakat az zamanda, istihsal edebileceğimiz muvaffakwetli netayiçle, bu mahzurlar kendiliğinden zail olacaktır. Askerliğin icabını bilfitereddüt tatbik edelim. Diğer nevi mahzurlara mukavemet ederiz" (Atatürk 1 927, 5.5 1 5).
Topyekün geri çeki lme emri, öyle herkesin kolayca verebileceği bir emir değildi, fakat Mustafa Kemal bunun en iyi taktik olduğuna bir kez karar verdikten sonra, geri çeki lme emrini en ufak bir tereddüt göstermeden verd i . Mustafa Kemal' in cüretkar bir biçimde verd iği bu son derece riskli emir, Büyük Mi l let Meclisi'ni karıştırdı . Mustafa Kemal, bu konuyla i lgi l i olarak sonraları şun ları hatırlayacaktır:
"ilk teessürat, Mecliste tezahür etti. Bilhassa muhalifler bedbinane nutuklarla feryada başladi/ar: 'Ordu nereye gidiyor; mil/et nereye götürülüyor? Bu harekatın elbette bir mesulü vardır; o nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü elim halin, feci vaziyetin amili hakikisini ordunun başında görmek isterdik' diyorlardı" (Atatürk 1 927, s .5 1 5) . Doğu Cephesi ' ndeki başarıları n ın ard ından Ankara'ya henüz
dönmüş olan Kazım Karabekir, Mustafa Kemal'e karşı muhalefetin sözcüsü durumundaydı . Pek çok insan Mustafa Kemal' in bizzat ordunun başında bulunması gerektiğini düşünüyordu. Bu durumun farkında olan Mustafa Kemal, sonraları şunları söyleyecektir:
"Benim ve benimle beraber birçoklannın o zaman anladığımıza göre, bir kısım zevat, artık ordunun tamamen mağlOb olduğuna, vaziyetinin iadesine imkan kalmadığına, binaenaleyh davanın, takib ettiğimiz davay mil/inin kaybolduğuna hükmetmişlerdi. Bu sebeplerle duyduklan hiddet ve şiddeti, benim üzerimde teskin etmek istiyorlardı. istiyorlardı ki, kendi tasavvurlarına göre münhezim olsun! Diğer bir kısım zevat, diyebilirim ki ekseriyet, bana olan emniyet ve itimatlarından dolayı, samimi olarak ordunun fiilen başına geçmemi arzu ediyorlardı" (Atatürk 1 927, s . 5 1 5). Her zaman olduğu g ibi, Mustafa Kemal herkesin konuşmasın ı
bekledi ve sonra Büyük Mi llet Mecl is i 'ne o ünlü ültimatomunu verd i . Başarısızl ık riskini yüreklice göze alan Mustafa Kemal, meclisin kendisine tam yetki 'vermesi koşu luyla başkomutan sıfa-
Mustafa Kemal'Wın_Gazi M Kemal'ı:_
tıyla ordunun başına geçmeye hazır olduğunu bi ld ird i . Daha net ve yal ın bir ifadeyle söylenirse, Mustafa Kemal' in kendisine verilmesini isted iği yetki, diktatörlere özgü bir yetkiyd i ; bununla b i rl ikte, sahip olduğu en büyük güç ve yeteneklerinden bir ini kullanarak, kendi görkemli benliğ in in taleplerin i kontrol etmesini bu kez de bildi. Söz konusu yetkiyi sadece üç ay için talep ettiğ in i söyledi_ Mustafa Kemal' in kısa b i r süre iç in bütün yetkin in kendisine verilmesi talebine karşı tavır alan muhalefet, onun boyun eğmek bilmez direnciyle karşılaştı. 5 Ağ!Jstos 1 92 1 günü, Büyük Millet Meclisi yapı lan oylama sonucunda Mustafa Kemal'e istediği yetkiyi verdi . Mustafa Kemal d ışında bir başka Türk, aşılması olanaksız engel leri aşarak düşmanı yeni lgiye uğratıp u lusu ku rtaramazdı . Kürsüye çıkan Mustafa KemaL, başarı l ı olacağ ına ve meclisin güvenine layık olduğunu kanıtlayacağına söz verd iği bir konuşma yaptı:
"Meclis azayı kirammm umumi surette tezahür eden arzu ve talebi üzerine, Başkumandanlığı kabul ediyorum_ Bu vazifeyi; şahsan deruhde etmekten tahassül edecek fevaidi, azami süratle istihsal edebilmek ve ordunun maddi ve manevi kuwetini azami süratte tezyit ve ikmal ve sevku idaresini bir kat daha tarsin için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin haiz olduğu sa la h iye ti, fiilen istimal etmek şartiyle deruhde ediyorum. Müddeti ömrümde, hakimiyeti milliyenin en sadık bir hadimi olduğumu nazart mil/ette bir defa daha teyit için bu salahiyetin üç ay gibi kısa bir müddetle ta kyide dilm esin i ayrtca talebederim" (Atatürk 1 927, s . 5 1 9) . Duyduğu bu güven duygusunu Türklere de aşılayan Mustafa
Kemal, ordusunu inançla ha rekete geçmeye teşvik edecek yetenekteydi . Herkes her türlü özveriye memnun iyetle katlandı; belgesel filmlerde, savunma hazırl ıklarına girişmiş Türklerin karıncalar g ibi çal ıştıkları görü lür . Rusya'n ın sağ ladığ ı s i lah ve cephane ordunun muazzam ihtiyacını karşı lamakta yetersiz kalıyordu; i lkel durumdaki Türk fabrikaları geceli gündüzlü çalışıyor, insanlar olağanüstü bir gayret göstererek i htiyaç duydukları savaş gereçlerin i kol gücüyle üretmeye çal ışıyorlard ı . Her yaştan insan bu seferberl iğin içindeyd i. Cepheye asker ve cephane taşıyan trenlerin yükünü hafifletmek için kağn ı arabaları, develer, traktörler, eşekler devreye soku lmuştu .
ÖlümsÜZ AtatÜrk
Cephe, yaklaşık 1 00 kilometre uzunluğunda, 20 kilometre derin l iğ indeydi . Mustafa Kemal ve Fevzi Paşa, karargah ların ı , Büyük iskender' in Gord iyon düğümünü çözdüğü yer olarak anı lan Polatlı'da kurdu lar. Polatlı'ya 1 2 Ağustos'ta ulaştı lar; çatışma hattındaki askerlere komuta etme görevi ismet Bey'e veri ld i . Ankara ile Eskişeh ir arasındaki uzakl ık 200 kilometre kadardı ve Polatlı kasabası bu iki merkezin ortasındaydı .
Mustafa Kemal Polatlı'ya vard ığ ı gün, Sakarya nehrin in karşı kıyısında mevzilenmiş düşman hatlarını teftiş etmek üzere at sırtında bir tepeye tı rmandı . Sigaras ın ı yakmak için kibriti ateşled iğinde atı ü rküp şahlandı; yere düşen Mustafa Kemal' in kaburga kemiklerinden biri kır ı ldı . Akciğerleri üzerinde basınç yaratan kırık kaburga kemiği ona acı veriyor, nefes al ıp vermesini güçleştiriyordu. Doktoru sağl ığ ına dikkat etmemesi hal inde ölme riskiyle karşılaşacağın ı söylemesine karşın , Mustafa Kemal' in sağl ığ ın ı ön plana çıkarmaya n iyeti yoktu . Gelibolu'da bir şarapnel parçasıyla yaralandığı zaman yaptığı gibi , çektiği sıkıntıya aldırış etmedi . Tedavi için apar topar Ankara'ya götü rü ldü; ancak, kendi kişi l ik yapıs ın ın tutarl ığ ın ı muhafaza etme kayg ısının baskısıyla, aradan yirmi dört saat geçmeden göğsü sarıl ı b i r şekilde cepheye geri döndü. Mustafa Kemal ' in o gün lerde belli bazı kişisel boş inançlar (hurafe) ed inmeye başlad ığına işaret eden kim i olgular vard ı r. Örneğ in, düşmanın kaburgasının kırı ld ığı yerde bozguna uğ rayacağ ın ı tasavvur etmiştir. O laylar onun bu inancını doğrulamıştır. Ayrıca, yı l lar önce kendisine -muhtemelen Trablusgarb'da- adı sanı tespit ediiememiş bir Müslüman tarafından veri lmiş yeşil b ir bayrağa da başarının tı lsımı olarak bakmıştır. Dışsal olayların (içsel leşti ri lmiş) geri l imin in bir sonucu olarak kiş i l ik yapıs ın ı zorlanmasıyla birl ikte, Mustafa Kemal geçici olarak sih irsel bir anlam atfettiğ i bu tü r egzantrik inançlar ed inmeye başlam ış görünür .
23 Ağustos günü, Yunanlı lar 1 3 Eylü l 'e kadar devam edecek bir savaş başlattılar. Sakarya'daki savaşın gürü ltüsü Ankara'ya kadar ulaşıyordu ve şehir panik hal indeyd i . Şehi r halkı elindeki her tü rden taşıtı kullanarak şehri terk etmeye başlad ı . Bir ara, Büyük Mi l let Mecl isi 'n in şeh irden ayrı l ıp ayrı lmaması da tartışı l dı , fakat mebuslar Ankara'da kalmaya karar verd iler.
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
Mustafa Kemal, savaşı çarpıcı bir ifadeyle d i le getird iği yen i b i r i lkeye göre yürütmeye karar vermişti : "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vard". O satıh, bütün vatand". Vatanın, her kanş toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz" (Atatürk 1 927, s .S2 1 ) . Mustafa Kemal ' in, askerlerin mevzi ve siper muharebesi yerine bütün bir savunma sath ın ı korumaya çalışması gerektiğ i şekl indeki mesaj ı , yen i bir fikird i . Savaş sırasında Arif ve onbaşı rütbesindeki Hal ide Edip, Mustafa Kemal' in yanındaydı lar. Arif, savaşın yaşandığı bölgedeki her bir tepenin, vad in in , gölcüğün yerini ezberlemişti . Bu açıdan Mustafa Kemal için vazgeçi lmez bir öneme sah ipti . Bununla birl ikte, onun birinci l h izmeti, Mustafa Kemal' in "ikiz kardeşi" olmaktı. Arif, bu açıdan, Mustafa Kemal için, her zaman ihtiyaç duyduğu psikoloj ik güven telkin eden bir tılsım, yan i ikinci bir "yeşi l bayrak" işlevindeyd i. Mustafa Kemal, Arif i , onu kendi "ikizi" olarak görerek ve kendisinin arzu ed ilmeyen güdülerin i ona yansıtarak kendi görkeml i ben l iğ in in tutarl ı l ığ ın ı korumanın aracı olarak kullandı.
Mustafa Kemal, Gelibolu'da yapmış olduğu gibi , askerlerine her karış toprağı savunma emri verdi . Tek tek bireylerin yaşamı, ulusun geleceği ve güven l iğ i uğruna feda edilebi l ird i . B inlerce asker öldü, fakat zaferi Türkler kazandı . Yunanlı lar, Sakarya nehrinin batı kıyısına çeki ldi ler. Ankara'ya muzaffer bir komutan olarak dönen Mustafa Kemal, Büyük Mil let Meclisi tarafından "gazi" unvan ıyla onurlandır ı ldl . Kafirlere karşı savaşa g irip savaştan sağ çıkan kişi anlamına gelen bu terim, birincil tutkuları gayri-müsl imlere karşı savaşa girişmek olan i lk Osmanl ı padişahlarının sah ip olmayı en çok istedikleri unvandl. Ayrıca, Mustafa Kemal'e "mareşaı" rütbesi verild i . Bir Osmanlı subayı olduğu dönemlerde, Mustafa Kemal titizlikle diki lmiş, a l ıml ı üniforma lar giyerd i; ancak u lusal mücadele boyunca haki kumaştan yapılmış bir ün iforma g iydi.
Gazi l ik, sah ip olduğu bütün u nvan ve rütbeler arasında, kend isi için özel anlama sahip bir unvandı . Kimi zaman, bu u nvanı imzasının bir parçası olarak ku l landı . Çocuklar sık sık onu "Gazi Baba" olarak çağırıyorlard ı; anneler çocukların ı uslu davranmamaiarı hal inde Gazi 'nin kendi leri hakkında kötü düşüneceğin i söyleyerek uyarıyoriard ı . "Küçük Mustafa", Mustafa Kemal (yani
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
kusu rsuz insan) olmuştu. ismi, onu n kendi öz a lg ısı ndaki değ işime uygun olarak değişim göstermeyi sürdürdü . Ş imdi , en azından, kend is ini , keder içindeki annesin i ku rta rmış, erişmeyi arzulad ığ ı ku rtarıcı -gerçek bir Gazi- mertebes ine erişmiş hissedeb i l i rd i . Böyle b i r kusu rsuzluk algısı, onun, görkeml i l iğ i çocukluğunda annesiyle olan i l işkisi nde yaşamış olduğu yeters iz l iklere karşı bir savu nma aracı olarak ku l lanmış olmas ın ın b ir d ışavurumuydu ve kusursuzluk n ihayet onun karakteri nin b i r parçası hal ine gelmişti. Sakarya zaferinden sonra, onun Gazi M. Kemal olarak imza atmaya başlamasıyla bir l ikte, yoksun luk içi ndeki "Küçük Mustafa"n ın fii len ve bütünüyle ortadan ka lkmış olduğu söylenebi l i r .
Mustafa Kemal' in Sakarya Savaşı' ndan sonra Ankara'ya muzaffer bir komutan olarak dönüşünü izleyen Dr. Adnan, onu karşılayan kalabal ığ ın heyecan ·ve coşkusundan söz eder; bir arkadaşına şunu söylemiş olduğunu hatırlar: "Bu andan itibaren onu hiçbir zaman durduramayacağıi' (Göksel 1 975). Dr. Adnan, Mustafa Kemal'den nefret eder hale gelmesine rağmen, yaşamı boyunca gerçekçi l ikten ve dürüstlükten asla taviz vermemiş, her fırsatta Mustafa Kemal' in eşsiz, benzersiz bir kişi olduğunu belirtmiştir.
Herkesin üstünde bir konuma sahip olan Mustafa Kemal, düşmanı yeni lg iye uğratma konusunda verd iğ i sözü yerine getirmişti . Bununla bir l ikte, nihai zafere erişmesi iç in önünde geçmesi gereken b i r yıl daha vard ı . Türklerin Sakarya'da elde ettikleri zafer, Fransızların Yunanlı lara yönelik muhalefetini artırd ı ve onların mi l l iyetçileri resmen tanıma eği l imlerini güçlend i rd i . Anadolu'da yen i b ir gerçekliğin yaşandığı çok açıktı, Fransızlar bu gerçekliği d ikkate almak durumundaydılar. 1 9 1 7 yı l ında propagandadan sorumlu bakan olarak hükümette görev yapmış bir Fransız diplomatı olan Franklin-Boui l lon Ankara'ya geldi ve 20 Ekim'de Ankara hükümeti i le bir barış anlaşması imzalad ı . Bu anlaşma, Fransızların Ki l ikya'dan çeki lmesini öngörüyordu; ayrıca Türklere, Sevr Antlaşması 'n ın verdiğ inden daha fazla toprak verilerek Suriye'n in kuzey sınırı açıkça tespit edi l iyordu .
Fransızların Türklerle yaptığ ı bu anlaşmayı şaşkın l ık ve hoşnutsuzlukla karşılayan ingi liz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, bu konuda Fransız büyükelçisine şikayette bulundu, ancak girişimleri h içbir sonuç vermedi . Winston Churchi l l, Mustafa Kemal' le bir
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
uzlaşmaya varmanın yol ların ı aramayı önerd i, fakat ingi l iz ler, Yunanıı larla olan bağ larını kesmekte gönü lsüzlerd i . Ne Anadolu 'ya daha çok asker göndereb i len, ne de davalarından vazgeçmeyi kabul lenebilen ing i l izler, Yunanl ı lara duygudaşl ıktan başka b i r yard ımda bulunabi lecek durumda değ i l lerd i . Sevr hükümlerin in ciddi b ir biçimde değişikl iğe uğratılması gerektiğ i açıkça ortadayd ı; fakat, ing i l izler, herhangi bir güçsüzlük işaretinin Mustafa Kemal ' i daha da yüreklendireceğ inden, olası b i r konferansta onun taleplerin i daha da artıracağından korkuyorlard ı . Refet Paşa, i nebolu'da bazı ingi l iz temsi lci leriyle bir araya geldi; fakat taraflar arasında ya ln ızca karşı l ıkl ı esi r değ iş imi konusunda bir anlaşmaya varı labi ldi .
Son on sekiz ay boyunca Malta'da göz hapsi altında tutu lan Rauf Orbay ile Mustafa Kemal'in Sofya'daki askeri ataşe olarak görev yaptığ ı s ı ra orada büyükelçi olarak görevde bulunmuş Fethi , Ankara'ya geri döndüler. Moskova'da büyükelçi olarak bulunan Ali Fuat d ışında, u lusal mücadelen in önde gelen aktörlerin in hepsi ş imdi Ankara'daydı . Onlara sonradan katı lanlar da olmuştu ve Abdürrahim Tuncak da bunlar arasındaydı . Tuncak, Dr. Volkan ' la yaptığı görüşme sırasında, kesin tarihini anımsayamamakla beraber istanbul'dan Mustafa Kemal' in ilk yaverin in oğlu, birkaç kadın ve bir demiryolu müfettişi i le birl ikte ayrı ld ığ ın ı hatırlar. Zübeyde'yi istanbul'da bırakan genç çocuk, beraberindekilerle bir l ikte şehirden bir italyan gemisiyle ayrıımıştı. i nebolu'da karaya çıkacaklardı, fakat fırtına yüzünden Samsun'da gemiden inmek zorunda kaldılar. Çapulcu çetelerin varlığ ı yüzünden Ankara'ya karayolu ile u laşmaları olanaksızdı; bu yüzden yine gemiyle i nebolu'ya gittiler. Burada Mustafa Kemal tarafından gönderilmiş bir grup si lahl ı Laz tarafından karşılandılar ve onların eşl iğinde Ankara'ya getiri ldi ler. Abdürrahim, Ankara'ya, Fikriye'n in şehre gel işinden birkaç ay sonra u laştı.
Abdürrahim, F ikriye'yi, Çankaya'daki evde "evi n han ımı" olarak buldu (Tuncak 1 974) . F ikriye "kahyal ık" görevlerin i büyük bir ağırbaş l ı l ık ve gururla yerine getiriyordu. Mustafa Kemal'e duyduğu yakın l ık ve bağ l ı l ık çok açıktı ve Ankara halkın ın sayg ısın ı kazanmasın ı b i lm işti. Hemen herkesçe tan ınan bir kad ındı ; fakat sağ l ık du rumu iyi deği ld i . G iderek solgun lanmış, çok zayıflamıştı.
Ölümsüz Atatürk
Dr. Adnan' ın gözlerinde teşhis ettiği veremlilere özgü bakış şimdi açıkça gözlenir durumdaydı . Abdü rrahim Tuncak, Fikriye'nin her gece yatmadan önce bir bardak ı l ık süt içtiğini hatırlar. Sakarya'daki zaferden kısa bir süre sonra, Mustafa Kemal annesini istanbul'dan Ankara'ya getirme olanağını buldu. Zübeyde, Fikriye' nin şehre gelişinden altı ay kadar sonra Ankara'daki gruba katıldı. Zübeyde, bir ara oğlunun öldüğüne inanmış, bu durum karşısında duyduğu derin keder onun yeniden dine yönelmesine yol açmıştı .96 Zübeyde'nin bu kederi, Mustafa Kemal'de, çocuk olduğu sıra annesin i daha önce ölen çocukları için tuttuğu yas içinde görmekten dolayı yaşadığı duygusal yaralanmaları yeniden canIandırmış ve bu durum Fikriye'yi de derinden etkilemiş olmalı. Fikriye, Zübeyde'yi mutlu ve hoşnut etmeye çalıştı, ancak evli l ik açısından Mustafa Kemal'e münasip bir eş olmayışı bunun önünde engeldi . Ya lnızca beyaz giysiler giyen Zübeyde91 yıllardır yan ında bulunan ve Ankara'ya kendisiyle birl ikte gelmiş olan hizmetçisinin de yardımıyla evde kontrolü kendi eline geçirmeye çalıştı.
Zübeyde'nin oğ lunun neyi başarmaya çalıştığın ı hemen hiç anlamad ığın ı varsaymak pek yanl ış bir şey olmasa gerek. Padişah aleyhine bir şey söylendiğinde korkup ürküyordu; u lusal hareket hakkında olumlu şeyler söylemeye başlamıştı, ancak bunu yalnızca kendisinden umulan bu olduğu için yapıyordu. Hanns Froembgen, Zübeyde ile i lgi l i olarak şun ları yazar ( 1 937, s . 1 85) : "Sık sık etrafta bir kusur bulurdu ve onun hoşnutsuzluğunun ağırllğım üzerinde en çok hisseden kişi yine Mustafa Kema/'in kendisiydi. Hata oğlundan kendisine itaat etmesini istiyordu; işgal ettiği en yüksek mevkiye rağmen Mustafa Kemal onun için hala bir oğul idi. " Froembgen şunu da ekler: "Anne ile oğul, aralarında dostane ilişkiler bulunan iki büyük devlet gibi yan yana yaşadılar. Her biri diğerinin sımrlarlna saygı gösterdi; fakat birinden biri diğerinin Sinifim aştığında, sınıfına girilen hemen dişlerini göstermekte tereddüt göstermedi. "
•• Padişah, milliyetçi duyguları bastırmak için bilinçli olarak Mustafa Kemal'in öldüğü söylentisinin yayılmasını sağlıyordu; bu propaganda yüzünden Zübeyde bir ara oğlunun öldüğüne inandı.
'7 Halide Edip, anılannda, Zübeyde'nin, oğlu esaret altındaki sevgili şehri Selanik'i kurtarıncaya kadar yeni bir elbise giymeyi reddettiğini anlatır; Adıvar 1 928, s.343.
Mustafa Kemal'den Gazi M Kemal'e
Bu ifadeler, anne ile oğul arasındaki veri l i psikoloj ik durumu gayet iyi betimler. Her bi ri, diğeriyle a rasına mesafe koymak zorundaydı . Her ne kadar Mustafa Kemal annesin i kendisinden uzak tutmaya çalışsa da, tamamen onun yörüngesi d ış ında kalamıyordu . Öteden beri al ışkan l ık hal ine getird iğ i bir ritüele yıl larca sad ık kalmıştı: Sabahları uyand ığ ında i lkin tıraş o lur, elbiselerini özen le giyer, ard ından, kendisine yakın bir evde yaşayan annesini ziyarete giderdi . Eğilip annesin in el i n i öper, u lusu için çalışmaya başlamazdan önce annesine olan hürmetin i (homage) bu şekilde ifade etmiş olurdu. Bu ritüel Mustafa Kemal ' in i lk yaşam anısının erişkinl ikte tekrarlanmasın ı gösterir. Annesine hürmet göstermek, babasının yard ımıyla kendi arzu lad ığ ı yolda adım atmadan önce annesin in arzusu doğru ltusunda din i okula yazılması sırasında annesin in idares ine boyun eğmenin temsi l i b ir ritüeli id i . Bu durumda, anneye gösteri len hürmet, babanın ed imleriyle özdeş kı l ınmış doğru ltuda kendi bi ld iğ in i yapmadan önce, " kötü anne"ye gösterilen hürmet gösterisi nitel iğ i taşıyordu . B i r olayla birl ikte söz konusu ritüel sona erd i : Bir gün , Zübeyde, ü lkenin kurtarıcısı ve lideri olduğu için kendisin in bu şeki lde davranması gerektiğ in i söyleyerek eğ i l ip Mustafa Kemal' in elini öpmeye davrandı . Bu olay, Mustafa Kemal' in çocukluk an ıs ın ı yineleme tepkisin in ortadan ka lkmasına yol açtı .98
Zübeyde, kimi zaman Mustafa Kemal'e karşı sayg ı l ı ve resmi bir tutum takın ıyor, kimi zaman ona "Mustafam" diye seslenerek sanki kendi koruması altında bulunan küçük, afacan bir çocukmuş g ibi çıkışıyordu; bu iki farklı tavır nöbetleşe yer değ iştiriyordu . Böyle zamanlarda Mustafa Kemal, "Mustafa" kiml iğ inden uzaklaşarak "Gazi" kiml iğine bürünmeye çalışıyordu . Onun bi l incinde olmadığ ı gerçek şuydu ki , her ne kadar yukarıda sözü edilen el öpme ritüeli kendisini "kötü anne" imgesinden uzaklaştırmış olsa da, geri kalan zamanını ü lküleşti ri lmiş anneyi -Türk u lusu- onarmaya hasrediyordu . Mustafa Kemal ya ln ızca ü lkü leşti rilmiş anne imgesine sad ık kalabil ird i . Fikriye kendisiyle evlenmek isted iğini ima ettiği zaman, Fikriye'ye kendis in in hal ihazırda evli bulunduğunu, gel in in de Türk u lusu olduğunu söylemişti .
• 8 Biz bu durumun, simbiyotik ayrılma kaygısına karşı, tarafların birbirlerine karşı gösterdikleri savunmaya yönelik bir uyarlanma tepkisi olduğunu düşünüyoruz.
BÖlüm 16
"ORDULAR, iLK HEDEFiNiz AKDENiz'DiR. iLERi l "
T ürkler, Sakarya'da ulaştıkları başarının ardından, Yunanlıları Anadolu'dan atma hedefine yönelik büyük bir taarruz
için bir yıl boyunca devam edecek bir hazırlığa girişti ler, Gazi Mustafa KemaL, büyük bir cesaret isteyen böyle bir girişimde bulunmadan önce ordusunu bu taarruza hazırlaması gerektiğinin farkındaydı, ancak bu gerekl i l iğin bil incinde olmayan hayl i insan vard ı. Türkler, Sakarya'daki savaş sırasında, ileri hatlardaki subayların ın pek çoğunu yitirmişlerd i . Bunların yerlerin in doldurulması, yen i silah ve cephane sağlanması gerekiyordu .
Mustafa Kemal, ayrıca, ulusun büyük b i r sald ırı fikrine psikoloj ik açıdan hazırlanması gereğin in de bi l incindeydi. Bazı insanlar derha,l Sakarya nehri boyunca geri çekilmekte olan Yunan birl iklerin in peşine düşülmesi ni istiyorlardı; bazı ları ise, Anlaşma Devletleri 'n in barış önerilerinin kabul ed i lmesi yan l ısıydl . Sald ırı fikrine karşı en güçlü muhalefet, Mustafa Kemal ' in eriştiği kişisel gücü kabul edilmez bulanlardan geld i . Seçimleri kazanarak mebus olarak Büyük M il let Meclis i 'ne g i ren Kazım Karabekir ve Refet Paşa, Gazi 'ye yönelik eleştirilerin öncüsü durumundaki Rauf'un yanında yer aldılar, Rauf, meclisteki muhalefetin örgütlenmesinde anahtar bir rol üstlenmişti. Mustafa Kemal, her gün meclise uğramayı, hoşgörüyle karşılıyor göründüğü muhalefet mil letveki llerin in ruh hal in i i htiyatlı bir biçimde gözden geçirmeyi a l ışkan lık haline getirmişti. Meclisin nabzını ve kontrolünü elde tutmak için başvurduğu araçlardan biri, hatipl ik konusunda sah ip olduğu beceri idi. Titizlikle seçilmiş uzun cümlelerle mil letveki l lerine öğütlerde bulunuyor, kendi düşüncelerini açıkl ıyor, kimi zaman tehdide, kimi zaman sert çıkışlara başvuruyordu . Meclise bağırıp çağırmak, konuşmacıları alaya almak için gelenlere karşı oldukça sert ve kaba davranabiliyordu . Kendi planlarının doğruluğunu savunmaya yönelik bir konuşması sırasında, kibirl i ve küçümseyici bir tavırla, muhalefet liderine h itaben, meclisteki tartışmaların kahvehanede tartışırmış gibi yürütülmemesi gerek-
Ordular, ilk Hedefiniz Akdenizdir ilerjl
tiğini söylemişt i . Gazi Mustafa Kemal' in başkomutan olarak sah ip olduğu yet
kiler meclis tarafından üçer aylrk dönemlerle iki kez uzatı lmıştı, fakat söz konusu yetki süresinin bitip üçüncü uzatma günü geldiğinde, Mustafa Kemal mecl iste cidd i bir muha lefetle karşılaştı. Her iki tarafa mensup mil letvekil leri, meclis salonu na, bellerine sardıkları kuşakların içine tabanca gizleyerek geldiler. Tartışmaların doruğa çıktığı b ir anda muhal iflerden b i rin in Mustafa Kemal ' i vurmaya yeltenmesi olası l ık dışı deği ldi . Mustafa Kemal, hatipl ik beceris ini kul lanarak ve zekice bir taktiğe başvurup pratikte başbakanl ık anlamına gelen vekil ler heyeti başkan l ığına Rauf Bey' in getiri lmesin i önererek bu kritik günü atlatmasını bi ldi . Gazi, meclis başkan l ığ ın ın yanı sıra veki l ler başkanl ığını da kend i el inde bulunduruyordu . Şimdi, sah ip olduğu yetkileri n b i r kısmını, -en azından görünüşte- hala dostça i l işkilere sahip olduğu Rauf Bey'e aktarmayı öneriyordu. Gazi' n in kendi işlerine karışacağından kaygı ianan Rauf Bey, başlang ıçta Mustafa Kemal' in önerisin i kabul etmedi ; ancak, Mustafa Kemal işlerine müdahale etmeyeceğ i konusunda kendisine söz verince öneriyi kabul etti. Mustafa Kemal Rauf'a verd iğ i sözü yerine geti rd i . Gazi, hala devam eden Vunan tehdidi karşısında meclisin u lusal amaçlar etrafında tek cephe hal inde durmasını sağlama çabasındaydı . Vıi içinde, meclisteki muhalefetle başa çıkması için Ali Fuat' ı Moskova'dan Ankara'ya getirterek onu kendisine sadık mil letveki l lerin in başına geçirdi .
Mustafa Kemal, mecl isteki çekişmeden uzak kalmak, bütün dikkatin i büyük saldırıya yönelik askeri hazırl ıklar üzerinde yoğunlaştı rmak istiyordu. Askeri konu larda ismet Bey ve Fevzi Paşa'ya güvenmeyi sürdürüyor, d iğer askeri l iderlerin fikrini a lmaya devam ediyordu; bununla birl ikte, planlar tamamen kendis i tarafından hazırlanıyordu ve yaklaşan büyük savaş onun tasarımı olacaktı. Kendisini bütünüyle askeri ve siyasi gelişmelere vermiş olmasına karşın, Gazi kendi bireysel hazıarın ı tatmin etmekten geri kalmadığı b i r gündelik yaşam sürüyordu .
Geri ve o güne kadar gözardı edilmiş sıradan b i r Anadolu şehri olan Ankara, h ızla değişiyordu . Mustafa Kemal, Çankaya'daki evin i gözalıcı Türk hal ı larıyla, oym,,1ı mermer masalarla,
Ölümsüz AtatÜrk
Kütahya çinileriyle ve diğer zarif ev eşyalarıyla donatmıştı. Mustafa Kemal' i taparcasına seven, o ve arkadaşları rakı eşl iğinde gece geç saatlere kadar tartışıp sohbet ettiklerinde hiç yakınmaksızın kendi köşesine çekilen Fikriye, onun ihtiyaçların ı karşılamak için elinden geleni yapıyordu .
O sıralar Mustafa Kemal her gece alkol almaya başlamıştı. içki onu rahatlatıyor, sosyal i l işkilerin i kolaylaştırıyordu . Rakıyı bir kase kavru lmuş lebiebi eşliğ inde yudum yudum içer, insanları neşeli bir ortamda saatlerce söyleşmeye yöneiten geleneksel içki masası ritüel ine uyard ı . Arkadaşlarıyla birl ikte içerken kasedeki lebiebi tanelerini sağ elinin iki parmağı ve başparmağı arasına sıkıştırarak al ırdı; kimi zaman taneyi havaya atıp ağzıyla yakalardı . Şerefe kadeh kaldırırken en s ık söyled iği şey, ingi l izlerden duyup benimsediği, kulağında hoş, batı l ı bir tın ı bırakan "çin, çin" sözcüğüydü. Yemek masasında arkadaşlarıyla yaptığı bu içk.ıi sohbetlerde rahatlar, hatta çocuksu bir havaya bürünür ve nostalj ik bir ruh hal iyle Makedonya'daki gençlik günlerinden söz ederdi . Ancak, ölçüyü aşmamayı bi l ird i -onun sarhoş olduğuna işaret eden söylentilere rastlan ı lmaz. Mustafa Kemal, bu içkili masa başı sohbetlerini , bir eğlence aracı olmanın yan ı s ıra, ciddi müzakere ve görüş al ışveriş ieri iç in uygun bir fırsat olarak görmeye başlad ı . Bu içki l i sohbetler sonraki yı l larda "Cumhurbaşkanı 'n ın Masası" olarak anı lacaktı (Bkz . , 26. Bölüm) . Koyu gözlerinde açıkça h issed i l ir b ir hayranl ıkla Mustafa Kemal ' in ve konukların ihtiyaçların ı karşı lamak için geri planda koşuşturup duran Fikriye, onun kendisine ihtiyaç duyup yanına geleceği anları sabır ve sükunet içinde beklerdi . Onun geleneksel örtü peçeyi çıkarıp atması mil l iyetçilerin eşleri tarafından da örnek a l ınmış, moda haline gelmişti . Ankara başka açılardan da bel i rgin bir değişim içindeydi . Eski şehir merkezi durumundaki Ankara Kalesi i le Çankaya tepesinin etekleri arasındaki alanda yeni yen i yapılar yükseliyordu . Şehrin anayolu, giderek yen i bir Mekke durumuna gelen Mustafa Kemal' in ikametgahına kısa ziyaretlerde bulunan atl ı larla, fayton larla ve d iğer taşıtlarla canl ı bir hareketl i l ik kazanmıştı .
Mustafa Kemal, daha önceki yıl larda istanbul'da yapmış olduğu gibi, batıl ı kad ın larla olan i l işkilerini -annesi de dahil olmak üzere- doğulu kadın larla olan i l işkilerinden bağımsız tutmaya
Ordular, jık Hedefiniz Akdenızdir jıeri!
özen gösteriyordu . Zübeyde, oğ lununkine bitişik evinde yalnız bir gündel ik yaşam sürüyordu . Mustafa Kemal, Çankaya'daki misafirhanesinde batılı kad ın ları ağırladığı gün lerde, annesiyle görgü ve gelenek kurallarına uygun tarzda, mesafeli bir i l işki içinde ka lmayı sürdürdü . Misafi rlerinden biri, Madame Berthe Georges-Gaul is adlı b ir Fransız gazeteciyd i . Georges-Gau lis, o günlerde Türkiye'ye yaptığı ziyaretler sırasında edindiği gözlemlerden yola çıkarak üç ayrı kitap yazdı ( 1 92 1 , 1 922, 1 924) . Adı geçen Fransız gazeteci ile yaptığı sohbetlerin Mustafa Kemal'e Corinne' i çağrıştı rmış olduğu kuşkusuzdu r. Mustafa Kemal'i ziyaret eden Grace Mary E l l ison adlı bir ing i liz kadın da, Berthe Georges-Gau l is gibi, o dönemlerde Ankara'daki yaşamı konu alan bir kitap yazmıştır ( 1 923). Mustafa Kemal, er ya da geç, bu yabancı kadınlarla olan sohbetlerinde konuyu kendi çocukluk dönemine geti recek, onlara annesinin kend isine duyduğu yoğun sevgisinden, genç bir çocuk olarak yaşad ığı sıkıntılardan söz edecektir.99
Ankara'daki sosyal yaşam -özel l ikle de zamanla genişleyen diplomatik top lu luk etrafında dönen yaşantı- giderek gelişiyor, canl ı l ık kazanıyordu . Dindar Müslümanlar ve siyasi açıdan Gazi'ye muhalif olanlar, onun sık s ık Sovyetler Birl iği elçiliği ile bu ülkenin uydusu durumundaki ü lkelerin elçiliklerinde verilen partilere katı lmasını eleştiriyoriardı . Bu partileri simgeleyen unsurlar votka, şarap ve kadınlardı . Mustafa Kemal' in bunlardan zevk a l ıyor olması, kamuoyunun dikkate değer kesimleri tarafından öfkeyle karşılanıyordu .
Sovyet yard ımına bağımlı l ık, Mustafa Kemal'in Ruslar tarafından düzenlenen bu tür etkinliklere katı lmasını gerektiriyordu . Sovyet Büyükelçisi Aralov ile hayli yakınlaşmıştı. Büyükelçiyi iğneli sözlerle kızd ırıp komünist dogmaya karşı a laycı bir yaklaşım sergilemek Gazi'nin hoşuna gidiyordu . Sovyet büyükelçi l iğ inde verilen partilerden birinde, Aralov'a şu sözlerle takı ldı : "Eğer Sov-
99 Burada, Mustafa Kemal'in kendisine özgü dolaylı bir yoldan, annesinin yörüngesine çekil ip bil inçdışı yutulma (engulfed) korkusunu dile getirmiş olduğu, bu yabancı kadınlarda kendisini kendi yörüngesine çekmeye çalışan anne imgesinden farklı, ülküleştiri lmiş bir anne imgesi bulduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, bu tür yabancı yazarların yazdıkları kitaplarda Mustafa Kemal'in davasını ve yeni Türkiye'yi yüceltmiş oldukları, bunun da Mustafa Kemal'e ve mil l iyetçilere ilişkin olarak uluslararası kamuoyunda olumlu bir izlenim yaratılmasına katkıda bulunmuş olduğu gözden kaçırılmamalıdır .
.253...
Ölümsüz Atatürk
yet devrimi gerçek eşitlik anlamma geliyorsa, bu durumda elçilikteki ahçilar ve diğer hizmetliler de partiye katilmalt ." Bunun üzerine, Aralov beklenmedik bir tepkiyle bütün elçilik çalışanlarını partiye katılmaya davet etti (Kinross 1 965, s.338). Orduyu siyasallaştırma fikrine soğuk bakan Mustafa Kemal üzerinde bu konuda baskı kurmaya çalışan Aralov, belki de Mustafa Kemal' in daha önceki tavırlarına misil lemede bulunmak amacıyla, cepheye yaptığı bir ziyaret sırasında Türk askerlerine Bolşevik devrim inin görkemi üzerine uzun bir nutuk çekti .
Ankara'daki önemli bir diğer diplomatik delegasyon, General Frunze l iderl iğindeki Ukrayna delegasyonuydu . Anlaşma Devletleri, Frunze'n in Ankara'daki varlığ ın ı, Rusya'ya sığınmış olan Enver Paşa'yı Ankara'ya getirip Gazi'n in yerini almasına yönelik g izl i Sovyet planının bir parçası olarak yorumladılar. General Frunze Ankara'ya 1 3 Aral ık 1 92 1 'de geld i . Bundan sekiz ay kadar sonra, donkişotvari b i r g irişimle Buhara'da pan-Turan bir emirlik kurmuş olan Enver, 1 922 yazında Rus kuvvetlerine karşı giriştiği bir çatışma sırasında öldürü ldü. 'oo
General Frunze'nin ziyareti, dikkatlerin bir kez daha Mustafa Kemal ve tozlu Ankara şehri üzerinde toplanmasın ı sağladı . Gazi, 4 Ocak 1 922'de, Frunze'n in Ukrayna'ya dönmesinden kısa bir sü re sonra, Len in'e yazd ığı mektupta, Türklerin davasına gösterdiği sempati dolayısıyla General Frunze'yi övdü . Bundan sonra, Türklerle Rusları ve bu iki halkın gerçekleştirdiği devrimleri karşı-
100 En,ver, 2 Kasım 1 9 1 8 günü bir Alman denizaltısıyla istanbul'dan kaçmı�tı. ilkin Odessa'ya giden Enver, Aral ık ayında Berlin'e geçti. 1 920 yılı başlarında Moskova'ya gitti ve burada Mustafa Kemal'in temsilcisi Bekir Sami ve Lenin'le bir dizi görüşmelerde bulundu. O sıralar Sovyetlerin çizdiği çerçeve içinde faaliyet yürütüyor, Batum'da Devrimci islami Topluluklar Birliği'ni örgütlüyordu. Batum'da, Sovyetler'in kuşku ve hoşnutsuzlukla baktıkları Doğu Halkları Kongresi'ne katıldı. Bundan sonra Berlin'e geçti ve burada Kafkaslar'da askeri bir harekatı örgütlemeye çalıştı. Çok ciddiye almamakla birlikte, kafasının bir yerinde Anadolu'daki direniş hareketinin başına geçmeye çalışmak gibi bir fikir de vardı, fakat Trabzon'da kendisine verilen destek bir süre sonra kendiliğinden ortadan kayboldu. Ankara'da Enver'in dönüşünü hoşnutlukla karşılayacak eski ittihatçı bazı subaylar vardı; ancak, Mustafa Kemal'in kuwetleri işgalci Yunan ordusunu yenilgiye uğrattıktan sonra Enver'in bu konuda hiç şansı kalmadı. 1 92 1 yılı Ekim ayında Buhara'ya geçen Enver, kısa bir zaman içinde etrafında Sovyet karşıtı güçler topladı. Kendisini sürgündeki Buhara emirinin temsilcisi ve ordusunun başkomutanı olarak isimlendirdi ve Sovyet ordusuna karşı çatışmaya girdi. 4 Ağustos 1 922'de bir süvari birliğinin saldırısı sırasında öldürüldü.
Ordular, ilk Hedefiniz Akdenizdir ileri'
laştırmaya gir işti; her iki devrim de Batı'dan sakınmaya yönel ik bir g i rişimin ifadesiyd i, çünkü bu devrimler yabancı bir devletin emperyalist sald ırısına bir tepki olarak başlamışlard ı . Mektup, ayrıca, Türk halkın ın kendi kaderini tayin ettiği E rzurum ve S ivas kongrelerinden söz ediyordu; Türk halkı, Len in ' in B i rinci Dünya Savaşı 'n ın hemen ard ından kendi halkına önerdiği şeyi gerçekleştirmiş, kendi kaderini kendi eline almıştı . Türklerle Ruslar a rasında geçmişte çeşitl i çatışma ve uzlaşmazl ıklar yaşanmış olduğunu kabul eden Mustafa Kemal , şimdi iki u lusun dostça bir i l işki geliştirebileceğini söylüyordu; iki ulus arasındaki dostane bir i l işki, bütün ezilen halklara özgürlüğe g iden yol konusunda örnek teşkil ettiği için Türkiye'ye karşı açık ve g izl i bir saldırgan l ık içinde olan yayıımacı Batı'yı büyük bir şaşkınl ığa düşürecekti . Batı Türkleri kendi düşmanı olarak görmeye devam ettiği sürece, Sovyet Rusya, Türklerin güvenebileceğ i yegane devlet olarak kalacaktı.
Doğu'nun ezi len halkları, gerçekten Türkiye'nin mücadeles in i kendi lerine örnek alabi lecekleri bir model olarak görüyorlard ı . ı oı Afgan istan şimdiden Ankara'ya bir büyükelçi atamıştı; H ind istan'daki Müslümanlar da Ank9ra'da bir temsilci l ik açmış la rd ı . Mustafa Kemal ismi, Müslüman dünyasında büyük bir saygı ve hayran lıkla anı lmaya başlamıştı. Batı l ı ordu lara karşı savaşım vermesine karşın gözlerin i s ı k s ık batı uygarl ığındaki ilerlemeye çeviren bu insan, paradoksal olarak, hızla Doğu 'nun kah ramanı haline gel iyordu .
D iplomasi, partiler, eğlence ve içki l i sohbetler, Mustafa Kemal ' in zihinsel kaygı ve uğraşısın ın yüzeyindeki olgulardı . Bu uçarı ve eğlence düşkünü dış görünümün ardında, kendisin i Yunanı ı lara karşı g irişilecek nihai saldır ın ın hazırl ıklarına vermiş bir komutan saklıydı . Nihai savaşın fi i len yaşanacağını kestird iğ i zaman yaklaştıkça, Mustafa Kemal ' in dikkati Ankara'n ın 250 kilometre kadar batısındaki Afyon şehri üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Türkçe'de "haşhaş" anlamına gelen Afyon, Türkiye'n in haşhaş ekimi yapılan bölgesin in ortasında yer alan bir şeh i rd i r. 1 922 yı l ı yazında Afyon, Yunanlı ların el indeydi ve izmir' le arasın-
101 Enver Sedat. otobiyografisinde (1 979. s . 1 2). anne babasının M ısır'daki evinde duvarda bir Mustafa Kemal portresi ası l ı o lduğunu. babasın ın Mustafa Kemal'den büyük bir l ider olarak söz ettiğ in i , çocukluğu sırasında bu Türk l iderini ülküleştirmiş olduğunu söyler.
Ölümsüz Atatürk
da doğrudan demiryolu bağlantısı vard ı . Yunanl ı lar, şehirde, ing il iz mühendislerin zapt edilemez olarak n itelendird ikleri çok güçlü bir savunma hattı oluşturmuşlardı . Afyon'a saldırma düşüncesizl iğini göstermeleri, Türklerin kendi iplerini kendi elleriyle çekmesi anlamına gelecekti .
Afyon'un güneyinde Türkiye'nin Göller Yöresi yer al ı r . Bunlardan biri olan Akşehir Gölü, şehrin 1 00 kilometre kadar güneydoğusundadır. ismet Bey'in komutasındaki birl ikler, ordugahların ı ismin i bu gölden a lan Akşehir kasabasında kurmuşlard ı . 1 922 yıl ı Temmuz ayının son haftası, Türk genelkurmayı burada gizl i b ir toplantı yaptı; askeri liderler d ikkat çekmemesi için, Akşehir'e -kamuoyunda olabildiğince popüler kıl ınması için özel çaba harcanmış- bir futbol karşılaşmasını izleme gerekçesiyle geldiler (Atatürk, 1 927, s.564). ismet, ismet'le buluşmaya gelen Gazi Mustafa Kemal, bir başka yoldan kasabaya ulaşmış olan Fevzi, sonraları Sakarya'daki zaferin yaratıcısı olan bu üçlünün yan ında sivrilecek diğer komutanlar, seyirciler arasında yerlerin i almışlard ı .
.
Bu üst düzey komutan lar, futbol karşılaşmasının sona ermesinden sonra, gecen in i lerleyen saatlerinde b i r kulübede bir araya geldi ler. Saldı rı plan ın ı incelemek üzere masadaki haritanın başında toplandılar. Büyük sald ı rı planı, hemen bütün Türk ordusunun katılacağı beklenmedik bir taarruzu öngörüyordu . Bazıları, ordunun tamamını riske attığı için plana karşı çıktılar. Temkinl i liğ iyle bi l inen ismet Bey, Türklerin tek ve yekpare bir saldırıyla zafere erişebileceğine kuşkuyla bakıyor, Yunanl ıları tedrici olarak yıpratmanın daha uygun olacağ ın ı düşünüyordu . Planında ısrarcı Gazi planını onaylattırd ı . Ard ından Ankara'ya dönerek vekil ler heyetini yaptığı sald ı rı planı konusunda b i lgi lend i rdi . Mustafa Kemal o gün lerde Büyük M illet Meclisi 'nde kendisine muhalefet edenlere ya da Türk ordusunun sald ırı düzenleyecek güçte olmadığın ı ileri süren lere pek karşı çıkmıyor, eleştirileri alttan alıyordu . Gerçekte, Ankara'da bu eleştirilerin mümkün olduğunca kamuoyuna yansımasını istiyordu (Atatürk 1 927, s.565). Şehirde Yunan ajanların ın olduğunu bi l iyordu; Büyük .M il let Meclisi' nde siyasal sorunlar devam ett iğ i sürece Yunanl ı lar Türklerin sald ırıya geçecek durumda olmadıkların ı düşünecek, böylece gafil avlanacaklard ı .
Ordular, ilk Hedefiniz Akdenizdır jıeri'
Planın bir kısmı üzerinde ayrıntıl ı olarak düşünülmüş, YunanI ı ların dikkatini yanl ış yöne çekmeyi amaçlayan bir yanıltmacaya dayanıyordu (Atatürk 1 927, s. 566). Yunanl ı ların esas güçleri, birbirine uzakl ığı yaklaşık 1 70 kilometre olan Eskişeh i r i le Akşeh i r aras ında mevzi lenmişti . Afyon'un geçit vermez bir savunma mevzii olduğundan kuşku duyu lmadığına inanan Yunanl ı /ar, bir Türk saldırıs ın ın muhtemel hedefin in Eskişeh ir olacağın ı düşünüyorlard ı . Mustafa Kemal ise, umulmadık bir cesaretle, Yunanl ı ları en güçlü noktadan, yani Afyon'dan vurmayı planlamıştı . Afyon'da kazanı lacak bir başarı, araç gereç nakli açısından merkezi öneme sahip demiryolu hattının kontrolünü ele geçirme ve Yunanı ı ları izmir'e doğru kovalama olanağı elde etme anlamına geleceği için, beraberinde büyük bir askeri avantaj da getirecekti. Mustafa Kemal, Yunanl ı larda Tü rklerin kuzeyden Eskişehir'e saldırmayı planladığı izlen imi uyand ırabilmek için, daha önce sözü edilen futbol maçından itibaren bir ay boyunca devam edecek bir manevra plan lanmıştı . Türk birl ikleri gündüz vakti Afyon'dan Eskişehir'e kaydırı lmaya başlandı . Manevra, Yunanlı ların tespit edebi lmesin i kolaylaştırmak için, özell ikle gündüz saatlerinde yapı l ıyordu . Oysa, akşam karanl ığı çöktüğünde, aynı birl ikler g izl ice yine Afyon'daki eski mevzilerine geri dönüyorlard ı . Bundan haberdar olmayan Yunanlı lar, doğal olarak, gözleyebildikleri gelişmelere göre değerlendirmede bulunuyor ve Türklerin Eskişeh ir'e sald ı rma hazırlığ ı içinde olduğuna inanıyorlardı . Plan, Yunanl ı ların böyle bir sonuca varmalarını ve kendi b irl iklerin i de Eskişehir'e doğru kaydırmalarını öngörüyordu . Bu plan, benzeri bir yanı ltmacadan hareketle Genera l Allenby'ın Suriye'de Türklere karşı giriştiği sald ırıdan ilham al ınarak hazırlanmış olabi l i r. Ayrıca, bu planda gözlenen saldırganla özdeşleşme olgusu 1 02 ve Mustafa Kemal' in düşmana en güçlü noktasından sald ırma düşüncesi, onun kiş i l ik yapısıyla da uygun luk içindeydi : Herkesi şaşkına çevirecek parlak bir başarı elde edecekti .
102 Saldırganla özdeşleşme kavramı ilk olarak Anna Freud (1 936) tarafından tanımlanmıştır. Özdeşleşme, bilinç dışı bir zihinsel süreçtir ve bir birey özdeşleşme vasıtasıyla bir ya da birkaç açıdan diğer kişi gibi olur. Bireyin daha önce kendisine karşı saldırgan bir tutum göstermiş bir kişiyle özdeşleşmesi, bireye o saldırgan gibi olma yeteneği kazandırır ve onun dış dünyadaki sorunlarla başa çıkma kapasitesini artırır.
Ölümsüz Atatürk
Fevzi 1 3 Ağustos'ta Akşehir'e döndü ve bundan bir hafta kadar sonra Gazi ile Akşehir'de bir araya geld i . Mustafa Kemal Ankara'dan g izlice ayrı ımıştı. Tuncak, Gazi'n in bir sabah yanına geldiğini ve kendisinden Çankaya'dan ayrı ldığını hiç kimseye söylememesini istediğini hatırlar (Tuncak 1 974). Ankara'da kalan Ali Fuat, o gün öğle yemeğinde Gazi'yle birl ikteymiş gibi davranmıştır -oysa o sıra Mustafa Kemal Akşehir yolundadır. Akşehir'de bir araya gelen ismet Bey, Fevzi Paşa ve Gazi, taarruzu 26 Ağustos sabahı başlatmaya karar verdiler. Saptanan bu tarihe kimi itirazlar geldiğinde Gazi öfkelendi ve şunu söyledi : "Kendisine güvenmeyen/er istifa etsinler. Bütün sorumluluğu ben üstleniyorum.,,1 03
Bu olay 2 1 Ağustos akşamı, yani, Mustafa Kemal' in 1 922 yılında yayımlanan "Çalıkuşu" adlı popüler bir Türk romanını okuduğu günlerde yaşandı . Mustafa Kemal, o günlerde okuduğu bu kitapla kendisi arasında kurduğu kimi benzerliklerden etki lenmiş olabil ir. Burada dikkate değer olan şey, söz konusu romanda, subay olan babasını yitird ikten sonra, genç bir adamla olan n işanını bozarak Anado!u'da öğretmen olarak çalışmaya karar veren genç bir kızın yaşamının öykü lendiri lmesidir. Eğitim müdürü, kendi arzusuyla Anadolu'da öğretmen olarak çal ışmak isteyen bu genç kızın isteğ i karşısında büyük bir şaşkın l ık yaşar. Bunu izleyen bölümlerden birinde, yabancı bir gazeteci Anadolu'da bu genç kızla tanıştıktan sonra şun ları söyler: "Bu olaydan çıkardığım sonuç şu ki, istanbul'da Avrupa eğitimi almış modern genç kızlardan oluşan bir grup var: Bunlar boş bir melankoli içinde kendi kendini yıkıma uğratmış kuşaktan tamamen farklı bir kuşağa mensuplar . . . Bunlar, eylemi içi boş hayal/ere tercih ediyorlar; bu kızlar istanbul'da sahip olduklan zenginlik ve mutluluğu bir kenara itip kendi arzulanyla Anadolu ya gelecek ve Anadoluyu uyandıracaklar. Ne kadar güzel, ne kadar yüce bir fedakarlık örneğı" (Güntekin 1 949, s.205-6). B ir Türk subayı genç kıza aşık olur, fakat genç kız onun evlenme teklifin i reddeder. Sonraları bu subay yaralanır ve fiziksel cazibesini yitirir. Genç kız yaral ı subaya bakar ve onu yeniden sağ l ığına kavuşturur ve ona evlenmeyi önerir.
103 o sıralar binbaşı rütbesinde olan Mahmut Saydam, Gazi'nin büyük taarruzdan hemen önceki faaliyetlerine ilişkin notlar tutmuştur. Aydemir 1 97 1 , 2. Cilt, S.528-29, kendi çalışmasında Saydam'ın bu notlarına da yer vermiştir.
Ordular ilk Hedefiniz Akdenizdir iıeri'
Subay, bu öneriyi kızın kendis ine yönelik acıma duygusundan kaynaklandığını düşünür ve kızın önerisin i geri çevirir.
Geç dönem Osmanlı edebiyatın ın bu başyapıtında Gazi'nin kendisini özdeşleştirebileceği pek çok şey vardır. Romandaki genç kız gibi, kendisi de halkı uyandırmak için istanbu l'dan Anadolu'ya gelmiştir. Roman kahramanı genç kız, Gazi 'n in kendisine yönelik algısını yansıtır. Tıpkı onun g ibi, Mustafa Kemal de modern batı eğitimini annesinin d insel melankolisine yeğlemiştir. Mustafa Kemal, kendisin i seven fakat karşı l ık olarak sevilmeyen, sonunda mutlu luk olası l ığ ına sırt ın ı dönen genç subayın yerine de koymuş olabil ir -kendisine karşı çıkan si lah arkadaşı subayların ve, bir başka düzeyde, kend isini kaybetmekten korkan ve bu yüzden kendisine aşırı bağlanmaması gereken kederli annesinin karşı l ıksız sevgisi.
Mustafa Kemal kendisini saldırı gününe hazırlarken fincanlar dolusu kahve i le paket paket sigara içti ve anı lan romanı okudu . i lg inç b i r not olarak belirtmek gerekir ki, Mustafa Kemal o günlerde kendisini rakıdan uzak tutmuştur. Yaşantıs ın ın o döneminde Mustafa Kemal' in a lkol al ışkanl ığı olduğunu söylemek doğru olmaz; çünkü isted iği an içki içmeye ara verebil iyordu -özellikle de muharebe günlerinde. Başarılı olması halinde kendisine "kurtarıcı güneş" olma görkemini vaat eden nesnel dünyada üzerine aldığı görevleri yerine getirebilmek iç in alkolün kendisine vaat ettiğ i hazzı geri çeviriyordu .
Gazi, teftişte bulunmak üzere 25 Ağustos sabahı Fevzi'yle . birl ikte yeniden cepheye gitti. Plana göre, Afyon, en güçlü savu
nulduğu güney cephesinden vurulacaktı. Bunun başarı lması hal inde, Afyon ile Yunan ordusunun geri kalan kısmı arasındaki bağlantı kesi lmiş olacak, Yunanlı lar gerek askeri gerekse psikolojik açıdan ağır b ir darbe almış olacaklardı .
Emir eri muharebe günü Mustafa Kemal'i ve kurmay subaylarını gece yarısı saat ikide uyandırd ı . Saat üçte, Fevzi Paşa, süvari birliklerin in önceden planlanmış yerlerin i a l ıp almadıkların ı öğrenmek için Gazi'nin çadırına geldi. Her şeyin hazır olduğu bildirildikten sonra iki l ider atlarına bindi ler ve altı yedi kilometre kadar uzaktaki Kocatepe'ye doğru yola koyuldu lar. Tepeden, aşağılarda gergin ve heyecanlı bir şekilde muharebe anını bekleyen as-
Ölümsüz AtatÜrk
kerler görülebil iyordu; atlar heyecan içinde kişniyorlardı . Gazi ve Fevzi Paşa atlarından indi ler ve tepenin ucuna doğru yürüdü ler. Burada, Mustafa Kemal ay ışığında haritalarına bir kez daha göz attı. Dinine çok bağl ı bir Müslüman olan Fevzi, ceketinin içinden bir Kur'an çıkardı ve okumaya başlad ı . Gün ağarmaya başladığı sıra Mustafa Kemal, Fevzi Paşa'nın Kur'an okumasını kesti (Fevzi Paşa'nın takma ad ı olan "hoca" sözcüğünü kul lanarak) ona şöyle seslendi: "Vakit ge/di, hocam" (Oranl ı 1 967, s. 1 1 5) .
Saldırı Yunanlı lar için tam b i r sürpriz oldu . Türklerin kuvvetlerini Afyon'un güneyine yığd ıkları konusunda en küçük bir fikre ya da kuşkuya sahip değil lerdi . Mustafa Kemal' in varl ığından güç alan Türkler, sabahın erken saatlerine gelindiğinde en önemli tepeleri ele geçirmiş durumdaydılar. Günde 50 kilometre bir mesafe kateden Türk birlikleri Yunanl ı ları önüne katmış sürükıüyorlard ı . Afyon kolayca ele geçiri ldi ; 29 Ağustos günü, Gazi daha sonraki planları görüşmek üzere ismet Bey ve Fevzi Paşa ile Afyon'da bir araya geld i . Yöredeki Türkler olağanüstü bir coşkunluk içindeyd iler; şehri alan askerleri büyük sevinç gösterileriyle karşılad ı lar. Mustafa Kemal, i lerleyen Türk askerlerinin geri çeki len Yunan birl i klerine yaklaştıkları noktayı harita üzerinde gösterd ikten sonra, şu öngörüde bulundu: "Türk'ün hakiki ha/as güneşi, 30 Ağustos sabahı ufuktan, bütün şaşaasiy/e tu/Cı edecekti,.,' (Atatürk 1 952, 2: 1 76, vu rgular bize ait) . O gün başlayan ve Mustafa Kemal ' in bizzat ordunun başında bulunduğu savaş, Türk tarih inde Başkomutanlık Meydan Savaşı olarak anı l ır.
Daha önce Gelibolu'da olduğu gibi, Mustafa Kemal' in görkemli kişi l ik yapısı, bizzat başında bulunduğu bu büyük sald ırı sırasında kendisine muazzam bir avantaj sağlad ı . Sahip olduğu kişil ik yapısı başkalarının asla göze alamayacakları kadar güç ve aşılmaz görünen başarı yol larını göze alma olanağı tanıdı . Yine görkemli l ik duygusu, ona, kendin i tüm Türklerin onurunun kend isinde cisimleştiği kişi olarak görmesini , kendini vatanın bahşettiği koruyucu pelerini kuşanmış kurtarıcı olarak algı lamasın ı sağladı. Sahip olduğu bu yen ilmezlik duygusunu askerlerine de aşıladı, onlara nesnel koşulların izin verebileceğinin çok ötesinde, olağanüstü bir umut ve gaye kazandırd ı .
Ordular, ilk Hedefiniz Akdenizdir iıeri'
Bu karmaşık süreç, Mustafa Kemal' in emir eri Ali'n in an ı lar ından birinde (Oranl ı 1 967, s . 1 2 1 -22) ifade kazan ı r. 28 Ağustos gecesi, Gazi, Fahrettin Paşa ve bir d izi kurmay subay, gece karanlığında mütevazı bir köy evinde bir araya geldi ler. Balçık ve samandan yapılmış evin yalnızca bir tane yatak odası vard ı . Evin sahibi yaşlı çift, gece kapı çal ındığında kayg ıland ı . Gelen askerler çok yorgunlard ı ve dinlenmeye ihtiyaçları vardı. Ev sahipleri, yaşadıkları kaygıya rağmen, askerlere misafirperverce davrandı lar ve ellerindeki kıt yiyecekleri tanımadı kları bu generallerle paylaştılar. Misafirler geceyi evin çamurlu zeminine serilen şiltelerde geçirdiler. Anlatı lanlara göre, Gazi bu yaşl ı çifte şunları söylemiştir: "Benim ne annem, ne de babam var (oysa annesi hala hayattayd ı) . Benim anne babam olur musunuz?" Yaşlı çift, Gazi' n in kendi "oğul"ları olmasını kabul ettiler. Bu olay, Gazi 'nin, simgesel olarak Türk u lusunu temsil eden bu yaşlı çiftte "iyi" Türk anne babasını bulduğuna, onların oğlu rolünü üstlenerek kendisin i kurtarıcı oğul olarak algı lad ığına, sahip olduğu kederli annesin i ku rtarma vizyonunu bu şeki lde yücelttiğine işaret eder.
31 Ağustos'a gelindiği nde, Yunanl ı lar açısından, artık yolu n sonuna gelinmiş gibiydi . Savaşın acımasızlığı muharebenin geçtiği bölgede açıkça gözleniyordu . Mustafa KemaL, zaferden sonra savaş alan ın ı dolaşırken h issettiği duyguları daha sonraları şu şekilde dile getirir:
"Muharebe meydamm dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna karşılık, hasım ordusunun uğradığı felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti. Sırtlarm gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, mahfuz ve örtülü yerler, bırakılmış toplar, otomobil/erle, namütenahi teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukM aralarında, yığmlar teşkil eden ölülerle, toplamp karargahımiza sevkedilen esir kafileleri ile, hakikaten bir mahşeri andırıyordu" (Aydemir 1 969, 2. Cilt, s .541 ) . O gün Mustafa Kemal' i savaş alanında dolaşırken görenler,
onun manzara karşısında gerçekten üzüntülü olduğunu söylerler. Anlatı lanlara göre, harabeye dönmüş ıssız alana baktıktan sonra yaverine savaştan nefret ettiğin i söylemiş, i nsanoğlunun, özell ikle de Yunanl ı ların manevi zayıflığına i l işkin k imi yorumlar-
Ölümsüz AtatÜrk
da bulunmuştur. Savaşın dehşet verici görüntüleri karşısında sarsılmış olmakla bir l ikte, kararl ı l ığ ın ı korumuş ve verdiği şu emirle askerlerine yen i hedeflerini göstermiştir: "Ordu/ar, i/k hedefiniz Akdeniz'dir. i/eri!" (Atatürk 1 964, 4. Ci lt, s.450).
Mustafa Kemal sıradan bir asker ün iforması içinde cephede askerlerin i gerekirse ü lke uğrunda ölmeye çağ ı rı rken, Yunan Başkomutanı General Hacıyanestis savaşı izmir Limanı'nda demirl i bir yatta yönetti . Birtakım hezeyan ları olan bir insandı. Bunlardan birisi, beden in in camdan yapı lmış olduğu hayal i inancıyd ı . Öyle ki, k im i sabahlar düşüp kırılacağ ı korkusuyla yataktan çıkmayı reddettiğ i söylenir. Hacıyanestis' in yayımlad ığı emirlerin karışık olduğu, emri alanların kafasın ın karıştığı bi l inir . Cephede Yunan ordusunun komutası General Trikupis'teyd i . Trikupis ve ona eşl ik eden bir d iğer Yunan genera l i Dionis savaşın i lk günlerinde Türkler tarafından esir a l ınmışlardı ve Yunan esirleri arasında en yüksek rütbeli subaylar bunlardı . Ara larında bu ik i generalin de bulunduğu 50 Yunan subayının ve 1 50 Yunan askerinin 2 Eylül 'de Gazi 'n in huzuruna çıkarı l ışına tanık olan pek çok insan, bu olayla i lg i l i gözlemlerini aktarmıştır. 1 04 Yunanl ı esirler, kaygıyla Mustafa Kemal ' in çad ırı önünde içeri kabu l edilmeyi bekliyorlardı; üzerlerinde son derece temiz ve şık elbiseler vardı -oradaki Türklerden biri, Yunanl ı ların bir gezintiye, "hatta bir ba/oya" g idecekmiş gibi g iyindiklerin i söylemiştir (Oranl ı 1 967, 5 . 1 28). Yunanl ı askere muhafızl ık eden Türk askerleri ise pejmürde bir haldeydi ler; kemer yerine bellerine urgan geçirmişlerdi, gömleklerin in bazı düğmeleri eks ikti . Esir alanla esir al ınan arasındaki tezat gerçekten şaşırtıcıyd ı .
.
Son derece sade bir görünüme sah ip olan Mustafa Kemal'in çad ırında yalnızca bir masa, bi rkaç tane katlan ı r sandalye vard ı. Bazı Türk subaylar yere oturmak zorunda kalmışlardı . Yunanca bi len bir subay çağ rı ldı ve ondan Türk komutanların ı esir Yunan generallere takdim etmesi istendi . Olaya tanık olanların an lattıklarına bakı l ı rsa, Fevzi Paşa ve ismet Bey bu takdim sırasında Ga-
'04 Bkz., Adıvar 1 928, 5.346 ve Ünaydın 1 957, 5 . 1 02-4. Mustafa Kemal, bu olaya, yaptığı konuşmalardan birinde yalnızca bir cümleyle değinir: "30 Ağustosta icra ettiğimiz muharebe neticesinde (buna Başkumandan Muharebesi unvanı verilmiştir) düşman kuvayi asliyesini imha ve esir ettik. Düşman ordusu Başkumandanllğlnl ifa eden General Trikupis de, üsera meyanlna dahil oldu" (Atatürk 1 927, 5.566).
Ordular, ilk Hedefiniz Akdenizdir ileri i
zi 'n in i ki yan ında, ayakta duruyorlardı . Yunanl ı lara el s ıkışma incel iğ in i gösteren yalnızca Mustafa Kemal oldu . Gazi, önünde eğ i lmeye kalkışan General Trikup is'e engel olarak ondan oturması için çadıra getirilen bir ağaç kütüğüne oturmasın ı istedi, kahve ve sigara ikram etti . Anlatılanlara göre, Trikupis M ustafa Kemal' in bu denli genç olduğunu bi lmed iğ in i söylem[ştir. Mustafa Kemal, Trikupis'e, Hacıyanestis' in görevinden al ındığ ın ı, onun yerine kendisinin Yunan başkomutanl ığına getirildiğ in i bi ldird i . Karşıl ıkl ı sohbet bir süre devam etti; d iğer hususların yanı sıra savaş taktiklerinden söz etti ler. Mustafa Kemal' in savaşı çatışma hattının ön saflarından yönetmiş olması Yunanl ı ları çok etkilemişti. Esir subaylar, Türk askerleri telefon hatların ı kesmiş oldukları için savaş sırasında izmir' le bağlantı kuramadıkların ı söyled iler. Mustafa Kemal, cömert ve dostça, Trikupis'e kendis i için yapabileceği bir şey olup olmadığını sordu. General, karısına esir düşmüş olduğunun bild iri lmesini rica etti ve Mustafa Kemal bunu yapacağına söz verd i .
Lidersiz ka lan Yunan ordusu dağınık b i r vaziyette izmir'e doğru geri çekiliyordu; Türkler yakın takipte peşlerinden gid iyorlard ı . Ne var ki, Eylül ayın ın i lk günlerine gelinineeye kadar, Büyük M i llet Meclisi dahi savaşın fii len kazan ı lmış olduğunu bi lmiyordu. Güven l ik konusunda her zaman temkinl i olmayı yeğleyen Mustafa Kemal, büyük taarruza geçileceğin i üst komutan lar dış ında hiç kimseye duyurmamıştı; yan ındaki insanlar bi le başarı güvence altına al ınıncaya kadar neler olup bittiğini tam olarak anlayamamışlard ı . Anlaşma Devletleri, b i r kez daha, Türk zaferine inanmakta güçlük çektiler. istanbu l'daki i ngi l iz yüksek komiserl iğ inin başında bulunan Sir Horace Rumbold, izmir'deki ing iliz elçi l iğinden gelen haberlere dayanarak, Dışişleri Bakan ı Lord Curzon'a, Yunanlı ların "darmadağm olduklanm" ve kaçarken geçtikleri yerlerde "iğrenç bir hayvanllk ve barbarılk" (Kinross 1 965, s.362) serg ilediklerin i söyledi .
Kuşkusuz, Yunanlı ların g iriştikleri aşırı i nsanlıkdışı eylemlerin psikoloj ik nedenleri vardı. Yüzyıl larca Osmanlı egemenl iği altında yaşadıktan sonra, en azından Anadolu 'nun bir parçasın ı ellerine geçirmişler, Bizans imparatorluğu'nu yen iden kurma hayallerine yeniden canl ı l ık kazandırmışlard ı . Gerçeklik i le bu hırs dolu istek
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
arasındaki sınırlar birbirine karışmış, Yunanl ı ların kend i özsaygı larını besleyen kolektif bir psikoloj ik atmosferin doğmasına yol açmıştı . Sonunda, Helen izme geri dönüş düşü b i rkaç gün içinde son buldu; tüm umutlarını bir anda yitiren Yunan l ı lar, bu kez kendilerin i yine kolektif olarak paylaştıkları derin bir narsist öfke içinde buldu lar. Arkalarında insana ürperti veren bir enkaz bıraktılar. Uşak ve Manisa, Afyon'dan izmir'e giden yol üzerinde bulunan iki büyük şehird ir. Uşak şehrinin yaklaşık üçte biri Yunanlı lar tarafından yerle bir edi ldi ; yine, Manisa'daki 1 8 bin binanın yaklaşık 500 tanesi geri çekilen Yunan askerince yakı l ıp yıkı ldı . Hal ide Edip, izmir'e hayli yakın büyükçe bir kasaba olan Alaşehi r'deki manzarayı şu şekilde betimler:
"Kasaba bir kül yığmma dönmüş halde . . . Ne Yunanlılar ne de bizim insanlar/mız ölülerini gömmeye vakit bulabi/mişler. Türk ordusu, diğer şehir ve kasaba/arm ateşe verilmesini önleyebilmek için azami hızla Yunanlllart kovalıyor. Yunan ordusu kendi başlattığı yangmdan, kendi başlattığı vahşetten kaÇ/yor. Her iki taraf da birbirine karşı acımasız . . . Halk şaşkm durumda. Kadmlar, adeta delirmiş gibi, parmaklartyla çukur kazmaya çaIJşIY0rlar. Sanki cehennem gökten yere inmiş . . . Alaşehir, yanmış insan cesetlerinden yayılan kokuyla zihnime kazmıyor" (Adıvar 1 928, s .367) . Büyük taarruz başlamadan önce, Mustafa KemaL, Yunanlıları
on dört gün içinde Anadolu'dan atacağını söylemişti. Bu tahmininde yalnızca bir günlük sapmayla yanıldı. Türk askerleri 9 Eylül'de izmir'e girdiler. Gazi, Fevzi Paşa ve ismet Bey, izmir' i uzaktan dürbünleriyle bakarak kontrol ettiler. Ateş ve duman izi görernernek onları çok rahatlattı . Mustafa Kemal, yanındakilere, izmir' in başına aynı felaketin gelmesi halinde üzüntüden kahrolacağını söylemişti. Şehir, başına gelecek olan trajediyi henüz yaşamamıştı.
Geceyi daha sonrala�ı Kemalpaşa olarak yeniden isimlendirilen N if'te geçiren Gazi, ° akşamın diğer akşamlardan farklı olmasını istedL Beraberindeki kurmay subaylarını şarkı söylemeye teşvik etti. Ertesi gün ( 1 0 Eylü l) izmir'e g ird i . Aynı gün Bursa Türk kuvvetleri tarafından ele geçirild i . Bursa'nın al ındığı haberi Ankara'ya u laştığında, Büyük Mi llet Meclisi kürsüsündeki siyah örtü kaldırı ld ı . Böylece, yen i Türkiye'nin ilk yas tutma deneyimi -an azından simgesel düzeyde- son bulmuş oldu.
Bölüm 1 7
ALEVLER içiNDEKi iZMiR'DEN YÜKSELEN AŞK ALEVi
Mustafa Kemal zextin dallarıyla süslenmiş b ir otomobi l le 1 0 Eylü l 1 922'de ızmir'e g ird iğ inde, şeh i r henüz tam ola
rak Türklerin kontrolü altında deği ld i . Beraberindeki kurmay subaylarıyla birl ikte doğrudan hükümet binasına giden Mustafa Kemal, binadaki Türkleri, yabancı ü lkelerin diplomatların ı ve diğer önde gelen kişileri şaşı rttı; onun bu kadar kısa süre içinde şehirde boy göstereceği beklenmiyordu . Hükümet binasının yanındaki meydanı dolduran Türkler kend i lerin i gerçek b ir coşku seline kaptı rmışlard ı . Askerleri öpüp kucakl ıyor, üzerlerine çiçekler atıyorlard ı . izmir'deki Türkler tarafından Mustafa Kemal' in emrine tahsis ed i lmiş olan üstü açık otomobilin içi gül lerle, Türklerin ulusal simgesi olan kırmızı ve beyaz renkli karanfil lerle dolmuştu . insanlar yaşadıkları heyecan ve mutlu luktan dolayı göz yaş larım tutamıyorlar, sanki kahramanın kendisine dokunuyormuş gibi, otomobile el sürebilmek, hatta öpebilmek için adeta birbirlerini eziyoriardı . Öndeki atlı muhafızları hatta atlarını kucaklayanlar vardı .
Bu sınırsız coşku sahnesiyle karşıtlık içinde kalan şey, ü lkenin iç kesimlerinden geri çekilen Yunan ordusunu takip ederek izmir'e akan Rum mülteciler kitlesinin içinde bulunduğu açmazdı . Yunan ordusunun büyük bir bölümü gemilerle tahl iye edilmiş olmakla birlikte, bazı askerler binlerce Rum mülteciyle birl ikte Anadolu topraklarında kalmışlardı . Anlaşma Devletleri' ne ait savaş gemileri hala l imanda bekliyorlard ı . Çılgın bir biçimde izmir'i terk etmeye çalışan insanlar denize atl ıyor, . yüzerek savaş gemilerine doğru yol alan aşırı yüklü sandallara yetişmeye çal ışıyorlard ı . Sandal lar gemi lere u laşmayı başarabilseler bile, mü ltetilerin gemiye çıkmalarına izin verilmiyordu . Gün, şaşkın l ığ ın , heyecan ve mutlu luğun, trajed in in içiçe geçtiğ i bir gündü .
Mustafa Kemal ve beraberindeki subaylar hükümet binasında oldukları sıra, giderek artan silah sesleri işitilmeye başlandı . Her-
.26.5...
ÖlümsÜZ AtatÜrk
kesi yoğun bir gergin l ik ve tedirg in lik sardı . Sonradan, bir Türk geril la grubundan kaçan ve izmir' in Türklerin eline geçtiğinden habersiz olan üç bin kişi l ik bir Yunan asker grubunun izmir'e girdiği öğ reni ldi . Bunlarla kısa süreli bir çatışma yaşanmıştı. Yunanlı lar Mustafa Kemal' in hükümet binasında olduğunu bi lselerd i, Mustafa Kemal cidd i bir tehl ikeyle yüz yüze gelebil irdi .
Yunan ordusundan geri al ınan şehirdeki Türkler, Rumlar ve Ermeniler arasında yoğun duygular yaşanıyordu . Mustafa Kemal, Yunanl ı lara ve Yunan bayrağına yönelik yersiz aşağılamalara giri� şilmesini önlemeye çalıştı; sivillere sarkıntıl ık ve tecavüze yeltenen her Türk askerin in sert bir biçimde cezalandırı lacağını bildiren bir emir yayımlad ı . Ne var ki, kontrolü sağ lamak kolay deği ld i . Herkes muhtemel bir katl iamdan korkuyordu . Fransız hükümetinin temsilcileri Mustafa Kemal'le b i r görüşme yaptılar; Mustafa Kemal, on lara Hıristiyan nüfusun korunacağı konusunda güvence verdi . i ng i l iz hükümeti, şehirdeki temsilcisinden, Mustafa Kemal'le resmi bir görüşmede bulunmamasını, gayri resmi b ir görüşmenin olanağ ın ı yaratmasını istedi . Gazi, i ng iliz konsolosla sert, azarlayıcı bir tavırla konuştu; ingi lizler olmaksızın Yunanl ılar Anadolu 'ya çıkma fı rsatın ı asla bulamayacaklardı . Ayrıca, konsolosa, teknik açıdan Türklerin ingi lizlerle hala savaşta olduğunu söyled i . Türk askerleri gemisi l imanda bağl ı duran i ngi l iz amiral i Osmond de Beauvoir Brock'un karaya çıkmasını engellediklerinde, amiral in savaş gemisindeki topların yönü şehre doğru çevrild i . Amiral Brock, Mustafa Kemal'den, Mondros Ateşkes Anlaşması koşullarına mı sadık kal ınacağı, yoksa Türkiye ve ingi ltere arasındaki savaş hal inin devam mı edeceği konusuna açıklık getiren yaz ı l ı bir belge isted i .
1 0 Eylül günü öğleden sonra, şehirde bütün bu karışıklıkların yaşandığı sıra, genç bir kadın, Mustafa Kemal' in kurmay subaylarıyla birlikte yabancı devletlerin temsilcileriyle tartışma hal inde olduğu odanın hemen bitişiğ inde bulunan Mustafa Kemal' in yaverinin odasına g irdi ve Gazi ile görüşmek istediğini söyledi . Bu, yirmi üç yirmi dört yaşlarında, kahverengi gözlü, hafif şişmanca, ufak tefek bir kad ındı; üzerinde modaya uygun, şık, mor bir çarşaf vard ı , peçesizd i . Kad ının ısrarcı, d ikbaşlı tavrı yaver Salih' i şaşırttı . Kad ına, isteğ inin gerçekleşmesin in olanaksız olduğunu söyled i, bunun nedenlerin i açıklad ı . Gazi ha la s-avaş işleriyle meş-
Aşk Alevi
guldü ve ona ayırabi leceği zamanı yoktu. Kadın ın ısrarcı l ığı üzerine onunla uzlaşmanın yollarını aramaya başlad ı . Bir şeyler yapılıp yapılamayacağın ın an laşılması için birkaç gün beklemesini söyledi . Geri adım atmayan genç kadın yavere öylesine uzun bir nutuk çekti ki , sonunda Salih onun görüşme talebini başkomutana bildirmekten başka çare bulamadı. Mustafa Kemal, Salih'e kadının hangi nedenle görüşmek isted iğini sordu; Salih h içbir fikri olmadığını söyleyince Mustafa Kemal ondan kadın ı başından savmasını istedi .
Ne var ki, Mustafa Kemal bu emri vermekte geç kalmıştı: Genç kadın bu arada odaya girmişti bile. isminin UWfe olduğunu söyleyen kadın, izmir'in tanınmış işadamlarından Uşakizade Muammer Bey' in kızı olduğunu bildirdi. Her ne olursa olsun Gazi'nin el in i öpmek konusunda kendi kendisiyle bir anlaşma yapmış olduğunu, küstahl ığı yüzünden öldürü lse bile bundan vazgeçmeyeceğin i söyled i . Mustafa Kemal genç kadından oturmasını istedi . Bir kriz ortamında işi başından aşkın bir general in genç bir kadını kabu l etmesi ancak bir spekülasyon konusu olabil ir. Mustafa Kemal, belki kad ının övücü sözlerinden etkilenmişti, belki de on beş gündür süregelen vahşi savaş ortamından sonra bu genç, iyi g iyiml i, peçesiz kadın ın varl ığı onu rahatlatmıştı. Ayrıca, Uşakizade Muammer Bey ismi yabancısı olduğu bir isim deği ldi ve kadının böyle bir a i leden geliyor olmasından etki lendiği çok açıktı. Bununla bir l ikte, biz, Latife'nin Mustafa Kemal'e istanbul'da yaşadığ ı kendi gençliğin i -kendi bildiğin i okuyan, d ikbaşlı, protokol kurallarına aldırış etmeyen, ü lkeyi kurtarma konusunda kendi kendisiyle bir anlaşma yapan, kurduğu düşü i lan etmek üzere resmi yöneticilerin odasına dalan genç Mustafa Kemal'i anımsattığı kanısındayız. Kendisini coşku seline kaptırmış kalabalığı yarıp geçerek binaya g irmeyi başaran, yaverin in koruyucu engelini aşıp birden kendi özel dünyasına dal ıveren bu genç kadından etkilenmişti.
Latife, Mustafa Kemal'e, Muammer Bey' in en büyük kızı olduğunu, Fransa'da huku k öğrenimi gördüğünü söyledi . Fransızca'yı anadil i gibi konuşuyordu ve ayrıca ingi l izce'si de iyi bir düzeydeydi . Latife, Fransa'dayken, h iç kimsenin kaygı lanmamasını, ü lkeyi bulunduğu durumdan kurtaracağını söyleyen Mustafa Kemal'den çok etki lenmiş olduğunu; sık sık onu zihninde canlan-
Ölümsüz Atatürk
dırdığ ın ı itiraf etti . Giriştiği bu içten ve samimi sÖyleşiye ekled iği bu son cümleler, onun genç Mustafa Kemal' le olan benzerl iğ in in bir ifadesiyd i . Bunlar, f i i l i olarak, Latife'nin Mustafa Kemal' in üstün bir insan olduğuna il işkin inancını d i le geti riyordu . Genç kadın pekala Mustafa Kemal' in bir uzantısı olabil irdi!
Sakarya'da gösterdiği askeri başarılar Uıtife'yi sevindirmiş ve gururlandırmıştı. Büyük taarruz yakında gerçekleşecek göründüğü zaman ai lesine Türkiye'ye geri dönmeleri iç in ısrar etmiş, Gazi 'nin vatanı kurtarışına tanık olmak istediğini söylemişti. Yaz aylarını Biarritz'de geçirmekte olan aile, Uıtife'nin Mustafa Kemal iç in çalışmak isteğiyle Türkiye'ye dönmesine engel olamamıştı. Ailenin izmir' in Göztepe semtinde bir evi vardı; Uıtife Mustafa Kemal'i o eve yerleşmeye davet etti. Ayrıca, izmir'e geri döndüğünden beri Rumiarın kendisine kaba davrandığını, yalnızca valizlerini aramakla kalmayıp üstünü başını da yokladıklarını söyledi . Mustafa Kemal'in gazeteden kestiği ve boynuna taktığı bir madalyonun içine saklad ığı bir resmini bulduklarında Rumlar çok kızmışlardı . Gazi, Latife'n in bu nazik jestinden hoşlandı ve ona ai lesin in bir misafiri olmayı ciddi ciddi düşüneceğin i söyledi .
Bu tanışmadan hoşnut olan Mustafa Kemal, Hal ide Edip'e lc3tife'den sÖz etti. Hal ide Edip, daha sonraları, Mustafa Kemal ' in o gün lerde olağanüstü bir görkeme sahip olduğunu, binlerce genç kızın resmini taşıyıp onu hayal ettiğini, muhtemelen Gazi 'nin bu durumun farkında bulunduğunu yazacaktır (Ad ıvar 1 928, s .384) .
O sırada, izmirl i Türkler, Mustafa Kemal ' in kalması ve karargah olarak ku llanması için izmir Limanı 'n ın Karşıyaka olarak anılan diğer yakasında bir başka ev bulmuşlard ı . Ev, körfezin Göztepe'ye paralel düşen karşı tarafında, pek çok yabancın ın yaşadığ ı bir bölgedeydi . Gazi için titizlikle hazırlanmış, zevkle döşenmişt i . izmirli Türkler, Mustafa Kemal' in üstü açık yeni spor otomobil i içinde yeni ikametgahına geçişi sırasında bir tören düzenlediler. Güzergah eski izmir' i n içinden geçiyor, hükümet binasından sonra kıvrılarak sahil boyunca Karşıyaka'ya uzanıyordu . ingi l izler körfezin bir başparmak gibi den ize uzanan uzantısı üzerinde bir garnizon bulunduruyorlardı ve Mustafa Kemal geçit töreni sırasında bu garn izonun hemen yanından geçmek durumunda kaldı .
Mustafa Kemal her zaman vatanının kurtarıcısı ve halkının tartışmasız l ideri olmayı istemişti. Nihayet bekled iği gün gelmişti ar-
Aşk Alevi
tık. Uzun zaman önce öngörmüş olduğu başarı nın eşiğ indeydi ve her türlü kinizmden uzak, masum bir çocuk gib i görünüyordu . Psikoloj ik açıdan, keder içindeki anneyi kederden ku rtarmış olmanın dinginl iğ in i yaşayan ve şimdi kederinden kurtu lmuş anne tarafından kurtarılmayı bekleyen bir çocuk gibiyd i . Dışsal olaylar bireyin ruhsal yapısını değişikliğe uğratmazlar; böyle olduğu halde kimi zaman, en azından geçici bir süre için bireyin ruhsal arzu larıyla örtüşerek ona yaşama sevinci kazandırı rlar, kendisini mutlu ve doygun hissetmesini sağ larlar. N itekim, Mustafa KemaL, Karşıyaka'ya belirlenen güzergah boyunca yeni otomobil i içinde g itmeyi kabul etti . Otomobile ellerinde mızraklar taşıyan bir süvari bölüğü eşl ik ediyordu; görüntü gerçekten görkemliydi. Otomobilinde tanrısal bir ihtişamla oturuyordu; üzerindeki açık gri renkteki palto Türklerin bozkurt efsanesiyle uygunluk ıçindeydi . Söz konusu efsane, çıkış yolu görülmeyen bir vadiete yolunu kaybetmiş bir Türk boyu etrafında gelişir. Burada çoğalan insanlar, boz bir kurt gel ip onlara dış dünyaya açı lan geçidin yerin i gösterinceye kadar, o vadiden çıkamazlar. Bu kurdu takip ederek hapsoldukları vadiden kurtu lurlar. O boz renkli kurt zamanla Türklerin ulusal simgesi haline gelmiş ve Mustafa Kemal'e bir başka özdeşleşme teması sağlamıştır. Mustafa Kemal, çağrıştırdığı diğer anlamlar atılganl ık ve çeviklik olan bozkurt imgesine karşın, evlil ik törenine giden masum bir gel in in yumuşak aydınlığını anıştırır b ir biçimde, çiçeklerle dolup taşan otomobi l i içinde yeni evine doğru yol a lmıştı r. Burada, Gazi, eril ve dişil öğeleri kendisinde birleştirerek önderi olduğu Türklere bütünüyle tatminkar bir ebeveyn imgesi sunar.
Karşıyaka'daki evine u laştığ ında, Mustafa Kemal'den, mermer merd iven lerden, kendisini bir an için görme bahtiyarl ığ ına erişmek için merdivenin her i ki yanında sıralanmış insan kalabalığının aras ından geçerek tırmanması istendi . O arada, üstüne basarak geçmesi için yere bir Yunan bayrağı seri lmiş olduğunu fark etti . Bu durum düşmanın bayrağına basıp geçemeyecek denli düşünceli ve duyarl ı b ir insan olan Mustafa Kemal ' i kızdırd l . Kend isine, bu evin özel l ikle seçildiği, daha önce o evde Kral Konstantin' in kald ığı , Kral ' ın eve g i rerken orada ası l ı bir Türk bayrağını yere atıp çiğnediği söylendi . Öfkesin i yatıştırıp sakinleşen Mustafa Kemal, oradaki lere, kendisinden Kral Konstantin' in yaptığı yanl ı�ı yinelemesinin umulmaması gerektiğ in i söyledi . B i r
Ölümsüz Atatürk
bayrak bir ulusun onurunu temsil ediyordu ve ayak a ltına al ın ıp çiğnenecek bir şey deği ld i . Bayrağın yerden kald ır ı lmasın ı emretti (Kinross 1 965, s.367).
E rtesi gün Mustafa Kemal hayl i mutlu görünüyordu; kendisini yen iden genç, neşel i , ele avuca sığmaz bir erkek gibi h issediyordu . Büyük taarruzun başlangıcından hemen önce, arkadaşlarına, izmir' in ün lü Kramer Oteli'nde yiyip içecekleri sözünü vermişti . Sade, d ikkat çekmeyen giysiler içinde otele gittiğinde, etrafın pek çoğu Rum olan yabancılarla dolu olduğunu gördü . Kendisini tanımayan bir garson ona boş masan ın olmadığını söyledi, fakat kısa bir süre sonra yeni gelen in Gazi olduğu fark ed i ldi o ve beraberindekiler için yeterl i sayıda boş masa ayarIandı. Bir kadeh rakı ısmarlayan Mustafa Kemal ayağa kalktı; kadehin i havaya doğru kald ıra rak orada bu lunanlara, "Kral Konstantin buraya bir kadeh rakı içmek için geldi mi hiç?" d iye sordu. "Hayu" karşı l ığını al ınca, güldü ve şunu söyledi : "Madem öyle izmir'i alma zahmetine niye katlandı!" (Kinross 1 965, s.367).
Bundan sonra Türklerin zafer coşkusuna gölge düşüren traj ik bir olay yaşandı . izmir' in her yanına yayılacak gibi görünen korkunç bir yangın patlak verd i . Kramer Oteli tamamen yanıp kül olan binalar arasındaydı ve alevler Gazi'nin Karşıyaka'daki evin i de tehdit ediyordu. Yangını kimin çıkardığı bugüne kadar tartışmalı bir konu olarak kalmıştı r. Türkler bu olayın sorumlusu olarak Rumiarı ve Ermeni leri, onlar da Tü rkleri suçlarlar. Görgü tanıkları her iki tarafın da şehi rde çeşitli zulümlere girişmiş olduğunu söylerler. Etn ik çatışmaların hemen hepsinde olduğu gibi, gerçek, tarafların karşı l ıkl ı suçlama ve idd iaları arası nda ayırt edilemez hale gelir.
Güçlü rüzgar yang ını körükledi ve bin lerce ev bir anda yanıp kü l oldu . Alevler kaldığı eve iyiden iyiye yaklaştığında, kurmayla rı Mustafa Kemal' i evden ayrı l ıp bir başka yere taşınmaya ikna ettiler. O sıra istanbul 'dan izmir'e henüz gelmiş olan Tü rk gazetecisi Falih Rıfkı (Atay), Mustafa Kemal' in Latife' n in ai lesin in Göztepe' deki evine geçişini ayrıntılarıyla anlatır (Atay 1 980, s .323). Büyük bir kamyon ve birkaç araba süratle Gazi 'n in Karşıyaka'daki evine gönderi ldi . Mustafa Kemal otomobil lerden birine bindi; konvay, önde ka labalığı ikiye yaran kamyon olmak üzere, yola koyu ldu. Konvay sah i l yolundan Göztepe'ye kadar gitmek
Aşk Alevi ·
zorundaydı ve bu hiç de kolay olmayacaktı . Falih Rıfkı, panik içinde yangından kaçan insan sel in in, Mustafa Kemal ' in yolunu tıkayacağından ve kafi len in dumandan boğulma teh l ikesiyle yüz yüze kalacağ ından korkuyordu; fakat kafi le sağ salim L3tife'n in evine u laştı.
"Beyaz Köşk" olarak an ılan ev gerçekten büyük, heybetli bir konaktı. Avrupa Akdeniz mimari tarzına uygun olarak inşa edilmiş üç katlı konak Mustafa Kemal'i etki lemiş olmal ı . Sokağa açılan giriş kapısı dövme demirden yapılmış panel lerle süslenmişti. Bu girişin her iki yanında yarı dairesel bir form içinde yükselen ve kenarları yine dövme demirden yapılmış korku lukla desteklenmiş geniş merdivenler, yapın ın birinci katına ve ana g i riş kapısına ulaşıyordu. Gi riş, bina i le aynı yükseklikte iri bir ağaç tarafından gölgelenmişti .
Bir süre sonra, ismet Bey ve Fevzi Paşa, Latife'nin evi nde Gazi i le bir araya geldi ler. Latife konukları hayran gözlerle merdivenlerde karşılad ı . Fal ih Rıfkı, Mustafa Kemal' in odasına al ındığını , daha sonra son derece şık Rus malı ipek bir gömlekle d ışarı çıkıp eve doluşan ka labalığı karşı ladığın ı söyler. Bir kaç dakika boyunca Mustafa Kemal' in gözlerine dalgın bir bakış yerleşmiş, a rd ından gözleri yine canlı ve neşeli bir ifade kazanmıştı. Falih Rıfkı o an onu tan rısal b i r v.arl ık olarak düşünmüştü. Karanl ık bastıktan sonra L3tife akşam yemeğinde konuklara h izmet etmişti; masada kahramanın ın sağında, Gazi ile Fevzi Paşa'n ın arasında oturuyordu, ismet Bey Mustafa Kemal'in solu ndaki sandalyedeydi.
Fa l ih Rıfkı ve d iğer gazeteci Yakup Kad ri ' (Karaosmanoğlu)den ilk geceyi köşkte geçirmeleri istendi. Bu ikisi ilk defa yemek masasında Mustafa Kemal ile bir l ikte oturuyorlardı, ancak sonraki yıl larda, sık sık cumhurbaşkanın ın yemek masasında görü leceklerd i . Mustafa Kemal, Fal ih Rıfkı i le aralarında yıl lar önce bir tanışma fırsatı doğduğu günü ayrıntılarıyla hatı rladığı zaman, Fa l ih Rıfkı, Mustafa Kemal' in geçmişi anımsama yeteneği karşısında şaşkınl ığa düştü . Bu iki gazetecin in Gazi'ye i l işkin i lk izlenimleri, onun herkesin kendis in i rahat etmesini sağlamaya ça lışan mutlu bir insan olduğu idi, fakat bir müddet sonra, b i r başka şeyin daha farkına vard ı lar -bu, Halide Edip ' in Mustafa Kemal'le i lk tan ıştığında gözlemled iği şeyd i . Falih Rıfkı, Mustafa Kemal'e i l işkin olarak, onun sanki b i rbirinden farklı iki insanmış
.2zi
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
g ib i davrandığına kanıt oluştu ran gözlemlerde bu lunur . Fal ih Rıfkı şunları yazar:
"Daha i/k geceden bir eski arkadaş kadar yakmliğmı hissediyorduk. Fakat bir bakışı, veya sözü i/e, aramızdan kendi istediği kadar uzak/aşıp ayn/dığı da sezi/iyordu. Bu iki adam sonuna kadar iç içe ka/mıştır: Çocukluğundan beri arkadaş/ık ettik/eri dahi pek samimi gece alem/erinin ertesinde, biraz çekingen davrandı mı, onunla henüz tanlşan/arm duraksamasım duymuş/ardır. O gerçekte büyük bir ev ve mesu/iyet/er adamı idi. Bu gerçek şahsiyeti eğlence akşam/armda bi/e, çok defa, bütün gece yanmdan ayn/mamıştır. Zihni daima bir düşünceye takı/ı idi. Birine ham ervah/arca 'sefih' adı konan iki adam birbirinin ömrünü kısa/tmıştı" (Fal ih Rıfkı (Atay) 1 980, s.326-27). Fa l ih Rıfkı, Mustafa Kemal' in ikili karakterin in belli bir denge
ye sah ip olduğunu h issetti . O gece, l ider, tartışma konusu olarak, sevgi i le acıma arasındaki farkı ve bu ikis in in karşılaştı rılmasını seçmişti. Daha önce onu muhteşem bir savaşçı olarak düşünmüş olan iki gazeteci, şimdi onun insancıl yan ına tanık oluyorlard ı . Gecenin i lerleyen saatlerinde Mustafa Kemal şarkı lar türküler söylemeye başladı; geçmiş yıl ların an ıları içinde kendinden geçmiş görünüyordu . Ardından ayağa kalktı ve Ege yöresine özgü b i r ha lk oyunu olan zeybek oyununa başlad ı . Oynarken, oyuna batıl ı bir hava vermek istermiş gibi , geleneksel bazı hareketleri yapmıyordu . Eğlence sabaha kadar sürdü ve h iç kimse gün ağarana değ in yatmaya g itmedi.
Mustafa Kemal'in Latife'yle olan i l işkisi ismet Bozdağ tarafından anlatılmıştır ( 1 975a). Bu ikisi arasındaki bir sahneyi betimler. izmir alevler içinde yanarken, yangın ın yuttuğu evlerden biri Latife'n in ailesine aitti. Uıtife'yi üzüntü içinde ağlarken gören Gazi, onu teskin etmeye çalıştı. Muhtemelen Uıtife, onun teselli edici sözlerine karşı l ık olarak mal mülkün yangında ziyan olmasına değil, vatanın ın düşmandan kurtarı lmış olmasına ağladığın ı söyledi . Türk bayrağının yine şehrin üstünde dalgalandığı günleri özlemle düşlemişti, gözlerinden süzülen yaşlar sevinç göz yaşlarıydı . Bundan sonra ansızın kahramanına sarılan Uıtife başın ı onun omuzlarına dayadı . Mustafa Kemal, kişi l ik yapısı hissettiği yakınl ığı açıkça göstermesine izin vermediği için (hayvanlara ve çocuklara
.2z2..
Aşk AleYi
olan sevgisi dışında), Uıtife'nin bu hareketi karşısında kendisin i geri çekmiş olmal ı . 1osBozdağ, o an UHife'nin Mustafa Kemal'e Sofya'da gönlünü kaptırdığı M iti'yi çağrıştırmış olduğunu söyler. Gelibolu savaşından önce, bir başka deyişle, bir şarapnel parçasıyla yara lanmazdan ve dolayısıyla kendi görkeml i l iğ ine ve ölümsüzlüğüne i l işkin inancı somut olarak bi l lurlaşmazdan önce, Mustafa Kemal bir batı l ı kadın olarak M iti i le evlenmeyi, böylece kederli, baskıcı anneye sırtını dönebi lmeyi istemişti. Bozdağ, Mustafa i le Miti 'nin Sofya'daki Kral Parkı ' nda yaptıkları b ir gezintiden bahseder. Bir ayağı iple bağlanmış bir kuş la oynamakta olan küçük bir çocukla karşılaştıklarında Mustafa Kemal ayağındaki ipi çözüp kuşu serbest bırakmış, bunun üzerine Miti göz yaşları içinde Mustafa Kemal ' in boynuna sarıımıştı. Ş imd i kendisine sarı lan Latife idi ve belki de bu davranışlarıyla Mustafa Kemal' i b ir an için geçmişin sıcak an ılarına götürmüştü . Bozdağ, Mustafa Kemal' in nazikçe Latife'n in kolları arasından sıyrı ld ığını, söyleşmek için dostlarının masasına gittiğini söyler. O günden sonra, Mustafa Kemal Latife'yi, ismi d işi l kılan ve ona "hoş" anlamı veren sondaki "e" harfini atarak, "güzel" ve hatta "ölümsüz" anlamına gelmek üzere Latif olarak çağırmaya başlamıştır.
Kısa bir süre sonra insanlar Mustafa Kemal i le Latife arasında bir i l işki geliştiğ in in ayırd ına vard ı lar. Hemen hepsi bunu onaylar görünüyordu . O gün lerde Fevzi ve ismet oradaydılar; Halide Edip sık sık uğruyordu, daha sonra Rauf ve Ali Fuat da ziyaretçi ler arasına katı ldı lar. Mustafa Kemal, Rauf Bey'e, savaşın sona ermek üzere olduğunu, gerçek barış geldiğ i zaman Ege kıyılarında küçük bir çiftl ik satın alıp orada sebze ve meyve yetişti rmeyi düşündüğünü söyled i . Bir ai le reisi olmaya çalışıyormuş izlenimi uyandırıyordu . Hayl i neşeli olduğu bir gün Halide Edip' in rütbesinin yükselti lmesin i emretti . Latife, Edip' in yen i rütbesin i ün iformasına kendisi d ikti.
L3tife her sabah gazeteleri (özell i kle de Avrupa'da yayınlananları) masaya yayıp bir bir gözden geçirir, Mustafa Kemal' in kahvaltıs ın ı hazı rlarken ona dünyada gelişen olayların bir özetini sunardı . Mustafa Kemal, Latife'yi "konuşan gazete" olarak çağırırd ı . Latife batıl ı bir kadın gibiydi; Mustafa Kemal, batı l ı kadınlar-
ıos Mustafa Kemal, ayrıca, L�tife'nin isminde Arapça'da dişi eki olan (ve Osmanlı Türkçe'sinde de korunan) "e" harfini atarak, L.�tife'nin dişiliğine saldırıyar görünür. Çünkü her kadın onun kederl i/kötü annesine dönüşme potansiyeline sahipti .
.2z.3...
Ölümsüz Atatürk
la yapmaya alışık olduğu g ibi, Uıtife'ye kendi çocukluğundan, annesinden, annesiyle i l işkilerinden söz ederd i . Bu sohbetler, ikisi yemek masasında yalnız olduklarında yaşanırd ı . i l işkilerine yavaş yavaş cinsel bir boyut da ekleniyordu . Mustafa Kemal' in yaşamının bu dönemi üzerine araştırma yapanlar, genel olarak, onun Latife ile sevişmeyi arzuladığını ancak Latife'nin evlenmeden önce böyle bir ilişki kurmaya karşı çıktığını söylerler. Latife'nin Mustafa Kemal' i n bu isteğini reddetmiş olduğu kuşkusuz belgelenemez, ancak Latife'n in toplumsal ve kültürel geçmişi düşünülürse, yazılanların doğru olduğu kuwetle muhtemeldir.1 0G
Mustafa Kemal' in kişisel i lişkilerindeki hareketlenme, d iplomasi alanında g iderek artan tansiyonla paralel l ik arz ediyordu . ilerleyen Türk süvari ve piyade birl ikleri, boğazların kontrolü açısından önemli bir yer olan Çanak kasabasında mevzilenmiş i ngil iz birliği i le yakın temas içine g i rmişti. Sorun apaçık ortadaydı . Ya Gazi Türk ordusunun ilerlemesini durduracak ya da ing ilizler Türklere ateş açarak topyekün bir savaşı başlatmış olacaklardı .
1 8 Eylü l 'de, istanbul'daki Fransız Yüksek Komiseri Genera l Pelle, Türk başkomutanıyla görüşmek ve Fransız hükümetin in Gazi'yi ü lkesin in başkanı olarak tanıd ığ ını kendisine bildirmek iç in Latife' nin izmir'deki evine g itti . istanbul'da saray çevresiyle olan i l işkilerinde kibirl i ve rahat hareket etmeye a l ışmış olan General Pelle, üstlendiği bu görevi can sıkıcı bu luyordu. Nasıl karşılanacağının merakı içindeydi . Fal ih Rıfkı 'n ın bu görüşmeye i l işkin olarak an lattıklarına göre, Mustafa Kemal merdivenleri inerek kendisini bitkin ve sersemıemiş h isseden Fransız General ' in basamakları çıkmasına yardımcı olmuştu. Pelle, Türk ordusunun Marmara Denizi ve istanbul üzerindeki baskısına son veri lmesin i isted i . Mustafa Kemal, onun bu isteğ ine, Türk ordusunun gücü 1 40 bin i le 1 50 bin askerden oluşan düşman ordusuna karşı on dört gün içinde 550 kilometrelik bir yol katettiğ in i söyled i . Öyle ki, piyade askerleri bile süvari birl iğ in in hızına ayak uydurmuştu . Kend isi istese dahi on ları durdurmak elinden gelmezdi .
10e o sıralar (ve bugün hala) evli olmayan bir kadının bekareti Türkler arasında çok önemli bir konuydu. Ultife seçkin bir aileden geliyordu ve sahip olduğu gelenek ve kültürel normlar onun evlenmeden önce bekliretini yitirmesine izin vermezdi . Mustafa Kemal'e olağanüstü bir sevgi ve hayranlık duymasına kar�ın, onunla evlilik öncesi cinsel ilişkide bulunması durumunda kendi özsayg ısını yitirir ve sevdiği erkeğe layık olmadığı vehmine kapılırdl.
Aşk Alevi
Belki en önemli müzakere konusu Trakya idi . 1 07 General Pelle, Mustafa Kemal'e, daha önce Osmanlı imparatorluğu'nun Avrupa yakasında sahip olduğu top�akların ne kadarl ık bir bölümünü Yunanlılara bırakmaya hazır olduğunu sordu . Bu soru Mustafa Kemal' i öfkelendird i ve sert bir karşı l ık vermesine neden oldu. Fransızlar, ing i lizlerle birlikte Yunanlı ları Anadolu'ya çıkmaları için tahrik ve teşvik etmişlerdi ve bu nedenle Türkiye'nin yaşadığı trajedin in sorumluluğunu taşıyorlardı; ama bu gerçeğe rağmen, General şimdi ev sahibi i le onu soyan hırsızı eşit kefelere yerleştiriyor görünüyordu. Mustafa Kemal' in tercümanı, onun bu sözlerini General'e yumuşatarak aktard ı . Bunu fark eden Mustafa Kemal tercümana şunu söyledi: "Yanltş tercüme ediyorsunuz!" (Aydemir 1 969, 3 :23). Mustafa Kemal, Pelle ile yaptığı tartışma sırasında, Anlaşma Devletleri'yle hangi konuda uzlaşacağını açıkça ortaya koydu. Trakya'daki Yunanlı lar Meriç ı rmağı 'n ın batısına . kadar geri çekilmeliydiler.
Mustafa Kemal üstün taraf rolünü üstlenmiş olmaktan hoşnuttu. ingi liz birl ikleri Gelibolu'da kalmaya devam ettiler, ancak Fransızlar 1 9 Eylü l'de askerlerin i tahl iye ettiler. Şimdi geriye kalan sorunların en başta geleni, izmir Limanı'nda demirl i bulunan altmış dört yabancı savaş gemisi idi . Gazi, Latife'den, Anlaşma Devletleri'ne veri lecek ingi l izce bir ü ltimatom yazmasını istedi; bu gemiler yirmi dört saat içinde izmir' i terk etmeliydiler. Arkadaşları ingi lizlerin bu ü ltimatoma uymayı reddederek savaşı yeniden başlatacaklarından korkuyorlardı; ancak, Gazi'nin kişi l ik yapısı, onun bir kez daha hareket alanını daraltan nesnel koşulları gözardı etmesine ve cüretkar bir tavır serg i lemesine yardımcı oldu. Herkes kaygı ve tedirginl ik içinde yirmi dört saatl ik mühletin bitmesini beklerken, Gazi'n in z ihn i başka meselelerle meşguldü. Nihayet l imandaki savaş gemilerin in şehri selamladıktan sonra l imandan ayrı lmaya başladıkları haberi geld i . Herhangi bir yorumda bulunmadan işini sürdüren Mustafa Kemal, gemilerin ayrılıyor oluşuna pek i lg i göstermedi . Öylesi bir kişi l ik yapısına sa-
107 5 Eylül 1 922 günü Mustafa Kemal o sıra bakanlar kuruluna başkanlık eden Rauf'a bir telgraf yolladı; telgrafta şunları söylüyordu: "Anadoludaki Yunan ordusu sureti katiyede mağlCıb edilmiştir. Yunan ordusunun artık yeniden ciddi bir mukavemet ibrazına ihtimal yoktur. Anadolu için herhangi bir müzakereye mahal kalmamıştır. Mütareke, ancak Trakya için mevzuubahs olabilir" (Atatürk 1 927, 5.567).
�süz Atatürk
hipti ki, verdiği ü ltimatomu düşmanın yerine getireceğinden hiç kuşku duymamıştı .
Franklin-Boui l lon'nun 28 Eylü l 'de izmir'e gelmesiyle bir l ikte Türklerle Fransızlar arasındaki müzakere süreci hızlandı . Boui l lon Gazi'yi hal ihazırda. tanıyordu; onunla ismet Bey ve Rauf Bey' le birl ikte l imanda karşılaştı. Gazi, Türklerle Anlaşma Devletleri'n in barış koşul la rı için genel bir çerçeve hazırlamak üzere Mudanya'da bir konferansta bir araya gelmeleri fikrin i kabul etti. 29 Eylü l'de Ankara'ya gitmek üzere izmir'den ayrı lan Gazi, 2 Ekim'de Ankara'ya vardı .
Mustafa Kemal, izmir'de geçird iği yirmi gün lük sürenin büyük bölümünde Latife'nin evinde misafir durumundaydı; fakat, kendisine gösterd iği yakınl ık ve misafirperverliğe karşın, Uitife'nin Ankara'da kendisine eşl ik etmesi önerisin i kabu l etmedi. Ankara'da kendisini Fikriye bekliyordu . Latife'n in kendisiyle Ankara'ya gelmesine izin vermesi du rumunda işler karmakarışık hale gelecekti. Latife i le i l işkisi daha da i lerlemeden önce Fikriye i le olan i l işkisin i yoluna koymak zorundayd ı .
Ankara, Mustafa Kemal'e kahramanlara layık bir karşılama töreni hazırlamıştı . 4 Ekim'de Büyük Mil let Meclisi'nde bir konuşma yaptı . iyi bir öğretmen edasıyla, kendi düşünce ve planlarını mil letveki l leriyle paylaştı . Aynı gün, Bursa'nın güneyinde, Marmara Denizi kıyı larında sakin bir kasaba olan Mudanya'da barış görüşmeleri başladı. Mustafa Kemal, herkesi şaşırtan bir terc ihle, herhangi bir diplomatik deneyimi olmamasına karşın ismet Bey' i bu konferansta yeni Türkiye'yi temsil etmekle görevlend irdi . ismet Bey, Mudanya/da yaşayan Alexander Ganyanof is iml i bir Rus tüccarın evinde Anlaşma Devletleri 'nin temsilci leriyle bir araya geldi .
Bu arada, Ankara'da Fikriye Mustafa Kemal' in kendisine yönel ik tutumundaki değ işikliğin nedenini anlamaya çalışıyordu. Vererne yakalanmış olduğunu öğrenmiş bulunuyordu ve Mustafa Kemal' in soğuk tavrının nedenlerinden birinin kendi hastal ığı olabi leceğ in i düşündü. Ne var k i , kendi ai lesiyle karşı laştırılamayacak denl i seçkin bir ai leden gelen L3tife' nin varlığından da haberdard ı . Rakibinin bir fotoğrafını da da ed inmiş olan Fikriye (Bozdağ 1 975a, s.49, s . 1 84-85), başetmek zorunda olduğu engelin ya lnızca yakalandığı hastalıktan ibaret olmadığını , ayrıca, sevg il isini elinden almaya aday güçlü bir rakiple karşı karşıya olduğunu anlamıştı .
.2z.fl
BÖlüm 1 8
PAoişAH, ANNE, ÖOiPAl OGUl
M ustafa Kemal' in bir kahraman olarak Ankara'ya geri dönüşü, Atina'da Venizelos yanl ısı subayların l iderl iğ inde gerçekleşen bir askerı darbe i le aynı gün lere rastladı . Ve-
nizelos yanl ı ları Anadolu'da al ınan korkunç yeni lg in in sorumlu larını cezaland ı racakları na söz vermişlerd i ; n itekim, Kral Konstantin tahttan ind ir i ldi ve yerine I I . George tahta geçiri ld i . Gazi yalnızca kendi ü l kesinin tarih in i değ iştirmekle ka lmamış, Atina'da yeni bir yönetimin işbaşına gelmesine de neden olmuştu.
Yunanl ı ların Türkler tarafından yenilgiye uğratı lması, Anlaşma Devletleri arasında yeni bir gergin l iğin doğmasına yol açtı . Fransızlar, Mustafa Kemal' i daha açık bir biçimde desteklemeye başladılar. italyan lar, halihazırda Gazi'ye tarafsız kalma vaadinde bulunmuşlard ı . F ransızlar ve italyan lar Çanak'taki askerlerini geri çekerek ing i l izleri kendi başlarına bıraktılar. Lloyd George Yunanı ı la rın kesin olarak yenilgiye uğramış oldu klarını kabul etmemekte d i retti. Lloyd George'a karşı Türklere arka çıkmış olan Chu rchil l , bu utanç verici du rum karşısında derin bir mahcubiyete kapı ldı ve ingi liz hükümeti içinde Mustafa Kemal' i du rdurmanın yollarını a rayanların safına geçti . ingi ltere'n in sömürgelerinden asker toplama planları sonuç vermedi . Diplomatik i l işkilerde ingi ltere'yi temsil eden General Harrington soğukkanlı tutumunu korudu ve Türklere Marmara'dan çeki lmelerini buyuran bir ü ltimatom verilmesi isteğ in i geri çevird i . Sonuç olarak, Mudanya'da bir konferans toplanması d ışında herhangi b i r sonuç ya da uzlaşmaya varı lamadı.
Hemen hiç kesintiye uğramadan devam eden görüşmeler 1 1 Ekim'de bir anlaşmaya varılmasıyla sonuçlandı . ismet, Ankara'ya telgraf çekerek savaşın resmen sona erdirildiğini bildirdi . Haber Büyük Millet Meclisi'nde büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılandı; mebuslar fazlasıyla hak ettiklerine inandıkları zaferin tescil edilmesinin mutluluğuyla birbirlerine sarı l ıp öpüşüyorlard ı . Mudanya Anlaşması Türklerle Yunanlılar arasındaki savaşa son verdi. Türk kuwetlerine, Meriç ı rmağı'na kadar Trakya'yı işgal etme ve on beş gün için-
:ı.ıı
Ölümsüz Atatürk
de buradaki askerlerini geri çekmeleri için Yunanlı lara süre tanıma hakkını kazandırd ı . Anlaşma Devletleri 'ne bağ l ı kuwetler, bölgede iktidar ve kontrolün el değ iştirmesi işlerinin sorunsuz yaşanmasını garanti altına almak üzere, bir ay süreyle bölgede kalmaya devam edeceklerd i . Anlaşma Devletleri ile yeni Türkiye arasında nihai bir barış anlaşması imza ed i l inceye kadar, Anlaşma Devletleri askerleri istanbul ve Gelibolu 'daki varl ıklarını sürdüreceklerd i .
Türkler Trakya'yı geri a lma hazırl ıklarına gi riştikleri sıra, ingi ltere'de Lloyd George hükümeti düştü . Bir Yunan imparatorluğu'nun yeniden inşası hayallerin in uçup gitmesiyle bir l ikte, Lloyd George'a kabine, parlamento ve ü lke içinde verilen destek de söndü . Lloyd George, hem Mustafa Kemal, hem de i ngiltere'n in başına savaş sonrası dönemde musallat olmuş iç ve dış sorunlar yüzünden çok güç bir duruma sürüklendi . 23 Ekim'de, yan i Lloyd George ve hükümetinin düşmesinden dört gün sonra, Andrew Bonar Law hükümet işlerinin ve Kasım ayı ortalarında yapı lacak yen i parlamento seçimlerin in sorumlu luğunu üstlend i .
Mudanya ve Londra'da bu siyasal çekişmeler yaşanırken, Mustafa Kemal Ankara'da F ikriye ve Latife ile olan kendi özel i l işkilerinde nazik gel işmeler yaşıyordu . izmir'de kaldığı süre içinde Latife'den çok etki lenmişti, fakat eğer Latife'n in kocası olacaksa, vereme yakalandığ ı artık herkesçe bi l inen Fikriye'yi terk etmek zorundayd ı . Mustafa Kemal hasta insanlardan nefret ederd i; hasta bir kad ın , ona çocukluk dönemindeki yaslı anneyi hatırlattığı için, bu nefreti daha da yoğun yaşıyordu . Onların imgesin i zihninde korumaya çal ışsa bi le, kendisini bu tür kadınlardan uzaklaştı rmasını öğ renmişti ve böyle durumlarda i lg i ve sevgis ini yönelteceğ i nesne olarak onların yerine ulusun kend is in i koymuştu . Ankara'ya geldiği zaman, Fikriye'yi tedavi olması için isviçre'ye gitmeye ikna etmeye çalıştı. Fikriye'n in doktorlarının, hastanın modern bir verem sanatoryumunda tedavi görmesinin yararlı olacağı konusunda kendisiyle mutabık kalmalarını sağladı. Sonunda, Fikriye, sanatoryumda kalma fikrin i reddetmekle bir l ikte, özel bir isviçre kl in iğ ine yatmayı kabul etti . Gazi, yaveri Sa l ih 'e bu iş için isviçre'de gerekli hazırl ık ve düzenlemelerin yapı lması emrini verd i . Bunun yanı s ıra, yaverinden izmir'deki Latife'ye telgraf çekmesini isted i . Telgrafta, Mudanya'da varılan anlaşmanın kutlanması dolayısıyla 1 2 Ekim'de Bursa'da yapılacak tören lere katı lacağ ın ı bild iriyor, Latife' nin de Bursa'ya g itmesini
padişah, Anne, Ödipal Oğul
istiyordu. Fikriye, Mustafa Kemal' in kendisinin isviçre'de tedavi görmesi fikrini gönü lsüz bir b içimde kabul etmişti. Durum gelişip daha karmaşık bir hal al ınca, Mustafa Kemal "d iplomatik becerisi"ni daha fazla zorlamak zorunda kaldı . Fikriye son anda isviçre'ye gitmekten vazgeçti . Israrla Mustafa Kemal'e isviçre'ye gitmeden önce kendisiyle b irli kte son bir seyahate çıkmayı arzulad ığını söyledi ve ondan Bursa'ya kendisini de götürmesini istedi . Bursa'dan sonra istanbul'a geçmeyi, isviçre'ye gitmeden önce oradaki yakınlarıyla vedalaşmayı planlamıştı.
Bu isteği kabu l etmek zorunda kalan Mustafa Kemal, Latife'ye ikinci bir telgraf çekerek ondan Bursa'ya gelmemesini istedi . Telgraf izmir'e u laştığında, Latife yakında paşaya eşl ik edecek olmanın sevinç ve guru ru içindeydi . Valizleri hazırd ı . Yolculuğa çıkacağı otomobil de hazırlanmış onu bekliyordu . Gelen telgraf Latife'yi derinden üzdü, onu umutsuzluğa sürükledi . Bursa gezisinin iptal edilmesi herhalde Gazi 'nin hastalanmış olması anlamına geliyordu. Latife, Mustafa Kemal' in yaverine telgraf çekerek Gazi 'n in muhtemel hastal ığını bir an önce atlatıp sağl ığ ına kavuşmasın ı d i lediğini bildirmekle birli kte, kuşkusunu yenemeyerek Ankara'daki haber ajansını aradı ve Mustafa Kemal' in Bursa'da olduğunu öğrendi . Bu bilgi onun umutsuzluğunu ve kuşkusunu daha da derin leştirdi -o arada Fikriye hakkında hayli şey işitmişti . Kendi d ip lomatik yeteneklerin i devreye sokarak bu umutsuzluğun üstesinden gelmeye ça l ıştı . Mustafa Kemal'e bir mektup yazarak, onun Bursa'ya geçmiş olduğunu öğrendiğini, hastalandığını düşündüğü için bu haberi n kendisini rahatlattığını bi ldirdi . Onun başlang ıçta kendisini Bursa'ya davet etmesi dolayısıyla iki mutlu gece geçirmiş olduğunu, ancak her ne olursa olsun kendisine daima sad ık kalacağını yazd ı .
Mustafa Kemal ik i kadın ı birbirinden uzak tutma sorunuyla boğuşuyor olmasına karşın, dış dünyaya olan i lg is in i kaybetmiyordu ve u lusal durumu tahl i l etmekte hayli başarı l ıyd ı . Mudanya'da başarı l ı bir d iplomasi sınavından geçmiş olan ismet Paşa'yı, Lozan'da toplanacak olan barış konferansında yeni Türkiye'yi temsil etmekte görevlendird i . Başbakan konumundaki Rauf, konferansa dışişleri bakanı ile birl ikte kendisinin katı lacağ ın ı ummuştu . Rauf'u devre d ışı bırakan Gazi, d ışişleri bakanı i le bir görüşme yaptı; bakan, ger i planda du rmayı ve yerin i ismet Pa-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
şa'ya bırakmayı kabullenmişti. Mustafa Kemal, ismet Paşa'yla yol atmaktan rahatlık duyuyordu.
Fikriye'nin yan ı sıra Kazım Karabekir ve Refet Paşa'nın eşl iğinde Bursa'ya giden Gazi, burada Fevzi Paşa ve ismet Paşa tarafından karşıland I . On binden fazla insandan oluşan büyük bir kalabalığın önüne birl ikte çıktılar, kutlamalar akşam geç saatlere kadar sürdü .
Mustafa Kemal, Bursa val is in in evinde misafir ed ildi. Fikriye'ye onun odasın ın hemen yanında bir yatak odası verild i . Herkes uykuya çekildikten sonra, Fikriye, Mustafa Kemal'in odasına gitti ve orada bir kriz geçirdi . Doğru dürüst konuşamıyordu; bir doktor kendisini sakinleştirinceye kadar sürekli "Paşam, Paşam!" diye mırıldandl. Muhtemelen, krize girmezden önce Gazi'ye yakında öleceğini b i ld iğini söylemiş, son gecesini geçmiş mutlu günlerin yadigarı olan, herkesin gönülden bağlı olduğu erkeğin yan ında geçirmek istemişti; böylece mutluluk içinde ölecekti (Bozdağ 1 975a, s .77) .
Bu olay Mustafa Kemal'de karmaşık duygular uyandırmış olmalı . Kendisini taparcasına sevmiş olan Fikriye'n in içinde bulunduğu kötü durumun Mustafa Kemal'in kurtarıcılık fantezisini harekete geçirmiş olduğu kuşkusuzdu ve muhtemelen onda d ışa vurmamaya özen gösterdiği şefkat duygusunu da uyandırmıştı; ne var ki, sahip olduğu kurtarıcılık fantezilerin in yöneldiği nesne artık kendi u lusuydu . Dahası, çocukluğundan beri kendisini kederli (hasta) kadınlardan uzak tutmuştu. Fikrin i değiştirmeyi reddetti ve Fikriye'n in daha önce planlandığı gibi isviçre'ye g itmesinde ısrar etti. Fikriye onun iradesine boyun eğdi.
Kendi özel yaşamına az çok düzen kazandıran Gazi, d ikkatini, yen iden, kendi kişisel kaygılarından çok da bağışık olmayan siyaset üzerinde yoğunlaştırd ı . Büyük taarruza bizzat katılmamış olan Refefi Büyük Millet Meclisi 'nin özel temsikisi olarak atadı. Refet, ayrıca, mil l iyetçi lerin özel bir komiseri olarak ilkin istanbul'a, ardından Trakya'ya gönderildi . Böylece, Refet Paşa, Osmanlı 'nın Avrupa kıtasındaki eski başkentinde boy gösteren i lk önemli mil l iyetçi oldu . Refet'in istanbul'a gidiş i iki l i bir amaca hizmet ediyordu . Gazi'ye karşı henüz başlangıç evresinde olan muhalefet, Refet Paşa'nın saygın bir göreve getirilmesiyle birl ik- ' te yatışmış oldu; bunun yan ı sıra, Refet Paşa, isviçre'ye gidecek
padişah Anne, Ödjpal OğuL
olan Fikriye'ye yolcu luğun bir kısmı boyunca eşl ik edecekti. Refet Paşa, 1 9 Ekim'de yüzlerce mi l l iyetçi jandarmanın korumasında istanbu l'a u laştı, ancak ingi l izler onun ve beraberindekilerin karaya çıkmasını bir gün boyunca engellediler. Halk onları görkemli bir gösteriyle karşılad ı . Her yerde sayısız Türk bayrağı ve islamın yeşil sancakları dalgalanıyar, coşku seli içinde caddeleri tıka basa dolduran insanlar balkanlara, evlerin çatı larına çıkıyorlard ı .
Fikriye istanbul'da karaya Refet'in ve beraberindeki jandarmaların eşliğ inde çıktı; bu coşkun, gürü ltülü karşı lamaya tanık oldu . Sevgi l i paşasının hızla tapı lan bir kişi hal ine geld iğin i görmemesi olanaksızdı; her yer onun resimleriyle donatı lm ıştı . Fikriye'nin Refet i le birl ikte şeh irden ayrı ld ığı sıra Bursa'da olan Hal ide Edip, sonraki yı l larda bu hasta kadınla vedalaşmasını hatırlayacaktır. Fikriye'n in kendisine bir erkek çocuğunun el in i an ımsatan el in i tutmuştu -L.3tife çok daha sağ l ıkl ı ve dinç olmasına karşın Fikriye ona Latife'yi an ımsatmıştı. Edip şunları yazıyor: "Küçük, ince çenesi, bir bıçağın sivri ucu gibiydi; küçük burnu büzüşmüş, adeta saydam bir hal almıştı" (Adıvar 1 928, s.398). Fikriye'n in gözlerinde acı okunuyordu: "Acı ve kederden harab olmuş gözleri kararmıştı; gözlerinin alt ve üst kirpikIeri kIVrI/mlş, her zaman olduğundan daha fazla içiçe girmişti; çökmüş, so/muş yanaklanndan gözyaşları süzülüyordu" (Adıvar 1 928, s .398). Bir zamanlar Ankara caddelerinde dörtnala at koşturan, herkesin d ikkatle göz süzdüğü Gazi'n in evin in -Zübeyde'ye rağmen- sevgi l i kad ın ı olan bu genç kadın, ş imdi umarsız hasta bir kadın görünümüne bürünmüştü.
Fikriye'yi yolu üzerinden uzaklaştırmış olan Mustafa Kemal, Latife'yle birlikte geçecek yaşamı üzerine planlar yapmaya başladı. Meseleyi annesine açtı ve ondan Uitife'nin evinde misafir olacağ ı izmir'e gitmesini istedi . Bir süre deniz kenarında kalmasının onun eklem romatizmasına iyi geleceğin i söylüyordu; gerçekte ise, geleneklere uyma ihtiyacı duyduğu ve n iyetli olduğu evl i l iğe i l işkin annesinin olurunu almak isted iğ i için onun izmir'e g itmesini istemişti.
Fikriye'nin Ankara'dan uzaklaşmasını temin etme, Refet'in üstlenmiş olduğu görevlerden yalnızca bir tanesiyd i . Refet, istanbul'da bulunuşunun siyasal içeriğin in farkındaydı . istanbu l'da bulunduğu günlerde Osmanl ı hükümetin i tan ımayı reddetti ve
Ölümsüz AtatÜrk
pad işahtan h iç SÖZ etmedi . Yaln ızca, aralarında padişah ın yaverinin de bulunduğu bir grup insan kendisine hoşgeldin demeye geld iği zaman , ya ln ızca halifeliğ in kutsal l ığ ına göndermede bulundu -bununla, ha lifel ik kurumunun tan ındığını , ancak padişahın yönetsel iktidarının reddedi ldiğini ima ediyordu . 1 453 yıl ında istanbul 'u Bizansıı lardan alan Fatih Su ltan Mehmet' in türbesini ziyarete gittiğ inde yaptığ ı konuşmada, Fatih ' in ruhunun şad olmasını d i ledi ve şehrin kafirlerin eline düşmesine h içbir Türkün asla izin vermeyeceğin i söyled i .
Kendisine son derece güvenen Refet, Pad işah Vi . Mehmet' le bir görüşme yaptı; itibarın ı yitirmiş olan padişaha istanbul'daki hükümeti dağıtmasını öğütledi ve Türkiye'nin iki hükümetli bir sistemi kaldıramayacağını söyled i . Pad işah, bir yolunu bu lup tahtın ı kurtarabi leceği umuduna dört elle sarılmayı sürdürüyordu . Ancak, An laşma Devletleri Lozan'daki barış konferansı için hem istanbul hükümetinden hem de Ankara'daki Büyük Mi l let Mecl isi'nden delege göndermelerin i isted iklerinde, padişah ın bu umudu büyük ölçüde kı rı ld ı . Söz konusu davet, Osmanlı imparatorluğu ' nun arta kalan toprakları üzerinde eşanl ı olarak iki ayrı hükümeti n bulunuyor oluşunun anormaıı iğine işaret ediyordu . Böylesine uygunsuz b i r davetin Ankara'da öfkeyle karşılanacağının farkında olan Sadrazam Tevfik Paşa, bu kötü durumu savuşturmak amacıyla, 1 7 Ekim günü (resmi davet mektupları fii len al ınmazdan önce) Mustafa Kemal'e konferansta ortak bir tavır al ınmasını ve bu tavrın saptanması için karşı l ıkl ı görüşmeler yapı lmasını önerd i . Buna hemen ertesi günü bir telgrafla yanıt veren Mustafa Kemal, Büyük Mi l let Meclis i 'nin benimsediği Teşkilat-ı Esasiye'n in Türk u lusunu temsil yetkisini yalnızca bir tek hükümete tanıdığını , bunun da Büyük Mi l let Meclisi hükümeti olduğunu bi ldird i .
27 Ekim'de, Ankara hükümeti, padişah hükümeti gibi resmi konferans davetin i ald ı . Tevfik Paşa, Büyük Mi l let Meclisi'ne bir telgraf çekerek mebuslara konferansa ortak bir delegasyonla katılmayı önerd i . Buna kızan mi l l iyetçi mebuslar istanbul hükümetini ve onun u lusu bölmeye yönelik iğrenç girişimin i kınad ı lar. Mustafa Kemal ve seksen mebus tarafından imzalanmış bir yasa önerisi n in mecl iste görüşülmesi, ateşl i tartışmalardan sonra 30 Ekim'de kabu l edildi . SÖz konusu yasa önerisi, Osmanl ı impara-
Padişah, Anne, Ôdipal Oğul
torluğu'nun öldüğünü, yen i Türk u lusunun bunun yerin i aldığını, anayasal açıdan egemenl iğin u lusa ait olduğunu i lan ediyordu. Mustafa Kemal, Osmanl ı imparatorluğu'nun öldüğünü önceden görmüştü; istanbul 'un Lozan'daki konferansa ortak b i r delegasyonla katı lma önerisi, gerçekte Anadolu u lusal hükümetinin istanbul tarafından da tanınıyor olduğunun açık bir işaretiydi .
Mustafa Kemal ve sekiz mebus tarafından meclise verilen yasa önerisi, mecliste iki grubun muhalefetiyle karşılaştı. Bunlardan biri, dini unsurların ağır l ıkta olduğu gruptu; d iğer grubu oluşturan mebuslar ise, bu önerinin kabu l edi lmesinin Mustafa Kemal'in konumunu daha da güçlendireceğinden ve bir d iktatörlüğe yol açacağından korkuyorlard ı . Hal ifel iğin padişah l ıktan ayrılabi l irriği üzerine uzun, sert tartışmalar yaşandı . Padişahl ığ ın kald ı rı lması durumunda hal ifel ik kurumu ne olacaktı? Mustafa Kemal, islam tarihi, Hz. Muhammed' in yaşamı ve Osmanlı tarihi üzerine uzun bir konuşma yaptı . Bu iki kurumun islamın i lk dönemlerinde birbirinden ayrı olduğunu ve dolayısıyla tekrar birbirinden ayrılabi leceğini ileri sürdü. Kuşkusuz, buradaki ayrı l ık terimiyle kast edilen, padişahl ığın ortadan kaldırılması, egemenliğin Tü rk u lusuna verilmesi, hal ifel iğin herhangi bir siyasal otoriteden yoksun olarak varlığ ın ı sürdürmesi idi . ı o8
1 Kasım günü, Mustafa Kemal, kendisı de dahi l o lmak üzere seksen mebus tarafından imzalanarak meclise sunu lmuş yasa önerisini tartışmak üzere meclisteki oturumu başlattı . Meclise, konuyla i lgi l i olarak başkaca öneriler de sunuldu; bunun üzerine, Anayasa Komisyonu, H ukuk Komisyonu ve Diyanet Komisyonu üyelerinden oluşan bi rleşik bir komite oluştu ru ldu. Birleşik komite, vakit geçirmeksizin hayli kalaba l ık olan mecliste i lgi l i konuya i l işkin görüşmeleri başlattı. Mustafa Kemal yapı lan tartışmaları salonun bir köşesinden izledi . Ufemadan oluşan bir grup, al imane konuşmalarla hal ifelikle padişahl ığ ın birbirinden ayrı lması
108 Mustafa KemaL. "Nutuk"ta, padişahlık ve halifelik konusundaki görüşleri nedeniyle Rauf ve Refet'e serzenişte bulunur. Mustafa Kemal'e göre, Rauf'a bu konudaki görüşünün ne olduğunu sorduğu zaman Rauf Bey şunları söylemiştir: "Ben dedi, makamı saltanat ve hi/Mete vicdanen ve hissen merbutum. Çünkü benim babam, padişahm nanü nimetiyle yetişmiş, Osmanlı Devletinin rica/i sırasma geçmiştir. Benim de kan/mda o nimetin zerratı vardır. Ben nankör değilim ve o/amam. Padişaha muhafazai sadakat borcumdur." Muhtemelen Refet, Rauf'un bu görüşlerini tamamen paylaşıyordu (Atatürk 1 927, s.573). Buradan da açıkça anlaşılacağı üzere, bu sorunda Mustafa Kemal ile en yakınındaki arkadaşlarından bazıları birbirlerine ters düşmüşlerdi.
Ölümsüz Atatürk
mümkün o lmayan iki ku rum olduğunu i leri sürdüler. Mustafa Kemal' in görüşmelerin uzamasından başka bir işe yaramadığ ın ı düşündüğü bu tü r konuşmalara tahammülü yoktu. Meclis bdşkanl ığından söz aldı ve mebusların önünde meclis sanda lyelerinden bir in in üzerine çıkarak, böyle tartışmalarla iktidarın kime veri leceğinin saptanamayacağını söyled i . Öneml i olan şey apaçık ortada du ran gerçekl iğin kend isiyd i ; ayaklanan Tü rk halkı tartışmaya yer vermeyecek bir şeki lde i ktidarı kendi eline geçi rmişt i . Yüksek sesle şunları söyled i :
"Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafmdan hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğullan, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatma, vazlUlyed olmuşlardı : bu tasallDtlanm altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatım, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir' (Atatürk 1 927, 5. 578). Bundan sonra, meselelere i l işkin kendi görüşü nün kabu l
görmemesi durumunda belki de "birkaç kellenin uçurulacağml" söyled i . Açıkça meydan okuduğu bu konuşma, zamanla onun kamuoyu önünde yaptığ ı en ün lü konuşmalardan biri hal ine gelecektir. Söz konusu konuşmasında sözünü sakınmaz bir d iktatör g ib i konuşmuştu ve o sıralar bunu yapmayı pekala göze alabilecek durumdayd ı . Ayrıca, o konuşmasında, dini istismar edenlere karşı neler h issettiğini en açık biçimde di le getird i . Konu doğrudan siyasi bir içeriğe sah ipti kuşkusuz, fakat onun d i ne karşı ömür boyu süren antipatis inin, "Molla" olarak anı lan dindar annesi ve kendis in i acımasızca döven din öğretmeni dolayımıyla yaşamın ın erken yı l larında başlamış olduğunu unutmamak gerekir.
Gazi 'n in azarlayıcı ve tehditkar konuşmasıyla akl ın ı başına toplayan birleşik kurul, saltanatın kaldırı lmasın ı öngören yasa tasarısın ı destekled i . Tasarı süratle bir yasa maddesi olarak resmileştiriId i ve 1 Kasım günü meclis tarafından onaylandı . Bu gelişme, pad işah hükümetinin son olarak 4 Kasım'da toplandığı istanbul'daki Anlaşma Devletleri temsilcilerine bildiri ldi . Aynı gün, Osmanl ı hükümetin in çeşitli kademelerinde görev yapan yöneticilerin pek çoğu Refet Paşa'yı ziyaret ederek bundan böyle Büyük Mil let Meclisi hükümetine bağl ı kalacaklarını bildirdiler. Son-
padjşah, Anne, Ödjpal Oğul
raki gün Refet Paşa Osmanl ı nazırl ıkları nın lağved i lmesi emri n i verd i . Osmanlı hükümeti artık çökmüştü. Bu gelişmeler sırasında Pad işah Vi . Mehmet sarayında ka ldı . Yüzyı l lar boyunca Osmanlıların padişahı Tanrı 'n ın yeryüzündeki gölgesi olarak kabul etti klerini d ikkate alan Mustafa Kemal, padişahı hemen cezalandırmaya n iyetli değ i ld i . Böyles ine saygıdeğer bulunan bir imgenin b i r gecede si / in ip gitmesi umulamazdı . Kendi taraftarları ve arkadaşları arasında bile gönüllerinde ve zihinlerinde padişaha ayrı bir yer veren hayli insan olduğunu çok iyi bil iyordu . Kısa bir süre sonra bu can sıkıcı sorunu çözüme kavuşturan kişi yine padişah ın kendisi olacaktı. 1 6 Kasım günü, Vi. Mehmet, General Harrington'a bir mektup yazdı; yaşamının teh l ikede olduğunu, istanbul'dan ayrı lmak için yard ıma ihtiyacı olduğunu bi ldird i . Gerekli düzenlemeler yapı ld ı ve padişah, oğlu, doktoru, i ki sadı k sekreteri, sarayın bando şefi, oda h izmetçisi, berberi, iki harem ağası, ertesi sabah erken saatlerde i ngi lizlere ait iki Kızı lhaç ambulansı ile saraydan ayrıldı lar. Grup limana götürüldü ve botlarla Malaya adl ı bir savaş gemisine aktarı ldı . Padişah ve beraberindekiler gemiye bindikten sonra, savaş gemisi l imandan ayrı ldı ve Malta'ya doğru yola koyuldu. Böylece, altı asırdan uzun bir süre imparatorluğu kesintisiz yönetmiş bir hanedanın üyesi olan son Osmanl ı padişahı, utanç verici bir sürgün hayatına doğru yol almaya başlad ı .
Pad işah istanbu l'dan öylesine gizl i b i r şekilde ayrı ımıştı ki, mi l l iyetçi ler istanbul 'u tamamen terk ed inceye kadar onun kaçışından hiç haberda r olmadılar. Büyük Mil let Meclisi , Vi. Mehmet' in sürgüne kaçmasından sonraki gün, onu hal ifel ikten azlet� ti . istanbu l'da kalan kuzeni veliaht Abdülmecit, Büyük Mi l let Meclisi tarafından bel i rlenen koşul lar altı nda hizmet etmek ko-şuluyla hal ife seçi ld i .
•
Yüzyıllar boyu süregelmiş Türk gelenekleri sarsı l ıyordu; gel işmeleri hoşnutsuzlukla karşılayan ve eleştiri okların ı Mustafa Kemal'e yöneitenler yok değ i ld i . Bunlar, açıktan açığa padişahl ığ ın ka ldır ı lmasın ın hesabını sormaya yeltenemiyorlardı, ancak bu konuda kendisinin sorumlu tutu lduğuna i l işkin söylentiler Mustafa Kemal' in kulağına kadar u laşıyordu . Mustafa Kemal'e karşı duyulan güceniki ik, Aral ık 1 922'de bir yasa tasarısının Büyük Millet Meclisi'ne sunu lması sırasında açıkça gözlenir hale geldi. Söz konusu tasarı, ancak yen i Türkiye sınırları içinde doğanların meclise
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
seçilme hakkına sahip olmasını , Tü rkiye'ye bu s ın ırların dışında göç etmiş olanların -ister Tü rk ister Kü rt olsun- seçi lme hakkı elde edebilmek için ü lke sını rları içinde daimi olarak beş yıl süreyle ikamet etmesi gerektiğ in i öngörüyordu . Önerilen bu seçim yasasının Mustafa Kemal'e karşı çıkarı ld ığı açıktı; onun doğum yeri olan Selanik yeni Türk devletinin sın ırları dışında kal ıyordu . Bu girişimi büyük bir öfkeyle karşılayan Mustafa Kemal, mecl iste ateşl i bir konuşma yaptı :
"Maalesef, mahalli tevellüdüm, bugünkü hudutlar haricinde kalmış bulunuyor. Saniyen; herhangi bir dairei intihabiyenin beş senelik mütemekkini dahi değilim. Mahalli tevellüdüm, bugünkü hududu milliyemizin haricinde kaImıştif. Fakat, bu, böyle ise, bunda benim katiyen bir kasit ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi, mahvü muz mahil etmek istiyen düşmanlann, harekatmda muvaffak olmaktan kısmen menedilememiş olmasıdif. Eğer düşmanlar, tamamen maksatıanna muvaffak olmuş olsalardı, Allah muhafaza etsin, buraya vazıulimza olan efendilerin dahi memleketleri hudut haricinde kalabilirdi. Bundan başka, bu maddenin talebettiği şartı haiz bulunmuyorsam, yani, beş sene mütemadiyen bir dairei intihabiyede sakin olamamış isem, o da, bu vatana ifa ettiğim hidemat yüzündendir. Eğer, bu maddenin, talebettiği şartı ihraza çalışsaydım, istanbulu kazandlfmaktan ibaret olan Anburnu ve Anafartalardaki müdafaamı yapmamakliğım lazım getirdi. Eğer ben, bir yerde beş sene oturmaya mahkum olsaydım, Bittis ve Muşu aldıktan sonra Diyarbekir istikametinde tevessü eden düşmanm karşısına Ç1kmamakhğım, Bitlis ve Muşu kurtarmaktan ibaret olan vazifei vataniyemi yapmamakliğım !azım getirdi. Bu efendilerin, talebettiği şeraiti ihraz etmek isteseydim, Suriyeyi tahliye eden ordularm enkazmdan, Halepte bir ordu teşkil ederek düşmana karşı müdafaa etmemekliğim ve bugün hududu milliye dediğimiz hududu fiilen tesbit edmemekliğim lazım gelirdi. Zannediyorum ki; ondan sonraki mesaim cümlenin malumudur. Hiçbir yerde, beşsene oturamıyacak kadar sarfı mesai etmiş bulunuyorum. Ben zannediyordum ki, bu hidematımdan dolayı milletimin muhabbetine ve teveccühüne mazhar 01-
Padişah, Anne Ödlpal Oğul .
dum. Belki bütün alemi islamm muhabbet ve teveccühüne mazhanm"(Atatürk 1 927, s.603-4). Mustafa Kemal' in kendisini incitmiş olan bu yasa önerisi kar
şısında yaşad ığı duygu patlaması mecl isin havasını değişti rd i . Yasa tasarısı redded i ldi .
Gazi 'n in toplumsal alanda gi riştiği siyasal manevralarla, kendi özel yaşamında giriştiğ i manevra lar eşanl ı olarak yaşandı . Annesi, Uıtife ve ai lesinin yanında kalmak üzere izmir'e gönderi ldi . Latife, Zübeyde'nin ziyareti dolayısıyla evde titiz bir hazırlığa girişti. Evin duvarları yıkandı, kristal avizelerin tozu al ınd ı, bahçe temizlenip düzenlend i . izmir'de bütün gözler beyaz konağın üzerindeydi . Her taraftan yard ım önerisi geliyordu. Vali evi ziyarete geldi ve ev sahipleriyle b ir fincan kahve içip söyleşti. Mustafa Kemal, Sal ih ve karısından izmir yolcu luğu sırasında annesine eşl ik etmelerin i istedi. Ayrıca, izmir'de yaşayan ve uzaktan Latife' nin akrabası olan bir arkadaşını da devreye soktu. Bu kişi, Mustafa Kemal ve L3tife arasındaki olası evl i l ik i�in iki aile arasında geleneksel çöpçatanl ık rolünü üstlenecekti. 09 Gazi'nin emir eri Ali, Abdürrahim, Zübeyde'nin kadın yard ımcıları ve birkaç arkadaşı da izmir'e g idecek gruba dahi l oldu . Yıl lar sonra, Abdürrahim Tuncak ( 1 974), izmir'e gidi l i rken Zübeyde'n in hala kendisini "baston" olarak kullandığını hatırlar. Savaş henüz son bulmuştu; grubu izmir'e götüren tren harabeye dönmüş köy ve kasabaların arasından geçiyordu. Tuncak, bu hazin görüntü lerin kendisinde yarattığı duyguyu h içbir zaman unutamayacaktl.
Latife, treni istasyonda karşı ladı. Kendisi gibi binlerce insan da ulusun kurtarıcısının annesin i görebilmek için istasyona dolmuştu . istasyona Zübeyde'yi karş ılamaya gelen şehrin i leri gelenleri eşlerini de yanlarında getirmişlerdi; bu, yeni Türkiye'de yaşanan dramatik değ işikl iklerin bir d iğer göstergesiyd i . Zübeyde beyaz bir çarşaf giymiş, peçe takmamıştı; başını sallayıp gülümseyerek pencereden dışarıdaki ka labalığ ı selamladı . Yetmişli yaşlarda olmasına rağmen geniş, yuvarlak yüzü yumuşakl ığ ın ı koruyordu; süt beyazı ile pembenin renklendi rd iğ i yüzü neredeyse kı-
'09 Mustafa Kemal'in yaşantısının o aşamasında evlil iği düşünmesi, keder içindeki ulus-anne'yi kurtardıktan sonra bir başka kadın -bir eş- bularak bu ilk kadından ayrılma ve bireyleşmesini tamamlama arzusuyla açıklanabilir. Fakat biz, ikinci bir olasılık olarak, Mustafa Kemal'in latife ile evlenme isteğinin, kendisini kendi dişii versiyonu olarak gördüğü latife ile bütünleştirme arzusunun ifadesi olarak da yorumlanabileceğini düşünüyoruz.
ÖlÜmsüz Ate.t.iiı:IL
rışıksızdı . Oğluna benziyordu, fakat gümüş çerçeveli gözlüklerin in ardındaki gözlerin in mavisi daha koyu, daha sıcak, daha cana yakındı; yumuşak bir ağzı vardı . Her şeye karşın, çabuk sini rlenen, tepkileri önceden kestiri lemeyen b i r kad ındı (özel likle de oğlu Mustafa i le i lg i l i meselelerde). Doktorunun önerisi üzerine, yolcu luğu sırasında trende bambudan yapılmış bir koltukla oturmuştu . LiHife ve Zübeyde birbirleriyle ilk kez Zübeyde'nin kompartımanında buluştular. Zübeyde, U3tife'ye karşı hemen o an oluveren b i r antipati hissettiyse de, sayısız kompl imanda bulunarak bu duygusunu g izled i . Zübeyde ve beraberindekiler, yapmacı k tavırların , sahte yakın l ık gösteri lerin in hakim olduğu bu atmosfer içinde Mustafa'nın izmir'de kaldığı gün lerde misafir olduğu Göztepe'deki beyaz konağa g ittiler.
Gelenek, böyle bir ziyarette karşı tarafa bir hediye veri lmesin i gerektiriyordu. Gazi, U3tife'ye hediye olarak izmir'e Sakarya ismi veri len güzel bir at yollamıştı. Yine geleneğe göre, Zübeyde'n in b i r n işan hediyesi ya da salt ev sahibesine gönderi lmiş b i r hediye olarak atı evin genç kadınına, yan i UHife'ye vermesi gerekiyordu . Zübeyde, atı Uıtife'ye verdiğ i sıra içinde bell i bel irsiz bir kuşku bel ird i . UWfe atı çok beğenmiş, bu beğenisin i çok açık bir ifadeyle dışa yansıtmıştı. Zeki bir kad ın olan Zübeyde, Uıtife'n i n ulusun ku rtarıcısına gerçekten aşık olduğunu, ona karasevda düzeyinde tutulmuş olduğunu (infatuation) sezdi . Zübeyde, oğluyla hayl i uzun bir zamana yayılan ve çok emek gerektirmiş bir i lişkiye sahipti ve oğlunu bir başka kadınla paylaşmaya n iyeti yoktu. Tuncak ( 1 974), Zübeyde'yi, kendisine eşl i k eden kadın hizmetçilerine ve diğerlerine Latife'ye i l işkin hoşnutsuzluğundan söz ederken duyduğunu hatırlar. Latife'yi güzel bulmuyor, onun göze hoş gelmeyecek kadar kısa boylu olduğunu düşünüyordu .
Beyaz konakta birl ikte geçirdikleri günler, her iki kad ın için de geri l im dolu olmalı . Latife iyi eğitim görmüş, Avrupa'da bulunmuş, bir başka kuşağa üye genç bir kad ındı ve farklı b ir yaşam tarzına al ışıktı . D iğer yandan, Zübeyde eğitim görmemişti ve Türkçe'yi Makedon kökenini ele veren bir aksanla konuşuyordu . Kaba bir nükteyle konuşurdu ve nükteli sözlerini araya atasözleri sıkıştırarak ifade ederd i . Bu zamanda sık sık kendisini ağrı içinde bulduğu düşünülürse, Zübeyde'nin izmir'de iken sinirl i bir mizaca sahip olduğunu kolayca an layabil ir iz. Fakat, bu iki kad ın arasındaki gizl i çekişmenin temelinde yatan şey, ikisi arasındaki i lan
padişab, Anne, Ödipal Oğul
ed ilmemiş rekabetti. Yaşı i lerled ikçe Zübeyde'nin Selan ik'e duyduğu özlem daha da derin leşti; izmir'deki lüks yaşamı baskıcı buluyordu. izmir'e yaptığ ı bu ziyaretin ilk gün leri s ı rasında Latife' nin a i lesi henüz yu rt dışındaydı . Aile Fransa'dan döndüğü zaman, Zübeyde, Latife'n in kızkardeşini ondan daha güzel buldu. Sa l ih ' le yaptığı b i r sohbet s ı rasında ona Latife'nin oğluyla evlenmesine karşı olduğunu söyledi ve ardından bunu Mustafa Kemal'e söylememesini tembih led i (Bozdağ 1 975a, s. l 02).
izmir'e gelişinin onuncu günü Zübeyde, Ankara'ya dönmek istedi, fakat doktoru bunu uygun bulmadı . Sonraki gün lerde ZÜbeyde'nin sağl ığı kötü leşti. Ali, izmir'e yapacağı ziyaret sırasında Gazi'nin hazırl ıklarına yard ımcı olmak için izmir'den ayrı lmak üzereydi . Zübeyde, Latife'ye i l işkin kuşku larından Ali'ye de söz etmiş, ona "Bu bayanm benim Mustafa 'mı mutlu edebileceğine inanıyor musun ?" diye sormuştu (Oran l ı, 1 967, s. 1 4 1 ) . Zübeyde eve yerleştikten b ir süre sonra, izmir' in önde gelen d in adamının kendisini görmeye gelmesin i isted i . Muhtemelen, gelen kişiye, içine oğlu için p ı rlanta bir yüzük sardığı b ir vasiyetname bıraktı.
Ali, Zübeyde'nin sağ l ığının hızla kötüleştiği haberinin alındığı Ankara'ya geri döndü. Mustafa Kemal, gece on bir treniyle Ali ve beraberindeki g rupla birl ikte izmir'e yola çıktı. O gece Ali şifreli bir telgraf mesaj ı a ld ı; telgraf, Zübeydeinin 1 4 Ocak günü vefat ettiğini bi ldiriyordu . Böyle kötü bir haberle yolcu luk s ırasında Gazi'nin keyfin i kaçırmak istemeyen Ali, ona telgraftan hemen söz etmedi. Gün ağarmazdan kısa bir süre önce Mustafa Kemal Ali'yi yan ına çağı rd ı ve ona herhangi bir haber olup olmadığını sordu . Ali, şifreli bir telgraf alındığını, ancak şifreyi çözmekle meşgu l olduklarını söyledi. Mustafa Kemal, "Biliyorum, annem öldü" diye karşı l ık verd i ve bunu o gece gördüğü telepatik bir rüya ile i l işkilendird i . Rüyasında annesiyle bir l ikte yeşi l l ik bir a la nda yü rürlerken aniden patlak veren bir sel annesini a l ıp götürmüştü (Oran l ı 1 967, s. 1 42).
Şifresi çözülen telgraf kendisine verild ikten sonra, Mustafa Kemal izmir'e g itmemeye karar verdi. Annesinin gerektiği biçimde toprağa verilmesinin sağlanmasını istedikten sonra, trenin hattın ı değ iştirerek izmit'e gitmesini emretti. 27 Ocak'ta izmir'e gitmeden önceki iki haftal ık sürenin önemli b ir bölümünü izmit dolaylarında geçird i; konuşmalar yaptı, kimi görüşmelerde bu-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
lundu. izmir'e gecikmeli olarak g itmesinin nedeni, annesinin ölmüş olduğu fikrini yadsımaya yönelik bir tepki olabi l ir ya da bu şekilde onun kaybını kabullenmeye çalışmıştı . izmir'e vardığında yaptığı i lk iş bir cami bahçesine gömülmüş olan annesin in mezarını ziyaret etmek oldu . Kazım Karabekir ve Fevzi Paşa ona eşlik ettiler. Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında yaptığı bu önemli konuşmasında, hem bil inçli hem de bi l inçsiz olarak, annesiyle a rasındaki i lişkiden söz etti . Bu konuşma, Zübeyde ile şimdi vatanın kurtarıcısı olarak olağanüstü bir görkEi!me sahip bulunan oğlu arasındaki yoğun bağl ı l ığın açık bir kan ıtını oluşturuyordu.
Mezarın başında bulunanlara, annesinin baskın ın bir kurban ı olduğunu söyledi. i i . Abdülhamid.'i , annesin in çektiğ i s ıkıntıların sorumlusu olmakla suçladı . "Zorba rejimin gizli ajanlarmm, casuslarlnm, cellatlarmm" kendisini nasıl Suriye'ye yollad ıklarını , böylece oğlunu görme şansından yoksun annesine ne büyük acılar çektirdiklerin i anlattı. Kendisin in ve annesinin bireysel yaşamlarının u lusun �arihiyle nasıl içiçe geçmiş olduğundan söz etti. Vi . Mehmet' in kendisi hakkında çıkardığı ölüm fermanın ın yerine getiri lmiş olduğuna inanan annesinin o günlerde büyük acı lar yaşadığını söyledi .
Gazi 'n in mezar başında yaptığı ·!.lu konuşmada Öne çıkardığı tema, annesin in çok büyük kederıer yaşadığı id i . Bunun sorumluluğunu kötü baba imgelerine, papişahlara yüklüyordu . istanbul'dan ayrı l ıp Tü rklerin bağımsızlık .mücadelesin i başlatmak üzere Samsun'a g ittiği döneme atıfta bulunarak şunları söyledi : "Va/dem üç buçuk sene/ik bütün gece ve gündüz/erini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaş/arl ona gözlerini kaybettirdi. Nihayet pek yakm zamanda onu istanbul'dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddeten ölmüştü, manen yaşıyordu" (Atatürk 1 952, 2 . Cilt, s .75) . Bütün bir yaşam ı boyunca omuzlarında kederli bir annenin yükünü taşımış olan Mustafa Kemal' in, sah ip olduğu duyguları (yaşarken ölü olarak algılad ığı) annesinden ulusa (manevi olarak yaşayan) yöneltmiş olduğu çok açıktır.
"Validemin ziyamdan şüphesiz çok müteessirim. fakat bu teessürümü izale ve benim müteselli eden bir husus vardır ki, o da anarnız vatam mahv ve harabiye götüren idarenin artık bir daha avdet etmemek üzere mezarı ademe götürülmüş olduğunu görmektedir. Va/dem bu toprağm altmda fakat haki-
Padişah, Anne, Ödipal Oğul
miyeti mi/liyye ilelebet payidar olsun. Beni mütesel/i eden en büyük kuwet budur. Evet hakimiyeti mil/iye ilelebet devam edecektir' (Atatürk 1 952, 2 . Cilt, s.74-75; vurgular b ize a it) . Burada, Mustafa Kemal, "kötü" ödipal babayı (pad işah) anne-
sinin kederin in sorumlusu olmakla suçlamaktadır. Pad işahın "unutulmuşluk mezarı"na gönderi lmesinden sonra varl ığını koruyan şey, annen in yerin i alan ana-vatan ile onun kendis ini kurtarmış olan muzaffer oğludur.
Şu halde, özel l ikle son cümlede açıkça görüldüğü üzere, bir kez daha ölen annesin in imgesi yaşamını kurtardığı ulus imgesinde varlığını sürdürür. U lusu kurtarmak demek, annesin i kurtarmak demekti; her şey keder içindeki hasta annesin in iyileştirilmesi içind i, böylece sağlığına kavuşan anne onu besleyip koruma yeteneğin i yen iden kazanmış olacaktı. Süreç içinde onun hem annesinin hem de Türk u lusunun koruyucusu hal ine gelmiş olması kaderin bir cilvesidir (Rustow 1 970). Mustafa Kemal, konuşmasını, bütün yaşamını u lusal egemenl iğin korunmasına adayacağına yemin ederek tamamladı.
Mustafa Kemal' in annesinin mezarı başında yaptığı bu konuşmanın çabucak siyasal bir içeriğe bürünmüş olması Rus·tow'un i lgisin i çekmiştir. Rustow, söz konusu konuşma ile i lg i l i olarak şunları yazar:
"Otoriteyi temsil eden figür padişahttr, Kemal'in kendileri için bir araç teşkil ettiği Abdülhamid ve ondan sonra ise Vahdettin. Bu üç oyun karakteri -anne, oğul, padişah- arasmda hayli içli dış" bir ilişki vardtr. Padişah, kötü baba figürünü temsil eder: Bunun özel memur/an cellatlardtr ve anne 7übeyde ile anavatanm fiziksel yıkımmdan o sorumludur. [Mustafa] Kemal'in kendisi, padişahm -her padişahm- otoritesinin kofluğunu açığa çıkararak, onu 'unutulmuş mezan'na göndererek, kendi yaratısı olan ve başmda bulunduğu daha meşru bir rejimi saltanatm yerine geçirerek, annesinin ve vatanm öcünü alan sadık oğul rolündedir' (Rustow 1 970, s.237). Burada ödipal b ir temanın açıkça gözlenir olduğu fikrine katı
lıyoruz. Bununla birl ikte, bu temanın ardında saklı olan şey, Mustafa Kemal' i n kiş i l ik yapısının özüdür ve sahip olduğu kiş i l ik yapısı onu tar ih sahnesinde ödipal b ir zafere erişme g iriş iminde bulunmaya zorlamıştır.
Bölüm 1 9
TÜRKiYE CUMHURiYETi'NE DOGRU
A ğır duygusal şoklarla baş etme konusunda muazzam bir yeteneğe sahip olduğunu bir kez daha gösteren Mustafa
Kemal, annesinin mezarı başında yaptığ ı konuşmanın hemen sonunda kendisini yeniden topladı . Osman Paşa camis in in bahçesinden ayrı ldıktan sonra, izmir valisine günün geri kalan kısmı için düşünülmüş programın ne olduğunu sordu . Val i , annesin in ölümü dolayısıyla tuttuğu yasa saygı gereği herhangi b ir resmi etkin l ik düzenlemed iklerin i söyleyince, Mustafa Kemal Uitife'n in evine g itmeye karar verd i . O sıra camiden ayrı lan kalabalığın arkalarında b ir yerde duran iyi g iyimli bir adamdan öne doğru gelmesi istend i ; adam, Mustafa Kemal'e Latife'n in babası Uşakizade Muammer Bey olarak tanıtıldı. Gazi'ye saygılarını sunan adam, geleneğe uygun olarak eği l ip Gazi'nin el in i öptü . Bundan sonra, Gazi ve Muammer Bey, Mustafa Kemal'in yakından bi ldiği Göztepe'deki eve doğru yola koyu ldular.
Eve geld iklerinde, Mustafa Kemal annesine son gün lerinde gösterdikleri yakın ilg iden dolayı ev sahiplerine teşekkür ett i . Bu, Mustafa Kemal' in Latife'n in ai lesi i le i lk karşı laşmasıydı ; ai le Fransa'dan kısa bir süre önce, Mustafa Kemal' in izmir'den ayrılıp Bursa'ya gittiği gün lerde dönmüştü. Usulen yapılan kısa bir söyleşinin ard ından, Mustafa Kemal Ultife'yi yanına oturttu ve kendisiyle evlenmeyi arzu ladığını , hatta bunun hemen gerçekleşmesini isted iğini söyled i . Latife çok sevindi, fakat hazırlanmak için bir zaman isted i . Latife' n in bu talebine direnen Mustafa Kemal, Latife' n in annesine dönerek şakacı bir tavırla emirlerine itaat etmeyen asi bir kızı olduğunu söyled i . i kisi arasında neler konuşulduğunu bi lmeyen kadın, ortada bir yanlış anlamanın olabileceğ in i söyled i . Gazi keyiflenmişti ve şu karşı l ığı verdi : "Hayır, ortada bir yanltş anlama yok. Size kendisi söylesin" (Bozdağ 1 975a, s. 1 1 2) . Latife, Mustafa Kemal' in hemen o an evlenmek isted iğini kendisinin ise birkaç gün, hatta birkaç saat zaman istediğini söy ledi . Mustafa Kemal ısrarından vazgeçip evl i l iği iki gün sonrasına 29 Ocak gününe erteleyince herkes rahat bir nefes aldı .
Türkiye Cumhuriyeti'ne Doğru .
Belki de evl i l ik karar ının al ınması karşısında en çok rahatlayan insan Mustafa Kemal ' in yaveri Sal ih 'ti . Sal ih, Zübeyde izmir'e gel i rken ona eşl ik etmiş, şeh i rde geçird iğ i gün ler boyunca Zübeyde'nin yanından ayrı lmamıştı . Zübeyde, Sal ih ' i ağlama duvarı haline getirmiş, onu sırdaş kabul ed ip Latife'ye i l işkin gerçek duygular ın ı an latmıştı . Zübeyde'nin kendi oğ luna gel in olarak kabul edeceği kad ın ın olağanüstü olması gerekird i . Sal ih 'e, Latife'ye i l işkin kuşku ve güvensizl iğ in i açıkça söylemişti. Sal ih ZÜbeyde'nin bu düşüncelerin i paylaşmıyordu ve bir iki lem içindeydi . Ya bütün bunları Gazi 'ye aktarmalı , ya da otu rup Zübeyde'n in fikrin i değ iştirmesini umut etmel iyd i. Zübeyde'nin ölümüyle ve Gazi 'nin Latife'yle evlenmeye karar vermesiyle birlikte, Sa l i� kend il iğ inden bu can sıkıcı ikilemden kurtu ldu.
Derhal evl i l ik hazırl ıklarına g i rişi idi . Mustafa Kemal , törene katı lacakların yaln ızca bi rkaç yakın dost ve akraba ile s ın ı rl ı tutulmasını rica etti . Törenin kendis i Türk-Müslüman gelenekten bir kopuşun ifadesiyd i . Geçmişte, gel in ile damat, kendi lerini evl i l ik akdi ile birbi rlerine bağlayan d in i tören sırasında aynı odada bulunmazlardı; oysa Latife ve Mustafa Kemal törende yan yanaydı lar. E linde beyaz bir gü l taşıyan Latife, Mustafa Kemal'in isteğine uyarak hafif makyaj yapmıştı. Saçları mor renkl i bir eşarpla bağlanmıştı ve ellerinde buna uygun düşen eldivenler vard ı . Törende Gazi'ye refakat eden Fevzi Paşa ve Kazım Karabekir askeri üniformaların ı g iymişlerdi . Mustafa Kemal ise koyu mavi, üç parçalı bir takım elbise g iymişti. Boynuna üzerinde kırmızı b i r desen bulunan yine koyu mavi b i r kravat bağlamıştı . Kumral saçları, astragandan yapılmış g ri bir ka lpak tarafından kısmen örtü lmüştü . Göğüs cebinde beyaz bir mendil vardı . Olağanüstü yakışıklı bir damat görünümündeydi.
Öğleden sonra saat üç buçukta, n ikah ı kıyacak olan kadı geldi . Kadı, i lkin Mustafa Kemal' le, a rdından onun nikah şahitliğ in i yapan Fevzi Paşa ve Kazım Karabekir'le b ir a raya geldi . Geleneklere uygun olarak, Mustafa Kemal'den Uıtife için ortaya koyduğu başlık miktarını söylemesini istedi . Mustafa Kemal, "On dirhem gümüş" (Bozdağ 1 975a, s . 1 1 7) karşı l ığını verd i; bu, is lami hukuk kural lar ının kabul ettiği en düşük miktard ı . Mustafa Kemal ve iki arkadaşı gü ıümsediler. Geleneğin gereklerine sözde bir bağl ı l ık gösteren Mustafa Kemal ' in telaffuz ettiği başl ığ ın
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
miktarın ın çok küçük oluşu, asl ında Mustafa Kemal' in bu konudaki gelenekle bütünüyle alay ett iğin in bir göstergesiyd i . Kendisine boşanma durumunda karısına nafaka olarak ne vereceği sorulduğunda, Mustafa Kemal aynı karşı l ığı verdi "On dirhem gümüş" (Bozdağ 1 975a, s . 1 1 7- 1 8, 1 20). Kazım Karabekir espri yaparak arkadaşının bu işten ucuz kurtu lduğunu söyled i . Fevzi Paşa, evl i l iğ in huzur ve mutlu luk içinde geçmesini d i led i ve boşanma durumunda huzurlu, mutlu evl i l ik yı l lar ının en uygun nafaka olacağ ın ı söyled i .
Geleneğ in gerektirdiği bu işlemler bittikten sonra gerçek tören başlad ı . Odalardan birine bir masa ku ru ldu. Mustafa Kemal, Latife'den masada kend i sağ ında oturmasını isted i . izmir valisi Latife'nin sağına oturdu . Fevzi Paşa ve Kazım Karabekir, Mustafa Kemal ' in sol tarafına yerleşti ler. Herkes yerini aldığında, Mustafa Kemal, Latife ile birl ikte evl i l i k kararı ald ıklarını söyledi ve kadıdan tören i başlatmasın ı isted i . Bunun üzerine, kadı, Latife'ye dönerek on d irhem gümüşün d inen kabul edi l i r bir miktar olduğunu söyled ikten sonra, boşanma hal inde on dirhem gümüş vereceğin i söyleyen Mustafa Kemal ile evlenmek isteyip istemediğini sordu . Latife evlenmek isted iğini söyledi . Mustafa Kemal, tarafların kabul ettiği başl ık miktarın ı kendisinin de kabul ettiğini teyit ettikten sonra Uitife ile evlenmek isted iğin i ifade etti . Bunun üzerine, kadı, i kisini Tanrı 'n ın huzurunda evlendirdiğini söyledi . Ardından, evl i l iğin her iki a i leye ve tüm u lusa hayırlı olması için dua etti. Bu tören sırasında takip ed ilen normlar, bir süre Türkiye Cumhuriyeti'nde yapı lan n ikah törenleri için bir model hal ine geldi. Daha sonraları ise, tören sırasında başl ıktan ve nafakadan söz etme adeti ile törenin yetki l i b i r d in adamının onayının al ındığı kısmı kald ırı ldı .
Abdürrahim Tuncak, daha sonraki yıl larda Mustafa Kemal'in evl i l ik olayının sadel iğini hatırlar. Tuncak, izmir Valisi'n in tören bittikten sonra Latife'nin yanına gelerek duygusal bir tonla, "izmir'in fatihini fethettiniz" demesinden çok etki lenmişti. 1 1 0
"o Tuncak, 1 974. Abdürrahim Tuncak'ın Dr. Volkan'ın kendisiyle 5 Aralık'ta yaptığı röportajda aktardığı anıları bu dönemde sona erer. Dolayısıyla, Abdürrahim'in gençlik çağlarında Mustafa Kemal ile olan ilişkisine dair bir bilgiye sahip değiliz. Yalnızca, Abdürrahim'in Türkiye'de teknik bir okula gönderildiğini, ardından eğitiminin bir parçası olarak Almanya'ya gittiğini ve sonra bir mühendis olduğunu biliyoruz.
_TÜrkiye Cymhuriyeti'ne Doğru
Konuklar yavaş yavaş evden ayrı ld ı lar. Mustafa Kemal , Fevzi Paşa ve Kazım Karabekir'den yemeğe kalmalarını , yemeği kendisiyle ve yen i ai lesiyle bir l ikte yemelerin i isted i . On lara, gel in in mutfaktaki hünerini serg i leyeceği bir gösteriye tan ık olacaklar ın ı , çünkü "bir asker karlSmm evlilik gecesini mutfakta geçirmek durumunda olduğunu" söyledi (Bozdağ 1 975a, 5 . 1 22) . Yemek masası çiçeklerle süslenmişti ve iri, kristal bir tabağın içi havyarla doluydu . Masa yemek öncesi al ınan çeşitli aperitifle donatı lmıştı . Mustafa Kemal yeterince mutlu ve can l ı görünüyordu; bununla birl ikte, o gece masada an lattığı olaylardan biri (Bozdağ 1 975a, s . 1 22), onun o gece zihnen tam bir huzur içinde olmadığına işaret eder görünüyor. Buna göre, büyük taarruz s ırasında, Mustafa Kemal , Fevzi Paşa ve ismet Paşa ile birl ikte izmir yakınlarındaki Turgutlu kasabasına g i rmek üzereyken bir ki l isen in ku lesi üzerinde dalgalanmakta olan bir Türk bayrağı görmüştü. Geri çekilen Yunanl ı lar kasabada her şeyi yakıp yıktıkları için orada hala bir Türk bayrağ ın ın sal lanıyor olması onları şaşırtmıştı. Tam o an kil isede bir bomba patlamış ve çatı havaya uçmuştu . Daha sonra, Yunanlı ların kilisenin çatısına Türk bayrağı asmak suretiyle, Tü rklerin kiliseye sığınacaklarını umdukları, bir saatli bomba bırakarak o insan ları öldürmeyi planlamış oldukları an laşılmıştı. Mustafa KemaL. Türklerin kilisenin üzerindeki Türk bayrağını alevlerden kurtarmak için nasıl kahramanca bir çaba gösterdiklerin i anlattı. Bundan sonra, açıkça gözlenen bir heyecanla, alevlerin bayrağı d ireğe bağlayan ip leri yaktığını, serbest kalan bayrağın bir ağacın dal ları üzerine düşerek yanmaktan kurtulduğunu söyled i.
Bu öykünün psikolojik imaları tartışmaya açık olmakla birlikte, bu olayın Mustafa Kemal'in aklına annesin in mezarın ı ziyaret etmesinden sadece iki gün sonra yaşanan evl i l ik gününün i lk gecesi gelmiş olması i lginçtir. Annesinin ölümü, simgesel düzeyde, onun psikoloj ik anne imgesinden özgürleşmesi olarak görülebil ir, ancak bununla hemen hemen eşanl ı olarak, Mustafa Kemal kendisini bir başka kadına bağlamış durumdadır ve belki de tekrar bil inçsiz bir özgürlük özlemi içindedir. O gece yeterince mutlu görünüyordu; ne var ki, bir kadının tesiri altında olmakla eşdeğer gördüğü evl i l iğe karşı içindeki isyanı içten içe körüklüyor
Ölümsüz Atatürk
olması da mümkündür. Söz konusu öykünün, kendis in i temsi l eden bir imgeyi annenin boğucu alevlerinden kurtarmaya yönelik bil inçsiz bir arzunun d ışavurumu olması da mümkündür. Paradoksal olarak, Mustafa Kemal, Latife ile annesinden çok farklı bir kad ın olarak göründüğü için evlenmişti, hatta sahip olduğu atı lganl ığı , kendi bi ldiğini okur tavırları, hep i leri atı lması ve sınırları sonuna kadar zorlaması ona kendisini hatırlatıyordu . Ne var ki, Mustafa Kemal, çok geçmeden Latife'nin kuşatıcı, boğucu yanlarına da tanık olmaya başlayacaktı.
Evl i l ik yaşamı iyi başladı, fakat kısa bir süre sonra evl i l iğin Mustafa Kemal' in olağan gündelik yaşantıs ın ın değ işmesi anlamına da geld iği açıkça görü ldü. ikinci evl i l iğini henüz yapmış annesin i öfke içinde terk ettiği o günden beri geçen uzun yı l lar içinde bir asker olarak yaşamaya a l ışmıştı. E rkeklerden kurulu bir toplumsal çevre olan ordu içinde, gelen g iden emirleri e yatıp kalkmıştı. Bu varoluş tarzı şimdi bir kad ın ın varlığın ın tehdidi altına g i rmişti. Örneğ in, yaveri Salih komutanının yatak odasına girmeden önce eskisinden farkl ı bir formaliteye tabiiydi, i lkin Latife'nin iznini a lmak durumundaydı . O arada, Latife, kocasına "Paşam" diye seslenmek gibi b i r dizi formaliteyi küçümser olmuş, bun lara itaat etmemeye başlamıştı -onu ön ismiyle, "Kemal" olarak çağ ırıyordu . Avrupa 'da eğitim görmüş bir kadın olarak böyle sen l i ben l i bir havaya bürünmesi olağandı, ancak bu durum büyük l iderin etrafındaki insanlar tarafından yadırganıyordu . Mustafa Kemal ' in yakın çevresinde kaç kişi n in Gazi 'n in Fikriye'ye sad ık kalmayarak bir başka kad ınla evlenmesine içerlemiş olduğunu bi lmemiz olanaksız. Evl i l i k töreni, Fikriye'n in hemen h iç tanınmadığı (Mustafa Kemal'e çok yakın olanlar dışında) izmir'de yapı lmıştı ve o dönemin kültürel atmosferi içinde insanlar Mustafa Kemal ' in "tavrın ı uygun bu lmadıklarını açıkça ifade edemezlerdi . Çünkü Mustafa Kemal bir paşa idi ve terk ettiğ i kadın evl il ik iç in uygun bir konumdan yoksundu .
Mustafa Kemal ' in seçkin bir a i lenin kızıyla evlenmiş olması, Fikriye d ışında kimseyi gücendirmemiş olsa gerek. Batı l ı bir tarzda yetişmiş bir Türk kızı olan Latife, yeni Türkiye'nin temsil i açıs ından yerine bir tercihti . Zübeyde'n in ölümü, Mustafa Kemal' in ülkeyi ku rtarmasıyla aynı zamana rastlamıştı. Ş imdi, eski yaslı u lusa ve küçük yaşlar ından itibaren omuzlarında ağır bir yük
TÜrkiye Cumhuriyeti'ne Doğru
olarak taşıd ığı yasl ı anneye s ırt ın ı dönebil irdi artık. Onun kırk iki yaşında olduğu sıra yirmi dört yaşında genç bir kad ın la evlenmiş olması, aralarında benzer bir yaş farkı olan anne ve babasının evl i l iğ ini çağrıştı rıyordu . Mustafa Kemal ' in evl i l iği , UHife'nin cinsel cazibesinin ve Gazi' nin onun kendisine olan büyük aşkından duyduğu hazz ın ötesinde nedenlere dayan ıyordu . Görünen o ki , Mustafa Kem.al UHife'yi kendi bi reysel başarısının bir n işanı olarak algı lamıştır. L3tife'n in z ihn inde ü lkü leştirmiş olduğu kahraman ıyla evlenmiş olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğu açıktır, fakat Uıtife, Mustafa Kemal ' i bir insanoğ lu olarak nesnel bir gözle tan ıma a rzusunu hemen h iç duymamıştır.
Mustafa Kemal, gelin dışında üyelerin i ya ln ızca birkaç gündür tanıyor olduğu b i r a i lenin damadı oldu . Ne var ki, bütün ai le üyelerin in hemen kendi beklentilerin i tatm in edeceklerini , onun birer uzantısı durumuna geleceklerini umuyordu. Evde egemenl ik ku rmaya başladı; hatta akşam yemeklerinde geleneksel olarak sunulan şarap yerine rakı verilmesin i isted i . Latife' n in babası ev sahibi olarak üstlenmiş olduğu rolün h içe sayılması karşısında temkinl i , alttan alır bir tavır takındığında, Mustafa Kemal ona rahatına bakmasın ı söylemiş, ondan evde her şeyi kendisinin çekip çevirebileceğinden emin olmasını istemiştir.
Kend i özel yaşantısındaki işleri çekip çevireceğinden son derece emin olan Mustafa Kemal, Türkiye'yi ingi ltere, Fransa ve italya'nın 22 Kasım 1 922'deki davet üzerine Lozan'da başlamış bulunan barış konferansının son aşamasından başarıyla geçireceğine en az bunun kadar emindi . O Uıtife'yle evlendiği s ıra, konferans hala oturum halindeyd i . Gazi, Türklerin, savaştan yen i lg iyle çıkmış Osmanlı imparatorluğU'na çok ağır şartlar dayatmış Sevr Anlaşması dolayısıyla yaşadıkları gurur kırıkl ığını Lozan'da telafi etmeyi umuyordu . Anlaşma tarihinin üzerinden tam dört yıl geçmiş, bu süre içinde esaslı değişiklikler yaşanmıştı: Lloyd George hükümetten düşmüş, padişah istanbul'dan kaçmış, askeri başarısızlık Yunanistan'da rej im değişikl iğine yol açmış, Sovyetler Rusya'da kontrolü kendi ellerine geçirmişlerd i . Mustafa Kemal' in harekete geçirdiği Türkiye, bu kez barış masasına savaş alanında kazanmış olmanın guru ruyla oturuyordu .
Türkiye'n in yan ı sıra, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Japonya Lozan'a delege gönderd iler. Amerika Birleşik Devletleri
Ölümsüz AtatÜrk
konferansta yalnızca bir gözlemciyle temsil ediliyordu . Rus delegasyonu Lozan'a konferans başlad ıktan sonra vardı . Lozan caddeleri , dünyaca ün lü l iderleri görebilme kaygısına düşmüş insanlarla dolup taşıyordu . ingiltere'yi temsil ede.n Curzon, Fransa temsilcisi Poincare ve daha sonra italya'n ın başına geçecek olan Mussolini Lozan'dayd ı . Siyasal rekabette ve diplomatik pazarlıklarda son derece deneyimli bu liderlerle Türkiye adına müzakerede bulunacak kişi, Mustafa Kemal' in güveni l ir general i ismet Pa�a id i . Yunanlı lara karşı Sakarya'da elde edilen askeri zaferin baş mimarlarından olan ismet, bu görevin kendisine veri lmesini şaşkınl ıkla karşıladı. Henüz yalnızca otuz dört yaşında olan ismet, bir d iplomat deği l bir asker olduğunu söyleyerek bu görevi üstlenmeye yanaşmadı; fakat, onun Mudanya'da gösterd iği diplomatik başanya dikkati çeken Mustafa Kemal, Lozan'a başka birin i gönderme fikrin i kabul etmedi . Bu görevlendirmeyi şaşkınl ığın ötesinde öfkeyle karşılayan kişi, Mustafa Kemal' in başbakanı konumunda olan ve bu görevin kendisine verileceğini uman Rauf Bey idi . Mustafa Kemal bu konudaki bütün muhalif sesleri bastırdı ve ismet Paşa isviçre'n in göl kenarında bulunan sayfiye şehrine gitmek üzere yola çıktı .
Konferans ilerledi kçe, ing i l iz basını , Türklerin davasına az çok sempatiyle yaklaşan Fransız basın ın ın aksine, Türkiye'ye karşı düşmanca bir tutum serg iledi . Fransız ve Türk delegasyonları Lozan'da aynı otelde (palace Hotel) kal ıyorlard ı; bu durum, i ki ülken in işbirl iği içinde politika belirled ikleri yolunda spekü lasyonlar yapılmasına neden oldu. ismet, Türk delegelerin konferans salonuna girdiklerinde düşmanca bir tutumla karşılanacakları nı düşünüyordu; n itekim, salonda tüm delegeler için özel koltuklar hazırlandığı halde Türklere otu rmaları için sıradan sandalyelerin bırakılmış olduğunu görünce bu düşüncesinde haklı ç ıktığını anlad ı . Türklere ikinci sınıf delege muamelesi yapılacağı açıkça görüıüyordu . Bu durumu kabul lenmeleri durumunda, daha sonra üzerlerinden atmaları çok güç psikolojik bir baskı altında kalacaklardı ve konferansa dezavantaj l ı bir konumda başlamış olacaklard ı . ismet, böyle bir ayrımcıl ığın nedenini sordu ve Türk delegelere de koltuk temin edilmemesi hal inde konferansı terk edeceklerin i bi ldird i . ismet' in bu talebi, An laşma Devletleri 'n in
Türkiye Cumhuriyeli'ne Doğru_
Osmanlı delegelerine isted ikleri koşul lar ı kolayca d ikte ettirmiş oldukları Sevr Antlaşmas ı 'ndan sonra çok şeyin değişmiş olduğunun, Türklerin masaya eşit koşu l la rda oturmak istediklerinin açık bir ifadesiydi . Savaştan zaferle çıkmış yen i Türkiye, bu konferansa diğer delegasyonlarla eşit düzeyde katı lmaya kararl ıyd ı . Türklerin miyadın ı doldurmuş Sevr Antlaşması'na ve bu an laşmaya damgasın ı vuran zihn iyete kulak asmaya niyetleri yoktu . Türk delegasyonu, Lozan Konferansı 'nı daha önce üzerinde anlaşmaya varılmış koşul lar üzerinde kimi değişikl ikler yap ılması öngörüsüyle toplanmış bir konferans olarak kabul etmeyi reddetti .
Anlaşma Devletleri, somut ifadesini Kemalist siyasal devrimde bulan nesnel gerçeklikten psikoloj ik olarak etkilenmediler. i ngi l izler başta olmak üzere, bir yandan Türkiye'ye savaş ve insanl ık suçu işlemiş olduğunu kabu l ettirmeyi amaçlayan dayatmacı tavrı sürdürüyor, diğer yandan Tü rk delegelere barış koşu l la rın ı d ikte ettirmeye ça lışıyorlard ı . ismet savaş suçu meselesine i l işkin herhangi bir tartışmaya g irmeyi reddederek karşı saldırıya geçince, Anlaşma Devletleri delegeleri şaşırd ılar. ismet, savaşın sorumlusunun kesin olarak saptanmasının son otuz yı l l ık dönemin titiz bir çözümlemesini gerektirdiğin i belirttikten sonra, Türklerin böyle bir tartışmaya g irmeye niyetl i olmadıklarını söyledi . Türk hükümeti siyasal, ekonomik ve askeri konu la rda Türkiye'n in tam bağımsızlığa sahip olduğu konusunda ısrarcıydı .
ismet, mütevazı bir kişiliğe sah ip olmasına karşın, çok yetenekli bir d iplomat olabi leceğin i kanıtladı . Son derece zekice ve sözünü sakınmadan konuşan ismet, d iplomatik a landa çok deneyimli olan rakiplerin i ummadıkları bir şaşkın l ığa düşürdü; onların alaycı, küçümser ifadelerin i kurnazca düşünülmüş karşı ifadelerle karş ı lad ı . Hafif işitme güçlüğü olan ismet, büyük bir siyasal kurnazlık göstererek, An laşma Devletleri delegelerinden onları iyi an layabilmesi için sözlerini kendisi için yinelemelerin i rica etti. Bu, ona düşünmek ve kendi yan ıtın ı hazırlamak için daha fazla zaman kazandırıyordu. inatçı tavrıyla rakiplerini çileden Çıkarıyor, bu da ona ek bir avantaj sağ l ıyordu . Gösterd iği bu kararlı tutum ve Türkiye'nin Türklerin olduğuna i l işkin derin inancı onun d iplomatik deneyimsizl iğini fazlasıyla telafi ediyordu . Bununla bir l ikte, Kemalistler, Osmanl ı imparatorluğu'nun Türk 01-
Ölümsüz AtatÜrk
maya n topraklanndan vazgeçmeye hazı rla rd ı ve imparatorluğun Bir inci Dünya Savaşı sırasında yen i lg iye uğramış olduğunu bel l i bir noktaya kadar kabul ediyorlard ı . ı ı ı
Konferans sırasında öne çıkan i ki l ider vard ı; bunlardan biri ismet, diğeri Lord Curzon'du. Diğer delegeler, bu ikisin in karşıl ıkl ı mücadelesinde arabulucu rolüyle yetinmiş görünüyorlard ı . Lord Curzon, Kemalist mi l l iyetçilere güven. duymuyordu . Onların ingi l iz lerin doğudaki çıkarlarına karşı Ruslarla bir l ikte hareket edebi leceklerinden korkuyordu. Boğazların kontrolü, ismet ile Curzon arasındaki çekişmenin en başında yer alan sorundu. Konferansta Dışişleri Komiseri Çiçerin tarafından temsil edi len Ruslar, bi rleşik bir cephe oluşturarak boğazlar üzerinde kontrol hakkı elde edebi lecekleri umuduyla, Türklere arka ç ıktılar. ismet, Rusları on lara bağıml ı hale gelmeden kendi çıkarları doğru ltusunda kul lanmak gibi güç bir işin üstesinden gelmeye çalışı rken, Curzon karşısındaki bu ittifakı dağ ıtmaya kararl ıyd ı . ismet Çiçerin' le hemen her gün bir araya geldi ve Çiçerin 'e, Türkiye' nin batı i le olduğu gibi doğuyla ve kuzeyle de ittifak içine g irebileceğin i söyledi; böylece, herkesin Tü rklerin ne istediği konusunda kendi tahminlerine göre hareket etmesini sağladı . Nihai olarak, ismet, Rusların Türk delegasyonuna yaptığı komplimanlara boyun eğmeyi reddederek boğazların statüsü konusunda ingi lizlerle uzlaşt ı . Boğazlar bütün ü lkelerin gemilerine açık olacaktı ve Karadeniz bir Rus gölü hal ine gelmeyecekti. Böylece, Mustafa Kemal'in Türkiyesi tam bağımsızl ığını açıkça göstermiş, u luslararası öneme sahip bir aktör olduğunu kanıtlamıştı.
Boğazlar üzerinde bir anlaşmaya varı lmasından sonra, geriye Türkiye ile Anlaşma Devletleri arasında uzlaşmazlık konusu olan üç önemli mesele kald ı . Bunlardan bir tanesi, zengin petrol yataklarına sahip Musul 'un kimin mülkiyetinde olacağı idi. Hem ingi l izler hem de Türkler Musul'un önemli yeraltı zengin l iklerine sahip bir bölge olduğunu bi l iyorlardı . Musul sorununun çözümünü daha da güçleştiren bir d iğer faktör, bu bölgede yaşayan insanlar arasında çoğunluğu teşkil eden Kürt nüfusuydu . Mustafa Kemal' in kendi bağımsızlık hareketini üzerine inşa etmiş olduğu
'" Türklerin dikkate değer bir nüfusa sahip olmadıkları ve esas olarak Arapların yaşadıkları topraldar. Türk olmayan topraklar olarak kabul ediliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'ne Doğru
Misak-ı Mi l l'i adl ı belgede Musul Türkiye topraklarına dahi l ed ilmişt i . ismet, Musul'un Türkiye'nin u lusal s ın ırları içinde ka lması konusunda ısrarcı, uzlaşmaz bir tavır sergi ledi; ingi l izler, benzeri bir d i rengenlikle, Musu l 'un sonra ları üzerinde bir manda rej imi kuracakları I rak topraklarına dahi l edi lmesinde ısrar ediyorlard ı .
Çözüm bekleyen önemli sorunlardan bir diğeri, Yunanistan ile Türkiye a rasındaki nüfus değişimi meselesiydi. Musul sorunundan daha az çetrefi l l i · görünmekle bir l ikte, nüfus değişimi pratikte büyük güçlüklerle karşılaşılan b i r meseleydi . Osmanlı imparatorluğu bünyesindeki Yunan yetki l i ler, sürekli olarak, Anadolu'da yaşayan Rumiarın sayısın ı olduğundan fazla gösterirIerken Yunan bölgelerinde yaşayan Türk nüfusunu olduğundan küçük göstermişlerd i (McCarthy 1 980). Nüfus sorunu, tazminatlar meselesi ile yakından i l işkil iyd i ve ırksal mozai k, sorunu daha da karmaşık hale getiriyordu. Türklerin b i r nüfus değişimini gerçekleştirmek için gösterdikleri IsrarCl çaba, Mustafa Kemal' in yen i Türkiye'n in Türk nüfusunu 'saflaştırma' a rayışı içinde olduğu izlen imi uyandırd ı .
Türklerin kend i egemenliklerine yönelik en önemli tecavüz olarak gördükleri kapitülasyonlar meselesi, belki de çözümü en güç sorunu oluşturuyordu . Kapitülasyonların kökeni Osmanlı öncesi dönemlere kadar uzanıyordu. is lami yönetici ler topraklarında ticareti gel iştirmek için batı l ı tüccarla ra bir d iz i ayrıcal ık lar vermişlerd i . i lk Osmanl ı padişah ları bel l i ayrıca l ıkları daha da a rt ı ra rak bu pratiği sürdürmüş lerdi ve bu ayrıcal ık lar b i rer yasa olarak devletin resmi belgelerine de geçir i lmişti . Bunlar a rasında en meşhur olanları , Sultan Sü leyman ( 1 520-66) tarafı ndan genişlet i lerek Fransızlara tanınmış olan ayrıca l ıklard ı . Osmanl ın ın gücünün zayıflamasıyla bir l ikte d iğer ü lkeler de ayrıca l ık elde etme arayışına g i rmişler ve kimi ayrıcal ıklar elde etmeyi başarmışlard ı . Söz konusu ayrıca l ıklar öylesi bir yerleşikl ik kazanmıştı ki, bu model kapitü lasyon rej imi olarak an ı lmaya başlanmıştı. On dokuzuncu yüzyı l la bir l ikte, kapitü lasyonlar Osmanl ı imparatorluğu içinde yaşayan yabancıların toplumsal yaşamının hemen her a lanın ı kapsar ha le gelmişti. Hukuksal sorunlarda yabancı lar kendi ülkelerinin yasa larına tabi olarak kendi konsolos luk mahkemelerinde yarg ı lanma hakkına sah iplerd i . Yabancı lar Osmanl ı
ÖlümsÜZ AtatÜrk
Devleti'ne şahsi vergi ödemiyorlardı; gümrük tarifeleri, kapitülasyon anlaşmaları vasıtasıyla, genel olarak yabancılar lehine olacak biçimde düzenleniyordu .
Yabancılar, huku k, vergi ve gümrük alanları ndaki avantajlara ek olarak, kend i ü lkeleri tarafından örgütlenmiş posta sistemleri aracılığıyla posta işlemleriyle i lgi l i ayrıcal ıklardan da yararlanıyorlard ı . On dokuzuncu yüzyılda, yabancılar kapitülasyon rejimi sayesinde kendi eğitsel, dinsel, sağlık kurumlarını kurma hakkı kazandılar. Dahası, Osmanl ı Devleti'n in gayrimüsl im uyrukları, konsolosluk görevlilerinden koruma altında kişi statüsü alarak bu sistemden kişisel çıkar sağlama yoluna gid iyorlardı. Bunlar, aslında yerel gayrimüslim ahal i a rasından devşirilen tercüman, konsolosluk görevlisi g ibi kişileri korumaya yönelik bu statünün bir kanıtı olarak berat ya da bu eşdeğer bir sertifikayı para karşı l ığı satın alıyoriard ı . Vakti zamanında padişahlar tarafından ticareti teşvik etmek amacıyla yaşama geçirilen kapitülasyon uygulaması, daha. sonraları, s ını rları içinde yaşan ılan ü lkenin hukukuna tabi olmama ayrıcal ığ ı ve benzeri bağışıkl ıklar tarafından karakterize olan bir yabancı sömürü sistemi hal ine gelmişti.
Mustafa Kemal ve arkadaşları için, u lusal egemenlik bir slogan olmanın çok daha ötesinde bir anlama sahipti. Onlar, kapitü lasyon rej imin i geçmişin en onur kırıcı mirası olarak görüyorlardı ve bunu ortadan ka ldı rmaya kararlıyd ı lar. Curzon Türklerin bu konudaki duygusal hassasl ığını hemen hiç anlamıyor, onların bu duyarl ı l ığına karşı hiçbir yakın l ık h issetmiyordu . ismet, kapitü lasyonlar sorununda son derece inatçı bir tavır takındı . On dokuzuncu yüzyıl kapitü lasyon rej imin i yaratmış ve bunu sömürmüş olan Avrupa zihn iyeti, bu uygulamaya son veri lmesini talep eden yirminci yüzyı l ın toplumsal güçlerin i an layabilme yeteneğinin çok uzağındaydı .
Anlaşma Devletleri, Türkiye'nin kendi uyrukların ın tümüne ticari işlerde yeterli koruma sağlayacak yasal düzenlemelerden yoksun olduğunu ve dolayısıyla Türkiye'nin kendi ekonomisini çekip çevirme kapasitesine sah ip olmadığını i leri sürüyoriardı . Curzon, bu kördüğümü aşmanın yaln ızca bir tek yolu olduğuna karar verdi . ismet' in "sağ ırl ığından", oyalama taktiklerinden ve diğer diplomatik manevralarından bıkmış ve yorgun düşmüş olan Cur-
TÜrkiye Cumhuriyetl'ne Doğru
zon, ismet'e bütüncül bir anlaşma taslağı verdi, ya bunu kabul edecekti ya da konferans dağılacaktı. Anlaşma taslağı Türk tarafına 3 1 Ocak 1 923 günü veri ldi ve Curzon 4 Şubat günü Lozan'dan ayrılmak için gerekli hazırl ıklara girişti. Bu dört gün boyunca yoğun müzakereler yaşandı. ismet, taslağa yönelik resmi yanıtını sundu; kapitülasyonlar ve mali işler bağlamında Türkiye'nin tam egemenliği ile i lgi l i sorunlar dışında anlaşma taslağının diğer maddelerini kabul ediyordu . ismet, üzerinde anlaşmaya varıimış konuları içeren bir anlaşmanın imzalanmasını, çözüme kavuşturulmamış sorunların daha sonra görüşü lmesini önerdi . Bunun Türkler açısından dikkate değer bir d iplomatik zafer anlamına geleceğinin bi l incinde olan Curzon, bu öneriyi reddetti . Bunu, ateşli bir d izi toplantı izledi. ismet öğleden sonra biri kırk beş geçe Anlaşma Devletleri'ne "nihai" tavizlerini bildird i . Curzon'un otel odasında yapı lan bir toplantıda birkaç nokta üzerinde daha an laşmaya varı ldı -ismet bu toplantıya saat beşi kırk geçe davet edilmişti. Curzon, kimi zaman sert, tehditkar, kimi zaman tatlı bir dil le ismet'i an laşma metnini imzalamaya ikna etmeye çalıştı, fakat boyun eğmez Türk kendi tezlerinde ısrar etti ve taslağın Türkiye'nin esarete mahkum edilmesi olarak gördüğü hukuksal ve ekonomik maddelerini kabul etmeyi reddetti . Bunun üzerine, Curzon, ismet' in n iyetini değiştireceğini umarak istasyondaki trenine bindi. Trenin kalkışı bir süre geciktirildi; sonunda Curzon beklemekten vazgeçti ve tren 4 Şubat günü saat akşam dokuzda Lozan istasyonundan hareket etti. Lozan Konferansı'n ın birinci aşaması bir sonuca ulaşmadan sona ermişti .
Konferansın dağılmasından hemen önce, Mustafa Kemal ve Latife, balayın ı ü lkeyi dolaşarak geçirmek üzere izmir'den ayrıldılar. Yolculukları Latife'ye gerçek Anadolu'yu yakından görme fırsatı verdi . Latife, Türklerin Yunanl ı lar ın eline düşmüş izmir'de yaşadıkları eziyete, daha sonraki Türk zaferine ve şehrin yan ışına tan ık olmuştu . Anadolu'da yüz yüze geldiği acımasız gerçeklik, onun daha önce Anadolu'ya i lişkin romantik zihinsel tasavvurunu si l ip yok etti. Vatanın kırsal kes imi ıssız, çorak bir ü lke hal ine gelmişti. Kah ramanını coşkuyla karş ı layıp bağrına basan kalabalıklar bir şey, yaygın kıtlık ve yoksul luk bir başka şeydi .
izmir'in kuzeyindeki Balıkesir'i ziyaretleri sırasında, Mustafa
Ölümsiiz Atatürk
Kemal şehrin cami ieri nden b irinde b ir konuşma yaptl , 1 1 2 Bu konuşma/ onun din i devlet işlerinden ayırma ve islam d in ine o güne kadar Türkiye'de an laşı lmış ve uygu lanmış geleneksel kavran ışından farklı bir an lam kazandırma planlar ın ı açığa çıkard ığ ı içinı psikoloj ik açıdan oldukça öneml i bir konuşma n itel iğ indeyd i . Bir d iğer düzlemde, söz konusu konuşma onun kendi içsel bölünmesini yansıtıyordu . Şunu söylemişti: "Arkadaş/ar! Cenabı Peygamber çalışma/arında iki eve ma/ik bulunuyordu. Biri, kendi evi, diğeri Allahın evi idi" (Aydemir 1 969/ 3 . ci lt, s .77) . Ardından, Peygamber/ i n Allah'ın evinde yürüttüğü devlet işleriyle kend i evindeki faaliyetlerini nası l b i rbirinden ayırmış o lduğunu anlatmaya girişti . Burada, Mustafa Kemal. belki de kendisini Hz. Muhammed' in farklı o lgu ları b i rb i rinden ayırma yeteneğiyle özdeşleşti rerek, kendi sorumlu luğunun çeşitl i a lan la i ın ı b irb irinden ayırma yeteneğ ine sah i p (ya da sahip olmayı a rzular) görünü r. Kendis i u lusun iş leriyle i lg i lenirken bir kişi, kad ın larla i l işki ler gibi kendi özel yaşantısıyla i lg i li konu la rın söz konusu olduğu "diğer ev" de b i ri ncisinden farkl ı b i r d iğer kişiyd i . Mustafa Kemal'e büyük bir l i der o lma şansı kazandırmış o lan şey, onun bu bölünme yeteneğid ir; böylece, kendi yoğun kişisel sorunlarının ortasında u lusun işlerin i gerektiği g ibi çekip çevirme becerisini gösterebilmişti.
Ayn ı konuşmas ında, d oğrudan d in le i lg i l i o lan düşüncelerin i açıklamaya g irişti :
"CamiIer, birbirimizin yüzüne bakmaksızm yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadetle beraber, din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek yani meşveret etmek (karşılıklı damşmak) için yapı/mıştır. işte biz de burada din ve dünya için, istikba/ (ge/ecek) ve istiklfJ/imiz için, bilhassa hakimiyetimiz için düşündüğümüzü meydana koyaltm. Ben ya/ntz kendi düşündüklerimi söylemek istemiyorum. Milli emeller, milli irade yalntz bir şahsm düşünmesi değil milletin bütün fert/erinin emel ve irade/erinin has/las/dlr (birleşmesi, top/amı). Benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsamz serbestçe sormantzı rica ediyorum" (Aydemir 1 969, 3 . Cilt, s .77)_
1 1 2 Mustafa Kemal. ülkenin çeşitli yörelerinde yaptıkları bu geziler sırasında insanları toplanmaya uygun yapılarda bir araya getiriyor, orada bulunanlarfa uzun sohbetlere girişiyordu. M ustafa Kemal şunları yazıyor: "Ahalinin, bana istedikleri gibi serbest sua/ler tevcih etmesini talebettim. Sorulan suaf{ere, cevap teşkil etmek üzere. altı saat, yedi saat devam eden konferanslar verdim" (Atatürk 1 927. s.587).
Türkiye Cumhuriyeti'ne Doğru
Mustafa KemaL. kendisini, halkın söyleyeceklerin i içtenl ikle merak edip söylenen lere kulak veren bir kimse olarak sunma konusunda eşsiz bir beceriye sahipti. insanların arasına girer, konuşmalarını yerde, onların arasında yapardı . Onlara, çocuklarından kendi düşüncelerini bilmelerin i isteyen hoşgörülü bir baba gibi davranırd ı . Bal ıkesir'de din konusunda yeni şeyler söylemiş, dinin dünyevi meselelerle olan bağından bahsetmişti. Allah ' ın evine yeni b ir ış ık getirmeyi, d in ine bağl ı insan la rın düşünerek hareket etmelerini , d in in gündelik yaşam üzerindeki etkis in i değiştirmeyi, Allah' ın evini -Muhammed'in yapmaya n iyetlenmiş olduğu gibi- dünyevi işlerin konuşu lup tartışı ldığı bir mekan hal ine getirmek istiyordu.
Lozan Konferansı'nın dağı lmasın ın arzu edilmeyen sonuçlarından biri, Mustafa Kema l i le Latife'n in balayı gezis in i kısa kesmelerine yol açmış olmasıyd ı. Lozan Konferansı 'ndaki tutumuyla Mustafa Kemal'e kızgın olan ancak duydukları öfkeyi doğrudan Mustafa Kemal'e yansıtamayanların boy hedefi hal ine gelmiş olan ismet, Mustafa Kemal ve Uıtife ile Eskişehir'de buluştu . Üçlü 20 Şubat'ta Ankara'ya vardı . Anadolu gezisinde yaşadığı şok edici deneyimden sonra, Ankara Latife'yi fazlaca şaşırtmamış olsa gerek. Mustafa Kemal, karargahın ı Ankara'ya taşıdığı günden itibaren şehrin görünümünü değiştirmek için çabalamıştı, ancak Osmanlı la rın uzun yılları bulan i lgisizl iği şehirde hala açıkça gözlenebil iyordu.
Başbakan Rauf Bey grubu tren istasyonunda karşıladı ve Latife'ye bir buket çiçek verdi . Ardından, Latife Mustafa Kemal ' in "konağım" olarak söz ettiği Çankaya'daki eve g itti. Yeni gelin, Çankaya'da, izmir'de yaşadığı lüks, heybetli eviyle karşılaştırıldığında konak n itelemesini hiç hak etmeyen bir yapıyla karşılaştı. Latife yaşadığı bu düşkırıklığ ın ı sineye çekmek zorunda kaldı; bunun yanı s ıra, kısa bir süre öncesine kadar bu evde yaşamış olan Fikriye'nin a nı larına da katlanmak zorundaydı . Latife, çok geçmeden evde Fikriye'den yadigar kalan ya da onun varl ığını hissettiren ne varsa ortadan kaldırmaya başladı; mobilyaların yerlerin i değiştirdi, evde ku l lanı lan gereçlerin b i r kısmını kaldırıp attı. Evdeki h izmetçilerin giysilerinden de hoşnut değildi ; pek çoğu asker olan erkek personelin yemek servisinde bulunurken beyaz eldiven giymelerinde ısrar etti.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Lozan Konferansı i le i lg i l i görüşmeler sırasında Büyük Mil let Meclisi 'nde yaşanan geri l im patlama noktasına u laştı . ismi Ali Şükrü olan Trabzon mebusu, Türk askerlerinin süngü leriyle kazanı lmış zaferin Lozan'da çöplüğe atı lmış olduğunu i leri sürdü . Ali Şükrü, mecl iste ve Ankara' nın kahvehanelerinde Mustafa Kemal'e ve ismet Bey'e küfred ip hakaretler yağdı rıyordu . Mustafa Kemal ve Ali Şükrü mecliste karşılaştıkları sıra sert bir biçimde tartıştı lar. Mustafa Kemal, Şükrü'ye ü lkeyi karıştırmakla neyi amaçlad ığını sordu . Bundan sonra Al i Şükrü garip bir biçimde ortada görünmez o ldu . Şükrü 'nün öldürüldüğü dedikodusu Ankara'nın dört bir yanına yayıldı . Mustafa Kemal'e muhalefet eden ve bu işte onun parmağı olduğundan kuşku duyanlar, bu olayı fı rsat bi lerek meclis kul islerinde Mustafa Kemal'e duydukları öfke ve kini açıkça ifade etmeye başladılar. Ali Şükrü'ye saldıran her kimse o kişin in ü lkenin şerefin i kirlettiğin i ve ölmeyi hak ettiğini söylüyorlard ı . .
Bu ithamlar, ciddi bir araştırma yapı lmasın ı gerekli kı ldı . Birkaç gün sonra, Rauf Bey, sanığın Mustafa Kemal' in korumalarının başı olan kişi olduğunu açıklad ı . Koruma, ortalığı karıştırmak için elinden gel in i yapan Ali Şükrü'nün Gazi'yi öldürmeyi planladığını düşünmüş ve Şükrü'yü boğazlamıştı. Osmanlı sarayının eski günlerinde bu tür bir entrika muhtemelen büyük bir heyecan ve infiale yol açmazdı; fakat, Ankara'n ın yeni atmosferinde bu olay Mustafa Kemal açısından önemli bir utanç ve mahcubiyet nedeni oldu . Mustafa Kemal ve U\tife, geçici bir süre için, Çankaya'dan ayrı l ıp Gazi'n in Ankara'ya ilk gelişinde bir süre kalmış olduğu istasyondaki eve yerleştiler. Çankaya'daki köşke hükümete bağl ı askerler gönderildi ve buradaki çatışma Mustafa Kemal' in korumalarının başı olan kişin in ağ ı r yaralanmasıyla sonuçlandı .
Bu vahim olaylardan sonra, Mustafa Kemal , Büyük Mil let Meclisi 'n in yararl ı l ığını yit ird iğine ve bazı mebusların haddini aştığına ikna oldu . Birinci Büyük Mil let Meclis i 'nin dağıtılarak yeni mebus seçimlerine gidi lmesinin zamanı gelmişt i . Sonraları, Mustafa Kemal o günlerde yeni bir meclise neden gerek duymuş olduğunu açıklamıştır. Yaşanan son karmaşanın ve Lozan'da üzerinde anlaşma sağlanan maddelerin Ankara'da yol açtığı ihtilafın ard ından, yeni seçi lmiş mebuslarıyla yeni lenmemesi halinde mecl isin ulusun sorunlarını uyum ve bütünlük içinde çözüme kavuşturmak gibi
Türkiye Cumhuriyetl'oe Doğru
ağır b ir sorumluluğu kaldıramayacağı sonucuna varmıştı. Bütün bakanlarla görüştü ve 1 Nisan 1 923'te, Türkiye Büyük Mi l let Meclisi başkanına 1 2 1 mebusun imzaladığı bir öneri sunuldu; öneride, meclisin lağvedilerek yeni seçimler yapılması talep edil iyordu. Yasaya göre, seçimlerin iki ay içinde yapılması zorunluydu. Bu önerinin kabul edilmesiyle birl ikte, geçmişi ve çağdaş Türkiye'yi temsil eden birer simge durumunda olan kalpaklı, türbanl ı, fesl i mebusların karışımından oluşmuş Birinci Büyük Millet Meclisi'n in varlığı hukuksal olarak sona erdi . Mustafa KemaL, yeni Türkiye'yi temsil edecek bir siyasal partiyi kurmaya hazırd ı . .
Mustafa Kemal, bir yandan meclisin yen ilenmesi sorunuyla uğraşırken, d iğer yandan barış antlaşmasının içinde bulunduğu çıkmaza bir çözüm bulmak zorundaydı . ismet Bey, hem Anlaşma Devletleri'ne verdiği tavizler nedeniyle, hem de bu tavizlere rağmen somut bir anlaşmanın imzalanmasını sağlayamamış olması dolayısıyla eleştiriliyordu . ismet Bey, Gazi i le fikir a l ışverişinde bu lunduktan sonra, Anlaşma Devletleri'ne, Türkiye'nin u lusal egemenl ik sorununa istanbu l'da toplanmaya çağı ran bir mektup gönderdi . En az Türkler kadar yaşanan tıkanıklığa bir çözüm bulma isteğ inde olan Anlaşma Devletleri müzakerelere yeniden başlanması önerisin i kabul etti ler, fakat onlara göre konferans istanbul'da değ i l yine Lozan'da devam etmel iyd i . Türkler 23 N isan'da Lozan'da toplanmayı kabul ettiler.
ismet Bey, Lozan Konferansı'na katı lmak üzere yola koyu lurken, Mustafa Kemal Latife ile bir l ikte yu rt gezisine çıktı. Ha lkının a rasına g i rdiğinde, bir öğ retmen ve bir va iz kiml iğine bürünüyordu. Taşraya gidip halkın arasına karıştığında yaşadığı atmosfer, kimi güçlüklerle karşı karşıya gelebi ld iği Büyük Mi l let Medisi 'ndeki atmosferden farklıydı . Pek çoğu daha önce hiç paşa görmemiş olan Anadolu insanlarının yüreklerinde korkuyla karış ık bir hayranl ık uyandınyordu. Ü lkenin ku rtarıcısını görmek, onu karşı larında kendi leriyle konuşu rken bu lmak bu insanları derinden etkil iyordu. Mustafa Kemal'e yönel ik bu büyük sevgi seli Latife'n in canını sıktı . Türkiye'nin güneyindeki Adana şehrine doğru yola çıkacakları sıra otomobile kocasından sonra binmek ve onun soluna oturmak zorunda kaldığ ında, kendisini tutamadı ve öfkes;n; dışarı vurdu (Bozdağ 1 975a, s. 1 72-73). Bunun üzerine, Mustafa Kemal, kamuoyu önünde resmi bir etkin l ik sırasında
Ölümsüz AtatÜrk
protokol kurallarına uymak gerektiğ in i hatırlattı, fakat Mustafa Kemal ' in kendisine gereken i lg i ve anlayışı göstermed iğini düşünen Latife, kendisini aşağ ı lanmış hissediyordu ve düşkırıklığı içindeydi . 0, Fi kriye ya da l idere tapınan ve onun olmaktan mutluluk duyan genç bir kız deği ld i . Onu seviyordu ve ona hayrandı, fakat kendi isteklerinin de d ikkate al ınmasın ı istiyor, ihmal edildiğinde çi leden çıkıyordu. insanların kocasına gösterd iği olağanüstü i lgiyi, özel l ikle de karşısında durup onu hayranl ık dolu bakışlarla süzen kad ınları kıskan ıyordu . Birbirine benzer kişi l i klere sah ip bu iki i nsan bir araya geld i klerinde, çatışmaların yaşanması kaçın ı lmazd ı . Mustafa Kemal, sah ip olduğu kişi l ik dolayısıyla Latife'den görkemli benl iğ in i desteklemesini beklerken, Latife de aynı şeki lde Gazi'n in kendi özsaygısını onaylayıp desteklemesini bekliyordu .
Mustafa Kemal açısından, evdeki sürtüşme siyaset sahnesindeki sürtüşmelerle eşleşti . Şimdi, Halk Partisi isimli siyasal bir partinin örgütlenmesi işleriyle meşguldü; bu partinin ulusun siyasal eğ itiminde bir okul işlevi göreceğini umuyordu . Ayrıca, bu parti, muhalefetle baş etmenin siyasal bir aracı olacaktı. Ankara'da, onun en başta gelen i lgi alanı siyasetti, fakat d iplomatik alandaki gelişmelerle de yakından i lgil iyd i . Lozan'dan gelen raporları d ikkatle takip eden Ankara hükümetin in önde gelen liderleri, ismet' in Anlaşma Devletleri 'n in temsilcileri olan devlet adamlarıyla kapışmasını yakınma ve hoşnutsuzluk ifadesi olan mırı ltılarla izl iyoriard ı . ismet' in aşırı uzlaşmacı bir tavır içine g i rmesinden korkuyorlard ı; buna karşı l ı k, ismet, hoşgörüsüzlükten ve kendisine yeterli hareket a lan ı tan ınmamasından yakın ıyordu . Pek çok açıdan konferans sönük geçiyordu; Lord Curzon Londra'da kalmış, onun yerine ing i ltere'yi temsil etmek üzere Sir Horace Rumbold gönderilm işti . Taraflar sürekli bi rbirlerine gözdağı vermeyi amaçlayan pozlar takınıyorlardı; gerçekte ise, Anlaşma Devletleri Lozan'da müzakere edilen konu ların herhangi birisi yüzünden savaşa g irişmeyi göze alabi lecek durumda deği l lerd i . ingi l iz giz l i servisi, somut bir barış antlaşmasın ın imzalanması geciktikçe ismet Bey' in Ankara'daki konumunun giderek kötüleştiğ in i bi ld ird i . Bunun üzerine, yeni Türk hükümetini güçsüz duruma düşürmek n iyetinde olmayan Rumbold, müzakereler sırasında daha uzlaşmacı bir tavır serg ilemeye başlad ı . ismet, tam
Türkiye Cumhuriyeti'ne D�
bağımsızlık konusundaki ısrarcı tavrın ı sürdürdü . ismet müzakerelerin iki hafta içinde tamamlanacağını ummuştu, ancak fazla önem taşımayan sayısız çoklukta meseleye takı l ıp kal ındığı için müzakere süreci üç ayl ık bir zaman di l imine yayı ldı . ismet' in bu süre boyunca Ankara'da kend i arkasından konuşan ları n eleştirilerine katlanabilmiş olmasında, Başbakan Rauf'un öfkesin i kendi üzerine çeken Mustafa Kemal' in verdiği kişisel destek büyük rol oynadı.
Hoşlanmadığ ın ı ve iddial ı olmadığını söyled iği bir alanda beklenmedik bir beceri gösteren ismet, Lozan'da, pek çok i nsan tarafından "tarihteki en büyük diplomatik başart" olarak değerlendirilen bir performans sergiledi. Edirne yakınları ndaki Dedeağaç isimli önemli bir kasabayı Türklere kazandırabilmek için Yunanıı lara tazminat ödenmesi meselesinde taviz veren ismet Bey, konferansın nihai aşamaya u laşması için kapıyı aralamış oldu . Karamsarl ık ve kaygı verici uzun bir gecikmenin ardından, nihayet Lozan Antlaşması 24 Temmuz'da resmen imzalandı .
Ba rış antlaşmasının imzalanmasıyla birl ikte, dokuz yı l l ık uzun bir dönemi kapsayan, insanlara felaket ve yıkım getiren korkunç savaş yıl ları geride ka lmış o ldu . Onur kıncı Sevr Anlaşması kitaplardan çıkarı ld ı ve Türk egemenliği Anadolu'da, boğazlarda ve Trakya'n ın büyük bir bölümünde tartışmaya yer bırakmayacak denl i kesin bir biçimde tes is edi ld i . Kapitülasyon rej imi son buldu; sın ırl ı bir süre boyunca Türk topraklarında kalacak birkaç yabancı hukuk danışmanı d ışında, Türkler kendi hukuk sisteminde tartışmasız söz sah ibi konumuna geldi ler. ismet, Mustafa Kemal' in takdirlerin i fazlasıyla hak etmişti.
Mustafa Kemal barış antlaşmasın ın imzalandığı haberini 25 Temmuz sabahı Çankaya'daki evinde, Rauf ve Ali Fuat Paşa i le birl ikte olduğu sıra aldı . Kendisine Rauf ve Ali Fuat Paşa'n ın ziyarete geldikleri bi ld iri ld iğinde, üzerindeki elbiseleri değ iştirmeye bile vakit bulamadan heyecanla on ları karşı lamak için kapıya g itti . Haber herkesi canlandırmıştı. B irer fincan kahve içild ikten sonra, Rauf, bu büyük başarıdan dolayı Mustafa Kemal'e, Kaz ım Karabekir ve Refet'e takdirlerin i sunmaya çal ıştı, fakat ismet'den hiç söz etmedi . Sohbetin ilerleyen bölümlerinde, Rauf ismet'e çok kızmış olduğunu, başbakanl ıktan istifa ederek ü lkeyi yeni
Ölümsüz AtatÜrk
an laşma koşul larına uygun olarak yönetmesi için yerini ismet'e bırakmayı düşündüğünü ima eden ifadelerde bulundu. Asl ında, ismet yaln ızca görünürdeki hedefti; gerçekte, Rauf'un duyduğu öfke ve kıskançl ık Mustafa Kemal'e yönel ikti . Rauf, Gazi'n in Halk Partis i 'n in l ideri olmasını ve siyasal aktivitesini sürdürmesini istemiyordu . Mustafa Kemal'e, bir keresinde barış antlaşması imzalanır imzalanmaz aktif siyasetten çekileceğ ine dair söz vermiş olduğunu hatı rlatma cesareti gösterd i .
Böyle b i r aşamada, uzun bir süre önce bir vaat olarak söylenmiş şeyi fazla ciddiye almamak gerekiyordu . Mustafa Kemal ' in siyasetten çeki lmek gibi bir niyeti yoktu; çünkü ası l iş i daha yeni başl ıyordu ve hala keder içinde olan u lusu mutlu gün lere kavuşturmak zorundaydı . Bi l incinde olmadığı yasl ı anneyi ku rtarma arzusu henüz yeterince tatmin ed i lmiş deği ldi ; onda her türlü keder bel i rtis in i tamamen silip yok etmek istiyordu .
Bu duruma çok sini rlenen Rauf görevinden istifa etti . Hatta, ismet' i n muzaffer bir komutan gibi Ankara'ya dönüşü sırasında onu istasyonda karşı lamayı da reddetti . Yalnızca bakanlarıyla ve yakın arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra Ankara'dan ayrı l ıp Sivas'a g itt i . 1 1 3 Rauf yerine başbakanl ığa Fevzi Paşa getiri ld i ve Ali Fuat Paşa meclis başkan vekil i olmayı kabul etti . Ne var ki, üç ay kadar sonra Ali Fuat Paşa görevinden istifa etti. Sözde askerli k mesleğine geri dönmek istediği için istifa etmişti, gerçekte ise, istifası onun M ustafa Kemal' in tek-adam idaresinden d uyduğu hoşnutsuzluğun örtük b i r ifadesiydi . Kendisinin ve ulusunun barışın eşiğ inden ilk adımını attığı o günlerde, en eski yoldaş larından yal nızca birkaCl hala Gazi'n in yanındaydı .
Mustafa Kemal' in niyetlerine karşı ü l ke içinde duyulan kuşku ve güvensiz l ik yurtd ış ına da yansıd ı . Acaba Mustafa Kemal Osmanl ı hanedanın ın yerine kendi hanedanın ı mı kuracaktı? is lam dünyasından pek çok insan onun kendisini padişah ve hal ife i lan etmesin i istiyordu; bunu isteyenler onu bu konuda teşvi k etmek için Ankara'ya elçiler yol luyoriardı . Onlar kendisini tatlı d i l le isted ikleri yöne sevk etmeye çalışırlarken, M ustafa Kemal kendi tut-
113 Mustafa Kemal, "Nutuk'ta, ismet ile Rauf arasındaki çatışmaya değin ir ve şunları söyler: "Bu ihti/Afı, ait olduğu vesaiki tetkik ederek esaslı ve ciddi esbaba istinad ettirmek müşkü/dür. Buna nazaran, ihti/Mı, daha ziyade ruhi ve hissi sebep/er tahtında mütaMa etmek Mzım olduğu fikrindeyim" (Atatürk 1 927, s.620)
TÜrkıye Cumhurıyetı'ne Doğru
ku larına bir s ın ı r koyması gerektiğ in i bi l iyordu . Dahası, keder içindeki bir ü lkeyi kurtarma, bir ölü evin i, canl ı ve mutlu bir eve dönüştürme arzusu onun sın ır tanımak bi lmez maceralara atılmasın ı gerektirmiyordu . Geri ka lmış, okuma yazma bi lmeyenIerin çoğunlukta olduğu bir ü lkenin, hep ihmal ed i lm iş, yıkımlara uğramış bir u lusun l ideri olduğunun bi l incindeydi . Ne var ki, bu ayn ı zamanda umudunu ve heyecanın ı yitirmemiş b i r ulustu ve olanaksız görünen işleri başarması için onun ardından g itmeye hazırd ı . Tıpkı kendisinin Samsun'da kurtarıcı güneş olarak yeniden doğması g ib i, bu ulus da yeniden doğacaktı.
Ağustos ayında i kinci Büyük Mi l let Meclisi açıldı; meclisin üyeleri yen i lenmişti. Ultife mebuslarının hepsin in Mustafa Kemal' in yeni kurmuş olduğu partiden seçi lmiş olduğu bu seçimleri büyük bir heyecanla karşı lamıştı . Mebuslar meclis başkanın ı seçti ler. Mustafa Kemal, Konya'dan seçim sonuçları u laştığ ında, neşeli bir ruh hal iyle Konya'da seçmenlerden otuz dokuzunun Latife'ye oy vermiş o lduklarını söyled i. Kendisine oy veri lmiş olması Latife'nin hoşuna gitti. Her biri kendi özsaygısını yüksek düzeyde tuttuğu sürece ve Latife kıskançlık duygusuna kap ı lmadan Mustafa Kemal' in başarıl ı faaliyetlerine katıldıkça, çift gergin l ikten uzaklaşıp şakalaşıyordu . Uıtife, Konya'daki seçim sonuçlarını duyunca, gülümseyerek Mustafa Kemal'den kağıt kalem istedi ve şehrin valisine h itaben bir telgraf kaleme aldı :
"Seçirnde bana 39 oy veren Konya 'nm muhterem ve aydm halkma, bana gösterdiği teveccühden ziyade, Türk kadmma gösterilmiş bir hürmet ve sempati işareti olarak teşekkür ederim. Türk kadını, sevgili milletimizin bu cesaret verici işaretlerinden, milli görevlerini başarmak için yeni bir kuvvet elde edecektir . . . " (Bozdağ 1 975a, s . 1 79). Sonradan an laşılacağı üzere, Konya Ultife'ye oy verilen yega
ne seçim bölgesi değild i . Diğer yerlerde sandıklardan önde gelen tanınmış bazı kadın lara da oy çıktı. ismet'in karısı ve Hal ide Ed ip de bunlar a rasındaydı . Böyle b i r şey eski Türkiye'de düşünÜıemezdi bile. Ayn ı şey, Latife'n in Büyük Mil let Meclis i 'n i ziyareti için de geçerl iyd i . Mi l l iyetçiler, bu tarihsel olayın -b i r Türk kad ın ın ın i lk kez meclisi faa liyet hal indeyken ziyaret etmesinin- gerek yerel gerekse u luslararası düzeyde kamuoyunca duyulmasını sağladılar.
.3.1i
Ölümsüz AtatÜrk
lc?ıtife meclisi ziyaret eden i l k Türk kadınıyd ı; kendisinden Önce meclise gelen ilk kadın ise Fransız gazeteci Berthe Georges-Gaulis id i . Mustafa Kemal Uıtife ile evlendi kten sonra, Fransız gazeteci, gel inle röportaj yapmak iç in yeniden Ankara'ya geld i . Latife' nin daha önce Çankaya'da Mustafa Kemal ' in misafiri olmuş bu kadın ı çok kıskandığı söylenir.
Latife'nin, Fikriye'ye duyduğu kıskançlı k, bu Fransız gazeteciye karşı hissettiğ i kıskançl ık duygusuyla karşılaştırı lamayacak kadar yoğundu. Fikriye' nin varl ığı dolayısıyla yaşanacak bir d iz i traj ik olay, Latife ile kocası arasında bir daha g iderilemeyecek bir kopukluğun yaşanmasına yol açtı . Fikriye, Mustafa Kemal ' in Latife i le evlendiğin i öğ rend iğinde Münih'te bir sanatoryumdaydı . istanbul'dan ayrı ldıktan sonra Mustafa Kemal'den hemen h iç haber almamıştı . Münih'teki Türk konsolosluğunda görevli memurlar, ilk geldiği sırala r F ikriye'yi sanatoryumda ziyaret ediyorlard ı , fakat sonraları bu ziyaretler yavaş yavaş kesi ld i . F ikriye evlil ik haberini rastlantı sonucu öğ rendi . Bahçede, bir Alman gazetesi okuyan yaşlı bir Alman kad ın ın yanında güneşleniyordu . Birden, gazetede Gazi i le Kazım Karabekir' i n birl ikte çeki lmiş bir fotoğrafını gördü, hemen arkalarında kısa boylu genç bir kadın du ruyordu. Fikriye fotoğraftaki kadının Latife olabileceğinden kuşkulandı ve Alman kad ından fotoğrafın altındaki haberi okumasını isted i . Mustafa Kemal ' in Uıtife ile evlenmiş olduğunu öğrendiğinde bayılan Fikriye, kendine geldiğ inde saatlerce ağladı .
Harekete geçmeye karar veren F ikriye, sanatoryumdan taburcu edilmesin i isted i . Tü rk konsolosluğundaki doktor ve görevl i lerin karşı çıkmalarına rağmen sanatoryumdan tabu rcu olmayı başard ı . Sağ l ığ ına yeniden kavuşmuş bir kadın olarak döneceği günün beklentisiyle daha önce Mustafa Kema l için almış olduğu hediyelerle bir l ikte Türkiye'ye dönmek üzere trene bindi . Hediyeler arasında, kısa bir süre sonra kendi canına kıyacağı bir tabanca da vardı .
Akşam erken saatlerde Ankara'ya varan Fikriye, doğrudan Çankaya'ya g itti; Mustafa Kemal ve Latife evde yalnızlard ı . Al i gelen ziyaretçinin ismini söyled iğ inde, Latife büyük bir şaşkınl ığa uğrad ı, fakat kendini toparlayıp Mustafa Kemal'den F ikriye'yi karşılayıp içeri a lmasını isted i . "Geçmişte sana onca hizmet etmiş bu bayanı kapıda bekletmeyelim" dedi (Oranl ı 1 967, s. 1 44). içeri-
TÜrkiye Cumhuriyeti'oe Doğru
ye giren Fikriye afallamış durumdaydı, gördüklerine inanamıyordu. Fikriye'yi akşam yemeğini birl ikte yemeğe ikna ettiler. Masada otururlarken, Mustafa Kemal, F ikriye'ye geçimini nasıl sağlayacağı konusunda kaygıya kapılmamasını, istanbul'da kendisine bir ev tahsis edileceğini, endişelenmesine gerek olmadığını söyled i . Şimdi bulunduğu evde daha kısa bir süre öncesine kadar evin hanımı konumunda yaşamış F ikriye, kendis ini çok aşağılanmış durumda h issetmiş olmal ı . Kahramanından bir türlü ayrılamayan Fikriye, üç gün boyunca orada kaldı . Bu durum Uıtife'nin canını çok sıktı; öfkesi, emir erin i ve d iğer hizmetli leri çağınrkenki ses tonundan açıkça anlaşıl ıyordu. Fikriye'nin gelişinden sonraki dördüncü gün evden ayrılması, evdeki gergin havayı geçici bir süre yumuşattı. F ikriye dördüncü gün evden ayrılırken, "Paşam" olarak hitap ettiği, hiçbir zaman UHife gibi "Kemal" olarak seslenememiş olduğu kahramanını bir kez daha görme fırsatı bulamadı.
Mustafa Kemal' in emir eri, yıl/ar sonra, F ikriye ayrı ldıktan sonra evdeki genel tablonun nasıl olduğunu hatırlar. Gazi köpek yavru larıyla oynuyor, d ingin ve hal inden hoşnut görünüyordu. Latife'nin dikkatin i köpek yavru ların ın oyunculuğu üzerine çekmek amacıyla söyled iği söz sırasında ağzından yanlışlıkla F ikriye ismi çıkmıştı: "Şunlara bak Fikriye, ne güzel oynuyodar. ,,1 14 Latife bunu duyduğunda neredeyse öfkeden bayılacaktı; bundan iki gün sonra anne ve babası eve ziyarete geldi ler, ziyaretin amacının kızlarını teskin etmek olduğu çok açıktı . Uitife'yi yatıştırd ıktan sonra, kendi lerin i bu aile içi çatışmadan uzak tutmak için nazikçe evden ayrı ldı lar.
Çankaya'daki evden ayrı ldıktan sonra bir otele yerleşen Fikriye, Ankara'daki arkadaşlarını görmeye çal ıştı. Görünen o ki, Fikriye, istanbu l'a gitmek için Ankara'dan ayrı lmadan önce Paşasın ı b ir kez görmeye karar verd i . Çankaya'ya g itti, fakat bu kez kapıda daha önce hiç görmediği bir yaverle karşı /aştı . Yaver, soğuk bir şekilde, Mustafa Kemal' le daha önce randevu almadan görüşmenin olanaksız olduğunu söyled i . Bir aralar kendi evi olarak gördüğü köşkten ayrı lan Fikriye, şeh ir merkezine geri dönmek üzere bir faytona bindi . Fayton bağ ların, ev kümelerin in arasından geçerek, tepeden aşağı doğru inerken, faytonun sürücüsü
1 1 4 Oranh 1 967, s. 1 4S . Bozdağ (1 97Sa, 5.200), bu dil sürçmesinin Fikriye'nin ölümünden sonra yaşandığını söyler.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
arkada patlayan si lahın sesiyle irkild i . Fikriye kend in i vurmuştu . Aceleyle hastaneye götürü ldü, ancak hastaneye u laştıktan kısa bir süre sonra öldü . Mustafa Kemal, F ikriye'n in durumunu öğrenmek için hastaneyi bizzat aradı, ona Fikriye'n in öldüğünü söylediler. Ş imdi , Mustafa Kemal i le Latife'nin a rasına ölü bir kadın g irmişti . 1 1 5
Bi l indiği gibi görkemli kiş i l ik yapısına sahip kişiler, gerçek yas duygusundan mahrumdurlar. Kendi görkemli benl iklerin i koruma g irişimi içinde ölen bir insanın temsili imgesine (anıların muhafazası) ihtiyaçları olmadığı i I Iüzyonunu sürdürdükleri iç in gerçek üzüntü ve keder duygusu yaşayamazlar. Mustafa Kemal annesinin öldüğü günlerde, ulusun sorunlarıyla meşgul olmaya devam etmişti. Annesinin mezarı başında yaptığı konuşmada, yitirilen bir yakının insanda yol açması beklenen kişisel duygu la nımları dile getirmekten ziyade, annesinden u lusun mücadelesi bağlamında söz etmişti. Şimdi, F ikriye için yas tutamıyordu, ayrıca Latife'nin varlığı, onun F ikriye'nin intiharına karşı şu ya da bu tür bir tepki içine g irmesin in Önündeki bir d iğer engeldi.
Görkemli kişi l ik yapısı olanlar, "yitiri lmiş d iğeri"nin yokluğuna çok rahat katlanabil i rlermiş g ibi davran ırlar, fakat kend i görkeml i l i klerin in a rdında d ikkate değer bir paradoksal bağıml ı l ığı g izlerler. Gerçekte, ölen kiş inin imgesine olan bağ l ı l ıklarını sürdürebi lmek için, o kişin in imgesin i "can lı" tutmaya ihtiyaç duyarlar . Aynı zamanda, yas tutma sürecinin sonuca u laşması iç in zorun lu olan, ölen kişiyi yaşamlarından bütünüyle si l ip atma yeteneğine de sahip deği ld irler. Bu durum yakın ın ı kaybeden görkeml i kişinin büyük bir zih insel enerji harcamasına yol açar.
Dışarıdan bakıldığında olaya aldırmaz bir görünüm sergilemekle bir l ikte, gerçekte F ikriye'n in ölümü Mustafa Kemal' in enerj is ini tüketen bir olaydı ve bunun bir sonucu olarak karısına ayırabileceği enerj isi de azaımıştı. Böylece, o ve Latife birbirlerinden daha çok uzaklaştı lar.
Mustafa Kemal'in bölünme mekanizmasına baş vurma yeteneği, Fikriye'n in intiharı ve Latife ile arasında yoğunluğu giderek artan yabancılaşma gibi kişisel trajedilerin Mustafa Kemal' in üzerin-
1 15 Fikriye'nin ölÜmÜnün Mustafa Kemal'in Uitife'yi kederliJboğucu anne imgesiyle özdeşleştirme eğilimini artırmış olması muhtemeldir, çünkü geçmişte, annesiyle kendisi arasında doğumlarından bir süre sonra ölmüş kardeşleri duruyordu.
TÜrkiye Cumhuriyeti'ne DQğru
de bunaitıcı ve boğucu bir etki yaratmasını engelledi. Mustafa Kemal, bizzat kendisinin göndermede bulunduğu Muhammed örneğinde olduğu g ibi, kendi özel işleriyle devlet işlerin i birbirinden ayırdı ve bunlardan her birini olması gereken yere yerleştirdi .
Mustafa Kemal olan bitenlere rağmen, kurnaz ve becerikli b ir yönetici, zeki bir stratejist olmayı sürdürdü . Bu arada, i kinci Büyük Mi llet Meclisi Ankara'yı yeni Türkiye'n in başkenti i lan etmişti. Mustafa Kemal' in varlığ ıyla 27 Aralık 1 9 1 9'da "güneş"in semalarında doğduğu o yavan, çorak şeh i r, aradan geçen zaman içinde hayli bayındır hale gelmişti .
S iyaset cephesinde Mustafa Kemal fı rtına l ı bir denizde yol al ı r g ibiydi . Ortada resmi bir muhalefet partisi yoktu; ancak, Mustafa Kemal'e ve onun pol itikalarına yönelik muhalefet, onun kendi partisi içinde varl ığını sürdü rüyordu . Mustafa Kemal' in sonraki yıl larda "Nutuk"ta bel i rteceği gibi , Rauf etrafında "gizli bir muhalif hizip" (Atatürk 1 927, s .645) oluşuyordu . Mustafa Kemal bu duruma bir tepki olarak, siyasal bir manevrayla kendi kabinesini yönetimden çekti; gizl i muhalefet g rubunun kend i kabinesini seçecek kadar güçlü bir desteğe sahip olmadığın ı çok iyi bil iyordu. Mustafa Kemal yeni kabinesini kurarken Rauf istanbul'dayd ı . Kazım Karabekir de yine istanbul'da, B i rinci Ordu'nun başında bulunuyordu . Refet, Hal ide Edip ve eşi Dr. Adnan da bir süre için istanbul'daydılar. Durum öyle bir görüntü arz etmeye başlamıştı ki, Mustafa Kemal'in yakın arkadaş olarak gördüğü insanlar padişahl ığın devam etmesinden yanaydılar ve bunların hal ifeye açıktan açığa destek vermeleri Ankara'da kaygıyla karşılanıyordu . Ansızın keskin kararlar vermeye alışık olan Mustafa KemaL, aralarında ismet'in de bulunduğu bir g rup insan ı Çankaya'daki köşkte akşam yemeğine davet etti ve evde onlara şunu söyledi: "Yarm Cumhuriyeti ilan ediyoruz' (Atatürk 1 927, s.648). Yemekten sonra ismet'ten kalmasını isted i; iki adam Cumhuriyet'in i lanıyla ilgil i bir bi ldiri hazırlığına giriştiler -bir söylentiye göre Mustafa Kemal böyle bir bildiri üzerinde ça lışmaya üç ay kadar önce başlamıştı.
E rtesi gün, 29 E kim 1 923'te, meclisteki oturumiara katı lan Mustafa KemaL, ilkin bir mil letvekil in in çeşitli konu larda kedi görüşlerin i d ile getirmesine izin verdi . Ardından sözü kendisi alarak, cumhuriyetin kurulması sorununun oylanacağın ı bi ldird i .
.315..
Ölümsüz Atatürk
On beş dakika içinde cumhuriyetin kuruluşu kabul edi lmiş, Mustafa Kemal b irinci cumhurbaşkanı seçi lmişti. Yaklaşık yüze yakın mebus bu oylamaya katılmadı. Mustafa Kemal lehine verilen oyların sayısı ise 1 59 idi . ismet Cumhuriyet' in i lk başbakanı olurken, Fethi meclis başkanl ığ ına seçiliyordu .
Mustafa Kemal' in gündemindeki b i r sonraki mesefe hal ifeliğin kaldırı lmasıydı . Toplumda geçerli d insel pratiğe karşı derin bir hoşnutsuzluk duymasına ve onu ü lkesin in gelişim i önünde bir engel olarak görmesine karşın, bağ ımsızl ık savaşı boyunca insanların derin dinsel inançların ı incitmemeye özen göstermişti . Eğer yeni Türkiye'yi ortaçağdan modern dönemlere taşıyacaktıysa, bu durumda din in top lum üzerindeki nüfuzunun azaltı lması kaçın ı lmaz bir zorun lu luk olarak görünüyordu. Liderl iğin babadan oğula geçtiği ismai l l i lerin 1 1 6 l ideri Ağa Han ile Hz. Muhammed ve islam üzerine çeşitli kitaplar yazmış olan tanınmış H intli Müslüman ayd ın Ömer Al i 'n in ismet'e bir mektup göndererek halifenin "siyasal konumu"nun muhafaza ed i lmesin i rica ettikleri zaman, Mustafa Kemal ' in bekled iği fırsat doğmuş oldu. Bu mektup, ismet'e i letilmezden bir gün önce, istanbul 'da çıkan bir günlük gazete olan Tanin gazetesinde yayınlanmıştı. Söz konusu gazetenin sahibi, geçmişte ise ittihat ve Terakki Cemiyet' i için çalışmış ve mebus olmuş biriyd i . Ankara, halifel ik kurumunun korunması taraftarı olan ların el lerinde bulundurdukları gücü kullanmaya hazır olduklarını h issetti ler. Hal ifel iği kald ırma zamanı gelmişti; halifelik, muhalefet sahip olduğu gücü örgütlü bir hareket haline dönüştürmeye fırsat bulamadan önce kald ı rı lmalıyd ı . Hal ifel iğin kaldırı lmasını öngören yasa önerisi, meclis tarafından ciddi bir tartışmaya yol açmadan 3 Mart 1 924'te kabu l ed ild i . E rtesi gün, tüm Müslümanların halifesi bu unvanını geride bırakarak Türkiye'den ayrı lmak zorunda kaldı . Böylece, Osmanlı hanedanı tamamen sona ermiş oldu .
" 6 Ağa Han, Nizari ismaillilerin dini liderine verilen isimdir. Bunların lideri, Ağa Han unvanını üzerine almış üçüncü kişi konumundaki Sultan Muhammed Şah ( 1877-1 957) idi. O sıralar tarikatın merkezi Hindistan'dı. Bugün ise bunlara Hindistan, Pakistan, iran, Suriye ve Doğu Afrika'da rastlanılıyor. ismailli ler, sekizinci yüzyılda islam'da halifelik konusunda yaşanan bir anlaşmazlık sonucu ortaya çıktılar. Hareket, on birinci yüzyılda Nizariler ve Mustaliler olarak ikiye ayrıldı. Hasan ibn-al Sabah, Alamut'ta diğer mezheplere dehşet saçan (1 090) Nizarilerin lideriydi. Tarikatın lideri 1840 yılında tarikatın gelişip yaygınlaşacağı Hindistan'a göç etti.
Bölüm 20
GERÇEK DÜNYADAKi BÖLÜNMELERLE KOŞUlLUK GÖSTEREN KişiLiK BÖLÜNMESi
Z ih insel a l ışkanl ıkların bedeni etki ledikleri bi l in iyor; ayrıca, tarih bunların siyaset alanına da yansıdıklarına işaret ed i
yor. 1 924 yı l ı sonbaharında Mustafa Kemal'in iç dünyasındaki bölünme mekanizması siyasal arenada oluşan bölünmelerle iç içe girmiş görünüyor. Daha önce anlattığımız gibi, küçük Mustafa zihninde yer tutan kederli anne imgesini ülküleşmiş anne imgesi ile tamamen birleştirememişti. Bi l inçdışı gelişen bu çocukluk olayı Atatürk'ün kişil ik yapısında ve öteki insanlarla olan i l işkilerinde görülen bir bölünme mekanizmasının başlangıcıdır. Yaşamı süresince görkemli benl iğini bağ ıml ı benliğinden uzak tutabil iyor ve ötekileri kendi görkemli ben liğini destekleyenler veya desteklemeyenler olarak ikiye ayırabil iyordu. 1 924 yılında Kazım Karabekir, Rauf Bey, Halide Edip, Edip'in eşi Dr. Adnan ve Refet Paşa arasında hemen herkesçe fark ed i len genel bir yakınlaşma vardı; bunlar, en önemli üyeleri ismet Bey ve Fevzi Paşa olan ikinci gruba muhaliflerdi . Türkiye'n in d ış düşmanlarının bozguna uğratılmasından sonra, Mustafa Kemal bu birinci grubun önde gelen şahsiyetlerini yeni düşman olarak görmeye başladı. "Nutuk"ta 1 924 yılında ülkedeki durumu nasıl algıladığını açığa vuran ifadeleri okunduğunda (Atatürk 1 927, s.620-72 1 ), Mustafa Kemal' in o sıralar bu gruba karşı kuşkuculuğunun yüksek bir düzeye vardığı gözlenir.1 1 7
Mustafa Kemal, birinci grubun önde gelen liderleri tarafından kendisine karşı düzenlenmiş bir komplo ile karşı karşıya bulunduğuna iyiden iyiye inanmış durumdaydı . 30 Ağustos 1 924'te, Başkomutanlık Meydan Savaşı'nın geçtiğ i Afyon yakınlarındaki Dumlupınar'a gitti, büyük taarruzun ve kazanı lan bü-
117 Örneğin, şu ifadeyi alalım: 'Şimdi, muhterem Efendi/er, arzu ederseniz, size büyük bir "komplo' hakkında malümat vereyim' (Atatürk 1 927, s.686;). Onun kişiliğine uygun düşmesi için söz konusu komplonun "büyük" olması gerekiyordu, ancak Mustafa Kemal'in bu konudaki kuşkusunun tamamen dayanaksız olmadığı da açıktı.
Ölümsüz AtatÜrk
yük zaferin ikinci yıldönümü Dumlupınar'da kutlanacaktı . Daha önce Gelibolu'da ve Doğu Cephesi'nde kazanmış olduğu zaferIerin yaşandığı yerlere h içbir zaman ikinci kez gitmemiş olduğu düşünülürse, Dumlupınar'a yaptığı o gezi i le kasabada yaptığı konuşma Özel bir öneme sahiptir.
Söz konusu konuşmasında yine kendisini güneşle özdeşleştirir ve kurtarıcı olarak üstlenmiş olduğu rolü vurgular. Güneşin yükselmesiyle birl ikte o gün o yerde Yunanlılar tamamen yenilgiye uğratı lmıştır:
"Güneş mağribe yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir ktyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu. Bir an sonra cihanda büyük bir inhidam olacaktı. Ve beklediğimiz halas güneşin tulCt edebilmesi için bu inhidam lazımdı. Zulmetler içinde bu inhidam vuku bulmalı idi. Hakikaten seman m karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücum etti/er. Artık karşımda bir ordu, bir kuwet kalmamıştı. Kamilen mahvolmuş perişan bir bakiyetüssuyuf kitlesi bulunuyordu. Kendiferinin dediği gibi pürhavf ve lerzan, bişekil bir kitle acaip bir halita halinde firar için fürce artyordu. Artık gecenin koyulaşan zulmeti neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar şarktan tulCtuna intizart zarurf kıltyordu"(Atatürk 1 9 52, 2. Cilt, s . 1 78). Yine Türkiye'n in temel lerin in savaş alanında atı ldığını , kazanı
lan zaferin amacının Türk ulusuna tam egemenl iğin sorumluluğunu üzerine alma yeteneği kazandırmak olduğunu ileri süren Mustafa Kemal, yeni Türkiye'nin nasıl olacağ ın ı resmetmeye g irişti. Yen i Türkiye her bakımdan uygar olacaktı. Egemenl ik, zincirleri parçalayan, tahtı ve hükümdarları yıkıp yok eden kusu rsuz bir ışıktı . Ardından, ulusun gençlerine Öğütler vermeye başladı: "Gençler! Cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Ey yükselen yeni nesil! istikbal sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik; onu ila ve idame edecek sizsiniz" (Atatürk 1 952, 2. Ci lt, s . 1 84) . Mustafa Kemal, en büyük zaferini kazanmış olduğu bu kasabaya yaptığı ziyaretten sonraki bir buçuk ayl ık zamanı ü lkenin çeşitli yerlerin i dolaşarak, u lusu onarmaya çal ışarak geçi rdi . Sonra ları, Ankara'ya dönüşüyle i lg i l i olarak, kendisini karşı lamaya gelE pek çok mebus ve arkadaşı olmasına karşın, son derece kuşkt
Kişilik BÖlÜnmesi
bir di lle şun ları yazacaktı : "istasyonda birçok mebus arkadaşlar ve diğer/eri tarafından karşi/andım. Bunlar arasında, Ankara 'da bulunan Rauf, Adnan Beyleri görmedim. Bir kırglnllk sayi/abi/ecek bu hareket tawnI beklemiyordum. Bir komplo karşısında bulunduğumuzdan bir saniye bile tereddüt etmedim"(Atatürk 1 927, s.688).
Mustafa Kemal' in ta raftarlarını , hayranlarını ve düşmanlarını birbirinden ayırmaya, en yakın çevresin i kendi ruhsal durumuna uydu rmaya duyduğu psikoloj ik i htiyacının, fi i l i olarak gerçek dünyada b i r bölme rolü vard ı . Mustafa Kemal ' in daha başlangıçtan itibaren taraftarı olan insanların bazı ları , Gazi'ye karşı temkin l i bir tutum takınmak için maku l, inandırıcı neden lere sahipti . Bun lar arasında geleneksel z ihn iyetli olanların pek çoğunun, her ne kadar cumhuriyetin i lanını kabu l lenmiş ve yeni koşul lara ayak uydurmaya gönül lü görünüyorlarsa da, pad işahl ığ ı ya da hal ifel iğ i (veya bunlar ın her i kisini) muhafaza etme arzusunda oldukları kuşkusuzdu . Sonra la rı, bunların düşünce ve beklentileriyle Mustafa Kemal' in izlediği politikalar arasında giderek derin leşen karşıtl ı k açıkça gözlen ir hale geldiği zaman, bu insanlar daha net, bütüncül bir muhalefet oluşturmaya başladılar. Mustafa Kemal' in en önemli yandaşları Gazi-yan l ısı ve Gazi-karşıtı şekl inde iki gruba ayrı lmışlard ı ve Mustafa Kemal' in kiş i l iğinin bölünmüş yan ların ı gerçek dünyada yansıtır bir biçimde, birbirleriyle psikoloj ik ve siyasal bir mücadele içine girmişlerdi . Gerçek dünyadaki dışsallaştırı lmış (externa l ized) kutuplaşmayla birl ikte, Gazi kendisini daha rahat h issetmeye başladı, çünkü mücadele (ki "kötü" nesnelerle "iyi" nesneler arasındaydı) kend i ruhsal dünyasından ziyade kend is i d ış ında, birbirine muhalif iki grup arasında yaşanıyordu .
Ali Fuat, baştan beri Mustafa Kemal' in takipçisi ve taraftarı olan kişilerden biriydi . Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk biyografisi için araştırma yaparken Ali Fuat' la görüşmüş, Ali Fuat, kendisine, o yıllarda Mustafa Kemal'e karşı muhalif bir tutum takınmaya i htiyaç duymadığını (Aydemir 1 974), fakat böyle bir konum almaya zorlanmış olduğunu söylemişti. Mustafa Kemal; Ali Fuat'la arasında geçen ve 1 927 tarih l i "Nutuk"ta tutarsızlığa yol açan bir olayla i lg i l i kimi değin i lerde bulunur. Buna göre, Ali Fu-
Ölümsüz Atatür.k....
at' ın Konya'dan Ankara'ya dönmüş olduğunu öğ renen Mustafa Kemal onu Çankaya'daki köşke akşam yemeğine davet etmiş, Ali Fuat o akşam köşke gelmeyince, onun da düşman saflar ına katıldığı sonucuna varmıştı . 1 1 8Ali Fuat, Aydemir'e, o akşam yemeğe memnuniyetle gidebileceğ ini , ancak kendisine herhangi bir davet ilet i lmediğini söylemiştir . ismet yolda kendisini a l ıkoymuştu . Gerçek her ne olursa olsun, simgesel olarak l iderin kendi içindeki bölünmesini temsil eden aynı parti içindeki kutuplaşma, Gazi 'n in eskiden arkadaşı olan fakat şimdi ona muhalefet eden kişilerin 9 Kasım 1 924 günü Terakkiperver Ctımhuriyet Fırkası adl ı muha lif b ir parti kurmalarıyla somutluk kazandı . Partinin başında Kazım Karabekir vardı; Rauf Bey ve Adnan Bey başkan yardımcıl ığı görevini paylaşıyorlardı ve Al i Fuat genel sekreterl ik görevini üstlenmişti.
Mustafa Kemal' in bölünme mekan izmasının parti polit ikasına yansıyış biçimine yakından bakı ldığında, daha da i leri bir bölünmenin var olduğu görü lür: Kendi "iyi" taraftarların ın i ki gruba ayrı lması. Gruplardan biri ismet Bey ile devlet işleriyle cidd i biçimde i lg i lenen d iğerleriyd i . Mustafa Kemal ' in dirayetl i bir devrimci siyasetle yöneldiği bu grup kendisini Türk ulusunu yüksek i lkeler doğru ltusunda dönüştürme işine vermişti. Diğer gru p, Mustafa Kemal ' i hiç eleştirmeyen kişisel dostl arından oluşuyordu (bunlar ın pek çoğuyla Selanik'te tanışmıştı) . Mustafa Kemal, bu yakın ahbaplar ı aracı l ığ ıyla kolayca psikoloj ik doygunluğa erişiyor, çocuksu arzularını gideriyor ve böylece kendisini yaşadığ ı yoğun nesne ihtiyacına -yani haz ve memnuniyet veren iyi annenin yerini i kame edecek nesne- karşı koruyordu .
1 1 8 Mustafa Kemal (Atatürk 1 927, 5.687-88) sonraları bu olayı şu şeki lde hatırlayacaktır: "30 Teşrinievel günü de, ikinci Ordu Müfettişi Ali Fuat Paşanın, Kon· ya 'dan geldiği bildirildi. Kendisini, akşam yemeğine, Çankayaya davet ettim. Geç vakte kadar beklediğim halde, Paşa gelmedi. Kendisini, aratırken, muttali oldum ki, Fuat Paşa, Ankara 'ya muvasalatında Rauf Bey tarafından istasyonda istikbal olunmuş. Müdafaai Milliye Vek§letine ve bazı rüfeka ile kısa temaslardan sonra, Erk§nıharbiyei Umumiye Riyasetine gitmiş, bir müddet Fevzi Paşa ile mülakatta bulunmuş, çıkarken, Fevzi Paşanın yaverine şu kağıdı bırakmış: Erkanıharbiyei Umumi ye Riyaseti Aliyesine Mebusluk vazifei teşrüyesine başlıyacağımdan ikinci Ordu Müfettişliğinden affımı arz ve istirham eylerim Efendim. Ankara Mebusu. A/i Fuat"
Kişilik BölÜnmesi
Görkeml i ben l iğe sah ip bir insan, s ık s ık, kendi fi i l i ikizi olarak görebileceğ i, üzerinde her şeye kad ir l ik i l lüzyonunu destekler şekilde nüfuz ya da kontrol kurabileceği bir kişi bulur. Gerçekte, söz konusu "ikiz"i kendi benl iğ in in uzantısı olarak kul lanır. 1 1 9 Mustafa Kemal bir dönem .Arif' i kendi " ikizi" olarak ku l lanmış olmakla bir l ikte (Bkz., 14. Bölüm), bu iki insan birbirlerinden uzaklaşıyorla rd ı . .Arif' i n kendi kişi l iği, savaş ve yıkım yı l larında onu Mustafa Kemal ' in saldırgan duyguları* için ku l lanı labi l ir, yararlı bir " ikiz" hal ine getirmiş, .Arif, Mustafa Kemal' i d ış dünyanın sald ırganl ığ ına karşı koruyan bir ka lkan işlevi görmüştü . Oysa şimdi, Mustafa Kemal' in farklı türden bir "ikiz"e ihtiyacı vardı : Onun aracı l ığ ıyla Selanik'teki i lk yı l ların ın (savunmaya yönelik) uyarlanmasına geri dönebi leceği, onda kendis in i besleyip koruyan ü lkeleştiri imiş anneyi bu labi leceği bir " ikiz".
Söz konusu ahbaplarıyla (yan i "ikiz"leriyle) geçmiş günlere yönel ik büyük bir nostalji yaşıyor, onlarla birl ikte ortaklaşa yaşadıkları çocukluk döneminin şarkı lar ını söylüyor, Selanik'te s ıkça yediği ve çok hoşlandığı yemekleri yiyordu. Bu tür bir çocukluğa geri dönüş (regression), kendisine, ü lküleştirilmiş anne ile temas kurma, ya da bil inçsiz bir şekilde onu "ziyaret" etme olanağı veriyordu . Bu davranış, onun, ü lküleştiri lmiş bir baba olarak üstlenmiş olduğu u lusa l sorumlu lukların ı yerine getirebilmesi için ü lküleştiri imiş anne i le bütün leşme ediminden güç kazanmasına hizmet edecek biçimde gerçekleştiri l iyordu . Mustafa Kemal ' in söz konusu ahbaplarıyla olan aktivitesi, onun i lk yaşam deneyiminin yinelen işiydi : Annesinin kısmen omrn din i okulu bırakıp modern
1 1 9 Kohut' a ( 1 9 7 1 ) göre, psikanalizdeki ikizlik aktarımlarını (twinship transferences), genel olarak narsisist aktarmaların bir varyantı olarak tanımlar. Öteki (the other), "görkemli benlik olarak ya da onuri çok benzeri olarak yaşamr" (5. 1 1 5). Brody ( 1 952), içinde ikiz kişiliklerin görüldüğü rüyaları incelemiştir. incelemelerinden sonra, bu rüyalardan her birinde, söz konusu ikizlerin rüyayı gören kişi ile onun annesini temsil ettiği sonucuna varmıştır. i kizlik, üretkenlik öncesi dönemde anne i le birleşme (pregenital union) arzusu na işaret eder ve ikizlerden biri, diğerinden (anne) ikincisinin aleyhine beslenir. eoen ve Bradlow ( 1 981), ikizlik aktarımının, bütün ikizlik fantezileriyle birlikte, birden çok işleve hizmet ettiklerini ileri sürmüşlerdir; bunlar arasında onların özellikle altını çizdikleri işlevler, haz (gratification) ile yoğun nesne ihtiyacının tehlikelerine karşı savunma işlevleridir. Psikanalize göre her kişide iki türlü içgüdü (in�tinctual drive) vardır: Saldırganlık ve libidinal (haz verici) içgüdüler. Saldırganlık duygusu saldırganlık içgüdüsünün dışa vurulmuş belirtisidir.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
ve batı l ı eğitim veren bir okula geçmesinden kaynaklanan inci nmiş yüreğini tesel l i etme, onu kederli bir anneden besleyici, koruyucu anneye dönüştürme çabas ı . Bunun yan ı s ı ra, söz konusu davranış, Mustafa Kemal'e, annesine karşı görevlerini yerine getird ikten sonra ondan uzaklaşarak ülküleştiri lmiş baba doğru ltusunda yol katetme yeteneği kazandırıyordu .
Yaveri Salih, Kıl ıç Ali ve belki de en başta Nuri , kendi psikolojik ihtiyaçların ı gidermek için kendi "ikiz"leri olarak ku l landığı bu ahbaplar grubu içinde yer aiıyoriard ı . Bu "ikiz"leri sürekli etrafında bulundurma ihtiyacı, ayrıca, onun kend isinden önce ölmüş kardeşlerini yaşama geri döndürme ve böylece annesin in kederine son verme arzusuna da hizmet ediyordu. On lar ı her zaman yanında görme ihtiyacı, yetişkin b ir erkek ve bir aile reisi olmaya il işkin görece daha bil inçli isteğ inden ağır basıyordu . Gerçekten, o sıralar, bir aile reisi olarak kend i öz kavramı, Fikriye'n in intiharın ın bir sonucu olarak kendisiyle Uitife arasında yaşanan yabancı laşma dolayısıyla önemli ölçüde tahribata uğramıştı .
Nuri 'yi birl ikte Selanik sokaklarında çember çevirdikleri çocu�luk gün lerinden beri tanıyordu; askeri okula bir l ikte yazı lmışlard ı . Ü lkeyi kurtarmaya i l işkin i lk görkemli l ik fikirlerin i Nuri'yle paylaşmış, Gelibolu'da birlikte savaşmışlard ı . Sonraki yı l la rda, Nuri , Gelibolu'daki deneyimin an ıs ına, Gelibolu yakınlarında bir kasaba olan Conk'tan hareketle Conker soyadını a lacaktı.
Mustafa Kemal bağımsızlık savaşını başlatmak üzere Samsun'a gitmezden çok önce, Nuri, eşiyle ve üçü erkek biri kız (Kıymet) olan çocuklarıyla birl ikte Almanya'ya gitmişti . Kızı Kıymet, yedi yıl boyunca babasının Mustafa Kemal ile ilişkis in i koruyarak Kemalist U lusalcıların temsilcisi olarak faaliyet yürüttüğü Almanya'da kald ı . Sonra la rı Türkiye'de hukuk fakültesin i bitirmiş olan Kıymet (Tesal), el l i yıl sonra kendisiyle yapılan bir görüşme sırasında, Almanya'da bir hemşirelik oku luna gittiğini , evde sık s ık babasının anavatandaki a rkadaşından söz edi ldiğ in i hatırlar (Tesal 1 975) . Küçük bir çocukken Gazi'yi hiç görmemişti , fakat, sanki Gazi onlarla "aym hamurdanmış gibl" (bu ilginç ifade Kıymet Tesal' ın kendisine aittir) yetişmişti . Bağır. .:;!�lık savaşı kazanı ıdıktan sonra, babası Ankara'dan bir telgraf ;ı!mıştı; telgrafta kendisinden ailesiyle b irl ikte ülkeye geri dönmesi isteniyordu . Anka-
Kişilik BÖlünmesi
ra/ya döndüklerinin üçüncü günü, babası kendisine paşayı görmeye gideceklerini söylemişti. B i r faytonla Çankaya/nın çamurlu yollarından geçerek köşke ulaştıklarında, Kıymet kahramanın ı i lk kez görme fırsatı buldu. Kıymet Tesal, Mustafa Kemal/ i gördüğü zaman gözlerin i "güneş ışığıyla körleşmiŞ" h issett iğ in i hatırlar (bir kez daha güneş simgesin in kullanı l ışı); öylesine yakışıkl ı ve çekici bir adamdı. Yı l lar önce yaşanmış bu tan ışma Tesa l / ın z ihninde öylesine canl ı korunmuştur kiı Tesal, Mustafa Kemal/ in üzerindeki g iysileri ve onun kahverengi av köpeğin i ayrıntılarıyla hatırlar.
Kahramanı, Kıymet kendisfni ikinci kez görmezden evvel evlenmişti. Ailesi Liitife/yi pek tutmamıştı; evde Latife/ n in kaba bir kad ın olduğu düşünülüyor, boyunun çok kısa olduğu konuşuluyordu . Latife, Kıymet/ in kendisine i l işkin yetişkinl ik an ılarında, nazik ve sevecen olmaktan ziyade s in i rl i ve saldırgan bir kad ın olarak görünür. Kıymet, Latife/n in bir çocuğu veya köpek yavrusunu nazikçe sevip okşayamadığın ı , onlara elle temasın ın çok kaba olduğunu söyler. Kıymet/in Mustafa Kemal/ le ikinci karşılaşması/ Mustafa Kemal/ in evlerine yaptığı bir ziyaret sırasında oldu. Eve mareşal ün iforması içinde gelmişti, boynunda uzun, mavi bir atkı vardı. Nuri/ye, eve özell ikle bu giysiler içinde geldiğini söyled i: "Çocuklarmdan beni bir kez üniforma içinde görmelerini istedim. Bu günden itibaren daima sivil giysiler kul/anacağım ve artık üniformamı hiçbir zaman giymeyeceğim" (Tesal 1 975). O, teşhire meraklı bir ruh hali içinde üniformasıyla vedalaşırken, çocuklar gel ip birer birer el ini öptüler. Çocuklar üzerine uyandırdığı izlenimden ve onların hayranl ığını kazanmış olmaktan keyif al ıyor görünüyordu .
Nuri, a rkadaşın ın ruhsal ihtiyaçlarını algı lamak konusunda esrarengiz bir yeteneğe sahipti ve Gazi'n in görkemli l ik duygusunu beslemek için kendisin i kul lanmasına iz in veriyordu . Söylenenlere bakıl ırsa, zaman zamanı Mustafa Kemal kendisine kompliman yapıldığında büyük bir a lçakgönül lü lük gösterisi sergileyerek şöyle söylerdi : "Kim, ben mi? Beni gidin Nuri'ye sorun. O beni gerçekten iyi tamr!" Bunun üzerine Nuri kendisinden umulan şakacı tavrıyla sözü a l ır ve şunları söylerdi : "Mustafa Kemal'in büyük adam olması mümkün mü? O fasulye tarlalannda koşturur, kargalan kovalardı" (Tesal 1 975). Kuşkusuz, burada Mustafa Ke-
Ölümsüz AtatÜrk
mal' in babasın ın ölümünden sonra bir akrabalarının çiftl iğinde geçen çocukluk dönemine göndermede bulunuluyordu . i lk bakışta, bu ifadeler Mustafa Kemal ' in alçakgönül lülüğüne işaret eder görünür; fakat, ayrıca, Mustafa Kemal ' in fasulye tarla ları arasında koşuşturduğu günden şimdi u lusun kurtarıcısı olduğu o güne kadar geçen zaman iç inde ne büyük bir yol katetmiş olduğunu vurgular . Bu, onun görkeml i l iğ i açısından muazzam bir haz kaynağıydı . Nuri , Mustafa Kemal ' in yanında bacak bacak üstüne atarak oturabilen belki de tek kişiyd i .
Mustafa Kemal ' in Nuri , Kılıç Ali ve d iğer ahbapla rıyla bir l ikte olduğu zamanlardaki davran ış ve tavrı, devlet işler in i yürüten a rkadaşlarıyla olandan tamamen farklıydı . B i rinci g rupla beraber olduğunda sakin, kaygısız bir havada oturur, ayak ayak üstüne atıp Balkanlar' ın özell ikle de Selanik' in a l ınmasından söz ederdi . Kendisine en yakın ahbap grubuna dahi l olmayan devlet adamı ve siyasetçi konumundaki a rkadaşlarının yanında daha mağrur bir havada otu ru r, c iddi ve mesafeli b i r tutum takınırdı .
Mustafa Kemal' in kendi psikoloj ik yapıs ın ın taleplerin i giderebi leceğ i, yaratıc ı l ığ ını kullanmayı gözardı etmeksizin çocuksu bir ruh hal iyle gü rültü ve şamata içinde söyleşebi leceği renkli bir a rkadaş grubuyla her gün akşam yemeklerini bir eğlence ortamına dönüştürmeye başlaması, hemen hemen bu döneme rastlar. Psikanal istler, özel l ikle D.W. Winnicott ( 1 97 1 ) ve Er ik Er ikson'un ( 1 977) çalışmaları sayesinde, oyun i l e yaratıcı l ık a rasında karşı l ıklı bir etki leşim olduğunu bi l i rler. ismet Bozdağ' ın istanbul 'da Çıkan Günaydm gazetesinde 1 975 yı l ında dizi olarak yayımlanmış maka lelerde anlattıkları , Mustafa Kemal' in akşam yemeği partilerin in hem canlı ve eğlenceli, hem de üretken bir n itel iğe sah ip olduğuna işaret eder. Kimi zaman misafirler a rasında siyasetçiler ve bi l im adamları da olurdu, fakat hemen her zaman, asıl grubu oluşturanlar, içki içtiklerinde Gazi 'nin çocukluğa dönüş ihtiyacını doyu rabi lecek ahbaplard ı .
Kendi evinde misafirlerin yemek masasını hazırlayıp donatan bir kad ın olarak geri plana düşen Latife, bu durumu büyük bir güceniklikle karşı lamış, sadece erkeklerin katı ldığı bu akşam yemeği partilerini kend isine yönelik bir saldırı olarak algı lamış görünüyor. Kocasından, akşam yemeklerini nezaket kural lar ına uy-
Kişilik Bölünmesi
gun davranan uygar, batı l ı bir erkek g ibi yemesini, misafi rlerin bu davetlere eşleriyle birl ikte gelmelerini, yemek ve içecek servislerin in evdeki hizmetçiler tarafından yapı lmasın ı istiyordu. Bir keresinde, kocasının yanında, bir daha cumhurbaşkanl ığ ı köşküne yanında karısı olmadan gelmemesi konusunda Nuri'yi uyardı . Aksi taktirde onu evden kovacağın ı söyledi . Nuri, bu tehdide şu şeki lde karşıl ık verd i : "Nast! isterseniz Hanımefendi, ama eğer beni ön kapıdan atarsanız arka kapıdan geri gelirim" (Tesal 1 975). Nuri , LMife ile kendisi arasında geçen bu d iyalogu evde ai lesine anlatmış, kendisinin verdiği bu karşı l ığın Mustafa Kemal' i çok güldürdüğünü söylemişti . Nuri , Gazi 'n in d iğer yakın arkadaşları arasında köşkte gece yarı larına kadar ka lan tek kişiyd i . Kimi zaman sabah gün ağarıncaya kadar ev sahibine eşl ik eder, birl ikte at üstünde tavşan avına çıkarlard ı . Bu yüzden sık s ık Çankaya'da avcı g iysileri içinde görü ıürdü. Gazi ve Nuri çoğun lukla bugün Atatürk'ün anıt mezarının bulunduğu Anıttepe'de avlanırlard ı . Genel l ikle Nuri 'n in evinde tahin ve pekmezle yapı lan b i r kahvaltıyla sona eren bu av parti lerine yalnızca Nuri katı labilirdi . Mustafa Kemal kahvaltı lar sırasında, sık sık, "Selanik'teki çocukluğumdan beri tahin ve pekmezi çok severim" derdi ve içten bir yakın l ı kla Nuri 'n in çocuklarıyla söyleşird i . Çocuklara ve hayvanlara çok sevecen yaklaşırdı, atlara ve köpeklere çok düşkündü. Bayan Tesai, ismi Jol i olan bir köpeğin Mustafa Kemal' i ısırd ığını, Gazi'n in köpeğin öldürülmesine göz yumduğunu, ancak sonraları bu olay yüzünden büyük bir üzüntüye kapı ld ığını ve bunu hiçbir zaman unutamadığını hatırlar.
Nuri 'n in evinde olduklarında, Mustafa Kemal arkadaşının karısına son derece kibar davranırdı . B ir keresinde, "Sanırım kocanızın sürekli sizden ayrı kalmasına neden oluyorum d iye benden hoşlanmıyorsunuz" d iyerek ondan özür di lemişti (Tesal 1 975) . Nuri 'nin evinde kendisine sunulan bir tabak çileği yemek istemediği zaman, bunun nedenini açıkça söylemekten çekinmemişti; d işleri takma olduğu için çilek yerken rahatsız oluyordu . Arkadaşının ve ailes in in yanında, bu tür kusurlarını itiraf edebil iyordu . B u yakın ve candan dostluğa güvenerek, bir keresinde Nuri 'ye evlend ikten sonra LJtife'ye sad ık kaldığını, onu h iç aldatmadığını söylemiştir.
Ölümsüz Atatürk
Mustafa Kemal' in nazik ve yumuşak yanı, onun çiçeklere gösterdiği yoğun i lg ide, kuru ve tozlu Ankara'nın en sıcak olduğu mevsimlerde bi le şehirde çiçek yetiştirilmesi konusunda gösterdiği ısrarcı tavırda açıkça gözleniyordu . i lkbahar geld iğinde kırlarda kendiliğ inden açan yabani dağ çiçekleri d ışında, bölgede çiçeğe pek rastlanı lmazdı . Bir keresinde Mustafa Kemal uygar bir insan olarak masasında çiçek görmek isted iğini belirtmiş, kendisine Ankara'da çiçek yetiştiri lmesinin olanaksız olduğu söylendiğinde, her yerde olduğu gibi Ankara'da da toprak olduğunu söyleyerek buna itiraz etmişti. "Size su getirsem çiçek yetiştiremez misiniz?" d iye sormuştu (Tesal 1 975) . Kısa bir süre sonra Ankara'da çiçek yetiştirilmeye başlandı; ayrıca, Gazi, ormanın biti�iğ inde, daha sonraları Atatürk Orman Çiftl iği olarak anı lacak olan kendi model çiftl iğini kurdu. Mustafa Kemal ' in kendi ormanın ı kurmasının, haydutların kendisinin gelir kaynağı olan orman ı yakıp yıkmalarından sonra maddi sıkıntıya düşen babasının zihninde korunan tasavvurunu onarmaya yönel ik bir g i rişim olup olmadığı ancak bir spekülasyon konusu olabil ir. Ancak, kes in o lan şey şu ki, Mustafa Kemal, ister bir çocuk ister bir ağaç olsun, yetişip boy atan hemen her şeyden hoşlan ıyordu . Kendisinde analık duygusu olarak isimlendirilebi lecek bir şey vardı.
UHife kocasının onarıcı ve yumuşak taraflarını görecek bir durumda değildi . Gazi i le eşi arasındaki i l işkide dikkate değer bir rekabet başlamıştı. Latife onun al ışkanl ıklarını , özel l ikle de içki a l ışkan l ığını değiştirmeye kararlıyd ı . Mustafa Kemal, kimi zaman karısının arzusuna itaat etmekle birl ikte, genell ikle onun isteklerine uymuyordu. Tepkisini , erkek misafirlerin işgal i ndeki yemek masasını terk edip üst kattaki odaya çıkarak yere süpürgeyle vurup gürültü çıkarmaya kadar vard ırmıştı. Mustafa Kemal, Cumhuriyet' in i lanından iki hafta kadar sonra, d ışarıda Kılıç Ali, Sal ih ve bir başka adamla birl ikte yürüyüş yaptığ ı sıra birden göğsünde şiddetli bir ağrı h issetmiş, aşırı terlemeye başlamıştı. Bu olaydan sonra çift arasındaki çekişme bir süre için son buldu . Bazı yetkil i ler bunun hafif bir ka lp krizi olduğunu söylüyorlar; ancak, biz bunun bir kalp spazmı olduğu kanısındayız. E l imizdeki belgeler, Mustafa Kemal' in görkemli kişi l ik yapısına sah ip insanlarda "tipik" olarak görülen hastal ık kuruntusu na kapıldığını göste-
Kişilik BÖlÜnmesi
riyor. Gerçek her ne olursa olsun, söz konusu olay Mustafa Kemal ' in Latife ile rekabetine bir süre için son verd i . Bundan sonra, UHife, "hasta" olduğu zamanlar onun sağ l ığ ıyla çok yakı ndan ilgi lenmeye başlad ı . Bir l ikte, Gazi'n in savaş oyun ları düzen lenmesini isted iğ i izmir'e geziye çıktı lar . L.3tife, bir keresinde, Gazi' n in hasta lanmasıyla birl ikte n ihayet biraz huzur bulabi ldiğ in i söylemişti . ismet Bozdağ, ısrarla, Ankara'ya dönüş yolunda, Mustafa Kemal ' in kendisine olan i lg is in i s ınamak için Latife' n in hastaIanmış gibi davrandığ ın ı i leri sü rer (Bozdağ 1 975a, s.234) . Gerçekten Mustafa Kemal Latife'ye gereken i lgiyi göstermişti, fakat Latife, kendisini kontrol etmesi için b i r doktor çağırmayı akı l etmemiş olduğu için Gazi'ye içerlemişti. Ne var ki, i l işkilerindeki bu uyumlu hava uzun sürmeyecekti .
Mustafa Kemal u luslara rası arenada kimi güçlüklerle ve ülke içinde ciddi bir ayaklanma girişimiyle yüz yüze geldiğinde, evdeki hava yine bulutlandı ve fırtınalı bir görünüm kazandı. Musul sorunu hala askıdayd ı ve Şeyh Sait isminde karizmatik bir liderin önderl iğindeki Kürtler din adına ayaklanmışlardı . Her iki gelişme de Gazi'n in yakından ilg ilenmesini gerektiren önemli birer sorun niteliğindeyd i .
Mustafa Kemal, Lozan Konferansı'nın ard ından, ingi l izlerle bir yakın laşma içine girmeye çalışmıştı. Musul sorununun çözüme kavuşturulması, bunun yerinde bir politika olup olmadığın ın önemli b ir ölçütü olacaktı. Musul sorunuyla i lg i l i i lk i ng i l iz-Türk konferansı 1 9 Mayıs'ta istanbu l'da başladı . Görüşmeler 5 Haziran 1 924'e kadar devam etti, fakat bir ing iliz mandası a ltındaki I rak i le Tü rkiye arasındaki sınırın tespiti konusunda pek bir ilerleme sağ lanamadı. Mustafa KemaJ, Ankara'daki ingi liz temsilcilerle ku rduğu dostane i l işkilerin istanbul konferansı üzerinde etkide bulunacağ ın ı ummuştu . ingil iz Elçi l iği'nde (o sıralar elçil ik henüz istanbuI'daydl) ikinci katip konumunda bulunan genç Knox Helm ile arası özell ikle iyiyd i . Helm, hükümeti çekip çeviren genç Türk devlet adamlarına hayranl ık duyuyordu ve Gazi i le arkadaş olmuştu. Sonraları, Çankaya'da, bugünkü botanik bahçesi i le cumhurbaşkanlığı köşkü arasında güzel bir bahçeli eve yerleşmişti. B ir süre sonra Ankara'ya yerleşen ingi liz Konsolosluğu bu evi kendi binasının bir parçası hal ine getirecekti . Knox Helm,
ÖlÜmsÜZ AtatÜrk
Mustafa Kemal' in poker oynadığı arkadaş grubunun bir parçası haline geld i . Poker oynamayı çok seven Gazi, sık sık, sabahın erken saatlerine kadar arkadaşlarıyla bütün bir geceyi poker oynayarak geçiriyordu . Oyun oynamak için Ankara'daki Anadolu Kulübü'nde buluşuyorlardı; ne var ki, bir i ngi l iz diplomatı ile kurduğu bu yakın i l işki, Musul sorununun her ik i tarafı da tatmin edecek bir çÖzüme kavuşturu lmasında hemen h iç etkili olmadı . Sorunun Milletler Cemiyeti'ne götürülmesi ve bu uluslararası organ çerçevesinde ele alınması kararlaştırıld ı .
Mi l letler Cemiyeti temsilcileri Musul'a bir d izi z iyaretlerde bulundular. Bu yetkili ler, Kürtlerin bölgede ağırl ıklı bir nüfus üstünlüğüne sah ip olduğuna karar verd iler; Kürtler ise i ng i l izlerle yaptıkları ve kendilerine özerklik tanıyan anlaşmadan hoşnut görünüyorlard ı . Ayrıca, Kürtlerin Türk oldukları şekl indeki Türk tezi kabul görmedi . Cemiyet'in oluşturduğu komisyon, Musul meselesi ile i lgi l i raporunu Eylül 1 925'te açıkladı. Genel eğil im açıkça Musu l 'un I rak'a bağlanması yönünde olduğu için bÖlgede bir referanduma gidi lmesi uygun görülmüyordu. Rapor, Musul'un I rak'a bağ lanmasını ve yirmi beş yı l süresince Mi l letler Cemiyeti'n in mandası altında kalmasını öneriyordu . i ng i l izler komisyonun öneris ini kabul etmeye hazırdı lar, ancak uz laşmaz bir tavır takınan Türkler bu öneriyi reddettiler. Tü rkiye Cenevre'deki delegelerin i geri çağ ırdı; bunun üzerine, Mi l letler Cemiyeti' n in elinde, Türklerin onayı olmaksızın Musul'da bir manda yönetimi i lan etmekten başka bir seçenek ka lmadı . Tü rkiye, ing i ltere ve I rak arasında, Musu l 'un I rak'a verilmesinin resmen kabul ed i ldiği b ir anlaşma ancak 1 926 yıl ı Haziran ayında imza lanabi lmiştir. Bu meselede petrol pek önemli bir rol oynamış görünmüyor. ingi l tere, kendi tutumunun izlediği petrol politikas ın ın açık bir uzantısı olarak görülmesin i istememiş, Türkler ise meseleyi ekonomik çıkarların korunmasından ziyade bir toprak sorunu olarak görmüşlerd ir. Gerçekte, Tü rkler, n iha i oiarak, petrol h isseleri yerine kend ilerine 500.000 ingi l iz sterl in i nakit para ödenmesini kabullenmişierd i . Musul sorununa günümüz koşul lar ında bakan Türkiye'deki revizyonist tarihçi lerin böyle bir an laşmayı hiç de akla uygun bulmadıklarını belirtmek gereksiz olsa gerek.
Kişilik BÖlÜnmesi
Mustafa Kemal' in Musul sorununu olabildiğ ince kısa bir süre içinde çözüme kavuşturmaya kend isini zorun lu h issetmesine yol açtığ ın ı düşündüğümüz bir d iğer öneml i faktör, Musul müzakereleri yapı ldığı s ıra patlak veren ve Kemal ist Türkiye açıs ından ciddi bir tehdit oluşturan Kürt ayaklanmasıyd ı . 1 925 yıl ı Şubatı 'nda, Fırat nehrinin üst tarafındaki Dersim bölgesinde bir Kürt ayaklanması başladı. Ku rnaz, zengin bir toprak ağası olan ve Mustafa Kemal ' i dinsiz biri olarak gören Şeyh Sait l iderl iğindeki Kürtler, pad işah l ığın ve ha l ifel iğin yeniden tesis edilmesi ve şeriata uygun bir yönetim kurulması peşindeyd iler. Ayaklanmada ayrıl ıkçıl ık da rol oynuyor olmakla bir l ikte, ayaklanmaya damgasın ı vuran retorik esas olarak d insel öğeler içeriyordu . Ayaklanmanın üstesinden gelme sorumluluğu Başbakan Fethi'ye b ırakı ldı . Fethi, görünüşte hastal ığı dolayısıyla (gerçekte ise Mustafa Kemal' in isteğ i üzerine) kısa bir sü re önce bu görevden istifa etmiş olan ismet' in yerine başbakanl ık koltuğuna oturmuştu . Gazi, ismet Bey'den hoşnut olmayan yeni kurulmuş Terakkiperver Fırka 'nın liderlerin in öfkesini yatıştırma arayışı içindeydi. Bu partin in liderlerinin kendisine karşı bir komplo içinde olduklarından kuşkulanıyar ve onları Kürtlerin ayaklanmasının sorumlusu olarak görüyordu . Fethi sorunu kontrol altına almaya, dikkatlerin Terakkiperver F ırka'dan ziyade Kürtler üzerinde yoğunlaşmasını sağlamaya çalıştı. Parti liderlerinden partiyi kapatarak hükümetin Kürt ayaklanmasını bastırma g i rişimlerine destek vermelerini istedi. liderler partiyi dağıtmayı reddettiler, ancak hükümetin ayaklanmayı bastırmaya yönelik önlemlerine destek vereceklerini bildirdiler.
Bu uzlaşma ne ayaklanmanın bastırılmasına, ne de Mustafa Kemal'in kuşkularının dağı lmasına yetti. Hemen Ankara'ya gelen ismet, Kürtlerin yan ı sıra Terakkiperver F ırka'nın bastırı lmasın ı sağlayacak sert önlemlerin arayışında olan meclisteki mil letvekillerin in başına geçti. Bunlar, basına sansür konmasını, adaletin ve asayişin h ızla sağlanması konusunda meclise karşı sorumlu olacak istiklal Mahkemeleri 'n in tekrar kurulmasını talep ediyorlardı . Meclise, Mustafa Kemal' i mi lletvekillerine bir konuşma yapmaya zorlayan karışık, belirsiz bir hava hakim oldu . Mi lletvekil lerin i, u lusa sahip çıkı lması ve u lusal devrimi başlatmış olanların mese-
Ölümsüz Atatürk
leye el koyması gerektiği konusunda uyard ı . Mustafa Kemal' in güçlü ikna yeteneği bir kez daha beklenen etkisin i gösterdi ve Fethi 'nin kabinesin in aldığı kontrol tedbirleri i le i lgi l i oylamada hükümete güvensizlik oyu veri ld i . Bunun üzerine Fethi ve kabinesi görevden çekildi; bundan sonra, ismet Bey, 1 937 yı l ına değin sürdüreceği başbakanl ık görevine yen iden döndü.
Güneydoğu bölgesinde bir düzine kadar şehre yayı lmış Kürt .ayaklanması ciddi boyutlara ulaştı. Meclis, sansüre ve istiklal Mahkemeleri'n in yen iden kuruluşuna izin veren bir yasa önerisini kabul etti. Gerekli koşullar hazırlan ı r hazırlanmaz Türk ordusu Kürtlere karşı saldırıya geçti. Kürt ayaklanması, başlangıcından itibaren iki ay içinde bastırıldı. Şeyh Sait' in kendis i de yakalanan isyancılar arasındaydı . Bir istiklal Mahkemesi 'nde yarg ılanan Şeyh Sait, vatana ihanet etmekten suçlu bu lundu . Sait, Mustafa Kemal' in yen i Türkiyesinin kırmızı beyaz bayrağına karşı islam adına yeşil bayrak açarak ayaklanma başlatmış, başarısızlığa uğrayarak bu cüretkarl ığ ının bedelini yaşamıyla ödemişti. 1 925 Haziran ayının sonunda, Diyarbakır'ın en büyük camis in in önünde toplanmış halkın huzurunda idam edild i .
Kürt ayaklanmasının patlak vermesinin üzerinden dört buçuk ay kadar b ir zaman geçmişti . Şeyh Sait'in isyan ının yol açtığı huzursuzluk ortamın ı fırsat bi len Mustafa Kemal, Büyük M illet Meclisi ' nden, asl ında Terakkiperver Fı rka'nın kuru lmasıyla somut bir biçim ve ifade kazanmış olan muhalefet hareketini tasfiye etmek için kul landığı olağanüstü yetkiler a lm ıştı . Basında çıkan kendis ine yönelik olumsuz eleştirilere karşı çok hassas davranan hükümet, yeni tedbirlere başvurarak istanbul'da bir dizi gazeteyi kapattı. Yazı işleri müdürleri baskı a lt ında tutu ldu, hatta bunla rdan bir i Ankara'n ın kuzeydoğusuna düşen Çorum'a "sürgün" gönderi ldi . Marksist eğ i l imler gösteren bir gazete kapatı ldı ve yazarlarından bazıları hapis cezalarına çarptırıld ı . Daha sonraları Gazi'nin çok önemli bir biyografisini kaleme alacak olan Şevket Süreyya Aydemir de bun la r arasındaydı . M uhalefete karşı g irişi len bu kampanyanın nihai ü rünü, Terakkiperver Fırka 'n ın 3 Haziran 1 925 günü kapatılması oldu .
Mustafa Kemal karşılaştığı siyasal sorunlara çözümler ü retme yeteneğini gösterirken, Uıtife i le olan i l işkisindeki sürtüşmenin
Kıtlılk BÖlÜnmesi
şiddeti giderek artıyordu . Latife, 1 924 yı l ı Ağustosu'nda savaşın yıldönümü dolayısıyla konuşma yapmak için Afyon yakın larındaki Dumlupınar'a g iden Mustafa Kemal'e eşl ik etmişti. Çift, Dumlupınar'dan sonra Bursa'ya geçti; çok mutlu görünüyorlard ı . Buradan gemiyle istanbul'a doğru yol alı rlarken, Mustafa Kemal kararını değ iştirerek geminin istanbul'a uğramadan Boğaz'dan Karadeniz'e çıkmasını isted i . Bu, Türklerin bağımsız l ık savaşını başlatmak üzere Bandırma adlı eski bir buharl ı vapurla istanbul'dan Samsun'a gitmek zorunda kaldığı sıkıntıl ı yolcu luğa karŞı bir misil leme id i . Şimdi, ayn ı sularda eşiyle birl ikte bir Türk gemisiyle huzur içinde yol al ıyordu .
Samsun'u geçip kıyı boyunca Trabzon'a kadar gittiler. Çeşitli l imanlarda kısa aral ıklarla yolcu luğa ara verd i ler. Halkla söyleşmekten hoşlanan Mustafa Kemal buralarda kalabal ık insan toplu luklarıyla karşı l ıkl ı sohbetler yaptı. Latife, Gazi'ye hayranl ıkIarın ı açıkça ortaya koyan kad ınlara karşı kıskançlık h issediyordu. Ancak, oniarın keyfini kaçıran asıl olay, E rzurum'u vuran şiddetli deprem haberi oldu. Gezisini yarıda kesen çift gemiyle Samsun'a geri döndü, buradan otomobil le afet bölgesine g itti . Samsun'dan yola çıkarken, yolculuğun nasıl yapılacağı konusunda aralarında bir anlaşmazl ık yaşandı. Mustafa Kemal, Salih ve Kılıç Ali 'n in kendileriyle aynı otomobil içinde seyahat etmelerinde ısrar etti. Latife kendisin i bir sohbetten d ışlanmış hissettiği zamanlar somurturdu . Tokat'a u laşıldığında herkes yorgundu, oyalanmadan akşam yemeği yediler. Yemek masasında Sal ih ve Kıl ıç Ali 'n in yan ı sıra Tokat valisi de vard ı . Yemekte a lkollü içki yoktu, deprem haberin in al ınmasından sonra Mustafa Kemal alkol almayı kesmişti. Bu belki de deprem kurbanlarına duyulan saygın ın bir işaretiydi, fakat böyle bir durumda Gazi'n in a lkale ara vermesi olağan bir durumdu. Gazi, ü lkesinin iyil iği ve çıkarı onun uyanık olmasını gerekti rdiği , b ir soruna çözüm bulunmasının zorunlu olduğu zamanlarda içmezdi .
Tokat'taki yaşam Ankara'ya oranla sakin ve renksizd i; şehir hemen her bakımdan geri bir gelişmişl ik düzeyindeydi . Yolculuk grubu bitkin düşürmüştü, fakat Latife gidip yatacakları n ı söyleyip kendisi ve kocası için izin isteyince, Gazi yatmayı reddetti. S in irl i bir şekilde odayı terk eden Latife üst kata çıkıp ayakkabı-
ÖlümsÜz Atatürk
sıyla odanın zemin in i dövmeye başladı (Bozdağ 1 975a, s .253) . Yemek odasındaki ler latife' n in bu davran ışı karşıs ında şaşkın l ıktan donakald ı lar. Mustafa Kemal belki de evlenmekle yan l ış bir iş yapmış olduğunu söyled iği zaman, böyle b i r olaya tanık olmanın mahcubiyetin i daha çok hissetti ler. E rtesi gün, depremin etkilediği d iğer b i r şeh ir olan Erzincan'a doğru g id i l i rken, Mustafa Kemal ve lc3tife arasındaki somurtkan l ık devam ediyordu . i kinci tatsızl ık, Erzincan'daki akşam yemeği s ı rasında Mustafa Kemal bir paşan ın eşine güzel l iğ i dolayısıyla kompl iman yaptığ ında yaşandı . latife masada bulunan ların yan ında, Gazi 'n in bu davranışına kızmış olduğunu açıkça bel l i etti. Sabah olduğunda yola çıkı l ı rken, Mustafa Kemal paşanın karıs ın ı kend i a rabasına davet etti; böylece latife bir başka otomobile b inmek zorunda ka ldı .
Aralarındaki didişme can sıkıcı bir düzeye u laşmış olmakla bir l ikte, depremin Erzurum'da yol açtığı korkunç tablo karşısında bu küskünlük unutu ldu. Şehri birl ikte dolaşan Mustafa Kemal ve latife, görüntüler karşısında adeta afal lamışlard ı . Binaların hemen hepsi yıkı lmıştı, insanlar çad ırlarda yaşıyoriard ı . Can kaybı çok yüksekti. Mustafa Kemal' in sabrı depremin yerle bir ettiği Erzurum'da taştı ve eşinden Ankara'ya geri dönmesini istedi . Ara larındaki gerg in l ik ve küskünlüğe karşın, Uıtife kendisine eşl ik eden Sal ih ve Kıl ıç Ali i le bir l ikte dönüş yolcu luğuna başlarken Gazi ona iyi yolcu luklar di lemeyi unutmadı . Mustafa Kemal ve latife arasındaki havanın bir günden d iğerine değiştiğinin bi l incinde olan Sal ih ve Kıl ıç Ali , ikis in i barıştırmak için kendi aralarında bir plan yapmışlard ı . Kı l ıç Al i , Mustafa Kemal' in eşine karşı duyduğu öfkenin yatışıp yatışmadığın ı anlamak için E rzurum'a geri döndü . Plana göre, Sal ih yolda bulundukları yeri bild i rmek iç in Kıl ıç Al i'ye bir telgraf çekecek, Kı l ıç Ali bu telg rafa E rzurum'daki havayı bi ld iren bir telgrafla karş ı l ık verecekti : Eğer Gazi sakin leşmişse, Kıl ıç Ali telgrafında "Hasta iy"', eğer öfkesi yatışmamışsa "Hastanm ateşi hala yüksek" diyecekti (Bozdağ 1 975a, s .261 ) . Sal ih'e u laşan i lk telgrafta hastanın hala yüksek ateşte olduğu bi ldiri l iyordu, fakat ikinci telg rafta hastanın iyileştiği yazıl ıyd ı . Bu arada Sal ih ve latife Ankara'ya doğru oyalanarak yol al ıyoriardı ve ikinci telgraf a l ındığında Ankara i le Erzurum arasın-
Kişilik BÖlÜnmesi
da bir yerde olan Kayseri'deydiler. Mustafa Kemal' in kendisini yeniden yanında görmeyi kabul ettiğini öğrenen UHife, Kayseri'de kaldı; çift burada yeniden bir araya geld i . Buradan, ikinci bir balayı gezisine çıkarak Türkiye'nin güneyindeki Akdeniz sahilleri üzerinde bulunan Adana ve Mersin'e gittiler. Ne var ki, Uitife'n in kıskançl ığının devam edeceği, 1 925 yılı yazına gelindiği o günlerde çift arasındaki i l işkinin yoluna girmesinin olanaksız göründüğü çok geçmeden gözle görülür hale gelecekti.
Evinde mutsuz pek çok koca gibi, Mustafa Kemal sık sık kendisini Çankaya'daki evden uzak tutmaya başladı; zamanın önemlice bir bölümünü ya ahbaplarıyla poker oynayarak ya da kendisini tamamen önemli siyasal gelişmelere hasrederek geçiriyordu . Evi koruyan muhafızlarla senl i benli konuşur, onlarla şakalaşır, hatta kışlada yatıp kal kan bir askermiş gibi onları güreşirken izlerdi . Yine onlarla şakalaşıp sohbet ettiği bir gece, L.3tife'nin avaz avaz bağıran sesi işitildi . Kendisine Kemal d iye sesleniyor, ondan askerlerle sen l i benli olmayı bırakıp hemen içeri gelmesini istiyordu . Bu olay, Mustafa Kemal açısından bardağı taşıran son damla oldu . Salih ve Kı l ıç Ali'den ertesi gün kendisiyle birlikte Ankara'dan ayrı lmaya hazır olmalarını istedi . ismet Bey'e telefon ederek eşinden boşanmak üzere olduğunu bildirdi. Sabahleyin en yakın arkadaşlarıyla birlikte Ankara'dan ayrıldı. Kıl ıç Ali, L.3tife'nin izmir'deki a i lesin in yan ına g itmesini sağlamak için Ankara'da kald ı . Gazi Türkiye'de yen i medeni kanun ancak 1 7 Şubat 1 926'da kabul edildiği için, kocaya evl i l ik akdini tek yanl ı olarak sona erdirme şansı veren islami yasalara göre Latife'den boşa nma şansına sahipti . 5 Ağustos 1 925 günü boşand!, evl i l iği i ki yıl, altı ay, dört gün sürmüştü.
BÖlüm 21
PANAMA ŞAPKALI ADAM KIZ EVLATLIKLAR EDiNivOR
M ustafa Kemal annesi Zübeyde'nin mezarın ı ilk ziyaret ed i-ş inin hemen ardından Latife'ye evlenme teklif ettiğinde,
Latife, Mustafa Kemal için, tesel l i bulma açısından hep kendisine bağımlı kalmış yaslı annesinin karşıtı bir kadın ı temsil ediyordu. Zübeyde'n in söz konusu bağ ımlı l ığı, Mustafa Kemal tarafından tehditkar bir boğuculuk olarak yaşanmıştı. Avrupa eğitimi almış, batı l ı bir yaşam tarzını benimsemiş Latife, Mustafa Kemal'e, başkaları tarafından mağdur edilmiş kederli bir kadın değil; utku sahibi, karmaşık (sophisticated) bir kadın olarak görünmüştü. Bununla birl ikte, aynı kutuplar birbirin i iter özdeyişine uygun olarak, Latife paradoksal bir biçimde kocası için boğucu bir eş hal ine geld i . Mustafa Kemal tıpkı gençl iğinde yapmış olduğu g ibi, onun boğucu luğundan ayrılmayı becerdi . Eşinden boşanmak suretiyle hem kendisini özgürleşti receğini, hem de kederli annesini temsil etmiş olan u lusunu geçmişin egemenl iğinden kurtaracağını umuyordu . U lusun özgürlüğüne kavuşmasıyla birl ikte, onarılmış anneye (repaired mother) geri dönmeyi ümit edebil ird i . Dolayısıyla, boşanması, onun kendisini kararlı bir şeki lde ulusun işlerine vermesine olanak tanıyacak psikoloj ik mekanizmayı harekete geçird i . Şimdi, Türk u lusunu modernize etmek için çal ışacaktı .
Mustafa Kemal ' in attığı adımların bazı ları Batı l ı lara önemsiz görünebil ir; ancak, bun lar, Mustafa Kemal ' in içinde yaşad ığı zaman ve mekan açısından devrimci bir içeriğe sahiplerdi ve Mustafa Kemal attığı bu adımlarla halkına olanaksızı olanaklı kı lma yeteneğine sahip olduğunu bir kez daha kanıtlamış oluyordu . Söz konusu adımlardan biri, geleneksel bir başl ık olan fesin kald ırılarak bunun yerine batı l ı tarz şapkanın i kame edi lmesiydi .
Yakındoğu toplumu, yirminci yüzyı l ın kendisini zorla dayatan modernizasyon hareketi öncesinde, cemaat bağların ın hayli güçlü olduğu bir toplumdu ve bir kimsen in kiml iği onun d insel i l işkisine yakından bağl ıyd ı . Kiş in in mensup olduğu dinin en bel irg in
panama Şapkalı Adam_
dışavu rumlarından biri, o kişinin g iysi leri ve başına taktığ ı başlık türü idi . Ayrıca, bun lar, sık s ık o kiş in in sahip olduğu toplumsa l statüye de işaret ederlerdi, tıpkı aksanın (accent) ing i ltere'de bu açıdan sahip olduğu rol g ibi . Geleneksel ola rak, Müs lüman lar ın başlığ ı türbandı . Tü rban, namaz s ırasında aln ın yerle temasın ı kolaylaştı rıyor, ayrıca güneş ışınlarına karşı koruma sağ l ıyordu . Hadisler, türbanın Müslümanlar a rası ndaki benzersiz yerini daha da sağlamlaştı ran bir diğer faktördü . "Allah ve melekler, Cuma namazında başına türban giymiş olanlan kutsarlar" ve "Türban, inanç ile inançsızllk arasındaki sln/rdır' şekl indeki sözler, bu özel başl ığın kutsa l l ığ ına işaret eder. Müslümanlara kendi lerini ayırt eden kıyafetlere sadık kalmaları öğütlenirken, gayrimüsl imlerin Müslümanların g iysi lerini ben imsemeleri yasaklanmıştı.
Siyasa l değişimler özel l ikle de bir hanedanın yerin i bir diğerine bırakması ve hatta ayn ı hanedan içinde bir yöneticinin d iğerinin yerine tahta geçmesi çoğu kere başl ıktaki bir değişime de yol açıyordu . Safevi hanedanına, dayandığı askeri gücü sağlamış olan Türk boylar ın ın kızıl bir başl ığ ı benimsemeleri, bu konuda en bi l inen örneklerden biridir- 120 Bu başlıkları nedeniyle kızılbaş olarak anı l ı rlar. Osmanlı larda, başlı k konusunda en d ikkate değer değ işikl ik, 1 826 yıl ında Padişah ii. Mahmut'un on sekizinci yüzyıl son larından itibaren g iderek bir huzursuzluk kaynağı haline gelmiş olan dikbaşlı yeniçerilere karşı askeri bir harekata giriştiği zaman yaşandı . Yeniçeriler rahata a l ışık oldukları istanbul 'dan uzak yerlerde askeri seferlere katı lmak istemiyorlardı; sürekli o larak saraydan hediye ve özel ödemeler talep ediyorlar, ellerinde bulundurdukları askeri gücün zayıflamasına yol açan bir d izi ayaklanmaya kalkışıyorlardı. Bürokratlarla, önde gelen din adamlarıyla ve askeri liderlerle bir koalisyon kuran II. Mahmut, 1 5 Haziran 1 826'da Yeniçeri Ocağı 'n ı kapattı . Yeniçeriler bir süre dirend i ler, ancak padişaha bağl ı askerler bunların kışlalarını topa tutarak direnişi kırdı lar ve böylece yeniçerilerin tasfiyesi zorla gerçekleştiriimiş oldu .
Batı l ı modele uygun yeni b i r ordunun kurulması zorunluluğu ile yüz yüze ka lan Padişah I I . Mahmut, yeni ordu için yen i bir
120 Şah ismail'in kurduğu Safevi hanedanlığı iran'ı l S00'den 1722'ye kadar yönetti. Safevilerin dünya görüşü güçlü biçimde Şii inançlara dayanıyordu.
.
Ölümsüz AtatÜrk
başlık bel irled i : Fes. Daha önce Kuzey Afrika'da ve Akdeniz'de Osmanl ı egemenl iği altındaki adalarda yaşayan Yunanl ı lar tarafından g iyilen fes, ilkin Osmanl ı ordusunda ku l lanı ldı , ard ından 1 829 yıl ında çıkarılan bir yasayla bir l ikte d iğer Osmanl ı memurlarının takması zorunlu bir başlık hal ine geld i . Avrupal ı çağrışımIara sahip olmasına karşın, Müslümanlar gönülsüz de olsa fes takmayı benimsedi ler ve bu başl ık bir süre sonra islamın evrensel bir simgesi durumuna geldi .
Mustafa Kemal, fesin islam kültürünün ayrılmaz bir parçası hal ine gelmesinden yüzyıl kadar sonra, fesin Türk toplumundan ka ldırıp atı lmasını önerd i . Köylülerin batı l ı gibi görünmelerini, kendilerin i karakterize eden geleneksel g iysilerinden arınmalarını istiyordu . Osmanlı imparatorluğu'nun Batı dünyası yüzünden yaşamış olduğu büyük sıkıntılara karşın, Mustafa Kemal ateşli bir batı uygarlığ ı yandaşıydı; ona göre, dünyada ''yalntzca bir tek uygarhk vardı" ve o da Batı uygarl ığ ıyd ı . Osmanl ı dönemlerinde uygu lanmış islami pratiğin, uygarl ığ ın Türkler arasında gelişmesini engellemiş olduğunu düşünüyordu . islami pratikleri çökertmeye giriştiğinde, gerçekte içinden geldiği ve kendisine hizmet ettiği ulusun kültürüne saldırmış oluyordu. Mustafa Kemal, anne imgesinin "kötü" yanları ile (bu "kötü" yanları annesinin sürekli yas içinde olmasının ve kendisine doyurucu bir annelik veremeyişin in sorumlusu olarak görüyordu) bell i islami pratikler arasında bir i l işki kurmuş olmalı . Türk toplumunun o "kötü" pratiklerden arındırı lması, (her zaman tamire ihtiyaç duyan annesiyle özdeşleştirdiğ i) u lusu iyi leştirmeye ve u luslar ai lesi içinde hak ettiği yeri ve rolü üstlenmesi için Türkiye'yi onarmaya hizmet edecekti.
Türklerin giyim tarzını değişti rmeye kararlı o lan Mustafa Kemal, yanında Nuri , bir başka arkadaşı, iki yaveri ve sekreteri olmak üzere 25 Ağustos 1 925 sabahı Ankara'dan ayrı ld ı . Ankara'n ın kuzeyinde yer alan, Mustafa Kemal ' in Tü rkiye'n in en muhafazakar şeh irlerinden biri olduğunu duyduğu Kastamonu'ya gid iyorlard ı . Orada Türklere şapkayı tan ıtacak, batı l ı g iysileri be� nimsemenin gereği konusunda halkı ikna etmeye çalışacaktı. Bu, Amerikan başkanın ın çöllerde yaşayan bir Arap göçebe gibi g iyin ip New York şehrinde insanlardan kendisi gibi g iyinmelerini istemesi g ibi bir şeydi.
_panama Şapkalı Adam
Mustafa Kemal, büyük taarruz sırasında Yunanl ı lara en güçlü oldukları noktadan saldırması g ib i, kıyafet reformunu başlatmak için muhafazakarl ığın ve islama bağlı l ığın en güçlü olduğu şehri seçmişti. Daha önce bölgeye h iç g itmemişti, ancak yolculuk sırasında Padişah Yıldırım Beyazıt' ın Timur'a karşı 27 Temmuz 1 402'de giriştiği büyük savaşın yaşanmış olduğu yerden geçeceklerin i bi l iyordu . Esenboğa ovasında Timur, Osmanlı ordusunu bozguna uğratmış, Beyazıt'ı esir almıştı. Ard ından, henüz yen i yeni palazlanan Osmanl ı imparatorluğu'nu yerle b i r etmişti, Osmanlı ların bu yeni lg in in yaralarını sarması otuz yıla yakın bir zaman almıştı. Mustafa Kemal, Timur'a hayrand ı; Türklerin kend i soylarından geldiğin i ileri sürdükleri b u adamın dünya tarih in in en büyük askeri komutanlarından bir i olduğunu düşünüyor, Timur hakkındaki kitapları okumaktan çok hoşlanıyordu . Girişmiş olduğu bu eylem askeri bir n iteliğe sahip olmamakla birl ikte, çetin b ir savaşı andırıyordu. Mustafa Kemal yolculuk s ırasında yan ındakilere Timur'dan ve onun stratej i lerinden söz etti. Çorak yolda g iderken, Mustafa Kemal, Timur zamanında Orta Anadolu 'nun ormanlarla kapl ı olduğunu hatırladı; devlet koruyucu bir orman politikasına sahip olmadığ ı iç in zaman içinde ormanlar talan edilmiş ve bölge çoraklaşmıştı. Mustafa Kemal Anadolu 'nun bu bölgesini yeniden ağaçlandırmayı düşledi.
Aynı gün, Kastamonu'nun güneyindeki Çorum şehrinde, grubu karşılayan ka labalık Gazi'yi Avrupalı giysiler iç inde gördüğü zaman afallamış olmalı. Giyd iği takım elbise yeşi l keten bezinden dikilmişti, ancak elbisenin kesimi açıkça batı l ı modellere uygundu. içine bir gömlek giymiş boynuna kravat takmıştı; elinde beyaz, bantsız bir Panama şapkası vard ı . Onun şapkasız olduğunu gören insan lar, saygı gereği başlarındaki fesleri, türban la rı, ka lpakları çıkardı lar ve Mustafa Kemal'i coşku ve alkışlarla karşıladılar. Şehir halkı yol boyunca zafer takları kurmuştu. Gazi bunların altından geçerken, hem kendisine duyulan sayg ın ın bir göstergesi olarak, hem de onun tal ih in in açık olması için, getirilen koyunları kesip kurban ediyorlard ı . Ulusal kahramanın batı tarzı giysileri ile onun önünde gerçekleştirilen geleneksel islami kurban kesme pratiği a rasındaki tezat çok çarpıcıyd ı . Ortam, Mustafa Kemal'in kendisini, görkemli karizmatik bir lider olarak öne çıkarma-
ÖıÜmsüz Atatürk
sı açısından idealdi . Nitekim Gazi vakit yitirmeden harekete geçti . Kalabalığın arasına girip insan larla el sıkışırken onlara şöyle sordu : "Şapkalanmz nerede ?" (Aydemir 1 969, 3 . Cilt, s .237) .
Kastamonu Gazi'yi karşılamaya hazırd ı . Şehrin önde gelenleri bölgedeki bütün otomobil lerin bir a raya toplanmasın ı istemişlerd i . Yirmi kadar otomobi l, Mustafa Kemal' i şeh rin hemen dışında, yolda karşı ladı . Kurtarıcı iyice yaklaşıp gözle görü lür yakınl ığa geldiğinde heyecan doruğa çıktı . Yine keten bezinden yapılmış takım elbisesini giymişti ve elinde Panama şapkası vard ı . Mustafa Kemal ka labalığın a rasına girip yürümeye başladığı zaman, sanki birisi işaret vermiş gibi, herkes kend i l iğ inden başındaki Müslüman başl ığı çıkard ı . i nsanlar, Gazi 'yi başı açık görmenin i l k şaşkın l ığ ın ı atlatt ıktan hemen sonra itaatkar b i r tavırla başl ıkların ı ç ıkarıp diğerlerine katılıyorla rd ı . Yeni tarz şapkayı kabul ettiğ ini daha vurgulu bir şeki lde ifade etmek isteyen birkaç kişi, hemen el yordamıyla kendilerine birer şapka yapmış ve bunları başlarına geçirmişlerd i .
Mustafa Kemal, karizmatik bir lider olarak, istediği an nazik ve yumuşak i kna tarzından (bir anne imgesi) otoriter bir baba tarzına geçme yeteneğine sahipti . Kastamonu'daki i kinci gününde, kıtada g iyilen bir mareşal üniforması içinde askeri bir garnizonu ziyarete gitti. Kışlada teftişe henüz başlamıştı ki, üzerinde · "Bir Türk on düşmana bedeldir" yazılı bez bir afiş gördü. Nöbetçi subayını yanına çağırdı ve afişte yazı lanın doğru olup olmadığ ın ı sordu . Subay, "Doğrudur, Paşam!" d iye karşı l ık verdi . Bunun üzerine, Gazi, h iddetli, karizmatik lider tavrıyla bağırdı : "Bana göre deği/o Bir Türk dünyaya bedeldir!" ( imece 1 959, s.41-
Kastamonu'da kalmayı sürdüren Mustafa KemaL. 26 Ağustos'ta belediye binasında bir grup yetkiliyle görüştü . Türkiye'yi modern dünyan ın parçası durumuna getirmek ve onu islam' ın kötü yan la rından ayırmak isteğiyle doluydu. Fesle ve onun altına g iyilen takke i le a lay eden Mustafa Kemal, düşüncelerin i açıklamaya girişti:
"Bizim ktyafetimiz milli midir? (Hayır sesleri) . Bizim ktyafetimiz medeni ve beynelmi/el midir? (Hayır, hayır sedaları) .
Panama Şapkalı Adam
Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval, üstü şişane diye ifade olunabilecek bir k/yafet, ne millfdir ve ne de beynelmileldir. O halde k/yafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? Böyle tasvif olunmağa razı mısmız, arkadaşlar? (Hayır, hayır, katiyyen sesleri)" ( imece 1 959, s. 1 7- 1 8) . Sonraki gün Gazi ve grubu Kastamonu'dan ayrı larak Karade
niz kıyıları üzerindeki i nebolu 'ya geçti. Burada, yine batı l ı g iysi ler içinde ve elinde Panama şapkası olduğu ha lde, halka düşüncelerini aktarmayı sürdürdü . Uygarl ıktan ve kalkınmaya duyulan ihtiyaçtan söz ett i . Cah i l l i k, Tü rk toplumunun ortadan ka ld ır ı lması gereken bir d iğer zaafıyd l . Kuşkusuz, burada i lg inç bir not olarak Mustafa Kemal' in annesinin de okuma yazma bi lmediğ in i hatırlatmak gerek. Mustafa Kemal ' in konuşma kayıtları onun özel l ikle etkileyici bir tarzda konuştuğuna işaret etmiyor; bununla bir l ikte, kalabal ıkta kendi düşünceleri doğru ltusunda b i r arzu ve heyecan yaratabilmiştir: "Bir ulusun uygar bir tarzda giyinmeden uygarlaşabilmesi mümkün müdür?" diye bağı rıyor, bunun üzerine ka labal ık "Asla! Asla!" diye karşı l ık veriyordu . Ardından, "Uygariaşmamış insanlar olarak tamm/anmayı kabul ediyor musunuz?" diye sürdürüyor, halk yine "Asla! Asla!" diyerek haykırıyordu. Sonra, Gazi halkı mücevherle -ama çamura bulanmış mücevherle- karşılaştırmaya g irişiyordu : "Mücevherin ışıldamasmı istiyorsamz, onu üzerindeki çamurdan armdırmamz gerekir" d iyordu. Çamurdan kurtulmak, "ayağa giyilen ayakkabtfan, bacağa giyilen pantolonu, yakasma kravat bağlanmış gömleği, ceketi ve doğal olarak, bunlarm tamamlayıcısı olan ve insanlan güneşten koruyan bir baş!Jğl" da gerektiriyordu . Bundan sonra, kıyafet devriminin en bi l inen ifadelerini s ıralamaya geçti. Kendisini dinleyenlerin önünde, parmağıyla elindeki Panama şapkasını göstererek, "Bunun adı şapkadır" dedi ve devam etti: "Dinsel yasalann bunu giymeye izin vermediğini söyleyenler var. Onlara cahil 01-duklarmı söylememe izin verin. Onlara sormak istiyorum: Yunanıtlann baş!Jğl olan fes giymek dinen makbul oluyor da şapkayı giymek neden yasak oluyor?" ( imece 1 959, s.46).
Bu konuşma yeterince sarsıcıydı, ama Mustafa Kemal daha kışkırtıcı şeyler de söyleyecekti. Gazi, Türkiye'de kadın ların ezi l ip horlandıklarını, oysa uygar toplumun kadınların özgürlüğünü gerektirdiğin i söyled i :
Ölümsüz AtatÜrk
"Biz her nokta-yı nazardan medeni insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun sebebi dünyanm vaziyetini anlayamayışımızdır. Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermiyeceğiz. Bütün Türk ve is/dm alemine bakm; zihniyetIerini, fikirlerini medeniyyetin em rettiği tahavvül ve tealiye uydurmadıklanndan ne büyük felaket ve izdlrap içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en nihayet son felaket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak zihniyetIerimizdeki tebeddüldendir. Artık duramayız. BehemeMI ileri gideceğiz; çünki mecburuz. Mil/et vazıhan bilmelidir, medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigane olanlan yakar, mahveder. içinde bulunduğumuz aile-i medeniyede layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu muhafaza ve iyla edeceğiz. Refah, saadet ve insanlık bundadır" ( imece 1 959, s.47) . Kendi içinde zahmete değer önemli bir amaç olan kadınlara
eşit toplumsal statü kazandırılması, Mustafa Kemal' in zihn inde, kendisini kuşatıp boğan annesiyle olan huzursuz i l işkisiyle bağlantı l ıyd l . Dünyanın önünde kendi ayakları üzerinde durmaları için kad ın ları özgü rleştirmek, bir bakıma annesinin imgesini daha az tehl ikeli kılacaktı . Dışarıda ve gözönünde bu lunduğunda, düşmanın tehd itkarl ığı aza l ır .
Bağ ımsızl ık mücadeles in i başlattığı günlerin anı larıyla yüklü olarak Karadeniz kıyı larına yaptığı gezi, Mustafa Kemal'e keyif ve neşe içinde geçen üç gün yaşatt ı . Den izcilerin ve balıkçıların arasına g ird i, onların eğlence ve sonbetlerine katı ldı . Gazi bir kalabalık gördüğünde hemen öne çıkıp kendini gösteriyordu; inebolu halkı, onun tan ınmaya olan görkemlik ihtiyacın ı fazlasıyla doyurmuştu. Kimi konuşmalarında tekrar tekrar vurgu ladığı g ibi, inebolu sakin leri ona büyük bir sevg i ve yakınl ık göstermişlerd i . Onun ağzından çıkan her sözcüğü, sanki annenin memesinden emdikleri birer süt damlasıymışçasına, d ikkatle d inlemişlerd i . Eşan l ı olarak anne/baba (eri lid işii) görüntüsü serg ileme konusunda sahip olduğu benzersiz yetenek, din leyici ler arasında bulunan herkese arad ığı bir şeyi sunuyordu .
.
iyimser, ümitli b ir ruh hali içinde inebolu'dan ayrı lan Mustafa Kemal, yolcu luğuna yine Kastamonu'da ara verdi . Şehirde şapka
Panama Şapkalı Adam
giyen erkekler gördü. Hatta bazı ları şapka bulamamış, kad ın lar ın şapkalar ın ı değ iştirerek onlara erkek şapkası görüntüsü vermeye ça l ışmışlardı. Gezi, Yunanl ı lara karşı kazan ı lan büyük zaferin yıldönümüne rastlad ı . Buna pek ald ı rmadı; ş imdi, askeri başarı larını a rkasında bırakmasını gerektiren bir başka tür mücadelen i n heyecan ına kapı lm ışt ı . O andan itibaren cah i l l iğe ve geri ka lmışl ığa karşı, konferans ve konuşmaların eşl iğ inde yü rütü lecek amansız bir savaşa gi rişmişti. Onun köylü lerin i özgürleştirme amacı i le kendisini çocukluğunun boğucu etkilerinden özgü r/eştirme arzusu birbirinden ayrı lmaz bir biçimde içiçe geçmiş görünüyordu . Kend is ine seçtiğ i hedeflerden biri , tekke ve zaviyelerde odaklaşan ve kend is in i kardeş cemaatları olarak sunan d insel kurumiardı . Osmanl ı Türkiyesinde, imparatorluk sathında örgütlü olan, pek çok şeh i r ve kasabada şubeleri bulunan çeşitli tarikatlar vard ı . Her tarikat kendin i öneml i bir d in i şahsiyetin yaşamı ve işleri üzerinde inşa ediyordu . D insel tören sırasında kendi etraflarında dönen ve merkezleri Konya şehri olan Mevleviler, kendilerine Celalett in Rumi 'n in (1 207-73) yaşamın ı ve onun mistik şi irlerin i esas a lmışlard ı . Bu tarikat şehirlerde oldukça yaygındı ve hükümet çevreleri üzerinde dikkate değer bir nüfuza sahipti. Öğretilerini Anadolu'nun efsanevi Müslüman veli lerinden biri olan Hacı Bektaş'tan alan Bektaşiler, yeniçeri kurumuyla yakın ilişki lere sahiplerdi ve esas faaliyet alanla rı kırsal kesimdi. Ü lkenin kırsal alanlarında dinsel açıdan aziz kabul edilen insanlara yönelik çok çeşitli batıl inançlar vardı . i nsanlar, kendi lerine yard ım edeceği, cezalandırmadan kurtaracağı inancıyla o azizin ruhunu hoşnut kılmaya çalışıyorlardı . içinde kimin yattığı kes in olarak bil inemeyecek kadar eski mezarlar birer türbe hal ine getiriliyor, bunlara muazzam bir d insel önem atfedil iyordu . Bu türbeleri ziyaret edip buralarda dua etmek, buralara yeşil bir bez parçası bağlamak yaygın bir gelenekti.
Halkın islami inancından kaynaklanan ve Mustafa Kemal'in ister istemez annesinin batıl inançlarıyla özdeşleştirdiği bu pratikler onu öfkelendiriyordu. Kastamonu'da yaptığı konuşmalardan birinde, islama atfedilen hurafelere saldırd ı . Kastamonu halkına şu şekilde çıkıştı: "vustai zihniyetlerle, iptidai hurafelerle yürümeğe çalişan mil/etler mahvolmağa veya hiç olmazsa esir ve zelil 01-mağa mahkumdurlaı" (Atatürk 1 952, 2. Cilt, s .2 1 4; vurgular bize
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
ait). Kuşkusuz, kendi çocukluğu sırasında, annesiyle olan karşı lıklı etkileşimi içinde, kendisinden önceki kardeşlerinin ölmüş olduğunu bil iyordu ve bu durumla i l işkil i olarak kendisi ölümsüz addedilebi lirdi . Bireyleşebi lmek için kendisini annesinin boğuculuğundan kurtarmak istemiş olması gibi, şimdi de toplumu bu hurafe· Ierin nüfuzundan kurtarmak istiyordu .
Mustafa Kemal' in Ankara'dan i nebolu'ya kadar uzanan ve yine başkentte son bulan bu gezisi dokuz gün sürmüş olmakla birl ikte, bu kısa zaman aralığında Türklerin dünyalarında önemli bir yere sahip pek çok geleneği parçalamayı başarmıştı. Ankara'ya girerken kendisini karşılayan kalabal ık Mustafa Kemal'i şaŞırttı: i nsanların hepsin in başında Panama şapkası vardı . O gün çeki len bir fotoğraf, şapkaların pek çoğunun sahiplerin in kafasına tam oturmadığını gösterir, bunlar ya çok küçük, ya da gereğinden büyüktür. Şimdi Ankara'da şapka takanların sayısı fes g iyenıerin sayıs ın ı aşmıştı . Gazi, uzun gezisi boyunca yaptığı konuşmaların ardından, islami geri kalmışl ığın dışavurumlarına karşı giriştiği savaşı pekiştirmek üzere, bir dizi yasal düzenlemeye gitti . 2 Eylül 'de resmi bir dinsel görevi o lmayanların d in i giysiler giymesi, 25 Kasım'da fes g iyilmesi resmen yasaklandı . Şapka Türklerin u lusal başl ığı hal ine gelecekt i . Yine Kasım ayında tekke ve zaviyeler kapatı ldı, bun ların mal varl ığ ı hazineye aktarıldı . Ayrıca, bun ların d insel törenler yapmaları da yasaklanmışt ı . ı z ı Tekke ve zaviyelerin zorla kapatı lması önemli tepkilere yol açtı, özell ikle de doğunun muhafazakar bölgelerinde. Ne var ki, hükümet hızla harekete geçerek bu huzursuzlukları bastırd ı . Bu yasal düzenlemelerle birl ikte, Mustafa Kemal, gerek kişisel gerekse ulusal açıdan, batıl inançlara ve geçmişin mirasına karşı gi riştiği savaşta d ikkate değer bir başarı elde etmiş oldu .
Geçmişin bıraktığı miras arasında Mustafa Kemal' in yasal b i r düzenlemeye gitmed iğ i bir olgu vardı . Mustafa Kemal, belki de tekke ve zaviyelere karşı a l ınan yasal ön lemlerin yarattığı kitlesel tepkiyi d ikkate aldığı için, peçe takılmasın ı yasal olarak yasaklama yoluna g itmedi . Bunun yerine, yaptığı konuşmalarda peçe takılmasına sürekli karşı çıktı ve peçenin Türklerin toplumsal yaşamından kazınması için halkı ikna etmeye çalıştı.
121 Günümüzde, yalnızca yılın belli bir zamanında (genellikle Eylül ayında), Mevlevilerin Konya şehrinde bu tür bir tören yapmalarına izin verilmektedir.
panama Şapkalı Aı1llm..
Hukuk sistemi, eski yaşam tarzıyla daha yakından i lg i l i olmakla birl ikte fes ya da peçe kadar göze batmayan b ir diğer önemli olguydu . Osmanl ı Türkiyesinde iki temel hukuk s istemi vard ı . Bunlardan biri bireyin devletle olan i l işkilerin i düzenleyen idari hukuk, d iğeri ise bireyin diğer bireylerle ve tanrıyla olan i l işkilerin i düzenleyen d insel hukuktu. Dinsel hukukun geleneksel olarak en güçlü olduğu a lan, evl i l ik, boşanma, miras gibi konu ları kapsayan medeni hukuk alan ıyd l . Osmanl ı parlamentosu, 1 9 1 7 yı l inda, ai le i l işkilerin i yen iden düzenleyen görece l iberal kimi yasa lar çıkarmıştı. Mustafa Kemal ise, dinsel hukukun Türk toplumu üzerindeki bütün etkiler ini kazıyıp yok edecek bir hukuk devrimi tasarlıyordu . 1 924 yı l ın ın Ağustos ayında, Yunanlı lara karşı kazanı lmış 30 Ağustos zaferinin yıldönümü kutlamaları sırasında atağa geçti. Yaptığı bir konuşmada şun ları d i le getird i :"Medeniyetten bahsederken şunu da katiyetle beyan etmeliyim ki, medeniyetin esası, terakki ve kuwetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenaflk, muhakkak içtimaf, iktisadT siyasi aczi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların hukuki tabiyelerine malik olmalan aile vazifelerini idareye muktedir bulunmalan Ifwmedendir" (Atatürk 1 952, 2. Ci lt, s . 1 83).
Burada, babasının kısmetinin kötüye g itmesi ve giderek kendisini annesinin yörüngesine sürüklenir durumda bulmasına bağlı olarak kendi ai lesi içinde yaşanmış güçlükleri n bir izi görü lebi l i r.
Mustafa Kemal, hukuk reformu görevini, çalışmalarına Eylü l 1 924'te başlayan b i r komisyona verd i . 5 Kasım 1 925'te Ankara'da yeni kurulan hukuk fakü ltesinin açılışı sırasında yaptığı konuşmada, komisyon üyelerinin bir yı l ı bulan çalışmalarını övdü . Hukukçuların yüzyıl larca matbaanın Osmanl ı imparatorluğu'na girmesini nasıl önlemiş oldu klarını kısaca anlattıktan sonra şunları söyledi : "Bütün bu hadisat erbabı inklfabm en büyük fakat en sinsi hasmı cam, çürümüş hukuk ve onun biderman müntesipleri olduğunu gösterir' (Atatürk 1 952, 2. Cilt, s .243) . 1 7 Şubat 1 926'da, isviçre Medeni Yasası model al ınarak tamamlanan Türk Medeni Yasası mecliste kabu l edild i . Yeni yasa, Mustafa Kemal'in Latife'den boşanırken yapmış olduğu g ibi evl i l iğin erkek tarafından tek yanl ı olarak feshedi lmesin i engelliyordu . Huku k reformu, itaiya'dan al ınan Ceza Yasası 'nı ve Almanya'dan al ınan iş Yasası 'nı da kapsıyordu .
Ölümsüz Atatürk
Mustafa Kemal ' in Latife'den boşanması, yen i medeni hukukun ai le yaşamında öngördüğü değişiklikle bağdaşmıyor, onun boşanmasın ı kamuoyu önünde tartışmalı hale sokuyordu . Ne var ki, Gazi yeni batılı yasaya tam destek verd i . Gerek L3tife gerekse Mustafa Kemal, boşanmaların ın a rdından birb irlerine karşı ağırbaşlı ve saygı l ı davrandı lar . Latife 1 975 yı l ında istanbul'da ölünceye kadar gözlerden uzak bir yaşam sürdü; röportaj önerilerin i kabul etmedi ve isminin sansasyon yaratacak herhangi b i r olayda geçmesine izin vermedi . Buna karşı l ık olarak, Mustafa Kemal de ona ve ai lesine son derece saygı l ı davrandı . Mustafa Kemal, yakın arkadaşlarıyla yemek masasındaki sohbetleri sırasında zaman zaman evlend iklerinde Latife'nin evin kral içesi olduğunu söylüyordu; bunu iki anlamlı b ir ifade olarak ku l lanıyordu , eşanlı olarak hem onun ü lküleştiri lmiş imgesini övüyor, hem de onu alaya a l ıyordu . H.C. Armstrong'un Grey Wolf (Bozkurt) adl ı sansasyonel kitabı 1 922 yılında yayımlandığında, Gazi'n in ingilizce'yi çok iyi b i len sekreterlerinden biri kitabı ona okumuştu; sekreter, Gazi 'n in kitapta kendisinde içki düşkünü olarak söz ed ilmesine öfkeleneceğ ini ummuştu . Armstrong 'un tanımlaması temelsiz deği ldi kuşkusuz, ancak Armstrong alışkanl ıkları her ne olursa olsun olağanüstü başarı ların altına imza atmış böyle bir adama yönel ik basit, yüzeysel bir yaklaşım içindeydi . Yazarın kendisini içki düşkünü bir insan olarak göstermesi Mustafa Kemal'de öfke ya da gücenikl ik yaratmadı; aslan yürekli örneğinde olduğu gib i insan larla hayvanların kimi özellikleri dolayısıyla sık sık karşılaştırmaya tabi tutulduklar ını belirterek, kitapta kendisinin bir kurda benzetilmesine aldırmadığını söyled i. Bununla birl ikte, Mustafa Kemal ' in, Armstrong'un kendisinin Uitife'yle yaşadıkları müşterek hayatın ayrıntı larını öğrenmek için Latife ile i lişkiye geçmiş olabi leceğinden kuşku duyduğu bi l inir .
Gazi , Latife'den boşand ıktan sonra hiçbir zaman yeniden evlenmedi, fakat bir d izi kızı evlat edinmiş olduğu için, ev hayatı karşı cinsten insanlardiın uzak deği ld i . 1 22 Zübeyde'n in hayatta olduğu sıra lar evlat edindiği Abdürrahim, Mustafa Kemal' in ev yaşamına bu şeki lde katılmış olan yegane erkek çocuktu; fakat,
122 Onun evlatlık kız çocukları edinmesinin ardında yatan psikolojik motivasyonu aşağıda inceleyeceğiz.
Panama Şapkalı Adam
Mustafa Kemal, Zübeyde'ye Afife adında altı yaşında b i r kız çocuğu da getirmiş, kız evleninceye kadar istanbul'da ai lesiyle b i rl ikte yaşamıştı . Ard ından, cumhurbaşkanl ığ ının i lk yıl larında art arda küçük kızları evlat ed indi . Zamanla başarılı b i r askeri pi lot olan Sabiha (Gökçen) da bunlar arasındaydı. Sabiha Gökçen, 1 974 yıl ı Aral ık ayında Dr. Volkan' la kend i evinde bir görüşme yaptı. Kendisin in Mustafa Kemal tarafından nasıl evlat edin i ld iğ ini, Mustafa Kemal' in evindeki yaşam ı ayrıntı larıyla anlattı.
Bursa'da doğmuş olan Sabiha, Mustafa Kemal'le i lk karşılaştığında on iki yaşında öksüz bir kız çocuğuydu ve Bursa'da ağabeyin in ai lesin in yan ında yaşıyordu . Savaş nedeniyle oku l yaşamı sona ermiş, ağabeyi askere g id ince annesiyle birl ikte b i r evde yalnız başlarına yaşamaya başlamışlardı . Bir süre sonra annesi ölmüş, ağabeyi askerden dönmüştü . Ağabeyi kendisine iyi davranıyordu, ancak Sabiha ona yük olduğunu düşünüyor. ve yatıl ı bir okula g itmeyi istiyordu . Mustafa Kemal 1 925 yı l ında Bursa'yı ziyaret ettiğ i s ı ra, Sabiha'nın ağabeyin in evine yakın bir evde kaldı. Sabiha, bu büyük adamı görebi lmek için onun kaldığı evin bahçesine atlama cüretkarl ığını göstermiş, Mustafa Kemal bahçede göründüğü an heyecanla ona doğru koşmaya başlamış ve muhafızlar tarafından durduru lmuştu . Gazi onu görmüş, eliyle yanına çağırmıştı . Sabiha başlangıçta heyecandan konuşamamıştı, fakat Mustafa Kemal her zaman insanları -özel l ikle gençleri- rahatlatır, heyecanlarını yatıştırırdJ . Heyecanını hemen o an yenen Sabiha, onun la sanki b i r arkadaşıyla konuşuyormuş gib i rahat konuşmaya başlamıştı. Gazi, ona kim olduğunu, neden kendisini görmek isted iğin i sormuştu. Sabiha ona ai lesinden ve okula gitmek istediğinden söz etmişti. Sabiha, kendine yen i anne ve baba arayışı içinde olan ergenlik çağında bir çocuktu ve hem psikoloj ik hem de çevresel faktörler Mustafa Kemal'e bunlardan söz etmesi için uygun bir ortam sağlıyordu .
Sabiha'yı çok seviml i bulan Gazi, ona kendi kızı olarak gelip kendisiyle yaşamak isteyip istemediğini sormuş, onu okula göndereceğin i söylemişti. Sabiha, karşı l ık olarak, i lkin -hemen evden oraya gelmesi istenen- ağabeyinden izin alması gerektiğin i söylemişti. Bayan Gökçen, Dr. Volkan' la yıl lar sonra yaptığı söyleşiler sırasında, Mustafa Kemal' in onun geleceğini "kendi elleriyle biçimlendirme" isteğinin daha i lk karşı laşmaları nda açıkça h isse-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
di l ir olduğunu söylemiştir; yaşamda birisine karşı hemen o anda hissedilen yaratıcı, anacıl bir duygu . Sabiha'nın a i lesi, kendisine, isted iği zaman eve gelip kendilerin i görebileceğini, bundan memnuniyet duyacaklarını, fakat böyle büyük bir adamın kızı olmanın kendilerin in de paylaştıkları bir şeref olacağ ını söylemişti. Sabiha'nın, Cinderella öyküsü hemen ertesi sabah başladı; küçük Sabiha, Mustafa Kemal'in yurt gezisine katılan ekibin bir parçası olarak yolculuğa katıldı . Uzun bir yolculuktan sonra ekip izmir'e vardığında şehirdeki mağazalardan Sabiha'ya yeni elbiseler alındı ve bundan bir ay kadar sonra Sabiha cumhurbaşkanlığı köşkünün bahçesindeki Çankaya ilkokuluna kayıt oldu. m Aralarında Mustafa Kemal' in evlat edindiği çocukların da bulunduğu bu okulda, çoğu seçkin a i lelerin çocuğu olan yirmiye yakın öğrenci vardı ve bütün çocuklar bir tek öğretmenin sorumluluğu a ltındaydılar.
Bayan Gökçen ilk öğretmenlerin in, zaten yaşları i lkoku l çağının üzerinde olan öğrencilerle sık sık oyunlar oynayan genç bir bayan olduğunu hatırlar. Bir gün, Mustafa Kemal neler öğrendiklerin i yoklamak için çocuklara soru lar sorar, fakat onlardan umduğu karşı l ıkları a lamaz. Hemen genç öğretmeni orta yaşlarda bir öğretmenle değiştirir. Çok geçmeden kızlar isyan ederler. Sabiha ile Mustafa Kemal' in bir d iğer evlatl ık çocuğu Zehra dersten atıl ırlar ve ağ layarak Gazi'ye giderler. Gazi, yeni öğretmenle görüştükten sonra, kızlara, "tatıl, ama kararlı bir yoldan" öğretmene sayg ı göstermelerin i ve ona itaat etmelerin i söyler. Bayan Gökçen, Gazi'nin kızlarına hem annelik hem babal ık yaptığından, çizmeyi aştıklarında bile sert cezalara başvurmak yerine kendileriyle "tatıl, ama kararlı" bir üslupla konuşmayı yeğ lediğ in�en söz eder. Mustafa Kemal, pek çok anne baba gibi, özell ikle din öğretmenlerine karşı ne den l i isyank�r bir öğrenci olduğunu ve bir gün on lardan bir i tarafından çok sert bir b içimde cezaland ırıldığ ın ı unutmayı yeğ leyerek, kızlarına kendisinin öğretmenlerini her zaman sayıp sevmiş olduğunu an latıyordu .
Mustafa Kemal' in evlat edindiği kızlarından b i r diğeri, Konya'ya yaptığı bir gezi sırasında karşılaşmış olduğu Rukiye idi . Sonra ları bir jandarma subayı i le evlenen Rukiye'yi o eğitip okutmuştu . Gazi, Sabiha'yı evlat edindiği yıl. bir başka "kız çocuğu"
123 Okul, Mustafa Kemal'in evlat edindiği çocuklarla cumhurbaşkanlığı köşkünde çalışanların ya da civarda oturan insanların çocukları için açılmıştı.
Panama Şapkalı Adam
daha edinmişti. Bu, UWfe'nin yerin i a lan Afet isminde on sekiz yaşında genç bir kadındı . Bir i lkoku l öğretmeni olan Afet, yaln ızca bir eş vekili olmakla kalmamış, son raki yı l larda onun entelektü el bir uzantısı hal ine gelmiş, daha sonraları b i r üniversitede tarih profesörlüğüne kadar yükselmişti. Afet, Mustafa Kemal ' in akşam yemeği sofrasındaki geleneksel toplantı ve sohbetlere katılmakla yetinmemiş, fakat ayrıca bu toplantı ve söyleşi lerde konuşulanları not almıştı -onun bu yazı ları Gazi 'n in faaliyetleri ve düşünüş tarzların ın ayrıntı l ı olarak öğreni lmesi açısından önemli bir bi lgi kaynağıdır . 124
1 927 yıl ı Haziran'ında, Mustafa Kemal bağımsızlık savaşın ın sona erişinden sonra i lk kez istanbul 'a g itti. Burada, yüksek öğretmen okulundan gelen üç öğrenci tarafından ziyaret ed i ldi . Bun lardan biri, Gazi'n in kızı olmasın ı önerdiği onsekiz yaşında, mavi gözlü, sarışın bir öğrenci olan Nebi le idi . Nebile, kısa bir tereddüt sonrası Gazi 'n in öneris ini kabu l etti ve Çankaya'ya g itti. Afet Avrupa'ya okumaya g ittiği zaman bir d iğer genç kız Sabriye'yi evlat ed indi . Sabriye Hukuk Fakü ltesine g itti ve hakim oldu . Sonraları Mustafa Kemal' in denizde dolaştığı yatın kaptanın ın kızkardeşi olan Bü lent, Gazi 'nin çocuklarına eklendi . Gazi, yaşamının son yıl larında, i lgisinin merkezine yerleşecek olan Ü lkü isminde küçük bir kız çocuğunu evlat ed indi .
Gazi 'n in bu genç kadın lardan bazı larıyla cinsel yakın l ık kurduğu iddialarının doğru luğu ya da yan l ış l ığı hiçbir zaman saptanamamıştır. Bil inen şu ki, Mustafa Kemal, bütün bu genç kad ınlar ı değişime uğratmaya -onları batı l ı laştırmaya- yoğun bir i lg i duyuyordu, fakat söz konusu i lg i ayrıca bütün Tü rk kad ın larına yönel ikti . Kadınları eski kısıtlayıcı top lumun boyunduruğundan ku rtaracak yasal düzen lemeleri gerçekleştirmekle ka lmadı, aynı zamanda onların top lumsal rollerin i köklü bir dönüşüme uğ ratmak için çaba gösterd i . Bununla bir l ikte, bu alanda kaydedilen ilerlemenin kolayca gerçekleşti r i ldiği söylenemezd i . Aydemir ( 1 969, 3. ci lt, s .261 -62), Ankara'da verilen i lk balo i le i lg i l i b ir olay anlatır. Baloya ya ln ızca üç Türk kad ın ı geldiği için baloya
'24 Afetinan, Atatürk'le olan pek çok anısını kaleme almanın yanı sıra, diğer konularda da yaıılar yazmıştır; onun 1 930 ile 1 956 yılları arasında kaleme aldığı yazıların bir listesi için bkz., Afetinan 1 958, 5 . 1 76-80. Ayrıca, 1 968'de Türkiye'deki kadın hareketinin tarih i üzerine bir yazı yazmıştır.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
gece kulüplerinden kızların da getir i lmesi zorunlu olmuştu. Bu kızların salona al ınması d iğer üç kad ın ı gücend irmişti ve kad ınlar balodan ayrı lmaya karar vermişlerd i . Fakat kad ın ların gitmesine fı rsat verilmemiş, kulüplerden gelen kızlar geri gönderi lmişlerd i . Mustafa Kemal kadın larla erkeklerin herkesin önünde birl i kte dans edebileceklerin i bütün u lusa göstermeye kararlıydl . Kadınlardan bir ini dansa ka ld ırd ı ve balo başlad ı . Ancak, zemin öylesine ci lalanmıştı ki, dansa kalkan i lk gruptan bir çift kayarak yere düştü ler ve böylece Gazi 'n in bu konudaki toplumsal değ işim giriş imine komik bir hava vermiş oldular. Ancak, her ne olursa olsun, sonuç olarak, balo Mustafa Kemal' i n bu alandaki i lk başarıl ı girişimi oldu .
Ankara'n ın toplumsal yaşamına yen i b i r soluk getirmeye yönel ik çabalar, Gazi 'n in zamanının küçük bir parçasın ı işgal ediyordu . Gazi, çalışmalarını k ırsal kesimin kalkındır ı lması hedefi üzerinde yoğun laştırmaya devam etti; orman idaresin i gel iştirdi, şehrin eteklerinde kendi model çift l iğin i kurdu . Çok geçmeden, zamanının önemli bir bölümünü bu çiftl ikte geçirmeye başlad ı . Onu başında bir Panama şapkası i le traktör üzerinde görüntüIemiş fotoğraf her yerde görü lür oldu . Bu fotoğraf, u lusu dönüştürme kavgası veri l irken "gavu rların" şapkasının g iyilebileceğine, onların makinelerinin kul lanı labi leceğ ine işaret ediyordu.
Ardı arkası kesilmeyen gezilere çıktı, reformların ı daha iy i anlatabilmek için halk ın arasına girdi . 7 Mayıs 1 927'de yaptığı böyle bir gez i sırasında, deneysel bir çift l iğ i teftiş ett iği Akdeniz kıyılarındaki S i l ifke'ye kadar gitti . Nereye giderse g itsin, gittiğ i her yerde şapkalarıyla ya da kendilerini ayırt eden d iğer simgelerle onu bekleyen taraftarları ve hayranları tarafından karşı landı . Kad ınlar erkeklerle yan yanaydı lar . Oku l çocukları onu karşılamaya koşuyor, bazıları kürsüye çıkarak uygarl ık, batıl ı laşma, reform üzerine şi irler okuyorlard l . S i l ifke'den Ankara'ya dönüş yolunda izmir üzerinden Bursa'ya g itti . izmir'e varmazdan önce aldığı bir telgraf, kendisine yönel i k bir suikast planının açığa çıkarı ldığını , sözde suikastçının yaka lanmış olduğunu bi ld i riyordu .
BÖıÜm 22
iZMiR'DE SUiKAST PLANI : ÖLÜMSÜZLÜK TEHDiT ALTINDA
M ustafa Kemal' in izmir tren istasyonundan oteline g ideceği güzergah üzerinde, üç dar caddenin kesiştikleri bir nokta
vardı . Suikast giriş imi için seçilmiş nokta bu ras ıydı . Üç kira l ık katil (bir laz, bir Gürcü ve kimliği tespit edi lemeyip bütün polis kayıtlarında yaln ızca ''yüzü çiçek bozuğu adam" olarak geçen bir d iğeri), trafiğin çok sıkışık olduğu bu noktada Gazi'ye tabanca ve el bombalarıyla saldıracak, trafiğ in sıkışıklığından ve kargaşal ıktan yararlanarak kaçacaklard ı . Plana, göre, bu üç suikastçı, suikastın ardından deniz kenarında kend ilerin i bekleyen Giritli bir adamın teknesiyle yakındaki adalardan birine kaçacaklardJ .
G iritli işbirl ikçi ya duyduğu vicdan azabı nedeniyle ya da Mustafa Kemal' in izmir'e gel işin in bir gün gecikmeye uğramasına bakarak polis in su ikast planından haberdar olduğu kuşkusuna kapıldığı için, çok gergindi . Kendisine bu konuda yardım eden iki kişi, olay sırasında şehirde olmadıkıarın ı kanıtlayabilmek için daha şimdiden izmir'den ayrı l ıp istanbul'a g itmişlerdi ve bu durum Giritl i'n in yaşadığı ted irg in l ik ve ü rküntüyü daha da artırıyordu. Asıl neden her ne olursa olsun, adam sonuç olarak emniyet yetki l i lerine g iderek suikast planını ihbar etti. H ızla harekete geçen polis, ya ln ızca kiralık katilleri değil, onlarla para karşı l ığı anlaşmayı yapan kişiyi de tutukladl. Bu, Ziya Hurşit isminde genç, yakışıklı b ir donanma subayıyd l . inatçı, kolayca öfkeye kapılan, dışa dönük b i r karaktere sah ip olan Ziya Hurşit, Birinci Büyük Millet Meclisi'ne Lazistan mebusu olarak gelmiş, ancak ikinci Büyük Mi l let Meclis i 'ne g i rememişti. Bunun yanı sıra, Ziya Hurşit, muhal if mil letveki l lerinden Ali Şükrü 'nün Mustafa Kemal' in laz korumasının ellerinde boğularak öldürü lmesi dolayısıyla Gazi 'ye karşı kin beslemiş görünüyor. Al i Şükrü'nün intikamını almak ve siyasal kariyerinin gerilemiş olmasından duyduğu düş kırıkl ığını yatıştırmak isteğ indeki Ziya Hurşit, Mustafa Kemal' in yaşamına kast etmek için yeterl i kişisel neden lere sahipti .
Ölümsüz Atatürk
Gazi yüzünden sıkıntıya düşmüş olduklarına inanan diğerleri, Ziya Hurşit'in g izl i suikast planında rol üstlenmeye gönüllü olmuşlardı . Bunlardan biri olan ve bağımsızl ık savaşı s ırasında Mustafa Kemal' in fiili " ikizi" durumunda gözlediğ imiz Albay Arif, kendisini bu işe karışmaya iten psikoloj ik nedenlere sahipti. Kendisine yeni "ikiz"ler bulmuş olan Gazi, Arif'e olan i lg isini yitirmiş, onu yakın çevresinden uzaklaştırmıştı; ayrıca, Arif, Gazi'ye yaptığı h izmetlerin ödülü olarak hak ettiğini düşündüğü ve şiddetle arzu ladığı general l ik rütbesine terfi edememişti. Ne Arif, ne de Mustafa Kemal, bi l inçdışı b ir mekanizma olarak işleyen "ikizl ik" mekanizmasının farkındaydı . Arif, Mustafa Kemal' in görkemli kişi l iği nedeniyle kendisine s ırt çevirmiş olmasın ı yanlış değerlendirmiş, bunu kendisine yönelik bi l inçli bir aşağılama olarak algılamıştı. Mustafa Kemal' in kendisine rahatlık ve neşe veren en yakın çevresindeki ahbaplarından biri olan Arif, bir paşa olacağı beklentisindeyd i . Oysa, böyle bir terfi, Mustafa Kemal'in u lusun işleriyle uğraşırken kendisiyle ahbapları ve taraftarları arasına çizdiği sınırın aşılması anlamına gelird i . Dolayısıyla, Arif' in generall iğe terfi etmesi psikolojik faktörler açısından olanaksızdı; böylece, umduğunu bulamayan .t\rif Gazi'ye karşı derin bir kırgınl ık duyan ve sayıları giderek artan küskünler grubuna katı lmış oldu . Arif, Eskişeh ir mebusluğuna kadar yükselmiş olmasına rağmen, Mustafa Kemal'e karşı duyduğu gücenikl ik ve öfkeyi korudu.
Diğer suikastçı, izmir mil letvekillerinden Şükrü id i . Şükrü geçmişte ittihat ve Terakki'ye üye olmuş, Jön Türkler iktidara geldiklerinde maarif nazırı olarak hükümette görev almışt ı . Mayıs 1 9 1 9'da Yunanlıların izmir'e asker çıkarmasından sonra ingi l izler tarafından Malta'ya sürülmüş, Tü rkiye'ye ancak Ankara hükümetinin siyasal tutukluları serbest bırakması için ingi l izlere yaptığ ı baskının sonuç vermesinden sonra dönebi lmişti . Bir süre Trabzon vali l iği yaptı. Mustafa Kemal' in partisine katılmasına karşın, eski ittihat ve Terakki'nin görüşlerine bağl ı kalmaya devam eden çevrelerle olan i lişkilerini sürdürdü .
Ziya Hurşit, kendisini gece yarısı kaldığı otelde yakalayan polise karşı herhangi bir direniş göstermedi . i lk kez Şükrü, Arif ve kendisi arasında daha önceki bir sohbet sırasında bir fikir olarak ortaya atılmış ve zaman içinde ciddi bir tasarı hal ine gelmiş su-
izmir'da Suikast planı
ikast planının bir parçası olduğunu inkar etmed i . Şükrü, sarhoş olduğu bir gece, üstü kapalı olarak, henüz yeni kuru lmuş muhalefet partisi (Terakkiperver Parti) üyelerinden birine su ikast g irişimini ima etti. Rauf, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa, kendi lerine bundan söz ed i ldiğinde an latı lanları cidd iye almadı lar. Buna rağmen, Mustafa Kemal ' in bu partiyi ku rmuş olan eski dostları onu yıkmak gibi b ir p lana "bu laşmış" bu lunuyorlard ı .
Kuşkucu bir ruh hal i sık sık Mustafa Kemal 'e hak im oluyordu; suikast planının açığa çıkmasıyla bir l ikte Mustafa Kemal' in kuşkucu luğu depreşti. Kendisine yönel ik su ikast giriş imini bireysel bir kin ve garez sorunu olarak görmeyi reddederek, olayı istiklal Mahkemeleri 'nde ele al ınması gereken öneml i b ir siyasal komplo olarak değerlendi rme yoluna g itti. O sıralar, istiklal Mahkemeleri 'n in başında "Kel" Ali (Çetinkaya) bulunuyordu ; Ali, Şeyh Sait ayaklanmasının l ider/erinin asııması emrini veren hakimdi ve "idamcı hakim" olarak anı l ıyordu . istiklal Mahkemeleri pek çok Türkün yüreğine dehşet salmıştı ve Fransız Devrimi'nin g iyotinlerin damgasını vurduğu dönemini an ıştırıyordu . istiklal Mahkemeleri, Mustafa Kemal' in içinde bulunduğu özgü l psikolojik durum (kuşkucu luğu) i le onun muhalefeti ezmeye yönelik bi l inçli politikasının, tarihsel bir gerçeklik olarak yaşanan suikast planının, bell i bazı kişilerin kendisine olan garezinin artmasının içiçe geçtiği bir dönemde öne çıktı. Şükrü ve Arif' in de aralarında bulunduğu pek çok mebus, sahip bulundukları parlamenter dokunu lmazlığa rağmen tutuklandı lar. Terakkiperver Parti 'n in üst düzey yöneticilerinden pek çok kişi gözaltına al ındı . Kazım Karabekir, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa, savaş sırasında Gazi'nin yakın arkadaşları arasında yer almış bir grup paşa da bunlar arasında bulunuyordu . O sıra yurt dışında bulunan Rauf, Dr. Adnan ve eşi Halide Edip de komplocu olmakla suçlanıyordu . Enver hükümeti zamanında Türkiye'nin maliye nazırı olarak görev yapmış, ittihat ve Terakki i le olan i l işkisi dolayısıyla adı lekelenmiş önemli bir ekonomist olan Cavit de suikasta bulaşmış olmakla suçlandı ve tutuklandı .
1 91 9 'da, Kazım Karabekir, padişahın Mustafa Kemal' in tutuklanmasına i l işkin emrine itaat etmeyi reddederek Mustafa Kemal 'e bağl ı l ığ ın ı i lan etmişti. O günlerde, Mustafa Kemal, u lusal mücadeleyi başlatma konusunda Kazım Karabekir'e diğer her-
Ölümsüz Atatürk
kesten daha fazla bağ ıml ı du rumdaydı . Ş imdi Kazım Karabekir de demir parmaklıkların a rkasındayd ı . ismet Paşa, Kaz ım Karabekir' i istiklal Mahkemesi'nde yarg ı lanmaktan ku rtarmaya ça l ıştı, ama bunu başaramadı; , Mustafa Kemal muhalefete esaslı b ir ders vermeye kararlıydL
Mustafa Kemal, izmir'e başlang ıçta planlanandan bir gün gecikerek geld iğ i gün, Ziya Hurşit de dahi l olmak üzere ona karşı suikast planlamakla itham edi len kişiler hal ihazırda cezaevindeyd i ler. Şehirlerin in Gazi'ye karşı bir suikast girişimi için seçilmesinden utanan izmir ha lkı, Mustafa Kemal ' i büyük bir coşkuyla karşıladı . Ha lk, suikastçı ların ölümle cezalandırı lmasını istiyordu . Mustafa Kemal, izmirl i lere dokunakl ı ifadelerle karşı l ı k verdi; kendisi ölse dah i u lus onun çizdiğ i yolda ilerlemeye devam edecekti . Onun naçiz bedeni bir gün toprağa karışacaktı, ama Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar var olacakt ı . Bu ifade yurdun dört bir köşesine yayı ld ı . Böylesine "mütevazı" bir retoriğin ardından yatan gerçek motivasyon, onun, manevi açıdan u lusla bütünleşip tek bir varl ık olarak ölümsüzleştiğini , bedensel olarak yitmesinin bu durumu asla etkilemeyeceğini kanıtlama arzusuydu .
Suikast g irişimi Gazi'n in zihninin yaşam ve ölüm temasıyla, ayrıca çocukluğunda kederli annesiyle olan karşı l ıkl ı etkileşimi sırasında edindiği ölümsüzlük algısıyla meşgul olmasına yol açmış görünüyor. Yine, göründüğü kadarıyla, Mustafa KemaL, kendisine karşı suikast planı yapmış olanlardan ve bunun tasarlayıcısı konumundaki Ziya Hurşit'ten etkilenmişti. Ziya Hurşit' i n huzuruna Çıkarılmasın ı istedi ve onunla yüz yüze konuştu. Bu görüşme sırasında, Ziya'ya daha önce aynı mücadele içinde yan yana durdu kların ı hatırlatarak neden kendisini öldürmek istediğini sordu . Ziya sui kast g irişimini kendisin in planladığını itiraf ettiğinde, Mustafa Kemal ondan troyle bir ihaneti hiç ummamış olduğunu söyledi. Bunun üzerine Ziya'nın şöyle karşı l ık verdiği sanı l ır: "Dünya beklenmedik şeylerle doludur Paşam. Ne yapayım ki bugün huzurunuzda bu vaziyetteyim.· (Aydemir 1 969, 3 . Cilt, s .273). Görüşme boyunca Mustafa Kemal sakin, Ziya'nın amacın ı olağan karşılamış göründü ve ona hoşgörülü davrandı. Gazi'nin bu nazik, anlayışlı tavrı karşısında yüreklenen Ziya, ona kendisini ertesi gün yeniden görmek istediğini söyledi, belki de bağışlanabileceği umu-
jzmir'de Suikast planı
dundaydı . Ertesi günkü görüşme sırasında, Ziya önceki gün kendisine gösterd iği tavır dolayısıyla Mustafa Kemal'e hayranl ık duyduğunu ifade etti; Mustafa Kemal yine sakin, yumuşak bir tavır içindeydi . Mustafa Kemal intikam düşkünü bir insan olmadığını, fakat meselenin mahkemenin yetki ve sorumluluk alanına gi rd iğini söyled i . Her ikisi de mahkemenin başkanının "idamcı hakim" lakabıyla anı lan Kel Ali olacağını bi l iyordu. Mustafa Kemal' in sahip olduğu bölünme mekanizması bir kez daha karşımıza çıkar: Mustafa Kemal, suikastçısına karşı nazik ve an layışlıydı, fakat, tutuklunun yazgısını kendi uzantısının (istiklal Mahkemesi) ellerine tesl im ediyordu ve tutukluya karşı aşırı önyargı l ı yaklaşılacağı kuşkusuz gibiyd i .
Mustafa Kemal' in Ziya i le yaptığı bu karşı l ık l ı konuşmadan çok daha ilginç olan görüşme, onun kira l ık katillerden biriyle yaptığı görüşmedi r. Burada sergi lenen dram, Mustafa Kemal' in ölümsüzlük duygusunun yeniden bi l lurlaşmasına hizmet etmiş görünür. Gazi 'n in daha önce hiç görmediği ve tan ımadığı kira l ık kati l huzura çıkarı ld ığ ında, adam Mustafa Kemal'e, kendisine Gazi' nin kötü bir insan olarak anlatıldığını , bu nedenle onu öldürmek için kiralandığıni söyledi. Mustafa Kemal, adama, daha önce hiç görmediği ve dolayısıyla kolayca bir başkasıyla karıştı rabileceği bir insanı öldürme işini nas ı l kabul edebildiğini sorduğu zaman, adam, si lahını hazırladığı zaman orada kendisine öldürülecek kişinin hangisi olduğunu işaret edecek birinin olacağın ı söyledi. Bunun üzerine, dramatik bir tavırla ateşlenmeye hazır olan kendi tabancasını çıkarıp adama veren Gazi şunu söyledi : "Pekala, Mustafa Kemal benim. Haydi, şimdi tabancayı al ve beni vur" (Kin ross 1 965, s.486). Bu sahneye tanık olan kişiler, yüzünü dizlerine gömüp ağlamaya başlayan muhtemel suikastçının yüzündeki şaşkınl ığ ı hatırlarlar. Böylece, Mustafa Kemal' in hiç kimsenin kendisini öldürmeye muktedir olmadığı şeklindeki inancı, onun Gelibolu'daki savaş sırasında sınanmış yara almazlığını aksettirir bir biçimde dramatize edi l iyordu . Onun muhtemel kira l ık katile karşı serg ilediği bu tavır, birbirine karşıt ik i amaca hizmet ediyordu : Bu, bir yandan ona ölümsüzlüğünü test etme fırsatı veriyor, d iğer yandan yaşadığı yoğun ölüm korkusunun üstesinden gelmeye yönelik korku karşıtı bir deneyimde bulunmasını
ÖlÜmsÜZ Atatürk
sağl ıyordu .1 25 Annesi, daha Önceki çocukların ın ölmüş olmasına bakarak bu son çocuğunun da öleceğini sanmış ve yaşadığı bu korkuyu çocuğuna da geçirmiş olmalı. Dolayısıyla, Mustafa Kemal' in ölümsüzlük duygusu, yaşam kaybı kaygısına karşı savunmaya yönelik bir uyarlanmanın ürünüydü.
Oyunun ikinci planda kalan bu dramatik parçalar ının sona ermesinin a rdından, istiklal Mahkemesi'n in Ankara'dan izmir'e taşınması emrediidi ve mahkeme Kel Ali tarafından hemen 27 Haziran'da duruşmaya hazır hale getiri ld i . Gazi'n in yakın arkadaşlarından Kılıç Ali de mahkeme heyeti üyeleri arasındayd ı . Sanık listesinde yalnızca suikast g iriş imiyle doğrudan i l işkilenmiş olanlar yoktu; bunların yan ı sıra, g i rişimle dolayl ı yollardan i l intilenmiş olan ve eski ittihat ve Terakki'ye yakınl ığıyla bil inen kişiler de san ık listesine dahil edi lmişlerd i. Mustafa Kemal'in Enver Paşa ile olan rekabetinin hayaleti, mahkemenin seyrin i adım adım takip ediyordu, Artık varl ığ ı ortadan kalkmış Terakkiperver Parti 'nin üyesi olup bir zamanlar Mustafa Kemal' in en yakın arkadaşları, danışmanları, taraftarları olan insanlar da sanıklar a rasındaydılar. Duruşmalar başladığında, tutuklamalara ve san ıklara gösterilen muameleye yönelik negatif duygular büyük ölçüde d ışa vuru ldu. Kazım Karabekir, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa duruşma salonuna geti ri ldiklerinde, salonda bulunanlar ayağa kalkarak onları saygıyla selamlıyorlardı . Yargı lanan paşalar duruşmalar sırasında, sakin, soğukkanl ı bir tavır serg iledi ler, ne var ki, insan, Kel Al i su ikastın planlanmasında doğrudan rol almış kişi ler hakkındaki iddianamesini okuduğunda paşaların derin bir kaygıya sürüklenmiş oldukların ı düşünmekten kendisini alamıyor. Söz konusu kişilerden Şükrü, Arif ve Ziya suçlu bulundu lar ve ası larak ölüme mahkum edild i ler.
mKişinin kendisini bile bile bir tehlikeye maruz bırakması anlamına gelen bu korku karşıtı deneyim, Mustafa Kemal'in yaşadığı gizli ölüm korkusunu azaltmaya hizmet ediyordu. Biz, her ne kadar oğlunu bir kurtarıcı olarak görse de, Zübeyde'nin -diğer çocukları gibi- Mustafa Kemal'in de öleceğine inanmış olduğu kanısındayız. Ölümsüzlük duygusu yalnızca onun ölen kardeşlerine bağlı olarak ortaya çıkmış bir olgu değildi; yanı sıra, Mustafa Kemal'in kendi ölüm korkusuna (anneden ayrılma kaygısı) karşı bir savunma tepkisi niteliği taşıyordu. Mustafa ödipal çağa geldiğinde, babasının ölümü dolayısıyla sahip olduğu ve gerçekliğe karşı kolayca sınayamadığı baba imajı dolayısıyla yaşadığı baba tarafından cezaya çarptırılma kaygısı yüzünden, söz konusu ölüm korkusu daha da yoğunlaşmıştı (Yazarlar burada bilinçsiz bir ödipal fanteziden söz etmektedirler).
izmir'de Suikast plaoL
Ziya Hurşit, kendisini bekleyen yazgısına giderken soğukkanl ı ve ald ırmaz bir tavır içindeyd i. Cellatla şaka laştı, a laycı bir şekilde söyleşti. Arif' in yazgısıyla i lg i l i olarak çok şey yazı lmıştır (Froembgen 1 937, s.253-55) . Duruşmalar sırasında bir zamanlar "ikizi" olan adamın kendisin i bağışlayacağına kesin gözüyle bakmıştı. Arif' in ölüm cezasını bild iren karar metni d iğerleriyle bir l ikte imzası için masasına geldiğ inde, Mustafa Kemal sigarasını kü l tablasına bıraktı ve en küçük bir d uygusal l ık bel i rtisi göstermeden kararın alt ını imza ladı . Ölüme mahkum edi len bu on üçüncü adam da, üzerine geçiri lmiş beyaz önlükle darağacın ı boyladı . Bu ölüm, Yunanlı lara karşı verilen mücadelenin en sancılı dönemlerinde Mustafa Kemal'e sadık ka lmış ve Gazi'n in yaşamını paylaşmış Arif açısından korkunç bir sondu . Arif' in cezasın ın infaz ed i lmesinden sonra Mustafa Kemal onun ismini h içbir zaman anmadı . Arif, Gazi için "kötü nesne" haline gelmişti ve bir zamanlar hizmet ettiği adamın an ılarında a rtık h içbir yere sahip değildi .
izmir du ruşmasının en öneml i sonuçlarından biri, Kazım Karabekir, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa ve d iğer bazılarının masumiyetinin tesci l ed i lmesiyd i . Bu haber kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayıldı . i nsanlar, haberi, "Yaşasın ada/et! Yaşasın paşa/af/mız!" çığl ıklarıyla karşıladılar. Bununla birl ikte, bu mahkeme Mustafa Kemal ' i eski arkadaşlarından kesin olarak kopardı . Ali Fuat Paşa d ışında, Gazi 'n in hayatta olduğu dönem boyunca bun lardan h içbiri orduya ya da s iyasal yaşama geri dönmedi; bunlar a rasında Mustafa Kemal' in geleneksel akşam yemeği sohbetlerine yen iden davet edilen tek kişi ya lnızca Ali Fuat Paşa ( 1 927 yıl ında) oldu . Ali Fuat Cebesoy, 1 933 yı l ında Konya'dan bağımsız mebus olarak Büyük Mi l let Meclisi'ne seçi ld i . Anı larında (Cebesoy 1 967), Gazi 'n in yemek masasına yen iden oturduğu zaman, kendisine, Mustafa Kemal' in d iğer paşaları onun hatırına bağışlamış olduğunun söylendiğin i bel i rt i r. Bu, Mustafa Kemal' in söz konusu paşaların suçsuz bulunup sa l ıveri lmeleri konusunda Kel Al i'yi etkilemiş olduğunun bir işaretiyd i .
On üç idam, izmir suikast giriş imin in son perdesi olmadı . istiklal Mahkemesi 1 Ağustos'ta Ankara'da yeniden toplandı . Oturıımlarını yirmi altı gün boyunca devam ettiren mahkeme, fi i l i olarak, eski ittihat ve Terakki'n in, Jön Tü rkler' in, hatta ölümünden sonra Enver Paşa'n ın birer birer önünden geçtikleri b ir jü ri
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
durumuna geldi. Bazı cezaların i nfazına karar veri ldi . O sıralar zaten yurtdışında bulunan Rauf Bey ve Adnan Bey yirmi yıl süreyle Türkiye d ışına sürgün cezasına çarptırıldılar. Bazı aydın lar Rauf Bey'in sürgün cezasına çarptırı lmasını kuşku ve üzüntüyle karşıladılar, ancak zaman içinde insanlar Mustafa Kemal' i n ü lkeyi kendisinin kötü etkiler olarak gördüğü unsurlardan arındırmış olmasını yerinde bir g irişim olarak görmeye başladı lar. Ankara'daki duruşmalar, Türkiye'n in E nver Paşa'nın i kt idarda bulunduğu dönemdeki tarih in in eleştirel bir değerlendirmesine dönüştü. Sanıkların otuz yedisi beraat etti; Rauf ve birkaç kişi sürgün cezasına, üç kişi ise ölüm cezasına çarptırıldı . Bir dönem Enver'le birl ikte çalışmış olan ekonomist Cavit de bunlar arasındaydı . Bazı tarihçiler, Cavit' i n bu şekilde yitiril iş in in o sıralar Türkiye'n in ekonomisini çekip çevirmek için çok ihtiyaç duyduğu b ir i nsanın kaybı olarak değerlend irirler. Cavit' i n ölüm cezasına çarptırıldığı haberi Avrupa'ya u laştığında, bazı Batıl ı hükümetler ve bir dizi Yahudi örgütü salıverilmesi için Türk hükümetine başvurularda bulundular -o sıralar Cavit, Yahudi asıllı b iri olarak görülüyordu . Gerçekte Cavit b i r dönme idi; ancak, etni k kökeni ne olursa olsun, salıveri lmesine i l işkin h içbir umut ışığı doğmadı.
Ankara duruşmalarından sonra, istiklal Mahkemeleri Gazi'n in elinde siyasal bir si lah olarak sah ip oldukları önemi yitirdi ler. Bu mahkemeler, 1 925 ve 1 926 yı l ları boyunca hükümet içinde hükümet gibi hareket etti ler. Resmi olarak sahneden kald ırı lmaları ancak 7 Mart 1 927'de gerçekleşti . Bu mahkemelerin faal iyetlerine son veri lmesinde ismet Paşa'n ın etkili olduğu söylenir. Çankaya'daki akşam yemeklerinden birinde, Mustafa Kemal, Kel Ali 'ye mahkemeleri tasfiye etmek istediğin i söyledi . Kel Ali, mahkemelerin faaliyetleriyle i lg i l i olarak kendisine sunulmak üzere bir rapor hazırladığını söyleyerek mahkemelerin varl ığ ın ın korunması için zaman kazanmaya çalıştı . Bunun üzerine, Gazi, Ali 'ye durum üzerine ayrıntılı olarak düşünüp taşındığ ın ı, sonuç olarak ma hkemelerin faaliyetlerine son verilmesinde kesin karar kıld ığ ın ı söyled i . E rtesi gün, partinin idare kurulunun yaptığ ı bir toplantıda alınan karar onun aldığı kararın kesinl iğini doğruladı ve mahkemelerin hukuksal varl ığına son veri ldi . Böylece serbest kalan Mustafa Kemal, kendisin i bu kez istanbul şehri üzerinde d ışa vuracak yeni bir bölünmeye yönelecekti .
BÖlüm 23
BiZANS DEGiL, iSTANBUL
M ustafa Kemal, Samsun'a gitmek üzere 1 6 Mayıs 1 9 1 9 tari-hinde yola çıktığı istanbul'a o tarihten itibaren sekiz yı l ı
aşkın bir zaman içinde hiç gitmemişti . Ya ln ızca, Anlaşma Devletleri 'n in şeh irdeki askerlerini tah l iye etmelerinden bir yı l kadar sonra ( 1 924), L3tife i le birl ikte gemiyle şehrin içinden geçmişti. Boğaz yoluyla Karadeniz'e açıldı kları o gezi ' sırasında, Gazi' n in karaya çıkabi leceğ in i uman bin lerce insan sahi lde bekliyordu. O zaman, Mustafa Kemal kendisini sevenlerin umudunu boşa Çıkarmıştı . Bir çok şehri kapsayan ve Lozan Antlaşması' nın kutlanması amacıyla düzenlenmiş olan o uzun gezi programına istanbul'u dahi l etmekten özellikle kaçınmıştı. Öyle görünüyor ki, Mustafa Kemal' i n böylesine uzun bir süre boyunca istanbul'u ziyaret edememiş olması bell i bir psikoloj ik temele (şehrin psikocoğrafyasıyla i lg i l i bir şeye, yan i şehrin onun üzerindeki simgesel etkisine) dayanıyordu. 1 26
istanbul 'un sahip olduğu topografya, onu, psikoloj ik süreçlerin kolaylıkla üzerinde dışsallaştırı labilecekleri bir şehir durumuna getirir. Efsanevi ve tarihsel bir şehir olan istanbul, coğrafi olduğu kadar psikoloj ik an lamda da Doğu i le Batı 'n ın buluşma noktasıdır -bu buluşma, 1 973 yıl ında istanbul Boğazı üzerinden geçen ve Avrupa i le Asya'yı birbirine bağlayan köprü inşa edi l ince ye kadar nesnel olmaktan ziyade mecazi bir nitel iğe sah ipt i . istanbul 'u fiziksel olarak i kiye bölen istanbul Boğazı 'n ın yanı s ıra,
126 Psikanalist William Niederland coğrafi sembolizmi araştırmış, belli bir coğrafi çevrenin bir birey ya da grubun dışsallaştırılmış imgelerini, arzularını, çatışkılarını simgesel olarak sunabileceğini ileri sürerek, bu durumu ifade etmek üzere "psikocoğrafya" terimini önermiştir ( 1 977). Niederland, örneğin, bugünkü
. Amerika'ya "Amerika" isminin verilmiş olmasının nedenleriyle ilgilenmiş (Ni-ederland 1 977), keşif dönemi halkının Amerika'yı ebedi saadet vaat eden bir cennet adası olarak fantezileştird iğini öne sürmüştür. Yeni ülkenin ilk tanımlamaları hayalperest bir niteliğe sahiplerdi ve nesnel gerçeklikte örtüşmeyen aşırı iyimser bir keyifli l ik içeriyoriardı. Amerika ismi, Amerigo Vespucci'nin adından türetilmiş, fakat onun dişil biçimidir. Bu durum, o dönem gelip bu topraklara yerleşen sayısız çokluktaki göçmenin Amerika'yı kendilerini besleyip büyütecek iyi bir anne olarak tasawur ettiklerine işaret ediyor olabilir.
Ölümsüz AtatÜrk
Haliç olarak isimlend irilen büyük bir su kütlesi şehrin Avrupa yakasın ı kendi içinde ikiye ayırır. Bir bakıma, Mustafa Kemal'in psikolojik yapısındaki bölünme istanbul'un topografisine yansımıştır. Bun ların yanı sıra, şehir birkaç kez isim değişikliğine uğramıştır. Şehrin tespit edilebilen kökeni Lö. yedinci yüzyıla kadar geri uzanır, fakat söylenenlere göre, şehir Megarianlar tarafından kurulmuştur ve bunlar Byzans isimli komutan larından esin lenerek ona Byzantium adını vermişlerd ir. Septimus Severus'un imparatorluk dönemi sırasında şehir Lö. 1 96'da yeniden inşa edilmiş ve Antoninia adını a lmıştır. Constantin Roma imparatorluğU'nun başkentini Ls . 330'da istanbul'a kaydırdığında şehri yeniden isimlendirerek ona Yeni Roma adını vermiş, fakat sonraları bu Constantinople ismine dönüşmüştür. Türklerin idaresi altında şehre pek çok isim ve lakap yakıştırılmıştır: Dersaadet, islam Şehri (islambol), Stanbul ve nihayet Yunanca "şehirde" anlamına gelen "eis tin polin" ifadesinin bozulmuş hal i olan istanbuL . 1 926 yı l ında, Türk hükümeti istanbul'u şehrin resmi ismi olarak benimsemiştir.
istanbul'un Mustafa Kemal üzerindeki simgesel etkisini anlamak için önce onun çok sevdiği şiir olduğu söylenenlı7 "Sis" adlı şiire bakal ım. Bu şi ir ünlü Türk şairi Tevfik Fikret tarafından yazılmıştır.
Daha 1 9 1 9 'da istanbul 'dan ayrılmadan önce bu şiir karşısında büyü lenmiş olan Mustafa Kemal, ne zaman gençlik yıl larını ve istanbul'da Mekteb-i Harbiye'de geçen gün lerin i anımsasa, bu ş i i ri okur ya da ona göndermelerde bulunurdu . Bu şi irde, şair, istanbul 'u bir kadına benzetir ve şeh irden "Doğu'nun ebedi kraliçesı" olarak söz eder.
Tevfik F ikret' in şii ri, insanda kapı l ıp g itme korkusu uyandıran büyüleyici bir kad ın la/şeh irle nası l başa çıkılacağı i ki lemini açıkça d i le getir ir. Şair, şehrin uzaktan şirin ve cana yakın göründüğünü, ancak içine gi ri ldiğinde şefkatten yoksunluğunun ve kendisin i seven lerin döktükleri göz yaşlarına kayıtsızlığ ın ın açığa çıktığın ı söyler. Gerçekte, şehir, s ın ırları içinde "milyonlarca ceset" (ital ikler bize ait) barındırmaktad ır. Mustafa Kemal' in (bil inçsiz olarak) bu ölü ler şehri imgesini daha önce ölen çocukları i le vefat
127 Dikkatimizi Mustafa Kemal'in şiirle olan yakınlığına çeken Profesör Fuat Göksel'e (Göksel, 1 975) teşekkür borçluyuz.
Bizans Değil istanbul
eden kocası iç in yas tutan anne imgesiyle eşleştirmiş olması muhtemeldir. Şair, şehrin sayısız çokluktaki ölü leri a rasında "alnı ak" -yani günahsız ku rban- pek çok insanın da bulunduğuna işaret eder. Ş i i rdeki bir d ize, şeh irden "geçmişi geleceğe taşıyan" bir araç olarak söz eder. Mustafa Kemal, muhtemelen, farkında olmadan annesin in kendi "geçmiş kederi" n i oğlu aracı l ığ ıyla geleceğe taşıdığını düşünmüştür ve dolayısıyla bu kavram onun kalbine h itap etmektedir.
Mustafa Kemal ' i cezbeden Sis adl ı ş i i r, onun kendi kişi l iğ inin bir ifadesi deği ld i . Bununla bir l ikte, d ikte ettiği bir mektup, onun ödipal annenin yanı sıra preödipal anneye i l işkin i lk algısını nası l istanbul şehrine aktarmış olduğu konusunda bize net bir fikir verir. 26 Haziran 1 924'te Mustafa Kemal' i ziyarete gelen Si irt bölgesi mi l letveki l lerinden Mahmut, Yakup Kadri ' (Karaosmanoğlu)den istanbu l 'un acınası hal ini tanımlayan bir mektup almıştı. Mahmut bu mektubu Mustafa Kemal'e gösterdi; mektubu okuyan Mustafa Kemal, Mahmut'a Yakup Kadri'ye göndereceği mektubu dikte etti . Bu mektubu saklayan Gazeteci Yakup Kadri, sonraları, Mustafa Kemal üzerine biyografik bir araştırma yürüten Şevket Süreyya Aydemir' in eserine o mektuptan uzun bölümler aktarmasına izin verd i .
Aşağıdaki pasajlar, mektubun Mustafa Kemal tarafından dik-te ed i lmiş bölümleridir:
"istanbul, Bizans, daima kartşık olmak mahiyetini, ta/iini, adeta mukadder bir nasibe gibi muhafaza eder. Yalnız devir devir, zaman zaman bu kartşıkliğin şekli ve mahiyeti değişir. Onun için, yeni zamanlarda, istanbul'un as" olan çehresini, mahiyetinde tecelli etmiş görmekten asla naümit (ümitsiz) olmamalıdır. Naümidi (ümitsizlik) istanbul'un içinde bulunmakta ve kalmakta tabi/dir. fakat istanbul'u, ibret dersi manzarası olarak karşısına alıp, uzakta, ona hakim bir noktada durmayı, ka/mayı ve onu bir an bi/e tetkik nazarından hariç bırakmamayı bilen/erde ümitsiz/ik vaki o/maz" (Aydemir 1 969, 3. (i lt, s.294) . Mustafa Kemal ' in annesinin gerçek ya da fantezileştiri lmiş
imgeleriyle içli dışl ı olduğu anlarda bile onunla kendi arasına bir mesafe koyduğunu bi l iyoruz. Bu pasaj, insanda istanbul 'un, için-
Ölümsüz Atatürk
de karşıt öğelerin birbirleri ne karışmadan varl ıkları n ı korudukları, insanın içinde kaybolup g itmekten kendisini sakınması gereken bir varl ı k olarak kişileştiri ld iği duygusu uyandı rıyor. i nsan, sanki Mustafa Kemal istanbul 'u bir şeh irden ziyade b ir kad ınmış g ibi , çocukluğunun i lk dönemlerin in hem yaslı hem de kendisine sevecenlikle gülümseyen an nesiymiş g ibi tan ımlad ığı duygusuna kapı l ıyor. Mustafa Kemal onun tarafından yutu lmaktan korkuyor ve kend in i ondan yeterince uzak tutma ihtiyacı h issediyor. Mektup, onun annesine il işkin i lk (preöd ipal) algı ların ın şehre yansıtı lmış olduğuna işaret eden d iğer önerilerle devam ediyor. "Birtakım h iziple r, afakı zulmet-i beyza içindeki muhitte (ufuklan beyaz bir karanltk içindeki çevrede) sinsi istifadeler peşinde dolaşır' (Aydemir 1 969, 3 . Cilt, s.294) Mustafa Kemal istanbul 'da kendi gizl i amaçlarını gerçekleştirme arzusunda olanların varl ığ ından kuşkulanıyor. Zıt duygularla algı lad ığı şeh irden Bizans olarak söz ediyor ve onu basın ın bi le bir su ikast gerçekleşti rmeye yetenekli olduğu bir yer olarak tan ıml ıyor.
Mektubun bir diğer pasaj ı, onun şehre i lişkin algısın ın kend i ruhsal dünyası tarafından nasıl d i kte edi ld iği hakkında daha başka ipuçları veriyor. Mustafa Kemal kendisini Yakup Kadri i le özdeşleşti rmiş görünüyor ve Bizans' ın atmosferin i "kötü" annenin sahip olduğu atmosfer olarak tanımlıyor. "iyi yürekli Kardeşim sevgili Yakup Kadri" ded i kten sonra şöyle sürdürüyor:
"içinde bulunduğun Bizans havasını süiibetle (zorlukla) teneffüs ediyorsun. Bu pek tabiidir. O hava, üzerinde durduğu mevkiin vaziyeti coğrafiye ve topografyası itibariyle en temiz, en ceyyid (saf-temiz) en ferahbaş (ferahltk verici) olması lazım gelirken, bunu tamamen aksine olarak senin, teneffüsünde de çok zahmet çektiğin bir terkipte kalmıştır. Çünkü o hava, maddei asıtyesindeki müvellidülhumuza (oksijen) ve müvellidülma (hidrojen) ile kalmış olsaydı, teneffüs edenlere ıstırap değil, kuwet verirdi. Yazık ki o havada aSlrlann levsiyatı mümteziç (pislikleri kanşmış) bulunmaktadır' (Aydemir 1 969, 3 . Ci lt, s.294). Ardından, havayı ağırlaştıran yüzyılların toz b irik imi üzerine
yorumlarda bulunuyor ve hiç kuşkusuz onun o anda yaşadığı çocuksu ruh hal in i temsil eden geçmişe göndermede bulunuyor.
Bizans Değil istanbul
Yeni Tü rk Cumhuriyeti'nin daha b ir yaşını b i le doldurmadığ ın ı beli rttikten sonra, Bizans' ın doğasın ı değişti rmenin içerdiğ i güçlüklerden söz ediyor. insan böyle bir değin ide, ister istemez onun keder verici bir anneyi doygunluk veren bir anneye dönüştürme g irişiminin bir yankısın ı yakal ıyor. Henüz bir yaşın ı doldu rmamış olan kendisidir; ancak, bir süre sonra büyüyecek ve kendisini ya i lk çocukluktaki "kötü" anne ya da "kötü" baba algısına a it olan kötü lükten kurtaracaktır. Bunun la b i rl ikte, burada bell i öd ipal öğeler de gözlenebi lmekted ir. Bir başka düzeyde, kirl i Bizans-baba'nın iyi istanbul-anne üzerindeki tüm izlerin i tamamen silmek ister. Şöyle sürdürü r:
"Cumhuriyet Bizansı adam edecektir. Cumhuriyet levs (pislik) ile, riya (iki yüzlülük) ile, kizp (yalancılık) ile, ah/aksızlıkla meICıf (huy edinmiş) olmak yüzünden, hali tabiisini, reng-i aslisini ktymet-i giranbahasmı (paha biçilmez ktymetini) gaip eden Bizansı, elbette ki ve muhakkak (behemaha/) adam edecektir. Hali tabii ve nezihine (temiz haline) irca eyleyecektir (döndürecektir)" (Aydemir 1 969, 3. Cilt, s.295). Ödipal öğeler, mektubun, Mustafa Kemal'in Bizans' (kötü
olan)ın nasıl arındırılacağından ve onun istanbul (iyi olan)'a nasıl dönüştürü leceğinden söz ettiği bölümlerinde simgesel düzeyde içerilmektedir. istanbul'da bir tayfun estirerek onu Bizansgil babanın pisliğinden arınd ı racak olan küçük çocuktur. çocuğun gücünün Bizans'ın pisliğiyle karşı karşıya geleceği ve onu alt edeceği yer ise, -şekil itibarıyla dişi ü reme organını anıştıran- istanbul Boğazı'dır:
"Pis olan her şeyi temizleyecek ve kiri kaztylp havaya savuracak olan sonraki operasyon Boğaziçi'nde yaşanacaktır ve sularm temizlenebilmesi için belki de Karadeniz'in bütün o dalgalı sularmm istanbul Boğazl'na akması gerekecektir. Evet, bu yaşanacak; fakat bu tayfun misali meddücezir {gelgit] istanbul'u temizlerken, amaç yalmzca toprağı ve taşlan temizlemek mi olacaktır, yoksa bunun yamslra canlı olup da düşünme yeteneğinden yoksun yaratıklar da yıkamp annacaklar mıdır?" Burada, Mustafa Kemal tayfunla özdeşim yapan ve zafer ka
zanan bir öd ipal çocuk durumunu oluşturur. Kendi kişi l ik yapısı-
Ölümsüz Atatürk _
nın d iktelerine göre bu temizl ik operasyonunu hiç kimseden bir öğüt ya da öner i a lmadan gerçekleşti receğ ine işaret eder.
Onun ölümsüzlük nosyonu, başarısız suikast gi rişim i haberi ve bunu takip eden d ram tarafından yen iden teyit ed i lm işti . Bu yüzden, Byzantium/Constanti nople/istanbul (annenin bölünmüş imgesi) i le yüz yüze gelme, onu ehl i leştirme ya da onarma ve onun üzeri nden ödipal bir zafer kazanma konusunda cesareti a rtmıştı. Gerçekten, 1 Temmuz 1 927 günü sekiz yı l l ık b ir a radan sonra şehre yeniden geld iğinde, şeh i r sanki b ir tayfuna yakalanmış gibiyd i . Kahramanın ı karşı lamaya gelmiş insan yığ ın ı da lgalar hal inde ileri doğru akıyordu . istanbul böyle bir olayı daha önce h iç yaşamamıştı. Şeh irde yayın lanan günlük gazetelerden b i ri, en n ihayet Mustafa Kemal' in de ölümlü olduğunu söyleyerek yaşanan bu h isteriyi yatıştırmaya çalıştı. Aslında, yazar satırlar ında meseleye i l işkin kendi z ıt duygularını aktarıyordu: "Gazi herkes gibi bir insandır. Ne peygamber, ne de fevkalbeşer ( insanüstü) bir vücuttur. Fakat bir sahip-zuhurdur ki (Türeyen, meydana Çıkan güçlü insan) bunlar tarihte seyrek çıkarlar. Seyrek zuhCır eden harikalar yaratır/ar. Sahip-zuhCırun hareketlerindeki ayndedici vasdlar . . . " (Aydemir 1 969, 3. Ci lt, s .301 ) . Türk ha lkı, kendisine inanacağı yeni bir tanrı bulmuştu . Karizmatik ve görkemli l ider i le taraftarları bi rleşerek tek vücut olmuşlard ı .
Önceki gün Ankara'da kendisi için hazırlanmış o lan uğurlama töreni olağanüstü görkemli ve memnuniyet vericiyd i . Basın ve diğer i letişim araçları Gazi 'n in istanbul 'a yapacağı geziyi kamuoyuna geniş olarak duyurmuşlardı; Ankara 'daki tren istasyonu bayraklarla donatı lmış, askerler askeri düzen içinde yol un i k i tarafına dizi lmişlerd i . Gazi, askeri okula gittiği , görkeml i l i k fikirlerini formüle ettiği, kendi kiş i l ik i htiyaçlarını doyuracak bir şey ararken depresif durumlara düştüğü şehre doğru yola koyulu rken, onu görmeye gelen ka laba l ık coşkuyla kendisine tezahürat ediyordu . Gazi, şimdi, kendisine sadık insanlardan oluşan bir ekib in eşl iğ indeydi : Kı l ıç Ali, Nuri, Sal ih, evlat ed indiğ i kızlarından bazıları ve 1 6 Mayıs 1 9 1 9'da istanbul'dan ayrı ld ığ ı günden itibaren yanından hiç ayrı lmamış ve onun tıbbi ihtiyaçlarını karşı lamış özel doktoru Refik.
Bizans Değil istanbul
Grup, tren le Marmara Denizi sahi llerine kadar seyahat ettikten sonra, eski Osmanl ı sarayına ait olan ve Osmanl ı hanedanının kurucusu Osman' ın babasının ismini taşıyan Ertuğrul adlı yata bindi . istanbul Boğazı'na giren yat, 1 853'te Padişah Abdülmecit' in emri üzerine inşa edilmiş Dolmabahçe Sarayı önünde demir atmadan önce, Avrupa ve Asya kıyıları arasında zigzag çizd i .
Dolmabahçe, Avrupa tarzında inşa edi lmiş gösterişli b i r saraydır. On dokuzuncu yüzyıl boyunca, istanbu l'da padişah ailesi için buna benzer bir d iz i saray inşa edilmişti. Şimdi sıradan insanlar arasından çıkıp gelen ölümsüz bir adam, kendi yurttaşlarının sevgi gösterileri arasında saraydan içeri g iriyordu. insanların sevinç çığlıkları Boğaz' ın her iki yakasından da işitilebiliyor, donanmaya bağlı gemiler Gazi'yi selamlamak için top atışı yapıyorlardı. Sarayın padişahların imparatorluğa özgü törenler düzenledikleri geniş salonuna giren Mustafa Kemal, tepedeki seçkin avizelerin ıŞığı altında çok görkemli görünüyordu. istanbul valisi tarafından karşı lanan Gazi, tarihsel öykülendirmelerin yanısıra psikoloj ik göndermeler de içeren bir konuşma yaptı. Şehir, bir kez daha, karşıt öğelerin kendisinde bir araya geldiği kederli bir anne görünümündeydi. Tarih, coğrafya ve psikoloji içiçe geçmişti:
"Sekiz sene ewel muztarip ve ağlayan istanbul'dan kalbim sızlıyarak Çıktım, teşyi edenim yoktu. Sekiz sene sonra kalbim müsterih olarak, gülen ve daha güzelleşen istanbul'a geldim. iki büyük cihanm mültekasmda, Türk vatamnm ziyneti. Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği istanbul, bütün vatandaşlarm kalbinde yeri olan bir şehirdir' (Atatürk 1 952 s.249; vurgular bize ait). Daha sonra istanbul halkına şunları söyledi: "Sekiz sene ewe
line kadar içinde yedi evli ya kuwetinde bir heyula tasawur ettirilmek istenen bu saraym içinden konuşuyorum" (Aydemir 1 969, 3. Ci lt, 5 .30 1 ). Bu ifadeyi annesinden duymuştu. Arkadaşlarıyla padişaha karşı "komplo" kurarken annesi konuşulanlara kulak misafiri olmuş, "yedi evliya kuwetinde"ı2s padişaha karşı muhalefete kalkıştığı için onu azarlamıştı. Yaptığı konuşma, Mustafa
128 Bkz., Mustafa Kemal'in Falih Rıfkı ve Mahmut (Saydam) ile yaptığı röportaj, Milliyet, 1 3 Mart 1 926. Ayrıca, Bkz., Baydar, 1 967, s. 1 04.
Ölümsüz Atatürk
Kemal' in şimdi de kötü hayalet-padişah-baba imgesine karşı fethe giriştiğine ve ödipal bir zafer yaşamakta olduğuna işaret eder. Bununla birl i kte, bize göre burada psikoloj ik olan şey, Mustafa Kemal' in kendisine tekrar bireyleşme olanağı verecek ve onu annesinin nüfuzundan kurtaracak bir "çözüm" arayışı içinde görünmesidir. Burada, annesin in i kinci kez eviendiği sıralar, Mustafa Kemal' in, ödipal mücadeleni n yen iden canlandığı bir dönem olan ve bu yüzden i kinci bireyleşme sü reci (Bios 1 967) olarak isimlendirilen ergenl ik çağında olduğunu hatırlamak gerekir. Kısmen annesinin evl i l iğine bir tepki olarak askeri okula yazı lmıştır. Bir subay olduktan sonra annesine geri dönmüş ve onun kend isini karşılamak üzere saygıyla ayağa kal kan yeni kocasına karşı ödipal bir zafer kazanmıştır. Şimdi, sekiz yı l l ık uzun bir aradan sonra, annesini yeniden kazanmak, ödipal bir çocuk olarak onunla (annenin imgesi ile) i l işki kurmak ve bundan sonra daha fazla bireyleşmek için yen i bir şans elde etmek üzere "ev"e geri dönüyordu.
Mustafa Kemal ' in savaşı kazandıktan sonra istanbul'a muzaffer bir şeki lde geri dönüşü ve yeni bir ulusun doğuşunu hazırlamaya çalıştığı yıllardaki muhal if kiml iğini yatıştırması, kendisine nihai olarak anneyi/u lusu isted iği yönde değiştirebi ldiğine inanan gerçek bir reformcu olma yeteneği kazandıracak psikoloj ik adımı atmasını kolaylaştırd ı . Gerek fantezi gerekse gerçekl ik düzeyinde yaşamı boyunca bu yolda tekrar tekrar girişimlerde bulunmuş olduğu açıktı, fakat bu (sekiz yıl aradan sonra istanbul 'a dönüşü) onun psikoloj ik açıdan en hazır olduğu döneme karş ı l ık düşüyordu. Bir reformcu olarak onun altın çağı daha sonraki yıllarda başlayacaktı; fakat, i lkin, o güne kadar gi rişmiş olduğu bütün mücadeleleri bir düzene sokmak zorundaydı . Bir bakıma bütün mücadeleyi "paketleyip tek bir bütün kılmaya", onu kendi yeni ürünü, kendi yaratısı hal ine getirmeye ihtiyacı vard ı . U lusu kurtarma mücadelesi sırasında giriştiği dışsal mücadeleleri -yan i "paket"i- ayrıntılarıyla sunacağı "Nutuk"u hazırlamaya y ine o zamanlar başlad ı .
Mustafa Kemal ' i istanbul'da karşılayanlar arasında kızkardeşi Makbule de vard ı . Makbule onun kendi evinde misafir kalacağ ın ı ummuştu; ancak, Mustafa Kemal, artık "kendilerini zıllulahlann
Bizans Değil istanbul
(Allahm gölgelerinin)" değil u lusun malı olan sarayda kalmasının daha uygun olacağını bild i rd i . "Burada mil/etin bir ferdi, bir misafiri bulunmakla bahtiyartm" dedi (Aydemir 1 969, 3 . Cilt, s .301 ). Kızkardeşini seviyor görünüyordu , fakat cumhurbaşka'n i olarak ona mesafel i davranma gereği h issetti. Bir keresinde, yandaşlarından, kızkardeşinin kendisiyle olan yakın akrabal ığını kişisel çıkar aracı olarak kullanmasın d iye onun yeni kocasına dikkat etmelerin i istedi . Nuri gibi Selanik günlerinden beri arkadaşı olup kendisine sad ık kalmış dostlarını ödül lend i rmiş olmakla birl ikte, akrabalara yapı lan iyi l ikler konusunda çok titiz ve uyanık davranıyordu.
istanbu l'a varışının ertesi sabahı sarayın yemek odasına geçtiğinde, yan ında kızkardeşi Makbule, evlatl ık ed indiği kızları Rukiye, Sabiha ve Zehra vard ! . Güneş ışığ ının içeri g i rmesi için pencerelerdeki ağır kumaşlardan yapı lmış perdelerin çekilmesin i istedi . Sarayın d ışında hala heyecanl ı b i r kalabal ık bekleşiyordu . Şehi rde geçen ikinci gece, ışı i ış ı ! ' yanan fenerlerle donatı lmış gemilerin sarayın önünden geçerek yaptıkları gösteriyi izledi . Herkes bu gösteriyi izlemek istiyordu ve pek çok i nsan kayık kiralamışt!. içi oku l lu kızlarla dolu kayıklar sarayın hayli yakınından geçtiler. Bu kızlardan biri, Mustafa Kemal ' in yaşamında önemsiz bir yer işgal edecek olmasına karşı Gazi'ye i l işkin anı ları zihninde ışı ldayan bir anıt gibi canlı kalacak olan Lütfiye (Gürsoy) idi . Bayan Gürsoy, altmışlı yaşların ortalarında emekli bir tarih öğretmeni olduğu sıralar Dr. Volkan'la yaptığı görüşmede, o geceyi ışı ltı l ı gözlerle anımsıyordu. Şöyle söylemişti: "Mustafa Kemal istanbul'u ziyaret ettiği zaman yer yerinden oynadı," Kutlamalara genç kızların da kalabal ık gruplar hal inde katı lmış o lmaları, geleneksel olarak kadınların hava karard ıktan sonra evlerine kapandıkları bu ülkede yaşanan d ikkate değer toplumsal değişimin bir kanıtıd ır. Lütfiye, kayıktaki kalabal ık kız grubu içinde, heyecandan titremiş, gökyüzüne karşı bir s i luet olarak duran ve el sal layan kahramanını bir an bi le olsa görebi lmişti . Bayan Gürsoy, aradan onca yıl geçmiş olmasına karşın , onu gördüğü an yüreğinin nasıl küt küt attığını , kızların nasıl hep bir ağ ızdan onun en sevdiği "Dağ başınr duman almış" marşını söylemeye başlad ıklarını dünmüş gibi hatırl ıyordu.
BÖlüm 24
RAHAlLAMAYA VAKil YOKI
•
I stanbuL, Mustafa Kemal için iyiydi . O şimdi Dolmabahçe Sarayı 'n ın 1 9 . yüzyıl mermer salonlarında dolaşırken ken-
d in i rahat h issediyordu. Her ne kadar yüksek b i r duvar, sarayı şeh i rden sakl ıyorsa da, pek çok mermer balkonu Boğaz'a bakmaktaydı ve Mustafa Kemal bunların hemen hemen her birinden bakarak gelip geçmekte olan gemileri seyredebil ird i . Boğaz sularının üzerindeki renkler günün değ iş ik saatlerinde farklı biçimlerde titreşiyorlardı ve istanbul ahalisinin kalpleri de, o, sarayda oturdukça uyum içinde çarpıyor g ibiyd i . Mustafa Kemal'de bir su sevgisi ortaya çıktı; Boğaz'da ve Marmara'da uzun yat turları yapmaya başladı . Onun yolu üstündeki bazı pastane ve kahvehanelerde aniden görünmesi kalp atışlarını h ızland ı rıyordu . ittihatçıların i ktidarı zamanında evlerinde perdeler a rkasında saklanan istanbul kadın ları Enver Paşa hakkında fanteziler beslemişlerd i; ancak şimdi eve hapsedi lmeme özgürlüğünü öğrenmekte olan genç Tü rk kad ın ları devaml ı olarak Mustafa Kemal'i düşünüyorlard ı . O bir kez daha bir l ider için özlemi duyulan engin bir erkekliğe sahip olduğu özell iği taşıdığı varsayı lan ve karizmaya sah ip bir bekard ı .
istanbu l 'daki ikameti sırasında Gazi b ir kız daha evlat edindi. Nebi le, Çapa Öğretmen Okulu'ndan, Mustafa Kemal'e, istanbul'a hoş geldiniz demek üzere gönderi lmiş olan üç kızdan bi riyd i . Diğer i kisi ayrı ld ılar, fakat Nebile kaldı . Nebile on sekiz yaşında, orta boylu, mavi gözlü ve sarışındı . Sonraları onun hakkında hatıralarını anlatanların hepsi kendisinden oldukça güzel olarak bahsetmişlerd i . Nebile, Mustafa Kemal' in arkasından Ankara'ya g itti ve Rukiye, Sabiha ve Zehra i le beraber evlatl ık kızları a rasındaki yerin i a ld ı . Ancak, Afet, yaln ızca vekil eş olarak değil, aynı zamanda bizzat kendi teşviki i le tedrici olarak entelektüel meseleierde bir uzantısı hal ine gelmesiyle, yaşamındaki en önemli kadın hal ine gel iyordu . Mamafih, bu noktada Gazi 'n in yaşamı zevk ve sefaya tesl im olmuş deği ld i . Z ihnindeki, Türk mi l letinin yararı-
Bahallamava Yakit Yok
na olacak projeleri bir gün için bi le bir kenara bırakamazdı . Her çeşit reform projeleri, Yeni Tü rkiye'n in her türlü imaj ları onun i lgi a lan ındaydı . Daha Ku rtuluş Savaşı s ırasında Hal ide Edip ve kocasıyla Osmanl ı Türkçesinin yazı ldığı Arap alfabesin in yerine Latin alfabesini geçirmek üzerine konuşmuştu. Eğer Tü rk mi l leti batı l ı laşacaksa, Tü rklerin oku r yazar hale gelmek zorunda oldu kların ı ve Batı 'da yaygın olan bir a lfaben in kul lanı lması gerektiğ in i h issediyordu .
Mustafa Kemal bu sırada kendin i bütünüyle "Nutuk" adın ı a lacak olan eserin in yazımına vermiş olduğundan muhtemelen Yeni Türkiye için iyi olacağını düşündüğü reformlar için nasıl harekete geçeceği henüz netleşmemişt i . Bu, 1 9 1 9 ile 1 927 yı l ları a rasında cereyan eden olaylara i l işkin şahsi dokümanter eser, d iğer bir ifadeyle Tü rk Kurtuluş Mücadelesi' n in Mustafa Kemal tarafından yazı lan tarihiyd i . Psikoloj ik açıdan enerj is in i reforma yöneltmeden önce, anavatanı (bu özetle mi l leti) kurtarma vazifesini tamamlamak ihtiyacındayd ı .
Nutuk, kendisini çocukluk günlerin in bitmemiş işlerin in bağlarından kurtaracak şahsi mücadeles in in sembol ik bir icrasıydı . Ancak, annesin i acılardan kurtarmakla kazanı labileceğin i varsaydığı iç özgürlük mücadelesi, özgürlük için yapı lan mi l l i mücadeleyle özdeşti. Mi llet, onun için Mustafa Kemal ' in kurtarıcı oğu l ve ideal leştirilen baba karışımı b i r rol oynadığı acılar içindeki anneyi de temsi l ediyordu. Tabiatıyla, kendi zaviyesinden tanımladığı tarih i olaylarda kendis i yıldız ve merkezi şahıs durumunda olmayı sürdürüyordu .
Nutuk'un hazırlanması için üç ay gerekiyordu . Okunması ise, 1 5-20 E kim 1 927 günleri arasında altı gün sürdü . Gazi altı günlük sunuş iç in Ankara'da Cumhuriyet Halk Fırkası Kuru ltayı önünde toplam otuz altı saat süreyle bizzat kürsüde ayakta kaldı. Nutuk'un yaz ımı Ankara'da tamamlandı . Bayan Gökçen, Gazi 'n in bazen yirmi dört saate varan sü reler boyunca ara vermeksizin ve çoğun lukla ya lnızca kahve ve sigara içerek çalıştığ ın ı hatırlıyor. Önemli bir göreve kendin i adadığında Mustafa Kemal asla a lkole dokunmazdı . Nutuk'u hazırlarken üç sekreter grubu çalışmıştı. B iri yorulduğunda diğeri çağrı l ıyor ve bir üçüncüsünün de gece boyunca çalışması isteniyordu . Bayan Gökçen, kü-
ÖlümsÜZ AtatÜrk
tüphanesinde beyaz ayı postu üzerine uzanmış Gazi 'n in, düşüncelerini kağ ıda dökerken veya d ikte ettiri rken, sigara içerek ve Türk kahvesi yudumlayarak yüzlerce belgeyi i nceleyen imaj ın ı hala sevgiyle anmaktad ır . Dramatik " 1 9 1 9 yilı Mayısmm 19 uncu günl) Samsun 'a Çıktım" (Atatürk 1 927, s .9) sözleriyle başlayan Nutuk büyük bir gövde gösterisiydi . Nutuk bir tarih i belge ve muhteşem bir şahsi meşrulaştırma örneği olarak okunabileceği g ibi, aynı zamanda Mustafa Kemal'in bil inçaltın ın iç yüzünü de ortaya koyar. Mesela, başlangıçtaki bölümlerden birisinde "bazı kadmlarJla 1 29 yönelti lmiş ve Halide Edib' i hedefleyen alaycı bir gönderme vardır. Ancak aynı zamanda bu bi l inçsiz olarak i lk çocukluk dönemlerindeki bastırıcı anne imajının yeniden canla ndırılmasıdır. Nutuk, Türkiye'nin kötü baba imaj ın ı taşıyan sultan zayıfken nasıl işgal edi ldiğini ve kendisi onu kurtarma yükünü sırtlanıncaya kadar mil letin nasıl boğulduğunu anlatan bölümleri ihtiva eder.
Diğerleri içinde Rauf Bey, Ali Fuat (Cebesoy) ve Kazım Karabekir onunla beraber aynı yolda işe başlamışlar ama sınırl ı vizyonları olmuş ve onun arkasında durmakta başarısızlığa uğramışlard l . Mustafa Kemal' in olayları ve ittifakların bozulmasın ı anlatan tan ımlamaları, acılar içindeki annenin ku rtarılması ve onun yaraların ın iyileştirilmesi kadar zayıf ve kötü babanın reddedi lmesin in de sembolik an latımıdır.
Bizim en çok i lg imizi çeken şey, Mustafa Kemal' in Tü rk gençl iğine ith af ettiği güçlü h itabesinde, on ları, Tü rkiye Cumhuriyeti 'ni i lelebet muhafaza etmekle görevlend irmesidir . Bu dönemde onun acılar içerisindeki annenin simgesel iyileştir i ldiği yolunda bir içsel duygusu vardı ve annesinin ayrı imajlarını birbir ine entegre ederek sonunda kendisin i ondan ayırmaya muvaffak olabiliyordu .1 30 Kendisi ise "Türk gençliğiydr'. Bütün bunları görkemli bir kiş i l iğ in tarzıyla tek başına gerçekleştirmişt i . O etkin tarihsel hareketler yapmamış, fakat içsel çatışmaları ve gelişme sorunlarını da hal letmeye muvaffak olmuştu.
129 istanbul'da kadınh erkekli ileri gelen birtakım kimseler de gerçek kurtulu�un Amerikan mandasını sağlamakta olduğu görüşünde idiler. Bu görüşte olanlar, düşüncelerinde çok direndiler. En doğru yolun kendi görüşlerinin benimsenmesinde olduğunu ispata çok çalıştılar. Bkz., Atatürk, 1 927, s . 1 3- 1 4.
130 Bu, bir noktaya kadar doğru ve bir noktaya kadar ise hayalidir. Dolayısıyla millet/anneyi iyileştirmek için çabalarını ölene dek SÜrdürdü.
Bahatlamaya Vakit Yok
Türk gençl iğine h itabesindeki sözler, b ir kimsen in başarı l ı olmak için d iğerlerine dayanmak zorunda olmadığını ispat eden, kend i içsel gücü ve kuvvetine dayanarak gerçekleştirmiş olduğu kişil iğ in in zaferin in i lanıyd ı :
"Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikba/inin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. istikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahlann olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağm vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebifir. istiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanm bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün ordulan dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzre, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hiyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet fakrü zaruret içinde harap ve bltap düşmüş olabilir. Ey Türk istikMlinin ev/adı! işte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret damarlarmdaki asil kanda mevcuttur!" (Atatürk 1 927, s.723_724)13 1 Tü rk geleceğ in in müdafileri bu iş i oradan gerçekleştirecekleri
modern bir Ankara'ya sahip olacaklardı . Mustafa Kemal, Ankara'yı kentin Osmanlı geçmişin in tükenmişl iğ inden kurtarmayı ve ona tamamen yeni ve Batıl ı b ir çehre vermeyi istiyor, fakat gelişmenin düzenl i olmasını arzuluyordu. Almanya ve Avusturya'dan şehir planlamacıları danışman olarak getir i ld i ler. Ankara'n ın en
1 3 1 Son cümle şahsiyet yapısının yönünü açıkça yansıtır. Kendisi gibi, Türk gençliği, ülkeyi başkalarına dayanmadan kurtarabilir.
Ölümsüz Atatürk
önemli mimarları arasında bir Alman, Hermann Jensen vard ı . Şehir, hepsi ağaçlarla çevri l i geniş bu lvarları ve caddeleri ve tabi Opera Binası ile Alman karakteri kazandı . Tozlu şehrin ortasındaki bataklık kurutuldu ve yerine, tam ortasına suni bir havuz bulunan ve Gençlik Parkı olarak adlandırılan büyük bir park yapıldı .
Ne zaman Ankara'nın su rezervi müsaade etse, burada çeşmeler akıtı l ır ve suni şelaleler havuza döküıürdü . Sıcak yaz ayları boyunca kayıklarla dolaşma en çok ilgiyi çeken bir faaliyetti. Bir çok meydanlar yaratıldı ve Mustafa Kemal'in kendisini her şeyi yapabilecek kudrette ve her yerde hazır ve nazır gösteren heykelleri i le süslendi.
insanoğlunun böyle fiziksel biçimde temsil edi lmesi; kendisini, henüz hayattayken mermer ve bronz olarak ölümsüzleşmiş olarak görmenin verdiği haz kadar, geleneksel islami kültürden önemli bir ayrılma anlamına gelmesi dolayısıyla da, Mustafa Kemal için önemli bir zaferdi . Ne yazık ki, Ankara'da o günlerde hiç kimse şehrin nüfusunun yarım yüzyıl içinde iki mi lyonu geçeceğini düşünemed i . Planlananların pek çoğunun genişleyen bir metropolden ziyade küçük bir şehre uygun olduğu daha sonra ortaya çıktı .
Fiziki değişime köklü bir di l reformu eşl ik etti. Orta Asya'daki tarihlerin in başlarında Türkler otuz yedi harfli, Altay alfabesi olarak bi l inen ve Çin harflerine benzeyen bir alfabe ku l lanmışlard ı . Daha sonra Türkler, islam'ın etki alanına girdiklerinde Arap alfabesini almışlar ve buna bazı Fars harfleri i lave etmişlerd i . Yaln ızca üç ünlü ses ve bunların uzatılmış şeki l lerini içeren Arap alfabesi karmaşık Türk ünlü seslerini d i le getirmek için en iyi araç değildi ve Tü rkçe'de sekiz ünlü ses bulunmaktayd ı . Bu, uygulamada bir kimSEmin bir kel ime i le karşılaştığında onu doğru telaffuz edebi lmesi için kel imenin ne olduğunu bilmesin i gerektiriyordu ve pek çok kelime birden çok biçimde telaffuz edilebil iyor ve farklı anlamlara geliyordu . Yazılan (ve konuşulan) Osmanl ı Türkçesi, halkın konuştuğu öz Türkçe olan günlük Türkçe'den farklıydı ve orijinal haliyle bir saray l isanı olup Türkçe'nin yanı sıra pek çok Arapça ve Farsça unsurları içeriyordu .
Gerçekte, kel ime haznesinin çoğunluğu Arapça ve Farsça kelimelerden oluşuyordu . Bu nedenle çağlar boyunca öğrenilmesi
Bahatlamava yakit Yok
güç bir hale gelmişti ve kazan ı lması bir toplumsal statü işaretiyd i . Genel olarak, Osmanl ı Tü rkçesi, Osmanl ı yönetici seçkin leri n i n tekelindeyd i . Halk Tü rkçesi de Osmanl ı Tü rkçe's in in yan ı s ıra yaşamını sü rdürürdü .
On dokuzuncu yüzyılda Abdülaziz ' in saltanatı sırasında (1 861 - 1 876), okur yazarl ığın arttırı lması iç in a lfabe ıslah ı yapı l ması konusunda i lgi uyanmıştı . Sonraları E nver Paşa bir süre di l reformu fikriyle b i r süre oynadı, fakat çabaları büyük ölçüde başarısız oldu. Mustafa Kemal, Batı l ı ü l kelerde halk ın ortak bir d i l i paylaşmakta olmas ın ın bu ülkelerdeki mi l l iyetç i l ik ha reketlerinde hayati b i r rol oynamasından derin biçimde etki lenmişti. Nutuk'un okunması sonrasındaki zorunlu uğraşlarından b irisi de Latin alfabesinin topluma sunulması oldu . Mustafa Kemal yen i alfabeyi Latin değ i l de Türk alfabesi olarak adland ı rmaya özen göstermişti ve alfabe komisyonu ile bir l ikte Türkçe'deki her sesin tek bir harfle temsi l in i temin edebilmek için yeni harfler yaratmak için beraberce ça l ışmıştı . Mesela, i ngi l izce "church" kel imesindeki "ch" sesi, yen i harf "ç" ile temsil edi lecekti.
Her ne kadar Mustafa Kemal Türkiye'de okur yazarl ığı h ızla arttırmak konusunda bi l inçliyd iyse de, di l reformunun hamil iğini üstlenme g irişiminde bi l inçaltın ın etkisindeydi. Alfabe ve Osmanlı l isanı Arap, is lami bel i rtileriyle, Mustafa Kemal' in zihn inde annesinin din i ve batı i itikatlarla dolu zihniyetiyle bağlantıl ıyd ı . Kağıt parçaları üzerine büyü ve sihir l i formüller biçiminde yazılan d i l (muska), Mustafa Kemal' in gözünde annesinin güçlü (sih i rl i) fakat yaralı b i r b i rey biçimindeki imaj ın ı kuvvetlend i ren, annesin in dünyasının parçasıydı . Zaten acıdan etkilenmiş olan annesin in Mustafa Kemal'i bir bebek ve küçük bir çocuk olarak yetiştirme süreci, Zübeyde Hanım'ın d in i ve batıl itikatlarla dolu davranışlarıyla içiçe geçmişti. Türk l isanını Arap alfabesi ve onun d ini imalarından ar ındırmak Mustafa Kemal'e yaral ı ve acılı anneyi iyileştirme sürecine bir katkı olarak görünüyordu .
Yeni harflerin kolaylıkla Dar-ül Harb i l e bağlantıland ı rı labi lecek olması böyles ine b i r d il reformuna yönelik sert ve şiddetli d ireniş beklentisine yol açtı. Hatta Mustafa Kemal kada r değişimi a rzulayanlar dahi, onu bu denli gözüpek bir adım konusunda uyardılar. En ihtiyatl ı lar içinde olan ismet Bey, alfabe değişikliğin in en azından yedi yıla ihtiyaç gösterdiğini düşünüyordu . Mus-
.3zi
ÖlÜmsüz AtatÜrk
tafa Kemal, değiştiri lecekse alfaben in üç ay içinde değiştirilmesi gerektiğ i fikrindeydi (Atay 1 980, s.440) . B ir kere daha Mustafa Kemal haklıyd ı . Mustafa Kemal kend i fikirlerin i ve değişim arzusunu halka aktarmada başarı l ı oldu .
D i l reformunda i l k önemli adım 24 Mayıs 1 928'de rakamlar Batı'dakilere uygun biçimde değiştir i ldiğinde atı ld ı . iki ay sonra Mustafa Kemal yen i a lfabeyi yapacak bir özel komisyon kurdu ve komisyonun çalışmalarına aktif biçimde katı ldı . Bu alfabe Gazi tarafından 9 Ağustos günü Sarayburnu'ndaki Halk Bahçesi'nde verilen bir ziyafetle dramatik bir biçimde açıkland ı . Bu olay, biri modern caz diğeri alaturka musiki icra eden iki orkestra eşl iğinde iftiharla i lan edi ldLm Mısırl ı şarkıcı lar Arapça şarkı lar söylediler. Bazen Mustafa Kemal her iki orkestraya da çalmasın ı söyledi ve maiyetindekilerden iki müzik türünü
'kıyaslamalar ın ı ve tercih
lerini belirtmelerin i isted i . Herkes Mustafa Kemal ' in açıkça monoton ve ''Yeni Türkiye" için düşük bir standart olarak ilan ettiği tek sesli alaturka musiki yerine Avrupa müziğ in i tercih etmelerin i istediğinin farkında id i . 1 33
Bazı Türk bestekarlar eserlerin i Batı müzik makamlarında ve Batı müzik aletleri için bestelemeye başladığından bir anlamda Mustafa Kemal iki müzik kampı arasında bağdaştırıcıl ığa öncülük ediyordu . 1 34
istanbul'da o Ağustos akşamı Mustafa Kemal, M ısırlı şarkıcıları gerektiği biçimde kutladıktan sonra, böylesine bir müziğin artık onu fazla etkilemediği yorumunu yaptı . Herkes onun bu yı ldız performansın ı izlerken, o bir kağ ıt parçasıyla doğruldu ve bi-
132 Dini müzik devlet laikleştiğinde önemini yitirdi. Türk san'at musikisi Osmanlı geçmişi ile ilişkilendirildi ve çağ dışı olarak telakki edildi. Mustafa Kemal'in klasik Türk musikisinin duygularını ve ruhunu tatmin konusunda yetersiz kaldığı saptamasına karşılık (Karaı 1 956, Cunbur 1 973, Gökçen 1 975), kendisi bazı klasik şarkıları söylemeyi severdi . 9 Ağustos gecesi Sarayburnu'nda çalınan alaturka musiki, Türk san'at musikisi idi . Ancak, hatırlanmalıdır ki, Atatürk saf Türk olduğunu düşündüğü Türk halk müziğini ayrı bir kaba koyardı.
133 1 934 yılında kısa bir süre için radyolarda Türk san' at müziği çalınması yasaklandı. Daha önce, 1 926 yılında, istanbul'daki Türk San'at Musikisi Konservatuarı (Dar'ül-elhan) kapatılmıştır.
'34 Bazı bestekarlar modern bestelerinde türk san'at musikisinden yararlandılar. Mesela Ferit Alnar bir keman konçertosu yazdı. Adnan Saygun 1 3 . yüzyıl mistik şairi Yunus Emre'yi konu alan oratoryosunda Türk klasik motiflerini kullandı. Pek çok halk nağme ve şarkıları da Batı müziğiyle bağdaştırıldı (Rechid 1 927, Egüz 1 969).
Babatıamaya Vakit Yok
ris in in gelip bu kağıdı okumasın ı isted i . Genç bir adam geld i fakat kağ ıdın üzerindeki Latin harflerin i görünce şaşkına döndü. Bundan sonra Gazi kağıdı a lfabe komisyonu üyesi ve gazeteci arkadaşı Falih Rıfkı (Atay)'ya uzattı. Fal ih Rıfkı yeni harfleri topluluğa okudu. Bu Türk mi l letine kurtarıcısından aşağ ıdaki hususlara değinen bir mesajd ı :
"Bizim ahenktar, zengin lisan/mız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalar/mlZl demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşdmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindeyiz. ( .. ) Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına, erkeğe, hainala sandalClya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu, okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez nevidendir. Bundan insan olanlar utanmak lazımdır. ( . .) bu hata bizde değildir. Türkün seciyesini anlamlYarak kafasmı bir takım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatala"m kökünden temizlemek zamanmdayız. Hatalan tashih edeceğiz' (Atatürk 1 952, s. 254-256, vurgu lar bizim).
Bu birkaç saniyel ik dramayı 'Yaşa, varof' sesleri izledi ve bir ilave kutlama olarak Gazi ayağa kalktı ve rakı dolu olan bardağını şerefe ka ldırarak dedi ki :
"Eskiden bunun bin mislini mezbelelerinde gizli gizli içerek envaı mefsedeti irtikap eden mürai sahtekarlar vardı. Ben sahtekar değilim, milletimin şerefine içiyorum" (Atatürk 1 952, s. 256).
Alkol ku l lanımı islam tarafından men ed i ld iğ inden böylesine bir davranış islami geleneğe vurulan b ir d iğer darbeden başka bir şey deği ldi . Kahramanları açıkça içtiğinden hazır bu lunanların çoğu da onu izleyerek aynı şeyi yaptılar.
Mustafa Kemal parkı terk ederken, başına geleneksel çarşaf g iymiş olan al ıml ı bir kad ın la karşılaştı (Kimoss 1 965, s. 504) . Durdu ve kadından başını açmasın ı isted i . Kadın hiç tereddüt etmeden kalabal ık içinde başın ı açtı ve bununla da yetinmeyerek Mustafa Kemal'i kucaklamaya kadar vard ı . Her zamanki g ibi yolu üzerindeki insanların arasına karıştığında karizmasının en üst noktasındaydı, d iğerlerin i reform yolunda kendisini coşkun ve heyecanl ı izlemeye ikna ediyordu .
Ölümsüz Atatürk
o şimdi mi l letin in başöğretmeni olmuş, ü lkeye yeni harfleri öğ retiyordu . Dolmabahçe Sarayı 'n ın etrafına karatahtalar koymuştu, bunlar üzerinde ziyaretçi lere yeni yazı dersleri veriyordu . Mebuslar yen i alfabeyi öğrenmeye mecbur tutu lmuşlar ve daha sonra vatandaşları n ı eğitmek için ü lkenin çeşitli bölgelerine gönderi lmişlerd i . Mustafa Kemal ' in meşhur bir fotoğrafı onu bir ağacın a ltında bir karatahtanın önünde durmuş, yen i yazıyı öğretirken gösterir. O sıralarda, savaştan hemen sonra UHife ile tanıştığ ı gün lerdeki dal gibi, yanık ten l i , yakışıklı adam gitmiş, yerine hatırı sayı l ı r derecede şişmanlamış, saçları dökü lmeye başlayan birisi gelm işti. Onu bir öğretmen olarak düşünmek pek de zor deği ld i .
Alfabe reformu h izmetinde taşraya gönderilenler yaln ız mebuslar değ i ld i . Bizzat Gazi öğretmen olarak seyahate başlamıştı. i l k ziyaret ettiğ i yer Tekirdağ oldu .
Mustafa Kemal' in meşhur 1 9. Tümeni Çanakkale'ye g itmeden önce Tekirdağ'da hazırlanmıştı (Bkz., 7. Bölüm). Bir anlamda askeri zaferinin sahnesi olan Çanakkale'ye aynı muvaffakiyeti umduğu eğitici l ik kariyerine başlamak üzere geri dö.,üyordu . Tekirdağ'a 23 Ocak 1 928 günü yatla vası l oldu (Yücebaş 1 973, s . 1 S-20). YanaşıIan rıhtım güzel halı larla kaplanmıştı ve onu bir kalabalık bekliyordu . Limana vardığında yelekli koyu bir takım elbise g iymiş, köstekli bir saat takmış ve ceketinin üst cebine büyükçe bir mendi l koymuştu. Belki de bu giyim kuşam gösterisi Çanakkale'de onu öldürebilecek olan bir şarapnelin göğüs cebindeki saati parçalamasının bil inçaltı bir hatırlatıcısıydı . Ancak, bu kez düşman ateşiyle değiL, halkının aşırı sevgisiyle karşı karşıyaydı .
Vilayet konağında yeni alfabe üzerine ik i saatl ik bir ders vermek üzere kocaman bir karatahta ku l landı . Sonra hazır bulunanlardan bir çoğunu öğrettiklerin i anlayıp anlamadıklarını kontrol etmek için sınadı. Bazıları iyi cevap veremediğinde oldukça "üzgün" görünüyordu . Gazi önündeki bir adamı yanına çağırdı ve Arap alfabesi ile bir cümle yazarak adamdan bunu okumasın ı istedi . Adam okudu, sonra Mustafa Kemal aynı cümleyi başka bir anlama gelecek bir şeki lde değişik olarak okudu. Daha sonra bu d indar adama, bir kimsenin Arap harfleriyle yazı ldığında cümlen in ne anlama geldiğine emin olamayacağını, ancak yeni alfabe ile anlamı konusunda h iç bir şüphe olmayacağın ı söyled i .
Bahatlamaya Vakit Yok
Mustafa Kemal yeni alfabenin tanıtım ı ve Türklerce kabulünün hızlandırı lması için gerek bu dindar adamın aracı l ığı , gerekse de tahta başındaki dersleri gibi her yolu kul landı . Hatta yeni alfabe için bestelenecek bir kafiyel i marşı, ahal i bunu şarkı biçiminde söyleyerek daha kolay öğrenir ümid iyle, kullanmayı düşündü . Bazı müzisyenlere böylesine bir marş hazırlamalarını emretti, fakat onların ça l ışmalarından memnun olmayarak bu projeyi ipta l etti. 1 1 Kasım'da kabul edi len bir hükümet kararı bütün ülkeyi yeni harflerin kabu lü için bir oku la dönüştürdü . M il let Mektepleri Ta limatnamesi 'nin 3 . ve 4. maddeleri kadm ve erkek her Türk vatandaşmm bu okulun bir üyesi olduğunu öngörüyor ve "Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin Millet Mektepleri'nin BaşöğretmenI" olduğunu bel i rtiyordu .
Çocuklar tabiatıyla yen i harfleri yetişkinlerden daha kolay öğrend iler. Bundan dolayı, çocukları ebeveynlerini eğitirken görmek en der rastlanan bir durum deği ldi . Mustafa Kemal şahsiyetindeki bir kimse için, çocukları ebeveynlerine faik bir duruma geld iklerinden kendi içsel kuwetleri ne dayanarak, ana ve babaların ın eksiklerini tamamlarken görmek, mutluluk vericiydi . Kend isi bizzat en parlak çocuktu !
Ancak tüm çocuklar er geç gerçekle yüzyüze gelmek zorundadır. Bi rkaç yıl içinde Mustafa Kemal sah ip olduğu takipçileriyle olan yakınlığı hiç değişmeyecekmiş gibi kabul etmenin mümkün olmadığını öğrendi. Daima karizmatik lideri körü körüne takip edenler olduğu gibi, ondan aynı inatçılıkla nefret edenler de vard ı .
Mustafa Kemal azimle, halkın ın gözünde batı l ı laşmanın, kökleşmiş geleneklerin, bi lhassa dini olanların redd i olarak göründüğü bir ü lkeyi batılaştırmaya çalıştıkça, bazıları onu insan kıl ığındaki bir şeytan olarak görmeye başladılar. Bun ların çoğunluğu Osmanlı döneminde belirli bir statüleri olan ve sık sık mistik güçlerine başvurulan hocalar, mollalar ve dervişlerdi . Bu kadar uzun bir süre kendilerine gösterilen büyük saygıdan sonra, reddedilme ve gözden düşmeyi kabullenme onlara zor geliyordu . Resmen 1 0 Ocak 1 929'da uygu lamaya konan Mustafa Kemal' in yeni alfabesi onların Arapça yazmayı öğreten öğretmenler olmak sıfatıyla var olan statülerini daha da sarsmıştı. Her ne kadar müritlere sahip olmayı sürdürüyorlarsa da, Gazi'n in tek parti mecli-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
sindeki sıkı kontrolü onların siyasal güçle bağlantı ların ı kesmiş ve eski d ine dönüş için cidd i talepte bulunmaların ı imkansız hale getirmişti. Gün gençlerin, en azından yaşça deği lse de davranış olarak böyle olanlarındı . Ya da en azından, i rtica Menemen kasabasında patlayana dek böyle zannedil iyordu . Bu patlama Mustafa Kemal ve mi l let tarafından hiç de beklenmiyordu ve Türkiye'deki olay ve gel işmelere karşı bir hareket olarak müta laa edilmeliyd i .
Mustafa Kemal takipçilerin in, kendisine gösterd ikleri taparcasına sevginin zevkini çıkarırken, kendisine iftira edenlerin belki de farkındaydı ama kişi l ik yapısı onları gerçekte yaşayan kişiler olmaktan çıkaracak kadar hor görmesine neden oluyordu. Emin olarak varsayabil iriz k i -gerçeklerin de gösterdiği g ibi- önemli herkes tarafından sevildiği ve sayı ldığı hayal ini sürdürüyordu. Bu nedenle dindar önemsiz kimselerin nefretinden dolayı kendini bil inçl i olarak tehdit edi lmiş h issetmiyordu . 1 928'den itibaren öğreten, put kıran ve playboy rol lerine sahip olmuştu . Tamamen ilgi odağı olduğu galalar ve diğer eğlencelerle meşgulken, acıya uğramış anne/milletini neşeli ve eğlence seven bir varlığa dönüştürüyordu. Sa bi ha (Gökçen) Mustafa Kemal'in bir keresinde evlatiık kızlarına el lerinden geldiğince gülümsemelerini ve gülmeyen hiç kimseye güvenmemelerin i söylediğini anımsıyor (Gökçen 1 974) .
Sürekli olarak kendisini taparcasına seven bir yakın arkadaş grubu tarafından çevrilen Mustafa KemaL, ülke içindeki gezileri sırasında aralarına karışmak al ışkanlığı edindiği halktan kısmen soyutlanmaya başladı. Bunun bir uç noktası olarak Çankaya, Dolmabahçe gibi mekanlarda tapıl ırcasına sevilen bir esir haline geldi. i ktisat hakkındaki bilgisi çok azdı ve günlük hükümet işlerini mali sorunlar konusunda aynı derecede bilgisiz ismet Bey'e bırakmıştı. i kisi zaferlerine karş ın beş kuruşu bile olmayan bir ülkenin liderleriyd i . Türkiye'nin u luslararası alanda tanınan tek iktisatçısı Cavid Bey idam edi lmişti. i ktisadi sorunlar için yeni bir uzman bulundu . Bu Cela l Bayar olarak Türkiye'nin üçüncü Cum-
. hurbaşkanı olacak olan Mahmud Celal Bey'di . Mahmud Celal Bey, yen i arazileri tarıma açma ve iktisat politikası düzenlemekte ' oldukça yetenekli olduğunu ispatladı . Ama Mustafa Kemal'in
Bahat!amaya Vakit Yok
kendisinden beklentileri gerçekçi değ ild i ve kendi görkeml i l iğ in in bir yansımasıydl . Gazi "Ben ona bir torba a/tm verdim o bana bir banka verdi" d iyerek rahat bir biçimde Mahmud Celal Bey' in mucizeler yaratabileceğ in i düşündüğünü d ile getirmişti (Kinross 1 965, s.5 1 9).
Bu arada Mustafa Kemal g itg ide yakın arkadaşlarına daha fazla dayanır hale gelmişti ve Türkiye'nin stratej i k konumu ü lkeyi u luslararası alanda daha aktif bir rol oynamaya zorlad ı . Her ne kadar Rusya, Türk mil l iyetçi lerine ist iklal mücadeleleri sırasında yardım etmişse de, Mustafa Kemal komünist harekete katı lma isteklerine direnmişti . Onun bu soğuk tavrına karşın Rusya 1 920'ler süresince Türkiye'yle dostluğu sürdürmüş ve iki ü l ke arasında 1 925 yıl ında bir dostluk an laşması imzalanmıştı. Rusya, Türkiye kendisine düşman bir gücün yörüngesine g irmediği sürece Alman iktisadi çıkarların ın Türkiye'de yeni lenmesine de karşı çıkmadı .
Türklerle, Yunanlı lar arasındaki i l işkiler soğuk fakat "normalleşmişti". Atina'ya ilk Türk elçisi 1 925 yılında tayin edildi ve 1 930 yıl ında bir dostluk an laşması imzalandı . Fransa, Türkiye'de en ziyade müsaadeye mazhar mi l let statüsünü kaybetti ve çıkarlarından vazgeçti. Müslüman ü lkeler halife olmayı reddeden ve geleneksel d insel yapıya karşı ç ıkan bir adam tarafından yönetilen Türkiye'ye genel l ikle şüphe ile bakıyorlardı . Bi lhassa Araplar, Türkleri, 1 5 1 7'de Arap ü lkelerin i fethettikten sonra, onların gelişmelerine sekte vurmakla itham ediyorlardı .
Almanya ve italya dünya sahnesinde olduklarından büyük görünmeye başlamışlardı ve d iğer yerlerde olduğu gibi H itler ve Mussolin i isimleri Türkiye'de de çınl ıyordu .
Ekim 1 929'da Amerikan borsasını n çökmesi Türkiye'ye bi le u laşan şok dalgaları yaydı ve genç ü lkenin kendisini bir i ktisadi mucize ihtiyacı içinde bulmasına neden olacak dünya çapında bir depresyona neden oldu. Tü rkiye sü ratle Mustafa Kemal' in askeri zaferleri etrafındaki mutluluğu unutarak ayıld ı . Allah'tan yüz çevird iklerinden dolayı ceza landırı l ıyorlar mıydı? Takip ettikleri adam şeytan mıydı? Mi l l i Mücadele'den sonra ortadan kalkmış olan geleneksel d in i inançlara sığ ınma ve eşkıyal ık tekrar geri dönmüştü. Bu kötü günlerde özell ikle Karadeniz sah i l leri ve Anadolu'da eşkıyalar yen iden türedi .
Ölümsüz Atatürk
Böylesine bir kargaşa ile karşılaşınca Must-fa Kemal yen i bir siyasal dengeye girişti. Avrupal ı larca tek parti düzen inde ısrar etmek ve diktatör olmakla suçlanmıştı . Türkiye için en iyisini yapmak konusundaki samimi arzusu onu çift parti sisteminin avantaj larını gözönüne almaya yöneltti. Daha önce, Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Rauf Orbay ve Dr. Adnan (Adıvar) tarafından kurulan kötü kaderli Terakkiperver Cumhuriyet Fırka'sını kısa sürede kapatmıştı. Belki de şimdi her ikisinin de ağır basacağı ve her ikisinden de sadıkane destek göreceği iki parti yararl ı ola bilecekti. i ki parti sistemi, belki de ismet Bey' in ekonomi yönetimi çok sert biçimde eleştiri ldiğ inden, iktisad i sorunları daha iyi çözme imkanı verecekti.
1 930 yazında Mustafa Kemal çok sevd iği Yalova kapl ıcaIarında bir süre d inlend i . Orada Makedonya günlerinden eski arkadaŞı Fethi (Okyar) Bey'i misafiri olarak ağırlad ı . ikisi hep iyi geçinmişierd i ve hatta Fethi, Mustafa Kemal ' in başbakanı olarak çalışmışt ı . Şimdi Gazi, ona ikinci bir siyasi parti kurmak için direktifler veriyordu . Fethi, i ngil iz parlamenter sisteminin bir hayranı olarak tanınıyordu ve bu yapının nası l işled iğini b i l iyordu . Nazikane bir diren işten sonra Fethi (Okyar) yeni rej imin ilk partisi olup faaliyetlerin i sürdüren Cumhuriyet Halk Fırkası'nın yanı sıra, Serbest Fırka olarak ad landırılacak yeni bir parti kurmaya razı oldu .
Yeni partiye uygun b i r prestij sağlamak için Mustafa Kemal yakın arkadaşı Nuri Bey'e yeni partinin genel sekreterl iği görevini deruhte etmesini emretti . Gazi'nin kızkardeşi Makbule Hanım da yeni parti hareketinin itici gücü ve teorisyeni Ahmed Ağaoğlu ile beraber kurucular arasındaydı .
Görkemli l iderlerin iyimser beklentilerine karşın, radikal fikirlerin özümsenmesi vakit al ır . Mustafa Kemal, Türkiye'de d ini bastırmaya başladığında büyük çapta i lham gücüne dayanıyordu . Din karşıtı hareketleri kendisine pek çok takipçi kazandırd ı , ancak, rad ikal fikirleri özümsenmiş olmaktan çok uzaktı lar. Türkiye'de muhalefet iktisadi şartlar ve Mustafa Kemal ' in o zaman oluşan halktan uzaklığı nedeniyle artıyordu . Her ne kadar yeni partinin liderlerin i bizzat kendisi seçmiş olsa da yeni partinin kuruluşu muhal iflere ona muhalefet için bir zemin oluşturdu .
Yeni partinin nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda epeyce ağız dalaşı o ldu . Bazıları halkın partiyi kabu l etmeyeceğinden
Rahatlamaya Vakit Yok
korkarak ihtiyat önerdiler. Gazi 'n in de içinde olduğu d iğerleri, Fethi Bey'i görevi üstlenmesi konusunda teşvik ediyorlard ı . Hiç kimse, Fethi (Okyar) Bey, izmir'e parti şubesi açmak üzere 4 Eylü l 1 930'da buraya vard ığında onu bekleyen fırt ınal ı karş ı lamayı akl ın ın ucundan bile geçirmiyordu. Rıhtımda toplanan el l i bin kişi, bazı ların ın tahmin ettiği gi bi, onunla alay edeceklerine, onu coşkuyla karşıladılar. Bu duygusal patlamadan rahatsız olan Cumhuriyet Halk Fırkası temsilcileri kendi gösteri lerini yapmaya karar verdiler ve mahall i gazeteyi Fethi (Okyar) ve taraftarların ı Osmanlı Kanun-i Esasisi günlerine dönmek isteyen şahıslar olarak gözden düşürmeye çalıştılar. Tırmanan tansiyonu sezen Fethi (Okyar) yapacağı konuşmanın sonuçlarından ü rktü. Bunu ertelemeyi teklif etti, fakat Mustafa KemaL, Fethi (Okyar)'den konuşmayı yapmasını istirham eden bir telgrafı ona gönderdi. Her iki parti taraftarları bir sokak kavgasına giriştiler ve genç bir çocuk seken bir polis kurşunuyla öldü .
çocuğun babası cesedi Fethi Bey'in kalmakta o lduğu otele götürdü ve kalaba l ık Fethi Bey'e halkı kurtarması için yalvardı . Mahall i idareciler o layı b i r erteleme ile kontrol altında tutmak isted i ler. Fakat Gazi'nin Fethi Bey'e telg rafı şöyleydi:
"Anlıyorum ki sana nutkunu söylettirmek istemiyor/ar. fakat sen behemehal nutuk söyleyeceksin ve tesadüf edeceğin herhangi bir engeli derhal bildireceksin" (Aydemir 1 969, Cilt 3 , s .398, Weiker, 1 973, s.9 1 ) .
Fethi Bey başkaca bir olay olmaksızın konuşmasın ı yaptı ve daha sonra parti miting leri için civar i l lere gitti. Nerede konuştuysa halk diğer şeylerin yan ı sıra yeşil islam bayrağını salladı ve fes ve Arap harflerine geri dönüş istedi . Tabiatıyla Fethi Bey böyle�ine gerici fikirleri şahsen onaylamadığını ifade etti, ama ikinci partinin Mustafa Kemal' in reformlarına muhalefet için bir forum oluşturduğu açıktı.
Fethi Bey'in part!si ü lke çapında yerel seçimlere katı ld ı . Bu seçimler önemliydi, çünkü yerel idarecilere amacına uygun idarecilik yapabilmeleri için arttırılmış yetkiler veri lmiş ve bu yetkiler yolsuzluk suçlamalarıyla beraber itirazlara neden olmuştu. Cumnuriyet Halk Fırkası, yaygın tehdit ve yönlendirmeyle lekelenen ezici bir zafer kazandı .
Ölümsüz AtatÜrk
Kaderin cilvesi, Fethi Bey' in partisi Mustafa Kemal' in istiklal mücadelesini sembolize eden Samsun'da seçimleri kazanmıştı. Demokrasi tecrübesi olmayan bir ü lke yukarıdan emirler almaya . muvaffak olmuştu ama seçim süreciyle bi rl ikte iktidarı paylaşmakta güçlüklerle karşılaştığı anlaşılmıştı.
1 S Kasım 1 930 günü Fethi Bey Meclis'te partisin in yerel seçimlerde farklı muameleye tabi tutulduğu gerekçesiyle ismet Bey hükümetine saldırdı. Şimdi mücadele şahsi hale gelmişti. Meclis salonundaki cumhurbaşkan ı locasında vakurane oturan Mustafa Kemal Türk demokrasisinin babası olma hayal in in (onun her iki parti tarafından da sevilmesi anlamına gel iyordu) sarsı ldığını h issetti. En azından, ismet Bey liderl iğindeki hükümetin içişleri bakanını hedef alan, seçimlerdeki sahtekarlık uygulamalarına i l işkin gensoru oylamasını Fethi Bey'in 22S'e karşı 1 0 oyla kaybetmesin i seyretti ve demokrasi deneyine doğrudan müdahale etmedi. ismet Bey' in siyasal gücüyle başa çıkmanın etkin bir yolu yoktu ve Fethi Bey daha fazla figüran olmak istemeyerek partisin i 1 7 Kasım 1 930'da dağıttı.
Bu demokrasi deneyi üzeline yazan pek çok tarihçi, Fethi Bey' in başarı için gerekli n itel i klerden muhtemelen yoksun olduğuna işaret etmişler ve farklı bir l iderlik altında partin in başarılı olabi leceğin i savunmuşlard ır. Ancak, temel kusur başka yerde olabi l i r. Deney başarısız olmuştu, çünkü doğal bir sürecin ü rünü deği ld i .
Bu birkaç kısa aylık karmaşa Mustafa Kemal' in memlekette her şeyin iyi g itmediğini anlamasına yol açtı. Geçmişte yapmış olduğu gibi bir kere daha kendine yeniden çeki düzen vermeye ve gerçekçi olarak yapabileceklerin i yeniden tanımlamayı başard ı . Bunun için yeni sın ırlar tesis etti . içinde, dalkavuklarla çevri l i olarak rahat yaşadığı görkemli fi ldişi ku leyi terk ederek b ir kez daha halka g itti . Bir kez daha halkın nabzını tuttu ve kendi teşhisini koydu. Etrafında toplananlar arasında ciddi takipçi leri ve yakın arkadaşları da vard ı . Mustafa Kemal üç ayl ık bir ü lke turu düzenledi ve hepsin i kendi seçmiş olduğu mebuslarına toplumsal huzursuzluklara yol açan iktisadi sorunlar ve d iğer konular üzerinde cidd i çalışmalar yapmaların ı emretti.
Seyahati sırasında eski seyahatlerinde olduğu g ibi çocuklar ve gençlere zaman ayırd ı . Görülüyordu ki, Mustafa Kemal genç
Babatlamaya Vakit yok
iirklerin büyüyüp kendisi gibi olmalarını, ü lkeye/anneye h izmet �,melerin i, fakat yeni Türkiye'nin korunmasında kendi öz kaynaklarına dayanmalarını istiyordu . Bu noktayı zaten Nutuk'ta açıklamıştı. S ın ıfları ziyaret etti, talebelerin arasında oturarak öğretmenlerin derslerin i dinled i . H iç şüphesiz öğretmenleri, bi lhassa on ları öğrencilerinin önünde irticalen sınava tabi tuttuğunda çok korkuttu . Bunu oldukça sık olarak yaptı, akı l l ı cevaplarda zevkle gü lümsüyor, her başarısız cevapta ise kızgınca somurtuyor, erkek veya kad ın öğretmeni derhal azarlıyordu (Böylesine "sözlü sınavların" psikodinamiğ i ileride ele al ınacaktır).
Bu u lusal ve u luslararası gelişmeler 23 Ara l ık 1 930 günü izmir yakınlarındaki Menemen'de vuku bulan çirkin bir olay i le son noktaya erişti. i lginçtir ki bu olayla i lgi l i bi lgi lerin bir kısmını Lütfiye (Gürsoy) adl ı , Mustafa Kemal'e evvelce Boğaz'da Dolmabahçe yakınlarında bir tekneden serenat yapmış olan bir kızdan öğreniyoruz. Kendisi Menemen'e, izmir'den diğer bazı genç kızlarla beraber öğretmen okulu gösterisine katı lmak üzere gelmişti .
Bu ideal ist, özgür genç kızlar Mustafa Kemal Türkiyesirıin ürün leri idi ler. Menemen'de bu kızlar Gazi tarafından, idealleri kendi lerin inkilere uyan bir kısım genç Türk subaylarıyla buluştular. Bunlar içinde, Türklerin asırlar ötesinden kendi lerin i i l işki lendirdikleri Moğol fatihi Kubilay Han' ın ismin i almış olan Mustafa Fehmi Kubilay adlı bir genç de vardı. Modern Kubilay da, Gazi'nin kötü olduğunu düşündüğü dini kavramlara karşı kendi fetihlerin i yapmayı akl ına koymuştu. Gençler resim çekerek eğlendi ler ama ertesi gün Lütfiye ve arkadaşları Menemen'i terk ett iklerinde hayat vahşi ve acımasız hale geldi. Kubilay görevi sırasında kendini bir karış ıkl ığın içinde buldu .
23 Aral ık günü 1 925'te Şeyh Sait ayaklanmasına öncü lük etmiş olan Nakşibend i tarikatın ın birkaç dervişi Menemen' in merkezindeki meydana geldiler ve sabah namazına gelen ahal iye bağ ırıp çağırmaya başlad ılar. Grubun içindekilerden birisi kendisinin peygamber olduğunu düşünen Şeyh Mehmed adında biriyd i . Dervişler ya esrar çekmişlerdi ya da oruçtan etkilenmişlerd i . m Şeyh Mehmed camiden yeşil bayrağı aldı ve ahaliden peçe,
135 Dervişler geleneksel olarak Tanrı ile mükemmel bir birlik sırasında orucun yanı sıra diğer uyuşturucuları da kullanırlar. Bkz., Gibb ve Bowen, Cilt 1 , Bölüm: 1 3 .
ÖlümsÜz Atatürk
fes ve Arap alfabesinin geri getirilmesini talep etmek üzere kendisini izlemesini istedi. Kendisi "Al lahsız cumhuriyet"in çökmesini istiyordu .
Kalabalığı görüp şeyhin söyled iklerin i işittiğinde Kubilay emrindeki efradın b ir kısmı ile meydandan geçiyordu . Kalabalığın Gazi karşıtı, d ini düşüncelerinden rahatsız olan Kubilay, derviş lere dağıımalarını emretti. Fanatikler reddedince, askerlerine bunları korkutmak için kuru-sıkı ateş etmelerini emretti . Ateş sonucu . kimseye bir şey olmayınca, derviş leri n l ideri kend isi ve derviş a r-kadaşlarının kutsal oldukların ı ve bu nedenle öldürülemediklerini haykırdı . Ayaklanma caniyane cinnet halini aldı ve Kubilay yakalanarak kafası kesi ldi . Kubilay' ın başı yeşil bayrak sırığına takı l ıp dervişlerce i lah iler söylenerek dolaştır ı ldı . Ancak tecrübel i bir l ikler yetişip, subaylar derviş l iderin i vurunca düzen yeniden sağland ı . Geniş b ir a landa bir d izi tutuklamalar yapı ld ı ve daha sonraki yarg ılamalar sonucunda birçok kişi idam edi ldi .
Mustafa Kemal, Menemen haberlerini duyduğunda çok hiddetlendi . Şiddetli kızg ınl ığıyla şehrin yakı l ıp sonra yeniden yapılmasını istedi . Bu istek yerine getirilmedi, fakat Mustafa Kemal Menemen olayın ı ü lkeyi d in i fanatizme karşı harekete geçirmek için ku l landı .
Mustafa Kemal, istanbu l'a döndükten ve "Nutku"nu hazı rlayıp okuduktan sonra iç dünyasının tamamen bütün leştiği hayaline kapı lmış olabil ir . Kendisi seve seve d ışsallaştırmayı (bir kimsenin kendisinin kend ine ve diğerlerine ait imaj larını ve bunun yanı sıra çatışmalarını d ış dünyaya taşıması) gerçekleştirmiş ve d ış dünyayı kendi içsel taleplerini karşılamak için değişti rmeye çalışmıştı. Ortalama insanın aksine o, bunu tarih sahnesinde yapmıştı. Dış dünyada uyum sağlamasın ı gerektiren değişimler devam ettiğinden, eğer "Nutuk"tan sonra iç ve dış dünyalarının birbirine tıpatıp uymaların ı bekleseyd i, hayal kır ıkl ığına uğrard ı . Bu ise kendisini dış gel işmeler karşısında yeniden sınamasını ve bir kez daha kendi içsel dünyasının d ikte ettiği biçimde yeniden değiştirip iyi hale getirmeye çalışmasını gerektiriyordu .
Hakikaten de rahatlamaya vakit yoktu !
BÖlüm 25
GAZi M. KEMAL'DEN KEMAL ATATÜRK'E
Mustafa Kemal' i n Ankara'yı çağdaş bir başkente dönüştü rmek için gerçekleştirdiği büyük hamlenin etkisi altı nda şe
hir 1 930'lu yıl ların başlarında çeşitli aktivitelerle harıl harıl meşgul du rumdaydı . Bazı ları için dans tutku hal ine gelmişti. Gazi'nin ilgi odağı olduğu ve sayıları gitg ide artan ga lalara daha fazla Türk kadın ı katılmaya başladı . Mustafa Kemal, Türkleri dans ederken ve "medeni" tavırlar ortaya koyarken görmekten derin bir haz duyuyordu . Şimdi el l i l i yaşların başında, Ankara üzerinde parlayan ışıltı l ı altın güneş olarak altın yı l ların ın zevkini çıkarıyordu .
O gün lerde genç olan dönemin tanıkları manzarayı gerçek ötesi terimlerle tanımlarlar. Profesör Göksel ( 1 975), Tü rkiye Büyük Mil let Meclis i 'n in toplandığı binanın merdivenlerinde durarak Gazi' n in maiyetinin önünde göründüğü birkaç özel olayı hatırlar. Uzun boylu olmadığı halde Mustafa Kemal sıradan insanlara sanki bir rüya imaj ı imişçesine tepeden bakar gibi görünürdü. Onunla aynı şehirde yaşamanın vecdi psikolojik sarhoşluğu, öğretici bir olguydu .
Gazi, Ankara'nın şimd i b i r Avrupa şehri olmasından dolayı kendisini takdir ederek orada gördüğü eğlendirici şeylerden zevk alıyordu. Herkes o dönemde Batı'da popüler olan yen i oyuncak yo-yo'yu benimsemiş, son moda şarkıları ıslıkla çalarken yo-yo'yla oynuyorlard ı . Ankara henüz bir Avrupa şehri görüntüsünü alabilmek için çok çabalamaya ihtiyaç duyuyordu, ama Alman şehir plancılan hani hani çalışıyorlardı . Şimdi Atatürk bulvarı olarak adlandırı lan güzel bir cadde Çankaya yamaçlarını, şehrin öbür ucundaki eski şehir kalesi yamaçlarına bağlamak için inşa edildi.
Bir zamanlar Ankara sokaklarında yaygın olan merkepler ve develer ana caddelerin etrafında binalar mantar gibi bittiğinden hızla arka sokaklara gönderil iyorlard ı .
Metrik sistemin kabulüyle, 1 93 1 yı l ında Türkiye Batı'ya daha yaklaştı. Az sayıda Avrupalı göçmen doğmakta olan millet üze-
ÖlümsÜz Atatürk...
rinde büyük bir tesir icra ettiler. Mustafa Kemal bu Avrupal ı entelektüellere i lginç bir yolla ikinci bir vatan Önerd i . Ciddi diş sorunları olan Mustafa Kemal sık sık kendisiyle uzun uzad ıya H itler' in, Yahudi düşmanlığı ve Yahudi lerin Almanya'dan kaçışı hakkında konuşan Sami Günzberg isiml i bir Yahudi diş hekimine giderd i . Günzberg'den aldığı bu malumat Mustafa Kemal' in, yeni Tü rkiye'nin gelişmesine yardım edebilecek yetenekli Alman Yahudi lerine sığınma hakkı vermekle sağlanabilecek avantajları düşünmesine yol açtı. H itler' in çılgınl ığ ından kaçan, içlerinde bi l im adamları ve sanatçılar olan pek çok Alman Yahudisi ve d iğer göçmenler, 1 930' larda Türkiye'ye göç ettiler. 1 936 yıl ında ü lkede Batı müziğ in i tan ıtmak amacıyla Ankara'da Paul Hindemith yönetimi altında, Devlet Konservatuarı kuruldu. 1 36 Arkeoloji ve Tıp, Avrupalı entelektüellerin gelişinden fazlasıyla istifade etti. Sonuçta bu akademisyenlerin çoğu Türkiye'de varolan imkanların yetersizl iğinden hayal kırıkl ığına uğrayarak Türkiye'yi terk ettiler, bir kısmı ABD'ye gitti, ancak bir bölümü de Türkiye'ye yerleşti. 1 9S0'lerin başlarında istanbul ve Ankara'daki t ıp fakültelerinin bazı kürsü lerinde hala Alman Yahudisi doktorlar kürsü başkanıyd ı.
Avrupa'dan ithal edi len bir diğer şey, bir Alman psikanal ist, Ed ith Weigert tarafından tanıtılan Freudcu kuram idi . Kendis i Yahudi olmayan Doktor Weigert, Almanya'yı Cenevre'deki U luslararası işçi Örgütü'nde temsil etmiş olan Yahudi Profesör Oskar Weigert ile evliydi . Eşi, işçileri içinde bulundukları feodal düzenden kurtarmak üzere Gazi i le beraber çalışmak için Türkiye'ye gelmişti . Anadolu'da işçil ik evdeki tezgahın bulunduğu odanın etrafında şekillenen bir ai le olayı idi . Osmanlı zamanında iş ve aile yaşamı böylesine bir "kulübe sanayii" biçiminde içiçe geçmişlerd i . Türk insanının işçiliğe yönelik bakışın ın değiş imini zorunlu kılan Birinci Dünya Savaşı Türkiye'ye bu alandaki değişikl iğ i ge-
m Yaşamını yitirmeden önce Yale Üniversitesi'nde psikiyatri profesörü olan Ruth W. Lidz istanbu!'a 1 935 sonbaharında yirmi beş yaşındayken gelmişti. O yılın ilk baharında Basel Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Guraba Hastahanesi. kulak-burun-boğaz hastalıkları servisinde ara�ırma asistanı olarak bir yıl geçirmişti . O yıla ait anıları genç, tahsilli bir Avrupalı kadının değişik bir kültürün adet ve yaşam biçimine tepkisini ortaya koyar. Dr. Lidz ewelce Frankfurt Üniversitesi'nde patoloji profesörü olan Profesör Philip Schwartz'ın pek çok Alman Yahudisi doktorun istanbul ve Ankara'ya getirilmesinde etkili olduğunu söylemiştir. Bir nedenle Schwartz Sağlık Bakanlığı'nda etkiliydi ve kendisini bakanın arkadaşı olarak takdim ediyordu (Lidz, 1 981).
Gazi M Kemal'den Kemal AtatÜrk'e
tirmişti. Profesör Weigert Almanya'dan beraberinde sekiz saatl ik ça lışma günü, işçilere yasal izin ve d iğer sigorta biçimleriyle beraber işçi tazminatı gibi kavramları getirmişti . Kendisi ve eşi Türkiye'nin her köşesini ziyaret ettiler, ama Ankara'da yerleştiler. Küçük evlerinden, Mustafa Kemal' in evin i ve sabahın erken saatlerine kadar yanan ışıklarını görebil iyorlardı. Profesör Weigert Mustafa Kemal' i b ir dahi; cidd i ve kendini davasına adamış bir vatansever olarak görüyordu .
1 974 yıl ında ABD'nin başkenti Wash ington DC'de yaptığ ımız mülakatta Edith Weigert, o dönemin Ankarası hakkında Türklerin büyülenmiş hatıralarından çok daha gerçekçi bir bakış açıs ını ortaya koydu . çoğu Çankaya yamaçlarında yaşayan yabancılar ile şehrin sıradan insanları arasında sosyal i l işki eksikliğine değindi . Ankara'daki gün lerinde, yukarıdan gelen ve özell ikle kad ınlar üzerinde etki l i olmaya çal ışan bir kültü rel devrimi görmüştü . Kadın lar, kendi lerine tuhaf bir emniyet kazandıran peçeleri olmadan, paradoksal olarak, "açığa çıkmaktan" kaynaklanan bir endişeyle mutsuzdu lar. Mustafa Kemal, örtülü olmaktan dolayı gizemli olan bir kadın ın yarattığı gücü h issetmiş olmalıdır ve h iç kuşkusuz kadınları özgürleştirmeyi istemesinin psikoloj i k nedenlerinden birisi de kendisinin annesi ve d iğer kadınların elinden bu gücü alma konusundaki bi l inçaltında bulunan i htiyaçtı. Bir Türk subayıyla evli olan ve peçe takmaya al ışmış bulunan bir Alman kadın Edith Weigert'e korumasını yitirdiğinden dolayı mutsuz olduğunu söylemiştir. Edith Weigert, Türk kadınları a rasında intiharın h içbir dönemde olmadığı kadar yaygın hale geldiğini gözlemlemiştir ve elde bu iddiayı destekleyecek ya da reddedecek bir veri bulunmamasına karşın , sav geçerli gözükmektedir.
Hükümet tarafından psikanaliz icra etmesi için kendisine özel izin verilen Edith Weigert, çoğunlukla Yahudi düşmanlığı nedeniyle Avrupa'dan kaçan Yahudilerle çalışmıştır. Bir Türk doktoru olan Dr. izzeddin, Freud'un daha önemli eserlerin i Türkçeye çevird i . Bunlar her ne kadar halkın h iç i lg isini çekernedilerse de daha sonra Türkiye'nin l iderleri olacak entelektüeller tarafından ilgi gördüler. Yo-yo, tango ve çarlistonla beraber Freudcu kuram da yen i Türkiye'ye uzun vadel i etkisi olacak batılı düşünce ve şeyler
ÖlümsÜz Atatürk
seli içine gird i . 1 37 Aynı zamanda Gazi büyük b i r kısmı ancak sahte-bi l im olarak
etiketlendiri lebilecek, kend isi ne ait b i r bil imsel kuram tesis etmek için büyük bir şevkle çalıştı. Açıktır ki, vatansever faal iyetlere kendini bil inçli olarak adamasının altında yatan b i l inçd ışı bir motivasyonu vard ı . Türkiye'de bası lmış her şeyin yeni yazıyla basımına -dini eserler de dahi l o lmak üzere- muvaffak oldu . 1 932 başlarında Kur'an' ın Türkçe çevirisi hazırlandı . (islamiyete göre Kur'an Arapça bir kitaptır ve tercüme edilemez). Daha önceleri Kur'an pek çoğu Kur'anı hatmetmeyi becermiş olan Türklerin büyük çoğun luğunca okunamazdı. Şimdi sıradan bir Türk, islamın kutsal kitabını okuyup anlayabiliyordu . Minarelerden ezan artık geleneksel Arapça "A/lahu ekber" olarak duyulmuyor, müezzin ler ezan ı Türkçe "Tanrı uludur' d iye okuyarlard ı . Bu değ işimi, ki l iselerde o zamana değ in Latince olarak sunulan ayinlerin halkın konuştuğu d il le yapılmasının yarattığı büyük etkiyle kıyaslamak mümkündür.
Alfabe değişimi, bizzat Türk lisanın ın değişimine yol açtı. Lisanın Arap ve Fars etkisinden arındırı lmasına ihtiyaç duyuluyordu . Bu etki hem kelime hazinesi ve hem de gramerde yaşamaktaydı . 12 Temmuz 1 932 tarih inde -daha 1 926 yıl ında Türk Di l Akademisi ad ıyla tesis edilmiş olan bir i lmi cemiyet üzerine yapı landırı lanTürk Dil Kurumu Mustafa Kemal' in direktifiyle kuru ldu.
Bu kurumun amacı ha lk iç in "okuma yazmayı kolay hale getirmek" ve "genç Türklerin Osmanlı mirasıyla bağlantt/arlnl kesmek"ti (Shaw ve Shaw 1 977, s .376) . Türk di l in i gramer ve kel ime hazinesindeki tüm Arapça, Farsça unsurlardan arındırmak ve bunları Türkçe gramer ve sözdizimi kurallarıyla değ iştirmek için uyumlu bir çalışma başlatı ld ı . Mesela, Arapça olan meclis sözü Moğolca boy önde gelenlerin in toplantısın ı an latmak için kul la-
137 Bir diğer Avrupalı, Berkeley'deki California Üniversitesi'nde sosyolog olan Profesör Wolfram Eberhard 1 938 yılında Ankara'da yaşamıştı. Bu yılın 1 5 Ocak'ına ait günlüğü Türklerin balo dansına katılma konusundaki arzu ve tereddütlerini ortaya koyar. O gün Ankara Üniversitesi'ndeki bir kutlamanın parçası olarak konuşmalar yapılmış ve orkestra Avrupa ve TÜrk müziği parçaları çalmıştı. Profesör Eberhard şunları yazmıştır: "Öğrencilerin dans etmek konusundaki gönülsüzlüğünü hissedebiliyordum; sadece bazıları dans etti. Profesörler arasından ya/nızca birkaCl dansa katıldığından atmosfer ağırdı. Ama, her şey gözönüne a/lndlğlnda, bu başarılı bir top/antıyelı" (Eberhard 1 981) .
Gazi M Kemal'den Kemal Atatürk'e
nı lan kurultay sözü ile değiştirildi . Eski kelime köklerinden devamlı olarak yeni kelime üreten bu hareket günümüzde de mevcudiyetini sürdürmektedir.
Di l reformu üzerine çalışma isteği Mustafa Kemal'in Türk tarihi konusunda mevcut olan ihtirası i le birl ikte gelişti. Mustafa Kemal, vatandaşların ın gururunu on lara yeniden kazandıracak bir b irleştirici kuram arıyordu. Türklerin Avrupalı lar tarafından aşağ ılanmasına il işkin tecrübeleri, hiç kuşkusuz, Afetinan tarafından 1 930 yıl ında dikkati çekilen bir tahkir gibi onu harekete geçmeye zorlamıştır. Afetinan, coğrafya üzerine yazılmış ve Türklerin Avrupalı ' lara nispeten "aşağı" olan "sarı" ırka mensup oldukların ı savunan bir Fransızca kitap okuyordu . Afetinan bu ifadeyi Mustafa Kemal'e gösterip doğru olup olmadığını sordu. O, "Hayır, olmaz, bunun üzerinde meşgul olaltm, sen çaltş" diye cevap verdi (Aydemir 1 969, c.3, s.433).
Gerçekten de bu konuyla i lg ilend i. Mustafa Kemal' in araştırmaları öyle ilginç bir olaylar ve tartışmalar d izisi doğurdu ki, onun Türk halkına yapılan hakaretlerin intikamını a lmaya yönelik arzuların ın altında yatan nedenin kendi şuursuz düşünceleri olduğu sanılabi l ird i . Mustafa Kemal, iki kavram üretti, b irincisi "güneş-dil" kuramı, d iğeri ise "Türk tarih tezi" idi . Dil kuramı i lkel insan tarafından çıkarılan i lk seslerin güneşin yarattığı saygıyla karışık korkudan kaynaklandığı savını ortaya atan bir Viyanal ı d i lb i l imcinin eserine dayanıyordu . Bu dönemdeki d iğer kuramlar benzeri bir biçimde aya bağlanıyorlardı, ama Gazi'nin güneşle şahsi çağrışımiarı gözönüne al ındığında, "güneş-dil" kuramını çekici bulması şaşırtıcı değildir. Türkiye'de ortaya atı lan "güneş-dil" kuramı, kısaca, Arapça ve Farsça'nın etkisinden arındırı lmış saf Türkçe'n in bi l inen en eski i nsanın orij inal lisan ı olduğuydu . Böylesine bir sonuç Türkçe'yi d iğer tüm lisanların anası ve babası hal ine getiriyordu . Bu gerçekte Mustafa Kemal' in iç dünyasından kaynaklanan öz görkemli l iğ inden ortaya çıkan bir h ikayenin yaratı lmasından başka bir şey deği ldi .
Güneş-dil kuramıyla yakından i l işki l i olan bir d iğer kuram ise "Türk tarih tezi" id i . Bu tez insanoğlunun başlangıçta Türk olduğunu ileri sürüyor, esas itibariyle tÜM insanlık başarıların ın Türklere ait olduğunu savunuyordu. Bunun ötesinde i lk Türk'ten mo-
Ölümsüz Atatürk
dern Ankara'ya kadar içinde dünya tarih inin gerçek anlamının bulunabileceği kesintisiz bir çizgi olduğu iddia edil iyordu . Kuşkusuz, Türklerin maneviyatını yükseltmek amacı da söz konusuydu, ama Gazi'nin bu kuramı götürdüğü sınırlar ve bunu yaparken izlediği yöntem (ve Türkiye'de bunu kabul etmeyi reddedenlerin karşılaştığı güçlükler) bu konuda etkili olan bil inçaltı u nsurların gözönüne alınmasını gerektirmektedir. Bu aynı zamanda, bununla yakından ilgil i olan Gazi'n in öz görkemli l iğinin yaratılmasıydı .
Türk di l i ve tarih tezi üzerine yapı lan çalışmaların çoğu Gazi'nin sofrasında yapı ld ı . Kendini adamış bir eğitici olarak, yemek davetl i lerinin tartışmalarını yazmak üzere yemek odasında bir karatahta bulunduru rdu . Değişik alanlardaki bi l imadamlarının oluşturduğu grup, sözde bil imadamları ve yakın dostlar her gece bu tartışmalar için biraraya geliyorlard ı . Bazen tarih ve di l d ışında konular da gündeme getiriyordu . "Tabiatta, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket. . . olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar olduklart andaki gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve mesafe mefhumu yoktur. Bugün dünyanm herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya akis yapan hareketleri, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek zaptetmek mümkün olduğunu görüyoruz" gibi konu larda felsefi ve SÖzde-felsefi spekü lasyonlar bile yapıl ıyordu (Afetinan 1 97 1 , s.48-49). Böyle çıkarımsal ölümsüzlük telakki leri Gazi'n in sofrasında şaşırtıcı deği ld i .
Afetinan, entelektüel uzantı rolünü icrayı bir tari hçi olma noktası na kadar vardırd ı . Çoğun lukla masadaki tek kad ın olarak Mustafa Kemal' in yanında oturuyor, dışarıda yemek yed iklerinde de maiyetteki tek kadın oluyordu . Kendini Mustafa Kemal'e adamış olan Afetinan gece toplantılarında yapılan tartışmalar ve Mustafa Kemal'in fikirleri ni not ediyordu . 1 38 Geri çeki lme ve kendine çeki düzen verme Mustafa Kemal' in kesin kontrolü altında birbirini izliyordu . O sanki oyun oynayan bir çocuk gibiyd i . Bu rada Winn icot'un ( 1 971 , s . 53) "oynarken, belki de yalnızca oynar-
138 Bkz., Afetinan 1 97 1 , Pek çoğu Mustafa Kemal'in sofra toplantılarına katılanların hatıralarının derlendiği diğer bir eser için bkz., Yücebaş 1 973, s. ı 87-2 ı 9. Ayrıca bkz., Bozdağ 1 975b, s.297 .
Gazi M Kemal'den Kemal AtatÜrk'e
ken, çocuk ya da yetişkin yaratıcı olmakta özgürdür" tespitini anımsıyoruz.
Mustafa Kemal' in sofra etkin l ikleri birbirin i tekrar edici n itel ikteydi ve o bunlara müptela olmuştu . Bu etkinl i l iklere katılmadan, psikanalistler tarafından "geçiş nesnesi" (transitional object) olarak adlandırı lan sevimli bebek ayılarıyla oynamadan uyuyamayan bazı çocuklar g ibi, uyuyamıyordu. Psikanalistler bu tür nesneleri yaratıcıl ığın dölyatağı olarak telakki ederler. 1 39
En i lgi çekici olanı, Mustafa Kemal' in yeni kelime ve harfler icat etmesiydi . Bir yeni kel imenin yaratı l ışı için saatler harcayabiliyordu. Genellikle "saf' Türkçe bir kelime i le başlayarak, onunla yeni bir Türkçe kelime doğana kadar oynuyordu. Yeni kel ime "mevcut" bil inen bir kel ime i le il işkil i olabil iyor ama başka bir şekil alıyor ve içerden gelen canlandırıcının, bu dışarıdan gelenle içiçe geçtiği yeni bir mekana sahip oluyordu, ki bu "geçiş nesneleri"nde görülen bir özell i ktir. Yeni yaratı lmış bir kelimeyi bir
139 "Geçiş nesnesi" bizzat küçük çocuk tarafından genellikle yaşamının ilk yılı içerisinde ve görebileceği, dokunabileceği, koklayabileceği şeyler arasından seçilen bir oyuncak ayı, battaniye ya da benzeri bir şeydir. Meşhur çizgi Peanuts'daki Linus'un battaniyesi bir 'geçiş nesnesi"dir. Winnicott böylesine bir nesnenin çocuk için annesinden daha gerekli olan önemine şöyle işaret etmektedir: «"geçiş nesnesi" ve 'geçiş olgusu" ttransitional phenomenon") terimlerini parmaklada oyuncak, ağız yoluyla yapılan erotizm ile gerçek nesne ilişkisi, temel yaratıcı faaliyet ile yansıması, minnettadık duygusunun farkmda olunmaması ile bunun farkma varılması (çocuğun "da da" demesi) arasmdaki ara tecrübe alanını tasvir için kullanıyorum.» Bu tanıma göre, bir bebeğin anlaşılmaz sesler çıkarması ile daha büyük bir çocuğun uyumadan önce bildiği şarkı ve nağmeleri söylemesi ile çocuğun kendi vücudunun parçası olmayan ama henÜz tam olarak dışsal bir gerçekliğe ait oldukları anlaşılamayan nesnelerle oynaması (s.8S) geçiş olgusu olarak ara alanda gerçekleşir. Bu cansız nesne (ya da olgunun) temel işlevi çocuğun "yeteri kadar iyi" annenin yardımlarına cevap olarak gelişmesini mümkün kılmasıdır. Bir dış-gerçeklik olduğunun hayal edilebilmesi çocuğun kendi yaratıcılık kapasitesine tekabül eder (Winnicolt 1 973, s.9S) . i lk "ben olmayan" nesne yaratılmıştır. Atatürk'ün gece faaliyetleri, "geçiş fantezisi" terimine paralel bir deyim olan ve Volkan'ın bazı şahısların kullandıkları "geçiş faaliyetleri" terimiyle adlandırılabilir. Böyle şahıslar fantezilerini geçiş nesnenin dokunulamayan simgeleri gibi kullanırlar; bunlar onun kontrolünde kalır ve onun tamamen kendine yeterli olduğu ve çevresini kontrol ettiği düşüncesine sahip olabilmesini sağlarlar. Volkan bunu şöyle açıklar: "Bazı hastalar sahip oldukları fantaziler içinden bazı özel olanlarını seçer ve bunları tekrar tekrar kullanldar. Kullanmak ve tekrar kullanmak için seçtikleri fantaziler değişik psikoseksüel safhalardaki olgulara yönelik istekler ve bunlara karşı savunmaları da içerider. Bunlarm uygun yorumları ortadan kalkmalarina neden olmaz ve kısa sürede analist ile hasta, hastanm bunlara bir çocuğun geçiş nesnesine müptela olması benzeri müptela olduğunun farkma varır/ar" (Volkan 1 973, 5.235).
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
cümle içinde yazdıktan sonra genç birisini yemek odasına çağı rıyor ve çocuğa kulağa nasıl geld iğ in i an layabi lmek için yüksek sesle okutuyordu . 1 40
Gazi için yaşam bir tür rutine g irmiş durumdayd ı . Genel l i kle öğleden sonra iki i le dört arasında kalkıyordu . Uzun sabahf ığ ı üzerindeyken i lk içtiği şey bir Türk kahvesi oluyordu . Tı raş, banyo ve vücut masajından sonra stan.dart kahvaltısını yapıyordu : Bir dil im francala ve bir bardak ayran, ya da bir kase yoğurt (Granda 1 973, s.30). Sonra çalışma odasında siyasal ve kültürel sorun lar üzerine çalışırd I . Çok fazla okur ve önemli gördüğü her şeyin altını kurşun kalemle çizerd i . Okumaları d isipl inl i ve sistematik deği ld i . Ama, şumCıllüydü ve okudukları kendi fikirlerini geçerli kılabilecek görüşler sunduklarında büyük bir şevkle incelen iyorlardl .
Ankara'da i ken Mustafa Kemal akşama doğru içine birkaç damla süt damlattığı Türk kahvesi ile beraber ya ayran içip, ya da yoğurt yediği yakındaki çiftliğine gitmekten hoşlanırd l . Gecenin ilk saatlerinde başyaveri kendisinden o gece sofrada görmek istediği misafirlerin isimlerin i a lırdı (Afetinan 1 97 1 , s.22). Genell i kle on veya daha fazla şahıs davet olunurdu . Yalnızca ismet Paşa ve hariciye i le dahi l iye vekil leri davet olunmadan sofrada hazır bulunabi l irlerd i . Ancak, Nuri Bey ve Kılıç Al i gibi bi rkaç kişi düzenli olarak sofraya katı l ı rlard ı . Gece toplantıları sabahın erken saatlerine dek sürerd i ve bir konuda bilg isi olduğu farz edilen bir kimsenin gece yarısı getiri lmesi de olağandışı deği ld i .
Karakter olarak müşkü lpesent olan Gazi sık sık, misafirleri gelmeden her şeyin mükemmel bir biçimde düzenlenmesi konusundaki kaygıs} nedeniyle; masa örtüsünü düzenlerken görülebi l ird i . Bu gözlemler, Afetinan'ı tanıyan Profesör Perihan Çambel tarafından aktarılmışlard ı r. Afetinan'ın kadın akranlarının pek çoğu gibi Profesör Çambel' in onun hakkında karışık duyguları vardır. Dr. Volkan'la 1 975 yıl ında yaptığı bir mülakatta. Gazi'n in din lenmek için gözde mekanlarından birisi olan Yalova'ya Afetinan'ı görmek için yaptığı bir ziyaretten bahsetmiştir.
Profesör Çambel, Afetinan'ı ayağında terliklerle bu lmuştu, fakat Mustafa Kemal i ki hanımın yanına geldiğinde Afet Ha-
'40 Tesal 1 975. Atatürk'ün di l i yaratıcı kullanımı, geliştirici yönleri Weich tarafından geçiş olgusu açısından incelenen, bir çocuğun yeni sözcükler yaratmasına benzetilebilinir.
Gazi M Kemal'den Kemal AlatÜrk'e
nım'dan uygun bir ayakkabı g iymesin i istemiş ve başkanl ık ikametgah ında misafir kabul ederken ayakkabı giymenin zorunlu olduğunu asla unutmamasını tembih etmiştir.
Titizliğ i akşam toplantılarının düzenleniş üslubundan da anlaşı l ı rdl . Misafirler önce Gazi'nin oynamaya bayıldığ ı bilardo masasının bulunduğu odaya girerlerdi. Gazi, çoğunlukla içme faslı ilerlemeden ortaya çıkmazdı . Genell ikle, kavrulmuş lebiebi, zeytin, humus ve beyaz peynir gi�i mezeler eşliğinde rakı sunulurdu . Bu fası ı yemek servisinden bir saat önceye kadar sürerdi . Menü hakkında seçici olmayan Mustafa Kemal basit yemeklerle iktifa ederdi .
0, içki ve oturma konusunda herkesi geride bırakabilecek bir "gece insanıydı". Anlaşı ldığı kadarıyla içkisini iyi idare ederdi. Bazen gece yarısı işçi sorun larını tartışmak üzere çağırı lan Oskar Weigert, onu gecenin o saatlerinde dahi ciddi ve kavrayışl ı bulurdu. Ancak, bir şahıs için h içbir rahatsızlığa uğramadan her gece bir l itreden fazla rakı içmek imkansızdı. Herhangi bir kimsenin masasına sarhoş olarak gelmesinden veya yemek sırasında gülünç duruma düşecek kadar içmesinden hoşlanmazdı, fakat hedef kendisi olmadıkça, şaka ve alaydan hoşlanırd ı , Kend isi hakkında herhangi bir olumsuz mütalaaya karşı hoşgörüsünün son derece sınır l ı olduğunun bi l inmesine karşın, ded ikodu ve şahsa yönel ik eleştiri lerin ima edi lmesindense açıkça ifade ed i lmesini isterd i .
Akşam sofrasında içerken Mustafa Kemal bazen eşl i k edenlere Makedonya'daki çocukluk döneminin şarkı larının söylenmesinde öncü lük ederd i . Bir keresinde annesinin kend isine çocukken hazırladığı peynirl i yumurtadan istedi ve iki kez, kızg ın olarak mutfağa giderek getirilen yemeğin annesinin yaptığı gibi olmamış olduğundan şikayet etti . Çok kızg ın olarak aşçıbaşın ı geti rtti ve haykı rdı : "Sen yumurtanın ne olduğunu biliyor musun ?" Nuri Bey onu sakin leştirmek zorunda ka ldı . ° da Makedonya'da doğup büyümüştü ve yemeğin Gazi 'n in annesinin yapabileceğ i kıvamda hazırlanabi lmesi için aşçıbaşına yardım etti . Nur i Bey olayı kızı Kısmet Hanım'a an latmış ve kızına, annesinin ölene dek Selanik'e duyduğu hasrete benzer biçimde Mustafa Kemal'in
Ölümsüz AtatÜrk
doğduğu yer olan Rumeli 'ye, yemeklerine ve şarkılarına özlem duyduğunu da söylemiştir.
Mustafa Kemal' in sofradaki b i lgiç davranışları, törensel ve uygulama düzeyi nde çocukluk çağ ı çatışmalarını ve onların hal iedi lmesi için yapılan g i rişimleri tekrarlad ığını gösterirler.
Hatırlanacak olursa i l k yaşam an ısı, eğitimi ve bu konuda anne ve babası arasındaki çatışmaya aitti. Bu anı d indar acı l ı anneye saygı göstermek ve onun kırı k ka lbin i, onu, batılılaşmış baba için terk etmeden (ya da etkisinden kurtulmadan) düzeltmeye çalışmaktı. Batı'ya doğru yönlend i rme ölümünden önce baban ın oğ luna verd iği son armağand I . Hakikatte, babası Mustafa'ya bu armağanı verd iğinde kendis in i içkiye vermişti ve depresyondaydı, fakat onu Selanik'teki batı modeli oku lun müdürü Şemsi Efendi'ye götü rmeye muvaffak olmuştu . Şemsi Efendi bizzat Selanik' in d indar unsurlarınca taciz edil iyordu, fakat onlara tesl im olmayı redded iyordu .
Annesinin ölümünden sonra Mustafa KemaL, tekrarlanan gece sofralarında annesinin etkisin i (ülkenin d in i, Arap, Fars unsurları) söküp atana dek onunla sembolik düzeyde temastaydı ve bu temastan sonra, Batı'ya yönelerek ideal leştird iği babasına katı l ıyordu . Kendi "sınıfında" Şemsi Efendi gibi ayağa kalkıyor ve misafirlerini sözlü imtihana tabi tutuyordu. 141 Zaman zaman Türk tarihi ve d i l i i le i lg i l i muazzam kurallarla uğraşırken ifrata kaçmış görünmekted ir, fakat onu bir dahi yapan kendisin in muazzam yayı lmasına sınır koyabilme yeteneğidir.
Babanın gümrük memuru o larak sınırda devriye gezme işlevi bir şekilde babanın ideal leşti rilen imaj ın ın parçası haline getirilmişti . Mustafa Kemal bir çocuk olarak babasın ın sınır hakkında hikayeler an latmasından ve gerçekten ötesine geçemeyeceği bir sınırı tan ımadan, bir kimsenin kendisine bel l i bir noktaya g idemeyeceğini izah etmesinden büyülenmiş olmal ıd ır.
Afetinan Mustafa Kemal tarafından yapılan bir saptamayı nakleder. Burada, Mustafa Kemal, bir kimsen in ötesine geçmemesi gereken "sınırlara" duyduğu saygıyı ortaya koyar:
ı.ı Atatürk'ün karşısında her zaman imtihan edeceği biri leri olurdu. Fazla bilgi için bkz., Afetinan, 5.30, vd.
Gazi M Kemal'den Kemal Atatürk'e
"Tabiaten her insan içinde yaşadığı cemiyette hayatın en mesut, en kolay, en tatlı taraflarının kendisine düşmesini ister, ve en kuvvetli olan kendisinden zayıf olanları hiçe sayar. Bunun neticesi huzur, sükOn, emniyet ve intizam içinde yaşamak imkansızdır. işte insanlar arasında kavga yerine birbirine yardım, karşılıklı hürmet, intizam koyan, herkese haklarım ve vazifelerini tamtan hukuk kaideleri ve kuvvetin bu/unması sayesinde kabildir. Dev/et herkesin hakkını ve vazife/erini tayin eder. Hiç kimse tayin edi/en hudut haricinde bir hak iddia edemez" (Afetinan 1 97 1 , s. 29-30. Vurgular bizim). Karakterinde zayıfı hor görme eğil imi vard ı . Aynı zamanda
kendini, kendi iktidarın ı başkalarının zararına arttıramayacağı sınırlara saygı duymak zorunda hissederdi . Her fırsatta gerçeği sınamak ve duru lması gereken noktada durmak için g idebildiği kadar i leri gitmekten çekinmezdi. Bu farkl ı l ığı onu ü lkeyi "arındırmak" için çabaların ı nerede durdurmak gerektiğini bilmeyen Hitler gibi çağdaşlarından farklı kılar.
Mustafa Kemal güneş-di l teorisini tamamen bırakmış, ama Türk di l ini sadeleştirme ve basitleştirme konusundaki i lgi ve çabasını daha gerçekçi bir şekilde sürdürmüştü ve ü lkesinin tarihi üzerine çalışmaya devam etmişti.
Milyonlarcası Türk Devleti sınırları d ışında yaşayan tüm dünyadaki Türkleri birleştirmeyi amaçlayan pa n-Tü rkizm' i asla savunmadı. "Yurtta su/h, cihanda su/h" düsturu oldu .
B i r eğitici hal ine dönüşmesi kend i öz benliğini yeni b i r seviyeye taşıdı. Şimdi kendisinin idealleştirilen baba haline geldiğini hissediyordu . Bundan dolayı yalnızca anneden nihai ayrılış tamamlanmış olmuyordu, fakat ödipal zafer de kazanılıyordu . Buna uygun olarak 1 934'te ismini tekrar değiştirdi. O yıla kadar Türklerin soyadıarı yoktu. Doğulu gelenek, s ık s ık bir Mustafa ya da Mehmed'in diğerinden ayrılmasını güçleştirecek karışıkl ıklar yaratıyordu . Batı yöntemini izleyerek soyadı al ınması gerektiğine karar verd i . Aynı zamanda paşa, gazi, efendi g ibi unvanlar ve asalet gösteren isimler artık kullanılamayacaktı. Bir erkeğe basitçe "Bay", kadına da evli olsun olmasın "Bayan" diye hitap olunacaktı. Herkesin iki yıl içinde soyadı a lmasını zorunlu kılan bir yasa kabul edildi. 24 Kasım 1 934'te özel bir yasa Gazi Mustafa Ke-
ÖlümsÜz Atatürk
mal'e, Atatürk soyadını verd i . Ankara Radyosu'nda yapı lan bir di l sürçmesi halkı tarafından karizmatik olarak hem anne ve hem · de babaya ait n iteliklere sahip telakki ed i ldiğini açığa vurdu . Soyad ı yayın sırasında yanl ışl ıkla Anatürk d iye okundu (Granda '
1 937, s.38) . 1 7 Aral ık 1 934 tarih l i d iğer bir yasa Atatürk ismi veya bundan tü retilecek bir kel imenin başkası tarafından kul lanımını yasakladı . Dolayısıyla o yegane Atatürk oldu. Kız kardeşi Makbule'ye Atadan soyadı veri ld i . Atatürk, i nönü muharebelerindeki başarısı şerefine, ismet Paşa'ya i nönü soyadın ı verdi . Herkesin kendis in in kim olduğunu bildiğ in i iddia eden Dr. Adnan, Adıvar soyadı almayı reddetti, fakat baskı altında sonunda Adı var soyadını a ld ı .
Mustafa Kemal, Atatürk'ü tercih ettiği halde çoğu kimse onu Ata ya da Atam d iye adlandırd ı , Hiç kimseyi kendisine Atam d iye hitap ettiğinden dolayı azarladığına dair bir kayıt yoktur. Sonraları, belki de kendisine 1 9 Mayıs' ı doğum günü olarak vermesini andıran bir biçimde, ismini Kemal'den Kamal'e çevirmeyi düşündü. Ankara Siyasal E ı lgi ler Fakültesi duvarındaki bir kitabede ismi Kamal olarak verilmiştir. Hatta bu isimle bası lmış bir kartı bile vard ır (Granda 1 973, s.35). Kemal Arapça kökenl iydi ve kendisi Atatürk olarak arınd ırı lacaksa, ismi de saf Türkçe olmalıyd ı . Sonuçta genellikle imzasını K. Atatürk biçiminde atmasına karşın, Kemal Atatürk olarak kalmaya karar verd i .
BÖlÜm 26
SÖZLÜ SıNAVLAR
ç ankaya, cumhurbaşkanının masasında sabaha kadar süren tartışmalarının yapı ldığı tek yer değildi. Mustafa Kemal is
tanbul'da olduğu zamanlar, bu tartışmalar Dolmabahçe Sarayı'nda yapıl ırd l . Mustafa Kemal, daha Atatürk ismini almazdan önce ulusun bütün yurttaşları onun çocuklarıymış gibi davranırdı ve onların kendi kişisel yaşamlarıyla çok yakından ilgilenird i .
Mustafa Kemal ' in yakından tan ıdığı insanlarla, sadece s ın ı rl ı düzeyde i l işkiye sahip olduğu kişiler üzerindeki etkilerine bakıp bu iki insan grubunu karşılaştırmak, bu açıdan ayd ın latıcı olur. Söz konusu etkinin bir değerlendi rmesi, ya ln ızca bu olağanüstü insanın karakterini değil, fakat ayn ı zamanda, insanların karizmatik bir l iderin yörüngesinde nasıl değişime uğradıklarına da açıklık getirir.
Bayan Lütfiye Gürsoy (Gürsoy 1 974) bu açıdan iyi bir örnek teşkil eder. Onun Menemen Olayı'na karışmış olduğunu daha önce belirtmiştik. Belki o olay sırasında katledilmiş genç Kubilay'ı tanıyor olmasının da etkisiyle, Gürsoy o dönemin tarih in i öylesine derinl iğine araştırmıştır ki, 1 930' Iarın başlarında Mustafa Kemal' le tanışmasına i l işkin anılar belleğ inde çok canlı kalmıştır. Mustafa Kemal, hem dinsel fanatiklere bir mukabelede bulunmak, hem de italya'nın topraklarını Ege boyunca Türk topraklarının bir kısmını içine alacak şekilde genişletme fikrine sah ip görünen Mussolini'ye örtük bir mesaj göndermek üzere, Menemen Olayı'ndan hemen sonra izmir'e geldi . lütfiye, kahramanının izmir'e geleceği haberin i işittiği zaman, yine öğretmen olan bir bayan arkadaşıyla birlikte Mustafa Kemal' in gelişin i beklemek için bütün gece tren istasyonunda kaldı . i ki kadın, Mustafa Kemal' i görebilmek için istasyona akın eden yüzlerce insanın arasında kayboldular. Gazi 'nin sonraki gün okulları ziyaret etmeyi planladığını ve kendi okullarının da programa dahil olduğunu öğrendiklerinde çok heyecanlandılar. Alfabe reformundan sonra, Mustafa Kemal gezileri sırasında okul ları da ziyaret etmeyi alışkanlık haline getir-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
mişti; öğrencilerin arasına oturuyor, çocuklara ve öğretmenlerine yapı lan yen i l iklerle ilgil i soru lar soruyordu . 1 42 Lütfiye, Gazi 'yi yakından görme olası l ığ ın ın doğmuş olmasından sevinç duyuyordu; fakat aynı zamanda, onun soracağı soru lara karşı l ık veremeyebileceği düşüncesi akl ına gelince korkuya kapıl ıyordu .
Mustafa Kemal oku la geld iğinde Lütfiye'yi Gazi'ye takd im ettiler. Gazi Lütfiye'nin el in i tuttu, yüzüne baktı. Lütfiye titred iğ in i h issetti . Lütfiye, Gazi 'n in gözlerin i n tatl ı ve sıcak baktığ ın ı düşünmüştü . Onun Gazi'yle tan ıştırı lması konusunda gösterd iği tepki ler bir baba aktarmasın ın varl ığ ın ı açıkça gösteriyor olmakla bir l ikte, kul landığı "bedenimi onun sıcak, mavi gözlerinden yayılan tatıl bir duygu sardı" ifadesi, ayn ı zamanda bir anne aktarmasının da söz konusu olduğuna işaret ediyor.
Okulun d ikkate değer güzel l ikteki bayan öğretmenin in sın ıfın ın Gazi'nin denetled iği s ınıf olarak seçi lmesi, okul müdürü tarafından ayarlanmıştı . Diğer bütün öğretmenler onun sınıfına doluşmuş, öğrencilerin arasına otu rmuş lard ı . Seçkin ziyaretçileri, o günün tartışma konusu olarak "Bir kadmm asker olması mümkün müdür?" sorusunu seçti. Anlatı lan lara göre, öğretmen bu soruya olumlu yanıt vermiş, fakat kadınların ar:ınel ik g ibi bundan daha önemli bir göreve de sahip olduklarını sözlerine eklemiş, böylece sınavı başarıyla atlatmıştı . Bu tartışma, sınıftan çıkıldıktan sonra da devam etti . Gazi ve ona refakat etmekte olan Afet ve dönemin eğitim bakanı Vas ıf (Çınar) öğretmenlerle bir araya gelerek çay içtiler. Böylece, Lütfiye, Mustafa Kemal' in yumuşak tavırlarla bisküvisini çayına batırdıktan sonra ağzına götürüşünü yakından gözleme fırsatı bu ldu . Bu, genell ikle "derin, karmaşık düşünüşlü" nazik Türk kadınları arasında görü len bir tavırd ı. Bayan Gürsoy'un o güne il işkin anlattıklarından, Gazi'yi hem baba hem de anne olarak a lg ıladığı anlaşılıyor.
Mustafa Kemal okuldan ayrı ld ıktan bir saat kadar sonra, okulun öğretmenler odasının telefonu çaldı; Mustafa Kemal onları o akşam düzenlenecek baloya davet ediyordu. Öğretmenler balo-
SÖZlü Sınaylar
da eğitim bakanı Vasıf tarafından karşılandılar. Saat yirmi ikiye doğru Mustafa Kemal salona g irdi ve doğrudan onların oturduğu masaya gitti -hatta bunu misafirlerin hepsini resmi olarak selamiamadan önce yaptı. Orkestra çalmaya başlad ığı zaman, Gazi öğretmenlerden birinden kend isiyle tango yapmasını istedi . Bayan Gürsoy o akşamın olayların ı, Mustafa Kemal' in ne denli nazik ve dinç dans ettiğini aktarırken gözleri parıldıyordu . Ne var ki, çok geçmeden, Mustafa Kemal' in masada oturanlara uzun öyküler an latmaya ve tarihsel anekdotlar aktarmaya girişmesiyle birl ikte, balo salonu bir oku lun s ın ıfı hal ine gel iverd i. Onlara, Gel ibolu'da cep saatin in hayatını nasıl ku rtardığını , şarapnelle parça lanmış saati General Liman von Sanders'e vermiş olduğunu ve Alman general in buna karşı l ık olarak ona kendi saatini verd iğini anlattı. Konuşmalar diğer tarihsel konulara geldiğinde, Mustafa Kemal tarih öğretmenlerinden birinden ortaya bir görüş atmasını istedi. lütfiye, böyle bir şeyin Gazi'nin sözlü yoklamalarından biri haline dönüşeceğin i bildiğ inden, bunu kendisinden isteyeceği korkusuna kapı ld ı . lütfiye, oradaki genç adamlardan biriyle dansa kalkarak Mustafa Kemal'in dikkatinden kaçmayı başarabildiği için kendisini şanslı saydı.
Mustafa KemaL, okulda sınıfına girmiş olduğu güzel öğretmenden etkilenmişti. Öğretmenle bekar olan Vasıf arasında bir evli l ik kurulmasını sağlamaya çalıştı. Bunu ansızın hemen orada tasarIamış olması, onun karakterinin bir diğer yanına işaret eder: Titiz bir sabırl ı l ıkla yan yana var olan bir atı lganlık. Daha önce benzer şekilde latife'den kendisiyle evlenmesini istemişti; şimdi, aynı atılganl ık içinde, Vasıf ile öğretmenin yaşamların ı biçimlendirmeye çalışıyordu. Bayan Gürsoy, güzel öğretmen arkadaşının babasının Vasıf'ı uygun bir damat adayı olarak görmemesi dolayısıyla Mustafa Kemal'in bu girişimlerinin sonuçsuz kaldığını söylemiştir.
Bu çöpçatanl ık g irişimi tek ve istisnai bir örnek olarak kalmad ı . Bayan Gürsoy, Mustafa Kemal' in genç kadınlarla yakından ilg ilendiğini ve sık sık çöpçatanl ık yapmaya giriştiğini belirtir. Daha sonraları, evlat edindiğ i kızların ın bazıların ın kocalarını da kendisi bulmuştur. Kad ın lara duyduğu yakın ilg iye karşın, bir kimsenin onun dikkatini belli bir kadı n üzerine çekmeye çalışmasından, makyaj ve g iyimiyle kendine baştan çıkarıcı bir hava ve-
Ölümsüz Atatürk
ren kad ın lardan hoşlanmazd ı . Sahip olduğu kiş i l ik yapısı, onu kad ın larla o lan i l işki lerinde in is iyatifi kend i el inde bu lundurmayı yeğ lemeye itiyordu . Bir keresinde, istanbul'daki bir baloda, orta yaşlarda bir adam genç bir kad ını ona ayarla�abileceğini açıkça ima ederek onun gözüne girmeye çalışmıştı. Söz konusu adamın bir insan toplu luğu önünde serg ilediği bu seviyesiz davranış Atatürk'ü öfkelendi rmişti. Genç kad ının yüzündeki ağır makyaja sövüp sayan Mustafa Kemal, herkesin önünde kadından yanaklarındaki ve dudaklarındaki kozmetik maddeleri bir bir saymasın ı isted i . Zaval l ı genç kadın bayıldı , Mustafa Kemal bu genç kad ını ve onu oraya getiren adamı salondan kovdu .
Bir huku k profesörü ve Büyük M illet Meclisi üyesi olan Sadri Maksudi' (Arsal)nin kızı olan Adile (Ayda) bu olaya tanık olanlar arasındaydı. Babası, pek çok kez Mustafa Kemal' in akşam sofrasına davet edilen misafirler arasında yer almıştı . Dr. Volkan' ın onunla yaptığı görüşme, babasının Mustafa Kemal' le olan i letişimi ile i lg i l i yazılarla (Dilacar 1 974; Granda 1 973; s.2 1 1 - 1 2) b i rl i kte, gerek Gazi'nin karakterine ve gerekse halkın ona i l işkin algı larına açık l ık geti rir.
O sıralar ell i l i yaşlarda evli olmayan Mustafa Kemal, yüksek bir erkekl ik gücüne sahip olmasıyla ünıüydü . B i r konuda gerçeğin nerede sona erd iğin i ve gerçekdışı öykü lendirmelerin nerede başladığını tespit etmek güç; fakat kesin olan şey şu ki, Mustafa Kemal bir dizi kad ınla yakın l ık içindeydi . Ancak, yaşamın bu alanında da kendin i sın ırlama yeteneğine sahipti . Nuri, s ık sık, karıs ına ve çocuklarına Gazi 'nin hiçbir zaman bir kad ın ı istismar etmediğini, kendi aşk maceraları yüzünden bir ai lenin dağı lmasına yol açmadığını söylerdi (Tesal 1 974). Balo ve vb. sosyal etkin l ikler s ırasında çoğunlukla etrafı erkeklerden oluşan bir toplu lukla çevri l i olurdu -eğer orada bulunuyorsa Afet buna istisna oluştururdu .
Ad ile Hanım, Mustafa Kemal' i i l k kez 1 929'da, on yed i yaşında olduğu s ıra gördü . Mustafa Kemal, kend isin in devam ettiği okula ziyarete gelmişti. Kendisiyle görüşü ldüğünde altmışl ı yaşlarda ve hala son derece güzel bir kadın olan Adile Ayda, o yaşlarda çarpıcı güzel l ikte genç bir kız olmal ı . 1 938 yı l ında hukuk fakültesine g iren Adi le, Ankara'daki partilere katı lan iyi ai lelerin evlenmemiş birkaç genç kızından biriydi ve sık sık kokteyl ve balolarda babasına eşl ik ederdi . Adi le'nin Afet'le bir tanışıklığı vard ı .
SÖzlÜ Sınavlar
Bir keresinde iki genç kadın b irb irleriyle ayaküstü söyleşirken Mustafa Kemal araya gir ip Afet'e a rkadaşın ı Çankaya'ya davet etmesin i söylemiştir.
i l k bakışta böyle bir davet masumane görünür, ne var ki, Bayan Ayda onun söz konusu davetin kendisinde ve ai lesinde büyük bir kaygıya yol açtığ ını hatırlar. Babası Mustafa Kemal'in akşam sofrasının düzen l i konukları arasındaydı . Bay Ayda, Çankaya'daki toplantı ların akşam sekizden gece yarısına kadar olan bölümünün "hayli akademik" olduğunu düşünüyordu, fakat gece yarısından sonra alkolün ve çocuksu davranışların öne çıktığını, aile reisi konumundaki bir erkek olarak gerek gerçeklik gerekse fantezi düzeyindeki bu sohbetlerden hoşnutsuzluk duyduğunu söylemişti. Dolayısıyla, kızının böyle bir davet almış olması -ki daveti yapanın kimliği düşünüldüğünde bu davetten çok bir emir n iteliği taşıyordu- babası açısından korkunç bir ikilemi ifade ediyordu.
Sonuç olarak, ai le Adile'n in Çankaya'ya g itmesi gerektiğine karar verd i . Adi le, önceden planlanmış olduğu üzere, bir gün öğleden sonra saat dört buçukta Çankaya'ya g itti. Onu Afet karşı ladı, bir l ikte çal ışma odasına geçtiler. Bayan Ayda, o dakikalarda gergin bir ruh hali içinde olduğunu hatırlar. Bir süre sonra Mustafa Kemal üzerinde gece g iysisi olduğu halde odaya geldi. Sonra, Adi le'ye yaşını ve "bir adamm genç bir kıza sorabileceği olağan, altşıldık sorular" sordu. Bayan Ayda, kaygılarının temelsizl iğ ini "Endişelerim yersizmiş" sözüyle itiraf etmiştir.
Bayan Ayda'nın anlattıkları, insanların Mustafa Kemal'in özel yaşamına i l işkin öngörü lerinde gerçekle aslı olmayan kan ı ve öykülendi rmelerin nasıl içiçe geçmiş olduğunu gösterir. Adile, Mustafa Kemal' le balo ve benzeri sosyal etkinl iklerde karşıIaşmaya devam etti. 1 933 yılında Ankara Palas Oteli 'nde cumhuriyetin onuncu yıldönümü kutlamaları çerçevesinde düzenlenmiş olan ünlü ba loya o da katı ldı . Mustafa Kemal' in sözlü yoklamasına o gün maruz kald ı . Adi le, yanına gidip geleneksel tarzda el in i öptüğü sırada Mustafa Kemal bir Rus d iplomatla beraberdi . Gazi, onun el ini s ıkı sıkı tutarak Ad ile'ye şunu sordu: "Benim eJimi öptün. Şimdi söyle bakalım yanımdaki arkadaşıma ne yapacaksm?" Adile d iplomatla el sıkışı rken Gazi olumlar anlamda başını salladı. Ad i le "sınavı" geçmişti .
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
Hukuk fakültesindeki Öğrenimini tamamlayan Adile i lkin bir avukat, ard ından evli bir kadın ve anne oldu . italya'daki Türk büyükelçi l iğinde idareci konumundaki tek kadındı ve idari statüde büyükelçiden hemen sonra geliyordu. Mustafa Kemal onun üzerinde derin bir etki bırakmıştı. italya'da görevli bulunduğu sıra, son derece gelişmiş eski Etrurya kültürü üzerine bir araştırma yapmaya g irişmiş, Etruryal ı ların nereden geldikleri, kökenlerin in ne olduğu vb. , sorular üzerinde uzun uzun kafa yormuştu . Babası, Türkiye'yi dünya uygarl ığının merkezine yerleştiren tarih kuramlarının tartışıldığı gecelerde Mustafa Kemal' in sofrasında bulunmuştu . Adile babası vasıtasıyla bu tartışmalardan haberdardı . italya'da görevli bulunduğu günlerde, içinde Etruryalı ların gerçekte Türk olduklarını kanıtlamaya çalıştığı bir kitap yazdı (Ayda 1 975). 1 975'te bayan Ayda, Dr. Volkan'a, ölümünden iki yıl sonra Atatürk'ü aklından h iç çıkmayan bir rüyasında gördüğünü söyledi . Rüyasında, Atatürk'ü hoşnut etmeyi istemesine karşın onun kendisinde bir kusur bu lacağından korkuyordu. Rüyada Atatürk ilkin onun babası hal ine bürünmüş, sonra yeniden kendi kimliğine dönmüştü .
Bayan Ayda, açık içeriği baba i le Atatü rk'ün karşı lıkl ı yer değiştirmesi olan bir rüya gören tek kadın değildi ve gördüğü rüya onun sad ık kalması gereken baba figü rünün hangisi olduğu konusunda yaşadığı ikilemin ifadesiyd i . 143 Nuri 'n in kızı Kıymet (Tesal) de böyle bir rüya görmüştü (Tesal 1 975) . Nuri, 1 937 yıl ında, Mustafa Kemal'den yirmi ay önce ell i beş yaşındayken öldü . Kıymet, babası kalp krizi geçirdiği sıra öğren imi dolayısıyla Londra'da, Atatürk ise Konya şehrindeydi . Kıymet'e, babasının bi l incini yitirdiği ana kadar sü rekli "Gazi henüz gelmedi mi?" diye sorduğu anlatı lmıştır. Atatürk eski dostunu görebilme umuduyla derhal Ankara'ya geldi, ancak doktorlar onun Nuri 'n in odasına girmesine izin vermediler. Kıymet, Atatürk' ün ölümünden iki yı l sonra, kendi doğum günü olan 26 Ekim'in arife gecesi bir rüya gördü. Rüyasında, kendi doğum gününde bir mezarın başında ayakta duruyordu; mezar öne doğru kalkmaya başlamıştı. Üst
'43 Psikanalistler rüyaları değerlendirirken hem açık içeriği (yani kişi tarafından hatırlanan ve anlatılan içerik) hem de gizil içeriği dikkate alırlar. Rüyanın gizil içeriği, onun daha derin anlamlarını ifade eder ve en iyi kişinin serbest çağrışımı aracılığıyla anlaşılabilir.
SÖzlÜ Sınaylar
tarafı örtü lü ka lmasına karşın, yan taraflardan mezarın içi görülebil iyordu . Mezarın içinde iki ceset vardı, ya da öyle görünmüştü; çünkü bir taraftan bakı ldığında Atatürk'ün, diğer taraftan bakıldığında ise Kral Solomon'un cesedi olarak görünüyordu. Kuşkusuz, salt onun açık içeriğ ine bakarak bu rüyayı herhangi bir derinl ik düzeyinde kavramak olanaksız ve bizim rüyayı yorumlamaya g irişmemiz en iyimser ifadeyle kaba bir yorumun ötesine geçemez. Bununla birl ikte, rüyanın açık içeriği ve sadakati çocuğunu ikiye parçalama tehditleriyle sınanan bir anneyi konu alan Kral Solomon öyküsünü Bayan Tesal' ın bil iyor olması, bu rüyanın Kıymet Tesal' ın babası Nuri ve Atatürk'e sadakat konusunda bir ikileme düşmüş olduğuna işaret eder görünüyor. Kıymet, gerçek gündelik hayatında, hem babasına hem de ülkü leşti ri Imiş babası haline gelen Atatürk'e sadık kalmakta herhangi bir güçlük içinde değildi . Öte yandan Adile, kendi babasına ve Atatürk'e sad ık kalma konusunda bir çatışma yaşamış olması gerek.
Atatürk, güneş-d i l kuramını terk etmiş olmakla birlikte, yeni ve arılaştı rılmış b i r Türk d i l i yaratma fikrine duyduğu ilgiyi sürdürdü. Onun Sadri Maksudi i le arasındaki düşünce farklıl ığı, Türkiye'n in yeni deniz filosunu oluşturma girişimlerine kaynak yaratma amacıyla kurulmakta olan yeni bir bankaya verilecek isim konusundaydl . Atatürk bu bankaya "Denizbank" ismini vermek istiyor, d iğerleri ise "Denizcil ik Bankası" ya da "Denizci Bankası" ismini öneriyoriard ı . Bankanın kuru luşuyla i lgi l i olarak hazırlanan ve Büyük Millet Meclisi'nde okunan yasa önerisinde, bankanın adı, Mustafa Kemal' in önermiş olduğu şekliyle "Denizbank" olarak geçiyordu. Sadri Maksudi, Türk gramer kurallarına aykırı düştüğü için "Denizbank"ın uygun bir isim olmadığını düşünüyor ve bankaya bu ismin verilmesine karşı çıkıyordu . Türkçe'de, isimden isim türetilirken bir isim diğer bir ismi tamladığında, bunlardan birincisi iye edinen, ikincisi ise iyel ik edinilen durumundadır. Ayrıca, i kinci isim, izafet eki olarak nitelendirilen bir ek alır; söz konusu ek, ikinci isim ile yeni oluştu rulmuş bi leşik ismin ilk ismi arasındaki özel i l işkiye işaret eder. Sadri Maksudi'nin eleştirisi, -okul yıllarının da gösterd iğ i g ibi- entelektüel konulardaki eleştirilere h içbir zaman hoşgörüyle yaklaşmamış olan Mustafa Kemal'de bir yaralanmaya yol açtı. Sadri Maksudi bundan sonra
Ölümsüz AtatÜrk
cumhurbaşkanl ığ ı sofrasına bir daha davet edilmed i, ancak Mustafa Kemal bu meselenin peşini bırakmaya niyetl i deği ld i -sonraki gel işmeler onun gerçekten bir yaralanmaya uğradığ ın ın birer kanıtını sunar.
Atatü rk'ün kendi özsaygısın ı onarmaya gi rişi rken izlemiş olduğu yol ders verme biçimindeyd i. 27 Ara l ık 1 937 akşamı, o günün tartışma konusu bankaya verilen "Denizbank" ismiyd i . Mustafa Kemal ' in tercih iyle hemfiki r olan misafi rleri, kuru luş açısından onun seçtiği bu isimle aynı özell iğe sah ip başka isimlerden örnekler vererek, bu isim tü retme yönteminin zaten ku l lanımda olduğunu söylediler. 1 935 yı l ında kurulmuş olan iki bankaya da bu türetim yapısına uygun isimler veri lmişti: Tekstil endüstrisi alanında faal iyet yürüten Sümerbank ile faal iyet a lan ı maden endüstrisi olan Etibank. Bu konudaki konuşmalar s ırasında yaşanan kısa sürel i bir sessizlik an ında, hala devam etmekte olan radyo yayını Mustafa Kemal' in d ikkatini çekti. Hemen, Ankara R3dyosu'nun her zamanki kapanış saati olan on buçukta yayınını kesmemesi emrin i verd i; radyo binasına "Denizbank" ve bu bankanın arı Tü rkçe i le olan il işkisi konusunda konuşma yapacak birkaç kişi gönderecekti, bu nedenle radyonun yayın ın ı sürdürmesini istiyordu (Dilacar 1 974). Ard ından, misafirlerin in bir kısmını radyo istasyonuna gönderdi, gazeteci Fal ih Rıfkı Atay da bunlara dahil edildi. Ertesi gün, Atatürk'ün siyasal partisinin resmi yayın organı olan Ulus gazetesinde birinci sayfada "Denizban k Arı Türkçe'dir" başlığı altında uzun bir makale yayımlandı .
Atatürk'ün, misafirlerin hayli alkol ald ıkları ve l idere karşı onun özsaygısını kolayca yaralayabilecek kimi eleştirilerde bulundukları sofrasında, kişil ik incinmelerinin yaşanması belki de kaçın ı lmazdı . Nuri, her seferinde işi şakaya vurarak ve sarf edilen sözleri yumuşatarak bir gerg inl iğin yaşanmasını önlerd i; ancak bazı sözlerin Atatürk üzerindeki etkisin i g ideremediği durumlar da yaşanıyordu . Akşam sohbetlerine ilişkin anekdotların pek çoğu, gazetelerde yayımlanan anılarda aktarılmıştır. 144
144 ismet Bozdağ, Ankara, istanbul ve Bursa'da cumhurbaşkanının yemek masasında yapılan söyleşi ve tartışmalarla ilgili öyküleri bir araya getirip derlemiş, bunlar dizi yazı halinde istanbul'da çıkan günlük gazete Günaydın'da 1 975 yılı yazında yayınlanmıştır. Daha sonra, bunlar bir kitap haline getirilmiştir; bkz., Bozdağ, 1 975b.
SÖzlÜ Sınaylar
Mustafa Kemal' in masasında yaşanan olaylarla i lgi l i olarak en çok an latı lan öykülerden biri, Reşit Gal ip Olayı olarak an ı lanıdır. Bu, Gazi 'n in uğrad ığı kişi l ik yaralanmasını telafi ederken izlediği yollardan birine (oyunsal olanın) i l işkin bize bir fikir verir. Reşit Gal ip tıp eğitimi görmüş bir doktordu, fakat di lbil im, tarih ve edebiyata büyük ilgi duyuyordu . Aynı zamanda ( 193 1 ) o günlerdeki Halkevi hareketinin de başında b'u lunuyordu. Halkevleri, Kemalist kültürel fikirlerin yurt çapında tüm halk kesimlerine yayı lmasını sağlamak amacıyla kurulmuştu. Yeni fikirlerin kitlelere sunumunda tiyatronun etkil i bir araç olduğuna inanan Reşit Galip, halkevlerinde tiyatro oyun larının da sahnelenmesinden yanaydı . Batıl ı laşmanın bir ifadesi olmak üzere kad ınların da bu etkinl iklere katılması gereğini h issediyor, genç bayan öğretmenlerin bu çalışmalara dahi l olmasını istiyordu. Bu fikre muhalefet, Mustafa Kemal'in eski öğretmenlerinden biri olan yaşl ı eğitim bakanı Esat Mehmet'ten geld i . Bakan, küçük şehir ve kasabaların olası tepkilerinin dikkate al ınması gerektiğin i düşünerek uyarı larda bulunuyordu.
Yine Mustafa Kemal ' in sofrasında söyleşi ldiği bir akşam, Reşit Gal ip, tiyatro tasarımına karşı çıkı lmasından yana tavır alarak, l iderin eski öğretmenini kollayıcı bir tutum içinde olduğunu ileri sürd ü ve onu eleştird i . Reşit Galip, Esat Mehmet'in çağın gerisine düşmüş b iri olduğunu, ona destek vermekle Mustafa Kemal' in yan lış yaptığını öne sürdü. Buna öfkelenen Mustafa KemaL, bu konuda konuşurken ağzından çıkan sözlere d ikkat etmesi konusunda onu uyardı, ancak Galip nerede durması gerektiğin in farkında değildi. Lider, Reşit Galip'in çok fazla içtiğini , belki masadan ayrılmasın ın daha uygun olacağını söyledi . Gözü pek Galip, onun bu sözlerine, masanın Mustafa Kemal'e değil u lusa ait bulunduğunu, masada ulusun meseleleri üzerine konuşulduğuna göre masada oturma konusunda Mustafa Kemal kadar hak sahibi olduğunu söyleyerek karşıl ık verd i . Bunun üzerine, Mustafa Kemal ayağa kalktı, peçetesin i masaya atarak geniş adımlarla adayı terk etti .
Her ne kadar Mustafa Kemal g izl i bir sır olarak sekreterine Galip' in cesaretine hayran kaldığını söylemişse de, Reşit Gal ip bir süre akşam sohbetlerine davet edilmed i . O laydan yaklaşık bir ay kadar sonra, bir akşam Mustafa Kemal Reşit Gal ip' in Ankara
_ ÖlümsÜZ AtatÜrk
Radyosu'nda halkevleri konusunda heyecan l ı bir konuşma yaptığını işitti. Onun Kemalizme olan derin bağ l ıl ığ ından etki lenen Mustafa Kemal, Gal ip ' i bağışlamaya karar verd i . Reşit Gal ip, Mustafa Kemal' in sofrasının daimi misafirleri l istesindeki yerin i yeniden ald ı ; radyoda yaptığı konuşmadan iki hafta kadar sonra yine l iderin masasındayd ı . Mustafa Kemal onu selamlayarak karşı ladı ve diğerlerin in duyamayacağ ı bir şeki lde Gal ip'e kendisini eğ itim bakanl ığının başına atadığını söyled i . Yemek sırasında, Mustafa Kemal odaya güçlü kuvvetl i iki asker çağ ırd ı; onlardan Gal ip' i hoppacık yapmalarını (Türkiye'de küçük çocukların havaya atı l ıp yere düşmeden tutu lması oyununa verilen isim) isted i . B i r süre sonra bu oyuna son veren Mustafa Kemal, "Oyunu askerler yerine ben oynamak isterdim" demeğe gelen ifadelerde bu lundu. Sözlerdeki mesaj herkesin an layabileceği kadar açıktı . Mustafa Kemal hala herkesin üzerinde b ir yerde duruyordu ve isted iği insanların konumunu yükseltir, isted iği a n onları bulundukları yerden indirird i . Bu mesaj ı verd ikten sonra, Mustafa Kemal, artık Reşit Gal ip ' i kendi eşiti olabilecek ve onun tartışmasız üstünlüğüne karşı çıkabilecek güçte biri olarak görmemeye başlad ı . Reşit Gal ip ' in Mustafa Kemal'de hayranlık uyandırmasının nedeni sergi lemiş olduğu cüretkarlıktı . Mustafa KemaL. bir kez daha kendi kiş i l ik özelliklerinden birine sahip olan bir başka insana hayranl ık duymuştu.
Aynı akşam, Mustafa Kemal eski öğretmeniyle uzun uzun söyleşti; ona, sağ l ık sorunları nedeniyle eğitim bakanı olarak görevinden ayrı lmasın ın uygun olacağ ın ı söyled i . Bundan kısa bir süre sonra Reşit Gal ip bakan olarak onun yerin i a ld ı .
Askerlerden Reşit Gal ip' i hoppacık yapmalarını istemek ya da sözde su ikastçısına içi dolu tabancasını vermek gibi dramatik jestler, ayık durumda olsun olmasın, Mustafa Kemal' in davranışsal repertuarının birer pa rçasıyd ı . Bu tür jestler, kiş i l ik yaralanmasının ardından onun kendi görkemli kişi l ik yapısına tekrar tutarlık kazand ırmak için başvurduğu davranışlar olarak görünür. Bunun sayısız denecek çoklukta örneği vard ır ve müzikle i lg i l i bir olay bu davranışsal kategorinin en iyi örneğ in i sunar.
Atatürk, Türklerin Avrupa müziğiyle yakınl ık kurarak bu müzik tarzını sevmeleri gerektiği konusundaki ısrarına ve geçici süre
SÖzlÜ Sınavlar
Türk müziği yayın larını yasaklamış olmasına rağmen, Türk müziğine olan sevg isin i korudu; Türk şarkı ları söyled i ve Türk müziği eşl iğinde dans etti . Dönemin en ünlü iki Türk şarkıcısından biri Safiye Ayla, d iğeri ise Münir Nurettin Selçuk idi . Bunlar, müzikleriyle Gazi 'n in akşam sofralarına renk katmaları için sık sık köşke çağ rı l ı rlard ı . Safiye'n in sesi fiziğinden ve yüzünden çok daha güzel olduğu için, Atatürk'ün ondan şarkı söylerken karan l ık bir köşede durmasını isted iği söylen ir. Ancak, bu iki müzisyenden Atatü rk'le arasında tatsız bir olay yaşayanı Münir Nu rettin oldu .
B ir akşam Münir Nu rettin b i r partide şarkı söylüyordu . Ona eşl ik eden Atatürk Mün i r Nu rettin' in yorumunu bozuyardu . Nihayet Nurettin daha fazla dayanamadı ve Atatürk'ten şarkıya katılmamasın ı rica etti. Atatürk buna çok içerled i . Olaydan sonra, trenle yaptığ ı bir gezi sırasında trenin lüks vagonunda d inlendiği bir sıra, garsona gramofona bir plak koymasın ı söyled i . Garsonun gramofona koyduğu plak Mün i r Nurettin' in b i r plağıyd ı . Atatürk, onun sesini duyar duymaz garsona çıkıştı ve ondan plağı değ iştirmesini isted i. Bu iki adam arasında olan bitenden habersiz olan garsonun koyduğu ikinci plak da Münir Nurettin'e aitti. iyice öfkelenen Atatürk garsona plakları al ıp pencereden atmasını emretti.
Münir Nurettin'le yaşadığı olayın onun özsaygısında yol açtığı tahribat, ancak bir gün Bursa'daki bir otelde verilen ve Atatürk'ün de katıldığı bir resepsiyon sırasında gide�ilebildi. Münir Nurettin de oradaydı ve bu durum Atatürk'ten her an sitemkar bir davranış gelebileceğinin bir işaretiyd i . Atatürk geldiğinde herkes rakı içiyordu . Arka cebinden bir tabanca çıkaran Atatürk, el hareketleriyle Münir Nurettin'den elindeki rakı kadehini başın ın üzerine koymasını istedi. Nurettin onun isteğine uyduktan sonra Atatürk bardağa doğru nişan aldı . Niyeti i kinci bir Wil l iam Tel i olmak mıyd ı? Orada bulunanlar onu'n şaka yaptığ ın ı düşünüyorlard ı; fakat Atatü rk tetiği çekti ve kurşun gid ip şarkıcının arkasındaki duvara saplandı . Tetiğe basmadan hemen önce el in i hafifçe hedefi n yanına kaydırmıştı . O kurşunun duvarda açtığı
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
delik bugün de görü lebil i r . 145 Mustafa Kemal ' in tabancayı ateşlemesinin ardından Mün i r
Nurettin kadehin i öne doğru kaldırarak içindekini içti ve Atatürk'ün önünde eği ld i . Atatürk, Münir Nurett in ' in bu jestine karşı l ık olarak şunu söyled i : "Cesaretinizin sesiniz kadar mükemmel olduğunu kamtladımz." Ona karşı hareket ettiğ inde Mün i r Nurettin "kötü" b i r nesne id i , fakat şimdi d ramatik bir jest sonrası "iyi" nesne du rumuna gelmişti . Bu olayı cesaretl i l ikle özdeşleşti ren Atatürk, ş imdi şarkıcıyı kend i uzantısı olarak görebi l i rd i . Barışma sağlanmıştı; Münir Nurettin ' in Atatürk'ün huzurunda şarkı söylemesine izin veri ldi . Mün i r Nurettin' in söyled iğ i "Senin güzel gözlerin" sözleriyle başlayan şarkısı, Gazi 'n in en d ikkat çekici fiziksel özel l iğine yönelik açık bir göndermeydi . Atatürk bu kez ona eşl ik etmekten kaçındı . Ü lküleşti rdiği uzantısı şarkısın ı kendi başına ve bir müdahale olmaksızın sürdürebil ird i .
Kendi yara lanmalarını bu tür süreçler vasıtasıyla onaran Atatürk, "sınavlar" a racı l ığıyla "iyi" -dolayısıyla onun i lgi ve yakınl ığını hak eden- kişilerle diğerleri a rasında ayrım yapmayı sürdü rdü . Bu yaklaşımı, kend i d işçisi Dr. Günzberg' in 1 93 5 yıl ı yazında çekip çıkarılması güç bir d işle i lg i l i olarak yard ımına başvurduğu danışman d iş doktoruna karşı da ku l landı . Çürümüş ve kurtarı lması güç görünen bir d iş Atatürk'e çok sıkıntı veriyordu . Dişin çekilmesi sırasında acı h isseden Atatürk, bu yen i d işçin in gelecekte kendisine iyi bir diş doktoru olarak h izmet ed ip edemeyeceğinden emin olmak için onu "sınava tabi tuttu". Dişin çeki ldiği sıra Atatü rk'ün yanında olan Afet, d işçinin asistan ın ın da yaptığı gibi (Kızıldağ l ı 1 979), yazılarında bu konuya da değinmiştir (Afe-
145 Bursa'daki Çelik Palas Oteli'ndeki bu kurşun deliğiyle ilgili öykünün burada anlatılan versiyonu için bkz., General Fahrettin Altay 1 973. Bozdağ (1 975b, 5. 1 7 5-76), duvardaki bu deliğin nasıl oluştuğuyla ilgili farklı bir öykü anlatır. Buna göre, 1 930 yılında Mustafa Kemal Bursa'da onuruna verilen bir baloya katılmak üzere Çelik Pal as Oteli'ne geldi. Mutlu ve neşeli görünüyordu. Genç bir kadın kendisini öven bir şiir okuduğunda neşe ve mp.mnuniyeti daha da arttı. Bunun üzerine, orada bulunanlara hitaben bir konuşma yaptı ve hallerinden kendisini sevdiklerini anlayabildiğini söyledi. Onlardan, kendisini sevmelerini, ama aynı zamanda kendisine inanmalarını ve güvenmelerini istedi. Sonra, aralarında başına bir kadeh koyup önünde durabilecek birinin olup olmadığını sordu. Tabancasıyla kadehi vurmayı deneyecekti. Bir doktor olan Talat Şahin'in hamile eşi öne Çıktı ve ona güvendiğini söyledi. Kadının başına bir kadeh yerleştirildi. Atatürk ilkin tabancasıyla kadehe doğru nişan aldı, fakat tetiğe basmadan önce namlunun ucunu deliğin h�l� durduğu o duvara doğru çeviriverdi.
SÖzlü Sınaylar
tinan 1 97 1 , s.2 1 ) . Yeni d iş doktoru, bu ünlü hastasının kend isine geliş gid işieri sırasında dişçi l i k tari h inde ne varsa ça l ış ıp öğrend i . Edindiği bu bilg ilerle Atatü rk'ü öylesine etkiledi ki, kend isine istanbul Ün iversitesi'nde profesörlük unvanı veri ldi ve 1 936 yı l ında dişçilerin Viyana'da gerçekleştird ikleri u luslararası b i r toplantıda Türkiye'yi temsil etti .
Atatürk'ün d iğerlerin i "sınava tabi tutma" ihtiyacı çok i leri boyutlardaydı; yani , bu özgül davranış modeline yol açan psikoloj ik faktörlerin sayısı birden fazlayd ı . K imi gözard ı ed ip k imi kendi müridi olarak kabul edeceği konusunda kendi kiş i l ik yapısının taleplerine göre karar vermekle kalmıyor, ayrıca, bi l inçd ışı olarak, kendisini i lk Avrupa tarzı eğ itimci olan eski öğretmeni Şemsi Efendi ile özdeşleştiriyordu . Bu şeki lde ülkü leşti r i lmiş bir öğretmen durumuna geliyor ve, özgül b i r yoldan, ü lküleştiri lmiş babayla özdeşleşme vasıtasıyla ödipal mücadeleyi çözme i I Iüzyonuna sah ip oluyordu . Bununla bir l ikte, zaman zaman , yoklayan ve yoklanan birbiriyle yer değiştiriyordu -tıpkı, okul günlerine i l işkin olarak an lattığı ve bir öğrencinin onu yokladığı, daha sonra onun diğerlerin i yoklayan öğrenci du rumuna geldiği olayda olduğu gibi (Bkz. , s .60).
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuru luşunun onuncu yıldönümünde Ankara Palas Otel i 'ndeki bir kutlama sırasında, balo salonunun ortasında bir sandalye üzerine çıkarak orada bulunanlardan kendisine soru sormalarını istedi . Her tür soruya yanıt verebileceğinden emindi; böylece, o an için onun "öğretmenler" i ve yoklayıcıları rolünü üstlenen salondaki insanlara kusursuz (Kemal) görünecekti . 146 Bu yoklamalarda, ayrıca, askeri okul sınavlarında başarıl ı olup okula kayıt hakkı kazandığı ve annesini böyle bir oldu bitti karşısında bırakarak evden ayrı ldığı zaman gerçekleşen çocukluğunun annesinden kopuş öğesini de görüyoruz .
Bu yoklamalar, yoklananlar için korku verici olabi l i rd i; ancak, Atatürk bu konuda köylü lere ve çocuklara son derece yumuşak ve anlayışl ı yaklaşıyordu . Çünkü köylüler ve çocuklar onun kendi özsaygısına karşı, b irer tehdit oluşturmuyorlard ı , dolayısıyla Atatü rk bunlara karşı şefkatli bir yoldan yaklaşabi l iyordu . Bunlar,
'46 Bir başka yerde, -kendisinin uzantısı olara"- Türk gençliğinden ve Türk gençlerinin sportif etkin liklerinden söz ederken, onların, tıpkı Türk ulusunun bütünü gibi, "imtihana" her an hazır olduklarını söylemiştir (Afetinan 1 97 1 , s.56).
_ÖlÜmsÜZ AtatÜrk
Atatürk için küçük birer çocuğu temsil ed iyorlard ı . On ların gelecekteki serpi l ip gelişmelerine i l işkin umut verici işaretler almaktan kıvanç duyuyordu . S ık s ık çoban çocuklara Gazi'n in kim o lduğunu bilip bilmed iklerini sorar, çocuklar kendisini tanıdıkları zaman sevinird i .
1 930 yılı yazında Yalova yakınlarında beraberinde yirmi kadar atlıyla birlikte at koştururken karşılaştığı bir çoban, onun çoban çocuklarla karşılaştığı zaman yaptığı söyleşiler arasında en d ikkate değer olanıd ır. Karşılaştıkları genç çobana gidecekleri yolu sordu lar; sonra, Mustafa Kemal ona ismini sordu . Çocuk isminin Mustafa olduğunu söyled i. Bunun üzerine, Mustafa Kemal kendi isminin de Mustafa olduğunu söyled ikten sonra ona Gazi'yi tanıyıp tanımadığını sordu . Çocuk o an Gazi'yle konuştuğunu bilmiyordu; bu durum Mustafa Kemal'i keyiflendird i . Çocuğa yaptığı işin karşı l ığı olarak ne kadar para kazandığını , aynı parayı vermesi durumunda gelip kendisi için çalışıp çal ışmayacağını sordu . Çocuk, i ş sahibinin ve annesin in izin vermesi durumunda geleceğini söyled i (o da Mustafa Kemal gibi babasız büyümüştü) . Genç çocuğun vermek istediği parayı kabu l etmemesi Mustafa Kemal'i daha da etki ledi. Çocuk, yan ındaki cevizlerin bir kısmını almayı kabul etmesi hal inde kendisin in de parayı kabul edeceğini söyledi . Ertesi gün, Mustafa Kemal, çocuğun önceki gün konuştuğu kişinin Gazi olduğunu anlaması için onu yanına çağırttı . Sonraları çocuğun sıtma hastası olduğunu öğrenen Mustafa Kemal, onun istanbul'da tedavi olmasın ı sağlad ı . Gazi ve arkadaşları daha sonra çocuğu hastanede ziyarete gittiler; burada Mustafa Kemal çocuğun okula gönderilmesinden bahsetti. Beraberindeki arkadaşlarından bazıları, bunun yoksul bir köylü çocuğu olduğunu, daha önce hiç okula gitmemiş olduğunu belirterek Mustafa Kemal'in fikrine karşı ç ıktılar. Kendisinin de çocukluğunda amcasının çiftliğinde tarladaki kargaları kovaladığını, onun koyun sürüsünü güttüğünü hatırlatan Gazi, arkadaşların ın düşüncelerini paylaşmadı. Amcası kendisinin zeki bir çocuk olduğunu sezerek onu okula göndermişti. "Benim zaman içinde hangi noktaya geldiğime bakm" d iye ekledi (Granda 1 973, s.96-1 00). Sonuçta o gün okula gönderilmesine karar verilen genç çocuk, zaman içinde ordu içinde terfi ederek binbaşı rütbesine kadar yükselecekti.
�
Sözlü Sınavlar
Atatürk'ün kimi zaman egzantrik yollardan d iğer insanların yaşamlarına yönelik müdahalesine i lişkin bu tür örnekler, onun ü lkenin idaresiyle i lg i l i işlerde genel olarak ciddi ve sorumluluk bi l inci içinde hareket ettiğ i gerçeğ in i görmemizi enge"ememel i . Mustafa Kemal, kendi yaşamındaki çelişkileri, egzantrik ve kişisel olan şeyleri cidd iyet ve sorumluluk gerekti ren işlerden ayırt ederek çözme becerisine sahipt i . Ona karşı çıkan ya da gizl iden g izliye ona küçümseme ile bakan insanların sayısı, onun benzersiz üstünlüğünü kabul edenlerin sayısından çok daha azdı. Onun görkemli kişi l ik yapısı, büyük ölçüde halkın ona duyduğu hayran l ık tarafından pekiştiri l iyordu . Ü lkesinin kurtarıcısı ve reformcusu olarak üstlenmiş olduğu misyona olan inancı hiç sarsılmad ı . Batı uygarl ığ ın ın yararlarına olan sarsılmaz inancın ı muhafaza ederek halkına sürekli batı l ı laşma çağrısında bulundu. B i r keresinde Afet'e şunu söylemişti: "Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalim diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi kendi bünyemize uygun bulduğumuz için dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz" (Afetinan 1 97 1 , s .23-4).
Afet, o dönemde onun bayan refakatçisi olarak sağlam bir yere sah ipti. Mustafa Kemal, Afet'le birlikte Türk tarihine ve Türk kimliğine i l işkin temel anlayış ve i lkeleri geliştird i . Afet bir anlamda onun bir uzantısı, d iğer yandan, siyasal anlamda özgür, batı l ı karakterde b ir kadındı . Mustafa Kemal ondan kadın haklarını araştırmasını, bu konuda dersler vermesini, kadın hakları hareketin i biçimlendiren temel kuramlar hakkında yazı lar yazmasın ı istemişti (Afetinan s.23-4) . Bunların yan ı sıra, Afet, Batı'da kadınların oy hakkı kazanmasına giden süreçle ilgi l i araştırmalar da yapacaktı. Bu tür konular onun da hazır bulunduğu cumhurbaşkanlığ ı sofrasında görüşü ıürdü . Genç Türk kızı Keriman Halis' in Avrupa güzell ik kraliçesi seçilmesiyle birl ikte u luslararası kamuoyunun i lgisi Türk kadınları üzerinde toplandı. 8 Aral ık 1 934 tarihinde Türk kadın larının temel sosyal hakları tanındı ve kadınlara parlamento seçimlerinde oy hakkı veri ldi .
Atatürk'ün evlat edindiği d iğer kızları da gelişimlerin i sürdürüyorlard ı . Rukiye ve Nebile, Ankara Palas Oteli'nde yapılan törenlerle evlendi ler. istanbul'daki bir Fransız kolejinde eğitim görmüş olan Rukiye, bir teğmenle evlendi . Nebile' n in kocası ise Vi-
Ölümsüz Atatürk
yana'daki Türk elçi l iğinde genel sekreterd i . Bu evl i l iğ i yürümeyince ilk eşinden boşanan Nebile bir mühendisle evlendi ve Tü rkiye'ye döndü ; ancak mutlu bir kad ın olarak yaşam sürmed iği çok açık hissed i l iyordu . Hakkında H ı ristiyan bir aşığı olduğu yolunda söylentiler yayılan Bülent Çankaya'dan ayrı ld ı . Zeh ra ve Sabiha ortaoku lu bitirdikten sonra istanbul'daki Amerikan Kolej i 'ne gönderi ldi ler. Gazi 'n in Afet'ten sonraki gözde k ız ı Sabiha hastaland ı. Verem olduğundan kuşku duyu ldu ve i lk in Viyana'da bir sanatoryuma, ard ından isviçre dağlarındaki b i r kasabaya gönderi ldi . Türkiye'ye döndükten sonra, yı l lar sonra Dr. Volkan' la yaptığı görüşme sırasında hala "evim" d iye söz ettiğ i Çankaya köşkünde eğitim in i özel öğ retmen lerden ders alarak sürdürdü . Gazi ona Sülün adlı bir Arap atı satın aldı. Sabiha Gökçen' in o gün lere i l işkin hatı rlad ığ ı en sıcak anı ları Gazi'yle bir l ikte at sırtında yaptıkları gezi lerle tabanca atışlarıyd ı .
Bayan Sabiha Gökçen' in evin in otu rma odasında Atatürk'ün kendi el yazısı i le yazı lmış, gümüş bir çerçeve içinde korunan bir belge vard ır. Bu, Sabiha Hanım' ın soyad ın ın Gökçen olduğuna tanıkl ık eden bir belged ir. 1 934 yı l ında imzalanmış bu belge, Sabiha tarafından fazlasıyla yerine geti r i lmiş arzusunun suskun bir kanıtıdır. Gerçekten, Atatürk'ün Sabiha Gökçen' in dünyanın en ünlü kadın pi lotlarından biri olacağına kuşkusu yoktu . Mustafa Kemal, 1 925 yıl ında Türk Hava Kurumu'nu ku rduktan ancak on yıl sonra bir havacı l ık oku lu açılması gerektiğ ine karar verd i . Okulun açı l ış tören ine Sabiha ve Zehra da katı ld ı ; yabancı p i lotlar planör ve paraşütle atlama konusunda yaptıkları gösteri lerle açılışı izleyen ka labal ığ ın hayranl ığ ın ı kazand ı lar.
Sabiha, Gazi'n in bil incinde olmadan yaptığı basıncın etkisiyle paraşütçülük eğitimine i lgi duydu . Bu konudaki isteğ in i Gazi'ye açtığında Gazi h iç vakit yitirmeden yu rt dışından ona paraşütçülüğü öğretecek yabancı uzmanlar çağı rttı . Atatü rk'ün üstleni imiş bir sorumlu luğu yerine getirmek üzere hemen harekete geçi lmesi ve o görevin en kısa zamanda yerine getiri lmesi konusundaki kararl ı l ığ ı düşünülürse, muhtemelen ikisi de Sabiha'n ın bu işi hemen öğrenebileceğ in i düşünmüşlerd i . Ne var ki, çok geçmeden Sabiha'nın resmi bir havacı l ık eğitiminden geçmesin in zorunlu olduğu anlaşı ldı ; bu eğitim, paraşütçü lükle yetinmeyip pi lotlu k
SÖzlÜ Sınavlar
yapmayı da istemesi durumunda özellikle zorunluydu . Bunun üzerine Sa bi ha Türk Kuşu adl ı havacı l ık okuluna kayıt oldu. Sonraları, alt ı ay süreli uzmanl ık düzeyinde bir eğitimden geçmek üzere yedi erkek p i lot adayıyla birlikte Rusya'ya gönderildi; Türkiye'ye geri döndüğünde artık bir uçuş öğretmeniyd i . Türk kadınları, peçen in ve haremin simgelediği gün lerden o güne kadar geçen süre içinde gerçekten çok şey başarmışlardı .
Bayan Gökçen, kendisiyle yapılan görüşme sırasında Dr. Volkan'a şunları söylemiştir: "Başlangıçta bu işe eğlence olsun diye atılmıştım. fakat Atatürk bu konuya duyduğu ilgiyi yitirmedi. Benim bir pilot olarak yetişmemi istediğini fark ettim. Artık bu bir fikir olmaktan çıkıp ciddi bir işe dönüşmüş, gökte uçmak benim mesleğim haline gelmiştI" O günlerde kadın lar askeri oku lIara kabul edi lmiyorlardı; ancak, Atatürk'ün ricasıyla Sabiha'nın Hava Harb Okulu'na girmesine izin verildi ve Sabiha bu okuldan mezun oldu. Sonraları Türk Kuşu'nda baş eğitmen olarak görev aldı ve bu görevi on sekiz yı l boyunca sürdürdü . Atatürk, kederli annesinin sahip olduğundan bütünüyle farklı olarak, kızların ın batı l ı b ir imaja sahip olmaların ı arzu luyordu ve belki evlat edindiği kızları arasında onun bu arzusuna en çok kıymet veren kızı Sabiha oldu . Sabiha, onun bu konuda "kızları" üzerinde oluşturduğu baskıya olumlu bir tepki gösteri rken, Zehra söz konusu baskıya katlanamadı .
Zehra, eğitimini tamamlamak üzere Londra'ya gitti; fakat yabancı bir ü lkede yaşamanın beraberinde geti rdiği psikoloj ik güçlükler Zehra'ya katlanamayacağı kadar ağır geldi . Uğ rayacağı herhangi bir başarısızl ığın Gazi'yi büyük bir düşkırıkl ığına uğratacağ ın ı bil iyordu . Sabiha, Zehra' nın kolay yaralanır bir kişi l iğe sahip olduğunun farkındaydı, ancak bu konuda el inden gelen fazlaca bir şey yoktu . Zehra Londra'da başarısız oldu ve Türkiye'ye dönüş yolunda intihar etti, tren Fransa'dan geçerken pencereden bir göle atlamış ve boğularak ölmüştü.
Atatürk'ün bu traj ik olaya nasıl tepki gösterdiğini bilmiyoruz. Bununla birlikte, Bayan Gökçen'e göre, hem kendisi hem de Zehra, daha önce intihar etmiş olan Fikriye'ye karşı sıcak bir duygudaşlık geliştirmişlerdi . Zehra, Fikriye'yi hiç tanımamıştı, ancak onun öyküsünü biliyordu. Dolayısıyla, Fikriye'nin yazgısının Zehra'nın trajik ölümünde bir rol oyanmış olması muhtemel görünüyor.
Bölüm 27
iÇSEL SÜREÇLER VE GERÇEK DÜNVA MEŞGULiVETLERi
K endisinin yeni kazan ı lm ış bir kiml iğ i i lan eden Atatürk ismini alması, isim değ iştirmeye öncülük eden psikoloj ik
güçlerin oyununun tam anlamıyla sona erd iği an lamına gelmiyordu . Aynı şeki lde "Atatürk" kiml iğ in in Mustafa Kemal'e tam bir rahatlama getird iğine de inanamayız. Afetinan , "mesut musunuz?" sorusuna onun cevabın ı kitabında vermiştir. Bu soruyu ' Mustafa Kemal, "mesudum, çünkü muvaffak oldum . . . ,,1 47 d iye yanıtlamıştır (Afetinan 1 97 1 , s . 1 0S). Ancak, bir başarıyı iz leyecek bir d iğerine olan ihtiyaç, asla din lenemeyeceğ i an lamına gel iyordu. Çevresini, içsel ihtiyaçlarına cevap vermek üzere şeki l lend irme çabası asla sona ermeyeceğe benziyordu . Atatürk haline gelerek nihayet annesinin kendi öz benliğiyle bütünleşmiş tasavvurundan ayrılması ve ödipa l mücadelesini çözümlemiş olması bir hayalden ibaretti. Bu içsel süreçleri kend i görkemli ama yaratıcı üslubuyla çözmeye çalışırken, kişi l iği nedeniyle tarih sahnesinde ortaya Çıkan bu sorun lar üzerinde çalışıp durmak zorunda kalmıştı. Hayran l ık uyandırıcı bir başarıyı d iğerinin izlemesi için acımasız bir içsel dürtünün kurbanı olan Atatürk, kesinlikle mutlu deği ld i , daha doğrusu asla uzunca bir süre mutlu olamayacaktı . 1 48
içsel gerginl ikler, kendisinin daha zeki b i r kısım gözlemci lerinden saklanamıyordu . Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mustafa Kemal' in özüne nüfuz eden, onu taparcasına seven hayranlarından birisiyd i . Karaosmanoğlu " . . . ruhunun derinlikleri bunlara benzer sessiz ve gizli ihtilal/er/e, bora/ar/a, flrtma/ar/a çalkamp durmakta idi" (Karaosmanoğlu 1 97 1 , s . 1 23) d iyordu . Büyük lide-
147 Mustafa Kemal bu cevabı, 21 Haziran 1 935 tarihinde bir gazeteci tarafından yöneltilen soruya kar�ılık olarak vermi�tir.
148 Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün mutlu olmaya muktedir olmadığını Türkiye Cumhuriyeti'nin Onuncu Yıl kutlamaları sırasında not ettiğini söylemi�tir. Kutlama yakla�tıkça, Atatürk'e yakın olanlar arasında heyecan görülüyordu. Bir gece sofrada Atatürk itiraf etti: "Bana gelince, ben hiçbir şey hissetmiyorum.· (Atay 1 980, s.483).
içsel Siireçler
ri gözlemleme Karaosmanoğlu'nu "Kim bilir belki, bize hiç açmadığı korkunç bir sırrı, bir ıstlrabı mı vardı? .. " şeklinde b ir spekülasyon yapmaya götürmüştü .
Kuşkusuz Yakup Kadri aşağıdaki satırları yazd ığında d iplomatI ıktan ziyade yazarl ık yeteneklerine dayanarak, Atatürk'ün bi l inçaltı hakkındaki zekice kavrayış ını serg i lemiştir:
" ... ne harp meydanlarmm kanlı hengameleri, ne zafer toplarlmn sağır edici patlayışlarl, ne bir ülkeyi yeniden var ediş cehdi; ne de hiçbir faniye nasip olmamış şan ve şeref, ikbal ve şevket şenlikleri bir türlü teskine muvaffak olamıyordu". Bunun ne olduğunu Yakup Kadri kavrayamıyordu . Mustafa
Kemal kendini korumak için eşsiz olduğuna inanarak içsel kaynaklarına dayanmıştır. Bir del i kan lı i ken, Osmanl ı imparatorluğu'nu kurtarmak için görkeml i düşünceler yaratmış ve genç bir adam olarak savaş kahramanı olmuştu . Bir yetişkin olarak ü lkesinin karizmatik kurtarıcısıydı ve olgunluk çağında ü lkesin in l ideri, hocası ve arıtıcısıydı . Bunların hepsini yalnız bir adam olarak yapmıştı . Takipçilerinden sadakat talep etmiş, karşı l ığında hiçbir şey vermemiş, fakat, kibar ve utangaç olmakla saldırgan ve kaba (abrupt) olmak arasında g id ip gelmişti .
Yetişkin Atatü rk'teki çatışmanın özüne nüfuz ederek Yakup Kadri şunları yazmıştır: "Bu doymak bilmez gönül, bu şahlanmış irade, bu çağlayan enerji; her an yeni bir zafer heyecanma teşne idi; her an yeni birşey yaratmak istiyordu" (s. 1 23).
Yakup Kadri' n in idd iasına göre, Atatürk tüm enerj is ini bu yakıcı ihtirasının gerçekleşmesine vakfetmişti. Yüzlerce konuşmasında Atatürk ü lkesi için varolan ümitlerin i özetlemişti . Yüzlerce harekete, o öncü lük etmişti . "Kemalizm" terimi Mustafa Kemal'in, Türkiye'n in geleceği hakkındaki vizyonunu tanımlamak için kul lan ı l ır olmuştu . Hem felsefesi, hem de eylemlerini temsi l eden Kemalizm, entelektüel düzeyde incelenmeye ve şematik bir biçimde izah edilmeye başlandı . Kemalizm nazariyesi Mustafa Kemal tarafından 20 N isan 1 93 1 tarihinde yayın lanan bir beyannamede özetlenmiştir. Beyannamenin Cumhuriyet Halk Fırkası' n ın nitel iklerin i ortaya koyan birinci maddesi, fırkanın "cumhuriyetçi, milliyetçi, devletçi, laik ve inklfapçı" (Lewis 1 961 , s. 280) olduğunu söylüyordu . Bu altı i lke daha sonra Anayasa ve Cumhuriyet Halk Fırkası 'n ın, her bir oku, bir i lkeyi temsil eden altı ok-
Ölümsüz AtatÜrk
l u arıblemine de konuldular. Kemalist programın altı maddesinin tümü 1 937 yıl ında kabul edi len Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 'n ın ikinci maddesi içinde yer ald ılar.
Cumhuriyetçi l ik, Mustafa Kemal' in Osmanlı hanedanının egemenliğin tecessümü olarak tasfiyesinin doğal bir sonucu idi . Sını rlar alanındaki sezisi "hakimiyet bi/a kayd ü şart milletindir" sloganı ve kendisi için herhangi bir saltanat makamını reddetmesi ile ortaya konu lmuştu . Mustafa Kemal ve destekçileri Anadolu'da Osmanl ı imparatorluğu'nun kalıntılarını Anlaşma Devletleri ve Yunanl ı lardan kurtarmaya çalışırken, bu girişimin temeli yeni bir fikre dönüşmüştü, bu da dahil indeki Türk nüfusa dayalı, tan ımlanmış sınırları bulunan bir u lus-devletti. Misak-ı Mi l li olarak bil inen ve hareketin i lkelerini ortaya koymaya ve halkı hareketin bayrağı altında toplamaya hizmet eden bu vesika Osmanlı Müslümanlarından bahsederken; kısa süre içinde, Mustafa Kemal kendisinin yeni Türkiye kavramının, gerçekte, sınırları toprakları üzerinde yaşayan Türkler tarafından çizilen bir ülke olduğuna işaret etmişti. Bir kez daha, sınırlar kavramı zihninde olduğundan daha büyük hale gelmişti ve onu ve mücadelesini canlandırmıştı.
Mi l l iyetçi l ik istiklal Savaşı ve cumhuriyetin teşekkülünde esaslı bir unsurdu . Toprak kayıpları ve Osmanlı azın l ıkların ın ulusal özlemlerinden vazgeçmemeleri Osmanlıcıl ığı, Türk mil l iyetçi l iğine döndürmüştü . Bundan başka 1 927 Türkiyesinin yüzde 97.3'ü Müslüman'dı. Dolayısıyla yeni Türk cumhuriyeti etn ik ve kültürel açılardan büyük çapta türdeşti.
Halkçı l ık Mustafa Kemal tarafından daha Haziran 1 920 tarihinde Ankara'da aşağıda bir kısmını aktardığımız bir konuşmada Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde telaffuz edilmiş bir kavramdı: "Zannederim bugünkü mevcudiyetimizin mahiyeti asliyesi, milletin temayü/atı umumiyesini ispat etmiştir, o da ha/kçıltktlr ve ha/k hükümetidir. Hükümet/erin ha/km eline geçmesidir' (Lewis 1 96 1 , s.2S3).
Aynı i lke, inançlarına bakılmaksızın eşit hakların tüm vatandaşlara yaygınlaştırılmasına, on ların kendi d inlerin i icra edebilmelerine ve "Türkiye ahalisine din ve Irk fark, o/maksızm vatandaş/ık itibarty/a (Türk) it/ak o/un ur' şeklindeki anayasal garantiye öncülük etmiştir. 149 Bu gerçekte Osmanlı imparatorlUğU ile Avrupa arasındaki uzun çatışma tarih in in ana unsurlarından birisi
" 9 Bu Anayasanı ... 88. maddesidir.
içsel Süreçler
olan millet sisteminin ölümü demekti. l so Bundan böyle herhangi bir yabancı devletin, dindaşların ın çıkarları dolayısıyla Türkiye'n in içişlerine karışmak için herhangi b i r bahanesi olmayacaktı.
Devletçi l ik, ekonominin Türkiye'n in doğal ve insani kaynaklarının kıtl ığ ına çare bu lmasın ı sağ lamanın bir yolu idi (Hershlag 1 960, s.3). Devlet, Türkiye'n in iktisadi geleceğin i geliştirmek için özel g irişime yardım edecekti.
Laiklik, Mustafa Kemal' in şahsi mizacında fazlasıyla yankılanıyordu . Türkiye'de din belirleyici özell iğ in i kaybedecek ve her Türk kendi selameti için istediği yolu takip etmekte hür olacaktı. Kendisi için yaptığı gibi, ü lke için de batı i itikatlar ve geri kalmışlığın kökünü kazıyacaktı.
inkılapçılık, Mustafa Kemal' in geçmişin etkisinden kurtu lmuş bir yen i Türkiye yaratma arzusunu kurumsal/aştırma çabasıydl. Mustafa Kemal bir muharebe ardından diğerin i yaparak ve bir başarı ardından diğerin i kazanarak yolu göstermiş ve Türkleri modeli devam ettirecek bir yaşam tarzını benimsemeye teşvik etmişti.
Kemalizm, Türk olma özel/ iğin i taşıyordu ve herhangi bir çağda, herhangi bir l iderce savunu lan sistemlerin h içbirisine benzemiyordu. Bi lhassa Doğu'daki pek çok gelişmekte olan ü lke Atatürk Tü rkiyesi 'ne hayranl ıkla bakıyor ve onun örneğini izlemeyi arzu ed iyorsa da, tarih in in bu döneminde Tü rkiye için uygun olan, başka bir ü lke tarafından kolaylıkla benimsenebilir birşey deği ldi . Bundan dolayı, Atatürk'ün yaln ız şahsi mizacına tıpatıp uygun bir biçimde, Kemalizm diğer herhangi bir mil /etten hiçbir şey beklemiyordu. Dolayısıyla, 1 930'Iarın Tü rkiyesi bir anlamda, dünyanın geri ka lan kısmından kendi isteği i le gerçekleşen bir tecrit içindeydi. Türkiye, l iderin in şahsi mizacını yansıtan biçimde fazlasıyla kendi-merkezliyd i . Türkiye, komşularıyla beraber yaşamak ve H itler, Sta l in ve Mussol in i gibi l iderlerin iktidara gelmiş olduğu bir dünyada varolmak zorunda bulunduğundan, böylesine bir tecridin de doğal olarak sın ırları vardı .
Atatürk, çocukluğunun "kaygtlarla dolu" atmosferin in karşıtı olacak biçimde ülkes in in bir barış atmosferi içinde "şen dul" imaj ı-
1 5 0 Osmanlı dünyası ümmeti oluşturan Müslümanlarla millet adı verilen dini cemaatler şeklinde düzenlenen gayrimüslimler biçiminde ikiye bölünmüştü. Her millet, kendi üyelerinin hukuki sorunlarını, kendi dini hukuku çerçevesinde çözmekle yükümıüydü. Osmanlı döneminin temel milletleri Rum Ortodoks, Ermeni ve Yahudi milletleriydi. 19. yüzyılda yabancı güçler şu ya da bu milletin davasını destekleyince millet sistemi Doğu Sorunu'yla içiçe geçti (Bkz., Itzkowitz 1 972, s.59).
Ölümsüz Atatürk
na sahip olmasını istiyordu . Böylesine durumlarda idealize edilmiş çocuk/anne, baba/sevg i l i olarak evren in merkezinde olacaktı.
Ankara'n ın merkezindeki Kızı lay meydanında b ir bronz levha üzerine yazı l ı sözleri vatandaşlarına kendi yönlendi rici i lkesi olan bir öğüdü sunar: "Türk! Öğün! ça!Jş! Güven!"
Yeni Türkler arasındaki romantik ve maceracı kimseler için faal iyetlerine sınır çizmek ve yayı ımacı olmamayı seçme �üsran verici olmalıdır. Atatürk bir zamanlar büyük bir tarihsel imparatorluk olan bir ü lkeyi yıkıntılar içinde devrald ığ ında, H itler ' in emrinde Almanya'n ın büyük doğal kaynakları ve askeri potansiyeli vardı . Öyle gözüküyor ki, askeri güce sahip olmuş olsaydı bile, Atatürk dünya sahnesinde fazla bir zarar yaratmayacaktı . Şahsi düzeyde iç huzuru sağlamaktaki başarısızlığına karşın, onu yöneten psikoloj ik güçler onarıcı doğadaydı . Bir Makedonyalı olup, ka lben ömrü boyunca böyle kalmasına ve her zaman Selan ik' i n hasretini çekmesine karşın (Tesal 1 975), Selan ik' in yen iden Türkiye sın ırları içine dahi l ed i lmesi arzusunu asla açıkça di le getirmemiştir. O, Balkan larda sulh istiyordu. istiklal Savaşı b iter bitmez Yunanlı lara karşı düşmanl ık h islerin i aşmış biçimde hareket etmiştir. Askeri başarı, yen i Türk nesi ine, Yunanl ıların elinde maruz kaldıkları bir tarihi yara fikrin in aktarı lmasını önlemiştir. Pek çok Türk'ün kendilerine yapılan fenalıkları unutmada Mustafa Kemal kadar başarılı olmadığı söylenebilir. Muhakkak ki, Yunanl ı lar da kendilerine gadredi ldiği yolundaki inançlarına sıkı sıkıya sarılmışlardır. 1 51 Atatürk'ün genel olarak tüm yaralanmaları aşabil ir görüntüsü veren büyütülmüş öz-kavramı, Yunanistan ve Türkiye'yi savaş sonrası yıl larda biraraya getirmeyi sağlamıştır. Venizelos, E kim 1 930'da Ankara'ya diplomatik b i r ziyaret yaptı ve iyi düzenlenmiş bir karşılama gördü . Atatürk'ten çok etkilenen Venizelos, iki ü lke arasında bir federasyon oluşturulması gibi , en ı l ımlı ifadeyle gerçekleşmesi mümkün olmayan bir fantezi olarak n itelenebilecek bir öneride bi le bulunabi lmiştir.
Yunan başveki l in in ziyaretin i iade için Ekim 1 93 1 başlarında ismet inönü Atina'ya gitti. Yunanistan'da bir suikast ihtimalin-
15' Dr. John E. Mack (1 980) ve Dr. Rita Rogers (1 980), kişisel görüşmelerde, tarihsel yaraların nesilden nesile iletildiklerini ve bizleri hıncın devamı için yeni durumlar yaratmak için uyanık tuttuklarını iddia etmişlerdir. Dr. Mack 'mağduriyet egoizmi' ifadesini bir ulusal topluluğun acı çeken bir geleneksel düşmana ne denli az yakınlık duyduğunu tanımlamak için kullanır.
içsel SÜreçler
den korkan ismet Paşa çocukları nı , kaygı lar ın ı an layan ve onlar ın bakımın ı üstleneceğ in i söyleyerek a i lesi için endişelenmemesi ni isteyen, Atatü rk'e emanet etti .
Balkanlar'da barış Atatürk tarafından artan Alman ve ita lyan emperya lizmine karşı bir savunma önlemi olarak görü lüyordu . Türkiye'nin 30 Ekim 1 930 tarih l i dostluk ve tarafsızlık an laşmasın ın imzalanmasıyla simgelenen, Yunan istan' la uzlaşma siyaseti ayn ı zamanda Bulgar sald ırganl ığ ın ın artma eğ i l imine g i rmesine karşı al ınan bir önlem özel l iğ in i de taşıyordu . imzacı devletleri n güvenl iklerin in tehdit edilmesi durumunda diğerleriyle durum değerlendi rmesi yapmalarını zorunlu kı lan bu an laşma, Yugoslavya ve Romanya'n ın da Balkan Pakt ı 'na dahi l edilmesiyle coğrafi açıdan daha geniş bir alana yayı ld ı .
Tü rkiye'n in Balkan komşu ları temel olarak Bu lgaristan' ın yayılmacı iddialarıyla meşgu l olurken , Atatü rk'e kaygı veren kendisinden birkaç yaş küçük olan ve h iç sevmediği Mussol ini'yd i . Atatürk'ü ted irgin eden iki şey vard ı : Mussolin i 'n in eski Roma imparatorlUğu'nun görkemini yeniden yaratma düşü ve Türkiye' n in Akdeniz sahi l ine göz dikmesi . Atatürk, 1,1 Duce'yi merasim ün iforması içinde b i r asker karikatürü olarak görüyordu ve bir gün kend i halkı tarafından asılacağ ı kehanetinde bulunmuştu (Yücebaş 1 963, s .60).
Bir keresinde Atatürk, italyan d iktatöre olan nefretini ancak kendisinin becerebileceği bir yolla ve d ramatik bir biçimde göstermeyi başard ı . Mussol ini 'nin elçisi Çankaya'ya, itaiya 'n ın Antalya üzerindeki iddiasını yeni lemek üzere gelmişti. E lçin in ziyareti sırasında Atatürk özür di leyerek ayrı ldı ve elçiyi beklemek zorunda bıraktı. Döndüğünde üzerinde Cumhuriyet'in i lanından beri ilk kez g iydiği mareşal ün iforması vard ı (Kinross 1 965, 5 .522). Elinde kırbacı italyan elçisinin önünde çizmelerinden birisin in elçinin görüş alanında kalmasına d ikkat ederek oturdu . Elçi'yi Mussol in i 'n in Türk toprakları üzerindeki emelleri üzerinde konuşmasını sürdürmeye teşvik ederken, bile bi le çizme biçimindeki italyan yarımadasını simgeleyen kendi çizmesini kırbaçlıyordu . Ziyaret, Atatürk'ün, Türk topraklarıyla i lgi l i i htirasların ı frenIemesi gerektiği mesaj ın ı vermesiyle sona erd i.
Atatürk'ün Mussol ini'yi hor gördüğü apaçıkken, 1 930' ların i lk yıl larında şahsi düzeyde Hitler'e karşı fazla h issi olmadığı görüıüyordu . Şaşaal ı H itler yeni "Reich"i n kurucusu olarak,
ÖlÜmsÜz AtatÜrk.
Atatürk'ün aksine yıklClyd ı. Mein Kampf'ı okuduktan sonra Atatürk, Hitler' i b i r "kurşun asker " olarak nitelend ird i ve "dilinin yabanifiği ve defice düşünceleri karşısmda, midesi bulandığmdan" dehşete düştüğünü ifade etti (Kinross, s.522). H itler' in en şeytani eylemi olan Yahudilerin imhası Atatürk'ün ölümünden sonra gerçekleşti . Atatürk böylesine bir eylemi düşünemezdi bile. Atatü rk'ün m isyonu acıyı d ind irmekti, acıya neden olmak değiL . H itler' in aksine Atatü rk kişisel saldırgan içgüdülerini bastırmaya muvaffak olan bir kimseyd i .
Mussol in i ve H itler, Atatürk tarafından kurşun askerler olarak görü lüyorlardı , ama o, Stal in' i daha gerçekçi bir bakışla ele alıyordu . Tü rkiye' nin ebedi düşmanı Rusya'da, 1 920' lerden beri toplumsal ve siyasal değ işimler gerçekleşiyordu ve Atatürk de bunların farkındaydı . Ancak, o bakışlarını Batı'ya çevirmişti. Samsun'daki günlerinden beri üzerine kuru lan dostça baskıya rağmen komünizme karşı olmayı sürdürdü. Komünizm için: "Görüldüğü yerde ezilmelidir' diyecekti (Kabaklı 1 973, Yücebaş, 1 963, s. 187) .
Dünya siyasetinde değişen rüzgarlar Tü rkiye'yi Balkan l ı dostlarına yaklaştırdı , Yugoslav Kralı Alexander ve eşi Kraliçe, istanbul'u ziyaret etti ler. Kral, Atatürk'ü üzerinde amiral üniforması olduğu halde Dolmabahçe Sarayı'nda ziyaret etti, fakat redingot, çizgi l i pantolon ve si l indir şapkal ı Türk l ideri tarafından karşılandı (Graham 1 939, s.20S). Üniformalar savaşan insanlar içindi ve Mustafa Kemal' in paşalığı bir kenara bırakmasının üzerinden uzun süre geçmişti. Bu davranışı onun, Mussolin i g ibi pozculara duyduğu tiksinmeyi izah eder. Atatürk, Kral Alexander' ın başını, kahramana tapınma noktasına varmasına neden olacak derecede döndürdü. Ziyaret esnasındaki sohbetleri sırasında söylenen bir SÖz Atatürk'ün hazırcevaplığının küçük bir örneğidir. Kral, Atatürk'e eğer Anlaşma Devletleri'nin yaptığı öneriyi kabul etmiş olsaydı, Anadolu'ya ayak basanın Yunan ordusu değil de Yugoslav ordusu olacağını itiraf ettiğinde, Atatürk'ün cevabı "Öyleyse geçmiş olsun diyeyim Ekselans" olmuştu (Granda 1 973, s.344).
Diğer bir Balkan devleti olan Romanya'n ın Kra l ı ii. Karol, Atatü rk'ü, yaşamın ın son yı l ı olacak olan 1 938 yı l ın ın Haziran' ında ve beklenmed ik bir şekilde ziyaret ett i . ii. Karol Karaden iz'de bir yat seyahati yaparken Boğaz'a inmiş ve yatını Dolmabahçe Sarayı önünde demirlemişti. Bu sırada Atatürk kendi özel yatıyla denizdeydi . Kral ii . Karol' un ziyaret a rzusu i leti ld iğinde,
içsel Süreçler.
Atatü rk hasta olmasına rağmen kra l ı kabu l etmeye rıza gösterd i . Kra l , Atatü rk'ün yatına geld iğ inde onu açık g ri b ir takım elbise, ipek b i r gömlek ve yeşi l bir kravat üzerinde olarak kusursuz bir biçimde giyinmiş bu ldu . Doktoru yanında id i . i ki devlet başkanı yemekte Avrupa meselelerin i tartıştı lar. Bu buluşma hakkındaki bir h ikaye, Atatü rk' ün içinde bulunduğu traj i k durumu ortaya koyar : Atatürk misafir Kra l'a a lko l lü içki veri lmes inde ısrar etm iş ve doktoruyla, tıbbi neden lerle yasaklanmış olmasına rağmen, ev sahibi olarak kendisin in de bir şeyler içmesin in gerektiği konusunda tartışmışt ı . Doktor bir taviz olarak hastasının bir parmaki ık içki içmesine rıza gösterd i . Doktorun düşündüğü b i r parmağın eni kadar içki içilmesiyd i . Garson içki leri koyarken, Atatürk ölçü olarak parmağını dik ine tuttu ve kendisin in yaln ızca bir parmak içki içi lmesin i isteyen doktorun sözüne uymakta olduğunu söyled i (Yücebaş 1 963, s. 1 1 7 - 1 8) .
Atatürk'e Tü rkiye' nin doğusundaki ü lkelerden de hayran gözler çevri lmişti . Laikl ik Müslüman dünyasında hayal kırıkl ığı yarattığ ında, Atatü rk bu dünyaya yeni b i r vizyon önerd i . H int Müslümanları Türkiye'yi ist ik la l Savaşı sıras ında da desteklemişlerdi ve sonraları H intli S inha ( 1 972) onu Gandi'yle eş, hatta üstün tutmuştu .
20 Mayıs 1 928 tarihinde Afganistan Kralı Emanul lah Han ve eşi, Mustafa Kemal' i ziyaret için Ankara'ya geldiler. Kral ve eşi olağanüstü bir içtenlikle karşılandılar. O gece Ankara Palas Oteli'nde Emanullah Han' ın şerefine büyük bir yemek verildi . Hoş geld in iz konuşması sırasında Mustafa Kemal kendisinin en çok tercih ettiği benzetmelerden b iris in i yaptı:
lo. . . istikbalin yüksek ufuklarmdan doğmaya başlayan güneş asırlardan beri ıstırap çeken milletlerin talihidir! Bu ta/ihin artık bir daha siyah bulutlara bürünmemesi milletlerin ve onlann önderlerinin ihtimam ve fedakarliğma bağıIIdır IO(Kocatürk, s.31 O). Ankara'da bir hafta kalan Emanullah Han, kahraman gü-
neş'in bir d iğer taplClSI hal ine geld i . B ir daha Atatürk'ü göremeyecekti; ama artık kral değilken Atatürk'ün cenazesine katı ld ığında görgü şahitleri gözlerinde yaşlar görmüşlerd i . 1 934 yıl ında daha önemli bir Doğulu ziyaretçi geld i . Bu Atatürk ile bir görüşme yapmayı arzu layan i ran şahı idi . O tarihte yen i ve oturmuş Türkiye on yı l ı aşkın bir süred ir varl ığ ın ı sürdürmekteydi . Atatürk, şaha batı l ı laşmanın neleri başard ığ ın ı ve Türkiye'ye neler getirdi-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
ğini gÖstermek için sabırsızlanıyordu . Damarlarında ev sahibinden daha fazla asi lzade kanı dolaşmayan i ran Şahı Rıza Han iktidarı ele geçi rmiş ve bir hanedan tesis etmişti ve kend i ü lkesinde bir reform sürecin i başlatmak istiyordu .
i ran Kazak müfrezesinde alaylı subay olarak yükselerek a lbay olmuş olan asabi mizaçlı Rıza Şah, 1 92 1 yıl ında hükümete karşı yapı lan darbeye öncülük etmiş, 1 923 yıl ında başbakan olmuş ve iki yıl sonra, i ran mecl isini, iktidardaki Kaçar hanedanını kendisi lehine ortadan kaldırmaya zorlamıştı. Şah olunca hanedan adı olarak Pehlevi unvanın ı aldı . Oğlu Muhammed Rıza Peh levi sonraları i ran' ı daha iyice batılı laştırmaya teşebbüs edecekdiyse de, Atatürk'ü öfkeden çıld ırtabiiecek bir Müslüman köktendinci Ayetul lah Ruhui lah Humeyni tarafından devrilecekti .
Trabzon Limanı'nda resmen karşı lanan Rıza Şah, Enver Paşa tarafından Almanlardan al ınan Rus l imanlarını bombalamak için Karadeniz'e gönderi len ve Osmanl ı Devleti 'ni i . Dünya Savaşı 'na sokan Yavuz zırh l ısına bindiri ldi . Yavuz Trabzon'dan, Samsun'a geldi . Burada şah, tam o çok önemli, sisl i Mayıs 1 9 1 9 günü Mustafa Kemal' in ayak bastığı yerde, karaya çıktı . Rıza Şah'ın gelişi şerefine resmi bir karşılama töreni yapı ldı ve yere güzel Türk haIıları seri ldi . Ankara'da Mustafa Kemal, şahı "kardeşim" d iye selamladı (Kinross 1 965, s.524). Çok uzun boylu olan Şah için, özel bir yatak yapı ld ı ve iki hafta l ık yorucu bir gezi ve ziyaret programı düzenlendi .
Şah iç in bir model olduğunun tamamıyla bi l incinde olan Atatürk, misafi r inin gözünü batı l ı laşmanın Türkiye'deki sonuçlarıyla kamaştırmak için çok gayret gösterd i . Atatürk kendisi gençken. Bulgar Kra l ı Ferd inand'ın bir maskeli balo ve göz kamaştırıcı resepsiyonunda ev sahipl iği yapmasını ve bir diğer münasebetle şaşaal ı bir biçimde operaya gelişinin üzerinde ya ratmış olduğu etkiyi hiç unutmamıştı . Şaha Türkiye'nin de tüm ihtişamıyla bir operaya sah i p olduğunu göstermeye karar verd i .
Bu ziyaret içi n özell ikle bestelenen operanın icrası hakkında bild iklerimizin çoğu Bayan Kıymet Tesal' in o günlere a it canl ı hatıralarına dayanıyor (Tesa l 1 975). Opera sanatı konusundaki bilg isizl iğ in i gidermek için diğerlerin in kabil iyetlerin i organize etme yeteneğin i ve kararl ı l ığ ın ı ortaya koyan Atatürk, bu i lk Türk operasın ın yaratı lmasının arkasındaki yol gösterici dah iyd i . Özsoy
içsel Süreçler
operasın ın konusu kültürel açıdan kardeş olan Türk ve i ranhların mezhep farkları yüzünden Sünn i ve Ş i i olarak ayrı lmalarıydı . Paris'ten henüz dönmüş olan genç bir müzisyen Ahmed Adnan Saygun müziği bestelemekle görevlendiri ld i . Besteleme, rol dağıtımı, yönetim ve sahneye koyma işlemlerin in tümü yirmi gün içerisinde gerçekleştirilmek zorundaydı . Orkestra oldukça zayıf tı ve gerekli sayıda müzisyene sahip değ ildi . Kabi l iyetl i müzik öğretmenleri ve lise talebeleri görev almaya zorland ı . Provalar Ankara Halkevi'nde yapı ldı . O zamanlar on beş yaşından biraz büyük olan Bayan Tesal, kızlar korosunu yönetmek için seçi ld i . Bayan Tesal Atatürk'ün hemen her gün Ankara Halkevi 'ne geldiğin i ve operanın her noktasıyla yakından i lg ilendiğin i hatırlamaktadır. Bestekar Adnan Ahmed Saygun'a hayran olan Kıymet, onun hal ihazırda seçi lmiş bulunan ve müzisyen olmaktan ziyade yönetici olan orkestra şefinden daha iyi bir şef olacağını h issetti. Utangaçlığı bir kenara atarak, Atatürk'e teklifini sundu. Atatürk önce karşı çıktıysa da, meseleyi düşüneceğine söz verd i . O gece sofrada Nuri Bey'in kızının yapmış olduğu öneriyi gündeme getird i . Sonuçta, ertesi gün her ik i şahıs i le görüştükten sonra, Ahmed Adnan Saygun'a, misafir iran Şahl'nın huzurunda ilk Türk operasını yönetme şerefi ni verdi . Kıymet'e duyduğu şükran ı hiç unutmayan bu genç adam zamanla Türkiye'nin önde gelen bestecilerinden birisi oldu .
Atatürk, şahı Ankara'dan alarak ü lkenin diğer yörelerine ve Türk ordusunun manevralarını izlemeye götürdü . istanbul'da Atatürk başrol lerinde bazı ları yarı çıplak dansözlerin bulunduğu bir doğu gecesi galası yapı lm�sını emretti ve eğlence hiç kuşkusuz binbir gece masallarıyla aşık atacak düzeydeydi . Rıza Şah pek çok alanda, bi lhassa la ikleşme konusunda, Atatü rk'ü taklide çalıştı. Batılaşmayla ilgil i pek çok fikirle i ran 'a döndü, ama elde ettiği sonuçlar akı ı hocasınınki lere göre fazla etkileyici olmadı . 1 s2
Irak Kral ı Faysal ve Ürdün Emiri Abdul lah' ın da dahi l olduğu diğer Ortadoğu liderleri de Atatürk'ü ziyaret etti ler. Dünya olaylarıyla i lg i l i belirsiz l ik derin leştikçe, ittifaklar ü lken in bekasını güvence altına almanın bir yolu olarak görülmeye başlandı . 1 937
152 Rıza Şah, Atatürk'ün operasından etkilendi ve i ran'a döndükten sonra bir opera binası yapılmasını emretti. Daha sonra oğlu lehine tahtından feragat ettiğinde, opera binası halen ayaktaydı, ancak o güne dek hiçbir zaman kullanılmamıştı (Ramazani 1 98 1 ) .
Ölümsüz Atatürk
Haziran ayında, 1 934 Balkan Antantı 'n ı dengeleyen bir Doğu Antantı için Tü rkiye, I rak, i ran ve Afgan istan Sadabad Pakt ı 'n ı tesis ettiler. Pakt, saldırmazlık, tehd it vukuunda imzacı devletler arasında durum değerlendirmesi yapı lması ve iş birl iğ i ve yıkıcı faa l iyetlerin ön lenmes in i öngörüyordu . Tü rkiye, şimdi hem Balkan, hem de Doğu an laşmaları n ın önemli bir üyesi olarak Doğu i le Batı arasında sağlam bir zincir durumuna gelmişti . Atatürk, bir d iğer "onarım" sürecinin sonuçları n ı al ıyordu .
Psikoloj ik unsurlar Hatay sorununun nihai çözümünde de rol oynuyorlard ı . Hatay, 1 921 'de Fransa'yla yapı lan anlaşmayla özel bir yönetime geçen iskenderun Sancağ ı 'n ın Türkçe adıyd ı . Sancağ ın nüfusunun en az yüzde 40' 1 Türk'tü ve Ankara'daki Türk hükümeti sancak üzerinde tam egemenliğini yen iden tesis etmek istiyordu . 1 938 yı l ın ın Eylül ayında Fransa mandatör devlet olarak Suriye'yle iskenderun da içinde olmak üzere bağımsızlık vaadeden bir an laşmaya vardı . Türkiye durumu protesto etti ve sancakta huzursuzluk arttı. Hatay'ın Atatürk için kişisel önemi vardı . Mustafa Kemal, orada Türkler bölgeyi terk edene dek askerlerin in baş ında düşmana karşı durmuştu. Tartışmalı sancakta yaşayan Türkleri acı içindeki kişiler olarak algılayan Atatürk eyleme geçti . Toplantılarda Fransız elçisi üzerindeki etkisini kul lanarak ve Hatay sın ırına yakın yerlere manevra yapmak üzere Türk askerlerini gönderme suretiyle güç gösterisi yaparak, Fransa üzerinde baskı kurdu . Fransızlar 3 Temmuz 1 938 tarihl i anlaşmayla sonuçlanan görüşmeler yapmak üzere Ankara'ya bir askeri heyet gönderdi ler. Sancakta bir Fransız-Türk ortak egemenliği önerd iler. Sorunun n ihai çözümünü tayin için bir halk oylaması yapılacaktı. Türk askeri, sancakta g i rd i ve seçimler Meclis'te Türk çoğunluğu doğu rdu . Bu meclis 2 Eylü l 1 938'de sancağı, Hatay Cumhuriyeti adı altında bir devlet olarak i lan etti. Daha sonra Türkiye'yle birleşmek için Ankara'ya bir heyet gönderi ldi . Hatay' ın i lhakı, 30 Haziran 1 939 tarihinde gerçekleştiğinde Atatürk ölmüştü, fakat kısmen şahsi karakterine dayanan eylemleri meşru olarak bel i rlemiş olduğu sın ırlar dahi l inde Hatay'ın i lhakı için gerekli zemin i hazırlamıştı.
1 930' larda, Türkiye'ye gelen d iğer i ki ziyaretçi z ikredi lmeye değer. Bunlar Kral Vi i i . Edward ve General Douglas Mac Arthur'dur. 1 936 yazında, VII I . Edward d in lenmek için bir süre i ng i ltere d ış ında vakit geçirmeye karar verd i . Bu sırada Wall is
içsel Süreçler
S impson'la olan i l işkisi hakkında açıktan açığa ded ikodu lar yapıl ıyordu ve bir süre S impson ve bazı yakın arkadaşlarıyla beraber i ngi ltere'den uzaklaşmak isted i . Güzel b i r yat olan Nahlin' i Dalmaçya sahi l lerinde dolaşmak üzere kira lad ı . Yat seyahati tati l olarak planlanmıştı . Fakat i ng i l iz Dışişleri Bakanl ığ ı kra l ı n faaliyetleri i le i lgi leniyordu ve tati l kısa sürede yarı- resmi b i r n itel i k kazandı . Dalmaçya sahi l lerine g iderken Viii. Edward, Yunan Kra l ı I I .George ile tatil yaptığı adada bira raya geldi . ii. George on yı l ı aşkın bir süre sürgünde Londra'n ın moda ve gözde otellerden Brown's Hotel'de ka ld ıktan son ra henüz tahtına yeni dönmüştü . Viii . Edward, Yunan kra l ına işlerin nasıl g itt iğini sordu . ii. George cevap olarak durumdan fazla memnun olmadığını , başbakan la olan i l işki lerinde zorluklar olduğunu ve Brown's Hotel'e geri dönebileceğin i söyledi (The Duke of Windsor 1 951 , 5 .3 1 0) .
Vi i i. Edward Çanakkale Savaşı' nda ö len ing il iz Mil letler Topluluğu mensupların ın manevi huzu rlarında saygı duruşunda bulunduktan sonra yatıyla istanbul'a g itti ve burada 4 Eylü l günü Atatürk i le buluştu . Türk l ideri krala karş ı çok nazikti. Kralı kıyıya yanaştıran küçük tekne, rıhtımda sal lanarak Viii. Edward' ın düşmemek için zemin i tutmasına neden olunca, Atatürk nükte yapma fırsatını kaçırmadı ve kendisini selamlamadan önce ellerini temizlemeye çalışan Kral'a "VatammlZln toprağı temizdir ekselans, o elinizi kirletmez" dedi (Granda 1 973, s.362 ; Yücebaş 1 963, s.3 1 ) . Böylesine bir söz kendis in in Türk mil letinin arındırılması konusundaki i lg is ini yansıtmışa benziyor. Örneğin, yı l lar önce, kendisinden Bizans kıyıların ı temizleyecek büyük bir dalga olarak bahsetmişt i .
Viii. Edward istanbul'da üç gün geçirdi ve Atatürk i le birkaç kez bi raraya geldi. Bunlardan bir tanesi Dolmabahçe Sarayı'nda verilen bir yemekti . Yemek sırasında Türk garsonlardan birisi bir tabağı şangırtıyla yere düşürdü. Olay nedeni i le özür di leyen Atatürk: "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşakfiğı öğretemedim" dedi (Granda 1 973, 5.363) . Zihni sürekli olarak saf Türk'ün mükemmel iyetinin savunu lmasıyla meşguldü. Ertesi gün, Atatürk'ün yatı Ertuğrul, Nahlin 'in yanına demirledi ve ik i l ider ve yanlarındakiler yelken meraklısı kral ın onuruna yapı lan bir yelken yarışını izled i ler. Viii. Edward' ın Bayan Simpson tarafından nasıl köleleştiri ld iğini gören Atatürk'ün arkadaşlarına kral ın, Amerika l ı bayana olan
Ölümsüz Atatürk
tutkusu nedeniyle tahtını kaybedeceğ ini hissettiğ in i ifade ettiği söylen i r (Yücebaş 1 963, 5.97-98) .
istanbu l'daki ziyaretlerin in bit iminde ing i l iz heyeti Avrupa'ya kara yo luyla dönmeyi p lan lamıştı . Atatürk kendi cumhurbaşkanl ıg ı trenin i Viii. Edward' ın emri ne verd i ve Kral 6 Eylü l 'de V iyana'ya g itmek üzere hareket ett i . Hatı ratında Vi i i . Edward, Atatürk'ün gözlerin in "hayatmda bakmış olduğu en nüfuz edici" gözler olduğu nu söyler. Kra l aynı zamanda alaycı bir üs lupla, Atatürk kend isine reformları an latı rken "Yunan Kralı George'un kaderinden yakman melankolik sesinin, modern dünyadaki giJcün gerçek ve hayalleri konusunda bir karşı tez sağladığmı" söyler (Duke of Winsdor 1 95 1 , s .31 O) .
1 932 yı l ında General Doug las MacArthur ABD genelkurmay başkanıyd l . Bu görevi neden iyle askeri manevralar ı izlemek ve yabancı l iderlerle bu luşmak üzere pek çok yabancı mem leketi ziyaret etti . istanbu l'a 25 Eylü l günü vapurla Köstence'den geldi . iki gün sonra ev sahibiyl'e dünya meseleleri üzerinde görüşmeler yaptı. Mustafa Kemal' in gelecek hakkındaki esrarengiz kavrayışının da dahi l olduğu görüşmeleri n içeriği Ağustos 1 95 1 tarih ine kadar kamuya açıklanmadı . Bu tarihte açıklandığında Mustafa Kemal ' in generale şöyle söyled iği öğreni ldi :
"Versail/es Anlaşması I . Dünya Savaşı 'na neden olan nedenlerden bir tanesini dahi ortadan kaldırmadı. Aksine, dünün temel rakipleri arasmdaki açıklığı derinleştirdi. Galipler düşmanca duygularla müdahalede bulunarak muzafferane bir nitelik taşıyan barış koşullarim, mağlup ülkelerin ne etnik, jeopolitik ve ne de iktisadi özelliklerini gözönüne almayarak, dayattılar. Dolayısıyla bugün sahip olduğumuz barışı bir ateşkes olarak tammlamak daha uygun olur. Eğer siz, Amerikalt Beyler, Avrupa meselelerinden çekilmeyerek Wilson 'un programmm icra edilmesinde ısrar etmiş olsaydımz, bu gün kalıcı bir barlşa sahip olabilirdik. Bana öyle geliyor ki, Avrupa 'nm geleceği eskiden olduğu gibi, Almanya 'nm alacağı vaziyete bağltdır" [The Caucasus, No. i (Ağustos 1 95 1 ), 5. 1 6] . Atatürk bunun ötesinde "olağanüstü dinamik" olarak kabul
ettiği 70 milyon Alman'ın, i ngiltere ve Rusya haricinde, tüm Avrupa'yı fethe muktedir bir ordu hazırlayabileceklerin i ve savaşın
içsel Süreçler
büyük bir ihtimal le 1 940 i le 1 945 yı l ları arasında gerçekleşebileceğin i söylemiştir. Böylesine bir savaşta Fransa'nın mağlup olacağı da Atatürk tarafından tahmin edi lmiştir. Atatürk. MacArthur'a Mussol in i 'n in, Sezar olma idd iasında olduğunu ve bu nedenle italya 'n ın herhangi bir barışçı çözümde rol oynayamayacağın ı söylemiştir. Avrupa sorunuyla i lg i l i olarak, "sorunun ingiltere, Fransa ve Almanya arasındaki farkMıklar nedeniyle çıktığı dönemin çoktan geçildiğini" söyledi. Atatürk, Rusya'dan "uygarlığı, hatta tüm insanlığı tehdit eden bir güç" olarak bahsetmiş ve MacArthur'u Rusları n materyal ve psikoloj ik güçlerin i dünya i htilal i için kulland ıkları ve Amerikalı i l e Avrupalı lara yabancı o lan siyasal yöntemlere sahip oldukları yolunda uyarmıştır. Konuya ısınan Atatürk şöyle devam etmiştir:
"Avrupa 'da patlayacak savaşta en önemli zaferi kazanan ne ingiltere, ne Fransa ve ne de Almanya fakat Bolşevik Rusya olacaktır. Rusya 'nın yakın komşusu ve Rusya 'yla en çok savaşmış olan bir millet olarak biz Türkler bu ülkede vukua gelmekte olan gelişmeleri izlemeli ve hazırlanmakta olan tehlikeyi tüm çıplaklığıyla görmeliyiz. Doğu'nun uyanmakta olan halklarının hislerini istismar etmekte olan, onların ulusal ihtiras ve duygularına hoşgörüyle bakan ve onların nefretini nasıl artırabileceğini bilen Bolşevikler, yalnızca Avrupa 'yı değil, fakat Asya 'yı da tehdit edecek bir güç haline geleceklerdir' [The (aucasus, No. i (August 1 95 1 ) s . 1 6]. Atatürk, i lg inç düşünceler i leri sü rmeye mukted irdi , fakat
1 930' larda dünya dengesini etkileyecek güçlü bir Osmanl ı imparatorluğu yoktu. 0, bir nazik çiçeğe benzeyen Türkiye'n in lideriyd i . Atatürk mi l letin i çiftl iğindeki gerçek ağaçlar ve çiçeklere gösterd iği i lg i gibi şefkatle büyüttü. Etrafındaki dünya gitgide onu daha az i lg i lend iriyordu .
Son yı l larında yeni Tü rkiye Atatürk için Ülkü isiml i küçük bir kızın şahsında simgelen ir hale geldi . Bu kız ın ismi kendi tü rettiğ i yeni Türkçe kel imelerden birisi id i . Ü lkü sahibi insan lara da yeni tü retilen bir kel ime i le ü lkücü deniyordu .
Atatü rk'ün sağ l ığ ı kötüleşmeye başlayınca kendisi , Ülkü 'nün arkadaşl ığı ve refakatini kral ve şahlarınkine tercih etti . Kendi yaratıcı l ığ ın ın etten kemikten bir simgesi olarak Ülkü, dünyasının merkeziyd i . Bu küçük kız ın saçıyla oynamasına, dizine otu rmasına, saat zinciriyle oynamasına müsaade ederken, onun varl ığ ın-
Ölümsüz AtatÜrk
dan öylesine zevk al ıyordu ki, gerçek mutluluğa ancak onunla ulaşabi l i r g ibiyd i .
Ü lkü, Zübeyde Hanım' ın evinde h izmetçi o larak çalışan Vasfiye adl ı bir kad ının kızıyd l . Va sf iye, Atatürk'ün annesi tarafından istanbul seyahati sırası nda bakım altına al ınmıştı ve bu durum daha sonra istanbul ve Ankara'da sürmüştü . Zübeyde Hanım' ın vefatıyla Atatürk'ün kızkardeşine "miras" kalmıştı. Vasfiye bir gün Makbule Hanım'a bir kelime bi le söylemeden evi terk etmiş, evlenmiş ve ortadan kaybolmuştu . 1 930 yıl ında bir gün Dolmabahçe Sarayı 'nda ortaya çıkıp Mustafa Kemal' in yaverlerine acıkl ı hayatını an latana dek nerede olduğu bi l inmemişti (Granda 1 973, s .3 1 7). Evlendiği adamın aslı nda karısı vardı ve b ir kuma durumuna düşmüştü . Vasfiye' nin döndüğünü duyduğunda Mustafa Kemal, onu cumhurbaşkanl ığı köşküne h izmetçi olarak aldı . Dolayısıyla Atatürk için çal ıştı ve Atatürk'e, uyanıp, banyosunu yaptı ktan sonra masaj yapan yard ımcı personel arasına katı ldı . Kısa süre sonra Atatü rk'ün çiftliği ndeki tren istasyonunun yöneticisi bir adamla evlendi . Atatü rk, Vasfiye'n in bir kızın ın olduğunu öğrendiğinde, çocuğu henüz görmemiş olmasına karşın ona Ü lkü isminin veri lmesin i emretti . Küçük kızı ik i ayl ıkken i l k kez gördüğünde ondan çok hoşlandı . Atatürk ve çocuk kısa sürede özel bir i l işki gel iştird iler. Ü lkü, bir buçuk yaşlarındayken b i r istanbul seyahati sırasında Atatürk, küçük kızın kendisine getirilmesin i isted i . Bu günden sonra Ü lkü'yü g ittiğ i her yere beraberinde götürmeye başlad ı . Geçmişte, yetişkin genç kızları evlat edinmişti ve küçük çocuklara h iç i lg i göstermemişti, ama Ülkü h ızla tüm Türkiye'nin en çok tanınan ve en popüler çocuğu hal ine gelmenin yan ı sıra Atatürk'ün h issi yatırımının merkezi oldu .
Ü lkü çok güzel deği ld i . Yüzü Çıkık elmacık kem ikleriyle oldukça büyük ve yuvarlaktı ve kömür siyahı saçları kısacık kesilmişti. Daha önce sadece Afet Hanım'ın küçük kızkardeşi Ayla Atatürk'ün küçük kızı g ibiyd i , ama hayatın ın son yıllarında Ülkü'yü kendisinin çocuğu olarak kabul etti. Bu konuda "çocukla ri severiz. Çünkü çocuk bizim devamımızdır. Her çocukta biz ebediyete doğru uzanıp gitme isteğini buluruz" d iyecekti (Granda 1 973, s.3 1 7) .
Atatürk nası l çocuk yetiştirileceğ i ve Ü lkü'yü el inde nasıl bir modern Türk kadını hal ine getireceğ i üzerine konuşuyordu . Ü Ikü'yü yetiştirme yöntemi her şeye izin vermekti . Kend i annesi aracı l ığ ıyla Ülkü, Atatürk'ün öz annesinin imgesiyle bağlantı ku-
içsel Süreçler
ruyordu . Atatürk, Ü lkü iç in her türlü zevk ve hoşa g id ı�cek şeylerin bulunduğu ve bu öze l l iğ iyle, annesin in acısı nedeı ı iyle kendis in i ihmal ettiğ i evle, taban tabana zıt bir ev yarattı.
Ü lkü ve Atatü rk'le, 1 937'de çekilen kısa metrdj l ı fi lmler, Atatürk'ü i r i leşen b ir göbekle yaşlanan bir adam olMak, küçük kızın her ebeveynin yapacağı gibi aşırı b içimde üzerine düşerken gösterir. 1 937 yı l ında fi lm ABD Başkan ı Frankl in D. Roosevelt'e gösteri /d i . 1 53 Başkan Atatü rk'e fi lmi izlediğin i ve bi lhassa kendisini Ü lkü 'yle oynarken gösteren bölümlerden hoşlandığ ın ı b i ld i ren bir mektup gönderd i . Anlaşı lan Atatürk, Roosevelt'e ünlü koleksiyonu için Türk posta pul ları gönderiyordu ve Roosevelt bundan dolayı da kend isine teşekkür ediyordu (Borak 1 970, s. 1 84).
Bir cevabında "Bu fırsattan istifade ederek Amerika Birleşik Devletleri hakkmdaki hayranlığımı tekrar bildirmek isterim. Bilhassa ki bizim iki memleketimiz, umumi sulh ve insanltğm saadetini hedef tutan aynt ideali gütmektedir" diyordu (Borak 1 970, s . 1 84) . Atatü rk, buna i laveten kend is in in de bir buluşmayı memnuniyetle karşı layacağın ı ve Roosevelt'i Türkiye'de ağırlamak istediğ in i yazd ı . i ki l ider isteklerin i gerçekleştirecek fırsatı hiçbir zaman ele geçiremediler ve Atatürk öldüğünde Roosevelt iki konudaki üzüntüsünü di le getirdi : Dünya büyük bir adam kaybetmişti ve onunla görüşme arzusu a rtık gerçekleşemezdi (Borak 1 970 s . 1 85).
Ülkü, Atatürk'ün ölümüyle bir haminin ötesinde bir insanı kaybetmişti. Ne yazık ki, Atatürk'ün çocuk bakımı uygulamaları olumsuz psikoloj ik sonuçlara neden olmuşa benziyor. Atatürk öldüğünde Ülkü sadece beş yaşındaydı ama onun şımarık gözdesi olmanın, onun batı l ı laşma ve özgürlüğe ait simgesi hal ine gelmenin bedelini daha sonra ödedi . Atatürk ona d iğer "kızları" gibi aylık bir tahsisat bıraktı. Yetiştikten sonra ileride senatör olacak olan bir teğmenle evlendi . Ancak evl i l ikte mutsuz oldu ve kocasın ı bir Musevi i le evlenmek için boşadı . Bu evl i l ik Türk basın ında olumsuz tepkiler aldı . Daha sonra bu kez bir çiftçi i le üçüncü evli l iği dened i (Granda 1 973, s.323). Ü lkü'nün evl i l iklerinde bir asker, islami bir imparatorluğu laik bir devlete dönüştüren bir reformcu ve kendi toprağın ın çiftçisi olan bir "yaratıcı" aramış olması ihtimal d ışı değ ildir.
153 Kısa metrajlı filmler Julien Bryan tarafından çekilmişti. Bu filmler, Türkiye hakkında bu ülkeye gönderilecek diplomatlar ve eşleri için hazırlamış bir filmin parçalarıydılar.
BÖlüm 28
SON MUHAREBE
K arizmatik bir l iderin takipçileri, onun varlığından öylesine büyü len irler ki, ortaya koyduğu yakış ıksız davranışları i lgi
siz olarak reddederler ya da onun la h iç i l intisi olmayan şeyler olarak görürler. Benzer şekilde l iderin muhtemel fiziksel bozulmasını, o sanki insanl ığın geri kalan kısmını etkileyen her türlü hasta l ık ve s ıkıntın ın üzerindeymiş gibi , göremezler. Belki de Atatü rk kendi ölümsüzlüğüne olan inancını d iğerlerine bu laştırmıştı ya da onlar basitçe onu hastalanmaz ve ölümsüz bir kimse olarak görüyorlardı . Halbuki gerçekte sağl ığı o derece kötüydü ki, Samsun'da karaya ayak bastığı 1 9 Mayıs 1 9 1 9 tarihinden beri daima kend isin i kontrol altında tutması için bir özel doktora ihtiyaç duymuştu . 154
Atatürk istiklal mücadelesine başladığında, ara sıra kendisini etkileyen böbrek sorun ları yaşamış ve sıtma nöbetleri geçirmişti. iç buhran geçird iğ i dönemlerde bedeninin sağl ıksız olduğu fikrin i gel iştirmesi de mümkündür.
1 924 yı l ında henüz Latife Hanım' la evliyken geçird iği "kalp krizi" gerçek deği ld i . Ortada kalp rahatsızl ığına ait bulguların 1 927'de yeniden ortaya çıktığ ına dair b i r rapor olmakla bir l ikte, bu belki de koroner damarlardaki basit b i r spazm idi (Arar 1 958, s . 1 9-20; Atay 1 980, s .484) . E l l i l i yaşların ortasına ciddi bir kalp sorunu olmadan erişmişe benziyor.
1 9 1 9 yı l ından 1 923 yıl ına dek, Atatürk, cumhuriyet döneminde sağl ık bakanı olan Dr. Refik Saydam'ın gözetimindeyd i . 1 923 sonrasında kendisin in esas doktoru Neşet Ömer i rdalp id i . i rdalp'e, içlerinden birisi Çankaya köşkünde çalışanların sağ l ıklarıyla i lg i lenmekle görevlendiri len d iğer bi rkaç doktor yardımcı olu rdu .
Atatürk'ün 10 Kasım 1 938'deki ölümünün nedeni s i razdu . 154 Mustafa Kemal karaya ayak bastığında kendini iyi hissetmiyordu. Rahatlamak
için her beş ya da altı saatle sıcak bir banyo alma ihtiyaanı duyuyordu. Yeniden ortaya çıkan böbrek hastalığının ağrısı çok fazlaydı.
Son Muhare�
Onu iyi tanıyan bazı kimselerle yapı lan mülakatlar karaciğer sorunlarının daha 1 936'da ortaya çıktığını , ama fiziksel semptomları ile duygusal konumu öylesine birbirine bağl ı durumdaydı ki, kimsenin belli bir anda, fiziksel olarak mı hasta, yoksa yaln ızca sıkıl ıyor, asık suratl ı ya da kuşku lu mu olduğunu anlamasına imkan yoktu . Her halükarda o, herhangi bir fiziksel veyahut duygusal kuruntuya boş vererek ve herhangi bir rahatsızlığı reddederek, bir aslan gibi kükreyerek sahnenin tam ortasına gelme konusunda ispatlanmış bir yeteneğe sahipti.
Dengesini tamamıyla bozan ve üzerinden atamayacağı bir psikoloj ik darbe, Nuri Bey' in ölümü idi. Bu olay, daha önce Zehra'n ın intihar etmiş olmasıyla birleşerek, Fikriye'n in canına kıymasına verd iği reaksiyonu yeniden canlandı ran adeta psikoloj ik bir zeh irmişçesine davranışların ı etkiled i . Dr . i rdalp, Nuri Bey'i kurtaramamıştı ve onun ölümü Atatü rk'ün kayıtsız kalamayacağı bir öıümdü. Nuri, çocukluğunda, Çanakkale'de, Rus cephesinde ve en önemlisi cumhurbaşkanlığı sırasında yan ında olmuştu. Nuri, Atatü rk'ün "ikizlerinden" birisiydi ama önemli bir farkı vardı . Atatürk, artık amaçlarına hizmet etmeyen pek çok "ikizirii" bir kenara bırakmıştı; ancak hayattaki özel görevi Atatürk'ün yaraların ı sarmak olarak görünen Nuri Bey için bunu yapmaya n iyetlenmediği gibi , buna mukted ir de deği ldi . Gelen g iden d iğer "ikizlere" göre Nuri Bey daha sert maddeden mamuldü. Alayı, sald ırıyı ve kinizmi kaldırabi l i r ve gene Atatürk'e tapard ı . Bir keresinde beraber içerlerken Mustafa Kemal, içkisinin yarıs ını gerçekten yan kardeşler imişçesine Nuri Bey'e vermiştir (Aydemir 1 974) .
Nuri Bey' in 1 0 Ocak 1 937 tarih indeki vefatı, Atatürk' ün iç yapısın ı destekleyen köşe taş larından birisin i yerinden oynattığı için çok önemli bir olayd ı . Çünkü Nuri Bey, gerçekten Atatürk'ün uzantısıyd ı ve onun ölümüyle Atatürk'ün kendisinin bir parçası ölmüş gibi oldu . Sonuç olarak Atatü rk depresif bir ruh haline g i rdi . 1 55 Buna i laveten Atatürk yaşlanıyordu ve yaşl ı l ık fiziki çekici l iğ in ve cinsel gücün aza lması g ibi görkemli l iği de etkileyen sorunları beraberinde getiriyordu . Pek çok kimse bu sü rece d iğer
155 Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün psikolojik durumundaki değişimi şöyle hatırlıyor: "Bilhassa 1937'den sonra sinir dengesinin gitgide bozulduğunu görüyorduk. Pek alıngan olmuştu. Devamlı bir yerlere boşalma ihtiyacı içinde kıvranan sinirlerini güç tuttuğunu hissederdik. Hele sofra biraz uzadıktan sonra pek dikkatli davranırdık."
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
tatminiere -ebeveynlik, içsel saygı ve sevgi gibi- yönelerek tahammül eder, ancak görkemli benlik duygusuna sahip bir kimse için ileri yaşların yaklaşmasın ı izleme korkutucu bir şeydir.
Dr. Volkan' la görüşme yapan, kavrayış yeteneğ[ güçlü bir şahıs, Atatürk'ün son yıllarındaki aşırı içiş ini bir intihar niyeti işareti olarak telakki etmiştir. Kendisin i taparcasına seven halkının gözünde ölümsüz olduğu için, bir bakıma ölümün kucağına yiğ itçe atı lmanın onu halkı i le bütünleşti receğin i ummuş olabil ir . Ancak, son yıllarındaki kayıpları, bir ölüme bütünüyle tesl imiyet davranışına yol açmadı ve Atatürk her zaman kendini üstün hissetmek için yapmış olduğu gibi, çevresindekileri yönetmeye devam etti . Nuri Bey'in ölümü, yaşamın satranç tahtasındaki taşları değiştirdi ve eski i l işkilerin yerini almaları için yeni i l işkiler yarattı. ÜIkü'ye gösterdiği ilgi arttı. Buna karşı l ık Ülkü, ona her isteğ i yerine getirilen bir çocuktan beklenen taparcasına sevgiyi veriyordu . Her zaman gerçekçi olan ismet inönü, şimdi Atatürk tarafından bir tehdit g ib iymişçesine algılanıyordu ve onca senelik yakın beraberlik sonrasında bell i bir mesafeye uzaklaştırı lmalıyd ı . Başvekil olarak ismet inönü'nün yerine b i r başkasının geçirilmesi için bazıları siyasal açıdan gerçekçi diğer nedenler de vardı . ismet inönü, ü lken in ekonomisin i daha hızla sağlam bir zemine oturtamadığı için, gitgide artan bir biçimde eleşti ril iyordu.
Bunun ötesinde Atatürk, yerine bütünüyle yerleşmiş başvekil in in hükümet üzerinde sıkı bir hükümranlık tesis ed ip, "bütçem", "hükümetim" ve benzeri şeyler söylerken, yönetim mekanizmasının dışında bırakı ldığ ın ı h issediyordu . 1 937'ye değin Atatürk, hep ismet inönü'yü hükümetin başında tutmaktan duyduğu tatmini di le getirmişti, şimdi onun başveki l l iğine kızıyordu . i htiyatsız bir anında genel sekreterine ne kadar sıkı ld ığ ın ı söyled i . "Burada bir esir gibi yaşıyorum" dediği söylenir. "Ben burada bir nevi mahpus hayatı yaşıyorum. Çünkü gündüzleri ekseriya yalntzım. Herkes işinde, gücünde. Benim ise çok günler bütün günümü değil, bir saatimi dahi dolduracak işim yok . . . şu halde ya uyuyabilirsem uyuyacağım, olmazsa kitap okuyacağım, yahut birşeyler yazacağım . . . Bari sofrada bir değişiklik olsa . . . Ne gezer? Bu sofra nerede kurulursa kurulsun, karşımda aşağı yukart hep aynt insanlar . . . Aym yüzler . . . Hasılı bıktım, usandım çocuk! Ne ise bunu bırakalım, sende ne haberler var?" (Selek 1 974-75) .
Soo Muharebe
Sızlanmalarını gizlemede mahird i, ancak ismet inönü'nün kendisinin sah ip olmadığı çok değerli bir şeye mal ik o lduğunu hissediyordu . ismet inönü tepedeki adamdı ve Atatü rk y ine tepede olmak istiyordu . Atatürk'ün, ismet inönü'yle bozuşmasında bardağı taşıran damla ehemmiyetsiz bir şeydi ama ehemmiyetsizl iği bir içsel dramayı yansıtıyordu . Atatü rk, çiftl iğin bir kısım harcamalar ının hükümet tarafından karşı lanmas ın ı temin etmesi için ismet inönü'yü sıkıştırıyordu . ismet inönü 'nün karşı teklifi Atatü rk'ün çiftl iği mi l lete hediye etmesiyd i . Uzun vadede Atatürk bunu yaptı ama başlang ıçta öneri ona makbul gelmed i . Atatürk çiftliği mi l lete hed iye ettiğinde, ismet i nönü'den cömertliği nedeniyle kendine teşekkür eden bir telgraf a ld ı . Telgraf, çiftl iğin ileride bir tarım sembolü olacağı kadar köylü lük için de bir simge olarak kul lanı lacağına işaret ediyordu . Atatü rk'ün cevabı şöyleyd i :
"Hatırlarsınız; Türk köylüsünün Türk efendisi olduğunu söylediğim zamant . . . Ben, efendinin arzu ve iradesi altında senelerden beri çalışmış bir hadiniim. Bahis mevzuu olan hediye yüksek Türk mil/etine, benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında, hiç bir kıymeti haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Mil/etine cantmı vereceğim" (Selek, 1 974-75) Çiftl ik sorunu Atatürk ile ismet inönü arasında rahatsızl ık ya
ratan bir konu olmayı sürdürdü ve iki liderin u luslararası konulardaki farklı tutumları i le birleşerek sorunları arttırıcı rol oynadı . ispanya iç Savaşı s ırasında, ispanya'ya kaçak olmayan mal götüren gemileri korumak için tesis edilmiş olan deniz ab lukasın ın kırı lmasından sonra, denizaltılar hangi ü lkeye mensup olurlarsa olsun mil liyetçi l imanlara giden gemilere sald ırmaya başlad ı lar. isviçre'n in Nyon kentinde 1 937 yıl ı Eylü l 'ünde, Fransa ve ing iltere'n in öncü lüğünde korsanl ık olarak tanımlanan bu sald ırı ları tartışmak için, bir konferans toplandı (Black and Helmreich 1 959, s .505) . Türkiye konferansta Dışişleri Bakan ı Tevfik Rüştü Aras tarafından temsil ed i ld i . Aras hem Atatürk ve hem de inönü 'yü konferanstaki gel işmeler konusunda bi lgi lend i rd i ve i ki l i der Türkiye'n in izlemesi gereken siyaset konusunda an laşmazlığa düştü ler.
�SÜz AtatÜrk
o sırada Atatürk, seçkin bir misafi r Fransız entelektüel ini Florya köşkünde kabul etmişti ve istanbu l'dayd ı . 1 6 Eylü l 'de Ankara'ya gitmek üzere yola çıktı . Ertesi gün tren Ankara'ya yaklaşırken inönü, Atatürk'e katı ld ı . Şehre doğru giden yolda çiftl iğ in önünden geçerken, Nyon Konferansı hakkındaki farkl ı l ıklarına i laveten çift l ik konusundaki fikir ayrı l ı kları su yüzüne çıktı (Atay 1 980, s .495; Selek 1 974-75).
Nyon'da bir i ngi l iz-Fransız deniz devriyesine ispanyol olmayan herhangi bir gemiye saldıran her den izaltı, su üstü gemisi ya da uçağa saldırması konusunda yetki veren bir karar al ınmıştı. E rtesi akşam, bir gün sonra Türkiye Büyük Mi l let Mecl is i 'nde ya� pılacak oylama için hükümetin tutumunu ortaya koymak amacıyla bir bakanlar kurulu toplantısı düzenlenmişti (Türkiye kararı destekleyecekti) . Atatürk ve inönü, bakanların önünde birbirlerine sert sözler söyled i ler. i nönü daha sonra geçmişte pek çok anlaşmaz lıkları olmuş olmasına rağmen, bu olayın tüm bakanlar kurulu önünde saldı rıya uğradığı için özel l ik le üzücü olduğunu bel i rtecektir (Selek 1 974-75) .
Toplantıda bir kez daha Atatürk'ün çift l iğ i tartışma konusu haline geldi; köhnemiş ve pis olduğu, yüzme havuzlarından b i risinin kirlenmiş olduğu söylendi . Atatürk böylesine bir konuşma tarzını kendisine yönel ik bir kişisel saldırı olarak gördü. inönü, çiftliğ i yönetmek için onu aynı zamanda temiz tutacak kimseler tayin etmeye söz verince Atatürk çileden çıktı . inönü'nün tartışmanın bir noktasında Atatürk'e "iran şahı kızınca vekillerini tokatlarmış, dövermiş. Sen de onun gibi mi olmak istiyorsun?" dediği iddia edilmiştir (Selek 1 974-75).
Atatürk, Türkiye Büyük M il let Meclisi'nde Nyon kararının kabulünden sonra tren le Türk Tarih Kurumu'nun i kinci Kongresi'nin açılışına katı lmak üzere 20 Eylül'de istanbul'a döndü . inönü ile trende özel bir görüşme ayarladı . Atatürk sordu "fe . . . şimdi ne yapacağız?" ve inönü cevaplad ı "Nasıl münasip görürseniz. "l s6 i ki l ider inönü'nün başveki l l ikten istifa etmesini, a ncak zevahiri kurtarmak için önce sağ l ık nedenlerin i bahane ederek
156 Selek (1 974-75). Atay, o gün trende Atatürk'le beraber olduğuna işaret eder (Atay 1 980, s.497). Atay'a göre Atatürk, ismet'e şunları söylemişti: "Görev arkadaşlığımız bitmiştir. Ama dostluğumuz devam edecek". inönü iki eli ile yüzünü kapadı. Atatürk "dinlenmelisiniz" dedi.
Son Muharebe
bir buçuk ay için geçici o larak görevden ayrı lmasını kararlaştırdılar. Atatürk vekaleten başveki l l iğ i yürütmek üzere Celal Bayar' ı önerdi . 20 Ekim'de açı klama yapı ld ı ve 25 Ekim'de inönü istifa etti .
Eylül ayındaki bozuşma sonras ında iki l ider, Ekim ayı başlarında Ege sahi l leri nde yapı lan askeri manevra lar esnasında birbi rleriyle karşı laştı larsa da 6 Kas ım tarih ine kadar beraber olmad ı lar. Çankaya Köşkü 'nde gerçekleşen bu buluşmada, i nönü'nün istifası sonrasında başveki l o lan Cela l Baya r da, Atatürk'ün sağ tarafında hazır bulundu. i nönü'nün yeni başvekil tarafından hükümet krizinin maharetle çözülmesinden övgüyle söz etmesinin Atatürk'ü kızd ırd ığ ı söylenir. Atatürk bu sözlere "Devlet benim elimdedir . . . " d iyerek karşı çıktı (Selek 1 974-75). iki l ider daha sonra birkaç hafta buluşmadılar ve Atatürk'ün ölümüne değin, en sonuncusu N isan 1 938'de gerçekleşen seyrek karşı laşmaları oldu. Atatürk çok uzun bir süredi r inönü'ye tam anlamıyla güvenmenin yarattığı al ışkanlık ve Celal Bayar'ın iktisadi fikirlerin in inönü'den farklı o lması nedeniyle Celal Bayar'a dayanmayı zor bu luyordu. Atatürk buluşmada eski başvekiline karşı müstehzi bir tavır içinde o lmuştu, ancak buna karşın iki lider dostane bir i l işki s ın ırları içinde kalmaya muvaffak oldular. Atatürk'ün arkadaşlarına söylediği bazı sözlerden hükümetin başında eski si lah arkadaşını görmeyi özled iğ i anlaşı l ıyor. Atatürk'ün, yakın çevresindeki dünyanın düzenlenmesi için oynamakta olduğu satranç oyununun önemli hamlelerinden birisi Ali Fuat Cebesoy'un yeniden önemli b ir mevkiye getirilmesiyd i . Bütün olup bitmiş olanlara karşın Ali Fuat Bey kalben Atatü rk'e bağl ı ka lmıştı. Uysal bir kişi l iği vard ı ve Kısa süre içinde Atatürk' le beraber ha lk içinde görünmeye ve seyahatlerinde ona refakat etmeye baş ladı . Her ikisi de bir zamanlar "iyi" nesneler olan, fakat daha sonra "kötü" olarak safd ışı edilen Refet ve hatta Rauf, Nuri Bey' in ölümünün destek sistemini alabora etmesinden sonra, Atatürk'ün nazarında eski itibarlı konumlarına geldiler. Bir dostluk jesti olarak Atatürk, Kazım Karabekir'i b i le Türk Tarih Ku rumu'nun, istanbu l 'daki bir toplantısına davet etti . Kazım Karabekir bu toplantıya katılmadığından söz konusu barışma g irişimi akim kaldı . iki eski arkadaş daha sonra buluştular, ancak bu biraraya gelmenin tesadüfen mi yoksa bi l inçli mi olduğu açık değ i ld ir.
Ölümsüz Atatürk
1 937 yıl ına gelindiğinde etrafındakiler Atatürk'ün geçirmekte olduğu fiziksel değ işikl ikleri inkar etmekte zorluk çekmiş olmalıdırlar. Atatürk kendini artan biçimde yorgun ve zayıf h issed iyordu. Benzi soluktu, başağrıları ve ateşi vardı ve asabiydi . E rkeksi görünüşü yerini koca göbekli birisine bırakmıştı. Falih Rıfkı Atay bu dönemde Atatürk'ün sofrasında meydana gelen bir olayı hatırlar. Falih Rıfkı Atay toplantıyı yan odada piposunu içmek üzere terk ettiğ inde ayrıl ışına h iddetlenen Atatürk tarafından geri çağrı lmıştır. Atay, Atatürk'ün ne denl i sararmış olduğunu görmüş ve diğerlerinin kendisin i terk etmesinden ne derece korktuğunu anlamıştır (Atay 1 980, s.487). Kimse bu büyük adama hasta olduğunu söylemeye cesaret edemiyordu. Ne de olsa, benzinin sararmışlığı kızgın l ıktan suratının kararmasına yoru labil ird i .
Hastal ığın ·diğer semptomları da görünmeye başlad ı . H itler' in faal iyetlerini yakından izleme ısrarında olduğu, Türk di l i ve tarih i tutkusunu sürdürdüğü ve Hatay sorunuyla yakından ilgi lendiği dönemde kaşıntılar Atatürk'ü canından bezdirmeye başlad ı . Doktoru, ona, tırnak izleriyle kapl ı bacaklarına sürmesi iç in merhemler verd i . 1 937 sonbaharında sekreteri Sağlık Bakanlığı 'na Çankaya Köşkü'ndeki karınca sürü lerinden şikayet eden bir yazı yazd ı . Atatü rk'ün kaşıntıları karıncalara bağlanmıştı (Aydemir 1 969, c .3, 5. 549). Gerçekten de köşkte karıncalar vardı ve bun ların yakın zamanda Çin'den Avrupa'ya göç eden bir karınca cinsine ait oldukları tespit ed i ld i . Haşerat imha ekipleri çağrı ld ı . imha ekipleri işlerin i yaparken Atatürk köşkü terk etti, fakat bu kaşıntıs ını sona erd irmedi . Hasta görünüyordu ve durdurulması güç burun kanamaları geçiriyor ve sık s ık pamukla tampon yapılmasına ihtiyaç duyu luyordu .
Bu kişisel semptomlar gözönüne al ındığında neden ciddi b i r teşhis için gi rişim yapı lmad ığın ı anlamak güçtür. Muhtemelen kend isine i laçlar veriliyor ama semptomların nedenlerine yönel ik bir şey yapı lmıyordu . Kuşkusuz etrafındakiler g ib i o da durumu inkar ediyordu. Eğer hasta olduğu öğrenil irse bu haberlerin Hatay sorununu, sancağı Türkiye'ye bağlayarak çözmeye yönel ik çabalarını riske sokabileceğin in bi l incindeyd i . Böylesine bir gel işme d iğer siyasal sorunları da etki leyebi l ird i . istanbul'da 1 ile 1 6 Eylü l arasındaki faaliyetlerinin resmi kayıtları orada üzgün ve ya l-
Soo Muharebe
nız olduğunu gösteriyor. Her gün öğ leden sonra on beşe kadar uyuyor, on yedi otuza ya da on sekizde tekne ile bir gazinoda biraz vakit geçird iği Ada lar'a gid iyor ve sabaha doğru iki ya da üçte bazen de beş kadar geç bir saatte yatağa gi rmek üzere Dolmabahçe Sarayı'na dönüyordu . Artı k hastal ığından çok rahatsız olarak 1 6 Eylü l 1 937 günü dünyasını iyileştirme çabası olarak adland ırı labi lecek bir g i rişimle istanbul 'u , Ankara'ya gitmek üzere terk etti . Burada ya ln ızca inönü'yle değ indiğimiz tartışmayı yapmaya muvaffak oldu . Türk Ta rih Ku rumu'nun i kinci Kongresi 'nin açılışı için istanbul 'a döndüğünde özel dairesi ile toplantının yap ıldığı salon arasındaki 1 50 metrel ik mesafeyi yü rüyecek hali yoktu. Durumunun kötü leşmesi üzerine kend isini bir kattan diğerine taşımak için asansör yerleştiri ld i . Çankaya'daki Cumhurbaşkanl ığı Köşkü'nde ise zaten asansör va rd ı .
Nihayet Ocak 1 938'de Yalova Kaplıcalan'nda hastal ığ ı teşhis ed i ldi . Kaplıca b ir zamanlar Jön Tü rk hareketine aktif olarak katı lmış olan Dr. N ihat Reşat Belger' in yönetimindeydi . Atatürk, Dr. Belger'den kendisini muayene etmesini isted i. Kendisine karaciğerinin büyümüş olduğu ve görevin i yerine getiremediği ve bunun semptomların ı izah ettiği söylendi . Atatü rk haberi soğukkanl ı l ıkla karşı ladı ve sordu . "Şimdi ne yapacağız?" (Ünaydın 1 957, s. 1 1 ) . Özel doktoru Ankara'dan çağrı ldı ve ciddi bir muayene yapmasına izin veri ldi . iki doktor teşhiste birleştiler. Ne yazık ki, siroz en azından i lk semptomların beli rmesinden sonra bir yıl içinde teşhis edilmemişti. Eğer bu teşhis zamanında yapı lmış olsaydı Atatürk uygun bakım altında birkaç yıl daha yaşayabi li rd i . Bu ölümcül gaflet, güçlü, karizmatik ve görkemli kişi l ik yapısına sahip lider ve takipçileri arasındaki varolan tuhaf karşı l ık l ı i l işkiyi ortaya koyar.
Falih Rıfkı Atay, teşhisin teyit ed ildiği ve Atatürk'ün hastal ığın ın inkar ed i lmesinin sona erd iği akşam Çankaya'daki tabloyu şöyle tarif etmiştir: "Atatürk, solgun ve sararmış, masaya oturdu. Ben hiçbir şey içmiyeceğim, fakat siz bir şeyler içiniz. Konuşunuz. Bir müddet böyle yapalım dedi. Akşam sessiz ve neşesiz, o ve herkes kendi içine bükülmüş ve büyük bir sırrın karanlığına gömülmüş olarak geçti. Fırtınadan sonraki deniz gibi bitkin bir
Ölümsüz Atatürk
durgunluğu vardı. Dudaklan güç oynuyordu.,,1 57
Ancak çok geçmeden, doktorlar tarafından d inlenme emredi ldikten sonra, inkar yeniden egemen oldu. Atatürk, Bursa'daki Çelik Palas Oteli'n in büyük başkanl ık masasının başına geçti. O ve arkadaşları geceyi bir müzikli eğlenceyle sürdürdüler. Burada Atatürk, ı l ıml ı protestolara karşın, orkestra şefini yörenin enerj ik zeybek dansının müziğin i çalmasını emretti. Atatürk, genç bir savaşçı gibi kolları açık döne döne zeybek oynadı . Bu son müzikli eğlencesi olacaktı. Ertesi gün zatürreeden yatağa düştü (Aydemir 1 963, c.3, s.534) . Zihinsel olarak, yakında öleceğin i bi l iyordu. Bir Fransızca Lugat'taki "siroz" maddesine bakmıştı.
Türk halkına bu dram hakkında bilgi veri lmemişti. 1 6 Mart 1 938 günü muayene edi ld i . Durumu hakkında bir rapor hazırlanıp imzalandı. Atatürk raporun yüksek sesle okunmasın ı istedi . Raporun tavsiyelerinden birisi a lkolün yasaklanmasıyd ı . Celal Bayar daha sonra Atatürk'ü tedavi etmek üzere, Avrupa'daki iyi bir tıp otoritesin in ismin i öğrenmek için gerekli kimselerle görüştü. Bayar'a bir Fransız doktor, Dr. F issinger' in adı veri ld i . Atatürk sonunda doktorun Türkiye'ye getirilmesine rıza gösterdi . 1 938 Mart' ında hastasın ı Çankaya'da muayene ettikten sonra, Dr. Fissinger ona şunları söyledi "Büyük muharebeler yaşadmız ve onlan kazandmız. Ancak şimdi erkiın-ı harbiye reisi benim ve bana uya ca ksm iZ. Bana yardım edeceksiniz". 1 58 Atatürk doktorun bu yaklaşımını onaylad ı . H içbir Türk doktor Atatü rk' le bu şeki lde konuşmaya cesaret edemezd i ve o bu kararlı yaşlı adamın emirlerin i izled i . Celal Bayar, samimi görüşünü almak üzere Dr. Fissinger'le özel olarak görüştüğünde, Atatürk'ün uygun bir tedavi ve ihtimam ile yedi sene yaşayabi l-eceğ in i söyleyen doktor iyimserd i . Bayar ferahlamıştı .
Dr. Fissinger, bu kez Hatay i l e sembolize ed ilen "acı lar içindeki anne"n in ku rtarılması gerektiğ in i hesaba katmamıştı . Atatürk, Hatay yakınlarındaki bi rkaç şehi rde bir dizi askeri manevrayı izlemek için aşırı sıcakta ayakta durdu . O denli zayıf tı ki güçlükle
157 o gece Falih Rıfkı Atay eşiyle beraber Ankara'da son toplanan olan Atatürk'ün sofrasına davet edilmişti. O gece sadece birkaç kişinin hazır bulunduğunu ya· zar (Atay 1 980, s.489).
158 Celal Bayar"ın Atatürk'ün son günleri hakkında Abdi ipekçi ile yaptığı uzun röportaj 1 974 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanmıştır.
SQO Muharebe
ayakta duruyordu . Yan ında duran Sal ih (Bozok) ve Kıl ıç Ali kendi lerine dayanmasını önererek yardımcı olmaya çalıştılar, fakat o reddetti. Hatay sorunu nedeniyle Fransızları etkilemek için güç gösterisi yapmaya zorunluydu. Güney seyahatinden sonra Atatürk, Ankara üzerinden istanbul'a döndü ve yatı Savarana'ya yerleşti . Bu yeni oyuncağıydı, ancak onunla yalınızca hasta bir çocuğun sevgil i oyuncağıyla eğlenmesi g ib i kayıtsız bir biçimde eğleniyordu . Yat aslında bir Amerikalı milyoner için yapılmıştı. H itler yatı almak için bir fiyat vermiş ama Türklerin daha evvel bir fiyat vermiş olduğunu görünce teklifin i geri çekmişti. Şimdi, pazarlıkların başlamasından bir yılı aşkın bir süre geçmesinden sonra yat Atatürk'ündü, ama o yatın mezarı olmasından korkuyordu.
Z ihn i iyi ça l ışmasını sürdürüyordu ve yakın çevresi iç in her zamanki i lgisini göstermeye devam ediyordu . Dr. Fissinger'i şeker hastası olan inönü'yü muayene etmeye gönderd i. Fransız doktor eski başvekil tarafından önerilen ameliyat fikrine karşı çıktı. Ankara'daki gelişmeler her perşembe hasta cumhurbaşkanıyla beraber olmak için istanbul'a gelip pazartesi günü başkente dönen Celal Bayar tarafından aktarılıyordu . Kend isi , Atatürk'ün hayatının bu döneminde asabi ve endişeli olduğunu fakat aynı zamanda siyasal sorunlar üzerine eski dehasıyla eğ ildiğini söylemiştir. Atatürk Maginot Hattı'nın, Hitler' i durduracağına inanmıyordU 159. ve Bayar'a Hitler' in başarılı olması hal inde Türkiye gibi az gelişmiş ü lkelerin sanayileşmelerine yönelik g irişimleri önleyeceğini söyledi (ipekçi 1 974).
1 4 Haziran günü Atatürk Cenevre'de bulunan Afetinan'a bir mektup yazdı . Mektubunda doktorlarını suçluyordu . "Bence doktor/ann yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. . . . Hükümet reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissenger'i getirtti. Yeniden tetkik muayene yapi/dık" (Borak 1 970, 5 . 1 81 ). Sanki objektif bir rapor yazan doktormuşçasına, Afetinan'a sağlığıyla i lgi l i bulguları tanımlıyordu . Mektubunda
"9 Başyaratıcısı Andre Maginot'nun adını taşıyan Maginot Hattı kuzeydoğu Fransa'da bir Alman saldırısını önlerneyi amaçlayan bir tahkimat hattıydı. Hatta, demiryoluyla bağlı ve sağlam betonla korunan savunma blokları dizisiydi. Bu hat Fransızlara aldatıcı bir güven hissi verdi ve Fransızların Almanya'nın yeniden ortaya çıkan militarizmine kayıtsız kalmasına katkıda bulundu. Yıldırım harbi ve Belçika üzerinden dolaşma sonucu Almanlar hattı işe yaramaz hale getirdi.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
hastalığını gayet soğuk bir biçimde ele alışından hastal ığının ciddi inkarını görmek mümkündür. Böylesine bir inkar bir amaca hizmet ediyordu ve belki de hem kendisinin Türkiye sorunlarının entelektüel nezaretini sürdürmesini mümkün kılarken, hem de muhtemel iç sıkıntısının üstesinden gelmesine yard ımcı oluyordu. "Karaciğeri eski halinden farksız ve karnı birkaç kiloluk birikmiş su ve gaz dolayısıyla şişkin ve defigüre bir halde buldular" (Borak 1 970, s. 1 81 ) . Gene sanki başka birisi hastaymışçasına verilen talimatları b i ld iriyordu - bir koltuğa uzanma ve tam istirahat. Sonra Afetinan' ı tesell i etmeye çalışıyordu . "Umumi ahvalim iyidir. Tamamen iadei afiyet ümit ve va 'di kuwetlidir. Senin için asla merakı ve endişeyi mucip olmamalıdır. Serinkanllllkla imtihanlanm vererek muvaffakiyetle dönmeni bekler ve muhabbetle gözlerinden öperim" (Borak 1 970, s. 1 81 ) . Mektubunu Savarona 'n ın 001-mabahçe Sarayı'nın tam önünde demirlediğini ve başvekil i le d iğer bakanları yatta kabul ettiğ in i söyleyerek bitiriyordu .
Afetinan uzakta olabi l ird i ama yanı başında Sabiha ve Ü lkü va rd ı . Mayıs ayında Atatürk bazı Bal kan ü lkelerin in Ankara temsilcileri tarafından ziyaret ed i ld i . Sabiha'dan bu ziyarette havacı ün iformasını g iymesin i isted i . Bunu istemesindeki gerçek neden Ü lkü 'nün, Gökçen' i ün iforma içinde görmesini istemesiydi . Bayan Gökçen, Dr. Volkan'a, o sırada Balkan ları yeni model bir Amerikan bombardıman uçağıyla dolaşması iç in program yapıldığını söylemiştir. Atatürk'ü terk etmek istemediği iç in ona i lk ve tek yalanını söyleyerek hazır olmad ığını bild ird i . B ir Amerikan test pi lotu olan kendisin in ya ln ızca Jack olarak hatırladığı hocası, Atatürk'e Gökçen' in hazır olduğunu söyled i . Bunun üzerine Atatürk, ona şunları söyled i : "çocuğum, benim hasta olduğumu bildiğin için gitmek istemediğini biliyorum. Fakat söz verdim; gitmelisin" (Gökçen 1 974) . Bu tek kiş i l ik bir uçuş olacaktı. Atina'ya g itmek üzere 1 6 Haziran'da yola çıkan Gökçen, 21 Haziran'da Budapeşte üzerinden istanbul 'a döndü .
Sabiha döner dönmez Savarona'ya gitti. Yat gittikçe daha çok rahatsızlanan hastayla birl i kte gerçek bir hastane halini al ıyordu. Karaciğer sirozu korkunç bir hastal ıktır. S ın ıflaması, güç olan bu hastal ığın etioloj isi bazen açık bazen de son derece anlaşı lmazdır. Destekleyici bağ dokusunun bozulması ve bunun so-
Son Mubarebe
nucu yaraların oluşmasıyla önemli miktarda karaciğer hücresinin kaybıyla karakterize hastal ık kronik olma özel l iğindedir. Karaciğerin şekl i değişmeye başlar ve işlevleri bozulur . Kötü beslenmenin hastal ığa katkıda bulunan bir etioloj ik unsur olduğu düşünülmektedir . Laennec si rozu halk a rasında, bu hastal ıkta alkolün oynadığı rol kesin biçimde ortaya konulmamış olmasına karş ın , alkol i k siroz olarak bi l in ir . Alkol karaciğer üzeri nde ya doğrudan zehir tesiri icra etmekte ya da temel besinler al ınmaksızın ka lori sağlayarak kötü beslenmeye neden olabilmekted ir . Atatü rk ya lnızca düzenl i olarak içmiyor, yemek al ışkanl ığı ona dengeli bir beslenme temin etmiyordu . i lk semptomları -takatsizlik, hafif ateş, cilt sararması ve kaşınma- bir kaç yıld ır ortaya çıkmıştı . Karaciğeri n kandamarları etrafında geniş yaraları n oluşmasının sonucu olarak bu damarlarda gelişen yüksek tansiyonun alametleri belirgin hale gelmişti . Karın damarları genişlemiş ve kanamayı da beraberinde getiren yeni varisler oluşmuştu . Vücudunda örümcek ağına benzeyen ince damar lezyonları belirmişti . 1 938 yazına gel indiğinde durumu önlenemez bir noktaya gelmişti . Kan dolaşımındaki anormal l ik karın, eller, ayaklar, testisler ve peniste su toplanmasına neden olmuştu . Bu duru mdaki bir siroz hastasının görünüşü hoş değildir. Atatürk'ün karnı şişmişti, bi lhassa bedenindeki adaleler erimişti ve yüzü karaciğer hastası yüzü denen çatlamış kılcal damarlarla ıstıraplı ifadeye sahip bir hal almıştı . Nefes alamamaktan şikayet ediyordu . Yattaki kamarasına nefes almasın ı kolaylaştırmak için buz kal ıpları getiriliyordu . Fakat daha o gün lerinde bile yaz mevsimi rahatsızlık verecek kadar sıcaktı. Güçlükle yürüyordu . Bir gün Marmara Denizi'nde motorla deniz gezisi yaparken onu gören i nsanlar, pek çoğu kişisel acılarından haberdar olmaksızın, alkışlamışlard ı .
Bir rahatlama anı yakaladığında Kıl ıç Ali'yi annesin in kocakarı ilaçların ı a lmaya gönderiyordu .1 60 Bun lar Atatürk'e en azından anne şefkatin in sembolik bir dokunuşunu sağlıyordu . Sonunda herkes artık yatta kalamayacağını anladı . Bir gece onu bir koltukla Dolmabahçe Sarayı'na taşıdılar. Sed ye ku l lanı lmasını kabul etmemişti. Savarona'dan nakli gece yapılmıştı, böylece sadece
160 Kinross 1 965, s.582. Kılıç Ali de Atatürk'ün son günlerine ait hatıralarını yazmıştır. Bkz., Kılıç 1 955.
ÖIümşüz AtatÜrk
işle yakından i lgi l i olanlar traj ik durumunu bileceklerd i . Saray'a giri ldiğinde tüm yardım önerilerini reddederek cesurane bir tavırla yatak odasına kadar yürüdü (Kinross 1 965, s .563). Güzel ceviz yatağ ın ın olduğu yatak odası gerçekte hayatının sonuna kadar evi olacaktı . Yıllar önce "konuşan gazetesi" sevgi dolu Uıtife'yi dinlediği gibi şimdi yatağında kendisine dünya haberlerin i veren sekreterin i dinleyecekti .
Son hazırlıklar yapılmal ıyd ı . 5 Eylü l 1 938'de vasiyetnamesinin imza lanması için yatağın ın yanına bir noter getirild i (KılıÇ, 1 955) . Çankaya'nın da dahi l olduğu emlakın ı Cumhuriyet Halk Partisi'ne bıraktı . Evlat edindiği kızlarından beşi ve kızkardeşi belirli bir meblağ aldı lar. Sabiha'ya Çankaya semtinde Makbule'ye yakın bir ev alması için fazladan bir para verildi . Kalan para Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'na veri ldi . Atatürk, - inönü'nün hasta veya belki de ölmüş olduğunu düşündüğünden, i nönü'nün çocuklarının tahsil ine biraz para ayrı ldı (Selek 1 974-75).
Rahatsızl ık arttı ve bi raz ferahl ık sağ lamak için belinden su al ındı . işlem onu büzü lmüş gibi bir hale getirdi, ama resmi evrakı imzalamayı ve Ali Fuat Cebesoy' la siyaset ve dünyanın geleceği hakkında konuşmayı sürdürüyordu . Kısa süre sonra 29 Ekim'de Türkiye Cumhuriyeti'nin kuru luşunun on beşinci y ı l ı kutlanacaktı ve Atatürk bu vesileyle Ankara'ya gitmeyi isted i . Ali Fuat Cebesoy sağl ığıyla i lgi l i cesaret vermek isted iğinde onu durdurarak "Avutmaya çalışıyorsun ama nafile. insan gerçeği olduğu gibi görmelfO dedi (Kinross 1 965, s.564). Doktorları kısa süre sonra, görebileceği kişilerin sayısını aza ltınca bu iki arkadaşın son görüşmeleri oldu .
26 Eylül'ele Atatürk kırk sekiz saat süren b ir komaya girdi. Gitgide yarattığı şehir Ankara'nın hasretin i daha fazla çekiyordu ama doktorlar bir tren seyahatinin ölümcü l olacağın ı düşünüyorlard ı . On beşinci yıldönümünde hala Dolmabahçe'de yatak odasındaydı ve kutlamalara ancak penceresi d ışındaki caddeden gelen gürü ltüyü duyarak katı labiliyordu . 9 Kasım'da ikinci bir komaya girdi, ardından belinden yeniden su al ındı fakat otuzaltı saat komada kald ı . Koma ölümüyle neticelendi. Komaya girmeden önceki son sözleri "Saat kaç?" oldu (Aydemir 1 969, Vol . 3, s. 565). Yaşamı 1 0 Kasım 1 938 günü saat dokuzu beş geçe sona erdi .
Son Muharebe
Birkaç gün önce, herhalde son korkunç gün leri görmemesi için, Ü lkü, Ankara 'ya gönderi lmişti . 1 6l Cenevre'den dönen Afetinan, Sa bi ha ve artık evli olan Rukiye başucundaydı lar. Dr. Fiss inger orada deği ldi , ama Dr. i rdelp ve diğer doktorlar hazırd i . Atatürk ölür ölmez saray sadece bir tabanca sesiyle bozulan derin bir sessizliğe gömüldü.
Sad ık yaveri Sa l ih , Atatürksüz yaşamın anlamsız olduğunu düşünerek, yandaki bekleme odasında kend in i öldü rme gi rişiminde bulunmuştu . 162 Gi rişim başarısız oldu ama, Sa l ih Bozok bir yıl sonra öldü.
1 1 Kasım'da ismet i nönü Türkiye Cumhuriyeti 'n in i kinci Cumhurbaşkanı oldu. Bu görev değişimi, Atatü rk'ün durumu onsuz bir gelecek için planlar yapı lmasın ı zorun lu hale getirdiğinde düzenlenmişti. 1 923'ten beri Türkiye Cumhuriyeti'n in genelku rmay başkanı olan Fevzi Çakmak görevi istemedi, Celal Bayar ise i nönü'yü desteklemek için ikna edi lmişti . Tam son komaya girmeden Atatürk, inönü'nün başucuna gelmesini istemiş ama ona, inönü'nün seyahat edemeyecek kadar hasta olduğu söylenmişti . Daha önceleri, inönü'nün ölmüş olduğuna ve duru mu nedeniyle haberin kendisinden saklandığına inanan Atatürk, i nönü'yü görmesi ve durumunu bi ldirmesi için d işçisin i Ankara'ya göndermişti. ismet'in Ankara 'da oluşu cumhurbaşkanl ığının daha kolay el değiştirmesine yardımcı oldu . 163
Atatürk'ün ölümü haberiyle Türkiye şoka gird i . 1 64 O gün lerde Türkiye'de çekilen fi lm ve fotoğraflar ifadesiz, donmuş, sabit bakışlı yüzlerde ortaya konan dehşet dolu acın ın ve kontrol edile-
1 61 Gökçen bunu Dr. Volkan'a yaptığı özel görüşmede söylemiştir (1 974). Gökçen bir yerde Ülkü'nün o gün istanbul'da olduğunu hatırladığını okumuş ve Üikü'nün hafızasının onu yanıittığı konusunda ısrar etmiştir.
162 Bu sırada Salih Bozok, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Bilecik mebusuydu. 163 Atatürk'ün neden ismet inönü'nün öldüğü ne dair bir fantezi sahibi olduğu açık
değildir. ismet inönü'nün bir suikasta kurban gittiğini düşünüyordu. Atatürk uzun süre sahip olduğu "iyi nesne"den uzak düşmüştü ve belki de şimdi inönü, Atatürk'ün agresif içgüdüsünün bilinçdışı hedefi olarak bir "kötü nesne" haline gelmişti. Bir gerçekçi olan inönü Ankara'da oturarak aslında cumhurbaşkan1ığlnın kolay biçimde el değiştirmesini garanti altına almak istiyordu.
164 10 Kasım 1 93B'de Türkiye'de olan Profesör Eberhard ( 1981) günlüğüne aşağıdakileri yazmıştır: "Dün öğleden sonra oniki buçuğa doğru Atatürk 'ün öldüğünü bildiren haber her yerde işitiliyordu. Muazzam bir şok yaratılmıştı ve sessizlik her tarafı kaplamıştı. Çocukların yanısıra, yetişkin erkekler ve kadmlar ağlıyordu. Keder çok yaygmdı ve böyle bir şey hiç bir başka ülkede görülmemişti."
ÖlÜmsüz Atatürk
meyen h ıçkıra h ıçkıra ağlamanın serg i lenişini gösterirler. Abanoz ağacından yapılmış Türk bayrağına sa rı l ı tabuta konan ve altı meşale ile çevri li, naaşı mumyalandı ve Dolmabahçe Sarayı'ndaki maide salonuna kondu. Son uykusunda yatarken dört general dokuz gün ve gece ellerinde kılıçları saygı duruşunda bulundular. Yüzbinlerce insan gözlerinde yaşlar ve dudaklarında "Atam, Atarn" sözleriyle tabutun önünden geçtiler. Dokuz gün sonra Makbule'nin isteği üzerine cenaze namazından sonra tabutun askerlerce çekilen top arabasına konulduğu bir c�naze töreni yapıldı .
Tabutun arkasındaki bir subay kadife bir kutu içindeki istiklal madalyasın ı taşıyordu . Cenaze Chopin'in cenaze marşı eşliğinde ilerledi ve tabut yaslı kabalalıkların arasından Sarayburnu'na getiri lerek Zafer torpidosuna nakledi ldi . Tabut daha sonra Yavuz'a konuldu . Naaş Yavuz'da iken 1 9 Kasım akşamı istanbul'da yüz bir pare top sesi yankılandı . Son Osmanl ı sultanın ı sürgüne götürmüş olan i ngi l iz zırhlısı Ma/aya, Yavuz'un yanından geçerken selam veriyordu . Diğer yabancı gemiler de naaşı selamladılar.
Ancak henüz Atatürk'ün seyahatleri bitmemişti. Yavuz, Marmara'da yol alarak tabutun Ankara'ya gidecek bir trene yüklendiği izmit Limanı 'na g itti. En sonunda kendi şehrine dönme isteği yerine gel iyordu . Kahramanlarına güle güle demek için binlerce insan-köylü, şehirli, erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlı, yollarda toplandı . Naaş Ankara'ya gelince Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının önündeki katafalka yerleştiri ldi. 21 Kasım'da tören için gelen yabancı devlet erkanı ve d ip lomatların katıldığı ikinci bir cenaze töreni i le tabut Ankara'da Halkevi yakınlarındaki geçici mezar yeri Etnografya müzesine naklolundu.
Atatürk binalardaki kubbeleri h iç sevmemişti. Bu nefretin psikoloj ik nedenlerine i l işkin elimizde bir kanıt olmamakla birl ikte, kl in ik deneyler bizi kubbelerin, muhtemelen çocukluk çatışma larından kaynaklanan, bir şeye dayanma korkusuyla beraber, muhtemelen din i (camilerdeki g ibi) ve bağımlı l ığı (anne göğsü) temsil ettiği spekü lasyonunu yapmaya götürüyor. Müzedeki geçici istiratgahı bir kubbenin altında olduğundan Atatürk, ölümde bile anne imgesinden kurtulamamıştı ! On beş yıl sonra naaş nihayet kubbe altından al ındı ve Ankara'n ın tepelerinden biri üzerine inşa edilen Anıtkabir'deki mezarına ebedi uykusunu uyumak üzere yerleştiri ld i .
-
Bölüm 29
ÖlÜMSÜZ ATATÜRK'E DÖNÜŞÜM
B ir insan, çok saygı duyduğu bir kişinin keder verici kaybından sonra, b irbirini takip eden bir dizi aşama içinde bir
yas sürecinden geçer; bu yas süreci, ölenin yakın ı olan insanın ölen kişiye yaptığı yatırımın azalmasına ve o insanın dikkatini -ve belki daha sonra sevgisini- bir başka nesneye yöneltebi l i r duruma gelmesine kadar devam eder. Başlangıçta, sevilip sayılan kişin in kaybı bir şok ve acı yaratır. Ölümün tamamen beklenmedik olması, sarsıntının daha yoğun yaşanmasına yol açabilir. Zamanla, yas tutan kişi, ölenle olan anı larını parça parça diyebileceğimiz bir tarzda yeniden değerlendirir, ölen kişiye i l işkin zihinde yarattığı tasawura yaptığı duygu yatırımından yavaş yavaş uzaklaşır. Anılann varl ıklarını sürdürmeleri ve yas tutan insanın ölen kiş in in kiş i l iğ i i le özdeşleşmeye devam etmesi normaldir, fakat bu durum onun yen i duygusal bağl ı l ıklar kurma şansın ı ortadan ka ldırmaz. Freud'un 1 9 1 7'de yasın işlenmesi (work of mourning) olarak isimlendirdiği sürecin tamamlanmasıyla, yas tutma süreci çözüme kavuşur.
Yas tutan kişi psikanal itik terminoloj ide ölenle tamamlanmamış iş (Volkan 1 982a) olarak n itelenen bir durumda ise, yas tutmanın bir sonuca u laştı rı lması güçleşir. Ölenin z ihinsel tasarımına yapı lan aşırı duygu yatırımı, bu tasarımla sorgulanmadan yapı lan b ir özdeşleşmenin eşl iğ inde var olmaya devam edebi l i r . Bu tür durumlarda, yas sürecin in birbir in i takip eden aşamalarından geçiş tamamlanamaz.
Yas tutabi lme becerisin in patoloj ik düzeyde bozuk olduğu durumlarda, yas tutan lar bazı semptomlar gösterebi l irler ya da ölen kişiyle içsel ve d ışsal kimi bağ lar yaratabi l i rler. Söz konusu bağlar, ölen kişiyle güçlü bir i l işkiye sah ip bir nesne ya da nesneler formu içinde d ış dünyada varlık kazandıklarında, "bağ lantı nesneleri" ( l inking objects), (Volkan 1 972, 1 982a) olarak isimlendir i l i rler. Örneğin, ölen babanın kol saati yaşamını sürdüren oğlu için bir bağlantı nesnesi durumuna gel ir . Oğul, saate büyüsel bir
Ölümsüz Atatürk
nitelik yükled iği için, o saati olağan bir yoldan kul lanamaz. Oğul , kendinde bir tedirgin l ik duygusu uyandıran saati özel bir yerde muhafaza etme ihtiyacı duyar. Ayrıca, saati manipüle ederek ölü babayı geri getirebileceği ya da psikolojik anlamda onu gerçekten "öldürebileceği" yolunda bir i I Iüzyon geliştirmesi de muhtemeldir. Burada, "öldürme", yas tutmaya bir son verilmesi anlamına gelir; fakat, bu arada, bir bağlantı nesnesi kullanan yas tutan kişi, ölenin hatırasının yazgısıyla i lgi l i olarak bir tereddüt içinde kal ır. Bağlantı nesnesi, ölen kişiye yönelik olarak onun hayatta olduğu günlerde h issedi lmiş bu duygusal i kinciliği (ambivalence) absorbe eder.
Atatürk, bir çocuk olarak, annesi için, kendi doğumundan önce annesinin doğurduktan bir süre sonra yitirmiş olduğu çocuklarıyla kendisi arasında il işki kuran canlt bir bağlantı nesnesi durumundayd ı . Belki, Atatürk, daha önceki ölü çocukları yeniden d iriitme ve kederli anneyi kurtarma konusunda sahip olduğu fantezilerin in hiçbir zaman bi lincine varmamıştır, fakat kendi yaratıcı itilerin in farkına varmış olması muhtemeldir. 1 7 Mart 1 937'de yaptığı bir konuşmada, çiçek yetiştiren bir bahçıvanın yaşadığı zevkten söz eder ve böyle bir bahçıvanla " insan yetiştirmek"ten hoşlanan bir kişiyi karşllaştı rır. 165 Burada Atatü rk'ün örtük olarak kendinden söz ettiği çok açıktır. Atatürk, kendin i insanların yaratıcısı, insan lara yaşam veren ve onların serpi l ip gelişmelerin i sağlayan biri olarak görüyordu. Böylesi bir düşünce içinde, her şeye kadir bir yoldan insanları yetiştirme gücüne sahip olabi ldiğine göre kendinden önce doğmuş ve ölmüş kardeşlerin in ölümlerin i telafi ederek annesini kederden kurtarma gücüne de sah ip olabileceği sonucuna varmış olması mümkündür. Atatürk, yaptığı o konuşmada, insan yetiştiren kiş in in çiçek yetiştiren bahçıvan ın z ihniyetiyle hareket etmesi gerektiğine, çabasının karşıl ığı olarak elle tutu lur, maddi bir ödül beklentisine g i rmemesi gerektiğine işaret eder. Kendisin i çabalarının karşı l ığı
165 Melzig, 1 944. E . F. Sharpe (1 937), seksen bir yaşında bir kadının ölümünden üç gün önce gördüğü bir rüyadan söz eder. "Bütün hastaltklanmm toplanıp bir araya geldiğini gördüm; onlara baktığım zaman gördüğüm şey artık hastahklar değil gül/erdi ve bu gül/erin toprağa kök salarak serpilip gelişeceklerini biliyordum" (5.200). Atatürk'ün çiçek yetiştiren bahçıvan metaforu, bu kadının rüyası gibi, onun yaşamı boyunca sürdürdüğü bir beklentiye işaret eder. Burada ölümsüzlük arzusunun varlığı söz konusudur.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk'e DönÜşÜm
olarak ödül beklemeyen bir kişi olarak gördüğü zamanlarda, bulunduğu konumun fedakar ögeler içerdiği kuşkusuzdur.
Atatürk, u lusal bir lider olarak, kendi vatandaşları için vazgeçilmez, ü lküleştirilm iş, Türklerin u lusal guru runun korunması açısından merkezi öneme sahip bir nesne durumuna geldi. Ö ldüğü zaman, o özel i l işkin in geliştirildiği psikolojik süreç geride kaldı. Türkler tarafından kendisinden vazgeçilemeyecek kadar, psikoloj ik terimlerle söylersek, "öldürülemeyecek" kadar ü lküleştiri ldi. Müslüman geleneği, ölü insanın bedenin in törensel bir şekilde yıkanmasını, bir kefene sarılmasını, sonraki guru p vaktinden önce toprağa veri lmesini gerektirir. Atatürk, yaşadığı zaman olduğu gibi, ölümünde de geleneği bozmuştur. Cesedi mumyalanmıştır ve onun için yas tutan Türk halkı, nihai defin işlemini on beş yıl süreyle geciktirmiştir. Onun i lahlaştırılarak ölümsüz Atatürk haline getirilişi, vatandaşlarının yas tutma sürecin i tamamlama konusunda sahip oldukları yetersizliğin bir sonucudur ve bu durum onun kendi kişisel ölümsüzleşme arzusuyla eşleşmiştir.
Yas tutan insanlar, yitirdikleri kişilerle bir d izi bağ kurmak suretiyle, onları tekrar hayata döndürme konusunda sahip olduklan bilinçsiz arzularını doyururlar. Atatürk, bir simge ve bir kavram olarak yaşamaya devam etmiştir. Resmi, u lusal bayrak gibi kutsal ve saygın kabul edil ir; u lusal bayramlarda ya da u lusal anma günlerinde bayrakla yan yana ku / lanı l ır. Her yerde ve her zaman hazır durumdadır; posta pu/larının, kağıt ve madeni paraların üzerinde onun resmi vardır. Atatürk heykeli hemen her yerde görü lür; sözleri, binaların ön cephelerine kazılarak yazı l ır. Resmi binalarda ve dükkanıarın bir köşesinde fotoğrafları asılıdır. ismi, caddelere, parkıara, statlara, konser salonlarına, köprülere, ormanlara veri l ir . Türkler 1 974 yı l ında Kıbrıs' ın kuzey kesimini ele geçirdikleri zaman, karaya askerlerle birl ikte Atatürk büstleri de çıkarmış, Rumiardan kurtard ıkları her Türk köyüne bir Atatürk büstü dikmişlerdi . Atatürk'ün zihinsel ve fiziksel sunumları içiçe geçmiştir ve bunlar Türk ruhunun simgeleridir; dolayısıyla, Atatürk gerçekten de ölümsüzleşmiştir.
Önemli bir psikiyatrist olan Dr. Robert Jay Lifton ( 1 968, s.xi ii), ölümsüzlük duygusundan, "bireyin insanliğm genel geçmişi ve geleceğiyle olan bağı" olarak söz eder. Bu tür bağlara sahip olmak anlamında Atatürk'ün kendisin i ölümsüz olarak algılayan
ÖlümsÜZ Atatürk
yegane l ider olmadığı açıktır. Örneğin, Lifton, Mao Tse-tung'un kendi devriminin meyvelerini ölümsüzleştirmeye çalışmış olduğuna, Hitler' in bin yı l l ık bir Alman imparatorluğunun var olacağına inandığına d ikkati çeker. Ölümsüzlük temasın ı psikanal itik bir perspektiften incelemiş olan psikanal ist George Pollock şunları söyler:
"Ölümsüzlük inancı, geleneksel olarak, bireyin ölümden sonra şu ya da bu biçim içinde yaşamaya devam etmesini ifade eder. Bununla birlikte, bu inanç, belli bir toplumsal, ekonomik, siyasal örgütlenmenin ebediliğini kapsayacak şekilde genişletilebilir . . . Bireysel ölümün toplumsal devrimin sürekliliği aracılığıyla aşılmasmm yantstra, kişisel ve tarihsel süreklilik de söz konusudur . . . Dolayısıyla, ölümsüzlük, bireyin daha geniş, ülküleştiriimiş bir toplumsal sistemle bütünleşmesi olarak görülebilir, bireyin fizyolojik ölümünden sonra ideolojik olarak yaşamint sürdürdüğü bir ütopyayla bütünleşmesi olarak görülebilirJl (Pol lock 1 975, s .347-48). ismet i nönü, Türkiye'nin ikinci cumhurbaşkanı olarak,
Atatürk'ün ü lkü lerinin en sadık takipçisiydi . inönü, Milli Şef olarak anı l ıyordu. Ebedi Şef unvan ı ise Atatürk'e hasredi lmişti; Atatürk, bu rol içinde, ulusunu kollayıp koruyan bir varlık haline geldi.
Türkiye'deki şai rlerin ve düşünürlerin yazılarında d i le getirilmiş olan Atatürk'ün asla ölmeyeceği inancı, Türk halkı içinde yankı buldu. Bu inanç, Atatürk'ün öldüğü gün ü lkeyi saran üzüntü ve sarsıntının üstesinden gelinmesine yard ımcı oldu . Türkler, anl ık olarak Atatürk'ün artık aralarında olmadığının farkında bulunmalarına karşın, sanki o hala kendi leriyle birl ikteymiş gibi davranmayı sü rdürdü ler. Türklerin kendi lerin i Atatürk'ten ayrıştı ramadıkların ın ilk işareti, Atatürk'ün bedenini i l kin geçici bir mezara defnetmiş olmaları idi. Bu, aslında onun ölmediği ve toprağın a ltında gömülü olmadığı i I Iüzyonunun ortaya çıkmasına yard ımcı oldu. Atatürk'ün Ankara'daki Etnografya Müzesi'ndeki geçici mermer mezarı, zeminin üzerinde, yüksekçe bir platform üzerinde duruyor, onun toprağa gömülüp yitiri lmediğin i ima ediyordu. Toprağa gömülü bir mezar onun için yeterince iyi deği ldi . Onun nihai istirahatgah yerin i belirlemek üzere bir komisyon kuruldu. Komisyon, yedi ay süren uzun bir müzakere sürecinden sonra, 7 Haziran 1 939'da, Atatürk'ün anıtkabiri için
ÖlÜmsÜz AlalÜrk'e DÖnÜşÜm
o sıralar Rasattepe olarak isimlend iri len (ve kısa bir süre sonra Anıttepe olarak anı lmaya başlanan) tepenin seçi ldiğini duyu rdu . Mozolen in mimari tasarımı için u luslararası b i r proje yarışması açıldı; Mart 1 942'ye gelindiğinde bu yarışmaya katı lan projelerin sayısı kırk dokuza u laşmıştı. Sonuç olarak, Emin Onat ve Orhan Ayda isiml i iki Türk'ün sunmuş olduğu oldukça büyük mimari tasanmlar, yüce l iderin kabri olmaya uygun projeler olarak seçi ld i . Yarışmanın sonucu, Atatürk'ün beşinci ölüm yıldönümünden iki gün önce i lan ed i ld i .
Atatürk'ün mozolesin in inşasına olan ilgi, ikinci Dünya Savaş ı 'n ın i lk yı l ları boyunca devam etti. Savaşa kendi saflarında katı lmasın ı sağ lamak için kimi zaman Müttefiklerden, kimi zaman Mihver Devletleri 'nden gelen baskılara rağmen tarafsız ka lmakta ısrar eden Türkiye'n in u luslararası arenadaki nazik konumu ve ü lke ekonomisinin g iderek kötüleşmesi, anıt projesinin yaşama geçiri lmesini geciktirdi ve anıtın temelleri ancak 1 944 yı l ı sonunda atılabi id i . Anıtın inşaatı yıl lar aldı; bunlar, önemli siyasal gelişmelerin yaşandığı yı l lar oldu. Türkiye'n in Atatürk döneminin tek parti l i siyasal yaşamından çok partil i siyasal sisteme geçişi bu gelişmeler arasındaydı . Türkiye'n in Müttefik kuwetlerin yanında i kind Dünya Savaşı'na katılması166 ve Birleşmiş Mi lletler Belgesi'n i imzalaması, siyasal sistemdeki bu dönüşüme yard ımcı oldu. Belge, üye ülkelerde siyasal yaşamın serbest seçimlerle belirlenmesini, sivil ve siyasal hakların tanınmasını ve bu hakların işlerliğinin gözetimini gerektiriyordu. ismet inönü'nün u lusal liderliğ inden hoşnutsuzluk duymaya başlayan politikacılar, Türkiye'n in Birleşmiş Mi l letler belgesini imzalayarak taahhüt altına g irmiş olmasından yararlanarak, ü lkede çok partili rej ime geçilmesini sağlamak için i nönü'yü sıkıştırmaya başladı lar. Temmuz 1 945'te kuru lan Mil l i Kalkınma Partisi, bundan kısa bir süre sonra Ocak 1 946'da Celal Bayar liderliğinde kuru lan ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın desteğini alan Demokrat Parti, bu çabaların somut ürünleri oldu. 1 946 yı l ında yapılan genel seçimlere katılan Demokrat Parti mecliste altmış dört sandalye kazanırken, bağımsızlar altı, inönü'nün partisi üç yüz doksan beş sandalye aldı. Örgütlenme
'66 Türkiye, Birle�mi� Milletler'in kurucu üyeleri arasında yer alabilmek ve Birle�mi� Milletler'in 2S Nisan 1 945'te San Fransisco'daki kurulu� oturumuna katılmaya hak kazanabilmek için 23 Şubat 1 945'te Almanya'ya kar�ı sava� ilan etti. Ancak Türk topraklan Üzerinde askeri bir çatı�ma ya�anmadı.
ÖlÜmsÜz AtatÜrk
çalışmalarını yerel düzeye taşıyan Demokrat Parti, Mayıs 1 9S0'de yapılan seçimlerde oyların yüzde SOTünü al ıp çoğunluk durumuna gelerek, kendisi de dahil olmak üzere herkesi şaşkın l ığa uğrattı. Celal Bayar cumhurbaşkanlığına yükseldi . Anıtkabir' in tamamlanması Bayar' ın cumhurbaşkanl ığı döneminde gerçekleşti.
Ölü lideri memnun edeceği düşüncesinden hareketle, Anıttepe'n in eteklerine çeşitli yabancı ü lkelerden getirti len ağaçlar d iki ldi . Kabre giden uzun yaya yolunun yan tarafları H itit aslanlarının heykelleriyle süslüdür; bu yol, resmi törenlerin yapı ldığı çok geniş bir avluya açılır. Aslan heykelleri, Atatürk'ün Türkiye'n in geçmişine duyduğu yoğun i lgiye duyulan saygın ın b i r ifadesi olarak seçilmiştir (Atatürk tarafından teşvi k edi len tarihsel araştırmalar, H ititlerle Türkler arasında bir "bağ" kurmuştu ! ) . Ana mozoleye, avludan itibaren yükselen geniş merdivenlerden çıkılarak g iri l ir . Mozolen in önündeki sütunlardan geriye doğru bakan bir kişi, Atatürk'ün g iderek gelişen şehri Ankara'n ın görkeml i bir manzarasın ı görür.
1 0 Kasım 1 9S3'te, Atatürk'ün bedeni, kendisin in bir zamanlar bir an için huzur bulmak amacıyla bir zamanlar Nuri ile bir l ikte sık sık şafak vakti at gezintisine çıktığ ı (Tesal 1 975) tepenin üzerindeki bu mozoleye nakledi ldi . Naki l işlemi, önde gelen devlet adamlarından oluşan bir komitenin Atatürk'ü n Etnografya Müzesi'nde korunan tabutunun açılışında hazır bulunmasından ve mumyalanmış cesedin bozulmadan korunduğuna tanıkl ık etmesinden bir gün sonra gerçekleşti. Ölümünden tam on beş yı l sonra, Atatürk'ün naaşı, daha önce onu Dolmabahçe Sarayı'ndan harem dairesi önündeki iskeleye taşımış olan top arabasına yerleşti rild i . Tabut, top arabasının her iki yanında sıralanmış altı general in (ki bunlardan biri Atatürk'e verilen istiklal Madalyası'nı taşıyordu) eşliğinde Anıttepe'ye getirilirken, şehrin dört bir yanında toplar saygı atışında bulunuyor, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait uçaklar şehrin semalarında saygı uçuşu yapıyorlardı .
O sıralar Ankara'da genç bir tıp öğrencisi o lan Dr . Volkan, Atatürk'ün naaşının yeni istirahatgahına nakline yakından tan ık oldu . Hafif rüzgarlı, güzel b i r gündü . Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes, ismet inönü ve diğer önemli devlet adamlarıyla birlikte naaşın hemen arkasında yürüyoriardı . Yolun her iki tarafında sıralanmış insanların yüzlerinde bir keder belirtisi gözlen-
Ölümsüz AtatÜrk'e Dönüşüm .
miyordu . Çünkü Atatürk öıümsüzleşmişti. Onun vücudunun gömülmesine şimdi izin veril iyordu .
Anıtkabi r' i bugün ziyarete gide'1ler, pembe Türk mermerinden yapılmış, kırk dört ton ağırl ığ ında güzel bir mermer blok görürler. Atatürk'ün bedeni, büyük bir tabut biçimi veri lmiş bu mermer kütlenin altında değildir . Hatta, bu mermer kütle onun yattığı zemin üzerine basınç dahi yapmaz. Mermer, mozolenin törenler için kullanılan üst katındadır, Atatürk'ün bedeni ise alt kattadır.
Psikanalistler, mezar taşlarının kul lanımının, ölülerin tekrar dirilebi lecekleri korkusunun bir ürünü olarak ortaya çıkmış olduğuna inanırlar. Buna göre, bir mezar taşı, cesedin gömülü olduğu toprak zemin üzerinde gerçek ya da simgesel bir basınç yaratarak böyle bir kaçışı engelleyecektir. Atatürk'ün yattığı yer mermerden yapılmış büyük ve ağır bir mezar taşıyla temsil edi lmektedir; ancak bu ağır mermer kütle gerçekte mezar üzerinde herhangi bir basınç uygulamaz. Ne var ki, Atatürk böylesine muazzam ağırlıkla bir taşı bile yerinden oynatabiiecek güçtedir !
Atatürk'ün ölümsüzlüğünü güvenceye alma süreci önü al ınmaz bir biçimde işlemeye devam ederken, bağımsızl ık savaşında ismi onunla birl ikte anı lan diğer ölümlüler birer birer ölmeye başlamışlardı. Yaşça Atatü rk'ten bir yıl daha büyük olan, Sofya'da oldukları sıra mesleki kariyer açısından Atatü rk'ün amiri konumunda bulunan, Atatürk'ün i lk başbakanı olup ilk muhalefet partisin i örgütlemesi için onun tarafından seçilen Ali Fethi (Okyar) 1 0 Mayıs 1 943'te öldü. Bunu, Kazım Karabekir' in 26 Ocak 1 948'deki ölümü izledi . Kazım Karabekir, Atatü rk'ün ölümünden sonra yen iden Cumhuriyet Halk Partisi'ne katı lmıştı ve o öldüğünde Büyük Mi l let Meclisi başkanl ığını yürütüyordu . Kazım Karabekir' in istanbul'daki cenaze töreni hayl i hareketl i geçti; bin lerce insan naaşının arkasında mezarlığa kadar yü rüdü. Kalaba l ık içinden bazı gençler, tabutun üzerine sarı l ı bayrağ ın eskimişl iğine tepki göstererek eski bir bayrağ ın böylesi büyük bir kahramanın tabutuna yakışmadığını haykı rdı lar. Bu ]ençler, kend i lerine tabutun üzerine sarıl ı bayrağ ın Kars'ı düşmandan ku rtardığı zaman onun Kars Kalesi 'n in bu rçlarına d iktiği bayrak olduğunu söylendiğinde sakinleşip yatıştı lar.
Ölümsüz Atatürk
Mareşal Fevzi Çakmak 1 0 N isan 1 950'de, yetmiş dört yaşında olduğu sırada öldü. 1 944'te ordudan ayrı larak siyasete atı lmış, mebus olarak h izmette bu lunmuş, kend isine Mi l let Meclis i 'n in onursal başkanl ığı u nvanı ver i lmişti . 1 955 yı l ında, dönemin diğer önemli kişilerinden biri olan Adnan Adıvar' ın yaşamı sona erd i . Adnan Adıvar ve eşi Atatürk tarafından yu rtd ışına sürgüne gönderilmiş, Türkiye'ye ancak Atatü rk'ün ölümünden sonra, 1 939 yı l ında dönmüşlerd i . Güven i l i r "ikiz" Refet Bele 1 963'te öldü. Bunu izleyen yıl, iki önemli kişi daha hayata gözlerini yumdu. Bun lardan biri , 1 5 Ocak 1 964'te yetmiş dokuz yaşında istanbul'da ölen Hal ide Edip Adıvar'd ı . Üsküdar'daki Amerikan Kız Kolej i 'nden mezun ilk Tü rk kad ın ı olan Hal ide Edip 1 9 1 1'de Adnan Adıvar' la evlenmiş, sürgün yı l larında Adnan Ad ıvar'a eşl i k etmiş, onunla bir l ikte uzun yı l lar ing i ltere ve Fransa'da kalmıştı. 1 93 1 -32 yı l larında New York'taki Columbia Ün iversitesi 'nde misafir profesör olarak çal ışt ı . ing i l izce'si kusursuzdu ve yazı di l i olarak ingi l izce'yi mükemmel ku l lan ıyordu . The Clown and His Da"lghter (Ad ıvar 1 935, 1 959) adl ı öyküyü ingi l izce kaleme almı�tı . Hal ide Edip' in ölümünün üzerinden altı ay geçtikten sonra bu kez Rauf Orbay 1 6 Temmuz 1 964'te istanbul 'da öldü. O da yurtd ışında yaşamıştı . Ü lkeye geri döndükten sonra i kinci Dünya Savaşı'na kadar sessiz bir yaşam sürmüş, Türkiye'n in Londra büyü�elçisi olarak üstlendiği görevi büyük bir başarıyla yerine getirm işti . Anıların ı yazması yolunda kendisine yapılan sonu gelmez ısrarlara karşın bunu yapmayı reddetmiş, bildiklerin i yazıya dökmesi durumunda yaşanabi lecek muhtemel güceniklikleri ya da rahatsızl ıkları göze a lmak istememiştir. Böyle bir kaygı taşımayan Ali Fuat Cebesoy anı larını yazmakta bir çekince görmemiştir . Cebesoy'un anı ları (Cebesoy, 1 953), Atatürk'ün ve onun nihai olarak Tü rkiye' nin inşasına varan mücadelesinin i lk, heyecan verici, traj ik ve görkemli günlerine i l işkin birinci elden bi lgi ler içeri r ve o döneme i l işkin önemli bir tarihsel miras nitel iği taşır. Ali Fuat Cebesoy 1 968 yıl ında ölmüştür.
Atatürk'ün en yakın çevresinden olup en son ölen kişin in ismet inönü olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. ismet i nönü, 1 950 seçimlerinde cumhurbaşkanl ığını Demokrat Parti'ye kaptırd ıktan sonra, on yıl boyunca muhalefete öncü lük etti. 1 960 yıl ındaki askeri darben in ardından, 20 Kasım 1 96 1 'de yeni-
ÖlÜmsÜz AtatÜrk'e DÖnÜşÜm
den başbakan oldu ve bu görevini 2 1 Şubat 1 965 yıl ına kadar sürdürdü . Yaşamının son yıllarında Türk parlamentosunda özel senatör konumundaydl. ismet inönü daima halk arasında büyük heyecan yaratmış bir isimdi . '67 inönü 23 Aral ık 1 973'te, seksen dokuz yaşında öldü; ölümüne kadar, Atatü rk'le can l ı b ir bağı temsil eden en önemli kişi olarak kaldı. Uzun ömrü dolayısıyla yaşamının son yıllarında "ölmez" olarak anı lan inönü, ölümsüz Atatürk'ün yattığı Anıtkabir'e gömüldü. i nönü'nün mezarı, Atatü rk'ün görkemli mermer mezarının tam karşısında, geniş avlunun d iğer ucundadır.
Atatürk ve inönü'nün ölümlerinden sonra, Türkiye canlı, enerjik yaşamın ı devam ettirdi - 1 923 yılında 1 0 milyonun biraz üzerinde olan nüfus 1 98 1 'de 46 mi lyona u laştı. Sonraki dönem içinde çeşitli başbakanlar ve d iğer önemli devlet adamları işbaşına geldiler ve g ittiler. San ırız, bunlardan hiçbiri, Atatürk'le kendisi arasında bil inçsiz bir karşılaştırmaya giriştikten sonra kendisini onunla aynı liderlik düzeyinde görememiştir. Gerçekten, Atatü rk'ün liderl ik düzeyine u laşılamamış olunması, son zamanlarda Türk demokrasisini etkileyen siyasal istikrarsızl ığın psikolojik faktörlerinden biri olabil ir . Bülent Ecevit, başbakan olarak görevde bulunduğu 1 974 yıl ı yazında Türk askerleri Kıbrıs'ın kuzeyini ele geçird iklerinde, yeni bir u lusal kah raman durumuna geld i . "Dün Atatürk, Bugün Ecevit" (Yurdanur, 1 974) gibi başlıklar taşıyan kitaplar yayımlanmaya başladı, fakat Ecevit, kamuoyu önünde, kendisin in Atatürk' le karş ılaştırı lmaması gerektiğini bel irtti. Ecevit, belki Atatürk'ü bile imrendirebilecek bir söylev yete-
167 ınönü'nün Ankara Üniversitesi'ni ziyarete geldiği gün üniversitede bir tıp öğrencisi olarak öğrenim görmekte olan Dr. Volkan, ınönü'yü ilk gördüğünde ve ona ilk dokunduğunda çok büyük bir co�kunluğa kapıldığını, orada bulunanlarla derin bir bütünleşme ya�adığını hatırlar. Sonraları, tıp fakültesindeki öğreniminin son yılınqa, Dr. Volkan bir sokak kö�esinde rastlantı sonucu Inönü'yle yalnız başına olduğu sıra kar�ıla�mıştır. ınönü'nün yanına gitmiş, saygıyla elini öpmü�tür. ınönü bu genci tanıma isteğiyle sorular sorduğunda, Volkan eski cumhurba�kanına bir Kıbrıs Türkü olduğunu, fakülteden mezun olduktan sonra bir psikiyatrist olmayı dü�ündüğünü söylemi�tir. Bunun üzerine ınönü psikiyatri ve psikanaliz üzerine daha çok şey öğrenme isteği duymu�tur. Kısa bir süre sonra �oförü gelmi�, ınönü arabaya binerek oradan ayrı lmı�tır. Bu olay genç Volkan'ı çok etkilemi�, meslek seçiminin ınönü tarafından, dolaylı olarak da Atatürk'ün kendisi tarafından kutsandığını düşünmüştür.
Ölümsüz AtatÜrk
neğine sahip zeki bir devlet adamı olmasına karşın, 1 68 Kıbrıs harekatın ın yarattığı i lk heyecan dalgası geçtikten sonra, bütün Türkiye'yi kend i arkasında bütünleştirmede başarısız kalarak kendisiyle Atatü rk arasında yapılan karşılaştırmaların yan lışl ığını kanıtlamış oldu.
Atatürk, Türkiye'n in geleceğini Türk gençliğine emanet etmişti; ancak, pratikte 1 960, 1 97 1 ve 1 980'de olduğu g ibi, Atatü rk devrimleri teh l ikeye düşmüş göründüğü zaman, devletin idaresini eline alan güç gençlik değil , kendisini doğrudan Atatürk' le ve onun yarattığı gelenekle i l işkilend iren, her seferinde müdahale amacın ı u lusu Atatürk tarafından çizi lmiş yola geri döndürmek
168 Bu kitabı yazdığımız zaman Türk liderlerinin Atatürk imgesine yönelik olarak hissettikleri özel ilişki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş tarafından Dr. Volkan'a anlatılmış olan şu öykü tarafından tasvir edilebilir. 1 974 yılı yazında, Kıbrıs'taki bir grup Rum, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmi devlet başkanı olan Makarios'u öldürmeye yönelik bir girişimde bulundu, fakat Makarios bundan sıyrılıp adadan kaçmayı başardı. Bu gelişmenin adanın Yunanistan tarafından ilhakına yol açması muhtemel görünüyordu; ilhak, ada üzerinde yaşayan Türk azınlık açısından ölüm ve yıkım anlamına gelecekti. Bir süre sonra Türk askerleri Kıbrıs Türklerini korumak amacıyla Kuzey Kıbrıs'a çıktılar; çıkarma, adanın kuzeyde Türkler, güneyde Rumlar olmak üzere iki kesime ayrılmasına yol açtı; bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Volkan, 1 979. Türkiye'den gelen askerlerin adaya çıkmasından iki buçuk ay önce, Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf Denktaş Atatürk'le ilgili bir rüya görmüştü: Ölümsüz lider sivil giysiler içindeydi, fakat ayaklarında askeri postallar vardı. Denktaş Atatürk'ün yanına gitmiş, "Kurtar bizi, kurtar bizi!" demişti. Atatürk, karşılık olarak şunu söylemişti: "Konjonktür önemli. Konjonktüre dikkat edin". Sonra, DenktaŞ'ın yanından geçerek bir sokağın köşesinden kıvrılmıştı. Denktaş onun arkasından gitmek istemiş, fakat Atatürk ona kendisini takip etmemesini söylemişti. Denktaş, onun bir Türk hamamına gittiğini düşünmüştü. Gördüğü rüyadan çok etkilenen Denktaş, bunu günlüğüne de aktardı. Bu olaydan iki buçuk ay sonra yukarıda sözü edilen gelişmeler yaşandı. Denktaş, anavatandaki Türklerin duruma fiziksel olarak müdahalede bulunmasının zamanının geldiğini biliyordu. Kısa bir süre sonra, Denktaş müzakerede bulunmak fızere Kıbrıs'taki Türk elçiliğine çağrıldı. Elçilikte kendisine Ecevit'ten gelen bir mesaj verildi : "Bay Denktaş'a kaygllanmamasmı söyleyiniz. Konjonktüro hazırlama sürecindeyiz." Bunun üzerine, Denktaş görmüş olduğu rüyanın telepatik bir rüya olduğunu düşünmüş, Kıbrıs Türklerinin kurtuluşuna öncülükte Atatürk'ün bizzat kendisinin öncü bir rol oynadığını hissederek rahatlamıştı. Cumhurbaşkanı Denktaş, Dr. Volkan'a, Türkiye'nin adaya yaptığı müdahale öncesi kendisinin ve Kıbrıs Türklerinin diğer liderlerinin Atatürk tarafından kurtarılma konusunda ortak bir arzuyu paylaşmış olduklarını söylemiştir. Bugün, Lefkoşa'nın Türk kesimi sınırları içinde kalan bölgesinde ellerini göğsü üzerine kavuşturmuş bir Atatürk heykeli vardır ve ulusal bayramlar sırasındaki törenlerin pek çoğu bu heykelin önünde yapılır. Bu törenler sırasında 1 974 Barış Harekatı'ndan önce, Denktaş ve diğer liderler birbirlerine şunu fısıldamışlar: "Eğer Atatürk ellerini bir açarsa bizi göğsüne basar, düşmana tokatı basarak bizi ondan kurtarır" (Denktaş, 1 980).
A52...
Ölümsüz Aıalürk'e Dönüşüm
olarak açıklayan ordu oldu . Ancak, bu yolun ne olduğu üzerinde biraz durulması gereken bir konu . Atatürk'ün Türkiye için öngörmüş olduğu gelecek gerçekte neydi? "Batı l ı laşma" neyi ifade eder? Türk ve Türk olmayan bi l im adamları , bu olgu ları eleştirel ve temkinl i bir bakışla değerlend irm işlerd ir. Kıbrıslı Türk bir sosyolog olan N iyazi Berkes, sahip olduğu ekonomi, siyaset ve kültür açısından yen i Türkiye'nin "yaln ızl ığından" söz eder. Berkes 1 975'te şunları yazar:
"Bugünkü Türkiye ne bir müslüman devleti, ne bir Batı ulusudur; ne Hıristiyanlık camiasma, ne sosyalist ya da kapitalist uluslar camiasma mensuptur. Ne Asyaııdır ne Avrupalı. Gerçi Türkiye'nin bütün tarihi boyunca ekonomik ve siyasal ilişki/eri Doğuyla olmaktan ziyade Batıyla olmuştur. Osmanlı tarihinin üstün eğilimi Doğuya doğru olmaktan çok, Batıya doğrudur. Fakat kültürce Doğulu kalış, Türkiye 'yi Batı dünyasmm bir parçası olmaktan alıkoymuştur. Son yanm yüzyılda ilişkilerin ekonomik ve politik yanlan artmışsa da hep bu tek yanll ve daima aleyhe işler olmuş; geleneği olmayan, Türk halkma çok pahalıya mal olan ıstlrapll ve şüpheli bir münasebet olarak kalmıştır. Avrupa, Türkiye'yi hiç bir zaman kendinden bir parça saymamıştır. Bizim aramızda bunun tersine bir sam varsa da buna bizden başka kimse inanmamaktad,," (Berkes 1 975, s. 1 67). Berkes'in sözünü ettiği "yalnızl ık", Atatürk'ün kişil iğinin bir
yansıması olabil ir. Atatürk, ülkesi ve dünya için olduğu kadar kendisi için de barışa arzu duyan, yalnız bir insandı. Huzur içinde, "keder"den uzak bir birey, ulus ya da dünya nosyonu, erişilmesi olanaksız bir i I Iüzyondur çünkü insanlar, ister birey ister insan topluluğu düzeyinde olsun, saldırganlık eğil imindedirler. Atatürk'ün mirası onun her şeye kadirl ik vasfın ı da ıçeriyordu ve Türk halkı onun bıraktığı mirasın bu özelliğiyle de özdeşlik kurmakta gecikmedi . Ancak, söz konusu özdeşleşme, Türkiye'nin önde gelen u lusal aktörlerden biri o lmadığı dünya arenasında işgal ettiği bugünkü konumuyla pek örtüşmez. Bununla birlikte, Atatürk, Türklere izleyebilecekleri daha yararlı ve uyarlanılabil ir bir yol daha bırakmıştır. isviçreli seçkin bir yabancı muhabir olan Arnold Hottinger, 1 977 yı l ında, Türkiye'de yaşanan ve Atatürk'ün kişi l iği dolayısıyla kendine özgü bir rota izleyen "batı-
Ölümsüz AtatÜrk
I ı laşma" sürecini incelemiş, Türkiye'deki sürecin aynı dönemde Yakındoğu'nun d iğer Müslüman ü lkelerinde yaşanan batı l ı laşma süreçlerinden oldukça farklı olduğunu gözlemiştir:
"Atatürk, sık bir ormanı andıran Türk siyasetinin içinde sağduyuya dayanan kama şeklinde bir yol açtı. Modern Türkiye 'nin Babası 'nın zamanında, bu kamanın ucu öylesine genişti ki, başlangıçta bütün ormanı temizliyormuş görünüyordu. Onun ölümünü izleyen onyıllar içinde bu geniş yol daraldı; ağaçlar yükseldi, kökleri dört bir yana yayıldı. Ancak bu yolun genel doğrultusu bugün de korunuyor ve istendiğinde bu yol üzerinde yol almak hala mümkündür" (Hottinger 1 977, s.8 1 ) . Hottinger, "ormana rastlantısal ve gelişigüzel yollardan gir
miş" (Hottinger 1 977, s .81 ) d iğer Müslüman devletlerin, Atatürk'ün Türkiye'ye sağladığı tarihsel yön duygusuna, savaşta kazanı lan zaferi takiben yaşanan muazzam ulusal gurur patla- , masına sahip olmadıklarını belirtir.
Atatürk'ün açmış olduğu yol, 1 980 yıl ında ve onun 1 98 1 yıl ındaki doğumunun yüzüncü yılını kutlamaya yönel ik ulusal hazırl ıkların ortasında bir kez daha sınandı. O günlerde, güçlü ve etkin bir devlet yönetimi, yerini, h içbir siyasal partin in seçimlerde diğerleri üzerinde açık bir üstünlük kuramaması sonucunda kurulan zayıf koalisyonlara bırakmıştı. inönü'nün ardıl ı Bülent Ecevit i le Celal Bayar' ın Demokrat Partisin in 1 960'tan sonraki mirasçısı olan Adalet Partisi'n in l ideri Süleyman Demirel hakimiyet kurmak üzere birbiriyle yarışıyorlardı . Atatürk'ün derin bir öfkeyle tepki göstermiş olduğu türden d insel güç odakları yavaş yavaş siyasal arenaya sızmaya başlamışlardı . Atatürk'ün kültür devrimi yukarıdan aşağı gerçekle.ştirilmişti ve, ş imdi , toplumun eğitiml i, şehirli, tamamen batı l ı laşmış kesimleriyle diğerleri arasındaki uçurum giderek genişliyor görünüyordu . Zengin petrol kaynaklarından yoksun Türkiye, Ortadoğu'nun petrol zengin i Müslüman ü lkeleriyle flört etmeye de başlamıştı.
Türkiye'nin ekonomisi daha da kötüleşti; kısmen YlJnan lobisinin nüfuzu sonucunda uygulanan Amerika Birleş ik Devletleri'n in Türkiye'ye yönelik ambargosu, ü lke ekonomisinin açmazını derinleştiriyordu . Ü lkede i lan edilmemiş bir iç savaş içten içe yanıyor, hükümet buna bir son vermeyi başaramıyordu . Türk ordu-
Ölümsüz AtatÜrk'e DÖnüşÜm
su, 1 980'de üçüncü kez müdahalede bulundu. Genera l ler yÖnetimi kendi ellerine a ldıklarında, bunu Atatürk adına yaptıklar ını savundu lar. Yönetimdeki general leri n bazıları, 1 923'te Türkiye Cumhuriyeti kuru lduğu zaman henüz çocuk yaştayd ı lar, bazı ları daha dünyaya bile gelmemişlerd i; ancak, bu askerler Atatü rk'ün "çocukları" olarak, yaşamları Atatürk'ün yaşamının devamı olan son askeri grup olarak algılanıyorlardı . Yeni askeri rej ime başkanl ık yapan General Kenan Evren, Atatürk Samsun'a çıkmazdan bir yıl önce, 1 9 1 8'de doğmuştu. Askeri darbe başarıyla gerçekleştirildikten sonra ülkenin ulusal televizyonunda halka hitaben bir konuşma yapan Evren, şunları söyleyecekti : "Geleceğimizin koruyuculan olan gençlerimizin Atatürk'ün ülkü ve ilkelerinden sapmamalart, yabancı ideolojileri kabul ederek birer anarşist durumuna gelmemeleri için gerekli tedbirler almacaktlf. " Ardından, son iki yıl içinde terörizmi n ü lkede neden olduğu can kayıplarına ilişkin rakamlar verdi -5 bin 241 ölü, 1 4 bin 1 52 yaral ı . Bunlar, Sakarya Savaşı'nda ölen ve yaralanan insanların sayısına yakın rakamlardı . Darbe yoluyla kişisel iktidar kazanma arzusu içinde oldukların ı reddeden generaller, müdahaleyi, mevcut karışıklığ ın üstesinden gelerek Tü rk demokrasisini kurtarmak için gerçekleştirdiklerin i duyurdu lar.
Generallerin 1 2 Eylü l'de iktidarı a ld ıktan sonra yaptıkları i lk resmi işlerden b iri, Anıtkabir'e giderek Atatürk'ün manevi huzuruna çıkmak, onun pembe mermer mozolesine bir çelenk bırakmak oldu . Yapı lan saygı duruşundan sonra, General Evren Anıtkabir özel defterine bir yazı yazdı; bu, asl ında, sanki hala hayattaymış gibi, Atatü rk'e yazı lan bir mektuptu. Evren, "Büyük Önder Atatürk" ifadesiyle başlayan yazısında, Atatürk ülkü lerin in bekçisi olan Tü rk ordusunun Türkiye'yi "karanltğa ve çaresizliğe" doğru sürükleyenleri durdurmak için duruma müdahale etmek z.orunda ka ldığını bildiriyor, müdahalenin gerekçelerini açıklıyordu . 1 69 Mektup, şu ifadeyle son buluyordu: "Seni bir kez daha şükran ve minnettar/ık duygulanyla antyor, önünde saygıyla eğiliyoruz." Böylece, ülkenin en yetkil i kişisi Atatürk'ün hala yaşadığını teyit etmiş oluyordu. Bu, gerçekte, ölümsüzlük mirasın ın bir ifadesiydi .
169 Daha sonra General Evren Türkiye cumhurbaşkanı seçilmiştir (dolayısıyla iktidarda kalmayı sürdürmüştür). Türkiye. yeniden sivil bir hükümete Aralık 1 983' te kavuşmuştur.
PSiKOLOJiK ÖZET
M ustafa Kemal Atatürk'ün kişisel geliş imini çocukluğundan başlayarak ölümsüz Atatürk oluncaya kadar geçen bütün
bir süreç içinde öykü lendi rmeye, onun kendi iç dünyasıyla -kurucusu olduğu ve daha sonra modern bir ulusa dönüştürdüğü Türkiye olarak- dış dünyası arasında oluşan karşı l ıkl ı etki leşimi çözümlemeye çalıştık. Atatürk'ün bireysel gelişim sürecin in kl in ik yan larına d ikkati çekerken, bun ların, anlatımın kendi doğal akışını kesintiye uğratmamasına özen gösterdik. Burada, bizim Atatürk'ün kişi l iğine ve onun bi reysel gelişiminde önemli etkilerde bulunmuş gel işmelere i l işkin kavrayışımızı kısa bir özet şekl inde sunmamızın yararl ı olabi leceği kanısındayız.
Altını çizd iğimiz önemli temalardan biri, Küçük Mustafa'nın bir ölü ler evinde, onu hem daha önce ölen çocukların ın yerin i a lan bir bebek, hem de yeni b i r umut olarak gören bir "kederli anne"nin çocuğu olarak dünyaya gelmesiydi . Mustafa, kendi kederli annesi için, daha önce ölen çocuklarıyla kendisi arasında bağ kuran özel (kurtarıcı) bir çocuktu. Mustafa Kemal' in kendi kendine yeterli l ik, d iğer insanlara gereksin im duygusundan bağışıklık ve dünyada seçkin bir yere sahip olma arzusu konusunda özel bir deneyimi ifade eden ve psikanalitik terminoloj ide "görkeml i benl ik" olarak isimlendiri len özgü l benl ik algısının etrafında geliştiğ i olgu da söz konusu bu özel · oluş idi . Sahip olduğu bu görkemli benl ik, iyi ve doygunluk verici bir annelikten yoksunluk deneyimine karşı kendisin i savunmaya yönelik olarak özsaygısının abartılı b ir nitelik kazanmasına yol açtı. Biz, yeni doğan çocuğu Mustafa'nın da d iğer çocukları g ibi ölebi leceğinden ve yaşadığı kederin daha da derinleştireceğinden korkan Zübeyde'nin bu korku nedeniyle yeni bebeğine karşı bir çekingenlik (aloofness) geliştird iğine inanıyoruz -kendi ana sütünün bir süt annenin tutulmasını gerektiren yetersizliği nedeniyle daha da derin leştirilen bir çekingenlik. Buna ek olarak, Zübeyde yeni çocuğuna karşı aşırı i lgi l i (overintrusive) ve aşırı ayartıcı (overseduc-
Ölümsüz Atatürk
tive) bir tutum gel iştirmiş olabi l i r; bizim muhtemel gördüğümüz böyle bir tutum, Mustafa'n ın giderek artan "özel oluş" duygusuna katkıda bulunmuş olabi l ir .
Küçük Mustafa'nın görkeml i benliği, onun temel karakter özelliğ iyd i . Babası öldüğünde yaşamının öd ipal aşamasında olan Mustafa'nın zamanından önce gerçekleşen öd ipal zaferi de buna eklendi . Bizim öne çıkard ığımız bir d iğer tema, Mustafa'n ırı babasından a ld ığ ı "armağan"d ır, yani, hastal ığ ına ve gözden düşmüşlüğüne rağmen Ali Rıza'nın oğ lunu annes in in Müslüman yaşam tarzından ve tercih lerinden uzaklaştırarak onun modern ve batı l ı bir eğitim almasını sağ lamış olmas ıd ı r. Bunun genç Mustafa için an lamı, armağan verici bir babanın annesiyle olan bunaitıcı i l işkisinden psikoloj ik olarak uzaklaşmasında kendisine yard ım etmiş olmasıd ır .
Babasının ölümü, Mustafa'yı, "yeterince iyi" b i r baba i le doyurucu düzeyde gerçek bir karş ı l ıklı etkileşim içine g irme olanağından yoksun bıraktı. Oysa, sağ bir baba ve bu tür karşı l ıkl ı etkileşimier, kendi abartı l ı özsaygısın ı yatıştırıp bunları dengeye kavuşturmasında Mustafa'ya yardımcı olabil irdi . Mustafa, kendi ödipal çatışmaların ı çözüme kavuşturmaya g irişirken, kendisiyle etkileşim kurabi leceği ü lkü leştiri lmiş güçlü bir baba imgesi geliştirdi ve bunu muhafaza etti. Babasına ilişkin geliştirdiği bu ü lküleştiriimiş baba imgesi, kendi ü lkü leştirilmiş görkemli ben liğinin bir tamamlayıcısı durumundaydı ve Mustafa bu ikis in i kend inde bütünleştirmeye çalıştı . Mustafa, yetişkinl ik döneminin başlarında, babasının ü lkü leşti ri Imiş imgesini -buna layık olsun ya da 01-masınlar- çevresindeki d iğer yaşlı erkeklere yükledi . Mustafa Kemal, ayrıca babasının zayıf, kötü baba olarak görü ndüğü ikinci bir baba imgesine sahipti . Bununla birlikte, bu kötü baba imgesi, ü lküleştirilmiş iyi baba imgesinden koparıimış (d isassociated) durumdaydı. Daha sonraları, Mustafa Kemal kötü baba imgesini padişah gibi çevresinde bulunan bazı kişilere yükled i ve ödipal zaferini bunlar üzerinde yinelemekten haz duydu.
Birey, erginl ik yıllarında, kendi benlik sistemini pekiştirme konusunda ikinci bir olanak elde eder; kendine ve yaşamında önemli bir yere sahip d iğerlerine ilişkin çocukluk imgelerine "zo·· runlu olarak" geri döner ve bunları gözden geçirir. Mustafa Ke-
Psikolojik Özet
mal, annesinin ikinci evl i l iği nedeniyle, yaşamının söz konusu bu kritik yıllarında ağ ır b i r darbe a ld ı . Böylece, ergenlik dönemi sırasında yaşanması muhtemel yararlı bir dönüşümden faydalanamadan, o güne kadar kişi l iğinin temel karakteri olarak var olmuş karakter özelliklerini güçlendirip pekiştird i. Bütün ü lkü leştiri lmiş iyi benlik ve nesne imgelerini kendine mal etme (ya da ü lkü leştirilmiş kişilerin bir uzantısı olabildiği sürece bunları d iğerlerine yükleme), onun temel karakter özell ikleri aras ındaydı .
Otuzlu yaşlarda Gelibolu'da savaştığı sıra bir şarapnel parçasının kalbine isabet etmesine rağmen sağ kalması, psikolojik açıdan, onun çocukluğunda bi l inçsiz olarak geliştirmiş olduğu ve annesiyle paylaştığı biriciklik (yan i ölümsüzlük) fantezis inin gerçeklik içinde sınanması anlamına geliyordu. Mustafa Kemal, d iğerlerinde ü lküleştirilmiş bir baba imgesi aramaktan ziyade kend i benliğinin içerdiği ü lküleştirilmiş baba imgesine daha s ıkı sarılmaya başladı. 1 9 Mayıs 1 91 9'da Samsun'a çıkıŞı, onun kendi iç dünyasında önemli yere sahip adımlardan biriydi . Bu, yeniden doğuş g ibi bir şeydi -onun ü lküleştirilmiş baba imgesini de içeren görkemli ben liğinin pekişmesi ve yeniden bi l lurlaşması. Böylece, daha atak, cesur ve kararlı bir tarzda hareket etmeye başlad ı .
"Kederli b i r u lus"un varlığı, Mustafa Kemal'e, kendi ruhsal dünyasında yaşattığı kederli anne imgesini yansıtacağı d ışsal bir gerçeklik sundu. Kederli u lus, ona, yaşamı boyunca sü recek Türk u lusunu kurtarma ve onarma misyonunu kazandırd ı . Atatürk (ülküleştirilmiş baba Türk) unvanını aldığında kederli ulus onarılmış durumdaydı. Diğer bir ifadeyle söylersek, kendi çocukluğunun mutsuz ortamını mutlu ve muhteşem bir ortama dönüştürmüştü . Mustafa Kemal, ele geçirdiği i lk fırsatta tarihsel arenayı kendi içsel dramının yaşandığ ı sahne olarak kullandı. Onun ruhsal dünyasının temel talepleri ile içinde yaşadığı d ış dünya arasında bir "uyuşma" var görünüyordu . Söz konusu "uyuşma" olmadığı zamanlarda, Mustafa Kemal, kendi görkemli özkavramının tutarl ı l ığ ın ı güvenceye alabilmek için, sürekli olarak dış dünyayı kendi içsel ihtiyaçlarına karşı l ık verecek şekilde değiştirmeye çalıştı. Atatürk'ün mesleki yaşamı, bir liderin içinde d ış dünyaya uyarlanabildiği ve onu kendi iç dünyasın ın ihtiyaçlarını karşılayacak
Ölümsüz Atatürk
şeki lde biçimlend irebi ld iğ i yolların neler olduğu konusunda zengin bir materyal sunar. Atatü rk'ün askerl ik ve modern izasyon alan larında gerçekleştird iğ i bütün yaratıcı ça l ışmaların hepsi onun kiş i l ik yapısın ın doğrudan birer ürünü olmamakla birl ikte, bunların pek çoğunu harekete geçiren faktör, onun kiş i l ik yapısının ta lep leri olmuştu r. Tarihçiler, tarihsel nedensel l ik i l işki/erin in değerlendir i lmesi sırası nda psikoloj ik faktörleri gözardı edemezler.
Fiziksel ya da yapısal faktörler psikanal izin uzmanl ık a lanı d ışında ka l ırlar; fakat, Atatürk'ün durumunda, onun görkeml i kişil iğ i i le fi i l i fiziksel ya da yapısal yapısı arasında da bir "uygun luğun" var olduğu görünüyor. Bu durum, onun kiş i l iğ in i, kend isi açısından, kendi temel ruhsal beklentilerine uygun davranamayan fakat eşanl ı olarak bir görkeml i l ik i l lüzyonuna sahip olan görkemli kişi l ik örneklerin in pek çoğunda gözlendiği gibi bir ayakbağı deği l, bir avantaj haline getirmiştir. Atatürk her şeyi herkesten daha iyi bi /diğine ve dolayısıyla herkesten daha iyi bir kurtarıcı olabileceğ ine inanmıştı. Bu, kendis i için bir avantaj teşkil etti ve onun kararlı b ir şeki lde hareket etmesini sağladı .
Gerçekte, Atatürk son derece zeki ve yakışıklı b i r adamdı. Çocukluğundan itibaren, z ihni kend i kişisel görünümüyle, güzell ik ve güç olgularıyla meşguldü. G iyimine çok özenir, çevresindeki hayranlar grubuna çok d ikkat ederdi . Ben merkezl i bir kişiliğe sahip olan Mustafa Kemal, Türk u lusu i le i lişkisinde nesneye bağl ı konumdaydı. Türk ulusu i le kendi arasındaki bu yoğun i l işkinin kökeni bencil olarak n itelendirilebilecek bir arzudan (kendisini daha iyi beslemesi için kederli anneyi kederinden kurtarma arzusu) kaynaklanmış olabi l i r; bununla birl ikte, yetişkin l ik çağında bu i lk motivasyonuna bir yücelik atfetmiş ve kendin i halkına adamış gerçek bir vatansever olarak davranmıştır. Kendi gündel ik faaliyetlerinde ve bire bir i lişkilerinde iğneleyici ve küçümseyici tavırlar sergileyen, kendisine hayranl ık duymayan ya da eleştirel bir hayranl ık sergileyen insanlara asla sadık kalmayan M ustafa Kemal, Türk u lusuna tam bir sadakatle bağlıydı . Karşıt görüşlerin ortaya atılmasın ı istediği anlarda, sonuç olarak kend i görüşlerinin geçerli kalacağından hiç kuşku duymazdı .
Psikolojik Özet .
Atatürk'ün bir fantezi durumundan al ıp bütün Türk ulusunun tanıkl ık ettiği bir gerçekl ik durumuna taşıdığı biricikliği, onun kişi l iğinin hakim temalarından ya lnızca bir tanesiydi . Bir d iğer önemli tema, yine yaşamının ilk evresinde yaşanmış doyurucu olmaktan uzak annelik deneyimiyle bağlantılı olarak ortaya çıkmış olan oral (ağızcıl) bağıml ı l ıktı: Mustafa Kemal' in baskın konumdaki büyük benliği paradoksal olarak onun baskın yanını teşvik eden bağıml ı benl iğini gölgelemiş, böylece, Mustafa Kemal savunma ve uyum açısından bütünlüğünü koruyabi lmiş ve kendi bağımlı yanının farkına varmaktan sakınabi lmiştir. Dolayısıyla, Mustafa Kemal' in kend i görkemli yanıyla bu yan ın ı h içbir zaman birbiriyle kaynaştır ıp bir bütün haline getirmemiş olduğunu söyleyebil iriz. Bunun sonucu olarak kendisinde ortaya çıkan çelişki ler, onu son derece karmaşık bir k iş i durumuna getirmiştir. Atatürk, kendi karşıt görünümleriyle başa çıkabilmek için, baskın konumdaki görkemli benl iğinin tutarl ığını sağlamak, gerçekten bir numaral ı i nsan olmak, d iğer insanlar ve tarih tarafından bu şekilde kabul edi lmek için çok çalıştı. Zaman zaman, kendi çelişkili imgelerini bütün leştirmeye yönel ik girişimleri sonucunda ortaya çıkan gergin l ikten kaçınabi lmek için bunlar arasındaki uçurumu daha da büyütüyordu. Dolayısıyla, sık sık, meseleleri siyah ya da beyaz olarak görme eği l imi gösteriyordu - yani şeylerin "bütünüyle iyi" veya "bütünüyle kötü" olması.
Atatürk'ün Türk u lusuna duyduğu sevgi, onun annesine karşı duyduğu yüceleştiri imiş i lk sevgi duygularıyla bağlantıl ıyd l . Yetişkin l ik döneminde Atatürk' ün b ir yandan kendisiyle gerçek annesi arasına törensel bir mesafe koyarken d iğer yandan "kederli anne" imgesini ; Türk ulusunu iyi leştirme arayışına g i rmiş olması i lg inçtir. Atatürk ender olarak agresif dürtüsünü d ışa vu ruyordu; fakat, s ın ırlara sayg ı gösterme konusunda babasından aldığı mirasla, bu agresifl iğ in i d izg in leyebi l iyordu .** Ora l bir n itel ik gösteren sald ırganl ığı (pek çok oral karakter özel l iğine sah ip olduğu düşünü lürse bu durum şaşırtıcı deği ldir) kaba deği l, ince ve asi lleştir i lmişti -hatip l ik konusunda sahip olduğu olağanüstü yete-
• Klasik psikanalize göre ruhsal yapının gelişmesi çeşitli dönemlerden geçerek olur. Her bir dönem, o dönemde baskın olan biyolojik fonksiyonlarla isimlendiriHr. Oral (ağızcıl) dönem yaşamın ilk yılına aittir .
•• Agresif tutum (aggression) psikanalizde bir iç dürtüyü ifade eder.
Ölümsüz Atatürk
ek gibi . Oral karakterinin bir d iğer ifadesi, insanları "sözlü sınavlar" a tabi tutmasıyd ı . B i r insanı i lgi göstermeye layık bu labi lmesi ve onu "değerli" bir taraftar addedebi lmesi için o insanın bu sınavları başarıyla geçmesi gerekiyordu .
Görkemli benliğe sahip l iderler i k i genel kategoriye ayrılabi l i rler. Bunlardan biri, kendi görkemli benl iğinin tutarl ığ ın ı diğerlerini kendi gözünde değersiz kı lmak ve böylece kendin i üstün h issetmek su retiyle sağlamaya çalışan yıkıcı l iderdir . Yıkıcı görkeml i l ider dikkate değer düzeyde bir teh l i ke oluşturur. Tarih, b i r g rubu değersizleştirmeye yönel ik aşırı b i r i htiyacın s ık s ık o grubun tamamen yıkıma uğratı lmasına yol açtığ ın ı gösterir. Yıkıcı l ider açısından, değersiz k ı l ınmış kişiler ya da grupla r, onun kendi bölünmesinin, değersiz kı l ınmış ben l iğ in in ve nesne imgelerin in hedefi haline gel i rler ve yıkıcı l ider bu kişileri ya da g ru pları baskı altında tutma veya imha etme zorunluğu h isseder:
Diğer görkeml i l ider tipi onarıcı l ider tipidir ve Atatürk bu kategorinin bir temsi lcisidir. Onarıcı l ider, kendi "değerli" taraftarların ın hayranl ığ ını kazanmak ister ve olab i ldiğince yüksek düzeyde etkileyici b i r destek kazanabilmek için onları yüceltmeye girişir. Taraftarlar (örneğ in Atatürk için Türkiye) ü lkü leştir i l ir ler; böylece bunların z ih insel tasarımları (representations) l iderin görkeml i ben l iğiyle içiçe geçer ve onun ruhsal dünyasını daha tutarlı kılar.
Kimi açılardan onarıcı görkemli l ider i le yıkıcı görkemli l ider arasındaki ayrım, bel l i koşul larda biri d iğerine dönüşebileceğ i için, yapay bir ayrımdır. Bununla bir l ikte, Atatü rk, kend isiyle halkı arasındaki büyük "uyuşma" nedeniyle onarıcı l ider konumunu devam ettirmiştir. Söz konusu "uyuşma" ona kendi görkemli ben l iğine sık sıkı sarılma olanağı vermiş, Türk ha lkın ın onu olağanüstü bir insan olarak a lg ı lamasını sağlamıştır. Bu kitabı yazdığımızda ölümünün üzerinden kırk yıl ı aşkın b i r zaman geçmiş olmasına karşın" , onun imgesi hala Türkiye'de u lusal bir l iği besleyen b i r öğe olarak kullanılmaktadır. Bu açıdan, Atatürk, m istik imgesi güçlü bir b i rleşti rici olarak var olmaya devam eden bir
• Örneğin, Hitler b i r yıkıcı liderdi .
•• Ölümsüz Atatürk ilk kez 1 984'te basıldı.
Psikolojik Özet
peygamber gibid ir. Modern l iderlerden h içbiri Atatü rk' ün Tü rkler arasında elde ettiğ i ölümsüzlük düzeyine erişememiştir.
Atatürk, Tü rk u lusunu onarma süreci içinde, ikametgahındaki akşam yemeklerine törensel bir nitel ik kazandırmış, pek çok tasarımını her akşam ikametgahına çağ ırdığı bir grup insanla müzakere etmiştir. Kendisi bu ortam içinde geri çeki ldikten sonra egosunu daha yaratıcı yapabi lecek (regression in the service of the ego) bir mekan izmayı ku l lanabi l iyordu . Söz konusu törensel akşam yemekleri s ı rasında, bir bakıma, deneysel ve yaratıcı bir oyunsal etkin l ik içindeki bir çocuk, bir sanatçı gibiyd i . Oyun aracı ise Tü rkiye'yd i . Aracını daha iyi hale getirme ihtiyacı, onu, ü lküleşti riimiş bir ürün ortaya koyma çabası içinde kendi i radesini u lusa dayatmaya zorladı . Yaşamı boyunca bütün gücünü ve emeğini Türkiye için harcad ı ve yaşamı, -kend i lerin i içki içme ve si roz şeklinde ortaya koyan- oral çatışmalarına geri çekilerek tesl im olma biçiminde sona erd i . insan, ister istemez bütün bir süreci romantikleştirme ihtiyacı duyuyor; olağanüstü yaratıcı bir sentez içinde Türkiye'ye verebileceği her şeyi verdikten sonra yaşamının bir tür "fedakarca intihar" ile sona erdiğini söylemek istiyor. Kim bi l ir, belki de bu son söylediğimiz ge.rçeğe daha yakındır.
REFERANSLAR
Abse, D.W., ve Jessner, L. 1 96 1 . ''The Psychodynamic Aspects of Leadership."S. Graubard ve G. Holton, ed., Excellence and Leadership in a Democraey, s. 693-71 0. New York: Colombia University Press.
Abse, D.W., ve Ulman, R.B. 1 977. ·Charismatic Political Leadership and Collective Regression."R.S. Robins, ed., Psychopathology and Political Leadership, s.35-52. New Orleans: Tulane University Press.
Adıvar, H.E., 1 926. Memoirs of Halide Edib. New York: Century Co. --o 1 928. The Turkish Ordeal. New York: Century Co. --o 1 935. The C10wn and His Daughter. London: George Alien & Unwin.
Turkish ed. Sinekli BakkaL. istanbul: Ahmet Halit Kitabevi, 1949. Afetinan, A. 1 958. Herkesin Bir Dünyası Var. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi. --o 1 959. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara: iş Bankası
Yayını. -- o 1 968. Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazamlması. istanbul: Milli
Eğitim Basımevi. --o 1 97 1 . M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım. H. Yücebaş, ed.,
Atatürk'ün Nükteleri-fıkraları-Hatıraları (2d ed.), s. 1 81 -83. istanbul: Kültür Kitabevi.
Anderson, M.S. 1 966. The Eastem Question. London: Macmillan. Apak, R. 1 957. Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları. Ankara: E.U. Basımevi. Arar, A. 1 958. Son Günlerinde Atatürk. Ankara: Selek Yayınları. Armstrong, H.C. 1 932. Grey Wolf-Mustafa Kemal: An /ntimate Story of a
Dictator. London: Arthur Barker, Ltd. Atatürk, M .K. 1 952. Atatürk'ün Söyle v ve DemeçIeri. LCilt, istanbul: Türk
inkılap Tarihi Enstitüsü. --o 1 964. Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyanname/eri. Ankara: Anka
ra Üniversitesi Basımevi. --o 1 927. A Speech Delivered by Ghazi Mustafa Kemal, Oct. 1 927.
Leipzig: K .F . Koehler, 1 929. Atay, F.R. 1 965. Atatürk 'ün Hatıraları 1914- 19 19. Ankara: Türkiye iş Ban
kası Kültür Yayınları.
ÖlÜmsüz Atatürk
--. 1 980. Çankaya. istanbul: Bateş. Aybars, E. 1 975. istiklal Mahkemeleri. Ankara: Bilgi Yayınevi. Ayda, A. 1 975. Interview with V.D. Volkan, 1 April, Ankara. Aydemir, Ş.S. 1 969. Tek Adam. 3 cilt, istanbul: Remzi Kitabevi. --o 1 974. V.D. Volkan ile 20 Kasım ve 1 3 Aralık tarihli görüşme,
Ankara. Bach, S. 1 977. OlOn the Narcissistic Stage of Consciousness.· International
Journal of Psycho-analysis 58:209-33. Baydar, M. 1 967. Atatürk'le Konuşmalar. 3d ed. istanbul: Varlık Yayınları. Bayur, Y.H. 1 963. Atatürk, Hayatı ve Eseri. Ankara: Güven Basımevi. Berkes, N. 1 975. Türk Düşününde Batı Sorunu. Ankara: Bilgi Yayınevi. Berlin, ı. 1979. "Nationalism: Past Neglect and Present Power." Partisan
Review 46:337-58. Black, C.E., and Helmreich, E.C. 1 959. Twentieth-Century Europe: A
History. New York: Alfred A. Knopf. Bios, P. 1 967. ''The Second Individuation Process of Adolescence.· The
Psychoanalytic Study of the Child 22:1 62-86. --o 1 979. The ' Adolescent Passage. New York: International
Universities Press. Borak, S: 1 970. Atatürk'ün Özel Mektuplan. 2d ed. istanbul: Varlık
Yayınevi. Bozdağ, i. 1 975a. Atatürk ve Eşi Latife Hanım. istanbul: Kervan Yayınları.
--o 1 975b. Atatürk'ün Sofrası. istanbul: Kervan Yayınları. Brock, R. 1 954. Ghost on Horseback: The Incredible Atatürk. New York:
Duell, Sloan & Pearce. Brody, M .W. 1 952. "The Symbolic Significance of Twins in Dreams."
Psychoanalytic Quarterly 31 : 1 72-80. Busch, B.C. 1 976. Mudros to Laussanne: Britain's Frontiers in West Asia,
1918-1923. Albany, N.Y.: State University of New York Press. Çambel, P. 1 975. V.D. Volkan ile, 5 Ocak tarihli görüşme, Ankara. Cebesoy, A.F. 1 953. Milli Mücadele Hatıraları. 2 cilt, istanbul: Vatan Neşri-
yatı. --o 1 967. Smıf Arkadaşım Atatürk. istanbul: inkılap ve Aka Kitabevleri. Çetiner, Y. 1 964. Article on Emine H. Cumhuriyet, 1 0 Nov. Cocks, F.S. 19 18. "The Secret Treaties. London: Union of Democratic
Control, Formation.· Journal of the American Psychoanalytic Association 30:599-620.
Referanslar
Cumming, H .H . 1 938. Franco-British Rivalry in the Post-War .Near East. London: Oxford University Press.
Cunbur, M. 1 973. "Atatürk'ün Musiki Üzerine Düşünceleri". Cumhuriyet'in 50. Yılma Armağan, 41 :A3 Ankara: Türk Kültür Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Davison, R. H . 1953. "Turkish Diplomacy from Mudros to Lausanne."G.A. Craig and F. Gilbert, ed., The Diplomats. Princeton, N.J.: Princeton University Press.
Denktaş, R.R. 1 980. V.D. Volkan ile 1 8 Ekim tarihl i görüşme, N icosia.
Dilacar, A. 1 974. "'Denizbank' Olayı", Türk Dili 30:872-75.
Dwight, H.G. "Saloniki." National Geographic Magazine 30:203-32. E l l ison, G. 1 923. An Englishwoman in Angora. London : Hutchinson.
Egüz, S. 1 969. Koro için Halk Türküleri. Ankara: Ayyıldız Matbaasl.
Ergin, O. 1 939-43 . Türkiye Maarif Tarihi. 5 cilt istanbu l: Osman Bey Matbaasl.
Erikson, 1 977. Toys and Reason. New York: Norton. Freud, A. 1 936. The Ego and the Mechanisms of Defense. cilt 2 of The
Writings of Anna Freud. New York: International Universities Press, 1 966.
Freud, S. 1 900. Interpretation of dreams. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, cilt 4 ve 5. London: Hogarth Press, 1 953.
-- o 1 9 1 7. "Mourning and Melancholia."The Standard Edition of the Comp/ete Psycho/ogica/ Works of Sigmund Freud, cilt 1 1 , s . 57-1 37. London: Hogarth Press, 1 957.
-- o 1 921 . "Group Psychology and the Analysis of the Ego. "The Standard Edition of the Comp/ete Psych% gical Works of Sigmund Freud, cilt 1 8, s. 54-1 43. London: Hogarth Press, 1 955.
Froembgen, H. 1 937. Kemal Atatürk. Trans. K. Kirkness. New York: Hillman-Curl.
Georges Gaulis, B. 1 92 1 . Le nationa/isme Turque. Paris: Librairie Plon. --. ' 1 922. Angora, Constantinople, London, Moustafa Kemal et la
politique ang/aise en Orient. Paris: Librairie Armond Colin. -- o 1 924. La nouvelle Turquie. Paris: Librairie Plon. Gibb, H.A.R., ve Bowen, H. 1 957. "The Dervishes."ls/amic Society and the
West, cilt 1 , cilt 2, s. 1 79-206. London: Oxford University Press.
Ölümsüz AtatÜrk
Gökçen, M. 1 . 1 975. "Kemalist Turkey and Music." Paper read at the annual meeting of the Society for Ethnomusicology, 1 6-1 9 October 1 975, Wesleyan University, Midd letown, Connecticut.
Gökçen, S. 1 974. V.D. Volkan ile 2 ve 5 Aralık tarihli görüşme, Ankara. Graham, S. 1 939. Alexander of Yugoslavia . New Haven, Conn. : Yale
University Press. Granda, C 1 973. Atatürk'ün Uşağı idim . istanbul: Hürriyet Yayınları. Grey, E. 1 925 . Twenty-five Years, 1892- 1916. 2 . cilt New York: Frederick
A. Stokes Co. Güntekin, R.N . 1 949. The Autobiography of a Turkish Gir/. Trans. W.
Seedes. london: Alien & Unwin. Gürsoy, lo 1 974. V.D. Volkan ile 16 Ekim tarihl i görüşme, Ankara. Hamilton, Sir lan. 1 920. Gallipoli Diary. New York: G. H. Doran Henderson, G.B. 1 947. Crimean War Diplomacy and Other Historical
Essays. Glasgow: Jackson, Son & Co. Hershlag, ı.Y. 1 958. Turkey: An Economy in Transition. The Hague: Von
Keulen. Hoffman, D.S. 1 965. "An Introduction to Music in Modern Turkey."
Consort 22 :54-61 . Hottinger, A. 1 977. "Turkey's Search for Identity: Kemal Atatürk's
Heritage." Encounter 48:75-81 . iğdemir, U. 1 962. Mustafa Kemal Atatürk, Anafartalar Muharebatma Ait
Tarihçe. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. imece, M.S. 1 959. Atatürk'ün Şapka devriminde Kastamonu ve inebolu
Seyahatlafı, 1925. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. ipekçi, A. 1 974. "Konuğumuz Celal Bayar". Milliyet, 1 1 ve 1 2 November. Itzkowitz, N. 1 972. Ottoman Empire and Islamic Tradition. New York:
Alfred A. Knopf. Kabaklı, A. 1 973. "Atatürk'e Sormuşlar". Tercüman, 1 7 August. Karaı' EL 1 956. Atatürk'ten Düşünceler. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi. Karaosmanoğlu, Y.K. 1 966. Sodom ve Gomore. Ankara: Belgi Kitabevi.
--o 1 971 . Atatürk. 4th ed. istanbul: Remzi Kitabevi. Kerrıberg, O.F., 1 975. Borderline Cond;t;ons and Pathological Narc;ss;sm.
New York: Jason Aronson. KılıÇ, A. 1 955. Kılıç Ali Hatlfalaflm Anlatıyor. istanbul: Hisar Matbaasl.
461i.
Referanslar
Kinross, Lord. 1 965. Atatürk: A Biography of Mustafa Kemal, Father of Modern Turkey. New York: William Morrow & Co.
Kızıldağlı, E. 1 979. "Atatürk'ün Bir Dişi". Dirim 54: 1 82-83. Kocatürk, U. 1 973 . Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi. Ankara: Anakara
Üniversitesi Basımevi.
Levy, M.J . , J r. 1 966. Modernization and the Structure of Societies: A Setting for International Affairs. 2. cilt, Princeton, N.J. : Princeton U niversity Press.
--o 1 972. Modernization: Latecomers and Survivors. New York: Basic Books.
Lewis, B. 1 968. The Emergence of Modern Turkey. 2d ed. London: Oxford University Press .
Lewis, R. 1 97 1 . Everyday Life in Ottoman Turkey. London: B.T: Batsford; New York: G.P. Putnam's Sons.
Lidz, R.w. 1 981 . Written communication to V.D. Volkan. Lifton, R.J . 1 968. Revolutionary Immortality. New York: Random House. Liman von Sanders, ,Otto. 1 927. Five Years in Turkey. (Reprinted from the
August Scherf edition, Berlin, 1 920.) Annapolis, Md.: United States Naval l nstitute.
Mack, J .E., 1 979. Foreword. V.D. Volkan, Cyprus-War and Adaptation: A Psychoana/ytic History of Two Ethnic Groups in Conflict. Charlotteville: University Press of Virginia.
--. 1 980. V.D. Volkan ile görüşme. Markides, K.C. 1 977. The Rise and Fa/l on the Cyprus Republic. New
Haven and london: Yale University Press. McCarthy, J. 1 980. "Greek Statistics on Ottoman Greek Population."
International Journal af Turkish Studies 1 :66-76. Melzig, H. 1 944. inönü Diyor ki. istanbul: Ülkü Basımevi. Modelı, A.H. 1 976. "The 'Holding Environment' and the Therapeutic
Action of Psychonalysis." Journal of the American Psychoanalytic Association 24:285-307.
Moore, F. 1 906. ''The Coveted City of Salonica." Harper's Weekly, 27 October, S. 1 537-39.
Niederland, 1 97 1 . ''The Naming of America."M. Kanzer, ed., The Unconscious Taday: Essays in Honor of Max Schur. New York: International Universities Press.
--. 1 977. V.D. Volkan ile yazışma. Nur, R. 1 968. Hayat ve Hatıralarim. 3. c! lt, istanbul: Altındağ Yayınları.
Ölümsüz Atatürk
Oranlı, Z. 1 967. Atatürk'ün Şimdiye Kadar Yaymlanmamış Amlan: Anlatan Ali Metin, Emir çavuşu. Ankara: .Alkan Matbaası.
Orbay, R. 1 962-63. Rauf Orbay'ın Hatıraları. Yakm Tarihimiz, March 1962-January 1 963.
Orga, i. 1 958. Phoenix Ascendant: The .Rise of Modern Turkey. London: Robert Hale.
Özbek, A., and Volkan, V.D. 1 976. "Psychiatric Problems within the Satellite Extended Families of Turkey." American Journal of Psychotherapy 30:576-82.
Öztürk, O.M. 1 963. "Psychological Effects of Circumcision as Practiced in Turkey.' Turkish Journal of Pediatrics 7: 1 26-30.
--o 1 973. "Ritual Circumcision and Castration Anxiety." Psychiatry 36:49-60.
Öztürk, O.M., and Volkan, V.D. 1 97 1 . "The Theory and Practice of Psychiatry in Turkey." American Journal of Psychotherapy 25:240-71 .
Parushev, P. 1 973. Atatürk, "Demokrat Diktatöt". Trans. N . Yılmaer. istanbul: Güryay Matbaası .
Pasinler, G . 1 938. Memoirs. Akşam, 1 3 December. Pollock, G. 1 975. "On Mourning, Immortality, and Utopia." Journal of the
American Psychoanalytic Association 23:334-62. Ramazani, R.K. 1 981 . V.D. Volkan ile görüşme. Rechid, 0. 1 927. Douze chants d'Anatolie. Paris: Heugel. Rochlin, G. 1 973. Man 's Aggression: The Defense of the Self. Boston:
Gambit. Rogers, R. 1 980. V.D. Volkan ile görüşme. Rustow, D.A. 1 965. "Enver Pasha."The Encylopaedia of Islam, ed. B. Lewis,
C. Pellat, and J. Schecht. Leiden and London: E.J. Brill and luzac & Co. --o 1 970. "Atatürk as Founder of a State."D.A. Rustow, ed.,
Philosophers and Kings: Studies in Leadership. New York; George Braziller.
EI-Sadat, A. 1 979. In Seacrh of Identity: An Autobiography. New York: Harper Colophon Books.
Şapolyo, E.B. 1 959. Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi. Ankara: Refet Zaimler Yayınevi.
Saydam, M., and Atay, F.R. 1 926. "Büyük Gazinin Hatıralarından Sahifeler". Hakimiyet-i Mil/iye, 1 9 March-1 2 April.
Referanslar
Schiller, J.C.F. von. 1 798-99. Wallenstein. Trans. S.T. Coleridge. D. Coleridge, ed., The Dramatic Works of Samuel Taylor Coleridge. london: Edward Noxon, 1 852.
Schur, M. 1 972. Freud, Living and Dying. New York: International Universities Press.
Selek, S. 1 974-75. "Ölümünün Birinci Yılında inönü veya: inönü-Atatürk Ayrılığı". Milliyet, December 1 974-January 1 975.
Shah, Sirdar ikbal Ali. 1 934. Kamal: Maker of Modern Turkey. london: Herbert Joseph.
Sharpe, E.F. 1 937. Dream Analysis. New York: Brunner/Mazel, 1 978. 5haw, S.J. 1 976. History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, dlt
1 . Cambridge: Cambridge Unversity Press. Shaw, S.J ., and Shaw, E.K. 1 977. History of the Ottoman Empire and
Modern Turkey, cilt 2. Cambridge: Cambridge University Press. Sinha, R.K. 1 972. Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi (1919- 1928).
istanbul: Mi ll iyet Yayınları. Stratton, A. 1 972. Sinan. New York: Charles Scribner's Sons. Sümer, EA 1 970. "Changing Dynamic Aspects of the Turkish Culture and
Its Significance for Child Training."E.J. Anthony and C. Koupernik, ed., The Chi/d and His Family, s. 41 3-28. New York: Wiley Intersdence.
Terzioğlu, SA 1 964. insancıl Atatürk. istanbul: Ak Kitabevi. Tesal. K. 1 975. Interview with V.D. Volkan, 1 3 May, Ankara. Tevetoğlu, F. 1 97 1 . Atatürk'le Samsun'a Çıkanlar. Ankara: Ayyıldız
Matbaası. Trumpener, U. 1 968. Germany and the Ottoman Empire, 1914-1918.
Princeton, N.J.: Princeton University Press. Tuncak, A. 1 974. V.D. Volkan ile 5 Aralık tarihli görüşme, Ankara. Turkish National Commission for UNESCO. 1 963. Atatürlc Trans. A.J.
Mango. Ankara: University of Ankara Press. Uğur, D. 1 975. V.D. Volkan ile 29 Nisan tarihli görüşme, Ankara. Ünaydın, R.E. 1 930. Anafartalar Kumandant Mustafa Kemal ile Müıakat.
istanbul: Hamit Matbaası. --. 1 957. Atatürk'ü Özleyiş. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Volkan, V.D. 1 972. ''The Linking Object of Pathological Mourners."
Archives of General Psychiatry 27:21 5-2 1 . --o 1 973. "Transitional Fantasies i n the Analysis of a Nardssistic
Personality." Journal of the American Psychoanalytic Association 2 1 :351 -76.
.41.1
Ölümsüz AtatÜrk
1 976. Primitive Internalized Object Relations. New York: International Universities Press.
--o 1 979. Cyprus-War and Adaptation: A Psychoanalytic History of Two Ethnic Groups in Conflict. Charlottesville: University Press of Virginia.
--o 1 980. "Narcissistic Personality Organization and 'Reparative' leadership." International Journal of Group Psychotherapy 30: 1 3 1 -52.
-- o 1 982a . Linking Objects and Linking Phenomena: A Study of Forms, Symptoms, Metapsychology, and Therapy of Complicated Mourning. New York: International Universities Press.
---o 1 982b. "Narcissistic Personality Disorder."J.O. Cavenar and H.K. H. Brodie, ed., Critical Problems in Psychiatry, s. 332-50. Philadelphia: J.B. Lippincott & Co.
Von Mikusch, D. 1 93 1 . Mustafa Kemal: Between Europe and Asia. Trans. J .B. Lippinco� & Co.
Weich, M.H. 1 978. ''Transitional Language."S. Grolnick, L. Barkin, and W. Meunsterberger, ed., Between Reality and Fantasy, s. 41 1 -23. New York: Jason Aronson.
Weigert, E. 1 974. N. Itzkowitz and V.D. Volkan ile 29 Mayıs tarihli görüşme, Washington, D.C.
Weiker, W.F. 1 973. Political Tutelage and Democracy in Turkey: The Free party and Its Aftermath. Leiden: E.J. Brill.
Windsor, Edward, Duke of. [Edward VIII). 1 951 . A King's Story: The Memoirs of the Duke of Windsor. New York: G.P. Putnam's Sons.
Winnicott, D.W. 1 965. The Maturational Process and the Facilitating Environment. New York: International Universities Press.
--o 1 97 1 . Playing and Reality. New York: Basic Books. --o 1 953. "Transitional Objects and Transitional Phenomena."
International Journal of Psychoanalysis 34:89-97. Wortham, H .E . 1 931 . Mustafa Kemal of Turkey. Boston: Little, Brown&Co. Xydis, S.G. 1 971 . "Modern Greek Nationalism."P. F. Sugar and U. Lederer,
ed., Nationalism in Eastem Europe, s. 207-58. Seattle: University of Washington Press.
Yalman, A.E. 1 922. "Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal Paşa i le Bir Müıakat". Vakit, 1 0 January.
Yücebaş, H. 1 963. Atatürk'ün Nükteleri-Fıkralart-Hatıralart. 2d ed. istanbul : Kültür Kitabevi.
Yurdanur, S.M. 1 974. Dün Atatürk, Bugün Ecevit. istanbul: Gül Yayınları .
DiziN
Abdülaziz 370. Abdülhamid 1 1 28-29, 73, 74, 85-88,
9 1 . 94, 96-98, 10.3, 1 59, 1 8 1 , 290., 291
Abdülmecid 26, 285 Abse, D.w. 20.9, 2 1 0. Adalet Partisi 454 Adana (Mehmed Arif) 1 76, 1 99, 220.,
22 1 , 244, 245, 321 , 350., 35 1 Adıvar, Adnan 2 1 6, 2 1 7, 225, 246, 247,
262", 264, 3 1 5, 3 1 7, 320., 35 1, 355, 377, 394, 450.
Adıvar, Halide Edip 9 1 -93, 200, 2 1 6-2 1 8, 2 19", 220., 227, 245, 248", 263, 268, 2S I , 3 1 i, 3 1 5, 3 1 7, 35 1 , 367, 368, 450.
Afetinan 3 ı ", 47", 1 78, 1 84, 346, 347, 366 388, 390., 392", 393, 396, 39S, 399, 406, 40.7", 40.8, 409, 4 1 2, 44 1
Afganistan 255 Afrika 3 i 5, 335 A�a Han 3 1 6 Ağaoğlu, Ahmet 378 Ahmet Niyazi Bey 90. Ahmet Subaşı Mahaııesi 33 Aksal, Sadri Maksudi 398, 40. i Akşam 53 Alexander (Kral) 4 1 S Alexandr (Çar II) 1 7 Alfabe i ı . 1 09, 367, 369-37 1 , 374, 395 Ali Çetinkaya 35 1 , 354 Ali Fuat (Cebesoy) 75, 77-8 1 , 99, 1 53",
1 65", I S2, 1 94, 1 98, 20.3, 20.6, 20.7, 2 1 4, 2 17, 22 1 , 234, 238, 240., 241 247, 25 1 , 257, 30.9, 3 10., 3 1 9, 320.: 35 1 , 354, 355, 368, 377, 433, 434 440., 450.
- ,
Ali Fuat Paşa 28, 1 46, 1 5 1 , 176, 1 86 Ali Galip 20.0. Ali Paşa 27 Ali Rıza Paşa 2 1 2 A l i Rıza 3 7 -53, 56, 57, 64, 1 2 1 , 20.2,
458 Ali Şükrü 30.6, 349, 350., 354 Aııenby, Sir Edmund 144, 1 50., 1 5 1 ,
257 Alman-Almanya 72, 73, 1 0.3, i i \, 1 1 2,
1 1 6, i ı s, 1 23, 1 43, 145, 146, 1 54, 225, 3 1 1 , 3 1 2, 322, 343, 369, 377, 383-385, 4 1 7, 437, 447
Alnar, Ferit 3n" Altay, Fahrettin 406 Amasya Tamimi 1 86 Amerikan-Amerika 200, 204, 237, 297,
335, 385, 438, 454 Anadolu 164, 168, 1 69, ı n, 1 82, 1 84,
1 87, 1 96, 20.1 , 204, 2 1 2, 2 14, 223, 224, 228, 234, 235, 239, 24 1 , 254", 258, 275, 30.1 , 309, 337
Anderson, M.S. 1 65 Anlaşma Devletleri 1 24, 20.1 , 237, 254,
278, 299, 30.2, 306, 30.8 Anzak 1 27 Apak 1 76" Arabistanh Lawrence 1 53 Aralov 253, 254 Araş, ROştü 99 Armstrong 344 Arnavut-Arnavutluk 39, 10.0, 1 02 Askeri Rüşdiye 63 Asya 357, 362 Atatürk; perhizi 2 1 :;, 259, 33 1 ;
depresyonları 75, 76. 82, 1 ÜÜ� yaratıcı gücU 389; adının değ:işmesi 234-236,
240, 245, 247, 384, 395; baba etkisi 45, 50, 5 1 , 53, 57, 6 1 , 74, 76, 82, 83, 1 22, 1 32, 246, 459, 460; içki alışkanlığı 1 1 0, 325, 328, 333, 392,
4 1 9, 420; görkemlilik duygusu 62, 1 38, 144, 1 78, 1 79, 3 1 8, 321 , 327, 384, 457-463; ölümsüzlük 10, 1 5, i 1 5- 135; reformlar i i i , 349, 367, 374; kurtarıcılığı 1 77-179, 206, 229, 246, 260, 261 , 458, 461 Evlatlıkları; Bülent 347, 409; Nebile 347, 366, 409; Rukiye 346, 364, 366, 409, 440 Sabriye 347; Zehra 364, 366, 409-41 i
Atay, Falih Rıfkı 59, 64, 137, 159", 1 75", 270-272, 363", 373, 402, 4 1 2", 432", 435, 4368
Avrupa Dengesi 1 6
Avrupa'nın Hasta Adamı 2 1
Avrupa 16, 19, 20-21 , 24-26, 28-29, 69, 7 ı . 858, 87, 88, i 00, 104, 108, i i O, 1 13, 1 4 1 , 142, 1 60, 1 67, 182, 208, 271 , 274, 302, 347, 357, 362, 385, 404, 434, 453
Avusturya i 9-20, 1 02, 1 1 6
Avusturya-Macaristan 1 17
Ayan Meclisi 28, 85
Ayastefanos Antlaşması 20, 39
Aybars, Ergun 224"
Ayda, Adile 398-400
Ayda, Orhan 447
Aydemir, Şevket Süreyya 3 1 , 37, 4 1 -42, 448, 48, 62, 66, 76, 95", 106, i i ı . 1 22, 1 28, 1 29, 1 38, 147, 149, 1 55, 1 58, 1 6 1 , 163, 165", 172, 177, 1 83, 1 92, 206, 222, 258", 26 1 , 303, 304, 3 19, 320, 330, 337, 347, 359-364, 379, 387, 434, 436, 440
Ayla, Safiye 404
Biib-ı Ali 1 04
Bach, S.77"
Balkan Paktı 4 i 7
Balkan Savaşları 1 05, 1 08, 1 1 5, 235
Balkanlar 1 8-20, 66, 89, 1 0 1 , 1 02, 1 16, 324, 438
Bandırma 1 76, 1 77, 330
Başkomutanlık Meydan Savaşı 260, 3 1 7
Batılılaşma 87, 349
Bayar, Celiil 376, 433, 436, 447, 448, 454
Baydar, M. 159", 363"
Bayur, Y.H. 1 58
Bekir Sami 236
Belçika 437
Belger, Nihat Reşat 435
Berlin, Isaiah 206
Berkes, Niyazi 453
Berlin Kongresi 1 8, 20, 27, 37, 70-7 1 , 236
Beşinci Ordu 77, 8 18, 125, 1 47
Beyazıt (Yıldırım) 142, 337
Birinci Dünya Savaşı 14, 98", 1 05, 1 94, 1 98, 204, 230, 232, 255, 299, 385
Birleşmiş Milletler (BM) 447
Bismark 19, 29
Bizans 361
Bios, P. 65", 364
Boğdan 1 8
Borak, S . 63", 108", 109, i 1 I", 1 32, 135, 1 36, 1 40, 437, 438
Bosna-Hersek 19-20, 1 02, 1 1 6
Bowen H. 38 1 "
Bozdağ, ı' 272, 273, 276, 280, 289, 292-295, 307, 3 1 I , 327, 3� I, 332, 388", 402, 406"
Bozkurt 344
Bozok, Salih 67, 95", 437, 441
Brest-Litwosk 236
Bülent 347, 409
Bulgar-Bulgaristan 19, 20, 27, 37, 57, 70, 7 1 , 89, 1 03- 1 05, 1 09, i 10, 1 12, 1 20, 123
Cantekin, Mustafa 80
Cavid 356, 376
Celalettin Rumi 341
Cemal Paşa 98, 1 05, 1 18, 123, 1 42, 144, 1 53, 1 69"
Chateaubriand 139
Chopin 442
ChurchiH, Sir Winston 1 3 i , 246
Clemenceau, Georges 1 97'
Comte, A. 70, i 1 3
Corinne 108-1 10, 1 30, 1 3 1 , 132, 133, 1 35, 1 36, \39, 146, 1 6 1 , 163", 2].7, 253
Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) 378, 379
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 177, 307, 339, 449
Cumhuriyet 63
Curzon, Lord 2 1 1 , 230, 246, 263, 298, 299-303
.
Çalıkuşu 258
Çambel , Perihan 390
Çanakkale Bo�azı 1 6, 1 7, 2 1 , 1 24, 166,
Çar ı. Nikola 230
Çerkez Ethem 223, 238
çetiner, Yılmaz 63
Çiçerin 236, 300
Damad Ferit Paşa 1 69", 1 70, 1 7 1 , 173, 201 -203, ı 1 2, 2 1 6
Dans 348, 397, 405
Deli Petro 1 8, 24
Demirel, Siileyman 454
Demokrat Parti 447, 450, 454
Demolins 70
Denizcilik Bankası 401 , 402
Denktaş, Rauf 1 4, 451 , 452"
Dervişler 382
Diktatörlük 239, 285
Dilacar, A. 398, 402
Dogu Halkları Kongresi 354" Dogu Sorunu 73, 74, 230, 231
Dördüncü Ordu 1 50
Duright, H.G. 33
Düvel-i Muazzama 7 1 , 72, 89
. Eberhard 386", 44l n
Ecevit, Bülent 45 1 , 452, 454
Eflak 1 8
Egitim 5 1 , 54, 57-60
Emir Faysal 1 4 1 , 1 5 1 , 1 52
Enver 9 1 , 93-95, 98, 100, 1 0 1 , 103-1 06, 1 1 1 , 1 1 2, 1 15, 1 16, 1 1 8- 1 2 1 , 1 22, 1 23, 1 24, 1 3 1 , 134, 1 37, 1 38, 1 4 1 , 142, 144, 1 48- 1 50, 1 53, 1 63, 1 69n, 1 70, 193", 2 17, 254, 354-356, 366, 370
Enver Bchnan Şapo1yo, 3 ın, 42n
Enver Sedat 255n
Ergin 56n
Erikson, Erik H. 324
Erkiin-ı Harb 57, 83, 103, 1 27, 1 7 1 , 1 72, 1 87
Erkiin-ı Harbiye 436
Ermeni 1 65, 1 66, 1 82, 1 83, 208, 234, 236, 237, 266, 270
Erzurum Kongresi 1 95 - 1 97, 199
Etibank 402
Etnik-i Eteriya 7 1
Evren, Kenan 455
Fa1kenhayn 1 42, 145, 1 50
Fatih Sultan Mehmet (ıı) 3 i n, 1 56, 282
Ferdinand 1 1 2, 1 1 3, 1 1 7, 1 3 1 , 1 36, 1 45, 146, 1 56
Ferit Paşa 1 9 1 , 197
Fethi Paşa 2 i 7
Fevzi Çakmak 221 , 222, 234, 239, 244, 25 1 , 258-260, 262, 264, 290, 293-295, 3 10, 3 17, 320, 44 1 , 447, 450
Fikret, Tevfik 358
Fikriye 1 35, 1 36, 226-228, 247-249,
252, 276, 278-28 1 , 296, 3 1 1 -3 1 4, 322, 41 i
Filistin i 1 2", 167
Fissenger 436, 437, 441
Fransız Devrimi 25, 35 1
Fransız-Fransa 1 6, 1 7, 1 9, 24, 26, 94,
1 09, I I I , 1 1 8, 1 55, 1 60, 166, 1 67,
1 98, 235, 266, 267, 275, 277, 282,
297, 301 , 43 1 , 432, 436, 437, 450
Freud, Anna 257
Freud, S, 9, 42, 92, 1 78, 384, 385, 443
Froembgen, H, 220, 248, 3,55
Frunze 254
Fuat Paşa 28, 1 68
Galip, Reşid 402-404
George (11) 277
Gibb, HAR. 3 8 1 "
Girit 7 1 , 7 2
Gökçen, Sabiha 344-346, 364, 366, 367, 376, 409-41 1 , 438-44 1
Göksel, Fuat 209, 2 1 6, 2 1 7, 225, 358", 383
Gönzberg 406
Granda, C, 390, 393, 394, 396, 398, 408
Greta Garbo 227
Grup Özkavramı 33
Gümrü Barış Antlaşması 237
Giinaydm 324, 402
Güntekin, R,N. 258
Gürsoy, Lütfiye 365, 380, 395-397
Hacı Bektaş 34 i Halife 296
Halife Ordusu 222
Hamilton, George 230
Hamilton, Sir lan 1 24, 1 27
Harb Mecmuası J 34
Harbiye Mektebi 70, 74, 75, 76, 99, 146
Hareket Ordusu 98
Harrington, General 1 6 1 , 1 62, 277, 285
Hasan Ali Yücel 396
Hasan Tahsin 1 8 1
Hasta Adam 230
Helenizm 7 1 , 263
Hershlag, Z.Y. 4 1 5
Heyet-i Temsiliye 206, 2 1 0
Heyet-i Yükcıa 85, 1 02, 1 1 9, 1 54, 156, 157, 1 73, 202
Hildegard i i i , 1 30, 1 35, 1 36, 1 46
Hindemith, Paul 384
Hindenburg 1 46
Hindistan 2 1 , 1 2 \ , 23 1 , 255, 3 1 5
Hitler, Adolf 1 3, 377, 384, 393, 4 1 5, 4 1 7, 4 1 8, 434, 437, 446, 462
Hottinger 454
Hz. Muhammed 283, 304, 3 1 6
Irak 1 38, 1 67, 300, 328
Islahat 2 1
.
İğdemir, UI 1 28
İkinci Dünya Savaşı 103, 447, 450
İkinci Ordu 1 4 1 , 144
İmece 338-340
İnebolu L O İngiliz-İngiltere 1 6, 19-21 , 25, 28, 39,
72, 94, 1 0 1 , i i i , 1 1 6, 1 23, 1 24, 1 27,
1 28, 1 4 1 , 1 43, 144, 1 5 1 , 1 53- 1 55, 1 60. 1 62, 1 66, 1 67, 1 82, 1 98, 203,
204, 2 1 2. 222, 226, 230, 23 1 , 246,
266, 268, 275, 277, 278, 285, 297-300, 308, 327, 328, 335, 370, 43 1 , 432, 450
ınönü, İsmet 99, 1 40, 14 1 , 143 , 168, 1 69,
1 74, 2 1 1 , 2 1 3, 2 1 9, 220, 234, 238, 240, 24 1 , 244, 25 1 , 256, 258, 26 1 , 262, 264, 276, 277, 279, 280, 295, 298-305, 307-309, 3 1 5-3 1 7, 320, 329,
332, 37 1 , 379. 380. 394, 4 1 7. 430-433. 44 1 , 447. 448. 45 1 . 454
ıpekçi, A. 437
İran 1 2 1 , 3 15. 335
İrdelp, Neşet Ömer 44 1
Ispanya İç Savaşı 432
İspanyol-İspanya, 32- 148
İstanbul Boğazı 1 7, 357, 358, 362
Istanbul, 33, 74-76. 83. 9 1", 98, 1 03, 104, 106. i L 0, 1 1 2, 1 14, 1 34, 1 37. 138, 144-148, 1 55, 1 60, 1 64, 1 7 1 , 1 74", 1 75, 1 80, 1 87, 1 96, 199, 2 12, 2 1 6, 222, 23 1 , 233, 247, 254", 258, 263, 267, 270, 27 1 , 274, 281 . 282, 285, 307, 3 1 1 , 3 1 3, 3 1 5, 330, 347, 356, 357, 366, 382. 398, 409, 43 1 . 433, 435, 438, 449
Istiklal Mahkemeleri 224, 329, 35 1 -356
Isveç 1 84
İsviçre 279, 280, 298, 43 i İtalyan-ıtalya 1 8, 32, 1 00- 1 02. 109.
1 55, 160, 1 66, 1 98, 2 1 i, 23 1 , 215, 277. 297, 343, 377. 395. 399, 4 1 7
İttihad-ı Muhammedi Fırkası 97
İttihat ve Terakki Cemiyeıi 88-90, 93-97. 99, 1 02, 1 04. 1 05, 1 1 1 . 1 34, 138, 1 40, 142, ıso. 1 53. 1 56. 1 64. 1 7 1 , 196. 1 97, 2 1 7. 223. 3 1 6. 350, 35 1
İzzet Paşa 1 40. 1 53- 1 57
Jessner. L. 209
Jön Türkler 68. 85- i 05, 1 58. 355, 435
Kabaklı, A. 4 i 8
Kamal 394 Kamil Paşa 1 04
Kanun-i Esasi 20, 85, 89, 90. 9 1 , 93, 2 1 3. 239, 378
Kanuni Sultan Süleyman 20. 25, 301
Kapitülasyonlar 30 I , 302, 303, 3 i ° Kara Mustafa Paşa (Merzifonlu) 22
Karabekir, Kazım 99, 1 69", 1 84, 1 87, 1 90-195, 1 98. 202, 203, 207, 2 10, 220, 237, 250, 280, 290, 293-296, 309. 3 10, 3 1 i , 3 14, 3 1 7, 320, 3 5 1 , 368, 433, 449
Karadeniz 16, 1 7
Karaı, E.Z. 372
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri 1 60, 271 , 359, 360, 4 1 2, 4 1 3
Karizmatik Liderler 205, 2 10, 21 I , 338, 339
Karlofça Antlaşması, 23
Karşı devrim 98
Kemalizm 4 1 3
Keriman Halis 409
Kernberg, O.F. 50, 75, 146"
Kıbns 10, I 1 , 14, 2 1 , 1 80", 445, 45 1 , 452
Kılıç Ali 322, 324, 326, 331 -333, 362, 437, 439
Kırım Savaşı i 6, 1 8, 26
Kızıldağlı E. 406
Kinross. Lord 45, 46", 75", 1 54, 1 56, 1 66. 1 75", 1 83, 205, 254, 270, 373. 396, 4 1 8, 439. 440
Kohut, H. 49", 8 1", 146", 321
Köprülü Ahmet Paşa 22
Köprülü Mehmet Paşa 22, 23
Kral Konstanıin 238. 239, 241 , 269, 270, 277
Kubilay, Mustafa Fehmi 38 1 , 395
Kudüs 26
Kur'an 30. 386
Kürt-Kürtler 93,1 96. 200, 204, 285.
300 Kurtuluş Savaşı 127
Kutsal İttifak 22
Latife 267. 268. 270-274, 276, 278, 279, 287. 289, 292, 294, 296, 297. 303-307, 3 1 0-3 1 4, 322-334, 343, 357, 373, 439
Lenin 255 Levy, MJ. 97 Lewis, B. 38, 73", 4 13, 4 1 4 Lewis, R. 44
Lil>ya 1 00", 1 27, 1 66" Lidz, Dr. Ruth 384" L10yd George, David 145, 165, 168,
. 1 73, 204, 235, 239, 297 Londra Antlaşması 1 7, 104 Lozan 166n, 297-299, 303-308, 327,
357 Luigi 1 08n
3 \ Mart Vakası 97 Macaristan 23, 1 02 Mack, John 4 1 6 Mahmut (II) 26-27, 37, 7 1 , 1 13, 335 Mahmut Şevket Paşa 98, 99, LOS Makarios, Archbishop 452n Makbule 3 1 , 44n, 1 06, 1 62, 378, 394,
442 Makedonya 38, 70-7 1 , 88, 89, 9 1 , 99,
103, 138, 378, 391 Mao 446
Mazzini Guiseppe 86 McCaıthy 301 Meclis-i Mebusan. 28. 85. 2 1 3. 222 Megalo idea 1 79, 239 Mehmet Reşad (V) 98. 99. 148 Mekteb-i Harbiye-i Şahane 57, 358 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane 5 1 Melzig, H. 444 Menderes, Adnan 450 Menemen 381 , 395 Mısır 25, 46", 1 0 1 , 1 16n, 1 23. 1 27, 135.
142, 255, 372 Midini 1 19 Mikusch 1 80 Milletler Cemiyeti 447 Milli Kalkınma Bankası 447 Miııi Şef446
Milliyet 363", 436" Milliyetçilik 1 7 Mimar Sinan 70 Misak-ı Mill i 1 97, 300, 4 1 4 Miti Dimitriana 1 13. 1 14 Modeli. A.H. 49" Mondros 1 54. 1 65. 1 79. 1 8 1 . 1 97. 266 Montesquieu 70 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 169, 1 70.
1 95 Müfit Özdeş 79. 80 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun S I Mühendishane-i Berri-ı Hümayun S I Murat (I) 1 13 Murat (II) 35. 32 Mussolini. Benito 298, 377, 395, 4 1 5,
4 1 7, 4 1 8 Mustafa (II) 23 Mustafa Reşid Paşa 26 Musu1 205, 301 , 328, 331 Müzik 372. 373. 405. 421
Naciye Sultan 1 05 Naima 23-24 Namık Kemal 68, 205 Napolyon (i) 1 6. 1 7. 25 Napolyon (ııı) 1 7- 1 9, 76, 1 2 1 Nazar 45
Nazım Paşa 104 New Yorlc l2
Niederland. William 357 Nuri Bey 430 Nuri (Conker) 67. 322-325, 362, 364,
378, 390. 391 , 398, 400. 401 . 433 Nutuk 1 2. 241 . 283". 3 1 0. 3 1 4. 3 1 7,
3 1 9, 364. 367, 368, 370, 380. 382
Okyar, Ali Fethi 69, 99, 105, 1 57. 1 59, 1 64, 1 69n, 247, 329, 378-380, 449
Ödipal 50, 5 1 . 66, 1 08, 278, 292, 360, 36 1 , 367, 394, 407, 459
Oranlı, Z. 1 93, 203, 2 1 3 , 226, 260, 262, 289, 3 12
Orbay, Rauf99, 1 53, 1 56, 1 57, 1 66, 1 73, 1 76", 1 86, 1 9 1 , 192, 194, 198, 1 99, 203, 21 0, 2 1 2, 217, 234, 247, 250, 25 1 , 273, 274, 276, 279, 283, 298, 306, 308, 309, 3 14, 3 1 7, 320, 35 1 , 355, 368, 377, 433
Ömer Naci 1 04 Ötekine yönelmişlik 36 Özbek 33" Öztürk, O.M. 60"
Pakistan 3 1 5 Palloek, George 446 Palmerston 2 1 Paris Antlaşması 1 7 Paris Konferansı 1 97 Parushev, P. 59, 69, 1 15 Pasinler, General Galip 53-54
Peııe (General) 274, 275 Polonyalı 1 8 Portekiz 32 Prens Sabahattin 88 Pmsya 1 7, 20
Ragıp 67, 1 03 Rousseau, J.J. 70 Refet (Bele) 1 76, 1 86, 1 99, 217, 225,
234, 241 , 247, 250, 280, 28 1 , 283, 284, 309, 3 1 0, 3 1 5, 3 17, 35 1 , 354, 355, 433, 450
Reehid 372"
Reşid Paşa 27 Robin Hood 59 Roclılin, G. 229 Rogers, Rita 4 1 6 Romanya 1 38, 4 1 7 Rumbold, Sir Horaee 263, 308
Rus-Rusya 86, 1 02, 1 1 6, 1 1 8, 1 23, 1 37, 1 38, 1 39, 140, 1 42, 167, 1 85, 204,
223, 224, 236, 237, 243, 254, 297, 300, 376, 377
Rustow, D.A. 29 1
Sait Halim Paşa 1 1 8 Salih Paşa 202, 2 1 2, 362 Sanders, Otto Liman von i i 1 , 1 1 2",
1 16, 1 23, 1 24, 1 25, 1 28, 1 5 1 - 1 54, 397
Savarona 437 Saydam, M. 1 37, 258, 363" Saydam, Refik 1 59", 1 75" Saygun, Ahmet Adnan 372" Sekizinci Ordu i 50- i 52 Selanik 30-33, 36-37, 39, 43, 46, 5 1 , 53
-54, 57, 58, 63, 64, 70, 75, 77-79, 82, 83, 88-9 1 , 94, 95, 97-99, 103, 1 06, 1 20, 1 40, 158, 1 9 1 , 226", 248", 286, 320, 32 1 , 324, 364, 392, 4 1 6
Selçuk, Münir Nureddin 404-406
Selek, S. 430-433, 440 Selim (III) 25 Serbest Cumhuriyet Fırkası 378 Sevr Antlaşması 229, 236, 238, 239,
246, 298, 309 Sharpe 444 Shaw & Shaw 386 Shaw, E.K. 73", 1 33 Sırbistan-Karadag 20, 1 0 1 , 1 16 Sırplar 70, I I 7
Sieilya 32
Sivas Kongresi 1 98, 199, 223 Sovyetler Birligi 236, 255 Soyadı Kanunu 240
Stalin, Joseph 4 1 5, 4 1 8 Sudan 46" Suriye 82, 83, 84, 98", 1 12", 138, 149,
1 50, 152, 154, 1 55, 23 1 , 246, 257, 290, 3 1 5
Sümer 34 Sykes-Pieot Anlaşması 1 67 Sünnet 60, 6 1
Şah İsmail 335 Sait Hal im Paşa i i 8 Şakir Paşa 171
Şemsi Efendi 52, 57, 406
Şemsi Paşa 90
Şeyh Sait 329, 35 i Şükrü Paşa 82, 83
Talat Paşa 98, 105, 1 18, 149, 1 53, 169"
Tanzimat 26-28
Tarihin Sesi i i i " Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 320,
329, 330, 351, 377 Tercüme Odası 27
Terzioğlu, F. i i i " Tesal, Kıymet 322-326, 390", 398, 400,
401, 4 1 6, 448 Teşkilat-ı Esasiye 2 1 4, 282
Tevetoğlu, Fethi 1 75"
Tevfik Paşa 1 57, 1 58, 282
Timur 337
Toyran, Süreyya 64" Trablusgarb 94-96, 1 00, 1 0 1 , 244 Trikupis (General) 262, 263 Tuncak, Abdürrahim 106-108, 1 35,
1 6 1 , 162, 175, 247, 248, 258, 287, 288, 294, 344
Türk Hava Kurumu 4 1 0 Türk Tarih Kurumu 432
Türk 'Tarih Tezi 387
Ulmann 2 1 0
Ünaydın, R.E. 125, 1 26, 129, 262", 435 Üçlü ittifak i 16"
Üçüncü Ordu 88, 89, 97, 1 2 1 Ülkü 430, 438, 441 Ülküleştirıne 147
Vahdeddin (Vi) 1 45-147, 148, 149, 1 58, 1 59, 1 63, 174, 282, 285
Vatan Hürriyet Cemiyeti 80, 83, 84, 88 Venizelos, Eleutherios 168", 1 70, 1 7 1 ,
1 73, 179, 233, 235, 237, 277, 4 1 6 Versai1les Anlaşması 297
Voltaire 70
Weigert, Edith 384, 385, 391
Werker 379
Wilson, Woodrow 1 73, 204 Winnicott, D.W. 49, 324, 388, 389
Xydis 1 80
Ya Birlik Ya Ölüm 1 17
Yahudi 1 3, 32, 36, 37, 9 1 , 208, 2 1 2, 2 1 5, 384, 4 1 5
Yalman, A.E. 52, 58-6 1, 68, 74, 75 Yavuz Sultan Selim 1 19, 442
Yedinci Ordu 142, 143, 1 50-1 52, 155 Yeniçerilerin 1 13, 1 36 Yeşil Ordu 223 Y ıldırım Ordusu 155
Yücebaş, H. 374, 388n, 4 17-4 19, 424
Yugoslavya 4 1 7 Yunan- Yunanistan 32, 36-38, 4 1 , 42,
57, 70-72, 82, 89, 1 03, 1 2 1 , 155, 1 66, 1 67, 168, 1 73, 1 74, 179- 1 8 1 , 1 82, 195,
204, 21 1 , 2 1 6, 228, 230, 233, 235-238, 240, 246, 250, 255-257, 259, 260, 262, 263, 266, 275, 277, 278, 300, 301 , 303, 3 1 8, 335, 350, 358, 4 1 6
Yunus Emre 372n
Yurdanur. S.M. 451
Zafer 442 Ziya Hurşid 349, 350
Zübeyde 39, 65, 67, 44", 45, 46, 48-52, 56-58, 60, 1 06-1 08, 1 35, 1 59, 1 6 1 , 1 62, 226, 247-249, 253, 28 1 , 287, 288-290, 293, 334, 344, 37 1 , 457
Şalı İsmail 335 Sait Halim Paşa i 1 8
Şakir Paşa 1 7 1
Şemsi Efendi 52, 57, 406
Şemsi Paşa 90
Şeyh Sait 329, 35 1 Şükrü Paşa 82, 83
Talat Paşa 98, 1 05, 1 1 8, 1 49, i 53, 1 69" Tanzimat 26-28
Tarihin Sesi i i i " Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 320,
329, 330, 3 5 1 , 377 Tercüme Odası 27
Terzioğlu, F, i i i " Tesal, Kıymet 322-326, 390", 398, 400,
40 1 , 4 1 6, 448 Teşkilat-ı Esasiye 2 1 4, 282 Tevetoğlu, Fethi 1 75"
Tevfik Paşa 1 57, ı 58, 282 Timur 337 Toyran, Süreyya 64" Trablusgarb 94-96, 1 00, 1 0 1 . 244
Trikupis (General) 262, 263 Tuncak, Abdürrahim 1 06- 1 08, 1 35.
1 6 1 , 1 62, 1 75, 247, 248, 258, 287, 288, 294, 344
Türk Hava Kurumu 4 1 0
Türk Tarih Kurumu 432
Türk 'Tarih Tezi 387
Ulmann 2IO
Ünaydın, R.E. 1 25. 1 26, 1 29, 262", 435
Üçlü ittifak 1 1 6"
Üçüncü Ordu 88, 89, 97, 1 2 1
Ülkü 430, 438. 44 1 Ülküleştirme 147
Vahdeddin (Vi) 145-147, 148, 1 49. 1 58, 1 59, 1 63. 1 74, 282, 285
Vatan Hürriyet Cemiyeti 80, 83, 84, 88
Venizelos, Eleutherios 1 68", 1 70, 1 7 1 . 1 73. 1 79, 233, 235, 237, 277, 4 1 6
Versailles Anlaşması 297
Volıaire 70
Weigert, Edith 384, 385, 39 1
Werker 379 Wilson, Woodrow 1 73, 204
Winnicott, DoW. 49, 324. 388, 389
Xydis 1 80
Ya Birlik Ya Ölüm 1 1 7
Yahudi 1 3, 32, 36, 37, 9 1 , 208, 2 1 2, 2 1 5, 384, 4 1 5
Yalman, A.E. 52, 58-6 1 , 68, 74, 75 Yavuz Sultan Selim 1 1 9, 442
Yedinci Ordu 142, 1 43, 1 50- 1 52, 1 5 5 Yeniçerilerin 1 1 3 , 1 36 Yeşil Ordu 223
Yıldırım Ordusu 1 55
Yücebaş, H. 374, 388", 4 1 7-4 19, 424
Yugoslavya 4 1 7 Yunan- Yunanistan 32, 36-38, 4 1 , 42,
57, 70-72, 82, 89. 1 03, 1 2 1 , 1 55. 1 66, 1 67, 1 68, 1 73, 1 74, 1 79- 1 8 1 , 1 82, 195,
204, 2 1 1 , 2 1 6, 228, 230, 233, 235-238, 240, 246, 250, 255-257, 259, 260, 262, 263, 266, 275, 277, 278, 300. 30 1 , 303, 3 1 8, 335, 350, 358, 4 1 6
Yunus Emre 372"
Yurdanur. S.M. 45 1
Zafer 442
Ziya Hurşid 349, 350
Zübeyde 39, 65, 67, 44", 45, 46, 48-52, 56-58, 60, 1 06 - 1 08, 1 35, 1 59, 1 6 1 , 1 62, 226, 247-249, 253, 28 1 , 287, 288-290, 293, 334, 344, 37 1 , 457