SIRRÎ
Ol hˇâce-i dîvân-ı belâgatîn nâm-ı zât-ı pür-ma‘rifetleri İbrâhîm olup pîşgâh-ı
Kostantıniyye-i bihîn-i‘tibârda leb-i deryâya melâhat-nisâr olan medîne-i Üsküdar’dan olup
kumâş-ı reng-â-reng-i ta’bîri dil-pezîr olan şu‘arâ-yı bî-nazîrlerdendir. Dîvân-ı Hümâyûn
küttâb-ı vâlâ-cenâb zümresinden olup ba’zı menâsb olmuşlar idi. Müretteb Dîvân-ı belâgat-
’unvânı ve miyân-ı erbâb-ı ‘irfânda ‘ulüvv-i şânı olan suhan-perverândandır. Güşâde-tabî‘at
pür-ma‘rifet bir merd-i meydân-ı ma‘ârif-i bî-pâyân olup zihn-i âteş-pâresin dest-i zekâ
dâ’ima idâre etmegin şu’le-i cevvâle gibi bî-karâr ve ahibbâsına nâzikâne reng etmekde bî-
ihtiyâr idi. Pençe-i nâzik-benân-ı terbiyesinden nümâyân olan letâyif bir yere cem’ u tahrîr
olunsa Hˇâce Nasrü’d-dîn’in mazâhikinden eltaf u berter bir mecmû‘a-i dil-pezîr ve yârân-ı
safâya ceste ceste eyledigi rengler târ u pûd-ı beyân u ta’bîr ile nesc-i nesîc-i hoş-kumâş-ı
takrîre alınsa sebk ü nümâyişi ‘âlem-gîr bir letâyif-nâme-i bî-nazîr olurdu. Harf-i elif’de
hikâye ve zikri sebkat eden şâ‘ire Ânî Kadın merhûmenin dîvânına eyledigi kâr-ı bedî’ü’l-
etvâr gibi nice merdâne latîfeleri mecmû‘a-i ahbâb-ı sadâkatkârda meşhûd-ı dîde-i i‘tibâr
olmuşdur.
Latîfe: Ez-cümle şâ‘ir-i merkûmun cümle-i letâyifindendir ki şehr-i
Kostantıniyye’de Şeh-zâdebaşı kurbünde sûk-ı kebîrde olan ‘attârlardan eczâ-yı şerîf kitâbet
eder ‘İmâd Çelebi-nâm bir pîr-i rûşen- zamîr-i u’cûbe-yâdigâr olup dükkânı ‘attâra mahsûs
olan envâ‘-ı ‘akâkîr ile mâl-a-mâl inâ’ u zurûf ile etrâf-ı dükkânı tâbe-sakf pür olup dârû-
hâne-misâl idi ve her bir zarfın üstünde derûnunda mahfûz olan matlûbun ismi ketb ü imlâ
olmagla hîn-i iktizâda dört beş ayak kademe nerdübân ile bâlâ-yı merâma su’ûd eyleyip lâzım
gelen nesneye imâle-i dest-i ta’diye eyleyip inzâl ve eyâdî-i müşteriyâna minvâl-i meşrûh
üzre metâlibin def’ ü i’tâ etmekle külli yevmin icrâ-yı san’at-ı cerr-i iskâl etmekde idi. Bir
gün mütercem-i nâzik-nihâd ber-vech-i mu’tâd mezbûr ‘İmâd’a ‘arz-ı dîdâr edip ‘İmâd-ı
merkûm ber-muktezâ-yı zimmet-i ehl-i bâzâr bir tama’kâr yâdigâr olmagla kable’s-selâm
mezbûrun pîşgâhında nice mukaddimat-ı masnû’a bast u îrâd ve sad-gûne kumâş-ı dil-pezîr-
edâ ile ‘arz-ı hubb u vedâd ederek ‘İmâd-ı merkûme hitâb edip Ey peder-i büzürgvârım, vey
yâr-ı gâr-ı vefâdârım, nice demlerdir ki bu ümmîd ile âteş-i ârzû fürûzân ve derûnum nâr-ı
iştiyâk ile külhanlar gibi sûzândır. Müddet-i medîddir ki ez-dil ü cân Sultân Mehemmed Han
Câmi‘-i şerîfi kurbünde olan Karaman’ın efvâh-ı nâsda dâstân olan çöregine be-gâyet
ârzûmend ve şevk-cünbânım. Tahkîk ‘ale’t-tahkîk bir vefâdâr-ı şefîk ol nân-ı ârzû-dermândan
bu sâ’il bâb-ı ihsânına bir pârelicek getirmek lâzım gelse ol reh-rev-i râz-ı mahreme kırk
para ücret-i kadem vermek ‘ukde-i ‘azmimde musammemdir. dedikde ‘İmâd dedikleri
yâdigâr mev’ûd olan guruşun nâm-ı sürûr-encâmın istimâ’ etdigi gibi sikke-i hasene-i mev’ûd
mazrub-ı hayâl-i çeşm-i kebûdu olup bî-sabr u ıstıbâr ve ârzû-yı nokra ile câme-i ârâmı pâre
pâre olup bî-karâr oldugundan nâşî tama’-ı hâmından ihtirâz ile meyelân-ı tab‘ın iş’âra delâlet
eder bir terkîb-i ‘icâletü’l-vakt ile sûret-i hâtır-nüvâzîye âgâz eyleyip Egerçi bu hengâm-ı
pîrîde yâr-ı vefâ-sâzlarına bu gûne sefer-i dırâz tâkat-güdâzdır fe-ammâ hâtırınız içün
berây-ı mihmân-nüvâzî irtikâb-ı zahmet şitâb olunur. Mev’ûd olan akçaları i’tâ edin varalım
hidmetiniz edâ edelim dedikde Sırrî dahı ızmâr-ı esrâr-ı kasd edip sen müsinn ü ihtiyâr ve bir
merd-i celîlü’l-i‘tibârsın. Bî-pervâ böyle teklîfden hayâ ederim. bir mikdâr bast-ı i’tizâr ve
mezbûr ‘İmâd-ı sâde-dil dahı Ne ma’nî bizler helâl ederiz. Tek hemân mihmânımız
memnûnumuz olsun. deyü tekrâr taleb ile ihtiyâr-ı zahmetden gürîzân olmadıkların iş’âr
eylediklerinde mev’ûd olan paraları merkûmun dest-i talebine def’ u i’tâ eyleyip bî-çâreyi
dükkânına bir merhale mesâfe olan sûk-ı Karaman’a rû-be-râh etdigi gibi yâr ü agyârdan hâlî
dükkânına nigerân ve âyâ tîz elden ‘İmâd’ıma ne reng edeyim deyü pîramen-i dükkânda
hayâli cevelân ederken der-hâl bu tâze hayâli tasmîm-i tasavvur-ı bâl eyleyip etrâf u cevânibe
müretteb ü mevzû’a olan ‘akâkîrin zurûfun indirip bir zarfda olan şey’i öbür zarfa koyup bi’l-
cümle tebdîl ve ‘akâkîrden ahade hümâyı âhar ile tagyîr ü tahvîl eyleyip yerli yerine vaz’
etmekle hey’et-i sâbıkların tertîb ü tasvîr ve makâm-ı inkârda kı’de-nişîn-i sükût olmagla
muntazır-ı kudûm-ı pîr olup biraz zamândan sonra merkûm hidmet-i me’mûrundan ‘avdet
edip mes’ûlün kendüye def’ ü i’tâ eyledikde izhâr-ı memnûniyyet ve nândan bir mikdâr
tenâvül etdikden sonra def’-i sıklet eder yollu hareket ve sûk-ı merkûmenin karşu cânibinde
olan dekâkînin birinin pes-i câmına pinhân ve dûr-bîn hıdâ’ından ‘İmâd-ı derdmendin
ahvâline nigerân olurdu ki ol esnâda erbâb-ı hâcâtdan ba’zı kes gelip matlûblarının semenin
edâ zımnında ‘akâkîrden ba’z şey’i ilticâ etdiklerinde ‘İmâd-ı fakîr dahı müşterîsinin matlûbu
olan şey’i müretteb dizili olan zurûfa bakıp üstünde mestûr olan yâftalardan kangı zarf lâzım
ise indirip kapagın açdıkda içinden hilâf-ı me’mûl ve mübâyin-i mestûr emrler zuhûr eyleyip
bî-çâre Âyâ aslında vaz’ında galat mı eyledim ve evvel hurûfu ile zarfa idrâc etmekde sehv mi
vâkı’ oldu. deyü harf-i evvelde matlûba şebîh olan bir zarfı dahı indirüp ana dahı nigerân
oldukda andan dahı hemçünân hilâf-ı kitâbet bir nesne nümâyân oldukda müşterinin parayı
eline verip Var müselmân bir gayrı ‘attâra mürâca’at eyle. Biz veled-i zinâ şerrine ugramışız.
deyip tâlibi def’ etdikden sonra bî-çâre her ne kadar zurûf ve evânîsi var ise indirip yerli
yerine vaz’ u cem’ ve ke’l-evvel tertîb edince bir iki gün bâzârlıgından kalırdı. Böyle böyle
nice rengleri güzerân eylemişdir ki her biri bi-re’sihî bir dâstân olmaga şâyândır. Be-gâyet
latîfekâr şûh u şen bir yâdigâr idi. Miyâne-i ahbâb-ı bî-hem-tâda nemek-i meclis bir nedîm-i
meclis-ârâ idi. Sene bin yüz on bir hudûdunda irtihâl ve civâr-ı rahmet-i Rahmân’a intikâl bu
âsâr-ı müstetâb müretteb Dîvânından bu mecelle-i celîleye sebt ü tahrîr içün intihâb olunan
eş‘ârındandır.
Beyt
El-hazer olma esîr-i nâm mânend-i nigîn
Rû-siyâh eyler seni eyyâm mânend-i nigîn
Ve lehû
Ruhsârın üzre tâze hat-ı müşg-bû mudur
Ceyş-i Habeş’le mülket-i Rûm’a gulû mudur
Zülf-i dırâzın etme bahâne hırâmına
Zencîr-i mevc mâni’-i reftâr-ı cû mudur
Ve lehû
Sadâ-yı çâk sanman gûş olan dâmân-ı Yûsuf’dan
Figân eylerdi ‘ismet dest-i küstâh-ı Züleyhâ’dan
Ve lehû
Dehenin tengine bir söz mü bulunmaz ammâ
Hüner ol nükte-i ser-besteyi ta’bîrdedir
Ve lehû
Kânûn-ı mahabbet ki fürûzân ola bir kez
İtfa’ edemez ‘âşık anı çeşm-i teriyle
Ve lehû be-nâm-ı Zekî
Sıhhate nâ’il olurdu gayrı cân-ı nâ-tüvân
Alsalar a’zâ-yı regden bir iki üç katre kan
SÜRÛRÎ
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Kasaba-i latîfe-i Ebî Eyyûb’dan zuhûr eyleyip re’îsü’l-
etibbâ Zeyne’l-’âbidîn Efendi’den mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl olduklarından
sonra bin altmış yedi Recebinde Safiyye Hâtûn Medresesine ibtidâ-i hâric ile müderris olup
devr-i medâris-i mu’tâde ederek Süleymân Subaşı Medresesinden bin toksan altı
Cumâdâsında Lefkoşa kâzîsı olup kazâ-i mezbûrdan ma’zûl oldukdan sonra tekrâr toksan
sekizde yine kazâ-i merkûmeye ol beldenin fetvâsı inzimâmiyle sâniyen kâzî olup toksan
tokuzda ma’zûl olup Kostantıniyye’ye ‘avdet ve ol esnâda dâr-ı bekâya rıhlet eyledi. Şi’r ü
inşâya kâdir mecmû‘atü’n-nevâdir bir zât-ı celîlü’l-me’âsir idi. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Gazel
Goncayı açdı nesîm-i gülşen-i müşgîn-i yâr
Bülbülün gönlün güşâde eyledi bâd-ı bahâr
Zülfü sevdâsına düşmüş sünbül-i sevdâ-zede
Kendisin kılmış perîşân nitekim zülf-i nigâr
SEZÂYÎ
Nâm-ı şerîfleri Hasan ve vâdîlerinde vaz’-ı dilîrâneleri müstahsen Gülşenî
meşâyihinden bir gül-i gülşen-i belâgat ve erbâb-ı tabî‘atden bir bülbül-i hezâr-destân-ı bâg-ı
fesâhatdir. Fi’l-asl şehr-i Mora’da vilâyet-i vücûda vaz’-ı kadem ve sahîfe-i şuhûdunda
sevâd-ı erkâm-ı vücûdu himmet-i bülendi bi’l-külliye izâle etmegin çeşm-i hakîkat-bînine
dünyâ-yı denîyi ke’l-’adem eyleyen âgâhlardandır. Dârü’n-nasri ve’l-meymene şehr-i
Edirne’de ‘ummân-ı hakîkatin gevher-i nâ-yâb-ı ‘ârif-pesendi cevher-i gencîne-i irşâd
merhûm La’lî Mehmed Efendi hazretlerinden âdâb-ı tarîkat-i Gülşeniyye’yi tahsîl ve esmâ-i
‘aliyyeleri sülûk-ı seniyyeleri üzre tekmîl eyleyip ‘ârif-i zât ve vâkıf-ı esrâr-ı sıfat oldukdan
sonra fâyiz-i sûd-ı tarîkat ve hâyiz-i rütbe-i hilâfet olup nazar-ı kîmyâ-eser-i şeyh-i ‘âlî-
himmeti ile ‘azîz-i merhûmun intikâlinden sonra yerlerine seccâde-nişîn-i meşîhat
olmuşlardır. Esnâ-yı sahv u ferâgda kavvâl bi’l-hakk olan lisân-ı gayb-âşinâları ba’zı güftâr-ı
tasavvuf-şi’âr ile suhan-senc-i belâgat ve ‘âlem-i ma‘nâda hasb-i hâl-i makâlleri ile fi’l-
cümle nakl ü hikâyet ederler idi. Lisân-ı tasavvuf üzre müretteb Dîvân ve miyân-ı meşâyih-i
Gülşeniyye’de şöhret-i nâm u şânı vardır. Bu güftâr ol şeyh-i celîlü’l-mikdârın cümle-i
âsârındandır.
Gazel
Mir’ât-ı dilde ‘aks-i dil-ârâyı seyr edin
Güncîde oldu katrede deryâyı seyr edin
Âmâc-ı tîr-i gamzesi etdi o kaşı ya
Gel Rüstemâne çekdigimiz yayı seyr edin
Rûyında yârin ‘aks-i dilim (yâ ki merdümüm)
Hâlî degil bu nükteli ma‘nâyı seyr edin
Dilde tenezzül eyledi ol şâh-ı ‘arş-câ
Hargeh-nişîn-i ‘âlem-i bâlâyı seyr edin
Başdan Sezâ’yî kâkül-i dil-berde bend olup
Tahrîk-i fitne eyledi gavgâyı seyr edin
İlâhî
Gülşenîyim nisbetim gülzârdır
Bülbülüm kârım hemîşe zârdır
‘Andelîbim öyle bir gülşende kim
Gülleri ol gülşenin bî-hârdır
SA’DÎ
Nâm-ı emcedleri Seyyid Mehmed’dir. Merhûm nakîbü’l-eşrâf Es’ad-zâde Efendi’nin
hemşîre-zâdesi ve Zeyrek-zâde Hâfızı demekle şöhret-şi’âr olan Mustafâ Efendi’nin
mahdûm-ı necâbet-mersûmudur. Tahsîl-i ser-mâye-i ‘ulûm ve tekmîl-i levâzım-ı mantûk u
mefhûm eylediklerinden sonra nakîbü’l-eşrâf Zeyrek-zâde merhûmdan mülâzım ve kırk akça
medreseden münfasıl olup bin toksan altı Rebî’inde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm Çatalcalı
‘Alî Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile Fâtıma Hanım Medresesine müderris olup ve
toksan tokuz Muharreminde Debbâg-zâde Mehmed Efendi merhûmdan Fîrûz Aga
Medresesine hareket sene-i merkûme Cumâdâsında yerinde dâhil i‘tibâr olunup bin yüz bir
Cumâdâ-yı ûlâsında Ebû Sa’id-zâde Feyzu’llâh Efendi’den Kâzî ‘Abdü’l-halîm Medresesine
hareket ve bin yüz iki Şevvâlinde yine anlardan sâniye-i Hüsrev Kethudâya olup bin yüz beş
Saferinde rahmet-i Rahmân’a revân oldular. Mütercem-i mezkûr ashâb-ı haysiyyetden sâhib-
fazîlet nâzik-tab‘ pür-ma‘rifet şi‘r ü inşâda pâkîze-ta’bîr bir mahdûm-ı bî-nazîr idi. Bu güftâr
cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Hevâ-yı zülf-i pür-tâbınla dil âşüfte olmuşdur
Beni leb-rîz-i sevdâ eyleyen tûl-i emeldir hep
Beyt
Helvâ-yı sükkerîn-i lebin tiz bulurdu dil
Olmasa yâr ile şeker-âb miyânemiz
Şatranc-ı dehr içinde o şâh-ı serîr-i nâz
Ferzâne-i cihân olacak bir piyâdedir
beyt-i merkûmu Safâyî, tezkiresinde mütercem-i mezkûrun akreb-i akrabâsından olan
harf-i kâfda Kâşif mahlası ile rûz-nâmçe-i hâli keşîde-i silk-i tahrîr kılınan Es’ad-zâde Çelebi
merhûmun olmak üzre tahrîr eyledigi sehv ü galat makûlesinden beyt-i mezbûr bunların
oldugu ma’lûmumuzdur.
SA’DÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ism-i sâmîleri ‘Abdü’l-bâkî’dir. Ashâbının kuvvet-i hâfızası senâya şâyân
olan memleket-i pür-hüsn ü ân medîne-i Van’dandır ve bu mecelle-i celîleye harf-i dâl-ı
mühmelede tercemeleri sebk eyleyen nûr-ı dîde-i şu‘arâ merdümek-i çeşm-i bülegâ şâ‘ir-i nâ-
dîde-nazîr ü ser-âmed Dürrî Ahmed Efendi’nin birâder-i ser-ber-â-beridir. Hakkâ ki birâder-i
muhteremlerinin nazîri nâ-dîde oldugu gibi bunların dahı tab‘-ı çâlâkları pesendîdedir. Bunlar
dahı Dîvân-ı ‘Âlî kâtib-i ma‘ârif-râtibleri zümresinden olup ‘asrımızda eş‘âr-ı belâgat-âsâr ile
revnak-şiken-i şu‘arâ-yı Rûm u ‘Acem ve magbût-ı revân-ı Feyzî-i Hindî vü Muhteşem olup
safvet-i kandîl-i hayâllerinden fürûzân-ı sâha-i makâl olan şem’-i sûzân-ı zekâyı bî-
hemâllerine billûrîn-sâgar-ı ser-şâr-ı tâb-âver-i bâlleri ile istidlâl olunmak emr-i mukarrerdir
ki neş’e-i sabûhiyyü’l-’ayâr-ı güftâr-ı âbdârı hoy-kerde-i sâgar gibi mişkât-ı kalb-i ma‘rifet-
perverlerinden tereşşuh etdikçe her bir katre-i nikâtı ruhsâr-ı bikr-i hayâle gûyiyâ bir hâl ve ol
çekîde-i mevzûn-ı üşküfte-gonca gülşengeh-i hayâle ve mazmûna bir subâbe-i nesîm-misâl
olup reng-i rûyundan ol şükûfenin bûyu ve nümâyişi berg ü berinden o meîve-i ter kangı
bâgın yâdigârı oldugu ma’lûm-ı nahl-bendân-ı ma‘ârif olup bi’l-külliye cânib ü sûyu
nümâyân olur el-hâsıl ma‘rifet-pîşe hezâr-dâniş bir kâmil ve hâlet-i zarrâ vü serrâya sâbir ü
mütevekkil bir zât-ı nîkû-şemâ’il olup râbıta-i kalbin sûy-ı emne bend ü rabta kemâl-i istînâs
eylediginden bezm-i cihâna her vakt ü her ân yek-kefe terâzû-yı nigâh-ı i‘tibâr olan cânib-i
iyâsa nigerân olmazdı ve kendi güftârlarından beyt:
Rub’-ı meskûnda olan dûde-i şem’-i ‘ısyân
Bir yere gelse ruh-ı rahmete bir hâl olmaz
beyti ile ‘âmil olup taraf-ı ümmîde sedd-i sedîd olan perde-i iyâsdan dîde-i fikr ü
hevesin tecrîd ve şevk u zevkden gayrı güftârdan sâmi’asın mahrûm-ı güft ü şenîd eylemiş bir
şâ‘ir-i bâhir ve Fârisî ve Türkî murâd üzre güftâra kâdir bir zât-ı ma‘rifet-mübâdir idi. Bu
güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Dil-i ser-der-havâ âh etmede zabt-ı nefes bilmez
Hümâ-yı lâ-mekân-pervâzedir kayd-ı kafes bilmez
Degil mâni’ sirişk-i çeşme müjgân-ı dem-âlûdum
Bu bahrin Sa’diyâ cûş u hurûşu hâr u has bilmez
Ve lehû 1 S§d½ d¾M� «u£ Ãu¦ „— “« r-u– d1� S§d½ dÔ pA¦ Èu� SH¼“ sš� “« U¾#
UÔ
2 b– —dJ¦ bM- ‰œ ‚Ë‹ ÂbšJ¦ «— gsU�“ b– dJ– “ dÄ rsU£œ ל Ë Âbš�u�
g¾¼
mütercem-i sâbıku’z-zikrin semt-i tevârîhde dahı mahâreti olmagla ednâ himmetle ân-
ı yesîrde bir târîh-i bî-nazîr ederdi. Ez-cümle sene bin yüz yigirmi üçde vâkı olan feth-i celîle
bu târîhi ‘âlem-gîrdir.
Târîh
Edince çâr-yâr imdâd-ı rûhânî dedim târîh
Söyündi nâr-ı Moskov mu’ciz-i nûr-ı Muhammed’den
ve bin yüz yigirmi yedide vâkı’ olan Mora fethine bu târîhi demişlerdir.
Ve lehû
Ser-i ikrâmı pây-endâz edip Sa’dî dedi târîh
‘Adûdan Mora’yı cebren alıp geldi ‘Alî Paşa
SA’ÎD
1 Tâ sabâ ez-çîn-i zülfet bûy-ı müşg-i ter girift / Bahr-i şevkam ez-reg-i mevc-i hevâ ‘anber girift: Sabah rüzgarı, saçının kıvrımından güzel kokuları alınca, benim iştiyak denizim (sabah rüzgarının getirdiği) havanın dalgalarından anber kokulu oldu. 2 Lebeş bûsîdem ü dürc-i dehânem pür zi-şekker şod / Zebâneş-râ mekîdem zevk-ı dil kand-i mükerrer şod: Dudağını öptüm, ağzımın içi şekerle dopdolu oldu. Dilini emdim, gönlüm kat kat zevk aldı.
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mehmed Sa’îd. Ol gül-gonca-i gülistân-ı melâhat ve
âhû-yı nâzik-hırâm-ı harem-i letâfet mecma’-i Yûsufistân-ı kemâl olan şehr-i bî-hemâl-i
cennet-misal Kostantıniyye’de Topkapusu kurbünde Yenibâgçede serv-i gülistân gibi
nümâyân ve bin yüz on altı târîhinde meh-i tâbânâsâ ufk-ı mehd-i zuhûrdan bedîd u ‘ayân
olmuşlardır. Mütercem-i mezkûr Devlet-i ‘Aliyyede nice zamân Dârü’s-sa’âde agalıgı ile
kâm-rân olup şöhret ü şânı leb-rîz-i cihân olan Yûsuf Aga merhûmun zamânında Sarây-ı
Hümâyûnda terbiyet-kerde olup ba’dehû İzmir Darp-hânesi emîni olan Topkapulu Ahmed
Efendi-nâm merd-i memdûhü’l-enâmın mahsûl-i bâg-ı hayât u kâmı ve nev-bâve-i gülistân-ı
ârâmı olup ‘asrımızın pâk-dâmen-i ‘ismet olan erbâb-ı ma‘rifetlerinden bir bülbül-i gülzâr-ı
suhandır ki Fârisî ve Türkî eş‘ârda tab‘-ı nâziki be-gâyet nâzikâne ve güftâr-ı pâkîzesi bî-
bahâne olup şeb ü rûz ‘ilm-i şerîfe sa’y ü ikdâm eyleyen mehâdîm-i kirâmdandır. Bu güftâr-ı
şeker-nisâr ol tûtî-i âyîne-i hüsn ü cemâlin cümle-i suhan-ı âbdârındandır.
Gazel
Çıkdı eşkim çarha tarf-ı devre-i nezzâreden
Tâsa vardı âb-ı çeşmim halka-i fevvâreden
Böyle tîz oldukça şemşîr-i zebân-ı tîzimiz
Kurtulur mu hâtır-ı hâsid Sa’îdâ yâreden
SA’ÎD -İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Âlü’s-sadr şemsü’z-zuhâ ve kamerü’l-bedr zât-ı
ma’mûr pîr-i pür-nûr velî-rütbe celî-mertebe hasenetü’l-eyyâm şeyhü’l-islâm melek-
hasletlerin bülendi merhûm u magfûr Mehmed Sâdık Efendi’nin akreb-i akrabâsından olup
tarîk-i ‘ulemâ-i makbûlden harem-i sâlis olan Kuds-i şerîf kazâsından ma’zûl olan mahbûb-ı
kulûb ecille-i kirâm Mehmed Emîn Efendi-nâm zât-ı ma’rûfü’l-enâmın mahdûm-ı vâlâ-
nâmıdır ki nezmûde-i evrâk-ı nihâli ârâmgâh-ı üşkûfe-i etfâl-i ‘izz ü ikbâl olan
Kostantıniyye-i bî-hemâlin muzâfâtından Beşiktaş kurbünde Tolmabâgçe’de gül-gonca-i
vücûdu mehd-i şuhûdu pister-i zuhûr-ı ‘âlem-i sûd eyleyip o gülşengehde murgân-ı akrân-ı
hoş-âyende-elhân ile hem-zebân-ı ‘irfân olup tahsîl-i kemâl ve sa’y ü iştigâl ederek hilâl-i
vücûd-ı pür-isti’dâdı bedrü’t-tâmm-ı ufk-ı kemâl olup mahâdîm-i kirâmın lâzım-ı zât-ı
sütûde-sıfâtı olan derece-i dakîka-şinâsîye vâsıl sâ’at-be-sâ’at münebbih-i her-intibâh olan
sandûkatü’l-hayâl-i ma‘ârifin her san’at-ı mûy-ı bârîk-misâline selîka-cünbân-ı isti’dâd-ı
kemâl olmagla her emr-i ma‘ârifde tahsîl-i nakdü’l-vakt-i istidlâl olmak mertebelerine nâ’il
olup ‘asrın üdebâsı miyânında müşârün bi’l-benân ve vaktin şu‘arâ-yı pâk-güftârlarından bir
zât-i nükte-dân olmuşlardır. Bu güftâr ol merd-i tâmmü’l-’ayârın cümle-i âsârındandır.
Matla’
Hemân ser-tîz-i gamzenden gönül âsûde-hâl olsun
Kemân-ebrûlarından çekdigim kat kat helâl olsun
SAKÎM
Mahlas-ı merkûm ile şöhret-şi’âr olduklarından miyâne-i râst-reftârân-ı cihânda
mahlasları nâmlarına gâlib olup nâm-ı şerîfleri gayr-ı meşhûr oldugundan bu mecelle-i celîle-
i ‘irfânda keşîde-i silk-i sutûr kılınmadı. Belki sâ’ir rûz-nâmçe-i hâlleri ihâle-i ma‘nâ-yı
mahlas-ı nâdir-ber-â-berleri olunup mahlasları iktifâ-i bâ’is-i tayy-ı imlâ olmuşdur. Bu beyt
anların olmak üzre meşhûrdur.
Beyt
Sendedir cümle hevâ vü heves ü efkârım
Seni söyler güzelim söylese tab‘-ı zârım
SÜKÛNÎ
İsmi Ahmed’dir. İstanbul’dan zuhûr etmişdir. ‘Asrın şu‘arâsından bir müteharrik-i
yâdigâr olup nice zamân Şâm’da mukâbeleci ve rûz-nâmeci olmuşlardır. Tab’ı hünerle
çesbân ve ‘âdeti hicv ü kadh ile tekdîr-i yârân idi.
Li-münşi’ihî
Hicve mâ’il olanın ‘âkıbeti hayr olmaz
Noldu gördün sonunu sen bir iki heccâvın
Mütercem-i mârrü’z-zikr bin yüz on bir târîhinde Şâm’da iken intikâl eyledi. Bu
güftâr cümle-i âsârındandır.
Gazel
Harîk-i âteş-i ‘aşkım ne dâg lâzımdır
Ne hânkâh-ı dilimde çerâg lâzımdır
Harîf-i meclis-i pervâne şu ‘le-âşâmım
Bana ne meygede vü ne ayag lâzımdır
O ‘andelîb-i gülistân-ı vuslatım ki bana
Müdâm seyr-i gül-i deşt ü bâg lâzımdır
Olunca bâdiye-peymâ-yı menzil-i maksûd
Dil-i Sükûnî gibi güm-sürâg lâzımdır
SELÎM GİRAY HAN
İbni Bahâdır Giray Han. Han-ı merkûm bin seksen iki Zü’l-hiccesinde ‘Âdil Giray
Han’ın yerine Kırım hanı olup seksen sekizde ma’zûl ba’dehû toksan beş Zü’l-hiccesinde
sâniyen han olup bin yüz iki Cumâdâ-yı âhiresinde hanlıkdan ferâgat eyleyip hacc-ı şerîfe
Devlet-i ‘Aliyyeden me’zûn olup deryâdan Mekke-i mükerremeye ‘azîmet edip ol şerefi dahı
hâyiz olduklarından sonra bin yüz dört Muharreminde sâlisen yine Kırım hanı olup yüz on
Şa’bânında yine izn ile hacc-ı şerîfe ‘azîmet ve hanlıkdan ferâgat eyleyip ba’dehû yüz on
dördünde râbi’an yine han olup bîn yüz on altı Ramazânında han iken Kırım’da intikâl eyledi.
Ehl-i zevk ve hoş-sohbet sâz ü sözsüz der-hˇâb olmaz bir han-ı sâhib-tabî‘at idi. Tabî’at-ı
şi‘riyye bi’l-irs kendilere intikâl eylemiş idi. Peder-i büzürgvârları Sultân İbrâhîm Han
‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân ‘asr-ı şerîfleri şu‘arâsından olup Remzî tahallüs ederdi. Bunlar
da nâm-ı şerîflerin mahlas ittihâz eyleyip nice nâzik güftâr ile âzmâyiş-i tab‘ etmişlerdir. Bu
güftâr cümle-i âsârlarındandır. Hâlâ elsine-i nâsda beste olup yâd olunmakdadır.
Gazel
Dirîg o tâze nihâlim hevâ nedir bilmez
Belâ-yı ‘aşk nedir ibtilâ nedir bilmez
Derûn-ı sîneye zahm urmagı bilir ammâ
Tabîb-i tâze-hevesdir devâ nedir bilmez
Gazel3
Bir âfet-i âşûb-ı zamânsın zâlim
Şûriş-fiken-i her-dü-cihânsın zâlim
Sad el-hazer ol gamze-i tâtârından
Yahşı bilirim seni yamansın zâlim
SELÎM EFENDİ
3 Başlık gazel ise de şiir rübai veznindedir.
Nâm-ı nâmîlerin mahlas ittihâz eyleyip âsâr-ı celîlü’l-mikdârlarında Selîm deyü gûyâ
olurlardı. Ol mecmû‘a-i edeb ü ‘irfân olan ser-tâc-ı cümle-i dânişverân Bosna kazâsından
ma’zûlen intikâl eyleyen Hüseyin Efendi -nâm nîkû-hısâlin mahdûm-ı necâbet-mersûmu olup
bin yetmiş beş târîhinde mehd-i vücûda pâ-nihâde-i teşrîf olup tahsîl-i ma‘ârif-i bî-hesâb ve
fazl u hünerden hatt-ı evfer iktisâb eylediklerinden sonra bin toksan târîhinde Aga-zâde
İsmâ’îl Efendi merhûm Kuds-i şerîf kâzîsı oldugunda ol mansıb-ı celîlin teşrîfâtının birinden
mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl olup bin toksan tokuz târîhinde Debbâg-zâde
Mehmed Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile bir medrese-i celîleye olup tarîk-i ‘aliyyeye
duhûl eylediklerinden sonra şedâyid-i tarîkı çekerek hareket-i altmışlı ile Siyâvuş Paşa
Medresesine geldiklerinde derûn-ı safvet-nümûnlarında kanâ’at-ı istikrâr-ı tâm bulmagla
tarîkdan ferâgat ve ol esnâda medîne-i Burusa’da münhall olan Murâdiye Medresesin ihtiyâr
edip bin yüz yigirmi iki târîhinde medîne-i Burusa’ya hicret ve bir müddet ol diyârda ‘uzlet
ihtiyâr eylediklerinden sonra merkez-i kemâl olan zât-ı nîkû-hısâlleri dâ’ire-i devletden bîrûn
bir kenârda gûşe-nişîn-i inzivâ olup hâric-i sûr-ı ‘inâyet kalmak şâyeste vü revâ görülmeyip
bin yüz yigirmi yedi târîhinde nişâncılık mansıbı ile Âsitâne-i Sa’âdet’e da’vet buyurulup ol
sâlde vâkı’ olan sefere âsaf-ı ‘asr ile bile ‘azîmet eyleyip ba’dehû andan gelip İstanbul’da
mansıb-ı merkûmdan ma’zûlen birkaç zamân sâkin oldukdan sonra bin yüz yigirmi sekiz
sâlinde medîne-i Üsküdar kazâsıyla cebrü’l-hâtır buyurulup ‘âdet üzre zabt edip ma’zûl
olduklarından sonra bin yüz otuz iki târîhinde sultân-ı celîlü’ş-şân-ı devrân pâdişâh-ı bî-akrân
es-sultânü’bni’s-sultân es-Sultânü’l-Gâzî Ahmed Han ibnü’s-sultân Mehemmed Han
halleda’llâhu hilâfetehû ve ebbede saltanatahû hazretlerinin ‘ilm-i şerîfe kemâl mertebe
ragbet-i hümâyûnları olmagla Sarây-ı Cedîdde cennet-misâl bir kitâb-hâne-i ‘âlü’l-’âl bünyâd
buyurup ol beytü’l-’ilmin enderûnunu cümle-i fünûndan kütüb-i mütenevvi’a ile mâl-â-mâl
eyleyip ol buk’a-i mübârekeye fuzalâ-yı zamândan mecmû‘atü’l-’irfân bir zât-ı bî-akrân
hˇâce ta‘yîn buyurulmak merkûz-ı irâde-i hümâyûn-ı pâdişâh-ı devrân olmagın mütercem-i
mezkûrun vücûd-ı bih-bûdu hilye-i kemâl ile ârâste ve ol mifzâl-i nâ-şünûde-’adîlin zât-ı
pür-efzâli fazîlet-i bâhire ile pîrâste olmagın ol dârü’l-’ilm olan kitâb-hâne-i cedîde mu’allim
nasb u ta‘yîn buyurulup cümleden mümtâz ve bu iltifât-ı hümâyûna sezâvâr buyurulmagla
akrânından bu keremle ser-firâz olup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde bu ikrâm ile mükerrem ve
bu lutf-ı ‘amîmü’n-nevâl ile muhterem idiler. Hakkâ ki defîne-i ma‘rifet ve gencîne-i
cevâhir-i fazîlet olan vücûd-ı ‘âlîleri yegâne-i zamân ve müşârün bi’l-benân-ı cümle-i
hünerverândır. Etrâf-ı havâmişe tahrîrâtı ekserü min-en yuhsâ ve müdevven te’lîfâtı ve
yâdigâr-ı dest-i iktidârları olan mecmû‘aları bî-’add ü ihsâdır. Husûsâ fenn-i edebiyyâtda
Bahr-i Zehhâr ve Żarrâr nâmıyla müsemmâ olan fenn-i nahvde mecmû‘a-i latîfi ‘âmme-i
cihâna nâfi’ bir tuhfe-i yâdigârdır. Bu fezâ’ilden fazla elsine-i selâsede fesâhat ve belâgat
üzre zâde-i tab‘-ı ra’nâları olan güftâr-ı bî-hem-tâları revnak-dih-i rûy-ı ‘arûs-ı ebkâr-ı efkâr
ve zînet-bahş-ı şi‘r ü eş‘âr ve erbâb-ı tıbâ’-ı selîmeye medâr-ı iftihârdır. Bu birkaç ebyât-ı dil-
ârâ ol fâzıl-ı bî-nazîrin zâde-i tab‘-ı semîrleri olan âsâr-ı dil-pezîrdir.
Gazel
Garîb ol gurbet ehl-i derde sahrâ-yı selâmetdir
Bu halk içre kişi bîgâne olmak başka halvetdir
Sadâ-yı sît-i şöhretden sakın kim şöhret âfetdir
Ney ü tanbûru seyr eyle ser-â-ser dâg-ı hasretdir
Su ‘ûd u nahsı nâm-âver nücûma nisbet eylerler
Hele rindâna bî-nâm u nişân olmak sa’âdetdir
Hayâl-i reng-i meyle mest olur dil la’l-i dil-berden
Bu bâga ebr-i tasvîr-efşüre bahş-ı tarâvetdir
Misâl-i peyker-i yârânda ancak gayrı yok deyyâr
Perîzâr-ı dil-i ‘uşşâk bir vâdî-i hayretdir
Mey-i ‘aşk ile ser-mest ol da dünyâyı temâşâ kıl
Selîmâ kendiden gitmek ‘aceb seyr ü seyâhatdir
Ve lehû
Bu dâg-ı dil ki sînemde açıla her bün-i mûdan
Zebân-ı âteşîn-i iştikâdır ol tenük-hûdan
Usandım sayd içün ol kebg-reftârı tekâpûdan
Uçurdum şâh-bâz-ı kuvveti ye’sile bâzûdan
Keser feryâd ü zârın erişince seyl deryâya
Belî mümkindir almak zevk-ı vahdetdir haber cûdan
Sadâ-yı âb-şâr-ı mey kulagından ırag olsun
Sakın gird-âb olur zâhid geçilmez sonra ol sudan
Gehî bîm ü gehî hacletle ol hurşîd-tal’atdan
Misâl-i levn-i hırbâ zâyi’ etdim rengimi rûdan
Hayâdan gonca-i la’lin eger neşgüftedir ammâ
Gönülden nice düşnâmın işitdik çeşm ü ebrûdan
Mey-i nahvet-resân-ı câh u ikbâle harîs olma
Sebük-pâdır Selîmâ bu şarâbın neş’esi bûdan
Ve lehû
Hayl-i sirişke verdim akın kûy-ı dil-bere
Dil verem anda bir gözü hûn-rîz kâfire
‘Uşşâka kibr ü kîn ile bir kasdı var gibi
Bir yere geldi kaşları etdi müşâvere
Dil kaldı perçeminde ararken konak yerin
Âhir düşürdü kendüyü bir bî-amân yere
Dîdâr-ı ceyş-i hüsnü yazıldı gelip hatı
Serdâr-ı kâkül olsa revâdır bu leşkere
Sâkî ayak ayak yürüt imdâdına meyi
(25) Gam hayli demdir etdi Selîm’i muhâsara
Bu güftâr dahı ol fâzıl-ı nâmdârın lisân-ı ‘Arabîde olan âsârından bir kasîde-i garrâ-
yı Mütenebbî-edâsındandır.
‘Arabiyye
vs«u£ ÊËœ ÈUL*� v§ È«u£ vsUM� Òn½« Ê« s¦
v�« v-u–
vsUN� zšN×–« Òc¼ z½ s¦ UN¼Uš• nš¹ Òr*¦ Ë ÈdJ¼«
nš½
vsUL’ Òv*� ULNÓ�¦ dšAÎË UNÎÒd�Ë UN§d¹ v¾*-
—U�« Ë
vsU×A� U£d�£ …—«d¦ ô u¼ UN¦ö½ u*��
UN1*š¦« U¦ UÎ
vsU�*� dG¼ zLÔ zL U£dJ� s¦ UNsU1¼« v§
‰U1ÔË
ÊUM� dL�� UN¾2«u0« b# UNsuš� ÊËœ ‰U#Ë
‰U#u¼« nš½
ÊUG¹ Ë »—UI×� v¼“«u� Ë -—UAL½ ‹U¥L�
UNºU1¼Ë
4 Ê«ËeM¼« Ë dšF¼« sš� zš0 b- v×�UL¹ z½ Ë v¾*- S�ÎU§
Latîfe: Mütercem-i mezkûr ‘asr-ı Sultân Mustafâ Han-ı Sânî’de şeyhü’l-islâm olan
Seyyid Feyzu’llâh Efendi’nin zamân-ı fetvâlarında anların mektûbculugu hidmetinde olup
iktisâb-ı rütbe-i nedîmî etmişlerdi. Ol esnâda bir gün mütercem-i bî-nazîr hazret-i şeyhü’l-
islâmın tertîb-i silsile edeceklerinden habîr olmalarıyla merhûm-ı mezbûr ba’de’l-’asr fetvâ-
yı şerîfeleri imzâ ederken bu güftâr-ı zîbâyı bir varak-pâreye tahrîr ve künc-i ihrâmların
telsîm edip ‘arz-ı nâdî-i devlet-masîrleri kılmış idi.
Rübâ’î
Etdi keremin Zeyd ile ‘Amr’ı mükerrem
Olmaz mı Selîm’in dahı şâd ü hürrem
Bu mes’ele fetvâsı nedir sultânım
Olur gibi Allâhu te’âla a’lem
Bu edâ-yı nâzikâneye nazar-ı kîmyâ-eser-i şeyhü’l-islâmî nigeh-sâz-ı iltifât oldukda
‘azîm istihsân ve nüvâziş-i ‘âlîlerine şâyân buyurup bu fetvâ olmaza gelmez deyü latîfe
buyurup karîn-i iltifât buyurmuşlar.
SELÎM DEDE 5
Kırk Dervîş ‘Alî demekle şehîr bir vücûd-ı pâkîze ta’bîr olup ‘asrın sütûde-edâ olan
şu‘arâsından idi. Bin yüz senesi hilâlinde intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
4 Şevkî ebî min-en ekuffe ‘inânî / Ve hevâyî fî-Selmâyi dûne hevânî // Keyfe'l-kerâ ve mulimmu tayfe hayâlihâ / Min-kulli lezzin eştehîhi bi-hânî // Ve egâre kalbî tarfuhâ ve gariyyuhâ / Ve yuşîru mübhemen ‘aleyye zamâni // Yâ mâ umeylehuhâ bi-hulvi kelâmihâ / Levlâ merâretu hicrihâ bi-şettânî // Ve tehâlu fi-elhânihâ min-sukkerihâ / Semelun tumessilu li-sagrin bi-lisânî // Keyfe'l-visâlu visâlun dûne ‘uyûnihâ / Sadâ havâcibuhâ bi-merri sinânî // Ve lihâzuhâ bi-muhâzime ke-meşârif / Ve avâzin lî tekârubi ve ti’âni // Fe-eyiset kalbî ve kullu tamâ'ati / Kad hayyele beyne'l-’îri ve'n-nezevâni: Babama olan özlemim beni dizginler, Selma'ya olan bu küçümsenmeyecek aşkımda. Ve onun hayâli aklıma düşmüşken nasıl uyurum; istediğim bütün lezzetler ondadır. Bakışı ve güzelliği kalbime saldırdı, müzmin hastalığım da bunun işaretidir. Ah! Tatlı konuşması ne kadar güzeldir! Ayrılık acısı olmasaydı, ne kadar farklı olurdu. Ve onun nağmeleri, dili ve ağzı kadar tatlıdır ve sarhoş eder. Mızrak ucunun geçmesi ile kaşları yankılandı (?), gözlerine ulaşmadan ona kavuşmak mümkün mü? Keskin bakışları kılıçlar gibi, yaklaşmaya ve saldırılara muhtacım. Kalbimin ve arzumun bütün ümidi kırıldı ve kervanla kaçırmak arasında gidip geldi. 5 20, , 122'de bu başlık altında, bundan sonra gelen Sûzî'nin tercüme-i hâli verilmiş. Selîm Dede bu yazmalarda yoktur. Şairin lakabını biz Kırk olarak okuduk ve öyle tespit ettik; ancak Tuhfe-i Nâilî’de Kırkık olarak kaydedilmiş ve Sâlim’in Kırık biçiminde yazmasının yanlış olduğu belirtilmiştir: Tuhfe-i Nâilî, C.I, s.44.
Beyt
Ruhsâr-ı ser-i zülfüne dil-beste olanlar
Bin fasl-ı bahâr olsa gülistâna çekilmez
SÛZÎ6
Sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan Seyyid Ahmed Çelebi-nâm tâze-zebân bir şâ‘ir-i hoş-
hırâm idi. Medîne-i Kostantıniyye’de meşhûr-ı âfâk Rahîkî merhûmun dûdmân-ı bülend-
revâkından olup ol hânedânın zamânımızda post-nişîni olan devletlinin hafîdi olmagla güftârı
berş-i rahîkî kadar neş’edâr bir şâ‘ir-i letâfet-şi’âr idi. Nâ-âşinâ-yı gül-çîden-i bâg-ı âmâl iken
kâse-i ‘ömr-i nâzenînine sîr olmadın nâ-murâd sene bin yüz yigirmi hilâlinde rahmet-i
Rahmân’a intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Medet ey bî-vefâ rahm et esirge ben dil-efgârı
Kerem etmez isen bana eziyyet eyleme bârî
SEYYİD
Sadrü’d-dîn Efendi ibnü’l- mevle’l- ‘âlimi’n-nihrîr es-Seyyid ‘Abdu’llâh Efendi. Ol
mahdûm-ı sa’âdet-mersûm Devlet-i ‘Aliyyede zîver-ârâ-yı sadâret-i Rûmeli olan ‘umde-i
nehârir-i zamân zübde-i efâzıl-ı cihân fazîletli ‘Uşşâkî-zâde es-Seyyid ‘Abdu’llâh Efendi
hazretlerinin mahdûmları olup fazl u ma‘ârifle ârâste ve hilye-i kemâl ü edeb ile pîrâste bir
zât-ı melek-sıfâtdır ki ‘ulûm-ı vâlâyı bi’l-cümle sa’âdetli peder-i muhteremleri efendi
hazretlerinden tekmîl ve ser-mâye-i mahdûmiyyet olan ma‘ârifi kâtıbeten tahsîl eyleyip
mahâdîm-i kirâma muhtass olan mülâzemetle mükerrem olduklarından sonra sene bin yüz on
iki târîhinde Şeyhü’l-islâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile
Beşiktaş’da vâkı’ Yahyâ Efendi Medresesine olup bin yüz on altı târîhinde şeyhü’l-islâm ve
müfti’l-enâm ‘ulemâ-yı kirâmın bülendi Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmun
def’a-i ûlâlarında Kogacı Dede Medresesine hareket-i hâric ile hareket ve bin yüz yigirmi
târîhinde merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr Ebe-zâde ‘Abdu’llâh 6 Bir önceki dipnota bakınız!
Efendi hazretlerinin def’a-i ûlâlarında Bâzergânbaşı Medresesine ibtidâ-i dâhil ile vâsıl ve bin
yüz yigirmi üçde yine Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmun def’a-i sâniyesinde
sâlise-i Ankaravî Medresesiyle hareket-i dâhil rütbesine nâ’il olup bin yüz yigirmi altıda
Şeyhü’l-islâm Mahmûd Efendi’den mûsıla-i Sahn ile İbrâhîm Paşa-yı Cedîde ve bin yüz
yigirmi sekizde Şeyhü’l-islâm ‘Abdu’r-rahîm Efendi’den Medâris-i Sahn-ı Semândan birine
ve bin yüz yigirmi tokuzda şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm Ebû İshak İsma’îl Efendi
hazretlerinden ibtidâ-i altmışlı ile Ebu’l-fazl Mahmûd Efendi Medrese-i celîlesine ve bin yüz
otuz birde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm ‘ulemâ-yı kirâmın bülendi fazîletli ‘inâyetli
Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden altmışlı hareketi ile Hâseki Medresesine ve bin
yüz otuz ikide yine anlardan mûsıla-i Süleymâniyye ile Üsküdar’da vâkı’a Mihrümâh
Medresesine pertev-efken-i âftâb-ı ikbâl olup hareket etmişler idi ki bu mecelle-i celîle-i
‘irfânı esnâ-yı tahrîrde ol buk’a-i refî’ada ifâde-i talebe-i ‘ulûm etmekde idiler. Zât-ı vâlâları
hânedân-ı fazl u kemâlden olup hemçün hilâl ma’lûm-ı cümle-i ehâlî-i şehr-i fazl u efzâl
olmagla evsâf-ı celîlelerinde beytü’l-kasîd-edâ mezer-keş-i kelimât-ı tavîlü’z-zeyl-i ıtrâ
olmayıp ol kasr-ı refî’ü’ş-şânın kitâbe-i ‘irfânına âsâr-ı dil-ârâlarından birkaç güftâr sebt ü
tahrîr olunmaga iktisâr olunmuştur.
Gazel
Tarf-ı la’linde ‘ayân hâl mi tebhâle midir
Zînet-efzâ-yı dehân hâl mi tebhâle midir
Nokta-i gonca mıdır yâ ser-i mîmî mîmi
Yohsa ey âfet-i cân hâl mi tebhâle midir
Reşha-i kilk-i kader mi varak-ı hüsnünde
Bilmedik kaldı nihân hâl mi tebhâle midir
Eser-i hatt-ı şu’â’-ı nigeh-i ‘âşık mı
Nedir ey mihr-i cihân hâl mi tebhâle midir
Merdüm-i dîde-i Seyyid mi düşüp kaldı meger
Söyle ey rûh-ı revân hâl mi tebhâle midir
Ve lehû
Gamzen harâba verdi dili hışm u kîn ile
Müşkil mukâvemet sipeh-i der-kemîn ile
Hidmet-güzâr-ı havsala-i sabr olur eger
Sâkî pür etse câmı mey-i âteşîn ile
Sîmîn-piyâleyi mey-i gül-reng ile pür et
Ver mübtelâna bir gül-i ter yâsemîn ile
Sûz-ı mahabbeti dile te’sîr eyledi
Hem-sohbet olmadın o büt-i nâzenîn ile
Mânend-i ‘andelîb-i ne-dîde-visâl-i gül
Geçmekde ‘ömrü Seyyid-i zârın enîn ile
Bu gazel dahı mütercem-i mezkûr mahdûm-ı müşârün ileyhin zebân-ı Fârisîde olan
gazellerindendir.
«— v¼U– zMN½ z¾*� bMsU¦ bMJš¦ S�UM- «— v¼U�«ô bs— z¦U2
ÈË“—¬ b–U� zs
«— v¼U- gIs ÊU×�*½ d� Ëd¦ UÄ zM£d� ‘ÎUN*½ —U•“« Èu– ˆbš�s— z½
UÔ «œU¾¦
«— v¼Uš• ÊuLC¦ —U� zL1Ô œ—«bš¦ zs ÂbÎœ dÔ pΗU� —b- Ê« «—
S½“Us ÊUš¦
«— v¼U� l¾¹ d� r×� d£ zL1Ô bΫ Ê«d½ gsU�0« dN� —«bs S-U¹ «—
Œd� ÈUH2
7 «— v¼UL– œU� U�¦ Ë `¾# rMJš¦ V-dÔ bš� s£dšá*½ Ê« Èu� bΫ z½
Âbš¦« —œ
SİYÂHÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Medîne-i Kostantıniyye mülhakâtından Galata-nâm
şehrin muzâfâtından Tolmabâgçe-nâm mahalden zuhûr edip tahsîl-i dest-mâye-i ‘irfândan
sonra medîne-i Kostantıniyye’nin Kısmet-i ‘Askeriyye Mahkemesinde nice zamân kâtib olup
giderek bi’l-istihkâk ve’l-inhisâr ol gürûhun müşârün bi’l-benân-ı i‘tibârı olup baş kâtibligi
rütbesine râtib olmuş idi. Ehl-i ma‘rifet ve hoş-sohbet olmagla kibârdan katı çok e’âlî-i vâlâ-
tebâra nedîm ve musâhib-i leyl ü nehâr olup ‘ubûdiyyet eyledigi âsitâneye muhibb-i ‘an-
samîm ü yâr-ı gâr ve mürâ’ât-i hukûk eyleyip vefâdâr olurdu. Nefsinde ma‘rifetli bir zât ve
7 Ne-bâşed ârzû-yı câme rind-i lâ’übâlî-râ / Kanâ’at mî-koned mânend-i bülbül köhne şâlî-râ // Me-bâdâ tâ ki rencîde-şevî ezhâr-ı gülhâyeş / Bürehne-pâ me-rev ber gülsitân-ı nakş-ı kâlî-râ // Miyân-ı nâzüket-râ an kadar bârîkter dîdem / Nemî-dâred tahammül bâr-ı mazmûn-ı hayâlî-râ // Cefâ-yı çarh-râ tâkat ne-dârem behr-i ihsâneş / Girân âyed tahammül her sitem ber tab‘-ı ‘âlî-râ // Der ümmîdem ki âyed bû-yı an gül-pîrehen Seyyid / Terakkub mî-konem şubh u mesâ bâd-ı şimâlî-râ : Samimi rind, giyecek arzusunda değildir, bülbül gibi eski bir şala kanaat eder. Halı üzerindeki gül bahçesinin süslerine basma, belki onun güllerinin dikeninden incinirsin! Senin nazik belini o kadar ince gördüm ki, hayalî mazmunun yüküne bile tahammül edemez! İhsanı için feleğin cefasına katlanamam, her siteme katlanmak, yüce yaradılışlı olana ağır gelir! Seyyid, o gül gömleklinin kokusunu ümidetmekteyim! (Bunun için) sabah akşam kuzey rüzgârını bekliyorum!
şâ‘ir-tabî‘at ve hatt-ı ta’lîkda beyne’l-enâm şöhret ü nâmı olmagla ol ‘asrda şehenşâh-ı cihân
olan sultân-ı vâlâ-mekân Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân
hazretlerinin Beşiktaş Sarâyında leb-i deryâda binâ buyurdukları Kâşili Kasr-ı latîfinin
kitâbelerinde olan ebyât u tevârîh ve hatt-ı nâzikâne bu zât-ı sütûde-sıfatındır. Bu gûne pür-
ma‘rifet oldugundan kibâr-ı enâmın bi’l-cümle manzûrları olmuş idi. Bunların miyânesinde
cümleden ziyâde mütercem-i mezkûrun hiddet-i zihnine firîfte olanların biri de Kılıç ‘Alî
Paşa merhûm idi kim cümleden ziyâde ol zât-ı Bermekî-sıfât ile hem-ülfet olup miyâne-i
yârânda şeb ü rûz sohbet ve âsitâne-i paşa-yı celîlü’l-kadre kemâl mertebe mütereddid idi.
Mezbûr ile miyânelerinde böyle imtizâc-ı küllî oldugundan nâşî paşa-yı merkûm bin toksan
tokuzda Trabzon valîsi olup Yem-i Siyâh’dan âteş kayıkları ta’bîr olunan fülkçeler ile ol
cânibe rû-be-râh oldugunda mütercem-i mezkûru istishâb eyleyip paşa-yı merkûm ile ol
tarafa bile giderken sâhil-i Bahr-i Siyâh’da Agva-nâm mahalle nüzûl eylediklerinde bi-
emri’llâhi te’âlâ def’î haste olup ol menzilde irtihâl ve cânib-i bekâya intikâl eyledi.
Hikâyet: Rivâyet olunur ki mütercem-i mezkûr paşa-yı celîlü’l-kadr ile bâdbân-güşâ-
yı ‘azîmet olup rûy-ı deryâda giderken havâ muhâlif ve giderek telâtum-ı emvâc rûy-ı
deryâda ziyâde olmagla çâr u nâ-çâr bin belâ ile Agva -nâm mahalle nüzûl ederler. Żarûrî
havâ müsâ’id oluncaya degin ol mahalde meks ü ârâm ederler. Mütercem-i mezkûr dahı ol
tarafları geşt ü güzâr edip temâşâ ederken ol mahallin bir tarafında birkaç merkad görüp ‘alâ
tarîki’l-latîfe merkadlere hitâb edip bî-çâreler Şile kasabası hod bu mahalle karîb idi. Ne
‘aceb biraz ikdamcık edip kendinizi bir şenlige düşürmediniz deyü bir vâfir kendi kendüye
söylenip haymesine geldikde henüz ku’ûd etmedin fagfûr-mizâcı şikest ve ol gece ol mahalde
hastelenip kable’l-irtihâl haymesinde dâr-ı bekâya intikâl etmekle ol merkadlerin yanında
defn olunmak ihtiyâr olunup ol cây-ı tenhâda ol bî-çârelere hem-civâr oldu. Rahmetu’llâhi
te’âlâ ‘aleyhi. Bir ma‘rifetli şâ‘ir-i nâzik-güftâr idi. Bu eş‘âr cümle-i âsârındandır.
Gazel
Ey nihâl-i serv-i bâg âşûb-ı cândır perçemin
Şeh-levendim sünbül-i bâg-ı cinândır perçemin
Serden aşmış gülşen-i ruhsârın etmiş cilvegâh
Tâvus-ı nâzik-hırâm-ı dil-sitândır perçemin
SİYÂHÎ-İ DÎGER
Nâmı Mustafâ’dır. Fi’l-asl Kıbrıs cezîresinde mütevellid olup ba’dehû Gelibolu’da ve
mısr-ı Kâhire’de Mevlevî şeyhi oldukdan sonra maskat-ı re’si olan Kıbrıs’da Mevlevî-hâne
şeyhi olup bin yüz yigirmi üç târîhinde intikâl eylemişdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Herkesin güftârı bir vâdî-i mahsûs üzredir
Zâgda hâlet diger bülbülde dîger hâl var
SEM’Î8
İsmi Mustafâ’dır. Mezkûr Bosna diyârından intihâ-i ser-hadd-i mansûrdan Ahlona9
kal’ası maskat-ı re’si olup bin yüz yigirmi bir târîhinde Âsitâne-i Sa’âdet-âşiyâna gelip
merhûm Sultân Mehemmed Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretlerinin medârisinden
Çifteayak Medresesinde hücre-nişîn ve Babatagî Yekçeşm İsma’îl Efendi’nin dâ’ire-i
ifâdelerinde tahsîl-i fünûn-ı ‘akliyye ile miyân-ı emsâlde kesb-i imtiyâz edip merhûm u
magfûrun leh Mîrzâ Efendi hazretleri huzûrunda ba’de’l-imtihân işâret-i ‘aliyyeleriyle
Yaglıkçı-zâde Mehmed Efendi’ye dânişmend-i yakîn buyurulup mevlânâ-yı mûmâ ileyh
Dârü’l-hadîs-i Süleymâniyyeden Selânik kazâsı teşrîf buyurdukda i’âdesinden silk-i
mülâzimîne münselik iken Maktûl İbrâhîm Paşa’nın sadâreti evâyilinde Re’îsü’l-küttâb
Mehmed Efendi ma‘rifetiyle Âsitâne’de mukîm İngiliz Venedik10 elçileri kitâbeti bi-hasebi’l-
iktizâ mezbûre tefvîz edip iktisâb-ı refâh etmekle tarîk-ı kazâya sülûk eyleyip gûşe-nişîn-i
kanâ’atdir. Nazm u nesre kâdir bir zât-ı kâbil-i hitâbdır. Bu ebyât âsârındandır.
Gazel-i elsine-i selâse
Günâh-ı bende-i nâ-çîz iken ülûf ülûf
Yine mu’âmele-i lutf eder ‘Afüvv ü Ra’ûf
Metâ’-ı magfiretin vefretin hayâl eyle
‘Ayâr-ı hâlis ile geçmede nukûd-ı züyûf
Edâ eder mi sanır murg-ı hoş-nevâ-yı çemen
8 Bu şair sadece 0 ve 202'de var, diğer nüshalarda yoktur. Metne 202'den alındı. 9 Kelime 0'te zsu*£« , 202’de ise zsu£« şeklindedir. Bu adın Kamusü’l-âlâm’da Livno olarak yer alan kasaba olduğunu sanıyoruz. 10 0'te "İngilize ve Nederlanda" şeklindedir.
İhâta etmedigi midhati zurûf-ı hurûf
‘Ulüvv-i himmete vâ-bestedir hümûm u keder
Hüsûf mâha gelir ekser âftâba küsûf
Cenâb-ı Vâhid-i Gaffâr Sem’iyâ bî-şek
Hezâr mücrimi âzâd eder -us« r�— 11
Ëb¾Î UL*½ S¾M¼« bNAÎ
u£ Òô« zؼ« ô zÒs« 12
Tâk-ı ebrû-yı yâri kıble eden
Etmek ister be-âb-ı dîde vuzû
Menba’-ı cûy-ı ‘aşk ise kalbin
uA� S�œ Ëœ Uš� vך½ Ëœ “« 13
vš1L¼« u£ UL½ v0 uN§
u�¦ dš� “ b�« T½bs“ 14
Tavr-ı zühhâdı Sem’iyâ fehm et
u� vMF¦ Ë œu– K—u# ps— 15
Sine-i rahş-ı ferah-bahş-ı şehriyâride âvîze olan hotaz ta’bîr olunur meges-râna ber-
mûceb-i fermûde yazılan kıt’adır.
Kıt’a:
Perçem-i şâh-ı ‘Acem kâkül-i hûbân-ı Hoten
Rahş-ı ikbâl-i hümâyûna meges-rân olsun
Ermesin tâ meges-i ‘ayn-ı kemâl-i a’dâ
Müje-i çeşm-i perî mirvaha-cünbân olsun
Harfü’ş-şîni’l-mu’ceme
Eyledik çünki sîn-i mühmelenin 11 Bu söz muhtemelen şu hadise telmihtir: “Ragıme enfü”: Burun sürtülsün. Müslim, Birr ; Ahmed b. Hanbel , 34. Mısra 0'te "Hezâr mücrimi âzâd ederler gamü'l-ünûf" şeklindedir. 12 Yeşhedü'n-nebtü küllemâ yebdû / Ennehû lâ ilâhe illâ hû : Bitki her ortaya çıkışında, O'ndan başka ilah olmadığına şahit olur. " j�I¼U� ULzU- r*F¼« ‰u� Ë HJz öL¼« Ë u£ ô« zؼ« ô zÒs« zÒ*¼« bN– : Şehida'l-lâhu ennehû lâ ilâhe illâ hüve ve'l-melâ'iketü ve ûlü'l-’ilmi kâ'imen bi'l-kısti...: Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahitlik etmişlerdir...". Kur'an: 3/1. 13 Ez dü gîtî biyâ dü dest bi-şû: Gel, iki âlemden elini yıka (vazgeç). 14 Fe-hüve hayyün kemâ-hüve'l-muhyî / Zindegî-i ebed zi gayr me-cû: O, diriltici olduğu gibi de diridir; ebedî hayatı ondan başkasından arama! 15 Reng sûret şeved ve ma’nâ bû: Reng, suret oldu, manâ da koku.
Cümle şâ‘irlerin bütün tastîr
Nakl edip şimdi şîn-i mu’cemeye
Etdik erbâbını anın tahrîr
ŞÂHÎ
Âl-i Cengiz’den olup ‘asrında Kırım hanı olan Tohtamış Giray’ın ferzendidir. Cevlân-
ı tab‘ ile bir çâpük-süvâr-ı deşt-i ‘irfân ve bir merd-i meydân-ı suhan-dânândır. Nâm-ı nâmî
ve ism-i girâmîleri Şahin Giray olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr etmişlerdir. Ol bâlâ-
pervâz-ı evc-i ‘izz ü temkîn rüteb-i Cengiziyye’den nâ’il-i mertebe-i nûrü’d-dîn oldukdan
sonra taraf-ı Devlet-i ‘Aliyyeden kendülere mahsûs olup ‘inâyet buyurulagelen
sâliyânelerden kendüye kifâyet mikdârı sâliyâne ile tekâ’üd ihtiyâr edip bu hâl üzre evkât-
güzâr iken sene bin yüz otuz târîhinde merhale-i fenâdan sefer-i dârü’l-karâr eyledi. Suhana
kâdir bir merd-i ma‘rifet-mübâdir idi. Bu mecelle-i celîleye evsâfı keşîde-i silk-i tahrîr kılınan
Dervîş Fasîh merhûm ile be-gâyet hem-ülfet olup her bâr sohbet üzre olduklarından Fasîh-i
merkûm terk-i zâviye-i fenâ eyledikde intikâline bu târîhi etmiş idi.
Târîh
Hazret-i Mollâ-yı Rûm’un hâk-i râh-ı devleti
Pertev-i şems-i hidâyet pertevinin pertevi
Tûti-i mu’ciz-dem-i âyîne-i ‘irfân idi
Sûretâ dervîş idi sîretde şâh-ı ma’nevî
Hak budur ol nükte-dânın tab‘ına mahsûs idi
Nazm u nesr ü şi‘r ü inşâ vü rübâ’î mesnevî
Bu harâb-âbâdı terk edip cinâna atdı cân
Rahmet-i Mevlâ ile ma’mûr ola ‘ukbâ evi
Okusun fevtine bu nev mısra‘ı târîh içün
Göçdü bâkî mülküne Dervîş Fasîh-i Mevlevî
ŞÂKİR
Bî-reyb ü meyn nâm-ı nâmîleri Hüseyin’dir. Devlet-i ‘Aliyyenin ‘asrında çâker-i hâs-ı
çârûb-keş-i ‘ubûdiyyeti ve miyân- beste-i peymânçe-i rıkkıyyet ü hidmeti olarak gümrük
emânetinden rütbe-i vezârete irtikâ ve Basra vâlîsi iken bu merhaleden göçüp ‘azm-i dâr-ı
bekâ eyleyen Hüseyin Paşa’nın merdüm-i siyeh-çeşm-i behceti ve revnak-fezâ-yı sâha-i
râhatı ve kurretü’l-’ayn-ı merdümiyyeti olup anlar dahı tarîk-i ‘ulemâ-i ‘izâmdan bi’l-fi’l
mansıb-ı celîl-i Edirne olup hıyâm-ı kıyâm-ı menzilet ü ikbâlleri zînet-bahş-ı çerâgâh-ı
bülendî ma’rûf-i enâm Mustafâ-nâm olan beg efendinin mahdûm-ı hünermendidir ki anlar
dahı bûstân-ı tarîk-i ‘aliyye-i ni’met- firâvândan hissedâr-ı ebr-i matîr-i ihsân olup çetr-i
ârzû-yı bâllerin vaz’-ı sahrâ-yı pehnâ-yı âmâl eyleyip murgzâr-ı tarîk-ı ‘aliyyenin cûybâr-ı
nuhustîn-i merâmı olan mülâzemetle şâd-kâm oldukdan sonra âsaf-ı ‘asr-ı vâlâ-nâm vezîr-i
‘âlî-şân Behrâm-ihtişâm Hâtem-şiyem Bermekî-’alem sa’âdetli ‘inâyetli İbrâhîm Paşa
hazretlerine bir kasîde-i garrâ verip kumâş-ı nazmının târ u pûd-ı nesc-i belâgati makbûl olup
tamgâ-zede-i hüsn-i kabûl buyurulmagla bir hâric medresesiyle çerâg-efrûhte buyurulup ihyâ
olmuşlar idi. Hakkâ ki mütercem-i mezkûr miyâne-i akrânda bir hayli ma’mûr vücûd olup
‘asrın suhan-sencânından gırbâl üstüne gelen şu‘arâdandır. Hoş-nüvîs tab‘ı nefîs çerb-zebân
bir şâ‘ir-i nükte-dândır. Birkaç beyt-i ra’nâ zâde-i tab‘-ı zîbâları olan kasîde-i mesbûkü’z-
zikrdendir.
Gazel
Hilâl-i ‘îdi teşbîh eylemek ol mâh-ı tâbâne
Sebebdir inhirâf-ı ebru-yı garrâ-yı cânâne
Giyip ‘îdiyye her gül-çehre çeşm-i bülbülî câme
Cihân-ı köhneyi döndürdüler sahn-ı gülistâne
Hevâ-yı dil-güşâ-yı nâz ü ‘işveyle salınmakda
Sehî-kadler temâşâgâh-ı ‘îd içre levendâne
Agız miskî salıp birbirini öpsün şeker-lebler
Hulûs-ı bâl ile gelsin halâvet hayl-i hûbâne
Kenârında olup her sâgarın bir mâh-ı nev-peydâ
Neşât-ı ‘îd ile mestâne diller çekse peymâne
Süvâr oldukça hûban rûzgâra hükm eder gûyâ
Dönüp her tahta-i dōlâb bir taht-ı Süleymân’e
ŞÂKİR-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mehmed’dir. Ol vücûd-ı bih-bûd Devlet-i ‘Aliyyede
zât-ı celîlü’l-kadrleri ile bir müddet câh-ı refî’-i tevkî’i ihrâz-ı rütbe-i şeref-i bî-hesâb ba’dehû
dürr-i yek-tâ-yı zât-ı müstetâbıyile kapudanlık mansıb-ı celîli kâm-yâb olan vezîr ibni vezîr
vücûd-ı bî-nazîr zât-ı bih-bûd vezîr-i deryâ-cûd sa’âdetli ‘inâyetli Mustafâ Paşa hazretlerinin
imâmları pür-ma‘rifet sâhib-fazîlet bir zât-ı sütûde-sıfâtdır ki şeyhü’l-islâm müfti’l-enâm-ı
Bû Hanîfe-makâm fuzalâ-yı kirâmın bülendi fazîletli sa’âdetli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi
hazretlerinin mülâzemetleri şerefiyle müteşerrif ve kırk akça medreseden ma’zûl ve ‘âdet
üzre tarîk-i ‘aliyyeden bir medrese-i behiyyeye müteheyyi’ olup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde
ol rütbeye irtikâya dîde-dûz-ı vusûl idiler. Hakkâ ki zât-ı ma‘rifet-irtisâmları her vechile
karîn-i ikrâm olmaga şâyeste ve mecmû‘atü’l- ‘irfân olan zât-ı fâ’iku’l-akrânları zîver-i
kütüb-hâne-i medâris-i celîle olmagla bâyestedir. Zihni pâk tab‘ı çâlâk bir şâ‘ir-i ma‘rifet-
mübâdirdir. Esb-i cevlân-gîr-i dil-i pür-ma‘ârifi meydân-ı mahabbetde murâd üzre reftâra
kâdir bir zât-ı celîlü’l-me’âsirdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Gazel
Ser-i zülfün hevesi kim dil ü serden geçdi
Yine sevdâ-zede oldu dil o serden geçdi
Beline ‘arz-ı kemer etme ey âgûş-ı hayâl
Ki miyânı o perînin de kemerden geçdi
Der imiş pîrehenin kes ki o serden geçeyim
Yine başdan çıkacakdır gör o serdengeçdi
Dehenin vasfına ey gül seherî meşgûlüm
Deme kim murg-i seher gonca-i terden geçdi
Geçemez da ‘vi-i nakd-i hünerinden şâ‘ir
Hele şâhid ile Şâkir o hünerden geçdi
ŞÂKİR-İ DÎGER
Nâmı Süleymân ve miyâne-i küttâb-ı vâlâ-cenâbda ma’rûf-ı cihân bir zât-ı ma‘ârif-
meşgûl ve esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde menâsıb-ı celîle-i dîvândan mukâbeleden ma’zûl
idiler. Fi’l-asl vücûd-ı bih-bûdları bu mecelle-i celîlemizde harf-i râ’da Râmî mahlas-ı şerîfi
ile evsâf-ı ‘âlîleri keşîde-i ser-safha-i imlâ olan kayın atamız vezîr-i muhterem Râmî Mehmed
Paşa’nın terbiyet-kerde-i âsitân-ı devlet-medârı ve bâb-i sa’âdetlerinde nice müddet
manzûrları ve hazînedârı olmagla devlet-i sûriyyesinden behredâr oldugu gibi feyz-i
sohbetlerinden dahı hissedâr olup inşâ vü eş‘âra ve feyz-i tabî‘atlerince güftâra pür-iktidâr
idiler. Bu güftâr-ı halâvet-şi’âr ki terâzû-yı hayâlde tuhaf-ı girân-kadr-i esmâr-ı cinâna ber-â-
berdir. Ol zât-ı nâzik-tabî‘atin hadîka-i eş‘ârından dükkânçe-i âsârında nümâyân olan mîve-i
nihâl-i bâlleri ve mahsûl-i bâg-ı hayâllerindendir ki teberrüken zîr-i rûz-nâmçe-i hâllerine
keşîde ve hâtime-i evsâf-ı zât-ı fâyıku’l-emsâllerine zebân-ı kalem şâhid-i müdde’âdan çekîde
olmuşdur.
Beyt
Ber-â-ber çekmedin bâr-ı gamın ol nahl-i pür-bârın
Düşer mi el ala şeftâlüsün evvel ben almadan
ŞEREF
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mehmed Şeref olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr
etmişlerdir. Zât-ı fâyiz-i bi’l-kemâlleri bu mecelle-i celîleye medâyih-i zât-ı ercümendleri
keşîde-i silk-i kilk-i pesendimiz olan ‘allâme-i cihân fâzıl-ı devrân sadr-ı Rûm’a şeref-bahş
olan kuzât-ı ‘asâkirin fezâ’il-i ‘adîde ile bülendi merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti
Rabbihi’l-gafûr ‘Ârif ‘Abdü’l-bâkî Efendi’nin hafîd-i sa’îdi ve ke-zâlik bu mecmû‘a-i
nâdire-dânân-ı zamânda evsâf u mahmidetleri zîver-ârâ-yı silk-i beyân olan mevâlî-i kirâm-ı
ülü’l-ihtirâmdan Es’ad-zâde es-Seyyid ‘Abdu’r-rahîm Fâyiz Efendi’nin küçük mahdûmlarıdır
ki zât-ı nîkû-hısâllerine ma‘ârif ü kemâl bi’l-irs intikâl eylemişdir. Ol vücûd-ı bih-bûd
mahâdîm-i kirâma muhtass olan ikrâm-ı ‘icâletü’l-vakt-i mülâzemetle pür-şeref cedd-i
emcedlerinden mülâzım olup ihtirâm olundukdan sonra esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde şâyeste-
i kâmet-i bâlâları ve şâyân-ı zât-ı ma‘ârif-intimâları olan bir medrese-i celîle-i tarîk-ı
‘aliyyeye müteheyyî olup ol şerefle dahı müstes’id olmaklıga evliyâ-yı ni’amın ‘inâyet ü
keremlerine dîde-dûz-ı intizâr idiler. Hakkâ ki ol mahdûm-ı necâbet-mersûm,
16 ÊU£d¾¼« l¹U� H�U�M¼« d« ˆb2 …œUF� s� oDMÎ bNL¼« v§
medlûlünce mevrûs-ı hânedân-ı kemâlleri olan fezâ’il ü ‘irfân ile ârâste ‘ale’l-husûs
hüsn-i hatla müşârün bi’l-benân ve şi‘r ü inşâsı ve sâ’ir kemâl ile dahı pîrâste olup akrânından
mümtâz ve cümle-i emsâlinden ser-efrâzdırlar. Bundan böyle tavk-ı himmetlerinden me’mûl
ve zihn-i çâlâklarından mes’ûl olan oldur ki ser-mâye-i rüsûh-ı kemâl olan sinn-i şerîfleri
mütezâyid oldukça zât-ı sütûde- sıfâtları i’lâ-yı derece-i kemâlâta mütesâ’id olup cedd-i
emcedleri gibi nâdire-i devrân ve müşârün bil-benân-ı cümle-i efâzıl-ı cihân olalar. Bu güftâr-
ı zîbâ ol mahdûm-ı pür-ma‘ârifin deryâ-yı ma‘ârifinden nümâyân olan dürer-i bî-hem-
tâlarındandır.
Beyt
Çekdirigör keştî-i sahbâyı düşme fürkate
Çatmak istersen eger bir mîr-i deryâ âfete
Ve lehû
Beni hem-hâlet edip şimdi felek Mecnûn’a
Döndü seyl-âb-ı şirişk-i terimiz Ceyhûn’a
Gayrıya etdigi lutfun Şeref ol mihr-i kemâl
Zerresin etse yeter ‘âşık-ı dil- pür-hûna
Ve lehû
Nola o şûh-ı felek-meşreb olmasa sana râm
Zamâne tâzelerinde vefâ mı var yokdur
ŞEREF-İ DÎGER
Zümre-i Sıtanbuliyândan Mehmed-nâm bir seyyid-i mîr-i kelâm olup Devlet-i
‘Aliyyede Re’îsü’l-küttâb Kalemi kâtib-i celîlü’l-merâtiblerinden şâkird-i fenn-i suhan u
güftâra kâdir ma‘rifet-mübâdir hurde-bîn nâzik-kâr bir şâ‘ir-i lâ’übâlî-reftârdır. Bu eser
cümle-i âsârından nümûne-i pâkîzedir.
Beyt
Yaparlar hasb-ı hâlin iktizâ etdikçe agzından
16 Fi'l-mehdi yentuku ‘an sa’âdeti ceddihi / Eserün necâbeti sâtı’u'l-bürhân : Atasının saadetini beşikte konuşur, soyluluğun eseri açıkça bellidir.
Şeref kâdir degilsin nazma sen yârân sag olsun
ŞEREF-İ DÎGER
Ol zât-ı pür-’irfânın nâm-ı nâmîsi Süleymân olup ‘asrında Ayasofya-i Kebîr
mütevellîsi İsmâ’îl Efendi’nin ferzendidir. Ma’rifetli bir zât-ı nîkû-hısâl idi. Bin yüz on senesi
hilâlinde intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Rüba’î
Şemşîr çekip gamze-i hûn-hˇâreleri
Sînemde henûz işlemede yâreleri
Eyler bu cerâhat ile giryân olsam
Dâmânımı leb-rîz-i ciger-pâreleri
ŞERÎF
Ol seyyid-i sahîhü’n-neseb-i lâzımü’t-tebcîlin nâm-ı nâmîleri İsmâ’îl’dir. Zât-ı
vâlâları fi’l-asl Anatolu’da Kula kasabasından zâhir ü âşikâr ve ol şehrde Müftî-zâde dimekle
şöhret-şi’âr olup kasaba-i mezbûrenin mevrûs-ı pedermânde olan hidmet-i fetvâsı kendülere
tefvîz olunup nice zamân ol beldede istikâmet üzre hidmet-i fetvâda olmuşlardır. Erbâb-ı
haysiyyet ü kemâlden bir vücûd-ı bî-hemâldir. ‘Asrın şu‘arâsından ve vaktin zurafâsındandır.
Hâle münâsib kâle bâzû-yı iktidârı zahmet-keşîde olmayan bedihiyye-gûyândandır. Sene bin
yüz on târîhinde Hˇâce-zâde es-Seyyid ‘Osmân Efendi merhûm nakîbü’l-eşrâf iken Edirne’de
ba’zı hâcetin su’âli zımmında bu kıt’ayı cevâb-ı ‘icâletü’l-hâl eyleyip zât-ı bî-hem-tâlarına bu
gûne ‘arz-ı ‘ubûdiyyet ü senâ eylemişlerdi.
Kıt’a
Dil kalır vâdî-i hayretde ebed pâ-der-gil
Dest-gîr olmaz ise ana güzîn-i devrân
O ‘Ömer-dâd u ‘Alî-sîret ü Sıddîk-sıdk
O Hüseynî hasenü’l-hulk u semiyy-i ‘Osmân
Mütercem-i mezkûr ba’zı ashâb-ı garazın ifk ü iftirâsı sebebi ile magdûr ve nân-
pâresinden dûr ve hidmet-i fetvâdan mahcûr oldukda ol ‘asrda şeyhü’l-islâm-ı zamân olan
ser-tâc-ı efâzıl-ı cihân yegâne-i akrân kutb-ı devrân meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi merhûm
u magfûr Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi hazretlerinin huzûr-ı ‘alîlerine bu rübâ’î-i zîbâ
ile dâhil ve âsitâne-i sa’âdetlerinde kâmına vâsıl olmuş idi.
Rübâ’î
Ey sâhib-i insâf u kerem magdûrum
Kan aglasa çeşmim ne ‘aceb ma’zûrum
Me’zûn olayım lutf-ı şerîfinle senin
Bi’llâhi ‘adû ifki ile mahcûrum
Kasîde-perdâzîde ve suhan-sâzîde zihn-i zîbâsı bî-bâk ü bî-pervâ bir şâ‘ir-i fenn-
âzmâdır. Bu çend ebyât bu mecelle-i celîleye tahrîr içün fakîre ihdâ eyledigi âsârdandır.
Gazel
Yine virdim suhan-ı ru’yet-i cânân olsun
Eşkimin katreleri sübha-i mercân olsun
Elim ermezse o bâlâ-kad-i hârâ-pûşe
Pençe-i hˇâhiş-i dil dest-be-dâmân olsun
Sana germâbede ‘uryân edemezsek de nigâh
Râzîyız manzaramız çâk-i girîbân olsun
Karşu tut âyîne-i sîneni erbâb-ı dile
Görelim mihr-i vefâ şekli nümâyân olsun
Yâr bir serv-i sehî-kadd ü semen-berdir çün
Sarılıp ana Şerîf ‘âşık-ı bî-cân olsun
Mütercem-i mezkûr bir def’a dahı fetvâdan mahcûr olup Âsitâne-i ‘Aliyye’ye
geldikde dâmâd-ı âsaf-ı kerem-mu’tâd olan zât-ı nâ-yâb-vücûd vezîr-i deryâ-cûd sa’âdetli
kapudân-ı ekrem Mustafâ Paşa hazretlerinin meclis-i muhteremlerine bu müzeyyel gazeli îsâl
ve bu vesîle ile hâl-i pür-melâlinden iştikâ edip ‘arz-ı hâl eylemiş idi.
Kasîde
Degil encüm bu şeb seyr etmege ol mâh-ı garrâyı
Feleklerden melâ’ik açdılar çeşm-i temâşâyı
Leb-i dildâre hem-keyfiyyet olmak istemiş tuydum
Girerse destime meclisde seyr et hâl-i sahbâyı
Mühennâ sandılar dest-i nigârı mestler bilmez
Perîşân etmemek mümkin mi sünbülzâr-ı me’vâyı
Şerîfâ nazm ise ancak olur ammâ ki kim bulmuş
Nisâr-ı âsaf-ı devrâna lâyık dürr-i yek-tâyı
Felek yâkût-ı ezrak kürsi-i câh-ı ‘alâsında
Güneş farkında garrâ efser-i zerrîn-i vâlâyı
Kırılsın geçsin a’dâ dâ’imâ sag eylesün Mevlâ
Cenâb-ı Mustafâ Paşa-yı bî-mânend ü hem-tâyı
Efendim devletinde bana pây-endâz eder devrân
Nice zer-beft ü hârâyı nice kâlâ-yı fetvâyı
ŞERÎF-İ DÎGER17
Ol merd-i âgâhın nâm-ı nâmîleri ‘Abdu’llâh’dır. Zât-ı pür-ma‘rifetleri sene bin yüz
yigirmide ‘umde-i nehârîr-i kirâm zübde-i fuzalâ-yı ülü’l-ihtirâmdan e’âlînin bülendi Mîrzâ-
zâde Şeyh Mehmed Efendi hazretleri Mekke-i mükerreme olduklarında ol zât-ı kerem-
câzimden karîn-i kerem buyurulup mülâzım olmuşlardır. Ehl-i ma‘rifet sâhib-tabî‘at bir zât-ı
sütûde-sıfâtdır. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Gazel
Ser-tâbe-pây mahrem olur sîm-tenlere
Reşk ile sîne-çâk olurum pîrehenlere
Bâl-i hadeng-i âhdan etse kemânını
Şâyan kemân-ı mihnet-i ebrû çekenlere
ŞERÎF-İ DÎGER
Nâmı Rahmetu’llâh’dır. Diyâr-ı Kırım’dan zuhûr edip Rûmeli kuzâtı zümresinden idi.
Eblak-ı fikri ‘arsa-i suhanda cevlâna kâdir çâpük-süvâr-ı deşt-i ‘irfân bir merd-i dilîr ü
bahâdır olup ‘asrın şu‘arâsından ve vaktin zurafâsındandır. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
17 103'te yok, 240'de 130a'nın kenarında.
Gazel
Bu demler hûn-i dil bezm-i mahabbetde şarâb ister
Ciger sûz-ı gamınla sîh-i mihnetde kebâb ister
Nola giryân olup düşsem ayag-ı sâki-i bezme
O nahl-i gül nihâl-i tâzedir gâhîce âb ister
Direfş-i gayretim tâ olmadıkça zîb-i ser-menzil
Ne ser bâlîn-i râhat çeşm-i bîdârım ne hˇâb ister
Ve lehû
Fi’l-mesel dehre Süleymân olsa görmez ehl-i dil
Âsaf-ı bahtın yine Belkîs-ı kâm-âverligin
Ve lehû Mu’ammâ be-nâm-ı Handî
Efser-i husrevi kordum benim olsa serine
O sipâhî-beçenin kendi külâhı yerine
ŞERMÎ
İstanbul şehrîlerinin tâze bozuntusu makûlesinden mahcûb u samût bir zât-ı pür-vakâr
ve miyâne-i akrânda Şermî Çelebi demekle şöhret-şi’âr sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan bir cevân-
ı pâk-dâmen ü sütûde-sıfât idi. Ba’de’l-ilticâ gürûh-ı mevtâya mülhık olup irtihâl ve sene bin
yüz yigirmi üç hilâlinde intikâl eyledi. Eş’ârında çendân halâvet ve güftârında murâd üzre
letâfet yokdur. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
O şehle müşkil ülfet etmemek andan dahı müşkil
Olurdum germ-sohbet anın ile olsa ger kâbil
ŞERMÎ-İ DÎGER
Pîşgâh-ı Kostantıniyye-i safâ-medârda vâkı’ Üsküdar’dan olup Şermî ‘Alî Çelebi
demekle şöhret-şi’âr topçu tâ’ifesinden şeştârî ve bedîhe-gûy bir merd-i nâmdâr idi. Bin yüz
yigirmi altı târîhinde vâkı’ Mora seferinde intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Hatt niçün zâhir olur kişver-i ruhsârında
Rûm’dur bunda niçün leşker-i Hindû bulunur
Hânene gelse de ol şûh-ı perî-şîve yine
Bilesince bir iki düşmen-i bed-hû bulunur
ŞU‘ÛRÎ
Ol şâ‘ir-i mâhir-i fennin nâm-ı müstahsenleri Hasan olup kâlâ-yı hoş-kumâş-ı bâzâr-ı
‘irfân olan zât-ı fâyıku’l-akrânları metâ’-hâne-i ma‘ârif olan Haleb diyârından nümâyân olup
mâliyye hulefâsından ve ol gürûhun ser-firâzlarından ve zât-ı haysiyyet ciheti ile
mümtâzlarından ehl-i kemâl bir zât-ı nîkû-hısâl idi. Sene bin yüz (beş) hudûdunda intikâl
eyledi. Âsâr-ı kalemi mevfûr ve gâyet mu’ammerînden bir pîr-i pür-nûr idi. ‘Ömr-i dırâzı
hasebi ile katı çok âsâra muvaffak olup lugat-ı Fârisîde Ferheng-i Şu’ûrî gibi ve Riyâzî
merhûmun Düstûrü’l-’Amel’ine bir zeyl gibi ve Şeyh ‘Attâr’ın Pend’ine Türkî nazm ile
terceme gibi bunun emsâli nice te’lîfe tasnîfe min-’indi’llâh tevfîk olunmuşdur. Bu cümle-i
ma‘ârifinden mâ-’adâ eş‘ârı dahı zâtı gibi hasen ve reftârında vâdîsi müstahsendir. Bu güftâr
merhûmun zâde-i tab‘ı olan âsârdandır.
Beyt
Nigâh-ı hüsn-i ‘âlem-sûza kudret kanda ben kanda
Tecellî-i cemâl-i yâre tâkat kanda ben kanda
Bu baht-ı nâ-müsâ’idle felek lutf etse de olmaz
Visâl-ı şâhid-i âmâle fursat kanda ben kanda
ŞİFÂ’Î-İ HAKÎM
Ol hâzık-ı fenn-i tıbb-ı bî-akrânın nâm-ı nâmîleri Şa’bân’dır. Beyne’l-enâm Tabîb
Şa’bân Efendi deyü şöhret-i tâmmı var idi. Ehl-i dil ve hoş-sohbet bir zât-ı pür-ma‘rifet olup
zât-ı ‘acîbü’t-terkîbi ile bir kerre hem-ihtilât olan kimesne her ne rütbe âhen-dil olsa yine ol
üstâd-ı bî-mânend anı bi’l-hâssa mıknâtîs-mânend mîl-i meyl ü mahabbetine cezb eyleyip
dem-i sârî gibi ‘urûk ve mefâsılına cereyân ve mizâc-gîr olan kelimât-ı ‘azbü’l-beyânı ile
kendüye firîfte vü hayrân ederdi. Be-gâyet nabz-şinâs hasenü’l-istînâs leyyinü’l-cânib
muvâfık-meşârib hoş-lehce-i pür-behce iksîr-te’sîr nâzik-ta’bîr ‘azbü’s-sohbe pür-ma‘rifet bir
merd-i celîl-i pâk-tıynet olup ba’z etibbâ-yı hod-fürûş gibi pür-inkibâz turş-rû ve zamâne
ba’zı tabîbi gibi keç-nigâh ü çîn-i cebîn ü bed-hû degil idi. Handân ü şen mâhir-i fenn
oldugundan gayrı dest-i iktidârı yalnuz teşhîs-i nabza münhasır olmayıp belki sâ’ir ma‘ârifde
dahı pür-hüner ve sohbet ü mukâvelesi bi’l-külliye kârûre ve hubûba dâ’ir olmayıp belki gayr
ma’lûmatdan dahı bâ-haber idi. Gördügü hastenin marazın istis’âb etmekle sâ’ir tabîbler gibi
esîr-i firâş olan bî-çâreleri bir kat dahı tekdîr etmeyip emrlerin teysîr ü teshîl etmekle tesliye-i
cemîl belki kable’l-mu’âlece hoş-âyende kelimâtı ile dil-hastegâne bir kuvvetçik hâsıl ederdi.
Halûk u latîf bir merd-i kâmil-i hoş-sohbet ve bûy-âşinâ-yı bahâristan-ı hadîka-i her-ma‘rifet
oldugundan ricâl-i devlet kendüye ‘azîm mahabbet eyleyip kendi kendinin ciyâdet-i ihtilâtı
Minkârî-zâde merhûm u magfûr mahdûm-ı vâlâ-kadr ‘Abdu’llâh Efendi bâb-ı sa’âdetine
bâdî-i irtibât olup ol mahdûm-ı sa’âdet-mersûmun Anatolu kâzı-’askerliginde tezkirecilik
teşrîfinden toksan beş târîhinde mülâzım ve kırk akça medreseden ma’zûl ve bâb-ı duhûl-i
tarîk-ı ‘aliyye olan bir hâric medresesine muntazır-ı vusûl olup henüz infisâli hasbe’l-’âde
tamâm ve müsâ’id-resîden-i merâm olmadın zât-ı pür-hüneri ma‘ârif-güster olmak hasebi ile
bin toksan tokuz târîhinde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi
ebû’l-fukarâ merhûm u magfûr Debbâg-zâde Mehmed Efendi hazretlerinden ibtidâ-i hâric
elli ile sâdise-i Sarây-ı Galata Medresesine olup ve yüz üç Ramazânında dâhil ile Şeyhü’l-
islâm Hüseyin Efendi Medresesine nâ’il olup ve yüz dört Rebî’inde yerinde hareket-i dâhil
i‘tibâr ve bin yüz tokuzda Şeyhü’l-islâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi’den hûşe-çîn-i sofra-i
ihsânları olup mûsıla-i Sahn ile Etmekçioglu Medresesine olup handân ve bin yüz on üç
Cumâdâsında yine anlardan Koca Mustafa Paşa Medresesiyle hareket-i misliyye eyleyip ve
bin yüz on dört Muharreminde yine anlardan Sahn-ı Semândan biriyle şâdân ve bin yüz on
beş Rebî’ü’l-âhirinde ibtidâ-i altmışlı ile Sinân Paşaya geldiklerinden sonra sene-i mezbûre
Cumâdâ-yı âhiresinde Diyârbekir kâzîsı olup şehr-i Âmid’e şedd-i rahl-i ‘azîmet ve bir sene
zabtdan sonra ma’zûl olup gelirken esnâ-yı tarîkda Ankara’da mizâcı münharif olup Eflâtûn
kadar tıbda pür-revâc iken derd-i derûnuna bir ‘ilâc bulamayıp irtihâl ve sene bin yüz on
altıda intikâl eyledi. Mevlânâ-yı mezbûr fenninde mâhir mahfûzâtı vâfir yârân u sohbete esîr
bir pîr-i rûşen-zamîr idi. ‘İlm-i tıbda Şifâ’iyye-nâm bir te’lîfi ve Tedbîr-i Mevlûd-nâm
risâlesi ve Kısas-ı Enbiyâ Tercemesi ve bunun emsâli nice eseri oldıgından mâ-’adâ Şifâ’î
mahlası ile eş‘ârı ve hayli şi‘r-i âbdârı var idi. Bu birkaç güftâr ol tabîb-i ma‘rifet-şinâsın
cümle-i âsârındandır.
Gazel
Bu tekyegâh-ı tarabda çerâga muntazırız
Semâ’u devre münâsib ayaga muntazırız
Felekden eylemeziz gerçi nâle vü şekvâ
Yine bu tarz-ı revişden ferâga muntazırız
Safâ-yı ‘îdi murâd üzre etmedik icrâ
Bahâr mevsimine seyr-i bâga muntazırız
Şifâ’iyâ suhan-ı tâze eyledin peydâ
Mey-i ‘aşk ile kesb-i dimâga muntazırız
ŞEFÎK
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. İstanbul’un şehrîlerinden mâlik-i hüsn ü edâ ve
mâhir-i fenn-i şi‘r ü inşâ bir zât-ı bî-hem-tâ olmagla vüzerâ-yı kirâma dîvân kâtibi ve Devlet-i
‘Aliyye menâsıb-ı dîvâniyyesinin nâ’il-i ba’zı merâtibi olup küçük evkâf muhâsebecisi
oldukdan sonra bin yüz yigirmi yedi sâlinde rahmet-i Rahmân’a intikâl eyledi. Edâsı
muhayyel ü bî-bâk ve fikri dakîk zihn-i nakkâdı çâlâk bir zât-ı huceste- idrâk idi. Derece-i
‘irfânı Şefîk-nâme-nâm mecmû‘asından ‘ayân ve haysiyyet-i zâtına anda keşîde-i silk-i sutûr
olan güftârı delîl ü bürhân olmak erbâb-ı kemâle pûşîde vü nihân degildir. Bu güftâr-ı dil-ârâ
ol şâ‘ir-i dikkat-âzmânın zâde-i tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Ne kuvvet var meded ol zâlimin çeşm-i siyâhında
Ki hısn-i ‘ismeti vîrân eder evvel nigâhında
Bozulmaz mı tılısm-ı tevbe zâhid ol gül-endâmı
Giribân tâbe-nâfe çâk görsen câme-hˇâbında
Ve lehû
Evvelîn dil tîg-i cân-perdâzı bâlîn eylesin
Gamzesine sonra cân vermegi tahmîn eylesin
Şöyle yan ol hüsn-i ‘âlem-sûza kim hâkisterin
Lezzet-i dîdârı nahl-i Tûr’a telkîn eylesin
Ve lehû
Ser-â-ser târ-ı gül-gûn câmesi târ-ı reg-i güldür
Anınçün ol gülün nakş-ı libâsı çeşm-i bülbüldür
Mütercem-i mezbûr vezîr-i ma‘ârif-mevfûr kayın atamız Râmî Mehmed Paşa
hazretlerinin karîn-i iltifâtları ve manzûr-ı devletleri oldugu mahaller ol vezîr-i âsaf-nazîr ile
esnâ-yı sohbetde merkûma hıtâb buyurup Egerçi ma‘ârifde bî-nazîrsin, fe-ammâ âh neyleyim
Şefîk pek sevdâyîsin ve hevayîsin. deyü buyurduklarında bedîheten bu beyt-i müstetâb ile
cevâb vermişlerdir.
Beyt
Nizâr etmekde şem’-i mahfil-i ‘ayşım hevâ-yı dil
Şikâyet şîve-i bâd-ı bahâr-ı rûzgârımdan
ŞEFÎK-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri ‘Abdu’r-rahmân olup iki tuglu paşalardan okur yazar makûlesi bir
merd-i sâhib-hüner idi. Mülteka’l-Ebhur’u şerh eyleyip ‘ulemâya ‘arz ve takrîzler ile teşrîf
olunmuşdu. (Bin yüz) târîhinde Mar’aş paşası iken Rişvânoglu-nâm seffâk tîg-i gadr ile helâk
eylemişdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.18
ŞEKÎB
Bin toksan üç senesinde cisr-i fenâdan menzil-i bekâya pâ-nihâde-i ‘ubûr olan
Paşmakçı-zâde’nin mahdûm-ı ercümendi Seyyid Mehmed Efendi’dir ki tarîk-i kazâya sülûk
edip Rûmeli kuzâtından oldukdan sonra dârü’n-nasri ve’l-meymene mahmiyye-i Edirne’de
mülâzemetde iken bin yüz bir senesi dürr-i girân-mâye-i vücûd-ı bih-bûdları sadef-i lahde
hulûl ve ol sâlde murg-i rûh-ı pür-fütûhları kafes-i bekâya duhûl eyledi. Her ma‘rifetden
hissedâr bir mahdûm-ı ma‘ârif-iktidâr idi bu bir iki beyt-i dil-ârâ ol mahzen-i esrâr-ı gaybiyye
olan şâ‘ir-i sihr-âsârın tab‘-ı ‘âlem-ârâlarından zâhir ü hüveydâ olan tuhfe-i seniyye-i bî-hem-
tâlarındandır.
18 Nüshalarda metin yok.
Beyt
Leb-i cân-bahş-ı la’l-gûnu anın
Râhat-ı cânıdır Şekîbânın
Ve lehû
Ben ki mihr-i sipihr-i ‘irfânım
Hıyredâr-ı dü-çeşm-i ‘irfânım
ŞEKÎB-İ DÎGER
Ol dervîş-i ma‘ârif-güsterin nâm-ı nâmîleri ‘Ömer olup evâ’il-i hâlinde tarîk-i
kuzâtdan iken hakîkat-i hâlden âgâh olmagla cübbe vü destârdan ferâgat ve çille-i dervîşîye
mu’tâd olup kût-ı lâ-yemût ile kanâ’at eyleyip gürûh-ı Mevleviyândan olmagı mollâlıga
tercîh edip fârig-i dünyâ tarîk-i mâ-sivâ bir dervîş-i zîbâ idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Dilimiz anlayamaz sûfî bizim kâl ehli
Bî-zebân söyleşelim var ise bir hâl ehli
ŞEMSÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Mihr-i dırahşân-ı zât-ı hâlisü’l-cenânı matla’-ı akmâr-
ı ehâlî-i ‘irfân olan şehr-i Kostantıniyye’den nümâyân ve Sivâsî-zâde Şemsî demekle şöhre-i
cihân idi. Ba’de’l-mülâzeme tûl-i infisâl ve nice zahmet ü infi’âlden sonra bir hâric
medresesine nâ’il ba’dehû hâric hareketi ile tecdîd-i sürûr edip dâhil mertebesine vâsıl olmuş
iken otuz hudûdunda intikâl eylemişdir. Bu birkaç beyt vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidimiz
şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm fuzâlâ-yı ülü’l-kadrin bülendi fazîletli Mirzâ Mustafâ Efendi
hazretleri bin yüz yigirmi altı Zü’l-hiccesinde sadr-ı fetvâya teşrîf buyurduklarında verdikleri
târîhi mutazammın kasîde-i zîbâlarındandır.
Beyt
Sadr-ı fetvâ nola fahr eylerse tâ rûz-ı kıyâm
Zât-ı pâkinle eyâ mesned-nişîn-i irtikâ
Çeşm-i nâ-bînâ-yı âmâl-i gürûh-ı bî-kesân
Sürme-i hâk-i der-i lutfunla olur rûşenâ
(10) ŞİNÂSÎ
Tahtgâh-ı ‘aliyye Kostantıniyyetü’l-mahmiyyeden zâhir ü âşikâr ve defter-i tûmâr-ı
mahâbîbde vasf-ı nâm-ı zîbâları Rûz-nâmçeci-zâde Mehmed Aga demekle çekîde-i kalem-i
şöhret-nisâr idi. Hengâm-ı cevânîde hüsn-i dil-sûz ile meşhûr-ı cihân olan âftâb-cemâllerden
bir bedr-i münîr-i bî-hemâl olup ‘asrın erbâb-ı ma‘ârifi zümresinden Küçük Mü’ezzin ve
Dervîş Fasîh gibi nice merd-i meşhûr-ı âfâk dâ’ire-i hüsnünde hasbî kullugu hidmetinde
oldugundan âvâze-i hüsnü velvele-endâz-ı nüh-tâk olmuş idi. Erbâb-ı tab‘ ile ülfete mâ’il pür-
ma‘rifet bir âlüfte-i merd-i sâhib-tabî‘at olup şu‘arâ-yı zamân ile sohbet zurafâ-yı vakt ile her
bâr ünsiyyet eylediginden hem-sohbet oldugu zurafâya iktidâ ederek kâmeti gibi tab‘ı
mevzûn ve gamzesi gibi zihn-i hadîdî selâmet-i tab‘a makrûn olup evâ’il-i hâlinde zülfü gibi
külâhı perîşân-târ iken şâne-i terbiyet-i ehl-i dilânda zebân-ı fasîhi dikkât-âşinâ-yı kelâm-ı
mevzûn olup dehen-i teng-i nâzik-edâsından karîn-i ta’bîr olan kelimât-ı bedî’iyyü’l-insicâm-
ı dil-pezîr mû-miyân-ı bârîki gibi dil-âvîz ü bî-nazîr olarak güftârı dahı hüsnü gibi zamânında
velvele-endâz ve ‘asrında hûb-likâ hüsn-edâ ile mümtâz olmuş idi. Hengâm-ı hüsn ve
melâhat-i ruhsârı güzâr eyledikde ma‘rifet ve sohbeti kendüye ser-mâye-i i‘tibâr olup
kendinin güftârından bu beyti kendüye hasb-i hâl olup beyt:
Yine bir başka revnak verdi hat zülf-i perîşâna
‘Acâyib feyzi var köhne bahârın sünbülistâna
kavllerince hat-ber-âverliklerinde te’essüf-i mâ-fât ile ma’zûl şahne gibi yârân-ı safâ
ile ülfet ü sohbet üzre iken sene bin yüz on dört hilâlinde intikâl ve merhale-i sıhhatden reh-
rev-i rûh-ı pür-fütûhu menzil-i bekâya irtihâl bu birkaç güftâr merhûm-ı mebrûrun kendi
hattıyla Dervîş Fasîh merhûmun mecmû‘asında keşîde olan âsârındandır ki bu fakîrde
tedâvül-i eyâdî ile ol mecmû‘a karâr etmiş idi.
Beyt
Bin dâg-i tâze ister imiş iştirâsına
Kâlâ-yı vaslı ol mehin âteş bahâsına
Ve lehû
Bahtı siyâh olunca Şinâsî bir âdemin
Tûtîye dâm kursa şikârı gurâb olur
Ve lehû
Gerekmez bûs-i leb kand olsa ol rûh-ı revânımdan
Netîce acı sözlerle usandım tatlı cânımdan
ŞEHDÎ
Ol şehd-i pâk-i mısr-ı belâgatin ve ol mâhir-i fenn-i nâzik-dehen-i pür-fesâhatin nâm-ı
nâmî ve ism-i girâmîleri Mustafâ’dır. Zât-ı ma‘rifet-mevfûrları Antakiyye diyârından zuhûr
ve muktezâ-yı tab‘-ı mâder-zâdları tahsîl-i ma‘ârif-i makbûle dil-dâde vü mecbûl olmagla
tekmîl-i ‘irfân içün der-i devlet-medâra şedd-i rihâl ve deryâ-yı cevâhir-i ‘irfân ve fazl u
ma‘ârife kân olan Kostantıniyye’ye gelip ba’zı âsitâneye rûy-mâl ile zurafâ-yı zamân ile ülfet
ve elsine-i selâsede ebyât u eş‘âr tarafında âzmâyiş-i dâniş ederek ba’zı kasâyid ve gazeliyyât
inşâdına mübâşiret eyledikde bir mahlas ittihâzı içün Şeyh Sa’dî merhûmun Gülistân-ı bî-
hazânından teberrüken tefe’’ül eyleyip keyfe mattefak ser-safha-i kelâm-ı kerâmet-
encâmında şehd-i fâyık-ı lafz-ı şîrîni meşhûd-ı bâsıra-i yakîni olmagla işâret-i feyziyye-i
revân-ı şeyhe lâyık ve teberrüken bu mâddeyi ahz eyleyip Şehdî mahlası ile akrânına fâyık
olmuşlardır. Devlet-i ‘Aliyyede ba’zı vüzerâ-yı kirâmın kitâbeti hidmetiyle istihdâm ve
menâsıb-ı hˇâcegân-ı dîvândan ba’zısı ile ikrâm olunmuşlar idi. ‘Asrın şu‘arâsından bir pîr-i
sâl-horde rûzgâr- dîde olmagla murâd üzre nutka kâdir ve tûl-i ‘ömrden kâm-revâ olmak
hasebi ile yâd-dâştı vâfir fenn-i suhanda mâhir bî-tekellüf söyler bir şâ‘irdir. Elsine-i selâsede
eş‘ârı görülüp bir mikdârı sebt ü tahrîr ve bu mecelle-i celîle-i zurafâya tastîr olundu. Bu
güftâr-ı Fârisî ol şâ‘ir-i pâkin dürr-i yek-tâ-yı deryâ-yı mekârim ü cûd vezîr-i rûşen-zamîr-i
nâ-yâb- vücûd âsaf-ı ‘âlî-şân ‘asrımızın dâmâd-ı pâk-nijâdı vüzerâ-yı ülü’l-kadrin necâbet-
nihâdı kâpudân-ı ekrem vezîr-i muhterem sa’âdetli Mustafâ Paşa hazretlerine inşâd
eyledikleri tehniyyet-nâme-i nâzik-edâlarındandır.
Kasîde
œ“«bs« dJM¼ gΫb•Us dC0« ÈUΗœ —œ z½ œ“«bs« d¾M� “« sÎe½ p*§ p*§
Œd� sš¾�
œ“«bs« —uΓ Ë VΓ bš–—u• Ë z¦ ”usUH� S•U� È—U½ ˆœd• g¾ÎdH¼œ —UJs
gIs sšM�
œ“«bs« d� b# sL–œ pM2 —œ ‘« zs«œ pÎd£ z½œd½ UÒšN¦ gsUA§« gÔ« »u¹
‚d� Ë b�— “
œ“«bs« dJ•« —UÔ ˆ—u½ d� —d– d×L½ “« z½ eÎd�« b– ˆ—UáM• Êu� ˆ—
Uš� dו« Ê«—«e£ 19 œ“«bs« dáAÔ« p�d¦ «b�« d� ‘Ë—bML� “u¦« S�œ �d¦ gÎU�Ë ÊU�d¦
ˆœ—ˬ nJ�
Bu dahı mütercem-i mezkûrun lisân-ı Türkîde olan âsârındandır.
Gazel
Felekde Zühre’den âheng-i nakş-ı kârı kim dinler
Bu devr içre muhâlif nagme-i edvârı kim dinler
Sarılmışlar lihâf-ı nâza yer yer goncalar der-hˇâb
Figân-ı âteşîn-i ‘andelîb-i zârı kim dinler
Ko teklîf-i nezâyir etmegi yârâna ey Şehdî
Dimâg-efsürde ‘âlem kim okur eş‘ârı kim dinler
Ve lehû
Mehveşim dîvânçe-i hüsnünde matla’ gösterir
Ebruvânın şakk-ı mâhâsâ dü mısra‘ gösterir
Vechi vardır kıt’a-i mîr olsa bâ-hatt-ı ‘İmâd
Hüsn-i hattıyla o çâr-ebrû murakkâ’ gösterir
Ve lehû
Fâş etdi halk-ı ‘âleme râz-ı nihânımı
Gözden bırakdım ‘âkıbet eşk-i revânımı
Ol murg-ı pür-şikeste-i gülzâr-ı hayretim
Hâr-ı cefâda yapdı felek âşiyânımı
Şimdi o şâh-ı hüsne fedâ etmedir garaz
Mühlet verip Hudâ eger almazsa cânımı
Ve lehû
Gözünde neşve-i câm-ı şarâb mevc ursun
19 Be-bîn çarh-ı felek fülk-i güzîn ez-çenber endâzed / Ki der-deryâ-yı ahzar nâhudâyeş lenger endâzed / Çünîn nakş-ı nigâr-ı dil-firîbeş hurdekârî sâht / Be-fânûs-ı meh ü hurşîd-i zib ü zîver endâzed // Zi-ra’d ü berk-ı tōb-ı âteş efşâneş müheyyâ kerd / Ki her yek dâneeş der-ceng-i düşmen sad ser-endâzed // Hezârân ahter-i seyyâre çün hunpâre şod ibrîz / Ki ez-kemter şerer ber-kûre târ-ı ahker endâzed // Be-kef âverde murgân-ı vegâyeş murg-ı dest âmûz / Semenderveş ber-a’dâ murgak-i âteş-per endâzed: Şu feleğe bak ki, yeşil deniz(gök yüzü)e, kaptanı demir atmış nice seçkin gemiyi çenberinden geçirmiştir. Nice gönül aldatan güzelin süsünü bozmuş, güneş ve ay fanusunun güzelliğini gidermiştir. O, ateşler saçan topunu, şimşek ve gök gürültüsünden meydana getirdi, onun her bir tanesi, düşmanla savaşta yüz kelle düşürür. Kumbara gibi, kayan binlerce yıldız, saf altın oldu, onun ufacık bir kıvılcımı, ateş ocağındaki küllenmiş koru canlandırır. Onun evcil savaş kuşları (topları), semender gibi, ateş kanatlı küçücük kuşları (toptan çıkan ateş parçaları), düşmanın üzerine atarlar.
Ruhunda şa’şa’a-i âftâb mevc ursun
Ümîd-i âb-ı zülâl-i lebinle niceye dek
Fezâ-yı deşt-i emelde serâb mevc ursun
ŞEHRÎ
Ol bülbül-i bûstân-ı kemâl ve ol gül-i sad-berg-i gülistân-ı hayâlin nâm-ı nâmî ve ism-
i sâmîleri ‘Alî olup şimşâd-ı kâmet-i âzâde ve zât-ı her-hüner-âmâdeleri hadîkatü’z-zurafâ-yı
erbâb-ı kemâlde Bagçevân-zâde demekle şöhret-şi’âr bir dervîş-i dil-rîş-i ma‘ârif-iktidâr olup
nûr-ı çeşm-i ‘ulemâ-i ‘ilm-i ledünnî-i vâlâ-nâm ve ser-tâc-ı meşâyih-i kirâm ‘âlem-i bâtın
erenlerinin bülendi Ümm(î) Sinân-zâde Hasan Efendi âsitânesine hidmet ve ol zât-ı
meşhûdü’l-hâlden ahz-ı yed-i ‘inâbet eylemiş bir şâ‘ir-i mâhir ve fenn-i mûsikîde murâdı
üzre ihtirâ’-ı besteye kâdir ve âgâze vü taksîmde akrânı nâdir bir zât-ı celîlü’l-me’âsir idi.
Sene bin yüz on dört hilâlinde ‘âlem-i fenâdan tekyegâh-ı bekâya intikâl eyledi. Bu güftâr
cümle-i âsârındandır.
Beyt
Biz meygede-i ‘aşka şehâ cür’a-keşânız
Biz fakr u fenâ içre bu gün şâh-ı cihânız
Derlerse kimin sûfîsisin Şehrî cevâb ver
Merdân-ı Hudâ kâşif-i Hak Ümm(i) Sinân’ız
ŞEHRÎ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed olup Tekfurtagı demekle meşhûr olan Rodoscuk-nâm
kasabadan zuhûr edip Kuloglu demekle şehîr bir mîr-i livâ-yı ta’bîrdir ki bu mecelle-i celîle-i
‘irfâna harf-i sâ-i müsellesede evsâf-ı celîleleri keşîde-i silk-i tahrîr kılınan Sâbit Efendi
merhûm ol beldede hidmet-i fetâvâ ile ikâmet edip evkât-güzâr iken ol zât-ı bî-’adîlden
envâ‘-ı ‘irfânı tahsîl eyleyip erbâb-ı makâlin sâhib-kemâlinden olmuşlardır. Şu’arânın pâkîze-
gûylarından bir vücûd-ı bî-hem-tâdır. Bu güftâr-ı dil-ârâ zâde-i tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Beyt
Oldu hevâ-yı kâkülü ser-mâye-i safâ
Olmaz felekde buncılayın sünbülî havâ
Âşûb-hîz-i mevce-i gamdan ne bâkimiz
Sâkî olursa zevrak-ı sahbâya nâhudâ
Ve lehû
Eb ü cedd ile tefâhur etmek
Nakd-i gayrı sayıvermek gibidir
‘îd-i azhâda ziyâfet etmek
Halka kurbân pâyı vermek gibidir
Ve lehû
Encâmın anıp Kûh-ken-i mahzûnun
Gadr eyledigin bilmedi mi gerdûnun
Leylâ’ya niçün hâlini ‘arz eylemedi
Agzın deve mi depmiş idi Mecnûn’un
Ve lehû
Şundan bir iki çekdirigörsün bize sâkî
Bî-zevrak-ı sahbâ çekilir mi yem-i hasret
Kıt’a
Zâlim-i ber-geşte-hâle şeş-der-i idbârda
Baht-ı zâr-ı hîle-bâzı bir düşeş göstermesin
Olmasın gîsûda pîç ü tâb-ı gamdan kîne-cû
Mâr-ı sermâ-dîdeye Tanrı güneş göstermesin
ŞEHRÎ-İ DÎGER
Bunların da nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Şehenşâh-ı şuhûr u büldân olan
Kostantıniyye şehrinden nümâyân olmuşlardır. Zümre-i küttâb-ı vâlâ-cenâb miyânesinde zât-ı
ma‘ârif-medârları kemâl-i dâniş ile pür-iştihâr idi. Yegâne-i selâtîn-i güzîn ve ‘umde-i
havâkîn-i bihterîn sultânü’l-berreyn ve hakanü’l-bahreyn pâdişâh-ı kerem-mu’tâd hâmî-i
bilâd şevketli mehâbetli pâdişâh-ı İslâm halleda’llâhu mülkehû ilâ yevmi’l-kıyâm
hazretlerinin zamân-ı sa’âdetlerinde şıkk-ı evvel defterdârı olan Dâmâd Mehmed Paşa’nın
mektûbculugu hidmetinde olup hüner ü ma‘rifet ile cihâna şöhret vermişler idi. ‘Asrımızın
şu‘arâsından nâzik-tabî‘at şehrî-hareket bir şâ‘ir-i pâkîze-güftârdır. Bu eş‘âr cümle-i
âsârlarındandır.
Beyt
Demeniz ta’n edip ‘âşık kad-i vâlâ ister
Kişinin kendüsüne hidmeti bâlâ ister
Çekemez halvete esmâ ile sûfî yâri
Anı teshîre hemân vüs’at-i dünyâ ister
Ve lehû
Halka-i dûd-ı kebûd-ı âhımız dâm eyleriz
Göklere çıksa o kebg-i vahşiyi râm eyleriz
Ve lehû
O hilâl-i neve ‘ayb etme nigâh etdigime
Herkesin matmahıdır re’s-i şuhûr-ı tâze
Ve lehû
Sadme-i ibrâm ile galtân olurdu gûy-ı nâz
Düşse hâli vakte lü’bet-bâz-ı çevgân-ı niyâz
Bin yüz yigirmi yedi târîhinde Venedik keferesinden Mora cezîresinin kılâ’ u
husûnunun feth u teshîri müyesser oldukda mütercem-i mezkûr Anabolu fethine bu târîhi
demişdi.
Târîh
‘Aceb mi düşse yek-tâ Şehriyâ bu mısra‘-ı târîh
Ebu’l-feth oldu aldı Anabolu’yu ‘Alî Paşa
ŞUHÛDÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Medîne-i Kostantıniyye’de vâkı’ kutbü’l-’ârifîn
zahrü’l-vâsılîn Emîr Buhârî ‘aleyhi rahmetü’l-bârî Camî’-i şerîfinde ‘asrımızda hatîb idiler.
Fenn-i mûsikîde zamânında mâhir ve mevlid-hˇân-ı nâzik-nefes bir zât-ı fâhir idi. Erbâb-ı
ma‘ârifden hoş-nüvîs ve kemân-keş oldugundan mâ-’adâ sûfiyâne eş‘ârı ve şeyhâne güftârı
var idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
İlâhî
Tâlib-i Mevlâ olan kul kendini pinhân eder
Halvet eyler yine dilde ‘âlemi seyrân eder
Kâ’im ol dîvân-ı Hak’da dâ’imâ kullukda ol
Müşkilâtın her umûrunda Hudâ âsân eder
ŞÛRÎ
Dergâh-ı ‘âlî yeniçeri çavuşlarından Hasan Aga demekle şöhret-şi’âr Âmidiyyü’l-asl
bir merd-i suhan-iktidâr idi. Merhûm u magfûr el-vâsılu ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr Sultân
Mustafâ Han-ı Sânî hazretlerinin ‘asr-ı şerîflerinde intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Beyt
Ne tâb-ı mihr-i ‘âlem-sûz-ı dil-berde eser kalmış
Ne câm-ı hâtır-ı ‘uşşâkda bir katre ter kalmış
Şarâbın zâ’il olmuş neşve-i hayret-dih-i şevki
Mey-âşâma humâr-ı gamla Şûrî derd-i ser kalmış
ŞEVKÎ
Medîne-i Burusa’dan şöhret-şi’âr olup beyne’l-akrân Çömez-zâde Mehmed Efendi
demekle pür-iştihâr idiler. Âsâr-ı kalemi vefîr ma‘ârif ü ma’lûmâtı kesîr zâtı dilîr şöhreti
hakîr bir zât-ı hoş-ta’bîrdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Zerreler gibi yolunda gerçi olduk pây-mâl
Degmedik ey mihr-i enver bûse-i dâmânına
‘Âşık-ı üftâdene ey dil-ber-i ‘âlî-cenâb
Dâ’imâ cevr eylemek düşmez ‘ulüvv-i şânına
ŞEYHÎ
Ol fâzıl-ı vi’â’ü’l-esrârın ve ol mahdûm-ı hadîdü’z-zihn-i pâk- güftârın nâm-ı ser-
âmedleri Şeyh Mehmed olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr ve beyne’l-’ulemâ La’lî-zâdelikle
şöhret-şi’âr olmuşlardır. Kogacı Dede imtihânında ‘allâme-i zamân ve ser-tâc-ı fuhûl-i ‘asr-ı
sâbık olan Minkârî-zâde Yahyâ Efendi merhûmdan müderris olup mu’tâd üzre kat’-ı
kıdemât-ı tarîk-i ‘aliyye ederek Mekke-i mükerreme kâzîsı ba’dehû İstanbul ba’dehû Anatolu
kâzî-’askeri olup ba’dehû Kıbrıs cezîresine nefy olunup ol cezîrede sâkin iken sene bin yüz
on sekiz târîhinde vefât eylemişlerdir. Mahâdîm-i şehr-i İstanbul’dan olmagla anlara mahsûs
olan ma‘ârifden de hisse-yâb olup ahyânen şi‘r ile âzmâyiş-i tab‘ ederlerdi. Bu güftâr cümle-i
âsârlarındandır ki bu mecelle-i celîleye Refdî mahlası ile harf-i râ-i mühmelede rûz-nâmçe-i
hâli keşîde-i silk-i sutûr olan Kerîm-zâde‘nin pederleri Sâmi’î ‘Abdü’l-kerîm Efendi bin
toksan altı târîhinde intikâl eylediklerinde mezbûrun vefâtına bu târîhi eylemişlerdir.
Târîh berây-ı vefât-ı ‘Abdü’l-kerîm Efendi
Ol fâzıl-ı yegâne pesendîde-i enâm
‘Âcizter idi vasf-ı kemâlinde hâs u ‘âm
‘Azm-i sarây-ı âhiret etdikde târîhi
‘Abdü’l-kerîm Efendi’ye firdevs ola makâm
ŞEYHÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Şeyh Mehmed olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr ve
beyne’l-ehâlî bu lakabla şöhret-şi’âr olmuşlardır. Bu cerîdeye Feyzî mahlası ile harf-i fâ’da
çekîde-i kilkimiz olan Sîm-keş Şeyh Hasan Efendi-nâm ‘azîzin ferzend-i ercümendi olup bin
yetmiş sekiz Receb-i şerîfi evâhirinde sahn-ı sarây-ı vücûda vürûd eyleyip toksan altı
Cumâdâ-yı âhiresinde Ebû Sa’îd-zâde Feyzu’llâh Efendi’nin def’a-i sâniye Anatolu kazî-
’askerliginde tezkirecilik teşrîfinden mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl
olduklarından sonra bin yüz iki Saferinde vâlid-i mâcidleri dâr-ı bekâya rıhlet edip bunlar
vâlidlerinin yerine medîne-i Kostantıniyye’de Edirnekapusu hâricinde vâkı’ Emîr Buhârî
‘aleyhi rahmetü’l-bârî Zâviye-i şerîfesinde seccâde-nişîn-i meşîhat olmuşlardır. Ol gûşe-i
vahdetde ihtiyâr-ı ‘uzlet edip bu mecelle-i celîlemizin esnâ-i tahrîrine gelince ol buk’ada leyl
ü nehâr ders ü şuglü ile evkât-güzâr olmagla pâk-tabî‘at pür-sükûnet halûk u edîb lebîb ü erîb
bir şeyh-i güzîde idi. ‘Atâyî merhûmun zeylini bin kırk iki târîhinden bin yüz otuz senesi
âhirine gelince zeyl edip bir târîh-i latîf edip nâzik bir esere muvaffak olmuşlardır. Bu
mecelle-i celîleyi esnâ-yı tahrîrimizde eserlerinden katı çok intifâ’ olunup ekser sıhhatine
‘azm ü cezmimiz olmagla târîh-i vefeyâtı iktizâ eyleyen kimesnelerin tercemesin esnâ-yı
tahrîrde iştibâh etdikde enfâs-ı tayyibe-i şeyh ile istimdâd ve eser-i pâkine nazar eyleyip
sâhife-i bâlde mezkûr olan şübheleri dâ’ire-i derûndan ib’âd ederdik. Selîkası târîh semtine
düşmekle her şey’in sıhhatin bilmede ‘azîm ihtimâm ve defâtir-i kadîme-i sultâniyyelere ve
şeyhü’l-islâm defterlerine dest-resîde olmagla emr-i tevârîhde sa’y-ı tâm ve hidmet-i mâlâ-
kelâm edip belki umûrdan ba’zı emrin geregi gibi sıhhatine vukûf-ı tâmm içün ihtiyâr-ı
meşakk-ı sefer ve it’âb-ı vücûd edip terk-i huzûr etmekle elbette emr-i mühimmin sıhhatine
zafer bulup eser-i mezkûrun iki cildini tamâm ve bundan sonra dahı makdûru mertebesine
şedd-i nitâk-ı ihtimâm eylemişlerdi. Egerçi târîh-i vefeyât tertîb ü tahrîr etmek.
Li münşi’ihî
Vefeyât emrini tahrîr ile târîh etmek
Mâteme ‘âlem-i ma‘nâda tarakkub gibidir
mazmûnunca bir mu’teber kâr degildir fe-ammâ yine halka fâ’ide-i etvâr-ı selefden
hâlî olmadıgına binâ’en lâ-be’sdir. Husûsâ garaza mübtenî olmaya ve ‘azîm hâtır-mândelik
hasebi ile zamân-ı sıhhatinde mevsûf oldugu evsâfdan ziyâde vasf-ı zemîm ile yâd olmaya
belki vâkı’ ve nefsü’l-emri beyân ola ve oldukça tatvîlden ihtirâz edip merâmı muktezâ-yı
nakl ü ta’bîr kadar edâ ile sebk oluna öyle olan târîh hak bu ki i’tinâya sâlih ve taraf-ı sıdkı
her ne kadar râcih ise o kadar i‘tibâra sezâ vü şâyeste olur. Şeyh-i mütercemü’z-zikr dahı
târik-i dünyâ ve kimesneden bir matlûb-ı küllî vü cüz’î recâsında olmayıp mücerred vefeyât-ı
a’yânı etmemişler ve ‘Atâyî merhûmun kaldıgı yerden murâd üzre irtikâb-ı zahmet eyleyip
keşîde-i silk-i sutûr kılmamışlar ma‘nâsına sebt ü tahrîr eyleyip erbâb-ı dünyâ ve ehl-i tarîk-ı
zâhirî gibi kimesneye hased-i zâhirîsi olmadıgından me’mûl olan oldur ki enderûn-ı te’lîfinde
lühûm-ı ‘ulemâ-i kirâmı şemm ü eklden zebân-ı kalemi müberrâ ve evzâr-ı ümerâ-i ülü’l-
ihtirâmı tahammülden edhem-i hâmesi mu’arrâ ola. Zîrâ sûret-i zâhirde sîmâ-yı maznûnü’s-
salâhı âb-ı vuzû-ı ittikâ ile tathîr olunmuş bir şeyh-i pâk-dil rûşen-zamîrdir ve bu vâdî-i
sa’bü’l-menâlde hâ’iz-i kasabü’s-sebak-ı emsâl olduklarından mâ-’adâ şi‘r tarafı dahı bi’l-irs
kendülere intikâl eyleyen ashâb-ı makâldendir. Kudemâ reftârı üzre nâzik eş‘ârı ve hayli hoş
güftârı vardır. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Eserse gülşen-i sebz-i dile nesîm-i ümîd
Hayât-ı tâze verir câ-be-câ şemîm-i ümîd
Döner piyâle-sıfat hidmetinde sâkî-i hûş
Olursa bezm-i gam-ı yârda nedîm-i ümîd
Erer tecelli-i maksûda Şeyhiyâ bir gün
Gelirse Tûr-ı niyâza eger kelîm-i ümîd
ŞEYHÎ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedi Mehmed’dir. Medîne-i Burusa’dan karîn-i iştihâr olmuşlardır.
Medîne-i merkûmeden Sâlih Dede-nâm pîr-i dilîrin ferzendi olup ol diyârda Yeşil ‘İmâret
meşîhati ile ser-efrâz olmuşlar idi. Bu güftâr ki elsine-i nâsda metlüvv ü makrûdur, ol
zâtındır.
Beyt
Ayaklar oldu dâ’im hâtır-ı ‘uşşâkı gam şimdi
Hazefveş pây-mâl ü münkesirdir câm-ı Cem şimdi
Ganî hemyânını çözmez fakîre feth-i bâb olmaz
Dirîgâ baglanıpdır Şeyhiyâ bâb-i kerem şimdi
ŞEYHÎ-İ DÎGER
Bunların dahı nâmı Mehmed’dir. Kasaba-i Urla’da me’zûn-ı bi’l-iftâ olan Mahmûd
Efendi-nâm müftî-i müte’ayyinü’z-zâtın ferzend-i sütûde-sıfâtı olup Anatolu Kaleminde kâzî
bir ehl-i ‘irfân ve zümre-i suhan-şinâsândan bir merd-i dakîka-dândır. Bin yüz otuz üç
târîhinde ebu’l-hayrât ve’l-hasenât olan sadr-ı a’zam vezîr-i ekrem sa’âdetli semâhatli
İbrâhîm Paşa hazretleri Kostantıniyye’de Bogaziçi’nde vâkı’ Çubuklu-nâm mahalde bir
çemen-suffe ve bir çeşme binâ buyurduklarında mütercem-i mezkûrü’z-zikr bu târîh-i âb-ı
hayâtâsâ ile tebrîk-i hayr-ı cedîd-i hazret-i paşa-yı bî-hem-tâ etmişler idi kim hâlâ o
çeşme-i zîbânın bâlâsında keşîde olmuşdur. Gayrı ebyâtına dest-resîde olunmadıgından
yalnız mısra‘-ı târîhini ketb ü tahrîr ve dÎbG¼« v*� ‰bÔ …dDI¼«Ë 20 kâ’idesiyle
‘amel yalnız anınla iktifâ olunup tastîr olundu. Ol mısra‘-ı ber-ceste-târîh budur.
Târîh:
Safâ ile su iç gel ‘ayn-ı İbrâhîm Paşadan
ŞÎR21
Sâdât-ı vâcibü’l-ihtirâmdan Mehmed-nâm bir mîr-i kelâm olup mîşezâr-ı ma‘ârifden
meydân-ı mahabbete zuhûr-yâfte olmuş pârs gönüllü bir şâ‘ir ve Dîvân-ı Hümâyûn
kâtiblerinden suhana kâdir bir merd-i celîlü’l-me’âsirdir. Sene bin yüz beş târîhinde sahrâ-yı
fenâdan kemîngâh-ı bekâya irtihâl eyledi. Bu güftâr-ı (behîme)22 -şi’âr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Şu’le-i hüsnüne karşu sanki bir pervâneyim
Etmeyip sabrı anınçün nâra düşdü gönlümüz
ŞEYDÂ
Tarîk-ı Nakşibendiyye fukarâsından Buhârâ şehrinden gelme Şeydâ-nâm bir dervîş-i
dil-rîş-i nâzik-kelâm olup nâmı gibi bî-sabr u karâr bir şeydâ-yı rûzgâr oldugundan seyâhatle
diyâr-ı Rûm’a gelip bir zamân Kostantıniyye’de bir vâfir zamân da pîşgâh-ı Kostantıniyye’de
olan Üsküdar’da karâr ihtiyâr etmişdi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt-i Fârisî 23 bM½ u�×�2 U¦ HMš� ˆ«d£U– —œ bM½ Ë“—« »Ëd� Ë Ÿu*¹ d½« ÊËœd½
Ve lehû Türkî
Çözdükçe her gece o sanem zülfü bâgını
Bâd-ı sabâ mu’attar eder cân dimâgını
Harfü’s-sâdi’l-mühmele
Harf-i sâd’ın edip erbâbını yek-ser tahrîr
20 El-katreatü tedüllü ‘ale'l-gadîri: Bir damla, göle delalet eder. 21 20, , 103 ve M'de Şîrî. 22 Parantez içindeki kısım 240'de boş bırakılmış, 20, 0, , 142, 13 ve M'de behime; 121 ve 202'de ise kelime "ma‘rifet"tir. 23 Gerdûn eger tulû’u gurûb ârzû koned / Der-şâh-râh-ı sîne-i mâ cüst (ü) cû koned: Felek, doğmayı ve batmayı arzu ediyorsa bunun sebebi, benim sineme giden yolu aramasıdır.
Eyledik cümlesini yerli yerinde tastîr
Vefk-ı dil-hˇâh üzere anlara etdik hidmet
Komadık lâzıme-i vasfa mugâyir ta’bîr
ŞEYHÜ’L-İSLÂM SÂDIK EFENDİ
Hulâsa-i hânedân-ı ‘ilm ü kerem vikâye-i ahvâl-i ümem müftî-i devrân ’allâme-i cihân
sûret-i cevher-i cân-ı zamân ma’nî-i lafz-ı râhat-ı ‘âlemiyân sadrü’ş-şerî’ati’l-garrâ mesned-i
me’âlî-fermâ-yı ihtivâ Mülteka’l-Ebhur-i kabûl ü redd-i cevâb hızâne-i cevâhir-i fazl u âdâb
olan mefhar-i emâsil-i Rûm bülbül-i gülistân-ı ‘ulûm tûtî-i şekkeristân-ı mensûr u manzûm
mahdûm-ı sa’âdet-mersûm âlü’s-sadr ve kamerü’l-bedr Mehmed Sâdık Efendi merhûmdur ki
sadrü’s-sudûri’l-’ulemâ ‘umde-i fuzalâ Sadrü’d-dîn-zâde Feyzu’llâh Efendi merhûmun
mahdûm-ı necâbet-mersûmudur. Ol meh-i tâbân-ı sipihr-i fazîlet ve bedr-i münîr-i ufk-ı
mahdûmiyyet sâl-i hicrînin bin kırkıncı Cumâdâ-yı âhiresinin on altıncı gecesi matla’-ı
girîbân-ı câme-i zuhûr-ı ‘âlem-i şuhûdda meşhûd olup ‘ayân ve istifâze-i envâ‘-ı envâr-ı
şems-i ‘irfân içün şeb-tâbe-seher şem’-i sûzân-ı meclis-i fazl u îkân olup mehere-i cihân ve
esâtize-i devrândan Uzun Hasan Efendi ve Kürd İshak Efendi gibi fuzalâ-yı ‘asrdan ‘âlim-i
nihrîrin pür-feyz-i ders ü takrîri olup dûr (u) dırâz istifâde-i ‘ulûm-ı şettâ etmekle mümtâz ve
mecmû‘atü’l-kemâl olan zât-ı melekiyyü’l-hısâli envâ‘-ı ‘ulûmun derece-i rütebin ihrâz
eyleyip cümle-i mahâdîm-i kirâma ‘ilm ü keremle ser-firâz olduklarından sonra bin elli altı
Rebî’ü’l-evvelinde subh-ı sâdık gibi falak-ı sa’d ü sa’âdetden hissedâr-ı iclâl ve merhûm u
magfûr Kara Çelebi-zâde Ebu’l-fazl Mahmûd Efendi’den mülâzım olup kırk akça
medreseden infisâlden sonra sâlik-i meslek-i tarîk-ı sa’âdet-refîk ve nâ’il-i feyz-i kemâl-i
ifâde vü tahkîk olup bin altmış yedi Şa’bânında şeyhü’l-islâm-ı dânâ kerîm-i lâ-düşmen ü
ni’am-âşinâ vücûd-ı bih-bûdı her-kerem-âmâde merhûm u magfûr Bâlî-zâde Efendi’den
ibtidâ-i hâric elli ile Ahmed Kethudâ Medrese-i cedîdesine evvel müderris olup ve bin yetmiş
ikide Kogacı Dede Medresesine hareket ve yetmiş dört Şa’bânında Papasoglu Medresesine
dâhil ve yetmiş altı Muharreminde Şeyhü’l-islâm Hüseyin Efendi Medresesine hareket-i dâhil
ile vâsıl olup ve yetmiş tokuz Rebî’ü’l-evvelinde Hâfız Paşa Medresesine mevsûl ve seksen
Rebî’ü’l-âhirinde Hayrü’d-dîn Paşa Medresesiyle mûsılada tekerrür eylediklerinden sonra
seksen bir Zü’l-hiccesinde Medâris-i Sahn-ı Semândan birine i’tilâ ve seksen üç
Muharreminde Beşiktaş’da vâkı’ Sinân Paşa Medresesine ve seksen beşde Gevher Han
Sultân Medresesine nâ’il olup sürûrların ziyâde ve seksen altı Şa’bânında Hakaniyye-i
Vefâda mihrâb-nişîn-i bezm-i ders ü ifâde olup ol buk’a-i mübârekeden bin seksen tokuz
Şevvâlinde bi’l-fi’l Dârü’l-hadîs-i Süleymâniyye ile tekmîl-i medâris-i ‘ulûm ve istikmâl-i
tarîk-ı rüsûm buyurduklarından sonra toksan bir Rebî’ü’l-âhirinde Halebü’ş-şehbâ kâzısı
olup sene-i kâmile zabtdan sonra ma’zûl ve toksan altı Recebinde hasretü’l-mevâlî olan mısr-
ı Kâhire mevleviyyeti ile nâ’il-i me’mûl ba’de’l-’azl toksan tokuz Şevvâlinde Edirne
pâyesiyle Gemlik ve Bayındır kazâları arpalık olup bin yüz Recebinde tekrâr Mekke-i
mükerreme pâyesiyle sâniyen mısr-ı Kâhire kâzısı olup yüz iki Zü’l-ka’desinde ma’zûl yüz
üç Ramazânında İstanbul pâyesiyle Gümülcine ve Uzuncaova Hâsköy kazâları arpalık
verilip yüz dört Şa’bânında Anatolu kâzî-’askerligi ile dârü’n-nasri ve’l-meymene Edirne’ye
taraf-ı Devlet-i ‘Aliyyeye da’vet yüz beş Şevvâli âhiri Rûmeli sadâretine nakl olunup birkaç
günden sonra sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde mercî’-i cemî’-i ‘ulemâ olan sadr-ı ‘âlî-
makâm-ı fetvâya nakl olunup Karasu Yenicesi ve Gümülcine ve Uzuncaova Hâsköyü
arpalıkların ihtiyâr buyurdular. Ba’dehû yüz altı Saferinde Karasu Yenicesi’ni Tatarbazarı
arpalıgına tebdîl buyurdular. Sene-i mezkûre Şa’bânında ma’zûl olup Beşiktaş kurbünde
Tolmabâgçe’de olan menzillerine nüzûl buyurdular. Ol esnâda arpalıkları Midilli ve Kuşadası
ve Menemen kazâlarına tebdîl olundu. Ba’dehû pâdişâh-ı heft-iklîm halîfe-i ‘âdil ü kerîm
sultân-ı velî-rütbe pâdişâh-ı ‘âlî-mertebe melik-i vâcibü’l- a’zâm şevketli mehâbetli
efendimiz Sultân Ahmed-i Sâlis halleda’llâhu saltanatahû ilâ yevmi’l-kıyâm hazretlerinin
zamân-ı sa’âdetlerinde bin yüz on sekiz Şevvâlinde Paşmakçı-zâde es-Seyyid’Alî Efendi’nin
def’a-i ûlâsının zeylinde yerlerine sâniyen şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm olup Magnisa
kazâsını kendülere arpalık ihtiyar buyurdular. Sene bin yüz on tokuz Zü’l-ka’desinde ma’zûl
olup yine ke’l-evvel Beşiktaş’da olan sa’âdet-hânelerinde sâkin oldular. Yüz yigirmi bir
Recebinde arpalıkları Kayseriyye kazâsına tebdîl olunup bu hâl üzre sübha-şumâr-ı eyyâm u
leyâl iken sene-i mezbûre Ramazânının yedinci ehad günü intikâl eylediler. Sâhil-i bahr
Fındıklı’da vâkı’ câmî’-i şerîfin cânib-i yemnâsında medfûndur. Hakkâ ki ol mahdûm-ı
sa’âdet-mersûm merdüm-i ahdâk-ı a’yân-ı ‘ulemâ-i Rûm olup melek-haslet pür-fazîlet
eshıyâdan ezkiyâdan velî rütbesinde bir zât-ı memdûhü’s-sıfât idi. Hâlet-i nasbında ahz u
i’tâsında be-her-hâl ba’zı emsâl-i tekdîr olunmamak emr-i muhâl olan mansıb-ı fetvâda
zamân-ı şerîflerinde bir ferd rû-gerdân-ı perîşân-zamîr ve bi’z-zât kendülerden kimesne dil-
gîr olmamışdır. Erbâb-ı tarîkdan herkes bi-kadri’l-hises devletlerinden hissedâr olup bu ‘abd-i
râkımü’l-hurûf ibtidâ’-i dâhil ile medîne-i Ebî Eyyûb-i Ensârî’de Siyâvuş Paşa müderrisi
iken pederimizin hâtırına ri’âyet ve bu dâ’î-i hâlisü’l-bâllerini himâyet buyurup Mu’îd
Ahmed Efendi Medresesi altmışlı rütbesinde mûsıla-i sahna tenzîl edip bu fakîre ihsân
buyurmagla kadrimiz beyne’l-akrân terfî’ buyurmuşlar idi. Ol pîr-i melek-hasletin zamân-ı
şerîflerinde bu gûne mükerrem olmuşduk. Cenâb-ı Rabb-i gafûr kabr-i şerîfin pür-nûr
eyleyip cennet ü cemâliyle mesrûr eyleye. Nâ-yâb bir vücûd-ı mükerrem ve bî-nazîr bir
mahdûm-ı muhterem idi. Zât-ı vâlâ-kadrleri mecmû‘a-i fezâ’il ü kemâl oldugundan gayrı
elsine-i selâsede eş‘âr-ı belâgat-nisârı var idi ki âb-ı hayât-misal idi. Ancak sonralarında bi’l-
külliye terk etmekle ebyâtı tarafı ma’hûd ve ma’rûf u meşhûd degil idi. Bu birkaç beyt-i
belâgat-şi’âr ol sadr-ı kerem-güsterin evâyil-i hâlinde terâne-senc-i bezm-i güftâr oldukları
âsârdandır.
Beyt
Dâne saçar gözlerim yaşıyla gâhî demlenir
Tâ’ir-i bahr-i muhît-i a’zam anda yemlenir
Ka’be-i kûyunda dildârın dem-â-dem Sâdıkâ
Gözlerim yaşın temâşa eyle kim zemzemlenir
Ve lehû
‘Aceb mi hâlimi teshîr ederse hâtem-i la’lin
Süleymân’ım nigîninde yazılmış ism-i a’zamdır
SÂHİB ÇELEBİ
Nâm-ı zâtı ser-âmed ashâb-ı ma‘ârifden sâhib-i haysiyyet ü kemâl bir vücûd-ı şerîf-i
sütûde-hısâldir ki miyâne-i pîr ü cevân-ı erbâb-ı ‘irfânda Pîrî-zâdelik ‘unvânı ile meşhûr-ı
cihândır. Evâ’il-i hâllerinde müsebbiha-i halka-i erbâb-ı ma‘ârif-i zât-ı ‘ârifleri cümleye
takdîm olunup ikrâm olunmaga şâyeste-i tevkîr ü ihtirâm oldugundan kadr-âşinâ-yı erbâb-ı
kemâl olan vezîr-i melek-hısâl merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr vezîr-
i rûşen-zamîr âsaf-ı Felâtûn-tedbîr kayın atamız Râmî Mehmed Paşa hazretlerine imâm olup
bin yüz on üç Saferü’l-hayrında şeyhü’l-islâm müfti’l-enâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi’den
ibtidâ-i hâric elli ile ‘Âlîcân Medresesine müderris olup ba’dehû hareket-i hâric ile Dârü’l-
hadîs-i İbrâhîm Aga Medresesine ba’dehû bin yüz yigirmi târîhinde Şeyhü’l-islâm Ebe-zâde
‘Abdu’llâh Efendi’den dâhil ile Halîl Paşa Medresesine vâsıl ve bin yüz yigirmi üç târîhinde
es-Seyyid ‘Alî Efendi’den hareket-i dâhil ile Abdu’llâh Aga Medresesine nâ’il olup bin yüz
yigirmi dört târîhinde yine Ebe-zâde Efendi’den mûsıla-i Sahn ile Hâfız Paşa ile tecdîd-i
merâm ve ol medreseden birkaç ay sonra Koca Mustafâ Paşa Medresesiyle mûsılada tekerrür
eylediklerinden sonra bin yüz yigirmi yedi Muharremi târîhinde vâlidimiz Mîrzâ Mustafâ
Efendi’den (vâsıl-ı sahn-ı kâm ve bin yüz yigirmi yedi Şevvâli târîhinde ‘Abdu’r-rahîm
Efendi’den)24 ibtidâ-i altmışlı ile Haydar Paşa Medresesine kıyâm ve andan dahı hareket-i
altmışlı ile Top-hâne’de Kılıç ‘Alî Paşa Medresesine menkûl ve bin yüz otuz bir târîhinde
fazîletli ‘Abdu’llâh Efendi’den mûsıla-i Süleymâniyye ile Kalender-hâne Medresesine olup
esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde yine şeyhü’l-islâm müfti’l-enâm fuzalâ-yı kirâmın bülendi
fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden hâmis-i Süleymâniyye ile hasretü’l-
müderrisîn olan Şeh-zâde Medrese-i celîlesinde vaz’-ı seccâde ve ol buk’a-i mübârekede
encümen-efrûz-ı bezmgâh-ı ifâde olmakda idiler. Nice zamân müfettiş-i hazret-i şeyhü’l-
islâm ve nice müddet medîne-i Kostantıniyye’de Mahkeme-i Mahmûd Paşada niyâbetde
oldukdan sonra ehl-i ‘ilm olan erbâb-ı kemâlin bülendi ‘İlmî Ahmed Efendi yerine
Haremeynü’ş-şerîfeyn müfettişi olup esnâ-yı tastîr-i hurûfda ol şerefle dahı müteşerrif idiler.
Hakkâ ki sâhib-kemâl melek-hısâl elsine-i selâsede murâd üzre güftâra kâdir bir vücûd-ı
şerîf-i celîlü’l- me’âsirdir.25 Bu güftâr-ı dil-ârâ ol şa’ir-i sencîde-tab‘ın âsâr-ı zîbâlarındandır.
Gazel
Bir gün sehâb-ı feyz-i Hudâ reşha-bâr olur
Her dâg-ı sîne bir gül-i ‘âlî-bahâr olur
Kalmaz zemîn-i dilde gubâr-ı keder gider
Feyz-i nesîm-i lutf-ı Hudâ âşikâr olur
Bahtın ne denlü olsa siyâh olma muztarib
Âhir sevâd-ı bâsıra-i i‘tibâr olur
Künc-i belâda ser-be-girîbân-ı sabr olan
Gerden-firâz-ı ‘âtıfet-i Kirdigâr olur
Sâhib-’adûların dahı bu rûzgârda
Evrâk-ı ‘ayşı bir gün olur târ-mâr olur
Ve lehû
Fevvâre-i çeşm-i terimin âb-ı revânı
Akdıkça olur Kûh-ken’in şâd-revânı
Bir câm ile ‘aklın suvarıp pîr-i harâbât
Ter-dâmen-i ‘aşk eylese zühhâd-ı zamânı
24 Parantez içindeki kısım 240'de 13b'nin kenarındadır. 25 M'de "Mukaddime-i İbni Haldun'un iki cildini terceme etmişdir." dipnotu var.
Çeksin ne kadar saht ise de çille-i cevri
Bir kere çeken sîneye ol kaşı kemânı
Ser-dest-i gam-ı hicr ile ol âfet-i devrân
Çâk eyledi dâmân u girîbân-ı amânı
SÂHİB-İ DÎGER
Ol merd-i cemîlin nâm-ı nâmîleri İsmâ’îl olup maskat-ı re’sleri olan şehr-i Burusa’da
Hâcî Mehmed Aga-zâde demekle şöhret-şi’âr bir merd-i ma‘ârif-iktidâr idi. Evâhir-i hâlinde
terk-i dünyâ ve kat’-ı ‘alâka-i mâ-sivâ eyleyip tarîk-i Mevleviyye’den ahz-ı yed-i inâbet birle
terk-i cübbe vü destâr ve bir hırka vü külâha kanâ’at eyleyip sûy-ı dil-cûy-ı hakîkate bu
incizâb-ı küllî endâhte-i ‘alâka-i cüz’iyyât etmekle matlûb-ı rûhâniyyetin cüst (ü) cû içün
‘âlemi seyâhat tarîki ile geşt ü güzâr etdikden sonra pîşgâh-ı Kostantıniyye’de olan
Üsküdar’da karâr etmiş idi. Nâzik-tabî‘at bir merd-i pür-ma‘rifet idi. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Beyt
Ruh-ı hoy-kerdesinde hâller ol âfetin gûyâ
O hindû peççelerdir ki şinâh-ı rûy-ı âb eyler
Ve lehû
Receb nâmında bir şehrî cevâna mübtelâ oldum
O meh-mâhiyyetin şa’bânıyım ardından ayrılmam
Ve lehû
Nükhet mi verir zerre kadar zülf-i dü-tâlar
Bîhûde hevâ yere yeler bâd-ı sabâlar
Dâ’im o bütün Ka’be-i kûyun gözedirler
Bildim katı âhen-dil imiş kıble-nümâlar
Fikr-i deheninle rehimiz sûy-ı ‘ademdir
Yâhû seni şimden gerü ey şûh du‘âlar
Ancak sana mahsûsdur ey sâhib-i hoş-dem
Bir tâze-zebânsın hele bu hüsn-i edâlar
Ve lehû
O şûhun tâb-ı mülden ruhları oldukça hoy-kerde
Gören der katre katre jâledir berg-i gül-i terde
SÂ’İD
Ol mahdûm-ı ‘âlî-câhın nâm-ı nâmîleri ‘Abdu’llâh olup ‘ulemâ-i kirâmdan tarîk-i
‘aliyyede Burusa’dan ma’zûlen ‘âzim-i dâr-ı bekâ olan Malatiyyeli Mustafâ Efendi’nin büyük
mahdûmları ve bu mecelle-i celîle-i ‘irfânda harf-i râ-i mühmelede rûz-nâmçe-i hâlleri
keşîde-i silk-i tahrîr olunan erbâb-ı ma‘ârifin bülendi Mehmed Râşid Efendi’nin
birâderleridir. Ol mahdûm-ı necâbet-mersûm enâlehu’llâhu te’âlâ ilâ mâ-yerûm sene bin yüz
dört târîhinde meşâyih-i İslâmiyyenin bülendi Ebû Sa’îd-zâde Feyzu’llâh Efendi’den
müstakillen mülâzım ve tarîk-i tedrîse ‘âzim olup ba’dehû bin yüz on dört Muharreminde es-
Seyyid Feyzu’llâh Efendi’den ibtidâ-i hâric elli ile Molla Şeref Medresesine ve yüz on yedi
Ramazânında Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmdan hareket-i hâric ile Hüsrev
Paşa Medresesine ve bin yüz on tokuz Saferinde Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi merhûmdan
ibtidâ-i dâhil ile Yûsuf Paşa Medresesine ve bin yüz yigirmi iki Zü’l-hiccesinde yine
Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmdan hareket-i dâhil ile Ahmed Çavuş
Medresesine yüz yigirmi altı Zü’l-ka’desinde Mahmûd Efendi’den mûsıla-i Sahn ile Mollâ
Gürânî Medresesine ve bin yüz yigirmi sekiz Rebî’inde ‘Abdu’r-rahîm Efendi’den Sahn-ı
Semândan birine ve bin yüz yigirmi tokuzda fazîletli Ebû İshak İsmâ’îl Efendi hazretlerinden
ibtidâ-i altmışlı ile Hadîce Sultân Medresesine ve bin yüz otuz Şevvâlinde şeyhü’l-islâm ve
müfti’l-enâm fazîletli ‘inâyetli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden Hânkâh
Medresesine hareket ve bin yüz otuz üç Şa’bânında yine müşârün ileyh hazretlerinden
mûsıla-i Süleymâniyye ile ‘Alî Paşa-yı ‘Atîk Medresesine oldukdan sonra esnâ-yı tahrîr-i
tezkiremizde kendi talebleriyle Bagdâd-ı behişt-âbâd kâzîsı olmuşlar idi. Pâk-tıynet nâzik-
tabî‘at bir mahdûm-ı pür-ma‘rifetdir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır26.
SUBHÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Ol eşi’’a-pâş-ı sâha-i ‘avârif-i zât-ı pür-ma‘ârifin
26 Nüshalarda boş bırakılmış, metin yok.
hurşîd-i vücûd-ı bih-bûdları ufk-ı sabîhu’l-cemâl şehr-i İstanbul’dan bedîd ve bundan akdem
intikâl-ı sâha-i ‘adn-i sad-ni’am eyleyen Hezâr-pâre Ahmed Paşa merhûmun kerîmesinin
hafîdi olup bu köhne-takvîm-i hezâr-etvâr olan rûzgâr nice zamân şehr-emînî rûz-nâmçeligi
hidmetinde evkât-güzâr olup Devlet-i ‘Aliyyede kendülere ba’zı menâsıb teveccüh etdikçe
maraz-ı nikrîse ibtilâları ‘arsageh-i ta’ab u meşakkate vusûle mâni’-i pâ-nihâden-i kabûl
olmagla pây-ı ‘uzleti dâmen-i kanâ’atle pûşîde eyleyip her şeyden ferâgat etmişlerdi. Şi’r ü
inşâsı ma’mûr ve hatt-ı nezâketle meşhûr ekser evkâtı kırâ’at-ı tefsîr ü hadîs ile güzerân eder
bir vücûd-ı şerîf-i fâyıku’l-akrân idi. Bin yüz bir senesinde sadrü’ş-şühedâ Köprülü-zâde
Mustafâ Paşa, merhûm ile ülfet-i dîrîneleri olmagla taraf-ı Edirne’ye da’vet eyleyip anlar
dahı ber-vech-i fermûde taraf-ı şerîflerine rû-be-râh olup ol beldede ikâmet üzre iken bi-
emri’llâhi te’âlâ sene-i mezbûrede mahmiyye-i merkûmede intikâl eyleyip Kıyık Câmî’-i
şerîfinin hazîresine defn olundular. Ol esnâda intikâllerine erbâb-ı kemâlden katı çok
kimesneler mersiyye-hˇân ve târîh-gûyân olmuşlardır. Hattâ bu cerîdede harf-i ‘ayn-ı
mühmelede ‘Abdî mahlası ile keşîde-i silk-i sutûr olan merhûm Himmet Efendi-zâde Şeyh
‘Abdu’llâh Efendi ile uhuvvet mertebesinde ülfetleri olmagla anlar da bu târîhi eylemişler idi.
Târîh
Tâlib-i ‘ilm idi hem gurbetde oldu müntekıl
İki vech ile şehâdet rütbesin verdi Hudâ
Bir haber geldikde fevt içün dedim târîhini
Subhi mihr-i meşhedin envâr-ı vechu’llâh ola
El-hâsıl pâk-tabî‘at pür-ma‘rifet bir vücûd-ı muhterem ve nâzik bir mahdûm-ı
mükerrem idi. Müretteb Dîvân’ı ve miyân-ı şu‘arâda hayli nâm u şânı var idi. Bu keşîde-i
silk-i sutûr kılınan, ol mecmû‘a-i envâr-ı envâ‘-ı kemâlât olan zât-ı ma‘ârif-iktidârın subh-ı
tab‘larından bedîdâr olan eş‘âr-ı tâbdâr-ı mihr-âsârlarındandır.
Beyt
Hâk-i pâyın çeşm-i câna tûtiyâ olsun da gör
Nûr-bahş-i dîde-i ehl-i safâ olsun da gör
Ve lehû
Habâbâsâ degildir âbile etrâf-ı sahbâda
Hirâs-ı fitne-i la’linle sâgar dâg-ber-dildir
Ve lehû
Mehcûr ola sad-merhale âsâr-ı kesâfet
Bir câm ile sâkî dil-i nâ-şâda yolunsun
Ve lehû
Zahm-i dil-berle mübâhât eyleyip rûz-ı kıyâm
Gösterirler küşte-i tîg-i cefâlar birbirin
Ve lehû
Gelir deyü o şeh-i fitne-sâza muntazırız
Hezâr zâr ile biz de niyâza muntazırız
Gelince hatt-ı ruhu el yuduk vefâsından
Ki vakt-i şâm erişdi namâza muntazırız
Ve lehû
Va’d etmiş iken vuslatını ‘ahdine turmaz
Hayretdeyiz ikrâr ile inkâr arasında
Rübâ’î
‘Âsîler içündür kerem-i Rabb-i cevâd
Mahşerde çeker ‘azâbını ehl-i ‘inâd
Olmaz kerem-i lutf-ı Hudâ’dan me’yûs
Ârâyiş-i dûzah olan erbâb-ı fesâd
Kıt’a
İstirâhat bir nefes erbâb-ı tab‘a mümteni’
Sâye-i ‘izzet ‘adîm û mihr-i zillet ber-karâr
Etmede her nev-heves tazyî’-i tohm-i iltimâs
Kiştzâr-ı sâha-i devlet olaldan sengsâr
Bu matla’-ı garrâ dahı mütercem-i bî-hem-tânın bî-nukat olan ebyât-ı dil-ârâsındandır.
Matla’-ı bî-nukat
Dilâ ‘âlemde dildârım hele ehl-i kemâl olsa
Ana kimse hevesdâr olmasa sevmek muhâl olsa
Sâhibü’t-terceme ile ol ‘asrda arpa emîni olan şahs ile bir mikdâr miyânelerinde ba’zı
mertebe mukâvele güzerân eyleyip p£d•« UL£b0« 27 kelâmından mutazaccır ve mütercem-i
mezkûra dahı merkûmun tarafından ba’zı arpasıyla atı çekişdirmek bi’t-tab‘ mâ’il olan yârân
vâsıtasıyla bir vâfir kelâm-ı nâ-şâyân ilkâ olundugundan hâtır-ı mütercem-i merkûma bi’l-
cümle igbirâr gelip emîn-i mezbûr tarafından vâkı’-ı hâli istihbâr eyledikde tebri’e-i zimmet
eyleyip bi’l-külliye sûret-i inkârda reftâr ile i’tizâr eyledikde der-hâl bu beyti bir varak-pâreye
tahrîr edip taraf-ı emîne irsâl eylemişler idi.
Beyt
Âhirde bir yemîn veririz etsin ihtizâr
Arpa emîni hâsılı göstermesin cevâz
Bu çend ebyât-ı pür-nikât dahı müşârün ileyhin mu’ammeyâtındandır.
Mu’ammâ be-nâm-ı Bekir
‘Âşıkın dâg-ı derûnu olur elbette ‘ayân
Tarf-ı ruhsârında hâlin oldu pey-der-pey nihân
Be-nâm-ı Mühürdâr
Sû-be-sû encümen-i dehri edip geşt ü güzâr
Eyleye bir kapuda bârî nezâketle karâr
Be-nâm-ı Murtazâ
‘Aks-i kaddi eylemez âyîne-i dilde karâr
Ol sebebden halka halka oldu eşk-i katre-bâr
SUBHÎ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Fi’l-asl Tekfurtagı ta’bîr olunan Rodoscuk
kasabasından olup müsta’id bir vücûd-ı ma’mûr olup Şeyhü’l-islâm Minkârî-zâde Yahyâ
Efendi’den mülâzım ve kırk akça medreseden ma’zûl oldukdan sonra bin toksan tokuz
târîhinde Debbâg-zâde Mehmed Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile Ma’lûl-zâde
Medresesine olup yüz bir Şa’bânında yerinde dâhil i‘tibâr olunup yüz altı Muharreminde
hareket ile Papasoglu olup bu hâl üzre güzârende-i leyâlî vü eyyâm iken bin yüz sekiz
Rebî’ü’l-âhirinde medîne-i Kostantıniyye’de sâkin oldugu hânede maktûl bulunmuşdur. Hoş-
tab‘ sedîd-efkâr bir vücûd-ı ma‘ârif-iktidâr idi. Bu güftâr ol şehîd-i mazlûmun cümle-i
27 Ahadühümâ âhirüke: İkisinden birisi senin sonundur.
âsârındandır.
Beyt
Bir ayag üzre eyleyip hidmet
Bezm-i yâre döner şarâb u kebâb
SIHHATÎ
Nâm-ı şerîfleri ‘Abdü’l-latîf’dir. Maskat-ı re’sleri medîne-i Tokat’dan dârü’l-mülk
Kostantıniyye’ye vâsıl ve Yeniçeri Ocagı tâlib-i ‘ilmî zümresine dâhil olmuş idi. Bin yüz
dört târîhinde nisbet-i sıhhatden kat’-ı ‘alâka-i hâl ve tevâlî-i maraz u şikestegî birle ‘âlem-i
fenâdan intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Pây-ı yâre düşmege agyârdan nevbet mi var
Sâyesinde nahl-i ümmîdin meger râhat mı var
ŞEYH SADRÎ
Sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan Mehmed-nâm mîr-i kelâm şeyh-i pür-ihtirâm olup
maskat-ı re’sleri olan hıtta-i isti’dâd makarr-ı zühhâd Bagdâd-ı behişt-âbâddan dârü’l-feyzi’l-
celiyye Kostantıniyye-i ‘aliyyeye gelip ol sevâd-ı a’zamda ol ‘asrda merkez-i dâ’ire-i
kutbiyyet Atabek-tarîkat olan şeyh-i hakîkat-tedbîr pîr-i rûşen-zamîr meşâyih-i kirâmın
bülendi Şeyh Mehmed Nazmî Efendi Tekye-i şerîfesine nice zamân hidmet ve ol ‘azîz-i
muhteremden tekmîl-i âdâb-ı tarîkat eylediginden sonra ‘azîz-i mezbûrdan Mihâliç
kasabasında hilâfetle me’mûr olup nice zamân ol mahalde ber-mûceb-i fermûde karâr
etdikden sonra evâhir-i saltanat-ı Sultân Mustafâ Han-ı Sânî’de kendüye müte’allık ba’zı
husûs içün taraf-ı Devlet-i ‘Aliyyeye rû-be-râh ve ol ‘asrda Devlet-i ‘Aliyye Edirne’de olup
şeyh-i merkûm dahı maslahatı tamâm olunca ol beldede ikâmet iktizâ etmekle meks
esnâsında mu’tâd oldugu hidmet ve kendüye va’z u nasîhat tabî‘at-ı sâniye oldugundan ba’zı
cevâmi’ ü mesâcidde kürsîlere çıkıp hasbî va’z u nasîhat ederken kazıyye-i ittifâkıyye bir
cum’a günü nehr-i Tunca kenârında olan Süleymâniyye Câmi‘-i şerîfinde va’z içün hâzır iken
halîfe-i eyyâm pâdişâh-ı enâm sultânü’bni’s-sultân-ı bî-müdânî Sultân Mustafâ Han-ı Sânî
‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretleri câmi’-i şerîfe gelip edâ-i salât-ı cum’adan sonra
istimâ’-ı va’z içün tarakkub buyurduklarında mütercem-i mezkûr dahı fursatı ganîmet bilip
kendüye mahsûs olan ta’bîr-i dil-pezîr ile pây-endâz-ı talâkat ve icrâ-yı ma‘ârif-i celîle vü
hakîre edip ‘arabâne edâ-yı cân-te’sîr ve nesâyihi müştemil olan ma’ânî-yi bî-nazîrinde
mülûkâne ta’bîr ile edâ-senc-i rişte-i cevâhir-i takrîr ederek şöyle bir te’sîs-i va’z-ı nefîs
eyledi kim zarûrî pâdişâh-ı deryâ-nevâl şeyh-i merkûmun asl u künhünden su’âl buyurup
va’z-ı mevzûnundan tab‘-ı hümâyûnları hazz buyurdugun ol ‘asrda şeyhü’l-islâm olan es-
Seyyid Feyzu’llâh Efendi cânibine ‘icâleten haber irsal ve şeyh-i merkûmu kendüme cum’a
şeyhi eyledim kangı câmi’e gidersem ol câmi’e gelip va’z eylesin deyü bir hatt-ı şerîf îsâl
etmekle mütercem-i mezkûru hazîz-i hâkden evc-i âsmâne terfî’ ve bu şerefle sadr ü
menziletin refî’ buyurup Sultân Mustafâ Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretlerinin
hâtime-i ‘asr-ı şerîflerine degin pâdişâh-ı İslâm kangı câmi’e teşrîf buyururlar ise mütercem-i
mezkûr dahı ol câmi’de hâzır olup hidmet-i va’zda kıyâm eylerdi. Ba’dehû gelip medîne-i
Kostantıniyye’de gûşe-nişîn-i ‘uzlet iken sene bin yüz on sekizde intikâl eyledi. Tab’ı âteş-
pâre bir şâ‘ir-i şûh-kevkeb ve bir şeyh-i sebük-rûh-ı lâ’übâlî-meşreb idi. Taraf-ı şi‘rde tabî‘ati
ve reftârı bî-bâkâne ve suhanları hem nâzikâne hem şâ‘irâne idi. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Gazel
Kemân ebrûlarından tîr-i gamzen arelendirme
Hedefâsâ kulûb-ı ehl-i ‘aşkı yârelendirme
Dil-i mir’ât-ı ‘âşık rîze-i elmâs olur bir gün
Sakın ey bî-vefâ seng-i sitemle pârelendirme
Devâ-me’mûl-i la’l-i hokka-i lutfun iken ‘âlem
Tabîbim haste-i hicrânını bî-çârelendirme
Ve lehû
Rind-i ‘aşkım düşmesin sâgar elimden gül gibi
Âftâb-ı ‘âlem-ârâ var mı câm-ı mül gibi
Gül açıl seyrâne çık dersen bana ey bü’l-heves
Ben açılsam da perîşan-hâtırım sünbül gibi
Bâga çıksam serv-kadler yâd edip âh eylerim
Gül görürsem verd-i rûyun söylerim bülbül gibi
Keç-külâhım turra-i ‘anber-feşânın der gören
Rişte-i cân kayd-ı dildir görünen kâkül gibi
Ârzû-yı pây-bûsun eylemiş Sadrî kulun
Göz göz etmiş reh-güzârında dü çeşmin pül gibi
Mütercem-i mezkûrun ‘asrında otlak emîni olan agalardan birinin bir ferzend-i
ercümendi olup çemenistân-ı hüsnde bir gül-i zîbâ ve gâyetü’l-gâye mahbûb-ı ra’nâ olmagla
herkes ol tâze giyâh-ı gülşen-fezâ-yı letâfetin münâsib-endâm-ı ân u behceti olup evsâf-ı
âteşîn ile birer kıt’a-yı nâzenîn eyledikleri mahal mütercem-i âteş-pâre-güftâr bu kıt’a ile
hidmet-i mezbûre der-kâr olmuşlar idi.
Kıt’a
Ne dem ki eşk-i dem-âlûd kûy-ı yâre akar
Hezâr hasret ile dîde rûy-ı yâre bakar
Çıkarsa dûd-ı figânım nola sipihre degin
Çayır çayır beni otlak emîni-zâde yakar
SADRÎ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Şecere-i semere-i vücûd-ı bih-bûdları bûstân-ı
refî’ü’ş-şân-ı erbâb-ı kemâl olan Kostantıniyye-i bî-hemâlden nâbit ü zâhir olup hâmlık zâ’il
olup kemâl rû-nümâ ve ol belde-i tayyibenin âb u havâsıyla neşv ü nemâ buldukdan sonra
tarîk-i ‘aliyye-i müderrisîn-i kirâma insilâk ârzûsu ile bûstân-ı âmâl-ı cihânda yaktînâsâ vâfir
zamân üftân u galtân olup dil-i nâ-şekîbi âbyârî-i feyz me’mûlünden bî-nasîb oldugunu îkân u
tahkîk eylediginden bi’l-âhire terk-i cübbe vü destâr-ı tarîk eyleyip tarîkat-ı Mevleviyye’yi
ihtiyâr medrese ve monlâlık olmadıysa ne gam Mevlevîlik âsân kârdır deyip âsitâne-i hazret-i
Mevlânâ’ya intisâb ve ol der-i güşâde-feyzden feyz-yâb olup ba’de tekmîli’l-levâzım Mısır
Mevlevî-hânesi şeyhi olup Kâhire’ye ‘âzim ba’dehû ‘avâyık-ı rûzgâr ile sefîne-i güm-geşte-i
vücûdları Kıbrıs cezîresi meşîhatinde karâr etmişdir. Egerçi eş‘ârı biraz âbîcedir, fe-ammâ
oldukça yine âbdâr ve güftârı nâ-pohte oldugundan bir mikdâr gülû-gîrdir. Fe-ammâ tabbâh-ı
ta’mîr ile sımât-ı erbâb-ı ‘irfâna sezâvâr olur. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Çâklar kim sîneme ol hançer-i pür-tâb açar
Âbdır gülzâr-ı gamda san gül-i sîr-âb açar
Bin mu’ammâ hall eder gül nâmına her subh-dem
Bülbüle mecmû‘asın kim gonca-i her-bâb açar
Hüsrev-i mülk-i hünersin Sadriyâ eş‘ârda
Hüsn-i ta’bîr-i kelâmın hâtır-ı ahbâb açar
SADRÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmîleri Süleymân ve Rûmeli’nde İştib diyârından nümâyân olmuşlardır. Bir
şâ‘ir-i suhan-senc olup ‘ilm-i şerîfe rûz ü şeb iştigâlinden fazla mûsîkîde de pür-kemâl
olmagın zâtına ragbet-i tâm ve diyârımızda ba’zı kibâr-zâdeler kendülere hˇâce eyleyip
ikrâm ederlerdi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Çıkıp ol serv-kad seyr-i gülistâna yine Sadrî
Girip birbirine ‘âlem kıyâmetden nişân oldu
SADÎK
Ol ser-defter-i ezkiyânın nâm-ı nâmîleri Yahyâ’dır. Ma’den-i cevâhir-i ‘ulûm ve
tuhaf-ı ma‘ârife kân olan gencîne-i ‘irfân Kostantıniyye-i sitâyiş-şâyânda ‘ilmde ‘alem fazlda
müsellem yegâne-i fuzalâ-yı cihân ‘allâme-i devrân deryâ-yı bî-pâyân-ı fazl u takvâ zât-ı
mecma’u’l-fezâ’ili her vechile iftihâra sezâ olan ser-tâc-ı meşâyih-i kirâm ‘umde-i nehârîr-i
vâcibü’l-ihtirâm Ayasofya-i Kebîr’de cum’a şeyhi olup re’îsü’l-meşâyih olan fuzâlanın
bülendi Şeyh Süleymân Efendi’nin mahdûm-ı sagîr ve necl-i necîb-i dil-pezîrleridir ki ol
mahdûm-ı necâbet-mersûm medîne-i Kostantıniyye’de Dâye Hatun Mahallesinde bin yüz iki
Receb-i şerîfinde tevellüd eyleyip hacr-ı terbiye-i zekâ-i sâyıgda mertebe-i ‘irfân u kemâle
bâlig olduklarında bin yüz on senesinde ‘allâme-i bülend-neseb efzal-i fuzalâ-yı ‘Acem ü
‘Arab meşâyih-i İslâmiyye’nin ercümendi es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi hazretlerinden
mülâzım ve tarîk-ı tedrîse ‘âzim olup ‘âdet üzre kırkdan infisâli tamâm ve tarîk-ı ‘aliyyeye
mülâzemetleri müsâ’id-resîden-i merâm oldukda şürefâ-yı ülü’l-ihtirâmın bülendi Şeyhü’l-
islâm Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmun def’a-i sâniyelerinde bin yüz yigirmi
iki târîhinde ibtidâ’-i hâric rütbesine ‘âric olup bin yüz yigirmi altıda hareket ve yüz yigirmi
tokuz Zü’l-hiccesinde Halîl Paşa Medresesine dâhil ve bin yüz otuz üç Muharreminde
hareket-i dâhil ile İbrâhîm Paşa Medresesine vâsıl olup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol
buk’a-i celîlede bast-ı seccâde-i ifâde ve zînet-efken-i encüm-i talebetü’l-kirâm-ı istifâde
olmakda idiler. Hakkâ ki zât-ı şerîfleri meydân-ı hünerde hâyiz-i kasabü’s-sebak-ı kemâl olup
ol fâzıl-ı yegânenin püseri olup peder-i muhteremlerinden ahz-ı ‘ilm ü kemâl edip ser-firâz ve
miyâne-i akrânda müsellem ü mümtâz olmuşlardır. Vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidlerinden
fazla şi‘r ü inşâya verziş ve mahâdîm-i kirâmın lâzım-ı şân-ı refî’ları olan ma‘ârif-i cüz’iyye
semtine dahı sa’y ü gûşiş eyleyip nice ashâb-ı fazl u kemâl ile kesret-i ülfetleri sebebi ile
envâ‘-ı kemâlâtı tahsîl ve ân-ı yesîrde hiddet-i zihn ve kuvvet-i zekâsı sebebi ile şi‘r ü inşâda
dahı bî-’ adîl olup nice vüzerâ-i kirâma ve meşâyih-i İslâm’a kibâr-ı enâma târîhler ve
kasîdeler verip mazhar-ı hüsn-i kabûl ve cemahir-i e’âlî miyânesinde mergûb u makbûl
olmuşlardır. Nutk u edâsı dil-ârâ reftâr u dânişi zîbâ bir şâ‘ir-i fenn-âzmâdır. Müretteb
Dîvân’ı ve miyân-ı şu‘arâda hayli nâm u şânı vardır. Fârisî ve ‘Arabî ve Türkî murâd üzre
güftâra kâdir bir şâ‘ir-i mâhirdir. Bu çend güftâr-ı pâk ol şâ‘ir-i tab‘-ı çâlâkin Dîvân-ı
müstetâbından tahrîr ve keşîde-i silk-i kilk-i dil-pezîr olmuşdur.
Gazel
‘Uşşâkı cünbiş-i leb-i dil-ber yapar yıkar
Erbâb-ı ‘ayşı gerdiş-i sâgar yapar yıkar
Hemçün habâb hâne-i ehl-i hevâyı hep
Neccâr-ı rûzgâr-ı sitemger yapar yıkar
Âyîne gibi gâh ‘ayân geh nihân olur
Beyt-i dili o rûh-ı musavver yapar yıkar
Eyler kalem kalem-rev-i ma‘nâda fetk u retk
Çok tarz-ı dil-nişîni o suhanver yapar yıkar
Ehl-i heves bu ‘arsada mânend-i kûdegân
Bî-had Sadîk beyt-i müzevver yapar yıkar
Ve lehû
Her ne dem bülbül terennümle leb-i hâmûş açar
İstimâ’a gonca-i neşgüfteler hep gûş açar
Rûhdur te’sîre menşe’ yohusa mikrâs-ı şem’
Şu’leye âgûş-ı pervâneyle dûş-a-dûş açar
İstemez bîgâne hˇâhişmend-i vuslat oldugun
Ebruvânı kendi çeşm-i şûhuna âgûş açar
Nagme-i mutrıbla ancak şevk gelmez meclîse
Şâhid-i germiyyeti gülbâng-i nûş-â-nûş açar
Etdiler zıddıyla her şey’e ‘ilâcın ey Sadîk
Mi’desin mest-i humâr-âlûdenin meyhōş açar
Bu gazel-i âbdâr dahı mütercem-i müşârün ileyhin zebân-ı Fârisî’de olan
eş‘ârındandır.
Ve lehû Fârisî
œ“U� p*§ “« SÎUJ– bMš� sš¦“ —œ SM1¦ z½ œ“U� p– “U�¦œ «us vΫ— œu•
fHs hÎd0
œ“U� p1¦ «— œu• ˆbÎœ œ«u� Ê«“U� dEs bs«œ dEs pÎ —œ «— ˆbš�M�
Âœd¦ —Uš�
œ“U� pLs v� «ds«u• —Uš�� Êbš–UÄ pLs gMÎdš– zF¼ S0öLš� r�¾Ô
U�š� bM½
œ“U� pÎ z*L2 «— rΠëu¦« «u£ “« SsuJ� ÊU�JÎ zL£ Uš–« Kbά oA� “« KuH#
È—«œ u�
28 œ“U� p*¦ «d¦œ¬ fHs Kdš� »u• UIÎb# È—UJצdJ¦ «dsU¦d�¦ »dIÔ z£«
bM½
Mütercem-i mezkûrun kasâ’id ü gazeliyyâtda mahâreti oldugu gibi semt-i tevârîhde
dahı tab‘ının ciyâdeti vardır. Venedik’in nakz-ı ‘ahdine:
Venedik eyledi nev-âyîne-i ‘ahdi şikest
târîhi gibi ve bu mecelle-i celîleye evsâfı keşîde-i silk-i tahrîr kılınan şâ‘ir-i bî-hemâl
Yûsuf Nâbî Efendi’nin intikâline:
Zelîhâ-yı cihândan çekdi dâman Yûsuf-ı sânî
28 Harîs-i nefs-i hod-râyî nevâ dem-sâz-ı şek sâzed / Ki mihnet der-zemîn bîned şikâyet ez-felek sâzed // ‘Ayâr-ı merdüm-i sencîde-râ der-yek nazar dâned / Nazar-bâzân sevâd-ı dîde-i hod-râ mihek-sâzed // Koned bî-câ tebessüm bî-melâhat la’l-i şîrîneş / Nemek pâşîden-i bisyâr hˇân-râ bî-nemek sâzed // Çü dârî safvet ez-’aşk âyedet eşyâ heme yeksân / Sükûnet ez-hevâ emvâc-ı yem-râ cümle yek sâzed // Koned ehl-i tekarrub mücrimân-râ mekrümet-kârî / Sadîkâ hûb-sîret nefs-i Âdem-râ melek sâzed: Kendini beğenen kişi, arkadaşından şüphe eder; bu, dünyada sıkıntı çeken insanın talihinden yakınması gibidir. Değerli insanın ayarını, bakanlar bir bakışta bilirler; bunların değer ölçüsü kendi gözleridir. Onun tatlı dudağı yersiz gülümserse çirkinleşir; yemeğe çok tuz atılması, tadını kaçırır. Aşktan dolayı bir saflığın varsa (saf, temiz bir aşka sahipsen) senin nazarında bütün varlıklar eşittir; havanın sükunetinin denizin dalgalarını dümdüz yapması gibi. Allah'a yakın olanlar, suçlulara da merhametlidirler; ey Sadik! Güzel huy, insanın dış görünüşünü güzelleştirir, meleğe döndürür.
târîhi gibi nice bî-nazîr tevârîh-i dil-pezîri vardır ki her biri birer dîvân ile vezn-i
‘adâletle hem-terâzû ve behcet ü letâfetde mihr ü mâh ile hem-zânû olur.
Li-mühşi’ihî
Levhaşa’llâh o zihn-i nakkâda
Hiç söz olmaz Sadîk üstâda
SIDKÎ
Ol merd-i âgâhın nâmı ‘Abdu’llâh’dır. Medîne-i Kostantıniyye’de Fîrûz Aga
Mahallesinden neşv ü nemâ bulmuşlardır. Bu cerîde-i cedîdeye evsâfı keşîde-i silk-i beyân
olan kuvvet-i tabî‘atde yegâne-i zamân şâ‘ir-i tâze-zebân Nahîfî Efendi’den telemmüz
eyleyip tahsîl-i dest-mâye-i ‘irfân eylediklerinden sonra sâbıkân ser-etibbâ-i hâssa olan
merhûm Nûh Efendi’den sefer-i hümâyûn teşrîflerinin birinden mülâzım olup tarîk-i kazâya
hırâm ve esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde Rûmeli’nde Tikveş kazâsıyla makzi’l-merâm
olmuşlardı. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Dâmen-i nahl-i güle dest ermez ise hârdan
Bûy-ı safvet-bahşı hâlîdir hele agyârdan
SIDKÎ KADIN
Bunlar dahı hânedân-ı ma‘ârifin yâdigârlarından beyne’n-nisvân Emetu’llâh Kadın
demekle meşhûr-ı cihân olan zen-i merdâne-revişdir ki bir def’a bin seksen üç târîhinde ve
bir def’a dahı yetmiş tokuz târîhinde kerreten ba’de merretin kâzi’l-beled olan Kâmetî-zâde
merhûmun duhter-i pâkîze-ahteridir. Müretteb Dîvân sâhibi ve bir zen-i ma‘rifet-iktidâr ve
Bayramî tarîkından Şeyh Himmet Efendi merhûmdan inâbet-keş olmuş bir mere-i merdâne-
reftârdır. Bin yüz beş târîhinde intikâl ve dâr-ı visâlde gılmân-ı cinân ile âsûde-hâl
olmuşlardır. Bu güftâr ol kebg-i bâg-ı eş‘ârın âsâr-ı nagamât-ı tab‘-ı sihr-âsârlarındandır.
Beyt
Hefte geçmez kûyına mihmân eden sensin beni
Bil ki her şeb subha dek nâlân eden sensin beni
Dest-i tedbîr ile çâk olsun mu dâmân-ı firâk
Âftâb-ı hüsnüne hayrân eden sensin beni
Mütercem-i mezbûrenin gazel semtinde belâgatinden mâ-’adâ vâdî-i târîhde dahı bir
hayli mehâreti var idi. Katı çok kimesne hakkında bî-bedel târîhler demişdir. Ez-cümle kendi
‘azîzi Himmet Efendi merhûmun intikâline bu târîhi demişlerdir.
Târîh
Dedim târîh-i fevtin Sıdki Mevlâ’dan olup mülhem
Bu gün Himmet Efendi ‘adni kıldı kendüye me’vâ
ve pederleri Kâmetî-zâde merhûmun intikâline bu târîhi demişlerdir.
Ve lehû Târîh
Dedi târîh-i vefâtını kızı Sıdkî anın
Kâmetî-zâde’ye a’lâ-yı İrem ola mekân
SAFHÎ
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Dârü’n-nasri ve’l-meymene Edirne diyârından bedîdâr ve
Istabl-i ‘Âmire-i şöhretde Tavlabaşı-zâde demekle şöhret-şi’âr olmuşlardır. Menâsıb-ı
dîvândan şehr emîni ve şıkk-ı sâlis defterdârı ve Haremeynü’ş-şerîfeyn muhâsebeciligi gibi
ba’zı menâsıb oldukdan sonra âhir-i ‘ömründe Mekke-i mükerremenin mücâvereti şerefiyle
müteşerrif olup Cidde kitâbeti ile ziyâret-i Beytü’l-harâm ve birkaç müddet ol buk’a-i cennet-
etribede ârâm etdikden sonra şeyhü’l-haremlik ile ser-firâz olmuşlardı. Egerçi eş‘ârı
bisyârdır fe-ammâ pâkîze-güftâr degildir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Koydu gam leşkeri yüz gönlüme hâmûn hâmûn
Kara bayraklı ‘alemler ucu gül-gûn gül-gûn
SAFHÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri .......29 Fi’l-asl Saruhân sancagında Atala-nâm kazâdan
Emre Sultân karyesinden olup suhanında hâlet ve güftârında hayli letâfet vardır. 29 Nüshalarda boş bırakılmış.
Vilâyetinden medâr-ı her-kâm olan Kostantıniyye şehrine hırâm eyleyip tahsîl-i dest-mâye-i
‘irfândan sonra pâ-nihâde-i tarîk-i ‘aliyye olmaga câzim ve Erzincânî Kâzî-’asker merhûm
es-Seyyid ‘Alî Efendi’den mülâzım olup bin yüz yigirmi iki târîhinde şeyhü’l-islâm müfti’l-
enâm Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmun def’a-i sâniye-i fetvâlarında ibtidâ-i
hâric elli ile Şerîfe Fâtıma Hâtûn Medresesinde müderris olup ba’dehû hareket ba’dehû
Hâmid Efendi Medresesine ibtidâ-i dâhil ile nâ’il olup hamd ü şükr eylemişler idi. ‘Asrın
şu‘arâsından olmagla sebt ü tahrîr ve güftârından bu gazelleri tastîr olundu.
Gazel
Celî hatdır keşîde ebruvân hüsnün kitâbından
Mu’ammâ-yı tegâfüldür müjen ikrâr bâbından
Nem-i eşkimle perverde gül-i sad-berg-i her-dâgım
Çekîdedir bu bâgın şeb-nemi feyz-i sehâbından
Gözümde keşti-i âteş görünür zevrak-ı sahbâ
Sirişk-i mevc-i tûfân-hîz-i ‘aşkın iltihâbından
Bilir nabz-âşinâyân derd-i mutrıb neydigin dilde
Devâ-sâzende-i hikmet iken târ-ı rebâbından
Olursa çeşme-i hurşîd-i ‘âlem-tâbdan memlû
Ümîd-i feyz-i sâfî etme Safhî gam şarâbından
SAFÂYÎ
Makarr-ı ehl-i safâ ve ma’den-i zurafâ olan mahmiyye-i Kostantıniyye’den hüveydâ
olmuşlardır. Nâmı Mustafâ olmagla madde-i isminden mahlas-ı merkûmu nahb u ihtiyâr ve
ana nisbet olunmagı ihtiyâr eylemişlerdir. Evâyil-i hâlinde bir mikdâr tahsîl-i dest-mâye-i
ma‘rifet ve tekmîl-i vâye-i kitâbet etmegin dîvân-ı sultânî ketebe-i şerîfi silkine münselik
olup serî’ü’l-kalem bir kâtib-i hoş-rakamdır deyü şehîd-i sa’îd Elmâs Mehmed Paşa merhûma
nüdemâ-i havassı ilka etmeleriyle merhûm-ı müşârün ileyhin zamân-ı sadâretinde
mektûbculuk hidmetlerine sezâ buyurulup ba’dehû menâsıb-ı dîvâniyyeden ba’zı menâsıba
olup ba’dehû bin yüz otuz üç târîhinde büyük kal’a tezkirecisi iken bin elli iki târîhinden bin
yüz otuz üç târîhine gelince mazbûtu olan şu‘arâyı kuvvet-i tab‘-ı vehbîsinden imdâd-i tâze-
edâ ile tezkire tarîkî üzre bir yere cem’ eyleyip bir eser peydâ ve etdigi tâze edâ ile eseri âsaf-
ı ‘asr olan vezîr-i deryâ-nevâl sadr-ı bî-misâl Dârâ-haşem Hâtem-şiyem cevâd-ı bî-müdânî
dâmâd-ı sultânî sadr-ı ekrem vezîr-i a’zam devletli sa’âdetli İbrâhîm Paşa yesserahu’llâhu
te’âlâ mine’l-hayri mâ-yeşâ’ hazretlerinin nâm-ı şerîflerine bir dîbâce inşâd eyleyip huzûr-ı
âsafânelerine niyâz-ı nâ-ma’dûd ile ‘arz-ı vücûd edip inhâ eyledikde ol vezîr-i hikmet-hareket
tedbîr-i hakîmâne-i dikkat birle mansıbın kendüye ibkâ ve mukarrer eyleyip ilbâs-ı hil’at
buyurdular. Mütercem-i mezkûr bu eseri itmâm etdikde şu‘arâ-yı ‘asr bi’l-cümle birer takrîz
ile edâ-yı hidmet-i teşekkürde kıyâm edip bu ‘abd-i fakîr dahı bir takrîz-i zarâfet-meşhûn ile
tahrîk-i enâmil-i kabûl eylemiş idik. Egerçi eş‘ârı öyle halâvet-âşinâ degildir fe-ammâ yine
vâdî-i kudemâ üzre mezeden hâlî degildir. Bizler de bu tezkireye şürû’ eyledigimizde dîrîne-i
makâllerinden bu gazellerini tahrîr içün ‘abd-i fakîre irsâl eylemişler idi.
Gazel
Devr eder ol serv-kâmet gül-’izârım Mevlevî
Neyveş efzûn eyledi feryâd ü zârım Mevlevî
Gitmek ile hep rikâb-ı esb-i nâzında senin
Fahr eder erbâb-ı dil yek-tâ-süvârım Mevlevî
Ser-bürehne sana eyva’llâh der abdâlınam
Mülk-i hüsnün pâdişâhı tâcdârım Mevlevî
Gel kudûmünle müşerref kıl gönüller tahtını
Müstmendindir Safâyî şehriyârım Mevlevî
SALÂHÎ-İ KAPÛDÂN
Ol zevrak-süvâr-ı bahr-i melâhatin ve ol re’îs-i ashâb-ı hulûs u taviyyetin nâm-ı nâmî
ve ism-i girâmîleri Mustafâ’dır. Bahr-i Sefîd-i ma’reke-âbâdın hengâm-ı rezminde revnak-
ârâ-yı gülbâng-i cûş-â-cûş-ı bezm olan dil-âverlerden bir dürr-i nâ-yâb kim deryâ-yı hüner-i
nâ-ma’dûdda akrânı olan kapûdânlardan bunun suyunda yürümege bâdbân-güşâ-yı himmet
olur bir ehl-i tabî‘at bulunmak nâdirü’l-vücûddur. Kârının ‘uhdesinden gelmege kâdir ve
gazavâtdan katı çok gazâya hâzır olmuş bir merddir ki deryâ-yı tab‘ında top u tüfenkden
almaz ve rezmgâh-ı düşmende hasmından gerü kalmaz umûr-dîde kâr-azmûde bir merd-i
dilîr-i rûzgâr ve fülk-i vücûdun Tersâne-i Âmire hidmetinde ifnâ eylemiş bir emekdârdır. Mâ-
lezime-i tarîkatı olan şecâ’atden fazla ve Bahr-i Sefîd ü Siyâh’a seyâhatinden mâ-’adâ buhûr-ı
eş‘ârda dahı keştî-süvâr-ı iktidâr olup levendâne ba’zı mertebe güftâr ile izhâr-ı suhan-ı âbdâr
eyler idi. Ez-cümle bu güftâr ol merd-i dilîrin âsâr-ı tab‘-ı nâdiredânlarındandır.
Ebyât
Atılsın top u kurşunlar çekilsün tîgler bir bir
Bezensin la’l-reng olsun ‘adû kanı ile deryâ
Turalım Kahramânâsâ ‘adûya karşu haşmetle
Olup âteş-feşân kalyonlarımız hemçü ejderhâ
Tamâm altmış sene bezm-i vegâda olduk âmâde
Yine âmâdeyiz cenge Nerîmân ile bî-pervâ
Egerçi sûretâ pîriz velîkin bezm-i rezm içre
Şu cengi görmüşüz kim görmemişdir dîde-i dünyâ
Ve lehû
Derdinle girye oldu şehâ pîşemiz bizim
Hûn-ı cigerle toptoludur şîşemiz bizim
Ve lehû
Hamd eyleyelim Hakk’a ki erbâb-ı gazâyız
Rezm-âver-i hengâme-i bâzâr-ı hecâyız
SUN’Î
Meşâyih-i İslâmiyye-i Devlet-i ‘Aliyye-i bâlâ-makâmdan hâtime-i Sultân Mehemmed
Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretleriyle ibtidâ-i devlet-i Sultân Süleymân
Han-ı Sânî’de şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm olan ‘ulemâ-i kirâmın pür-fazîletmendi Debbâg-
zâde Mehmed Efendi merhûmun birâder-i ser-ber-â-berleridir. Nâm-ı şerîfleri Sun’u’llâh
olmaga mahlas-ı merkûmu ihtiyâr ve şeb ü rûz tahsîl-i ma‘ârifi zât-ı vâlâlarına kâr
eylemişlerdi. ‘Umde-i nehârîr-i ‘ulemâ-i kirâm zübde-i meşâyih-i İslâm fuzalânın bülendi
merhûm u magfûr Minkârî-zâde Yahyâ Efendi’den ihrâz-ı şeref-i mülâzemet ve şâh-râh-ı
tedrîse ‘azîmet edip bin seksen yedi Ramazân-ı şerîfinde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm
Çatalcalı ‘Alî Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli rütbesiyle Defterdâr Yahyâ Efendi
Medresesine olup kâm-revâ ve toksan bir Zü’l-hiccesinde hareket-i hâric ile Siyâvuş Paşa
Medresesine sezâ görülüp toksan üç Rebî’ü’l-âhirinde Kürkçübaşı Medresesine ve toksan
altı Rebî’ü’l-evvelinde Hadîce Sultân Medresesine i’tilâ eyleyip toksan tokuzda birâderleri
efendi hazretlerinden Medâris-i Sahn-ı Semândan biri ile şânları a’lâ olup sene-i mezbûre
Cumâdâ-yı ûlâsında ‘Alî Paşa-yı ‘Atîk Medrese-i celîlesine hakîk ve sene-i merkûme
Şa’bânında yerinde mûsıla-ı Süleymâniyye i‘tibâr olunup bu hâl üzre güzârende-i leyâlî vü
eyyâm iken ‘ömr-i ‘azîzi müsâ’id-i merâm olmayıp bin yüz Muharremi hilâlinde intikâl
eyledi. Mevlânâ-yı merkûm hissedâr-ı ma‘ârif-i ‘ulûm olup dâ’imâ hayr tarafına mâ’il ve
umûrunda müstakil bir zât-ı sütûde-sıfât idi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Kızarsa tâb-ı mülden Sun’iyâ rûy-ı ‘araknâki
Verir gülzâr-ı hüsne âb u tâb ol gonca-i ra’nâ
Harfü’z-zâdi’l-mu’ceme30
Harf-i zâdın hâsılı şâ‘irlerin tahrîr edip
Her birinin eyledik eş‘âr-ı pâkin çün beyân
Eyledik erbâb-ı tab‘a cümle-i i’lâm-ı hâl
Ol gürûhun eyleyip ahvâlini bir bir ‘ayân
ŻAMÎRÎ
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Zât-ı ma‘ârif-iktidârları Kostantıniyye’de vâkı’medîne-i
Üsküdar’dan şöhret-şi’âr olup Devlet-i ‘Aliyyede Dîvân-ı Hümâyûn kâtibleri zümresinden
olup Âsitâne-i Sa’âdet’de ba’zı vüzerâya tezkirecilik şerefin iktisâb etmiş idi. Güftârı
şeyhâne ve vâdîsinde dilîrâne bir merd-i celîlü’l-mikdârdır. Bu ebyât ilâhiyyâtda olan
âsârındandır.
İlâhî
Sana tahsîs etdi Mi’râc’ı Hudâvend-i ezel
Dem-be-dem müştâkın ‘arş u ferş ü cennet hûrdur
Merhamet kıl yâ Resûla’llâh Żamîrî bendene
Ol durur gark-âb-ı ‘isyân cürmile ma’zûrdur
30 240'de müellifin dalgınlığıyla olsa gerek, "Harfü's-sâdi'l-mühmele" yazılmış.
ŻİYÂ
Nâm-ı ser-âmedleri Ziyâ’ü’d-dîn Mehmed olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr
etmişlerdir. Zât-ı nakkâdları tahsîl-i dest-mâye-i isti’dâd etdikden sonra pîşvâ-yı sufûf-ı
fuzalâ-yı kirâm ‘umde-i ‘ulemâ-yı a’lâm nehârîrin fazl u kemâl ile ser-bülendi Musâhib Paşa
hˇâcesi merhûm İbrâhîm Efendi’den mülâzım olup kırk akça medreseden ma’zûl ve Rûmeli
kuzâtı zümresine duhûl eylemişdir. Murâd üzre güftâra kâdir bir merd-i celîlü’l-me’âsirdir.
Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Nedîm iken san ey dil hayâli cânânın
Nedir bu nâlelerin ey Żiyâ bilir yok mu
Harfü’t-tâ’il-mühmele
Harf-i tâ erbâbını tastîre âgâz eyleyip
Hâme-i nâzik-beyânım eyledi ‘arz-ı hüner
Cümleten ol harfin erbâbın edip nakl ü beyân
Kalmamışdır anda tahrîr olmadık hîç bir eser
TÂHİR
Ol zât-ı sütûde-sıfâtı fazl u kemâl ile ser-âmed olan mahdûm-ı emcedin nâm-ı
nâmîleri Mehmed olup diyâr-ı Kostantıniyye’de Mekkî-zâde ‘unvânıyla şehîr bir meclis-ârâ
mahdûm-ı fâzıl-ı bî-nazîr idi. Mukaddemâ kadr-âşinâ-yı erbâb-ı fazîlet olan nehârîrin bülendi
‘allâme-i devrân Minkârî-zâde Efendi merhûmdan mülâzım ve tarîk-i tedrîse ‘âzim olup
ibtidâ-i hâric elli ile bin toksan tokuzda Emînü’l-ganem Medresesiyle igtinâm ve yüz beş
Zü’l-ka’desinde hareket-i hâric ile ‘Abdu’llâh Aga Medresesinde makâm-ı ‘ubûdiyyetde
kıyâm ve bin yüz sekiz Zü’l-ka’desinde Behrâmiyye Medresesine su’ûd ile bâlâ-makâm ve
yüz on Cumâdâ-yı âhiresinde Mi’mâr Sinân Medresesine hareketleri sürûrı ile tûl-i meks
tarîk-i harâb-âbâd-ı sarây-ı derûnların ta’mîr içün şâd-kâm ve yüz on beş Cumâdâ-yı
âhiresinde mûsıla-i Sahn ile Hâcî Hasan-zâde Medresesine reftâr ve yüz on altı Rebî’ü’l-
âhirinde Şeyhü’l-islâm Zekeriyyâ Efendi Medresesiyle mûsılasın tekrâr etdikden sonra bin
yüz on yedi Recebinde Sahn-ı Semândan biriyle dil-şâd ve sene-i mezbûre Şa’bânında ibtidâ-
i altmışlı ile Rüstem Paşa Medresesi ile mesrûrü’l-fu’âd ve yüz on sekiz Şa’bânında Kâsım
Paşa Medresine zevrak-süvâr-ı ‘azîmet ve yüz yigirmi Saferinde medîne-i Kostantıniyye’de
Kalender-hâne Medresesine mûsıla-i Süleymâniyye ile nakl ü hareket ve ol medrese-i
celîleden sene-i mezbûre Rebî’ü’l-evvelinde Ayasofya-i Kebîre nakl olunup ba’dehû hâmis
i‘tibârıyla Sultân Ahmed Medrese-i celîlesine olup ol medrese-i celîleden bin yüz yigirmi üç
Zü’l-hiccesinde Kuds-i şerîf kâzısı olup ba’de’l-’azl medîne-i Kostantıniyye’de Fethiyye
dâhilinde sâkin oldugu hânede evkât-güzâr-i nehâr u leyâl iken bin yüz yigirmi sekiz Zü’l-
ka’desinde rûh-ı tâhirleri evc-i ‘alâya pervâz edip intikâl etdiler. Hoş-sohbet nâzik-tabî‘at bir
mahdûm-ı pür-ma‘rifet idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Güzellikde nazîrim yok deyü magrûr iken her bâr
Görüp ‘aks-i ruhun âyînede bir dahı oldu yâr
(25) TÂLİB-İ BURUSÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Medîne-i Burusa’da Kürd Mustafâ Efendi-nâm
zümre-i sulehâdan bir imâmın ferzend-i ercümendi olup âdemiyyetli bir zât ve insâniyyetli bir
vücûd-ı sütûde-sıfat idi. Kemâl ile âmâl-i mütelâzım oldugundan tarîk-i ‘ulemâya ‘âzim
olduklarında Hâbil-zâde’den ahz-ı feyz etmek kâbil olup ol zât-ı latîfin Medîne-i münevvere
teşrîfinden mülâzım oldukdan sonra bin toksan yedi Şevvâlinde maskat-ı re’sleri olan
medîne-i mezbûrede ‘Arabiyye Medresesi hâricine ‘âric olup toksan tokuz Cumâdâ-yı
âhiresinde yerlerinde dâhil i‘tibâr ve sene-i mezbûre Ramazânında yerlerinde hareket ve yine
sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde yerlerinde mûsıla-i Sahn i‘tibâr olunup bin yüz tokuz
Cumâdâ-yı âhiresinde sahn i‘tibârıyle ol diyârda Müftî Ahmed Paşa Medresesine nakl ü
güzâr ve yüz on bir Cumâdâ-yı ûlâsında altmışlı i‘tibârıyla yine ol beldede Hüsrev Paşa
Medresesine vâsıl ve yüz on dört Cumâdâsında ol medreseden Kütahiyye mevleviyyetine
nâ’il olup ‘âdet üzre ol mansıbdan ma’zûl oldukdan sonra yüz on yedi Şevvâlinde Erzenü’r-
rûm mansıbına mevsûl kılınıp yüz on sekiz Recebinde ol beldede intikâl ve dâr-ı fenâdan dâr-
ı bekâya irtihâl eylediler. Fenn-i şi‘r ü inşâda tab‘ı pâk bir şâ‘ir-i huceste-idrâk idi. Müretteb
Dîvân’ı ve miyân-ı şu‘arâda hayli nâm u şânı var idi. Bu çend ebyât-ı müstetâb bu cerîde-i
cedîdeye tahrîr içün Dîvân-ı müstetâblarından tefe’’ül olundukda ‘arz-ı dîdâr eyleyen
âsârlarındandır.
Ebyât
Görünce tîgini handân olur safâsından
Derûnda (düşmen-i bih-bûd) bir cerâhat var
Egerçi çok nigeh-i âşinâda lutf ammâ
Tegâfülünde dahı başka bir letâfet var
Meger ki la’lin ede def’-i teşnegî yohsa
‘Akîki âb eder dilde bir harâret var
Vefâdan eylemez ol dem cefâyı Tâlib fark
Cünûn-ı ‘aşk ile dilde bir özge hâlet var
Ve lehû
Câm-ı zerrîni felek halka dem-â-dem ne tutar
Sâkî-i çarh o tehî sâgarı bilmem ne tutar
Dest-gîr olacagın bilmese üftâdelere
Dâmen-i berg-i gülü katre-i şeb-nem ne tutar
Bilmese pîr-i mugân hürmetini sâkînin
Dâ’imâ sübha gibi elde mükerrem ne tutar
Şâh-bâz-ı nigeh-i lutfu şikâr etmezse
Murg-i cânı kafes-i sînede âdem ne tutar
Tahta mahsûli hemân derd ile dâg-ı sîne
Mansıb-ı ‘aşkı bilir Tâlib-i pür-gam ne tutar
Ve lehû
Yâ Rabb beni mazhar-ı ihsân eyle
Feth-i der-i ümmîdimi âsân eyle
Zulmetkede-i ye’s ile kaldım meded et
Şem’-i şeb-i kâmımı fürûzân eyle
TÂLİB-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’llâh’dır. Mısır Kalemi kuzâtından miyâne-i
akrânda mümtâz-ı eşrâf olan Mahalletü’l-kübrâ kâzîsı Uzun ‘Alî Efendi’nin mahdûm-ı
necâbet-mersûmu olup sene bin yüz yigirmi iki târîhinde meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi
merhûm u magfûrun leh Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi’nin def’a-i sâniyesinde nûr-ı
‘ayn-ı cihân kurretü’l-’ayn-ı ‘izz ü şân devletli sa’âdetli şeh-zâde-i cevân-baht Sultân
Süleymân ibnü’s-sultâni’l a’zam ve’l-melikü’l-efham sultânü’l-berreyn hâdimü’l-
Haremeyni’ş-şerîfeyn es-sultânü’bni’s-sultân es-Sultân Ahmed Han ibnü’s-sultân es-Sultân
Mehemmed Han hazretlerinin teşrîf-i vilâdetlerinden karîn-i şeref-i mülâzemet olup pür-
ihtirâm ve kırkdan infisâli tamâm oldukdan sonra mevrûs-ı pederi olan tarîkate sülûk eyleyip
âsaf-ı ‘asr-ı bî-nazîr vezîr-i isâbet-tedbîr Hâtem-şiyem Bermekî-’alem ‘inâyetli merhametli
dâmâd-ı muhterem-i sultânî İbrâhîm Paşa hazretlerinin medh-i şerîflerinde bir kasîde-i garrâ
ile huzûr-ı âsafânelerine dâhil olduklarında matlablarına nâ’il ve ol ‘asrda sadr-ı Anatolu
kâzî-’askeri olan şeyhü’l-islâm-ı sâbıkü’z-zikr-i celîlü’l-kadrin mahdûm-ı ‘âlî-kadrleri ser-
tâc-ı mahâdîm-i kirâm ve zübde-i şürefâ-yı enâm ülü’l-kadrin bülendi es-Seyyid ‘Abdu’llâh
Efendi hazretlerinden bâ-fermân-ı ‘âlî Mısır Kaleminde şıkk-ı sânî kazâsına vâsıl olmuşlar
idi. Hakka ki tab‘-ı pâkleri vâdî-i ma‘ârifde çâlâk bir zât-ı ‘âlî-mikdârdır. Bu güftâr cümle-i
âsârlarındandır.
Gazel
Ne bir bûy-ı vefâ gördük bu dehrin gülsitânından
Ne berg-i sebzine şâyeste olduk bâgbânından
Ser-i mû fark olunmaz târ-ı gîsû-yı dil-ârâmı
Bakılsa çeşm-i dikkatle o fettânın miyânından
Vücûdu cevher-i ferdin olur da’vâ-yı bî-hüccet
Kıyâs olmasa ol şûhun eger şekl-i dehânından
Olup seng-i cefâsından remîde şimdi ol tıflın
Uçurduk Tâlibâ murg-i huzûru âşiyânından
Bu ebyât dahı mesbûku’z-zikr olan kasîde-i garrâlarındandır.
Ebyât
Nikâb-endâz olunca şâhid-i gonca-’izârından
Yanar pervâneveş bülbül düşüp şem’-i ‘izâr üzre
Bulunmaz zîb-ı gûşun olmaga bir gevher-i nagme
Şinâverlik ederse zahmeler emvâc-ı târ üzre
TAYYİB
İstanbul şehrîleri zümresinden ‘Attâr-zâde Mustafâ Çelebi demekle şöhret-şi’âr bir
mahdûm-ı celîlü’l-mikdâr idi. Dükkânçe-i dehânından envâ‘-ı ‘akâkîr-i ma‘ârif nev-be-nev
nümâyân ve sandûka-i derûnundan tuhaf-ı kâbiliyyet gün-be-gün ‘ayân idi. Fe-ammâ bî-çâre
kâse-i ‘ömr-i ‘azîze sîr olmadın sâgar-ı hayâtı leb-rîz ü ser-şâr ve bin yüz beş Muharreminde
bu merhaleden güzâr eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Etmesin dil devr-i zülfünde te’emmül neylesin
Her ham-ı zülfünde var bahs-i teselsül neylesin
Harfü’z-zâ’i’l-mu’ceme
Eyleyip harf-i zâ-i mu’cemede
Yine tahrîk hâme-i vâlâ
Eyledik bu mecelle-i hünere
O gürûh-ı suhanveri imlâ
ZARÎF
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mehmed’dir. Şehr-i Sıtanbul’un zurafâsından ve
dergâh-ı ‘âlî yeniçerileri hulefâsından zarâfet-pîşe zevk-endîşe keyfe mâ-yeşâ suhana kâdir
bir şâ‘ir-i mâhir olup yârân-ı safâ bölügünden hoş-sohbet bir nedîm-i nâzik-tabî‘at idi. Sene
bin yüz on beş hilâlinde Girid cezîresinde müsâfir iken intikâl eyledi. Bu güftâr-ı dil-ârâ ol
nâdire-senc-i bezm-i ma‘nânın dil-pesend-i zurafâ-yı cihân olan ebyât-ı dil-sitânındandır.
Beyt
Ne gün ki yanıma ol reşk-i âftâb gelir
Vücûd ra’şeye başlar gözümden âb gelir
Ayagın öpmege koymaz o şeh-süvâr bana
Gelirse yanımıza pây-der-rikâb gelir
Ve lehû
Gelsin hırâma söyleyin ol serv-kâmete
Şâyed helâk olam kala hasret kıyâmete
Ve lehû
Dil kaldı zahm-ı tîr-i firâkıyla zârda
Bir kaşları kemâna uruldum Hisâr’da
Harfü’l-’ayni’l-mûhmele
Kilk-i ter harf-i ‘ayn-ı mühmelede
Şu’arâyı edip yine tastîr
Sebt edip ol gürûh-ı vâlâyı
Her birin hâlin eyledi tahrîr
‘ÂRİF EFENDİ
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdü’l-bâkî’dir. ‘Ol ‘allâme-i ferîd-i mecmû‘atü’l-
ferâ’id-i fevâ’id-i kavâ’id-i ‘ulûm-ı şettâ ve yek-tâ-sûvâr-ı meydân-ı şi‘r ü inşâ ve ol hâyiz-i
kasabü’s-sebak-ı mızmâr-ı esrâr-ı ¡UAÎ s¦ zšÔ ƒÎ z*¼« zC§ p¼‹ 31 ki bevâdî-i ma‘ârif ü
kemâl lücce-i kamkâm-ı bahr-i zehhâr-ı kalem-i mikdâm-ı efzâlinden sâha pür ve eyâdî vü
ezyâl ‘irfân-ı bî-hemâl-i cevâhir-i girân-bahâ-i yed-i fıtnat-ı cevheri fikretinden pür-cevâhir ü
pür-dürr olup hüsn-i hatt-ı ta’lîkda zât-ı bî-akrânı müşârün bi’l-benân-ı ‘âmme-i cihâniyân
olup ser-tâc-ı fuzalâ-yı devrânı şi‘r: 32 l�U� ÊËœ ‰ÒË« UNM¦ h• UL§ zFHs rš¼U-ô« Òr� r*- z¼
l�U#« fL• —UB¦ô« Kœ— z� Èc¼« z*zUs bM� dB¦ zšs UL§
31 "Zâlike fazlu'llâhi yü’tîhi men yeşâ’ : Bu, Allah'ın diledigine verdiği bol nimettir." Kur'an: /4. 32 Lehû kalemun ‘amme'l-ekâlîme nef’uhu / Fe-mâ-hassa minhâ evvele dûne sâbi’in // Fe-mâ-Nîlü mısra ‘inde nâ’ilihi'llezi / Bihî ruddeti'l-emsâru hamsü esâbi’in : Onun, yararı bütün ülkeleri kapsayan bir kalemi vardır, onlardan yedincisini birincisinden ayırmadı. Kendisi ile şehirlerin beş parmağa dönüştürüldüğü Nil, onun iyiliği katında bir şey değildir.
mazmûnuna mâ-sadak olup lisânından efvâh feyzmend-i ‘ulûm-ı bî-pâyân oldugu
gibi yed-i şerîflerinden dahı eyâdî-i ‘ibâd dest-resîde-i şîve-i hatt u hezâr ‘irfân olmuşlar
idi. Ol vücûd-ı bih-bûdun zât-ı fezâyil-meşhûnları mekteb-i hakîkat-i ÊËdD�Î U¦Ë
r*I¼«Ë Êus 33 feyz-i nâ-mütenâhîye makrûn olup netîce-i mukaddemiyyetin kâf u nûn-ı
tahsîl-i ‘irfânı isbâta serd olunmuş bir delîl-i sıhhat-makrûn oldugun ciyâdet-i ‘akl-ı
selîmleri ile istinbât buyurup evkât-ı şerîflerin hasr-ı ‘ulûm-ı ma‘ârif etmegi neş’e-i
câvîd-i derûn eylediklerinden her bâb fürât-ı zülâl-i makâl-i Êu�dIL¼« UN� »dAÎ
UMš� 34 sîr-âb ve ‘avârif ü ma‘ârifle cemî’-i emsâr u aktârda müsellem-i ülü’l-elbâb
olmuşlar idi. Fi’l-asl dürr-i şehvâr-ı vücûd-ı ‘âlî-mikdârları kân-ı cevâhir-i kemâl olan
Kostantıniyye-i bî-hemâlden Kâsım Paşa-nâm mahalden nümâyân ve Tersâne-i ‘Âmirede
mahzen kâtibi ‘Ammî-zâde Mehmed Efendi-nâm zât-ı bî-akrânın mahdûm-ı necâbet-
mersûmu olup kendi karîha-i ‘âlîsinden şeb ü rûz tahsîl-i kemâlâta sa’y u gûşiş eyleyip her
fenni kemâ-yenbagî tekmîl ve hüsn-i hatt ve sâ’ir ‘irfânı bî’l-külliye tahsîl eyledikden sonra
bin altmış iki Cumâdâ-yı ûlâsında ol ‘asrda Rûmeli kâzî-’askerliginden ma’zûl Memik-zâde
Mustafâ Efendi merhûma ‘Ayıntâb kazâsı ber-vech arpalık ‘inâyet buyurulup ol vaktde ba’zı
ikrâm kasd olunan kuzât-ı ‘asâkir hazarâtının arpalıkları tebdîl oldukça taraf-ı şehenşâhîden
bir iki teşrîf ihsân olunmak ma’rûf oldugundan mesbûku’z-zikr Memik-zâde merhûma dahı
sâlifü’z-zikr ‘Ayıntâb arpalıgı ile ihsân olunan teşrîfden mütercem-i mezkûr hazretleri karîn-i
şeref-i mülâzemet olmuşlar idi. Bu vech üzre zât-ı vâlâları mükerrem olup mülâzım ve kırk
akça medreseden münfasıl oldukdan sonra ‘allâme-i cihân fâzıl-ı devrân şeyhü’l-islâm
müfti’l-enâm Minkârî-zâde ca’ala’llâhu min-ellezîne lehümü’l-hüsnâ ve ziyâde
hazretlerinden meşhûr-ı ‘âlemiyân olan Kogacı Dede imtihânında ser-âmed ders okuyup bi’l-
istihkâki’z-zâtî defter-i a’lâ-güsterlerine dâhil ve ol zât-ı melekiyyü’s-sıfatdan ibtidâ-i hâric
elli rütbesiyle bir medreseye nâ’il olup ol medreseden dahı ‘âdet üzre hareket
buyurduklarından sonra sene bin seksen üç târîhinde ibtidâ-i dâhil ile Hüsrev Kethudâ
Medresesine ve bin seksen dörtde def’aten mûsıla-i Sahn ile Sekbân ‘Alî Medresesine ve
seksen altı târîhinde yine hareket-i misliyye ile Hayrü’d-dîn Paşa Medresesine andan dahı çok
zamân mürûr etmedin ol sâlde Sahn-ı Semândan birine gelip seksen yedide ibtidâ-i altmışlı
ile Murâd Paşa-yı ‘Atîka ve seksen tokuzda hareket-i altmışlı ile Mahmûd Paşa Medresesine
ve bin toksan târîhinde mûsıla-i Süleymâniyye ile medîne-i Üsküdar’da vâkı’ Vâlide Sultân
Medrese-i celîlesine ve bin toksan birde Medâris-i Süleymâniyyeden biriyle tarîk-i
müderrisîn-i kirâmı itmâm ve bin toksan iki Recebinde bâ-hatt-ı hümâyûn-ı şevket-makrûn
33 "Nûn ve'l-kalem ve mâ-yestarûn : Nun; kalem ve onunla yazılanlara and olsun." Kur'an: /1. 34 "‘Aynen yeşrabu biha'l-mukarrebûn: Gözdelerin içtiği kaynak..." Kur'an: 3/2.
Selânik mevleviyyeti ile makzi’l-merâm buyurulup ba’de’l-’azl bin toksan sekiz Rebî’ü’l-
âhirinde Burusa mevleviyyeti ile pür-temkîn andan dahı ma’zûl oldukda Biga kazâsı
kendülere arpalık ta‘yîn buyurulup bin yüz üç Şevvâlinde Mekke-i mükerreme pâyesiyle
mısr-ı Kâhire kâzısı olup ma’zûl oldukdan sonra Aksarây ba’dehû Zile arpalıgı evkât-güzâr
iken bin yüz sekizde İstanbul pâyesiyle mükerrem olup bin yüz tokuz Şa’bânında bi’l-fi’l
kâzi’l-beled olduklarından sonra Burusa Yenişehri ve Mudurnu ve Bigadiç arpalıkları ile
ma’zûl olup yüz on birde yalnız Birgi kazâsı arpalık olup yüz on ikide Anatolu pâyesi olup
yüz on üçde bi’l-fi’l Anatolu kâzî-’askerligi ba’dehû Rûmeli pâyesiyle ma’zûl olup Edremid
ve Gemlik ve Sandıklı kazâları arpalık olmuş idi. Ba’dehû bin yüz on sekizde bi’l-fi’l Rûmeli
kâzî-’askeri olup ‘Ayıntâb ve Mudanya arpalıkları ile ma’zûl olup ba’dehû ‘Ayıntâb kazâsı
Magnisa kazâsına tebdîl olunup ba’dehû bin yüz yigirmi ikide def’a-i sâniye-i sadâret-i
Rûm’a teşrîf eyleyip Ebî Eyyûb-i Ensârî kazâsı arpalıgı ile ma’zûl oldular. Ba’dehû ol
esnâda birkaç gün Burusa’da meks buyurmalarına me’mûr olup ba’dehû çok zamân mürûr
etmedin yine sa’âdet-hânelerine gelip meks ü ârâm üzre iken bin yüz yigirmi beş târîhinde
ravza-i Rızvân’a hırâm buyurdular. Merkad-i şerîfleri hazreti Ebî Eyyûb-i Ensâri ‘aleyhi
rahmetü’l-bârî türbe-i şerîfesinin hazîresindedir. Esnâ-yı intikâllerinde şu‘arâdan katı çok
kimesneler irtihâllerine târîhler ve mersiyyeler demişler idi. Ez-cümle bu cerîdede harf-i sâd-ı
mühmelede Sadîk mahlası ile rûz-nâmçe-i hâlleri zîver-i silk-i tahrîr kılınan Şeyh Süleymân
Efendi-zâde Yahyâ Çelebi bu târîhi demişler idi. Târîh:
‘Ârif-i bi’llâh ‘Abdü’l-bâki-i ‘adn-âşiyân
ve ke-zâlik harf-i vâv’da evsâf u mahmidetleri zîver-ârâyı kilk-i beyân olan nâdire-i
zamân Vehbî es-Seyyid Hüseyin Efendi bu târîhi demişdir ki hâlâ merkad-i şerîflerinde
mestûrdur. Târîh:
Gidip ‘Ârif Efendi kaldı nâmı dehrde bâkî
ve bunun emsâli sad hezâr mersiyye ve tevârih ile şu‘arâ-yı kirâm esnâ-yı
intikâllerinde mâtem ü sûzişlerin izhâr etmişler idi. Ol fâzıl-ı cihân ve ‘allâme-i devrâna nice
erbâb-ı ‘irfân mâtem-keş olmasınlar ki zât-ı bî-hem-tâsı bedr-i münîr-i sipihr-i kemâl ve
vücûd-ı ‘âlîsi mihr-i tâbende-i burc-ı fazl u efzâl oldugundan gayrı meclis-i şerîfleri
fâ’ideden hâlî degil idi. Bir sâ’at sohbet-i şerîfleri ile müteşerrif olan hezâr müşkilini hall
eyleyip meclisinden öyle kıyâm ve dâhil-i meclis-i ‘âlîsi olan tîre-diller şeref-i sohbetleri ile
tahsîl-i tesliyetü’l-hâtır eyledigi mâlâ-kelâmdır. Vücûd-ı nâ-yâb-ı devrân bir zât-ı
mecmû‘atü’l-’irfân idi. Elsine-i selâsede a’lâ-yı fesâhat ve aksâ-yı belâgat üzre tekellüm-senc
olurlar idi. Şi’r-i şerîfi âb-ı hayât ve inşâ-yı latîfi sohbeti gibi nümûne-i kand-i nebât idi.
Elsine-i selâsede Dîvân’ı ve Türkî latîf inşâ ile bir Siyer-i şerîfi ve etrâf-ı kütübe olan
ta’lîkâtı ekserü min-en yuhsâdır. Bu çend ebyât-ı pür-nikât ol zât-ı melek-sıfâtın eş‘âr-ı
latîfinden tahrîr olunan âsârındandır.
Gazel
Ne lâlezâr gerekdir ne seyr-i bâg bana
Yeter müşâhade-i cism-i dâgdâg bana
Şemîm-yâfte-i gülşen-i temennâyım
Olur mu bûy-ı gül âlâyiş-i dimâg bana
Yegâne ‘âşık-ı âzâde-kayd-ı her-kâmım
Girân gelirse nola minnet-i sürâg bana
Olur füsürde yine serd-bâd-ı âhımdan
Olursa şem’-i meh ü mihr eger çerâg bana
Tenük-mizâc-ı gamım dil-hırâşdır ‘Ârif
Hurûş-ı zemzeme-i ‘andelîb ü zâg bana
Ve lehû
Gönül o seng-dile âh-ı cân-güdâz ederek
Visâle rıfk ile nerm eyledik niyâz ederek
Açıldı zülfün edip ber-taraf o meh-rûyum
‘İzâr-ı pâkini meclisde nîm-bâz ederek
Ve lehû
Mihre bakdım âftâb-ı rûyu geldi yâdıma
Servi gördüm kâmet-i dil-cûyu geldi yâdıma
Ve lehû
Şimdi zamân-ı seyr-i gül-i nev-demîdedir
Erbâb-ı ‘ayş meykedelerden remîdedir
Ve lehû
O cefa-cûyu görüp ‘âşık-ı pür-gam ne desin
Kâdir-i güft ü şenîd olmayan ebkem ne desin
Gâh pür-germ-i gazab gâh nüvâzişkârî
Böyle fettân-ı cefâ-pîşeye âdem ne desin
‘ÂRİF-İ DÎGER35
Bunlar dahı şu‘arâ-yı ‘asrdan olup bin yüz otuz dört târîhinde Saltanat-ı ‘Aliyyeye
‘Acem diyârından Nâmî mahlas ile gelen elçi şu‘arâdan olmagla zebân-ı Türkîde bu zemînde
bir gazel eyledikde bunlardan dahı bu gûne bir nazîre sudûr eylemiş idi. Matla’ı budur:
Matla’
Ey zülf bâg-ı hüsnde sünbül müsün nesin
Ol mâh-rûya hâle mi kâkül müsün nesin
‘ÂRİF-İ DÎGER
Eskişehirli kuzât gürûhunun ma‘ârifmendi Ankaravî mülâzımı ‘Alî Efendi hidmetidir
ki Rûmeli Kaleminde sâlik-i tarîk-i kazâ ve mâlik-i ezimme-i hükm ü imzâ olmuşlar idi. Bin
yüz senesi hilâlinde dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Bu güftâr âsârındandır.
Beyt
Açıp sîb-i zenehdânın ki ey cânâ ne örtersin
Yemezler bâg-ı hüsnün mîvesin cânâ ne örtersin
‘ÂRİF-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Rûmeli’nde Peçoy kasabasından Gülşenî
meşâyihinden meşhûr-ı velâyet olan Şeyh Mustafâ Efendi-nâm ‘azîz-i muhteremin ferzend-i
pür-necâbeti olup tahsîl-i ma‘rifetden sonra ‘âlem-i mükâşefede medîne-i Konya tarafına
da’vet olunup seyr ü seyâhat tarîki ile Konya’ya hicret ve Âsitâne-i Hazret-i Mevlânâda nice
zamân hidmet ve tekmîl-i âdâb-ı tarîkat eyleyip vatan-ı aslîsine ric’at eyleyip ve Peçoy’da
vâkı’ Mevlevî-hânede nice müddet ikâmet etdikden sonra ol havâlîye Nemçe’nin istîlâsı
sebebi ile hicret edip gelip Filibe’de bir müddet zâviye-nişîn-i meşîhat olup bu hâl üzre
35 121'de yok. Şairin hâl tercümesi 'da şu cümle ile başlıyor: "Mevâlî-i kirâmdan Kütahiyyeli Ahmed Efendi nâm suhan-şinâsın akrabâsından olup sene bin yüz......".
güzârende-i eyyâm u leyâl iken sene bin yüz yigirmi altı târîhinde Yenikapu Mevlevî-hânesi
şeyhi Seyyid Nesîb Dede intikâl edip bunlar ol buk’a-i nâzenîne anların yerine câ-nişîn
olmuşlardır. Melek-haslet nâzik-ta’bîr pîr-i vakûr rûşen-zamîr idiler. Bu güftâr bu mecelle-i
celîleye tahrîr içün bu fakîre irsâl eyledikleri âsârlarındandır.
Gazel
Zât-ı pâkinledir ey hazret-i sultân-ı semâ’
Şeref-i dâ’ire-i mecma’-ı dîvân-ı semâ’
Yeridir mahşer-i ervâh-ı tekaddüs olsa
Çünki cevlângeh-i rûhun ola meydân-ı semâ’
Böyle bir meclis-i pür-mâ’ide-i şevk içre
Yaraşır rûh-ı Halîl’in ola mihmân-ı semâ’
Dâg-ı ‘uşşâk gül-i ravza-i ‘aşk-ı ezeli
Dûd-ı âh-ı fukarâ sünbül-i bustân-ı semâ’
Kereminden umulur ‘Ârif’i mahşerde dahı
Edesin dâhil-i cem’iyyet-i yârân-ı semâ’
‘ÂRİFÎ36
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed ve eben ‘an cedd hânedân-ı ma‘ârifden bir mahdûm-ı
emceddir ki dîde-i dünyâ ol kurre-i ‘ayn-ı yek-tânın dûr-bîn-i tefakkud ile cüst (ü) cû iken
nazîri olsa aktâr-ı sipihr-i ma‘ârifde şekl ü sîmâda ana fi’l-cümle mesîl olur bir zât-ı ‘ârifi
bulmak emr-i muhâldir. Ol merdüm-zâde-i nûr-ı bâsıra-i nehârîr olan İshak-zâde Mehmed
Sâlih Efendi’nin mahdûm-ı necâbet-mersûmu olup nûr-ı dîde-i erbâb-ı ma‘rifet olan vücûd-ı
bedrü’l-münîr-i sipihr-i mahdûmiyyetleri ufk-ı pür-nûr-ı mehd-i ‘âlem-i şuhûddan bin altmış
dört târîhinde kamer Burc-ı Seretân’da iken meh-i ‘âlem-tâb gibi nümâyân u âşikâr ve hacr-ı
terbiye-i dâye-i kemâlde perverde-i dest-i ihtimâm-ı rûzgâr oldukdan sonra sadr-ı ‘âlî-
mikdârların bülendi merhûm u mebrûr Kâzî-’asker Kadrî Efendi’den mülâzım ve şeref-i
mülâzemete vusûl ve ‘âdet üzre kırkdan ma’zûl olduklarından sonra bin seksen tokuz
Şa’bânında şekker-feşân-ı bezm-i ifâde olan zât-ı lebîblerine Tûtî Latîf37 Medresesi nasîb
olup toksan üç Rebî’ü’l-âhirinde hareket-i hâric ile Ahmed Çavuş Medresesine ‘âric olup
36 20'da ‘Arif. 37 M'de Abdü'l-latîf.
toksan yedi Muharreminde zât-ı mahbûbu’l-kulûbları dâhil rütbesiyle be-yek baş şâyeste-i
kâmet-i bâlâ-yı ihtirâmları olan Şâh-ı Hûbân buk’asına nâ’il olup toksan tokuz Muharreminde
Şeyhü’l-islâm Zekeriyyâ Efendi Medresesine hareket-i dâhil ile güzâr eyleyip sene-i mezbûre
Şa’bânında yerlerinde mûsıla-i Sahn i‘tibâr olunup bin yüz Saferinde Edirnekapusu
Mihrümâhına hareket-i misliyye ile pertev-efken-i sâye-i ihtirâm ve yüz bir Şa’bânında serv-
i hırâmânlar gibi sahn-ı merâm olan Medâris-i Semândan birine hırâm eyleyip yüz iki
Recebinde ibtidâ-i altmışlı ile Hayrü’d-dîn Paşa Medresesine irtikâ ve yüz dört Şa’bânında
Şâh Sultân Medresesine i’tilâ yüz altı Cumâdâ-yı ûlâsında yerlerinde mûsıla-i Süleymâniyye
i‘tibâr ve bin yüz yedi Şevvâlinde Şeh-zâde Medresesine menkûl ve yüz tokuz Şevvâlinde
Medâris-i Süleymâniyyeden birine vusûl ve yüz on üç Muharreminde Dârü’l-hadîs-i
Süleymâniyye ile tarîkın itmâm ve sene-i merkûme Şevvâlinde Yenişehirfenâr mevleviyyeti
ile makzi’l-merâm olup ba’de’l-’azl Akhisâr Saruhân arpalıgı ile çille-nişîn-i ‘azl oldukdan
sonra yüz on yedi Şevvâlinde Edirne pâyesiyle Şâm kâzısı olup ol cânibe hırâm yüz on tokuz
Saferinde ma’zûl sene-i mezbûre Recebinde Menemen Güzelhisârı arpalıgı ile karâr ve
medîne-i Kostantıniyye’de Bogaziçi’nde Anatolu Hisârı’nda yâlîda evkât-güzâr iken bin yüz
yigirmi bir Rebi’ü’l-âhiri gurresinde intikâl ü gurûb ve Göksu dâhilinde olan mezâristânda
lahdlerine rüsûb eyledi. Pâk-tabî‘at pür-ma‘rifet u’cûbe-hey’et nev’i şahsına münhasır
ezkiyâ-yı rûzgârdan bir şâ‘ir idi. Nâzik eş‘ârı bâlâ kasâ’idi ve vâfir âsârı vardır. Bu güftâr
cümle-i âsârındandır.
Beyt
İhâta etdi ten-i zerdimi sirişk-i keder
Miyân-ı cûyda kaldım misâl-i nîlüfer
Ve lehû
Perde etme zülfünü ruhsâra Allâh ‘aşkına
Verme yüz ol rû-siyeh mekkâre Allâh ‘aşkına
Genc-i hüsnünden gedâyân-ı tarahhum-cûların
Lutfun isterler şehâ bir pâre Allâh ‘aşkına
‘ÂZİM
Devlet-i ‘Aliyyede Anatolu sadâretinden ma’zûlen intikâl eyleyen Şa’bân-zâde
Mehmed Efendi’nin ferzend-i ercümendi olup zš�« d� b¼u¼« 38 neş’esinden feyzmend bir
ehl-i keyf zât-ı hünermend olup mahâdîme muhtass olan mülâzemetle mükerrem oldukdan
sonra yüz on sekiz Rebî’ü’l-evvelinde Tûtî Latîf Medresesiyle ibtidâ-i hâric ve yüz yigirmi
iki Cumâdâ-yı âhiresinde be-yek baş hakkı olan Rahîkî Medresesine ‘âric oldukdan sonra bin
yüz yigirmi dört Cumâdâ-yı âhiresinde ‘âzim-i dâr-ı bekâ olup reh-rev-i dâr-ı ni’met-i
mütevâsıl ve rahîk-i rahmet-i Rahmân’a vâsıl oldular. Müretteb Dîvân’ı ve miyân-ı şu‘arâda
hayli nâm u şânı oldugu ma’lûm-ı esâgir ü ekâbir bir ma‘rifetli nâzik şâ‘irdir. Bu güftâr
âsârındandır.
Beyt
Nümâyân zahm zahm-ı laht-ı dil şemşîr nâ-ma’lûm
Eser peydâ mü’essir gâ’ib ü te’sîr nâ-ma’lûm
Nice dânişverân-ı ‘âlem izhâr-ı telâş etmez
Kazâ der-zîr-i gayb u şîve-i takdîr nâ-ma’lûm
Ve lehû
Şeh-per-i bülbül çü pür-tîrdir sensiz bana
Gonca-i gül hançer-i tedmîrdir sensiz bana
‘İşve-i hûrâ-yı cennet safha-i endîşeme
Çün nükûş-ı hâme-i tasvîrdir sensiz bana
‘Âzimâsâ teşneyim cân-bahş-ı la’l-i nâbına
Mevc-i sahbâ cevher-i şemşîrdir sensiz bana
‘ÂZİM-İ DÎGER
Nâm-ı vâlâları Seyyid Mustafâ’dır. Sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan hoş-nüvîs edâsı nefîs
güftâra kâdir bir şâ‘irdir. Maskat-ı re’sleri olan Burusa’da hayli meşhûr ve akrânına göre zât-ı
ma’mûr bir hünermend olup ‘asrın letâfet-perverlerinden ve vaktin zarâfet-güsterlerindendir.
Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Mûrân-ı hatın mülk-i Süleymân’a degişmem
38 El-veledu sırru ebîhi: Çocuk, babasına benzer.
Şehd-i lebini la’l-i Bedahşân’a degişmem
Dîdemden akan eşk-i terin derd-i gamınla
Bir katresini lücce-i ‘ummâna degişmem
‘ÂSIM
Ol zât-ı şerîf-i lâzımü’t-tebcîlin nâm-ı nâmîleri İsma’îl’dir. Üşküfte-gül-i sad-berg-i
pür-letâfet-i gülistân-ı ‘ismet olan vücûd-ı pür-ma‘rifetleri hadîkatü’s-sü’edâ-yı
Kostantıniyye-i bî-hem-tâdan nesîm-i ‘irfân ile üşküfte vü handân olmuşdur. Vâlid-i
mâcidleri olan Küçük Çelebi küberâ-yı Devlet-i ‘Aliyyede ‘asrında re’îsü’l-küttâb olmuş ehl-i
ma‘ârifden bir vücûd-ı nâ-yâb olmagla hânedân-ı hâllerinin şeref ü kemâl-i lâzım-ı ikbâli
olmagla her bir ma‘rifet-i bî-hemâl bi’l-irs kendüye intikâl eyleyen ashâb-ı hayâlden bir şâ‘ir-
i bî-misâldir. Zât-ı sütûde-sîretleri mizmâr-ı kâbiliyyetde hâyiz-i kasabü’s-sebak-ı her-
ma‘rifet oldukdan sonra bin yüz sekiz senesi şeyhü’l-islâm-ı ser-firâz sadrü’ş-şehîd es-Seyyid
Feyzu’l-lâh Efendi’den müstakillen mülâzım olup ol şerefi ihrâz etdikden sonra bin yüz
yigirmi Recebinde meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî
Efendi’nin def’a-i sâniye-i fetvâlarında ibtidâ-i hâric elli ile Ken’ân Paşaya müderris olup
bedr-i münîr-i sipihr-i tevkîr olan zât-ı dil-pezîrleri meh-i Ken’ânâsâ ol buk’aya pertev-endâz
olmagla miyâne-i ihvân-ı safâdan bu vech ile mümtâz olup ba’dehû bin yüz beş Şa’bânında
Dizdâriyye Medresesine hareket ü hırâm ve ol buk’ada dahı dört buçuk sene kıyâm
eylediklerinden zât-ı bedîhiyyü’l-isti’dâdlarına bâb-ı murâd güşâd olup Timürkapu’da Ahmed
Paşa Medresesine dâhil ve yüz otuz bir Cumâdâ-yı âhiresinde ol medreseden dahı hareket-i
ma’a’l-bereket edip zât-ı mecmû‘atü’l-’irfânlarına şâyân ‘Ârifiyye Medresesine vâsıl olup bu
mecelle-i celîleyi esnâ-yı tahrîrde ol buk’a-i bî-nazîrde encümen-efrûz-ı bezm-i ders ü takrîr
idiler. Şu rütbe isti’dâd-ı mücessem bir zât-ı muhteremdir ki a’dâ-yı ‘adûsu bile rüchânına
teslîm edip hîn-i iktizâda güftârında hoş-gûlugun tasdîk u ikrâr eder. Miyâne-i müderrisîn-i
kirâmda hoş-güftâr bir şâ‘ir-i mâhir oldukları müsellem ve vâdîsinde reftâr-ı nâzikânesi dil-
pesend-i ‘âlemdir. Eş’âr-ı melâhat-nisârı mâye-i neşât-ı hâtır ve güftâr-ı letâfet-şi’ârı
pesendîde-i esâgir ü ekâbirdir. ‘Asrın gülistân-ı ma‘ârifde pür-gû olan şu‘arâsından mazmûn-
şinâs ve kadr-âşinâ bir bülbül-i gûyâ-yı bâg-ı hüsn ü edâdır. Bu birkaç güftâr ol murg-i
hezâr-destân-ı bâg-ı ‘irfânın elhân-ı şekker-efşânlarındandır.
Gazel
Kühen-ser-mâyelerden pây-mâlan behredâr olmaz
Sebû-yı âb-dîde sûy-ı hâke katre-bâr olmaz
Nigâh-ı ragbet etmez hatt-ı sebz-i yâre keç-tâb’ân
Temâşâ-yı zümürrüd sâzkâr-ı çeşm-i mâr olmaz
Mecâz erbâbıdır âzürde-i agyâr olan yohsa
Hakîkat bâgının verd-i mutarrâsında hâr olmaz
Dil-i himmet-bülendim ‘Âsımâ her şûha meyl etmez
Hümâ-yı evc-i dâniş degme şeh-bâza şikâr olmaz
Ve lehû
Bu hayret-hânede rûşen-güher endûhgîn olmaz
Nümâyândır bu kim âyînede çîn-i cebîn olmaz
Dil-i sad-pâre-i ‘âşıkda feryâd u enîn olmaz
Belî bir kâse kim işkestedir anda tanîn olmaz
‘ÂŞIK
Nâm-ı nâmi ve ism-i girâmîleri Ahmed’dir. Müneccimbaşı Ahmed Efendi demekle
şehîr olduklarına binâ’en mahlaslarıyla tahrîr olunmayıp bâlâ-yı kitâbetde harf-i elifde nâm-ı
vâlâlarıyla terceme-i zîbâları tafsîl üzre sebt ü imlâ olunmuş idi.
‘ÂTIF
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Ahmed’dir. Harf-i ‘ayn-ı mühmelede ‘Îdî mahlası ile
keşîde-i silk-i erkâm olan mevâlî-i kirâmdan Amasiyyeli39 Bayram Efendi’nin büyük
mahdûmlarıdır. Pâdişâh-ı İslâm halleda’llâhu mülkehû ilâ yevmi’l-kıyâm hazretlerinin şeh-
zâde-i cevân-bahtları sa’âdetli Sultân Mehemmed hazretleri bin yüz yigirmi beş târîhinde
gehvâre-i vücûdu teşrîf buyurduklarında lisân-ı hümâyûndan olmak üzre, Mısra’:
Müjdeler dünyâya şeh-zâdem Mehemmed’dir gelen
târîhine muvaffak olup huzûr-ı hümâyûna ‘arz olundukda makbûl-i hümâyûn olmak
şerefin hâyiz olup mukâbelesinde Amasiyye’de bir medrese-i celîle ile çerâg buyurulup
39 Müellif Sâlim Efendi böyle yazmışsa da Tezkire'de ‘⎥dî mahlaslı şair bulunmamaktadır.
nâ’il-i merâm oldular. Pâk-tabî‘at bir şâ‘ir-i mâhir-i pür-ma‘rifetdir. Tabî’at-ı şi‘riyyesinden
mâ-’adâ cihet-i ‘ilmiyyesi de ma’mûr bir vücûd-ı ma‘ârif-mevfûrdur. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Gazel
Şeb-i hasret geçip mihr-i emel dîdâr göstersin
Tırâş etsin hatın ya’ni o meh ruhsâr göstersin
Ser-i serv üzre ‘aks-i mihr-i subhu pâye pest etsin
O gül-nahl-i letâfet gonca-i destâr göstersin
Gül ü nev-rûza bakmaz tûti-i her-dem-bahâr-ı dil
O şekker-leb hemân âyîne-i ruhsâr göstersin
Mey-i mazmûn-ı rengîni pür et bebgâ-yı ta’bîrde
Çü reng-i bâde kendin ma’nî-i eş‘âr göstersin
‘ÂKİF
Sâbıku’z-zikr ‘Îdî-zâde ‘Âtıf Ahmed Efendi’nin küçük birâderi Mustafâ Efendi’dir.
Edîb-i hünerver bir zât-ı suhan-perverdir. Husûsan edebiyyât semtinde kemâl mahâreti ve
Harîrî kadar o vâdîye kudreti vardır. Makâmât-ı Harîrî’ye nazîre olmak üzre on ‘adet
makâma sebt ü tahrîr ve edâ-yı nâzikâne ile şu rütbe tasvîr ü ta’bîr eylemiş idi kim fusahâ-yı
zamân sâbâş u tahsîne şâyân eyleyip bi’l-cümle istihsân eylemişler idi. Zât-ı vâlâları
ma‘ârifde bî-hem-tâ olmagla ma’lûm-ı âfâk olmagla vücûd-ı fezâ’il-mersûmlarına bi-istihkâk
Amasiyye’de Sultân Bâyezîd Han Medrese-i celîlesi ile kazâ-i mezkûrun fetvâsı ‘inâyet
buyurulup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol cây-ı vâlâda hidmet-i ders ve şugl-i fetvâda idiler.
Hakkâ ki zât-ı mecmû‘atü’l-’irfânları her vechile ikrâma şâyân bir mahdûm-ı celîlü’ş-şândır.
‘Arabî ve Türkî şi‘rde ta’bîri nâzik ü selîs ve inşâsı letâfet üzre tarh olunmuş bir nesc-i
mevzûn u nefîsdir. Bu güftâr ol suhan-perver-i ma‘ârifin terbiyet-kerde-i hâne-zâd-ı tab‘ları
olan âsârdandır.
Beyt40
Żıdd-ı me’nûsunu kabz ise garaz hâk-i dile
Tohm-i vîrâneyi ek nahl-i temennâ yerine
40 Beyit 240'de yoktu, yeri boş bırakılmış, metne 'dan alındı.
‘ÂLÎ
Nâmı ‘Alî olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr ve maskat-ı re’si alan Mora cezîresinde
emsâl ü akrânı olan yeniçeriyân-ı dergâh-ı ‘âlî miyânesinde bu mahlas-ı ‘âlî ile şöhret-şi’âr
olmuş idi. Bin yüz hilâlinde merhale-i fenâdan menzil-i bekâya güzâr eyledi. Bu güftâr ol zât-
ı ma’âlî-şi’ârın âsârındandır.
Beyt
Pûte-i ‘aşk-ı hakîkatde vücûdum kâl edip
Sikke-i nâmım verildi ‘Âliyâ a’lâ bana
‘ABDU’R-RAHMÂN EFENDİ41
Pâdişâh-ı heft-kişver mâlik-i memâlik-i bahr ü ber melik-i ‘âdil şehenşâh-ı kerem-
mütevâsıl hâlîfe-i eyyâm pâdişâh-ı İslâm selâtîn-i güzînin ser-firâz ü mümtâzı es-
sultânü’bni’s-sultân es-Sultân Ahmed Han-ı Sâlis-i Gâzî halleda’llâhu eyyâme devletihî ve
ebbede a’vâme saltanatihî hazretlerinin imâm-ı evvel-i fezâ’ilmendi mahdûm-ı ‘âlî-kadr
‘Abdu’r-rahmân Efendi’dir ki pîşvâ-yı sufûf-ı hünermendân ve ‘andelîb-i dil-sûz-elhân-ı
gülistân-ı fazl u ‘irfândır. Zât-ı bî-mânend ü bî-akrânı şehr-i Kostantıniyye’de Şeh-zâde
Câmi‘-i şerîfi kurbünden nümâyân olup vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidleri Şeh-zâde
Câmi‘-i şerîfinde imâm ve ebû’l-feth Sultân Mehemmed Câmi‘-i şerîfinde hatîb sulehâ-yı
ümmetden bir vücûd-ı ‘âlî-kadr-i lebîb ü erîb idi. Mütercem-i mezkûr hazretleri dahı dâ’imâ
rızâ-yı şerîfleri üzre hareket ve şeb ü rûz tatyîb-i hâtır-ı ‘âtırlarına bezl-i kudret etmekle ol
pîr-i rûşen-zamîrin mazhar-ı hayr-du‘âları olup ser-firâz ve bin yüz yigirmi iki Rebî’ü’l-
evvelinde imâm-ı sânî-i halîfe-i enâm olmagla mümtâz olup Burusa Yenişehri arpalıgı ile
ihtirâm ve bin yüz yigirmi üç senesinde ibtidâ-i hâric elli ile Tercemân Yûnus Medresesiyle
ikrâm olunup yüz yigirmi dört Şevvâlinde ibtidâ-i dâhil ile Timürkapu’da Ahmed Paşa
Medresesine vâsıl ve bin yüz yigirmi beş Şevvâlinde Hˇâce Hayrü’d-dîn Medresesine
hareket-i dâhil ve bin yüz yigirmi yedi Muharreminde yerlerinde mûsıla-i Sahn i‘tibâr ve
sene-i mezbûre Şevvâlinde Medâris-i Sahn-ı Semândan birine güzâr eyleyip bin yüz yigirmi
sekiz Recebinde ibtidâ-i altmışlı ile Şeyhü’l-islâm Yahyâ Efendi Medresesine kıyâm ve bin
41 20, ve 122'de ‘Abdî başlığıyla verilmiş.
yüz yigirmi tokuz Rebî’ü’l-evvelinde yerlerinde altmışlı hareketi ile ihtirâm olunup sene-i
mezbûre Ramazânında hareket-i misliyye ile ‘Alî Paşa-yı Cedîd Medresesine hırâm
buyurulup sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde şeh-zâde-i cevân-baht devletli sa’âdetli Sultân
Süleymân hazretlerine hˇâce ta‘yîn buyurulup imâm-ı evvel ve Afyonkarahisârı ve Servi
kazâları arpalıklarına zamîme oldı. Bin yüz otuz Rebî’ü’l-âhirinde mûsıla-i Süleymâniyye ile
Ayasofya-i Kebîr Medresesine menkûl ve bin yüz otuz bir Rebî’ü’l-âhirinde âhir-i rüteb-i
tarîk-i medâris olan Dârü’l-hadîs-i Süleymâniyye Medresesine vusûl bulup bin yüz otuz iki
Rebî’ü’l-evvelinde evvel-i merâtib-i mevâlî-i kirâm olan menâsıb-ı mahrecden
Yenişehirfenâr mevleviyyeti ile çerâg-efrûhte buyurulup ihtirâm olundular ve sene-i
merkûme Zü’l-ka’desinde vâkı’ sûr-ı hümâyûnda Mekke-i mükerreme pâyesiyle ikrâm
olundular. Hakkâ ki zât-ı fâyıku’l-akrânları her vechile ikrâma şâyân fâzıl u ‘afîf bir vücûd-ı
şerîf olup enfâs-ı tayyibeleri rûh-bahş-ı dil ü cân ve güftâr-ı nâzik-edâları kand-i nebât-ı mısr-
ı belâgat ü ‘irfân vücûdu nâ-yâb tab‘-ı çâlâki müstetâb zekâ-yı mücessem bir zât-ı muhterem
olup cümle-i fezâ’ilinden fazla ‘Arabî ve Türkî ve Fârisî murâd üzre güftâra kâdir bir
mecmû‘atü’l-me’âsirdir. Bu güftâr-ı sihr-âsâr ol mahdûm-ı fezâ’il-mersûmun zâde-i tab‘-ı
‘âlî-mikdârlarındandır.
Gazel
Olup âzürde-hâtır güllerin çîn-i cebîninden
Geçilmez bülbülün şimdi figân-ı âteşîninden
Görüp ruhsâr-ı âlin gerden-i sîmîn-i berrâkın
Bahâr-ı ‘âlemin geçdik gülünden yâsemîninden
O şûhun şâneveş tîg-i gamıyla çâk çâk ammâ
Çekilmez dest-i dil sevdâ-yı zülf-i ‘anberîninden
O rütbe mürtefi’-bünyâddır kasr-ı tevâzu’ kim
Riyâz-ı cennete nezzâre mümkindir zemîninden
Ve lehû
Nerkis-i mahmûrun açmaz şîve-i mestâneden
Bilmem ol âfet ne görmüşdür dil-i dîvâneden
Şîvekârım şekve-i hasret-keşânın dinlemez
Bî-haberdir mest olanlar lezzet-i efsâneden
Ber-taraf-sâz-ı ümîd ü bîme hep yeksân gelir
Dōstdan lutf u kerem cevr ü sitem bîgâneden
Mest-i zehr-âb-ı humâr oldu bu ‘işretgâhda
Neş’e ümmîd eyleyenler gerdiş-i peymâneden
Ve lehû
Biz ne âteş ne âb der-bagaliz
Güheriz âb u tâb der-bagaliz
Mey-i sad-sâle reşk-i bezm-i gamız
Pîr-i ‘asrız şitâb der-bagaliz
Çeşm-i nâ-dâna dâg u dânâya
Nokta-i her-kitâb der-bagaliz
Nâmeveş mühr ber-lebiz ammâ
Sad-su’âl u cevâb der-bagaliz
Fikr-i hâlinle şevk-i la’lin ile
Sübha ber-kef şarâb der-bagaliz
Dîde pür-hûn cigerde âteş-i ‘aşk
Mey be-sâgar kebâb der-bagaliz
Bin yüz otuz iki târîhinde medîne-i Kostantıniyye Otalar Kapusu mukâbilinde Şeh-
zâde Câmi‘-i şerîfi cenbinde vezîr-i a’zam âsaf-ı muhterem ebu’l-hayrâti ve’l-hasenât
masdarü’l-merâhimi ve’l-müberrât sa’âdetli mekrümetli İbrâhîm Paşa yesserahu’llâhu te’âlâ
mine’l-hayri mâ-yeşâ hazretlerinin müceddeden binâ buyurdukları medrese-i cennet-nazîrin
kitâb-hâne-i dil-pezîrine bu târîh-i zîbâyı eyleyip hâlâ ol bâb-ı nâ-yâbda keşîde-i silk-i kilk-i
müstetâb olmuşdur. Târîh:
œbÒ�L¼« sΓd¼« —bB¼« -d– z� ˆƒUI� ‰U¹ z*¼« o*• HHš*•
bÒ΃L¼« ÊU¦e¼« ÊUD*� —UN#U� ULÒ¥H¦ v1’« ÕËbLL¼«
n#ô« u£
œœu� Ë b�L� U¦«œ È—u*¼ UL£ UL£«—‹ v§ rÒN*½
UΫd¾¼« ÊU¦«
b-dH� ÈËU� r*F*¼ «bNF¦ vM� HL£ Ë Âe� Ë Âe0 z¼ dΓË
bÒšA¦ Sš� aΗUÔ Èu0 U¦ULÔ rEM¦ —œ z¦ Uך� KbAsU§
42 bL0« p¼ULL¼« ÊUD*�¼« dÎ“Ë «bÒš2 ˆUš0« rš£«d�ô
ÂUI¦
Bu târîh-i ra’nâ dahı sa’âdetli sadr-ı a’zam hazretlerinin medrese-i celîlelerinedir.
U¦«œ ÊUD*�¼« bL0« KdC1¼ «dN# rš£«d�« —bB¼« »UM2
U¦ULÔ z¾�1Ô aΗU×¼« UN¼ UM*I§ H�—b¦ r*F*¼ vM�
43 U¦UI¦ vM� Âu*F¼« »öD¼ «b�¦ rš£«d�« bNF¼« dΓË
Bu mu’ammeyât mütercem-i mezkûrun çekîde-i kalem-i ‘ârif-pesendleri olan
âsârlarındandır.
Be-nâm-ı Dâ’î
44 «— gÎu• œœd½ u1¦ ‰bJÎ z½ È« «— gÎË—œ f� zÎU¦d� v¼bJÎ
Be-nâm-ı Velî
45 bsuAš¦ È—U� ÂUs “« vJÎ d£ bsuAš¦ È—UÎ ‚UA� ÊU§—U�
Be-nâm-ı Hâşim
46 bMקdš¦ œu• “ dN¦ Ë dL- Ë dšÔ zL£ bsbÎœ «— ‘« ˆT¦ sš�2 Ë ‰« Œ— u�
Be-nâm-ı ‘Alî
(25) Ruh-ı yâre bak gelmedin hatt-ı zîbâ
Meh-i ‘âlemi hâlesiz kıl temâşâ
Be-nâm-ı Hurrem
Mest olsa o gamzeler mey-âlûd olsa
Cellâd-ı felek dönüp de nâ-bûd olsa
Be-nâm-ı Dil-âver 42 Halîfetü halkı'llâhi tâle bekâ’uhu / Bihi şerefü's-sadri'r-rezîni'l-müseddedi // Hüve'l-âsafü'l-memdûhu azhâ mufahhamen / Bi-ishari sultâni'z-zamâni'l-mü’eyyedi // Emânü'l-berâyâ küllihim fî-zürâhümâ / Hümâ li'l-verâ dâmâ bi-mecdi ve sûdedi // Vezîrün lehu hazmün ve ‘azmün ve himmetün / Benâ ma’heden li'l-’ilmi sâvâ bi-farkadi // Fe-enşedtü beyten misle dürrin munazzamin / Temâmen hevâ târîha beytin müşeyyedi // Makâmun li-İbrâhîme ahyâhu ceyyiden / Vezirü's-sultâni'l-memâliki Ahmed : Allah halkının halifesidir, bekası devam etsin! Ağırbaşlı, doğru sadrazamlığın şerefi onunladır. // O övülen vezir, zamanın müeyyed sultanının akrabalığı ile yüceldi. // Yaratılmışların güvenliği o ikisinin soyundadır, mahlûkat için şan ve şerefle daim olsunlar. // O, temkinli, azimli, gayretli bir vezirdir, ilm için Ferkad yıldızına denk bir medrese yaptı. // Mamur evin tarihini ihtiva eden, dizili inci gibi bir beyit söyledim. // "Bu, ülkeler sultanı Ahmed'in veziri İbrahim'in iyice ihya ettiği bir makamdır". 43 Cenâbu's-sadri İbrâhîmu sıhrâ / Li-hazreti Ahmede's-sultâni dâmâ // Benâ li'l-’ilmi medreseten fe-kulnâ / Lehe't-târîha tahsebuhu temâmâ // Vezîrü'l-’ahdi İbrâhîmu mecden / Li-tullabi'l-’ulûmi benâ makâma: Sadrazam İbrahim, Sultan Ahmed hazretlerinin damadı olarak daim olsun! // İlim için bir medrese kurdu, ona tam olarak hesaplayacağın bir tarih söyledik. // "Zamanın veziri şanlı İbrahim, ilim talebelerine bir makam kurdu". 44 Yek-dili ser-mâye bes dervîş-râ / Ey ki yek dil mahv kerden hˇiş-râ: Dervişe bir gönüllülük sermaye olarak yeter! Ey (sen), bir gönüllülük, benliği ortadan kaldırır. 45 ‘Ârifân ‘uşşâk-ı yârî mi-şevend / Her yekî ez nâm-ı ‘âri mî-şevend: Arifler tek bir dostun aşığıdırlar; her biri isimlerinden sıyrılmışlardır. 46 Çü ruh-ı âl ü cebîn (ü) müjeeş-râ dîdend / Heme tîr ü kamer ü mihr zi-hod mî-reftend: Onun al yanağını, alnını ve kirpiğini görünce; güneş, ay ve ok hepsi kendilerinden geçtiler.
Bî-dilândan alamaz zülfün yâr
Devr eder zülfünü bî-dil tekrâr
Be-nâm-ı Hüsâm
Nâleden ol meh mükedder olmadı
Eşk-i bî-dilden de mugber olmadı
Be-nâm-ı İbrâhîm
47 dL- —Ëœ —œ S�šÎ U�d¼œ d¾¼œ —«cF� j• ¡ˆu*2
Be-nâm-ı Abdâl
O gül-goncaya dest-res oldu düşvâr
Ki gitmez yanından bir iki diken var
Be-nâm-ı Seyfî
48 S�As UΗœ V¼d� v�Uק¬ S�¦ ÈËd*½ T-U� ÊU– u2 ˆœU�
‘ABDÜ’L-HAY49
Ol sünbül-i bâg-ı ercümendî Saçlı İbrâhîm Efendi merhûmun mahdûm-ı dil-pesendi
olan vücûd-ı şerîfdir ki şehr-i Edirne’de mülket-i vücûda teşrîf buyurup zihn-i nakkâdı vâsıl-ı
nisâb-ı isti’dâd oldukdan sonra vâlid-i muhteremlerinin nefes ü himmeti ile mâ-lezime-i
mahdûmiyyeti tahsîl ve âdâb-ı tarîkati kemâ-yenbagî tekmîl eyleyip Rûmeli’nde Kızanlık
kasabasında Şeyh ‘Alâ’ü’d-dîn Efendi Zâviyesine şâyeste-i hilâfet buyurulup bir müddet
ikâmetden sonra bin yetmiş senesi Recebinde vâlid-i mâcidleri mahlûlünden maskat-ı re’sleri
olan şehr-i Edirne’de Sultân Selîm Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân va’ziyyesi ihsân ve
pederleri zâviyesinde ikâmet eyleyip evkât-güzâr iken bin toksan yedi târîhinde Kâzî-zâde
Mahmûd Efendi mahlûlünden medîne-i Kostantıniyye’de Kadırga Limanı-nâm mahalde vâkı’
Mehmed Paşa Zâviyesine nakl olunmalarıyla bir müddet dahı ol mahalde fülk-i vücûdları
lenger-endâz-ı ikâmet olup bin toksan tokuz târîhinde Vâlide Sultân tâbet serâhâ Câmi‘-i
şerîfi va’ziyyesiyle ikrâm buyurulup yüz üç Saferinde keştî-i ikbâlleri keşîde-i sûy-ı iclâl
olup medîne-i Üsküdar’da vâkı’ kutbü’l-’ârifîn zahrü’l-vâsılîn merhûm u magfûr ‘Azîz
47 Cilve-i hat be-’izâr-ı dil-ber / Dil-rübâyîst der devr-i kamer: Gönül alan (sevgi)linin yanağındaki hattın görünüşü, ayın yörüngesinde bir gönül çekici (gibi)dir. 48 Bâde cûşân sâki-i gül-rûy-ı mest / Âftâbî ber-leb-i deryâ nişest: Köpüren, taşan bir şarapla sarhoş olmuş saki, deniz kenarında oturan bir güneştir. 49 20, , 122'de ‘Abdî.
Mahmûd Efendi hazretleri âsitâne-i ‘aliyyelerinde seccâde-nişîn-i meşîhat olup bu hâl üzre
sübha-şumâr-ı evkât-ı nehâr u leyâl iken bin yüz on yedi Receb-i şerîfinde intikâl eylediler.
Bir pîr-i rûşenâyî-zamîr şeyh-i nâzik-ta’bîr idi. İlâhiyyâtı kesîr ve lisân-ı tasavvufa intisâbı
‘âlem-gîrdir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
İlâhî
Cilvegâh-ı sînede devrân eder efkâr-ı hû
Tûr-ı dilden zâhir olur şu’le-i envâr-ı hû
Hicr ile eyler derûn-ı sîneden çün bî-figân
Mevlevî eyler semâ’ı gûş edip esrâr-ı hû
‘ABDÎ
Ol şeyh-i pür-intibâhın nâm-ı şerîfleri ‘Abdu’llâh’dır. Tabaka-i Sultân Mehemmed
Han-ı Râbi’ meşâyih-i kirâmından kutb-ı dâ’ire-i himem Himmet Efendi hazretlerinin sırr-ı
a’zam ve mahdûm-ı mükerremleri olmagla miyâne-i sagîr ü kebîrde Himmet-zâde ‘unvânıyla
şehîr bir şeyh-i nâzik-ta’bîr idiler. Bin toksan beş Saferinde vâlid-i mâcidleri dâr-ı fenâdan
güzâr edip vâsıl-ı makâm-ı ‘illiyyîn olduklarında Kostantıniyye’de olan va’ziyyeleri ve
Yenibâgçe kurbünde olan zâviyeleri meşîhatine bunlar peder-i muhteremlerinin yerine câ-
nişîn olup Ebu’l-feth Câmi‘-i şerîfi kurbünde Halîl Paşa Câmi‘inde birkaç sene vâ’iz
olduklarından sonra va’ziyye-i mezkûreyi Ebû Sa’id-zâde Feyzu’llâh Efendi’nin def’a-i
sâniyelerinde hüsn-i rızâları ile âhara fârig olduklarının altıncı şehrinde ki bin yüz üç
Cumâdâ-yı âhiresidir hasretü’l-meşâyih olan Sultân Selîm Han Câmi‘-i şerîfi va’ziyyesi
bunlara ihsân olunup silsile-i meşâyih-i kirâma dâhil ve bin yüz beş Cumâdâ-yı âhiresinde
ebu’l-feth ve’l-megâzî Sultân Mehemmed Han-ı Gâzî va’ziyyesine nâ’il ve bin yüz yigirmi
Cumâdâ-yı ûlasında Sultân Bâyezîd-i Velî Câmi‘-i şerîfi va’ziyyesine vâsıl olup bin yüz
yigirmi iki Rebî’ü’l-evvelinde Sultân Süleymân Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân
meşîhatine nakl ü hareket eylediklerinden sonra sene-i mezbûre Şevvâlinde dâr-ı bekâya
rıhlet eylediler. Nâzik-tabî‘at hoş-sohbet meşâyih-i kirâmın mahdûm-ı ercümendi erbâb-ı
‘irfânın bülendi bir zât-ı ‘âlî-kadr-i şîrîn-edâ ve bir sebük-rûh-ı vücûd-ı bî-hem-tâ idi.
Müretteb Dîvân-ı bülend-’unvânı husûsâ metâli’de be-gâyet ‘ulüvv-i şânı var idi. Bu güftâr-ı
pâk ol şeyh-i kâmilü’l-idrâkin zâde-i tab‘-ı çâlâklarındandır.
Matla’
Âsitânın ey şeh-i „ôu¼ 50 me’mendir bana
Hâk-i pâyın tûtyâ-yı çeşm-i rûşendir bana
Ve lehû
Hırâm eyle giyip haftân-ı âlı derse bî-diller
Kad-i bâlânı âlile temâşâ etmek isterler
Ve lehû
Cefâsın çekmege âdem gerek sâ’atçi dildârın
Demirdendir çekilmez yayı ol şûh-ı cefâkârın
Ve lehû
Etine tolu sükker donlu bilûrîn ellü
Mû-miyânân arasında o cefâ-cû bellü
‘ABDÎ-İ DÎGER
Nâm-ı zât-ı âlî-mikdârları ‘Abdu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmı ihtiyâr eylemişlerdir
ki miyâne-i erbâb-ı ‘irfânda pîşânî-i şân-ı iktidârları her dem sefîd olan zât-ı mecmû‘atü’l-
kemâl ü ferîdleri Anatolu’da Akhisâr kasabasından zâhir ü bedîd olup zât-ı bî-nazîrleri emr-i
hatîr-i tahsîl-i ma‘ârif-i vefîrde sevâd-ı leyâlî-i tuvâlde sürme-i hˇâbı dü-dîde’i iştigâlinden
mehcûr ve her rûz-ı rüşenâyî-i nev-âmedenin ikbâlinde merdüm-i çeşm-i insânü’l-’ayn-ı
kemâlleri revzen-i mütâla’adan sâha-i gülistân-ı hayâle nigerân olmakdan bir ân dûr olmayıp
eller âyîne-i ‘âlemden müşâhade-i cemâl-i hûbân etdikçe bunların dil-i pâkîzelerinde nakş-ı
şâhid-i ‘irfân nümâyân ve bü’l-heveslerin devha-i hayâlinde murg-i mihr-i mahabbet âşiyân
etdikçe bunların şâhsâr-ı himmetlerinde hevâ-yı visâl-i kâm-ı kemâlden gayrı bir nesîm vezân
olmazdı. Li-ecli zâlik bi’l-cümle ‘ulûmu tahsîl ve mâ-lezime-i eczâ-yı terkîb-i ‘ulüvvü’l-
’ulema-yı zî-şân olan mevâddı bi’l-külliye tekmîl eylediklerinden sonra sûy-ı dil-cûy-ı şehr-i
her-cânib-makbûl olan şehr-i ma‘ârif-şöhre-i her-şehr İstanbul’a vusûl edip ol ‘asrda nûr-ı
cebhe-i erbâb-ı dikkat ve bedr-i münîr-i sipihr-i fazîlet ‘ulemâ-yı fuhûlün fahl-i sâbıkı ve
enhâr-ı câriye-i mübâhatin bahr-i râyıkı olup kerreten ba’de’l-merretin sadâret-i Anatolu’da
kıyâm ve nihâye-i tarîk-ı ‘aliyye olan Rûmeli kâzî-’askerligi pâyesi ile ikrâm olunan beyâz-ı
falak-ı subh-ı sabîhü’l-cemâl-i kemâl pîr-i rûşen-zamîr-i mifzâl merhûm u magfûr ed-dâricü
ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr fuzalâ-yı kirâmın sefîd-rûy u bülendi fâzıl-ı nihrîr kesîrü’t-tahrîr
Kara Halîl Efendi cenâbına intisâb ve zât-ı ‘âlîlerinden ahz u tekemmül-i ‘avârif ü ma‘ârif ile 50 Levlâke: Keşfü'l-Hafa: II.C., s.14, no: 2123.
kâm-yâb oldukdan sonra ol zât-ı kerem-mu’tâda dâmâd olup ol fâzıl-ı yegâne Dârü’l-hadîs-i
Süleymâniyye müderrisi oldukda hidmet-i i’âdelerinden hasbe’l-’âde mülâzım ve tarîk-ı
tedrîse ‘âzim olup sene bin yüz on bir târîhinde Şeyhü’l-islâm es-Seyyid Feyzu’llâh
Efendi’nin imtihânına girip tab‘-ı hâlisleri mihekk-i tecrübe-i imtihânda ‘ayân ve zât-ı ‘âlîleri
makbûl-i a’yân-ı imtihân olup kadr-i zât-ı vâlâ-kadrleri nümâyân oldukda hazret-i şeyhü’l-
islâmın tahsîn ü sâbâşlarına şâyân ve ibtidâ-i hâric elli rütbesiyle Yûnus Paşa Medresesiyle
hândân olup bin yüz on iki senesinde hareket-i hâric ile ‘Alî Paşa Medresesine olup ve
medrese-i merkûmede sekiz sene meks ü ârâmdan sonra bin yüz on sekiz târîhinde Şeyhü’l-
islâm Sâdık Efendi merhûmdan ibtidâ-i dâhil ile İstanbul’da Çavuşbaşı Medresesine nâ’il ve
bin yüz yigirmide Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi merhûmdan Mi’mâr Kâsım’a hareket-i dâhil
ve bin yüz yigirmi beşde Mahmûd Efendi’den mûsıla ile Beşiktaş Sinân Paşasına gelip bin
yüz yigirmi yedi târîhinde vâlid-i mâcidimiz fazîletli Mirzâ Efendi hazretlerinden sahn olup
bin yüz yigirmi sekizde ‘Abdu’r-rahîm Efendi’den ibtidâ-i altmışlı ile Kürkçübaşı
Medresesine ve bin yüz yigirmi tokuzda Ebû İshak İsmâ’îl Efendi’den hareket-i altmışlı ile
Zâl Paşaya ve bin yüz otuz iki târîhinde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm fazîletli Yenişehirli
‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden mûsıla-i Süleymâniyye ile Gevher Han Sultân Medresesine
ve esnâ-i tahrîr-i tezkiremizde hareket-i misliyyeyle Şeh-zâde Medrese-i celîlesine gelip ol
buk’a-i ‘âlî-makâmda encümen-efrûz-ı bezm-i talebe-i kirâm olmakda idiler. Ehl-i ‘ilm ve
sâhib-i fazîlet ve bulundugu hidemât-ı ‘aliyyede ber-istikâmet ü ‘iffet bir vücûd-ı pür-ma‘rifet
olup âsâr-ı kalemi vefîr ve dakîk olan mahallere tahrîrleri müsellem-i sagîr ü kebîr idi.
Âsârlarından meşhûdumuz olan bin beş yüz beytden mütecâviz Behcet-nâme nâmına nazm
eyledikleri eser-i cemîl ve etrâf-ı kütüb-i ‘adîdeye tahrîr eyledikleri tahrîrât u resâ’il ve sâ’ir
ma‘ârif ü kasâyid ü gazelliyyât ve elsine-i selâsede eş‘ârı bi’l-cümle şâyeste-i tahsîn-i kirâm
ve bâyeste-i sâbâş-ı ülü’l-ihtirâm oldugu mâlâ-kelâmdır. Bu güftâr ol fâzıl-ı nâmdârın zâde-i
tab‘ları olan âsârlarındandır.
Gazel
Ol âfet âh u nâleyle gönül zîb-i kenâr olmaz
Bu sît-i dehşet-efzâ ile ol vahşî şikâr olmaz
Huşûnetden gelir vaz’-ı girâna inkisâr etmek
Urulsa bin yerinden zahmı anın âşikâr olmaz
Ne sûd olsa dil-i düşmen tekellüfle mülâyimter
Gubâr-ı sûde-i seng-i zümürrüd kuhl-i mâr olmaz
Komaz teşhîse tâkat telhi-i zehr-âb-ı hicrânı
Zihâm-ı gam gibi ‘âlemde hergiz gam-güsâr olmaz
Ve lehû
Ümîd-i bezl-i himmet ‘âlemin nev-devletânından
Niyâz-ı sâyedir servin hemân nahl-i revânından
Hayâl-i kâmet-i bâlâsına ser-tâ-kadem yol yok
Geçilmez ol nihâl-i nahvetin mûy-ı miyânından
Sadâkat agniyâya öpdürür zeyl-i gedâyânı
‘Ayândır zergerin sîm ü mihekk-i imtihânından
Ve lehû
Yoklamak bezm ehlinin semt-i dil-i ferzânesin
Resm-i nat’-i ülfetin saymakdır evvel hânesin
Subh-ı mahşerde olur bîdâr ‘Abdî ol mehin
Güft (ü) gûy-ı gamzesinin gûş eden efsânesin
Ve lehû
Gehî eyler Hudâ bir derde cinsinden müdâvâyı
İki düzd-i muhâlif hâneye hasbî nigehbândır
‘ABDÎ PAŞA
Ol vezîr-i ‘âlî-şânın nâm-ı nâmîleri ‘Abdu’r-rahmân’dır. Evâ’il-i hâllerinde Sarây-ı
Hümâyûna dâhil ve Büyük Otaya yolları ile vâsıl olup bin elli tokuz târîhinde Seferli
Hânesine menkûl ve bin altmış tokuz Şa’bânında bi’l-istihkâk Hâs Otaya menkûl olup
perveriş-yâfte-i sa’âdet ü iclâl olan agayân-ı muhteremlerin zümre-i celîlelerine ilhâkla pür-
ikbâl oldukdan sonra sır kâtibi ba’dehû rikâbdârlık şerefiyle müteşerrif olup bin seksen
Saferü’l-hayrında ol şem’-i şebistân-ı ‘ubûdiyyet ü ihlâs rütbe-i vezâret ile çerâg-ı hâs
buyurulup tevkî’îlik mansıb-ı celîli ile ikrâm ve bin seksen tokuz Muharreminde Âsitâne-i
Sa’âdet’e kâ’im-makâm ve toksan üç Ramazânında Basra vâlisi olup toksan sekizde ma’zûl
ve toksan tokuzda sâniyen Basra mansıbına olup bin yüz Muharreminde ma’zûl ve yüz bir
Recebinde Kandiye muhâfazasına ta‘yîn ve yüz üç Muharreminde Sakız muhâfazasına rehîn
olup sene-i merkûmenin Recebinde intikâl ve cânib-i ‘ukbâya sefer ü irtihâl eyledi. Şâ’ir-
tabî‘at bir sadr-ı pür-ma‘rifet idi. Meclis-i şerîflerinde ‘ulemâ vü fuzalâ ve şu‘arâ vü zurafâ
cem’ olup her bâr sohbet-i şerîfleri ma‘ârif ü eş‘âr ve erbâb-ı ‘irfânın meclis-i şerîflerinde
‘azîm i‘tibârı olup nâzik-edâya ve pâkîze-gûy olan şu‘arâya ragbet buyurduklarından ashâb-ı
ma‘rifet bâb-ı sa’âdetlerine intisâba müsâra’at ederler idi. Kendilerden dahı ba’zı hoş-âyende
güftâr sâdır oldukça zurafâ gürûhuna izhâr buyururlar idi. Li-ecli zâlik âsitâne-i
sa’âdetlerinde mezâmîn ü ma‘ârife dâ’ir olan varak-pâre elden ele gezip kemâl ragbet
olunmakda idi. El-hâsıl sohbeti pâk zihni çâlâk mâ’mûrü’z-zât bir vezîr-i huceste-sıfât idi. Bu
birkaç beyt-i dil-ârâ ol vezîr-i muhteremin zâde-i tab‘-ı şerîfleri olan ebyât-ı ra’nâlarındandır.
Gazel
Ruh-ı dil-cû da güzel zülf-i semen-bû da güzel
Nice tercîh edeyim o da güzel bu da güzel
Nice sarılmasın Allâh’ı seversen âdem
Sîne sîmîn ü miyân ince o pehlû da güzel
Böyle pâkîze bir âşûb-ı cihân sev ‘Abdî
Yohsa şâyeste degil ‘aşka her âlûde güzel
Ve lehû
Dil-berâ dil sana mülâzımdır
Kişiye kendi cânı lâzımdır
Ve lehû
Mihr-i ‘aşkın ki bütân sifle-me’âb isterler
Dil-i ‘âşık gibi bir çarh-ı harâb isterler
Hissedârân-ı tarab-hâne-i dîrîne-i gam
Zer kadeh bezm-i ferah köhne şarâb isterler
‘ABDÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr
eylemişlerdir. Bu cerîde-i cedîdede harf-i sâd-ı mühmelede Subhî mahlası ile keşîde-i silk-i
tahrîr olan şehr-emînî rûz-nâmecisi Ahmed Efendi’nin hafîdi ve ke-zâlik harf-i fâ’da mestûr
olan Subhî-i merkûmun mahdûmları Feyzî Efendi’nin mahdûm-ı mükerremleridir. Hânedân-ı
kemâlden olmagla ma‘rifet kendülere bi’l-irs intikâl eyleyen zâtlardandır. Hoş-âyende eş‘ârı
ve nâzik târîhleri ve pesendîde-güftârları vardır. ‘Asrın şu‘arâ-yı pür-ma‘rifetinden ve vaktin
zurafâ-yı sâhib-tabî‘atindendir. Bu güftâr zâde-i tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Beyt
Hatt-ı siyehle kâkülü rûyunda seyr edip
Sünbülle verdi resm-i bahârından isteriz
Ve lehû
Mısr-ı melâhat içre o şâh-ı serîr-i nâz
Âyâ cihânda Yûsuf-ı gül-pîrehen midir
‘ABDÜ’L-£ANÎ-İ VARDARÎ
Şeyh-zâde Mehmed Efendi’nin mahdûmlarıdır ki Bagdâd-ı behişt-âbâda vâkı’ olan
sefer-i hümâyûn-ı şevket-makrûn teşrîfinden şeyhü’l-islâm-ı bâlâ-nâm mahâdîm-i kirâmın
ser-bülendi merhûm u magfûr Yahyâ Efendi’den mülâzım ve tarîk-i tedrîse ‘âzim olup bin
altmış üç Rebî’inde Ebû Sa’îd Efendi merhûmdan Pirinççi Medresesi hâricine ‘âric ve bin
altmış dört Şa’bânında nûr-ı ‘ayn-ı mahâdîm-i kirâm şeyhü’l-islâm-ı ‘âlî-makâm eshiyânın
bülendi merhûm Bahâyî Efendi’den Lutfî Beg Medresesine hareket-i hâric eyleyip bin altmış
yedi Recebinde yerlerinde i‘tibâr ve sene-i mezkûr Şevvâlinde Üsküdar’da Vâlide-i ‘Atîk
Medresesine güzâr edip bin altmış sekiz Cumâdâ-yı ûlâsında Pirinççi Sinân Medresesine
şâyân görülüp sene-i mezkûre Şa’bânında Merdümiyye Medresesine menkûl ve bin altmış
tokuz Şa’bânında Nişâncı-Paşa-yı ‘Atîk Medresesine mevsûl ve bin yetmiş Cumâdâ-yı
ûlâsında Fethiyye Sinân Paşasına ve bin yetmiş iki Şevvâlinde Mehmed Aga Medresesine ve
bin yetmiş dört Cumâdâ-yı ûlâsında Sahn-ı Semândan birine hırâm ve bin yetmiş beş
Muharreminde Dâvûd Paşa Medresesine kıyâm edip bin yetmiş tokuz Rebî’ü’l-evvelinde
‘Alî Paşa-yı Cedîd Medresesine kıyâm ile sürûrların tecdîd ve bin seksen Rebî’ü’l-âhirinde
hazret-i Ebî Eyyûb-i Ensârî ‘aleyhi rahmetü’l-bârî Medrese-i celîlesine ve bin seksen bir
Zü’l-hiccesinde Medâris-i Süleymâniyye’den biri ile tekmîl-i medâris-i tarîk eylediklerinden
sonra bin seksen üç Rebî’ü’l-evvelinde Kuds-i şerîf kazâsı ile teşrîf olunup bir sene zabtdan
sonra ma’zûl ve Kostantıniyye’ye vusûlden sonra dört ay mikdârı zamân mürûrunda seksen
dört Şa’bânında Medîne-i münevvere salla’llâhu te’alâ münevverehâ kazâ-i şerîfi ile bir kat
dahı teşrîf buyurulup bin seksen beşde ma’zûl ve seksen altı Cumâdâ-yı âhiresinde
Bazarköyü ve Burusa Yenişehri arpalıkları ile ikrâm ve toksan Cumâdâsında Burusa kazâsı
ile ihtirâm olunup toksan birde ma’zûl ve bin toksan iki Şevvâlinde Uzuncaova Hâsköyü
arpalıgı verilip bin toksan altı Cumâdâ-yı ûlâsında Mekke-i mükerreme pâyesiyle Galata
kâzîsı olup bin toksan sekiz Muharreminde ma’zûl ve sene-i mezbûre Cumâdâsında Yanbolu
kazâsı arpalık olup ve toksan tokuz Saferinde İstanbul pâyesi olup sene-i mezbûre
Cumâdâsında arpalıgı Dimetoka ve Tagardı kazâlarına tebdîl ve yüz Saferinde ‘Ayıntâb
kazâsı bi-re’sihâ arpalık olup sene-i merkûme Rebî’ü’l-âhirinde bi’l-fi’l kâzî-i İstanbul olup
ve sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde Bolu ma’a kerânına ve Dörtdîvân kazâları arpalıgı ile
ma’zûl olup bin yüz iki Şevvâlinde sâniyen Dimetoka ve Tagardı kazâları arpalık olup bin
yüz beş Saferinde Anatolu pâyesiyle Hâslar kazâsı arpalık olup bin yüz yedi Cumâdâ-yı
ûlâsında Rûmeli pâyesiyle Sinop kazâsı arpalık olup bu hâl üzre sübha-şumâr-ı eyyâm u leyâl
iken bin yüz sekiz Şa’bânında intikâl buyurdular. Fazîletlerinden fazla gâh eş‘âra ragbet
buyurduklarından teberrüken bu mecelle-i celîleye tastîr ve cümle-i âsârlarından bu bir iki
beytleri tahrîr olundu.
Beyt
Âteş-i ‘aşk ile sûzân olalı kalbim benim
Döndü fânûs-ı hayâle gûyiyâ cismim benim
‘Âlem-i dünyâya bir kerîme-i mükerremleri geldikde bu târîh-i zîbâyı demişlerdir.
Târîh
51 „—U¾¦ «œU� Âdוœ ÂËb- n-uÔ v� r×H½ œdH¼« ÊuF�
‘ADLÎ52
Nâm-ı emcedleri Mehmed’dir. Zurafâ-yı şehr-i Sıtanbul’dan bir şâ‘ir-i ser-âmed olup
dergâh-ı ‘âlî Yeniçeriyân Ocagında ‘asrında kul kethudâsı olan Süleymân Beg’in ferzend-i
hünermendidir. Zât-ı hatîrları tahsîl-i ma‘ârif-i vefîrden sonra dîvân-ı sultânî hˇâceleri silkine
münselik olup taşra kâgıd emâneti ve kal’a tezkirecilikleri ve rikâb-ı hümâyûnda yeniçeri
efendiligi gibi ba’zı menâsıba olmuşlardır. Pür-isti’dâd dervîş-nihâd lisân-ı meşâyihe muttali’
51 Bi-’avni'l-ferd goftem bî-tevakkuf / Kudûm-i duhterem bâdâ mübârek: Tek olan Tanrı’nın yardımıyla durmadan, kızımın (dünyay gelişi kutlu olsun dedim. 52 20 ve 'da ‘Avnî.
ve sırları ile hem-râz ve tasavvuf-âşinâ-yı kemâl bir merd-i suhan-sâz olup kibâr-ı
meşâyihden ‘ulûm-ı zâhire ve bâtınada müşârün bi’l-benân-ı erbâb-ı hakâyık u ‘irfân olan
pîrîmiz pîr-i pür-nûr velî-kerâmet meşhûr-ı gonca-i ser-sebz-i bâg-ı siyâdet bülbül-i gülistân-ı
hakîkat Emîr Buhârî şeyhî efendimiz es-Seyyid Fazlu’llâh Efendi hazretleriyle ve şeyhü’ş-
şüyûh Şeyh Nakşî Efendi merhûm ile ve Koca Mustafâ Paşa şeyhi merhûm ‘Alâ’ü’d-dîn
Efendi’yle ve bunlardan mâ-’adâ nice ser-tâc-ı erbâb-ı tarîkat olan e’izze-i kirâm ile ülfet ü
sohbet-i cân eyleyip meclis-i muhteremlerinden ahz-ı ‘irfân ve şem’-i sûzân gibi meclis-i
cennet-nişânlarında sabâha degin kıyâma şâyân olmagla nice esrâra vâkıf olup sırları ile hem-
zebân olan merd-i suhan-dândandır. Müretteb Dîvân-ı belâgat-’unvânı ve miyâne-i şu‘arâda
hayli nâm u şânı vardır. Bu çend ebyât ol tûtî-i hoş-güftârın cümle-i âsârındandır.
Gazel
Vasf-ı safâ-yı câm-ı meyi gûş eder miyiz
Hîç biz kühen-sifâl ile mey nûş eder miyiz
Anmaz mıyız gamınla geçen günleri meger
Eyyâm-ı hoş-güzârı ferâmûş eder miyiz
Ey meh-cemâl hâleveş âyâ miyânını
Bir şeb felekde biz de der-âgûş eder miyiz
‘İZZET BEG
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Alî’dir. Ol gül-gonca-i gülistân-ı ‘irfân devlet-i
Sultân Ahmed Han-ı Sâlis hazretlerinde kerreten ba’de merretin defterdâr olup ba’dehû rütbe-
i vezârete irtikâ eyleyen Dâmâd Mehmed Paşa’nın mahdûm-ı necâbet-mersûmu olup mîr-
livâ-yı suhan bir şâ‘ir-i mâhir-i fen zât-ı sütûde-sıfatdır. Eş’âr-ı tâbnâki likâ-yı pâki gibi
mahbûb ve mezâmîn-i dil-sitânı sohbet-i dil-ârâsı gibi lezîz ü mergûbdur. Ebyât u kasâ’idi ve
gazeliyyat u kıt’aları ekserü min-en yuhsâdır. Bu güftâr-ı hoş-âyende-ta’bîr zât-ı bî-
nazîrlerinin bedîhiyyâtından bir bedîhiyye-i dil-pezîrdir.
Beyt
‘Uşşâka zahm-ı sîne degil zahm-ı cân gerek
Zîrâ ki ber-güzâr-ı mahabbet nihân gerek
Sâz-ı niyâz başka düzendir visâl içün
Âhengi nâle nagmeleri el-amân gerek
‘İZZÎ
Ol suhan-sencânın nâm-ı nâmîleri Süleymân olup dîvân-ı ümâyûn küttâb-ı zî-şânı
zümresindendir. Vâlid-i mâcidleri Halîl Aga gül-gonca-i gülistân-ı ‘iffet ve sultân-ı ‘âlî-şân-ı
‘iffet-sarây-ı ‘ismet devletli Hadîce Sultân binti Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ hazretlerinin
teberdârları kethudâlıgından çıkma bir merd-i sâhib-himmet olmagla mütercem-i mezkûrun
tekmîl-i hilyetü’r-ricâl olan ‘irfân ü kemâline bezl-i kudret etmekle tahsîl-i ‘irfân edip
miyâne-i akrânda müşârün bi’l-benân olmuşlardır. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Her nazar-bâz-ı felekden sakla mühr-i sîneni
Pek sakın seng-i havâdisden hele âyîneni
Sâde-rûyânın edip fikr-i hatın ey tıfl-ı dil
Fikr-i şâm-ı şenbeden târ eyleme âzîneni
Ve lehû
Bîm-i hicrinle dile hˇâhiş-i vuslat olmaz
Haste-i ‘aşkına ümmîd-i selâmet olmaz
Vâde-i vaslını vakt-i hata ta’lîk etme
Bugün ahşâma degin hicrine tâkat olmaz
‘İZZÎ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Diyâr-ı Şirvân’dan zuhûr etme bir şâ‘ir-i pür-’irfân
idi. Fi’l-asl bir tarîk ile murg-i cânı vatan-ı aslîsinden rem-gerde olmagla terk-i âşiyân ve
ârâmgâh-ı her-sınf-ı erbâb-ı ‘irfân olan Kostantıniyye cânibine revân olup ol memleket-i
cennetâsâya vusûl buldukda ma‘rifeti sebebi ile ba’zı kibâr-ı enâma duhûl edip anların
kitâbeti hidmeti ile def’-i zarûret eder bir ehl-i kanâ’at idi. Bin yüz beş târîhinde fevt oldu.
Fârisî ve Türkî eş‘âra pür-iktidâr bir dervîş-i garîbü’d-diyâr idi. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Beyt
Marîz-i ‘aşka ancak çâre vasl-ı yâri bulmuşlar
Bu derde şerbet-i la’l-i leb-i dildârı bulmuşlar
‘AZÎZ
Nâmı Mehmed’dir. Ol nûr-ı çeşm-i bînâ mevâlî-i kirâmdan bundan akdem dâr-ı
bekâya intikâl eyleyen Şehlâ ‘Abdu’r-rahmân Efendi’nin kurra-i ‘ayneyni olan mahdûm-ı
ma‘ârif-mersûmları olup müderrisîn-i kirâmdan iken altmışlı rütbesinden kendüye Sofya
kazâsı tevcîh olundugundan dil-teng olup dîdeden cân gibi nihân olup firâr ve birkaç zamân
inzivâ ve ihtifâyı ihtiyâr etmişler idi. ‘Asrın şu‘arâsından olmagla sebt ü tastîr ve âsârından
bu güftârları tahrîr olundu.
Beyt
Şimdi ey mâh-ı şeb-ârâ ülfetin kimlerledir
Şem’ine pervâne kimdir sohbetin kimlerledir
Mû-miyânın kim der-âgûş-ı hayâl eyler senin
Câme-hˇâb içre safâ-yı vuslatın kimlerledir
‘AZÎZ-İ DÎGER
Bagdâd-ı behişt-âbâddan nümâyân olup diyâr-ı Rûm’da tarîk-ı Mevleviyye’den inâbet
ve vâfir zamân seyr ü seyâhat eyledikden sonra tekmîl-i tarîkat edip mücâhedeleri bî-encâm
olmayıp vatan-ı me’lûfları olan Bagdâd-ı behişt-âbâdın Mevlevî-hâne şeyhligini müntic olup
nice zamân ser-halka-i gürûh-ı Mevleviyân olup sûdmend-i tarîkat ve seccâde-nişîn-i meşîhat
olmuşlardır. Fârisî ve Türkî eş’arâ pür-iktidâr bir şâ‘ir-i pâk-güftârdır. Bu kıt’a cümle-i
âsârlarındandır.
Kıt’a
Pâye-i kadrini derk etmege ‘âric olamaz
Kılsa süllem eger endîşe bu nüh eyvânı
Na’t-ı pâk-i şeh-i kevneyne ne mümkin ki ‘Azîz
Veresin hâme-i idrâkin ile pâyânı
‘AZÎZ-İ DÎGER
Nâmı ‘Abdü’l-’azîz olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr etmiş idi. Pederleri mevâlîden
Erzenü’r-rûm’dan olmagla Erzenü’r-rûmî-zâde demekle meşhûr olup kendiler dahı miyâne-i
müderrisîn-i kirâmda dâhil rütbesine degin medresesi çıkıp medîne-i İstanbul’un Kısmet-i
‘Askeriyye Mahkemesinde kâtib ve kadr ü ma‘ârife râtib olup âh tarîkımda Süleymâniyyeye
varabilsem deyü mâ-i hulyâ-yı dûr-â-dûr ile endîşe-i mevfûr ederek bi-emri’llâhi te’âlâ
dâ’ire-i ‘akldan güzerân ve Süleymâniyyenin dârü’ş-şifâsı erbâbı ile hem-reng ü hem-
zebân olup zâr u perîşân ve bî-sabr u sâmân olmagla «b�« oHÎ r¼ H�U� Òs2 s¦ 53
kâ’idesiyle ‘amel olunup medresesi dahı âhara tevcîh ve kendüye bir ma’îşet verilip bu hâl
üzre leked-kûb-ı hezâr-mesâ’ib iken bir gün şehr-i İstanbul’dan gâ’ib olmuşdur. İle’l-ân ol
magmûm kangı cânibde oldugu nâ-ma’lûmdur. Bu birkaç güftâr-ı perîşân-etvâr hâl-i
münîrindeki eş‘ârındandır.
Beyt
Mir’âta baksa her kaçan ol şûh-ı Mevlevî
‘Aks-i ‘izâr-ı pâkine eyler mukâbele
Kerrât ile ayagına düşdüm yüzüm sürüp
Bir kerre almadın yine gönlüm şehâ ele
Sanman ki zâhir oldu ‘izârında hatt-ı nev
İhzâr-ı hüsne geldi kazâdan mürâsele
Ve lehû
Agyâr-ı d îv-sîreti ugratma yanına
Ey pâdişâh-ı ‘işve ki düşmez bu şânına
‘AZÎZ-İ DÎGER
53 Men cenne sâ’aten lem yefuk ebedâ: Bir saat deliren, sonsuza dek ayılmaz.
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Bosnavî ‘Îsâ Efendi’nin mahdûm-ı sa’îdi ve
merhûm u magfûr Kara Çelebi-zâde ‘Abdü’l-’azîz Efendi’nin hafîdidir. Vâlid-i mâcidleri
hacrinde terbiye olup evâ’il-i hâlinde Bosnavî Süleymân Efendi’den iktisâb-ı fazl u edeb ve
cem’-i fezâ’il-i mevrûs u mükteseb eyledikden sonra ‘allâme-i devrân Minkârî-zâde Efendi
merhûmdan mülâzım ve tarîk-i tedrîse ‘âzim olup bin seksen üç Recebinde Sittî Hâtun
Medresesine ibtidâ-i hâric elli rütbesiyle ‘âric olup seksen beş Ramazânında Topkapu’da
Ahmed Paşa Medresesine hareket ve seksen altı Cumâdâ-yı âhiresinde Efzal-zâde
Medresesine ve seksen yedi Ramazânında Sinân Paşaya ol medreseden seksen tokuz
Şa’bânında Sahn-ı Semândan birine ve toksan bir Muharreminde Bayram Paşaya ve toksan
üç Rebî’ü’l-âhirinde İsmihân Sultân Medresesine ve toksan altı Rebî’ü’l-evvelinde hâmis-i
Süleymâniyye i‘tibârı ile Hâkâniyye-i Vefâda vaz’-ı seccâde-i ifâde eylediklerinden sonra
sene-i mezkûre Şa’bânında Medâris-i Süleymâniyyeden birine i’tilâ ile tarîk-i tedrîsi itmâm
ve toksan yedi Şa’bânında Burusa pâyesi zamîmesiyle Selânik mevleviyyeti ile makzi’l-
merâm buyurulup ba’de’l-’azl bin yüz Cumâdâ-yı âhiresinde intikâl ve dâr-ı fenâdan dâr-ı
bekâya irtihâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Matla’
Ey şarâb-ı ‘aşk ile âlûde-i renc-i humâr
Gam yeme bir gün keser susuzlugun şemşîr-i yâr
‘ITRÎ54
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Ol ‘ilm-i edvârın Hˇâce-i sânîsi ve fenn-i mûsîkînin Şeyh
Nizâm u Hâkânî’si ‘uşşâk-ı vâlâ-nâm miyânında Buhûrî-zâdelik ‘unvânıyla şöhret-i tâm hâsıl
eyleyen zât-ı ‘âlî-makâmdır ki bâg-ı şîrîn-i servistân-ı dil-ârâ-kadân-ı mahâbîb-i rûzgârın
mâye-i revnak-ı sebz-bahârı olan bezm-î âhenginde ol râmiş-i cânın nizâm-ı mürâ’ât-i
levâzım-ı fennine nisbet nagme-i hârken-i Fârâbî-i perîşân-târ bir nevâ-yı kalenderî ve hokka-
i kâvus-ı dehânından haste-i hicrâna safâ-bahş-ı dâd-âferîd olan cân-bahş ve rûh-perver
elhânıyla her çend ki ol serv-i sehî-i gülistân-ı ülfet bir meclisde encümen-efrûz-ı ferruh-rûz-
ı sohbet ola perde-i hürremî-i agyâr olan dâmen-i teşrîf-i kabâ-yı i‘tibârı ol gülşenin nagme-
serâ-yı bezmi olan sâ’ir murgân-ı nâle-perdâzına mânend-i perde-i kumrî vü perde-i bülbül
54 240'de 12a'nın kenarında "edvar-ı kadîm ıstılahıyla yazılmışdır" notu var.
zeyl-i hicâb olup hemçün perde-i ‘ankebût-ı bend-pây-ı reftâr ve ol üstâd-ı bî-akrânın nagme-
i gülbâm ve nagme-i berkûhân ile hem-mîzân ola elhân-ı şekker-efşânın mukâbelesinde anlar
Mantıku’t-tayr mesâbesinde olan savt-ı nâdir-ber-â-berlerin izhârdan kı’de-nişîn-i hayret
olup pâ-hüften-i iktidâr olurlardı. Ol zât-ı dil-ârânın bu gûne nazîri nâ-peydâ bir mâhir-i
fenn-âzmâ oldugundan merhûm cennet-mekân firdevs-âşiyân pâdişâhân-ı cihânın dürr-i yek-
tâ-yı gencîne-i ‘irfânı sultân-ı celîlü’ş-şân-ı bî-müdânî nûr-ı sâtı’ Sultân Mehemmed-i Râbi’
hazretlerinin meclis-i hümâyûnlarına kerreten ba’de merretin dâhil ve kirâren ve mirâren
‘atâyâ-yı husrevânîlerine nâ’il oldugundan mâ-’adâ öteden berü esîr-i hubb-ı câhı oldugu
esirciler kethüdâlıgına bâ-hatt-ı hümayûn-ı şevket-makrûn vâsıl olup bu hâl üzre güzârende-i
eyyâm u leyâl iken bin yüz yigirmi üç hudûdunda intikâl eyledi. Fenn-i mûsîkîde hˇâce-i ‘âlî-
makâm oldugu beyne’l-enâm mâlâ-kelâm olup hezâr âsârı meşhûd-ı çeşm-i cihân ve mesmû’-
ı sımâh-ı ins ü cân ve nakş kâr-ı sanâyi’i revnak-bahş-ı dâ’ire-i devrân iken bâg-ı gülistân-ı
eş‘ârda dahı bir bülbül-i hoş-güftâr ve ‘Itrî mahlası ile nice âsârı ve müretteb Dîvân’ı ve
miyân-ı şu‘arâda hayli nâm u şânı vardır. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Dili âvâre kılan fikr-i kad-i dil-cûdur
Beni mecnûn eden ol kâkül-i ‘anber-bûdur
Görmedik yok yere sen etme sakın kîl ile kâl
Kim der ise dersin ‘Itrî o miyâna mûdur
Ve lehû
Etsin ‘ilâc derd-i dile ol tabîb ise
Yohsa visâle minnetimiz yok nasîb ise
‘İFFETÎ
Bu cerîdeye evsâfları harf-i râ-i mühmelede keşîde-i silk-i tahrîr kılınan Edirne
pâyesiyle Şâm-ı şerîfden ma’zûl olup hilâl-i tahrîr-i tezkiremizde bin yüz otuz dört târîhinde
‘âzim-i dâr-ı bekâ olan Kerîm-zâde Refdî Efendi’nin mahdûmları Hâfız Mustafâ ‘İffetî
Çelebi’dir ki beyne’l-mahâdîm-i kirâm bir mahdûm-ı vâcibü’l-ikrâm olup hilye-i kemâl ile
ârâste ve fazl u ‘irfân ile pîrâste bir zât-ı sütûde-sıfat-ı hünerverân ve fazl u ‘irfânlarından
fazla hüsn-i hatda da müşârün bi’l-benân idiler. Mahâdîm-i kirâma muhtass olan mülâzemetle
Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmun def’a-i ‘ûlâ Rûmeli kâzî-’askerliginde bin
yüz beş târîhinde sefer-i hümâyûn teşrîfâtından mülâzım olup ikrâm olunduklarından sonra
sene bin yüz yigirmi dört Zü’l-ka’desinde istihkâk-ı zâtîleri nümâyân ve dâhil-i defter-i
imtihân olup şeyhü’l-islâm müfti’l-enâm Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi merhûmdan ibtidâ-i
hâric elli ile sâdise-i Sarây-ı Galata Medresesine müderris olup ba’dehû ‘âdet-i tarîk-i ‘aliyye
üzre hareket eyleyip esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ibtidâ-i dâhil ile Yarhisâr Medresesine
müderris idiler. Hakkâ ki lisân-ı şerîfleri tab‘-ı latîfleri gibi selâmet üzre olup hakk-ı
şerîflerinde cümle-i enâm bir ma‘rifetli zât-ı memdûhü’s-sıfâtdır deyü müttefiku’l-
kelâmdırlar. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Çü nokta mahv-i vücûdum dehân dehân diyerek
Misâl-i mûy nizârım miyân miyân diyerek
Nigâr-hâne-i Ferhâr’a döndü endîşem
Hayâl-i ‘işvegerân-ı bütân bütân diyerek
Ve lehû
Nigâhım mest-i hayretdir o la’l-i dil-sitânından
Dü-tâdır kamet-i sabrım hayâl-i ebrûvânından
Leb-i la’linde harf-i va’de kalmış noktaveş mevhûm
Anınçün remz-i vuslat çıkmaz ol şûhun dehânından
Zülâl-i deşne sîr-âb eyleyince teşne-i ‘aşkı
Ne bellerden geçip çıkdı bu gülzârın miyânından
Ve lehû
Düşmüş ‘izâr-ı pâkine gîsû taraf taraf
San çıkdı seyr-i gülşene hindû taraf taraf
Reşk-i nihâl-i zülfü perîşân-dimâg edip
Sahrâya düşdü sünbül-i gîsû taraf taraf
‘İFFETÎ-İ DÎGER
Ol zurafâ-yı vaktin dakîka-şinâs-ı ma‘rifeti olan zâtın maskat-ı re’sleri olan dârü’n-
nasri ve’l-meymene şehr-i Edirne’de Sâ’atçi-zâde Ahmed Efendi demekle şöhret-şi’âr bir zât-
ı ma‘ârif-iktidâr olup erbâb-ı istihkâkın lâzım-ı şânları olan mülâzemetle zât-ı refîleri iktisâb-ı
rıf’at eyledikden sonra Edirne müderrisîn-i kirâmından olup Kütahiyye ve Lefkoşa kazâları
ile makzi’l-merâm olup yüz târîhi hudûdunda dâr-ı bekâya hırâm eylediler. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Beyt
Olmadı ey dil müsâ’id baht-ı nâ-fîrûzumuz
Rûzu gam ile geçirdik bilmedik nev-rûzumuz
Bezm-i gamda mutrıbâ her şeb gam u endûh ile
Nâle vü feryâd-ı şeb-gîr oldu sâz ü sözümüz
Ve lehû
Rengîn olup gider gazel-i ‘İffetî şehâ
Zikr-i dehânın olalı vird-i zebânımız
‘AKLÎ
İştibî Mehmed Efendi demekle meşhûr bir bî-’akl ü şu’ûr olup Ankaravî Mehmed
Efendi merhûmdan birtarîk ile mülâzım oldukdan sonra sâlik-i kazâ ve birkaç yerde mâlik-i
hükm ü imzâ olmuş iken bin toksan tokuz55 tarîhinde izhâr-ı bagy u fesâd eyleyen Yegen
dedikleri bâgî-i zulm-mu’tâdın ordu-yı menhûsunda hâşâ kâzî ve ol şakiyy-i mekrûhun zîr-i
itâ’atinde bulunmaga râzî olup bile bulunmagla ol gürûh-ı mekrûha taraf-ı pâdişâhîden tertîb-
i cezâ olundukda bu dahı maktûl olup mahv-ı vücûd ve kendini rüfekâsıyla dâr-ı bevârda
hem-dem-i ashâb-ı uhdûd eylemişdir. Bu güftâr anındır.
Beyt
O ‘âşık kim şeb-i hicrinde ebrûnu hayâl eyler
Dem-â-dem sîneye nâhun urur şekl-i hilâl eyler
Dehânın fikr eder hüsnün kitâbı dâ’imâ elde
Anınçün ‘Aklî-i dil-teng her gün hasb-i hâl eyler
‘AKLÎ-İ DÎGER 55 'da tarih "bin yüz yigirmi üç" olarak verilmiş.
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Ma’den-i erbâb-ı ‘irfân olan Kostantıniyye’den
nümâyân ve hazret-i Ebî Eyyûb-i Ensârî’de sâkin olmaları ile Eyyûbî ‘Aklî Efendi deyü
meşhûr-ı cihân olmuşlardı. Dîvân-ı ‘Âlî küttâb-ı vâlâ-cenâblarından olup ba’zı hˇâceliklere
olmuşlar idi. Umûr-dîde bir pîr-i rûşen-zamîr ve meclis ü sohbeti lezîz bir merd-i hoş-âyende-
ta’bîr idi. ‘Asrın pîrâne-ser olan zurafâsından ve vaktin şu‘arâsından olmagla bu mecelle-i
celîleye tastîr ve güftârından bu bir iki beyti tahrîr olundu.
Beyt
Ruhların rengi dile seyr-i gülistân istedir
Bülbüle nakş-ı bahâr-ı verd-i handân istedir
Ve lehû
Ma’ârif bilmeyen dil-ber hemân bir nakş-ı dîvârdır
Bakar şahin gibi ammâ hakîkatde sıgırcıkdır.
‘İLMÎ
Nâm-ı emcedleri Ahmed ve zât-ı es’adları fazl u kemâl ile müstes’ad olan fâzıl-ı ser-
âmedlerden olup vücûd-ı bî-hemâlleri hilye-i edeb ü ‘irfân ile pîrâste ve zühd ü salâh u takvâ
ile ârâste bir vücûd-ı bih-bûddur. Fi’l-asl şehr-i ni’met-efzûn medîne-i Trabzon cânibinden
nümâyân ve vâssıl-ı ni’am-i ‘ilm ü îkân olmagla ‘ilm ü ma‘rifetleri ‘inde’l-’ulemâ mergûb u
makbûl ve hüccet-i fazîletleri imzâ-kerde-i cemî’-i fuhûl olup mahlas-ı şerîflerine mâ-sadak-ı
tâm ve ikrâm-ı ‘icâletü’l-vakt-i ‘ulemâ-i kirâm olan bir mülâzemetle ihtirâm olunduklarından
sonra sene bin yüz on yedi târîhinde ibtidâ-i hâric ile merhûm es-Seyyid ‘Alî Efendi’den
İstanbul’da Revânî Çelebi Medresesine müderris olup ba’dehû kademe kademe kat’-ı
menâzil-i tarîk ve oldukları medrese-i celîle-i latîfede revnak-efzâ-yı bezm-i ifâde vü tahkîk
olarak hengâm-ı tedrîslerinde nice ta’ab-ı tarîkı ber-dûş ve nice meşakkat ü ‘anâya dûş-â-dûş
olup mecmû‘atü’l-’ulûm olan zât-ı bî-nazîrlerinin ol esnâda kıymet ü kadri nâ-ma’lûm
oldugundan bir kadr-âşinâ-yı gevher-i kemâl âyîne-i ‘âlemde ‘arz-ı cemâl eyleyinceye dek
gevher-i yek-tâ-yı vücûd-ı vâlâları ve şeb-çerâg-ı fazl u ‘irfân olan zât-ı bî-hem-tâları sâhil-i
Bahr-i Sefîd’e karîb olan Gegvize-nâm kasabada mekîn ve defîne-i envâ‘-ı cevâhir-i ma‘ârif
olan vücûd-ı bih-bûdları ol buk’anın medresesinin mahfaza-i inzivâsında ‘uzlet-nişîn iken
sadr-ı bih-bûd vezîr-i deryâ-cûd âsaf-ı âlî-mekân vezîr-i âlî-şân sa dr-ı vüzerâ-i kirâmın
Hâtemü’l-vakt-i sehâveti devletli sehâvetli sa’âdetli dâmâd-ı muhterem-i şehenşâhî İbrâhîm
Paşa hazreti devlet ü sa’âdet birle sadr-ı vezâret-i ‘uzmâya ve erîke-i vekâlet-i kübrâya teşrîf
buyurduklarında kef-i deryâ-nevâlleri cihânı müstagrak-ı kerem ü ihsân ve hâssaten erbâb-ı
kemâle lutf-ı bî-kerân edip zât-ı ‘âlî-şânları hayrât u hasenâta mâ’il bir vezîr-i pür-ihsân ve
herkese lutf-ı kerem etmege bir ednâ bahâne arar bir sadr-ı zî-şân olup kerem ü in’âm ve yed
ü lisân-ı şerîfiyle ‘âmme-i ‘ibâdu’llâha eyledigi ihsân u ikrâmdan gayrı Kostantıniyye ve
sâ’ir bilâdda nice cevâmi’ ü mesâcid ve sâ’ir hasenât bünyâd ve harâb-âbâd ‘âlemi gûşe-be-
gûşe ma’mûr u âbâd edip kulûb-ı ‘ulemâ-yı kirâm ve sudûr-ı fuzalâ-yı ülü’l-ihtirâm
büyûtu’llâh olup ma’bed-i müstetâb ve ‘arş-ı Vehhâb olmagla hâssaten ol sufûf-ı safvet-
ittisâfın haremu’llâh olan kalb-i sâfların ta’mîr ü termîm ve nâm-ı şerîflerinin muktezâsınca
ol gürûh-ı vâlâya ihsân-hâne-i firâvânlarından hezâr ziyâfet-i müstakille eyleyip bî-nihâye
ta’zîm ü tekrîm buyurmaları ile her dil-harâb-ı derd ü hicrân zamân-ı sa’âdetlerinde ma’mûr u
âbâdân ve her gadr-horde-i zamân olan magdûr telâfî-i mâ-fât ile vakt-i şerîflerinde mesrûr
olup lîmân-ı ekdârdan keşîde-i ıztırâb olan gam-dîde-i rûzgârlar eyyâm-ı devletlerinde
bâdbân-güşâ-yı sâhil-i merâm olup zâde-i kayd-ı efkâr olmagla gürsine-çeşm-i nân-pâre-i
ümmîd olan her perîşân-târ u mütefettit-zamîr ol vücûd-ı şerîfi mahz-ı ni’met olan âsaf-ı
sâhib-semâhatın hˇân-ı firâvân-ı kerem ü ihsânına sîr oldugu vakt-i mübârekede mütercem-i
pür-fazîlet dahı ol sadr-ı zî-şânın hissemend-i hˇân-ı ihsânı olup sene bin yüz yigirmi üç
târîhinde tekrâr Medâris-i Sahn-ı Semândan biriyle ziyâfet-i keremlerine da’vet buyurulup
ba’dehû bu mecelle-i celîlemizde harf-i râ’da Râzî mahlas-ı şerîfi ile rûz-nâme-i ahvâlleri
keşîde-i silk-i tahrîr kılınan ‘Abdü’l-latîf Efendi yerine müfettiş olan İbrâhîm Efendi’nin
yerine Haremeynü’ş-şerîfeyn müfettişligi ile şân-ı şerîfleri terfî’ buyurulup ol mansıb-ı
celîlde muktezâ-yı tarîkları üzre medreseleri hareket-i ‘alâ mâ-yelîk ederek nihâyet-i tarîk-i
müderrisîn-i kirâm olan Medâris-i Süleymâniyyeden biriyle ihtirâm buyurulduklarından sonra
sene bin yüz otuz üç Rebî’i târîhinde hasretü’l-müderrisîn olan Halebü’ş-şehbâ
mevleviyyetine vusûl ve bin yüz otuz dört Rebî’ü’l-âhirinde ‘âdet üzre ol mansıb-ı celîlden
ma’zûl olmuşlar idi. Hakkâ ki şân-ı şerîfleri gibi zât-ı ‘âlîleri vâlâ bir fâzıl-ı muhakkık-ı bî-
hem-tâdırlar. İfâde-i ‘ulûm-ı şettâda hezârân talebe-i kirâm istifâde eylemiş bir mecmû‘a-i
kübrâdır. Ahyânen teşhîz-i zihn içün esnâ-yı ferâgda ‘Arabî ve Türkî eş‘âra ragbet buyururlar
idi. Bu güftâr ol vücûd-ı ‘âlî-mikdârın cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Girye-i hûn-âbe-i çeşm-i dil-i şûrîdedir
Şâhid-i halvet-nişîne hande-i râz etdiren
Ol hilâl-ebrû ile lâf etme ey meh kim anı
Nûr-ı hurşîd-i ezeldir çehre-perdâz etdiren
Vâsıf-ı la’l-i lebindir kilk-i ‘İlmî pes odur
Safha-i ‘âlemde ana tarh-ı i’câz etdiren
Gazel56
œd�¦ r£Ë u£Ë U§d2 lDI¼« z� bMN¦ nš� b0 s¦ v¾��«u§
œb�¦ z½ bM� öF§ “d¾Î z2U2u�U� zs« «‹ s¦ V��«Ë 57 œu�¦ Yš¼ zM� È‹dÎ U�«d� z1D� sצ v§ «‹ s¦ V��«Ë
Eski Otalar başında vezîr-i ‘azam İbrâhîm Paşa hazretlerinin kitâb-hânesine yazılan
târîh-i mergûb anındır, Târîh: 58 sš*’UH¼« -UD¦ U¥Î—UÔ zº Èb� ‹« r*F¼ —uLF¦ Sš�
ve ders-hâneye bir beyt de bu târîhdir: 59 zz«Ëô« UNš¼« o¾�Î r¼ r¼UF¦ ˆuL� bΓ rš£«d�« n#ô
Hikmetde bu iki beyt dahı lisân-ı Türkî ile olan eş‘ârındandır, ebyât:
Levh-i kaderde münşi-i takdîr yazdıgı
Mecmû’a-i cihânda bir gün ‘ayân olur
Magrûr-ı neşve-i mey-i ikbâl-i câh olan
‘İlmî humâr-ı ‘azl ile tiz ser-girân olur
(Ve lehû)
Ey şîve-i hattın sebeb-i sa’y ü temeşşuk
Rûhâniyet-i hüsn-i hatın ‘ayn-ı te’aşşuk
Ta’lîkın ile etdin o şûhu hele ‘allâk
Bir kez de gerekmez mi ana ta’lîm-i te’alluk
‘İLMÎ-İ DÎGER
56 Buradan itibaren İlmî'ye ait metin 240'de yoktu, 202'den alındı. 57 Fevâ ‘cebî min-haddi seyfin mühennedi / Bihi'l-kat’u cerfen ve hüve vehmün mücerredi // Ve a’cebu min-zâ ennehu bi-i’vicâcihi / Yubrizu fi’len ‘inde külli müseddedi // Ve a’cebu min-zâ fî-metni sathihi / Serâben yerzî ‘anhu leyse müsevvedi: Vay o hind çeliğinden yapılan kılıcın keskinliğine! O uçarak keser, o soyut bir vehimdir. Şuna hayret ederim ki o, eğriliği ile her doğru katında bir iş yapar. Yine şuna şaşarım ki sathında siyah arslan için (bile) yok edici bir serap vardır. 58Beytun ma’mûrun li-’ilmin iz bedâ / êalle târîhan matâfu'l-fâzılîn : İlmin mamur evi ortaya çıktığında faziletlilerin ziyaret yeri ona tarih oldu. 59Li-âsaf İbrâhîme zîde sümüvvühü Me’âlimu lem yesbak ileyhe'l-evâ’il: Çok yüce olan Vezir İbrahim'in, daha öncekilerin ulaşamadığı nişaneleri, yücelikleri vardır.
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mehmed’dir. Mütercem-i mezkûrun vâlideleri tarafı
Üsküdarî olup ancak bi-hasebi’l-iktizâ ol vaktde Kostantıniyye cânibine nakl iktizâ eyleyip
medîne-i merkûmenin erbâb-ı kulûb ve ashâb-ı hâle cây-ı cennet-misâl olan Koca Mustafâ
Paşa cânibinde sükûn ihtiyâr ve ol buk’a-i latîfe kurbünde bir cây-ı dil-güşâda karâr üzre iken
mütercem-i mezkûr müşerref-i ‘âlem ve bin toksan bir sâferinde ol ‘arz-ı şerîfde ‘arsa-i
vücûda vaz’-ı kadem eyleyip ba’dehû yine vâlideleri ile medîne-i Üsküdar’a menkûl ve ol
beldede neşv ü nemâ bulup sinn-i temyîz mertebelerine vüsûl buldukdan sonra tahsîl-i ‘ilm ü
ma‘ârif ve tekmîl-i âdâb u ‘avârif eyleyip sene bin yüz on bir târîhinde gül-bün-i bâg-ı
sa’âdet ü iclâle şeref-bahş-ı devlet ü ikbâl olan gül-gonca-i gülistân-ı ‘izz ü şân şeh-zâde-i
cevân-baht u ‘âlî-şân Sultân Hasan ibnü’s-Sultân Mustafâ Han hazretlerinin vilâdet-i şerîfleri
teşrîfâtından ol ‘asrda imâm-ı sultânî olup bülbül-i elhân olan ashâb-ı enfâs-ı tayyibenin
merd-i sâbık-ı meydânı ‘ulemânın ercümendi Sâlih Efendi’den mülâzım ve kırk akça
medreseden münfasıl oldukdan sonra bin yüz yigirmi beş Cumâdâ-yı âhiresinde şeyhü’l-
islâm ve müfti’l-enâm ‘Atâ’u’llâh Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile Fındıklı’da Monlâ
Çelebi Medresesine nâ’il ve bin yüz yigirmi tokuz Cumâdâ-yı ûlâsında meşâyih-i
İslâmiyye’nin bülendi fazîletli Ebû İshak İsmâ’îl Efendi hazretlerinden hareket-i hâric ile Hâs
Otabaşı Medresesine vâsıl ve bin yüz otuz bir Şevvâlinde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm
sa’âdetli fazîletli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden Vânî Efendi Medresesine ibtidâ-i dâhil
oldukdan sonra beyt-i şeyhü’l-islâmîde hidmet-i fetvâda olup müsevvid iken baht-ı siyâhı nâ-
müsâ’id-i resîden-i âmâl olup sene bin yüz otuz dört Muharremi hilâlinde dâr-ı bekâya intikâl
eyledi. Zâtı ma’mûr halîmü’t-tab‘ bir zât-ı bî-kusûr olup sudûr-ı kirâmın yanında
memdûhü’s-sıfât bir vücûd-ı cemîlü’z-zât idi. Bu birkaç güftâr bu mecelle-i celîleye tastîr
içün irsâl eyledigi eş‘ârlarındandır.
Beyt
Çemende revnak-ı gül âh-ı ‘andelîb iledir
Revâc-ı pâdişehî sûziş-i garîb iledir
Hemîşe tâbiş-i meh zulmet-i şeb ile olur
Anınçün etse de teşrîf o meh rakîb iledir
Ve lehû
Bir tebessüm kıl açılsın dîde-i âmâlimiz
Gül gül olsun reng-i rûy-ı devlet ü ikbâlimiz
Ve lehû
Dil-rübâ lutf-ı girânın hatta ta’lîk eyledi
Mû-şikâfâne o gül bilmem ne tedkîk eyledi
Hançer-i ser-tîz-i ahkâmın revân etdi tamâm
‘Âşıka her bir demi eyyâm-ı teşrîf eyledi
‘İLMÎ-İ DÎGER
Zümre-i dervîşândan medîne-i Selânik’den kendi vücûduna gadr ü hayf eyleyen ehl-i
keyf makûlesinden olup gürûh-ı Mevleviyân’dan bir dervîş-i dil-rîş idi. Tâze-zebân eş‘âra
pür-iktidâr oldugundan bu mecelle-i celîleye tastîr ve hasb-i hâlinden bu beyti tahrîr olundu.
Beyt
Tecerrüd mâ-sivâdan kalbi tathîr eyler ey ‘İlmî
Mücerred ol mücerred Hakk’ı bulmak isterisen sen
‘ULVÎ
Nâmı Hüseyin’dir. Burusa’da mütevellid olup zümre-i Sipâhiyân’dan idi. ‘Asr
şu‘arâsından olmagla tastîr ve güftârından bu beyti tahrîr olundu.
Beyt
‘Arz u i’lâma ne hâcet sûziş-i derd ü gamı
Sînede her mûy-ı ‘âşık bir zebân-ı hâl olur
‘ALÎ60
Resen-bâz-ı sâha-i ‘irfân olan vücûd-ı fâyıku’l-akrânı dârü’n-nasri ve’l-meymene
mahmiyye-i Edirne’den nümâyân olup ol beldede mevâlî-i kirâmdan Cânbâz-zâde ‘Osmân
Efendi’nin mahdûm-ı ma‘ârif-mersûmlarıdır ki zurafâ-yı vaktimizden hatt u imlâ ve şi‘r ü
inşâsı bî-nazîr ma‘rifetli bir şâ‘ir-i pâkîze-ta’bîrdir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
60 121, 13 ve 202'de yok.
Gazel
Gûş tutmaz figân-ı bülbülüne
Çatladım goncanın tegâfülüne
Kâkül-i müşk-bûyunu âdem
Degişir mi behişt sünbülüne
Çeşminin kasdı cânadır ey dil
Bakma sen gamzenin tecâhülüne
Bezm-i Cem’den hikâye nakl eyler
Gûş-ı cân tut sürâhi kulkulüne
Ülfet etmek hezâr ‘âşık ile
Resm-i dîrînedir Sakız gülüne
Ve lehû
Alırsın yanına agyâr-ı hârı ey gül-i ra’nâ
Demezsin ‘âşık-ı zâra batar bu vaz’-ı nâ-ber-câ
Ve lehû (rübâ’î)
Leylâ’ya veren hüsn-i dil-ârâ sensin
Mecnûn’u eden vâlih ü şeydâ sensin
İdrâk edemez sun’unu her ‘akl-ı fuzûl
Zîrâ ki nihân u âşikârâ sensin
‘AVNÎ
Ol mahdûm-ı ser-âmedin nâm-ı emcedleri Mehmed’dir. Necm-i tâli’-i sipihr-i
mahdûmiyyet olan zât-ı pür-şerâfetleri meh-i tâbân-ı burc-ı fazîlet ve bedr-i münîr-i târem-i
vâlâ-yı rıf’at ‘ulemâ-yı kirâmın bülendi Kevâkibî-zâde Mustafâ Efendi’nin mahdûm-ı
ercümendi olup şi‘r: 61 ÊUFLÒ*¼« v§ «—b� zM¦ SšI¼« ˆÒuLs SΫ— «‹« ‰öN¼«
Ê« 61 İni'l-hilâle izâ re’eyte nümuvvehu / Elkayte minhu bedren fi'l-leme’âni: Hilâlin gelişmesini görseydin, parlamakta onu, dolunay gibi bulurdun.
mâ-sadakına hem-hâl ve ‘âlem-i tufûliyyetden beri iştigâl-i kemâlin şeref-i bî-hemâli
ile zât-ı ‘âlîlerin istikmâl eyleyen mahâdîm-i kirâmdan bir mahdûm-ı fâyıku’l-emsâldir. Zât-ı
pür-nûr-ı bî-kusûrları bin yüz on beş târîhinde kuzât-ı ‘asâkirin dürre-i beyzâ-yı bî-mânendi
merhûm u magfûr Kara Ebû Bekir Efendi cenâbının Anatolu kâzî-’askerliginde mülâzım ve
tarîk-i tedrîse ‘âzim olup kırkdan infisâlleri tamâm ve ber-vech-i ‘âdet zât-ı vâcibü’l-
ihtirâmlarının bir medrese-i celîle ile ikrâm olunmalarının sûret-i takrîbîsi rû-nümâ-yı mir’ât-ı
kâm oldukda vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidimiz olan şeyhü’l-islâm hasenetü’l-eyyâm
fuzalâ-yı ülü’l-kadrin bülendi fazîletli Mîrzâ Mustafâ Efendi’den bin yüz yigirmi yedi senesi
evâyilinde ibtidâ-i hâric elli rütbesiyle tarîk-i ‘aliyyeye duhûl eylemiş idi. Hakkâ ki hümâ-yı
tab‘-ı âlîleri evc-i ma‘ârife mütesâ’id ve murâd üzre edâya hızâne-i zekâları müsâ’id bir
mahdûm-ı necâbet-mersûm olup şi‘r ü inşâda zât-ı pür-haysiyyetleri hâzır u âmâdedir. Bu
güftâr ol mahdûm-ı ‘âlî-kadrin cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Biz ki hâl u hat-ı dil-berle perîşân oluruz
‘Aklımız dagılır ol gamzeye hayrân oluruz
Dest-i ümmîdimiz etdikçe dile ibrâmı
Vasl içün yâre hemân kâle-fürûşân oluruz
Ruh-ı gül-gûnunu vasf eylesek ol sîm-tenin
Döşenip jâle-sıfat hâk ile yeksân oluruz
‘AVNÎ-İ DÎGER
Nâmı Yûsuf’dur. Vilâyet-i Rûmeli’nde Tırnovi kazâsından âşikâr ve gürûh-ı
mülâzımîn ve kuzâtdan ba’zı niyâbetlerle def’-i nevâ’ib ü ekdâr eder makûlesinden bir bî-
kayd-ı rûzgâr idi. Sene bin yüz yigirmi hilâlinde dâr-ı bekâya irtihâl eyledi. Güftârında
çendân halâvet ve âsârında murâd üzre letâfet yokdur. Mücerred kelâm-ı mevzûn
makûlesidir. Bu beyt anların olmak üzre tahrîr ve bu mecelle-i celîleye tastîr olundu.
Beyt
Hulûs üzre olan ‘âşıklara ‘aşk olsun ey ‘Avnî
Mahabbetden cihânda yohsa kim bir nâm kalmışdır.
Harfü’l-gayni’l-mu’ceme
Ba’d-ez-in harf-i gayn-ı mu’cemenin
Edip erbâbını yine tahrîr
Sebt edip anların da evsâfın
Eyledik bu varakda hep tastîr
GINÂYÎ
Ol pehlivân-ı ser-âmedin nâm-ı emcedleri Ahmed’dir. Mücâhidîn-i fî-sebîli’llâh
zümre-i şerîfesinden tîg ile kalemi cem’ eyleyen mecma’u’l-bahreyn-i hüner ü kemâlden ve
ol gürûh-ı muhteremin sipâhiyânının ehl-i ma‘rifet olan fâ’iku’l-emsâlinden olup tîn-ı
mahtûm-ı zât-ı makbûlü ser-rişte-i hâk-i ‘ıtrnâk-i İstanbul olmagla vâdî-i cemîlü’l-mebâdî-i
eş‘ârın dahı hâyiz-i kasabü’s-sebak-ı mizmâr-ı belâgati ve meydân-ı bî-pâyân-ı ‘irfânın dahı
ber-vech-i dil-hˇâh rahş-süvâr-ı pehnâ-yı fesâhati idi. Sene bin yüz beş hilâlinde dâr-ı bekâya
intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Felek bezminde câm-ı ârzû nâ-dîdedir şimdi
Humâr-ı ye’s ile çeşm-i emel hˇâbîdedir şimdi
Hemân bîhûde gerd-i reh-güzârı olma ey ümmîd
Kabâ-yı şâhid-i maksûd dâmen-çîdedir şimdi
GAVSÎ DEDE
Ol gavs-i zamân ve kutb-i devrânın nâm-ı emcedleri Ahmed’dir. Hazret-i Mevlânâ
kaddesena’llâhu bi-sırrihi’l-a’lâ hulefâ-yı ‘âlî-makâm-ı ülü’l-ihtirâmından olup Devlet-i
‘Aliyye-i Muhammediyye-i bî-zevâl ve debdebe-i asliyye-i saltanat-ı Ahmediyye-i
müttefaku’l-iclâlleri salla’llâhu ‘aleyhi ve sellem bi-’adedi men sekete ve kellem
hazretlerinin mazhar-ı esrâr-ı hadîs-i şerîf-i zšz«d�« vM� ¡Uš¾sU½ vצ« ¡UL*� 62 olan
62 Ulemâ'ün ümmetî ke'enbiyâ’i Benî İsrâ'îl: Ümmetimin âlimleri, İsrail oğullarının nebileri gibidir. Hadis: Keşfü’l-Hafa, C.II, s.4, no:144.
‘ulemâ-i kirâm-ı vâcibü’t-tebcîlden vâkıf-ı esrâr-ı Ahmedî ve vâsıl-ı âsâr-ı Muhammedî
Muhammediyye sâhibi efzal-i ‘ulemâ-i Rûm Yazıcı-zâde merhûmun rûh-ı kâlıb-ı ‘irfân olan
birâder-i cân-ber-â-beri Ahmed-i Bî-cân’ın evlâdından olup mahmiyye-i Kostantıniyye
dâhilinde cây-ı bî-hem-tâ Dâvûd Paşa İskelesinde gülmîh-i sakf-ı merfû’-ı beyt-i ‘ilm ü ifâde
merhûm u mebrûr Çivi-zâde Mescid-i şerîfi civârında ol ‘ârif-i hakîkat-dem ‘âlem-i mecâza
vaz’-ı kadem eyleyip mertebe-i sinn-i temyîzi tekmîl eylediklerinde ‘ulûm-ı zâhireyi kemâ-
yenbagî tahsîl eyleyip zât-ı bî-hemâllerin fazl u ‘irfân ile istikmâl eylediklerinden sonra ol
‘asrda Selânik kâzîsı olan İmâm-zâde Efendi merhûm ile medîne-i mezbûreye ‘azm ü hırâm
ve ol zât-ı sütûde-sıfâtın ol mansıbda keşf-i niyâbeti hidmetinde istihdâm olunup keşf-i
hidmetinde müstahdem iken şâhid-i maksûdun cemâlinden burka’-ı hicâb-ı ihticâb-ı dîdârı
dîde-i bîdârına keşf olup bu vech üzre zuhûra tecellî-i nûr eyledikde o peyker-i sâdıka ez-dil ü
cân ‘âşık olup kantara-i mecâzdan cenâheyn-i fikr ü müşâhade ile ‘ubûr ve cinân-ı ‘aşk-ı
hakîkîye lâhik olup li-münşi’ihî:
Geçdi teksîr-i sevâd-ı mülk-i sevdâdan hemân
Vech-i sırrîsi cihânın ana oldukda ‘ayân
güzârişince terk-i fikr-i cihân edip dü-dîde-i giryânından rîzân olan eşk-i hasret ü
nedâmet sûret-i zâhirde mâni’-i ârzû-yı sadr-ı şerîfleri olan evsâh-ı sûriyeye mebâdî-i tahâret
olup havz-ı bâli ser-şâr-ı cûşiş-i şevk-ı visâl ve bu cûş u hurûş ile bî-sabr u bî-mecâl olup
terk-i nevâyib-i niyâbet ve ihtiyâr-ı seyâhat edip Burusa diyârına ‘azîmet eyleyip ol ‘asrda
medîne-i Burusa’da Mevlevî-hâne şeyhi olan ‘umde-i ‘ulemâ zübde-i sulehâ meşâyih-i
Mevleviyye’nin fazîletmendi Sâlih Dede Efendi hidmetine cân ü dil ile âmâde ve ol gavs-i
zamân ve kutb-i dâ’ire-i ‘irfânın terbiyet-i şerîfelerine teslîm ü irâde getirip dört sene mikdârı
ol şeyh-i cemîlin feyz-yâb-ı meclis-i şerîfi olup hidmetlerinde müstahdem ve terbiyeleriyle
mugtenem oldukdan sonra yine ol şeyh-i latîfin nutk-ı şerîfi ile tarîkü’s-seyâhe Asitâne-i
Hazret-i Mevlânâ-yı Rûm’a medîne-i Konya’ya revân ve ol ‘arz-ı kîmyâ-etribede yıllarca
mihmân olup pûte-i iksîr-i hikmet olan külâh-ı âgâhîyi ber-ser ve bî-ceyb-i ârzû ve girîbân-ı
iltizâm olan hırka-i dervîşâneyi ber-dûş ve pâlheng-i dâg-ı iştiyâkın be-sîne müştâk eyleyip
miyân-beste-i hidmet-i fukarâ olarak çille-keş-i kemâl-i dervîşî kesb-i hâlet ve on altı sene
‘alet-tevâlî bu fakr u fenâ ile gâh bast-ı seccâde-i ikâmet ve gâh seyr ü seyâhat etmekle tayy-ı
menâzil ve kat’-ı merâhil eyleyip iktisâb-ı kadr ü menzilet eylediklerinden sonra medîne-i
Kostantıniyye’ye gelip Galata Mevlevî-hânesinde kârî-i Mesnevî ve hem-râz-ı esrâr-ı
ma’nevî olup bu hâl üzre güzârende-i eyyâm u leyâl iken işâret-i ‘âlem-i gayb ve istid’â-yı
fermân-ı lâ-reyb muktezâsınca medîne-i İstanbul’da Sultân Selîm Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-
gufrân Câmi‘-i şerîfi kurbündeki hânelerinde bir müddet ârâm ve ol dâr-ı inzivâ-medârda bir
zamân kıyâm eyleyip yine her bâr Kâsım Paşa şeyhi ‘azîz-i cemîl fâzıl-ı nihrîr es-Seyyid
Halîl Efendi’nin sohbeti ile safâ-yâb olmagla iktisâb-ı şeref-i bî-hesâb ederler idi. Ol esnâda
merkûm Halîl Efendi’nin ilhâh u ibrâmı ile Devlet-i ‘Aliyye ol ‘asrda Edirne’de olmagla
Galata Mevlevî-hânesi meşîhatini taleb etmek içün Devlet-i ‘Aliyye cânibine rû-be-râh
olmaga tasmîm ü ikbâl edip pâ-der-rikâb-ı ‘azîmet iken hikmet-i Hudâ âsitâne-i hazret-i
Mevlânâ tarafından nûr-ı ebsâr-ı sulehâ ve kurret-i ‘ayn-ı fukarâ Çelebi Efendi taraf-ı
bâhirü’ş-şereflerinden Galata Mevlevî-hânesi meşîhatinin ‘arzı bilâ-taleb bunlara vâsıl bunlar
da ‘azîmet-i sâbıkların te’kîd eyleyip ‘arz ile hem-râh olup cânib-i Edirne’ye rû-be-râh ve
‘arz mûcebince fermân etdirip yine cânib-i me’mûl olan taraf-ı İstanbul’a vüsûl ve bu takrîb
ile ol tekye-i pür-meymenetde seccâde-nişîn-i meşîhat olurlardı. Ol esnâda bu güftâr füyûzât-
ı gaybiyyeden secencel-i sadr-ı şerîflerinden zâhir ü âşikâr olmuş idi ki şöhreti beyne’l-fukarâ
ebyenü min-şemsi’z-zuhâdır.
Gazel
Kûre-i ‘aşk-ı Hudâ’dır hânkâh-ı Mevlevî
Pûte-i iksîr-i hikmetdir külâh-ı Mevlevî
Çeşm-i zâhir-bîni kullanmaz ma’ânî seyr eden
Dîde-i dilden zuhûr eyler nigâh-ı Mevlevî
Tûşesi ihlâsdır tecrîd-i dildir reh-beri
Dergeh-i maksûda ilter şâh-râh-ı Mevlevî
Mâli ta’dâd etmedin meyl eylemez mâl âdeme
Hâsılı ta’dâd-ı eşyâdır günâh-ı Mevlevî
Güft (ü) gûy-ı dehri Gavsî gûşuna koyma sana
Râstî nefy-i nişândır pençgâh-ı Mevlevî
Hikâyet: ‘Azîz-i merkûmun cümle-i kerâmâtından olmak üzre rivâyet olunur ki Galata
Mevlevî-hânesi meşîhati içün merhûm u mebrûr Edirne’ye varıp meşîhat-ı merkûmeyi alıp
geldiklerinde bu makûle şey’ ile ülfet-güzâr olmadıklarından seleflerinin kaydını bozdurmak
hâtır-ı şerîflerine hutûr etmeyip öylece gelip seccâde-nişîn olmuşlar. Selefleri olan şeyh
Edirne’ye rû-be-râh u rûy-mâl ve Dîvân-ı Hümâyûna ‘arz-ı hâl eyledikde kaydına nazar
olunup meşîhat-ı merkûme hâlâ senin üstündedir deyip Çelebi Efendi’nin kâgıdı olmaksızın
berâtini tecdîd eyleyip İstanbul’a gelip bu zuhûr ile Gavsî Dede’yi bî-huzûr eyledikde
sâlifü’z-zikr Kâsım Paşa şeyhi es-Seyyid Halîl Dede mütercem-i merkûme Elbette yine
Edirne’ye gidip itmâm ve emrine bir nizâm vermek gereksin. deyü ibrâm-ı tâmm eylediginden
tekrâr Edirne’ye rû-be-râh olup bunlar dahı dîvâna ‘arz-ı hâl edip tekye-i merkûmeyi taleb
eyledikde müsâ’ade olunmayıp def’ ile cevâb verildiginden bir mikdâr igbirâr hâsıl olup
kendi kendine Bizim husûsumuz husûl-pezîr olmaga devlet İstanbul’a gelmege muhtâcdır.
deyü nutk eyleyip İstanbul’a ric’ at buyururlar. Hikmet ol esnâda pâdişâh-ı vâlâ-cenâb Sultân
Mehemmed Han hazretleri bilâ-sebeb mine’l-esbâb def’î İstanbul’a teşrîf buyurmak ârzû
buyurup İstanbul cânibine teşrîf ü vusûl ve dogru Ok Meydânı’na nüzûl buyurup anda meks
esnâsında bir gün rahş-süvâr olup Galata Tekyegâhının sa’âdetle pîşgâhından ‘ubûr ederken
fukarâ-yı Mevleviyân’dan birkaç dervîş-i dil-rîşe duçâr olup Bu tekyede hâlen şeyh kimdir?
deyü istifsâr ve ba’zı hâllerinden istihbâr buyurduklarında fukarâ vâkı’-ı hâli ve ser-güzeşt-i
mâziyeyi nakl ü beyân ve fukarânın bi’l-cümle marazîsi Gavsî Dede olup kendiden dervişân-ı
şâkirîn iken ma’zûl ve şeyh-i dîger tekyegâha mevsûl kılındıgın ol gürûh-ı sâdıku’l-etvâr
pâdişâh-ı gerdûn-iktidâra ihbâr etmeleriyle devlet ü sa’âdet ile anlar dahı Gavsî Dede’yi
tercîh buyurup ‘inâyet-i şâhânelerine şâyân ve tekye-i merkûmeyi Gavsî Dede’ye keremim
olmuştur ölünceye dek kimesne ta’arruz eylemesin. deyü bir hatt-ı şerîf ihsân buyurmalarıyla
tekrâr meşîhat-ı hikâyet-i garîb bi’z-zât kutb-ı ‘âlemden Gavsî Dede cenâbına nasîb olup
tekye-i merkûmede yigirmi bir sene ‘ale’t-tevâlî meşîhat eylemişlerdir. Miyâne-i meşâyih-i
kirâmda makbûl-ı enâm meşhûd-ı bi’l-hâl bir şeyh-i ‘adîmü’l-emsâldir. Ol şems-i ufk-ı
kemâl sene bin yüz tokuz târîhinde irtihâl ve ol sâlin Cumâdâ-yı ûlâsının beşinci çihârşenbe
günü âftâbın gurûbuyla bile gurûb eyleyip intikâl eyledi. ‘Ulûm-ı bâtına ve zâhirede ma’mûr
bir zât-ı ma‘ârif-mevfûr oldugundan mâ-’adâ şi‘r ü inşâsı gâyet latîf bir vücûd-ı şerîf idi. Nice
na’t-ı şerîfleri ve lisân-ı tasavvufda nice eş‘ârı ve zebân-ı mecâz üzre gazelleri ve bunun
emsâli nice âsârı vardır ki her biri bir revnak-ı mecmû‘a-i ma‘ârif ve ser-levha-i dîbâce-i
letâ’if-nâme-i zarâyifdir. Ez-cümle bu gazel-i bî-nazîr ve bu birkaç beyt-i dil-pezîr ol şeyh-i
cemîlin zâde-i tab‘-ı ‘âlem-gîrlerindendir.
Gazel
Ruh-ı piyâleye dil dâg dâg-ı hasretdir
Hemîşe rîhte-rûgan çerâg-ı hasretdir
Serimde âteş-i ‘aşkınla dâg-ı teslîmim
Şüküfte bir gül-i sad-berg-i bâg-ı hasretdir
Fetîli çâr-sûy-ı nâr-ı ‘aşkdan yanmış
Metâ’-ı hüsn ü bahâ dilde dâg-ı hasretdir
Hümâveş etme ta’alluk cihâna ey Gavsî
Konan dıraht-ı ümîd üzre zâg-ı hasretdir
Ve lehû
Der-i dil-ber ‘ibâdet-hânedir mey-hâneden sonra
Ser-â-pâ secdedir ‘âşık iki peymâneden sonra
Sen ol zâhid hasedle ragmına mey-nûşdur Gavsî
Karîn-i magfiretdir vaz’-ı küstâhâneden sonra
Ve lehû
Âsiyâb-ı cevre kendim geldigim ‘ayb eyleme
Biz de ma‘nâ hırmeninden sıçramış bir dâneyiz
Harfü’l-fâ
Harf-i fâ’da edip tetebbu’-ı tâm
Edip imkânı rütbe istikrâ
Ketbe şâyân olanları yek-ser
Bir bir etdik netîce hep imlâ
FÂ’İZ
Ol gül-gonca-i ser-sebz-i gülşen-i siyâdetin ve ol bülbül-i şîrîn-dâstân-ı gülistân-ı
ma‘rifetin nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’r-rahîm olup encüm-i tavâli’-i menâzil-i
‘irfâna sipihr-i refî’ü’ş-şân olan belde-i tayyîbe-i ma‘ârif-kân Kostantıniyye-i bî-’adîl ü bî-
akrândan hemçü kamer-i sa’d-iktirân tâli’ ü nümâyân olmuşlardır. ‘Asr-ı Sultân Mehemmed
Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrânda ‘ulemâ-yı kirâm miyânesinde müsellem ü
mümtâz ve Devlet-i ‘Aliyyede mansıb-ı celîl-i nekâbetle ser-firâz olup Rûmeli pâyesin ihrâz
eyleyen şürefâ-yı ülü’l-kadrin bülendi Es’ad-zâde es-Seyyid Mehmed Sa’îd Efendi’nin
birâderleri olup anlar dahı tarîk-ı ‘aliyyede Burusa kazâsı mertebesin ihrâz ve beyne’l-akrân
ma’rûf u mümtâz olan Es’ad-zâde es-Seyyid Mehmed Ebu’s-su’ûd Efendi’nin mahdûm-ı
ma’âlî-mersûmları ve dahı bu mecelle-i celîle-i letâfet-şi’ârda evsâf-ı şerîfleri ile iftihâr
eyledigimiz ‘allâme-i cihân fâzıl-ı devrân beşer-tıynet melek- haslet hakîkat-âgâh ‘ârif-i
bi’llâh ebu’l-’avârif ümmü’l-ma‘ârif ‘imâdü’d-dîn-i hıtta-i ‘irfân mîr-livâ-yı nükte-şinâsân
kuzât-ı ‘asâkirin bülendi merhûm u magfûr ‘Abdü’l-bâkî ‘Ârif Efendi’nin dâmâd-ı ma‘ârif-
nijâdıdır ki ol efzal-i fuzalâ-yı Rûm-ı fezâ’il-mersûmun zât-ı ‘ârif ü âgâhlarının evsâf-ı
cemîleleri ma‘ârif-i celîleri makarr-ı ‘ulûm olan sudûr-ı enâmda ma’lûm ve sahâyif-i letâyif-i
her-dil-i ‘ârifde mersûmdur. Bunlar dahı ol fazîlet-perverin hatn-i necâbet-güsteri olup onlar
bezm-i cihânda ma‘ârif ü efzâlde ‘alem oldukları gibi bunlar da müsellem olup ‘ulûm-ı
vâlâyı anlardan ve yegâne-i ‘asr olan Kara Halîl Efendi merhûmdan ve Demürkapulu
Süleymân Efendi merhûmdan ve Şehirli-zâde merhûmdan ahz edip fâyiz-i maksûd oldular ve
ke-zâlik kayın ataları merhûm hüsn-i hatt-ı ta’lîkın hurdesinde hurde-gîr ve celîsinde celî-
rütbe oldukları ser- safha-i cihâna gün gibi nümâyân oldugu gibi bunlar dahı ol zât-ı
melekiyyü’s-sıfât-ı meşhûrü’l-âfâka ber-vech-i tıbâk fâ’iz-i ihrâz-ı rütbe-i vifâk olup
perveriş-yâfte-i enâmil-i şîrîn-şemâyili olan hüsn-i hatt-ı cihân-âferînleri ol rütbeye
muvâfakati ahsen-i zeyn ile tezyîn eyleyip beyne’l-enâm bâlâ-nâm-ı akrân ve hareket ü şîve-i
hatt-ı ‘İmâdânede müşârün bi’l-benândır. Hakkâ ki ol ‘ârif-i pür-ma‘ârifin lâyık-ı hânedânı
bir dâmâd-ı ma‘ârif-nijâd-ı müstecmi’ü’l-’avârifidir. Zât-ı sütûde-sıfâtları merhûm u mebrûra
akreb-i karîb olup zâhirde karâbet-i sıhriyyelerinden mâ-’adâ ma‘ârifde dahı ber-vech-i tâm
karâbet-i ma’neviyyesi oldugu mâlâ-kelâmdır. Bu da’vî’i isbâtda hüsn-i hatt u ‘irfânından
gayrı şuhûd-i ‘udûlden bu şâhid-i ‘adl kâfî ve bu müdde’âyı istidlâl etmekde bu delîl-i
kâmilü’l-bürhân vâfîdir ki kayın ataları merhûm hazretleri zamân-ı sıhhatlerinde hezâr âsâr-ı
celîleye min-’indi’llâh tevfîk olunup nice perâkende kütüb-i ‘adîdenin hâmişlerinde ol
mahallin ma‘nâ-yı muhtelifesin hall-i gunyetü’l-vâkıfîn ile cem’ u telfîk ve mebâhisde sübût-ı
fazlı müsellem bir fâzıl-ı ‘arîf-i sâhibü’t-tedkîk ve âsâr-ı kalem-i şerîfleriyle ihyâ’ü’l-’ulûm
eyleyip bî-hadd ü vefîr kütüb-i kesîreye tahrîr etmekle etrâf-ı kütübde kemâlât u ‘irfânın
tahkîk eylediklerinden mâ-’adâ tab‘-ı ‘ârif-i müstecmi’ü’l-ma‘âriflerinden akvâl-i sahîhayı
ihtivâ etmek vechi üzre zebân-ı Türkî’de bir Siyer-i bedî’ü’l-inşâya mübâşeret buyurup ol
kâmil-i fenn-i her-kemâl kand-i nebât-ı mahbere-i kemâlâtından ol te’lîf-i bî-akrânda ser-
cümle münşiyân-ı selefi halef eyleyip halk-ı cihâna endâhte-i verâ-yı tâk-ı i‘tibâr u nisyân
etdirmiş idi. Fe-ammâ ol fâzıl-ı dikkt-perver kümeyt-i refrefiyyü’s-seyr-i kilk-i terin meydân-
ı inşâda bu minvâl üzre seyr etdirip Siyer-i mezbûru keşîde-i silk-i beyân ve hokka-i tahkîk
ve mahbere-i tedkîkdan bu gıdâ-yı rûh-ı ehl-i ‘irfân ve Âb-ı Hayât-nâm-ı bî-fenâ olan eser-i
celîlü’ş-şân henüz encâm-resîde olmadın rıhletleri rû-nümâ ve ‘ömr-i ‘azîzleri vefâ
etmediginden ol Siyer-i sütûde-eser nâ-tamâm ve dest-i tetâvül-i rûzgârdan müsveddesinin
evrâkı perîşân u bî-nizâm belki miyâne-i eczâdan ba’zı varak-pâreler zâyi’ olup muhtâc-ı
ihtimâm ve hitâmından birkaç cüz’ mikdârına fi’l-asl merhûm u mebrûrun kilk-i nâdire-senci
vaz’-ı erkâm etmedin harem-sarây-ı bekâya hırâm buyurmaları ile ma‘ârif-nijâd olan
mütercem-i mezkûr dâmâdları ol Siyer-i cemîlü’s-seyri tebyîz ü tahkîk ve zâde-i tab‘-ı
mülhemlerinden perâkende vü perîşân olan mahallerin cem’ ü telfîk eyleyip hitâmından
noksân olan eczâyı belîgâne bir inşâyı latîf ile hatm ü ihtitâm ve ol gülşen-i hezâr-mahâsine
bir rütbede nizâm vermişdir ki bir ‘ârif-i âgâh kumâş-ı dil-pezîr-i edâsında nîme-pâre-i
tetmîm olan mahallerde cüst (ü) cû eyleyip hezâr ihtimâm eylese yek-laht ve yek-edâdır deyü
‘azm-i sahîh ile cezm edecegi mâlâ-kelâmdır. Li-münşi’ ihî:
Bâreka’llâh zihî şibh-i tamâm
Şebeh-i külli-i her-haslet-i tâm
Mâ-sadakdir mesel-i mâ-sebaka
Ki denir zI¾¹ Òs– o§«Ë 63
Mütercem-i mezkûr-ı ma‘ârif-mevfûr bin toksan yedi târîhinde şeyhü’l-islâm müfti’l-
enâm Ankaravî Mehmed Efendi merhûmdan mülâzım ve tarîk-ı tedrîse ‘âzim olup bin yüz
altı târîhinde merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr âlü’s-sadr ve kamerü’l-
bedr melek-hasletlerin bülendi Sadrü’d-dîn-zâde Mehmed Sâdık Efendi’nin def’a-i ûlâsında
ibtidâ-i hâric elli ile sâdise-i Sarây-ı İbrâhîm Paşaya dâhil-i tarîk ve rüfekâ-yı şeh-râh-ı tedrîs
olan müderrisîn-i kirâm hazarâtına refîk olup bin yüz tokuzda sadrü’ş-şehîd-i vâlâ-câh es-
Seyyid Feyzu’llâh Efendi merhûmdan hareket-i hâric ile sâniye-i Mehmed Paşaya kıyâm ve
bin yüz on birde yine anlardan hareket-i misliyye ile Defterdâr Yahyâ Efendi Medresesine
hırâm eyleyip bin yüz on dörtde dâhil rütbesiyle yine anlardan Zeynî Çelebi Medresesi ile
ihtirâm olundukdan sonra bin yüz on beşde Lâdikî Mehmed Efendi’nin def’a-i sâniyesinde
mûsıla-i Sahn ile Haydar Paşa Medresesine vâsıl olmagla ter ü tâze-i bezm-i neşât ve bin yüz
on altı târîhinde şürefâ-yı ülü’l-kadrin bülendi Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi’nin
def’a-i ûlâsında tekrâr mûsıla-i Sahn ile Şeyhü’l-islâm Yahyâ Efendi Medresesi ile tarîkında
ihtiyât buyuruldukdan sonra ba’dehû yine es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmdan Medâris-i Sahn-
ı Semândan biriyle mesrûrü’l-fu’âd ve yine anlardan ibtidâ-i altmışlı ile Murâd Paşa-yı ‘Atîk
Medresesiyle ber-murâd ve yine anlardan altmışlı hareketiyle sâniye-i Sarây-ı Galata ile
sarây-ı ârzûların âbâd eylediginden sonra pîr-i rûşen-zamîr-i melek-hısâl şeyhü’l-islâm-ı
mifzâl Mehmed Sâdık Efendi merhûmun def’a-i sâniyesinde yine haraket-i misliyye ile Zâl 63 Vâfaka Şennun Tabaka: Şen, Tabaka’ya uygun oldu.
Paşaya kıyâm ba’dehû pîr-i pür-nûr âb- rûy-ı şühedâ-i buhûr merhûm u magfûr el-vâsılu ilâ
bahri rahmeti Rabbihi’l-gafûr meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi Ebe-zâde ‘Abdu’llâh
Efendi’nin def’a-i ûlâsında mûsıla-i Süleymâniyye ile Kara Mustafâ Paşa Medresesine hırâm
eyleyip ol medresede kıyâm üzre iken medâ-yı bâsıra-i çeşm-i hayâl ve nazargâh-ı dîde-i
ümmîdi olan fezâ-yı me’mûl-i bâline revzen-i tâli’-i pür-hicâbı mâni’-i resîden-i âmâl olup
zahmet-keş-i tarik ve hareket-i ‘alâ-mâ-yelîk ederek Süleymâniyye Medresesine hasbe’t-tarîk
dîde-dûz-ı nigâh iken ber-muktezâ-yı baht-ı siyâh ba’zı istirâk-ı sem’i hasbîce i’tiyâd eden rû-
siyâh ve tünd-hûy u bed-nihâdlar ol ‘asrda şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm olan merhûm u
magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi Paşmakçı-
zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi hazretlerini bunların ba’zı ezkâr-ı nâ-sezâsı ile tekdîr ve
mütercem-i mezkûrun hakkında nice vâkî olmadık ekâzîb ü erâcîf tasvîr eyleyip ol
müfterîlerin kendüye isnâd eyledikleri mâddede kulâme-i zufr kadar günâhı ve esnâ-yı zikrde
şeyhü’l-islâm hazretlerine hayr du‘âdan gayrı nesneden haber ü âgâhı yogiken hilaf-ı me’mûl
kazâ-i Magnisa ile kazâya dûş olup mahzûn u magdûr ve nice zamân bu gadr-i ‘ayân ile kazâ-
yı mâ-fâta çeşm ü gûş olup muntazır-ı sürûr iken şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm meşâyih-i
İslâmiyye’nin himmet-i bülendi fazîletli Ebû İshak İsmâ’îl Efendi hazretleri sadr-ı fetvâya
teşrîf eyleyip evvelâ sene bin yüz yigirmi tokuz târîhinde Medîne-i münevvere pâyesi ve bir
iki arpalık ile ihtirâm eylediginden sonra ba’dehû bin yüz otuz Rebî’inde Galata kazâsıyla
ikrâm buyuruldular. Bu mecelle-i celîleyi esnâ-yı tahrîrde ol mansıb-ı celîlden ma’zûl ve
hisse-i şâyi’aları olan Bilâd-ı Selâse’den birine muntazır-ı dest-resîden-i vusûl idiler. Hakkâ
ki zât-ı şerîfleri her vechile ikrâma sezâ ve böyle pâdaşlarından gerü kalıp pes-mânde-i
ihtirâm olmak degil anlara takaddüm eylese lâyık u ahrâdır. Erbâb-ı ‘irfândan nat’-ı hayâl-i
‘irfânda ferzâne bir merd-i dilîr-i bî-bahânedir. Fazl u kemâlinden fazla ol bülbül-i gülzâr-ı
eş‘ârın âsâr-ı celîlü’l-mikdârına nihâyet ve Türkî ve Fârisî pâkîze gazellerine husûsan
kasâ’id-i şâ‘irânesine hadd ü gâyet yokdur. Âsârlarından bu mikdârı tastîr ve bu mecelle-i
celîlemize sebt ü tahrîr olundu.
Gazel
Feryâdımız ol yâre de agyâre de kalmaz
Âh-ı dil-i bülbül güle de hâre de kalmaz
Tîg-i nigehin kim tokuna bir dil-i zâre
Sad-pâre de olmazsa o yek-pâre de kalmaz
Evrâk-ı kitâb-ı emelim etdi perîşân
Cem‘iyyet-i dil çarh-ı sitemkâre de kalmaz
Zülfünden anın oldu nice murg-i dil âzâd
Ol dâmda kebg-i dil-i âvâre de kalmaz
Elbette gelir yoluna etdikleri Fâ’iz
Hûn-i dilimiz gamze-i hûn-hˇâre de kalmaz
Ve lehû
Ne dem esb-i fiten ü nâzı o âfet koparır
‘Âlemin başına gûyâ ki kıyâmet koparır
Var mı bir ‘âşık-ı dil-sûhte kim ‘âlemde
Nahl-i hˇâhişden o nev-bâve-i vuslat koparır
Bahr-i gamda nice gird-âb-ı mihen zâhir olur
Fülk-i ümmîd ne dem lenger-i hasret koparır
Gird-bâd-ı elem-i hasreti yârin Fâ’iz
Sâha-i dilde nice gerd-i melâmet koparır
Ve lehû
Ser-mest-i câm-ı ‘işvedir ol sîm-ten dürüst
Olmuş tamâm neşve o şûriş-fiken dürüst
Pây-ı cefâyı sahn-ı dile bin niyâz ile
Mânend-i serv basdı o gül-pîrehen dürüst
Dâg-ı siyâh-ı sîne degil safha-i dile
Mühr-i cefâyı urdu o bî-dâd-ı fen dürüst
Memnûn-ı va’d-i vaslın olurdu dil-i hazîn
Olsa kelâmın ey büt-i peymân-şiken dürüst
Fâ’iz cihânda câme-i nâz u girişmeyi
Ol serv-i bâg u behcete dikmiş diken dürüst
FÂ’İZ-İ DÎGER64
Şâmlı ‘Alî Aga demekle şöhret-şi’âr ve Sarây-ı Hümâyûnda terbiyet-kerde olup sır
kitâbetinden kapucu başılıgla taşra çıkma bir merd-i celîlü’l-mikdâr olup ‘asrın şu‘arâsından 64 M’de Fâ’iz.
ve vaktin zurafâsındandır. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.65
FÂ’İZ-İ DÎGER66
Nâm-ı nâmî ism-i girâmîleri ‘Abdu’llâh’dır. Terceme-i hâlleri birâderleri Şâm-ı şerîf
kazâsından ma’zûlen intikâl eyleyen Kerîm-zâde Refdî Efendi merhûmdan istifsâr olundukda
bi’aynihî böylece ihbâr eylediler ki “mütercem-i mezkûr pederimiz Sâmi’î ‘Abdü’l-kerîm
Efendi’nin mahdûmu olup kırkdan infisâlinden sonra sene bin toksan beş târîhinde
Sarâybosna’da Malkoç Efendi Medresesine müderris olup ba’dehû ol medresede hâric
i‘tibârı olup ba’dehû hareket-i hâric ba’dehû dâhil i‘tibâr olunup medîne-i Kostantıniyye’de
bizim ile bile olurlar idi. Vatan-ı aslîleri diyâr-ı Bosna’ya haremin götürmek içün rû-be-râh
ve ol tarafa vardıkda sene bin yüz târîhinde bi-emri’llâhi te’âlâ mebtûnen intikâl eyledi”.
Mütercem-i mezkûrun birâderleri merhûmun nakline göre terceme-i sahîhi bu minvâl üzre
olup ‘asrımızda ketb ü tahrîr olunan sâ’ir tezkire ve târîhler takrîbî tahrîr olunmuş ber-mestûr
ve bizim birâderlerinden haberdâr oldugumuz vech üzre olmayıp zš§ UL� È—œ« —«b¼«
V0U# 67 kâ’idesinden dûrdur. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Matla’
Vücûdum tâb-ı hicrinle ser-â-ser dâg dâg olsun
Miyân-ı bezm-i mihnetde söyünmez bir çerâg olsun
(20) FÂYİZ
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Efvâh-ı nâsda Börekçi-zâdelikle şöhret-şi’âr bir şâ‘ir-i
pohte-güftârdır. Maskat-ı re’sleri olan dârü’n-nasri ve’l-meymene şehr-i Edirne’de Emîniyye
müderrisi olup şi‘r ü inşâsı ve fazîleti makbûl ve hatt u imlâsı pesendîde-i fuhûl olmagla
huzûr-ı hümâyûnda derse intihâb olunan vücûd-ı şerîflerden bir zât-ı müstetâb idi. ‘Asrında
nice güftâr-ı şâ‘irânesi ve bî-had letâyif-i nâzikânesi elsine-i nâsda şöhret-şi’âr olan zarîf-i
rûzgârdandı kim her bir latîfe-i nâziki tahrîr olunmak olsa ser-mâye-i neşât-ı ahbâb ve
mezâmîn-i dil-sitân cem’ olup tastîr olunsa bi-re’sihî mücelled bir kitâb olurdu.
Latîfe: Mütercem-i mezkûrun cümle-i letâyifindenir ki ol ‘asrda şehr-i Edirne’de
65 Nüshalarda metin yok. 66 M’de Fâ’iz. 67 Sâhibü’d-dâri edrâ bimâ fîhi: Ev sahibi, evin içindekini en iyi bilen kişidir.
âvâze-i medâyih-i ‘âlem-gîri şöhre-i her-şehr ü her-iklîm olan zât-ı nazîr-’adîm şâ‘ir-i
tabî‘at-ı selîm Hânende-Nazîm Çelebi ki ol vaktde Gırbâl nâmına bir perî-sîmâya hem-âgûş-ı
ibtilâ oldugu mahaller bir meclis-i safâ-güsterde mütercem-i mezkûr ve sâbıku’z-zikr Nazîm
Çelebi ve mahdûm-ı mezbûr cem’ olup yârân-ı safâ Nazîm Çelebi’den meclise münâsib bir
fasl istid’â eyleyip Nazîm üstâd dahı erbâb-ı meclisi zevk-yâb-ı enfâs-ı tayyibesi eyleyip
birkaç nâzikâne beste ve semâ’î âgâze eyleyip gûşlar leb-rîz-i feyz-i elhân ve erbâb-ı ülfet bu
gıdâ-yı rûhânî-i şevk-bahş ile zevk-yâb-ı sohbet-i cân olup âgâze tamâm oldukdan sonra
herkes yer yer ahsent nagmesiyle terâne-i istihsâna kıyâm eyledikde mütercem-i mümtâz dahı
medh ü senâya nâzikâne âgâz eyleyip “el-hak Nazîm-i nâ-dîde-i rûzgârın mertebe-i şânı nice
inkâr olunur, hak bu ki dîde-i insâf ile nigerân olunsa zümre-i hˇânendegânda gırbâl üstüne
gelen hˇânendelerin eslah u a’lâsı bir merd-i bî-nazîr ve mecmû‘atü’l-ma‘ârif bir zât-ı nâzik-
ta’bîrdir” dedikde yer yer ahbâb leb-rîz-i tebessüm belki cûş-â-cûş-ı hande olup vâfir zamân
bu mazmûn-ı dil-sitân şehr-i Edirne zurafâsına mâye-i neşât ve ol diyârın âlüftegânına ser-
mâye-i inbisât olup vird-i zebânları olmuş idi. El-hâsıl bir şâ‘ir-i mâhir-i nâzik-sohbet ve bir
ehl-i ‘ilm-i zât-ı pür-ma‘rifet idi. Sene bin yüz otuzda mahmiyye-i Edirne Sultân Bâyezîd
müderrisi iken intikâl eyledi. Müretteb Dîvân-ı belâgat-’unvânı ve miyân-ı şu‘arâda hayli
nâm ü şânı vardır. Bu birkaç güftâr ol zâ-ı ‘âlî-mikdarın âsârındandır.
Beyt
Erişmez oldu gûşuna âh ü figânımız
Ol nahl-i nâz var ise artırdı kâmeti
Ve lehû
Kan eylemeden ol gözü hûnî hazer etmez
Bin küşte yatır reh-güzerinde nazar etmez
İşler geçiyor sînemize nâvek-i gamzen
Kim tîr-i kazâ etse dahı ol kadar etmez
Cân ile harîdâr-ı metâ’-ı gam-ı ‘aşk ol
Bir fâ’ide etmezse de Fâ’iz zarar etmez
Ve lehû
Besdir misâl-i cevher-i ferde dehân-ı yâr
Söylen hakîme yok yere gavgâda olmasın
Ve lehû
Teşrîfin ile hânemi reşk-i İrem eyle
Aglatma beni iki gözüm gel kerem eyle
‘Ahd eyledi öpdürmege pâyın gelicek ‘îd
Yâ Rab sen o meh-pâreyi sâhib-kadem eyle
FÂYİŻ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Hıtta-i ‘irfân u isti’dâd olan Kostantıniyye’de a’dâd-
ı ‘idâd-ı ma‘ârif-şinâsânlara ta’dâd-ı evvelîn-i ma’dûd ve heft-iklîm ü çihâr-gûşe-i cihânın
yek-tâ-revişân-ı vâdî-i ‘irfânından sânîsi nâdir olan bir vücûd olup âhâd-ı ricâlü’l-kemâlden
bir ferd-i merd-i kâmil ve efrâd-ı ma’dûdîn-i bi’l-kemâlden bir zât-ı sütûde-şemâ’ildir ki
erbâb-ı güftâr miyânesinde Yigirmi Sekiz Çelebi deyü şöhret-şi’ârdır. Devlet-i ‘Aliyyede
Yeniçeriyân-ı dergâh-ı ‘âlî dâmet müstemirreten bi’l-me’âlî Ocagında sansuncu başılık
rütbesin ihrâz ve emsâl ü akrânı miyânesinde ‘izz ü şân ile ser-firâz olan Süleymân Aga-nâm
merd-i dilîrin semere-i şecere-i tayyibe-i vücûd-ı bî-nazîrleri olmagla Süleymân Aga-
zâde’likle dahı şehîr idiler. Ol ma‘rifet ü kemâl ile şöhre-i âfâk olan merd-i celîl-i hasenü’l-
vech-i hüsnü’l-ahlâk ‘uhde-i zimmetlerinden şecâ’at ve sadâkatlerinden gayrı bir nesne
matlûb olmayan gürûh-ı müstetâbdan iken hüner ü kemâl ile ârâste anlardan böyle bir zât-ı
sütûde-sıfat zuhûr eylemek nâdire-i kâ’inâtdandır. Ol zât-ı ma‘rifet-râtib tarîk-ı ‘asliyyesinde
kat’-ı merâtib eyledikden sonra zât-ı vâlâ-nisâblarının ‘irfânı kendülere ser-mâye-i kâm-rânî
olup tarîkında iki def’a muhzır aga oldukdan sonra yeniçeri efendiligi ile ser-firâz ba’dehû
şıkk-ı sâlis defterdârlıgı ile akrânından mümtâz olup ‘akl ü firâsetleri hüsn-i behcetleri gibi
müstahsen ve vücûd-ı bih-bûdları mecmû‘a-i hulku’l-hasen oldugundan sene bin yüz otuz
târîhinde vâkı’ olan sulha Nemçe tarafına mükâleme hidmetine me’mûr olup ba’de edâ’i’l-
hidme baş muhâsebe ile pür-ikbâl olup ba’dehû Fransa cânibine elçilik ile irsâl olunup esnâ-
yı tahrîr-i tezkiremizde ol hidmetden dahı edâ-i hidmet edip Devlet-i ‘Aliyye cânib-i şeref-
bahşına gelmişler idi. Nâdire-i devrândan bir vücûd-ı pür-’irfân olup ‘akl ü firâseti ve ma‘ârif
ü kiyâseti cem’ eyleyen mecmû‘a-i bî-akrândandır. Bu birkaç beyt-i dil-ârâ ol zât-ı hüner-
perverin zâde-i tab‘-ı ‘âlem-ârâları olan âsâr-ı bî-hem-tâlarındandır.
Beyt
Sipihre şu’le-i âh-ı derûn resân olsun
Felekde gün gibi ‘aşkım sana ‘ayân olsun
Visâle nâ’il olursun zamânı var der idin
Kanı o va’deler ey âfet-i cihân olsun
Ve lehû
Va’d-i ferdâ-yı visâle dâgdârın bir midir
Subha dek encüm-şumâr-ı intizârın bir midir
Ve lehû
Âyîne-i hüsnün göreli hayretimiz var
Sîm-âb gibi bir dil-i bî-tâkatimiz var
FÂYİŻ-İ DÎGER
Nâm-ı cemîli Halîl’dir. Velvele-i nâmı sipihr-i heftümde resîde-i gûş-ı Behrâm olan
Kostantıniyye şehrinden Yedikule-nâm mahalden zuhûr-yâfte olmuş âteş-pâre tabî‘at bir
şâ‘ir-i sütûde-menkabet ve zât-ı ma‘ârif-perveri Câbî-zâde demekle pür-şöhret bir merd-i pür-
ma‘rifet olup ‘akl-ı mebâdîâsâ fikr-i hendesîsi be-gâyet sâhib-i zihn-i garrâ bir zât-ı vâlâdır
ki ‘ilm-i felekiyyâtda âvâze-i zihn-i serî’ü’l-intikâli müsellem ü mümtâz ve tabaka-i eflâkde
hümâ-yı tab‘ı bülend-pervâz oldugundan mâ-’adâ şi‘r ü inşâda dahı ser-firâz olup ‘asrın
şu‘arâsından ve vaktin zurafâsından bir merd-i suhan-sâzdır. Bu güftâr-ı pâk ol şâ‘ir-i
sencîde-tab‘ın zâde-i zihn-i çâlâklarındandır.
Beyt
Oldu dil fart-ı hücûm-ı gamla ber-bâd ü harâb
Hâne-i mir’âtı seyl-i eşk vîrân eyledi
Sırr-ı ‘aşk-ı yâri pûşîde kıyâs eyler gönül
Zann eder fânûs-ı şem’-i bezmi pinhân eyledi
FÂYİŻ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’llâh’dır. Ol rahş-süvâr-ı meydân-ı ma‘rifet
Sarrâc-zâde demekle pür-şöhret olup râkib-i hayl-i cemîlü’r-rükûb-ı mülâzemet ve ol tevsen-i
her-reh-âşinâ ile tarîk-ı kuzâta ‘azîmet ve ba’zı menâsıb ile karîn-i rıf’at olmuşdur. Kitâbet-i
nesh ü sülüsde mahâreti oldugu beyne’l-akrân ke’ş-şemsi celî vü nümâyândır. Sâ’ir
ma‘ârifinden fazla şi‘r tarafı dahı ma’mûr bir zât-ı ma‘ârif-mevfûrdur. Bu güftâr âsârındandır.
Gazel
Şarâb-ı la’l ile mestiz humârımız yokdur
O cûy-ı pür-mey-i ‘aşkız karârımız yokdur
Biz ol nesîm-i gamız kim bu bâg-ı ‘âlemde
Kenâr-ı meclis-i yâre güzârımız yokdur
Şikest edersen eger şîşe-pâre-i dilimiz
Hudâ bilir ki sana inkisârımız yokdur
FÂYİŻ-İ HERÂTÎ
Mütercem-i fasîhü’l-lisân iklîm-i Îrân’dan Herât-nâm şehr-i fâyizü’l-berekâtdan olup
vilâyetinde kesb-i ma‘ârifden sonra tekmîl-i ‘irfân içün kân-ı ‘irfân olan semt-i cennet-simât
Rûm’a revân olup erbâb-ı devlet ve ashâb-ı ma’îşet ile âmîziş eyleyerek hoş-nüvis ve tab‘-ı
nefîs bir şâ‘ir-i nâzik-zebân olmagla şehr-i İstanbul’da şöhre-i hünerverân ve ‘asrımızda
Fârisî semtinde meh-i nev gibi müşârün bi’l-benân olmuş idi. Ba’dehû vezîr-i sâbık Şehîd
‘Alî Paşa sadr-ı a’zam iken medh-i âsafîyi mutazammın belîgâne bir kasîde ile huzûr-ı
âsafîde ‘arz-ı vücûd etmeleriyle mazhar-ı ‘inâyet ü cûd olup ol bülbül-i nevâ-sâz-ı çâr-bâg-ı
hüsn-i edâ Dîvân-ı Hümâyûn küttâbı zümresine ilhâk ve bir ze’âmetle çerâg u ihyâ
buyurulmuş idi. Fârisî ve Türkî suhanı pâk bir şâ‘ir-i huceste-idrâkdir. Bu güftâr âsârındandır.
Gazel
b¦¬ d� dš�se� ÈUÄ U¦ Hs«uÎœ b¦¬ d� dšJ£d½ n¼“ Ê« “« ‰œ
VAΜ
b¦¬ d� dš�¥s — “« ÊUG§ “«ËU½ –œ sΫ—œ œUק« z½ Âd½
zJs »— UÎ
b¦¬ d� dšJ¼œ ˆœ“ rÔU¦ HMš� d½ gÎUH2 ÊUJšÄ HÇM� “«
« ˆœ—“¬
b¦¬ d� dš– dJ– Ãu¦ “ »u–U½ S�š½ s£œ ל ˆb– r�¾Ô eÎd¾¼
68 b¦¬ d� dÎœ ÊU2 Ë ˆbÎœ “« b– œË“ ÊU½ sšJ�¦ iÎU§ ‰œ SA½ Êu• zF-«Ë sΓ
Kıt’a
Nişân-ı derd-i mahabbet yüzünde zâhirdir
O ‘âşıkın k’ola hem-hˇâbesi hayâl-i nigâr
‘İlâc derdime olmaz surâhi vü sâgar
Meger ede leb-i mey-gûn-ı yâr def’-i humâr
FÂYIK
Nâm-ı mes’ûdları Mahmûd’dur. Ol çâpük-süvâr-ı ‘arsageh-i ‘irfân ve ol yek-tâ-reviş-
i vâdî-i suhan-perverân Ruhâviyyü’l-asl bir bülbül-i bî-pâdâş-ı hoş-nagme-i bâlâ-makâm bir
zarîf-i nâzik-reftâr-ı sütûde-hırâmdır ki bu mecelle-i celîle-i ‘irfâna harf-i nûnda sebt ü tahrîr
olunan şâ‘ir-i mâhir dil-pezîr-ta’bîr şu‘arâ-yı kirâmın ser-bülendi merhûm Yûsuf Nâbî
Efendi’ye ma‘rifetde kurbiyyet-i tâmmı olup anlar gül-bün-i gülistân-ı ‘irfânda bir bülbül-i
hoş-elhân oldukları gibi bunlar dahı nârven-i hadîka-i eş‘ârda bir fâhte-i mevzûn-reftâr idiler.
Belki vâdî-i ma‘rifetde anlara hem-pâ ve anlar gürûh-ı şu‘arâda bî-misl oldukları gibi bunlar
da bî-hem-tâ idiler. Zât-ı vâlâları ma‘rifetle mâl-â-mâl olup letâyif-i sohbeti bâdî-i izmihlâl-i
kelâl oldugundan a’yân-ı devlet ve ekâbir-i pür-himmet bi’l-cümle kendülere ikbâl edip
müddet-i yesîrde Anatolu Kaleminde tahtabaşılık rütbesine hatve-senc-i vusûl olmagla ser-
firâz ve kerreten ba’de merretin menâsıb-ı sitteye olup akrânından mümtâz olup tarîk-ı
kuzâtda müddet-i medîde pâ-nihâde-i vusûl olucak rütbe-i himmet-i ‘âlî-i e’âlî ile müddet-i
yesîrde vusûl bulmagla ol gürûh-ı müstetâb miyânesinde müşârün bi’l-benân-ı akrân ve
makbûl-i e’âlî-i devrân ve mergûb-ı ehâlî-i cihân olmuş bir zât-ı şîrîn-dâstân olup merhûm u
mebrûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr kuzât-ı ‘asâkirin bülendi Erzincânî ‘Alî Efendi
merhûmun def’a-i sâniyesinde kuzât miyânesinde mahsûd-i cümle-i akrân olan tahtabaşılık
rütbesiyle pür-’unvân olup ol’asrda sadr-ı a’zam olan merhûm ‘Ammî-zâde Hüseyin Paşa
hazretleri hâssaten zât-ı fâ’iku’l-akrânlarına bir mollâ-yı celîlü’ş-şân kadar ikrâm etmekle
mahsûd-ı akrân ederler idi. Egerçi mütercem-i müşârün ileyh ‘âlem-i şuhûdda reftârında leng
olmagla istedigi yere hatve-senc olmadıgından kusûr-ı pâyı var idi, fe-ammâ deşt-i ma‘rifetde 68 Dî-şeb dil ez-an zülf-i girih-gîr ber-âmed / Dîvâne-i mâ pây-be-zencîr ber-âmed // Yâ Rab nigeh-i germ ki üftâd der-în deşt / K’avâz-ı figân ez-rem-i nahcîr ber-âmed // Âzürdeem ez-gonce-i peykân-ı cefâyeş / K’ez sîne-i mâtem-zede dil-gîr ber-âmed // Leb-rîz-i tebessüm şode dürc-i dehen-i kîst / K’âşûb zi-mevc-i şeker ü şîr ber-âmed // Zîn vâkı’a hûn-geşt dil-i Fâyiz-i miskîn / K’ân zûd şod ez-dîde vü cân dîr ber-âmed : Dün gece gönül o düğümlü zülüften kurtuldu, bizim delimiz ayağı zincirli olduğu hâlde geldi. Tanrım, o yakıcı bakış çöle düşünce, av sürüsünden feryat sesleri yükselir. Onun cefa oklarının goncasından incinmişim, bu yüzden yaslı gönülde kırgınlık hasıl oldu. Ağız tebessümle dopdolu olmuş, sanki şeker ve süt dalgalarından bir karışıklık ortaya çıkmıştır. O, gözden çabucak geçip gidince gönülden uzak oldu, bu yüzden miskin Fayiz’in gönlü kanla dolmuştur.
cüst ü çâpük olup iklîm-i suhanda yed-i tûlâsı var idi. Egerçi evâyil-i hâlinde kendinin
güftârı olan, beyt:
O denli eyledim vâdî-i maksûdumda pûyânı
Şikest etdim ser-i râh-ı talebde ‘âkıbet pâyı
beytinin mâ-sadakı üzre etvârından fi’l-cümle şikâyet ederdi fe-ammâ sonra devrân
müsâ’ade eyleyip tarîkında kat’-ı kıdemât-ı pâye vü i‘tibâr ederek kâh-ı kâmın bâlâ-yı
merâmına ve sarây-ı i‘tibâr u şânının sahn-ı nerdübânına su’ûd eyleyip bir mikdâr ayagı düz
basdıkda ferahu’l-bâl olup bu şikâyetler bi’l-cümle kendüye hikâyet olunmuş idi ve himmet-i
evliyâ-yı ni’amla tarîkında be-kâm olup az zamânda hayli rıf’at bulmuş idi. ‘Âkıbet
İzmigid’de 69 seccâde-nişîn-i hükûmet iken bin yüz yigirmi yedi târîhinde bezm-i cihândan
keşîde-pâ olup vâdî-i hâmûşâna vaz’-ı kadem (ve yek cestede)70 sahn-ı fenâdan meydân-ı
bekâya hatve-cünbân-ı ‘azîmet olup ‘azm-i bâg-ı İrem eyledi. Zât-ı sütûde-sıfâtları miyâne-i
erbâb-ı ‘irfânda pür-şöhret olmagla rûz-nâmçe-i hâlin tafsîl etmege hâcet yokdur. Eş’ârı hod
her mecmû‘a-i dânişverânda mâl-a-mâl olmagla kesret-i tahrîr ile teksîr-i sevâd etmek kilk-i
çâpük-seyr-i ‘arsageh-i beyândan ib’âd olunup ancak bu bir iki beytini tahrîr ile iktifâ olundu.
Beyt
Bir yerde olmadı müte’ayyin mekânımız
‘Âhir hümâya döndü bizim âşiyânımız
Ol hâl-i ‘anberîne fedâ oldu cân ü dil
‘Attâr gibi gâret olundu dükânımız
Latîfe: Rivâyet olunur ki mütercem-i mezkûr menâsıbdan birine mu’tâddan ziyâdece
düyûn ile revân ve ol mansıbda bir az zamân güzerân edip ahbâbı nisyân sûretleri nümâyân
ve asdıkayı mektûb ile dil-şâd u handân etmemekle bu emre i’tizâr edip Kara Hasan-zâde
mührdârı Nigînî’ye yazdıkları mektûbda bu beyti tahrîr edip isti’fâ eylediler. Beyt:
Kesret-i dâm etmedi âzâde pîç ü tâbdan
Eyledi şermende bu mansıb beni ahbâbdan
Beyt-i mezbûr müşârün ileyhe vâsıl oldukda anlar da tahrîr-i cevâb-nâmede bu beyt
ile mukâbele eyleyip ol tarafa gider kâsıd-ı sebük-pây ile bu müfredi tastîr eyleyip
huzûrlarına inhâ eylemişler idi.
69 Bazı nüshalarda İznikmid şeklindedir 70 Parantez içindeki kelime 240’de boş bırakılmış, 20, , 0, 122, 13 ve M’de metindeki gibidir.
Beyt
Râst-rev ol dest-i dâyinden halâs et dâmenin
Yohsa bir gün dâm-hâhân aksadır Fâyık seni
FÂHİR
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Sâlih’dir. Hilyetü’l-kümeyt-i mübârizîn ve makarr-ı
mücâhidîn olan Sarâybosna’dandır. Sufûf-ı rezmde muktezâ-yı şecâ’atleri ‘asâkire pîşvâ
oldugundan ba’zı paşalar hazarâtına imâm u muktedâ olarak nâm u şân peydâ ve makbûl-i
kibâr-ı vâlâ olup ba’dehû Dîvân-ı Hümâyûn küttâb-ı vâlâ-cenâbı zümresine dâhil ve nice
ikrâm u inâyete vâsıl olup medîne-i Sakız’da seccâde-nişîn-i irşâd olan kutbü’l-’ârifîn Şeyh
İlyâs Efendi merhûmdan ahz-ı yed-i ‘inâbet ve ol pîr-i muhteremin bereket-i enfâs-ı
tayyibesinden pür-feyz-i tarîkat olduklarından himmet-i pîrleri ile kalemlerinde hayr-ı kesîr
ve fevâ’id-i vefîr görmüşler idi. Ba’dehû bin yüz yigirmi yedi senesinde vâkı’ olan fütûhât-ı
celîlede nâ’il-i ganâyim ü ikbâl ve Mora cezîresinde Anabolu kal’ası mukâbeleciligi ile anda
kalıp evkât-güzâr iken çok mürûr etmedin intikâl eyledi. Bu güftâr âsârındandır.
Beyt
Kân-ı cevâhir olsa ‘aceb mi dehânımız
Evsaf-ı la’lin oldu çü vird-i zebânımız
FÂMÎ
Nâm-ı cemîli İsma’îl’dir. Âmîd-i kesîrü’l-mahâmidden zuhûr edip tahsîl-i ma‘ârif-i
kesîr ve tekmîl-i ‘avârif-i vefîrden sonra Sultân Ahmed Han-ı Sânî ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-
gufrân zamân-ı saltanatlarında Devlet-i ‘Aliyyeye gelip sâgar-ı la’lînfâm-ı dehânı pür-neş’e-i
‘irfân bir zât-ı fâyıku’l-akrân ve ‘ilm-i mahzarîsi pesendîde-i ekâbir bir vücûd-ı celîlü’l-
me’âsir husûsâ ‘ilm-i ferâyizde be-gâyet müstahzır ve münâsaha ve taksîmde hâzır olmagla
kibâr-ı enâma ta’alluk-ı tâmm edip şi‘r ü inşâsı dahı i‘tibâra şâyân olmagın manzûr-ı ashâb-ı
‘izz ü şân olup ba’zı erbâb-ı devletin lutf u i’âneti ile vilâyetinin mahkemesinin baş kitâbeti
kendüye himmet olunup ol hidmetle makzi’l-merâm ve cânib-i diyârına hırâm edip pîşgâh-ı
Kostantıniyye’de ibtidâ-i merhale-i erbâb-ı sefer olan Üsküdar cânibine güzâr eyleyip pâ-der-
rikâb-ı ‘azîmet iken sene bin yüz beş târîhinde intikâl ü rıhlet eyledi. Hattâ intikâl esnâsında
medîne-i Üsküdar’da haste vü bîmâr olup ‘alâyim-i mevt âşikâr oldukda, Beyt:
Ne mümkindir dile ol gamzeden bî-vehm ü bâk olmak
Şifâsı olmayan bîmâra sıhhatdir helâk olmak
beyti ile bedîhe-gûy olup bu beyti âhir-i güftârı ve hâtime-i eş‘ârı oldugu şöhret-
şi’ârdır. Mütercem-i mezkûr agleb-i fennî olan ‘ilm-i ferâyizde gâyet ma’mûr olup gülşen-i
nazmın bülbül-i pür-gûsu ve bâg-ı ma‘rifetin pür-gonca-i hoş-bûsu oldugundan ferâyizde üç
bin beyt mikdârı bir manzûmesi oldugu meşhûrdur fe-ammâ bî-çâreyi kassâm-ı ezel ta‘yîn-i
ecel ile hücüb-i hisse-i şâyi’a-i vâhime-i emel eyleyip sehm-i kısmeti melhûzundan bî-nasîb
olup kendin derdmend ‘asabe-i irs kemâl-i farz eyleyip hezâr ihtimâl-i âmâl hayâl ederken
her ‘asabe ve zü’l-erhâm ta‘yîn olunan evkât u âcâlden vakt-i mukadderi hulûl etmegin
murâd üzre nâ’il-i âmâl olmadın dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Hoş-güftâr bir şâ‘ir-i nâzik-
reftâr idi. Bu birkaç beyt-i ra’nâ cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Görenler ebruvânın nâzır olmazlar meh-i ‘îde
Ederler sâye-i zülfünde diller ta’ne hurşîde
Ve lehû
Hemân bir âstîn-i merhametle silmedin yohsa
Gamından dem mi var çeşm-i nizârı pür-nem etmezsin
Ve lehû
Fâmi bî-vezn satar mîve-i şi‘rim hâsid
Gâlibâ tâze vü nev-bâve zuhûr eylemişiz
FÂRİ£
Nâm-ı zîbâları Mustafâ’dır. Şehr-i bî-hem-tâ medîne-i Burusa’dan karîn-i iştihâr ve
Burusalı meşhûr Râgıb Efendi’nin birâder-i ‘âlî-mikdârı olup hamele-i Kur’ân’dan bir zât-ı
ma‘ârif-iktirândır. Mahrûse-i mezbûrede zümre-i e’immeden bir zât-ı pâk-ta’bîr ve âlâyiş-i
dünyâdan bi’l-külliye fârigu’l-bâl bir vücûd-ı bî-nazîrdir. Bu güftâr-ı dil-pezîr âsârlarından
olmak üzre bi’l-ihbâr bu mecelle-i celîle-i ‘irfâna tahrîr olundu.
Beyt
Hüsünde serv-i yek-tâsın perîşân-ı gamın bî-had
Sana ‘âşık olan cânâ bu gülşende hezâr oldu
FETHÎ
Nâm-ı celîlü’l-i‘tibârı Fethu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr eylemişlerdir.
Halebiyyü’l-asl bir nâzik çelebi olup metâ’-ı ‘irfânı hoş-kumâş bir zât-ı dakîka-şinâs idi.
Kibâr-ı enâma hidmeti mukâbelesinde rıf’at bulup Dîvân-ı Hümâyûn küttâbı zümre-i
celîlesine münselik olup vüzerâ-i kirâma dîvân efendiligi hidmetinde müstahdem olarak baht
u tâli’i süvâr-ı gerdûne-i ikbâl olup ser-efrâz ve sudûr-ı ülü’l-ihtirâmdan vezîr-i a’zam-ı esbak
‘Arabacı ‘Alî Paşa’nın mektûbcusu olup beyne’l-akrân mümtâz ve Dîvân-ı ‘Âlî
hâcelıklarından ba’zı mertebe-i ‘âliye ihrâz eylemişler idi. Zihni gibi lisânı hadîd ve akvâli
gibi ef’âli sedîd olan zâtlardan meşhûr-ı cümle-i kâ’inât âteş-pâre-tabî‘at bir şâ‘ir-i huceste-
simât idi. Bin yüz altı hilâlinde hayâtda olup ol esnâda çok zamân mürûr etmeden intikâl
eyledi. Bu beyt-i sûznâk ol şem’-i şebistân-ı bezm-i ‘irfânın lem’a-i feyzinden pertev-endâz
olan mazmûn-ı dil-sitânındandır ki vüzerâ-i kirâmın kadr-şinâs-ı pür-ma‘rifeti vezîr-i bî-hem-
tâ kayın atamız merhûm u magfûr Râmî Paşa hazreti ile ol ‘asrda miyânelerinde vâkı’ olan
ba’zı nâz ü niyâz esnâsında tahrîr eyleyip firistâde-i nâdî-i devlet-masîrleri kılmışdır.
Matla’
Fetîl-i şem’-i bahtım gerçi sultânım uyandırdı
Çerag etdi beni ammâ ve lâkin yakdı yandırdı
FETHÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdü’l-kerîm’dir. Zurafâ-yı İstanbul’un miyânesinde
Bolbolcu-zâde demekle şöhret-şi’âr bir şeyh-i celîlü’l-mikdâr olup evâ’il-i hâlinde şeyhü’l-
islâm ve müfti’l-enâm Koca Yahyâ Efendi merhûmdan mülâzım olup kırk akça medreseden
ma’zûl ve hâric medresesine müteheyyi’ iken meşâyih-i kirâm ve e’izze-i ülü’l-ihtirâm ile
kesret-i ülfetlerinden nâşî ol târîkat-ı ‘aliyyeye ez-dil ü cân ragbet eyleyip meşâyih-i
Halvetiyye’den e’izze-i kirâmın nûr-ı sudûru ve envâr-ı enfâs-ı tayyibesi şu’le-senc-i mişkât-ı
kulûb-ı ehl-i tevhîd olan ‘Abdü’l-ahad Nûrî Efendi merhûmdan ahz-ı yed-i inâbet ve âsitâne-i
şerîfelerinde nice zamân hidmetden sonra pertev-i enzâr-ı ‘aliyyelerinden müstenîr olup
Topkapusu’nda Ahmed Paşa meşîhatine nâ’il olup ba’dehû meşîhatleri Nişâncı Paşa-yı Cedîd
va’ziyyesiyle tebdîl ba’dehû silsile-i meşâyih-i kirâma dâhil ve giderek bin seksen sekiz
Şevvâlinde ebû’l-feth Sultân Mehemmed Han-ı Gâzî meşîhatine nâ’il oldular. Ba’dehû
toksan Rebî’ü’l-evvelinde Sultân Bâyezîd Han-ı Velî meşîhatine ve bin yüz bir Recebinde
Süleymâniyye Câmi‘-i şerîfine ve bin yüz Cumâdâ-yı âhiresinde Ayasofya-i Kebîr
meşîhatiyle tevkîr olunup bu hâl üzre güzârende-i eyyâm u leyâl iken bin yüz altı Rebî’ü’l-
âhirinin altıncı hamîs günü intikâl eylediler. Hattâ ol esnâda meşâyih-i kirâmın bülendi pîr-i
rûşen-zamîr-i ercümendi şeyhü’ş-şüyûh Nazmî Efendi intikâllerine bu târîhi söylemişler idi.
Târîh
‘Abdü’l-kerîm Efendi’ye cennet ola mahal
Mütercem-i mezkûr her tarafı ma’mûr şeyh-i nâzik-edâ olup cihet-i ‘ilmiyyesinden
fazla Fethî mahlası ile eş‘ârı ve ilâhiyyâtda bî-nazîr güftârı var idi. İlâhiyyâtından teberrüken
bu bir iki nazm-ı dil-pezîri bu mecellemize tahrîr olundu.
İlâhî
Gönül âyînesi olsun mücellâ
Senin bir zerre-i ‘aşkınla Mevlâ
Görünsün sûret-i ma‘nâ musaffâ
Senin bir zerre-i ‘aşkınla Mevlâ
Keder gitsin gönüllerden ser-â-pâ
Silinsin şekl-i sugrâ ile kübrâ
Visâlin zevki olsun dilde peydâ
Senin bir zerre-i ‘aşkınla Mevlâ
Bu sırdan dilde mahzûn oldu levhi
Muhâl oldu kemâli üzre şerhi
Hele dîvâne oldu şimdi Fethî
Senin bir zerre-i ‘aşkınla Mevlâ
İlâhî-i Dîger
Cemâlin pertev-i nûr-ı Hudâ’dır yâ Resûla’llâh
Kelâmın cümle vahy-i Kibriyâ’dır yâ Resûla’llâh
Ra’ûf u hem Rahîm ile müsemmâ oldu çün zâtın
Şefâ’at eylemek sana sezâdır yâ Resûla’llâh
Zülâl-i ru’yete atşân olup yandım harâretden
İçir câm-ı visâlinden şifâdır yâ Resûla’llâh
FAHRÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Ol bülbül-i hoş-elhân-ı gülistân-ı ‘irfân hadîka-i tâze-
nihâlân-ı hünerverân medîne-i Kostantıniyye-i bî-akrândan Bagçekapusu-nâm mahall-i
zîbâdan nev-şüküfte verd-i handân gibi nümâyân olmuşdur. San’at-ı bârîk-i hayâl-ender-
hayâlden ‘ibâret olan tabî‘atı fahrî-pesend ü pür-dikkat bir tabî‘at ve mikrâs-ı zihn-i hadîd-i
pür-ma‘rifetden bürûz eden tuhfe-i sînesi pür-behcet olup mecmû‘a-i ‘irfânı dest-i nâzik-
benânı gibi mâl-â-mâl-i sanâyi’-i firâvân olmagla memdûh-ı cümle-i cihâniyân bir şâ‘ir-i
tâze-zebân idi. Bu nazm-ı şîrîn şükûfezâr-ı gülistân-ı güftâr olan hadîka-i âsârlarında nesîm-i
zekâ ile güşâyiş bulan eş‘ârlarındandır.
Gazel
Revnak-ı haddini çün etdi temâşâ lâle
‘Âşık oldu sana bin cân ile cânâ lâle
Nâr-ı hasretle yakıp penbe fetîl-i dâgın
Kıldı bezm-i çemene şem’-i şeb-ârâ lâle
Def’-i mahmûrî-i râh-ı gam-ı cânâne içün
Nûş eder kâse-i la’lîn ile sahbâ lâle
Fahrî-i zâr gibi vâdi-i hicrân içre
Nâle eyler oluban vâlih ü şeydâ lâle
FAHRÎ-İ DÎGER
Bunlar dahı Fahrî-i sâbık ile hem-mahlas u hem-nâm bir şâ‘ir-i şîrîn-kelâmdır. Ancak
miyânelerinde fark-ı fârık oldur ki bunlar şehr-i İstanbul’un mahallât-ı pür-berekâtından
Zeyrek-zâde Mahallesinden şöhret-dâde olmuşlardır. Bu güftâr-ı pür-san’at hurde-gîr olan
tabî‘atlerinin âsâr-ı pür-behcetlerindendir.
Gazel
Çeşmin o kadar eyledi teksîr-i tegâfül
K’oldu nigehin fârig-i tedbîr-i tegâfül
Teşbîh eden ebrûlarını kavs-ı kazâya
Şâyestedir olsa hedef-i tîr-i tegâfül
Küstâh durur hâhiş-i vaslında dil-i zâr
Lâyıkdır o dîvâneye zencîr-i tegâfül
Âsûde olur keşmekeş-i tîr-i nigehden
Fahrîveş olan teşne-i şemşîr-i tegâfül
DERVÎŞ FEDÂ
Zümre-i seyyâhînden seyâhat tarîkiyle diyâr-ı Rûm’a gelip nâ-dîde-i rûzgâr olan şehr-i
Kostantıniyye’de vâfir müddet karâr etmiş bir dervîş-i dil-rîş idi. Lisânı olmagla Fârisî eş‘ârı
bî-nazîr târik-i dünyâ bir merd-i nâzik-ta’bîr idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt 71 ‚u– HsUΓU×� rF¾¹ V�« ‚Ë‹ H#dF� œ«œ ˆu*2 d� ˆu*2
FEDÂYÎ
Nâmı ‘Abdu’r-rahmân ve cevher-i vücûdu kân-ı İstanbul’dan nümâyân olmuşdur.
Anatolu kuzâtından tarîkında âhir-i ‘ömründe vakt-i herem ü pîrîde Rakka kâzîsı olmuş
İbrâhîm Efendi-nâm pîrin ferzend-i dilîri olup ol şâ‘ir-i deryâ-dilin kuvvet-i tabî‘ati ve
muktezâ-yı tıyneti üzre sebû-yı bâlinden katarât-ı mazmûn dehânına rîzân ve zš§ UL� `–d×Î
¡Us« z½ 72 neş’esi ‘ayân oldukça kâse-i leb-rîz-i tab‘ı ser-şâr olup hâl ü kâle münâsib ba’zı
güftâr ile izhâr-ı eş‘âr ederlerdi. Ancak ber-muktezâ-yı mahlas-ı Zâlim Fedâyî olup ednâ bir
mazmûn içün babasın fedâ ve bir mahalle münâsib suhan gelse be-her hâl edâ ederdi. Bu
güftâr ol suhan-sâzın cümle-i eş‘ârındandır.
71 Cilve-ber-cilve dâd be-’arsa-i zevk/ Esb-i tab‘am be-tâziyâne-i şevk: Yaradılışımın atı, şevk kamçısıyla sürekli olarak zevk arsasında koştu. 72 Küllü inâ’in yetereşşehu bimâ fîhi: Her kap, içindekini sızdırır.
Beyt
Bir siyeh pûşî çekip rûyuna ol meh nâzdan
‘Âşıka çeşm-i siyâhın ‘arz eder açmazdan
FERDÎ
Bî-reyb ü meyn nâm-ı nâmîleri Hüseyin’dir. Cevher-i nâ-yâb-ı vücûd-ı müstetâbları
leb-i deryâya zînet-efzâ olan kân-ı şeb-çerâg-ı ‘irfân mâ’den-i suhanverân Kostantıniyye-i bî-
hem-tâdan olup miyâne-i akrânda Arayıcı-zâde demekle şehîr bir şâ‘ir-i nâzik-ta’bîrdir. Sene
bin yüz on beş târîhinde sultânü’bni’s-sultân es-Sultân Mustafâ Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-
gufrân hazretlerinin ‘asr-ı şerîflerinin hâtimesinde hatmü’l-vüzerâ ve hâtemü’l-eshiyâ olan
âsaf-ı celîlü’ş-şân vezîr-i ‘âlî-şân mecmû‘atü’l-’irfân pehlevân-ı meydân-ı dâniş ü zekâ
mâlik-i hüsn ü edâ hasbe mâ-yeşâ merhûm u magfûrun leh kayın atamız Râmî Mehmed Paşa
hazretlerinin perverde-i tab‘-ı bülendleri olmagla ol deryâ-yı ‘irfân olan zât-ı bî-akrân ile şeb
ü rûzân germ-ihtilât ve meclis-i şerîflerinden nâ’il-i hezâr-’irfân ve feyz-i sohbet-i
şerîflerinden feyz-yâb ve vâsıl-ı eltâf-ı bî-kerân olup cevâhir-i nefîs-i mezâmîn ve dürr-i
semîn-i nikât-ı bihterînden her ne gûne cevher-i fâhir ki cüst(ü)cû ederdi ol kân-ı hünerin
kenâr-ı yem-i ma‘ârifinde matlûbuna dest-resîde olup feyz-â-feyz-i şeref-i sohbetleri olurdu
ve gülistân-ı ‘irfândan her ne gûne üşkûfe-i tâze vü ter ârzû ederdi o nahl-bend-i bâg-ı
mezâmîn-i dil-sitânın mergzâr-ı hadîkatü’l-ma‘ârif-i tab‘-ı ‘âriflerinden gül-çîde-i ezâhîr-i
firâvân olup bülbül gibi ol şevk ile nagme-sencân ve güller gibi handân ve zerrîn-kadehâsâ
leb-rîz-i kâse-i şeb-nem-i ‘irfân ve sâha-i gülşen gibi ihsân ile pür-dâmân olurdu Li-ecli zâlik
bir an meclis-i muhteremlerinden dûr ve bâb-ı sa’âdetlerinden mehcûr degil idi. Zât-ı sütûde-
sıfâtları erbâb-ı ma‘ârifden hoş-sohbet pür-mâ’rifet bir şâ‘ir-i mâhir olmagla miyâne-i küttâb-
ı celîlü’l-mikdârda müşârün bi’l-benân-ı i‘tibâr idi. Bin yüz yigirmi bir hilâlinde dâr-ı bekâya
intikâl eyledi. Nâzik-zebân bir şâ‘ir-i fâyıku’l-akrân idi. Husûsâ lugaz-gûlukda muvaffak u
tîzkâr ve tab‘-ı âteş-pâresi ol vadîde pür-iktidâr idi. Şâpûr-nâme ve Esmâ-i Büldân ve
bunun emsâli mesnevî manzûmeleri meşhûr-ı cihândır. Bu beyt-i zîbâ ol şâ‘ir-i bî-hem-
tânındır.
Beyt
Görüp ân-ı ruhun öpdüm elin ol şûh-ı fettânın
Dahı yâdımdadır bi’llâh Ferdî çıkmaz ol ân
Bu lugaz-ı meşhûr dahı ol şâ‘ir-i mümtâzın elsine-i nâsda meşhûr olan elgâzındandır.
Lugaz
Nedir ol külle-i sagîr ü ‘acîb
K’ola dâ’im Bogaz Hisâr’a karîb
Tireviyyü’l-asıldır ol ekser
Ki Harîrî deyü tahallüs eder
Femi nâ-dîde var serinde delik
Yedigi dâ’imâ kemiksiz ilik
Gehî açılmaga komaz yâri
Öldürür kaydı ‘âşık-ı zârı
Orta yakalıdır ol ehl-i yemîn
Solak olmaz olursa şâha yakîn
Bilirim vasfını bana ögme
Cürmü de var ise sögüp dögme
FERDÎ-İ DÎGER
Sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan olup Devlet-i ‘Aliyyede ümerâ-i kirâma vüzerâ-i ülü’l-
ihtirâma kapu kethudâsı olan Nigâhî’nin birâder-i ser-ber-â-beri ve nûr-ı çeşm-i fahr-i
mübâhâtı ve bâdî-i zîb ü feri idi. Ancak bunlar birâderi gibi nîm-gûşe-i çeşm ile olsun
dünyâya nazar u ragbet ve zînet-i fâniye-i dehr-i denîye meyl ü mahabbet etmeyip terk-i câh
u vakâr ve dervîşlik tarîkın ihtiyâr edip goncaveş bir yeşilce hırkaya pîçîde ve servâsâ dehen-i
me’mûlün çîde eyleyip lâle-sıfat derûn-ı safvet-nümûnunu nâr-ı hasret ü iştiyâk ile pürdâg ve
çenâr-ı sâl-horde-misâl sûz-ı derûn ile kanâ’at eyleyip her şey’den ferâg etmiş idi ve ol
bülbül-i harem-i ferâg âmâl-i bâg-ı ‘âlemden bi’l-külliye ırag olup lezâyiz-i kevniyyeden
kendüye tenbâkû ile gonca-keşîdelikden gayrı bir şey’ ibkâ etmemiş idi ve mükeyyifât
envâ‘ından ol neş’e-i nâdir-ber-â-berden mâ-’adâ derûnu bir keyf ile âşinâ degil idi ve keyf-i
mezbûru kendüye şeyh ittihâz eyleyip envâ‘-ı hâlâtın ve bî-had kerâmâtın nakl ederdi ve ol
neş’eyi tekrâr ile tecdîd-i efkâr etdikçe ‘akl ü hayâle gelmez esrâr ile izhâr-ı güftâr ederlerdi.
Bir meclise gelip tahsîl-i keyfî içün cüzdânına mürâca’at etdikçe kendi eş‘ârından beyt:
Biz gonca-sıfat hâl ile mestûr-ı hünerken
Ferdî yine esrârımız efvâha düşürdün
beyti ile terâne-senc-i bezm-i güftâr ve âyîne-i hâtır-ı nâ-şâdından bu makâlle def’-i
gubâr ederdi. ‘Âkıbet bu fakr u fenâ üzre bin yüz yigirmi beş târîhinde terk-i zâviye-i fenâ
eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Sîne-sâf ol sûfiyâ ‘irfâna gir dil-sâf ile
Asl u fer’in fark edip meydâna gel insâf ile
Bî-zebânlık söyleşirsin bî-zebânlık hâsıl et
Mantık-ı esrâr-ı kevni Ferdî-i vassâf ile
Ve lehû
Söyleşirdim rûz-ı hicrin hâletin ol mâh ile
Pâye pâye âsmâna çıkmak olsa âh ile
FEZÂYÎ
Nâm-ı ser-âmedi Dervîş Mehmed’dir. Fezâ-yı dil-fezâsı pür-behcet olan dârü’n-nasri
ve’l-meymene şehr-i Edirne’den nümâyân ve hulvü’l-mantık bir şâ‘ir-i nâdire-perdâz-ı
cihândır. San’atı gerçi rişte-fürûşluk olup ehl-i sûk makûlesinden oldugundan kabaca görünür
idi. Ammâ tab‘-ı bârîkinden sünûh eden mezâmîn iplik gibi hayâl ve târ u pûd-ı nesîc-i
endîşesi tâze san’atlarla mâl-â-mâl idi. Vâkı’a bu bâzâr-ı ‘irfân bir sûk-ı metâ’-ı firâvândır ki
ziyy ü lehce vü hâl ile ciyâdet ü ridâ’et-i makâle istidlâle emr-i muhâldir ve bu çâr-sûy-ı
hüner ü makâl bir mihekk-i tecârib-i ricâldir ki bir mısra‘-ı mevzûn ile mantık u mefhûm
erbâb-ı tıbâ’a kâ’il ve kavli ile bi-keyfiyyetihî ma’lûm olur. Li-münşi’ihi:
Bilinir san’atinin rütbe-i isti’dâdı
Herkesin ipligi ol günde ki bâzâra çıkar
fe-keyfe ki zimmetlerinden bir vechile ‘irfân me’mûl olmayan ehl-i hirefden hâlâ ki
anlardan da böyle rişte-fürûş makûlesinden bu gûne suhan-sâzlıga iktidâr dîde-i insâf ile
nigerân olunsa nevâdir-i rûzgârdandır. Ma’ahâzâ yine eş‘ârında gerçekden mazmûn-perver
ve akrânına göre bir vâfirinden berterdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Kıydın şehâ yeter bu dil-i nâ-tüvânıma
Bi’llâh dayandı tîg-i gamın üstühåânıma
‘Azm eyledi Fezâyî reh-i yâre dün gece
Sâyem o mah-tâbı görüp düşdü yanıma
DERVÎŞ FASÎH
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Ol bülbül-i gülzâr-ı fesâhat ve tûtî-i şekker-hây-ı
belâgat mısrü’l-belâga-i dânişverân ve kân-ı envâ‘-ı ‘irfân olan belde-i nimet-firâvân
Kostantıniyye-i cennet-nişândandır. Evâ’il-i hâlinde küttâb-ı dîvânî zümresine dâhil ve ol
gürûh-ı müstetâbın miyânesinde hayli şöhret ü şân hâsıl eyleyip ba’dehû fâzıl-ı bî-müdânî
‘asrının Hâtem-i celîlü’ş-şânı sadr-ı ekrem vezîr-i a’zam Köprülü-zâde Ahmed Paşa
dâ’iresine intisâb ve ol zât-ı vâlâ-cenâbın hüsn-i nazar-ı iksîr-te’sîrleriyle kâm-yâb olup
devlet-i veliyyü’n-ni’am ile mugtenem ve erbâb-ı ‘irfân miyânesinde mükerrem ü muhterem
iken bir gün cezbe-i ilâhî kendüye gâlib ve fakr u fenâ meslegin tâlib ü râgıb olup devlet-
hâne-i sadr-ı a’zamîden rücû’ ü kufûl eyleyip kendi hânesinin sahn-ı nerdübânına vusûl
eyledigi gibi mesnevî li-münşi’ihi:
Olup âvâre-i ‘aşk-ı ilâhî
Çıkardı hâtırından fikr-i câhı
Tecellî eyleyip ol nûr-ı idrâk
Gönül mir’âtın etdi çirkden pâk
Mihekk-i fakra çekdi sîm-i hâsın
‘Ayân etdi o derde ihtisâsın
Olup envâr-ı feyz-i Hakk’a sîr-âb
Dil ü hûşun güşâde etdi her bâb
Girince revzen-i ihlâsa ol nûr
Derûnun mülkü oldu lem’a-i Tûr
Olup pür-nûr bâtın ‘âleminden
Dil ü cân çeşmi oldu cümle rûşen
Hümûmun hemm-i vâhid kıldı ihlâs
Mahabbet kalb-i pâkin eyledi hâs
Ne dil kaldı derûnunda ne ümmîd
Cihânı hâtırından etdi teb’îd
Gelip irşâdının vakt ü zamânı
Hemân mahz-ı mahabbet oldu cânı
Geçen evkâta edip hayf ü düşnâm
Dilinde kalmadı bir zerre ârâm
Tecerrüd zevkın etdi cümle der-pîş
Soyundu mâ-sivâdan oldu dervîş
El-kıssa: Sahn-ı nerdübân-ı bâlinden gülistân-ı dehr-i bî-bekâyı fikr ü hayâl edip
nesâyim-i hayât-ı sırr-ı meknûn sâha-i endîşe-i derûnuna bu gûne vezân oldu ki gülzâr-ı
cihânın şükûfe-i her-kâmı hazân-resîde-i âhir ve ebr-i matîr-i ikbâl-i rûzgâr ‘âkıbet-i kâr
bârân-ı idbârı mütekâtır olup çenârâsâ çemenzâr-ı istirâhatde hezârân sâl ‘ömr-güzâr olsan da
âteş-i hasretle elbette bir gün işti’âl-i bâl mukarrer ve hadîka-i âmâlde şüküfte-i bâd-ı ikbâl
olan verd-i hayâl bi’l-âhire pejmürde-hâl olup zâ’il ve gülşen-fezâ-yı bâg-ı merâmın
sâyesinde müstazıll oldugun zıll-ı himâyet müstedâm olmayıp zâ’il olması muhakkakdır.
Beyt:
Ey çarh-i denî sende bu evzâ’ ki vardır
Gark-ı ni’am etsen yine mihmâna cefâdır
deyip bi’l-külliye hâhiş-i dünyâdan ferâgat-yâb ve bir külâh ile bir hırka istishâb
eyleyip fukarâ-yı Mevleviyân gürûhuna mülhak olup ‘âlemi safâ-yı bâl ve refâh-ı hâl ile geşt
ü güzâr ba’dehû Galata Mevlevî-hânesinin bir gûşesinde teng ü târîk bir hücrede karâr etmiş
idi. Zâhirde harâbâtî ve bâtında ma’mûr ve sûret-i fakr u fenâda kadri bilinmemiş bir gencûr
idi. Aslında küttâbın ehl-i ma‘ârifinden ve âgâhların ‘âriflerinden olmagla envâ‘-ı kalem ü
kitâbetde mahâreti ve her hattı nâzikâne kitâbet etmege kudreti olup âsâr-ı kalemi bî-hadd ü
firâvân ve dîv-dest bir merd olmagla kalemi ile encâm-resîde olan mecmû‘alar bî-pâyân idi.
Bu mecelle-i celîle-i dil-pezîrde Şinâsî mahlası ile harf-i şîn-i mu’cemede keşîde-i silk-i tahrîr
olan Rûz-nâmeci-zâde Mehmed Aga henüz cevân-ı bâ-ân ve ‘âlem nigerân-ı âftâb-ı cemâl
olup hüsnüne hayrân oldukları vaktler ol kadr-şinâs-ı ashâb-ı kemâl Dervîş Fasîh merhûmun
zeyl-i mürâfakatin vâv-ı ‘Amr gibi iktisâb ve ol dervîş-i dil-rîş-i pür-ma‘rifetin mecmû‘atü’l-
ma‘ârif olan zât-ı bî-müdânîsin istishâb eyleyip ‘âlem o şâh-ı hüsnün gedâ-yı bî-sâmânı ve
cihân bir kerre dîden-i dîdârının hayrânı olup mütercem-i merkûm ise sûretâ bir gedâ-yı bî-
zâd ve fakr u fenâ ile zâhirde harâb-âbâd iken li-münşi’ihi:
Sanma bu çarhi bir karâra döner
Gâh şâhı gedâya ‘âşık eder
vefkınca ol serv-i ser-âzâde ez-dil ü cân Fasîh’e dil-dâde olup anlar dahı hâtır-ı
mahdûma ri’âyet ve ‘ilm ü ma‘rifetinden ümîd-cûy oldugu emrde bezl-i kudret eyleyip şeb-
tâbe-seher merkûma mecmû‘alar tesvîd etmekle evkât-güzâr ve elsine-i selâsede vâkı’ olan
pâkîze güftârları ile nice sefîneler istihzâr edip mahdûm-ı merkûme ihdâ etmekle Şinâsî-i bî-
hem-tâ zamân-ı yesîrde ma‘ârifde deryâ olup şîrâze-i mecmû‘a-i hüsnü perîşân-târ-ı sarsar-ı
fenâ ve safha-i ‘ârızı ‘âkıbet-i her-hüsn ü ân olan belâ-yı hatt ile mübtelâ oldukda mâye-i
‘irfân kendüye ser-mâye-i i‘tibâr-ı yârân olup ahbâb pergârvâr dâ’ire-i sohbetden kenâr çizip
bi’l-cümle dûr ve ebnâ-yı zamân zâtında olan haysiyyeti sebebi ile ülfetden bi’l-külliye
mehcûr olmamışlar idi. Hattâ bu ‘abd-i fakîrde mütercem-i mezkûrun kendi hattıyla mahdûm-
ı merkûma tahrîr etdigi mecmû‘alardan üç ‘aded mecmû‘a-i dil-pezîr bulunup egerçi
müretteb Dîvân’ı eyâdî-i nâsda mevcûd ve elsine-i selâsede eş‘ârı ve âsârı meşhûddur fe-
ammâ ol mecmû‘alar kendi kilk-i mu’temedü’t-tahrîri ile tastîr olundugundan bu mazbataya
keşîde kılınan güftârı ol mecmû‘alardan tahrîr olunmuşdur. Sâ’ir âsârı ve vâdî-i inşâda hod
‘uluvv-i mikdârı cümlenin ma’lûmudur. Latîf inşâ ile Gül ü Mül nâmına bir eser-i celîli ve
Hâs Ayâz Ser-güzeşti ve Dâstân-ı Hüsrev ü Şîrîn ve bunun emsâli âsârına nihâyet ve
münşiyâne ta’bîrât-ı belîga ile müsveddât-ı mekâtîbine hadd ü gâyet yokdur. Bu güftâr ol
merd-i ma‘ârif-iktidârın âsârlarındandır.
Kıt’a der-na’t-i şerîf
Sensin ol yek-tâ vücûd-ı bî-nazîr ey nûr-ı Rab
Zâtın oldu on sekiz bin ‘âlemi halka sebeb
Sensin ol ser-meclis-i peygamberân kim cümlesi
Mu’cizâtın câmının bir katresine teşne-leb
Ez-gazeliyyât
Mir’ât-ı dilde sûret-i hâhiş görülmedi
Ol jengzâr-ı gamda güşâyiş görülmedi
Yâ Rab ne tîre-ahter-i ye’s-ülfetim ki ben
Mihr-i emelde zerrece tâbiş görülmedi
Etdi garîk-ı hûn-i ciger dem-be-dem beni
Bir dâg-ı serde böyle terâviş görülmedi
Etdi hücûm-ı kâviş-i gam giryemi füzûn
Çeşm-i terimde katrece kâhiş görülmedi
Zeyn etdi cismi dâg ile ol hadde kim Fasîh
Hemgâm-ı gülde böyle nümâyiş görülmedi
Ve lehû
Mecrûh-ı tîg-i cevr-i firâvânınım senin
Merhem-gedâ-yı kûçe-i ihsânınım senin
Geh mest-i câm-ı bâde-i la’l-i lebin gehî
Mahmûr-ı çeşm ü gamze-i fettânınım senin
Râh-ı derinde böyle gubâr olmama sebeb
Müştâk-ı bûs-ı gûşe-i dâmânınım senin
Etmem ümîd nükhet-i vaslın Fasîhveş
Bûy-âşinâ-yı mihnet-i hicrânınım senin
Kıt’a
Nazar mı etdi isâbet o çeşm-i bîmâra
Ki renciş-i remed âzürde eylemiş cânâ
Bu demde hûn-ı dil-i ‘âşıkândan et perhîz
Hazer ki ‘ayn-ı zarardır bu ‘illete sahbâ
Ve lehû
Cây edinsem etmen istib’âd deyr-i mihneti
‘Âşıkım bir kâfir-i hüsne Muhammed ümmeti
Geceler ‘azm etdigim ol mâha sâyem havfidir
Bir tarîk ile kabûl etmez mahabbet şirketi
Hikâyet: Rivâyet olunur ki bülbül-i gülzâr-ı fesâhat ve bebgâ-yı şekkeristân-ı belâgat
olan mütercem-i merkûm Fasîh merhûmun (mısra‘):
Cây edinsem etmen istib’âd deyr-i mihneti
güfte-i dürr-i yek-tâsı hızâne-i derûn-ı safvet-nümûndan bâzâr-ı rûzgâra ‘arz-ı dîdâr
etmege bâ’is ü bâdî bu kâr olmuşdur ki bir gün Fasîh-i zâr rıtl-ı girân-ı ekdârı çekmekden
bîzâr olup beyt:
Mâ-dâm mey-i mugân çekilmez
Bâr-ı sitem-i zamân çekilmez
terânesin dil-i bî-karâra iş’âr ve mîzân-ı bâl ve terâzû-yı hayâlinde beyt:
Yâ bâde-i gülfâm ola yâ şûh-ı gül-endâm
Âdem dahı bir gayrı günâh etmege degmez
terdîdinin tercîh ü rüchânın der-kâr ederek li-münşi’ihî:
Gumûm-âlûde olmakdan humâr-ı dehri çekmekden
Varup pîr-i mugâna yine sarhoş olmamız yegdir
mısdâkınca kandîl-i derûnu ol âteş-i gam-ı sûz ile şu’le-perver ve şâh-râh-ı neşâta
hurşîd-ruhsârân-ı sâkiyânı reh-ber etmek içün Fenâr iskelesinden bir zevrakçeye süvâr ve
pîşgâh-ı Kostantıniyye’de olan deryâçe-i ra’nâyı güzâr ve Galata-nâm mahalde güşâde-i bâb-ı
gürûh-ı ahbâb olan meykedelerden birine şitâb ve ‘âdet-i nefîsî üzre meclis-i me’nûsuna celîs
olup mısrâ’:
Sâkî ser-i engüşt-i surâhîyi ter eyle
nagmesiyle izhâr-ı şevk-i tab‘-ı müyûl ederek keyfiyyet-i inbisât-perverine meşgûl
olup sevâd-ı kâse-i çeşmi habâb-ı mül ile çerâgân ve gam-ı şeb-lehçeye süveydâ-yı dilinden
bülbül-i pür-terâne-i şevk sadâyü’r-rahîl ile elhân etdikde câsûs-ı nigâhın zevâyâ-yı habâyâ-yı
meykedeye irsâl ü inhâ ve ol mecma’-ı ehl-i safâ olan mecmû‘a-i ehl-i ‘irfânın gûşe vü
künclerin dûr-bîn-i im’ân ile dûrdan temâşâ ederken nâ-gehân çeşmi ol câygehin cânib-i
yemnâsındaki suffede tertîb olunan meclise dûş ve ol meclis ile kâse-i çeşm-i pür-nigerânı
devr-i erbâb-ı meclis nûş ederken dîde-i ârâmın bir şu’le-i cevvâle-i behcet ü ân bî-tâkat-ı tâb-
ı nezzâre etmekle perîşân edip dikkatle o sûya nigâh etdikde görür ki o encümen miyânesinde
bir şem’-i dil-sûz-ı pür-ân ziyâ-bahşende-i meclis-i germ-â-germ olup fürûzân olmuş ki
cümle-i erbâb-ı meclis ol şem’-i şebistân-ı harem-i hüsne pervâne ve ser-cümle huzzâr vâlih-
i hüsn-i pür-âşûbu olup mest ü dîvâne olmuşlar. Ol meclis-i safâ-güsterde sad yâl ü bâl ve
hezâr gunc u delâl ile bir dil-ber-i âlü’l-âl sâkîlik eyleyip her idâre-i ke’sinde halka-i rindâna
endûh-ı cihânı ferâmûş ve her sâgarında bî-çârelerin ‘akl ü fikr ü hayâlin târâc edip mest ü
medhûş etdirip câm ber-kef kenâr-ı meclisde hırâm etdikçe erbâb-ı nûşa pîrâmen-i meclisde
sabr u ârâm eylemegi kat kat harâm ve câm-ı ser-şârda olan mey-i hoş-güvâr ol gül-çehrenin
pertev-i ruhsârından kesb-i reng ü bû eyledikçe gâh âteş ve gâh bir gül-i hamrâ-yı gülzâr
oluyor. Netîce ol sâkî-i rûh-efzâ ve dil-ber-i ra’nâ hüsn ü bahâda şöyle yek-tâ ve şol rütbe
pür-hüsn ü bahâ ki bir pîr-i fânî ve şeyh-i bî-müdânî rûy-ı âteşîn-i duhter-i rezi görmemege
leb-rîz ü ser-şâr sad hezâr ‘azîmet-i hâlisle mâl-â-mâl peymâne-i ‘ahd içmiş olsa ve nûşî-i
câm-ı sahbâya yek kadem-i hulûs üzre bin tevbe-i nasûh etmiş olsa yine bu gül-endâm-ı
nâzik-hırâmın elinden beyt:
Tevbe-i meyde sebât-ı kademimden sorma
Orasın sâkî-i gül-çehrenin ibrâmı bilir
nüshasınca sad hâhişle bilâ-cür’a nûş ve içdigi yemîn ve eyledigi ‘ahdi bi’l-cümle
ferâmûş eder. Fasîh-i bî-çârenin çeşm-i bülbül-i bî-karârı bu gül-gonca-i çârbâg-ı melâhate
duçâr oldukda bi’l-külliye elden gidip bî-hûş ve müterassıd-ı fursat-ı çeşm ü gûş olup dîde-
dûz-ı intizâr ve dâ’ire-i dîdesin halka-i resîd gibi pîşgâhındaki yârânın nezzâresine vakf-ı
sebât ü istikrâr edip meclis âhir olup neş’eler tamâm ve ashâb-ı sohbet hânelerine ‘azm
etmege hırâm eyleyip ol gül-endâm dahı bunları ta’kîb ederek kıyâm ve der-i mey-hâneye
dogru hırâm etdikde Fasîh-i bî-çâre beyt:
Nice bir gûşede hamûş olalım
Beri gel sâki bâde-nûş olalım
nagmesiyle ‘arz-ı meyl ü mahabbet ederek ol dil-ber-i ra’nâyı nezd-i dervîşânesine
da’vet eyledikde Fasîh-i nâdire-dânın hurşîd-i sipihr-i ‘irfân olan zâtı ‘âmme-i ‘âlemiyâna
nümâyân olmagla bî-tereddüd o müştâk-ı pür-tefi müşerref eyleyip câm ber-kef Fasîh’in
oldugu meclise gelip sad-sâlden beri âşinâ gibi bî-tekellüf sohbete âgâz geh çîde-i nukl-i
sofra-i dervîşânesi ve geh sifâl-i köhnesine keşf-i râz etmekle hezâr nüvâziş edip bî-çâreyi
dil-şâd ve ol hâne-nişîn-i harâbâtın dil-i vîrânesin dest-i lutf ile âbâd edip yek-pây-ı ihtirâm
üzre kıyâm ve ol bî-çâre ile hem-râz-ı derûn-ı câm olur. Fasîh-i hâne-harâb dahı ol dil-ber-i
‘âlî-cenâba hitâb edip Ey gül-i nev-hîz-i gülistân-ı melâhat vey âhû-yı harem-i hüsn ü behcet,
ben gedâ oturam, sen şâh-ı milket-i zîb ü bahâ bu hüsn ü ân ile makâm-ı hidmetde olmak revâ
degildir. Li-münşi’ihi:
Kırılsın sâgar-ı ‘işret derûnum gam ile tolsun
Şehâ sensiz mey-i gül-gûn bana kat kat harâm olsun
diyerek ol serv-i semen-endâmı zânû-be-zânû eyleyip ihtirâm ve sûretde dîger ve
sîretde yek-laht olup münâvebe ile idâre-i câm eylediler. Fasîh-i pür-gû ez-dil ü cân her cüst
û) cûda nigeh-sâz oldukça âyîne-i tahkîkde müşâhede-i rûy-ı tasdîk eyledi ki bu gül-çehreye
keyfiyyet-i tekâpû eyledikçe beyt:
Ruh-ı alin olunca neşve-i sahbâ ile gül gül
‘Arak-rîz oldu tâb-ı şermile sâgarda rûy-ı mül
vefkınca rûy-ı mül bu gül-’izârdan şermende olup al al ve habâb-ı tâze-tâb-ı
nezâresine tâkat getirmeyip bî-mecâl oluyor. Der-hâl bî-çâre Fasîh mısra‘):
Bir dili kalmış idi eyledi anı teslîm
medlûlünce murg-i dil-i pervâz-ı bülendin ol cânânın kâkül-i ham-der-hamına bend ve
der-kemend-i dâm-ı ibtilâsı olmagı ‘ayn-ı sa’âdet ve âşiyâne-i kâkülünde ârâm etmegi mahù-ı
rıf’at bilip li-münşi’ihi:
Ko gitsin dil giderse tek seninle âşinâ olsun
Yolunda nâzenînim dil degil cânım fedâ olsun
diyerek ol şâhın kulu olmaklıga sad vechile kâ’il ve gül-gonca-i ruhsârına hezâr dil ü
cân ile mâ’il oldu. El-hâsıl bu hâl üzre vakt-güzâr ve o mecmû‘a-i hüsn ü bahâda dîde-i im’ân
ile temâşâ-yı ruhsâr edip tururken şeb karîb olmagla mahall-i zehâb ve vakt-i gurûb-ı âftâb
olmagın ol hurşîd-i sipihr-i behcet ü ân £ayri dem-i fürkat nümâyân oldu. diyerek ‘azm ü
hırâma istîzân ve ertesi gün ale’s-seher âftâb ile bile tulû’ eyleyip ‘arz-ı dîdâr ve teşrîf
eylemek vechi üzre hânesine hırâmân oldu. Fasîh-i mürde-dil dahı nâ-çâr ruhsat ve
pîşgâhından âftâbveş gurûb eyleyinceye degin dîde-i firâk ile nigâh-ı hasret edip li-münşi’ihi:
Nihân-ı rûh sıhhatde görülmez deyü lecc etme
Gözümle gördüm oldu dîdeden ol dil-sitân gâ’ib
zemzemesiyle nâlân ve ol külbe-i ahzânda ol şeb mihmân oldu, fe-ammâ beyt:
Şeb-zindedâr-ı hasret olur tâlib-i visâl
Gelmez hayâl-i vuslat ile hâb bir yere
mısdâkınca ol şeb ne hâl ise zâr u gamîn ol câygehde mekîn olup ‘ale’s-seher âftâb-ı
ferruh-fâl lisân-ı hâl ile beyt: 73 bšF�¼« ÕU¾# z*¼« p1¾# bšF� «œU� uÔ ÈË— “« b� rA2
makâliyle ikbâl edip ruhsar-ı mihr-i tâbdâr şeb-i târı pür-envâr etdikde Fasîh-i zâr
mısra‘):
Sâkî ‘acebâ meclis-i rindâna gelir mi
terânesin tekrâr ederek ‘akl ü fikr ü hayâlin ‘ale’t-tertîb pây-endâz-ı iclâl eyleyip rû-
be-rah-i istikbâl ve kendi li-münşi’ihi:
73 Çeşm-i bed ez-rûy-ı to bâdâ ba’îd / Sabbahaka’llâhu sabâha’s-sa’îd: Kötü gözler, yüzünden uzak olsun, Tanrı, sana mutlu sabahlar kılsın.
Ne kadarsa yine mey dâfi’-i gamdır ey dil
deyip bir meclis ihzâr ve bûse-i kenâr-ı câm-ı gül-gûna iştigâl eyledi. Fe-ammâ
mısra‘):
Dil muntazır ammâ ne gelir var ne gider var
mısdâkınca ahşama degin bu ârzû ile zâr ve dîde-dûz-ı revzene-i intizâr olup beyt:
Gün yüzün görmeyeli gündüzümüz şâm oldu
Ey efendim dahı gelmez misin ahşam oldu
diyerek bî-çâre intizâr ile âvâre olup ve şâm dahı tamâmen resîde olmagla o hurşîd-
ruhsârın ‘arz-ı dîdâr etmeyecegi bedîdâr oldukda beyt:
Fârig olamam deşt-i talebde tek ü pûdan
Ol gözleri âhûyu şikâr eylemeyince
deyip erbâb-ı harâbâta mâye-i nizâm olan pîr-i mugâna varıp ‘arz-ı kâm ve Dünki gün
temâşâ-yı mihr-i ruhsârıyla karîrü’l-’ayn olup karîn-i visâl oldugum hurşîd-cemâlin burc-ı
şeref-karîni olan sa’âdet-hâne-i nâzenîni kandadır. deyü su’âl eyleyip pîr-i mugân dahı
karârgâhın bi’t-tamâm i’lâm u ihbâr eyledikde yine meclisine hırâm ve nısfü’l-leyle degin
geh ye’s ve geh ümmîd ile ne hâl ise kıyâm eyleyip nısfü’l-leyl mertebeleri mürûr u güzerân
etdikden sonra karâr ve sükûna bî-sabr u bî-sâmân olup mısra‘):
Kûyun dileyen tîr-i belâdan hazer etmez
deyip der-i mey-hâneden güzer ve cânib-i cânâneye sefer edip haber aldıgı minvâl
üzre hâne-i yâre varıp hâkine rû-mâl ve ol şeb subha degin anda mihmân olmak hayâli ile
eşigi taşına vaz’-ı ser-i ikbâl eyledi ammâ mısra‘):
Hîç ne yâr agyârsız ola ne gonca hârsız
medlûlü üzre meger ol serv-i hoş-hırâm u şîrîn-lebe baldırı çıplaklardan Pirpirî
Mustafâ ve Bekrî Hasan nâmına iki nefer-i levend-i şekâvet-mu’tâd dil-dâde ve mey-hâneden
güzerân eyleyen ser-güzeştden haberdâr olduklarından şâyed gele deyü bir gûşede âmâde
imişler. Fasîh’in de ruh-ı bî-reng ve dil-teng ile bî-vakt ü bî-zamân ârzû-yı cânân ederek
nümâyân ve seng-hâneye köhne-hasîr gibi ferşîde vü galtân oldugun gördükleri gibi ikisi
birden na’ra-sâz olarak mânend-i kâzâ-yı nâ-gehânî nâzil ve evvel emrde dervîşâna girîbân
lâzım degildir sûretli ibtidâ girîbânın çâk-ender-çâk ve kendin der-gil eyleyip Senin gibi gedâ
bizim şeh-i hûbânımıza ‘alâka eylemek ne revâdır mısra‘):
Hevâ-yı saltanat düşmez gedâya
ve sen bu şeb-i târda tek ü tenhâ burada ne ararsın. deyü ol sîne-çâki şemşîr-i gadr u
hayf ile helâk eylemek murâd eylediklerinde bî-çâre Fasîh beyt:
Cây edinsem etmen istib’âd deyr-i mihneti
‘Âşıkım bir kâfir-i hüsne Muhammed ümmeti
Geceler ‘azm etdigim ol mâha sâyem havfidir
Bir tarîk ile kabûl etmez mahabbet şirketi
güfte-i müstetâbıyla ol hûn-rîzlere cevâb verir. Sâlifü’z-zikr Bekrî Hasan aslında
zümre-i ehl-i ‘irfândan ve medîne-i Kostantıniyye’nin tîz-fehmânından olmagla safâ-yı hâtırı
olan yâri Pirpirî’ye Birâder, adam şöyle ma‘rifetle mâl-â-mâl olan vücûd-ı ‘adîmü’l-misâle
ne vechile kıyıp i’dâm eyler ve böyle bir zât-ı sütûde-sıfâta kişi nece intikâm eyler. deyip
ikisi birden Fasîh’i alıp leb-i deryâya nüzûl bir zevrakçeye süvâr edip cânib-i İstanbul’a irsâl
eylediler. El-hâsıl mütercem-i mezkûr sûretâ geh mest ü geh mahmûr idi. Ammâ ahvâline
ıttılâ’-ı tâmmı olanlar tesettür makûlesi ba’zı etvâr ve kendide nice hâl zâhir ü âşikâr oldu
deyü nakl ü hikâyet eder.
Hikâyet: Rivâyet olunur ki mütercem-i esrâr-mahrem intikâlinden bir iki gün
mukaddem hukûk-ı ni’meti oldugu ahbâbı devr eyleyip istihlâl ve dâd u sitedden fakîrâna
muhtâc-ı redd ü edâ oldugu hukûku ashâbına îsâl ve Galata Mevlevî-hânesinde hücre hücre
gezip Fasîh’le alacagı olan gelsin deyü hemçü dellâl nidâ ederek esmâ’-ı ricâl ve ol tekyede
olan fukarâya bi’l-cümle vedâ’ eyleyip hücre-i mahsûsasına girip dâr-ı bekâya intikâl
eylemişler. Cenâzesine katı çok kimesne hâzır olup cem’iyyet-i ‘azîm ve intikâline şu‘arâdan
nice mersiyye vü tevârîh takdîm olunmuşdur. Rahmetu’llâhi ‘aleyh.
FASÎHÎ
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Rûmeli’nde vâkı’ Nigbolu havâlisinden nümâyân ve
Devlet-i ‘Aliyye tarafına şitâbân olup medîne-i Kostantıniyye’ye vusûl ve ol belde-i
tayyibede Dîvân-ı Hümâyûn küttâb-ı celîlesi miyânına duhûl eyleyip giderek vüzerâ-i kirâma
intisâb ve dîvân efendilikleri hidmetleriyle iktisâb-ı şeref-i bî-hesab eyledikden sonra sadr-ı
a’zam-ı sâbık El-Hâc ‘Alî Paşa vezâretinde defter-i hakanî emâneti ihsân olunup vâfir zamân
ol mansıbda eyyâmı güzerân eylediginden sonra nice demler hazz u ârzûsu câh-ı dehr-i
denîden bî-nasîb ve evâhir-i ‘ömründe irtihâline karîb Beşiktaş’da vâkı’ Yahyâ Efendi
Zâviyesinde seccâde-nişîn-i irşâd olan şeyh-i celîlü’ş-şân-ı takvâ-mu’tâd Otabaşı Şeyhi
ma’rûf-ı enâm ‘azîz-i pür-ihtirâmdan inâbet ü bî’at ve ol şeyh-i kâmile nice zamân hidmet ü
‘ubûdiyyet ve tekyegâha karîb bir menzil peydâ ve ol meskende nice eyyâm ‘ibâdet ü inzivâ
eyleyip bu hâl üzre evkât-güzâr-ı eyyâm u leyâl iken bin yüz altı senesinin Rebî’ü’l-evvelinde
rahmet-i Rahmân’a intikâl eyledi. Dânâ-dil ve sâf-derûn bir kâmil idi. Bu güftâr âsârındandır.
Gazel
Sahbâ-yı nâz kim ola peymâne-âşinâ
Olur mey-i niyâz ile mestâne âşinâ
Bir tâb var ki söndüremez bir şerâresin
Deryâlar olsa bu dil-i sûzâne âşinâ
Biz çâk çâk-i derd-i firâkız Fasîhiyâ
Gîsû-yı yâr ile olalı şâne âşinâ
Ve lehû
Âftâb-ı tal’atın mâhiyyetin bilmez hakîm
Her ne denlü olsa mâhir fenn-i usturlâbda
Sâhil-i vahdet görünmez bâd-ı tevfîk esmese
Nice yüz bin keşti nâ-bûd oldu bu gird-âbda
FASÎHÎ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Devlet-i ‘Aliyyede Dîvân-ı Hümâyûn kâtiblerinden
bir hâlisü’l-bâl merd-i sütûde-hısâl idi. Sene bin yüz beş târîhinde intikâl eyledi. Bu güftâr
ilâhiyyâtında olan âsârındandır.
İlâhî
Vücûdun dürr-i nâ-yâb-ı safâdır yâ Resûla’llâh
Anınçün nâm-ı pâkin Mustafâ’dır yâ Resûla’llâh
Cebîn-i tâbnâkin reşk-bahş-ı mâh-ı mihr-engîz
Cemâlin pertev-i nûr-ı Hüdâ’dır yâ Resûla’llâh
Kadin bir gül-bün-i ra’nâ ki farkında ruh-ı âlin
Gül-i gülşen-sarây-ı Kibriyâ’dır yâ Resûla’llâh
FASÎHÎ-İ DÎGER
Nâmı Ahmed ve cümle-i şeştâriyândan âvâzı bülend bir şâ‘ir-i ser-âmeddir ki vücûd-ı
dâniş-i mevfûrları kân-ı ‘irfân olan medîne-i Kostantıniyye’den zuhûr edip pederleri olan
Ramazân-nâm merd-i zûr-âver ü pehlivân du‘â-yı vefîr ve terbiyet-i zât-ı dil-pezîrleriyle
ihtimâl-i haml-i sakîl-i derd ü belâ ve tahammül-i bâr-ı girân-ı meşakkat ü ‘anâ eyleyip hâl ü
şânına göre terk-i hâb-ı râhat edip bezl-i mechûd eylediginden gayrı kendiler dahı ney-
şekerzâr-ı fesâhatin hûşe-çîn-i hırmen-i belâgati olmag içün gâh cânib-i Mısr’a sefer ve gâh
kalb-i ihlâs-ı meşhûnunun evsâh-ı enderûnun mâ’-i zemzemle şüst ü şû edip tathîr etmek
içün Beytu’llâhi’l-harâm’a güzer edip tûtîveş halâvetü’l-cân ile meşhûr-ı âfâk ve murg-i dil-i
bâlâ-pervâzı hamâme-i harem-i ‘aşk u iştiyâk olup nâmı zümre-i fusahâda yâd ve ilâ yevmi’t-
tenâdd ismi zât-ı seyâhat-güzârı gibi devr-i arâzî vü bilâd eyleyen bedîhe-gûy hoş-
güftârlardan ve nâzik-güftâr olan zât-ı pâk-etvârlardandır. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Beni tîgi gibi bend-i miyânı etdi cânânım
Beli yanındayım amma ki kıl üstündedir cânım
Ve lehû
Meyl edip kıble-nümâ gibi bir az saga sola
‘Âkıbet kûyuna togruldu gönül geldi yola
FAZLÎ
Ol seyyid-i sahîhü’n-neseb olan şeyh-i zî-şânın nâm-ı nâmîleri ‘Osmân’dır. Vilâyet-i
Rûmeli’nden Şumnu kasabasında pâ-nihâde-i halvetkede-i ‘âlem-i şuhûd olup meşâyih-i
Halvetiyye’den Zâkir-zâde Şeyh ‘Abdu’llâh Efendi perverdesi bir vücûd idi. Şeyh-i
mezkûrdan hilâfetle Aydos-nâm mahalle hırâm ba’dehû bir müddet dahı Filibe şehrinde meks
ü ârâm eylediginden sonra cânib-i Kostantıniyye’ye rahş-süvâr-ı ‘azîmet ve ol şehr-i pür-
meymenetden semend-i tab‘-ı hoş-hırâmları izhâr-ı memnûniyyet etmekle ol beldede ikâmet
ve anda vâkı’ Kul Câmi‘i demekle şöhret-şi’âr olan câmi’-i şerîfin imâmet ü hitâbeti ile
kanâ’at edip evkât-güzâr olup câmi’e karîb bir menzil iştirâ ve te’ehhül eyleyip ba’dehû
câmi’-i merkûma talebe-i ‘ulûm içün münâsib hücrecikler binâ edip gâh va’z ve gâh ders ve
geh tevhîd-i şerîf eyleyip ol mekânda evkat-güzâr olmagla Atbazarî Şeyh demekle şöhret
bulmuşlar idi. Ba’dehû Şeyh Ebu’l-Vefâ Câmi‘-i şerîfi va’ziyyesi verilip ba’dehû bin toksan
beşde Sultân Selîm meşîhati ile tekrîm olunup esnâ-yı cülûs-ı Sultân Süleymân Han-ı Sânî’de
esb-i hoş-hırâm-ı i’tisâmı bir mikdâr sürçmekle ıstabl-ı ferâmûşîde nisyân ile bir mikdâr
te’dîb olunup yüz bir Şevvâlinde Kıbrıs cezîresine iclâ vü irsâl ve ol beldede sâkin iken yüz
iki Zü’l-hiccesinde dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Mevlânâ-yı merkûm fuzalâ-yı Rûm’dan ehl-i
haysiyyet ve sâhib-fazilet olup âsâr-ı celîlelerinden Telvîh ve Tavzîh’a ve Muhtasar ve
Mutavvel’e ve Sadrü’d-dîn-i Konevî’nin Sûre-i Fâtiha Tefsîri’ne ve Şerh-i Fusûs’a
müstakil havâşîsi oldugundan mâ-’adâ meydân-i şi‘rde fârisü’l-hayl-i makâl ve hâyiz-i
kasabü’s-sebak-ı kemâl olup bî-nazîr ilâhiyyât u eş‘ârı ve nice âsâr-ı celîlü’l-mikdârı vardır.
Bu güftâr ilâhiyyâtda olan âsârındandır.
İlâhî
Nice bir fürkatle yansun cân ü dil
Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm
Kevser-i vaslınla kansun cân ü dil
Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm
Enbiyâ vü evliyânın ‘aşkına
Esfiyâ vü etkiyânın ‘aşkına
Fahr-i ‘âlem Mustafâ’nın ‘aşkına
Merhamet kıl merhamet kıl yâ Rahîm
FENNÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Dürr-i meknûn-ı kulzüm-i ma‘ârif-i fünûn olan
vücûdu sâhil-i deryâ-yı Rûm’a revnak-efzâ olan şehr-i Kostantıniyye-i bî-hem-tâdan şöhret-
şi’âr ve encümen-i zurafâda hezâr-fen bir şâ‘ir-i nâzik-dehen olmagla mahlas-ı merkûm ile
pür-iştihâr olmuş idi. Âgâz-ı hâlinde şehr-i Kostantıniyye’de şeyh-i hakîkat-âgâh veliyy-i bî-
iştibâh aktâr-ı cihânda nâmı cihân-gîr ve miyân-ı meşâyih-i kirâmda kerâmât-ı bâhire ile ‘arîf
ü şehîr olan kutbü’l-’ârifîn ve zahrü’l-vâsılîn meşâyih-i ülü’l-ihtirâmın bülendi Cihân-gîr
Şeyhi Hasan Efendi merhûmdan münîb ve vâfir zamân ol zât-ı ‘âlîye hidmet etmek nâsîb
olup ba’dehû Burusa’da Mevlevî-hâne şeyhi zübde-i sulehâ melce-i fukarâ Sâlih Dede
Efendi’ye bir zamân tereddüd edip anlardan dahı mecâz ve enfâs-ı tayyibelerinden bûy-âşinâ-
yı dimâg-ı imtiyâz oldukdan sonra vüzerâ sudûrunun fahr-i devleti ve eshiyâ-yı cihânın âb-ı
rûy-ı midhati merhûm Köprülü-zâde Ahmed Paşa hazretine bir kasîde-i nâzikâne ile dâhil-i
huzûr-ı âsafâneleri olup ol kasîdenin edâ-yı latîfi şâyân-ı nazar-ı ‘âlîleri ve makbûl-i şerîfleri
olmagla ol kasîdeye câyize olmak üzre ber-vech-i te’bîd cizye kitâbetin ihsân ü ‘inâyet
buyurup ba’dehû bu mecelle-i celîlede harf-i elifde rûz-nâmçe-i hâlleri keşîde-i silk-i beyân
kılınan necm-i dünbâledâr-ı sipihr-i ‘irfân Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin ol köhne takvîm-i
devrân-ı hezâr-destân olan şâ‘ir-i u’cûbe-tarz-ı bî-akrânı terbiye ve ta’liyyesiyle dergeh-i
felek-cenâb-ı hazret-i Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’’a intisâb etdirip pür-feyz-i duhûl-i
huzûr-ı hümâyûn ve pîşgâh-ı pâdişâh-ı gerdûn-iktidârda nice hünerler izhâr etmekle envâ‘-ı
‘inâyât-ı hüsrevânîye makrûn oldukdan sonra sûy-ı dil-cûy-ı Sıtanbul’da cennet-i dünyâ
denmege lâyık u sezâ olan Rûmeli Hisârı’nda kendi masnû’-ı yed-i san’at-şi’ârı olan sâhil-
hâne-i latîfinde sâkin olup gûşe-nişîn-i künc-i ferâgat iken bin yüz yigirmi yedi târîhinde dâr-
ı bekâya rıhlet eyledi. Müretteb Dîvân’ı ve ‘asrında hayli nâm u şânı var idi. Gerçi vâdî-i
lâ’übâlîsinde öyle pek hurde-gîr degildir fe-ammâ yine eş‘ârı mezeden hâlî degildir. Bu
birkaç beyt anlarındır.
Beyt
Sikender-seyr isen de sedd-i nutk et pîş-i kâmilde
Felâtûn-ı hakîkat-bîne nakl-i mâ-cerâ düşmez
Ve lehû
‘Âşık ki vuzû’ eylemege eşk-i teriyle
Sâcid olamaz kıble-i maksûda yeriyle
Reşk eylerim ol ‘âşıka kim bezm-i belâya
Zînet vere fevvâre-i hûn-ı cigeriyle
Bin toksan yedi târîhinde güzîde-i selâtîn-i mütekaddimîn ve ser-âmed-i havâkîn-i
güzîn sultân-ı celîlü’ş-şân pâdişâh-ı bî-akrân Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-
rahmetü ve’l-gufrân hazretleri Beşiktaş Mevlevî-hânesin karîn-i nazar-ı kîmyâ-eserleri ve
makrûn-ı iltifât-ı hümâyûnları buyurup dil-i ‘âşık gibi harâb u fenâ-pezîr olmuş iken reşk-i
heft-târem eyleyip ta’mîr buyurmalarıyla ‘inâyete muhtâc olan fukarânın tâc-ı ibtihâcın hem-
ser-i Farkadân ve gird-bâd-ı fakr u fenâ ile vîrân olan kulûb-ı dervîşânı bu ta’mîr-i şerîfleriyle
ma’mûr u âbâdân oldukda mütercem-i nâdire-dânın tekye-i müşârün ileyhin ta’mîrine bu
târîhi müşârün bi’l-benân-ı cümle-i erbâb-ı ‘irfândır.
Târîh
Yazdı bu mısra‘-i pâkîzeyi levh-i câna
Gelelim tekyesine hazret-i Mevlânâ’nın
FENÂYÎ
Ser-hücre-nişînân-ı ‘irfândan Otabaşı Şeyhi demekle şöhre-i cihân olan âgâh-ı esrâr-ı
mektûm Şeyh Mustafâ Dede merhûmdur ki dergâh-ı ‘âlî dâmet mahfûfeten bi’l- me’âlî
yeniçeriyânî zümresinden olup ol tekye-i kerâmet-esâsın merâtib-i mu’tâde-i celîlü’l-
mesâsından kat’-ı menâzil-i ma’lûm ve tayy-ı merâhil-i rüsûm ederek yolu ile otabaşı olup
miyân-ı suffe-i velâyetin ferşîde-i bezm-i hâmûşî-i intibâhı olan mak’ad-ı sıdkının
nişestegâhında ta’ayyüşün takdîr ile bunlara dahı bir yer gösterilmegin bi’l-cümle nes’e olan
emr-i dünyeviyyeyi nakd-i hâzır-ı masrafgeh-i sûd olan nakdîne-i uhreviyyeye degişip
meşâyih-i kirâmın şeyh-i hakâyık- kelâmı Üsküdarî merhûm Şeyh Selâmî Efendi’den inâbet
ve anlardan selîm ü irâdet etmekle tekmîl-i esmâ’ü ezkâr ve nice erbâ’înler güzârından sonra
berekât-ı nefs-i pür-hâletlerinden az vaktde kat’-ı merâtib-i tarîkat eyleyip me’zûn-ı hilâfet ve
Kostantıniyye’de Galata muzâfâtından merhûm Şıbtalı Yahyâ Efendi civârında kendiler içün
bir tekye binâ ve ol havâlîyi ma’mûr u ihyâ edip sene bin yüz on beş sâli ki târîh-i
intikalleridir ol vakte gelince ol câygâh-ı bî-hemâlde ‘ibâdet ü tâ’ata iştigâl üzre idiler. Lisânı
mecmû‘atü’l-esrâr bir râz-dân-ı hakîkat-i zât-ı ‘âlî-mikdâr idi. Bu güftâr âsârındandır.
Beyt
Keşf olur ana bütün mâhiyyet-i kevn ü mekân
Sırr-ı tevhîd olsa bir âyîne-i dilde ‘ayân
FEVZÎ
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mustafâ’dır. Mevâlî-i kirâmdan Mar’aş kazâsında
seccâde-nişîn-i şerî’at-i garrâ iken kat’-ı merâhil-i istînâs ve tayy-ı merâhil-i enfâs edip
iklîm-i ‘adne rû-be-râh olan kâfile-i ervâh-ı pür-intibâh ile tebdîl-i karârgâh eyleyen
mevâlînin ercümendi Gergerî Ahmed Efendi merhûmun nûr-ı çeşm-i bînişi ve sürûr-ı sîne-i
bî-kîne-i ihlâs-perverişidir ki sene bin seksen târîhinde pîşgâh-ı Kostantıniyye-i dil-ârâda
şeref-bahş-ı leb-i deryâ olan Üsküdar-ı bî-hem-tânın asdâf-ı bihîn-ittisâf mahallâtından
birinden dürr-i yek-tâ-yı vücûd-ı bih-bûdları zîver-ârâ-yı mehd-i şuhûd olup tıfl-ı şîr-håâre-i
mâder olmakdan temyîz-i ma’sûm-i ‘ani’l-hatâları rehâ-yâb olaldan ilâ vaktinâ hâzâ nev-be-
nev tahsîl-i ma‘ârif ü efzâl ve gün-be-gün kamerü’t-tâmm-ı sipihr-i kemâl olarak zât-ı
‘âlîlerin ma‘ârif ü kemâl ile istikmâl etmekdedirler. Rûz-nâmçe-i hâl-i tarîkları dahı bu
minvâl üzredir ki bin yüz dört târîhinde merhûm u mebrûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-
gafûr melek-hasletlerin bülendi Şeyhü’l-islâm Mehmed Sâdık Efendi’nin def’a-i ûlâsında
emânet-i fetvâ teşrîfinden mülâzım ve kırk akça medreseden ma’zûl olduklarından sonra
sadrü’s-sudûr pîr-i pür-nûr âb-ı rûy-ı şühedâ-i buhûr ‘ulemâ-yı kirâmın dil-pesendi merhûm u
magfûr Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinin def’a-i sâniyesinde bin yüz yigirmi dört
târîhinde ibtidâ-i hâric elli ile Dersiyye-i Mustafâ Efendi Medresesine ve bin yüz yigirmi
sekizde hareket-i hâricile Mukâbele-i Süvârî Medresesine ve bin yüz otuz ikide şeyhü’l-islâm
ve müfti’l-enâm fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden ibtidâ-i dâhil ile Kâzî-
zâde Mahmûd Efendi Medresesine gelip esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol medresede idiler.
Zihni pâk ve tab‘ı çâlâk bir suhan-perver ve zihni pür-âteş bir mahdûm-ı hünerverdir. Nat’-ı
hayâlde zihn-i ferzânesi kimesnenin maglûb-ı tâ’lîm ü imdâdı olmayıp kendi esb-i cevlân-gîr-
i karîhasın dil-hâhı üzre reftâr etdirmekle her fende ri’âyet-i mesâs ve tîh-i beyânda piyâde
bir suhan-sâdeye nice akbiye-i iktibâs ile ilbâs-ı libâs edip ruh-ı cemâl-i kemâle yek-nokta-i
eş‘ârı bir hâl-i bî-misâl ve zâr u sefîl-i rûzgâr olan gam-dîdelere sohbet-i nâzikânesi bâdî-i
izmihlâl-i infi’âl u kelâl idi. Her çend ki pehlevânân-ı suhan bir yere cem’ olup der-encümen
olalar bunun mansûbe-i hayâlinden bedîd ü âşikâr olan sûret-i mazmûn erbâb-ı tab‘ u dânişe
bâdî-i mebâdî-i hayret-i derûn olur idi. Hâsılı kimesne nat’-ı mazmûn-ı belîginin
mukâbelesinde bir piyâde sürmege mübâdir ve suhan-ı âbdârına bir bahâne bulmaga kâdir
degil idi. Nerrâd-ı hayâl yalnuz vâdî-i eş‘âra duçâr ve penç vakti yek-pâre semt-i kelâm-ı
mevzûna pâ-bend-i inhisâr degil idi. Belki fikr-i dakîkin her kemâle sarf ile dil-i bî-istirâhatı
elinden ‘âciz ü zâr ve şeb-tâbe-seher kesb-i ma‘ârifi kendüye kâr eylemiş idi. Esnâ-yı ferâg-ı
iştigâlde vakt-i hâlî bulunca bir düşeş makûlesi ba’zı nâ-dîde gazeller ile ez-tarîka-i teşhîz-i
ezhân lugaz ve gazel ve mu’ammâ ve kasîdeler ile suhan-sencân olur idi. Vâdî-i eş‘ârın öyle
pek meftûnu degil iken yine hayli pâk ve her bir sözünde güzel mazmûnlar eyler
makûlesinden bir şâ‘ir-i hoş-güftârdır ve bu âsâr cümle-i eş‘ârındandır.
Gazel
Bu inbisât-ı dili vasl-ı yârdan biliriz
Velî neşât-ı hezârı bahârdan biliriz
Alındı ol sanemin harf-i vuslat agzından
Bu lutfu câm-ı mey-i hoş-güvârdan biliriz
Benefşevâr yatır ser-fikende ey Fevzî
Şehîd-i ‘aşkı giyâh-ı mezârdan biliriz
Ve lehû
‘Âşık-ı derd-âşinâ derd-i serinden bellidir
Bülbül-i bâg-ı belâ verd-i terinden bellidir
Sorma hâlim ey tabîbim bende yok tâb-ı suhan
Hastanın mikdâr-ı derdi peykerinden bellidir
(5) FEVZÎ-İ DÎGER
Nâmı Ahmed’dir. Sâhil-i Bahr-i Siyâh’da Trabzon’dan öte nâmın gûş edenler Of
diyecek bir mahalden olmalarıyla esnâ-yı su’âlde maskat-ı re’sleri olan ‘arz-ı nâ-marazîyi
eş‘ârı gibi erbâb-ı tıbâ’dan ketm ile tekayyüd-i tâm ve rûz-nâmçe-i vasfları maklûb-i lafz-ı zâl
olmagla bu Zâl-i felekde hâlleri bir hoş ma’lûmumuz olmadıgından bu mertebe tebyîn ile
iktifâ-yı nakl-i kelâm olunmuşdur. Müderrisînin elsine-i selâsede söyler yâdigârlarından
‘Arabî eş‘ârda izhâr-ı mahâret eder erbâb-ı güftârlarından idi. Bu beyt anındır.
Beyt
Ey sabâ menzilgeh-i dildâra ugrarsan eger
Hâlimi ‘arz eyle ol gaddâra Allâh ‘aşkına
FEVZÎ-İ DÎGER
Nâmı Mustafâ’dır. şehîd-i sa’îd Mustafâ Paşa’nın vezâretinde Anatolu muhâsebecisi
olup ba’dehû Selâmî Efendi merhûmdan tekmîl-i esmâ-i ‘aliyye etmiş sōfî-meşreb sâfî
tabî‘at bir ehl-i ma‘rifet idi. Ol esnâlarda intikâl etmişdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Mahabbet kalb-i ‘uşşâkı hemîn pür-şevk u fikr eyler
Derûnun ehl-i tevhîdin Hudâ pür-nûr-ı zikr eyler
FEHMÎ
Nâmı ‘Abdu’r-rahmân olup Devlet-i ‘Aliyye-i ‘Osmâniyye’de Baş Muhâsebe
Kaleminde ikinci halîfe olup Barutçubaşı-zâde demekle ma’rûf olan Mehmed Efendi’nin
mahdûmudur. Belde-i Kostantıniyye’de tevellüd edip neşv ü nemâ buldukdan sonra kalemin
kendüye kâsib edip kitâbetle ta’ayyüş ederdi. Sonralarında şeyhü’l-islâm müfettişi kitâbeti ile
kanâ’at edip anınla iktifâ ve vMHÎ ô eM½ H�UMI¼« 74 tarîkasına iktifâ etmiş idi. Âteş-
pâre-tabî‘at bir ehl-i ma‘rifet idi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Ruhsâr-ı alin üzre hattın demîde göster
Çeşm-i gazâlin ey şûh sünbül-çerîde göster
Rûyuna yârin ey dil kıl ol kadar nezâre
Zahm-ı müjeyle cismin sen dîde dîde göster
Tahrîk ise murâdın ol nev-nihâl-i nâzı
Bâd-ı bahâr-ı âhın her dem vezîde göster
FEYZÎ
Hüve’l-mevlâ şeyhü’l-islâm ibni şeyhü’l-islâm Feyzu’llâh ibni Ebû Sa’îd Mehmed. Ol
gubâristân-ı hânedân-ı devlet-masîrleri çeşm-i i‘tibâr-ı cihâniyâna sürme-i Isfahân-ı iftihâr
olan mahdûm-ı ‘âlî-mikdâr sâl-i hicrînin bin kırk Cumâdâ-yı âhiresinin on ikinci isneyn
gecesi feyz-i ‘âlem-i sırdan pertev-endâz-ı âyîne-hâne-i mülk-i ‘anâsır olup mahâdîm-i
kirâma muhtass olan ikrâm ile ikrâm ve vâlid-i mâcidlerinden bir mülâzemet-i celîle ile
ihtirâm olunduklarından sonra tezhîb-i mecmû‘a-i kemâl ve tertîb-i merâtib-i fazl u efzâl
74 El kanâ’atü kenzün lâ yefnâ: Kanaat, tükenmez bir hazinedir. Hadis: Keşfü’l-Hafa, II.C., s.102, no: 100.
buyurup bin elli beş Recebinde yine vâlid-i muhteremlerinden mûsıla-i Sahn ile Üsküdar’da
Mihrümâh Medrese-i celîlesine mihr-i sipihr-i ‘irfân olan vücûd-ı fâ’iku’l-akrânları pertev-
endâz-ı ‘izz ü şân ve bin elli yedi Rebî’ü’l-âhirinde Şeyhü’l-islâm ‘Abdu’r-rahîm Efendi’den
Sahn-ı Semândan biriyle handân ve sene-i mezbûre Zü’l-hiccesinde eshiyânın bülendi
mahâdîm-i kirâmın ercümendi Şeyhü’l-islâm Bahâyî Efendi merhûmdan mûsıla-i
Süleymâniyye ile Ebî Eyyûb-i Ensârî Medresesine ve bin elli tokuz Şa’bânında yine anlardan
Medâris-i Süleymâniyyenin birine hırâm ve bin altmış Ramazânında yine anlardan Dârü’l-
hadîs-i Süleymâniyye ile ihtirâm ve tarîk-i müderrisîn-i kirâmı itmâm buyurup bin altmış bir
Şa’bânında Galata mevleviyyetiyle makzi’l-merâm ve on beş ay zabt eylediklerinden sonra
ma’zûl ve altmış dört Saferinde İstanbul pâyesi ve Midilli ve Moliva ve Kalvine ve Yund ve
Ayazmend kazâları arpalık olup vâlid-i mâcidlerinin teksîr-i sevâd ve arpalık nâmıyla bu
kadar kazâlar kendüde müctemi’ oldugu manzûr-i ‘ibâd oldugu hilâf-ı marazîleri olmagla
yalnız Midilli kazâsın kabûl buyurup bakıyyesin tayyib-i hâtırlarıyla red ve ol kazâlar kuzât
fukarâsına ‘inâyet buyurulmuş idi. Ba’dehû sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde sâniyen Galata
kâzîsı olup ikrâm ve bin altmış beş Cumâda-yı ûlâsında ol mansıbdan bi’l-fi’l İstanbul
kazâsına nakl ile ihtirâm buyuruldular. Ol ‘asrda pederleri bi’l-fi’l mesned-i fetvâda ve
kendiler hâkim-i beled olup maksûdu tamâm hâsıl ve dehr-i fânînin kat kat devletine vâsıl
olmuş iken (mısra‘)
Dehr içinde kankı gün gördün ki ahşâm olmaya
vefkınca rûz-ı rûşenâyî-i ikbâlleri mütekallib-i tîregî-i idbâr olup sene-i mezbûre
Recebinde İbşir Paşa Vak’ası zuhûruyla mansıb u câhları hâb-ı hayâl-misâl ve semere-i
şecere-i devletleri şiddet-i rûzgâr-ı rûzgâr sebebi ile bi’l-külliye karîn-i izmihlâl olup
Hasancân’dan beri hânelerinde müctemi’ olan tefârîk-i ‘adîde ve emti’a-i mütenevvi’a bi’l-
külliye gâret ü yagmâ ve kendiler vâlid-i mâcidleriyle Gelibolu kasabasına nefy ü iclâ
olunmuş iken sene-i mezbûre Şa’bânında bâ-hatt-ı hümâyûn itlâk buyurulup medîne-i
Kostantıniyye’de Fındıklı-nâm mahalde olan sâhil-hânelerine gelip ancak bir gün meks ü
ârâm etdirilip ertesi gün ‘ale’s-seher yine ol mahalden ref’ olunup tekrâr Tekfurtagı demekle
şehîr olan Rodoscuk-nâm kasabaya iclâ olunup ol mahalden bin altmış altı Cumâdâ-yı
âhiresinde vâlid-i mâcidleriyle hacc-ı şerîfe me’mûren rû-be-râh ve esnâ-yı tarîkda Kurd
Kulagı ta’bîr olunan mahalle vardıklarında birkaç gün meks iktizâ edip meks üzre iken sene-i
mezbûre Şa’bânında yine İstanbul’a da’vet olunup Fındıklı’daki sâhil-hânelerinde ke’l-evvel
kıyâm etmişler idi. Ba’dehû altmış yedi Şevvâlinde Tokat arpalıgı ile ikrâm olunup yedi ay
zabtdan sonra Tatarbazarcıgı kazâsına tebdîl olundu ve yetmiş yedi Muharreminde Anatolu
kâzî-’askeri olup bir sene zabtdan sonra Rûmeli pâyesi ile ve yine Tokat arpalıgı ile ma’zûl
oldular ve seksen Cumâdâ-yı ûlâsında arpalıgı Tire kazasına tebdîl olunup sene-i mezbûre
Zü’l-ka’desinde tekrâr Tokat arpalıgı ile ihtirâm olundular ve seksen bir Rebî’ü’l-âhirinde
arpalıkları sâniyen Tire kazâsına tebdîl olunup ve sene-i mezkûre Zü’l-hiccesinde Hâslar
kazâsı ber-vech arpalık verilip seksen üç Cumâdâ-yı ûlâsında kendüler zabt etmek üzre ber-
vech arpalık İzmir kazâsı verilip İzmir’e revân ve seksen beş Şa’bânında ma’zûl olup
İstanbul’a gelip seksen yedi Recebinde Selânik kazasına olup seksen sekiz Ramazânında
ma’zûl ve sâhil-hânelerine vusûl buldular. Seksen tokuz Rebî’ü’l-evvelinde Konya kazâsı
arpalık olup toksan Rebi’ü’l-âhirinde yine Eyyûb kazâsı arpalıgı ile tebcîl ve toksan bir
Muharreminde Tatarbazarcıgı ve Havâs Mahmûd Paşa ve Cermen kazâsına tebdîl ve toksan
üç Cumâdâ-yı âhiresinde Sakız kazâsına nakl olundukdan sonra toksan beş Zü’l-hiccesinde
sâniyen Anatolu kâzî-’askeri olup toksan yedi Muharreminde ma’zûl ve Dimetoka ve Antalya
kazâları arpalık oldu. Sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde sadâret-i Rûmeli ile pür-’izz ü şân ve
toksan sekiz Ramazânında ma’zûl olup Sakız kazâsı arpalıgı ihsân olundu. Sene-i mezkûre
Zü’l-hiccesinde sâniyen Rûmeli kâzî-’askeri olup toksan tokuz Cumâdâ-yı ûlâsında ma’zûl ve
İzmir kazâsı ber-vech arpalık verildi. Sene-i mezbûre Şevvâlinde arpalıgı Kayseriyye
kazâsına tebdîl olunup yüz bir Ramazânında bi’l-fi’l şeyhü’l-islâm ve müşki’l-güşâ-yı enâm
oldular. Bin yüz üç Cumâdâ-yı âhiresinde ma’zûl olup Çatalcalı ‘Alî Efendi şeyhü’l-islâm
olmuş iken bi-emri’llâhi te’âlâ fevt olmagla yine ol senenin Şa’bânında sâniyen mansıb-ı
fetvâ kendilere tefvîz buyurulup Tire kazâsı arpalıklarına zam buyuruldu ve bin yüz beş
Şevvâlinde ma’zûl ve kendülere arpalık olmak üzre Sakız kazâsı verilip Sakız’a nefy ü iclâ
olunup ol cezîrede sâkin iken cezîre-i merkûmeyi küffâr-ı hâksâr istîlâ ve eyâdî-i ehl-i
İslâm’dan bî-hasebi’l-iktizâ vira tarîkıyla alıp hezâr derd ü ‘anâ ile halâs olup Devlet-i
‘Aliyye ol esnâda Edirne’de olup Edirne cânibine da’vetle ol cânibe rû-be-râh olup Malgara-
nâm mahalle degin âdemler ta‘yîn olunup gerü döndürülüp Magnisa’ya nefy ü irsâl ve ol
senenin Rebî’ü’l-âhirinde Circe kazâsı kendüye arpalık ta‘yîn olunup cânib-i mısr-ı Kâhire’ye
îsâl kılındılar. Bin yüz yedi senesi evâyilinde yine ıtlâk olunup medîne-i Kostantıniyye’de
Fındıklı-nâm mahalde olan sâhil-hânelerine vâsıl ve sene-i merkûme Cumâdâ-yı ûlâsında
yine Eyyûb kazâsı arpalıgı ile hayrü’l-hâtır hâsıl olup bin yüz tokuz Saferinde yine Tire
kazâsı verilip ve Burusa Yenişehri zamîme olmuş idi. Bu hâl üzre evkât-güzâr-ı eyyâm u
leyâl iken sene bin yüz on Rebî’ü’l-âhirinin on beşinci günü rahîk-i rahmet-i Rahmân’a
intikâl eylediler. Egerçi ‘âlem-i sıgarında maksûdu üzre dünyâdan kâm alan
mahdûmlardandır fe-ammâ bu kadar kesret-i ibtilâ vü ekdâr ve dîden-i hezâr-şiddet-i rûzgâr
ile nihâl-i kaddi dü-tâ ve felegin bu germ ü serdin görmekle berşi’sâya mübtelâ olup egerçi
sinni henüz yetmişe yetmiş idi fe-ammâ keyf ü ‘illet ile işi bitmiş idi. Âhir-i ‘ömründe be-
gâyet bî-mecâl ve bâr-ı pîrî ile kaddi hamîde vü dâl olmuş idi. Kuvvet-i zihni sebebi ile
kesret-i tekâlîb-i evrâk-ı kütübden vâfir istihzâra mâlik olup bir mecmû‘a olmuş idi. Âsâr-ı
kalemi vâfir ve etrâf-ı kütübde metâlib ü tashîhi mütekâsirdir. Katı çok kütübe mâlik
olmuşdur ve mâlik oldugu kütübün hâmişlerinde kilk-i müşgînfâmları nice hidmetde
bulundugu mâlâ-kelâmdır ve âsâr-ı hâme-i nâzik-hırâmları ile hezâr mecmû‘a mâlîde olup
her biri de sandûka-i ma‘ârif-i tâmm oldugundan mâ-’adâ Fetâvâ-yı Kâ’idiyye’nin
enderûnunda Fârisî ta’bîr ile takrîr olunan mesâ’ili ekser fukahâ-yı diyâr-ı Rûm Fârisî-âşinâ
olmadıklarından ‘Arabîye tercemeye şurû’ edip katı vâfir mesâ’ilin tebyîz eylemişlerdi.
‘Ömr-i ‘azîzleri müsâ’id olmamagla ol eserin tamâmı şeb-i târ gibi müsveddede kalıp beyâz-ı
falak-ı subh gibi bi’l-külliye beyâza çıkıp ‘âlem intifâ’ etmek müyesser olmamışdır ve
bunlardan gayrı Feyzî mahlası ile eş‘ârı ve mâ-lezime-i mahdûmiyyet olan nice âsârı vardır.
Teberrüken bu güftâr-ı dil-pezîrleri bu mecelle-i celîlemize sebt ü tastîr olundu.
Beyt
Anılsa gâhice bir dil ‘aceb mi yâr yanında
Ki zerre yâd olunur mihr-i tâbdâr yanında
Semend-i nâzına pâ-mâl eylemezdi gubârım
Bilinse hâk idigim ben o şeh-süvâr yanında
FEYZÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmîleri Feyzu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr etmişlerdir. Zât-ı zî-
şânları beyne’l-akrân Hâdî-zâdelik ‘unvânıyla şöhre-i cihân olup sâbıku’t-terceme Ebû Sa’îd-
zâde Feyzu’llâh Efendi’den mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl oldukdan sonra bin
toksan tokuz Şa’bânında Şeyhü’l-islâm Dabbag-zâde Mehmed Efendi’den ibtidâ-i hâric olup
bin yüz dört Cumâdâ-yı ûlâsında sâbıku’z-zikr Feyzu’llâh Efendi’den hareket-i hâric ile
Fuzayliyye Medresesine ‘âric olup bin yüz altı Rebî’ü’l-evvelinde ibtidâ-i dâhil ile Receb
Paşa Medresesine ve bin yüz tokuz Rebî’ü’l-âhirinde Şeyhü’l-islâm Erzenü’r-rûmî es-Seyyid
Feyzu’llâh Efendi’den hareket-i dâhil ile Ümmüveled Medresesine ve yüz on iki Şa’bânında
yine anlardan mûsıla-i Sahn ile Zekeriyyâ Efendi Medresesine ve yine anlardan bin yüz on
dört Muharreminde Sahn-ı Semândan birine ve bin yüz on beş Rebî’ü’l-âhirinde Şeyhü’l-
islâm Lâdikî Mehmed Efendi’den ibtidâ-i altmışlı ile Kara Çelebi-zâde Ebu’l-fazl Mahmûd
Efendi Medresesine ve bin yüz on altı Rebî’ü’l-âhirinde Paşmakçı-zâde merhûm u magfûr es-
Seyyid ‘Alî Efendi hazretlerinden hareket-i altmışlı ile Kâsım Paşa Medresesine ve bin yüz
on sekiz Şa’bânında yine anlardan mûsıla-i Süleymâniyye ile Gevher Han Sultân
Medresesine ve bin yüz yigirmi Rebî’ü’l-âhirinde merhûm ve magfûr Ebe-zâde Efendi
hazretlerinden hareket-i misliyye ile İstanbul’daki Vâlide Sultân Medresesine ve bin yüz
yigirmi bir Recebinde yine anlardan Sultân Ahmed Han Medresesine hâmise i‘tibârı ile hırâm
ve bin yüz yigirmi ikide Paşmakçı-zâde merhûmun def’a-i sâniye-i fetvâlarında Medâris-i
Süleymâniyyeden birine gelip tarîk-i müderrisîni itmâm eyleyip bin yüz yigirmi üç
Ramazânında İzmir mevleviyyeti ile makzî’l-merâm buyurulup bin yüz dört Zü’l-hiccesinde
ma’zûl olup ‘âdetâ İzmir ma’zûllerine arpalık olmaz iken bunlar Devlet-i ‘Aliyyenin taraf-i
bâhirü’ş-şerefinden manzûr ve ba’zı müvellâlıklara ta‘yîn buyurulup ve arpalık verilmiş idi.
Bu hâl üzre suyun buldurup fülk-i ikbâli müsâ’ade-i rûzgâr ile yem-i âmâlde cânib-i merâma
togru bâdbân-güşâ-yı iclâl iken vücûduna inhidâr ‘ârız olup hasîr-pâre-i vücûdun maraz-ı
tamla çürüdüp ifnâ ve bin yüz yigirmi yedi Zü’l-hiccesinde vedâ’-ı bezm-i fenâ eyledi. Hezl
ü mizâha rübûde-dil ve çeşm ü ebrû ile mezâk etmege gâyet mâ’il kimesne idi. Kuvvet-i
zekâsı sebebi ile elinden bir şey kurtulmazdı. Hattâ şi‘rde dahı eli var idi. Bu güftâr-ı ra’nâ
zâde-i tab‘larıdır.
Beyt
Yanıp yakılmagı ta’lîm eder birbirine ‘âşık
Mahabbet ehli ile eksik olmaz sohbeti şem’in
Başında od yanar dâ’im şikâyetden (degil)75 hâlî
Yine baksan dilindendir belâ-yı mihneti şem’in
Latîfe: Mütercem-i mezkûr ile ordu alaylarının birini seyr içün bin yüz yigirmi üç
târîhinde bir mahalde cem’ olmuşuduk. Zihâm-ı nâsdan tarîk mâlî ve ol havâlî kesret-i nâsdan
‘ibâret olmuş idi. Bu hâl üzre âmed(ü)şudu seyr ederken meger bir bî-çâre tahmînen beş altı
yaşında bir küçük kızcagızı seyr içün getirmiş imiş kesretden nâşî ol esnâda bir tarîk ile gâ’ib
eylemiş. Binâ-berîn bir münâdîye birkaç akça verip nidâ-i zâlle-i mezkûr ve oldugumuz
yerden kız bulan var mı diyerek mürûr etdikde mütercem-i mezkûr der-hâl bu beyti söyleyip
îrâd-ı münâsib-i hâl eylemiş idi.
Beyt
Turfadır hâhişgerân-ı ‘asrın ey dil cünbişi
75 Parantez içindeki kelime 240’de yoktu, ’dan tamamlandı.
Her münâdî kız bulan der hiç demez oglan bulan
FEYZÎ-İ DÎGER 76
Nâmı Hasan etvârı fi’l-cümle müstahsen olup ol seyyid-i bâlâ-pervâz Karahisâr
sancagından Bazarsuyu-nâm kazâdan Gebegiriş-nâm karyeden bürûz eyleyip pederleri dahı
okur yazar makûlesinden olmagla bunlar da kesb-i dest-mâye-i ‘irfân edip hâlince bir şâ‘ir-i
lebîb ve vilâyetinde Hasan Şeyh Câmi‘i demekle ‘arîf câmi’de hatîb idi ve hatîb-i mârrü’z-
zikr bin yüz yedi târîhinde evâ’il-i saltanat-ı Mustafâ Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrânda
vefât etmişdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır77.
FEYZÎ-İ DÎGER
Nâm-ı müstahsenleri Hasan’dır. Kutbü’l-aktâb şeyh-i vâlâ-cenâb meşâyih-i kirâmın
bülendi Nûrî ‘Abdü’l-ahad Efendi merhûmdan inâbet eyleyip ‘asâdârlıkları şerefin iktisâb
etmekle serv-i gülistân ile kâmet-i mübâhâti hem-ser idi. Bin altmış iki târîhinde Topkapusu
hâricinde Takyeci Câmi‘i meşîhati ile peyveste-i nüh-tâk-ı âsmân olup felekde mihr ü mâha
ber-â-ber olup mahbûb-ı meşâyih ve mergûb-ı enâm olmagla herkes gıyâbında kılıcın salarlar
idi. Li-ecli zâlik yetmiş sekizde Top-hâne’deki Kılıç ‘Alî Paşa Câmi‘inde ehad günü çıkmak
üzre bir va’ziyyeye himmet buyurulmuş idi ve seksen altı târîhinde Edirnekapusu hâricinde
Emîr Buhârî Zâviyesi meşîhati ile kanâ’at eyleyip bu hâl üzre o tekyede sübha-şumâr-ı
eyyâm u leyâl iken bin yüz iki Saferinde intikâl eyledi. Tefsîr-i Beyzâvî’nin ba’zı
mahallerine risâleleri ve Gamze vü Dil ve Mi’râc-nâme ve Cevâb-nâme nâmına Türkî
manzûmeleri vardır. Bunlardan gayrı Türkî Dîvân’ı vardır. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
‘Arz etse subh-dem yüzün ol şeh-süvârımız
Sahrâ-yı sabr-ı ‘aşkda kalmaz karârımız
Nev-rûz-ı vasl-ı maksada baht erse Feyziyâ
Yeksân olurdu şevk ile leyl ü nehârımız
76 13’te yok, 240’de 1b’nin kenarındadır. 77 Nüshalarda metin yok.
FEYZÎ-İ DÎGER
Nâmı ‘Alî’dir. Kân-ı erbâb-ı ‘irfân olan Kostantıniyye’den nümâyân olmuşdur.
‘Asrında cebeciler kâtibi olmuş bir vücûd-ı şerîf idi. Sene bin yüz on beş târîhinde intikâl
eyledi. Bu güftâr anındır.
Beyt
Kelâmı şu’belendirme uzatma gel makâmâtı
Gönül âgâze-i hüsnü o şûhun bûseliksizdir
FEYZÎ-İ DÎGER 78
Nâmı Sâlih’dir. Bu cerîde-i cedîdede harf-i dâl-i mühmelede rûz-nâmçe-i ahvâli
keşîde-i silk-i tahrîr kılınan Dürrî Ahmed Efendi’nin nûr-ı ‘aynı mesâbesinde olan ah-ı hem-
seri ve küçük birâderidir. Kırkdan münfasıl olup bir medrese-i hârice dîde-dûz-ı intizâr iken
sene bin yüz yigirmi tokuz hilâlinde rahmet-i Rahmân’a intikâl eyledi. Türkî ve Fârisî eş‘âra
pür-iktidâr idi. Bu beyt cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
79 œu– dÔ UÎu� gšÄ b–U� zJs«bM� dÔ œu� œu– dÔ «dš½ z½ s½ ÂbL£ ˆ« U�
«— p–«
FEYZÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmîleri İbrâhîm’dir. Medîne-i Kostantıniyye’den hazret-i Ebî Eyyûb-i
Ensârî’den nümâyân olup ve anda Cezerî Kâsım Paşa Câmi‘-i şerîfinin imâmı hâfız-i Kelâm-
ı Kadîm ve şeyhü’l-kurâ ve ‘Arabiyyetde dahı akrânına göre mümtâz bir zât-ı bî-hem-tâdır.
Meşhûr-ı her-şehr ü her-iklîm merhûm Eyyûbî Kelîm’in terbiyet-kerdesi olup Fârisî’yi
anlardan telemmüz eylemişlerdir. Vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidimiz şeyhü’l-islâm
hasenetü’l-eyyâm Mîrzâ Mustafâ Efendi hazretleri yüz on târîhinde def’a-i sâniyelerinde
kâzî-’asker iken mütercem-i mezkûru mülâzım edip hayli i‘tibâr ü ikrâm buyurmuşlar idi.
78 142’de yok. 79 Eşk-ra bâ-âh hem-dem kon ki gîrâter şeved / ‘Ūdter çendân ki bâşed pîş-i buyâter şeved: Öd ağacı ne kadar taze olursa o kadar güzel kokar, (işte bunun gibi) göz yaşını da ah ile arkadaş yap ki daha çok çekici olsun!
Ancak vMHÎ ô eM½ H�UMI¼« 80 hazînesinden tahsîl-i ‘îrâd-ı dâ’imiyyü’n-ni’met
etmeleriyle tarîkdan birine ragbet etmeyip kendi imâmetleriyle kanâ’at etmişler idi. Esnâ-i
tahrîr-i tezkiremizde yine ol hıtta-i mübârekede ders ü devri ile evkât-güzâr idiler. Bu beyt
anlarındır.
Beyt
Ol kadar cismim nizâr olmuş ki olsam pîş-rev
Ey kemân-ebrû hedef zih-gîrdir sensiz bana
Baht eger devr-i revân etse makâm-ı evcde
Dest gerden-bestedir zencîrdir sensiz bana
Ve lehû lugaz
Nedir ol murg var per ü bâli
Yük götürmez ‘acebdir ahvâli
Uçamaz üstühvânı egri midir
Yürümez ayagı egerçi demir
Bulucak merkebin garîb hâldir
Sarılır ana ol kayış bâldir
Demini bend edip dem-i gayre
Bu tarîk ile ‘azm eder seyre
Bir lugazdır bu neydigin söyler
Feyzi insân fikr edip neyler
FEYZÎ-İ DÎGER
Nâmı Feyzu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr eylemişlerdir. Maskat-ı re’sleri
Anatolu’da Bolu kasabasındandır. Pederleri Ahmed Efendi kasaba-i merkûmede yigirmi
seneden mütecâviz hidmet-i fetvâda olup ke-zâlik cedleri İbrâhîm Efendi ve anların pederi
Yûsuf Efendi bi’l-cümle kasaba-i mezkûrede müftî olmuşlardır. Bu dahı anların sülâlesinden
olmagla ‘ilm ü ma‘ârife sa’y-i bî-kerân eyleyip kasaba-i merkûmede ‘asrında müftî olan Kara
Mehmed Efendi’den ve medîne-i Kostantıniyye’de fâzıl-ı yegâne Şeyh Süleymân Efendi
merhûmdan telemmüz eylediklerinden sonra bin yüz otuz iki târîhinde medîne-i 80 El-kanâ’atü kenzün lâ yefnâ: Kanaat, tükenmez bir hazinedir. Hadis: Keşfü’l-Hafa, II.C., s.102, No. 100.
Kostantıniyye’de Sarây-ı Hümâyûnda müceddeden binâ buyurulan Ders-hâne-i Hümâyûna ve
esâmî-i kütübü müştemil bir kasîde ve bir târîh etmekle mukâbelesinde ‘atâyâ-yı
hüsrevânîden şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi
hazretlerinden müstakillen mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl oldukdan sonra âsaf-ı
‘âlî-şân dâmâd-ı şehenşâh-ı cihân vezîr-i ekrem sadr-ı muhterem devletli sa’âdetli İbrâhîm
Paşa hazretlerine medîne-i Kostantıniyye’de Şeh-zâde kurbünde binâ buyurdukları medrese-i
celîleye târîhi mütezammin bir kasîde virip makbûl-i âsafâneleri olmagla Hısn-ı Mansûr
kazâsına nâ’il olmuşlar idi. Türkî eş‘ârı güzel iltifata şâyân u mahal bir bî-tekellüf bir şâ‘ir-i
bisyâr-güftâr idi ve bu suhan cümle-i güftârlarındandır.
Beyt
Nâfe-i Çîn-i Hoten’den bir nişândır perçemin
Kelle-pûş içre çü müşg-i ser-nihândır perçemin
Başı üzre mihr-i ‘âlem-tâb-ı evc-i hüsnünün
Sâye-i bâl-i hümâ-yı âsumandır perçemin
FEYZÎ-İ DÎGER
Bunların dahı nâmı Feyzu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr buyurmuşlardır.
Tarîk-ı ‘ulemâ-yı kirâmda Edirne kâzısı iken vedâ’-ı ‘âlem-i fânî eyleyen Altıparmak-zâde
mahdûm-ı mükerremleridir ki erbâb-ı güftâr miyânesinde müşârün bi’l-benân-ı i‘tibâr olan
şu‘arâdandır. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Salındı dil-rübâlar gülşene âşûb-ı cân oldu
Kıyâmetler kopardı serv-kâmetler revân oldu
Çekilmezken kemân-ı Rüstem-i hicr-i felek şimdi
Hilâlâsâ cebîn-i mehveşâna ebruvân oldu
FEYZÎ-İ DÎGER
Bunların ism-i şerîfleri Feyzu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr etmişlerdir. Ol
zât-ı sütûde-sıfât bu mecelle-i celîlede harf-i sâd-ı mühmelede Subhî mahlası ile rakam-
keşîde-i sutûr olan zât-ı ma‘ârif-mevfûr ve küttâb-ı vâlâ-cenâbın fazîletmendi Subhî Ahmed
Efendi’nin mahdûm-ı necâbet-mersûmlarıdır. Tahsîl-i ma‘ârif-i firâvân ve tehzîb-i ahlâk u
tekmîl-i ‘irfân eyleyen vücûd-ı bî-akrânlardandır. Vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mehâmidleri
Subhî Ahmed Efendi bin yüz bir senesi dâr-ı bekâya intikâl eylediklerinde anların yerine
şehr-emîni rûz-nâmçecisi olup merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr
Çorlulu ‘Alî Paşa’nın sadâretinde kethudâlarının hidmet-i kitâbetinde ba’dehû vezîr-i rûşen-
zamîr ‘Osmân Paşa hazretleri defterdâr iken anların mektûbcusu olup ve ba’zı dîvân
hâcelıkları ile şeref-yâb olmuşlardır. Müretteb Dîvân-ı belâgat-’unvânı ve miyân-ı şu‘arâda
nâm u şânı vardır. Kasâyid ü gazeliyyât ve tevârîh ü müfredâtı bî-nazîr husûsâ metâli’de olan
Dîvân’ları ‘âlem-gîrdir. Bu güftâr ol zât-ı celîlü’l-mikdârın cümle-i âsârındandır.
Kıt’a
Ham olmaz idi fikret-i ebrûn ile kaddim
Bâr-ı gamına tâkatim olsaydı tenimde
Sâgar gibi meyl eder idim la’line yârin
Peymâne kadar hürmetim olsaydı benim de
Ve lehû
Menzil-res-i maksûd olamaz nâvek-i ümmîd
Mânend-i kemân kaddi dü-tâ etmege degmez
Ve lehû
Gelmesin âyîne-i hâtır-ı ‘uşşâka gubâr
Kıl kadar ‘ayb degildir hat-ı zülf-i dildâr
Ve lehû
Metn-i ‘aşkı bir mufassal şerh eder ‘uşşâk-ı zâr
Muhtasar kılma mutavveldir kitâb-ı hüsn-i yâr
Ve lehû mu’ammâ be-nâm-ı Kaya
Olunca katre-i eşkim nümâyân çeşm-i pür-nemden
Giderdip ‘aks-i meh-ruhsârı rîzân oldu dîdemden
Be-nâm-ı Seyfî
İki kerre yüzün gören o mâh-ı ‘âlem-ârânın
Der-i lutfunda elbette olurdu bendesi anın
Harfü’l-kâf
Harf-i kâfa eyleyip sevk-ı kelâm
Eyledik bastında haylî ihtimâm
Anda yazdık bulunan şâ‘irleri
Cümlesini vasf edip bir bir tamâm
KÂDİRÎ
Nâm-ı pür-’unvânı Seyyid ‘Abdu’r-rahmân’dır. Ol zât-ı nükte-dân kutb-ı dâ’ire-i
‘irfân şem’-i harem-sarây-ı sıdk u îkân nûr-i çeşm-i dervîşân merdüm-i dîde-i ehl-i basîret ve
kurretü’l-’ayn-ı ashâb-ı hakîkat velî-i bî-müdânî Şeyh ‘Abdü’l-kâdir-i Geylânî hazretlerinin
belde-i Kostantıniyye’de vâkı’ Top-hâne-nâm mahall-i zîbâda olan âsitânelerinde seccâde-
nişîn olup Şerîf Çelebi demekle ma’rûf u şöhret-şi’âr olan zât-ı ‘âlî-mikdârdır ki velî-i bî-
iştibâh şeyh-i vâlâ-câh Ümmî Sinân-zâde Hasan Efendi merhûmun eyyâm-ı tufûliyyetinden
perverdesi olup ol zât-ı kerem-mu’tâda dâmâd olmuş idi. Bin yüz yigirmi üç senesi intikâl
eyledi. Enfâsı şeyhâne ve vâdîsi merdâne bir merd-i ‘âlî-mikdârdır. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Beyt
Derd ile âvâreler derdine tîmâr istemez
Tâlib-i dîdâr olanda fikr-i agyâr istemez
Zeyl: Safâyî, tezkiresinde mütercem-i mebrûru zikr ü tahrîr etdigi mahalde bu ilâhî
anların olmak üzre sebt ü tastîr eylemiş.
Beyt
Dil odur ki dâ’im ola mahzen-i râz-ı şuhûd
Tayy ede kevneyni ‘arşa eyleye her dem su’ûd
Vermedinse Hak’dan özgeye gönül ey Kâdirî
‘Arsâ-i ‘aşk içre sensin mazhar-ı ism-i Vedûd
Fe-ammâ bu ‘azv ü isnâdda galat u sehv vâkı’ olmuşdur. Bu ilâhî-i mestûr Burusî
Şeyh Ahmed Kâdirî’nindir ki zamânında ana Gîsûdâr derler imiş. Eski bir ‘âşık-ı tarîkat-
âşinâdır. İlâhî-i mezkûrda Kâdirî mahlası güzerân eylediginden bu Kâdirî’yi o Kâdirî olmak
üzre sebt ü tastîr eylemiş.
KUDSÎ 81
Nâm-ı nâmîleri ‘Abdu’llâh’dır. Alaşehir-nâm diyârdan kudûm ve tahsîl-i sa’y-i ‘ulûm-
ı ma‘ârif-i melzûm edip ba’dehû tarîk-ı tedrîse duhûl ve yoluyla Sahn müderrisi iken
mahmiyye-i Edirne’ye revân ve müsâferetle anda tertîb-sâz-ı ülfet-i erbâb-ı ‘irfân üzre iken
bin yüz otuz senesi Ramazânında terk-i fenâ ve ‘azm-i bekâ eyledi. Bu güftâr cümle-i
eş‘ârındandır.
Beyt
Nakş-ı şi‘re çalışıp nâmımız(ı) ey Kudsî
Sûzen-i hâme ile şâ‘ir-i zer-dûz edelim
KIRIMÎ
Nâmı Mehmed’dir. İstanbulî’dir. Ancak zümre-i dervîşândan olup seyâhatle Kırım
diyârına sefer etmekle zurafâ Kırımî deyü telkîb edip o nâm üstünden bir yaglı kara gibi
gitmemişdi. Tıflî merhûm kadar ser-güzeşt söyler bir ehl-i tab‘ u ma‘rifet-perver idi. Bin yüz
yigirmi târîhinde intikâl eyledi. Egerçi eş‘ârı öyle bî-hem-tâ degildir fe-ammâ kuvvet-i
tab‘iyyesi ve vâfir yâd-dâştı olmagla yine dâ’ire-i kabûlden dûr ve tıbâ’-ı selîmeden bi’l-
külliye mehcûr degildir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Demem bana vefâ gayre cefâ et
Cefâ vü cevri de ey meh bana et
Mu’ammâ be-nâm-ı Kâsım
81 20, , 122 ve M’de var, diğer nüshalarda yok. Metne ’dan alındı.
Pîşânesi vü kâküli sevdâsı o mâhın
Subh u şebini etdi dîger-gûn dil-i zârın
Be-nâm-ı Sa’îb
Sirişkin seyl edip ol var o servin pâyına her dem
Şema’da misl-i pervâne gönül pey-der-pey üftâde
KUSÛRÎ
Nâmı ‘Ömer’dir. Esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde maskat-ı re’si olan medîne-i
‘Ayıntâb Mahkemesinde ser-küttâb olup ‘aybsız ancak bir Allâh gerçi bir mikdâr serî’ü’l-
infi’âl idi fe-ammâ akrânına göre pür-kemâl idi. Edâsında hoş-ta’bîr ve Nâbî merhûmun ekser
gazellerine tanzîr eylemiş bir şâ‘irdir. Şâhidî’nin her mısra‘ın tazmîn ve Türkîsinin na’t-ı
garîbesinde bir tertîb-i bihîn eylemişdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Ne nâz buldu nihâyet ne bizde tarh-ı niyâz
İki ucun bulamaz kimse vâdi-i ‘aşkın
Harfü’l-kâf
Harf-i kâfa eyleyip nakl-i kelâm
Esb-i kilke etdik irhâ-yı ‘inân
Sebt edip evsâf u şânın anların
Eyledik erbâbını bir bir ‘iyân
KÂŞİF
Ol mahdûm-ı ma‘ârif-mersûm devlet-i Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-
rahmetü ve’l-gufrânda nakîbü’l eşrâf olan Es’ad-zâde es-Seyyid Mehmed Sa’îd Efendi’nin
semere-i şecere-i vücûdu es-Seyyid Mehmed Sa’dü’d-dîn Efendi’dir ki bin yetmiş altı senesi
hilâlinde sahn-ı pehnâ-yı ‘âlem-i şuhûda vaz’-ı kadem eyleyip mertebe-i sinn-i temyîze vusûl
buldukda şeb ü rûz tahsîl-i kemâlât-ı ‘ulûm ve dil-i pür-intibâhların şebistân-ı bezm-i harem-
sarây-ı ‘irfâna mûm eyleyip peder-i mükerremleri küberâyı tarîkdan olmagla ‘ilm ü hattı içün
başka başka hâceler ta‘yîn ve mütercem-i mezkûr ve birâderleri içün bir hücre-i hâs tezyîn
eyleyip bunlar dahı ber-muktezâ-yı gayret terk-i huzûr-ı râhat-medâr ve nâz u na’îm-i
mahdûmiyyetlerin endâhte-i verâ-yı tâk-ı i‘tibâr buyurup ma‘ârife kemâl-i meyl ü
mahabbetlerinden hâcelerine şu rütbede ikrâm eder idi kim şeb-tâ-seher mu’allimlerinin
pîşgâhında şem’-i fürûzân gibi kıyâm ve mürâ’ât-i hâtırlarında hidmet-i mâlâ-kelâm ederler
idi. El-hâsıl bu vech üzre ‘ilm ü ma‘rifetde ‘alem ve kitâbet-i hüsn-i hatda müşârün bi’l-
benân olup müsellem oldukdan sonra bin toksan üç târîhinde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm
meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi Çatalcalı ‘Alî Efendi’den mülâzım ve tarîk-i tedrîse ‘âzim
olup bin toksan yedi Cumâdâ-yı ûlâsında ibtidâ-i hâric elli ile Ca’fer Paşa Medresesine olup
toksan tokuzda yerlerinde dâhil i‘tibâr bin yüzde hareketle Mustafâ Aga Medresesine yüz iki
Recebinde mûsıla-i Sahn ile Beşiktaş Sinân Paşasına ve yüz beş Saferinde Sahn-ı Semândan
birine yüz altı Muharreminde ‘Alî Paşa-yı Cedîde yüz yedi Rebî’inde Kadırga Limanı’ndaki
Mehmed Paşaya yüz sekiz Recebinde Kostantıniyye’de vâkı’ Vâlide Sultân Medresesine
gelip muntazır-ı âmâl ve şeb-zindedâr-ı hasret olup sübha-şumâr-ı eyyâm u leyâl iken bin yüz
on bir Rebî’ü’l-âhirinin on tokuzuncu günü intikâl eyledi. Mevlânâ-yı mezbûr her tarafı
ma’mûr bir mahdûm-ı ma‘ârif-mevfûr idi. Zât-ı vâlâları maraz-ı sehere mübtelâ olmagla
geceler subha degin bîdâr ve şeb-tâbe-seher meclisinde ma‘ârif ‘add ü şumâr olunup
söyledikçe ekser ma‘ârife müte’allık suhan tekellüm eyler ve dâ’imâ bi’z-zât kendiler
dakâyık u hakâyık söyler dimâgı tekellümde bahâdır bir sâ’atde bin söz söylemege kâdir bir
mahdûm idi. ‘İlm ü hatdan mâ-’adâ nâzik eş‘ârı ve sütûde beyânı ve Fârisî ve Türkî’de
müretteb Dîvân’ı vardır. Bu güftâr ol vücûd-ı ‘âlî-mikdârın Dîvân’ından intihâb olunup tahrîr
olunan eş‘ârdandır.
Ez-na’t-ı şerîf
Âh eyledikçe şu’le-i dil kim ‘ayân olur
Meş’al-fürûz-ı kâfile-i bî-dilân olur
Âh eyledikçe kâmet-i ham-geştemiz bizim
Ser-pençe-i mahabbete tîr ü kemân olur
Âh eyledikçe şu’le-i gerdun-güdâzımız
Dâg-ı derûn-ı mihr ü meh-i âsmân olur
Gazel
Safâ-yı câm-ı la’linden ki dil mehcûr kalmışdır
Bu sahbâ-hânede efsûs kim mahmûr kalmışdır
Zemîn-i hâtıra teşrîf-i fikr-i yâre mâni’dir
Zücâc-ı dil ki seng-i cevrile meksûr kalmışdır
Perîşân olmadık gencîne-i Cemşîd’den ancak
Hemân bir la’l-i nâb-ı şîre-i engûr kalmışdır
Ne mümkindir terennüm-perver-i şevk olmak ey Kâşif
Hezâr-ı dil ki gül-berg-i ruhundan dûr kalmışdır
Ve lehû
Bir cûya döndü eşk-i ter-i bî-kerânımız
Gelmez kenâre dahı o serv-i revânımız
Ve lehû
Ey şeb-nem-i ter kâse-i verd-i teri toldur
Bülbüllere feyz-âver olan sâgarı toldur
Ey dil yine mânend-i tehî-kâse-i tanbûr
Nâleyle bu nüh kâse-i mînâ-feri toldur
Câm-ı dili leb-rîz-i mey-i şevk u neşât et
Sâkî yine gel sâgar-ı feyz-âveri toldur
Gel nâle-i bî-sûdu ko ey bülbül-i nâ-kâm
Dâmân-ı güle sîm-i sirişk-i teri toldur
Kâşif dil-i sûzânı pür et fikr-i hatıyla
Ol micmere-i ‘aşka yine ‘anberi toldur
Ve lehû
Mâ-dâm ki dil cûy-sıfat sâfter olmaz
Bâg-ı harem-i kûyuna yârin güzer olmaz
Ve lehû
O gîsû kim karîn-i gerden-i sîmîn-i dil-berdir
Nihâl-i yâsemîne beste olmuş sünbül-i terdir
Ve lehû
O zâlim kim şarâb-ı sâgar-ı nahvetle mest olmuş
Elinden nice yüz bin şîşe-i hâtır şikest olmuş
Ve lehû
Şinâh edip yine vâfir bütân-ı kûy-ı Hisâr
Pür oldu dürr ile deryâ-yı hoş-gulû-yı Hisâr
‘Aceb mi Göksu’ya leb-rîz-i şevk olursa gönül
Hemîşe bâde ile pür gerek sebû-yı Hisâr
KÂMÎ
Ol zât-ı ser-âmedin nâm-ı emcedleri Mehmed’dir. Bâlâ-yı küttâbda harf-i elifde
tercemeleri keşîde-i silk-i sutûr kılınan merhûm u mebrûr Dervîş İbrâhîm-i Gülşenî’nin
mahdûmları olup dârü’n-nasri ve’l-meymene şehr-i Edirne’de mehd-i vücûda pâ-nihâde
olmuşlardır. Tahsîl-i ‘ilm-i firâvân ve kesb-i ma‘ârif ü ‘irfândan sonra bin seksen altı
târîhinde vâkı’ sûr-ı hümâyûn-ı şevket-makrûnda erbâb-ı istihkâk u hünermendâna taraf-ı
şehriyârîden ‘inâyet ü ihsân buyurulan teşrîfâtdan meşâyih-i İslâmiyyenin bülendi merhûm u
magfûr Ankaravî Mehmed Efendi’den mülâzım ve tarîk-ı tedrîse ‘âzim olup devr-i medâris-i
mu’tâde ederek kırk akça medreseden ma’zûl oldukdan sonra bin yüz bir târîhinde Ebû Sa’îd-
zâde Feyzu’llâh Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile ‘İvaz Efendi Medresesine ve bin
yüz üçde hareket-i hâric ile Nişâncı Paşa-yı ‘Atîk Medresesine ve bin yüz beşde ibtidâ-i dâhil
ile Behrâmiyye Medresesine ve bin yüz yedide hareket-i dâhil ile Topkapusu Ahmed Paşa
Medresesine ve bin yüz tokuzda mûsıla-i Sahn ile medîne-i Kostantıniyye’de Uzunçarşu
başında vâkı’ İbrâhîm Paşa Medresesine ve bin yüz on birde Medâris-i Sahn-ı Semândan
birine ve bin yüz on ikide ibtidâ-i altmışlı ile Rüstem Paşa Medresesine ve bin yüz on dörtde
hareket-i altmışlı ile Kâsım Paşaya ve bin yüz on altıda yerlerinde mûsıla-i Süleymâniyye
i‘tibâr olundukdan sonra yine ol târîhde Medîne-i münevvere pâyesiyle Bagdâd-ı behişt-âbâd
kâzîsı olup ba’de’l-’azl medîne-i Kostantıniyye’de sâkin iken Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi
merhûm şeyh-i meşâyihü’l-İslâm ve müfti’l-enâm olup bunları emânet-i fetvâ hidmet-i
şerîfesinde istihdâm ve zamân-ı şerîflerinde Şâm-ı şerîf pâyesi ile ikrâm buyurulup ba’dehû
Galata kâzîsı olup ba’dehû mısr-ı Kâhire kâzîsı olmuşlar idi. Esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol
mansıb-ı celîlden ma’zûl idiler. Hakkâ ki mevlânâ-yı merkûm harîr-bâf-ı kâlâ-yı ma‘ârif ü
‘ulûm olup elsine-i selâsede pâk güftâra iktidâr-ı tâmm ile akrânından fâyık ve nâdire-i
rûzgârdan olan mecmû‘alardan ‘add olunmaga lâyıkdır. Zarîf ü nükte-dân pür-fâzıl pür-
’irfândır. Eş’âr u ebyâtı hünerverânın mecmû‘alarında bi’l-cümle mestûr ve elsine-i zurafâda
ebyât-ı pür-nikâtı ser-cümle mezkûrdur. Ancak bu mecelle-i celîleye teşrîf içün âsârından bu
birkaç güftârı tahrîr olundu.
Matla’
Ayırdı senden anı ey kaşı yâ şast-ı zih-gîrin
Gider ammâ ki hasretle gözü ardındadır tîrin
Ve lehû
Süzüp mestâne çeşmin verdi müjgâna yine ruhsat
Yeleklendirdi tîr-i gamze-i hûn-rîzin ol âfet
Ve lehû
Kuhl-i çeşminden emîn olma amân ey dil-i zâr
Göz karardıp sunar ‘uşşâkına bir gün dildâr
Gazel
Olma sihâm-ı dest-i kazâdan emîn amân
Tîr âşikâre gelmededir der-kemîn kemân
La’l-i lebinde zâhir olup nev-demîde hat
Dedim huceste-bâd nigîn-i zemîn zamân
Başınçün etme va’de-i teşrîfine dürûg
Ey cevr-pîşe oldu dürûga yemîn yamân
Eksik degil rakîb çü vâv-ı semâniye
Olsun gerekse dil-ber-i dürr-i semîn semân
Şi’rin müvaşşah eyle sanâyi’le Kâmiyâ
İster edâ-yı tâze vü hem nev-zemîn zamân
KÂMÎ-İ DÎGER
Nâm-ı vâlâları Yahyâ’dır. Belde-i Kayseriyye’de mütevellid olup ol diyârın
‘ulemâsından bir mikdâr telemmüz eylediklerinden sonra dârü’l-mülk Kostantıniyye’ye ‘azm
ü şitâb ve ol belde-i tayyibede vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mehâmidimiz şeyhü’l-islâm ve müfti’l-
enâm fuzalâ-yı ülü’l-kadrin bülendi fazîletli dinâyetli Mirzâ Mustafâ Efendi hazretleri bâb-ı
sa’âdetine intisâb edip anlardan dahı telemmüz ü istifâde ve oldukları menâsıbın ekserinde
anlarla bile hâzır u âmâde ve hidmet-i şerîfleri ile kesb-i şeref ve def’a-i ûlâ kâzî-
’askerliklerinde tezkireci ve def’a-i sâliselerinde şer’iyyât hidmetinde ve zamân-ı sadâret-i
fetvâlarında Diyârbekir kazâsından ma’zûl bulunup emânet-i fetvâ hidmetlerinde olmuş idi.
Mütercem-i mezkûr peder-i muhteremimizden ihrâz-ı şeref-i mülâzemet eyleyip devr-i
medâris-i mu’tâde ederek kırk akça medreseden ma’zûl oldukdan sonra bin yüz yigirmi yedi
Rebî’ü’l-evvelinde Şeyhü’l-islâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi’den ibtidâ-i hâric elli ile Lutfî
Beg Medresesine olup bin yüz on Zü’l-ka’desinde yine anlardan hareket-i hâric ile
Merdümiyye Medresesine ve ol medresede altı buçuk sene meksden sonra yüz on altı
Rebî’inde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmdan
ibtidâ-i dâhil ile Ebî Eyyûb-i Ensârî’de Ferhâd Paşa Medresesine ve bin yüz on sekiz
Saferinde hareket-i dâhil ile Cedîde-i Feyziyye Medresesine ve bin yüz yigirmi Saferinde
mûsıla-i Sahn ile Piyâle Paşaya ve bin yüz yigirmi iki Recebinde ol medresede Sahn-ı
Semândan birine ve bin yüz yigirmi üç Recebinde ibtidâ-i altmışlı ile Sinân Paşa Sultânı
Medresesine ve bin yüz yigirmi dört Cumâdâ-yı ûlâsında yerinde hareket-i altmışlı i‘tibâr
olunup bin yüz yigirmi dört Şevvâlinde Diyârbekir kâzîsı olup ba’del-’azl vâlid-i mâcidimize
fetvâ emîni olup andan dahı ma’zûl iken bin yüz yigirmi sekiz Rebî’ü’l-âhirinin yigirmi
sekizinci günü dâr-ı bekâya irtihâl eyledi. Mevlâna-yı mezbûr cihet-i ‘ilmiyyesi ma’mûr
haysiyyetli bir pîr-i vakûr idi. Ekser evkâtı ders ile güzâr eder perhîzkâr fikri çok harcı az
‘âkıbet-endîş bir merd-i rûzgâr olup etvârı şeyhâne ve reftârı babayâne idi. Egerçi eş‘ârı öyle
pür-tumturâk u bî-misâl ve şu‘arâ-yı zamânenin güftârı gibi libâs-ı âteşîn ve ma’nî-i âbdâr ile
öyle ‘âlü’l-’âl ve mûy-ı Deylem gibi hayâl-ender-hayâl degildir fe-ammâ yine vâdî-i kudemâ
üzre nemekîn ve selâsetle tarh olunmuş yek-edâ-yı şîrîndir. ‘Asr-ı Sultân Mehemmed Han-ı
Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrânda âb-ı rûy-ı vüzerâ-i kirâm ve ol ‘asr-ı şerîfin zurafâsına
bâb-ı sa’âdetleri me’vâ vü makâm olan Musâhib Mustafâ Paşa yesserahu’llâhu fi’l-cenneti
mâ-yeşâ hazretlerinin kapudanlıklarında mütercem-i mezkûr vâlid-i mâcidimiz fazîletli Mirzâ
Mustafâ Efendi hazretlerinin sevk u terbiyesiyle Donanma-yı Hümâyûnda ordu kâzîsı olup ol
vezîr-i deryâ-nevâlle bile revân ve andan dahı mukaddem vezîr-i mûmâ ileyh hazretleri
Edirne’de rikâb-ı hümâyûnda iken yine vâlid-i mâcidimiz hazretlerinin terbiye-i şerîfleriyle
ol bâb-ı sa’âdete tereddüd ü duhûl ve ol âsaf-ı bî-nazîrin himmetleriyle katı çok emâniyyesine
vusûl eylemişler idi. Ol zât-ı melekiyyü’s-sıfâtın erbâb-ı ma‘ârife ve ashâb-ı tab‘a ni’meti
mebzûl olup hâssaten şu‘arâ-yı kirâmdan ve zurafâ-yı vâcibü’l-ihtirâmdan kayın atamız
merhûm u magfûr Râmî Paşa hazretleri gibi ve ser-tâc-ı şu‘arâ-yı hıtta-i Rûm olan melikü’ş-
şu‘arâ Nâbî Efendi merhûm gibi ve İshak Hvâcesi Ahmed Efendi gibi ve Mühürdâr
‘Abdu’llâh Aga ve Rüşdî Efendi ve sâhib-i Dîvân şeyh-i Mevleviyân Neşâtî merhûm gibi ve
Nâ’ilî Çelebi gibi ve hitâm-ı devletlerine karîb merhûm u magfûrun leh ‘Ârif Efendi gibi ve
bunun emsâli bî-’add ü ihsâ gürûh-ı zurafâ cem’ oldugu mahaller mütercem-i mezkûr vakt ü
şâna ve zemîn ü zamâne göre nice kasâyid ve nice müzeyyel gazeller ve nice rübâ’î ve nice
müfredler ve nice metâli’ ve nice elfâz ve hall ü fethi su’ûbetli olan nice mu’ammâlar eyleyip
ol mahalde ol âsitânede bir söz ile bin merâm ‘arz olunur ve ‘arz-ı hâle münâsib ü şâyân olur
suhan ile erbâb-ı tab‘ın kâm ü mes’ûlü ihsân olunmagın herkes bi-kadri’l-vüs’i vâlâ-mekân
‘arz-ı kâlâ-yı imkân ve dâ’ire-i ‘aliyyelerine mütereddid olan ehl-i dilin destlerinde nümâyân
olan varak-pâreler bi’l-cümle ma‘ârife müte’allık olup ol dâ’irenin enderûnu bi’l-cümle bu
hâl üzre olup ba’dehû ber-muktezâ-yı rûzgâr ol dâ’ire perîşân ü târ (ü) mâr olup bu zikr
olunan erbâb-ı ‘irfânın her biri bir semtde kalmagla sene bin yüz on beş târîhine gelince
merhûm u merkûm eş‘ârda bi’l-külliye izhâr-ı ferâg ve ol demleri yâd etdikçe sîne-i pür-
dâgın dâg-ber-dâg eylerdi. Ba’dehû bin yüz on beş târîhinden sonra devlet ü ikbâl ve sa’âdet
ü iclâlle halîfe-i eyyâm pâdişâh-ı İslâm zıllu’llâhi te’âlâ ‘alâ mefârıki’l-enâm melik-i ma‘ârif-
’ârif sultân-ı tahtgâh-ı ‘avârif li-münşi’ihî:
Şehlerin pâdişâh-ı mümtâzı
Ya’ni Sultân Ahmed-i Gâzî
hazretleri rûh-ı ‘âlem ve halîfe-i ekrem olup taht u baht müşerref-i meyâmin-i ikbâlleri
ve rub’-ı meskûn müteşerrif-i meymenet ü iclâlleri olup ‘âlem vakt-i şerîflerinde tâze hayât
bulup yümn-i zuhûrları ile ma‘ârif ü ‘irfân bi’l-cümle sârî-i beden-i kâ’inât oldukda ke’l-
evvel tâli’-i erbâb-ı ‘irfân güşâyiş bulup etrâf u eknâf erbâb-ı ma‘ârifle mâl-â-mâl ve eskiden
peygûle-i nisyânda kalan gürûh-ı ehl-i ‘irfân gûyâ yeniden hayât-ı tâze bulup bendergâh-ı
hünerde yer yer izhâr-ı kumâş-ı ‘ilm ü kemâl eylediklerinde bunlar dahı pîrâne-ser ba’zı
güftâr ile âzmâyiş-i tab‘-ı ‘âlî-mikdâr ederlerdi fe-ammâ felek-i nâ-müsâ’idden ezelî erbâb-ı
‘irfân sûdmend olmayıp merâma erecek vaktde rû-gerdân oldugundan bî-çâre henüz kâlâ-yı
ma‘rifeti revâc bulacak günlerde kâse-i ‘ömrleri leb-rîz ü ser-şâr olup rûy-ı hâke rîzân ve
nahcîr-i hayâtı pençe-i şîr-i ecele giriftâr olup üftân u galtân olmagla nâ-kâmın murâdı üzre
kâmı husûl-pezîr olmadın intikâl ve sene bin yüz yigirmi sekiz Rebî’ü’l-âhirinde irtihâl
eyledi. Derdmend eger bu eyyâm-ı sa’âdet-fercâmda karîn-i hayât olaydı hezâr iltifâta
mazhar ve tarîkında murâdı üzre kâm-âver olurdu. Husûsâ bu mecelle-i celîlemizin tertîb ü
tebvîbi mahaller ki ‘âlem bir âsaf-ı ‘âlî-şânın kerem ü ihsânı ile sîr-âb-ı ni’am-ı fîrâvân ve
erbâb-ı ‘irfân bi-kadri’l-hısas dest-i in’âm-ı bî-bahâne ve himmet-i âsafânelerinden sîr ü
reyyân olup henüz kâmı husûle karîn olup kâm-revâ ve dâmân-ı emânîsine dest-resîde-i
telâfi-i mâ-mezâ olucak hengâmda nâ-kâm bu günleri görmeyip şâm-ı ârzûsu falak-ı subh-ı
tâli’a yakın ve bu hırmen-i ihsân-ı firâvân-ı bî-imtihândan dâne-çîn olamadı. Li-münşi’ihî:
Hayf o nâ-kâm-ı cihân kim şâd u handân olmadı
Dâne-çîn-i hırmen-i maksûd-ı devrân olmadı
El-hâsıl ehl-i ‘ilm ü vakûr bir zât-ı ma‘ârif-mevfûr idi. Elsine-i selâsede güftâra kâdir
ve vâdî-i kudemâ üzre mazmûn-perver bir şâ‘ir idi. Bu güftâr ol şâ‘ir-i fazîlet-medârın ferâgı
mahalleri evâhir-i hâlinde söyledikleri makâldendir.
Manzûme
Nola dûr olduk ise dîdeden genc-i nihânız biz
Anınçün sâha-i ‘âlemde bî-nâm u nişânız biz
Cihânın yâl ü bâl-i nakşına magrûr olan câhil
Göze almaz bizi ammâ ki kuhl-i Isfahân’ız biz
Has u hâşâk ile âlûde olduk sûretâ ammâ
Dür-i hikmetle pür mâ’nîde bahr-i bî-kerânız biz
Bülend-pervâz-ı tab‘-ı şâh-bâza olmadı menzîl
Havâ-yı ma‘rifetde bir hümâ-yı lâ-mekânız biz
Neler resm eylemişdir dilde ressâm-ı hayâl ammâ
Harîdâr-ı hüner yok şimdilik kef-ber-dehânız biz
Mededkârâ Hudâyâ çâre-sâzâ feyz-i lutfundan
Ümîd-i devlet ü ikbâl eder leb-teşnegânız biz
Olaydık behre-yâb-ı devlet-i şâh-ı cihân kâmî
Revâyidi deseydik her cihetden kâm-rânız biz
Ve lehû Kıt’a
Zâl-i dehrin burûc-ı eflâke
Düzdügü topdur bu şems ü kamer
Bozmagiçün nizâm-ı eflâki
Birin ahşam atar birin seher
Ve kudemâ-yı şu‘arâdan Kabûlî merhûmun zamânında makbûl olan bu gazelini bu
gûne tahmîs eylemişdir.
Tahmîs
Hümâ-yı evc-i ‘izzetveş vakûr ol lâneden çıkma
Semender gibi hergiz sadr-ı âteş-dâneden çıkma
Çekip bih-bûda gayret-âşinâ bîgâneden çıkma
Şitâb edip şitâda rıhlet etme hâneden çıkma
(15) Żiyâ-bahş ol otur âteş gibi kâşâneden çıkma
Revâ görme mezellet tıfl-ı ‘arzı besle mâderveş
Vefâ yokdur velî ‘âlem görünür hep birâderveş
Urunup tâc-ı istignâ otur sultân-ı dâverveş
Ayag üzre gelip meclis-be-meclis gezme sâgarveş
Yerin hum gibi bekle gûşe-i vîrâneden çıkma
Hakîkî âşinâsın zâ’il olma zarf-ı hâtırdan
Vefâ resmi müsellemdir sana Hallâk u Fâtır’dan
‘Aceb çâpük kişisin hâlet-i zarrâda şâtırdan
Dil-i vîrânı tenhâ koma vü dûr olma hâtırdan
Sen ey gam gizli bir gencînesin vîrâneden çıkma
Kişinin rızk-ı maksûmu kesilmez âb-ı deryâveş
Müfîd olmaz bu fikrin ka’rı yokdur çâh-ı gayyâveş
Zen-i dünyâ tasarruf olunur mu olsa Retkâveş
Kanat bük gûşe-i kâf-ı kanâ’at bekle ‘ankâveş
Şikârın pâyına gelsin derisen lâneden çıkma
Cihân ber-pây-ı rıhlet Kâmiyâ bir hoş nigâh eyle
Ser-â-ser hâb-ı gaflet tâbe-key gel intibâh eyle
Tecerrüd ihtiyâr et kendini ‘âlemde şâh eyle
Kabûlî pâdişâh olmak dilersen terk-i câh eyle
Kanâ’at şâlına gir vaz’-ı dervîşâneden çıkma
KÂZIM
Ol şâ‘ir-i hünerver kân-ı ‘irfân olan medîne-i Kostantıniyye’de Ebî Eyyûb-i Ensârî
‘aleyhi rahmetü’l-bârî hıtta-i şerîfinden nümâyân olmagla beyne’l-akrân Kâzım-ı Eyyûbî
deyü şöhre-i cihân idi. Nîk-nefs ü halîm bir sâhib-i zihn-i müstakîm olup her bâr kazm-ı gayz
ve isticlâb-ı feyz eder bir zât idi. Bu güftâr-ı vehebiyyü’l-mazmûn ol dürre-i gerdûnun bu
mecelle-i celîlede harf-i vâv’da Vâhib mahlası ile keşîde-i silk-i sutûr olan Sun’u’llâh Efendi-
zâde Vâhib Çelebi ile ‘ale’l-iştirâk söyledikleri gazeldendir.
Gazel
Dil o bütün ki zahım-hvâr-ı tîr-i nâzişidir
Fezâ-yı sîne nişângâh-ı âzmâyişidir
Misâl-i gonca-i ter olma leb-güşâ gayre
Eden esîr-i kafes bu hezârı nâlişidir
Bu gûne nev-be-nev-i nazm-ı tâze ey Kâzım
Cenâb-ı Vâhib-i tîz-tab‘ın âzmâyişidir
KÂMİL
Bu mecelle-i celîlede harf-i ‘ayn-ı mühmelede ‘Ârifî mahlası ile keşîde-i silk-i tahrîr
olan İshak-zâde Mehmed Efendi’nin nûr-ı dîdeleri Mehmed Kâmil Çelebi’dir ki eben ‘an
cedd hânedân-ı ma‘ârif ü kemâlden bir zât-ı hünermend olup ma‘rifet ü kemâl bi’l-irs
kendüye intikâl eyleyen erbâb-ı makâldendir fe-ammâ tâli’-i meymûnu yâver olmadıgından
neyl-i emânîsine vusûlden mukaddem pederleri intikâl ve terâküm-i düyûn-ı kesîre ile
perîşân-hâl olduguna binâ’en kazâya rızâ-dâde olup Rûmeli kaleminde birkaç mansıba kâzî
ve ol vechile kût-ı lâ-yemût ta’ayyüşe râzî olmuşlar idi. Ebnâ-yı cinsine göre hayli ma‘rifetli
ma‘ârif-şinâs bir merd-i nâzik-reftâr ve Fârisî ve Türkî eş‘âra pür-iktidârdır. Bu güftâr cümle-
i âsârlarındandır.
Gazel
‘Aceb bu fülk-i belâ-keş kenâra düşmez mi
Yem-i emelde kalır bir diyâra düşmez mi
Nişân-ı sümm-i semendin eden temâşâ hîç
Gubâr-ı dergeh-i devlet-medâra düşmez mi
Nedir bu cûşişin ey eşk-i çeşm-i hûn-âlûd
O mihr-i hüsne koya bir nezâre düşmez mi
Gören o hattı ruh-ı âlin ey perî-sîmâ
Hevâ-yı seyr-i gül ü sebzezâra düşmez mi
Görürse Kâmil eger nâle-i seher-hîzim
Hezâr şerm ile sad i’tizâre düşmez mi
Rübâ’î
Fikr-i ser-i zülfünle perîşân olamam
Her âteş-i ruhsâr ile sûzân olamam
Olsam da eger garîk-i bahr-i ekdâr
Minnet-keş-i dest-i pest-i nâ-dân olamam
Ve lehû
Dâ’imâ zülfün hayâli dîde-i hûn-âbda
Gûyiyâ bir sünbül-i terdir miyân-ı âbda
Ve lehû
82 b¦¬ Ê«u�—« zB§ Ë sL�UÎ S-Ë z½ v-U� «d¦ ‚d� U� v¦ H¼UšÄ ˆb�
KÂNÎ
Kân-ı ‘irfân olan Kostantıniyye’den Üsküdar-nâm mahall-i zîbâdan zâhir ü âşikâr ve
beyne’l-küttâb Kânî Mustafâ Efendi deyü şöhret-şi’âr olup ol zümre-i celîlede küçük rûz-
nâme ve tezkirecilik hidmetiyle şeref-yâb olmuş bir merd-i rûzgâr idi. Sene bin yüz dört Zü’l-
ka’desinde merhale-i dünyâdan güzâr eyledi. Bu güftâr ol zâtın cümle-i âsârındandır.
Beyt
‘Uşşâka ‘aceb bir dem-i hurrem bulunur mu 82 Bedih piyâle-i mey bâ-’arak merâ sâkî / Ki vakt-i yâsemen ü fasl-i ergavân âmed: Ey sakî, yasemin vakti ve erguvân mevsimi geldi, bize rakıyla dolu kadeh sun!
Üftâde-i çâh-ı gama merhem bulunur mu
KÂTİB
Bunların da nâmı Mustafâ’dır. Mahrûse-i Burusa’dan olup medîne-i merkûmede
Haremeynü’ş-şerîfeyn evkâf-ı şerîfi kitâbeti hidmetinde olduklarından mahlas-ı merkûmu
ihtiyâr etmişlerdir. Güftârı kitâbet olunmaga sezâ bir şâ‘ir-i nâzik-edâdır. Sene bin yüz on üç
târîhinde fevt oldu. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Ölürsem hasret-i zülfü ile Kâtib o leylînin
Biten tâ haşre dek hâk-i mezârım üzre sünbüldür
KEBÛTERÎ
Ol şâh-bâz-ı evc-i belâgatin ve ol bülbül-i hoş-lehce-i gülistân-ı fesâhatin nâm-ı nâmî
ve ism-i girâmîleri Mehmed’dir. Kumrî-i Yûsufistân-ı melâhat ve tûtî-i şekker-hây-ı mısr-ı
ma‘rifet olan vücûd-ı bih-bûdları her mâder terbiyesinden togan etfâl-i güncişk-misâli henüz
nâ-resîde iken hezâr şahin-i bülend-pervâz-ı ‘irfân ile pençeleşip cidâl etdikçe gâlib ve ol
şehrin enderûnuna sâdırîn ü vâridîn yek-rûze havâsıyla me’lûf olduklarında hezâr dil ü cân ile
etribe-i kîmyâ-eserine râgıb oldukları âşiyâne-i ‘irfân makarr-ı dânişverân medîne-i dil-pezîr
şehr-i cennet-nazîr olan Kostantıniyye’den olup ol medînede Mahmûd Paşa kurbünde
Acımusluk semtinde neşv ü nemâ ve ‘âlem-i sıgarından beri vâdî-i ma‘rifete bi’t-tab‘ mâ’il
olmalarıyla ol cânibe selîkaların âb-ı revân gibi icrâ etmegin bûstân-ı hayâlde nihâl-i
kâbiliyyetleri nev-be-nev kesb-i kemâl ve Musâhib Mustafâ Paşa’nın hidmet-i şerîfelerinde
terbiyet-kerde-i âgûş-ı ikbâl olup akrân u emsâlinden kendiyle bile ol harem-i kâbiliyyetde
terbiyet-kerde olup resîde-i sinn-i temyîz olan ‘acemî çaylaklar havz-ı ser-şâr-ı kemâlden
ördek kadar feyzmend olamayıp dâstân-ı ma‘ârif zikr ü yâd oldugu mahallerde kaz gibi
sorutdukça bu tezerv-i kûhsâr-ı mültefitü’l-eşcâr-ı ‘irfân süglünler gibi ol meydân-ı hünere
süzülüp o vâdîlere tâvûs-ı cünbânâsâ hırâmân olur idi. Bu bûstân-ı letâfet-i sohbet-i yârânın
her kebg-reftârı murg-ı şikeste-bâl cevelân oldugu vâdîlere bu çâpük-rev-i evc-i zekâ
hamâme-i tîz-pervâzâsâ kendin miyân-ı mahabbete atmaca bir cünbiş peydâ eyleyip der-hâl
ol sohbete dâ’ir sadede münâsib bir nice pervâz ve cenâheyn-i nâtıka vü fatânetin ol pervâza
bâz edip encümen-i yârâna revnak-ı tâm ve sımâh-ı tahsîni sec’-i mevzûn ile leb-rîz-i hüsn-i
mâlâ-kelâm eyler bir şâ‘ir-i mâhir idi. Li-ecli zâlik vezîr-i sâbıku’z-zikr Musâhib Mustafâ
Paşa merhûmun mültefit-i iltifâtları ve nice zamân müstahdem-i hidmet-i kesîrü’l-berekâtları
olup ba’dehû kayın atamız mecmû‘a-i ‘irfân ser-tâc-i cümle-i dânişverân merhûm u magfûr
Râmî Mehmed Paşa hazretlerinin zamân-ı riyâsetlerinde hidmet-i kitâbetlerinde olmuşlar idi.
Gâyet nâzik ü mahcûb bir zât-ı hâlî-i ‘ani’l-’uyûb olmagla merhûm u mebrûrun yanında
evzâ’ u etvârı pesendîde vü mergûb idi. Ol âsitânede sâ’ir bâl-güşâ-yı evc-i intisâb olanlardan
nicemiz geldikleri ol dâ’ire-i müstetâbda der-âmed ve intifâ’a dâ’ir ba’zı sayda duçâr oldukça
ol nahcîre kara kuş gibi nâzil olup nice bî-edebâne vaz’ edip tagyîr-i etvâr etdikçe bu ‘âkıbet-
endîş-i rûzgârın farazâ ol kâre çakırı çekerse de sabr eyleyip yine dâ’ire-i edebden bir hatve
pâ-nihâde-i i‘tibâr olmayıp izhâr-ı kanâ’atle câdde-i tarîk-ı gınâ-yı kalbde reftâr eylediginden
merhûm u mebrûr izhâr-ı hazz-ı ‘azîm eyleyip ri’âyet-i hâtırında bezl-i makdûr buyururlar
idi. Mütercem-i mezkûr dahı paşa-yı celîlü’l-kadr-i kerem-mevfûrun bu rütbede karîn-i
iltifâtları olup böyle manzûru iken yine ri’âyet-i âdâb ve kemâl-i hicâbından her bâr sıklet-i
bî-enbâz etmekden kemâl-i ihtirâzından nâşî nice günler geçerdi kim karabatak gibi gâ’ib
olup nâ-bûd u nâ-peydâ olur görünmez ve ‘ankâ gibi cismi nâ-mevcûd olup kankı âşiyânede
karâr etdigi bilinmez idi. Merhûm u mebrûr ise sohbetine firîfte oldugundan mahsûs âdemler
ta‘yîn eyleyip tahsîl ve elbette geldikde “yine nerelerde kaldın” deyü teftîş eyleyip hâline
göre bir vâfir ikrâm ve tebcîl buyururlar idi. Muhassal zamânında katı çok kibâra hem-dem
ve ol gürûh-ı muhteremin nice meclis-i hâsü’l-hâslarına mahrem olan âlüfte gürûhundan bir
merd-i hoş-sohbet ve nâzik-sîret idi kim seyr ü sülûk mevsimlerinde şehr-i Kostantıniyye’de
kerrâkesin kartal kanadı edip gâh Üsküdar cânibine Toygar Tepesi ta’bîr olunan mecma’-ı
zurafâya ‘azîmet edip bir kırlankıç piyâdeye süvâr olup şitâbân ve gâh Kuzguncuk semtlerine
‘atf-ı ‘inân ve gâh semt-i Kâgıd-hâne’ye cûlar gibi revân olup ol taraflardan güzerân etdikçe
erbâb-ı ‘ayş ü nûş zikr-i vasfın nakl-i meclis eyleyip Kebûter Çelebi geliyor deyü izhâr-ı
sürûr edip teşrîfine çeşm ü gûş olurlar idi. Şöyle bir ehl-i dil sahib-tabî‘at hoş-sohbet bir ehl-i
ma‘rifet idi. Şimdiki hâlde kendinin efkârının bahri pür-cûş-ı hurûş olup sefîne-i merâmına
bir sâhil ve bîhûde pervâzda kendüye bir fâ’ide ve tâ’il olmadıgından bî-çâre deryâ-yı hayrete
talıp martı gibi bir kût-ı lâ-yemût tedârikinde ‘âciz ü zâr ve mürûr u güzerân eyleyen
meclislerde arada kalıp böyle ser-gerdân olduguna baht-ı şûmuna levm ü melâmetle evkât-
güzâr olmakdadır. Egerçi herem ü pîrî ile evvelki gibi pervâz etmeyip cevlândan kalmışdır ve
mübâreze-i güftârda hasm ile pençeleşmek kaydında olmayıp seyfi kırâbe-i ihmâl ü sükûta
salmışdır fe-ammâ murg-ı dil-i çâlâki fi’l-asl deşt-i ‘irfânın esîrlerinden olmagla sunkur
ulusu makûlesi olup yine bi’l-cümle makbûl-i enâm ve binâ-yı ‘âlî-mebnâ-yı suhanda bâlâ-
nişîn-i tâkçe-i ihtirâmdır. Aslında olan letâ’ifi hod elsine-i nâsda mezkûr ve mezâmîn-i
sâbıkları sudûr-ı erbâb-ı hünerde bi’l-külliye mersûm u mestûrdur. Fenn-i suhanda aslında
mâyedâr olmagla cünbiş ü reftârından kaldı ise bir zîbiş83-i güftârdan kalmayıp beyne’z-
zurafâ pür-i‘tibâr bir şâ‘ir-i nâzik-güftârdır. Bu eş‘âr anlarındır.
Rübâ’î
Cânâ sana izhâr-ı melâl eylemedim
Bir kimseyi hîç vâkıf-ı hâl eylemedim
Sevdim seni bir kerre visâlin dilden
Âgûş-ı hayâlimde hayâl eylemedim
Ve lehû
Etmez bize ol şûh-ı sitem-pîşe nigâh
Hâl-i dilimiz olmadı gitdikçe tebâh
Yok bâr-ı gamı çekmege hiç tâkatimiz
z*¼ U� ô« …u- ô Ë ‰u0 ô 84
KELÎM
İsmi Mûsâ olmagla mahlas-ı merkûma ictirâ etmişlerdir. Ol zât-ı sütûde- sıfât terbiyet-
kerde-i hacr-i dâye-i ma‘rifet olan mahâdîm-i celîletü’l-menâkıbdan bir gonca-i ser-sebz-i
gülistân-ı şerâfet ü haseb seyyid-i sahîhü’n-nesebdir ki mâderleri tarafından neseb-i Hüseynî-
nisbetleri kutbül-aktâb şeyh-i ‘âlî-cenâb velî-i muhterem gavs-i a’zam ecille-i evliyânın
bülendi Üsküdarî Hüdâyî Mahmûd Efendi hazretlerine müntehî ve peder-i büzürgvârları
sâbıkan Matbah-ı ‘Âmire emîni olan merhûm Ahmed Efendi olmagla o tarafdan dahı vücûd-ı
‘âlî-kadrleri nezâhet-i hasebe müntemîdir. Ol zât-ı ‘âlî-kadr sene bin yüz yigirmi târîhinde
merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr meşâyih-i İslâmiyye’nin ercümendi
Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi’nin def’a-i ûlâ fetvâlarında hâyiz-i şeref-i mülâzemet olup devr-i
medâris-i mu’tâde ederek kırk akça medreseden ma’zûl oldukdan sonra bin yüz otuz üç
Şa’bânında şeyhü’l-islâm müfti’l-enâm meşâyih-i İslâmiyye’nin ercümendi fazîletli
83 Kelime 240’de okunamıyor, M’deki biçimiyle alındı. 84 “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh”: Kuvvet ve kudret ancak Allah’tadır. Hadis: El-Buharî, Ezan , Teheccüd 21, Kader , Daavat 1, vd.
Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden bâ-imtihân ibtidâ-i hâric elli ile Revânî
Medresesiyle ber-murâd ve esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol medreseden hareket-i mu’tâd
eylemişler idi. Erbâb-ı tab‘ın bülendlerinden ve şu‘arâ-yı kirâmın dil-pesendlerinden ehl-i dil
sâhib-tabî‘at bir mahdûm-ı hoş-sohbet olup Fârisî ve Türkî murâd üzre güftâra kâdir bir pâk
şâ‘irdir. Bu eş‘âr cümle-i âsârındandır.
Gazel
La’lin tebessüm eyledi keyf-i şarâb ile
Gûyâ açıldı gonca-i ter âftâb ile
Bak çeşm-i hûn-feşânıma gör sûziş-i dili
Hoşdur safâ-yı sâgar-ı sahbâ gül-âb ile
Eyler dırâz seyr-i çemen nahl-i ‘ömrünü
Bir serv-kâmet ola yanınca dōlâb ile
Kıl seng-i sürmeden ana seng-i fesân müdâm
Tîg-i siyâh-tâb-ı müjen dil-ber âb ile
Câm-ı şarâb üzre habâb olmuş âşikâr
Tarf-ı lebinde sanma o dildârın âbile
Râz-ı mahabbetin budur âdâbı kim Kelîm
Bir ‘âşık-ı cefâ-keş ü bir dil-rübâ ile
Ve lehû
Merhem-i bih-bûda nâz eyler zahımdârın senin
‘Âr eder âb-ı hayât-ı nûşa bîmârın senin
Seyle verse gülşeni cûş-ı gül-âb-ı handeden
Gonca bulmaz hâlet-i la’l-i güher-bârın senin
Hoş gelir gülden dil-i ‘uşşâka ol çîn-i cebîn
Şûhterdir nagme-i bülbülden âzârın senin
Olmasa ber-geşte müjgânın gibi baht-ı siyâh
Böyle olmazdı esîr-i çeşm-i mekkârın senin
‘Âlemi hâkister eyler sûziş-i âh-ı Kelîm
Görmesin mugber meded mir’ât-ı ruhsârın senin
bunlardan mâ-’adâ nice bî-nazîr kasâyidi ve nice gazel ü nâzik güftârı vardır. Min
külli’l-vücûh ma’mûr bir zât-ı ma‘ârif-mevfûrdur.
KENZÎ
Ol gencîne-i ma‘ârifin nâm-ı müstahsenleri Hasan olup fi’l-asl vilâyet-i Anatolu’da
kasabası havâlisinde mütevellid olup neşv ü nemâ bulup istikmâl-i kemâl içün medîne-i
Kostantıniyye’ye gelip ol ‘asrda Koca Mustafâ Paşa âsitânesinde seccâde-nişîn-i irşâd olan
‘âlî-mertebe sâmî-rütbe Şeyh ‘Alâ’ü’d-dîn Efendi merhûmdan inâbet ve tekmîl-i tarîkat
eylediklerinden sonra Magnisa’ya hilâfetle irsâl olunup nice zamân ol beldede ikâmet
ba’dehû bin yüz yigirmi yedi senesinde tekyegâh-ı bekâya rıhlet eylediler. Elsine-i nâsda
meşhûr olan bu ilâhî anlarındır.
Matla’
Düşelden derdine yokdur karârım yâ Resûla’llâh
Degişdim ‘aşkına dâr u diyârım yâ Resûla’llâh
KÜNHÎ
Nâm-ı celîlü’l-’unvânları ‘Osmân’dır. Diyâr-ı Kostantıniyye’de bir tâcir-i celîlü’l-
me’âsirin perverdesi olup ol bâzergân kendileri tebennî eyleyip ikrâmına şâyân ve tıfl-ı
endek-sâl iken püseri pâyesinde terbiye vü ikbâl etmekle zamân-ı kalîlde ma‘ârif-i bisyâr
tahsîl eyleyip giderek ma‘rifeti sebebi ile Dîvân-ı ‘Âlî kâtiblerinden olup Kefe mukâta’ası ve
bunun emsâli şânına şâyân menâsıbla pür-’unvân olmagla ser-i i‘tibârı felekde hem-ser-i
Keyvân olmuş idi. Ba’dehû Burusa mukâta’ası ve ze’âmete mutasarrıf olup hâline hayli
nizâm gelmiş iken merâret-i sûm-ı ecel süveydâ-yı dilin mahall eyleyip bin yüz yigirmi sekiz
sâlinde ‘ukbâya hırâm eyledi. Kul cinsinden bu ma‘rifetde bir şâ‘ir bulunmak çeşm-i insâf ile
nigerân olunsa nâdirdir. Bu güftâr ol şâ‘irin Türkî olan âsârındandır.
Beyt
Em leblerini bâde-i nâb istemez misin
Öp ruhlarını nukl-i şarâb istemez misin
Mâni’ nedir bilinmedi ref’-i nikâbına
Cânâ cihânı yohsa harâb istemez misin
Harfü’l-lâm
Eyleyip harf-i lâma ‘atf-ı ‘inân
Etdik erbâbını anın tahrîr
Anda mevcûd olanların ekser
Etdik evsâfını bütün tastîr
LEBÎB
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Zât-ı pür-’irfânları dârü’n-nasri ve’l-meymene şehr-i
Edirne’den nümâyân olmuşdur. Bundan mukaddem bu mecelle-i celîle-i zurafâya harfü’l-
kâfda keşîde-i silk-i tahrîr kılınan Kâmî Mehmed Efendi’nin birâderleri Emîniyye müderrisi
El-Hâc Mustafâ Efendi-nâm sâhib-fazîletin mahdûm-ı pür-necâbetleri olup bin yüz yigirmi
iki târîhinde ümîdgâh-ı cihâniyân olan medîne-i Kostantıniyye’ye ‘âzim ü şitâbân olup ‘amm-
i mükerremleri sâbıku’z-zikr Kâmî Efendi’nin yanına gelip meks ü ârâm ve anların ta’rîf ü
tavsîfi ile nâ’il-i kâm ve dil-hâhları üzre ber-murâd ve merhum u magfûr Ebe-zâde
‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden karîn-i şeref-i mülâzemet olup dil-şâd olmuşlar idi. Esnâ-yı
tahrîr-i tezkiremizde kırk akça medreseden ‘âdet üzre ma’zûl ve hasretü’l-mülâzımîn olan
tarîkdan bir medrese-i hâric ile duhûl-i tarîka dîde-dûz-ı vusûl idiler. Hânedân-ı ma‘ârif ü
kemâlden olmagla kendülere ‘irfân bi’l-irs intikâl eyleyen erbâb-ı makâldendir. Bu güftâr-ı
dil-ârâ zâde-i tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Beyt
Ben o şûh-ı bî-vefâdan vuslat ümmîd eylemem
Ol perîden böyle insâniyyet ümmîd eylemem
Ve lehû
Çeşm-i gazab-âlûdun eyâ dil-ber-i tannâz
Murg-i dil-i ‘uşşâkı şikâr etmede şeh-bâz
Bir rütbede çâpüklügü var gamzelerin kim
Târ-ı nigeh-i ‘işvede oynar o resen-bâz
LEBÎB-İ DÎGER
Dîvân-ı Hümâyûn kâtiblerinden İstanbulî Mehmed Efendi’dir ki bin yüz on dört
târîhinde fevt olmuşdur. Bu beyt anlarındır.
Beyt
Ey hâme-zen-i ham-be-ham-ı zülf-i dil-ârâ
Her hamda hezârân dili ber-bâde mi geldin
LEBÎB-İ DÎGER
Medîne-i Âmid’dendir. Mülâzımîn zümresinden ve şu‘arâ-yı ‘asrdan hoş-sohbet
nâzik-tabî‘at bir zât-ı pür-ma‘rifetdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Cevr-i ebrûsuna mu’tâd ki derler o biziz
Murg-i hasret-keş-i sayyâd ki derler o biziz
Günde bin tîşe-i gam zarb ederiz sînemize
Bî-sütûn-ı dile Ferhâd ki derler o biziz
LEBÎB-İ DÎGER
Bu dahı şu‘arâ-yı ‘asrımızdan bir merd-i nâzik-güftârdır. Bu beyt cümle-i
âsârındandır.
Matla’
Felek ‘aceb yolumuz kûy-î yâre düşmez mi
Bizim de hissemize bir nezâre düşmez mi
LEBÎB-İ DÎGER
Sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan bir vücûd-ı safvet-âlûddur ki nâm-ı nâmîleri Mahmûd’dur.
Meslek-i Kâdiriyye’ye sâlik ve ‘ulûm-ı külliyye vü cüz’iyyede ve bi’l-hâssa lisân-ı tasavvufa
bir derece mâlikdir ki bakıyyetü’s-selef ve hediyyetü’l-halef makâline mâ-sadakdır. Salât-ı
Hüviyyet ismiyle mersûm tertîb-kerdeleri olan salavât-ı şerîfe telakkî-i bi’l-kabûl-i fuhûl
olmaga şâyeste oldugu mütâla’a-i teberrük edenler ‘indinde meczûmdur. Ehl-i inzivâ ve bî-
’alâka-i dünyâ bir zât-ı bî-hem-tâ olup her ne cihetle ikrâm ve dil-hâhları kemâ-yenbagî
in’âm olunsa elyak u ahrâdır. Vâdî-i şi‘r ve sâ’ir ma‘ârifde dahı kemâli bâhir ve elsine-i
selâsede güftâra kâdir ve nice kasâyid ü tevârîh ü âsârı dest-âvîz-i pesendîde-i ekâbirdir.
Esnâyı tahrîr-i tezkiremizde melce’-i zu’afâ kehf-i fukarâ sadr-ı a’zam âmir-i ‘âlem devletli
‘inâyetli İbrâhîm Paşa vaffakahu’llâhu te’âlâ li-mâ-yürîdü mâ-yeşâ hazretlerinin cânib-i
cenâblarından müceddeden ta’mîrine şurû’ olunan Aydın-zâde Zâviyesi denmekle zebân-zed-
i fukarâ hânkâh-ı vâlânın hitâm-ı binâsı sene-i âtiyede vukû’u mülâhazasıyla mütercem-i
celîlü’ş-şiyemin inşâd eyledigi târîh-i hoş-gûne sâ’ir âsâr u güftârlarından nümûne kılındı.
Târîh
Der Lebîbâ medh edip ins ü melek târîhini
Âsaf İbrâhîm Paşa der yapın bu ma’bedi
LEDÜNNÎ
Şu’arâ-yı ‘asrımızdan ledünnî-ma‘ârif tahsîl eyleyen bir merd-i cemîl idi. Devlet-i
‘Aliyyede Dîvân-ı Hümâyûn küttâbı zümresinden idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Mey-i dûşîne-i agyâra tenhâ yâr varmışmış
Bahâristân-ı şevka gonca-i gülzâr varmışmış
LİSÂNÎ
Nâmı Mustafâ’dır. Lisânı mazbût olmadık bir şâ‘ir-i turfa-hey’et ve diline her ne
gelirse söyler makûlesinden bir şahs-ı sebük-tıynet idi. Gürûh-ı kuzâtdan olup Rûmeli kâzî-
’askeri kapusunda kitâbet ile ta’ayyüş ve gâh kitâbet-i Kısmetde evkât-güzâr olurdu. Ehl-i
keyf bir u’cûbe-şekl-i zarîf olup intikâline karîb Lisânîlikden ferâgat eyleyip mahlasın
vücûdu gibi Nahîf eylemiş idi. Eş’ârı etvârı gibi perîşân olup lisâna almaga şâyeste degildir
ve güftârında gıdâsı gibi halâvet olmadıgından tahsîne bâyeste degildir. Bu beyt anındır.
Beyt
Ey Lisânî turralarla halk-ı ‘âlem çaldılar
Şâh-ı hüsnün ordu-yı hüsnünde tavlum-bâzlar
Latîfe: Mütercem-i mezkûrun velvele-ârâ olan beyti egerçi bu beyt oldugundan tastîr
olundı fe-ammâ (mısra‘): 85
z£œ psU� —Ëœ “« z� ÊbšM–
LUTFÎ-İ HvÂCE-ZÂDE
Burnaz Hvâce-zâde demekle şehîr olan Lutfu’llâh Efendi’dir. Bin elli üç Rebî’ü’l-
evvelinin on beşinci günü vücûda gelip bin altmış bir Cumâdâ-yı ûlâsında Şeyhü’l-islâm Kara
Çelebi-zâde ‘Abdü’l-’azîz Efendi’nin sadr-ı fetvâya teşrîfleri teşrîfâtından mülâzemetle
‘izzet bulup bin seksen dört Sâferinde ibtidâ Şeyh Muhyü’d-dîn-i Kocevî Medresesine
müderris olup ol medreseden bin seksen beş Ramazânında Fîrûz Aga Medresesine nakl ü
hareket ve seksen sekiz Şa’bânında Ca’fer Aga Medresesine seksen tokuz Rebî’ü’l-evvelinde
Haydar Paşa Medresesine toksan iki Cumâdâ-yı ûlâsında Nişâncı Paşa-yı Cedîd Medresesine
toksan dört Ramazânında Sahn-ı Semandan birine toksan beş Rebî’ü’l-âhirinde Sinân Paşa
Medresesine ve toksan yedi Cumâdâ-yı ûlâsında Üsküdar’da Mihrümâh Medresesine toksan
tokuz Cumâdâ-yı ûlâsında Hâseki Medresesine sene-i merkûme Şa’bânında Hakaniyye-i
Vefâya ve sene-i mezbûre Şevvâlinde yerlerinde hâmise i‘tibâr olunup bin yüz Cumâdâ-yı
ûlâsında Halebü’ş-şehbâ mevleviyyetiyle makzi’l-merâm ve yüz bir Cumâdında Burusa
pâyesiyle mansıb-ı mezbûrdan ma’zûl olup ihtirâm olunup ve yüz altı Saferinde bi’l-fi’l
Burusa kâzîsı olup yüz yedi Saferinde ma’zûl ve sene-i merkûme Ramazânında Malgara
arpalık olup yüz on üç Ramazânında Hâslar kâzîsı olup sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde
intikâl eyledi. Hâk-i Sıtanbul olmagla tabî-’at-ı şi‘riyyesi olup ahyânen güftâr-senc olurdu.
Bu şi‘r anlarındır.
Gazel
Mest-i ‘aşkız sabrımız yok sînemiz çâk eyleriz
Derd-i ‘aşk ile dem-â-dem çeşmi nemnâk eyleriz
Görmek içün şâhid-i maksûdu çeşm-i cân ile
Mâ-sivâdan kalbimiz âyînesin pâk eyleriz 85 Şenîden bih ez-dûr bâng-i dühül: Davulun sesini uzaktan işitmek hoştur.
Neş’e-i câm-ı mahabbet verdi bir hâlet bize
Gözümüz yumup açınca seyr-i eflâk eyleriz
Câm-ı ‘aşkı dest-i sâkî-i ezelden nûş edip
Lutfiyâ anın içün güftârı bî-bâk eyleriz
LUTFÎ-İ DÎGER
İsmi Mustafâ’dır. Muslî Aga-zâde demekle pür-şöhret bir ehl-i tabî‘at olup bölük
çorbacılarından iken bi-emri’llâhi te’âlâ galebe-i sevdâ ile perîşân-hâl ve deşt-i mezelletde
pây-mâl olup ol hâl üzre bin yüz otuz hudûdunda intikâl eyledi. Bu güftâr ihtilâl-i
dimâgından mukaddem olan âsârındandır.
Gazel
Olup bîgâneye mahrem o şûh-ı âşinâ-düşmen
Eder ‘uşşâka va’d-i dil-firîbin hep vefâ-düşmen
Tabîbâ sûde-i elmâs ile lutf et nemek-pâş ol
Ki andan leb-güşâ-yı hazz olur zahm-ı devâ-düşmen
Kime ‘arz-ı hüner etsin suhan-sencân ey Lutfî
Edânî-dōstdur şimdi cihân-ı hüsn-edâ-düşmen
LUTFÎ-İ TATAR
Nâmı Lutfu’llâh olmagla mahlas-ı merkûmu ihtiyâr etmişdir. İklîm-i Kırım’dan zuhûr
edip tahsîl-i ma‘ârifden sonra mülâzım ve tarîk-i kazâya ‘âzim olup kuzâtın miyânesinde ser-
firâz ve ma‘rifeti sebebi ile kesb-i imtiyâz etmiş idi. Ancak cism-i nâmîsi kımızla perverde
olup bu diyârlara geldikde keyf-i ma’hûd bu şehrlerde mefkûd ve zurafâ-yı beldeden ol
neş’e-i bî-meze gayr-ı ma’hûd oldugundan bî-keyf ârâm etmek kendüye hilâf-ı mu’tâd
olmagla nâ-çâr bi’se’l-bedeli ile evkât-güzâr ve bî-çâre ez-nefs-i emmâre mahbûb-dōstluk
semtinde dahı bî-fikr ü bî-sabr u bî-’âr olup dâ’imâ mahbûb-perest ve bed-mest olmagla bi’l-
âhire şe’âmet-i ser-mestîden kâse-i ‘ırzı şikest ve birkaç erâzil-i gaddârın hançer-i gadrlarına
duçâr ve bin yüz on üç târîhinden sonraca medîne-i Kostantıniyye pîşgâhında olan Kâsım
Paşa’da katîlen vefât ve dâhil-i gürûh-ı emvât olmuşdur. Tabî’at-ı şi‘riyyesi hayli pâk ve deşt-
i ma‘rifetde zihni akın etdigi mahallerde kuvvet-i muhayyilesi cüst ü çâlâk ‘irfânın özünden
haberdâr bir şâ‘ir-i pâkîze-eş‘âr idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Gazel
Bilimezidik işlerimiz hep havâ imiş
Âteş hayâlin etdigimiz nakş-ı mâ imiş
Mızrâb-ı dilden umma sakın nagme-i safâ
Sâz-ı felekde târ-ı emel bî-nevâ imiş
Cem‘ eylemek suhanda mecâz u hakîkati
Mahsûs-ı tab‘-ı Lutfi-i şîrîn-edâ imiş
LA’LÎ
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mustafâ’dır. Medîne-i Kostantıniyye’de mütevellid
olup mertebe-i sinn-i temyîze resîde oldukda dâhil-i Enderûn-ı Sarây-ı Hümâyûn ve ol
ma’denü’l-ma‘ârif olan ‘ibâdet-hâne-i vâlâda hezârân hilye-i kemâl ile zât-ı vâlâları meşhûn
olup mülâzım ve kırk akça medreseden ma’zûl ve taşra çıkdıklarında 0 bin yüz on Saferinde
Şeyhü’l-islâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi merhûmdan Kara Çelebi-zâde hâricine ‘âric ve
yüz on bir Cumâdâ-yı ûlâsında yerlerinde i‘tibâr ve yüz on beş Cumâdâ-yı âhiresinde dâhil ile
Nişâncı Paşa-yı ‘Atîk Medresesine hakîk ve yüz on yedi Recebinde yerlerinde dâhil hareketi
i‘tibâr ba’dehû yüz on sekizde Şâh Kulu Medresesiyle te’kîd-i rütbe eylediklerinden sonra
yüz on tokuz Zü’l-hiccesinde mûsıla-ı sahn ile Emre Hvâce Medresesine hareket-i mu’tâd ve
yüz yigirmi Rebî’ü’l-evvelinde Sahn-ı Semândan biriyle ber-murâd olupve sene-i merkûme
Şevvâlinde Nûh Efendi Medresesine ibtidâ-i altmışlı ile yetmiş iken a’mâr-ı ricâli ‘ömr-i
Nûh’a ber-â-ber olsa âmâl-i efrâdına müsâ’id olmayan cihândan irtihâl ve bin yüz yigirmi üç
Cumâdâ-yı âhiresinde intikâl eyledi. Cihet-i ‘ilmiyyesinden fazla ma‘ârifden dahı hâlî degil
idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Ger ersek ‘îd-i vaslına bizimle merhabâ etmez
Kalırsa böyle dil-ber La’liyâ ‘uşşâka el vermez
LEM’Î
Şu’arâ-yı ‘asrımızdan Lem’î Halîl Aga demekle şöhret-şi’âr tab‘-ı âteş-pâre bir merd-i
celîlü’l-mikdârdır. Bu güftâr zâde-i tab‘-ı me’âlî-medârlarındandır.
Beyt
Leb-i tâkat-güzâr-ı hicr-i ruhsârınla bî-tâbım
Ser-â-pâ bî-karârım reşk-i mevc-i bahr-i sîm-âbım
Beni hûn-âb-nûş-ı minnet-i sâkî kıyâs etme
Hemân yâd-ı lebiyle Lem’iyâ mest-i mey-i nâbım
Harfü’l-mîm
Harf-i mîm’e bed’ edip kilk-i be-nâm
Eyledi erbâbını bir bir rakam
Eyleyip ‘arz-ı mahâret evvelâ
Mâhir’in evsâfını yazdı kalem
MÂHİR
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’llâh olup ol vâdî-i cemîlü’l-mebâdîsinde mâhir
olan zât-ı ma’lûmü’l-cemâhir maskat-ı re’sleri olan diyâr-ı Bosna’dan dârü’l-mülk
Kostantıniyye’ye rûy-mâl ve kibâr-ı enâmın meclis-i şerîflerine ittisâl eyledikden sonra vâsıl-
ı rahîk-i rahmet-i Rahmân olan Şa’bân-zâde Mehmed Efendi’den mülâzım olup devr-i
medâris-i mu’tâde ederek kırk akça medreseden ma’zûl oldukdan sonra yüz beş Saferinde
şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm melek hasletlerin bülendi Sadrü’d-dîn-zâde Mehmed Sâdık
Efendi merhûmun def’a-i ûlâsında ibtidâ-i hâric elli ile 0 ‘İvaz Efendi Medresesine müderris
olup bin yüz altı Zü’l-ka’desinde Şâh Kulu Medresesine hareket ve bin yüz yedi Şevvâlinde
Mollâ Gürânî Medresesine ve sene-i merkûme Zü’l-ka’desinde yerlerinde mûsıla-i Sahn
i‘tibâr olunup bin yüz sekiz Cumâdâ-yı âhiresinde ol medreseden Sahn-ı Semândan birine
gelip andan Minkârî-zâde Medresesine ve ol medresede iken sene-i merkûme Zü’l-
ka’desinde yerlerinde mûsıla-i Süleymâniyye i‘tibâr olunup ol medreseden bin yüz tokuz
Muharremü’l-harâmında Selânik mevleviyyeti ile ikrâm olunup on dört ay zabtdan sonra
ma’zûl ve yüz on bir Şa’bânında Edirne pâyesiyle Galata kazâsına mevsûl kılınup bir sene
zabtdan sonra ma’zûl ve yüz on beş Rebî’ü’l-âhirinde Biga kazâsı arpalık olup sene-i
mezbûre Şevvâlinde Cisr-i Ergene kazâsı dahı zamîme olup bin yüz on altı Recebinde sene-i
âtiye Muharremü’l-harâmında zabt etmek üzre Mekke-i mükerreme kazâsı verilip gitmekde
ba’zı mertebe tereddüd ve tarîk-ı ‘aliyyenin rütbe-i ‘ulyâlarında ba’zı mertebe sevdâsıyla
kelimât u harekâtından leyte le’alle şîveleri zâhir olmagla mansıbına irsâl ve gitmesi isti’câl
olunup ba’de’l-’azl kendini cânib-i İstanbul’a getirmeyip Rodos arpalık ve anda meks
olunması ile me’mûr ve sene bin yüz on sekiz Şa’bânında Sultân Hiârı kazâsı arpalık olup
Rodos kazâsı kazâ-i merkûmeye tebdîl olundukdan sonra on tokuz Recebinde Menemen ma’a
Foçalar kazâları ilhâk ve bin yüz yigirmi Rebî’ü’l-evvelinde bi’n-nefs kendiler zabt eylemek
üzre Kayseriyye mevleviyyetine irsâl ve ol mansıbdan yine kendiler zabt etmek üzre bin yüz
yigirmi birde ‘Ayıntâb kazâsına nakl olunup belde-i mezkûrede iken bin yüz yigirmi iki
Şa’bânında intikâl eylediler. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Kitâb-ı hüsn-i dil-ber hâl ü hattı ile muhaşşâdır
Gören der bâreka’llâh bir güzel tertîb-i zîbâdır
MÂDİH
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Ol şâ‘ir-i pür-gû vü lâ’übâlî-meşreb ve ol suhan-perver-i
güşâde-tab‘ u şûh-kevkeb vâlideleri cânibinden Bûstân-zâde neslinden ve pederleri
cânibinden sâk-ı recûliyyetin aslından olup beyne’l-emsâl çerb-i şîrînini bî-dirîg ü bisyâr ve
Çerbci Mehmed Efendi demekle şöhret-şi’âr olan Karabacak merhûmun ferzend-i sebük-
pây-ı çâpük-reftârıdır ki sahn-ı pehnâ-yı ‘irfânda eş‘ârı şîrîn ve beyne’l-akrân letâyif-i bî-
muhâbâsı nâzik ü nemekîn mahbûb-dōst u riyâ-düşmen ve revnak-ı sohbet-i yârân ve zînet-i
her-encümen sebük-rûh ve bî-tekellüf-tavr ve ketûm ve mazbût-dehen bir zât idi kim
bulundugu meclisde hezâr nühüfte esrâra tahsîl-i ıttılâ etse bâl-i memdûhü’l-hâlin —
«d�ô« —u¾- —«d0ô« —Ëb# 86 kavline hâricde bir misâl edip ol meclisde rü’yet ve istimâ’
eyledigi şey’in vasf ü sûretini defîneveş mestûr kılıp bir genc-i nihân belki hırz-ı cânı gibi
saklayıp âşinâ vü yâddan pinhân eder idi. Bu reftâr üzre memdûh-ı beyne’n-nâs oldugundan
herkes ülfet ü sohbetinden memnûn olup hâhişger-i istînâs olur idi. Bu gûne me’mûnü’l-
gâ’ile bir nedîm-i mücerreb ve ahlâkı nüdemâya bâdî-i i’tinâ vü i‘tibâr olan ketm ü âdâb ile 86 Sudûrü’l-ahrâri kubûrü’l-esrâri: Hürlerin göğsü, sırların mezarıdır.
mühezzeb olması hasebi ile kibârdan bî-nihâye zât-ı şerîflerle hem-dem ve pîrâhenleri
mahrem olmayan meclis-i hâsü’l-hâslarına mahrem olup muktezâ-yı mahlası herkesin medh ü
senâsında evkât-güzâr ve kibâr-ı enâmın du‘â-yı bi’l-hayrları ve zikr-i cemîlleri ile nâm-ı
şerîflerin andıkça yâd u tezkâr ederdi. Rûz-nâme-i hâl-i tarîkları dahı bu minvâl üzredir ki bin
toksan yedi târîhinde ‘âlem-i tufûliyyetde Ankaravî Mehmed Efendi ‘asrında evlâd-ı ‘ulemâ
bi’l-cümle mülâzemetle çerâg olmak üzre hatt-ı hümâyûn-ı şevket-makrûn sâdır olmagın ol
hînde mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl olup ba’dehû sene bin yüz on altı târîhinde
şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm ‘ulemâ-i kirâmın bülendi merhûm u magfûr Paşmakçı-zâde es-
Seyyid ‘Alî Efendi hazretlerinden ibtidâ-i hâric elli ile Kara Çelebi-zâde Medresesine olup ve
bin yüz on tokuz Şa’bânında Hvâcegî Medresesine ve bin yüz yigirmi iki Şevvâlinde Ken’an
Paşa Medresesine ve bin yüz yigirmi altı Rebî’ü’l-evvelinde Monlâ Kırımî Medresesine ve
bin yüz yigirmi tokuz Cumâdâ-yı âhiresinde Ankaravî Mehmed Efendi Medresesine ve bin
yüz otuzda Şeyhü’l-islâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi Medresesine geldiklerinden sonra âl-i
Hasancân’dan Birâder-zâde Mustafâ Efendi ile miyânelerinde ülfet-i tâmmeleri olmagla
mahdûm-ı mezbûr mısr-ı Kâhire kâzısı olup rû-be-râh olduklarında anlarla bile gidip belde-i
Kâhire’de sâkin iken bin yüz otuz Şa’bânında intikâl eyledi. Şûh-tabî‘at hoş-sohbet meclis-
ârâ mahbûbü’l-kulûb bir zât-ı sütûde-sıfât idi. Eş’ârı pâk zihni çâlâk egerçi vâdî-i fazîletde bir
mikdâr sâde idi fe-ammâ mu’ammeyât semtinde tab‘ı gâyet güşâde idi. Egerçi müretteb ü
müctemi’ Dîvân’ı eyâdî-i nâsda mefkûddur fe-ammâ ceste ceste olan âsârı husûsâ
mu’ammeyâtı bir yere cem’ olsa bir dîvân olacak kadar güftârı bî-minnet mevcûddur. Sene
bin yüz on altı târîhinde pâdişâh-ı İslâm halîfe-i enâm zıllu’llâhi te’âlâ fi’l-’âlem melik-i
a’zam sultân-ı muhterem şevketli mehâbetli pâdişâh-ı ‘âlem-penâh hazretlerinin nâm-ı
hümâyûnlarına nazm eyleyip mukabelesinde mesbûkü’z-zikr olan hâric medresesiyle çerâg
buyuruldugu kasîde hod meşhûr u ‘âlem-ârâ ve mestûr-ı her-mecmû‘a-i şu‘arâ vü zurafâdır
ve sâ’ir ebyât u eş‘ârı dahı nâzik ü bî-hem-tâdır. Bu birkaç güftâr ol şâ‘ir-i güşâde-çeşm-i
bezm-i eş‘ârın zâde-i tab‘-ı ra’nâları olan âsâr-ı latîflerindendir.
Gazel
Rahm kıl ey gamzesi mekkâre Allâh ‘aşkına
Sîne-i mecrûha urma yâre Allâh ‘aşkına
‘Arz-ı rûy et ey perî bilmem nedendir vahşetin
Sen de insâniyyet et bir pâre Allâh ‘aşkına
Dil henüz âyâ esîr-i bend-i dâm-ı turra mı
Bir su’âl eyle sabâ dildâre Allâh ‘aşkına
Gâh nâz u geh tebessüm geh tegâfül eyleyip
Râzımı fâş eyleme agyâra Allâh ‘aşkına
Olmasın âzürde te’sîr-i nigehden Mâdihâ
Bakma küstâhâne rûy-i yâre Allâh ‘aşkına
Ve lehû
Bûs eyleyen ol lebleri el yur şarâbdan
Yüz döndürür gören ruhunu âftâbdan
Mu’ammeyât be-nâm-ı Sâlih
Olup sahbâ-yı nâz ü ‘işveden bir rütbe mestâne
Sunar nâ-çâr çeşm-i mesti dâmân-ı dil ü câne
Ve lehû be-nâm-ı Sâlih ve Mesîh
87 S�« —U�Us —«dJÔ ÊU£œ dN� ÊU2 bIs ÊœdL–
Ve lehû be-nâm-ı Hüsâm
Ruhun pür-tâb u germ etdi o şûhun neş’e-i bâde
Harâretden ‘arak-rîz oldu ol zülf-i semen-sâde
Ve lehû be-nâm-ı Sâlih
Kebûdî câme giyip egnine o serv-i sehî
Mehin derûn-ı sehâb oldu sanki câygehi
MÂCİD
İstanbul şehrîlerinden Devlet-i ‘Aliyyede Re’îsü’l-Küttâb Kalemi kâtiblerinden
Mustafâ Çelebi-nâm bir zât-ı nâzik-kelâmdır. ‘Asrın şu‘arâsından olmagla bu mecelle-i
celîleye tastîr ve âsârından bu güftârı tahrîr olundu.
Rübâ’î
Tîr-i müjene sînemiz âmâc olsun
Cân ister ise sîneden ihrâc olsun
Zâr eyleyip eylerse seni dil bîzâr
Nerrâd gibi bir pûla muhtâc olsun 87 Şumurden nakd-i cân behr-i dehân tekrâr nâ-çâr est: Ağzın, canın kıymetini tekrar tekrar dile getirmesi kaçınılmazdır.
Ve lehû
Sûznâk oldukça dâg-ı sîne-i sad-çâklar
Katre-rîz-i tesliyetdir dîde-i nemnâklar
La’l-i nâb-ı yâri bûs eyler ney-i şekker gibi
Lezzetinden çâk çâk olsa nola misvâklar
MÂ’İL
Devlet-i Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrânda müddet-i
medîd Rûmeli kâzî-’askeri olup ba’dehû vedâ’-ı ‘âlem-i fânî eyleyen Beyâzî-zâde merhûmun
nebîreleri hoş-tab‘ ma‘ârife mâ’il bir mahdûm-ı şîrîn-şemâ’ildir. Asrın şu‘arâsından olmagla
bu mecelle-i celîleye tastîr ve âsârlarından bu güftârı tahrîr olundu.
Gazel
Dâne-i eşke hat-ı müşk-fikendir bâ’is
Şeb-nemin behcetine lutf-ı çemendir bâ’is
Mâ’ilâ rûyunu gördükçe nola âh etsem
Nefha-i bülbüle gül-berg-i semendir bâ’is
MİSLÎ
(Nâm-ı müstahsenleri Hasan olmak üzre mesmû’umuz olup) dârü’n-nasri ve’l-
meymene şehr-i Edirne kurbünde her büt-i mümtâz-ı dil-keş-endâm-ı ‘azrâ-cünbişi reşk-
endâz-ı sanem-hâne-i Çîn olan medîne-i Kırkkilise’de sâkindir. ‘Asrın şu‘arâsından bir şâ‘ir-i
hoş-âyende-ta’bîr olmagla bu mecelle-i celîleye sebt ü tahrîr ve cümle-i âsârından bu beyt
ketb ü tastîr kılındı.
Beyt
Visâlin câmını nûş eyleyen peymâne’i neyler
Cemâlin seyr eden mestâneler mey-hâne’i neyler
MİSLÎ-Î DÎGER
Nâm-ı nâmîleri ‘Alî’dir. Ol tâze nihâl-i bûstân-ı necâbet ve nev-gonca-i gülistân-ı
ma‘rifetin zuhûru hadîka-i ehl-i kemâl olan mahmiyye-i Kostantıniyye-i bî-misl (ü) bî-
hemâlinden olup merhûm-ı cennet-mekân Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ ‘asr-ı şerîflerinde
mısr-ı Kâhire kâzîsı iken ‘azm-i hıtta-i cinân eden sâhib-i Münşe’ât ü Dîvân mâlik-i
memâlik-i fazl u ‘irfân ‘asrının yegâne vü ferîdi İshak-zâde Zuhûrî Mehmed Sâlih Efendi
merhûmun hafîdi olup şi‘r ü makâl kendüye bi’l-irs intikâl eylediginden mâ-’adâ tab‘-ı Mânî-
pesendi her ma‘rifeti kâ’il oldugundan ‘âlem-i tufûliyyetinde vâdî-i tezhîb ü tasvîre mâ’il ve
ma‘rifet-i mezkûreyi hüsn-i hatt-ı kitâbet ile bir yere cem’ etmek şerefine nâ’il oldugundan
hurde hattı be-gâyet latîf ü nefîs serî’ü’l-kalem Nergisî-rakam bir kâtib-i nazîf-i ta’lîk-
nüvîsdir. Ol mahdûm-ı mükerrem ‘âlem-i sabâvetinde şeyhü’l-islâm-ı ‘asr müfti’l-enâm-ı
dehr fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden bin yüz otuz bir târîhinde bir
mülâzemetle mükerrem ü kâmkâr ve tarîk-ı sa’âdet-refîk-i tedrîse sülûke dîde-güşâ-yı
terakkub u intizâr iken nâ-müsâ’ade-i rûzgâr ile tarîk-ı kazâ ile hissedâr ve esnâ-yı tahrîr-i
tezkiremizde Çelebi rütbesinde Brovnik kazâsı tevkıyyetiyle evkât-güzâr idi. Bu güftâr-ı
muntazam-târ ol nessâc-ı kârgâh-ı hüsn-i belâgat ve tûtî-i Yûsufistân-ı mısr-ı fesâhatin
şikâyet-i çarh-i sitemkârı mütezammın şeyhü’l-islâm hazretlerine zarûretini ‘arz-ı hâl-gûne
îmâ vü işâret etdigi kasîdesindendir ki târ u pûd kadar mahareti ma’lûm u meşhûr olmak içün
keşîde-i destgâh-ı i‘tibâr ve bu mecelle-i celîleye ketb ü tahrîri ihtiyâr kılındı.
Beyt
Hıtta-i mısr-ı kitâbetde (kulun) Yûsuf idim
Efser-i himmetime gıbta ederlerdi ‘ibâd
Etmeyip pîrehenim sırrıma belki mahrem
Sâkin-i künc-i kanâ’at iken ehl ü evlâd
Çıkarıp ipligimi çarh-i denî bâzâra
Etdi bir pûla beni pîre-zen-i dehr mezâd
Ve lehû
‘Âlem ol ‘Azrâ-’izârın sâkiyâ mestânesi
Zühre bezminde o şem’-i tâhirin pervânesi
Hûblar mihr ü vefâ dersin ferâmûş etdiler
Ol şeh-i bî-dâd-ı hüsnün söylenir efsânesi
Nat’-ı ‘âlemde nice şâh u gedâyı mât edip
Verdi meydân esb-i nâza cünbiş-i ferzânesi
Dahı kundakda yatır bir nâmlı âfetdir o şûh
Beslemiş mehd-i hilâl içre felekde anesi
Dâne döksem halka-i teshîre gelmez bir perî
Kâf-ı istignâda ol ‘ankâ-cenâbın lânesi
Hâneme etmez tenezzül eylesem teklîf-i mey
Olsa Mislî bezmimin hurşîd-i zer peymânesi
Zeyl: Ol bülbül-i gülşen-sarây-ı dânişverân ve tûtî-i şîrîn-edâ-yı bezm-i ‘irfânın eger
âyîne-i tab‘-ı pür-nûru mübtelâ-yı ‘illet-i gubâr-ı bî-şu’ûrî olmayıp dâ’imâ güşâde ve kayd-ı
fikr-i ma’âşdan âzâde olaydı tenvîrü’l-ebsâr-ı ‘arâyis-i kemâl olan eş‘ârı sâde-rû olmayıp
ziyâde melîh ve meşkûtü’l-envâr-ı zamîrinde cilveger olan suver-i mezâmini ser-levha-i
tezhîb-i cebîn-i bihîni gibi bî-misl-i sabîh olurdu.
MECDÎ
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mehmed’dir. Zât-ı melekiyyü’s-sıfâtları miyâne-i
şuhûr u büldânda ni’am-ı firâvân ile nazîre-i cinân olan kân-ı ‘irfân Kostantıniyye-i bî-
akrândan olup vücûd-ı bih-bûdları sâl-i hicrînin bin kırk yedinci târîhinde zîver-i mehd-i
‘âlem-i şuhûd olup lâzıme-i zimmet-i mahâdîm-i kirâm olan hilye-i âdâb u ma‘ârifi itmâm
edip nakîbü’l-eşrâf olan ma’rûf Kudsî-zâde’nin dâ’ire-i ‘aliyyesine intisâb ve ol zât-ı
meşhûrü’l-menkabenin Anatolu kâzî-’askerliginde bin altmış Şevvâlinde bir mülâzemetle
behre-yâb oldukdan sonra bin yetmiş tokuz Cumâda-yı ûlâsında ibtidâ-i hâric elli ile ‘İvaz
Efendi Medresesine ve seksen üç Saferinde Fâtıma Hanım Medresesine hareket ve seksen
dörtde Hâs Odabaşı ve seksen altıda Ca’fer Paşa seksen sekizde Hâcî Hasan-zâdeye ve
seksen tokuzda Koca Mustafâ Paşaya ve toksan ikide Sahn-ı Semândan birine ve toksan dört
Muharreminde Pîrî Paşaya ve toksan beşde Siyâvuş Paşa Sultânı Medresesine ve toksan yedi
Muharreminde sâniye-i Sarây-ı Galata Medresesine ve toksan tokuz Muharreminde Sarây-ı
Galatanın ûlâsına ve bin yüz iki Recebinde Medârisi-i Süleymâniyyeden biriyle tarîk-ı
müderrisîn-i kirâmı itmâm ve bin yüz dört Şevvâlinde Yenişehirfenâr mevleviyyetiyle
makzi’l-merâm buyurulup ve bin yüz on bir Muharreminde Edirne kâzîsı olup bin yüz on beş
Rebî’ü’l-âhirinde Mekke-i mükerreme pâyesiyle ihtirâm ve bin yüz on altı Cumâdâ-yı
âhiresinde İstanbul pâyesi olup sene-i merkûme Şa’bânında Anatolu kâzî-’askeri olmuşken
yine ol şehr-i mezkûrda hânelerinin nerdübânını ta’mîr ü termîm ve tevsî’-i dâ’irelerin
tasmîm etmeleriyle nerdübân-ı mezbûrun korkuluk ta’bîr olunan hîtânü’l-ihtiyâtın neccâr-ı
kesbe ref’ etmege rızâ ve öteden beri me’lûf oldukları vaz’ın hilâfına bu sanî’-i iktisâb-ı mâ-
cerâya gûyâ bir süllem-i kazâ olup müşârün ileyh hazretleri cevf-i leylde dîvân içün ‘azm ü
şitâb esnâsında nerdübân-ı ma’hûdun keyfiyyetinden zuhulle nüzûl eder iken dest-i rızâ birle
kazâ ıbtın cânib-i sukûta tahrîk edip bir iki kademe nâzil oldugu gibi lagzîde-pây-ı sebât olup
zemîne sâkıt oldular. Hengâm-ı pîrî olup ve sukût etdigi mahal mürtefi’ce olmagla ‘azîm
mütekeddir belki bi’l-külliye hayâtından me’yûs olacak mertebe müte’essir olup sıhhatleri
maznûn ve ‘azllerinden memnûn olacakları ma’lûm-ı Devlet-i ‘Aliyye-i sa’âdet-makrûn
olmagla Mar’aş kazâsı arpalıgı ile ma’zûl eylediler. Ba’dehû bür’-i tâm gelip bir az zamân
mürûr u güzerânından sonra bin yüz yigirmi Zü’l-ka’desinde sâniyen Anatolu kâzî-’askeri
olup mertebe-i mezkûre ile ihtirâm olunmuşlar idi. Ba’dehû bin yüz yigirmi iki
Muharreminde ma’zûl olup Kütahiyye ve İznik ve Kete kazâları arpalık olmuş idi. Bu hâl
üzre evkât-güzâr ve medîne-i Üsküdar’da vâkı’ sâhil-hânelerinde sâkin iken bin yüz yigirmi
sekiz Rebî’ü’l-âhirinde rahmet-i Rahmân’a intikâl eylediler. Mahâdîm-i kirâmdan bir vücûd-ı
mükerrem ve nîk-nefs bir zât-ı muhterem olup müddetü’l-’ömr tarafından efrâd-ı âferîdeden
bir ferd mutazarrır ve mütekeddir olmayan melek-hasletlerden meclisi pâk u dervîşâne ve
sohbeti nâzik ü bî-bahâne idi. Evâ’il-i hâlinde eş‘âr u ebyâta âzmâyiş-i tab‘ı olup ancak
sonralarda pîr ve târik-i her-hevâ olmagla terk-i güftâr eylemişler idi. Fe-ammâ fi’l-asl mâye-
i ma‘ârif-i merkûz ser-rişte-i tıynetleri olmagla ‘âlem-i heremde dahı pîrâne-ser letâyif ü
mazmûna mâ’il ve şu‘arâ-yı zamâneden her kime kadr-i ‘âlîleri su’âl olunsa ciyâdet-i
tab‘larına kâ’il olurdu. Bu birkaç güftar ol zât-ı ‘âlî-mikdârın evâ’il-i hâllerinde olan
eş‘ârındandır.
Beyt
Yâd-ı ruhunla aglasam eşkim gül-âb olur
La’lin hayâli ile su içsem şarâb olur
Fikr-i ruhunla âh-ı dil-i âteşînimin
Her bir şerâresi felege âftâb olur
MUCÎB
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mustafâ’dır. ‘Asr-ı Sultân Mustafâ Han-ı Sânî
‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrânda şeyhü’l-islâm olan es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi merhûmun
bütün müddetlerinde emânet-i fetvâ hidmet-i şerîfesinde olup İstanbul pâyesiyle tarîkında
ikrâm olunan fakîh-i fâzıl pîr-i kâmil Hısn-ı Mansûrî Ahmed Efendi merhûmun mahdûmu
olup zât-ı vâlâları hilye-i kemâl ile muhallâ ve âyîne-i tab‘-ı ‘âlîleri safvet-i zekâ ile mücellâ
beytü’l-’ilmden bir mecmû‘a-i vâlâ ve hânedân-ı ma‘rifetden bir zât-ı bî-hem-tâdır. Zât-ı
vâlâları bin toksan tokuz târîhinde sâbıkan şeyhü’l-islâm olan imâm-ı sultânî Lâdikî Mehmed
Efendi hazretlerinin def’a-i ûlâ Rûmeli kâzî-’askerliginde sadâret-i merkûme teşrîfinden
mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl oldukdan sonra bin yüz sekiz Rebî’ü’l-evvelinde
sâbıku’z-zikr es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile Dersiyye-i Fîrûz
Aga Medresesine olup ba’-dehû zamîr-i ‘âlîlerinden bir medrese-i dîgere rücû’ u hareket
geçip şem’-i sûzân-ı bezm-i gayret iken bin yüz tokuz Şevvâlinde yine merhûm-ı mezbûrdan
Eyyühüm Medresesine hareket eyleyip ve bin yüz on ikide yine anlardan ibtidâ-i dâhil ile
Mollâ Kırımî Medresesine vâsıl ve bin yüz on beşde Sa’dî Efendi Medresesine hareket-i
dâhil eylediklerinden sonra bin yüz on sekiz Recebinde mûsıla-i Sahn ile ûlâ-yı Hüsrev
Kethudâya hırâm ve bin yüz yigirmi Saferinde Medâris-i Sahn-ı Semândan birine kıyâm ve
bin yüz yigirmi bir Zü’l-hiccesinde ibtidâ-i altmışlı ile Nişâncı Paşa ve bin yüz yigirmi ikide
altmışlı hareketi ile Mehmed Agaya ve bin yüz yigirmi beş Şevvâlinde mûsıla-i
Süleymâniyye ile Kara Mustafâ Paşaya ve bin yüz yigirmi sekiz Şevvâlinde bi-tarîki’t-
tekerrür te’sîs-i mebânî-i tarîk-ı ‘aliyye ve te’kîd-i rütbe-i celîyye edip Ayasofya-i Kebîr’e
gelip bin yüz yigirmi tokuz Cumâdâ-yı âhiresinde hasretü’l-müderrisîn olan Medâris-i
Süleymâniyyeden biriyle ihtirâm ve ol medreseden matmah-ı enzâr-ı mevâlî-i ülü’l-i‘tibâr
olan Halebü’ş-şehbâ mevleviyyetiyle ikrâm olunup bu mecelle-i celîleyi esnâ-yı tahrîrimizde
ol mansıb-ı celîlden ma’zûl idiler. Hakkâ ki zât-ı vâlâları fâ’iku’l-akrân bir fazîletmend olup
mecmû‘a-i ‘irfân ve her ne rütbe medh u senâ olunsa şâyândır. Müzâkere-i ‘ilmiyyeden esnâ-
yı ferâgda fazla-i fazl u kemâlleri olan şi‘r ü inşâ ile teşhîz-i zihn ve tefrîh-i bâl ederler idi.
Şi’r-i âbdârının gâyet edâsı selîs ve mazmûn-ı dil-ârâsı nefîsdir. Gazeliyyât ve kasâ’id-i bî-
nazîrleri ve nice rübâ’î ve metâli’ ve müfredât-ı dil-pezîrleri vardır. Bu gazel-i bî-hem-tâ ol
zât-ı dil-ârânın zâde-i tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Gazel
Gel gel bahâr faslı Hisâr’ın havâsına
Versen de nakd-i cânı ucuzdur kirâsına
Halk-ı cihânı kendine elbette bend eder
Râyet-misâl tâbi’ olanlar havâsına
Olmaz metîn nakş-ber-âb-ı binâ-yı ‘aşk
Sengîn dil-i bütânı komazsan esâsına
Bulduk o mâh ile dil-i zârın arasını
Sulh oldu bûs-ı la’li ile hûn bahâsına
Hvâhiş hemân miyânını âgûşa çekmedir
Yohsa Mucîb ben geçemem mâ-verâsına
Hakkâ ki zûr-ı bâzû-yı kuvvet-i tabî‘iyye ile hayâl etdikleri mazmûn-i bârik mâ-
verâsında tetebbu’-ı sahîh ile cüst (ü) cû olunsa fikr-i dakîk andan berter bir lafz-ı ma’nîdâr
tedârikinde ‘âciz ve fürû-mânde oldugun evvelîn-i cümle-i kârda teslîm ü i’tirâf u ikrâr eder,
li-münşi’ihi:
Bâreka’llâh zihî dil-i çâlâk
Levhaşa’llâh hoşâ tabî‘at-ı pâk
MAHVÎ
Süleymâniyye Câmi‘i şeyhi iken ârzû-yı hacc-ı şerîfle beytinden hurûc edip tarîk-i
Hak’da muhâceret esnâsında Şâm-ı cennet-meşâmda intikâl eyleyen Şeyh ‘Îsâ Efendi
hidmetleridir. ‘Azîz-i vâlâ-cenâb-ı merkûm Anatolu kuzâtından Geredeli Sukûkî ‘Alî Efendi
merhûmun mahdûm-ı sa’âdet-mersûmu olup bin kırk yedi târîhinde Gerede’de Sarıkâzîlar-
nâm karyede vücûda gelip ba’dehû Kostantıniyye’ye hicret edip ‘ulemâ-i kirâmın meclis-i
ifâdelerine vusûl ve meşâyih-i Halvetiyyeden Bolbolcu-zâde Şeyh ‘Abdü’l-kerîm Efendi
merhûmdan inâbet edip ‘ulûm-ı zâhiresi gibi ‘ulûm-ı bâtınayı tahsîle meşgûl olup bu hâl üzre
tasfiye-i bâtına iştigâl üzre iken bin yetmiş altı senesi hilâlinde Orta Câmi‘i va’ziyyesiyle
iclâl olunup toksan beş Rebî’ü’l-âhirinde Tercemân Yûnus Zâviyesine bast-ı seccâde-i irşâd
ve yüz beş Cumâdâ-yı âhiresinde Sultân Selîm meşîhati ile rıf’at-i kadrleri müzdâd olup yüz
yigirmi Cumâdâsında ebu’l-feth Sultân Mehemmed Han Câmi‘-i şerîfi şeyhi olup yüz yigirmi
iki Rebî’inde Sultân Bâyezîd-i Velî Câmi‘-i şerîfi meşîhati ile muhterem ve sene-i merkûme
Şevvâlinde Süleymâniyye Câmi‘-i şerîfi meşîhatine nakl buyurulup bin yüz yigirmi yedi
Receb-i şerîfinde cânib-i Mekke-i mükerremeye ‘azîmet ve taraf-ı devletden izn ile hacc-ı
şerîfe fâyiz-i ruhsat olup Şâm-ı cennet-meşâmma vusûllerinde sene-i merkûme Ramazânının
yigirmi ikinci günü bu ‘âlem-i fânîden göçüp rıhlet ve ol makâm-ı mübârekde Sâlihiyye-nâm
mahalde şeyh-i ekber misk-i ezfer Muhyi’d-dîni’l-’arabî rahmetu’llâhi ‘aleyhin türbe-i
şerîfelerinde defn olundular. Ecille-i meşâyih-i kirâmdan zâhir ü bâtını ma’mûr bir gencîne-i
mestûr idi. Kuvvet-i kudsiyye-i zühd ü takvâ ile her bâr ‘arş-ı ‘irfâna ‘âric ve ‘ibâdet u tâ’âti
tavk-ı beşerden hâric bir vücûd-ı velâyet-meşhûd ve va’z u sohbetinde ‘azîm te’sîr var bir pîr-
i rûşen-zamîr idi. ‘İlm-i ledünnî olan lisân-ı tasavvuf üzre te’lîfât-ı kesîresinden gayrı ‘ilm-i
zâhirde fenn-i nahvde Müfîdü’l-İ’râb-nâm bir latîf vü nâzik mecmû‘ası vardır. Cümle-i
ma‘ârifinden fazla Mahvî mahlası ile ilâhiyyâtı vardır. Bu ilâhî-i şerîf anlarındır.
İlâhî
Bulmak dilersen dâ’im sa’âdet cân ü gönülden Allâh’a yalvar
Gafletde kalma eyle ‘ibâdet cân ü gönülden Allâh’a yalvar
Aldanma zinhâr fânî cihâna takvâ vü zühdü kût eyle câna
Uçmak dilersen bâg-ı cinâna cân ü gönülden Allâh’a yalvar
Kaldır dilinden kesret hicâbın sırrında oku vahdet kitâbın
İçmek dilersen vuslat şarâbın cân ü gönülden Allâh’a yalvar
Yoklukda yokla ma‘nâ-yı Mahvî maksûdı anla sarf ile nahvi
Merdûd-ı râh ol gel iste sahvı cân ü gönülden Allâh’a yalvar
Ve lehû
Sivâ efkârının cündü gönül mülkün harâb etdi
Elim al düşmüşem kaldır meded Mevlâ-yı Rahmân’ım
Emel ârzûsunun odu yakıp bagrım kebâb etdi
Elim al düşmüşem kaldır meded Mevlâ-yı Rahmân’ım
Hulûs üzre ‘ibâdetde teveccüh eylesem sana
Gelir kalbe sivâ fikri komaz hergiz beni bana
Dilimde kuvvetim yokdur cevâbın vermege ana
Elim al düşmüşem kaldır meded Mevlâ-yı Rahmân’ım
MUHTEŞEM
Dîvân-ı ‘Âlî kâtiblerinden Şa’bân-zâde Mehmed Efendi demekle şehîr bir pîr-i rûşen-
zamîr olup Devlet-i ‘Aliyyede nice zamân şıkk-ı sâlis defterdârı olmuşlar idi. ‘Âlem-i
dünyâda bîhûde ‘ömr-i ‘azîzlerini ‘izâ’at etmeyip dâ’imâ tahrîr ü kitâbet ve bir ân şuglden
hâlî olmayıp ma‘ârif-i bisyâr ile evkât-güzâr olurlar idi. Eyyâm-ı sıhhatinde çekîde-i kalem-i
sebük-reftârı ve nigâşte-i kilk-i güherbârı olan âsârı bir yere cem’ olmak lâzım gelse terâzû-
yı kıyâsda kendiyle girânlıkda ber-â-ber belki evrâk-ı tahrîrâtı vaz’ olunan keffe kendiden
girân ü berter idi. Bu kadar kesret-i kitâbetle yine vâfir ‘indî âsârı ve zebân-ı Fârisî ve lisân-ı
Türkîde bir hayli nâzik güftârı vardır. bu cümleden zebân-ı Türkîde inşâ-yı latîfe ile Tîg u
Kalem nâmına cem’ ü tertîb eyledigi mecmû‘a-i ‘irfânı nâzik ü pâk bir eser olup istihsân-ı
ülü’l-elbâba şâyândır. Sene bin yüz yigirmi hilâlinde intikâl eyledi. Bu birkaç beyt-i şikâyet-
ta’bîr mesbûkü’z-zikr-i te’lîf-i dil-pezîrlerinde münâsebetle tahrîr eyledigi ebyâtdandır.
Mesnevî
Dâd baht-ı siyehimden feryâd
Ma’rifet gevherin etdi berbâd
Nâ-murâdım o kadar ‘âlemde
Nâr-ı gam kâmı yakar sînemde
Âteşimden tutuşup dildeki tâb
Murg-i ümmîd olur âhımda kebâb
Gelemez hâtıra kâmın nâmı
Kanda kaldı görebilmek kâmı
DERVÎŞ MUHİB
Nâmı ‘Abdu’llâh olup menşe’leri diyâr-ı Belh’dendir. Esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde
Eser tahallüs eylemiş idi fe-ammâ mahlas-ı merkûm beyne’l-ahibbâ meşhûr olmayıp kalb-i
yârânda eser eylemediginden kendi muhibleri miyânesinde yine Muhiblik ile müte’ârif idi.
Erbâb-ı ‘irfândan bir dervîş-i pâk idi. Bu güftâr anlarındır.
Beyt 88 bMJš¦ È“«—œ o–U� ¡ˆ—UEs Êœd½ bMJš¦ È“U� dšAL– Ë« „U� v� ¡ˆeL�
MUHLİSÎ
88 Gamze-i bî-bâk-i û şemşîr-bâzî mî-koned / Gerden-i nezzâre-i ‘âşık dırazî-mî koned: Onun pervasız yan bakışı, kılıçla oynamakta, aşığın bakış boynu ise (ona doğru) uzanmaktadır.
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Ehâlî-i hâsü’l-hâs-ı pür-ikbâllerinin hamîre-i tıynet-i
zât-ı bî-hemâllerinden ma‘ârif ü hulûs-ı bâl cüz’-i lâ-yenfek-misâl olan kân-ı ‘irfân
Kostantıniyye-i bî-akrândan Sultân Selîm kurbünde Cebecibaşı Mahallesinde mehd-i vücûda
kadem basıp tahsîl-i dest-mâye-i ‘irfân eyledikden sonra merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ
rahmeti Rabbihi’l-gafûr kuzât-ı ‘asâkirin nîk-haslet olan refî’ü’ş-şânlarının ercümendi
Tevfîkî-zâde Mehmed Efendi hazretleri ile kemâl münâsebetleri ve âsitânelerine ziyâde
tereddüdleri olmagın merhûm u mebrûr bin yüz on beş târîhinde bi’z-zât sadâret-i Rûmeli
olduklarında ol zât-ı şerîfin sadâret teşrîfinden mülâzım ba’dehû tarîk-ı kazâya ‘âzim bin yüz
on tokuzda Şeyhü’l-islâm Mahmûd Efendi Rûmeli kâzî-’askeri iken Pravişte mansıbına olup
ba’dehû İsma’îl Geçidi ba’dehû Mostar kâzîsı olup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde Timürhisâr
ve Nevrokop’dan onar ay zabt eylemek üzre kayrılmışlar idi. Zihni müstakîm ü ‘afîf hoş-tab‘
ve me’mûnü’l-gâ’ile bir vücûd-ı şerîf olmagla kuzât-ı ‘asâkir hazarâtı müddet-i şerîfelerinde
vakâyi’ kitâbeti hidmeti ile istihdâm buyurup nüvâziş ü keremleri ile ikrâm buyururlar idi.
Tabi’at-ı şi‘riyyesi dahı pâk bir merd-i huceste-idrâkdir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Etme bîhûde hat-ı rûyunu ey şûh tırâş
Ser-nüvişt-i ezelî hakk ile tagyîr olmaz
MUHLİSÎ-İ DÎGER
Devlet-i ‘Aliyyede ‘asrında Defterdâr Beg demekle şöhret-şi’âr bir mîr-i pür-vakâr
olup vâlid-i mâcidleri ‘Alî Paşa dahı vüzerâ-yı kirâmdan bir vezîr-i nâmdâr olup vezâret
rütbesiyle ‘asrında defterdâr olmuşlar idi. Bunlar dahı Devlet-i ‘Aliyyede mu’temed ve
ma’lûmü’l-’ayâr bir mîr-i ‘âlî-mikdâr olmagla bin seksen altı târîhinde Defterdâr Ahmed Paşa
yerine mansıb-ı mevrûsları olan câh-ı refî’-i defterdârîye olup istikâmetle hidmet eylemişler
idi. Ba’dehû toksan tokuz Muharreminde üç tugla kubbe-nişîn olup bir kat dahı mükerrem
olmuş iken kâse-i ‘ömrleri leb-rîz ü ser-şâr ve mizâc-ı şerîfleri münharif ve gâyet bîmâr
olmalarıyla sene-i mezkûre Şevvâlinde livâ-yı ‘ukbâya hırâm eylemişler idi. Gâyet sengîn ü
vakûr olan zât-ı ten-perverlerden bir vezîr-i kerem-mevfûr ve beyne’n-nâs rûz-nâmçe-i hâli
ma’rûf u meşhûrdur. Hâk-i İstanbul olmalarıyla tabî‘at-ı şi‘riyyeleri vardır. Bu bir iki güftâr
anlarındır.
Beyt
Merhabâ ey feyz-bahş-ı sîne-i erbâb-ı dil
Pertev-i hüsnün nigâra mihr-i ‘âlem-tâb-ı dil
Zülf-i yâri pîç ü ham çekmiş ‘izârı safhaya
Resm ederken lerze düşmüş hâmede yok tâb-ı dil
MEDHÎ
Nâm-ı vâlâları Mustafâ’dır. Ser-halka-i gürûh-ı evliyâ ser-tâc-ı zümre-i zühd ü takvâ
meşâyih-i kirâmın bülendi merhûm u magfûr Üsküdarî ‘Azîz Mahmûd Efendi hazretlerinin
hulefâ-yı kirâmından Burusî Eyyûb Efendi’nin oglu Yûsuf Çelebi merhûmun mahdûmları
olup medîne-i Üsküdar’da mehd-i vücûda pâ-nihâde olup tahsîl-i ‘irfân ve tekmîl-i mâ-
lezime-i dânişverân eylediklerinden sonra bin yüz târîhinde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm
eshiyânın bülendi ebu’l-fukarâ Debbâg-zâde Mehmed Efendi’den mülâzım ve tarîk-ı tedrîse
‘âzim oldukdan sonra bin yüz yedi târîhinde Şeyhü’l-islâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi
merhûmdan ibtidâ-i hâric elli ile duhûl-i tarîk-ı ‘aliyye edip ‘âdet üzre devr-i medâris ederek
mûsıla-i Süleymâniyyeden sene bin yüz yigirmi yedi Muharreminde Medîne-i münevvere
kâzısı olup ba’de’l-’azl nevbeti ile Şâm-ı cennet-meşâm kâzîsı olup esnâ-yı tahrîr-i
tezkiremizde ol mansıb-ı bî-hem-tâda hükûmet-i garrâda idiler. Fazl u kemâllerinden mâ-
’adâ taraf-ı şi‘r ve semt-i inşâda dahı nâzik-edâ ve eş‘ârı medh ü senâ olunmaga sezâdır. Bu
güftâr bu mecelle-i celîleye tahrîr içün irsâl eyledikleri eş‘ârlarındandır.
Gazel
Etmiş o gül fütâdelere cevri kâ’ide
Şeb-nem-misâl pâyına düşsek çi fâ’ide
Kahrın mukaddimât-ı keremden kıyâs edip
Düşme gönül netîcesi yok fikr-i fâside
Ol rûzedâr-ı hânkâh-ı arza reşk kim
Hasret-keş-i fütûru ola gökde mâ’ide
Her nazm-ı dil-nişîn yetişir Medhiyâ güvâh
Da’vâ-yı hüsn-i nazmda hâcet ne şâhide
Ve lehû
Yagmâya verdi sabrım bir şîvekâr gördüm
Pâ-mâl-i hayret oldum bir şeh-süvâr gördüm
Ol nev-nihâl-i nâzın hîç görmedim nazîrin
Nev-restegân-ı dehri gerçi hezâr gördüm
Lutf u nüvâzişiyle meşhûr o şûh ammâ
Ben ol sitem-fürûşı âşûbkâr gördüm
MEDHÎ-İ DÎGER
Zümre-i dervîşândan Bagdâdiyyü’l-asl bir dervîş-i dil-rîş olup medîne-i
Kostantıniyye’de Galata muzâfâtından Top-hâne-nâm mahalde vâkı’ Hânkâh-ı Kâdiriyye’de
‘uzlet-nişîn bir merd-i sâhib-temkîn olup şu‘arâ-yı ‘asrdan olmagla bu mecelle-i celîleye
tastîr ve âsârından bu beyti tahrîr olundu.
Beyt
Ayın on dördü gibi dün gece meclisde idin
Kanda ahşamladın ey mâh-ı dırahşân bu gece
MURTAZÂ
Bagdâd-ı behişt-âbâd üdebâsından ve ol havâlînin fuzalâ-yı şu‘arâsından Nazmî-
zâdelikle şehîr olan Murtaùâ Efendi’dir ki ziyy-i küttâbdan olup nâm-ı şerîflerin mahlas
ittihâz eylemişlerdir. Zamân-ı hayâtlarında gerek bunlar ve gerek birâderleri Hüseyin Efendi
katı çok âsâra muvaffak olmuşlardır. Ez-cümle birâderleri Hüseyin Efendi Vassâfü’l-hazretin
ma’rûf u meşhûr olan te’lîf-i celîlinin lugat-ı müşkilesin Türkî lisân üzre hall ü beyân ve
zebân-ı Türkîde türkîleri surh ile tahrîr edip o lugat-ı Türkiyyenin Fârisî ve ‘Arabî edâsını
cem’ edip bir nâzik lugat eylemişdir. Ancak ekser tahrîr eyledigi Türkîler Etrâk-i kadîme
lisânı olmagla bizim miyânemizde ma’rûf olan ta’bîrâta uymadıgından Türkî bir lugat
aranmak lâzım gelse zahmet çekildiginden bu ‘abd-i fakîr lisânımız üzre cem’ u tastîre
tasaddî eylemiş idik. El-hâsıl hânedân-ı ‘irfândan bu iki birâderler nâdire-i devrân idi.
Mütercem-i mezkûrun hod katı çok eseri vardır. Bevn-i ba’îdde olmagla diyâr-ı Rûm’a kimi
gelmiş kimi gelmemişdir. Ez-cümle Rûm’a gelenlerden Gülşen-i Hulefâ’sı bir gülistân-ı bî-
akrân olmuşdur ki ol nüsha-i celîlede ibtidâ-i Devlet-i ‘Abbâsiyye’den bed’ eyleyip Bagdâd-ı
behişt-âbâdın binâsını ve anlardan sonra gelen vülâtı ‘Ömer Paşa ve Ahmed Paşa’ya degin
bin yüz târîhine gelince bi’l-cümle beyân etmişdir. Hattâ ol nüshanın âhirine karîb olan
mahalde Bagdâd-ı behişt-âbâda gelen vüzerâ-yı kirâmdan ma‘rifetli vezîr-i rûşen-zamîr ‘Abdî
Paşa bir gazel-i nâzik-edâ ile güftâr-senc bunlar da bu nazîreyi eylediklerini tahrîr etmişler.
Gazel
Bülbül-i bâg-ı hakîkat hem-enînimdir benim
Şâhid-i cûş-ı dilim çeşm-i terînimdir benim
Lutf-ı Hakk’a eyledim ilkâ-yı dest-i i’tisâm
vH½ z*¼« v¾�0 89 nakş-ı nigînimdir benim
Yokdur a’mâle ümîdim dergeh-i Hakk’a hemân
Rişte-i ‘acz-i dilim hablü’l-metînimdir benim
UIu¼« …Ëd� 90-yı ihlâsa temessük Murtazâ
Bî-tekellüf hâsıl-ı kedd-i yemînimdir benim
MÜSTAKÎM
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîlerin mahlas ittihâz eylemişlerdir. Kibâr-ı meşâyih-i
Halvetiyye’den Ümm(î) Sinân-zâde Hasan Efendi merhûmdan tekmîl-i tarîkat etmiş bir pîr-i
rûşen-zamîr olup medîne-i Kostantıniyye’de Sûfîler Mahallesinde vâkı’ Halvetiyye
Zâviyesinde seccâde-nişîn-i meşîhat idiler. Nefes ü âvâzesi hûb bir şeyh-i mergûb olup be-
gâyet sohbeti nâzik olmagla kibâr-ı enâmla kesret-i sohbet üzre evkât-güzâr olup her bâr
sohbet ü ülfete dîde-dûz-ı hasret olan zurafânın nûr-ı ‘aynı ve ol ‘asrda âlüftegân miyânında
tarh olunan encümen-i yârânın zîneti idiler. Semt-i eş‘ârda reftârı manzûr-ı akrân oldugundan
gayrı târîh-gûyâlıkda bî-tekellüf güftâr-senc olan müverrihlerden parmak ile gösterilen ehl-i
dillerden idi. ‘Âkıbet muhâsib-i me’mûl olan rûzgâr bunlarda parmak hesâbın izhâr edip
dehr-i denîden ber-vefk-ı kâm ârzûmend oldugu hûlyâlar ile nâ’il-i merâm olmadın sene bin
yüz yigirmi bir târîhinde terk-i zâviye-i fenâ ve ‘azm-i tekyegâh-ı bekâ eyledi. Âsârı ve
tevârîhi ekserü min-en yuhsâ ve ye’udduhe’l-efvâh ve mektûb-ı ekser-i cüdrân u etrâf-ı her-
hânkâhdır. Bu beyt anındır.
Beyt
Ko etsin sûz-ı tâmm-ı ‘aşk cismim dâgile memlû
89 “…hasbiya’llâhu …: …Allah bana yeter…” Kur’an: /12; 3/3. 90 “…urvetü’l-vüskâ…:…(Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen) sağlam bir kulp(a sarılmıştır)…” Kur’an: 2/2; 31/32.
Ki her dâgı şeb-i târ-ı gama bir şeb-çerâg olsun
MA’NEVÎ
Meşâyih-i Halvetiyye’den meşhûr-ı âfâk Karabaş ‘Alî Efendi’nin mahdûmları Şeyh
Mustafâ Efendi’dir ki beyne’l-meşâyih Ma’nevî Efendi deyü şöhret-şi’âr bir şeyh-i nâmdâr
idi. Tarîkın pederlerinden ahz eyleyip nice zamân vâlid-i mâcidlerine hidmetden sonra bin
yüz üç Saferinde Kadırga Limanı’ndaki Mehmed Paşa Zâviyesine şeyh olup ve Bagçekapusu
dâhilinde vâkı’ Vâlide Sultân Câmi‘-i şerîfine şeyh olup bin yüz on dört târîhinde fevt oldu.
Rahimehu’llâhu te’âlâ ve tecâveze ‘anhu. Ekser güftârı ilâhiyyâtdır. Bu güfte cümle-i
âsârındandır.
İlâhî
Hamdü li’llâh kim tulû’ etdi yine şems-i zuhâ
sšL¼UF*¼ ÎHL0— 91 geldi Muhammed Mustafâ
Gül cemâli berk urup togdu yine bedr-i dücâ
sšL¼UF*¼ ÎHL0— geldi Muhammed Mustafâ
eM½ SM½ 92 ’in mahzenîdir z*¼« l¦ v¼ 93 mazharı
Zât-ı pâkin enveridir enveridir enveri
Ma’neviyyâ ins ü cinnin reh-beridir reh-beri
sšL¼UF*¼ ÎHL0— geldi Muhammed Mustafâ
MÜFÎD
Nâm-ı latîf ve ism-i şerîfleri es-Seyyid ‘Abdü’l-kerîm’dir. Ol gül-gonca-i ser-sebz-i
gülistân-ı siyâdet gülşengeh-i diyâr-ı Burusa’dan zuhûr-yâfte-i medîne-i vücûd olup ‘andelîb-
i zât-ı sütude-ezkârı ol diyâr-ı şevk-medârda tarîkat-ı kesîrü’l-bereketleri âlûde-i esrâr-ı
hakîkat olan tarîk-ı Nakşibendiyye’den mu’anven olan zât-ı kerâmet-nihâd Rûmiyye şeyhi
91 “… rahmeten li’l-’alemin…: (Ey Muhammed! Biz seni ancak) âlemlere rahmet olarak (gönderdik). Kur’an: 21/10. 92 “Küntü kenz…: Hazine idim…” Hadis: Keşfü’l-Hafa, II.C., s.132, no: 201. 93 “Li ma’a’llâh…: (Benim için) Allah ile (bir vakit vardır)”: Hadis: Keşfü’l-Hafa, II.C., s.132, no: 21.
hazret-i Baba Efendi merhûmun ahfâdından olup tarîkat-ı merkûmenin merd-i sâdıklarından
ve erbâb-ı ‘irfânın gözü açıklarından olmagla ‘ulûm-ı ‘Arabiyyeyi tazyî’-i vakt eylemeyip ol
diyârda meşhûr-ı âfâk olan Gözübüyük Mehmed Efendi’den görüp bi’l-cümle ahz u kesb ve
Fârisî’yi dahı bu mecelle-i celîlede harf-i râ-i mühmelede Resîm mahlası ile ketb ü tahrîr
olunan Resîm merhûmdan ta’allüm eyleyip zihni pâk ve tab‘ı çâlâk bir şâ‘ir-i mâhirdir ki
güftâr-ı pâki âb-ı sâfla selâsetde ber-â-ber ve her bir kelâm-ı müfîd ü muhtasarı ifâde-i
maksûdda kifâyet-sâz-ı her-lâzım-ı fâ’idetü’l-haberdir. Havz-ı derûnu âb-ı revân-ı ‘irfânla
leb-rîz ü ser-şâr ve murâd üzre reftâra kâdir bir suhan-gûy-ı hoş-güftârdır. Bu eş‘âr cümle-i
âsârlarındandır ki bu mecelle-i celîleye ketb ü tahrîr içün bi’z-zât hediyye-i ‘abd-i fakîr
kılmışlardır.
Gazel
Ol sâf-sîne başlasa reftâra mevc mevc
Eyler hurûş lücce-i nezzâre mevc mevc
Geldikçe tîr-i tîzi o bahr-i melâhatin
Gird-âb-ı âteşîne döner yâre mevc mevc
İşrâb-ı mâ-cerâ-yı dil etdi yine dirîg
Eşkim gelince dîde-i hûn-bâre mevc mevc
Gülzârın âb u tâbı gelip cûyveş yine
Yârân çekildi sûy-ı çemenzâre mevc mevc
Cûşa getirsin âb-ı hayât-ı melâhati
Gelsin nesîm-i hande leb-i yâre mevc mevc
Olsun Müfîd âb-ı hayât olsa da fedâ
Eşkim o nahl-i nevdeki reftâre mevc mevc
Ve lehû
Bûs-ı la’lin verdi cânâ neş’e-i dîger bana
Şimdi reng-i bî-hodîdir gerdiş-i sâgar bana
Sîne-i ‘uryâna çesbân câme-i dildir bu dâg
Dûd-ı âh-ı âteşînimdir külâh-ı ser bana
Ve lehû
Ruhsâr-ı duhter-i rezi gördüm piyâleden
Seyr eyledim yine mehi âgûş-ı hâleden
Ve lehû kıt’a
Rûze-i hasretine gerçi giriftâr olduk
Hele ol mâh ile hem-meclis-i iftâr olduk
Ramazân oldu sebeb vuslat-ı yâre ammâ
Savm-ı hicriyle o mâhın nice dem zâr olduk
Ve lehû
Vâr iken hâtır-güşâ elde ayâg-ı mül gibi
Nâz-perverdim niçün açılmaz âyâ gül gibi
MÜFÎDÎ
Nâmı İbrâhîm’dir. Kürdistân beglerinden bir merd-i sâhib-mahlas u sâhib-nâm ve
diyârının söz anlarlarından bir mîr-i kelâm olup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ba’zı metâlib
zımnında der-i devlet-medâr-ı ‘aliyyeye gelmiş idi. Egerçi eş‘ârı öyle nâzik ü bî-bahâne
degildir fe-ammâ hâline göre yine levendânedir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Ger ıragım senden ey meh nakş-ı ruhsârın yeter
Dîdede şeklin hayâli dilde efkârın yeter
Yüz çevirme ben gedâdan rûyunu seyr etmege
Şol siyeh bahtım gibi zülf-i siyehkârın yeter
Sür derinden ehl-i ‘aşkın itlerinle her kime
Âsitânın pâsbânı ben vefâdârın yeter
MÜNŞÎ
Nâm-ı nâmîleri ‘Alî’dir. Maskat-ı re’sleri olan medîne-i Burusa’da ma’lûm-ı sagîr ü
kebîr olan Menteş-zâde ocagından bir merd-i dilîrdir. Cihet-i ‘ilmiyyesi ma’mûr bir zât-ı
ma‘ârif-mevfûr olup fenn-i tıbda mâhir ve murâd üzre şi‘r ü inşâya kâdir bir şâ‘ir-i mâhirdir.
Medîne-i merkûmede İshak Hvâcesi Ahmed Efendi’den ahz-ı ‘ilm-i şerîf ve tıbbı Dervîş
‘Ömer-nâm bir hâzık-ı fenden ta’allüm eyleyip akrânından fâyık ve her vechile sitâyiş ü
sâbâşa lâyık olmuşlardır. ‘Abdu’r-rahîm-zâde Yahyâ Efendi merhûmdan mülâzım oldukdan
sonra şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden
bâ-imtihân bir medrese-i hâric ile dil-şâd u handân olup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol
medrese-i celîlede bast-ı seccâde-i ifâde eylemişler idi. Nabz-âşinâ-yı kibâr-ı enâm bir merd-
i sütûde-hırâm olup her ciheti ma’mûr oldugundan bi’l-cümle fuhûlün manzûru olmuşlar idi.
Edâ vü lehcesi pâk bir şâ‘ir-i tab‘-ı çâlâkdir. Bu beyt zâde-i tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Matla’
Sûziş-i dil ‘âkıbet râm eyledi cânânemiz
Şem’i teshîr etdi nârencât ile pervânemiz
Ve lehû
Goncaveş ber-çîdedir hâr-ı hevâdan dâmenin
Bâg-ı hüsne rahnedir çâk-ı girîbânın senin
Seyl-i eşkimden nişân mümkin mi ey deryâ sana
Ser-te-ser emvâcdan çeşm olsa ‘ummânın senin
(5) MÜNÎB
Diyâr-ı İstanbul’un nâzik-güftâr olan şehrîlerinden bir zât-ı sütûde-reftârdır. Bu güftâr
âsârındandır.
Beyt
Ruhun te’sîr-i meyden reşk-i sahn-ı gülsitân olmuş
Dil-i ‘uşşâk-ı nâlân bülbülâsâ pür-figân olmuş
O serv-i kâmetim ‘azm-i temâşâgâh-ı bâg etmiş
Girip birbirine gülşen kıyâmetden nişân olmuş
MEYLÎ
Nâmı Mehmed’dir. Aşçıbaşı-zâde demekle şöhret-şi’âr bir turfa yâdigâr idi. Bin yüz
yigirmi sâlinde dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Nihâl-i serve teşbîh etdigim bir kadd-i dil-cûdur
Cemâl-i yâre zînet-bahş olan zülf-i semen-bûdur
Şarâb-ı la’l-i yâri dil ‘aceb mi ârzû etse
Letâfetde o cevr-endîşe hakkâ bir içim sudur
Harfü’n-nûn
Harf-i nûn içre yazıp bu kilk-i ter
Defter etdi ser-te-ser şâ‘irleri
Başlayıp Nâbî’den etdi ibtidâ
Eyleyip ser-tâc o dikkat-perveri
NÂBÎ
Ol harîr-bâf-ı kâlâ-yı ma‘ârif cenâbının nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Yûsuf’dur.
Şu’arâ-yı Rûm’un şâ‘ir-i nâ-yâbı üstâd-ı küll melikü’ş-şu‘arâ Nâbî Efendi merhûmdur ki
Dîvân ü âsârı dillerde dâstân ve Siyer-i Veysî’ye Zeyl ve Tuhfetü’l-Haremeyn ve
Hayriyye ve nazm u nesr ile münşiyâne Gazâ-nâme ve Münşe’ât’ı ma’rûf-ı cihândır. Ol
mecmû‘a-i kemâlâtın menşe-i aslîsi diyâr-ı Ruhâ’dan olup zamân-ı Sultân Mehemmed Han-ı
Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrânda Dârü’s-saltanati’l-’aliyyeye gelip ol ‘asrda nedîm-i
sultânî vezîr-i bî-müdânî musâhib-i şehriyâri vüzerânın mâ-bihi’l-iftihârı olan Musâhib
Mustafâ Paşa’nın dâ’ire-i sa’âdeti mevâ-yı erbâb ve mecma’-ı hünerverân olmagla sâyık-i
takdîr-i Rabbânî mütercem-i mesbûkü’z-zikri ol âsitâne-i felek-sâyeye erzânî görüp ol vezîr-i
bih-bûda intisâb ve meclis-i şerîfleriyle envâ‘-ı şeref iktisâb eyleyip der-i vâlâlarında dîvân
kâtibi ve ol vezîr-i ‘âlî-şânın nedîm ü musâhibi olup ol vezîr-i kerem-mu’tâdın zamân-ı
sıhhatlerinde bâb-ı sa’âdetlerinde nâ’il-i hezâr-ikrâm ve hacc-ı Beytu’llâhi’l-harâm edip
himmet-i âsafâne-i paşa-yı muhterem ve hüsn-i terbiye-i âsaf-ı mükerrem birle pâdişâh-ı
‘âlem-penâh Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretlerinden
Mısır vâlisine hitâben bir hatt-ı şerîf ihsân ve mazmûn-ı hatt-ı münîfde mütercem-i mezkûre
Refâh üzre hacc etdirmek murâd-ı hümâyûnumdur, hacc-ı mebrûrunda sa’y-i meşkûrunuz
bile bulunmak matlûbumdur. deyü ketb ü tahrîr buyurulmagla hacc-ı şerîfe varıp gelince
hezâr ikrâm ve celb-i hâtırında kemâ-yenbagî ihtimâm olunarak hacc-ı şerîf etmişlerdi.
Tuhfetü’l-Haremeyn-nâm te’lîf-i cemîlleri ol esnâda reh-rev-i hacc-ı Beytü’l-harâm iken
sebk ü te’lîfi hidmetine kıyâm eylemişler idi. Hacc-ı şerîfden geldiklerinden sonra bir
müddet dahı paşa-yı mezkûr hazretlerine kethudâ olup kethudâlıkdan ma’zûl olduklarından
sonra yine ke’l-evvel mükerrem ve bâb-ı sa’âdetlerinde manzûr-ı girişme-i çeşm-i iltifâtları
olup muhterem olmuşlar idi. Ba’dehû ol eyyâm kürûr-ı a’vâm ile münkalib oldukda medîne-i
Halebü’ş-şehbâda bast-ı kâlîçe-i sükûnet ve müddet-i medîd ol beldede ihtiyâr-ı ikâmet
eyleyip taraf-ı Rûm’dan bi’l-külliye izhâr-ı ferâg ile ol memleketde âsâyiş ve îrâd u
masrafını bir kâlıba ifrâg etmiş iken Baltacı Mehmed Paşa merhûm iki sadâretinin
miyânesinde Haleb’de vâlî iken zât-ı ma‘rifet-tâlibleri ile kemâl sohbet ü ülfet edip paşa-yı
celîlü’l-kadr-i merkûm taraf-ı Devlet-i ‘Aliyyeye sâniyen mühr ile da’vet buyuruldukda
mütercem-i merkûmun İstanbul’a gelmesini murâd eyleyip ol sebeb ile yine Devlet-i
‘Aliyyeye gelip merhûm hazretlerinin zamân-ı sadâretlerinde baş muhasebecilik mansıbı ile
ikrâm olunup sene bin yüz yigirmi dört târîhinde medîne-i Kostantıniyye’de intikâl ve dâr-ı
fenâdan huzûrgâh-ı bekâya irtihâl eylediler. Hattâ şöyle rivâyet olunur ki intikâlden birkaç
sâ’at mukaddem “Nâbî be-huzûr âmed” güftârın terâne-senc-i figân olurken intikâl
eylemişler. Güftâr-ı merkûm hesâb olunup târîh-i vefâtı olmagla sebt ü tahrîr olunmuş.
Lisân-ı tasavvufdan âgâh bir pîr-i muhterem ve ‘irfânı hak bu ki müsellem idi. Eger ‘irfânı
kadar fazîlet-i zâhiresi ve cevlân-ı himmeti kadar ma‘rifet-i bâhiresi olsaydı fazlda dahı
kemâli gibi ‘alem ve beyne’ş-şu‘arâ müsellem oldugu gibi beyne’l-fuzalâ nâdire-i ‘âlem
olurdu. Lisân-ı Fârisîde ve zebân-ı Türkîde ve fesâhat-i ‘Arabiyyede zihni çâlâk bir cevher-i
pâk sâhib-i tab‘-ı derrâk idi. Dehânından sâdır olan kelâm-ı mevzûn mücelledât olmaga
mütehammil ve bir sâlden bir sâle varınca güftâr-senc oldugu âsâr bi-re’sihî bir dîvân-ı
müstetâb olmak kâbildir. Bu güftâr-ı melâhat-nisâr mütercem-i merkûm ile diyâr-ı Haleb’den
Kostantıniyye’ye geldigi vaktler ülfet ü sohbet olunup bu fakîrden zemîn-i âti’z-zikrde bir
gazel sudûr ve ‘arz-ı huzûrları kıldıgımızda pesend buyurup tanzîr ve kendi kalemleriyle
Dîvân-ı fakîrânemizin kenârına tahrîr buyurdukları gazel-i bî-nazîrdir.
Gazel
Yokdur âsâyiş bize bir âfetin meftûnuyuz
Gamze-i câdûsunun âlûde-i efsûnuyuz
Yokdur imkân-ı teneffüs çâr-mevc-i şükrden
Biz Hudâ’nın garka-i ihsân-ı gûn-â-gûnuyuz
Münşe’ât-ı dehrde her lafz bir ma‘nâyadır
Biz de bu inşâ-yı kevnin tâze bir mazmûnuyuz
Eylemez ta‘yîn-i Rabbânî kabûl-i inkıtâ’
Gayre memnûn olmamak ihsânının memnûnuyuz
Nâbiyâ olsak nola vâ-beste-i fikr-i hesâb
Çünki Vehhâb-ı Kerîm‘in bende-i medyûnuyuz
Mütercem-i mezkûrun âsârına nihâyet ve mu’ammerînden bir pîr-i sütûde-ta’bîr
olmagla güftâr-ı manzûm u mensûrına hadd ü gâyet yokdur. Ancak her sınıfdan bu mecelle-i
celîleye tahrîr içün âsârından tefe’’ül olundukça zuhûr u bürûz eden eseri tastîr olundu.
Gazel
Bîdâri-i tâli’ ruh-ı nîkû ile olmaz
İkbâl-i cihân çeşm ile ebrû ile olmaz
Tevfîk-i ‘inâyetdir olan kârger ancak
Tahsîl-i gınâ kuvvet-i bâzû ile olmaz
Tedbîr ile efzûn edemez kimse nasîbin
Teshîr-i murâdat tekâpû ile olmaz
Bâzâr-ı harîdâr-ı ‘inâyet götürüdür
Hîç bey’ u şirâ anda terâzû ile olmaz
Ma’mûrlugu ‘adl iledir şehr-i vücûdun
Burc-ı beden ü rıf’at-i bârû ile olmaz
Esbâb-ı tarab cümlesi âmâde gerekdir
Yohsa yalınuz sâki-i gül-rû ile olmaz
Nâbî kadem-i saht gerek menzil-i ‘aşka
Ol râha reviş ‘ukde-i zânû ile olmaz
Ve lehû kıt’a
Erzân metâ’-ı fazl u hüner tâ o rütbe kim
Bin ma‘rifet zamânede bir âferînedir
Ebnâ-yı dehr her hünere âferîn verir
Yâ Rab bu âferîn ne dükenmez hazînedir
Ve lehû rübâ’î
Hâmûş olayım desem dehânım yokdur
Takrîr edeyim desem zebânım yokdur
Ben kanda vü kanda da’vi-i hicr ü visâl
Da’vâ-yı vücûd etmege cânım yokdur
Ve lehû
Subha dek olmazsa sûzan nola kandîl-i fenâr
Kimsenin subha çerâgını çıkarmaz rûzgâr
Ve lehû
Leb-i hatt-âverin olmagla matmah-ı nazarım
Benefşe şerbetine döndü eşk-i çeşm-i terim
Ve lehû
Ol tâ’ife-i zühd-perestiz ki safâdan
‘Îd eyleriz evvelki gününde ramazânın
Ve lehû
Turamam görmeyince ruhsârın
‘Ârızîdir sana mahabbetimiz
Ve lehû
Şeb-nem gibi fütâde-i hâk-i mahabbetiz
Kalmaz bir âftâbı görünce karârımız
Bu dahı mütercem-i mezkûrun mu’ammeyâtındandır.
Mu’ammâ be-nâm-ı Dâvûd
Dil-i zârı sorarsan meclis-i ülfetde yâr ile
Basıp ayagını hasmâne nerd oynar kumâr ile
Ve lehû be-nâm-ı Hasan
Gördüm güher-i dehân-ı yâri
Ârâste kıldı her kenârı
Ve lehû be-nâm-ı Nûh
Hat geldi ruh-ı âline yâr oldu müzellef
Devr ile olur âlet-i tashîf musahhaf
Bu dahı mütercem-i mezkûrun elgâzındandır.
Lugaz
Nedir ol bâz-gûne fevvâre
Ola evc-i havâda âvâre
Eli var lîk âteşî-meşreb
Halkı bir şehrin edinir matleb
Cem‘ olur ise olur âb-ı revân
Şemle-i çâk çâk-i dervîşân
Ve lehû lugaz
Nedir ol hâne kim derûnu ‘adîm
Baksan ammâ hasîr-i halveti sîm
Kimseyi gerçi feth-i bâb etmez
Her gören girmeyince de gitmez
Gerdi olunca derûnuna reh-yâb
Der u dîvârını siler ahbâb
Sâni’-i kâr-ı nâme-i kudret
Komuş adını halvet ü vahdet
Baht u ikbâldir içinde müdâm
Resm-i idbâr halvetinde harâm
Sîm ü zer çok olur civârında
Kuvvet-i sûz var hisârında
Gürk-meşreb velîk mü’mindir
Bede bed muhsinîne muhsindir
Olmaz anın mu’âdili ‘ayyâr
Düzdvâr eylese nola ber-dâr
Sîmyâ san’atında mâhirdir
Yapmaga her ne görse kâdirdir
Sâlik-i Hâlvetî nahîf-beden
Lîk sâhib-nefes ile düşmen
Gerçi bed-hûlügü degil medhûl
Reh-nümâ-yı tarîk-i ehl-i hulûl
Rûzı mansûbdur şebi ma’zûl
Câmi‘-i hey’et-i fürû’u usûl
Bu gazel dahı mütercem-i mezkûrun eş‘âr-ı Fârisiyyesindendir.
Ve lehû Fârisî
S�UNs bÎd�“« �—U§ U¦ ¡ˆdN2 psd– S�UNs bšá¹ “« v¼U• U¦ H¼Us i¾s “
S�UNs bšM– U� bM�d• zF¦U� ¹U�— bs“d§ ÊU£dL£ bšsU�— S�Ëœ
dNA�
S�UNs bM� z§uJ– —œ r¼œ �U� gšÄ z� “uM£ Ë bsb– öצ« z#Ë ¡ˆuš¦ “
ÊU�½
S�UNs bš¦— T—«œ «uN� ÊUALA� z½ «d1# sΫ Ê«u£« “ sJ¦ fs« bš¦«
94 S�UNs bšA½ Kc¼ ”u£—œ “uM£ S�« b– ˆœUá½ Uš�Us s¦
S¦U- ÊUL½
NÂYÎ ‘OSMÂN DEDE
Vücûd-ı bih-bûdları fi’l-asl medîne-i Kostantıniyye’ de Şeyh Vefâ kurbünde mehd-i
vücûda kadem basıp mertebe-i sinn-i temyîze resîde oldukdan sonra devlet-i ebediyye
merkûz-ı ni’met-i fakr u fenâ oldugun mülâhaza-i hıred-i ‘âkıbet-endîş ile tahkîk-i bî-merâ
eylediklerinden fakr u fenâ tarîkını ihtiyâr ve terk-i ekdâr-i germ u serd-i rûzgâr eyleyip nice
eyyâm Galata Mevlevî-hânesinde Şeyh Gavsî Ahmed Dede merhûmun hidmet-i şerîflerinde
kemer-bend-i ihtimâm ve şeb ü rûz âsitâne-i sa’âdet ü hidmetlerinde kıyâm edip nefes-i pîr-i
94 Zi-nabz-i nâle-i mâ hâli ez-tapîd nihâst / Şereng-i çehre-i ma fârig ez-burîd nihâst / / Be-şehr-i dōst resânîd hem-rehân ferzend / Ribât-ı sami’a horsend bâ-şenîd nihâst / / Kesân zimîve-i vasl imtilâ şodend ü henüz / Be-pîş-i bag-ı dilem der-şükufe çend nihast // Ümîd-i üns me-kon zi-âhuvân in sahrâ / Ki çeşmeşan be-hevâdâri-i remîd nihâst / Kemân-ı kâmet-i men Nâbiyâ kepâde şod est / Henüz der-heves-i lezzet- keşîd nihâst: Bizim inleyişimizin çarpıntısı (kalp) çarpıntıları gibi değildir; bizim çehremizin (bakışımızın) zehri (nazarı) kesici (öldürücü) olanlardan değildir. O, oğulun yoldaşlarını dost şehrine ulaştırdı, kulak köşkü işitmeyle mutlu olur. Başkaları vuslat meyvesine doydular, benim gönül bağım ise hâlâ çiçek açacak! Bu sahranın ceylanlarından dostluk bekleme! Zira onların gözleri ürkmeye meyyaldir. Ey Nabi, boyumun kemanı korkak olmuştur, hâlâ lezzet alma arzusu peşindedir.
muhteremleriyle mûsikî-i dînde kemâl mehâret ve sâ’ir ‘irfân ü kemâlde kesb-i kuvvet
eyleyip ol tekyede zamân-ı şeyh-i vâcibü’t-tekrîmde neyzen başılık hidmetinde mukîm ve on
sekiz sene ‘ale’d-devâm ol hidmetde istihdâm buyuruldukdan sonra nazar-ı kîmyâ-eser-i
şeyh-i ‘âlî-cenâb ile şeyh-i merkûmun yerlerine câ-nişîn olmak isti’dâdın iktisâb etmeleriyle
Gavsî Dede cenâbı bin yüz tokuz târîhinde bu tekyegâh-ı fenâdan savma’a-i bekâya irtihâl
eylediklerinde ‘azîz-i merkûmun yerine şeyh olmuşlar idi. Hakkâ ki ol gürûh-ı pür-fütühda
şeyh demege lâyık hem şeyh hem dervîş hem sâdık halûk pür-ma‘ârif melek-sıfât bir zât-ı
âgâh u ‘ârif olup ‘âlem-i dünyâda zîr-i süm-i pây-ı reftârında bir mûr dil-gîr ve yed ü
lisânından efrâd-ı âferîdeden bir ferd rencîde-zamîr olmayıp meclis-i şerîfleriyle her
müşerref olan sohbetine firîfte vü rubûde-dil ve zât-ı ‘âlîleriyle hem-ülfet olana hezâr vechile
tesellî-i hâtır hâsıl olmak emr-i mukarrerdir. Sâ’ir ‘irfân ve zümre-i meşâyih-i tarîkat-ı
merkûmeye lâzım ve mühimm olan ma‘ârif-i firâvânından mâ-’adâ hâssaten ‘ilm-i mûsikîde
‘irfân-ı vâlâsı ve hem-zebân-ı esrâr-ı bî-pâyân olan neyde yed-i tûlâsı olup bir kerre gûş-zedi
olan kâr-ı sa’bü’l-menâl ve nakş-ı san’at-ı mâl-â-mâl ve nagme-i hayâl-ender-hayâli mersûm-
ı sahîfe-i bâl eyleyip mürûr-ı zamânla nisyân eylemek ‘adîmü’l-ihtimâl idi. Cümle-i
ma‘ârifinden mâ-’adâ fenn-i mûsikîde muhayyer-i ‘ukûl bir ma‘rifet-i vâlâya dest-res-i vusûl
olmuş idi kim bir kâr ya da bir nakş bir kerre istimâ’la kendi içün bi-rümmetihî çıkarmak
mümkin idi. Binâ’en ‘aleyh geh kelimât u hurûf kitâbet eder gibi nagme vü savtı kitâbet
ederdi. Zîr ü bemm ve tîz u pes şîve vü harekâtı âvâze-i mahsûs üzre bir hecâ-i mahsûsile
yazıp bir vechile zabt ederdi kim rakam-keşîdesi olan kâgıdı önüne koyup ol kârı ve besteyi
bi-nagamâtihâ min-gayri ziyâdetin ve lâ-noksân okurdu. Bu emr hod bu fenne kemâl ıttılâ’ı
olan erbâb-ı ‘irfâna ‘ayândır ki be-gâyet ‘asîr ve bu vech ile erbâb-ı kemâlden bir kâmil
bulunmak gâyetü’l-gâye nâdirdir. Bu güftâr mütercem-i mezkûrun cümle-i âsârlarındandır ki
bu mecelle-i celîleye sebt ü tastîr içün firistâde-i ‘abd-i fakîr eylemişlerdir.
Gazel
Mübtelâsı oldugum dil-ber bilir bilmezlenir
Ser-güzeşt-i mihri ol ez-ber bilir bilmezlenir
Pây-bûsuyla şeref-yâb oldugumdan zevk eder
Nüktelerle şîveler eyler bilir bilmezlenir
Kendi çoh cevr etdiginden gayrı ol nahl-i cefâ
Ta’n-ı agyârı dahı ekser bilir bilmezlenir
Yalınuz çeşmim degil sahbâ vü sâkî câm-ı la’l
Leblerin rengin mey-i ahmer bilir bilmezlenir
Anlamazsın nagme-i ney zevk-ı mey sen zâhidâ
Mest iken Nâyî anı anlar bilir bilmezlenir
NÂTIK
Nâmı Mehmed’dir. Mahmiyye-i Edirne’de karîn-i iştihâr olan erbâb-ı tabî‘atlerdendir.
‘Asr-ı Sultân Mustafâ Han-ı Sânî’de yeniçeri agası olan Dogramacı merhûmun âsitânelerinde
terbiyet-kerde ve aga-yı merkûma hidmeti sebkat etmegin agır vazîfe ile mütekâ’id olup
sarrâf-ı suhan bir yâdigâr olmagla sonralarında ‘attârlıgla sarrâflık san’atın pîşe vü kâr ve
âhir-i ‘ömrüne degin kifâf-ı nefs anınla evkât-güzâr olurdu. Sene bin yüz yigirmi tokuz
târîhinde intikâl eyledi. Bu güftâr âsârındandır.
Beyt
Ne hoşdur ‘ârız-ı dil-berde zülf-i ‘amber-bû
Buhûr-ı Meryem olursa ‘aceb midir gîsû
Ruhunda hâl-i siyeh dâg-ı lâledir gûyâ
Yâ nâfedir ki bırakmış o gülşene âhû
NÂCÎ DEDE
Konya diyârından mütevellid olan Şeyh Ahmed bin Hızr’dır ki tahsîl-i dest-mâye-i
‘irfândan sonra belde-i Kostantıniyye’ye hicret eyleyip ol ‘asrda Galata Mevlevî-hânesinde
şeyh olan Âdem Efendi’den inâbet edip bin altmış üç târîhinde şeyh-i merkûm hacc-ı şerîfe’
azîmet eyledikde ‘azîz-i merkûm ile bile refâkat eyleyip ba’de edâ’i’l-hacc mısr-ı Kâhireye
geldiklerinde Âdem Efendi Kâhire-i Mısr’da intikâl eyleyip bunlar cânib-i İstanbul’a ric’at
edip şeyh-i mesbûkü’z- zikr merhûmun yerine âsitâne-i Galatada şeyh olan ‘Arzî Dede
merhûmun hidmetlerinde olup bin yetmiş bir senesi hilâlinde Beşiktaş’da vâkı’ Mevlevî-
hâneye şeyh olup toksan senesi hilâlinde Yenikapu Mevlevî-hânesine şeyh olup bin yüz
yigirmi üç târîhinde fevt olup zâviye-i merkûmenin sâhasında defn olundular. Tab’ı pâk bir
şeyh-i huceste-idrâk idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Ebyât
Bâreka’llâh Hudâ celle celâl
Verdi bu bendesine ‘akl u kemâl
Bahr-ı cûdu temevvüc etdikçe
Sâhil-i tab‘ıma getirdi le’âl
Feyz-i lutf-ı vücûd-ı mutlakdan
Çehre-perdâz olur hemîşe makâl
Cilvegerdir derûn-ı sînemde
Şâhid-i ma’ni âftâb-misâl
NÂCÎ-İ DÎGER
Nâmı Mustafâ’dır cevher-i ma‘ârife kân olan Kostantıniyye şehrinden nümâyân ve
tahsîl-i dest-mâye-i ‘irfândan sonra mülâzım ve tarîk-i kazâya câzim ü ‘âzim olmuşdur. Hoş-
nüvîs olmagla katı çok kitâbeti ve vâdî-i sohbet ü ülfetde bir hayli şöhreti olup ‘asrın
şu‘arâsından ve vaktin zurafâsından idi. Bu güftâr âsârındandır.
Gazel
Dü harf ise yine ma’nî-i hây u hû birdir
Bakılsa (manzar-ı) enverde çeşm-i hû birdir
Tarîk-i Ka’be-i maksûd egerçi bî-haddir
Revendegân-ı mahabbetde cüst (ü) cû birdir
Yem-âşinâ-yı hakîkat-şinâsa zâhirdir
Görünse bî-’aded emvâc nola cû birdir
NÂDİR
Şu’arâ-yı ‘asrımızdan nâdirü’l-vücûd bir zât-ı bih-bûd olup kelâmı pâk zihni çâlâk bir
merd-i huceste-idrâkdir. Bu çend ebyât-ı pür-nikât âsaf-ı ‘asr-ı bâlâ-nâm vezîr-i a’zam-ı ‘âlî-
makâm devletli sa’âdetli dâmâd-ı şehenşâhî İbrâhîm Paşa hazretlerinin huzûr-ı ‘âlîlerine ‘arz
u inhâ eyledigi kasîde-i garrâsındandır.
Ebyât
Mey-i neşât ile eyyâm-ı sadr-ı ‘âlîde
Pür oldu şimdi gönül hemçü sâgar-ı hurşîd
Ne meydir ol mey-i şevk-efken-i zülâl-i kerem
Ki zerre neş’esi câna verir hayât-ı cedîd
Ne neş’e bir demi sad-sâl-i zevk-ı bezm-i Cem’in
Olur mu’âdili hem-feyz-i neş’e-i câvîd
NÂZIM
Devlet-i ‘Aliyyede sâbıkan yeniçeri efendisi olan Yenibâgçeli Ördek İsma’îl
Efendi’nin beyza-i neslinden hâsıl olma bir ferruh-i nâzik-reftâr ve Yeniçeri Ocagında
Mustafâ Efendi demekle karîn-i iştihâr idi. Kalem-i mezbûrda baş halîfe ve ba’dehû yeniçeri
efendisi olup bin yüz altı Muharreminde fevt oldu. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Gazel
Fark olunmaz şu’le-i âhım gece meh-tâbdan
Neyleyim hurşîd-i rahşânım göz açmaz hâbdan
Yâd-ı la’l-i dil-rübâdır bâ’is-i keyfiyyetim
Nâzımâ yohsa hazer hâsıl şarâb-ı nâbdan
NÂZIM-I DÎGER
Ehâlî-i nâzik-tabî‘atleri karîn-i nezâfet ü letâfet olan şehr-i Kostantıniyye-i pür-
şöhretden olup sefîd-ruhsâr-ı bezmgâh-ı ma‘ârif olan âgâh u ‘âriflerin miyânesinde Kara
Nâzım Mehmed Efendi deyü şöhret-şi’âr bir merd-i ma‘ârif-iktidâr idi. Dil-i fârig u âzâdesi
pâ-keşîde-i her-ümmîd-i dil ü cân ve sâha-i ‘âlemde kayd-ı nizâm-ı tahammülden bi’l-külliye
ber-çîde-dâmân olup cell-i himmeti ve aksâ-yı gayreti tathîr-i evsâh-ı bâtına olmagla pelâs-
pâre-i libâs-ı zâhirîsin çirk-i sûrîden şüst ü şûya bezl-i evkât-ı bihterîn ile işgâl-i ‘ömr-i
nâzenîn etmeyip siyâbını dîrterce gusl ü tathîr eylediginden pâk-tıynetân miyânesinde Kirli
Nâzım deyü şehîr idiler. Şeyhü’l-islâm Ebû Sa’îd-zâde Feyzu’llâh Efendi’den şeref-i
mülâzemete vusûl ve kırk akça medreseden ma’zûl oldukdan sonra bir tarîka sülûk etmeyip
gencîne-i ma‘ârifinden harc u sarf etmegi mu’tâd ve kibâr-ı enâmın ‘inâyet ü keremlerinden
imdâd-ı masraf u îrâd edip ol hâl üzre evkât-güzâr idi. Ba’dehû iklîm-i Kırım hanı Selîm
Giray Han’ın medîne-i Kostantıniyye’de Çatalca kurbünde olan çiftliginde eylendigi mahaller
mütercem-i mezkûru han-ı celîlü’ş-şân-ı merkûme ba’zı nüdemâsı medh u yâd-ı ma‘rifet ve
sohbet aralıgında ba’zı mertebelerin îrâd eylediklerinden evlâdlarına hâce olmak üzre
merkûmu yanına da’vet eyleyip bir müddet yanlarında ikâmet ve hoş-hâl-i rûzgâr ve bu hâl
üzre evkât-güzâr iken bin yüz on altı senesi hilâlinde dâr-ı bekâya irtihâl eyledi. Müretteb
Dîvân’ı ve miyân-ı şu‘arâda hayli nâm u şânı var idi. Bu güftâr âsârındandır.
Matla’
Sanma kim ‘âşık safâ-yı ‘îdden nevmîd olur
Ana her çîn-i cebîni bir hilâl-i ‘îd olur
Ve lehû
Gül-ruhum seyr-i nigâh-ı ruh-ı âlin kimdir
Gonca-çîn-i çemenistân-ı cemâlin kimdir
NÂ’İB
Nâmı Mehmed’dir. Medîne-i Kostantıniyye’den nümâyân olmuşlardır. Fi’l-asl
pederleri medîne-i merkûmede Kogacı Dede Câmi‘i mü’ezzini olmagla Mü’ezzin-zâde
‘unvânıyla şehîr olmuş idi. Mahlas-ı merkûmu tahallusa sebeb oldur ki ‘asr-ı Sultân Mustafâ
Han-ı Sânî ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrânda şeyhü’l-islâm olan es-Seyyid Feyzu’llâh
Efendi’nin mahdûmları es-Seyyid Mustafâ Efendi âsitânesinde intisâb ve anlar Mekke-i
mükerreme kâzîsı oldukda niyâbetleri hidmetiyle şeref-yâb olmagla mahdûm-ı merkûme
ba’zı gazeller tezyîl edip hâk-i pâylarına ‘arz eyledikde mahlas-ı merkûmla ‘arz u inhâ
eylediginden mahlas-ı mezbûr kendilerine ol âsitâneden yâdigâr kalıp anınla şöhret-şi’âr
olmuşlar idi. Ba’de’l-mülâzeme müderris olup dâhilden Trablusşâm ba’dehû Lefkoşa kâzîsı
olup ol beldede hâkim iken bin yüz yigirmi sekiz hilâlinde intikâl eyledi. Gâyet hoş-nüvîs ve
kitâbeti çok bir merd-i güzîn idi. Mübtelâ-yı belâ-yı samem olmagla sohbet ü meclisden
mahrûm olup evkâtı kitâbetle güzerân ederdi. Eş’ârı egerçi öyle pek bâlâ degildir fe-ammâ
yine mezeden hâlî degildir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Söylen ol ‘âşık-küş ü hûn-hvâre Allâh ‘aşkına
Gamze tîgın çekmesin ben zâre Allâh ‘aşkına
Ben harîdâr-ı visâli oldugum bin cân ile
‘Arz edin yok tâkatim güftâre Allâh ‘aşkına
Nâzenîmiz çeşm-i bedden dûr tut meh tal’atin
Perde eyle zülfünü ruhsâre Allâh ‘aşkına
NÂ’İL-İ ANTAKÎ-ZÂDE
Ol seyyid-i sahîhü’n-neseb ve ol mahdûm-ı cemîlü’l-hasebin nâm-ı nâmî ve ism-i
girâmîleri ‘Abdu’llâh olup Devlet-i ‘Aliyye-i ‘Osmânî’de İstanbul’dan ma’zûlen vedâ’-ı
‘âlem-i fânî eyleyen ‘ulemâ-i kirâmın fazîletmendi Antakıyyeli Mustafâ Efendi merhûmun
mahdûm-ı ercümendi olup peder-i muhteremlerinin zamân-ı hayâtında mahâdîm-i kirâma
muhtass-ı ikrâm-ı ‘icâletü’l-vakt-i tevkîr olan mülâzemetle ikrâm olunduklarından sonra
vâlid-i mâcidleri ravza-i Rızvân’a revân olup ve çok zamân mürûr etmedin vâlide-i
muhteremeleri fahrü’l-muhâdderât Şerîfe Hatun dahı bu pister-i şeref-i mecâzî olan
ârâmgâh-ı fenâdan dârü’l-hulde ‘ubûr etmekle vâlideyninden mütercem-i mezkûra bir haylice
mîrâs zuhûr eyleyip mahdûm-ı merkûm dahı, li-münşi’ihî:
Ne bilsin öyle kalır zann edip bî-çâre devrânı
Su yerine hemân harc etdi destinde olan kânı
mısdâkınca tâzelik serde belâ-yı vârûn ser-mâye hadden efzûn ‘âlem meftûn-ı zülf-i
müşk-bûyu oldugu Miskî Emîr’in evsâf-ı sünbül-i gîsûsuyla meşâmm-ı dil ü cân-ı her-
müştâk leb-rîz ü mâl-â-mâl oldugu mahaller ve tâs-ı gerdûn âvâze-i medâyih ve istihsân-ı
nagamât ve sadâ-yı Küçük Mü’ezzin ile velvele-endâz-ı senâ vü sitâyiş olup herkes ol bülbül-
i bâg-ı terennümün dâ’ire-i sohbetine âgûş-güşâ-yı ikbâl oldugu demler (mısra‘):
Gâh Kâgıd-hâne gâhî edelim ‘azm-i Hisâr
terânesiyle bî-çâreye sad hezâr dâl kavuklar her künc ü her gûşeden zâhir ü âşikâr
olup mir’ât-ı nasîhatden izhâr-ı rûy-ı hakîkat ederek (mısra‘):
‘Âlem ana degmez ki cefâsın çeke âdem
şîvelerinden burka’-güşâ-yı duhûl olarak geh nush u geh igvâ ile iblîs gibi ‘urûk u
mefâsılına hulûl edip geh zevrak-ı sebük-pâ ile seyr-i deryâya cerr edip icrâ-yı hezâr-dâm-ı
tezvîr geh peder-mânde olan hânelerinde yârân-ı safâya tekellüflüce ziyâfetler tedbîr ederek
berr u bahrde derdmende nice masraflar peydâ geh zerrîn nohûdlarla pilâvına nice tohm-i
fesâd zer’ u feşân ve geh nokrasın sular gibi deryâ seyrlerinin şebîke-i mekr ü hîlesine
cereyân etdirip fiskiyye-i kasr-ı âsâyişine hud’a-i nihânî künklerinden isâle-i miyâh-ı tîz-âb-ı
kezzâbî ve gâh san’at-ı cerr-i ‘alaka ile künc-i dâmen-i hırka-i ‘abâ-yı hayâlden vaz’-ı dōlâb-ı
hârâbî etmeleriyle beyt:
Harca sürüp hâsıl ol dil-sâdeyi
Elde olan sîm ü zerrin aldılar
mantûkunca ol hîlelerle gûyiyâ mîrâsında müşterekler gibi tamâm-ı zer u sîmin hây u
hû ile ekl ü bel’ edip itmâm etdikleri gibi evc-i nush u pende pervâz edip bir tedbîr-i dîgere
dahı âgâz etdiler ki çünki bu üslûb üzre hareketden nâşî kîseler tehî olmagla masraf
kâtiblerine cevâb ve sîm ü zer harca sürülmekle hesâb u kitâb dil-i ‘âşık gibi harâb oldu.
Mezbûrlar mahdûm-ı merkûma pend ü nusha âgâz ve yine cürm-i nâ-kerdesin kendüye bulup
şeyhâne her biri biraz mukaddime-i masnû’aya âgâz eyleyip Âh çelebim neyleyelim dest-i
deryâ-nevâlin sehâda kulzümden berter ve kef-i güşâden ‘atâda kân u gencînelerle ber-â-ber
idi. Deryâ seyrlerinde sîm ü zerin sular gibi harc u sarf etme dedikçe deryâ-yı gazabın cûş-â-
cûş olup bizi ısgâ etmedin ve tohm-ı her-hasâd-ı murâdât-ı mütenevvi’a olan nokraları dest-i
bî-dehşet-i ârzûlara saçıp reh-i gûş-ı pende gitmedin gel imdi şimden sonra bizleri biraz gûş
eyle bir re’y-i savâb edelim. Şunda ‘ukalâdan birkaç merd-i güzîdekârız. Her birimiz fikr
edip bir sûret-i hüsn intihâb edelim. Bir az bisât-ı bî-fâ’ideden ve bir mikdâr size lâzım
olmadık kütüb-i zâ’ideden nakd-i vakt edip dōsta ve düşmene karşu celâdet eyleyip bir ‘ilâc
ve bu tedbîr ile def’-i zarûret ü ihtiyâc eyleyelim. deyü bir kat dahı sûret-i hakdan görünüp
kârlarına revâc verdiklerinden sonra Bu böyle olmaz sen Antakıyyeli Efendi merhûm gibi
bütün erkân-ı devlete ma’lûm bir zâtın mahdûmusun. Sen bu tarîk-ı ‘ulemâya duhûl etmemek
ne sezâ ve bir medrese-i hârice dest-resîde olmak yoluna gitmemek ne revâdır. Gel şeyhü’l-
islâm cânibine mürâca’at edelim ve bir medrese olmana himmet edelim. deyip sene bin yüz
on altı târîhinin Cumâdâsında Sâdık Efendi merhûmun fetvâsının def’a-i ûlâsında Devlet-i
‘Aliyye Edirne’de olmak hasebi ile dâ’ire-i veliyyü’n-ni’amîye hediyyeler ile ve bakiyye
kalan parçalar ile nice tuhfeler gönderip etrâfına mürâca’at ve kendüye bir ‘arz-ı hâl ile ‘arz-ı
hâcet etmekle sene-i merkûme Recebinde ibtidâ-i hâric ile Şerîfe Hâtûn Medresesine olup
vusûl-i rü’ûs ile bir kat dahı dökülüp saçılıp bir mu’allâ tehniye ve bir az zamânda bu ‘unvân
ile evkât-güzâr olup izhâr-ı tekellüfât-ı vefîre ve bu reftârın zımnında mübtelâ-yı düyûn-ı
kesîre olmak esnâsında belâ-yı ihtiyâcdan nâşî Bōstâncı Ocagından dört kîse kadar akça
mürâbaha ile istikrâz etmegin gün-be-gün ‘arsa-i tedbîrine gars etdigi nahl-i deyn-i pür-ribâ
leb-i cûda nihâl-i bîd gibi neşv ü nemâ bularak nemâsı aslın sâbık ve tecdîd-i temessük
etdikçe fer’i aslına lâhik olup devlet ü huzûru mütebeddil-i envâ‘-ı fütûr olmagla şem’-i
encümeninden subh-resîd olmuş pervâneler gibi yârân-ı safâlar perâkende vü perîşân ve bî-
çâre bu külhan-ı ıztırâbda âteş-i efkâre sûzân olup medresesi dahı Feyzu’llâh Efendi’nin ol
‘asrda şeyhü’l-islâm bulunup ekser müderrisîn bulundukları rütbede nice sinîn ü sâl hareket
etmemeleriyle perîşân-hâl oldukları vaktlere müsâdefe eylediginden bu bî-çâre dahı hâric
medresesine tokuz sene kadar meks etmesi ile hâli dîger-gûn u pür-melâl ve dâyinleri dahı
Bunun bir dahı bu hâk-i mezelletden ref’ olması emr-i muhaldir. deyip ol esnâda ba’zı
mertebe tahrîk ve dâyinlerinin âteşlerin iş’âl ve elindeki hâneyi bey’ edip Sizin akçanızı
vermemek revâ mıdır. deyü bir alay seng-diller kîl ü kâl etmeleriyle kilâb gibi bî-çâreye
dâyinleri hücûm ve yüzüne karşu hezâr şütûm etdikleri gibi bu âteş ile derdmend hânesin
bey’a ‘arz etmege mûm olmagla elinde bulunan şey’leri bi’l-cümle fürûht edip kapan kapana
bir bâzâr-ı hezâr-dellâl kurulup beyt li-münşi’ihî:
Ne hâne kaldı ne eşyâ elinde nâ-kâmın
Kapan kapana ne böyle görüldü bir bâzâr
vefkınca hânesin elinden teb’îd ve eyyâm-ı tufûliyyetden beri hezâr igtirâr ile
pelengâsâ nişîn olup cây u ârâmgâhı olan hânesin dahı bey’u men yezîd eyleyip mâl u
mülkünden dûr ve bi’l-külliye evvelki zevk u şevkinden mehcûr olup bu hâl üzre bin yüz on
beş târîhine degin ibtidâ-i hâric ile oldukları medresede meks ü ârâm ba’dehû sene-i
merkûmede bir mikdâr ‘âlem-i fenâda baht u tâli’ güşâde olup hareket-i hâric ile Kapanî
Medresesine kıyâm edip yüz on yedi Şa’bânında ibtidâ-i dâhil ile Nişâncı Paşa-yı Cedîde ve
yüz on tokuz Saferinde hareket-i dâhil ile Nişâncı Paşa-yı ‘Atîka ve yüz yigirmi bir
Recebinde musıla-i sahn ile Hâcî Hasan-zâde Medrese-i celîlesine ve yüz yigirmi dört
Recebinde Medâris-i Sahn-ı Semândan birine ve yüz yigirmi beş Rebî’ü’l-evvelinde ibtidâ-i
altmışlı ile Ebu’l-fazl Mahmûd Efendi Medresesine ve bin yüz yigirmi yedi Muharreminde
hareket-i altmışlı ile Mehmed Aga Medresesine gelip bir mikdar nizâm-ı hâl bulmuş iken
derdmend nâ’il-i âmâl olmayıp Kostantıniyye’de bin yüz yigirmi sekiz Cumâdâ-yı âhiresinde
dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Mütercem-i nâzik-zebân şeb ü rûz bir yerde hem-ülfet oldugumuz
yârândan olup bir nazîri nâdir murâd üzre inşâya kâdir meclisi mezâk üzre bir şâ‘ir-i mâhir
olup ‘âlem-i dünyâda böyle nâ-murâd gitmesi te’essüfle yâd olacak vücûdlardan bir zât-ı pâk-
nihâd idi. Evâhir-i ‘ömründe yigirmi seneden mütecâviz bi’l-külliye tâ’ib ü tâhir olup
eyyâm-ı güzeştesine dâ’imâ melûl ve Delâ’ilü’l-Hayrât ve salavât-ı şerîfe ve yevmiyye katı
çok evrâd u ezkâra meşgûl rûz-ı cezâ zikr ü yâd olundukça dü çeşminden belâ bârânı gibi
eşk-i revânın seyl-âb eyleyip feryâd ederdi ve nâm-ı pâk-i risâlet-penâh salla’llâhu ‘aleyhi ve
sellem bi-’adedi men sekete ve kellem hazretleri anıldıkça ber-kâ’ide-i hâl galebe eyleyip
elbette bükâ ve izhâr-ı şevk u zevk ile ‘arz-ı ‘ubûdiyyet ü vilâ ederdi ve her bâr kendi
güftârından, Kıt’a:
Dil-i gam-ülfetim yâ Rabb şâd et
Der-i gencîne-i lutfun güşâd et
Edip gül-gonca-i kâmım şüküfte
Beni nev-bülbül-i bâg-ı murâd et
terânesiyle dergeh-i kâdi’l-hâcâta şeb ü rûz du‘â ederdi. Katı çok âsârı ve kasâ’id ü
gazeliyyâtdan nice güftârı vardır. Hattâ ba’zı ahbâbla dîvânın tertîb etmege şürû’ etmiş idik.
Kemâl-i edeb ve hazm-ı nefsinden nâşî Benim dîvân olmaga sezâ ne eş‘ârım var. deyü
minnet ü recâ edip sâde mecmû‘alarda kitâbet olunması istid’â ve bi-gayri’t-tertîb hâl-i
perîşânı gibi tahrîr etmekle iktifâ etmiş idi. Esnâ-yı intikâlinde dahı bu fakîr-i râkımü’l-hurûf
belde-i Trabzon’dan muhâceret-i zarûriyyemiz hasebi ile evkât-güzâr bulunup kendinin dahı
yanında ma‘ârif-âşinâ bir âdem bulunmamagla mecmû‘a vü kitâbları bi’l-külliye zâyi’ u
perîşân olup kendi hattıyla âsârı sebt ü tahrîr olunan mecmû‘asına dest-resîde olmaga imkân
olmayıp ancak evvelden bizlerde bulunan ebyât u eş‘ârından bu bir iki güftârı tastîr ve bu
mecelle-i celîle-i zurafâya bu birkaç eseri terkîm u tahrîr olundu.
Gazel
Ümmîd-i ‘afvın olmasa yâ Rab penâhımız
Etmezdi sûd-ı cürme nedâmetle âhımız
Yâ Rabb âb-ı rahmet ile eyle şüst ü şû
Çirk-i pelâs-pâre-i cürm ü günâhımız
Yâ Rabb eyle reşk-i sabâh-ı şeb-i Kadir
Envâr-ı magfiret ile rûy-ı siyâhımız
Bir lem’a ver derûna ki envâr-ı ‘aşkdan
Hâk-i siyâhı zer ede feyz-i nigâhımız
Âgâh-ı sırr-ı zât u sıfâtın olup gönül
Gülşen-sarây-ı vahdet ola cilvegâhımız
Yâ Rab be-hakk-ı ravza-i pür-nûr-ı Ahmedî
Etme harîm-i cürm ü hatâ pûyegâhımız
Yâ Rabb pûye-gerd-i fezâ-yı hüdâ olup
Hem-kadr-i nahl-i cennet ola hâk-i râhımız
Yâ Rab şehîd-i ‘aşkın olup zîb (ü) fer olan
Bir sünbül-i behişt ola kemter giyâhımız
Nâ’il recâyı biz der-i Mevlâ’ya eyleriz
Yokdur husûl-i kâmımıza iştibâhımız
Ve lehû
Felek der idi edem mübtelâ cefâya seni
Odur ki eyledi ‘âşık o bî-vefâya beni
Ve lehû
Zahm-ı ibtilâ-yı hâr-ı firâkı olup gülün
Tutdu figânı gülşeni bî-çâre bülbülün
Ve lehû
Bir gün nihâl-i huşk-i emel bârver olur
Ber-vefk-ı kâm işlerimiz hep biter olur
NÂDÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Anatolu’da Kastamonu havâlisinden olup tahsîl-i
dest-mâye-i ‘irfân ve dârü’l-mülk Kostantıniyye’ye ‘atf-ı ‘inân edip serî’ü’l-kalem ve hoş-
rakam olmagla ba’zı ümerânın kitâbetinde olarak Sultân Mustafâ Han-ı Sânî ‘aleyhi’r-
rahmetü ve’l-gufrân ‘asr-ı şerîfleri vüzerâ-yı kirâmından ‘Arabacı ‘Alî Paşa’nın tezkireciligi
şerefiyle müteşerrif olup ba’dehû Şâm defterdârı ve ba’dehû Kâhire-i Mısır’da nice rûzgâr
birkaç vâlîye dîvân efendiligi ile ârâm u karâr eyledikden sonra şevketli mehâbetli pâdişâh-ı
‘âlem-penâh ebbedehu’llâhu bi’l-’izzi ve’l-câh es-sultânü’bni’s-sultân es-Sultânü’l-Gâzî
Ahmed Han binü’s-Sultân Mehemmed Han hazretlerinin zamân-ı sa’âdetlerinde bin yüz
yigirmi yedi târîhinde rikâb-ı hümâyûnlarında baş tezkirecilik şerefiyle müteşerrif ba’dehû
Basra vâlîsine kethudâ olup ol beldede iken bin yüz otuz bir senesinde intikâl ve dâr-ı
fenâdan dâr-ı bekâya irtihâl eyledi. Şu’arâ-yı rûzgârdan bir merd-i ma‘ârif-iktidâr idi. Bu
güftâr âsârındandır.
Beyt
La’line erbâb-ı hikmet mül demez de yâ ne der
Kâkül-i müşgînine sünbül demez de yâ ne der
Gülşen-i kûyunda yârin gûş edenler nâlemi
Nâdiyâ hoş-lehce bir bülbül demez de yâ ne der
NÂKID
Nâmı İbrâhîm’dir. Yenişehirfenâr’dan zâhir ü âşikâr olup tahsîl-i ‘irfân-ı makbûlü’s-
sınâ’a ve dest-resîde-i bizâ’adan sonra kırk akça medreseden münfasıl idiler. Şu’arâ-yı
‘asrdan sâhib-ma‘rifet bir nâzik zât ve pâk-tabî‘atdir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Ümîd-i vasla mîkât-ı felek olmuş döner sâ’at
Meger kim seb’a-i seyyâreden aldı eser sâ’at
Görünce hicr ü fürkat beste-i rîk-i revân oldu
Olup bu tengnâ-yı şîşede zîr ü zeber sâ’at
Ne zîbâ pîşe-pey-rev oldu Nâkıd devr-i hüsnünde
Muvakkitdir zamân-ı vuslata her ân u her sâ’at
NÂKID-I DÎGER
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’llâh olup kân-ı ‘irfân medîne-i
Kostantıniyye’den nümâyân olmuşlardır. Şi’rânî-zâde demekle şehîr bir merd-i pâkîze-ta’bîr
olup sadr-ı sudûr-ı ‘ulemâ-yı kirâm ‘umde-i fuzalâ-yı ülü’l-ihtirâm melek-hasletlerin bülendi
fazîletli diyânetli Mîrzâ-zâde Şeyh Mehmed Efendi hazretlerinin bin yüz yigirmi beş
târîhinde Anatolu kâzı-’askerligi teşrîfâtından mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl
oldukdan sonra tarîk-ı tedrîse ‘âzim olup hâlâ tarîk-ı ‘aliyyenin evvelîn-i kıdeme duhûl olan
medâris-i hâric-i tayyibü’l-vusûlden bir medrese-i ‘âlü’l-’âle âgûş-güşâ-yı ikbâldirler. Hakkâ
ki zihn-i nakkâdı pür-isti’dâd bir zât-ı huceste-simâtdır. Bu güftâr nakdü’l-vakt-i hâtırları olan
eş‘ârdandır ki bu mecelle-i celîleye tastîr içün ihdâ-yı ‘abd-i fakîr etmişler idi.
Beyt
Fasl-ı güldür edelim yâr ile ‘ayş-ı gülşen
‘Ayş u ‘işretle olur şem’-i derûnum rûşen
Hâtırım bülbül ü gül sohbetin eylerse taleb
Subh-dem yâr ile ancak edelim gülşeni şen
Ve lehû
Sayrefî olsa nola nakd-i dil-i hûbâna
Zihn-i nakkâd ile her nükteye nâkıd Nâkıd
NECÎB
Dârü’n-nasri ve’l-meymene şehr-i Edirne’nin zurafâsından Dâmâd-zâde Mehmed
Efendi ‘unvânıyla şehîr bir şâ‘ir-i suhan-sâz-ı nâzik-ta’bîr olup Edirne müderrisîn-i
kirâmından olmagla Emîniyye müderrisi olmuş iken fart-ı zekâsı sebebi ile bin yüz altı Zü’l-
ka’desinde kendüye sevdâ ‘ârız olup kütüb-i nefîseyi bahâ-yı girâna alıp hâmişlerine nice
haltiyyât tahrîr ve kelâmında hezârân elfâz-ı nâ-şâyânla maksûdun ta’bir ve esbine hünkârî
destâr-ı mutallâdan cül pûşîde ve hânesinin nerdübânına sâye cûkalar ferşîde etdirip bunun
emsâli hareket ile mâlin telef ü izâ’at eyleyip hâsılı bî-çârenin başında kavak yeli esmekle
kendüye Kavak kazâsı ma’îşet olup medresesi âhara tevcîh olunmagla bu hâl üzre sübha-
şumâr-ı eyyâm u leyâl iken bin yüz on üç hilâlinde intikâl eyledi. Nâzik-tab‘ olan zurafâdan
ve ma’dûd olan şu‘arâdan idi. Bu güftâr âsârındandır.
Gazel
Ne bu bîgâne nigeh germî-i ülfet bu mudur
Söyle kurbânın olam gâyet-i sohbet bu mudur
Varıp agyâr ile şeb-tâbe-seher nûş edesin
Hâtır-ı ‘âşık-ı mahzûna ri’âyet bu mudur
Yüz çevirdin ser-i kûyunda bir âh etmek ile
Hemân ey şûh-ı cefâ-pîşe kabâhat bu mudur
Seyr eden der ruh-ı gül-gûnunu tâb-ı meyden
Nev-şüküfte gül-i hod-rûy-ı melâhat bu mudur
Olmadı bir nigeh-i lutfuna şâyan Necîb
Sende insâf ede ey şûh mürüvvet bu mıdır
Ve lehû
Reşk-âver-i mihr oldu ser-i sînede dâgın
Gitdikçe güzellenmede ey mâh çerâgın
Öpdükçe olur şerm ile gül-ruhları pür-tâb
Hep mîveleri böyle pür-âteş mi bu bâgın
Ne sâgara bakdın ne Necîb-i dil-i zâre
Kurbânın olam söyle nedir böyle ferâgın
Ve lehû
Âyâ olur mu mîve-i vaslı o mehveşin
Yohsa cihânda olmayacak ârzû mudur
Ve lehû
Hem-seng olur mu lebleri yâkût-ı huşk ile
Kıymet ber-â-ber olsa da lezzet ziyâdedir
Latîfe: Ahbâbdan bir merd-i şîrînkâr mütercem-i ma‘ârif-iktidârın rûz-nâmçe-i hâlin
yâd u tezkâr ve bu beyt-i müstahsenü’l-istimâ’ın kırâ’at olundugun semâ’ edince der-hâl ol
meclisde tahrîk-i silsile-i sû’âl edip Âyâ bu beyt mütercem-i mezkûrun ‘ârıza-i cünûnu
hâlinde söyledigi eş‘ârdan mıdır yohsa evâ’il-i hâlindeki güftârından mıdır? dedikde huzzâr-ı
meclisden bir suhan-sâz Anların bu güftârı hâlet-i temyîz ü şu’ûrunda olan eş‘ârından
oldugunda iştibâhımız yokdur ancak sizin bu kelâmınız bizi şübheye ilcâ eyledi. deyü
mukâbeleye âgâz eyledigi gâyet mevkı’ında olan letâyifinden idi.
NECÎB-İ DÎGER
Nâmı Mehmed ve edeb ü ‘irfân ile akrânından ser-âmed olan fenn-i hatt-ı sülüsde
şöhre-i cihân nâdire-i devrân Eyyûbî Suyolcu-zâde Mustafâ Efendi merhûmun hafîd-i sa’îdi
bir zât-ı emceddir ki şehr-i Kostantıniyye’nin erbâb-ı ‘irfânı miyânesinde anlar dahı cedd-i
emcedleri gibi hüsn-i hatt-ı sülüsde müşârün bi’l-benân ve sâ’ir edeb ü ma‘ârifde pesendîde-i
hünerverân olmuşlardır. Zümre-i erbâb-ı istihkâkın hisse-i şâyi’ası olan bir mülâzemetle
ikrâm olunup kırk akça medreseden münfasıl oldukdan sonra Mısır Kaleminde birkaç
mansıba kâzî olmuşlardır. Evsâf-ı şerîfleri her ne rütbe teksîr ve medâyih ü senâları ne kadar
tastîr ü tahrîr olunsa ol mertebe i’tinâya şâyân bir zât-ı necîb-i nâzik-zebândır. Müretteb
Dîvân-ı belâgat-’unvânı vardır ve nâzik ü dil-ârâ olan erbâb-ı fatânet ü zekâdandır. Bu güftâr
cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Misâl-i âyîne mihr ile rû-be-rû gördük
Hezâr vechile ol mâhı hûb-rû gördük
‘Aceb mi şârih-i dîbâce-i visâl olsak
Kitâb-ı hüsn-i hat-ı yâri mû-be-mû gördük
Żamîrimizde olan ‘ukdeye işâret imiş
Efendi pîçiş-i zülfünde nakş-ı hû gördük
Ve lehû
Kemân-ı cevri çekilmez kiriş geçinme Necîb
Çü tîr togruluk etsen yine havâya gider
Ve lehû
Hande-i nâzı dahı ‘uşşâka ol gonca-femin
Reh-i âsânını gösterdi diyâr-ı ‘ademin
Devlet-i ‘Aliyyede hekîmbaşı olup ma’rûf-ı enâm olan Nûh Efendi merhûmun
mahdûmu ‘Alî Beg’in Mahmûd-nâm bir ferzend-i necîbleri ‘âlem-i dünyâya vaz’-ı kadem
eyledikde mütercem-i mezkûr bu târîh-i zîbâyı demişlerdi.
Târîh
Mîr Mahmûd ere ikbâlile ‘ömr-i Nûh’a
ve kibârdan dahı bir zât-ı ‘âlî-şânın bir mahdûmları vücûda geldikde bu târîh-i zîbâyı
demişler idi:
Ne desem ol meh-i nev mevlidine târîhin
Der iken togdu dil-i zâre Necîbâ hurşîd
NAHÎFÎ
Ol bülend-pervâz-ı evc-i ‘irfânın nâm-ı nâmîleri Süleymân olup hilâl-i vücûd-ı sipihr-i
kemâlleri ufku’s-sa’âde-i şehr-i Kostantıniyye’den nümâyân olmuşdur. Gencîne-i fazl u
ma‘ârif ve defîne-i mâ-lezime-i her-’ârif olan zât-ı sütûde-sıfâtları bir vücûd-ı nâ-yâb- nazîr
ve bir şâ‘ir-i mâhir-i muvaffak-ta’bîrdir. Dergâh-ı ‘âlî dâme mahfûfen bi’l-me’âlî
Yeniçeriyânî Ocagının hulefâsından olup vücûd-ı bî-hem-tâsı iftihâre sezâ ve zât-ı bî-
akrânına ser-i ma‘ârif-şinâsânda âşiyân etmege şâyân oldugundan Ebû Kavuk Mehmed Paşa
merhûm sene bin yüz ..... 95 târîhinde elçilik ile diyâr-ı ‘Acem’e revân oldukda hıtta-i
Rûm’dan diyâr-ı Îrân’ın ma‘ârife tâlib olan ferzendlerine bir hediyye olmak üzre zât-ı sütûde-
sıfât-ı ‘âlî-cenâbların istishab ol sebeb ile vilâyet-i ‘Acem’de katı çok menâkıbı keşîde-i ser-
safha-i zamân-ı sâbık olmuş idi ve anların müşkil deyü ‘arz eyledikleri ebyât-ı Fârisîyyeyi bî-
muhâbâ hall ü beyân ve mukâbelesinde nice ebyât-ı Fârisî ve ‘Arabî ve Türkî irâd eyleyip ol
zümre-i nâdir-ber-â-beri vâlih u hayrân ederdi. Revân ve Tebrîz ve Nahcıvân ve Kazvîn ve
Kâşân ve Isfahân şu‘arâsı ve ol kavmin ‘ulemâsıyla nice müşâ’are ve mübâhasesi vâkı’ olup
ser-cümle pesend ü tahsîn ‘alâ mâ-yelîk ve zât-ı vâlâları bir mecmû‘a-i rûzgâr oldugun tasdîk
eylemişlerdi ve bundan mâ’adâ diyâr-ı Engerûs’a elçilik ile giden İbrâhîm Aga ile sene bin
yüz otuz târîhinde rû-be-râh olup ol memleketde dahı millet-i nasârânın batârika ve ahbârı ile
hezâr mukâvele ve bahs ü mücâdele eyleyip cümlesin mülzem eylemişdir. Zâtı ma’mûr ve
kemâl ile meşhûr bir vücûd-ı ma‘ârif-mevfûrdur. ‘Âşıkâne güftârı ve üstâdâne eş‘ârı vardır.
Zamânında nice âsâra muvaffak olan suhan-sâzlardan ve vâdî-i ma‘ârifde ka’bı ‘âlî olan
bülend-pervâzlardandır. Nu’ût-ı Nebeviyyeyi hâvî Hilyetü’l-Envâr ismi ile müsemmâ bir
te’lîf-i celîl ve mevlid ve mi’râc ve hicreti mübeyyin bir eser-i cemîli ve Mesnevî-i şerîfi
manzûm terceme ve Kasîde-i Bür’e’yi elsine-i selâsede tahmîs ve Bânet Su’âd kasîdesin ve
Câmî’nin üç ‘aded na’t-ı meşhûrun bu gûne tahmîs-i latîf eylediginden mâ-’adâ nice âsârı ve
lugaz ü kasâ’id ü müfredât ve rübâ’iyyât u gazeliyyât u mukatta’âtdan bî-had güftârı vardır.
Her birinden birer nümûne-i pâkîze-ta’bîr teşerrüf içün bast u tahrîr olundu. Mütercem-i
mezkûrun Kasîde-i Bür’e’ye eyledigi tahmîs-i ‘Arabîdir.
r¼ô« v*� v�¦« b- p¾*- ‰U� U¦ ÂdJ¼«Ë nD*¼U� z- ÕU# UÎ z*¼U�
r*� Èc� Ê«dš2 d½cÔ s¦« ÂbI¼« v§ oAF¼« È‹ s� d�¼« r×JÔ ô
96 Âb� H*I¦ s¦ Èd2 UF¦œ S2e¦
95 Nüshalarda boş bırakılmış. 96 Bi’llâhi yâ sâhi kul bi’l-lutfi ve’l-keremi / Mâ-bâlu kalbike kad emsâ ‘ale’l-elemi / Lâ tektumi’s-sırra ‘an zi’l-’ışkı fi’l-kıdemi / Emin tezekküri cîrânin bi-Zî-Selemi / Mezecte dem’an cerâ min-mukletin bi-demi: Ey arkadaş, Allah aşkına lutuf ve keremle söyle! Acıyla
Ve kasîde-i merkûmeyi zebân-ı Fârisî üzre bu gûne tahmîs etmişlerdir:
Âb¾¦œ sšs« Ë ˆ« uÔ —U½ zAšL£ vLFs «dÔ Â«ˆbÎœ vL£ z½ b– z�
ôœ
r*� Èc� Ê«dš2 d½cÔ s¦« vL¼« sšM� «dÔ S*� z� Ë S�×¼U0 z�
97 Âb� H*I¦ s¦ Èd2 UF¦œ S2e¦
Ve kasîde-i merkûme-i lisân-ı Türkî üzre bu gûne tahmîs etmişlerdir:
Gönül nedir bu yetîmâne âh-ı dem-be-demî
Tefekkür üzre misin yohsa cânib-i Harem’i
Hemîşe yâd edip ol câygâh-ı muhteremi
r*� Èc� Ê«dš2 d½cÔ s¦«
Âb� H*I¦ s¦ Èd2 UF¦œ S2e¦
Bânet Su’âd kasîdesin bu gûne tahmîs eylemişdir:
Figân ki mülk-i dile ceyş-i hasret etdi gulû
Pür oldu şerha vü dâg-ı firâk ile pehlû
Derûnum etdi gam-ı hicr-i dil-rübâ nemlû
‰u¾×¦ Âuš¼« v¾*I§ œUF� SsU�
‰u¾J¦ bHÎ r¼ U£d« rš×¦ 98
Ve Kasîde-i Mısriyye’yi dahı bu gûne tahmîs eylemişdir:
İlâhî eyleyip eşref o seyyidü’l-beşeri
Yegâne eyledin eşrâf içinde ol güheri
Zuhûru cümle-i ‘Adnân’a verdi zîb ü feri
dC¦ s¦ —U×¥L¼« v*� z# »— UÎ
«Ëd½‹ U¦ z�d¼« lšL2 Ë Uš¾sô« Ë 99
Ve Monlâ Câmî merhûmun üç ‘aded na’t-ı şerîf-i meşhûresin böyle tahmîs gecelemiş yüreğinin nesi var? Eski âşıktan sır saklama! Zi Selem’deki dostları hatırlamaktan dolayı mı göz bulağından akan göz yaşına kan karıştırdın? 97 Dilâ çi şod ki hemi dîdeem to-râ ni’amî / Hemîşe kâr-ı to âh u enîn-i dem-be-demî / Çi hâletest ü çi ‘illet to-râ çünîn elemî / Emin tezekküri cîrânin bi-Zî-Selemi / Mezecte dem’an cerâ min-mukletin bi-demi: Ey gönül, ne oldu ki seni daima nimetler içinde görüyorken şimdi hep ah edip inlemektesin! Bu ne haldir? Bu üzüntün nedendir? Zi Selem’deki dostları hatırlamaktan dolayı mi göz bulağından akan göz yaşına kan karıştırdın? 98 Bânet Su’âd fe-kalbi’l-yevme metbûlü / Müteyyemun israhâ lem yefdi mekbûlü: Suad ayrıldı, (ayrılık) yüzünden gönlüm bugün bitkin ve delirmiş, izinde tutsak, kurtarılmamış, zincire vurulmuştur. 99 Yâ Rabbi salli ‘ale’l-muhtâri min-Muzari / Ve’l-enbiyâ ve cemî’i’r-rüsüli mâ-zukirû: Ey Rabbim, Muzar (Kabilesinden) seçilmiş olan kişiyi (Hz. Muhammed), peygamberleri ve bütün elçileri anıldıkları sürece esirge!
eylemişdir:
Gözümün hasret ile nola revân olsa yaşı
‘Âşıkım ol şehe kim yok iki ‘âlemde eşi
(20) Zâtıdır nûr-ı melâhatle sa’âdet güneşi
v–d- vsb¦ v�d� Vš¾0 v¼
v–u• Ë ÈœU– HÎU¦ gL� Ë œ—œ œu� z½ 100
Ve lehû
Hasret-i dergâh-ı fahr-i ‘âlem ile dem-be-dem
Dilde dâg-ı iştiyâk u dîde-i giryânda nem
Tâbe-key bîhûde geşt-i deşt-i mihnet eyleyem
rM½ U1D� Ë »dÎ Âe� z½ »— UÎ œu� v½
rM½ U2 zMÎb¦ —œ z½ Ë ‰eM¦ zJL� z½ 101
Ve lehû
Edip ihsân ü kerem kullara Mevlâ-yı Ganî
Eyledi ‘âleme rahmet seni ey mâh seni
Şâd kıl rûz-ı cezâ lutf u şefâ’atle beni
Ey Resûl-i Kureşî şâh-süvâr-ı Medenî
Bülbül-i Mekke vü Bathâ vü Süheyl-i Yemenî
Bu güftâr dahı mütercem-i mezkûrun âsârındandır.
Kimsenin ser-mâye-i ârâmı gâret olmasın
Kimseler âvâre-i deşt-i melâmet olmasın
Bir ser-âmed dil-rübâ gördüm dedin gülzârda
Gördügün ey bâd-ı subh ol serv-kâmet olmasın
Kâse kâse zehr-i gam nûş eyledim ‘aşkınla ben
Dest-i cevrinden neler çekdim şikâyet olmasın 100 Lî habîbun ‘Arabiyyun Medeniyyun Kureşî / Ki buved derd ü gameş mâye-i şâdî vü hoşî: Benim, Medineli, Kureyş kabilesinden Arap bir sevgilim var, onun kederi, derdi, mutluluk kaynağı oldu. 101 Key buved yâ Rab ki ‘azm-i Yesrib ü Bathâ konem / Geh be-Mekke menzil ü geh der-Medîne câ konem: Tanrım, Yesrib’e ve Batha’ya (Medine ve Mekke) ne zaman, nasıl gideceğim? Bazan Mekke’yi, bazan da Medine’yi kendime yurt edineyim.
Gam yeme bir gün erersin vaslıma dersin bana
Mev’id-i vaslın sakın rûz-ı kıyâmet olmasın
Ol kadar âmâdedir çâk-i girîbân etmege
Çeşm-i şevkından Nahîfî’ye işâret olmasın
Ve lehû
Gör derdimi kim bî-dil olan böyle olur
Dâg-ı gam ile hâsıl olan böyle olur
Ża’f ile hilâl olmadadır cism-i nizâr
Meh-pârelere mâ’il olan böyle olur
Ve lehû
Eşk-i ter ile kalbimi tenkîh ederim
Ben aglamagı gülmege tercîh ederim
Zâhid sakın etdiklerime ta’n etme
Ben Rabbimi her vechile tesbîh ederim
Latîfe: Eyyâm-ı güzeştesinde mütercem-i pâkîze-ta’bîr bir nev-cevân-ı serv-kâmetin
kemend-i zülf ü dâm-ı sevdâsına giriftâr ü esîr oldugu demler bâr-ı tâkat-güzâr-ı ‘işve vü
nâzdan esîr-i firâş olup dil-hûn ve pister-i derd ü mihnetde zâr u zebûn olmagın ber-kâ’ide
haste ve zahm-ı bî-’ilâc-ı ‘aşk ile şikeste yatır iken dil-dâdesi oldugu yâr-i nâzik-zâmîr bunun
hâste vü derdnâk oldugundan habîr olup ol zâr u bî-çâreyi ‘iyâdet ve hasteligin görmege gelip
ziyâret eylediginde dest-i sîmînin ol dil-şudenin sîne-i gamgînine koyup bî-çârenin hâl ü
hâtırın su’âl eyledikde yatdıgı yerden derdmend bu hasb-i hâl ile bed’en makâl eyledigi
mütercem-i sâf-bâlin şâyeste-i merhamet olduguna istidlâl olunur.
Beyt
Sanma rahminde sunar destin dil-i mecrûhuma
Ol kemân-ebrû cigerde tîr-i müjgânın arar
NAHVÎ
İsm-i şerîf ve ‘alem-i latîfleri İsma’îl’dir. Ehâlî-i ma‘rifet-ittisâfının müzekker ü
müsennâ vü cem’inden vâdî-i ‘irfânda südûr eyleyen fi’l-i masnû’una kimse bir harf atmaga
mübâdir ve ‘âlem na’t ü medh-i vasfında müttefiku’l-kelime olup bir bahâne bulmaga kâdir
olamadıkları şehr-i bî-bedel Kostantıniyye-i ‘irfân-mahaldendir. İmtisâl-i evâmir ve ictinâb-ı
nevâhîye ‘âlem-i sıgarından beri incizâb-ı küllîsi olup masâdir-i ef’âli bi’l-cümle tarîkat-ı
müstakîme üzre sâdır olan meşâyih-i kirâmdandır. Fi’l-asl dîvân-ı celîlü’l-’unvân-ı ‘âlem-i
ma‘nâda sudûr-yâfte-i hikmet-i tahzîr ü igrâ olan tenbîh ü hıtâb u nidâdan red’-i dünyâ ve
tahsîs-i uhrâya delâlet eder harf-i tefsîr-i ihtidâ sem’-i kabûlüne mevsûl ve münâdâ-yı
haremgâh-ı kurb ve dâ’ire-i hayr olan zât-ı vâlâ-kadr-i mendûbü’s-siyerleri i’râb-ı lâzımü’l-
kelâm gibi ol fenn-i zî-şân-ı sırr-ı nihânın esvâb u kinâyâtından müfredât u mürekkebâtının
mukteziyâtı ile ‘âmil olmagla bi’l-cümle münsarif-i cânib-i kabûl olup esmâ’u’l-’aded-i
mübhemât-ı merâtib-i tarîkatden hurûf-ı ziyâde vü noksânı kâbil olan zurûfü’l-i’tikâdât-ı
kulûbun tenâzu’u izmâr ve gâh bast u gâh terhîm ile mübtedâ-i zunûnu olup ihbâr etdikleri
sülûk ü ef’âlden reh-i nâ-savâb ve matrûd-ı erbâb-ı kemâl ve z*�U§ r�Î r¼ U¦ ‰uFH¦
102 kabîlinden olan hâlleri kuvvet-i kudsiyyesiyle temyîz ve esmâ-i sitte-i mu’attale-i muzâfa
gibi hâtimesi harf-i vâhidde karâr eyleyen muzmerât-ı fu’âdın mecrûrât-ı nefs-i emmâresi
olan muzâf u muzâfun ileyhin müsted’âsından mebnî olan benlik da’vâsını vaz’-ı vazî’inden
istisnâ edip hakîkatın mebnâsı olan tarîkate her ‘atf-ı esmâ’u’l-işâre-i hayâli müte’addî
oldukça esmâ’-i ef’âl ve esmâ’-i kulûbun musahhih u mi’yârı olan şerî’at-ı mutahhare ile
te’kîd-i ef’âl-i mukârebe-i mine’l-Hakk etmegi ‘âdet eylediginden zuhûrât-ı kevniyyenin
nekreleri ilhâm-ı gaybiyye ile sâha-i keşfinde ma‘rife ve ebniye-i mâzîden saykal-ı
mukayese-i hâl ile sûret-i muzâri’a nâzir olup sıfat-ı müşebbeheleri maksûr-ı ism-i tafzîl-i
sürâdık-ı istifhâm u istitâre olan mâ’iyyât-ı muzâri’i dûr-bîn-i dü-şîşe-i ef’âl-i nâkısa-i
dûn-himmetân ve ef’âl-i tâmme kâ’ide-i ÊULÎô« s¦ HLN¼« u*� 103’da müşâhade
etmekle hurûfü’l-îcâb-ı tasdîki ‘ayn-ı hurûfü’l-cerr îkân u tahkîk edinip merfû’ât-ı
umûr-ı vefîr ve mensûbât-ı eşyâ-i kalîl ü kesîr-i „—U×¥¦ z�U§ rNFL2U� 104 yed-i
kudretinde makhûr olduguna kasem edip ‘alâ’ik-ı dünyeviyye-i derûnu hurûf-ı müşebbehe-i
bi’l-fi’l gibi tahsîl-i ‘ilm ve i’lâm-ı hakîkat talebinde oldugu sevdâsı cerr-i ref’ ile vâdî-i
iştibâhda nasb-ı hıyâm-ı vehm ü hayâl u garâm etmekden gayrı bir şey’i müntic olmadıgını
tasdîk-i bâl edip kalbin rabt-ı mâl ve himmet-i vâlâsına bu izâfeti hem-hâl etmekle nûn-ı
cem’ü tenvîn gibi mâ-sivâyı bi’l-külliye ıskât eyleyip dehr-i denîden bi’l-cümle ferâg ve
hefte günlerinde ba’zı cevâmi’ ü mesâcidde ‘ibâdu’llâha mahz-ı hayr u ni’met olan va’z u
nasîhat ile evkât-güzâr iken sene bin yüz on hudûdunda rütbe-i şehâdete vusûl ve oldukları
hânede seyf-i gadr ü hayf ile maktûl bulundular. Hattâ ol esnâda ba’zı levendâne nush u pend
102 Mef’ûlün mâ-lem yüsemme fâ’iluhu: Öznesi adlandırılmayan nesne. 103 ‘Uluvvü’l-himmeti mine’l-îmân: Büyük gayretin yüceliği, imandandır. 104 Bi-ecma’ihim fâ’ilun muhtârike: Senin seçtiğin şey, onların hepsinin yapıcısıdır.
etmek mütercem-i mezkûrun ‘âdet-i dîrînesi oldugundan ol süfehâdan ba’zılar bu emr-i
‘azîme ictirâ etdiler deyü şöhret bulmuş idi. El-’ilmü ‘inda’llâh. Târîh:
Şehîden gitdi İsma’îl Efendi
târîh-i rıhletleridir. Bir ma’mûr zât-ı fezâ’il-mevfûr idi. Cihet-i ‘ilmiyyesinden fazla
şi‘r ü inşâda âzmâyiş-i tab‘ları var idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Tâze çemen ki feyz-i bahâr ile cûş eder
Ol serv bâg-ı behcetimi sebz-pûş eder
Sahbâ-yı nâz u ‘işvesi geldikde çeşmine
Mest-i müdâm meclis-i nahvet-fürûş eder
NÜHÂTÎ
Mütercem-i nâ-sâz bu ‘âlem-i mecâzda zu’munca nahvde bir mikdâr tahsîl-i fehme
iktidâr ve ‘âlem-i hakîkatde:
S��u�M¦ z*z�¦ Ëœ Èu� r*� —œ S��u• zšI§ U¦ zšI§ z½ UI0
105 S��uBM¦ «b×¾¦ zJsUM� zI§ “Ë S�« ÷d§ us«“ `�¦ z½ sšL£ u1s “«
mazmûnuna mâ-sadak bî-’âr oldugundan tâ’ife-i nühâta nisbet olunmakdan kendi
kendine bir ta’ayyün ihtiyâr edip güftâr-ı nâdir- ber-â-beri etvâr-ı huşûnet-perveri gibi kâbil-i
ta’mîr olmayan Etrâk-i bî-idrâkin perîşân-ta’bîrlerinden pür-kabâhat-i nâ-fehm-i rûzgâr idi.
Kibâr-ı enâmın meclis-i lâzımü’l-ihtirâmlarına pâdâşları olan zümre-i erbâb-ı hezeyândan
Şikârî vü Mekkârî gibi her bâr sıklet ve gâh bî-ma‘nâ beytler ve gâh Geyik Destânı gibi
kasîdelerle zahmet vermekde idi. Bu bir iki hezeyân cümle-i utrûfe-i zebânındandır.
Beyt
Benden evvelden gelenler hîç misâlin görmemiş
İşte ‘asrın kavmi cümle işte târîh u kitâb
Maksadım bir ‘arz-ı hâldir bu kasîdem bir sebeb
Dehr elinden çok şikâyet eylerim açıldı bâb
105 Hakkâ ki fakîh-i mâ fakîh-i hûbest / Der ‘ilm bevey dü mes’ele mensûbest // Ez nahv hemin ki mesh-i zânû farz est / Vez fıkh çünan ki mübtedâ mansûbest: Doğrusu bizim fakihimiz iyi bir fıkıhçıdır; ilimde iki mes’ele ondan sorulur: Öyleki, nahivde “dize meshetmek farzdır”, fıkıhta da “mübteda mansuptur” der!
NEDÎM-İ TÂZE-ZEBÂN
Sudûr-ı zî-şâna her dem ü ân nedîm ü musâhib olmaga şâyân olan o zât-ı ser-âmedin
nâm-ı emcedleri Ahmed’dir. Cevher-i girân-kadr-i vücûd-ı bih-bûdları kân-ı ‘irfân olan
medîne-i Kostantıniyye’den nümâyân olmuşdur. Evâhir-i saltanat-ı İbrâhîm Han ‘aleyhi’r-
rahmetü ve’l-gufrânda kâzî-’asker olup elsine-i nâsda elkâb-ı medâyih-i zât-ı ‘âlî-cenâbı
velvele-ârâ olan Mustafâ Efendi’nin nebîresidir. Tahsîl-i ma‘ârif-i firâvân ve tekmîl-i ‘avârif
ü ‘irfân eyleyip rûh-ı kelâmdan zevk-ı tâmmı olan şu‘arâ-yı be-nâmdandır ki gülşen-i
endîşesinin her verd-i mutarrâ-yı bî-hemâli hayret-fermâ-yı belâbil-i şâhsâr-ı hayâl ve
halâvet-i makâl-i kand-misâli mısrü’l-belâga-i kemâlde revnak-şiken-i güftâr-ı erbâb-ı sihr-i
helâldir. Bir şâ‘ir-i mâhir-i her-hüner-mübâdir ki zebân-ı Türkîde inşâya âgâz etse Veysî-i
nâzik-zebânı zamâneye ünsî ve kendüye mahsûs olan edâ-yı dil-pezîr ile bezm-i şu‘arâda
terâne-sâz-ı şevk olsa mânend-i ‘andelîb ol devha-i kemâlin sâ’ir tuyûr-ı mevzûnü’s-sec’-i
belîgu’l-makâlin fart-ı lezzet-i semâ’ından dem-beste vü lâl eder ve lisân-ı ‘Arabîde harîr-
bâf-ı nesc-i belâgat oldukça revân-ı Harîrî-i Makâmât her bir kademe-i pür-fikretinde vâkıf-
ı bî-şu’ûr ve tarh-endâz-ı nazm oldugu ebyât-ı Mütenebbî-nikâtın edâ-yı i’câz-âferîni rûh-ı
Hayyâm’ın hayme-i zerrîn-tınâb-ı sabr u şekîbi rîh-i sarsar-ı gıbta vü hasedden pür-ıztırâb
edip bî-huzûr eder. Fârisîde hod nâmı keşîde-i küngüre-i şeref ü şevket ve ol vâdîde dahı
fâris-i fürsân-ı mizmâr-ı firâset olan tab‘-ı bülend-pervâzı sâbık-ı hayâl-i Sâ’ib ü ‘Urfî-i
Şîrâzî ve inşâ-yı Fârisîde tab‘-ı sâfı hayret-dih-i derûn-ı Vassâf’dır. El-hâsıl tabî‘at-i pâkîzesi
be-gâyet ‘âlî bir şâ‘ir-i mümârisü’l-fenn ü lâ’übâlî olup ân-ı yesîrde hezâr tâze suhana kâdir
ve her memdûhun lâyık-ı vasfı güftâr-senc olur bir şâ‘ir-i mâhirdir. Hâlâ tarîk-ı ‘aliyye-i
müderrisîn-i kirâmdan ve gürûh-ı celîle miyânesinde erbâb-ı kemâlin ma’rûf be-
nâmlarındandır. Egerçi âsârı revnak-bahş-ı mecmû‘a-i şu‘arâ ve güftârı bi’l-cümle ma’lûm-ı
zurafâ oldugundan meşhûr-ı cümle-i enâm ve meşhûd-ı hâs u ‘âmdır. Ancak bu mecelle-i
celîle kesb-i şeref içün bu mertebe temhîd olundu.
Matla’
Hasteliklerden amân görmiye çeşm-i siyehin
Mû-miyâ bulmaya ‘âlemde şikest-i külehin
Ve lehû
Gamze pür-zehr çıkar çeşm-i tenük-hûsundan
Kişver-i hüsnünün ejder togar âhûsundan
Ve lehû
Hattın nazar-ı ‘âşıka elbette girândır
Kıldan agar ey şûh terâzû-yı mahabbet
Bu dahı mütercem-i nâzik-ta’bîrin bin yüz otuz dört târîhinde gelen ‘Acem elçisi
Nâmî’ye eyledikleri nazîre-i bî-nazîrdendir.
Gazel
s½ »U¾0 rA� H¦d� ˆbš¦œ j• s½ »«d– ÂU2 d� d� zÇM� u� S*F¼
s½ »U1×s« œu• uÔ z�u� ÈU2 nD¼ “« «dÔ uL� u¦ ÂdLAš¦ ˆU½ z�u� s¦
106 s½ »U�×�¦ Ê«u2 ËdšÄ ÈU�œ »— UÎ œU� ˆœUA½ ô«Ë —œ Ê«
zAšL£ »— UÎ
NÜZHET
Nâmı İsmâ’îl’dir. İstanbul şâ‘irlerinden ve medîne-i merkûmenin şehrîlerindendir.
Güftâre kudreti ve taraf-ı mûsîkîde hayli dâniş ü ma‘rifeti vardır. Bu güftâr eş‘ârındandır.
Beyt
Meded ey bî-vefâ rahm et esirge ben dil-efgârı
Tarahhum eylemezsen de bana cevr eyleme bârî
NESÎB
KôuIML¼« l¦U2 VÎœô« VΗô«Ë Vš�M¼« Vš�1¼« o-bL¼« z¦UJ¼« H¦UNH¼« Ë
oI1L¼« z’UH¼« H¦öF¼« u£ Ë
lšL�¼ zÔ«‹ zzUL– SHBÔ« Ë ÂUB×�ô« KU-œ«d� ¡«—Ë ˆ—UJ§« zzUI� V�×0«
Èc¼« KôuIFL¼« ÈËU0
s¦ zÔUE1¼ `¼U�¦ S0d� U¦ Ë ˆ—UEs« —«usU� ˆdšM×�¦ ˆ—U« s¦ zÔU1L¼
106 La’let çü gonca ber-ser-i câm-ı şarâb kon / Hatt-ı demîde sürme-i çeşm-i habâb kon // Men bûsegâh mî-şumurem mû-be-mû to-râ / Ez-lutf cây-ı bûse to hod intihâb kon // Yâ Rab hemîşe ân der-i vâlâ güşâde bâd / Yâ Rab du‘â-yı pîr ü cevân müstecâb kon: Gonca dudağını şarap kadehinin kenarına dokundur; ayva tüylerini, hava kabarcıklarının gözüne sürme yap! Ben senin inceden inceye her yerini, öpülecek yer kabul ederim; sen de lutf et, öpülecek yerini kendin seç! Tanrım, daima o yüce kapıyı açık tut! Tanrım, yaşlıların ve gençlerin duasını kabul eyle!
S¼«“ô «dJ¼« -U#Ë«
ˆ—UJ§« Vz«uB� H§dAצ ˆ—UC1×�« 107 ol ‘allâme-i ‘akl-ı evvel ve kâmil ü
mükemmel ki zât-ı sütûde-sıfât ve vücûd-ı mahmûdetü’s-sıfât her bâr ‘ulemâ-yı ahyâr ve
fuzalâ-yı ülü’l-ebsâr fahr ü mübâhât etdikleri ke’ş-şemsi fî vasati’n-nehârdır. Ol mümtâz-ı
‘ulemâ-yı a’lâm ve ser-efrâz-ı efâzıl-ı kirâm seyyid-i zamân ve Sa’dü’d-dîn-i devrân dürre-i
silk-i âl-i Resûl fahr-i ekâbir ü fuhûl memdûh-ı enâm ‘Abdu’llâh-nâm yegâne-i ‘ulemâ-i
Devlet-i ‘Aliyye-i müşeyyedü’l-erkân evra’u ittikâ-yı fuzalâ-yı zamân hazretleri nûr-ı sâtı’
Sultân Mehemmed Han-ı Râbi’ ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân hazretlerinin evâhir-i Devlet-i
‘Aliyyelerinde Mekke-i mükerreme kâzîsı olup esnâ-yı tarîkda medîne-i Konya’da intikâl
edip civâr-ı hazret-i Mollâ-yı Rûm’da medfûn olan ‘ulemâ-yı kirâmın bülendi ‘Uşşâkî-zâde
es-Seyyid ‘Abdü’l-bâkî Efendi’nin mahdûm-ı sa’âdet-mersûmlarıdır ki mecma’-ı hamîde-i
hısâl olan zât-ı mecmû‘a-i fazl u kemâlleri mahâdîm-i kirâma muhtass olan ikrâm-ı ‘icâletü’l-
vakt-i mülâzemetle ihtirâm buyuruldukdan sonra merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti
Rabbihi’l-gafûr meşâyih-i İslâmiyye’nin bülendi Çatalcalı ‘Alî Efendi’den bin toksan bir
târîhinde Muhaşşî Sa’dî Efendi Medrese-i celîlesiyle ikrâm buyurulup lâzıme-i hânedân-ı
fazl u kemâlleri olan tarîk-ı ‘aliyye-i bî-hemâle duhûl buyurup kat’-ı merâtib-i mu’tâde
ederek hâtime-i tarîk-ı müderrisîn-i kirâm olan Medâris-i Süleymâniyyeden birine vusûldan
sonra devlet-i sultân-ı bî-müdânî Sultân Mustafâ Han-ı Sânî’de zât-ı vâcibü’l-ikrâmları
Selânik mevleviyyetiyle ihtirâm olundukdan sonra saltanat-ı ‘uzmâ ve hilâfet-i kübrâ devlet ü
ikbâl ve sa’âdet ü iclâl birle pâdişâh-ı melek-hısâl melik-i ‘âdil-i bî-misâl es-sultânü’bni’s-
sultân es-Sultân Ahmed Han-ı Sâlis ebbeda’llâhu te’âlâ saltanatahû hazretlerine intikâl
eyledikde Devlet-i ‘Aliyyelerinde ibtidâ bin yüz on tokuz târîhinde Mısr-ı zâtü’l-ahrâm
mevleviyyetiyle makzi’l-merâm buyurulup ba’dehû bin yüz yigirmi üç Zü’l-hiccesinde
Devlet-i ‘Aliyyede nakîbü’l-eşrâf ve yedi sene ‘ale’t-tevâlî ol mansıb-ı celîlde kıyâm eyleyip
bin yüz yigirmi beş Cumâdâ-yı ûlâsında İstanbul kazâsın nekâbetle cem’ buyurup ba’dehû
sene bin yüz yigirmi yedi Cumâdâsında Anatolu’yu kezâlik nekâbetle cem’ buyurup ba’de’l-
’azl Kili ve Bogaz Hisârı ve Bayındır arpalıkları ile ikrâm buyurulup sene bin yüz otuz bir
Zü’l-ka’desinde Rûmeli kâzî-’askerligi sadâretiyle muhterem olup bin yüz otuz iki Zü’l-
ka’desinde ‘Ayıntâb arpalıgı ile ma’zûl olmuşlar idi. Hakkâ ki mihr-i sipihr-i ma‘ârif ü
107 Ve hüve’l-’allâmetü’l-fâzılü’l-muhakkıku ve’l-fehhâmetü’l-kâmilü’l müdekkıku’l-hasîbü’n-nesîbü ve’l-erîbü’l-edîbü câmi’ü’l-menkûlâti hâvi’l-ma’kûlâti’llezî ihtecebe ‘akâ’ilü efkârihi ve râ’e sürâdikâti’l-i’tisâmi ve’ttasafet şema’ilü zâtihi li-cemî’i evsâfi’l-kirâmi lâ-zâlet lemehâtuhu min-âsârihi müstenîreten bi-envâri enzârihi ve mâ-berihat mesâlihu lehazâtihi min-istihzârihi müteşerrifeten bi-sava’ibi efkârihi: O âlim, gerçekleri araştıran, erdemli bir kişidir. O anlayışlı kişi, araştırıcı ve olgundur, şerefli ve soyludur, tecrübeli ve ediptir. Naklî bilgi ve görüşlerin toplayıcısı, akılların kabul ettiği düşünce ve görüşlerin sahibidir. O, değerli düşüncelerini, koruma duvarlarının arkasında saklamıştır. Zatının görünüşü, iyilerin bütün vasıflarını taşımaktadır. Bakışlarının ışığıyla aydınlanan eserlerinden zatının parıltıları eksik olmasın; doğru düşüncelerinden meydana gelen eserlerinin değeri, hiç bir zaman azalmasın.
fazîlet olan zât-ı vâlâ-menziletleri evc-i kemâlde müstakill-i bi’ş-şeref ve şeref-i istiklâlde
oldugu ke’ş-şemsi fi’s-semâ zâhir ü hüveydâdır. Nâm-ı ‘âlî ve evsâf-ı zât-ı bî-hemâllerinin
makâmı tabakât-ı mü’ellifîn-i kirâm ve tevârîh-i ‘ulemâ-yı ülü’l-ihtirâm idigi ma’lûm-ı
enâmdır. Ancak mecmû‘a-i cemî’-i ma‘ârif ü ‘ulûm olan zât-ı fezâ’il-mersûmları cümle-i
kemâlâtı câmi’ bir vücûd-ı muhterem olmagla semt-i şi‘r ve vâdî-i inşâ ol mecmû‘a-i
kemâlde mevcûd olmak bi’t-tarîki’l-ûlâ oldugundan bu mecelle-i celîlenin şeref-i nâmı nâm-ı
celîlü’ş-şânları ile kesb-i revnak-ı mâlâ-kelâm etmek içün ol fâzıl-ı nihrîrin ve ol ‘allâme-i bî-
nazîrin cümle-i âsârlarından münâcât-gûne bu rübâ’î-i şerîfleri tastîr olundu.
Rübâ’î
Etmekde recâ lisân-ı hâlim her şeb
Ey dergeh-i ‘afvi âsiyâne matlab
Levh-i kerem üzre hâne-i fazlınla
Müsvedde-i hâhişim beyâz et yâ Rab
NESÎB-İ DÎGER
Ol seyyid-i sahîhü’n-nesebin nâm-ı nâmîleri Yûsuf’dur. Maskat-ı re’sleri olan
medîne-i Konya’dan mısr-ı Kâhire’ye hicret ve ol vaktlerde ol beldede vâkı’ Âsitâne-i
Mevlânâ’da seccâde-nişîn olan Siyâhî Dede hidmetlerine vusûl ve ol zâtdan ahz-ı yed-i inâbet
eyleyip bir az zamân mekslerinden sonra yine vatanına ‘azîmet ve âsitâne-i Mevlânâ’da
Bûstân Efendi’nin kârî-i Mesnevî-i şerîfleri olup şeyh-i merkûmla yüz altı târîhinde tarîk-ı
hacc-ı şerîfde refâkat ve ba’de edâ’i’n-nüsk yine medîne-i Konya’ya gelip bir müddet dahı
anda meksden sonra bin yüz yigirmi üç târîhinde medîne-i Kostantıniyye’de Yenikapu
Mevlevî-hânesinde şeyh olup bin yüz yigirmi altı Muharreminde intikâl eyledi. Hâlâ o
tekyede medfûndur. Hoş âyende güftârı var idi. Bu şi‘r anlarındır.
Gazel
Ne şahs-ı zevk u ne timsâl-i ‘ayş ü dem görünür
Bakarsam âyine-i bahta ‘aks-i gam görünür
Felekde şimdi o mahsûd-ı ‘âlemim ben kim
Elimde köhne-sifâl olsa câm-ı Cem görünür
Kumâş-ı vuslatı âyâ ne cins olur görsem
Nukûd-ı girye-i ‘âşık o şûha kem görünür
Garaz Nesîb o şûha muhâtab olmakdır
‘İtâb u hışm u kerem bana hep kerem görünür
NEŞ’Î
Sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan pîşgâh-ı Kostantıniyye-i dil-ârâda olan medîne-i
Üsküdar’ın âlüftegân-ı hoş-zebânından olup hoş-sohbet nâzik-tabî‘at bir merd-i rûzgârdır.
Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Levh-i mahfûz-ı ezel böyle imiş çâre nedir
Yüzünü yerlere sür eyle recâ hasret ile
NASÛHÎ
Ol şeyh-i ser-âmedin nâm-ı nâmîleri Mehmed olup zât-ı ‘âlîleri medîne-i Üsküdar’dan
karîn-i iştihâr idi. Fi’l-asl meşâyih-i Halvetiyyeden Karabaş ‘Alî Efendi merhûmdan ahz-ı
yed-i inâbet ve tekmîl-i esmâ’-i ‘aliyye-i tarîkat eylediklerinden sonra medîne-i Üsküdar’da
Togancılar Meydânı’nda kendilere bir tekye binâ edip ol mahalli ihyâ ve intikâline degin ol
mahalde ‘ibâdet ü tâ’ate iştigâl üzre idiler. Bin yüz on yedi Recebinde hazret-i Ebî Eyyûb-i
Ensârî ‘aleyhi rahmetü’l-bârî Câmi‘-i şerîfinde selâsâ günü va’ziyyesi kendilere verilip ol
makâm-ı mübârekde bin yüz otuz Ramazânı intikâlleri vaktine gelince va’z u nasîhat üzre
idiler. Va’z u nasîhati be-gâyet pür-te’sîr olmagla Eyyûb-i Ensârî Câmi‘inde nevbet-i
va’zlarında katı çok kimesne cem’ olurdu. Ehl-i kemâl bir şeyh-i maznûnü’l-hâl idi. Cümle-i
ma‘ârifinden fazla eş‘ârda nâzik güftârı ve ilâhiyyâtda latîf âsârı var idi. Bu ilâhî anlarındır
elsine-i nâsda okunur.
İlâhî
Eyleyen ‘uşşâkı şeydâ dâ’imâ
Tal’atındır yâ Resûla’llâh senin
Derd ile âh etdiren subh u mesâ
Hasretindir yâ Resûla’llâh senin
Rûz ü şeb kârım benim efgân eden
Nâr-ı hasretle dilim sûzân eden
Dem-be-dem bu gözlerim giryân eden
Firkatindir yâ Resûla’llâh senin
Asfiyânın gördügü lutf-ı Hudâ
Evliyânın sürdügü zevk ü safâ
Enbiyânın sürdügü rıf’at şehâ
Devletindir yâ Resûla’llâh senin
Merhamet kıl ben garîb âvâreye
Mücrimim rahm eyle yüzü kareye
Şefkat etmek bî-kes ü bî-çâreye
‘Âdetindir yâ Resûla’llâh senin
Ey şefî’a’l-müznibîn nûr-ı ahad
Kendi bendendir Nasûhî kıl meded
Bâb-ı lutfundan kerem kıl etme red
Ümmetindir yâ Resûla’llâh senin
NASÛHÎ-İ DÎGER
Bî-reyb ü meyn nâm-ı nâmîleri Hüseyin’dir. Dergâh-ı ‘âlî dâme mahfûfen bi’l-me’âlî
Yeniçeriyânî Ocagında ‘asrında kul kethudâsı olup sene bin toksan üç hilâlinde vedâ’-ı
‘âlem-i fânî eyleyen Nasûh Aga merhûmun mahdûmu olmagla Nasûh Aga-zâdelikle şöhret-
şi’âr ve bu mülâbese mahlas-ı merkûma sebeb-i ihtiyâr olmuş idi. Gûşiş ü sa’y-ı kemâl ve
tarîk-ı ‘ulemâya ikbâl eyleyip bin toksan sekiz Zü’l-hiccesinde mülâzım ba’dehû bin yüz dört
Ramazânında Hvâcegî Medresesine hâric ile olup yüz altı Muharreminde yerinde hareket
i‘tibâr ve yüz sekizde hareket-i misliyye ile Neccâriyye’ye varıp yüz tokuzda yerinde dâhil
i‘tibâr ve yüz on Recebinde hareket-i dâhil ile Bâzergânbaşı Medresesine geldiginden sonra
şehr-i mezbûrda fevt oldu. Bu güftâr anındır.
Beyt
‘Aceb mi cûyveş pûyân olursa bu dil-i şeydâ
O şûh-ı dil-sitânım serv-i gülzâr-ı tarâvetdir
NAZÎF
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Maskat-ı re’sleri olan kazâ-i Tırhala’da müftî iken
yüz altı Muharreminde fevt olmuşdur. Bu beyt anlarındır.
Beyt
‘İzârında o hûrî-peykerin sanman ki kâküldür
Behişt-i hüsnde üşküfte olmuş saçlı sünbüldür
NİZÂMÎ
Mincel Ahmed Efendilik ile şöhret-şi’âr olan fâzıl-ı ma‘ârif-iktidârdır. Rûmeli’nde
Aydonat’dandır. Devlet-i ‘Aliyye cânibine gelip ‘allâme-i devrân Minkârî-zâde Yahyâ Efendi
merhûmdan mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl oldukdan sonra bin yüz yedi
Rebî’ü’l-evvelinde buk’alik ile Piyâle Paşa Dârü’l-hadîsine ve sene-i merkûme Şevvâlinde
buk’a-i tedrîsi Gazanfer Aga Medresesine nakl ü tebdîl ve Sarây-ı Cedîd hâcelıgı ile tebcîl
olunmuşlar idi. Yüz sekizde fevt oldu. Bu güftâr-ı şöhret-şi’âr ol fâzıl-ı nâmdârındır.
Beyt
Felekde mihr ü mehde cüst (ü) cûlar hep seninçündür
Zemînde zâr u giryân âb-ı rûlar hep seninçündür
Nola bir kerre meyl etsen kenâre ey dür-i yek-tâ
Der-i mey-hânelerde hây u hûlar hep seninçündür
NAZMÎ
Şeyh Mehmed Nazmî ibni Ramazân bin Rüstem Efendi hidmetleridir. O pîr-i rûşen-
zamîr-i velâyet-semîrin ‘âlem-i şuhûda teşrîfleri bin otuz iki târîhinde olup mertebe-i sinn-i
temyîze resîde olduklarından sonra nihrîr-i ‘ulemâ-yı zamân Fâzıl Süleymân Efendi’den
tahsîl-i ‘ulûm-ı firâvân edip ba’dehû meşâyih-i Halvetiyyenin nûrü’l-’ayn-ı cumhûru şeyhü’ş-
şüyûh ‘Abdü’l-ahad Nûrî’den tenvîr-i dîde-i kalb-i âgâh ve tahsîl-i mâ-lezime-i tarîkat-i
hidâyet-penâh eyleyip ahz-ı yed-i inâbet ve tekmîl-i esmâ-i ‘aliyye ve nice zamân hidmetden
sonra bin altmış beş hilâlinde medîne-i Kostantıniyye’de Yavaşça Mehmed Aga Zâviyesinde
seccâde-nişîn-i irşâd ve Câmi‘inde va’z u nasîhât-i ‘ibâd eyleyip ba’dehû bin yüz beş
târîhinde yine medîne-i Kostantıniyye’de vâkı’ Vâlide Sultân ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân
Câmi‘-i şerîfi va’ziyyesi kendülere tevcîh buyurulup bu hâl üzre evkât-güzâr iken bin yüz on
iki Şevvâlinin yigirmi dördüncü ehad günü rahmet-i Rahmân’a şitâbân ve ‘âzim-i dâr-ı cinân
oldular. Zâhir ü bâtını ma’mûr bir zât-ı fezâ’il-mersûm idiler kim gürûh-ı meşâyih-i kirâm
zamân-ı hayâtlarında vücûd-ı ‘âlîleri ile igtinâm ederlerdi. Şeb ü rûz halvet-hânelerinde ‘ilm
ü ‘ibâdetle mukîm ve ‘ilm-i zâhir ü bâtında zihn-i şerîfleri müstakîm bir zât-ı sütûde-sıfât idi.
Tarîkat-ı Halvetiyye meşâyih-i kirâmından güzerân eyleyen meşâyihin terceme vü beyânında
Hediyyetü’l-İhvân-nâm bir te’lîf-i celîlü’ş-şânı ve etvâr-ı seb’a beyânında Mi’yârü’t-
Tarîka ismi ile şehîr bir eser-i bî-nazîri ve sâ’ir âsâr-ı kalemi oldugundan gayrı Nazmî
mahlası ile müretteb Dîvân-ı celîlü’l-’unvânı vardır. Bu güftâr ol bülbül-i gülzâr-ı esrârın
cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Gam degil geşt-i gülistân etmesem bülbül gibi
Eksik olmasın hemân destimde sâgar gül gibi
Târ ü mâr eyler girer aralarına rûzgâr
Bir yere cem’ olsalar âşüfteler kâkül gibi
Hûn-i eşkimle tola destimde sâgar Nazmiyâ
Bir karanfüldür ki gitmez hîç elimden gül gibi
NAZÎR
Ol vücûd-ı bî-nazîrin nâm-ı nâmîleri İbrâhîm olup bu mecelle-i celîlede harf-i lâm’da
Lebîb mahlası ile sebt ü tahrîr olunan Kâmî Efendi’nin birâderi Mustafâ Efendi’nin
mahdûmları olan zât-ı pür-hünerin birâder-i kihteridir. Hânedân-ı kemâlden ma‘ârif kendilere
bi’l-irs intikâl eyleyen erbâb-ı makâldendir. Maskat-ı re’sleri olan şehr-i Edirne
Mahkemesinde (kitâbetde) olurlardı. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Zülfünle o hâl-i siyehin gülşen-i âne
Murg-i dili sayda biri dâm u biri dâne
NAZÎM
Ol her dem tâze mîve-i bâg-ı edânın nâm-ı hayât-bahşâları Yahyâ’dır. Zât-ı sütûde-
sıfatları perverde-i enderûn-ı şehr-i İrem-nazîri olan dil-berânının lebleri gûyâ birer kirâs-ı ter
ve çeşm ü dîdeleri bâdâm ve sîb-i zenehdânları tuhfe-i bâg-ı bahâ olup pistânları turunc-ı tâze
ile hüsn-i letâfetde ber-â-ber olan cevâhir-i ma‘rifetin kânı ‘âlem-i dünyânın bâg-ı cinânı
medîne-i kâ’inât-makbûl şehr-i İstanbul’dandır. Tahsîl-i ma‘ârif-i vefîr ve tekmîl-i ‘avârif-i
kesîrden sonra hâssaten ‘ilm-i mûsikîde ‘alem ve ol fenn-i ‘âlî-makâmın üstâdânı
miyânesinde müsellem olup nice rûzgâr ‘ilm-i edvârda gûyiyâ felekle bile devr ü güzerân ve
ol ‘ilmin Hvâce-i cihânı olup velvele-i nâmı tâs-ı felegi leb-rîz-i âvâze-i nâm ü şânı eyleyen
üstâdlardandır. Zât-ı dakâyık-şinâsı ol fenn-i bî-hem-tâda şu rütbe sâhib-i mahâretdir ki hâlâ
âgâze olunan makâmlardan bir makâm yokdur ki ol ser-defter-i erbâb-ı tıbâ’ anda bir vâfir
beste vü semâ’î ihtirâ’ etmemiş ola. Nukûş-ı mecmû‘a-i enâm kâr-ı nâzik-reftârları ile tahsîl-i
revnak-ı tâm ve nâm u nişânı şi‘r ü mûsikîde zât-ı vâlâsı gibi ‘âlî oldugu mâlâ-kelâmdır. Bu
bâg-ı ‘âlemde vücûd-ı bih-bûdları bu gûne ter-mîve-i bahâr-ı ‘irfân-ı bî-hazân oldugundan
kendilere medîne-i Kostantıniyye’nin mîve bâzârbaşılıgı hatt-ı hümâyûn-ı şevket-makrûn ile
kendülere tevcîh ü ihsân olunup hâlâ o hidmetle çerezlenip dâ’imâ devlet-i ‘adâlet-masîre
du‘âda bir pîr-i rûşen-zamîr ve şu‘arâ-yı ‘asrımızdan bir şâ‘ir-i üstâd-ı muvaffak-ta’bîrdir.
Evâ’il-i hâlinden beri güftâr-senc oldugu makâl bir yere cem’ ü imlâ olunsa birkaç dîvân-ı
belâgat-’unvan cem’ ü peydâ olmak bî-merâdır. Hâlâ müretteb Dîvân’ı ve harîr-bâf-ı nesc-i
edâsı olmak müte’azzir olan zemînlerde tab‘ının cevlânı oldugundan gayrı yalnız na’t-ı
nebevîde her harfi câmi’ ber-kâ’ide müretteb Dîvân’ı vardır. Hâsılı vücûdu mahz-ı bereket
bir pîr-i pür-ma‘rifetdir. Bu birkaç güftâr ol şâ‘ir-i ‘âlî-mikdârın cümle-i âsarındandır. Âsaf-ı
‘asr olan sadr-ı a’zam vezîr-i pür-ihsân ü mükerrem devletli sa’âdetli İbrâhîm Paşa
hazretlerine verdikleri kasîde-i mültezimdendir.
Kasîde
Ne gedâyım ne ser ü sâmândayım yâ Rab meded
Pîç ü tâb-ı gayret-i akrândayım yâ Rab meded
Yûsuf-ı maksûdu göster çeşm-i Ya’kûb-ı dile
Zâr u giryân külbe-i ahzândayım yâ Rab meded
Meclis-i efkâr-ı dûr-â-dûrdan eyle halâs
Ayagımla gûyiyâ zindândayım yâ Rab meded
Kalmışım künc-i ferâmûşîde hayrân u hamûş
Çok zamândır gûşe-i nisyândayım yâ Rab meded
Gonca-i âmâlimi bir lahza handân görmedim
Bülbül-i şeydâ gibi efgândayım yâ Rab meded
Âstînimden akıp deryâ eder dâmânımı
Mâ-cerâ-yı dîde-i giryândayım yâ Rab meded
Şeş cihetle çâr erkâna sıgışmaz etdigim
Şeş cihetle gerçi çâr erkândayım yâ Rab meded
Ve lehû Gazel
Çeşmi der-hâbdır ebrû-yı girih-gîrinden
Fitne bîdâr olamaz haşyet-i şemşîrinden
Toldu sandûka-i sînem gibi kandîl-i derûn
O kemân-ebru-yı peykân-nigehin tîrinden
Dahı nâ-ceste iken nâvek-i nâ-geh eseri
Zahm-ı dil tâzelenip sür’at-i te’sîrinden
Âyine-hâne-i kalbimde dahı ‘aks edeli
Kanda baksam alamam dîdemi tasvîrinden
Âhû-yı Çîn-i Hıtâ vü Hoten’i eyleye mest
Nefha-rîz olsa sabâ vâdi-i nahcîrinden
Şerh-i rummân-ı lebinde iki şakk oldu Nazîm
Hâme-i şehd-i zebân lezzet-i ta’bîrinden
NAZÎMÂ
Vilâyet-i fâhire Buhârâ’dan olup Çorlulu ‘Alî Paşa merhûmun vezâretinde Özbek
elçisi ile Devlet-i ‘Aliyyeye gelip dört ay medîne-i Kostantıniyye’de karâr eyleyip ba’dehû
Mekke-i mükerremeye gidip hacc eyledikden sonra yine Kostantıniyye’ye gelip ol diyârda
sükûnet ü karâr ihtiyâr eylemişdir. Gürûh-ı Nakşibendiyye’den âlüfte bir dervîş-i pâk ve
Fârisî eş‘ârda zihni be-gâyet çâlâkdır. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
108œ—«œ fH- d¾- —œ ÈU2 v¹u¹ ˆbs“ UÔ œu� œ—«œ fHs UÔ —uM¥� dL� Ë
—«cJ� vJM×�
Ve lehû
109 ÊËd� bΫ »UÔ Ë ZšÄ dÄ U£ œŠ« ZM½ d� “« b£bš¦ v×¥�� ÊU2 rFM¦
‰U¦ È«d� “«
Ve lehû ez Türkiyyât
Dehen açılmaya hatt-ı lebi ma’lûm olmaz
Ma’ni-i nâme-i pîçîdesi mefhûm olmaz
Yâr içün tâze gazel söyleyelim kaddi gibi
Öyle bir mısra‘-ı berceste-i manzûm olmaz
NA’ TÎ
Nâmı Mustafâ’dır. Nu’ût-ı nebeviyye ‘aleyhi efzalü’s-salâti ve ekmelü’t-tahiyyeye
kemâl mertebe selîkası düşüp ol vâdîde pür-istihzâr olmagla mahlas-ı merkûmu teberrük edip
ihtiyâr etmişler idi. ‘Asr-ı Sultân Süleymân Han-ı Sânî’de vüzerâ-i celîlü’ş-şândan olup
defterdâr olan Hüseyin Paşa’nın ferzend-i ercümendi olup vâlid-i sütûde-hısâlleri rahmet-i
Rahmân’a intikâl eylediginden sonra Enderûn-ı Sarây-ı Hümâyûna alınıp o beytü’l-’ilmde
terbiyet-kerde olup kat’-ı merâtib ederek isti’dâd-ı râtibi kendüyü sır kâtibi edip ba’dehû
pâdişâh-ı ‘âlem-penâh halîfe-i gerdûn-iktidâr şevket-penâh ‘azamet-câh şevketli mehâbetli
108 Be-tengî b’ügzer ü ‘ömr-i suhanver tâ nefes dâred / Buved tâ zinde tûtî cây der-kabr-i kafes dâred: Şairin ömrü yaşadığı sürece sıkıntılarla geçer, nasıl ki papağanın ömrü kabir gibi olan kafesinde geçiyorsa… 109 Ez-berây-ı mâl-i mün’im cân be-sahtî mî-dehed/ Ez ser-i künc-i ejdehâ pür-pîr ü tâb âyed bürûn: Kişi velinimetinin malından dolayı zor can verir, nasıl ki ejderhanın yakınında korkular ortaya çıkarsa…
Sultân Ahmed-i Sâlis efendimiz hazretlerinin zamân-ı sa’âdetlerinde etmegi ile taşra çıkıp
silahdâr kâtibi ba’dehû rikâb-ı hümâyûnda yeniçeri efendiligi vekâleti ba’dehû sipâh kâtibi
olup bu hâl üzre evkât-güzâr iken sene bin yüz otuz bir târîhinde intikâl eylediler. Nâzik-
tabî‘at bir ehl-i ma‘rifet idi. Cümle-i âsârından Kasîde-i Âmâlî’yi bir nâzik tahmîs ve bundan
akdem Cevrî merhûm ‘aşere-i mübeşşereden çihâr-yâr-i güzînin hilye-i şerîfelerin sebt ü
tahrîr edip bir nazm-ı celîl ve ‘ömrü vefâ etmediginden tekmîl edemedigi eser-i cemîle
muvaffak olup bunlar dahı sitte-i bakiyyenin hilye-i şerîfelerin zam ve nazm eyleyip bir
manzûme-i bî-nazîr ve ol eserin hâtimesinde bu beyt-i latîfi tahrîr eylemişlerdir.
Beyt
Umarım kim ola bu nazm-ı güzîn
Hüccet-i mesken-i firdevs-i berîn
Bundan mâ-’adâ nu’ût-ı nebeviyyede müretteb Dîvân’ı ve nâzikâne nice güftârı
vardır. Bu rübâ’î ol zât-ı bî-hem-tânındır.
Rübâ’î
Ey vahdetinin şâhid-i ‘adli ‘âlem
Vey kudretinin müsbiti tertîb ü hikem
Efkârımı ezkârımı tevhîdin edip
Mehcûr-ı rızân etme Hudâyâ bir dem
Nİ’METÎ
Nâm-ı ser-âmedi Ahmed’dir. Fi’l-asl Anatolu’da Bolu sancagından bir karyede
mütevellid olup Kostantıniyye’ye ‘azîmet ve şehr-i merkûm içre ol ‘asrda meşhûr-ı bi’l-
kemâl olan zât-ı ‘âlî-cenâb şâ‘ir-i mâhir ‘İsmetî Efendi dâ’ire-i ‘aliyyesine intisâb ve hidmet-i
şerîflerinde feyz-yâb olup giderek kethudâlıkları şerefin iktisâb edip feyz-i
mukarenetlerinden kesb-i hezâr ma‘rifetden sonra veliyy-i ni’metlerinin intikâlinden sonra
elindeki ser-mâye-i kitâbet ü ‘irfân kendilere küttâb-ı dîvân zümresine mülhak olmalarına
vesîle olup menâsıb-ı dîvândan teşrîfatçılık hidmeti ile müstahdem iken bin yüz yigirmi bir
senesi dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Bin şerm ile ruhsârına benzer gülü buldum
Zülf-i siyehin medh ederek sünbüli buldum
Bin ‘ömr-i girân-mâye deger müjde-i vaslın
Keyfiyyet-i la’linde o mâhın mülü buldum
Nİ’MET
Nâmı Ni’metu’llâh olmagla Ni’met tahallus eylemişdir. Kostantıniyye muzâfâtından
hazret-i Ebî Eyyûb-i Ensârî’de vücûda gelmişlerdir. Mevâlîden Devlet-i ‘Aliyyede
Burusa’dan ma’zûl Mektûbcu ‘Osmân Efendi’nin hafîdi olmagla ma‘ârife sa’y ü gûşiş ve şi‘r
ü inşâya hayli verziş eylemişdir. Lisânı pâk bir şâ-ir-i huceste-idrâk olup iklîm-i fesâhatin ehl-
i makâli ve bâzâr-ı ma‘ârifin hâce-i kemâlidir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Meh-i ruhsârına bir hâle olup hatt-ı siyâh
Kapladı tâli’-i ferhundeyi zulmet eyvâh
‘Âlemi tutdu ziyâsı dahı bir günlük iken
Hele seyr eyle gönül on beşe varsın ol mâh
NA’ÎM
Hıtta-i Üsküdar’dan zâhir ü âşikâr olmuş bir zât-ı ma‘ârif-iktidârdır. ‘Asrında kubbe-i
lâciverd-gûnun altında Sarı Nâ’ib İsma’îl Efendi deyü şöhret-şi’âr olan erbâb-ı güftârdandır.
Bâlî Efendi merhûmdan mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl oldukdan sonra bin yüz
dört târîhinde Dersiyye-i İskender Paşa hâricine ‘âric olup mesrûr iken bin yüz altı Ramazân-ı
şerîfinde bu merhale-i fenâdan ‘ubûr eyledi. Müretteb Dîvân’ı vardır. Bu beyt anındır.
Beyt
Gülistânı-ı cihânda bir dönüm bâg-ı mahabbetdir
Mukîm-i kûy-ı ‘aşka zâd-ı vird-i halka-i tevhîd
NA’ÎMÂ
Nâmı Mustafâ ve zâtı Halebü’ş-şehbâ’dandır. Tahsîl-i dest-mâye-i ‘irfândan sonra
dâhil-i teberdârân-ı Sarây-ı ‘Atîk olup ba’dehû gürûh-ı küttâba mülhak ve vüzerâ-i kirâmdan
Kalaycı Ahmed Paşa cenâbına intisâb ve ol vezîr-i ‘âlî-şânın dîvân efendiligi rütbesin iktisâb
edip ba’dehû paşa-yı mesbûkü’z-zikr vezîr-i a’zam oldukda mer’i vü manzûru olup
muhterem ve Anatolu muhâsebeciligi ile mükerrem olmuş idi. Anlardan sonra gâh matrûd ve
gâh makbûl ve sonlarında bir müddet dahı Varadin’de şehîd olan ‘Alî Paşa’nın dâ’iresine
hulûl edip ba’dehû Şâm defterdârı olup Şâm-ı şerîfe revân olmuş idi. Ba’dehû bin yüz yigirmi
sekizde fevt olup terk-i zâviye-i cihân eyledi. Nev’i şahsına münhasır bir garîb ü ‘acîb şâ‘ir
olup her dem fikr-i beşîri hayâline tebşîr-i tarîk-ı yesîr u râhat ve kâmet-i bâlâ-yı hüsn-i
zannına hayyât-ı zann hüsn-i kabâ-dûzu her bâr murâdınca kat’ libâsın tahmîn-i suhûlet
eylediginden zu’munca zâtı pûte-i ma‘rifetin nefs-i kîmyâ-yı câvidânîsi ve mahkeme-i gayr-ı
marziyyü’l-hükm-i zâhirü’l-hilâf-ı ‘akâyidin bi-’aynihî ‘aynü’l-kuzât-ı bî-müdânîsi olup
fenn-i edebiyyâtda mâhir ve tasavvuf gâ’ib olsa zu’munca îcâdına kâdir geçinip şol mertebe
da’vâ-yı mahâret eylerdi ki reftârı âyîne-i nümâyişde gûyiyâ Kasîde-i Hamriyye’yi tashîf ü
tebdîl ve elfâzına halel gelmedin ba’zı tasarrufla ma‘nâsın tagyîr ü tahvîl etmek ‘indinde bir
şey’-i kalîl görünürdü. Bundan mâ-’adâ ‘ilm-i dekke müte’allık ba’zı şu’bede ve hüner ve
kimyevî ‘amellerden ba’zı şey’ler izhâr eylerdi. El-hâsıl bir harîf-i zarîf-i lâ’übâli-meşreb ve
bir şâ‘ir-i vâsi’u’l müzehheb idi. Ancak fenninde mâhir ve nazm u nesr-i suhana kâdir idi.
Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân’da bir mükemmel târîhi ve nazm u nesr vâfir âsârı ve kasâ’id ü
gazeliyyât ve mukatta’ât u müfredâtdan nice eş‘ârı vardır. Bu güftâr âsârındandır.
Matla’
‘Aşkımı efzûn eden hat mı ya ol rû mudur
Zîb-i çemenzâr-ı ân lâle mi şeb-bû mudur
mütercem-i nâzik-kelâm vüzerâ-i kirâmdan bir zât-ı pür-ihtirâmda ferşîde olmuş bir
eyüce ihrâm görüp der-hâl ol makâmda bu güftâr ile ihrâm-ı merkûmu cerr etmege kıyâm
eylemişlerdi.
Ve lehû
Safâ-yı kalb ile sa’yim bu ey düstûr-ı sâhib-nâm
Müretteb âsitânın eyleyem takbîl ü istîlâm
Harîm-i Ka’be-i kûyun tavâfa eyledim niyyet
Misâl-i hâcı ‘uryânım ‘inâyet eyle bir ihrâm
NAKŞÎ
Ol ‘azîz-i bihîn-temyîz-i vâcibü’t-tekrîmîn nâm-ı nâmîleri İbrâhîm olup zât-ı vâlâları
kân-ı hezâr-’irfân olan Kostantıniyye’den sâl-i hicrînin bin elli birinci târîhinde nümâyân
olup tahsîl-i dest-mâye-i fehm ü zekâdan sonra Koca Mustafâ Paşa şeyhi merhûm u magfûr
‘Alâ’ü’d-dîn Efendi’den ahz-ı yed-i inâbet ve ol tarîkate murâd üzre hidmet ve nâ’il-i feyz ü
bereket olup haremgâh-ı ‘irfân ü sedâd olan kalb-i şerîflerinden naşk-ı mâ-sivâyı bi’l-külliye
ib’âd eylediklerinden sonra bin toksan senesi hudûdunda hacc-ı Beytu’llâhi’l-harâm ve
ziyâret-i Ravza-i Mutahhare-i seyyidü’l-enâm ‘aleyhi efzalü’s-salâti ve ekmelü’s-selâm ile
karîrü’l-’ayn-ı şevk u garâm olup ba’de kazâ’i’l-vatar yine maskat-ı re’sleri olan şehr-i
defînetü’l-berekeye güzer edip zühd ü takvâ ile evkât-güzâr-ı subh u mesâ iken bin toksan
yedi târîhinde medîne-i Kostantıniyye’de Galata-nâm şehrin muzâfâtından Rûmeli Hisârı’nda
vâkı’ Fâtih Sultân Mehemmed Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân Câmi‘-i şerîfinin va’ziyyesi
verilip ba’dehû medîne-i Üsküdar’da vâkî’ Vâlide Sultân-ı ‘Atîk Câmi‘-i şerîfine nakl
ba’dehû bin yüz altı târîhinde Şeh-zâde Sultân Mehemmed Han va’ziyyesine menkûl olup ol
câmi’-i şerîfde va’z u nasîhat ile hidmet-i ‘ibâdetde olup bu hâl üzre evkât-güzâr-ı eyyâm u
leyâl iken bin yüz on dört Saferinin yigirmi altınca sebt günü rahmet-i Rahmân’a intikâl
eyledi. Esnâ-yı intikâllerinde erbâb bi’l-cümle mâtem edip nâlân ve erbâb-ı güftâr fevtine
târîh ve mersiye-hˇân oldular. Ez-cümle bu mecelle-i celîlede harf-i râ-i mühmelede evsâfı
keşîde-i silk-i beyân olan Râzî ‘Abdü’l-latîf Efendi’nin şeyh-i merkûmun intikâline:
Cennetde de ey Nakşî gel hû diyelim yâ hû
târîhi meşhûr-ı cihân olmuş idi. Mütercem-i mezkûr zâhir ü bâtını ma’mûr bir vücûd-ı
fezâ’il-mevfûr idi. Sâ’ir fezâ’ilinden gayrı şi‘r ü ilâhiyyâtda dahı nazîri nâ-yâb bir zât-ı vâlâ-
cenâb idi. İlâhiyyâtı meşhûr ve makbûl-i cümle-i cumhûrdur. Anlardan mâ-’adâ lisân-ı mecâz
üzre gazeliyyatı ve nice âsârı ve nâzik ü latîf güftârı vardır. Bu beyt-i dil-ârâ ol zât-ı
vâlânındır.
Beyt
Şarâb-ı la’l-i nâbın nûş edenler
Leb-i yâre bir içim su dediler
Ve lehû
Şol ‘arak kim zeyn ola gül-gûne-i ruhsârda
Bir gül-âb-ı tâzedir kim verd-i hamrâdan çıkar
Mütercem-i merkûm ‘azîz-i merhûm nâdî-i vâdî-i aşkına münâdî şevk u
garâm-ı mübâdî olan âh u feryâdını tasavvufâne bu beyitle bir ilâhî-i şerîflerinde ta’bîr
etdikleri edâ-yı dil-pezîri hak budur ki derece-i ‘ulyâ-yı fesâhat-i tâmm oldugu müttefikun
‘aleyh-i erbâb-ı kelâmdır ki ol hâlet-i bî-tedbîri bu beyt-i kerâmet-ta’bîr ile takrîr buyururlar.
Beyt
Dâg yakmış şerha çekmiş sînesin çâk eylemiş
Böyledir ‘âlemde Nakşî hâl-i müştâkân-ı ‘aşk
NİGÂHÎ
Ol nûr-ı hadaka-i vefânın nâm-ı nâmîleri Mustafa’dır. Şem’-i şebistân-ı ‘irfân olan
vücûd-ı fâ’iku’l-akrânları Yenişehirfenâr’dan nümâyân olup Kara Mustafâ Paşa merhûmun
sadâretinde büyük tezkireci olup toksan beş târîhinde vâkı’ Beç seferinden sonra tekâ’üd
ihtiyâr ve maskat-ı re’si olan belde-i mesbûkü’z-zikrde karâr eylemişdi. Ba’dehû yüz üç
Şa’bânında Hâcî ‘Alî Paşa merhûm vezîr-i a’zam oldukda sâniyen büyük tezkirecilik
hidmetinde ve baş rûz-nâmede istihdâm olunup ke’l-evvel refâhiyyetle evkât-güzâr-ı eyyâm
u leyâl iken bin yüz dört sâlinin Şa’bânında dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Serî’ü’l-kalem hoş-
rakam hurde-bîn bir şâ‘ir-i bihterîn idi. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Gitmez hayâl-i ‘ârızı çeşm-i pür-âbdan
Hâlî degil bu şîşe-i pür-nem gül-âbdan
Sîm-âb gibi olsa perâkende cân ü dil
Kurtulmazın firâkın ile ıztırâbdan
NİKÂTÎ
Nâmı Ahmed’dir. Ol bülbül-i gülistân-ı kelâm dârü’n-nasri ve’l-meymene şehr-i
Edirne’de Nev-bahâr Mescidinde imâm olup ol beldede ikâmet ve ol hâl üzre kıyâm eylerken
bin yüz senesi hilâlinde dâr-ı bekâya ‘azm ü hırâm eyledi. Bu beyt anındır.
Beyt
Çâk çâk oldu dilim şâne gibi sad-pâre
Hat-ber-âverde benim tâze cevânım diyerek
NİKÂTÎ-İ DÎGER
Nâmı ‘Alî’dir. Kân-ı ‘irfân şehr-i Kostantıniyye’den nümâyân olmuşdur. Kibâr-ı
enâmın birinden mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl oldukdan sonra Rûmeli kuzâtı
silkine münselik olup esnâ-yı mülâzemetde gâh medîne-i Kostantıniyyenin Kısmet-i
‘Askeriyye Mahkemesinde ve gâh ba’zı mehâkimde hidmet-i kitâbetde olurdu. Bu hâl üzre
evkât-güzâr iken sene bin yüz yigirmi yedi hilâlinde intikâl eyledi. Bu güftâr cümle-i
eş‘ârındandır.
Beyt
Görünse rûy-ı Leylî bend ederdi revzen-i çeşmin
Gözünden sakınırdı sevdigin Kays-ı belâ-dîde
NİGÎNÎ
Nâm-ı emcedleri Mehmed’dir. İstanbul’dan ser-nümâ vü ser-âmed olup ma‘ârifde
müşârün bi’l-benân-ı akrân oldukdan sonra Kara Hasanoglu demekle ma’rûf ve yeniçeri agası
ve ba’dehû İstanbul kâ’im-makâmı olan Mustafâ Aga’nın mührdârlıgı şerefiyle rûz-nâmçe-i
hâli mümzâ vü mahtûm olup mühr-i Süleymânî gibi her zamân ü zemînde beyne’l-’urefâ
ma’rûf ve beyne’l-’ulemâ ma’lûm bir zât-ı letâ’if-lüzûm olmagla âferîn-i zurafâ elden ele
gezip bu tarîk ile Hâtem-i Tayy gibi nâm-âver kâm-perver iken bin yüz otuz dört senesinde
hatm-i mecelle-i celîlemizden mukaddemce sikke-i nâmın hakkâk-i felek mermer-i
mezârında hakk eylemiş idi. Bu beyt anındır:
Beyt
Nigînî dil ser-â-pâ zahm-hvâr-ı tîg-i hicrândır
Sebeb bu inşirâh-ı kalbe nakş-ı nâm-ı cânândır
ŞEYH NÛRÎ
Bunlar ma’rûf u meşhûr olan ‘Abdü’l-ahad Nûrî degildir. Belki bu mecelle-i
celîlemizde bu harf-i nûnu vely eyleyen harf-i vâvda Vahyî mahlası ile keşîde-i silk-i tahrîr
kılınan Balat şeyhi es-Seyyid Mehmed Efendi’nin vâlid-i kesîrü’l-mahâmidleri Şeyh es-
Seyyid Hasan Efendi’dir ki bin yigirmi tokuz Saferü’l-hayrında sahn-ı pehnâ-yı vücûda
kadem basıp tahsîl-i ma‘ârif eyleyip şöhre-i cihân ve makbûl-i cihâniyân olduklarından sonra
bin yetmiş dört Şevvâlinde medîne-i Kostantıniyye’de Balat’da vâkı’ Ferruh Kethudâ
Zâviyesinde şeyh olup bin yüz Muharreminde dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Pür-’irfân bir şeyh-
i celîlü’ş-şândır. Bî-bedel ilâhiyyâtı ve nâzik güftârı ve tasavvufâne nice eş‘ârı vardır. Bu
matla’-ı tıbâk-san’at anındır.
Senin esrârını keşf ede bir dil
O dili zü’l-fikâr ile iki dil
NEHCÎ
Kasaba-i Besni’den zuhûr etmişlerdir. Gürûh-ı Mevleviyândan ve sâdât-ı kesîrü’l-
berekâtdan Şerîf Nehcî demekle şöhret-şi’âr bir merd-i rûzgâr idi. Bu güftâr cümle-i
âsârındandır.
Beyt
Kaysveş âşüfte-magzım reh-güzâr-ı yârda
Eşk-rîz-i hasret oldum sîne-i pâ-mâl ile
NİYÂZÎ
Ma’rûf u meşhûr olan Şeyh Mısrî Mehmed Efendi merhûmdur. Maskat-ı re’sleri
Anatolu’da Malatiyye’de Soganlı-nâm karyeden olup ahz-ı feyezânı belde-i Kâhire-i Mısır’da
olmagla Mısrîlik ile şöhret-şi’âr olmuşdur. Vefâtları yüz beş târîhindedir. Hikâyet ü rûz-
nâmçe-i ahvâlleri şeb-i yeldâ gibi dûr-â-dûr olup vazîfe-i tevârîh olmagla tatvîl-i kelâm
olunmayıp bu mecelle-i celîlede ancak tahrîr-i nâm ve ilâhiyyâtda müdevven Dîvân’ından
bir mikdâr güftârın keşîde-i silk-i sutûr kılınmagla iktifâ olunmuşdur.
İlâhî
Esmâ-i ilâhiyyede bî-hadd hünerim var
Her demde semâvât-ı hurûfa seferim var
Gönlüm gögünün yıldızının hîç ‘adedi yok
Her burcda benim bin güneş ü bin kamerim var
‘Âlemlere ebced hâcesi olmak olurdu
Alçak görünen ebcede ‘âlî nazarım var
‘Arşı vü semâvâtı hurûfun budur el-hak
Hem dahı zemîninde dükenmez güherim var
Bununla bir oldu dem-i cÎsâ ile Mısrî
Gönlüme dahı ne gelir ü ne giderim var
Tahmîs
Gözlerini noldu bîdar eyledin
Âh u efgânı sana kâr eyledin
‘Aşk oduyla içini nâr eyledin
Noldu bülbül işini zâr eyledin
Ne sebebden ‘azm-i gülzâr eyledin
Noldu aglarsın ne eylersin taleb
Bu dükenmez derdine noldu sebeb
Güldeki dildârı mı gördün ‘aceb
Noldu bülbül işini zâr eyledin
Ne sebebden ‘azm-i gülzâr eyledin
Bu fenâ gülzâra tâlibsen eger
Hîç bekâsı yokdur anın tîz geçer
Bu fenâ içre bekâ duydun meger
Noldu bülbül işini zâr eyledin
Ne sebebden ‘azm-i gülzâr eyledin
Ber-karâr olup biraz eglenmedin
Dâ’im aglarsın durup dinlenmedin
Kimse bilmez hâlini anlanmadın
Noldu bülbül işini zâr eyledin
Ne sebebden ‘azm-i gülzâr eyledin
Bunca hasretden de cânın ne sezer
Firkatin günden güne artıp gider
Lutf edip gel ver Niyâzî’ye haber
Noldu bülbül işini zar eyledin
Ne sebebden ‘azm-i gülzâr eyledin
NEYLÎ
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Şemsü’l-ma‘ârif-i sipihr-i ‘irfân olan mihr-i dırahşân-
ı zât-ı fâ’iku’l-akrânı ufkü’s-sa’âde-i şehr-i Kostantıniyye’den nümâyân olmuşdur. Ecille-i
sudûr-ı kirâm ve ‘ulemâ-i ülü’l-ihtirâmdan İstanbul’dan ma’zûlen vedâ’-ı ‘âlem-i fânî
eyleyen fuzalânın bülendi Mîrzâ Mehmed Efendi merhûmun küçük mahdûmları olup tahsîl-i
‘ulûm-ı kesîre ve tekmîl-i ma‘ârif-i vefîreden sonra vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidlerinin
bin seksen tokuz târîhinden Mekke-i mükerreme kazâsı teşrîfâtından mülâzım olup evvel-i
kademe-i ihtirâm olan süllem-i tarîk-ı ikrâma irtikâ ve sene bin yüz tokuz târîhinde şeyhü’l-
islâm ve müfti’l-enâm es-Seyyid Feyzu’llâh Efendi Merhûmdan Dârü’l-hadîs-i Ca’fer Aga
hâriciyle kam-revâ olup bin yüz on birde yine anlardan hareket-i hâric ile Sayyâdbaşı
Medresesine ba’dehû bin yüz on üç târîhinde yine anlardan ibtidâ-i dâhil ile Timürkapu
Ahmed Paşa Medresesine geldiklerinden sonra bin yüz on altıda meşâyih-i İslâmiyye’nin
bülendi Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi’den Mi’mâr Kâsım Medresesiyle sarây-ı
ârzûların ta’mîr ve bin yüz on sekiz Şa’bânında yine anlardan mûsıla-i Sahn ile ûlâ-yı
Zekeriyya Efendi Medresesiyle tevkîr olunup bin yüz yigirmi bir Cumâdâsında merhûm u
magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi’den Sahn-ı
Semândan biriyle dil-şâd ve ol sâlin âhirinde yine anlardan ibtidâ-i altmışlı ile Nûh Efendi
Medresesiyle ber-murâd ve bin yüz yigirmi ikide yine Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi
merhûmdan Sinân Paşa Medresesine hareket ve bin yüz yigirmi beşde Mahmûd Efendi’den
mûsıla-i Süleymâniyye ile Kalender-hâne Medresesine kıyâm ve bin yüz yigirmi tokuzda Ebû
İshak fazîletli İsma’îl Efendi hazretlerinden hasretü’l-müderrisîn olan Medâris-i
Süleymâniyyenin biriyle ikrâm buyuruldukdan sonra bin yüz otuzda erîke-nişîn-i sadr-ı fetvâ-
yı ‘âlî-makâm ve hallâl-ı müşkîlât-ı enâm olan fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi
hazretlerinden İzmir mevleviyyetine vusûl ve esmâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol mansıbdan
ma’zûl idiler. Hakkâ ki zât-ı ‘âlîleri hilye-i kemâl ile ârâste vücûd-ı bih-bûdları fazl u efzâl ile
pîrâste bir mahdûm-ı necâbet-mersûmdur. Mevrûs-ı hânedân-ı kemâlleri olan fazl u salâh-ı
hâlden mâ-’adâ zamânede şi‘r ü inşâda dahı yegâne bir zât-ı bî-bahânedir. Mahâret-i kemâl
ve zât-ı sütûde-hısâlleri ma’rûf-ı cümle-i enâm oldugundan evsâf u mahmidetleri tafsîle hâcet
yokdur. Binâ berîn medâyih-i şerîflerinde ıtrâ olunmayıp âsâr-ı bî-hem-tâlarından bu
güftârların tahrîr ile iktifâ olundu.
Gazel
Geşt-i künişde oldu o serv-i çemen çemân
Büt gibi kaldı hayret ile bir hemen hemân
Dârû-yı derd-i ‘aşk leb-i nûş-ı handidir
Renc-i firâkdan apulur anı emen emân
Verdi behişt-i heşti Hudâ cins-i tâ’ate
Bâzâr-ı fazlda olur ednâ semen semân
Ta’vîz-i hüsn olup hat-ı müşgîn-midâd ile
Oldu görünce anı nice Ehrimen remân
Ya’kût-ı la’l-i dil-beri gördükde Neyliyâ
Reşk ile oldu hâl-ı ‘akîk-i Yemen yamân
Harfü’l-vâv
Harf-i vâv’a kasd-ı tahrîr eyleyip
Etdik erbâbın o harfin hep beyân
Anda da Vâlî’den edip ibtidâ
Hâl ü şânın eyledik anın ‘ayân
VÂLÎ
Ol seyyid-i sahîhü’n-nesebin ve ol gül-gonca-i ser-sebz-i gülistân-ı hasebin nâm-ı
nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’r-rahmân olup Ankara’da imâm u muktedâ olmuş bir merd-i
hünermendin ferzend-i ercümendidir. Tahsîl-i fezâ’il-i kesîre ve tekmîl-i kemâlât-ı vefîre
eylediklerinden sonra medîne-i Kostantıniyye’ye hicret eyleyip bi’l-istihkâk şeyhü’l-islâm ve
müfti’l-enâm Minkârî-zâde Yahyâ Efendi’den mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl
oldukdan sonra bin seksen Cumâdâ-yı âhiresinde Bâzergânbaşı hâricine ‘âric ve seksen bir
Muharreminde Ümmüveled Medresesine ve seksen üç Muharreminde Sekbân ‘Alî
Medresesine ve seksen dört Recebinde Şeyhü’l-islâm Mu’îd Ahmed Efendi Medresesine ve
seksen yedi Ramazânında Medâris-i Sahn-ı Semândan birine ve seksen sekiz Zü’l-ka’desinde
Zâl Paşaya ve toksan bir Muharreminde sâniye-i İbrâhîm Paşaya ve toksan üç Zü’l-hiccesinde
medrese-i merkûmenın ûlâsına ve toksan yedi Cumâdâ-yı ûlâsında Medâris-i
Süleymâniyyeden birine ve toksan sekiz Recebinde Dârü’l-hadîs-i Süleymâniyyeye gelip
itmâm-ı medâris-i tarîk eylediklerinden sonra toksan tokuzda nakîbü’l-eşrâf ve Burusa
pâyesiyle arpalıklar zamm olundu ve nikâbetde iken İstanbul pâyesi ve Anatolu kâzî-
’askerligi pâyesi olup yüz bir Ramazânında mansıb-ı nikâbetden ma’zûl oldular. Ba’dehû yüz
iki Şa’bânında Rûmeli pâyesiyle ikrâm olundular. Bu hâl üzre evkât-güzâr-ı eyyâm u leyâl
iken bin yüz yigirmi yedi Ramazânında rahmet-i Rahmân’a intikâl eylediler. Ehl-i ‘ilm ü
sâhib-fazîlet zekî vü fatın bir vücûd-ı pür-ma‘rifet idi. Şugl-i dersden esnâ-yı ferâgda eş‘âra
ragbet edip teşhîz-i zihn ederlerdi. İlâhiyyât ve gazel ve müfredât ve kıt’a makûlesinden katı
çok güftârı vardır, beyt:
Ey Hudâ’dan lutf u ihsân isteyen
Mevlid-i pâk-i Resûlu’llâh’a gel
ilâhîsi bunlarındır ve şehr-i Kostantıniyye’nin Bogaziçi’nde revnak-efzâ-yı leb-i
deryâ olan mesîrelerden Sâhil-hâne-i Mîrgûn-zâde hakkında beyt:
Cinândan kıt’adır derdim bize Vâlî bu gülşende
Mü’ebbed olsa ger zevki çemenzâr-ı Emîrgûn’un
bu zât-ı bî-’adîlindir. Bunlardan mâ-’adâ meclis ü makâma münâsıb nice kıt’alar ve
müfredler ve nice ser-âmed gazeller tarh eylemişdir. Bu güftâr da ol fâzıl-ı nâmdârın ma’dûd
olan eş‘ârındandır.
Beyt
Ol süvâr esb-i hayâle kûy-ı cânâna eriş
Nâme-i eşvâkı irsâle kebûter elde bir
Derd-i hicrâna devâ eyle leb-i dildâr ile
Sâgar-ı pür-bâde-i yâkût-ı hamrâ elde bir
VÂHİB
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Alî’dir. Devlet-i ‘Aliyye ‘ulemâ-yı kirâmının
fukahâsından tarîk-i ‘aliyye-i ‘Osmâniyye’den İstanbul kazâsından ma’zûl ve hidemât-ı
‘aliyyede pesendîde-i fuhûl olan ‘ulemânın ercümendi Sun’u’llâh Efendi’nin büyük
mahdûmlarıdır ki zihni hadîd fikri sedîd bir zât-ı sütûde-sıfâtdır. Mahâdîm-i kirâma muhtass
olan mülâzemetle ikrâm buyuruldukdan sonra bin yüz yigirmi iki târîhinde merhûm u
magfûr el-vâsılu ilâ bahri rahmeti Rabbihi’l-gafûr meşâyih-i İslâmiyye’nin pîr-i rûşen-zamîr-
i bülendi Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden bâ-imtihân ibtidâ-i hâric elli ile Monlâ
Çelebi Medresesiyle çerâg-efrûhte buyurulup mesrûr ü handân ba’dehû bin yüz yigirmi altıda
Şeyhü’l-islâm Mahmûd Efendi’den hareket-i hâric ile Yûnus Paşaya ve bin yüz yigirmi
tokuzda şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm fazîletli Ebû İshak İsmâ’îl Efendi hazretlerinden
ibtidâ-i dâhil ile Hüsâmiyye Medresesine ve bin yüz otuz iki Saferinde şeyhü’l-islâm ve
müfti’l-enâm fazîletli mekrümetli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden sâniye-i
Nişâncı Paşa Medresesine gelip esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde ol medrese-i celîlede idiler.
Hakkâ ki kelâmı mevzûn zâtı nâdire-gûn olan erbâb-ı ma‘ârifden olup kasâ’id ü gazeliyyât u
kıta’âtına nihâyet ve ceste ceste bi-hasebi’l-iktizâ güftâr-senc oldugu eş‘âra hadd ü gâyet
yokdur. Bu birkaç güftâr ol zât-ı nâzik-etvârındır.
Gazel
‘Âlem bakılsa hep mütegâyir degil midir.
Âdem esîr-i bend-i ‘anâsır degil midir
Pîş-i sutûr-ı nâmeye zîver-nümûd olan
‘Arz-ı hulûs-ı devlete dâ’ir degil midir
Cellâd-ı gamze dest-be-dest-i nigâh olan
Ehl-i dilin helâkine hâzır degil midir
Ve lehû
Ne dem fart-ı gamımdan olsa ger sûz-ı derûn peydâ
Hurûş-ı eşk-i çeşmimden olur seyl-âb-ı hûn peydâ
VÂKIF
Nâm-ı nâmîleri Yahyâ’dır. Ol seyyid-i ser-sebz-i gülistân-ı siyâdet ve ol bülbül-i
hezâr-dâstân-ı bâg-ı ma‘rifet bu mecelle-i celîlede harf-i fâ’da evsâf-ı cemîlleri keşîde-i ser-
safha-i temhîd olan Fâyiz es-Seyyid ‘Abdu’r-rahîm Efendi’nin mahdûm-ı sa’îdleri ve ke-zâlik
harf-i ‘ayn-ı mühmelede ezkâr-ı celîlleri zîver-ârâ-yı sutûr olan ‘allâme-i nihrîr fâzıl-ı
mülhemü’t-ta’bîr fuzalânın bülendi ‘Abdü’l-bâkî ‘Ârif Efendi’nin hafîdidir. Vâlid-i mâcid-i
kesîrü’l-mahâmidimiz Mîrzâ Mustafâ Efendi hazretlerinin def’a-i sâniye Rûmeli kâzî-
’askerliginde bin yüz on târîhinde mülâzım ve kırk akça medreseden münfasıl olduklarından
sonra şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi merhûmdan def’a-i
ûlâsında bin yüz yigirmi târîhinde ibtidâ-i hâric elli ile Defterdâr İbrâhîm Efendi Medresesine
olup ba’dehû yine Ebe-zâde Efendi merhûmun def’a-i sâniyelerinde hareket eylediklerinden
sonra peder-i muhteremimiz fetvâlarında bin yüz yigirmi yedi târîhinde cedd-i emcedlerinin
hazret-i Ebî Eyyûb-ı Ensârî’de olan medreseleri intikâllerinden sonra binâ olunup henüz
tamâm ve kendilerin vasiyyetleri üzre dâmâdları olan mütercem-i mezkûrun pederleri itmâm
ve henüz bir nizâm vermekle hafîd-i sa’îdlerine tevcîh buyurulup bulundukları medreseden ol
medrese-i celîleye hırâm ba’dehû şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm Ebû İshak İsma’îl Efendi
hazretlerinden yerlerinde dâhil i‘tibâr olmagla ikrâm buyurulup ba’dehû şeyhü’l-islâm ve
müfti’l-enâm fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden Timürkapu’da Ahmed
Paşa Medresesine ve yine anlardan Bâlî Efendi Medresesine menkûl olup esnâ-yı tahrîr-i
tezkiremizde ol medresede idiler. Hânedân-ı ma‘ârifden zâtı ma’mûr bir zât-ı şerîf ve eş‘ârı
tâze-zebân-ı yek-edâ-yı latîfdir. Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Her nihâl-i serv-i gülşen tîrdir sensiz bana
Tavk-ı kumrî halka-i zih-gîrdir sensiz bana
Nâliş-ülfet ‘andelîb-i nagme-elvân-ı gamım
Hande-i gül bâ’is-i tekdîrdir sensiz bana
Nagme-i mutrib mükedder savt-ı bülbül dil-hırâş
Hâr-ı gam gülşende dâmen-gîrdir sensiz bana
Kayd-ı gamdan dil rehâ-yâb olmasa sâkî nola
Devr-i sâgar halka-i zencîrdir sensiz bana
Ey gül-i gül-bün-tırâz-ı nâz-ı bâg-ı ‘âlemin
Bûy-ı verdi mâye-i tenfîrdir sensiz bana
Sedd-i râh olsa nola âmed-şûd-i nezzâreye
Cûy-ı gülşen râh-ı pür-şemşîrdir sensiz bana
Gonca-i bâgı görüp Vâkıf hamûş olsa nola
Her biri mühr-i leb-i takrîrdir sensiz bana
Ve lehû
Etmiyor hîç eser âh-ı seher-gâh sana
Meger insâf vere hazret-i Allâh sana
Ve lehû
Eyler hemîşe râst-eser mihriken dürüst
Olmaz egerçi hatt-ı ‘akîk-i Yemen dürüst
Tîr-i ciger-şikâfına etmiş hedef beni
Şast-ı cefâsın ol kaşı yanın eden dürüst
Huşyâr olur mu ‘aşkın ile tâbe-rûz-i haşr
Bezm-i cihânda sâgar-ı mihnet çeken dürüst
Dil-bend-i ‘aşkıyım o bütün râstî bu kim
Ehl-i mahabbet içre gerekdir suhen dürüst
Gülşen-sarây-ı tab‘ına gül-çîn-i kâm olur
Hep gül-bün-i mahabbeti Vâkıf diken dürüst
VÂKIF-I DÎGER
Ol vücûd-ı bih-bûdun nâm-ı nâmîleri Mahmûd olup bu mecelle-i celîlede harf-i elif’de
tercemeleri sebk eyleyen ‘allâme-i devrân fâzıl-i cihân İshak Hvâcesi Ahmed Efendi
merhûmun mahdûmlarıdır. Maskat-ı re’sleri olan şehr-i Burusa’da müderrisîn-i kirâmdan
olup zš�« d� b¼u¼« 110 neş’esinden feyzmend olan zâtlardandır. Bu güftâr-ı dil-ârâ zâde-i
tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Beyt
Nigâh-ı şefkat eder mi ‘aceb o meh-pâre
Dil-i sitem-zede-i bî-karâr anıldıkça
Vücûdu ‘âşık-ı ser-geştenin gubârâsâ
Reh-i nigâra düşer rûzgâr anıldıkça
VÂSIF
Nâmı ‘Abdu’llâh’dır. Devlet-i ‘Aliyyede nice zamân şıkk-ı sâlis defterdârı olup
Muhteşem lakabı ile şöhret-şi’âr ve li-ecli zâlik bu cerîde-i cedîdede harfü’l-mîm’de o
mahlas ile keşîde-i kilk-i güher-bâr kılınan Şa’bân-zâde Mehmed Efendi’nin ferzendidir ki
110 El-veledu sırru ebihi: Çocuk, babasına benzer.
anlar da Dîvân-ı Hümâyûn küttâb-ı vâlâ-cenâbı zümresinden olup ol tarîkın kul ogullarından
olmagla fenn-i kitâbetde ‘azîm mümâreset tahsîl etmiş idi. Binâ’en ‘aleyh ba’zı paşalar
hazarâtına dîvân kâtibi olur idi. Egerçi bir âteş-pâre şâ‘ir-i bî-hemâl ve hiddet-i zihni maksûd
u merâma ceriyyü’l-intikâl idi fe-ammâ be-gâyet serî’ü’l-infi’âl olup ednâ şey’den kendüye
îrâs-ı keder eylemekde bî-ihtiyâr ve esnâ-yı gazabda yemîn ü yesârın fark etmege bî-iktidâr
olup belki nişestgâhında fikr edip tururken bir nice eyyâm-ı mukaddem bir kimesne ile
miyânesinde güzerân eyleyen dîrîne-i güzeştesin fikr ü tezekkür eyleyip kendi kendine
söylenip mütekeddir ve min-gayrı sebeb ol mâ-fâtı tezekkür sebebi ile ‘ayneyninden dümû’-ı
te’essüf mütekâtır olur idi. El-hâsıl gazabı vâfir ‘afvı nâdir idi. Bin yüz yigirmi tokuzda dâr-ı
bekâya intikâl eyledi. Bu güftâr anındır.
Beyt
Hem-tâ bulunmaz ey gül-i nâzik-beden sana
Oldum hezâr nagme-zen-i ‘aşk ben sana
Zülfünden olma dûr çekersin firâkını
Vâsıf o kâr-hâne-i Çîn’dir resen sana
VÂSIF-I DÎGER
Nâmı Ahmed zâtı ser-âmed bir serv-i gülistân-ı hezâr-’irfân olup hadîka-i nihâlistân-ı
zekâ olan diyâr-ı Burusa’dan nümâyân olmuşlardır. Peder-i muhteremleri ol diyârda zümre-i
tüccârdan olup bir sâhib-i sevret merd-i muhibb-i metâ’-ı ma‘rifet oldugundan bunların
zâtının istikmâl-i kemâl etmesine bezl-i kudret etmesi hasebi ile cevân iken vâdî-i ‘irfâna
sa’y-i bî-kerân eyleyip miyâne-i akrânda fâyık olmalarına ‘illet-i müstakille olmuşlardı. li-
ecli zâlik vaktinin zurafâsından ve ‘asrının şu‘arâ-yı pâk-edâsındandır. Bu beyt anındır.
Beyt
Eden ser-mâye-i nakd-i tevekkül der-kef-i ihlâs
Girîbân-i dilin tahlîs eder dest-i temennâdan
VÂSIF-I DÎGER
Emîr Buhârî şeyhi sâhib-i târîh vefeyâtında bunların rûz-nâme-i hâlini böyle tahrîr
eylemiş kim mütercem-i mezkûrun nâmı Hüseyin ve diyâr-ı Kostantıniyye’den nümâyân
eş‘âra pür-iktidâr bir merd-i rûzgâr olup sene bin yüz dört hilâlinde intikâl eylemiş ola fe-
ammâ Safâyî, tezkiresinde nâmı İsma’îl olup on sekiz yaşında bir cevân iken fevt olup eş‘ârı
intikâlinden sonra şöhret buldu deyü sebt ü tastîr eylemiş.
Li-münşi’ihî:
İki devletlinin her biri kesmiş atmış ammâ kim
Benim el-hâsıl ikisinde bile hayli şübhem var
Muhassal mütercem-i mezkûrun mahlası Vâsıf oldugunda iştibâh yok ve bu güftâr
âsârından olmak üzre (Târîh-i Vefeyât-ı Emîr Buhârî’de) mestûrdur.
Beyt
Kef-i havâya verelden seri habâb gibi
Ayakda kaldı gönül cür’a-i şerâb gibi
Olur fütâde-i hâk-i mezellet ey magrûr
Serin ererse de ger çarha âftâb gibi
VÂSIF-I DÎGER
‘Asr-ı Sultân Ahmed Han-ı Sânî’de ser-etibbâ olup tarîk-ı ‘aliyye-i ‘ulemâdan Rûmeli
kâzî-’askerligi pâyesin ihrâz eyleyen Hasan Efendi merhûmun mahdûmudur. Bin yüz bir
târîhinde Ebû Sa’îd-zâde Feyzu’llâh Efendi merhûmdan mülâzım olup bin yüz on tokuzda
Sâdık Efendi merhûmun def’a-i sâniyesinde ibtidâ-i hâric elli ile Fîrûz Aga Medresesine olup
ba’dehû Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Alî Efendi merhûmun def’a-i sâniyelerinde hareket-i hâric
ile Magnisalı Çelebi Medresesine gelip ba’dehû vâlid-i mâcidimiz fazîletli Mîrzâ Mustafâ
Efendi hazretlerinin zamân-ı fetvâlarında bin yüz yigirmi yedi Muharreminde ibtidâ-i dâhil
ile ‘Abdu’r-rahmân Paşa Medresesine ve yigirmi yedi senesi evâhirinde ‘Abdu’r-rahîm
Efendi’den hareket-i dâhil ile Hâdim Hasan Paşa’ya ve bin yüz otuzda şeyhü’l-islâm ve
müfti’l-enâm fazîletli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinden mûsıla-i Sahn ile Cedîde-i
‘Osmân Efendiye gelip altı ay mürûrundan sonra yine anlardan hareket-i misliyye ile Ca’fer
Aga Medresesine gelmişlerdir. Fenn-i tıb mevrûsları olmagla ol fende mahâretlerinden mâ-
’adâ terâkîb-i kelâmiyyenin eczâsını cem’ u terkîb etmege kâdir hayli bir zât-ı hüner-
mübâdirdir. Bu beyt anların olmak üzre tastîr olundu.
Beyt
Terâne-senc-i visâlin olan dil-efgârın
Küdûret-i gam-ı hicrânı anlamaz bilmez
VÂSIK-I DÎVÂNE
Nâmı Ahmed’dir. Ol silsile-bend-i zülf-i bütân olan şâ‘ir-i etvâr-ı perîşân şehr-i
Kostantıniyye’den nümâyân olup evâ’il-i hâlînde hurşîd-i zâtı pür-feyz-i isti’dâd oldugundan
Pertev Paşa Vakfının kitâbetiyle ber-murâd olup ol cihet-i ta’ayyüş-medâr ile bezmgâh-ı
cihânda evkât-güzâr iken bi-emri’llâhi te’âlâ nûr-ı bâsıra-i akl-ı hurde-bîni hıyredâr ve
ebhire-i sevdeviyyenin dimâgına su’ûdundan nâşi muhtelü’d-dimag olup cihân bî-çârenin
serine teng u târ ve giderek kâmet-i sefâhetin dırâz eyleyip sifâl-pâre ve şetm ü düşnâmla ser-
â-pâ miyâne-i cihâna ta’n-endâz olup günden güne cünûnun açıga boyayıp ve vaz’-ı şenî’in
dûr u dırâz etmekle herkes yed ü lisânından ihtirâz eylediklerinden nâşî vaz’-ı bîmâristân ve
der-bend-i zencîr olup bî-çâre bu derd ile perîşân iken bin yüz üç târîhinde şifâ-hâne-i her-
derd-i bî-müdâvâ olan dâr-ı bekâya revân oldu. Kitâbeti ekserü min-en yuhsâ ve ceste ceste
katı çok güftârı var bir şâ‘ir-i gûyâdır ve ekser kitâbet eyledigi evrâka Ahmed Vâsık deyü
ketebe koyup sâl-i tamâmını belki şehr ve hefte ve sâ’at hitâmını bi’l-cümle tahrîr ederdi.
Yazdıgı kütüb ü devâvîn ve mecmû‘alar vezn olunsa kendine ber-â-ber belki kefe-i terâzû-yı
tercîhde kendiden berterdir. Bu güftâr ol şâ‘irin cümle-i âsârındandır.
Beyt
‘Âşık hemîşe kayd-ı ta’allukdan el çekip
Fârig-nişîn-i fikret-i bûd (u) ne-bûd olur
Olma terâne-senc gel ey ‘andelîb-i zâr
‘Aşk ehl-i derde mâni’-i güft ü şünûd olur
VÂSIK-I DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Mehmed’dir. Devlet-i ‘Aliyye-i ‘Osmâniyyede Bagdâd-ı behişt-
âbâd kâzısı olup vedâ’-ı ‘âlem-i fânî eyleyen İlâhî-zâde dâmâdı Yûsuf Efendi merhûmun
küçük mahdûmlarıdır anlar dahı müderrisîn-i kirâmdan hareket-i dâhil rütbesinde idiler. Ehl-i
ma‘rifet hoş-sohbet bir zât-ı ‘âlî-mikdâr ve bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Gazel
Yine erbâb-ı ‘işret geldiler meclis müheyyâdır
Getir sâkî mey-i gül-gûnu kim bu başka sevdâdır
Bize ta’n eyleyenler sâde dillerdir bu vâdîde
Rüsûm-ı fenn-i ‘aşkı anlamazlar bir mu’ammâdır
Bilir keyfiyyetin erbâb-ı ‘aşkın yine sâlikler
Ne bilsin tâbiş-i mihri o kim tahkîk-i a’mâdır
VÜCÛDÎ
Nâmı Mustafâ’dır. Sefîne-i vücûdu sâhil-i Halîc-i Kostantıniyye’de £alata
muùâfâtından İstinye-nâm mahalden nümâyân ve ol kasabada ekser karye-i merkûmenin
serdârı olan Sûfî-zâde Mehmed Aga’nın ferzendi olup Yeniçeri Kaleminde şâkird ve ma‘ârife
zihni be-gâyet çesbân bir ehl-i tabî‘at idi. Fe-ammâ bî-çâre ‘âlem-i sıgarında semm-i vücûd-ı
pâk-nihâd olan efyûn dedikleri zehr-i kâtile mu’tâd olmagla bi’l-külliye vücûddan çıkıp bî-
şu’ûr ve zevk-ı dünyeviyyeden nefs-i nâtıkasın bi’l-cümle mehcûr etmiş idi bu rütbede
mübtelâ-yı berş ü efyûn iken derdmend ‘ömrüne sîr olmayıp on sekiz on tokuz yaşında sene
bin yüz otuzda hilâf-ı ‘âdet-i tiryâkiyân maraz-ı tâ’ûndan fevt olup reh-rev-i dâr-ı cinân oldu.
Katı turfa-edâ u’cûbe-likâ şartınca tiryâkî-i mihrî idi. Fi’l-asl Boza-hâne yolundan bed’en
eş‘âr eylediginden egerçi şi‘ri o râyihadan kurtulmamış idi fe-ammâ yine şehrîligi takrîbiyle
isti’dâdı ba’zı kelâmında reh-rev-i râh-ı letâfet olup ba’zı güftârında nev’an hâlet-i feyz-i
ma‘rifet meşhûd-ı erbâb-ı tabî‘atdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Ney gibi destinde nâlân eyler insânı ecel
Tekye-i dünyâda ‘uryân eyler insânı ecel
Gel inanma bu fenânın böyle hây u hûyuna
‘Âkıbet dillerde nâlân eyler insânı ecel
VAHYÎ
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri es-Seyyid Mehmed’dir. Şehr-i Kostantıniyye’de salâh-
ı hâlile şöhre-i emsâl olan Balat şeyhi merhûm u magfûr ed-dâricü ilâ rahmeti Rabbihi’l-
gafûr şeyhü’ş-şüyûh es-Seyyid Hasan Efendi’nin püser-i necâbet-eserleridir. Vâlid-i
mâcidleri merhûmdan ahz-ı yed-i inâbet birle tekemmül-i tarîkat eylediklerinden sonra bin
yüz Muharreminde Balâtkapusu dâhilinde Ferruh Kethudâ Zâviyesi ve civârında vâkı’ câmi’-
i şerîfin va’ziyyesiyle evkât-güzâr olup yüz yigirmi beş Şevvâlinde medîne-i
Kostantıniyye’de Galata muzâfâtından kasaba-i Top-hâne’de vâkı’ Kılıç ‘Alî Paşa Câmi‘-i
şerîfi va’ziyyesi verilip yüz yigirmi yedi Zü’l-ka’desinde hazret-i Ebâ Eyyûb-i Ensârî Câmi‘-i
şerîfi şeyhi olup yüz yigirmi sekiz Zü’l-hiccesinde Sultân Selîm Câmi‘-i şerîfi va’ziyyesi
ihsân olunup bu hâl üzre evkât-güzâr iken bin yüz otuz Şa’bân-ı şerîfinde dâr-ı bekâya
intikâl eyledi. Âyîne-i kalbi mücellâ ashâb-ı ‘irfândan bir şeyh-i bî-hem-tâ idi. Sâ’ir
ma‘ârifinden gayrı eş‘âr semti dahı latîf bir vücûd-ı şerîf idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
‘Aceb mi eylese sad-pâre inkisârım anı
O mahı eyledi hod-bîn ü hod-nümâ mir’ât
Kıt’a
Çehresâ-yı resm-i pây-ı Ahmed-i Muhtâr olan
Neş’e-yâb-ı feyz olup ser-tâ-kadem envâr olur
Hâk-i pây-ı şâh-ı �«“ U¦ ’ı 111 edenler tûtyâ
Dûr-bîn-i bî-nazîr-i ‘âlem-i esrâr olur
VAHDî
Nâmı İbrâhîm’dir. Fi’l-asl menşe’leri Rûmeli’nde Hacıoglu Bazarı’ndan olup dârü’l-
mülk İstanbul’a hicret ve anda kibâr-ı enâma bir vâfir mülâzemetden sonra bin seksen yedi
târîhinde ‘Abdu’r-rahîm-zâde Yahyâ Efendi cenâb-ı ‘izzet-me’âbına mu’îd olup âsitânelerine
duhûl ve anlardan bir mülâzemete vusûl buldukdan sonra bin toksan Saferinde şeyhü’l-islâm
merhûm Debbâg-zâde Mehmed Efendi’den istidâ-i hâric elli ile Ahmed Çavuş Medresesine
111 “vG¹ U¦Ë dB¾¼« �«“ U¦ : Mâ-zâga’l-basaru ve ma tagâ: Muhammed’in gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı”. Kur’an 3/1.
ba’dehû yüz Şa’bânında Timürkapu’da Ahmed Paşaya hareket ve yüz iki Şa’bânında
‘Abdu’llâh Aga Medresesine ve yüz beş Zü’l-ka’desinde Merdümiyyeye ve yüz altı
Cumâdâsında Sittî Hâtûn Medresesine ve yüz sekizde Ca’fer Aga Medresesine ve yüz on
Zü’l-hiccesinde mûsıla-i Sahn ile Sekbân ‘Alî Medresesine ve bin yüz on bir Cumâdâ-yı
âhiresinde Sahn-ı Semândan birine ve yüz on ikide Hânkâha ve yüz on dört Muharreminde
Mehmed Aga Medresesine ve yüz on altı Rebî’inde Üsküdar Vâlidesine ol medreseden yüz
on sekiz Zü’l-ka’desinde Medâris-i Süleymâniyyeden birine ve yüz yigirmi Saferinde
Dârü’l-hadîs-i Süleymâniyyeye gelip ba’dehû Haleb kâzîsı olup Haleb’den ma’zûlen medîne-
i Kostantıniyye’de sene bin yüz yigirmi altı Rebî’inde intikâl eyledi. Mevlânâ-yı mezkûr
egerçi bahs ü cidâlde gâyet lecûc u gazûb idi fe-ammâ yine zâtı ma’mûr bir monlâ-yı vakûr
idi. Mutavvel’in ebyâtını şerh ve Târîh-i İbni Hallikân’ı ihtisâr ve şu‘arâ-yı ‘Arabın hurûf-ı
hecâ üzre Tezkiretü’ş-Şu’arâsı ve havâmiş ü etrâfda vâfir metâlib ü âsâr-ı kalemi vardır.
Bundan mâ-’adâ Vahdî mahlası ile sâde vü güşâde eş‘ârı ve lisân-ı kâzî-zâdeliyye üzre mey ü
mahbûb-ı mecâzîden hâlî güftârı vardır. Bu beyt eş‘ârından nümûnedir.
Beyt
Başladı bülbül figâne gâlibâ nev-rûzdur
Eyledi ‘uşşâkına ‘arz-ı nevâ nev-rûzdur
Beyt
Zülf-i siyâh-ı yâr ile dil çekse âh-ı nev
Gûş-ı semâya halka olur ol siyâh-ı nev
VESÎM
Enderûn-ı Hümâyûn hidmet-i şerîfeleriyle müşârün bi’l benân-ı ülü’l-elbâb ve hâne-i
hâssa agalarından şeref-i terbiye-i sarây-ı güzîn ile kâm-yâb olan Şâfi’î-zâde demekle şöhret-
şi’ârdırlar. Üskübî es-Seyyid Ahmed Efendilik ile meşhûr şu‘arâ-yı ‘asrın güzîdelerinden ve
dânişverân-ı vaktin pesendîdelerindendir. Bu güftâr ol bülend-iktidârın âsârlarındandır.
Beyt
Reg-i cândır beyâz-ı gerdeninde târ-ı gîsûlar
Sevâd-ı sâye-i güldür ruhunda hatt-ı hoş-bûlar
Hazer mihr etmeden her gün eder bir matla’ı tenvîr
Nigâh etsek katı her-câyîdir ‘âlemde meh-rûlar
Ve lehû
Âzürde eyler ol ten-i sîmîn-i nâzikin
Berg-i semenden olsa sana târ-ı pîrehen
Ve lehû
Bakmaz oldu dil-i mecrûhuma çeşm-i siyehin
Rişte-i ülfeti kesdi gibi tîg-ı nigehin
Şeref-i sohbet-i dildârı ümîd etme Vesîm
Hem-nişîni ola mümkin mi gedâ pâdişehin
VUSLATÎ
Öziçeli ‘Alî Beg demekle şehîr bir şâ‘ir-i hoş-ta’bîrdir. Semendire’de alay begi iken
bin yüz Muharreminde vâkı’ olan istîlâların birinde nûş-ı şerbet-i şehâdet eylemişlerdir. Bu
güftâr anlarındır.
Beyt
Gâhî hayâl-i zülf-i ham-ender-ham eylesek
Mecnûn-ı ‘aşk-bendini müstahkem eylesek
(25) VUSLATÎ-İ DÎGER
Nâmı Ahmed bir şâ‘ir-i ser-âmeddir. Tab’-ı âteş-pâresi şu’le-senc-i bezm-i ‘irfân ve
miyâne-i hünerverânda be-gâyet hadîdü’z-zihn bir zât-ı celîlü’ş-şân olup nişâne-i kasd u
murâda kuvvet-i zekâsı kavs-i maksûdun tîr-i kelâm-ı muhâtab tecâvüz etmedin berk-i hâtif
gibi şu’le-i hayâli menzil-i me’âle varır ve zihni serî’-i rûh-ı revân gibi ân-ı lâ-yenkasimde
gözler görmedik ‘akllar ermedik menziller alır makûlesinden Devlet-i ‘Aliyyede top
‘arabacılar agası olan Üsküdarî El-hâc Velî Aga’nın ferzend-i hünermendidir. Anlar dahı
ocag-ı mezkûrde ser-firâz ve kendilerine mahsûs olan tarîkatle bin yüz otuz ikide ‘arabacılar
kethudâlıgın ihrâz etmişler idi. ‘Asrın şu‘arâsından ve vaktin zurafâsındandır. Bu güftâr
cümle-i âsârındandır.
.
Beyt
Dür-i eşkim saf-der-i dîdede nâ-süfte iken
Anı hep rişte-i müjgânıma manzûm etdim
Ve lehû
Pây-mâl-i esb-i nâzın oldugum devlet yeter
Sînem olsun şeh-süvârım rahşına bir nev-zemîn
VEFÂ
Ol mahdûm-ı ma‘ârif-nümânın nâmı Mustafâ’dır. Târîh-i tahrîr-i vesîkamızdan
mukaddem İstanbul’da Edirne’den ma’zûlen irtihâl eden ‘umde-i fuzalâ-yı kirâm zübde-i
mevâlî-i cizâm pîr-i kadîm Mehmed Müstakîm Efendi’nin semere-i şecere-i vücûdu ya’ni
mahdûm-ı köhne-bihter-i mes’ûdudur. Mukaddemâ vâlid-i mâcidleri Şâm-ı safâ-âşâm kâzîsı
iken kendileri ser-levha-i safha-i Dimeşk-ı berîn sadr-ârâ-yı bezm-i ebrâr-ı kümmelîn eş-Şeyh
‘Abdü’l-ganî-i Nablûsî hazretlerinin sohbet-i şerîfleriyle şeref-yâb ve ahz-ı nisbet ü intisâb
eylemekle peder-i mu’ammerlerinin rıhletlerinden sonra (mısra‘):
Cennet altında yâ üstünde demişler Şâm’ın
diyerek ‘azm-i diyâr-i Şâm ve şeyh-i müşârün ileyhin bezm-i sa’âdet-hıyâmlarında
kıyâm ve on seneyi mütecâviz dergeh-i hazret-i şeyh-i be-nâmın zânû-zede-i halka-i ifâdeleri
olmagı iltizâm ve mü’ellefât-ı celîleleri tahrîr ile iştigâl-i tâmm eyledigi âyende ve revende-i
mevâlî-i belde-i mezbûrdan istifhâm olunur. El-hak mahdûm-ı merkûm zühd-i salah-âmîz ve
tevâzu’u zülden ve vakârı kibrden temyîz eder makûlesinden olup harîr-bâf-ı kâlâ-yı ma‘ârif
ü ‘ulûm ve elsine-i selâsede pâk-güftâre kâdir vefâdâr şâ‘ir-i şikest-nüvîs ve hoş-tab‘ nükte-
dân ‘afîf ü zarîf pür-’irfândır. Âsârından fakat rıhlet-i vâlidlerine bu târîh-i hoş-âyendesi
birâder-i mihterlerinden tedârük ve bu makâma kayd olundu.
Târîh
Mehemmed Müstakîm ol mahmidet-gîr ü fezâ’ilkâr
Edip tedrîs envâ‘-ı ‘ulûmu nice üstâda
Zamânı geçdi neşr-i fazl ile tâ dehrden göçdü
Erince vF2—« 112 emri bekâya oldu âmâde
Medîne hidmetiyle eyledi tenvîr-i dil evvel
Olup Şâm u Edirne mansıbı sonra ‘ale’l-’âde
Dil-i sâf-ı Vefâ târîh-i fevt-i vâlidin yazdı
Mehemmed Müstakîm’i hem-dem ede dâr-ı me’vâda
VAK’Î-İ TEFSÎRÎ-ZÂDE
Nâm-ı şerîfleri ‘Atâ’u’llâh ve Tefsîrî-zâdelikle şehîr kudemâ-yı tarîk-ı ‘ulemâdan bir
pîr-i rûşen-zamîr idiler. Bin elli târîhinde vücûda gelip altmış bir Ramazânında Ebû Sa’îd
Efendi merhûmdan mülâzım olup bin yetmiş üç Rebî’ü’l-evveli târîhinde Şeyhü’l-islâm
Sun’î-zâde’den ibtidâ-i hâric elli ile Fîrûz Beg Medresesine olup devr-i medâris-i mu’tâde
ederek yüz altı Zü’l-ka’desinde Dârü’l-hadîs-i Süleymâniyyeye varıp bin yüz sekizde Kuds-i
şerîf kâzâsı olup ve bin yüz on Cumâdâ-yı âhiresinde Edirne pâyesiyle Şâm ve bin yüz
yigirmi üç Muharreminde Mekke-i mükerreme ve bin yüz yigirmi beş Muharreminde
İstanbul kâzîsı olup dört ay kadar zabtdan sonra ma’zûl ve Tatarbazarcıgı arpalıgı ile evkât-
güzâr iken bin yüz yigirmi tokuz Şa’bânında dâr-ı cinâna revân oldu. Hâk-i İstanbul olmagla
tabî‘at-ı şi‘riyyeden behredâr idi. Bu güftâr anlarındır.
Beyt
Bir gün eser nesîm-i bahâr-ı sabâh-ı feyz
‘Uzlet-nişîn-i künc-i gama feth-i bâb eder
Elbette rûzgâr ile Vak’î gubârımız
Bir âsitân-ı ‘adle varır intisâb eder
VEHBÎ
Ol gül-gonca-i ser-sebz-i bâg-ı siyâdetin ve ol bülbül-i râst-güftâr-ı Hüseynî-lakabın
nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Hüseyin olup pîşvâ-yı sufûf-ı dânişverân olan zât fâyıku’l-
112 “Hš’d¦ Hš’«— p�— v¼« vF2—« : İrci’î ilâ Rabbike râzıyeten marziyyeten: O, senden, sen de ondan hoşnud olarak Rabbine dön”. Kur’an: /2.
akrânları mevâlî-i kirâmdan Yenişehirfenâr kazâsından ma’zûlen ‘âzim-i dârü’l-karâr olan
İmâm-zâde Efendi merhûmun kethudâları Hâcî Efendi-nâm bir zât-ı ma’rûfü’l-enâmın
semere-i şecere-i hayâtı olup cedd-i a’lâları kıbelinden irtikâ-yı nesebleri enfâs-ı tayyibeleri
kat’ ve icâbetde mânend-i seyf-i sârim olan şeyh-i savma’a-i mekârim erbâb-ı mücâhedenin
bülendi şeyhü’ş-şüyûh Hüsâmü’d-dîn Efendi tarafına müntehî olmagla hâl-i sıgâr u şebâb ve
evâ’il-i hiddet-i zihn-i ittihâbında Hüsâmî mahlas edip ba’dehû ber-fehvâ-yı âyet-i kerîme-i
Àb1§ p�— HLFM� UÒ¦«Ë 113 tahdîs-i ni’met-i Bârî ve bu tahdîs zımnında ni’met-i
vehbiyyesinin teşekkürünün izhârı maksûd-ı zât-ı ‘âlî-mikdârı olup Âyâ bu şükrün edâsının
neyli ne tarîk ile müyesser-i dâ’î ve feyz ile leb-rîz olan zât-ı ‘âlî-simâtlarına münâsib bir
mahlas nice olur ki her güftâr hitâmında zikr ü yâd oldukça bu teşekkürü mutazammın u râ’î
olur. deyü endîşe vü hayâl ederken bu mecelle-i celîlede harf-i nûnda terceme-i ‘âlîleri sebkat
eden Mîrzâ-zâde Neylî Ahmed Efendi bu emr-i hatîre mülhem-i ta’bîr olup Vehbî mahlas-ı
şerîfiyle telkîb ve ser-cümle mezkûr olan mahâsin-i melhûzâtı mahlas-ı merkûmda cem’ ü
tertîb etmişlerdi. Vâkı’â bir zât-ı huceste-simâtın ki tâ’ir-i hayâtı evc-i ma‘ârifde hümâ ile
hem-ser belki dahı bâlâ vü ter ve tab‘-ı ‘âlîsi ‘ulüvv-i rütbede sipihre ber-â-ber olup bir
sâ’atde hezâr tâze hayâle mübâdir ve yek rûzda bin beyt mikdârı nazm-ı latîfe kâdir ola. Ol
zât-ı ma‘rifet-mevhibe Vehbî mahlası da’vâ-yı istihkâkı mahkûmün ‘aleyhi irâ’e ve
ittifâkdır. Belki bu imâretgâh-ı suhan-sâzîde bunlardan gayrı fî-’asrinâ hâzâ bu mansıba
istihkâkı iddi’â-yı zımnî edip bu mahlası iddi’â vü istishâb etmek mücerred ictirâ vü irtikâb
makûlesi idigi bî-irtiyâbdır. Egerçi gayrının vehbîligi hep kendi gibidir muhassal ma‘rifet bu
zât-ı bî-akrâna vehbîdir. Ol zât-ı fezâ’il-me’âb ‘ulûm-ı müktesebesin ‘allâme-i ‘umde-i
fuzalâ-i devrân kuzât-ı ‘asâkirin bülendi Mîrzâ-zâde fazîletli Şeyh Mehmed Efendi
hazretlerinden ve ba’zı fuhûlden iktisâb eyleyip tahsîl-i ma‘ârif-i firâvân ve kemâl-i
haysiyyetle ser-firâz olduklarından sonra nakîbü’l-eşrâf olan Hvâce-zâde es-Seyyid ‘Osmân
Efendi merhûmun Anatolu kâzî-’askerliginde bin yüz sekiz târîhinde mülâzım ve kırk akça
medreseden münfasıl ve ma’zul bin yüz yigirmi üç senesi vâkı’ olan Moskov fethinde zîb
târîhler ve bî-nazîr kasîdeler eyleyip mazhar-ı kabûl-i şehenşâhî olmagla ol ‘asrda şeyhü’l-
islâm ve müfti’l-enâm olan Paşmakçı-zâde es-Seyyid ‘Abdu’llâh Efendi merhûma
mütercem-i mezkûrun bir medrese ile çerâg buyurulması içün fermân-ı cihân-metâ’ sâdır
olup ibtidâ-i hâric elli ile Hâçe Hâtûn Medresesine nâm-zâd ve ol medrese-i celîle ile ber-
murâd olduklarından sonra bin yüz yigirmi yedi Muharreminde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-
enâm vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidimiz fazîletli diyânetli Mîrzâ Mustafâ Efendi
113 “ ... ve ammâ bi-ni’meti Rabbike fe-haddis: Yalnızca Rabbinin nimetini anlat”. Kur’an: 3/11.
hazretlerinin zamân-ı şerîflerinde münâsib-i şeref-i zâtîleri olan ikrâm ile mükerrem olmaga
şâyân buyurulup zât-ı şerâfet-me’âbları Şerîfe Hâtûn Medresesine hareket-i pür-bereket
eylemekle bir vakt dahı te’sîs-i tarîkat eyleyip ba’dehû dâhil ba’dehû hareket-i dâhil
eylediklerinden sonra esnâ-yı tahrîr-i tezkirede mûsıla-i Sahn ile ûlâ-yı Hüsrev Kethudâ
Medrese-i celîlesinde bast-ı kâlîça-i ifâde-i tâm ve vasat-ı tarîk olan Sahn-ı Semândan birine
vusûl(e) âgûş-güşâ-yı bâzû-yı şevk u garâm idiler. Zât-ı şerîfleri mâlik-nisâb-ı ma‘ârif ve
güftâr-ı latîfleri hayret-fermâ-yı her-tab‘-ı ‘ârif olup nazm u nesrde talâkati vehebî vü dâd-ı
Hudâ ve şi‘r ü inşâda sebk ü edâsı bî-hem-tâ bir suhan-ârâdır ki ebyât u âsârı kendiyle bile
terâzû-yı hayâline vezn olunsa kendiden berter u ziyâde ve sa’bü’l-menâl olan teng-zemîn ve
mültezim kâfiyelerin deşt-i nutk u hüsn-edâsında eşheb-i tab‘-ı pür-cevlânı hâzır u âmâdedir.
Devlet-i ‘Aliyyede sudûr-ı ülü’l-ihtirâma her bâr ‘arz-ı huzur eyledigi kasâyid ü
mesneviyyâtdan mâ-’adâ bin yüz otuz ikide vâkı’ olan sûr-ı hümâyûn-ı şevket-makrûnun
vakâyi’ini münşiyâne edâ-i dil-pezîr ile tahrîr eylemek kendülere fermân olunmagla ol emr-i
hatîri bir rütbede keşîde-i silk-i ta’bîr eyleyip mecâlis-i müte’addidesin bulundugu vech tasvîr
etdirip yevmiye vâkı’ olan vakâyi’i inşâ-yı latîf ve miyâneden kıyâma münâsib elsine-i
selâsede ebyât-ı münâsib ile bir Sûr-nâme-i bî-nazîr eylemişdir ki ol nüshanın felekde Nâhîd
her târ-ı sutûr-ı sahîfesin bir risâle-i tahsîn ve zemîninde nâzırîn nigerân oldukça şevkinden
raks-künân-ı zevk-ı her-mezâmîn olup li-münşi’ihî:
Hezâr ahsent tab‘-ı pâkine ey şâ‘ir-i üstâd
Bu rütbe nutk-ı pâkîze Hudâ’dan sana vehbîdir
beyti ile tahsîn-i firâvân ve tab‘-ı ‘âlem-ârâsına sad pesend ile senâ-hvân olmak emr-i
mukarrerdir. El-hâsıl zât-ı pür-ma‘ârifi nevâdir-i rûzgârdan bir şâ‘ir-i ‘âlî-mikdâr olup her ne
rütbe ikrâm olunsa şâyeste ve vücûd-ı ‘âlî-mikdârı ile şu‘arâ-yı ülü’l-ihtirâma iftihâr eylese
bâyestedir. Âsârı mektûb-ı her-mecmû‘a-i erbâb-ı ‘irfân ve gazel ü güftâr-ı pâkiyle sudûr-ı
şu‘arâ yanında Nigâristân oldugundan ıtnab-ı erkâm ve tatvîl-i kelâm olunmayıp bu mecelle-
i fakîre birkaç beyt-i bî-nazîrleri tastîr olundu.
Gazel
Bir gönül kim ‘âşık-ı her-mâh-ı ferruh-fâl olur
Şerha (vü) dâg ile hemçün tuhfe-i remmâl olur
Âftâbı âftâba mâhı eyler pâlehenk
Tekye-i ‘aşkınla ol kim çarhveş abdâl olur
Mihr-i ‘âlem-tâb gûyâ mâha feyz-i nûr eder
‘Ârızın mir’âta çün tâb-efken-i timsâl olur
Hâlimi engüşt-i âh ile beyân etdim meger
Yohsa seyr eden (seni) hayretle ey meh lâl olur
Mihnet-i idbâr ile rîzân eden hûn-âb-ı ‘aşk
‘Âkıbet gül-gûne-i ruhsâre-i ikbâl olur
Etdigine bâr-ı gam kadd-i hünermendânı lâm
İnhinâsı her nihâl-i mîvedârın dal olur
Ve lehû
Telh-kâm-ı siteme lutf tesellî vermez
Düşse bin teng şeker bahre halâvet gelmez
Beste kalırsa eger böyle reh-i bender-i kâm
Kûçe-i hâtıra kâlâ-yı meserret gelmez
Rişte-i ülfeti kat’ etse dahı cân ile ten
Senden ey ‘aşk yine bana ferâgat gelmez
Fâyizî merhûmun Leylî vü Mecnûn tekmilesinde olan mesneviyyâtından Leylî ve
Mecnûn miyânesinde hudûs-ı mahabbet şuyû’undan nâşî anası Leylî’ye ‘itâb ve mektebden
men’ eyledigi mahalli beyân eyledigi mahalde böyle gevher-nisâr ederler.
Mesnevî
Mekteb sana ba’d-ez-în yakışmaz
Etfâl ile yıldızın barışmaz
Hıfz eyle dü-satr-ı ebruvânı
Besdir bu kadar sevâd-hvânî
Sûzen al ele be-cây-ı hâme
Nakş işleyegör çü satr-ı nâme
Hüsnün gibi tâze bikr-i ma‘nâ
Beyt içre gerek o da mu’ammâ
Lâzım sana ey siyâh-çerde
Çün merdüm-i dîde heft-perde
Mânend-i zamîr istitâr et
Nagme gibi perde perde karâr et
Pîrâyede ol cemâl-i nâze
Ammâ ki hayâdan eyle gâze
Hatm oldu çü mushaf-ı nesâyih
Encâma erişdi kavl-i nâsih
Gûyâ bu söze akardı meyli
Hayrân hayrân bakardı Leylî
VEHBÎ-İ DÎGER
Nâm-ı nâmîsi İbrâhîm’dir. Maskat-ı re’si olan mahmiyye-i Edirne’de Murâdiye
Câmi‘i’nin imâmı iken terk-i imâmet ve medîne-i Konya’ya ‘azîmet eyleyip Âsitâne-i
Hazret-i Mevlânâ’da ol ‘asrda seccâde-nişîn olan Şeyh Bûstân Efendi’den inâbet edip ihtiyâr-
ı tarîkat-ı Mevlevî ve güşâde-râh-ı şems-i esrâr-ı ma’nevî olduklarından sonra bin yüz on iki
hilâlinde mısr-ı Kâhire cânibine seyâhat ve esnâ-yı tarîkda Finike-nâm mahalle vusûl
bulduklarında dâr-ı bekâya rıhlet eylediler. Pâk-güftâr bir şâ‘ir idi. Bu beyt cümle-i
âsârındandır.
Beyt
Zehr-nûşân-ı gamız câm-ı safâyı bilmeziz
Nâle-i ‘uşşâkdan gayrı nevâyı bilmeziz
Harfü’l-hâ
Harf-i hâ-i hevveze edip nakil
Eyledik tahrîr-i kilk-i pâk-edâ
Anda da mevcûd olan ehl-i dili
Eyledik tastîr bâ-’avn-i Hudâ
HÂDÎ
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdü’l-hâdî olmagla mahlas-ı merkûmu
ihtiyâr eylemişlerdir. Ol ma’den-i ma‘rifet olan zât-ı pür-fazîletin cevher-i zât-ı bî-akrânları
şehr-i İremâsâ olan medîne-i Burusa’dan nümâyân olup ol belde-i ma’mûrede Gâzî
Hudâvendigâr şeyhi ‘Abdü’l-bâkî Efendi-nâm ‘azîz-i hünermendin ferzend-i ercümendi olup
‘âlem-i sinn ü temyîze vusûllerinde ‘ilm ü ma‘ârife iştigâl ve Konya mevleviyyetinden
ma’zûlen intikâl eyleyen Burusî Nâzikî ‘Abdu’llâh Efendi’den sarf-i himmet eyleyip sarf u
nahvi ve vâdî-i şi‘r ü inşâyı bi’l-cümle tahsîl eyleyip ba’dehû meşhûr-ı âfâk Hvâce-i İshak
erbâb-ı kemâlin bülendi fâzıl-ı yegâne Ahmed Efendi merhûmdan ve ke-zâlik hil’at-ı ‘ilm
be-dûş-ı iktidâr olanların bülendi merhûm u magfûr ‘Uryânî ‘Alî Efendi’den telemmüz ü
istifâde ve Şeyh Ahmed ‘İzzî’nin ‘ale’t-tertîb hadîs-i şerîf dersine âmâde olmuş bir pür-fazl u
kemâl bir zât-ı sütûde-hısâl olup medîne-i mezbûrede ‘Abdü’l-kâdir-zâde toksan iki târîhinde
yine medîne-i merkûmede vâkı’ Kadriyye Medresesinden Tokat mevleviyyetine olduklarında
anlardan mülâzım ve kırk akça medreseden ‘âdet üzre ma’zûl olduklarından sonra sene bin
yüz iki târîhinde şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm mahâdîm-i kirâmın bülendi Ebû Sa’îd-zâde
Feyzu’llâh Efendi’den ibtidâ-i hâric i‘tibârıyla sâ-i selâse ile Leysî-zâde Medresesine ve bin
yüz altı târîhinde yine medîne-i merkûmede dâhil i‘tibârıyla Hüseyin Paşa Medresesine ve
yüz on bir târîhinde yine ol beldede Erzincânî Medresesine hareket-i dâhil i‘tibârıyla varıp
bin yüz on dörtde yine ol beldede Şahin Lala Medresesine mûsıla-i Sahn ile güzâr ve bin yüz
on beş târîhinde yerlerinde sahn i‘tibâr olunup ve bin yüz on altıda yine medîne-i merkûmede
altmışlı i‘tibârıyla ‘İvaz Paşa Medresesine olup birkaç günden sonra Tire mevleviyyetiyle
defter-i mevâlî-i kirâma dâhil ve bin yüz on tokuzda Şâm Trablusı mevleviyyetine vâsıl olup
bin yüz yigirmi ikide Magnisa pâyesiyle Kaysariyye olup andan dahı ma’zûl oldukdan sonra
esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde bin yüz otuz dört târîhinde Âmid mevleviyyetiyle mesrûr olup ol
mansıb-ı celîli zabt etmekde idiler. Hakkâ ki miyâne-i akrânda zâtı ma’mûr bir zât-ı ma‘ârif-
mevfûrdur. Esnâ-yı ferâg-ı iştigâlde teşhîz-i zihn içün şi‘r ü inşâ ile âzmâyiş-i tab‘ eyleyip
rahş-ı dil-i çâlâkların meydân-ı ‘irfânda cevlân ederlerdi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Peyk-i nesîmi gülşene gönderdi ‘andelîb
Bikr-i ‘afîfe-i gül-i handânı görmege
HÂŞİM
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri Mehmed’dir. Ol gül-gonca-i ser-sebz-i bâg-ı fesâhat
sâdât-ı kesîrü’l-berekâtdan bir bülbül-i hezâr-dâstân-ı gülistân-ı zarâfet olup Rûmeli Kalemi
kuzâtının eşrâfından zâtı şerîf sohbeti latîf meclis-ârâ bî-hem-tâ nükte-dân ve bir meclis-i
safâ-güsterde bulunması mahz-ı safâ-yı hâtır-ı yârân bir vücûd-ı bî-akrân olup makbûl-i e’âlî
memdûh-ı ehâlî bir suhan-sâz-ı nâzik- edâdır ki şöhret-i zâtları ta’rîf ü tavsîfden müstagnî ve
‘âlem harîdâr-ı sohbeti olan nâ-dîde-nazîrlerden bir mîr-i kelâm-ı hoş-âyendedir. Bu güftâr
cümle-i âsârındandır.
Beyt
Tâb-ı meyden ruhları tâbiş-füzûn olmuş gelir
Zülfü sîmîn-micmere âteş-nümûn olmuş gelir
Hadd-i gül-rengin görüp gâyet kararmış bâgda
Lâleye haclet-dih-i dâg-ı derûn olmuş gelir
HÂTİFÎ
Ol yekke-süvâr-ı meydân-ı ‘irfânın nâm-ı belâgat-’unvânları Hasan olup Burusa’dan
zuhûr ve ol diyârdan Semerci-zâde demekle meşhûr bir zât-ı ma‘ârif-mevfûrdur. Bu beytler
anındır.
Beyt
Zülfün ki dest-i şânede pür-pîç ü tâb olur
Diller esîr-i keşmekeş-i ıztırâb olur
Verse harâba dilleri çeşmin ‘aceb degil
Erbâb-ı ‘ayşın ekseri hâne-harâb olur
Harfü’l-yâ
Çünki her harfi eyledik tahrîr
Hidmet etdi kalem be-vefk-ı merâm
Ba’d-ez-în harf-i yâ’yı sebt edelim
Bu eser anınile ola tamâm
ŞEYH YAHYÂ
Medîne-i Kostantıniyye’de Eyyûb-i Ensârî ‘aleyhi rahmetü’l-bârî civârında elli dört
târîhinde sahn-ı pehnâ-yı vücûda kadem-nihâde olup şüyûh-ı Halvetiyye’den Miftâhî-zâde
Ahmed Efendi merhûmdan münîb olmagla kufl-i der-i esrâr-ı tarîkat kendülere keşf olmak
nasîb olup bin seksen iki hilâlinde vâlid-i mâcidlerinin yerine civâr-ı Ebî Eyyûb-i Ensârî’de
Hvâce Sa’dü’d-dîn Efendi Zâviyesine şeyh olup bin toksan tokuz târîhinde £alata’da
‘Azablar’da vâkı’ Mehmed Paşa Câmi‘-i şerîfi va’ziyyesi kendülere tevcîh ve yüz on üç
Cumâdâ-yı âhiresinde Eyyûb Câmi‘-i şerîfi va’ziyyesine nakl buyuruldukdan sonra bin yüz
tokuz Zü’l-hiccesinde intikâl eyledi. Sâ’ir ‘irfânından gayrı tabî‘at-ı şi‘riyyesi nâzik bir şeyh-i
‘âlî-mikdâr idi. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Lutf eyle dil-i zâre yâ Rabb kerem eyle
Yâr olmasun agyâre yâ Rabb kerem eyle
YÜSRÎ
Nâm-ı nâmî ve ism-i girâmîleri ‘Abdu’r-rahmân olup Kebîrî-zâde Efendi demekle
şehîr bir zât-ı sütûde-ta’bîrdir ki zamânında pâ-nihâde-i sadâret-i Anatolu olup ma’rûf u
meşhûr olan kuzât-ı ‘asâkirin bülendi Kebîrî-zâde (Mustafâ) Efendi’nin mahdûm-ı
fazîletmendi olup bin yetmiş yedi târîhinde zât-ı mes’ûdları kadem-nihâde-i sahn-ı pehnâ-yı
vücûd olmuşdur. Vücûd-ı ‘âlî-kadrleri peder-i muhteremlerinin Mekke-i mükerreme
teşrîfinden mahâdîm-i kirâma muhtass olan mülâzemetle ikrâm buyuruldukdan sonra bin
toksan yedi târîhinde tarîk-ı ‘aliyyeye duhûl buyurup tekmîl-i medârisden sonra Halebü’ş-
şehbâ mevleviyyetine ba’dehû Edirne olup esnâ-yı tahrîr-i tezkiremizde Mekke-i mükerreme
kâzîsı olup henüz ma’zûl olmuşlar idi. Fâzıl u pür-ma‘rifet bir mahdûm-ı ‘âlî-menkabet idi.
Bu güftâr cümle-i âsârlarındandır.
Beyt
Bûse-çîn olmuş gibi ruhsâr-ı âlinden rakîb
Gül-fezâ-yı şîvesinde ‘ismet ol ‘ismet degil
Ve lehû
Tâ ki ola resîd hedef-i vakt-i subhgâh
Turma hadeng-i âha gönül tâze dâg ver
YÜSRÎ-İ DÎGER
Magnisalı Hızr Efendi demekle meşhûr bir zât olup lu’b-i şatrancda mahâreti olmagla
bu mecelle-i celîlede harf-i kâfda Kâmil mahlası ile keşîde-i silk-i sutûr olan İshak-zâde
Çelebi ile huzûr-ı hümâyunda şatranc oynamışlardır. Bu ma‘rifetden gayrı güftâre kâdir ve
şi‘re mübâdir idi. Bu rübâ’î anlarındır.
Rübâ’î
Gurbetde kişi hemîşe mesrûr olmaz
Gündüzde yanan şem’de (hod) nûr olmaz
Âzürde-i pey-der-pey-i nâz olma sakın
Ser-mest-i mey-i niyâz mahmûr olmaz
(15) YÜSRÎ-İ DÎGER
Nâm-ı ser-âmedleri Ahmed’dir. Bin kırk altı senesinde vücûda gelip Kara Çelebi-zâde
Mahmûd Efendi’den mülâzîm olup ba’dehû Şeyhü’l-islâm Minkârî-zâde Efendi merhûmun
imtihânından ser-firâz-ı akrân ve takrîr-i dersi fuhûlün tahsînine şâyân olmagla bin seksen iki
Muharreminde Hasan Paşa Medresesi hâricine ‘âric olup tarîkıyla toksan sekiz Rebî’ü’l-
evvelinde Gevher Han Sultân Medresesine gelip ol medreseden toksan tokuz Şevvâlinde
Filibe kazâsına ve bin yüz târîhinde Şâm pâyesiyle ikrâm olunup yüz bir Cumâdında ma’zûl
olup ve bin yüz beş Recebinde bi’l-fi’l Şâm-ı cennet-meşâm kâzısı olup ol beldede seccâde-
nişîn-i hükûmet andan sene-i mezbûre zi’l-ka’desinde dâr-ı bekâya rıhlet eyledi. Bu güftâr ol
zât-ı ‘âlî-mikdârın cümle-i âsârındandır.
Beyt
Dil-ber niyâza mâ’il ü nâz-âşinâ gerek
Biri birine mahrem ü râz-âşinâ gerek
Nâziklik ile yâre sarıldım recâ edip
‘Âşık hakîkat üzre mecâz-âşinâ gerek
YÜMNÎ
Nâm-ı emced ve ism-i ser-âmedleri Mehmed’dir. Zât-ı melekiyyü’l-hısâlleri sâha-i
rahîbü’r-râhası meyâmin-i kemâl ü ma‘ârifle mâl-â-mâl olan dârü’l-yümni ve’l-kabûl şehr-i
İstanbul’dan kıt’atün mine’l-cenneti olan Şeh-zâde Câmi‘-i şerîfi kurbünde zâhir ü hüveydâ
ve ol hatîre-i ‘adnâsâda neşv ü nemâ bulmuşlardır. Pâdişâh-ı ‘âdil veliyy-i bî-mu’âdil Sultân
Bâyezîd Han ‘aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân Câmi‘-i şerîfinin şeyhi iken bin yüz on dört
hilâlinde ‘âzim-i savâmi’-i cinân-ı cenân olan Şeyh ‘Osmân Efendi merhûmun mahdûm-ı
necâbet-mersûmu olup bereket-i du‘â-yı kîmyâ-eser-i vâlid-i mâcid-i kesîrü’l-mahâmidi ile
mâ-lezime-i gerden-i mahdûmiyyet olan ‘ulûm-ı şerîfü’l-menzilete şeb-zindedâr-ı hidmet
olup (mısra‘):
Gelmez hayâl-i vuslat ile hâb bir yere
vefkınca eyyâm-ı iltihâb ve hengâm-ı şebâblarından beri hayâl-i hâbı ve rûz-ı rûşen-
iktisâbı tab‘-ı âteş-pâresin şu’le-senc-i eşi’’a-i ‘irfân ve pervânevâr şem’-i fürûzân-ı
ma‘rifetle hem-zebân eyleyen bâg-ı âteşînfâm-ı zekânın bülbül-i hoş-lehçe-i letâfeti ve
gülşen-i bihîn-nizâm-ı edânın âzâde-serv-i dil-ârâ-menkabetidir ki her nevâ-yı şîrîn-edâ-yı
güftârı sükker-i terden halâvetde berter ve nutk-ı cân-bahşı ehl-i dile gıdâ-yı rûh olup cân-ı
‘azîziyle ber-â-ber olan şu‘arâ-yı pâkîze-edâlardan ve tab‘ı dil-pesend-i cümle-i ehl-i dil olan
zurafâdandır. ‘Âlem-i tufûliyyetinden beri hacr-ı fıtnat ve dâye-i ma‘rifetin âgûş-ı
terbiyetinde perverde-i dest-i himmeti tabî‘at-ı ‘âlem-ârâları her ma‘rifeti kâbil ü derrâk ve
zihn-i nakkâdları vâdî-i ma‘rifetde çâlâk oldugundan şeyhü’l-islâm ve müfti’l-enâm merhûm
u magfûr Ebe-zâde ‘Abdu’llâh Efendi hazretleri zât-ı şâyân-ı ihtirâmlarına bin yüz on tokuz
târîhinde mülâzemetle ikrâm buyurup ol zât-ı kerem-cârîden gonca-i üşküfte-i mehd-i gül-
bün-i necâbetler karîrü’l-‘ayn-ı ikbâl ü kerem olup mülâzım olduklarından sonra şeyhü’l-
islâm ve müfti’l-enâm mihr-i sipihr-i fazîlet bedr-i münîr-i burc-ı rif’at ‘umde-i ‘ulemâ-yı
ülü’l-ihtirâm ser-tâc-ı efâzıl-ı kirâm ‘alemü’l-‘ilmi ve’l-himem ‘allâmetü’l-fazli ve’l-kerem
hallâlü’l-mu’zilât kâşifü’l-müşkilât nûr-ı ahdâk ‘uyûn-i âfâk mecmû‘atü’l-mekârim-i
mahâsin-i ahlâk olan revnak-bahşâ-yı erîke-i takvâ ve zînet-bahş-ı mesned-i fetvâ ‘inâyetli
mekrümetli Yenişehirli ‘Abdu’llâh Efendi hazretlerinin mektûbculukları hidmetiyle
müteşerrif olup sene bin yüz otuz târîhinde şâyeste-i kâmet-i bâlâ-yı ikrâmları olan bir
medrese-i hâricle ihtirâm olunmuşlar idi. Hakkâ ki zât-ı huceste-simâtları hâ’iz-i her-kemâl
olup ‘asrında müşârün bi’l-benân olan şu‘arâ-yı nâdirü’l-akrândandır. Bu güftâr-ı dil-ârâ
zâde-i tab‘-ı ra’nâlarındandır.
Gazel
Çün kim hevâ-yı ‘aşk u mahabbet serindedir
Dil düşse hâk-i kûyına yârin yerindedir
Hâl-i gam-ı mahabbeti bizden edin su’âl
Menzilgeh-i safâda gönül kişverindedir
Seyr et ‘izâr-ı dil-beri anda cihân cihân
‘Âlem bu bezmin âyîne-i sâgarındadır
Yüz sür gubâr-ı kûy-ı dil-ârâya kim devâ
Çeşm-i ‘alîle sürme-i hâk-i derindedir
‘Âlem yıkılsa hâtırına gelmeye gubâr
Reşkim bu deyr-i köhnede Yümnî o rindedir
Ve lehû
Çeşm-i siyâhın eller öper o güzel verir
Bana gubâr-ı pâyına yüz sürsem el verir
Ve lehû
Bak ‘ârızına gerden-i kâfûr üzre
Görmekse garaz nûru eger nûr üzre
Ve lehû
Çıkmaz heves-i çeşm-i siyâhı dilden
Âhû-yı musavver gibi fagfûr üzre
YÜMNÎ-İ DÎGER
İstanbulî Mehmed Emîn Efendi’dir ki bu mecelle-i celîlede harf-i râda rûz-nâmçe-i
hâlleri keşîde-i silk-i takrîr kılınan Rıfkî Efendi merhûmun birâderleridir. Şeyhü’l-islâm Koca
‘Abdu’r-rahîm Efendi merhûmdan mülâzım ve kırk akça medreseden ma’zûl oldukdan sonra
semt-i kazâya râzî ve birkaç beldede kâzî olup âhirü’l-emr Üsküb kazâsından ma’zûl iken bin
yüz altı Şevvâlinde Zagra-i ‘Atîk’de dâr-ı bekâya intikâl eyledi. Bu beyt anlarındır.
Beyt
Hayâl-i hâl-i rûyundan gönül dâg eyledi peydâ
Derûnum ravzasında zâhir oldu lâle-i hamrâ
YÜMNÎ-İ DÎGER
Nâm-ı vâlâsı Mustafâ’dır. Medîne-i Üsküdar’dan zuhûr ve hengâm-ı cevânîde tahsîl-i
ma‘ârif-i mevfûr eylemişlerdir. Bir şâ‘ir-i nâzik-reftâr ve bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt
Dilde bin gam var derûnumda melâlet bir degil
Cevher-i âyînede jeng-i küdûret bir degil
Alsam âgûşa hayâl-i mû-miyân-ı dil-beri
Vechi var zîra tarîk-ı neyl-i vuslat bir degil
YÜMNÎ-İ DÎGER
İstanbul’un şehrîlerinden Süleymân-nâm bir şâ‘ir-i huceste-kelâm olup kırkdan
münfasıl ve İstanbul’un Kısmet-i ‘Askeriyyesinde kâtib idi. Sene bin yüz yigirmi yedi
târîhinde intikâl eyledi. Bu beyt anındır.
Beyt
Şi’âr-ı halk-ı cihân şimdi bî-vefâlıkdır
Hulûs u sıdka bedel sâde âşinâlıkdır
YAKÎNÂ
Nâmı ‘Alî’dir. Diyâr-ı Isfahân’ın pîşvâsından ve tavâyif-i ‘Acem’in zurafâsından olup
dârü’l-mülk İstanbul’a gelip niçe Fürsî tâlibine ‘Urfî vü Sâ’ib tedrîs eylemişdir. Bin yüz
târîhinde yine vilâyetine gitmek içün ‘azm ü isti’câl eyleyip esnâ-yı râhda şehr-i Âmid’de
dâr-ı bekâya intikâl eylemişdir. Bu güftâr cümle-i âsârındandır.
Beyt 114 S�U£ œ“« Ãu¦ »« “« Ëd� fJ� S�UD• Êœd½ Ê«Ëdǽ U� v×�«—
Ve lehû
Perîşân eyleyen ‘uşşâkı her sû zülf-i Hindûdur 114 Râstî bâ-keç-revân kerden hatâst / ‘Aks-i serv ez-âb-ı mevc-i ejdehâst: Eğrilerle doğruluk yapmak hatadır, servinin dalgalı sudaki aksi ejderha gibi görünür.
Harâb eden hezârân hâneyi ol tâk-ı ebrûdur
Ve lehû
Gönüller almada çîn-i ser-i zülfü hatâ etmez
Beni medhûş u hayrân eyleyen gûyâ hemân budur
Hâtime
Hezârân hamd ü sipâs ve sad şükr-i bî-kıyâs hâlik-i leyl ü nehâr olan Perverdigâr’a
olsun ki o sadr-ı bih-bûd-ı âsaf-ı deryâ-cûdun yümn-i teveccüh ü in‘âmları ile bu tezkiretü’ş-
şu‘arâ itmâma erip ‘asr-ı şerîflerinde eserleri ile rûy-mâl-i der-i devlet-makarları eyleyen
gürûh-ı erbâb-ı hünerin ‘adâdına bu dâ‘î-i devlet-hâhları da dâhil ve ol esnâf-ı sa’âdet-ittisâfın
rütbe-i ‘ubûdiyyetlerinden bu mertebe hâsıl olup târ-ı evtâr-ı efkârım gibi perîşân-hâl-i rûzgâr
olan müsvedde-i hayâlim emr-i şerîfleri ile tebyîz olunup karîn-i hitâm ve feyz-i ‘inâyet ü
keremleriyle tamâm oldu. Otuz beş senelik vakâyi’ ‘alâ vukû’ihâ tahrîr ü tasvîr olunmaga
‘acz ü nisyân-ı beşeriyyet mâni’ oldugu sudûr-ı zî-şâna vâzıh u ‘ayândır. Be-her-hâl bu
mecellede sebk-ı zihn ü hatâ ile muhtâc-ı tashîh olur sehv ü noksân oldugu bî-merâdır.
Li-münşi’ihî
Olur elbet böyledir hâl-i kalem
Kul hatâsız olmaz ey kân-ı kerem
Nesr: Bu nigâşte-i çend-evrâka nigeh-dâşte-i iltifât olan küremâdan kalem-i
fakîrânemizden sudûr eden sehv ü hatâyı zeyl-i ‘afv ü tashîhleri ile setr ü kerem buyurmaları
mütemennâdır.
Li-münşi’ihi’l-fakîr
Hakk’a hamd olsun eyâ sadr-ı be-nâm
Tezkirem emrin ile oldu tamâm
Feyz-i nutkunla bu bî-sâmâne
Erdi bu nüsha-i nev pâyâne
Bende tâkat yog iken hîç aslâ
İltifâtın beni kıldı gûyâ
Kereminle beni kıldın memnûn
Ede Hak devlet ü ‘ömrün efzûn
‘Asr-ı pâkinde olan ‘ârifler
Eyleyip her biri bir gûne eser
Rûy-mâl-i der-i vâlâ eyler
Dergeh-i lutfuna inhâ eyler
Ben de geldim o der-i zî-şâna
Tezkiremle bile küstâhâne
Olunursa ana ger hüsn-i nazar
Cürm ü noksânımı hep setr eyler
Devletinde ere maksûda hemîn
Sâlim-i zâr gibi nice hazîn
Gören ihsânını kalmaz gamda
Kîmyâdır nazarın ‘âlemde
Feyz-i lutfunla gelip tâb-ı kelâm
Nutka verdim bu kadar hüsn-i nizâm
Tâb yogken suhana âgâze
Geldi lutfunla hayât-ı tâze
Verilip bu esere böyle hitâm
Oldu bir sâlde itmâm-ı tamâm
Hidmetim çünki tamâm oldu benim
Bunda encâma erişdi suhanım
Dedi târîhin anın hâme-i ter
Oldı encâm-resîde bu eser
sene 1134