ekim gençliği / sayı 151

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 01-Apr-2016

240 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 151. sayı / Haziran 2014

TRANSCRIPT

Page 1: Ekim Gençliği / sayı 151
Page 2: Ekim Gençliği / sayı 151

Sayfa 14-15

YenisayımızıHaziranDirenişi’ninyıldönümünde,

Haziran’ıncoşkusuvedinamizmiyleçıkaryoruz.BudinamizmSoma’damadenişçilerininkatledilmesiyletekrarsokağadökülen,üniversiteleriniişgaledengençliğinmilitaneylemlerinindinamizmidirmilitaneylemlerinindinamizmidir

aynızamanda.Buyüzdendergimizdesermayedevleninkatliamıvebununkarşısındagerçekleşen

gençlikeylemlerineyerverdik.TümbuyaşananlarHaziran’dakorkuduvarlarınıTümbuyaşananlarHaziran’dakorkuduvarlarını

yıkaraksokağadökülengençliğintaşıdığıdevrimci,militanpotansiyelin

halayokolmadığını,devrimcipolikalaraveeylemlereaçıkolduğunuortayakoymaktadır.eylemlereaçıkolduğunuortayakoymaktadır.Buyüzdengençlikharekeningüncelihyacıolangençliğindevrimcibirliğitarşmalarına

yayınımızdayervermişbulunmaktayız.Yayınımızdayervermeninötesinde,buyılikincisinigerçekleşreceğimiz

EkimGençliğiYazKampı’nıda“GençliğinEkimGençliğiYazKampı’nıda“Gençliğindevrimcibirliğiniyaratmakiçinbuluşuyoruz”

şiarıylatopluyoruz.Tümokurlarımızı7-13Temmuztarihleri

arasındaİzmir-Seferihisar’dagerçekleşreceğimizkampımızakalmaya

çağırıyoruz.GençliğinbugüntaşıdığıdevrimcipotansiyelinGençliğinbugüntaşıdığıdevrimcipotansiyelin

açığaçıkarlması,devrimcibirzemineveörgütlülüğekavuşmasıiçinadımlarımız

sıklaşrıyoruz.ÜniversitelerinkapanmasıilebirdönemiÜniversitelerinkapanmasıilebirdönemi

kaparkenönümüzdekiyazdönemindebütünenerjimizikampçalışmalarımızavegençliğin

devrimcibirliğiniyaratmahedefineharcayacağız.

Buradanbirkezdahaherkesigençlikharekeningüncelihyaçlarınayanıtüretmeye,

gençliğindevrimcibirliğiniyaratmakiçingençliğindevrimcibirliğiniyaratmakiçinmücadeleyeçağırıyoruz.

Sayfa 10-11

Gençliğin devrimci birliğini yaratalım

İşgal, boykot, direniş!

“İşgalimiz İTÜ’ye ve gençlik hareketineumut oldu!”

Ekim Gençliği II. Yaz Kampı’nda buluşalım!

Kadın sorununa tarihselmateryalist yaklaşım

İsyan ateşiproletaryanın elinde...

Sayfa 23-27

Sayfa 30-31

Şair ceketli, kumral birçocuğun yaz öyküsü...

Sayfa 34-36Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Ekim Gençliği * Haziran 2014 * Sayı: 151Fiyatı: 2 TL. (KDV dahil) * Sahibi ve Sorumlu Y. İşl. Md.: Tayfun Altıntaş EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. *Tel: 0 212 621 74 52 Yayın türü: Süreli YaygınBaskı: Özdemir Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi SitesiC Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0 212 577 54 92

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No: 2/9 Fatih/İstanbul

e-mail: [email protected]

Page 3: Ekim Gençliği / sayı 151

Kitlelerin öfkesinindinmeyeceği, yer yer

geri çekilse bile bukokuşmuş düzen varoldukça, patlamalara

yol açan öfkeninkaybolmayacağı

açıktır. Bunun ensomut göstergesi 1

Mayıslar’dır,fabrikalarını işgal

eden, direnişe geçenGreif işçileridir,

Yatağan işçileridir,Anteks işçileridir.Soma’da yüzlerce

işçinin katledilmesininardından sokağa

çıkan yüz binlerdir,üniversitelerini işgal

eden gençliktir, 31Mayıs’tır,

Haziran’dır…

Gençlik hareketinin örgütlenme ihtiyacını karşılamak için

Gençliğin devrimcibirliğini yaratalım!

Gençliğin tercihi seçim sandıklarına sığmazdedik, gençliğin öfkesi bu düzene sığmaz dedik.Bunun böyle olduğunu Haziran’dan sonra tekrargördük. 1 Mayıs’ta barikatlar kurup işçi sınıfınınsafında sınıf savaşına katıldık, Soma’da madenişçileri katledildi üniversitelerimizi işgal ettik, 31Mayıs’ta sokaklara çıktık. Dost-düşman gençliğintaşıdığı potansiyeli, gençliğin öfkesini, geleceközlemini, militanlığını gördü. Önlemler aldılar,tehditler savurdular, polis operasyonları yaptılarancak gençliğin taşıdığı devrimci potansiyeli yokedemediler. Evet, yok edemediler; çünkü budüzenden hiçbir beklentisi olmadığını haykırangençliğin devrimci potansiyelini yok etme gücüve olanağından yoksundur egemenler.

Haziran’dan bugüne,gençliğin devrimci potansiyelini

yok edemezsiniz!

Haziran Direnişi’nde korku duvarlarını yıkıpsokaklara çıkan gençlik, bu düzenden birbeklentisi olmadığını defalarca gösterdi.Reformistler, Haziran Direnişi’nin tüm yıkıcı,değiştirici, dönüştürücü, yaratıcı gücünü seçimsandıklarına hapsetmeye çalıştı. Sermaye iktidarıise sömürüye, baskılara ve yasaklamalara seçimsonrasında da pervasızca devam etti.Reformistlerin girişimi gençliğin ufkunu daraltıpdüzen sınırlarının içine hapsetmeye hizmetederken, AKP iktidarı ise, devletin sopasıylagençliği terbiye etmeyi hedefliyor. Buna karşın

mücadeleden geri durmayan gençlik, geleceğinesahip çıkmaya devam ediyor.

Kitlelerin öfkesinin dinmeyeceği, yer yer geriçekilse bile bu kokuşmuş düzen var oldukça,patlamalara yol açan öfkenin kaybolmayacağıaçıktır. Bunun en somut göstergesi 1 Mayıslar’dır,fabrikalarını işgal eden, direnişe geçen Greifişçileridir, Yatağan işçileridir, Anteks işçileridir.Soma’da yüzlerce işçinin katledilmesininardından sokağa çıkan yüz binlerdir,üniversitelerini işgal eden gençliktir, 31Mayıs’tır, Haziran’dır…

Gençlik sınıf gündemlerineuzak değildir

İşçi sınıfı, mücadele sahnesine çıktığında tümdengeleri değiştirebileceğini, emekçi kitleleri,gençliği ve diğer ezilenleri peşindensürükleyebileceğini, sergilediği direnişörnekleriyle göstermiştir. Greif işgali, Yatağanişçilerinin direnişi, Soma’daki katliam, taşeronişçilik gibi örnekler, gençlik kitlesinde deyankısını bulmuştur. Bu etki, gerçekleştirilen işgaleylemlerinde de kendisini göstermektedir.Gençlik, son yıllarda ortaya koyduğu militantavrını, toplumsal olaylara gösterdiği duyarlılıklabir kez daha ortaya koymuştur.

Tüm bu gelişmelerin karşısında sermayeiktidarı baskılarını arttırmaktadır. YeniGeziler’den, yeni Haziranlar’dan korkmaktadır.On binlerce polisi kitlelerin üzerine salmasının,onlarca TOMA’yla, akreplerle saldırmasının, 3

Page 4: Ekim Gençliği / sayı 151

4

Bizler bilmekteyiz ki,mücadelemizin gerçekkazanımları sadece oanki taleplerimizinkarşılanması ileölçülmemektedir. Bundandaha da önemlisigerçekleştirmişolduğumuz eylemlerinörgütlülüğümüzü nekadar geliştirdiğidir.Gerçek kazanımımızörgütlülüğümüzünyaratılmasındadır,güçlendirilmesindedir.

günler öncesinden eylem alanlarında önlemleralmasının, hedef gözeterek ölüm saçmalarınınarkasında bu korkuları vardır. Ancak korkularıecellerine fayda etmeyecektir.

Soma’daki madenci katliamı sadece yüzlerceişçinin katledilmesi ile değil, kapitalizmin vahşisömürü çarkına, işçileri kömür torbası gibi görenilkel zihniyetine, sermayenin üniversitelerlekurduğu rezil ilişkiden düzenin işçi sınıfından nasılda korktuğuna dek, birçok gerçeği gözler önünesermiştir. Kitleler hümanist duygularla değil,düzene karşı başkaldırı ruhuyla sokaklara çıkmıştır.Ayağa kalkan kitleler düzenin yas ilan etmesindenşehitlik edebiyatına sarılmasına kadar tümoyunlarını bozmuştur. Yas değil mücadele günüşiarı karşılık bulmuştur. Gençlik bu noktada damilitan bir tutum almıştır. Kendi geleceğini işçisınıfının geleceğiyle bir tutan, kendi geleceğinesahip çıkmayı işçi sınıfının kurtuluşunda gören birbakış ortaya konmuştur.

Bu katliam, hiç bir güvenlik önlemi olmadan,taşeron köleliğine mahkum edilen işçi sınıfınınçalışma ve yaşam koşullarını gözler önünesermiştir. Taşeron köleliğinin boyutlarını vesonuçlarını gözler önüne sermiştir. Düzengüçlerinin ve sözcülerinin, Soma Holding patronve yöneticilerinin açıklamaları düzeninpervasızlığını ortaya koymuştur. Bu pervasızlıkkarşısında kitleler sadece katledilen madencilerianmak için değil, düzene karşı öfkelerinihaykırmak için de alanlara çıkmıştır. Taşeronköleliğinin ne tür sonuçlar doğuracağını ortayakoyan bu katliam, kapitalist düzende işçilerinhayatlarının bile hiçe sayıldığını ortaya koymuştur.

Gençlik tüm bu yaşananlar karşısındasergilediği tutumla sınıf gündemlerine uzakolmadığını göstermiştir.

Gençliğin dinamizminin, militanlığınıneylemsel biçimi: İşgaller

Gençlik de üniversitelerinden ses verdi. Ayağakalktı. Üniversitelerini işgal ederek devrimci,militan eylem biçimlerine sahip çıktı. Haziran’dameydanları, parkları özgürleştiren mücadele ruhuyeniden ortaya çıktı. Yakın dönem işçieylemlerinden aldıkları güçle de taleplerininarkasında durdular. Soma katliamının hesabınısormak ve sermayenin üniversite ile ilişkisine sonvermek için soruşturmalara, polis terörüne karşıtaleplerini ortaya koydular. İTÜ’de taleplerinikabul ettirirlerken, Ege işgal eylemi ancak bir geceoperasyonu ile son bulmuştur. İşgal eylemleriningençlik kitlelerinin sahiplenmesi gençliğin düzeninsınırlarına sığmadığını bir kez daha göstermiştir.Reformizmin etkisinin kırıldığı bu eylemlergençliğin taşıdığı devrimci potansiyelin kanıtıolmuştur.

Tüm bu süreçler ve eylemler gençliğin devrimcipolitikalara ve yöntemlere yatkınlığını, taleplerininarkasında militan bir tutum alabildiğinigöstermiştir. Polisin tehditlerine karşı işgaleylemleri devam etmiş, binlerce öğrencisahiplenmiştir.

Gençlik hareketinin örgütlenmeihtiyacı tüm yakıcılığını koruyor

Ancak gençliğin içinde bulunduğu örgütsüzlük,

gösterdiği militan tutumun sınırlarını dabelirlemiştir. Gerçekleştirdiği eylemin iradesinigüçlendirecek, militanlığını sürdürecek, yarınlaraörgütlü gücünü arttıracak olan örgütlülüklerdenyoksun olması, gençliğin mücadelesinin sınırlarınıbelirlemiş, her adımda bu örgütlenmenin ihtiyacıhissedilmiştir.

Bizler bilmekteyiz ki, mücadelemizin gerçekkazanımları sadece o anki taleplerimizinkarşılanması ile ölçülmemektedir. Bundan daha daönemlisi gerçekleştirmiş olduğumuz eylemlerinörgütlülüğümüzü ne kadar geliştirdiğidir. Gerçekkazanımımız örgütlülüğümüzün yaratılmasındadır,güçlendirilmesindedir.

Gençlik hareketinin mevcut tablosu bunu açıkbir şekilde göstermektedir. Gençlik politikalardaortaklaşmış, sözünü söyleyebileceği, karar almamekanizmasında yer alabileceği örgütlülüklereihtiyaç duymaktadır. Bu arayışını forumlarla,topluluklarla, öğrenci çalışmalarıyla aşmayaçalışmaktadır. Ancak bunlar, bugünkü politik veeylem düzeyini karşılamamaktadır. Eylemliliğinive gücünü güvenceye alacak mekanizmalaryaratamamaktadır.

Gençlik hareketinin bu kendiliğindenliğinin veüzerindeki reformizmin etkisinin kırılması gençlikhareketinin güncel ihtiyacıdır. Tekrar tekrarsöylüyoruz. Devrimci politik bir odaklaşmayaratılması; gençliğin dinamizminin, militanlığınınve bugünkü eylem düzeyinin kucaklanmasıgerekmektedir. Bu politik odaklaşmanın örgütselkarşılığı devrimci politikalarda birleşmiş, politikkitle örgütünün yaratılmasıdır.

Gençlik kampımız örgütlenmesorununun aşılmasında bir imkandır

Genç komünistler olarak gençlik hareketinidevrimcileştirme, ileriye taşıma; birleşik, kitlesel,devrimci bir gençlik hareketi yaratma hedefimizingüncel sorumluluğu böylesi bir örgütlülüğünyaratılmasıdır. Gençlik hareketinin ihtiyaçlarınınkarşılanmasıdır.

Ortaya koyduğumuz bu politika yakın dönemtartışmalarımıza ve önümüzdeki döneme de yönvermektedir. Bugün gençlik kitleleriyle, özelliklede ileri gençlik kitleleriyle örgütlenmetartışmalarını yürütmek, gençlik hareketinin güncelihtiyaçlarını tartışmak ve onları hareketegeçirmeyi, kapsamayı hedefleyen DevrimciGençlik Birliği’ni somutlamak gerekmektedir.Devrimci Gençlik Birliği devrimci politikodaklaşmanın, gençliğin devrimci potansiyelinin,dinamizminin, militanlığının örgütlü zeminekavuşması, güvenceye alınmasıdır. Yoksa gençliğintaşıdığı potansiyel heba edilecektir. Dinamizmi,militanlığı devrimci kanallara taşınamayacaktır.

Önümüzdeki dönem, bu birliğin sağlanabilmesiiçin somut adımların atılması gerektiği birdönemdir. Bu dönemi öncelikle en geniş kesimleritartışmanın içine çekerek değerlendirebilmeliyiz.Ekim Gençliği 2. Yaz Kampı gençlik hareketininihtiyaçlarının tartışılacağı, somut adımlarınatılacağı bir kamp olacaktır. En geniş kesimlerikampın parçası yapmak, kendi geleceklerini veörgütlülüklerini tartışmalarını sağlamakgerekmektedir.

Ekim Gençliği

Page 5: Ekim Gençliği / sayı 151

Yeni Haziranlar’a hazırlanalım!

Geçtiğimiz yıl Haziran’da tutuşturulan yangın, tekrar harlanmayıbekliyor. O günlerde sokaklara dökülen tüm yüreklerin içindesabırsızlıkla yeni umutlar yeşerirken, bir yandan da öfke ve hesapsorma duygusu içten içe kabarıyor.

Yeni Haziranlara gebe günlerdeyiz, yalnızca takvimsel olarakHaziran ayında yaşanabilecek hareketliliklerden ibaret bir kehanetdeğil bizimkisi. Ethem’i, Abdullah’ı, Medeni’yi, Ali İsmail’i,Mehmet’i, Hasan Ferit’i, Ahmet’i, Berkin’i şehit verdiğimizkavgamızın sona ermediğini, yeni bedeller ödemek pahasına dahabüyük fırtınalara hazırlandığımızı söylemek istiyoruz. Peki, nedenölümü bile göze alarak fırtınalara hazırlık yapıyoruz? Yaşamayısevmediğimizden mi? Değil elbette, ‘büyük bir ciddiyetleyaşadığımızdan’… ‘Tanımadığımız insanlar için ölebilmeyi gözealdığımızdan’… Bir bildiğimiz var elbet!

Gençlik cürettir!

Haziran Direnişi’nin ardından yapılan değerlendirmelerin tümündegençliğin rolü özel olarak vurgulanıyordu. Gençlik direnişe kitleselbir şekilde katılarak cesareti, inisiyatifi ve yaratıcılığıyla Haziran’adamgasını vurmuştu. Öyle ki uzun uzun tartışılmıştı “bu gençlerinderdi ne?” sorusu. Bu sorunun yanıtı için öyle çok kafa yormayagerek yok. Direnişte şehit düşen en büyüğü 26, en küçüğü 14 yaşındaolan 8 güzel insana bakalım. Onların sınıfsal kimliklerine, yaşamkoşullarına ve ne uğruna kavgaya atıldıklarına… Sorunun yanıtıburada karşılığını buluyor çünkü. İşçi ve emekçilere ve onların gençkuşaklarına yaşamı dar eden, gençliğin en güzel yıllarını çekilmezhale getiren kapitalist düzenle uzlaşmadı onların genç yürekleri. Bunedenle tereddüt etmediler, ölürken bile…

Onların ardından o kadar çok şey söylendi, o kadar çok şeyyazıldı, çizildi ki… Ne söylesek tekrar olacak. Olsun, tekrara düşmekpahasına, yazmalı ve okumalıyız. Çünkü biz sokaklara çıktığımızdakaçacak delik arayanlar yeni Haziranlardan çok korkuyorlar. Bizgücümüzün farkına vardık bir kere. Hani o çok tekrarlanan ifadeyle:Biz bu kavgadan çok şey öğrendik.

Okulumuzun müfredatı emekti

Ne öğrendik biz? Her şeyden önce direnme sanatını. Haksızlıklarkarşısında boyun eğmemeyi ve yalnız yürümemeyi. Direnirkensavaşmayı, barikat kurmayı, bir taşın bile zırhlıları alt edebileceğini.Saatlerce çarpışırken açlık hissini unutmayı, bir parça ekmeği onlarcakez bölebilmeyi, yorulduğunda yerini başka birinin alacağını bilmeyi,güvenmeyi, paylaşmayı, sevmeyi… Ve kaybetmeyi… Omuz omuzadövüştüğün, hiç tanımadığın ama isminden öte her şeyini bildiğinyoldaşlarını yitirmeyi…

Hepsinin harcında emek vardı. Bu yüzden kalıcılaştıöğrendiklerimiz ve bir sonraki sınavlara başımız dik gireceğiz.Bildiklerimizi bir bir söyleyeceğiz, söylemenin yetmediği yerdedövüşeceğiz. ‘Doğru ve haklı bulduğumuz her şey ve herkes için…’.“Üç beş ağacın” kesilmesine razı gelmeyen, internet sansürüne geçitvermeyen, yasakları delen, lise sıralarını, üniversite amfilerini boykotedip meydanlara inen, ezberleri bozan bir kuşağız biz.

“Korkacaklar, titreyecekler,yıkılacaklar!”*

Böyle demişti Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’de düştüğü o hainpusuda aramızdan ayrılmadan önce. Bu kararlılığı iyi okumakgerekiyor. Çünkü 19 yaşın kaleminden dökülen bu sözlerin devrimciiyimserlikten öte bir anlamı var. Güven ve zafere olan inançla kendinisokağa atan Ali İsmail aslında gençlerin neden ve nasıl hareketin entemel unsuru olduğunu gösteriyor. Üniversite eğitimi gördüğü birdönemde “kendi bacağından asılmak” kaygısıyla değil “ya hepberaber ya hiçbirimiz” erdemiyle milyonların direnişinde yerini alanAli İsmail’in şu sözü, bu köhnemiş düzenin akıbetine dairdüşüncelerini özetliyor: “Korkacaklar, titreyecekler, yıkılacaklar!”

Bugün dünden daha güçlüyüz. Haziran’da tek başına sokağa çıkanbirçoğumuz bugün örgütlüyüz. Hayal gücümüzün sınırı olmadığı gibi,yapabileceklerimizin de sınırı yok. Bu yüzden genciz. Ve buyüzden geleceğin tek sahibiyiz! 5

Page 6: Ekim Gençliği / sayı 151

Üzerinden bir sene geçti. Gaz fişeği yüzündengörmeyen gözler, renklerle haşır neşir olamıyor birsenedir. Gözaltında polisin “dostane merhabası” iletanışanlar için doluyor bir sene. Tutuklanıp F tipizindanlarında tecrite, yokoluşa karşı direnenler birsenesini dolduruyor ve davalar artarak devam ediyor.Ve bir sene oluyor dostlarımıza veda edeli.“Korkacaksınız, titreyeceksiniz, yıkılacaksınız!”diyen Ali’ye, Güvenpark barikatlarında işçi tulumuile saraylara meydan okuyan Ethem’e ve on dörtyaşında, elinde sapanı yiğitçe zulme direnen BerkinElvan’a hoşçakal diyeli bir sene oldu. Omuz omuzayürüdüğümüz sokaklarda bir yanımızı soğukhissedeli bir sene oluyor.

“ayağı değince Yılmaz’ ın baktı atacak taşı yoktueli durmuş, ayağı durmuştu”

Dostlarımızla, yoldaşlarımızla, kardeşimizle 31Mayıs akşamı özgürlük ve eşitlik için barikatlara taştaşımaya başladık. Her geçen gün büyüdük, hemkendi içimizde hem de hep beraber. Berkin gibi kimizaman bir çocuk sığdı içimize, umutlu! Bazen AhmetAtakan doğdu bedenimizde, savaşa ve ezilmişliğekızgın! Her geçen gün uyuşturucunun arttığımahallelerde Hasan Ferit oluverdik, zehirlenmesindiye bedenler. OSTİM’de işçilerin ölümüne karşısermayenin üzerine yürüyen Ethem oluverdikAnkara’da!

“çıkardı yüreğini kan içindevurdu kötülüğün kafasına, kafasına.”

30 Mayıs akşamı yataklarında uyurken kimsedüşünmezdi sabaha bir direnişçi olarak uyanacağını.Abdocan nasıl ettiyse kahvaltısını attı kendinisokağa. Mehmet yürüdü yol boyunca Taksim’e, hiçolamadığı kadar özgür girebilmek için. Ankara,İstanbul, Hatay, İzmir ve Türkiye’nin dört birtarafında birgün içinde “olmayacak” denen ne çokşey oldu. Baskı ve kölelik dayatmalarına isyan edenkadınlar sokağa çıktı, sermayenin saldırılarına hayırdiyen işçi, paralı eğitime karşı çıkan öğrenci ve ötekiolan herkesi kucaklayacak bir dünya özlemimilyonların öfkesinde dile geldi. Uyandığımız sabahbirçok dostumuz ve kardeşimiz oldu. Ve her bircenazenin ağırlığı eklendi kavgamıza. Vesoluğumuza eklendi her ölenin umudu, yaşamı,kavgası.

Bu bir sene içinde yüzlerce kez sokağa çıktık.Sonsuzluğa uğurladığımız yoldaşlarımızın hesabınısormak için, Greif işçisinin “Bu daha başlangıç”deyip her işçinin umudu olduğu işgal eylemi için,ODTÜ’de yok edilmeye çalışılan doğa için,uyuşturucu ile karanlığa mahkum edilmek istenenmahalleler için, Alevilere karşı uygulanagelenasimilasyon politikalarının devamı olan cami-cemeviprojesine karşı… Hiç soluğumuz kesilmedi. Sermayedevleti yarınlarını korumak için saldırdıkçapervasızlaştı. Korkuları büyüdükçe gazının,copunun, TOMA’sının sayısını arttırdı.

“Çocuklar ölebilir yarın, hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından düşerek de değil kuyulara filân; çocuklar ölebilir yarın, çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın, çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında, ne bir santim kemik, ne bir damla kan, çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında arkalarında bir avuç kül bile değil arkalarında gölgelerinden başka bir şeybırakmadan. “

Haziran Direnişi’nin ateşini kuşananyoldaşlarımız hala onların korkulu rüyaları.Öldürmekle bitirebileceklerini zannedenlerbugünlerde ölülerin her fotoğrafında soğuk terlerdöküyor. Sanayi havzalarında yeni Ethem’leryürüyor ücretli kölelik düzenine karşı, kampüslerdeAli İsmail’ler her üniversiteyi kavgaya ve sokağaçağırıyor, Kürdistan’daki kirli savaşa karşımücadelesini ortaklaştırıyor her milleten, her ulustansınıf kardeşleri ile yeni Medeniler. Liseliler apolitikolmadığını ve kavgalarının yaşlarından büyükolduğunu haykırıyorlar Berkin Elvan boykotlarında.

Bir gün, bir yılımızı özetliyor. Bir gün sömürülenher bedenin çığlığını hatırlatıyor. Bir gün kadıncinayetlerine hayır diyenleri hatırlatıyor.Üniversitelerin, liselerin, mahallelerin, sokaklarınsesini hatırlatıyor. Bir sene geride kaldı. Ethem’in,Ali’nin, Berkin’in, Abdocan’ın, Medeni’nin,Ahmet’in, Mehmet’in, Hasan Ferit’in sesi halaçınlıyor meydanlarda. Korkuyor ‘emri ben verdim’diyenler. Vuruşarak ölümsüzleşenlerin gölgeleridüşüyor zalimlerin üzerine. Gölgeleri, geçmişleri,kavgaları bizlere umut, onlara korku olamaya devamediyor!

İzmir Ekim Gençliği

Bir gün için,bir sene...

Page 7: Ekim Gençliği / sayı 151

Katliamın faili kapitalist sömürü düzenidir…

Hesabını sormak içindevrimci sınıf mücadelesine!

Soma katliamı işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki derin uçurumuolabilecek en acı biçimde gözler önüne serdi. İşçi sınıfı ve emekçilerölülerinin acısıyla feryat ederken, egemenler dört bir koldankapitalizme tutulan aynayı perdelemeye soyundular. Kimisi pişkince,kimisi ikiyüzlüce, kimisi de içtenlikle vicdan muhasebesi yapsa dagerçekte tümü timsah gözyaşlarıyla yıkadı yüzünü.

AKP’nin ekonomik istikrarının temelitaşeron cumhuriyetidir

12 yıldır sermaye adına iktidar dümenini tutan dinci-gerici partininçirkefi bir kez daha ortalığa saçıldı. İşçi-emekçi kanına düşkünlüğünüsadece Türkiye değil, dünya alem gördü. Maden şirketiyle olan kirliilişkileriyle, milletvekillerinin ve bakanlarının pişkinliğiyle, en çok daAKP şefinin zıvanadan çıkmışlığıyla rezaletin sınırlarını aştılar. Adınaekonomik istikrar denilen olgunun taşeron köleliği, güvenliksiz,güvencesiz, sağlıksız çalışma koşulları, ağır sömürü ve köleliküzerinden kapitalistlerin palazlandırılmasından, yolsuzluk vehırsızlıktan ibaret olduğu, işçi sınıfının ödediği ağır bir bedelle tarihekaydedildi.

AKP iktidarının her çırpınışı katliamın birinci dereceden sorumlusuolduğunu belgeler nitelikteydi. Katliamdan günler önce madenlerindenetlenmesine dair meclise sunulan önerge karşısındaki tutumuyla, budönem yasalaştırmayı planladığı “taşeron yasa tasarısıyla”, yine en çokda şefinin ibretlik açıklamalarıyla AKP suç üstü yakalandı. Türkiye’niniş cinayetlerinde Avrupa birincisi, dünyanın da başta gelenlerindenolduğu gerçeğini bugün bilmeyen kalmadı. Tıpkı kadın cinayetleri,çocuk ölümleri, trafik terörü gibi örneklerde olduğu üzere, AKP’nin işcinayetlerinde de Türkiye’ye geriye doğru çağ atlattığı ortaya çıktı. İşbaşına geldiklerinden bu yana “ölümlü iş kazalarındaki” artış %450’yiaşmış durumdadır.

Tüm bunlar ve burada saymakla bitmeyecek çıplak gerçeklernedeniyle dinci-gerici iktidar, her zamanki gibi faşist baskı ve polisterörüne sarılmakta buldu çareyi. 2013 1 Mayısı’ndan ya daHaziran’dan alırsak son bir yıldır devlet teröründe gemi azıya alınmışbulunuyor. Yerel seçimler sonrasında polis teröründe ve faşist baskıdayeni bir tırmanışın yaşanacağı belliydi. Zira emperyalist efendilerinazarında dahi yaldızlı cilaları dökülmüş, gözden çıkarılmış, rezaletleriortalığa saçılmış despot bir iktidarın ayakta durmak için zorbalıktanbaşka bir yöntemi kalmış değildir. Fakat Soma katliamını protestoeylemleri karşısındaki polisiye tedbirlerin bir de suçun ikrarı anlamınagelen özel bir yanı var.

Burjuva dünyanın vicdan operasyonu

Nereden bakılırsa bakılsın dinci-gerici iktidarın suçu sabittir vebunun haber değeri bile kalmamıştır. Düzen cephesinin öteki kuvvetleribuna dayanarak kendi sorumluluklarını ve Soma cinayetindekiortaklıklarını örtmeye çalışıyorlar. Düzen partileri ve belli başlıkurumları, sanki kendilerinin taşeron sistemi, esnek üretim, ağır sömürükoşulları konusunda farklı politikaları varmış gibi sorumluluktankurtulabileceklerini sanıyorlar. Burjuvazinin en değme kalemşörleri,renkli ekranlarda aptallaştırma görevini ifa eden programcıları isegünlerdir “köleliğin bu kadarı da çok ağır” türünden bir bombardımanhalindeler. Olayı düzenin iktidar koltuğundakilere ve bazı aç gözlükapitalistlere yıkıp iyileştirme zorunluluğundan bahsediyorlar. ZiraSoma’da kapitalist düzenin vahşeti çarptı suratlarına. Dediklerinebakılırsa Avrupa standartlarında olsak mesele kalmayacak. Emperyalist-

kapitalizmin ağır çalışma koşullarını Türkiye’ye, Mısır’a, Çin’e,Hindistan’a, Bangladeş’e ihraç etmiş olması Avrupa’yı ne kadarpaklıyorsa, Soma katliamı karşısında vicdanları rahatsız olan burjuvadünyanın tüm öteki güçleri de ancak o kadar temizdir.

Kaldı ki bugün AKP’ye verip veriştirenlerin hatırı sayılır bir kısmı,Haziran öncesine kadar şu veya bu ölçüde AKP destekçisiydi. AKP’ninyaldızları döküldükten sonra çark etmiş olmak kendilerini bir nebze deolsa kurtarmıyor. Bunu bir yana bıraksak bile bir şey değişmeyecektir.Bir yandan sermaye düzeninin bekası için çırpınıp, onun işçilerdenemdiği kandan nemalananların, diğer yandan kendilerini bu düzeninişlediği suçlardan muaf saymasının ne anlamı var ki? Suç burjuvasömürü düzeninindir, kapitalizmindir. İster Türkiye’de isterBangladeş’te olsun bu gerçek asla değişmeyecektir.

Sendikal bürokrasi şebekesinin günahı da en az AKP kadar ağırdır.Bugüne kadar işçi sınıfını ve emekçileri denetim altında tutupözelleştirmelerin, esnek üretimin, taşeron düzeninin yerleşik halegelmesinde en az patronlar ve hükümetler kadar pay sahibi olansendikal korucular, utanmadan veryansın edip duruyorlar. Ne de olsa enkolayı bu. Bu baylara sormak gerekiyor, esnek üretim hayatageçiriliyorken, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları katlanılmazhale getiriliyorken, Türkiye taşeron cumhuriyetine dönüştürülüyorkenne yaptınız? Sınıf bölükleri bütün bu saldırılar karşısında döne döneörgütlenme ve mücadele girişimlerinde bulundukları halde sendikalardaörgütlü işçi sayıları neden sürekli eridi? Soma Katliam’ının tepkilerinhedefi haline getirdiği taşeron sistemine verip veriştirmek hangisendika ağasını kurtarabilir? Daha dün Greif işçilerinin taşeronköleliğine karşı gerçekleştirdikleri militan direniş sürecindeki utançverici tutum orta yerde duruyor.

Soma’nın hesabını sormak için

Açık ki burjuva dünyanın tüm kuvvetleri katliamın sorumluğunubirilerine yıkarak sermaye düzenini aklama uğraşındanvazgeçmeyeceklerdir. İşçi sınıfı ve emekçiler bu kez buna izinvermemelidir. Soma katliamında ödediğimiz ağır bedelin hesabı ancaksömürü ve kölelik düzeni kapitalizme karşı devrimci sınıf savaşımıyükseltilerek sorulabilir. Bunun için koşullar ve olanaklar herzamankinden daha elverişlidir. Sermaye adına ülkeyi can pazarınaçevirmiş AKP iktidarı, yalan ve aldatma olanaklarını yitirmişdurumdadır. Haziran Direnişi’inden bu yana çöküşün telaşı içindedir.Acımasız bir devlet terörüyle ayakta kalmaya çalışmaktadır, ki başka dabir çaresi-çözümü kalmamıştır. Öte yandan Haziran Direnişi’nden buyana Türkiye’nin toplumsal siyasal atmosferine sürekli mücadele, ileriişçi bölüklerinin, emekçilerin, gençliğin militan eylemleri damgavuruyor. Haziran Direnişi’nden bu yana geçen bir yıl boyunca direnişhavasını, politik ve moral gücünü kıramamış olmak sermaye iktidarınınkabusu olmaya devam ediyor.

Sahne işçi sınıfını bekliyor. Birleştirici, düzeni felç eden, militancahesap soran, burjuvazinin kölelik düzeninin karşısına sınıfın devrimcialternatifini koyan siyasal bir sınıf hareketi günün en yakıcı ihtiyacıdır.Haziran’ın yıldönümünü Soma katliamının tüm faillerinden, demekoluyor ki topyekün sermaye düzeninden hesap sormanın dönemecineçevirmek, işçi ve emekçilerin bu ihtiyaca yanıt vermesiyle mümkündür.Bu başarılmadığı müddetçe yeni Soma’ların yaşanması veya işçilerin işcinayetlerine kurban gitmesi kaçınılmazdır. Bu kapitalizmin “fıtratıdır”ve tek kurtuluş yolu da işçi sınıfının bu düzeni tarihin çöplüğünegöndermek üzere devrimci sınıf mücadelesiniyükseltmesinden geçmektedir. 7

Page 8: Ekim Gençliği / sayı 151

Kadınlarımız bekleşiyor maden ocağının başında. Ölü bedenlerimizi bekliyorlar,teslim almak için, gözleri ağlamaklı. Yüreklerine kor düşmüş, bizim bedenlerimizitutuşturan yangından bir parça. Bekliyorlar öfkeli bir kalabalığın ortasında. Yeraltınıcehenneme çevirenlerin yeryüzünü de gaza boğdukları bir ilçede. Gözleri yaşlıbekliyorlar, yürekleri hınçlı, yumrukları sıkılı...

Ya sen? Bizim yerin derinlerinden yükselen çığlığımızı duyuyor musun?Gözlerimize dolan kömür tozlarından kapkara olan gözyaşlarımızın dökülürkençamurlaştığını ve o çamurun bizi boğduğunu biliyor musun? Biliyorsun elbet,duyuyorsun, bizi çok iyi anlıyorsun biliyoruz...

Biz yeryüzünün güzelliğini yalnızca geceleri tadan madencileriz. Güneş ilk ışıklarınıarmağan etmeden dünyaya, kapkaranlık bir dünyaya açılır bizim gözlerimiz.Baretimizin yalnızca birkaç metreyi ışıtan lambası sınırlasa da gördüklerimizi, hayalettiklerimizin sınırı yoktur bilesin. Sınırsız ve aydınlık koskoca bir yaşamdır bizimözlemimiz. Peki, neden bedenimizi bu zindana hapsederiz?

Maden tekelleri, göbekli patronlar daha fazla semirsin diye değil elbet. Kendievimize, karımıza, çocuklarımıza her akşam bir tas yemek götürebilmek, yarı aç, yarıtok yaşayabilmek için yerin dibine gireriz. Ama bizim “kaderimiz” maden tekellerineve göbekli patronların ellerindedir. Neden? Çünkü bu işin “fıtratında” vardır ölüm. Vebiz ölürüz: Kozlu’da, Yeni Çeltek’te, Zonguldak’ta, Soma’da...

Yüzlerle ölürüz, binlerle... Ardımızdan ağıtlar dizilir. Geride bıraktıklarımız “acıklıhikayelere” dönüşür. Katlimize sebep değillermiş gibi yollara düşer devlet büyükleri,gazeteler günlerce bizi yazar, haberleri sunan spikerin sesi titrer ve milyonlarca insanüzülür bizim için...

Kaç gün sürer bu yas havası? Bu duyarlık, bu hassasiyet? Kaderimize boyuneğmediğimizde, ölümümüzü ellerimiz kollarımız bağlı beklemediğimizde, bugünolduğu gibi dört bir yanı yangın yerine çevirdiğimizde... İşte o zaman zehrini akıtacakhepsi üzerimize. O zaman dost ve düşman kim bileceğiz!

Sen? Sen genç arkadaş, dost musun, düşman mısın bize? Ölürken değil, savaşırkendüşün bizi.

Yas tutmaya vaktimiz yok! Sen de yasa değil, kavgaya ortak ol!

“Kadınlar dönmeyecekler yuvalarına kadınlar ocaklarının başına dönmeyecekler.

Bekleyecekler şafak sökene dek, başlayıncaya dek dönmeye çarklar yeniden,

getirilinceye dek sedyeler içinde buraya sevdikleri, bağlandıkları erkekleri,

güçlü, yumuşak, güzel erkekleri buraya getirilinceye dek bekleyecekler.

Saatinden tanıyacaklar kimini, kimini bir düğmeden,

kimini bir sezgiyle sadece. Ve üç gün sonra bütün bu ölüler

hep birlikte gömülecekler büyük bir çukura.” Joe Corrie

Ne bekliyorsun?Madenci sana sesleniyor:

Unutma!

Yolu yok kurtuluşun,sen isyanı seçmedikçe!8

Page 9: Ekim Gençliği / sayı 151

9

Dostuz biz size… Yeryüzünü sarsan bir gürültüyleduyduk adınızı önce. Yüreklerimizin aynı düşleruğruna çarptığından habersiz yerinderinliklerindeydi bedenleriniz. Ama düşleriniz hepbizimleydi. Biz o düşler uğruna savaş verirken, sizsuratlarınıza yapışan kömürün karasıyla meydanokurdunuz zalimlere. Bir gün, -kaderiniz öyleyazılmış olacak- ekmeğinizi çıkardığınız kayalıklarmezar oldu size. Biz ise ant içtik. Kanımızı emen,sizin mezarınızı kazan sermayeyi gömeceğiz oçukura. İşçi kanıyla beslenen asalaklara dünyayı daredeceğiz.

Dostuz biz size… Sizin Soma’da attığınız çığlığıduyan, sizinle birlikte canı acıyan, sabır taşıçatlayanlarız biz. Karşılık gözetmeden yangın yerinekoşan, toprağı, taşı elimizle, tırnağımızlatemizlemeye çalışan, dışarda gözyaşı dökenyakınlarınıza yoldaş olanlarız. Aynı anda, tüm ülkeyiSoma’nın ateşiyle tutuşturan ve o ateşi kendibilinçlerimizde harlayanlarız. İnanın bize. Yalnızcaölürken değil, dövüşürken de sizinleyiz. Çünküdüşmanımız bir. Davamız ortak.

Dostuz, ama yas tutmadık ardınızdan. İsyanettik. Yırtık çoraplarınız, kirli çizmeleriniz, birkaçliralık saatiniz malzeme olurken reyting yarışlarına,bizim kinimiz bilendi kavga barikatlarında.Suratınıza inen yumruklar, yerde sürüklenirkenyediğiniz tekmeler, bileğinize ters vurulankelepçeler, gaza boğulan acılı kentiniz, yangınınıtazyikli suyun dahi söndüremediği yiğityürekleriniz... Hepsi kazındı belleklerimize. Ve bizbu büyük öfkeyle direneceğiz, savaşacağız ve hesapsoracağız.

Dağıldı sahte yas havası. İşçi kanıyla iktidarınısürdüren o bayrak çekildi yine göndere. Birkaçacıklı hikâye dışında adınız anılmaz oldu. Devleterkânının lüks seyahatleri kaldığı yerden devamediyor. Birlik, beraberlik mesajları, “amanprovokasyona gelmeyin” uyarıları… Çarklar yenidendönmeye başladı. Yalnız Soma’da değil, ülkenindört bir yanında metal canavarlar iş başında yine.Belki yüzlerle değil ama birer birer, sessiz sedasızölmeye devam ediyoruz.

Evet, sessiz sedasız! Büyük kasırgaların hemenöncesindeki gibi. Duyuyor musunuz çelik adımlarınuğultusunu? Yaklaşıyor fırtına!

Biz fırtınanın habercileri, genç yüreklerimizlesavaşınızda sizin yanınızdayız! Yolumuz yolunuzdur!

Gençliğin madenciyeyanıtı...

“Burjuvazi bir kez dahakavgaya davet etti bizi.Davetleri kabulümüzdür!”

Page 10: Ekim Gençliği / sayı 151

10

Haziran Direnişi ile birlikte üniversite gençliğiüzerindeki kara bulutları dağıtmaya başladı. Birsenelik bu kısa yürüyüşte gençlik hareketiivmelendi. Yarını ile ilgili umudunu yitiren, işsizlikve geleceksizlik girdabında sürüklenen gençlik, 31Mayıs günü yeni bir dünya hayali ile sokaklardakiyerini aldı. Bu bir yıl içinde kitlenin geri bilincineyüklenen, kendi dar politik bakışları içinde tutmakisteyen reformist gençlik örgütleri, gençlikhareketinin önünde hamuru gereği barikat olarakdurmaktan kendini alamadı. Üniversite gençliğikendisine biçilmek istenen dar politik çerçeveyiaşma iradesini militan direnişleri ile gösterdi.

Berkin Elvan’ın sonsuzluğa uğurlanması ileülke genelinde kendiliğinden kitlesel bir şekildeyıllardır gerçekleşmeyen bir boykot süreci yaşandı.Dersleri boykot sürecinde gençlik hareketi bir yığınolmaktan çıkarak daha devrimci bir düzeye doğruilerleme potansiyeli taşıdığını ortaya koyuyor.Soma’da gerçekleşen katliamdan sonra üniversitegençliği ‘ders sokakta’ diyerek alanları tekrardandoldurdu. Bu sefer işçi sınıfının dinamikleriüzerinden ilerleyen süreç, gençliği işçi sınıfınıngündemlerine yaklaştırdı. Bu ilerleyiş iktidarın hergeçen gün artan pervasızlığını doruğa ulaştırdı.Kampüslerinde dersleri boykot eden öğrencilerdersliklerinden çıkarak emekçilerle kucaklaşmayave sermayenin kirli yüzünü yakından görmeyebaşladı. Berkin Elvan ve Soma için boykoteylemlerinden sonra mücadelenin artık daha çetingeçeceği olgusu gözler önüne serildi.

Bu şartlar altında Ege Üniversitesi’ndegençliğin militan ruhunu kendiliğinden bir sürecebırakmak yerine hatları ve hedefleri tartışılan,belirlenen bir çerçeve üzerinden ilerleme gereğikendini yakıcı olarak hissettiriyordu. Polisbaskısının her geçen gün arttığı, iki yüzlü birşekilde Soma Katliamı bahane edilerek gençliğinanmalarına rektörlük tarafından kısıtlamagetirildiği, ÖGB’nin her yerde öğrencileri sivilpolisler eşliğinde takip ettiği ve fişlediği birdönemde militan bir cevap verilmeliydi vegençliğin Soma Katliamı’na olan öfkesi devrimciyöntemlerle açığa çıkarılmak zorundaydı. Ayrıcareformizmin sınıf gündemlerine, sınıfa karşı veuzaklığından kaynaklı Soma Katliamı üzerindengerçekleşen boykotta dışarıda kalması, yenidönemde gençliği kısırlaşan basın açıklamaları ve

yürüyüşlere sürüklemeye çalışmasıengellenmeliydi.

Gündemler bu kadar ağır ve toplumsal olarakyakıcı iken devrimci gençlik hareketini oluşturmakisteyen gençlik örgütleri yan yana gelerek ve uzuntoplantı süreçleri yaşayarak boykot ve işgalseçeneğini öne çıkarttı. Reformist gençlik örgütleritoplantılar sonucu bu eylemi ya zamansız olarakgördüler ya da gençliği kucaklayacak bir eylemolarak görmediler. Sonuç olarak iki fakültedeboykot kararı alınarak kampüse duyuru yapılmayabaşlandı.

İşgal günü iki fakültede gerçekleştirilmesiplanlanan boykot tam katılım ile sonuçlandırıldı.Sınıflara girilerek ‘ders sokakta!’ çağrısı yapıldı.Boykot için yürüyüşe katılmayan öğrenciler dedahil hiçbir öğrenciden ters bir tepki alınmadı.Süreç içinde kimi akademisyen ve gençlikörgütlerinin söylediklerinin aksine hiçbir öğrencisözlü taciz ya da darba maruz kalmadı. Daha sonrahazırlık binasına geçilerek binanın kapılarıkapatılıp önlerine barikat kuruldu. Daha öncedenhazırlanan talepler ozalit haline getirilerekkampüsün dört bir yanına asıldı. Eylemin talepleriise şunlardı;

1 - Başta Ege Üniversitesi olmak üzereüniversitelerdeki polis ablukasının kaldırılması,haftabaşında Canan Kulaksız anma şenliklerineyönelik polis terörü ve şenliğin engellenmesiüzerine rektörlüğün özür dilemesi

2 - Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Candeğer Yılmaz’ın Soma’da yüzlerce madenişçisinin hayatını kaybetmesine ilişkin yaşananınkaza değil katliam olduğunu açıkça vurgulayan birmesaj yayınlaması

3 – Haklı talepleri için işgal eylemigerçekleştiren hiçbir öğrenci hakkında adli ve idarisoruşturma açılmaması.

Acil üç talebin kabulü halinde işgal eylemininbitirileceği ve binaya bir zarar verilmeyeceği EgeÜniversitesi Rektör Yardımcısı’na ilk görüşmedeiletildi. İlk görüşmede ikinci talep dışında kalantalepler kabul edilse de Soma Katliamı üzerindenbürünülen sessizlik yüzünden tüm maddeler kabuledilene kadar işgalin devam edeceği söylendi. Bukarar işgalin olduğu binada tüm katılımcıların ortakkararı doğrultusunda alındı. İçeride genelplanlamalar yapılarak işgal günü

İşgal, boykot, direniş!

Ege Üniversitesi’ndegençliğin militan ruhunukendiliğinden bir sürecebırakmak yerine hatlarıve hedefleri tartışılan,belirlenen bir çerçeveüzerinden ilerleme gereğikendini yakıcı olarakhissettiriyordu. Polisbaskısının her geçen günarttığı, iki yüzlü birşekilde Soma Katliamıbahane edilerek gençliğinanmalarına rektörlüktarafından kısıtlamagetirildiği, ÖGB’nin heryerde öğrencileri sivilpolisler eşliğinde takipettiği ve fişlediği birdönemde militan bircevap verilmeliydi vegençliğin SomaKatliamı’na olan öfkesidevrimci yöntemlerleaçığa çıkarılmakzorundaydı.

Page 11: Ekim Gençliği / sayı 151

11

gerçekleştirilmeye çalışıldı. Fakat film gösterimi,tiyatro atölyesi gibi planlamalar yapılsa da hayatageçirilemedi. Basın komisyonu oluşturularaketkin olarak gündemlere cevap verilmeyeçalışıldı. İçeride birliği sağlamak konusundasıkıntılar çekildi. Boykot komitesi yazılamalarıdışında tüm gençlik örgütlerinin yazılamalarıduvardaki yerini aldı. Bu durum bağımsızkatılımcıları dışlayan bir hal alarak devam etti.

İlerleyen saatlerde işgale katılmayan reformistgençlik örgütlerinin eylemi zorba bulduklarınısöyleyip kampüsten çıkması ve içeriden çıkangençlik örgütlerinin neden belirtmemesi hayalkırıklığına neden oldu. Bu iki durum ile ilgilieleştirilerimizi hala gündemde olan işgaleyleminin önüne geçmemesi için bir süreliğinesaklı tutuyoruz. Çıkışların yaşanmasından sonratoplantı alınıp işgalin devam etmesi gerektiğiiçeride kalan tüm gençlik örgütleri tarafındanvurgulanarak işgale devam kararı alındı. Sayıdüşse de toplantıda işgalin önemi konusundanetlik olması işgal eylemliliğinin iç dinamiğiniolumlu yönde etkiledi. Daha sonra genel güvenliksorunları konuşularak ertesi gün planlamasısabaha bırakıldı.

Gece saat 02.30 sularında İzmir Emniyeti 38öğrenciye bir helikopter, iki TOMA, iki akrep ve600’den fazla çevik ve özel harekat timleri ilesaldırmaya başladı. Saldırının başlaması ilebirlikte daha önce kapatılan ilk kat vemerdivenleri iyice güçlendirilerek barikatbüyütüldü. Polis içeride yer alan yangınsöndürme hortumları ile püskürtülmeye çalışıldı.600’den fazla çeviğe her kattaki merdivenebarikat kurularak cevap verilmeye çalışıldı. Poliskapalı ortamda yoğun gaz kullanarak öğrencileriçatıya kadar sürükledi. Çevik kuvvetin sadecebarikatları temizlemesi 45 dakikadan fazla sürdü.Ve çatıya çıkan öğrenciler direnişe başka birboyut kazandırdı.

Çevik kuvvetin çatıyı delme çabasına, hedefalarak attığı gaza ve plastik mermiye, çatı katınabasılan yoğun biber gazına rağmen öğrencilerçatıda yaklaşık 2 saat kalarak devrimci gençliğinneler yapabileceğini gösterdi. Helikopterleyapılan tacizlere, yeni Berkinler yaratmak içinhedef alınarak atılan gaz fişeklerine karşıgösterilen muazzam militan direniş iki saatsonunda kütüphane çatısından atılan pimli veateşleyici gaz fişekleri sonunda son buldu. Dahasonra çatıya çıkan özel harekat timleri plastikmermi yağdırarak öğrencilere saldırdı. Çemberealınan öğrencilere kamera açıkken hiçbir şeyyapılmayacağı söylenip, sakin olmaları söylendi.Daha sonra kamera kapattırılarak öğrencilereyakın mesafeden yoğun gaz sıkılması veöldüresiye darp başladı. Çatıda yaklaşık 15dakika süren bu işlemin sonunda öğrencilerinhepsine ters kelepçe takılarak ve merdivenlerdensürüklenerek bir aşağı kata indirildi. Her kattaoluşturulan çevik koridorlarında işkence artarakdevam etti. Bütün öğrenciler yerde üst üsteyatırıldı. Bu sırada öğrencilere çokca hakaret veküfür edildi. Kadın öğrencilere aşağılayıcıhakaretler edildi. Toplamda kesintisiz yarımsaatten fazla işkenceye maruz kalan öğrencilergözaltı aracına bindirildi. Hastaneye gidilinceişkence sonrası bilanço ortaya çıktı. Biröğrencinin bacağı, üç öğrencinin burnu kırıldı, biröğrencinin kaburgaları ezildi, kolları bacaklarısargıda onlarca öğrenci dışarı çıktı. Plastik ve ters

kelepçe yüzünden üç öğrencinin ellerinde sinirsıkışmasından hissizlik başladı. Bütünöğrencilerin bacakları ve kollarında darp izleri,gözlerde morluk olağan bir durum olarakkayıtlara geçti.

İşgal Ege Üniversitesi Rektörü CandeğerYılmaz tarafından Emniyet Müdürlüğüne yazıgönderilerek ve yeni Ali İsmailler yaratmakhedefi ile saldırılarak sonlandırıldı. Gözaltı süreciboyunca genç komünistler tarafından gösterilentutum işgal eylemindeki militan eylemliliğikucaklar nitelikteydi. TEM polislerine gereklicevap devrimci tutumla tok bir şekilde verildi.İçeride tuvalet ihtiyacında yapılan özelbekletmeler, su ve şekerin verilmemesi gibi keyfiuygulamalar yaşandı. Üç günün sonundamahkemeye sevkler başladı. İşgalci öğrencilere“eğitimi durdurma, kamu malına zarar verme,kasten adam yaralama, polise mukavemet,örgütsel yazılama” suçları yöneltildi. 18 kişisavcılıktan, 14 kişi ise adli kontrol ilemahkemeden serbest bırakıldı. Altı kişitutuklanma talebi ile mahkemeye sevk edildi.Mahkemeye sevk edilenler arasında üç EkimGençliği okuru da vardı. Mahkemede savunmaboyunca Soma Katliamı üzerindengerçekleştirilen işgal sahiplenildi. Mahkemeyeçıkarılan altı kişi de adli kontrol ile serbestbırakıldı. Böylece işgal eylemine katılan herkesserbest bırakılmış oldu.

Üniversitelerde işgal eylemi akademiktaleplere ve ülke gündemine söz söyleyebilmekiçin kullanılacak en güçlü yöntemlerden biri.Bunun yanısıra işçi sınıfının, Türkiye özelindeKavel Direnişi ile birlikte başlayan militandireniş yöntemi olarak işgal eylemi, gençlikhareketinin bu yeni dönemdeki militan ruhuna dasesleniyor.

Eylemden notlar: - İşgal binası içerisinde koşullar netleştikçe

kopmalar yaşansa da direnen öğrencilerin tutumuoldukça iyiydi. Hukuki ve fiziki birçok zorluğugöze alan devrimci bir kararlılık göze çarpıyordu.

- Bu sene başından itibaren defalarca yakıcı,kitlelerin sessiz kalamayacağı gündemler sözkonusu olduğunda hemen her seferinde boykotgerçekleşti. Soma’da yaşananların ardındanboykotu boşa düşürmek için neredeyse bütünfakülteler kendiliğinden dersleri iptal etti. Bununyanında boykot ve işgal eylemliliklerinikarşılaştıracak olursak üniversite ve lise gençliğiişgal eylemine daha olumlu yanıt verdi.

- Aradan günler geçmesine rağmen bütünkampüsün gündemini işgal eylemi tuttu. Heryerde işgal ve polis terörü konuşulmaya devamedildi.

- İşgal binası önünde bekleyiş sürerken,üniversite dışındaki insanların da çağrıldığıyaklaşık yetmiş kişinin katıldığı bir forumdüzenlendi. Tartışmalar özverili ve canlı geçtiğisıralarda, içeride yaşanan tartışmaların,bölünmelerin yaşanması forumu olumsuz yöndeetkiledi.

Yaşasın Ege işgalimiz!İşgal, boykot, direniş!Soma işçisi yalnız değildir!Roboski’den Soma’ya hesap sormaya!

İzmir Ekim Gençliği

Üniversitelerdeişgal eylemi

akademik taleplereve ülke gündeminesöz söyleyebilmek

için kullanılacak engüçlü yöntemlerdenbiri. Bunun yanısıra

işçi sınıfının, Türkiyeözelinde Kavel

Direnişi ile birliktebaşlayan militandireniş yöntemi

olarak işgal eylemi,gençlik hareketininbu yeni dönemdekimilitan ruhuna da

sesleniyor.

Page 12: Ekim Gençliği / sayı 151

12

EÜ öğrencileripolis terörünüprotesto etti

Ege Üniversitesi öğrencileri Okmeydanı’ndaöldürülen Uğur Kurt’un ve Soma Katliamı’ndaöldürülenlerin katillerinden hesap sormak, devletterörünü, üniversiteyi işgal eden öğrencileringözaltına alınmasını protesto etmek için 23 Mayısgünü eylem yaptı.

Saat 12.00’de Edebiyat Fakültesi önündetoplamaya başlayan öğrenciler saat 12.30’dayürüyüşe geçti. Önde “Uğur Kurt’un ve polisterörünün hesabını soracağız!-Ege BoykotKomitesi” ozaliti açılarak alkış ve sloganlareşliğinde yüründü. Yemekhanenin önündeajitasyon konuşmaları yapıldı. Okmeydanı’ndakatledilen Uğur Kurt’un katillerinin ve SomaKatliamı’nın sorumlularının yargılanmasıamacıyla okullarını işgal eden öğrencilerinişkenceyle gözaltına alındıkları söylenerekyürüyüşe destek çağrısı yapıldı.

Yürüyüş üniversitedeki yurdun önüne kadardevam etti. Yurdun önünden tekrar geri dönülerekajitasyon konuşmaları eşliğinde basın açıklamasıyapılacak olan yere gelindi. Yürüyüş boyuncadevletin katliamcı yüzüne değinilerek, HaziranDirenişi’nden beri 11 kişinin devlet tarafındankatledildiği söylendi. Aynı devletin Soma’da da300’den fazla işçiyi katlettiği vurgulanarak,devletin katliamcı kimliğinin devam ettiği ifadeedildi.

Meydana gelindiğinde İşgal Komitesi adınabasın açıklaması okundu. Basın açıklamasında,“Soma’da katledilenlerin ve Canan KulaksızŞenliği’ne yapılan saldırının hesabını sormak içinEge Boykot Komitesi çağrı yaparak 22 Mayıs’taEdebiyat Fakültesi’nde boykot başladı” denildi.İşgalin somut taleplerinin “Rektörlüğün Soma’dayaşananlara kaza değil katliam demesi, şenliğeyapılan saldırıyla ilgili özür dilenmesi ve EgeÜniversitesi başta olmak üzere diğerüniversitelerde süren polis şiddetinin son bulması,boykot ve işgale katılan hiçbir öğrenci hakkındaadli-idari soruşturma açılmaması” olduğu ifadeedildi.

Aynı gün İstanbul Okmeydanı’nda polistarafından katledilen Uğur Kurt’un katillerinden dehesap sorulması talebinin yer aldığı söylendi.Üniversite ve polis işbirliğiyle gece saat 02.30sularında üniversiteye giden tüm yolların polistarafından kapatıldığı söylendi. “Bir buçuk saatboyunca plastik mermi ve gaz fişekleriylesürdürülen polis saldırısına arkadaşlarımızdirenmiştir” denildi.

Ayrıca şunlar söylendi: “Polisin içerigirmesiyle işkence görerek, darp edilerekarkadaşlarımız gözaltına alınmışlardır. Gözaltına

alınlar arasında kafa travması, ayağı kırılan,burnu kırılan ve birçok arkadaşımız da darpedilmiştir. 38 öğrenci şu anda İzmir TerörleMücadele Şubesi’nde Bozyaka’datutulmaktadırlar.

Bugün Soma’da katleden de Okmeydanı’ndakurşun yağdırıp Uğur Kurt’u katleden de EgeÜniversitesi’ni işkencehaneye çeviren de aynıdevlettir. Ege Üniversitesi Rektörlüğü, bütün birülkede estirilen terörün ortağı olmuştur.Gerçekleşmesi meşru talepler rektörlük tarafındankabul edilmemiş, polis ve üniversite işbirliğiylesaldırı gerçekleştirilmiştir.

Son olarak bizler, üniversitelerin öznesiolanlar, üniversitelerimizi özgürleştirip daha rahatsözümüzü söyleyip bilim ürettiğimiz yerler olanakadar mücadele etmeye devam edeceğiz. İşgaleylemiz, bu kararlılığımızın en somut halidir.Hiçbir baskı, gözaltı ve işkenceler biziyıldıramaz.”

Basın açıklamasının okunmasının ardındanüniversiteden çıkılıp, yolun bir tarafı trafiğekapatılarak rektörlüğe doğru yürüyüşe geçildi.Yürüyüş boyunca yoldan geçen arabalar dakornalarını çalarak destek verdiler. Rektörlükönüne gelindiğinde yol trafiğe kapatılarak yarımsaatlik oturma eylemi başladı. Burada da devletinkatliamcı yüzü teşhir edildi.

Oturma eylemi yapılırken, gözaltına alınanSerdar Gür’ün annesi Nesrin Gür özelgüvenlikçilere, “Sizler katillerin bekçiliğiniyapıyorsunuz, bunların hesabını vereceksiniz”diyerek rektörün yanlarına çağrılmasını istedi.Oldukça öfkeli olan Gür, özel güvenlikçilerin de,rektörün de katilleri koruduğunu, işbirliğiyaptıklarını ifade ederek, “Sizler onursuzinsanlarsınız” diye tepki gösterdi. Anneninkonuşması öğrenciler tarafından alkışlarla vesloganlarla desteklendi.

Oturma eylemi bitirildikten sonra öğrencilerüniversiteye geri döndüler. Oldukça öfkeli olanöğrenciler dönüşte de sloganlarla yolu trafiğekapatarak Edebiyat Fakültesi’nin önüne geldiler.Burada, gözaltına alınan arkadaşlarına destekolmak, yanlarında olmak için Bozyaka’ya gitmeçağrısı yapıldıktan sonra öğrenciler toplucaBozyaka’ya gittiler.

Eylem boyunca “Boykot, işgal, direniş!”,“Yaşasın Ege işgalimiz!”, “Somanın hesabısorulacak!”, “Uğur Kurt onurumuzdur!”, “Katildevlet hesap verecek!”, “Bu daha başlangıçmücadeleye devam!”, “Polis dışarı bilim içeri!”,“Polis idare işbirliğine son!” sloganları atıldı.

Ekim Gençliği / İzmir

Page 13: Ekim Gençliği / sayı 151

ÜniversitelerdeSoma işçileri için işgal!

Maden işçilerinin katledilmesine karşı öğrenciler İTÜ Maden Fa-kültesi, Galatasaray Üniversitesi, Marmara Güzel Sanatlar, Boğaziçive Bahçeşehir Üniversitesi’nde eyleme geçtiler.

İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, üniversitenin AyazağaKampüsü’nde bulunan Maden Fakültesi binasını işgal etti. İşgal 16Mayıs’ta fiilen saat 18.00 itibariyle başladı.

“Üniversite Sanayi işbirliği adı altında gözünü kar hırsı bürümüşpatronlara ve katillere kılavuzluk edenleri üniversitemizde istemiyo-ruz” diyen işgaldeki İTÜ öğrencileri taleplerini şöyle sıraladı:

“Katil Soma A.Ş.’nin İTÜ ile tüm bağının koparılması, Katillerindanışmanlığını yapan Orhan Kural’ın derhal istifa etmesi, başta So-ma’da olmak üzere tüm polis saldırılarının durdurulması, sorumlula-rın derhal tutuklanması!

İTÜ’nün Ayazağa kampüsünde bulunan Maden Fakültesi binasınıişgal eden öğrenciler, fakülte binasını içeriden kapatarak, kapılarınönüne barikat kurdular. Fakülte dışında ÖGB’ler bekledi.

Polis de fakülte önüne geldi.Öğrenciler ihtiyaç listesi olarak ip, zincir, fener, pil, uzatma kab-

losu, gıda, bilgisayar ve megafon getirebileceklere çağrı yaptı. İşgalsürerken dışarıda da destek için öğrenciler toplandı.

Bu sırada diğer üniversitelerden de eylem haberleri gelmeye baş-ladı.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde de işgal başladığıbilgisi ulaştı. İTÜ’ye destek veren öğrenciler okuldan ayrılmadı.

Galatasaray Üniversitesi’nde gerçekleştirilen boykotun İTÜ’nüntalepleri kabul edilene kadar süreceği açıklandı. GSÜ’de öğrencileroturma eylemi yaparak tepkileri sürdürdüler. Boğaziçi ve Bahçeşehirüniversitelerinde de destek eylemleri yapıldı. Üniversite eylemleriAnkara’ya da sıçradı. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’ndeSoma için işgal eylemi yapıldı.

Tüm bu gelişmelerin yanında İTÜ’yü işgal eden öğrencilerin ta-leplerinden biri yerine getirildi. Soma Holding patronları Alp Gürkanve İsmet Kasapoğlu’nun İTÜ Maden Fakültesi Akademik DanışmaKurulu üyeliklerine son verildi. İTÜ yönetiminin bir komisyon kura-

rak diğer talepleri de değerlendireceği belirtildi. İTÜ’de işgalin 3.günü talepler kabul edildi.

İşgal eylemi yaygınlaşıyor

Demokratik Öğrenci Dernekleri (DÖDEF) “İTÜ ile Mimar Sinanüniversitelerinde başlayan ve Galatasaray, Boğaziçi, Bahçeşehir’dedevam eden üniversite işgal eylemlerini sahiplenin” çağrısı yapmıştı.Bu çağrının ardından Siirt Üniversitesi, Botan Demokratik ÖğrenciDerneği (BDÖ-DER) üyesi öğrenciler tarafından 20 Mayıs’ta işgaledildi.

İşgal eyleminden önce Siirt Üniversitesi Merkez Kampüsü’ndeaçıklama yapıldı. Eylemde öğrenciler “Unutursak kalbimiz kurusun.Roboskî için adalet istiyoruz” ve “Aydın Erdemler’i unutmadık, unut-turmayacağız. Katillerden hesap soracağız” pankartlarını açarak üni-versite giriş kapısına yürüdüler. Öğrenciler, Soma’da ve tüm işcinayetlerinde yaşamını yitiren işçiler adına saygı duruşunda bulun-duktan sonra “Çerxa Şoreşê” marşını okudular.

Açıklamada Devrimci Yurtsever Öğrenci Kolektifi olarak SiirtÜniversitesi’ni işgal ettiklerini söyleyen öğrenciler, işgal eyleminisona erdirmek için taleplerini dile getirdiler. Erdoğan, Enerji BakanıTaner Yıldız ve Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in istifalarını isteyen öğ-renciler şunları söylediler: “Hükümet Soma halkından özür dilemeli,Soma Maden Ocağı derhal kapatılarak, sorumluları en ağır bir bi-çimde cezalandırılmalıdır. Polis terörü son bulmalı, bütün gözaltılarserbest bırakılmalı ve eylemselliklerde bulunan kişilere soruşturmaaçılmamalıdır. 16 Mayıs tarihinde üniversitemizde Hizbulşeytanlarlayaşanan olaylarda üniversite tarafından tarafımıza soruşturma açıl-mamalıdır. Soma, Roboski ve Reyhanlı gibi devletin yaptığı tüm katli-amlarla yüzleşilmelidir.”

“Kader değil bu bedel. Bizler de bedel ödedik bedel ödeteceğiz.Berxwedan jiyane, üniversiteyi terk etmiyoruz” diyen öğ-renciler sloganlarla yeniden kampüse girerek işgal eyle-mine başladılar.. 13

Page 14: Ekim Gençliği / sayı 151

14

- İşgal kararını nasıl aldınız, ön çalışması veörgütlülüğüne dair ne söyleyebilirsin?

Mahmut: İşgal kararının çıkması çok uzun birçaba ve örgütlülük gerektirmedi. Forum dediğimiztoplantı şekillerinde çok fazla insanın konuşmasıve orada bir karara varılması durumu oluşuyor,daha doğrusu zorlaşıyor. Bizim işgal kararımızınalınabilmesindeki en büyük artılarımızdan biri okararı hızlı vermemizin gerekliliği idi. İlk forumişgalin olduğu gün öğlen Taşkışla’da Mimarlık’taalındı. Orada toplanma amacı Soma işçileri vegenel olarak işçi sınıfı için neler yapabilirizdi. İşgalde bir arkadaşımızın önerisiydi. İTÜ Maden’inSoma Holding’le de irtibatının olması ve bizimokulun Soma Holding’e danışmanlık yapıyorolması, bir şey yapılacaksa Maden’de yapılsınkararını almamızı sağladı. Saat 16.00 gibi Maden’egeçildi. Orada işgal tekrar gündeme geldi. İşgalinnasıl yapılacağı ve ne olduğu üzerine çok fazlakonuşamadık. İşgal başlayacaksa eğer Maden’de15 dakika içinde başlayacak sınavı yaptırmamaklabaşlasın önerisi geldi ve işgal yapma iradesinigösterenler ön plana çıktı ve işgal yapmakistemeyenler binadan çıktı. 30 kişilik bir ekipleişgal kararı aldık. Örgütlülüğü de spontane birşekilde gelişti. Sınavın olduğu sınıfları boşalttık.Ardından kapıları kapattık ve işgalimiz 20 dakikaiçinde başlamış oldu.

- Spontane diyorsun ama bir forumla kararıaldık dedin, forum uzun zamandır mıtoplanıyordu?

Mahmut: Haziran ayaklanmasıyla beraberTürkiye’nin hemen her yerinde Gezi’ninboşaltılmasından sonra evrildiği yer oldu forumlar.Kendini ifade edememe hali ile insanlar sokağaçıktı ve kendisini sokaklarda ifade etti. Forumlar dabunun evrilmiş hali oldu. Sokak ve forum irtibatlıbir şekilde çalışmaya başladı. Bu forumlarmahallelerde, üniversitelerde, yer yer iş yerlerindekuruldu. Bizim İTÜ olarak forumumuz da ilkolarak geçen yaz, Haziran ayaklanmasından hemensonra kuruldu ve yazın yoğun bir şekilde devametti. Sonrasında seyrekleşse de, gündem oluştukçaforumumuz bir araya gelip ortak hareket ediyordu.Spontaneden kastım sadece o an, o günkü forumiçindi. Öncesinde tabii ki de bir İTÜ forumörgütlülüğümüz vardı.

- İşgaldeki temel hedefiniz ve taleplerinizneydi?

Mahmut: İşgal sırasında yaptığımız forumlardatalepler ortaya çıkmaya başladı. Aslında işgaldenönce şöyle bir genel talebimiz vardı zaten, işgalolsun veya olmasın bizim amacımız, derdimiz işçi

“İşgalimiz İTÜ’ye vegençlik hareketine umut oldu!”

İTÜ Maden’in SomaHolding’le de irtibatınınolması ve bizim okulunSoma Holding’edanışmanlık yapıyorolması, bir şeyyapılacaksa Maden’deyapılsın kararını almamızısağladı.

Page 15: Ekim Gençliği / sayı 151

15

sınıfı için, Soma için bir şeyler yapmaktı. İşgalsürecindeki forumlarda tamamen işçi sınıfınınhakları üzerine talepler dile getirildi. Soma’nın vebir çok diğer iş cinayetlerinin asıl sebebinin taşeronsistemi olduğu, bu sistemin ortadan kaldırılmasıgerektiği vurgusu yapıldı. Taleplerimizin enönemlisi buydu. Diğer talepler arasında bilimsel birokul olması gereken üniversitelerimizin bu tür işalanlarını incelemesi gerektiğiydi. İTÜ dünyadasıralamaya giren üniversitelerden biri. Ve bu bilimyuvasının işçi sınıfının güvenliği için çalışmasıgerektiğini dile getiren bir talepti. Bir başkatalebimiz de Soma Holding’in okulla olan bütünilişiğinin kesilmesiydi. Çünkü okul SomaHolding’e danışmanlık ünvanı vermiş ve okulSoma Holding’in madenlerine her yaz staj içinöğrenci göndermekte, çalışma için de o türmadenleri önermekteydi. Eğer yazın bu katliamgerçekleseydi İTÜ öğrencileri de orada stajdaolacaktı ve okul kime hesap verecekti? Öğrencisinigöndermese dahi oranın denetimini, güvenliğinibilimsel bir kurum olarak üniversitenin incelemesigerekir. Taleplerimiz bunlardı.

- İşgal günleri nasıl geçti, kararları nasılaldınız? Nasıl bir yaşam kurdunuz içeride?

Mahmut: İşgal ilk başladığında yaklaşık olarak30-40 kişiydik. Bütün kapıları kapattık. Hemenardından ÖGB getirmeye çalıştılar. Tabi kapılarkapalı olduğu için çok da zorlayamayacaklarınıanladılar ve geri çekildiler. Sonrasında sosyalmedyada ve telefonla haberleşmelerden sonrasayımız bayağı arttı. Gezi’ye katılmış herkesin birişgal pratiği vardı. Sonuçta Gezi ayaklanması birişgaldi. Parkı halk olarak işgal ettik ve orada biryaşam oluşturduk. Ona benzer bir modeluygulamaya çalıştık Maden Fakültesi’nde. İşgalinilk heyecanı aşıldıktan sonra tabi ki. Bina işgaliolarak ilk işgal deneyimimizdi çoğumuz için. GeziParkı işgalinin bir benzer modelini kurmayaçalıştık. Belirli birimler oluşturduk. İlkoluşturduğumuz birim güvenlik birimiydi. 6 kişilikbir güvenlik birimi oluşturduk. Binanın girişçıkışlarını denetleyen ve olası bir polismüdahalesinde gerekli planları yapacak bir birimoluşturduk. En gereklisi oydu o an için. Sonrasındagerekli kamulaştırmalar yapıldı. Bina içerisindekiotomatlardaki yiyecekler alındı. Kantininçaydanlığını, semaverini aldık, kurduk. Uykuodası, temizlik birimi, yiyecek birimi kuruldu.Gezi’dekinin ölçek olarak küçük halini oradayarattık diyebiliriz. Forumlarımız yoğun olarakgerçekleşti. Film gösterimleri yapıldı.

Sayımız çok hızlı bir şekilde arttı. İlk işgalinbaşlama kararını alan forum 30 kişilik bir forumdu.Talepleri belirleyen forum 100 kişilik bir forumdu.İşgale devam edip etmeme kararını almayageldiğimiz zamanki forum ise 200 kişinin üstündeolduğu bir forumdu ve aslında kararların dahasağlıklı alınabilmesi için bir dezavantaj yaratıyorister istemez.

- Gençlik hareketinde son yıllarda bir yükselişve devrimci bir potansiyel var Haziran’da budoruk noktasına ulaştı. Gerçekleştirdiğinizeylemin gençlik hareketi içerisindeki yerine dairne söyleyebilirsin?

Mahmut: Haziran ayaklanmasının en büyüksebeplerinden biri daha önce de bahsettiğim gibi

bir temsil sorunu. Halkın gözünde şu vardı: Benitemsil eden biri yok. Bir kurum olarak gördüğüTBMM olsun, siyasi partiler olsun. Net olarak benitemsil ediyor diyebileceği bir kurum olmadığı için,gelişen süreçlerde söz sahibi olmak istiyor. Vebunu yapabileceği yerlerden biriydi, Gezi. Hepdenir ya mesele sadece Gezi değil, evet meselesadece Gezi Parkı değildi. Ama hani derler ya birruh vardır bir de beden. Ruh aslında halkın içindebirikmiş bütün ezilmişlik bir karar alınırken onasorulmama duygusuydu. Gezi ise bu ruhunbedenleşmiş haliydi. Park halka sorulmadan yokedilmeye çalışılıyordu. Halk burada sözünüsöylemek istedi. Ve bunu söylerken sadece GeziParkı ile sınırlı kalmadı. Sloganlarda da gördük,duvar yazılamalarında da, forumlardaki insanlarınsöylemlerinde de. Okulda da Soma Katliamı’ndansonra bizler de çok yoğun bir şekilde ‘bir şeyleryapmalıyız’ telaşı vardı. Bunu dile getirmemizgerekiyordu, eyleme dökmemiz gerekiyordu. Oanlamda Gezi’ye benziyor ve bir noktası da yinebahsettiğim gibi işgal olması.

- Yakın zamanda Greif işçileri fabrikalarınıişgal etti, size de ziyarete geldiler. Greif, Feniş,Yatağan, Anteks işçileri militan eylemler yaptılar.İşgalinizde Haziran’dan bir etkileniş var, bu sınıfeylemlerinden de bir etkileniş olduğunusöyleyebilir miyiz?

Mahmut: Tabii ki de söyleyebiliriz. Aslında buşekilde işçilerin fabrikalarını işgal etmesi sadeceöğrencileri değil toplumun muhalif bütünkesimlerini etkiliyor ve umutlandırıyor aslında. İşçisınıfı mücadelenin, muhalif kitlenin belkemiğinioluşturan bir sınıftır ve son yıllarda hareketlenmesimuhalefete bir umut kaynağı olmuş durumda. Oanlamda etkilendik toplumun her muhalifkesiminin etkilendiği gibi İTÜ öğrencileri olarakbizler de işçilerin fabrika işgallerinden vemücadelelerinden etkilendik. Greif işçileri sağolsunlar forumumuza katılarak bizlere tekrar birumut kaynağı oldular işgal sırasında.

- İşgal eyleminin bir takım talepleri vardı,bunlar karşılandı. Direnişin genel kazanımlarınadair neler söyleyebilirsin?

Mahmut: Şöyle bir şey diyebilirim, bizlerİTÜ’de en son 35 yıl önce gerçekleştirilmiş bireylem gerçekleştirdik. O anlamda İTÜ’ye vegençlik hareketine bir umut kaynağı olduğunudüşünüyorum aslında. Çünkü son yıllarda gençlikiçinde bir hareketlilik var, bizim öğrenciler olarakişgal eylemini yapmamız ve bunu 4 günsürdürmemizin bir umut kaynağı olduğunudüşünüyorum. Taleplerin karşılanması noktasındaşöyle bir durum oldu; bizim taleplerimiz aslındabiraz indi. Taşeron sisteminin kaldırılması gerektiğinoktasında işgal içerisinde bulunan herkeshemfikirdi. Ancak rektörlükle, okulun yönetimi ileyapılan görüşmelerde bu talebi sunamayacağımızkararı çıktı. Yani şöyle bir şey; taşeron sistemininkaldırılması talebi rektörlüğün muhatap alınacağıbir talep değil. O anlamda bir İTÜ özeline çekmedurumumuz oldu. Bu geri çekme durumunun dahaiyi veya daha kötü olduğuna dair birşey şu ansöyleyemem, bunu zaman gösterecektir.Rektörlüğe sunduğumuz talep şuydu: taşerondenetleme kurulu. Okuldaki taşeron işçilerin vediğer tüm çalışanların yaptıkları işte iş güvenliği,

İşgal sürecindekiforumlarda tamamen

işçi sınıfının haklarıüzerine talepler dile

getirildi. Soma’nın vebir çok diğer iş

cinayetlerinin asılsebebinin taşeronsistemi olduğu, busistemin ortadan

kaldırılması gerektiğivurgusu yapıldı.

Page 16: Ekim Gençliği / sayı 151

16

gereğinden fazla iş yaptırılması, fazla saatçalıştırılması veya kovulmasını engelleme gibidurumları denetleyecek bir kurulun oluşturulmasıve bu kurulda biz öğrencilerden de bazı kişilerinbulunması gibi bir talebimiz oldu. Aynı zamandasendikaların temsilcilerinin de içerisindebulunduğu, taşeron işçilerin kendi aralarındabelirlediği temsilcilerinin bulunduğu bir komisyonkurulması. Buna benzer uygulamalar KoçÜniversitesi’nde de Boğaziçi Üniversitesi’nde deyürürlüğe girmiş. Bu talebimiz kabul gördü. Şu ançalışmaları yürütülüyor. Biz kendi aramızda birkomisyon belirledik ve Boğaziçi’nden aldığımıztaslağı rektörlüğe sunduk. Kendileri geçireceklerinisöyledi tabi ki de bunu zaman gösterecek ve bizimmücadelemiz gösterecek aslında.

Aslında hiçbir zaman talepler ne olursa olsun enbasitinden en üst talebine ne rektörlük ne iktidarhiçbir zaman hiçbir talebinizi yerine getirmez.Sizin yapacağınız şey bu taleplerin üstünegitmektir. Bizler de işgali bitirirken ‘taleplerimizkabul gördü bu iş bitti haydi tamamdır’ gibisindenbir şey demedik. Bizim eylemliliğimiz her zamandevam edecek. Bu taleplerin yerine gelmesi için dedevam ettirilmesi gerekmektedir zaten. Bunun dakararlılığını gösteriyoruz şu an, uğraşıyoruz.

Bir diğer kabul gören talebimiz(rektörlüğesunduğumuz bütün talepler kabul gördü öncelikleonu söyleyeyim) şuydu benim en çok önemsediğimtaleplerden biri madenler, tersaneler, inşaatlarkısacası bütün iş alanlarında, iş güvenliğikonusunda bilimsel bir kurum olan üniversitenindenetleme yapması. Çalışmalarını yürütmeyedevam ediyoruz. Şu an buna benzer bir çalışmaherhangi bir üniversitede yok bildiğimiz kadarıyla;o yüzden bir yol ve rota belirlememiz gerekiyor,yöntem belirlememiz gerekiyor. Onun çalışmasınıbu yaz tamamlayıp önümüzdeki dönem içerisindebaşlatmayı düşünüyoruz.

Bir diğer talebimiz de Soma Holding’in İTÜ ileolan bütün ilişkisinin kesilmesiydi. Bu talep dekabul gördü.

En son talebimiz de işgale katılan hiçbiröğrenciye soruşturma açılmamasıydı. Rektörlüksoruşturma açmayacağını kabul etti. Tabi ki de aksibir durum olması halinde gerekli reaksiyonugöstereceğimizi düşünüyorum ben. Ancak savcılıkişgalden sonra girip okulu incelemiş, parmak izialmış fotoğraflar çekmiş. Sonradan öğrendiğimiz,daha doğrusu işgal sırasında da biliyorduk da resmibir kurumdan aldığımız bir bilgi. İşgal sırasında daemniyet bilgi topluyormuş zaten işgal hakkında.İçeride neler oluyor, kimler katılıyor gibisinden,fotoğraflar alıyormuş.

- İşgalden sonra İTÜ’deki öğrenciler veyagençlik hareketi açısından ne değişti, nasıl bir

etkisi var okula?

Mahmut: Aslında her eylemin bazı kesimlereolumlu, bazı kesimlereyse olumsuz etkisi olur. Buişgalin tabii ki etkisi diğer eylemlere göre çok dahabüyük. Çünkü taleplerimizin haklılığı kamuoyutarafından çok net bir şekilde biliniyor. Yani butaleplerin işleyecek olması, öyle bir kazanım eldeediyor olmamız gençliği ve İTÜ öğrencileriniumutlandırıyor aslında. Umut kazanımla gelir.Tabii yine daha önce dediğim gibi tamamen birkazanım, tamamen bir zafer elde ettiğimiz yok amaonun çalışmasını yürütüyoruz. Bu çalışmalariçerisinde bulunmak isteyen bir çok arkadaşımızvar. Onun dışında da İTÜ gibi bir yerde üniversiteiçinde işgal eyleminin gerçekleşmesi bizimdışımızdaki bütün gençliği de umutlandırmıştır tabiki de. Dediğim gibi taleplerin haklılığı aslındakitleleri arkanıza almak için çok önemli bir şeydir.Solun tarihinde aslında hiçbir zaman hiçbir talebihaksız talep değildi, tarihsel haklılığı her zamanolmuştur. Ancak bu haklılığın kitlelere, kamuoyunahalka yansıtabilmesi, kavratılabilmesi önemlidir.Bizim yaptığımız işgal eyleminde haklılığın çokkolay kavrandığını düşünüyorum, net olarakbizden kaynaklı çok iyi yansıttık diyemeyeceğimtabii ki ama, daha önceki gelişen olaylar vegündemin çok dolu dolu olması, çok yoğun olması,Soma gibi bir katliamın gerçekleşmesi, 301 insanınhayatını kaybetmesi, bunun belirgin şekildesorunun sistem sorunu olduğu belirginleşincebizim haklılığımızı kamuoyuna anlatmamız çokdaha rahat oldu, öyle bir avantajımız oldu.

- Son olarak bir işgal gerçekleşti, bir dizikazanım var. Toplam sürecin eksikliklerine veyabundan sonra aşmamız gereken noktalarına dairsöylemek istediğin bir şey var mı?

Mahmut: İşgal sürecinde kendi kavradığımşöyle bir durum var, daha doğrusu bunu zaten dahaönceden yine büyük bir kitle tecrübe etti. Gezi’yiaslında 15 gün boyunca ayakta tutan şey orada birüretimin olmasıydı. Bir yanda kütüphanelerkuruldu, bir yanda tiyatro oynandı, bir yanda filmgösterimleri, sağlık bölümü vardı yani oradatamamen bir hayat kurulmuştu ve sürekli bir üretimvardı, aksamayan bir mekanizma vardı.Hatırlıyorum Gezi’de bir araç yandığı zamaninsanlar koştura koştura söndürmeye çalışıyorlardı,bir birliktelik vardı. Bizim işgalimizde birliktelikkonusunda çok fazla sıkıntı çekmedik ancak,üretim noktasında sıkıntı çektik. Eylem pratiğiylebir şeylerin çok daha rahat kavratılabildiğinigördük aslında işgalde. İşgal gerçekleştirildiktensonra işgalin aslında çok haklı bir eylem olduğudaha rahat kavratılabildi.

Umut kazanımla gelir.Tabi yine daha öncedediğim gibi tamamenbir kazanım, tamamenbir zafer elde ettiğimizyok ama onunçalışmasını yürütüyoruz.Bu çalışmalar içerisindebulunmak isteyen bir çokarkadaşımız var.

Page 17: Ekim Gençliği / sayı 151

17

Son dönemde gençlik hareketi eylem biçimiolarak boykot ve işgal deneyimlerini yaşadı. Yakındöneme baktığımızda, bu süreci, TayyipErdoğan’ın 18 Aralık günü ODTÜ’ye gelişine karşıyapılan eylemin ardından örgütlenen boykotla veMimar Sinan Üniversitesi’nde rektör açıklamasınakarşı yapılan işgalle başlatabiliriz. Ardından,Haziran Direnişi’nin politikleştirdiği gençlik,Berkin Elvan’ın da yitirilmesiyle boykoteylemlerini daha da yaygınlaştırmış, son olarakSoma madenci katliamı ve devlet terörünün dahada pervasızlaşması, boykot ve işgal eylemlerinigündeme getirmiştir. Gençlik, karşılaştığısorunların yakıcılaşmasından veçözümsüzlüğünden dolayı daha ileri eylembiçimleriyle bu sorunlara karşı mücadeleetmektedir.

Eylemlere yol açan sorunlar benzerdir: Baskı,gericilik, her geçen gün tırmanan devlet terörü veSoma’da yüzlerce işçinin katledilmesine sebepolan kapitalizmin vahşi sömürü koşulları... Artıkinsanın bir değerinin kalmadığı herkesin ortakdüşüncesidir. Daha doğrusu, sermaye devletininişlemesi için her şeyini vermek zorundadır insan.Peki insana sunulan nedir? Geleceksizlik... Evet,geleceksizlik ezilen, sömürülen, baskı gören tümsınıfların ortak sorunudur. Ve bu sorun,kapitalizmin içinde bulunduğu kriz ortamında,sermayenin de sorunudur: İşsizlik artmakta,enflasyon artarken ücretler sabit kalmakta,emperyalist nüfuz mücadeleleri ve buna paralelyaşanan savaşlar Türkiye’nin dört bir yanınısarmakta, geleceksizlik her yönden günün içindedaha çok hissedilir hale gelmektedir.

Sermaye devleti çözüm yolunu, demokratikhakları her alanda kısıtlamakta, bu haklar uğrunamücadele edenleri, polis saldırısı, yasaklamalar vetoplamda da devlet terörüyle azgınca bastırmaktagörmektedir. Kendi istediği sınırlarda bireyciçözüm olanakları sunmakta, kendi istediği gibi birgençlik yetiştirmeye, toplum oluşturmayaçalışmaktadır. Tıpkı kendi istediği gibi Kürthalkını, Alevileri ezdiği, işçileri sömürdüğü, kentyoksullarını oradan oraya sürüp, halkları savaşlarlakatlettiği gibi.

Bugün devletin kirli yüzü iyice ayyukaçıkmıştır ama buna rağmen, her türlü baskıyöntemi, katliamlar, sömürü yöntemleri,asimilasyon politikaları artarak devam etmektedir.Bu baskı ve terör, geleceğini tehlikedegörmesinden ve korkularından kaynaklanmaktadır.Sermaye kendi geleceğini kurtarmak için azgındevlet terörüne başvurmaktadır. Tüm savaşların,baskı ve gericiliğin sebebi kapitalizmin içindebulunduğu çok yönlü krizdir.

İşgal eylemlerinesnel koşulların ürünüdür

Bütün bu sorunlar biraraya gelince ve gençliğingündelik yaşamında bu sorunlar yakıcılaştıkça,mücadele eğilimi de artmaktadır. Bir de üstüne busorunlara çözüm arayanların şiddetle bastırılmasıeklenince, gençlik çözümü daha militan eylemlerdearamaya başlamıştır.

Tarihe baktığımızda, ‘60’ların gençlik hareketide öfkesini çeşitli yollardan ortaya koymayaçalışırken, dünyada ve Türkiye’de biriken sorunlar,

İşgal ve boykot eylemleri aynasında

‘Devrimci Gençlik Birliği’

Page 18: Ekim Gençliği / sayı 151

gençliği ‘68 Haziran işgallerine, ardındanTemmuz’da 6. Filo eylemlerine, ‘69 Komer’inarabasının yakılışına ve tekrar üniversite işgallerineyöneltmiştir. İlk işgaller o derece meşrudur ki,dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından“mesele sosyal meseledir, tüm dünyada vukuagelmektedir” sözleriyle doğal karşılanmıştır. Odönem, FKF’nin gençlik içerisinde bir güç oluşunatanıklık etmiş ve öncü gençlik kesimlerinin, TİP’inetkisinden koparak Dev-Genç’te birleşmesiyle yenibir evreye taşınmıştır.

‘68 işgal eylemlerinin taleplerinin çoğu,gençliğin geleceksizlik sorunu dahilinde eğitimsistemi ve iş bulma süreçleri açısından çeşitlireform talepleriydi. Bununla birlikte, gençliküniversite yönetimine de ortak olmak istiyor,sorunu kendisi çözmek istiyordu. Mücadelebüyüdükçe, devlet vahşice mücadeleyi kırmanınyollarını arayacaktı. “Eylemler kanunsuz, barışçıldeğil” bahanelerinden, “komünizmle mücadeledernekleri”nin faşist yöntemleriyle mücadeleyiezme çabasına, polislerin faşist saldırılarından,yargının idam cezalarına kadar her türlü kirliyöntem bu süreçte devreye sokuldu.

İşgallerde olasılıklar veöncülerin müdahalesi

Mücadelenin sertleşmesinin bir sonucu olarakgündeme gelen işgal eylemleri, dağılma ve geriçekilme olasılıklarını da arttırıyor. Sağlam birörgütlülüğe sahip olmayan kesimlerin kolay veçabuk kırılmasına sebep oluyor. Bu nedenle, nesnelkoşulların yanında, öznel etkenin de işgalinörgütlenmesindeki rolü önem kazanıyor. Öncülerlekitleler arasındaki bağın sıkılaştırılması daha dayakıcı hale geliyor, ki kitleler düzenin karşıpropagandalarına maruz kaldıklarında kırılmasınlarve kitlelerin enerjisi doğru yönde açığa çıkabilsin.

Kitlelerin soruşturma, sınav, sağlık, aile vb.kaygılarını aşacak bir bilinç açıklığı kazanması,somut sorunların yakıcılığını ve mücadeleningerçek çözüm yolu olduğunu görmesi ihtiyaçoluyor. Ama bir yandan bunların somutta mücadele

içerisinde gelişeceğini de unutmamak gerekiyor.Bu açıdan işgaller örgütlü mücadele sürecinin birparçası olarak düşünülmeli, bu mücadeleyigüçlendirecek tarzda hayata geçirilmelidir.

Mücadelenin büyümesi için işgallerinkazanımlarla sonuçlanması da önemlidir.Üniversitenin tüm bileşenlerini taraflaştırmaktantoplumun taraflaştırılmasına, işgal-boykoteylemlerinin güvenliğinden, ihtiyaçlarınkarşılanmasına kadar sürecin birçok yönüyleörgütlenmesini sağlamak ve mümkün olduğuncaTürkiye çapında dayanışma vb. süreçleri koordinelibir biçime sokmak başarının temel köşe taşlarıdır.

Gençliğin devrimci birliğineduyulan ihtiyaç

Başarının köşe taşlarının sağlamlaştırılması içinen temel halka sağlam bir devrimci politik kitleörgütüdür. Geçmişte FKF, ‘68 işgal eylemlerininkoordinasyonunun sağlanmasında öncülük etmiş,fakat başarıların sınırlı olması, hareketin önününTİP reformizmiyle kesilmesi, FKF’nin Dev-Genç’eevrilmesindeki en temel neden olmuştur. Bukopuşta sınırlı da olsa öznel etken MDD’ci akımdırve kendi politikaları ekseninde gençliğe yönverebilmiştir.

Bu tarihsel deneyim, mücadeleninsertleşmesiyle düzen sınırlarının aşılacağını, bununda örgütlenmeye yansıyacağını göstermektedir. Buda, içinde bulunduğumuz dönemde, gençliğin,devrimci politikalar ekseninde mücadele eden birpolitik gençlik örgütüne duyduğu ihtiyacıgöstermektedir. Elbette ki bu örgüt süreç içerisindegelişecektir. Devrimci politikalar ekseninde gençlikkitlelerini taraflaştırmak, eğitmek, geliştirmek veörgütlemek bir süreç işidir. Fakat bugün böyle birörgütlülük ihtiyaçsa, bunun için somut adımlaratmak, gençliğin gündemine bu tartışmalarısokmak, militan eylemlerle birarada bu süreciyürütmek, genç komünistlerin öncelikli göreviolmalıdır.

D. Baran

EÜ işgali için Ankara’da eylem

Ankara’da Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Heykeli önünde,Ege Üniversitesi işgaline yönelik polis saldırısına karşı 26 Mayıs’tabasın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasını Ekim Gençliğive Kaldıraç örgütlerken, Halk Cephesi de açıklamaya destek verdi.

Basın açıklamasında geçmişten bugüne katledilenlerin ezilenhalklar ve hakları için mücadele edenler olduğu belirtilirken,katledenlerin değişmediği; katledenlerin “yeri geldiğinde polisiyle,gaz bombaları ile, yeri geldiğinde madenlerde, tersanelerde,fabrikalarda iş kazaları adı altında katlettiği” vurgulandı.

Sermaye düzeninin gençliğe bireysel kurtuluş yollarını göstersede, geleceksizlikten başka birşey vaat etmediği, buna karşı gençlikkitlelerinin birlikte mücadeleyi güçlendirmekten başka kurtuluşyolunun olmadığı anlatıldı.

Eylemde sık sık sloganlar atılırken Yüksel Caddesi’nden geçengençler, emekçiler de alkışlayarak ve sloganlarla eyleme destek

oldular.Ekim Gençliği / Ankara18

Page 19: Ekim Gençliği / sayı 151

6 Mayıs günü Denizler’in mezarı başındagerçekleştirilen anmanın ardından gençkomünistler gençlik hareketinin ihtiyaçları ve gençkomünistlerin görevleri üzerine bir söyleşigerçekleştirdi. Denizler şahsında tüm devrimşehitleri için yapılan saygı duruşuyla başlayansöyleşinin ana konusunu “Devrimci GençlikBirliği”nin yaratılması ve bu konuda gençkomünistlerin görevleri oluşturdu. Söyleşide ilkolarak, gençlik hareketinin Denizler’den bugüneevrimi üzerine bir sunum yapıldı. Sunumunsonunda gençliğin, devrimci politikalar etrafındabirleşmiş bir kitle örgütüne duyduğu ihtiyaçvurgulanarak tartışmalara geçildi. Benzertartışmaların daha geniş kesimler içerisindeyürütülerek yaz aylarında gerçekleştirilecekGençlik Kampı’nın planlanması gerektiğibelirtilerek söyleşi sona erdi.

Tartışmaların yürütüldüğü soru-cevapbölümünde ise ağırlıklı olarak aşağıdaki başlıklarüzerine tartışmalar yürütüldü.

“‘DGB’ federasyon mu,siyasetlerin birliği mi?”

Bir katılımcının yukarıdaki sorusu üzerine,gençliğin devrimci birliğini yaratma politikasınınörgütlü-örgütsüz gençlik kesimlerinin duyduğuihtiyacın bir sonucu olduğu, bu nedenle yaratılacakbirliğin, sınırlı bir “siyasi örgütlerin birliği”olmayacağı, farklı sorunlar üzerinden mücadeleyeatılan gençlik kesimlerinin devrimci bir hedefe,kapitalizmin yıkılması hedefine örgütlenmesindebir araç olacağı belirtildi. Gençliğin devrimci birkitle örgütüne ihtiyaç duymasının, varolan siyasikitle örgütlerinin gençliği düzen sınırlarınahapsetmesinden de kaynaklandığı, bu nedenlegençliğin devrimci birliğinin düzen sınırlarınahapsolamayacağı, devrimci çizgide yer alan ve budoğrultuda birliğin ilkelerini kabul eden tümörgütlerin bu birliğe girmesinin önünde de birengel olmayacağı belirtildi.

“‘Devrimci’ bir örgütne kadar kitlesel olabilir?”

Politik ilkeler ve isim açısından “devrimci” birörgütle, gençliğin bugünkü politik bilinciarasındaki açıya bağlanarak gelen yukarıdaki soruüzerine ise gençliğin mücadele içerisinde bilincinigeliştireceği ve ismini “demokrat” koyan ya dademokratik sınırlarda mücadele eden bir örgütünkendi başına devrimci bir eksene oturamayacağıbelirtildi. Bugünkü ihtiyacın düzen sınırlarıiçerisinde mücadele veren bir örgüt olmadığı, buhedefle mücadele eden ilerici örgütlerin olduğuvurgulandı. Kapitalizmin yıkılması sorunuylayüzyüze bulunduğumuz ve sorunların da birleşikolarak kendisini bu şekilde dayattığı, içiçe geçen

sorunların dönüp dolaşıp emperyalist-kapitalizminçelişkilerine dayandığı bir tarihsel dönemiçerisinde, gençliği düzen sınırlarınahapsetmeyecek, gençliğe düzenin aşılması içinörgütlenme zemini yaratacak bir örgüt ihtiyacıvurgulandı. Bu açıdan Greif fabrika komitesinin vedirenişte ileri sürülen taleplerin, farklı partileridestekleyen, geri-ileri bilinçlere sahip heterojen birişçi grubunu biraraya getirdiği ve onları ortak birzeminde buluşturduğu örneği verilerek bu örgütünde kitleselliğini zamanla, mücadele içerisindekazanacağı belirtildi. Amacın sınırlı bir birlikolmadığı, devrimci politikalar ekseninde gençliğitaraflaştırmak olduğu, buna uygun örgütselzeminin de DGB olacağı belirtildi.

“‘DGB’nin ‘esnek’liği ne olacak?”

“Kitleselleşme” sorusuna paralel olarak gelenyukarıdaki soruya dair ise birliğin esnekliğininGreif örneğinden anlaşılabileceği belirtilmiş oldu.Birliğin hedefinin, farklı düşüncelerden de olsabelli bir sorun ekseninde birleşen gençleri,devrimci bir mücadeleye, kapitalizmin yıkılmasıhedefine yöneltmek olacağı belirtildi. Bu açıdan,örgütün, genel olarak farklı düşüncelere sahipolsalar bile, belli bir sorunda ortak bir mücadeleyürüten gençlerin birleşebileceği esneklikte olacağıvurgulandı. Ayrıca ‘DGB’nin, örgütsel olarakherhangi bir partiye bağlı olmayan, gençkomünistlerin içinde politik çalışma yürüttüğübağımsız bir örgüt olacağına değinildi.

“‘DGB’den önce komünist gençlikörgütünün kurulması gerekmez mi?”

En uzun tartışmaların yaşandığı yukarıdaki soruüzerine ise, politik kitle örgütü ile komünistgençlik örgütünün birbirine karıştırılmadandüşünülmesi gerektiği, bunun yanında bu ikisininbirbirini geliştiren diyalektik bir ilişki içerisindeolacağına vurgu yapıldı. Bugünkü ‘DGB’tartışmasının gençlik içerisinde kitlesel devrimcibir taraflaşma yaratma hedefine dayandığı, bununda komünistlerin gençlik örgütlenmeleri olmadanolamayacağı belirtildi. Bunun yanında, gençkomünistlerin, sorunlarıyla birlikte bir faaliyetyürüttüklerine değinildi. Ve genç komünistlerinkendi sorunlarını aşmak için daha sağlam bir iradegöstermek zorunda olduğu ama bu sorunları, esasolarak geniş kitleleri devrim mücadelesinekazanma ve örgütlü bir güce dönüştürme hedefinihayata geçirirken aşabileceği vurgulandı. Aksihalde genç komünistlerin sorunlarından bağımsızolarak, devrime gidilen yolda gençlik kitlelerinindüzen sınırları içerisine ya da örgütsüzlüğemahkum olacağı belirtildi.

Ekim Gençliği / Ankara

Genç komünistlerDGB’yi tartıştı!

Page 20: Ekim Gençliği / sayı 151

Bu yıl ikincisini gerçekleştireceğimiz kampımız geçen yıl olduğu gibibu yıl da gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt üretebilmek için

toplanmaktadır. Gençlik hareketinin son yıllarda içinde barındırdığı devrimcipotansiyelin harekete geçirilmesi ve örgütlenmesi eksenli tartışmalarımızın bir

ürünü olarak ‘Devrimci Gençlik Birliği’ni oluşturma çabamızda kampımız çokönemli bir yerde durmaktadır. Bu yüzden ‘Gençliğin devrimci birliği için

buluşuyoruz!’ şiarını kullanmamız tam da bu hedeflerimizin sonucudur.

Dünyada ve Türkiye’de gelişen süreçler ve gençlik hareketinin tablosu

Gençlik hareketinin içinde barındırdığı potansiyel artık dost-düşman herkesingözleri önündedir. Gençliğin bu potansiyeli, gençliğin dinamizmi ve militanlığıyla

beraber Haziran Direnişi’nde bir kez daha açığa çıkmıştır. Gençlik geleceği veözgürlüğü için mücadele sahnesine çıkmaktadır. Barikatlar kurmakta, özgürlük ve

geleceği için ölümü göze almaktadır. Haziran direnişinde katledilenlere baktığımızdaistisnasız hepsinin genç olması tesadüfi bir durum değildir. Bu gençliğin barikatın en

önünde dövüştüğünün bir göstergesidir.Genç komünistler olarak 2013 yılının kavga yılı olacağı tespitini yaptığımızda, tekil

örnekler olarak kalmış olsa da gençlik güçlerindeki potansiyele dikkat çekildiği gibi asılvurgumuz içinden geçmekte olduğumuz tarihsel dönemeydi. Komünistler olarak bir dünya

görüşümüz, bu görüşe göre şekillenen bir dönem tespitimiz var. Bu da emperyalist-kapitalistsistemin tüm dünyada bunalımlar ve krizler yaşadığı gerçeğidir.

Bu gerçek tüm dünyada sınıf ve kitle hareketlerini doğurmakta, halk isyanlarını beslemektedir.Mısır, Tunus başta olmak üzere Arap Dünyası, Yunanistan, İspanya, Portekiz başta olmak üzere

Avrupa ve ABD, Latin Amerika tüm bu hareketliliklerden nasibini almaktadır. Burjuvazi krizlerinfaturasını işçilere ödetmekte; ödetmekte zorlandığı yerlerde ise baskı ve zulmü arttırmaktadır. Bunun

da çözüm olamadığı her yerde iktidarını korumak adına seçimler veya darbelerle kişilerideğiştirmektedir. Elbette bunu devrimci alternatif bulunmadığı koşullarda yapabilmektedir, aynı zamanda

devrimci alternatif oluşturulamasın diye de yapmaktadır. Tüm bu gelişmelerin Türkiye’yi etkilemeyeceğini düşünmek saflık olacaktır. Meselenin bir diğer yanı da

AKP’nin on yılı aşkın zamandır elinde bulundurduğu iktidarla birlikte baskı ve zulmü arttırıyor olması vegelinen aşamada tüm pervasızlığıyla devletin tüm kurumlarını ele geçirme çabasının sürdürülmesidir. Bu

saldırılar işçi ve emekçilerin elindeki kırıntı halindeki hakların gasp edilmesinden yaşam tarzlarına müdahaleye,üniversitelere polisin tam anlamıyla yerleşmesine kadar bir dizi alanı kapsamaktadır.

Tüm bunların sonucu olarak 31 Mayıs Patlaması ile birlikte kitleler sokaklara döküldü, Haziran Direnişi tümülkeye yayıldı. Gençliğin Dolmabahçe, Başkaldırıyoruz!-ODTÜ eylemleri ile ortaya koyduğu potansiyel Haziran’da

tam anlamıyla açığa çıktı.

Gençlik hareketinin örgütlenme ihtiyacı

Haziran’dan bugüne gelişen süreçler gençliğin içinde barındırdığı devrimci potansiyeli örgütlenme eğilimini güçlendirmiştir.Haziran’daki kendiliğinden halinin yerini kısa bir sürede kendi geleceğini, yaşadığı süreçleri tartışacağı ve kararlar alacağımekanizmalar ihtiyacını doğurmuştur. Elbette bu mekanizma gençliğin dinamizmini, devrimci potansiyelini, militanlığını vecoşkusunu kucaklayacak bir örgütlenme olduğu koşullarda gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt üretebilecektir. HaziranDirenişi’nin geri çekilmesiyle birlikte gündeme gelen forumlar bu ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktılar. Ancak belli bir süre direnişinetkisinin devam etmesini sağlamış olsa da bir süre sonra gerek reformizmin etkisiyle, gerekse de kendiliğinden hareketinsınırlılıklarıyla bu ihtiyaca yanıt üretemez hale gelmiştir. Gençliğin bugün ihtiyaç duyduğu örgütlenme, içinde barındırdığıpotansiyeli açığa çıkartacak devrimci politik eksenli bir örgütlenmedir. Bu örgütlenme ihtiyacı Haziran’da yakıcı bir şekilde kendisini20

Ekim Gençliği2. Yaz Kampı’nda buluşalım!

Gençlik hareketi için bir örgütlenme tartışması yaparken esasında

yaptığımız devrimci politikalar eksenli örgütlenme tartışmasıdır.

Gençlik hareketinin ihtiyacı böylesi bir örgütlenmedir.

Genç komünistler olarak bunu son bir yıl içinde tartışmaya

açmış ve somut adımlar atmaya başlamış

bulunmaktayız. Gerçekleştirdiğimiz bir dizi seminer ve

eğitim toplantısı, ileri gençlik güçleriyle yaptığımız

tartışmalar bu yöndeki adımlarımızı

tanımlamaktadır. Ve tüm bu tartışmaların

daha ileri bir boyuta taşınacağı, ileri gençlik

güçleriyle bir hafta boyunca yoğun bir

çalışma programı eşliğinde gençlik

hareketinin tarihsel ve güncel deneyim ve

dersleri ışığında örgütlenme sorununun

çözümünün somut bir biçim

kazanacağı bir kamp

gerçekleştireceğiz.

Ekim Gençliği 2. Yaz Kampı

gençliğin devrimci birliğinin

yaratılmasında somut bir adıma

dönüşmelidir. Kampımızın

başarısı gençlik hareketinin

ihtiyaçlarına yanıt üretilmesi

ve bu doğrultuda somut

adımların atılması

anlamına gelecektir.

Bizler kampa bu politik

eksen, bu tarihsel ve

güncel hedeflerle

bakmaktayız.

Gençliğin devrimci birliğini yaratmak için…

Page 21: Ekim Gençliği / sayı 151

hissettirmiş, yokluğu ise hareketin hızla geri çekilmesine, geleceğeyeterli sonuçlar bırakamamasına neden olmuştur. Bugün bir yılı geridebırakırken bu devrimci potansiyel, militanlık, dinamizm halenvarlığını korumaktadır. Ancak bunun açığa çıkartılacağı devrimcipolitik odaklaşma ve örgütlenme zemini yoktur. Gençlik hareketininbunu kendiliğinden açığa çıkarmasını beklemek, sürecikendiliğindenliğe bırakmak anlamına gelmektedir. Bu noktadabekleyiş gençlik hareketine karşı sorumsuzluktur.

Bu devrimci potansiyel, en son 1 Mayıs’ta Taksim ve Kızılayyasaklarına karşı, Soma’da katledilen madencilerin hesabını sormakiçin harekete geçmiştir. İşçi sınıfının safında mücadeleye katılmış,barikatlar kurmuş ve geleceğini kendi elleriyle kurma isteğinihaykırmıştır. Bu potansiyel Berkin Elvan’ın cenazesinde milyonlarolmuş sokağa akmıştır. Bu devrimci potansiyel Ege’de, İTÜ’deüniversite binalarını işgal etmiştir. Bu işgal eylemleri hiç de tesadüfieylemler değildir. Hem Haziran’dan bugüne kitlelerin kendi talepleriiçin militan eylem biçimlerini tercih etmesinin ve korku duvarlarınıyıkmalarının bir sonucudur, hem de Greif ve benzeri sınıfeylemlerinin önünü açtığı taleplerin karşılanması için gerçekleştirilenmilitan işgal, grev ve direniş eylemlerinin devamıdır.

Bu işgal eylemleri gençliğin devrimci potansiyelini net bir şekildeortaya koymaktadır. Gerek taleplerinin karşılanması konusundakikararlılıklarını ortaya koyma biçimi olarak, gerekse de devletintehditlerine, soruşturma, polis operasyonu vb. saldırılarına karşı başeğmez duruşuyla düzen sınırlarını aşan eylemlerdir. Elbette kigençliğin devrimci potansiyeli bu eylemlerle sınırlı değildir.Soma’daki madenci katliamının ardından hesap sorma bilinciylesokaklara dökülen, boykotlar örgütleyen gençlik eylemleri bupotansiyelin diğer göstergeleridir.

Bu devrimci potansiyel örgütlenmelidir. Heba edilmemesi ve tümsonuçlarına vardırılması buna bağlıdır.

Hareketin örgütlenmesidevrimci politik bir eksende olmalıdır

Bu örgütlenme ihtiyacı soyut bir ihtiyaç değildir. Gençlikhareketinin ihtiyacı olduğu ölçüde ileri gençlik güçleri tarafından dahissedilmektedir. Bu örgütlenme ihtiyacı düzen içi politik birdüzlemde veya düzen içi mücadele biçimleri ve yöntemleri üzerindendeğil, aksine devrimci politik bir eksende hissedilmektedir. Ziragençlik hareketi içinde reformizmin etkisi, reformist düzen içipolitikaların örgütlenme zeminini zaten yaratmaktadır. Ancakreformizm gençliğin devrimci potansiyelini ve dinamizminikucaklayabilecek bir politik ve örgütsel bakışa, ufka sahip değildir. Buyüzdendir ki, gençlik hareketi için bir örgütlenme tartışması yaparkenesasında yaptığımız devrimci politikalar eksenli örgütlenmetartışmasıdır. Gençlik hareketinin ihtiyacı böylesi bir örgütlenmedir.

Genç komünistler olarak bunu son bir yıl içinde tartışmaya açmışve somut adımlar atmaya başlamış bulunmaktayız.Gerçekleştirdiğimiz bir dizi seminer ve eğitim toplantısı, ileri gençlik

güçleriyle yaptığımız tartışmalar bu yöndeki adımlarımızıtanımlamaktadır. Ve tüm bu tartışmaların daha ileri bir boyutataşınacağı, ileri gençlik güçleriyle bir hafta boyunca yoğun bir çalışmaprogramı eşliğinde gençlik hareketinin tarihsel ve güncel deneyim vedersleri ışığında örgütlenme sorununun çözümünün somut bir biçimkazanacağı bir kamp gerçekleştireceğiz.

Ekim Gençliği 2. Yaz Kampı gençliğin devrimci birliğininyaratılmasında somut bir adıma dönüşmelidir. Kampımızın başarısıgençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt üretilmesi ve bu doğrultudasomut adımların atılması anlamına gelecektir. Bizler kampa bu politikeksen, bu tarihsel ve güncel hedeflerle bakmaktayız.

Geçmiş yılın kamp deneyimine yaslanalım...

Geçen yıl ilkini örgütlediğimiz kampımızın başarılı geçmesigeçmiş deneyimlerimize yaslanmayı gerektirmektedir. Geçtiğimiz yıl‘Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için buluşuyoruz’ şiarınıyükselttiğimiz bir dönemde Haziran Direnişi patlak verdi, kitlelergeleceği ve özgürlüğü için sokaklara çıktı, barikat başlarındageleceğine sahip çıktı. Bu yüzden ertelemek durumunda kaldığımızkampımız kısa bir ön hazırlığın ardından gerçekleşti. ÖzellikleHaziran Direnişi’nin tartışıldığı seminerlerden atölye çalışmalarına vesöyleşilere kadar direnişin ruhu tüm kamp çalışmalarına taşındı.

Kampın değiştirici, dönüştürücü etkisini geçtiğimiz yıl tümkatılımcılar yaşadı. Atölyeler kampın en canlı üretim alanlarınadönüştü. Geçtiğimizi yılın deneyimleri bizler için en önemli olanınkolektif yaşam kültürünün oturtulması olduğunu gösterdi. Kamptakibir dizi aksaklık, eksiklik, deneyimsizlik kolektif bir tarzda çözüdü, buçaba kampın verimini arttırdı. Yoldaşlık ilişkilerinin geliştiği, yeniyoldaşlık ilişkilerinin şekillendiği kampımız, bir dizi eksikliğinerağmen ‘Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için buluşuyoruz’ hedefininbaşarıyla gerçekleştiği bir kamp olarak örgütlendi.

Kampımız bir tatil değil,politik bir kitle etkinliğidir!

Kamp denildiği zaman gençlik güçlerinin ve özellikle de reformistsolun algısında belli zaman aralıklarında politik etkinliklerin olduğubir tatil fikri canlanmaktadır. Ancak yukarıda kampımızı yapma temelhedeflerimizi ortaya koyduğumuz üzere kampımız gençlik hareketininörgütlenme ihtiyacının bir ürünü olarak anlam bulmakta ve başarılıolduğu ölçüde devrimci gençlik hareketini güçlendirecektir.Dolayısıyla tüm katılımcılar tartışmaların bir parçası halinegetirilmeli, sadece kamp günlerinden değil, kamp ön hazırlığındankampın sonrasında kampın sonuçlarının kitlelerle buluşturulmasınakadar politik içeriğine uygun bir örgütlenme zemininedönüştürülmelidir.

Kampı bir tatil yöresinde yapıyor olmak, politikiçeriğini zayıflatmak bir yana yoğun düşünsel

Ekim Gençliği2. Yaz Kampı’nda buluşalım!

21

Gençliğin devrimci birliğini yaratmak için…

Page 22: Ekim Gençliği / sayı 151

çalışmaların gerçekleşeceği dinlenme ortamınınyaratılmasını sağlayacaktır. Günlükkoşturmacalardan, bireyci çıkar ilişkilerinden uzak,bir haftalık çalışma kampın ve katılımcıların düşünselverimini arttıracaktır.

Kampın ön çalışmasına dair...

Kampımız gençliğin örgütlenme ihtiyacına yanıtverecek olanakları yaratmak içingerçekleştirilmektedir. Bu yüzden kamp çağrımızgençliği örgütleme çağrısıdır. Devrimci politikalarekseninde harekete geçme çağrısıdır. Bugüne kadarnasıl kamp çağrımızı politik içeriğinden bağımsız elealmadıysak bugünden sonra da ayrı ele almamalıyız.Kamp çağrımızı bir dizi materyal üzerinden yoğunbir şekilde yaparken iletişime geçtiğimiz herkeseörgütlenme çağrımızı ulaştırabilmeliyiz. ‘Gençliğindevrimci birliği için buluşuyoruz!’ şiarı ayaklarıhavada kalan bir şiar olmaktan çıkmalıdır. Bununanlamı önümüzdeki kampa kadarki süreci gençlikhareketinin ihtiyaçları ve örgütlenme tartışmalarıekseninde bir eğitim çalışmasına da çevirebilmekanlamına gelmektedir. Kampın verimli geçebilmesitüm katılımcıların gençlik hareketinin tarihsel vegüncel ihtiyaçları üzerine bir ön hazırlık ve tartışmayürütmüş olmasına da bağlıdır. Bu da kampçalışmasının yoğun bir ön çalışma sürecinedönüştürülmesi demektir. Kampın başarısı ve verimligeçmesi güçlü bir ön hazırlığa bağlıdır. Bu önhazırlık kamp tartışmalarına dair öncelikle düşünselhazırlık anlamına gelmektedir.

İkinci olarak, tüm sunumlar, atölyeler önden titizbir hazırlığa konu edilmelidir ki, verilmek vetartışılmak istenen açıkça ortaya konabilsin, böylecebir haftalık sınırlı zaman en verimli şekildedeğerlendirilebilsin. Kampa hazırlık yapangüçlerimizin ön hazırlıklarını tüm katılımcılarlaönden paylaşması kampı kolektif bir temeldeörgütlemenin imkanlarını yaratacaktır. Bu sadecesunumlar üzerinden değil, atölyeler, söyleşiler için degeçerlidir. Kamp için yapılan tüm hazırlıklarkolektifin bilgisine sunulmalı ve mümkün olduğukadar ortak örgütlenmelidir ki kampa güçlü bir önhazırlık sağlanabilsin. Bu nasıl tartışmalara öndenbaşlamak anlamına geliyorsa, mümkün olan tümatölyeler yerellerde tüm katılımcılarla toplantılaryapabilmelidir.

Kampın teknik hazırlığında da boşlukbırakmamalıyız. Ulaşımdan yemeğe, konaklamadanbir dizi günlük ihtiyaca kadar ayrıntılı bir plançıkartmalıyız. Bu plan sadece merkezi olarak değil,aynı zamanda tüm yereller için de bir sorumluluktur.Bizler amatör bir ruha ve heyecana sahip olabiliriz,ancak bu işleri profesyonelce ele almamıza engelolmamalı. ‘Amatör bir dünya için profesyonelce’davranabilmeliyiz.

Kampımız, seminerler,atölyeler ve söyleşilerle

yoğun bir emeğin ürünü olacaktır

Bu yıl ikincisini düzenlediğimiz kampımızıngeçen yıla göre çok daha yoğun bir çalışmaya konuolacağı açıktır. Gençlik hareketinin örgütlenmeihtiyacını öncelikle tarihsel deneyimler üzerindentartışmaya açacak, güncel örneklerle gençlikhareketini tartışarak ihtiyaçlarını ortaya koyacağız.Örgütlenme tartışmaları ekseninde ‘Devrimci

Gençlik Birliği’nin somutlanması, böyle bir birliğinilkeleri ve nasıl bir işleyişe sahip olması gerektiğinintüm katılımcılarla tartışılacak olması birliktartışmalarını kolektifleştirmek bakımından önemtaşımaktadır. Tüm bunların yanı sıra gençlik içindenasıl bir çalışma örgütlenmesi gerektiği üzerineyaratıcı tartışmalar yapmak, gençlik kitlelerine nasıl,hangi zemin ve araçlarla ulaşılacağını belirlemekkampımız ve gençlik hareketinin örgütlenmeihtiyacının karşılanması için önemlidir.

Tüm bu sunumların ve tartışmaların yanı sırakampın önemli bir bileşeni olacak liseli gençliğinkendi çalışmaları üzerinden katkılarını almak,tartışmaların devrimci liseli hareketiyle bağınıkurmak ayrıca önem taşımaktadır.

Bir dizi atölye çalışması ile birlikte kolektifüretim fabrikaları oluşturacağız. Tiyatro, video kurguve yapım, halk oyunu-dans, müzik, dil (Zazaca,Rusça, İtalyanca), imge-resim, fotoğraf, ritim, evrim,felsefe, bilişim ve ilk yardım atölyeleri ile birlikteçok yönlü ve yoğun bir çalışma yürüteceğiz. Tüm buatölyeler gençlik hareketiyle, mücadeleyle, hayatlabağı içerisinde ele alınacak, teknik bilgilerin yanı sırahayatın içinde karşılığının ne olduğu tartışma konusuedilecektir.

Başta Greif işçileriyle işgal deneyimleri ve sınıfhareketine dair bir dizi toplumsal sorun ve kültür-sanat alanında söyleşiler gerçekleştirilecek, filmgösterimleri olacaktır.

Kampın başarısı bizlerin ellerindedir!

Tüm bu planlamaların birbiriyle bağı vebütünlüğü içinde hayata geçmesi bizlerin ellerindedir.Güçlü bir ön hazırlık ve titizlik gerektirmektedir. Bu,bizlerin ve kamp sürecinde kampın örgütlenmesinekatılacak tüm güçlerin ortak sorumluluğudur. Gençlikhareketine karşı sorumluluğumuzdur.

Gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıtverebilecek bir örgütlenmenin başarıyla yaratılmasıiçin kampın olanakları iyi değerlendirilmelidir.Kampın başarısı gençlik hareketinin ihtiyaçlarınınkarşılanmasında önemli bir adım olacaktır. Bizleryalnızca bir kamp örgütlemiyoruz. Gençlikhareketinin örgütlenme ihtiyacının karşılanmasıhedefiyle hareket ediyoruz. Gençlik hareketiningeleceğini örgütlüyoruz. Bu bakışla hareketetmeliyiz.

Son olarak tekrar belirtmek gerekirse gençliğindevrimci birliği için buluşuyoruz. Bu hedefe uygunbir ön hazırlık, gençlik hareketinin güncelihtiyaçlarını karşılayacak bir dinamizm, coşku,militanlık ve kararlılıkla hareket etmeliyiz.Önümüzde tarihsel bir sorumluluk olarak gençliğidevrime ve sosyalizme kazanma sorumluluğubulunuyor. Bu sorumluluğu yerine getirebilmemizgençlik hareketinin güncel ihtiyaçlarına yanıtüretebilmemize bağlıdır. Gençlik hareketinin güncelihtiyacı olan örgütlenme ihtiyacının karşılanmasınabağlıdır. Gerçekleştireceğimiz kampımız buna hizmetetmeli, gençlik hareketinin ihtiyaçlarına ve çözümünekatkı sunacak bir zemine dönüşmelidir. Bu da kampıbaşarıyla örgütlemek anlamına gelmektedir. Busorumluluk omuzlarımızdadır. Bunun sorumluluğu vebilinciyle hareket etmeliyiz. Gençliğin devrimcibirliğini yaratmak hedefiyle Ekim Gençliği 2. YazKampı’nı başarıyla örgütlemek için ileri!..

Ekim Gençliği22

Gençlik hareketininihtiyaçlarına yanıtverebilecek birörgütlenmeninbaşarıyla yaratılmasıiçin kampın olanaklarıiyi değerlendirilmelidir.Kampın başarısıgençlik hareketininihtiyaçlarınınkarşılanmasındaönemli bir adımolacaktır. Bizleryalnızca bir kampörgütlemiyoruz.Gençlik hareketininörgütlenme ihtiyacınınkarşılanması hedefiylehareket ediyoruz.

Page 23: Ekim Gençliği / sayı 151

Kadının adı neydi? Tarihin diyalektiği içinde ele almak gerekirkadın tanımını ki, kadın sorununa yönelik gerçek çözüm ortayakonulabilsin. Kadın kelimesi şu veya bu kadını nitelendirmedeyetersizdir. İnsanda bir cinsi niteleyen “kadın” tanımı sadece cinstanımı olmayı aşmaktadır, zira kompleks sosyal ağlarla birbirine bağlıprimatlar olan insanların dişi ve eril cinsleri arasındaki ilişkiler“kadın-erkek ilişkileri” başlığı altında izole edilmek için fazlakapsamlı kalmakta ve bu tanımlar içine sığmamaktadır. Çünkü erkekve kadın, tek başına, şu ya da bu kimse olmadı.

Kimdi kadın? Efsaneler boyunca peşine düşülmüş, uğruna dağlaraşılmış, çöller geçilmiş Leyla’ydı bazen, bize sevdanın bin yıllıktürküsünü duyuran. Ozanların koruyucusu esin perilerinin sayısıdokuzdur Yunan mitologyasında; o onuncusu oldu, yeryüzünün enbüyük şairlerinden Sappho olarak çıktı karşımıza, dizelerindeözgürlüğü haykıran. Mitlerde bir tanrıçaydı, güneşin, güzelliğin hemde savaşın anahtarını elinde tutan. Göklerden yere indi, Antigone oldu,dikildi sonra kralların karşısına; erkek kardeşlerinin hesabını sordu,canı pahasına düştü gerçek adaletin peşine. Can verendi, abı hayat gibisüt verendi; tene nefes, susa ses verendi. Bu yüzden yanına saygıylaoturdu insan kardeşleri, zeval getirmediler hem eş hem kardeş hem deşimdi ana olan bu varlığın saflığına.

Evet onu sevdiler, toprağı sevdikleri gibi sevdiler. Çünkü birağaçtan bin meyve verir gibi çoğalandı. Toprağa ekilen bir tohum nasılbüyürse öyle büyürdü sıcak karnında yeni hayat. Öylesine güzeldi.Tanrı’ya eş, İsa’ya ana, insanlığa armağan yegâne kutsaldı, Madonnaoldu, Meryem oldu adı. İnsanlığa bilgi ağacının yasak meyvesini

yediren ilk günahkâr Âdem değil Havva dediler adına. Bin bir geceboyunca karanlık ayinlerde etrafına dizildiler sonra, yatırdılar mermersunağın üzerine çırılçıplak; dolunayda kanı döküldü, adaktı, kurbanoldu. Terinde gül kokusu, esmerliğinde apak bir aydınlık vardı bumahlûkun, hem de gülümsüyordu. Buna rağmen kimse sahipolamıyordu ona. O halde yok edilmesi gerekendi o. Zaman sonra cadıdediler adına, cezasını bu sefer yakılarak çekecekti. Elde edilmeli,dizginlenmeli, eskitilmeliydi. Böylece kutsallığı lanete dönüştü,güzelliği çirkine bulandı, takas edildi bir pula, kara çalındı, sevgi veolumlayan tutku yerini nefrete ve sapkınlığa bıraktı. O her şeyerağmen Curie oldu bilim kuşandı, Jan Dark oldu kılıç kuşandı,Zetkin oldu kalem kuşandı. İdil oldu, Delila oldu, Hatice oldu adı;cellâtların karşısında yürek kuşandı. Kısacası kadının tarih boyuncayalın bir adı olmadı. İnsanlığın kendisine biçilen tüm etiketleri gibi“kadınlık” da tarihsel süreç içinde anlam ve boyut değiştirdi.Dolayısıyle kadın dediğimiz zaman tek bir “kadınlığa” işaretetmeyiz zira kavramın imlediği tek ve değişmez bir nesnesi yoktur.

Ezilen cins sorunu cinsiyet tartışmasına sıkıştırılamazdır ve nasıl kiinsanlar arası her türlü eşitsizlik durumunun doğal olmadığı yinedoğaya bakarak ortaya konulabiliyorsa, bizler de kadın sorununucinsiyet tartışmasından bir adım öteye taşımak için yine doğayadönerek, bir primat olan insanda dişil ya da eril özelliklerinanlamlarını inceleyeceğiz. İncelememizde bizlere bugün “toplumsalcinsiyet” başlıkları altında öğretilmeye çalışılan bir dizirolün tarihsel olarak daha eski toplumlarda ve daha ilkeltoplum modellerinde de bugün oldukları şekliyle var

Kadın sorununa tarihsel materyalist yaklaşım:

Uzlaşmaz olmayan* kadın-erkek çelişkisive feminizmin imtihanı - 1

23

‘İnsan’laşma savaşında‘cinsiyet’lerini aşan tüm devrim şehitleri vebunun en pak örneklerindenHatice Yürekli yoldaşanısına…

Toplumsal ilerlemenin tam ölçüsünü veren, kadın cinsinintoplumsal konumudur.

Charles Fourier

Bacaklarıyla patronunun cebini karla dolduran bir dansçı kızüretken bir emekçidir. Buna karşılık proleter kadınların ve annelerinevinin dört duvarı arasındaki emeği verimsiz sayılmaktadır. Bukulağa çok vahşice ve çılgınca gelmektedir, ama tam olarak günümüzkapitalist ekonomisinin vahşiliğine ve çılgınlığına karşılıkgelmektedir. Ve bu vahşi gerçekliği tüm açıklığı ve keskinliği ilegörmek proleter kadının birincil görevidir.

Rosa Luxemburg

Onun için belirleyici anlamı olan, sivrilmiş tek tek kadınlarınparlak başarıları değildi, daha çok milyonlarca kadının, en yalın veen alçak gönüllü milyonlarca kadının o görünmeyen günlükçalışmalarıydı. Çünkü Lenin’de, her zaman, küçükte ve en küçüktebüyüğü, bütünü gören ve onu bununla bağlantısı içinde vazgeçilmez,önemli bir şey olarak değerlendiren o derine işleyen duyu vardı.

Clara Zetkin

Page 24: Ekim Gençliği / sayı 151

olup olmadığını araştırmamız önceliklidir. Bunun için ilkel komünaltopluluktan başlayarak ve oradaki durumda yani “doğaldurumda” kadının konumunu somutlayarak kadın ve erkekrollerinin geçirdiği bir dizi evrimi konu edeceğiz. Kadınınbiyolojik olarak kadın olmasından kaynaklanan bir dizi özelliğinkadının itibarı sayılıyorken, belirli tarihsel-toplumsal dönüşümsüreçlerinde yavaş yavaş kadını itibarsızlaştırmak içinkullanılmaya başlandığını hep birlikte keşfedeceğiz.

Nasıl mı? Elimizdeki somut tarihi verileri anlamlı bir sırayakoyarak, ardışık etmenleri bir bütünlük içinde yani büyük resminiçinde anlamlandırarak, kadının emek tarihini materyalist bir bakışaçısıyla ele alarak ve kadın-erkek ilişkilerinin diyalektiğini okuyarak.Bu, Marx’tan devraldığımız mirası, üzerine yeni bilgiyi ekleyerekzenginleştirmektir. Şu çok rahat gözlemlenebilen bir fenomendir ki,kendileri Marx’ı en çok putlaştıranlar bizi bununla en ağır ithamedenlerdir. Kendilerinin Marx’ı aştığını, Marx’ın kadın sorunununçözümünde geri kaldığını savunanlar keşke Marx’ı bir yöntembilimciolarak ele almayı başarabilseler. Yahut Marx’ı a’dan z’ye her konudaher soruna çözüm içeren bir sözlük gibi değil de toplumdagözlemlenen genel sorunlara temel yaklaşım tarzını açıklayan birdüşünür olarak okuyabilseler.

Marx bir tarih-bilimci olarak tarih çizgisinde insanıkonumlandırışıyla ve toplumsal evrim süreçlerini okuması ile bizetarihi çözümlemek için yeterince veri sağlamaktadır. Gerisi, buokumalar ışığında içinden geçtiğimiz tarihsel süreçleri anlamak,yorumlamak ve değiştirmek için mücadele etmektir.

Bu yazıda feminizme yanıtı, öncelikle Marx ve Engels’in tarihselmateryalist yönteminin kadının emek tarihine uygulanışı ileverecek ve feminizme karşı Marksizm’in tezlerini ortaya koyacağız.Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, V. Ilyiç Lenin başta olmak üzereMarx ve Engels’in kadın sorunu konusunda ortaya koyduğu çözümünpratiklerine yönelik tahliller yapan sosyalist düşünürlerin fikirlerinereferanslarla, sosyalizmin kadının tarihsel yenilgisine nasıl çözümolabileceğini açıklayacağız.

Feminist kuramın kısa tarihçesi vetemel savunuları

Feminizmin imtihanında ilk ve en önemli sorgulama feminizmeyönelik literatürde verili tanımları incelemekle mümkündür; bununyolu ise temel hatlarıyla feminist ideolojiye hâkim olmaktan geçer.Wollstonecraft’tan De Beaviour’a feminist kuramcıların tarihinekısaca bakmak ve bu teorinin hangi maddi toplumsal zeminde, hangidönemlerde, hangi düşünce akımlarının etkisi ile ve ne tür siyasaltaleplerle yükseldiğini özetlemek gereklidir. Feminizmin kurucudüşünsel öğelerinin felsefi düzlemde eleştirisi en temel hattımızolacağı gibi, feminist hareket tarihinin kilometre taşı olabilecektarihsel anlara tekrar dönüp bakarak feminizmin devrimci pratikeksenindeki zaafları konusunda da eleştirimizi ortaya koyacağız.

Feminist hareketin ilk dalgası Mary Wollstonecraft ilebaşlayarak 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın ilk yarısına kadarsürmüş; ikinci dalga 1960’larda ortaya çıkmış ve 1980’lere kadardevam etmiş; üçüncü dalganın miladı ise 1990’lar olarak kabuledilmektedir.[1]

1960’lı yıllardan itibaren şekillenmeye başlayan radikal feministteorinin kökleri 17. yüzyıldaki bir dizi kadın hakları tartışmasınadayanmaktadır. Aydınlanmacı-feminizmden sosyalist-feminizmekadar uzanan bu süreçte, o günden bu yana ortaya çıkan bir dizifeminist akım, ‘kadın-erkek savaşımı’ sınırlarını aşamamıştır.Feminist Yazın Eleştirisi dergisi editörlerinden feminist kuramcıJosephine Donovan da bu tezi doğrulamaktadır: “Ulaştığım üzücü birsonuç feministlerin Amerika’yı yeniden keşfettikleriydi. Daha öncekifeminist hareketleri öğrendikçe, 1960’ların sonunda ve 1970’lerinbaşlarında geliştirilen ve çoğumuza bir çeşit keşif gibi gelenkuramların pek de yeni şeyler olmadıklarını anladık. ‘Radikallerin’söylediklerinin çoğu, yüzyıldan uzun bir zaman önce söylenmişti.”[2] “Genelde “radikal feminizm” üst başlığında toplanan bu akım ile

belli bir ideolojik mücadeleye giren sosyalist feminizmesas olarak aynı arayışın, feminizme maddi bir temelyaratma çabasının başka bir ürünüydü. Farklılık bu

temelin, yetersiz bulunmakla birlikte tarihsel materyalizminkendisinde aranmasından geliyordu.”[3]

Feminist teori tarihindeki ilk çalışmaları Mary Wollstonecraft1792’de ortaya koymuştur ve “Kadın Haklarının Savunusu” adlıeseri feminist düşünce için klasik eser olmuştur. Ancak dahaöncesinde Fransız Devrimi’nin erken döneminde “Kadın Hakları”broşürünü yayımlayan ve giyotinle idam edilen Olympe de Gougesismini de bir kenara not etmek gerekiyor. Gouges özelinde küçükburjuva feminist ideolojinin Fransız Devrimi sırasında takındığıtutumu ve aslen neleri savunduğunu ilerleyen bölümde daha detaylıinceleyeceğiz.

Bugün “Aydınlanmacı liberal feminizm” olarak adlandırılanfeminizmin bu ilk akımının belkemiğini oturtmak için önceAydınlanmacı liberalizmin içinde geliştiği düşünsel dünyayıincelememiz gerekir. Aydınlanma çağı olarak adlandırılan 18. yüzyılındüşünsel ve politik atmosferine dönüp baktığımızda, dünyayı kasıpkavuran bir devrimler dalgasını, Amerika’da ve Fransa’da yayımlananbağımsızlık ve insan hakları bildirilerini ve çağın görüşlerinin temelparadigmasını yani tüm fiziksel evrenin akılcı ve matematikselkurallarla yönetildiği fikrini ortaya koyan Isaac Newton’u görüyoruz.

Dönemin liberal siyaset felsefecilerine göre kadın, akla vematematiksel ilkelere uygun olarak işlemeyen şeyler kategorisinegiriyordu ve bundan dolayı “ikincil ve yetersiz” olarak görülüyordu.Akıl-dışı alanın varlıkları olan kadınların akılcı olan varlıklartarafından yani erkekler tarafından yönetilmeye ve kontroledilmeye ihtiyaç duydukları fikri 17. ve 18. yüzyıllar boyuncadönemin felsefi görüşlerine paralel olarak gelişen bir fikirdi. Halböyleyken, Wollstonecraft başta olmak üzere 18. yüzyıl feministleri,ortaya konulan doğal haklara erkeklerle eşit olarak sahip olacaklarınadair naif bir umut beslediler. Eserini dönemin Fransız bakanıTalleyrand’a ithaf eden Wollstonecraft, bakanı, “kadınları yenianayasanın dışında tutmaması” konusunda uyarıyordu.[4] Ancakdönemin yükselişe geçen burjuva iktidarı, feministlerin beklentilerinikarşılıksız bıraktı.

Aydınlanmacı liberal feministlerin bir diğer temsilcisi SarahGrimke, temel sorunu, kadına hayattaki amacının erkeğe hizmetetmek olduğunu öğreten toplumsallaşma süreci olarak ortaya koyar.Böylece Wollstonecraft ve Grimke kadının ezilmişliğini bir “eğitimsorunu” ekseninde ele alırlar. Özellikle Wallstonecraft kendideyimiyle “tüylü bir ırk gibi kafeslere hapsedilmiş” olarak gördüğüüst sınıfın zamanı ve rahatı daha bol kadınları yani küçük burjuvakadınları üzerine çalıştı ve tezlerini üretti.[5] Sanayi devrimi baştaolmak üzere 19. yüzyıldan itibaren içine girilen tarihseldönüşümler, kadın sorununda da yeni bir dönemin başlangıcıoldu…

Endüstriyel kapitalizm bu çağda kadının üretim süreçlerindensoyutlanmasını hızlandırmış ve böylece kadının eve bağlanmasıkoşullarını sertleştirmiştir. 19. yüzyıl kadın hareketi esas olarak oyhakkı talebi üzerine oturmuştur. Oy hakkının temel amacı vatandaşlıkhakkı elde etmek, dolayısıyla kadının sanayi devrimi sonrasıhapsolduğu “özel alandan kamusal alana” girmesini sağlamaktı. Oyhakkı için mücadele edenler de (Suffragistler, ileride Sufrajetlerolarak anılacak) ailedeki geleneksel iş bölümünü kabul etmişti. [6]

Dönemin yeni burjuvazi sınıfının özgürlük ve eşitlik taleplerikarşısında kadınların da bu hakları talep etmeye başlamasıylaortaya çıkan feminist hareket bu nedenle tarihsel olarak küçükburjuva hareketin bir parçası ve yansımasıdır. Feminizm üzerineçalışan Juliet Mitchel feminizmin 17. yüzyıl İngilteresi’ndefeodalizmin bitmesi ve kapitalizmin gelişmesi ile kendini yenitoplumdan dışlanmış bir sosyolojik grup olarak hisseden orta sınıfkadınlarının talepleriyle ortaya çıktığını savunuyor. [7] Bugün pek çokkaynak bu tezleri doğrulamaktadır. Aydınlanmacı feminist teorininkendi içindeki temel problemlerinden biri, kamusal alan-özel alanayrımını doğrudan kabul etmesine karşın kadının ev ve aile içindekikonumundan bağımsız olarak kamusal alandaki bir dizi düzenleme ilekadının özgürleşeceğini savunmasıdır. Feminist kuramcılardan ZilliahEisenstein, “Radikal Gelecek” adlı çalışmasında aydınlanmacıfeminizmi, kadınların yarışa avantajsız başladıklarını görmezdengelmekle eleştirir.

Kültürel feminizm, Birinci Dalga feminizmin bir diğer eğilimini24

Page 25: Ekim Gençliği / sayı 151

ifade etmektedir ve liberal feminizmin vurguladığı siyasal ve akılcıdeğerlere bir tepki olarak “anaerkil” değerler sistemini ortaya koyarve daha geniş bir kültürel dönüşüm arayışındadır. [8]

Margaret Fuller “19. yüzyılda Kadın” (1845) adlı eseriyle kültürelfeminist geleneği başlatmıştır. Avrupa romantizminin etkisiyleduygusal ve sezgisel temeller üzerinden tartışmalarını yürütmektedir.Liberal feminizmin, romantik akımın öncülü olan aydınlanmacıfeminizmin liberalizmi ile ortak bir özelliği vardır, o da bireycilikfikrine dayanmasıdır.

Kültürel feminizmin temel söylemi, “anaerkillik tezi” üzerindeyükselir. Kültürel feminizm sınıfsız toplumdaki anaerkilliği okurken,dişi cinse bir kutsallık atfetmekte ve sosyal Darvinizme karşı duruşunuç bir örneği olarak erkek cinsini mahkûm etmektedir.

Anaerkil toplum düşüncesi dönemin antropolojik çalışmalarıiçinde, daha sonra Engels’in çalışmalarına da kaynaklık eden Morganve Bachofen gibi çeşitli araştırmacıların çalışmalarında dilegetirilmiştir. Bu döneme ilişkin detayları yazının ilerleyen bölümündeinceleyeceğiz. Burada vurgulamak gerekiyor ki, kültürel feministleranaerkil toplumu değerlendirirken kadınların ve erkeklerin farklıoldukları düşüncesini savunarak kadınlara ayrı bir önem verir vekadınlara fedakar/barışçıl, erkeklere ise rekabetçi/savaşçı bir yapıatfederler. Kültürel feminizmin en temel sorunu kadın-erkek arasıkimliksel, bilgisel ya da sezgisel farklılığın nedenine ilişkin sorudur;bu farklar biyolojik olarak mı temellenmiştir? Yoksa kültürel olarakmı şekillenir?

Radikal feministlerden Shulamith Firestone bunun farklı genler vehormonlara bağlı olduğunu savunurken kültürel feministkuramcılardan Gina Covina kadınlarda beynin sağ tarafının baskınolmasını vurgular. Bu noktada kültürel feminizm biyolojikbelirlenimciliğe döner ve insan özgürlüğünü yok sayar. Tamkarşısında, eğer bu farklar tamamen kültür kaynaklı farklarsa o haldekültürel feminizm kadına ve erkeğe atfettiği tüm özellikleri değişebilirolarak görmelidir, bu noktada temel savunusundan vazgeçmesigerekir.

Birinci dalga feminizm, I. Emperyalist Dünya Savaşı ile beraberetkisini kaybetmiştir. Zira kadınlara seçme ve seçilme hakkınıntanınmasını temel alan bu feminist hareket, talebin kabul edilmesi ilegiderek sönümlenmiştir.

II. Emperyalist Dünya Savaşı ile birlikte erkeklerin savaşagönderilmeleri kadınların cephe gerisinde gerekli malzemelerinüretilebilmesi için iş hayatına girmelerini gerektirmiştir. “Fakatsavaştan sonra erkelerin cephelerden geri dönmeye başlamaları ileözellikle batı devletlerinde kadının eve döndürülebilmesi için bir türdevlet feminizmi olan “refah feminizminin” daha fazlavurgulanmasına sebep olmuştur. Refah feminizmi kadınların evyaşantılarını övüyor ve bir anne olarak kadınların daha değerli birvarlık olduklarını iddia ediyordu.” [9] Bunun yanında Batı ülkelerindegittikçe artan özgürlükçü ve eşitlikçi muhalif hareketler kadınözgürlüğü ve kurtuluşu düşüncesinin de gittikçe güçlenmesine sebepolmuştu.

Bu koşullar sonrasında ortaya çıkan radikal feminist düşünce“ikinci dalga feminist hareketin” sosyalist feminist akımla beraber entemel yaklaşımlarından birisidir. 1960’lı yılların ortasından itibarenoluşmaya başlayan bu düşünce akımı bazı siyasi ve toplumsalunsurlara tepki olarak ortaya çıkmıştır. Radikal feminist düşünürlerkadınlarla erkekler arasında temel farklılıkların olduğunu savunurlar.Bu bağlamda kültürel feminist düşünceye daha yakındırlar. KateMillett’in “Cinsel Politika” isimli eseri radikal feminist düşüncenintemel eseri olarak görülmektedir. Bunun yanında radikal feminizminönemli isimlerinden birisi Shulamith Firestone’dur ve temel eseri“Cinselliğin Diyalektiği”dir.

Firestone, kadınların ikincilleştirilmesinin temelinin sosyaldeğil biyolojik unsurlardan kaynaklandığını savunur; ona görekadının doğurması ve adet görüyor olması onun güçsüzlüğününtemelidir ve insanlık tarihi boyunca da böyle olmuştur. Ve aile, din,cinsellik gibi diğer tüm sosyal-kültürel unsurların bu temel biyolojikvaroluş üzerine kurulduğunu iddia eder. Firestone bu durumdankurtuluş olarak kadınların “biyolojik yeniden üretim araçlarını” elegeçirmeleri gerektiğini öne sürüyordu. Yani tıbbi ve teknolojik olarakkadınları bu biyolojik boyunduruktan kurtaracak olan yenilikler

geliştirilmesi gerektiğini söylüyordu. Feminizmin bu iddiasına yanıtı yine bilimsel temelde vermekteyiz.

İnsanbilimci Reed çocuk doğurmanın, dişi cinsin önünde sonsuzadek duracak olan bir engel ve onun ikinci cins olmasının nedeniolarak sunulması üzerinden bunu çürütecek antropolojik verileriaraştırmış ve bulmuştur. “Bunu desteklemek için, belli bir olgunundoğal sonucu olduğu öne sürülen gerçek dışı bir mit ortaya atıldı.Erkek cinsinin sonsuz üstünlüğünün kanıtı olarak hayvanlardünyasındaki “erkek egemenliği” örnek gösterildi. Erkeklerin herzaman için dişilere egemen olduğu, çünkü onların yapısal olarak dahagüçlü, daha vurucu, daha iyi savaşçı ve dişilerden daha zeki olduklarısöylendi. Bu açıklama cinsler arasındaki ayrılıkların yanlış biryorumlamasıdır. Toplumumuzun kadının gelişmesi yolunda ciddiengeller koymada onun çocuk doğurma yetisinden yararlandığıyadsınmaz bir gerçektir. Ancak çocuk doğurmanın bir “eksiklik”olarak sunulması bir ölçüde yeni ve tümüyle toplumsal bir olgudur.İlkel toplumlarda bu yoktu, hayvanlar arasında da yoktur.”[10]

Varoluşçu feminizm temsilcilerinden Simone De Beauvoir vetemel yapıtı “İkinci Cinsiyet” genel olarak feminist kuram içinde yenitartışmalar başlatmıştır. Beaviour kendisinden önceki dönemlerdenfarklı olarak kadının bedenselliğine ek olarak tinsel (ruhsal)varoluşuna vurgu yapar ve bunun nasıl şekillendiğini açıklamayaçalışır. Kadına ait olan değerlerin egemen kültür tarafındanötekileştirildiğini ve ikincil konuma indirgendiğini savunur. İkinciCinsiyet’in temel savunusu “özel bir kadınlık durumu” olduğudur. Budurum, “ikinci cinsiyet olma” durumudur. “Kadın doğulmaz, kadınolunur” sözü de sonradan “toplumsal cinsiyet” adını alacak olan fikrintemellerini içerir. Kadın denen yaratığı üreten şey doğa değil,bütünüyle uygarlıktır ve bu özelliklerin biçimlendirilmesi toplumsalve tarihsel koşulların ürünüdür” şeklindeki tezleri kendini başlangıçtabir sosyalist olarak tanımlayan Beaviour’un materyalist yaklaşımdanetkilendiği görüşleridir ve anlamlı tahliller içermektedir. AncakBeauvoir bu tarihsel ve toplumsal koşulları yapılandıran şeyimateryalizmden çok farklı tahlil edecek ve buna ise erkek cinsi ilekadın cinsi arasındaki tahakküm ilişkisine bağlayacaktır.

İkinci dalga feminizmin temel bir özelliği Beauvoir’un tezlerindekendini dışarı vurur. O da kadının özgürlüğünü kadının bedenözgürlüğüne sıkı sıkıya bağlamasıdır. Ona göre kadının özgürlüğü ikişeye bağlıdır: “Birincisi ekonomik bir özgürlüğünün olması, ikinciside cinsel hayatını özgürce deneyimleyebilmesi. Ancak bu şekildekadının bağımsız olacağını düşünür ve bağımsız olduğu zaman daözgürleşeceğine inanır. Dolayısıyla özgür bir cinsellik yaşayan kadınher zaman için özgürdür.”[11]

Kadının bedeni üzerinde söz sahibi olması kadınınözgürleşmesinin yadsınamaz koşullarındandır ve bu kadın-erkek tüminsanlar için geçerlidir. Ancak bu tek koşul olamaz; zira buna görebugün kapitalizm koşulları altında “cinsel özgürlüğü” öyle ya daböyle yaşayabilen kadınların özgür sayılması gerekirdi. Fakat tek tekkadınların bu tarz bir “özgürleşme” yaşamalarının, bir cins olarakkadının özgürleşmesiyle bir ilgisi yoktur. Özgürlük, özü itibarıylabireysel değil toplumsaldır.

Beauvoir kendi tanımıyla “kadınlık durumundan” her nasılsakendini soyutlanmış olarak görür. “Simone de Beauvoir’ınOlgunluk Çağı’ndaki savaş dönemi anıları yer yer bu birlikteliğin,dostlukların ve aidiyetin eleştirel olmayan bir tanıklığına dönüşür.Şaşırtıcı olan şey, bu camiada erkeklerin kadınlara karşıdavranışına ilişkin biraz olsun eleştirel bir notun bile yer almamışolmasıdır. Sanki bu festival cemaatinde kadınlar ile erkekler çoktaneşit ve işgal koşullarına ve tüm yoksunluklara inat, bir “festival”, bir“şölen” havası yaşarmışçasına özgürdür.” [12]

Yüksek kültüre aidiyet hissi, Sartre ile beraber, bir entelektüellerve sanatçılar grubunun içinde yer almaları Beauvoir’u kadınlıkdurumundan kurtarmış gözükmektedir. Bu aidiyet insanı kadınlıkdurumundan nasıl ve ne kadar muaf tutar? Kamusal yaşamda sözsöyleyebilen bir yazar olduğu için mi yoksa yazar olmak ekonomikbir bağımsızlığı sağlayabildiği için mi? Eğer Beaviour kenditeorisinin temeline oturan kadınlık durumdan muaf olabiliyorsa ohalde bütün kadınlar bunu başarabilirler. Daha doğrusu bütün küçükburjuva kadınlar… O halde kadınlık durumu yine bütünkadınların koşullarını belirleyen bir durum olmaktan 2525

Page 26: Ekim Gençliği / sayı 151

çıkıp yine çifte sömürüye maruz kalan emekçi kadının cinselsömürüye maruz kalışını nitelemektedir. O halde kadınlık durumuBeauvoir’u takip eden feministlerin savunduğu gibi evrensel olarakkadınları kapsamamakta ve kendi tanımı gereği yine kadının sınıfsalkonumuyla bağıntılı olarak ortaya çıkmaktadır. Yok eğer değilseBeauvoir kendi durumunu konuştuğu kadınların durumlarından başkanasıl farklılaştırmaktadır?

Feminizmin patriarka paradoksu veMarx’ın üst-yapı tahlili

Sosyalist feminizm üzerinde de bir anlam bulanıklığı vardır. Bubulanıklığı aşmak adına sosyalist feminizmin sosyalizm ilefeminizmin basit bir uzlaşması olmadığını vurgulamak gerekmektedir.Sosyalist feministler bugün kendilerini “Sosyalist feministlik sosyalistolduğumuz için, feminist olunca kaçınılmaz olarak edindiğimiz biretiket değil. Feminizm içindeki bir duruş, yani, sadece kadınlarınkurtuluşu açısından bir tahlil. Sosyalist feminist duruş, politik birduruş ama bu politikliği sosyalizmin bir alt başlığı olmasındankaynaklanmıyor. Feminizm politik olduğu için politik bir duruş.”[13]

şeklinde ifade ederek kendilerini sosyalist mücadeleden çok feministmücadelenin bir parçası olarak ortaya koymaktadırlar.

Sosyalist feministlerce sıklıkla dile getirilen görüş “toplumsalcinsiyet” hiyerarşisi olarak adlandırdıkları kadın-erkek çelişkisinintoplumları biçimlendiren temel hâkimiyet biçimlerinden biriolduğudur. Kapitalizm ve patriarkayı zaman zaman çelişen zamanzaman birbirini besleyen iki ayrı sistem olarak ortaya koyarlar.“Ekonomik devrim iki cins arasındaki ilişkiler babında bir devrimigaranti etmezken, bir feminist devrim patriarkayı yok ederkenkaçınılmaz bir şekilde kapitalist kurumları alaşağı edecektir.” teziniortaya atmaktadırlar. [14]

Bugün bizim tüm hatlarıyla kurguladığımız, birden fazla girişimdeneyimi ve Sovyet Devrimi başta olmak üzere, dersleri elimizdebulunan sosyalist devrim modelimize karşı feminizmden etkilenen birdizi hareketin tarihte hiçbir yere karşılık gelmeyen “Kadın Devrimi”söylemini ortaya atması şaşkınlık uyandırıcıdır. Fakat kadın devrimiolarak adlandırdıkları bu alternatifi nasıl bir devrim modeli olarakkurguladıklarını tam olarak açıklayamıyor oluşları bir yana, bu tezinele alınması gereken başka bir eksikliği vardır: Tarihsel neden-sonuçilişkisini tam tersi şekilde okumak. Tarihsel materyalizmin kanıtlarıylaortaya koyduğu mülkiyet ilişkileri ve kadın sorunu ardışıklığını tamtersiymiş gibi okuyarak sanki patriarka mülkiyet ilişkilerinden önce devarmış ve kadın sorunundan dolayı mülkiyet ilişkileri şekillenmiş gibiters bir okuma yapmaktadır. Kadın sorunu bir toplumsal sürecin‘sonucu’ değil de tersine, ‘nedeni’ olan ilk etmense kadın sorunuçözüldüğünde kendisinden kaynaklanan bütün sorunların daçözüleceği varsayımı tutarlıdır. Fakat eğer patriarkal kapitalizmdenbağımsız ve ondan çok önce var olan bir sistemse, demek ki kadınsorunu toplumsal mülkiyet ilişkilerinin ya da herhangi bir toplumsaldönüşümün sonucu değil kapitalizm öncesinde de hep var olanpatriarkal sistemden kaynaklanan bir sorundu. O halde patriarka,erkeğin kadın üzerine hep var olan sömürü sistemi anlamına gelir vekendisinden başka bir şeyden kaynaklanmıyor demektir.

Mantık ilkelerine göre kendisinden başka bir şeydenkaynaklanmayan şey “kendiliğinden” şeydir ve kendisi dışındaki birşeyden etkilenmesi mümkün değildir. Bu demektir ki feministlerpatriarkayı kapitalizmden ayrı ve önce bir yere koyarak bilimselve tarihsel bilgilere zıt bir tez iddia ettikleri gibi, mantığın ilkeleridoğrultusunda içinden kolay çıkamayacakları bir paradoksyaratmaktadırlar: Patriarka hep vardır ve o halde hep varolacaktır. Feminizmin felsefi anlamında idealizme sıkı sıkıya bağlı vemaddi temellere oturmayışı, çoğu tezinin sonunda bu tarz olumlu yada olumsuz idealist çıkarsamalara gebe olmasında ve içerdiğiçıkmazlarında kendini göstermektedir. Feminizmin bu açmazı, esasolarak bir burjuva akım olmasından kaynaklanmaktadır.

Sosyalist feministler burjuvazinin kendi ihtiyaçlarına göre ailemodellerini belirli dönemlerde yaygınlaştırıyor ya da lanetliyor

olmasını kapitalizmin patriarka ile ilişkisi ekseninde elealmaktadırlar. Her ne kadar sosyalist feminizm gibi farklıfeminist eğilimler patriarkayı farklı içeriklerde tanımlasalar

da kavramı feminist literatüre sokan radikal feminizm patriarkayıideoloji ya da biyoloji ile açıklanan tarih dışı ve evrensel bir yapıolarak tanımlamaktadır. Bizler kapitalizmin dayattığı normlarınerkek egemen bir kültürle şekillendiğini tahlil etmekteyiz oysapatriarkayı kapitalizmden o ya da bu şekilde ayrı bir sistemolarak tanımlamak bugün sosyalistlerin kabul ettiği bir bakışınürünü değildir. Metnin ilerleyen bölümünde detaylarını vereceğimiztarihsel materyalizm ışığında erkek egemenliğinin özel mülkiyetleilişkisini ve bugünkü modern kapitalist toplumda da ondan hiçbiryönüyle ayrıksı olmayan yapısını bilimsel gerçeklik olduğu için kabuletmekteyiz.

Tarihsel okumaya ek olarak Marx temel-yapı ve üst-yapı ilişkisi ileekonomik temel yapının kültürden ahlaka, aileden eğitime kadar üstyapıları nasıl şekillendirdiğini ayrıntılı şekilde açıklamaktadır. Üretimilişkileri toplumun ekonomik yapısını meydana getirir ve diğerbütün ilişkilerle arasında rastgele olmayan bir bağıntı vardır.Toplumun üst-yapısını, devlet, hukuksal kurumlar, eğitimkurumları gibi örgütler bir yandan siyasal, ahlaki ve sanatsalgörüşler gibi fikirler toplamı oluşturmaktadır. Marx’a göre maddiyaşamın üretilme tarzı sonuçta toplumsal, politik ve maneviyaşam sürecini belirlemektedir. Toplumun üst-yapısı temel yapıtarafından belirlenir ancak üstyapının gelişmesi göreceli birbağımsızlık gösterebilir de. Örneğin geçmişteki sosyo-ekonomikkuruluşların düşünce ürünlerini yer yer sürdürebilir. Ancak üst-yapınıntüm içeriği sonunda yine temel-yapı tarafından belirlenir.

Bizim de sosyalistler olarak devrimden sonrası için bir dizi temeltoplumsal sorunun çözümüne yönelik politikalar ortaya koymamızbundan dolayı kaçınılmazdır. Kadının ikincil cins olması sorunubugünkü üst-yapının bir parçası olan erkek egemen kültürün biryansımasıdır ve sosyalist devlet temel yapısını oturtana kadar eskikapitalist toplumdan miras kalan bu üst-yapı kırıntılarına karşıideolojik anlamda da bir savaş açmayı öngörür. Bundan dolayı,örneğin ulusal sorun ve kadın sorunu gibi başat problemlere yöneliktartışmalar ve politikalar sosyalist literatürde önemli konu başlıklarınıoluşturmaktadır. Sovyet Devrimi feministlerce dönüp dönüp vurulankısıtlı sayıdaki eksikliğine rağmen tarihte bir ilk sayılabilecek temelpratikleriyle kadın sorununun çözümünde sosyalizmin ne dereceolanaklar barındırdığını ve ufkunun ne derece geniş olduğunugöstermeye yetmektedir. Yazının ilerleyen bölümünde bunlaradeğineceğiz.

Tarihsel olaylar ışığında feminizm ve kadınhareketindeki sınıfsal bölünme

Kadın hareketinin tüm tarihi, sınıfsal sorunun birincilolduğunu ve devrimci bir değişim isteyen ezilen sınıfın kadınlarıile, ezilme sorunlarını bireysel kaygılarla öne çıkaran, deyimyerindeyse hali vakti yerinde “ilerici” kadınlar arasında daimakeskin bir mücadelenin var olduğunu göstermektedir. Bugünunutulmuş gözüken ama sınıfa ihanet tarihinden asla silinmeyecekolaylara dönüp baktığımızda erkek ya da kadın ayırt etmeksizinişçilerin davasına karşı düşmanca tavır alan burjuvafeminizminin gerici rol oynadığı dönemleri görmek mümkün.

Fransız Devrimi’nde kadın mücadelesi içinde iyice keskinleşensınıfsal farklılıklar bunun önemli bir örneğini oluşturur. Devrimcihareket içindeki sınıfsal ayrışmalar, daha ilk andan itibaren görülmeyebaşlanmıştı. “Hem Fransız hem de Rus devrimlerinde, kadınlarınönder bir rol oynadıkları genellikle kavranmaz. Fakat biz burada,devrim esnasında ortaya çıkan eğitimli orta sınıf feministlerden değil,sınıflarının ezilmesine karşı ayaklanan, sıradan işçi ve halktankadınlardan bahsediyoruz. Fransız Devrimi’ni 1789’da başlatan Parisliplebyen ve yarı proleter kadınlar, bizzat devrim sırasında doğal olarakortaya çıksa da, kadın cinsinin ezilmişlik sorunu yüzünden değil,ekmek sorunu yüzünden ayaklandılar.”[15]

Kadınların kurtuluşu talebi devrimde yakıcı bir önem kazanırçünkü devrim tüm ezilen kesimlerin özlemlerini açığa çıkarır.Fakat bu talep, eninde sonunda farklı sınıfsal çıkarlara dayananfarklı eğilimler tarafından, farklı biçimde algılanır. Ve teker tekeröncüler olarak değil fakat kitlesel olarak kadın mücadeleleri Paris’tekiyoksul proletaryanın ve yarı proletaryanın kadınları gibi, çifte26

Page 27: Ekim Gençliği / sayı 151

sömürüye maruz kalan kadınlardan oluşur. Çünkü emekçi kadınlartoplumun en fazla baskıya maruz kalan kesimidirler. George Rude’nin“Fransız Devrimi’nde Halk” adlı eserinde bu kadınların sınıfsaldurumu, kime karşı ve ne için savaştıkları ortaya açıklıkla konur.Rude, Parisli yoksul kadınların yani çamaşırcı kadınların, terzilerin,tezgâhtar kızların ve hizmetçilerin kendiliğinden ayaklandıklarını veucuz ekmek talebi ile Versailles’a kral ve kraliçeye karşı, kraliçeyikraldan ayırt etmeksizin, yürüdüklerini ve bu olaylardan sonra ilktalepleri ekmek, ikincisi ise erkekleri için silah ve cephane olarakyeniden yürüdüklerini anlatır.

Fransız Devrimi’nde, kadınların devrim dalgasından her anlamdaetkilendiğinden ve pek çok siyasal talebi öne sürdüğünden bahsettik.Bununla birlikte, devrimin ayırt edici bir özelliği, partilerin aralıksızdevam eden karşılıklı mücadeleleriydi. Görünürdeki parti çekişmeleridaha tabandan bir çekişmenin yani sınıflar arasındaki mücadeleninyansımasıydı. Fransız Devrimi’nde en keskin biçimi alan bu uzlaşmazsınıf çelişkileri, kadın sorununu da temelden etkilemiştir. AlanWoods’a göre Jirondenler, kitlelerden korkan ve kralla anlaşmayaçalışan burjuva kesimi temsil ediyordu. Paris’in yoksul sınıflarındangelen kadınlarsa güçlü bir devrimci ruhla, sınıf bilinciyle vezenginlere karşı sonsuz bir nefretle hareket ediyorlardı.

Burjuva ailelerden ve ayrıcalıklı orta sınıftan gelen Jirondenkadınların acil çıkarları ise, Paris’in yoksul semtlerinden gelenkadınlarla aynı değildi. Jironden kadınlar, kadınların mülkiyethakları konusunda güçlü bir baskı uyguluyorlardı. Böyle bir talep,ancak mülk sahibi sınıfların kadınlarını iligilendirir. Nitekim FransızDevrimi sırasında böyle bir talep, kadınların çoğunluğu için yakıcı birsorun değildi, çünkü ne onlar ne de kocaları mülk sahibiydi. Devrimdeçok önemli bir rol oynayan sankülot kadınlar, “kutsal mülkiyethakkı”na karşıydılar, çünkü devrimi kendi sınıfsal bakış açılarındankavrıyorlardı. Feminizm tarihçesinde kenara not düştüğümüz isimOlympe de Gouges bir Jironden feministiydi. Dönemin devrimdalgasından etkilenen tipik bir orta sınıf kadını olan Gouges burjuvaliberal bir ideolojiye sahiptir ve “tahttaki kralın güçlenmesini”savunmaktadır. Kralın idamına karşı çıkan bir çağrı yayınlamış vebunun sonucunda kendisi de Jakobenler tarafından idam edilmiştir.Yer yer daha ileri tutumlar alan ve bedeller ödeyen kimiörnekleriyle bu kadınların kendi cephelerinden “kadınınyazgısını” düzeltmek için mücadele yürütmüş olduğu gerçeğiniinkar etmek elbette ki, materyalist bir yaklaşım olmaz. Bununlabirlikte burjuva feministlerin ezilen sınıfların devrimcikadınlarından ayrıldığını görmek gereklidir. Bu ayrılık nesnel vekaçınılmazdır. Zira her toplumsal hareketin sınırları, hareketindayandığı sosyal sınıfın o andaki tutumuyla çizilir. “Sosyalsınıflarına bakmaksızın tüm kadınları birleştirmek üzere yapılançağrılar, daha adil bir topluma ulaşmak için erkekleriyle yan yanamücadele veren işçi kadınlar arasında hiçbir yankı bulamaz.”[16]

Sosyalizm ve kadın mücadelesinin iç içe geçtiği önemli bir diğerörneği Paris Komünü oluşturur. “Paris Komünü 72 günlük kısa yaşamıboyunca işçi ve emekçiler için birçok düzenlemeye imza atıyordu.Tüm bunlar içerisinde kadınlara yönelik uygulamalar da hayatageçirildi. Savaşta ölen federelerin dul ve yetim aylıklarının ödenmesi,evli olan ve olmayan kadınlarla, meşru olan ve olmayan çocuklararasında hiçbir ayrım gözetilmemesi, ilkokul öğretmenlerininaylıklarının yükseltilmesini öngören uygulama ile birlikte ilk olarakerkek ve kadınlar arasında eşit ücretin ilan edilmesi gibi olumlu birdizi adım atılmıştır.” [17] Hareketin yetersizlikleri ve başarısızlıklarınarağmen bu dönemde örgütlülükle tanışan kadınlar giderek özneleşiyorve erkek komünarlar ile omuz omuza Komün’ü savunuyorlardı. Oysaaynı anda burjuva ve soylu sınıflara mensup kadınlar, Komün’ünezilmesinden yana tutum alıyorlardı.

19. yüzyıl sonlarında İngiltere’deki işçi hareketinin yükselişinin ilkyılları, aynı zamanda işçi sınıfı arasında ve kadınlar arasındasürdürülen yoğun bir ajitasyon dönemiydi. Orta sınıf kadınlararasında, oy hakkı için giderek büyüyen bir ajitasyon söz konusuydu.Pek çok erkeğin de oy hakkının olmadığı bu dönemde orta sınıfsüfrajetler, sınıf hareketiyle kıyaslandığında biçimsel bir eşitlik eldeetmek sınırını geçemiyorlardı. 1911’de liberal hükümet “mülk sahibikadınlar” için de oy hakkı vaat ediyordu. Ama liberaller her ikisözlerine de ihanet ettiler. Eyleme çıkmaya çalışan süfrajetlerin payınadüşense baskı ve şiddetti.

Kadın hakları hareketini ilerletebilmenin gerçek yolu, o dönemdepatronlar sınıfıyla sert bir mücadeleye girişen işçi hareketiyle bağlarıgeliştirmekten geçiyordu. Kadın hareketinin bir kesimi, işçihareketiyle bağ kurma işini hayli başarılı bir biçimde yapmaya çalıştıve işçi kadınlar arasında çalışmalar yapılmaya başlandı: “Ücretlerinyükseltilmesi ve oy hakkı” talebiyle işçi kadınlara gidildi. Ekonomiktalepler mücadelede politik taleplere bağlanıyordu. Hareket içindesınıfla bağları güçlendiren kadınlara karşı işçi kadınların süfrajethareketinden kovulmasını talep eden bir kanat oluşmuştu. Burada datemel olan sınıfsal sorundu. Süfrajet hareketindeki bölünme, odönemin burjuva feministlerinin, işçi sınıfı kadınlarına ve işçihareketine karşı gerçek tutumunu göstermektedir. 1914’te patlakveren Birinci Emperyalist Dünya Savaşı, İngiltere’de sınıfmücadelesinin gelişiminin önünü kesti. Feministlerin bir kısmıoldukça şovenist bir tutum aldılar. Şiarları: “Kral, Ülke,Özgürlük”tü. Bu sadece sınıf değil kadın davasını da gerileten birtutumdu. Dönemin süfrajet hareketinden bazı isimler de var ki onlarsavaşa gönderilen erkeklerin arkasından makine sanayini doldurankadınların yanına, fabrikalara gittiler ve “eşit işe eşit ücret”kampanyalarına destek oldular. Marksizmi ne kadar kavradıklarındanbağımsız olarak dönemin keskinleşen tablosunda sınıfsal ayrışmayıgörmek ve sınıftan yana tutum almak anlamında bu ayrışmalar önemtaşıyordu. Buna rağmen feminist kadınlar, “Son tahlilde proletaryanınerkek ve kadınlarına karşı, kendi sınıflarının –egemen sınıfın–erkekleriyle birleşmeye hazırdılar… 1918’de 30 yaş üstü kadınlaratanınan oy hakkı da Rus Devrimi’nin ve Britanya egemen sınıfınısarsıp taviz vermeye zorlayan 1. Emperyalist Dünya Savaşı’nı takipeden devrimci mayanın bir yan ürünüydü. Burada, reformun ancakdevrimin bir yan ürünü olduğu bir kez daha görüldü.”[18]

K. Ehram

DİPNOTLAR:* Uzlaşmazlık: Diyalektiğin özü ve yapısını açıklayan ‘Karşıtların Birliği ve

Birbiriyle Mücadele Yasası’nın temel kavramlarındandır. Lenin’in tanımıyla: “Uzlaşmazlıkve çelişki kesinlikle aynı şeyler değillerdir. Sosyalizmde birincisi kaybolur, ikincisi sürer”

Kavramın kadın-erkek çelişkisi ile ilişkilendirilmesi metinde “Kadın-Erkek İlişkisininDiyalektik Yasalarınca Çözümlenmesi” başlığı altında ayrıntılı olarak yapılmıştır.

KAYNAKÇA:Friedrich Engels. Ailenin,Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Seçme Yapıtlar, Cilt III,

Ankara: Sol Yayınları. 1979. s. 230-300.Vladimir Ilyiç. İ. Lenin. "işçi Sınıfı ve Yeni-Maltusçuluk", Karl Marks-Friedrich

Engels, Nüfus Sorunu ve Malthus, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 237-240.1. Elif Sercen Nurcan. “21. Yüzyılda Feminizm”, Internet, 20 Nisan 2014. <https://www.academia.edu/6663601/21._Yuzyilda_Feminizm>2. Josephine Donovan. Feminist Teori: Feminizminin Entelektüel Gelenekleri. Çev.

Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek, Fevziye Sayılan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s.10.3. A. Ekin, “Feminizm ve İdeolojik Mücadele Alanındaki Görevlerimiz”, EKİM:

Türkiye Komünist İşçi Partisi Merkez Yayın Organı, Sayı:287, Şubat 2013.https://www.tkip.org4. Mary Wollstonecraft. Kadın Haklarının Savunusu (1792). İngilizce’den Çev. Aksu

Bora, İngiltere: Penguen Yayınları, 1975, s.88.5. Donovan. A.g.y. s.286. Ellen Dubois, "Oy Hakkı Hareketinin Radikalizmi: Ondokuzuncu Yüzyıl

Feminizminin Yeniden İnşasına Notlar”, Feminism and Equality, Der. Anne Phillips, NewYork: New York Üniversitesi Yayını, 1987, s. 14.

7.Juliet Mitchell, "Kadın and Eşitlik", Feminizm and Equality, s. 31.8. Donovan. A.g.y. s.699. Tolga Ulusoy. “Feminist Kuramın Tarihsel Seyri”, Internet. 2 Mart 2014.https://www.academia.edu/2454253/Feminist_Kuramin_Tarihsel_Seyri10. Evelyn Reed. Kadının Evrimi Anaerkil Klandan Ataerkil Aileye-I, Çev. Şemsa

Yeğin,İstanbul: Pavel Yayınevi, 1994, s.7111. Ayşegül Taşıtman, Berül Eyüboğlu. “Kate Millet – Simone De Beaviour”, İstanbul-

Amargi Feminizm Tartışmaları, Kasım 2011, s.198. 12. Zeynep Direk. “Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği”, Cogito-Feminizm,

YKY Yayınları, Sayı: 58, Bahar 2009. Internet, 2 Mart 2014.http://www.ykykultur.com.tr/dergi/?makale=850&id=13413. Gülnur Savran. “ Sosyalist Feminizm”, İstanbul Amargi Feminizm Tartışmaları,

Kasım 2011, s.21814. Naomi Braun Rosenthal. “Bilinç Yükseltme: Devrimden Yeniden

Değerlendirmeye” Çev. Deniz Saltukoğlu, New York Üniversitesi, 2009. Internet. 20 Nisan2014.

http://www.sosyalistfeministkolektif.org/feminizm/feminizme-giris/15-bilinc-yukseltme-devrimden-yeniden-degerlendirmeye.html

15 ve 16. Alan Woods. “Feminizme Karşı Marksizm: Sınıf Mücadelesi ve KadınınKurtuluşu”, 2001, s.3,8,10.

http://www.marxist.com/languages/turkish/feminism.html17. “Komün Barikatlarında Kadınlar”, Tarihte Kadın Hareketleri-III, Kızıl Bayrak, 22

Şubat 2013, Internet, 20 Nisan 2014.http://www.kizilbayrak.net/ana-sayfa/makaleler/haber/tarihte-

kadin-hareketleri-3-kb/18. Woods, A.g.y, s.10. 2727

Page 28: Ekim Gençliği / sayı 151

28

Ukrayna’da iktidarda bulunan faşist koalisyonbaskılarını arttırırken, güney ve doğubölgelerindeki halk da iktidara karşımücadelelerine “Halk Savunma Komiteleri”yledevam ediyor. Ülke içi çelişkiler ve emperyalistnüfuz mücadelelerinin bir bütün olarak nedenolduğu iç savaş, önümüzdeki günlerde daha dakızışacak gibi görünüyor. Bunun nedeni isepaylaşım mücadelesinin aktörleri ABD, AB, Rusyaarasında iyice keskinleşen rekabet. Peki burekabetin Ukrayna’ya sıçramasının arkasındakinedenler neler?

Emperyalist rekabette paylaşılamayanülkeler ve bölgeler

Öncelikle içinde bulunduğumuz dönem,emperyalist kapitalist sistemin kendi işleyişindenkaynaklanan sorunların daha da yakıcı hale geldiği,uluslararası ölçekte büyük sermayelerin kendilerinideğerlendirebilecekleri alanların sınırlarınadayandığı ve bundan kaynaklı keskinleşen rekabetiçerisinde bir hegemonya krizinin yaşandığı birdönem. Bu kriz somut olarak, Suriye’de haladevam eden savaşta, Orta Afrika’ya sıçrayan,Asya-Pasifik’te sertleşen mücadelelerde,Venezuela’da, vb. örneklerde ve son olarak daUkrayna halkının iç savaşa sürüklendiği örnekteyaşanıyor.

Varolan bütün örneklerde, emperyalistlerarasındaki paylaşımda yaşanan çelişkilerinsavaşlara yol açtığına tanık oluyoruz. Ukraynaözelinde de bu çelişkiler, Sovyetler’in dağılması veUkrayna’nın bağımsızlığını ilan etmesinden buyana çeşitli biçimler içerisinde üst üste binerekvarlığını korudu. Kırım sorunu, Kırım’da Rusaskeri üssünün varlığı ve Karadeniz’deki limandaSovyet filosunun paylaşımı sorunu, bölgedeyaşayan farklı milliyetlerin (Rus, Tatar, vb.)arasındaki ilişkiler sorunu, nükleer silah sorunu,Ukrayna ekonomisinin Rusya’ya bağımlılığı veAB, ABD ile ilişkilerin geliştirilmesi sorunu, busüreçte krizin birikmesine ve en sonunda da patlakvermesine sebep olan etmenler oldu. Fakattemelde, bu sorunlar, emperyalistler arasıhegemonya kriziyle ve birbirleriyle rekabethalindeki sermayelerin büyümelerinin önündekiengellerle bir arada yaşandığı için Ukrayna’dakisiyasi kriz, bir iç savaşa dönüşmüş durumda. YaniUkrayna’da patlak veren savaş, bir bütün olarakiçinde bulunduğumuz dönemin krizler vesavaşlar dönemi olmasının bir sonucudur. İçindebulunduğumuz dönem daha barışçıl, sermayeninrahatça genişleyebildiği, kapitalizmin genişlemeevresi olsaydı, belki bu sorunlar kendi içlerindesınırlı bir çözüme kavuşacaktı. Fakat Ukrayna’yaözgü sorunların tam olarak aşılmamış olmasının daetkisiyle, bugün Ukrayna’nın iç savaşasürüklenmesi tam da içinde bulunduğumuz

dönemin, emperyalist kapitalizmin krizler vesavaşlar dönemi olmasından kaynaklanıyor.

Ukrayna’da geçmişten bugünebiriken sorunlar

Ukrayna’daki kriz etmenlerine kısa bir gözatmadan önce bu ülkenin önemini belirtmektefayda var. Ukrayna, SSCB’nin Rusya’dan sonrakien büyük ekonomisi, eğitim ve sosyal alanda engelişmiş ülkesidir. Ekim Devrimi’nden itibarenUkrayna, Sovyetler için büyük bir öneme sahiptir.Ukrayna’nın doğusundaki Don havzasıSovyetler’in sanayileşme merkezlerinden birikonumundaydı ve bugün de bu bölge Ukraynasanayisinin temelini oluşturmaktadır.

Ekim Devrimi sonrasında da Ukraynaüzerinden Sovyetler ve emperyalist güçler arasındaciddi bir mücadele sürmüştür. Sovyetler’dedevrimden sonra yaşanan iç savaş sırasındaUkrayna’da gericilik Sovyetler’e karşı boygöstermiş ama sonrasında Ukrayna Sovyetiegemenliği sağlayınca ülke Sovyetler’ebağlanmıştır. Fakat Ukrayna’daki gericilikçözülmemiş, NEP döneminde ayrıcalıkları artankulaklar, yani orta köylülük, mülk sahibikonumlarının ve çıkarlarının kolektivizasyonpolitikalarıyla çelişmesinden dolayı Sovyetler’ekarşı gericiliğin temel toplumsal dayanağıolmuştur. NEP sonrası hızlı kolektivizasyonsürecinde SSCB’nin tümünde yaşanan kıtlıksorununun daha büyüğü Ukrayna’da yaşanmıştır.Tarımda mülk sahibi kulaklar, ürünlerini devletevermemiş, denize, göllere, nehirlere atmış, kendisınıfsal ayrıcalıklarının ortadan kalkmasına karşıgerici bir tutum segilemişlerdir. Toplumunihtiyaçlarını karşılayacak bir tarımsal üretiminönünde engel olmuşlar ve bu da Sovyet kentlerindekıtlık sorununun baş göstermesine sebep olmuştur.Daha sonrasında bu gerici kesimler, Naziler’e dedestek olmuş, bunun sonucunda da Ukrayna 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda en çok zarargören bölgelerden biri olmuştur. Bu gericiörgütlenmelere karşı Sovyetler ciddi bir mücadeleyürütmüştür. Daha sonrasında Sovyetler’dekibürokratik yozlaşmaya paralel olarak UkraynaSovyeti’nin çarpık gelişmişliği, SSCB’nin çözülüşsürecinde de Sovyetler karşıtı milliyetçihareketlerin güçlenmesine sebep olmuştur.

Ukrayna’nın 1991’deki bağımsızlığını Ukraynatoplumunun çoğunluğu desteklerken, Kravçuk veKuçma iktidarları milli duyguları istismaredebildiği ölçüde AB ve ABD’yle ilişkilerigeliştirmeye çalışmış, esasta da Rusya’ylaekonomik ve siyasi bağımlılığın kırılması içinçabalamışlardır. Her ne kadar, iktidar dönemlerindeyer yer “Rusya yanlısı” gözükerek ülkedeki Rusazınlığı dönem dönem arkalarına almayı başarsalarda, Ukrayna, çözülüşten itibaren Rusya’nın

Ukrayna’daki krizin arka planı

Bugün Ukrayna’nın içsavaşa sürüklenmesitam da içindebulunduğumuz dönemin,emperyalist kapitalizminkrizler ve savaşlardönemi olmasındankaynaklanıyor.

Page 29: Ekim Gençliği / sayı 151

29

etkisinden çıkmak adına IMF’yle ilişkilerinigeliştirmeye, özelleştirmeleri hayata geçirmeye,NATO’ya, AB’ye katılmaya, Bağımsız DevletlerTopluluğu’nda (SSCB’nin dağılması sonrası ortayaçıkan devletlerin yer aldığı bir topluluk) Rusya’nınetkisini kırmaya ve GUAM (Gürcistan-Ukrayna-Azerbaycan-Moldova) birliğiyle Rusya’dan ayrı birtopluluk oluşturmaya yönelik adımlar atmıştır.2004 yılında gerçekleşen sözde “Turuncudevrimler”, AB ve ABD yöneliminde bir dönümnoktası olmuş, emperyalistler de Ukraynailişkilerini meşrulaştırmak ve geliştirmek açısındanbu tanımlamaları kullanmışlardır.

Bütün bu gelişmeler sırasında Kırım sorunu tamolarak çözülememiş, buradaki Rus çoğunluğa karşıgeçmişte Nazilere yardım ettiklerinden dolayı butopraklardan sürülen Tatarlar’ın Kırım’a geridönüşü sağlanmıştır. Ayrıca, burada Sovyetlerdöneminden kalma Rus Askeri üssü ve RusKaradeniz Filosu’nun Ukrayna ve Rusya arasındakipaylaşımı sorunu 1990’ların ilk yarısında bir sorunteşkil etmiş, bununla aynı anda nükleer silahlarınpaylaşımı ve imhası sorunu ortaya çıkınca gerginlikartmıştır. Bu dönemde, bu sorunlar Rusya lehineçözülüyor gözükse de Ukrayna, bu tavizlerekarşılık olarak AB ve NATO’yla ilişkilerinigeliştirme imkanı yakalamıştır. Sonuçta bu sorunlartam olarak çözülememiş ve bugün de devametmektedir.

Önce emperyalistlerle Sovyetler, SSCB’nindağılması sonrasında da farklı emperyalist odaklararasında bir mücadele alanı olan Ukrayna, bumücadelelerin de etkisiyle, kendi içinde birfarklılaşmayla karşı karşıyadır: Doğusunda,Donetsk, Luhansk gibi kentlerin bulunduğu Donhavzası olarak anılan bölge - Rusya sınırı - ağırsanayinin geliştiği ve kapitalizmin ücretli emek-sermaye çelişkisinin daha açıktan yaşandığıbölgedir. Bunun yanında, Lviv, Kiev kentlerininbulunduğu kuzey ve batı bölgesi, daha çok tarımalanında gelişmiş bölgelerdir. Bu bölgede hemtarım proletaryası, hem de yarı-proleter, mevsimlikişçilik ve köylülük yaygındır. Bunun yanındaKırım, Odessa gibi liman kentlerinin bulunduğu,güney bölgesi de turizm alanında gelişmiştir.Güney ve doğu bölgelerinde Rus nüfusçoğunluktayken, batı bölgelerde Ukrayna yerelhalkı çoğunluktadır. Kısacası güney/doğu ilekuzey/batı arasında bir farklılaşma bulunmaktadır,hem sınıfsal açıdan hem de farklı uluslarınçoğunlukta olması yönünden. Bugünkü ayrışmalarda bu bölgeler arasında yaşanmaktadır.

Peki bu bölgeler arası farklılaşma çatışmayızorunlu olarak doğurur mu? İşte burada emperyalistkapitalist sistemin çatlaklarının ve Ukrayna’dakimülk sahibi kapitalistlerin, oligarkların çıkarlarınıntoplumu savaşa nasıl sürüklediği anlaşılabilir.Toplumun ihtiyaçları yerine kapitalistlerinçıkarlarının egemen olduğu günümüzde,Ukrayna’nın batısını temsil eden Ukraynalı AB,ABD ve NATO yanlısı oligarklar, milli duygularıistismar ederek, Ukraynalı işsiz gençliği, yarı-proleterleri, küçük burjuva katmanları güney vedoğudaki Rus halklarına karşı kışkırtmaktadır. Tamda kendi toprak bütünlüğünü sağlamak, kendimülklerini, sermayelerini genişletmek, Ukrayna’daegemenliğini sağlama almak amacıyla bunuyapmaktadır. Ukrayna’nın bağımsızlık sonrasıekonomik sorunlarını çözememiş olması, işsizliğinyüksek oranlarda seyretmesi, enflasyon gibisorunlar, toplumda huzursuzluğun mayalanmasına

sebep olmakta, ama bu öfke, şoven milliyetçi birbakışla Rusya’ya ve Rus azınlıklara karşıyönlendirilmektedir. Diğer yandan doğu bölgesindeyaşayan halk, faşist koalisyona karşıörgütlenmekte, Halk Savunma Komitelerikurmakta, kendi kaderini kendisi tayin etmekistemektedir. Halkın bu tepkisini de Rusya’yabağımlı oligarklar dizginlemeye çalışarak, bugüngelişmekte olan ABD, AB, Rusya arasındaki ittifakarayışlarına yedeklemek istemektedir. Geçmiştenbugüne Ukrayna’nın, Rusya’nın doğalgazına,nükleer enerjideki kontrolüne bağımlılığı veRusya’nın Ukrayna ekonomisindeki etkin rolü,Ukrayna’daki krizi derinleştirmektedir. Bu durum,Ukrayna’da milli duyguların istismar edilmesinikolaylaştırmakta, bir yandan da AB ve ABD’yleişbirliğini geliştirmek için bahane olmaktadır.

Ukrayna neyle karşı karşıya?

Ukrayna’da ezilenlerinin birbirlerine karşıkışkırtılması, faşist hareketlerle Ukraynalı mülksahiplerinin işbirliği altında gerçekleşmektedir. Bugidiş, Ukrayna’yı varolan iç savaşın daha dabüyümesiyle yüz yüze bırakabilir. Fakat bu AB,ABD ve Rusya’nın doğrudan dahil olacağı birsüreç anlamına gelmekte, bu devletler ise böylebüyük bir savaşa girmeyi bugünden gözealamamaktadır. Bu nedenle Rusya, HSK’larınkurulmasına, bağımsızlık ya da Rusya’ya bağlanmataleplerine sıcak bakmamaktadır. AB tarafı isefaşistleri kollarken, büyüyen bir iç savaşıkaldıramayacağını göz önünde bulundurarak vetemkinli yaklaşarak “masa başı çözüm”lerizorlamaktadır. İç savaşın büyümesinin önündekiengel, emperyalist odakların yaşadıkları ekonomikkrizi çözme yolunda hala ittifak ümitlerininolmasıdır. Fakat buna karşı, Avrupa’da güçlenmeeğiliminde olan, büyük savaşları kendi çıkarlarıiçin kullanabilecek faşist iktidarlar ve bunun danedeni olacak, uluslararası ilişkilerin çözülemezboyutlara ulaşarak hegemonya krizlerinibüyütmesi, Ukrayna’da da faşizmin güçlenmesi vesavaşın sertleşmesi sonucunu doğuracaktır.

Gerçek bir çözüm için Ukrayna proletaryası,ezilenlerin ortak mücadelesini büyütmeli, faşizmeyedeklenen küçük-burjuva katmanların, esasta yarıproleterlerin, işsizlerin, yoksul köylülerin,taleplerini kapsayan bir mücadele yürütülmeli vebunun “AB’ye ya da Rusya’ya bağlı birbağımsızlık”la gerçekleşemeyeceğini kesin birşekilde ortaya koymalıdır. Bu açıdan, “mülksahiplerinin mülksüzleştirilmesi” ilkesiyle, hemRus, hem de AB yanlısı oligarklara karşı iktidarmücadelesi yürütülmelidir.

Kaynaklar:1- Bilener, Tolga. “Ulus-Devlet Olma Sürecinde

Ukrayna”. Değişen Dünyada Rusya ve Ukrayna.Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004.

2- Büyükakıncı, Erhan. “Bağımsızlık SürecindeUkrayna-Rusya İlişkileri”. a.g.y.

3- Karadeli, Cem. “Bağımsızlık SürecindeUkrayna’da Siyasal Dönüşüm ve MeşrulukKavramı”. a.g.y.

4- Turan, Günhan. “Bağımsız Ukrayna’nın DışPolitika Seçenekleri”. a.g.y.

5- Turan, Gökhan. “Ukrayna Dış Politikası ve İçKaynakları” Ocak, 2010.

D. Baran

Gerçek bir çözüm içinUkrayna proletaryası,

ezilenlerin ortakmücadelesini büyütmeli,

faşizme yedeklenenküçük-burjuva

katmanların, esasta yarıproleterlerin, işsizlerin,

yoksul köylülerin,taleplerini kapsayan bir

mücadele yürütülmeli vebunun “AB’ye ya da

Rusya’ya bağlı birbağımsızlık”la

gerçekleşemeyeceğinikesin bir şekilde ortaya

koymalıdır.

Page 30: Ekim Gençliği / sayı 151

30

İsyanın ayak sesi Alanları döv!Biz ikinci Nuh tufanıylaYıkacağız dünyanın tüm kentlerini…

Bu eski bir Yunan hikayesidir. Bu ateş hırsızıPrometheus’un hikayesidir.

Eski Yunan efsanelerinin en bilindiklerindenbiri ateş hırsızı Prometheus’un hikayesidir.Prometheus ateşten mahrum bırakılan ve ezilenhalkın kahramanıdır. İktidara tavır alan, otoriteyisorgulamaktan geri durmayan bir isyancıdır.İsyanını Olimpos dağında yanan ve tanrılartarafından insanların elinden alınan ateşiyeryüzüne indirerek taçlandırır. İsyanına karşılıkçarptırıldığı ceza; dağda zincire vurulup her günyenilenen karaciğerinin bir kartal tarafındandidiklenmesidir. Fakat Prometheus’un içinde enufak bir pişmanlık duygusu yoktur ve asla Zeus’tanaf dilemeye de niyetli değildir. Çünkü bilirPrometheus; halkı sefalet içinde bırakanlara,gereksiniminden fazlasını tekelindebulunduranlara, adaletsizliğe, zorbalığa meydanokumak gerekir.

Yeni bir düzen kurmak ister Prometheus, çünküonun amacı sadece isyan etmek değildir. Tanrılarınolmadığı, zalimlerin hükmetmediği bir düzenkurmak ister. O yüzden ateşi çalıyor ve tüminsanlığın hizmetine sunuyor, ateşten sadecebaşkalarının sırtından geçinen bir avuç asalağındeğil bütün insanlığın faydalanmasını sağlıyor. Bueski Yunan efsanesini günümüz modern çağına

uyarlarsak; Prometheus’un günümüzün tekdevrimci gücü olan proletaryayı, yani işçi sınıfını,emekçi kitleleri temsil ettiğini görürüz.

İnsanlık tarihi otoritelere karşı isyanlarladoludur. Eski Yunan’dan Ortadoğu’ya insanlarisyan etmişlerdir ki insanın yeryüzüne inişi detanrıya isyanla başlar. Adem ve Havva tanrıyaisyan ederler, yasak meyveyi yerler ve cennettenyeryüzüne kovulurlar. Fakat modern medeniyet,insandaki isyan kabiliyetini köreltir ve onutüketimin kölesi yapar.

Dinlerin ortaya çıkışı bile isyan temeliüzerinedir ki, ortaya çıktıkları devirlerdekitoplumsal sınıf yapılarına bakacak olursak buhareketlerin ezilen kitlelerin hareketleri olduğunugörürüz. Çünkü o zamanlarda da bir taraftailiklerine kadar sömürülen emekçiler ve diğertarafta da emekçilerin sırtından geçinereksömürücü varlıklarını sürdüren asalak zengin sınıfvardır. İnsanların içinde biriken isyan duygusu veegemen sınıfa karşı alınan muhalif tavır dini birörtüye bürünüyor ve kitleler isyanlarını bu şekildedile getiriyorlardı.

İslam ve Hristiyanlık gibi iki büyük dinin kutsalkitaplarına bakacak olursak, bu kutsal kitaplarınezilenlerin dilinden konuştuğunu görürüz. Öyle ki,İsa bir devenin iğnenin deliğinden geçmesinin birzenginin cennete gitmesinden daha kolay olduğunusöyler. Yine başka bir ayette “Gelin şimdi, eyzenginler, gelecek olan sefaletlerinize feryat ederekağlayın. Mallarınız çürümüş ve esvabınızı güveleryemiştir. Altınınız ve gümüşünüz pas tutmuştur ve

İsyan ateşiproletaryanın elinde

Page 31: Ekim Gençliği / sayı 151

31

onların pası aleyhinize şahitlik edecek ve etiniziateş gibi yiyecektir. Son günlerde servet edindiniz.Tarlalarınızı biçen işçilerin hileyle alıkoyduğunuzücretleri işte bağırıyor ve orakçıların feryadıordular Rabbinin kulaklarına ermiştir. Dünyadazevkle yaşadınız ve eğlendiniz; kıtal günündeyüreklerinizi beslediniz. Din buyruklarına uyanımahkum ettiniz, öldürdünüz; o size karşı koymaz.O yüzden ey kardeşler Rabbin gelişine kadarsabredin” (Yakub’un mektubu 5:1).

Engels bu konuda şöyle yazar: “İlk Hristiyanlıktarihinin modern işçi sınıfı hareketiyle dikkatedeğer benzer noktaları vardır. Her ikisinde detakipçilerine baskı uygulanmış ve zulmedilmiş,taraftarları hor görülmüş ve birinciler insanlıkdüşmanı olarak sonuncular ise devlet düşmanı,dinin, ailenin, toplumsal düzenin düşmanı olaraközel yasalara tabi tutulmuştur. Ve tüm bu baskılarakarşın, hatta bunların teşvik etmesiyle, onlarmuzaffer bir şekilde ağır ağır ilerlerler.” (Marx veEngels, Din Üzerine, “İlkel Hıristiyanlığın TarihineKatkı”.) Dinlerin sınıf mücadelesinde emekçilerinsafında olunmasına dair ayetler mevcut olduğu gibitam tersi durumlar da mevcuttur, zira buhareketlere önderlik edenler daha sonra kendisınıfsal çıkarlarını gözetmeye bakmışlardır. Öteyandan dine göre sınıfların var olması gereklidir.Çünkü din fakirlerin devrim yapmasından vemalların kollektivizasyonundan değil, sermayesahiplerinin emekçilerin sırtından kazandıklarıylahayırseverlik yapmasından bahseder. Eğer herkesgereksinimlerini karşılayabilir ve başkasına muhtaçolmazsa kim kime zekat verecektir. Dine göredünyaya imtihan olmaya geliriz, öyleyseadaletsizliklerin ve haksızlıkların olması kadardoğal birşey yoktur ve bu dünyadan bir şeylerbeklemek dünyayı yaşanılabilir bir yer kılmakyerine umudumuzu ve insanca yaşama dürtümüzücennete bağlamalıyızdır. Platon gibi herkesinkesesi dolarsa kim çömlek yapacak? Öyleyseçömlekçileri isyana teşvik etmemek için onlaragüzel bir neden vermek gerekir o da şudur: “siz decennete gidebileceksiniz orada eşitleneceğiz”. EskiMısır’da Firavunlar o görkemli piramitleri kölelereyaptırırken kendilerinin tanrının temsilcisiolduklarını söylüyor, görevlerine kutsallıkatfediyor ve kullandıkları argüman yine aynıoluyordu: Ölümden sonraki yaşam.

İnsanlık tarihini evrelere ayırıp incelediğimizdeinsanların zulme karşı isyanlarını dinsel birçerçeveye oturttuklarını görürüz. Doğaüstüvarlıklara tecelli bulan din, o günlerde yükselenisyan hareketlerine önayak olmuştur. Fakat insannasıl çocukken çocuk gibi davranır ve ona göre

işler yaparsa insan da o günlerde çocukluk çağınıyaşıyordu. Fakat artık peri masallarına inanmanındevri çoktan geçmiştir ve insanlık artık erişkinlikçağını yaşamaktadır. Artık dini hareketlerinpeşinde isyanını dile getirmenin yerine bilimselargümanları temel alan sosyalizmin çevresindebirleşme vaktidir. Zira dini hareketler, zamanındaegemen güçlere başkaldırmanın yöntemi olsalar dazamanla egemen güçlerin kontrolü altına girmiş vekitleleri kontrol altında tutan bir mekanizma halinialmıştır. Ve şimdi dillendirilecek şiar Lenin’indediği gibi “İnandığımız tek kutsallık emeğingücüdür” olmalıdır. Ayrıca dünyada işçi sınıfıiçinde bu kadar dinsel, etnik, kültürel ayrılıkvarken birleştirici güç din değil ortak ezilmişlik vesömürülmüşlüktür, zira Marx “Dünyanın bütünişçileri birleşin” derken bunu kastediyordu.

Bir zamanında, bir Müslümanın da, birinançsızın da sosyalizmi savunması doğaldır, fakatortak hareket noktası sınıf savaşımında ezileninezene karşı verdiği mücadelede insanların dinselinançlarını ön plana çıkartmak ve buradan ilhamalmak değil, sistemli bir çözüm imkanı tanıyansosyalizmi baz almaktır. Alexander Serafimoviç’inEkim Devrimi hakkında yazılan ilk romanlardanbiri olan Demir Tufanı adlı romanında, kitabınkarakterlerinden biri olan yaşlı Gorpina Nine’ninsöylediği söz çok manidardır: “Tanrım biliyorsunBolşevikler sana inanmıyorlar ama sen yine deonlara yardım et”. Bu da devrim sırasında halkınBolşeviklere olan samimiyetlerini gösterir ki, odönemde halkın büyük çoğunluğu inançlıköylülerden oluşmaktaydı. Öte yandan Marx veEngels insanlığı halen ezmekte olan kötülüklerdenkurtaracak olanın, yüce duygulu bireylerin iyiniyetli girişimleri değil de, örgütlenmişproletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler.(Lenin’in Engels üzerine kaleme aldığımakaleden).

Artık vakit proletaryanın getirdiği ateşiharlamanın vaktidir. “Kocaman bir ateş yakacağız.Kağıt paralardan, tahvillerden, vasiyetnamelerden,vergi dosyalarından, kira kontratlarından, borçsenetlerinden ve herkes kendi cüzdanını bu ateşiniçine atacak” (Wilhelm Weitling). Ve dünyanınlanetlileri, en diptekiler tarih sahnesinde yenidenyerlerini alacaklar, öfke ve nefret büyük gemilerimakine dairesinde terden geberenlerle birleşecek,kızıl bayrağın altında güneşin tüm varlığıylatezahür ettiği, çocukların öldürülmediği şeker deyiyebildikleri sosyalizmin bayrağı altında kızıl birdünya…

U. Zilal

İnsanlık tarihinievrelere ayırıp

incelediğimizdeinsanların zulme karşı

isyanlarını dinsel birçerçeveye oturttuklarını

görürüz. Doğaüstüvarlıklara tecelli bulan

din, o günlerde yükselenisyan hareketlerine

önayak olmuştur. Fakatinsan nasıl çocukken

çocuk gibi davranır veona göre işler yaparsa

insan da o günlerdeçocukluk çağını

yaşıyordu. Fakat artıkperi masallarına

inanmanın devri çoktangeçmiştir ve insanlıkartık erişkinlik çağını

yaşamaktadır. Artık dinihareketlerin peşinde

isyanını dile getirmeninyerine bilimsel

argümanları temel alansosyalizmin çevresindebirleşme vaktidir. Zira

dini hareketler,zamanında egemen

güçlere başkaldırmanınyöntemi olsalar da

zamanla egemengüçlerin kontrolü altına

girmiş ve kitleleri kontrolaltında tutan bir

mekanizma halinialmıştır.

Page 32: Ekim Gençliği / sayı 151

Fotoğraf tarihte bir noktadır. Ancak bu noktanıngerçeği değil, o gerçeklikten fotoğraf karesineyansıyanın gerçekliğidir. 1830’larda ışıkyardımıyla görüntünün bir alana yansıtılmasıylaoluşan yansıma-görüntü, ilk ortaya çıktığındainsanlar için büyük bir devrimi de beraberindegetireceği hemen hissediliyordu. Gerçekliğin yazı-çizi ya da resim (-ki resim daha çok soyutlamadır)gibi çok uğraş ve muazzam bir uzmanlık gerektirenişler dışında da görüntü olarak bir makineyardımıyla kolayca kaydedilebiliyor olması,insanların düşüncesinde tarihin görsel birbirikiminin yapılması fikrini uyandırmıştı. Pekihangi tarihi nasıl kaydetmeliydi? Zaten bir yansımaolan fotoğraf ne yapılırsa yapılsın, çekeninkendisinden bağımsız olamayacağı gibi, tarihibiriktirme hiçbir zaman bağımsız kalamayacaktı.Fotoğrafın gerçekliğin içindeki yeri, elbetteyadsınamazdı. Fakat fotoğraftaki ‘nesne, kişi,olay’ın maddesel olarak ya da gelişen bir süreçiçinde gerçeklik teşkil etmesi, fotoğrafa ‘tamamengerçektir’ demek için çok yetersiz kalacaktır.Fotoğraf bize hiçbir zaman gerçeği göstermez,bağımsız değildir ve gerçekliğin parçasıdır, kendisideğil. Gerçek akıcıdır, yaşam, kişi ve nesne debunun içinde akmaya devam eder, ancak fotoğrafsabitleyicidir. İşte tam da bu yüzden gerçekleçelişik durumdadır. Brecht bunu şöyle teorize eder:“Fotoğraf gerçekliğin yansıması değil, yansımanıngerçekliğidir.” Susan Sontag ise, özellikle kitap,dergi, gazete gibi yerlerde kullanılan fotoğraflarıişaret ederek, ‘görüntünün görüntüsü’ demiştir.

Gittikçe sanatlaşan fotoğraf, algılardayenilenme sürecini de beraberinde getiriyordu.İnsanları haberi dahi olmayan ya da bir çok şekildeçarpıtılarak verilen olayların fotoğraflarının, ilkdönem fotoğrafçıları tarafından çekilmesi,insanlarda şok etkisine sebep oluyordu başlarda.Ancak çıkış noktası ve daha sonrası için de ortasınıf kökenli bir sanat olması dolayısıyla herzaman, bu sınıfın çelişkilerinden besleniyordu. Busınıfın en bariz özelliği olan, burjuvaziyehayranlıkla, alt sınıfa olan yüzeysel duyarlılıkarasında gidip geliyordu fotoğraflar da.(Belgeselciler bu durumun dışında kalıp, toplumsalhayatın dibine bakmayı tercih ediyorlardı.) Bunaiki örnek: 1935’te Amerika’da Tarımsal GüvenlikDairesi tarafından düzenlenen bir fotoğraf projesialt sınıflara eğiliyordu. Projenin amacı, onlaraönemli olduklarını göstermekti. Liberaller herzamanki gibi işlevsel olarak gördükleri dünyadasömürülenleri de sömürünün gerekliliği konusundaikna etmek ve ‘siz de aslında önemlisiniz’ deyipkendi varlıklarını sürdürmek için bu yolabaşvurmuşlardı bu sefer de. Avrupa’da isefotoğrafa şu kavramlar yerleşmişti: ‘pirotesk’

(yoksullar, yabancılar) ve ‘important’ (zenginler,ünlüler, önemliler). Fotoğraflarda da ağırlıklıolarak bu iki kavram arasında tarafsızlık olmasıgerektiği düşüncesi yaygındı. Ancak tarafsızlık dabir taraf olmayı gerektiriyordu. Sınıflı sömürüdüzenini düşünürsek; taraf olmamak, aslında budüzenin tüm çürümüşlüğüne ses çıkarmamakanlamına gelir ve ‘var olan düzeni’ besler birnitelik kazanır. İşte Amerika ve Avrupa’daki budurum üzerinden fotoğrafın orta sınıf çelişkisindenbeslendiği saptanabilir.

Tabi ki, burjuvazi her sanatta olduğu gibi busanatta da hakimiyet oluşturup bir ana akımyaratarak, kendi lehinde kullanmaya başlamıştı.İnsanın görsel algısındaki yenilenme, değişim vetepki üretme de bu doğrultuda gelişiyordu.“Burjuvazi hoşgörülüdür oysa. İnsanları olduklarıgibi sever. Çünkü olabileceklerindenkorkmaktadır.” diyordu Theodor Adorno. İnsanlarıbulundukları sefilliğin içinde bırakmak ve bunakarşı bir tepki üretmelerini engelleyebilmek için‘hoşgörü’ ve ‘algısal bir değişime’ ihtiyaçolduğunu çok iyi bilen burjuvazi, görsel algıyıistediği gibi değiştirmek zorundadır. Burada daelbette fotoğrafa başvurmak doğaldır.Yabancılaşma ya da duyarsızlaşmanın bir destekaracıdır fotoğraf. Geçtiğimiz yıllarda, Irak’taçekilen üç Amerikan askeri ve sürükledikleriIraklı’nın özellikle medyada kullanımı bu konudabir örnek olabilir. Ya da Paris Kömünarlarınıncanice katledilişinin fotoğrafı, baskı, korku vemuhalefet kontrolünü sağlama aracı olarakkullanılması bir diğer örnektir. İşte buradan doğrubakılan (ana akım olarak) ‘sanat işlevi’ bize nispibir çerçeve sunmuş olur.

Her yeni fotoğraf, ‘çekilen’e yabancılaşmayaatılan ilk adımdır. “Olmak tabii bir şey midir?Hayır bana hiç öyle gelmiyor. Tam aksine kanımcaesrarlı, mucizevi ve tamamen doğal dışıdır.” diyenPassolini’ye inat, gerçekliğin uzağına, bireye,topluma ve olaya gittikçe yabancılaşan algıbiçimleri, fotoğrafla birlikte olağana, kendine ya dabilinmeyenin bilinir kılınmasıyla genel bir bakışolarak insana yabancılaşmayı beraberindegetiriyordu. Boy boy fotoğraflar; gazetelerde,dergilerde, reklamlarda, sonraları fotoğrafıngelişimiyle birlikte film ve televizyonlardakullanılıyor, insanları belli normlar içinesokuyordu. Kelimelerin kavramların içiboşaltılıyor ve fotoğraf afyon görevine geliyor,görme etiği de kendini bu doğrultuda evriltiyordu.“Fotoğraflar, salt gerçekliği kayda geçirmeninötesinde, gerçeklik fikrini, bu gerçekliktenyansıyanı ve gerçekliğin kendisini değiştirmeksuretiyle, ‘şey’lerin bizim gözümüze nasılgörüneceği normu haline gelmiştir. ... Modern

Fotoğrafa dair

32

Page 33: Ekim Gençliği / sayı 151

sanatın büyük kısmı, ‘korkunç olan şey’in eşiğini alçaltmayahasredilmiştir” diyordu Susan Sontag.

Sanayileşmiş toplumlarda aile kurumunun yeniden oluşturulmasıkonusunda yapılan çalışmaların bir parçası olarak fotoğraf da işlevselbir konuma gelmiştir. Orta sınıfın nispi büyümesiyle birlikte, özellikleAmerika ve Avrupa’da fotoğraf bir aile ritüeline dönüşmüşdurumdadır. Kaldı ki, 1960 sonrası Türkiye’ye bakıldığında yine bunugörmek mümkündür. Her yıl çekilen aile fotoğrafları, albümleroluşturmuş birer hatıra olarak saklanmıştır. Sanayileşmiş toplumlardagittikçe yalnızlaşıp, kendi içine dönen genel birey için kendinin vegenel olarak o toplumun toplumsal hayatının ‘geçmiş’ fotoğrafları birözlem konumundadır. Birey de ‘o zamanlar’ın fotoğraflarına bakıp,kendi sıkıntılarından uzaklaşmayı dener. ‘O zamanlar’ daha güzeldir...Şimdinin sıkıntıları içerisinde gittikçe yok olan ve şimdininsıkıntılarını değiştirme gücünden uzak bırakılmış birey, çözümü vekendini var etmeyi geçmişe bırakır. Bu öyle bir hal almıştır ki artıkfotoğraflar bilinçli olarak eskitilmektedir. Blue Jean’in eskiyipbeyazlamasını bir moda haline getirerek taşlanmış jeanlar piyasayasüren sermaye, bir yönüyle geçmişe saklanmayı meşru halegetirmiştir. (Geçmişten kasıt ise yine hakim sınıfın istediği çerçevedeoluşturduğu geçmiştir.) Tabi ki, geçmişten günümüze kronolojioluşturan fotoğraflar, işçi-emekçiler için yaşadığını fark etmek,zamanın ilerlediğini görmek anlamına gelmektedir çoğu zaman.

Diğer taraftan teknoloji ve tüketim kültürüyle birlikte, hızlı veçabuk tüketilen ve ardı arkası kesilmeyen ‘şimdi’ görüntüleri geçmişebakmayı zorlaştırır. Sürekli olarak, yapay ya da istenilen biçimlerdesunulan yeni bir durum ve olay vardır. Bunu belgeleme konusunda dainsanlar yarış halindedir. Yaptığı her işi, gördüğü her olayı kaydedenkişi, geçmişiyle kopuk duruma getirilir. Hatta özel olarak internetsiteleri kurulmuş ve buralardan her anını, eğlenceli ya da entelektüelbir bakış açısıyla paylaşan ve sıkıntısını atan büyük bir yığınoluşturulmuştur. Bu elbette birey sorunu değil sistem sorunudur.“Kendi geçmişinden kopmuş kişi, halk ya da sınıf; seçmede ya daeyleme geçmede özgürlüğü kısıtlanmış durumdadır. Bu siyasal birsorundur.” der John Berger.

Elbette bu tür toplumlarda sıkıntıyı azaltmak yalnız bu şekildegerçekleşmez. Fotoğraf çekmek de, turizm ve eğlence sektörlerindekimuhteşem büyüme ile birlikte, sıkıntı atma yolları haline gelmiştir.Eğlendiğini belgelemenin ya da gidilen yerleri sırt çantasınasığdırabilmenin, sıkıntıyı atmaya denk bir duruma geldiğidüşünülmektedir. Sanayileşmiş toplumlarda, özellikle ileri-burjuvadevletlerinde verilen kısa tatiller insanları eğlence algısına sevketmektedir. Böylece burjuvazi, bir yandan eğlence sektörünündevamını sağlamış, bir yandan da kendini zorunluluk içine sokanbireyin yapaylaşmasına neden olmuştur. Bu durumu belgelemek ise,fotoğrafı çekenin gözünde ‘gerçek budur’ algısının oluşumuna hizmetetmiştir. Hissedemediklerini, yaşayamadıklarını, ‘yaşadım, hissettim,yaptım’ görüntüsü ardına gizlemektedir fotoğraflar ile. Turizm isebunun bir diğer yoldur. Turizmin iç dinamiklerini çoğu zaman stabiltutan bu toplumlarda genel birey yapısı, gittiği yerlerin fotoğraflarınıçekmekten bir an olsun çekinmez. Hatta turizmin fotoğrafla bağı çokdaha güçlüdür. Neredeyse ikisi bir gelişmiştir. Bu durumun içindeinsanlar da birer yer-mekan avcılarına dönüşmüşlerdir. Gittikleriyerleri vurup, başka yerlere kaçıran simsarlar olmuşlardır. Özelliklefotoğrafın yeni yayıldığı zamanlarda, Amerika’da Kızılderililer,fotoğrafçılar için müthiş bir sömürü kaynağı oluşturmuştur.Fotoğrafçılar, sadece onların yaşam tarzlarını çekmenin dışında, parakarşılığında onlardan ritüellerini, ayinlerini yeniden canlandırmalarınıistemişler ve böylece kültürel yozlaşmaya sebep olmuşlardır.

Fotoğraf bir yönüyle de reklam sektörünün vazgeçilmez bir parçasıolmaya devam ediyor. Tüketim toplumlarının oluştuğu düzenin içindebunu perçinlemek elbette reklamcılara düşüyor. Yapay sunularlainsanları tüketim normu içine sokmak, görsellerle bunun sağlamasınıyapmak, sermayedarların sermayelerini büyütmek ve kendine birsermaye edinerek durumu sağlamlaştırmak için her türlü tüketimalanının önünü açan reklamcılar tarafından, fotoğraf olabildiğincekullanılıyor. Arabalar, güzel hayatlar, yiyecekler vs. fotoğraflanaraktüketiciye sunuluyor. Her köşe başında, her gazetede, her televizyondafotoğraflar tüketimi arttırmak için insanları kuşatıyor. Bu yalnızcaürünlerle sınırla kalmayarak artık insanları da tüketiyor. Özelliklekadın vücudunu ve cinselliği kullanarak ürünü cazip hale getirmek

için kadını reklamlarda olabildiğince kullanıyor. Böylece bedene veinsana yabancılaşmanın bir parçası daha gerçekleşiyor. Kodak’ın yenikurulduğu zamanlarda kendini büyütmek için, gezilecek yerlerinlistesini ve fotoğraflarını listeleyerek reklam yapması anlatılanlara birörnektir. Diğer taraftan her gün her dakika gördüğümüz içinkanıksadığımız yiyecek reklamlarında, özellikle cinsel bir duruşsergiletilen kadınlarla, yiyeceği özleştirme ve buradan ürünü çekicihale getirme başka bir örnektir.

Fotoğrafın gelişim süreci içinde güzeli aramak, güzele yönelmekve nihayetinde güzel olanı bulmak genel amaç haline gelmiştir.Kapitalizmle birlikte, kılcal damarlarımıza kadar nüfuz ettirilenmodernist düşünce yapısı, (sözde) özgürlüğe, toplumsal ilişkilerinyeniden dizaynına, yeni mimari düzenlemeler ve kentsel dönüşümlere,dilde hızlı bir değişime ve sanat algısının farklılaşmasına işaret eder.Öyle ki, kapitalist gelişim sürecini doğuya göre erken ilerleten batıülkeleri ekonomik küreselleşme ile birlikte, tüm bunları da dünyanıntamamına kültürel ve ekonomik emperyalizm ile yaymıştır. Bu süreçdoğalından ilerler. Tüm bunlar; kapitalizmin modernite kılıfınasokulması ve modernizmin yol açtığı, yıkımlara, deformasyonlara veyozlaşmalara uydurulan başka bir kılıf ile birleşir. Bu kılıf; gelişme,doğruluk ve güzellik olarak kendini bulur. Buradan çubuk bükülenfotoğraftaki güzellik bulma tutkusunun da aslında, gerçekliktenkoparak görüngülerin güzelliğine evrildiği saptanabilir. Öyle birmodernist estetik algısı yerleştirilmiştir ki, yabancılaşan kişilikler vebunun maddi karşılıkları, hayatın ve şehirlerin kenarına itilmişmahalleler, varoşlar, buralarda yaşayan insanlar, avurtları çökmüşkadınlar, yüzü güneş yanığı erkekler, sanayi havzaları, buralardaçalışan işçiler veyahut madencilerin o kapkara yüzleri fotoğrafkaresine güzelliğin karşılığı olarak girer ve gözlere güzel görünür.Bahsettiğin ölçüde gerçekliğe yabancılaşarak...

Bu durum doğalından yeni bir çelişkiyi de beraberinde getirir.Gerçeği yakalamak ve gerçeği güzel görmek... Gerçeği güzel görmekbahsettiğim modernist düşünce algısı (esasen kapitalizmin takendisidir) ve ‘gerçeklik fikri’ ile ilişkilidir. Gerçeklik fikri, hakimsınıfın tahakkümleri altında oluşturulan bir dünya görüngüsünün kişiya da toplumca benimsenmesi ve dünyayı bu çerçevede algılamasıdır.Yani istenilen kalıplar içinde yaratılan bir gerçeklik sanrısıdır.Gerçeklik ise başka bir yerde, bu düzenin gösterdiğinin ya daörttüğünün dışında görülmeyi, keşfedilmeyi beklemektedir. Ancakgerçeklik fikrinin, gerçeğin ta kendisi olduğu düşüncesi hakimdir.Doğal olanın sorgulanamayacağı gerçeğinin verdiği düşünce ile;gerçeklik fikri, bunun ‘doğal ve gerçek’ olduğu sanısıyla sorgulanmazhale gelir. İşte gerçeği yakalamak da burada devreye girer. Budoğalından taraflaşmayı ve devrimci bir duruşu beraberinde getirir.

Amerika’da Vietnam savaşı sırasında, savaş karşıtı eylemlerinoluşumunda tetikleyiciliği, Vietnamlı bir çocuğun katlediliş fotoğrafıyapmıştır. Bu eylemlerle büyük bir kamuoyu oluşturulup dönemhükümetine baskı uygulanmıştır. 1935’te yapılan fotoğraf projesisonraları işçi hakları gaspları üzerine, fotoğraflar belgeleme görevigörmüş ve kazanımlar elde edilmiştir. En yakın zamanda HaziranDirenişi’nde, Kırmızılı Kadın fotoğrafı direnişin bir simgesi halinegelmiştir. Greif işgalinde çatıda direnişe devam eden işçiler iradeninbir simgesi ve hafızalarımıza kazınan bir görüntü olmuştur.

Gerçekliği sezdirerek, bunun hakkında düşünmeye ve sorgulamayaiterek, teşhir, belgeleme işlevi ile fotoğraf; bu yönüyle oldukçakullanışlı bir konumdadır. Bunun etrafında, bir farkındalık yaratmabilinci ile gerçeği göstermek devrimci duruşun bir gereği vekendinden fotoğrafın kullanılış yöntemine yol gösterici bir düşünceyiiçerir. “Fotoğrafçı yalnız geçmişi kaydeden değil, aynı zamandageçmişi icat edendir.” diyor Suzan Sontag. Bir ekleme yaparak,bitiyoruz: Geleceği de icat etmek için işlevsel durumdadır fotoğraf:Afişinden, bildirisine; eyleminden, katledilen canlarımıza kadar...Düzenin gerçeğini göstermek için, unutmamak ve unutturmamak için,geleceği çağırıp şimdiyi örgütlemek için...

Kaynakça:Sontag, Suzan (2008). Fotoğraf Üzerine. İstanbul: Agora.Parkan, Mutlu (2004). Brecht Estetiği ve Sinema. İstanbul: Don

Kişot.Berger, John (1986). Görme Biçimleri. İstanbul: Metis. Hayward, Anthony (2004). Ken Loach ve Filmleri -

Hangi Taraftasınız? İstanbul: Agora. 33

Page 34: Ekim Gençliği / sayı 151

Ma A koçi voreOrdo çumanepe nosi gverdi.

Si uncire A bere ore,Ğura mekaderi.

İttur:“Skida naku yakininna

Ğura ti hiku’” [2]

“Kumral bir çocuğun yaz öyküsü”ydü bu. Ve en az bir yaz öyküsükadar kısa bir hayattı onunkisi. Kısa ama en az bir yaz öyküsü kadarda dopdolu. Kısacık hayatına neler sığdırmadı ki Kazım? Zatenkendisi de söylüyordu: “Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü,hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim.” diye. Kendihayatını, söyledikleri ve yaptıklarıyla ölümsüzleştirdi o.

Kazım, gözlerini Artvin’in küçük bir köyünde, Pançol’da açtı. İsmiresmi kayıtlarda Yeşilköy olarak geçse de Pançolluydu Kazım.“Memleketli olduğum kadar kendimi bildim bileli hep tuhaf bir şekildedışında durabilen bir ruh halim vardı, çocukken de öyle.” derdi.Memleketini, memleketinin insanlarını, kumar ağaçlarını, kestaneağaçlarının olduğu ormanları, denizi, yağmuru çok severdi.

İlkokulu Pançol’da okudu. Müzikle ise henüz ortaokul birincisınıfta babasının ondan habersiz, onu mandolin kursuna yazdırmasıylatanıştı. Lise hayatını Hopa’da geçiren Kazım, 17-18 yaşlarındaküçücük kentinden çıkıp İstanbul Üniversitesi Siyasal BilgilerFakültesi’ne gitti.

“Devrimi düşünebiliriz, düşleyebiliriz. Hatta yetmez bir sistem bilekurarız. Sistemimiz şöyle olsun, böyle olsun. Bunu ne zaman yaparız?Devrimi yaptıktan sonra mı? Şu anda bunu düşünüyorsan yaparsın,yapmaya başlarsın. Sonra da hep öyle yaşarsın. Ve bu böyle böyleçoğalır. Hayatla da böyle anlamlı bir ilişki kurarsın. Yolda yürürkende yürüyüşün ona göre olur, adımların öyle gider. İnsanlara baktığıngöz değişir. Herkes de ‘Ulan bu adam ya da bu insan niye böylebakıyor?’ diye elbette ki seni sorgulamaz ama birileri anlar. Bir şeybulur yani. Birisi farklı yürüyordur orada. Sana bir puan yazmaz da,bir şey verirsin hayata. Bakkala bir şey davranırsın, manavdan bir şey

alırken tuhaf bir ilişki kurarsın, ister istemez. Hoş birilişki kurarsın. Yani işte, hikâye bu.”

Kendi hikâyesini bu şekilde tanımlayan Koyuncu,

devrimci kişiliğini hayatının en elzem noktası olarak görüyordu. Bunudüşündükleri, söyledikleri ve yaptıklarıyla birçok kez kanıtladı.Katıldığı çeşitli eylemlerden ötürü hakkında soruşturma açıldıktansonra üniversiteyi de bırakıp gerçekten yapmak istediği şeyi yapmayakarar verdi. “Yanlış şeyler yapabiliriz, doğru ve güzel şeyler deyapabiliriz ama biz ısrarla müzik yapmaya çalıştık.” Hayatının gerikalan kısmının neredeyse her anında “müzik yapmak istedi” Kazım,nitekim öyle de oldu. Devrimci kişiliği müziğini, müziği ise devrimcikişiliğini şekillendirdi.

“Senin için dağları yıkacağım, koşacağım rüzgârlara inat.Şafak vakti çıkacağım dağlarına ve uğrunda öleceğim, ülkem.

Sana döneceğim ülkem,Sürgündeki çocukların,

Demircinin çıraklarıyla döneceğim…Müzik kariyerine (yaşasaydı ve bu yazıyı okusaydı, bu kelimeyi

kullanmama kızardı muhtemelen) Ali Elver’le birlikte kurduğu GrupDinmeyen’le başladı. Bir şeyler anlatma amacı güden albümde Attilaİlhan’ın şiirleri de bestelendi. Kazım, bu albümde “Bir ülkem var,düşlerimde gördüğüm.” dedi. Daha sonra çeşitli nedenlerden ötürüdağılan grup, Dinmeyen’in kapanan Kazım’ınsa yeni bir dünyayaaçılan kapısı oldu.

1993 yılında “OGNİ” adında bir dergi çalışmasına başlandı.Lazlarla doğrudan alakalı ilk derginin Türkçe karşılığı “Anlat”dı. VeOgni’nin sloganı “Sk’ani Nena!” yani “Senin sesin, senin dilin”di.Ogni’nin çalışmalarında bilfiil yer alan Koyuncu, Mehmedali BarışBeşli ile de burada ortak bir çalışma yürüttü. Ogni, Laz halkınıbilinçlendirme amacı güden, Lazların tarihsel misyonunu anlatan,Lazların dillerini ve kültürlerini unutmalarını engellemek isteyen birdergiydi. Ogni, henüz ilk sayısı yayınlanır yayınlanmaz, iki yazısebebiyle ‘bölücülük’ iddiasıyla toplatıldı ve dergiye bu iddiadan ötürüdava açıldı. Mehmedali Barış Beşli, bu davalarda Yazı İşleri Müdürüolduğu için yargılandı ve Türkiye’de ilk kez Lazistan ayrımcılığıyapmaktan ötürü yargılanan insan olmuş oldu. Dava kısa süredeberaatle sonuçlansa da Beşli, dergi çalışmalarının devam etmemesinekarar verildi. Bu kararı kabul etmeyenler dergi çalışmasına devam etsede altı sayıdan sonra dergi kapatıldı.

‘Hayde!’ misvare Ernesto steri,“Vidat, murunsxepeşi opşa na on a nsa tudeşa.” [3]

Şair ceketli,kumral bir çocuğun

yaz öyküsü

“Oxoşkva Do Oropa”[1]

34

Page 35: Ekim Gençliği / sayı 151

Ogni’nin çalışmaları yürütülürken, dergiyidestekleyecek bir çalışma olarak Zuğaşi Berepe’yi[4] kurmayı öneren Beşli’ye destek olmayı kabuleden Koyuncu, beş sene sürecek bir çalışmanın dailk adımı atmış oldu. 93’te kurulan Zuğaşi Berepe95’te ilk albümleri Va Mişkunan ile adınıduyurmaya başladı. Tam bir başkaldırıydıonlarınkisi. Lazca şarkılar ilk kez bir albüm altındatoplandı ve geleneksel Karadeniz Müziğiile Rock’n’Roll müziği sentezlenerekyayınlandı. Daha sonraları Bayar Şahin ve BirolTopaloğlu’nun yayınladığı çeşitli albümler olsa dahiçbiri Va Mişkunan kadar cesur olamadı. Denizinçocuklarına göre rock zaten bir başkaldırıydı, Lazmüziğiyle birleşince de Va Mişkunan ortaya çıktı.“Bilmiyoruz” diyerek çıktılar yola. Oysa onlarfarkındalardı birçok şeyin.

Ayaklarıyla basıyorlarvücutlarımıza her gün, kesiyorlar

yollarımızıGörüyorum, her sabah ölüyor

dünyaBir şey yapamıyor muyuz böyle mi

gidecek yol? Kalkın devirin!

Yıkım için birbirinize katılınçocuklar!

Bu ve bunun gibi birçok şarkıyı dillendirdiler.Halkın onları sahiplenip sahiplenmeyeceğindenemin olmasalar da, her şeye rağmen Zuğaşi Berepeolacaklarını söylediler. Korktukları gibi olmadı.Halkın yaşadıkları şeyleri alışkın olduklarındanfarklı bir şekilde duymaları halkı rahatsız etmedi.Zuğaşi Berepe bir çok devrimci örgütünprogramlarında sahne aldı, 27 Aralık 96’daİstanbul Teknik Üniversitesi’nde “Vicdani BirKonser” şiarlı konserini verdi. Birçok dayanışmaşenliğinin öznesi oldu.

98’de çıkardıkları ikinci albümlerine‘İgzas’ adını verdiler. “Yürüyoruz!” dediler ve birkez daha çıktılar yola. “Dadişkimi!” yani “Teyze!”dediler. “Dilimiz ölüyor, dil annedir, dil ölünceanne ölür.” Başkaldırıları burada da devam etti.Fakat İgzas, Va Mişkunan’a nazaran daha ağır biralbüm olduğundan, denizin çocukları yollarına ayrıayrı devam etmek istediklerinden beş yıllıkserüven yavaş yavaş kapılarını kapatmaya başladı.Fakat Zuğaşi Berepe onlar için belki de bir hayatfelsefesi olduğundan Kazım’ın geri kalan tümmüzik hayatında Zuğaşi Berepe’nin enerjisihissedildi.

2001’de solo albümünü çıkaran Koyuncu,Karadeniz Sahil Yolu Projesi’ne tepki olarakalbümüne Viya ismini verdi. Viya, kendi değimiylealetsiz Laz sörfü demekti. Karadeniz sahil yoluprojesi Sinop’tan başlayıp Sarp Sınır Kapısı’ndasona eren 604 kilometrelik bir şeridikapsamaktadır. Yapılış amacı, KaradenizKarayolu’nu güvenli ve kısa hale getirmek, ticaretive turizmi artırmaktır. Fakat bu proje bin yıllaradayanan tarihi güzelliklerin yitmesine, artıkViya’nın yapılamamasına neden olmaktadır. Yinegünü kurtarmak amacıyla geliştirilen, geleceğe birşey bırakmayacağı ta o günlerden belli olan birprojedir. Yörede yaşayan birçok insan ve Kazım,bu projeye sonuna kadar karşı çıkar. Bir sahilinboydan boya yol yapılmasını delilik olaraknitelendirir. Bunu imzalayanların da ya akılsağlıklarının yerinde olmadığını ya da çok kötüinsanlar olduklarını dile getirir. “Siz kimsiniz!Binlerce yılda oluşan bir şeyi siz hangi kafayla,

hangi vicdanla yok edebiliyorsunuz?” der.“Heyelanlar oluyor, bu kader mi sanki? Depremleroluyor kader mi? Başka yerde aynı şiddette depremoluyor iki kişi bayılıyor da Türkiye’de yirmi binkişi ölüyor kader mi bu? Değil.”

2007 yılında resmen açılan Karadeniz SahilYolu, Ulaştırma bakanı Binali Yıldırım’ın yaptığıbir açıklamada projenin yanlış olduğunu ancakyapmak zorunda olduklarını belirterek, 700trilyonun üzerinde para harcandığı için bitirilmesigerektiğini savunmuştur. Koyuncu’nun söylediğisözlerin haklılığını kanıtlarcasına, 2010 Ağustosayında Rize Merkez’e bağlı Gündoğdu beldesindeşiddetli yağış nedeniyle biriken yağmur sularıKaradeniz Sahil Yolu’nu aşamamış, oluşan sel veheyelan nedeniyle 12 kişi yaşamınıyitirmiştir. 2011 yılı Eylül ayında yine Rize’de bukez şehir merkezi sele teslim olmuş, baskın sonucu1 kişi hayatını yitirmiştir. 2012 yılı Ocak ayınınsonunda Sarp bölgesindeki 500 metrelik kısmıçökmüştür.

“Baba ben yıkıcıyımAma Kendini bilmez değilim.

Yaşamak istiyorum sadece,Kendi savaşlarım uğrunda.”

Viya’da yitip gitmekte olan birçok dilinşarkılarını seslendirmiştir Kazım. Albümde Lazca,Gürcüce, Megrelce, Hemşince ve Türkçe ezgilerbarınmaktadır. Kazım, “Ben sadece, ben olmakistiyorum” der albümünde. Kendi olma savaşınıhala bitirmemiştir. “Ben bir müzisyenim, ondansonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesindeben bir devrimciyim.” diyerek anlatır kendini.

Devrimci kişiliğinin etkisiyle gördüğü şeylerisöylemekten, inandığı doğruları dillendirmektenasla çekinmeyen Koyuncu, bu albümünde deLazların yaşadığı birçok zorluğu anlatan şarkılarayer vermiştir. Sarpi Moleni’de, Sarp sınırıçekildikten sonra Sarp’ın ötesinde kalanlarınhikayesini seslendirir. Domivamis’te Lazkadınlarının çektiği zorlukları, Lazların yaşadığıaçlığa, yoksulluğa ve sefalete ses olur. ZuğaşiBerepe kadar sert olmasa da albümleri, daha fazlatanınmaya başlayan Koyuncu, yaptıkları,söyledikleriyle ve devrimci kişiliğiyle adından sözettirir olmuştur. Popüler olmak istemediğini,tanınsa da tanınmasa da müzik yapacağını ve herzaman aynı Kazım olduğunu sık sık dilegetirmiştir. Klip çekmemiştir, popüler kültürünreklam araçlarını kullanmak istememiş ve“Herkesin beni tanıması ve hele herkesin benisevmesi gibi bir düşüncem asla olamaz. Ki hayattamuhakkak bizleri sevmeyen insanlar olmalı aksitakdirde çok ciddi sorunlar olur diye,düşünüyorum.” demiştir.

Çeşitli projelerde yer alan Koyuncu Viya’dansonra 2004’te Hayde albümünü yayınlamıştır.Ölümünden sonra da “Dünyada Bir Yerdeyim’’ adlıalbümü yayınlanmıştır. Müzik hayatı boyuncabirçok ülkede ve Türkiye’de yine birçok projeyedestek veren Kazım Koyuncu, Amed’de katıldığıbir konserde “Denizin çocuklarından dağlarınçocuklarına selam getirdim.” diyerek başlamıştırprogramına. Kürt müziğini de çok sevdiğini dilegetiren Koyuncu, “Bizim birbirimizi kabul etmemiziçin birbirimize benzememize ihtiyacımız yok. Aynıdili söylememize de gerek yok. Biz birbirimizikabul edebiliriz.” demiştir.

“Oy Trabzon Trabzon yaşa şanınla yaşa,Şampiyon yazacaksın yeniden dağa taşa!

Oy Trabzon Trabzon yık yeşil sahaları, 35

Page 36: Ekim Gençliği / sayı 151

Çık yukarı ezilsin, İstanbul ağaları!”O dönemlerde koyu bir Trabzonspor taraftarı

olan Koyuncu bu taraftar kişiliğinin nedenini“Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğuolmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranışdeğildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülerekarşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı.Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.”sözleriyle açıklıyor. Her zaman ezilenin yanındaolduğunu dile getiren Koyuncu, katıldığıprogramlarda Iraklı, Filistinli kardeşlerine selamgönderirken “Savaşın ne kadar kötü bir şeyolduğunu anlamak için savaşmak zorunda değiliz.”der. “Şunu fark ettim ki dünyadaki en önemli değeremek vermektir. Çünkü yaşamak demek, emekdemek ve kendimi bildim bileli de hep emekçilerinkenarda kalmışlığının, yoksulların yanında olmayıistedim. İnsanlar kolay para kazanmayabaşladıkları zaman günde on saat çalışıp evineanca birkaç parça ekmek peynir götürebilecekparayı kazanabilen milyonlarca insanıunutabiliyorlar.” Emeğin önemine herkonuşmasında dikkat çeken Koyuncu, insanolmanın, emekçinin yanında olmanın en güzelnedenini belki şu cümlesiyle kanıtlamıştır: “Emeğesaygı göstermek lazım, yaşayan her şeye saygıgöstermek lazım. Ve herkesin bir hikayesi olduğunubilmek lazım.”

Kısacık ömrüne bunca şey sığdırmayaçalışırken, çocukluğunda ellerini açıp başınıkaldırdığında gökyüzüne, yüzünü yıkayanyağmurların, kokusunu burnuna çeke çeke içtiğiannesinin topladığı çayların onu hasta edeceğiaklının ucundan bile geçmemişti. Ölümün ikidudak ve bir çay bardağı arasında olduğu kiminaklına gelirdi ki? 86 yılında Çernobil faciasınınUkrayna’dan getirdiği yağmurlarda ıslanan Kazım,2004 yılında tanımı çok belli olmayan bir kansertürüne yakalandı. “Çok fiyakalı bir hastalığayakalandım baba, hiç dert etmeye gerek yok.” desede artık hayatında birçok şey değişmişti. İsyanediyordu, her zaman olduğu gibi bu sisteme isyanediyordu. “Üst yapıda zekâ sorunu olduğunudüşünüyorum. Yani yapacakları bütün hesaplar,provokasyonlar vs. bir zekâ taşımıyor. Zekâ taşısa,toplum yine ilerleyecek. Yani bizim komploteorilerimiz, tuhaf işlenen cinayetlerimiz vs. zekâtaşımıyor. Üst yapıda zekâ olmayınca oynananoyunlar da çocuk oyunu gibi oluyor ama çocuklarölüyor.”

Kameralar önünde çay içerek poz verenANAP’ın kurucularından eski Sanayi ve TicaretBakanı Cahit Aral, çaylarda radyasyon olmadığınıgönül rahatlığıyla içilebileceğini söyledi. CahitAral’ın da kanserden öldüğüne dair söylentileringerçekliği var mıdır bilinmez ama Kazım buhareketin açıklanamaz bir suç olduğunu şusözleriyle dile getirir. “Bu bir zekâ sorunu değil,zeka sorunu var da bu bir suç. Ve bunu kimseanlamadı. Bunlar kötü niyetli insanlar. Çıkıptelevizyonda çay içmek yerine erken teşhisler içinrehabilitasyon merkezleri açılsaydı, hastaneleraçılsaydı, yüzler ölmezdi. Türkiye’de bilgi sorunuyok, ciddi bir sistem sorunu var. Bilgi işeyaramıyor. Türkiye’de kanser olmayı boş verin,hasta ve insan olmak zor.”

“Dünyada bir yerdeyim ben,Yol kenarlarındaki su birikintilerindeyim.

Yerim yurdum yoktur benim,Sadece, gökyüzünü göreyim.’’

Konser vermek yerine dinlenmesi gereken

Koyuncu, doktorlarının sözünü dinlemek yerineonu mutlu eden şeyi yapmaya devam etti.Müziğine hiç ara vermedi. Saçları döküldüktensonra taktı başına beresini yine çıktı sahneye.Umudunu hiç kaybetmedi. Duygulandı zamanzaman sahnede, “Şimdi bir şeyler söylemek yerineşarkı söyleyeceğim yoksa kelimeler boğazımadizilecek” dedi. Şarkılarını söyledi, horonunuoynadı. Sistemi devrimci kişiliğiyle en inceayrıntısına kadar analiz eden Kazım, sistemin onuöldürdüğünün farkındaydı. “Politika başından sonabir yalan ve çok açık söylüyorum, politika elbetteolacak yani sonuna kadar birileri yönetecek de buelbette var ya hani kader gibi her zaman durduğuiçin karşımızda, o noktadan itiraz ediyorum.Durmak zorunda değil. Eee, ben reddedeyim, senreddet. Hedef iktidarsa, hedefte sen varsın, benvarım. Seni yok edebilirler, beni de yok edebilirler.Kimin umurunda yani?”

Yaşama sevinci, müzik aşkı sayesindehastalığa aylarca direnen, sevenlerinin deyimiyleDina K’aki[5] hastalık ses tellerini etkilemeyebaşlayıp şarkı söylemesine engel olunca umudunuyitirmeye başladı. Umudunu yitirdikçe, yaşamasevinci çekildi bedeninden ve yaşama sevinciylebirlikte de tüm yaşamı.

O hayatını kaybetse de yaptıklarıyla,söyledikleriyle, yazdıklarıyla, gerçek bir devrimcigibi, yaşamının her anıyla bizlere örnek oldu. Birgün nasıl bir halk otobüsünde çıkabildiyse karşına,başını göğe kaldırdığında bulutların arasındanyahut yere eğildiğinde başın bir su birikintisindenbakabilir sana. Şair ceketli, kumral çocuğun yazöyküsü elbet burada bitmedi. Sayısını bilmediğimbelki binlerce kumral çocukta yaşıyor hala.

“Bu arada, hiç başımızdan eksik olmayangökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sırakopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımızdenizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek degeleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihinakışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlüçocuklara, Don Kişotlar’a, ateş hırsızlarına,Ernesto “Che” Guevara’ya, yollara-yolculuklara,sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimizolamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeydensıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardanalan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendikültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklargördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlargördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar,her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerciçocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeyerağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.Teşekkürler dünya.”

AvaşînDipnotlar:[1] “Özgürlük ve Aşk”[2] Ben bir adamım / Erken sabahlarda yarım

akıllı / Sen uykusuz bir çocuksun / Ölümle beşik kertmeli /Diyorsun: “Yaşam ne kadar yakınsa ölüm de o kadaryakın.”

[3] ‘Hayde!’ diyeceksin Ernesto gibi / “Gidelim,yıldızların çok olduğu bir gökyüzünün altına.”

[4] Lazca Denizin Çocukları anlamınagelmektedir.

[5] Dina K’ak’i, Kazım Koyuncu’nun kardeşi,Niyazi Koyuncu’nun ona taktığı bir isimdir.

36

Page 37: Ekim Gençliği / sayı 151

37

Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Orhan Kemal;Selanik’te, Diyarbakır’da ve Adana’da, doğarlar.Şairdirler, romancıdırlar, oyun ve anı yazarıdırlaraynı zamanda. Biri Diyarbakır Lisesi’ni bitirebilirzorluklar içinde, bir diğeri yarıda bırakmakzorunda kalır ortaöğretimini. Ankara ÜniversitesiDil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi FelsefeBölümü’nde okurken biri, Moskova’ya giderötekisi, Doğu Emekçileri KomünistÜniversitesi’nde Siyasal Bilimler ve İktisatokumak için.

İşbu üç sanatçı aynı zamanda işçidirler. Kafaemeği ile kol emeğini ayırmıyoruz ama, onlarkafa işçisinden önce kol işçisi olmuşlardır. Belkidaha iyi tanımak için toplumu var edenleri, belkiaçlığın zorluğundan-zorunluluğundan.Bulaşıkçılık da yaparlar matbaa işçiliği de,amelelik, ırgatlık ve hamallık da. Çırçırfabrikalarında çalışarak tanırlar işçi sınıfını, onunbağrında büyütürler sanatını.

İşbu üç sanatçı yoksul kesimin, işçilerin,öğrencilerin, dolmuştaki adamın yaşamını anlatanşiir, öykü ve romanlar yazıp insan-toplumilişkisini gerçekçi bir dille yansıtmışlardır.Eserlerinde hep ezilen insandan yana olup onlarınkardeşliğine vurgu yapmışlardır.

Yukarda bahsettiğimiz sanat algısıyla hareketeden işbu üç sanatçının eserleri ise, değişikalanlardaki sanatçılar arasındaki güçlüetkileşimlere sebebiyet vermiştir. Sanatçılarınbirçok şiiri farklı kişilerce bestelenip toplumunbirçok kesimi tarafından kabul görmüştür. Bunlarabirkaç örnek vermek gerekirse: Onlar ki - RuhiSu; Ay Karanlık (Maviye çalar Gözlerin) -Hasretinden Prangalar Eskittim - Ahmet Kaya;Karlı Kayın Ormanı - Zülfü Livaneli; SeviyorumSeni - Onur Akın; Adiloş Bebe - Grup Yorum;Güzel Günler Göreceğiz - Edip Akbayram;

Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin - RahmiSaltuk; Ceviz Ağacı - Cem Karaca; De Be AslanKaram - Grup Ekin; Bu Memleket Bizim - GrupYorum.

Şiir ve tiyatronun yanı sıra sinema sanatı dayoğun bir şekilde beslenmiştir. Nazım Hikmet,Ahmet Arif ve Orhan Kemal’in eserlerinden:“Arkadaş” filminde “Terketmedi Sevdan Beni”şiirini dinleriz Yılmaz Güney’in ağzından.Kızılırmak Karakoyun adlı eserden uyarlanan aynıadlı filmde yine Yılmaz Güney vardır perdede.Tuncel Kurtiz’in başrolde olduğu “BereketliTopraklar Üzerinde” adlı romandan uyarlananaynı isimli Erden Kıtal filmi ise Çukurova’dakipamuk işçilerin durumunu anlatır.

Yerelde ve uluslararası düzlemde birçokbaşarıya imza atan bahsi geçen eserler, komünistdünya görüşünün taşıyıcısı ve aktarıcısı olduğuiçin eserlere hayat veren sanatçılar tüm yaşamlarıboyunca düzenin baskılarına maruz kalmışlardır.Şiirleri yasaklanmıştır ve yazdıkları yüzündenyaşamları boyunca birçok davadanyargılanmışlardır. Defalarca tutuklanıpyaşamlarının büyük bölümünü hapiste ya dasürgünde geçirmek zorunda bırakılmışlardır.

Tüm bu saydıklarımızın yanında onlarıortaklaştıran son birşey daha vardır: Üç sanatçı daHaziran ayında aramızdan ayrıldılar. Bu üçdevrimci sanatçının önünde bir kez daha saygıylaeğiliyor, onlara en içten selamımızı -nitelik olarakonların eserlerinin çok gerisinde de olsa- bir şiirlegönderiyoruz:

YılmayanaÇürük toprağı sevip bayat suya âşık ağaçlarYaşken değil yaşlandıkça eğilirken;Suyu kaynaktan, güneşi cepheden alanlarKökünü daha derine salıp olgunlaşırmış.

Devriminozanlarını

saygıylaanıyoruz

İşbu üç sanatçı yoksulkesimin, işçilerin,

öğrencilerin,dolmuştaki adamın

yaşamını anlatan şiir,öykü ve romanlar

yazıp insan-toplumilişkisini gerçekçi birdille yansıtmışlardır.

Eserlerinde hep ezileninsandan yana oluponların kardeşliğinevurgu yapmışlardır.

Page 38: Ekim Gençliği / sayı 151

38

Ne yapacaktı ki Berkin?Bu kan ve zulümdüzenininişkencecilerinden,istihbaratçılarındanyüzünü saklamayacaktı,öyle mi? Peki sizler;yüzünüzdeki din, iman,vatan, millet, bayrakmaskesi ile neyisaklıyorsunuz. Aynısınıfa mensup olduğunuzburjuvalara hizmetinizi,emperyalizmekulluğunuzu mu?

Tayyip Erdoğan, AKP’nin 22. İstişare veDeğerlendirme Toplantısı’nın gerçekleştirildiğiGüral Otel’de yaptığı kapanış konuşmasında,sözlerini Berkin’in cansız bedenine sapladı. Dediki Erdoğan; “İstanbul’da yatıyorlar kalkıyorlarBerkin Elvan. Yüzündeki maskesi, sapanı, cebindepatlayıcılar. Ama kalkıyor bakıyorsun, malummedya ekmek almaya giderken… maskeyle migidilir, patlayıcılarla mı gidilir? Her şey ortada.”

Ne yapacaktı ki Berkin? Bu kan ve zulümdüzeninin işkencecilerinden, istihbaratçılarındanyüzünü saklamayacaktı, öyle mi? Peki sizler;yüzünüzdeki din, iman, vatan, millet, bayrakmaskesi ile neyi saklıyorsunuz. Aynı sınıfa mensupolduğunuz burjuvalara hizmetinizi, emperyalizmekulluğunuzu mu?

“Elinde sapanı” diyor ve çarpıtarak devamediyor, “cebinde patlayıcılar var.” Nebekliyordunuz? Adlarını anarak kirleteceğinizisandığınız Denizler’in devrimci yaşamlarını örnekalarak büyüyen Berkin gibi çocuklar, sizler ve sizinçocuklarınız gibi çaldıkları ve sıfırlayacaklarıparaları mı taşıyacaklardı?

“Ekmek almaya giderken… maskeyle migidilir?” diye cevabını bilerek soruyor Erdoğan.Haklı bir dava için dövüşürken bile, yoksulçocuklarının ailesinin yiyeceği ekmeğidüşünmesini elbette anlayamaz onlar. Ekmek,burjuva sınıfa mensup olanların değil, sadeceyoksulların en temel besin maddesidir. ZatenBerkin’in mensup olduğu sınıfın beklediği,“gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde açyatılmayan” o “gül ve hürriyet günlerinde” bir de“ekmek” vardır. Ve evet, öyle bir terör estirdiniz ki,gaza boğduğunuz Haziran günlerinde insanlar“ekmek” almaya bile “maskeyle” gittiler.

Doğrudur, “her şey ortada!” Sizinçocuklarınızın gemiciklerini, “sıfırlayacaklarıparaları” koruyan tam teçhizatlı katil sürülerininolduğu bu düzende, elbette emekçi çocuklarının“yüzünde maskesi, elinde sapanı” olacak.

Hepiniz oradaydınız

Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Üçgenç idam edilirken, 12 Eylül döneminde idamyapılırken, hukuk çiğnenirken, bunlar ve bunlarınzihniyeti hep oradaydı. 1 Mayıs 77’de işçilerölürken de oradaydılar.”

Kastettiği CHP... Doğru, bu düzenin sebepolduğu tüm tarifsiz acılarımızda, CHP’nin dediğerleri kadar payı var. Peki Erdoğan gibileriningeçmişini, bu gibi insanlık suçlarından hangi haklıneden alıkoyabilir? Hepiniz oradaydınız,yaşadıklarımız tanıktır.

16 Şubat 1969 günü devrimciler, 6. Filo’yakarşı yürürken, mensubu olduğunuz Milli TürkTalebe Birliği (MTTB) de Kanlı Pazar’ıtertipliyordu. 16 Şubat günü gazeteleriniz“Kızılları boğmanın vakti geldi”, “Ya tamsusturacağız ya kan kusturacağız” manşetleriatıyordu.

MTTB içinde Abdullah Gül, Recep TayyipErdoğan, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin, CemilÇiçek, Beşir Atalay, Abdülkadir Aksu, HüseyinÇelik, Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtulmuş,Fehmi Koru, Abdurrahman Dilipak, Osman Pepe,Necati Çetinkaya, Kadir Topbaş’ın olduğunuunutturabileceğinizi mi sandınız?

Hiçbirinizin durduğu yer değişmedi

Bu düzende işlenen insanlık suçlarında“devletin bekasını” savunan tümünüzün suçu var.Ne yaparsanız yapın ortaksınız. Ellerinizde birlikteakıttığınız insanların kanı var. Son olarakErdoğan’ın konuştuğu saatlerde, bir suç da Van’daişlediniz. 10 yaşındaki bir çocuk, polisin attığı gazfişeğinin boğazına gelmesiyle yaralandı.

Birlikte işlediğiniz tüm suçların hesabını yinebirlikte vereceksiniz.

Page 39: Ekim Gençliği / sayı 151
Page 40: Ekim Gençliği / sayı 151