el fatiha-i Şerif… · okunuşu (transkript), birçok âlimden meali, risale-i nur...
TRANSCRIPT
حيم حمن الر بسم هللا الر
1 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
1
حيم حمن الر بسم هللا الر
2 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
2
م اهلل الرحن الرحيم بس
ب هلل ر
دحم حل ا
I.
CİLT
I-Sûhuf; 0.1 Sürüm
Derlemasyon Külliyatının Kerimce Setine Bağlıdır.
حيم حمن الر بسم هللا الر
3 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
3
KÜNYE HAT
Temel Kaynak: Kur’an-ı Kerim
Derler (Derleyici): Mevlüt Baki Tapan
Editör: Mevlüt Baki Tapan
Seri No:
Cilt No: I
Sürüm No: 0.1
Sûret: I
Set Adı: KERİMCE
Külliyat: Derlemasyon Külliyatı
Yayın Tarihi:
ISBN No:
Tür: Derleme Damlahatname
Dili: Türkçe
حيم حمن الر بسم هللا الر
4 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
4
حيم حمن الر بسم هللا الرRahman ve Rahim Olan Yüce Allah’ın Adıyla
حيم حمن الر بسم هللا الر
5 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
5
ÖNSÖZ
“Fatiha-i Şerif” adlı bu Damlahatnâme, “Derlemasyon” Külliyatının “Kerimce” Setine
bağlıdır. Damlahatnâme olarak derlemeliği ve hakikati ön planda tutmamaktadır. Eser, özel
bir amaç uğruna 17 gün içerisinde derlenmiştir ve birçok âlim, uzman ve hafız kaynaklarından
faydalanılmıştır. Bünyesinde birçok âlim ve din adamının mealini, çeviri ve eser kaynaklarını
barındırmaktadır.
İlgili eser, 1. Sûret, 0.1 sürümdür.
حيم حمن الر بسم هللا الر
6 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
6
GİRİŞ
“Fatiha-i Şerif” adlı Damlahatnâme, derleme usulünde kaleme alınmıştır. Fatiha
Sûresine ait tüm bilgi ve verileri bir araya toplama, bir bütün halinde derlemeyi amaçlanarak
özenle derlenmiştir. Temeli Kur’an-ı Kerim’e dayalı olup, birçok din bilgini ve âlimin
kaynağı bir arada toplanarak sunulmuştur. Kur’an hattıyla birlikte kelime incelemesi, Türkçe
okunuşu (Transkript), birçok âlimden meali, Risale-i Nur Külliyatından nükteler ve daha nice
bilgi tefsir ve yorumlamalarla verilmiştir.
Kerimce Setine tabii olan “Fatiha-i Şerif” adlı Damlahatnâme eserimizin faydalı
olmasını cenabı haktan niyaz eder, hayırlı ve bereketli okumalar dileriz.
حيم حمن الر بسم هللا الر
7 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
7
حيم حمن الر بسم هللا الر
حيم ( ')الحمد هلل رب العالمين حمن الر ين ( ')الر إياك نعبد وإياك ( ')مالك يوم الد
راط المستقيم ( ')تعين نس صراط الذين أنعمت عليهم غير المغضوب ( ')اهدنا الص
الين (')عليهم وال الض
Türkçe Okunuşu:
Bismillahirrahmânirrahîm.
Elhamdü lillâhi rabbil'alemin - Errahmânir'rahim - Mâliki yevmiddin - İyyâke na'budü ve
iyyâke neste'în - İhdinessırâtel müstakîm - Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi
aleyhim ve leddâllîn.
Türkçe Transcipt:
Bismi(A)llâhi-rrahmâni-rrahîm(i) Elhamdu li(A)llâhi rabbi-l’âlemîn(e) Errahmâni-rrahîm(i) Mâliki
yevmi-ddîn(i) İyyâke na’budu ve-iyyâke nesta’în(u) İhdinâ-ssirâta-lmustakîm(e) Sirâta-lleżîne
en’amte ‘aleyhim ġayri-lmaġdûbi ‘aleyhim velâ-ddâllîn(e)
Kelime İrdelemesi ve Anlamları:
حيم ,Allah’ın (Allahi) هللا ,adıyla (Bismi) بسم حمن الر Rahmen ve Rahim (errahmanirrahim) الر
(olan).
el) العالمين Rabbi (Yaratıcısı) (Rabbi) رب ,Allah’a (Lillahi) هلل ,Hamd olsun (El hamdu) الحمد
alemin) Alemlerin.
حمن حيم ,O rahmandır (Er Rahman) الر يوم ,Sahibidir (Maliki) مالك .Rahim’dir (irrahim) الر
(Yevm) Din, ين .gününün (iddin) الد
,ve ancak senden (Ve iyye ke) وإياك .kulluk ederiz (nağbudu) نعبد ,Ancak sana (İyya ke) إياك
.senden yardım isteriz (nestağin) نستعين
راط ,Bizi ilet (İhtina) اهدنا .dosdoğru (Mustegim) المستقيم ,yola (el sırade) الص
(Aleyhim) عليهم ,Ni’met verdiğin (ellezine en ğamte) الذين أنعمت ,Yoluna (Sırade) صراط
kimselerin, غير ا (Gğayri) değil, المغضوب عليهم (Mağdubi Aleyhim) kendilerine gazabedilmiş
(gazaba uğramış) وال (Ve La) ve değil, الين .sapmışların (eddallin) الض
حيم حمن الر بسم هللا الر
8 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
8
AYET AYET MEALİ “En iyi âlimlerden…”
Bölüm 1 Meal sözcüğü, Arapça kökenli olup, “Anlam, Kavram” şeklinde karşılık bulur. Sözlükte “Bir
şeyin varacağı gaye, bir şeyi eksiltmek”1 demektir. Kur’ân ayetlerini her yönüyle aynen
çevirme iddiası olmaksızın nakletmek, aktarmak anlamında kullanılır. Yüce kitabımız Kur’an-
ı Kerimi herkesçe anlamak Arapça olmasından ötürü mümkün olmamakta ve bu hususta ise
diğer dillere aktarımı gerekli görülmüştür. Başka dillere çevrisine ise Meal denilmiştir. Bu
çevirilerin eksik, yetersiz olabileceği, birebir aynısından ziyade en yakın manaları olabileceği
unutulmamalıdır. Dolayısıyla meallerden bilgi edinilmesi ama tefsir olmadan riayet ve mana
ile hüküm çıkarılmamalıdır.
حة فات سورة ال
Abdülaziz Bayındır: İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla, Her şeyi güzel yapan yalnız
Allah’tır. O, bütün varlıkların Sahibidir. İyiliği sonsuz, ikramı boldur. Hesap verme gününde
yetki O’nundur. (Allahım) Kulluğu yalnız Sana yapar, yardımı yalnız Senden isteriz. Bizi
doğru yoluna kabul et; Mutluluk verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba uğramamış ve
sapıtmamış olanların yoluna. (Âmin)
Abdulbaki Gölpınarlı: Rahman ve rahim Allah adiyle, Hamd, alemlerin rabbi Allah'a:
Rahmandır, rahimdir, din gününün sahibidir. Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden
yardım dileriz. Bize doğru yolu göster, nimetlendirdiğin kişilerin yolunu; gazebe uğramışların
da değil, sapıkların da.
Abdullah Parlıyan: Dünyada herkesi, ahrette sadece mü’minleri rahmetine alan Allah adına.
Eksiksiz tüm övgüler; tüm var olanları yaratıp düzene koyan ve koyduğu düzeni işleten,
hayatlarını devam ettiren, Dünyada herkesi, ahrette sadece mü’minleri Rahmetine alan, Hesap
gününün sahibi Allah’adır. Sadece sana kul köle olur, yardımı da sadece senden isteriz. Bizi
dosdoğru yola ilet, Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba uğramışların ve sapmışların
yoluna değil.
Âdem Uğur: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin
Rabbi Allah’a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir. Ceza gününün mâlikidir. Rabbimiz!)
Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine
lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu
değil!
Ahmet Hulusi: ("B" işareti kapsamı itibarıyla) Esmâ´sıyla varlığımı yaratan ismi Allâh
olanın Rahmâniyeti ve Rahıymiyeti ile... "Hamd" (Esmâ´sıyla yarattığı âlemleri her an
dilediğince değerlendirmek), âlemlerin Rabbi olan Allâh´a aittir... Rahmân ve Rahıym´dir.
(Rahmâniyetiyle Esmâ âlemini meydana getiren ve Rahıymiyetiyle Esmâ âlemindeki mânâlar
ile her an âlemleri yaratandır.) Din hükümlerinin (Sünnetullâh) yaşanmakta olduğu sonsuz
1 Site: “Meal Anlamı” İslamveihsan.com, Diyanet Kur’an Sözlüğü. Erişim: 27.09.2018
(http://www.islamveihsan.com/meal-nedir.html)
حيم حمن الر بسم هللا الر
9 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
9
sürecin Mâlik - Melik´idir. Sadece sana kulluk ederiz ve bunun farkındalığı için yardımını
niyaz ederiz. (El Esmâ ül Hüsnâ anlamlarını açığa çıkarmak suretiyle tüm yaratılmışlar olarak
sana kulluk etmekteyiz ve bunun farkındalığına ermemiz için yardımını isteriz.) Bizi sırat-ı
müstakime (Hakikate erdiren yola) hidayet et. Ki o, in´amda bulunduklarının (nefislerinin
hakikati olan Allâh Esmâ´sına iman edip, ondaki kuvvelerin farkındalığını yaşayanların)
yoluna... Gazabına uğrayanların (âlemlerin ve nefsinin hakikatini göremeyip benlikleriyle
kayıtlananların) Ve (Hakikatten - Vâhid´ül EHAD üs Samed olan Allâh ismiyle işaret edilen,
anlayışından) saparak şirk koşanların yoluna değil.
Ahmet Tekin: Sınırsız rahmeti ve engin merhameti ile hayat veren, yaşatan, koruyan,
rahmetine, merhametine, lütfuna, ihsanına ve hayırlara mazhar eden, Rahmân ve rahîm olan
Allah'ın izni ve yardımıyla, Allah'ın adıyla. Yaratan, yaşama kabiliyeti, gücü ve varlıklara
işleyiş düzeni veren, koruyan, kontrol eden, âlemlerin, bütün varlıkların mürebbisi, sahibi
Allah'a hamdolsun. * Sınırsız Rahmeti ve engin merhameti ile hayat veren, yaşatan, koruyan,
rahmetine, merhametine, lütfuna, ihsanına, hayırlara mazhar eden, Rahmân ve rahîm olan
Allah'a hamdolsun. * Herkesin, vahyedilen dinin, şeriatın, İslâmî sorumluluğun hesabını
vereceği, yalnız ilâhî mevzuatın yürürlükte olduğu günün sahibi, hâkimi - sultanı Allah'a
hamdolsun. * Allah’ım, yalnız seni ilâh tanıyor, candan Müslümanlar olarak sana teslim
oluyor, saygıyla sana kulluk ve ibadet ediyor, yalnız senin şeriatına bağlanıyor, sana boyun
eğiyoruz. Gayretimizin, sabırla mücadeleye devamımızın başarıya ulaşması için sadece
senden medet umuyor, bize arka çıkmanı
istiyoruz. * Allah’ım, bizi doğru, muhkem,
güvenli yolda, İslâmî hayatta büyük hedeflere,
hayırlara, büyük mükâfatlara ulaştır, önümüzü
aydınlatan bilgilerle donat, bizi sebat ettir. *
Dine, kitaba ve şeriata kavuşturduğun,
nimetlerine ve lütuflarına mazhar ettiğin
kullarının, peygamberlerin, samimiyetlerini
ispat edenlerin, İslâm önderlerinin, sâlih
kimselerin, şehitlerin yolunda başarılı eyle.
Gazabına uğrayan zâlimlerin, âsilerin, dinine,
Kur'ân'ına düşmanlık edenlerin, zalimleri,
yahudilerin; başlarına buyruk hareket ederek hak yoldan uzaklaşıp dalâleti, bozuk düzeni,
helâki tercih edenlerin, cahillerin, Hıristiyanların doğruluğu, muh-kemliği, güvenliği olmayan
yolundan bizi uzak tut Allah’ım.
Ahmet Varol: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Hamd âlemlerin Rabb’i olan
Allah’adır. O Allah) Rahman ve Rahim’dir. Hesap gününün sahibidir. (Ey Rabb’imiz!)
Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru olan yola ilet. Kendilerine
nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gadaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.
Ali Bulaç: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Hamd âlemlerin Rabb’i olan Allah’adır.
(O Allah) Rahman ve Rahim’dir. Hesap gününün sahibidir. (Ey Rabb’imiz!) Yalnız sana
kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru olan yola ilet. Kendilerine nimet
verdiklerinin yoluna ilet. Gadaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.
Ali Fikri Yavuz: O Rahman, O Rahim olan Allah’ın adıyla (okumağa başlarım). (Halka hayat
ve bekâ ihsan eden, korkulardan koruyan hakikî mabûd Cenab-ı Allah’ın adı ile okumağa
حيم حمن الر بسم هللا الر
10 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
10
başlarım.) (Ezelden ebede kadar) bütün olmuş ve olacak hamd ve sena (övgü) tam ve
kemaliyle âlemlerin (yegâne) yaratıcısı, besleyip kemale erdiricisi olan Allah’adır. (Öyle
Allah ki) dünyada bütün mahlûkata, ahirette ise, yalnız müminlere merhamet edendir; Ceza
(âhiretteki hesap) gününün sâhibidir. Ancak sana ibadet ederiz (senden başka ibadete lâyık
yoktur) ve (hem ibadetlerimizde, hem de bütün ihtiyaçlarımızda) yalnız Senden yardım
isteriz. Bizi, (Îtikat, söz, iş ve ahlâkımızda) doğru yola ilet. (Bizi, İslâm dini ve Peygamber
yolu olan hak yolda sâbit eyle...) Kendilerine, (fazlından ve ihsanından) nimet verdiğin
kimselerin (Peygamberlerle velilerin) yoluna (hakkı kabul etmeyip küfre vardıklarından)
gazâba uğrayanların ve sapıklarınkine değil... (Âmin= Kabul buyur, Allah’ım!)
Bahaeddin Sağlam: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla. Bütün hamd (övgü, ibadet ve
teşekkürler,) âlemlerin sahibi ve terbiyecisi olan Allah’a mahsustur. (O’ndan başka hiç kimse
buna layık değildir.) O (her şeyi) yasalar çerçevesinde rahmetiyle yaratan ve besleyendir. Ve
yine rahmetiyle (her şeyi) olağanüstü olarak mükemmelliğe (ahrete) götürendir. O, (her şeyin
ceza ve mükâfatının görüneceği) din gününün sahibidir. (İşte madem Sen böyle yücesin!) Ey
Rabbimiz! Biz, yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden medet bekleriz! Sen bizi doğru yol
olan sırat-ı müstakime (ortayola) yönlendir. (Onda yürümeyi bize nasip et.) Kendilerine nimet
verdiğin (peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Salihler) yoluna… (Sebepler dünyasında
boğulup) gazabına maruz kalanların yoluna değil ve (yanlış yola girip) varlığın mahiyetini
anlamakta boğulup karanlık maddeye saplanan sapıkların yoluna değil.
Bayraktar Bayraklı: Rahmet ve merhametin kaynağı olan Allah'ın adıyla. Bütünüyle övgü,
âlemlerin rabbi Allah'a aittir. O, rahmet ve merhametin kaynağıdır. Din/ceza ve ödül gününün
sahibidir. Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, yani
kendilerini nimetlendirdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğramışların ve sapıkların yoluna değil!
Bekir Sadak: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur. O Rahman ve Rahim’dir, Din Gününün sahibidir. Ancak Sana kulluk eder ve
yalnız Senden yârdim dileriz. Bizi doğru yola eriştir. Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna;
gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil.
Cemal Külünoğlu: Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Hamd (övme ve övülmenin her
türlüsü), âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (O) Rahman'dır (dünyada bütün mahlûkata
sınırsız merhamet edendir), Rahimdir (ahrette ise yalnız mü'minlere merhamet edecek
olandır). Yargı (ceza ve mükâfat) gününün sahibidir. (Ey Rabbimiz!) Yalnız sana
ibadet/kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine (lütuf ve
ikramda bulunarak) nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet; gazaba uğramışların ve sapmışların
yoluna değil.
Celal Yıldırım: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur. O Rahman ve Rahim’dir, Din Gününün sahibidir. Ancak Sana kulluk eder ve
yalnız Senden yârdim dileriz. Bizi doğru yola eriştir. Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna;
gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil.
Diyanet İşleri (Eski): Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla: Hamd, Âlemlerin Rabbi
Allah'a mahsustur. O Rahman ve Rahim'dir, Din Gününün sahibidir. Ancak Sana kulluk eder
ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola eriştir. Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna;
gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil.
حيم حمن الر بسم هللا الر
11 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
11
Diyanet İşleri (Yeni): Bismillâhirrahmânirrahîm. Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm,
hesap ve ceza gününün (ahret gününün) mâliki Allah’a mahsustur. (Allah’ım!) Yalnız sana
ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin
yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
Edip Yüksel: Rahman ve Rahim ALLAH'ın ismiyle. Övgü, evrenlerin Rabbi ALLAH'adır.
Rahman, Rahim (Merhametli), Yargı (Din) Gününün sahibi. Ancak sana tapar, ancak senden
yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Gazaba uğrayanların ve sapmışların değil; kendilerine
iyilikte bulunduğun kimselerin yoluna.
Elmalılı Hamdi Yazır: Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Hamd o âlemlerin Rabbi, O
Rahmân ve Rahim, O, din gününün maliki Allah'ın. Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve
ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!). Hidayet eyle bizi doğru yola, O kendilerine
nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
Elmalılı Orijinal: Rahmân, Rahîm Allahın ismiyle, Hamd, o rabbiâlemîn, o rahman, rahîm,
o din gününün maliki Allâhın. Sade sana ederiz kulluğu, ibadeti ve sade senden dileriz avni,
inayeti yarab! Hidayet eyle bizi doğru yola. O kendilerine in'am ettiğin mes'utların yoluna. Ne
o gadap olunanların ne de sapkınların.
Fizilal-il Kuran: Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla, Hamd, tüm âlemlerin Rabbi olan
Allah´a mahsustur. Rahman ve Rahim, Din gününün sahibi (maliki), (Allah´ım!) Yalnız sana
kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz. Bizleri doğru yola ilet, Kendilerine nimet
verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.
Hasan Basri Çantay: Rahman ve rahim olan Allahın adiyle. 2,3,4. Hamd olsun Âlemlerin
Rabbi, Rahman, Rahim, Dîn günü'nün (tek) sahibi ve mutasarrıfı Allaha. 5. Yalınız sana
ibâdet (kulluk) ederiz, yalınız senden yardım isteriz. 6,7. Bizi doğru yola, kendilerine ni'met
verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil.
Hayrat Neşriyat: Rahmân, Rahîm olan Allah'ın ismiyle.(2) Hamd, âlemlerin Rabbi(3) olan
Allah'a mahsustur.(4) (O,) Rahmândır, Rahîmdir.(5) Dîn(6) (hesab) gününün mâlikidir.
(Rabbimiz!) Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.(7) Bizi dosdoğru yola
hidâyet eyle!(8) Kendilerine ni'met verdiğin kimselerin yoluna; gazab edilmiş olanların ve
dalâlete düşenlerin (yoluna) değil!(9) (Âmîn!)(10)
Kadri Çelik: Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
2. Bütün övgüler, övgüye değer güzellikler âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
3. Rahman'dır, Rahim'dir.
4. Hesap gününün sahibidir.
5. Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz.
6. Bizleri doğru yola hidayet et.
7. Kendilerine nimet verdiğin, gazaba uğramamış ve sapmamış kimselerin yoluna.
Mehmet Türk: Rahmân1 Rahîm2 Allah'ın3 adıyla. Hamd, bütün âlemlerin Rabbi, Rahmân,
Rahîm, din gününün8 tek sahibi9 Allah'a mahsustur. (Ey Allah'ım!) Biz (başkalarına değil)
ancak Sana kulluk ve ibadet11 eder, ancak Senden yardım dileriz. (Ey Allah'ım!) bizi o
حيم حمن الر بسم هللا الر
12 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
12
dosdoğru yoluna hidayet et. O kendilerine nimet verdiğin kimselerin15 yoluna;16 o gazaba
uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
Muhammed Esed: BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. HER TÜRLÜ ÖVGÜ yalnızca
Allah'a mahsustur, bütün âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm. Hesap Günü'nün Hâkimi. Yalnız
Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet, nimet
bahşettiklerinin yoluna; gazab[ın]a uğrayanların ve sapkınlarınkine değil!
Ömer Nasuhi Bilmen: Rahmân ve Rahîm olan Allah Teâlâ'nın ismiyle (tilâvete başlarım).
Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahîm olup, ceza gününün mâliki olan Allah Teâlâ'ya
mahsustur. Ya Rabbi! Yalnız Sana ibadet ederiz, ancak Sen'den yardım dileriz. Bizleri doğru
yola hidâyet et, o kendilerine in'am etmiş olduğun zâtların yoluna ilet, gazaba uğramışların ve
sapık bulunmuşların yoluna değil.
İbn-i Kesir: Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla; Hamd; âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
Rahman’dır, Rahimdir. Din gününün malikidir. Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden
yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Nimete erdirdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve
dalalete düşenlerinkine değil.
Süleyman Ateş: Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla, Âlemlerin Rabbi (sahibi, yetiştiricisi)
Allah'a hamdolsun. (O) Rahman'dır, Rahim'dir. Din (ceza ve mükâfat) gününün sahibidir.
(Ya Rabbi) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz! Bizi doğru yola ilet: -ni'met
verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazabedilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.
(ya Rabbi)!
İskender Ali Mihr: Bismillâhirrahmânirrahîm. Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adir.
Rahmân’dır, Rahîm’dir. Dîn gününün MALİK’idir. (Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve
yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz. (Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e
(Allah’a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır). O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının)
üzerlerine (Devrin İmamı’nın ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap
duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Yaşar Nuri Öztürk: Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır.
Rahman'dır, Rahîm'dir O. Din gününün Mâlik'i/ sultanıdır O... Yalnız sana ibadet ederiz ve
yalnız senden yardım dileriz. Dosdoğru giden yola ilet bizi... Kendilerine nimet verdiklerinin,
üzerlerine gazap dökülmemişlerin, karanlığa/şaşkınlığa saplanmamışların yoluna...
Tefhim-ul Kur’an: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
(2-4) Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve Din gününün maliki olan Allah’adır. Biz
yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz. (6-7) Bizi dosdoğru yola ilet,
kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.
***
Diğer Yabancı Dillerde Kur’an-ı Kerim Mealleri
M. Pickthall (İngilizce): Bismillâhirrahmânirrahîm. In the name of Allah, the Beneficent, the
Merciful. Praise be to Allah, Lord of the Worlds, The Beneficent, the Merciful. Owner of the
حيم حمن الر بسم هللا الر
13 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
13
Day of Judgment, Thee (alone) we worship; Thee alone we ask for help. Show us the straight
path, The path of those whom Thou hast favoured; Not (the path) of those who earn Thine
anger nor of those who astray.
Yusuf Ali (İngilizce): Bismillâhirrahmânirrahîm. In the name of Allah, Most Gracious, Most
Merciful(19). Praise be to Allah, the Cherisher and Sustainer(20) of the worlds; Most
Gracious, Most Merciful; Master of the Day of Judgment. Thee do we worship(21), and Thine
aid we seek. Show(22) us the straight way, The way of those on whom Thou hast bestowed
Thy Grace, those whose (portion) is not wrath(23), and who go not astray(24).
Almanca: Mit dem Namen von Allah, der Barmherzig und Gnädig ist. Lob sei Allah, welcher
Herr der Welten ist. Er ist Barmherzig, er ist Gnädig. Er ist der Herrscher des Religionstages.
(O Allah!) Wir werden nur deine Diener und wünschen uns das ISTIANE (unseren heiligen
Lehrer) nur von Dir. Bekehre (führe) uns (mit diesem ISTIANE) auf den Bekehrungsweg
(Sirati Mustakim, heiligen Weg). Dieser Weg (Bekehrungsweg, Sirati Mustakim) ist der Weg
derjenigen, auf denen Du die Gabe gegeben hast. Es ist nicht der Weg, auf denen der Zorn
(Allahs) herrscht und es ist nicht der Weg von denen, die auf dem Irrweg verweilen (die sich
das Erreichen von Allah nicht gewünscht haben).
Amir Zaidan (Almanca): Bismil-lahir-rahmanir-rahim: Mit dem Namen ALLAHs, Des
Allgnade Erweisenden, Des Allgnädigen, (rezitiere ich). Alhamdulillah: Alles Lob gebührt
ALLAH, Dem HERRN aller Geschöpfe, Dem Allgnade Erweisenden, Dem Allgnädigen,
Dem Herrscher am Tage des Din. Dir allein dienen wir, und Dich allein bitten wir um Hilfe!
Leite uns recht auf den geradlinigen Weg, den Weg derer, denen DU Wohlergehen hast zuteil
werden lassen, die weder vom Zorn geplagt werden noch abgeirrt sind!
حيم حمن الر بسم هللا الر
14 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
14
Ümmül Kitap “Kur’an-ı Kerimin Anası…”
Bölüm 1: Osmanlıca Fatiha-i Şerif Elmalılı Hamdi Yazır’ın Osmanlıca Fatiha-i Şerif Meali;
ين ايسمييل’راهمآن وه راهيم اوالن آلاله .
حامد او آلملرين راببي،
ايبادتى وه انجاك سندن ديلريز يارديمي، آنجاك سانا دريز كوللوغو، . ين’و راهمآن وه راهيم، و، دين كونونون ماليكى آلاله
يا راب. )اينايتي !).
حيدايت يله بيزى دوغرو يوال، و كنديلرينه نيمت ورديغين موتلو كيمسلرين يولونا؛ او كازابا اوغراميشالرين وه او ساپميشالرين
.يولونا دغيل
حه ات حه - ف ات / Fâtiha – ف
حيم حمن الر بسم هللا الر
15 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
15
Bölüm 2: İniş Sebebi
El-FÂTİHA - حهف ات
Müddesir sûresinden sonra Mekke'de inmiştir. 7 (yedi) âyettir. Kur'an'ın ilk sûresi
olduğu için açış yapan, açan manasına "Fâtiha" denilmiştir. Diğer adları şunlardır: Ana kitap
manasına "Ümmü'l-Kitâp" dinin asıllarını ihtiva eden manasına "el-Esâs", ana hatlarıyla
İslâm'ı anlattığı için "el-Vâfiye" ve "el-Seb'u'l-Mesânî", birçok esrarı taşıdığı için "el-Kenz".
Peygamberimiz "Fâtiha'yı okumayanın namazı olmaz" buyurmuştur. Onun için, Fâtiha,
namazların her rekâtında okunur. Manası itibariyle Fâtiha, en büyük dua ve münâcâttır.
Kulluğun yalnız Allah'a yapılacağı, desteğin yalnızca Allah'tan geldiği, doğru yola varmanın
da doğru yoldan sapmanın da Allah'ın iradesine dayandığı, çünkü hayrı da şerri de yaratanın
Allah olduğu hususları bu sûrede ifadesini bulmuştur. Kur'an, insanlığa doğru yolu göstermek
için indirilmiştir. Kur'an'ın ihtiva ettiği esaslar ana hatları ile Fâtiha'da vardır. Zira Fâtiha'da,
övgüye, ta'zime ve ibadete lâyık bir tek Allah'ın varlığı, O'nun hâkimiyeti, O'ndan başka
dayanılacak bir güç bulunmadığı anlatılır ve doğru yola gitme, iyi insan olma dileğinde
bulunulur.
حيم حمن الر بسم هللا الر
16 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
16
Bölüm 3: El Fatiha Fatiha suresi yedi âyettir ve Mekke´de nazil olmuştur. Kur´ân-ı kerimin âyetleri, nazil
oldukları yer ve zamana göre "Mekkî" ve "Medenî" diye ikiye ayrılırlar. Bu konuda çeşitli
görüşler bulunmakla beraber, çoğunluğun görüşüne göre, yer ve zaman itibariyle nerede ve ne
zaman nazil olurlarsa oisunlar, Hicretten önce nazil olanlara "Mekkî" yani, "Mekke´de nazil
olmuştur." Hicretten sonra nazil olanlara da "Medenî" yani "Medine´de nazil olmuştur." denir.
Görül- . düğü gibi biı ayırımda hicret olayı esas alınmıştır.
Mekki ve Medeni âyetler, gerek muhteva gerekse diğer hususlarda bir kısım ayn özellikler
taşırlar. Bu özellikleri bilenler, âyetin Mekki veya Medeni olduğunu anlarlar.
Mekkî âyetler, Allah´a eş koşmaya ve putperestliğe karşı yoğun bir hücum ifadesi
taşırlar. İnsanları, Allah tarafından gönderilen vahye, Peygamberin davetine ve Allah´ın
hidayetine çağırırlar. İnsanları kötülüklerden sakındırıp hayra yöneltirler. İnkârı, fâsikhğı,
isyanı, cehaleti, huy kabalığını, kalb çirkinliğini, katı sözlülüğü ve benzeri menfî davranışları
çirkin gösterirken, insanlara imanı, itaati, nizamı, ilmi, sevgiyi ve acımayı telkin ederler. Kalb
ve dil temizliğini sevdirirler.
Mekkî âyetler şekil bakımından kısa fakat mânâ bakımından çok vecizdirler. Kur´ân-ı kerim,
edebiyatın ve her çeşit söz sanatının ileri olduğu o dönemde bütün şair ve edipleri âciz
bırakmıştır. Kur"an âyetlerinin bir benzerini kimse yapamamış ve onların anlamına yakın bir
mânâyı da kimse bulup ifade edememiştir. Bunu şu ana kadar kimse yapamadığı gibi bundan
sonra da yapamayacaktır.
Medenî âyetlere gelince: Bu âyetler, teşrii inceliklerden, hükümlerin tafsilatından, Medeni,
cezai, iktisadi, siyasi hükümlerden bahsederler.
Devletler hukukundan, şahsi haklardan, ibadet ve muamelattan bahisle bu hususların nasıl
yerine getirileceğini beyan ederler.
Medenî âyetler, ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar!, İslama davet eder, onların batıl
inançlarını reddederler. Onların, daha önce gönderilmiş olan ilahi kitaplarda yapmış oldukları
tahrifatı haber verirler.
Medenî âyetlerde muamelatla ilgili meseleler detaylı olarak anlatılır. Tarihte yaşamış
ümmetlerin durumları beyan edilir. Bunların, Allah tarafından gönderilen Peygamberleri inkâr
etmeleri sebebiyle başlarına gelen ilahi azaplar açıklanır. Onların başlarına gelen felaketleri
ibret olarak ortaya koyar ve bu âyetler, aynı hataya düşerek aynı korkunç akıbetle
karşılaşmamız için bizi uyarırlar... [2]
_ . _
حيم حمن الر بسم هللا الر
17 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
17
Bölüm 4: Fatiha Suresinin İsimleri Fatiha suresinin bir´den çok ismi vardır. Bunları kısa olarak şöylece Özetlemek mümkündür:
a- Fatiha veya cl-Fatiha: "Açılacak bir şeyin veya yerin ilk açılan yeri veya okunup
yazılacak bir şeyin evveli" demektir. Kur´an-ı kerimin tertibinde ilk sure Fatiha olduğu ve
Kur´ana bu sure ile başlandığı için bu sureye bu isim verilmiştir.
b- Eihamd ve Elhamdülillah: .Surenin birinci kelimesi "Elhamd" olduğu için veya sure,
Allah´a Hamd etmeyi ihtiva ettiği için ona bu isim verilmiştir.
c- Ümmül Kitap: "Kitabın anası" demektir, Fatiha suresine bu ismin verilmesi, bu surenin,
Kur´anın temel prensiplerini kapsamamdandır. Şöyle ki, surede Allah Teâlâ, layık olduğu
sıfatlarla anılmakta, kulların, yalnız ona kulluk etmeleri ve sadece ondan yardım dilemelerinin
gerektiği bildirilmekte ve geçmişteki sapık ümmetlerin durumuna düşülmemesi
öğütlenmektedir. Böylece bu surede genel prensipler zikredilmektedir. İşte bunun için bu
sureye "Ümmül Kitap" ismi verilmiştir.
d- Ümmül Kur´an: "Kur´anın anası" demektir. Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde
şöyle buyurmuştur:
"Elhamdülillah, Ümmül Kur´andır. Ümmül kitaptır ve Seb´ul Mesanidir.[3]
e- El-Esas: Fatiha suresi Kur´anın temel prensiplerini kapsadığı için ona
"Ümmül Kitap" dendiği gibi aynı sebepten dolayı "El Esas" da denilmiştir, f- Elvafiyc:
"Mükemmel" demektir, g- El Kâfiye: "Yeterli" demektir, h- Elkcnz: "Hazine" demektir.
ı- Seb´ul Mcsani: "Yedi âyet" veya "Devamlı tekrar edilen yedi âyet." demektir. Bu konuda
Hicr suresinin seksen yedinci âyetinde: "Şüphesiz biz sana, yedi âyet olan, namazlarda tekrar
edilen Fatihayı ve yüce Kur´ânı verdik." bu vurulmaktadır.
i- Essalah: "Namaz suresi" demektir. Fatiha suresine bu isim de verilmiştir. Çünkü Fatihasız
namaz yoktur. Resulullah (s.a.v;) bir Hadis-i şerifinde: "Fatiha´yi okumayan kişinin namazı
olmaz. [4] buyurmuştur.
Her farz namazda Fatihanın en az iki rekâtta birer kere okunması vaciptir. Ancak Hanefi
mezhebine göre cenaze namazında Fatiha okunmaz. Çünkü bu namaz, tam anlamıyla bir
namaz değil, ölen için dua mahiyetindedir.
j- Şükür: "Verilen nimetler karşısında o nimetleri vereni övmektir."
k- Dua: "Kulun rabbinden istekte bulunmasıdır."
1- Şifa: Fatiha suresi manevi hastalıklara şifa mahiyetinde olduğu için ona bu isim de
verilmiştir.
m-Ta´lim-i Mes´clc: "Dilek ve duada bulunmayı öğreten." elemektir. Çünkü onda, dilek ve
temennilerin en büyüğü olan "Sen bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin
yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapanla-nnkine değil." temennisi bulunmaktadır.
Taberi, Ebu Hureyre´nin, Resulullah´tan, Fatiha suresi hakkında şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Fatiha, Ümmül Kur´an (Kur´anın anası) Dua, Fati-hatül kitap (Kitabın
başlangıcı) Seb´ul Mesani (Tekrar edilen yedi)uir. "Taberi. fatiha suresine "Fadihatül kitap"
حيم حمن الر بسم هللا الر
18 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
18
denilmesinin sebebinin, Kur´an-ı kerimin başında yazılması ve namazlarda ilk okunan âyet
olması olduğunu söylemiştir.
Taberi, fatihaya "Ümmül Kur´an" denmesinin sebebinin de, önün, diğer surelerden önce
zikredilmesi, yazılış ve okunuşta başta bulunması olduğunu söylemiştir. Zira Araplar, bir
kısım şeyleri altında toplayana veya bir kısım şeylerin önünde gelene, o şeylerin "Anası"
derler. Mesela: Beyni altında toplayan kafa derisine "Ümmü Re´s" yani (Başın anası) demişler
ve insanların, altında toplandıkları ordunun sancağına da "Ümm" yani (Ana) adını
vermişlerdir. Taberi, Fatihaya "Yedi" denilmesinin sebebinin, onun, yedi âyetten meydana
gelmiş olduğu meselesi olduğunu söylemişir. Fatiha bazı sahabi ve tabiin ve Küfe halkının
çoğunluğuna göre âyetiyle birlikte yedi âyettir. Medine halkının çoğunluğu ve diğer âlimler
ise fatihanın, besmelenin dışında yedi âyet olduğunu ve "En´amte aleyhim"den sonrasının,
yedinci âyet olduğunu söylemişlerdir.
Taberi, fatihaya "Mesani" yani (ikilenen, tekrarlanan) denilmesinin sebebinin, onun, her
nafile ve farz namazlarda tekrarlanması olduğunu, Hasan-i Basri´nin de bu görüşte olduğunu
zikretmiş ve fatihaya "Mesani" denilmesinin, Kur´an´ın tümüne ve diğer bazı surelerine
"Mesani" denilmesine ters düşmeyeceğini söylemiştir. Zira, Kur´anın diğer surelerine veya
tümüne "Mesani" denilmesinin, başkaca izahlarının da olduğunu söylemiştir. [5]
…
حيم حمن الر بسم هللا الر
19 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
19
Bölüm 5: Fatiha Suresinin Muhtevası Bir ismi de "Ümmül Kur´an" yani (Kur´anın anası) olan fatiha, çok derin mânâlar ifade
etmektedir. Onun ifade ettiği mânâları tam anlamıyla kavrayabilmek oldukça güçtür ve onun
yüceliğini ancak cenab-ı hak bilir.
Cenab-ı Hak bu sure-i celilede. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)´in peygamberliğini
gösteren delilleri bir arada zikretmeyi dilemiştir.
Fatiha süresindeki, Allah´a hamd, onu yüceltme ve onu övme, Allah´ın büyüklüğünü
ve hükümranlığını kullarına hatırlatmak içindir. Böyle bir hatırlatma yapılmıştır ki, Allah´ın
lütuflan karşısında kullan onu ansınlar, nimetlerinden dolayı ona hamdetsinler de Allah
tarafından verilecek olan nimetlerin daha fazlasına layık olup, onun tarafından verilecek olan
sevaplara hak kazansınlar.
Fatiha suresinde Allah´ın, kendisini tanıma nimeti verdiği ve itaat etmeye muvaffak kılma
lütfunda bulunduğu kullarını zikretmesi ise, kullan üzerinde bulunan dini ve dünyevi bütün
nimetlerin Allah tarafından verildiğini kendilerine belirtmek içindir.
Onları zikretmiştir ki, arzu ve isteklerini, tapınılan diğer putlara ve ilahlara değil sadece
Allaha arzetsinler ve ihtiyaçlarını ancak ondan istesinler.
Yine fatiha suresinde, Allarım, kendisine isyan edenlerin başlarına getirdiği felaketleri,
emrine karşı çıkanlara verdiği cezalan zikretmesi ise kullanın günah işlemekten sakındırmak,
günah işledikleri takdirde cezadan kurtulamayacaklarını ihtar etmek ve onlan bu hususta
korkutmak içindir.
Aksi takdirde Allah, onların başlarına daha önce helak olan diğer ümmetlerin başlarına gelen
felaketleri getirir, onları da benzer cezalarla cezalandırır.
Sure-i ceiilede, kendilerine nimet verilenler, gazaba uğrayanlar ve sapıklığa düşenlerden
bahsedilmektedir. Bunlardan, kendilerine nimet verilenler, şüphesiz ki Allah´ın emirlerini
tutup yasaklarından kaçınan ve islamin bütün vecibelerini yerine getiren inanmış
müminlerdir.
Gazaba uğramış olanlar ise, Yahudilerdir. Yahudiler, Allah tealanın kendilerine vermiş
olduğu çok çeşitli nimetlere karşılık nankörlüklerinden vaz geçmemişler ve sonunda cenab-ı
hakkın gazabını hak ederek çok kötü sonuçlarla karşılaşmış, büyük felaketler yaşamışlardır.
Sapıklığa düşenler ise Hiristiyanlardır. Cenab-ı Hak onlara kendi tarafından bir Peygamber
ve Hak bir din gönderdiği halde onlar o gerçek dinin esaslarını tahrif etmek suretiyle Allah´a
eş koşmuşlardır. Allah´ın kulu ve Peygamberi olan Hz. İsa´ya "Allanın oğlu" elemişler annesi
Hz. Meryem´e iftiralarda bulunmuşlardır. İşte âyet-i kerimede ifade edilen "Sapıklar"da
bunlardır. [6]2
2 Site – Teberi Tefsiri: “Fatiha” Ehli İslam, Erişim: 28.09.2018. (http://ehliislam.com/taberi-tefsiri/taberi-tefsiri-
fatiha-suresi.html)
حيم حمن الر بسم هللا الر
20 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
20
TEFSİR “Yorumlama, Yorum”
Bölüm 1: Risale-i Nur
ال ر ا ل ح - ه ال ال وة ال ال ال ح س ا
ل ه ح ه ا ا
Rahmân ve Rahîm olan Allah�ın adıyla başlar ve ancak Ondan yardım dileriz. Ezelden ebede
her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Efendimiz
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile âline ve ashâbına ise salât ve selâm olsun.
Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik
temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle bir kaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben
nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade
ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla
nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.
Birinci Söz
BİSMİLLÂH her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek
kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır. Bismillâh
ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu
temsîlî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki: Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir
ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını
tedarik edebilsin. Yoksa tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.
İşte, böyle bir seyahat için, iki adam sahrâya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazı idi,
diğeri mağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. Alanı her yerde selâmetle
gezdi. Bir kàtıu't-tarîke rast gelse, der: "Ben filân reisin ismiyle gezerim." Şakî def olur gider,
ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle
belâlar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.
Evvelâ: Şu İşârâtü'l-İ'câz adlı eserden maksadımız, Kur'ân'ın nazmına, lâfzına ve
ibaresine ait i'câz işaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünkü, i'câzın mühim bir vechi,
nazmından tecelli eder ve en parlak i'câz Kur'ân'ın nazmındaki nakışlardan ibarettir.
Saniyen: Kur'ân'daki anâsır-ı esasiye ve Kur'ân'ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet,
haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.
Sual: Kur'ân'ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?
حيم حمن الر بسم هللا الر
21 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
21
Cevap: Evet, benî Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip,
vücut ve hayat sahrâsında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına
müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti.
"Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?" diye
ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında
şöyle bir muhavere başladı:
Hikmet: "Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz
kimdir?"
Bu suale, benî Âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî
aleyhissalâtü vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:
"Ey hikmet!1 Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelînin kudretiyle, yokluk karanlıklarından,
ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz
insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye
müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin
etmekle re'sü'l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına,
bundan sonra Sultan-ı Ezelîden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı
Ezelînin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'ân-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al,
oku!"
Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın verdiği şu cevaplar, Kur'ân'dan muktebes ve
Kur'ân lisanıyla söylenildiğinden, Kur'ân'ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz
ettiği anlaşılıyor.
S - Şu makasıd-ı erbaa, Kur'ân'ın hangi âyetlerinde bulunuyor?
C - O anâsır-ı erbaa, Kur'ân'ın hey'et-i mecmuasında bulunduğu gibi, Kur'ân'ın sûrelerinde,
âyetlerinde, kelâmlarında, hattâ kelimelerinde bile sarahaten veya işareten veya remzen
bulunmaktadır. Çünkü, Kur'ân'ın küllü, cüzlerinde göründüğü gibi, cüzleri de, Kur'ân'ın
küllüne âyinedir. Bunun içindir ki Kur'ân, "müşahhas olduğu halde, efrad sahibi olan küllî"
gibi tarif edilir.
S - 1 ve 2 ا ل ح gibi âyetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?
C - Evet, kelimesi, Kur'ân'ın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. Bu mezkûr ve
mukadder olan kelimelerine esas olmak üzere tan evvel kelimesi mukadderdir.
Yani, "Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve tâlim et." Demek besmelede İlâhî ve
zımnî bir emir var. Binaenaleyh, şu mukadder olan emri, risalet ve nübüvvete işarettir.
Çünkü resul olmasaydı, tebliğ ve tâlime memur olmazdı. Kezalik, hasrı ifade eden câr ve
mecrûrun takdimi, tevhide îmadır.
Ve keza, 3 ا ل nizam ve adâlete, 4 ا ل de haşre delâlet eder.
Ve keza ا ل ح 'taki ل ihtisası ifade ettiğinden tevhide işarettir.
ال .adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye, resuller vasıtasıyla olur 5 ال ال ر 6 ال و
zaten sarahaten haşir ve kıyamete delâlet eder.
Ve keza ا .sadefi de, o makasıd-ı erbaa cevherlerini tazammun etmiştir 1 ال و ا ا ا
حيم حمن الر بسم هللا الر
22 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
22
( ) 2: Bu kelâm, güneş gibidir. Yani, güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de
gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz. başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de
yapıyor; ikinci bir daha lâzım değildir.
Evet öyle müstakil bir nurdur ki, bu nur, hiçbir şeye bağlı değildir. Hattâ bu nurun câr
ve mecrûru bile hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak harfinden müstefad olan 3 ا س veya
örfen malûm olan ا ت veyahut mukadder olan 4 ün istilzam ettiği 5 ا fiillerinden birine
mütealliktir.
İhtar: taki câr ve mecrûra müteallik olarak mezkûr olan fiiller, besmeleden sonra takdir
edilir ki, hasrı ifade etmekle ihlâs ve tevhidi tazammun etsin. İsim, Cenâb-ı Hakkın zâtî
isimleri olduğu gibi, fiilî isimleri de vardır. Bu fiilî isimlerin, Gaffar ve Rezzak, Muhyî ve
Mümît gibi pek çok nevileri vardır.
S - Bu fiilî isimlerinin kesretle tenevvüü neden meydana geliyor?
C - Kudret-i ezeliyenin, kâinattaki mevcudatın nevilerine, fertlerine olan nispet ve
taallûkundan husule gelir. Bu itibarla, 1 kudret-i Ezeliyenin taallûk ve tesirini celb eder.
Ve o taallûk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyleyse, hiç kimse, hiçbir
işini besmelesiz bırakmasın!
,Lâfza-i celâli, bütün sıfât-ı kemâliyeyi tazammun eden bir sadeftir. Çünkü Lâfza-i Celâl ا
Zât-ı Akdese delâlet eder; Zât-ı Akdes de, bütün sıfât-ı kemaliyeyi istilzam eder. Öyleyse, o
lâfza-i mukaddese, delâlet-i iltizamiye ile, bütün sıfât-ı kemâliyeye delâlet eder.
İhtar: Başka ism-i haslarda bu delâlet yoktur. Çünkü, başka zatlarda sıfât-ı kemâliyeyi
istilzam etmek yoktur.
Bu iki sıfatın Lâfza-i Celâlden sonra zikirlerini icap eden münasebetlerden birisi 2 ال ا ل
şudur ki:
Lâfza-i Celâlden, celâl silsilesi tecellî ettiği gibi, bu iki sıfattan dahi cemal silsilesi tecellî
ediyor.
Evet, herbir âlemde emir ve nehiy, sevap ve azap; terğib ve terhib, tesbih ve tahmid, havf ve
reca gibi pek çok füruat, celâl ve cemâlin tecellîsiyle teselsül edegelmektedir.
İkincisi: Cenâb-ı Hakkın ismi, Zât-ı Akdesine ayn olduğu cihetle, Lâfza-i Celâl,
sıfât-ı ayniyeye işarettir. 1 ا ل de, fiilî olan sıfât-ı gayriyeye îmadır. 2 ا ل dahi, ne ayn ne
gayr olan sıfât-ı seb'aya remizdir. Zira Rahmân, "Rezzak" mânasınadır. Rızık, bekaya
sebeptir. Beka, tekerrür-ü vücuttan ibarettir. Vücut ise, birincisi mümeyyize, ikincisi
muhassısa, üçüncüsü müessire olmak üzere, "ilim, irade, kudret" sıfatlarını istilzam eder.
Beka dahi, semere-i rızık mahsulü olduğu için, "basar, sem', kelâm" sıfatlarını iktiza eder ki,
merzuk, istediği zaman ihtiyacını görsün, istediği zaman işitsin, aralarında vasıta bulunduğu
takdirde o vasıta ile konuşsun. Bu altı sıfat, şüphesiz, birinci sıfatı olan "hayat"ı istilzam
ederler.
حيم حمن الر بسم هللا الر
23 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
23
S - Rahmân büyük nimetlere, Rahîm küçük nimetlere delâlet ettikleri cihetle, Rahîm'in,
Rahmân'dan sonra zikri, yukarıdan aşağıya inmek mânâsına olan "san'atü't-tedellî" kaidesine
dahildir. Bu ise, belâgatça makbul değildir.
C - Evet, kaşlar göze, gem ata mütemmim oldukları ve onların noksanlarını ikmal ettikleri
gibi, küçük nîmetler de büyük nimetlere mütemmimdirler. Bu itibarla, mütemmim olan,
haddizatında küçük de olsa, faideyi ikmal ettiğinden, büyükten daha büyük olması icap eder.
Ve keza, büyükten beklenilen menfaat küçüğe mütevakkıf ise, o küçük, büyük sırasına geçer;
o büyük dahi küçük hükmünde kalır; kilit ile anahtar, lisan ile ruh gibi.
Ve keza, bu makam, nimetlerin tâdâdı veya nimetlerle imtinan makamı değildir. Ancak,
insanları, gizli ve küçük nimetlere tenbih ve ikaz etmek makamıdır. Evvelki makamlardaki
"tedellî" şu tenbih makamında "terakki" sayılır. Çünkü, gizli ve küçük nimetleri insanlara
göstermek ve insanları onların vücuduna ikaz etmek, daha lâyık ve daha lâzımdır. Bu itibarla,
şu meselemizde tedellî değil, terakki vardır.
S - Mebde ve me'haz itibarıyla "rikkatü'l-kalb" mânâsını ifade eden bu iki sıfatın Cenâb-ı Hak
hakkında kullanılması caiz değildir. Eğer mânâ-yı hakikatlerinin lâzımı ve neticesi olan in'am
ve ihsan kastedilirse, mecazda ne hikmet vardır?
C - Bu iki sıfat—"yed" gibi—mâna-yı hakikileriyle Cenâb-ı Hak hakkında kullanılması muhal
olan müteşabihattandır. Müteşabihatta, mânâ-yı mecazînin, mânâ-yı hakikînin lâfzıyla,
üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların melûf ve malûmları olmayan mânâları ve
hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir. Meselâ "yed"in mânâ-yı
mecazîsi insanlara me'nus olmadığından, mânâ-yı hakikînin şekliyle, lâfzıyla gösterilmesi
zarureti vardır.
Evvelâ: Bu kelimeyi mâkabline bağlattıran cihet-i münasebet, Rahmân ve 1 ﴿ ا ل ح ﴾
Rahîm'in delâlet ettikleri nimetlerin hamd ve şükürle karşılanması lüzumundan ibarettir.
Saniyen: Şu 1 ا ل ح cümlesi, herbiri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur'ân'ın
dört sûresinde2 tekerrür etmiştir. O nimetler de, "neş'e-i ûlâ ile neş'e-i ûlâda beka, neş'e-i uhrâ
ile neş'e-i uhrâda beka" nimetlerinden ibarettir.
Salisen: Bu cümlenin Kur'ân'ın başlangıcı olan Fâtiha Sûresine fâtiha, yani başlangıç
yapılması neye binaendir?
C - Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye,
ا ا ال 3 ل ا
ferman-ı celîlince, ibadettir. Hamd ise, ibadetin icmâlî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır. ا ل ح
'ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeye işarettir.
Rabian: Hamdin en meşhur mânâsı, sıfât-ı kemâliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki:
حيم حمن الر بسم هللا الر
24 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
24
Cenâb-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin
kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esmâ-i Hüsnâdan herbirisinin tecellîgâhı olan herbir
âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır.
Eğer insan, maddî ve mânevî herbir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin
şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan
o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o
âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir âyine olur. O vakit
insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur ve her iki âleme
tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye hem
mazhar olur, hem muzhir olur. Nitekim Muhyiddin-i Arabî,
ا ف ا ف و ال ف 1 ل
hadîs-i şerifinin beyanında, "Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir âyine olsun ve o âyinede
cemâlimi göreyim" demiştir.
ل burada ihtisas içindir. Hamdin Zât-ı Akdese has ve münhasır olduğunu ifade eder. Bu 2 :ل
'ın mütealliki olan ihtisas hazf olduktan sonra ona intikal etmiştir ki, ihlâs ve tevhidi ifade
etsin.
İhtar: Müşahhas olan birşeyin umumî bir mefhumla mülâhaza edildiğine binaen, Zât-ı Akdes
de müşahhas olduğu halde, Vâcibü'l-Vücud mefhumuyla tasavvur edilebilir.
Yani, herbir cüz'ü bir âlem mesabesinde bulunan şu âlemi bütün eczasıyla terbiye ve 3 ﴿ ر ﴾
yıldızlar hükmünde olan o cüzlerin zerratını kemâl-i intizamla tahrik eder.
Evet, Cenâb-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir ve o noktayı elde etmek için o
şeye bir meyil vermiştir. Herşey, o nokta-i kemale doğru areket etmek üzere, sanki mânevî
bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı
harekette onlara yardım eden ve mânilerini def eden, şüphesiz, Cenâb-ı Hakkın terbiyesidir.
Evet, kâinata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife ve kabileleri gibi, kâinatın zerratı,
münferiden ve müçtemian Hâlıklarının kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine
koşmakta oldukları hissedilir. (Yalnız bedbaht insanlar müstesna!)
,Bu kelimenin sonundaki yalnız i'rab alâmetidir 1 ﴿ ا ل ال ﴾
2 gibi. Veya cem' alâmetidir; çünkü, âlemin ihtiva ettiği cüzlerin herbirisi bir
âlemdir. Veyahut yalnız manzume-i şemsiyeye münhasır değildir. Cenâb-ı Hakkın, şu gayr-ı
mütenahi fezada çok âlemleri vardır.
Evet, و ت ف ا ل ح ال ه ال ال 3
Ve 4 س ا ل ر 'de olduğu gibi, burada da ukalâya mahsus cem' sîgasıyla gayr-ı ukalâ
cem'lendirilmiştir. Bu ise, kavaide muhaliftir?
Evet, âlemin ihtiva ettiği uzuvların birer âkıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmesi,
belâgatin en makbul bir prensibidir. Zira, kâinatın âlem ile tesmiyesi, kâinatın Sâniine olan
delâleti, şahadeti, işareti içindir. Binaenaleyh, kâinatın uzuvları da Sanie olan delâletleri,
şahadetleri için birer âlem olmaları icap eder. Öyleyse, Sâniin o uzuvları terbiyesinden ve o
uzuvların da Sânii ilâm etmelerinden anlaşılır ki, o uzuvlar; birer hayy, birer âkıl, birer
mütekellim suretinde tasavvur edilmiştir. Binaenaleyh, bu cem'de kavaide muhalefet yoktur.
حيم حمن الر بسم هللا الر
25 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
25
Bölüm 2: Teberi Tefsiri & Fatiha Suresinin Fazileti Fatiha suresinin fazileti hakkında Peygamber efendimizden şu hadisi şerifler rivayet
edilmektedir: Ebu Said b. el-Mualla diyor ki: "Ben, mescitte namaz kılarken Resulullah beni
çağırdı. Namazda olduğum için cevap veremedim. Namazı bitirdikten sonra dedim ki: "Ey
Allah´ın Resulü, ben namaz kılıyordum." Resulullah da dedi ki: "Allah, "Ey İman edenler,
Aliahın Resulü sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman hemen Allah´ın ve
Resulünün davetine icabet edin.. [7] buyur muyor mu Resulullah sözlerine devamla şöyle
buyurdu: "Sen, mescitten çıkmadan önce ben sana öyle bir sure öğreteceğim ki o, Kur´anm en
yüce süresidir." Sonra Resulullah elimden tuttu ve mescitten çıkmak istedi. Ben de "Ey
Allah´ın Resulü, sen bana "Sana öyle bir sure öğreteceğim ki o, Kur´anın en yüce süresidir."
demedin mi " diye sordum. Resulullah da şu cevabı verdi: "O sure, Elhamdülillahi Rabbil
âlemin´dir. O, bana verilen Scb´ul Mesani ve Kur´an-i Azimdir. [8]
Peygamber efendimiz diğer bîr hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
"İmam dediği /aman "Âmin" deyin. Kim böyle der de söylediği bu sö/, Melcklcrinkinc rast
gelirse, onun geçmiş bütün günahları bağışlanır. [9]
Diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:
"Hayatım, kudret elinde olan Aliaha yemin olsun ki, Allah, ne Tcv-ratta, ne İncildc jıc
Zcburda ne de Furkan´da (Kur´anda) bu fatihanın bir benzerini indirmiştir. O, bana verilen
"Scb´ul Mesani ve Kur´an-ı azimdir." [10]
Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Bir gün Resulullah, Cebrail ile birlikte otururken yukarıdan bir gıcırtı işitti. Cebrail başını
yukarı doğru kaldırdı ve şöyle dedi: "Bu, bugün gökte açı-lanbir kapıdır. Bu kapı bu güne
kadar hiç açılmamıştı. O kapıdan bir melek indi. Bu melek yeryüzüne inen bir melektir. Bir
güne kadar hiç inmemişti. Melek selam verdi ve şöyle dedi: "Senden önce hiçbir Peygambere
verilmeyen ve sadece sana verilen şu iki nurdan dolayı sana müjdeler olsun. Bunlar,
Fatihatül Kitap ve Bakara suresinin sonudur. Bunlardan okuduğun her harfin karşılığı
mutlaka sana verilecektir. [11]
Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:
"Allah teala buyurdu ki: "Ben, benimle kulum arasında namazı (Adına namaz denen fatihayı)
ikiye ayırdım. Kulum ne dilerse ona verilir.
Kul deyince, Allah tcala "Kulum beni övdü" der. Kul: deyince Allah teala "Kulum beni övdü"
der kul, deyince "Kulum beni yüceltti." der. Diğer bir rivayette ise "Kulum işleri bana teslim
حيم حمن الر بسم هللا الر
26 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
26
etti" der. Kul: "deyince Allah "Bu, benimle kulum arasında bir meseledir. Ona dilediği
vardır." der. Kul: deyince Allah: "Bu da kuluma ait olan bölümdür. Kulumun dilediği ona
verilir" der. [12]
"Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah´a sığınırım[13]
Ey Allah´ım, dinim hususunda bana zarar vereceğinden veya rabbime karşı yükümlü olduğum
bir vazifemden beni alıkoyacağından korktuğum şeytanın şerrinden, yaratıklarına değil
sadece sana sığınırım."
Allah teala Kur´an-i Kerîmin çeşitli âyetlerinde, müminlere, insanlara karşı esnek
davranmalarım emrederken, şeytandan kesinlikle uzak olmalarını ve onun şerrinden,
kendisine sığınmalarını emretmiştir.
Cen´ab-ı Hak, müminlerin, insanlara karşı nasıl davranmaları gerektiğini beyanla buyuruyor
ki: "Ey Muhammcd, sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillere aldırış etme."*9´ "Sen,
kötülüğü en güzel şekilde önle. Biz onların ne tür sıfatlar uydurduklarını çok iyi biliriz.
[14]"İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman aranızda
düşmanlık olan kimse, sana sanki samimi bir dost gibi oluverir. [15] "Kötülükleri iyilikle
önleme hasleti ancak sabredenlere verilir. Bu, ancak hayırdan büyük payı olanlara verilir."
[16]
Yine Cenab-ı Hak, şeytanlara karşı nasıl davranılması gerektiğini beyan ederek te buyuruyor
ki: "Eğer şeytan tarafından sana bir vesvese gelirse Allah´a sığın. Şüphesiz ki Allah, her şeyi
çok iyi işiten ve çok iyi bilendir. [17] "Ey Muhammcd, de ki: "Rabbim, şeytanların
vesvesesinden sana sığınırım."Rabbim, yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.
[18]Eğer şeytandan, seni dürtecek bir vesvese gelirse hemen Allah´a sığın. Şüphesiz ki o,
herşeyi işiten ve bilendir," [19]
Şeytanın şerrinden kesinlikle kaçınılmasının emredilmesinin hikmeti, onun, iyilikten anlamaz
olması ve insanoğlunun helakinden başka bir şeye razı olmamasıdır. Halbuki insanlar, aynı
cins yaratıklar olmaları sebebiyle birbirlerine yakın ve birbirlerine karşı hoşgörülüdürler.
İşte bu sebepledir ki Allah teala, Kur´anı okumaya başlarken, şeytanın şerrinden kendisine
sığınılmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur. "Ey Peygamber, Kur´anı okumak istediğin
zaman, Allah´ın rahmetinden kovulmuş olan şeytandan Allah´a sığın.n[20]
حيم حمن الر بسم هللا الر
27 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
27
Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.)´den de çeşitli hadisi şerifler rivayet edilmektedir.
Peygamberimiz, banlardan birinde şöyle buyuruyor:
Allahın huzurundan kovulmuş olan şeytanın dürtmesinden, gurur-landırılmasından ve
üflemesinden (vesvesesinden) her şeyi işiten ve bilen Allah´a sığınırım. [21]
Muaz b. Cebel diyor ki:
"İki kişi, Rcsulullahın yanında birbirlerine hakaret ettiler. Onlardan biri o derece kızdı ki,
ben, öfkesinden burnunun patlayacağını zannettim. Bu durumu gören Rcsulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Ben, bir kelime biliyorum ki o, bunu söyleyecek olsa öfkesi gidecektir." Ben, "O
kelime nedir ya RcsulaHah " diye sordum o da Ey Allahım, kovulmuş şeytanın şerrinden
sana sığınırım." demendir" buyurdu. [22]
Taberi diyor ki: "Arapçada şeytan, "İsyankâr ve azgın olan her cin, insan, hayvan ve diğer her
şeye denir. Nitekim yüce mevla bir âyet-i kerimesinde insanların da şeytanları bulunduğunu
beyan ederek şöyle buyurmuştur. "Sana yaptığımız gibi her Peygamber için de insan ve cin
şeytanlaından düşmanlar yaratmıştık.. [23]
Hz. Ömer (r.a.) bir katanaya (At´a) binmiş, at çalımlı bir şekilde yürümüştür. Bundan dolayı
Hz. Ömer onu dövmüş, at ise daha da çalımlı yürümeye başlamıştır. Bunun üzerine üstünden
inmiş ve "Beni bir şeytana bindirmişsiniz meğer. Kendimi tanımaz hale gelmeden ondan
inmedim. (Yani onun üzerinde iken kendimi başka bir şekilde hissettim.) demiştir.
Taberi diyor ki: "Her şeyin isyankârına "Şeytan" denmesinin sebebi, onun ahlak ve
davranışlarının, benzerlerinden farklı ve uzak olmasındandır. Zira "Şeytan" kelimesinin asıl
anlamı "Uzak olan" demektir.
"er-Raciym" kelimesinin asıl mânâsı "Atmak" demektir. Bu, "Laf atma veya taş atma"
şeklinde olabilir. Şu âyet-i kerime, Hz. İbrahim´in babasının, İbrahim´i sözle taşlamasına bir
misaldir. Babası "Ey İbrahim, ilahlarıma karşı çıkıp yüz mü çeviriyorsun Eğer bundan vaz
geçmezsen yemin olsun ki seni taşlarım..." dedi[24] Şeytana "Taşlanmış" sıfatının atfedilmesi,
onun. Allah´ın göklerinden, delip geçen ateşlerle kovulmasından olabilir.
Abdullah b. Abbas´ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Cebrail, Muham-mede ilk geldiğinde
ona dedi ki: "Ey Muhammed de ki, Ben, kovulmuş şeytanın şerrinden, işiten ve bilen Allah´a
sığınırım."
حيم حمن الر بسم هللا الر
28 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
28
Yine de ki: "Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla başlarım."
Cebrail daha sonra şöyle dedi: "Ey Muhammed, yaratan rabbinin adıyla oku." Abdullah b.
Abbas diyor ki: "Allah´ın, Cebrail´in lisanıyla Muhammed´e indirdiği ilk sure budur (Alak
süresidir) Allah, Peygamberine, yaratıklarına değil kendisine sığınılmasını emretmiştir.
Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla
Surelerin başında bulunan besmelenin, Kur´an-ı Kerimden bir âyet olduğu hususunda bütün
âlimler ittifak etmişlerdir. Zira besmele. Nemi suresinin otuzuncu âyetinde açıkça
zikredilmiştir. Bu âyetle şöyle buyurulmuştur. (Mektup Süleymandan geliyor ve orada
"Rahman ve Rahim olan) Allah´ın adıyla" diye yazıyor.
Fakat besmelenin, başında bulunduğu suredeki âyet sayısına dahil bir âyet mi yoksa sureden
ayrı müstakil bir âyet mi olduğu veya sadece Fatiha suresinin bir âyeti olup, bu âyetin her
surenin başında tekrar mı edildiği, yahut da Nemi suresinin bir âyeti olup diğer surelerin
başında, sureleri birbirinden ayırmak için mi yazıldığı hususları ihtilaflıdır.
İmam Şafii´ye göre besmele, başında bulunduğu her sureden bir âyettir ve bunların tamamı
Kur´anda yüz on üç âyettir. Buna göre fatihanın yedi âyetinden birincisi besmeledir. Bunun
için Şafiiler namazda besmeleyi açıktan okurlar.
İmam Mâlik´e göre besmele, sadece Nemi suresinde geçen bir âyettir. Bunun dışında
fatihanın ve diğer surelerin başında Teberrüken ve sureleri birbirinden ayırmak için
yazılmıştır, O surelerden bir âyet değildir. Bu sebeple besmele namazda açık olarak ta gizli
olarak ta okunmaz.
Hanefilere gelince: Onlara göre besmele, müstakil bir âyettir. Surelerin başına, o surelerden
bir âyet değil, teberrüken ve sureleri birbirinden ayırmak için konmuştur. Besmelenin fatiha
gibi her rekatta okunması vacip değildir. Fakat gerek namazda gerek namaz dışında, her
mühim işin başında okunması sünnettir. Onun için namazın her rekâtında, kıraatin başında
besmele okunur. Fakat ortasında okunmaz. Ancak besmelenin, o sureden bir âyet olduğu
anlaşılmasın diye namazda kıraatin başında açıktan değil gizli olarak okunur.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) besmelenin fazileti hakkında şöyle buyuruyor:
"Herhangi bir söze veya önemli bir işe Allah´ın adı anılmadan başlanırsa o iş, neticesizdir,
güdüktür. [25]
حيم حمن الر بسم هللا الر
29 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
29
Taberi, besmelenin izahında şöyle diyor: "Zikri yüce ve isimleri mukaddes olan Allah teala.
Peygamberi Muhammed (s.a.v.)´e bütün işlerinin başında esma-i hüsna´sını, yani güzel
isimlerini zikrederek başlamayı Öğretiyor. Bütün önemli işlerini ifa etmeden önce Allah´ın
güzel isimlerini anmasını bildiriyor ve onu bu şekilde yetiştiriyor. Böylece, Peygamberini
yetiştirdiği bu şekli, bütün yaratıklarına bir sünnet kılıyor, onların da konuşmalarının,
mektuplarının ve bütün işlerinin başında bu yolu takibetmelerini Öğretiyor.
Taberi diyor ki: "Bismillah"m başındaki cer edatı "Bi" kendisinden önce bir fiilin bulunmasını
gerektirdiğinden ve "Bismillah" da da bu fiil zikre-dilmeyip söyleyenin kendisine
bırakıldığından "Bismillah" diyen kişinin neyi kastettiği, giriştiği işten ortaya çıkar. Şayet
"Bismillah" der de okumaya başlarsa, "Allahın adım anarak okumaya başlıyorum." demek
istediği anlaşılır. Şayet kalkarken veya otururken yahut başka bir iş yaparken "Bismillah"
diyecek olursa "Allahın ismini anarak ayağa kalkıyorum." Veya "Allahın ismini anarak şu işi
yapıyorum." demek istediği anlaşılır.
Taberi diyor ki: "Abdullah b. Abbas da besmeleyi bu şekilde izah etmiş ve şöyle demiştir:
"Cebrail Muhammed´e ilk geldiğinde o, "Ey Muhammed, de ki: "Ben, kovulmuş şeytanın
şerrinden, işiten ve bilen Allaha sığınırım." Sonra Cebrail yine demiştir ki: "Yine deki:
"Bismillahirrahmanirrahim" Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla." Abdullah b. Abbas diyor
ki: "Cebrail "Ey Muhammed, "Bismillah" de, derken ona şunu demek istemiştir. "Rabbin
olan Allah´ı anarak oku. Onu anarak ayağa kalk ve onu anarak otur."
Taberi diyor ki: "Bismillah"m mânâsı "Allah´ı güzelisimlerle isimlendirerek ve onu anarak
şöyle şöyle yapıyorum." demektir. Bu âyetin mânâsı: "Allahın ismiyle yardımlaşarak veya
Allahın isminden yardım dileyerek şu işe girişiyorum." demek değildir.
Taberi, "Allah" lafzının "Elehe, Ye´lehu, ilaheten" kökünden olduğunu, mânâsının da "Kulluk
yapmak, ibadet etmek" olduğunu, "Allah" lafzının ise "Kendisine kulluk edilen ve kendisine
ibadet edilen" demek olduğunu söylemiştir. Taberi, Abdullah b. Abbas´ın "Allah" lafzını
"Bütün yaratıkların ilahı ve kendisine kulluk edilen" şeklinde izah ettiğini rivayet etmiştir.
(er-Rahman, er-Rahim) Taberi, bu iki sıfatın kökünden türetildiğini, aynı kökten türetil mel
eri ne rağmen, her bir sıfatın diğerinden farklı bir mânâ taşıdığını söylemiş ve bunu şöyle
izah etmiştir: Arap dili yönünden "Rahman" kelimesi, türetildiği köke "Rahim" kelimesinden
daha uzaktır. Bir şeyi, türetildiği köke daha uzak olan bir kelimeyle sıfatlandır mak onu, daha
fazla övmek veya yermek olur. "Rahman" kelimesi, övme için kullanıldığından, Allah tealayı
bu sıfatla vasıflandırmak, "Rahim" sıfatıyla vasıflandırmaktan daha kuvvetlidir. Bu itibarla
"Rahman"in mânâsı, "RahinTden daha geniştir.
حيم حمن الر بسم هللا الر
30 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
30
"Rahman" ile "Rahim" kelimelerinin mânâlarının farklı olduğunu beyan eden rivayetler
yönünden de şunlar nakledilmektedir:
Azremî, "Rahman"ın mânâsının "Bütün yaratıklara rahmet eden" "Rahimdin mânâsının ise,
"Sadece müminlere merhamet eden" demek olduğunu söylemiştir.
Ebu Said el-Hudrî, Resulullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Meryemoğlu İsa
şöyle demiştir: "Rahman, âhirette ve dünyada merhamet edendir." "Rahim" ise "Yalnız
âhirette merhamet edendir."
Taberi bu iki rivayetin şu şekilde birleştirilebileceğini söylemiştir. "Rahman" kelimesi,
Allah´ın merhametinin umuma ait olduğunu "Rahim" kelimesi ise, Allah´ın rahmetinin hususi
bir mânâ da olduğunu ifade eder. Bu kelimeler böyle izah edilirse bu iki rivayet te
bağdaşiaştınlmış olur."
Allah teaianın, özel bir şekilde merhamet ettiğini ifade eden "Rahim" kelimesini, sadece
dünya veya sadece âhiret için yorumlamak mümkün olduğu gibi, her ikisi için de
yorumlamak mümkündür.
Allah teaianın, yalnızca dünyada mümin kullarına merhameti, onları iman etmeye, kendi
emirlerine ve Peygamberlerine itaat etmeye ve yasakladığı şeylerden kaçınmaya muvaffak
kılmasıdır. Kâfirlere böyle bir lütufta bulunmamıştır.
Allah teaianın, sadece âhirelte, mümin kullarına merhameti ise nimetlerle dolu cennetleri ve
ebedi kurtuluşu bahşetmesidir. Kâfirlere, ve müşriklere böyle bir lütufta bulunmamıştır.
Allah teaianın, hem dünya hem de âhirette sadece müminlere lütfettiği şeylere misal olarak
yukarıda zikredilen nimetler gösterilebilir.
Allah teaianın, umumi bir şekilde merhamet ettiğini ifade eden "Rahman" kelimesini de hem
dünya için hem de âhiret için yorumlamak mümkün olduğu gibi sadece dünya veya sadece
âhiret için yorumlamak ta mümkündür.
Allah teaianın, dünyada, hem mümin hem de kâfirlere olan umumi rahmetine misaller de pek
çoktur. İnanan, inanmayan bütün insanlara çeşitli rızıklar vermesi, onlara akıl nimetini
bahşetmesi, vücut sağlığını bahşetmesi, bulutlan yürüterek onlardan yağmur yağdırıp
حيم حمن الر بسم هللا الر
31 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
31
yeryüzünde çeşitli bitki ve gıdaları bitirmesi, bu gibi lütuf ve merhametlerindendir. Bu
hususta Allah teala "Allahin nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız.. [26] buyurmuştur.
Allah teaianın merhametinin âhirette umuma ait olacağına misal ise. Allah teaianın, adalet ve
yargılamasını bütün yaratıkları arasında eşit bir şekilde tatbik etmesidir. Allah teala bu
hususta "Şüphesiz ki Allah, hiç kimseye zerre kadar zulmetmez. Yapılan iyilik zerre kadar da
olsa onu kat kat artırır. Ve yapana, katından büyük bir mükâfat verir." [27]buyurmaktadır.
Diğer bir âyette de "... Herkese kazandığı tamamen ödenecektir. Ve onlar, zulme
uğratılmayacaklardır." [28]buyumı aktadır.
Dehhak, Abdullah b. Abbas´in, "Rahman" ve "Rahim" sıfatlarını şu şekilde izah ettiğini
rivayet etmiştir. "Rahman ve rahim demek, merhamet etmeyi dilediğine, nazik davranan ve
yumuşak muamele eden" demektir. Görüldüğü gibi Abdullah b. Abbas, "Rahman"ı, nazik
davranmak istediğine nazik davranan, "Rahim´i de, yumuşak muamelede bulunmak istediğine
yumuşak muamele eden şeklinde izah etmiş ve bunların birbirlerinden farklı şeyler olduklarını
açıklamıştır.
Ata el-Horasani ise, "Rahman" ve "RahinV´i izah ederken şöyle demiştir: "Allah teaianın özel
isimlerinden biri olan "Rahman" kendisinden koparılıp insanlara
da söylenince, Allah teala kendisini, rahman ve Rahim sıfatıyla
sıfatlan-dırmışUr." Ata bu sözüyle şunları söylemek istemiştir:
"Rahman, sadece Allah tealaya mahsus olan bir sıfattı.
Müseylimetül Kezzab, Allah teaianın bu sıfatını kendisine de
takınca bu defa Allah teala, kendisini diğer yaratıklardan uyıret-
mek için kendisinin "er-Rahman" ve "er-Rahim" olduğunu beyan
etmiştir. Zira yaratıklar, bu sıfatlardan sadece birini kendilerine
takarlar. İkisini birden takmazlar. İşte Allah teala bu sıfatlarla
diğer yaratıklardan ayırdedilmiş oldu.
Taberi diyor ki: "Anlayışı kıt olan bazı insanlar, Arapların, İslamdan Önce "Rahman"
kelimesinin ne demek olduğunu bilmediklerini söylemişler ve buna delil olarak ta
müşriklerin, Resulullah´a: "... Rahman da neymiş Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz "..
"Derler. [29]şeklinde söyledikleri sözü göstermişlerdir. Aslında müşrikler inatlaşarak,
bildikleri şeyi duymadıklarını iddia ediyorlardı. Nitekim Allah teala, bîr âyet-i kerimede şöyle
buyurmuştur: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler Peygamberi, kendi oğullarını
tanıdıkları gibi tanırlar.. [30] Evet, müşrikler, Uz. Muhammedİn hak Peygamber olduğunu,
daha önceki kitaplardan bildikleri halde onu inkâr etmişler ve reddetmişlerdir. İşte Allah
teaianın, "Rahman" sıfatı da böyledir. Nitekim bazı cahiliye şiirlerinde de "Rahman"
kelimesi zikredilmiştir.
Taberi diyor ki: "Yine müfessirlerin tefsirlerini iyi bilmeyen, Selef-i Sali-hin´den nakledilen
rivayetleri az bilen bazı kimseler "Rahman" kelimesinin mânâsının, "Merhamet sahibi"
dernek olduğunu, "Rahim" kelimesinin mânâsının, "Merhamet edici" demek olduğunu
حيم حمن الر بسم هللا الر
32 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
32
söylemişlerdir. Böylece, "Rahman" ile "RahinV´in farklı şeyler olduğunu izah etmeye
çalışmışlardır. Fakat bu sözlerin ardından, bir kelimeden iki kelimenin türetildiğini ve
kelimelerin lafızlarının farklı olmalarının buna müsait olduğunu söylemişlerdir. Böylece,
daha önce, birbirlerinden farklı şeyler olduklarım izah etmeye çalıştıkları "Rahman" ve
"Rahim"in aynı şeyler gibi olduklarını ifade eder olmuşlardır. Halbuki, "Rah-man"ın,
"Merhamet sahibi" şeklinde "Rahim"in de "Merhamet eden" şeklinde izah edilmeleri, bunların
farklılığını göstermektedir. Zira merhamet sahibi demek, kendisinde merhamet bulunan ve
merhamet kendisinde bir sıfat olan kimse demektir." "Merhamet eden" demek ise "Gelecekte
merhamet edecek olan" veya "Geçmişte merhamet etmiş olan" demektir ki bu, merhamet
sıfatının devamlılığını ve her zaman var olduğunu ifade etmez. Bu itibarla bu iki kelime,
lafızları başka, mânâları aynı olan kelimeler değildir. Kendilerinin izahları da bunu
göstermektedir.
Taberi diyor ki: " Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla" ifadesinde önce "Allah" kelimesinin
zikredilip daha sonra da sırasıyla, "Rahman" ve "Rahim" kelimelerinin zikredilmelerinin
sebebi şudur: Araplar, bir şeyden haber vermek istediklerinde, önce onun ismini zikrederler ki
dinleyen kişi, kimden bahsedildiğini bilsin. Daha sonra da o bildirilen şeyin sıfatlarını
zikrederler ve o sıfatlan da, zikredilen şeye özgü olma derecesine göre sıralarlar. Durum,
besmelede de böyle olmuştur.
Allah teala, sadece kendisine özgü olan "Allah" ismini diğer sıfatlarından önce zikretmiştir ki,
dinleyici Hamd etmeyi ve yüceltmeyi kime yapacağını bilsin. İşte bu sebeple Allah teala,
önce "Allah" ismiyle başladı. Zira, ilahhk, ne isim takma yönünden ne de mânâsı yönünden
Allah´tan başka hiçbir varlığa izafe edilemez. Çünkü uluhiyetin mânâsı, "Kendisine kulluk
edilen" demektir. Allah´tan başka kimseye kulluk edilemez. Ayrıca, Allah teala, herhangi bir
varlığa "Allah" denilmesini yasaklamıştır. "Allah" isminden sonra ise "Rahman" sıfatı
zikredilmiştir. Allah teala, yaratıklarının, kendilerine bu ismi vermelerini de yasaklamıştır.
Fakat, yaratıklarından bazılarına "Merhamet sahibi" demek mümkün olduğundan, "Rahman"
kelimesi "Allah" kelimesi kadar Allah´a özgü değildir. Bu itibarla besmelede ikinci olarak
zikredilmiştir. "Rahim" kelimesi ise hem Allah tealaya hem de yaratıklara
atfedilebileceğinden, üçnücü sıfat olarak zikredilmiştir. Hasari-ı Basri de "Rahman" sıfatının,
Allah´ın dışındaki varlıklara affedilmesinin caiz olmadığını zikretmiştir. [31]
1- Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. [32]
2-4- Hamd, âlemlerin rabbi, merhamet eden, bağışlayan ve ceza gününün sahibi olan Allah´a
mahsustur.
Hamd ve şükür, sadece, şanı yüce olan Allah´a mahsustur, Allah´tan başka tapınılan herhangi
bir şey buna layık değildir. Zira Allah, kullarına sayılamayacak kadar çok nimet vermiştir.
Onun nimetlerinin sayısını hiç bir kimse yeterince bilemez.
HAMD: Allah´ı güzel isim ve sıfatlarıyla (ivmektir.
حيم حمن الر بسم هللا الر
33 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
33
ŞÜKÜR: Allah´ı, verdiği nimetlerden dolayı övmektir. Taberi burada zikredilen "Hamd"
kelimesinin, "Şükür" kelimesiyle eş anlamda olduklarını söyleyerek el-Hamdüiillah´a şu
şekilde mânâ vemıiştir: "Kendisine itaat edilmesi için bütün vasıtaları sağlaması, emirlerinin
yerine getirilmesi için mükellef olanların vücut organlarını müsait bir şekilde yaratması,
layık olmadıkları halde onlan dünyada çeşitli nimetlerle nzıklandırmasi ve onlara, içi
nimetlerle dolu olan ebedi cennete götürecek yolu göstermesi gibi sayısız nimetleri
karşılığında, şükredilmek, sadece Allah´a mahsustur. Onun dışında herhangi bir yaratığa ait
değildir.
Taberi, Abdullah b. Âbbas ve Hakem b. Umeyr´den de "Hamd" kelimesinin, "Şükretmek"
mânâsına yorumlandığının nakledildiğini rivayet etmiştir. Dehhak, Abdullah b. Abbas´ın
şöyle dediğini rivayet eder: "Elhamdülillah" demek, Allaha şükretmek, ona boyun eğmek,
onun nimetlerini, hidayetini, bizi yoktan var etmesini kabul ve ikrar etmektir."
Hakem b. Umeyr, Resulullah´ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sen, Elhamdülillah!
Rabbilâlcmin" dediğinde Allah´a şükretmiş olursun. O da sana olan nimetlerini artırır."
Ka´bul Ahbar ise "Elhamdülillah"ın, Allah´ı övmek olduğunu rivayet etmiştir. Bunun, bir
nimet karşılığında olup olmadığına dair herhangi bir şey zik-retmemiştir.
Taberi, "Elhamdü" kelimesinin ;el takısının, umum ifade etmesi için geldiğini bu itibarla
"ElhamdülillarTın, bütün övgü ve şükürler Allah´a mahsustur." demek olduğunu zikretmiştir.
Taberi diyor ki: "Eğer sorulacak olursa ki: "Bütün âlemlerin rabbi olan Allah´a hamdolsun"
ifadesini ve bundan sonra gelen ifadeleri bizzat Allah teala söyleyerek kendini övüyor ve
bizlerin de böyle yapmamızı öğretiyor, eğer böyle ise "Ancak sana ibadet eder ve ancak
senden yardım dileriz." ifadeleri nasıl izah edilecektir Zira Allah, yardım isteyen değil,
yardım eden, ibadet eden değil.kendisine ibadet edilendir. Yoksa bunlar, Cebraile veya
Muhammed´e, söylemeleri emredilen ifadeler midir Cevaben denilir ki: "Bütün bunlar
Allah´ın kelamıdır. Allah bunlarla kendisini övmüş, kullarına da bu şekilde kendisini
övmelerini öğretmiştir. Ve onlara demiştir ki: "Deyin ki: "Ancak sana kulluk eder ve ancak
senden yardım dileriz..." Burada takdir edilen "Deyin ki" ifadelerinin, âyetlerin başında açıkça
zikredilmemesi, Arapçanin, kısaltmaya ve veciz ifadeye önem verme özelliklerindendir. Zira
Arapçada bir mânâ, cümlenin bir kısım kelimelerini düşürmek suretiyle de ifade edilebilirse,
düşürülmesi mümkün olan kelimeler düşürülür ve kısa bir şekilde ifade edilir. Burada da
durum böyle olmuştur. Nitekim, Abdullah b. Abbas, "ElhamdüliIlalV´i şöyle izah etmiştir..
"Cebrail Muhammed´e dedi ki: "Ey Muhammed, de ki; "Hamel, âlemlerin rabbi olan Allah´a
mahsustur."
حيم حمن الر بسم هللا الر
34 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
34
Âlemlerin Rabbi: İnsanların, cinlerin, meleklerin, göklerin ve yerin rabbi demektir. Arap
dilinde "Rab" kelimesi, "Kendisine itaat edilen efendi, bir şeyi düzeltip ıslah a\en, bir şeyin
sahibi" mânâlarına gelmektedir. Şanı yüce olan rabbimiz, benzeri olmayan, dengi
bulunmayan bir rabdır. Yaratıklarına bol nimetler vererek onların durumlarım düzeltip ıslah
edendir. O, her şeyi yaratan ve bütün işleri elinde bulunduran bir hükümdardır. Bu itibarla
"Rab" kelimesinin üç mânâsının da Allah teala için kullanılması yerindedir.
Âlem: Tüm ümmetleri ve yaratılmışların toplumlarını ifade eder. Böylece insanlar bir âlem,
cinler bir âlem, diğer yaratıklar da kendi başlarına birer âlemdirler. Bu kelime, tekili
bulunmayan cins isimdir. Her yaratık sınıfına "Âlem" denildiği gibi o sınıfın belli bir çağda
yaşayanlarına da "Âlem" denir.
Abdullah b. Abbas, Said b. Cübcyr ve Mücahid, "Âlemlerin rabbi" ifadesini. "Cin ve insan
âlemlerinin rabbi." şeklinde izah etmişler. Katadc "Her sınıf kendi başına bir âlemdir." demiş,
IZbul Âliye ise "İnsanlar bir âlem, cinler de bir âlemdir. Bunların dışında olan varlıklar ise on
sekiz bin veya on dört bir âlemdir." demiştir.
Rahman: "Rahmeti, esirgemesi bütün yaratıklarını kaplayan" demektir.
Rahim: "rahmeti ve bağışlaması, özellikle müminleri kapsayan" elemektir. Allah tealanın bu
iki sıfatının mânâları, besmele izah edilirken açıklanmıştır. Bu sıfatların, besmelede
zikredildikten sonra, Fatihada da tekrar edilmeleri, besmelenin, fatihadan bir âyet olmayıp
kendi başına müstakil bir âyet olduğunu göstermektedir. Zira, Allah tealanın kitabında,
aralarında fasıla bulunmaksızın, aynı lafızlarla tekrar´eden iki âyet mevcut değildir.
Ceza Gününün Sahibi: "Sahip" diye tercüme edilen "Mâlik" kelimesi üç şekilde okunmuştur:
Birinci okunuş şekli:Melik´tir. Anlamı ise "Hükümdar, mülk sahibi" demektir. Bu okunuş
şekline göre âyetin mânâsı şöyledir: "Varlıkların, he-"saba çekilip ceza veya
mükâfat!andınlacaklan kıyamet gününün hükümdarı, ve tek sahibi yalnızca Allah´tır.
Dünyadaki gibi bir kısım zorbalar, orada hükümdarlık, mülk sahibi olma iddiasında
bulunamayacaklar, böbürlenemeyecekler ve herhangi bir zulüm ve tasallutta
bulunamayacaklardır. Dünyadaki zorba hükümdarlar, âhirette, gerçek hükümdar olan Allah´ı
görünce, kendilerinin, küçük ve zelil kimseler olduklarını, büyüklük ve azametin, mülk ve
hükümranlığın ise yalnız Allah´a ait olduğunu kesin olarak anlayacaklardır. Allah teaîa bu
hususu başka bir âyette şöyle beyan etmiştir. "O gün insanlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir
şeyi Allah´a gizli değildir. "Bugün hakimiyet ve mülk kimindir " diye sorulur. [33]
حيم حمن الر بسم هللا الر
35 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
35
Bu kelimenin ikinci okunuş şekli Mâlik´tir. Mânâsı ise "Hüküm verme hakkına sahip veya
ktyamet gününü getirmeye gücü yeten" demektir. Abdullah b. Abbas, bu okunuş şeklini şöyle
izah etmiştir. "İnsanların cezalandırılacakları veya mükâfatlandıracakları kıyamet gününde
hüküm verme yetkisi, sadece Allah´a aittir. Dünyada olduğu gibi o gün, Allah´ın dışında hiç
bir kimse . hüküm veremeyecektir."
Abdullah b. Abbas, bu şekildeki izahından sonra şu âyetleri okumuştur. "Cebrail ve
meleklerin saf saf dizildikleri gün Rahman olan Allah´ın izin verdiği ve doğru konuşan hariç,
onun huzurunda kimse konuşamaz. [34]"O gün kendilerini Allah´ın huzuruna davet edene
uyacaklar, kimse yan çizemeyecektir. Rahman olan Allah´ın azameti karşısında sesler
kısılacak, fısıltıdan başka hiçbir şey işitmeyeceksin.´[35] (Melekler) ancak Allah´ın razı
olduğu kimseye şefaat ede-bilirler..." [36]
Taberi, birinci okunuş şeklinin şu sebeplerden dolayı tercihe şayan olduğunu söylemiştir:
Hükümran ve mülk sahibi olmak aynı zamanda karar yetkisine sahib olmayı ve hüküm verme
gücünde olmayı da kapsar. Halbuki Maük kelimesi, "Hüküm verme yetkisini haiz." şeklinde
izah edildiği takdirde, hükümranlığı ve mülk sahipliğini ifade etmez. Âyetleri daha kapsamlı
mânâda almak elbetîeki daha uygundur. Diğer yandan, bu âyetten önceki âyetlerde, Allah
teaîa bütün âlemlerin rabbi, yani kendisine itaat edilen efendisi, düzeltip ıslah edeni ve sahibi
olduğunu beyan etmiştir. Hemen o âyetin sonunda da aynı anlamı değişik bir kelime ile ifade
etmesi elbetteki ilahi kelama uygun değildir. Bu itibarla "Melik" şeklindeki okunuş biçimini
esas alıp kıyamet gününde bütün mülkün ve hükümranlığın ona ait olduğunu söylemek
"Mâlik" şeklindeki kıraati esas alarak "Kıyamet gününde hüküm vermeye sadece o yetkilidir."
demekten daha evladır.
Bu kelimenin üçüncü okunuş şekli ise Mâlike´dir. Mânâsı ise "Ey kıyamet gününün sahibi"
demektir. Âyeti bu şekilde okuyanlar, bundan sonra gelen âyetle bu âyet arasında bağlantıyı
kuvvetlendirmek için böyle okumuşlardır. Zira bunlara göre bu ve bundan sonra gelen
âyetlerin mânâsı şöyledir: "Ey, kıyamet gününün sahibi, ancak sana kulluk eder ve ancak
senden yardım dileriz..."
Taberi, bu okunuş şeklinin de tercihe şayan olmadığını beyan etmiş, daha sonra gelen
âyetlerle irtibatı kuvvetlendinne gerekçesinin doğru olmadığını zikretmiştir. Zira Abdullah b.
Abbas, Cebrailin, Allah tealanın, Resulullaha "Ey Muhammed, de ki: âlemlerin rabbi olan,
rahman ve rahim olan ve kıyamet gününün sahibi olan Allah´a hamdolsun. Ey Muhammed,
yine de ki: "Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz." şeklinde emrettiğini
söylediğini rivayet etmiştir. Böylece bu okunuş şekline ihtiyaç kalmamıştır.
Ceza Günü: "Ceza günü" diye tercüme edilen "Yevmiddin" ifadesindeki "Din" kelimesinin
mânâsı "Cezalandırma ve amellerin karşılığını verme" demektir. Şu âyet-i kerimelerde geçen
"Din" kelimesi de bu anlamdadır." Hayır, hayır doğrusu siz, dini yalanlıyorsunuz." Yani,
حيم حمن الر بسم هللا الر
36 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
36
cezalandırılmayı yalanlıyorsunuz. [37]"Eğer cezalandınlmayacaksanız ve şayet sözünüzde
sadıksaniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize[38]
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes´ud, Katade ve İbn-i Ciireyc de buradaki "Din"
kelimesinden maksadın, "Cezalandırma ve hesaba çekme" olduğunu söylemişlerdir. Abdullah
b. Abbas´m şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Yevmiddin" demek, "Yaratıkların hesaba
çekildiği gün" demektir ki o da "Kıyamet günüdür." Allah, o gün yaratıklara, yaptıkları
amellerin karşılığını verecektir. Hayıra hayır, şerre de şer karşılığını verecektir. Ancak,
affettikleri müstesnadır. Çünkü emir onundur." Zira Allah teala şöyle buyurmuştur: "... İyi
biliniz ki, yaratmak ve emretmek ona mahsustur... [39]
5- Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.
Ey Allahım, başkasına değil ancak sana boyun eğeriz, sana kulluk etleriz. Sana ibadet ederiz.
Ey Allahım, yaptığımız ibadetlerde, itaatlerde ve bütün işlerimizde ancak senden yardım
dileriz. Senden başka hiçbir varlıktan yardım dilemeyiz. Seni inkâr eden kâfirler ise işlerinde
senin dışındaki taptıkları putlardanyardım dilerler. Biz bunlardan beriyiz.
Abdullah b. Abbas, bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Cebrail Muhammed (s.a.v.)´e Allah
tealanın şöyle buyurduğunu söylemiştir. "Ey Muhammet!, de ki: "Ey rabbimiz, ancak seni
birler, senden korkar ve sana ümit bağlarız."
Taberi, âyetin "Senden korkar ve sana ümit bağlarız." şeklindeki izahı yerine "Sana boyun
eğer ve sana teslim oluruz." şeklinde izah etmenin daha uygun olacağını söylemiştir. Zira
âyette zikredilen "Ancak sana kulluk ederiz." ifadesi her şeyden Önce, boyun eğmeyi ve
teslim olmayı ifade eder. Korku ve rica da "Boyun eğme" ifadesi içinde mevcuttur." demiştir.
Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Allah teala hem kullarına, kentlisine itaat
etmelerini emrediyor hem de itaat etmelerinde kendisinden yardım dilemelerini emrediyor.
Allah´ın, kullarına, kendisine itaat etmelerini emrettikten sonra, itaat etmelerinde kendilerine
yardım etmemesi mümkün müdür O halde kulun, rabbinden, itaatte kendisine yardımcı
olmasını dilemesinin mânâsı nedir Buna cevaben denilir ki: "Kul, rabbinden, geçmişteki
itaatlerine dair yardım istememekte, gelecekteki itaatlanna dair yardım istemektedir. Bunda
şaşılacak bir şey yoktur. Zira, Allah tealanın. kullarına verdiği emirleri yerine getirecekleri
güç ve imkânları bahşettikten sonra yine de o emirleri yerine getirirken onlara yardım etmesi,
Allah´ın, kullarına olan bir Hitfudur. Allah´ın, günah işlemeye dalan ve Allah sevgisinden
uzak olan kullarına, itaatte yardım etmeyip bu lütfunu kesmesi, buna mukabil Allah´a kullukta
bütün gayretini harcayan ve ona itaate koşan kuluna, itaat etmesi için yardım etme lütfunda
bulunması Allah için ne bir kötü idaredir ne de hükümlerinde zulmetmektir. O halde kulun,
itaatte rabbinden yardım dilemesi isabetli bir davranıştır.
حيم حمن الر بسم هللا الر
37 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
37
Allah tealanın, kullarına, kendisine itaat ederken yine kendisinden yardım istemelerini
emretmesi, işleri Allah´a bırakan "Kaderci"lcrin iddialarını boşa çıkaran en güzel delillerd´
ndir. Kaderciler Allah tealanın, kuluna bir şeyi emredip veya kulunu bir işle y´.kümlü kılıp
sonra da ona yardım etmemesini imkânsız görmüşlerdir. Bıınlam ifadelerine göre, Allah´ın,
bir şeyi emretmesi halinde o hususta kuluna yardım etmesi gereklidir. Kulun, o emri yerine
getirirken Al-lah´dan yardım istemesi lüzumsuzdur. Bunların görüşüne göre "Ey Allahım,
ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz." diyen kimse "Ey Allahım, ancak
sana ibadet eder ve senin bize zulmetmemeni isteriz." demiş olur. Halbuki bütün
Müslümanlar: "Ey Allahım, ancak senden yardım dileriz." diyenin sözünün doğru: "Ey
Allahım, sen bize zulmetme." diyen kimsenin sözünün ise yanlış olduğu hakkında
birleşmişlerdir. Bu da "Kaderiyyeci"lerin, âyeti: "Ey Allahım, sen bizden yardımını kesme,
senin bizden yardımım kesmen bir zulümdür." şeklinde yorumlamalarının yanlış olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır.
Taberi diyor ki: "Eğer denilirse ki "Âyette niçin önce "Ancak sana ibadet ederiz." denildi
Daha sonra da "Ancak senden yardım dileriz." denildi Halbuki önce, ibadet etmede yardım
edilmesi istenilmen daha sonra da ibadet edildiği bildirilmeliydi." Cevaben denir ki "Allanın
yardımı olmadan ibadet edilemeyeceğinden, ibadet etmekle yardım istemek birbirinden ayrı
olmayan şeylerdir. Kul isterse önce yardım dileyip ibadet ettiğini beyan etsin, isterse ibadet
ettiğini bildirip yardım dilesin farketmez. Kişinin, ihtiyacını karşılayan insana "İhtiyacımı
giderdin. Bana büyük bir iyilik ettin." demesiyle "Bana büyük bir iyilik ellin. İhtiyacımı
giderdin." demesi, aynı şeylerdir. İşte âyetteki ifade de bu mânâdadır. Bu sebeple, âyetteki
"Ancak sana ibadet ederiz." ifadesi "Ancak senden yardım dileriz." ifadesinden önce
gelmesine rağmen, manen daha sonra gelmiş gibidir." diyenlerin sözleri isabetli değildir.
Taberi diyor ki: "Eğer denilirse ki "Âyette "ancak sana" diye tercüme edilen "İyyake"
zamirleri niçin iki kere zikredilmiştir de bir kere zikredilmemiştir Cevaben denilir ki: "Bu
zamirler, fiillerden önce gelmeyip sonra gelecek olsalardı Arapçanın üslûbu gereği, tekrar
edilmeleri gerekirdi ve Nabüdü-ke ve Nestainüke denilirdi. Bu zamirlerin, fiillerden önce
gelmeleri halinde de tekrar edilmeleri Arapçadaki ifade şekillerine uygundur. Ve daha fasih
bir ifadedir. [40]
6-7 Sen bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba
uğrayanların ve sapanlarınkinc değil.
Ey Allah´ım, kendilerine nimet verdiğin kullarını muvaffak kıldığın o doğru yolda, bizleri de
kararlı olmaya muvaffak kıl. Biz»eri, kendilerine itaatta bulunma ve ibadet etme nimetini
verdiğin, meleklerin, Peygamberlerin, imanında sadık insanların, şehitlerin ve salih kullarının
yoluna ilel."Sen bizi doğru yola ilet." âyet-i kelimesindeki "Bizi ilet" diye tercüme edilen
"İhdina" kelimesi "Hidayettin" kökünden türemiştir. Mânâsı "Açıklamak, göstermek,
götürmek, başarılı kıl-mak"tır.
حيم حمن الر بسم هللا الر
38 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
38
Taberi buradaki ifadenin, "Sen bizi doğru yolda kararlı olmaya muvaffak kıl. O yolda
yürümekte bize başarı ihsan et." mânâsına geldiğini söylemiş ve Abdullah b. Abbas´ın da
âyeti bu şekilde izah ettiğini rivayet etmiştir. Deh-hak´tan, Abdullah b. Abbas´ın şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Cebrail, Muham-med´e dedi ki: "Ey Muhammed, de ki: "Sen bize doğruya
götüren yolu ilham et." Allah tealamn, Muhammede doğru yolu ilham etmesi, onu muvaffak
kılması demektir.
Taberi diyor ki: "Bu âyetin ifade ettiği mânâ, bundan önceki âyetin ifade ettiği mânâ gibidir.
Yani bu âyette de kul´a. rabbine itaat etmekte kararlı olmaya muvaffak kılınmasını istemesi
emredilmektedir. Buna göre bu ve bundan önceki âyetlerin mânâsı şöyledir: "Ey Allahım,
sadece sana ibadet ederiz. Senin hiç bir ortağın yoktur. İbadeti senin dışındaki ilah ve putlara
değil, yalnızca sana tahsis ederiz. Sen bize, sana ibadet etmemizde yardım et. Sen bizleri,
kendilerine nimet verdiğin Peygamberlerini ve itaatkâr kullanın muvaffak kıldığın yola ve u-
sule muvaffak kıl."
Taberi diyor ki: "Hidayetin, başarıya ulaştırma mânâsına geldiği Arap dilinde yaygın olan bir
husustur. Nitekim şu âyetteki hidayetten türetilen Layehdî kelimesi de bu anlamdadır... Allah
zalim kavmi hidayete erdirmez. [41] Yani Allah, zalim bir kavmi hakka muvaffak kılmaz.
Gönüllerini imana açmaz. Bir kısım âlimler, "Sen bizi hidayete erdir." ifadesini "Sen bizim
hidayetimizi artır." şeklinde izah etmişlerdir.
Taberi, bu izah şekliyle şu üç mânâdan birinin kastedileceğini söylemiştir.
Birincisi: Burada ifade edilen "Hidayetin artırılmasından" maksat, "Açıklamak" demektir.
Yani, Allah teala Resulullaha, farz kılman emirlerin açıklanmasını istemesini emretmiştir ve
Resulullah "Ey Allahım, sen bana farz kıldığın emirleri açıkla." demekle memurdur. Taberi
diyor ki: "Bu izah şekli doğru değildir. Zira, Allah, kuluna farz kıldığı her ibadeti açıklayarak
ve delillerini zikre derek farz kılar. Artık emir ve yasakların açıklanmasını istemeye gerek
yoktur.
İkincisi: Buradaki hidayetin artırılmasından maksat, "Yeni emirlerin farz kılınmasıdır." Buna
göre Resulullahın, Allah tealadan, yeni ibadetler farz kılmasını talep etmesi istenmektedir.
Kul´un böyle bir şeyi istemesi söz konusu olmayacağından bu izah tarzı da isabetli değildir.
Üçüncüsü; Buradaki hidayetin artırılmasından maksat, kul´un, rabbinden yardım ve tevfikini
artırmasını istemesidir. Bunu, kul´un geçirdiği ömründe yap-nıış olduğu ameller için istemesi
beklenemez. Çünkü o ameller geçmiştir, onlar için yardım istenemez. Fakat kul´un, bu
yardımı gelecekte yapacağı ameller için istemesi doğrudur. Bu da bizim izah ettiğimiz şekle
uygundur. Ve kadercilere bir cevaptır. Zira onlar, Allah tealanın mükellef kıldığı her görevde
حيم حمن الر بسم هللا الر
39 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
39
kul´una yardım etme mecburiyetinde olduğuna inanırlar. Halbuki âyette kul´un yükümlü
oiduğu ibadetleri yerine getirmek için rabbinden yardım ve tevfik istemesi emredil mektedir.
Taberi diyor ki: "Diğer bir kısım âlimlerde "Sen bizi doğru yola ilet" ifadesini, "Sen bizi,
âhirette cennetin yoluna ilet." şeklinde izah etmişlerdir. Bunun bir benzeri olarak ta şu âyeti
zikretmişlerdir." ... Onlara cehennemin yolunu gösterin. [42] Allah tealanın. "Ancak sana
ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz." kelamı, bu âyetin bu şekilde yorumlanmasının
doğru olmadığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca, sahabi ve tabiinden olan bütün müfessirler bu âyetie zikredilen "Sırat" kelimesinin,
âhiretteki sırattan başka bir sırat okluğu hususunda iltifak etmişlerdir. Bu sebeple "Sen bizi
doğru yola ilet." ifadesini "´Sen bize cennetin yolunu göster." şeklinde izah etmek doğru
değildir. Doğru olan: "Sen bizi. ömrümüzün geri kalan bölümünde hidayetten ayınna. Onda
kararlı kıl." şeklindeki izahtır.
"Doğru yol" diye tercüme edilen "Sıratelmüstakim" ifadesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Taberi, diyor ki: "Müfessirler aslında "Kendisinde eğrilik bulunmayan açık bir yol. "mânâsına
geldiği hakkında ittifak etmişlerdir. Fakat Araplar Sıratı müstakim"! mecazi olarak, her doğru
söz ve amel için kullanmışlardır. Bu âyetteki "Sıratel MüstakinV´in mecazi mânâda
anlaşılması daha evladır.
Taberi diyor ki: "Âyeti şu şekilde izah etmek daha uygundur. "Ey Alları im, sen bizi, razı
olduğun şeylerde ve kendilerine nimet verdiğin kullarını muvaffak kıldığın doğru söz ve
amellerde karalı olmaya muvaffak kıl." Evet işte "Sıratel müstakim"in mânâsı budur. Zira,
Allanın, kendilerine nimet verdiği Peygamberlerin, sıddiklann ve şehitlerin muvaffak
kılındıkları şeylere muvaffak kılınan bir kul İslâmı kabule. Peygamberleri tasdike, Allah´ın
´.itabına sımsıkı sarılmaya, Allah´ın emrettiklerini yapmaya, yasaklarından kaçınmaya,
Peygamberin usulüne uymaya, Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve bütün salih kulların izini
takibeîmeye muvaffak kılınmış olur. İşte bütün bunlar "Sıratel müstakim"dir.
Taberi diyor ki: "Kur´an-i kerimin tercümanları" diye adlandırılan sahabi ve tabiin, sıratel
müstakim´in mânâsı hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir. Ancak bu görüşlerin hepsinin
anlamı, bizim tercih ettiğimiz görüşün anlamına varmaktadır.
Hz. Ali ve Abdullah b. Mes´ud, "Sıratel müslakim"den maksadın, Allah tealanın kitabı
olduğunu rivayet etmişlerdir. Cabir b. Abdullah,
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes´ud, Abdurrahman b. Zeyd, İbn-i Sem´an el-Ensari
"Sıratel müstakim"den maksadın "İslam" olduğunu söylemişlerdir. Muhammed b. el-
حيم حمن الر بسم هللا الر
40 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
40
Hanefiyye ve Abdullah b. Abbas´taıı nakledilen diğer bir görüşe göre "Sıratel müstakinV´den
maksat. Allanın dinidir. Ebul Aliye ve Hasan-ı Basriden nakledilen başka bir göre,sıratel
müstakim´den maksat, Resulullah (s.a.v.) ve kendisinden sonra Halife olan iki sahabisi Hz.
Ebubekir ve Hz. Ömerdir.
Hz. Ali´den. Resulullah´ın ´"Sıratel müstakim"!
"Kur´an" olarak, Nüvvaz b. Sem´andan da Resulullah´ın, "Sıratel Müstakim"i "İslam" olarak
izah ettiği Taberi tarafından rivayet edilmiştir.
"Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna" Taberi diyor ki: "Re-sulullaha şöyle
emredildi: "Ey Muhammed, de ki: "Rabbimiz, sen bize, kendilerine itaat ve ibadet etme
nimetini verdiğin meleklerin. Peygamberlerin, sıddıkla-rın, şehitlerin ve salih kulların doğru
yoluna ilet." Bu âyeti kerime, Allah tealanın şu âyetlerine benzemektedir. "... Eğer onlar
kendilerine öğüt edileni yapmış olsalardı elbette onlar için daha hayırlı ve daha sağlam
olurdu." "O zaman elbet-teki onlara, katımızdan büyük bir mükâfat verirdik." Ve onları
muhakkak ki doğru yola iletirdik." "Kim, Allaha ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Alla-
htn, kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddiklar, şehitler ve salih kimselerle
beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar. [43]
Abdullah b. Abbas, "Kentlilerine nimet verilenler"clen maksadın, "Allah´ın, kendilerine itaat
ve ibadet etme nimetini bahşettiği melekler, Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kullar."
okluğunu söylemiştir. Rebi1 b. Enes, onlardan maksadın, "Peygamberler." Veki´, onlardan
maksadın, Müslümanlar, Abdurrahman b. Zeyd:" Muhammed (s.a.v.) ve onunla birlikte
bulunanlar olduklarını söylemişlerdir.
Taberi diyor ki: "Bu âyet-î kerime, itaatkârların itaatlerinin, ancak Allah´ın onlara
lutfetmesiyle gerçekleşeceğine dair açık bir delildir. Zira Allah tea-la, "Kendilerine nimet
verilenlerin yoluna" ifadesini zikrederek kullara verilen bütün nimetlerin ve kulların
yaptıkları bütün ibadetlerin, Allah tarafından onlara bahşedilen bir lütuf okluğunu
belirtmektedir.
Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Niçin burada kendilerine nimet verilenlerin
kimler oldukları ve o nimetlerin neler oldukları zikredilmem iştir " cevaben denilir ki:
"Araplar konuşmalarının bir kısmıyla ifade etmek istedikleri şeyleri ifade edebilirlerse, sözü
kısa keserler, her şeyi zikretmeye lüzum görmezler. "Kendilerine nimet verdiğin kimseler"
ifadesi de bu kabildendir. Zira Allah teala, bundan önceki âyetlerde kullarına, kendisinden
yardım istemelerini ve doğru yolda devam etmeye muvaffak kılınmalarını dilemelerini
emretmiştir. Böylece, buradaki "nimef´ten maksadın, "Seçkin kulların tuttukları sağlam yol
ve sırat-ı müstakim" olduğu anlaşılmıştır. Böylece bunları açıkça zikretmeye ihtiyaç
حيم حمن الر بسم هللا الر
41 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
41
kalmamıştır. "Gazaba uğrayanlarınki-nc değil." Taberi diyor ki: "Gazaba uğrayanlardan
maksat, Allah tealanm şu âyette beyan ettiği Yahudilerdir. "De ki: Allah tarafından bir cezaya
çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size haber vereyim mi Onlar o kimselerdir
ki, Allah onlara lanet etmiş, gazabına uğratmış, o kimselerden maymunlar, domuzlar ve
Tağuta tapanlar yapmıştır. İşte bunlar, makamları en kötü, yolları da en sapık [44]
Taberi yine diyor ki: "Gazaba uğrayanlardan maksadın, Yahudiler olduğu, Adiy b. Hatim ve
Abdullah b. Şakiyk´in Resulullahtan rivayet ettikleri bir hadiste de zikredilmiştir. Aynca,
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes´ud, Rebi´ b. Enes, Abdullah b. Zeyd ve babası Zeyd de
"Gazaba uğrayanlardan maksadın, Yahudiler olduğunu söylemişlerdir.
Adiy b. Hatim diyor ki:
"Resulullah mescitte oturur iken onun yanma vardım, orada bulunanlar benim için "Bu, Adiy
b. Hâtim"dir. Dediler. Ben emansız (herhangi bir kişinin himayesine sığınmadan) ve yazısız
olarak (Bir müsaade yazısı olmadan) Medine´ye gelmiştim. Resulullah´a doğru yönelince
elimden tuttu. Resulullah daha önce şöyle buyurmuştu: "Umarım ki Allah, onun elini benim
elime verir." Resulullah ayağa kalktı. O sırada huzuruna, yanında bir çocuk bulunan bir
kadın geldi. O ikisi, "Senden bir isteğimiz var." dediler. Resulullah vanp onların ihtiyaçlarını
karşıladı. Sonra benim elimden tutup evine kadar götürdü. Hizmetçi, altına minder koydu.
Resulullah üzerine oturdu. Ben de önüne oturdum. Resulullah, Allah´a hamdedip onu
övdükten sonra şöyle buyurdu: "Lailahe İllallah" (Allah´dan başka ilah yoktur.) Demekten
seni kaçıran nedir Sen, Allah´tan başka bir ilah olduğunu biliyor musun " Dedim ki: "Hayır."
Sonra biraz konuştu, daha sonra şöyle buyurdu: "Sen, herhangi bir şeyin Allah´tan daha
büyük olduğunu biliyor da mı "Allahu Ekber" (Allah en büyüktür.) Demekten kaçınıyorsun "
dedim ki: "Hayır." Buyurdu ki: "Şüphesiz ki Yahudiler kendilerine gazap edilenlerdir. H iristi
yani arsa sapanlardır. "Dedim ki: "Ben Müslüman olarak geldim." Bu sırada baktım ki,
Resulullahın yüzü sevinçten parlıyor,. [45]
Abdullah b. Şakiyk diyor ki:
"Bir adam Resulullahın, vadi et-Kurâda atının üzerindeyken: "Belkiyn" kabilesinden birisinin
ona şu soruyu sorduğunu işittiğini söyledi. "Ey AH ahin Resulü, şunlar kimlerdir "
Resulullah: (Yahudileri göstererek) "Bunlar, gazaba uğrayanlardır." buyurdu. Adam: "Şunlar
kimlerdir " diye sordu. Resulullah: (Hıristiyanlan kastederek) "Onlar da sapanlardır."
buyurdu[46]
Ayette zikri geçen "Allanın gazabı" çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Ba-zılanna göre bundan
maksat, Allah´ın, gazabettiği kimseleri fiilen cezalandırması demektir. Bu cezalandırma
dünyada da olabilir, âhirette de. Bu konuda âyet-i kerimelerde şöyle Duyurulmaktadır: "Bizi
gazaplandtr.nca, onlara, layık oldukları cezayı verdik. Hepsini suda boğduk[47] Onlar o
kimselerdir ki, Allah onlara lanet etmiş, gazabına uğratmış, o kimselerden, maymunlar,
domuzlar ve tağuta tapanlar yapmıştır.. [48]
حيم حمن الر بسم هللا الر
42 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
42
Diğer bir kısım âlimlere göre, "Allah´ın gazap etmesinden maksat, gazaba uğrattığı kimseleri
sözle kınamasıdir." Başka bir kısım âlimlere göre ise, âyette zikredilen "Gazap"tan maksat,
Allanın onlara kızması ve öfkelerimesidir. Ancak Allah tealanın kızması ve Öfkelenmesi,
kulların kızması ve öfkelenmesine benzememektedir.
Âyet-i kerimede geçen "Sapaniarınkinc değil" ifadesi hakkında Taberi diyor ki: Âyette
zikredilen "Sapanlardan maksat, Allah teala-mn şu âyeti kerimesinde beyan ettiği
Hiristiyanlardır. "De ki: Ey kitap ehli, hakkın dışına çıkarak, dininizde aşın gitmeyin, daha
önce sapmış, birçoklarım da saptırmış ve böylece doğru yolu kaybetmiş bir kavmin heva ve
heveslerine uymayın. [49]
Taberi diyor ki: "Arap dilinde, her doğru yoldan ayrılan ve sağlam yolu tutmayan kimseye
"sapık" denir. Allah tealanın, HIristiyanları "Sapık" olarak vasıflandırması, onların, hak dini
bırakıp başka yolu tutmalanndandır. Eğer: "Yahudiler de böyle değil midir " diye sorulacak
olursa cevaben denir ki: "Evet, onlar da öyledir." Yine eğer "Allah teala niçin sapıklık sıfatım
Hıristi-yanlara, "gazaba uğrama" sıfatını da Yahudilere tahsis etmiştir " denilecek olursa
cevaben denir ki: "Her iki fırka da hem gazaba uğramıştır, hem de sapıktır." Fakat Allah teala,
bu fırkalardan herbirini, kulianna iyice tanımak için, her birine ayn sıfatlar tahsis etmiştir. Bu
sıfatlar onlarda gerçekten var olan sıfatlardır.
Taberi diyor ki: "Kadercilerden (Kaderi inkâr eden Kaderiyye fırkasından) bazı kıt
anlayışlılar, Allah tealanın, HIristiyanİan "Sapıkhk´la vasıflandır-masıyla, sapma işini onlara
isnad ettiğini, onlan kendisinin saptırdığını zikretmediğini, bu itibarla kul´un yaptığı işlerde
Allahın bir katkısının bulunmadığını, kul´un kendi işini kendisinin yarattığım söylemişlerdir.
Bunlar Arap dilinin genişliğini ve kullanış şeklini bilmemektedirler. Eğer durum, bu kıt
anlayışlıların iddia ettikleri gibi olsaydı, herhangi bir sıfatla sıfatiananın veya kendisine
herhangi bir iş isnad edilenin, sıfat ve işine herhangi bir şeyin sebep olduğunu söylemek
mümkün olmazdı. Ve her iş ve sıfatı, asıl sebebine isnad etmek mecbu-r.yti hasıl olurdu.
Mesela, rüzgâr ağacı sallayınca "Ağaç sallandı" demek doğru olmazdı. Yine, deprem
sarstığında "Yer sarsıldı" demek doğru olmazdı. "Rüzgâr ağacı sallandı." ´Deprem yeri
sarstı." demek gerekirdi. Allah teala şu âyet-i kerimede "Götürme" işini gemiye isnad etmiştir.
Halbuki asıl götüren gemi değil, diğer sebeplerdir. Âyette şöyle büyürulmaktadır: "Sizi
karada ve.de nizde yürüten Allah´tır. Gemi, içindekileri tatlı bir rüzgarla muntazam
götürürken.. [50]Bu âyet-i kerime, kadercilerin, Allah tealanın, Hıristiyanları "Sapanlar"
diye vasıflandırmasından hareket ederek belli kanaatlara varmalarını reddetmektedir. Diğer
yandan, Allah teala, birçok âyet-i kerimesinde, saptıranın da hidayete erdirenin de kendisi
olduğunu açıkça beyan etmiştir. Şu âyet-i kerime de buna işaret etmektedir: "Ey Muhammed,
heva ve hevesini kendine ilah edinen, Allah´ın da (Adaleti hak ettiğini) bilerek saptırdığı,
kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü Şimdi onu
Allah´tan başka kim hidayete erdirebilir "Düşünmez misiniz [51] Görüldüğü gibi, Ailah teala
bu âyette, saptıranın da doğru yola götürenin de sadece kendisi olduğunu beyan etmiştir,
ancak Kur´an-ı Kerim Arap diliyle indiğinden, Arapça´da da meydana gelen herhangi bir iş,
asıl sebebine isnad edildiği gibi asıl sebebin dışındaki şeylere de isnad edilebildiğinden,
rüzgârın salladığı ağaca "Ağaç sallandı" demek mümkündür. Bu itibarla, Allah tealanın
yarattığı bir ameli, kul´un kazanmış olması halinde "Bu ameli kul yaptı" demek caizdir. Zira
kul o işi kendi iradesiyle tercih etmiş ve yapmaya girişmiştir. Allah ta onu var etmiş ve
icadetmiştir.
حيم حمن الر بسم هللا الر
43 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
43
Taberi diyor ki: "Kur´an-i kerime dil uzatan inkarcılardan bazıları şu soruyu sorarlar: "Sen,
kitabının başlangıcında açıklama ve ifade etme metodunu izah ederken diyorsun ki
"Açıklamanın en üstün derecesi ve mükemmel olanı, bir şeyi açıklamak isteyen kişinin
düşüncelerini en güzel şekilde ortaya koyan sözü söyleyenin, maksadını en güzel şekilde
beyan eden ve sözü dinleyenin anlamasına en yakın olanıdır." Yine diyorsun ki:
"Açıklamaların ve ifade etmelerin en üstünü Allahın kelamıdır. Zira o, diğer bütün sözlerden
daha üstündür ve bütün şekillerinin en üst mertebesindedir. Madem ki durum böyledir o halde
"Ümmül Kur´an" olan fatihanın yedi âyet şeklinde uzatılmasının sebebi nedir Halbuki bu
surenin kapsadığı mânâların hepsini şu iki âyet ifade etmektedir. "O, ceza gününün sahibidir."
"Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz." Evet, Allah´ın, ceza gününün
sahibi olduğunu idrak eden kimse, onun güzel isimlerini de yüce sıfatlarını da idrak etmiş
olur. Yani, âlemlerin rabbi olduğunu, rahman ve Rahim olduğunu da bilir. Yine, Allah´a itaat
eden, dininde Allah´ın, kendilerine nimet verdiği kimselere uyar ve Allah´ın saptırdığı
kimselerden de uzak durur. Yani, "Sen bizi doğru yola ilet." "Kendilerine nimet verdiğin
kimselerin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapanlarınkine değil." şeklinde niyazda
bulunmaya ihtiyaç kalmazdı." Bu soruyu soran kimseye denir ki: "Allah teala, Resulullah
(s.a.v.)´e indirmiş olduğu kitapta, Resuluüah ve ümmeti için daha önceki Peygamberlere ve
ümmetlere göndermediği hüküm ve mânâları zikretti. Zira Allah Allah tealanın, Kur´andan
Önce herhangi bir Peygamberine indirmiş olduğu kitap, Kufan-ı Kerimin kapsadığı mânâ ve
hükümlerin sadece bir bölümünü kapsamıştır. Mesela Tevrat, bir kısım öğütler ve
açıklamalardan ibarettir. Zebur, Allah´ı övme ve onu yüceltmeden ibarettir. İncil, öğütler ve
ibretlerden ibarettir. Bu kitaplardan herhangi birinde, kendisine indirileni tasdik eden bir
mucize bulunmamaktadır.
Resulullah´a indirilen Kur´an-ı Kerim ise bütün bu mânâları ve bunlara ilaveten bunlarda
bulunmayan mânâları da kuşatmaktadır. Kur´an-ı Kerimin diğer kitaplardan üstünlüğünü
gösteren en belirgin özelliklerinden bazıları şunlardır; Kur´anın kelime ve cümlelerinin
diziliş şekli çok mükemmeldir. Bir şeyi va-saflandırması görülmedik bir şekildedir. Kelime ve
cümlelerin birbirleriyle oîan uyumu harika bir biçimdedir. Öyle ki hatipler onun en küçük
surelerinden birini dahi düzenlemekten, edipler onun nitelemelerinden bir kısmını dahi
yapmaktan âciz kalmışlar, şairler, onun kelime ve cümlelerinin birbirleriyle olan uyumu
karşısında şaşırıp kalmışlardır, Dâhilerin akıllan, onun bir benzerini yapma imkânını
bulamamışlardır. Ona teslim olmaktan, onun, bir ve kahredici Allah tarafından gönderildiğini
itiraf etmekten başka bir çare bulamamışlardır.
Kur´an-ı Kerim, diğer yandan, gökten yeryüzüne İndirilen herhangi bir kitapta bulunmayan
bir kısım teşbihler, sakındı rinalar, emirler, yasaklar, kıssalar, tartışmalar ve hikmetler ihtiva
etmektedir.
İşte bu sebepledir ki "Ümmül Kur´an" olan fatihada görüldüğü gibi Kur´anın herhangi bir
süresindeki tafsilat, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)´in hak Peygamber olduğunu
göstermesi içindir. Daha önce de anlatıldığı gibi, Allah tealanın, önceden görülmeyen bir
takım nitelendirmeleri ve kelime ve cümlelerinin harika bir şekilde dizilmelerini Kur´anda
toplaması, Hz. Muhammed (s.a.v.)´in Peygamberliğinin hak okluğunu göstermesi içindir.
Kur´an-ı kerimdeki vasıflandırmalar o kadar mükemmel ve kelimelerinin diziliş şekli o kadar
حيم حمن الر بسم هللا الر
44 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
44
harikadır ki, bunlar ne şiirlerin vezinlerine ve kâhinlerin vezinli konuşmalarına, ne hatiplerin
hutbelerine ne de edip insanların risalelerine benzer. Bütün yaratıklar bir araya gelse, herhangi
bir şeyi onun vasıflandırdığı gibi vasıflandırılmaz ve bütün insanlar bir araya gelse onun
benzeri bir kitap meydana getiremezler. Mesela, fatiha suresinde zikredilen Allah´a
hamdetme, onu yüceltme ve onu övme gibi hususlar kulları. Allah´ın büyüklüğü,
hükümranlığı, kudrett ve mülkünün azameti hususunda uyaımak içindir ki kullar, nimetleri
karşısında rablerini hatırlasınlar, ona hamdetsinler ve böylece onun daha fazla nimetlerine
layık olsun, bolca mükâfatlarını hak etsinler. Allah tealanın, fatiha suresinde kendisini tanıma
nimetini lütfettiği kimseleri ve kendisine itaat etmeye muvaffak kıldığı kişileri zikretmesi,
kullarının, dinleri ve dünyaları hususunda ellerinde bulunan nimetlerin hepsinin Allah
tarafından olduğunu onlara bildirmesi içindir. Böylece bütün isteklerini Allah´a yöneltsinler,
ihtiyaçlarını sadece ondan istesinler. Onun dışındaki put ve benzeri şeylerden istemesinler.
Allah Teâlâ’nın, Fatiha suresinde, kendisine isyan edenlerden intikam alındığım ve
emirlerine karşı gelenlerin cezalandırıldığını zikretmesi, kullarını kendisine karsı gelmekten
sakındırması ve kendilerini Allah’ın gazabına sürükleyecek şeylere düşmekten
uzaklaştırması içindir. Aksi halde Allah da onlar, diğer ümmetlerin uğradıkları cezalara
çarptırır ve onlar da helak eder.
İşte "Ümmül Kur´an11 olan fatiha süresindeki beyan ve ifadelerin uzun olusu bu hikmetlere
binaendir. Kur´an-ı Kerimin buna benzeyen dtğer surelerinde de durum böyledir. Bunun en
büyük bir hikmet ve en mükemmel bir hüccet olduğu muhakkaktır. [52]
حيم حمن الر بسم هللا الر
45 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
45
Bölüm 3: TEFSİR-İ KEBİR / TE’VİLÂT “Muhyiddin İbn. Arabî”
“BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM” “Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla”
Fatiha Suresi, Mekke’de inzal olmuştur. 7 ayettir. Bir şeyin ismi, o şeyin bilinmesinin,
tanınmasının aracıdır. Allah’ın İsimleri’de (Esmau’l Husna) özellikleri itibariyle delalet eden
nev’i suretlerdir. Allah’ın sıfatlarına ve zatına delalet etmek üzere kullanılırlar. Varlıklarıyla
Allah’ın vechine, taayyun edişleriyle de Allah’ın birliğine delalet ederler. Çünkü isimler
(esmalar), Allah’ın tanınmasına, bilinmesine aracılık eden zahir işaretlerdir. “Allah” lafzı,
mutlak olarak ve olduğu gibi ilâhi zatın ismidir. Ki bu da zatın sıfatlarla muttasıf olması veya
muttasıf olmaması itibariyle değildir. “Rahman”, herkese hikmetin gerektirdiği şekilde varlık
ve kemal bahşeden demektir. Varlıkların varoluşlarının başında sahip oldukları kabiliyetler de
bu ismin kapsamına girer. “Rahîm” ise, son itibariyle insan türüne özgü manevi kemali
bahşeden anlamına gelir. Bu yüzden “Ey dünya ve ahiret Rahman’ı!” ve “Ey ahiret Rahim’i!”
denilmiştir. Buna göre “Besmele”nin anlamı şöyledir: İlahi zatın ve bütün sıfatlarla birlikte
azamet sahibi Hakk’ın mazharı, genel ve özel rahmeti kapsayan kâmil insaniyet suretiyle
başlıyorum, okuyorum. Besmele; İsm-i Azam’dır / en büyük isimdir. Nitekim Allah Rasulu
(s.a.v) bu anlama şöyle işaret etmiştir: - “Bana bütün sözleri, anlamları kapsayan verildi ve
ben üstün ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” Kelimeler, varlıkların hakikâti ve özüdür.
Mevcudat Allah’ın kelimeleridir. Hepsi Kün! / Ol! Hükmünün eseridir. Nitekim Hz. İsa’ya
(a.s)da “Kelimullah / O’nun (Allah’ın) Kelimesi” ismi verilmiştir. Kur’ân’da: “Meryemoğlu
İsa yalnız Resuldür ve kelimullah’dır (O’nun kelimesidir). Buyrulmuştur.
Üstün ahlak ise, varlıkların fiillerinin kaynağı olan hallerinden ve özelliklerinden ibarettir ve
bu da kapsayıcı insani oluşla sınırlıdır. Burada ince bir husus üzerinde durmak istiyoruz.
Şöyle ki: Nebiyler (a.s) hece harflerini varlık mertebelerine karşılık olarak kullanmışlardır.
İsa (a.s) ve Emiru’lmumînin Ali (keremallahu vechehu) zamanında, ayrıca bazı Sahabeler
devrinde böyle bir kullanıma işaret eden metinler bulunmuştur. Bu yüzden “Varlıklar
“Bismillah”ın “ba” sından zuhur etmiştir ” denilmiştir. Çünkü “Ba”, Allah’ın zatına işaret
etmek maksadıyla konulan “ Elif ” harfinden sonraki harftir, dolayısıyla “ilk akla” delalet
eder. İlk akıl ise, Allah’ın yarattığı ilk varlıktır ve ona şöyle hitap etmiştir: “Bana senden daha
sevimli, benim katımda senden daha saygın bir varlık yaratmış değilim. Seninle verir, seninle
alırım. Seninle ödüllendirir ve seninle cezalandırırım.” Telaffuz edilirken “Besmele” yirmi
sekiz harften ibarettir. Yazılırken yirmi dokuz harften oluşur. Kelimelere bölündüğü zaman,
yirmi iki harfe bölünür. On sekiz harf, on sekiz bin âlem olarak ifade edilen varlıklara
işarettir. Çünkü “Elif”, geri kalan tüm sayı mertebelerini kapsayan tam sayıdır. Dolayısıyla
üstünde başka sayı bulunmayan ana mertebedir. Ceberut âlemi, Melekut âlemi, Arş, Kürsü,
Yedi gök, Dört unsur ve her biri kendi içinde cüzlere bölünen üç mevalid gibi ana âlemler
onunla ifade edilir. On dokuz ile de bu âlemlerle birlikte insanlık âlemine işaret edilir. Çünkü
insan, hayvanlar âlemine dahil olsa da şerefi, her şeyi kapsayıcı olması, varlığı sınırlandırması
itibariyle kendine has özellikleri bulunan başka bir âlem ve başlı başına bir türdür. Kendisi
itibariyle bir burhandır, tıpkı melekler içinde Cebrail’in özel bir konuma sahip olması gibi.
Nitekim, yüce Allah “Melekleri ve… Cebrail…” (Bakara, 98) buyurarak onun bu farklı
konumuna işaret etmiştir. “Besmele” kelimelere bölündüğü zaman ortaya çıkan örtülü üç
elifle birlikte harf sayısı yirmi ikiye tamamlanır. Bunlar da zat, sıfatlar ve fiiller itibariyle İlahi
حيم حمن الر بسم هللا الر
46 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
46
Hak âlemine işaret ederler. Ki bunlar, ayrışma sırasında üç âlem, hakikâtte ise Tek âlemdir.
Üç elif’in yazıda yer alması. Bu âlemlerin büyük insani mazhara zuhur edişlerine ve ilahi
âlemin örtülü oluşuna işarettir.
Resulullah’a (s.a.v) “Besmele”nin “ba” sının “elif”i nereye gitti? diye sorulmuş o da “Şeytan
çaldı” cevabını vermiştir ve “Besmele”nin “ba”sının “elif”ine bedel olarak “ba”nın
uzatılmasını emretmiştir. Bu, ilahi uluhiyetin yaygın rahmet suretinde gizlendiğine ve ancak
ehlinin bileceği şekilde insani surette zuhur ettiğine yönelik bir işarettir. Bu yüzden
kullanımda “nekre”dir. Hadiste, yüce Allah’ın Adem’i kendi suretinde yarattığı belirtilir.
Çünkü zat, sıfatlarla, sıfatlar fiillerle, fiiller oluş ve eserlerle örtülüdür. Oluşların kalkmasıyla
fiillerin tecellisine mazhar olan tevekkül eder. Fiil perdesinin kalkmasıyla sıfatların tecellisine
mazhar olan razı olur, teslimiyet gösterir. Sıfat perdelerinin açılmasıyla zatın tecellisine
mazhar olan da vahdette fena bulur. Artık ne yaparsa yapsın, ne okursa okusun mutlak
muvahhit olur. “Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla…” O halde fiiller tevhidi sıfatlar
tevhidinden öncedir. O da zat tevhidinden önce gelir. Rasulullah (s.a.v) secdede söylediği şu
dua ile bu üç tevhid mertebesine işaret etmiştir: - “Azabından affına sığınırım. Gazabından
rızana sığınırım. Senden sana sığınırım.” Kur'an sırlarını bilen Ariflere göre, her surenin
başındaki Besmele, o surenin bütün sırlarını barındırır. Bir anlam da o Besmele başında
bulunduğu surenin yani ev’in (beyt’in) kapısı hükmündedir. Zira anlamlar Besmele ile
açılmaktadır. Çünkü Fatihanın ilk ayeti Besmele’dir. Fatihanın anlamı: Açış yapan, açan
manasına gelmektedir. Bu beyt herkese (ev) açılmaz. Bana açıldı ve içine girdim. İçinde
olanları öğrendim. Bu beyt, bu kitabın kapsadığı bu menzillerin tümünün içinde bulunan
hazinelerin bütün anahtarlarını barındırır. Çok yüce ilimler ihtiva etmektedir. Bunu bilen Arif,
kâinatın Ondan mevcut olduğunu tahakkuk eder. Allah ile konuşan Arif için Besmele, Hak
teala için "Kün = Ol" sözü mesabesindedir. "İhlâs" suresi evinin kapısının olmayışına, içine
girilmediğine gelince, çünkü bu sure sadece tenzih “zât” isimlerini ihtiva eder. Bu isimlerle
ahlaklanmanın da imkânı yoktur. Besmele sütununu meshetmekse, Rahim ismiyle
ahlaklanmadan ibarettir. 2- Hamd, âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur. 3- O, Rahmandır ve
Rahimdir.
4- Din gününün sahibidir. “Hamd….mahsustur.” Fiil ve sözle hamd; kemalatın zuhuru ve
eşyanın gayelerinin hasıl olması demektir. Çünkü hamd; giriş mahiyetinde bir senadır ve
eşyanın mevlasının hakkettiği parlak bir övgüdür. Çünkü bütün varlıklar özellikleri ve
hasletleriyle, varoluş gayelerine yönelik oluşlarıyla, kemalatını kuvveden fiile çıkarışlarıyla
Allah’ı tesbih etmekte, O’na hamdetmektedirler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.”
(İsra, 44) Varlıkların Allah’ı tesbih etmeleri; O’nu ortaklardan, noksan sıfatlardan ve
acizlikten tenzih etmeleri ve kendi varlıklarını s ırf O’na isnat etmeleri, O’nun birliğine ve
kudretine delalet etmeleri şeklindedir. “Âlemlerin rabbi Allah’a…” Varlıkların Allah’ı hamd
etmeleri ise; varoluşlarına terettüp eden kemalatı göstermeleri, celal ve cemal sıfatlarına
mazhar olmaları şeklindedir. Burada övgü, Allah’ın zatına özgü kılınmıştır, çünkü O’nun zatı
her şeyin başlangıcıdır, her şey üzerinde koruyucu ve tedbir edici konumundadır. Bu da
âlemlerin Rabbi olmanın anlamıdır. Yani Allah’ın bilinmesini sağlayan her âlemin Rabbidir.
Tıpkı mührün mühür sahibini, kalıbın da kalıp sahibini tanıtması, bilinmesini sağlaması gibi.
“Âlemin” kelimesi cem-i salimdir. Zira ilim anlamını da içermektedir. Ya da çoğunluk
itibariyle bu kalıp esas alınmıştır. Genel ve özel hayrı, yani sağlık ve rızık gibi zahiri
nimetleri, irfan ve ilim gibi batıni nimetleri bahşetmesine karşılık; Din Günü bütün eşyaya
حيم حمن الر بسم هللا الر
47 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
47
malik olması anlamında ve gerçek Mabud’dan başka ceza verecek kimsenin bulunmaması
hakikâtinden dolayı her şeyin nihayeti, dolayısıyla ceza vakti bütün mülkün O’nda son
bulması; kişi züht aracılığıyla fani nimetlerden soyutlandığı, kendi fiillerinden sıyrılıp ilahi
fiillerin tecellisine mazhar olduğu, mahv zamanı kendi sıfatlarının yerine O’nun sıfatlarını
koyduğu, O’nun zatıyla beka bulduğu ve fena bulması nedeniyle gerçek varlık bağışına
muhatap olduğu zaman, fani nimetlere karşılık baki nimetleri sevap (ceza / mükafat) olarak
vermesi itibariyle mutlak hamd, mahiyetiyle birlikte, ezeli ve ebedi olarak, bizzat hakketmesi
nedeniyle Allah’a hastır. Başta ve sonda, bu iki kavram arasında, cem makamında ve tafsil
dillerinde bütün hamd O’na özgüdür. O, tafsili olarak da cem olarak da hamdedendir,
hamdedilendir. Başlangıç ve son olarak abiddir, mabuddur.
Kelamında kullarına sıfatlarıyla tecelli ettiği için, kullar O’nu azameti ve parlaklığıyla,
kudretinin ve celalinin kemaliyle müşahede ettiler. İbadeti sırf O’na özgü kılmak, yardımı
yalnızca O’ndan dilemek suretiyle söz ve fiil olarak O’na hitap ettiler. Çünkü O’ndan başka
Mabud görmediler ve çünkü O’nun dışında hiç kimse bir yerden güç ve kudret edinemez.
Eğer kendilerinin daima ilahi huzurda olduklarının bilincinde olurlarsa, bütün hareketleri ve
duruşları O’nunla O’nun için ibadet mahiyetine
bürünür. Her yönde her yüzde O’nun cemalini
müşahede ettikleri için daima salât’da (namazda) ve
sevgi lisanıyla dua halinde olurlar. 5- Ancak sana
kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. 6- Bize
doğru yolu göster. 7-Kendilerine lütuf ve ikramda
bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların
ve sapmışların yolunu değil! “Ancak sana kulluk
ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” Hidayet
üzere sebat ver bize. Bizi birlik yolunda istikamette
kalıcı k ıl. Bu yol, rahmet kapsamındaki özel nimete,
yani irfan ve sevgiye, zati ve hakkaniyet hidayetine
mazhar olmuş Nebîlerin, şehitlerin, sıddıkların ve
evliyanın yoludur. Onlar, Allah’ı ilk, son, zahir ve batın “Huve’l evvelu ve’l ahuru ve’z-
zahiru ve’l-batın” olarak müşahede ettiler ve baki vechin fani gölgenin varlığına bir kerelik
doğuşu esnasında şuhud içinde kayboldular. “Gazaba uğramışların yolunu değil.” Varlığın
zahirine takılıp kalan, rahmani nimet, cismani bağış ve maddi zevkle perdelendikleri için
ruhani hakikâtleri, kalbi nimetleri ve akli zevkten yoksun bırakılan yahudiler gibi
toplulukların yolunu değil. Onlar, zahiri nimetlere, cennetlere, hurilere ve cennet köşklerine
davet ettikleri için gazaba uğradılar. Gazap kovulmayı ve uzaklığı gerektirir. Kuşkusuz, zahiri
nimetlere takılıp kalmaktan ibaret zülmani perde, uzaklığın en son noktasıdır. “Sapmışların
dalalette bulunanların” yolunu değil.” Nurani perdelerden ibaret batıni nimetlere takılıp kalan,
dolayısıyla rahimi nimetlerle perdelenip rahmani hikmetlerden yoksun olan, Hakk’ın
zahirliğinden gafil bulunan, bu yüzden doğru yolu yitiren ve bunun neticesinde sevgilinin
cemalini her şeyde müşahede etmekten mahrum olan Hıristiyanlar gibi toplulukların yolunu
değil. Çünkü onlar batına, kutsi âlemlerin nurlarına çağırdılar.
حيم حمن الر بسم هللا الر
48 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
48
Buna karşılık muvahhid Muhammedîlerin çağrısı bütüne, zatın cemalinin muhabbeti ile
sıfatların güzelliğini cem etmeye yöneliktir. Nitekim birçok ayette şöyle buyrulmuştur:
Rabbinizin bağışına takva sahipleri için hazırlanmış cennete koşun. (Al-i İmran, 133)
Allah’dan korkun ve Rasulu’na inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında
yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin. (Hadid, 28) Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın. (Nisa, 36)… Böylece Muhammedî muvahhidler, bu üç çağrıya da icabet
etmişlerdir. Nitekim, onlar hakkında şöyle denilmiştir: O’nun rahmetini umarlar ve azabından
korkarlar. (İsra, 57) Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla. (Tahrim, 8) Rabbimiz
Allah’dır, deyip sonra da dosdoğru yaşayanlar…” (Ahkaf 13) Yüce Allah’ın haber verdiğine
göre bütün bunlara karşılık olarak sevaplarını almışlardır: “Onların rableri katındaki
mükâfatları, adn cennetleridir.” (Beyine,8) “Onların mükâfatları ve nurları vardır.” (Hadid,
19) Nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır. (Bakara, 115) Güzel davrananlara daha
güzel karşılık, bir de fazlası vardır. (Yunus, 26) "Her şeyin hazineleri yalnız bizim
yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz." (Hicr, 21)
Vallahu yekulu’l hakka ve huve yehdi’ssebile. Allah, hakkı söyler ve O, doğru yola erişdirir.
…
حيم حمن الر بسم هللا الر
49 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
49
Bölüm 4: Diyanet İşleri Başkanlığı Tefsiri Ayet: حمن للا بسم حيم الر الر
Meal: Bismillahirrahmânirrahîm ﴾1﴿
Tefsir
“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir âyet olmadığı için mushafa
yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl
16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü...”
ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler. Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah’ın
“Âdem’e secde et!” emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı
geldiği için meleklerin vatanından (melekût âlemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan
dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine
vazife edinmiştir (A‘râf 7/11-17)
Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya
çalışmaktadır (En‘âm 6/112). Ancak Allah’a iman eden, O’na dayanan ve güvenen müminlere
şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili âyetlerde
açıklanmıştır (Nahl 16/98-100).
Yukarıda meâli zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur’an okumaya başlayanlar “eûzü”
çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere
göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu
bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş
bir davranıştır.
Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur’an okuma halinde bile –
okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu
yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır. Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak
insanlardan gelecek belâyı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve
kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur’an’ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer
almıştır (bk. Mü’minûn 23/96-98).
Eûzü, bir yandan böyle maddî ve mânevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilâç olurken diğer
yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür
boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli
olmayı telkin etmektedir. 1. Sûrelerin başında bulunan besmele cümlelerinin, Kur’ân-ı
Kerîm’in mushaflarda ilk defa toplanmasından itibaren yazılageldiği, aynı dönemde Kur’an’a
dahil olmayan hiçbir şeyin mushafa yazılmadığı dikkate alınırsa –aksine görüşler
bulunmasına rağmen– her sûrenin başındaki besmeleyi, sûrenin âyet sayılarına dahil olmayan
ayrı bir âyet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fıkıhçılarının görüşleri de
böyledir (Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, I, 12).
İmam Şâfiî Fâtiha sûresinin başındaki besmeleyi bu sûreden bir âyet olarak kabul etmiştir.
Diğer sûrelerin başlarındaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklı görüş nakledilmiş,
her sûreye dahil bir âyet sayılması görüşü –ona ait olması yönünden– daha sahih bir rivayet
حيم حمن الر بسم هللا الر
50 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
50
olarak kaydedilmiştir. Ebû Hanîfe’ye göre besmeleler sûrelerin başında ayrı âyetler olduğu
için namazda yalnızca Fâtiha’dan önce sessiz olarak okunur, Fâtiha’yı takip eden ve zamm-ı
sûre denilen sûre ve âyetlerden önce ise besmele okunmaz.
Besmele dilimize genellikle “Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla” şeklinde çevrilmektedir.
Bu cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre niyetinde bulunan
“... okuyorum, başlıyorum, yapıyorum, yiyorum” gibi bir yüklem vardır. “Allah’ın adıyla
yemek, okumak” ifadesinden Türkçe’de “yenen ve okunanın Allah’ın adıyla birlikte yenildiği
veya okunduğu” anlaşılır. Bu mâna kastedilmediğine göre maksadı doğru anlatabilmek için
besmeleyi “Rahmân ve rahîm olan Allah adına, ... adını anarak, ... Allah’tan yardım dileyerek
...” şekillerinde çevirmek de uygun olur.
Kul herhangi bir davranışta bulunurken, önemli bir işe teşebbüs ederken önce eûzü çekerek
muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuyarak “kendinin tek
başına yeterli olmadığını, başarı ve gücün ancak Allah’tan gelebileceğini,
Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı bir varlık olarak O’nun mülkünde, O’nun
adına tasarrufta bulunduğunu, asıl mâlik ve hâkim olan Allah’ın koyduğu
sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş olacağını...” peşinen kabul etmekte ve
bundan güç almaktadır. Burada tevhid cümlesinin mânası da üstü kapalı olarak
mevcuttur. Zira nasıl ki tevhid cümlesinde “lâ ilâhe” denilerek önce bütün sahte tanrılar
zihinlerden siliniyor, sonra da “illallah” ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan
Tanrı (Allah) kalbe ve zihne yerleştiriliyorsa, eûzü besmele çekildiğinde de önce kulluk
ilişkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da bu ilişkinin en uygun anahtarı
kullanılmış, doğru kapılar açılmış, sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.
Allah yerine “tanrı”, rahmân yerine “esirgeyen”, rahîm yerine de “bağışlayan” kelimelerinin
kullanılması bu isimlerin anlamlarını tam olarak karşılamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme
hakkıyla lâyık olan “tek, eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sahip ve eksikliklerden
uzak, varlığı zaruri (olmazsa olmaz), yokluğu düşünülemez” olan yüce zâta mahsustur, bu
sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah denemez. Halbuki insanların uydurdukları, kendilerine
göre bazı nitelikler yükledikleri mâbudlara tanrı denebilir. Başka bir deyişle tanrı kelimesi
Allah için de kullanılabilir, halbuki Allah ismi O’ndan başka hiçbir varlık için kullanılamaz
ve Arap dilinde de kullanılmamıştır.
Kur’an dilinde rahmân sıfat-ismi de Allah’a mahsustur, başka hiçbir varlık için
kullanılmamıştır. Rahmân “en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız
lutuf, ihsan, rahmet bahşeden” demektir. Rahmân, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar
olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin
üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır. Rahîm “çok merhametli, rahmeti bol”
demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah’ın rahîm sıfat-ismi O’nun, daha ziyade
kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve
merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek” ve “bağışlamak” bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli
rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1
Sayfa: 58-59)
حيم حمن الر بسم هللا الر
51 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
51
2-Ayet : الحمد الـعالمين رب لل
Meal: Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün)
maliki Allah'a mahsustur. ﴾2-4﴿
Tefsir
Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça’da medih ve şükür kelimelerinin hamd kelimesine
yakın mânaları bulunmakla birlikte bunlar arasında birtakım ince farklar da vardır. Methetme
(övme) bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır; bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda
iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Kişi kendi iradesinin eseri olmayan güzelliği
sebebiyle övüldüğü gibi cömertlik ve cesaret gibi erdemlerinden dolayı da övülür. Halbuki
hamd ancak irade ve istekle hâsıl olan iyilik ve güzellik karşısında yapılır.
Şükür ve teşekkür “isteyerek yapılmış (ihtiyarî) bir iyilik ve ihsana karşı dille veya başka
şekillerde uygun mukabelede bulunmak”tır. Bu, hem Allah’tan hem de insanlardan gelen
iyilikler karşılığında yerine getirilmesi beklenen ahlâkî bir ödevdir. Hamdetmek de dil ile
yapılır; “hamdolsun, elhamdülillâh...” denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan
değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir. Bu mânada hamd yalnızca Allah’a
mahsustur. Çünkü başkalarına ait olan iyilik ve güzellikler, gerçek ve kâmil mânasıyla onların
isteklerine bağlı değildir. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah’ın da
iradesi vardır. Onların irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, güzellik ve hizmetler ise
doğrudan yaratıcının, fıtrat ve özellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin
eseridir. Dolayısıyla bu mânada hamdin tamamı Allah’a mahsustur, O’na aittir.
Âlem maddî ve mânevî, görülen ve görülemeyen, dünyada ve âhirette Allah Teâlâ’nın
yarattığı her şeydir. Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddî varlıklara “mülk
ve şehâdet âlemi”, madde ötesi varlıklara da “gayb ve melekût âlemi” denilir. Gayb ve
melekût âleminin tek sahibi Allah’tır. Mülk ve şehâdet âleminin ise gerçek sahibi Allah
olmakla beraber görünürde ve mecazen başka sahipleri de olabilir.
Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre şehâdet ve mülk âlemi, gayb ve melekût âlemine nisbetle
denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi kadardır. Günümüze kadar insan bilgisinin
ulaşabildiği uzay akıllara hayret verecek büyüklüktedir. Fakat bu büyüklük gayb âleminin
yanında bir kum tanesi kadar kaldığına göre gayb âleminin azametini akıl terazisi çekemez.
Konuya bu açıdan bakıldığında evrenin büyüklüğüne ve ondaki düzenin inceliklerine dair
ulaşılan her yeni bilgi, Allah’ın insana bahşettiği aklın nerelere kadar ulaşabileceğini ortaya
koymasının yanında, erişeceği sırların enginliğini tasavvur edebilmesi için bir ölçü de
oluşturmaktadır. Şu halde gayb âleminin bu büyüklüğü iman ve irfanla kavranmakta, oradan
da bütün âlemlerin rabbi (sahibi, mâliki, takdir edip yaratanı, koruyanı, geliştireni) olan
Allah’ın azamet ve büyüklüğü karşısında kula yakışan hayret haline ulaşılmakta; bu azamet
karşısında kul secdeye kapanınca onun hayret hali, “huzur, güven, sevgi, yakınlık ve tatmin”e
dönüşmektedir.
حيم حمن الر بسم هللا الر
52 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
52
Rab kelimesi tek başına söylendiği zaman bundan yalnızca “Allah” kastedilir, O’nun güzel
isimlerinden biridir, “sahiplik ve terbiye edicilik” özelliğini ifade eder. Bu kelime “rabbü’d-
dâr” (ev sahibi) gibi tamlama şeklinde başkaları için de kullanılır. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1
Sayfa: 60-61)
3-Ayet: حمن حيم الر الر
Meal: Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün)
maliki Allah'a mahsustur. ﴾3﴿
Tefsir Rahmân ve rahîm.
4-Ayet: ين يوم مالك الد
Meal: Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün)
maliki Allah'a mahsustur. ﴾4﴿
Tefsir
“Ödül ve ceza (din) gününün hâkimi” diye çevirdiğimiz tamlamada geçen mâlik “malın,
mülkün sahibi” demektir. Kıraat âlimlerince “hükümdar, iktidar sahibi” anlamında “melik”
şeklinde de okunmuştur. İnsanlar için kullanıldığında mâlik ile melik arasında güç, yetki ve
tasarruf hakkı bakımlarından önemli farklar vardır.
Mal ve mülkün sahibi (mâlik) kişinin başkalarına hükmü geçmez, başkalarına hükmü geçen
hükümdar (melik) ise her malın ve mülkün sahibi değildir. Allah Teâlâ hakkında mâlik ve
melik sıfatları kullanıldığı zaman mâna çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem
âlemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hükmü geçer; O’nun iktidarı üstünde bir
iktidar tasavvur bile edilemez. Melik O’nun zâtına, mâlik ise fiiline ait sıfatlardır.
“Ödül ve ceza (din) günü”nün âhiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü olduğu, bunu
açıklayan başka âyetlerden anlaşılmaktadır (meselâ bk. İnfitâr 82/17-19).
Allah Teâlâ bütün zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hâkim, sahip,
melik ve mâliktir. Ancak Allah Teâlâ dünya hayatında, imtihan için kullarına da sahiplik ve
iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet içinde bulunan kimseler –zaman zaman da olsa–
Allah’ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya özen göstermemişler; imanı olmayanlar ise
bunun şuurundan tamamen yoksun kalıp inkâr etmişlerdir.
Âhiret âleminde kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidarı da ortadan kalkacağı için Allah’ın
melik ve mâlik sıfatı bütün azametiyle ortaya çıkacak, belli olacaktır. Bunun için âhirette O,
gerçekte ve görünürde “melik ve mâlik”tir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 61
حيم حمن الر بسم هللا الر
53 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
53
5-Ayet: نستعين واياك نعبد اياك
Meal: (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. ﴾5﴿
Tefsir
Besmeleden buraya kadar kendisi ve sıfatları, kulları ve kâinat ile kesintisiz ilişkisi, dünya
hayatının sonu ve hesap günü hakkında önemli açıklamalar yapan Allah Teâlâ, bunları iman
içinde dinleyip anlayan ve şuuruna yerleştiren kullarında hâsıl olacak duygu ve düşünceye,
davranış biçimine tercüman olarak “Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz”
buyuruyor. Şu halde yukarıda sıralanan eşsiz ve benzersiz sıfatlar Allah’a mahsus olduğuna
göre ibadetin ve yardım dilemenin O’na özgü kılınması da –kul açısından– tabii hale
gelmektedir.
İbadet “kulluk ve tapınma” olarak anlaşılmıştır. Bu kavramın içinde kâmil mânada “sevgi,
korku ve boyun eğme” vardır; bu üç tavır ve duygunun birlikteliği ibadetin temelini oluşturur.
İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamışlardır; yani terim
anlamıyla ibadet, iradeye bağlı olmayan hareketler ve oluşlar gibi hâsıl olmamakta; ilâhî emri
kul, –dünya hayatında bir imtihan olarak– serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal
etmektedir.
Dünyanın bütün nimetleri ve imkânları insanın, insanca (yalnız Allah’a kulluk ederek)
yaşaması için verilmiş araçlardır. Bunları amaçlarına uygun olarak kullanmayanlar nimetin
kıymetini bilmemiş ve israfa sapmış olurlar. İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddî
ve mânevî ihtiyaçlarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli
olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insan üstü güçlerden yardım
istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat onların bu iki kaynaktan yardım
istemek ve almak için tuttukları yollar, benimsedikleri sistem ve usuller, ilâhî irşada kulak
asmadıkları zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmelerine sebep olmuş; dolayısıyla birçok
bâtıl din, işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır.
Bu âyet, ibadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve
tevhidi (bir Allah’a ibadeti, sığınmayı ve yönelmeyi) getirmektedir.
Âyette “ederim, dilerim” yerine “ederiz, dileriz” şeklinin seçilmiş olması tevhid ehli
müminlerin bir bütün teşkil ettiklerini, bu sebeple “Sen ben değil, biz varız” ilkesi
doğrultusunda hareket etmelerini, ferttoplum arasındaki dengeyi korumalarını
işaretlemektedir. Burada “biz”i oluşturan bağ imandır, bir Allah’a kulluktur; “Allah’ın kulları!
Kardeş olun” (Buhârî, “Nikâh”, 45; Müslim, “Birr”, 23, 28-32) meâlindeki hadis de bu
mânaya açıklık getirmektedir.
Müminler kardeşçe yardımlaşırlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gerçekte her nimetin
Allah’tan geldiğini, O dilemedikçe kimsenin bir şey veremeyeceğini bilirler.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 62-63
حيم حمن الر بسم هللا الر
54 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
54
6-Ayet: راط اهدنا المستقيم الص
Meal: Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve
sapıklarınkine değil. ﴾6-7﴿
Tefsir
İnsanlar maddî ve mânevî hayatlarını düzenlerken doğrunun yanında yanlış da yapmışlar;
hatalı, çıkmaz, saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi insanın
kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir.
“Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki)
her şey yalnız rabbine aittir (O’na dönecektir)” (Alak 96/6-8). “Bize doğru yolu göster” duası
aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı,
doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu tâlimatı
verdiğine göre kula düşen, ilâhî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad
doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için O’nun tarafından sağlanan imkânları
gerektiği gibi kullanmaktır. “Doğru yol” (sırât-ı müstakîm) İslâm’dır. Allah’ın peygamberleri
ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslâm’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul,
akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... ancak İslâm’da yerli yerine
konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gösterilmiştir. Hadiste yer alan
bir örnekle açıklanacak olursa dosdoğru bir yol, yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda
açılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir çağırıcı var ve o, “Ey insanlar! Hepiniz doğru
yola giriniz, dağılıp parçalanmayınız!” diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek
istediğinde yukarıdan bir başka çağırıcı sesleniyor: “Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan
girer gidersin!” (Müsned, IV, 182-183; Şevkânî, I, 20). Bu örnekteki yol İslâm’dır, duvarlar
Allah’ın koyduğu sınırlardır, kapılar haramlardır, yolun başındaki çağırıcı Allah’ın kitabıdır,
yukarıdaki çağırıcı ve uyarıcı, her müminin kalbindeki ilâhî öğütçüdür. Böylece İslâm’da
vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 63
7-Ayet: ين وال عليهم المغضوب غير عليهم انعمت الذين صراط ال الض
Meal: Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve
sapıklarınkine değil. ﴾7﴿
Tefsir
Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka ölçüt ve delil daha
verilmektedir. İslâm yalnızca Allah kitabında böyle buyurduğu için doğru yol değildir, aynı
zamanda tarih boyunca ilâhî irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslâm olduğunu
göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını
حيم حمن الر بسم هللا الر
55 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
55
yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah’ın
gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte hem örnekler
hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler
ise onlara cephe alan ve Cenâb-ı Hakk’a meydan okuyanlarda görülmektedir. Bazı
rivayetlerde sapanların “hıristiyanlar”, ilâhî gazaba uğrayanların da “yahudiler” olarak
açıklanması (meselâ bk. Müsned, IV, 378; Tirmizî, “Tefsîr”, 2), yalnızca zaman ve mekân
itibariyle yakın birer örnek olmalarından dolayıdır.
Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste (bk. “Salât”, 38) Allah Teâlâ’nın, “Namazı
(Fâtiha’yı) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır”
buyurduğu ifade edildikten sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (namazda Fâtiha’yı okurken)
“Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamdetti” buyurur.
Kul “rahmân ve rahîm” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi”
deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden
yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun
olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba
uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu,
yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur.
“Duamızı kabul buyur, böyle olsun, bizi eli boş çevirme” mânasına gelen “âmin” sözü, dilleri
ne olursa olsun bütün müslümanların, hatta semavî din mensuplarının ortak ifadeleri haline
gelmiştir. Bu cümle Fâtiha sûresine dahil olmadığı gibi âyet de değildir. Birçok hadiste
Resûlullah’ın Fâtiha’dan sonra “âmin” dediği ve böyle denilmesini öğütlediği ifade
edilmiştir (meselâ bk. Müslim, “Salât”, 72-76). Namazda veya namaz dışında Fâtiha’yı
okuyan veya dinleyen kimse, sûrenin sonunda “âmin” deyince aynı zamanda meleklerin de
“âmin” dedikleri, hem şehâdet hem de gayb âlemlerinde aynı anda dile getirilen bu duanın
Allah tarafından kabul buyurulacağı hadislerde açıklanmıştır (bk. Buhârî, “Ezân”, 112-113;
Müslim, “Salât”, 72-76). Yine sahih hadisler, Fâtiha sesli okunduğunda “âmin” duasının da
sesli yapılacağı bilgisini getirdiği için fıkıh mezheplerinin çoğu bunu
benimsemişlerdir (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, II, 229-232).Hanefîler’e göre bu cümle namazda
daima sessiz söylenir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 64-65
حيم حمن الر بسم هللا الر
56 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
56
SUALEN CEVAP “Her sualin vardır bir izahı elbet.”
Bölüm 1: 1.Söz Sual ve Yanıtları "Bismillah her hayrın başıdır." cümlesini izah eder misiniz?
"Bismillah" lafzının, her hayrın başı olması meselesinde bir kaç vecih vardır:
Kur’an okumaktan tutun, abdest almaya; duaya başlamadan tutun, cihada çıkmaya; bir ilmi
tahsil etmekten tutun, sadaka vermeye kadar her hayırlı işe besmele ile başlanır. Besmele
âdeta bu hayırların tacıdır ve bereketidir. Hatta besmele sadece hayırların başı değil; su içmek,
yemek yemek, elbise giymek, evden dışarı çıkmak gibi her mübah işin dahi başıdır.
Efendimiz (s.a.v.) bunlar gibi mübah işlere dahi besmele ile başlamamızı bizlere emretmiş ve
kendileri de bizzat besmele ile başlamışlardır.
"Bismillah" sadece hayırların başı olup, asla haram ve günahların başında kullanılmaz. Bir
harama başlarken besmele çekilirse kişi küfre girer. Mesela içki içerken, kumar oynarken ya
da bunlar gibi bir haram işlenirken kişi bismillah derse, o anda imandan çıkmış ve küfre
girmiş olur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) beslemesiz başlanan işler hakkında şöyle buyurmuştur:
“Besmelesiz her iş güdüktür.”1
Yani besmele ile başlanmayan her iş yarımdır ve tamamlanmamıştır. Dolayısıyla besmele her
hayrın başı olduğu gibi aynı zamanda her hayrın da tamamlayıcısıdır.
Besmele hakkında bazı hadis-i şerifleri bu makamda nakletmek, beslemenin kıymetini
anlamamız hususunda bizlere yardımcı olacaktır:
İbn-i Ömer’den (r.a.) nakledilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Cibril-i Emin bana vahiy getirdiği zaman ilk önce ال ال derdi.”2
Cabir İbn-i Abdullah’tan (r.a.) nakledilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Besmele inince bulut doğuya kaçtı, rüzgâr sakin oldu, deniz dalgalandı ve bütün hayvanlar
kulak verdiler. Şeytanlara da semadan taşlar yağdı. Allah Teâlâ, besmele hangi şeyin üzerine
okunursa muhakkak o şeyde bereket yaratacağına dair izzet ve celaline yemin etti.”3
Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Her kim şüphesiz inanarak besmele-i şerifeyi okursa, dağlar onunla beraber tesbih eder.
Ancak dağların bu tesbihi işitilmez.”4
Hz. Enes’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
حيم حمن الر بسم هللا الر
57 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
57
“Her kim, kendisinde besmele bulunan bir kâğıdı çiğnenmesin diye hürmetle yerden
kaldırırsa, AllahTeâlâ katında sıddıklardan (en sadık kullardan) yazılır. Anne babası kâfir de
olsalar azapları hafifletilir.”5
Ümmeyye İbnu Mahşiyy (r.a.) şöyle dedi:
"Resulullah (s.a.v.) otururken bir adam besmele çekmeden yemek yiyordu. Yemeğini yemiş,
geriye tek lokması kalmıştı. Onu ağzına kaldırırken: "Bismillahi evvelehu ve ahirehu" dedi.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) güldü ve şöyle buyurdu:
"Şeytan onunla birlikte yemeye devam etti. Ne zaman ki Allah'ın ismini zikretti,
karnındakileri hep kustu!"6
Besmelenin kıymetine dair âlimler de şöyle vurgu yapmıştır:
İbn-i Mesud der ki:
“Besmele on dokuz harftir. Her kim kendisini cehennemin on dokuz zebanisinden kurtarmak
istiyorsa besmele okusun. Zira Allah Teâlâ, beslemenin her bir harfini cehennemin
meleklerine karşı ona bir kalkan yapar.”
Safvan İbn-i Selim de şöyle demiştir:
“Cinler insanların eşya ve elbiselerini kullanırlar. Sizden hanginiz bir elbise alır veya koyarsa
besmele çeksin. Zira besmele Allah’ın mührüdür.”
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yoktur. Görüldüğü gibi besmele her hayrın başıdır ve her
hayrın tamamlayıcısıdır. Hatta her kim mübah bir işe başlarken besmele çekerse, o mübah iş
de o beslemenin hürmetine hayra ve sevaba döner.
Cenab-ı Hak her işimize besmele ile başlama ahlakını bizlere ihsan etsin. Âmin!
Dipnotlar:
1. Ebû Dâvud, Edeb: 21
2. Darekudnî:11305 No:13
3. Suyutî, DMensur: 1/26
4. Suyutî, DMensur: 1/26
5. Suyuti, DMensur-1/29
6. Ebu Davud, Et'ime 16, (3786) (Sorularla İslamiyet)
***
حيم حمن الر بسم هللا الر
58 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
58
"Şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi..." Bismillah'ın, İslam nişanı olmasını
nasıl anlamalıyız?
Nişan: İşaret, iz, belirti ve alamet demektir. Besmelenin İslam’ın nişanı olması ise şudur:
Mesela Avrupa’ya, Asya’ya, Afrika’ya veya dünyanın herhangi bir ülkesine gitseniz ve orada,
yemek yerken besmele çeken birisini görseniz, hemen dersiniz ki: “Bu Müslüman’dır.” Ya da
orada bir kişinin arabaya binerken, arabadan inerken, su içerken ya da bunlar gibi bir işe
başlarken besmele çektiğini işitseniz, hemen onun Müslüman olduğunu anlarsınız.
İşte besmele bu şekliyle İslam’ın nişanıdır. Cami gibi, ezan gibi, namaz gibi İslam’ın bir
alameti ve izidir. Bu alamet kimde gözükse onun Müslüman olduğuna hükmedilir.
Şu kıssa-i nebevi (s.a.v.) besmele kelimesinin nasıl bir nişan olduğunu beyan buyurmaktadır.
Şöyle ki:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Taif’ten dönerken bir bağa uğramıştı. Bağın sahiplerinin Addas
isminde bir köleleri vardı. Addas Hristiyan bir kimse idi. Bağ sahipleri, Efendimiz’e üzüm
götürmesini Addas’a emrettiler. Bunun üzerine Addas üzüm salkımlarını bir tabağa koyup
Peygamber Efendimiz’e getirdi ve ona takdim etti. Peygamber Efendimiz de "Bismillah"
diyerek üzümleri yemeye başladı. Addas ona bakıyor ve yüzünün şeklini, şemailini
inceliyordu. Sonra ona şöyle dedi:
"Allah´a and olsun ki söylediğin bu kelimeyi bu belde halkı asla söylemez."
Peygamber Efendimiz de ona sordu:
- Ey Addas! Sen hangi beldedensin, dinin nedir?
- Hristiyanım, Ninova halkındanım.
- Salih adam olan Yunus bin Metta´nın şehrindensin öyle mi?
- Yunus bin Metta´yı nereden tanıyorsun?
- O benim kardeşimdir. O peygamberdi, ben de peygamberim!
Peygamber Efendimiz’in bu sözleri üzerine Addas onun üzerine yumuldu, başını ve ellerini
öpmeye başladı. Öte taraftan bahçe sahipleri olan Utbe ile Şeybe, Hristiyan kölesinin
yaptıklarını görüyorlardı.
Addas, efendilerinin yanına döndüğünde ona şöyle dediler:
"Yazıklar olsun sana ey Addas! Sana ne oldu ki şu adamın başını ve ellerini öpüyordun?"
Addas şu karşılığı verdi:
"Ey efendim! Yeryüzünde bundan daha hayırlı bir adam yoktur. Bana ancak bir peygamberin
bilebileceği haberleri iletti." (İbn-i Hişam, II/63)
İşte besmele öyle bir nişandır ki, Addas o nişanın celbiyle Müslüman olmuştur.
Cenab-ı Hak bu nişanı dilimizden eksik etmesin. Âmin!
حيم حمن الر بسم هللا الر
59 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
59
HADİSİ ŞERİFLER «Fatihasız namaz yoktur. - ة ف ا ة «ال ا ت ح
Bölüm 1: Fatiha Suresi Hakkında Hadisler Peygamberimiz Resulü Ekrem (S.A.V), Mübarek Fatiha-i Şerif hakkında yegâne sözler
iletmiş, mübarek kişilerden günümüze özenle nakledilmiştir.
"Besmeleyi terk eden Allah'ın kitabından yüz on dört âyet terk etmiş olur." İbn-i Abbas (ra)
Ebu Hüreyre (r.a.)'den: "Resulullah efendimiz 'Fâtihatü'l-Kitab (Fâtiha sûresi) yedi âyettir,
bunların başı"Bismillahirrahmanirrahim"dir buyurdu.
Ümmü Seleme (r.a.)'den: "Resulullah (s.a.v.) Fâtiha'yı okudu ve ‘Bismillahirrahmanirrahim
elhamdülillahi rabbil âlemîn’i bir âyet saydı.” O halde Fâtiha'dan bir âyet değilse, âyetin bir
kısmıdır. Bundan dolayı namazda okunması farzdır ve yüksek sesle okunur.
“Fatiha Suresi her derde devadır.” Abdülmelik bin Umeyr’in rivayet ettiği hadis
“Fatiha bütün dertlere karşı şifadır.” Abdülmelik bin Umeyr’in rivayet ettiği hadis
“Fatiha Suresi, zehirden kurtulmak için bir şifadır.” Abdülmelik bin Umeyr’in
rivayet ettiği hadis
Fatiha nazara, göz değmesine karşı da bir şifa kaynağıdır. Abdülmelik bin
Umeyr’in rivayet ettiği hadis
“Fatiha’yı ve Ayete’l-Kürsi’yi bir kul okursa, o gün ona insan ve cin nazarı
değmez.” İmran bin Husayn’in rivayet ettiği hadis
Ebu Saîd İbnu'l-Muallâ (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ben Mescid-i Nebevî'de namaz kılıyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni
çağırdı. Fakat (namazda olduğum için) icabet edemedim.
Sonra yanına gelerek: Ey Allah'ın Resûlü namaz kılıyordum (bu sebeple cevap veremedim
diye özür beyan ettim).
Bana: "Allahu Teâlâ Kitab'ında "Ey iman edenler, Allah ve Resûlü sizi çağırdıkları zaman
hemen icâbet edin" buyurmuyor mu?" (Enfal, 24) dedi ve arkasından ilave etti: "Sen
mescidden çıkmazdan önce, sana Kur'ân-ı Kerîm'in (sevapca) en büyük sûresini öğreteyim
mi?" dedi ve elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben: "Sana en büyük sureyi
öğreteceğim" dememiş miydiniz? Dedim. Bana: "O sure Elhamdü lillâhi Rabbi'l âlemin dir
ki(namazlarda tekrar tekrar okunan) yedi âyet (es-Seb'u'l-Mesânî) ve bana verilen yüce
Kur'ân'dır" buyurdu.
Buhârî, Tefsir 1; Nesâî, 26; Ebû Dâvud, Vitr 15.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a uğradı. O
namaz kılıyordu... Devamını yukarıdaki gibi aynen kaydetti. Ancak şu ziyade var: "Nefsimi
kudret elinde tutan Zât-ı Zü'l-Celâl'e yemin ederim ki, Allah, Fâtiha'ının bir mislini ne
حيم حمن الر بسم هللا الر
60 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
60
Tevrat'ta, ne İncil'de ne Zebur'da, ne de Furkân'da indirmemiştir. O (namazlarda)
tekrarla okunan yedi âyet ve bana ihsân edilen yüce Kur'ân'dır."
Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 1, (2878).
Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Nesâî'nin yine Ebu Hüreyre'den yaptığı bir
rivayette: "O (Fatiha süresi) benimle kulum arasında taksim edilmiştir. Kuluma istediği
verilmiştir" ziyadesi vardır.
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Cibril (aleyhisselam), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanında otururken yukarıda
kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cibril (aleyhisselâm) dedi
ki: "İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı." Derken
oradan bir melek indi. Cibril (aleyhissalâm) tekrar konuştu: "İşte arza bir melek indi,
şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti." Melek selam verdi ve Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e : "Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce
başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatihâ Sûresi, diğeri de Bakara
Sûresi'nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap
verilecektir." dedi.
Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İiftihah 25.
Adiyy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Fatiha'da geçen) el-mağdûb
aleyhim (Allah'ın gazabına uğrayanlar) Yahudilerdir, ed-dâllîn (sapıtanlar) da
Hıristiyanlar'dır".
(Tirmizi, 2, (2957).
حيم حمن الر بسم هللا الر
61 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
61
MUHYİDDİN İBN ARABÎ TASAVVUF حيم حمن الر بسم هللا الر
1. İstiâze ve Besmele
İstiâze, “başkasına iltica etmek ve bağlanmak”8 anlamına gelen “وذ “kökünden türemiş ve
اه ال ا ال “ حيم “ sözüne ad olmuştur. Besmele ise “ ا وذ حمن الر sözüne“ بسم هللا الر
denir. Hayır, ve bereket umarak, tüm işlere besmele ile başlanır. İbn Arabî’nin şöyle dediği
nakledilir: “Allah’a göre kün (ol) ne ise, kula göre besmele de odur.”9
Râzi, istiâze ve besmeleyi iki makam olarak görür. İstiâze, birinci makamdır. Bu
makam kaçış makamıdır.10 Allah’tan başka her şeyden kaçıştır. Ona göre kul “ا وذ “deyince
Zâriyat sûresi 50. ayetteki “Hepiniz Allah’a kaçın.” sözünün sırrını temaşa eder.11 Râzi’nin
istiâzeye dair açıklamalarının bir kısmını şöyle sıralamak mümkündür:
“ اه .demek insanın nefsinin acizliğini, Rabbin kudretini itiraf etmektir“ ا وذ
Hayır işleri yapmak ancak şeytandan kaçmakla kolaylaşır. Bu kaçış da Allah’a
sığınmakla olur.
İstiâzenin sırrı, belaları defeden kudretli bir varlığa sığınmaktır.
Müminin kalbi en şerefli yerdir ve temiz olması lazımdır. “ اه demek kalbin“ ا وذ
temizliğidir, bâtınî temizliktir.
Şeytan insanın düşmanıdır. İnsan ona düşmanlığını göstermek için istiâzeyi
okumalıdır.12
Kaçış makamı olan istiâzeden sonra gelen besmele de ikinci makam olup Allah’ın
huzuruna yerleşmedir.13 Böylece kul istiâze ve besmeleyi okuyarak Allah’tan başka her
şeyden kaçıp uzaklaşmış, Allah’a sığınmış ve yaklaşmış olmaktadır.
Râzi, besmeleyle ilgili açıklamalarının birinde Allah’ın Rahman ve Rahim olmasını
cömertlikle irtibatlandırmıştır. Bu irtibatlandırma sonrasındaki şu açıklaması dikkat çekicidir:
“Cenâb-ı Allah'ın dışındaki herkes, bir karşılık almak üzere verir. Şu kadar var ki
karşılıklar çok çeşitlidir. Bunlardan bir kısmı, maddîdir. Meselâ, bir parça bez almak için bir
dinar vermek gibi. Bir kısmı ise, manevîdir ki, bunlar da kendi içlerinde kısımlara ayrılırlar:
Birincisi, hizmet karşılığında mal vermek. İkincisi, yardım karşılığında mal vermek.
Üçüncüsü, övülmek için mal vermek. Dördüncüsü, çok sevap kazanmak için mal vermek.
Beşincisi, kalpten mal sevgisini silmek için mal vermek. Altıncısı, insanî olan acıma
duygusunu tatmin etmek için mal vermek. Bütün bu kısımlar, manevî karşılıklardır. Velhasıl,
her veren ancak verdiği bu şey vasıtasıyla kemâl nevilerinden birisine ulaşmak için verir. Bu
da gerçekte, bir karşılık umarak vermek manasına gelir. Dolayısıyla cömertlik, lütuf ve bağış
olmamış olur. Ama Hakk Teâlâ, zatı gereği kâmildir. Dolayısıyla kemâl elde etmek için
vermesi imkânsızdır. Mutlak manada cömert ve rahîm olan, ancak Allahu Teâlâ olmuş
olur.”14 3
3 11 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 91/ çev.: I, 122.
12 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 91-95 / çev.: I, 122-128.
حيم حمن الر بسم هللا الر
62 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
62
Râzi’nin bu açıklamalarına göre istiâze ve besmeleyi okuyan Allah’tan başka her şeyden
uzaklaşıp Allah’a iltica etmiş olur. Her şeyden ve her şerden kaçıp mutlak manada rahmet
sahibi Allah’a sığınmak, rahmet kapılarını çalmak demektir. Allah, mutlak manada cömert
olduğu için rahmet kapılarını elbette açacaktır. İşte bu anlayıştan dolayı müslümanlar bütün
işlerinin başında istiâze ve besmeleyi okumayı adet edinmişlerdir ki başladıkları işten
umduklarını elde edebilsinler.
2. Hamd
Hamd; övmek, methetmek, sena etmek anlamlarına gelir.15 Fatiha tefsirinde Râzi’nin de
hamde dair geniş açıklamalarını görmekteyiz. Bunların birinde Râzi sûrenin ve aynı zamanda
Kur’an’ın hamd ile başlamasını açıklar. Bu açıklamayı “hakikat ehli” olarak nitelendirdiği,
kanaatimizce mutasavvıflar olan, kişilerin sözünü alıntılayarak yapar. Bu alıntı şu şekildedir:
“Elhamdülillah ifadesi şükrün başı olduğu için, Cenâb-ı Allah onu Kur'ân'ın başlangıcı
yapmış, yine bu şükrün sonu olduğu için, Cenâb-ı Hakk onu cennetliklerin de son sözü kılmış
ve “Onların dualarının sonu, ‘Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun (demeleridir).’ (Yûnus,
10/10) buyurmuştur.”16
Elhamdülillah diyen, nimetlerin asıl sahibini bilmiş ve bunu dile getirmiş demektir. Bu da
iman göstergesidir. İman etmek ise ebedi mutluluğun ilk adımıdır. Râzi de elhamdülillah
sözünün sonsuz mutluluk getireceğini farklı bir açıdan şöyle ifade eder: “Bu dünyada Cenâb-ı
Hakk’ın kuluna verdiği nimetler sonludur. Hâlbuki kulun elhamdülillah sözü, sınırsız bir
hamdi ifade eder. Sınırsız olandan sınırlı olan çıkarıldığında, geriye kalan yine sınırsız olur.
Bu sebeple sanki Cenâb-ı Hakk şöyle demiştir: ‘Ey kulum, sana verilen nimete karşılık
elhamdülillah dediğinde, bundan ötürü geriye sonsuz taatler kalır. Bu nedenle o taatlere
sınırsız nimetlerle karşılık vermek gerekir.’ İşte buna binaen kul ebedî bir mükâfata ve sonsuz
bir hayra hak kazanmış olur. O halde, kulun elhamdülillah demesinin, sonu olmayan
mutlulukları ve sınırsız iyilikleri gerektirdiği ortaya çıkar.”17
Râzi’nin “sonu olmayan mutluluk ve sınırsız iyilik” dediği elbette cennettir. Bunu da
farklı bir yönden açıklayarak söyler: “Elhamdülillah sözü sekiz harftir. Cennetin kapıları da
sekiz tanedir. Her kim, tam bir kalp temizliği ile bu sekiz harflik cümleyi söylerse, cennetin
sekiz kapısından da girmeye hak kazanmış olur.”18
Elhamdülillah sözünün derin manalarına dalıp oradan cennete ulaşması Râzi’nin sûfî
yönünün yadsınamaz olduğunu açıkça göstermektedir. 4
3. Rahman ve Rahîm
Allah, Fatiha sûresinde kendisini beş ismi ile tanıtmıştır. Bunlar; Allah, Rab, Rahman,
Rahim, Malik’tir.
Allah, ulûhiyete mahsus sıfatların hepsini kendisinde toplamış bulunan zat ismidir.19 Rab
kelimesi yetiştiren, terbiye eden anlamındadır.20 Rahman ve Rahim isimleri ise aynı kökten
olup “Allah’ın merhamet, nimet ve lütuf sahibi olması” manalarını içerir.21 Malik ismi de
hükümdar, sahip anlamlarına gelir.22
13 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 92/ çev.: I, 124. FATİHA SÛRESİ TEFSİRİNDE FAHREDDİN RÂZİ’NİN
TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ 159 4 14 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 165,166/ çev.: I, 232, 233.
15 Bk. Ethem Cebecioğlu, age., s. 325.
16 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 284/ çev.: I, 398. HATİCE AVCI 160
حيم حمن الر بسم هللا الر
63 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
63
Râzi, Allah’ın isimleri konusunda çeşitli açıklamalar yaptığı gibi23, Fatiha sûresinde
Allah’ın beş ismini ( zikretmesine de şöyle bir açıklama
getirmiştir: “Sanki O şöyle buyuruyor: İlk önce seni yarattım, o halde Ben ilâhım. Sonra seni
çeşitli nimetlerimle büyüterek terbiye ettim, o halde Ben, Rabbim. Sonra sen isyan ettin,
Bense senin isyanlarını örttüm. O halde Ben Rahmân'ım. Sonra sen tevbe ettin, Ben de
bağışladım. O halde Ben, Rahîm'im. Sonraysa, cezayı sana ulaştırmak gerekir. Bunun için
Ben din gününün yegâne sahibiyim.”24
Râzi, Allah’ın Rahman ve Rahîm isimleri hususunda daha geniş açıklamalara yer
vermiştir. Bu konuda bizce dikkat çeken birkaç örneği sunmanın yerinde olacağı
kanaatindeyiz. 5
Râzi, “ ال “lafzının Allah’a has bir isim olduğunu ve manasının başka varlıklara da ad
olarak verilebilen “ ال “lafzının manasından daha büyük olduğunu söyler. Buna binaen
“Neden büyük olan zikredildikten sonra küçük zikredilmiştir? sorusunu yöneltir.25 Bu soruya
cevabı ise şöyledir: “Çünkü büyük olandan, önemsiz ve basit şey istenmez. Anlatıldığına
göre, birisi bir büyüğün yanına giderek, ‘ufak bir şeyden ötürü sana geldim’ demiş. O da
bunun üzerine, ‘önemsiz şeyler için önemsiz bir adam ara!’ diye cevap vermiştir. Buna göre,
Cenâb-ı Hakk sanki şöyle demiş olur: “Şayet Rahman lâfzını zikretmekle yetinseydim benden
utanır ve benden basit isteklerde bulunman imkânsız olurdu. Ancak sen benim ‘Rahman’
olduğumu bildiğin için, benden büyük şeyler istersin; ama ben aynı zamanda ‘Rahîm’im, o
halde benden ayakkabının bağını ve tencerenin tuzunu da iste!”26 Bu açıklamaya göre Râzi,
kul ile Allah arasındaki güçlü bir bağa vurgu yapmaktadır. Öyle ki bu bağ sayesinde kişi en
basit isteğini dahi Rahîm olan Allah’tan isteyebilmelidir. Bu da ayette Rahman isminden
sonra Rahîm ismini getiren Allah’ın merhametini göstermektedir.
Râzi’nin Allah’ın merhametine dair verdiği örneklerden biri şöyledir:
“Anlaşıldığına göre, bir karga yavrusu, yumurtasının kabuğunu kırarak çıktığı zaman, hiç bir
tüyü olmadığı için, nerdeyse bir et parçasına benzer. Bu sebeple ana karga ondan kaçar ve
terbiyesiyle de meşgul olmaz. Sonra, bir et parçasına benzediği için, yavrunun başına sinekler
üşüşür. Sinekler yavrunun yanına vardığı zaman, yavru, sinekleri yutar ve onunla beslenir. Bu
durum, güçleninceye, tüyleri büyüyünceye ve tüyleri altında eti gizleninceye kadar devam
eder. O zaman annesi ona döner. Bu sebeple Arapların duasında şu ifade geçmektedir: Ey,
karga yavrusunu yuvasında besleyen Allah'ım.”27 Râzi, verdiği bu örnekle doğadaki düzeni
Allah’ın merhametiyle açıklamayı uygun görmüştür. Bu da yine onun sûfi nazarıyla hikmet
penceresinden baktığının bir göstergesidir.
Bazen dua örneklerine yer veren Râzi’nin bazen de bizzat içten dua ettiğini görmekteyiz. O
rahmete dair açıklamalarda bulunduğu bir yerde şöyle dua eder: “Ey Rabbimiz! Merhamet
denizleri, senin rahmetine nispetle, zerrenin senin Arşına olan nispetinden daha küçüktür.
5 17 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 223/ çev.: I, 313.
18 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 220/ çev.: I, 309.
19 Bk. Ethem Cebecioğlu, age., s. 106.
20 Bk. Rağıb El-Isfehani, age., c.I, s. 466. 21 Bk. Rağıb El-Isfehani, age., c.I, s. 483. 22 Bk. Rağıb El-Isfehani,
age., c. II, s. 622. 23 Bk. Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 152-156 / çev.: I, 214-219. Allah’ın isimleri konusunda Râzi
tefsirinden başka örnekler için bk. Abdulhakim Yüce, Fahru’d-Din Er-Razi’nin FATİHA SÛRESİ TEFSİRİNDE
FAHREDDİN RÂZİ’NİN TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ 161
حيم حمن الر بسم هللا الر
64 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
64
Kitabının başında rahmetinin sıfatını, kullarına bildirdin. Binâenaleyh, bizi rahmetinden ve
lütfundan mahrum bırakma.”28
Râzi’nin bu açıklamaları gösteriyor ki o, birtakım anlatılarla ve yeri geldiğinde ettiği dualarla,
kalbî/manevî hayata işaret ederek, tefsirinde kendi sûfî yönünü açıkça ortaya koymuştur.6
4. Ubûdiyet ve Makamlar
Râzi, tefsirinde yer yer birtakım makamlardan bahseder. Sûfilerce önemli görülen makam,
“Saliğin tasavvuf vadisinde kat ettiği manevi bir yol olarak tarif edilmiştir.”29 Burada “salik”
kelimesiyle kastedilen tasavvuf yoluna giren kişidir. Başka bir tarife göre makam, yolculuğa
benzetilen ve belli noktalara ulaşmak için alınan tasavvuf eğitimindeki konaklama
yerleridir.30 Makam için “Kulun tekrar ede ede kazandığı ve vasıf haline getirdiği âdâb ve
ahlâktır.”31 tanımı da yapılmıştır. Makamların belli bir sayısı olmadığı sûfilerin tasniflerine
göre değiştiği bilinmekle beraber yaygın olan tasnife göre on makam vardır. Usûl-u aşere
ismiyle anılan bu makamlar; tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, devamlı zikir, Allah’a
teveccüh, sabır, murakabe ve rızadır.32 7
Râzi de farklı yerlerde farklı makam tasnifleri yapar. Fatiha sûresinin “ ا ayetine“ ا
kadar olan kısmını, Allah’ın rubûbiyyetini ortaya koyması olarak değerlendirdikten33 sonra
Allah’ın kuluna üç şey emrettiğini söyler ve bu üç şeyi makamlarla ilişkilendirerek şöyle
açıklar:
“Birincisi, şeriat makamıdır ki bu, kulun zahirî amellere devam etmesinden ibarettir. Bu,
Allah Teâlâ'nın “ ا .ayetinde ifade ettiği husustur“ ا
İkincisi, tarikat makamıdır ki bu da, kulun görülen âlemden
gayb âlemine yolculuğudur. Bu durumda olan kul görülen âlemin,
âdeta görülmeyen (gayb) âlemin emrine verilmiş olduğunu görür ve
bu zahirî amellerden herhangi bir şeyin, görülmeyen âleme
götürecek bir yardım olmadan, kendisi için kolay olmayacağını
anlar. Bu, Allah Teâlâ'nın “ ا ayetinde ifade ettiği“ ا
husustur.
Üçüncüsü hakikat makamıdır. Kul, görülen bu âlemin,
tamamen terkedilmiş olduğunu, bütün işlerin sadece Cenâb-ı Hakka
ait olduğunu müşahede eder. İşte bu esnada da “ ال اط ال
ا der.”34“اه
Bu açıklamaya baktığımızda Râzi’nin şeriat, tarikat ve hakikat makamlarından bahsederek bu
makamları kullukta aşama olarak kaydettiğini görmekteyiz.
6 Mefâtihu’l-Ğayb Adlı Eserindeki İşâri Tefsir Yönü, Doktora Tezi, Erzurum, 1992, s.124, 125.
24 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 242/ çev.: I, 337.
25 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 234/ çev.: I, 327.
26 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 234/ çev.: I, 327. HATİCE AVCI 162 7 27 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 233/ çev.: I, 326.
28 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 168/ çev.: I, 236.
29 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, Marifet Yayınları, İstanbul 1981, s. 72.
30 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1985, s. 127.
31 H. Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s. 172. FATİHA
SÛRESİ TEFSİRİNDE FAHREDDİN RÂZİ’NİN TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ 163
حيم حمن الر بسم هللا الر
65 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
65
Başka bir yerde de Râzi, kulluk şiarı olan namaz için temizliğin şart olduğunu söyler ve
manevi temizlik konusunu açar. Bu bağlamda zühd, ihlâs, muhsinler ve sıddıklar makamında
olanlardan bahsederek bu makamlardakilerin manevi temizliklerini şöyle açıklar: “Zühd
makamında olan kimsenin, temizliği, dünyanın helâl ve haramından temizlenmesi şeklinde
olur. İhlâs makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı amellerine değer vermeme ile olur.
Muhsinler makamında olan kimsenin temizliği ise, yaptığı iyiliklere değer vermeme ile olur.
Sıddîklar makamında olan kimsenin temizliği de, Allah'tan başka her şeyden temizlenme ile
olur. Netice olarak diyebiliriz ki; makamlar çok, dereceler ise son derece birbirinden
farklıdır.”35 8
Bu örneklerde de gördüğümüz gibi Râzi, tefsirinde sûfilerin diliyle ve terimleriyle pek çok
açıklama yapmıştır. 9
5. İstiâne
İstiâne, yardım istemek demektir. İstimdat manasında da kullanılır.36
Râzi, “ ا ا ا sözüyle alakalı şöyle der: “İş hususunda Allah'ın“ ا
yardımını istemek, o işe başlamadan önce güzel olur. Hâlbuki burada kul önce ‘ ا ‘ا
sözünü söylemiş, daha sonra peşine de ‘ ا demiştir. Biri çıkıp bundaki hikmet‘ ا
nedir?” diyebilir.” 37 Bu soruya birkaç şekilde cevap veren Râzi’nin cevaplarını şöyle
özetleyebiliriz:
Kul, ibadet etmeye başlamıştır ve ibadetini tamamlayabilmek için Allah’tan yardım
istemektedir.
Kul, nefsini Allah’ın huzuruna getirmiştir fakat huzurdan kaçan bir kalbi vardır. Kalbini
Allah’ın huzurunda tutabilmek için yine O’ndan yardım istemektedir.
Yardım hususunda sadece ve sadece Allah’ı istemektedir.
Başkasının yardımı da ancak Allah’ın yardımıyla olabileceğinden doğrudan Allah’ın
yardımına taliptir.
“ ا sözü, kulun Allah’a ibadet etme mertebesine ulaştığını gösterir. Bu da“ ا
kulda kendini beğenme duygusu oluşturabilir. Bu duyguya yenilmemek ve bu kendini
beğenme duygusunu yok edebilmek için kul Allah’ın yardımını ister ve “ ا ا
“der.38
Râzi’nin istiâne konusundaki bu açıklamalarına baktığımızda görüyoruz ki kul kendi
nefsiyle mücadele konusunda Allah’ın yardımına talip olmaktadır. İbadet için Allah’ın
huzuruna kendi manevi çabaları sonucu gelmiş olan kul, orada kalabilmek için yardım
8 35 Razi, Tefsîr-i Kebîr, I, 280 / çev.: I, 393.
36 Ethem Cebecioğlu, age., s. 402. 37 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 253 / çev.: I, 352, 353. FATİHA SÛRESİ
TEFSİRİNDE FAHREDDİN RÂZİ’NİN TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ 165 9 32 Mustafa Kara, age., s. 127. Usûl-u aşere için bk. Necmüddin Kübra, Tasavvufî Hayat, haz.: Mustafa Kara,
Dergâh Yayınları, İstanbul, 1980, ss. 33-70; Ebû Hafs Şihâbüddin Ömer es-Sühreverdî, Tasavvufun Esasları
(Avârifü’l-meârif tercümesi), haz.: H. Kamil Yılmaz ve İrfan Gündüz, Vefa Yayıncılık, İstanbul 1990, ss. 605-
625.
33 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 185/ çev.: I, 263.
34 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 185/ çev.: I, 263, 264. Şeriat, tarikat ve hakikat makamları konusunda Râzi tefsirinden
başka örnekler için bk. Abdulhakim Yüce, age., ss.92-96. HATİCE AVCI 164
حيم حمن الر بسم هللا الر
66 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
66
istemektedir. Çünkü uslanmaz bir nefsi vardır ve daima Allah’ın huzurundan/kulluktan
kaçmak istemektedir. Bu konuda nefsiyle mücadele eden kulun yardımcısı Allah’tır. Râzi’ye
göre ibadet edebilme konumuna gelmek de bir mertebedir. Bu mertebeye ulaştığı için kulda
kendini beğenme duygusu oluşabilir. Bu durumda da nefis tezkiyesi için kul yine Allah’tan
medet ummaktadır.
Bunlara ilave olarak, Râzi’nin, “ ا ا ا sözündeki tevhid vurgusuna“ ا
değinerek bu sözün “ ه ال ه sözünün yerini tuttuğunu söylemesi de dikkat çekicidir.39“ ال ال
Anlaşılan o ki yalnız ve yalnız Allah’a kulluk edip O’ndan yardım dilemek; O’ndan başka
ilah, merci’, yardımcı olmadığına iman etmektir. Bu da tevhidin ikrarıdır. Râzi de bunu
belirtmeyi gerekli görmüştür.
Görüldüğü üzere Râzi, nefisle mücadele, kalbî arınma, kulluk mertebesi gibi tasavvufun
ilgilendiği konularla alakalı yorumlarını tefsirinden hiç esirgememiştir. 10
6. Sırat-ı Müstakîm
Sırat-ı müstakîm, dosdoğru yol demektir. İbni Arabî’ye göre bu yol iddia yolu değil tevhit
yoludur.40 Yani, tek ve yegâne yoldur ki bu da Allah’ın yoludur.41
ا ال اط ال “ sözüne dair açıklaması Râzi’nin tasavvufî yönünün güzel bir“ اه
örneğidir. O, “ ال اط ال “sözünün “ “ر ص رط ص ”ve ” ط ي ا
şeklinde geçtiği iki ayeti42 de örnek vererek şöyle bir açıklama yapar: “Ayetlerde geçen
‘Sırât-ı müstakîm’ insanın, Allah’tan başka her şeyden yüz çevirmiş; bütün kalbi, fikri ve
zikriyle Allah'a yönelmiş olmasıdır. Buna göre ‘ ا ال اط ال sözünden kulun ‘اه
maksadı, onu Allah'ın bahsedilen nitelikteki sırât-ı müstakîme iletmesidir. Bunun misali
şudur: Kul öyle bir hale gelmelidir ki, şayet Cenâb-ı Hakk ona çocuğunu keseceksin dese, Hz.
İbrahim'in yaptığı gibi, derhal itaat etmelidir. Kendisini başkasının kesmesini emrettiğinde,
Hz. İsmail'in yaptığı gibi boyun eğmelidir. Yine kendisine, kendini denize atmasını
emrettiğinde Yûnus (a.s)'ın yaptığı gibi, Allah'ın emrine uymalıdır. En üst makamlara
erişmesinden sonra, kendisinden daha bilgili kimseye talebe olmasını emrettiğinde, Hz.
Musa'nın Hızır (a.s.)'la yaptığı gibi o emre uymalıdır. Emr bi’l-ma’rûf ve nehy an’ilmünker
hususunda, ölüme, iki parçaya bölünmeye sabretmesini emrettiğinde Hz. Yahya ve Zekeriyyâ
(a.s.)’ın yaptıkları gibi itaat etmelidir. Bütün bunlara göre kulun “ ا ال اط ال اه
“demesinden maksadı, musibetlere sabretmek ve belâ geldiğinde de bırakıp kaçmayıp sebat
etme hususunda Peygamberlere (a.s.) uymaktır. Şüphesiz bu makam, son derece dehşet verici
bir makamdır. Çünkü yaratıklarının çoğunun bu makama dirençleri yoktur. Ne var ki, biz yine
şöyle diyoruz: Ey insanlar, korkmayınız, üzülmeyiniz, zira Allah'ın dini hususunda hiç bir dar
iş yoktur ki, o genişlemesin. Çünkü bu ayette, kolaylığa ve suhulete delâlet eden hususlar
bulunmaktadır. Zira Cenâb-ı Hakk ‘Dövülenlerin, öldürenlerin yoluna ilet.’ dememiş de tam
aksine, ‘Kendilerine nimetler verdiklerinin yoluna (ilet)’ demiştir. O halde, bu ayeti okurken
senin niyetin şöyle demek olsun: ‘Allah'ım, babamın büyük günahları işlediğini gördüm.
Tıpkı benim işlediğim gibi. Benim günahlara cüret ettiğim gibi, onun da masiyetlere cüret
ettiğini gördüm. 11
10
38 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 254/ çev.: I, 353, 354.
39 Bk. Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 245 / çev.: I, 342. Tevhid konusunda Râzi tefsirinden başka örnekler için bk.
Abdulhakim Yüce, age., s.115-119. HATİCE AVCI 166 11
40 Bk. Muhyiddin İbni Arabî, Fütuhât-ı Mekkiyye, çev.: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, İstanbul 2006, c. I,
s.328.
حيم حمن الر بسم هللا الر
67 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
67
Sonra ise ölümü yaklaştığında tevbe ettiğini ve kötülüklerden döndüğünü, bunun peşinden
Senin de onun cehennemden kurtulmasına ve cennete girmesine hükmettiğini gördüm. Buna
göre o, kendisini tevbe etmeye muvaffak kılman ve tevbesini kabul etmiş olman suretiyle,
kendilerine nimet vermiş olduğun kimselerden birisidir. Öyleyse ben de diyorum ki, bu tevbe
edenlerin derecesini isteyerek, bizi bunun gibi dosdoğru yola ilet!’ Bu mertebeyi elde edince
de, peygamberlerin (a.s.) derecelerine uymayı iste. İşte, ‘ ا ال اط ال sözünün‘ اه
tefsiri budur.”43
Râzi, peygamberlerden örnek vererek ‘ ا ال اط ال sözünün peygamberlerin‘ اه
yolundan gidebilmek için bir dua olduğunu büyük bir coşkuyla anlatmıştır. Anlatılan bu yol
da Allah’a itaat, O’nun emrine uyma ve O’na boyun eğme yoludur. Bu yolda çilelere
katlanmak ve sabretmek vardır. Ancak bunları yapabilmek de bu yola giren her sâliğin harcı
değildir. O yüzden Râzi’nin tanımlamasına göre bu makam yüce bir makamdır. Dolayısıyla
bu makama ulaşmaya çalışan Allah’ın yardımını istemelidir.
Râzi, “ ا ال اط ال ذ ا “ sözünün“ اه sözüyle“ اط ال
açıklanmasını da şöyle yorumlamıştır: “Tek bir ruh, bir gayeyi elde etmek için bir araya
gelmiş bir ruhlar topluluğundan kuvvetçe daha zayıftır. Bu durumda kul, sadece kendi
ruhunun bu maksadı elde etmeye yetmeyeceğini anlar da ruhunu, ilâhî nurları ve ruhanî
mükâşefeleri elde etmeye yönelmiş olan tertemiz pak ruhlar zümresine dâhil eder. Ruhu, bu
zümreye katılıp onların safında yer alınca, arzusu daha güçlü, istidâdı daha mükemmel olur.
İşte o zaman, yalnız başına elde edemeyeceği şeyleri, bu manevî zümre içerisinde elde eder.
Bu sebeple o, ذ ا ”der”.44“ اط ال
Râzi’ye göre kul, ilahî lütuflara mazhar olanların zümresine dâhil olmayı isteyerek, bu
zümrenin manevi gücünden istifade etmiş olacaktır. Böylece doğru yolda olma ve bu yoldan
devamlı kalma arzusuna ulaşmak için kendini daha güçlü hissedecektir. 12
7. Kâmiller, Fasıklar ve Küfre Dalanlar
Sûfî, kalp tasfiyesi ile meşgul olup nefsin şaibelerinden kalbini uzaklaştıran45 , nefsini
kemal mertebesine ulaştırmayı amaçlayandır. Kemal mertebesine ulaşan kâmil olarak
tanımlanır. Râzi de insanları; kâmiller, fasıklar, küfre dalanlar şeklinde üç gruba ayırmıştır.
Ona göre “ ا “sözü kâmillere, “ ضو غ ضال “ ,sözü ile fasıklara“ غ ال ال
sözü ile de küfre dalanlara işaret edilmiştir.46 Bu bağlamda kemâle erme yollarını ise“ ال
şöyle açıklar: “İnsan nefsinin marifet ve ilim yoluyla kemâle ermesi iki kısımdır: a) İnsanın,
bu marifet ve ilimleri, tefekkür, derin düşünce ve istidlal yolu ile elde etmeye gayret
etmesidir. b) İnsanın, bu bilgi ve marifeti, kendinden önceki insanların bilgilerinin kendisine
ulaşarak bunlarla kemâle ermesidir. “ ا ال اط ال ذ “ ,sözü birinci kısma“ اه ال
sözü de ikinci kısma işaret etmektedir.”47“ ا اط
Râzi, aynı ayetler için bir açıklama da soru-cevap şeklinde yapar: “Allah'ın nimet verdiği
kimsenin, gazap olunmuşlardan ve sapılmışlardan olması imkânsızdır. Cenâb-ı Hakk, “
ضو “ sözünü zikrettikten sonra, peşine“ ا غ ضال غ ال ayetini“ ال ال
41 Bk. İbni Kayyım el-Cevziyye, Medâricu’s-Sâlikîn, çev.: Ali Ataç, Adil Bebek, Ali Durusoy, Muhammed
Deniz vd. , İnsan Yayınları, İstanbul 2013, c. I, ss. 25-29.
42 Bk. Şûra, 42/52-53 ve Enâm, 6/153. FATİHA SÛRESİ TEFSİRİNDE FAHREDDİN RÂZİ’NİN
TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ 167 12
43 Râzi Tefsîr-i Kebîr, I, 255-256 / çev.: I, 355, 356. 44 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 185/ çev.: I, 263, 264. HATİCE
AVCI 168
حيم حمن الر بسم هللا الر
68 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
68
getirmesindeki hikmet nedir? Buna cevabımız şudur: İman, ancak havf (korku) ve recâ (ümit)
ile mükemmel olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.): “Eğer müminin korkusu ile ümidi
karşılıklı tartılsa, ikisi birbirine 13denk olur, buyurmuştur.” Bu hadise göre, Cenâb-ı Allah'ın “
ذ ا ضال “ ;sözü tam ümidi“ اط ال ضو ال ال غ sözü de tam“ غ ال
korkuyu gerektirir. Bu durumda da iman her iki rüknü ve her iki tarafı ile kuvvet bulmuş olur
ve kemâl derecesine ulaşır.”48
Râzi’nin bu ayeti havf ve recâ dengesi bağlamında değerlendirmesi ve bu denge
sağlandığında kâmil iman derecesine ulaşılacağını söylemesi hiç kuşkusuz yine onun düşünce
sisteminin tasavvufî yanını göstermektedir.
8. Cennet Kapılarının Anahtarı Fatiha Sûresi
Cennetin sekiz kapısını “ ح ه sözüyle ilişkilendiren Râzi, bir kez de Fatiha sûresinin“ ال
tamamıyla eşleştirmiştir. Buna göre cennetin sekiz kapısı sırasıyla şöyledir:
Böylece Fatiha sûresini okuyup inceliklerine vâkıf olana cennetin sekiz kapısı da açılır.
Namazdaki ruhanî miraç da budur.49
Cennetin kapıları, Fatiha sûresi bağlamında bu kapılarla eşleştirilen makamlar ve ruhanî
miraç Râzi’deki sûfi düşünceyi göstermektedir. Bu bağlamda Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) de
Fatiha’nın sekiz ayetiyle cennetin sekiz kapısını ilişkilendirerek Fatiha sûresini cennetin
anahtarları olarak görmesi dikkatimizi çekmiştir.50 Her ne kadar cennet kapılarını
isimlendirerek ayetlerle birebir eşleştirmese de onun bu görüşünün genişlemiş halini Râzi’nin
açıklamalarında görmemiz, Râzi’de Gazzâlî etkisi olarak değerlendirilebilir. 14
13
45 es-Sühreverdî, age., s. 70. 46 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 269/ çev.: I, 376, 377.
47 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 269/ çev.: I, 377.
48 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 263 / çev.: I, 365, 366. Ayrıca havf ve recâ konusunda Râzi tefsirinden başka örnekler
için bk. Abdulhakim Yüce, age., s.176-181. FATİHA SÛRESİ TEFSİRİNDE FAHREDDİN RÂZİ’NİN
TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ 169 14
49 Râzi, Tefsîr-i Kebîr, I, 277, 278/ çev.: I, 389.
50 Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed, Cevâhiru’l-Kur’an, Matba-ı Kürdistan-ı İlmiyye, Mısır h. 1329, s. 54.
Kitap: “Fatiha Sûresi Tefsirinde Fahreddin Râzi’nin Tasavvufî Görüşleri” Hatice AVCI, Dergipark. Erişim:
29.09.2018
حيم حمن الر بسم هللا الر
69 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
69
Fatiha suresinin faziletleri ve okuma şekilleri
Fatiha Suresi övgü ve dua olarak ikiye ayrılır. Allah, Fatiha Suresini okuyanı över. Fatiha
Suresini okuyan kişi tüm Kuran’ı okumuş gibi sevaba nail olur. Fatiha Suresi 7 ayettir.
Fatihayı çok okuyan kişiye bu ayet Cehennem kapılarında kapak olur. Cehennem üzerinden
salim olarak geçer. Fatiha ve Ayetel Kürsiyi okuyan; cin, şeytan ve insan şerrinden emin olur.
Fatihayı okuyan Allah’a şükrünü yerine getirmiş olur. Fatiha Suresi şifa verir. Ruhsal ve
bedensel hastalıkları iyileştirir. Fatiha; istekdir, münacaattır, dua dır. Fatiha Suresi her derde
devadır. Fatiha Suresi indiğinde şeytan feryat etmiştir. Çünkü Fatiha okuyanın mükâfatı,
Cehennem ateşinin ona haram olmasıdır.
Fatiha Suresi ile sırra erişilir. Arzuladığına hemen kavuşursun, şeref ve makama sahip
olursun. Fakirlik, kötülük ve korkulardan emin olursun. Dünya ve ahiret saadetine
kavuşursun.
Fatiha Suresinde bin zahir, bin de batın olmak üzere toplam iki bin hassa vardır. Ayet
sayısı 7 dir. Fatiha 25 kelimedir. Kimi âlimlere göre 123, kimine göre 125, bazısına görede
130 harf dir.
Hasta üzerine 41 Fatiha okunursa hasta şifa bulur.
Her gün Sabah namazının farzı ile sünneti arasında 41 defa Fatiha okuyan kişi; makam ve
mevki sahibi olur. Fakirlik görmez, hastaysa şifa, zayıfsa kuvvet bulur. Emniyet içinde
bulunur. Kısırsa çocuğu olur. İzzet ve şeref elde eder.
Her farz namazlarının ardından 7 Fatiha okuyan kişiye hayır kapıları açılır.
25 Estağfurullah, 11 İhlas, 7 Fatiha, 33 Selatü Selam okuyup; Peygamberimizin (s.a.v.),
evliyanın, ashabı kiramın ruhlarına hediye edip, onların yüzü suyu hürmetine şifa isteyen
kişiye Allah şifasını verir.
Farz namazları arkasından 20 defa Fatiha okuyan kişinin rızkı genişler, durumu düzelir, iç
alemi nurlanır.
Sabah namazından sonra 30, öğle namazı sonrası 25, ikindi namazı sonrası 20, akşam
namazı sonrası 15, yatsı namazı sonrası 10 defa Fatiha Suresi okunur. Toplam 100e ulaşır.
Buna devam eden kişiye Allah istediğini verir.
Farz namazları ardından 100 Fatiha okuyan maksat ve arzusuna hemen kavuşur.
Sabah namazı ardından 125 Fatiha okuyan istediği şeyi elde eder.
Fatiha Suresini 125 bin defa okuyana büyük faydaları vardır.
Her gün Fatihayı 313 defa okuyanın isteği ve arzusu yerine gelir. Tembellik ve korkudan
kurtulur. Allah okuyanın içini ve dışını temizler.
حيم حمن الر بسم هللا الر
70 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
70
Yatarken Fatiha ile 3 İhlâsla, Felak ve Nas surelerini okuyan herşeyden güven içinde olur.
İçi su dolu kaba 40 Fatiha okuyup, hastanın bedeni o su ile yıkanırsa hasta şifa bulur.
Haceti, isteği olan, akşam namazının ardından 40 Fatiha okuyup dileğini Allah’dan isterse
dileğine kavuşur.
Göz ağrısı için sabah namazının sünneti ile farzı arasında 40 fatiha okuyup, şifasını Allah
dan dilesin. Tükrüğünü parmak ucuyla gözüne sürsün veya okuyan kişi hastanın yüzüne
üflesin.
Yola gidecek kişi kapıdan çıkarken 40 defa Fatiha okursa, güven içinde geri döner.
Sağ elini ağrıyan yere koyup, 7 defa Fatiha okur ve “Allah’ım hissettiğim acı ve ağrının
kötülüğünü bender gider. Peygamberin Muhammed s.a.v. davetiyle beni bu acıdan kurtar”
diye dua ederse Allah şifa verir.
Rızık için, yeni ayın pazar günü aya bakılır ve 70 Fatiha okunur. Pazartesi 60, salı 50,
çarşamba 40, perşembe 30, cuma 20, cumartesi 10 olarak 7 gün okunur ve buna her ay devam
edilir.
Fatiha Suresini seher vakti 41 defa okumayı adet haline getirene Allah rızık genişliği
verir, işlerini kolaylaştırır.
Hayır için veya bir musibetten kurtulmak için günde 313 defa okunur veya 3 günde 1000
defa okunur.
Halvete çekilip günde 1000 defa Fatiha okuyarak gündüzleri oruç tutan, okurken buhur
yakan (ud ve anber) bir takım esrarlara vakıf olur. (7 gün okunur)
Susuzluk ve açlık çeken; sabah Fatiha Suresini okuyup eline üflesin, sonra ellerini yüzüne
ve karın bölgesine dokundurursa bu hislerden kurtulur.
Fatiha Suresi bir kaba yazılıp, su konulur ve yazı silindikten sonra hastaya içirilirse şifa
bulur. Aynı şekilde ağrıyan yere 3 defa sürülürse ve Allah’ım sen afiyet ver. Sen afiyet
verirsin diye dua edilir.
Ruhi deprasyonda olan hasta için; Fatiha Suresi bir kaba yazılır, içine su konulur, yazı
silindikten sonra hasta o suyla yüzünü yıkarsa şifa bulur. İçerse sakinleşir.
Fatiha Suresi, safran, misk ve gül suyu karışımı ile yazıp, bunu su ile silip içersen zekan
açılır. İşittiğini unutmazsın. Gül yağı ile silip kulak ağrısı için kulağa damlatıldığında ağrı
geçer. Yine bir kaba yazıp kına çiçeği yağıyla silip 70 kere Fatiha okuyup ağrı olan yere veya
felç, romatizmalı yere sürülürse şifa bulur.(tıbbi müdahele imkanı olmayan durumlarda
uygulanır)
Akrep ve yılan sokan kişi, zehir çıkarıldıktan sonra, ağrının geçmesi için bir kaba su ve
tuz konulur. 7 defa Fatiha okunur ve içirilir. Ağrı geçer.
حيم حمن الر بسم هللا الر
71 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
71
Bir kişiden itibar görmek veya zalim kişinin yanına gitmek zorunda kalan kimse, 19 defa
Fatiha okuyup, o kişinin yüzüne üflerse, onun şerrinden emin olur, itibar görür.
Cuma günü sabah namazının ardından 41 defa Fatiha Suresini yazıp üzerinde taşıyan kişi;
cin, şeytan ve insan şerrinden korunur.
Gece, gündüz Fatiha okuyan tembellikten, ağır davranmaktan kurtulur. Hastalıklardan,
cin, şeytan ve insanlardan gelecek zararlardan korunur.
Gözü ağrıyan sabah 3 Fatiha okuyarak parmağıyla göz kapaklarına sürerse ağrı geçer.
Bir isteği, haceti olan, maksadının olması için 2 rekat Allah rızası için namaz kılar ve
namaz kıldıktan sonra 7 Fatiha okuyup dua ederse isteği olur.
Bir haceti, isteği olan maksadının olması için 40 gün ara vermeden, sabah namazının
ardından, güneş doğmadan 41 defa Fatiha okuyarak Ya Rabbel Alemin, Ya Rabbel Azim,
Fatiha Suresinin hürmetine isteğimi yada hacetimi ihsan buyur diye dua ederse haceti olur.
Yatağa uzandığın zaman; Fatiha, Ayetel Kürsi, Ve inne Rabbeküm AYETİNİ muhsinin ‘e
kadar, Haşr suresinin Huvalla Hülleziyi sonuna kadar, İhlas, Felak ve Nas surelerini
okuyarak, yatıp, uyunursa 2 melek gelir ve tüm tehlikelerden korumak için sabaha kadar
beklerler.
Hasta olan kişi; bir kap içine zemzem yada yağmur suyu koyup, üzerine 70 defa Fatiha, 70
Ayetel Kürsi, 70 İhlas, 70 Felak, 70 Nas surelerini okur ve içerse hastalığı iyileşir, şifa bulur.
Hastaya ve büyüye maruz kalana Fatiha Suresi, Ayetel Kürsi ve 4 İhlâs; 7 şer defa okunur.
Bir ölünün ardından 1 Fatiha 11 İhlâs okuyup öncelikle Peygamber Efendimizin S.A.V.
mübarek ruhlarına, peygamberlere, ashabı kirama, evliyaya ve ölen kişinin ruhuna hediye
etmek çok faydalıdır. Hem ölüye, hemde okuyana hayır getirir.
حيم حمن الر بسم هللا الر
72 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
72
Fatiha, Kur’ân-ı Kerim’in, dolayısıyla
bütün semavî kitapların ana gayesini, temel
esaslarını ihtiva eden, tam bir kitap
genişliğinde mübarek bir sûredir.
Fâtiha Sûre-i Celîlesi değişik hususiyetleriyle,
Kur’ân-ı Kerîm’in bir fihristi ve özeti gibidir.
Onda, Kur’ân’ın tevhid, nübüvvet, haşir, adalet
ve ibadet gibi temel konularının tamamına ya
sarahaten temas edilmiş ya da bir işaret ve
delâlette bulunulmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in
dünya ve ahiretle alâkalı hikmet, hüküm ve
maksatları ve Cenâb-ı Allah ile kâinat ve
insanlar arasındaki nispet ve rubûbiyet alâkası
da çok belâgatli bir şekilde Fâtiha Sûresi’nde
icmâlen yerini almıştır. Öyle ki, bu sûrenin ilk
yarısı Mekkî, son yarısı da Medenî hükümleri
temsil eder gibidir. Bu ölçüde geniş bir
muhtevaya sahip olan Fâtiha Sûresi’nin o
genişlik nispetinde pek çok hususiyet ve
faziletleri olması da pek tabiîdir.
Bu âyetleri okuyan mü’min, Allah Teâlâ’nın,
bütün âlemlerin yegâne Rabbi olduğunu,
topyekün varlığın O’nun emri ve izniyle vücut
bulduğunu ve yine O’nun Kayyûmiyetiyle
ayakta durduğunu anlar. Dolayısıyla o varlığın
bir cüz’ü olarak içindeki şükran ve hamd ü
sena hislerini sadece O’na tevcîh eder. Yine,
âlemlerin O Yaratıcı’ya işaret eden alemlerle
(işaret) lebâleb dolu olduğunu, binaenaleyh
bütün mahlûkatın kendi lisanlarıyla Allah’a
(celle celâlüh) teşekkürlerini sunduğunu anlar.
Zaten kâinattaki mevcûdatın yaratılmasından
maksat da Hakk’a ibadettir.
Sonra Yüce Yaratıcı’nın Rahmâniyet ve
Rahîm-iyetini tefekkür eder. Anlar ki, bütün
kâinatla birlikte kendisini vücut sahasına
çıkaran zât, vücut vermekle daha başta rahmet
ve şefkatini göstermiştir. Ayrıca o rahmet,
re’fet ve şefkat kesilmemiş, devam etmektedir.
Rahmet tecellîlerinin akışında bir kesinti
gözükmemekte, aksine bütün varlık âlemi o
merhametin cilveleriyle şenlenip durmaktadır.
Bu kısacık dünya hayatındaki Rahmâniyet
tecellîleri, arz-ı hâlde bulunacak mü’min için
ahirette Rahîmiyet tecellîleri olarak devam
edecek ve rahmet ve merhametin aslı o bekâ
yurdunda görülecektir.
Rahmân, Rahîm ve Âlemlerin Rabbi Allah,
aynı zamanda Din Gününün de Mâliki,
Sahibidir. Sevdiği kullarını rahmet ve
şefkatiyle asıl orada sevindirecek, burada
tattırdığı nimetlerinin asıllarını orada
yedirecektir. O’nun, izzet ve azametine perde
vazifesi gören sebeplerin aradan çekilmesiyle,
dünya ve ukbâ âlemlerinin yegâne Sahibi
olduğu herkes tarafından ayan-beyan
görülecek, işte o zaman inanmayanlar âh u
vahlarla inlerken, inananlar imanlarının
hazlarını gönüllerinde bir kez daha hem de en
derinden duyacaklardır.
Allah Teâlâ’nın Rabb, Rahmân, Rahîm, Mâlik
gibi güzel isim ve sıfatlarını duyan ve onların
tecellîlerini görüp hisseden bir mü’min, elbette
O Zât-ı zü’l-Celâl ve’l-Cemâl’in daha başka
birbirinden güzel isim ve sıfatları ve o isim ve
sıfatların farklı farklı tecellîleri olduğunu anlar.
Bundan hareketle O Zât-ı Akdesi, kâinatı
cilveleriyle dolduran esmâsıyla tanımaya
çalışır.
Übeyy İbn-i Ka’b:
“Evet ya Resulallah!” dedi. Resul-ü Ekrem Efendimiz (asm):
“Namazda nasıl okuyorsun?” buyurdu. Übeyy İbn-i Ka’b, Fatiha Suresini okuyunca,
Peygamber Efendimiz (asm):
“Evet, nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, onun eşi ne Tevrat’ta, ne
İncil’de, ne Zebur’da ve ne de Kurân’ın diğer kısımlarında indirilmiştir. O bana verilen şanlı
Kurân’ın içinde bulunan yedi ayetli Fatiha Suresidir” buyurdu. (Tirmizi, Kur’ân’ın
Faziletleri)
حيم حمن الر بسم هللا الر
73 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
73
Cenâb-ı Allah, Kur’ân-ı Kerîm’e âdeta mukaddime yaptığı Fâtiha Sûre-i Celîlesi’nde
inanan kullarına dua âdâbını da en vecîz ve belîğ şekilde ta’lim buyurmuştur. Bundan dolayı
sûrenin güzel isimlerinden biri de Ta’lîm-i Mes’ele’dir. Dikkat ve tefekkürle tilâvet
edildiğinde –tabiî zikredilen bütün mânâları namazda okurken düşünmek namazın ruhuna
uygun olmayabilir- Âlemlerin Rabbi Allah’ın bu
sûrede kullarını duaya davet ettiği görülecektir. Dua
için huzur-u İlâhîye varacak olan kul, huzur sahibi O
Zât’ı güzel isim ve yüce sıfatlarıyla, merhamet ve
kudretiyle iyice tanımalıdır. Başka bir ifadeyle, Allah
bilgisine ulaşmalı, mârifet sahibi olmalıdır. Çünkü
herkesin edepten hissesi irfanı nispetindedir. Duanın
şartlarından birisi de o hususta gerekli olan esbâbı
yerine getirmektir. Peşinden ihtiyaç hissi gelir. Evet,
insan O Kudreti ve Merhameti Sonsuz’a olan
ihtiyacının farkında olmalıdır. Dolayısıyla duasının kabul olacağına inanmalı ve dua ederken
şuurlu bulunmalıdır. Bu ihtiyaç hissiyle huzura vardığında, Rabbini hamd ü senalarla anmalı,
“Gelip arz-ı hâlde bulunulabilecek bir tek Senin kapın vardır.” mülâhazalarıyla ihlâs ve
samimiyetini ortaya koymalı, ondan sonra da taleplerini arz etmelidir. Bunu yaparken de ne
isteyeceğini iyi ölçüp biçmeli, a’lâsı var iken ednâya tâlip olmamalı, kendi isteklerini Hakk’ın
muradının önüne geçirmemelidir.
Cenâb-ı Allah, Fâtiha Sûre-i Celîlesi hürmetine dualarımızı kabul buyursun ve bizi sırat-ı
müstakîm ehlinden eylesin.
S O N
حيم حمن الر بسم هللا الر
74 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
74
حيم حمن الر بسم هللا الر
75 Kerimce: Fatiha-i Şerif | Derleyen: Mevlüt Baki Tapan
75
SÜRÜMCE; 0.1
Derlemasyon Külliyatı, Kerimce Seti “Fatiha-i Şerif” Damlahatnâmesi
1.Sûret, I.Cilt
0.1. Sürüm