genç Öncüler- 103- Şehadet Özel

43
ISSN 1307-007X 9 7 7 1 3 0 7 0 0 7 0 1 6 0 3

Upload: genc-oencueler-dergisi

Post on 26-Jul-2016

279 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Genç Öncüler- 103- Şehadet Özel

TRANSCRIPT

ISSN 1307-007X

9771307007016

03

SahibiPINAR YAYINLARI A.Ş. Adına

Şemsittin ÖZDEMİR

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüFurkan Gençoğlu

Yayın SorumlusuMehmet Semih Özdemir

Yayın KuruluFurkan Gençoğlu

Mehmet Semih ÖzdemirFatih Yavuz

Furkan KahramanAsım Ebrar Yıldız

Uğur DemirelSümeyye AkgülZozan Demirci

Ayşenur ÖzdemirSenanur Yaşaroğlu

Gülsüm Cemile Damar

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAbdullah Etka Ayan

Dücane DemirtaşFerit Öztürk

Muhammed AliSelen Balcı

Sümeyye KızıkŞehadet Günhan

Tarık ParlakVahap YamanZehra Yurdan

Kapak TasarımıSeyyid Hamza Günhan

Adresİskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok.

No:4/1 Fatih / İ[email protected]

Görsel YönetmenTekin Öztürk

Grafik TasarımProjesanat Tan. Org.Tel: 0212 640 20 90

www.projesanat.com.tr

BaskıSanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti.

Maltepe Mh. Litros Yolu2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5

Topkapı / İST.Tel: (212) 567 39 40-41

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla.

S ürekli gelişen ve yenilenen(!) dünyada içi boşaltılan ya da daha vahimi yanlış, eksik kullanılan kavramlardan biri de “Şehadet”

kavramı. Kavram kelime anlamı olarak “şahitlik, tanıklık etmek” de-mektir. Şehadet, kelimesini yalnızca “Allah yolunda ölmek” gibi dar bir kalıbın içine sokarsak asıl anlamamız gereken “Allah yolunda olmak” gayemizden uzaklaşmış oluruz. Alemlerin Rabbi olan Allah için olmak bilinci ve hayatı bu bilinçle inşa etmektir. Allah yolunda yaşamak ve bu yol üzere canını bu yolda vermektir.

Bizler de Genç Öncüler ekibi olarak Şehadet ayı olarak andığı-mız Şubat ayında ümmetin şehitlerinden örnekler vererek Hakka şahitlik yolunda bir adım daha atalım istedik. Günümüzde istismar edilen şehadet kavramını bizlere tam manasıyla öğreten öncüle-rimizle bir yolculuğa çıktık bu sayıda. Güzel günler gördük. Adları-na yazılan marşlarla, ezgilerle büyüdüğümüz isimlerin ailelerinin, dostlarının kapılarını çaldık. 90’lı yıllarda birçok çocuğa ezberleti-len marşların sahiplerine bir adım daha yaklaştık. Çocukluğumuzu selamladık bu sayıda. İçimizden “ne kadar nasipliler, şehitlerle vakit geçirmişler” derken şimdi diyoruz ki hamd olsun böyle bir çalışma-nın içerisinde bulunmak bizlere nasip oldu. Yaptığımız görüşme-lerde sesler titredi, gözler doldu. Duyulan özlem, mekanları sardı. Şehadet, hepsine çok yakışmıştı. Ama özlem ayrıydı, can yakardı. Rabbimizden duamız şudur ki; Kevserin başında kavuşsun anneler, babalar, eşler, çocuklar özlediklerine.

Bu çalışmada gördük ki Hamd-ü senalar olsun ümmetin şehit-lerini, şahitlik üzere yaşanmış ömürleri anlatmaya dergiler, kitap-lar yetersiz kalır. Bizim çalışmamız bu alanda adımlanan ufak bir adımdır. Burada adı zikredilemeyen Hak yolun davasına şahitlikle-rini canlarıyla ortaya koymuş, ümmetin damarlarına kan veren tüm coğrafyalardaki şehitlerimize selam olsun!

Gözyaşlarıyla Afganistan’dan ayrılırken “ Hoda hafız biraderani mücahidan “ (Allah’a emanet olun. Benim mücahit kardeşlerim.) diyen Bahattin abimizin Hindikuş dağlarına olan sevdasına selam olsun!

Ablasının, “Ödemiş nere, Hindikuş dağları nere?” diye ifade ettiği Bilal Yaldızcı’nın ümmet sevdasına selam olsun!

Tekiner Tayfur’un “Ya Rabbi kanımı, günahlarım için kefaret kıl.” teslimiyetine selam olsun!

Selam olsun ümmetin yıldızlarına! “Sehel yeli esince güneş hiç gitmeyecek” cümlesi ezberimizde. O günü bekliyoruz.

“Mü’minlerden, Allah’a verdiği söze bağlı kalan öyle erler var ki, onlardan bir kısmı bu uğurda canını vermiştir. Bir kısmı ise verdik-leri sözü hiç değiştirmeden bunu beklemektedirler.” (33/Ahzâb 23)

Şehitlerimizin hayatlarının biz gençlere her daim kılavuzluk et-mesi dualarımızla.

Diyarbakır’da şehit aileleriyle dergimiz için röportaj yapıp bizle-re ulaştıran İlke Haber Ajansı Diyarbakır müdürü Mahmut İrtem ve ekibine ayrıca şükranlarımızı sunarız.

Şubat’16 • 1

EDİTÖR'DEN

29

5752

04

14

Subat 2016 • Sayı 103 • Yıl 13

Canları İle Şahitlik Edenler Çöl Arslanı Ömer Muhtar / Vahap Yaman ................................ 4El-Hacc Malik El Şahbaz / Şehadet Günhan .................................................................. 8İskilipli Atıf Hoca / Dücane Demirtaş .......................................................................... 11Şeyh Said / Muhammed Âli ........................................................................................ 14Metin Yüksel .............................................................................................................. 21Bilal Yaldızcı .............................................................................................................. 24Tekiner Tayfur ............................................................................................................ 27Cemal Balıbey İle Bahattin Yıldız Üzerine Röportaj .......................................................... 291980 Dönemi Türkiye İslâmi Mücadelesi Şehitleri ........................................................... 34Şemsettin Özdemir İle Öğretmen Arkadaşı Sedat Yenigün’ü Konuştuk. ............................... 38Selami Yurdan ............................................................................................................ 40Şehitlere İthaf Edilen Marşlar ....................................................................................... 43Yeryüzünün Yıldızları .................................................................................................. 466-8 Ekim Olayları Diyarbakır Şehitleri........................................................................... 50Şehid Ali Karakaş ........................................................................................................ 56Şeyhmus Durgun ......................................................................................................... 57“Kral Faysal, Hâlâ Örnek” Taha Kılınç ile Röportaj ......................................................... 58Hüseyin Cafer Gizli ...................................................................................................... 61Muhammed Biltaci’den Kızı Şehid Esma Biltaci’ye Mektup ............................................... 62Bilad-ı Şam’da Bir Kardelendi O... Şehid Zehran Alluş... / Tarık Parlak .............................. 63Abdulkadir Salih / Ferit Öztürk ................................................................................... 66Şiir / Mehmet Emin Yıldırım ...................................................................................... 68İslam’ın İlk Hanım Şehidi Hazret-İ Sümeyye (Radıyallahu Anha) / Sümeyye Kızık ............. 69Bir Şehide Şahitliğim (Mavi Kırmızı, Kitap Tahlili) / Abdullah Etka Ayan ......................... 70Ali Şeriati Şehadet / Selen Balcı .................................................................................. 72Varsın Birileri Dünyayı Çok Sevsin / Sümeyye Kızık ....................................................... 73Abdullah Azzam’ın Gençliğe Hitabesi ............................................................................. 74Ensar Çalışkan İle “Şehadet Takvimi” Üzerine Konuştuk .................................................. 76Hasan El-Benna’dan Gençlere Tavsiyeler ....................................................................... 78Manşetlerde Şehit Haberleri ......................................................................................... 80

Çöl ArslanıÖmer Muhtar

Vahap YAMAN

Şeyh SaidMuhammed ÂLİ

“Kral Faysal, Hâlâ Örnek”Taha Kılınç ile Röportaj

Bilad-ı Şam’daBir Kardelendi O...

ŞehidZehran AlluşTarık PARLAK

Cemal Balıbey ileBahattin Yıldız Üzerine

Röportaj

2 • Şubat’16 Şubat’16 • 3

EDİTÖR'DEN EDİTÖR'DEN

Y eryüzünde, ilahi iradenin kanuniyetlerinin başında gelen ilk kural, doğum ve ölümdür.

Neslin devamı için farklı özelliklerde yaratılan dişi ve erkek çoğalmanın aracısıdırlar. Yaratılış kanuniyetine RABB’ine kulluk etmesi için var edilen insan, belirli bir süre sonra dünya ha-yatında sonu yaşamakta ve ikinci bir hayata geçiş olan ölümü tatmaktadır.

Yaratılışın en tabii kuralı doğum ve ölüm, her canlının başına illa ki gelmiştir ve gelecek-tir. Yaratıcı tarafından kendisine tayin edilen

ömrü tamanlanan insan, dünya haya-tının olmazsa olmazı olan ölümle

karşılaşacaktır.Ölümle karşılaşacak olan

insandan, hayatı boyunca kendisinden ALLAH’ın irade-

sine uygun şahitlik etmesi istenmektedir. Şahitlik ise insanın vazgeçilmez

özelliklerindendir. Herkes bu şahitliği farklı biçimde yaşamaktadır.

Yeryüzünün İslamlaş-ması ve inşası çalışmala-

rında kimi sözüyle, kimi ma-lıyla, kimi ilmiyle, kimi de canıyla

şahitlik görevlerini yerine geti-rirler. Allah’ın davasına şahitlik

edebilmek için canlarını seve seve veren şahitlerin ka-

rarları alemleri yaratan yüce RABB’imiz tara-

fından övülen, örnek

gösterilen güzel insanların en kutlu davra-nışlarıdır. Bu şahitlik, takdir ve tavsiye edilen, insana erişilmez mertebe kazandıran, ayetin ifadesi ile insanı ölümsüzleştiren bir şahitliktir.

Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz. Bakara/154

Bu şahitlik, Allah’la yapılan ticarette bizzat ALLAH’ın kendisi tarafından cennet karşılığı satın alınan candan, teslimiyetin en üst merte-besine ulaşmak için severek ve isteyerek vaz-geçmekle kazanılır.

Allah mü’minlerden, mallarını ve canla-rını, kendilerine verilecek cennet karşılığı satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürülürler, ölürler. Tevbe/111

Candan, ALLAH için vazgeçmek, ALLAH’ın insana teklif ettiği kendi lehine pozitif ayrımcı-lık içeren ticaretten karlı çıkmak için, canı AL-LAH için severek vermektir.

Canları ile şahitlik edenlerden birinden bah-setmek istiyorum. Ömer Muhtar

Ömer Muhtar Libya’ın İtalyanlar tarafından işgal edilmesinden sonra kıt imkanlara rağ-men işgale karşı koyan, direnişi örgütleyen, ilim ve mücadele adamı olarak tarihe geçmiş ve canıyla Allah’ın davasına şahitlik etmiştir.

Afrikanın İslamlaşmasında Ukbe bin Nafi ve Tarık bin Ziyat isimleri önemli İslam orduları komutanları olarak tarihe geçmişlerdir. Kuzey Afrika, günümüze kadar zaman zaman Avru-palı emperyalist devletler tarafından işgale uğrasa da İslam mührünü hep taşımış, İslam toprakları olarak anılmıştır.

Afrikalı müslümanlar günümüzde de oldu-ğu gibi işgal dönemlerinde canını ortaya koya-bilmiş mücahitler, kahramanlar çıkartmışlar-dır. Yerli Afrika halkları Berberiler, işgalcilere karşı teslim olmadan direnişi örgütleyen lider-lerin etrafında yer almış, topraklarının kirletil-memesi konusunda var güçleri ile mücadeleye iştirak etmişlerdir.

Yirminci yüzyılın başlarında İtalyanlar ta-rafından işgal edilen Libya’da da işgale karşı direnişi örgütleyen Senusilik tarikatı ve bu ta-rikatın içerisinde çocukluğundan itibaren yer almış, eğitimini bu tarikatın medreselerinde tamamlamış, muallim, lider, öncü, Ömer Muh-tar ismi önemli rol oynamışlardır.

Ömer Muhtar’ın hayatına baktığımızda öncelikle olarak Senusi medreselerinde uzun süreli bir İslami eğitim aldığını, arkasından ta-rikatın medreselerinde hocalık yaptığını gör-mekteyiz. İslami ilimleri öğrenerek donanımlı hale gelmek sonra da öğrendiklerini öğretmek onun geleneği olmuştur.

Ömer Muhtar, İslam’ın önce bilgi olarak edi-nilmesini ve arkasından da o bilginin gerekle-rinin uygulanması gerektiğini bildiği için, baba evinde aldığı İslam’i eğitimin yanında Senusi medreselerinde disipline edilmiş ilk İslam’i eği-timini alır.

Neye inandığının farkında olmayan, inandığı şeyin anlamını bilmeyen insanın müslümanlığını sorgulaması gerektiğini iyi bilir. Çünkü İman, bilerek ve isteyerek elde edilen bir değer değilse kişiye fazla bir katkı sağlamaz.

Müslüman, Allah’ın iradesinden ve ha-kimiyetinden habersizse ve öğrenmek için çabalamıyorsa kendisinin müslümanlığını sorgulamalı ve inancını yeniden tazele-melidir kanaatine ulaşmıştı. Kendisini şe-killendiren en temel İslami prensip bu idi.

Hocalık yaptığı günlerde ülkesi Libya işgal edilmiş, zulüm, katliam, sömürme ve yok etme başlayınca, İtalyanlara karşı direniş için örgüt-lenme ve silahlı mücadeleye başlama kararı alır.

Her mücadele için olmazsa olmaz olan ön-celikle bilgi sahibi olma, bilgiyi yaygınlaştırmak için çalışmalar yapma, ardından bu çalışmala-ra engel olmak için karşı koyanlara direnme, örgütlenme ve mücadele kararı da Ömer Muhtar’ın tarzı olmuştur.

Ömer Muhtar’ın mücadele kararında Allah’ın kitabından okudukları etkili olmuştur.

Allah içinizden iman edip salih amelde bu-lunanlara kesin olarak vaad etti: Hiç şüphesiz kendilerinden öncekileri nasıl ‘güç ve ikti-

CANLARI İLE ŞAHİTLİK EDENLER

ÇÖL ARSLANI ÖMER MUHTARVahap YAMAN

4 • Şubat’16 Şubat’16 • 5

Karantina Karantina

dar sahibi’ yaptıysa, onları da yeryüzünde güç ve iktidar sahibi’ yapacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Nur/55

Umutsuzluk ortamında bile umut olmak için yola çıkmak gerekiyordu. Allah, yola çıkan-ların daima yanlarında idi.

Ömer Muhtar yola Libya’daki kabileler ara-sındaki ihtilafları çözerek işe başladı. Çünkü direnişi daha yaygın ve güçlü kılmak gereki-yordu.

Ayrıca aşağıdaki özellikler Ömer Muhar’ı Libya’da güçlü kılıyordu.

Ömer Muhtar, İlim erbabı, lider, müca-dele adamı, öncü, önder, siyasi ve askeri dehası yüksek, mütevazi, arabulucu, sö-züne itibar edilen, vakur, alçakgönüllü, paylaşmayı seven, şükreden, isteyene is-tediğini veren, olmayan şeyleri neden yok diye tasalanmayan bir karakterdir.

Özellikle askeri ve siyasi yeteneği sayesin-de, yanında çok az sayıda mücahit ve malzeme olmasına rağmen, devrin vurucu ve yok edici silahlarıyla donanımlı İtalyanlara karşı yıllarca (20 yıl) askeri mücadeleyi yürütmüştür.

Bu arada içerisinde eğitimini tamamladığı Senusi hareketinden de bahsetmek gere-

kir.SENUSİ HAREKETİ

Senusi tarikatı Libya’da 1837 yılında Muhammed bin Ali es Senusi adında İslamın kuzey

Afrika’da yayılmasına önemli katkılar sağlamış Cezayirli

bir alim tarafından kurul-du.

1951 yılında, bir-leşmiş milletlerin

L ibya’nın b a ğ ı m -sız bir d e v l e t o l a r a k t a n ı n -masına

kadar da

Libya’nın yönetiminde çok etkili olmuş bir ta-rikattır. Temel olarak İslam’ın Hz. Peygamber zamanındaki uygulanış şeklini taklid etmeyi ilke edinmiş bir anlayışa sahiptirler.

İtalyanlara karşı örgütlü bir mücadeleyi sürdüren Senusi hareketi, Muammer Kadda-finin 1969 da darbe ile Libya yönetimini ele geçirmesine kadar yönetimdeki varlığını sür-dürmüştür.

19. yy’da Kuzey Afrika’da teşekkül eden bu tasavvuf ekolu kısa zamanda çok hızlı gelişmiş, içinde barındırdığı dinamizm ile sömürgeci güçlere karşı Afrikalı Müslümanların soluğunu daima diri ve taze tutmuştur.

Bir tasavvuf ekolünden ziyade bir ıslahat hareketi olarak görülebilecek Senusi hareketi, tarikat ve tasavvufu asli güzelliğine döndür-meyi, onu bir miskinler ocağı olmaktan çıkarıp, hayatın her yönünü kucaklayan bir hizmet ku-rumuna dönüştürmeyi hedef almıştı.

LİBYA’NIN İŞGALİ

İtalyanlar Libya’yı 15 günde baştan aşa-ğı işgal etmeyi planlamışlardı. Ancak Senusi hareketinin liderlerinden Seyyid Ahmed şöy-le haykırıyordu: “Gençleri ihtiyarlatacak kadar şiddetli ve uzun sürecek bir savaş istiyoruz; günden güne şiddet ve ciddiyet ka-zanmakta olan bu savaş yalnız yöresiyle sınır-lı kalmayacaktır. Etrafımda “La ilahe illallah Muhammed’un Resulullah” hükmünü kabul edenler bulundukça, ruhum bedeninde kal-dıkça, hatta Trablus’un dışında bile cihadı sür-dürmemiz mümkün olacaktır. Biliniz ki, ecel ve ölüm kaçınılmazdır. Bundan kurtuluş yoktur. Yalnız savaşa katılanlar değil, bütün insanlar ölecektir. Fakat cihat alanında ge-lecek bir ölüm, dünya ve ahirette şerefli bir ölümdür. Biliniz ki Cennet, cihatta kul-lanılan silahların gölgesi altındadır. Düş-manın çokluğu ve güçlülüğü sizi cihattan alıkoymasın İman gücüne hiç bir güç da-yanamaz. Karşı koyamaz.

Bu direniş ruhu İtalyanlara epey zayiat verdirince İtalyanlar Ömer Muhtar ile anlaş-ma yollarını aramaya başladılar. Ancak Ömer Muhtar barış kelimesinin bir havuç olduğunu

düşünerek teklif edilen para, yüksek maaş, ömür boyu rahat etme tekliflerini asla kabul etmedi. Direnişten bir an olsun vazgeçmedi. İtalyanlar, ise Ömer Muhtar’ı (davasını satması için) kendilerine göre cazip tekliflerde bulun-dular. Eğer 1- cihad hareketinden vazgeçer 2- teslim olur İtalyan egemenliğini kabul eder-se Bingazi’de en güzel bir köşk, hayatının so-nuna kadar rahat yaşayacağı yüklü bir maaş, ve ekonomik yardımlar teklif ettilerse de, Çöl Arslanı: “Ben her isteyenin böyle kolay-ca yutabileceği bir lokma değilim. Beni kimse imanım, davam ve cihadımdan alı-koyamayacaktır. Allah onların iştahlarını kursaklarında bırakacaktır.” ‘Vatana sadık olanların en üstünleri, at sırtından inme-yip cihada devam edenlerdir.’

“Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de sa-vaşacaksınız. Bana gelince. Ben, cellatla-rımdan daha uzun yaşayacağım.”

Ömer Muhtar İtalyanlarla görüşme masa-sına oturulacaksa bu ancak ‘öncelikli olarak İtalyanların vatanımızı terk etme görüşmeleri olabileceğini söyler ve İtalyanların tekliflerini terk eder.

Savaşın zorlukları karşısında dirençleri kı-rılan bazı kabile şeyhlerine de: “Vallahi, Ya zafer veya şehadete ermeden bu dağla-rı terk etmeyeceğim ve İtalyanlara karşı devam eden bu savaşı asla durdurmaya-cağım. Mısır’a gitmek isteyenler buyurup gitsinler, İtalyanlara teslim olup ölümden kurtulmak isteyenler de teslim olsunlar, hiç kimse onları tutmuş değildir.” Diyerek umutları tekrar diriltti. Emrindeki çok hızlı ve seri hareket kabiliyetleri olan direnişçiler ile İtalyan askeri kollarına, karakollara baskınlar yapıyor ve bir anda ortadan kayboluyorlardı. Gerilla taktiği uyguluyorlardı.

20 yıl süren direnişin mimarı, İtalyanların bile askeri dehasına gıpta ile baktığı Ömer Muhtar kurulan bir tuzağa düşürüldü ve esir alındı.

İtalyan generali Graziani, hatıralarında Ömer Muhtar hakkında şunları demekten ken-dini alamaz. “Ömer Muhtar inancına, akidesine son derece bağlı bir adamdı. Onun bu inancına

saldırmaya kalkışana kim olursa olsun büyük bir heyecan ve azimle karşı koyardı. O, vatanı-na saldıranlara karşı da korkusuzca savaşıyor-du. Vatanına yapılacak herhangi bir saldırıyı karşılıksız bırakmayı kabullenecek bir şahsiyet değildi.”

“O karşısındakine anında cevap vere-cek üstün bir zekaya sahipti. Aynı zaman-da Ömer Muhtar ileri seviyede dini kültüre sahipti. Onun kesin tavırlı bir huyu vardı. O, dinine ait hiçbir şeyi ihmal etmeyecek ve dinini herhangi bir maddi menfaat kar-şılığında satmayacak üstün bir kişiliğe sahipti. Dünyevi hiçbir çıkar peşinde ol-mayan bir kişiydi. Üstelik hayli fakir bir adamdı. Din ve vatan sevgisinden baş-ka hiçbir dünyevi şeye de sahip değildi.” “Ona canlı ve hazır bir zeka bahşedilmiş-ti. Dini konularda iyi bir eğitim görmüş, hareketli,mütevazı ama tavizsiz...”

Mücahidlerin teslim olması teklifini red eden Ömer Muhtar, 15 Eylül 1931 günü İtalyan sıkıyönetim mahkemesi tarafından gösterme-lik bir duruşmaya çıkarıldı ve idam kararı ve-ren mahkemenin yüzüne şu tokadı savurdu: “Hüküm ve karar yalnız Allah’ındır. Sizin bu sahte ve uydurma hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur. (Biz Allah’ın kullarıyız ve sonunda ona dönücüleriz)”.

Aynı gün, toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalının gözleri önünde gayet sakin ve korkusuzca idam sehpasına çıktı. Fecr sure-sinin son ayetlerinden “Ey huzura ermiş ne-fis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbi-ne dön” kısmını okuyordu.

Allah tüm şahitler gibi Ömer Muhtar’ın şa-hitliğini kabul eylesin. Günümüzün Genç Öncü-lerine şahitlerin yollarının takip etmeyi nasip eylesin. AMİN.

6 • Şubat’16 Şubat’16 • 7

Karantina Karantina

L isedeyken bir sohbet gru-buna katılırdım. Her ayın

son haftası biyografi sunu-mu yapardık ve benim payı-ma da o ay El – Hacc Malik El Şahbaz’ın hayatı düşmüş-tü. Neden mi uzak bir geç-mişten başladım; çünkü lise dönemimde yeni yeni içine girdiğim islami faaliyetler ve idol(!) arayışlarımın neticesi-ni Malcolm Little’in hayatını araştırırken bulmuştum. Ki-taplar karıştırıyor, yazılar oku-yor, videolar izliyordum ve her yeni bilgiyle müslüman oluş hikayesini hayranlıkla takip ediyordum.

Sondan başlayalım; 21 şubat 1965 günü kaldırıldığı hastanede şehid oldu. Önceki gün Manhattan’daki bir konfe-

rans salonunda konuşmasını yaparken göğsüne aldığı 16 kurşun darbesiyle yere yığıl-mış ve hastaneye kaldırılmıştı.

Peki neydi onu bu denli vahşet dolu bir suikasta kur-ban eden? Doğduğunda baş-layan bir serüven bu aslında. Kendisine çok düşkün olan ra-hip babası o henüz altı yaşın-dayken feci bir süikaste kur-ban gitmişti. O gün kayıtlara sadece bir kaza olarak geçen babasının ölümünü, Klu Klux Klan gibi beyaz ırkçısı örgütün üyeleri tarafından gerçekleş-tirilen insanlık dışı bir katledil-me olarak düzeltir. Ve ekler: ‘ben kendi ölümümün de böy-le hunharca olacağı inancını içimde hep taşımışımdır. Ken-dimi böyle bir ölüme hazır-

lamak için de elimden geleni yaptım.’

Annesi çektiği acılara da-yanamayarak tımarhaneye yatırıldı ve Malcolm Little on iki yaşına geldiğinde annesini de kaybetti. Bu sırada ilkoku-la giden Malcolm Little, öğ-retmeninin sorduğu hayaline ‘avukat olmak’ cevabını verin-ce karşılık olarak “Malcolm, bizler için öncelikle gerekli olan, gerçekçi olmaktır. Şim-di beni yanlış anlama, biz he-pimiz burada seni seviyoruz. Sen de bunu biliyorsun. Ama zenci olduğun konusunda ger-çekçi olmalısın. Avukatlık, bir zenci için gerçekliği olmayan bir hayaldir.” sözlerini duydu.

Gençlik yıllarına kadar Amerika’nın birçok eyaletinde

EL-HACCMALİK EL ŞAHBAZŞehadet GÜNHAN

yaşamını sürdürdü, sokaklar-da yaşadı, aklınıza gelebilecek hatta gelemeyecek tüm kötü işlerin içerisinde bulundu. Ele avuca sığmayan bu adam fi-yakasından ve karizmasından birşey kaybetmeden teni be-yazlara benzesin diye de elin-den geleni yapıyordu. Şimdi düşünüyorum da, bir toplum-dan tamamen dışlanmaya, soyutlanmaya çalışılan bir ırk için aslında Malcolm Little’ın yaptıklarına hiçbirimiz akıl karı değil diyemeyiz. Düşün-senize o toplumda varsınız ve varlığınızı ispatlama çaba-sı içerisindesiniz. Toplumun size dayattığı ‘sen anca iyi bir garson, ayakkabı boyacısı ya da şöför olabilirsin’ baskısının ötesinde bir şeylerle var ol-maya çalışıyorsunuz ve bunun için en önemli ön koşul: beyaz olmanız!

Aklınıza gelebilecek kötü işlerden biri olan hırsızlık ve bunun neticesinde hapse düşüş, Malcolm Little’ın hayatının ilk dönüm noktasıdır. Mahkeme onu 10 yıl hapse mahkum eder. Hırsızlıkta ba-şarısız olup üstüne bir de hapiste pa-

rasız kalınca Tanrı’ya ve İncil’e küfretmeye başlar. Dine karşı düşmanca davranışları yüzün-den mahkumlar ona ‘iblis’ la-kabıyla seslenmeye başlarlar. Bu sırada ona Tanrı hakkın-da ileri geri konuşmamasını öğütleyen Bimbi (John Elton Bembry) adında biriyle tanı-şır. Bimbi’yle alakalı şöyle der: ‘Bimbi’nin beni en çok çeken yanı, tanıdığım insanlar ara-sında, herkeste, hem de sırf sözleriyle bir saygı uyandır-masını bilen ilk insan oluşuy-du.’ Bimbi, Malcolm Little’a bir gün durup dururken ‘aklı-nı kullansana oğlum!’ diyerek hapishanenin kütüphanesin-den yaralanabileceğini söyler. Değişimin ayak seslerini kendi içinde duyması da bu zaman-lara dayanır. Hatta okumaya ve öğrenmeye başlamasıyla alakalı notlarında ‘bir dümen çevirmeme yaramayacaksa hiçbir şeyi öğrenmek için bir

gayret sarfetmemiştim; dümen çevirmekte işi-

me yaramadıktan sonra niçin öğrenecekmişim gibi düşünü-yordum.’ der.

Bu sırada abisinden aldığı mektupların muhtevası de-ğişmeye başlamış, siyah ada-mın doğal dinini bulduğunu ve kurtuluşa ermek için Allah’a ibadet etmesi gerektiğini yazmıştı. Ayrıca artık sigara kullanmayı bırakmalı ve do-muz eti yememeliydi. Abisinin öğütlerine uymuş, okumaya devam etmiş ve kendisinin Peygamber, siyahların üstün ırk ve beyaz ırkın da şeytan olduğunu iddia eden Nation of İslam örgütü lideri Elijah Mu-hammed ile mektuplaşmaya başlamıştı. Macolm mektup-ların sonundaki ‘Allah’ın El-çisi’ imzasını görünce tüyle-rini diken diken edici bir etki uyandırdığını söyler. Hapisten

çıktıktan sonra doğruca kardeşi-nin yanına gi-der ve namaz kılmayı öğ-

renir. Namaz imtihanını da

şöyle anlatır:

8 • Şubat’16 Şubat’16 • 9

Karantina Karantina

‘Yaşantım boyunca yüz yüze geldiğim imtihanların en zo-ruydu namaz. Bilmem anla-tabiliyor muyum? Namaz için diz çökmek, inanılacak gibi değil ama tam bir haftamı aldı. Hayatımın nasıl geçtiği-ni biliyorsunuz. Başkalarının evini soymak için kapıyı may-muncukla açarkenkinden baş-ka hiçbir zaman bükümemişti dizlerim daha önceden.’

Elijah Muhammed’in di-rektifi doğrultusunda soyadı-nı ‘X’ olarak değiştirir. Elijah Muhammed, o dönemde tüm siyahlara güncel olan soyad-larının ABD tarafından veril-diğini Afrika’ya ait olduklarını mimlemek için bu soyadı kul-lanmaları gerektiğini söyler.

Malcolm X, Elijah Muhammed’in kurduğu ‘Nati-on of Islam’ örgütlenmesi içe-risinde hızla yükselerek vaiz olur, siyahların çokça rağbet ettiği iyi bir hatip haline gelir.

Bu sırada hemşire olan Betty adında bir hanımla ev-

lenir. Aynı zamanda Elijah Mu-hammed kendisine konuşma yasağı uygular. Üzerine bir de itibar ettiği adamın İslam dinini nasıl çarpıttığına şahit olmaya başlayınca yollarını ayırma kararı alır. Hacc göre-vini yerine getirmek istemesi de bu dönemlere denk gelir. Hayatının ikinci ve en önemli dönüm noktası olan Mekke’ye gitmesi, şehadete giden yolun aydınlanma sürecini başlatır. Hacc’a gittiğindeki ilk izlenim ve bakış açısının değişme-ye başladığı sinyalini verdiği Betty’ye mektubunda; ‘İna-namayacaksın ama tenleri beyazdan daha beyaz olan insanlarla aynı bardaktan su içtim ve aynı tabaktan yemek yedim. Hepimiz bir kardeştik. Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim. Gerçek peygamberi-miz olan Hz. Muhammed ırk-çılığı yasaklamıştır.’ der.

Hacc’dan döndükten son-ra basın açıklaması yapar ve adının artık El – Hacc Malik El

Şahbaz olduğunu duyurur. Eli-jah Muhammed’in öğretileri-nin dışında bir İslam’la tanıştı-ğını söyleyen Malik El Şahbaz, basın açıklamasının sonunda sorulan ‘yani iyi siyahlar ve iyi beyazlar mı var?’ sorusuna ‘iyi siyah ya da iyi beyaz olmak gibi bir durum yoktur. İyi veya kötü insanlar vardır.’ şeklinde yanıt verir.

Tabi bu değişimi başta Eli-jah Muhammed olmak üzere çeşitli ırkçı siyah gruplar ta-rafından doğru bulunmaya-rak tehditler almasına sebep olur. Şehadetinden bir hafta önce evi bombalanır ve yanar. Bu olaydan sonra yakın bir arkadaşına ‘önümüzdeki beş gün içinde infaz edilmek üze-re ölüm fermanım imzalandı’ der ve 21 şubat 1965 günü şehadetle taçlandırılır.

“Evet, ‘demagog’ rolümü hep gurur duyarak anıyorum. Biliyorum ki, toplumlar, he-men her zaman, kendilerinin olumlu yönde değişimlere uğ-ramasına büyük katkısı olan insanların canına kasdetmiş-lerdir onunda. Ve amerika’nın bünyesine uğursuz bir kurt gibi giren ırkçılık kanseri-nin kökünü kurutabilecek bir gerçeğin mayasını tutturmuş olarak, fersiz de olsa bir ışık bırakarak ölürsem, ne mutlu bana. Bu takdirde şan Allah’a özgüdür. Benim olan tek şey ise günahlarımdır.”

Dipnot: Tırnak içi alıntıların tümü Alex Haley’in Malcolm X kitabından alınmıştır ve kitap şiddetle tavsiye edilir.

T anzimat sonrası siyasi mağlubiyetin mahsulü batıya karşı kompleksli nesiller

hem Osmanlı’nın son yüzyılında hem de çiçeği burnundaki yeni cumhuriyette toplumu baştan aşağı değiştirme “kahramanlığına” soyunmuşlardı. Kurtuluşu mutlak surette batı standartlarına ayak uydurmakta gören bürokrasi ve özellikle askeriyedeki bir kesim muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için bir dizi gökten paraşütle inme paket reform hazırlığı içindeydi. İçeriği doğru olsun yanlış olsun Osmanlı toplumunun dengeleriyle çatışan bu reform hazırlıkları halkın ağır bedeller ödemesine sebep oldu.

İskilip Atıf Hoca 1875 yılında, Bayat’ın Toyhane köyünde doğdu. 1902 yılında medresedeki eğitimini tamamladıktan sonra Fatih camiinde ders vermeye başladı. Darülfünun İlahiyattan mezun olduktan sonra da İstanbul Kabataş Lisesinde Arapça ders vermeye başladı. Yaptığı çalışmalar yüzünden çoğu kez sürüldü hatta 31 Mart vakasından bir hafta önce yazdığı bir yazıdan sebep İttihatçılar tarafından tutuklandıysa da aklandı. İlk etapta ulema meclisi olan Müderrisin cemiyetinin adını Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra Teali İslam Cemiyeti olarak değiştirdi ve başına geçti. İzmir’in Yunanlar tarafından işgaline karşı ilk tepkiyi bu cemiyet göstermiş ve Anadolu’da direniş çağrısında bulunmuştur. İskilipli Atıf Hoca için halifelik hâlihazırda

parçalanmakta olan İslam ümmetini bir arada tutabilecek ve gittikçe artan batı nüfuzunu İslam beldelerinde engelleyebilecek tek kurumdu. Hilafet kurumunun işgali bu sebeple İslam ümmeti için bir felaketle sonuçlanabilirdi.

İşgal sürerken İngilizler hükümetten Anadolu’daki hareketlerine karşı halkın mukavemet göstermemesi için şeyhülislamdan bir fetva ister ve bunu Teali İslam Cemiyeti adı altında Atıf Hoca’nın mührü olmadan yayarlar. Daha sonra aleyhine delil olarak kullanılacak bu duruma karşın Atıf Hoca bir gazetede tekzip yayınlayıp fetvayı benimsemediğini ve onaylamadığını ilan eder. Bu sırada askeri zaferlerle birlikte yeni nizamın portresi belirginleşmeye başlayacaktır.

İskilipli Atıf Hoca körü körüne batı taklitçisi birçok Osmanlı aydınına karşı seri halinde bir dizi risale yazmıştır. Tema; kendi değerlerini hor görerek batıya karşı kompleskvari bir yaklaşımın toplumu kendi inancına karşı yabancılaştırdığı bunun sonucu olarak da fasulyeden bitme bir değişimin reform diye addedilemeyeceğidir. Mesele dönüp dolaşıp kılık kıyafet mevzusuna gelir. Hoca’nın Frenk Mukallitliği ve Şapka eseri üzerine lehte ve aleyhte birçok risale yayınlanır fakat Süleyman Nazif ve İskilipli Atıf Hoca’nın atışması en çok ön plana çıkanlardandır.

Süleyman Nazif şapkanın da tıpkı fes ve sarık gibi bir kıyafetten başka hiçbir özelliği

İskilipliAtıf Hoca

Dücane DEMİRTAŞ

10 • Şubat’16 Şubat’16 • 11

Karantina Karantina

Onu iktiza’ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittab’ bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur, smokin gibi, işte şapkanız! “Buna câiz değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim: “Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazların ve Yahudi hahamların kisve-i mahsûsası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?” İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi mütalaa edileceğinden burada da bahsetmek isterim. Her milletin olduğu gibi bizim de millî bir kıyafetimiz varmış, fakat gayri kabil-i inkârdır ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta millî kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Meselâ karşımda kalabalığın içinde bir zât görüyorum (eliyle işaret ederek). Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafım göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medenî bir insan bu alelacayip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü? (Evet, güldürür sadaları).”

Bu durumun üzerine kısa zaman içerisinde tekke ve zaviyelerin kapatılası da eklenince Anadolu’nun birçok yerinde isyan hareketleri ortaya çıktı. Aynı yılın Mart ayında muhalifleri cezalandırmak içinTakriri Sukün Kanunu kabul edildi. Kısa vakitte halkın saygın gördüğü kişiler tutuklandı, başta Erzurum olmak üzere Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Trabzon ve Gümüşhane’de halk tepeden inme devrim hareketine tepki gösterdi. Rize’deki olayları bastırmak için Hamidiye Zırhlısı şehri top atışlarına tutmuş ve yargılanan 143 kişinin 13’ü idam edilmişti. Sadece Erzurum’da 30 kişi idam edildi ve şehir bir ay sıkıyönetim altında kaldı. Gıyabında hüküm verilen fakat öldüğü için mezardan çıkarılıp asılanlar dahi vardır.

Muhalifleri tek tek sindirmek isteyen rejim Giresun İstiklal Mahkemesi eliyle İskilipliyi Frenk taklitçiliği ve şapka risalesinden dolayı yargıladı fakat takipsizlik kararı verdi. Kısa bir süre zarfında olaya Ankara İstiklal Mahkemesi el attı ve yargılama yeniden başlandı. Mahkeme zabıtlarının 10 sayfası yok edilmesine karşın görülüyor ki duruşma tamamen bir trajikomik bir şekilde sürmüştür. İskilipli Atıf Hoca kendisine ithaf edilen her türlü suçu çürütmüştür. Mahkeme İskilipli Atıf Hoca’nın yayınlayıp Anadolu’ya gönderdiği Frenk Taklitçiliği ve Şapka risalesinin her vilayette izini sürmüş ve sıkı bir takipten sonra tek tek alıcı isimleri Hoca’nın önüne sermiştir. Duruşmada bütün isimlerle bağlantısının hukuka aykırı olmadığını ortaya koyan Hoca’ya Teali İslam üzerinden Anadolu’ya yayılan Milli Mücadele karşıtı bildiri hatırlatılınca, İskilipli Atıf Vakit Gazetesi 1034’üncü nüshasında yayınlanan tekzibnamesini göstermiş buna rağmen Mahkeme heyeti hiçbir delil göstermeksizin “sen bu tekzibnameyi ancak gizli bir maksat için yaparsın” şeklinde saçma sapan bir niyet okumasıyla karşılık vermiştir.

Nihayetinde mahkeme heyeti “Biz budala olmalıyız ki, bu sözlere inanalım. Bol bol atıyorsun. Çıkarın!” demiş ve hiçbir delil olmaksızın İskilipli Atıf Hoca 4 Şubat 1926 günü idam edilmiştir. Şehadetinden önceki şu sözleri hala bu topraklar da yankılanır: “Zalimlerle elbette mahşerde hesaplaşacağız”

olmadığı bu yüzden kılık kıyafet konusunda gereksiz tepki vermenin bağnazlık olduğunu dillendirirken İskilipli Atıf Hoca meselenin basit bir kıyafet meselesinden daha fazlası olduğuna işaret eder ve kılık kıyafet mevzusunun tavan yapmış batı hayranlığının toplumun değerlerine yönelik bodoslama dalışı olduğunu ortaya koyar. Süleyman Nazif ilmi olarak İskilipli Atıf Hoca’nın kendisiyle boy ölçüşemeyecek düzeyde olduğunu hor gören bir üslupla dile getirmesine karşın Hoca gereksiz tartışmayı uzatmamış ve düşüncesine referans gösterdiği kaynakları belirterek kısa bir cevapla karşılık vermiştir.

Hoca 36 sayfalık risalesinde özeten şu hükmü hatırlamıştır: “Bir Müslüman, şiar ve alâmet-i küfür addolunan bir şeyi zaruretsiz giymek ve takınmak sûretiyle Gayr-i Müslimleri taklîd etmesi ve kendini onlara benzetmesi şer’an memnû ve yasaktır.”

Yıl 1925’i gösterdiğinde birinci meclisin yerine gelen tek tipçi ikinci mecliste Mustafa Kemal’in bu konudaki çalışmaları “Şapka İktisası” üzerinde görüşülmeye başlandı. Tek muhalif Nurettin Paşa hem mecliste hem Mustafa Kemal tarafından da mitinglerde ağır bir şekilde eleştirildi. Gazeteler; “Millet

Meclisi’nde İrtica Paşa’sının İşi Ne? Şapkayı değil fesi, teceddüdü değil taassubu, inkılâbı değil irticayı müdafaa eden Nurettin Paşa’nın Türk İnkılâp Meclisi’nde yeri yoktur.” şeklinde manşetler attılar.

Bu sırada Mustafa Kemal kendisine en fazla tepkinin geleceğini umduğu Kastamonu ve civarındaki mitinglerine Panama şapkasıyla çıkarak “Türkiye Cumhuriyeti halkının tamamı ile ve bütün şekilleriyle medenî bir toplum haline getirmek” için reform hareketini hızlandırdı. Kastamonu’ndaki konuşmasında;

“Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz. Altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O halde kifayetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? (hayır hayır kat’iyyen sesleri). Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ı âleme göstermekte mana var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek musip midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir; tabiîdir... Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihya’ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir.

12 • Şubat’16 Şubat’16 • 13

Karantina Karantina

ve bir savcıdan kurulan İstiklal Mahkemeleri-nin kararları katî olup, itiraz ve temyizi yoktu. Kararların uygulanması da mahkemelerin yet-kisindeydi. Kararların yürütülmesinde sivil ve asker bütün görevliler sorumluydu.2

O dönem ilk günden beri İstiklal Mahkemeleri’nin aleyhinde olan Birinci Büyük Millet Meclisinin unutulmaz hatibi Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey’in şu sözleri, bu mahkemelere verilen sınırsız yetkiyi çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor:

“İstiklal Mahkemeleri’ne Meclis’in tanıdığı yetkiyi, Cenab-ı Hak Peygamberine dahi ver-memiştir.”3

Kendi dayatmak istediği sistemi yerleştir-mek için hiçbir sınırı ve engeli olmayan İstiklal Mahkemelerinin adaletsizliğini, hukuksuzluğu-nu ve de katil yüzünü daha iyi görebilmek için birkaç alıntı daha veriyoruz.

“Ne kadar baba-oğul mahkum varsa, evvela babanın gözü önünde oğlunu as-tırır, sonra babayı asardı. Bu hususta ba-banın feryat ve figanları zerre kadar katı kalbine tesir etmezdi. Şark İstiklâl Mah-kemesi reis ve azalarının hepsi belalarını buldular. Ve her biri ayrı bir dert ve ıstıra-ba müptela oldu.”4

“M. Kemal Paşa’ya 1926 yılının Haziran ayında İzmir’de suikast yapılacağı yolunda alı-nan bir ihbar üzerine yapılan soruşturma so-nucunda, Birinci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden Lazistan milletvekili Ziya Hurşit ve arkadaşları İzmir’de yakalandılar. Ziya Hurşit, Birinci dönem TBMM’nde 2. Gru-ba dahildi. Diğer yandan, ihbarın alınmasından hemen sonra Ankara İstiklal Mahkemesi de soruşturma açmış ve mahkeme derhal İzmir’e gelerek, kapatılmış olan Terakkiperver Cumhu-riyet Fırkası’na mensup milletvekillerinin evle-rinin aranmasını ve kendilerinin de tutuklan-malarını talep etmişti. Bunun üzerine o sırada TBMM üyesi olan eski Terakkiperver Cumhuri-yet Fırkası mensubu milletvekilleri (dokunul-mazlıkları olmasına karşın) tutuklandılar. Bu arada Ankara’da tutuklanan Kazım Karabekir Paşa, bizzat Başbakan İsmet Paşa’nın talimatı üzerine bırakıldı. Fakat mahkeme, kendisine dışarıdan müdahale edildiğini ileri sürerek bu

kez de Başbakan İsmet Paşa’nın tutuklanma-sına karar verdi; ancak Cumhurbaşkanının (M. Kemal Atatürk) araya girmesi iledir ki, bu kara-rından vazgeçti. Sonunda Kazım Paşa yeniden tutuklandı.”5

Elazığ İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp hakkında beraat kararı verilen Erzurum mebu-su Hüseyin Avni Bey, büyük bir celadetle yerin-den fırlayarak: “Bu mahkeme çok namuslu insanları asmıştır. Bizim namusumuzda bir eksiklik mi gördü ki, bizi asmadı” diye haykırmıştır. Bunun üzerine, Elazığ İstiklal Mahkemesi Hüseyin Avni Bey’i ömür boyu sür-gün cezasına mahkum etmiştir.”6

İşte Şeyh Said ve daha nicesini şehit eden İstiklal Mahkemelerinin özü kısaca budur. Ar-tık Şeyh Said’in mücadelesinden bahsederek meseleye devam edebiliriz. Bu topraklarda yıllarca anlatılan yalan tarihin bir parçasıdır Şeyh Said. Yüz yılların yoğurduğu Anadolu coğ-rafyasına ve bu coğrafyanın tüm inanış ve de-ğerlerine savaş açan bir zihniyeti peri masalı gibi anlatan yalan tarih Şeyh Said mevzuunu da aslından farklı şekilde özellikle bir “Kürtçü” hareket olarak milliyetçi bir öze sahipmiş gibi göstermiştir. Bunun yanı sıra Şeyh Said’in İn-giliz ajanı olduğu, Musul’un kaybedilmesinin müsebbibi olduğu gibi farklı karalamalarda kendilerine yer bulmuştur. Şimdi bu hareketin aslını çeşitli alıntılarla size sunuyoruz.

Şeyh Said’in kıyamının temelini vatan top-raklarında yeni kurulan yönetimin İslam dini-ne karşı savaş açtığı, o yüzden bu yönetime karşı mücadele edilmesi gerektiği fikri oluş-turmaktadır. Tam bu esnada ifadelerimizi dayanağını sizinle paylaşalım: “Şeyh Said’in isyanından önce İstiklal Harbinin önde gelen Paşaları, M. Kemal hükümetinin din aleyhtarı ve totaliter(baskıcı) siyasetinden kaygılanmış, ve bu nedenle 17 Kasım 1924’te, cumhuriyet tarihinin ilk muhalif partisi olan Terakkiper-ver Cumhuriyet Fırkası (TCF)’nın kuruluşunu ilan etmişlerdi.”7 Ayrıca Terakkiperver yetkili-lerinden Fethi Bey’in şu ifadeleri de döneme ışık tutuyor: “Terakkiperverler dindardır. Halk Fırkası dini batırıyor. Biz dini kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz.”8

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Asra-akıp giden zamana yemin olsun ki, in-

sanlık ziyandadır-hüsrandadır. Ancak Allah’a iman edenler, imanlarının gereği salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.

Akıp giden zaman içerisinde hayırlı mesele-leri kaleme almayı bize nasip eden Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun.

Bu ayki konumuzu şehadet ve şehitler ola-rak belirledik. Hak yolda hak dava uğruna mü-cadele etmiş ve bu yolda ömürlerini, nefesleri-ni vakfetmiş o mübarekleri kaleme aldık. Üm-met coğrafyasının dört bir yanından kimisini bildiğimiz kimisinden haberdar olmadı-ğımız şehitlerimizi sizlere hatırlatma-ya-tanıtmaya çalıştık. Rabbimiz bu çalışmamızı hayırlara vesile kılsın.

“Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsı-nız.” Bakara/154

Bu yazımızda bu ülke toprakla-rında hak dava uğruna mücadele edip kıyam eden ve hak-kında türlü karalamalar yapılan “ŞEYH SAİD”i kısaca size anlatmaya çalışacağız. Şüphesiz yazacaklarımız mese-lenin tamamını ifade etmeye yetmeyecek-tir. Fakat amacımız kısa ve öz olarak meselenin bilinme-si gereken noktala-rını ifade etmek-tir.

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hu-kuksuz, adaletsiz, imansız İstiklal Mahkemele-rinin asmış olduğu yüzlerce masum insandan biriydi Şeyh Said. Sadece ama sadece inandığı din uğruna mücadele etmiş ve bu mücadelesi kendisini şehadete kavuşturmuştu. Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için İstiklal Mahkeme-lerinden de kısaca bahsetmek gerekmektedir.

İstiklal Mahkemeleri ilk olarak Milli Müca-dele zamanında asker kaçakları meselelerini çözmek için kurulmuştu. Milli Mücadele döne-minde yetkileri genişleyerek vazifesini yerine getirmiştir. Fakat Cumhuriyet devri İstiklal

Mahkemeleri ise nitelik ve nicelik olarak çok farklı bir portre çizmekteydi. Bu

portreyi kemalist Ergun Aybars şöy-le ifade etmiştir: “Türk Devrimi’nin gerçekleşmesi ve kökleşmesi için, karşı devrimci güçleri, isyan-cıları, muhalif basın kuruluşla-rını, Osmanlı döneminden kalma

eşkiya ve İttihatçılar’ın tasfiyesi yanı sıra suikast suçlularını yar-

gıladılar. 1923 – 1927 yıl-ları, Türkiye yaşamında

Türk Devrimi’nin ger-çekleştiği ve yerleştiği en önemli yıllar oldu. Öyle ki 1927 yılından sonra artık Atatürk’ün karşısında, onun Türk Devrimi’ni gerçekleş-tirmek çabasına kar-

şı çıkabilecek hiçbir güç kalmadı.”1

Olağanüstü yet-kilerle önceleri üç,

sonraları dört üye

ŞEYH SAİD* Muhammed ÂLİ

14 • Şubat’16 Şubat’16 • 15

Karantina Karantina

Tüm bu ifadeler gösteriyor ki Şeyh Said hak dava uğruna bir diriliş hareketine girişmiştir. Bu süreçte bulunduğu mekanlarda halkla di-rekt temas halinde olduğu gibi kendisinden uzak memleketlere de mektuplar vesilesi ile ulaşmış ve bu toprakların dini-manevi değer-lerine savaş açmış yönetime karşı harekete geçmiştir. Tüm bunlar olurken yönetimin mer-kezinde de bu hareketle ilgili değerlendirmeler yapılmaktaydı.

24 Subat 1925 tarihinde toplanan TBMM Genel Kurulu’nda, Başbakan Ali Fethi bey [Okyar], Şeyh Said ayaklanması-na ilişkin ayrıntılı açıklamalarda bulundu. Başbakan konuşmasında; “Nakşibendi Şeyh-lerinden Şeyh Said’in emriyle 13 Şubat 1925 günü isyanın fiilen Piran’da başlamasıyla bir-likte, asiler tarafından telgraf hatlarının tutul-duğunu, hapishanelerin basıldığını, Genç, Ça-bakcur, Hani ve Palu’da hükümet konaklarına hücum edilerek jandarmaların esir alındığını, `Sallallahu Muhammed! Teslim! Teslim!´ nida-larıyla askeri müfrezelere saldırılar düzenlen-diğini, bu mıntıkayı ele geçiren asilerin 23 Şu-bat günü Elaziz vilayet merkezine kadar ilerle-diklerini, her taraftan yardım görmek suretiyle kuvvetlenen asilerin karşısında tutunamayan müfrezelerin geri çekilmeye mecbur oldukları-nı” ifade ederek, ayaklanmanın askeri safahati hakkında ayrıntılı bilgi vermesini müteakip, ele geçirilen birtakım belgeleri açıkladı ve “hilafet-çiliğin, şeriatçılığın isyanın emelinde yattığıni” açık bir şekilde beyan etti.

Başbakan ayrıca; “vesikalardan birinde, hi-lafet, şeriat ve Sultan Abdülhamid’in oğulla-rından birinin saltanatını temin etmek”ten söz edildiğini ifade ederek, aynı tarzda, “din propa-gandasına ve şeriatın geri getirilmesi ilkesine dayanan kampanya” hakkında bilgi verdi.16

Devlet ricalinin bu açıklamasının da Şeyh Said kıyamının inanç merkezli bir kıyam oldu-ğunu tasdiklediği ortadadır. Her ne kadar ül-kemizde yıllarca bu kıyam bizlere bambaşka şekillerde anlatılmış olsa da artık her şey bel-gelerle ortadadır. Kıyamın devam ettiği gün-lerde dönemin gazetelerinde çeşitli yorumlar yapılıyordu. Dönemin sosyalist gazetesinden bir örnek şüphesiz bu zihniyetin yaklaşık 100

yıl öncesiyle bugünü arasında hiçbir fark olma-dığını gözler önüne serecektir.

Türk sosyalistlerinin haftalık yayın or-ganı Orak-Çekiç gazetesi, 26 Şubat 1925 tarihli sayısında irdelediği Şeyh Said ayaklan-ması ile ilgili yorumunda, Kemalist yönetimi destekliyor ve şöyle yazıyordu: “İrticanın ba-şında Şeyh Said var.. İrticaya karşı mücadele-de halkımız hükümetle beraberdir. Kahrolsun irtica! Ankara Büyük Millet Meclisi’nde müfrit [aşırı] solun tırnakları, kafasına kurunu vusta-yı [ortaçağ zihniyetini] dolamış olan yobazla-rın, gericilerin gırtlağına yapıştı. Mürtecilerin, yobazların sarıkları, kendilerine kefen olacak! Yobazlarıyla, şeyhleriyle, halifeleriyle, sultanla-rıyla, kahrolsun irtica ve derebeylik!”17

Günümüzün Cumhuriyet gazetesi o günlerde: “İsyan hadisesinin irticaya dayanan fikirlerle başladığını, asilerin Hilafet meselesi-ni ortaya sürerek halkı teşvik etmeye kalkıştı-ğını”18 yazıyordu.

O tarihlerde ki bir karar ise bu kıyamın dev-let tarafından da kesin olarak dini bir hareket olduğunun kabulünü tasdik eder.

Bakanlar Kurulu’nun 03 Mayıs 1341 (1925) tarih ve 1885 sayılı kararında;

Şüphesiz Şeyh Said’in kıyamını anlayabil-mek için bu hareketin öncesinde yeni kurulan sistemin neler yaptığından haberdar olmak gerekmektedir. Şimdi okuyacağınız satırlar yaklaşık yüz yıl öncesinden bugüne seslenerek yeni sistemin ve yöneticilerin ülkeyi nereye doğru sürüklediğini haykırıyor. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, TBMM kürsüsünde, ikti-dardaki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın icra-atlarına ağır eleştiriler yönelterek; “Yenili-ğin isret (içki içme), dans, plaj sefasından baş-ka bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini kaybetme yo-lunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu, en önemlisi dinî duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlak-sızlık getirdiğini, rezil bir yönetimin memleketi çamurların içine sürüklediğini” ilan ediyordu.9

Bu ortamın içerisinde Şeyh Said vaazları ve yazılarıyla duruşunu net bir şekilde ifade ediyordu. Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran camisinde verdiği vaazda hal-ka şöyle sesleniyordu: “Medreseler kapatıl-dı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Milli Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ede-rim.”10

Şeyh Said bu arada, “Emir’ül Mücahidin Mu-hammed Said El-Nakşibendi” imzasıyla halka yönelik çeşitli beyannameler yayınlamıştır. Ay-rıca, direnişe destek vermeleri için Alevi Zaza aşiret reisleri, Kürt bey, ağa ve aşiret reisleri ile Ergani’deki Türk bey ve ağalarına da aynı imza ile mektuplar göndermiş ve onları Ke-malist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek yardım istemiştir. Yayınlanan beyan-namelerden birinde;

“Kurulduğu günden beri din-i mübini Ahmedi’nin (Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin apaçık dininin) temelle-rini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah (celle celaluhu) ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam’ı

sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz ol-duğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye (Hazreti Pey-gamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin şeriatına) göre helal olduğu…”[6] hususlarına yer veriliyordu.11

Şeyh Said bir başka beyannamede de; “Hilafetsiz Müslümanlık olmaz! Halife memleketten çıkarılamaz! Şimdiki hükümet mütemadiyen(sürekli olarak) dinsizlik neşret-mektedir. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde din-sizlik ilerliyor…”12 şeklinde durumu ifade et-miştir.

Şeyh Said, Urfa’daki İzoli Kürt aşireti reisi Bozan Ağa’ya gönderdiği mektupta ise şu ifadelere yer vermiştir; “1300 seneden beri Cenabı Hakk’ın Peygamber Efendimizi göndermekle neşir ve tebliğ ettiği dinimizi im-haya çalışanlara karşı harp ilan ettim. Bunda bana yardım edilmezse, cümlece mahvolu-ruz!”13

Şeyh Said, Varto’daki Alevi Zaza olan Hor-mek aşireti reisleri Halil, Veli ve Haydar Ağa-lara gönderdiği mektupta da söyle yazıyordu: “Din-i mübini Ahmedi’yi, kafir olan M. Kemal’in yedi zulmünden tahlis etmek(kurtarmak) ga-zası niyetiyle Susar’a hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilme-den, ‘Lailahe illallah Muhammedün Resulül-lah’ diyen bütün İslam muvahhidleri üzerinde farz olduğundan, büyük bir gayret ve secaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye ve bu cihad-ı ekbere itba’ edeceğinize itimadım berkemaldir. Ya eyyühel-ensar, dinimizi ve namusumuzu bu mülhidlerin(imansızların) elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükü-met bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bun-larla cihad farzdır.”14

Öte yandan, Dersim Mebusu ve Alevi Zaza olan Hasan Hayri Efendi, Şeyh Said’in Ela-ziz Cephesi Kumandanı olarak görevlendir-diği Şeyh Şerif ile dayanışma içerisine girdi. Elaziz’de Şeyh Şerif ile birlikte hazırladığı ortak bir mektup, 06 Mart 1925’te Dersim’deki tüm aşiret reislerine gönderildi.15

16 • Şubat’16 Şubat’16 • 17

Karantina Karantina

Şimdi anladığıma göre, muvaffak olsaydık, bu ahali ile bir şey olamazdı. Çünkü ahaliden sıtkım sıyrıldı, şeriata razı olan ahali kalma-mıştır.”21

Şeyh Said Efendi ile birlikte Diyarbakır’daki Şark İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilen toplam 81 “sanık” hakkında, yaklaşık iki ay süren so-ruşturma ve yargılama müzakereleri sonunda, Savcı Ahmet Süreyya [Örgeevren], 27 Haziran 1925 Cumartesi günü son iddianamesini oku-du. İddia sona erince ayaklanmanın öncüleri-nin son savunmaları dinlenmeye başlandı.

Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Sü-reyya [Örgeevren], son savunmalar konusunda şunları ifade ediyor:

“İlk olarak, isyan başlar başlamaz `Emirü’l-Mücahidin´ [mücahidlerini lideri] ve sonraları `Hadimü’l-Mücahidin´ [mücahidlerin yardım-cısı] ünvanını takınan Şeyh Said’in müdafaası dinlendi. Şeyh, müdafaasını, büyükçe iki sayfa-lık bir kağıda yazmıştı. Gözlüğünü takarak ağır ağır okuyordu. Sözlerinde hukuki bir kıymet ve ehemmiyet taşıyan hiçbir şey yoktu. İsyanın se-bebi olarak Piran’da vukua gelen ve jandarma-larla haklarında tutuklanma emri olan şeyhler arasındaki silahlı bir ayaklanmayı istemediğin-den, ancak halkın kendiliklerinden yaptıkları si-lahlı harekete mani olamayarak nasılsa onlara katılmış bulunduğundan bahsediyordu.

Ayaklanmanın sebebi olarak da, `şeriat ah-kamına riayet´ edilmesi [uyulması] arzusunu gösteriyordu. Şeyh Sait ile duruşmaları birlik-te yapılan ve sayıları sekseni geçen sanıklar kümesi içinde bulunan Vartolu Binbaşı Kasım [Ataç] Bey’den maada [başka] bütün suçlular gibi, Şeyhin büyük bir inat ve ısrarla inkar veya saklamakta devam ettiği iki hakikat vardı:

1–Kürtlük davası gütmediği,2–Piran ziyaretinden evvel, başkumandan-

lığını yaptığı isyanın `musammem ve müret-tep´ [düşünülmüş ve planlanmış] olmadığı hu-susları.

Şeyh Said, isyan harekatına dair hemen her şeyi bilindiği gibi söylemekten hiç çekinmediği halde, bahsi geçen iki nokta hakkında gayet ke-tum olmayı bir an terk etmiyordu.”22

28 Haziran 1925 günü mahkemenin kara-rı sanıklara tebliği edildi. Kararda şu ifadeler

yer aldı: “Din ve şeriatı alet ittihaz ederek, hakikatte `müstakil bir İslam Kürt hükümeti´ kurmak23 maksat ve gayesiyle Şeyh Said’in vu-kua getirdiği müsellah [silahlı] isyan ve ihtilal hareketlerine muhtelif şekil ve suretlerde ka-rışıp katılarak isyanın devam ettiği haftalar ve aylar boyunca, birçok şehir, kasaba ve köyleri –devlet ve hükümet zabıta ve askeri kuvvetle-riyle, kanlı ve harp halinde, çarpışmak suretiy-le- zapt ve işgal eden ve ihtilal bölgesindeki en mühim vilayet merkezlerinden Diyarbakır şeh-rini dahi muhasaraya alan ve orada dahi inat ve ısrarla harp ve kıtalden çekinmeyen ve ni-hayet uğradıkları acz ve mahrumiyetten sonra tutuldukları günlere kadar birçok asker, zabit ve vatandaşları cerh, şehit, esir eden, sirkat-ler, gasplar, yağmalar yapan ve yaptıran şahıs-lardan oldukları iddiasıyla muhakemeleri icra edilmiş olan seksen bir sanıktan;

1. Şeyh Said (Palu’lu, Nakşibendi Tekkesi şeyhi),

2. Melekanlı Şeyh Abdullah,3. Kamil Beg,4. Baba Beg,5. Şeyh Şerif,6. Fakih Hasan Fehmi,7. Hacı Sadık,8. Şeyh İbrahim,9. Şeyh Ali,10. Şeyh Celal,11. Şeyh Hasan,12. Mehmet Beg,13. Mustafa Beg,14. Salih Beg,15. Şeyh Abdullah,16. Şeyh Ömer,17. Şeyh Adem,18. Kadri Beg,19. Molla Mahmud,20. Şeyh Şemseddin,21. Şeyh İsmail,22. Şeyh Abdüllatif,23. Molla Emin,24. Ali Arab Abdi Beg,25. Mehmet Beg,26. Süleyman Beg,27. Molla Cemil,28. Süleyman Beg,

“İsyanın umumi ve mü-rekkep [birleşik] bir `irtica-nın´ tezahürü olduğu müs-bet ve malum olan hadisenin matbuatta [basında] Kürt meselesi şekline inhisar et-tirilmesinin [yansıtılmasının] `hakikata gayri mutabik´ ol-duğu [gerçekle bağdaşmadı-ğı]” hususlarına yer verildi.19

İngiltere’den The Ti-mes gazetesi de bu hare-ketin milliyetçi bir hareket olmadığını: “Şeyh Said ve ta-raftarlarının Genç, Harput ve Diyarbekir’i ele geçirerek, Abdülhamid’in (rh.a) oğullarından Abdürrahim’i gıyaben `halife´ ilan ettiklerini, ayaklanmanın söylenildiği gibi Kürt ulusal hareketi değil, tamamen fanatik bir `dinî´ hareket olduğunu”20 ifade ediyordu.

Şimdi de Şeyh Said’in ve kıyamın diğer ön-derlerinin idam kararlarının verildiği Şark İs-tiklal Mahkemesindeki Şeyh Said’e ait savun-mayı sizlerle paylaşıyoruz: “Kıyamımızın [di-renişimizin] sebebi şeriat meselesi… Hükümet şeriatın bir kısmını kaldırdı. Bunun iadesine sebep olursak sevaba nail olurduk diyordum…

Şeriatın ahkamı [hükümleri] icra edilmez-se kıyam [direniş] vacip [gerekli] olur. Kitap [Kur’an], kıyam vaciptir diyor, şeriatı icra ettire-ceksin diyor. Ahkamı şer’iyye [şeriat hükümle-ri]; katil, zina, müskirat [içkiler] gibi ahvali men ediyor… İmam [devlet başkanı] şeriat ahkamını icra etmezse, bu isyanın cevazına [izin] delildir. Vakta ki vuku buldu, iste şeriat da vaciptir di-yor, hiç olmazsa günahkar olmayız dedim. Bü-tün hattı harekatımızı Kur’an-ı Azimüşşan’dan istihraç ediyoruz [çıkarıyoruz]…

Kıyamı kalbimde tasavvur ediyordum, fakat muharebe [savaş] suretiyle değil, risale [bro-şür] yazıp şeriat-ı ahkamı tasrih ederek [açıkça belirterek] kanunları da şeriata mutabık [uy-gun] bir şekilde talep etmek istedik, Meclis-i Mebusan’a [Türkiye Büyük Millet Meclisi] gön-dermek istedik. Meclis’in büyük bir kısmı din-dardır, isteklerimizi kabul ederler, medreseleri açarlar dedik. Tabii vakt-i saadet [Hz.Muham-med sallallahu aleyhi ve sellem dönemi] kadar

olmasa da bir dereceye ka-dar iyileşir dedik…

Ben Lice’de esir Süva-ri Kaymakamı Cemil Bey’e, Mürsel Paşa’ya [7.Kolordu Komutanı] hitaben bir mek-tup yazdırdım ve ‘maksadı-mın şeriat olduğunu, el birli-ği ile bu dinin ihyasına çalış-mamız gerektiğini’ yazdım. Ne hariçten, ne dahilden bizi teşvik eden yoktur. Hariçten maksadım ecnebilerdir.

Maksadımız, Diyarbekir’e girdikten sonra, birtakım

adamları toplayıp, ulema [alimler, bilginler], fuzala [erdemli kimseler] ile içtima [toplantı] ederek hükümetimizle muhabere [haberleş-me] edecektik, men-i müskirat [içki yasağı] tatbik ettirecek, medreseleri açtıracaktık. Hü-kümet kabul etmeseydi günahtan kurtulur, evi-mizde otururduk. Önce hükümete yazsa idim ve kabul etmeseydi hicret isterdik, hicret izni vermeseydi günah bizden giderdi, otururduk. Hükümete şeriat meselesini anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının icrasını talep edecek-tik. Allah’ın kaderi bırakmadı. Piran olayı çıktı, önünü alamadık…

Eğil tarafına, Ergani’ye gittim, Türkleri de davet ettim Gelin dinimize çalışalım, kanunu ilahiyi [Allah’ın kanununu] tatbik ettirelim, di-yordum. Ergani’den Şevki Efendi, Hamid Ağa, Hacı Hüsnü Efendi vardı. Onlar Türk’tüler, iş-tirak ettiler… Kürt Teali Cemiyeti’nden habe-rim yok. Nerededir, muhaberatını [iletişimini] temin eden kimlerdir, hiç haberim yok… Bitlis-li Yusuf Ziya’yı tanırım. İki sene evvel [1923] Hınıs’a, benim köyüme misafir geldi. Orada: ‘Bir Kürdistan hükümeti teşkil etmek için it-tifak edelim..’ dedi. Bu muhaldir [hayalidir], olmaz dedim. Fikrim bunu kabul edemiyordu. Sonra Erzurum’a gitti. Ben onun da umudunu kestim, kendi de kani oldu. Erzurum’dan avde-tinde [dönüşünde] bir daha görmedim. Benim maksadım bu dine bir hizmet etmekti. Bu çeşit niyetim de yoktu. Allah u Taala’nın kaderi beni bu çeşide düşürdü. Muvaffak olamadık.

18 • Şubat’16 Şubat’16 • 19

Karantina Karantina

Kardeşi ve dava arkadaşı ola-rak Metin abiyi bizlere anla-tır mısınız?

Benden 4 buçuk yaş bü-yüktü. Ele avuca sığmaz bir yapısı vardı. Fazla enerjikti. Sürükleyici bir yönü vardı. Ön plana çıkardı. Bazı in-sanların ön plana çıkması rahatsız eder Metin’in ki öyle değildi. Tam tersiydi. Za-naatkardı, marifetliydi.

Filipinli müslümanlarla da-yanışma gecesi için hazırlanan duyuru afişlerinin kendi el çizimi olduğunu bili-yoruz. Bunun yanı sıra yaptığı şeyler var mıydı?

Ondan daha iyileri vardı. Sanat eseri olabi-lecek şeyler yapardı. Tablolar, levhalar, resim-ler. Memlekette kızak yapmıştı. Yaşının küçük olmasına rağmen kaydırıp beni çektiğini ha-tırlıyorum. Daha müşahhas olsun diye anlata-yım. Evimizin bir odasını mescide çevirmişti. Bir köşe yüklüktü diğer kısımları mescid yap-tı. Sadece halı, seccade sererek değil. Ahşap-tan minyatür müezzin mahfili, vaaz kürsüsü, minber yaptı. Camilerde nasıl görüyorsak on-ların küçük ölçeklilerini yapmıştı. Mahalledeki arkadaşlarımızı çağırır toplu namaz kılardık. Vaaz verilir, mevlüt okunurdu. Şekerciden al-dığımız akide şekerlerini dağıtırdık. Bunların hepsini Metin tek başına yaptı.

Hocam, ilk eğitimlerinizi Molla Sadrettin hocamızdan,

babanızdan aldınız. Biraz o günlerden ve İstanbul’a göç sürecinden bahseder misiniz? Kaç yaşındaydı Metin abi İstanbul’a gel-diğin de?

Ailemizin iki yönü vardı. Bir medrese geleneği ulama

ailesi olması ikici de dergah geleneğinin olması. Bu yönde

eğitim ve eğilimimiz oldu. Metin 8 yaşındaydı İstanbul’a geldiğinde. Ön-

cesi Bitlis, Muş çevresinde geçti.

İstanbul’da Fatih Akıncılar derneğini kurma süreci nasıl gerçekleşti?

Biz ortaokuldayken Nedimle beraber İs-lam cemiyeti diye bir oluşum kurup mühür yaptırmıştık. Metin bu mührü alarak mahalle bazında geliştirdi. Fatih Akıncılarının temelini bu oluşturdu. Metin rahatlıkla dernek kurabi-lecek toplantılar düzenleyebilecek yeteneğe sahipti. Dernekte dispanser açmıştı. Halka bedava hizmet veriyordu. 18 – 19 yaşlarında yapıyordu bu hizmetleri. Çevresine çok fazla insan toplama özelliği vardı. Aramızda fizik olarak en yapılı gürbüz olan Metindi. Gençli-ğin verdiği aşırı heyecan vardı evet ama ma-ceracı değildi bunu ifade edeyim.

29. Süleyman Beg,30. Tahir Beg,31. Mahmut Beg,32. Şeyh Ali,33. Hacı Halid,34. Timur Ağa,35. Abdüllatif Beg,36. Mehmet Beg,37. Süleyman Beg,38. Bahri Beg,39. Şeyh Cemil,40. Yusuf Beg,41. Ali Badan Beg,42. Halid Beg,43. Halid Beg,44. Tahir Beg,45. Tayip Ali Beg,46. Çerkes,47. Jandarma Hamid,48. Hüseyin Hilmi Bey,49. Hasan (Hani’li Salih Beg’in oğlu, 11 ya-

şında),isyanın asli faillerinden olarak “idam ceza-

sına” mahkum edildiler.Ancak bunlardan Çapakçur Kaymakamı Hü-

seyin Hilmi Bey’in evvelce, muhtelif zaman ve mahallerde vatani hizmetleri olduğu anlaşıldı-ğı için geçmiş bu hizmetlerinin hafifletici sebep olarak kabulü ile idam cezasının 15 sene kürek cezasına tahviline, Salih Beg’in oğlu Hasan’ın da 15 yaşını ikmal etmemiş olmasına binaen onun hakkındaki idam cezasının da `berayi ıs-lah´ 10 sene hapse çevrilmesine ittifakla karar verilmiştir.24

Tüm bu sürecin sonunda, 13 Şubat 1925 tarihinde Piran’da başlayan İslamî/Nakşibendî direnişinin yönetici kadrolarından Şeyh Said ile birlikte toplam 47 şahsiyet, Mahkemece ve-rilen idam kararı üzerine, 29 Haziran 1925 Pazartesi günü saat 03:00 sıralarında, Diyarbakır’ın Dağkapı mevkiinde kurulan 47 sehpada asılarak idam edilmiştir.

Şeyh Said, idam edilmeden kısa bir süre önce, “Son Saat” Gazetesi muhabirinin not def-terine Arapça olarak şu cümleyi yazmıştır:

“Mücadelem, Allah ve din uğruna ise, darağacında asılmama perva etmem. Mu-hammed Said Palewi”25

İdam sehpasına götürülürken de; “Yarın mahşer gününde hepimiz muhakeme ola-cağız (hesaplaşacağız)” deyip, Kelime-i Şa-hadet getirmiş ve ardından asılmıştır.26

Rabbimiz tüm şehitlerimize rahmet eylesin. Sefer bizim zafer ALLAH’ındır.

LA GALİBE İLLALLAH

* Bu yazı için kaynak olarak belgelerlegercektarih.com site-

sinden faydalanılmıştır.

Dipnotlar1 Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, (cilt 1-2), İleri Kitabevi, İzmir

1995, sayfa 204.2 Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, (cilt 1-2), İleri Kitabevi, İzmir

1995, sayfa 156.3 Ahmet Turan Alkan, İstiklal Mahkemeleri, Ağaç Yayıncılık, İstanbul

1993, sayfa 35-49.4 İbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler, Ankara 1964, sayfa 37-39.5 Türkiye Tarihi, cild 4, Çağdaş Türkiye 1908-1980, Cem Yayınevi,

Istanbul 1989, sayfa 102. Bu eser Prof. Dr. Sina Akşin’in Yayın Yönetmenliğinde; Prof. Dr. Mete Tunçay, Prof. Dr. Cemil Koçak, Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Prof. Dr. Korkut Boratav, Selahattin Hi-lav, Murat Katoğlu ve Prof. Dr. Ayla Ödekan’dan müteşekkil bir ekip tarafından hazırlanmıştır.

6 Rahmi Erdem, Davam, Timaş Yay., İstanbul 1993, sayfa 316.7 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Vatan Neşriyat, İstanbul 1957;

Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, İstanbul 1952, sayfa 606.

8 Nurşen Mazıcı, Belgelerle Atatürk döneminde Muhalefet (1919-1926), Dilem Yayınları, İstanbul 1984, sayfa 82.

9 Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Akis Yayınları, Ankara 1968, sayfa 21.

10 Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, Sel Yayınları, İstanbul 1955, sayfa 24.

11 M.Şerif Fırat, Doğu Illeri ve Varto Tarihi, TKAE Yayını, Ankara 1981, sayfa 180.

12 Behçet Cemal, a.g.e., sayfa 48.13 Behçet Cemal, a.g.e., s.45; Metin Toker, a.g.e., sayfa 27.14 M. Şerif Fırat, a.g.e., sayfa 181.15 M.Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep 1952, sayfa

180.16 Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, Sel Yayınları, İstanbul 1955, sayfa

43-46; Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Vesikalar, Olaylar, Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul 2002, sayfa 49-55.

17 Mete Tuncay, Türkiye’de Sol Akımlar-1 (1908-1925), Bilgi Yayınevi, Ankara 1978, sayfa 364 vd.

18 Cumhuriyet Gazetesi, 23 Şubat 1925.19 Hasip Koylan, Şeyh Said İsyanı, Ankara 1946, sayfa 316.20 The Times Gazetesi, 26 Şubat 1925, sayfa 12.21 Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, 10.Baskı,

İstanbul 1990, sayfa 35-71.22 Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mah-

kemesi, İstanbul 2002, sayfa 20-21, 274-275.23 Bazı kaynaklarda ise bu husus; “din ve şeriatı alet ittihaz ederek

ayaklanmaya katıldıkları ve laik cumhuriyeti yıkma amacını güt-tükleri” şeklinde ifade edilmiştir. (Sadık Albayrak, Türkiye’de Din Kavgası, Şamil Yayınevi, İstanbul 1984, sayfa 221).

24 Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mah-kemesi, İstanbul 2002, sayfa 274-278.

25 Son Saat Gazetesi, 8 Zilhicce 1343 (30 Haziran 1341/1925), sayfa 1; Sadık Albayrak, İrtica’nın Tarihçesi-4, Devrimler ve Gerici Tepkiler, sayfa 97.

26 Hasan Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din-Devlet İlişkileri, Risale Yayınları, İstanbul 1991, sayfa 246.

Metin Yüksel*Röportaj Metin Yüksel’in kardeşi Müfit Yüksel ile yapılmıştır.

20 • Şubat’16 Şubat’16 • 21

Karantina Karantina

Daha önceden yaralandığını biliyoruz. Şehadetinden önceki günlerde yaşanan olaylara biraz değinir misiniz? Şehadet günü olaylar bekleniyor muydu?

O dönemin şartlarında belirli gençlik yapı-lanmaları belirli mahalleri parsellemişti. Bu-rası bizim kurtarılmış bölgemiz denir girilme-sine izin verilmez girenler kurşunlanırdı. Da-ruşşafaka çevresinde de solcular vardı. Metin orada afiş asarken 3 kurşunla yaralanmıştı. Şehadete götüren olayla kendisinin ilgisi yoktu. Belirli olaylar olabileceğini hissettim ama Metin’in İzmir’den geldiğini bilmiyor-dum. 1 gece önce ülkücüler beni sopalarla darp etti. 1 kaç gündür süren bir kavga var-dı. Mecidiyeköy’de çatışma olmuştu Metin’de oradaydı. Fakat Fatih’teki olaylarla alakamız yoktu. Fatihteki olay Vakıflar öğrenci yurdun-da kalan öğrencilerle ülkücüler arasında ol-muştu. Ona rağmen biz de dayak yedik. Nuh diye bir arkadaşı yaraladılar.

Şehadet gününü anlatır mısınız?Metin silahsızdı. Metin’e pusu kurmuşlar.

Ali Bilir’in bir ekibi vardı. Cinayet şebekesiy-diler. Ali Bilir Metin’i vurduğunda bir solcunun vurulmasından dolayı aranıyordu. Ali Bilir sır-tından vurdu Metin’i. İhsan Bal ve arkadaşları direk kafasına sıktılar. O ekip içlerinde olup şimdi milletvekili olanlar var. İhsan Barutçu gibi. Geçen gün televizyonda da inkar etti. Ya-lan söylüyor.

Hocam davanın seyri nasıl oldu?Peyderpey yakalandılar. Ali Bilir 4-5 ay

sonra yakalandı. Özal döneminde 1995’te şartlı salındılar. Aylar önce beni de tehdit et-mişti. En sonunda Sedat Yedigün’ü vurdular.

Cenaze günü atmosfer nasıldı? Fatih camiine Metin abinin sandalyesinin geti-rildiği bir fotoğraf var.

Yakın sokaklara kaçıp gizlenmişlerdi. Ça-tışma çıkma ihtimali olmasına rağmen kala-balıktı.

Dernekte eski bir koltuk vardı. Açıkçası

eski olan bu koltuk dernek açıldığında hedi-

ye edilmişti. Derneğin imkanları çok kısıtlı

olmasına karşın Türkiye çapındaki Akıncılar

oluşumları içerinde bir numaraydı.

Röportajı lise ve üniversiteli gençler için yaptık onlara son olarak ne söyle-mek istersiniz?

Metin pazarlıklı biri değildi. İçi dışı aynıydı.

Görüntüsü neyse içi de öyleydi. Fedakarlık, bir

davaya bağlanma önemli. Maceraya atılmak

değil. İnsan hayatının gelecek vaat etmesi

önemli. Temel olarak iman. Oradan asla taviz

verilmemeli. İstikametten ayrılmamak iman

istikametini korumaktan geçer. Zamanında

çevremizde çok koruyamayan oldu.

Bir dönem Mttb de ki çalışmaların içinde oldu-ğunu biliyoruz. Biraz o çalışmalardan bahseder misiniz?

Hüseyin Goncagül, Sa-lih Bilirle beraber tiyatro ve sinema kulübündeydi. Yü-rüyüş ve mitinglerin düzen-lenmesinde çok ciddi anlamda çalıştı. Batman mitingini bü-

yük anlamda o organize etmiştir. 1976’da Milli Selamet Partisinin bir-çok yerdeki mitingini organi-ze etmişti.

Afganistan cihadı-na katılmayı düşünüyor muydu?

Afganistan’a gidecek-ti arkadaşı Mehmet Ali ile. O günler içerisinde gitmeyi planlıyorlardı.

Hocam, Bahattin abi’nin bir fotoğra-fı var elinde bir poşet olan. Yurt dışına çıktığında iki parça kıyafetini poşetle gö-türürmüş. Metin abi yaralandığında pan-tolonumu kesmeyin çıkarayım tek panto-lonum dediğini biliyoruz.

Ankara’ya giderdi uzun süre kaldığı olurdu üstündeki kıyafetlerle giderdi. Bizler memle-kete gittiğimizde valizlerle giderdik ancak.

Hocam, günümüzde davet edilen ha-yırlara insanların icabet etmekte zorlan-dığını görüyoruz. Neler söylemek ister-siniz.

İnsanlar bu tür şeylere icabet konusunda daha hevesliydi o zamanlar. Şimdi gençlik bireyselleşti. O zamanlarda kolektif hare-ket daha güçlüydü. Fedakarlık vardı. Anadolu gençliğinde bu fedakarlık daha çoktu. Birey-

sel ihtiyaçlar arka plandaydı. Şimdi genç-ler 5 sene sonra nerede olacağını hayal ediyor. O dönemde kendini feda et-mek vardı, ihtiras yoktu. Sol sağ İslamcı gruplar vs hepsi için böyleydi. Kendi cebinde 5 kuruş parası yok ama her türlü fedakarlık için koşuyorlardı.

İnanılmaz azim vardı. Üst tabaka için böyle miydi onu söylemeyeyim. O dönemde-ki bu durum tartışılabilir. Ne kadar doğru gerçekçi olup ol-

madığı ayrı bir soru. Ama bir fedakarlık vardı. Doğru yola kanalize edilemedi bazı şeyler. O dönemin siyasetçilerinin suçu büyük. Bütün siyasileri kastediyorum.

Metin’in de idealleri vardı. İnsanları to-parlayıcı bir yere sürükleme kabiliyeti vardı. Dediğim gibi maceracı değildi. O dönemin atmosferinde eylem yönü ağır basardı. Bir keresinde bir arkadaş yaralanmıştı. Metin bu olaya çok üzülmüştü. Biz sebep olduk biz gö-türdük vesile olduk diye.

Müfit Yüksel

22 • Şubat’16 Şubat’16 • 23

Karantina Karantina

Çocukluğundan bahseder misiniz, nasıl bir ortamda büyüdünüz?

Küçük bir ilçede doğduk büyüdük. Abim ile ben İmam Hatip’e gidiyorduk kız kardeşimse Kuran Kursuna devam etti hafızlık yaptı. An-nem ve babam dini bütün insanlardı. Abim li-seyi bitirdiği vakit Ödemiş’te durmak istemedi. Bir müddet Kuran kursunda müdürlük yaptı. O sıralar sürekli babamı “ben burada durmak istemiyorum, Pakistan’a gitmek istiyorum.” di-yerek zorluyordu. O zamanlar bizim Afganis-tan savaşına karşı pek bir duyarlılığımız yoktu. Fakat abim daha hassastı. Odasına çekilip ga-zilerin şehitlerin fotoğraflarına bakıp ağlardı, cihadı düşünürdü. Çok içine kapanık sessiz ol-maya başlayınca annem ‘’bu genç yaşta nedir bu halin?’’ derdi. O sıralar Pakistan’a gidip dil öğrenip üniversiteyi orda okuyacağım derdi. Kız kardeşim İstanbul’da okuduğu için onu sık sık ziyaret ederdi, bu ziyaretler pek çok cema-

ati yakından tanımasına vesile oldu.

Oturduğunuz yerde gidip geldiği, beslendiği bir kurum yahut bir kimse var mıydı?

Bahattin Yıldız manevi abi-siydi, onunla bağı çok sıkıydı.

İzmir ve İstanbul’daki pek çok cemaatin içinde yer aldı ama aradığını bulamadı. Annem üni-

versite okumasını istediğini söyle-yince anneme ‘’Anne sen benim

üniversite okuyup takım el-bise kravat giyip maaşım dolgun bir işte çalışma-mı, hanımımın ise top-lumda itibar görmüş biri olmasını istiyorsun.’’

deyince annem ‘’İslam’a hizmet edebileceğin bir bölümde okusan güzel olmaz mı? Pakistan fikri nereden çıktı?’’ dedi buna karşılık abim ‘’Afganistan’dakiler de anne kuzusu değil mi? Onlar da genç, yaşıtım. Makam mevkii sahibi olup dünyaya dalmak istemiyorum’’dedi. Sava-şa gitmek istediğini babama söyledi ama anne-me söyleyemedi. Afganistana gitmeden önce kabristana uğrayıp çok düşkün olduğu annean-nesini teyzesi ve diğer merhum akrabalarımızı ziyaret etti. Şehit düştükten sonra bu ziyare-te dair Kuran kursunda bıraktığı notu bulduk, üzerinde “Rabbime hamd olsun, içimdeki ölüm korkusunu da yendim.” yazıyordu. Her ne kadar annem babam islami noktada bir eği-tim vermeye çalışsa da pek yeterli değildi ama abim aramızda farklıydı.

Cihada gittiği günü hatırlıyor musu-nuz?

Evet, hatırlıyorum. Anneme cihada gittiğini söyleyemedi, ‘’Anne sen otobüs durağına gel-me. ‘’ dedi. Bahattin abi onu almaya geldi. An-nemin ani bir haber almışçasına içi yandı, bana “Nihal durağa gidelim sanki abini bir daha gö-remeyecekmiş gibi hissediyorum’’ dedi. Abime yolluk hazırlamıştı onlarla birlikte koşarak du-rağa gitti. Tam otobüs kalkacağı esnada son kez görüştüler, abim helallik istedi. Annem üç gün odasına kapanıp ağladı. Şehit olduğu ak-şam biz komşularla oturuyorduk abimin sesini duydum bizi evde bulamayınca komşunun ca-mını tıkladığını işittim annem de duyduğunu söyledi geldiğini zannedip bahçeye baktık kim-seyi görmeyince içeri girdik fakat sesi tekrar duyduk annem huzursuz olunca evimize geç-tik. İki üç gün sonra da abimin şehit olduğu ha-berini duyduğumuz vakit annem yine odasına

Bilal Yaldızcı*Röportaj şehidin kız kardeşi Nihal Albayrak ile yapılmıştır.

kapanıp günlerce ağladı. Sonrasında abimi beyaz bir bulut üzerine elleri iri nur yüzlü yan yatmış bir vaziyette tes-pih çekerken gördüğünü söyledi bunu yaşadıktan sonra içi ferahlamıştı artık eskisi kadar ağlamıyordu.

Afganistan’da kaç ay kaldı? Bu süre zarfında mektuplaşıyor muy-dunuz?

15 gün kadar Pakistan’da dil öğ-renmek için kaldı sonra Afganistan’a geçip farklı cephelerde 10 ay kaldı. Şehit düştüğü son cephede iken o bölgeyi fethedip aile ziyareti yapmak istiyormuş fakat nasip olmadı. Şehit olduğunda komutanı onun için ‘’ şehit olacağını biliyordum gözlerinde çok büyük bir aşk vardı.’’ Demiş. Sürekli cephede olduğu için biz mektup göde-remiyorduk, ulaşmıyordu.

Şehit olduğunda size ulaşması için bir mektup bırakmış, bunun dışında bir mektup var mı?

Onun dışında birçok mektubu var, biz gönderemiyorduk ama sürekli yazıyordu. Mektuplarında dünyalığa meyletmememizi Allah yolunda mü-cadelede bulmamız gerektiğini yazı-yordu. Fakat bazı mektupları anneme okuyamıyorduk, çünkü savaşa gittiğini anneme şehit olana kadar söyleyeme-dik, bunu kaldırabilecek güçte değildi.

Çok farklı bir yaşantı tarzı vardı, kısacası şehadeti hak etmiş bir genç-ti. “Allah kaç diploma aldın, kaç para kazandın, hangi arabaya bindin diye sormayacak. Bu lüksün içinde hizmet verilmez anne, nefis kayar, ben kaybo-lur giderim bunları benden isteme.” derdi. Okul töreninde görev alacağı gün için annem ona kaşe mont almış-tı. Onu görünce “anne, yırtık pabucu olanlar var, cebinde simit parası olma-yanlar var, onların yanına ben bu kıya-fetle nasıl çıkarım?” demiş, utanıp kı-zarıp okul ceketini giyip gitmişti. Lüks giyimden haya ederdi, övülmekten hoşlanmazdı, fazla yiyince utanırdı.

Şehid Bilal’in Ailesine Yazdığı Son Mektup“Hamd ezeli ve ebedi, Rahman ve Rahim olan Allah’a... Salat ve selam O’nun

resulü, tek hayat önderimiz Hz. Muhammed (sav)’e, al ve ashabına ve O’nun yolunda giden inananlara.

Sevgili anneciğim ve babacığım ve kardeşlerim, bugün Pakistan’a geleli iki buçuk ayı geçti. Şu anda Afganistan’a doğru yola çıkmayı bekliyoruz. Biraz sonra hareket edeceğiz. Allah (cc) niyetimi halis, ayaklarımı hak yol üzere sabit kılsın. Fırsattan is-tifade bunları yazıyorum. Bunu artık bir mektup mu kabul edersiniz yoksa bir vasiyet mi nasıl dilerseniz.

Afganistan’da gitmeyi planladığımız yer İşkemiş-Tahhar bölgeleri. Afganistan ile Rusya’yı birbirinden ayıran Amu Derya kıyısında bu yerler. Buraya gidebilme-miz içjn 25 gün yol yürüyoruz. Yanımda bir Türk arkadaş daha var. Bu arkadaşla daha önce de Kunar cephesine gittik. Bunları yazıyorum ama bunlar boş şeyler. Asıl yazmak istediğim Babacığım, nasibimde gidip dönmemek, Peygamberlikten sonra en büyük mertebe şehidlik var ise ki inşaallah vardır, sizin yapacağınız Allah’ın takdirine rıza göstermek, boyun eğmek, kesinlikle isyana yönelmemektir.

Şimdiye kadar İslam’ın edebiyatını yapan bizler, artık gerçeğe yönelmek zorun-dayız. Gerçek ne kadar acı olsa da. Sevgili anneciğim; biliyorum üniversiteye gireme-dim. Sizlerin boynunu buruk bıraktım.

Sevgili kardeşlerim Nihal ve Zuhal; benim sizlerden isteğim İslam’ı öğrenip onu hayatınıza tatbik etmeye çalışmanızdır. Kafirin hakim olduğu yerde cihad kadın-erkek her müslümana farzı ayındır. Bunun şuuruna vararak hareket ediniz. Çeyiz-meyiz bunlar boş şeyler. Dünyaya değer vermeyin. Daha önce cepheye gittiğimde gördüm ki dünya boş, dünya yalan. Ölümün kokusunu duyunca insan telaşlanıyor. İşte ‘şu ibadeti yapamadım işte şu olmadı vs.’ Hiç demiyor ki, ‘evimin badanasını yaptırama-dan gideceğim, tüh şu masa örtüsünü yapamadan gidiyorum.’ Onun için kardeşlerim İslam’a sıkı sarılın. Ve birbirinizden sakın kopmayın. Ağabeyinize de geçmiş günah-larının affı için dua edin.

Ödemiş’teki diğer akrabalar, tanıdıklar özellikle Hasan Abim haklarını helal et-sinler. Ben herkese hakkımı helal ediyorum

Not: Bu mektup ben şehid olursam sizlere gönderilecektir...

“1967’de İzmir’de dünyaya geldi. Aslen Ağrılıdır. Ailenin tek erkek çocuğuydu. İzmir’de ve İstanbul’da bir çok İslami çalışmanın içinde bulunuyordu. Afganistan ci-hadıyla da yakından ilgileniyordu. Ve cihad için Afganistan’a gitti. 29 Ekim 1987’de

Afganistan’da şehit düşmüştü.”

24 • Şubat’16 Şubat’16 • 25

Karantina Karantina

Afganistan’da komutanı çok az yiyecekleri olduğu halde önce ona ikram edermiş “sen bi-zim vatanımızı korumak için Türkiye’den gel-din, önce sen ye” dermiş. O da “ Allah katında hiçbir farkımız yok, benim bu davaya katılma mecburiyetim var” der, herkese dağıtır ve ar-tanını yermiş. Anne baba şefkatini Afgan mü-cahidlere göstermeye çalışırmış. Komutanı onun bu halinden çok etkilenirmiş. Şehit olun-ca “aramızdan bir yıldız kaydı, onu unutama-yacağım.” demiş. İnce bir ruh yapısına sahipti. Bedeninle, ruhunla, fikrinle her şeyinle Müslü-manların mutluluğunu ve sıkıntısını paylaşmak asıl donanımdır ve onda bu vardı.

Nereye defnedildi?Rusya sınırında şehit düştü. Cenazenin geti-

rilmesi olağandışıydı. Orada defnedildi.

Cenazeye giden oldu mu?Savaş bitmemişti gitmemiz uygun değil-

di. Daha sonra da babamın rahatsızlığından dolayı gidemedik. Görsek de görmesek de o Mevla’nın huzuruna kavuştu. Bundan daha bü-yük bir mutluluk olamaz.

İnternette iki fotoğrafı var. Biri kü-çük yaşlarda biri de Afganistan’da. Afganistan’da zayıflamış galiba.

Gitmeden önce hafif topluydu. Afganis-tan’daki hali oldukça zayıf. Dağda bayırda, yi-

yecek yok. “Dağlarda ağaçlardan ot bulmaya çalışıyoruz yemek için” derdi.

Edebi yönü kuvvetliydi. Her anını not almış orada. Günlükleri kitap olur çok güzel not al-mış. Şimdi günlükler İzmir’de.

Her yaşın hataları vardır. Gençken ne hata-lar yapmışızdır. Ama o hep olgun, ne yaptığını bilerek geçirdi gençliğini. Çok edepliydi.

Abinizin hayatından gençlere ne nasi-hatler verirsiniz?

Allah’ın karşısına çıkıp hesap vereceği-mizin farkında olmanın yaşı yoktur. Çocuk-luğundan beri Allah korkusu taşırdı. Ahi-reti dünyaya küçükken tercih etmişti. He-nüz küçükken gazetede Afgan cihadlarıyla ilgili haberleri okur, şehitler için ağlardı.

Şehit olursam sevin, bayram et, sakın ağ-lama demişti anneme. Şehadetinin ardından annem korktu ağlamaya. İlk üç gün çok kötü oldu annem. Daha sonra toparladı. Gelenler düğünün mübarek olsun derdi.

Yeter ki insanın kalbi Allah rızası için atsın, Rabbim neler nasip ediyor. Ödemiş nere, Rus-ya sınırı Hindikuş dağları nere… Rabbim ona şehadet şerbeti içmeyi nasip etti. Onlar özel insanlardı. Özel olmayı talep ettiler ve Mev-la nasip etti. Dünyalık hiçbir şeyi Allah’ın davasının önüne geçirmezdi. Ona sunulan imkanları fakirlerle paylaşmak isterdi. Daha küçükken okulda bile ona yardım ve parasal sorumluluklar verirlerdi. İyiliklere hep öncülük eder, biraz da başkaları fedakarlık yapsın de-mezdi.

Ardından onlarca kişi Afganistan’a git-miş. Onlar arasından tanıdıklarınız var mı?

Abim İskenderunlu bir abi ile tanışmış ora-da. Abimin şehadetinden sonra daha sık gitmiş İskenderunlu abi. Bana şehadet nasip olmadı der ağlardı o da.

Şehadet haberini nasıl aldınız?Bahattin abi ve birkaç kişi geldi. Dışarıda

babama söylemiş önce. Ama anneme söyle-mekten çekinmişler. Annem babamın yaşlı gözlerini görünce anladı. Annem kendini kay-betti. On sekiz sene seni görmeye gözüm doy-madı dedi. Haberi almak da vermek de zor. Ama hiç isyan etmedi.

Ş ehidlik, samimiyetle ve dolu dolu yaşa-nılmış bir hayat pratiğinin sonucu olarak

rabbimizin muttaki kullarına bahşettiği hak edilmiş bir ödüldür. Hayatını tevhid, samimi-yet, basiret ve adanmışlık kavramları etrafında kurar şehid. Siz daha hayattayken tanık olur-sunuz onun ortaya koyduğu kulluk pratiğinin özgünlüğüne. Sloganlar, bedeli ödenmemiş boş laflar, ikiyüzlü tavırlar göremezsiniz onun hayatında.

Tekiner Tayfur da bu anlamı hayatında hep canlı tutarak yaşadı ve sonunda bir kulun rabbi katında ulaşabileceği en büyük makamlardan biri olan şehadeti kazandı.

Yakından tanıdığım Tekiner Tayfur’un en belirgin özelliklerinden biri, belki en başta geleni İslami ilimlere karşı duyduğu büyük sevgiydi. Ama onun bu sevgisi kuru bir bilgi biriktirme merakından kaynaklanmıyordu. O, Müslümanların düştüğü acziyet durumunu gö-rüyor ve bundan kurtuluşun yolunun gerçek anlamda ilim yolundan geçtiğine inanıyordu. İşte bundan dolayı İstanbul Üniversitesi İşlet-me Fakültesi’ndeki eğitimini yarıda keserek, Arapça ve İslami ilimler tahsil etmek amacıy-la Pakistan’ın başkenti İslamabad’da bulunan İslam Üniversitesi’ne varan bir yolculuğa çık-mıştı.

Şehid olduğunda, İslam Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesinde son sınıf öğren-cisiydi. İlimle islami çalışmaları bir arada gö-türüyordu ve bu ikisinin bir bütünün ayrılmaz

parçaları olduğuna inanıyordu. 1988 yılının Ocak ayının 10. günü Rabbinin dilemesiyle yeryüzündeki şahitlik misyonuna son noktayı koyarak şehitlik mertebesine ulaştı. Üniver-site yarıyıl tatiline girmişti ve Tekiner, soluğu yine rüyalarını süsleyen Hindi Kuş dağlarında almıştı. Yarıyıl daha okuyup diploma (şehade) alacaktı ama Rabbimiz kendisine şehadeti ik-ram etmişti.

Arapçasıyla birlikte ingilizcesini de geliştir-mişti. İngilizceyi öğrenmekteki temel amacı dünya Müslümanlarının durumunu daha yakın-dan tanımaktı. Bir yandan ilim öğrenirken bir yandan da etrafında olanları doğru anlamak ve anlamlandırmak çabası içerisindeydi.

Şehit olmadan bir müddet önceydi. Soğuk sayılabilecek bir akşamüstü yürüyüşe çıkmıştık İslamabad’da. Her zamanki samimiyetiyle ko-luma girmişti ve üstad Necip Fazıl’ın ‘Kaldırım-lar’ şiirini okumuştu. Peşinden başka şiirler…

Tekiner Tayfur, yorulmak nedir bilmeyen bir gençti. Kıt imkanlarını zorlayarak etrafın-daki mazlum müslümanlara yardım etmek için adeta çırpınıyordu. Sadece Afganistan’a gidip zalim işgalci Ruslara karşı cihad etmesinden bahsetmiyorum sadece. Babaları tarafından Çin zulmünden uzak bir şekilde ilim öğrensin-ler diye Pakistan’ın Lahor kentinde bir medre-seye bırakılan Türkistanlı çocuklar için sıklıkla İslamabad’dan (6 saat gidiş) bu kente giderdi. Onlarla yakından ilgilenirdi. Bugün Türkistan’da Tekiner Tayfur’un başlarını okşayarak yetiştir-

TekinerTayfur

26 • Şubat’16 Şubat’16 • 27

Karantina Karantina

B ahaddin Yıldız ile nasıl tanıştık, oradan başlayalım.1983 yılıydı. 83 yılında Ba-

haddin Yıldız Afganistan cihadından dönmüş

Türkiye’de Beşiktaş’ta bir öğrenci evinde kalı-

yordu. O zaman Afganistan sıcak bir gündem,

Rus işgali altında. Biz de üniversitelerde bazı

faaliyetler yapıyorduk. Afganistan’dan bir mü-

cahit gelmiş dediler. Ben de Orman fakültesin-

de öğrenci temsilcisiydim. Bahaddin Yıldızı’ı

fakülteye götürdüm. Fakültede konuştuk, öğ-

rencileri topladık, onlara Afganistan’ı anlattı,

cihadı anlattı. Doksanlı yıllarda ben üniversi-

telerde biraz ön plandaydım, sosyaldim. Ba-

haddin abi bundan dolayı gençlerin toplanabi-

leceği kültürel bir merkezimizin olması lazım,

bunun içinde kitaplar yayınlamalıyız, yayın evi

diği talebeleri var. Bu Allah’ın hiç bir gayreti sonuçsuz bırakmadığının bir göstergesidir.

Şişli (Kağıthane) İmam Hatip Lisesi’nde okurken arkadaşları kendisine Muhammed Taha derdi. Taha’nın not defterinde şunlar ya-zıyordu: ‘Müslümanların uzun zamandan beri, unutup, hatta ilmihal kitaplarından bile çıkar-dıkları İslam’ın en mühim farzlarındandır, ci-had…’ ‘Bizim cihadımız, iki yönlüdür. Biri düş-mana diğeri nefse karşı. Silahımızın en keskin yönü ise, nefsimize dönük olmalıdır. Nefsini ye-nemeyen, onu terbiye edemeyen, dış düşmana karşı zafer elde edemez.’

Aynı not defterinde şu duaya da rastlıyoruz: ‘Ya Rabbi kanımı, günahlarım için temizleyici kıl…’

Babası Muzaffer Tayfur amca kendisiyle yaptığımız bir röportajda Taha’nın şehadet ha-berini nasıl aldığını anlatmıştı: “Bir gün oğlum Taha’yı rüyamda üzeri örtülü bir şekilde yatı-yor olarak gördüm. Rüyamda üzerini açtım, bir de ne göreyim Taha’nın yüzü güleç bir şekilde vefat etmiş. O günün ertesinde tanımadığım biri yanıma geldi. Ben bu tanımadığım adama ‘Oğlumun şehadet haberini mi getirdiniz?” de-dim. İlk önce söylemek istemedi. Ben dedim ki ‘Ne olur söyleyin de, annesini teskin edeyim, değilse sizin söylemenizle teskin olmaz’ ve bana şehid olduğunu söylediler. Ben hanıma söyledim. Gözyaşları içinde kendimizi tutama-dık. Ben hanıma dedim ‘Böyle müjdeli haber

herkese nasib olmaz. Üzülme, O’nu bize Allah verdi ve yine Allah uğruna şehid oldu.’

İmam Hatipten sınıf arkadaşı Hüseyin Akın şu ifadelerle tanımlıyordu O’nu: “Tekiner Tay-fur hem sınıf hem de mahalle arkadaşımdı. Şişli İmam Hatip Lisesi’nde ısınmadan so-rumlu başkan Nurullah Erbaş’ın tutuşturduğu sobanın etrafında oluşan sohbet halkasının en heyecanlı ve en ateşli kişisiydi. Biz dünya-mızı genişletecek hayallerden bahsederken o dünyanın pabucunu ahirete fırlatacak rüyalar anlatıyordu. İçerisinde mazlum milletlerin ol-madığı çok az rüyası vardı. En çok da Filistin, Afganistan, Elitre ve Moro süslerdi rüyalarını. Tabi rüyalarında Türkiye’yi de unutmazdı. Ha-yallerin kesaletinden rüyaların kesafetine yel-ken açardı. Memleketini çok seven, ayağı hep bu topraklara bağlı, ama cihanşümul perspek-tife sahip bir kişilikti. Tekiner Tayfur birlikte turladığımız vakitlerde Osman Sarı, ErdemBe-yazıt, Arif Ay ve en çok da Sezai Karakoç ‘tan sık sık şiirler okurdu. Batıya gidip dönmeyen doğunun evlatlarından bahis açar, kendine has üslübuyla Karakoç’un o meşhur şiirini okurdu.

Allah onu yeryüzünde dökülen mustazaf kanlarının şahidi olarak genç yaşta aramızdan aldı. Batıya değil doğuya gidip dönmeyen do-ğunun evlatlarından oldu.”

*Sağdan İkinci Tekiner Tayfur

CEMAL BALIBEY İLE BAHATTİN YILDIZ ÜZERİNE

RÖPORTAJ“Bahattin Yıldız, 1956 Sivas doğumludur. 1975 yılında İzmir İmam Hatip

Lisesinden mezun oldu.1987 yılında Erzurum İşletme Fakültesini bitirdi. Yazıları Mavera, Güldeste, Gurbet dergilerinde ve Milli Gazete’de yayınlandı. Savaşan Afganistan, Cihat Günlüğü, Kar Çiçeği, Karda Ayak İzleri, Güllerin Vedası isimli

kitapları yayınlandı. 17 Mayıs 2010 Afganistan Hindikuş Dağlarında bir uçak kazaında şehit oldu.”

28 • Şubat’16 Şubat’16 • 29

Karantina Karantina

gündeme gelmişti. Rahmetli Cahit Zarifoğlu abi “Yaz Abdülhamit oraları yaz. Sana önem-siz gelebilir fakat her şeyi yaz’’ diyerek teşvik ediyor. Cahit Zarifoğlu’nun teşvikleri vesilesi ile bir cihat günlüğü oluşturmuştur. Buradaki Abdülhamid Macid ismi de o zaman kullandığı müstehar ismidir. Diğer müstehar ismi de Fer-hat Dağcı idi.

Taslak olarak bıraktığı kitaplar varmış. Onlar basıldı mı?

Roman gibi bir kitabı var. İnşaallah onu ya-yınlamayı düşünüyoruz. Kitap elime geç ulaştı, biraz da benim yavaşlığımdan dolayı olmadı. Yani kendi planımızı yapamadığımızdan dolayı olmadı. Hazreti Ali efendimizin bir sözü var-dır; ‘’Ben kadere daha çok inanıyorum çünkü hiç bir şey benim planladığım gibi olmuyor’’. Yayınevini kuruluş gayesinde olduğu gibi, öğ-renciler ve mezunlar geliyor. Yani bir şeyi plan-layamıyorum. Bahaddin Yıldız’ın vefat yılı 17 mayıs 2010’du. İnşaallah mayıs ayına yetiştir-meyi düşünüyorum.

Görüştüğünüz son günü hatırlıyor mu-sunuz?

Afganistan’a gitmeden birkaç gün öncey-di. Vefatından da iki ya da üç gün önceydi. İzmir’de oturuyordu kendi bahçeleri vardı ve bahçelerinden topladığı çok iri ve sulu sulu olan erikler getirmişti. Oğluna vermem için de küçük bir paket bırakmıştı. Onu da vefatından sonra ulaştırdım. Afganistan’a gideceğinden de bahsetmişti. Hatta vefatından bir gün önce Rabbani ile çekildikleri fotoğrafı var. Bahaddin abi vefalı bir insandı. Dünyanın her yerinde dostları vardı ve fırsat buldukça onları ziyaret ederi.

Bir yere gideceği zaman mekan fark et-meksizin eline bir poşet alır ve yola düşerdi. Bir gün yine bir çanta ayarladım çantanın fer-muarı yok iple bağlı dışından. Böyle bir yurtdışı seyahati düşünün. Bahattin Yıldız dünyayı böy-le gezen bir adamdı. Gerçekten hem seyyah

hem de mücadele insanı. Ama eski alışkanlı-ğı olsa gerek elinde sürekli küçük bir makas olur onunla sakal tıraşını kendi yapar zaman zaman. Mehmet Güney abinin tabiriyle saçını sakalını berberden bile kıskanan bir adamdı. Yani kendine çok dikkat etmezdi ama yan yana oturduğunuzda anlamazdınız yani bu adam sıradan bir işçi. Konuşmaya başladığınızda ki-taplardan, yazarlardan onun dolu dolu olduğu-nu anlardınız.

Yine bir gün balkanlara gitmişti. Balkan-lardan döndüğünde hemen İzmir ilahiyat fa-kültesinden iki tane öğrenci gönderdi oradaki insanlara, Kuran-ı kerim ayarladı ve gönderdi. Kuran-ı kerim öğretmek için iki tane talebe git-ti buradan. Yani bu tip şeyleri organize eder, oradaki insanlarla temas kurardı. Dünya onun avucunun içinde, her tarafta tanıdığı olan bir insandı. Nereye hizmet götürürüm, nerede tebliğ yaparım, nerede İslam için gayret için-de olabiliriz diye düşünceleri vardı Bahattin Yıldız’ın. Gittiği yerdeki insanları unutmazdı. Türkiye’de de böyleydi, her yerde de böyle. Ve-falı bir insandı gerçekten. Kendine harcamaz-dı, bir öğrencinin harçlığı yoksa onun cebine o harçlığı verirdi. Çok kazanan bir insan değildi ama kimseyi de harçlıksız bırakmazdı. Yine bir gün bir şehit ailesi vardı İzmir’de. Beni aradı “Cemal İstanbul’dan bisiklet bak” dedi. Bir gün yine bir dikiş makinası için unkapanına gittik. Yani geçmişte beraber olduğu arkadaşlardan şehit olan ya da zor durumda kalmış olanların çocuklarını hanımlarını düşünür, takip ederdi.

kurmalıyız dedi. Ben çok üzerime alınmadım ve bunun için uygun biri olmadığımı söyledim. Fakat onun teşvikleri, telkinleri işe yaradı ve bizi ikna etti. Doksanlı yıllarda Atikali’de bir bi-nanın çatı katında yayınevini kurduk. Böylece yayıncılığa birlikte başladık. İlk yayınları çıkar-mada o zamanlar Bahaddin abi ile yurt dışına birlikte çıkan Pakistan’dan mezun Mahmut Os-manoğlu ve şu anda İzmir ilahiyatta öğretim üyesi olan Mustafa Özer vardı. Yayınevini kur-duğumuz yer çok küçük bir yerdi. Öğrenci evi gibi ama şuanda öğrencilerin kalmayacağı bir mekan. Suyun zaman zaman aktığı , yağmur yağdığında çatısının damladığı, yazın sıcaktan durulmadığı, kışın palto ile dahi titrediğimiz bir mekan. O zaman üniversitelerde gençler çok kalabalık. O daracık mekana onlarca insan ge-lip gidiyor, kitaplarla ilgileniyoruz ama doğru dürüst bir sermayemiz yok. Sermayesiz bir ya-yınevi ne kadar devam eder? 25 yıldır buraya kadar gelmiş. Biraz önce de söylediğim gibi teknik imkanları hala zayıf olan ama liselerde, özellikle üniversitelerde okuyan geçlerin önü-de bir merkez olmaya çalışan, oları barındıran, dertlerini dinleyen, onlara yol gösteren, yön gösteren bir yayın evi.

Burada Bahddin Yıldız’ın teşvikleri vesilesi ile bizimde bir fonksiyonumuz olmuş oldu.

Bahaddin Yıldız’dan biraz bahsedecek olursak kendisini nasıl bilirsiniz?

Bahaddin Yıldız çok ilginç bir insan. Ömer Lekesiz’in İslamcılık tartışmaları üzerine bir yazısı çıkmıştı internette.’’Bahaddin Yıldız’ın ellerini gördünüz mü hiç’’ o videoyu izlerseniz biraz tanırsınız. Ben Bahaddin Yıldız’ı İslamcı olarak bilirim. Niye? Nasırlaşmış elleriyle iza-lasyon işi yapan, inşaatlarda çalışan bir insan. Üniversiteyi bitirmiş çevresinde o kadar bürok-ratın olmasına rağmen, onları yetiştirmesine rağmen veya çevresinde mecliste olan insan-ların olmasına rağmen kendi işini kendi yapan biri. Aynı zamanda bir mücahit. Kalem tutan eli silah tutmuş. Ruslar tarafından işgal edilen Afganistan’a kardeşlerinin yardımına giden, orada savaşan, onları spor çalıştıran bir insan. Aynı zamanda da yazan bir insan . Yazan bir in-san diyince aklıma şu geldi; ‘’Ben iyi yazan bir insan değilim, abilerimiz bizim mücadelemizi yazmadığı için bu iş bana düştü’’ derdi. Dola-yısıyla kitaplarını bu şekilde yazardı. İmamha-tipli yıllarda sporcu bir yönü vardı. Maratonda koşardı. Üniversite yıllarında kayak milli takı-mında bulunmuş, yarışmalara katılmış ve bazı yarışmalarda takım halinde birinci olmuşlar. Dağcılığı var. Dağlara tırmanan adam. Bahad-din Yıldız Hindikuş dağlarında uçak düştüğün-de vefat etmişti ve o zamanda dağlara sevda-lıydı. ‘’Hangi dağda öleceğimi ben de bil-miyorum’’ derdi ve nitekim vefatı da dağlarla kesişmiş oldu. Bahattin abi insanların derdini dinleyen bir insandı, özellikle gençlerin. Gittiği illerde otelde kalmayıp öğrenci evlerinde genç-lerle kalan, onlara yol gösteren, abilik yapan bir insandı. Özellikle yazan ve çizen insanlara karşı ayrı bir muhabbeti vardı. Mavera dergi-si ekibiyle bir teması vardı. Ajans 1400 olarak çekimler için Erdem Bayazıt abi Afganistan’a gitmiş ve bir cephede karşılaşmışlar. Erdem Bayazıt ‘niye yazmıyorsun Bahaddin abi’ diye sorduğunda ‘ben iyi yazan bir insan değilim, Cahit abiye karşı mahçup olurum diye yazmı-yorum’ gibi bir cevap vermiş. Hatta Cihat Gün-lüğü kitabında da Cahit Zarifoğlu’na gönderdi-ği mektuplar vesilesiyle Türkiye’de Afganistan

Cemal Balıbey

30 • Şubat’16 Şubat’16 • 31

Karantina Karantina

vurulmadan bir gün önce beraberdi, böyle bir tevafuk. O zamanlar Bahattin abi Akıncılar Ege sorumlusu ) aynı araçta aynı koltukta gidiyo-ruz fakat yeni bir şehidi tanımak ona yardımcı olmak çok büyük bir saadet olsa da bunu taşı-mak bana artık ağır gelmeye başladı. Allah’ım sen her şeye kadirsin, kalbimi genişlet. Deli-kanlı ‘Bana ne tavsiye edersin?’ dedi. Çok dua etmeli, sabırlı olmalısın. Bizler hangi cepheye gidersek gidelim misafir mücahitler olarak gidiyoruz. Filmlerde gördüklerimizin gerçek savaşla hiç alakası yok seyirciye hoşça vakit geçirme fantezileri onlar. Savaşsa bir gerçek her cephenin ayrı bir karakteri, biçimi var. Biz katıldıklarımıza tabi olacağız, öğreneceğiz, gö-receğiz, aç kalacağız, aylarca sessiz kalacağız. Biz o cephenin mücahitlerini seveceğiz ki onlar olmasa orada islam olmaz, izzet ve şeref için onlar oradalar. En önemlisi kalplerimiz hata-ların eksikliklerin kabri olacak onların bir tek cephesi var, misafir mücahitlerin şehadete ka-dar pek çok cephesi olacak. Yola çıktığın andan itibaren sen bir mücahitsin dua et, kendine, dostlarına, coğrafyamıza, çok dua et, gönder yüce makama gitsin. Muhammed pür dikkat dinlerken gözleri derinden derine bana Bilal’in gözleri gibi bakıyordu. Kader beni bir şehitle daha karşılaştırmıştı. Daha sonra Pakistan’da Mevdudi’nin kabrini ziyaret ettik, başka yerlere de gittik, onu Lahor tren istasyonunda uğur-ladım.

Bir gün İzmir’de aksakallılar gibi evde otur-muş bayram ziyaretime gelecekleri bekliyor-dum. Kapı çaldı kapıyı açtım ve Muhammed gelmişti. Şehit olmalıydı fakat tam karşımday-dı sarıldık, muhabbet ettik misafir etim. Yine bir bayram günü evde bekliyorken ilahiyat-ta okuyan bir genç bayramlaşmak için geldi ‘Muhammed’den haberin var mı?’ dedi. Hayır dört yıl önce Keşmir’den dönünce uğramıştı de-dim. ‘O, çeçen Rus savaşında Dağıstan’da şehit oldu.’dedi. Demek o da şehit oldu Keşmir’den dönünce şaşırmıştım nasibi Dağıstan’daymış. Bir ömre bedel hafızamız olmuştu. İnna lillahi

ve inna ileyhi raciun. O sözünde durdu, darısı başımıza inşallah.”

Bahattin Yıldız’ın vefatından sonra Gerçek Hayat’ta bir kapak çıktı, bir adamın Afganis-tan ısrarı diye. Oralarda cihad etmiş, oraların ekmeğini yemiş, yıllar sonra oraya yetimha-ne kurmaya gidiyordu. Oradaki insanların ço-cuklarını Rus emperyalizmine, Amerikan sö-mürgesine teslim etmememiz lazım başıboş bırakmamamız lazım diye İslam ümmetinin derdiyle dertlenen bir isimdi. Bu sebeple onun hakkında çıkan yazıları “Ümmetin Yüreği” is-miyle yayımladık. Cahit Zarifoğlu’nun 1981 yı-lında Mavera dergisinde yayımlanan ‘’ Şehitler Afgan’’ şiirinin Bahattin Yıldız için yazıldığını pek çok kimse bilmez. Bahattin Yıldız kitapla-rının çoğunu şehitlere atfetmiştir mesela “Ci-had Günlüğü”nü Afganistan’ın bağrına birer lale olarak diktiğimiz Bilal Yaldızcı ve Tekiner Tayfur’un aziz hatırasına diye ithaf etmiştir. Aynı şekilde kar çiçeğini Fuat Çağlar’a ithaf etmiştir. Yine Fuat Çağlar’dan Güllerin Vedası kitabındaki Şehidin Başucunda bölümde bah-setmiştir.

Bu röportajı okuyacak gençlere ne de-mek istersiniz, nasihatiniz nedir?

Nasihat etmek zor bir şey önce insanın ken-disine nasihat etmesi lazım. Hayatı boşa ge-çirmeyin gençler. Hayatı müsvedde yaşarsanız temize çekmeye vaktiniz olmaz. İlimle, irfanla, hareketle birlikte olun. Etrafınızdaki insanlarla tanışın, onlarla birlikte neler yapabileceğinizi düşünün. Davete çağrılan değil çağıran olun. Derdi olan insanların birbirine sarılması lazım.

Bunun dışında diğer şehitlerin sizin ya-nınıza uğradığını biliyoruz. Bilal Yaldızcı özellikle. Kardeşiyle görüşme fırsatımız oldu. Sizden ve Bahattin abiden bahsetti.

Bilal Yaldızcı gibi bütün şehitlerin Bahattin Yıldız ile teması var. Bilal Yaldızcı’yı İstanbul’da yanımıza gönderen Bahattin Yıldız’dır. Onu Ödemiş’te öğrenciler arasında geleceği olan bir insan olarak farketmiş. Liseli arkadaşları-nın yanında kalıyordu daha sonra benim ya-nımda kaldı. Şehzadebaşında bir öğrenci evi-miz vardı. Bilal neşeli güleryüzlü gözlerinden ışık saçan bir delikanlıydı. O zaman üniversiteli arkadaşlarla İskenderpaşa camisinde bir hadis dersi vardı. Pazar günleri orada toplanıyoruz. Biz orada gençlerle şakalaşıyorduk. Gayri ihti-yari göğsüne sırtına vuruyoruz muhabbet ol-sun diye. Bu artık bizde alışkanlık olmuş. Bilal’e vurduğumda farklı bir tepki verdi diğerlerin-den. Herkes kaçışır ya da eğilirdi Bilal ise iki elini yan tarafına doğru açar “vur Cemal abi vur” derdi. O böyle orta boylu fakat enli yani omuzlu bir delikanlıydı. Öyle bir temasımız vardı.

Bilal’e ben o zamanlar bir kitap hediye et-miştim İmamın Öldürülüşü isimli. Yurtdışına

giderken öğrenci evinde unutmuştu. Ben onun hatırasına bu kitabı tekrar yayınladım. O za-manlar hediye ettiğimiz çok az romanlarımız vardı. Mahrem Muhacir, İmamın Öldürülü-şü, Türkistan Geceleri.. O zamanki üniversite gençliğinin en çok okuduğu romanlardan biriy-di. Yani şimdiki kadar bol kitap yoktu.

Yine Bilal Yaldızcı’nın mektupları var. Ben askere gittiğimde Bilal şehit olmuştu. O şehit olmuş ben askere başlamışım İzmir’de. Teva-fuktur, Bahattin Yıldız onun mektuplarını ge-tirdi. Vasiyetinde benim ismim de geçiyormuş. O mektupları hala saklarım o günden beri. Güllerin Vedası kitabında da bu mektuplardan alıntı vardır. Ve yine İmamın Öldürülüşü kitabı-nın ilginç bir özelliği var. O kitap onu etkilemiş, kitaptaki Abdullah Harun ismini cephede kul-lanıyordu.

Bir de Bilal Yaldızcı şubat tatilinde İstanbul’a takdir teşekkür almış 15’e yakın öğrenci getir-di. Ödemiş İmam Hatip Lisesi’nden. Onları bir hafta kadar misafir ettim İstanbul’da. Eyüp Sultanı, surların önüne gelip İstanbul’un fethi-ni, Fatih Camii avlusunda Metin Yüksel’in şe-hadetini, Sultanahmet Camiisini, Ayasofya’yı gezdik.

Bahaddin Yıldız’ın şehidlerle tevafukları çoktur. Misalen Bahattin Yıldız anılarında bu hatırasını yazmıştır; Tahran’da Zahedan’da otobüsün yanındaydım. Bir Türk ile karşılaş-tım nereye gidiyorsun dedim. Zahedan’a dedi. Kaç numaradasın? dedim, 17 numara dedi. Ben de 18’i almıştım bu nasıl tevafuktu. Ağ-rılı Muhammed’e ben Bahattin Yıldız deyince üzerime atlarcasına sarıldı. İstanbul’dan geli-yorum misafir olduğum arkadaş da Pakistan’a gidecekti yetişebilseydi birlikte giderdiniz. Pakistan’a okumaya mı gidiyorsun Muham-med diye sordum. Soranlara öyle diyorum ama senden neden gizleyeyim Keşmir cihadı-na katılmak için gidiyorum dedi. Bir anda bü-tün vücudumu ateş bastı yine bir şehitle be-raber oturuyordum. (Cemal abi araya giriyor Bahattin abi Fuatla, Metin Yüksel’le İzmir’de

Cemal Balıbey

32 • Şubat’16 Şubat’16 • 33

Karantina Karantina

AHMET HATTAPOĞLU(28 AĞUSTOS 1978)

Ahmet Hattapoğlu 1959 yı-lında Mardin’in Yalımköy Kö-yünde doğdu ve ilkokulu orda bitirdi. Mardin’de bulunduğu sıralarda MTTB’ye katılmıştı. Mardin Kireç Fabrikasında çalışıyordu. 19 yaşınday-ken, 28 Ağustos 1978 günü Marksist düşünceye sahip “Kurtuluş Fonksiyonları”nın Müslümanlar üzerine düzen-lediği saldırılar sırasında si-lahlı bir şahıs tarafından kal-binden vurularak şehit edildi.

CELİL YILDIRIM(16 HAZİRAN 1978)

Safranbolu doğumlu Celil Yıldırım 22 yaşında Üniver-site imtihanlarına girecekti.

Bir gün öncesinden imtihan yerini görmek üzere Anıt-tepe Lisesi’ne gitti. Komü-nistler karşıladılar ve hüvi-yetini sordular. İmam hatip ve Vakıf Yurdu hüviyetlerini gösterdi. Hiç bir şey söyle-meden tabancalarını çıkar-dılar ve ensesine ateş ettiler. Arkadaşları Celil’i bütün gün kollarında hastane hastane dolaşarak taşıdılar ama hiç-bir hastane tarafından kabul edilmediler. Celil arkadaşla-rının kollarında şehit düştü.

DURMUŞ ÖZTÜRK(6 EYLÜL 1980)

Dönemin MSP Yenima-halle ilçe başkanı Numan Öztürk’ün oğlu olan Dur-muş 6 Eylül sabahı sabah vakti Konya’da düzenlenen “Kudüs’ü Kurtarma Günü” mitingine katılmak için evin-den ayrılmıştı. Kafile oto-büsünün bulunduğu yerden giderken askerler tarafından aniden etrafı sarılan Durmuş

mukavemet göstermeme-sine rağmen kurşunlanarak şehit edildi.

ERDOĞAN TUNA(25 ARALIK 1978)

MTTB Edirne Teşkilatı Mü-dürlüğü vazifesi kendisine verilen Erdoğan23 Aralık Cuma beraberinde 3 arka-daşıyla akşam namazından dönerken önüne 50-60 kişi-lik bir ırkçı grup çıktı. Arka-daşları kaçma mücadelesi verilirken Erdoğan ellerine düştü ve 14 yerinden bıçak-lanarak şehit düştü.

GÜRSEL KABADAYI(21 OCAK 1980)

1961 Bayburt doğumlu Gür-sel Çeliktepe camii önünde

1980 DönemiTürkiye İslâmi Mücadelesi

Şehitleri

İslami kitaplar satıyordu. Bu-lunduğu muhitte Dev-sol ta-rafından istenmeyen adam ilan edilmişti. 21 Ocak sol ideolojiye mensuplar tara-fından kurşunlanarak şehit edildi.

HASAN SÜREL(29 MAYIS 1978)

1961yılında Manisa’nın Sarı-göl ilçesinin Tınazlar Köyün-de dünyaya gelen Hasan 29 Mayıs 1978 günü Konya’daki “Fetih ve Gençlik Günü”ne katılmak için Konya’ya geldi. Yaklaşık iki yüzbin kişinin ka-tıldığı mitingin sonunda çıkan olayları polis cop, sis bom-bası ve silahlarla dağıtırken Hasan Sultan Selim camiin-den çıkmaktaydı ve kurşun-lara hedef olarak şehit düştü.

HÜSEYİN KURUMAHMUTOĞLU

(15 TEMMUZ 1987)1 Eylül 1980 ihtilalinde Bafra MHP davasından 18 yaşında Mamak Askeri Cezaevine

atılan Hüseyin şehadetine kadar yani 25 yaşına dek bu-rada kalacaktı. 1984’de için-de bulunduğu siyasi gruptan ayrılan Hüseyin cezaevinde dini inancından dolayı birçok işkence gördü. 1986 yılın-da gördüğü işkencede ağır yaralan Hüseyin kaldırıldığı hastane de 4 ay tedavi gör-dükten sonra şehit düştü.

KEMAL ÖZDEMİR(16 KASIM 1978)

1962 Maraş doğumlu Kemal Kayseri İmam Hatip Lisesin-de okumaktaydı. Lise döne-mi boyunca bir çok İslami faaliyette ön planda bulun-muştu. Düvenönü meydanın-da planlanan “Hicret Mitingi” sırasında 4kişilk bir grup ta-rafından açılan ateş sonucu şehit düştü.

MEHMET BAYDIN(30 HAZİRAN 1978)

1955’te Çerkeş’te doğan Ha-cettepe Üniversitesi Elektrik Mühendisliğinde okurken

MTTB Ankara Teşkilatı Sek-reterliğini yapıyordu. Solcu gruplar tarafından sürekli tehdit edilen Mehmet 30 Ha-ziran sabahı nöbetçi olarak kaldığı dairenin yanındaki dut ağacının yanı başında şehit düşmüş vaziyette bu-lundu ve bu faili meçhul olayınüstü tek görgü tanığı daire çaycısının sürekli ifade değiştirmesinden sebep ör-tülmüş oldu.

MEHMET DOĞRUYOL(10 MART 1978)

Orhan Gazi Lisesinde etkin solculara rağmen islami fa-aliyetlere devam eden Meh-met bir çok yolla yıldırılma-ya çalışılmıştı. Nihayetinde Cuma günü Cevizli Tren İs-tasyonunda pusuya düşürü-lüp solcu gruplar tarafından taranarak şehit düşürüldü.

METİN AVCI(2 ARALIK 1979)

Şehadetinden birkaç yıl önce sol ideolojiye sempati duyan

34 • Şubat’16 Şubat’16 • 35

Karantina Karantina

fakat daha sonra islam’a yö-nelen Metin soğuk demirci-likle uğraşmaktaydı. 2 Aralık günü ülkücüler yolunu kesip “ülkücü olup olmadığını” so-runca Akıncılar Derneği’ne üye olduğunu söylemiş bu-nun üzerine bu grup tarafın-dan bıçaklanarak şehit düş-müştür.

MUSTAFA BAŞAL (26 HAZİRAN 1980)

26 Haziran 1980 günü Mus-tafa Başal akşam vakti evin-den işine dönerken önüne çı-kan “Kurtuluşçu” ismi altında çalışan solcular tarafından saldırıya uğradı. Ağır şekilde yaralanan Mustafa kurtarıla-mayarak şehit düştü.

MUSTAFA BİLGİ(21 EYLÜL 1969)

Bolu-Ekinciler köyünde do-ğan Mustafa İstanbul’da Per-tevniyal Lisesine kaydoldu. MTTB Orta Öğretim Baş-

kanlığı yaptı. MTTB’nin spor odasında kalmaktayken sol-cu grupların odaya düzenle-dikleri bombalı saldırıda şe-hit düştü.

MUSTAFA EMEKSİZ(6 KASIM 1978)

1 Mayıs 1958’te Karaisalı’nın Başkuf köyünde doğan Mus-tafa Adana İmam Hatip Lise-sinde eğitimi sürdürmektey-di. 6 Kasım 1978 günü solcu gruplar tarafından bıçaklan-dı. Yaralı bir şekilde 1 km öte-deki İhsan Önal Hastanesine gitmesine rağmen solcuların tehditleri nedeniyle kendisi-ne bakılmadı ve şehit düştü.

MUSTAFA SEVİM(7 EKİM 1979)

1943 Erzincan doğumlu Mustafa Sevim askerlikten sonra İstanbul Sanayi Ma-hallesine yerleşip çeşitli iş-lerde çalıştı. DevSol’un kont-rolündeki mahallede “sakallı

hoca” diye anılan Mustafa Sevim 7 Ekim ikindi vakti kafasının arkasına sıkılan 6 kurşunla şehit edilmiştir.

MUSTAFA YAŞAR (16 HAZİRAN 1980)

İstanbul Esenler’de Akıncı-ların başkanlığını yürüten Mustafa Esenler’de gençleri örgütlüyor ve islami faaliyet-ler yürütüyordu. 16 Haziran günü akşam namazı dönüşü komünistler tarafından şehit edildi.

MÜNİR KAYA(9 NİSAN 1980)

1959 Gümüşhane Ören-şehir doğumlu Münir Kaya 1967’de İstanbul’a gelerek Çeliktepe Mahallesine yer-leşti. Hem MSP hem de Akın-cılarla çalışan Münir 9 Nisan 1980 akşamı çalıştığı işten evine dönerken yolda şehit edildi.

RECEP SUCU(8 AĞUSTOS 1980)

8 Ağustos 1980 günü Fikirtepe’de arkadaşıyla is-lami dergi satmaya çalışan Recep Sucu bir grup solcu tarafından bıçaklanarak şe-hit düştü.

SALİH KARA(18 AĞUSTOS 1978)

1958 Sivas doğumlu Salih Kara 70’li yıllarda organi-ze olmaya başlayan Fikir-tepe’deki İslami Gençlik ile birlikteliği oldu. Uzun süre sol gruplar tarafından tehdit edilen Salih bir Cuma sokak başında kıstırıldı ve sırtından ve yüzünden vurularak şehit düştü.

SEDAT YENİGÜN(5 TEMMUZ 1980)

İslami Hareket gazetesinde bilfiil katkıda bulunan Sedat Yenigün edebiyat öğretmeni ve İhsan Mermerci Lisesinde müdür muavinliği yapıyordu. MTTB yönetim kurulu üyeliği de yapan Sedat Yenigün Fa-tih Akşemseddin’de 5 Tem-muz Cumartesi günü şehit edildi.

SENAİ TAN (27 TEMMUZ 1978)

1961 Tunceli doğumlu Senai Tan oldukça fakir bir ailenin çocuğuydu. Ortaokulda iken MTTB ile tanışan Senai Tan, bir MTTB sempatizanı olarak büyüdü. 27 Temmuz günü Kırk Dutlar Mahallesinde fa-ili meçhul bir şekilde şehit oldu.

ŞEHMUZ DURGUN(23 EKİM 1985)

İTÜ Makine mezunu Şehmus Durgun MTTB teşkilatı içe-risinde aktif rol üstlenirken aynı zamanda Şehmuz, Milli Gençlik ve Çatı gibi dergi-lerde denemeler ve yazılar yazdı. “İnkılapçı Gençliğin Stratejisi” adlı yazısından yargılandı ve Bayrampaşa ve Çanakkale cezaevine ya-tırıldı. 23 Ekim günü kanlar içinde şehit düşmüş vaziyet-te bulundu.

ZEKİ ULUÇAY(7 EKİM 1978)

Malatya İmam Hatip 2.sınıf öğrencisi olan Zeki Uluçay 7 Ekim günü Malatya’da etkin olan sol gruplar tarafından önce boğularak şehit edilmiş ve ardından da cesedinin ağ-zına toprak doldurulmuştur. En genç şehitler arasındadır.

36 • Şubat’16 Şubat’16 • 37

Karantina Karantina

S edat Yenigün nasıl bir insandı. Kendisi ile ilişkiniz nasıl baş-

lamıştı?Benim rahmetli Sedat Bey

ile ilişkim 1973 yılında Cevizli-bağ Atatürk Öğrenci Yurduna dayanıyor. Biz orada kalırken rahmetli yurdun bir bölümünün müdür yardımcılığı görevini yü-rütüyordu. Orada tanışıklığımız oldu fakat çok yakın değildik. Öte-den beri Sedat Bey’in yaptığı çalış-maları takip ediyorduk. Kendisi sık sık Beyaz Saray dediğimiz kitapçıların bulundu-ğu hana gelirdi. Enderun kitabevinde takılırdı ve bize uğrardı. İslam dünyası ve Türkiye’de yürüttüğümüz mücadele hakkında beraber toplantılarda birlikte bulunurduk. Yakın dost-luğumuz ise 1979 yılında ben, Vahap Yaman ve Mehdi Çetinbaş birlikte İhsan Mermeci Lisesi’ne tayin edildiğimizde başladı. Rahmetli İhsan Mermerci lisesinde müdür yardımcılığı görevini yürütüyordu. Kendisiyle beraber çok kısa bir süre çalışma imkanı bulduk. Biz 3 Mart 1979’da göreve başladık. Kendisi ise 3 Tem-muz 1979’da alçakça bir saldırı ile şehit edildi. Bu kısa süreli çalışma arkadaşlığımız boyunca kendisiyle İslam dünyasının geleceğine dair epey istişarelerde bulunuyorduk. Kendisinin sisteme ve eğitim düzenine ciddi eleştirileri vardı.

Sedat Yenigün İslami Mücadele içerisinde nasıl bir figürdü? İs-

lami Mücadaleye nasıl katkılar sundu?

Sedat Yenigün kucaklayıcı bir arkadaştı. İslam toplumu arasın-da ayrılıkları ortadan kaldırmak için çabalayan, ayrıştırıcı değil birleştirici bir rol üstlenmeye

çalışırdı. Bazılarının hizipleşmeyi teşvik ettiği bir ortamda rahmetli

bütünleştirici ve birleştirici bir figür olarak öne çıkıyordu. Tartışmalarda

ürettiği düşünceler ile İslami Mücadelenin fikri kalitesini artırıyordu. İslami Hareket der-gisinin aktif yazarlarından biriydi. Şahsi kana-atim bu yönü sebebiyle hedef alındı ve şehit edildi. Çünkü rahmetli İslami Mücadelede ka-litenin artırılması anlamında ciddi çalışmalara öncülük ediyordu. Fikri üretiminin zirve yılla-rındaydı. Bir çok konuda rahatsızlıkları vardı. Siyasette gelişen cereyanları komik buluyordu. Hatta İslami Hareket’te ki son yazısı “gel ey zulüm, zulmün ta kendisi” başlığında yayınlan-mıştı. Toplumsal olayları eleştiren bir yazıydı.

Şehadeti nasıl gerçekleşti? Şehadet haberini nasıl aldınız?

Rahmetli İhsan Mermeci Lisesinde müdür yardımcılığı yaparken o dönem polisler dışarı-dan lise bitirme imtihanlarına giriyorlardı. Bir gün yüz civarı polis diplomasını almaya gelmiş-

“Sedat YenigünBirleştirici Bir Önderdi.”

Şemsettin Özdemir ile öğretmen arkadaşıSedat Yenigün’ü konuştuk.

ti. İki sivil poliste rahmetlinin odasına girmişti. Rahmetli bize iki sivil polisi işaret ederek gı-yabında tanıştırdı. Yine bir Cumartesi günü dı-şarıdan bitirme imtihanlarının sınav kağıtlarını okumak için toplanmıştık. Saat öğlen üç gibi Sedat bey rahmetli Ahmet Şişman ile okuldan ayrıldı. Yine şehadet gününden bir buçuk ay önce ben, Vahap Yaman ve Mehdi Çetinbaş’a birlikte İstanbul Erkek Lisesi’ne geçme tekli-finde bulunmuştu. Böyle bir teklifin olduğunu ifade ediyordu. İstanbul Erkek Lisesi o dönem stratejik bir okuldu. O günün ertesi günü ben sabah erken kalktım bizim Siirt Yurdu vardı. Oraya gittim arkadaşlarla beraber takıldık, muhabbet ettik. Hatta rahmetli Sedat beyi güzel sözlerle andık. Yurttan çıktım eve doğru giderken bir milliyet gazetesi aldım. Eve çıktım tam kapının önünde gazetenin üstüne baktım. İhsan Mermerci Lisesi müdür yardımcısı Sedat Yenigün öldürüldü haberiyle karşılaştım. O an tabi başıma kaynar sular döküldü. Şehadeti ak-şam saat dokuz civarında gerçekleşmiş. Sedat Bey her zaman traş olduğu Yavuz Selim Cad-desindeki berberine gitmiş. Orada otururken silahlı militanlar berberi basıp kendisini şehit etmişler ve yanına bir bildiri bırakmışlar. Şe-riatçı İntikam Tugayı (ŞİT) yazıyordu. O zaman işlenen cinayetlerde genelde böyle anlamsız örgüt isimleriyle bildiriler öldürülen kişilerin yanına bırakılırdı. Daha sonra biz bu olayın ardından meselenin üstüne gitmeye çalıştık. Diplomalarını almaya gelen polisleri devreye soktuk. Meseleyi onlarda araştırdılar fakat bir adım ileri gidemediler. Enterasan olan Sedat Bey’in bize gösterdiği iki sivil polis diploması-nı almaya gelmedi. O dönem zaten çok kaotik bir ortam vardı. Yani her gün beş kişi on kişi öldürülüyordu. Çatışmalar tüm şehirlere yayıl-mıştı. Böyle bir ortamda cinayetin üzerine git-mek gerçekten çok zordu. Benim şahsi kana-atim Sedat Bey’in kuşatıcı ve birleştirici yönü sebebiyle karanlık bir takım mahfiller Sedat Bey’den kendileri lehine çalışmasını istemiş olabilirler. Sedat Bey bunu kabul etmeyince in-faz ettiler. Bize getirdiği İstanbul Erkek Lisesi teklifinin bu cinayetle bir ilişkisi varmıydı bilmi-yorum fakat Sedat Bey Türkiye’nin o karanlık vadisinde, puslu vakitlerinde bir tuzağa kurban gittiğini düşünüyorum. Sedat İslami harekete

ufuk çizen, önderlik yapan rolüyle bazı ahlak-sızların isteğini yerine getirmedi ve bu yüzden hedef haline getirildiğini düşünüyorum. Çünkü Sedat ülkücü değildi ve o zaman ülkücü-akıncı çatışmaları yoğunlaşmamıştı. Ayrıca fanatik bir akıncı da değildi. Makul düşünen bir insan-dı. Öldürülmesi izah edilemeyecek bir insandı. Biz bu cinayeti açıklamayamadık ve o gün bu-gündür bu cinayet aydınlatılmadı.

36 sene sonra halen Sedat Yenigün ci-nayetinin üstündeki perde neden kaldı-rılmıyor? Sedat Yenigün’ün talebeleri ve arkadaşları devletin önemli makamlarına geldiler. İsteseler bu cinayeti aydınlata-mazlar mı?

Doğrudur Sedat Bey’in arkadaşları ve ken-disinin emek verdiği insanlar uzun süreden beri iktidarda. Kendisinin yakın arkadaşların-dan Yaşar Karayel bu konunun üzerine gitti fakat bir aydınlanma olmadı. Hükümet olmak başka devlet olmak başka bir şey. Hükümet şimdiye kadar hangi faili meçhulü aydınlata-bildi ki Sedat Yenigün cinayeti karanlık kalmış olsun. 1977 1 Mayıs olayları aydınlatılamadı, Sivas olayları aydınlatılamadı. Arkadaşları ih-mal mi ettiler yoksa uğraştılar fakat bir sonuç çıkaramadılar mı bu konu hakkında bilgi sahibi değilim. Sedat’ın tetikçisi belki bugün buluna-bilir fakat bu önemli değil ki. Önemli olan han-gi plan dahilinde vurulduğudur. Türkiye bugün girdiği süreçte 80 öncesi ve sonrası yaşanan faili meçhul cinayetlerin arkasındaki asıl plan-layıcıları ortaya çıkartmadıkça gelecekte de rahata eremeyecektir. Devlet ile millet eğer uzlaşacaksa devlet bu sır perdelerini kaldırma-lı ve bu cinayetlerin arkasındaki tezgahı deşif-re etmelidir.

38 • Şubat’16 Şubat’16 • 39

Karantina Karantina

Şehit Selami’nin içinde büyüdüğü atmosferi bizle-re anlatır mısınız?

Selami ailemizin üçüncü evladı olarak dünyaya gel-di. Her çocuğun yaşadığı ru-tin çocukluğu o da yaşadı. Ağrı’dan İzmir’e oradan da İstanbul’a geldik. 1978 yılın-da İstanbul’a geldiğimizde okullarımızı bırakarak hepi-miz çalışmaya başladık. 80’li yıllarda 12 Eylül darbesiyle beraber İslami bir rüzgar es-meye başlamıştı. Ailece bu rüzgarın içerisine girmiştik. Ailemiz İslami bir yapıya sahipti. Milli görüş geleneğinden geliyo-ruz. Ders gruplarının, çalışmaların aktif olarak içerisine girmişti.

Şehit Selami’yi bizlere anlatır mısınız?Şehitlerin simaları farklı, hayatı yaşayış-

ları aynıdır. 20’ye yakın şehit düşmüş insanın şahid olarak yaşadığını bizzat gördüm elham-dülillah. Ruhları, yaşantıları, fedakarlıkları ile birbirlerine benziyorlar. 80‘li 90’lı yıllarda eko-nomik olarak insanlarımız bugünkü müreffeh yaşantıları içerisinde değildiler. Yardımlaşma,

fedakarlık en asli iş idi. Se-lami de iş yerini kurmuş ça-lışıyordu. Araba almıştı. O zamanlar ilaç almak, hasta-neye gitmek zor işlerdi. Has-ta olanlar Selami’ye gelirdi. İnsanları hastaneye götürür ilaç alırdı. Selami böyle derdi “ İşimizden de dişimizden de fedakarlık edip mücadeleye aktarmalıyız ” . İş saatleri içe-risinde vaktini insanlara ayırır hasta ziyaretlerine gider yar-dımlar için koşuştururdu. İki pantolonu, 2 gömleği vardır

en fazla. O zamanlar öyle idi. Selami fedakarlık konusunda ciddiydi. Fedakarlık denince akla o gelirdi. Üzüldüğünde, sıkıldığında, düşünmek istediğinde tek başına mezarlık ziyareti yapar-dı. Saatlerce kalırdı. Tartışma ortamlarında durmazdı. Aile içi olsun arkadaşları arasında olsun. Bunun bize bir getirisi olmaz derdi. Sa-lavat çekerek, tekbir getirerek o ortamı terk ederdi. Bu çok belirgin bir özelliğiydi. Arkadaş-ları ona Albay diye seslenirdi.

Dediğim gibi çok fedakardı. Sanki Selami doktor, onları iyileştirecek derdi olan, tasası

Selami Yurdan

Selami Yurdan, Ağrı Patnos’ta 1966 yılında doğmuş. Daha sonra İstanbul’a gelen Selami Yur-dan ticaret işiyle uğraşmıştır.1992 yılında Bosna’da başlayan Sırp zulmüne karşı çıkmak ve

Boşnak kardeşlerine yardım etmek için Bosna’ya gitti. 22 Ağustos günü Sırpların yoğun saldı-rısı ile şehit edildi. Selami Yurdan şehadeti ile, 1992-1995 Bosna Savaşı’nın ilk Türkiye’li şehidi

sıfatına erişti.

*Röportaj şehidin ağabeyi Recai Yurdan ile yapılmıştır.

olan, kederi olan gelirdi. Kendisinin iş yerin-de bir demliği vardı. Biri geldiğinde hemen iki tane çay doldururdu. Öyle şimdi ki gibi pet bardaklar falan yok, kirli kirli bardakların etrafı sapsarı olmuş, içerdik. Gençlerle özellikle ken-disi genç olmasına rağmen bir alt gençlerle ilgilenirdi. Arkadaşının birisi küpeli birini hakir görünce “küpeli deyip hakir görmeyin sakın ha öyle demeyin ‘’ diyor. Gençlerle ilgilenirdi, in-sanlarla ilgilenirdi gerçekten insanlar için fe-dakarlık yapardı. Bizim akşamları ders-sohbet halkamız olurdu, o zaten görevimiz biz işimiz-den fedakarlık etmeliyiz derdi.

Şehadete gidişi nasıl oldu. Öncesinde Afganistan cihadına katılmayı düşünmüş müydü?

Afgan cihadına katılmak çok istiyordu. Na-sip olmadı. Maddi olarak yardım topladı, yolla-dı. Ardından Bosna’da savaş başlayınca oraya gitmeye karar verdi. Gitmeden arkadaşlarıyla, büyükleriyle istişare etti. Ailesine haber ver-meden gitmedi. Gidecekleri gün Şehid Şeyh Said’in şehadet yıldönümüydü. Ceziri Kasım Camisi Hürriyet gazetesinin karşısında açıl-mıştı. Bu bizim için bir devrimdi. Anma progra-mını da orada yapmıştık. Programın ardından arkadaşlarıyla gittiler. 5 arkadaşlardı. Hepsi farklı cemaatlerdendi. Vedalaşırken babama “ baba yurtdışına ticaret yapmaya gidiyorum” dedi. En güzel ticareti yaptı. Cephe için özel bir kıyafet diktirmişti. “ Abi dua et, bu benim kefe-nim olsun şehid olayım “ dedi. Sarılıp ayrıldık.

Şehid olduğunda kaç yaşındaydı şeha-detini anlatır mısınız? Haberini nasıl al-dınız?

26 yaşında şehit oldu. O zamanlar bugün-ler gibi değildi. Şehadetini 3 gün sonra öğ-rendik. 1 kurşunla vurulmuş. Son kez 5 tekbir getirmiş. Şehadet haberini aldığımızda baba-mızın yanına gittiğimizde haberi getirenlere “ Selami şehid mi oldu?” diye sordu. Sakın ağla-mayın bugün oğlumun düğünüdür.” dedi.

İstanbul’da çeşitli yerlerde gıyabi ce-naze namazları olmuş. Atmosferden ve o günlerden bahseder misiniz?

Bir gün sonra düğün yemeği ve gıyabi ce-

naze namazı oldu Halkalı’da. Ardından vasiyeti

üzerine Beyazıt meydanında cenaze namazı

kılındı.

Bir yazıda DGM’de dayak yediğini oku-duk. O olaydan bahseder misiniz?

Selami bütün İslami gösterilerde (o zamanki

gösteriler meşhurdu) önde yer alırdı. DGM’de

Müslümanlar yargılandığı zaman (DGM yani

‘’Devlet Güvenlik mahkemesi’’ şuanda öyle

mahkemeler kalmadı),onun önünde de dayak

yedi, Eminönü’nde de dayak yedi, Beyazıt’ta da

dayak yedi, bir resmi var o polisle çatıştığı yer,

Devlet Güvenlik mahkemesi.

40 • Şubat’16 Şubat’16 • 41

Karantina Karantina

Tabi ki duyarlı Müslümanın canlı olması için meydanlar da olması lazım. Yani sadece soh-bet yaparak, gençleri tutamazsın, gençtir in-sanlar, meydanlarda olacak, alanlarda olacak. Alanlar da olmamız gerektiğini söylerdi ve ya-şardı kendisi. Müslümanlar canlı olmalı sadece ders halkaların da değil her yerde, bütün bir ağ gibi. Mesela biz sohbet yaptığımız zaman ba-zen Bayrampaşa’dan Fatih’e yürürdük Selami ile. Niye yürürdük? Geçen gün de aklıma geldi. Biz Allah için spor yapardık. Devrim yapaca-ğız diye, çatışacağız diye, sağlam, çevik olalım diye. Hepimiz öyleydik. Şimdi de sağlığımız için spor yapıyoruz.

Günlükleri Bosna’dan mı geldi yoksa önceden tuttuğu günlükler mi?

Gizli tuttuğu günlüklerdir, hiç kimsenin ha-beri yoktu. Arkadaşa teslim ediyor ’’Eğer ben şehit olursam, bunları yakacaksınız, kimse gör-meden’’. Onu ağabeyim o arkadaştan emaneti aldı, biz o günlükleri öyle gördük. 90’lı yıllarda yani şehadetinden iki sene önce, zaten günlük-lere bakarsanız gazete kağıtlarının arkasına, oraya buraya yazmış yani öyle bir normal gün-lük değil. Gece bazen ‘’Abi çay ver, biraz şeker ‘’ derdi. Gece bakardım tık tık kapımı çalıyor, karşı komşusuydum. Çok az uyurdu.

Biliyorsunuz dergi gençlere hitap edi-yor, gençlerin rehaveti malum, biz de da-hiliz içerisinde, bu şehadetlerden nasıl bir yol çizelim kendimize, şehitlerin yolunu nasıl takip edelim?

Kafe ve internet ortamından gençlerimizi uzaklaştıracak farklı etkinliklere sokmak lazım. Allah razı olsun Genç Öncülerden o konuda ga-yet güzel görüyoruz. Gençleri korumak için ça-bada bulunan birkaç cemaatden biri de sizler-siniz. Ablaların ve ağabeylerin fedakar olması lazımki çocuklar, gençler o fedakarlığı görsün. Eğer o ablalarımız ve ağabeylerimiz sadece söylemde kalırsa o gençlere tesir etmez. Biz genç iken başörtünün kıymeti vardı. Sakalın kıymeti vardı. Müslüman gencin kıymeti vardı. Bizi aşağılarlardı. Başörtülü bacılarımıza yo-baz, gerici derlerdi ama biz o yobazlıktan ifti-har ederdik. Ayaklarımızı vura vura yürürdük onların karşısında. Alana inmek lazım. Bire-bir ilişkiler çok önemli. Selami onu yapıyordu. Gençlerle oturup muhabbet ederdi. Tanıdığı insana koşuyordu, gece kalkıp yatağından gi-debiliyor musun bir arkadaşının bir dostunun yanına? İşte dertli bir insan için bu tavırlar mü-him. Para göndereyim falan değil. Birebir ol-mamız lazım alanlarda. Selami ve şehitlerimiz bunu yapıyordu.

Şehid Hüseyin Kurumahmutoğluna...

Sen bir güvercin uçuşursun göklerde Ay ondördünü kuşanmış enginlerde Adın Hüseyin adın destan dillerde Hüseyin canım... Sığdıramadı mamak seni kafese Kırdın dağıttın zindan duvarlarını Gittin umuda buldun sevdalarını Şehadetle gülüm.... Bak işte canım bir ordu olmuşsunuz Can vermişsiniz yeşil sarık uğruna İşte kainat bizim ellerimizde Hüseyin canım... Küfrün bağrında yeşermiş ormanlarız Kıskanır bizi güneş ay ve yıldızlar Tanısın dünya bilsin biz Müslümanız Hüseyin canım... Sığdıramadı mamak seni kafese Kırdın dağıttın zindan duvarlarını Gittin umuda buldun sevdalarını Şehadetle gülüm.

Şehid Metin Yüksel’e..

Molla Sadrettin’in mahdumuydu Doğu’nun ezilen çocuğuydu Ey mücahid metin yüksel Bizlerin önderi siz şehitler Metin Yüksel ölmedin sen ölmedin sen Metin Yüksel ölmedin sen Molla Sadrettin’in en yiğit oğlu Metin’in ölmedi cennete doğdu Her şehid bir adımdır zafere Her zafer bir umut kutlu yere Metin Yüksel ölmedin sen ölmedin sen Metin Yüksel ölmedin sen Molla Sadrettin’in alnı secdede Metin’in annesine şehadet müjde Ağla müslümanım haline ağla İslam ülkesinde garip bu dava Metin Yüksel ölmedin sen ölmedin sen Metin Yüksel ölmedin sen

ŞEHİTLERE İTHAF EDİLEN MARŞLAR

42 • Şubat’16 Şubat’16 • 43

Karantina Karantina

Fuat Çağlar’a ithafen

bir civan uğurladık bizim illerden gezdi dolaştı dünyayı gördü zulümler tutuştu bir ateş yandı derinden fuad’ım yiğidim kurban yoluna çok canlar feda ettik sevdan uğruna bir cansız beden bıraktın garip ellerde uçurdun can kuşunu sen ebedlere karşıladı seni rıdvan selamlar ile haberin gelir bize seherler ile gecelerde nefesin yüreğimizde büründün şimdi firdevsin yeşillerine kucaklaştın muhabbetle yarenler ile yudumladın kevser’i rasul elinde fuad’ım yiğidim selam sizlere yolumuz aydınlandı cesaretinle

Şehid Selami Yurdan’a....

Selamiye ÖzlemGece karanlığında bir yiğit çıkmış yolaElinde mavzeriyle alnı sanki yıldızlardaAdı bilinmez müslüman ver elini götür biziGötür bizi uzaklara özgürlüğün diyarına

Hak uğrunda geçen günler pekiştirmiş yüreğiniEkmek değil istediği izzetli bir yaşam diler

Adı bilinmez müslüman ver elini götür biziGötür bizi uzaklara özgürlüğün diyarına

Ve duası kabul oldu bir kurşun onu bulduOndan duyulan son ses Allahu Ekber oldu

Adı bilinmez müslüman ver elini götür biziGötür bizi uzaklara özgürlüğün diyarına

Şehid Furkan Doğan’a...

Ey Mavi Marmara’nın en genç şehidi Gençliğin baharında Muhammed Furkan Sen İsrail Zulmünün canlı şahidi Daha on dokuzunda Muhammed Furkan Özgürlük gemisinin ey güzel ferdi Ey zamanın Musab’ı, ey civan derdi Seni yola düşüren Gazze’nin derdi Gençliğin baharında Muhammed Furkan Kayseri’den Gazze’ye yol alan insan Kanınla kardeşliğe ruh verdin inan Onur oldun ümmete hem can hem canan Gençliğin baharında Muhammed Furkan Kürtle Türkle Arapla belki her ırktan Bir araya geldin sen garptan ve şarktan Gazze için vazgeçtin okuldan, barktan Gençliğin baharında Muhammed Furkan Gemide vurulmanla vuruldu insan Perdesin sen ey insan öldü mü vicdan Vicdanlar yaralıdır ey ehl-i iman Gençliğin baharın Muhammed Furkan Ey şehadet aşığı, gül yüzlü Furkan Senin akan kanındır zülme bin ferman Şahadet yaramaıza en büyük derman Gençliğin baharında Muhammed Furkan

“Şehadet Şerbetine son saatler inşallah! Var mıdır acaba daha güzel bir şey? Varsa o da sadece annemdir. Ama ondan ben de emin değilim, kıyasları çok zor... Salon büyük oranda boşaldı. Şu ana kadar olmayan ciddiyet bir anda herkesi kapladı.” Mavi Marmara – 31 Mayıs 2010

44 • Şubat’16 Şubat’16 • 45

Karantina Karantina

Uğur Süleyman Söylemez 1963 yılında Ankara’da doğdu. Evli

ve üç çocuk sahibiydi. Ticaretle uğ-raşıyordu. 2010 yılının Mayıs ayın-da Gazze’ye insani yardım götüren filodaydı. Mavi Marmara saldırısının hemen ardından Uğur Süleyman Söylemez’in ismi gemide hayatını kaybedenler arasında geçti ancak daha sonra yaralılar arasında olduğu ve başından aldığı bir kurşunla ağır yaralandığı tespit edildi. 4 yıl koma-da kalan Uğur Süleyman Söylemez 24 Mayıs 2014’de Ankara’daki evin-den şehitler kervanına katıldı.

Gemiye binmeden önce kaleme aldığı vasiyeti;“BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİMKardeşlerim, vasiyetimi yazmadan evvel sizleri Allah’ın selamıyla se-lamlarım. Şu günlerde Allah izin ve-rirse, İHH’nın organize ettiği insanı yardım gemisiyle Gazze’ye gitmek üzereyiz. Bu kararımı verirken maz-lum Filistin halkının İsrail zulmüne karşı bizler de sizlerin yanındayız yargısını verip yardım etmek üze-re yola çıkmak üzereyiz. Kardeşlik sorumluluğumuz bilinciyle hareket ederek her şeyimizi bırakıp bu yolda başımıza gelecek her türlü zorluğa karşılık Allah’a dayanarak sabretme-ye hazırız. Çünkü yeri gelince dava-mız uğrunda her şeyimizi Allah için

terk etmeliyiz. Çünkü Allah’ın davası İslam, her şeyin üzerindedir. İsrail’in her türlü tehditlerine karşı hazırız. Vururlarsa şehit oluruz, zaten en büyük idealimiz şehitliktir. Eğer Al-lah yolumuzu açık ederse, ambargo halinde olan kardeşlerimize yardım-larımızı ulaştırırız ve inşallah ölene kadar bu hal üzeri yardımlar ulaştır-mak için Rabbimizden yardım dileriz. Sizlerden ricam Filistin davasına gösterdiğiniz duyarlılığı, yaşadığımız toplumdaki tağuti güçlere karşı da gösterelim. Sorumluluk duygusuyla hareket edip aramızdaki tevhid ehli gruplar olarak ihtilafları çözüp tek vücut halinde küfre karşı cemaat bi-linciyle hareket edip Allah’ın dinini hakim kılmak için Allah’tan yardım dileyelim. Birbirimizi Allah için seve-lim. Emin insanlar olalım, çünkü Al-lah Resulü peygamberlik gelmeden önce emin insandı, her şeyin başı emin olmaktır. Vasiyetimi uzatma-dan sizden ricam kardeş olun, birbi-rinizi Allah için sevin ancak mümin-ler kardeştir. Hiçbir zaman tevhid çizgisinden ayrılmayın. Şeytandan Allah’a sığının. İnşallah hep birlikte tevhidi kardeşler olarak cenneti ger-çek yurdumuz olan ahret yurdunda buluşalım. Hakkınızı helal etmenizi rica ederim.”

YERYÜZÜNÜN YILDIZLARI

ŞEHİD UĞUR SÜLEYMAN SÖYLEMEZ

1978 yılında İstanbul’da doğdu. Ma-latyalı olan Yıldırım, ilk ve orta öğre-nimini İstanbul’da tamamladı. 2005 yılında İHH İnsani Yardım Vakfı’nın Eczane Bölümü’nde çalışmaya baş-ladı. 2007 yılında Refika Hanım ile evlendi. 1 evlatları var. Geminin üst güvertesinde şehid oldu. Gemiye İstanbul’dan katılmıştı.

Her zaman güler yüzlü, sakin, sabırlı ve çok merhametli biri sabır abidesi olarak tanımlanıyor. Amatör olarak 5 yıl kadar kıck box ve boxla ilgilendi. Fatih, Şehremini İskender

Ağa Camii’nden Sadrettin Hoca ve İdris Hoca’nın talebesidir. Şehidimiz Necdet Yıldırım hem çok inançlı, hem çok mütevazi hem de çok sa-bırlı ve şükreden bir mümindi. Temiz ve sade giyinirdi. En ön plana çıkan özelliği kibirden nefret etmesi, hare-ketlerinin sünnete uygun olup olma-dığına dikkat eder ve sürekli kendi kendini kontrol ederdi. Onunla dün-yevi bir konuyu görüşmeye çalışsa-nız muhakkak bir yolunu bulur sün-netten, Kuran’dan örnekler verirdi.

1972 doğumlu olan Cevdet Kılıçlar evli ve 2 çocuk babasıdır. Marmara Üniversitesi İletişim fakültesi me-zunudur. Selam, Millî Gazete ve Va-kit gazetelerinde çalıştı, köşe yazarlı-ğı yaptı. Son olarak İHH’nın internet sitesi sorumlusu olarak görev yapı-yordu. 2007 yılında kaleme aldığı köşe yazısının bir kısmını sizlerle paylaşıyoruz.

“Bir Müslüman eğer Yahudilerle ilgili bir şeyler yazıp çiziyorsa ona

yakıştırılacak ilk cümle antisemitist (Yahudi düşmanı) olduğudur. Çok şükür Yahudiler dahil hiçbir kavme peşin yargı ile bakmıyorum. Çünkü Rabbimiz Kur’an’da “Bir kavme duy-duğunuz kin sizi o kavim hakkında haksızlığa sürüklemesin” uyarısında bulunuyor. Tüm bunlar ışığında anti-semitist olmadığını açıkça söyleyen ben, aynı açıklıkla antisiyonist oldu-ğumu söyleyebilirim.”

ŞEHİD NECDET YILDIRIM

ŞEHİD CEVDET KILIÇLAR

1949 yılında Batman doğumlu. Ela-zığ Fırat Üniversitesi’nin Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünü mezunudur. Evli ve 6 çocuk babası-dır. Siirt’in ilk yerel televizyonu olan Selam TV’yi kurar ve uzun süre yö-netir. Kur’an Kursu, Yurt, Cami ve ak-lınıza gelebilecek her türlü fukara ve guraba evlerinin elektrik projeleri

için ilk kapısı çalınanlardan olur. Üc-ret tekliflerine karşılık ahirete yatı-rım olarak hayır duası ister.

Gemide nöbet tutacaklar listesin-de yedek olduğunu görünce “ beni yaşlımı gördünüz bir güreşelim de yaşlı olup olmadığımı görün” deyip kendini asli listeye aldırmıştır. Görev yerinde şehadet şerbetini içti.

ŞEHİD İBRAHİM BİLGEN

46 • Şubat’16 Şubat’16 • 47

Karantina Karantina

1991’de New York‘ta doğdu. Daha sonra ailesiyle beraber Kayseri‘ye yerleşti. Lisesi son sınıf öğrencisiydi ve iki yıldır üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan Doğan, yabancı uyruklu öğrenci statüsünden dolayı 18 Nisan 2010’da Yabancı Öğrenci Sınavı’na girmişti.

Furkan Doğan’ın elindeki küçük kamera ile çekim yaparken iki kere kafasından olmak üzere defalarca vurulduğu ifade edildi. Adli tıp raporundan yola çıkarak Furkan Doğan’ın güvertede bilinci açık ya da yarı bilinçli bir zaman yattığını ve daha sonra yüzünden vurulduğu tespit edildi.

1971 doğumlu olan Şehidimiz Diyar-bakırlıdır. Evli ve 4 çocuk babasıdır. Ortaöğretim yıllarında bir yandan da şark usulü medrese tahsilini sürdür-dü. 1992 yılında çok özlemini duy-duğu El-Ezher Üniversitesi’ne kay-dını yaptırdı. Arap Dili Araştırmaları Fakültesi’ni 1997 yılında başarıyla bitirdi.

Başkanı olduğu Aydınlık Yarınlar İçin Hak ve Özgürlükler Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin (AYDER) çatısı altında, İslam’ın Ehli Sünnet ve

Cemaat çizgisinde doğru anlaşılması ve yaşanması için davet ve irşad ça-lışmalarında bulundu.

Güzel ahlakı ve yaşantısıyla her-kes tarafından sevilen Diyarbakır’ın kanaat önderlerinden Şehit Ali Hay-dar Hoca, son yıllardaki ilmi araş-tırmalarında ve verdiği derslerde, Kur’an ve Sünnetin doğru anlaşılma-sı, Müslümanların arasında birliğin sağlanması ve Kudüs’ün özgürleşti-rilmesi için çalışılması gerektiği hu-suslarına çokça vurgu yapardı.

1956 yılında Adana’da doğdu. 1 ço-cuk babasıdır. Gemiye Adana’dan katıldı. 1973 yılında Tekvandoya başladı birçok ödül aldı. 1992 yılın-da ve 1998 yılında yılın hakemi se-çildi. Birçok defa Tekvandoda Dünya şampiyonu oldu. İHH ve Adana İnsa-ni Yardım Derneğinde gönüllü olarak çalıştı. İnsani yardım çalışmalarında aktif bir şekilde ön saflarda yer aldı, sürekli mağdurun ve mazlumların yanında oldu. Adana İnsani Yardım Derneğinde özellikle eğitim, kültür

ve gençlik komisyonunda gençlere yönelik yapılan tüm çalışmalarda sü-rekli ön saflarda oldu.

Disiplini, kararlılığı ve aldığı gö-revi en iyi şekilde yerine getirme isteği onun en belirgin özellikleri idi. Filistin için yapılan tüm etkinliklerde hep ön planda ve aktif olarak çalıştı. Dostları ile vedalaşırken son olarak şu sözü söylemişti:

Tekvandoda Dünya şampiyonu olduk, şimdi sıra ahiret şampiyonlu-ğunda inşallah.

ŞEHİD FURKAN DOĞAN

ŞEHİD ALİ HAYDAR BENGİ

ŞEHİD ÇETİN TOPÇUOĞLU

Fahri Yaldız 1967 yılında Adıyaman’ın Besni ilçesine bağlı Başlı Köyünde doğdu. 9 yaşında babasını kaybe-den Fahri, küçük yaşta kardeşlerinin geçimi için çalışmaya başlamıştı. Evli ve 4 çocuk babasıdır. Adıyaman Belediyesi’nde elektrikçi olarak gö-rev yapan ve İHH’nın tüm etkinlikle-rinde aktif olarak görev alırdı.

Doğup büyüdüğü köyde bir camii yaptırmak istedi. Bütün masraflarını kendisi karşılamak istiyordu. Senin gücün buna yetmez, diyenlere ‘Gere-kirse evimi satar yine de bu camiyi tamamlarım’ diyordu. Köydeki genç-lerin boş vakitlerini okumakla geçir-meleri ve kendilerini geliştirmeleri için köye kütüphane yaptırdı.

Cengiz Songür, Konyalı evli ve 7 çocuk babasıdır. Gemiye İzmir’den katıldı. Ticari anlamda çok par-lak işler yapamamış ama şükrünü tam tersine her zaman arttırma-yı şiar edinmiş bir kişiliğe sahipti. İnfakın insanı cennete götürecek bir yol olduğuna inanmıştır her za-man. Ki herkesin yastık altı yapma-ya çalıştığı bir zamanda, cebindeki son yüz lirasının yarısını infak ede-cek kadar olgun bir kişiliğe sahipti. Kendi deyimiyle; askerlikten sonra ciddi anlamda hidayet bulmuş ve bu heyecanla kendine okumayı yoldaş edinmiştir. Gemide sonradan cebi-ne konduğunu fark ettiği mektubu

gemide okumuş arkadaşlarıyla ağla-mışlar. Kızının mektubu;

“Aslında sana söylemek istediğim yüzlerce cümle var” sözleriyle başla-yan mektup şöyle devam ediyordu: “Ama Filistin denilince hele ki oraya giden sen olunca kelimeler ağzımda düğümleniyor. Korkuyorum baba. Kardeşlerimin gözündeki hüznü an-nemin yüzündeki endişeyi gördükçe korkuyorum. Ama sonunda seni kay-betmek de olsa git baba. Bir yetimin gülümsemesi için, bir annenin duası için git baba. Geriye bir tek adın dön-se de git baba. Senin kızın olmak çok güzel baba.”

Cengiz Akyüz 1969’da Mardin Midyat’ta doğdu. Evli ve üç çocuk ba-basıdır. Çocukluğundan itibaren al-çı-dekorasyon işinde çalışan Akyüz, çevresinde hareketli, insan canlısı, yardımsever ve neşeli bir kişi olarak biliniyor.

Gazze’ye insani yardım götür-mek için organize edilen filoya ka-tılım formunda yardım edebileceği alanları “inşaat işleri” olarak belirt-

mişti. Gazze’de yaşayan evsizler için bir şeyler yapmak isteyen Akyüz, bu konvoya neden katıldınız sorusunu ise “Allah için.” diyerek özetlemişti. Çevresindeki herkesin düğününe, cenazesine katılır ve güzel sesiyle ilahiler, ezgiler söyler, bendir çalar-mış. Bu yolculuğa çıktığında Cengiz Akyüz’ün en çok istediği şey Gazze’de yapılacak hastanenin malzemelerini buradaki kardeşlerine ulaştırmaktı.

ŞEHİD FAHRİ YILDIZ

ŞEHİD CENGİZ SONGÜR

ŞEHİD CENGİZ AKYÜZ

48 • Şubat’16 Şubat’16 • 49

Karantina Karantina

Ben önce Yüce Allah’tan davasına bağlı, muttaki, salih ve sarsılmaz bir imana sa-

hip olan bir gençle evlenmek istemiştim. Çok şükür bu duam kabul oldu. Eşimle on bir yıllık evliyiz. Evliliğimiz boyunca herhangi bir zorluk, sıkıntı yaşamadık. Eşimi sadece gülen yüzüyle hatırlıyorum.

Düğünümüz sade bir düğün oldu. Evliliği-miz huzurluydu, evimiz huzurluydu.

Kaç çocuğunuz var?Dört çocuğum var. Biri on, biri sekiz, diğeri

beş, küçük bebeğim de henüz altı aylık.

Şehid, ailesine karşı nasıl bir in-sandı, ailesiyle nasıl ilgileniyor-du?

Eşim ailesine karşı çok iyi bir in-sandı, merhametliydi. Çocuklarına hep şefkatle bakardı, onların üzül-mesini istemezdi. Yaramazlık yap-tıklarında bile gülümsemesiyle on-ları ikna etmeye çalışırdı, severdi, kucağına alırdı. Şehadeti de çok istiyordu. Çocuk-larını yanına çağırıp onlara sarılarak “in-şallah benim ço-cuklarım da şehid olur” derdi.

Peki, şehidin insani ilişkileri nasıldı? Akrabalarına, komşularına nasıl davranı-yordu?

Eşim hem bize hem akrabalarına hem de komşularına karşı çok anlayışlı bir insandı. Hiç kimsenin ondan incinmesini, kırılmasını, onun hakkında rahatsız edici bir biçimde konuşma-sını asla istemezdi. Herkesle iyi geçinmeye ça-lışırdı, herkes de ondan memnundu, onu çok severdi.

İslami davet ve tebliğ yönü nasıldı?Evliliğimizin ilk yıllarında eşim bir gün eve

geç geldi. Ben de çok merak etmiştim. Eşim bu davanın çok büyük olduğunu, sürekli

bizim hizmet etmemiz gerektiğini, ce-zaevinde yatan abilerimizin bizden daha çok hizmet beklediğini söyledi. Sürekli fedakârlık yapmamız gerek-tiğini anlatıyordu. Ben evime erken

gelip, çayımı, kahvemi içip dinlenen bir insan asla olmayacağım diyordu. İslam’a tebliği, hizmeti her zaman

bizden önce geldi. Ailesinden, çocuklarından, sevdiklerin-

den önce geldi.

Örnek verir misi-niz?

Mesela ben yemek yapıp çağırdığım za-

6-8 EKİM OLAYLARIDİYARBAKIR ŞEHİTLERİ

6-8 Ekim 2014’de Diyarbakır’da, Kobane’deki İşid saldırılarını ve iktidarın olaylara tutumunu protesto etmek bahanesiyle sokağa çıkartılan insanlar tarafından şehid

edilen kardeşlerimizin aileleri ile konuştuk.

AYTAÇ BARAN“36 yaşında şehit düşen Aytaç Baran, Peygamber Sevdalıları Derneği üyesi ve

Yeni İhya Der başkanıdır. 6-8 Ekim olaylarında şehit edilen Yasin Börü’nün hoca-sıdır. Evinde çıkıp İslami hizmetini sürdürdüğü derneğine gittiği esnada uğradığı

silahlı saldırıda şehid oldu. Evli ve dört çocuk babasıdır.”*Röportaj şehidin eşi Gülşen Baran ile yapılmıştır.

man bazen gelirdi, bazen öğrencilerim beni bekliyor deyip gelmezdi ya da yemeği kısa tu-tar hemen derslere giderdi. Misafirleri de çok severdi. Bir gün eşim evdeydi. Dışarda genç-ler kavga ediyorlardı. Eşim aşağıya indi ben de pencereden onları izliyordum. Gençlerden birinin omzuna elini koymuş nasihat ediyordu. Yukarı çıktığında onunla ne konuştuğunu sor-dum, böyle kötü sözler söylememesi gerektiği-ni anlattım dedi. Siniri bozuk olduğu için böyle kötü laflar ettiğini ve özür dilediğini söyledi.

Şehidin maddi konuda çektiği bir sıkın-tısı var mıydı?

Yok. Çok şükür maddi bir sıkıntımız olmadı. Parayı dert edinecek bir insan değildi. Eşim ka-naatkar biriydi ve benim de öyle olmamı ister-di. Hiçbir zaman lüks arabalar kullanmayı, pa-halı elbiseler giymeyi düşünmezdi. Eve küçük bir kumbara getirmişti ve çocuklardan oraya bozuk paralarını atmalarını istemişti. Yoklu-ğun, sıkıntının ne olduğunu anlamamızı ister ve bize nasihatlerde bulunurdu. Biz de onun tavsiyelerine uyardık.

Size, çocuklarına, gençlere ne gibi tav-siyelerde bulunurdu?

Eşim özellikle cemaatle namaz kılmayı, Kur’an’ı kerim okumayı, anlatmayı ve İslam’a hizmet etmeyi tavsiye ederdi. Gençleri ve ço-cukları çok severdi. Özellikle gençlere çok vakit ayırırdı, onlarla zaman geçirmeyi çok severdi ve onları el üstünde tutardı. Gençler de onu çok severlerdi. Birbirlerinden her zaman çok memnunlardı. Bir ara sabah namazı programı yapmışlardı ve ona katılmalarını çok önemser-di. Gençler olmadan olmaz, bu davanın yürü-mesi, ayakta durması için gençlerle çalışma-mız onlarla beraber olmamız lazım derdi.

Şehidin hatırladığınız güzel sözleri var mı?

Eşim insanlara kızıp sinirlenemezdi o za-manlarda hep “Allah sizi affetsin” cümlesini çok söylerdi. Bazen sorunla, sıkıntıyla karşılaşsa “dünyada bize rahatlık yoktur” derdi ve bunu bize hep hatırlatırdı. Eve selamsız girmezdi.

Eşim henüz evlenmeden önce cezaevinde yatmıştı. Dokuz ayı kalmıştı. Biz evlendikten iki ay sonra da kalan cezasını yatmak için tek-rar cezaevine girdi. Cezaevindeyken en büyük

tavsiyesi sabırdı. Benim cezam az diyerek ce-zaevinde yıllarca kalan ve bedel ödeyen diğer abileri örnek gösteriyordu bana. Bu dokuz ay zor geçse de yine de şükrettim o süreçte.

Eşim İslam’a hizmet etmeyi çok seven bir insandı. Beni karşısına alıp İslam davasının çok aziz ve yüce bir dava olduğunu anlatırdı. Zindanda olan abilerimizin dışarda olanlar-dan daha çok fedakârlık beklediğini söylerdi ve kendisine İslam’ın hizmetçisi derdi. İslam davasında benim de kendisine destek olmamı isterdi. Sen bana destek olursan bu hayırdan sen de mükafatlanırsın derdi. Çok şükür bu-güne kadar eşimin hizmetlerinden dolayı, eve geç gelmelerinden dolayı hiçbir zaman yoluna taş koymadım, elimden geldiğince destek ol-maya çalıştım. Ona yardımcı olmam onu daha da mutlu ediyordu, azmini artırıyordu.

Şehidin en çok istediği şey neydi?Eşim hayatı boyunca üç şey istediğini söy-

lerdi: evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı ve şehid olmayı.

Eşim ibadetlerine de çok düşkün bir insan-dı. Camide cemaatle namaz kılmayı çok sever-di. Sünnet namazlara da çok dikkat ederdi ve bizim de kılmamızı isterdi. Eve geldiği zaman eğer namaz kılmamışsa imam olur ve bize ce-maatle namaz kıldırırdı.

Eşim kitap biriktirmeyi değil kitap okumayı tercih ederdi. Bir kitap bitiirip diğerine başlar-dı. Dergi veya gazetelerde beğendiği yazıları benim de okumamı tavsiye ederdi. Okuduğu yazılardan da mutlaka notlar alırdı. Bir Müs-lümanın sürekli gündemden haberdar olması gerektiğini söylerdi.

50 • Şubat’16 Şubat’16 • 51

Karantina Karantina

Mehmet amca, oğlunuz-dan bahseder misiniz?

Hasan ilkokul ve lise-ye gitti. Tüm arkadaşları ondan razı, memnundu. Ticaretle uğraşıyordu. Ti-carette ahlaklıydı. Kaç ki-şiyle ortaklık yaptı kimse gelip de şikayet etmedi. Şu hatası oldu demedi. Dürüsttü. Hak hukuka çok dikkat ederdi. Kimsenin hakkı üstüme gelmesin derdi. Amcasını günde 10 sefer görse elini öperdi, hürmetliydi. Akrabalarını çok severdi. Bazı akrabala-ra gitmeyelim dediğimde “ gideceğiz akrabamızdır “ derdi. İnsanların evlerine gider hallerini sorardı. Şe-hid olmadan 1 hafta önce kuzenini cezaevinde ziyaret etmişti. Bazen kızardım bağırırdım. 1 saat son-ra hiç bir şey olmamış gibi davranırdı, saygılıy-dı. Beni severdi. Annesine çok düşkündü. Ben biraz sert idim. Gece yarısı olsa anası gel dese gelirdi. 6 yaşında camiyle tanıştı. Dinine nama-zına çok dikkat ederdi. Ben namazı hızlı kılarım Hasan yavaş kılardı.

Evi bizden ayrıydı. 4 senelik evliydi. Bir gün binalarında bir tamir işi olmuş yapmış. Birkaç kişi para vermeyeceğiz demiş. Vermiyorsanız vermeyin ben sizi Allah’a havale ediyorum de-miş. Benim hayrım sadakam olsun dedi. Hiçbir kimsenin kötülüğünü istemiyordu. Elinden gel-diği kadar yardım yapardı. Herkes ona hayran-dı. Bir gün bir güvenlikçi durdu. “Ben Hasanın iş yerinin orada oturuyorum yanına gidip soh-bet ederdim dedi. Keşke onu tanımasaydım... “Bu vahşete herkes üzülüyor.

Bursa’da tarlaya git-tiğimiz de mübarek bir gündü oruç tutmuştu. Sı-caktan bayılmıştı. Hanımı diyor bizim 12 battaniye-miz vardı. Hepsini ihtiya-cı olanlara dağıttı 2 tane kaldı bize. Açmadığımız kap kaçakları alıp götürdü dağıttı. Bir gece 11 de bir arkadaşını aramış. “Uyu-yamıyorum bazı aileler geldi Suriye’den eşyaları yok arabanı al gel eşya

toplayıp götürelim.” demiş. Bize de geldi soba verdik. Sonra “ artık uyuyabilirim” demiş. Çok seviyordum. Oğlum, Hasan demezdim tertip diye seslenirdim. Be-raber umreye gidecektik. O cennete gitti. Biz şehadetin den sonra çocuklarla bera-

ber umreye gittik. Şehadete aşıktı... Annesi geçen gün rüyasında görmüş. “Anne

neden bu kadar üzülüyorsunuz, anlamıyorum bizim yerimiz çok iyidir “ demiş.

Bir gün Suriyeli bir aileye ev verilmeyince kefil olmuş. Ev sahibi, kira, su elektriği öde-mezlerse sen ödersin demiş. Son 2 ayında hanımlar için inşa edilen bir medresenin in-şaatında Riyad’la beraber çalışıyordu. Bir gün üzeri boyalı gelince “ boyacı olmuşsun “ dedim. “ baba kimse yoktur, parada yok biz Riyad’la boyadık “dedi. Günlerini orda geçirdi. Ahiret hazırlığım olsun dedi.

Şehadetinden önce medrese bitmişti. Şe-hadetinin ardından açılışı oldu. Biz onlardan ne kadar razıysak Mevlamız da o kadar razı olsun inşaallah.

HASAN GÖKGÖZ“Evli ve 1 çocuk babası, eşi ikinci çocuğuna hamile olan şehit 27 yaşındaydı

ve esnaflık yapıyordu. Bağlı bulunduğu İslami Sivil Toplum Kuruluşunun fakirlere kurban eti dağıtım işiyle ilgileniyordu. PKK’lılar tarafından başı ezilerek üçüncü kattan aşağı atılarak şehid edilmiştir. Her fırsatta Kuran dersi vermiş ve İslami

hizmetlerde bulunmuş bir müslümandır.”*Röportaj şehidin babası Mehmet Gökgöz ile yapılmıştır.

Hüseyin’i bizlere anlatır mısınız?

Cami kapanana kadar cami-de kalırdı. Bazen camide yatar-dı. Bir gün camide kaldığında babasına telefon açtım, baba-sıyla amcası caminin imamını bulup getirdiler. İmam camiyi açınca Hüseyin’in üst katta yat-tığını görmüş.

Hüseyin beş yaşındayken camiye gitmeye başladı. Temiz bir çocuktu, terbiyeliydi, efen-diydi. Okula ilk başladığında onu ben götürüp getirirdim. Hüseyin bir kuzuydu, ben bir çobandım ve çoban gibi pe-şinden geziyordum, sahip çıkı-yordum. Ona her şeyden önce Allah’ı öğrettim. Helali, haramı, acımayı, merhameti öğrettim. Hiçbir zaman yanlışı, kötü ah-lakı öğretmedim. Hüseyin de beni dinliyordu ve benden ha-bersiz hiçbir şey yapmazdı.

Hüseyin akıllı bir çocuktu, uysaldı, insanlara merhamet ederdi. Maaşının bir miktarını yoksul ailelere veriyordu, Su-riyeli ailelere yardım ediyordu. Hüseyin, Riyad, Hasan. Üçü or-taklaşa yoksul ve mağdur aile-lere yardım ediyorlardı. Bana da “anne o kadar fakir aileler var ki, görsen dayanamazsın” diyordu. Yazın buz-dolabı ve pervane, kışın da soba ve battaniye alıyorlardı. Sokak hayatı yoktu. Yardımı severdi

ve hep yardımların içinde bulu-nurdu.

Hüseyin birinin aç olduğunu bilse rahat edemiyordu. Gelip bana “anne bugün bir Suriyeli aileye gittim. Evde kullanma-dığın kıyafet, yiyecek ne varsa ver ben götüreyim” diyordu.

Dokuz yaşında marangozda çalışmaya başladı. On bir yıl hep çalıştı, çocukluğunu yaşa-madı. Hayatı ev – iş ve İslam hayatıydı. Büyüdükçe kendini geliştirdi ve Müslüman çevre-de büyüdü. Ben Allah’a Hüseyin için ne kadar şükretsem az. El-hamdülillah Hüseyin hak yolun-da şehid oldu. Ben Hüseyin’den razıyım. Allah da ondan razı olsun. Hüseyin ile ilgili hiçbir pişmanlığım yok. Şehadetinde de hiç isyan etmedim. Hüseyin şehadeti çok istiyordu.

Gece namaza kalkardı ve o gece namazını titreyerek, ağ-layarak, huşu içinde kılardı. Kendi odasında hep Rabbiyle konuşurdu. Hep “Allah’ım ben senden razıyım Sen de benden razı ol” derdi.

Bizler Müslümanız. Allah’a iman etmişiz. Kendi malımı-

zı, canımızı, evladımızı Allah’a kurban etmişiz. Hepsi Allah yolunda feda ol-sun. Hüseyin tekrar dünyaya gelse tekrar şe-hid olmasını isterim. Zaten hepimiz öleceğiz, Allah’ın rızasını alarak ölelim.

HÜSEYİN DAKAK“19 yaşında şehit edilen Hüseyin Dakak, bir şirkette işçi olarak çalışıyordu.

Cami’de çocuklara Kuran dersi veriyordu. Arkadaşları ile kurban eti dağıtırken yolu kesilip, başı ezilerek ve vücudu ateşe verilerek vahşi bir şekilde kurban

edilmiştir.”*Röportaj Hüseyin Dakak’ın annesi Zerife Dakak ile yapılmıştır.

Hüseyin Dakak’ın annesi Zerife Dakak

52 • Şubat’16 Şubat’16 • 53

Karantina Karantina

TURAN YAVAŞ

“Şehit Turan Yavaş, 1977 Diyarbakır do-ğumludur. 7 Ekimde kurban kesimi için Peygamber Sevdalıları Platformu’nun kesimhanesine gitmiş arkadaşlarına yar-dım etmiştir. Kesimhaneden çıktıktan sonra PKK’lılar tarafından silahlı saldı-rıya uğramıştır. Olay yerinde şehit düş-müştür. Şehit evli ve iki kız çocuğu sahi-bidir.” *Röportaj, şehidin kardeşi Kemal Yavaş ile yapılmıştır.

Şehid Turan Yavaşı anlatır mısınız?Küçük yaşlardan beri ilim tahsil eden abim

lise mezunudur. Kuran, hadis, siyer alanların-da medrese eğitimi almış Kuran-ı Kerim ica-zetini ceza evinde almıştır. Çevresine, ailesine öğrendiklerini aktarırdı. Sesi güzeldi. Fırsat buldukça bizi toplar Kuran-ı Kerim okurdu. Küçükken televizyon izlemeyelim diye televiz-yona su döktüğünü hatırlarım. Kendisinden 1 yaş küçüğüm. 11- 12 yaşlarında beraber su satardık. Babam inşaat işçisi. Bedeni zayıf diye onu inşaata götürmez hafif işlerde çalış-masını sağlardı. 16 yaşında içinde bulunduğu İslami çalışmalardan ötürü içeriye alındı. Gör-düğü işkenceler sebebiyle sağ kulağı duymu-yordu bir kolundan felç geçirdi. Sürekli hicret etmek zorunda kaldı. Gece namazlarında de-vamlıydı. Kimseye zarar verdiğini görmedim. Şehid olduktan sonra çekilen fotoğrafta fark etmişsinizdir yüzünde bir rahatlama var. Bu zahmetli meşakkatli hayattan sonra ahirete gülümseyerek gitti. Ondan bize eşi, çocukları Fatma ve Hatice kaldı. Amca baba demektir. Onların yanında olmaya çalışıyoruz. Fat-ma çok küçük baba özlemi daha fazla. Bir sıkıntımız yok elhamdülillah. Biz on-dan razıydık Allah da ondan razı olsun inşaallah.

RİYADGÜNEŞ

“Evli ve iki çocuk babası olan şehid 28 ya-şındaydı. İnşaatlarda boyacılık yapardı. O da diğer şehid arkadaşları gibi fakirlere kurban eti dağıtımıyla ilgileniyordu. Vü-cudu tanınmayacak bir şekilde linç edile-rek şehid edildi.”*Röportaj şehidin ağabeyi Nihat Güneş ile yapılmıştır.

Riyad evli 2 çocuk babası 28 yaşında idi. İnşaat işçisiydi. Aramızda 1 yaş vardı. Ar-

kadaş gibiydik. Yapılan haksızlıklara boyun eğmezdi direnirdi. Babamın vefatından dolayı (ben 5 yaşındayken vefat etti) okuyamadık ça-lıştık. Ailemizde okuyan yoktur. İşten sonra ca-miye derneğe sohbete giderdi. Beni de teşvik eden gitmemi sağlayan kendisidir. Mevsimlik işçi olarak pamuğa, fındığa, çapaya giderdik. Yorgun düşüp uyuduğumda (batıda yatsı eza-nı geç okunuyor) beni namaza kaldırırdı. Ben de onu sabah namazına kaldırırdım. Kuran-ı Kerim’i çok okurdu. Akrabalık ilişkilerine önem verirdi. Oturduğumuz mahallede mad-de bağımlısı genç çoktur. İş çıkışı onları toplar parka ya da evine götürür çay içirirdi. Şehade-tinden sonra gençler hala anlatıyor. Çevresin-den onu dinlemenizi çok isterim. Halen batıda çalıştığı yerlerde ki arkadaşları beni arar. Ku-ran kursuna giden gençleri halı sahaya götü-rür maç yapardı. Pikniğe havuza götürürdü. Gençlerle ilgilenmeyi çok severdi. Suriye’den Irak’tan şehrimize çok muhacir geldi. Bizler

yokluk içerisinde yetiştik. Riyad sürekli yardım toplardı. Eski gi-yecekleri eşyaları kabul etmezdi. Anneme ablama bana gelir eşya isterdi. Kendi evinden de götü-rürdü. Bir gün gece 1 de geldi. Battaniye istiyordu. Yeni bir aile geldi Suriye’den hiç eşyaları yok dedi. Rabbim ahlarını bırakmasın bırakmıyor da.

Riyad Güneş’in abisi Nihat Güneş

Turan Yavaşın kardeşi Kemal Yavaş

Bize oğlunuz Yasin’den bahseder misi-niz?

98 yılında şubat ayının 22’sinde doğdu. Daha okula başlamadan ben ona okuma yaz-ma öğretmiştim. Okula başlamadan kendi is-mini, benim ismimi, küçük cümleler halinde

yazı yazmayı öğrenmişti. Okula götürdüğümde öğretmeni bana bu çocuk hazırlıklı gelmiş ben hiç zorlanmadım demişti. Zekiydi, öğretilen her şeyi hemen öğrenirdi.

Yasin çok yumuşak huyluydu. Yalnız ailesine karşı değil, dışarıdaki insanlara karşı da say-gılıydı. Bir yere gittiğinde utancından kendini doğru düzgün ifade edemezdi. Biri bir şey sor-duğunda başı önde ve yavaş bir şekilde ona karşılık verirdi.

İbadetlerine düşkündü. Zaten çocukluğun-dan beri ibadetlerini aksatmıyordu. Zamane çocukları gibi değildi. Zamane çocukları gidip internet cafelerde, sokaklarda zaman geçir-mezdi. Kız arkadaşı yoktu. Arkadaşları dalga geçerlerdi “bu yaşa gelmişsin neden kız arka-daşın yok” diye. Eve gelip “benim kızlarla işim olmaz, neden beni bu kadar sıkıştırıyorlar!” diyordu.

Üzüldüğünde ben de üzülüyordum. Bu za-manda bu hassasiyete sahip bir gencin olması mucize gibi bir şey çünkü bazı ailelerin çocuk-larına baktığınızda daha on bir – on iki yaşında sevgili ediniyorlar ama Yasin’den şimdiye ka-dar böyle bir şey hiç duymadım.

YASİNBÖRÜ

“Şehid Yasin, 16 yaşında lise öğrencisi idi. Fa-kirlere kurban eti dağıtırken bir bina çıkışında Pkk’lılar tarafından kafası coplarla ezilerek bi-nadan aşağı atıldı. Ve bedeni araba ile ezildi. Tanınmayacak halde olan oğullarını aile, baca-ğındaki benden tanıdıklarını söylediler.”*Röportaj şehidin annesi Hatice Börü ile yapıl-mıştır.

54 • Şubat’16 Şubat’16 • 55

Karantina Karantina

ŞEHİDALİ KARAKAŞ

Şehidler Kervanı – 7 albümünde Küçük Ali adında bir parça vardır. Kurşun sesleriy-

le başlar ve devam eder;

Kara gözlüm annenin gözü yaşlıBir başka baharda mı gülecek gözlerimizBir baba mermisini görecek yüreğimizOndördünde gül yüzlüm yine bahar gelecekGöreceksin şehaded ne müjdeler verecekCan verdiğin toprakta nice güller bitecekNice Fuat, Hanifi, Ali ler can verecek

Senin derdin başkadır dilim dönmüyor Ali’mEllerim savaştadır öfkem dinmiyor Ali’mBir baba mermisiyle islam için ölümeSelam küçük şehidim lanet olsun zulüme

Genç Öncüler: Şehidler Kervanı’nın Şehid Ali için hazırladığı eser dolayısıyla haberdar olabildik kendisinden. Şehid Ali şehid oldu-ğunda kaç yaşındaydı? Hangi tarihte nerede şehid oldu?

1992 yılında Mardin’in Nusaybin ilçesinde şe-hid oldu. Ali şehid olduğunda 18 yaşındaydı. Kü-çük Ali dendi çünkü döneminin en küçük şehidi olmuştu.

Şehid Ali ile tanışmanız nasıl oldu?1989 yılında tanıştık. Bizler cami etrafında

toplanan gençler idik. İslami hizmetlerimiz ve çalışmalarımız oluyordu. Ali’nin çocukluk ve ma-halle arkadaşı da camide ki derslere katılırdı. Bir gün Ali’yi davet etmiş kendisi de camiye gelmişti.

Şehidin ailesinden, büyüdüğü atmosfer-den bahseder misiniz?

PKK’lı bir aileye mensuptu. Abisi örgütün Mardin sorumlusuydu. 1993 yılında yakalanarak ceza evine gönderildi. Halen cezaevindedir. Ba-bası da örgüt üyesi idi. Ali camiye düzenli gelme-ye derslere katılmaya başladı. Bizi tanıdı gördü ortamımızdan sohbetlerimizden kardeşliğimiz-den etkilendi eski çevresinden koptu. Sonraları bizlerle paylaştığı önemli bir hususu belirtmek-te fayda var. Kendisi bizlerle tanıştıktan 2 gün sonraya bir grupla dağa çıkmak için sözleşmiş. Annesine bırakmak için çektirdiği fotoğrafı şuan şehadetinde onu tanıtmak için kullanıyoruz... Biz-lerle tanıştıktan sonra bu fikrinden vazgeçmiş.

Kendisinde ki değişimlerden ve Ali’nin ki-şiliğinden bahseder misiniz?

Ali çok cesurdu çok dinamikti. Ali Karakaş dendiğinde herkes ondan korkar çekinirdi. Na-maza başladı eski çevresini terk etti. Ailesi varlık-lı bir aileydi. Kendisinde ki bu değişimden sonra boykota uğradı. Babası harçlık vermiyordu. Yaz aylarında Konya’ya giderek inşaatta çalışmıştı. 1991 yılında örgütün baskıları arttı. Ailelerimi-ze gidip oğlunuzu bu yoldan çekin ya da öldürün deniyordu. Tüm arkadaşların ailelerine gidildi. Can güvenliğimiz olmadığından evlerden ayrılıp beraber kalmaya başlamıştık. Bu istekleri aile-lerde karşılık bulamayınca kendi elemanları olan Ali’nin babasını seçtiler. Böylelikle bu örnekle el-leri güçlenecek diğer ailelere bu olayı örnek gös-terip baskı yapacaklardı.

“18 yaşında şehid edilen Ali Karakaş, 1992 ‘de İslami faaliyetler bulunduğu ve namaz kıldığı için babası tarafından sekiz kurşun ile şehit edilmiştir.”

*Röportaj şehidin çocukluk arkadaşı Tahir Kız-maz ile yapılmıştır.

Dicle Üniversitesi Matematik bölümünde oku-yan Muhammet Ata şehid olmuştu. Bizler tazi-yeye gitmiştik. Ali’nin ailesi ona tepki göstermiş babası üzerine yürümüş “taziyeye gitmişsin sofi-lerle takılıyorsun namaz kılıyorsun ilişkini kese-ceksin“ demiş. Ali evden çıkarken babası arkasın-dan şarjör boşaltmış. Ali babasının onu korkut-mak yıldırmak için böyle yaptığını düşünüyordu. Bu olayı önemsemeyerek gülerek anlatmıştı.

Şehid Ali ile son görüşmenizi ve şehade-tini anlatır mısınız?

Ali son kez eve gideceğini yıkanıp eşyalarını alıp geleceğini söyledi. Gitme bak hiçbirimiz git-miyoruz dedim. Takıldım. “Ali hangimiz çeyizimizi aldık” güldük. Bu akşam gideyim geleceğim dedi. Sonra sarılıp ayrıldık. 2 saat sonra silah sesleri geldi. Fakat o zamanlar da sürekli silah sesleri oluyordu. Bu bizim için normaldi.

Sabah 9-10 gibi bir arkadaş geldi. Ali şehid olmuş dedi. Biz koşarak Ali’nin kardeşinin baktı-ğı bakkala gittik. Babaları tüm aileyi toplayarak mutfağa koymuş. Ali kapıdan girip bağcıklarını açarken babası kurşun yağdırmış. Ali son ham-leyle babasının üzerine giderken düşmüş yere. 8 kurşunla. Olaydan sonra orta üçe giden kardeşi Metin olayı üsleniyor. Babası da tedbiren alınıyor. Ardından babası can korkusuyla suçunu itiraf ediyor ve hapise giriyor. Abisinin vurulmasına şa-hid olan küçük kız kardeşi babasının cezaevinden çıkışında onu otobüsten inerken takip ederek çarşının ortasında vuruyor.

Şehid’in arkadaşı Tahir Kızmaz

ŞEYHMUS DURGUN1954 yılında Diyarbakır’da

dünyaya geldi. İlk ve orta tah-silini, Diyarbakır’da bitirdi. Daha sonra da, İstanbul Teknik Üniver-sitesi Genel Makine bölümünü bi-tirdi.

Yüksek tahsili sırasında, o yıl-ların İslamcı Öğrencilerin merke-zi durumunda olan MTTB’de, çeşitli görevler aldı. MTTB’nin yayın organları ÇATI ve MİLLİ GENÇLİK’te, idarecilik yaptı ve birçok ko-nuda yazılar yazdı. Çatı dergisinde kaleme aldığı yazılardan birisi olan, 15 Nisan 1978 tarihli Bu Böyle Biline başlıklı yazısından dolayı; 163. mad-deden, Devletin Temel Nizamını İslam’a Uydur-mak ve Türkiye’de İslam Devleti Kurmak istediği için yargılandı ve 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bundan dolayı tutuklanarak, önce Bayrampa-şa Cezaevi’nde daha sonra da Çanakkale Ka-palı Cezaevi’nde hapsedildi. Çanakkale Kapalı Cezaevi’nde cezasını tamamlarken, laik rejimin gardiyanları tarafından, işkenceyle, 23 Ekim 1985 Çarşamba günü, şehid edildi.

Şehidin Not Defterinden....Ne yapıyorsunuz? Neyle uğraşıyorsunuz? Nasıl,

neyle, kimlerle kurtulacaksınız?Davasını idrakten yoksun Müslümanlar!...Artık, şu hitapların muhatabı olamayacak mısı-

nız?Olmayacak mısınız?Sen Müslüman!..Asırlar boyu insanlığın gerçek mutluluk meşa-

lesini elinde taşıyan, onunla gönülleri aydınlatan, ruhları dirilten, akılları pırıldatan sen…

Öz inancından, ayrılmakta, uzaklaşmakta toplu-mun içine düştüğü ızdırap ve kölelik uçurumundan çıkışının, esaretten kurtuluşunun, deccalsı ideoloji-lerce olamayacağını, olmadığını, düşünen kafanın, gören gözün, işiten kulağın, düşündüğünü, gördü-ğünü, işittiğini anla artık!...”

56 • Şubat’16 Şubat’16 • 57

Karantina

F aysal Bin Abdulaziz Kimdir? Nasıl bir çocukluk geçirmiş ve nasıl yetişmiştir.

Suud Ailesinin içerisinde kendisini farklı kılan durum nedir?

Faysal, Suûdi Arabistan’ın kurucusu Abdu-laziz bin Abdurrahman Âl-i Suûd’un üçüncü oğlu olarak 1906’da Riyad’da dünyaya geldi.

Annesi Tarfe’nin doğumdan 6 ay sonra vefatıyla birlikte, Faysal’ın ba-

kım ve terbiyesini anne ta-rafından dedesi Şeyh Ab-dullah üstlendi. 14 yaşına kadar dedesinin evinde

yaşayan Faysal, esaslı bir dini eğitim gördü, hafızlık yaptı. Diğer kardeşlerinden ayrı olarak, dedesinden aldı-

ğı eğitim, Faysal’ın daha din-dar ve donanımlı bir şekilde yetişmesini sağladı.

1925’te Hicaz’ın Suûdilerin denetimi-

ne geçmesiy-le birlikte,

ertesi yıl F a y s a l ‘ H i c a z G e n e l V a l i s i ’ o l a r a k

atandı. Henüz 20 yaşında bu önemli sorum-luluğu üstlenen Faysal, hac ve umre için dün-yanın dört bir yanından Hicaz’a gelen siyaset-çi, âlim, hareket adamı ve düşünürle sohbet imkânı buldu. Muhammed Esed ve Malcolm X başta olmak üzere, bizzat ağırladığı bu kişilerle yakın dostluklar kurdu, ihtiyacı olanlara maddi yardımlarda bulundu.

1953’te babasının ölümüne ve kendisinin de veliahd prenslik makamına geçmesine ka-dar sürdürdüğü Hicaz Valiliği, Faysal için İslâm dünyasının problemlerini, eksik ve ihtiyaçlarını yakından izlediği bir dönem oldu.

1964’te müsrif ve sefih ağabeyi Kral Suûd, ulemanın ve aile meclisinin ortak kararıyla gö-revden azledilince, Faysal, Suudi Arabistan’ın üçüncü kralı olarak tahta çıktı. Kral Faysal, 1975’teki ölümüne kadar, hem İslâmî hem de siyasi açıdan birbirinden önemli kararlara imza attı. Faysal’ı diğer Suûdi yöneticilerden farklı kılan şey de budur.

Kral Faysal Amerika’ya petrol ambar-gosu restini çeken lider olarak tanınıyor. Bu restin sebebi neydi?

29 Kasım 1947’de, Filistin’in Araplarla Ya-hudiler arasında taksim edildiği o ünlü BM oturumunda Arap delegasyonunun başkanı sı-fatıyla hazır bulunan Faysal, ABD ve diğer ülke-lerin İslâm dünyasını nasıl kandırdığını yakın-

“KRAL FAYSAL,HÂLÂ ÖRNEK”

Taha Kılınç ile Suudi Arabistan’ın pek tanınmayan Kralı Faysal bin Abdulaziz ve şahsiyetini konuştuk

dan gözlemlemişti. Bu tarih, onun Batı’nın iki-yüzlülüğünü bütün çıplaklığıyla görmesi bakı-mından, onun düşünce dünyasında bir dönüm noktası teşkil eder. Malum, Seyyid Kutub’un düşünce dünyasının dönüşümünde de aynı iki-yüzlülük temel teşkil etmiştir.

1967 ve 1973 savaşlarında da ABD ve diğer büyük güçlerin İsrail’i yakından desteklediğine şahitlik eden Kral Faysal, nihayet İsrail ve des-tekçilerine esaslı bir ders vermek için harekete geçti. Kendisinin şahsi kararıyla aniden başla-yan petrol ambargosu, 1974 sonuna kadar tam bir yıl sürdü. Ambargo, ABD başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde enerji krizine, benzin kuyruklarına ve borsaların çökmesine yol açtı.

Kral Faysal, ambargoyu sona erdirdikten kısa bir süre sonra sarayında yeğeni tarafın-dan öldürüldü.

Kral Faysal’ın Kudüs seferberliği ilan etmesi hakkında neler söyleyebiliriz?

Kudüs, Kral Faysal’ın bütün siyasetinin ve attığı uluslararası adımların nirengi noktasını oluşturur. Tıpkı Salahaddin Eyyubi’nin Haçlı iş-gali altındaki Kudüs için duyduğu hüzün gibi, Kral Faysal da 1967’de İsrail’in Kudüs’ü işgali karşısında derin bir kedere kapılmıştır. O tarih-ten ölümüne kadarki bütün adımları, sadece “Kudüs’ü kurtarmak” hedefine kilitlenmiştir.

Türkiye’de Müslümanlar antiamerikan-cılığın ve Kudüs hassasiyetinin Humeyni devrimi ile başladığı kanısındadır. Halbu-ki Kral Faysal’ın hamleleri Humeyni dev-riminden yıllar önce atılmıştır. Türkiye’li Müslümanların Kral Faysal’dan bihaber olmalarının en azından Humeyni kadar kendilerine gündem yapmamalarının se-bebi ne olabilir?

Sloganların hakikatleri susturduğu bir coğ-rafyada yaşıyoruz. Kral Faysal, özellikle de ikti-darda bulunduğu dönemin şartları dikkate alın-dığında, Müslüman bir yönetici olarak İslâm’ın ve Müslümanlar için elinden geleni yapmıştır. Elbette insan olarak şahsi kusurları ve yanlış-ları vardır, ancak attığı adımlar ve aldığı karar-

lar düşünüldüğünde, kendisinin çok yakından tanınması ve birçok yönlerden örnek alınma-sı gereken bir idareci olduğu kanaatindeyim.

İran’ın Kudüs’le ilgili iddiaları bağlamında da şunu söylemek yeterli olacaktır: İran, Kudüs davasını bölgesel hegemonyasını sürdürmek için kullanan bir devlettir. Kral Faysal ise Kudüs için canını vermiştir.

Kral Faysal’ın İslam Dünyası için plan-ladığı ekonomik ve sosyal projeler var mıydı?

Kral Faysal tam bir aksiyon ve ufuk ada-mıydı. 1969’da Mescid-i Aksa’nın ateşe veril-mesinin ardından İslâm ülkelerini Fas’ın baş-kenti Rabat’ta bizzat toplayarak İslâm Konfe-ransı Örgütü’nü (şimdiki adıyla İslâm İşbirliği Teşkilâtı) kurdu. Bu, İslâm dünyasını siyasi bir çatı altında toplama çabasıydı. 1962’de kurdu-ğu Râbıtatu’l-Âlemi’l-İslâmî teşkilatıyla, Kral Faysal, İslâm dünyasının birçok bölgesine eği-tim ve kültür yardımları yaptı; bu kurum hâlâ faaliyetine devam ediyor. 1974’te kurduğu İslâm Kalkınma Bankası, hem faizsiz finansın öncüsü oldu, hem de İslâm ülkeleri arasın-da ekonomik dayanışmaya zemin hazırladı. Faysal’ın büyük oğlu Muhammed, faizsiz finans sektörünün Türkiye’ye gelmesine de önayak oldu. “Faysal Finans Kurumu”, bu alanda öncü-lük yaptı, 1985’te ilk şubesini açtı.

58 • Şubat’16 Şubat’16 • 59

Karantina Karantina

Kral Faysal, hepsi de hâlâ yaşayan ve faali-yet gösteren bu kurumları oluşturmuş olması-nın yanı sıra, kişisel olarak da farklı İslâm bel-delerine elini uzattı. Yaptığı yardımlar nede-niyle Pakistan’da bir şehir onun adını taşıyor: Faysalabad. Ayrıca İslamabad’da Faysal Camii, modern dönem İslâm mimarisinin en güzel ör-neklerinden biri. Yine Faysal’ın emriyle, Sudan başta olmak üzere, Afrika’daki Müslüman ülke-lere faizsiz krediler açıldı, cami ve medreseler inşa edildi, öğrencilere burs sağlandı…

Kral Faysal’ın pek bilinmeyen, ama bence en hayranlık uyandıran girişimlerinden biri, bugün müze olan Kurtuba Camii’nin aslî fonk-siyonuna döndürülmesi için General Franco’ya yaptığı başvurudur. 1966’da İspanya’yı ziyaret eden Faysal, Franco’ya “Burayı yeniden cami olarak açmamıza izin verin, biz de Avrupa’nın hangi ülkesinde isterseniz bu büyüklükte bir kilise inşa edelim” teklifinde bulundu. Franco, “Benim için mahzur yok, ama İspanyollar beni linç eder” karşılığını verdi, ardından Faysal’a “İslam merkezi” inşa etmesi için başkent Madrid’de geniş bir arazi tahsis etti. Madrid İslam Merkezi, bugün Avrupa’daki en büyük İslami merkezlerden biri olarak faaliyetlerine devam ediyor.

Kral Faysalın şehadeti nasıl gerçekleş-ti? İslam dünyasında nasıl bir yankı uyan-dırdı?

Kral Faysal, 25 Mart 1975 günü Riyad’da-ki sarayında, Arap diplomatların da katıldığı bir davet veriyordu. ABD’den birkaç gün önce dönen yeğeni Faysal bin Musâid de davete ka-tılarak, amcasının yanına kadar sokuldu. Arap adetleri uyarınca kendisini alnından öpebil-sin diye eğilen Kral Faysal, yeğeni tarafından çenesinden ve kulağından vuruldu. Koruma-lar katili hemen derdest ederken, Faysal da Şmeysî Hastanesi’ne kaldırıldı, ancak doktor-ların yoğun çabasına rağmen kurtarılamadı.

Faysal, son nefesini vermeden önce yeğe-ninin kısas edilmemesini ve bağışlanmasını vasiyet etmiş olmasına rağmen, halkın yoğun tepkisi nedeniyle katil Faysal bin Musâid yargı-lanarak Riyad’da idam edildi.

Kral Selman’ın tahta geçtikten sonra verdiği bazı olumlu mesajlar, acaba yeni Kral Faysal olur mu sorularını beraberin-de getirdi. Siz Kral Faysal ve Suudi hane-danlığı üzerine araştırmalar yapan biri olarak Kral Selmanın ya da yakın gele-cekteki kral adaylari arasında Kral Faysal potansiyeline sahip birini görebiliyor mu-sunuz?

Kral Faysal’ın Suûdi ailesi içindeki konumu-nu, Umeyyeoğulları içinden Ömer bin Abdula-ziz gibi bir önderin çıkabilmesine benzetirim hep. Bu yönüyle, Kral Faysal örneği sıra dışıdır.

Kral Faysal suikastı, zengin Arap ülkelerini yönetenlerin, petrolü (ve doğalgazı) uluslara-rası ilişkilerde bir silah olarak kullanmasının önünü kesmek için tertip edilmişti. Suikastın yarattığı travma o kadar büyük oldu ki, yöneti-ciler hâlâ etkisinden kurtulamadılar.

Kral Selman, kurucu kral Abdulaziz’in oğul-ları arasında tahta çıkan son isim. Kendisinden sonra artık ülkeyi torunlar yönetmeye başlaya-cak. Üçüncü jenerasyon, uluslar arası ilişkilerin modern kurallarına ve gerekliliklerine fazlasıy-la bağlı, kendilerinden Ortadoğu ve İslâm dün-yasında radikal değişimler beklenemeyecek kadar da ‘sistem’e eklemli kişilerden oluşuyor. Dolayısıyla, Kral Faysal, hâlâ örnek olarak uf-kumuzda duruyor.

“Giderken bizden helallik istedi”Oğlunun güzel ahlakıyla etrafına

örnek olduğunu ifade eden Salih Gizli, “Oğlum namazını kılan biriydi. Aile ilişkileri iyiydi. Sosyal biriydi ve evde fazla kalmıyordu. Okula gider, okuldan sonra işe, ardından eve geliyordu. Gittiğinde hiç huyu olmayan bir harekette bulunarak bizden helallik istedi. Oradayken 2 defa kendisiyle görüştüm ama genelde annesiyle konuşuyordu. Öğrencilere her saat telefon verilmiyordu. En son dün akşam görüştüm. Bana bugün geleceğinden bahsetti. Bana bazı fotoğraflar gönderdi. Yemek yedikleri yeri, yemek sırasını gösteren fotoğraflar attı. Orada yaşadıklarını fazla söyleyen biri değildi. Ne yaşamış oradaki arkadaşları daha iyi bilir.” ifadelerini kullandı.

Konuşmakta oldukça zorlanan Hayat Gizli, oğluna kıyıldığına hâlâ inanamadığını söyleyerek, Cafer’in güzel ahlakıyla herkese örnek biri olduğunu dile getirdi.

Acılı anne, “Oğlumun ahlakı çok güzeldi. Kimse bir gün ondan incinmedi. Allah O’na çok güzel bir ahlak vermişti. Arkadaşları hepsi onu çok seviyordu. O’nu geziye gönderdik ama oradaki görevliler

oğlumu PKK’lilerin yanına attı. Oğlumu katlettiler. Bu cinayetin

araştırılmasını istiyoruz. Allah hakkımızı bırakmasın.” dedi.

Cafer’in dindar ve edepli bir çocuk olduğunun altını çizen anne Hayat Gizli, gözyaşları içerisinde hislerini şöyle dile getirdi: “Onun aramızdan ayrılması bizi çok etkiledi. Cafer gözlerimin önünden gitmiyor. Hep etrafına tebessüm eden bir çocuktu. Beni üzmez, çok kıymet verirdi. Özellikle son zamanlarında ibadetlerine çok dikkat ederdi. Giderken benden helallik isteyerek ayrılmıştı. Ben hakkımı helal ediyorum. Allah onun şehadetini kabul etsin.”

HÜSEYİN CAFER GİZLİ“16 yaşındaki Hüseyin Cafer Gizli GSB’nın Silifke Kampında çıkan

olaylar sırasında Pkk üyeleri tarafından bıçaklanarak şehid edilmiştir.” *Röportaj şehidin babası Salih Gizli ile yapılmıştır.

Baba Salih Gizli

60 • Şubat’16 Şubat’16 • 61

Karantina Karantina

Sevgili kızım ve değerli öğretmenim...Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri redderek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi.Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım. Vaktim mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye’de son kez bir araya geldiğimizde, “Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın” diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, “Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah’tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum” demiştim.Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, “Bu gece senin düğün gecen mi” diye sordum. Sen de “Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak” demiştin. Çarşamba günü öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah’tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi.Son vedan da yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cemaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü. Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücrelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti.Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah’a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.Son olarak, Sevgili kızım ve değerli öğretmenim...Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser’de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah’a yakın, O’nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma...

Muhammed Biltaci’denKızı Şehid

Esma Biltaci’yeMektup

B azı insanlar vardır, bulundukları mekanda ‘insanlık’ın var olduğunun tescilidirler. Bazı

insanlar vardır, bulundukları mekanda umudun yok olmaması için bilfiil ayaktadırlar. Bazı insanlar vardır... Varlıkları bir imkandır. İçinde bulundukları topluluk için bir fırsattır, direnişin başını tutarlar ... O insanların başlarını hep dik görürüz, yorgunluk emaresi yoktur onların yüzünde, yüz hatlarında. Ses telleri o kadar çelikleşmiştir ki sesleri çatallanmaz bir an bile ve üslupları direnişe kan pompalar. Ellerinde ipekten bir hüzme dokurlar, bizzarure devam ederler dokumaya... Böyle insanlar umudun sönmemesi için uğraş verirler, öte taraftan ötelerin ötesine göz dikmişlerdir, biz onları anlık hesaplamaların içinde görmeyiz; onlar anı, hayat için, istikbal ve dava için bir imkan olarak görürler.

Evet, bir imkan olarak görürler anı ve isimleri daima bir ukde gibi kalır dudaklarda. Aşkın, şevkin, iştiyakın, serzenişin, istikbali gözlemenin en güzide misallerini gözlerimizin önünde bir kandil gibi ışıldatıp dururlar... Hiç de sıkılmazlar hani, hiç yorulmazlar ve de hiç yılmazlar hani... Bilirler! Onlar yıldıkları zaman El-Aziz Allah’a, El-Azim Allah’a, El-Hasib Allah’a ve mutlak kudret maliki Allah’a hesap vereceklerdir. O hesabın acısıyla kavrulup dururlar, bu kavrulma hali davalarına daha bir sıkı sarılmalarını sağlar. Büyük dava adamları için çekilen sancılar davalarına gösterecekleri sadakat için birer sebeptir,

birer kuvve haline dönüşün enerjisidir. Direniş onlar için bir zorunluluktur, zevki bir eylem değildir, onlar direnişin içinde oldukları anda bile direnişten ayrılmaktan korkarlar. Filizlenmiş direnişi akamete uğratmaktan korkarlar ve korktukça davalarına sadakatleri artar. Onlar için bir zalimin, tağutun varlığı kendilerine büyük acı verir. Ve büyük dava adamları kendi hayatlarından geçmişlerdir... Davaları diri dursun diye akıttıkları kanın hesabını yapmazlar; bilakis dökülen kanların hesabını yapmak onlar için bir zuldür. Onların çıkarları ve menfaatleri, davalarının çıkarı ve menfaati, onların zararları davalarına gelecek zarardır. Misk kokusunu her tarafa saçmak zorundadırlar onlar...

Evet; büyük dava adamları böyledir ve büyük dava adamları bir imkandırdır.

Bilad-ı Şam’ın parya durumundaki evlatları için Şehid Komutan Zehran Alluş da böyle idi. O okurdu, yazardı, tefekkür ederdi, direnirdi... Allah’a vereceği hesabın korkusundan tir tir titrerdi, ama bu titreme hali Alluş’u tağuta karşı savaşında ön safta tutardı...

Evet! Zehran Alluş gerçek bir dava adamı idi... O, Bilad-ı Şam’ın gerçek bir çocuğu idi. Bilad-ı Şam’ın gözleyen, bekleyen, direnen bir evladı idi Zehran Alluş. Şehadeti de kendisine yakışır bir şekidle oldu.

Şehid Zehran Alluş, 1971 yılında Suriye’de, Doğu Guta’ya bağlı Duma’da doğdu.

Bilad-ı Şam’daBir Kardelendi O...Şehid Zehran Alluş...Tarık PARLAK

62 • Şubat’16 Şubat’16 • 63

Karantina Karantina

ilk tahsilini Suriye’de tanınmış bir Ehl-i Sünnet alimi olan babası Abdullah Alluş’tan aldı. Şam Ünivestesi’nde, İslami İlimler okudu. Yüksek tahsilini Medine’deki, Uluslararası İslam Üniversitesi’nde tamamladı. MEdine’de bulunduğu sırada birçok alimden ders aldı. Lisans tahsili bittikten sonra Suriye’ye döndü ve Şam Üniversitesi’nde yüksek lisans tahsilini yaptı.

Arap Baharı sürecinde, Suriye halkı ülkelerindeki zalim diktatörlüğe karşı Ocak 2011’de ayaklanmayı başlattı.

Zehran Alluş, Suriye Direnişinden önceki yıllarda inşaat sektöründe çalıştı. 2009 yılında İslami çalışmalarıdnan ötürü tutuklandı ve Müslüman tutuklular ile meşhur olan Sednaya Cezaevi’nde iki yıl kaldı.Şehit Komutan daha önce de (1996 yılında) sorgulanmıştı. Ocak 2011’de başlayan olayların artması, büyümesi, kitleselleşmesinin ardından Beşar Esed olayların seyrinden ötürü 31 Mayıs 2011’de umumi af ilan etti ve Zehran Alluş da bu umumi af sırasında serbest kaldı.

İçinde bulunduğu halk, kendini bilmez serseri bir tağut tarafından katledilir de Zehran Alluş durur mu? Kendi yaşadıkları bir tarafta, halkının yaşadıkları bir tarafta, idealleri bir tarafta...

Zehran Alluş cezaevinden çıktığında Suriye çoktan kaynamıştı.

Zehran Alluş önce İslam taburunda daha sonra İslam tugayında liderlik yaptık. Ve nihayet Ekim 2014’de, çalışmalarının meyvesi sayılabilecek Ceyş’ül-İslam’ın (İslam Odusu) başına geçti. İslam Ordusu kurulurken elliden fazla direniş zümresini içinde barındırıyordu. İslam Ordusu kurulduğu günden beri Suriye’nin en etkili direniş zümrelerinden biridir. Komutan Zehran Alluş şehit edildiğinde yaklaşık, Ceyş’ül-İslam’ın 60.000 civarında direnişçisi olduğu söyleniyordu. Ceyş’ül-İslam; Ahrar’uş-Şam,

Ansar el-İslam gibi direniş zümreleriyle birlikte Suriye Direnişi’nde büyük konuma malik çatı oluşum olan İslami Cephe’nin içinde yer alıyor. Ama Ceyş’ül-İslam’ı daha çok bağımsız operasyonlarıyla öne çıkıyor.

İslam Tugayı’nın gerçekleştirdiği ses getiren büyük operasyonlardan birini burada anmak gerekir. Özgür Suriye Ordusu ile birlikte yapılan ve rejime karşı olan darbelerin etkili, büyük olanlarından olan bu saldırıda; Özgür Suriye Ordusu ve İslam Tugayı, 18 Temmuzda 2012 tarihinde Şam’ın merkezinde Beşar

Esed’in sarayına 100 m. mesafede Ulusal Güvenlik Toplantısı’na

etkili bir saldırı yaptı. Bu saldırı kamuoyunda büyük ses getiren bir saldırıydı ve Beşar Esed de toplantıda hazır bulunyordu. Yapılan saldırıda çok sayıda yetkili öldü ve yaralandı. Bu saldırıda Savunma Bakanı Davud Raciha ve yardımcısı,

Asıf Şevket (aynı zamanda Beşer Esed’in eniştesidir), İçişleri

Bakanı Muhammed İbrahim el-Şeher, Beşşar Esed’in özel

temsilcisi Hasan Türkmani ve İstihbarat Soruşturma

Birimi Başkanı Hafız Mahluf ölmüştür. Beşar Esed ise bu

saldırdan sağ kurtulmuştur.Ceyş’ül-İslam’ın yaptığı eylemlerden

biri de 25 Ocak 2015 Pazar Günü olan saldırıdır. Daha önceleri Beşar Esed güçlerinin, Doğu Guta’ya gerçekleştirdiği saldırılara karşı Zehran Alluş, misliyle cevap vereceklerini, bildirdi. Öğleden sonra yapılan saldırıda Ceyş’ül-İslam, doğrudan Şam’ın merkezine büyük bir saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırıda Ceyş’ül-İslam tarafından bir sürü roket, havan topu gibi ağır silahlar Şam’ın ortasına düştü. Mezze bölgesindeki askeri üs, hapishane ve fakültenin bir bölümü ile Emeviye bölgesi vurudlu.

Zehran Alluş ve Ceyşül İslam her zmaan itidalini ve savaş hukukunu korumaya çalışmıştır. Onu tek bir davası vardı ve şehadetinden sonra da Ceyşül islam bunu

devam ettiriyor... Özgür Suriye... Sadece Beşar Esed’in hükümet başkan olmadığı bir Suriye değil, şu veya bu batılı akıl satıcılarının hevalarından membaını bulan çözümler değil. Diniyle vatanıyla rejimiyle Özgür Suriye.

Öte yandan Zehran Alluş, IŞİD’i ilk sıkıştıran direniş liderlerinden biridir. Suriye’de ki birçok muhalif direniş zümresi ve direniş komutanı gibi Zehran Alluş üst düzey çaba sarfedip, IŞİD’in estirdiği batıl ve fitne havasına karşı uyanık olan ve Beşar Esed rejimi ile Işid’in irtibatını ortaya koyan mücahit komutandır. Ayrıca Ceyşül İslam’ın Işid mensuplarına uyguladığı kısaslara ait görüntülerde haber merkezlerinde mevcuttur.

Diğer taraftan farklı sebeplerle direniş zümreleri arasıda zaman zaman ortaya çıkan fitneler karşısında yiğit bir bir stratejist gibi davranarak fitnelerin kaldırılması konusunda yoğun bir çaba sarfetmiştir.

Zehran Alluş, 25 Aralık 2014’te Şam’ın Guta bölgesindeki toplantıda şehid edildi. Esed-Rus hava saldırısında Zehran Alluş’un yanında, Ceyş’ül-İslam’ın 13 kadar üst düzey ismi, Ahrar’uş-Şam’ın 7 kadar üst düzey ismi ve Feylak er-Rahman’ın lideri Ebu en-Nasr da şehid edildi.

Ahrar’uş-Şam, Nusret Cephesi, Feylak’uş-Şam, Şam Cephesi, Şükür El-Cebel, Ceyş’ül Şam, Ceyş’ül-Yermuk, Ensaruddin Cephesi ve birçok direniş zümresi Zehran Alluş için taziye mesajı yayınladı.

Bu saldırı sonrasında Ebu Hammam Buveydani, Ceyş’ül-İslam’ın liderliğine getirildi. 1975 doğumlu Buveydani, Ensar Birliği komutanlığını yaptı ve Ceyş’ül-İslam’ın önde gelenlerindendi. Zehran Alluş’un, Buveydani ile ilgili olarak, onun şehadetinden sonra yayınlanan bir konuşmasında şöyle diyor: “Ebu Humam yeni komutandır, bu komutan benden dini olarak, ahlaki olarak ve askeri olarak daha iyidir.”

Şehadetinden sonra ceyşül islam sözcüsü İslam Alluş’un yayınladığı videoda zehran alluş şöyle diyordu: “Bizim İslam için, Suriye için çalışmamız gerekiyor, sadece Ceyş’ül-İslam için, Duma için yada Guta için çalışmak olmaz. Biz savaşta “İslam Ordusu”, davette “İslam

Davetiyiz”. Ordunun adı Zehran Ordusu değil, Duma Ordusu da değil, Guta Ordusu da değil, bu ordu bütün Müslümanların Ordusu.”

Zehran Alluş, Al-Jazeera’ye verdiği bir röpotajda şöyle diyordu: “Bağdadi’nin, Irak Şam İslam Devleti örgütü kurtardığımız bölgelerde bize bulaşmaya başlamıştı. Bizim ve Özgür Suriye Ordusu’nun unsurlarını kaçırıyorlardı. Suriye Ordusu’ndan ayrılan subayları öldürdüler. İslami gruplardan adamlar öldürdüler. İmdat haklarımızı ve özgürleştirdiğimizler bölgeler arasındaki bağlantıyı kestiler. Rejimin kullandığı bütün yöntemleri kullanmaya başladılar. Tek farkları maalesef sakallarıydı. Yani rejimin yöntemleriyle İslami bir isim altında halkımıza zulüm ve baskı yapıyorlardı. Biz Kürtler ve Araplar uzun zamandan beri birlikte yaşıyoruz. Diyebilirim ki İslamın bu topraklara girdiği günden beri ne dilimiz ne etnik kökenimiz bir ayrım teşkil etmiyordu. Yazık ki mezhep ayrımcılığı yapan Nusayri rejim Araplar’ı hükmüyle ezerken, Kürtlere’de zulmetti. Şimdi de bir takım adamlar gelmiş Kürtler’e hükmederken, Arap ve Kürtler’e zulmetmek istiyor. Bunların başında da Pkk, Pyd ve benzeri gruplar geliyor. Bu Kürt bölgesini Suriye’den ayırmak, İslam ümmetini zayıf, küçük, dirençsiz parçalara ayırma projesinin bir bölümü. Bu İslam ümmetine yapılan komplonun bir parçası ve bunu tamamen reddediyoruz. Salih ve iyi müslümanlar her zman birleşmeden yana olurlar, bölüp güçsüzleştirmeden yana değil.»

Zehran Alluş, Şam’da Esed’a yakın bir bölgede, 1700 mücahidin eğitiminin tamamlandığı üst düzey bir organizasyonda yaptığı efsane konuşmasınnın bir bölümü şöyle: «Ey mücahit kardeşlerim! Bugün tüm dünya bize karşı duruyor ve bizim Allah’tan başka kimsemiz yok. Allah güç sahibidir ve azizdir, gücünüzü Rabbinizden alın. Allah’tan yardım isteyin ve namazınıza sahip çıkın. Dininize sahip çıkın. Rabbinizin yolunda cihad edin yeryüzü ile gökyüzü büyüklüğündeki cennete girmek için onlarla savaşacağız onları sarsacağız ve onları yerle bir edeceğiz ondan başka ilah olmayan Allah’tan yardım alarak bunları gerçekleştireceğiz”

64 • Şubat’16 Şubat’16 • 65

Karantina Karantina

S uriye Devrimi başladıktan sonra tanıdık onu, Abdulkadir Salih’in destansı mücadelesine,

şahitliğine ve nihayet şehedetine şahit olduk. 1979 yılında Halep’in Marea köyünde do-ğan Salih, 1982 Hama Katliamı’ndan sonra Müslüman Kardeşler’e karşı artarak uygu-lanan baskı neticesinde, direnişi evlerde ör-gütleyen ailelerden birinin çocuğudur. Beş çocuk babası olan Abdulkadir Salih Suriye Cihadı başlamadan önce ticaretle uğraşıyor-du, Kuru gıda tüccarı olan Abdulkadir Salih hem yurtiçi hem yurtdışı ticaret yapıyordu. Maddi durumu çok iyiydi. 25 milyon dolar gibi bir servetinin olduğu söyleniyor. O da başka in-sanlar gibi servetini alıp Suriye’den ayrılabilir yeni bir hayat kurabilirdi. Onun yerine, serve-tinin tamamını Suriye cihadına bağışlayıp di-renişin ön saflarında, zalim, despot, diktatör baas rejimine karşı direnmeyi seçti..

Davasını nefsine tercih edip kardeşleriy-le cihada başladığı zaman sayıca çok azdılar. 45 kişilik küçük bir ekiple yola çıkan Abdul-kadir Salih kısa zamanda halkın teveccühü-nü kazandı ve şehit olduğunda lideri olduğu Tevhid Tugayında yaklaşık 15 bin asker vardı. Halep’teki ilk barışçıl gösterilerini organize

edenler arasındaydı. Devrim ateşi tutuşma-ya başlayınca da bahsettiğimiz Tevhid Tugayı öncülüğünde Helep’e giren ilk muhalif birlik O’nun birliği oldu. Bundan sonra ise kahraman komutan daha bilinir olmuştu, O’nun eylemle-ri zalimleri o kadar rahatsız etmişti ki Beşşar Esed, başına 200 milyon dolar ödül koymuştu.. Abdulkadir Salih’in neden bu kadar çok sevildi-ğini anlaşılabilmesi için, Türkiye’ye geldiğin de yaptığı bir açıklamaya bakalım;

“Biz adil bir devlet istiyoruz, bu talepleri de barışçıl gösterilerimiz de rejime ilettik. Fakat karşılığında vahşice saldırılara maruz kaldık.

Halkımızın üzerine ateş açıldı. Suriye halkı-nın dramı yeni değil, 40 yıldır aynı dozajda bir sindirme ve sistematik baskı politikası uygula-nıyor. Ama artık biz buna karşı çıkıyoruz! Artık herkesin özgürce kendini ifade edebileceği, konuşmaktan korkmadığı, hak ve adalet kav-ramlarının anlam bulduğu bir yönetim talep ediyoruz.

Allah’ın izniyle tüm etnik gruplarıyla be-raber Suriye halkı bu kazanımı elde edecek!” Şehit Komutan’nın bu açıklaması bize; Onun düşüncelerinde hislerinde hal ve hareketlerin-de itidal olduğunu gösterir.

Abdulkadir SalihFerit ÖZTÜRK

Yine bizlere her hareketiyle, her eylemiyle her söylemiyle adeta sahabeyi çağrıştırıyordu şehit.. Bir arkadaşımız şunu söylemişti o şehit oldu-ğunda; “Abdülkadir Abi derdik, aramızda adı geçtiği vakitlerde.

Ne bir tanışıklığımız vardı, ne de görüştü-ğümüz bir an.

Ama öyle bir görüntüsü var ki...Abi işte...”Evet o bir abiydi, biz gençler, O’nun sami-

miyetine ve mücadelesindeki direncine hep imrenmişizdir.

O maharetli bir tüccar olduğu kadar aynı zamanda iyi bir baba direniş safların da ise en önde yer alan yetenekli bir komutandı. Kahraman komutan ardından nice güzel em-saller bıraktı; Mesela yiğit komutanın bir port-resinden bahsedelim;

Şehitlerimiz hak ettikleri gibi hep yaptık-ları hayırlı amellerle, ahlakları ve hayattaki duruşlarıyla anılırlar. Ama bu anmalar genel-de idealize edilmiş bir hayat idealize edilmiş bir fotoğrafla anlatılır. Bazen bu durum sanki o insan bu dünyadan değilde başka bir alem-den bu dünyaya bakıyormuş hissi uyandırır. Hani böyle bir aziz gibi...

Oysa şehitlik şahitliktir. Mesasjı tüm haya-tında yaşayan insanların ömürlerini hak yolun-da noktalamaları ile sonuçlanır.

Abdülkadir Salih’in kardeşleriyle yolda yü-rürken çekilmiş o fotoğraf karesi onu bu haya-tın içinden biri olarak görmemizi sağlıyor. Sıra-dan, sade, herkes gibi gülen, eğlenen, ağlayan biri… Suriye, artık tabiri caizse bir ceset diyarı oldu.

Ama şunu iyi biliyoruz ki; bu diyarın harebe-ye dönmesi, Sultan olan ruhları asla etkilemez. Bu ruhlar zayi de olmaz.

Belki çadır bozulur, Beden gemisinin par-çaları hep bir tarafa savrulur ama Sultan olan ruh dimdik ayaktadır.

Zira Allah ayeti kerimesinde; “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin! Aksine on-lar diridirler, fakat siz anlayamazsınız…” (Baka-ra-154) buyuruyor.

Diktatörlük, sapıklık, zulüm ve cehalet ağır-lığı altında ezilen baas rejimi ve işbirlikçile-ri, örnek bir şahsiyet olan Abdulkadir Salih’i,

Suriye’nin onurlu evladlarını, masum bebek-lerini ve iffetli kadınlarını katlederek, işkence ederek yok edeceklerini sanıyorlar ama yanı-lıyorlar.

Davası için eşinden evladından anne baba-sından geçen insanları öldürerek (şehit ede-rek) kazanacakları bir tek şey var; Cehennem! “Kafirlere de ki; Yenileceksiniz ve cehenne-me sürüleceksiniz! Orası ne fena bir yerdir!” (Ali İmran 12)

Şunu da belirtelim ki; Suriye cihadı bize hak ile batıl savaşını tüm

çıplaklığıyla gösterdi. Geldiğimiz günler itiba-riyle, İslami şuurumuzu, Suriye de katledilen insanları, işkence altında olan müslümanları, başta ülkemize ve diğer diyarlara hicret etmek zorunda kalan binlerce muhaciri, yaşadıkları dramları, çektikleri çile ve ızdrabı göz önünde bulundurarak söylemeliyiz ki; Suriye Cihadı, Muhacirler, Mücadele eden Mücahitlerimiz, Suriye’de şehid olan kardeşlerimiz,Yetimlerimiz, Bizim kırmızı çizgimizdir!. .

Şehid komutan demişti ki; “Ümmetin bu kadar çok şuurlu genci varken biz olmasak da Hak davaya sahip çıkan çok kişi olur..”

Buna binaen, bahsettiğimiz kırmızı çizgi-lerimize halel gelmemesi için elimizden değil yüreğimizden gelenin en iyisini yapmak üzeri-mize vazifedir.

Duamız o dur ki; Ömrümüzün nihayete er-diği gün, Şahitliği ve şehitliği hakkıyla yaşaya-bilen fertler olalım.

Allah’a hamd, Rasulullah’a binlerce salat ve selam olsun. Ümmetin öncü şahsiyetlerine, Kahraman Komutan Şehid Abdulkadir Salih’e, onun yiğit arkadaşlarına ve hak davayı omuz-layan bütün nesillere selam olsun.

66 • Şubat’16 Şubat’16 • 67

Karantina Karantina

ey asemanbildin miötelere uğurladığımızgökteki yıldızlara eşyerdeki yıldızelimizi uzatıp tutamadığımız güneşardındanancakağladığımız

ey asemangördün münasıl yaşadığınıve nasıl şehid olduğunusöylermisinrabbi için yaşayıp rabbi için ölenböyle kaç yiğit olduğunu

ey asemangördün mü?hayat boyu kimseye hiç küsmedenaşkı böylesine yüreğinden hissedenyağdığında bahar yağmurları gibikimseyi ayırt etmedenherkese yağanrahmete boğan

ey asemankalbinde yedi milyarın yalnızlığı ve ızdırabı varkengördün mü her bir kimseyiyedi milyarın coşku ve sıcaklığıyla ulaşandeğil mi ki ey asemangül yüzlü sultandan emaneti almışkalbinde taşıdığı ummankur’an…

ey asemanbildin mi?gökteki yıldızlara eşyerdeki yıldızelimizi uzatıp tutamadığımız güneşardından ancak ağladığımız

ey asemanbir dağ, dağa çarptı,çok sevdiği hindikuşlar’a çarptıyıkıldı bir dağdurdu zamancan evinden vurdu zamanbir yıldız süzüldü geldi semadanasude can, güzel insangönlümüzde mihman

ey asemanduyuyor musun?sesi çınlıyor kulaklarımızda:“hoda hafiz biraderani mücahidan.”

Mehmet Emin YILDIRIM

E şi Yasir ve oğlu ile beraber müşriklerin işkenceleri altında inlemelerine rağmen

imanlarından taviz vermeyen bir aile. Allah ve Rasûlü yolunda şerefle ölmeyi göze almış yi-ğitler. İslâm’ın ilk çilekeş ailesi.

Sümeyye binti Habbat, Mahzumoğulların-dan Ebu Huzeyfe İbni Muğıre’nin cariyesi idi. Hizmetiyle kendini sevdirmişti. Ebu Huzeyfe onu Yasir ile evlendirdi. Yasir, Yemen’den kal-kıp Mekke’ye gelen ve Ebu Huzeyfe’ye sığına-rak yanında çalışan bir gençti. Çocukları olunca Yâsir’i âzat etti. Bu evlilikten büyük sahabe Am-mar bin Yâsir (r.a) dünyaya geldi. İslâm’ın ilk günlerinde bu bahtiyar ailenin fertleri birlik-te İslâm’la şereflenerek birer iman fedaisi ol-dular. Mekke’de kendilerini koruyacak kimsele-ri olmadığı için en acılı, en şiddetli işkencelere tabi tutuldular.

Bir gün Rasulullah(sav) bu kahraman aileye işkence yapılan yere gitti. Uzaktan Rasulullah (s.a.v)’ın geldiğini görünce acılarını unutarak ona doğru bakmaya başladılar. Sanki onu karşı-lamak istercesine gözlerini ondan ayırmadılar. Yapılan işkencelere aldırış etmeden onu gör-menin sevinciyle ferahladılar. Yanlarına yakın-laşınca Peygamber Efendimiz onların dirençle-rini artıracak, çektikleri eza ve cefalara karşı teselli ve teskin vesilesi olacak şu müjdeyi verdi: “Sabredin ey Yâsir ailesi! Sabredin ey Yâsir ai-lesi! Sizi cennetle müjdelerim.” diye seslendi.

İslâm’ın ilk çilekeşlerine ebedî kala-cakları yurdu yani cenneti vaad ederek, Dârüsselâm’ı, selâmette kalınacak yeri hedef olarak gösterdi. Günlerce işkence altında kalan Yâsir (r.a) büyük bir teslimiyet içerisinde tekrar:

“Ya Rasulullah! Vakit hep böyle mi geçe-cek?” diye sordu.

Şefkat Peygamberi Efendimizin de yüre-ği sızladı. Onların direnmelerini istedi ve: “Allah’ım Yâsir ailesini rahmet ve mağfiretini ihsan et!” diye dua etti. Onları ancak bu şekilde teselli etmeye çalıştı.

Aradan birkaç gün geçmişti. İşkenceler de-vam etmekteydi. Yasir (r.a) yaşlı bedeni yapı-lan eziyetlere dayanamadı ve ruhunu teslim etti. Allah ve Rasûlü yolunda, iman müca-delesinde erkeklerden ilk şehid olma bahti-yarlığına erişti.

Ebu Cehil’in amcası Ebu Huzeyfe, Yâsir’in şehâdetinden sonra bütün öfkesini Sümeyye ve oğlu Ammar’a yöneltti. Zalimliğinden bitkin bir halde kalmış ve yorulmuştu. Amcası Ebu Cehil’e: “Sümeyye’nin işini de sana bırakıyo-rum.” dedi. Ebu Cehil Hazreti Sümeyye’ye (r.a) doğru yöneldi ve öfke ile: “Sen güzelliğine âşık olduğun için Muhammed’e iman ettin.” diye ha-karet etti. Hz. Sümeyye buna karşılık verdi. Ebu Cehil daha da öfkelenerek elindeki mızrağı Hz. Sümeyye saplayarak şehid etti. Hz. Sümeyye (r.a)’nın oğlu Ammar bin Yâsir (r.a) işken-ceden kurtulunca doğru Rasullullah’ın(sav) huzuruna vardı. Annesinin böy-lesine acıklı bir şekilde şehid edilmesine çok üzüldüğünü ve artık yapılan zulümlere tahammülünün kalmadı-ğını bildirdi. Rasulullah (sav) yine Ammar’a (r.a) sabrı tavsiye etti. Hak-larında: “Allah’ım! Yâsir ailesinden hiç birisine ateş ile azap etme.” diye dua bu-yurdu.

Allah yolunda şehid olmak en büyük arzumuzdur.

İslam’ın İlk Hanım Şehidi Hazret-i Sümeyye

(Radıyallahu anha)Sümeyye Kızık

Orhangazi İHL 3.Sınıf öğrencisi

68 • Şubat’16 Şubat’16 • 69

Şiir Karantina

Ö ncelikle belirtmeliyim ki Mavi Kırmızı, kitabın yazarı Rama-

zan Kayan Hocamızın da ifade et-tiği şekilde: ‘’Bir anı, bir öykü, bir roman, bir biyografi, bir destan, bir masal, bir senaryo değil, adan-mış bir yüreğin anlam dünyasın-dan günümüz gençliğine kesitler sunma çabasıdır.’’1

Yazıya kitap tahlili dediğime bakmayın, bu yazıyı kitabı okuduk-tan birkaç dakika sonra yazmaya başlamama rağmen, kitabın dil, anlatım veya üslup özellikleriyle il-gili diyebileceğim hiçbir şeyim yok. Sadece, Hocamızın kitaplarından birkaç sayfa okuyanlar dahi kale-mindeki itina ve samimiyeti, ‘‘ya-zıyor olmak’’ babında amaç – araç ilişkisini, çırpınışı ve de tevazuyu fark etmişlerdir deyip geçmek isti-yorum. Zira Mavi Kırmızı, okunduktan sonra insan-da bunu yapacak mecal bırakmıyor.

Hocamız, kitabın başlığının altına ’Bir Şehide Şahitliğim’ demiş. Ben de bu yazıya aynı şeyi de-mekten başka bir şey bulamıyorum. Zira kitabı oku-mayı bitirdikten sonra, yazı yazmaya başlayana dek geçen vakit boyunca düşündüm: ‘’Böyle bir kitabın tahlili mümkün mü? Eğer mümkün ise bunu benim yapabilmem imkansız, o halde ne yapmalı? Bir defa dergideki Ağabeylerimize kitabın tahlilini yapaca-ğımıza dair söz vermiş bulunduk, şimdi becereme-dik desek olmaz, fakat yazacağımız şey de tam bir kitap tahlili olamayacak’’ diye bir oraya bir buraya bakınırken, kitabın başlığı tekrardan gözüme iliş-ti. Mavi Kırmızı, ‘‘Bir Şehide Şahitliğim’’.

Sahi o an kafam dank etti. Bir şehidi, bir şehade-ti ne kadar tahlil edersek edelim hep biraz eksik ka-lacaktı. Sayfalarca kitap da yazsak, filmler de çek-sek, ‘‘şehadeti’’ anlatacak en iyi şey tabii olarak bir şehit, bizzat şehidin şahitliğiydi. Ve bizim yapabile-

ceğimiz en iyi şey de, bir silsile ha-linde, şehidin şehadetine hakkıyla şahit olmak ve sahip çıkmaktı. Vel-hasıl, bu yazı kitapta bahsi geçen şehitlerimizin şahitliğine eşhedü demekten bir fazlası değildir.

Kitabın özetini aktarmak gere-kirse Hocamız, bizzat yaşayan bir kişi olarak, Mavi Marmara yolcu-luğunu, özellikle de Furkan Doğan bağlamında, Mavi Marmara hadi-sesini anlatıyor. İHH İnsani Yardım Vakfı’nın öncülüğünde, ‘‘Rotamız Gazze Yükümüz İnsani Yardım’’ slo-ganıyla, İsrail’in Gazze’ye uyguladı-ğı ambargoyu delmek ve de Gaz-ze’deki mazlumlara insani yardım götürmek amacı ile 2010 yılının 27

Mayıs günü başlayan, 32 farklı ülke-den 663 yardım gönüllüsünün tamamen sivil bir

organizasyonla, tek bağlı oldukları yer olan gönül-leriyle yaptıkları yolculuğu, bu yolculuğun öncesini ve sonrasını.

Antalya’dan başlıyor Hocamız. Mavi Marmara’nın adalet ve hürriyet yolculuğuna başladığı limandan. Önce bütün yardım gönüllüleri bir spor salonunda toplanıyorlar. Burada çeşitli konuşmalar ve organi-ze işlemler yapılıyor. Salonda Anadolu’nun her yö-resinden insanlar ve getirdikleri yardımlar var. Öyle ki Hocamız küçük bir çocuk ve kafesinin içinde gön-derdiği sarı kanaryasından bahsediyor. Filistin için kuşunu gönderen kardeşimiz yanına bir not yazmış: ‘’Kafesin içindeki kuşu Filistin topraklarında özgür bırakmanızı istiyorum. Bu kuş, özgürlüğü Filistin’de yaşasın.’’ Bunun gibi nice yardımlar gönderilmiş. Nice ninelerin kefen paraları hatta kefenleri, gelin-lerin bilezikleri, öğrencilerin harçlıkları, annelerin duaları Mavi Marmara ile birlikte.

Yolculuk öncesi yapılan hazırlıklar, yolculuk sı-rası ve yolculuk sonrası. Bu safhaların her biri ayrı çalışmalara konu olabilecek derecede büyük bir

BİR ŞEHİDE ŞAHİTLİĞİM(MAVİ KIRMIZI, KİTAP TAHLİLİ)

Abdullah Etka AYAN

insaniyet ve Hocamızın da dediği gibi maşer-i bir vicdanı barındırıyorlar.

Mavi Marmara gemisi, içerisindeki yardım gö-nüllüleri ve beş yük gemisi ile birlikte, 30 Mayıs günü Kıbrıs’ın güneyinden Gazze’ye yönelmiş bu-lunuyor. Geminin yolculuğu boyunca birlikte kılınan namazlar, söylenen marşlar, sohbet halkaları, tanış-malar, bunlara benzer birçok etkinlik ve yolculuğu dünyaya duyurmak için yapılan televizyon yayınları, kısacası her geçen saat birbirinden manidar.

Bu yayınların birinde muhabir, İHH İnsani Yar-dım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım’a, İsrail’in gemiye yapabileceği olası bir müdahaleyi soruyor. Fakat o günlerde hiç kimsenin tahmin edemediği gibi Bülent Yıldırım da İsrail’in barbarlık seviyesini tahmin edemediği için en fazla bir gemiyle önleri-nin kesileceğini belirterek, ne olursa olsun durma-yacağız diyor.

Fakat maalesef bu böyle olamadı.31 Mayıs gecesi televizyon yayınlarına yapılan

siber saldırıların ardından saat 4.30 sularında, ge-mideki Müslümanlar cemaat ile sabah namazının farzını kılarlarken, birden fazla gemi, içerisinde ortalama 20 komandonun bulunduğu deniz botları ve bir de helikopterle birlikte, uluslararası sularda silahsız insanlara otomatik silahlarla saldıran İsrail Devleti, 10 masum insanımızı katletti.

Aslında fiziki portre açısından bildiğimiz Mavi Marmara, bildiğimiz İsrail ve bildiğimiz masumlar.

İbrahim Bilgen,Ali Haydar Bengi,Cevdet Kılıçlar,Çetin Topçuoğlu,Necdet Yıldırım,Fahri Yaldız,Cengiz Songür,Cengiz Akyüz,Uğur Süleyman Sönmez,Ve Furkan Doğan. Hepsi şehit inşallah. Hepsin-

den Allah razı olsun.Kitabın ruhuna gelirsek. Bunu yapmak için önce

bir bir şehitlerimizin hayatlarına gitmemiz gere-kiyor. Hocamız da bunu bilerek özellikle gençlere büyük bir örnek teşkil eden Furkan Doğan’ı anlatı-yor. Şehadet arzusuyla tutuşan geçlere ‘’önce hayat sonra ölüm’’ diyor adeta. Zira kitapta da vurgulan-dığı üzere, şehit ölmek için önce bir şehit olarak ya-şamak gerekiyor. Ve bunu, şehitliğin bir sonuç, bir hak ediş olduğunu, Mavi Marmara şehitleri bizlere bir kez daha gösteriyorlar.

Şehitlerimizin en genci olan 19 yaşındaki Fur-kan Ağabey, gemide her işe koşuşturan ama önde gözükmeyi de sevmeyen, genç Furkan olarak ta-nınıyor. Yapılan müdahale sırasında da güvertede, İsrail helikopterinin ve askerlerinin hunharca saldı-rısını avuç içi kamerasıyla çekmeye çalışırken, yakın mesafelerden, biri yüzünden olmak üzere toplamda atılan beş kurşunla şehit oluyor.

Furkan Ağabey, 10 Ekim 1991’de babası Ah-met Doğan’ın doktora için gittiği ABD’de doğmuş. Doğumuyla ilgili babasının ağzından, Hocamızın naklettiği bir anekdotu paylaşalım:

-Furkan’ın doğumunda bayan doktor istedik, ta-lebimiz doğrultusunda biri görevlendirildi. Doğum günü önceden belirlendi fakat bayan doktor ma-zereti çıktığından doğumda bulunamadı. Başka bir bayan doktor doğumda bulundu. Sonradan öğren-dik ki ilk görevlendirilen doktor Yahudi imiş. Meğer ki Allah Furkan’ın doğumunu bir Yahudi doktorun eline bırakmadı ama ölümü Yahudilerin eliyle oldu.

Furkan Ağabey ve ailesi, o iki yaşında iken Türkiye’ye geri dönüp Kayseri’ye yerleşiyorlar. Kü-çüklüğünden itibaren farklı olan Furkan Ağabey, bir şehit ahlakıyla serpiliyor ve yaşıtlarından olgun bir hal ile yaşıyor. Lisenin ilk senesi, bulunduğu sınıfta ‘’Hedefiniz ne?’’ diye sorulup sıra Furkan Ağabey’e gelince o, bu soruya ‘’Şehit olmak istiyorum.’’ diye cevap veriyor. Öğretmen, ‘’Ben onu kastetmemiş-tim, meslek olarak ne olmak istiyorsun?’’ dediğinde ise, ‘’Şayet şehit olmak nasip olmazsa göz doktoru olmak istiyorum. Afrikalı mazlum ve muhtaçlara katarakt ameliyatı ile ışık olmak arzusundayım.’’ diyerek, bizlere gayesini, Allah rızasına ulaşma di-leğini anlatıyor. Bu rıza için çalışan Furkan Ağabey, Mavi Marmara yolculuğundan önce üniversiteye gi-riş için YÖS’e giriyor ve yolculuk başladıktan sonra açıklandığını bildiğimiz sınavda, ikinci dileği olan göz doktorluğu için yüksek bir derece yapıyor.

O, Mavi Marmara yolcuğundan dönseydi belki de şuanda Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden göz doktoru olarak mezun olmuş olacaktı. Fakat Allah, onun ilk dileğini, ilk gayesini yerine getirdi ve o, şehit oldu.

Allah bizleri şehitlerimizin yolundan ayırmasın, hayatlarımızda onlar gibi şehit yaşamayı, ölümleri-mizde de onlar gibi şehit ölmeyi nasip eylesin. Amin.

Dipnotlar1-http://www.haber10.com/yazar/yusuf_tosun/mavi_kirmizi_bir_seferdeyiz-611139*Mavi Kırmızı, Ramazan Kayan, Aralık 2015, İstanbul, Çıra Yayınları, 180 sayfa, 10.5 x 19.5 cm.

70 • Şubat’16 Şubat’16 • 71

Kitaplık Kitaplık

Ş eriati, şehadet kelimesinin mahiyetini de-ğil, etkilerinden bahsetmiştir bu kitapta.

Yorgun ama korkusuz bir grubun tarihin bo-zulmuş akışına, üstelik bütün değerleri eline geçiren bir düşmana karşı meydan okumasını anlatıyor. Ali, Hucr, Ebuzer, Ammar gibi kah-ramanların sessiz çığlıklarının, şehadetleri ile nasıl yankı bulduğunu, çağlar ötesinden bizle-re seslendiriyor. Şehadeti tanıklık etmek, açığa çıkarmak, hazır olmak şeklinde kısa bir şekil-de tanımladıktan sonra asırlara damga vuran Ammar ve Hüseyin’in şehadetinin sebebi değil

sonucu üzerinde değer-lendirmeler yapıyor.

Günümüzde dar bir anlama hap-sedilen şeha-det; bu kitapta bizi içsel bir hesaplaşma-ya götürüyor.

Hüseyin’in hic-reti ile Ammar’ın şehadeti her şeyi açığa çıkarmış-

tır. Ammar’ın ai-lesinin gözlerinin önünde şehit edil-

mesinin ar-d ı n -

dan kendisinin ise müşrikleri doğrulaması –ki kalbi imanla dolup taşarken- Allah Rasulü’nün Ammar’ın yaptığını tasvip etmesi, şehadetten kaçtığının bir göstergesi değildir. Çünkü şehadette esas olan gönüllü ol-maktır. Allah Rasulü, Ammar’ın zalim bir top-luluk tarafından öldürüleceğini söylemesi ile Ammar’ın şehadetinin bir süre için ertelendiği-nin göstergesi niteliğindedir. Nitekim Sıffin sa-vaşında Hz.Ali ve Muaviye karşı karşıya geldi-ğinde, kılıç kaldıracak takati olmayan Ammar, Ali’nin yanında zalim topluluğu ortaya koymak için yer aldı. Muaviye’nin ısrarla askerlerine Ammar’ı sakın öldürmeyin ikazını yapmasına rağmen şehadeti gerçekleşmiştir. En başta Al-lah olmak üzere, halk, tarih, yer, gök ve bu ikisi arasındakiler şahit olmuştur. ‘’Zalim toplum’’ sözü hak ettiği yeri bulmuş oldu. Rasulullah nasıl yaşamamız gerektiğini öğretirken, Am-mar ve Hüseyin bize nasıl ölmemiz gerektiğini öğretti. Biz, şahit olan ama ibret alamayan kör, sağır ve dilsiz bir ümmet olarak onların arka-larından ağlamaktan başka bir fonksiyonumuz olmadı. Üstelik kendi halimize ağlamamız ge-rekirken kıyamlarını, yas tutma ayinlerine çe-virerek şehadete apaçık ihanet ettik.

Müslümanca yaşamanın olmadığı bir yerde, müslümanca ölmenin elbette bir yolu vardır demiş Malik el Şahbaz.

Ölümümüzün bir çığır açması ümidiyle.

Ali ŞeriatiŞehadetSelen BALCI Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

S en, ey mü’min kardeşim, sen ölümü sev! Hayır hayır, ölümü değil, ölümsüzlüğü,

ölümsüzlüğe ölmeyi sev! Sen “şehadet”i sev!

Şu “acıların dünyası”ndan “daha güzel bir alem”e geçmek için, ömrünü“şehadet peşin-de” geçirmelisin! Eğer şehid olursan, “Allah-u Teala’nın özel misafiri” olacaksın! Susuzluğu-nu Cennet pınarlarından giderecek, açlığını Cennet meyveleriyle yatıştıracaksın! Arş’ın gölgesinde Rabbinin misafiri olacaksın!

“Rabbinin misafiri” olmak istiyorsan “şe-hadet yolu”na girmeli; “Allah yolu”nda canını ve malını feda ederek “cihad” etmelisin! Tâ ki herkese nasib olmayan o “büyük şeref”e, o “mükemmel nimet”e, “şehadet”e kavuşa-sın! “Allah için yaşamak”, sonra da “Allah yo-lunda cihad” ederek“O’nun rızası için şehid olmak”, en büyük hayalin ve mutluluk kayna-ğın olmalı!

Hiç, sen “Allah rızası” için mücâdele eder, “Allah’ın adını yüceltmek” için ci-had eder, Allah yolunda canından ve ma-

lından vazgeçersin de, Allah-u Teala seni

mükâfatsız bırakır mı? Elbette bırakmaz!

Seni, duyduğunda yürekleri tatlı bir ürper-

tiyle harekete geçiren şehidlik makamına

ulaştırır. Sen artık Cennette “Peygamberle-

rin yoldaşı”sındır. Çünkü “gaza” ve “cihad”

çalışmalarını şehidlikle taçlandırmışsındır.

Sen artık şehidsin ve ebediyyen Cennet-

te yaşayacaksındır! Artık Cehennem sana

haram olmuştur! Çünkü “Allah’tan başka ilah

olmadığına dair şahitlik”ini sadece dilinle

ikrar etmekle kalmamış, “Tevhid kelimesinin

yücelmesi” uğruna tüm dünyevi değerleri

bir kenara iterek şâhitliğini kanın ile sula-

mışsındır.

Hadi gelin, ölümsüzlüğe ölelim!

Şehâdete... Bunun için, hayatımızı bir

“şâhid” olarak yaşayalım.

Eğer yaşayan bir şehid olursan, şehade-tinde sonsuzluğu yaşarsın!

Selam olsun “şehâdetin âşıkları”na!...

Varsın BirileriDünyayı Çok Sevsin

Sümeyye KızıkOrhangazi İHL 3.Sınıf Öğrencisi

72 • Şubat’16 Şubat’16 • 73

Kitaplık Atölye

“Abdullah Azzam, 1941’de Siyonist zul-mün, baskının ve şiddetin içindeki Filistin’de doğmuştur. Uzun yıllar eğitim aldıktan son-ra Suudi Arabistan Cidde’de bulunan Melik Abdulaziz Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. 1967 yılında Filistin’in Batı Yakası ve Mescid-i Aksa’nın İsrail ta-rafından işgal edilmesinden sonra 1969’da İhvan-ı Muslimîn (Müslüman Kardeşler) teş-kilatına katılmıştır. Afgan cihadında ön saf-larda yer almıştır.

Şehâdeti şöyle olmuştur: 24 Kasım 1989 Cuma günü her zaman namazını kıldığı “Seb’ul-Leyl Camii” ne gitmek üzere evin-den çıkmıştı. Amacı cuma hutbesini okumak ve cuma namazını kıldırmaktı. İki oğlu Mu-hammed ve İbrahim ile birlikte arabasına doğru yaklaştı. Arabaya bindikten kısa bir süre sonra büyük bir patlama duyuldu. 20 kilogram ağırlığındaki TNT’nin uzaktan ku-mandayla patlamasıyla araba anında parça-landı.

Abdullah Azzam, oğlu Muhammed ve İb-rahim ile birlikte şehid oldu. Şehidin cenaze-sine coşkulu bir kalabalık katıldı. Meydana gelen büyük patlamayla, araba paramparça olmuştu. Öyle ki patlamanın olduğu nokta derin bir çukura dönüşmüş ve olay yerine yakın olan elektrik hatları kopmuştu.”

“Eğer bir İslam Cemaatine üye iseniz hakkın tamamen o grupla beraber olduğu ve batılın da onun dışındakilerle beraber olduğu düşüncesin-

den sakının; önceki taassub ehlinin söylediği gibi: ‘Bizim sözümüz doğrudur ve hatalar içermesi mümkündür ve diğerlerinin sözü ise yanlıştır, doğrular içermesi mümkündür.” Bu feci bir taas-subtur. Kaç grup bununla bölündü. Kaç uyumlu ve uzlaşabilen kişi bu yüzden bölündü.

Kalbinizi gözden geçirin. Başkalarına karşı kibirli olmaktan sakının, onları küçük görmekten sakının. Bu din için fedakarlıkta bulunan nice in-sanlar var; çoğu zaman senin feda ettiklerinden fazlasını veriyorlar. Fakat bu sadece onlar ve Alemlerin Rabbi arasında kalıyor. Vallahi senin onlardan sözlerini reddedip kendisini küçük gör-düğün biri bile senin bu din için feda etmek iste-yeceğinden bir dünya dolusu feda etmiş olabilir. Şu durumda nefsine dikkat et.

Allah kendi sınırlarını bilen ve bu sınırda ken-dini dizginleyen kişilere merhamet etsin. Fazi-let sahibi insanlar, fazilet sahiplerinin faziletine saygı gösterir. Fazilet sahibinin faziletini bilenler, fazilet sahipleridir. Hakkın senin eğitiminde oldu-ğun medresede olduğu ve diğerlerinin ise dala-let, telef ve sapkınlıktan başkasına sahip olmadı-ğı düşüncesinden sakın.

Senden başka çok davetçi var, senden başka çok mücahit var, senden başka çok muhlis var. Ve üstü başı toz içinde dağınık saçlarıyla başkaları-nın kapılarından kovulmuş nice kimseler vardır ki onlar Allah’a yemin edecek olsa Allah onların sözünü doğru çıkarır.

Ey kardeşim, amellerini büyük gördüğün için yok olduğu yeter artık. Kendi amellerini gözünde

Abdullah Azzam’ın Gençliğe Hitabesi

büyütüp başkalarınınkileri küçük görmen büyük bir günahtır.

“Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat, kendileri onlara bir şey öl-çüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.”

Kendisinden bahsettiği zaman iyiliklerinden başka bir şeyden bahsetmez; başkalarından bahsettiğin de ise hatalarından başkasını zik-retmez. Resulullah buyurmuştur ki sizden biri-niz bir şeyi kardeşinin gözüyle küçük görür fa-kat kendi gözüyle büyük bir yarayı bile görmez. (Bu,Türkçe’deki ‘iğneyi kendine, çuvaldızı başka-sına batır’ benzeri bir sözdür)

Kendi gözüyle büyük bir yarayı, kendisini sa-rıp sarmalayan bozukluğu; buna bakmaz ama kardeşinin gözüyle küçücük bir şeye, çoğu za-man görünmeyen bir kire bakar. Eğer bu büyük kir başkasının gözüyle olsaydı, onu gidermeden duramazdı. Eğer küçük bir varsa, onu görürsün, büyütürsün, şişirirsin ve abartırsın ve pireyi deve yaparsın. Fakat sen, temizlenmişlerin temizisin, muhlislerin sadıkısın, hatalardan uzak olanlardan birisin. Eğer ismet sıfatı Peygamberlere has ol-masaydı, günahsızlardan biri olduğumu söyleye-bilirdim!

Kalbine dikkat et.Mutlu kimse başkalarının ayıpları yerine kendi

ayıpları ile meşgul olandır. Eğer Allah sizi doğru olduğuna inandığınız bir yola iletmişse insanla-ra, bir doktorun iyileştirip tedavi etmesi gereken hasta bir kişiye baktığı gibi bakmanız gerekir ve onun acısına karşı merhamet hissetmelisiniz. Onu kurtarmak istemelisiniz, onu düşman edin-memelisiniz, ona yukarıdan bakmamalısınız, acziyet kürsüsünde oturmalısınız, insanlara bu kafir, bu bidatçı, bu sapık, bu ajan, bu mason bu, bu… diye hükümler yağdıran burçlarda değil.

Ceplerini fişler dolduracak ve her birinde ala-metlerden bir alamet veya ünvanlardan bir un-van bulunacak. Bu cepler kafir yazılı fişlerle dolu. Sizi memnun etmeyen kimle karşılaşırsanız ona bir fiş yapıştırın. Sonraki bidatçı, üçüncüsü kavra-yışsız, dördüncüsü kalın kafalı ve böylece herkese bir fiş yapıştırın. Ama kendine gelince ‘ben sadık olanların sadığıyım, temizlenenlerin temiziyim, muhlislerin halisiyim ve dünyada yolu benim gibi bileni yok, istersen beni takip et’. Fakat vallahi bu

apaçık bir sapkınlıktır.

Hayırları topla. Hakkı sadece kendi şeyhlerine

tahsis etme. Şeyhin cahil olabilir, haktan sapmış

olabilir, hevası onu yönetiyor olabilir. Bundan sa-

kın, bundan sakın, insanlara saygı göster, onlara

hak ettiği değeri ver ve onları kendi konumlarına

yerleştir. İnsanları hak ettiği makama koyanlara

Allah merhamet etsin. İnsanları menzillerine yer-

leştirmekle emrolunduk.

İnsanlarda hayırlar vardır. Özel bir grubun

içinde olabilirsiniz, bu sizin diğer insanlardan

daha hayırlı olduğunuz anlamına gelmez. Ya da

özel bir kitabı okuyor olabilirsiniz, bu sizin diğer

insanlardan hayırlı olduğunuzu göstermez.

Kendinize dikkat edin.

Değerini bil, sınırında dur, başkalarına saygı

göster, dinini doğru yerden al.

Müslümanlara İslam kardeşliği nazarıyla bak-

mak zorundasın.

Onlara merhamet ve muhabbet nazarıyla

bakmak zorundasın.

‘Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir, onu tes-

lim etmez, ona zulmetmez, onu terk etmez.’

‘Müslüman’a, Müslüman kardeşini küçük gör-

mek günah/şer olarak yeter.’

Dilini muhafaza et.

Kalbine dikkat et.

İnsanlara ıstırap veren biri olmaktan ve onları

küçük görmekten sakın.

Said kişi başkalarının hatalarından ders çıka-

randır, şaki ise kendi hatalarından ders çıkaran-

dır.”

74 • Şubat’16 Şubat’16 • 75

Tavsiye Tavsiye

Genç Öncüler: Şehadet Takviminin hi-kayesi nasıl başladı? Kaç senedir takvim yayınlanmaya devam ediyor?

Yusuf Ensar Çalışkan: Şehadet Takvimi bun-dan 9 sene önce Şehit Bahattin Yıldız ağabe-yimiz ile yaptığımız ve insanlara nasıl şehitle-rimizi tanıtabilir, hatırlatabilirizi tartıştığımız istişare sonrasında çıkan bir fikirdi. O dönem-lerde şimdi olduğu gibi dünyevileşme çok art-mıştı. Gençleri dünyevileşme ve dava şuurun-dan uzaklaşmanın kuşattığı bu dönemlerde onlara en güzel örneğin şehitlerin hayatları ve mücadeleleri olduğunu düşündük.

Genç Öncüler: Şehadet Takvimi tam olarak hangi misyonu yerine getiriyor?

Yusuf Ensar Çalışkan: Şehadet ve Şehit kav-ramlarının batıl ideolojiler tarafından sinsice kullanıldığı günümüz Türkiye’sinde, duyarlı Müslüman kardeşlerimizin hafızalarını tazele-mek, genç nesillere kendilerinden önceki şe-hitlerimizin hayatlarını ve mücadelelerini an-latmak ve bizden sonraki nesillere bu dava ve mücadeleleri aktarmak.

Genç Öncüler: Takvimde yer alan şehit-leri seçerken bir kriter gözetiyor musu-nuz?

Yusuf Ensar Çalışkan: Elbette. Öncelikle şehitlik Rabbimizin bir takım kullarına verdi-ği özel bir makam ve ikramdır. Kimlerin şehit olup olmadığı rabbimiz katında bilinen bir du-rumdur. Bizler şehitleri takvime koyarken iki önemli kritere dikkat ediyoruz.

1. İslam dinin düşmanlarına ve zalimlere karşı mücadele ederken hayatlarını kaybet-meleri.

2. Ellerine Müslüman kanının bulaşmamış olması.

Bizim için şehit olan kişi ideal ve örnek bir Müslümandır. Onun hayatı ve yaşantısı tüm mümin bireylere örneklik teşkil etmelidir. Biz-ler için elbette Allah yolunda canını vermiş herkes çok değerli ve kutsaldır. Lakin biz tak-vime koyduğumuz şehit kardeşlerimizin güzel hasletlerini öne çıkarmayı önemsiyoruz. Dola-yısıyla bazısının hayatında savaşta mahareti ve cesaretini öne çıkarırken bazı şehitlerimizde ise ihlası,takvası, ibadetteki titizliği, güzel ahla-kı takvimde yer vermemizde önemli bir kriter.

Genç Öncüler: Şehadet Takvimi’nin ge-lirleri ile İslam Coğrafyasına ne tür katkı-lar sunuldu?

Yusuf Ensar Çalışkan: Bu çalışmayı çıkardı-ğımız ilk zamanlarda açıkçası bu kadar rağbet

Ensar Çalışkan ile “Şehadet Takvimi” Üzerine Konuştuk

göreceğini düşünmemiştik. Fakat ilerleyen zamanlarda gördük ki rabbimizin de ikramı ve yardımı ile bu çalışma bir çok hayra vesi-le oldu. Biz bu çalışmadan elde edilen gelirin öncelikli olarak Şehit ailelerinin sıkıntılarını gi-derilmesi noktasında kullanılması kararı aldık. Sonrasında çalışma o kadar çok hayırlara vesi-le oldu ki bizler şimdi baktığımızda gerçekten çok mutlu oluyoruz.

Öne çıkan bazı çalışmaları şöyle sıralayabi-liriz;

*Öncelikli olarak bu güne kadar yüze yakın şehit ailesine ve yetime maddi destek verildi.

*Kamerun’da İHH İnsani Yardım Vakfı ara-cılığıyla Şehit Metin Yüksel adına su kuyusu açıldı.

*Makedonya’da Kuran-ı Kerim’in az olma-sından kaynaklanan sorunları gidermek ama-cıyla Kuran-ı Kerim gönderme projesine des-tek verildi.

*Suriye ve Gazze’deki ihtiyaç sahipleri için toplam 70.000 dolar nakdi yardım yapıldı.

*Suriye’de 12 , Gazze’de 12 ve Patani’de 2 adet olmak üzere 26 Adet Kurban Şehit ailele-rine aktarılmak üzere kesildi.

*Arakan’da mültecilerin dini eğitim aldığı medreseye İHH İnsani Yardım Vakfı aracılığıyla 1000$ bağışta bulunuldu.

*Suriyeli kardeşlerimize, özellikle çocukları ve bebekleri önceleyen 1.500 Koli (50.000TL) Çocuk maması ve temel gıda kolisi dağıtıldı.

* İHH İnsani Yardım Vakfı Patani Şehit Fur-kan Doğan yetimhanesine maddi destek verildi.

Genç Öncüler: Şehadet Takvimi proje-sinde unutamadığınız bir anınız oldu mu?

Yusuf Ensar Çalışkan: Bu olayları say-makla bitiremeyiz. Ama beni en çok se-vindiren ve etkileyen şey şehit ailelerini ziyarete gittiğimizde onların evlerinin baş köşesinde Şehadet Takvimi’ni görmek oluyor. Ayrıca şehitlerimizin evlatlarının yüzlerinin bir an olsun gülmesi bize dünyadaki her şeyden daha sevimli geliyor.

Bu bağlamda genç kardeşlerime naçizane

bir kaç tavsiyede bulunmak istiyorum. Kendi-

sine İslam gibi şerefli bir dini seçmiş gençleri-

mizin bu dava uğranda fedakarca çalışmaları

gerekiyor. İslam dünyasının bu denli sıkıntılı

olduğu bu günlerde gerçekten malayani işler-

le değil de Müslümanların sıkıntılarını gide-

recek projeler ve çalışmalar üretmek gerekir.

Peygamber efendimizin ‘’Kim bir Müslüman

kardeşinin sıkıntısını giderirse Allah’ta onun

dünyada ve ahrette sıkıntısını giderir’’ na-

sihati doğrultusunda bizlerde bir kardeşi-

mizin sıkıntısını gidermek için uğraşmalıyız.

Aşırılıktan,tembellikten uzak durmalı sürekli

Allah’ın dinine nasıl yardım edebilirimin der-

dinde olmalıyız.

Unutmayın kim bir

yetimin sıkıntısını

giderir, ona sahip

çıkarsa cennette

peygamber efen-

dimizin yanında

onun himayesinde

olacaktır.

76 • Şubat’16 Şubat’16 • 77

Röportaj Röportaj

Hasan El-Benna’danGençlere Tavsiyeler

1 Şartlar ne olursa olsun ezanı duyduğunuz zaman namaza kalkın.

8 Kişileri çekiştirmek ve tavırları küçümsemekten

sakının. Hayırdan başka bir şey konuşmayın.

2 Kur’an’ı Kerim’i okuyun, inceleyin veya dinleyin. Azıcık zamanınızı bile

yararsız işlere ayırmayın.

9 Karşılaştığınız kardeşlerinizle sizden istemese bile tanışmaya bakın.

3 Dilinizi düzgün konuşmaya çalışın. Çünkü bu Müslüman olmanın belirtisidir.

Arapça’yı öğrenin, çünkü Kur’an en güzel şekilde Arapça ile anlaşılır.

10 Görevler vakitlerden fazladır. Vakitten yararlanmak için baş-kasına yardımınızı esirgemeyin.

Yapacak bir göreviniz varsa onu en kısa yoldan en güzel şekilde bitirmeye çalışın.

4 Hiç bir konuda aşırı tartışmayın. Zira gösteriş

hiç bir zaman yarar sağlamaz.

11 Her hususta temizliğe önem verin.

Evinizde, elbiselerinizde, vücudunuzda, iş yerinizde. Çünkü bu din, temizlik üzerine kurulmuştur.

5 Fazlaca gülmeyin. Çünkü Allah’a bağlı olan gönül, sakin ve

vakarlı olur.

6 Maskaralık yapmayın. Çünkü mücahid bir millet, ciddiyetten

başka bir şey tanımaz.

7 Dinleyicinin işiteceğinden fazla sesinizi

yükseltmeyin. Çünkü bu bencillik ve eziyet vermektir.

15 Malınızın bir kısmı ile davaya katılın,

üzerinize farz olan zekâtı cemaate verin. Geliriniz ne kadar az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayırın.

16 Az da olsa malınızın bir kısmını

beklenmedik hadiseler için ayırın ve katiyen lüks eşyaya kapılmayın.

17 Durmadan tevbe ve istiğfar edin. Uyumadan evvel birkaç dakikanızı

nefsinizi muhasebeye ayırın. Şüpheli şeylerden kaçının ki harama düşmeyesiniz.

18 Eğlence yerlerine yaklaşmak

şöyle dursun, onlara karşı bir savaşa girişmelisiniz. Bütün konfor ve rehavet görüntülerinden uzaklaşın.

12 Ahdinize, sözünüze ve vadinize vefa gösterin. Şartlar ne olursa olsun

bunlara muhalefet etmeyin.

19 Her yerde davanızı yaymaya çalışın. Nefsinizle şiddetli bir şekilde mücadele edin ki, onun

yularını ele alasınız; gözünüzü haramdan ayırın, duygularınıza hâkim olun.

13 Okuma ve yazmanızı sağlamlaştırın. Müslümanların gazete ve dergilerini çokça

mütalaa edin. Küçük de olsa kendinize ait bir kütüphaneniz olsun. İhtisas sahibi iseniz branşınızda derinleşin.

20 Sürekli cemaatle ruhen ve amelen bağlantılı

olun ve kendinizi daima kışlasında emir bekleyen bir asker gibi kabul edin.

14 Hükümet vazifelerine düşkün

olmayın ve onları rızkın en dar kapısı olarak bilin. Ama size verildiği zaman da reddetmeyin. Davanın vecibeleri ile tamamen çatışmadığı müddetçe bu vazifelerden ayrılmayın.

78 • Şubat’16 Şubat’16 • 79

Tavsiye

Manşetlerde Şehit Haberleri

80 • Şubat’16

Tavsiye