gencay dergisi - sayı 50 - mart 2016

88

Upload: gencay-dergisi

Post on 26-Jul-2016

238 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016 http://www.gencaydergisi.com

TRANSCRIPT

Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016
Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 5 Sayı 50 – Mart 2016

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

MASALCI KIZ BERFİN SILA KEPEZ İLE SÖYLEŞİ / Aslıhan KAYA - Emre SEVİNÇ

SİYASET YARIŞMASI: CİNSİYET / Burçin ÖNER

TÜRKİYE’DE FEMİNİZM MÜMKÜN (mü?) / Veysel Gökberk MANGA

OSMANLI’DA İLK KADIN ÜNİVERSİTESİ: İNAS DARÜLFÜNUNU/ Evren KAMALI

TİMSAL KARABEKİR İLE SÖYLEŞİ / Emre SEVİNÇ - Hanife YAŞAR

KADIN NEDİR?/ Dilek AKILLIOĞLU

MEDYADA KADINA YÖNELİK ŞİDDET / Canan CAVŞAK

TÜRK KADINININ GÖNLÜNDE AÇAN ÇİÇEK: “ÂLEM-İ NİSVAN”/ Hanife YAŞAR

FEMİNİZMİN İDEOLOJİK ÇIKMAZI/ Sertaç EKEMEN

DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE KADIN TİPİ VE ÖZELLİKLERİ/ Ömer ÜNAL

YAŞAMA HAKKI!/ Çağhan SARI

Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 5 Sayı 50 – Mart 2016

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

BİR KADIN... BİR KADIN.../ Onur ÇELİK

KADININ ADI HALA MI YOK?/ Alperen KIZIKLI

TÜRK KADINI İLE GELENEKLER ARASINDA/ İlker GEZER

KADIN’A MEKTUP/ Vural Egemen SARIGÖZ

TÜRKİYE’DE KADININ İŞGÜCÜ PİYASASINA KATILIMI/ Mehmet UÇAK

KİTAP TANITIMI: TÜRK KÜLTÜRÜNDE KADIN ŞAMAN - FUZULİ BAYAT / Eray

AMASYA

KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN HAKKINDA BİR

BİLGİLENDİRME / Ömer Erol YILMAZ

ERİL EGEMENLİĞİN BASKI ARAÇLARINDAN BİRİ OLARAK EVLİLİK KURUMU VE

SİYASAL YÖNDEN ETKİLERİNE YÖNELİK BİR DENEME / Mert GÜVEN

Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

1

MASALCI KIZ BERFİN SILA KEPEZ İLE

SÖYLEŞİ

Aslıhan KAYA - Emre SEVİNÇ

Berfin Hanım Türk masallarını

dinleyicilere aktarma konusunda

önemli çalışmaları olan

arkadaşlarımızdansınız. Kadın teması

ile çıkaracağımız bu ayki sayımızda

özelikle sizinle bir söyleşi yapmak

istedik.

Öncelikle söyleşi teklifimizi

kırmadığınız için Gencay Dergisi adına

teşekkür ederiz.

Size ‘Masalcı kız’ diyebilir miyiz?

Evet. Hatta bu beni çok mutlu eder.

Bize kendinizden bahseder misiniz?

Geçmişiniz, eğitiminiz, gelecek

planlarınız…

Gazi Üniversitesi 3. sınıf Türk Halk Bilimi

lisans öğrencisiyim. Okuduğum dönem

boyunca Ankara Somut Olmayan Kültürel

Miras Müzesi'nde çalıştım. Masal Odası ile

çocuklarla ve yetişkinlerle birlikte bir

masal denizinin içinde yüzüyor gibiydim.

Bana yol gösteren bu müze ve

öğretmenlerim sayesinde birçok kitap

fuarında, kreşlerde, liselerde, televizyon

programında ve radyolarda masallarımı

paylaştım. Masaldaki bir hayatı

kucaklayıp, dinleyicilerle ona nefes

vermeyi çok seviyorum. Üniversiteye

başladığım dönemde Yrd. Doç. Dr. Evrim

Ölçer Özünel ile tanıştım. Onun sayesinde

ise kendimi bir masal kursunun içinde

buldum. Kursa başladığım ilk günü

unutmam mümkün değil. Çünkü

masalların içinden gelen bir kadın

karşımda oturuyor ve bizi o güzel ses tonu

ile bilgilendiriyordu. Judith Malika

Liberman!

8 ay boyunca masal anlatıcılığı üzerine

değerli hocamdan eğitim aldım.

Yunus Emre Enstitüsü'nün etkinliklerinde

de bulunma imkânım oldu. Şu anda

Macaristan/Budapeşte'de yaşıyorum.

Masallar adeta bir mıknatıs gibi... Burada

da Yunus Emre Enstitüsü ile iletişim

halinde olup bazı günler masallarımı

paylaşıyorum. Bunun dışında ise bez

bebek yapım kurslarına, kukla yapım

kurslarına, drama kurslarına ve çeşitli

atölyelere katıldım.

Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

2

Yakın planlarım arasında ise öncelikli

olarak yüksek lisans yapmak geliyor.

İleriki planlarım da şimdilik gizli bir

kutunun içinde açılma zamanını bekliyor.

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı

Prof. Dr. M. Öcal Oğuz'un öğrencisi olarak

okuduğum bölümü de en iyi şekilde temsil

etme gayesi içinde yararlı adımlar atmaya

çalışıyorum.

Masal anlatmaya nasıl başladınız?

Kendinizi nasıl geliştirdiniz?

Kendimi bildim bileli masalların içinde

yaşıyorum. Okul öncesi dönemimde yakın

bulduğum arkadaşlarımı toplayıp onlara o

anda hayal ettiğim hikâyeler anlatırdım.

Bir parkın içindeki kumlara ince bir sopa

ile çizdiğim masal karakterlerini, şimdi

masalları anlatırken anımsayıp

gülümsemeye başlıyorum. Başlangıç

noktamı, toprağa çizmeye başladığım o

küçük noktayla tanımlıyorum. Masal

anlatımım, küçük bir nokta ve güzel bir

toprak kokusuyla başlıyor.

Türkiye'de masal anlatıcılığı eğitimiyle de

üniversitede tanışarak başladım. Kendimi

gittiğim huzurevlerinde, hastanelerde,

kütüphanelerde (...) masalları her

hissederek anlattığımda geliştirdiğimi

düşünüyorum. Bunun yanı sıra da

gördüğüm derslerle, okuduğum kitaplarla,

bazense bazı şeyleri doğanın dilinden

bakmaya çalışarak kendimi geliştirmeye

çalışıyorum.

Peki, sizin gibi masalcı olmuş çok fazla

insan var mı?

Eğer masallara ilginiz var ise, size açılan

bu sihirli kapılarda dünyanın her yerinden

sizi adım başı karşılayacak masalcılara

rastlamanız mümkün diyebilirim. Dediğim

gibi, masallar mıknatıs gibidir.

Masalcı, destancı deyince benim aklıma

hemen Dede Korkut geliyor. Sizin favori

masalcınız var mı?

Kopuz ve dombıranın mucidi eşsiz bir halk

şairi olarak bizlere tarih kokusunu

tattıran, şamanlık yapmak için kendisinin

Ata ruhlar tarafından görevlendirildiğine

inanılan ve bizimde keramet sahibi

olduğuna inandığımız, aynı zamanda ozan

ve kam olarak bildiğimiz destanların ilk

anlatıcısı Dede Korkut'un ilk olarak

aklımıza gelmesi çok normal. Benim favori

masalcım ise günümüz çağından bakarsak

tabiki de beni masal dünyasından içeri

alan Judith Malika Liberman. Onun dışında

da birçok masalcı ile tanıştım ve hayran

kaldım. (Agnieszka Aysen Kaim, Çiğdem

Şimşek...)

Dinleyicilerden nasıl yorumlar

alıyorsunuz? Eminiz ki çocuklar çok

mutlu oluyorlardır, bıraktığınız etki de

sizi mutlu ediyordur.

Yetişkinler ile yaptığım masal günlerinde

yorumlar genel olarak , ''anı yaşamak' ile

ilgili oluyor. Nefes aldıklarını, bir dakika

mutlu iken diğer dakikalarda karakterimiz

Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

3

adına üzüldüklerini veya daha sonra da

heyecanlandıklarını, gerçek hayattan

tamamen koptuklarını, bu nedenle

ruhlarını biraz olsun dinlendirdiklerini

söylüyorlar. Eğer çocuklar ile bir masal

günü yaptıysam, sonrasında kocaman

sarılmalar bizi bekliyor demektir. İşte o an,

belki de nefes aldığımı hissettiğim en

hakiki anlardan biri oluyor benim için.

Bazen çocukları ile birlikte gelen nadiren

karşılaştığım şu yetişkinler, bazı

sahnelerde gözüme korku ile bakıyorlar.

Masal karakterinin kötü bir olay ile

karşılaştığı zaman çocuklarının

etkilenebileceği korkusuyla iç

dünyalarında kendileri ile savaşıyorlar. Bu

nedenle öncelikli olarak anne babaları

bilgilendirmek, çocuklarını

televizyonlarda korkmaları gereken çizgi

filmlerden soyutlamak, müsaade ettikleri

şiddet içerikli bilgisayar oyunlarından

uzaklaştırmada farkındalık sağlamak

gerektiğini düşünüyorum. Küçük bir örnek

ile birini kaybettiğimiz zaman bunu

çocuklara açıklayamamak ne ile açıklanır

diye sormak isterim. Masallardan gerçek

hayatı öğrenmenin mümkün olduğunu,

korkulacak asıl şeyin, bakmamız gereken

geniş pencerelere perde çekildiğinde

başladığını da belirtmek isterim. Çocuk

dünyayı ve kendini masallar ile kavrar.

Masallar;

Bazen kederimize bir kaçış,

Bazen hayallerimize bir bakış,

Bazen de kendimize bir alkış oluyor.

Kaynaklarınız nelerdir? Masalları

nerelerden nasıl topluyorsunuz?

Pertev Naili Boratav'ın değerli eserleri,

Hasan Latif Sarıyüce'nin, Tahsin Yücel’in,

Tahir Alangu’nun, Eflatun Cem Güney'in

(...) eserleri ve derleme yapmaya gittiğim

köylerdeki ninelerimizin anlattığı

hikâyeler benim için büyük kaynaklardır.

Ben şuanda bir masal araştırmacısı

değilim fakat gelecek planlarım

doğrultusunda gittiğim her yerden

(çocuklar ve yetişkinlerin ağzından) en az

iki masal paylaşılmasını istiyorum ve not

ediyorum. Bunun dışında da gezdiğim ve

keşif yapmak istediğim farklı yerlerden

muhakkak masallar bulmaya, yöredeki

insanların hangi masallarla

büyütüldüğünü öğrenmeyi seviyorum.

Hiç kendi masalınızı oluşturduğunuz

oldu mu? (Nasıl bir duyguydu?)

Hikâye yazmaya 10-11 yaşlarımdayken

başlamıştım. Her zaman bir hikâye

oluşturmaya çalışmak ilgimi çekmişti.

Hikâyelerim bu zamana kadar yaptığım

masal anlatımlarımdan daha çoktur.

Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

4

Bunun duygusunu anlatmaya kelimelerin

gücü maalesef yetmiyor. Herkesin

yazmaya, anlatmaya ve paylaşmaya

ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. İnsanın

kendisiyle, hayalleriyle ve sessizliği ile baş

başa kaldığı en özel anlardan biri.

Dışarıdan sessiz görünen, içerisinin bir

karnavala dönüştüğü çok özel bir eylem.

Peki, sizi en çok etkileyen masal hangisi

oldu? Neden?

Beni en çok etkileyen masal (Nardaniye

Hanım dışında) Burkina Faso'lu bir

arkadaşımın anlattığı ''Ağaç'' masalı oldu.

Çünkü bu masalı önce bir toprağın

üzerinden almanız ve anlattıktan sonra

yerine koymanız gerekiyor. Öğlenleri

anlatılması yasak olan, sadece yıldızların

altında anlatılması gereken bu masal onlar

için çok kutsal. İçeriğini derin

düşündüğünüzde de sizi Afrika'ya

götürebilecek güce sahip bir masal.

Masallarla kişilerinin ruhu arasında

sağlam köprüler vardır. Türk masalları

insanın hayatına dokunabilen

masallardır diyebilir miyiz?

Kesinlikle evet. Bence hayatımıza

dokunma kısmını bütün masallar için

söyleyebiliriz. Bir toplum nerede doğdu ise

masallar da orada var oldu. Daha sonra da

dünyanın her yerine uçuştu. Bu da

masallarla ve kişilerin ruhu arasında

köprü nitelikli bağlar oluşturdu.

Türk masallarının yarattığı tipler, bu tipler

sayesinde sergilenen duygular, değer

yargıları, hayata bakış açıları bize göredir.

Bizi yansıtan unsurlardır. Bir masalda

kendimizi bulabilir, gelenek ve

göreneklerimizi, yaşayış şekillerimizi,

inançlarımızı bulmamız demek hayatımıza

dokunması demektir. Mevlana'nın şu

sözünü de ayrıca katmak istiyorum :

'' Hani çocuklar masal söylerler, görünüşte

saçma şeyler söylerler ya, fakat

masallarında

nice sırlar, nice öğütler gizlidir...''

Peki ya Türk masalları ve Yabancı

menşeili masallar arasında nasıl

farklar var desek? Dinleyiciye Türk

masallar ve yabancı masalları ayrı ayrı

anlatıp tepkileri ölçtüğünüz hiç oldu

mu? Yoksa masalların verdiği duygu

hep aynı mı?

Masallar toplumun doğuşuyla oluşmuş,

yaşayış şekilleri ile şekillenmiş kültürel,

önemli ve özel hazinelerdir. Kültürel

kodların farklılıkları ile de Türk masalları

ve yabancı masallarda bu konu karşımıza

çıkıyor. Bu soruyu tüm dünyaya anlatmak

ve duyurmak istediğim Nardaniye Hanım

ile açıklamak ve Pamuk Prenses Yedi

Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

5

Cüceler masalı ile de karşılaştırmak

isterim. Nardaniye Hanım' da üvey anne

ayna ile değil, ay ile konuşuyor. Yedi

cüceler yerine Kırk Haramiler karşımıza

çıkıyor. Elma ile zehirlenmiyor da bir sakız

ile zehirleniyor. Türk masallarında bize

özgü tiplemeleri Keloğlanlar, İbişler,

Köseler, Safoğlanlar, elinden hem iyilik

hem de kötülük gelen bacılar bize

kendimizi bulmamızda yardımcı olup,

yabancı masallardan ayırıyor. Türk

masallarındaki dili, masal analarının ve

babalarının anlattığı sayısız deyimlerle ve

söz kalıplarıyla ve söz oyunlarıyla

süslemesi de büyük farklılıklar

oluşturuyor. Ben bu konuda genelde

herkesçe bilinen ünlü yabancı bir masala

çok benzettiğimiz Türk masalını

anlattıktan sonra düşüncelerini öğrenmek

istiyorum. Bendeki tepki ölçmek değil,

kendi geçmişimizden gelen bu önemli

hazineyi aktarabilir miyiz, yaşatabilir

miyiz bunun merakı oluyor. Çok benzeyen

ama kültürel kodlarda farklılıklar olan

masallarda duyguların aynı yaşandığını

sanmıyorum. Mesela beni, Pamuk

Prenses'ten çok Nardaniye Hanım daha

ayrı etkiliyor.

Dergimizin bu sayısını ‘Kadın Özel

Sayısı’ olarak çıkaracağız

Nasıldır Türk masal kadını?

Balık Kız Masalı ile de bu soruyu kısa bir

örnekle açıklamak istiyorum. Kadına göz

koymuş olan bir padişahı, ailesine ve

kendisine tehdit oluşturmaması için, yani

''ailenin güvenliğini koruyan bu kadın'' ,

balıkçı olan kocasına akıl vererek padişah

karşısında onu korur. Bu noktada aile

bütünlüğünü koruyan bir kadın tabi ki de

takdire şayandır. Nice Türk masalında da

karşımıza çıkan kadınların bunun gibi

güçlü birçok yanlarının çıktığını belirtmek

isterim. Ayrıca unutmayalım ki, kadınlar

oldukça özel ve nadir bulabileceğiniz

büyülü güller gibidir. Annelerimizi

anımsayarak, dünyadaki bütün kadınlara

içi masal kokulu sevgileri, saygı ile birlikte

bütün erkeklerin ellerinden gökyüzüne

gönderiyorum...

Masal anlatımı boyunca dinleyicilerle

alakalı aklınızda kalan güzel bir anınız

var mı?

Benim için biraz özel bir soru oldu. Sadece

şunu belirtmek istiyorum. Küçük bir kız

çocuğunun yaşadığı zorluklar nedeni ile

masalına şu cümle ile başlaması:

''Burası hastalıkların olmadığı bir ülke

imiş...'' beni çok etkilemişti. En özel ve

güzel masal günümdü diyebilirim.

Masalların gücü, umudu ve masumluğu

adına gururlandığımız alkışlar, bizim

hayata tutunma gücümüze gelmişti.

Dinleyiciler sizi öncellikle Ankara

Somut olmayan kültürel miras

müzesinde dinlediler. Bu müzemizdeki

diğer faaliyetlerden de bahsedebilir

misiniz?

Müze gezisine dilerseniz bir bilmece

sepetinden soru çekerek başlayabilirsiniz.

Gezi sonunda müze içinde bulduğunuz

cevaplarınızı güler yüzlü ekibimiz bekliyor

olacak...

Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

6

İlk olarak Atölye Odası'na giriyorsunuz. Bu

oda, kuklalarımızın sizi heyecanla

karşıladığı, hayal oyununun sizlere alkış

tutturduğu, deyimlerin kendini

göstermeye can attığı, gizemli odaların

başlangıcı. Daha sonra ebru sanatı ile

yakından tanışacak, dilerseniz deneyerek

kendinize de bir hatıra bırakacaksınız. Üst

kata çıktığınızda ise sizi ilk olarak mutfak,

ardından muhabbet odası, gelin adası,

masal odası ve oyun odası karşılayacak.

Gizemli tutmak adına sizleri müzemize

bekliyoruz. Masal Analarımızdan sihirli

masallar, meddahlarımızdan hikâyeler,

etkinliklerimizi takip ederseniz gelen

Âşıklarımızdan atışmalar, oyuncak yapım

atölyesi ve daha sayamayacağım bunun

gibi nice sürprizlerimizle sizleri geçmişi

yaşamaya ve yaşatmaya gelecek için davet

ediyoruz. Benden tavsiye, gelene kadar

topaç çevirmeyi öğrenmeyi de ihmal

etmeyin...

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Herkesin bir masalı olduğuna inanıyorum.

Belki başlamış, keşfedilmeyi bekliyor.

Belki de daha hiç başlamamış...

Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

7

SİYASET YARIŞMASI: CİNSİYET Burçin ÖNER

GİRİŞ:

Modernitenin ve çağdaşlaşmanın bir

tezahürü olarak kadın ve erkek eşitliği

hem demokratik kurallar hem de insan

hakları çerçevesinde biricik kural olarak

göze çarpmaktadır. “Ancak görünen o ki

yalnızca ülkemiz açısından yapılan bir

değerlendirmede değil sosyal eşitlik,

demokrasi ve insan hakları temelinde

gelişmişliğin zirve hâlini

gözlemleyebildiğimiz ülkelerde dahi

kadının belli mekanizmalarda erkek ile

eşit olarak temsil edilmediğini

gözlemlemekteyiz.”1 Bunun bir sonucu

olarak söylenebilir ki bu temsil

edilememenin sebebi, toplumların kadın

ve erkeğe yükledikleri cinsiyet kalıplarının

yanında toplumda kadının erkekten daha

düşük bir statüye sahip olması ile erkek

lehine siyasal iktidar ilişkilerinin

benimsenmiş olmasıdır.

“Kadın erkek arasındaki eşitsiz ilişki, ilkel

toplumlardan günümüze dek toplumsal

olaylar içerisinde farklı formlar alarak

bugüne kadar ulaşmıştır. Kadın erkek

ilişkisinin kökenleri ile ilgili

düşüncelerden birincisi, özel mülkiyet,

tarım, hayvanlarının evcilleştirilmesi ve

yerleşik hayata geçmeden önceki ilkel

toplumlarda anasoylu bir toplum yapısı

olduğu ve bu gelişmelerin ardından

kadınların toplumsal statülerinin gerileyip

anasoylu yapının ataerkilliğe doğru

evrildiği şeklindedir. İkinci görüş ise,

anasoylu toplum yapısının bile ataerkil

olduğu ve kadın hâkimiyetinin hiçbir

zaman var olmadığı yönündedir. Bu

tartışmalar kadın erkek arasındaki

ilişkinin kökenlerini aydınlatmak

konusunda faydalı olmakla birlikte, kadın

erkek eşitsizliği ve kadın ezilmişliği,

zamana ve mekâna göre değişiklik

göstererek varlığını sürdürmüştür.”2

Kadın veya erkek olmanın biyolojik

özellikler dışında toplumsal özellikleri de

bulunmaktadır. Her toplum, kadına ve

erkeğe belli toplumsal cinsiyet rolleri

yüklemiş ve onlardan bu rollere uygun

davranışlarda bulunmalarını beklemiştir.

Bu noktada çoğu kez kadın, özel/mahrem

alana ait bir varlık olarak nitelendirilirken

erkeğe bağımsız, yöneten bir nitelik

yüklenmiştir. Bu da kadının kamu

alanlarında erkekten daha geride

olmalarına sebep olmuştur.

Erkek egemenliğin en yoğun olduğu alan

ise siyaset sahnesidir. Çünkü siyaset,

iktidarın, gücün en yoğun olarak temsil

edildiği alandır ve erkek de kendini bu

alanda ispatlamak ihtiyacı içindedir.

Bu yazıda, genel manada siyasetteki

varlığına değinilecekse de özelde Türk

tarihi boyunca kadının siyasetteki yeri ve

günümüz Türkiye’sinde kadın ve siyaset

algısı incelenecektir.

KADININ SİYASİ YAŞAMDAKİ YERİ:

"Dünyayı kadınlar yönetiyor olsaydı hiç

savaş yaşanmazdı ancak 28 günde bir

derin müzakereler yaşanırdı." Robin

Williams

Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

8

Çağlar ötesinden itibaren kadın,

uygarlıktan uygarlığa farklı konumlarda

değerlendirilmiştir. Bu konumlama gerek

inanç, gerek kültür ve gerekse yaşam tarzı

gibi konuların etrafında şekillenerek

değişkenlik göstermiştir. Bu da kadının

aile ve kamusal alandaki sınırlarında

belirleyici olmuştur.

Bütün bunlarla birlikte temelde genel

manada aynı olan bir şey var ki o da

kadının hemen hemen tüm toplumlarda

geçmişten günümüze hep ikinci planda

olması ve daha da kötüsü ona bir meta

olarak bakılıp herhangi bir değer

verilmemesi olmuştur. Örneğin; tarihi

kökleri çok çok eskilere dayanan ve

Türkler’in de en eski komşularından biri

olan Çin, önceleri ana egemen bir toplum

olsa da bu algı sonraları ataerkilleşmiştir.

Bu da kadını ötelemiş hatta ve hatta

paspasın altına sürüklenen toz parçası

haline getirmiştir. “Öyle ki kız çocuklarına

isim verilmez; “bir, iki, üç…” gibi lakaplar

takılır olmuştur. Kadın kocasının kölesi

haline getirilmiş, çocuklarının ve kocasının

hizmetçisi konumundan yukarı bir statüye

kavuşamamıştır.”3

Aynı şekilde İran medeniyeti incelenecek

olursa benzer durumları orada da görmek

mümkündür. “Med ve Persler döneminde

bu aşağılama psikolojisi ensest ilişkilere

kadar varabilmektedir.”4 Yine Hint

kültüründe, Yunan uygarlığında, İslam

öncesi Arap toplumunda ve Roma

Devleti’nde de aynı sıkıntılar

gözlemlenebilmektedir. Kadının bırakın

politik hayatta söz sahibi olmasını

mahremiyet çerçevesinde bile ona değer

verilmemiştir. Nispeten Moğol Devleti’nde

anne merkezli bir karaktere sahip olması,

siyasi işlerde kadınların öğüt vermesi gibi

sebeplerle ve ekseriyetle de Türk

Devletleri’nde kadına verilen değerin

varlığından ve öneminden bahsedilebilir.

(Türk Devleti’nde kadının siyasi alandaki

rolü ayrıca ele alınacaktır.)

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde

geçen “aydınlanma felsefesi”nin tezahürü

olan “insan ve insan aklı her şeyin

üzerindedir.” Görüşü, her ne kadar insan

ifadesini kullanmış olsa da temelinde

insanı erkek ve erkek aklı ile eşdeğer

tutmaktadır. Çünkü kadın ancak aile içinde

kendisine bir yer bulabiliyorken; erkek

kamusal alanda varlığını ispatlamıştır. Bu

sebeplerden dolayı kadınlar, siyasal

hayatta söz sahibi olma ile ilgili hak

arayışları içine girmişlerdir. Bu konuda

belli zaman noktalarında çeşitli

mücadeleler vermişlerdir. Özellikle

Fransız İhtilali’nin bir sonucu olarak

kadınlar bu sahada büyük mücadeleler

vermiştir. “18, 19 ve 20. Yüzyıllarda bu

mücadeleler oy hakkı mücadelesi

boyutuna kadar taşınmıştır. Hatta bu

arayışlar çerçevesinde çeşitli sebeplerle

Olympe de Gouges, Susan Anthony ve

Mary Wollstonecraft gibi kadın hareketi

temsilcileri suçlamalara, tutuklamalara

hatta idamlara maruz kalmıştırlar.”5

Fransız Devrimi ile başlayan kadın

mücadelesi bir başlangıç olmuş ve

zamanla bütün bir Avrupa’ya yayılmıştır.

Örneğin; İngiltere’de Mary Wollstonecraft,

Harriet Taylor, John Stuart Mill, Emmeline

Pankhurst ve kızları, Amerika’da Elizabeth

Cady Stanton, Frederick Douglass, Susan

Anthony, Sarah Grimke kadın hakları

savunucularının önde gelenlerindedir.

“Vindication of the Rights of Women”, “The

Enfranchisement of Women” ve “The

Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

9

Subjection of Women” gibi belgeler,

Toplumsal ve Siyasal Kadınlar Birliği’nin

kurulması, düzenlenen mitingler gibi

girişimler verilen “feminist” mücadelenin

belli başlı örneklerindendir.

Toparlayacak olursak; tarihi süreç

açısından bakıldığında kadın hareketlerini

“birinci dalga kadın hareketleri” ve “ikinci

dalga kadın hareketleri” olarak

ayırabiliriz. 19.ve 20. Yüzyılı kapsayan

birinci dalga feminist akımda daha ziyade

kadının sosyal ve siyasal hak arayışlarına

yönelik mücadelelerde bulunduğunu

görürüz. İkinci dalga feminist akımı temel

alan 1960’lardan sonrası dönemde artık

kadın kendini özel ve genel tüm alanlarda

ispatlama çabasına girmiştir ve ekseriyetle

ataerkillik ve özel (çalışma) alanlar(ın)da

bir mücadele içine girmiştir.

TÜRK TARİHİNDE KADININ SİYASİ

YAŞAMDAKİ YERİ:

1.İslam Öncesi Dönemde Kadın:

“Türk kadınlarının en büyük süsü, Türk

olmalarıdır.”

Lady Mary Wortley Montagu

Tarih boyunca devlet kurma noktasında

ilahi bir yeteneği olan Türkler’de kadına

verilen değer çağdaşları ile birlikte

değerlendirildiğinde karşılaştırılamayacak

kadar farklıdır. Türk kadının siyasi, hukuki

ve ailevi açıdan sahip olduğu haklara diğer

toplumlarda neredeyse hiç

rastlanılmamaktadır. Bunun

sebeplerinden biri olarak Türk

mitolojisinde ve tarihinde kadına ilahi bir

konum verilmesi gösterilebilir. Yaradılış

Destanı’nda6 kadının kâinatın varlık

sebebi olarak gösterilmesi, erkeğin insanî;

kadının ruhanî bir varlık olarak tasvir

edilmesi gibi örnekler yukarıdaki tezi

destekler niteliktedir. “Benzer şekilde

kadının İslam öncesi Türk tarihi için önemi

Dede Korkut hikâyelerinde de

görülmektedir.”7 Aileye önem atfeden

Türkler’in kadını konumlandırması da

Dede Korkut hikâyelerinde gördüğümüz

gibi evin direği, eş, anne, kahraman

savaşçı gibi şekillenmektedir. Çok sağlam

bir durumda bulunan ailede, “Ana hakkı

Tanrı Hakkıdır”. Bunu, “Bamsı Beyrek”

hikâyesindeki “Banı Çiçek”8, Manas

Destanı’ndaki “Kanıkey”9 ile

ispatlayabilmekteyiz. Dolayısıyla ataerkil

bir yapıya sahip olunmasına rağmen

Türkler’de kadına, her zaman erkeğin

yanında olması hatta erkeğin ilham

kaynağı olarak görülmesi nedeniyle ayrıca

önem verilmiştir.

Türk toplumunda hukuki ve ailevi açıdan

kadının bulunduğu konumun göz ardı

edilemez bir statüde olması, onu siyaset

sahnesinde de erkek ile hemen hemen

eşdeğer pozisyona getirmiştir.

Hükümdarlık vekâletine sahip olmaları,

yönetici olmaları, buyruk verme hakkına

sahip olmaları, devlet meclisine

katılabilme yetkisine sahip olmaları,

diplomatik görevler üstlenmeleri,

emirnamelerde hakanla beraber “hatun”

sıfatının da kullanılma mecburiyetinin

oluşu, elçileri kabul yetkisi olması, savaş

meclislerine dâhil olma yetkisi bu savı

destekleyen örneklerdir.

Türk Milleti, geniş coğrafyalara

yayılmasının bir sonucu olarak farklı

kültürel ve dini inançlara sahip olan

toplumlarla kaynaşması sayesinde belli

etkileşimler yaşamış ve geleneksel kadın

tavrında bazı değişmeler olması da

Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

10

kaçınılmaz hâle gelmiştir. Ancak, eski Türk

devletlerinde gördüğümüz “hatun” sıfatı

ve siyasi hakları büyük oranda

korunmuştur.

2.İslam Sonrası Dönemde Kadın:

"Kadın; bilmeyene 'nefs', bilene 'nefes'tir."

Şems-i Tebrizi

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkler’in

çeşitli toplumlarla etkileşimi olmuş

olmasına rağmen Türk kadınına verdiği

değer ve haklar büyük oranda

korunmuştur. “Yine İslamiyet’in kabulü ile

birlikte kadınların haklarında bir takım

değişiklikler olmakla beraber bazı Türk-

İslam devletlerinde kadınların en yüksek

mevki olan hükümdarlık makamına kadar

yükselebildiklerini de görmekteyiz.”10

Harzemşâh Muhammed’in annesi Türkân

(Terken)11 Hatun’u Divân-ı Mezâlim12

Başkanlığında, Hindistan’da Ekber Şah’ın

sütninesi Mahım Enege’yi başvezir’in

yerine yönetimde görmekteyiz.13 Ayrıca

Delhi Müslüman Türk Devleti’nde Sultan

Râziyye, Mısır’da Sultan Şecerüddür,

Kirman Kutluk Devleti’nde Türkân

Hâtun’u ve daha başka örnekleri

hükümdarlık makamında görebiliyoruz.14

a.Büyük Selçuklu Devletinde Kadınların

Siyasî Alanındaki Rolleri:

“Bir uygarlığın seviyesini ölçmek isterseniz,

derhal kadının hayat şartlarına bakın.”

Stuart Mill

“Büyük Selçuklu Devleti’nde de kadın;

siyasi, idari ve askeri yaşamda

karakteristik özelliklerindeki baskınlığın

var olup olmamasına göre değişkenlik

gösteren seviyelerde kendilerine aktif

olarak yer bulmuşlardır. Kadının sarayda

ve devlet işlerinde önemli rollerde olduğu

Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinde de

açıkça görülmektedir. Örneğin; Selçuklu

Hâtunları’nın emirlerinde bir dîvan

bulunmaktadır.”15 Sadece İslam öncesi

Türk devletlerinden farklı olarak

hatunların kendi idarelerine verilen ikta

bölgelerine sahip olmalarına rağmen

devlet toplantılarına katılmadığı

görülmektedir. Bu anlayış Türk

devletlerinde kadının siyasal haklarının

çeşitli sebeplerle gerileme gösterdiğine

kanıt olarak sunulabilmektedir.

Bunun haricinde hatunların siyasi ve

yönetim alanındaki rollerini şöyle

bölüştürebiliriz:

A.DEVLETİN İÇ İŞLERİNE ETKİLERİ

I. Selçuklu Veliaht Seçiminde

II. Vezir Tayininde ve Sultan-Vezir

İlişkilerinde

III. Emirnâme ve Fermân Çıkartma

Yetkilerinde

IV. İdarî Tasarruflarda

V. İç İsyanlarda

B.DEVLETİN DIŞ İLİŞKİLERİNE

ETKİLERİ

I. Halife Seçiminde

II. Diğer Hanedanlarla Siyasî Evliliklerde

a) Halifelerle Evliliklerinde veya

Halifelerin Kızlarıyla Sultanların

Evliliğinde

b) Diğer Komşu Hanedanlarla

Evliliklerde

c) Hanedan Dışı Evliliklerde Kendi

Soyları ile İlişkilerde

III. Vassal Devletlerle İlişkilerde

IV. Elçilik Konumunda

Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

11

Sonuç itibariyle Büyük Selçuklu

Devleti’nde devletin belli noktalarında

kültürün ve devlet yapısının kendilerine

sunmuş olduğu yetki ve imkânlardan güç

alarak Türk kadınının siyaset sahnesinde

varlık göstermiş olduğunu görülmektedir.

b.Osmanlı Devleti’nde Kadınların Siyasî

Alandaki Rolleri:

"Kadınların siyasal güçleri yoktur sözde;

oysa akıllı kadınlar, aptal kocalarını hiç

güçlük çekmeden parlamentoya sokar,

hatta bakan koltuklarına oturturlar."

Bernard Shaw

Yukarıda bahsi geçen geleneğin Anadolu

Selçuklu Devleti ve Osmanlı

İmparatorluğu’nda da devam ettiğini yer

yer görmekteyiz.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında

tıpkı geleneğinde olduğu gibi kadını her

alanda görmek mümkündür. Ancak şu bir

gerçektir ki devlet, imparatorluk

seviyesine çıkarken; kadın da haklar

bakımından gerileme göstermiştir. Bunu

üç kıta ve yedi denize hâkim olan bir

imparatorluğun farklı kültürlerle

etkileşiminin bir sonucu olarak

betimleyebiliriz. Giderek zayıflayan kadın-

erkek eşitliği, önceleri kadının toplum

içinde üstlendiği sosyal rollerin elinden

alınmasına, sonraları da kadının iyice ayrı

bir grup haline gelmesine kadar varmıştır.

Arap ve Bizans kültürünün etkisi ile

“harem” algısı saraya dâhil olmuştur.

Bunun yanında “haremlik”-“selamlık”

ikiliği baş göstermiştir.

“Avrupa’da Fransız Devrimi ile ortaya

çıkan “kadın” mücadelesinin etkileri

Osmanlı’da Tanzimat Dönemi’ne doğru

kendini hissettirmeye başlamıştır. Böyle

olduğu halde Tanzimat Fermanı’nın metni

incelenirse “kadınlar” için özel bir kayıt

yoktur. Fakat Tanzimat’ın ülkede

yaşanlara getirdiği yenilik ve ‘batılılaşma’

anlayışından dolayı kadınların yaşayış

statüsüne etki yaptığı görülmektedir.”16

Devamında kurulan cemiyetler, milli

mücadele döneminde üstlendiği roller de

göz önüne alınırsa kadının kaybettiği

haklar yavaş yavaş geri kazanılmaya

başlanmıştır.

Bütün bunlara rağmen Osmanlı

Devleti’nde Hürrem Sultan, Kösem Valide

Sultan ve Turhan Valide Sultan gibi yetkin

ve güçlü kadınlar siyaset sahnesinde ön

plana çıkmıştır. Özellikle bunlar içinde

Osmanlı’nın zirve yıllarını yaşadığı Kanunî

Sultan Süleyman devrine tesir eden

Hürrem Sultan’ın sadece kendisi değil, bu

hâtunun vefatından sonra Kanunî’nin,

Hürrem’den olan kızı Mihrimah Sultan’a

yaptığı birçok işte fikir danıştığı

bilinmektedir. Osmanlı tarih

araştırmacılarının birçoğu kadınların

devlet işlerine karıştığı ve “Kadınlar

Saltanatı” olarak değerlendirilen bu

dönemleri, devletin duraklama ve

gerileme nedenlerinden biri olarak

göstermiş ve kabul etmişlerdir.

Osmanlı Dönemi, Türk tarihinde 6 asırdan

fazla yer tutan ve sayısız olumlu/olumsuz

gelişmeye sahip bir dönem olması

hasebiyle kadının siyasetteki rolünü de

derinlemesine incelemek gerekir. Kaldı ki

böyle bir incelemede her ne kadar kadının

özellikle de eğitim ve sosyal hayat

bakımından değer kaybına şahit olunsa da

esasen örnek örnek incelemeye

başlandığında siyaset sahnesinde hatırı

sayılır rol üstlendiğini gözlemek mümkün

Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

12

olacaktır kanaatini taşımaktayız. Lakin

satırlarımızın sınırlı olması nedeniyle

bunu başka bir mütalaanın konusu olarak

görmekte ve konuyu uzmanlarına

bırakmak haddindeyiz.

c.Cumhuriyet Döneminde Kadınların

Siyasi Alandaki Rolleri:

“Kadınlar bütün dünyada ikinci sınıf yaratık

olarak görülürler ama dünyayı bir arada

tutanlar da onlardır.”

PAM BROWN

Türk kadınının sosyal ve siyasi manada

kendisine yer bulma ve eşitlik mücadelesi

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuya

verdiği önemle eş değer olarak Türkiye

Cumhuriyeti’nde de devam etmiştir.

“Özellikle Milli Mücadele Dönemi’ndeki

işgal kuvvetlerine karşı düzenledikleri

protestolar, mitingler vs. ile kadınlar

politik anlamda da kendilerine kitlesel bir

varlık sahası bulabilmişlerdir.” 17 Bu tür

tavır hareketleri ve batı merkezli kadın

hak arayışları, Türk kadınında da politik

bilincin gelişmesine yol açarak yeni

kurulan Cumhuriyet’te de benzer

arayışlara sebep olmuştur.

Kadın haklarına yönelik ilk önemli

gelişmenin 1926 yılında medeni kanunun

kabul edilmesiyle birlikte toplumsal

hayatta kadının önünü açmaya yönelik

büyük bir adım atılmış olsa da kadınlar

siyasal haklardan yoksun konumda

olmaya devam etmişlerdir. Bununla

birlikte Cumhuriyet Dönemi’nde, Kadınlar

Halk Fırkası ve Türk Kadınlar Birliği,

Türkiye’de kadınların siyasal hak

mücadelesinde önemli rollere sahip

kuruluşlar olmuştur. Ancak çeşitli

sebepler öne sürülerek Kadınlar Halk

Fırkası’nın kuruluşuna izin verilmemiştir.

Bunun üzerine fırkanın mensubu bayanlar,

Türk Kadınlar Birliği çatısı altında

toplanmayı kabul etmişlerdir.

1927 yılına kadar kadın hak arayışındaki

çeşitli faaliyetlerini bazı iç çatışmalarına

rağmen sürdüren birlik, 1927 ve 1931

seçimlerinde kadınların siyasal hakları ile

ilgili çalışmalarda, girişimlerde bulunsa da

tam anlamıyla başarı elde edememiştir. Bu

konuda Atatürk’ün tek parti diktatörlüğü

suçlamasının önüne geçip demokratik

tavır sergileme isteği olması ve gelecekte

de benzer bir anlayışa ihtiyaç duyulması

durumları göz önüne alınması gibi çeşitli

spekülatif yorumlamalar olmakla birlikte

nihayet, Türk kadını 1930’da yerel,

1934’te ise genel seçimlerde seçme ve

seçilme hakkını elde ederek 1935

seçimlerinde meclise %4,5’lik kadın

oranıyla on sekiz kadın milletvekilinin

girmesiyle siyasal haklarına yasal anlamda

kavuşmuş oldu. Bunlara rağmen gerek

siyasi partilerin içindeki kadın varlığının,

erkek varlığının olma prosedürüne göre

farklılık göstermesinden gerekse kadın

vekil sayısına kısıtlama getirilmesinden

dolayı esasen kazanılan hakkın tam bir

entegrasyon içinde olmadığı da

anlaşılmaktadır.

Burada tek eleştirinin mevcut erkek

egemen siyasal düzene yapılması da

yeterli görülmemektedir. Çünkü birinci

dalga feminist hareketi denilen sosyal hak

arayışından elde edilen başarılardan sonra

batılı devletlerde de Türk kadınlarında da

bir rahatlama evresine geçildiği, siyasal

hak arayışlarının uzun zaman sonra

gündeme getirildiği görüşleri mevcuttur.

Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

13

“1960-1980 yılları arasında kadın

hareketlerinin yönlendiricisinin sol

mekanizmalar olduğunu gözlemekteyiz.

Kadınların, yasalarda var olduğu iddia

edilen eşitliğe karşın eşitsiz bir cins olduğu

bilinci ilk olarak bu dönemde, “gelir ve

fırsat eşitsizliği”, “sömürü” kavramları

üzerinden dile getirilmeye başlanmıştır.

Kadınlar bu dönemde Marksist feminist

bir yaklaşımla sol, sosyalist yayın ve

derneklerde faaliyet göstermeye başlamış,

toplumsal adaletsizliğe karşı sesini

duyurmaya çalışmıştır.”18

“Dünyada 1960’lardan sonra ortaya çıkan

ikinci dalga feminist hareket, Türkiye’de

ancak 1980’lerden sonra görülmeye

başlanmıştır. İlk defa bu dönemde kadının,

kadın olmaktan kaynaklanan sorunları

olduğu, bunları aşabilmek için var olan

siyasi ideolojilerden ayrı, bağımsız bir

kadın hareketinin gerekliliği, toplumsal

cinsiyete ilişkin varoluş problemleri,

farklılıkların ve feminizmin toplumsal bir

proje olarak tartışılmaya başlandığı

görülmektedir. Özetle, “kişisel olan

politiktir” sloganıyla kadınlar yeni bir

hareketin başlangıcını oluşturmaya

başlamışlardır.”19 Bu noktada Arat’ın

1980 sonrası kadın hareketi ve

Kemalizm’in feminist eleştirisi önemli bir

örnek niteliği taşımaktadır.

90’lı yıllarda siyasetin kutuplaşmış

uçlarının tartışmalı olması durumu saklı

kalmak koşuluyla törpülenmiş(!) olması,

kadın hareketlerinde de kendini gösterdi.

80 döneminin militarist duruşundan

sıyrılan kadın hareketleri daha aktivist bir

duruşa doğru evrildiler. Ayrıca kadın

hareketleri üç büyük şehir sınırından taşıp

tüm Türkiye’de farkındalık kazanarak

örgütlenmiş ve kurumsal kimlikler

kazanmıştır. Üniversitelerde kadın

kürsülerinin kurulması, devlet

kurumlarında kadın komisyonlarının,

danışma kurullarının oluşturulması,

Medeni Kanun’daki iyileştirmeler,

dernek/vakıf/siyasi partilerde kadın

duyarlılığının nispeten arttırılması bu

teşkilatlanmaların çalışmalarının

sonuçlarından birkaçı olarak ele alınabilir.

“Temsil sorunu ve kadın-siyaset ilişkisi

düşünüldüğünde Ka-Der (Kadın Adayları

Destekleme ve Eğitme Derneği), bu

konuya dikkati çeken en önemli sivil

toplum kuruluşlarından birisi olmuştur.

Ka-Der’e göre (http://www.ka-der.org.tr

Erişim: Haziran 2010) toplumun yarısı

karar alma organlarından dışlanıyorsa, o

ülkedeki demokrasi erkek ve eksik bir

demokrasidir. Erkekler siyasi karar

organlarında kadınları temsil edemez,

çünkü sorunları, çıkarları ve öncelikleri

farklıdır. Kadınların eşit temsili, kadın

sorunlarına karşı kadın bakış açısını da

beraberinde getirmektedir. Bu durum hem

kadın sorunlarının çözümü için gereklidir

hem de doğru ve sağlıklı politikalar

üretebilmeyi sağlamaktadır. Bu sebeple

Ka-Der, misyonunu, kadınların seçimle ve

atamayla gelinen tüm karar verme

mekanizmalarında eşit temsilini sağlamak

olarak belirlemiştir. Bu misyon

doğrultusunda kadınların politikaya

katılımını engelleyen ekonomik, sosyal,

kültürel ve yasal engellerin ortadan

kaldırılması için lobi, savunu, kampanya,

örgütlenme, eğitim çalışmaları

yapmaktadır. Faaliyetler, politik yaşamda

yer alan tüm partili ve partisiz kadınları

kapsamakta, onların adaylığı teşvik

edilmektedir. Ayrıca, siyasi partilerde yer

alan kadınlarla kadın sorunları ve

Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

14

politikaları konusunda iş ve güç birliğinin

geliştirilmeye çalışılıp onlarında kadın

hareketine eklemlenmeleri

amaçlanmaktadır.”20

SONUÇ:

"Yeryüzünde gördüğümüz her şey, kadının

eseridir."

Mustafa Kemal Atatürk

İnsan hakları ve demokrasi açısından

düşünüldüğünde kadın ve erkek

arasındaki biyolojik fark tarihten bu yana

hayatın her alanına yansıtılmış bu da

erkeğin doğasından kaynaklanan “güçlü”

oluşu, onun kendisini sosyal, hukuki ve

siyasal değerler bakımından kadından

üstün görmesine sebep olmuştur. Bu

eşitsizliğin en net görüldüğü alanlardan

birisi de siyaset sahnesi olarak karşımıza

çıkmaktadır.

Günümüzde bu tür konularda yapılan

araştırmalar göstermektedir ki kadının

temsil edilememe ve siyasal haklarını

yeterince elde edememe sorunun

temelinde; toplumun ataerkil yapısındaki

kırılamayan tabular, siyasetin ‘erkek

işi/alanı’ olduğu algısı olduğu kadar;

kadının bu konudaki ilgisizlikleri ve

(kişisel) yetersizlikleri de etkenler

arasında yerini almaktadır.

Bir ülkenin siyasal sistemi, siyasi partileri

ve partilerin içyapıları demokratik ve

çağdaş toplumlarda çoğunluğu temsil

ediyor olmaları ve bir anlamda toplumun

elit yansıması olmaları hasebiyle büyük

önem taşımaktadır. Dolayısıyla kadının

toplumun yarısını teşkil ettiği varsayımı

üzerinden bakıldığında siyasi partilerin

kadın temsilcilerinin nitelik ve nicelikleri

de önemli başka bir gündem olarak ele

alınması gerektiği görülmektedir.

Türkiye’de ister sağ cenahtan ister sol

cenahtan olsun siyasi partiler için

kadınlar, ya hak arayışlarını teorik olarak

desteklediklerini belirten soyut ifadelerin

yer aldığı propaganda aracı olarak

görülmekte ya da partinin üst

kademelerine alınan yönetici kadınlar ile

“ağızlara birer parmak bal çalma” metodu

uygulanmıştır. Kadın kolları denilen olgu

ise seçim zamanlarında broşür

dağıtmanın, kermes düzenlemenin ve

mitinglerde ön saflarda yer tutmanın

ötesine geçememiştir ne yazık ki…

Bu anlamda siyasal katılımı sağlamak için

tabir-i caizse gaz alıcı teorik yaklaşımlarla

bu konuya sahte bir eğilim

göstermektense somut çözüm önerileri

sunmakta fayda vardır.

Bunlar;

i. Kadını mecliste ve siyasi partilerde

temsil etme konusunun kadının günlük

yaşamından ayrı düşünmemek gerektiği

gerçeğidir. Bu anlamda en büyük görev

yine kadınlara düşmektedir. Kadının

haklarının en canlı savunucusu yine

kadınlar olmalıdır. Bu arayış tam bir eşitlik

sağlanana ve bu eşitlik tarihin ilerleyişiyle

birlikte doğal bir eş-evrimleşme oluşana,

tabii ki yetiler ve yetkinlikler göz ardı

edilmeden, kadar devam etmelidir.

ii. Kadınların haklarını söz yerindeyse

“göze sokar gibi” değil yaşamın doğal

dengesine uygun hale getirerek yapmaları

gerekmektedir. Örneğin kadın

milletvekilleri mecliste sadece kadınların

hak arayışları, ezilmişlikleri vs. konularda

değil; kendi uzmanlıklarında (ekonomi,

Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

15

uluslararası ilişkiler, sosyoloji, bilim,

kültür, sanat vb.) da çalışmalar

yürütmelidirler.

iii. Anayasa, siyasi partiler ve yerel

yönetimler yasalarında kadının siyasetteki

yerini arttırmak için ciddi çalışmalar

yapılmalıdır.

iv. Kadın dayanışması siyaset için de

önemli olduğu gerçeği göz ardı

edilmemekle birlikte eski-yeni

sentezlemesi yapılarak tecrübeler,

arkadan gelen yeni nesle bahsi geçen konu

üzerinden aktarılmalıdır. Bu noktada

Cumhuriyet’in temellerini sarsmamak

kaydıyla parti ayrımı yapmadan bir

dayanışma felsefesi oluşturulmalıdır.

Şeklinde bir özet sıralama yapılabilir.

Bütün bunlarla birlikte bazı kadın

derneklerinin bu konu üzerindeki

çalışmalarından elde ettikleri sonuçlara

göre yaptıkları yorumlar arasında, YSK’nın

kadınların seçilebilecekleri yerden aday

gösterilmelerini sağlayacak yasal

düzenlemeler yapması ve “kadına yönelik

pozitif ayrımcılık” mantığı ile cinsiyet

kotası getirilmesi gibi yaklaşımlar,

kadınların hak arayışlarını bizce sekteye

uğratacak türdendir. Kadının yetenekleri,

eğitim düzeyi, siyasal tecrübeleri göz

önüne alınmadan tepeden inme olarak

yapılacak bir düzenleme zaten sorunlu

olan parlemento düzenini olumsuz

manada bir kat daha etkileyebilir. Ayrıca

“kadına pozitif ayrıcalık” istemek, aslında

kadının erkek egemenliğini kabul etmesi

bakımından manidardır. Eşitlikçi değerler

üzerinden savunu yaparken fiili boyutla

eşitlik içermeyen bir yöntem önerisinde

bulunmak asırlardır verilen mücadelenin

genetiğine de hakaret etmek demektir ve

hiçbir kadın tarafından kabul

edilmemelidir.

KAYNAKÇA

1.Koray, M. (1998). Türkiye’nin siyasetinde ve

geleceğinde “kadın damgası” olabilir mi?. Der: Z.

Göğüş. Kadınlar Olmadan Asla. (s.209-221). İstanbul:

Sabah Kitapçılık.

2.Türk, P. (2010). Kadın ve Siyaset İlişkisi Üzerine

Sosyolojik Bir Araştırma: Bursa’da AKP ve CHP

Kadın Kolları, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.

3.SOYKAN, T. Tankut. (1999). Osmanlı

İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler, Ütopya Kitabevi,

İstanbul.

4.Konya Şer’iye Sicilleri 24 / 43-2 (Gurre-i

Muharrem 1089)

5.Tekeli, Ş. (1982). Kadınlar ve siyasal toplumsal

hayat. İstanbul: Birikim Yayınları.

6.Yaradılış destanları Altay Türkleri’ne ait

efsanelerdir. Bu destanlar Maniheizm, Budizm,

Lamaizm hatta Hristiyanlık gibi dinlerin tesirleri

altında kalmışlardır. Dünyanın ve insanın

yaratılışına dair efsaneleri içermektelerdir. (Daha

geniş bilgi için bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I,

TTK, Ankara 1993, s. 419-493.)

7.ÇANDARLIOĞLU, G. (1966). “Türk Toplumunda

Kadın”, Hayat Tarih Mecmuası, sa. IV, Mayıs, s.21-28.

8.GÜNDÜZ, A. (2012).“Tarihî Süreç İçerisinde Türk

Toplumunda ve Devletlerinde Kadının Yeri ve

Önemi”, The Journal of Academic Social Science

Studies International Journal of Social

Science,Volume 5 Issue 5, s. 129-148.

9.SEVİNÇ, N. (1980). “Eski Türklerde Kadın ve Aile

Hukuku”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, sa. 8,

s. 17-74.

10.ÇANDARLIOĞLU, G. s.27.

11.Terken ünvanı kelimenin arap harfleriyle Türk

adının çoğul hali olan Türkân’a benzemesi dolayısı

ile İran kaynaklarında Türkân şeklini almıştır. Eski

Türkçe bir unvan olarak Türk kelimesine Farsça

Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

16

çoğul eki (-ân) getirilerek “Türkler” anlamında bir

kelimenin türetilmesi mümkün görülmemektedir.

(Daha fazla bilgi için bkz. Osman Turan “Terken

Ünvanı”, Türk Hukuk Tarihi Dergisi, I, 1944; Gülay

Öğün Bezer, “Terken”, DİA, XL, s. 509.

12.Dîvân-ı Mezâlim: Ağır siyasî suçlara bakan

mahkemedir. (Bkz: İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli, s.

354).

13.ÜÇOK, B. (2011). İslam Devletlerinde Türk

Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Bilge Kültür Sanat.

14.Üçok, s. 53, 77, 113; Çandarlıoğlu, s. 27.

15.SEVİM, A., MERÇİL, E. (1995). Selçuklu Devletleri

Tarihi Siyaset, Teşkilat ve Kültür, TTK.

16.Kurnaz, Ş. (1996). II. Meşrutiyet Döneminde Türk

Kadını, M.E.B. Yayınları, İstanbul.

17.Tekeli, s. 203.

18.Çakır, S. (1995). Türkiye’de feminizmin dünü ve

bugünü. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,

cilt: 13. (s.750-756). İstanbul: İletişim Yayınları.

19.Timisi N. ve Gevrek, M. A. (2009). 1980’ler

Türkiyesi’nde feminist hareket: Ankara Çevresi, Der:

A. Bora ve A. Günal, 90’larda Türkiye’de feminizm,

(3. baskı). (s.13-39). İstanbul: İletişim Yayınları

20.Türk, s.47-48.

Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

17

TÜRKİYE’DE FEMİNİZM MÜMKÜN (mü?) Veysel Gökberk MANGA

Batılılaşmanın değil, yanlış, kayıtsız

şartsız, ne olursa olsun Batılılaşmanın

Türkiye’ye yaptığı en ciddi kötülük, verdiği

en büyük zarar, insanımızı, kendisiyle ilgili

meseleleri düşünürken başka, yabancı bir

gözlük takmaya mecbur bırakmasıdır. Her

mesele ancak kökleriyle birlikte var

olabilir ve insan, kendi köklerini en iyi

kendisi bilir. Basit bir ifadeyle kendilik

bilinci demek olan tarih, normal şartlarda

her milletin öz usûllerini yaratmalı ve

insan toplulukları, varlıklarını

mânâlandırmak için yalnızca kendilerine

âit gözlerle atalarına, dedelerine

bakmalıdırlar. Türkçenin en büyük şâiri

Yunus, bu durumu daha çok önceden,

asırlar evvel, herhâlde hepinizin aklına

gelmiş olacağı gibi, veciz bir şekilde

anlatmış ve meseleyi kapatmış

görünmektedir:

“İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsen,

Ya nice okumaktır?”

Gerçi Yunus’umuz, büyük şâirimiz

meseleyi kapatmasına kapatmıştır ama, bu

konar-göçer atanın yerleşik torunları,

yerleştikleri her devirde olduğu gibi,

evvelâ “kendilerine yabancılaşırlar” ve

içinden çıktıkları kalabalığa “diğerleri”nin

değer hükümleriyle nakışlanmış

kıyâfetleri giydirmekte tereddüt

göstermezler. Türk İnkılâbı, aslında “kendi

içine bakmak” gâyesini güderken, Mustafa

Kemal’in yapmak istediğini anlayamayan

veyâ bâzı ideolojik kaygılarla anlamak

istemeyen hoyrat kafalar, milletin maddî

ve mânevî değerlerini yeni fethettikleri

ülkeleri keşfe çıkan misyonerler misâli,

yabancı bir halkın folklor malzemesiymiş

gibi incelerler. Bunun için, mezkûr

değerlere uygun, Türklerin vücûduna tam

oturacak gömlekler biçmek yerine, daha

önceden hazırlanarak ellerine

tutuşturulmuş kılıfa sığdırmak için

minâreyi orasından burasından

parçalarlar. Bu arada, “fıtratları” îtibâriyle

cumhuriyete ve ideolojisine düşman bâzı

gruplar, bu hoyrat kalabalığın yaptıklarını

fırsat bilerek dinin, milletin ve vatanın

elden gittiği sanrılarıyla ortalığa

doluşurlar ve Doğu’nun paslanmış

gökleriyle Batı’nın kirlenmiş kulaklarını

dolduran rahatsız edici curcuna, böylece

başlamış olur. Koskoca Türk Cumhuriyeti,

müdâvimler ve muârızların etek

çekiştirmeleriyle, bir oraya bir buraya

salınarak çalkanır durur.

Son iki asırda Türk Entelijansiyası’nın

merâk hudutları dâhiline girmiş hiçbir

mevzu, bu keyfiyetten hâlî tutulamaz.

Deprem, bütün bir fikir hayatını, bir uçtan

bir uca sarsar. Bugün bizleri işimizden

gücümüzden ederek burada toplayan

kadın mevzuı da bahsedilen depremden

nasîbini alır.

Ta en başından, feminist hareketlerin

Türkiye’de zuhûr ettiği ilk ândan îtibâren

bütün bir Osmanlı ülkesinde bir kadın

sorununun olduğu, gökten inme bir

hakîkatmişçesine kabûl edilegelir. Meselâ,

Kadınlar Dünyâsı Dergisi’nde 30 Mart

Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

18

1918 tarihinde çıkan bir yazıda şöyle

denir:

“Son zamanlarda Osmanlı kadınlığı can

sâhibi olduğunu, var olduğunu gösterdi.

Onun her ân iniltiler içinde kopup gelen

sadâsını işitiyoruz. ‘Biz varız, uyanıyoruz,

kalkacağız, kalkınız, yol gösteriniz’ diyor.

Bu hareketi kadınlığın bütün

tabakalarında müşâhede ediyoruz.

Düşünenler eski hayattan bıktı,

düşünemeyenler de bıktı. Artık başka bir

hayata girmek ihtiyâcı, hemen kadınlığın

her tarafında hissolundu. … Artık iman

ettik ki hayatımız iyi bir hayat değildir.

Artık kadınlık böyle yaşamayacaktır ve

yaşayamaz. Buna katiyen emin olunuz.”

Yukarıdaki satırların her zerresinde

“Avrupalı” bir “muharrire”nin hezeyânları

toplanmış gibidir. Meselâ, daha ilk olarak,

ayrıntılı bir düşünmeye ihtiyâç

bırakmadan zihnin ufuklarını dolduran şu

soru, bir Türk kadınının eline daktilo

tutuşturduktan sonra gizlenerek kıs kıs

gülen bir oryantalistin önündeki perdeyi

düşürecek ve onu, yakalanma korkusuyla

tedbirsizlik etmenin şaşkınlığı arasında

bocalatacak, boş boş bakmasına neden

olacaktır. Sâdece bir soru, “Kadınlığın

hangi tabakaları?” sorusu, yukarıdaki

yazının maskesini düşürmeye yeter. Ne

diyordu muharriremiz: “Bu hareketi

kadınlığın bütün tabakalarında müşâhede

ediyoruz.” Acabâ Türk toplumunda, biz

tarihçilerin bilmediğimiz farklı farklı,

tabaka tabaka kadın grupları mı vardır?

Kont eşleri, dük eşleri ve işçi eşleri, tarihin

bir yerlerinde birbirlerine düşman

kesilmişlerken, bu yazının yazıldığı

zamanlarda bir aydınlanma devresine mi

girmişlerdir; vs… Soruların cevâbı bizce

malumdur.

*****

Eski çağlara, yâni yazısız zamanlara dâir

bilgimizi destanlardan alırız. Destanlar

atalarımızın yaşayışını, insanın tabiatın bir

parçası olduğu yılları aksettirerek verir.

Bulgularımıza göre, tarihin en eski

toplumları ataerkil toplumlardır. Destan

çağlarının yazıya geçirilişi, anaerkil

zamanlarımızın çok sonralarına tesâdüf

etse de, onlarda yine de kadının egemen

olduğu devirlerin yankılarını bulmak

mümkündür. Meselâ, Oğuz Kağan, destana

göre yüzü gök, ağzı ateş, gözleri elâ, saçları

ve kaşları kara, perilerden güzel bir

bebektir. Ayakları öküz ayağı, beli kurt

beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı

göğsüdür. Bugünkü tasavvurumuzla bu ilk

atamız, insandan çok, insanın doğada

karşılaşıp korktuğu, çekindiği ve gücüne

hayran olduğu bâzı hayvanların hâlitası bir

canavardır. Fakat bütün hayvanî

korkunçluğuna ve perileri kıskandıran

güzelliğine rağmen, annesinden süt

emmekten kendini alamaz. İnsan, bir

milletin atası, bir soyun ilk kaynağı dahi

olsa, anne sütüne muhtaçtır demek ki.

Fakat Oğuz Kağan, bu tırnak içindeki

âcizliğini, doğar doğmaz dillenerek ve ilk

sütten sonra çiğ et, çorba ve şarap

isteyerek örtmeye çalışır. Kim bilir, belki

de ilk atamız, daha anne sütü ağzına

değdiği vakit yüzünü ekşitmişti bile. Onun

bu hareketini, kendi kendini yapmaya

başlayan ataerkil toplumun, eski düzene

karşı çıkışı olarak görmek, bilmem doğru

olur mu?

Dede Korkut Kitabı’nda da buna benzer,

aynı mücâdeleyi çağrıştırabilecek bir

bölüm vardır. On ikinci boyda, yâni Dış

Oğuz’un İç Oğuz’a âsî olup Beyrek’in

öldüğü hikâyede, Oğuzların başındaki

Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

19

hükümdâr olan Salur Kazan’ın dayısı At

Ağızlı Aruz, bu isyânı hazırlayan kişidir.

Çünkü geleneğin hilâfına olarak, Salur

Kazan her zaman yaptığını yapmamış,

evini yağmalatmaya Dış Oğuz’u

çağırmamıştır. Aruz, Salur Kazan’a baş

kaldırır ve durumu beylerine bildirir.

Beylerin Aruz’un fikrini makul bulurlar.

Bir İç Oğuz Beyi’nin oğlu olan Beyrek, Dış

Oğuz’dan Bay Biçen Bey’in kızını almıştır.

“Bizden kız almıştır” diye Beyrek’i

yanlarına çağırırlar. “Yeme içme arasında

Mushaf getirip” onun da Kazan’a âsî

olmasını isterler. Ancak Beyrek, “Ben

Kazan’dan dönmezem,” der, ayak diretir.

Bunun üzerine Aruz, Beyrek’i kılıçlayarak

öldürür. Beyrek’in öldüğü haberi Salur

Kazan’a varınca, Kazan ordularını toplar,

Dış Oğuz’un üzerine varır. Savaşılır. Han,

kendi dayısını, Beyrek’in intikâmını almak

için, elleriyle öldürmese de kardeşine

öldürtür. Böylece hikâyede bir “dayı

kaatili” motifi teşekkül eder. Bunu da

ataerkilliğin anaerkillikten intikâmı olarak

görmek mümkündür.

Fakat bütün bunlara bakılarak, genelde

Türk, özelde Oğuz toplumunun kafa

yapısının ve hayat tarzının anaerkillik

karşıtlığı üzerinde yükseldiğini düşünmek

yanlış olur. Bu, dünyânın bütün

toplumlarının ortak özelliğidir. Yapı evvelâ

anaerkil kurulur, sonra bir karşı hareket

başlar ve nihâyet eşitlik fikrine ulaşılır.

Türklerin bu fikre ulaşmaları

başkalarınınki kadar zor ve uzun

olmamıştır. Hattâ toplumun sınıf sınıf

ayrılması da Türk toplumunda vuku

bulmadığından, anaerkillik-ataerkillik

ayrımının ancak ikinci plânda, unsurlarını

ve silâhlarını o kadar da su üstüne

çıkarmadan, bir çekişme düzeyinde

yaşandığını tahmîn edebiliriz.

Türkçenin en eski iyi inşâ edilmiş metnine,

Orhun Âbideleri’ne bakarak Türk

toplumunda kadının yerine dâir bir fikir

sâhibi olabiliriz. Her ne kadar burada,

yapılan savaşlarda, açılan seferlerde

kadınların olup olmadığına dâir bir

ibâreye rastlamak mümkün değilse de,

metindeki bir cümle bize kadının rolü

hakkında fikir verebilmektedir: Tanrı,

Türk Milleti yitip gitmesin, dünyâyı kendi

nizâmına soksun ve kendi istediği gibi

yönetsin diye, Türklerin içinden bir kağan

ve katunu yükselterek başa koymuş, lider

yapmıştır. Burada, yalnız kağandan değil,

katundan da bahsediliyor olması, eski

toplumlardaki en büyük hak olan yönetim

hakkının sâdece erkeklere münhasır

olmadığını gösterir.

Dede Korkut’ta kadın, toplum hayatının

ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza

çıkar. Zaman bakımından daha yeni

olmasına, büyük ihtimâlle Osmanlı

zamanında metnin başına bir hitam çizgisi

olarak eklenmesine rağmen, daha

Mukaddime’de, kadınlarla ilgili bereketli

ve aydınlatıcı ayrıntı vardır. “Kız anadan

görmeyince öğüt almaz.” yâhut “Oğul

kimden olduğunu ana bilir.” gibi kadını

yalnızca zikreden birkaç cümleden ziyâde,

daha büyük bir öneme sâhip olan yer,

Mukaddime’nin son, kadınların nasıl

olması ve olmaması gerektiğini anlatan

bölümüdür. Önemine binâen, o kısımdan

birkaç alıntı yapmak mecburiyeti doğar:

“Dede Korkut dilinden ozan Aydur: Karılar

dört dürlüdür. Birisi solduran sopdur.

Birisi tolduran topdur. Birisi ivün

Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

20

tayağıdur. Birisi niçe söyler isen

bayağıdır.”

Dede, bundan sonra, bahsettiği dört tür

kadını açıklamaya başlar: “Ozan ivün

tayağı oldur ki yazıdan yabandan ive bir

konuk gelse, er adam ivde olmasa, ol anı

yidürür içürür ağırlar azizler gönderür. Ol

Ayişe Fatıma soyudur hanım. Anun

bebekleri yetsün. Ocağına bunçılayun

avrat gelsün.” Bu kadın, Dede Korkut’a

göre makbul olan kadındır. Diğer üç kadın

da açıklanır ve Mukaddime böylece

sonlanır.

Görüldüğü gibi, Türk kadınının çarşafa

bürünüp misâfirden köşe bucak kaçanı

değil, onu kocası yokken dahi en iyi şekilde

ağırlayanı, hayatı en iyi devâm ettireni,

yâni kısaca, halk arasına en çok karışanı,

hayır, böyle söylemek Dede Korkut’u

yaratan topluma hakâret etmek olur,

halkın mayasına en çok ve en faydalı

karışanı makbuldür. Yine destana göre,

Salur Kazan kırk yiğidiyle meydana

çıkarken, karısı Boyu Uzun Burla Hatun,

kırk ince belli kızına çadırlar diktirmekten

de geri kalmaz. Kara Donlu Selcen Hatun,

Kanturalı ile berâber düşmanlara ok çeker,

kılıç salar. Salur Kazan, evi yağmalanıp

anası ve karısı esir düştüğünde, Karaca

Çoban’a “anamı kâfirden dileyeyim, at

ayağı altında kalmasın” diyerek, kadına

saygısını da göstermiş olur. Türk sosyal

hayatında, kadınla erkek arasında yaşayış

îtibâriyle bir fark olmadığı böylece

anlaşılır. Arap toplumunun ve böylece

taassubunun da temsîlcisi sayabileceğimiz

İbn Fazlan, Türk kadınlarının yabancıların

yanında peçe kullanmamasına şaşırır,

onların erkeklerden avret yerlerini dahi

saklamadıklarını söyler. Bu, şimdilerde de

Anadolu’nun köylerinde aynı şekilde

devâm eden yaşayış, İbn Fazlan’ı herhâlde

hayret denizlerine gark etmiş olmalıdır.

Bugün Dede Korkut’a Mukaddime’yi

ekleyen, aslında onu, tam da kendisine

lâyık bir takrîzle süsleyen yazarın adını

bilmiyoruz. Bildiğimiz şudur ki, bu yazar,

bir Osmanlı’ydı. Kendisini, “âhir zamanda

hanlık girü Kayı’ya değe, kimesne

ellerinden almaya, âhir zaman olup

kıyamet kopanaca. Bu didügi Osman

neslidür, işde sürülüp gideyorır.” diyerek

ele verir. Şöyle bir akıl yürütme yapmak

mümkün görünüyor: Alışkanlık üzere,

Osmanlı’nın, gücünün doruğunda olduğu

söylendiği 16. asırda, yazarımız Dede

Korkut’u ele geçirdikten ve okuduktan

sonra, belki onlarca, yüzlerce kez

annesinden, ninesinden nüvesini, ana sütü

emer gibi emerek dinlediği bu hikâyeleri

en güzel şekilde metbuına sunmak için

sabırsızlanmış, çoğu kez uykusuz kalmış

olmalıdır. Daha da sonra, Mukaddime’yi

yazarken, hikâyelerdeki kadın motiflerine

dokunmadan, onları tahrîp etmeden

nakletmesi, Osmanlı yaşayışının hâlâ

destan çağlarındaki gibi olduğunu bize, ta

o zamanlardan anlatır. Eğer Osmanlı,

Batılıların veyâ bugün Osmanlı’yı katıksız

bir şeriat devleti sananların kafasındaki

Osmanlı olsaydı, yazarımızın hiç olmazsa

Beyrek-Banı Çiçek münâsebetinde bâzı

kısımlara sansür koyması beklenirdi. Ama

o, her şeyi böyle aksettirmeyi tercîh

ettiğine göre, en azından klasik Osmanlı’da

kadın-erkek ayrımının zayıflık-güçlülük ve

sınıf bağlamında teşekkül etmediğini ve

kimsenin kafasını kurcalamadığını

varsayabiliriz.

Bu hâlin en büyük delîli, Osmanlı’da

kadınların yalnız ev kadını, âile hayatını

düzenleyen unsur olarak değil, tekke

Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

21

şeyhi, vakıf bânisi ve yöneticisi vs. olarak

da görünmeleridir. Gerçekten de yapılan

araştırmalar, kadınların önemli görevler

alabildiklerini ve sanıldığı gibi evlerine

hapsolmadıklarını gösterir.

Bütün bunlara rağmen, bâzı ideolojilere

sırtını dayayan maksatlı yazarların ve

saflık ve safdillikle Avrupalıların

söylediklerine inananların nerede

yanıldıkları da açıktır. Osmanlı’da

Eşârîliğin hâkim hâle gelişine kadar, yâni

Yavuz Sultan Selim’in Mısır Memlûk Türk

Sultanlığı’nı yıkarak bölgeyi

fethetmesinden önce, kırda veyâ şehirdeki

kadın tasavvurunun bugünkü vaziyete

geldiğini düşünmek için hiçbir sebep

yoktur. Eşârî imamlarının ve dünyâ

görüşünün evvelâ başkentte, daha sonra

ise bâzı büyük şehirlerde hâkim olması,

belki yönetici çevrelerde kadına bakışı

değiştirmiş olabilir. Ancak kırdaki, köydeki

kadının, aynı destandaki gibi, toplum

hayatını yapan iki eşit unsurdan biri

olduğu gerçeğini değiştiremez. Paşa

saraylarında halayık, câriye, hizmetçi

olanların yakın akrabâlarının Türkmen

çadırlarında paşalık sürdüğünü tahayyül

etmek hakkımız vardır. Bu şartlar altında

Türk kadınlarının evde, uyandırılmayı

bekleyen köleler olarak yaşadığını

sanmak, en basit ifâdeyle onulmaz bir

hatânın çamurlu bahçelerine süslü püslü

kıyâfetlerle dalmaktır; bu, saraylarda

mahpus halayık hastalığıdır.

Entelektüel çevrelerde kadının durumu da,

Osmanlı’nın son devirlerinde, sanıldığı

kadar kötü değildir. İlk basın faaliyetleri

başladıktan biraz sonra, bâzı gazeteler

kadın sayfaları ve ekleri yapmış ve nihâyet

yalnızca kadınların yazdığı gazetelerin

çıkması da çok vakit almamıştır. Aynı

zamanda Avrupa’da kadının yazmasına ise

kötü gözle bakılmaktadır. Bunlarla ilgili

misâller vardır; fakat bu yazının hudutları

dışında kalırlar.

Feminist çevrelerin erkek düşmanlığı, aklı

başında her erkek tiksinti yaratıyor ve

bâzılarımızı, kadın düşmanı hâline

getiriyor. Ancak bir akıl hastalığının, fakat

fazlaca ilerlemiş bir akıl hastalığının

belirtisi olabilecek feminizmin, kadınların

Avrupa’da olduğu gibi Türk toplumunda

ikinci bir sınıftan ibâret olmadıkları artık

anlaşıldığına göre, Türkiye’de kaçacak bir

sıçan deliği olmasa gerektir. Bu hastalığa

düşen bâzı akl-ı evvellerin en yakın

hastanenin en sıradan deli doktoruna

görünmelerini salık veririz; zîrâ bu kadar

basit bir hastalığı tıp mekteplerinin birinci

sınıf talebeleri bile kolayca tedâvi

edebilirler.

Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

22

OSMANLI’DA İLK KADIN ÜNİVERSİTESİ:

İNAS DARÜLFÜNUNU

Evren KAMALI

ÖZET

Bu çalışmada Osmanlı Devletinin modernite

ve çağdaşlaşma kademelerini geçişi

sırasında kadının sosyal hayattaki önemini

ve kadının eğitim seviyesindeki yükselişinde

yeni bir seviye getiren İnas Darülfünununun

kuruluş serüveni, işleyişi, akademik ve idari

anlamda yönetimi anlatılmıştır. Ayrıca

günümüzde de hala etkin olan karma

eğitime giden serüvenin yükseköğretim

kademesinde nasıl gerçekleştiği hakkında

bilgilendirme yapılmıştır.

ANAHTAR KELİME

Kadın, Eğitim, Darülfünun, Karma eğitim

*Atatürk Üniversitesi, Kazımkarabekir

Eğitim Fakültesi, Tarih Öğretmenliği

Bölümü öğrencisi

GİRİŞ

Dünyada üniversite eğitimi M.S 10. Yüzyıla

kadar uzatılabilecek mazisi olmasına

karşın 19. Yüzyıla kadar bu yükseköğretim

kurumlarında yalnızca erkekler eğitim

görebilmekteydi. Kadınlar bu döneme

kadar temel eğitim alma şansları bulsalar

bile bu durum daha ileriye geçememiştir.

19. Yüzyılda kadınlar ilk olarak

üniversitelere alınmaya başlanmıştır.

A.B.D ‘de 1847 yılında Elizabeth Blacwell

tıp fakültesinden mezun olmuştur. 1861

yılında da ilk olarak Fransız bir kadına

üniversite diploması verilmiştir. Bu

dönemlerde İngiltere’de Londra, Oxford,

Cambridge üniversiteleri de bünyesinde

bayan öğrenciler kabul etmeye başlasalar

da diploma hakları 1.Dünya savaşının

sonunda verilmiştir. Rusya’da kadınlar

1876 yılında üniversitelere alınmaya

başlansa ’da bu durum 1885’de

durdurulmuş ve 1905 yılına kadar devam

etmiştir. Ancak 1905 Rus-Japon savaşı

sonrasında ülkedeki kadınlar erkeklerin

yerlerini almaya başlamışlardır. Belirli bir

süre sonrasında Rusya’da eğitim

çalışanlarının %71’i, sağlık çalışanlarının

%81’i, mühendislerin %33’ünü kadınlar

oluşturmuştur. (1) Bu durum her yerde

hoşgörüyle karşılanmamış birçok yerden

tepki görmüş ve kadınların yüksek eğitim

görmeleri engellenmek istenmiştir. Örnek

olarak Edinburg üniversitesinde 1869

yılında ilk kadın öğrenciler protesto

edilmiştir. Fransa’da baroya ilk müracaat

eden kadının portresi yakılmış ve

İspanya’da ilk kadın öğrenciler

taşlanmıştır. (2) Osmanlı Devletinde ise

Darülfünun adıyla anılan bir

yükseköğretim kurumu mevcut olsa da

burada kızlar eğitim görememişlerdir.

Osmanlı Devletinde kızlar için Tanzimat

sonrasında modern anlamda temel

düzeyde eğitim kurumları açılmıştır.

Ayrıca bu eğitim kurumlarına öğretmen

yetiştirme amacıyla 1870 yılında

Darülmuallimat açılmıştır. Ancak bu okul

yüksekokul statüsünde bulunmaktadır.

Kızların ilk olarak üniversiteye girişi 1914

yılında İnas Darülfünununun kurulması ile

mümkün olacaktır.

Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

23

İNAS DARULFÜNUNUNUN KURULUŞUNA

DOĞRU

İttihat ve Terakki kuruluşundan itibaren

eğitimin önemine dikkat çekmiştir. İlk

nizamnamesinde de genel eğitimin

ilerlemesinin amaçları olarak

göstermişlerdir. İttihat ve Terakki

cemiyeti 1911’de yaptığı 4.Kongresinde

kabul edilen programın 19. Maddesinde

ise kızların eğitiminin desteklenmesi

gerektiği belirtilmiştir. (3) İlk ve orta

seviye eğitimi bitiren kızların daha üst bir

eğitim kurumuna kabul edileme

isteklerinde bulunmaları. İttihat ve

Terakki Cemiyetinin ortaya koymuş

olduğu amaçlar üzerinde hareket etmeleri

ve dönemin maarif nazırı Şükrü Bey’in

çabaları sonucunda 25 Kanun-i Sani 1329

(7 Şubat 1914) Cumartesi günü Serbest

Konferanslar yapılmaya başlanmıştır. Bu

konferanslar Darülfünun konferans

salonunda yapılmaya başlanmıştır. Serbest

konferanslar haftada 4 gün olarak

yapılmıştır. Bu günler pazartesi, çarşamba,

perşembe, cumartesi günlerinde öğleden

sonra saat ikide başlayarak dördü çeyrek

geçeye kadar sürmektedir. Günde iki ders

olarak planlanan konferanslar planlı ve

programlı bir biçimde yapılmaktaydı.

Serbest Konferanslarda; Tarih, El İşleri,

Kadın Sağlığı ve İlk Yardım ( Hfzıssıhha-i

Umumiye ve Niyasiye ve İlk Tababet),

İktisat ve Ev İdaresi ( İdare-i Beytiye ve

İktisad) , Astronomi ( İlm-i Heyet) ,

Malumat-ı Fenniye, Kadın Hukuku(

Hukuk-ı Nisvan) , Pedagoji( Fenn-i

Terbiye) konularında konferanslar

verilmektedir. Haftalık ders programı ise : (4)

Konferans verecek kişiler seçilirken

alanının uzmanı olmasına dikkat

edilmiştir. Konferans veren kişilerinde

büyük çoğunluğu Darülfünunda ya da

Darülmuallimatta öğretmenlerdir. Bir yıla

yakın süren bu konferanslarda devamlılık

zorunlu tutulmamıştır. Ancak buna

rağmen katılım oranı hep üst seviyede

olmuştur. Bu konferanslar sonunda

katılımcılara konferans verilen konularla

ilgili değerlendirme sınavları yapılmıştır.

Konferanslara katılım gösteren bayanlar

bu sınavları başarılı bir şekilde

geçmişlerdir. Bu konferanslar ilk olarak

kamuoyunda kızların Darülfünuna alımları

için bir hazırlık süreci olarak anlam

kazansa da aslında bu konferanslar bir

kurs niteliği taşımaktadır.

Maarif Nazırı Şükrü Bey bu konferanslar

sonunda kızlarında yükseköğretim

görmelerinin gerekliliğini kavrayacaktır.

1330( 1914) yılında Maarif nezareti Bütçe

görüşmeleri sırasında Maarif Nazırı Şükrü

Bey söz alarak yaptığı konuşmada; “ İnasın

tahsil ve terbiyesine ehemmiyet veriyoruz.

Şimdi Darulmuallimat, yalnız Mekatib-i

İptidaiye değil, Mekatib-i İdadiye ve

Sultaniye de muallime yetiştirecektir.

Hatta İnas kısmında da bir Darülfünun

açmak niyetindeyiz. Binaenaleyh bunların

icap ettirdiği masrafın altı aylığı 120 bin

kuruşa baliğ oluyor. İnasın tahsili için bu

para istiksar olunmaz, kabul edilmesini

talep ederim. Memleketin maarifine bu

suretle de hizmet edilmiş olunacaktır.”

Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

24

Diyerek bizzat Maarif nazırı İnas

Darülfünununun kurulacağını belirtmiştir.

İNAS DARULFÜNUNUNUN KURULMASI

İnas Darülfünunu resmi olarak 12 eylül

1914 tarihinde bu günkü İstanbul

Üniversitesinin Fen-Edebiyat Fakültesinin

bulunmuş olduğu Zeynep Hanım

Konağında açılmıştır. İnas Darülfünunu

Riyaziyat, Tabiiyat ve Edebiyat şubeleri

oluşturulmuştur. İnas Darülfünununda

alınacak eğitim süresi 3 sene olarak

belirtilmiştir. İnas darülfünununa alınacak

öğrenciler sınavlardan geçirilerek ve bazı

şartlara göre alınmıştır. Maarif-i Umumiye

Nezaretinin Tasvir-i Efkâr gazetesinde

yayınlamış olduğu ilanda şartlar

belirtilmektedir. İlana göre başvuracak

öğrencilerin 16-25 yaşları arasında

olmaları; Darulmuallimat, İnas İdadisi

veya Sultanisi mezunlarının giriş

sınavlarına girmeden şahadetnamelerini

getirdikleri takdirde okula kabul

edilecekleri belirtilir. Ancak bu okullara

gitmeyenler ise bazı derslerden sınavlara

tabi tutularak alınacakları açıklanmıştır.

Sonuç olarak ilk İnas Darülfünun

öğrencileri 11 Teşrin-i Evvel (24 Ekim

1914) günü ders başı yapmışlardır. İnas

Darülfünuna 22 öğrenci girmeye hak

kazanmıştır. Bu öğrencilerden 8’i Edebiyat

şubesine, 4’ü Riyaziyat şubesine girerken

geriye kalan 10 öğrenci ise Tabiiyyat

şubesine girmiştir. İnas Darülfünunu

hakkında maarif nazırlığı yapmış olduğu

yazışmalarda muhatap olarak Darülfünun

Müdüriyetiyle yapmaktadır. Ancak İnas

Darülfünunu mali açıdan Darülmuallimat

bağlanmıştır. 1330 senesi Muvazene-i

Umumiye kanununun 6. Cüzü Maarif-i

Umumiye Nezaretinin 11 faslının 2.

Maddesinde yer alan Leyli Darulmuallimat

Maaşatı tahsisatı 464.300 kuruştur. Bu

tahsisatın 120.000 kuruşunun 1330 yılının

son altı ayı için İnas Darülfünunu Maaşatı

olarak ayrılmıştır. Böylece genel

Darulmuallimat Maaşatı ödeneğinin %41’i

İnas Darülfünununa ayrılmıştır. (5) İnas

Darülfünuna ayrılan bu oran daha sonraki

senelerde daha da artış gösterecektir.

İNAS DARÜLFÜNUNUNUN İDARİ VE

AKADEMİK YAPILANMASI

İnas Darülfünunu kuruluşundan itibaren

1917 yılına kadar çeşitli

görevlendirmelerle yönetimi sağlansa da

bu görevlendirmeler sağlıklı bir durum

ortaya çıkartamamıştır. İnas Darülfünunu

Cağaloğlu’ndaki binasına taşındıktan

sonra Maarif Nazırlığı tarafından Ali

Nazimi Bey İnas Darülfünununa müdür

olarak atanmıştır. Ali Nazima Bey 1 Nisan

1919 tarihine kadar görevini devam

ettirmiştir. Ancak 1 Nisan 1919 günü çıkan

kararname ile birlikte İnas Darülfünunu ile

Darülfünunun birleştirilmesi kararı

alınarak Ali Nazima Bey ve İnas

Darülfünunundaki muallimlerin

görevlerine son verilmiştir. İnas

Darülfünununun idari kadrosu birer adet

müdür, müdür muavinesi, dâhiliye

memuresi, kâtibe kadroları bulunuyordu.

Akademik olarak ise ilk dönemlerde

Darülfünun hocalarından bazıları

tarafından dersler verilmekteydi. Ücretleri

ise mevcut maaşları üzerine ek olarak

Darulmuallimat’ tan almaktaydılar. Ancak

her iki tarafa da ders vermek hocalar

tarafından tenkit edilmekteydi. Her sene

İnas Darülfünununda akademik

kadrolarda değişiklikler meydana

gelmekteydi. Ancak bir hususa açıklık

getirmek gerekirse İnas Darülfünununda

Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

25

ders veren öğretim üyelerinin döneminin

etkili isimleri olmaları verilen eğitim

kalitesinin üstünlüğünü göstermektedir.

1914 yılında eğitim vermeye başlayan İnas

darülfünunu ilk mezunlarını 1917 yılında

verdiği dikkate alınırsa aynı yılda vermiş

oldukları mezunlar arasından İnas

Darülfünununa öğretim üyesi almış

oldukları da görülmektedir. 1 Nisan 1919

yılında çıkan nizamname ile kapatılan İnas

Darülfünununda görev alan öğretim

üyeleri:

1 Nisan 1919 tarihinde kapatılan İnas

Darülfünunu öğrencilerine Darülfünun

Fen Edebiyat Fakülteleri müderrisleri

tarafından dersler verilmiştir. Böylece

öğretim üyeleri maaşlarından

Darülmualimattan aldıkları ekler kesilerek

Darülfünundan maaşlarını almaya devam

etmişlerdir. (6)

İNAS DARÜLFÜNUN TALİMATNAMESİ

Bu talimatname İnas Darülfünunundaki

idare ve disiplin hakkında düzenlemeler

ve sınırlamaları belirlemek amacıyla

ortaya çıkarılmıştır. Bu talimatname 33

madde 6 bölümden meydana gelmektedir.

Birinci Bölüm: 1. ve 2. maddelerden

oluşmaktadır. İlk bölümde muallim

meclisleri ve bu meclislerin görevleri

hakkında açıklamalarda bulunulmaktadır.

İkinci Bölüm: 3. ve 9. maddeler arasından

oluşmaktadır. İdare hayatinin ve öğretim

görevlilerinin görevleri belirtilmekte ve bu

konuda açıklamalar getirilmektedir.

Üçüncü Bölüm: 10. ve 11. maddeleri

kapsamaktadır. Bu bölümde öğrencilerin

görevleri anlatılmaktadır.

Dördüncü Bölüm: 12. ile 19. maddeler

arasını kapsamaktadır. Bu bölüm inzibah

başlığı altında alınmıştır. Bu bölümde

okulun disiplin kuralları ve bunlara ilişkin

cezalar belirtilmiştir. Talimatnamenin

önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu

bölüme göre İnas Darülfünununun beş

çeşit disiplin suçu bulunmaktadır. (7)

1) Tembih: Bu ceza derse devamsızlık

yapma ya da ders başarısının düşmesi

durumunda müdür yada müdür

yardımcıları tarafından sözlü uyarı

şeklinde verilmektedir.

2)Tescil: Tembih cezalarının

tekrarlanması durumunda öğrencinin

künyesine kabahati işlenmektedir.

3)Tekdir: Okuldan kaçma, okul

çalışanlarına kötü davranma gibi

nedenlerden verilen cezadır. Bu ceza ise

öğrencinin yaptığı suçun siciline

işlenmesiyle yapılmaktadır.

4) Muvakkaten İhraç: Öğrencinin tekdir

aldığı cezanın tekrarı, okul personeline

kötü davranış, sürekli okuldan kaçma,

darülfünun yönetmeliklerine karşı gelme

gibi durumlarda verilen cezadır. Bu ce

öğrencinin bir haftayı geçmeyecek şekilde

okulda uzaklaştırılması şeklinde

gerçekleşir.

Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

26

5)Kat’iyyen İhraç: İki sene artarda sınıfta

kalma, Muvakkaten ihraç cezasını

yineleme, ahlaka aykırı davranışlarda

bulunma gibi nedenlerden dolayı

verilmektedir. Bu cezada öğrenci işlemiş

olduğu suçun ve cezasının yazılı olduğu bir

belge verilerek okulda atılmaktadır.

Beşinci Bölüm: 19. ve 20. maddeleri

kapsamaktadır. Bu bölümde İnas

Darülfünununa kayıt ve kabul şartları

belirtilmektedir.

Altıncı Bölüm: 21. ve 33. maddeler

dâhilindeki bölümdür. İnas

Darülfünunundaki sınav yönetmeliği, not

sistemi ve mezuniyet şartları

açıklanmaktadır. Derslerin sınavları sene

sonunda yapılmaktadır. Dersten başarılı

olamayanlar sonraki dönemin başında

kurtarma sınavlarına girme hakları

bulunmaktadır. Sınavlar sözlü olarak

yapılmaktadır. Sınavlarda o dersin

öğretmeni hazır olmak zorundadır. Notlar

ise 1 ile 10 arasında verilmektedir. 10 ve 9

(Aliyy-ül a’la), 8 (a’la), 7(karib-i a’la), 6 ve

5( vasat), 4-3-2-1 (zayıf) olarak

nitelendirilir. Sınavlardan 5’in aşağısında

alan kurtarma sınavlarına girmek

zorundadır. Kurtarma sınavlarından da

5’in altında not alırsa öğrenci bu sefer

sınıfta kalmaktadır. Diploma ortalaması

6’nın aşağısında olanlara diploma

verilmemektedir.

İNAS DARÜLFÜNUNUNUNU MÜFREDATI

1) Edebiyat Şubesi:

1.SINIF: Edebiyat-ı Türkiye, Kitabet-i

resmiye ve hususiye, Tarih-i Osmani,

Tarih-i Umumi, Coğrafya ve etnografya,

Felsefe, İlm-i terbiye

2.SINIF: Tarih-i edebiyat, Tarih-i sanayi,

İlm-i ictimaiye(sosyoloji), İlm-i iktisat

3.SINIF: Kavanin-i cariye, Tarih-i edebiyat,

Tarih-i sanayi, İlm-i iktisat

2) Riyaziyat Şubesi:

1.SINIF: Felsefe, İlm-i terbiye, Müsellesat

(Trigonometri), Müsellesat-ı müsteviye

(düzlem trigonometrisi), Hesab-ı ali, Cebir,

Fizik, Hendese-i aliye

2.SINIF: Felsefe, İlm-i terbiye, Müsellesat,

Müsellesat-ı müsteviye, Fizik, Cebr-i ali,

Heyet-i riyaziye, Hendese-i tahliliye

(geometri)

3.SINIF: Hesab-ı ali, Cebir, Hendese-i

tahliliye, Felsefe, Heyet-i riyaziye, Fizik,

Kavanin-i cariye

3) Tabiiyat Şubesi:

1.SINIF: Tatbikat-ı kimya, İlm-i

nebatit(botanik), Kimya, Fizik,

Hıfzıssıhha(sağlık koruma), İlm-i terbiye,

Müsellesat, Kimya-ı tahlili

2.SINIF: Fizik, İlm-i nebatit, İlm-i

teşrih(anatomi), Tabakatülarz(yeryüzü),

Felsefe, Hıfzıssıhha, Kimya-ı tahlili,

Müsellesat, İlm-i hayvanat, İlm-i terbiye,

Tatbikat-ı kimya

3.SINIF: Kimya, İlm-i Teşrih, Kimya-ı sınai,

Tatbikat-ı kimya, Felsefe, Hıfzıssıhha,

Tabakatülarz, İlm-i hayvanat, İlm-i

nebatat, Kavanin-i cariye (8)

Bu müfredatın haricinde her bölümde

yabancı dil dersleri verilmesi gerektiği

düşünülmüştür. Ancak bu düşünce

müfredatta uygulamaya geçememiştir.

Ayrıca Maarif nazırlığı ’da İnas

darülfünununda ticarete atılmak isteyen

Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

27

hanımlar için dersler açmıştır. Kurs niteliği

taşıyan bu dersler bir sene eğitim sonunda

bitmektedir. Bu kurslarda ticaret dışında

Daktilografi, Usul-ı Defter, Hesap, Türkçe

ve Fransızca dersleri almışlardır.

İNAS DARÜLFÜNUNUNDA ÖĞRENCİLER

İnas Darülfünunu ilk açıldığı sene 22

öğrenci kayıt yaptırmıştır. Bu

öğrencilerden 8’i edebiyat şubesine, 4’

riyaziyat şubesine, 10’u ise tabiiyyat

şubesine girmişlerdir. 1915 yılında ise

kayıt yaptıran öğrenci sayısı 21 kişidir. Bu

öğrencilerin 7’si edebiyat, 4’ü riyaziyat,

10’u ise tabiiyyat şubelerine gitmiştir.

1916 yılında 30 öğrenci alınmıştır.

Öğrencilerin 13’edebiyat, 5’i riyaziyat,

12’si tabiiyyat şubelerine gitmiştir. 1917

yılında 47 öğrenci alınmıştır. Öğrencilerin

15’i edebiyat, 10’u riyaziyat, 22’si tabiiyyat

şubelerine gitmişlerdir. Son olarak 1919

yılında ise toplam 9 öğrenci alınmıştır. Bu

öğrencilerin 3’ü edebiyat, 6’sı ise tabiiyyat

şubelerine girmişlerdir. 1914 yılından

1919 yılına kadar artış gösteren öğrenci

sayısı 1919 yılında gerek savaş sonrası

sosyal hayatta meydana gelen sorunlardan

kaynaklı olarak gerekse İnas

Darülfünununa sağlanan imkânların

kısıtlanmasından ötürü öğrenci

sayılarında azalma meydana gelmiştir.

İnas Darülfünunu ilk mezunlarını 1917

yılında vermiştir. İnas Darülfünunu ilk

olarak 20 öğrenci mezun vermiştir. Mezun

olan kişilerin büyük çoğunluğu mezuniyet

sonrasında hemen imparatorluğun çeşitli

yerlerine öğretmen ya da müdüre olarak

atamaları yapılmıştır. Mesela o sene

edebiyat şubesini birinci olarak bitiren

Lamia Hanım Adana Darülmuallimatı

Müdireliğine ve tarih öğretmenliğine tayin

edilmiştir. Riyaziyat şubesi birincisi olan

Sabiha Hanım Bursa Darülmuallimatı

Müdür muavinliğine ve riyaziye

öğretmenliğine tayin edilmiştir. Son olarak

Tabiyyet şubesini birincilikle bitiren

Hamdiye Hanım ise İzmir Darülmuallimatı

müdireliğine ve Tabiiyyet öğretmenliğine

atanmıştır. Ayrıca 1917 yılında mezun

olan İnas Darülfünunu öğrencileri 1918

yılında “İnas Darülfünunu Mezuneleri

Cemiyeti” adıyla bir cemiyet kurmak

istemişlerse de bu konuda başarı

gösterememişlerdir. Bu konu hakkında

Türk Kadını dergisinin yazıları haricinde

başak bir yerde söz edilmemektedir.

Öğrencilerden yatılı olarak kalan

öğrenciler Darulmuallimat öğrenci

yatakhanesinde barınmaktaydılar. Bu

durum bir ara kısa süreliğine değişikliğe

uğrasa da genellikle öğrenciler

Darulmuallimat öğrenci yatakhanesinde

kalmışlardır. Öğrencilerin okul

derecelerinin belirlenmesinde okulda

yaptıkları devamsızlık süreleri de

hesaplanmaktadır. (9) İnas Darülfünununa

kayıtlı olan öğrencilerin yanında birde

dinleyici sıfatıyla derslere katılmak isteyen

bayanlarda bulunmaktaydı. İnas

Darülfünun talimatnamesine göre derslere

dinleyici olarak girmek için başvuran bazı

bayanlar ancak emellerine 1919 yılında

ulaşacaktır İnas Darülfünunu ile

Darülfünunun birleşimi sonunda dinleyici

olarak bayanlarda derslere

girebileceklerdir.

1919 senesinde İnas Darülfünunu ile

Darülfünun Fen Edebiyat fakültelerinin

birleştirilmesi sonunda İnas Darülfünunu

öğrencilerine isterlerse sınavlarından da

sorumlu oldukları takdirde bölümlerini

değiştirebilecekleri duyurulmuştur. Ancak

Şukufe Nihal Hanım ve Fakihe Hanım

Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

28

haricinde bu hakkını kullanmak isteyen

çıkmamıştır. Şukufe Nihal Hanım ve

Fakihe hanımlarda Darülfünun Coğrafya

bölümüne geçiş yapmışlardır. Böylece

Darülfünun ilk bayan mezunlarını vermiş

olacaktır. Darülfünun bünyesinde

okumaya başlayan kızlar ve erkekler yarı

sistemle okutulmaya başlanmıştır.

Sabahtan öğleye kadar kızlar ders

yaparken öğleden sonra ise erkekler ders

yapmaya başlamaktadırlar. Kızlar ve

erkekler birbirlerinin ders zamanında

okula girmeleri yasaklanmıştır. Erkek

öğretim üyeleri ise kızların derslerine

yanlarında bayan görevli refakatiyle

giderlerdi.

İNAS DARULFÜNUNUNUN BULUNDUĞU

BİNALAR

İnas Darülfünunu ilk olarak Zeynep Hanım

Konağında faaliyete başlamıştır. Ancak bu

konak belirli bir zaman sonrasında yeterli

gelememeye başlamıştır. Bu sebeple 1916

yılında İnas Darülfünunu Cağaloğlu’ndaki

Eski Lisan ve Hukuk Mektebine

taşınmıştır. Burada bir süre Ticaret

mektebi ile birlikte eğitim vermiştir. Savaş

zamanında Osmanlı hükumeti itilaf

devletlerine ait okulları kapattırmıştı.

Ancak savaş sonrasında itilaf devletlerine

okullara binaların tekrardan iade edilmesi

istenmiştir. Bu sebepten dolayı İnas

Darülfünununun bulunduğu

Cağaloğlu’ndaki bina Ticaret Mektebine

verilmiştir.

İnas Darülfünunu da 1919 yılında

tekrardan eski binası olan Zeynep Hanım

Konağına geri dönmek zorunda kalmıştır.

İNAS DARULFÜNUNUNUN KAPANIŞINA

DOĞRU

1. Dünya savaşından sonra yabancı

okulların yer sorunu ve hükumetin mali

sıkıntılarından dolayı İnas Darülfünunu ile

Darülfünun birleştirilmiştir. Ancak burada

kızlar ve erkek öğrenciler farklı sınıflarda

ve farklı saatlerde okutulması

kararlaştırılmıştır. Bu durum Darülfünun

muallimlerinin ve İnas darülfünun

öğrencilerinin büyük tepkilerine sebep

olmuştur. Muallimler aynı dersin iki defa

tekrar ederek anlatılmasının kendi

çalışmaları için engel yarattığını belirterek

karma eğitim talep etmektedirler. İnas

Darülfünun öğrencileri ise derslerinin

tekrar sebebiyle verimsiz geçtiğini,

laboratuvar ve derslik sıkıntısı çektiklerini

belirterek tepki göstermişlerdir. İnas

Darülfünun öğrencileri Şükufe Nihal

başkanlığında bir öğrenci heyetiyle Maarif

Nazırı Ali Kemal Bey’i ziyaret ederek

karma eğitim isteklerini belirmişlerdir.

(10) Maarif Bakanı ise bu isteklerini kabul

etmiştir. Karma eğitime geçiş konusunda

Darülfünun muallimlerinden ve aydın

sınıf’dan destekleyici tepkiler gelirken

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi,

Sebilürreşat dergisi ve Darülfünun Genel

Müdürü Babanzade Ahmet Naim Beyler ise

bu duruma karşı çıkıyorlardı. Şeyhülislam

Mustafa Sabri Efendiye bağlı Darü’l

Hikmet’il İslamiye bu konudaki görüşü

kısaca karma eğitim meselesi batının

dayatması olarak görülmüş ve buna

karşılık olarak karma eğitime son

verilmesi gerektiği belirtilmiş tekrardan

İslami usullere dönülmesini belirmiştir.

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin

tepkisi çok fazla dikkat çekmiştir. Maarif

Nazırı bu tepkinin dinmesi açıklama

Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

29

yapmak zorunda kalmış ve karma eğitimin

yanlış anlaşıldığını kız- erkek sınıflarının

ayrı tutulduğunu bunun başka çaresi

olmadığını açıklamak zorunluluğu

hissetmiştir. Babanzade Ahmet Naim’in

tepkisi ise İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun

anılarında şu şekilde geçmektedir.

“…Yalnız Ahmet Naim Bey hiç

susmuyordu. Ben Darülfünun Genel

Müdürü bulundukça bu duruma izin

vermem, diyordu ve birtakım direnmeler

gösteriyordu….” (11)

Buna karşılık Darülfünun muallimlerinden

Coğrafya Şubesi muallimlerinden Faik

Sabri Bey, Fen Fakültesinden Refik Bey,

İsmail Hakkı Bey, Yusuf Behçet Bey ve Ali

Yar Beyler ilk öncüllük yaparak derslerini

gizli olarak kız erkek karışık sınıflarda

işlemeye başlamışlardır. Önlem olarak da

sınıf kapısında gözcü bulundurarak tedbir

almaya çalışmışlardır.

Bu tartışma yazı hayatında da etki

yaratmıştır. Büyük Mecmua Dergisi karma

eğitime geçiş konusunda anket yapmıştır.

Bu anket çalışmasına Halide Edip, Müfide

Ferid, Nakiye Hanım, Köprülüzade Fuat,

Abdullah Cevdet, Rıza Tevfik, Rauf Ahmet

gibi isimler katılmıştır. Bu anket

çalışmasında Rauf Ahmet Bey haricinde

geri kalan bütün katılımcılar farklı bakış

açıları sunarak karma eğitimi desteklerken

Rauf Ahmet Bey ayrılmış eğitimi

savunmuştur. Dönemin yazı hayatında bu

durum gerek mizahi yönden gerekse

karikatürize edilerek eleştirilmeye

başlanmıştır. Bu duruma örnek olarak

Türk Kadını Dergisi çıkarmış olduğu

sayıların birinde bu konu hakkında;

“Kadın öğretmenler bulununcaya kadar

erkek öğretmenlerde hanımlara ders

verirken peçe veya maske takacaklardır.” (12)

Bu durumun meydana gelmesinde

Anadolu’da meydana gelen yeni yönetimin

ve bu yönetimin lideri Mustafa Kemal

Paşanın kadınların sosyal hayata katılması

konusundaki düşünceleri ve davranışları

da etkili olmuştur. 16 Temmuz 1921

tarihinde meydana gelen Maarif

Kongresinde bayan ve erkek

öğretmenlerin ayrı oturmalarına karşı

çıkarak karışık oturmalarını istemiştir.

Bu durum İstanbul’da büyük bir yankı

uyandırmış ve bazı kız öğrencilerine bu

durum örnek teşkil etmiştir. (13) Karma

eğitime ilk olarak geçiş Darülfünun Fen

Fakültesi müderrislerinden Kemal Cenab

Bey’in karma eğitime geçiş talebinde

bulunduğu dilekçe ile başlamıştır. Bu

dilekçenin talebi Fen Fakültesi Müderris

Meclisinde yapılan oylama sonucunda

kabul edilmiştir. Bu durum Maarif

Nezaretine bildirilmiştir. Sonuç olarak ilk

karma eğitime Fen Fakültesinde

başlamıştır. Böylece Hukuk ve Tıp

fakülteleri haricinde karma eğitime

geçilmiştir. 1921-1922 öğretim yılında

Hukuk Fakültesi ve 1922-1923 öğretim

yılında da Tıp Fakültesinin karma eğitime

geçmesiyle İnas Darülfünunu doğal olarak

tamamen kapanmıştır.

SONUÇ

Osmanlı Devleti 19. yüzyıldan itibaren

değişen dünya ile birlikte hareket etmeye

çalışmıştır. Bu sebeple modernitenin

takibi için kendinin reforme etmiş yeni

kurumlar oluşturmuştur. Bu yenileşme

süreci içerisinde doğal olarak meydana

gelen yeni düşünce akımları içerisinde

Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

30

eğitimli insan önemli bir yer teşkil

etmektedir. Osmanlı Devleti 19. yüzyılın

son çeyreği ve 20. yüzyılın ilk senelerinde

kadınlarında eğitimlerinin ilerletilmesi

gerektiği düşüncesi öne çıkmış bayanların

iyi eş ve iyi anne olmaları için eğitimler

yapılaması gerektiği ortaya çıkmış bunula

ilgili konferanslar ve seminerler

verilmiştir. Ama sonuç olarak kadınlar

kendilerine tam anlamıyla okuma hakkı

tanınması için isteklerde bulunmuşlardır.

Dönemin iktidar hükûmetinin de bu

düşünceyi desteklemesi ile Osmanlı

tarihinde ilk kadın üniversitesi olan İnas

Darülfünunu kurulmuştur. Bu darülfünun

hakkında hala bazı konular tam olarak

netlik kazanmasa da İnas Darülfünunu

Osmanlı tarihinde ilk kadın üniversitesi

olma özelliğini taşımaktadır. Ayrıca bir

özelliği de yükseköğretim düzeyinde ilk

olarak karma eğitime geçiş sürecinin

başladığı kurumlardan biri olma özelliğini

de bünyesinde taşımaktadır. Bir diğer

özelliği ise İnas Darülfünununda ders

veren muallimler döneminin önemli fikir

adamlarıydılar ve bu muallimlerden ders

alan bayanlarda hocalarının fikirlerinden

etkilenerek öğretmen olarak gittikleri

yerlerde bu düşünceleri yaymışlardır.

DİPNOT

1:Hasan Ali KOÇER, “ TÜRKİYE’DE KADIN EĞİTİMİ”,

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi

Dergisi, C:6, S:1, 1972, Ankara, s.87

2:Burçin EROL, “TANZİMAT’TAN CUMHURİYET’E

TÜRK VE BATI KADINI” , Kastamonu’da İlk Kadın

Mitinginin 75. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu,

Atam yay, 1996, Ankara, s.150

3:Bahar BASKIN, “ II. MEŞRUTİYET’TE KADIN

EĞİTİMİNE YÖNELİK BİR GİRİŞİM: İNAS

DARÜLFÜNUNU”, İstanbul Üniversitesi Siyasi

Bilgiler Fakültesi Dergisi, S:38, 2008, İstanbul , s.90

4:Yasemin Tümer ERDEM, II. Meşrutiyet’ten

Cumhuriyet’e Kızların Eğitimi (Yayınlanmamış

Doktora Tezi) Marmara Üniversitesi, Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı,

Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, 2007, İstanbul , s.362

5:Ali Y. BALTACIOĞLU, “DARÜLMUALLİMAT’TAN

İNAS DARÜLFÜNUNU’NA” , Osmanlı Bilimi

Araştırmaları Dergisi, C:10, S:1, 2008, İstanbul, s.95

6:Yasemin Tümer ERDEM, II. Meşrutiyet’ten

Cumhuriyet’e Kızların Eğitimi, (Yayınlanmamış

Doktora Tezi) Marmara Üniversitesi, Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı,

Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, 2007, İstanbul , s.380-

381

7:Bahar BASKIN, 2. Meşrutiyet’te Eğitim, Kadın ve

İnas Darülfünunu (İlk Kadın Üniversitesi ),

(Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi) İstanbul

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu

Yönetimi Anabilim Dalı, Siyasetve Sosyal Bilimler

Bilimdalı, 2007, İstanbul, s.138

8:Ali ASLAN-Özlem AKPINAR, “İNAS DARÜLFÜNUNU

(1914-1921)”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları Dergisi,

C:6, S:2, 2005, İstanbul, s. 229-230

9:Bahar BASKIN, 2. Meşrutiyet’te Eğitim, Kadın ve

İnas Darülfünunu (İlk Kadın Üniversitesi ),

(Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi) İstanbul

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu

Yönetimi Anabilim Dalı, Siyasetve Sosyal Bilimler

Bilimdalı, 2007, İstanbul, s.156

10:Şefika KURNAZ, “OSMANLI’DAN CUMHURİYETE

KADINLARIN EĞİTİMİ” Milli Eğitim Dergisi, S: 143,

1999, Ankara,

http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egi

tim_Dergisi/143/14.htm

11:Ali Y. BALTACIOĞLU, “DARÜLMUALLİMAT’TAN

İNAS DARÜLFÜNUNU’NA” , Osmanlı Bilimi

Araştırmaları Dergisi, C:10, S:1, 2008, İstanbul, s.97

12:Yahya AKYÜZ, “OSMANLI SON DÖNEMİNDE

KIZLARIN EĞİTİMİ VE ÖĞRETMEN FAİKA

ÜNLÜER’İN YETİŞMESİ VE MESLEK HAYATI”, Milli

Eğitim Dergisi, S: 143, 1999, Ankara,

http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egi

tim_Dergisi/143/1.htm

Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

31

13:Yasemin Tümer ERDEM, II. Meşrutiyet’ten

Cumhuriyet’e Kızların Eğitimi, (Yayınlanmamış

Doktora Tezi) Marmara Üniversitesi, Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı,

Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, 2007, İstanbul , s.370

KAYNAKÇA

•KİTAP

AKYÜZ, Y. (2013), Türk Eğitim Tarihi M.Ö. 1000 -

M.S. 2013, Ankara: Pegem Akademi Yayınları.

ARSLAN, A. (2010), "DARÜLFÜNUN'DAN

UNİVERSİTE'YE", Cumhuriyet Dönemi Eğitim

Politikaları Sempozyumu 07-09 ARALIK 2005 (s.

201-251), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi

Yayınları.

BİRBUDAK, T. S. (2012). "MEŞRUTİYET VE MİLLİ

MÜCADELE YILLARINDA EĞİTİM (1876-1922)". G.

KIRPIK, & U. ÜNAL içinde, Türk Eğitim Tarihi (s.

208-228). Ankara: Otorite Yayınları.

DİLEK, D., & YAPICI, G. (2008), "II. MEŞRUTİYET'İN

ÖZNESİ OLARAK OSMANLI KADINI" H. AKKURT, & A.

PAMUK içinde, Yüzüncü Yılında II. Meşrutiyet (s.

175-219). İstanbul: Yeni İnsan Yayınları.

EROL, B. (1996), "TANZİMAT'TAN CUMHURİYET'E

TÜRK VE BATI KADINI", Kastamonu'da İlk Kadın

Mitingi'nin 75. Yıl Dönümü Sempozyumu 10-11

Aralık 1994 (s. 147-154). Ankara: Türk Tarih

Kurumu Yayınları.

KODAMAN, B. (1999). Abdülhamit Devri Eğitim

Sistemi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları .

•MAKALE

AKYÜZ, Y. (1999). " OSMANLI SON DÖNEMİNDE

KIZLARIN EĞİTİMİ VE ÖĞRETMEN FAİKA

ÜNLÜER'İN YETİŞMESİ VE MESLEK HAYATI". Milli

EğitimDergisi,

http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egi

tim_Dergisi/143/1.htm .

ARSLAN, A., & AKPINAR, Ö. (2005). "İNAS

DARÜLFÜNUNU (1912-1921)". Osmanlı Bilimi

Araşırmaları, 225-234.

BALTACIOĞLU, A. Y. (2008). "

DARÜLMUALLİMAT'TAN İNAS DARÜLFÜNUNU'NA".

Osmanlı Bilimi Araşırmaları, 91-102.

BASKIN, B. (2008). " II. MEŞRUTİYET'TE KADIN

EĞİTİMİNE YÖNELİK BİR GİRİŞİM: İNAS

DARÜLFÜNUNU". İstanbul Üniversitesi Siyasal

Bilgiler Fakültesi Dergisi, 89-122.

KURNAZ, Ş. (1999). " OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E

KADINLARIN EĞİTİMİ". Milli Eğitim Dergisi,

http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egi

tim_Dergisi/143/14.htm .

•TEZ

BASKIN, B. (2007). 2. Meşrutiyet’te Eğitim, Kadın ve

İnas Darülfünunu (İlk Kadın Üniversitesi), İstanbul

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu

Yönetimi Anabilim Dalı, Siyaset ve Sosyal Bilimler

Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek lisans Tezi,

İstanbul

ERDEM, T. Y. (2007), II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e

Kızların Eğitimi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı,

Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora

Tezi, İstanbul

Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

32

Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

33

TİMSAL KARABEKİR İLE SÖYLEŞİ

Emre SEVİNÇ - Hanife YAŞAR

Adınızdan başlayabilir miyiz? Neden

Timsal?

- Babam, kendisini temsil etsin, timsalim

olsun diyerek bana bu ismi vermiştir. Tabi

ki babam bana bu ismi koyarak zor bir

görev vermiş. Ben de hayatım boyunca

elimden geldiğince onu hakkıyla temsil

etmeye çalışıyorum.

Babanıza dair hatırlayabildiğiniz güzel

anılarınız var mı Timsal Hanım?

- Babam her davranışıyla bize örnek

olmuştur. Özellikle müzik alanında

“çocuklarınıza kaliteli müzik dinletin. El

beynin bildiğini alkışlar”. diyerek müziğin

ruhu yücelteceğini anlatırdı. Yine babam

“temas olmasa muhabbet olmaz” diyerek

yakın akrabaların sık sık bir araya

gelmesini isterdi. Bahçede akrabalarla

birlikte kalabalık sofraları hep

hatırlamışımdır.

Kazım KARABEKİR'in de önemli

aktörlerinden biri olduğu Kurtuluş

Savaşı'nda Türk kadınının da payı

oldukça yüksek. Bu savaşımız özelinde

Türk kadınının ülkemizin düşman

işgalinden kurtuluşundaki payını

önemli bir Türk kadını olarak nasıl

değerlendirirsiniz?

- İstiklal Harbimizde işgale uğrayan

Vatanın savunulmasında vefakâr Anadolu

Türk Kadını erkeğiyle birlikte çok önemli

hizmetler yapmıştı. Milli Mücadelede

bizzat gerek cephede çarpışarak ve

gerekse cephe gerisinde büyük

yararlılıklar göstermişti. Kahraman Türk

kadınları cephe gerisinde hastanelerde

hemşire ve hastabakıcı, küçük atölyelerde

cephane ve mermi üreten ve cepheye

bunları sırtında taşıyarak hizmet etmiş,

vatanın kurtarılması adına canlarını ortaya

koymuşlardı. Cumhuriyet’in

kurulmasından sonra ise toplum ve aile

hayatında önemli görevler üslenerek

ülkenin kalkınması ve çağdaşlaşmasında

müstesna yerlerini almışlardır.

Kazım KARABEKİR paşamızın özellikle

cumhuriyetle beraber gelen 'kadın

hakları', 'kadınlar ile alakalı

yeniliklere' bakışı nasıldı?

- Milli Mücadele kahramanlarının

neredeyse tamamı yetiştikleri ortam ve

aldıkları eğitim gereği Batılılaşma ve

çağdaşlaşma konusunda birbirlerinden

farklı düşünmüyorlardı. Kadın haklarına

bakışları da aynıydı. Bunların uygulanma

yöntemleri hakkında bazı farklı

düşünceleri vardı.

Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

34

Kazım KARABEKİR'İN bir baba olarak

size ve diğer kızlarına yaklaşımı nasıl

olmuştu?

- Babam çok şefkatli bir insandı. Bırakın

bizi binlerce yetim evlada şefkatli bir baba

olmuştur. Babamın “hayatta çok

başarılarım oldu. Beni en mutlu eden

başarım Sarıkamış’ı bir çocuk kasabası

haline getirip, binlerce çocuğa gerçek bir

şefkatli baba olmamdır.” Sözü çocuklara

yaklaşımını sanırım özetlemektedir.

Şayan ULUSAN hakkınızda yaptığı çok

başarılı bir çalışmada sizi ''Cumhuriyet

Kadınlarından Yaşayan Bir Örnek''

olarak tanıtıyor okuyuculara. Sizce

cumhuriyet kadını nasıl olur, nasıl

olmaz?

- Cumhuriyet döneminde Türk kadını,

Cumhuriyetin ilânından itibaren kadınına

verilen haklarla birlikte sosyal, ekonomik

ve siyasal konumunda büyük bir gelişim

göstermiştir. Bir toplum, erkek ve kadın

denilen iki cins insandan meydana gelir.

Kadın ailenin temelidir. Bu nedenle

kendini iyi yetiştirmeli ve gelecek nesillere

örnek olacak davranışlara sahip olmalıdır.

Son dönemlerde ülkemizde yaşanan

kadın haklarını ihlal hatta kadınlara

yapılan gayrıinsani davranışları nasıl

değerlendiriyorsunuz? Bu sorunları

nasıl aşabiliriz?

- Batı dünyasındaki gelişmelere paralel

olarak 19. yüzyıl ortalarından itibaren

gündeme gelen kadın hakları ne yazık ki

günümüz Türkiye'sinde kadınların aile içi

şiddete, toplumsal ve kültürel baskılara,

eğitim-öğretim imkânlarından ve çalışma

hakkından yoksun bırakılmalarına, iş

yerinde ayrımcılık ve gelir adaletsizliğine

maruz kalması gibi ayrımcılık, ihlaller ve

gayri insani davranışlar görümektedir.

Bunlar tabii ki günümüz Türkiye’sinde

olmaması gereken şeyler. Bunlar

duyarlılık ve eğitimle aşılabilir diye

düşünüyorum. Babam derdi ki “mazlum

olmasa zalim olmaz”. Bu sözüyle

donanımlı, ekonomik özgürlüğünü

kazanmış, bilinçli kadın yetiştirilmesinin

önemini anlatmaya çalışmıştır.

Başında bulunduğunuz vakıflarda

kadınlara yönelik projeleriniz var mı?

- Vakfın kuruluş amacında cinsiyetten çok

bakıma ve ihtiyaca muhtaç kız- erkek

çocuk ve gençlere yönelik özellikle

karşılıksız burs imkânları yaratmaktayız.

Onların kendi güçleriyle hayata

tutunmalarını sağlayacak projeler

üretmekteyiz.

Genç Türk kadınlarına milletimizi daha

ileriye taşıyabilmek için neler

önerirsiniz?

- Kendinin farkına varabilmesi, aile

mesuliyetini alabilecek, güçlü bir eş ve

anne olarak kendini iyi bir şekilde

donatmalarını, sosyal sorumluluk

projelerinde aktif görev üslenen bireyler

olmalarını öneririm.

Page 39: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

35

KADIN NEDİR?

Dilek AKILLIOĞLU

Yıllardır telakkisi edilen bu soruyu bir kez

de ben sorup cevaplamaya karar verdim.

Yaratıcı varlığı insan ve diğerleri şeklinde

ayırmıştır. Bunun dışındaki tüm tasvirler -

göre- ye uygun biçimde kalıplara

yerleştirilmiştir. Yani aslında herkese göre

aynı olan kadın, henüz Allah tarafından

yaratılmış değildir. Bu sebepten tasavvuru

hep değişmiş farklı farklı yorumlanmıştır.

Ortak tanı ise onsuz hayatın

olamayacağıdır.

Kadın, kadın olarak bulunduğu halin ona

getirdiği gerekliliklere sahiptir. Verilen

yaşam hakkı veya temel hukuklar,

gerekler, kurallar kadın için de elbet

geçerli kılınmıştır. Sosyal hayattaki

görevler onunda omuzlarına verilmiştir.

Görevlerin farklılığı söz konusu olsa bile

kadın da insanlıkla aynı hedefe

koşmaktadır. Üstelik doğuran emzirip

besleyen, yuva inşa eden kadınken onu

hiçbir alanda yok saymak mümkün

değildir. Bu görevlerin geçeceği meydanın

başka bir köşesinde yer alması yok

sayılması gerektiğini ispatlamaz,

ispatlayamaz.

Kadın için öncelikle diyebileceğimiz şey

onun dişiliğidir. Sonra annedir, eştir,

kızdır, gelindir, doktordur. Bu çember

onun özelden-genele doğru sıralanması ile

devam etmektedir. Kadın dişiliğinden

başlayıp genele uzanarak bakıldığında o

öğretmen olur, alim olur davetçi olur,

yazar olur. Ölüm yaşam olur. Kadın iyilik

ve kötülük olur. Kadın kendinin dışında

erkek olur, yeri gelir baba, dede olur.

Müdür olur. Lider olup, yönetir. Çünkü

erkeği de o doğurur; halifenin de

halifesidir.

Ufkumu açıp şöyle daha uzaktan kadına

baktığımda derim ki: Kadın topraktır;

geleceğin tohumları, fidanları onda can

bulur. Kadın topraktır çünkü onun toprağı

gibi insan yetişir. O ne kadar insansa onun

eline verilip, bırakılan tohumdan da o

kadar insan yetişir. O kadar dal,

budaksalar, meyve verir. Kadının

topraklığı ihmal edildikçe insanlığı yokluk

tehdit eder. Kuraklığı insanlık var oluşunu

kurutur. Kadın işte bu yüzden şiddet, şer

olarak görülemez. İnsanlığı doğuran bu

varlığın şerrinin riski ancak ona biçilen

kıyafet sebebi ile ilgilidir. Kimi zaman

Page 40: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

36

onun varlığının günah kaynağı olduğunu

söylemek bu yüzden haksızlıktır.

Değerinden ötürü şerrinin riski hep

yüksektir. Yani açık ifade ile temel insan

haklarına dahi sahip olma yolunda

zorlanmışsa, ancak günümüzde önemli

kazanımlar elde edebilmişse, önünde

engeller mevcut ise şerrinin riski de

toplumda yüksek olur. Yüksek olması da

doğaldır. Aslında kadın olmak cümlesinin

içini birçok hatta onlarca değişik ifade ile

doldurabiliriz. Kadın olmak güzel olmaktır.

Sadece görünürde değil ruhu taşıyabilen

güzelliği içine sığdırmak demektir. Kadın

olmak başarabilmeyi başarmaktır. Ona

verilenin içinden en sınırları zorlayıcı

sonuçlara ulaşabilmek demektir. Kadın

olmak mücadelenin ta kendisidir. Kadın

olmak kimi talihsiz konumlarda onu

öldürebilecek bir yol arkadaşı ile

mücadele etmektir.

Kadın olmak ipek saçlar, topuklar, ince bir

bel değil de hanımefendi, toplumda birey

olmaya çalışmaktır. Kadın olmak güzelliği

akla katabilmektir. Zira bütün elinin

değdiği yerler bu yüzden estetik taşır.

Kadın elinin tersiyle itmek yerine

kucaklayıcı olmak demektir. Şefkat

kelimesinin onunla birleştirilmesinin

nedeni de budur. Kadın olmak emin ellere

sahip olmak demektir. Kadın olmak

konuşmaktır. Konuşmasıyla istediği şey

kabul edildiği bir yaşamdır sadece. Kadın

olmak fark edilebilir olmaktır. Fakat

düşkünlükle değil, ayağa kalkmasıyla fark

edilmesidir. Pahalı hediye, kıyafet değil

sadeliğin değerlisidir. Duruşu olmak

demek kadın olmak demektir. Kadın

olmak onu siyasete, ekonomiye, spora ve

kültürel olaylara dahil etmek demektir.

Cahilliğe, kısıtlığa mahkum etmek yerine

kim yönetir, demokrasiyi öğrenmesini ve

öğretmesini sağlamak demektir. Kadın

esnaftır. Gelen-giden, var olan- olmayan

tüm her şeyi bilmektir.

Kadın olmak marifettir. Yalnız bu marifet

sadece erkek tavlarken, tavlanırken

gösterilen davranışlar değil, yaşam

marifetini becerilebilmektir. Kadın demek

sorumluluktur. Her insan gibi ve fakat her

insandan biraz daha fazla sorumlu

hissetmektir. Kadın olmak güvenmek,

güvenmeyi istemektir. Yaşadığı

toplumdaki insanlara yüreğiyle

güvenebilmeyi sağlamaktır. İnançlarıyla

kalabalıklarda birey olabilmeyi istemektir.

Kadın anlatmak, anlaşılmaktır. Kadın

olmak ayrım yapabilmek demektir. Dişi

olduğunun yanın sıra iyi bir vatandaş

olabileceğinin ayrımı için uğraşmak

demektir. Söz geçirmeye çalışmaktır

kadın; yöreye, töreye, cehalete, şiddete

direnebilmeyi sağlamaktır. Kadın olmak

taşıyabilen olmaktır. Gururun timsalini

Page 41: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

37

taşımaktır. Ondaki sadece ikinci planda

olmadığını anlatan sabırlı, sessiz gururdur.

Kadın olmak sadece istemek de değildir. O

hamur gibi karmasını bildiği halde o

hamura kendisini de katabilmektir.

Kadın öğretmendir. Onun öğretmesi,

eğitmesi hep müessirdir. Davet edenin

kadın olması, davet edileni daha çok

etkiler. Kadının ömür tüketecek konumda

olmalarını sağlamak yerine, kadınları

sadece dişilikle ölçmek yerine, mesailerini

küçücük yerlere harcamalarına izin

vermektense öğretmeye ayırmalarını

sağlasaydı insanlık, hayat hayata daha

yakın olurdu. Onun anne olması öğretmen

olacağı gerçeğini zaten gözler önüne

sermektedir. Onun eş oluşu hayatın içinde

yer alabildiğini de göstermektedir. Onun

çocuk oluşu dahi savaşçı olabileceğini

göstermektedir. Böyle iken neslin kadını

ihmal edip onu evinden dışarı çıkamaz

hale getirmesi, yaşama hiçbir katkısı

olmaz durumda bırakılması neslin lekesi-

kuraklığı olur. Kadın elbette ki evinde de

kalacaktır. Bu evde vakit geçirme durumu

onun hizmette, toplumda bulunamayacağı

anlamına gelmez. Alternatifler, ikinci

fırsatlar sunulması onu toplumda etkin

hale getirebilir. Zaten kadın hep olur ve

oldurur. Her iki taraftan da kazancı sağlar.

Onun meydanda olarak- oldurarak yer

almaması büyük bir zarardır. O bulaşığı

yıkıyor diye bulaşıkçı değildir. O sadece

çamaşırın yıkanmasında görevli çamaşırcı

değildir. Çocuk doğuruyor diye ona sadece

dadı yaftası verilemez. Kadın erkek ne ise

odur. Kadınların meydanda yer alması,

birey düzeyinde kabul edilmeleri her

anlamda bir fidanın aşılı olması misali

gibidir. Çocuk da büyütür, çamaşır da

yıkar, eş de olur, öğretmen de olur. Çünkü

erkek de onun elindedir. Hayatta onun

elindedir.

Page 42: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

38

MEDYADA KADINA YÖNELİK ŞİDDET Canan CAVŞAK

GİRİŞ

Şiddet her dönemde ve her toplumda

varolmuş ve varolacak bir sosyal olgudur

(Yetim ve Şahin, 2008:48). Türkiye

Cumhuriyeti Anayasası “kişinin

dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”

nın tanımlandığı 17. maddesi ile herkesin

yaşam hakkını garanti altına almayı ve

kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan

bir cezaya veya muameleye tabi

tutulamayacağını” taahhüt eder.

Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet bu

anayasal hakkın ihlali anlamını taşır, bu

ihlalin önlenmesi için en önemli rol

devlete düşmektedir (Altınay ve Arat,

2007:11).

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının var

olan potansiyellerini gerçekleştirmelerinin

önündeki en önemli engellerden birisi

toplumsal cinsiyete dayalı şiddettir.

Özellikle kız çocukları ve kadınlar,

çekirdek ailede, geniş aile bağlamında,

sokakta, okulda ve iş hayatında fiziksel,

psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete

maruz kalmaktadır. Yaşanan şiddetin

ölüme kadar varan çeşitli sonuçları vardır.

Örneğin; kız çocuklarının okuyamaması,

kadınların toplumsal hayata etkin

katılamamaları, istenmeyen evlilikler,

sakatlıklar vs. Bu şiddet türünün en

ölümcül biçimlerinden biri namus adına

işlenen cinayetlerdir. Ancak daha az

görünür biçimleriyle de kadına yönelik

şiddet, Türkiye'de yaşayan milyonlarca

kadının bedensel ve ruhsal bütünlüğünü

tehdit etmektedir. Aile içi şiddet, özellikle

koca şiddeti, kadınların yaşamlarının

“belirleyici bir boyutunu” oluşturmaktadır

(Altınay ve Arat, 2007:11-12).

Bu çalışmada kadına yönelik şiddetin,

kadın cinayetlerinin medyaya nasıl

yansıdığı, kadına yönelik şiddetin ve kadın

cinayetlerinin sebeplerinin neler olduğu

çalışılmıştır.

AMAÇ VE YÖNTEM

Çalışmanın amacı kadına yönelik şiddet

türlerinin belirlenmesi ve kadın

cinayetleri ile kadına yönelik şiddetin

sebeplerinin araştırılması ve medyada

nasıl yer aldığının incelenmesidir. 2015

yılında Hürriyet, Milliyet, Yeniçağ ve Sabah

gazetelerinde yer alan kadına yönelik

şiddet haberlerinin incelendiği bu

çalışmada içerik analizi yöntemi

kullanılmıştır. Kadına yönelik şiddet

haberlerinin medyada yansımasını

inceleyen araştırma, konuyu gazetelerin

internet yayınları üzerinden

incelemektedir.

İçerik çözümlemesi; psikoloji, sosyoloji,

tarih, edebiyat, gazetecilik, siyasal bilimler

gibi değişik alanlarda farklı amaçlarla

kullanılabilen bir araştırma yöntemidir.

Temelde, davranışları doğrudan doğruya

gözlemlemek yerine, bireylerin sembolik

davranışlarını ya da iletişim materyallerini

(bir yazarın kitaplarını ya da makalelerini,

TV yayınlarının ya da filmlerin içeriğini,

okuyucu ya da izleyicilerin bu iletişim

materyallerine karşı tutumları, vb.)

Page 43: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

39

çözümlemeye dayanır (Öğülmüş,

1991:213).

EVREN VE ÖRNEKLEM

Kadın cinayetlerinin nedenlerini ve

medyada sunumunu ele alan bu

çalışmanın evrenini, kadına yönelik şiddet

haberleri oluşturmaktadır. Hürriyet,

Milliyet, Yeniçağ ve Sabah gazetelerinde

yayınlanan kadına yönelik şiddet konulu

haberler ise örneklemi oluşturmaktadır.

Şiddet ve Kadına Yönelik Şiddet Tanımları

Kadın olmak şiddete maruz kalma

açısından başlı başına bir risk faktörüdür.

Özellikle ilk 30 yaşta kadınlar şiddete daha

sık maruz kalmaktadır. Hamilelik şiddet

riskini arttırır; özellikle hamile ergenlerde

(yaklaşık %20) yetişkinlerden (yaklaşık

%15) daha yüksek oranlarda saptanmıştır.

Eşlerinden ayrı yaşayan kadınlar; henüz

boşanmış olanlardan 3 kat, hala evli

olanlardansa 25 kat daha fazla şiddete

maruz kalma riskine sahiptir. Ayrıca

düşük gelir düzeyi, yoksulluk, sosyo-

ekonomik durumun kötü oluşu, erkeğin

alkol-madde bağımlılığı olması, ruhsal

hastalık varlığı ve çocukken şiddete maruz

kalmış olmaları da şiddet riskini arttıran

durumlardır (Yetim ve Şahin, 2008:49).

Kadına Yönelik Şiddet Türleri

Duygusal (Psikolojik) Şiddet, duyguların

ve duygusal gereksinimlerin; zorlamak,

aşağılamak, cezalandırmak, öfke, gerginlik

boşaltmak amacıyla karşı tarafa baskı

uygulayabilmek için tutarlı bir şekilde

istismar edilmesi, bir yaptırım ve tehdit

aracı olarak kullanılmasıdır.

Sözel Şiddet, söz ve hareketlerin düzenli

bir şekilde korkutma, sindirme,

cezalandırma ve kontrol aracı olarak

kullanılmasıdır.

Ekonomik şiddet, ekonomik kaynakların

ve paranın kadın üzerinde bir yaptırım,

tehdit ve kontrol aracı olarak düzenli bir

şekilde kullanılmasıdır.

Cinsel Şiddet, cinselliğin bir tehdit,

sindirme ve kontrol etme aracı olarak

kullanılmasıdır.

Fiziksel Şiddet, kaba kuvvetin bir

korkutma, sindirme ve yaptırım aracı

olarak kullanılmasıdır. Aile içinde

yetişkinlerin birbirlerine uyguladıkları, en

yaygın yaşanan ve tanımlanan şiddet

türüdür (Yetim ve Şahin, 2008:49-50).

Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet

Günümüzde kadına yönelik şiddet pek çok

toplumda görülen bir olgudur. Kadınların

temel özgürlüklerine yönelik olarak

gerçekleştirilen ihlaller fiziksel, ekonomik,

cinsel ve psikolojik boyutlarda gerçekleşen

bir olgudur. Günümüzde kadına yönelik

şiddet eylemlerini önlemek adına yasalar

yapılıyor olmasına rağmen bu tür şiddet

eylemleri yaygınlığını korumaktadır.

Kadınların erkeklere oranla ekonomik ve

fiziksel olarak daha savunmasız olması ve

bu savunmasızlığın erkekler tarafından

kötüye kullanılması kadına yönelik

şiddetin bu kadar yaygın bir biçimde

görülmesinin nedenlerinden biridir.

Ataerkil aile yapısı, cinsiyete dayalı iş

bölümü, kız ve erkek çocuklarının bu

değerler doğrultusunda yetiştirilmesi gibi

etkenler kadına yönelik şiddete neden

olan dolaylı faktörler olarak

değerlendirilebilir. Türkiye’de kadına

Page 44: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

40

yönelik olarak gerçekleştirilen şiddet

eylemlerinin büyük çoğunluğunu aile içi

şiddet vakaları oluşturmaktadır. Aile içi

şiddet vakalarında kadın, kocasının yanı

sıra kocasının akrabaları tarafından da

şiddete maruz kalabilmektedir (Gökulu ve

Hosta, 2013:1834-1837).

Medyaya Yansıyan Kadına Yönelik

Şiddet Haberleri

Gökulu ve Hosta’nın (2013:1838) tanımına

göre:

“Medya, yaşanan toplumsal, siyasal ve

ekonomik gelişmeleri takip etmesi

açısından günümüz insanının kullandığı

son derece önemli bir araç haline

gelmiştir. Yakın çevresi dışındaki

gelişmeleri medya vasıtasıyla takip eden

modern birey kitle iletişimin doğası gereği

sürekli olarak tek taraflı bir mesaj

bombardımanına tutulmaktadır. Medyanın

vermiş olduğu her mesaj elbette bireyler

tarafından hiç sorgulamadan kabul edilen

bir tüketim malzemesi değildir. Bununla

birlikte medya, modern toplumdaki

bireylerin fikirlerinin oluşmasında, onların

davranış kalıplarının değişmesinde önemli

bir rol oynamaktadır. Medya bir anlamda

bireyleri çevresinden ve dünyadan

soyutlanmış bir şekilde yaşamasının

önüne geçen önemli bir kurumsal yapıdır.”

Medyada yer alan şiddet haberlerinin,

gerçekleşen şiddet suçlarına oranla ne

sıklıkla haber yapıldığı, medya ve şiddet

arasındaki ilişkinin bir diğer önemli

boyutudur. Bu konuda yapılan çalışmalar

incelediğinde, medyanın genellikle şiddet

suçlarını çok yoğun bir biçimde haber

yaptığı görülmektedir (Gökulu ve Hosta,

2013:1838).

Hürriyet, Milliyet, Yeniçağ ve Sabah

gazetelerinde yer alan kadına yönelik

şiddet haberlerinin değerlendirilmesi:

Milliyet gazetesi 08.07.2015 tarihli bir töre

cinayeti haberi, haber başlığı şöyle;

Öldürmeden önce tecavüz etmiş, haberin

alt başlığı ise şöyle; Evlilik dışı ilişkiye

girip hamile kaldığı gerekçesiyle 'töre'

cinayetine kurban giden Hacire'nin

pijamasında tespit edilen spermin

dayısının oğluna ait olduğu belirlendi.

Genç kızın öldürülüp kuyuya atılmadan

önce de tecavüz girişimine maruz kaldığı

tahmin ediliyor. Cinayetle ilgili genç kızın

4 kuzeni için ‘töre saikiyle gebe olduğu

bilinen kadına karşı kasten öldürme'

suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis

cezası isteniyor.

Töre cinayetleri ‘namus temizlemek’ adına

yapılan, kadına yönelik şiddetin en uç

boyutlarından biridir. Yukarıdaki haberde

de gördüğümüz üzere cinayetin sebebi

evlilik dışı ilişkiye girilmesi ve bu

durumun aile tarafından kabul

edilmeyişidir. Namus; cinsel davranışa

ilişkin gelenek ve göreneklerden

kaynaklanır ve kural olarak cinsel

sakınmayı gerektirir. Burada kadının

evlilikten önce bekâretinin korunması

önemlidir. Akdeniz ve Ortadoğu

kültürlerinde bekâretin normlara

uyulmadan yitirilmesi (evlilik dışı ilişki,

tecavüz gibi) cinayetlere yol

açabilmektedir. Kadın, başta kocası olmak

üzere baba, oğul ve erkek kardeşin

namusunu, adını ve onurunu korumak

zorunda olan, onlara ait bir nesne

konumundadır. Kadının bu gerekleri

yerine getirmediği durumlarda ahlaki

değerler tarafından namusun kanla

Page 45: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

41

temizlenmesini öngörülmektedir (Bilgili

ve Vural, 2011:66).

Milliyet gazetesi 07.02.2015 tarihli

haberin başlığı; Bir kadın cinayeti daha,

içeriği; İstanbul Kavacık’ta dün akşam

saatlerinde 2 çocuk annesi Öznur Ocaklı

(30), sırtından bıçaklanarak öldürüldü.

Kadına yönelik şiddet haberlerinin

sunumunda ilgi çeken bir diğer unsur ise,

basının şiddete maruz kalan kadınları kimi

zaman masum ve savunmasız, kimi zaman

da şiddete neden olabilecek yapıda

göstermesidir. Bu haberlerde kadınlar

genellikle meslekleri, evli olup olmadıkları

ve yaş durumuna göre

tanımlanmaktadırlar. ‚Bir çocuk annesi

kadın‛, ‚Liseli genç kız‛, ‚Maddi sıkıntı

içerisindeki kadın‛, ‚Ayrılmak isteyen genç

kız‛ bütün bu kullanımlara örnek teşkil

edecek ifadeleri oluşturmaktadır (Gökulu

ve Hosta, 2013:1846). Örnek haberde de

öldürülen kadının yaşı ve 2 çocuk sahibi

olduğu belirtilmiştir.

Sabah gazetesi 02.08.2015 tarihli haber

başlığı; Beni kurtarın, haberin içeriği; Altı

yıl boyunca eşinden dayak yedi, kulağı

koparıldı, bacakları kırıldı ve yüzüne

kezzap atıldı. 24 yaşındaki Zehra Elber, iki

aydır bir hastane odasında yaşıyor.

Kapanmayan göz kapakları nedeniyle

uyuyamıyordu, bir ameliyat daha oldu.

Geleceği ile ilgili umutsuz olan iki çocuklu

genç kadın "Beni bu adamdan kurtarın.

Hapisten çıktığında beni yine bulur,

öldürür" diyor.

Yukarıdaki örnekte ise kadına yönelik

fiziksel şiddetin en kötü örneklerinden

birini görüyoruz. Yaşadığı şiddetin üstüne

bir de ölüm tehtidi altında yaşadığını

ifadelerinden anlıyoruz.

Hürriyet gazetesi 11.03.2015 tarihli

haberi; Kocası tarafından boğularak

öldürüldü, içeriği; Esenler’de 2 aylık evli

Zehra A. (35), kocası tarafından boğularak

öldürüldü. Polis, cinayeti kıskançlık

nedeniyle işlediği öne sürülen ve teslim

olacağı notu bırakıp kayıplara karışan

koca Sedat A.’yı arıyor.

Yukarıdaki haber ise kıskançlık yüzünden

cinayetle sonuçlanan olaylardan yalnızca

bir tanesi. Her yıl onlarca kadın kıskançlık

yüzünden şiddet görmekte veya

öldürülmektedir.

İhtiras cinayetleri kadın cinayetlerine

ilişkin kullanılan kavramlardan birisidir.

Özellikle aldatma olayı ve şüphesi gibi

nedenlerle ortaya çıkar. Yaşanan şiddetli

duygusal bunalım sonucunda kıskançlık,

intikam gibi amaçlarla işlenen cinayetler

için bu terim kullanılır. Bu tarz

cinayetlerde katil cinayeti önceden

tasarlamak yerine ani duygularla eş,

sevgili veya bunlarla cinsel münasebeti

bulunan üçüncü bir şahsı öldürür. İhtiras

cinayetleri kıskançlık ve çaresizlik

neticesinde işlenen suçların tümünü

kapsar (Çetin, 2014:10).

Yeniçağ gazetesinin 16 Şubat 2016

tarihinde yayınladığı rapor ise Türkiye’de

kadına yönelik şiddetin dehşet verici

durumunu gözler önüne sermektedir:

“Umut Vakfı’nın istatistiki çalışmalarına

göre 2015 yılında Türkiye’de 309’u silahlı,

toplam 413 kadın cinayeti vakası basına

yansıdı. Bu cinayetlerde anne karnındaki 6

haftalık ceninden 85 yaşındaki kadın dahil

Page 46: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

42

olmak üzere 414 kadın ve aile bireyi

öldürüldü, kimisi ağır 91 kadın ve aile

bireyi de yaralandı. 11 Şubat’ta Mersin’in

Tarsus ilçesinde yaşanan ve Türkiye’de

büyük etki uyandıran Özgecan Aslan

cinayetinden sonra ise yıl sonuna kadar

373 kadın cinayeti yaşandı. Özetle,

olaydan sonra yaşanan tepkiler nedeniyle

kadın cinayetlerinde bir miat olması

beklenirken Özgecan olayı ne Türkiye ne

de Mersin için miat olamadı. 2015 yılında

basına yansıyan 11 olayla Mersin, kadın

cinayetlerinin en çok yaşandığı illerden

biri oldu.”

SONUÇ

Türkiye’de kadına yönelik şiddet

olaylarına her gün bir yenisinin eklenmesi

ve toplu katliamlara dönüşmesi bir an

önce çözüm bekleyen en önemli

konulardan biridir. İncelenen örneklerde

görüldüğü üzere kadına yönelik şiddetin

sebeplerinden bazıları; töre, namus,

kıskançlık olabilmektedir. Öldürülen

kadınların bazıları ise cinsel istismara

uğramaktadır. Kadına yönelik şiddetin

önüne geçmek amacıyla kadın örgütleri,

çeşitli partiler bu konuda çalışmalar

yürütmektedir. Başta kadınlar olmak

üzere insanlar çeşitli dernekler aracılığıyla

bu konuda bilinçlendirilmeye

çalışılmaktadır. Kadına yönelik her şiddet

veya cinayet olayının ardından gerek

sosyal medya üzerinden gerek

yürüyüşlerle, protestolarla insanlar

tepkilerini ortaya koymaya çalışmaktalar;

ancak tüm bunlar kadına yönelik şiddetin,

kadın cinayetlerinin önüne ne yazık ki

geçememektedir. Türkiye’de her üç

kadından birinin yaşı kaç olursa olsun

şiddet gördüğü bilimsel araştırmalarla

kanıtlanmışken ve resmi raporlara da

yansımışken bu konuda çok ciddi

çalışmalar yapılması gerektiği artık

ortadadır (Yeniçağ, 2016).

KAYNAKÇA

Altınay, A., Arat, Y. (2007); “Türkiye’de Kadına

Yönelik Şiddet” İstanbul: Punto

Bilgili, N., Vural, G. (2010); “Kadına Yönelik Şiddetin

En Ağır Biçimi: Namus Cinayetleri” iç. Anadolu

Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi Cilt: 14 Sayı: 1

Çetin, H. (2014); “Gelenek Ve Modernite Arasında

Türkiye’de Son Dönem Kadın Cinayetleri” iç.

Sosyoloji Dergisi Sayı 30:41-63

Gökulu, G., Hosta, N. (2013); “Basında Kadına

Yönelik Şiddet Haberlerinin Analizi: Hürriyet, Sabah

ve Posta Gazeteleri Örneği (2005-2008)” iç.

International Journal of Social Science Volume 6

Issue 2, p. 1829-1850

Öğülmüş, S. (1991); “İçerik Çözümlemesi” iç. Ankara

Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi Cilt:

24 Sayı: 1

Yetim, D., Şahin, E. (2008); “Aile Hekimliğinde

Kadına Yönelik Şiddete Yaklaşım” iç. Aile Hekimliği

Dergisi Cilt: 2 Sayı: 2

2015 yılında Hürriyet, Milliyet, Yeniçağ ve Sabah

gazetelerinin internet sitelerinde yer alan kadına

yönelik şiddet haberleri:

http://www.milliyet.com.tr/oldurmeden-once-

tecavuz-etmis-gundem-2084795/

http://www.milliyet.com.tr/bir-kadin-cinayeti-

daha-gundem-2009999/

http://www.sabah.com.tr/pazar/2015/08/02/beni-

kurtarin

http://www.hurriyet.com.tr/kocasi-tarafindan-

bogularak-olduruldu-28419088

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiyede-

dehset-verici-kadin-cinayetleri-tablosu-

131471h.htm

Page 47: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

43

TÜRK KADINININ GÖNLÜNDE AÇAN

ÇİÇEK: “ÂLEM-İ NİSVAN” Hanife YAŞAR

“Eğer kadınların kötü olduklarına

hükmedilirse, dünyanın yarısının kötü

olduğuna hükmedilmiş olur. Eğer

kadınların iyi olduğuna hükmedilirse,

dünyanın yarısının iyi olduğuna hükmedilir.

Gerçekten de bir şehrin veya bir milletin

kadınları cahilse, demek ki o toplumun cahil

olması kaçınılmazdır.”(1)

İsmail GASPIRALI

Dünyada siyasal, toplumsal ve ekonomik

alandaki gelişmeler neticesinde ortaya

çıkan hürriyet, eşitlik gibi kavramlar XIX.

yüzyılda Avrupa devletlerinden Müslüman

çevreye de yayılmaya başlamıştı. Bu

dönemde kadınların da statü olarak

erkeklerle eşit konuma gelmesi ve

beraberinde belli haklara sahip olması

tartışılmaya başlandı. Tarihi perspektiften

bakınca Türklerin yaşayışında zaten

kadının konumu erkekle hemen hemen

aynı olmakla birlikte zaman içinde farklı

medeniyetlerle karışma sonucunda bu

durum yerine çok farklı boyutlara

gelinmişti. Bu yazıda bu konuyu Rusya

Türkleri açısından ele almaya çalıştım.

19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarında

Çarlık Rusya’sında kadın erkek ayrımcılığı

hat safhada olmakla birlikte, Türk

kadınlarının Rus kadınlarından farklı

olarak ikinci bir statü kaybı daha

bulunuyordu. Bu kayıp da Rus ırkından

olmamalarından kaynaklanmaktaydı. Rus

ırkına ve Ortodoks mezhebine sahip olmak

diğerlerine göre ayrıcalık sayılıyordu. (2)

Uzun yıllar süren Rusya’nın asimile

politikaları karşısında Türk kadınları

erkeklere oranla daha ağır yaşam şartları

altında bulunmaktaydı. Cehalete ve

toplumun en düşük statüsünde yaşamaya

mahkûm bırakılan ve tüm acılara,

ölümlere, sürgünlere sadece kendisi için

değil, eşi için, çocukları için ve milleti için

katlanmak zorunda bırakılan Türk

kadınları, en az bunlar kadar acı olan bir

gerçekle de karşı karşıyaydı. Bu da

toplumsal ve aile içi ilişkileri belirleyen

erkeklerin İslamiyet’i işlerine geldiği gibi

yorumlamaları sonucunda kadını haksız,

hukuksuz, sadece evdeki işlerle meşgul

olan, ‘elinin hamuruyla erkek işlerine

karışmaması’ gereken, sadece analık ve

eşlik görevini yerine getirmekle yükümlü

olan kimseler konumuna getirmeleriydi.

Açılan okullarda kasıtlı olarak Ruslaştırma

ve Hristiyanlaştırma politikası

izlendiğinden aileler erkek çocuklarını

dahi okula göndermekten çekinirken kız

çocuklarının okula gitmesi beklenemezdi.

Bu durumda toplumun giderek cahiliyet

derecesi arttığından asimile politikası da

işe yaramaya başlıyordu.(3)

İşte böyle bir dönemde Gaspıralı gibi bir

aydının çıkmış olması Rusya Türkleri için

hatta dünya Türklüğü için kendini

sorgulamaları ve tabiri yerindeyse ‘titreyip

kendine dönme’leri için büyük bir fırsattı.

“Dilde, Fikirde, İşte Birlik” sloganıyla

çağına ve kendinden sonraki çağlara da

Page 48: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

44

meydan okuyan değerli Türk aydını İsmail

Bey Gaspıralı, yaşamını bir milletin

aydınlanmasına adayıp yaptıklarıyla

sadece Rusya Türklerine değil, dünya

Türklerine de ışık tutmayı başarmıştır.

Yukarıdaki sözünde bir milletin

gelişmesinin ya da cahil kalmasının

kadınların eğitilmesiyle doğru orantılı

olduğunu ortaya koyup, Türk Milleti’nin de

cahillikten kurtulmasının tıpkı tarihin

tozlu sayfalarında olduğu gibi kadına

verdiği değerle, onun eğitimini sağlamakla

mümkün olacağını savunmuştur. İsmail

Bey’in bunu sadece savunmakla kalmayıp

yaşadığı sürece uygulamaya da geçirmiş

olması onu diğer Türk büyüklerinden

ayıran yanı olmuştur.

“Bahadırların yerine korkaklar geçerse,

insaflıların yerine alçaklar oturursa,

cehalet perdesi bilimi örterse, tembellik

gayrete, çalışmaya yeğlenirse, bu hale

düşen halk ağlasın, gözünden kanlı yaşlar

dökülsün. Çünkü bu halin sonu çok acılar

doludur, her şey kartopu gibi eriyip

mahvolacaktır.”(4)

Eğitimsiz, cahil kalan bir toplumun yok

olmaya mahkûm olduğunu her cümlesinde

bahis konusu eden Gaspıralı kendine en

önemli hedef olarak milletini cahillikten,

bağnazlıktan, korkaklıktan kurtarıp kadını,

erkeği, genci yaşlısıyla birlikte bilinçli bir

gelecek oluşturmayı; yani gaflet uykusuna

dalmış koca bir milleti uyandırmayı

seçmişti. Eline ilim meşalesini alarak Türk

Dünyasını ve aynı zamanda İslam âlemini

aydınlatmak istiyordu.

Dr. Brian G.Williams’ın İsmail Gaspıralı

hakkında söylediği sözler de bu manda

dikkat çekicidir: “… Müslüman fanatizmine

karşı mücadelesinde ve milleti birleştirmek

ve dünyevileştirmek yolundaki faaliyetine

göre gerçekten ‘Kırımlı bir Atatürk’ adını

kazanmıştır. … Gaspıralı’ya ‘Kırım Tatar

Milliyetçilerinin Babası’ adı verilebilir. …”(5)

Gaspıralı ütopyalar içinde kalan

hayalperest bir düşünce adamı değildi.

Tam tersine o, söylediğini uygulamaya da

koyuyordu. Rusya’da esaret altında

yaşayan Türklerin ancak ve ancak dilde,

fikirde ve işte birlik yapmak suretiyle

benliklerini koruyabileceklerini en

başında belirtiyor ve bu sloganı Kırım’ın

işgalinin 100. yılında bin bir zorlukla

çıkardığı (10 Nisan 1883) Tercüman

Gazetesi’nin baş hanesine işliyordu.

Bir yazar Tercüman gazetesinin çıkışını

şöyle açıklar: “Bahar güneşi ile dünya

dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan

beri karlı kefenlerle örtülüp ölü gibi

uyuklayan Kuzey Türklerinin de ilk beyaz

bahar çiçeği Tercüman açıldı.” (6)

Page 49: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

45

Rusların Kırım’ın işgalinin 100. yılında

böyle anadilde bir neşriyata müsaade

etmiş olması yerli Müslümanların

Rusya’ya karşı sempati duymalarını

sağlaması ile alakalı olduğunu

düşünebiliriz.(7) Tercüman gazetesi ilk

yıllarında Türkçe ve Rusça olarak iki

kısımdan oluşmaktaydı. 1905 yılındaki I.

Rus İhtilali’nden sonra Gaspıralı’nın

Tercüman’ın Rusça kısmını neşretmekten

vazgeçtiğini görüyoruz.(8)

Tercüman Gazetesi Rusya’da başlangıçta

küçük bir yankı uyandırsa da zaman

geçtikçe Rusya Türklerini dahi aşıp dünya

Türklerine hitap etmeyi başarmıştır.

İsmail Bey bu gazete ile ve yaptığı diğer

hareketlerle (modern usule uygun Usul-i

Cedit okullarının açılması) oluşturmak

istediği millet bilincini yavaş yavaş

hissettiriyordu. Bu millet; ezilmiş, hor

görülmüş, ikinci sınıf vatandaş olarak

yargılanan değil, aksine ilim ve irfan ışığı

ile aydınlanıp kendi kaderi hakkında

kendisinin söz sahibi olacağı bir zihniyete

sahip olmalıydı. Bunu gerçekleştirmek için

de öncelikle kadınların toplum içindeki

konumunu yükseltip, onların yetiştirdiği

nesillerin bilinçli olmasını sağlamak

gerekiyordu.

İşte Tercüman gazetesi bu fikirleri yaymak

için büyük bir fırsattı. Gaspıralı Tercüman

gazetesinin büyük kitlelere seslenmeye

başladığı zamanlarda hastalıktan

kurtaracağı milleti için ilk tedavi

yöntemlerine başladı. Burada kadın

konusuna temas eden makaleler kaleme

aldığı gibi hayalindeki kadın motifini

anlatmak için de seriler halinde dikkat

uyandıran yazılar yazdı. Bunlara örnek

olarak ‘Kadınlar Ülkesi’ ve ‘Arslan Kız’

verilebilir.(9)

Kadınlar Ülkesi Tercüman’da 10 Ağustos

1890’da yayınlanmaya başlamış, 2

Temmuz 1891’de tamamı 22 sayı olmak

üzere tamamlanmıştır. Bu eser

Gaspıralı’nın oluşturduğu ütopik kadın

modelini yansıtır. Aslında bu yazı

serisinde o günkü şartlar içerisinde Doğu

toplumlarında çok rastlanmayan kadın

modeli vardır. (10)

Diğer kadın temalı yazı da yine

Tercüman’da yayınlanan ‘Arslan Kız’ adlı

hikâyedir. Hikâye Gülcemal adındaki yiğit

bir kızın gayretiyle Üçturfan’ın Çin

işgalinden kurtuluşunu anlatmaktadır.(11)

Buradaki karaktere yüklediği vasıflar,

Gaspıralı’nın Türk kadınlarının da sahip

olmasını istediği vasıflardır. (Bu konu Modern

Türklük Araştırmaları Dergisi’nin belirtilen makale

ve sayısında ayrıca incelenmiştir.)

Bu motiflerde oluşmasını istediği Türk

kadınını açıkça ortaya koyan İsmail Bey

Gaspıralı, insanların zihninde ‘eğitimli

modern Müslüman-Türk kadını’ imajını

oluşturmuş ve daha sonraki aşamalarda

bunu daha değişik yollarla da göstererek

Page 50: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

46

Rusya’da Türk Kadın Hareketi’nin

başlamasına öncülük etmiştir.

Rusya Türklerinin bulunduğu olumsuz

koşullarda Tercüman Gazetesi’nde

kadınların sahip olduğu düşük statüyü

iyileştirmek adına yaptığı çalışmalarla

kadının eğitimine ve çalışmasına konulan

geleneksel sınırlar bir ölçüde kaldırılmaya

çalışılsa da bu konuda yapılanları yeterli

bulmamış olacak ki sadece kadınlara özgü

bir yayın organının gerekliliğini görüp bir

dergi çıkarma kararı almıştır. Başına da en

güvendiği (tasarladığı Arslan Kız motifini

en iyi yansıtan) kızı Şefika Gaspıralı’yı

geçirmiştir.(12)

İsmail Bey, Tercüman gazetesini çıkararak

yalnız ‘Kuzey Türklerine ilk beyaz bahar

çiçeğini’ hediye etmekle kalmamış, kızı

Şefika Gaspıralı’ya teşviklerde bulunup

Âlem-i Nisvan (Kadınlar Dünyası) adlı

dergiyi çıkarmasını sağlayarak tüm Türk

Dünyası kadınlarının gönlüne de mis

kokulu bir gül bırakmıştı.

Gaspıralı’nın inisiyatifinde büyük kızı

Şefika Gaspıralı’nın yönetiminde 1906

yılında yayınlanmaya başlayan Âlem-i

Nisvan Dergisi, Rusya Türkleri tarafından

çıkarılan ilk kadın dergisi olması

bakımından da çok önemli bir yere

sahiptir. Âlem-i Nisvan Dergisi

Bahçesaray’da 1906- 1910 yılları arasında

iki haftada bir yayınlanmış olup dergideki

konular tamamen aile ve kadın ile ilgili

konulardı. .(13)

Şekil ve konular bakımından örnek

oluşturması için aşağıda derginin bir

sayısının içindekiler kısmı verilmiştir.

Necip Hablemitoğlu ve Şengül

Hablemitoğlu’nun Şefika Gaspıralı’nın

hatıralarından ortaya çıkarmış oldukları

“Şefika Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın

Hareketi” isimli kitapta Âlem-i Nisvan

Dergisi’nin 16.11.1906 tarihinde

yayınlanan 36 sayılı nüshasının kapağında

“ÂLEM-İ NİSVAN” başlığının altında;

“Müslimelere mahsus edebi ve tedrisi

haftalık mecmuadır.” yazısını, iç kapakta

ise “Âlem-i Nisvan ya ki Hanımlar

Dünyası” şeklinde giriş yapıldığından

bahsolunmuş ve içindekiler kısmı da şöyle

sıralanmıştır:

“1.Hanımlara Mahsus Devlet Nizamları ve

Şer’i Hukukları

Hane İdaresine, Evlad Terbiyesine ve Yurt

Tabibliğine Dair Malumat ve Haberler

Hane İşleri, Dikiş- Nakış vesaire Lazım Olan

Mevad-ı Resim ve Şekilleri İle

Page 51: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

47

Bizde vesair Milletlerde Hanımların Hali,

Maişeti, İlim ve Edebiyatda, Umur ve

Siyasetde Meşhur Olan Hanımların

Tercüme-i Hali ve Resimleri

Mukaddemat-ı Fünun, Usul-ü Ahlak, Hikâye,

Şiir, Tarih ve Seyahat, Lazımgelen Resimler

İle” (14)

Yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi

Âlem-i Nisvan Dergisi dönemin şartları göz

önünde tutulduğunda kadınların sahip

oldukları haklarını her şekilde

öğrenmesini, sadece kadınlara özgü işleri

değil, dünyadaki diğer gelişmelerden de

haberdar olmasını sağlaması açısından çok

önemli bir özelliğe sahiptir. Mecmualarda

çıkan yazı ve haberler rastgele seçilmiş

değildi. Her biri milleti çağdaşlaştırma,

ilim ve irfana yöneltip ‘dilde ve fikirde’

birlik sağlamak amacıyla özenle seçilen

konulardan oluşuyordu. “İşte birlik” kısmı

ise ancak bu aşamalarda epey yol

katedildikten sonra gerçekleşebilirdi.

Türk kadınlarının durumunun Çarlık

Rusya’sı döneminde Sovyet dönemine

göre daha geride olduğu söylense de

Rusların Ekim Devrimi ile birlikte kadın-

erkek eşitliğini sağlama bahanesiyle Türk

kadınlarına yönelik uyguladığı programın

ve vermiş olduğu hürriyetin Türk aile

yapısını bozma ve Sovyet tipi yeni bir aile

yapısı ortaya çıkarma temelinde olduğu da

unutulmamalıdır.(15)

İşte bu yüzden İsmail Bey Gaspıralı, en

başından beri milletinin kadınlarının

bilinçlenmelerini, ayaklarını yere sağlam

basmalarını sağlayıp böylece yetişecek

yeni neslin de eğitimli ve bilinçli bir Türk

nesli olarak yetişmesini istiyordu. Türk

kadınını bilinçlendirme hareketi,

kadınlarla birlikte devam edegelen

nesilleri de bilinçlendirmek demekti.

Bir kadın dergisinde olması gereken

sağlık, temizlik, eğitim, bilim, çağdaş kadın

hakları gibi siyasal ve sosyal tüm konulara

değinen Âlem-i Nisvan’da eleştirilen bir

konu da Türk erkeklerinin giderek artan

bir oranla Rus kızlarıyla evlenmeleri

sorunuydu. Bu gibi toplumsal sorunlara da

Türk’çe yaklaşılıp bir kadın bakışıyla

çözüm önerileri sunulmuştur. (16)

Derginin her sayısında gittikçe daha

kaliteli makaleler kaleme alınmaya

başlanmış ve bu sayede bir aydın kadın

çevresi oluşmuştur. Yukarıda bahsedilen

eserde, dergide yayınlanan bir yazıyı yine

hem dikkat çekici olması babından hem de

Türk kadınının geldiği kültürel seviyeyi

görmemiz açısından burada aynen vermek

istiyorum:

‘… Örneğin Neciye Hanım adında bir

okuyucunun, Rus Parlementosu’ndaki

(Duma) Türk Milletvekillerine gönderdiği

uyarı mektubu önemine binaen aynen

yayınlanmış(16 Mart 1907,No.7,s.1-2):

“HATUNLAR TARAFINDAN MÜSLÜMAN

DUMA AZALARINA

-Mukaddes şeriatımız biznin hakkımızda

fevkalade bir adalet ve hakkaniyet izhar

edip bizni tam hukuklu bir insan eylese de

irlerimizin (erkeklerimizin)en çok kısmı

olan nadan ve zalimleri bizni cem’i

hukukumuzdan mahrum ederek tamamilyle

cehalet, esaret, hukuksuzluk altına gömüp

kırmışlardır… Horlagan tavuk şikilli bizni

kıpçaklarga tolup dört duvar açusında

aylarca, yıllarca yatırub asramakçı bolalar.

Keyifleri kelgen bayın bir hatun alub biznin

nazik yüreklerimizden kan akıtalar. Bu son

Page 52: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

48

zaman yirlerde okub azrak dünyayı görür

ki, şeriatını tanurga, özümüznün insan

olduğumuzu anlarga başladık. Dumaga

baraçak Müslüman azalar, Müslüman

hatunların tam hukuklarını alub birsünler,

bizni bu zulümlerden, esaretten ve

cehaletten kortararak nizam tüzü ve terke

taşısınlar. Biz memleketin analarımız. Biz

insanların partisimiz. Milletnin terakki ve

tedennisi bizge tabidir. Eğer terakki böyle

esarette tutacak iseler özleri de bir gün esir,

mahv ve münkazir bolacaklarını irler

hatırlarında tutsunlar da Duma’ya baracak

Müslüman azaları ile Müslüman hatunların

hukuklarını almayınca kaytmaska

koşsunlar. Biz şunu talep etemiz. Naciye.” ‘ (17)

İşte bunu başarmış olmak dahi,

inanıyorum ki Gaspıralı’nın hedefine

ulaştığının bariz göstergelerindendir. Bu

yayınlar kısa süreli de olsa gerçekten

başarının timsali olmuş ve çıkardığı küçük

bir kıvılcımla zihinleri harekete geçirmeyi

başarmıştır.

Gaspıralı’nın hareketi bugün dahi bizlere

ışık saçar niteliktedir. Kadınların hor

görüldüğü ve her fırsatta acımasızca

katledildiği bugünün Türkiye’sinde

yaşanan korkunç olaylar onun her

sözünde altını çizdiği “eğitim” sorunundan

kaynaklanmaktadır. Kadına değer

verilmeyen toplumlarda gelişmişlik düzeyi

aranmaz. Bugünkü İslam dünyası da

maalesef hala bu konuda diğer dünya

ülkelerine nazaran çok kötü durumdadır.

Maalesef ilim ve irfandan uzaklaştıkça da

başkaları tarafından kolay yutulan

lokmalar haline gelmişlerdir. Orta

Doğu’daki bizleri de derinden etkileyen

son dönem gelişmeleri de gösteriyor ki

bilime, akla, kadın haklarına, ahlaka, yine

‘eğitim’e önem vermeyen cahil toplumlar,

diğer milletlerin onlarla bir ‘yapboz’ gibi

oynamalarına seyirci kalmaktadır. Sadece

cahil toplumlarda bu gibi olayların

yaşanması muhtemeldir. Ve cahil

toplumlar bilinçlenmedikçe asla hür

olamazlar.

Mustafa Kemal Atatürk’ün de hiçbir zaman

dilinden düşürmediği ‘eğitim’ konusu,

akla, bilime hizmet eden yeni nesillerin

oluşması meselesi günümüzde hafife

alınmış durumdadır. Biz bugün maalesef

yine o çizgimizden kaymış vaziyetteyiz.

Türk Milleti yeniden ilimin ışığına

yönelmek mecburiyetindedir. Aksi halde

tarih bu günleri de bundan sonraki günleri

de kötü yazacaktır.

DİPNOTLAR:

(1)Abid Tahirl, İsmail Gaspıralı Dünyası İsmail

Gaspıralı Dehası, Çev: Cumhur Turan,İleri Yayınları,

İstanul,UNESCO Gaspıralı Yılı 2014,s:185

(2)Necip Hablemitoğlu-Şengül Hablemitoğlu,Şefika

Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın Hareketi(1893-

1920), Toplumsal Dönüşüm Yayınları,Aralık

2014,İstanbul,s:1

(3)NecipHablemitoğlu-Şengül

Hablemitoğlu,a.g.e.,s:2-3

(4) Abid Tahirli,a.g.e.,s:172-173

(5)Abid Tahirli,a.g.e.,s:10

(6)Necip Hablemitoğlu,Gaspıralı ve Tercümanı,Dilde,

Fikirde İşte Birlik Aylık Dış Politika

Dergisi,sayı:3,Nisan1997,Ankara,s:174

(7)Nadir Devlet, İsmail Bey Gaspıralı(1851-

1914),Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları:962,Türk Büyükleri

Dizisi:99,Ankara,1988,s:23

(8)Nadir Devlet, a.g.e., s:29

Page 53: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

49

(9)Cemile Kınacı, Ütopyadan Gerçeğe: Kadınlar

Ülkesi ve Arslan Kız’dan Alem-i Nisvan’a Evrilen

Türk Kadın Hareketi,Modern Türklük Araştırmaları

Dergisi İsmail Bey Gaspıralı Özel Sayısı,cilt: 11,sayı:

4(Aralık 2014),ss:224-247

http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/makale.php?id

=708

(10)Cemile Kınacı,a.g.m.,s:234

(11)Cemile Kınacı,a.g.m.,s:237

(12)NecipHablemitoğlu-Şengül

Hablemitoğlu,a.g.e.,s:36-37

(13) Nadir Devlet, a.g.e., s:48

(14)NecipHablemitoğlu-Şengül

Hablemitoğlu,a.g.e.,s:37

(15)G. Selcan Sağlık Şahin, İsmail Gaspıralı, Türk

Kadını ve Alem-i Nisvan Dergisi, Modern Türklük

Araştırmaları Dergisi İsmail Bey Gaspıralı Özel

Sayısı,cilt: 11,sayı: 4(Aralık 2014),ss:211

http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/makale.php?id

=707

(16)NecipHablemitoğlu-Şengül

Hablemitoğlu,a.g.e.,s:40

(17)NecipHablemitoğlu-Şengül

Hablemitoğlu,a.g.e.,s:40

KAYNAKÇA:

DEVLET, Nadir; İsmail Gaspıralı(1851-1914),Kültür

ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 962,Türk Büyükleri

Dizisi:99,Ankara,1988

HABLEMİTOĞLU, Necip; “Gaspıralı ve Tercümanı”,

Dilde, Fikirde, İşte Birlik Aylık Dış Politika

Dergisi,sayı:3,Ankara,1997

HABLEMİTOĞLU, Necip-Şengü; Şefika Gaspıralı ve

Rusya’da Türk Kadın Hareketi(1893-

1920),Toplumsal Dönüşüm Yayınları,İstanbul,2014

KINACI, Cemile; “Ütopyadan Geleceğe: Kadınlar

Ülkesi ve Arslan Kız’dan Alem-i Nisvan’a Evrilen

Türk Kadın Hareketi”,Modern Türklük Araştırmaları

Dergisi İsmail Bey Gaspıralı Özel Sayısı,cilt:11,

sayı:4(Aralık 2014)

http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/makale.php?id

=708

ŞAHİN, Selcan;”İsmail Gaspıralı, Türk Kadını ve

Alem-i Nisvan Dergisi”, Modern Türklük

Araştırmaları Dergisi İsmail Bey Gaspıralı Özel

Sayısı,cilt: 11,sayı: 4(Aralık 2014)

http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/makale.php?id

=707

TAHİRLİ,Abid; İsmail Gaspıralı Dünyası İsmail

Gaspıralı Dehası, Çev: Cumhur Turan,İleri Yayınları,

İstanul,UNESCO Gaspıralı Yılı 2014

Page 54: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

50

FEMİNİZMİN İDEOLOJİK ÇIKMAZI Sertaç EKEMEN

Patriarkal erkek egemen toplumunun

ortaya çıkarmış olduğu kadının büyük

kapatılma içerisindeki toplumsal statüsü,

1800 yıllardan itibaren felsefenin konusu

olmaya başlamış ve ideolojiler çağı olarak

adlandırılan 20. yy'da büyük ve geniş

tabanlı bir tartışma konusu olmuştur.

Feminizm genel manada eşitlik sloganı ile

kitlelere hitap etmesi sonucunda Marksist

terminoloji içerisinde kendine yer etmiş ve

bu yelpazede hareket etmiştir. Bunun

yanında Anarko feminizm Radikal

Feminizm Liberal Feminizm gibi alt dallara

bölünmüş olan bu fikirsel akımın farklı

dünya görüşleri içerisinde varlığını devam

ettirmek istemiştir. Bu yazıda Feminist

bakış açısının diğer ideolojilerin

gölgesinde kalmasının ve hayat

bulamamasının nedenlerini irdeleyeceğiz.

19. yy ikinci yarısı ve 20. yy başına doğru

birçok kadın örgütsel bir çatı altında

ideolojiler üstü bir kollektif yapı ile

biraraya geldiler bu yapı birinci dalga

feminizm adı verilen hareketin temel

kıvılcımlarını teşkil etti. Amerika Birleşik

Devletleri'nde Sarah Grimke ve Anjelina

Grimke gibi isimler kölelik ve siyahi

haklarının yanında kadın haklarının

savunucusu haline geldiler Buradaki ilk

başkaldırılar erkek egemen toplumu

içerisinde sıkışmış olan kadın figürünün

1776 İnsan Hakları Beyannamesi ve

Fransız İhtilalinin getirmiş olduğu

özgürlük fikirleri içerisinde kendine pay

çıkarması ile şekillenmiştir. Bu talepler

eğitim, çalışma ve oy hakkı talepleri ile

somutlaşmış ve erkekler tarafından da

benimsenerek cinsiyet üstü bir ideoloji

haline gelmiştir. Temel sloganları ise

reddedilen/ inkar edilen kadın haklarının

geri iadesi edilmesidir. Ancak 19. yy'dan

20. yy.la geçilen dönemlerde Liberal ve

Sosyalist alt kategorilere ayrılan

Feministler, temel insan hakları ve eşit

yurttaşlık taleplerini ileriki bir boyuta

taşıdılar. Liberallerin eşit oy talepleri

karşısında sınıf ve devrim mottosundan

hareket eden Sosyalist Feministler, ABD

içerisindeki kadın oy hareketinin oldukça

gerisinde kaldı. Bu da kadının anayasada

oy hakkını elde etmesini 1920’li yıllara

kadar uzamasına sebep oldu.

İngiltere’de ise kadın hakları hareketi,

Siyaset Bilimi yelpazesinde kendine yer

etmiştir. Mutlak Hükümranlık teması

içerisinde Aile kavramı hiyerarşisini

Eleştiren İngiliz Filozof Mary Astell

demokrasi ve aile örgütü içerisindeki

mikro tahlili ile feminist bir bakış açısı

getirmiştir. Bununla birlikte Mary

Wollstonecraft kadınının toplumsal bir

kurgu olduğunu varsayarak Velayet ve

Çalışma Hakkını elde etmek için bir dizi

eylem örgütledi. Ancak bazı haklar elde

ettilerse ise sadece erkek işçilere oy hakkı

tanınması ile hayatın her alanına nüfus

etmenin siyasal haklardan olduğunu

öngören Wollstonecraft taraftarları oy

taleplerini bir dize eyleme döktüler.

Burada önemli olan husus Charist hareket

içerisindde feminist desteği olmasına

karşın, kadın oy hakları mücadelesi

içerisinde feministlere Sosyal Demokrat

Partinin destek vermemesi olmuştur.

Page 55: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

51

Fransa’da gelişen Feminist hareket

meyvelerini 1944 gibi 20.yy ikinci

çeyreğine denk gelen bir dönemde

vermişti. Fransız Devriminin ardından

jakoben yönetim ve zhiniyet var olan

kadın kazanımlarını yok etmiştir, Kadınlar

için eşit oy ve çalışma hakkı talebinde

bulunan aktivist De Gouge, madem

kadınlara giyotin hakkı tanınıyor, o zaman

siyasal haklarda tanınmalıdır söylemini

geliştirmiş ve giyotine yollanmıştı. Fransız

Sosyalizmi başlangıçta feminizme karşı

bakışını eşitlik temelinde olumlu bulurken,

ütopik sosyalist fikir adamı Proudhon bu

düşünce yapısını eleştirmiştir. Proudhon

kadınlara karşı verilecek olan siyasal

hakların, aile yapısına ters olacağını, “ Farz

edelim ki kadın bir halk meclisinde

kocasınınkine ters bir oy kullandı, bu

anlaşmazlıkların boşanmasına yol açar ve

toplum nazarında erkeğin onuru inciltir

demiştir.” Proudhoncu Sosyalizm kadının

siyasal yaşamdaki aktivitesini aileyi feda

edeceği düşüncesiyle baltalamıştır.

Böylelikle Fransız solunu feminizmden

uzaklaştırmakla kalmamış, Fransa'da 1884

ten sonra kadınların sendikacılık

hareketine girmelerini zorlaştırmıştır.

Almanya’da, özellikle paris komününün

başarısızlıkla sonuçlanması ardından, işçi

sınıfının asıl mücadele alanı Fransa’dan

Almanya’ya kaydı. Alman Sosyalist

düşünür August Babel yayımlamış olduğu

eserinde, kadınlara eşit hak tanınmasını

gerektiğini ve kadın kurtuluşunun ancak

sosyalizmle birlikte mümkün olacağını

söylemiştir. Buna karşın 2.

Enternasyonel’de Kadın hareketi ve işçi

hareketi arasında çıkan sürtüşme

sonucunda, kadın hareketi bir burjuva

hareketi olarak nitelendirilip dışlandı.

sosyalist kadın önderlerden Clara Zetkin,

kurtuluşun ancak proleter kadınlar

tarafından sağlanacağını söyleyerek

feminist düşünceyi hareket içerisinden

dışladı.

Sovyet Devrimi gerçekleştikten sonra

Rusya’da görece somut atılımlar

gerçekleşti, Gerek çocuk bakımında

kollektif bir yapının benimsenmesi gerek

ise ev yaşantısında iş bölümünün yanında

Kollontai gibi Rus Devriminin düşünürleri

kadının özerk kimliğini sorgulayarak

evlilik kurumunun meşruiyetini

eleştirmeye varan söylemleri geliştirdi. Ne

var ki; Stalin dönemi ile başlayan ağır

devletçi politikada, feminist denebilecek

yaşam tarzı ve kazanımlar sekteye uğradı.

Aile kavramının kutsallığı Stalin

döneminde yüceltilirken, bu politika ile

boşanma hakkı kısıtlandı ve kürtaj

hakkının kaldırılması gibi kimi gerici

uygulamalar benimsendi. Sadece siyasal,

ekonomik ve eğitim haklarına

dokunulmadı.

İkinci Dalga Feminizm “ideolojiler çağı”

olan 20.yy dan post-modern döneme bir

köprü kurması açısından yeni bir fikirsel

akım daha doğrusu yeni fikirsel

alternatiflerin gün yüzüne çıkışı olarak

nitelendirilebilir. Bu dönemde siyasal

ideolojilerin bilhassa marksizm’in

içerisinde sıkışıp kalmış feminist dünya

görüşünün, Liberal Sosyalist akımlar

içerisinde hayat bulamayıp kendine yeni

kalıplarla özgünlük yaratma peşinde

olduğunu göreceğiz. Ancak hali hazırda var

olan terminolojilerle kendini açıklamaya

çalışması; diğer siyasal akımlarla flört

etmeyi hali hazırda devam ettirmesi

feminizmin kendini bulamamasına

Page 56: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

52

özgünleşememesine sebebiyet verecektir.

Her ne kadar kadına şiddet, kürtaj,

toplumsal hayattaki kadının rolü,

toplumsal cinsiyet gibi somut problemlere

karşı tahlilini yapıp reçetesini belirlese de

hareket radikalleşerek somut ve

konjonktüre uygun uygulanabilir bir teori

olmaktan çok uzağa gitti.

Liberal Feminist olarak kendini

tanımlamaya başlayan Feminist grup,

başlardaki Feminist düşüncenin

benimsediği fikirlerden ”demokratik ve

insan haklarından eşit ölçüte yararlanma

ve eşit siyasal hak talepleri gibi” uzakta

değildi. Ancak Friedan gibi toplumsal

alanda eşit bir statü elde etme amacıyla

kadın ve erkek rollerinin değişmesi;

erkeğin kadınlaşması gibi ütopik

kavramlarla feminizmin reel dünya

koşullarına uyum sağlaması engellendi. Bu

durum da diğer ideolojilerin gölgesinde

kalarak yapılacak Feminist kuramın

aymazlığını post-modern dönemde de

kendini gösterdi. Postmodern dönemde

ortaya çıkan feminist kuramlardan birisi

de radikal feminizmdi. Her ne kadar

marksist tandanslı olup Engels’in kadın

manifestosundan yola çıkarak kendini

geliştirse de görece kendine özgü daha

sistematik ve bağımsız fikirler ortaya

çıkarmıştır. Bu dönemde radikal

feministlerin postmodernizmin özel alan

ve kamusal alan ayrımı gözetmeksizin,

özel olan politiktir sloganı kullanması ve

bu döngü içerisinde yer alan aile içi

şiddete karşı toplumsal duyarlılık

oluşturması açısından kendiliğinden bir

siyasal örgütlenme doğurması özgünlük

açısından önemlidir. Ancak ideolojik

temellendirmesini yaparken teknolojik

sunni döllenme ve yeniden üretim gibi bu

zamana kadar gelmiş erkek ve kadın

rollerini radikal bir biçimde değiştirmeyi

ve bunu teknoloji ve bilim sayesinde

olacağını belirtmesi, Hali hazırda var olan

postmodern bir dünya görüşü olarak

radikal feminizmi, ütopya paradoksuna

hapsetmeye mahkum kılmıştır Sonuç

olarak Aydınlanma çağının bir meyvesi

olarak; hümanizm, vatandaşlık, insan

hakları, demokrasi gibi fikirler ile erkek

egemen toplumdan uzaklaşılması

açısından anahtar bir rol üstlenip, Kadının

eşit ve özgür diğer insan olarak var olması

için doğmuş feminizm, İdeolojiler

yüzyılında Marksist Terminolojinin tekeli

ve inisiyatifine terk edilmiştir. 20.yy

Üçüncü çeyreğinden itibaren ise marksizm

var olan teorik ve fikirsel önemini

yitirirken kendi içerisinde bir çıkış yolu

bulmaya çalışan feminizm, önce

Liberalizm ile daha sonra ise radikal bakış

açısıyla gerçekçi, faydacı ve işlevsel fikirsel

akım özelliğini yitirmiştir.

Page 57: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

53

DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE KADIN

TİPİ VE ÖZELLİKLERİ Ömer ÜNAL

Toplu Milletlerin benliklerini oluşturan en

önemli unsur dildir. Dilin özünü ise o dilde

yazılmış edebi eserler oluşturur. Türk

milletinin de kimliğini, özünü, fikir

dünyasını teşkil eden birçok önemli eser

bulunmaktadır. Edebi eserlerimize örnek

verilmesi istendiğinde akla gelen eserler,

Orhun Abideleri, Kutadgu Bilig, Divan-ı

Lügat’it Türk ve Dede Korkut’ tur. Elbette

daha nice değerli eserimizle bu örnekleri

çoğaltmak mümkündür. Bu noktada Prof.

Dr. M. Fuat KÖPRÜLÜ’ nün Dede Korkut

için söylemiş olduğu şu sözlere kulak

kesilmeliyiz : “Terazinin bir Kefesine Türk

Edebiyatının tümünü, diğer kefesine de

Dede Korkut’ u koysanız yine de Dede

Korkut ağır basar.” Köprülü’ nün bu

sözünde de net bir şekilde ifadesini bulan

Dede Korkut anlatıları, Türklüğün, Türk

fikri hayatının, olaylara bakış açısının

adeta bir özeti niteliğindedir. Fikrin ete

kemiğe bürünmüş halidir Dede Korkut

Lisan ı taife… Bu edebi eserde Türk aile

yapısı, kadına verilen değer, savaş ve barış

dönemlerindeki tutum ve davranışlar,

millet olma bilinci, inanç dünyası gibi

konularda bilgi sahibi olmaktayız. Türk

milleti, erkek ile kadın arasında keskin

çizgilerle bir ayrım ve ötekileştirme

yapmamıştır. Kurultaylarda söz sahibi

olan Hatun, devlet yönetiminde etkili bir

konumdadır. Bu özellikleri edebi

eserlerimizde görebiliriz. Bu yazıda da

Dede Korkut Hikâyeleri’ ndeki Türk kadın

tipinin nasıl işlendiğine ve anlatılardaki

kadın karakterler temelinde kadına

verilen değere bakacağız.

On iki hikâyeden oluşan Dede Korkut

kitabında; güzellik, asalet, zekâ, akıl, iyi

yetişmiş ve eğitimli olma, devleti en üst

makamlarda temsil edebilme, muktedir

olma, iyi ata binme, silah kullanma,

savaşabilme gibi özelliklerinin yanı sıra

yardımseverlik, cömertlik, sadık ve eşine

yardımcı bir hayat arkadaşlığı, Türk

kadınının ortak özellikleri olarak

görülmektedir. (Duran 2004,32).

Bugün de Türk toplumunda anne ve

annelik olgusu kutsal bir yerdedir. Dede

Korkut boylarında iki kadın tipinin ön

planda olduğunu görmekteyiz: Alp Tipi

kadın, ideal eş ve anne olan kadın. Bu iki

tip ön planda olmasına rağmen, Dede

Korkut’ ta bir kadın dört ya da beş farklı

tipin özelliklerini de üzerinde

taşıyabilmektedir. Örneğin; Dirse Han’ ın

karısı hem alp tipi bir kadındır, hem

annedir, hem evinin hanımıdır, hem

Page 58: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

54

bilgedir, hem de sanatçı/ozan tipi bir

kadındır. (Yakıcı 2007: 40-47).

İdeal eş ve anne tipinde, Dirse Han’ ın

Hanımı, Boğaç Han’ ın annesi, Burla Hatun,

Deli Dumrul’ un eşi, Bay Böri’ nin eşi,

Bamsı Beyrek’ in annesi, Deli Dumrul’ un

annesi, Kan Tural’ nın annesi, Tepegöz’ ün

annesi olan Peri Kız, Begi’ in eşi, Segrek’ in

annesi kadın kahramanlardandır. İdeal

sevgili tipinde: Banı Çiçek, Selcen Hatun,

Bayburt Tekfuru’ nun kızı, Segre’ in

evlendiği kız (Ekici 2000:126,134) örnek

olarak verilmiştir.

Bilindiği gibi, Dede Korkut Destanı, hikmet

ve irfan dolu bir duâ ile başlar: Allah Allah

dimeyinçe işler onmaz; Kadir Tanrı

virmeyinçe er bayımaz; Ezelden yazılmasa

kul başına kazâ gelmez; Ecel vâde

irmeyinçe kimse ölmez; Ölen adam

dirilmez; Çıhan can girü gelmez; Bir

yiğidin kara tağ yumrusunca malı olsa,

yığar direr taleb eyler, nasibinden artuğın

yiye bilmez; Urluşuban sular taşsa deniz

tolmaz; Tekebbürlük eyleyeni Tanrı

sevmez… (Ergin 2009: 73).

Boylarda evlenilecek kız da aranan ilk

özellik alpliktir. Kahraman vasıflı kadınlar,

dokuz hikâyedeki erkeklerin danıştığı,

fikrine önem verdiği, vefalı, namuslu

kadınlardır. Göçebe şartlarda yaşayan

erkeğin gözünü arkada bırakamayacak

tipler evlenilecek kadın olarak

seçilmektedir.

Kadının: “Dar durumda kalındığında

erkeğin yerini tutup onu aratmaması,

eşine sevgi duyması, konuk

ağırlayabilmesi, eşine ve çevresine saygılı

olması, obur olmaması, azı çok eylemesi,

kendi olanaklarıyla yetinmesi, evinin

sorumluluğunu taşıması, gözü dışarıda

olmaması, tembellikten kaçınması, dizini

kırıp evinde oturması, çok gezmemesi,

dedikodu yapmaması, haksız olduğu halde

başkalarını suçlamaya çalışmaması, yapıp

yedirmekten hoşlanması, kocasının

öğütlerini dinlemesi, sözünü kulağına

koyması… erdem sayılmıştır. ”(Binyazar

1996,71).

Çoğunlukla at üzerinde erinin yanında

savaşan, otağda dirliği ve düzeni sağlayan,

alp kişiliği ile çevresine örnek olan Türk

kadınını Dede Korkut’ ta okumak ve onu

öğrenmek elbette bizler için önemlidir.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün: “ Kahraman

Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye

değil, omuzlar üzerinde yükselmeye

layıksın.” sözünü iyi idrak etmeli ve Türk

kadınına bugün reva görülen yaşam

şartlarını da iyi incelemek gerekmektedir.

Dede Korkut’un oluşturulduğu tarihte

özgür olan, rahatça toplum içinde hareket

edebilen, kocası olmadığı zamanlarda

misafir ağırlayabilen Türk kadınının

“İslamiyet devrinde ise Arap tesiri ile

hürriyeti sınırlandırılmıştır. Arap erkeği

için kadın bir hayat arkadaşı olmaktan çok,

bir süs eşyası durumundaydı. Kadın ancak

çocuk sahibi olduğu zaman durumu biraz

düzeliyor, daha doğrusu evlilik bağı

nispeten kuvvetleniyordu. İslamiyet’in

zuhuru Arap kadınına, geniş haklar

tanınmasına, kadını hiçe sayan örf ve

adetlerin kaldırılmasına vesile oldu”; ama

yinede Arap toplumunda eski kültürün

izlerinin silinmesi mümkün olmadı.(

Çandarlıoğlu 67)

Tüm bu sorunlardan arınabilmek ise yine

Türk insanının milli birlik ve beraberlik ile

mümkün olacaktır. Köycülük,

Page 59: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

55

memleketçilik yapan bir topluluğun

cinsiyetçilik yapması da oldukça doğal bir

sonuçtur. İlçelerin sınırlarını çizen o

görünmez sınırları zihinlerden, karşı cinsi

ötekileştiren duyguları ise kalplerden

söküp atmak zorunlu bir durumdur. Dede

Korkut’ tan dinlemezsek sözü çok fazla

işitiriz kadını hor gören insanın öyküsünü.

Aynaya bakmadan, Dede Korkut’ un

bilgisinden, hikâyelerdeki manadan

elimize, dilimize ve belimize birer can

suyu dökme vaktidir. Bitkin düşmüş,

üzerine ölü toprağını sermiş olan bir

milleti yeniden yeşertecek can suyu da

Dede Korkut’ tan başkası olamazdı zaten…

KAYNAKÇA:

Ergin, Muharrem. Dede Korkut Kitabı. İstanbul:

Boğaziçi yayınları,2008.

Çavdarlıoğlu, Gülçin. Türk Destan Kahramanları.

İstanbul: And Yayınları,1977.

Ekici, Metin. “Dede Korkut Kitabında Kadın

Tipleri”.Uluslar arası Dede Korkut Bilgi Şöleni. Haz.

Alev Kâhya Birgül. Aysu Şimşek Canpolat. Ankara:

Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,19-21

Ekim 1999.

Birgül, Alev Kâhya. “Dede Korkut Hikâyeleri’nde

Kadının Konumu”. Uluslar arası Dede Korkut Bilgi

Şöleni. Haz. Alev Kâhya Birgül. Aysu Şimşek

Canpolat. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi

Başkanlığı Yayınları,19-21 Ekim 1999.

https://guneyturkistan.wordpress.com/2010.03.08/

dede-korkut%E2%80%99ta-kadin-ve-dunya-

kadinlar-gunu/.

Page 60: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

56

YAŞAMA HAKKI! Çağhan SARI

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

vesilesiyle Gencay Dergisi'nin Mart

sayısında, 8 Mart'ın tarihteki yerini ele

alan bir yazı kaleme almak niyetimiz vardı.

8 Mart ne idi, nasıl simgeleşti sorularına

yanıt arayacak, Avrupa'da kadın haklarını

farklı siyasi cenahlardan savunmuş ve

kurucu anne vasfını üstlenmiş isimleri

elimizden geldiğince tanıtmaya

çalışacaktık. Ancak bu niyetimiz hayal

kırıklığıyla söndü. Bambaşka bir yazıyla

karşınıza çıkmak varken bunun faydasını

sorgulatan, yazarın yazmasının ötesinde

okuyucunun da okuma hevesini örseleyen

gelişmeler insanlığın şeytanı da geride

bırakabileceğini gösteren türdendi. Kadın

haklarının tarihsel sürecine bakmak şöyle

dursun bugün kadının yaşama hakkı var

mı sorusunu yöneltti. İnsanın nefret

duygularını aştı. Söyleyeceklerimizi

unutturdu.

Bu yazı kaleme alındığı sırada,

öğretmenlik mesleğini haysiyetsizliğine

bakmadan üstlenme alçaklığını gösteren

bir müsveddenin saldırısı sonrası

yaşamına son veren bir insanın adı

dimağlarda yankılanıyordu. Üzerinden bir

ay kadar geçmeyen bir başka olayda

İstanbul'un nezih bir semtinde evine geç

saatte gittiği gerekçesi (!) ile saldırıya

uğrayan insanın adını öğrendik. Bu

saldırılara uğrayan cinsiyetinden önce

insan, onlara saldıranlar ise insanın bütün

vasıflarını yitirmiş ruhsuzlardır. Bu gün

(25 Şubat 2016) ise bir başka genç insan

evinde öldürülmüş olarak bulundu.

Gencay'ın Mart sayısı çıktığı zaman

muhtemelen bir kaç vakanın daha

olabilme olasılığını düşünmek dahi

istemiyoruz.

Çok değil, bir sene önce Mersin'de

detaylarını yazmaya tahammül

edemeyeceğimiz kadar caniliğin şerha

şerha fışkırdığı bir cinayet sonrası

Türkiye, kadınlara yönelen şiddetin

giderek artmasına ve cinsel saldırılara

karşı refleks göstermiş idi. Refleks tabirini

kasti kullanıyoruz. Çünkü hadiseden sonra

hemen hemen her hafta bir kadın daha,

babası, kocası, kardeşi, sevgilisi yahut hiç

tanımadığı bir sokak eşkıyası tarafından

öldürülürken yasalar nezdinde neler

yapıldığına yanıt arama gücü bulamıyoruz.

Sosyal paylaşım sitelerinde bir fotoğraf,

bir yazı paylaşmakla vatandaşın üstüne

düşen sorumluluğu yerine getirdiği

duygusunu hissetmesi nedeniyle refleks

diyoruz. Tepki vakaların sonrasındaki

seslerden ibaret kalmamalı çağrısını yapan

birçok sivil toplum kuruluşu ve sosyal

platformun çabasına rağmen gündelik

hayatın akışına sürüklenenlerin sahip

çıkmayışına refleks diyoruz. Yıllardır kan

emen terör sorununda nice genç fidanın

şehit düşme haberlerine olduğu gibi yavaş

yavaş kadınların öldürülmeleri

haberlerine de kayıtsız kalanların sayısı

arttığı için refleks diyoruz. Dahası

gösterilen tepkilerin dahi, düzenlenen

sertifika programlarının dahi -Kayseri'deki

caninin kadın hakları ile ilgili bir sertifika

programına katıldığı bilgisi üzerine-

samimiyetine güvenemeyerek refleks

diyoruz.

Page 61: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

57

Özgecan Aslan, kadının ne siyasi ne de

sosyal hakları için değil, en temel hakkı

olan yaşama hakkı için simgeleşmiştir.

Günümüzde kadın haklarının ve erkek-

kadın eşitsizliğinin tartışmalarının ekseni

doğru ve iyi olanın yönünde

seyredeceğine, kadının yaşam hakkının

korunması noktasına dönülmesi,

toplumun buna yuh çekmemesi tarihe

düşülecek bir ayıptır. Kadının çalışma

hakkı, siyasi hakkı üzerine mülahazalar

yapmak, kadının yeni baştan tanımını

yapmak, kadının ekonomideki yerini

tartışmak, kadının annelik görevi

noktasında yapabileceği veya yapması

gerekenleri değerlendirmek artık ne

derece sıhhatlidir bilemiyoruz. Nitekim

artık kadınların yaşam hakları

tehlikededir. Bu tehlike bertaraf

edilmeden diğer sorunların çözümü için

sarf edilecek gayretlerin yerine

ulaşamama ihtimali sizleri rahatsız

etmelidir.

Adamsanız gelin bu meseleyi önce çözün

diyoruz. Annenin dünyaya getirdiği

yavrunun büyüyüp başta kendi annesine

duyduğu sevgi ve saygıyı tüm annelere ve

anne adaylarına yansıtmasını beklemek

meğer dünyada kaleme alınan bütün

ütopyaları geride bırakırcasına bir hayalin

akisleriymiş. Yapılması gereken tepeden

tabana her yerde ister otorite ürünü ister

yetiştiriciliğin titizliği kadına saygının

yeniden tesis edilmesidir. Bu çemberin

dışında kalanların da insafsızca yok

sayılacak hal tarzının geliştirilmesidir.

Kadınlara saldırılarda bulunanların

mahkemelerde savunma yapmaları

sırasında kurdukları bazı cümleler vardır

ki insanı hayrete düşürmektedir. ''Şeytana

uydum'', ''şeytan yanılttı'', ''kendimi

kaybettim''. Şeytanın dahi bu varlıklar

nezdinde Tanrı katında nasıl bir yeri aynı

mıdır bilmiyorum ama geride bıraktığımız

asırda insanın kendisine ve doğaya verdiği

zarar ile hainlik herhalde şeytanı bile

gölgede bırakacak cinstendir. Şimdi hayata

kast etmenin, bir insana yapılabilecek en

aşağılık saldırının kılıfını şeytana uymak

diye tabir edilenlere şeytani cezalar

verilmelidir ki kendi şeytanlıkları ile

hesaplaşsınlar.

İki buçuk yıldır sizlerle buluştuğumuz bu

sayfalardan ilk kez bir rica ile satırlarımıza

son veriyoruz. Sizlerin huzuruna bu sayıda

kadın haklarının tarihsel süreciyle

çıkamadığımız ve bu kadar kısa bir

kelamda kaldığımız için bizleri mazur

görün... Kadınlar öldürülürken kadın

haklarını yazmaktan utandık! Affedin...

Page 62: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

58

BİR KADIN... BİR KADIN...

Onur ÇELİK

Gözleri etrafa saçıyor ışık,

Bir kadın... Bir kadın... Bana bakıyor.

Elleri ipekten, saçlar dolaşık,

Bir kadın... Bir kadın... Bana bakıyor.

Anladım... Kadındı en güzel sanat,

Güçlüydü; hayatın yüküne inat,

Güneş kayıp... Sanki durdu kainat,

Bir kadın... Bir kadın... Bana bakıyor.

Eşsiz gülüşüne mevsimler vurgun,

Asildi... Vakurdu... Değildi yorgun,

Ay kırk parça oldu, yıldızlar durgun,

Bir kadın... Bir kadın... Bana bakıyor.

Tuttu ellerimden, çekti kenara,

Yüzüne bakarken daldım bir ara,

Buydu göreceğim en hoş manzara,

Bir kadın... Bir kadın... Bana bakıyor.

Gönlüme bir umut, derdime derman,

Kayıt düşülmüştür, yazıldı ferman,

Zaman donsun, sakın bitmesin bu an,

Bir kadın... Bir kadın... Bana bakıyor...

Bir kadın... Bir kadın... Yürek yakıyor...

Page 63: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

59

KADININ ADI HALA MI YOK? Alperen KIZIKLI

Bu yazıyı okumadan önce, yazının

temasına uygun bir müzik dinlemek

isterseniz sözleri rahmetli Aysel Gürel’e

ait, Sezen Aksu’nun seslendirdiği Ünzile

adlı eseri dinleyebilirsiniz. Kendinizi yazıyı

okumadan önce bir kadının yaşadıklarına

şahit olmaya ruhen hazırlayınız.

Bir üniversite hastanesinde ihtisas

eğitimimi almaktayım. Hekim olarak her

gün onlarca hastayla konuşuyor, onları

muayene ediyor, tedavileriyle ilgileniyor,

yer yer onların sıkıntılarıyla hemhal

oluyorum.

Sizlere hastam olarak şahit olduğum bir

kadının hikâyesini, onun yaşadıklarını

anlatmak istiyorum.

V. S., 30 yaşında böbrek rahatsızlığı

sebebiyle, memlekete, hastanemize

gönderilmiş. Yüzünde hastalığına bağlı

lekeler, böbreklerindeki bozukluk,

ayaklarındaki şişlikler ve ciddi nefes

darlığı ile servisimizde tedaviye aldık onu.

6 ay önce, kendisinden 9 yaş küçük eşi ile

dini nikâh ile evlendirilmiş. Arada sevginin

olmadığı tamamen iki ailenin dostluk

bağlarına istinaden yapmalarını istedikleri

bir evlilik akdi oluşturmuşlar.

Sormamışlar V.S’ye sen bu çocuğu kocan

olarak ister misin, diye. Yaşı otuz olması

nedeniyle etrafı onun evde kaldığını

düşünmüş. Kapana sıkışmış, eğitim

alamadığı için hayatta bir yer edinememiş

ve toplumsal statüsünü ancak bir kocayla

evlenerek elde edebileceği öngörülmüş.

Mecbur kalmış sevmeden evlenmeye,

kardeşi yaşındaki bir erkekle resmi nikâh

olmadan dini nikâhla yaşamaya…

Evlendiği erkek, 6 yıldır sevdiği bir insan

olmasına rağmen kendi ailesinin “ Artık

evlen, bu kız efendi, hanım bir kız, biz bu

kızı ailemizde görmek istiyoruz” demesine

karşı gelemediği için 9 yaş büyük V.S’yi

imam nikâhıyla eşliğe kabul etmiş. Aklı

hala 6 yıldır sevdiği kızda…

V.S.’nin hastalığı çeşitli tetkikler

neticesinde kesinleştirildi. Fakat hastalığı

bir ömür sürecek ve gebe kalmasını

güçleştirecek bir rahatsızlık. Tedavisi için

alması gereken ilaçlar da çocuk sahibi

olmasını engelleyebiliyor. Sistemik lupus

eritematozus adını verdiğimiz öldürmeyen

fakat bir ömür boyu süründüren bu

hastalıkla yaşamak zorundaydı artık.

Evlendiği erkek, ticaretin içinde olduğu

için bilgi teknolojilerini kullanabilen bir

genç. Hasta dosyasında eşinin hastalığın

ismini görmüş ve araştırmış günlerce… Bu

hastalığın çocuk sahibi olmayı

güçleştirdiğini öğrenmiş ve toplamış

memleketinde aile efradını… Eşinin

hastalığının bir ömür süreceğini, hasta bir

kadınla yaşamak istemediğini, ailenin de

onayı olursa resmi nikâhla 6 yıldır sevdiği

kadını eş olarak, V.S de eğer isterse,

kuması olarak yanında kalabileceğini

anlatmış. Eğer eşi onla kalmak istemezse

arada resmi bir akdi olmadığı için onu

babasının evine yollayabileceğini de

söylemiş. Birkaç hafta önce V.S’yi taburcu

ettik, tedavisini düzenleyerek on gün

Page 64: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

60

sonra kontrole çağırarak memleketine

gönderdik.

V.S psikolojisi bozuk bir halde yeniden

hastanemize geldi. Yanındaki eşi henüz

onu yarı yolda bırakmış değil.

V.S yaşadığı toplumda kuluçka makinesi

gibi görülmüş, resmi olmadan da dini

nikâhla evlendirildiği kardeşi yaşında bir

erkekle yaşamaya mecbur bırakılmış. Eşi

tarafından terk edilince babası evinde

kıymeti olmayacak. Belki bir ömür çile ve

cefa çekmeye mecbur kalacak bir hasta

olarak görümcesi olan bir kızın

refakatinde yatıyor şimdilik…

Kendimi V.S.’nin yerine koyuyorum,

kapana kısılmış gibi hissediyorum. Ama

V.S’yi tedavi etmekten başka elimden bir

şey gelmiyor…

Evet, kadının hala bu ülkede adı yok.

Kadın cinayetleriyle, kadınlar, kızlar

canından oluyor bu ülkede. Tecavüze

uğruyor ve işyerinde, okulda mobbing

uygulanıyor. Taciz mağduru oluyor ve

devlet hala kadınlara 3 çocuk yapmayı

tavsiye ediyor. İktidar sahipleri kadının

kimliğini güçlendirmek yerine, ona çocuk

yapınca bir çeyrek altın takmayı siyaseten

uygun görüyor. Kadını valilik önünde

sosyal yardım dilendirmeye, seçim

zamanları onun eğitimsizliğinden

faydalanarak dini hassasiyetlerini

sömürmeye çalışıyor.

Kadın sadece bu ülkede bir adet oy olarak

görülüyor. Ayrıca sosyal hayatta yeri

sadece ev gezmeleri ve dini sohbetlerden

başka bir şey değilmiş gibi gösterilen

insansı varlıklar olarak değerlendiriliyor.

Kız babalarına, kızının da erkek evladı gibi

bir birey olması gerektiğini

öğretmememizin sonuçlarını yaşıyor V.S.

Onun yaşadıkları bu ülkedeki zihniyetin

bir tezahürü. Onu birey yapamayan sistem,

ondan doğacak çocuklarla kalkınmayı,

refah sahibi olmayı planlıyor.

Kusura bakmayın efendiler! V.S ve onun

gibi nice kadınlar bu toplumda eğitimli ve

kimlik sahibi bir birey olmadan bizler,

onlardan doğacak çocuklarla ne terörün,

ne de geri kalmışlığın önüne geçebilirsiniz.

Neşet Ertaş’ın da dediği gibi.” Kadınlar

insandır. Biz ise insanoğlu.”

Page 65: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

61

TÜRK KADINI İLE GELENEKLER

ARASINDA İlker GEZER

Türk toplumunda kadının saygın bir yeri

vardır. Orta Asya'da kurulan ilk Türk

devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara

sahipti. Devlet yönetiminde, hakanların

yanında hatun adı verilen eşleri de söz

sahibiydi. Kadınlar ata binip ok atar, top

oynar, güreş gibi ağır sporlar yapar ve

savaşlara katılırlardı. Toplumda tek eşlilik

prensibine bağlı kalınır, ev eşlerin ortak

malı sayılırdı. Namus ve iffete büyük bir

önem verilirdi.

Osmanlı Devleti Dönemi'nde kadın

haklarında gerileme oldu. Kadınlar

evlenme, boşanma, miras ve eğitim

işlerinde pek çok haklarını kaybettiler.

Bununla birlikte köylerde ve kasabalarda

yaşayan kadınlar, her alanda eşlerine

destek oluyordu. Kurtuluş Savaşı

yıllarında, erkeği cepheye giden Türk

Kadını, çocuğunu yetiştirmiş ve evinin

geçimini sağlamıştır. Hatta silâh ve

cephane taşıyarak savaşa katılmıştır. Bu

davranışı ile Türk Kadını, Türk

toplumundaki önemli yerini bir defa daha

ispat etmiştir.

Ulu Önder Atatürk, kadınlarımızın medenî,

siyasal ve sosyal haklarına kavuşması

gerektiğine inanıyordu. Türk kadınının bu

durumunu Atatürk şu sözü en güzel

şekilde ifade eder: "... Dünyada hiçbir

milletin kadını, ben, Anadolu kadınından

daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve

zafere götürmekte, Anadolu Kadını kadar

gayret gösterdim diyemez".

Türk toplumunda ailenin, ailenin içinde de

kadının yeri ve önemi büyüktür. Kadın

erkek eşitliğinin sağlanması, toplumsal

uzlaşmanın en önemli şartlarından

birisidir.

Toprak kokar Türk kadını, Anadolu kokar,

aşk kokar, sevgi kokar…

Toplumları incelediğimizde, tarih boyunca

şiddetle en çok karşılaşan ve maruz

kalanların kadınlar olduklarını

görmekteyiz. Kadınlar cinsiyetin

belirlendiği andan itibaren erkek egemen

Page 66: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

62

toplum yasaların geçerli olduğu bir

dünyada, erkeklerin dayattıkları cinsiyetçi

bir düzen içinde özel yaşamlarında ya da

kamusal alanda çeşitli şiddet olayları ile

karşılaşmaktadır.

Erkeğe güçlü ve yönetici imaji çizilirken,

kadın baskı altında tutulur ve kadın

çevresindeki olumsuz giden her şeyden

kendini sorumlu tutmaya başlar. Böylece

kendi içinde huzuru ve uyumu

yakalayamaz, hedefleri ve kendince

önemliler için savaşacak gücü kendinde

bulamaz ve her şeye evet der. Kadının

çaresiz tavrı erkeğin şiddet uygulamasına

katkıda bulunur. Buna tanık olan ailenin

diğer küçük üyeleri ilk önce inanmama ve

inkar, ardından kayıp ve kaygı yaşayarak

ebeveynlerin davranışlarını model olarak

alırlar ve bu kuşaklar arasında aktarılır ve

ilerde şiddet uygulayan veya uygulanan

bireyler olmak için risk oluştururlar.

Tarih boyunca zaman zaman kız

çocuklarının istenilmemesi,

önemsenmemesi erkek çocuk oluncaya

kadar çocuk yapma şeklinde cinsiyet

seçimi yapılarak başlatılan kadına yönelik

şiddet, kız çocuklarının okul çağında okula

gönderilmeyerek eğitim hakkının elinden

alınması, ergen yaşta kendi fiziksel

gelişimini tamamlamadan evlendirilmesi,

evlendikten sonra da eş tarafından fiziksel,

psikolojik, cinsel boyutta aile içi şiddet

olarak da her yaş ve her dönemde farklı

şekilde görülebilmekte.

Daha okul döneminde "Kız kısmı okur mu?

Okuyup da ne olacak" gibi ayrımcı

anlayışlarla okula gönderilmeyip erkek

çocuklarının okutulması ya da en fazla kız

çocuklarının ilkokula kadar gönderilip

sonra okuma hakkının elinden alınması ile

kadınlar şiddete açık hale gelir. Çalışma

hayatında da kadın çoğu kez kadın işi

denilen ve uzmanlık gerektirmeyen maddi

gücü az olan işlerde çalıştırılmakta. Işe

almada önceliğin erkeğe, işten çıkarılmada

önceliğin kadına verilmesi, terfilerdeki

eşitsizlikler kadının ekonomik olarak

güçlenmesi engellenmeye çalışılarak

yapılan şiddet tipleridir. Buda kadını

ekonomik ve sosyal olarak erkeğe bağımlı

hale gelmesine neden olmuştur.

Her ne şekilde şiddet görürse görsün,

kadının yaşadığı bu şiddet onun zihinsel,

cinsel, fiziksel ve duygusal sağlık sorunları

yaşamasına neden olur.

Sağlıklı olmayan kadın sağlıklı nesiller

yetiştiremez ve aynı zamanda da çocukluk

döneminde şiddete tanık olan ya da

yaşayan çocuksa bu şiddeti hayatının her

alanında ümitsizlik, depresyon, suçluluk,

ambivalan duygularla yaşamaya devam

eder.

Diğer taraftan da Türk kadını ne yazık ki

hakkını söke söke almayı öğrenememiş,

kendi kaderini kendi yazamayan bir kadın

haline gelmiştir. Bu ülkede her gün bir

kadın ölür, öldürülür, ama susarlar,

susmak bu kadınların mirasıdır çünkü.

Daha güçlü olmayı değil, daha sabırlı

olmayı öğretirler kendi gibi kız

çocuklarına...

Gelenek, bir topluluğun bir süre sürekli

olarak bir davranışı yapması ve bu

sosyolojik eylemin toplumun geneline

yayılması, uygulanması durumudur…

Page 67: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

63

Maalesef bu cinsiyetçi şiddetin bazı

sebepleri de gelenek, görenek, töre gibi

kavramlarımızdan kaynaklanıyor. Türk

toplumu olarak coğrafyamızda çok çeşitli

ve güzel geleneklere, törelere sahibiz.

Fakat bu bazı geleneklerimizin,

törelerimizin yanlış ya da yanlış

kullanılmadığı anlamına gelmiyor. Örneğin

“Sünnet Töreni” geleneğimiz.

Kız çocukları üzerinde maalesef büyük

psikolojik travmalara sebep oluyor ama ne

kadar farkındayız?

Bir yandan erkek çocuklarını sultanvari

elbiseler giydirerek, asa gibi ekipmanlar

kullanarak, arabalarla kentte gezdirerek

yere göğe sığdıramıyor, inanılmaz bir ego

okşaması yapıyor, özgüvenini abartılı

şekilde artırıyoruz. Fakat aynı zamanda

orada bulunan kız çocuklarının kendilerini

eksik hissetme, aşağılık kompleksine

girme, utanç gibi kompleks durumlara

girmelerine sebep oluyoruz. Elbette

“sünnet” Müslümanlık dini gereği

yapılması gereken bir eylem fakat dini

açıdan “sünnet töreni” yapılması koşulu

bulunmamaktadır. O yüzden aile arasında,

hastane ortamında Allah rızası için

yapılmalıdır.

Bazı geleneklerimiz ise bölgeselmiş gibi

geliyor aslında bizlere…

Batıdaki insanımız doğudaki töre

cinayetlerini eleştirirken, batıda aynısını

uyguluyor farkında olmadan. Örneğin

“batı” toplumunda da düğün sırasında çok

eleştirilen kuşak törenleri yapılmaktadır.

Evlenecek kız çocuğu adeta hediye paketi

havasında beline kırmızı kuşak bağlanır ve

işin asıl ilginç yanı gelinin erkek kardeşleri

arasından en küçüğe bağlattırılır. Erkek

çocuk da hiçbir şeyin farkında olmadan

gerile gerile gelip bağlar tabii.

Biliyorsunuz eleştirdiğimiz doğudaki töre

cinayetlerini de küçük olan erkek çocuklar

işler. Bunun amacı adalet sistemindeki

küçük yaşta cezanın az olması…

Aslında orada kullanılan kırmızı kuşak da

bir nevi garanti kapsamıdır…

Herkesin, bütün misafirlerin, eş-dost-

akrabanın önünde kuşağı bağlayan erkek

çocuk kız kardeşine namus adı altında

kefil olur ve bir sorun çıkması dâhilinde

‘gereğini yapacağına dair!’ söz vermiş

olur…

Bunun gibi kadın üzerinde baskı ve

şiddete sebep olan birçok yanlış ya da

yanlış kullanılan gelenek düşünülebilir.

Anlamalıyız ki şiddetin, yanlışın, suçun

batısı doğusu olmuyor maalesef. Birlikte

üstesinden gelmek için birleşip

çabalamadıkça kadına şiddetin önüne

maalesef geçilememektedir…

Page 68: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

64

KADIN’A MEKTUP Vural Egemen SARIGÖZ

Bu bir yakın dönem mektubudur. Bir

erkeğin bir kadına yazarken, erkeklerin ve

kadınların temsili olarak çoğullar atılmış,

dünyanın bir kadın ve bir erkekten ibaret

olduğu varsayılmıştır. Belki bire bir insan

ilişkisinde kadının ve erkeğin durumu daha

iyi anlaşılabilir.

Merhaba güzel kadın,

Belki de senin talihsizliğin Âdem

yaratıldıktan sonra, senin yaratılmış

olman ile başlamıştır. Tanrı'yı sigaya

çekmek elbette ki kuluna düşmez ancak

düşünmeden de edemiyor insan, kadın

erkeğin bir parçasından değil de bir erkek

bir kadının parçasından yaratılmış olsa

belki o zaman kadına daha mı fazla değer

verirdik diye...

Bunu bir kenara bıraksak bile, doğuran

olarak değerinin ayrıca bilinmesi

gerekmez mi?

Çok eskilere gitmeye gerek yok

nihayetinde bu bir yakın dönem

mektubudur.

Türkiye'de kadının adı var kendi yok

maalesef, üstelik bunun okumuş olup

olmamakla, başörtülü ya da başı açık

olmakla, şehirli ya da köylü olmakla da bir

ilgisi yok. Her gün haberlerde

okuduğumuz şiddet gören, tecavüze

uğrayan ve hatta yaşama hakkı elinden

alınarak öldürülen kadınlar var.

Bunu yapanların Müslüman olması, gayri

Müslim olması, genç olması, ihtiyar olması,

taksi şoförü, minibüs kaptanı, öğretmen,

hâkim, savcı olması da bir şeyi

değiştirmiyor.

Ben yine bildiğin gibiyim, iyi bir erkeğim.

İyi bir insan olmaya çalışıyor,

etrafımdakilere nasıl faydalı olabilirim

diye kafa patlatıyorum. Yine Atsız ve Atay

okuyorum. Keşke bütün kadınlar Atsız ve

Atay'ın gözüyle bakabilseydi kadınlara...

Keşke bütün erkekler kadınlara Enver

Paşa'nın cepheden Naciye Sultan'a yazdığı

mektuplar gibi mektuplar yazmasa da

onun gibi sevgi dolu sözcükler söyleseydi

mesela, ''Naciye’ciğim, Efendim, Cicim,

Ruhumun Efendisi, Gönlümün Sultanı''

diyebilseydi. Keşke erkekler Enver

Paşa'nın cephede savaşırken bile vakit

bulup mektuplar gönderdiği kadar

evindeki, hayatındaki kadına işlerinin

yoğunluğunu bahane etmeden vakitler

ayırabilseydi. Keşke erkekler Enver

Paşa'nın cepheden topladığı çiçekleri

mektupların arasında sevdiği kadına

gönderdiği kadar romantik olabilseydi.

Belki o zaman kadınlar bizleri alır Kaf

Dağı'nın ardına çıkarırdı ki ben kadınların

görünmeyen iki kanadına olduğuna yemin

edebilirim.

Türkiye'de eşinden veya eski eşinden

şiddete maruz kalan kadınların oranı

resmi makamlarca tespit edilmiş olan

%49'dur. Bu rakam bir partiyi tek başına

iktidar yapar.

Page 69: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

65

Devletin ve kurumlarının geliştirdiği

politikaları, izlediği yolları inceledim.

Beğenmedim. Çoğunda erkeğin bu

konularda eğitilmesi gerektiği vurgusu

yapılmış. Ben hayatımın hiç bir döneminde

''kadına şöyle davranılır, kadına böyle

davranılır'' diye bir eğitim aldığımı

sanmıyorum. Bu güne kadar hiç bir kadına

kötü davranmadım.

Vaktiyle evlendim, büyük bir aşkla

evlendim, kabul etmeliyim ki, büyük bir

aşkla taçlandırdığım evliliğimin şiddetli

geçimsizlik gibi aşağılayıcı bir neden ile

mahkemeye taşınması sonsuza dek

onurumu kıracaktır. Eşim üniversite

mezunu, ben üniversite mezunu, bir

oğlumuz oldu, her günümüz ayrı

güzelliklerde geçerken fikir ayrılıklarımız

başladı ama hakkımızı vermelisin, o kadar

fikir ayrılığına rağmen bir kez bile

birbirimizin kalbini kırmadık, üzüntümüz

sadece aşkımızın hangi ara bu noktaya

geldiğiyle alakalıydı. Daha fazla uzatmadık,

birbirimizi daha fazla üzmemek adına

ayrılık kararı aldık. O vakarlı bir şekilde

oğlumuz bile birlikte doğduğu, ailesinin

yaşadığı şehre dönerken, ben kendi

şehrimde hayat mücadeleme kaldığım

yerden devam ettim. Şimdi saygılı bir

şekilde oğlumuzun iyi bir insan olması için

çaba gösteriyoruz. Birbirimizden yine

ricalarımız oluyor. Ayrılırken helallik

isteyerek ayrılmış olmak benim için çok

önemli ve çok güzeldi. Bundan sonra

hayatıma başka bir kadın alır mıyım

bilmiyorum ancak 2 yılı geçmiş olmasına

rağmen sadece işleriyle uğraşan, başını

kaldırıp kadınlarla ilgilenmeyen, bu

konuda ısrar eden eş-dost-akrabaları da

nezaketle reddediyorum. Kim bilir belki

bakarsın bir kadının aşkı yine kapımı

çalar, ama lütfen bu defa hayal kırıklığı ile

sonuçlanmasın.

Konuyu dağıtmayayım güzel kadın,

Adalet Bakanlığı'nın resmi internet

sitesindeki verilere göre kadın

cinayetlerinde 2002 yılından 2009 yılına

kadar %1.400 oranın da artış olmuş. Aynı

verilere göre 2002 yılında 66, 2003'te 83,

2004'te 164, 2005'te 317, 2006'da 663,

2007'de 1011, 2008'de 806, 2009'un ilk 7

ayında ise 953 kadın yaşamını

kaybetmiştir.

Ülkemde bir kadın tek başına minibüse

binemiyorsa, tek başına sokağa

çıkamıyorsa, çarşıya-pazara gidemiyorsa,

yalnız başına yaşayamıyorsa bunun

suçlusu ne kadının kendisi ne de erkeğin

aldığı eğitim düzeyidir. Bunun suçlusu iyi

insan yetiştirememiş anne ve babalardır.

Bir kadın tecavüze uğruyor, öldürülüyor ce

cesedi yakılarak yok edilmeye çalışılıyor,

sebep-sonuç ilişkisinde profesör

düzeyindeki insanlar, ''kadın açık

giyinmese bunlar olmaz'' gibi hayret verici

açıklamalar yapıyorlar.

Eski kocası tarafından sokak ortasında

pompalı tüfekle katledilen kadın için köşe

yazarları kumdan köşelerinde '' kadın

kocasını terk etmese bunlar olmazdı'' diye

saçmalayabiliyorlar.

Kadının erkeğin savunmasına ihtiyacı yok,

erkek saldırmasın yeter.

Neyse güzel kadın,

İyi insan olmanın kadını-erkeği olmaz,

hepimiz iyi insan olmakla mükellefiz,

yoksa çocuklarımıza iyi insan olmayı

Page 70: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

66

öğretemez ve öğütleyemeyiz. Kadının iyi

insan olması her şeyi düzeltmeyeceği gibi,

erkeğin de tek başına cins olarak iyi olması

da bir şeyi değiştirmeyecek. Bizler kadın

ve erkek olarak birlikte iyi olacağız. Erkek

kadını cinsel gözle görmeyecek, kadın

erkeği yatağındaki hükümran olarak

görmeyecek.

Kadına şiddet sadece o kadına karşı

işlenmiş bir suç değildir. Kadına şiddet

insanlık suçudur. Bir erkek çocuğunun

annesine ya da annesi adayına nasıl

kıyabilir. Bir başkasının evladına,

kardeşine, karısına, kızına nasıl kötü

davranabilir anlamak mümkün değil.

Bak güzel kadın gel sen benim sözümü

dinle, topla hem cinslerini, sizi başka bir

gezegene gönderelim. Mesela, Mars'ta su

bulundu, sizi oraya gönderelim. Şu dünya

denen gezegen biraz kadınsız kalsın da

belki kıymetiniz anlaşılır. Zaten sen suyu

bulduktan sonra Mars'ı dünyadan daha

güzel bir gezegen haline getirirsin. Sonra

da himmet eder erkeği oraya alır mısın,

almaz mısın senin bileceğin iştir.

Haydi, güzel kadın, kendine çok iyi bak,

inşallah seninle daha güzel bir gezegende

tekrar karşılaşırız.

Page 71: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

67

TÜRKİYE’DE KADININ İŞGÜCÜ

PİYASASINA KATILIMI Mehmet UÇAK

Toplumsal cinsiyet çalışmalarında kadının

rolü ağırlıklı olarak incelenmektedir.

Kadın, aile içindeki statüsünden iş

yaşamındaki statüsüne kadar birçok

alanda dışlanma problemi ile karşı karşıya

kalmaktadır. Sosyal dışlanma, toplumda

bireyin sosyal bağlantısını sağlayan sosyal,

politik, ekonomik ve kültürel bileşimlerin

tümünden, kısmen veya tamamen mahrum

kalmasını anlamını taşımaktadır (Walker

ve Walker 1997: 8). Castillo’nun ifadesiyle,

ilk olarak Fransa’ da toplumdaki

dezavantajlı kesimleri ifade etmek için

kullanılan bu terim 1980’li yıllara

gelindiğinde eşitsizlik, adaletsizlik ve

işsizlik konuları ile de ilişkilendirilmeye

başlanmıştır. Bugün özellikle Ortadoğu

coğrafyası ve Türkiye’ de dâhil olmak

üzere kadınlar iş hayatında sıklıkla sosyal

dışlanma problemi ile karşı karşıya

kalmaktadırlar.

Son yıllarda kadın hakları hassasiyeti her

ne kadar medyatik anlamda ifade edilir

hale gelmişse de kadınların sosyal

dışlanma durumları istatistikî veriler ile

ortaya konmaktadır. Kadınların mecliste

temsil oranı, iş hayatındaki katılımı,

yönetim birimlerindeki rolleri vb. veriler

dikkate alındığı zaman ‘’kadın’’ temalı

konuların toplumsal bilinç düzeyine

erişemediğini görmekteyiz. İş yaşamının

getirdiği statü, sosyal ilişkiler bütünü,

ekonomik durum, sendikal faaliyetler,

sosyal güvence ve ekonomik etkinliklerin

kadının sosyal katılımını da artırmaktadır.

Bu bağlamda iş yaşamı ile bağı kesilen bir

kadının sosyal alanla iletişimi de göreceli

olarak kesilmektedir.

TÜRKİYE’DE KADININ İŞGÜCÜ

PİYASASINA KATILIMI

Türkiye’ de kadının işgücü piyasası ile

tanışması, emek piyasasında yaşanan

gelişmelerden ya da ekonomik temelli

sebeplerden değil bir zorunluluk olarak

ortaya çıkmıştır. Kadınların işgücüne

katılım 1915 Balkan Harbi ile başlamıştır.

Harbe katılan onlarca erkek sonrası

kadınlar işgücüne takviye olarak destek

vermişlerdir. Bu durumu I. Dünya Savaşı,

İstiklal Harbi ve II. Dünya savaşları sonrası

yaşanan gelişmeler de takip etmiştir. Daha

sonra savaşların bitmesi ve birçok erkeğin

terhis olmasıyla kadınlar tekrar geleneksel

ev işlerine çekilmişlerdir (Mardin, 2000:

14).

1950’li yıllarda ise köylerden kentlere

büyük göç dalgaları başlamıştır. Meryem

Koray’ın da belirttiği gibi kentlere yerleşen

bireylerde bir uyum süreci başlamış ve

çeşitli zihniyet değişiklikleriyle beraber

kadınlar eğitim, kültürel ve iş yaşamı gibi

sosyal alanlara katılmaya başlamışlardır.

Fakat birçok Doğu kültüründe olduğu gibi

Türkiye’de de kadına yüklenen misyon

gereği toplumsal yaşamda hüküm süren

geleneksel tavır ve düşünceler kadın

Page 72: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

68

üzerinde baskıcı ve sınırlayıcı nitelikte

özellik taşımıştır.

Kadın haklarının yasal çerçevesini ilk

oluşturan ülkelerden olan Türkiye, ne

yazık ki kadınlara yasal zeminde vermiş

olduğu haklara, fiili durumda işlerlik

kazandırmayı becerememiştir. Bunun

temel nedeni de kadının iktisadi ve sosyal

yaşama katılmasına yönelik bakış açısının

olumsuz izlerinin halen devam etmesidir

(Çolak ve Kılıç, 2001: 7).

Son yıllarda kadınların işgücüne katılım

oranları giderek artsa da Türkiye’nin de

içinde bulunduğu birçok ülkede kadınların

işgücü piyasasına katılım oranı azalma

eğilimi göstermektedir. Bunun birkaç

nedeni vardır; birinci neden olarak

gençlerin öğrenim hayatlarında geçirdiği

sürelerin uzaması gösterilebilir. Zorunlu

eğitimin uzaması ve üniversite öğrenimi

görme oranının yükselmesi sebepler

arasındadır. Öte yandan ikinci neden

olarak tarım dışı etkinliklerde meydana

gelen artıştır. Kırsal alanda ücretsiz aile

işçisi olarak çalışan kadın, kente göç ile

birlikte eğitimsiz ve de deneyimsiz

olmaları nedeniyle işgücü piyasasına

hemen katılamamakta, bu da işgücüne

katılım oranlarını olumsuz etkilemektedir

(Tansel, 2000: 5).

Kadınların işgücüne katılım oranlarını

düşüren diğer bir etmen olarak geleneksel

aile yapısının işlerliğini de

değerlendirilmektedir. Bugün itibariyle

geleneksel aile yapılarının büyük oranda

çözüldüğü tespit edilmiş olsa da halen

kadına bakış ve kadın görevleri bu oranı

düşürmektedir.

Tüm bunlara rağmen TÜİK’ in

tanımlarında işgücü, istihdam edilen nüfus

ile birlikte sayımın veya anket

çalışmasının yapıldığı dönemde işsiz olan

nüfusu da kapsamaktadır. Dolayısıyla,

işgücü/ aktif nüfus*100 olarak hesap

edilen oranın pay kısmında yer alan işgücü

içine işsizler de dâhil edildiği için oranı

olumsuz etkilemektedir. Bu olumsuzluk

olduğundan düşük gösterme yönündedir.

Bu nedenle kadınların işgücüne katılım

oranları değerlendirilirken bu durumun

göz ardı edilmemesi gerekmektedir (Kılıç,

2000: 2).

KADININ İŞGÜCÜNE KATILIMINI

ETKİLEYEN BAZI FAKTÖRLER

EĞİTİM VE MESLEK EDİNMEDE FIRSAT

EŞİTSİZLİĞİ

Birey için eğitim hayatı sosyalleşme

anlamında hayatî önem arz etmektedir. Bu

bağlamda değerlendirildiği zaman eğitim

için gerekli sosyal mecralara ulaşabilen

bireylerin sosyalleşme süreçleri de

artmaktadır. Fakat bugün Türkiye özelinde

değerlendirildiği zaman özellikle kız

çocuklarının eğitim alma ve meslek

seçmede avantajlı olduğu söylenemez.

Gerek aile baskısı gerekse de mahalle

baskısı kadınların eğitim ve meslek

hayatlarındaki seçimlerini olumsuz

etkilemektedir.

TÜİK verilerine göre, 6 yaşından büyük

erkeklerin okumaz yazmaz oranı 1.32 iken

bu oran kadınlar açısından 6.44

seviyelerine ulaşmaktadır. Bu oranların

kadınların eğitim noktasında yaşadığı

eşitsizliği göstermektedir.

Page 73: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

69

Yine TÜİK verilerine dayanarak, lise ve

dengi okul mezunu olan 25 ve daha yukarı

yaştakilerin toplam nüfus içindeki oranı %

18.2 iken bu oran erkeklerde % 22.2,

kadınlarda % 14.4’ tür. Yüksekokul veya

fakülte mezunu olan toplam nüfus oranı %

12.9 olup bu oran erkeklerde % 15.1 iken

kadınlarda % 110.7’dir.

Ülkemizde istihdam edilebilirlik fırsatı,

eğitim düzeyi yükseldikçe artmaktadır. Bu

nedenle işgücüne katılım oranı eğitim

düzeyi ile birlikte artış göstermektedir.

Yapılan araştırmalar kadınların eğitim

düzeyi ile işgücüne katılım arasında çok

büyük bir bağlantı olduğunu ortaya

çıkarmaktadır. Eğitim düzeyinin yüksekliği

kadınların istihdamında daha fazla önem

kazanırken erkeklerde daha az önemli

olmaktadır (Kaya, 2006: 3).

Kadınların eğitim gereksinimleri ile ilgili

olarak yapılan bir başka araştırmada,

herhangi bir işte çalışmayan yetişkinlerin

çalışmama nedenlerine ilişkin görüşleri

sorulmuş, 216 kişiden 31’ i(%14.3)

herhangi bir becerisinin olmaması

nedeniyle iş bulamadığını, 60’ ı(%28.5) iş

olanaklarının olmamasını neden

göstermiştir, ‘’İş garantisi olan gelir

getirici bir kurs açılırsa katılır mısınız?’’

sorusuna katılımcıların % 71.5’ i katılmak

istediklerini belirtmişlerdir (DIŞLANASU).

GELİR DAĞILIMI ADALETSİZLİĞİ

Kadınların yaşamış olduğu yoksulluk

tehlikesinin temel sebebi gelir

dağılımındaki adaletsizlik olarak

gösterilmektedir. Bu adaletsizliğe bağlı

olarak çoğu imkândan uzak kalan kadınlar,

işgücü piyasasına katılım için yeterli

imkanları bulamamaktadırlar.

Kadınların yaşadığı yoksulluk tehlikesi

birçok sebebe bağlanabilmektedir. Ecevit

bu sorunları temelde kaynak kullanımı ve

ücret farklılıklarına dayandırarak şöyle

sıralamıştır (Ecevit, 2003: 85):

• Hane gelirlerinin ve değerlerinin

dağılımında ve kontrolünde,

• Kredi gibi üretken değerlere erişimde,

• Kaynak kullanmada,

• Mülkiyet üzerinde söz hakkına sahip

olmada zayıflık,

• İş gücü piyasasında ayrımcılık,

• Ev içinde yeniden üretim ile ilgili

sorumlulukları nedeniyle ücretli ekonomik

faaliyetlerinin sınırlandırılması,

• Ekonomik ve politik kurumlarda

yaşadıkları sosyal dışlanma, kadınların

kronik yoksulluğa karşı korumasız

olmalarının nedenleridir.

Gelir dağılımındaki adaletsizliğe bağlı

yoksulluk tehlikesi ile beraber kadınların

işgücü piyasasında yeterli seviyeye

ulaşamamaları gerçeği sadece Türkiye için

değil Dünya içinde oldukça önemli bir

sorundur.

Çalışan kadınların ücrette cinsiyet

ayrımcılığa dayalı olarak ortaya çıkan

adaletsizlikle birlikte yoksulluk ile de karşı

karşıya kalmaları şu sebeplere bağlı olarak

kadınların sosyal dışlanma ve işgücüne

katılım oranını etkilemektedir (Ecevit,

2003: 85):

• Dünyadaki toplam işgücünün 2/ 3’ ü

kadınlara aitken; kadınların çalışma

süreleri saat olarak erkeklerinkinden % 25

daha uzunken ve bütün dünyada toplam

Page 74: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

70

gıdanın % 50’ sini kadınlar

üretmekteyken, kadınların geliri dünya

gelirinin yalnızca % 10’ u kadardır.

• Dünyanın tüm varlığının % 1’ i

kadınlara aittir.

• Dünyadaki tüm yoksulların % 70’ ini

kadınlar oluşturmaktadır.

YASAL DÜZENLEMELERİN

YETERSİZLİĞİ

Türkiye, kadınların iş hayatına aktif

katılımlarını sağlamak amacıyla gerek AB

uyum süreci, gerek taraf olduğu

uluslararası anlaşmalar gereği kadınlar

lehinde birçok yasal düzenleme yapmıştır.

Çalışan kadınların emzirme hakkından

çalışma saatlerine değin oldukça olumlu

sınırlamalar getirmiştir.

2002 yılında yürürlüğe giren Medeni

Kanun ile birlikte eşler oturacakları

konutu birlikte seçerler ve birliği beraber

yönetirler. Aile reisi kavramı kaldırılmış ve

eşlere eşit haklar tanınmıştır (Tuksan,

2007: 563). Ayrıca edinilmiş malların

güvence altına alınması adına da kadın

lehine düzenlemeler yapılmıştır.

2004 yılıyla beraber Anayasa değişikliği

yapılmış, kadınlar ile erkeklerin eşit

haklara sahip olduğunun altı çizilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu gereği eşitsizlik

yaratacak şekilde düşük ücretin

kararlaştırılamayacağı hususu da güvence

altına alınmış ağır yaptırımlar

getirilmiştir. Bu bağlamda kanunun 18.

Maddesi cinsiyet gereği ayrımcılığa maruz

kalan kadına fesih hakkı getirilmiştir.

Yine iş kanunları gereği kadınların

madenlerde, su altı işlerde ve ağır işlerde

yasaklanmış gece postalarında 18 yaşını

doldurmamış kadınların çalışamayacağı

yönünde hüküm eklenmiştir.

Son dönemde torba yasayla beraber

kadınların emzirme hakkı genişletilmiş ve

yeni haklar tanınmıştır.

Tüm bu yasal düzenlemeler incelendiği

zaman aile yaşamı odaklı konularda

kanunlar tüm yükü kadına yüklemektedir.

Erkeğin herhangi bir sorumluluk almadığı

kanun düzeninde bu uygulamalar kadın

üzerinde psikolojik baskı kurmakta ve

sadece kendini sorumlu tutarak aile

yaşamı gereği iş piyasasından uzak kalma

tehlikesini yaşamaktadır. Kanunlar her ne

kadar kadın lehine düzenlemiş gibi

gözükse de ona bir acziyet ve mesuliyet

yüklemektedir. Tarafımızca bu durum

toplumsal cinsiyet bağlamında

olumsuzluklara neden olabilmektedir.

MOBBİNG OLGUSU

Latince kararsız kalabalık anlamına gelen

‘’mobile vurgus’’ sözcüklerinden türeyen

‘’mob’’ sözcüğü, İngilizce’ de kanun dışı

şiddet uygulayan düzensiz kalabalık ve

çete anlamına gelmektedir (Tınaz, 2006:

a).

Çalışma hayatında psikolojik terör ya da

mobbing adı verilen kavram, bir yada

birkaç kişi tarafından genelde tek bir

kişiye sistematik biçimde uygulanan

düşmanca ve etik olmayan iletişim şekli ile

kişiyi çaresiz ve savunmasız bırakmak,

devamlı mobbing hareketleri ile kişiyi

iletişmiş olduğu pozisyonda tutmak

şeklinde açıklanır (Leymann, 1996: 54).

Page 75: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

71

Çalışma hayatında psikolojik terör olarak

tanımlanan bu kavrama karşı kadın ve

erkek bireyler gerek duygusal gerekse de

fiziksel açılardan çeşitli şekillerde ortaya

çıkmaktadır. Özellikle kadınların çaresiz

kaldığı, çoğu kez sindirmek zorunda

bırakıldığı bu kavram, işgücü piyasasına

kadınların daha aktif katılımlarını olumsuz

yönde etkilemektedir.

Avrupa’ da geçmiş dönemlerde yapılan

araştırmalarda psikolojik şiddetin boyutu

gözler önüne serilmiştir. Türkiye

genelinde 2006 yılında Bilgen’ in 877

kamu çalışanı üzerinde yaptığı

araştırmaya göre kadınların % 16’ sının

bir kadın tarafından zorbalığa uğradığı

saptanmıştır. Kadın çalışanların erkek

çalışanlara göre daha çok zorbalığa maruz

kaldığı bilimsel çalışmalarla ortaya

koyulmuştur.

Yine Kök’ ün yaptığı bir araştırmaya göre,

bankacılık ve finans sektöründe kadına

yönelik mobbing araştırmalarında rahatsız

edici sonuçlara ulaşılmıştır.

Kadına yönelik mobbingin gün geçtikçe

artmasında mekanik olarak gelişen işgücü

piyasalarının organik olarak gelişmediği

yönünde bulgulara saptanmıştır.

Kadınların bu durumlardan rahatsız

olmalarına karşın çoğu kez gerçeği

saklamaları, çekinmeleri vb. sebeplerle

gizlemeleri dolayısıyla birçok mobbing

davranışı da raporlanamamaktadır.

Sonuçlar, gerçeği tam anlamıyla

yansıtmamakla beraber şiddetin daha

büyük boyutlara ulaştığını göstermektedir.

İş yerinde yaşanan bu durumlar,

kadınların çalışma hayatında aldığı aktif

rolü olumsuz yönde etkilemektedir. Etik

ve ahlak dışı uygulamaların her geçen gün

artmasına bağlı olarak kadınların işgücü

piyasasındaki refahları da ters orantılı bir

şekilde azalmaktadır.

DEĞERLENDİRME

Kadınların işgücü piyasasına katılımını

etkileyen onlarca faktöre ulaşılmıştır;

eğitim, meslek edinmedeki fırsat

eşitsizliği, ücret ve kazançlar, işe alma,

işten ayrılma vb. birçok faktör çeşitli

başlıklar altında sıralanabilmektedir.

Bizim çalışmamız tüm faktörlerin analitik

bir tasniften ayırarak birbiriyle göreli

ilişkisi olan etmenleri bir araya toplayıp

analiz etmeyi amaçlamıştır.

Bireyin sosyalleşemeye ilk adımını attığı

eğitim hayatında kadının erkeğe göre

konumunun daha ilköğretim yıllarından

itibaren olumsuzlandığını görmekteyiz. Bu

durum, kadının kurumsal sosyal yaşam

içerisinde arka plana atıldığını

doğrulamakla beraber ileride katılım

göstereceği iş gücü piyasasında da önemli

bir faktör konumundadır. Bu bağlamda

değerlendirildiği zaman bugün dahi devlet

destekli kampanyalara rağmen kadınların

eğitim hayatıyla ilgili istenilen seviyeye

ulaşılamamıştır. Tarafımızca burada

yapılması gereken onlarca kampanya

sıralanabilmektedir. Fakat nihai olarak bu

kampanyaların birleştiği nokta, özü,

zihinlerdeki kadın figürüne bakışın

ilköğretim çağından itibaren sistematik

olarak yerleştirilmesiyle alakalıdır.

Öte yandan eğitim hayatıyla başlayan

eşitsizlikler, kadının ileride hangi işi yapıp

hangilerini yapamayacağı ile ilgili

Page 76: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

72

sınırlamalar ile devam etmektedir.

Toplumsal normların oluşturduğu

hiyerarşi içerisinde herhangi bir işin bir

kadına uygun olup olmadığı ile ilgili nesnel

bir ölçüt bulunmamaktadır. Bu da

kadınların iş ve meslek seçiminde zor

durumda kalmalarına sebep olmaktadır.

Yine tarafımızca ulaşılan sonuçlar

değerlendirildiği zaman, iş ve meslek

seçiminde kadının özgürlüğüne olanak

sağlayacak toplumsal normların eğitim ile

yeniden göreli düzenlenmesi yönünde

hemfikiriz.

Eğitim ve meslek seçimindeki

problemlerin sonucunda gelir

dağılımındaki adaletsizlik ortaya

çıkmaktadır. İstediği ve gerekli eğitimi

alamayan kadın, bu olumsuzluklar

yüzünden iş ve meslek hayatında istediği

konuma ulaşamamaktadır. Aynı zamanda

toplumsal normlar üzerinden yapılan

baskılama ile ekonomik bağımsızlığını

kazanamayan kadın gelir dağılımındaki

adaletsizlikten en şiddetli etkilenen

toplumsal gruplardan biri olarak

karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik anlamda

özgür olmayan kadın, ekonomik anlamda

özgürlüğünü yakalamış kadına göre

baskılamaya ve dışlanmaya daha çok

maruz kalmaktadır. Bu da kadının

psikolojik ve fiziksel olarak yıpranmasına

neden olmaktadır. Bu bağlamda kurumsal

yapı olarak devletin görece çalışmaları

vardır. Yalnız tarafımızca bu yasal

çalışmalar da kadının ötekileştirilmesine

istemeden de olsa sebep olmaktadır. Bu

bağlamda mevcut İş Kanunu, kadına

yüklediği misyon gereği çocuk bakıcısı gibi

algılanabilmektedir. Aynı zamanda detaylı

bir okuma yapılırsa, kanunların kadınlara

bir acziyet yüklediği de anlaşılmaktadır.

Sırasıyla eğitim, meslek edinme, gelir

dağılımı problemleri yüzleşen, bunların

arasından görece en az hasarla kurtulup

işgücü piyasasında kendisine yer edinen

bir kadının yaşadığı sıkıntılara psikolojik

ve fiziksel taciz de eklenerek mobbing

olgusu da eklenmektedir. Kadın, işgücü

piyasasına katılım için onca emekten

sonra kendisine bir yer edinmiş olsa da

henüz refaha kavuşamamıştır. Gerek

yöneticilerin, gerek mesai arkadaşlarının

gerekse de toplumun kadına yönelik

baskıcı ve şiddet içerikli tavırları mesleğini

huzurlu bir şekilde yapamamasına sebep

olmaktadır.

Kadının işgücü piyasasına katılımını

etkileyen birbiriyle bağlantılı faktörlerin

meydana getirdiği zararların ne şekilde

önlenebileceğine dair yapılması

gerekenler:

• Kadının çalışıp işgücü piyasasına

katılarak gerek ülke ekonomisine gerekse

de insanlık adına bir emek faktörü

olduğunu ve bu faktörün olumlu

getirilerinin toplumsal bilinç düzeyine

çıkarılmasın sağlanması

• Kadınların işgücüne katılmasının

zemini olan eğitim alanındaki fırsat

eşitsizliklerinin giderilmesi

• Kadının iş ve meslek seçimindeki

toplumsal baskılamayı en aza indirecek

seminerlerin düzenlenmesi

• Kadınların statülerinin toplumsal bilinç

düzeyinde yerleştirilebilmesi için

önlemlerin alınması

• İş gücü piyasasından dışlanan

kadınların ülke ekonomisi açısından

büyük bir zarar olduğunun siyasal ve

kamusal otoriteler tarafından söylemlerde

dillendirilmesi

Page 77: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

73

• Sivil toplum örgütlerinin ve sendikal

faaliyetlerin kadına yönelik tek taraflı

bakışından arındırılıp objektif bir biçimde

yeni akımlara öncülük etmeleri.

KAYNAKLAR

WALKER Alan ve Carol. WALKER; (1997), Britain

Divided: The Growth of Social Exclusion in The 1980s

and 1990s, Child Poverty Action. Group, London.

Mardin Nur Bekata (2000). Sağlık Sektöründe Kadın,

T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel

Müdürlüğü. Ankara.

Çolak Ö. Faruk, Kılıç Cemal. ,(2001). Yeni

Sanayileşen Bölgelerde Kadın İşgücü Arzı: Şanlıurfa

Örneği. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu.

Yayın No: 214.

Tansel Aysıt (2000).“İktisadi Kalkınma ve Kadınların

İşgücüne Katılımı: Türkiye’den Zaman-Serisi

Kanıtları ve İllere Göre Yatay Kesit Kestirimleri”.

ERC Working Papers in Economics.

(http://erc.metu.edu.tr/menu/series01/0105T.pdf).

KAYA Muammer;(2006),“Türkiye’nin İstihdam-

İşgücü-İşsizlik Değerlendirmesi”. Üniversite ve

Toplum, Eylül,6(3), İnternet Adresi:

http://www.üniversite

toplum.org/pdf/pdf.php?id=276, Erisim Tarihi:

12.02.2007.

ECEVİT, F. Yıldız; (1995). “Kentsel Üretim Sürecinde

Kadın Emeğinin Konumu ve Değişen Biçimleri”. iç.

Şirin Tekeli (Ed.) 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış

Açısından Kadınlar. İletişim Yayınları.

Toksöz, Gülay (2007). Türkiye’de Kadın İstihdam

Durumu Raporu. ILO. Ankara.

Çakır, Özlem (2008). Türkiye’ de Kadının Çalışma

Yaşamından Dışlanması. Erciyes Üniversitesi İktisadi

ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. Sayı: 31. Kayseri.

Page 78: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

74

KİTAP TANITIMI: TÜRK KÜLTÜRÜNDE

KADIN ŞAMAN / FUZULİ BAYAT Eray AMASYA

‘’Kadın, doğası itibarı ile şamandır.’’ (Çukçi

atasözü)

Şamanlık veya Türk şamanlığı üzerine

birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen

kadın şamanlar hele ki Türk kültüründe

kadın şamanlar ile ilgili derinlemesine bir

çalışma yapılmamıştır. Benim bu eseri

tanıtmamın başlıca nedeni eserin bu

alandaki boşluğu doldurması ve eserin

yazarı Fuzuli Bayat’ın eski Türk inancı ve

mitolojisi üzerine birçok eserinin

bulunmasıdır. Bu durum eserin akademik

değerini arttırmaktadır çünkü son yıllarda

Türk tarihini ve kültürünü tam olarak

kavrayamadan Türk mitolojisi ve Türk

kültürü üzerine yapılan çalışmaların sayısı

artmış, buna paralel olarak bu alandaki

bilgi kirliliği de artmıştır. Çünkü bu

çalışmaların birçoğu ne yazık ki bilimsel

bir nitelik taşımamaktadır. Bu eser ise

akademik yönüyle diğerlerinden

ayrılmaktadır.

Yazar eseri beş bölüme ayırmıştır. İlk

bölümde kadın şamanlık kurumunun

tarihi süreç içerisindeki değişimlerinden

bahsetmektedir. Bu bölümde yazar kadın

şamanların ilkel toplayıcılık ve avcılığın ilk

dönemlerinde daha etkili olduğunu

söylemektedir. Bunun yanında kadın

şamanlara utkan/ udagan (Uluslar arası

bir terim olan şaman kelimesi bugün Türk

şamanları için de kullanılmaktadır. Ancak

kadın şamanlar için ayrıca Türkçe terimin

mevcutluğu bu kurumun Türklerde

başlangıçtan itibaren var olduğunu

kanıtlar durumdadır. Sf. 52) denilmesi, ilk

kadın şaman hakkındaki söylenceler,

erkek ve kadın şamanın eğitimlerinin ve

işlevlerinin farklı olmaması, İslamiyet

sonrasında şamanlık ve İslam’ın birbirine

karışıp tek inanç öbeği oluşturması ve

kadın şamanların değerini kaybetme

nedenleri gibi konuları açıklamıştır.

(Bugün eski kadın şaman figürleri

Sibirya’da oymacılıkta, halıcılıkta halen de

kullanılır. Sf. 47).

İkinci bölümde oldukça ilginç olan cinsiyet

değiştirme üzerinde durmuştur. (Şaman,

ruhlar âlemine kendi varlığı ile değil de

yeni bir varlık şeklinde girmenin daha

Page 79: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

75

kolay olacağını düşünmektedir. Sf. 89)

Türk mitolojisinde erkek olarak tasavvur

edilen gök ruhlarının başlangıçta kadın

olma ihtimalini, Erkek şamanların kadın

giysisi giymelerinin nedenlerini, erkek

şamanların doğum yapmasını açıklamıştır.

Üçüncü bölümde kadın şamanların

işlevleri ve tedavi yöntemleri, İslamiyet

sonrasında bu yöntemlerin sürekliliği, bazı

tedavi yöntemlerinin yalnız kadın

şamanlara özgü olması gibi konulara

değinip Türk şaman metinlerinden

örneklerle konulara açıklık getirmiştir. (

Kazak, Kırgız kadın şamanları hastalığı

hayvanlara, kuşlara, böceklere geçirmekle

insan vücudundan atarlardı. Sf.121)

Dördüncü bölümde kutsanmış veya

tanrılaştırılmış kadın şamanlar hakkında

bilgiler vererek umay ana ve kadın

şamanlar arasındaki ilişkiyi açıklamıştır.

(Kadın şaman kültünün izlerine 20. yy. da

rastlamak mümkündür. Nitekim doğumun

ve artımın hamisi olan Ayııhıt / Ayıısıt için

her yıl yapılan merasimde yalnız

kadınların bulunması, erkeklerin bu

ritüele bırakılmaması, iştiraklerinin

yasaklanması, kadın şamanlığın daha çok

artımla, ruhi huzurla alakalı olduğunu

kanıtlar. Sf. 134 – 135)

Son bölümde ise günümüzde kadın

şamanların durumuna değinmiştir. Bu

bölümde kadın şamanların tedavilerde

daha başarılı olduğu, onların basiret

gözlerinin açık olduğu bilgisini vermiş

ayrıca kadın şamanların tarihi süreç

içerisinde Bacıyan-ı Rum, falcı, büyücü,

otacı, ebe gibi farklı kimliklerdeki

izlerinden bahsetmiştir. (Kırgızlara göre

şaman olarak nitelendirilen emci

domçular, hasta çocuğa ‘’Benim elim değil,

Umay Ene’ nin eli’’ diyerek em seansını

yapmakla iyileştirme girişiminde

bulunurlar. Sf. 159)

Genel olarak esere baktığımızda kadın

şamanlık kurumunun yer yer farklı

kültürlerdeki konumundan söz edilse de

ekseriyetle Türk kültürü çevresindeki

kadın şamanlardan söz edilmektedir. Bu

yönüyle alanındaki tek eser olduğunu

söylemek yanlış olmaz. Bunun yanında

yazarın Şamanizm ve özellikle Türk

kültürü hakkındaki derin bilgisini kitaba

yansıttığı açıkça belli olmaktadır.

Son yıllarda Türk şamanlığı ve mitolojisi

ile ilgili yapılan çalışmalarda genellikle

Türk şamanlığındaki unsurlar ona çok

uzak ve alakasız olan farklı kültürler ve

mitolojiler üzerinden açıklanmaya

gidiliyor, buna bağlı olarak da alakasız

çıkarımlar yapılabiliyor. Bu eserde ise

böyle bir durum söz konusu değil ancak bu

eserin daha iyi kavranabilmesi için

Şamanizm konusunda aşağıdaki eserlerin

okunması faydalı olacaktır.

1. Abdülkadir İnan – Tarihte Ve Bugün

Şamanizm

2. Fuzuli Bayat – Ana Hatlarıyla Türk

Şamanlığı

3. Saadettin Gömeç – Şamanizm Ve Eski

Türk Dini

Keyifli okumalar dilerim.

Page 80: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

76

KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR

KANUN HAKKINDA BİR BİLGİLENDİRME Ömer Erol YILMAZ

6284 Sayılı Kadına Karşı Şiddetin

Önlenmesine Dair Kanun, 8 Mart 2012

tarihinde kabul edilmiş ve 20 Mart 2012

Salı günü resmi gazetede yayımlanmıştır.

Kanunun ehemmiyeti, ülkemizin kanayan

yaralarından birisi olan kadına yönelen

her nevi şiddeti engellemek için hükümler

getirmesidir. Belirtilmesi gereken önemli

bir husus şudur: Söz konusu kanun, ceza

hükümleri içermemektedir.

Bazı terimlerin tanımlarının da olduğu

tedbir ve önleme amaçlı hükümleri

barındıran bir kanundur. Elbette 6284

sayılı kanunun ceza hükümleri

içermemesi, işlenen şiddet suçlarının

cezasız olduğu anlamına gelmemektedir.

Bu husus 25611 sayılı Türk Ceza Kanunu

kapsamındadır. Ülkemizde 1 milyonu

aşkın kanun olması ve buna paralel ‘’kadın

ve hukuk’’ konusuna ilişkin de binlerce

kanuna atıf yapıp makalemizde yer

verebileceğimiz gerçeği bizleri bu alana

girmekten alıkoymaktadır. Kaldı ki kadına

karşı şiddetin önlenmesine dair kanundan

da siz değerli okuyucularımıza izah

edebileceğimiz takdirde bahsetmeye

mecbur kalmış bulunmaktayız.

Belirtmek gerekir ki, 6284 sayılı kanun

Avrupa standartlarında (AB uyum yasaları

gereğince ve etkisince), çağdaş hukuka

uygun hükümler içeren bir mevzuattır. Hal

böyle iken kanunların yeterli olabilmesi

için muhtevalarının üstün özelliklerinin

yeterli olmadığını, aynı zamanda bu

kanunların uygulanması gerektiğini

hatırlatmak elzemdir. Kanımızca

insanlarımızın özellikle kadınlarımızın bu

konuda çağdaş Türk hukukuna olan

eleştirilerine hukukçular olarak bu

cümleyle müteessir olarak, cevap

verebiliriz. Maalesef kanunları yürütmek

sadece hukukçularla başarılacak bir iş

değildir ve bu amaç, siyasi makamlardan

toplumun her kesimindeki fertlere kadar

geniş bir yelpazede ifa edilmek

mecburiyetindedir. Yazımızın da amacı

burada ortaya çıkmaktadır: Kanunların

uygulanması için muhataplarımıza gerekli

olacak kısa ve öz bilgilendirmeyi

yapabilmek. Çünkü kanunun bilinmemesi

kanunun normatifliğini ortadan

kaldırmamakla beraber çoğu vakit

insanların hak kaybına uğramasına zemin

hazırlamaktadır.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi

kanunumuzun çağdaş hukukun icaplarını

ifa etme amacı taşıdığını kanunun

Bu kanunda ‘’Türkiye Cumhuriyeti

Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu

uluslararası sözleşmeler, özellikle

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi

Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla

Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi

Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni

düzenlemeler esas alınır.’’ *1* hükmüyle

ispat edebilmekteyiz. Kanunda

anayasamıza dikkat çekilmesi incelenmesi

gereken bir konudur. Bu yüzden

anayasaya atıfta bulunarak 17863 sayılı

Page 81: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

77

T.C. 1982 Anayasası’nın 10. Maddesini

hatırlatalım:

Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,

siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep

ve benzeri sebeplerle ayırım

gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek

fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve

erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu

eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla

yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-

5982/1 md.) Bu maksatla alınacak

tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak

yorumlanamaz.*2*

Ek fıkralar ile de çok net bir şekilde kadına

karşı olumsuz bir ayrıcalık verilmesinin

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırı

bir davranış olduğunu, üstelik devletin bu

menfi durumla mücadele ettiğini rahatlıkla

söyleyebiliriz. Ayrıca, ‘’kadını koruyan

kanun olduğu halde erkekleri koruyan özel

kanun bulunmamaktadır’’ şeklindeki bazı

dayanaksız düşüncelere de cevap vermiş

oluyor ve bu durumun eşitlik ilkesini

bozmayacağını öğreniyoruz. Bu dikkat

çekici bilgilerin ardından 6284 sayılı

kanunun diğer bazı hükümlerini mercek

altına almaya devam edebiliriz.

İnsanlarımız, kadına şiddeti, psişik

saldırıları bile dahil etmeksizin sadece

kaba fiziksel saldırı olarak dar bir

çerçevede düşünebiliyorlar. Halbuki

durum hiç de öyle değildir. Kanunda

‘’kadına yönelik şiddet’’ terimi

tanımlanmıştır:

‘’Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için

uygulanan veya kadınları etkileyen

cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının

insan hakları ihlaline yol açan ve bu

Kanunda şiddet olarak tanımlanan her

türlü tutum ve davranış’’.(m.2 / ç bendi )

Kanun, şiddeti de tanımlamaktadır:

‘’Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya

ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya

acı çekmesiyle sonuçlanan veya

sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna

yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün

keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal,

kamusal veya özel alanda meydana gelen

fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya

ekonomik her türlü tutum ve davranış.’’

Sırf bu iki tanım için onlarca, yüzlerce

sayfa tutacak makale yazılabilir. Burada

dar bir daire içinde de olsa kadın

haklarının ne kadar geniş bir düzeyde

korunmuş olduğunu görebiliriz.

Kanunun ikinci kısmı, koruyucu ve

önleyici tedbirlere ilişkin hükümlerden

bahsetmektedir. Bu hükümlerden

bahsetmemizin sebebi, tahminimizce az

veya hiç bilinmediğini düşündüğümüz

hususları aydınlatabilmektir. Kanunun

madde 3, 1. fıkrasının sırasıyla a-b-c-ç

bentlerindeki hükümleri:

MADDE 3 – (1) Bu Kanun kapsamında

korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki

tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun

görülecek benzer tedbirlere mülkî amir

tarafından karar verilebilir:

a) Kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki

çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir

yerde uygun barınma yeri sağlanması.

b) Diğer kanunlar kapsamında yapılacak

yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi

yardım yapılması.

Page 82: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

78

c) Psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal

bakımdan rehberlik ve danışmanlık

hizmeti verilmesi.

d) Hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde,

ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici

koruma altına alınması.

Şeklindedir. Özellikle kadınlarımızda

görebileceğimiz ‘’ yargı sürecinin uzun ve

sancılı geçeceği veya tedbirlerin sadece

mahkemelerce alınabileceği’’ yönündeki

galat-ı meşhurlar, kanun tarafından

bertaraf edilmektir. buradan istenmeyen

bir durum karşısında mağdurun yerleşim

bölgesindeki mülki amirlerin(kaymakam,

vali vs.), mağdura maddi manevi gerekli

desteği sağlayabileceği sonucuna

ulaşmaktayız.

Kanun, mülki amirlere verdiği yetkilerin

akıbetinde hakimlere tanıdığı koruyucu

tedbir kararlarına yer veriyor. Bu

hükümlerden en az bilinenine değineceğiz.

Kanımızca bu, 4. Maddenin 1. Fıkrasının ç

bendi olan:

‘’Korunan kişi bakımından hayatî

tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin

önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli

olmayacağının anlaşılması hâlinde ve

ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı

olarak 27/12/2007 tarihli ve 5726 sayılı

Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre

kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin

değiştirilmesi.’’dir.

Bu hüküm, hakime şiddete uğrayan kadın

mağdurlara ciddi vakalarda mağduru ‘’

tanık koruma programları’’ na dahil

edebilmek gibi ciddi yetkiler veriyor. Bu

yetkiyi ciddi olarak sıfatlandırıyoruz,

çünkü tanık koruma programlarına dahil

edilen bir şahıs, ‘’yeni bir hayat’’ kazanmış

demektir.

Kanunun 5. Maddesi ise hâkime tanınan

önleyici tedbir kararlarını işlemektedir.

Koruyucu tedbir kararlarına göre daha

kapsamlı olan bu hükümlerden günlük

hayatta sık sık karşılaştığımız iki ve bir

tane de az bilinen/karşılaşılan bir duruma

dair hükmü inceleyeceğiz:

Şiddet uygulayanın ‘’Korunan kişilere, bu

kişilerin bulundukları konuta, okula ve

işyerine yaklaşmaması.’’nı sağlayacak

önleyici karar alma yetkisi m.5 - 1. Fıkra - c

bendinde hâkimlere verilmiştir.

Belirtmeden geçmeyelim: Gecikmesinde

sakınca bulunan hallerde bu karar ilgili

kolluk amirlerince (polis, jandarma vs.) de

verilebilmektedir.

Sık sık karşılaşılan, halk arasında

‘’yaklaşma yasağı’’ olarak bilinen meşhur

hüküm budur işte. Kolay uygulanabiliyor

olması sebebiyle hâkimler tarafından sık

sık icra edilen bir kanundur. Elbette

uygulamadaki verimi tartışılabilir

mahiyettedir.

Sık sık karşılaşılan saplantılı, sorunlu bazı

erkek tavırları için de bir hükmü daha

okuyucularımıza bildirmeyi vazife kabul

ediyoruz. Bu hüküm, 6284 sayılı kadına

karşı şiddetin önlenmesine dair kanunun

5. Maddesinin 1. Fıkrasının f bendindeki

saldırganın ’’Korunan kişiyi iletişim

araçlarıyla veya sair surette rahatsız

etmemesi.’’ İçin konulan hükümdür.

Bu hüküm açıkçası kadınlara ‘‘sarkıntılık

eden’’ şahıslara gözüken mahkeme

yolunun tabelasıdır. Bu hükme

Page 83: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

79

dayanılarak belki de ‘’sizin masum

ısrarlarınız’’, aleyhinizdeki davada delil

olarak kullanılabilecektir.

Son olarak da kadına şiddet uygulayana

devletin de güvenmediğini açıkça

kanıtlayan aynı sınıflandırmanın (m.5-1.

Fıkra) ğ bendini gösterebiliriz:

Şiddet uygulayan ‘’Silah taşıması zorunlu

olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi

nedeniyle zimmetinde bulunan silahı

kurumuna teslim etmesi.’’

mecburiyetindedir.

Ara sıra gazetelerin 3. Sayfalarını işgal

eden ‘’polis, eşini vurdu’’ haberlerini

aklımıza getirirsek devletin dahi kendi

asayişini bu vasıfta birisine emanet

etmediğini ve bu kişiye güvenmediğini

anlayabiliriz.

Kanunun herhangi bir sınırlandırma ve

sınıflandırmaya tabi olmadan Türk

devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan

herkes için geçerli ve herkes tarafından

bilinmesi gereken bir maddesi vardır ki bu

madde 7. Maddedir:

MADDE 7 – (1) Şiddet veya şiddet

uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde

herkes bu durumu resmi makam veya

mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu

görevlileri bu Kanun kapsamındaki

görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek

ve uygulanması gereken diğer tedbirlere

ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle

yükümlüdür.

Görüldüğü üzere kanunen bir kadına

şiddet vakasında bitaraf olmak dahi

mümkün değil. Kanun sarih bir şekilde

‘’karısını döven komşunu, sokakta kadın

partnerine şiddet – bu şiddetin ne

olduğunu yukarıda belirtmiştik –

uygulayanı ihbar edeceksin’’ demektedir.

Umarız ki toplumumuzdaki ‘’aile içindedir,

boş ver’’ diyerek atılan çığlıklara kulak

kapatma hastalığının tedavi edilmesinde

bu kanun maddesinin öğrenilmesini

sağlayarak bir nebze de olsa faydamız

olur.

Kanunun sadece şiddet mağdurlarına değil

aynı zamanda şiddet uygulayanlar

bakımından da anayasamızın sosyal devlet

ilkesi gereğince hükümler getirmiş

olduğunu görüyoruz. Aşağıda yazacağımız

kanunlar da delil olacaktır ki, yasa koyucu

bu kanunu; kadınları haksız, abartılı

surette korumak için değil tam aksine

kadınlara ekonomik, siyasal, tüzel vb.

toplumsal alanlarda erkeklerle eşit haklar

sağlamayı amaçlayan bir çalışmanın ürünü

olarak ortaya koymuştur.

Kanunda kurulması öngörülen şiddet

önleme ve izleme merkezleri tarafından

şiddet uygulayana verilecek destek

hizmetleri, 15. Maddenin 3. fıkrasında

şöyle sıralanmıştır:

a. Hâkimin isteği üzerine; kişinin geçmişi,

ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal,

ekonomik ve psikolojik durumu ile diğer

kişiler ve toplum açısından taşıdığı risk

hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu

hazırlayıp sunmak.

b. İlgili makam veya merci tarafından

istenilmesi hâlinde, tedbirlerin

uygulanmasının sonuçları ve ilgililer

üzerindeki etkilerine dair rapor

hazırlamak.

Page 84: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

80

c. Teşvik edici, aydınlatıcı ve yol gösterici

mahiyette olmak üzere kişinin;

i. Öfke kontrolü, stresle başa çıkma,

şiddeti önlemeye yönelik farkındalık

sağlayarak tutum ve davranış değiştirmeyi

hedefleyen eğitim ve rehabilitasyon

programlarına katılmasına,

ii. Alkol, uyuşturucu, uçucu veya uyarıcı

madde bağımlılığının ya da ruhsal

bozukluğunun olması hâlinde, bir sağlık

kuruluşunda muayene veya tedavi

olmasına,

iii. Meslek edindirme kurslarına

katılmasına, yönelik faaliyetlerde

bulunmak.

Görüldüğü üzere, düzenlemenin sadece

kadını koruyan bir kanun olmadığı

sarihtir. Denilebilir ki kanun koyucu, belli

ki kanunu salt kadını korumak için değil,

aynı zamanda erkeği, erkeğin sağlığını

korumayı ve elbette kamu düzenini tesis

etmek için yapmıştır.

*1*

http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.628

4.pdf (m.1 / 2. Fıkra / a bendi )

*2**

http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.270

9.pdf

Page 85: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

81

ERİL EGEMENLİĞİN BASKI ARAÇLARINDAN BİRİ

OLARAK EVLİLİK KURUMU

VE SİYASAL YÖNDEN ETKİLERİNE YÖNELİK BİR

DENEME Mert GÜVEN

Sosyal bilimlerin önemli bir dalı olan

siyasal antropolojinin esas amacı, ilkel ve

çağdaş toplumlarda siyasal sistemlerin

dönüşümünü açıklamaya çalışmaktır.

Bunu yaparken, mikro düzeyde siyasal bir

sistem olan ailenin yapısını ortaya

çıkarmak oldukça önemli bir alanı kapsar.

İlkel topluluklarda aile, tıpkı çağdaş

toplumda olduğu gibi bir araya gelerek

toplumu oluşturan ancak farklı olarak;

evlilik kurumu gibi yasal bir zorunluluğa

tabi olmayan ve mülkiyet ilişkilerinin etkili

olmadığı veya sınırlı etkiye sahip olduğu

bir birimdi. Bu noktada, ilkel-çağdaş

ayrımımızın mülkiyet ilişkilerinin

dönüşümü bağlamında ele aldığımızı

hatırlatmak gerekir. Mülkiyet ilişkilerinin,

eril egemenliğin yararına olan bu

dönüşümü, toprağın yanı sıra aile yapısını

da onulmaz yaralar açarak değiştirmiştir.

Sınırların ve nüfusun büyümesi sonucu

akrabalıktan farklı olarak ortaklık

ilişkilerinin ve işbölümünün önemi artmış,

artı değer yalnızca ekonomik yapıyı değil

sosyal yapıyı da etkilemiştir. Toplumdaki

eşitsizliklerin temeli, hiç kuşkusuz,

yaratılan ekonomik temelli hukuki statü

ayrışımından doğmaktadır. Bahsedilen

statü ayrışımları ise üretim araçlarını

elinde bulunduran ve bizatihi eril

tahakkümü yaratan sınıflar tarafından icat

edilmiştir. İlkel toplumlardaki ortak

faydacı, değerin ailelere, dolayısıyla bütün

topluma, eşit bir şekilde dağıtımı, burada

ele alınması mümkün olmayan birçok

nedenin sonucu olarak bireysel çıkarcı, kar

maksimizasyonuna dayalı çağdaş sisteme

dönüştürülmüştür. Bu dönüşümün

sonucunda aile, devleti ortaya çıkaran, onu

besleyen bir yapı iken, bir anlamda onun

kaynağı iken, ek olarak devletin güvencesi

veya ideolojik oyun alanı halini almaya

başlamıştır. Bu bağlamda, ailenin

gözlemlenebilir, kayıt altına alınabilir bir

yapıya dönüştürülebilmesi için evlilik

kurumu, eril egemen düzenin bir

tahakkümü olarak karşımızda belirir. İlkel

topluluklarda “evlilik” kendi içinde çeşitli

ritüelleri de içinde barındıran henüz

kurumsallaşmamış bir halde iken, tarihsel

süreçte devletin kontrol mekanizması,

yönlendirme aracı olarak belirmeye

başlamıştır. Emma Goldman’ın belirttiği

üzere evlilik “bir ekonomik düzenleme,

(erkek cinsinin) sigorta anlaşmasıdır.”

Buradan çıkarılacak bir sonuç; evlilik

kurumunun ortaya çıkmasıyla birlikte

kadının ikinci plana indirgenmesinin ve

erkeğin mülkiyetinde bir hukuksal statüde

yer bulmasının yasallaştırılması süreci

tamamlanmıştır diyebiliriz. Bir diğer

sonuç ise evliliğin yasal olarak

tanımlanmasıyla birlikte

heteroseksüelliğin tek meşru ilişki olarak

sabitlenmesidir.

Page 86: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

82

Günümüz siyasal toplumunda, evlilik

kurumunun kadınlar üzerinde bir baskı

aracı olarak kullanılmasının etkileri,

feminizm akımının doğuşu gibi olumlu

sonuçlar doğurduğu gibi kadına yönelik

şiddetin artışı gibi olumsuz sonuçlara da

sebebiyet vermiştir. Her şeyden önemlisi,

evlilik, kadınların gerek ekonomik gerek

sosyal olarak bağımlı birer varlık

olmalarını, yasal eşitlik adı altında eril

sömürü düzeninin birer parçaları haline

gelmelerine neden olmuştur. Kısacası,

evlilik insan doğasına bütünüyle olmasa

bile büyük oranda aykırı bir kurum olarak

gelişmiştir, esas olarak kadınları ve

kısmen erkekleri de baskı altında tutmaya

yarar. Aşkın meyvesi olmaktan ziyade seks

tekeli kurmayı sağlayan yasal bir

bahanedir. Bu durumda yapılması

gereken, göstermelik pozitif ayrımcılık

yalanlarına başvurmak, kadın bedenini

metalaştırıp erkek zihnini sapıklaştıran ve

yine kendi yarattığı hukukun arkasına

saklanmış korkak egemen sınıfın

palavralarına kanmak yerine, haksızlığa

maruz bırakılıp eli kolu bağlanan

kadınların ve samimi olarak eşit bir düzen

talep eden ama yine eli kolu bağlı

erkeklerin, mevcut egemen siyasal

düzenin hatalarını gözden geçirmeleri ve

gerekirse sil baştan, radikalleşmekten

çekinmeden yepyeni bir düzeni (belki de

düzensizliği) oluşturmaktır. Belki de

izlememiz gereken yol “ Dans

edemeyeceksem bu benim devrimim

değildir! “ diyen Kızıl Emma’nın yoludur!

Page 87: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

83

millikanal.com

Page 88: Gencay Dergisi - Sayı 50 - Mart 2016

GENCAY

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN KİTAPLARINI

millikitap.com ADRESİNDEN İNDİREBİLİRSİNİZ.