gunola - tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · web viewonun gibi, daha pek çok...

489
GÜN OLA HARMAN OLA MUSTAFA EKMEKÇİ ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİ YAYINLARI NO: 14

Upload: others

Post on 29-Dec-2019

14 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

GÜN OLAHARMAN OLA

MUSTAFA EKMEKÇİ

ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİ YAYINLARI NO: 14

İKİNCİ BASKIOCAK 1995

ANKARA

Page 2: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

BİRKAÇ SÖZ...

12 Mart sonrası dönemi, teleks başında "Ankara Notları"nı yazmaya hazırlanıyordum. Bir ara, her halinden "Seni götürmeye geldim" diyen biri girdi içeri. Omuz başımda duruyordu. Sessizliği o bozdu.- Mustafa Ekmekçi'yi arıyorum...- Benim, buyurun...- Sıkıyönetime kadar gideceğiz. Savcı istiyor...- Olur, yalnız bir yazıya başlıyorum. Biraz bekleyebilir misiniz?"Olur" dedi, ama oturmadı, başımda bekledi. Başımda bir polis beklerken yazıya nasıl başlayıp, nasıl bitireceğimi kurmaya başladım yeniden. Bir kaç saniye geçti geçmedi. Polis, yazının başlığını omuz başımdan, içinden okudu:- Karaoğlan iktidara geliyor...Rüzgârlı Sokak'ta bir gazeteye polis geldi mi, kısa sürede yayılır. Han'ın tüm katlarına. Dost gözler, kapı aralarından bakar çekilir. Yazıyı noktaladım...- Tamam, buyurun gidelim.Aşağı indik. Cip bekliyordu. Gazeteciler pencerelerdeydiler...Bir şey mi oldu, yooo... İfadeyi verip döndüm, işime.*Gazetecilik, yazarlık uğraşını seçenler, yüklendikleri görevi hakkıyla yerine getirmelidirler. Hem de titizlikle. İzlemiş, yazmış olmak yetmez, her taşı kaldırıp altında ne var diye bakmak, yerine göre bulanık suda balık avlar gibi uğraşmak da var.Yıllardır yazarım. Bir yargıç titizliği ararım gazetecide. Bilerek, isteyerek haksızlık olsun diye yazmadım. Gerçeklerin aydınlığa çıkmasını, haksızlıkların sergilenip düzeltilmesini istedim. Çok kimseyi kızdırıp, düşman ettim. Ne yapayım, ezileni savunurken ezen düşman kesiliyorsa...Ölüme giden insanın olayını nasıl yazarsınız? Söylemesi kolaydır, daktiloya kağıdı takıp harflere basması da belki. İçlerinde bunu yaşayanlar, ölüme gidenle ölüme gidenler, öldürülenle ölenler için kolay değildir bu.Müsvettesiz yazdığımı bilenler, çok kolay yazdığımı sanırlar. Bense aksini düşünürüm. Çocuk doğurmak nasılsa o da öyle.İlk tekzibi az kaldı, anamdan yiyordum. Konya'da Öğüt gazetesinde bir söyleşi yazısında, anamın beni nasıl doğurduğunu, ne zorluklarla baktığını anlatmıştım. Komşuları, arkadaşları söylemişler:- Hiç uğraşma, bu hıra çocuk yaşamaz. Üzme kendini.Ya evde bırakıp, ekin ot biçmeye giderlermiş, ya da yanlarında götürüp bir gölgeliğe yatırırlarmış. Evde bıraktıklarında, anam dönüşte telâşla yanıma gelir, bakarmış. Ölmemişim. Her yanım yaralar, bereler içinde, cılız, hıra kapkara bir çocuk...Yüzüne bakıp gülermişim...Yazıyı yazmaktan amacım, Anadolu kadınlarının ne zorluklar içinde yaşadıkları, çocuklarını büyüttükleri.Eniştem, gazeteyi aldığı gibi anamın yanına varmış.- Hala, Mustafa hangi ayda doğdu?

Page 3: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Vallahi kuzum, kış ayları mıydı neydi, zemheride olacak.- Bak, burada "yaz sıcağında doğmuşum" diye yazmış. Doğru mu bu?- Yok, yazın değil kışın doğdu...Muzip eniştem, "Tekzip edelim" demiş. Gazeteye gönderelim.Anam, "Ben onun işlerine karışmam" demiş de kurtulmuşum tekzip edilmekten.*"Gün ola harman ola" 12 Mart sonrasında ara dönemde çıkan yazılar arasından seçilip derlendi.Yazıların çoğu, Yeniortam'da, sonlara doğru olanları da Cumhuriyet'te çıkanlar.Olayları dün gibi, bugün de yaşıyoruz. Değişen pek birşey yok. Yapılmış uyarıların, doğru çıkmasıysa, övünecek değil daha çok kaygı duyulacak bir şey olmalı. Özgürlüklerimize, Anayasal haklarımıza dokunmamalı kimse. Gün ola harman ola, bu özlemle yayınlandı.

Mustafa EKMEKÇİAnkara, 4 Şubat 1976

"ANKARA NOTLARI" ÜZERİNE...

Bugün Ankara Notları'ndan söz etmek istiyorum. Öteden beri bu sütunla ilgili pek çok eleştiri dinledim, sevenler genellikle duygusal olsa da olmasa da, düşüncelerini belirtirler. Gazeteciler, "Ankara Notları"nı yeni bir "tür" olarak nitelediler. Yani ne haber, ne fıkra, ne makale...Aslında, bana göre, bu yeni bir tür değildi. Belki, her gün yazılması, çıkması yeni bir şeydi. Kendi kendime "Çalışınca o da oluyor" derdim. Ancak, yoğun çalışma gerektirdiğini söylemeliyim. Başkaca bir meziyet istemiyor.Bundan onbeş yıl kadar önceydi. O zaman, Vatan'da Yazıişleri Müdürü olan Selâmi Akpınar'a bir mektup yazmış, Vatan'da bir serbest sütun verilmesini istemiştim. Vatan'ın Ankara muhabirlerindendim. Selâmi Akpınar, hiç unutmam, şöyle bir karşılık vermişti:"Önemli olan sütun sahibi olmak, oraya her gün bir yazı yazmak değildir. Mesele olan yazılar, röportajlar yaz sen. En iyisi budur..." Mektup aşağı yukarı böyleydi. Aklımdan hiç çıkmadı gazetecilik yaşamım boyunca bu sözler. Meseleleri aramaya çalıştım. "Ankara Notları" yeri bir yazı sütunundan çok, galiba işte böyle bir yer bence. Bu sütunun, yerin böylesine sürekli olmasında Kemal Bisalman'ın ve Yeniortam'ın teşviklerini söylemeliyim. Ancak, asıl okuyucular desteklediler, dayanabilmek için..."Ankara Notları"na her gün yeni bir biçim vermek için düşünürüm. Buraları, birer dedikodu sütunu olmaktan kurtarmak gerekli de ondan.İzmir'den Yeniortam okuru Turgut Göngör, "Ankara Notları"nı eleştirdi bir mektubunda. Şöyle diyor:

Page 4: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Bir gün, Yeniortam'ın "Ankara Notları"nda sözünü etmiştiniz. "Ankara Notları"nın çatısal planını değiştirmeyi, yenileştirmeyi düşünüyorum" diye. Gerçekten son günlerin Ankara Notları, daha güzel, daha doyurucu olmaya başladı. Bir başka deyişle genelleşti. Kesip biriktirdiğim eskileri karıştırdım, okudum yeniden. Meclis ve çevresindeki kulislerin yoğun ve sıkıcılığı, bürokrasinin bıktırıcılığı... ve yazılarınızda yineleyip durduğunuz soru cümlelerinin "dikkati çekme" özelliklerini yitirip esnetme havasına sokması insanı...Oysa, şimdiki yazılarınızda, içerik bakımından yoğun, bilinç açısından verici, öğretici, hedefleyici konular, sevindiriyor beni, bizi. Daha açıkcası sevimlilik kazanıyor gözümüzde. Yapıcı bir sevimlilik.Yazdıklarımı eleştirisel yönden görmeyin lütfen. Asla böyle düşünülerek yazılmadı bu mektup. Kaldı ki, ben henüz yirmi bir yaşında işçi-öğrenci bir gencim. Amacım size, ağabeyime sıcak bir "Merhaba" diyebilmek ve her gün yeniden tanıdığım kişiliğinize olan saygımı belirtmekti.Yazılarınızda yeri geldikçe, çok sevdiğim anılarınıza yer vermenizi istiyorum sık sık. Anılarınızı yazarken, öyle somut yargılara varıyorsunuz ki, benim gibi Anadolu'da büyümüş ve yıllardır benliğinden çıkarıp atamadığı "burjuva romantikliği ve özenticiliğinin" etkisinde kalarak, alışılmış "anı" yazılarının duygusallığında "mest" olan "çok fazla entellektüellerin (...)" kısır kabuklarını kırmayı başarabiliyorsunuz. Yani, "anılarla uyuşmak", yerine, "anılarla uyanmak" dünü unutmamak, bugünü bilinçle yaşamak, yarını da, yargılarımızla kanalize etmek. İşte anılarınız ve onları yazış tarzınızdaki güzelliğin boyutlarını hesaplayışım.Dar zamanınızı aldığım için bağışlayın beni ve -yeri geldikçe- anılarınızı okumanın zevkinden mahrum etmeyin bizleri..."Genç arkadaşımın mektubunu, hemen hemen aynen aldım. Öven sözleri, yüreklendirdi. Sağolsun.(Yeniortam - 3 Haziran 1973)

FRAK VE "MEVLÂNA KÜLÂHI"

Protokol Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı çağrı kartını alan parlamenterlerin çoğu, "Tamam, biz 29 Ekim'de Meclis'e gidemiyoruz" dediler ve öğleye kadar derin bir uyku çektiler. Çağrı kartında, frak, siyah yelek şart koşuluyordu.CHP Parti Meclisi'nin "Hükümetten çekilelim mi? Çekilmeyelim mi?" tartışmalarının en hararetli döneminde bile, bu konu milletvekillerinin kafalarını meşgul etti. İş bir arada sohbete dökülünce, biri:- Arkadaşlar, önemli bir mesele var. Gelen davetiyede frak'la, siyah yelek şart koşuluyor. Meclise, Cumhurbaşkanını tebrike gidemeyecek miyiz?- Frakla, siyah yeleğin yoksa gidemezsin, dedi biri.- Peki, genel başkan? O ne yapacak?Bülent Ecevit, meraklı arkadaşlarını teselli etti.- Benim var... dedi, Bakan olduğum zaman yaptırmıştım.

Page 5: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Tartışmalar devam ediyordu. Bir başkası söze karıştı:- Fakat, Bülent bey, sizinki frak mı, smokin mi? Malûm ya, bir de smokin var.- Yakası parlaksa smokindir, diye bir üye söze karıştı. Her kafadan bir ses çıkıyordu:- Frak kuyruklu olur.Herkes birbirine soruyordu:- Kemal Ataman'ın varmış... Ama, uzun boylu bir arkadaşından aldığı için uzun geliyormuş.- Orhan Birgit, senin var mı?- Var...- İyi...Tabii Senatör Ahmet Yıldız'ın canı sıkılıyordu. Frak bir süre önce yaptırmış, fakat "Mevlâna Külâhı" dediği, frakla giyilen silindir şapkayı bir türlü elde edememiş, alamamıştı. Mevlâna külâhı olmadan frak'ı giyip, gidip de törende güç durumlara düşmek istemezdi doğrusu. O da törene gidemiyenler arasındaydı.Anıtkabir'deki saygı duruşu töreni için, çağrı kartında, "koyu renk elbise" şartı koşulmuştu. Ancak, gösteriler çin yine frak, siyah yelek ve "İstiklâl madalyası" yazılı idi kartta.Anıtkabir'deki törenden sonra, Meclisin "onur salonunda" Cumhurbaşkanının tebrikleri kabul etmesi bekleniyordu. Saat 10.00'a yaklaşıyor, diplomatlar, yabancı ülkelerin elçileri ulusal giysileri içinde, gözleri saatte, bekleşiyorlardı. Çoğu silindir şapkalarını vestiyere, kimi arabasının içine koydu. Bu silindir şapkayı çok kimse bilmez belki. Hani, Zatı Sungur'un sahnede giydiği şapka var ya, içinden tavşan, keklik çıkardığı. Ondan.Ama, herkesin Protokol Genel Müdürlüğü'nün çağrısındaki kurallara uymadığı da tören sırasında ortaya çıktı. Askerler için zaten, "resmî üniforma" deniyordu. O kolaydı. Ancak, parlamenterlerden bazıları, bu arada Fethi Çelikbaş (Kontenjan Senatörü, MGP'li) kıyafete boş vermiş, günlük giysisi ile gelmişti. Bir başka parlamenter de, günlük giysisinin üstüne kıpkırmızı bir kravat oturtmuştu. Kiminde "siyah yelek" kiminde "beyaz yelek" vardı. Protokol sırasına göre, Senato ve Meclis Başkanları, Başbakan, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Ankara'da kalan birkaç bakan, kuvvet komutanları, Cumhurbaşkanını tebrik ettiler. Parti liderlerine sıra geldiğinde, Ecevit tebrikte bulunurken, televizyon kameralarının gürültüleri arttı. Ecevit fraklıydı. Arkasından, Hüdai Oral, Orhan Birgit. Kemal Ataman'ı göremedim. Frak'ı, kendisine uzun ve bol gelmiş olmalıydı. Bir parlamenterin üstünde de frak şalvar gibi duruyordu doğrusu...AP Genel Sekreteri Nizamettin Erkmen, MGP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu, MGP Genel Başkan Yardımcısı Emin Paksüt, eski Başbakan Nihat Erim, frakları ile göründüler. Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Timisi, koyu renk bir elbise içindeydi. MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş de törene gelmeyenler arasındaydı.Tebrik töreni, sönük geçti denebilirdi. Tabii Senatörlerden bir Mehmet Özgüneş'i izleyebildim. Protokol Genel Müdürlüğü'nü katı ve cesaret kırıcı

Page 6: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

çağrısı yüzünden pek çok parlamenter Cumhurbaşkanını tebrik töreninden yoksun kaldıklarını söylediler.Giysi protokolunu tek ihlâl eden galiba biz gazetecilerdik. Bir arkadaşımız, ince pardesüsü ile gelmişti, törene, Hepimiz günlük giysiler içinde izliyorduk töreni.Meclisin giriş kapısında, beni gören polisler:- Nereye böyle, yasak... derecesine baktılar. Uzun söze gerek yoktu:- Basın, dedim. Geçtim.Atatürk'ün "giysi devrimi"ni de galiba yanlış anlamıştık. Atatürk, "bunun adına şapka derler" diye, Türk ulusuna seslendiğinde, fesi, çarşafı atıp, giysimize biçim vereceğimizi açıklamıştı. Ancak önce, bir taassubun, bağnazlığın yıkılması devrimiydi bu. "Fes çıkarılamaz" diyenlerin taassubunu yıkmıştı. Atatürkün bu emrinden sonra, fesler, çarşaflar atıldı gerçekten. Fötr şapkalar, kasketler çıktı ortaya. Ağalar, beyler fötr şapka, yoksullar, köylüler kasket giydiler. Hatta, bunları bulamayanlar, başlarına "poçu" denen, beyaz bez parçasını sardılar. Devrim oydu çünkü. İhtiyaçtan doğmuştu. Atatürk, bir de kalıplaşmış gelenekleri düzene sokabilseydi, ne iyi olacaktı. Örneğin, dairelerde, iş yerlerinde kravatla çalışmayı kaldırsa, herkesin işini rahat görebileceği bir giysiyi önerseydi. Amma, bizler bunu yapabilmeliyiz. Atatürk sadece örnek oldu. Onun devrimlerini kalıplaşmış sayanlar çok yanılırlar. Günün ve çağın ihtiyaçlarına göre, onun yaptıklarını geliştirmek boynumuzun borcu bizim. "Gardrop Atatürkçülüğü"nden bundan dolayı, bir an önce kurtulmalıyız.(30 Ekim 1972)

PARLAMENTO İLE PARLAMENTERLER...

Parlamento, yasama döneminin son yılına başlarken, gözler parlamentoya ve parlamenterlere çevrildi. Yeniden Meclis Başkanı seçilen Sabit Osman Avcı, bu konuda düşüncelerini açıkladı.Kontenjan Grubu Başkanlığına seçilen Fahri Korutürk, isteklerini yazılı olarak da Senato Başkanlığına verdi. Özetle: "Senato'nun ulusca beklenen biçimde çalışmadığını" söyledi. Korutürk'e göre, TBMM tarafından benimsenen 12 Mart Muhtırasının tarif ettiği duruma ve tayin ettiği hedeflere uygun nitelikte işletilen bir çalışma ahengi kurulamamıştı.Gerçekten, parlamento çalışmaları ve parlamenterlerin durumlarını yakından izleyen gazeteciler, Korutürk'ün iddialarında gerçek paylarının bulunduğunu elbet kabul ederler.Gazeteci arkadaşım Fikret Otyam, "ne öğrendiysem, parlamentoda öğrendim" diyordu. Gerçekten, parlamento gelmiş, geçmişiyle bir okul.Orada neler neler konuşulmaz, tartışılmaz ki. Arada bir kavgalar, küfürleşmeler, yumruklaşmalar olur tabii. Bu her dönemde olurdu. Neden olurdu, bilemem.Ancak bildiğim ve üzüldüğüm bir şey, parlamenterlerin çoğunun, öyle bilimsel, ciddi tartışmaları pek ilgi ile izlemedikleri.

Page 7: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kurucu Meclis'ten hatırlarım: Anayasa değişikliklerinin hazırlıkları sırasında, Prof. Tarık Zafer Tunaya'nın adı kulislerde "sigaralık"tı. O konuşmaya, kürsüye çıktı mı, Kurucu Meclis Üyelerinden sıkılanlar, birer, ikişer kulise çıkarlar ve çay, kahve içerlerdi. Tunaya, Mümtaz Soysal ve daha başkaları örneğin İsmet Giritli de "sigaralık"lardandılar.Ferit Melen'le o zaman İlhami Soysal takışırdı. Artık karşılıklı atışmalar, cevaplar, önergeler, önergeleri geri almalar birbirini izlerdi.1965 - 1969 Meclisi, TİP'liler yüzünden renkli geçerdi. Çetin Altan, Şaban Erik, M. Ali Aybar konuşurken kavga çıkmasın olanaksızdı. Bir Sadun Aren, biraz da Behice Boran ne yapar yapar dinletirlerdi. Parlamenterlerin, özellikle AP'lilerin çoğu yine dışarı çıkardı tabii. Dışarı çıkmak her zaman serbest olmuştur.Meclis Başkanlığı yerinde oturan Ahmet Bilgin, Behice Boran'a "Hatice" diye hitabeder, "benim adım Hatice değil efendim, Behice" cevabı verilince de "ha Hatice, ha Behice fark yok" diye cevaplardı Bilgin. Seçim gezilerinde Osman Bölükbaşı'nın yanından ayrılmamakla tanınmış, Meclis Başkan Vekilliğine kadar yükselmişti. Bir gün Çetin Altan'ın "sizin burada yukarıda oturmanız, bir marangoz hatasıdır" sözü, nasıl ortalığı karıştırmıştı?1969 Meclisi, yine renklidir. Kavgacıları vardır. Celâl Kargılı, çok AP'li veya MGP'linin "ah elime bir geçirsem de şunu bir iyice dövsem" diye aklından geçirdiği, çıkışlar yapar. Bir İhsan Ataöv, ne olmuşsa, eskisi gibi değildir. Sesi, sedası fazla çıkmamaktadır. Ancak Kabadayı belki, Hamido'yu aratmayacak derecede sertti. 1. Erim Hükümeti zamanıydı. Toprak Reformu Komisyonunda, Karaosmanoğlu toplantıyı terketmiş, herkes ağzına geleni söylemeye başlamıştı. Kabadayı da, "ah elime bir geçirsem, şu Karaosmanoğlu'nu" diye konuştu. Dövecekti. Komisyon toplantısı dağıldı. Dışarı çıktı. Talihsiz Karaosmanoğlu, bir şeyden habersiz karşısındaydı. Kabadayı, Karaosmanoğlu'na saygılarını sundu, geçti.Parlamenterlerin, belki de üzerinde durulacak en önemli kusurları bence fazla okumayı sevmemeleridir. Meclis Kütüphanesinden kitap, eser alıp okuyanlar parmakla gösterilecek kadar azdır. Gazeteler, Meclis Kütüphanesinde okunur, o da tıklım tıklım değildir. Bir Senatör, bir gün "sen ne diyorsun, ben günde tek gazete okumayan Senatör bilirim" demişti de şaşmıştım. Çünkü, Senato'nun gazeteci dilindeki adı" "Okumuşlar Meclisi"ydi. Senatör olabilmek için, kırk yaşını bitirme yanında bir üniversite ya da yüksek okul bitirme zorunluluğu vardı. Yüksek okullar, okumamayı öğrenmek için değildi herhalde.Bir de, parlamenterlerimizin, nedense yeniliklere karşı bir direnişleri vardır. "SOS" lâfını duyan, neredeyse kaçar, uzaklaşır. Bunlar, çoğu zaman espri yollu ifade edilir. MGP'nin Sayın Genel Başkanı Prof. Turhan Feyzioğlu, Meclis koridorunda karşılaşıp, selamlaştığımızda, "ne o, dedi, neden bize yüz vermiyorsun, sana Maocu mu dedik?" diye takılmıştı. Bir şey demedim, diyeceğini demişti.*AP'li Senatör Fethi Tevetoğlu'nun "Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler" adlı kitabından aldığım, aşağıdaki pasajlar, 1910 Osmanlı Meclis-i Mebusuanında yapılan bir oturumu canlandırıyor:

Page 8: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Varteks Efendi (Erzurum) - Devamla-... Talât Bey, rica ederim darılma. İki söz söyleyeceğim. Diyeceğim ki, sosyalizmin asıl esaslarını bilmeyen adamlar sokakta, şurada burada işitilen lâkırdıları burada söylemesinler. (Gürültüler).Reis - Geçen gün ziraattan gelen bir zatın ağzından çıkan bu "sokakta toplanmış" lâkırdısını Meclis reddetmişti. Onun için bunu şimdi tekrar reddederler.Muradyan Efendi (Kozan) - Benim bu hususta söyleyeceğim yok. Musakkafat vergisi hakkında söz söyleyeceğim...Mecdi Efendi (Karaşi) - Eğer sosyalizmden bahsolunacaksa, ben de söz alayım. Esasını burada halledelim. Bu meselenin ne münasebeti var, mesele neyse onu halledelim. O halde söz isterim Reis Beyefendi.Reis - Efendim, sosyalizm meselesi bitti.Muradyan Efendi (Kozan) - Gerek Zohrab Efendi, gerek Varteks Efendi lüzumundan ziyade ümit ediyorlar. Bugün hiç bir devlet, hiç bir hükümet yoktur ki, sosyalist lehinde söylemesin. (Gürültüler).Hacı Bayram Efendi (İçel) - Reis Bey, bu sosyalist ne demek? Biz bunu dinlemeyiz.Reis (Muradyan Efendi'ye) - Rica ederim, lütfen madde hakkında söyleyin.Muradyan Efendi (Kozan) - Efendim, niçin lehinde söylendiği zaman dinleniyor da aleyhinde söylendiği zaman dinlenmiyor? (Gürültüler, sadede gel sesleri).Muradyan Efendi (Devamlı) - Verginin müterakki olmasını istemeyen efendiler söylüyorlar. İsteyen efendiler ne söylüyorlar? Diyorlar ki ne vakit müterakki üzerine vergi alınırsa, o vakit memleket terakki eder. Bunu her bir sosyalist söyleyebilir. (Gürültüler) Günah mı, sosyalistik nedir? (Şiddetli gürültüler...)Varteks Efendi (Erzurum) - O istibdat zamanı geçti. (Şiddetli gürültüler).Reis - Efendim âdettir. Her memlekette sosyalistlikten bahsolundu mu gürültü olur. Rica ederim gürültü etmeyin, (maddeye dair söylesin, sosyalistliği dinlemeyiz) sesleri...Kostantin Kostantinidi Efendi (İstanbul) Sosyalist, kapitalist hakkında söylemeyin.Muradyan Efendi (Kozan) - Başka bir lügat söyleyelim, iştirakiyun diyeyim...Reis - Müzakereyi kâfi görenler ellerini kaldırsın, (ekseriyet) kâfi görüldü.Dagavaryan Efendi - Efendim, bir sözüm vardır, sosyalistlikten bahsetmeyeceğim.Reis- Müzakereyi kâfi gördüler efendim...(4 Kasım 1972)ANKARA'DA HAVA DURUMU?Ankara'mızda hava dün sabah günlük güneşlikti. Hafif ayaz, insanın yüzünü çıbartıyor, gözlerini yaşartıyor ya olsun. Önemli olan, gelecek günlerdedir. Bir dirilik, canlılık bekliyor insan. Umut, fakirin ekmeği...Ecevit'in tikleri vardır. Tiklerinden, yüzünün ifadesini okursunuz. Marmara Köşkünde, yakınında oturanlar söylüyorlar: "Sağ ve sol, üstümüzdeki göğü, altımızdaki yeri cehenneme çevirdi..." Ecevit'in kaşı, gözü oynuyor. "Sağ nurcudan mı ibaret?" der gibi. Mihri Belli, kaç kez Türkiye'ye girip

Page 9: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

çıkmış? Şimdi, Halep'te mi, neredeymiş? Neden yakalanıp, yargılanmamış? Brifingde, Süleyman Bey de, Bülent Bey de "tariz"lerden nasiplerini almışlar. Süleyman Bey'in tikleri yoktur. Ama, o da renk verir hemen.CHP, hükümetten Bakanlarını çekme kararı aldı. Ankara'da da yorumlar, bunun üstüne kuruluyor. CHP'nin yakasının kolay bırakılacağını sananlar yanılırlar. Bırakılmak istenmeyecektir. Şimdiye değin, kurulan hükümetler, "CHP'yi parçalama" amacı güderdi, şimdiden sonra, "CHP'yi küçültme" amacı güdecek mi? CHP buna ne diyecek? Ecevit'in tiklerine bakmalı.İnönü'nün CHP'den ve milletvekilliğinden istifası çeşitli çevrelerde nasıl çeşitli kullanılmak istenecek? İnönü, CHP lideri olsaydı. CHP hükümetten Bakanlarını çekebilir miydi? İyi ki, lideri değildi diyenler var. Demokratik rejim, dıştan aslan gibi görünüp, içinden yenir bitirildi diyenler de. İnönü, CHP'den istifasını geciktirmekle, CHP'nin Ecevit liderliğinde büyümesini mi bekledi? Hükümetten çekilebilmekle, rejimi güçlendirdiğini farkedip, artık kendisine de, bu rejimi güçlendirmede bir rol düştüğünü düşünmüş olabilir. İnönü'yü CHP'den ayırmak için, Yalova istirahati sırasında, Satır'lar az çalışmamışlardı. Bunları kısa geçmişi hatırlayanlar bilirler. Kafasında kırk tilki, kuyrukları birbirine değmeden dolaşan İnönü, o zaman oyuna gelmemiş olmalıydı. Şimdikini bir oyun saymak da akılsızlık olur azından. Bu oyuna geleceğini sanmak, 90'ına merdiven dayayan İnönü'ye hakızlık olur.CHP'nin istediği ortadadır. MGP'nin şimdiye kadar sürdüğü saltanat yıkılmalı. AP'nin istediği de o. AP'nin istediği de, kendisine bir alternatif bulunması. Bu alternatif, sağda değil, solda, "orta solda"dır. CHP'yi alternatif olmaktan çıkarmak, Metin Toker'in deyimiyle söylersek "kuş beyinlilik"ti.Dediğimiz gibi, İnönü'nün istifası yine kullanılmak istenecek. "İnönü gitti, CHP bitti" sloganı yayılacak her yere. İnönü gitmekle, üye olarak CHP'ye değilse, 90'lık bir sağlam demokrasi yanlısı olarak, rejime de mi katkıda bulunmuş olmuyor? Herhalde İnönü, yıllar önce hesabını gördüğü adamların ekmeğine yağ sürmek için gitmiyor. Bunu da unutmamalı. CHP'lilere, hükümetten çekilmeden önce sormuştum: "İnönü'nün düşüncesi nedir?" diye. "Biliyoruz, çekilme taraflısı değil, belki ondan sormuyoruz" dedilerdi. İnönü, çekilmeden sonra, fikrini soran bir CHP'li Senatöre, "bu kadar oturmuş, düşünmüşsünüz, herhalde sağlam karar verdiniz" cevabını vermiş.İnönü'nün CHP'den ve milletvekilliğinden istifası, "ben göreve hazırım" anlamına da yorumlanıyor. Hangi göreve acaba?*Bu durumda, ordunun havası nedir? Bunu, bugün başlayacak olan, "Komutanlar Toplantısı"ndan sonra anlayacağız. Ordu, 12 Mart Muhtırasının tastamam uygulanmasını istemektedir. Türkiye'de, içten politikacıların da bunu istemesi doğaldır. 12 Mart Muhtırasının ikinci maddesi, katıksız "reformların uygulanmasını" ister. İnsanın "hani nerede?" diye soracağı gelir. Reformların sulandırılışından bahsetmiyor 12 Mart Muhtırası.

Page 10: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bir de, hükümetlerin durumu var, ordu açısından. Ordu, 12 Mart'ın sahipleri, "12 Mart'tan beri, hükümetler ayakta duramıyor" diye bir umutsuzluğa kapılabilir mi? Gelen hükümetlerin, taviz vere vere, 12 Martlardan bir şeyler götürdüklerine şüphe yok. 27 Mayıs'tan tavizer verildiği gibi. Melen Hükümeti ayakta kalsaydı, CHP'nin olmadığı bir hükümette, "sağ koalisyon" görünümü altında ne yapabilecekti? Hem reform hükümeti, hem sağ hükümet, bu çelişmeyi unutmamak gerek.Komutanlar bugün toplanacaklar. Bu konuda kendiliğimizden "yorum" yapma yerine, askeri çevrelerde geniş istihabaratı olan "Yankı" dergisinin, bu konuda yazdıklarını vermeyi uygun bulduk. Şöyle diyor dergi:"Yankı muhabiri (etkili çevreler) içinde bir araştırma yaptı. CHP'nin görüşlerinin bir kısım ilgili tarafından paylaşılmadığını gördü ama bir başka grup ise, (Melen'in fikirleri kimi temsil ediyor? Onu sorun) görüşündeydi. 12 Mart Muhtırasını, Türk Silahlı Kuvvetleri adına verenler meselelerin hallini parlamentoya bıraktıklarına göre Melen'in ağzından kendi fikirlerini empoze etmeleri bahis konusu olabilir miydi? CHP, Genelkurmay Başkanının 29 Ekim mesajında belirtilen temel prensipleri candan paylaşıyordu ama, bunların Melen tarafından tatbik edilme bir yana tam tersine itildiği kanısındaydı. Bütün mesele de bu kanıdan çıkıyordu..."(6 Kasım 1972)

ANALARLA BEBELER...

Yarın Şeker Bayramı'nın ilk günü. Günlerden çarşamba. Çarşambaları, tutukevlerinde, görüşme vardır. Gözaltında olanların, tutukluların, yakınları hediyeler götürüp verirler, parmaklıklar arkasından konuşurlar. Sivil cezaevlerinde, hükümlüler, tutuklular beklerler görüşme günlerini. Gardiyan "görüşmecin var" diye bağırdı mı, gözleri parlar hükümlünün. Köyünden kim gelmiştir acaba?Kadınlar Tutukevi, Yıldırım Beyazıt yakınındadır. Kazıkiçi Bostanları semtine yakın olduğu için, kadın tutuklular buranın adını "Kazık İçi Motel" koymuşlardır. Benim hayâl gücüm hayli geniştir. Belki de bundan gazeteci olmuşum. Bayrama nasıl hazırlanırlar, kadın tutuklular acaba? Bayramda kadınların saçları yapılıdır elbette. Onlar yaptıramazlar, süslenemezler. Birbirlerinin saçlarını kendileri keserler şüphesiz. Giyimleri, her gün pantolon iken, bayramlık blüz-etek giyerler. Asker gibidirler. Gibisi fazla, yeni kanuna göre "asker" sayılırlar. "Hazırol" durmasını, rahata geçmesini, komuta uymayı, tekmil vermeyi yaparlar onlar da...Bazıları evlidir, çocukları vardır. Küçük bebeler... Hayâl gücümü çalıştırıyorum: Bebeler, analarını nasıl görürler tutukevlerinde? Herhalde, demir parmaklıklar arkasından görüyorlardır. Dört yaşında bir çocuk düşünün, annesinin kucağına oturamıyor, demir parmaklıktan seyrediyor onu. Elini tutamıyor, sıcaklığını duyamıyor. Bu eskiden olmuş bir kez. Kadın tutuklular, o zaman Başbakan olan Nihat Erim'e, Milli Savunma Bakanı olan Ferit Melen'e telgraflar yağdırmışlar: "Görüşme günlerinde

Page 11: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

bebeklerimizi kucağımıza alalım" diye rica etmişler. Hiç bir yasa, ananın çocuğunu kucağına almasını yasaklamamıştır. Hiç bir din, böyle ceza vermemiştir. Analar, çocuklarını bağrına basamıyorsa, ben o bayrama bayram demem.(7 Kasım 1972)

YORUMSUZ...

Kortej, Anıtkabir'e doğru Aslanlı Yolda ilerliyordu. Parti temsilcileri sırasında yürüyen Bülent Ecevit'le Şinasi Osma, bir ara yan yana geldiler. Ecevit, sordu:- AP'nin yetkili kurulları ne zaman toplanıyor?- Kesin belli değil, önümüzdeki hafta toplanır herhalde.Ecevit'in soruyu birkaç kez sormasına Osma hayret etti. AP yetkili kurullarının toplanması bu kadar önemliydi demek...*AP'nin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in kafasını kurcalayan bir mesele vardı. Son zamanlarda rastladığına açtı bu meseleyi. Neredeyse, aklına gelene kendi de şaşıyor, bir yandan "Neden olmasın?" diyordu. Çağlayangil'in kafasını kurcalayan CHP'nin hükümette çekilmesi değildi. CHP'nin çekilmesinden sonra olacaklardı. Çağlayangil'in sesli düşündüğünü kabul edersek, şöyle diyordu kendi kendine:- AP ilk kez olarak, CHP'siz bir anayasa değişikliği yapacak.*Başbakan Melen'in, siyasi partilerin yetkili kurullarının verecekleri cevapları beklemekten başka dertleri de var. Bülent Ecevit'in kayınbabasının cenaze töreninde, yanına düşen YTP Genel Başkanı Nihat Doğan'la ayak üstü dertleşti. Konu, THY'na alınacak uçaklar meselesi. Melen, Doğan'a, bazı uçak firmaları adına hareket edenlerin kendisine tehdit yollu önerilerde bile bulunduklarını söyledi. Başbakanı tehdit ha... Böyle bir haber akşam gazetelerinde sürmanşet olur. Kulağı delik, dikkatli gazeteciler, duydukları ile yetindiler. Bakalım, uçak meselesinin sonu nereye varacak? Başbakan Melen, tehditlere pabuç bırakıcılardan değil anlaşılan, duyulduğuna göre, şöyle demiş:- Ben, konuyu heyete havale ettim. Gerisine karışmıyorum...*CHP'den istifaların başlıca nedeni: "Mer'a kavgası"ymış. Parlamenterlerin, seçim bölgelerinde birbirleriyle savaşlarının adı bu "Mer'a kavgası". Örneğin, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Üstündağ yanında, seçim şansı kalmamış. Sadi Koçaş'ın Onur Kurulu Başkanı Orhan Okay da seçimlerde başlıca çengel. Bursa'da Sadrettin Çanga, İbrahim Öktem karşısında zaten güç durumdaydı deniyor. Manisa'da Mustafa Ok ile Veli

Page 12: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bakırlı yanında, Muammer Erten, "Ecevit'e ters düşmüş olarak" şansını yitirmek üzereymiş zaten.Mer'a kavgası çok önceden başlamıştı aslında. Mer'a kavgası yüzünden, bazılarına yazık olmuştu bile. Örneğin bir Muallâ Akarca, "Ben ortanın solundayım" diye diye gitti, MGP'ye.İstifalar, belki daha da artabilirdi. Artabilir de. Ecevit'in bazılarına telefonla, "Ayrılmayın" dediği de söyleniyor. Bu, liderin görevi de ayrıca. Daha önceden yapılması gerekliydi. Böyle diyenler var...*Tabii Senatör Ahmet Yıldız'a sordum:- Anıtkabir'de yoktunuz, neden?- Yüzüm yoktu, gitmedim.(12 Kasım 1972)

"ŞİMŞEKLER ÇAKARAK, DAĞLARIN ARASINDAN..."

- 19.45 uçağı, zamanında kalkıyor mu efendim?THY'nin güzel memuresi, cevap vermedi. Şöyle bir baktı. Bilet için kuyrukta bekleyen bir yolcu, memurenin yerine cevap verdi:- THY'nin bir uçağı zamanında kalktı, o da Sofya'ya kaçırıldı...Memure, ona da bir şöyle baktı, yine karşılık vermedi.Yolcu çok şakacı biriydi anlaşılan.Amma, dediği çıktı. Saat 19.45 olunca, bir anons: "Lütfen dikkat, TK-152 İstanbul-Ankara seferini yapacak Türk Hava Yolları uçağı, tarifeli uçağın alanımıza geç gelişi yüzünden tahminen 45 dakika geç kalkacaktır..."Yolcu bu sefer, THY memuresine baktı. İkisi de birşey demediler. Çaresiz bekleyecektik.Bir yanda, ellerinde sten tabancalarla polis memurları, yolcuların valizlerini gözden geçiriyorlardı.Başında kasketi, düzgün giyileri ile bir yolcu, valizini açmaya niyetli değil gibi:- Benim valizimi polisler kontrol etti, dedi.- Hangi polisler?- Alman polisleri... Frankfurt'ta.- Sen aç bakalım...Yolcu, "Allah, Allah" dedi. Valizi açtı. Viski şişeleri, nivea kremleri döküldü ortalığa. Oyuncaklar, kadın çamaşırları -ucuz cinsinden- her şey ayan beyan oldu. Almanya'dan noel tatili geçirmeye gelen işçi: "Almanya'da gümrüten de geçti" diye yutkundu. Polis: "Kardeşim, ben çantanda neler var, diye aramıyorum. Aradığım başka benim..."İşçi, "anladım, siz silâh arıyorsunuz..." gibilerden güldü. "O da yok, çocuklara birşeyler getirdim" dedi. Boyuna "gümrükten de geçti canım" diye ekliyordu. Aram devam ediyordu. İğneden ipliğe kadar.- Canım, ona ne bakıyorsunuz, bozuk para çantasında da bomba olmaz ya.- Çok konuşuyorsun be kardeşim, bekle azıcık...

Page 13: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Parasız olduğu için hep seyrediyoruz.Ordan da geçtik. Daha uçağa yarım saat var, yeni anonsa göre. Bari gidip bir bira içmeli... Duruşma Bürosu boyuna, "Güreş Federasyonu Başkanı Bay Vehbi Emre, lütfen danışmaya" diye sesleniyor mikrofondan. Halbuki, Güreş Federasyonu Başkanı mı Vehbi Emre. Danışmacı öyle biliyor demek. Bildiğini de söyleyecek.TK-802 sefer sayılı Antalya seferi de tahminen yarım saat gecikecek. Bunları ezberliyoruz artık havaalanında. İzmir seferinen sonra, bizim uçak bir daha ertelendi. Artık gececiyiz demektir.THY, bu günlere gelene kadar nelerden geçti? Şimdiki duruma bakıp yine de şükretmek gerek.Bundan 20 yıl kadar önceydi. Bir geceyi, Yeşilköy Havaalanı'nın kulesinde heyecandan nefesim tutularak nasıl geçirdiğimi ben bilirim. İzmir'den Yeşilköy'e beklenen bir DC-3 uçağından haber yoktu. Kule kontrolörü her yeri aradı. Uçağa seslendi, öbür uçaklara haber verdi, yok, yok... Uçak kayıptı.Bir süre sonra, uçaktan bir ses geldi. Pilotun, yorgun ve boğuk sesi. Uçağın bulunduğuna hepimiz sevinmiştik. Ancak, kule kontrolörü, pilota neden böyle kaybolduğunu sormak istiyordu. Anlaşıldığına göre, uçak normal geliş yolunu izlememiş, geliş yolundaki varış noktalarını da Yeşilköy kulesine rapor etmemişti. Uçak indi, pilot kuleye çıktı. Kontrolör sordu:- Sizi kaybettik, neredeydiniz?- Kestirme olsun diye Kapıdağı'ndan dağların arasından geldim.- Fakat sizin gece için aletleriniz yok. Görerek uçmanız gerek. Hava karışık ve bulutluydu...- Biliyorum. Dağların arasından geçerken, şimşeklerin çakmasından yararlandım. Şimşek çakınca, karşıma dağ geldiğini farkediyor, rotamı çeviriyordum. Şimşekler çakınca,dağların arasından yolu buldum. Kestirmeden geldim...- Amma bu tehlikeli. Yolcu taşıyorsunuz. Kendinize de yazık.- Ne yapalım kardeşim? 24 saattir uçuyorum, bir dakika uyumadım. Haydi Diyarbakır'a, oradan Ankara'ya, oradan İstanbul'a, haydi yeniden Diyarbakır'a, dönüşte İzmir'e. Biz de insanız.Pilotun haline bakıp acıdım. Giysileri, yağdan pastan şoför yardımcılarına dönmüştü.O günlere bakarak, THY'nin durumu şimdi yine de iyi.Bir anons bir erteleme daha. Sonunda geldi bizim bineceğimiz uçak.Bir denetleme daha. Uçağa binerken, güler yüzle karşılayan hostese sormadan edemedim:- Nerede kaldınız hanımefendi, gözlerimiz yollarda kaldı?Güzel hostesin cevabı: - Ankara'ya inerken, kanatlardan birinin çivisi çıktı. O onarıldı."Aman" dedim içimden, "her şey olsun, geç de kalalım, ziyanı yok. Fakat çivisi çıkmasın..."(27 Aralık 1972)

Page 14: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

VIZ GELİR, TIRIS GİDER...

Bakanlığın üst katlarında, ülkeye yıllarca emeği geçmiş bir devlet memuru. Bir gün "küt" diye görevinden alınır. Göreve 12 Marttan sonra getirilmiş, reformlardan bir bölümün gerçekleştirilmesi için kolları sıvamıştı. Esen bir rüzgâr, yüksek dereceli memuru yerinden etti. Şimdi bakanlıkta "müşavir"dir. Görevinden alındığını duyan arkadaşları, bir yandan teselli ederken bir yandan da öğüt verdiler:- Aman konuşma, sus... Bu ortam da geçer elbet. Bu partizanca düşüncelerin hesabı bir gün sorulur.Yüksek dereceli memur, görevinden alındığına mı yansın, ağzına vurduğu kilite mi?- Gerçekler açıklığa çıkar bir gün ama şimdi değil.Bu yüksek dereceli memuru görevinden alan, partilerüstü hükümetin sayın bakanı da memnundur ama? Haksızlık ediyorsunuz, kimse "gık" demiyor. Nasıl olsa buluyorsunuz bir kulp. Bir bakıma bakan olmak fena da değlimiş hani?Bir başkası, sıkıyönetim mahkemelerinden beraat kararı almıştır, görevinden de alınmıştır Bakanlar Kurulu kararıyle. Gazetecisiniz, sorarsınız bir gün:- Danıştay'a başvuracak mısınız? Uğradığınız haksızlığı düzelttirmek için?- Bakalım, düşünüyorum.Hakkını arayıp, aramama konusunda düşünüyor o da.Bir başkaları, serbest bırakılmışlardır. Dönecek, okulunda çocuklarının başına, ders okutacak. Resmi bir yazı da yok:- Milli Eğitim Müdürlüğü'nden müfettiş gelecek galiba. Hakkınızda bakanlık soruşturması açılacak. Bir süre sınıfa girmeyin olur mu?O da oluyor. Evine gidiyor öğretmen, olağanmış gibi işlem.Bakanlıkta daha "kıyım" devam edecek ya, Meclis Bütçe Komisyonu'nda bakanlığın bütçesi var. Gazetelerde haber ne çıkar, kimbilir belki eleştirilerle karşılaşır komisyonda sayın bakan. Orayı da düşünmeli, o da idare ister efendim.Hele komisyondan bütçe bir geçsin, kalan "ayıklama"yı, ondan sonra yaparsınız. Durduramazsınız "kıyım"ı, çekemezsiniz, gelip geçen olayların altına çizgi. Bu ülkenin insanları, bir daha lâzım olmayacak topluma. Kıy ha. Ez ha.Hemen söylemeliyim, gazeteci olarak "baskı" altında olduğumu söyleyemem. Baskı altında olanlar, ezilenler var. Onların, partizanlıkların kurbanı edilmek istenenlerin haklarını ararken, baskılarla da karşılaşırsınız, ne olacak? Dikkatli yazarsınız, suç işlememeye çalışırsınız. Kaleminizi kâğıda dokundurur, çekersiniz. Ama, gazetecilik bir futbolcu santrfor hızı ve yargıç adaleti ister. Bunun ikisini de gerçekleştireceksiniz. Adaletin tökezlediği yerde siz olacaksınız.- Ama, Ferit Bey kızarsa?- Fakat, Süleyman Bey ne der?Ne derse desin, vız gelir tırıs gider...(29 Aralık 1972)

Page 15: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

EV SAHİBİ ASKERLERLEKONUK POLİTİKACILAR

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler, yemekten önceki kokteyl sırasında, masanın yanındaki sandalyeye rahat bir biçimde oturmuştu. Çevresinde, AP'nin hemen hemen ileri gelenleri vardı. AP'nin bütçe komisyonu üyelerinden İsmet Angı, Vedat Ali Özkan, Nuri Bayar, Cihat Bilgehan, Sadık Tekin Müftüoğlu ve Seyfi Öztürk, Genelkurmay Başkanı ile konuşuyorlar, konuşmalar bazan gittikçe hızlanıyordu. AP'liler neler söylüyorlardı? Genelkurmay Başkanı ne diyordu? Doğrusu, uzaktan pek anlaşılamıyordu.Genelkurmay Başkanı Gürler ile AP'li Seyfi Öztürk'ün önce hararetli bir biçimde ikili konuştukları dikkati çekti. Acaba bu konuşma, Öztürk'ün Bütçe Karma Komisyonunda yaptığı konuşma ile mi ilgiliydi? Olabilir...Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler'in, AP'lilere Madencilik Tasarısı'nın, hükümetten geldiği biçimde geçmesinin yararlarından söz ettiği akla gelebilirdi. Belki de konuşmalar bununla ilgili bile değildi.Ancak, AP Genel Başkan yardımcılarından İsmail Hakkı Tekinel, kokteylden bir gün sonra, meclis kulisinde arkadaşlarına:- Biz, hükümet tasarısına oy vereceğiz... diyordu.Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Nuri Kodamanoğlu:- Hükümet tasarısı, meclisten geçmezse istifa ederim... diyebiliyordu.Kokteyl de, yemek de, salı akşamı orduevinde verildi. Burada evsahibi askerler, konuklarsa politikacılardı. Milli Savunma Bütçesi, Bütçe - Plan Karma Komisyonu'ndan geçtiği gün, her yıl olduğu gibi, Milli Savunma Bakanı, bu yıl da, komisyon üyelerine orduevinde bir yemek verdi.Yemek öncesi kokteylde, Genelkurmay Başkanının yanına, AP'lilerden başka politikacılar hemen hemen yaklaşamadılar denebilir. AP'lilerin bir "hava" alma, ne olup bittiğini öğrenme ihtiyacında oldukları anlaşılıyordu. Kokteylden sonra yemek salonuna geçilirken, AP'liler yine Genelkurmay Başkanı ile birlikte salona geçtiler.- Kuyucu Murat Paşa ne yapıyor?- ................................CHP'li üyeler de, kokteylde bir köşede, "omuzları kalabalık", yüksek rütbeli askerlerle konuşmaktaydılar. Askerlerden kimler vardı? Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı Orgeneral Eşref Akıncı, Genelkurmay İkinci Başkanı Turgut Sunalp, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral İrfan Özaydınlı bir köşede, bütçe komisyonu üyeleriyle konuşurken, bir başka köşede Hava Kuvvetleri Komutanı Batur, Deniz Kuvvetleri Komutanı Kayacan, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Ersun, Yüksek Askeri Şûra üyeleri, karşılarındaki sivil komisyon üyelerine birşeyler anlatıyorlardı.Askerler, eski DP'lilerin siyasi haklarının geri verilmesi ile ilgili çabalara karşı serttiler. Fakat evsahibi olarak, komisyon üyesi politikacılara son

Page 16: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

derece nazik olduklarını belirtmek gerek. Kokteylde ve yemekte, o kadar asker ve sivilin arasında tek kadın vardı. "Bağımsız Halkçılar"dan, Nermin Neftçi. Bütçe Komisyonu üyesi olarak, yemeğe çağrıldı. CHP'li komisyon üyelerinden Mustafa Ok, Ahmet Şener, Kemal Önder, Salih Tanyeri de oradaydılar.- Bu hükümetin istifa etmesi lâzım...Bunu söyleyen, CHP'li üyelerden biriydi. Bu sözü dinleyen asker evsahibi, dinliyor, kendi düşüncesini belli etmiyor görünüyordu, "Reformların sulandırılmaması" konusu da sık sık geçen sözler arasındadaydı.Konuşmalar, o kadar hararetli ve -herhalde- tatlıydı ki, bazı üyeler, kokteylden yemek salonuna yapılan çağrıyı duymamışlar, konuşmaya devam etmişlerdi.Büfede, herkes yemeğini tabağına kendi aldı, bir kenara çekilip hem sohbet etti, hem yedi. Büfe de zengindi doğrusu...Son sıralarda Milletvekilliğinden istifa eden edene. Talât Orhan istifa etti, arkasından geri aldı. Kodamanoğlu -herhalde bakanlıktan- istifa edeceğini söyledi. Önceki gün de Bütçe-Plân Karma Komisyonunda konuşan AP'li Ahmet Buldanlı, Muğla Valisinden yakındı. Bakan Ferit Kubat'a "açın telsizinizi, valiyi Muğla'da arayın. Yerinde bulursanız Milletvekilliğinden istifa etmeye hazırım" dedi. AP'nin Muğla Milletvekili Ahmet Buldanlı'nın, Muğla Valisi'nden ne istediğini doğrusu kimse pek anlayamadı. Buldanlı'nın konuşmasından, 16 yıl jandarma komutanlığı yaptığını öğrendik. Yaşar Kemal'e neden pasaport verilmediğini soran Hayrettin Uysal'a, adını anmadan karşılık verdi. Değil Yaşar Kemal, Bertrand Russel da olsa, sakıncası varsa pasaport verilmeyebilirdi. Buldanlı, Bertand Russel adını "Berkant Rasil" diye söyledi. Yaşar Kemal diyeceğine Esat Kemal deyince, gülüşmeler oldu. "Yaşar Kemal" diye fısıldadı üyelerden biri.İçişleri Bakanı Ferit Kubat, eleştirileri dinlerken, hemen hiç renk vermiyordu. Biliyordu vereceği cevapları. Örneğin Yaşar Kemal'e kim diyordu, pasaport verilmedi diye? Gerekli soruşturma yapılmış, salı akşamı İstanbul'a "pasaportunu verin" diye talimat verilmişti. Biraz geç olmuştu ya, mesele basına dökülüp, kamuoyuna yansıyınca, daha fazla geciktirilmezdi zaten. Öbür verilmeyen pasaportlar ne olacak? Bakalım, elbet onlara da sıra gelirdi...(22 Aralık 1972)

HALK SİYASAL HAYATA SUSADI...

Bütçe - Plân Karma Komisyonu'nda yapılan konuşmalar, yer yer gerçekten seviye kazanıyor. Tabii Senatör Ahmet Yıldız'ın konuşması, yine Milli Savunma Komisyonunda AP'li Nuri Bayar'ın söyledikleri ilgi çekiciydi. Nuri Bayar'ın söylediklerini yıllar önce, milletvekili olduğu yıllarda Çetin Altan yazdığı zaman, "vayyy, neler de söylüyor?" diye başta AP'liler çullanırlardı. Nuri Bayar, "Türkiye'de her çeşit parti kurulsun, herkes serbestçe görüşünü savunabilsin" derken, AP'nin çatısındaki bir düşünce değişikliğini mi belirtmek istiyordu acaba? Düşünce özgürlüğü açısından

Page 17: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

AP'nin tabanı ile CHP'nin tabanı arasında gerçekte büyük ayrılık da yoktur. AP'li seçmen de, CHP'li seçmen de ilçesinde, köyünde kardeşçe çalışır, yaşar. Onları birbirlerine düşmanmışlar gibi gösterme, birinci, ikinci katlarda başlar. Bütçe komisyonu tartışmalarından anlaşılıyor ki, çatıda da demek; özgürlük ve demokrasi anlayışında yakınlaşma var. Bunun en çok, tabandaki halkı sevindireceğine ve etkileyeceğine şüphe yok.1965'den sonra, TİP'li milletvekilleri Torosların tepelerine, dağ köylerine geziye gittiklerinde, çoğu zaman onları da kendi seçmenlerini bulana kadar ya CHP'liler ya da AP'liler ağırlarlardı. TİP'liler, o zamanlar en ağır hücumları, kendilerine "keskin devrimci" diyenlerden görmüşlerdir.Seçim propagandaları sırasında, seçilen alanı dolduranlara bakarak, orada kimin kazanacağını tahmin etmek çok zordu. Bir hafta önceki pazar, aynı alanı aynı büyüklükte bir başka partinin dinleyicileri doldurur, konuşmacıları dinlerdi. Rakip partilerin ileri gelenleri ise, alanın biraz uzağındaki belediye balkonuna yerleşirler, kendilerine yöneltilen hücumları oradan izlerler. Kasaba politikacısı dedikleri tiplerde bile, eğer çok çok çıkarı yoksa, konuşmaları sabırla izleyenlere rastlanırdı. Türk demokrasisi, Meclis Başkanının deyimiyle "tatil"lere uğradıysa, daha fazla sabırlı olunamadığından uğramıştı.Şimdi görülen odur ki, AP'lilerin de, CHP'lilerin de, öbür partilerin de ayakları suya ermiş, demokrasiyi kesintisiz yürütmek için herhalde yeni denemeler kazanmışlardır.CHP'nin Ankara'da bir süre önce düzenlediği, "eğlence" adı verilen siyasi toplantı, CHP'nin güçlendiği izleniminden çok daha önce, halkın siyasi hayata nasıl susadığının açık belirtisiydi. Ecevit'in, bir iki gün içinde başlayacak Zonguldak-Düzce gezisi, bu açıdan önem taşıyor.İki gün önce, Yeniortam'da "CHP Örgütüne" öneride bulunan bir okur mektubunu okuyup okumadığını Bülent Ecevit'e sordum. İlginç bulacağını söyledim. Okuyacağını söyledi. İskenderunlu işçiler "Atatürk'ün partisini korkaklar ve çıkarcılar değil, binler, yüzbinler, işçiler, bizlerin anası-babası, akrabası olan köylüler yaşatacağız" diyorlardı. Bu mektup da, demokratik siyasi hayata susamışlığın çığlığıydı...(23 Aralık 1972)

EĞİTİM KOMİSYONU...

Eğitim Komisyonu'nun Başkanı Mehmet Yardımcı ne kadar da ürkek yapılıdır. Ceylân gibi, sürmeli gözleri var. Biraz dik baksanız, bırakıp kaçacak... Kendisini kokteyllerden tanıyanlar, "Aaaa, ne sempatik adam" derler, doğrudur. Kibardır. Özellikle bayanlara karşı çok incedir.Yardımcı, bu inceliği ve alçak gönüllülüğü, başkanı olduğu Eğitim Komisyonu'nda da sürdürür. O kadar tartışmalı, gürültülü geçen toplantıları yönetir, sıra oylamaya geldi mi, sorar:- Kabul edenler?- Etmiyenler?- Sayın Başkan, siz oy kullanmıyormusunuz?

Page 18: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Hayır, o oyunu kullanmamayı daha uygun bulur nedense. Fazla gürültülü, oylamaların nedeni olmaz bir zaman. Eğitim Komisyonu kaç kişidir? En az 10 kişi vardır. Ancak katılanların çoğunluğu ile alınacak değil mi karar? Çoğu zaman, 3-2 alınır kararlar. Tabii sayın Başkan, "çekimser"dir.Böyle bir karar, komisyonun geçen günkü toplantılarından birinde alındı. Üniversite Reform Tasarısına şöyle bir hüküm konmak istenmişti. "Anarşik olaylara adları karışnlar, asistan olamazlar"! Hoppalaaaa... Peki, adam mahkemeden beraat kararı almışsa ne olacak? Olsun, vaktiyle adı karışmış mı karışmamış mı, ona bakılacak, adı geçmişse, o genç, asistan olmayacak üniversiteerde. Neyse, önerge oylanacak, Başkan Mehmet Yardımcı oyladı:- Kabul edenler?- Etmeyenler?- Kabul edilmiştir efendim...- Sayın Başkan, siz oyunuzu kullanmadınız...- .................................Adları anarşik olaylarda geçmiş olanların asistan olmamaları, komisyondan böylece 3-2 geçti.Mehmet Yardımcı, eski DP bakanlarından Celâl Yardımcı'nın kardeşidir. Celâl Yardımcı da eğitim işlerine baktı bir zamanlar. Kimbilir, Mehmet Yardımcı belki de, kardeşi gibi öyle Yassıada'lara filân gitmeye niyetli değildir. Güzel gözlerindeki ürkekliğin nedeni belki de budur.Türkiye'de hafif bir dalgalanma mı var, sayın Yardımcı'yı arayanlar, ya uçakta görürler, ya da vapurda. Bir gazeteci arkadaşım, 12 Mart arefesinde mi ne, Paris'te Yardımcı'yı nasıl gördüğünü anlatırken, insan zor tutuyor kendini. Ortalık düzelince, geliyor yeniden. Fransızcası da -biraz doğuya çalsa da- iyidir herhalde. Arada bir pasaportun yerinde olup olmayacağını yoklayacaksın, o kadar...Yassıada'da eski DP'li milletvekillerinden bir Halis Öztürk vardı. Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol soruyordu:- Siz Anayasayı ihlâl etmişsiniz?- Ben Anayasayı nasıl ihlâl etmişem? Vallah etmemişem...- Şu, şu, şu kanunlara parmak kaldırmışsın?- Ben Ağrı'da devletin o kadar candarmasının canına kıymışam, devlet benden bunun hesabını sormamış. Bir parmak kaldırdım diye bunun hesabını soracak? Keserim o parmağı...Dedim ya, bilmiyoruz, 1960'dan beri parlamenterlerin oy kullanırlarken, neden bu kadar dikkatli olduklarını...*Eğitim Komisyonu'nun bir de "Hoca" dedikleri, kendilerine -din adamı süsü veren- üyeleri var. Mevlüt Yılmaz, Mustafa Maden -bu adı hatırlayın- ve daha başkaları. Komisyon, Milli Eğitim Komisyonu değil de sanki, Diyanet İşleri ile ilgili bir komisyon. Komisyon toplantıları gizli ya, neler konuşuluyor içerde neler?Geçenlerde, üyelerden birini gördüm, sordum:- Ne oluyor Komisyonda, haber alamıyoruz?..- Sana birşey söyleyeyim mi? Gönlüm istemiyor, Komisyona gitmeyi...

Page 19: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Komisyon neden böyle kurulmuştur? "Hacı", "Hoca" diye anılanlar Milli Eğitim Komisyonunun üyesi olmuşlardır. Bana sorarsanız, bunun başlıca sorumlusu, bu üyeleri, aday diye gösteren parti yöneticilerinin, başta Süleyman beyin tutumunda aranmalıdır. Atatürk'ün 1973 Türkiye'sinde, Eğitim Komisyonu? Hacılar, hocalar ve tartışmaların niteliği? Hey gidi hey...(7 Ocak 1973)

ÖĞRETMENLER ANKARA'YA GELİRKEN...

Bu hafta sonunda TÖB-DER'in olağanüstü kurultayı var. 4 Şubat'ta, öğretmenlerin temsilcileri Ankara'da toplanacaklar.Öğretmenler, "kıyım"ın en ağırları ile karşılaştılar, şu geçtiğimiz dönemde. Bazı bazı işi espriye vurup, "öğretmene kıyan da bir öğretmen elinden çıkmadı mı?" diyeceğim geliyor. Acının, ıstırabın espriye gelir yanı, insan bütün umutlarını yitirdiği zaman vardır. İşkencelerden kıvranan kişi de bir an gelir kahkalar atmağa başlar.Kim yapıyor öğretmene baskıyı? Dediğim gibi, kuşkusuz bir veya birçok öğretmen elinden çıkmış kişiler. Ancak unutmuşlar öğretmenin değerini, önemini.Birini anlattılar: Zaten daha önce de önemli kişiydi, büyüdü, büyüdü, Bakan oldu. O gece karısına döndü:- Eeee, hanım Bakan da olduk bak, dedi...Dünyada, hele Türkiye'de makam diye, mansıp diye, rütbe diye ne var ki, fazla onun ilerisinde. Bakan da oldun mu tamam işte...Türkiye'de Cumhuriyet'ten bu yana kaç bakan gelip geçti, sayabilir misiniz? Ben sayamam, birkaçını anabilirim o kadar. Bir Hasan Ali Yücel, Mustafa Necati -bunlar iyileri- daha daha Reşat Şemsettin Sirer, Tahsin Banguoğlu, Sabahattin Özbek, o da en sonuncusu. Okullarda olsaydım, belki resimlerini de görürdüm bazılarının. Ancak, Hasan Ali Yücel'in resmini de, adını da kazımışlardır kitaplardan.Öğretmenlere "kıyım" en çok, Sabahattin Özbek zamanında mı yapıldı? Bir araştırma ortaya çıkarır gerçeği bir gün. Ancak, Özbek'in öğretmene sahip çıkmadığını rahatça söyleyebiliriz örneklerine bakıp.Papa, ne demiş eskilerde:- Siz hepsini öldürün, Tanrı içlerinden iyileri ayırır...Bakanlığa, 141-142'nin söylentisi mi geldi:- Siz bakanlık emrine alın, danıştay iyisini, kötüsünü ayırır.Eeee, bir dakika lütfen... Bakanlık emrine almalara, yürütmeyi durdurma isteklerine Danıştay'ın 5'nci Dairesi bakar. Sayın Şerafettin Özbek -Bakanın kardeşi midir?- Danıştay'ın bu Dairesinde üye midir? kim çıkar, bunların içinden?Danıştay dairelerinde üyeler arasında bir kapışmadır gidiyor bu sıralar... Bir üye, bir gün toplantıda şöyle dedi:- Yahu arkadaşlar, biz bir zamanlar -herhalde 12 Marttan önce- da kararlar verirdik. Bakanlıkların Bakanlık emrine alma işlemlerini durdurdu, sonra Bakanlığın savunmasını alırdık. Şimdi, değişen bir şey yok. Bakanlık

Page 20: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

emrine almalar hızlandı, biz de yürütmeleri durdurmadan vazgeçtik; yoksa yürütmeyi durdurma hakkımız elimizden alındı mı?Üyeye kim ne cevap verdi bilmiyorum. Belki, AP'liler bile Danıştay gibi bir Anayasa kuruluşunun bu şahane usluluğu karşısında, Danıştay'la ilgili Anayasa isteklerinden vazgeçmişlerdir?Bakanlıkta da bir tedirginlik var, doğrusu. Görevden almalar, işten el çektirmeler üst kademelere kadar vardı. Öğretmenlere haksız işlem yapmağa yanaşmayanlar, şu anda "kıyam" da sıralarını beklemekteler.Gazeteler -kendiliklerinden sansür de koyarak- bir şey yazamaz oldular. Bu dönem geçsin de öyle yazacaklarmış. Kimbilir "neler çektik neler?" diye yazı dizileri yayınlarlar o zaman.Sözün kısası, öğretmenim, sizler Ankara'ya gelirken genel durum yani "manzara-i umumiye" böyle...(30 Ocak 1973)

KARAOSMANOĞLU GEÇERKEN...

Atillâ Karaosmanoğlu Türkiye'den geçti. Ankara'da iki gece kaldı. Kendisiyle telefonla görüşebildim ancak. İki gece bir günde ne olur? Buluşup on dakika da olsa görüşecektik, olmadı.Dışarıdan nasıl görünüyor acaba Türkiye? Bunu soracaktım. Kimbilir belki de "biraz daha belirsiz görünüyor her zamankinden" karşılığını verecekti dikkatlice konuşup, ne bileyim.Gerçekten, içerdeki hay-huyları bir de dışardan seyretmeli. Tabii o zaman, birtakım ufak tefek adamlar görünmez. Türkiye'nin sorunları bütünüyle çarpar suratınıza. Dışarıya gidip gelmeyi bu bakımdan isterim zaman zaman...Karaosmanoğlu'nu, eski arkadaşları Onbirler karşılamış, uğurlamışlar. Atilla Karaosmanoğlu da, Onbinler de iyi izlenimler bırakmışlardı çok kısa dönemleri içinde. Bir rüzgar gibi hatta hatta fırtına gibi gelip geçmişlerdi. Politikayı "kurnaz ve ağzı laf yapar kişilere" bırakarak, bir şey istemeyerek, namuslu "devlet adamlığı" örnekleri vererek ayrılmışlardır. Ancak farkında mısınız, unutulmamışlardır; kusurlarına, eksiklerine, bütün acemiliklerine rağmen.Karaosmanoğlu'nu taaa Plânlama'dan 1960'lardan tanırım. Nihat Erim de, çeşitli konuşmalarda ona ve arkadaşlarına görev verdiği için, öğünürdü. Daha başbakanlığı kabul etmemişti. Sormuştum: "Başbakanlık görevini kabul edecek misiniz? "Sen destekleyeceğini vaad edersen kabul edeceğim."Benim yüzümden memleket başbakansız mı kalsın? "Tabii Nihat bey, destekleyeceğiz"... dedim.Şaka bir yana Nihat Erim, "Beni destekleyen güçler artık desteklemediği için istifa ettim" der ya, gerçekte Nihat Erim'e desteklerin en büyüğü yapılmıştır. O, galiba bu desteğin adamı olmadığını hakkıyle ispatladı.Basına o zaman da, o zamandan beri de yansımayan önemli bir olayı, yazmanın galiba zamanı gelmiştir. Kurtul Altuğ, zamanın Başbakanlık

Page 21: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

danışmanı olarak edindiği bilgileri yazı dizisinde yazıyor ya, konuya da ilişmedi daha. Belki ileride yazacaktır.Birinci Erim Hükümeti zamanında da, şimdi olduğu gibi, içerdeki tutuklular hakkında çeşitli söylentiler çıkar, konu herhalde Bakanlar Kurulu'nda uzun uzun tartışılırdı. Bir ara, gözaltına almalar hızlanmış, Erim'in balyoz harekâtına paralel olarak valiler, topladıkları öğretmenleri, Ankara'lara sevke başlamışlardı.Tam bu sırada Atillâ Karaosmanoğlu, Başbakan Nihat Erim'in yanına çıkar ve şöyle der:- Bunlar durmadığı takdirde, biz yani ben ve yedi arkadaşım, tutukevlerine giderek durumu yakından inceleyeceğiz. Nihat Erim, "Aman iki gün müsaade edin" der galiba. Balyoz harekâtı durmuş, işlemler normal yollara dönmüştü. Ancak, Başbakan Yardımcılarından Sadi Koçaş, unutmadıysam, tutukevlerinden birine giderek, yöneticilerle görüşür, aldığı bilgiyi gelip arkadaşlarına anlatır. Bu örneği, Onbirleri gerektiğinde Başbakana karşı ağırlıklarını nasıl koyabildiklerini göstermek için verdim.Yurtdışında çalışan yalnız, Atillâ Karaosmanoğlu değildir. Onun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır. Orhan Asena, Nejat Erder, Yaşar Gürbüz, Türkiye'nin yetiştirdiği bu değerler, dışarda beyinlerini satarak yaşıyorlar. Bir ülkeden bir ülkeye giderken de, Türkiye'ye uğruyorlar. Bir rüzgâr gibi. Yüzümüze çalıp geçiyorlar özlemlerini.(6 Şubat 1973)

BÜYÜK GÖZALTI...

Zehir hafiyeler, öğretmenin not defterinin arkasında "3 b'den 40 alındı, 10 kaldı..." şeklinde bir şifre görmüşlerdi. Ne olabilirdi bu? "Hımmmmm 3 b..." dedi biri, "ne bu alınan 40?" ekledi arkasından "alınacak 10 ne?" Ne? Ruble mi? Gel bakalım hocam bu ne?- Vallahi hatırlayamadım, yazmışım demek?- Yazmakla olmaz, hatırlamıyorum demekle olmaz. Ne bu alınan 40, alınacak 10 ne? Onu açıkla bakalım...Bir başkası, "yakalandın, kapana kısıldın" der gibi, sordu:- Nerede aldın 40'ı? Kalanını nerede teslim edeceklerdi?- Bilmiyorum... Hatırlasam söylerim...- İyi düşün canım...Açıkca, eğleniyorlardı besbelli. Sıkışmış, savunmasız adamın hali ne fecidir. Öğretmen soğuk terler döküyordu. Neydi bu 3 b'den alınan 40? O da kendi kendini suçlamaya başlıyordu neredeyse. Bu olsa olsa kırk belâ olabilirdi. Birden hatırladı. Hay Allah...- Efendim, spor koluna 3 b'den 40 kişi parasını vermiş, 10 kişi vermemiş, şimdi hatırladım..

Page 22: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Öğretmeni önce soğuk terlerle sıkıştıran müfettişler, odada dolaşarak teselli ettiler:- Tamam canım, niye telâş ediyorsun, sonra birşey diyen yok ki. Biri sordu bu ara:- Hocam, derste "Toprak Reformu lâzımdır" demişsin, öyle mi?Mesele demek buralarda geziyordu.- Evet, dedim.- Türkiye her bakımdan bağımsız olmalı demişsin?- Olmamalı mı?- Vallahi, biz şimdi soru soruyoruz. Buna göre rapor düzenleyeceğiz. Bir şey daha var: Sovyetler Birliği, ekonomisi sosyalizme geçişten sonra gelişme gösterdi demişsin?- Ben demedim, coğrafya kitabında öyle yazıyor: "sosyalist olduktan sonra ekonomisi gelişti" diyor. Bunu kitabı yazana sorun, bana ne?Öğretmenlere müfettişlerin yönelttikleri sorular, bunlarla bitmiyor. TÖB-DER Dergisi, bir zaman yaptığı gibi, müfettişlerin öğretmenlere yönelttikleri soruları ve cevapları yayınlarsa ne iyi eder?TÖB-DER'in olağanüstü kongresi sona erdi, delegeler yerlerine döndüler Ankara havasını alarak. Biraz da zehirlenerek... Dilşat Salonunda iki gün üst üste kurultay çalışmalarına katılma, tartışmalar, akşam olunca olsa olsa "Buhara" tavukçusunda bir tek rakı ile kafa dinlendirerek...Olağanüstü Kurultay'a Milli Eğitim Bakanı'nın gelmesini bekledim ben. Gelseydi, üstüne o kadar ağır konuşmalar yaptığı öğretmenlerinin, öyle öcü gibi korkulacak kişiler olmadığını görecekti. Bakan binlerce üyeli bir öğretmen topluluğuna bir mesaj bile yollamadı, yazık...Nasıl da dertli ve problemler içindeydiler? Kendileriyle ilgili değildi çokca söyledikleri, çevreleri ve arkadaşları ile ilgiliydi. Bakanlık müfettişlerinin sordukları soruları, sorguları anlatıyorlardı. İhbarlar üzerine, pek çok öğretmen kovuşturmaya uğramıştı. Kovuşturmaya uğranan birinin cebinde tek bir "Yeniortam" bulunması yetmişti. Çevrenin baskısı ve gözaltındaydılar.Güneyde, Güney-Doğu Anadolu'da öğretmen kıyımı, son dereceye varmıştı. Gazetelerde "Öğretmen kıyımı" ile ilgili haberler neredeyse pire pisliği kadar bile yer bulmuyordu. Komandolardan, gericilerden yedikleri dayak yanlarına kalıyor, konular mahkemelere bile yansımıyordu. Ancak, umutsuz değillerdi...Ankara'da toplanan TÖB-DER Kurultayı'nda ilk yapılan iş, Ata'nın kabrine çelenk koyma işiydi. 10 kişinin gitmesi kararlaştırıldı. Adlar saptandı. 10 kişilik heyet, -arabaları yok tabii- otobüsle, dolmuşla ne bulduysa onunla yola çıktı. Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin heyecanı içindeydiler. Ancak, Anıtkabir'den geri çevrildiler. Ziyaret saatini birkaç dakika geçirmişlerdi. Ata'ya da saygılarını sunamadan, Anıtkabir defterine -başöğretmene- söyleyeceklerini, yazamadan geri döndüler.Protokolü becerememişlerdi...Ankara'da iki ya üç gece kaldılar. Sonunda geldikleri Hakkari'ye, Muş'a, kalabalıkların kendilerini beklediği "büyük gözaltı"na döndüler.(8 Şubat 1973)

Page 23: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

İNSAN HAPİSTE DE MUTLU OLABİLİYOR...

Tutukevlerinde günler nasıl geçer, merak etmez misiniz? Akşam olunca demir sürgülü kapılar üstünüze kapanınca ne duyarsınız? Her istenmeyen, dilenmeyen durumun getirdiği teselliler de yok mudur?Geçenlerde, tutukevlerinden dışardaki dostlara, özellikle kadınlara, kızlara tutukevlerinde örülmüş bel kemerleri geldi. Bunların en iyilerini -söylentilere göre- Profesör Sadun Aren ile Bekir Yenigün, Hüsamettin Güven yapıyorlarmış. Yedikleri zeytin tanelerini atmıyorlar, bunları delip bir güzel dizip kemer yapıyorlarmış. Boş zamanda kitap, gazete okuyorlar içerde.Bağımsız (eski TİP) Kocaeli Senatörü Fatma Hikmet İşmen, birkaç gün önce ilginç bir mektup aldı. Birikte okuyalım, bir mahpusun mektubunu:"Sevgili Hikmet hanım,Defterleri aldığımdan beri size mektup yazacağım. Bugün, yarın derken günler geçti gidiverdi. Hapiste günler öylesine çabuk geçiyor ki, şaşarsınız. Hem erken kalkıldığı halde... Kahvaltı ve yemekler, havalandırmalar, yoklamalar günü bölüyor ve kısaltıyor. Araya banyo, çamaşır yıkama gibi işler de giriyor. Kalan zamanı da günü yararlı geçirmiş olmak için, okumak, çeviri, daktilo yazmak, örgü veya iş işlemekle dolduruyorsunuz. Ve gece yatağa yorgun argın giriyorsunuz. Cidden hiç şaka değil. Halbuki dışarda iken insan, hapiste de vakit geçmek bilmez, diye düşünür.Defterler bana geçmiş yılları hatırlattı. Zamanın ölçüsü bakımından çok yakın, niteliği bakımından çok uzak yılları. Bahçeye çıkıp açık havalarda Çankaya, Dikmen tepelerini görünce de sık sık hatırlıyorum sizin balkonda oturduğumuz akşamları. Her nedense yine öyle oturacakmışız gibi geliyor bana. Onbeş yılı ciddiye alamıyorum bir türlü. Uzaktan siyaset sahnesini izlemek de ilginç. Çok gazete, dergi alıyoruz, onları okumak da her gün üç dört saat alıyor.Şimdi gece... Son yoklamadan sonra yazıyorum bunları. Koğuş sessiz. Herkes bir işle meşgul. Mektubu bitirince tercüme tashihleri yapacağım ve böylece günün programı kapanmış olacak. Sabah altı-altıbuçuk arası kalkacağım.Siz neler yapıyorsunuz? Yazarsanız sevinirim. Munise hanımı görüyor musunuz? Selâm ve sevgilerimi söyleyin lütfen. Diğer eşe dosta da.İşte bizim hapishane havadisleri bitti bile. Günler çok dolu geçmekle beraber, çok yeknesak da. Bugün tam bir bahar havası vardı. İçim bir genişledi, ferahladı ki... Koğuş sanki genişlemiş gibi geliyor. Bahçe de öyle... Dumanı azalmış hava ciğerlere daha yumuşak, daha dost... Havanın bir değişimi bile böylesine sevinç kaynağı oluyor hapiste. Küçük şeyler büyük değer kazanıyor ve insan mutlu olmak nedenini buluyor yine de.Hatırladığınız için teşekkürler eder, gözlerinizden öperim.Behice Boran"

Page 24: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

(26 Şubat 1973)

SÜLEYMAN BEY GÜÇ DURUMDA...

Parlamentonun tenha koridorlarında, kafalarını dinlemeye ya da, arkadaşlarından haber almaya gelen parlamenterler tur atıyorlar. Ne kahve, ne çay bir şey yok amma bol bol söyleşi var. İşte karşıda, AP'den kovulmak üzere olan Aydın Yalçın ile, Demirel'in yakın adamlarından eski bakan Selâhattin Kılıç... Kılıç, soruyor:- Hoca, sen bilirsin ne olacak?- Olacağı yok, oldu bitti bile.- Nasıl oldu?- Emr-i vaki geldi, çattı. Sen partiler üzerinde mutabakat sağlayabilecek, çeşitli müesseselere güven verecek bir adayı bulup çıkaramamak suretiyle sahayı boş bırak. Sonra da "kafamda aday var" de. Bana bak azizim, Kırşehir Merkez İlçe Kongresi'ndeki delege sistemleriyle, Cumhurbaşkanı adayı mı seçilir?- Peki ne olacak?Bilmem, onu işi bu hale getirenlere sorun...*Meclis basın locasına yakın yerde, Turhan Bilgin, CHP'li İbrahim Cüceoğlu'na rastladı:- Yahu İbrahimciğim, şu Cumhurbaşkanı adaylığı meselesinde de iki büyük parti anlaşsaydık, ne iyi olurdu.Cüceoğlu cevabı yapıştırdı:- Kardeşim işbirliği yapalım amma, sizin bir abdestiniz öbürüne ulaşmıyor ki...Bir köşede de konuşuyorlar:- Yahu, bu Tansel de çıktı, o nasıl aday olacak?- Vallahi herhalde, Kanada'dan nefes nefese hava alanına gelecek, doğru araba senatoya getirecek Tansel'i ve yemin edecek. Tabii 13'üne yetişebilirse...*Süleyman Bey, gerçekten güç durumda şimdi. Ne yapsın, dönsün mü sözünden, o kadar taraftarının "dayan Süleyman Bey, arkandayız" demesine kulak versin mi, yoksa Çağlayangil'e, İsmet Sezgin'e mi uysun, o da şaşırıp kalmış olmalı.Süleyman Bey'in başında, çevresinde bir şeyler dolaşıp duruyor. Biliyor bir daha Başbakanlık yok, bunu anlayacak kadar zeki adam... Ancak, Süleyman Bey'in dediği olursa, başında dolaşanlar, ayaklarına, dolaşabilir onu da biliyor. Politikayı bırakıp, kardeşleri gibi iş hayatına dönmek var. Fena mı, para kazanır, böyle yürek üzüntüsü çekip duracağına.1950 seçimleri arefesiydi. Seçim propagandaları sırası. İktidarda İnönü, muhalefetin başında Bayar var. İnönü bir konuşmasında Bayar'ı doğrudan karşısına aldı. Şu biçim konuştu:

Page 25: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Muhalefet lideri açıklasın: İktidara geldiklerinde, dış politikaları, iç politikaları ne olacak, bilmek istiyorum.Bayar, hiç oralı olmadı, hatırladığım kadar. Şöyle bir karşılık verdi:- Biz, kimseye hesap vermeyiz. Hesabımızı ancak ve ancak millete veririz.İnönü, galiba bunun üzerine susmuş, başka bir şey dememişti.Şimdi Süleyman bey -söz gelişi- aynı şeyi deniyor:Süleyman bey, unutuyor. Devir, o zamanın polemik devri değil. Süleyman bey'in karşısında da İsmet Paşa yok. Hatta, ismet Paşa -bir bakıma Metin Toker'in de yardımıyla şimdi- Süleyman bey'in yanında. Fakat yararsız...Bu dar ve zor durumundan Süleyman bey'i kim kurtarabilecek bakalım...(5 Mart 1973)

KARANLIĞIN GÖZÜ

Annesi, Eylem'e mama yedirirken kullanıyor bu deyimi:- Hadi kızım, karanlığın gözüne bakalım...Birlikte gidip, kapıcı Ziya efendinin oturduğu zeminkata bakıyorlar. Onlar aşağı bakarken, annesi mama lokmasını dayıyor Eylem'in ağzına. Eylem, daha mayısta iki yaşına basacak, o kadar küçük. Fazıl Hüsnü amcası, Eylem'e imzaladığı kitabına, "Yurdun ve yeryüzünün en büyük güzelliği Eylem'dir" diye yazdı, yaaa... Haydi kızım bir lokmacık daha. Şu Özlem, eylem'in küçüğü. O mamalarını daha kolay yiyor denebilir. Eylem, mamadan sonra konuşuyor:- Babam, karanlığın gözünü dövecek, pat pat yaa...O mamasını yerken düşünüyorum, "karanlığın gözü"nü. Böyle bakıyor adama, yaaaa...- Gürler, ilk turda çıkar mı, çıkmaz mı?İlk iki turda çıkabilmesi için, en az 422 oy alması gerek. Ondan sonraki turlar için ise 317 oy... Kulislerde söylentiler:- Kardeşim, Meclisin haysiyet ve şerefi var...- Elbette var, 12 Mart'tan beri yeni mi farkına vardın?Biri şöyle demiş:- Ben bırakır giderim..- Size engel olan mı var, bırak git... Arkadaşına da fısıldıyor:Merak etme, on bini nereye bırakıp gidecek?Ne bırakıp gitmesi "Keşke, şu Meclis'lerin süresi bir uzasa" diyenden geçilmiyor, kulislerde.Bilinmeyenle çarpışıyor çok kişi.- Ne demek istiyorsunuz, efendim?- Demek istediğimi söyledim, daha fazla söyleyemem...Viraj almaya bakıyoruz boyuna iyi mi? Bu kadar viraj da biraz fazla canım...- CHP tam verecekmiş diyorlar.- Alkışlara bakılırsa öyle. Amma, AP'liler de verir, merak etme. kendi başlarına kaldıklarında değişik düşünüyorlar...

Page 26: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Gürler ant içerken, AP'liler yanı hemen hemen bomboştu. Peki neden gelmediler, belki de engellemek istediler Senato toplantısını. Ant içemezse, senatör olamaz, senatör olamazsa, aday da olamaz yaaaa... O zaman Süleyman bey'in kafasındaki adayı çıkarıveririz ortaya, yaaa.Süleyman bey, aday çıkarırsa bu aday bundan sonra oy alabilir mi? Oy alamayacağını Süleyman bey de bilir. Bu hale geldikten sonra işler, oy verseler bir çeşit, vermeseler başka çeşit. Oy verene, ya da kafasındaki adaya oy vermiyene ceza vermek isterse, örneğin Aydın Yalçın'a yaptığı gibi haysiyet kurullarına verse, ya direnenler çoğalırsa ne olacak? Parti de parçalanırsa, görünen oraya gidiyor ya, YTP örneği, Demokratiklerle, AP'liler bir gün "yahu biz neden ayrıyız tanrı aşkına" deyiverecekler gibi geliyor... Bu ne zaman olur? Herhalde, bunun da başında Süleyman bey sorunu yatar o zaman da...Süleyman bey kendi pek iyi biliyor, bir daha kolay başbakanlık olamayacağını şansında. Bir daha kolay gülmeyeceğini o şansın. Ne yapar, ne eder ilk gelecek seçimlerden sonra?Şimdi yakın geleceklerin sorusu olacağı benzer bu. Hiç mi çıkış yolu yoktur, hiç mi çare kalmadı bilmiyorum... Belki vardır nebileyim, önce çevresinden kurtulsa bir, kafasını kurcalayanlardan kurtulsa...Eylem'e söylüyorum:- Karanlığın gözünü döveceğim ben, pat pat...- Dövme baba, karanlığın gözü cici...(9 Mart 1973)

GÜRLER, KULİSLERE İYİ GİRDİ...

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine üç gün kala, Gürler kulislere iyi girdi doğrusu. Sunay, 1966'da Kontenjan Senatörü olarak ant içtiğinde, öyle kulise filan boş vermiş, seçim gününe kadar evine gidip oturmuştu. Gürler öyle yapmadı. Önceki gün, Senato toplantısına gelip, -kısa süre de olsa- görüşmeleri izledi. Sonra, öbür parlamenterler gibi, kuliste bir koltuğa kurulup çevreyi izlemek istedi. O kadarını pek yapamadı galiba, hemen kalkıp üst kata çıktı. Parlamenterler, Gürler'i iyice inceliyorlar, görücü gibi bakıyorlardı. Biri:- Gözleri ne renkti, maviydi galiba?- Açık mavi, hafif de şehlâ.- Deme... Eeee...Doğruydu gözlerinin hafif şehla oluşu. Bir gözünden bir zamanlar ameliyat geçirmiş, şehlalık ondan sonra olmuştu.- Gürler, nasıl kazanabilir mi başkanlığı?- Vallahi... Yapacağı kulislere bağlı bu tabii...Gürler hakkında en çok bilgi tabii senatörlerde olmalıydı, onlar da eski askerdiler. Çoğunun ya arkadaşı, ya da yakınında bulunduğu kişiydi.-Karadenuzlen ilişkisu var midur?- Neden sordunuz?- Bilmeyrum, eşi tarafından Karatenuzludur dedular da.. Arkasından, gelsin Karadenizli fıkraları...

Page 27: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Gazeteci Orhan Duru ile Meclis kulisinde tur atıyoruz. O anlatıyor, Karadenizli fıkralarını. Buyrun:Eski Milli Savunma Bakanlarından Hüsnü Çakır'a bakanlığı sırasında imzalaması için bir evrak getirirler. Evrak, en alt kademeden en üst kademeye kadar, küçük büyük rütbeli subayın parafından geçmiş, ona kadar gelmiş. Yirmi-otuz kişinin parafı...Hüsnü Çakır, yazıyı imzalamadan şöyle bir okumuş:- Bu yazıda parafı olanların hepsu celsun, demiş...Bütün parafı olanlar, tabii daktilo kızcağız da var aralarında gelmişler. Hüsnü Çakır, onlara yazıyı uzatmış:- Alın şu yaziyi, pir don ciydirin de öyle geturun.Meğer yazının en sonu, yanlışlıkla "donsuz saygılarımızla..." diye yazılmışmış...Başbakan Ferit bey, ne kadar değişmiş ben görmeyeli... Bir tuhaf şişmanlamış gibi geldi, çenesi sarkmış, dişleri ağzına uymuyor gibi duruyorlar. O da, Senato'nun gerisindeki koltuklarda gazetecilerle söyleşide. Ferit bey'in bütün esprisi, gördüğü yerde kırmızı aramak. Hani ikide bir takılırlar:- Oooo, kırmızı kravat takıyorsun... Demek...- Bak, bak... Papyonunda kırmızı benekler var...Ferit bey, CHP'li Fikret Gündoğan'la tatlı bir takışmada. Gündoğan, "solun meşruluğunu şerefle taşıyacak ve anlatacağız..." diyor. Ferit bey, Feyzioğlu'nun etkisinde ne kadar kalmış böyle? Tatlı atışmalarda, Anadolu Ajansı'nın -Başbakanlığa bağlıdır- muhabirleri, Ferit bey'i tutuyor görünüyorlar...Görüyorsunuz, Meclis kulislerini buradan...(10 Mart 1973)

KÖYLÜ FIKRALARI...

Demokratik Partili Kadri Erdoğan -hani, 15 profesörü sallandırıverelim, işi de halledelim diyen, Menderes'e deve kesmekle ün yapan adam- AP'lilerin kulisine gitmişti ki, başta Devlet Bakanı Doğan Kitaplı, yirmi kadar AP'li başına toplanıverdiler. Kadri Erdoğan, uzun eşek oynar gibi başına birikenlere sordu:- Kilitli misiniz?Cevap verdiler:- Evet kilitliyiz...Bu kadarı duyulabiliyor kulislerin.Parmaklarla hesap yaptıklarından -uzaktan- bir şeyler sezilebiliyor ara sıra da sözler:- 318 mevcudumuz var, Sabit Osman Avcı'yı düş. O oy kullanamaz, Başkan olduğu için. Sabri Sözeri de Almanya'da. Gerisi tamam...Tamamsa mesele yok, deyip kulisin bir başka köşesine gidiyorsunuz, orada tartışma başka. Burada Süleyman bey meselesi tartışılıyor:

Page 28: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Kardeşim, bundan sonra AP'de iç savaş -mücadele anlamına- başlıyor. Süleyman bey 12 Mart'ta her şeyini kaybetmişti. Erim geldi. Süleyman bey'in her şeyini iade etti. Amma, Süleyman bey de -maşallah- liderden çok, küçük işlerin adamı olduğunu kısa zamanda gösterdi vesselâm. Şimdi, bakalım, Demirel AP içinde nasıl ayıklanacak?- Demirel'in ayıklanması CHP'nin işine gelir mi bakalım. Demirel kalmadı ki, Bülent bey onunla güreşip dursun...Anlaşılan burada da, Süleyman bey'e gelecek tespiti yapılıyor. Don biçiliyor, boynunun, boyunun ölçüsü alınıyor anlayacağınız. Fakat, Süleyman beyin AP'nin başından uzaklaştırılmasını demokratikler nasıl isterler, bilmezsiniz. Burada, görüşleri CHP ile çatışır.Demirel de, iyi komutanmış doğrusu, helâl olsun... Öyle strateji biliyor ki, daha savaşa girmeden savaşı kaybediyor iyi mi? Şimdi, Ankara'ya hemen hemen bütün il başkanlarını topladı. Niye? "Gelin de, bir hâtıra resmi çektirelim, iyidir iyi..." mi demek istiyor bununla? Takım taklavat, otellere kurulmuş, AP içinde başlayacak iç savaş -mücadele- tan habersiz, domates suyu ile votka içiyor.- Bu iş tamam, burada biter kardeşim...- Ne tamam, anlamadım?- Fazla içtim, tamam yeter, ben gideyim artık çoluk, çocuk bekler...O da gidiyor. Sonra, karikatürüst Semih Balcıoğlu ile konuşuyoruz birazcık. Sanatçılara çok iş düşüyor memlekette diye düşünüyorum.*Her gün Karadenizli fıkrası olmaz ya canım, bir arkadaşım da köylü fıkraları anlatıyor iyi mi? Fıkrayı dinleyelim, "Yorgun Savaşçılar"ın yemeğine gideceğim: Fıkra şu biçim:"Bir köylü pazarda dolaşırken, yerde bir çuvaldız bulmuş. Çuvaldızı bilirsiniz, iğnelemekten çok, bir çuvalı, bir hararı, ya da çulu dikmek için kullanılır. Amma, köylünün pek işine yarar. Neyse, çuvaldızı bulmuş, nasıl da sevinmiş? Yavaşça cebine sokmuş. Pazar fıkır fıkır insan kaynıyor. Köyünün yolunu tutmuş. Tepeye çıkıp, pazar yerine baktığında pazardaki insanların eğilip yerlerde bir şeyler aradıklarını sanmış -öyle görünür- kendi, kendine:- Kayna gidinin pazarı kayna, demiş, çuvaldızı bulan buldu.Pazardakilerin hâlâ çuvaldızı aradıklarını sanırmış...(11 Mart 1973)

MUSTAFA KEMAL İLE FALCI...

Onu, bundan yirmi üç yıl kadar önce tanımıştım. Konya'da ufacık bir gazete çıkarır, orada "kompozitör" imzasıyle yazılar yazardı. Çok, yaşlı, fakat hâlâ dinçti. Belli, gün görmüş, eyyam geçirmiş bir filozoftu. Felsefe öğretmenliği yapmış, belki emekli bile olmadan ayrılmıştı. "Ayaklı kütüphane" dedikleri tiptendi.Bir gün Hadim ilçesine gelmiş, orada birkaç gün kalmıştı. Orada tanışmış, konuşmuştuk. Çocuk denecek yaşta olmama bakmadan yazı yazmağa

Page 29: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

özendirmişti beni. Yazdığı bir mektupta, "muharrir" diye yazmıştı. Çaktırmadan, nasıl sevinmiştim. O anlattı "masal gibi" öyküyü, şöyle:"Çanakkale savaşları ya bitmiş, ya bitmek üzereydi. Bir gün arkadaşımla, bir iş için Harbiye Nezaretine gitmiştim. Orada işimizi izlerken, arkadaşım kolumu dürttü:- Şu gideni görüyor musun?- Evet...- Onun adı, Mustafa Kemal'dir. Bir gün padişah olacak...- ......................Son sözleri kulağıma fısıldıyarak söylemişti. Sonra ayrıldık arkadaşımla. Ben öğretmenliğe başlamıştım Bolu'da.Bir süre sonra, İstiklâl Savaşı başladı. arkasından cumhuriyet. Bir sabah, toplar atıldı ve Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı olduğu ilân edildi. O zaman, kafama "daaaank..." etti. Yıllar önce bana, "onun adı Mustafa Kemal'dir, bir gün padişah olacak" diyen arkadaşımı hatırladım. Evlerini biliyordum. Atladığım gibi, doğru İstanbul.... Saraçhane başında yürüyordum ki, geçen tramvayda arkadaşımı gördüm. O da bana el salladı:- İniyorum, bekle... dedi.Ben kucaklayıp öptükten sonra:- Beni neden aradığını biliyorum, anlatayım, dedi ve anlatmağa başladı:- Selânik'te biz Mustafa Kemal'lerle aynı mahallede otururduk. Evlerimiz de yakındı. İkimiz de yakın yaşlarda, çocuktuk. Mahallede bir falcı vardı, çok ünlü idi. Her eve gitmez, rastgele bir yere gider, bir şeyler tahmin eder çıkardı. Söylediklerinin kesinkes çıkacağına mahallede herkes inanırdı. Falcı kadın, bir gün Mustafa'ların evine girdi. Mahalle'nin bütün çocukları arkasındaydık. Mustafa'nın eline baktı, falcının gözleri iri iri olmuştu.- Sen, dedi, padişah olacaksın, onbeş yıl kalacaksın.Falcının söyledikerini o zaman pek anlayamamıştık. Memlekette "padişah" vardı. Padişah sülâlesinden olmayan birinin padişahlığından söz etmek tehlikeliydi. Bir yol kalıyordu, Mustafa Kemal ihtilâl mi yapacaktı? Bir yol daha vardı, örneğin Cumhuriyet mi olacaktı yoksa? Hasılı konuşmak, söyleşmek tehlikeliydi... Fakat falcımıza da inanırdık. Kendi aramızda Mustafa'ya zaman zaman "Padişah Mustafa" dediğimiz olurdu. İşte benim sana, Harbiye Nezaretinde söylediğim bundandı...Sonra devam etti:- Amma, sana asıl ilginç yanını söylemedim daha öykünün... Anadolu hareketi başlamış, Mustafa Kemal Anadolu'ya geçmiş, başarı da kazanmıştı. Cumhuriyet ilân edilince kalkıp Ankara'ya gittim. Gazi Mustafa Kemal'i, eski mahalle arkadaşımı görecektim. Kabul edildim. Beni iyi karşıladı. Kafası memleket sorunlarıyla yüklüydü. Ayrılırken, kapının yanında, bir de ne göreyim?- Ne gördün?- Falcı'yı. Yaşlanmış, daha da kurumuştu.........................................Bu yazının başına "masal gibi..." dedim, belki uydurulmuş bir masal, bir öykü... Bana anlatan çoktan ölmüş olmalı. Bana anlatana anlatan da.

Page 30: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

*Tanıdık tanımadık okurlar geliyor, biri şöyle dedi:- Satırların arasını okumaya çalışmaktan beyin humması olacağız neredeyse. Ne oluyor Ankara'da, ne olacak bir türlü açıkça yazmıyorsunuz.- Ne yazalım istiyorsunuz? İşte kulisleri, en ince en kıyı köşelerine dek veriyoruz ya...Daha açık yazın. Kim olacak Cumhurbaşkanı, bilmek istiyoruz...- Çok değil, bir gün kaldı, hep birlikte öğreneceğiz.(12 Mart 1973)

DANANIN KUYRUĞUNUN ORTASI...

Herhalde, üç, dört, bilemediniz beş yaşlarında var, yoktum. Babam fırından ekmek çıkarırken, bütün hevesim dükkânımızın yakınında oynamak, sokaktaki köpeklere binmekti. Köpeğe binme de nesi? Şimdi ansıdıkça hem ürperir, hem gülerim. Köpeğe binmişsiniz, elinizde söğüt dalından bir kamçı, söylenip dolaşıyorsunuz:- Gezdiiiir, gezdiiiiir...Köpek, nedense -tabii sokak köpeği- fazla ses çıkarmadan gezdiriyor süvarisini. Karşıdan amcam görünce ayıkıyorum:- İn ulan kerata, köpeğe binilir mi?Hemen inip, hazırol durumuna geçiyorum. Amcam, askerliğe meraklı. Ben de:"Talim ettiriyor" bana...- Hazırol...- Rahat...Çocukluk günleri, geri gelir mi bir daha?Köpeğe neden binerdim? O yaşta, boyu boyuma en uygunu o da ondan herhalde. Sonraları eşeğe, ata bindim. Babam deve de almış amma, ben yetişemedim. Ona ağabeyim binmiş olmalı. Fakat başa çıkamamışlar deveyle, akşam olup da ahıra ineklerin yanına kondu mu, durmazmış hayvan. Yıkar dökermiş her yerleri, deve bu...Sonra satmışlar. Devenin satılmasına asıl neden de ağabeyim. Deveyi gütmek için, dağa, ormana götürür, deveyi ıhtırdıktan sonra, ayaklarını bağlar, akşam olunca da aç biilâç geri eve getirirmiş. İşkencenin bir çeşidi sanki. Gece hayvancağız batmaları, samanlığı yıkarcasına sarsarken, babam:- Bu hayvan aç galiba... demiş.Anam, ağabeyime arka çıkarmış:- Çocuk, bu gâvur malını bağlamadı ya...Sonra satmışlar deveyi.Köyden kasabaya taşındık ya, yine ineğimiz atımız -daha çok beygir yani- koyun, kuzularımız olurdu. Kuzuları, danaları severdim. Keçi oğlaklarını... Onlara, "beccenlerimiz" derdik.Eşeklerin kuyruğunu keserler çoğu, nasıl kızarım. Biz hiç kesmedik. Danaların kuyruklarını da. Neden koparalım?*

Page 31: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Herkesin ağzında önemli günlerde lâflar:- Dananın kuyruğu kopacak...- Yok canım, vah vah...Danaya acıdıklarından değil vallahi. Bir de şu çıktı:- Ben ortasının bulunmasına taraftardım, olmadı, dananın kuyruğunun ortasını mı bulacak ne? Bir başka lâf:- Biz iki ayrı akan ırmağız, birleşip bir nehir oluruz, dedi... Bunlar herhalde, AP ile DP olacak.Bir başka köşede, bir başka konuşma:- Hislerin galebe çaldığı yerde akıl oynayamaz kardeşim. Oynar mı, oynatır mı bakalım...*Talip Apaydın'ın "Yoz Duvar"ını okuyorum. Nasıl seviyorum hayvanları anlatmasını. Bakın dinleyin:"Çoban Musa tepenin üstünden dereye aşağı yürüdü. Taş atarak, bağırarak sürdü davarı. Koyunlar zorlukla ayaklandılar. Kayaların dibinde birbirlerine kenetlenip kalmışlardı. Biri yürümeden hiçbiri yürümek istemiyordu. Çobanın bağırıp çağırmalarını duymazdan geliyorlardı. Yanıbaşlarına düşen taşlardan bir sakınıyorlardı o kadar. Sonra iyice sıkıştırılınca birisi kalkıp rastgele yürüyordu, arkasından birisi, onun arkasından öbürü, derken bütün koyunlar ard arda koşmağa başlıyorlardı. Koyun milletiydi işte, biri ne yaparsa hepsi onu yapıyordu."Tümünü okuyun Talip Apaydın'ın "Yoz Duvar"ının. Çok seversiniz siz de.(13 Mart 1973)

ÜÇ'E ÇEYREK KALA

Üçe çeyrek kala kulisler kapandı gazetecilere... Günlerdir yapılan kulislerin, söylentilerin, yazardın yazamazdın kapışmasının sonu geldi işte. Gazeteciler, oy verenlerin yüzlerinden birşeyler anlamaya çalışacaklar.- Suratından düşen bin parça, ne oluyor? Deryada gemilerin mi battı?..- Ne demiş İsmet Paşa Bağımsızlara?- Önce bana vermeyin, bakın duruma sonra verirsiniz mi demiş? Sonra AP'liler, İsmet Paşa'nın iki yıl daha yaşıyacağını söylemişler...- Tövbe de, insan ömürü bilinir mi, hele İsmet Paşa'nın. Demokratikler, fena girmişler biribirlerine. Kuliste -zehir hafiye- Faruk Sükan'ı gördük lokantaya girerken, Hocaoğlu'nun kolundaydı:- Faruk bey, var mı adayların koluna girmek?- Bak ne diyeceğim. Sizin bütün telefon konuşmalarınızı "MİT" dinliyor. Geçenlerde Seydişehir'de söyledim. Dinliyor hepsini ve değerlendiriyor. Benim zamanımda "Sükan telefonları dinletiyor" derdiniz, yazsanıza şimdi de.- Dinlendiğini siz nereden biliyorsunuz, Faruk bey?- Siz ona bakmayın, kurar kurar oyuncak gibi, sonra da gelir savunma hazırlar...

Page 32: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Demokratikler, grupta karar almak istemişler. Cıngar çıkmış anlıyacağınız, gizli yapılacak bir seçimde grup kararı almak ne demek? Ya uyulmazsa?Grup hayli karıştı bunun üzerine. Toplantıyı terkedip çıkanlar oldu. Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak ya, bundan ne kadar yonga çıkarabiliriz daha demek de nesi?Aaaaa, AP kulisinde hacı-hoca takımının kulise bu kadar daldığı görülmemişti. Hani masum bir savunmaydı yapılan? Ah kurnazlar ah...Şinasi Osma:- Kararlıyız...diyor rastladıklarına. Neye kararlılar acaba?Cumhurbaşkanlığı seçimlerini izlemeye, yabancı radyo-Tv ve gazete muhabirleri de geldi Ankara'ya. Figaro muhabiri ile konuşuyoruz:- Neden geldiniz, Cumhurbaşkanı seçimlerine? Fransa'da da seçimler var.- Fransa'daki seçimlerle, Türkiye'deki seçimler paralellik gösterir. Biz, Türkiye'deki seçimlere bu bakımdan önem veririz. Sağcı Figaro'nun oldukça ilerici kafalı genç bir muhabiri...Soruyorum: Fransa'da solcular oldukça yüksek oylar aldıkları halde, neden iktidara gelmeyip, daha az parlamenter çıkarıyorlar, diye. Seçim sisteminin, bölgelere ayrılmasının bir özelliği imiş o da. Solcular kazanmasın, iktidara gelmesinler diye hani bizde "ulusal artık" sistemi kaldırıldı ya, parlamentoda 15 TİP'li bulunmasın diye, öyle...İsveçli muhabir daha kurt; İsveç'te komünistler neden başarı sağlıyamıyorlarmış? Herkes sosyalist de ondan. Bütün sosyal hakların gerçekleştiği ülkede, özenmiyormuş komünizme kimse.Yabancı gazetecilerin kafalarının içindekini öğrenmeye çalışıyorum boşuna.Kulislerde son turlar... İnce politika meraklıları, "Şurası şöyle olursa, şuraya kadar varır bu..." diyenler. Önümüzdeki seçimlere yonga çıkarmaya çalışanlar... Saat 3'e çeyrek var, hoşça kalın kulisler...(14 Mart 1973)

GÜMLEYENLER...

Milletvekili Hüsamettin bey, akşam üstü masasına oturmuş, o günün gazetelerini karıştırıyordu. Telefon çaldı, bir arkadaşıydı.- Hüsamettin bey, haberin var mı, Sunay'ın görev süresi uzatılıyor. AP ile CHP de anlaştı.Öteki:- Peki, Gürler ne oldu?- Bilmem, hadi eyvallah...Hüsamettin bey, kendi kendine "cık cık" etti. Karısına seslendi:- Hanım, şu benim rakıyı getir. Olan bizim rakıya olacak. Efkârlandım...Kendi kendine düşünüyordu.- Yahu, bu politika ne biçim şeydir? Hey Allahım, neden beni milletvekili yaptın?

Page 33: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Anlaşılan çok ince politikalar vardı işin içinde.*Her şey olduğu gibi, yeni politika da, CHP'yi karıştıracağa benziyordu. CHP'nin Genel Sekreteri Kâmil Kırıkoğlu başta, grup üyelerinin bazıları ona katılmışlar, bu politikayı beğenmiyorlardı doğrusu. Sonra "parti dışardan mı idare edilecek, yoksa yetkili kurullar mı yönetecek?" diyenler vardı.Olanlar, Gürler'e mi olmuştu ne? Peki, neydi 200'e yakın AP'linin "paşam, siz hele bir istifa edin, çıkarın üzerinizden üniformanızı. Gelin aramıza biz sizin yanınızdayız" demesi? Bir Korgeneral, Gürler'i uyarmamış değildi, "efendim, partilerle konuşup anlaşmadan çıkmayın yola" demişti amma, peki AP'den gelenler neydi? Bunlar adam değil miydi? CHP'nin oyları nasıl olsa kendisinindi, ondan hiç kuşkusu yoktu. Tabii Senatörler, Kontenjan Senatörleri, eh hükümet de yani birleşik Feyzioğlu cephesi de kendisini desteklerlerdi. Demokratik Partililer kararsız gibiydiler, hele Celâl Bayar'ın o Yeni İstanbul'da çıkan yazıları pek iç açıcı değildi. Amma, denize yani suya girmiyen de yüzme öğrenemez hani, dalmak gerekti suya, daldı... Cup...Bazı kişiler harcanmış görünseler de, bazıları darılıp küsse de, tarih akışı içinde olanlar gecikmiyecekti. Bunu geciktirmeye doğrusu kimsenin hakkı da yoktu. Ne olacaktı ki?Önce şu olacağa benzer: CHP'nin hıncı Demirel'den çok, Feyzioğlu'nadır. Siz misiniz, bizi param parça etmek istiyen? Hiç bir gücünüz yokken, çeşitli güçlerin arkasında -olağanüstü durumdan da yararlanarak- iktidar olan, alın bakalım? Bu politika pek ince hesaplanmış olmalıydı. Feyzioğlu'nun altından sandalye çekilmek üzereydi demek? Yüksek memleket çıkarlarını hesabederek, bakanlık sandalyelerini bırakmıyanların altından da...Demirel'in hesabı başkaydı ya, o da buna benzerdi. Örneğin, CHP ile bir koalisyon, iktidar kapılarının ardına kadar açılması demek değil miydi? Şimdilik aralanmıştı ya olsundu, seçimden sonra -yine CHP ile- bir koalisyon neden olmasındı. Böylece, hasm-ı biamanı Demokratik Parti eriyip gidecek, kendisini pek rahatsız eden çıkamıyacaktı politika sahnesinde.Plânın iki yanı da parlak görünüyor gibi.Fakat, akla bir tek soru gelmiyor değil. Kim kimden yararlanacak, bunun sonunda, daha orası pek belli değil gibi...Ancak, görünen, bu işin içinde ve çok geçmeden sonunda da gülmiyenler olacak gibi.Bir sakatlık olmazsa, demokratik rejim kökleşecek gibi bunun sonunda. Bir dönemeci daha döneceğiz gibi, bakalım..(17 Mart 1973)

KOKTEYLDEN İZLENİMLER

Karşıda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sancar, onun iki adım berisinde, CHP Genel Başkanı Ecevit, daha biraz beride sizin anlıyacağınız, "sütre

Page 34: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

gerisinde" biz gazeteciler. Ecevit, bu kadar yakında boşuna mı duruyor? Tamam tahmin ettiğim gibi, "çevirme" başarı ile sonuçlandı. Ecevit, Sancar'la el sıkışıyor. Sütre gerisinden, gözlerimi o tarafa dikiyorum iyicene. Konuşuyorlar, ama ne?Amerikan Büyükelçisi'nin, saray gibi evinde verdiği "veda kokteyli"ndeyiz. Bir küçük kasabaya sığacak kadar adam var burada. Bin kişi varmış, öyle dediler.Ecevit fazla kalmadı Sancar'ın yanında. Bakalım, Sancar -pek tanımam, o da beni tanımaz- Korgeneral Mithat Ceylan'la konuşuyor, aman... Ben bir dalış yaptım. Açıkçası, "süngü hücumu", yani kalem. Amma, onu da gizledik iyi mi? Sancar sivil, Mithat Paşa sivil. Sivil elbisenin yakıştığından söz ediyoruz. Bana yakışmaz pek, bir arkadaşım,- Sen giyinmiyorsun ki, örtünüyorsun... demişti. Öyle. Sancar, mahcup etmedi:- Biz de örtünüyoruz, dedi...- Estağfurullah...Gelen, bizim tarafa akın ediyor. Elimizde viski kadehleri, uzaklaştık amma fazla değil. Dur bakalım, ne olur ne olmaz; belki Faruk Gürler de gelir, bekliyelim...Tekin Arıburun geldi. Arkasından AP'li Mehmet Ünaldı... daha daha uzaklaştım.- Şimdi Kasım Gülek de gelir... demeye kalmadı.Askerler sivildiler. -Çağrıda şöyle yazıyordu.- ya, kokteyldeki harekât tam tamına askerceydi. Ecevit'in "çevirme" harekâtından İnönü'nün alt kata gizlenmesine kadar...Bir AP'liyle DP'li -belki fazla kaçırmaktan viskiyi- konuşuyorlar:- Ben sana söyliyeyim azizim, büyük oyun bu. Benim aklım ermiyor.- Tabiî Ferruh Bey bunu taaa ne zaman söyledi...- Bizim Süleyman Bey ne kadar alıngan canım? Geçenlerde DP'li Özer Ölçmen'le yolda karşılaştık, biraz yürüyelim dedik. Biz bilmiyoruz, arabasıyle geçen İhsan Sabri Bey bizi görmüş. Arabayla dönüp bir daha kontrol etmiş. Sonra da gidip Süleyman Bey'e söylemiş... "Böyle böyle..." diye. Vallahi bu kadar da olmaz canım?- Peki, Tekin Arıburun kazanacak mı?- Zannetmem, Süleyman Bey kazanmasını istemez.- Sunay açıklama yapacak deniyor. "Ben görevimi yaptım. Biraz da Gürler yapsın" diyecekmiş. - Söyleniyor amma bilmem...O köşeden uzaklaşıyoruz. Taaa ilerde büfe hazırlanmış ki korkunç. Kocaman bir "Amerikan danası"nı kesmişler mi bölmüşler mi dörde-beşe. İşte kasaba halkı kadar kalabalık yesin diye. Aklıma Ahmet Yıldız'ın esprisi geliyor:- Yahu kardeşim, bu yeni Anayasa değişikliği iş değil. Bıçak rafta dana aşağıda. Bıçağı raftan indireceklerine danayı rafa çıkarıyorlar. Bu mu demokratik?- Amerikan danasının başında bekleyip, isteyene bir parça veren -aşçıbaşı olacak- adamın yayındayım:- Siz de ister misiniz?

Page 35: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Hayır, ben seyrediyorum.Masa, on metreden uzun. Danadan başka pilâv, karides, salata, daha adını sayamıyacağım bir sürü yiyecek. Domuz da olsa gerek...Her yerde konuşulan konu:- Ecevit'in yaptığı marifet mi Allahaşkına?- Ben sana söyliyeyim, kısa vadede bir şey olmaz, Ecevit ya büyüdükçe büyür, ya da harcanır gider....................................- Canım efendim, Sunay'ın dediklerini hep bilmiyor muyuz? Yok Erim beceremedi, yok Melen beceremedi, dedi, sonunda Süleyman Bey'le Bülent Bey'e yaptırdı istediklerini. Partiler beni istiyor diyen de o değil mi?Her köşede bir ayrı konuşma. Süleyman Bey'in amacı başka. O kendisine muhtıra veren bir adamı Cumhurbaşkanı yaptırmak istemiyor...- Daha çok nefis azizim, sen de al...Bu kocaman danayı nasıl pişirmişler böyle. Kuzu çevirir gibi çevirmişlerdir ne bileyim. Amerikalı bunlar, yapar mı yapar.Sovyet elçisi ile el sıkışıyoruz. Öbür sosyalistler nerede? Bin kişinin içinde nereden bulursun?İnönü ile önemli bir konuşma yapan, Amerikalı gazeteci Nick Ludington, burada evinde gibi. Amma, Nick, bütün girdiği bahisleri kaybetmiş.- Göreceksiniz, Gürler kazanacak... demiş, herkes gibi. İsrail elçisine dert yandı Nick. İsrail elçisi teselli etti:- Hiç tasa etmeyin. Hepimiz yanıldık, sorma...Ben bu kadar kocaman danayı nasıl çevirdiler diye meraklanıyorum.

(19 Mart 1973)

SOLCU MUSUNUZ, DEĞİL MİSİNİZ?

Herkesin uzman kesildiği bir ortamda, böyle bir soru gerçekten şaşırtıcı bulunabilir. Olsun.Türkiye'de solcular var amma, bunların ne düşündükleri açık-seçik belli değildir. Karşılaştığımız olaylarda her birinin, birbiriyle çelişen tutumlarına, düşünlerine tanık oluyoruz. Kimi var, "solculuk mu, Atatürkçülüğün ta kendisi" der, gider. Kimileri "biz daha kardeşim, yirmi yıl, benim dediğim yoldan gitmezsek başarıya ulaşamayız. Çünkü yurt gerçekleri malûm ya."Salt doğrular bir yanda olsa mesele yok, tartışmaya da gerek yok. Ancak, öyle çıkmıyor çoğu zaman. Her düşüncede gerçek payı var azıcık azıcık da olsa. Gelgelelim, bunlara katlanan nerede? Herkes kendi ak dediğine kara denmesini nasıl da istemiyor?Bayılıyorum, Emil Galip'in yazılarına zaman zaman. "Gelin yahu, şu kendi derdimizi yardımsız bir de kendimiz çözelim" diyor ya, bu satırlarda dünyayı bir daha bulmuş gibi oluyorum. Yardımsız, kendi kendimize, biz bize yani. Öyle beyaz at üstünde yakışıklı subay beklemeden. Siviller,

Page 36: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

demokrasilerini kuracaklarsa kurmalı, durmamalı gibicesine. Eline sağlık Emil...Solun bir kanadı -bu arada TİP'liler- içerde. Dışarda olsalardı ne derlerdi acaba? İçerde neler yaptıklarını yazmıştım; yedikleri zeytin tanelerini atmayıp güzelce yıkayıp, işleyerek kızlara, kadınlara bel kemerleri yapıyorlardı. Tokaları dışarıdan satın alıp götüren dostlarına armağan ediyorlardı kemerlerden. Kimi, tokaların biçimini "kelepçe"den seçiyordu. "Ankara Notları"nda yazdıktan sonra, yasaklanmış zeytin tanesinden kemer işlemek. Ne güzel, piyasası da çıkmak, tutmak üzereydi belki ne bileyim.Solun bir kanadı bunlarla uğraşırken -ellerinde olmayarak- dışardakiler de, birbirlerini yemekten vakit bulurlarsa, tartışıyorlar. "Ortanın solu"nda bir Ecevit var, son sıralarda uğradıklarından anasından emdiği burnundan gelmiş olmalı. Eleştiriler de ne, sade suya tirit.- Neden, Demirel'le birlik oluyorsun?Aaaaa, adam bunu aylardan beri ilân ediyor. Şu bütçe bir bitse, Cumhurbaşkanlığı meselesi bir bitse de hükümeti alaşağı edip, seçim hükümetini kursak diye. Belki bir koalisyon da olmayacak, belki AP-CGP daha iyi bir koalisyon kuracak. Bizler de Ecevit'e öğüt vermeye devam edeceğiz: "Dayan Karaoğlan..." diye.Ecevit'le bir telefon konuşmamızda:- Biz de solculuğu yeni yeni öğreniyoruz..demişti. Herhalde, gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan alacağımız dersler var demek istiyordu.Ecevit, bir sosyalist değil, bunu kendisi de, "bana sosyalist derseniz, size teşekkür ederim" sözleriyle açıklamıştı. Sosyalist değil ya, solda biri de mi değil? Solda birinin bir Mc Carthy'ci ile karşılaştırmasını yaptınız, onları birbirlerine böyle yaklaştırdınız mı, açıkcası sap derken saman demiş olmaz mısınız? Öyle olursunuz... 12 Mart'ta "bu bize karşıdır" deyip çekildiğinde, herkes acımıştı Ecevit'e. "Yazık, genç yaşında mahvetti kendini" diye. Sonradan, herkes "aman ne haklı çıktı Ecevit, bravo" demedi mi? Süleyman Bey, pir-ü pak olmadı mı?Biz daha yirmi yıl istediğimiz bir demokrasiye geçemeyiz diyenler, daha sabırlı olsalar ve askerin kışlasında kalmasını sağlayacak bir demokrasiye geçişin sabrını gösterseler, değil 20 yıl, 10 yılda demokrasinin bütün çarkları işlemez miydi? Olağanüstü dönemler hangi solcuya yaradı bir düşününüz, sola açık kimler neyi kurtarabildi?İnanıp, araştırdığımı yazmam yüzünden ne dostları yitirdim. Tabiî Senatörler küstüler iyicene. Tabiî Senatör Şükran Özkaya:- Seni keseceğiz... dedi. Bunu Kontenjan Senatörü Özer Derbil'e naklettim:- Ben kulaklarına talibim... dedi. O da kulaklarımı kesecekmiş... İyi vallahi, bu hengâmeden kelleyi kulağı zedeletmeden çıkarsak yine de iyidir.Önceki gün, bütün Türkiye, "acaba ne olacak" diye çırpınırken, parlamlento kulisleri, pazarlıklarla vakit geçiren parlamenterlerin yoğun çalışmaları ile doluydu. Çoğu, bu arada Demirel'den "hayır" karşılığı alan Satır, arkadaşı Orhan Kabibay, Ankaragücü-Samsunspor maçındaydılar. Kulisler maçta devam etti. Maçta, elliye yakın general de vardı, iyi mi?

Page 37: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bakanlar vardı. Örneğin Ali Rıza Uzuner vardı. Nuri Kodamanoğlu vardı. Bakanların artık, bakanlıklarına hâkim olmaktan çıktıkları söyleniyordu kulislerde. Kodamanoğlu'nun "vallahi, artık genel müdürlerime hâkim olamıyorum, örgütüme hâkim olamıyorum" dediği söyleniyordu. Kimse, oralı değildi amma, biri bağırdı:- Goooooooooollllll...Hayır, gol değildi, top dışarı çıkmıştı.Şimdi söyleyin hele,- Solcu musunuz?(26 Mart 1973)

SUNAY ÇOK KIZMIŞTI

Senato'daki görüşmelerin, bu denli hücumların belli sonuçlar vereceği kestirilmeliydi. İsmet Paşa gibi tarihsel kişiliğe bürünen birinin, demokrasi yanlısıysa, bir Cumhurbaşkanını bu denli yaralamaması gerekirdi doğrusu. Ya Feyzioğlu?.. O da Sunay'ın "seçim istemiyorum" dediğini yayıp durmamış mıydı? Kontenjan senatörlerinin aleyhinde nasıl kulisler yaptığını duyuyordu Çankaya'da oturduğu yerde. Ve deliye dönüyordu. Ağır, onması zor bir yara almış da, kıvranıyormuş gibi bir hali vardı. Konuşmuyor, bağırıyor, inliyordu adeta. Nihat Erim'ler, Cihat Alpan'lar kendileri gelmişlerdi:- Paşam, en iyisi sizin sürenizin uzatılmasıdır... demişlerdi. Sunay, ortada dört dönüyordu, bağırıyordu:- Son dakikaya kadar beni tahrik ettikten sonra bu yapılır mı, söyleyin Allahaşkına...Vefa bu muydu? Kontenjandan seçmiş getirmiş, bakan yapmıştı bazılarını. Durup, durup bunu düşünüyordu:- Beni kötü hırpaladılar, kötü... Oy vermemek başka şey, vermesinler istemem... Fakat, bana bu yapılır mı bana ha...Sunay'ı ziyarete gidenler, sanki konuşmuyorlar, onu seyrediyorlardı.Süleyman Bey'le Bülent Bey birbirlerine baktılar. Ev sahibinin sinirli zamanında kapı çalmış konuk gibiydiler. Ne deselerdi?! Tam karşısında da Ali Galipzade Turhan Bey oturuyordu. Bütün işleri bozan da o değil miydi? Niye getirmişlerdi ki onu? Onlar getirmemişti ki, kendisi takılmıştı. Takılırken de herhalde:- Sunay'ı eskiden tanırım. Ben de katılayım ki, sonra orada yaptığınız konuşmaları açıklarım merak etmeyin... dememişti.Turhan Bey neden katıldığını çok iyi biliyordu. Süleyman Bey'le Bülent Bey'in nasıl tongaya düştüklerini görmesi gerekti, seçim konuşmaları için... Devreye de zaten hayli zor girmişti. Turhan Bey'le konuşmanın hayli zor olduğunu bilen Süleyman Bey, dört kez:- Çok meşgulüm, kabule imkân yok... demiş, fakat nasıl olduysa sonunda kabul edip kısa da olsa görüşmüştü. Eee, işin bir de protokolu vardı hani, gelene gitmemek olmazdı. Çocukların evcilik oynamaları gibi, ikinci kat meclis salonunda karşılıklı odalara habire gidip gelmişlerdi. Turhan Bey,

Page 38: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Süleyman Bey'le konuşmuştu. Bülent Bey'le ne bulup konuşmalıydı. O da bulundu.- Süleyman Bey, neler diyor, neler?- Ne diyor?- Geleyim de anlatayım...- Eh, gel bakalım.Devreye böyle girilirdi doğrusu.Herkes kafasından birşey geçiriyor, "Hay Allah, tam da adamın aksi zamanına çatmışız" diye, Sunay'ı seyrediyordu. Sunay:- Sebeb-i ziyaretiniz... gibilerden Süleyman Bey'e baktı.. Süleyman Bey, Bülent Bey'e baktı. Turhan Bey, tavana bakıyordu galiba. Parmak hesabı yapar gibi oynuyordu, oynatıyordu parmaklarını..."Böyle böyle efendim..." dediler Cumhurbaşkanına.- Biz bir aday bulduk. Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan... Fakat bir küçük eksiği var, kontenjandan Senato'ya atıyacaksınız.Dört dönüyordu ortada Sunay; yaralıydı. Kontenjan der demez, kanı başına çıkıyordu. Bir tane daha mı, Allah göstermesin...- Anlamadım ne dediniz?Bu Turhan Bey'i ne diye getirmişlerdi sanki? Adam ona baktığı sıralarda deliye dönüyordu. Turhan Bey'e yan yana bakıyor, derin bir soluk aldıktan sonra dolaşıyordu. Dalgın, süzgün bir hal alıyordu bazı bazı. Yatıştırmanın olanağı yok gibiydi.Süleyman Bey'le Bülent Bey, göz göze geldiler. Bülent Bey, göz mü kırptı, yoksa Bülent Bey'in tikini Süleyman Bey mi öyle sandı. Bu göz kırpmanın anlamı şu olabilirdi:- Siz çıkın, ben kalayım. Bir daha deniyeyim.. Süleyman Bey:- Eh, bize müsaade... dedi, Turhan Bey'e içinden:"Kalk bakalım, başımızın belâsı" der gibilerden baktı. Turhan Bey, hiç oralı değildi, tavana bakıyordu. Onlar çıktılar.Bülent Bey ısrar etmek istiyordu. Sunay, karşılık veriyordu:- Israr etme Bülent Bey, kontenjanı çalıştırmam. Ha, bak bir şeyi yaparım. Ben ayrılınca Tekin Arıburun yerime gelip oturacak ya vekil olarak. Yayınlayacağım bildiride bunu açıklarım, onun kontenjandan atama yapabileceğini, onun da Cumhurbaşkanı seçilebileceğini belirtirim. Başka türlü üstüme gelme...- Ne olur atasanız...- Bak seni severim üstüme gelme..Hay Allah, ne olacaktı şimdi? Ayrıldılar Çankaya'dan. Süleyman Bey, Meclis'in ikinci katına odasına, Bülent Bey de. Turhan Bey'i ise Ferit Bey bekliyordu. İyi gidecek miydi bakalım işler...(28 Mart 1973)

HAYVANAT BAHÇESİNDE

Page 39: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Eylem'i hayvanat bahçesine götürdüm; o hayvancıkları görsün, tanısın diye. Kendim hayvanat bahçesi diye bir şeyi yirmi yaşından sonra görmüştüm. O, ikisini bitirmeden gördü.- Bak Eylem, bu ayıcık...- Ayı bana kızdı.- Neden?- Kendisine baktım, diye.- Yok canım, niye kızsın ayıcık, öyle durur hep o...- Kocaman ayıcık...Eylem, galiba aslanları sevmedi pek...- Aptal aslan, dedi... "Öküz aslan."Allah, Allah, ne yapmalı? Aslana da öküz dedikten sonra çekiver kuyruğunu.En çok köpeklerle, papağanlardan korktu galiba. Çok bağırıyorlardı da ondan. Papağanların çığlıkları, çocuğu gelip geleceğine pişman etti. Fazla durmadık zaten orada.- Bak Eylem, bunlar da kuş...Eylem'in gözü, ağaçlardan yere konan bildiğimiz yerli serçelerde, her gün pencereden onları görüyor ya...- Bak baba, kuşlar.Anadolu'da "devenin yerden alıp gökte yediği gibi..." derler. Zürafa, yerden alıp gökte yemiyor hayvanat bahçesinde. Havaya asmışlar, yiyeceğini, otunu, orada yiyor.- Kabuk yiyor, ben de yiyorum, diyor Eylem... O da arasıra evde, çöp sepetine dalıyor ya. Zor yakalıyor annesi kolundan...Maymunlara çok şaştı. Hiç bir şey söylemedi, öyle seyretti onları.- Bak baba, salıncakta sallanıyor, ben de sallanıyorum.Hayvanat bahçesi, bu yıl zarar etmiş diyorlar. Hayvanat bahçesi kâr etmese de olur, orası üretici bir yer değil ki. Ne yapsın yani aslancıklar, ayıcıklar, öküzcükler... Onlar da mı, özel sektörde olsunlar, zarar edecek elbet. Meraklısı çok olursa, bizler gibi gezen tozan, artar geliri, o da zarar etmez. Biz asıl insanların üretimine bakalım hayvancıklardan önce; o zaman toparlanırız. Epeyce dolaştık Eylem'le bahçede. Eskiden Midilli atların çektiği arabalar vardı, biner dolaşırdınız. İstasyona ya da dolmuşa kadar yürümezdiniz hem. Onlar da kalkmış mı ne? Demek bir isteksizlik var insanlarımızda. Bir bıkkınlık var arabacılarda da. Geçindirmiyor demek öyle işler artık.Zaman zaman, politikacılar da gelir Atatürk Orman Çiftliği'ne... Süleyman Bey gelir, Bülent Bey gelir, ya kulis yapmak, ya da yeni şeyler düşünmek, kafalarını kent sokaklarının dağdağasından kurtarmak için. Ecevit son zamanlarda sık sık geldi çiftliğe. Onun çiftlikte olduğunu öğrenen bir gazeteci, fotoğrafçısını da alıp koşmuş arkasından, yakalamış da. Fakat karşı karşıya gelince ne diyeceklerini şaşırmışlar mı? Ecevit atik davranmış söylentiye göre:- Çekin resmimi, demiş, resmin altına da "Ecevit çiftlikle devrimcilik yaparken..." diye yazarsınız. Resmi çekip dönmüşler arkadaşlar ya, yayınlamadılar galiba, ben görmedim...

Page 40: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Gazi Orman Çiftliği'nin eski hali yok, Atatürk zamanındaki hali hiç yok elbet. Dediğim gibi yine gelenler var, kulis de yapıyorlardır ne güzel, gözlerden uzak uzak...- Yahu, burada da mı gazeteciler? İllâllah artık...- Beyefendi, biz de geziyoruz, bak. Eylem de var.*- Cumhurbaşkanı kim olacak? Tağmaç olsun diyormuş AP'liler...- Ama, Gürler'e hayır dediler. Tağmaç olur mu ya...- Biri soyunup geldi, öbürü emekli oldu, fark var diyorlarmış...- İnönü'ye ne dersin?- Allah gecinden versin ya, o da Cumhurbaşkanı olarak ölürse, en az 100 devlet başkanı Türkiye'ye gelir deniyor. Mesele turistik yani. Orduyu da, kışlasına o sokar, öyle ya.- Yok canım, İsmet Paşa, gelirse Toker demektir Başkan, Satır demektir Başkan.- Amma, Demirel'i Türkiye'de Başbakan yapabilecek tek adam da İsmet Paşa'dır.- Tek deme, ikinci adam de... İsmet Paşa gelirse, asıl Ecevit'i de, CHP'yi de gitti say. İşte o zaman, hiç mi hiç oy vermezler gör bak...(3 Nisan 1973)

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ VE SONRASI....

MECLİS BERBERİ İHSAN BEY'İN DERDİ...

Korutürk Başkan seçildikten sonra, Başkan Avcı ant içme için bir saat kadar ara vermişti birleşime. Usül böyleydi, seçilen Başkanın evinden alınması, getirilmesi gerekiyordu. Kontenjan Grubu Başkanı Korutürk, Kontenjan Grubu odasında oturmuyor muydu her gün? Demek o gün evinde oturmalıydı, usulen...Avcı birleşime ara verince, ben ne yapayım? Şu ayakkabılarımı boyatayım, bir de traş olayım diye gittim Meclisin birinci bodrumuna. Önce ayakkabılar parladı, sıra geldi traşa. Benim bildiğim, ayakkabı boyatma, traş olma aslında parasız galiba Mecliste. Verilen para bir çeşit "gönülden kopma" kabilinden. Zaten, berberde, boyacıda böyledir az-çok. Gönlünüzden kopar, fazla da verebilirsiniz, kimse karışmaz. Parlamenterin de arkasından koşup "elli kuruş daha vereceksiniz..." demek olmaz, öyle ya...Berbere girince İhsan bey, fırladı yerinden... Çok kibar kişidir berber İhsan bey. Yaşlı başlı zat. Oktay Rifat'ın galiba, "gün görmüş eyyam geçirmiş..." öyle. Recep Peker'i tanır, Adnan Menderes'i traş etmiş, daha kimleri?...- Ben Faik Ahmet Barutçu'yu çok severdim efendim, çok değerli adamdı, çok...

Page 41: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Karadenizli misiniz?- Hayır efendim, Balkanlıyım bendeniz...- Yaaa...- Evet. Fahri Korutürk'ün Cumhurbaşkanı seçileceğini iki buçuk ay önceden biliyordum efendim. Kendisine de söyledim. "Efendim, siz Cumhurbaşkanı olacaksınız, en lâyık sizsiniz..." dedim.- Ne dedi?- Güldü... Gülmeyin beyefendi, dedim. Benim tahminlerim çıkar.- Eee, sonra?- İyisi efendim, sizin gibi şöyle oturuyordu. Bir daha söyledim. Sonra bir ara gelmedi. Evine telefon ettim. "Efendim, benim gönlüm sizi Cumhurbaşkanı görmek istiyor" dedim.- O zaman ne dedi?- Evlâdım İhsan, dedi, sana bir vatandaş olarak değil, Türk Milletinin bir sembolü olarak teşekkür ederim, dedi... Fahri Korutürk, çok temiz adam, kendi halinde halim selim... Öyle değil mi efendim?- Vallahi...- Öyle öyle. Beyefendi, ben eğer toto oynasaydım, bire üç koyardım rahat. Geçenlerde Erdoğan bey geldi. Ona söyledim. Bana kızdı, azarladı beyefendi... Fahri Paşa'dan bahsetmeme kızdı. Olmazmış. Demin gördüm kendilerini, "nasılllll?" dedim. Dudaklarını ağlayacakmış gibi, şaşmış gibi büzdü, haklıymışsın, dedi. Gürler Paşa'nın olmayacağını anlamıştım efendim. Ben olayım da, vallahi...- Favorilerden biri uzun mu ne, sağdaki...- Düzeltirim efendim... Ben Fahri Paşa'nın olacağını gazetecilere de söyledim. Hattâ biri yazdı. Bıyıklı bir arkadaş. Biraz evvel de, gazetecilere söyledi. "İhsan bey, bana Cumhurbaşkanı adayını söyledi, ben de ilk olarak yazdım" dedi.- Yazarken, haberi sizden aldığını da yazdı mı?- Hayır, onu yazmadı efendim. Yazması lâzımdı değil mi efendim?İhsan bey, acaba beni milletvekili mi sanıyordu. Olur ya, öyle bilir. Ben de dinliyorum.- Bir daha gelmez artık Fahri Korutürk değil mi? Efendim, beni hatırladınız mı? Hani, size Başkan olacağınızı söylemiştim, siz de bana "Evlâdım İhsan..." demiştiniz, desem, hatırlar değil mi?- Köşke gitseniz, randevu alır görüşürsünüz...- Öyle düşünüyorum efendim. Hatırlar herhalde?Saat 18'e gelmişti. Yeni Başkan ant içecekti. Ziller çalıyordu.- İhsan bey, biraz çabuk olsanız...- Bitti efendim, tamam...Yüksek sandalyeden inip, boynuma dolan kılları şöyle elimle bir daha temizledim. İhsan bey de bulunmak istiyordu, ant içme töreninde haklı olara... Telâşından öyle anlıyordum. Ayrılırken, arkamdan bir ses:- Yazacağınız yazı nerde çıkar beyefendi, diye kulağımı çınlattı. Dönüp baktım, berber İhsan beydi...*Parlamento kulislerinde Başkanlık üzerine değil artık, Başbakanın ne kadar oy alacağı üzerine toto başladı bir ara.

Page 42: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Fahri Korutürk ne kadar oy alacak?Toto'ya katılma on liraydı. CHP'li, AP'li parlamenterler katıldı oyuna. Toplandı mı ortaya 200 lira. Rakkamı tutturmak şart değildi, en yakın rakkamı tutturan paraları alacaktı.Herkes, Turan Güneş'ten korkuyordu. Eeee, CHP'nin seçim tahmincisiydi Güneş. Ondan iyi kim toto oynayabilirdi bu konularda. Adam ilmini biliyor diyorlardı...Olmadı, totoyu CHP'li Hasan Çetinkaya tam oy rakkamını bilerek tutturdu, paraları da cebe attı. Arkadaşları Prof.Turan Güneş'i yakaladılar:- Hani yahu, ne oldu? Seçimleri de böyle tahmin edeceksen iyi vallahi? Sen 415 oy alacak diyordun Başkan...Turan Güneş, tam bir gerçekçi edasiyle güldü:- Benim toto tam anlamiyle yattı. Ben unsurları yanlış ele almışım. CGP'ye yanılmışım. CGP'nin Cumhuriyet'çisiyle Güven'cisi yanılttı beni. O tutsaydı, tutturuyordum totoyu. Bir de katılanların sayısında yanıldım...- Bırak Güneş, bırak...*Ant içme töreni de bitti. Ant biter bitmez, herkes sanki birbirine mi baktı ne, niye baktı?- Yardım için Allah'tan niyaz ederim, demedi...- Evet, bir de ant'ın bir cümlesini unuttu...- Hangi cümlesini?- Yedi yılın sonunda süremin uzatılmasını istemiyeceğime...- Ne adamsın yani...Espriler arka arkaya yapılıyor, tebrik töreni için büyük salona giderken.- Artık bundan sonra, amiral battı oynarız...- Farkında mısın, askerler de çok memnun...Arkamızdan gelen, Korgeneral Mithat Ceylân, AP'li Nuri Bayar ve Ahmet İhsan Kırımlı ile sohbette. Memnun görünüyor. Genelkurmay Başkanı Sancar, Hava Kuvvetleri Komutanı Batur, biraz ara ile tebrik için merdivenleri iniyorlar. Sancar tebrik ettikten sonra Korutürk'ü, hemen arkasında Başbakan Melen'in yanında yerini aldı. Ferit beyin yüzü neden bu kadar kararmış böyle. Asılmış? Korutürk'ün kutlama törenini izlerken tam karşımızda kimler yoktu? Adları gazetelere geçmiş bir sürü Başkan aday adayı. Avcı'lar, Arıburun'lar...Bu iş de böyle bitti. İhsan beyin dediği oldu.(8 Nisan 1973)

CIA AJANLARI ARASINDA...

Hiç bir yerde böylesini görmedim desem yeri, tam karşıdaki sarışın, göğsünü nasıl da açabildiği kadar açmış, galiba sol memesi, sansürün sınırlarına girdi girecek...- Karşıdaki kadını görüyor musun, gel şurdan bakalım, bizimkiler görmeden...

Page 43: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Heeeey, o tarafa gitmek yok, kadına bakacaksınız değil mi?- Vallahi deği, birer viski alacağız.- Hayır olmaz, vallahi, zaten hep bakıyorsun...- Aşkolsun...- Yaaaa, hadi hadi...Oradakilerin bir grubu diyelim, zaten bir geniş açı yapmışlar, kadının memelerini iyice görebilmek için. Fakat mümkün mü? Amerikalı olacak herhalde. Böylesine naylon biçimi sarışın olmaz bizde pek.İşte, zenciler de geldi. "Kara inciler"e ilgi arttı toplulukta. Önceki akşam, Amerikan Elçisi'nin saray gibi evinde verdiği kokteyldeyiz. Türk az, birkaç gazeteci, sanatçı o kadar. Politikacılar ya çağrılmadılar, ya da işleri çok bugünler. Amerikalı "beşinci boyut" sanatçıları Ankara'da konser verdiler ya, onlar için düzenlenmişti gece. O, memeleri sansüre yakın bayan da onun için oradaydı.- Cips çok nefis, Amerika'dan gelmiş anlaşılan...Patatesin Amerika'dan geleni de nesi? Eh fena değil.- Amerikan danası kesmemişler bu sefer bak. Karides fena değil amma...Ben verilen konsere gitmedim. Dinliyemedim "Kara inci"leri, yani zencileri. Belki, İstanbul'a gitmeden dinlerim. Belki o da olmaz. Türkler, yani bizler ilgiyle baktık zencilere. Belki de, Amerika'daki ezilmişliklerini biliriz, az çok ilgimiz ondandır, ne bileyim. Belki de zenci Müslüman boksöre duyduğumuz yakınlıktan, zenci sanatçılar da, Türkiye'yi sevmiş olmalılar ki, övüp durdular. Halbuki, Washington'da otururken, umurlarında düşlerinde bile olmaz Türkiye. Bilmezler Türkiye'yi. Suriye ile Mısır'la karıştırırlar rahat. Bir türlü çıkaramazlar Türkiye'nin yerini. Beyazları da öyle, karaları da. Ezme, ezilme, bir düzen sorunu gerçekte. Kara'nın ezildiği yerde ak da ezilir, enayi ak, kara eziliyor oh ya, diye sevinir haline bakmadan... Yakından izledim bunu, Amerika kadar kendi insanına eziyet eden ülke var mı bilmiyorum ben, siz biliyor musunuz?Tam önümüzden bir kara Amerikalı geçiyor, önünde bir beyaz. Gebe bırakmış beyaz'ı, biraz da gururla yürüyor arkasından. İçimden, "bir Amerikalı çavuş daha, al bakalım..." diyorum. Çocuğun kaç aylık olabileceğini düşünüyorum.- Bu çavuş, Amerika'da bir beyazı gebe bırakıp böyle dolaşabilir mi?- Anlamadım, hangi çavuş, kimi gebe bırakmış?- Geçti, taaa şu ilerde giden...Bir zamanlar Amerikalı çavuşlarla evlenmek moda mıydı neydi? Bir politikacının -AP'li Amerikan hayranı bir politikacının- kızı da Amerikalı çavuşla evlenmiş, gazetelerde yazılıp çizilmişti. Politikacı, bildiğine göre, gazetelerden birini mahkemeye verdi. "Benim itibarımı zedelediler" diye. Mahkeme mahkeme, duruşma, duruşma, sonunda gazete beraet etti. Demek ki, Amerikalı çavuşla kızı evlendi diye yazılınca, politikacının itibarı yaralanmıyordu, neden yaralansındı?Böyle kokteyllere politikacıları bir arada görmek için giderim çok zaman. Nihat Erim'in Başbakanlığı 12 Mart'tan sonra, Sovyet Elçiliğinde çıtlatılmamış mıydı? Bu sefer, Amerikan Elçiliğine giderken de, aklımda bunlar yok değildi, fakat bu sefer kaldırdığım taşın altı boş çıktı. Bizim politikacılar ortada yoktu çünkü.

Page 44: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Eline kadehini almış, -belki Amerikan Haber Merkezi'nin bir yetkilisidir- dolaşıp duruyor biri. Birbirimizi böyle kokteyllerden iyi tanır, konuşuruz. Konuşuruz dediysem, birkaç cümle...- Ne var, ne yok?- İyilik, sağlık...Bir gün -yıllar önceydi- elimizde birer kadeh, karşılıklı bakışıyoruz, bana şöyle dedi:- Bir şey söyleyin...- Ne söyliyeyim?- Yıkıcı bir şey olsun da ne olursa olsun...Bak, bak espritüel de...Önceki gün gazeteci arkadaşım Behiç Ekşi, muzip muzip güldü...- Konuş bakalım, CIA ajanıyla, bu tesadüf zor geçer ele...- Gerçekten CIA ajanı mıdır? Söylerim bak...CIA ajanı nedir, kimdir, nerededir? Şurası burası bir gerçek ki, elçiliklerde çalışanlar, bir çeşit resmi ajandırlar hepsi, herkes kendi ülkesinin çıkarları için yapar bir şeyler. Aldığı bilgileri oturur, değerlendirirler, sonra da en üst kademedeki alır bunu, göndereceği yere gönderir anlaşılan. Zaman, zaman sorulur, bunlar her elçilikte olur:- Cumhurbaşkanı kim olacak? Başbakan ne yapacak?- Vallahi, görüyorsunuz, biz de gazetelerde yazıyoruz, siz de okuyorsunuz... Başka bir şey yok...Kişi, çevresinin ajanlarla dolu olduğunu düşündü mü, daha rahat oluyor doğrusu. Bir gün -yıllar önce- bir Amerikalı arkadaşım, şöyle demişti:- Ben CIA'da değilim, fakat filân CIA'da...- Yok canım? Peki, şimdi nerede?- Varşova'ya gönderildi.- Hatırladım, bir kuru koca-karı idi. Çatlak, çatlak sorardı:- Seçimleri kim kazanacak dersiniz, AP mi, CHP mi?...Masum numaralar. Herhalde ölmüştür şimdiye. Zaten bir koca-karıydı. Belki de vitaminlerle yaşıyordur, ne bileyim...(9 Nisan 1973)

KORUTÜRK'Ü BEKLEYEN GÜÇLÜKLER...

Çankaya Köşkü'ne çok kimse girer, çıkar da köşkteki "nöbet defteri"ni, kimse merak etmez. Cumhurbaşkanı daha kabul etmemiş, biraz bekletilmişseniz alın o defteri elinize -verirlerse tabii- Cumhurbaşkanını kimlerin ziyaret ettiğine bir bakın.Geçmiş dönemlerle ilgili defterleri de incelemek hayli ilgi çekici olacaktır. İşi biraz da -beyin yıkama- eğilim açısından alın. Örneğin, bir tabiî senatör, ya da CHP'li biri mi gitti Çankaya'ya, arkasından üç dört AP'li ya da CGP'linin hemen ziyaret ederek görüştüklerini saptıyacaksınız.- Ecevit, Cumhurbaşkanına gitmiş, acaba neden?Haydi arkasından, bir Feyzioğlu ya da başkası gitmeli ki, bıraktığı sanılan etki silinebilsin.

Page 45: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bir ilerici öğrenci grubu mu ziyaret etti Cumhurbaşkanını, arkasından Ülkü Ocaklılar gitmeli ki, Cumhurbaşkanı:- Ülkü Ocaklıları dinledim ben, onlar memleketsever, diyebilsin.Ya, iş adamlarının büyük sermaye çevrelerinin yaptıkları etkiler. Kulakları çınlasın, Cevdet Sunay neye dönmüştür bu halde bir düşünün.Benzer güçlükler, Fahri Korutürk'ü beklemekte şimdi. Aman, nasıl etki altına alacağız diye çırpınanların heyecanını duymuyor musunuz? Mesele basit, nöbet defteri meselesi yani...Yeni Cumhurbaşkanımız Korutürk'ü yeterince tanıdığımı söyliyemem. Bazı bilgiler ediniyorum. Okumayı seviyormuş. Çocukluğundan beri durmadan okurmuş. Olayları, yer yer dış basını da kaçırmadan dikkatle izlermiş. Karşısındakilerle araya bir uzaklık koymasını bilir, etki altında tutmak isteyenleri uzak tutabilirmiş.Gazeteci arkadaşlarımla konuşması hoşuma gitti. Gazetecilere, bir çeşit Çankaya'nın kapısını açtı gibi. Gazeteciyi kan-ter içinde koşup bir şeyler yakalamağa çalışan kimse yerine, düşünen, arkasında binlerin, yüzbinlerin bulunduğu kimse olarak almak doğru olur. Bu değeri 27 Mayıs Devrimi'nin lideri Gürsel verirdi. Korutürk de vereceğe benzemekte. Öyle sanırım ki, basın, Korutürk'e kolayca yardımcı olabilir. Başkan, belki sık değil, fakat arada -özellikle önemli olaylarda ve ülke sorunları konusunda- basın toplantıları düzenliyerek, Çankaya'nın kapısını daha da aralayabilir. Bayram mesajlarına kalan bir ilişki, "Anıtkabir defterine ne yazdı acaba?" gibilerden bir ilgi, çağımızda yeterli olmasa gerek. Bir de kaabil olduğu kadar, gazetecileri toplu olarak kabul etme alışkanlığı edinilmeli. Aksi halde, gazete sürümlerine yardımcı olmadan öte bir iş yapılmış olmuyor gerçekte. Bunu da gazetecilerin anlayışla karşılaması gerek.Cumhurbaşkanı, ülkenin başı olarak tam tarafsız davranma durumunda. Yurdumuzda olagelen pek çok olaylar, yöneticilerin yan tutmalarından çıkmadı mı? Örneğin, Süleyman Bey'in "Solu, sağa kırdırma" politikası, bir silâhlı gençlik olayına yol açmadı mı? Turhan Bey, hâlâ aynı havada mı gider?Özellikle, Elâzığ dolaylarında bir söz var. Çok olayda düşünürüm bu sözü: "Ak itin, pamuk satana zararı vardır" derler Elâzığlılar. Kimin, neyin ne olduğunu iyi belirlemek, öyle yargıya varmak gerek. Pembe kravat takanı görünce, "Vay bu da komünist..." yargısıyla, Mc Carthy'ciliğe prim verile verile kimsede huzur kaldı mı, cevabını Turhan Bey versin...Türkiye, bir an önce tam demokrasiye geçişi sağlama zorundadır. Sayın Korutürk, öyle sanıyorum ki düşünüyor, hesaplıyor bunu. Bunun yolları, geçirdiğimiz olaylara ve o olaylar nedeniyle tutukevlerini, cezaevlerini dolduranlara kin duyarak, onları tahrik ederek değil, hepsinin altına "kalın bir çizgi" çekerek bulunur. Tedbirleri alınıp, sıkıyönetim kaldırılarak sağlanır. Bunlar da kolay değil elbet. Karşılaşacağı güçlükleri yenmede Cumhurbaşkanı Korutürk'e içten başarı dilerim...(13 Nisan 1973)

YENİ HÜKÜMET VE "KARAOĞLAN"LAR...

Page 46: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yeni hükümet, yani seçim hükümeti açıklandı. Gerçekten kabine üyelerini öğrenir öğrenmez, kişide ilk uyanan izlenim sanki seçimlerde güç durumda kalacak bazı parlamenterler varmış da, bunları yeniden nasıl Parlamentoya getirmek mümkünmüş gibi, bir seçme yapıldığı izlenimi. Kabine AP ve CGP ile bağımsızlardan kurulu, tamam. Ancak, CGP'nin beş ya da altı üyelikle yetindiği iddiası pek doğru olmasa gerek. Kemal Satır, İlhami Sancar, Vefa Tanır, Nebil Oktay'ı anladık da, Fethi Çelikbaş'ın, Sabahattin Özbek'in, Mukadder Öztekin'in, İlhan Öztrak ve Hayri Mumcuoğlu'nun tarafsız ve bağımsızlığına doğrusu akıl erdiremedik. Bereket versin, bağımsız ve tarafsız bildiğimiz sevimli Dr. Kemal Demir'i radyo dün sabah haberlerinde CGP'li ilân etti de serinledik, bir gün içinde de olsa bağımsız ve tarafsızlıktan partili oluvermekle iyi etti, hiç değilse, öyle kalmaktan kurtuldu.Kabine'nin CGP kanadı, bir çeşit, "CGP'ye zarar verme kanadı" gibi. Bağımsızlariyle birlikte... Kemal Satır'la Adana garantiye alındığı gibi, Nebil Oktay'la Siirt ve doğu illeri el altında tutulmuş oluyor. Zonguldak'ta Bülent Ecevit'le kapışmayı AP'liye, Sadık Tekin Müftüoğlu'na bırakmışlar, belli. Altı ayda neler yapılabilir? Partizanlık yapılırsa, basının, kamuoyunun gözünden kaçar mı bu?Kanadın dikkat çekecek bir yanı da, Ali İhsan Göğüş'lerin, Nuri Kodamanoğlu'ların dışarıda bırakılmış olması. İsmail Arar için, yine de "Kültür Bakanlığı" hazırda tutulur mu? Göreceğiz.Şunu hemen belirteyim ki, yukarıdaki yargıların hiçbiri benim değil, CHP'lilerin çoğu paylaşır bu iddiaları. AP'liler de, kıs kıs gülerek "doğru vallahi" derler. Sordum:- AP-CGP koalisyonunun ve bu şekliyle hükümetin, özellikle CHP'ye karşı bir çıkış anlamı var mı?- Evet, var...Bunu söyleyen AP'li de, Kabinede görev aldı. Zor işi hasılı Ecevit'in, yani "Karaoğlan"ın...*"Karaoğlan" dedim de geldi aklıma. Bugün Köy Enstitülerinin Kuruluş yıl dönümüdür. Köy Enstitülerini bitirenler, eğitimciler bu yıla kadar, her 17 Nisan'da toplantılar yapar, bir çeşit "anma toplantısı" haline gelen bu günde konuşurlardı. Uzun bir süre ben de umut besledim durdum, sanki Köy Enstitüleri yeniden açılabilirmiş, açılırsa oraları bitirenler, toplumu -hemencecik- değiştirirlermiş gibi. Geçtiğimiz yıllar, bizler için örnekler, derslerle dolu yıllar oldu gerçekte. Köy Enstitüleri açılsın diye yırtınırken, tersi öğrenim kuruluşları kapladı Türkiye'yi. Oraları bitirenlere bakıyorduk. Onlar da yitip gitmek üzereydiler, yığının içinde. Ne kadar dayanabilirlerdi paslanmadan? Fay Kırby'nin deyimiyle "eğitildiler" eğitecekleri, değiştirecekleri toplumun içinde. Yasa hükmünü yürüttü. Bir anı kaldı, örneğin 27 Mayıs gibi... Kurtuluş Savaşımız gibi... Bu savaşların gazileri yine aramızda, konuşuyorlar, anılar anlatıyorlar, dinliyoruz.Köy Enstitülerinin kurucusu Tonguç'u, onun yardımcısı Yücel'i tanıyabilmiştim yakından. Bir gün, sormuş yanındakilere:- Yahu, bu gazeteci hangi enstitüden? Hasanoğlan'dan mı, İvriz'den mi?- Karaoğlan'dan ... diye yanıtlamışlar Tonguç'a espri yapıp...

Page 47: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Nereden almış bu ateşi?... diye sormuş. O zaman Vatan'ın Ankara Bürosu'ndaydım. Uğrardı, ara sıra.Enstitülüler anlatırlar, Hasan Âli Yücel de, enstitülere "benim karaoğlanlar" dermiş. Onların yetişmelerine umut beslemiş o da. Tonguç da, Yücel de öldüklerinde, bir umutla ölmüşlerdi, bir gün parlar belki diye.Yeni yeni kuşaklar yetişiyor şimdi, bu kuşaklar nasıl değerlendirecekler yapılanları bakalım?"Karaoğlan" şimdi, Bülent Ecevit'in adı Anadolu'da. Dikkat edin...(17 Nisan 1973)

BUGÜN ÇOCUK BAYRAMI SÖZDE...

Eylem, dedesine masal anlatıyor:- Ayağım kan oldu. Kocaman ağladım...- Yok canım, hani nerede?- Dedem bana bisiklet alacak, yaaa... Vıjjjjjt gideceğim.Bugün çocuk bayramı sözde, hani? Babaların, anaların suskunluğu, durgunluğu çocuklara mı yansımış ne? Nereden bilir parmak kadar çocuk kan'ı?Can Yücel -şimdi Adana Cezaevi'nde, şair- çocuklara güvenirdi hep.- Oturtacaksın Galata köprüsüne çocukları, kımıldamıyacaklar, kendilerine dokunanı tükrük yağmuruna tutacaklar. Çocuklarla yapacaksın, ne yapacaksan...23 Nisanlarda çocuklara gördürülüyor mu, birçok işler? Valilerin, kaymakamların yerlerine oturuyorlar bir günlüğüne. Bana öyle gelir ki, büyüklerin eğlenmesine yarıyor, böyle şeyler. Çocuklar, çocuk olmasalar razı gelirler mi böyle oynatılmaya?Çocuklara hadi böyle değer veriyoruz, neden gençlere yılgın yılgın bakıyoruz? Onlar dünkü çocuk değil mi? Kimlerin çocukları? Sizin değil mi?Tutukevleri, cezaevleri analar-babalarla dolu. Küçücük çocuklar, onlara ziyarete gidiyorlar. Yiyecek sepetleri omuzlarında. Seyri bedava, herkes, "nasıl kaldırıyor minicik çocuk kocaman sepeti?" diye bakıyor. Kimi içinden içinden üzülür...Anayı, babayı görse bir çeşit, görmese başka. Bu çocuk, büyüyecek, şairin dediği gibi babası kadar olacak. O da bir izlenimle karışacak topluma. Bu izlenimi düşünür müsünüz?27 Mayıs devriminden sonra, bakan filân olacağı söylenen bir mühendisle konuşuyorduk bir gün:- Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ni bitirenlere on yıl süreyle iş vermemeli. Ta ki, temizleninceye kadar...Lâfa bak, lâfa... Kafaya bak. Ufacık çocuklar, pıt pıt koşarlarken, arkalarından faşizmin kaz adım seslerini duymazlar mı sanırsınız? Ne sanırsınız?Af söylentileri çıkar çıkmaz, vaveylalar da koptu:- Falana af olsun da filâna olmasın... diye.Bu, çocuklar bayram yapmasın demektir. Kodaman çocukları, kocaman çocukları bayram yapabilir demektir. Belki:

Page 48: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Cezaevlerindekilerin çocukları, on yıl süreyle bayram yapmasın... diyecekler de çıkar, ne bileyim............................................Eğitimci, Feyzullah Ertuğrul, büyük bir ustalıkla hazırladığı, "Köy Çocuklarından Anılar" kitaplarını yeniden bastırdı. Bana da getirmiş, okuyup, belki 23 Nisan yazısında yararlanırım diye. Küçücük kitapları okurken, çocukluğumu andım. Biz -ben ve küçüklerim- pek yokluk görmedik. Amma, ağam ve ablam, yoklukta, yoksullakta büyümüşler. Kurtuluş Savaşı yılları, babamız savaşta. Anamız, yokla büyütmeğe çalışmış. Yoktan ne çıkar, ne olur?Bir gün acıkmış ağabeyim, iyicene. Eve koşmuş ekmek var mı, diye... İhtiyar nine, hasta yatağında yarı uyur, yarı uyanık inlermiş. Çocuğun, ekmek için geldiğini anlamış:- Çık oğlum, yukarıya da tekneden al...Almış, fırlamış dışarı ya, doymamış karnı. Tekrar gelmiş. Nine yatağında. Tek gözü açık mı ne? Ağabeyim, usulca yaklaşmış nineme, seslenmiş:- Nine, gözlerini kapatıvereyim mi?Anlamış kadın:- Al oğlum, çık da yine al...Köy çocuklarını tasarlar mısınız, hiç? Mahkûm çocukları gibidir. Okuyun "Köy Çocuklarından Anılar"ı. Köyle, ulusun büyük çoğunluğuyla ilginiz olduysa, köylüyseniz daha çok tad alırsınız, bir daha yaşarsınız kendinizi.(23 Nisan 1973)

TİTREK HAMSİ ÖRGÜTÜ

İri gözlü, sivri burunluydular. Karadeniz uşağıydılar. Titrek, ürkek bir halleri vardı koğuşa geldiklerinde. Ne yaptıklarını kendileri de mi bilmiyorlardı ne? Zaman zaman kendi aralarında konuştukları oluyordu Karadeniz şivesiyle:- Da piz ne yapmişuz?- Örgüt kurmuşuz.- Nasıl örgüt?- Cizlu örgüt.- Çok mu cizlu?- Çok...- Ha pu, cizlu örgüt nerededur?- Tenuzun tipindedur da.- Ha pu, hamsi midur?Şaka yollu bu konuşmalar, hemen onlara yeni bir adın takılmasına yol açtı. "Titrek Hamsi Örgütü..."- Ulaaa, Titrek Hamsicular kalkın da...Ne yaptıklarını, neden getirildiklerini kendileri de bilemiyorlardı. Koğuş arkadaşları dalga geçiyorlardı:- Karadeniz'e bakarak iç çekmişsiniz.- Tenuzun tibinde nasıl iç çekebiliriz?

Page 49: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Haydi arkasından, gelsin Karadeniz havaları, hemen birleşiveriyorlardı oyuna sıra gelince.Gelirken neden bir kemençe getirmediklerine yanıyorlardı bazıları.- Ha uşaklar ha...Kendilerini ihbar edenler, yan gelip yataydılar şimdi. Siyasî tarihi çok çok ilerde karıştıracaklar, bir "Titrek Hamsi Örgütü"ne rastlarlarsa şaşmamalılar. Kimbilir bazıları koğuş duvarlarına yazmışlardır bile, tarihe geçsin diye...(30 Nisan 1973)

YAVRU...

Kıbrıs'tan son gelen haberleri izliyor musunuz? Türk-Türk'ü eziyor, horluyor, iyi mi? Evlerde kitaplar toplanıyor, yasaklanıyor. Adamlar tutuklanıyor, mahkemelere veriliyor, beş yıla kadar ağır hapisleri isteniyor. Hapisleri istenenlerden biri, Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı seçimlerinde karşı grubun propagandasını yapanlardan, Cumhuriyetçi Türk Partisi, kısa adıyla CTP'nin Genel Sekreteri.Haberlerin doğruluk derecesini hemen saptamak zordur. Asıl, Kıbrıs'taki Türk yöneticileri ve olaylara adları karışanlar Türkiye'ye, Ankara'ya gelmeli ki onlara da sorabilmeliyim.Cumhurbaşkanı Yardımcısı Rauf Denktaş'ı Ankara'daki pek çok gazeteci gibi ben de tanırım. Bir mesafe ile de olsa Ankara'ya her gelişinde konuşup demeçler almak isterim. Şimdiye kadar bende de hep, Denktaş'ın hakkının yendiği, Fazıl Küçük'ün kendi hesapları ile Rauf Denktaş'ı harcadığı izlenimi yer alırdı. Bunu kimseye soramazdım, sorsam ne diyecekti ki? Fazıl Küçük de yıllar yılı Ankara'ya gelir, ya Bulvar Palas'a ya da -son zamanlarda- Büyük Ankara Oteli'ne yerleşir, Türk Hükümeti yöneticileriyle görüşmeler yapar ve dönerdi. Gazetecilere, bizlere "taksimden vazgeçmeyiz" gibilerden demeçler verir, Kıbrıs'a dönerdi. Ben, bütün bunların ötesinde Fazıl Küçük'ün Türkiye bütçesinden ne kadar para kopardığını kendi kendime düşünürdüm.1959 - 1960 yıllarıydı. Muhabir olarak gerçek gazeteciliğe başladığım yıllar... Fazıl Küçük Ankara'ya gelmiş, benim de bir konuşma yapmam istenmişti. Bulvar Palas'a gittim.- Yukarda kendisi, biraz bekleyin, gelecek... dediler.Orada çok sevdiğim bir arkadaşımı görünce, biz ikimiz Fazıl Küçük'ü beklemeye başladık. Birer kadeh de aldık. Arkadaşımın o zaman, çok güzel bir içki reçetesi vardı. Bir çeşit kokteyl. Birkaç yudum alınca, insanın başı dönüyor, bir tuhaf oluyordu. Biraz sonra Küçük geldi. Ben hem kendimi, hem arkadaşımı tanıştırdım. Arkadaşım içki reçetesini Küçük'e de önerdi. O da kabu etti, zaten dut gibiydi. Mülâkat, bu halde oldukça eğlenceli bir safhaya giriyor, Fazıl Küçük konuşurken ağzı gittikçe

Page 50: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

yayılıyor, arada bir de arkadaşım konuşmalara katılıyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım.Arkadaşım, Kıbrıs'taki liderlerin durumunun önemli olduğunu anlatıyor, Londra-Zürih anlaşmalarını ağır bir biçimde eleştiriyordu...Neyse, mülâkatı yapıp döndüm ya, bir daha zannedersem, Fazıl Küçük'ü ne aradım, ne de sordum. Kıbrıs'taki Türk Liderinin hali tavrı beni yıkmıştı.Rauf Denktaş'a daha umutla bakıyorduk, daha ağır başlı, daha değerli bir kişi izlenimi veriyordu. Gelen haberler ise, hiç de sanıldığı gibi olmadığını, işin başına geldikten sonra o da zaten kara günlerden kurtulamamış Türkleri, kendi taraftarlarını, başka düşüncede diye ezmeye hazırlandığını gösteriyor. Yazık...Rauf Denktaş, Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığına adaylığını koyar da Berberoğlu koyamaz mı? O da:"Ben en iyi yaparım" demek istemiştir. Demokrasi bu değil midir? Kıbrıs'tan bize gelen haberler doğruysa, Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak Rauf Denktaş, hemen kendisi olaylara müdahele etmeli, kendi soydaşlarının kanunsuz hareketlerle ezilmesine rıza göstermemelidir.Kıbrıs'ta olup bitenler eğer gerçekten bizlere gelen gibi ise, Türk Hükümeti yetkilileri de Kıbrıs Türk yöneticilerini uyarmalıdır. Dışarıya karşı birlik, kendi içinde dirlik ve iç barışla sağlanabilir. Kendinden olanı ezen, dışarıya karşı bir özür bulamaz.Söylentilere göre, Berberoğlu çeşitli yollar kullanılarak, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı adaylığından vazgeçirilmiş. Hattâ, bir süre evinde göz hapsine bile alınmış. Bunlar doğru mudur? Berberoğlu'nun yakında Ankara'ya geleceği söyleniyor. Gelsin bakalım da öğrenelim, işlerin doğrusunu...(2 Mayıs 1973)

BAZILARI SOĞUK SEVER...

TİP yöneticileri ile ilgili karar, Askeri Yargıtay'da da onaylandıktan sonra, sanıklar -hükümlü durumuna gelenler- ne yapmışlardır dersiniz?Böyle zamanları yaşadınız mı hiç? Bir yerden haber gelmez, özel radyolarınız da toplanıp alındığı için, hoparlörün bağlı olduğu beylik radyonun açılmasını bekleyeceksiniz. Ya açmazlarsa? Olur mu canım, herkes biliyor, dünya basını bile olayla ilgili değil mi?Karar açıklanmış, radyolar vermiş, ertesi günü gazeteler, kimi manşetlerden, kimi -nasıl etsem de gizlesem gibilerden- ufacık tefecik göstermişler haberi. Barış gazetesi gibi hiç vermeyenler de oldu. Olay bu, haber bu, neden vermedi hiç anlayamadım... Halbuki aynı günlerde Barış'ta nerdeyse gazetecilik dersleri veriyordu yazarlar biribirlerine.Bunları bırakalım da, ne yapmışlardır tutuklular bakalım, düş gücümüzü de kullanıp...Önce şoke olmuşlardır, sanırım. Kolay mı? Hiç yattınız mı on beş yıl, bilebilir misiniz nasıl geçer on beş yıl dam'larda?

Page 51: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ufacık-tefecik kızların kendi aralarında "kazıkiçi motel" dedikleri kadınlar tutuk ve gözaltı evinde, Behice hanımın aralarından gideceğine üzülenler var mıydı? "Daha iyi" diyenler oluyor muydu? Belki de, kendi aralarında hazırladıkları "veda çayı"nı bir sürpriz gibi tutuyorlardı. Behice hanımı görünce bir şeyi ağızlarından kaçırmamak ister gibi mi bakıyorlardı?Belki bunların hiçbiri olmadı da, bütün oradakiler Behice hanımı da aralarına alıp halay çektiler. Halk oyunları oynadılar. Yanık türküler söylediler. Kararın, çok uzaklardaki erkekler koğuşunda ne etki yaptığını öğrenmek istemişlerdir. Kim bilir? Belki erkekler koğuşunda da şöyle denmiştir:- Tahliye çayı içecektik, şimdi tasdik çayı içeceğiz...Nereye gideceklerdi bakalım, hükümlüler? Ağır cezalıydılar. Öyle cezaları kesinleşmiş olanlar, uzun süre tutulmazlar Ankara'larda, başka cezaevlerine yollanırlar. Orada tamamlarlar cezalarını.Duruşmalardan birinin sonundaydı, avukatlardan biri:- Yakında İstanbul'da görüşürüz artık... deyince ne cevap vermişti:- Elbette görüşürüz... Ve eklemişti:- On beş yıl sonra... Ne biliyordu böyle olacağını? Ortamı mı biliyordu, bu güngörmüş kadın?Yer yer konuşmalar geliyordu insanın kulağına:- Sadun bey, Adana'ya ne dersin?- İstemem, ben sevmem sıcağı.Her ihtimale karşı, evden battaniye, kazak istetmişti. Niğde vardı, Nevşehir vardı, Adana'dan başka Hatay'dan da söz ediyorlardı.Ankara tepelerini, son kez bir daha seyretmişler midir? Bulundukları yerden Anıtkabir, Parlamento görünüyor mudur?Siyasî hükümlüler nereye gidecekler, nerede yatacaklar dersiniz?(3 Mayıs 1973)

NAİM BEY'İN YÜKSELİŞİ...

Türkiye'de bugün, hakkında çok az şey bilinen kişilerin başında her halde Naim Bey gelir. Radyolardan, gazetelerden kısa hayat öykülerini dinledik, okuduk ne öğrendik? Kafa yapısı nasıl bir kişidir, en azından nasıl yükselip gelmiştir buralara kadar, bilen var mıdır, sanmıyorum.Fransız gazeteleri "Nahim" diye yazmışlar küçük adını, yanlış yazmışlar. İ'nin üzerine iki nokta koyarak Naim adını Türkler gibi okuyabilirlerdi isteseler.Naim Bey'le yüz yüze, baş başa konuşmuş değilim daha. Amma konuşacağım, daha vakit var. İlk yapılan konuşmaların bir gazetecilik olduğunu, bir başarı sayılması gerektiğini bilirim, fakat denedim, bunların kalıcılığı olmuyor. Sonradan "keşke şunu da sorsaydım" diyorsun. Sonra, çabuk atlatılırsınız. Siz sanki bazı ipuçları veriyor gibi olursunuz. Başımdan geçti de söylüyorum. Süleyman Bey'le bir görüşme sırasında öyle oldu:- Süleyman Bey, gelirlerinizin hesabını verir misiniz?- Hay, hay... Bugün günlerden ne? Pazartesi. Yarın salı, çarşamba günü buyrun, ben hazırlatayım, iyi mi?

Page 52: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- İyi, bir soru daha soracaktım...- Buyurun.- İsterseniz yazmam, fakat merak konusudur: Mason musunuz, değil misiniz? Bunu açıklar mısınız?Süleyman Bey, kapıya baktı. Dışarda ziyaretçiler vardı bekleyen. Ben, "yahu, adama ayıp mı oldu acaba?" diye yerimde yer değiştiriyorum.- İsterseniz, ziyaretçileri bekletmiyelim, hem onlarla konuşalım, hem sizinle...- Tabii efendim, nasıl isterseniz...- Bütün sorularınızı cevaplayacağım, merak etmeyin.Ben, umutlu bekler dururum. Tabii her iki konuda da atlatıldım. Tam çarşamba günüydü galiba, bir başka gazetede, Süleyman Bey'in "bütün hayatının hesabını verdiği..." haberini okuyordum.Süleyman Bey'den örnek verişim, politikacıların da kendilerine göre, kısa sürede nasıl tecrübe sahibi olduklarını, onların da kısa sürede atlatmayı öğrendiklerini göstermek için...Ben asıl Naim Bey'i ve onun yükselişini anlatacaktım.Naim Bey, fakülteyi bitirip devlet memurluğuna geçince, bütün dileği neydi, düşünebilir misiniz? Ne yapıp yapmak, İstanbul'dan ayrılmamak... Yükselse de İstanbul'da yükselmek, orada adam olmak...Bu, gençlik hayali midir? Sonra askerlik yılları gelir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, yaşdaşları gibi oldukça uzun -iki yıl- süre askerlik yapar... Askerliği İzmir'dedir. Neş'eli, karamsar olmayan bir yapısı vardır gerçekte. Askerlikten sonra göreve devam...İstanbul'dan ayrılmama ülküsü olan adam, İstanbul'da Merkez Bankası'nın şubesinin bir memuru olmuş fena mı?Fakat kısa bir süre içinde Naim Bey'in talihi yükselmeye doğru dönecektir. Birdenbire yükselmeye. Bu, Amerika'ya -belki bir bursla- gönderilmesinden sonra başlayacaktır. Amerika'da National Bank'ta öğrendikleri, bankacılık alanında kendisinin yükselmesine yetmiştir. Naim Bey'le birlikte Amerika'ya National Bank'a bursla giden öbür arkadaşları da yükselmişlerdir ama, onun kadar yükselememişlerdir.İstanbul'dan ayrılmak istemeyen, Naim Bey'e artık, Merkez Bankası'nın merkezi de görünmüş, Ankara yolları açılmıştır. İngilizcesi, Amerika dönüşünde bile fazla iyi değildi. Çat-pat konuşurdu.Naim Bey, Süleyman Bey'in başkanlığında göze girmiş olmalıdır. Ancak onun yükselmesini asıl sağlayan, 11'lerin istiifası sırasında Merkez Bankası başkanı olarak, 11'lerin istifa dilekçelerine oturduğu yerde verdiği cevap olsa gerektir. Naim Bey'in on birlerle arası öteden beri yoktu.Nihat Erim, 11'lerin ayrılışından sonra, onu Özer Derbil ve Ayhan Çilingiroğlu ikilisinin yerine birden getirince basamaklı merdivenler, yürüyen merdiven oldu."Yüksel ki yerin bu yer değildir" dedi ve yükseldi işte.(4 Mayıs 1973)

Page 53: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

MİT DURAĞI

Belediye otobüsü Çankaya'dan Bakanlıklar'a süzülmüştü ki, arkalarından fört şapkalı bir yolcu seslendi:- Şoför bey, MİT durağında inecek var... Bütün gözler, sesin geldiği yana döndü, yolcular, yolcuyu gözlerinin ucuyla şöyle bir süzdüler, sonra araba yoluna devam etti. MİT durağında daha birkaç kişi indi. İnen kadınlardan birinin elinde de file vardı. Pazara mı gidiyordu?Kızılay'da dolaşanları izler misiniz? Ben kimlerin MİT'ten olabileceklerini düşünürüm. Bazıları ile tanıştım da... Muziplik değil, açık açık tanıttı adam kendini:- Ben, MİT'ten filân feşmekân...- Peki bu kuruluş gizli değil midir, öyle kendini tanıtmak var mı bu işte?- Boş ver...Bir MİT müfettişinin de çok dertli olduğunu, derdini dökecek gazeteci arar gibi beni aradığını duydum, boş verdim...Bir gün yine Kızılay'da Şaban Erik'le -o zaman içerde değildi- karşılaşmıştık. Şuradan, buradan konuştuk, görüşemediğimize karşılıklı üzüldüğümüzü söyledik, ayrıldık. Yanımızda bir meraklının belirdiğini galiba ben de farketmiştim. Bir başka karşılaşmamızda, Erik:- Takip ediliyorsun... dedi.- Neden, kim? Niye takip etsin?- Bİlmem, seninle bir yol karşılaşmıştık ya gökdelenin kavşağında, o sırada yanımıza biri yaklaşmıştı. Pis pis baktı, ben de ona ters ters baktım. Sonra senle ayrıldık, baktım bizi dinlemeye çalışan senin arkana takıldı, senin haberin olmadı.- Keşke haber verseydin...- Ne bileyim, benim de işim vardı...Demek ben, nereye gittiysem, gölgemi de götürmüşüm...Abdülhamid hafiyesi gibi, adamların arkasına adam taktıklarını ben de duyardım. Ne olacak takipde?- Şununla konuştu, sonra oradan çıktı kasaba uğradı, dananın sol böbreğini satın aldı, ondan sonra kaybettim...Düzenlenen gizli raporlar da öyle olmalıydı. Çetin Altan için düzenlenenleri bilmiyor musunuz?Bu ulus, o denli zengin mi ki, kendi vatandaşlarının arkasına "hafiye" takıyor ve tüyü bitmedik yetim hakkından "örtülü ödenek" adıyla, bunlara para veriyor. Bu ulus ve onu yönetenler bu kadar akılsız mı?Bu örgüt, herhalde kanunu çıkarken, iyi niyet ve amaçlarla kurulmuş olmalıdır. Amma işleyişi öyle midir?Birinci Erim Hükümeti zamanı, gözaltına almaların, tutuklamaların yoğun olduğu sıraydı. Daha kimse bilmez, bazı bakanlar, Başbakan Erim'e sert bir ültimatom vermişlerdi:- Bu böyle devam ederse, biz sekiz bakan arkadaş tutukevlerine arabalarımızla gideceğiz ve söylentileri yerinde tahkik edeceğiz.Nihat Erim, "Aman, durun bana da izin verin, meseleyi araştırayım" demişti. Kabine toplandı. Sıkıyönetim komutanları, "biz, bize verilen raporlar ve yapılan ihbarlara göre işlem yapıyoruz" dediler. Kim veriyordu

Page 54: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

raporları? İçişleri Bakanlığı mı veriyordu? Bakan geldi, "hayır, biz vermiyoruz, MİT veriyor" dedi. "MİT gelsin..." O da geldi. Bakanlar Kurulu'nun havası elektrikliydi. Başbakan Ekonomik İşler Yardımcısı Atillâ Karaosmanoğlu'nun sakin gözleri çakmak çakmaktı.MİT Müsteşarı, o zaman Fuat Doğu'ydu galiba. Kendinden emin, oturdu. Soruldu:Bu kadar öğretim üyesi, bu kadar aydın hakkında bu raporlar, bu dosyalar neydi? Cevap verdi Doğu:- Efendim, bunlar komünisttirler çünkü...Karaosmanoğlu, Başbakanın yanından sordu:- Nereden biliyorsunuz komünist olduklarını? Bir belgeniz, bir mahkeme kararınız mı var?- Efendim, biz komünisti gözlerinden biliriz...Sonuç daha da kötü oldu. Bu tartışma, Fuat Doğu'nun Müsteşarlığının da sonu oldu galiba.Bunu daha önce de, bir vesileyle yazmıştım. Bu örgüt, sezdiğim kadarıyla onarılmaya muhtaçtı. Sokakta, halk arasında söylenegelen:- Üç kişiden biri polistir... lâfı, kötü işleyen örgütler yüzündendir.Kimler, nerelerde ne yapıyor? Kimler kimleri izliyor? Nasıl yapılıyor işler? Atın önüne et, itin önüne ot konarak mı?Kimler nerelerde çalışmamış ki? Bir üniversite öğretim üyesi başvurmuştu yıllar önce Plânlamaya. Göreve başladı, çok meraklı biriydi. Fakat Plânlama gibi ciddi çalışması gereken bir kuruluşta meraklıların değil, iş yapacak adamların işi vardı. Plânlamada "kim bu adam?" diyenden geçilmiyordu. Biri arkadaşına sordu:- Kim bu yeni gelen?- Adı Mahir, soyadını bilmiyorum...(6 Mayıs 1973)

ÖDLEK VE DÜMENCİ KUŞAK...

18 yaşını bitirmiş gençlere oy hakkını tanımayan bir anlayış, ödlek bir kuşağın anlayışıdır. Kendi dümeninden başka şey tanımayan bir kuşaktır bu. Biliyorlar 18 yaşını bitirmiş gençlerin kendilerinden fazla şey bildiğini. Kendilerinden fazla kitap okuduğunu, hattâ kitapları yabancı dillerden okuyacak kadar yetişme ve gelişme yolunda olduğunu, daha önce de yazdım. Parlamentomuzda günde bir -iki değil- gazete okuyacak kadar sabırlı parlamenter ve senatör sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Biliyorlar ki, bu gençlere seçme hakkı verilirse, kendilerine oy vermezler. Kendi çocuklarından biliyorlar, çocuklarının sordukları soruları kolay cevaplıyamıyorlar çünkü.18 yaşındaki gençlere oy hakkı tanınmayınca, bu gençler ne yapabilirler diye düşünüyorum...Anne, babalarına etki yapabilecek durumda olanlar, o kadar sözü geçenler önümüzdeki büyük seçimlerde onların oylarını etkiliyebilirler mi? Pek sanmıyorum. Çünkü analar, babalar da korkuyorlar gençlikten. Kendileri

Page 55: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

böyle bir gençlik geçirmediler, görmediler. "Evet efendimci" bir kuşaktan onlar da. Nasıl anlıyabilirler gençliği? Bu kuşak gençliği anlayabilecek tanıyabilecek yetenekte olsaydı, Türkiye'den son yıllarda gördüğümüz üzücü olaylar da olmazdı.Ödlek dedim, gençliğinden korkan kuşak, ödlek bir kuşaktır. Dümenci dedim, bunu açıklamama gerek var mı? Kim nerede, hangi dümenin ucundan tutmuştur bilmiyor musunuz?Geçenlerde bir yüksek yargıca rastladım. Oğlu ile mücadelesini anlatıyordu.- Çektim oğlanı karşıma, bana bak dedim, aksaklıkları düzeltmeye evet, fakat düzeni kökten değiştirmeye hayır. Böyle dedim.Demek evde tartışmalara girişiyorlar, babaları böyle konuşma durumunda bırakıyorlar. Demek, düşünceleri var ki, söylüyorlar.Eeeee, baba elbette, düşüncelerine katılmasa da oğludur, iyiliğini ister. Onun başına belâlar gelmesini istemez. Öyle olur ki bazı, giderek kuşaklar arasındaki büyük uçurum da kapanır, baba oğul bir noktada birleşirler. Ben örneklerini gördüm. Hele acılar geçirilen acı ve kötü denemeler daha çabuk birleştirir onları.18 yaşındaki genç daha okul çağındaymış. Sanki 18 yaşındaki bütün gençler, yüksek okullara gidiyormuş gibi. Okuma çağındaki, yani yaşdaşları gençlerin ancak yüzde beşinin yüksek okullara gidebildiğini kimse bilmiyor mu? Köy kahvesinde pişpirik, altmışaltı oynıyabiliyor ya. Bir de askerliğini daha yapmamış olurmuş, 18'indeki genç. Süleyman Bey, genel müdürlükler yaptıktan sonra apar topar otuzundan sonra askere sevkedilmedi mi? O zamana kadar, Demokrat Parti'ye oy verip durmadı mı, ne askerliği?...18 yaş gençliği, körpe gençlik şöyledir, böyledir bahanesiyle ona oy hakkı tanımıyorlar. Gerçek nedeni galiba, en güç kandırılabilen kuşaktır bu. İçki ziyafetleriyle oy avcılığı yapacağım deseniz yapamazsınız. Para ile kandırayım, ya da bir sigara paketine tav ederim deseniz öyle. Belki kadın-kız bulurum, onları bir odaya kapatırım da oyunu alırım deseniz ı-ıh, onun okumuş takımıysa zaten arkadaşı, flörtü, sevgilisi vardır. Hasılı oy avcıları gençleri kolay kandıramazlar. Ancak, yürekleri nasırlanmış, dümenini ya da çıkarını iyi bilemiş olanları kandırabilirler. İşte galiba, bundan istemezler gençlere oy hakkı, söz hakkı tanınmasını.Peki, bugün 18 yaşında olanlar, üç yıl sonra yasaların istediği yaşa varmıyacaklar mı? Bugünkü tartışmaları unutacaklar mı sanırsınız?Ödlek ve bencil kuşaklar, gençliklerini yetiştirmemişlerdir. Onları yıllar boyu faşist baskılar altında ezmekten başka hiç bir şey yapmamışlardır. Kitapları yasaklamışlar, okutmamışlardır.Çok ilginç bir örnek olduğu için tekrarlamak istiyorum:Köy enstitülerinin kuruluş yıllarında, devrin Cumhurbaşkanı galiba bir gün şöyle sorar:- Yahu, biz bunları yetiştiriyoruz ya, bunlar ilerde bizi tutarlar mı, bize oy verirler mi?Bir başkası, bir başka gün Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne gittiğinde, binlerce gencin, bir arada halay çektiğini görünce endişesini, korkusunu gizliyemez:

Page 56: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Yahu, bunlar böyle birlik hareket ederlerse, düşünüyor musun, nasıl tehlikeli olabilirler.Gençliklerinden korkanlar, ödlek ve dümencidirler.(10 Mayıs 1973)

KEPAZE MUHBİRLER...

Babamın en çok beğendiği huyum, arkadaşlarımdan dayak yedikten sonra, gelim babama şikâyet etmemekti. Halbuki, bir fırsatını bulup, beni dövenlerden birini patakladığımda ağlayarak babama koşar, "oğlun beni dövdü..." diye sızlanırlardı. Babam, şimdi çok iyi anladığım bir gururla, şöyle derdi:- Kara Mustafa'nın beğendiğim tek huyu, arkadaşlarını şikâyet etmemesi. Dayak yer, gelir sorarım "düştüm baba" der.Yıllar geçti, büyüdük biz de. O gün, bugün bu huyumu bırakmadım desem yeri. İlk eğitimin etkisi mi ne, biri gelip, arkadaşını, dostunu şikâyet etse, şikâyet edene kızarım hemen.Şimdi yaz geliyor, üniversitelerde sınavlar başlayacak, gençlerimiz bütün bir yıl çalışmanın hesabını verecekler, öyle ya...Çoktandır durulmuyor üniversitelerimizin, gençlerimizin üzerinde ciddi olarak. Açık konuşmalı, bir süre var ki, herkes öküz altında buzağı arar oldu. Dolmuşta arkamda konuşan iki kadının sesi, kulaklarımda yuva yaptı, kaldı:- Delikanlıyı, anarşist diye ihbar etsek, bizim kızın peşini bırakır mı ki?Demek iş buraya kadar geldi.Bazı fakültelerde, halen bir çok genç, sınıf arkadaşlarının, sıra arkadaşlarının -yerli yersiz- ihbarı ile mahkemelerde, gözaltında. Bir genç kız geldi, önceki gün büroya. Okullarındaki bir delikanlı, kız merdivenden çıkarkan dövmüş kızı. Kız Kıbrıslı, hani uğruna "ya öleceğiz, ya böleceğiz" diye nutuklar attığımız "yavru" vatandan. Döven de, Türk, hem de Bozkurt mu ne?Hem suçlu hem güçlü kabilinden ihbarlar:- Sınıfımızda Marksist-Leninistler var efendim...Haydi, soruşturmalar, araştırmalar, kimmiş bunlar?Genç kız, meselenin iç yüzünü şöyle anlattı:- Şimdi sınavlar yaklaşıyor ya, ilerici olanlar sınavları başaramasınlar, sınavlara giremesinler diye ihbar ediliyorlar. Eh, sınav süresini cezaevinde geçirecek bir öğrenci de nasıl olsa yıl kaybedecektir. Sınıfınızdaki gerici arkadaşlar başta bunu sağlamış oluyorlar.Aklım duracaktı. Şaştım kaldım. Kötülüğün böylesini düşünebiliyorlar demek, vatandaşlarımız...Bu "kepaze" muhbir vatandaşlar, okullarının müdürüne de bir dilekçe veriyorlar. Gördüm dilekçeyi, "siz CHP'lileri koruyorsunuz, komünistleri koruyorsunuz, yapmayın bunu..." gibilerden, bir başka ihbar. Müdür ne yapsın? Okula, derse giren yüksek öğretmen ne yapsın, söyleyin...

Page 57: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bu yüksek okulun adını vermedim. Bir başkasının adını vereceğim: Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde şimdi, derin bir suskunluk var. Geçen yıl "temizlik" yapsınlar diye, bölüm başkanları, dekanlar değiştirilmişlerdi. Bunlar da -elhak- görevlerini yapmış olmalılar ki, pek çok değerli bilim adamı üniversiteden kapı dışarı edilmişlerdi. Bu yıl, ODTÜ'de, "sicil" mevsimi başlıyor bu aylarda. Temmuz'da da mütevelli heyet atama zamanı bekliyor. Bakalım, bu yılki yaprak dökümüne kimler katılacaklar?Biz neler göreceğiz bakalım daha? Eski Diyanet İşleri Başkanının kızının, yıllar boyu cezaevlerinde çürüdüğünü, sonra da "haydi git hanım, seni yanlışlıkla almışız buraya" dediklerini duyduk. İhbar müessesesinin kurbanı Prof.Mustafa Akdağ'ın cenazesini gördük biz...(11 Mayıs 1973)

ZULMÜN ARTSIN...

Anadolu'da halk söyler bu sözü. Beddua edeceği zaman, "zulmün artsın..." der. Zulmün artsın ki, adaletin kalmasın, gittikçe sevimsizleş ve öldüğünde mezarını ziyarete gelen olmasın. Cenazeni kaldıracak kimse çıkmasın. Toplumda sevimsizliğinden dolayı yapayalnız kal öylece. Bu demek zulmün artsın.Bir de çok içerlediler mi birine, "dizinden kurşunlamalı onu" derler. Adam ölmez, dizinden kurşunlanınca ya, sürünür ölene dek. Aslında şair sözü olmalı bunlar. Şiirlere güzel mısra olur, bizim gibi yazanlara göre değil.Anam, bizler okudukça yuvadan birer ikişer uçacağımızı anlamış olmalıydı. Ufacık ilçeden ayrılmamamız için hiç değilse bir-ikimizin baba ocağını tüttürmemiz için nasıl yalvarırdı:- Herkes âlim olmaz. Kimi âlim, kimi zalim olur... derdi. Yani bizler de, hep okuyup da ne yapacaktık, oturup başka bir iş görmeliydik.Olmadı anamızın dedikleri. Babamın dedikleri oldu. Anadolu'da okuyan kurtarır kendini. Bir baltaya sap olmuşsa, hele efendi olmuşsa, değme ananın, babanın keyfine o vakit. Amma, çoğu öyle kaymakam, yargıç filân olamaz. Gitse gitse assubay okuluna -parasız yatılısı varsa- öğretmen okullarına gidebilir.Anam okuma-yazma bilmezdi ya, değme ozanlar onun söylediklerini kolay söyleyemezlerdi anlaşılan. Nerdeyse punduna getirir, manilerle konuşurdu. Öğütleri de öyleydi:- Atlı sığmış, itli sığmış dünyaya sen mi sığamıyorsun hay oğlum?

Page 58: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ankara'yı, İstanbul'u görmedi anam. Konya'yı bile ölümünden önce hasta haliyle, otel odasından seyretmişti bir iki gün. Dünyası da bu... Çok analar böyledir, daha.Nerden nereye? Ben zulümden söz edecektim. Zulümden, yani yeni adıyla kıyımdan. Nerelerde, nasıl kimlere zulmediliyor biliyor musunuz?Gün geçmez ki, telefonlar yağar:- Abi, biz yine işsiz kaldık. Sendikadan çıkardılar bizi.- Neden?- Telefonda anlatamam, geleyim de anlatayım. Galiba hakkımızda ihbar yapılmış, "şunları, şunları niye çalıştırıyorsunuz?" diye. İki arkadaş, yine işsiz kaldık...Hay Allah... Zaten, öğretmenlik yaparken işlerine son verilmiş, Bakanlık Danıştay kararını uygulamamış. Açıkta kalınca da "acaba biz bu öğretmenlikten başka bir iş yapamaz mıyız ki?" diyerekten, piyasaya çıkıp iş aramışlardı. Başlarına gelenleri, oturup haber yaptık. Bir sendika başvurdu, "bize gelsin bu öğretmenler" diye. Gittiler, güzel güzel çalışıyorlardı. Demek, iyi saatte olsunlar arkasını bırakmamış çocukların. Süründürecekler ki, ölmemecesine...Evde çoluk çocukları ne yapar, ne yer ne içer? Bunu düşünen mi var. Kıy ha... Kıy ki zulmün arta...Kızılay'da yolda gördüm birini. Gözleri ak ak olmuştu, çaresizlikten. Öğretmenlikten atıyorlar, Danıştay kararını uygulamıyorlar. Sonra, özel mi bir yerde, bir sendikada iş bulup çalışmaya başlıyor. Bırakmıyorlar yakasını. Gelip orada da buluyorlar. "Atın bunu işten diyorlar." Gizli eller yapıyor bunu. Gizli gizli. Karanlığın gözü gibi...*Yurt dışında çeşitli görevler vardır. Buralara, gerektiğinde atamalar yapılır. Çoğu bunların Turizm Bakanlığı'nın tanıtma bölümündedir. Bir gün Bakanlığın ilgili dairesine bir genç gelir. Londra'da tanıtma işlerinin görüldüğü dairede "odacılık" görevini istemektedir genç.- Öğreniminiz?- Üniversite mezunuyum...- Üniversite mezunu odacı olur mu canım? Olmaz öyle şey...- Efendim, ben razıyım size ne? Orada doktora yapacağım da. Siz tayin edin beni.Odacılık amma, ayda 2000 liradan aşağı değil. Bir çeşit burs olacak genç için. Doktorasını yapacak bu odacı kadrosunda, sonra Türkiye'ye gelip büyük adam olacak iyi mi?Sonra bu Londra'daki odacılık kadrosunu isteyen genç, oraya atanmış mıdır, herhalde atanmıştır. Çünkü, zamanın başbakanlarından birinin memleketlisidir, torpille gelmiştir yani.Londra'daki odacılık görevine atanmıyan üniversite mezunu delikanlı, soluğu zamanın başbakanında alır, anlatır durumu. Galiba sonunda gider Londra'ya. Arkasından da kendisine torpil olan başbakan da gider, o da başka...(12 Mayıs 1973)

Page 59: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

TOSUN'LAR...

Aziz Nesin, Yapı-Endüstri Merkezi'nin düzenlediği edebiyat söyleşilerinin ikincisinde, İstanbul'da yaptığı bir benzetmeyle dinleyicileri gülmekten kırıp geçirmiş. Şöyle demiş Nesin:"Helâlardaki Tosun, okuması yazması olsaydı, Seksus yazarı Henry Miller olurdu. Ya da tersi, Henry Miller okumasaydı, helâlardaki Tosun olurdu."Gazetelerde görmedim Aziz Nesin'in konuşmasını da, "Kitaplar" dergisinin mayıs sayısında okudum. Gazetelerimiz, gazetecilerimiz iyicene sallanıp gidiyor, haftalık, aylık dergiler daha iyi yapıyorlar görevlerini.Aziz Nesin, ellinci yıla "boş bir içerikle girildiğini" söyleyerek, ellinci yıla katılan sanatçıları kınamış ve "işçi dövizleriyle hazırlanan bu festivale katılmak, el smokini ile gerdeğe girmeye benzer" demiş. Aziz Nesin, sosyalizmi sadece ekonomik ve sosyal kalkınma saymadığını da kaydetmiş...Yöneticilere, kalbur üstü kişilere bakıyorum da, helâlardaki Tosun'un aslında yabana atılmış biri olmadığına hükmediyorum. O Tosun yine de çalışkanmış...Bakınız basının durumuna... Hangi dönem geçerli ise o dönemden payını almadan başka ne yapıyor? Avrupa basınının yazdıkları ağrına gitmek şöyle dursun, "nereden çıkarıyorlar bu bozguncular bunları?" diye neredeyse, onlardan hesap soracak. Avrupa Konseyi'ndeki tartışmalar, bir-iki gazetede çıktı, çıkmadı.1971 sonları ya da 1972 başlarıydı sanıyorum. Zamanın Başbakanı Nihat Erim, resmen bir yazı ile, sıkıyönetime şikâyet etmişti. O zaman, Avrupa Konseyi ile ilgili tartışmalar Avrupa'da daha yeni başlıyordu. Havaalanında beni, önce bir güzel azarladı:- Hakkınızda tahkikat açılacak. Nereden aldınız, Avrupa Konseyi'nde Türkiye'nin durumunun tartışılacağını?.. diye. Önce çekindiğimi söyleyeyim, "Hak..." "mık..." dedim galiba. Nihat Erim, dikti gözlerini, ekledi:- Tahkikat gelecek size...Avrupa Konseyi neden ele alır Türkiye'deki durumu? Ne var, Türkiye'nin durumunda.Bunları, demek yıllar önce, zamanın yöneticilerine anlatmışız. Bu böyle devam ederse, Kızılay'dan geçemezsiniz demişiz. Ayyuka çıkmış söylentiler, Fransız Le Monde gazetesinin muhabiri Paul Balta gelmiş hükümetin de çağrısı üzerine Türkiye'ye. Gel gelelim, Paul Balta gördüklerini yazdığı zaman kopmuş kızılca kıyamet. Paul Balta bir eve mi gitti, ses alıcılar yerleştirilmiş "G.M.C."ler, sarmış evleri. Ne var? Acaba ne konuşuyor diye...Akılsız ördek, kıçına kıçına dalarmış. Türkiye'yi bir an önce normal düzene götürme yerine, asıl yöneticiler tahrik etmekteydiler, yalan mı? Erim'den sonra, Ferit Bey az mı çaba gösterdi bunun için...BBC televizyoncuları gelmiş Türkiye'ye, içerden çıkıp dışarıda olanlarla konuşmuş, bir yirmi sekiz kişi kadar var bunlar. Ne anlatmışlar bunlar? Ne konuşmuşlar? Öğrendiğime göre, kuvvet komutanları da görmüşler bu

Page 60: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

filmi. Filmde, bazı kişilerin yüzleri görünmüyormuş, düpedüz konuşuyorlarmış, filmdekiler. Bu film Avrupa Konseyi'nde gösterilmek istenmiş. Dışişlerimiz İngiltere'ye "Olmaz, dostluğumuz var, gösteremezsin" mi demiş? Henüz gözlerimize karanlık bazı bölümleri olayın. Benim, filmin Türk basınına ve Türk Parlamentosuna gösterilme teklifim de hiç yankı yapmadı, "tosuncuk"lar ilgilenmediler anlaşılan. Basındaki tosuncuklar...Türkiye'de başlıca sorun bu olmalı seçim öncesinde. Avrupa Konseyi'nde ne konuşulmak istenmişse, Türkiye'de basında bir bir ele alınıp tartışılmalı...(21 Mayıs 1973)

Bİ SEN EKSİKTİN AYIŞIĞI

Can Yücel'ler, İstanbul Cezaevi'nden Adana Cezaevi'ne nakledilirlerken, Kaman-Niğde üzerinden geçmişler. Şu şiir "Hasan Can" imzasıyla, "Tiyatro 73"ün 14. yani son sayısında yayımlandı:

"Bileklerimizi kesmiş yeni Alman kelepçeleri,Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra,Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,Başımızda "prensip" sahibi bir başçavuş,Niğde üzerinden Adana Cezaevi'ne gidiyoruz.Bi sen eksiktin ayışığı,Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya."

Adana ne sıcaktır şimdi. Hele kale kapısı gibi kalın kapıların, duvarların arkasında...Türkiye'de basın ve düşünce özgürlüğü uçup gitmesin diye hapsedilmişlerdir yazarlar ve ozanlar. İllere göre nasiplerini alsınlar diye dağıtılırlar il il...Ankara'da da var. Ali Galip Zâde, Parlamento kürsüsünden sosyalistler için "rezil" deyimini kullanırken bir sosyalist olamayıp da, kaderinin ve hırsının kendisini ters kamplarda hapsetmenin ezikliğini üstünden atmak ister gibi... Aynı anda sosyalist olarak Parlamentoda yıllarca görev yapmış kişiler, kendi aralarında, cezaevlerinin kalın duvarları ötesinde düşünmekteydiler.- Gitsek buradan bir an önce de ne olacaksa olsa...- Adana da var hesapta.- Ankara soğudu iyicene geceleri. Kışlıkları da gönderdik. Hay Allah...Ali Galip Zâde, seçimler yaklaştı ya, ne yapacağını şaşırdı iyicene.

Page 61: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

İki lâfının biri, "Ben Dankert'e komünist demedim ki, komünist değil o..."Bunu dinleyen bir milletvekili düşünüyordu yerinde:- Dankert'ten korkuyor, ellaham...Dankert kim? Bir Avrupa Konseyi üyesi parlamenter... Avrupa Konseyi'nde, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu ortaya getirip, tartışılmasını isteyen bir Hollandalı. Orada tartışılıp, mesele bitmedi mi? Buralara bunu getirip -aklınca- seçim yatırımı da yapacağını sanmak, ne akıl böyle."O kadar zeki olma, senden zekileri hapiste..." diye bir ata sözleri varmış Rusların. Bizde de vardır buna benzer sözler ellaham...(26 Mayıs 1973)

SAYIN KORUTÜRK, LÜTFEN EL KOYUN...

Emniyet Sayayı'nın -bilmem- kaçıncı katında SBF doçentlerinden birinin sorgusu yapılıyordu günlerdir. Doçentin eşi, Emniyet Sarayı'nın kapısına dek geldi, eşine bir ihtiyacı olup olmadığını sormaktı amacı. Cevap geldi:- Bir ihtiyacım yok, diş macunu ile diş fırçası getirsin...SBF'li doçent, Emniyet Sarayı'nın bilmem kaçıncı katında günlerdir yalnız değildi. Kendisiyle birlikte daha üç tane asistan, ifade veriyordu.Koskoca bir fakültenin bir doçenti, üç asistanı Emniyette yatıp kalkıyorlar, ifade veriyorlar, olayları izlemek ve sadece "olay" olarak haber yazmak durumunda ve görevinde olan basın hiç oralı olmuyordu.İfadeleri alınacak olanlar, değiştirilen yasa hükümlerinin de gereği, alınıp götürülebiliyorlar, günlerce Emniyet Sarayı'nın -bilmem- kaçıncı katında "misafir" edilebiliyorlardı. Yasaların buyruğu ise, buna benim de bir diyeceğim yok, olamaz. Ancak, böyle bir olayı görmezden gelmek ve olmamış saymak, işte bu benim basın özgürlüğü anlayışımda ve kitabımda yoktur. Kokteyllerde elimizde kadehler, caka sattığımız gazeteci arkadaşlarımın kitabında ve basın özgürlüğü anlayışlarında da olmamak gerekir.- Ne demek istiyorsun yahu, ne olmuş?- Şu olmuş. Birkaç gün önce, SBF'ye gelen emniyet görevlisi sivil memurlar, bazı öğretim üyelerini "bilgilerine başvurulacağı" gerekçesiyle alıp götürmüşler. Odalarını bir bir arayıp, bazı kitaplarını da...Zaten ne gelmişse, şu kitaplar yüzünden gelmiyor mu bunca insanın başına? Üniversite öğretim üyesi, doçenti, profesörü de olsan, okuduğun sürece kurtulamazsın kazadan...SBF dekanı ile konuşuyorum:- Bir haber var mı, öğretim üyelerinizden?- Vallahi Ekmekçi bey, bir haber alamıyoruz. İçerden gelen haberlere göre, "yarına çıkarlar" deniyor. Fakat bildiğimiz bir "gözaltı" ya da "tutuklama" söz konusu değil. Öyle olsa haberimiz olurdu. Bekliyeceğiz bakalım. Her halde kanunî süreler dışında bir şey yapılamayacağına göre, anlıyacağız bir-iki gün içinde.

Page 62: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Suçları nedir, bilemem. Varsa mahkemelere verilir, yargılanırlar. Ancak, aklımın ermediği, gözlerimizin önünde olup bitenleri yazamamakla karşı karşıya bırakılmamız.Bir açıklama yapılmalı, bir kez basına bildirilmeli. Basından, gerekli görülüyorsa, yazılmaması da istenebilir. Gördük örneklerini. Ama, olayları görmezden gelmeyi kimse isteyemez. O zaman kulak gazeteleri çalışmağa başlar ki, etkilerinin nerelere vardığını herkesler bilir. Bir yorum yapmıyorum, ileride yorumlarını yetkili ve etkili bir biçimde yapacakların çok olacağını çok iyi biliyorum. Şimdi, son SBF öğretim üyeleri olayı, yurt dışına yabancı ajanslara gitmemiş midir? Ohooooo, çoktan gitmiştir. Peki neden Türk basınında yayınlanmaz, çıkamaz? Basın özgürlüğünün fazla geldiğinden mi? Sayın Korutürk, biliyorum ki, basın özgürlüğüne inanmış kişidir, lütfen el koysun bu olaya. Haberin neden yazılamadığına el kosun; bir bakalım ne sonuç alacak?Bundan bir süre önceydi, Prof. Mümtaz Soysal o zaman tutukevindeydi. Yeniortam'a Soysal'la ilgili bir belge ve bazı iddialar geldi. Ne yapmalı, yazamadık. Ancak, zamanının Cumhurbaşkanı Sunay'a durumu bildirdik. Sıkı bir inceleme ve soruşturma yapıldığını hatırlıyorum. Bu arada, "Ekmekçi'ye bu belge nasıl gitti?" diye, bazı gariplerin de başı yakılmak istendi. Onu duydum. Amma, sıkı soruşturma yapıldı, onu da biliyorum, ben de Sıkıyönetimde ifade verdim.- Size kim getirdi bu belgeyi?- Bilmiyorum...- Neden bunu Sıkıyönetime değil de, Sayın Cumhurbaşkanına bildirdiniz?- Aklıma öyle geldi.Ancak şunu anladım, Cumhurbaşkanlarına yansıyınca mesele, galiba daha iyi incelenebiliyor.(27 Mayıs 1973)

BEHİCE HANIM'LA ÇETİN ALTAN

Biri, herhalde 62'sini bitirip cezaevlerinde 63'üne basmış bir aydın kadın. Öbürü, cezaevlerinde kitabı ödül kazanan bir gazetecilik pîri. Ben, insanları kendim gördüğüm kadar, yakınlarına sorarak da öğrenmeye çalışırım. Bu sabah çayımı içerken evde, Behice Boran'ın düğün hediyesi olarak, eşi Nevzat Bey'le birlikte getirdiği vazoyu seyrettim. Vazonun kapağını Eylem düşürüp kırmış. Bize geldikçe takılırdı Eylem'e:- Kız, seni ihbar edeceğim. Senin yüzünden başımıza gelenler...Behice Boran'ı da, Çetin Altan'ı da çok eskilerden tanırım. Behice Boran, mecliste kürsüde konuşurken, konuşmasını yazılı yapmadığı zamanlar, çok başarılı olurdu. Konuşurken, kâğıda bakmaz yani irticalen konuşursa, düşüncelerini yansıtabildiğini, kâğıda baktığında ise, düşüncelerinin, zihin melekelerinin daha hızlı çalışması yüzünden bocaladığını söylerdi. Yazmadan çok konuşmayı severdi ya, yazıları da sanki birer "edebî" örnekti.

Page 63: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Çetin Altan'ı nasıl bulursunuz?- O, yazmayı çok seviyor. Kelimelerle kedi yavrularıyla oynar gibi oynamasını biliyor ve hoşlanıyor.Behice Hanım, 63'ünde ya, cezaevinden çıktıktan sonra 78'inde olacak. Türkiye'de ilk kadın parti başkanı diye en çok satan gazeteler bile "mülâkatlar" yapmışlardı. Fakat, parlamento konuşmalarını gazeteciler -ne yapsak da görmezden gelsek gibilerden- kısa tutarlar ya da hiç vermezlerdi. Bazı milletvekilleri yaparlar hani, "benim şu konuşmam var" diye, o bunu da yapmadı. Tutukevlerine girip, mahkemelerde yargılandığında da fazla yer vermediler gazeteler savunmalarına. Adaletle filân pek ilgisi yok daha bizde gazeteciliğin. Çetin Altan cezaevinde "ödül" aldığı gibi, Behice Hanım'ın da, içerde, dışarda değerinin gitgide anlaşılacağını göreceğiz sanırım. Türkiye'de demokrasi ve sosyalizm kavramları tartışıldıkça anılacak.Ne geliyor aklıma biliyor musunuz? Hani adaleti simgeleyen gözleri bağlı bir kadın vardır, elinde terazisi ile. Onu görünce ellerine kelepçe takıp Behice Hanım'ı düşünüyorum. Gözler bağlı, eller kelepçeli... Nasıl?Ben, bir çok tanıdıklarıma mektup yazamıyorum. Mektup yazamayan, herhalde sadece ben değilim. Senatör Fatma Hikmet İşmen, Behice Hanım"dan mektup almış. Bir çeşit "edebî örnek" sayarak aktarıyorum buraya:"Sevgili Hikmet Hanım,Biliyor musunuz, hapishaneden mektup yazmak çok zor iş. Alışılmış deyimiyle (yazılacak havadis yok). Gerçi kalemi elime alınca, eninde sonunda iki sayfa oluyor, ama başlangıçta az önce yanımdaki genç arkadaşın gözlediği gbii, (kara kara düşünüyor)um ne yazayım diye.Ne diyeyim? Sizin balkonda yine beraber oturmak konusunu rafa kaldırmak gerekiyor artık. Böyle diyorum ya, içim yine de pek inanmıyor buna. İnanmamak için hiç sebep yok aslında. Ama hislerin mantığı, aklın mantığından başka anlaşılan. İnsan kötü şeylere inanmak istemiyor, hep bir umut ışığı kalıyor, küçücük de olsa. Bu mantıkî, objektif gerçeklere dayanan bir his değil. Öyle işte. Onun için (hislerin mantığı) diyorum buna. Belki bilinçaltı psikolojik bir savunma mekanizması. Aklımla düşündüğüm zaman da Türkiye'nin geleceğinden umutlu, iyimserim hep, o başka. Demek istediğim his yönü buna bağlı değil.... Benim sivil cezaevine naklim daha gecikecek anlaşılan. Dosya daha Askerî Yargıtay'daymış. Bu naklin nereye olacağı konusunda şimdiden müracaat edilse de diyorum, bir cezaevinden ötekine dolaşmasam. Nereye, ne zaman gideceğimi bilmeden böyle beklemek de hoş değil. Bir an önce gidip yerleşsem diyorum. Tek başıma gönderilip yeni yere alışmak biraz güç olur ama, nasıl olsa olacak bu, bir an önce olsun. Oraya da alışırım elbet...Başta ne yazayım diyordum ya... Bir başlayınca kalem yürüyor, durmak bilmezcesine. Şimdi daha sayfalar doldurabilirim. Ama bu bir mahpusun mektubu. Çok da uzun olmamalı.Özür dilerim, mektup biraz kirli oldu. Düşünceler elimden daha hızlı işliyor, imla yanlışları yapıyorum o yüzden. Siz bana yazabildiğiniz kadar uzun

Page 64: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

yazın olmaz mı? Sevgiyle gözlerinizden öperim. Benim yazmadıklarımı da siz hayal edin.Behice Boran"(28 Mayıs 1973)

BARIŞ İÇİN UZANAN EL...

Cumhurbaşkanı Korutürk'ün üst üste gelen iki bayramda yayınladığı mesajlar, yurtta barış yanlısı olanların yüreklerine su serpmiş olmalı. "Adaletsiz bir devlet yaşayamaz" diyen Korutürk, adaletsizliğe "hizaya gel" demektedir. Yumuşak ifadelerle fakat kesin yargısını belirtmekten kaçınmayan Korutürk, yurtta barışı kurmak için el uzatmış gibidir. Bu elin, bazı suratları buruşturduğunu görüyor gibiyim.- Ne güzel, tahriklerle politikamızı yürütüyorduk. Anarşistler, komünistler diye diye yırtınıyorduk. Barışın sırası mı canım şimdi?Cumhurbaşkanının barış elinin hiç fakrında olmayanları görmüyor musunuz?- Yapmayın, etmeyin, MİT'te eziyetler yapılıyor, aydınlara, öğrencilere olmadık şeyler yapılıyor...- Ne olsun yani, kuş tüyü yastıklarda mı yatıracaktık?- Elektrik...- Yok canım, voltajı iyi ayarlanırsa kontak yapmaz...- Ya...- Cop ithali arttıkça arttı mı ne?- Tüketim ekonomileri...Bazılarına bakarsanız, Türkiye'de "sol"un kökü kazınmalı, mesele kalmaz o zaman. Sol'un kökü dedikleri, kendi öz çocukları, ya yeğenleri, gözlüklü Sami ile gözlüklü Kâmi gibi...Bu arada dümenciler, işlerinin tıkırını bozmak istemeyenler, Cumhurhuriyet'in ellinci yılını bile bir çıkar fırsatı sayanlar istemezler, yurtta barışı.- Peki, bu dönem geçse, her şeyi yazacaksın deseler, ne yazacaksınız Allahaşkına...Asıl, "şimdi yazamıyorum" diyenlere sor. Herhalde, "neler çektik neler?" diye tefrikalara başlarlar. Şimdiden pek çok malzeme hazırdır bile.Bir de "faşist" kafalar istemezler barışı. Ne güzel eziyet ediyorduk, alışmıştık, derler.Eski yargıç Ali Faik Cihan ifade verirken hırpalanmış mı, hırpalanmamış mı?- Ben yargıçım, hukukçuyum...- Al bir de yargıçlığın için... Bu da hukuk için...Cumhurbaşkanı Korutürk, boşuna dememiştir, "kaynak ve kuvvetini hak ve adalet ilkelerine dayandırmayan bir devlet idaresi payidar olmamıştır ve olmayacaktır" diye.

Page 65: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bilerek, bilmeyerek haksızlıklar yapıldı. Ecevit'in dediği gibi, gerçek anarşi yönetimdeydi. Bunlar unutulabilir mi, sorumluları yakalarını kolay kurtarabilmeliler mi, bilmiyorum. Ancak, bildiğim ve içtenlikle inandığım bir şey varsa, artık haksızların, eziyetlerin durması ve "barış" havasının yurtta estirilmesidir. Anladığım kadarıyla, sayın Korutürk'ün yapmak istediği budur. Ben bunda yardımcı olmak isterim. Başkaları da olabilir.Gelmiş, geçmiş olayların altına "kalın bir çizgi" çekilerek yapılabilir bu başta. Söze değil, eyleme bakar bizim halkımız. Cumhuriyet'in ellinci yılında çıkarılacak genel affın kapsamının genişliği sağlar başta bunu.Haksızlıklar olmaz mı bir toplumda? Bir değerli yargıçla konuşuyoruz:- Bizim yaptığımız, aslında işkence bir çeşit...- Nasıl?- Şöyle: Adamı yargılıyoruz, ifadesini alıyoruz, kendini mahkemede savunuyor. Fakat tutuklu. Karar verip, mahkûm ediyoruz. O da tamam. Fakat serbest bırakmalı adamı, gitsin Yargıtay'da da savunsun kendini, hazırlasın.İnsanları yargılayan yargıcın kanısı bu. Fakat kararı tek başına veremiyor ki. Başka üyeler de var, değerli.Siirt'ten, Yeniortam okurları geldiler. Yeniortam Bürosu'na. Oralardaki havayı anlattılar. Sıkıyönetimin konulmasından beri, Siirt'te tek olay olmamış. Eee, niye Sıkıyönetim Siirt'te de uzatılır öyleyse. Bilmediğimiz neler var ki?Cumhurbaşkanı Korutürk, doğu illerinde, doğulu vatandaşları da, "kardeşlik", "birlik ve beraberlik" için yardıma çağıracak.Barış için, kardeşlik için uzanan bu el boşta bırakılmamalı...(29 Mayıs 1973)

ANNE, LOLİSLER...

Zekiye Hanım, Huriser Hanım'ın omuz başından, saksının üzerindekini gördü. Gözleri ağararak, haberdar etti:- Huriser, sakın korkma, arkanda fare var...Huriser Hanım, anlamadı anlaşılan, "Arkanda böcek var" diye duymuştu. Bir şöyle, geri dönüp yan gözle baktı, önce bir şey göremedi. Zekiye Hanım'ın gözleri fal taşı gibi açılmış, öyle bakıyor, fakat kalp hastası Huriser Hanım'ı korkutmamak için yerinden kıpırdamıyordu. Eylem, uzun koltuğun üzerinde oturmuş, zevkle fareyi seyrediyordu.Huriser Hanım, bir daha geri bakmasıyla çığlığı bastı ve yerinden fırladı. Zekiye Hanım da arkasından. Eylem yerinden kıpırdamıyor, işaretle dışarı çağrılara da karşılık vermiyordu.- Gel Eylem dışarı, fare var...- Olmaz, ben Miki Mausu'u seyredicem... Eylem, televizyonda gördüğünün canlısını seyretmekteydi. Annesi, çocuk fareden korkmasın diye, fareyi tatlı tatlı anlatmış, çocuk, sevimli hayvanı gördükten sonra, seyir fırsatını da yakalamıştı. Neyse yalvar yakar dışarı çıkarıldı. Bütün apartman, üst kattaki TRT'ciler alt kata inmişler, fare seyrine gelmişlerdi.

Page 66: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Teyzesi -Yaşar teyzesi- Eylem'e, "miki fare"li tekerlemeler söylememiş miydi?"Yer-den bitme, mum ba-cak-lı mi-kiBur-nu uzun dik ku-lak-lı til-ki..."Bizler çocukluğumuzda böylelerini değil, ayaklarımızı uzatıp, parmaklarımızla ayaklarımıza dokunarak,"Edin nene bedin nene,Su-ya düş-müş gadın ne-ne..."Diye söylerdik. Daha doğrusu, gellaba-gelin abla demek-larımız böyle konuşma öğretirlerdi.İki yaşında öğreniyor çocuklar konuşmasını şimdi. Geçen gün, Eylem yolda annesinin kulağına eğilerek, "Anne, lolisler..." demiş. Daha "polis" diyemiyor. Askere de "askes" diyor. Öğrenecek giderek. Fakat neden fısıltıyla söylemiş, "Anne lolisler" diye. Kim bilir kimden duydu:- Filân polismiş...- Yok canım, falana da polis dediler.Polis bir kamu görevlisi. Bir meslek. Onun adını, gerçekte, gerçek polisler değil ama, galiba "kışkırtıcı ajan" dediklerimiz yaralıyorlar. Böyleleri çoğalınca bir toplumda, o adı onurla taşıyanlar yara alırlar. Dikkat etmeli...Evlerde yapılan aramaları, evleri arananlar bir gün yazıp, anlatırlar herhalde. Büyük yanlışlar yapıldı bu arada. Evler, çoluk, çocuğun arasında didik didik edildi. Arama kararlarında, kadın çamaşırlarının ya da yastık altlarının aranacağı, bunun da geceyarısından sonra -özellikle- yapılacağı mı yazılı? Ya o götürülen kitaplar?Arama yapanlar, çok çok yazar-çizerlerin evlerini aradıklarında ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Adamın bütün varı-yoğu kitap. Ne arasan bulunur, taşımayla bitmez ki...Fethi Naci'nin evini aramışlar bir ara. Belki de espridir. Yer kitap, gök kitap. Bir bakmışlar ı-ıh...- Beyefendi, siz hangi kitapları alacağımızı söyleyin de onları götürelim...Fethi Naci'deki kitaplar da -hemen hemen çoğu- imzalı, yazarının, şairinin... "Aziz Nesin'den sevgilerle...", "Kemal Tahir'den Fethi Naci"ye..." Hep böyle. Gazeteci Sinan Fişek -Kurthan Fişek'in amcaoğludur- kitaplara baktıktan sonra, aklına bir muziplik gelmiş, Tolstoy'un bir kitabına da "Fethi Naci'ye sevgilerle, imza Tolstoy" diye yazmak istemiş. Fakat yapmamış ve bunu Fethi Naci'ye de anlatmış. Fethi Naci:- Yapman bir şey değil, aradıklarında "Sen bu Leon Tolstoy'u nereden tanıyorsun?" diye sorarlar, o fena... demiş.Gece yarısından sonra ve sabaha karşı arama yapmak şart mı acaba? Şıkıyönetim komutanlarının yerinde olsam, bu aramaların nasıl yapıldığını filme aldırır, bir seyrederdim. Bakalım bir daha aratırlar mı, evleri?...Ecevit'le Talû şimdilerde karşılıklı tartışıyorlar ya, bence Ecevit'in bildikleri Talû'dan kat be kat fazladır. Talû bir evde arama yapanların üstüne, lâvaboda asılı çamaşırların yıkılıp, çamaşırları toplamak nezaketini gösterme nedeniyle başlarına neler geldiğini dünyada bilmiyordur. Filmi olmalı ki...

Page 67: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Hükümetlere, onun sorumlularına düşen, eleştirilerden yararlanarak, bu dönemlerin az kaza ile, adaletsizliklere yol açmadan geçmesini sağlamaktır. Sayın Talû, sayın Satır'la görüşsün ara sıra, o da biliyor bazı şeyler...(5 Haziran 1973)

AYGAZ TÜPÜNÜN ÖYKÜSÜ...

- Behice Hanım, yemeğinizi alın...- Teşekkür ederim.- Ayy, affedersiniz döküldü...- Zararı yok, ben zaten bu yemekleri yiyemiyorum.Behice Hanım "perhiz" yapma zorundaydı. İçeriye girmeden, hastanelik olacak derecede kriz girmiş, ondan sonra "tam perhiz" zorunda kalmıştı."Kazıkiçi Motel"de, böyle perhizliler için bir aygaz tüpüne izin verilmişti. Verilen yemekleri yiyemeyenler, aygaz tüpünün de yardımıyla, odaya yakın bir bölmede, patates haşlıyorlar, pirinç lâpası pişirip yiyebiliyorlardı. Bu, geçen cumartesi gününe dek sürdü. Geçen cumartesi aygaz tüpü bitti.- Bizim aygaz tüpü bitti. Yenisini almamız gerek...- Şimdi olmaz. Kahve ocağında bir tane var. O da bitsin, ikisi birden alınır.Behice Hanım ve öylesine perhizli hasta olanlar, o gün bugün, suyu çıkarılmış beyaz peynirden başka bir şey geçiremediler boğazlarından.Behice Hanım da, öbürleri de "açlık grevi" mi yapıyorlardı? Yooooo... Neydi bu öyleyse? Açıklayabilen var mı? Gözaltındakilere, tutuklulara insanca işlem yapıldığını -özellikle Avrupalılara- iddia eder dururuz. İnsanlara, ille parmaklarından cereyan vererek işkence mi edilir? Bundan mı ibarettir? Manevîsi yok mudur bunun?Yüzünü yıkayacaktı kadın. Musluğa kadar gitti. Musluktaki sudan yüzüne çarptı, gözleri açıldı. Açılınca da gözlerinin önünde bir ayak...- Ayyyy, affedersiniz...Bizim, benim pek hoşlandığım bir şarkımız da var:"Güzel kızlar polis olmuş, hemen teslim olalım..."Teslim olursam, güzel kız polislere teslim olmak istemem. Onlar, hemcinslerine bile iyi davranmıyorlar, bana mı davranacaklar.Bir palto öyküsü var ki, onu ben değil, sanatçılar yazmalıydı.Ankara, nasıl da soğuktur kış aylarında. Behice Hanım'a bir arkadaşı, kışın üşümesin diye taaa İstanbul'lardan bir palto getirir. Paltoyu kapıdan verip dönecek. Bayan polise teslim eder.- Gelin benimle...Giderler bir yere...- Siz dışarda durun... Dışarda durur paltoyu getiren hanım, bayan polisin buyruğuna uyup...- Biz bu paltoyu alamayız. Elden alamayız. Postayla gönderin.- Canım, posta ile palto yollanır mı, ne sakıncası var, getirdim işte.Palto yerdedir.- Alın şu paltoyu ve çıkın...

Page 68: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bayan polis böyle buyurur. Paltoyu getiren de bayan, yerden almaz, çıkmaz da, gitmez de.O sırada, bir subay, bu insafsızlığa dayanamaz ve yerden alır paltoyu, paltoyu getirene:- Gelin benimle... der, galiba götürüp verirler paltoyu Behice Hanım'a...Behice Hanım, 63 yaşına basmış olmalıdır. Kimseden hakkı olmayan bir şeyi istemeyecek kadar onurlu bilirim onu. Hastanelik olacak derecede azılı bir safra kesesinden bitkin, patates haşlayabilecek bir aygaz aygıtını, tüpünü böyle kimselerden esirgeyenler, bahse girerim yetkililer değillerdir. Örneğin bir Fahri Korutürk değildir, bir Talû değildir, bir Orgeneral Ersun değildir de, örneğin hemcinsi olan bir bayan polistir.Ben bayan polislere teslim olmak istemem. Onlar, işkence yapıyorlar insana.(7 Haziran 1973)

ZİYARET GÜNLERİ...

- Babaanne, babama giderken çiçek götürelim bu sefer n'olur?- Almazlar çocuğum çiçek...- Neden almasınlar, babaanne? Çiçek bu.- Peki madem istiyorsun al...Ziyaret günleri nasıl da ana-baba günü olur, demir kapıların önü. Oraya gelenler, hemen hemen birbirini tanır, akraba gibi olmuşlardır aylardır.Fısıltılarla konuşmalar...- Sadık Bey, Naim Bey'le konuşmuş diyorlar, her şeyi anlatmış öyle mi?- Evet, anlatmış.- Ne demiş Naim Bey?- Size teminat veriyorum, böyle şiddet hareketi bir daha olmayacak mı ne demiş...................................- Hanım hanım, yaklaşmayın, uzakta durun, hah ta orada...- Bu ne?- Sabun...- Olmaz, sabun getiremezsiniz, alamayız içeriye. Kantinde var...- Ne var canım, sabun bu...- Yaaa, içine anahtar ney yerleştirirsiniz, onlar da duvarı delerler sonra...Birkaç adım ötede, polis bayanlar sigara içiyorlar. Sigaranın dumanlarını ziyaretçi -yaşlı, genç- hanımların yüzlerine yüzlerine üflüyorlar, alaycı, iyi mi?- Heyyy, hanım o çiçek girmez içeriye...- Çocuk arzu etti, ne olur bırakın da girsin.- Olmaz, yasak.- Peki. Bari bir dal çiçek götürelim.- Eh...................................- Nasılsın oğlum.

Page 69: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Sağol anne, görüyorsun işte.- Saçlarınız kesilmiş, geçen hafta daha saçlıydın?- Evet, dün gece saat 11'de yatağımızdan kalkıp traş olduk.- Sabret oğlum, pek itiraz etme, geçecek bunlar...- Ne diyorsun anne, küfretmeseler, gerisine aldırmayacağım.(Küçük Zeynep o sırada, delikten babasına bir dal çiçeği uzatmaya, tellerin arasına sokmaya çalışır. Karanfilin yaprakları bir bir dökülür. Babasına sadece çiçeğin sapını uzatabilmiştir. Baba, topal ayağının üzerinde yer değiştirir. Gözleri buğulanır, perde inmiş gibidir.)................................- Nasılsın Sadun, size bir şey yapıyorlar mı?- Yok canım, neden hep bunu soruyorsun? Dışarıda söylentiler mi var yaygın, yoksa...- Hayır, şey... Merak ettim de. Sen perhizsin, ne yapıyorsun?- Yemek pişiremiyoruz tabii. Fakat yumurta, patates haşlayabiliyoruz. Sen merak etme, iyiyim ben. Sigara bile içmemeye çalışıyorum. Burada sağlığımın bozulmamasına çok dikkat ediyorum.................................- Şaban Bey, çok zayıf gibi, neden?- O konuşmaz pek kimseyle. Ara sıra, Sadun Bey'le, yakın arkadaşları ile konuşur, kitabını okur, o kadar.- Amma çok zayıf...................................- Sana 11 tane mektup yazdım, almadın mı Sezi?- Hayır Nuri, almadım.- Allah, Allah...- Sana bir mektup yolladım, ona Ekmekçi üslûbuyla cevap ver, ben anlarım...- Kantinde mavi mürekkep yok, iyi mi? Öyle yazmam lâzım.- Mektupları alamayan Cüneyt'in babası, Korutürk'e başvurmuş. Korutürk'den cevap bekliyormuş.- Eeee, dışarda ne var ne yok?- Size birşey yapıyorlar mı?Demir tellerin ve camın arkasındaki, dudakları ile "boş ver" anlamına bir hareket yaptı. Bu ne demekti ki?................................Ziyaret saati bitmiş, herkes çıkış kapılarına yönelmişti. İçerden çıkanlar, birbirlerine "filânı da gördün mü, ya falanı?" diye soruyor, birbirinden haber tamamlıyordu. Dışarda, içeriye giremeyenler de bekleşiyorlardı.- Siz görüşemediniz mi?- Hayır, damadımla soyadım aynı olmadığı için görüşemedim.- Ya siz?- Benim gelinimle soyadım tutuyor tabiî. Fakat ancak oğlumla konuşabilirmişim. Ondan gelinimle konuşamadım...(9 Haziran 1973)

Page 70: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

EĞER SONU GELİRSE...

Zaman zaman, yazdıklarımızın, tutumumuzun yerli yerinde olup olmadığını düşünürüm. Eşe-dosta sorarım. Arkadaşım Binali'ye sordum bir ara bunu. Şenkaya -Erzurum Şenkaya- nın yaşlı kadını anası "Hanım" teyzenin tekerlemesiyle karşılık verdi, gözleri ışıldayarak."Her derede çift değirmenEğer suyu gelirse,Gâvur gediğinde arpa tarlasıEğer sapan yürürse,komşuya iki tavukEğer Allah verirse,Bu tutumun iyi tutumEğer sonu gelirse..."Türkiye'de çok iyi tutumun sonunun gelmediğini düşününce karamsarlığa düşüyor insan. 27 Mayıs devriminde şapkalarını havaya fırlatanların şapkaları şimdi nerededir? İhtilâl yavrularını birer ikişer nasıl yedi?Türk demokrasisi 1961 Anayasasıyla, nasıl bir sıçramaya hazırlanıyordu, ne kaldı 1961 Anayasasından? Bu Anayasaya yönelik tüm tutum ve davranışları Anayasa Mahkemis'ne götürüp yüz geri ettiren TİP nerede şimdi?27 Mayısçılara bazı bazı sorarım:- 27 Mayıs ihtilâlini yaptığınızda şimdiki aklınız olsaydı, ne yapardınız?... diye.- Bırak hiç sorma... diye karşılık verirler. Tavşan yamacı aşmıştır çünkü.Şimdi bir iyi tutum içinde Ecevit var. Onu da ne yapıp edip, silip götürmek için ne tedbirler düşünülüyor, görmüyor musunuz? Bunu yapmak isteyenler de ufacık, tefecik kişiler. Halktan, haktan, hukuktan anlamıyan kişiler, nasıl da belli. Ecevit'i dümenlerine yatıramadıkları için, nasıl da kıvranıyorlar?- Naim Bey'in dedikleri fos çıktı. Şimdi bakalım neyi savunacak?Ecevit diretiyor, "Son işkence kalkıncaya kadar, söylemeye devam edeceğim" diyor. Elinde yeni belgeler varmış. Belgeler yalnız Ecevit'te yok sanıyorum. Yayın yasakları kalksın hele bir, görürsünüz siz.Bir ulusu ulus yapan, o ulus insanlarının insanlığa verdiği önemdir. Bununla ölçülür. İşkence, söylentileri bile ilkel şeydir. Bu ulusa bu karayı sürmeye kimsenin hakkı yoktur.- Efendim, karıştırmayın, bunlar olsa olsa MİT'te oluyor...- Nerede olursa olsun, unutmayın yapılan her şey, hükümetlerin sırtından, ordunun sırtından, sıkıyönetimin sırtından yapılıyor.Bazı bazı aklıma gelir:- MİT örgüt olarak kaldırılacak yani lâğvedilecek bir gün. O zaman, burada çalışan o kadar kişi ne iş yaparlar?.. diye. Kanununda yazılıymış ne iş yapacakları, Başbakanlıkta memur olacaklarmış, iyi mi? Ancak, o zamana kadar da devlet memurunun personeline yaraşır davranış ve eylem içinde olmaları zorunlu. Benim ödediğim vergilerden, kimse "dayak atıyor" diye beslenemez. İsteyen kendi kesesinden beslesin...

Page 71: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yöneticilerde bu anlayış oldu mu, "besleme" örgütler çoğalır. Örneğin, "besleme basın" bunların başında gelir. İlânla, parayla beslersiniz bunları. Sizi tutması, düzeninizi sürdürmek için.(11 Haziran 1973)

SİYASÎ HAVA YUMUŞAYACAK MI?

Ankara şimdilerde, "seçmen turist"lerle dolu. Kebapçılarda onlar, otellerde, kahvehanelerde onlar.- Ne yersin? Bak, şiş kebap var, döner var, dolma var.- Eh, önce bir şiş kebap yiyelim, sonra döner yerim, arkasından da dolma... Rakı olarak da Altınbaş içelim.Milletvekili, seçmenin sözlerine gözleri fal taşı gibi açık, karşılık vermez, yutkunur... Söylenir kendi kendine:- Hadi, şiş kebabı yedin, döner nesi, ya arkasından Adana kebabı... Altınbaş'tan aşağı da içemez... Yoooo, vallahi çekilmez bu bir oy için...Seçmen gözlerini yummuş, kebaplara yumulmuş, ağzı dolu dolu...- Sen hiç meragetme. Yoluna koruz biz. Seçim bi olsun da...Milletvekili, aklı fikri şiş kebapta, dolmada...- Vallahi güveniyorum size. Para-mara ne lâzımsa söyleyin...- Olur, söyleriz... (Garsona) oğlum, bi ayran daha getir. Ohhh, yaşıyorsunuz valla Ankara'da. Gel bi de bizim köyü gör.Seçmen, hemen her partide aynı. Yani ufak-tefek farkları. Biri birine, öbürü ötekine inanmış o kadar...*Adana Cezaevi, sel baskını sırasında sular altında kalmıştı. İçerden hükümlüler, demir kapıları -herhalde demirdir- vura vura gardiyanları çağırdılar.- Heyyyy, açın kapıları yahu, boğulacağız burada...Siyasî koğuşta şair Can Yücel, ikide bir üst kattaki revirin neden açılmadığını, orada kalsalar daha iyi olacağını söyler dururdu. Kapı açılır açılmaz, revire fırlayacaktı Can Yücel.- Açın şu reviri, teftiş fırçası gibi tutuyorsunuz...Demir kapı açıldı ya, bakalım reviri açtılar mı, bilmiyoruz.Sular çekildi neyse, hükümlüleri yine odalarına doldurdular. Bu arada olan Can Yücel'in "sardunya"sına oldu.- Bak Can bey, bu sardunyayı yetiştiremezsiniz burada. Sizin için bir diyeceğimiz yok. Fakat cezaevi burası. Başkaları da sardunya yetiştirmeye kalkar, toprağının içine esrar ney gömerler, yaaa...- Yaaaaaa...Behice Boran'ın da Ankara'da "Kazıkiçi Motel"de kaktüsüne izin vermemişlerdi. "Bu, güneş görmeyen odada kaktüs yaşamaz" diye.*- Peki, insan nasıl yaşar?...Türkiye'de seçimlerin normal havada yapılabilmesi, başta sanıyorum siyasî havanın yumuşamasına, baskıların, eziyetlerin azalmasına bağlı.

Page 72: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Eziyetler nerelerde yapılıyor, bunların bir bir tespit edilerek sorumlularının cezalandırılmasına bağlı.Güney illerinden birinin bir ilçesinde, bir genç, başına gelenleri yazmış, resimlemiş de. Genç çocuk evine giderken yanına yaklaşan bir "Murat" taksi içinden inen dört kişi, çocuğu arabaya binmeye zorlamışlar ve kasabanın dışına tarlalara doğru arabayı hızla sürmüşlerdir. İleride ıssız bir yerde arabayı durduran saldırganlar, çocuğa "Atatürk'ün uşağı" diye küfretmişler ve hepsi birden dövmeye başlamışlardır. Çocuk orada baygın altı-yedi saat kaldıktan sonra kendine gelmiş, takatsiz durumda kalkıp yürüye yürüye evine dönebilmiştir. Yeniortam okuru mektubunda "böylece şu an zavallılaşan bir Atatürkçü de ölümden bugünlük kurtulmuş oldu" diyor. Şöyle bitiriyor mektubunu."Sayın Ekmekçi, olay bu. Her zaman olduğu gibi bu olayı da diğer Atatürkçülere duyurunuz ki, ölmemek için başlarının çaresine baksınlar. Başka ne diyeyim ki. Saygılar sunarım..."*Ankara Emniyet Müdürlüğü Birinci Şube Müdürü, vaktiyle kaymakamlıklar yapmış, çok değerli bir kişiymiş. Bana şöyle haber gönderdi:- Ekmekçi'yi tanımıyorum. Şu ortam ve dönemde de gerçekten tanışmak istemem. Ancak, bu dönem geçsin, ben kendisine gidip konuşacağım. Yazdıklarının bizimle ilgili olmadığını o zaman, çok iyi anlayacak...Ben biliyorum, olanların Emniyet yetkilileriyle ilgili olmadığını. Ancak sorgulamalar Emniyet binalarında yapılıyor çok kez. İşkence iddiaları da dolaylı olarak Emniyet'i de kapsıyor. Ancak, nerede, kime yapılırsa yapılsın, çağ dışı olan bu işlemler durmalı, durdurulmalıdır. Sorumluları cezalandırılmalıdır. Yalnız Emniyet değil ki, bunun altında kalan? Türk Silâhlı Kuvvetleri de, Türk Hükümetleri de dünya kamuoyu önünde bu iddialarla güç durumda bırakılmakta...Seçimlerin normal düzeyde yapılabilmesi, siyasî havanın yumuşamasına, baskıların kaldırılmasına bağlıdır. Siyasî hava yumuşamalıdır.(12 Haziran 1973)

ASIL SORUN NE?...

MİT yöneticileri veya ilgilileri telefon edesiymiş, "sağcı" basın sorumlularına:- Siz de sol basında çıkan iddialara cevap verin, Mahir Kaynak'ı, bizleri savunun... diye.Doğru mudur bu gelenler? Ne derecede? Benim aklıma yatıyor aslında. "Sağ" basın diye ortada dolaşanlarda çıkan haberlere, yazılara bakıyorum da, "Yaparlar mı yaparlar" diyorum.Sonra "sol basın", "sağ basın" ne? Önce ortada basın, masın var mı bakalım? Onurla, dosdoğru gazetecilik yapamayanların -çok değil kısa süre sonra- ne diyeceklerini çok merak ediyorum. Olaylar olacak, görmezden gelecek, ikide bir "bu bize, şu bize gitmez" havasıyle yazı yazıp çizecek.- Fırsat elimdeyken ben onların anasını ağlatayım da...

Page 73: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bu kafada adam, gazetecilik mesleğinin sadece yüz karası olur, parası pulu, hanı hamamı, nesi olursa olsun...Bir dönem geçiriyoruz. İyi, güzel günler şimdiden sonra olsun, karanlıklarda boğulup kalmasın diyoruz. Binbir yerden estek-köstek.Fevzioğlu'nu seyrettim parlamentoda, sırasında otururken. Yanındakiyle değil, arkasında oturanlarla arkasını dönmüş konuşuyordu. Ne diyordu kimbilir? Belki de, "Nasıl da açığa düşürdük muhalefeti?" diyordur. Seçim sonrasında ne getireceğini bile beli... Ellerinden gelse, Ecevit'in dokunulmazlığını hemen kaldırıp seçime öyle gidecekler. Dokunulmazlığı kaldıracaklar ki, "Bak işte, sizin umut bağladığınız adam avuçlarımızın içinde" diyebilsinler. Güce kanar bizim halkımız. Gözleriyle de gördü mü, "Sahi yav, bunların yapmayacağı yok ellaham..." der. Öyle midir, gerçekten kandırabilirler mi? "CHP bir oy patlamasına yol açabilir" haberi nasıl yankı yapmış aklınız durur. Bizim halkımız, ezile ezile sabrı da öğrenmiştir. Bakalım...Asıl sorun, sağ basının sol basına karşılık vermesi midir? Yoksa devlet parası ile beslenenlerin, ferah yaşıyanların artık -yaptıkları yanlış ise- bunu kavrayarak bundan dönmeleri mi? Türkiye'de de insan haklarının geçerli olduğunun kabul edilmesi ve bir yerde geçmişin ve yanlışların terkedilerek -gerçekten- yaraların sarılması mı? Kim saracak bu yaraları? Fahri Korutürk'e bir dikkati çekelim dedik, görürsünüz yakında ona da yapılan hücumları. Başladı bile.Demokrasiye içlerinde bir parçacık inanç kalmış olanlar, feda etmek istemezler bu inançlarını. Başka, her çeşit fedakârlığı yaparlar. Gerekirse katlanırlar işkenceler, kıyımlara da. Ses etmezler, halkın içinde yaşadığı ortamı düşünüp, Eeee, bu böyle iken, neden asıl sorunun üstüne eğilmek istemez kimse? Ne geçer ellerine bunların, ne geçecek?*Bir doğulu vatandaşın taaa Rize'den yolladığı mektuba dikkati çekmek istiyorum. Şöyle yazıyor Beşir Babür:"Cumhuriyetimizin ellinci yılını kutlama törenleri her tarafta süratle hazırlanmakta. Her tarafta 50. yıl için parlak nutuklar hazırlanmaktadır. Ama bu nutukların arkasındaki acı gerçekleri görmemezlikten geliyorlar sayın ilgililerimiz.Biz doğlu vatandaşlar senenin altı ayı gurbette ekmek peşinde koşmaktayız. Bu altı ay boyunca kazandığımız üç beş kuruşla ana, baba, eş ve çocuklarımızın yaşamlarını sürdürüyoruz. Ama çalıştığımız çay fabrikalarında erken çıkışımız verilince daha çok perişanlık çekiyoruz. Kaldığımız yerler perişan, berbat, her türlü hayat şartlarından yoksun bir şekilde ailemizi sene boyunca geçindirebilecek parayı kazanmak için çalışıyoruz.Ben, Mardin'in İdil Kazası Hedil köyündenim. Seneler boyunca yazın gurbete çıkıp diğer arkadaşlarımla ailemizi geçindirecek parayı kazanmak için çalışıyoruz. Köylerimizden gelen mektuplar perişanlıklarımıza binbir perişanlık katıyor. Bizi ıstırap içinde bırakıyor. Köylerimiz susuzluktan kırılıyor. Ailelerimiz bulanık derelere, göl kenarlarına göç edip yazı geçirmeye çalışıyorlar. Hükümet ilgililerini uyarmanızı istiyoruz. Köylere

Page 74: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

elektrikten önce getirilecek işleri yapsınlar. Köylerimize su getirsinler. Su istiyoruz. Her yaz vakti köyümüzü bırakmaktan bıktık.... Hükümet ilgililerine sesimizi duyurun, susuz, yolsuz, okulsuz bir 50. yıla giriyoruz. Çocuklarımız, bizler kitap nedir, kalem nedir bilmiyoruz. 50. yılı mesut bir şekilde kutlamak bizim de hakkımız değil mi?Dertlerimizi siz bizden de iyi bilirsiniz. Daha ne kadar ilkçağ hayatı yaşayacağız? Daha ne kadar bu sefaleti sürdüreceğiz? Ne olacağız? Bu topraklar üstünde bize yaşama hakkı yok mu? Biz insan değil miyiz? Bize ne zaman insanca yaşama hakkı verilecek? Her gittiğimiz yerde hor görülüyoruz. Nurlu ufuklardan, mamur, müreffeh Türkiye edebiyatı yapanlara seslenin. 50 senede ne oldu? Kaç elli sene daha bu perişanlık içinde kalacağız?... Bizleri mahvolmuşluktan kurtarın. Sağlıcakla kalın..."(16 Haziran 1973)

TÜRKİYE'DE SOSYALİSTLER VE DEMOKRASİ...

Fatma Hikmet İşmen, Silifke'de Taşucu'nda denizde kulaç atarken, kendi kendine mırıldanıyordu:- Bu Behice Hanım için, bu Sadun Bey için, bu Turgut, bu Sait için... Bağıra bağıra söylüyordu, sesini bir yerlere duyurabilecekmiş gibi.Ne kadar mantığıyla düşünse de duygusaldır insan. Duygularıyla yaşar, herhalde...Ne yapıyorlardı arkadaşları şimdi? Gözlerinin önüne getirmeye çalışıyordu. Sadun Bey'in yazdığı mektuplar sanki ezberindeydi. Ne demişti son mektubunda:"... Burada dış görünüşü ve ana hatları itibariyle günler birbirinin aynı. Ama, içten bakılınca, ayrıntılara inilince her gün başka bir gün. Bir tahliye yahut yeni birinin koğuşa gelmesi, gazete, radyo haberlerinin şöyle ya da böyle olması o günün rengini değiştiriyor, başka, değişik bir gün yapıyor.Bu yaz beraberce denize girmemiz temenniniz hoş ama gerçekleşebileceğini sanmıyorum. Ama bu konuda iyimserim. Bugünkü durumun pek de uzun olmayan bir süre içinde düzelebileceğine inanıyorum. Bu iyimserliğimin dayanağı memleketimizin demokratik güçlerine olan inancımdır..."Böyle diyordu, canım ayol... Volta atarken düşünüyorlardı, konuşuyorlardı yollarda, tarlasında mahpusanenin. Devam ediyordu kulaçlarda satırlar:"... Sağlığım iyi. Sabahları erken kalkıyor ve hafif bir jimnastik yapıyorum. Havalandırma saatlerinde de mutlaka çıkıp yürüyorum. Günde üç saat kadar. Arkadaşlarla hasbihali de çok defa, bu yürüyüşler esnasında yapıyoruz..."TİP hakkındaki kararın onanmasından sonra bir süre sivil bir cezaevine nakledilmelerini beklemişlerdi. Bu bekleyiş sırasında günlük yaşantıları bir hayli aksadı mı size? Ancak, şimdilerde beklemeye de alıştılar. Haziran sonuna kadar en az.Prof. Sadun Aren, SBF'de iktisat hocasıydı. TİP'de 1965-1969 arası milletvekili. O yıllar, Parlamento gerçekten değişik görünümdeydi. Sosyalist bir partinin grubu vardı ilk kez Parlamento'da. Nasıl da kavga

Page 75: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

ararlardı Coşkun Kırca'lar, Hamido'lar... Bunlar nerelerde şimdi, hiç adlarını duyduğumuz var mı?Eski TİP senatörü, Fatma Hikmet Hanım, Ankara dönüşünde dolabında bir dolu mektup buldu. Senato toplantısı sırasında, yerinde okudu mektubunu Turgut Kazan'ın. Heyecanla..."Taşucu'nda bizler için attığınız kulaçları düşünüyorum şimdi..." diyordu Kazan. "Bizler hep iyiyiz, hem de çok çok iyiyiz. Daha önce söylediğim gibi, ben Fransızca çalışıyorum, ayrıca okuyorum..." diye devam ediyordu. Fatma Hanım öyle gözleri sulu kişi değildi ya, gözyaşlarını yavaşça sildi, kimse görmeden. Turgut Kazan'ın buğulu gibi gelen mektubu şöyleydi:"Günler hızla akıp gidiyor. Bu da hayatı değerli kıldığımızı gösteriyor... Yani insan, mahpushanede de mutlu olabiliyor, dünyayı sevebiliyor... Hem öyle seviyoruz ki yaşamayı, tariflere sığmayacak kadar... Tabi sizlerle olmak, yani özgürlüğe kavuşmak en güzeli... Ama bu olmadı diye dünya cazibesini kaybetmiyor. Tersine bizler, dünyayı daha da sevmemiz gerekiyor..."Turgut Kazan'ın mektubu, hayli uzundur. Bir yerinde Başbakanlığın yayınladığı "Beyaz Kitap"a değiniyordu:"Başbakanlık kitap bastırıp, suçludurlar buyurmuş. Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararı hiçe sayılmış... Ve hepsinden önemlisi, ceza hukukuna ters bir ilke cezalandırılmamızın temeli olmuş. Yani ben, (objektif sorumluluk) esası uyarınca, başkalarının fiilinden ceza almışım. Oysa bir basit hukuk öğrencisi bile bilir ki, Ceza Hukukunda objektif sorumluluk olmaz... Oh ne âlâ, ne âlâ... Bunun da adı demokrasi..."Turgut Kazan en çok Avrupa Konseyi'nde Kıratlıoğlu'nun gazetelerde çıkan sözlerine içerlemişti. Mustafa Üstündağ'ın konuşması da neydi öyle?Kazan, mektubunda, "... Bunlar gelir geçer, güzel günler hiç de uzak değil. Göreceksiniz, çok geçmeyecek sizin balkonda yine kafaları çekeceğiz." diyordu.*Urfa'nın Ceylânpınar'ından Derviş Yavuz, "Dua" başlıklı bir şiirini yolladı. Şiiri olduğu gibi alıyorum buraya."AllahımBu kafa benimse, bu batak kimin?Yağmur senin gök kubbende gizli.Bu çöl seninse, bu insan kimin?Bu insan bu toprağı sevemedi.Bu insan ektiğini hiç yiyemedi.Nimeti veren sensin, bu Adalet kimin?Ağa, İboların Fadime'yi aldıFadime on üçüncü, Ağa altmış altıBu kız senin eserin ya, kıyanlar kimin?AllahımGönder artık kara cevher gibi bulutlarıSömürenlerin elinden kurtar bu insanlarıDuada eller sana uzanır, dualar kimin?"(17 Haziran 1973)

Page 76: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

MAPUSANECİ KIZLAR NASIL VOLTA ATAR?

"Volta"yı bilirsiniz, sözlük ne der bakmadım ya, adımlamak, yürümek, hattâ durmamacasına yürümek demek. Volta bir mapusane deyimidir. Daha çok erkek mahkûmlar ya da tutuklular, can sıkıntısını gidermek için "volta" atarlar ki, geçsin vakit. Hızlı hızlı yürürler volta atanlar. Sivil cezaevlerinin avluları açık olanlardan seyredin bir, elleri arkasında, parmakları arasında tesbih hızlı hızlı gidip gelen adamları görürsünüz. Çocukluğumda ilçemizin cezaevi avlusunda uzun uzun onları seyreder, hızlı hızlı adımlarının nedenini bir türlü anlıyamazdım. Kafalarından geçenlere ayak uydurabilmek için miydi ki?"Adî" değil, "siyasî" tutuklu ya da mahkûmlar da -erkekleri- voltayı hızlı atıyorlar. Profesörler, asistanlar genç genç gençler, başlarda voltayı pek becerememişlerdir ne bileyim? İnsan kafese konunca şaşırır çok şeyi. Amma, fırsat verildiği ilk anda öğrenilen -içgüdüsel bir şey mi- bu voltadır belki.Kızlar kadınlar, erkekler gibi volta atmazlar. Onlar daha bir salına salına yürürler. Dışarda öyle değil amma değil mi? Kızılay'da gördükleriniz nasıl çabuk çabuk yürürler. Tutukevlerinde, cezaevlerinde öyle değil. Bazı birbirlerine destek arar gibi yaslanmışlardır ne bileyim? Bunları böyle bir yerlerde göremezsiniz. İkili, üçlü gezenleri vardır. Havalandırmaya çıkarıldıkları avlunun uzunluğunca -salınarak- volta atarlar. Uzaklara, bahçelerin ağaçlıkların ötesine bakarlar zaman zaman dalarak. Sevdikleri sevenleri, anaları babaları, kocaları uzaklardadır. Genç yaşlarında işte böyle "mapusaneciliği" öğrenmişlerdir, öğretilmektedir.Son günlerde renk renk giysiler giymeğe başladılar. Ucuz köylü basmaları istediler annelerinden. İlk kim getirdi mahpusaneye bu modayı? Uzun köylü basmaları nasıl da yakışmıştır? Rahat da oluyor, kalın beton duvarların içinde üşütmüyor. Havalandırmaya çıktıklarında avlu, lâle bahçesine döner mi size? Ayaklarda öyle yüksek topuk arama. Ya şipidik terlik, olmadı tokyo, ya da mahkemeye gide gele yıpranmış, topukları aşınmış iskarpin...Çoraplar, çokça yün olmalı, sıcak tutmalı ayağı. O da topuktan azıcık yukardadır efendim. Ülkeyi yönetiyorum diyenler, size sizin kızlarınızı anlatıyorum. Hani bir lâf söylenir, "oku da kurtar kendini kızım ya da oğlum" diye. Yetmemiş kitaplar, okumalar işte, anlıyor musunuz, görüyor musunuz?Süleyman Bey nasıl da uyuttu hepimizi. Adam çobanlık yaptı çocukluğunda diye, ulusu da öylece güdecekmiş demek? Ne anlar Süleyman Bey kızların volta atmasından... düşünebilir mi hiç Feyzioğlu bey, televizyonlarda jurnal üstüne jurnal ettiği kadının attığı voltaları?Kadın-erkek eşitliği galiba Türkiye'de "kıyım"da var. Volta atmada var amma, o da biribirine benzemiyor ne haber? Kıyılan öğretmene "bu genç kızdır, yazıktır, biz daha Orta Çağ karanlığından kurtulamamışız. Analar babalar bunları nasıl yetiştirip, eğiteceğiz diye çırpınmışlardır. Onların gülle dokunamadıklarına biz nasıl kıyabiliriz?" diyorlar mı? Yoooooo... taaaaa, Halide Edip'ten beri "vurun kahpeye" öyle ya.

Page 77: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Cevaevlerinde zordur yaşama. Erkeklerimiz dayanıklıdır bizim deriz ya, ya kadınlarımız, kızlarımız. Ceza ile eğitim uygarlık defterinde var mıdır? Copla eğitimi hangi kitap yazar?Bir genel af, asıl ne için gerekli biliyor musunuz? Bir ülkeyi yönetemeyip, ağzına yüzüne bulaştırıp, aydınını, kadınını, kızını, gencini, yaşlısını bu durumlarda bırakanlar için. Amma onların bunu da anladıkları yok. Yok işte...(19 Haziran 1973)

"BURADA SOLCU VAR MI?..."

- Kızlar koğuşunda "açlık grevi"ne gidilmiş, söylentilere göre, kadın polis tabanca çekmiş...- Kızlar koğuşu da mı var?- Var ya...- Neden olmuş?- Bilmiyorum, söylentiye göre, bazı sanıkları ellerinde savcılık kâğıdı olmadan savcılığa götürmek istemişler, onlar da gitmezlermişler mi? Ondan olmuş...- Peki, hemen ilgileneceğim...Eski Miliyetçi Çin Elçiliğinin şatafatlı bahçesinde, Anadolu Ajansı'nın yıldönümü kokteylinde geçiyordu bu konuşmalar. Bina Gazeteciler Cemiyeti'nce kiralanmış, lüks mü lüks... "Kızlar koğuşu da mı var...", "Hemen ilgileneceğim" diyen Başbakan Yardımcısı Dr. Kemal Satır. Hemen yanıbaşında Başbakan Naim Talû, konuşulanları duyuyor da, dinlemez mi görünüyor ne? Sessiz, önüne bakıyor. Düşünüyor ellaham...Orada önceki akşam, tüm yöneticiler vardı gibi. Kimler yoktu ki?................................Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bizim gruptaydı bir ara. DP'li Nuri Erogan, pek tanımadığım iki konuk daha. Yanımızdaki halkada yönetici kadrosu vardı ya, oradakilerin hemen hepsi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na saygılarını sunmak için bizim yana geliyorlardı. İşte Süleyman Bey de geldi. Yakup Kadri, Süleyman Bey'e takıldı:- Solcuların arasına düştünüz beyefendi...Süleyman Bey, görmezden gelerek, havaya konuştu:- Burada solcu var mı?Vardı, yoktu derken, el sıkıp giderken, ben vızıldar gibi: "Solcu olmak suç mu?" deyiverdim, tepkisini bekledim.Süleyman Bey, pek gününde değil miydi? "Ben kimseyi savunmuyorum" dedi, uzaklaştı. Biz söyleşimize daldık...Yakup Kadri Karaosmanoğlu, anılarını anlattı biraz biraz. Rusya'ya gidişini, Maksim Gorki ile tanışmasını. Amma sadece haber verir gibi, yorumsuz.- Biz de anarşisttik, gençliğimizde...İlginç anılar anlatıyordu. Osmanlı gençliği ile ilgili.................................

Page 78: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Bak, bak kodamanlara, yöneticilere viski gidiyor. Bizlere bol limonlu votka?Nuri Erogan, Yakup Kadri'nin "Kiralık Konak"ından ezbere cümleler söylüyor. Bir sayfasında şöyle dermiş: "Efendisinin dalgınlığından yararlanarak arabaya oturan seyis gibi..."- Bunlar ne?- Viski...- Yok canım, konyak olmasın...- Viski efendim...- Getir bakalım.Herkes inanmazmış gibi kadehleri dudağına götürüp, dudaklarını Alparslan Türkeş gibi yumarak, "Ehhhh" diyor. Viski galiba.- Kokusu tahtakurusuna benziyorsa viskidir.- Benziyor.- Belki de konyağın içine tahtakurusu atmışlardır.Yok canım içmeye devam...................................Bizim milletvekilleri, ellerinde kadehleriyle dönüyorlardı yerlerine. Gençlik ve Spor Bakanı Celâlettin Coşkun Millî Savunma Bakanı'na -İlhami Sancar'a- :- İşte demokrasi, dedi, self-servis...- Heh, heh, heh...Cemiyetin bahçesi ne kadar büyük öyle. Kimi oturuyor, kimi "volta" atıyor, konuşuyor.AP'liler, CGP'liler Mecliste CHP'nin af teklifini reddedip gelmişler. Süleyman Bey kendi getirmeli ki affı, çıksın.Süleyman Bey, hafif bozulmuştu, rastladığı yerde ayrılırken:- Hadi, sana epeyce şey çıktı... dedi. Ekledi:- İstediğin gibi yaz. Ben senin yazma hakkını savunuyorum.- Ne yazıyorum ki?- Taşucu diyorsun yazıyorsun. Süleyman Bey diyorsun yazıyorsun. Ben bunu savunuyorum. Yaz...Nasıl da kalabalıktı Süleyman Bey'in uğurlayıcıları. Sanırsınız, yakalamışlar, götürüyorlar Süleyman Bey'i. İyi mi?(20 Haziran 1975)

NAİM BEY'E CANLI FIKRALAR...

Ülkenin birinde, Kazıkiçi Bostanları diye bir mahalle varmış. O mahalleye sonra -sıkıyönetim ilân edilince- bir gözaltı ve tutukevi yapılmış. Gözaltı ve tutukevinin bir bölümünde erkekler, bir başka binada da genç kızlar ve kadınlar sanık olarak tutulurmuş. Zaman zaman, kadınlar ve genç kızlar bölümünden şikâyetler olur, fakat bunlar dertlerini kimseye anlatamazlarmış. Örneğin, avukatı ile konuşmak isteyen bir bayan sanığa, "İçeride olup bitenleri anlatırsan, bak seni sakat bırakırız sonra..." bile denirmiş. Olay epeyce önce olmuş ama, bazı sanıklar, "Sizi savcılıktan

Page 79: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

istiyorlar" diye, ülkenin "gizli istihbarat örgütü"ne götürülür, orada eziyetlere uğrarlarmış.Ülke, gerçekte dünyada insanlığı ve zayıflara davranışı ile ün yapmış bir ülkeymiş. Gelgelelim, burada olup bitenleri duyanlar, "Acaba bu ülke insanlarının tarihlere geçen ünleri yanlış mı?" diye kuşkuya düşerlermiş.Kazıkiçi Bostanları'ndaki tutukevinde bir gün -perhizli hastalar için kullanılan- aygaz tüpü bitmiş, yenisini de yetkililer bir türlü almıyorlarmış. Perhizli hastaların yüzleri sararıp solmağa başlamış, çünkü aygaz tüpünden yararlanarak patates, taze sebze, haşlama, yumurta, haşlayıp yeme olanağı varmış. Bu bile yapılamaz olmuş... Bir gazeteci bunu mesele yapıp yazmış, kimse "bana mısın?" dememiş. Yer yer hasta sanıklar yetkililere baş vuracak olmuşlar:Aygaz tüpünü yenileyin lütfen, açlıktan öleceğiz.- Ziyaretçilerinize söyleyin getirsinler yenisini...- Ama, bizim ziyaretçimiz yok. Hem şimdiye kadar, siz boşalınca yeniliyordunuz?- O eskidendi, usul değişti şimdi.Kısa bir süre sonra, yine sanıklara "Sizi savcılık istiyor" diye gelmiş kadın polisler, "Yaaaa, bizi yine istihbarat örgütüne götüreceksiniz" diye gitmek istememişler, haydi bakalım yeni bir sorun daha... Analar, babalar olayı haber alıp, ülkenin cumhurbaşkanına çıkmağa karar vermişler. Bir dilekçe hazırlayıp vermişler de...Ama, ülkenin basını ağzı bantlı gibi seyirci kalıyormuş olup bitenlere, haksızlıklara, eziyetlere. Konuşamıyorlarmış da...*Yine ülkenin birinde, kocaman bir "Gima" varmış. Orada ne istersen bulunurmuş.Bir gün, Gima'ya bir adam gelmiş, satıcı kıza:- Muhmmmbmmmm istiyorum demiş..- Ne istiyorsunuz?- Muhmmmbmmm..Satıcı kız bir daha tekrarlatmış ama anlayamamış adamın ne istediğini. Şefini çağırmış, şefi de anlayamamış, sonunda Gima'nın müdürünü çağırmışlar, genel müdür çağrılmış, soruyorlarmış:- Ne istiyorsun kardeşim?- Muhmmmbmmm...- Allah, Allah, demişler, kendi dillerinde...Birinin aklına gelmiş.- Yahu bizim odacı biraz pepedir, belki o anlar, onu çağıralım...Odacı gelmiş, sormuş:- Ne istiyorsunuz?- Muhmmmbmmm...- Peki...demiş çıkmış odacı. Biraz sonra elinde bir paketle gelmiş, vermiş adama. "Borcunuz da şu kadar" demiş, herkesin faltaşı gibi açılmış gözleri önünde.Bütün Gima'dakiler merakla sormuşlar odacıya:- Neymiş istediği?

Page 80: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Odacı karşılık vermiş:- Muhmmmbmmm...*Ülkenin birinde, taaa eskiden askerî bir birlik bir köyün yakınında ordugâh kurmuş. Köyün ileri gelenleri birliğin komutanını ziyarete gelmişler, yanlarında getirdikleri kafes içindeki kekliği de komutana armağan etmekmiş amaçları. Komutan bu kekliğin özelliği ne ki, bana armağan edersiniz, diye sorar.Bunun üzerine köylülerden biri, "Paşam, bu kafes içindeki kekliği alır dağa çıkarız. Uygun bir yere yerleştirir, biz de elimizde tüfekler çevresine gizleniriz. Keklik ötmeğe başlar. Öten kekliğin sesine öbürleri gelir. Keklikler çoğalınca pusudaki avcılar tüfeklerini ateşler, kolaylıkla keklikleri avlarlar..." diye anlatır.Komutan, kekliğin marifetlerini dinletikten sonra suratını asar, kafesteki kekliği çıkarıp bacaklarından tutar ikiye ayırır. Ölüsünü köylülerin üzerine atar ve şöyle der:- Kendi hemcinslerinin felâketi için başkalarına âlet olan, uşaklık eden yaratıkların sonu, cezası budur. Alın, hediyenizi gidin...Kıssadan hisse: Ülkede bu fıkra çok tutmuş. Ve o ülkede kışkırtıcı ajan kalmamış...(22 Haziran 1973)

BENİM OĞLUM ÖYLE ŞEY YAPMAZ...

Önceki gün iki "anne" geldi. Ziyaret günüydü önceki gün. Büroya değil, mahkûmları ziyaret edip gören iki anne, "size de uğramadan edemedik. Bir hatırınızı soralım diye uğradık" dediler. Çay yaptım elimle onlara, ağırlamaya çalıştım. Kimlerin anneleridir bilmem bile. Adlarını çoktan unuttum çocuklarının. Amma, ana olmayı, baba olmayı onun duygularını iyi anlamaya çalışırım.İstanbul'da karşıya geçmeleri bir mesele olanlar, Ankara'ları yol etmişlerdir aylardır.Kızım on bir aydır içerde. Şimdi, uzun upuzun basmalar giymişler bu yaz gününde. İki dil bilir kızım. Memleketin ona, onlara ihtiyacı yok sanki. Kimse anlamak istemiyor bizleri...- Yeni kimseler de mi alınmış ne? Hamam denen yer de doldurulunca, hama nasıl yapabilirler?- ................................Bir süreden beri, ziyaretlerde görüşmeler kolaylaşmıştı duyduğumuz. Bir görüşmeci, tellerin arkasında konuştuğu yakınının yanıbaşında bir sürahi ile su bardığı görmüştü.- Konuşurken, dudakları kuruyunca su içsin diye zahir...Tutukevlerinde, olup bitenler ailelerce bir bir Cumhurbaşkanı Korutürk'e anlatılmış mıydı? Bir sorun Cumhurbaşkanına yansıtılınca, düzelmemek olmaz. Düzelmiş ya da düzelme yolundaydı demek. Gelip geçenler unutulmalıdır, diyoruz ya bu başka yöneticilerin tutumlarına bağlıdır.

Page 81: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ondan demiyor muyuz, başsorumlu, "solu sağa kırdırma" politikasının sorumlusu Süleyman Bey, diye..Cumhurbaşkanı Korutürk'e sadece dilekçe verilmekle kalınmadı sanırım.- Siz devletin başısınız. Yönettiğiniz ülkede, insanlığa aykırı işlemler yapılmasını elbette istemezsiniz. Uygar bir ülkede başkan olmanın mutluluğunu duymak istersiniz."Tamam" dedi Devlet Başkanı, ilgilenecekti anlatılarla. Daha önce de yazdığımız gibi, önce Başbakanını gönderdi İstanbullara, arkadan kendisi gitti. İşte, Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün'le de konuştu. Ne konuştu, ne bilelim.Bir Ankara Notları'nda "Sayın Korutürk lütfen el koyun" diye yazmıştım. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Danışmanı eski Yargıtay Başsavcısı Amiral Fahri Çoker sordu:- Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasaya göre sorumsuz sayılır. Nasıl el koyar, sorumsuz bir Cumhurbaşkanı?- Sorumsuz... ama, yetkili. Açar telefonu Başbakan'a: Böyle, böyle... Şu, şu şikâyetleri kovuşturun, araştırın ve bana da sonucunu bildirin... der, öyle değil mi sayın Amiralim?İngiliz İşçi Partisi lideri Wilson'un danışmanı Jane Couzens, Türkiye'ye gelip araştırma yapmış, İngiltere'de BBC'de yayınlandı onunla yapılan bir konuşma. Amma, danışmanın kitabını hiç bir yayınevi basmak istemedi. Basılmalı, hattâ Türkiye'de de yayınlanabilmeli. Görelim bakalım, iddialar neymiş? Kimler kimlere nerede, neler yapmış? Basın özgürlüğü yöneticilerin verdikleri bir sadaka değil, Anayasanın tanıdığı bir haktır Türkiye'de. Gazeteci meslekdaşlarıma söylüyorum, gün gelir insan içine çıkamazsınız sizler de, güç dönemlerde gazetecilik görevlerini yapmazsanız. Her mesleğin güçlükleri, riskleri vardır. Bunlara katlanamayanlar gider, başka işler tutarlar. Çok kez kendi kendime dediğim gibi, "gidip limon satarak yaşamını sürdürmek daha onurlu iştir..."*Her dönemde, yetkililer uyarılmağa çalışılmıştı. Bakanlıklar yapmış, ülkede söz sahibi olmuş çok kişi, eski Cumhurbaşkanı Sunay'a da gitmişler ve anlatmışlardı:- Paşam, böyle böyle böyle...- Yok canım, amma bunlar anarşist...- Olabilir Paşam. Kanunlar onları mahkûm eder. Ancak, şu şu yapılan işlemler var. Bunlar doğru değil. Örneğin, sizin oğlunuza yapılsa ne dersiniz?- Benim oğlum öyle şey yapmaz...- Paşam, tamam yapmaz. Farzedin yaptı, o da karıştı, şöyle veya böyle olaylara. Ona nasıl davranılmasını istersiniz?- Benim oğlum yapmaz öyle şeyi...................................Böyle sürer, gider bu. Amma, gerçekten böyle sürer gider mi? Böyle gelmiş, böyle gider mi?(20 Temmuz 1973)

Page 82: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

AÇIKLANMASI GEREK...

Sıkıyönetimin ilânından beri, basını ilgilendiren pek çok bildiri ve açıklama yayınlandı. Bildiri ve açıklamaların çoğu, kamuoyuna bilgi verme yanında, basına bazı kayıtlamalar, sınırlamalar da getirdi. Ayrıca telefonla yapılan tebliğler, "filân haberin şu biçimden geniş kullanılmaması" istenmesi gibi ricalar, Sıkıyönetim Komutanlığı yetkilileriyle, basın sorumluları arasında kaldı. Bir banka soygunu olayının, kimlerin yaptığı daha belli değilken basında geniş geniş yayınlanmasının soruşturmayı etkileyebilecek yanları olduğunu düşünen gazeteciler, bu açıklamalar ve ricalar üzerine -ricaları dinleyerek- çok kez olayların üstüne gitmemeyi tercih etiler.Çok gazeteci, kendi kendine "Nasıl olsa bu dönem geçer. O zaman istediğim gibi yazar çizerim. Şimdi başımı derde sokmayayım" diye düşünmüş de olabilirdi. Bunlar, sanırım ileride bu dönemi yazmak ve eleştirisini yapmak üzere bol bol döküman toplamakta, elde ettiklerini saklamaktaydı.Yeniortam değişik yolu tuttu. Bu dönemde de gazetecilik yapılabileceğinin örneğini vermeye çalıştı. Bunun ne kadar yapabildiğini elbette okurlar değerlendirecektir. "Satırların arası" deyimi, bu dönem gazeteciliğinin bir buluşu mudur bilmem?Gazete, "Üç öğretmen gözaltına alındı" haberi yüzünden bir ay süreyle Ankara'ya sokulmamıştı. Parlamentoda -CHP'liler dahil- bu olayı, Meclis kürsüsüne getirmeye kimse yanaşamadı. "Gazetecilik yapılacak mı, yapılmayacak mı?" diyemedi. Suspustu herkes...Bu olayla ilgili olarak, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun'la ilginç bir konuşmamız oldu. Ben bir aylık sürenin fazla ve haksız olacağını, bunun yöneticileri yaralayacağını söylüyordum. Orgeneral Ersun, dinledikten sonra şöyle dedi:- Evet doğru, fazla oldu. Fakat bir kere süre koyduk. Sen söyle, süreden önce açarsam, bunun sakıncaları olmaz mı?Komutan, "Tükürdüğümü yalıyayım mı yani? Bu olmaz!" demek istiyordu. Üzgün ayrıldım yanından.Sonra Adana bölgesinde, süreli cezaya çarptırılan yüksek trajlı bir gazete, sürenin bitiminden önce bağışlandı. Gazete kapamalar, bölgeye sokmamalar yavaş yavaş tavsadı. Bunların Türkiye ve dünya kamuoyunda ters tepkileri de olduğu mu anlaşılmıştı?Basın ve basın kuruluşları -gerçeği söylemeli- bu dönemde görevlerini yapmamayı, yasaklara uyuyor şeklinde gözükmeyi yeğ tuttular. Çok kötü sınav verdiler. Sıkıyönetimi de uyarabilirlerdi. Aksaklıkları -varsa- zamanında giderebilirlerdi. Yapmadılar gereği gibi bunu. Asıl bu, ileride Türk basınını inceleyeceklerce değerlendirmeye tutulacaktır.Bir örnek vereyim: Sıkıyönetim Komutanlığının basına ilişkin bir bildirisi vardır. Buna göre, anarşik olaylara karışmış kişilerle ilgili operasyonlar açıklama yapılmadan yayınlanmayacaktır. Ancak bu, gözaltına alınan herkesin açıklama yapılmadan yayınlanamayacağı anlamına alınıp, gözaltına alınan -nedeni de kesin bilinmediğinden- herkesin haber yapılamayacağı biçiminde yorumlanmaya başlanmıştır. Bazı bildirilerde,

Page 83: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

gözaltına almalar açıklanmış, ancak bunların sonre ne olduğu konusunda açıklama olmadığı gibi, gazeteler de üstüne düşmekten çekinmişlerdir. Bugün öyle kimseler vardır ki, gözaltına alınıp, serbest bırakıldıkları halde hâlâ "gözaltında" gözükmektedirler. Bazıları, gözaltına alınmışlar, tutuklanmışlar, belki yargılanmaya da başlanmışlardır. Fakat haklarında en ufak bir açıklama yoktur. Mahkeme kararlarının yayımı ise, Türkiye'de serbesttir, fakat bir tek gazetede buna ilişkin haber bulamazsınız. Anadolu Ajansı muhabirinin verdiği haberler dışında gazeteler, haber koyamaz duruma düşmüşlerdir. Buna da bir örnek vereyim: TÖB-DER avukatlarından Şakir Keçeli ile eski TÖS danışmanlarından Veli Kasımoğlu gözaltına alınmışlar -galiba sonradan- tutuklanmışlardır. SBF'li bazı doçent ve asistanların duruşmaları devam etmektedir. Hele mahkeme kararına dayanan tutuklama ve serbest bırakmalardan sonra, kesinkes açıklama yapılması gerekir. Bu açıklamalarla kendilerini merak eden ailesi haber almış olur. Gazetecilerin görev yapmaları da kolaylaşır. Yok, bildiri -aradan yıllar geçtiğine göre- ilk amacı yerine gelmişse, grev ve lokavt yasağının kalktığının açıklandığı gibi, yeni bir açıklama ile yürürlükten kaldırılır, basın serbest bırakılır.İstanbul'da bir hastanede tutuklu Hatice Alankuş'un ölümü üstüne çeşitli yazılar çıkmıştır. Fakat bu yazılar üstüne bir açıklama yapılmamıştır. Genç mimar kız, bağırsak düğümlenmesinden mi, örneğin ishalden mi, ölmüştür, kesinlikle öğrenilememiştir. Türkiye'de kim nerede, nasıl olursa olsun, insana değer verilmelidir. Bunun örnekleri verilmelidir.(11 Ağustos 1973)

OLAYLARIN İÇYÜZÜ...

Nihat Bey'in birinci hükümeti zamanıydı. Nihat Bey, bir gün yardımcısı Attila Karaosmanoğlu'na İstanbul'dan telefon etti. Konuşma hemen hemen şöyle geçmişti:- Burada Dünya gazetesinde, senin için çirkin bir yazı çıktı gördün mü?- Hayır henüz görmedim.- O yazıyı bir oku. Bana burada, sıkıyönetim yetkilileri, "efendim biz de gördük. Bir tedbir almak istedik. Fakat meselenin iç yüzünü kesin olarak bilmediğimizden bir şey yapmadık. Eğer sayın Karaosmanoğlu, iki nüsha tekzip hazırlar, birini de bize gönderirsen gazetede yayınlatacağız, dediler. Sen istersen bir tekzip hazırlat, buraya gönder..."- Yazıyı bir göreyim de efendim.- Beni İstanbul'dan ara.- Olur...Karaosmanoğlu hakkında çıkan ve manşetten verilen haber, "açıklıyoruz: Attila Karaosmanoğlu, Sosyalist Kültür Derneği'nin üyesidir" şeklindeydi. Bir de fotokopi vardı. Belki de dernek giriş kâğıdı.Attila Karaosmanoğlu, kendi kendine düşündü, neyi tekzip edecekti. Dünya gazetesi bir polimiğe çekmek istiyor olmalıydı. Gazetenin başındakiler, hayli korkmuş olmalıydılar ki konuya bir daha değinmediler.

Page 84: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Fakat, gazeteye de hiç bir şey yapılmamıştı. Halbuki, aynı dönemde, TRT Genel Müdüründen espri ile bahseden "Yeniortam" dergisi kapatılmıştı.Sonraları Karaosmanoğlu ile konuştuğumuzda, basın özgürlüğüne sonuna kadar inandığını söylemişti. Nihat Bey de, Karaosmanoğlu'na "önemli bir şey yok" karşılığını vermiştir sanıyorum.Erim'in "balyoz harekâtı" sıraları mıydı o sıralar Gazeteler, dergiler yılgı içinde çalışıyorlardı. Sonra sonra tavsadı bu.12 Mart öncesinde de, bir toplantıda o zaman Cumhurbaşkanı olan Sunay, yanında bulunan "Doğan Avcıoğlu, hâlâ bizim çocukla uğraşıyor. Devrim dergisinin bir çeresine bakamıyorsunuz?" şeklinde konuşmuş muydu? Öyle yapılabiliyordu gazetecilik...Sonra, dönem devran değişir gibi oldu. Basın nefes almak üzereydi galiba. Cumhurbaşkanı Korutürk'ün bundaki olumlu tutumunu belirtmek gerek.Korutürk, istanbul'a bir gitti mi kısa fakat kesin haber geliyordu. Cumhurbaşkanı ele aldığı bazı konuları -ikna ede ede- olumlu sonuca bağlama kararındaydı. Bağladı da.Silâhlı kuvvetleri politikanın dışında tutma çabaları Korutürk'ün son ve olumlu işlerinden biridir. Öncelikle, sanıyorum Korutürk seçildiğinden beri bir siyasî partinin -Özellikle AP'nin- etki alanına girmemiş, tarafsız kalmayı başarmıştır. İllere müftü atamasından, bazı kanunları vetosuna, Genelkurmaya getirilmek istenen kişilerin emekliliklerine kadar pek çok alanda tutumunu açık açık belli etmiştir.Emekli olacağı çoktan belli olan Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un CHP'den kontenjan veya ön seçimle, İstanbul liste başı olmasını da -söylentiler doğruysa- Korutürk önlemiştir. Söylentilere göre, Korutürk seçimlerden sonra da tarafsız kişilere -Muhsin Batur gibi kişilere- ihtiyaç olacağını duyurmuş ve Batur'un hemen hemen kesinleşmekte olan adaylığı kalmıştır. Batur, çok muhtemel olarak, seçim sonrasında bir süre de dinlendikten sonra Cumhurbaşkanı Kontenjanından Senatoya gelecek. Muhsin Batur'a bunu sorduğumda, "ben istemiyorum ama bırakmıyorlar adamı, öyle gönderiyorlar parlamentoya" şeklinde üstü kapalı doğruladı. Batur, kontenjandan Senatoya geldiğinde acaba kendisini hangi görev bekliyecek? Bekliyelim bakalım...(13 Ağustos 1973)

KİTAPLARIN TOZU...

Yeter Hanım, akşamüstü eve döndüğünde kitaplığın önünde bir pusula buldu. Pusulada: "Kitapların tozunu aldık" diye yazıyordu. Kendi kendine söylenmedi. Biliyordu kimlerin gelip, kitaplığı karıştırdıklarını. Çetin Altan'ın "Onlar Uyanırken" kitabı yoktu, götürülmüştü demek. Ses etmedi, ne ses edecekti, kime seslenecekti ki?Bir hafta sonra, kitaplıkta Çetin Altan'ın "Onlar Uyanırken" kitabını gördü. Getirilip bırakılmıştı demek. Fakat ufak bir yanlışlık mı yapılmıştı. Çetin Altan'ın imzalı kitabı alınıp, yerine imzasız olanı getirilmişti. Bir hafta sonra bir daha baktı. Bu sefer, o alınmış, eski imzalı kitap getirilip yerine konmuştu.

Page 85: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yeter Hanım, yalnız yaşıyordu. Çalışıyordu. Fakat, yavaş yavaş sinirleri -kendiliğinden- bozulmağa yüz tutmuştu. Eve gelenler, geldiklerini belli edecek izler bırakıyorlardı. Ne gibi mi? Örneğin, hiç kullanılmayan bir prize lâmbayı, ya da elektrik ocağını takıp gidiyorlardı. Bir günlüğüne içeri de alındı. Yeter Hanım sonra serbest bırakıldı.Sinirleri bozuldukça bozuluyordu. Hafakanlar basıyordu bazı bazı. Ne yapabilir ki insan? Sonra, gerçekten dayanamaz duruma geldi. Hastanelik oldu, hastaneye de hiç yatmak istemiyordu. Genç yaşında böylesine sinirleri bozuk yaşamak kolay mı? Tedavilerle düzelmeye yüz tuttu Yeter Hanım. Daha iyi şimdilerde...Yeter Hanım, düşsel bir tip midir? Belki biraz herkestir. Bugünün gençliğidir. Sıkıntılarıyle, baskılar altında bozulan sinirleriyle bir gençlik.Kaç öğrenci, 1972-1973 döneminde üniversite sınavlarını kazanıp, derslere başladığı halde çeşitli nedenlerle bırakmıştır üniversiteyi? Analar, babalar ne sıkıntılar çekmektedirler, çocukların, yetişmekte olanların bunalımlarını çözebilmek için, düşünüyor musunuz?1960 İhtilâli sonrasında adı gazetelerde, "bakan adayı" diye geçenlerden birine rastlamıştım. Şöyle demişti:- Azizim, ODTÜ'yü bitirenlere en az on yıl süreyle devlet dairelerinde görev vermemeli, ıslah olsunlar. Ondan sonra...Yeni açlıkla eğitim, anlayacağınız...*Türk Dili dergisinin son sayısında, Osman Turgut Pamirli'nin "Şemsettin Sami" ile ilgili ilginç bir yazısı var. Şemsettin Sami, Fransızca, İtalyanca, Latince, eski Yunanca, Rumca dillerini bilmektedir. Yirmi bir yaşında, sekiz dili konuşup yazmaktadır. Osman Turgut Pamirli, yazısının bir yerinde şöyle diyor:"... Bu çok yönlü kafa çalışmaları, Padişah Abdülhamit'i kuşkulandırdı. Gazetedeki yazıları bu korkuları daha da artırdığından 24 yaşında Trablusgarp'a sürüldü. Trablus Valisi, tanzimat sonrası romancılarından Sezai Bey'in babası Sami Paşa idi. Şemsettin Sami, bu paşadan büyük yardımlar gördü. "Trablus" adlı Türkçe bir gazete çıkardı. Vali Paşa'nın aracılığı ile bağışlanarak İstanbul'a döndü.Abdülhamit, her aydından kuşkulandığı için onları memur yaparak gözaltına alır, böylece yönetimine bilinç gücü katmayı istemezdi. Şemsettin Sami'yi de bu nedenle sarayda kurulan Askerî Denetleme Komisyonuna aldı. Büyük bilgin ölünceye kadar bu görevde kaldı.Yabancı bilginlerle olan ilişkileri günden güne artınca 1899'da evinden dışarı çıkması da yasaklandı. Aile ocağında tutsak olan büyük dilciyi, kendine yapılan haksız işlemler çok sıkıyordu. Kızının evlenmesinde bile evine bir hoca, iki tanıktan başka kimse sokulmamıştı.Şemsettin Sami, gerçekten Abdülhamit'e ve onun yönetimine hiç bir zaman karşı koyucu davranışta bulunmamıştı ama, bilgin kişiliği, özgür düşünülerin savunucusu olması bu kuşkuları yaratmıştır. Özgür ve lâyik düşünüşü idi. Gayet uysal bir bilim adamı olduğu halde nedense katı yönetim şimşeklerini durmadan üzerine çeker olmuştu. Onun saraya "tehlikeli kişi" olarak tanıtılmasında çekemeyenlerin gammazlamaları başta gelir. Gerçekten, geri kalmış uygarlık dışı eğilimlerin ağır bastığı

Page 86: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

ülkelerde bilginlere, aydınlara düşmanlıklar oldukça yoğunlaşır... Şemsettin Sami, her alanda geniş ve özgür düşünen biriydi. Türk diline en uygun harflerin Latin harfleri olduğu kanısını daha o zaman ortaya atmış, Türk harfleriyle yazı makinesi için şimşirden türlü büyüklüklerde harfler yaptırmıştı..."(16 Ağustos 1973)

İÇERDE NE VAR, NE YOK

Adana Kapalı Cezaevi'nde, TCK'nun 141. maddesinden sekiz yıla hükümlü, eski Adana TÖS Başkanı Emin Tunçbilek kısa mektubunda "yasaklanan kitaplar" sorunu üstünde duruyor. Şöyle diyor Tunçbilek:"Size ayrıca özellikle yazılarınız hakkında bir mektup yazmak istiyorum. Bu yazımdaki amaç: Bu güne dek, Türkiye'de yasaklanmış yayınları sıhhatli olarak gösterir bir listenin olmaması hakkında. Bu yüzden oluşan yanlışlıklar, mağduriyetler açık.Kitap toplatılmış, fakat sonunda beraat etmiş. Ama yetkililere tam duyurulmadığı için kimi zaman hâlâ yasaklar bölümünde gösterilmekte. Bunu mutlaka kesin bir çözüme bağlamak gerek..."*Bir başka mektup, Niğde'den. Bana değil, Senatör Fatma Hikmet İşmen'e. Orada da Adana'da olduğu gibi dışarının sorunları günleri kaplıyor anlaşılan. Avukat, 15 yıla hükümlü Turgut Kazan şöyle yazmış."İşte nihayet Niğde'deyiz... Hepimiz iyiyiz, neşeliyiz, zindeyiz. Pek şatafatlı bir yolculuktan sonra buraya getirildik. Eller kelepçeli, çileli, meşakkatli ve koskoca Sadun Beyli o meşhur yolculuğu icra ettik. Konvoyun üzerinde bir topçu keşif uçağının uçması da varmış. Hem de taaa Ankara'dan Niğde'ye kadar. Neyse, canımız sağolsun, şimdi buradayız ya, o önemli... 2 ay müşahadede kalacakmışız. Onun için mektup yazarsanız, "2. Müşahade Hücresi" diye şerh koyunuz... Gece hücrelerinize kilitlenecek ve sabahı bekleyeceksiniz. Ya bir hastalık, mide kanaması, apandisit patlaması olursa ne yaparız diye şaşırmayın... Madem ki müşahadedeyiz, dayanacağız ve apandisitimizi patlatmayacağız, midemizi kanatmayacağız. Hem hastalık dediğin de çocuk değil ya, elbet böyle zamanlarda kapımızı çalmayacak. Şimdi gözlerimin önüne Sadun Bey'in mide kanaması geliyor. Eğer Mamak'ta bir gece yarısı gelen o illet, yer olarak burayı seçseydi hiç lâmı cimi yok, alır götürürdü. Neyse, bütün bunlara da katlanacağız elbet. Yeter ki, bu can bu tende kalsın. Mapusaneden verilecek başka bir haber yok. Çimento tozu derseniz, onu zaten göremiyoruz... Müşahededeyiz ya, ne havalandırmamız var, ne bahçemiz... Ama sağolsunlar, tozlar yine de köşeden, kıyıdan sızmışlar. Eeee, yarın müşahede bitince sıra ciğerlerimizin betona kesmesi faslına gelecek. Böylece demokrasi betonarme dayanaklar elde edecek... Nasıl olsa demokrasi rayına oturacak... Hiç başka yolu yok. Buna yürekten inanıyorum.

Page 87: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

... Gerçi Ekmekçi'nin diliyle delip de geçme ihtimali yok değil. Ne var ki, bizler dünyayı sevmesini bilenlerdeniz. Sabır göstereceğiz, metanet göstereceğiz. Yani, deldirmeyeceğiz. Onun için hiç üzülmeyin. Gerçekten günler hızla akıp gidiyor. Ve neşemize de hiç diyecek yok. Şimdilerde dışarısı biraz yaz sıcağı. Biraz da seçim fırtınasıyla kavruluyor...Her kafadan bir ses. Hele o, TİP oyları üzerine ahkâm kesmeler, yol göstermeler... (X) bir türlü, (Y) başka türlü. Ne kadar da çok sahibiyet iddiasında adam varmış? En firaklısı da (X)'a ait... Ne diyebiliriz ki, adam burnunun doğrultusunu tutturmuş gidiyor... Her zamanki gibi. En iyisi boş vermek. Ben şahsen boş veriyorum. Size bol bol selâm."*Bazıları zaman zaman eleştiriyorlar. "Ankara Notları"nı, "Mapusane Notları"na döndürdün, diyorlar. Gerçekten öyle mi? Bir genel affı neden istiyoruz? Gelmiş geçmiş olaylara, olup bitenlere kalın bir çizgi çekilsin diye neden çırpınıyoruz? Bilim adamından, öğrencisine, yaşlısından gencine kadar koskoca bir aydın topluluğu içinde ise, o ülkede kolay "rahat" yok demektir. "Onları içeri soktukya oh rahatız" diyebilenler, devekuşları gibi kafalarını kuma gömenlerdir. Gerçekleri görüp, ders almaktan kaçanlardır. Bir gazeteci olarak, olanak buldukca "içerdekiler"den söz edeceğiz, bunu bir görev sayıyoruz...(21 Ağustos 1973)

SOSYALİSTLER...

İnönü, Başbakanlığı sırasında Yüksek Plânlama Kurulu'nda bir gün uzmanlara şöyle demişti:- Ben, tehlikelerin üstüne gitmem, tehlikeleri yıpratırım. Atatürk, tehlikenin üstüne giderdi. Çok zaman sonuç da alırdı. Amma, Atatürk'ün de önce tehlikeyi yıpratma metoduna başvurduğu olmuştur.Burada "ikinci adam"ın, bir kompleksini sezmemek mümkün değil. Atatürk, tehlikelerin üstüne giden adam -zaman zaman- İnönü'nün uyguladığı metodu uyguluyor. Buna benzer bir örneği, "Ankara Notları"nda yazmıştım. Prof. Afet İnan'a "zaten her iyi şey Atatürk'e mal edilir. Bütün kusurlar benim omuzuma yüklenir" diye dertlenişini.Köy Enstitüleri fide çağındayken, boğulur. Hasan Âli Yücel'den sonra, Köy Enstitülerine en karşı olan Reşat Şemsettin Sirer getirilir. Arkasından da Tahsin Banguoğlu. Hangi tehlikeleri yıpratmak? Aynı konu galiba, Şevket Süreyya Aydemir'in İsmet Paşa'ya yönelttiği sorulardan biridir:- Hasan Âli Yücel'den sonra bakanlığa neden Reşat Şemsettin'i getirdiniz?- Kimi getirseydim?- Kim olursa olurdu, bir enstitü müdürünü getiremez miydiniz?- Ben o zaman Cumhurbaşkanıydım. Dik kafalı Recep Peker Başbakan. Getirdiği listeyi onayladım.Belki konuşma tam böyle geçmemiştir. Belki de, İnönü'ye şöyle bir cevap daha verilebilir:

Page 88: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Başbakan, katı ve söz dinlemez olabilir. Ancak, Cumhurbaşkanı'nın "şu bakanı değiştir" demesine de ses çıkarmayabilir. Öyle değil mi?Bunun örneği, İnönü'nün de Başbakan olarak başından geçmiştir. Gürsel, kendisine kabine kurma görevi verdiğinde -görevlerden birinde- İnönü, listeyi hazırlamış, Gürsel'e götürmüştür. Gürsel listeyi incelerken, Sağlık Bakanı olarak Dr. Kemali Beyazıt'ı görünce, İsmet Paşa'ya şunları söylemiştir:- Paşam, ben albayken bu zat Sağlık Bakanıydı. Orgeneral oldum, devir de değişti, yine karşımda Sağlık Bakanı diye o mu olacak? Lütfen değiştirin onu.İnönü gülmüş, "peki" diyerek, Kemali Beyazıt'ın yerine bir başkasını bulmuştur.Demek, o zaman -Köy Enstitüleri zamanı- tehlikeleri yıpratıyorum, diye İsmet Paşa Köy Enstitülerini yıpratırmış...Toprak reformu öyledir. Türkiye'nin geri kalışı, yoksulluk içinde yüzüşü öyledir. Türkiye'de aydın yetişememesi, kitap yasaklamaları, okur - yazarın cezaevlerinde eğitim görmeleri öyledir. Belki de tehlike yıpratılırken yıpratılmışlardır bunlar. Sözde korunmak istenirken boğulmuşlardır. Sokaklarda, parklarda, köylerde, gecekondularda yoksul bırakmamaktı marifet. Onları daha sefil bıraktıktan sonra, hangi zirveye, hangi tepeye çıkarsanız çıkın. Sonunda, "profesyonel yönetici" derler ya, onun da bir işe yaramadığı parmak kadar çocuklarca yüzünüze söyleni verdiğinde yüceleşmesi halk gözünde tutması bundan değil mi? Karaoğlan'ın ne hanı, ne hamamı, varlığı, mirası şusu busu olmayacak belki. Amma, yücelik bir yerde bu değil mi?Gerçekte en büyük yanlışları İsmet Paşa yapardı. Kimse karşısında bir düşünce söyliyemezdi ki. Yanlış yapınca da eleştirilemezdi ki. O Paşa'ydı çünkü. Kişi elini öptüğünü kolay eleştirebilir mi? Bir gün, dört beş gazeteci, Paşa'yı bekliyorduk. Karanfil Sokakta olan CHP Genel Merkezi'nin merdivenlerinde. Ben elini sıktım Paşa'nın. Daha sonra arkadaşlar elini öptüer. Elini öpenleri kucaklayıp yanaklarından öpmüştü. Bana da şöyle bir bakmıştı. Cezalanmıştım ben, elini öpmediğim için. Şimdi, kendi koyduğu ilkeleri uygulayanları cezalandırışı da, elini öpmediklerinden midir?TİP 15 milletvekiliyle parlamentoya gelince, İnönü "en çok beğendiği disiplinli parti" diye nitelemişti. İlk kez şike olmayan, gücünü vatandaştan alan bir sosyalist parti kurulmuştu. 12 Mart'tan sonra, Anayasa Mahkemesi partiyi Siyasî Partiler Kanunu'nun bir maddesine aykırı hareketten kapattı. Aynı Anayasa Mahkemesi, başsavcılığın TCK'nun 141-142. maddelerine ilişkin iddia ve hazırlıklarına iltifat etmedi. Çoğuna başsavcılık cesaret edemedi. Yani sosyalistlerin partisi, "komünistlik" iddiasından kapatılmadı. Turhan Feyzioğlu, Avrupa Konseyinde "TİP'i Anayasa Mahkemesi kapattı. TİP yöneticileri komünisttirler" derse de inanmayın, kimse inanmadı zaten.TİP yöneticilerinden Prof. Sadun Aren'in bir söyleşi sırasında galiba, söylediği şu sözü unutmamışım:- Biz, herkes sosyalist olsun demiyoruz. Vatandaşı, sosyalist bir parti olan TİP'e oy verecek duruma getirelim yeter...

Page 89: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

TİP'e oy veren herkesin, dağdaki çobana kadar sosyalist olduğu söylenemez. Ancak, TİP'e verilen oylar "sosyalist" bir partiye verilen "sosyalist" oylardı. Adayları sosyalistti, yöneticileri sosyalist. Şimdi, bu sosyalist yöneticiler, Anayasa Mahkemesi'nin partiyi kapatırken verdiği kararla çelişen bir mahkeme kararıyla on beş yıla kadar mahkûm edilerek cezaevlerine kondular. Büyük kongre kararına el kaldıran, onlara oy veren sosyalistler ise dışarıda. Onları da içeri alsınlar mı diyorum? Ne münasebet? İçeri alınanlarda bile mahkeme karar çelişkileri, adlî yanlışlıklar olabileceğini söylüyorum. Ben "muhbir" değilim.İnönü'ye gelince, tartışılan demecinde nedense "sosyalist" sözcüğü yerine, "marksist" sözcüğünü kullanıyor. İhbar ediyor, bir bakıma yüz binlerce seçmeni. "Bu seçimlerde Türk solunun marksist kanadı da kendi arasında bir tartışmanın içinde görülüyor. Kendi partilerinden yoksun girdikleri seçimde nasıl bir vaziyet alacaklardır. Bunların en yaygınlarından bir tanesi de kendilerine yakın ve elverişli buldukları bir sol parti için oy kullanmaktır. Bu partiyi henüz tam kıvama gelmiş saymamaktadırlar. Ama onu kuvvetlendirmenin hem o parti içinde, hem seçimlerden sonra siyasî hayatta kendilerinin faaliyet imkânını kolaylaştıracağı düşüncesindedirler. Partiyi bütün bütün, kayıtsız şartsız teslim alabilirlerse onu kendi partileri yapacaklardır. Bunu başaramadıkları takdirde bir yolu, onun sırtında gitmiş olacaklardır. Bu hesaplar solun marksist kanadında açıktan yapılıyor" diyor İsmet Paşa...Oğlu Erdal İnönü'ye sorsun bakalım. Babasının demeci için ne düşünüyor.(24 Ağustos 1973)

SARIMSAĞIM, SOĞANIM

Anam, okuma yazma bilmezdi. "Millet mektepleri" kampanyası sırasında, birkaç gün kursa gitmiş, ancak okumayı, yazmayı tam söktüremeden bırakmak zorunda kalmıştı. Evde, bağda, dağda iş beklerken, kolay mı okuma-yazma kurslarını sürdürebilmek? Çocukluğunda okullara gidebilseymiş, belki yazı ile uğraşan biri olurmuş. Manilerle konuşurdu, keyfi yerinde olduğunda..."Ben buranın yerlisi,Yüzü, gözü kirlisi..."derdi. Dağdan, taştan ibaret, yoksul kasabayı bir türlü bıraktırıp, kentlere geçememiş bu yüzden babam. Oralarda doğmuştu, oralarda ölecekti. Öldü de. Amma, bırakmadı baba-dede yurdunu.Turgut Kazan'ın İlhami Soysal'a yazdığı mektubu okuyunca andım, anamın bu sözlerini. Şöyle diyor Turgut Kazan:"...Sanki kaçacağız, bu insanları ve toprakları bırakıp gideceğiz. Vay babam vay. Yağmamı var? Mapusanesinde de olsa yaşayacağız, dayanacağız. Bu memleket bizim memleketimiz, bu insanlar bizim insanlarımız. Daha mutlu, daha aydınlık ve daha özgür günler için yaşayacağız..."

Page 90: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Anamın konuşmalarını uzun zaman, küçücük defterime not almıştım, ortaokul sıralarındayken. O bir yandan konuşur, ben bir yandan not tutardım, çok kez yorulurdum. Yitirdim o defteri, yok.Bir gün arkadaşları ile evde oturuyor, konuşuyorlardı. Arkadaşları da kimler? Mahallenin -belki- en yoksulları, garipleri. "Egisteli Ebe" dediğimiz, bir yaşlı arkadaşı. Anama, "Cennet komşum" derdi. "Silifkeli karı" derler bir başkası vardı. "Zıpır karısı" bir başkasıydı. Hiç unutmam, bir gün kadınlardan biri, evin içinde soyunmaya kalktı. Anam uyardı:- Deli karı, bak burda çocuk var, ne yapıyorsun?- O, benim evlâdım sayılır...Şıkır şıkır oynadıydı. Ben habire notlar alıyorum. Kimler ne dediyse. Birinin dikkatini çekti bu...- Ne yapıyor, bu oğlan burda gı?..- Bizim konuşmalarımızı yazar.- Eleh.... Öyle şey mi olurmuş. Ne biçim ev burası. Ben durmam burda, bi daha da gelmem...Anam:- Sizi değil, anasının konuşmalarını yazar. Ne yapayım?Tadı kaçtı, yazamadım...Konuşmaları, düşünceleri kitaplarda okuduklarımıza hiç benzemiyordu. Dedikodular yapılır, kim hangi kızı kaçırmış? Filânın hastalığı aslında neymiş, buna benzer şeyler. Bir yandan da kirman eğirirlerdi. Bazı yemeğe de alıkordu konuklarını. Bir ağabeyimden sakınırlardı, anamın arkadaşları. "Herkesi dolduruyorsun eve" demesinden yılarlardı. Beni, küçük olduğumdan pek kaale almazlardı. Bir ayak sesi duysalar, konuşmayı keserler, sonra da:- Mustafa'ymış gı, Halit değilmiş, derler, konuşmalarına devam ederlerdi.Anamızın konuşmalarını, yaşayışını eleştirirdik. Yeni sözcüklere dili dönmediğinden "aaa, anam bak nasıl söyledi?" diye takılırdık. O bize bakar, bakar:- Sarımsağım, soğanım, kel karıdan doğanım... derdi. Yani, "siz okudunuz, okuyorsunuz ama, beğenmediğiniz ananız doğurdu sizleri. Yaaaa..." demek isterdi. Kuşlar gibi kanatlarını gerdi üstümüze taaa ölene dek.Liseyi yeni bitirdiğimde, Konya'da çıkan "öğüt" gazetesinde çıkan bir küçük fıkradan dolayı, "Cumhurbaşkanına ima yoluyla hakaret" gerekçesiyle savcılık harekete geçmişti. Jandarmalar evde gelip aramışlar, gitmişler. Komşular, arkadaşları da :- Oğlunu asacaklar... mı ne, deyince, ağlamaya başlamış. Eve gelince, "hay oğlum, yazma şu yazıları. Sen mi düzelteceksin her bozukluğu" dedi. Ekledi:- Atlı sığmış, itli sığmış dünyaya, sen mi sığmıyorsun...Sığamıyorduk. Bilinçsizdik. Amma, bir yerlerde bir bozukluk olduğunun farkındaydık. Sonra, sonra daha açıldı gözlerimiz... Çıkarcıların kimler olduklarını, çıkarları için neler yapabildiklerini gördük, gözlerimizle. Demokrasinin yutturmacasını, doğrusunu öğrendik.Gazetecilik mesleği, bir çok sakatlığın üstüne üstüne gitmenin yollarını öğretti. Yıllarca, "vatan haini" diye belletlenlerin, gerçekte birer vatansever oldukları da.

Page 91: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Tarihler saptırılmış, öğretiler saptırılmıştı ülkede yıllar yılı. Koca koca adamlar kandırıyorlardı insanı.Yasaklar içinden, dikenli tellerden, güç dönemlerden geçip gidiyorduk, geleceğe. Anaları en iyi anladığımı sanıyorum. Çocuklarının üstüne titreyen, anaları. Babaları da... Onlar biliyorlar, çocuklarının yurdu en çok sevdiklerini. Yanlışlıkları varsa gereğince, yeterince eğitilmediklerindendir. Eğitmeyenler, kapıları kapayanlara hiç bir zaman dâvacı olamazlar. Öyle değil mi Paşam?*İstanbul'dan A. Şahin, cebindeki on lirasının 380 kuruşunu harcayarak yolladığı mektupta, İsmet Paşa'nın son demecine değiniyor. Kısaca şöyle diyor:"Bizi şu an, en çok üzen taraf, yıllarca kendisine hizmet ettiğimiz, politikasına âlet olduğumuz, oylarımızla sömürüldüğümüz sayın İnönü'nün "CHP'ye oy vermeyin" anlamına gelecek demeci oldu. Bir taraftan da çok iyi etti sayın Paşa. Çünkü ben yıllardır rengini öğrenememiştim ama, açık seçik öğrendim ne olduğunu, kimlere hizmet ettiğini. Zaten bundan başka bir şey beklemek de hataymış.Gerçekten siyasi iktidarlar yalçın kayalara benzerler, oraya kartallar nadiren konar... Her mahallede bir milyoner türetmeğe uğraşan sağ iktidarlara yakışır Paşa. Çok geç de olsa, safına döndüğü için memnunum..."(25 Ağustos 1973)

MAHKEME KORİDORLARI....

Sanık, Sıkıyönetim Mahkemesi'nde tutuksuz yargılanıyordu. O gün, hakkında verilecek karar okunacaktı. Ne rastlantıdır, o gün de düğünü vardı. Duruşmaya, damat giysileriyle gitti. Tutuksuz yargılandığına göre, duruşmadan çıkar, akşam da düğünde bulunurum diye düşünmüş olmalıydı. Bu heyecandı belki, damat giysileriyle duruşmaya gelmesi.Kararı okuyordu yargıç. Damat adayı sanık, kararı duymuyor muydu? Öylesine heyecanlıydı. Kararın okunması bitti. Herkes, damat giysileri içinde koyu elbiseli, saçları usturuplu kesilmiş sanığa bakıyordu. Kararın okunması bittikten sonra, sanık anlaşılan hiç anlayamadığı kararın bittiğini olsun anladı. Yavaş yavaş yürüdü. Orada birkaç adım ötede yeni yaptırdığı siyah paltosu asılıydı. Ona uzandı aldı. Giymeye hazırlanıyordu. Gidecekti... Nereye diye sorulur mu? Tam bu sırada, yerinden onu seyreden savcı:- Dur...Dedi. Sanık şaşaladı. Niye duruyordu ki: Savcı ekledi:- Kararı dinlemedin mi, tutuklandın.Mahkûmiyet kararı verilirken, sanığın tutuklanmasına da karar verilmişti. Ellerine kelepçeler takıldı, askerlerin arasında damat giysileriyle uzaklaştı, hükümlü.Avukatlardan biri, savcıya yavaş sesle:

Page 92: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Bugün akşamüstü düğünü vardı... dedi.- Biliyorum, belli halinden de.- Keşke kararın okunması ertelenseydi.- Biz kendisi için böylesinin daha iyi olacağını düşündük.Evlendikten sonra mahkûmiyet hükmü okunsa ve tutuklansa "evlenir evlenmez, cezaevine girdi" mi diyeceklerdi? Hiç olmazsa evliliğin tadını almadan girmiş mi oluyordu?Olay, Diyarbakır Mahkemesi'nde geçmişti.*Musa Anter, uzun zamandan beri tutuklu yargılanıyordu. 50 yaşlarında kadardı. Evli, dört çocukluydu. Mahkemeden, kaç duruşmadır serbest bırakılmasını ve "duruşmadan vareste" tutulmasını diliyordu. Serbest bırakılır, duruşmaya da gelmeyebileceği kararını alırsa, doğruca İstanbul'a çoluk çocuğunun yanına gidecekti. Suadiye'de ufacık bir evi vardı. Karar okunurken, Suadiye'de çocuklarının yanında olduğunu düşünüyor muydu? Birden afalladı. Karardan sonra ayağa kalkarak, yargıca:- Tahliye isteğinden vazgeçiyorum efendim... dedi.- Neden?- Sağ olun, beni serbest bırakıyorsunuz. Fakat duruşmadan vareste olmadan, serbest bırakılmayı ne yapayım? Evim, çocuklarım İstanbul'da. Serbest bırakıldığım için çoluk çocuğa benim bakmam gerekecek. Halbuki, üç günde bir duruşmaya gelmem gerekir. Buradan çıksam, otele gideceğim. Bir iş bulup çalışamam. Üç günde bir duruşmaya gelmek zorunda olduğumdan, İstanbul'a gidemem. Kaldırın benim tahliyemi. Ben yine içerde kalayım...*Diyarbakır'daki duruşmaları hiç izleyemedim. Ankara'da, İstanbul'da çalışan gazetecilerin çoğu izleyemedi sanırım. Belki, hiç bir gazeteci de izlemedi de Sıkıyönetim Komutanlığı yayınladığı bildirilerle, duruşma olaylarını ve kararları kamuoyuna açıkladı. Kalmamış aklımda bir şey. Zaman, zaman milletvekillerinin, senatörlerin Diyarbakır Tutukevi'nde olanlara ilişkin soru önergeleri, belki bunlara sorumlularca verilen karşılıklar kalmıştır, tek tük. İsmail Beşikçi'nin Askerî Yargıtay'dan da geçerek kesinleşip uygulamaya konan -galiba- 15 yılı bulan mahkûmiyeti, bir de. Gaziantep'ten götürülüp, gözaltına alınan sonra serbest bırakılan CHP'liler olayı. CHP yetkilileri basına haber vermeselerdi, kamuoyu bundan hele hiç bilgisiz kalacaktı. Eski Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi, sonra SBF'de asistan olarak çalıştığı sırada gözaltına alınıp, tutuklanmıştı İsmail Beşikçi. Hakkındaki hüküm kesinleştiği için, şimdi Adana Sivil Cezaevi'ne nakledilmiştir. Atatürk Üniversitesi'nde "Homongolos" olayını, o sanırım cezaevinde -belki de "müşahede" için hücrede- duyabilmiştir-ANT'ın eski Yazıişleri Müdürü Yaşar Uçar ile Ahmet Hamdi Dinler'in, 102 gündür sivil cezaevinde "müşahede" için İzmit'te, hücrede olduklarını biliyor muydunuz düne kadar? Niğde savcılığı, 60 günlük müşahedenin nasıl yasalara uygun olduğunu savunuyordu. Tamam, dedik. Ya İzmit'teki uygulama.Yaşar Uçar da, Ahmet Hamdi Dinler de yasa bilir, yol yordam bilir kişilerdir. Başvurmuşlardır yetkililere. "Bizi çıkarın artık buradan,

Page 93: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

koğuşlara verin" demişlerdir. Neden verilmemişlerdir düne kadar koğuşlara. "Bunlar, TCK 142'den hükümlü. Siyasi suçlu bunlar. "Aman, adi suçlularla bir araya koymayın" mı diye düşünülmüştür? "Zehirlerler sonra adi suçluları" mı denilmiştir. Yazışmalar, çizişmeler, efendim karar verilmiştir, bunların Adana Cezaevi'ne nakillerine.- İyi, nakledilsinler de, neden hücrede tutuluyorlar hep?- Nerede tutalım yani?*Diyarbakır'da sıkıyönetim kalktı. Ancak, Sıkıyönetim Mahkemeleri, ellerindeki dâvalar bitene kadar devam edecek. Sıkıyönetimde yargılananlar yine orada yargılanacaklar. Sıkıyönetim Komutanı olmayacak, yalnız, Sıkıyönetim tutukevi olacak mı acaba yine? Sıkıyönetim tutukevine yine "Yeniortam" sokulmayacak mı? Ne hakla?*Gazetelerde ilk haberi kimin vereceğini çok merak ediyorum ben. "Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne ilk dâva açıldı" gibi. Haber rutin gibi ya, gazetecilik bu. "Yılın ilk karı ilimize yağdı" gibi. Bakalım, kime vuracak bu piyango?Eski gazeteci ağabeylerimiz, çok çok önceleri, gazetelerde "mahkeme koridorları" yazıları yazarlardı. Yarı röportaj, yarı haber, yarı öykü yazılardı bunlar. Kaçırmadan okurdum. Onlara özendim bugün.(27 Ağustos 1973)

KARPUZ KABUĞU...

Vatandaş, pahalılıktan ayakkabısını değiştiremeyince, nasıl olsa bedava olduğuna inandığı milletvekilini mi değiştirmek istedi ne?Hani, CHP'de yok "kabuk değişikliği", yok "halkla bütünleşme" derken, değiştirme birlikleri dolduruverdi. Önseçimler biter bitmez soluğu Ankara'da alanlar tatlı öyküler anlatıyorlar doğrusu.- Faruk Abi'nin oyununa geldik. Ben ilçemde Faruk Abi'ye tam verdirdim. Bahri Bey'e de "eh, o da gariptir verin garibe" dedim, ona da oy sağladım. Gelgelelim, bu arada ben düştüm.- Hay Allah, geçmiş olsun...- Sağol canım, dostlar sağolsun. Ama, böyle gitmez bu. Teşkilât kalktı ayağa. "Naci Abi'ye siz bunu nasıl yaparsınız?" diye ateş püskürüyorlar.AP'deki bu büyük değişikliğin anlamı ne ki? Süleyman Bey'e mi aslında bunlar yoksa; 12 Mart'da şapkayı alıp gidersen işte böyle yaparız mı demek istedi önseçmenler? Bu acabanın karşılığını 14 Ekim'de daha iyi anlayabileceğiz. AP'de kaybedenlerden biri durumu şöyle anlattı:- Ben de anlayamadım. Son bir, iki güne kadar iyiydi. Tam finişe kalkacağız, delegelerde bir yavaşlama gördüm. Ulan, aman... derken, böyle oldu.Bazı aday adayları da çok zayıf olmalarına borçlu imişler kazanmalarını. Onu, nasıl olsa çelimsizin biri kazanamaz, diye görenler vermişler oyu. Kalleşlik yapmağa değmez mi demişler, o da çıkıvermiş yukarılara. Al bakalım. Tevatür işler canım...

Page 94: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

AP'de tam finişe kalkılacağı sırada delegelerin yavaşlaması yüzünden kaybeden aday adayı, bu yavaşlamanın nereden gelebileceğini düşünüyor. Acaba Süleyman Bey'den mi gelmiştir talimat? Mesut Bey'in uğradığı azizliğe o da mı uğramıştır. "Ama, yağma yok öyle böyle kalmaz bu..." AP'liye göre.Nurdoğan Bakkalbaşı'nın uğradığı azizliğe ne demeli peki? Senatör Taki Bey, Nurdoğan'a:- Sen uğraşma bu önseçim dalgalarıyla. Altı ay sonra senato seçimi var. Ben bu sefer adaylık koymayacağım. Sen ol benim yerime. Bir de sen tat senatörlüğü. Hem senatörlük, milletvekilliği gibi mi? On bine emeklilik gibi. Sen bilirsin...- Peki abi...Fakat Nurdoğan Bey, önseçimlerden sonra öğrenmiş ki, senato seçimlerine ne altı ayı, daha dört yıl yok mu?Vay canına, demiş ama iş de işten geçmiş.- Peki bilmiyor muymuş senato seçimlerinin ne zaman olacağını?- Kim biliyor ki yahu. Ben anlattım da, o zaman öğrendiler.CHP'de kazanamayanlar için "kontenjan"dan gelme umudu yok. CHP'nin liste başında gelen filozofu, yorumunu yaptı kadro hakkında:- Kardeşim, Türkiye'de hangi rejim olursa olsun milletvekilliği profesyonel meslektir. Yani milletvekillerinin sofraları aynıdır. Çulsuzdurlar yani...O da olsa, öteki de olsa aynı demek istiyor galiba. Gerçekten önemli olan partilerdir öyle ya. Bu partilerin içerisinde, yer değiştirme birlikleri yer değiştirirler o kadar.Milletvekilliği pahalandıkça pahalandı mı? Eskiden 3500'ken, AP'liler, kürsüde konuşan Çetin Altan'a bağrışırlardı:- Senin yazılardan aldığın kadarını versene bize. Viski de içersin değil mi?Çetin Altan aslında viski filân içmezdi öyle. Bir sabah evine gitmiştim. Bir yazı alacaktım. "Ne içersin?" diye sordu. Ben, "Dur bakalım ne verecek?" diye bekliyorum. Öyle ya, her gün viski içtiğini söylemiyorlar mıydı?- Bira var, istersen sana kahve de yaparım.- Bira olsun...Biraları içtik.Bir başka gün, öğleden sonra Meşrutiyet'de bir lokantada -bahçesine- oturmuş bir kadeh rakı içeyim demiştim. Tam bahçenin önünden Çetin Altan geçti, çağırdım. Geldi. "Yahu, dedi, sen böyle lokantalarda içki mi içiyorsun? Evde iç evde, daha ucuza geliyor."Çetin Altan viski de içer, başka içkileri de, ne bileyim. Ancak yediyse, içtiyse emeği ile kazandığından içti, yedi. Haram yiyip, içmedi. Kimseyi de sömürmedi.- Senin yazılarından aldığın kadarını versene bize. Viski de içersin değil mi?O günlerde ne savaşlar vermişti? Emin Paksüt'lere karşı, Coşkun Kırca'lara karşı. Türk politikasından silinip gidecek ve hattâ gitmiş olanlara karşı. Yazıları, Türk politika edebiyatına ayak izi gibiydi.Şimdi milletvekilliği aylığı onbini bulur. Pahalandıkça pahalandı bu sene bu. Eeee, kimse kolay bırakıp gider mi? Gitse Cenevre'ye, ya da Paris'e bir dış göreve gider bunu bırakıp. Sonra da fındık kadar akılla, Ankara'lara

Page 95: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

gelip, AP'nin seçim beyannamelerini hazırlar döner ve de devletin parasıyla. İyi mi?CHP'de kontenjandan adaylık umudu yok, kaybedenler için ya, AP'de var bu. AP nerelere koyacak kontenjanları? Kimleri gösterecek? Ucundan ucundan öğrenmeye başlıyoruz bunları. Adaylar konuşuyorlar:- Yahu, üste mi koyacaklar acaba alta mı?- Üste koyarlarsa ben yandım...- Dur yav, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme...(5 Eylül 1973)

ADANA CEZAEVİNDEKİ OLAY...

Adana Sivil Cezaevi'nde çıkan olay üstüne cezaevi müdürü, gardiyanlar gelmişler, cezaevinde sıkı bir arama da yapmışlardı. Can Yücel'in termosa doldurduğu bir kilo kadar üzüm bu sırada ortaya çıktı. Can Yücel, ifadesinde demiş midir bilmem ya, şöyle bir Bektaşî fıkrası vardır:Sultan Mahmut zamanındaki içki yasağı süresinde bağı kolcular tarafından basılan bir bektaşi sıkıştırılınca ve "sekiz-on dönüm bağın üzümünü ne yaptın?" diye sorulunca şu karşılığı vermek istemiş:- Ailece yedik...- Bu kadar üzüm yenir mi?- Komşulara da verdik.- Bu kadar üzüm komşulara vermeyle biter mi?- Efendim, sirke yaptık. Bir kısmını da sattık...- Olmadı...- Bir kısmını da sıkıp bıraktım...Kolcular bir ağızdan, "şarap olur o..." dedikte, Bektaşî şöyle kurtarmak istemiş kendini:- Ben sıkar bırakırım. Ötesine karışmam. O Allah'ın işi...Can Yücel, sorgusu yapılırken, "dışarıdan aldığımız üzümler ziyan olmasın diye, termosa doldurmuştum. Orada duruyordu..." karşılığını vermiş mi bilmiyorum. Fakat, gazetelerde çıkan habere bakılırsa Can'ın bu termostaki üzüm yüzünden canı hayli yanmış.Olayın bu kısmı gazetelere yansıdı ya, bunun öncesi koğuşun neden arandığı belli değil. Herhalde bir gardiyan koca şairi, üzümleri nereye koyuyor diye gözetlemiyordu.Sızan haberlere göre, Adana Cezaevi'ne bir süreden beri doldurulan çeşitli suçlardan hükümlü ya da tutuklular, huzur içinde değildirler.Burada Samandağı olayları sanıkları var. Adana Fikir Kulübü, Kadirli Fikir Kulübü dâvaları hükümlüleri ile Ankara'dan nakledilen Süleyman Ege'yle, Abdullah Nefes, İzmit'ten nakledilen Yaşar Uçar, Ahmet Hamdi Dinler, İstanbul'dan nakledilen Can Yücel var. Diyarbakır'dan nakledilen İsmail Beşikçi -galiba- hâlâ hücrededir.Değişik yapı ve düşünüşte olan kişiler arasında yer yer tartışmalar olmuş mudur? Grup grup, bölük bölük bölünmüşler midir buradaki hükümlü ve tutuklular? İş, tartışmalara, derken yumruklaşmalara kadar varmış mıdır? Gruplardan biri avluda voleybol mu oynamak ister, ötekisi onu avluya

Page 96: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

sokmaz mı? Olayların çıkacağı belliyken, yöneticiler seyirci mi kalırlar olup bitenlere. Gençler arasında yatan bir casusluk hükümlüsünün yatağına çöp bidonu boşaltılır da, müdür çöp bidonunu boşaltanı da, şikâyet edeni de "sinekli" denen hücreye atar mı sizce? Bütün cezaevi sorumluları olaylardan haberliyken, neden seyirci kalırlar acaba?Asıl kavga 30 Ağustos sabahı mı çıkmıştı? Kadirli grubundan Ali Durmuş'a bazı hükümlüler, "avluya bir daha çıkmamasını" önerip, yoksa fena olacağını hatırlatınca bir şeyler olacağı da belli olmuştur galiba.Öğleden sonra koğuşun girişinde Can Yücel arkadaşlarıyla yerde otururken, biri nasıl bağırmış?- Ne bakıyorsun ulan...Orada bulunanlardan biri, nasıl çıkışmış:- Baban yerindeki adama böyle konuşmaya utanmıyor musun?Bir başkası, ona karşılık mı vermiş, ne diye?- Senin de hesabını göreceğiz...Gerilim içinde, gece olup kapılar kapanınca bir hükümlü kendi koğuşundan çıkmış, bir başka koğuştakini dışarı çağırarak, arkadaşlarıyla birlikte saldırmış. Çağrılan, belki de linç edilmekten zor mu kurtulmuş? Koğuşlar birbirlerine mi girmişler? Sonuç İkisi ağır, on bir yaralı mı?Cezaevi müdürü neden sonra olaya el koyup, orada kimler varsa, ayırım gözetmeden "sinekli" denen hücreye doldurmuş mu? Hücrenin, yani sineklinin tabanı iki parmak sudur. Yine ayırım gözetilmeden tüm hükümlü ve tutukluların -ceza olsun diye- saçları kökünden kazınmıştır. Sineklide bırakılanlara "falaka" çekiliş mi, çekilmemiş mi? Sonra da hücrede on beş günlük istirahate geçmişler mi, geçmemişler mi?İşte bu sırada aranmış ve Can Yücel'in, içinde bir kilo çürümüş üzüm bulunan termosu ele geçmiştir.Adana Cezaevi'ndeki olayla ilgili yorum yapmak zor belki. Dışardaki görüş ayrılıkları, sanıklar arasında dışardayken sürüp giden ikilik, cezaevinde bile ıstırap çekerken bile sürüp gidebiliyor, sonunda zorbalığa kadar gelip dayanıyor.Dışardaki çocuklukların, içerde de sürdürülmesi, olayların bazılarına hiçbir eğitici etki yapmamış olması gerçekten üzücü:- Hâlâ mı oyuna gelmek?..(6 Eylül 1973)

ÇİZGİLER...

Ormanlık mı ormanlık, yeşillik mi yeşillikti ilçenin bulunduğu yer. Ayrıca sarp kayalar arasında gibiydi. Okur yazarı çoktu, yoksulluğuna karşın. Yoksul, dağlık bölgelerin çocukları okur-yazar olma zorundadır. Ne yapsın? Ticaret yapamaz, çiftçilik yapamaz anlayacağınız. Dağlarda bol bol kılkeçi olur, geyikler olur, ayılar olur...Önseçim öncesinde politikacılardan biri geldi ilçeye. İri yarıydı politikacı, kellesi kulağı yerinde mi yerinde. O ilçenin bulunduğu il dolaylarında önseçimlerde her zaman liste başı olurdu. Amma, ilçeliler küsmüşlerdi.

Page 97: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Çünkü, ilçeyle gereğince ilgilenmemiş, yoluna, suyuna yardımcı olmamıştı.İri yarı politikacı ilçeye geldiği gün, rastlantı bu ya, bir de ayıcı geldi. Dükkânların önüne, politikacının konuştuğu yere yakın oynatmaya başladı ayısını. Ayının burnunda zincir...- Sen buraya su getirdin mi?Ayıcı zinciri hafifçe çekip yine kendisi karşılık veriyordu:- Getirmedi...- Okul yaptırdın mı?- Yaptırmadı...- Yol yaptırdın mı?- Yaptırmadı...- Öyleyse, ne yüzle geldin kocaoğlan?İri yarı politikacı, o ilçede önseçimlerde birinciliği alamadı.*Türkiye'de de bilen çok mudur, Niğde'nin Koyunlu'su ile Fertek'ini acaba? Amma Niğdeliler iyi bilirler bu iki kasabayı. İki kasabanın da ayrı özellikleri var. Fertekliler okumaya yazmaya heves etmişler. Oradan okumuş, yazmış insanlar yetişir. Koyunlular da ticarete. Koyunluların ticareti, halıcılığı ünlüdür. Örneğin, Kayseri'de Kayserililer söz sahibi sanırsınız değil mi? Öyle değildir halıcılıkta. Koyunlular vardır orada da söz sahibi:Bir gün, Fertekliler, başları ellerinin arasında kara kara düşünüyorlardı.- Ne yapsak?- Ne etsek? Aman komşular gelin bir araya. Bir yol da biz bulalım...Ferteklileri kara kara düşündüren sorun şuydu:Koyunlular, Başbakan Naim Bey'in kızını hemşerileri bir halıcının oğluna almışlardı. Koyunlu'da yoksul, zengin gece gündüz eğlnmiş miydi, bu mutlu olay üzerine? Ferteklileri de kara kara düşünceler almış mıydı?Kasabanın ileri gelenleri kolları sıvadılar, aklı erenler düşündüler, Fertek, Koyunlu'nun altında kalamazdı.Neyse, sonunda onlar da mutluluğa erdiler. Fertek'ten bir kız, Süleyman Bey'lere gelin gitti. Süleyman Bey'in kayınbiraderi, Ferteklilerin damadı oldu iyi mi? Süleyman Bey Başbakan değil ama, olsun ne ziyanı var. Fertek'de işi sağlama bağladı böylece.Eeeee, diyecekler ki bak bak nerelere getiriyor lâfı? Düşünsün isteyen, nerelere varıyor lâf...(10 Eylül 1973)

ALLENDE'YE İNDİRİLEN BALYOZ...

Çekik gözlü, bıyıklı, alnında saçları azalmış adam, düşünüyordu. Dünyada da, Türkiye'de de günün konusunu düşünüyordu. Allende'ye indirilen balyozu. Oradaki demokrasiyi tuzla, buz eden balyozu...Dünyada, Marksizmin seçim yoluyla iktidara gelebileceği savının tek örneğiydi. Şili'deki Allende denemesi. Allende'nin yanılgısı neredeydi?Çekik çözlü, bıyıklı alnı açık adam, kafasını salladı kendi kendine...

Page 98: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Bu konuda usta olanların dedikleri mi çıkıyordu acaba?- Yani?- Yani, kapitalizmin ve emperyalizmin kalıntıları üzerine nasıl olursa olsun bina edilemez demokrasi. Alınan mirasın gözden geçirilmesi gerekli, demek...Kamunun malı silâhları, kamuya çevirebildi Şili Silâhlı Kuvvetleri. Dünya kamuoyu önünde, "yazık oldu" diyenlerin ve taraftarlarının gözünde düştükçe düşecektir, Şili Silâhlı Kuvvetleri.Kim ne derse desin, emperyalizmin, iç ve dış düşmanların ellerinde ölmemek için, yiğitçe öldü Allende.Demek, neden olmasın seçimle gelsinler efendim iktidara diye, "bunlar gelince ihtilâl yaparlar" diye, "gelirlerse bir daha gitmezler" diye söylenenler, bıyık altından gülerlermiş. Emperyalizm ağını bir kez sardı mı, ihtilâlleri de yapmaktan, darbeleri de yapmaktan ya da yaptırmaktan çekinmez. Bunun örnekleri bakın, pek çoktur.Allende'nin aklına gelmeyen neydi? Yeraltı kaynakları bu denli zengin bir ülkenin kapitalistlerce serbest bırakılmayacağı mıydı? Dünyanın en zengin bakır yatakları oradadır. Kapitalizmin gözü de ondan başkasını görür mü? Adamın çıkarları ile oynanırsa, o da işte böyle yaptı. Darbe yaptırdı Şili'de.*Bundan yıllar öncesinde Türkiye'de de aynı konu nasıl tartışılıyordu diye düşündü çekik gözlü, bıyıklı adam. Türkiye'de yabancı gazetecilerin, bazı politikacıların "Marksist" diye adlandırdıkları, gerçekte ise "sosyalist" bir parti vardı. TİP... Seçimle gelmeyi programına koymuştu, başka bir yol düşünmüyordu. Zaman zaman, yetkililerine sorular yöneltilirdi. Üniversite hocası bir yetkilisi bir gün şöyle karşılık vermişti:- Açık söyleyelim. Biz, samimi olarak seçimle iktidara gelmeden yanayız. Seçimle geleceğiz, seçimle gideceğiz. Gerçi dünyada bunun örneği yok deniyor. Olmayabilir. Amma, bizim programımız da tasarımız da budur. Seçimsiz bir iktidarı kafamızdan geçirmiyoruz.Böyle diyordu. Fakat rakipleri, durur mu? Durmuyorlardı:- Doğru söylemiyorlar, seçimle de gelseler gitmeyecekler ki...- Nereden biliyorsunuz gitmeyeceğimizi?Tartışmalar, yıllarca böyle sürüp gidiyordu. Değil iktidara gelme, şöyle güçlü bir muhalefet olması korkusu bile nasıl sarıyordu egemen çevreleri?İhtilâllerle de iktidara gelinebilirdi. Ancak, TİP böyle bir parti değildi, olmayacaktı...Meclis kürsülerinden, bütçe komisyonlarında, sıralardan yöneltilen sorulara, hep bu karşılık veriliyordu. Açık açık. Neden dinletemiyorlardı acaba?Sağ gazeteler, Endonezya'dan söz ediyorlardı. Solcu bırakmamacasına kıyımdan kıyamdan dem vuruyorlardı.TİP, Anayasa Mahkemesi'nce Partiler Kanununu'nun bir maddesine aykırı kongre kararı aldığı gerekçesiyle kapatıldı. Kapatma işlemini o zamanın Anayasa Mahkemesi Başkanı, zamanın Başbakanına telefonla haber veriyordu.

Page 99: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Sıkıyönetim Mahkemeleri, TİP yöneticilerini Anayasa Mahkemesi'nin kapatma gerekçesinden değil, Anayasa Mahkemesi'nin ele almadığı TCK'nun 141. maddesinden 15 yıla kadar hapis cezasına çarptırıyordu.*Türkiye'de bir sol parti daha vardır. Bu ne Marksist, ne sosyalist bir partidir. Ortanın solunda olduğunu belirtmiş, ancak yelpazenin solunda yer almış bir parti. Bu parti, CHP'dir. O parti ve yöneticilerine de, "sosyalist" ya da "Marksist"dir diye hücumlar etmemektedirler hasımları, siyasi rakipleri. Ne bileyim, yakında onun için de neler diyeceklerdir:- Allende'nin hesabı görüldü. Şimdi sıra Karaoğlan'da... Öyle mi?Olaylardan ders almak gerekir elbet. Ancak, gerçek demokrasinin var olabilmesi, sol iktidarların seçimlerle işbaşına gelip, iktidardan seçimle gidebilmelerine bağlı. Bu denemelerin başarısızlığı, bunları balyozla öldürmek, demokrasiye ve insanlığa ihanet etmekten başka şey değil.(14 Eylül 1973)

AFFI ANCAK KARAOĞLAN GETİREBİLİR...

CHP'nin Ankara'da Tandoğan alanında dün düzenlediği açıkhava toplantısı, açık açık gösteriyor ki, Karaoğlan iktidara adımını atmıştır. 14 Ekim'de yapılacak seçimler sonucu Meclis'e AP'yi büyük ölçüde ezerek gelecektir.Miting kalabalıkları görünüşe bakılırsa kişiye fazla bir şey söylemez, iktidar olabilme konusunda. Dünkü Tandoğan toplantısı, bu görüntüden başka bir anlam da taşıyor gibiydi. İğne atsanız yere düşmüyor muydu? Değil. Ancak, seçimler öncesinde Ankara'da düzenlenen böyle bir toplantıya akın, vatandaşın demokratik, gerçek demokratik düzene özlemini belirtiyordu bir bakıma. Heyecanlı kalabalık da, CHP'nin iktidar kapısına adımını atmakta olduğunu."Ak günlerin ak umudu Karaoğlan" dövizi, dövizlerin en düşündürücü olanıydı galiba. Karaoğlan, üzerinde bir uzun kollu gömlek mikrofon başında kalabalıklara, bir umut olduğu izlenimini veriyordu. "Yok, sen değilsin, Demirel'dir umut" diyen çıkmazdı dün konuşmaları dinleyenlerden. Süleyman Bey de konuşacaktır, hem de daha yaldızlı sözlerle. Ancak, sonunda kimse, içi rahat "Türkiye'nin umudu sensin" diyemiyecek Süleyman Bey'e. Burası böyle...Tandoğan'daki kalabalıkta Anadolu'nun çeşitli illerinden gelmiş il başkanları, adaylar, işçiler, köylüler vardılar. Ankara memur şehridir. Yüksek dereceli memurlar korkarlar gelemezler belki derdim, onlar da gelmişler...- Sizin otobüs, bizim otobüsü geçti yolda...Malatya İl Başkanı, Kayseri İl Başkanı'na böyle diyordu Ecevit'i dinlerken. Adana'dan Mehmet Can gelmişti. Mehmet Can listenin beşincisi. Beşi çıkarırız diyor. İlginç anıları var, seçim bölgelerinden. Bir köyde, bir vatandaş:- Ben sizi daha büyük sanıyordum... demiş. Mehmet Can ki, 1.79 boyunda ve gerçekten iri yarıdır.

Page 100: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Adana kontenjan adaylarından Erol Çevikçe'ye bir köylü, "Allende'ye ne oldu? Şu meselenin içyüzünü bir anlat Allahaşkına" demiş ve eklemiş:- Allende olayının bize benzeyen yönü var mı?Anlatmış, Erol Çevikçe. Şöyle diyor:- Vallahi, köylüdeki bilince baktım da şaşırdım kaldım.CHP'nin tam bir örgütlenmeyi başardığını söylemek zordur. Hele, ortanın solunun bütün yurda dörtbaşı mamur anlatıldığını ileri sürmek daha zor. Fakat, tek tek bilinçlenenler bulabiliyorlar örgütlerini, bu kesin. Prof. Turan Güneş, şöyle mi demiş:- Nerede örgüt yoksa, orada daha iyi seçim kazanırız. Bolu'da Kemal Demir'i yeneceğiz. Çünkü, oradaki örgütümüz o kadar güçlü değil. Ve listenin başında, herkesin pek tanımadığı çok kıymetli bir adayımız var...Turan Güneş'in esprili sözlerinde hikmet payı yok mudur?Karaoğlan, bozuk düzeni tersine çevireceğiz diyor. Bozuk düzen tersine çevrilince, tefeci, işbirlikçi sermaye de büyük bir yükten kurtulacak ne bileyim. Onlar da vicdan azabından kurtulacaklar, "bugüne dek sömürdüğümüz yanımıza kâr kaldı" diyerekten, kendilerince bir uyku çekecekler, öyle mi? Düzenin tersine dönmesinden Ecevit, köylünün, işçinin, memurun, küçük esnafın yararlanacağını açıkladı dün. Cezaevlerini dolduran fikir suçluları siyasi suçlular ya ne diyorlardı? Aynı şeyleri bir başka biçimde dedikleri için hapislerde süründürülmüyorlar mı?Ecevit'i dün dinlerken bunları düşündüm. Büyük bir affı, gelmiş-geçmiş olayların altına bir kalın çizgiyi çekerek ancak, Karaoğlan gerçekleştirebilir.Tandoğan alanında, Anıtkabir'e uzanan yolları dolduran, söğüt ağaçlarına tırmanarak, oradan Karaoğlan'ı dinleyenlerin, balkonlarda oturup, salkım salkım Ecevit'e alkış tutanların içinden geçen de bunlardı sanıyorum.CHP otobüsünün içinde Rahşan Ecevit'i gördüm, "çok heyecanlıyım" dedi. Anladım ki Karaoğlan, toplantıdan sonra peynir-ekmek yerine, iştahla bir yemek yiyecek...Bir ara Eylem'i de gördüm. Elinde iğnesini düşürdüğü CHP rozetini tutuyordu.(17 Eylül 1973)

BIYIKLI...

Çin Halk Cumhuriyeti'nin diplomatları İzmir'e mi gidiyorlardı? Üç kişiydiler. Öyle kısacık filân da değiller, diplomatları uzunlardan mı seçiyorlar ne?Çinlilerden biri, arkadaşlarının yanından ayrıldı, şöyle yürür gibi, uzaklaşır gibi yaptı. Bir bayan gölge kalkan Çinlinin yerine oturuverdi. Kalkan Çinli, sanki bunu bekliyormuş gibi hızla geri dönüp, arkadaşlarının resimlerini çekermiş gibi yaparak gölge bayanın resmini de çıt diye çekiverdi. Bayan neden o kadar telâşlandığını belli etmişti, kimse anlayamadı. Fotoğraf çekildikten sonra, yüzünü sola çevirdi, elleriyle de bir yandan yüzünü kapadı. Bayanın yanında oturan iki Çinli, Çin seddi gibi yüzleriyle -gülüyorlar mı, gülmüyorlar mı belli olmuyor- öyle durdular.

Page 101: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Oturanların tam karşısında iki erkek gölge mi vardı? Bayanın Çinlilerin yanına oturmasını onlar mı istemişlerdi? Ne diye? Herhalde konuşmaları dinlesin bakalım diyedir. Bayan, uzaktaki arkadaşlarına bir el işareti yaptı. Yolcu salonunda bulunanların hepsi anladı bunu.- Konuşmalarını anlayamıyorum hiç...Tercümesi buydu yana sallanan baş işaretinin zahir.O iki kişi de duvar gibi ciddi, fakat biraz telâşlı mıydılar?Yolcular uçağa alınıyordu. Çinliler herkesin bakışları içinde ne dedilerse, onlar da aranmadan geçtiler. Çinliler ufak, fakat hızlı adım atıyorlardı. Gölgeler kaz adımdılar, kısa zamanda kapadılar arayı. Uçakta da onların arkasına yerleştiler. Herkes onlara bakıyordu. Polisiye filimlerden hoşlanıyordu bizim halkımız. Onlar gitti. Sonradan duydum, Çinliler İzmir'deki fuarda açtıkları pavyonu denetlemeye giderlermiş. Çinlilerin pavyonu da güzelmiş hani...Yolcu salonunun üstünde uçak şirketlerinin bürolarının bulunduğu bölümün tam karşısında, büfenin yanında bir genç oturuyordu. Yanındaki bankta da bir genç kız. Genç, bir ara sabırsızlanıp yeniden THY bilet masasına gitti.- Adana uçağı ne zaman kalkacak?- Tarifeli uçağın geç gelmesi yüzünden biraz tehiri var. Kesin bir şey söyleyemem.Bilebildiğim şu kadar: Bu genç, Adana'ya gitmek istiyor. Uçağın geç kalması da canını sıkıyor belli.Gitti, yerine oturdu. Genç kız yandaki banktaydı hâlâ. Bir ara dolaşmak, tur atmak geçti içinden. Kızın yanından mı ayrılmak istemedi. Konuşsa mıydı, ya yüz vermezse?Gitti. THY memuruna bir daha sordu Adana uçağını. Çok gecikecekti, anlaşıldı.Kızın yanındaki banka oturmak istemişti ki, ensesinde bir gölgeyi farketti. Dönüp baktı, bir sivil gölgeydi...- Biraz benimle emniyete kadar gelir misiniz?Demesiyle kolundan yakalaması bir olmuştu...Gölge, genci bir odaya soktu. Orada, bir subay -belki albay- birkaç sivil, bir bayan vardı. Bayan ayakta duruyordu. Sivillerden biri emretti:- Üzerinde ne varsa çıkar şuraya...- Peki.Şebekesini, biletini, para cüzdanını çıkardı. Mendil, vs. ne varsa...Sonra, sıkı bir biçimde arandı üstü. Beli ve bacakları taranırken, gıdıklanır gibi oldu. Gülemedi.- Nereye gidiyorsun?- Adana'ya...- Biliyoruz, seni uzun zamandan beri takip ediyoruz. İkide bir "uçak ne zaman kalkacak?" diye soruyorsun, neden?- .....................................- Yanındaki yabancı kızla ne konuştun? Ona mesaj mı verdin? Saklama, biz her şeyi biliyoruz.- Ben kızla konuşmadım.- Konuştun, saklama.

Page 102: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Kız burada, çağırıp sorun. Neden sormuyorsunuz?Biri emretti.- Getirin kızı...Biraz sonra, bankta oturan genç kız getirildi. Ne kadar da büyümüştü gözleri.- Do you speak English?- Ben Türk'üm, dedi kız. Türkçe sorun soracaklarınızı...- Bu genci tanıyor musun?- Hayır, tanımıyorum. Yanımdaki bankta gördüm o kadar.- Götürün.Kız dışarı çıkarıldı. Hayli korkmuştu dedim ya.- Peki, sen söyle bakalım Adana'ya niye gidiyorsun? Kim var orada?- Dayım var, dayıma gidiyorum.- Hımmmmm....Bu sırada, THY memuresi mikrofondan "Adana'ya gidecek yolcuları..." uçağa binmeğe çağırıyordu.- Bana soracağınız başka şey yoksa, bırakın gideyim.- Dur, önce eşkalini bir tespit edelim de öyle git...Bir memur, daktilonun başında yazmak için hazır bekliyor, bir başkası da gencin karşısına geçmiş, onun fotoğrafını çekecekmiş gibi süzüyordu. Daktilo başındaki, kâğıda bakarak sordu:- Boy?Genç, fotoğrafını çekecekmiş gibi süzenden önce cevap verdi:- 1.80.- Kilo?- 65.- Renk? - Sarışın.Daktilo da, karşıdaki gölge de, gencin bıyıklarına bakıyorlardı. Genç ekledi:- Bıyıklarımın uzunluğuna bakıyorsunuz değil mi? Tatil de, ondan bıraktım bu kadar uzun, yoksa bırakmazdım. Adana'ya varır varmaz düzelteceğim.Gencin bıyıkları Çinli bıyıkları gibiydi. Acaba bıyıkların uzun ve çeneye doğru kıvrık olduğunu da yazacaklar mıydı?Gölge, daktilo başındakine seslendi:- Yaz, bıyıklı...Uçak, kalktı kalkacaktı. Genç, koşa koşa polis kontrol odasına girdi. Soluk soluğaydı uçağa bindiğinde. Kimse gencin başından geçenleri bilmedi...(18 Eylül 1973)

BİRKİ DÖĞDÜ, BİRKİ GELDİK...

Konya'nın Hadim ilçesinin köylerinden birinde, ya Gezlevi ya Dedemli köyü olmalı, bir kadın kocasının her gün kendisini döğmesinden bıkmış, usanmıştı. Komşusu kadınlar:

Page 103: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Mahkemeye get gız, gurtul bu herifin dayağından... dediler. O da bir dâva vekili bulup, mahkemeye başvurdu. Kadının açtığı boşanma davası devam ediyordu. Köy, ilçeye yani mahkemeye yaya iki saat çeker. Her duruşma günü gitti kadın. Tabii, dayağından yakındığı kocası da. Yargıç bir ara sordu kadına:- Köyden, buraya kocanla birlikte mi geldiniz?- Evet...- Peki yolda gelirken, yine döğdü mü seni?- Birki döğdü, birki geldik hâkim bey...Dedemli, Gezlevi köylerini Sabahattin Ali, öykülerinde işlemiş, cezaevine düşmüş köylüleri anlatmıştır uzun uzun. Konya cezaevinde hapis de yatmıştır bir süre Sabahattin Ali. Konya Lisesi'nde ya da ortaokulunda öğretmen olduğu sıra, ihbar üzerine savcılığa oradan da mahkemeye verilmişti. Sabahattin Ali'nin öğrencileri duruşmayı izlemişlerdi. Savcı iddianamesini okurken, öyle yan gözle Sabahattin Ali'ye bakmış, kükremişti:- Sabahattin Ali, Türkiye'deki özgürlükleri yeterli bulmuyor, onun aradığı özgürlük ancak Patagonya'da vardır. Patagonya'ya gitsin efendim...Öğrencileri, Sabahattin Ali'nin, konuşmayı gözleri açılarak dinlemişlerdi belki ne bileyim. "Buradaki özgürlükle yetinmiyorsa Patagonya'ya gitsin..." Öyle ya...Aradan yıllar geçti. belki kırk yıla yakın zaman.İki buçuk yıldır sürüp giden sıkıyönetim kalkıyor birkaç gün sonra. Meclisler almıştı sıkıyönetim kararını. Bu kez, parlamenterler uzatmak için Ankara'lara zahmet etme gereğini bile duymadılar, demek ki bitti bu iş.Sıkıyönetimin bitip bitmeyeceğini soran biri, ekledi:- Devam etse de olurdu, alışmıştık.Artık etkisi kalmadı, süngü düştü mü demek istiyordu acaba? Yer yer eleştiriler, kulaklardaydı:- Olmaz ki canım böyle. Askeri yargı yaralanıyor. Bunu yaralamaya kimsenin hakkı yok.- .................................- İddianamelerde rolü olan doçentle tanıştım, dün.İki buçuk yılın hesabını yapacaklar, bu iki buçuk yılda neler olup bittiğini de anlatacaklar ilerde belki. Yüksek trajlı gazeteler, yüksek paralar ödeyip anılar satın alacaklar. Ya da almaya çalışacaklar. Kimse onlara, "peki, iki buçuk yıldır neredeydiniz?" diye sormayacak belki. "Haksızlıklara, kanunsuzluklara, adli yanlışlara neden vaktinde karşı çıkmadınız?" demeyecek ne bileyim. İnsanlar unutkan da oluyorlar, der politikacılar. Göreceğiz...Bir barış bayrağı açmak geliyor içimden. Gelip geçmiş olayları, herşeyiyle unutarak kanunsuzlukları, adli yanlışları, insanlıkdışı eziyetleri de unutup her şeyin altına bir çizgi çizerek. Mahkemedeki tüm dosyaları kaldırıp, yıllardır sürdürülen aydın ve genç kıyımını durdurarak. Süleyman Bey'i de bağışlayarak bir genel bağışın yani affın, Türkiye'yi demokratik bir mücadele ortamına götürebileceğini düşünerek. Köylü kadının dramındaki gibi:- Nasıl geldik bugüne?

Page 104: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Birki döğdü, birki geldik...(22 Eylül 1973)

"ACININ DUVAR YAZILARI"

Sabah dişlerimi fırçalamadan çıktım evden. Ayıp olmasa traş da olmayacağım, yüzümü de yıkamayacağım.Pazar günü, Kızılcahamam'a Fakir'i ziyarete gittik. Adalet Ağaoğlu ile karısı Muzaffer Baykurt da gitmişler daha önceden. Bizim arabada, Rıfat Ilgaz, Kemal Çukurkavaklı, Tonguç Baykurt, Mehmet Özgüçlü vardı. Görüşme için içeri girdiğimizde Fakir, demirlerin arkasına geçti, sağ ayağını altta kalan bir demir parmaklığa dayadı. İncelmiş, kaşe pantolon yaptırmış, kazak giymiş. Romatizmalara karşı korumuş kendini böylece. Bahçe içinde Kızılcahamam Cezaevi. Bahçesinde kış elmaları, karanfiller...- Fakir, bir şey olursa buraya mı gelsek ne? Fena değil gibi.- Eh fena değil.Odasını gördüm sonra. Ziyaretçilerin getirdikleri elmalar, yiyecekler. İki yatak. Yatağın üstünde bir Yeniortam. Başka hükümlüler de var. Bir kadın, bir bebe büzülmüş de değil, kıvrılmış öylecene demir parmaklığın ardındaki bir delikanlıyla konuşuyorlar. Yaşlı kadın yüzüne bakınca, neden ayaklarını dizlerine dizlerine saklıyor öyle. Yoksulluğunu gizlemek için mi?Eve dönünce, gece Metin Eloğlu'nu okudum. Azra Bezirci'nin Eloğlu incelemesinden..."Bu oda niçin mi yoksul?O beş kişi yoksul da onun için...Bu bayların, bayanların derdi ne mi?Ne olacak: Memleketin derdi.Peki ama çaresi yok mu bu işin?Ha şöyle...Düşünmeye alışın."Metin Eloğlu nerelerdedir şimdi? Ne kadar sevdiğim insan. Ne zaman Ankara'ya gelse, istediğim gibi oturup konuşamam. Ya benim işim vardır, ya onun sergi dertleri.Behice Boran'ın -bir siyasî hükümlü olarak, hiç değilse bir tek odada kalmak için- yaptığı müracaat Adalet Bakanlığı'nda mı sallanıp kalmış? İki buçuk yıldır çektirilen eziyetler yetmiyor mu? Can Yücel de Adana'da rahat değil miymiş?Geçen gün, Tahsin Saraç, Rıfat Ilgaz oturduk Rüzgârlı Sokak'taki Güney'e. İki ozan tanımıyorlarmış daha birbirlerini. Yüz yüze gelmemişler yani. Rıfat Ilgaz, Ankara'ya "Hababam Sınıfı Baskında" oyununu görmeye gelmiş olmalı. Beğenmiş oynayanları. Daha görmedim ben.İlhan Berk, Bodrum'daymış. Orada yazdığı bir şiiri elime geçti. Adı, "Acının Duvar Yazıları" herhalde, tümü Yeni Dergi'de çıkar. "Acının Duvar Yazıları"nın bazı parçalarını alıyorum ben izniyle.

"Birer birer gelip duruyorlar cam duruluğundaGelip vuruyorlar acının duvar yazılarına

Page 105: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bir ala ırmağın parıltısında görünüyorlarAğırbaşlı uğultusunda bir ormanın

Kitaplara yazılara kalemlerin uçlarına düşüyorlar.Beyazlığında kâğıtlarınOkula giden çocukların renginde Sadun ArenOkuldan dönen çocukların sevincinde Can YücelDenize çıkan sokakların ağızlarında duruyorlarSessizce hazırlanışında bir gününBir suyun elinden tutup geliyor Behice BoranBir suyun sesini alıp dönüyor Muzaffer Erdost

Alanlara ateşe suya havaya çıkıyorlarDışmahallelerde bir çiçeğin suyunu değiştirip geliyorlarBir kumsaatini eğik bir dalı kaldırıyor Çetin AltanBir sokağı bir çeşmeyi açıyor Süleyman Ege

.................................Yerdeki bir kitabı tutup kaldırıyor Aptullah NefesBir göğü kalemleri hüznün kâğıtlarını diziyor

.................................Birer birer gelip dönüyorlar sonra yeniden yerlerineBirer birer gelip vuruyorlar yeniden acının duvar yazılarına."(25 Eylül 1973)

BİR BARIŞ BAYRAĞINI AÇALIM DEMİŞTİK

Süleyman Bey gerçekte ürkek yapılıdır. Gelen tehlikenin üstüne yürüyemez. Geçmişte çok örnekleri görüldü bunun. Örneğin, AP Genel Merkezi bir zaman taşlandığında, Genel Başkan Yardımcılığından istifasını verip, çekti gitti. 12 Mart'ta öyle, aldı şapkasını gitti. Bu barış yanlısı olduğundan değil de ürkek yapılı olduğundan mıydı?- Efendim, sermaye de ürkektir bilirsiniz, güvence arar...Öyledir ama, 12 Mart'ta gelirken neler olmadı? İki yüz bin kişiyi silâhlarsın, sonrası belli olmaz ya da, iş kavgaya dönüştü mü, kimin kazanacağı belli olmaz sözleri de Süleyman Bey'in değil mi? Gerçekten bildiğim kadarıyla istemez kavga Süleyman Bey. Fakat, Süleyman Bey'in koruduklarının çıkarları da öyle kavgasız korunacak cinsinden değil mi ne?Elimde notlar var. Şöyle: "Yüksek İnşaat Mühendisi Orhan Göncüoğlu, müteahhidin hakemi olup, 55-60 yaşlarında bir kimsedir. 1960 yılında, DSİ Genel Müdür Yardımcılığından ayrılmıştır. O tarihte, DSİ Genel Müdürü olan Sayın Demirel'in yardımcısı olduğundan 27 Mayıs'ı izleyen günlerde Orhan Göncüoğlu da DSİ'den ayrılarak bir süre dışarda çalışmış, Demirel'in Başbakanlığı ile birlikte en büyük yatırımların yapıldığı bakanlık olan Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarlığına atanmıştır. Çok kez zamanın

Page 106: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

hükümetleri içinde bakanlardan çok daha sözü geçen kimse olarak tanınmış ve bir çok bakanlıklardaki tayinlerde kendisi müdahil olmuştur. 12 Mart 1971 tarihinden sonra Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarlığından alınan Orhan Göncüoğlu Ereğli Demir-Çelik İşletmeleri TAŞ'ınkindeki görevine devam etmiş, bazı inşaat müteahhitlerinin dairelerdeki işlerini takip etmiştir..."Orhan Göncüoğlu halen, AP'nin Zonguldak'ta kontenjandan adayıdır. DSİ olayındaki müteahhit hakemidir.Notlara biraz daha devam edelim:"Keban Barajı inşaatını deruhte etmiş olan Fransız-İtalyan Ortaklığı Company Construction Internationales (CCİ)'in Türkiye mümessili ve komisyoncusu Transtürk isminde bir firma olup, sahibi isim değiştirmiş bir Ermeni vatandaşımızdır. (Fuat Sürenyan), Mıgırdıç Şellefyan hadise ve yolsuzluğundan dolayı Transtürk'ün işlemlerine el konduğu gazetelerde yazılmış bir husustur. Mıgırdıç Şellefyan'ın bazı işlerini ve şirketlerini yurt dışına kaçmadan önce eski bir DP milletvekili olan N.T.'ye devrettiği Hüriyet Gazetesi'nin 14.10.1970 günlü nüshasında yazılmıştır. Bu devir işlemi Beyoğlu 2. Noterliği'nin 11.8.1969 gün ve 19309 nolu devir senediyle yapılmıştır.Adı geçen N.T., halen Genel Müdür olan H. T.'nin küçük kardeşidir. H.T. de Süleyman Bey'in sınıf arkadaşıdır..."Şimdi seçimlere gidiyoruz. Seçimlerde "Karaoğlan"ın iktidar olacağı ihtimali gün gün artmakta. Karaoğlan iktidara gelince de, kardeşlerin egemenliğinden çok, kardeşlik havasının yaratılacağını herkes bilmekte. Ancak, 12 Mart'ta hesabı sorulmamış pek çok yolsuzluk ve olayın hesabının sorulacağını da çok kişi kestirmekte. İşte bu, bugüne değin -farkında olsa da olmasa da- Süleyman Bey'in sırtından ve olanaklarından yararlanmış olanların işine gelmiyor bir türlü. Adam, nerede bulacak bir daha müsteşarlığı, nerede bulacak bir daha genel müdürlüğü? Öyleyse, ne yapıp yapıp Ecevit'i iktidara giden yollarda durdurmalı. Etek dolusu para mı saçılır, adamlar, gazeteciler mi tutulur, ne yapılıp yapılmalı Ecevit'e iktidar yolları tıkanmalı. Örneğin konuşturulmamalı. "Taşlandı" diye başlıklar attırmalı. Amma, bunlar olurken öyle mertliğe filân dayanıp da ortalıkta da görünmemeli. Taşkın kalabalık numarasına yatıp, perdenin arkasında kıs kıs gülmeli.Isparta'da AP'nin Başkanı Süleyman Bey'in kardeşidir. Onun adamlarının yaptığı herşey, Süleyman Bey'i bağlar. Ticaret de yapsa, yolsuzluk da yapsa, kavga da çıkarttırsa. Her şey, ama her şey... Kardeşini düşünseydi zaten, aklı başında biri olsaydı Isparta olayları olur muydu sanırsınız? Amma, para bu, çıkar bu, korku bu, neler neler yaptırmaz adama.Bir barış bayrağı açalım, gelmiş geçmiş olayların altına bir kalın çizgi çekelim demiştik. Bizim barış bayrağını da karaborsadan kaput bezi olarak satacaklar anlaşılan. Yine de bayrak duruyor ya, yarıda bayrak. Isparta'da kan bulaştırdılar ona çünkü...Amma çaba boşuna. Karaoğlan geliyor iktidara ne yapsalar...(29 Eylül 1973)

Page 107: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

KARAOĞLAN İLE YILMAZ GÜNEY

Kürtçe "Karaoğlan", nasıl denir? Lavuk e reş midir? Lavuk e reş eco...Yarın Eco, doğu illerine çıkıyor geziye. Daha o varmadan türküler yakmaya mı başlamışlar? Ezilmiş, sömürülmüş doğu insanının ezenlere direnmiş, karşı çıkmış Karaoğlan'a türküler yakmasından doğal bir şey yok gibi...Ecevit'in Ege ve Marmara gezilerinin bir dökümü yapıldı gazetecilerle, Bolu'nun yakınındaki "Koru Motel"de, gece yarısına yakın. Gezi boyunca otobüste yan yana oturduğum gazeteci arkadaşım Nurdoğan Taçalan, kulağıma eğildi, şöyle dedi:- Yılmaz Güney'i düşünür müsün? Halk, seyirciler nasıl sever Yılmaz Güney'i. Filmlerinde, başlarda ne kadar haksızlıklara uğrar, ezilir. Sonra, bir bir hakkından gelir haksızlığı yaratanların, ezenlerin.- Buradan nereye geleceksin?- Bülent Ecevit'e bak. Halkın gösterdiği ilgide bir benzerlik yok mu? Isparta'da ben de vardım. Taş yağmuru altında konuşması, ancak filmlere konu olabilecek nitelikteydi.Ecevit karşımdaydı, çayını içiyordu. Ara sıra tikleri, konuşmamızı merak ettiğini haber veriyordu.Gazeteci arkadaşlardan biri sordu:- Bülent Bey, Ege'yi ve İzmit'i nasıl buldunuz? Daha önceki toplantılarınızla karşılaştırınca?- Büyük, çok büyük fark var...Böyle seçim gezilerinde, propaganda gezilerinde insanı şaşırtabilecek, yanıltabilecek şeyler vardır. Örneğin kalabalıklar her zaman yanıltmıştır. 1969 seçimleri arefesinde, İsmet Paşa'yla Diyarbakır'a gitmiştim. Oradaki kalabalık, dinleyenler CHP'ye oy verseydiler, CHP 1969'da bir milletvekili çıkarırdı, çıkaramadı. Şimdi, daha iyi hatırlıyorum. Diyarbakır'daki o dinleyici, tam deyimiyle "kuru kalabalık"mıydı? Yani, heyecansız ve duruk kalabalık. Ecevit'i karşılayanların, dinleyenlerin eskilerden farkı, belli başlı farkı galiba bunda.Yıllardır liderlerle gezerim. Harcanacak paraya göre, küçük bir kasabaya bile binlik bir araba konvoyu ile girebilirsiniz. Hiç bir şey ifade etmez. Liderin ya yanında, ya çok arkasında karşılayıcıları, karşılayıcıların yüzündeki ifadeyi çok iyi okumaya çalışırım. Bazıları vardır, yanlarındakilere de gösterirler geçeni, "bak bak o işte..." diye. Bir merakın giderilmesidir bu. Bazıları göstermekle yetinmez, adımlarını sıklaştırır, giderekten koşmaya başlar. Koşmak zorunda da değildir insan merak ettiğinin. Bir zamanlar. Süleyman Bey'in arkasından koşuyorlardı kalabalıklar. Menderes'in arkasından koşmuşlardır. Şimdi Karaoğlan'ın arkasından koşacak dereceye varıyor ilgileri. Bu, işte benim demek istediğim...Koru Motel'de bir gazeteci arkadaş, izlenimlerini anlatıyor:- Bülent Bey, İzmit'te komandolar CHP'nin duvarlara yapıştırılan afişlerini yırtıyorlarmış. Birkaç CHP'li yırtanı yakalayıp denize atmışlar. Fakat adam yüzme bilmiyormuş, yine CHP'liler çıkarmış denizden...

Page 108: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Biz Bülent Bey'le İzmit'e girerken, Hippiler de mi karşıladı ne? Kim bilir, adamlar araba konvoyundan çıkamayınca katılmışlardır karşılamaya. Bunu İzmit'e girerken sordum:- Aman onlar Hippi değil, bizim gençlik kolları... dedi biri.Nurdoğan Taçalan, yutmamıştı düzeltmeyi:- Öyle de, neden biri, ikide bir "yahu o Hippileri uzaklaştırın oradan" diye bağırıyordu?İzmit'e girerken konvoy sel halini almıştı. Kimse de söz dinlemiyordu. Prof. Turan Güneş:- Kimseye bir kuruş para ödemedik, arabaları olanlar katıldı. Para ödemediğimiz için, söz de dinletemiyoruz...Emniyet, gittiğimiz her yerde sıkı tedbirler almıştı. Ecevit'in konuştuğu alanın çevresinde en iyi görülecek yeri seçmiş, yerleşmişti kim bilir?Süleyman Bey, bir Isparta olayından geçmedi. Şimdiye değin geçtiklerinde şapkasını alıp gittiği izlenimi bıraktı. Karaoğlan öyle yapmadı. İlk, 12 Mart'ta gösterdi bunu. Bu resti inkâr eden var mı? Böyle böyle, adım adım çıkıyor, geldiği yere Karaoğlan kim ne derse desin...Karadeniz dolaylarında -belki Rize'de- Ecevit'i dinleyenlerden biri yaklaşmış Ecevit'e:- Karaoğlan sen misun?- Benim...Adam kalabalığı göstermiş, eklemiş:- Karaoğlan sensen söyle bu kalabalığa. Senin olduğuna inanmıyorlar. söyle, "Pülen Ecevit penim de."Böyle çok anılar dinledik, gazeteci arkadaşlardan...(2 Ekim 1973)

ÇİVİLERLE TAHTALAR...

Hazreti İsa, dünyaya dönmüş yeniden. "Gideyim de şöyle, uygar ülkelerden birine yerleşeyim. Bundan sonra rahat edeyim" demiş. Nereye gider, İsviçre'ye gitmiş sokmamışlar adamı sınırdan içeriye, "Aaaaa, hipi..." diye. Avrupa ülkelerine giremeyince, gelişmekte olan bir ülkeye, Türkiye'ye gelip yerleşmek istemiş. Türkiye'de de fazla yüz veren olmamış, "Pis turist" filân diye horlamışlar.İsacık bakmış olacak gibi değil, "Bari kendi memleketime gidip yerleşeyim" demiş ve gitmiş. Bir kapıyı çalmış, kapıyı açan Yahudi, içeri karısına seslenmiş:- Raşel, seninki yine geldi. Çivilerle tahtaları hazırla...Süleyman Bey, seçimlere şurada ne kaldı ki, tek başına iktidar olma düşünün verdiği heyecanla konuşuyor babam konuşuyor. Hadi geldi tek başına iktidara. Çeşitli çevrelerde konuşmalar:- Albayım, seninki geldi yine. Muhtırayı neyi hazırla..Ondan sonra şapkayı alır gidersin, gitmezsin tartışmaları. Gücümüz yoktu da, karşı duramadık da. O zamana kadar çevrende kim varsa toz. Elinden tutup, adam ettiklerin Karun gibi zengin ettiklerin, "Ne yapsak da

Page 109: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

görünmesek" diye, kaçacak yer ararlar. Ortalık artık eskisi gibi de değil hani, ona "Komünist", buna "Anarşist" diyerek geçinip gidemezsin de.Gazeteleri seyrediyorsunuz sabahları, bol bol resimler, birinde bir resimaltında yazısı: "Oruç açmadan önce dua etti...", öbüründe, bir başka resim ve resimaltı: "Demirel oruç tutmuyor ama, iftarı da kaçırmıyor..."Bir kişi ya oruçludur, ya değildir. Gerçekte ikisi de kimseyi ilgilendirmez, kendisini ilgilendirir. Yok, ama, kazın ayağı öyle mi ya... Oruçlu görünerek oy toplama şansı daha gitmedi Türkiye'de. Bir daha neden denememeli? Yüksek Mühendis Mektebi mezunu değil de sanki Kur'an kursu mezunu.*Voltaire, anaokulunda okurken, sınıfa bir eşek girer. Bütün çocuklar, kahkahayı, yaygarayı basarlar tabii. Öğretmen sınıfı susturmada hayli güçlük çeker, sonunda onlara bir ödev vererek susturmak ister:- Çocuklar, hepiniz kâğıt kalem çıkarın ve şu anda ne düşündüğünüzü yazın...Kalemlere sarılan çocuklar, sınıfa eşeğin girdiğini kaleme almak için kahkahaları keserler. Voltaire, defterine şunu yazar:- O, tekrar aralarına gelmek istedi. Fakat arkadaşları onu tanımadılar.Bu fıkra, Konya'da "Öğüt" gazetesinde, 1951 yıllarında çıkmıştı. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'dı. Liseyi yeni bitirmiştim. Savcı ne yapıp etmiş, fıkranın üstündeki bir küçük bölümü de buna katarak, "Cumhurbaşkanına ima yolu ile hakaret"ten soruşturma açmıştı. 13 ay hapsini istiyordu. İfade verdim, aşağı yukarı şöyleydi:- Efendim, burada sınıfa giren eşek sembolik bir eşektir. Voltaire'in kastettiği İsa'dır. Yani İsa'yı havarileri yani arkadaşları tanımamışlar, ona karşı çıkmışlardır. Burada, Cumhurbaşkanının dâva açmaya hakkı yoktur. Olsa olsa İsa dâvacı olabilir...Savcı dinlerken uyukluyor muydu ne? Birden gözlerini açtı.- Çocuk mu kandırıyorsun? Yok İsa'yı kastetmiş de, yok İsa dâva açabilirmiş de.Doğrusu savcıdan hayli korkmuştum. Sonra bana öğüt de verdi:- Şiir yazsana sen, hikâye yaz, şiir yazamazsan. Fakat karıştırma böyle, İsa'yı Musa'yı. Politik şeyler yazma, yazık olur sonra sana...Nasıl bir gerekçeyle "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı verdi hâlâ bilmiyorum. Amma mesele savcılıkta kaldı, mahkemeye çıkmadım.Süleyman Bey de, Celâl Bey de ikisi de bitti mi ne?(4 Ekim 1973)

- BABAN NEREDE OTURUR?- SANDALYEDE...

Hasan iki yaşındadır. Babası, Nuri Bey, iki yıla yakın zamandır cezaevinde tutuklu. Babasını hep tel örgülerin, camların arkasından seyretti Hasan. Baba kucağı nedir, nasıldır bilmez daha. Taburenin üstüne çıkar. -Tabiî, iki yaşında çocuk tabureye de çıkabilir, ayakta da durabilir- babasını seyreder.

Page 110: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Nuri...- Hasan'ım.Babasına Nuri diye seslenir Hasan. Annesi, Nuri der de ondan. Eve dönünce, annesiyle konuşma temrinleri başlar:- Biz bugün kime gittik Hasan?- Nuri'ye.- Nuri kim?- Baba...Temrin ilerlemektedir. Babanın cezaevinde olduğu anlatılabilir yavaştan yavaştan...- Peki, baban nerede oturuyor?- Sandalyede...Hoppala. Babasını ayakta görmedi ki hiç. Havalara atıp tutmadı ki babası, nereden bilsin Hasan'cık...Bu tutukevi yöneticilerine çok tutuluyorum, içerliyorum bazen. Sanırsınız ki, onlar ana-baba olmadılar. Ne olur, küçük çocuklar içeriye kadar alınsalar da, babalarıyla, analarıyla kucaklaşsalar?- Olur mu öyle şey, burası cezaevi...Öyle diyecekler, diyebilir. Onlara da verilecek karşılık vardır.Bir kuşak düşünün, çoğu babalarını, analarını camlar arkasından, demir parmaklıklar arkasından göre göre büyüyor.- Efendim, o kadar dokunuyorsa götürmesinler çocukları...- Yaaaaa....*Burası Türkiye'dir. Türkiye'nin sivil cezaevi ile askerî cezaevi arasında uygulama yönünden bir ayrım olmaması gerek. Fakat, nedense sivil cezaevlerine -cezaları kesinleşerek- nakledilenler, sanki özgürlüklerine kavuşmuş gibi olurlar. Selimiye ile Sağmalcılar arasında bir ayırım olmamak gerek aslında öyle ya.Tutuklu iken, havalandırma sırasında spor yaptırılmaz mıydı? Adalet Bakanlığı'na bağlı cezaevine taşınınca ister spor yap, ister koş oyna, kim ne karışır.Bıyıkları, hafif tertip saçları da bırakabilirsin bile.Çocukları da, oralarda da kucaklayamaz mısın? Ziyaretçilerinle şöyle yan yana, yüz yüze konuşamaz, arada camları kaldıramaz mısın?Ne diyorum biliyor musun? Bu dönem her şeyiyle bitmeli, tarihlere karışmalı anlayacağınız. Ben böyle yazılar yazmak istemiyorum anlıyor musunuz? Birkaç yaşlarındaki çocuklar, ilk temrin olarak babalarına mektup yazmayı öğrenmeye çalışıyorlar. Cezaevlerine mektup... Hani, bir şiir vardı:"Bu çocuk büyük,Babası kadar olurOndan sonra da efendimÖlür..."Şiir tam böyle mi, şimdi bilmiyorum. Ama gelecek kuşaklarımızı bundan iyi anlatan şiir yok gibi gelir bana.*Özlem, Eylem'den daha erken mi kalkıyor. İlk sözleri:

Page 111: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Baba...Eylem seslendi:- Baba...- Bir saniye kızım, şimdi geliyorum.- Saniye gitti, baba.Saniye, ara sıra Eylem'i gezdiren komşu kızı.Geçen gün, kalk sen çık evden, Basın Sitesi bloklarını geç, genç kızların delikanlılarla yan yana oturdukları duvarın üstüne çık, ayaklarını sallayarak otur. Haber vermişler:- Eylem, taaaa nerelere gitmiş, orada oturuyor teyze...Sorgu, sual:- Neden gittin kızım oralara?- Polis amcayı aradım. "Polis amca, Başar yaramazlık yapıyor" diyecektim.Muhbirlik iki yaşındaki çocuklara kadar indi, demek...Pablo Neruda'nın ölümü üzerine ne büyük tören yapmışlar Şilili devrimciler. Pablo Neruda'nın önceki günkü şiirini okudunuz mu? Enver Gökçe'nin çevirdiği?Çocukları düşünmeliyiz biz, düşünmeli ve kendimize çeki düzen vermeliyiz. Yanlış mı dediklerim yoksa?*Bu Ankara Notları'nı çocuklara ve cezaevindekilere ayırmak istiyorum. Postacının getirdikleri içinde, şu mektup da çıktı. Aceledir, tedbiri alınır belki diye yayınlıyorum:"İlçemiz kaymakamı, kaymakamlık arabasına ilköğretim müdürünü de alarak köylerde Adalet Partisi lehinde propaganda yapmaktadır.Kimseye duyuramıyoruz, çaresiz kaldık, ilgilerinizi arzederim. 1.10.1973 - Aşut köyü/Kelkit".Mektup bu kadarcık. Yazanın adı da bende saklı.(6 Ekim 1973)

SEÇİMLERE GİDİYORUZ...

NELER GÖRECEĞİZ BAKALIM

Cumhuriyet'te İlhan Selçuk birkaç gün önce açık açık işkenceleri yazdı. Yenigün'de Nimet Arzık, Cumhurbaşkanı Korutürk'e başvurdu. Şöyle dedi bayan Arzık, Korutürk'e açık mektubunda:"Her devirde gayretkeşler vardır. Her devirde, gücünü güçsüzün üzerinde denemek isteyenler vardır. Her devirde her cins insan vardır. Her cins patolojik tutum vardır.Bu leke kadar ufak grubu, eğer var olduğu ıspatlanırsa, tutacak olan var mı? Tutmak demek, lekenin yayılıp kocaman bir yüzeyi kaplaması demektir. Bu yüzeye kıymaya kimsenin hakkı var mı? Ben "İşkence vardı" diyorum. Bir daha olmasın diyorum. Olmamasının tedbiri alınsın diyorum...

Page 112: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"El ele kol kola unutalım" da diyorum. Ama bazı şüpheler veya lekeler temizlendikten sonra...Tezvir kampanyasını görür gibiyim. "Nasıl olsa, bu kampanyaya kulak vermezsiniz ama sayın Cumhurbaşkanım, inandırmaya girişecekler çok ustadır, çok... Onun için, kimseyi dinlemeden, beni en yakınınıza sorun, en yakınınıza. Ve bu meseleye eğilin.en derin umut ve saygılarımla."Bazı aydınlara, öğrencilere ve öğretmenlere çeşitli yerlerde yapılan çağ dışı uygulamalara, hattâ, olaylar olup bitmeden, Yeniortam -bir gazetecilik ve gerçekten yurtseverlikle- parmak basmıştı biliyorsunuz. Yayınlanan çeşitli bildiriler, "böyle iddialar kasıtlıdır, Türkiye'yi kara göstermek için uydurulmaktadır" gibilerden yasak sayan cümlelerle, meseleyi ört-bas ediyordu. Tekzipler geliyordu açık açık. Yayınlanıyordu tekzipler, adamın gözüne baka baka. Ancak yakınmalar sürüp gidiyordu, yine sürüp gidiyor. Mahkemelerde, basında her yerde.*Sıkıyönetimin en sıkı dönemleri miydi ne? Kimsenin yattığı yerden kafasını zor kaldırdığı güç dönemler... Bir gün yolda bir yaşlı adam çıktı önüme:- Siz Mustafa Ekmekçi misiniz?- Evet...- Sizi arıyorum günlerdir. Ben Ömer Ayna'nın babasıyım. Bize oğlum öldürüldükten sonra da rahat vermediler. Onu anlatacaktım.- Nasıl, ne yaptılar?- Oğlumun cenazesini alıp ilçede gömdük toprağa. Mezar taşını yaptırdım. Bizde âdettir, kim neyle ölürse mezar taşına o işlenir şekil olarak. Oğlum silâhla öldü. Ben de mezar taşına tüfek resmi yaptırdım. Kaymakam, bir gece jandarmalara, mezar taşını söktürmüş. Kaymakamlığa taşıtmış, şimdi mezar taşı hükümette duruyor. Ben kime şikâyet edeyim şimdi?Cumhurbaşkanı'na başvurmasını salık verdiğimi hatırlıyorum...*Olayları yaşamış bir avukat, Demir Özlü, "mektubumu isterseniz yayınlayabilirsiniz" kaydı ile şunları yazdı:"Nihat Erim'in Başbakanlığı zamanında 22 mayıs 1972'de ben de sabaha karşı evimden alındım. Beş gün Balmumcu'da, bir barakada, baskı ve tehdit altında kaldım. Sadece Turhan Selçuk'un değil, daha bir çok vatandaşın dövülmesine gözlerimle tanık oldum. Modern polis yöntemlerine göre, yeniden fişlendim.Bu konuda, Nihat Erim'den tazminat almak için değil, fakat haklarını belgelemek bakımından dâva açmak isterdim. Fakat dâva açacak duruma geldiğim zaman haklarım süre aşımına uğramıştı.Barakada dolaşırken, Nihat Erim'in sorumluluğu altında olduğuma inanıyordum. Demek ki değilmişim.Benim maruz kaldığım hiç önemli değildir. Daha önemlisi mesleğimle ilgili olarak gördüklerim, bildiklerimdir. Bu konuda da yalnız değilim. Yüzlerce avukat, hukukçu da tanık.Nihat Erim zamanında kovuşturmaya uğrayan Cihan Alptekin'in, Ömer Ayna, Sarp Kuray, Hasan Çetin, Salman Kaya... da aralarında olmak üzere, yüze yakın sanığın hukuki vekiliyim. Bu sanıklar, Nihat Erim'in Başbakanlık

Page 113: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

yaptığı dönemde, herhangi bir insana yapılması düşünülemez ölçüde, her türlü hukuk kuralını, ister milli ister milletlerarası olsun, isterse savaş hukuku kuralı olsun, aşan ölçüde işkenceye maruz kaldıklarını bana ve mahkemeye ifade ettiler. Belgelerini verdiler, delillendirdiler, birçoğu da dâva dosyalarında yer aldı.Bütün bu konularda Başbakan sıfatıyle Nihat Erim'e de daima başvuruldu. Hiç bir sonuç alınamadı.Gene dâva dosyalarını ibraz ettik. Bir Alman dergisi, Haziran 1971'de Nihat Erim'in, muhabirine, gerilla eylemlerine katılanların ölüm cezasına çarptırılacağını açıkladığını belirtiyor. O, Haziran 1971 tarihi ki, henüz sonradan sanık olacakların pek azı yakalanmıştır, olayların derinliği ve genişliğinin ölçüsü hâlâ bilinmemektedir. Bunu mahkemeleri tesir altında bırakma isteği olarak değerlendirdik..."*Şimdi seçimlere gidiliyor. Seçimler sonunda, Türkiye'de daha demokratik bir özgürlük ortamının yaratılması çok kişinin isteği. Gelip geçmiş olayların altına kalın bir çizgi çekilerek, bir genel affın çıkarılması da. Ancak, elinde güç varken insanlara kıyıp, eziyet edenin devlet gücü arkasına sığınıp, ettiğiyle kalmasına fırsat verilmeli mi? Kimbilir belki hâlâ, "nasıl olsa af çıkar ve işkenceciler de affedilir" diye düşünenler de çıkabilir. Belki bunlar hâlâ vardır.CHP Genel Başkanı Ecevit'in, Bayan Nimet Arzık'ın dedikleri gibi, bazı lekeler temizlendikten, devlet adına bunları yapanların cezalandırılmalarından ve bir daha işkence yapılmayacağı güvencesi verildikten sonra, toplumda huzur sağlanabilir. Yoksa ben hayal mi görüyorum? Yoksa, bunların hiçbiri gerçekleşmeyecek de daha göreceklerimiz mi var? Aynı soruyu ben, Sayın Cumhurbaşkanı Korutürk'e sormak ve olayların üstüne titizlikle eğilmesini bir daha istiyorum.(8 Ekim 1973)

YALINAYAK BAĞ DUVARINDA...

Karaoğlan erken uyanmıştı cumartesi sabahı. Gece de uyku tutmamıştı bir türlü. Süleyman Bey'in ya da yardımcılarının son gün, kendisine ağır bir suçlamada bulunacağını duymuştu. Bu konuda yaygın söylentiler vardı. Cuma akşamı, Balıkesir dönüşü meseleyi halletmiş, Demirel'in konuşmasına radyo mikrofonu başında -irticalen- karşılık vermişti. Ancak, cumartesi günü Zonguldak'a gitmesi gerektiğini Zonguldaklılara söz vermişti. Orada bulunmalıydı. Fakat radyo konuşmalarının da son günüydü. Ya Zonguldak'tan ya da Süleyman Bey'e -irticalen- karşılık vermekten vazgeçmek zorundaydı. Ne yapmalıydı?Arkadaşlarına haber saldı. Geldiler.- Banda iki konuşma vermek istiyorum. Biri Zonguldaklılar için, öbürü Düzceliler için. Demirel'in ne diyeceğini bilmiyorum. Ona karşılığını vermeliyim konuşmasının...Bant hazırlandı. Biri, "sevgili Zonguldaklılar" diye başlayacaktı, öbürü "sevgili Düzceliler..." Bantlar hazırlandı Ecevit'in sesinden. Kendisinin

Page 114: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

yerine bantlar götürülecekti. Gazeteciler, Zonguldak gezisine katılmak üzere yer yer parti genel merkezine doluşmaya "Bülent Bey nerede kaldı?" diye sabırsızlanmaya bile başlamışlardı. Bantlar dolmuş,her hazırlık yapılmıştı ki, AP cenahından bir haber sızdırıldı.- Süleyman Bey'in konuşmasında iş yok, kestane.- Yani?- Yok bir şey. "Anarşistleri koruyor" filân diyor, o kadar.Bülent Bey, durdu. Kararını verdi:- Cevap vermeğe değmez. Hadi, Zonguldak'a gidiyoruz...Radyoda canlı yayın yerine, Zonguldak'ta canlı yayın yapıldı. Oyunu er ken ortaya çıkan AP dişe dokunur bir tertip yapamamış mıydı?Anadolu'da, doğup büyüdüğüm Hadim köylerinde söylenir bu söz:- Yalınayak bağ duvarında ne işin vardı? Derler.Süleyman Bey ki, adama söylenmeyen kalmıyor... Bir ağızlar açıldı mı, ne masonluğu kalıyor, ne kardeşleri garibin.- Ne yapmalı yani? Kardeşleri varsa, masonluğu olduysa konuşmasın mı ya? O da hücum edecekti elbette siyasî hasımlarına...Öyle de, hani sonra "yalınayak bağ duvarında ne işin var? Elbette ayağına diken batar" deyiverirler öyle ya.Bir seçim kampanyası da öyle geçti Süleyman Bey'in. Tombul çıplak ayaklarıyla dolaştığı bağ duvarında. Yanında Body Guard'ları Hacı Ali Demirel'lerle, Asmaaltı kebapçısıyla, Özel Yükseliş Koleji'nin karateci jimnastik öğretmeniyle. Karateci ki, bir vuruşta deviriverir adamı.- Tuz yok tuz. Tuzdan ne haber?Böyle diyen adam, Bursa'da Pınarbaşı alanında tuz ediliyordu nerdeyse. "Yaşasın Ecevit" dedi diye.Süleyman Bey'in son gezileri Body Guard'larına mı yaradı ne? Hacı Ali, çok sever "insan, insan değil de kurt, kendi ininde avlanamaz" der. Kurt kendi ininde avlanamaz. Hımmmm....Süleyman Bey'in çıktığı bu kez gerçekten insan avıydı. Oy avı... Bilinçlenmemiş oy avı, ne demezsiniz?Menderes pek tutmazmış Süleyman Bey'i. O da pek yaklaşmazdı sağlığında rahmetlinin yanına ne bileyim. Genel Müdür neresi, Başbakan neresi... Kendi bakanı Tevfik İleri'ye daha yakınmış. O:- Başla Süleyman...Dedi mi, başlarmış:- Bu barajda şu kadar milyon metreküp su toplanacak. Onun çevresine, şu kadar kavak dikilecek filân...Menderes, oturduğu yerden seslenirmiş:- Atma Süleyman...*Amma, çok kişiyi av'ladı sayılır yine de Süleyman Bey. Özellikle, "Karaoğlan Notları'nın sayın yazarına" diye mektuplar yollayıp, mektupta "Veysel Öngören'in de belirttiği gibi demokrasinin sınırlarının genişlemesi, sosyalizm adına yararlı olacaksa bunu sosyal demokratlar değil, bizzat sosyalistler gerçekleştirir" diyen kuzuları tavlayarak... Onlar Karaoğlan'a oy vermemek, oyları heder etmekle yalınayak bağ duvarında dolaşan Süleyman Bey'e yardımcı oldular...

Page 115: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

(15 Ekim 1973)

UYKUSUZ GECE...

Seçim gecesini çok kimse gibi biz de uykusuz geçirdik. Ömrümde bu kadar rahat, uykusuz gece geçirmedim. Bütün kadro gece bürodaydık. Gece yarısından sonra, sabaha karşı büroya gelen Yeniortam okurları dostlar, illerden gelen sonuçları merak edenler insana uyku aratmadı ki... Büroya gelenler arasında konuşmalar:- Figaro gazetesini gördünüz mü, Demirel biraderler için "Dalton kardeşler" diyor. Dalton'ları biliyorsunuz değil mi?Evden bir telefon:- Ben, Eylem'le Özlem'i alıp babamlara gidiyorum. Bizi oradan ara, haber ver...- Olur.Yenigün'den Cemalettin Ünlü, put gibi karşımda. Geçirdiği, gördüğü seçimler onu öyle tecrübeli yapmış ki...- Yok kardeşim, ben son oy gelene kadar beklerim. Neme gerek...Evet, bu seçim 1957 seçimlerine benzedi başlarda. Örneğin, 1957'de de CHP önde gidiyordu. Taaa, geceyarısına kadar. Geceyarısından sonra, ufak ufak rakamlar gelmeye başlamıştı. Ve o zamanki iktidar partisi DP öne geçmişti. Fakat, bu seferki ile tamamen aynı değil, o zaman iki parti vardı. Bu sefer parti sayısı çok. O zaman köylerden gelen sonuçlar DP'ye oy kazandırmıştı, bu sefer pek öyle değil. Daha çok CHP'ye kayma oldu. AP bölündükçe bölündü...Ziyaretçiler, oturup kendi aralarında konuşuyorlar:- Bu, bir demokratik ihtilâl azizim...Nasıl da vefasızlarmış dedi biri, "Sermaye, hemen yeni iktidara yamanma yolları arıyor, farkında mısınız? Ecevit'e gelen tebriklerin."Seçimlerin getirdiği sonuçlar tartışılıyor büroda bir yandan. Türkiye'de 1950'den bu yana ikinci kez, bir iktidar oylarla kayıyor. Ayrıca, bir siyasî parti kendi liderini demokratik koşullar içinde ilk kez değiştirdi. İnönü'yü alaşağı etti. Yerine gelen liderin partisini iktidara götürebileceği örneği çıktı ortaya. Şimdi anlaşılan yeni bir örneği göreceğiz. Süleyman Bey'in partisi içinde, kendi partililerin oylarıyla partisinin başından uzaklaştırılacağını. Önümüzdeki dönem bunu izleyeceğiz galiba. Süleyman Bey yıkılırken, kof bir efsaneyi de, kendisiyle gelen -lâf ebeliği efsanesini de- yutturmacılığı da birlikte götürüyor, götürecek anladığım kadarıyla...CHP'deki oy patlaması efsane değildi. Hayal değildi, olayları yakından izleyenler için. Bunu ilk Zonguldak gezisinde sezdim. Bülent Bey inanamadı ama sevindi, birkaç gezisinden sonra "tamam" demişti. Bu patlamada, 12 Mart sonrası olaylarının işkencelerinin rolü vardı bana göre. Analar, babalar vardı, bunlar oy kullanacaklar, çevrelerini etkileyecekti kuşkusuz. Aklı başında sosyalistlerin tutarlı davranışları daha demokratik bir özgürlük ortamı yaratılması için CHP ile bütünleşmeyi

Page 116: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

düşünmeksizin onu oylarıyla desteklemeleri, demokrasi tarihine yeni bir sayfa açtı gerçekte. Görevlerini yapanları kutlamak gerek.Büroda sabaha kadar, size seçim haberleri ulaştırmak için ışık altında seve seve çalıştık. İstanbul'daki arkadaşlarımız da öyle. Işık altında Türkiye'de sabahlayanlar var başka. Onlar tutukevlerinde, cezaevlerinde -oralarda ışıklar söndürülmez- ışık altında uyurlar. Uyunabilir mi ışıkların, floresans lâmbalarının işkenceye dönüşen aydınlığında? Öyle uyuyorlar işte.Seçim arefesindeydi. Büroya iki genç adam geldi. 8 Ekim tarihli Yeniortamı'ı istediler. Sordum:- Neresi için istiyorsunuz?Sustular, birbirlerine baktılar.- Allah Allah, parasıyla değil mi? İstiyoruz. Öyle emrettiler bize...Dur bakayım, dedim içimden. Herhalde bize bir tekzip filân var. Gazeteyi çıkarıp baktım. Gün görmüş yazar Nimet Arzık, dayanamadı oturduğu yerden, gelen delikanlılara:- Kuzum, siz MİT'ten olmayasınız... deyiverdi. Kıpkırmızı geçtiler. Tamam anlaşılmıştı.Verdik gazeteleri, gitti delikanlılar. Yazıda şu vardı aşağı yukarı. İşkence yapanlar bağışlanacaklar mı yani? Bunlar teşhir edilip, bir daha işkence yapılmayacağı sözü verildikten sonra bağışlanabilirler ancak. MİT, kendine af çıkacak mı çıkmayacak mı diye merak etmiş demek. Yeniortam'ı onun için arattırmış...Seçimler bitti işte. Görevlerini yapanlara kutlu olsun.(16 Ekim 1973)

"BANA BİR KOCA LÂZIM,O DA BUGECE LÂZIM..."

Çocukluğumdan beri yakınlarım tez canlılığımdan, ivecenliğimden yakınırlar. Anama göre, yedi aylık olduğum için böyle aceleciymişim. Sininin çevresine oturup, öğle yemeğini yiyoruz değil mi? Hemen sormadan edemezmişim:- Ana, akşama ne yiyeceğiz?- Şu yemeğini ya bakalım, akşam olsun bir, o zaman düşünürüz...Kafama takılırdı. Akşama da böyle yiyecek bir şey olacak mı diye. Bir şeyi biriktirmesini, saklamasını da öğrenemedim. Babama çekmişim bu yönden. O da, akşamı beklemezmiş, bekliyemezmiş anlaşılan. Kurtuluş Savaşı'nda herkese olduğu gibi birer peksimet verilir, ancak onun bir kısmını yemeleri, yarısını da akşama saklayıp akşam yemeleri buyurulurmuş. Yarısını yiyip, yarısını akşama saklasa ya, hayır... Bütün peksimeti bir seferde yer, akşam da açlıktan kıvrana kıvrana subay olan ağabeyisinin -Muharrem amcamın- yanına gider, biraz peksimet daha vermesini istermiş. Amcam kızarmış:- Yav, neden peksimetini yiyip bitiriyorsun, onun yarısı akşama kalacaktı... Sonra kendi peksimetinden biraz verirmiş anlaşılan. Ağabeysine çok saygı gösterirdi babam. Örneğin, aralarındaki yaş farkı nedir ki? Ama, yanına

Page 117: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

geldiği zaman hemen toparlanır, saygılı bir durum alır. Nerdeyse o konuşmadan dünyada konuşmazdı. Bizim kuşak pek öyle olmadı mı ne?İvecen yani aceleciydim dedim ya, anam böyle şeyle karşılaştı mı, beni mazur gösterecek bir neden de bulurdu. Çoğu zaman:- Ona bakmayın o, yedi aylık zaten. dokuz ay bile sabredemedi de yedi ayda dünyaya geldi, derdi.Bundan belki. Bülent Ecevit'in "Tez-işler programı"nı pek severdim. Tez-işler programı yeni değildi aslında. İktidara geldiği gün uygulamak üzere, çok çok önceleri düşünmüş, tasarlanmış, hazırlıklarını ona göreyapmıştı. Gerçekten seçimlerin ertesi günü uykulu gözlerle, uzmanlar toplantısına başkanlık etti ve "tez-işler programı"nı gözden geçirdi.Tez-işler programının başında geniş kapsamlı genel af var. Ancak, bu genel affın kapsamı ne kadar geniş olacak? "Eylem"de adları geçti diye mıncırık kızlar, tutukevlerinde zaten hayatlarının en büyük acısını çekmiş olanlar, kontr-gerillalarda olmadık işkencelere uğrayanlar aftan yararlanmayacaklar mı? Cumhuriyetin ellinci yılında yapılabilecek bir genel affa girmeyecekler, yıllar boyu azap çekmeğe devam mı edecekler? Sanki sıkıyönetim sürüyormuş gibi, gazeteler 50'nci yıldan sonra da sıkıyönetimden kalan mahkemelerin haberleriyle mi dolup taşacak? Askeri mahkemelerde, sanıklar -Türkiye'de belki rastlanmadık olayları hiç istenmeyecek biçimde- taşıyorlar,yaratıyorlar. Daha dâvaları sonuçlanmamış sanıkların, kim bilir belki de yıllardır çektikleri azapların da verdiği etkilerle neler yaptıklarını haber olarak gazetelerde okuyoruz. Nelerle karşılaşıp ne cezalar aldıklarını da. Belki asıl dâvadan iki yıldan fazla ceza almayacak bir sanık, dâvası sonuçlanmadan -mahkemeye hakaret suçundan- yirmi yılı aşkın cezalara çarpılıyor ve bu cezalar neredeyse kesinleşiyor, uygulanmaya bile başlanıyor. Askeri yargı yaralanıyor. Kim ister bunu? O zaman çaresine bakmalı bu konuların. Başta tutukevleri, cezaevleri boşaltılmalı. Tutukevlerinde uygulanan baskılar böylece son bulmalı. Kaç kez yazdım. Tutukevi görevlileri dikkatli olmalıdırlar. Kendilerine gözetim görevi verildiği sürece, ellerinde bulunan bu gençler, bu insanlar, emanettirler sadece. Yarın toplumun çeşitli kesimlerinde görev yapacaklardır. Onları hayatlarından bezdirmeye kimsenin hakkı yoktur. İşte geniş kapsamlı "genel af" tasarlanırken, bunlar da gözönünde tutulmalı.Daha, koalisyonlar kurulmadı. Acelen ne? Neden bu kadar erken davranıyorsun diyenler çıkabilir. Sadece benim yapımdan gelen bir şey değil bu konularda ivecen davranışım. Ne demişti Ecevit?- Hınçla barış bir arada yürüyemez. kinleri unutmalıyız...Hınçla barış bir arada yürümeyecekse, hınçları, kinleri toprağa gömmeliyiz. Anam, çok zorunlu ve fakat erken görülmesi gerekli şeyler oldu mu, şu tekerlemeyi söylerdi:- Bana bir koca lâzım, o da bu gece lâzım...Tez işlerin en başında barış gelmeli, yani genel af.*Bizim mahallenin muhtarı geldi geçen gün... Muhtar İbrahim Babacan, gerçekten babacan bir adam. Konuştuk:

Page 118: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Yazılarınızı okurum. Çoktandır gelmek istiyordum olmadı. Sizi birkaç yol, bazı sivil emniyet memurları -MİT olacak herhalde- gelip muhtarlıktan sordular.- Ne diye soruyorlar?- Ekmekçi, yine eski evinde mi oturuyor? adresi değişti mi filân diye sordular. Sonra sizin kimlerle görüştüğünüzü, evinize kimlerin gelip gittiğini bilip bilmediğimi araştırdılar. Gelip gittiler...- Siz ne dediniz?- Vallahi ne diyeceğim. "Onlar gazeteci, sabah giderler gece gelirler. Ben bile daha yüzünü görmedim" dedim.- En son ne zaman geldiler?- Seçimlerden on beş gün kadar önceydi...Konuştuk, çay içtik muhtarımızla. Seçimler de bitti işte. Belki de arayıp sormazlar artık dedim. Ne bileyim?(25 Ekim 1973)

BAYRAM GARİP GELMESE...

Ecevit, Meclis'in ikinci katındaki Genel Başkanlık odasında Meclis oturumunu veren hoparlörün düğmesini kapadı. Meclis Başkanı ile ilgili turların uzamasından çok Başkanlık yerinde oturan AP'li Kinyas Kartal'ın, turları sürdürmeyip birleşimi ertelemesine üzülmüştü. Meclis dağılınca CHP'liler pek bir yere kımıldamadılar. Üzgün Ecevit, alt kata grup salonuna indi. Grup toplanmıştı.Meclis Başkanlığı oylaması yapılırken CHP'nin yakın geleckteki Dışişleri Bakanı adayı Hasan Işık, sürekli olarak Orta Doğu olaylarındaki gelişmelerle ilgili son bilgileri Genel Başkan Ecevit'e iletiyordu. Durum kritikleşmişti. Böyle bir durumda Meclis 1 Kasım'a kadar tatile girmemeli, aralıksız çalışmalıydı. Ecevit'e gelen bilgilere göre Türkiye, Türkiye'deki Amerikan üslerinden, Amerikalıların Orta Doğuya asker sevketmelerine izin vermemişti. Almanya da öyle yapmıştı. Orhan Birgit, Orta Doğu olayları hakkında Meclis'i aydınlatmak için konuşma yapmak istemişti. Fakat o sırada Kinyas Kartal, Meclis'i 1 Kasım'a kadar tatile soktuğunu açıklayıvermişti. CHP'lilere göre, Meclis böyle bir kritik durumda sürekli çalışma halinde olmalıydı. Grup toplantısında Ecevit, CHP'lilerin 30 Ekim'de Meclis'te grupta olmalarını istedi. Milletvekilleri bu arada, Ankara'dan ayrılmayacaklar, kulakları Genel Başkanın çağrısında olacaktı. CHP'lilerden bazıları da Ferda Güley'e oy vermemişlerdi. Acaba, Ferda Güley'i tutmayanlar birkaç tur sonra Güley'in yerine başka bir adayın gösterileceğini mi düşünmüşlerdi. Ecevit Meclis'te CHP'liler arasında bir dayanışma örneğinin verilememesine de üzülmüş olmalıydı. Anlaşılan oydu ki, Cumhuriyetin 50. yılına CHP kendi hakkı olduğu halde CHP'li bir Meclis Başkanı ile giremiyordu.Bir zamanlar dağlara hükmeden aşiret reisi, dağlar hâkimi Kinyas Kartal neden öyle yapmıştı ki? "Ne de olsa AP'lidir. Ohoooo, daha ne ince politik oyunlara tanık olacağız bakalım" diyenler çıkar belki. Kinyas Kartal'a da.

Page 119: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Boş ver, uzat. Burunları sürtülsün biraz... mı demişlerdi AP'nin ileri gelenleri?Sabit Osman Avcı'nın frağı bir güzel uymuştu Kartal'a. Bu yüzden, oradan buradan frak arama derdi kalmamıştı. Ama, Sabit Osman Avcı'nın boyu daha uzun değil mi?- Canım kim görecek, kürsünün arkasında oturan adamı? Herkesin işi yok da, pantolonun kıvrık olup olmadığına bakacaktı...Dağlar hâkimi Kartal, Van'da Ferit Melen'le seçim kavgası verdi geldi. Yirmi dört bin kişisi vardı. Bunun yirmi bini oyunu verdi Kinyas Ağasına. O da geldi işte, hem Parlamentoyu yönetme görevi ile üstlenerek.Melen'e, Ferit Bey'e yani, için için kızmıyor değildi. Gerçi, Ferit Bey geçmişte yardımcı olmuştu. Van Üniversitesi için Van'daki çiftliğini kamulaştırmış, bilmem kaç milyonu kazandırmıştı ya, sudan ucuza kamulaştırılmıştı yine de.Ferit Bey, Van'a bir eski Başbakan olarak gitti. Köylüler, Ferit Bey'i yine Başbakan olacak sanıyorlardı kim bilir? Van'a iki helikopterle mi gelmişti, neden? Ferit Bey, Van'dan ayrılsa köylüler:- Herhalde Ankara'dan çağırıyorlardır. Belki de Genelkurmay Başkanı çağırmıştır. Bir şey danışacaklardır. Seni beni çağıracak değiller ya...Van'da seçim kızıştıkça kızışmıştı. Hattâ, bir düğün öyküsü de anlatırlar. Damat, Kinyas Ağa tarafı, gelin Ferit Bey. Düğün olup biter. Gelin mi, gelinin yakınları mı Ferit Bey'e oy verecek olur. Fena bozulur Kinyas Ağa tarafı. Haber salınır:- Gelini geri göndeririz vallahi...O kadar kişiyi yöneten Kinyas Ağa dinlemez vallahi, gönderiverir de...Ferit Bey, yoklamaları kazanıp, Ankara'ya gelişlerinden birinde -galiba Meclis'te- asansör kapısında, CHP'li İlyas Seçkin'le karşılaştı. "Tebrik ederim" dedi İlyas Seçkin'e. Sonra sordu:- CHP olarak Ankara'da kaç çıkarırsınız?- Sizin Türkiye'de çıkaracağınız kadar... 12 tane çıkarırız.- CGP'ye neden bu kadar veriyorsun?- Eeeeeee, o kadar işte. Çünkü siz, on dört tane çıkarırsanız, hükümet kurarsınız...Ben ummuyordum doğrusu, Kinyas Kartal bir bakıma iyi yönetti doğrusu. O kadar üyeliği sırasında ant'tan ant'a kürsüye çıktığını hatırlarım. Yine de iyi yönetti diyorum kendi kendime. İnce politikalarına kulak asmasaydı AP'li ileri gelenlerin daha iyi olurdu ne bileyim...*MSP'nin naz dönemi başlıyor gibi biraz. Kulislerde söylendiğine göre, ağır bakanlıkları istiyor koalisyon için. Örneğin, Milli Eğitim, Adalet, İçişleri belki Millî Savunma da vardır. Koalisyon koşulları içinde laiklik konusunda da bir Anayasa değişikliği istese ya? Bülent Bey'i derin derin düşündüren konulardan biri de buydu.Çeşitli çevrelerde, çeşitli kulislerde konuşmalar:- Fakat, nasıl olacak bu iş?Süleyman Bey, ellerini oğuşturuyor, anlayacağınız.

Page 120: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Cumhurbaşkanı Korutürk'ün liderlerle görüşmesi tamamlandı. Korutürk'ün eğilimi öteden beri Parlamento'da sandalyesi en kalabalık parti liderini hükümeti kurmakla görevlendirmek. Ecevit'e düşüyor bu görev belli.Ancak, Ecevit'in de karamsar olmaması gerek. Seçimleri nasıl Türkiye'de özgürlük isteyenlerin oylarıyla alıp geldiyse, bundan böyle de yurtta huzuru sağlayıcı girişimlerde gözünü kırpmamalı.Karaoğlan'ın bir kafa adamı olduğu kadar duygu adamı olduğunu bilir çok kimse.Babam, ramazanda oruç tutanlar az oldu mu, "bu ramazan çok garip geldi" derdi. Önümüz bayram. Bu bayramda gülenler az oldu mu, "Bu bayram çok garip geldi" diyeceğim.Bayram garip gelmese...(27 Ekim 1973)

BOŞ BOYUNDURUK...

Bayram sabahı evde içerdekileri konuşuyorduk. Özlem kalkmıştı, Eylem uyuyordu. Bir ara karıma kritik dönemin bir muhasebesini bile yaptım.- O kadar vartayı dört dâva ile atlattım. Yine dikkatli çalışmışım.- Fakir, dedi karım, girip girip çıktı. Hadi onu ara da bayramlarını kutlayalım.Aradım telefonla Fakir Baykurt'u, Gece köyden gelmiş. Hapisten çıkalı yirmi gün oldu. Karımın dediklerini anlattım. Bizler girmeden Fakir'in kaç kez hapse girip çıktığını konuştuğumuzu...- Bazıları boş boyunduruğa koşulur... dedi Fakir.Boş boyunduruk, daha gelişmemiş, yetişmemiş, ancak yetişme zorunda, durumunda bulunanlar içindir. Çift sürülürken, boş boyunduruğa daha tosunlaşmamış danalar koşulur ki, o da yavaş yavaş öğrene. Buna, bizim tarafda "öğrek" de derler. Öğrenecek demek, eğitilecek... Boyunduruğa koşulanlar ise, tarlayı gerçekten sürüp, üstün katkıda bulunanlardır. Bir de boş boyundurukta, sapı toprağa saplanmaz, yüzeyden yüzeye çizer toprağı.Elli yıl, dile kolay. Kimler omuzlamış, dolusuna boyunduruğu, kimler yatmış hapishanesinde, damlarında memleketin. Kimler yatıyor habire. Ellinci yıla nasıl gelindiğini düşünün bir...Namuslu aydınlardan, emekçilerinden halkını, ülkesini sömürmemiş olanlardan söz ediyorum. Ellinci yılda yüzakı elbette onlarındır.*Mahir Kaynak Ankara'da mıymış? Sessiz sedasız daha önceki görevlerine devam mı ediyormuş?Bülent Ecevit'in oldukça kalın olan dosyası, ne yapılıp edilip biraz hafifletilmiş mi?Metin Toker, neden oyunu CHP'ye vereceğini açıklamış? O öyle yazarsa, solcular, "ooo, artık biz oy vermeyiz Karaoğlan"a desinler diye mi? Sol parçalansın. Param-parça olsun diye mi? Geçenlerde bir arkadaş söylüyordu: "Fire vermedik" diye. Metin Bey'in çabaları boşuna mı gitmişti? Neye karşılık bunlar? "Orakla çekiç arası belgeler" için mi, ya ne?

Page 121: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

peki, "ben oyumu CHP'ye vereceğim" dedikten sonra, DP'den Ankara milletvekili olan Necdet Evliyagil'e "ben oyumu sana verdim" söylentileri nesi? Kim kimin nereye oy verdiğini ne bilir?Telefonlarımız ne diye dinleniyor? Ne diye "üç kişiden biri polistir" diye, kişi en yakınlarından endişe eder?- Ohooooo, o üç kişiden birinin polis olduğu sözü eskidendi canım. Şimdi değişti durum...Adı, fahri polisliğe karışmamış gazeteci var mı, kimler?Geçen gün, Fikret Otyam, Meclis Başkanının "Allahaısmarladık" demek için yaptığı basın toplantısı başlarken, ortaya bağırdı:- Arkadaşlar, benim MİT'ten olduğumu kim söylüyorsa çıksın ortaya... Sonra, Nimet Arzık'a döndü:- Nimet hanım, söyleyen arkadaş burda var mı?Kim kime söylenmiş, nerede ne diye?*Elli yılın hesabını verme kolay değil aslında. Herkes kendi kendine düşünmeli, "ben ne yaptım, kendimi düşünmenin dışında?" diye. O çıkar, benlik, bencillik çemberini kim kırabilmiş? Kim yurtta kardeşi kardeşe düşürmüş, kim kıymış bu kadar cana? Kim, kimlerin sırtından yapmış yaptıklarını? Bunca eziyeti, işkenceyi kimler yapmış anlatın bakalım bir canım. Elli yıldan hissenize düşen hesabı vermeyecek misiniz yoksa?Vatandaşı birbirinin polisi yapan örgütlerle neden kimse uğraşmamış? İsmet Paşa, neden koskoca Başbakanlığı süresince iki kez kabul edip görüşmüş, o örgütün başıyla? Bir diyalogu başlangıçta en iyi kuran Süleyman Bey, neden avuçlara düşmüş, işine geldiği için mi?Kim yapıyor, bunca insanı birbirine düşman?*Tunceli'den Muharrem Arabacı, cumhuriyetin ellinci yılı günü yayınlanması isteğiyle oldukça uzun bir şiir gönderdi. Şöyle:"Ben 30 seneye mahkûm Memo.Mardinliyem."Gan davası" dediler.13'ünde duduşturdular mavzeri elime,"Aha bunu vuracağın" dedilerBir dellanniyı gösterip.Vurdum..........................30 sene verdiler bana.Gün saymasını bilmezdim.Yalvarmayı, yakarmayıGula gul olmayıÖğrettiler13 sene var, içerdeyim.Halı öğrendim burada, üstünde oturmam nasip olmayanİncik, boncuk, kadın çantası, züppe tespihi, saat kordunuGardiyanların angaryasına herkesten önce koştum,Tek bir yumruk noksan yiyeyim, bir acı söz az işiteyim istedim.Didiler:

Page 122: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"50'nci yıl, af istiyrik"Ben de istiyremAma kimse benden af istemeye........................."*Elli yıl kardeşlik için, barış ve yığınların mutluluğu için onu omuzlayanlara, kahrını çekenlere kutlu olsun...(29 Ekim 1973)

ESKİ ASKERLERİN ÖĞÜTLERİ...

Ne kadar dolu birkaç gün geçirdik, daha da geçireceğimizden başka. Ecevit, Cumhurbaşkanı'nın yanından ilk çıkışında neden üzgündü? Neden gazetecilerle fazla konuşmayıp, doğruca bir köşeye çekildi? Gecelerce gözüme uyku girmedi. Ne oluyordu ortalıklarda?Cumhurbaşkanı Korutürk, bir an karamsarlığa, Ecevit'in başlıbaşına koalisyonu kuramayacağı kanısına mı varıyordu? Ondan mı, Ecevit'e, şöyle demişti ilk görüşmede:- Hükümetin kurulması konusunda "koordinatör" olur musunuz?- Anlamadım, ne demek koordinatör?Konuşma belki tam böyle olmamıştı. Ancak, Cumhurbaşkanı'nın hükümetin kurulup, işletmeye başlayacağından endişesi mi vardı başlarda? Endişesi neler olabilirdi?- CHP'nin içinde solun her türlüsü var. Onlar şimdi Ecevit'e herşeyi yaptırmaya çalışacaklar.CHP ve Ecevit hakkında Feyzioğlu'nun söyledikleri mi etkilemişti Korutürk'ü?- Paşam, iktidarı CHP'ye verirseniz, solun bütün militanlarını köşe başlarına doldururlar.Feyzioğlu inler gibi mi konuşmuş, nerdeyse sızlanmıştı? Bu, "Paşam bizim bütün devlet kadrolarına yerleştirdiklerimizin açıkta kalması demektir," anlamına da geliyor muydu?Ecevit, Korutürk'ten döndüğü akşam, toplanan Parti Meclisi'ne de gitmedi. Düşündü uzun uzun. Gelişmeleri bekleyecekti. Korutürk neler düşünüyordu?Korutürk'ün, Demokratik Parti Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli ile görüşmesi ilginç olmalıydı. Korutürk, şöyle mi başlamıştı?- Kaç yaşındasınız?Bozbeyli, Cumhuriyet çocuğuydu elbette. Atatürk döneminin soluğuyla yetişmişti...Konuşma, böyle sürdü gitti. Sonra koalisyonlar konusuna, hükümeti kimin kuracağına dek...Korutürk, MSP Genel Başkanı’yla ikinci kez görüşüyordu. İlki yazın İstanbul'da olmuştu galiba. Erbakan, Cumhurbaşkanı'nı ziyaret etmişti. Korutürk sormuştu Prof. Erbakan'a:- Kaç yaşındasınız? Kaç doğumlusun yani?- 1926.

Page 123: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Korutürk, "Cumhuriyet çocuğusun demek" dedi. "İlkokulu, ortayı, liseyi Atatürk okullarında okudun. Peki, bu geriye taviz söylentileri nedir?"Eski asker, Korutürk'ün endişeleri bunlardı. Devletin başı olarak, bu kaygıları duyuyordu.Korutürk belki de ilk görüşmede, Ecevit'e "koordinatörlük" teklif ederken, bu anlattığım endişelerini yenemiyerek öyle davranıyor, belki de AP-CHP koalisyonu ile tarafsız bir başbakanı atayıp, daha rahat hükümetler kurabileceğini düşünüyordu. Doğrusu, işin bu son tarafını kesinlikle bilmiyorum, okuyucuları yanıltmak istemem.*İki eski asker, Korutürk'le Özdilek karşı karşıya geldiklerinde, Korutürk duyduğu endişeleri Özdilek'e açmış mıdır?- CHP ile MSP koalisyon yapsa, örneğin stratejik bakanlıkları MSP istese, Lüffi Doğan (Eski Diyanet İşleri Başkan Vekili) Millî Eğitim Bakanlığı'nın başına gelip otursa...- Paşam, Ecevit onu zaten akıl edecektir. Ancak, burada siz de ağırlık koyabilirsiniz...Bir sırrımı açıklayayım. Düş kurma gücü hayli geniş bir gazeteciyim ben. Yazdıklarımın kimseyi bağlamasını istemem. Ancak, Korutürk'le Özdilek neden böyle konuşamasınlar? Korutürk, benim bildiğim kadarıyla en çok tabii senatörlere açılır, onlara açık açık konuşur. Bu hep böyle oldu. Yine neden iki asker dertleşmesinler? Hem de böylesine önemli konuda...Olayların çok bildiğimiz yanı, kapıda liderlerin ve Korutürk'ü ziyaret edenlerin yaptıkları açıklamalar var. Yazımızı "bina" ederken bunlarla da çelişmememiz gerek.Nitekim, Fahri Özdilek ve Nihat Erim, Çankaya'dan çıktıktan sonra, Korutürk derin bir soluk almış, kafasındaki endişeler gitmiş, o zaman Ecevit'e hükümeti kurma görevini -sevinçle- vermişti.Fahri Paşa, adaşı Korutürk'e "geciktirmeden Ecevit'e vermelisiniz hükümeti kurma görevini" demiş miydi? Nihat Bey, aynı biçimde Korutürk'e telkinde bulunmuş, bununla geçmiş kavgalı günlerin altına bir çizgi çekmek ve unutmak istediğini belirtmek istemiş miydi? Ecevit'e herkes yardımcı olmalıydı bu hükümeti kurma işinde. Demokratik ortamın bir an önce kurulmasında.Ecevit, Erim'in yanından memnun ayrıldı. Fakat, Millî Birlik Grubu'nda konuştuğu Fahri Özdilek'in yanından çıkarken çok da duygulanmıştı. Eski askerin öğütlerini ilgiyle dinledi. Fahri Paşa belki de şu öğüdü vermişti:- Yumuşaklığın var, amma tavizlere gitme. Ancak, kapıları da sımsıkı kapama. Seni düşürebileceklerini her an düşün. Bak, sana komünist diyenler artık demiyor. Halk senden ucuzluk bekliyor, şimdi. Gençler, 18 yaşındakiler seçmen yaşının 18'e inmesini bekliyor. İçerdeki binlerce mahkûm af bekliyor. Bunları bir an önce çıkarmalı, gerçekleştirmelisin.Fahri Paşa, gün görmüş eski ihtilâlci asker genç Ecevit'e yardımcı olacağını söylüyordu.Ecevit, bir ara koalisyonun kurulmasından, kurulmasının uzamasından endişe ettiğini saklamamıştı. Fahri Paşa, "merak etme" dedi, "geciksin 1961'de koalisyon bir buçuk ayda kurulmuştu..."

Page 124: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ecevit, Fahri Özdilek'in yanından ayrılırken gazetecilere "öğütlerinden çok yararlandım" diyecekti.Ecevit, şimdi koalisyon kurma hazırlıklarının en kritik günlerini yaşıyor...Ecevit'e yardımcı olmak istemiyen bir Turhan Bey, bir Süleyman Bey, bir Ferruh Bey var gibi karşılarda. Hepsinin hesabı, kitabı ayrı ayrı. Turhan Beyi saymazsak, Süleyman Bey can derdinde bu ara. Ferruh Bey de onun canını alma derdinde...Belki de bunun için, bütün halk çoğunluğu Ecevit'e yardımcı olmak istiyor. Onun başarısı, halkın başarısı da ondan...(30 Ekim 1973)

KAR MI YAĞIYOR?

Şimdi anlatacağım, belki yakında daha geniş ve belgeli olarak yazacağım. O zaman, daha üç çocuk asılmamışlardı. Ben çalıştığım yerde -bir gazeteciyken- zorunlu izinliydim. Evte oturmaya zorlanmıştım. Fena da olmuyor muydu ne? Hanım işe giderken evde oturmak, Eylem'le Özlem'e bakmak. Ancak olayların dışında kalınca, çok şeyi sonradan öğreniyordunuz.Üç çocuk daha asılmamışlardı. Bir gün hukuk profesörlerinden Necdet Özdemir'e biri yaklaştı:- Cumhurbaşkanı, sizin idamlar konusunda görüşünüzü istiyor. Hem de acele. Yarın sabah saat 9'a kadar hazırlayın, gelip sizi alacaklar.Profesör Özdemir, "Allah Allah..." dedi içinden. Neden bilgisine başvuruyorlardı acaba? Önce bir arkadaşına uğradı, sonra evine gitti çalışmaya, görüşünü hazırlamaya başladı. İdamlara karşıydı.Daktilonun başında uykulu halde yazarken, apartmanın önünde bir arabanın durduğunu anladı. Arabanın üzerinde Çankaya'nın forsu asılıydı.Arabaya bindi. Çankaya'ya vardı. Cumhurbaşkanı Sunay, kendisini bekliyordu. Sunay sormadan içindeki merakı gidermek istedi:- Bu kadar cezacı, hukukçu varken, neden benden mütalâa istediniz?Sunay karşılık verdi. Kısaca,- Dışarda solcu profesör kalmadı ki...Prof. Necdet Özdemir, "idamlarda acele edemezsiniz. İdam edemezsiniz. Bunun tarihî sorumluluğu vardır" dedi aşağı yukarı...İdamlar bir süre gecikmişti.Sunay'ın idamları onaylamada gösterdiği tereddütlerin -varsa- nereden geldiğini tarihçiler araştıracak elbette. İngiliz Kraliçesi gelecekti sahi o sıralarda Türkiye'ye. İngiliz Kraliçesi de karşıydı idamlara, öyle duyuyorduk.Gazeteci, tarihçi değil elbet. Tarihçiler araştıracak neler olup bittiğini...*Gece yarısından sonra bir telefon çaldı. Bekliyorduk telefonu. Daha önce kendisine tembih ettiğim avukat arkadaştı. Çalışmadığım için gece sokağa çıkmak kartım da yok.- Bizi şu anda götürüyorlar, dedi avukat arkadaşım.

Page 125: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bir süre sonra, yeniden aradı. Son sözlerini okudu telefona...Kapadık telefonu. Gece karanlığında döndüm yatağıma. Karım ağlıyordu.*Parlamentoda idam kararları komisyondan nasıl geçti. Meclislerde bir an önce çıkarabilmek için kimler gözleri ışıl ışıl bir isteri nöbetinden gibi kıvranıp, koşuştu biliyorum.Özer Derbil'in komisyonda "muhalefet" önerisini, Bülent Ecevit'in mücadelesini, herkes gibi çok sonraları öğrendim... Öğrenenler de belki çoktan unutmuşlardır bile. İşi tarihçiye bırakmak daha iyidir diyerek.*Karar Askerî Yargıtay'dan o gün çıkacaktı. Şimdi emekli olan değerli Yargıç General Kemal Gökçen'in odasındaydım. Bir ara şöyle demişti:- Bütün bu olayların sorumlusu bu üç genç mi?Yüksek yargıçlar kararlarında bir noktanın üstüne basa basa durmuşlardı. "Bundan sonra, bizim de yanılgımız olmuşsa, Yüksek Parlamento bunu düzeltmelidir" diyerek.Şimdi, çoktan emekli olmuş olan Kemal Gökçen Paşa, şunu da söylemiş miydi?- Mustafa Bey yarın bir gün gelir af çıkar. Hepsi affedilir, ölen öldüğüyle kalır...Ölenler, öldükleriyle kaldılar.*Ankara'da, Türkiye'nin her yerinde af konuşuluyor şimdi. Aldığım bayram kartlarının çoğunun üstünde Yılmaz Güney'in resimleri ve yazıları: Af... af... af... Kim kimi affedecek?*Parlamento'ya gittim. Meclis Başkanlığı seçimi için turlar devam ediyordu. Parlamento'ya yeni girmiş, bir şeyler yapma isteğiyle dolu genç parlamenterler sıkılmış gibiydiler. Bir an önce seçilsin Meclis Başkanı, kurulsun hükümetler ve çalışmaya başlasınlar. Öyle geziyorlar kulislerde. Ferit Bey, bir köşede neden öyle bakıyor? Geçerken neden yolunu değiştirdi karşılaşmamak için? Eski Cumhurbaşkanı Tabii Üye Sunay, ne düşünüyordur kafasında oturduğu yerde? Yanındaki eski Hatay Cumhurbaşkanı'yla da konuşmuyor. Nihat Bey sfenks gibi... AP'liler arasında -Senato'da- Fethi Tevetoğlu yok. Kurt bakışlarıyla nerede, nereye bakıyordur şimdi? Yenilerin hiç birini tanımıyoruz desem yeri. Öğreniriz yavaş yavaş...Çıktık Parlamento'dan. Kar yağıyor Ankara'ya sabahtan beri.Çocukluğumda ne heyecanlanırdık kar yağınca. Anamıza seslenirdik:- Ana, kar yağıyor kar...- Kan mı yağıyor hay oğlum?"Doğru" derdim içimden. Amma, yağan her karı görüşte, kan yağabileceğini düşünürdüm. Ya bir de kan yağsaydı?Sabahleyin mutfaktan seslendim Eylem'e:- Eylem, gel bak kar yağıyor...- Buraya da yağıyor baba, görüyorum...(3 Kasım 1973)

Page 126: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

SÜLEYMAN BEY'İN ÖFKESİ...

Önceki akşam, Sovyet ihtilâlinin 56'ncı yılı dolayısiyle Sovyet elçiliğinde verilen kokteyl oldukça kalabalık amma cansızdı. Artık, çok yaşlandı da ondan mı, ismet Paşa gelmiyor. Kokteyllere filân. Ecevit, Cumhurbaşkanından ayrıldıktan sonra, televizyona canlı yayın yapmaya gitmişti. Yani Ecevit de yoktu, ortada bir örnek giysilerle boncuk dizisi gibi dolaşan Çin'liler göze çarpıyordu. Biz giderken, elçiliğe, AP'li Şinasi Osma çıkıyordu. Çok keyifli gibiydi ya, yüzü neden pancar gibiydi?- Hükümeti siz mi kuruyorsunuz?- Bakalım. keh keh keh..İhsan Sabri Çağlayangil, Hasan Işık'la kucaklaştı. Fazla bir şey konuşmadılar. Zaten, böyle kokteyllerde ne konuşulur? İhsan Sabri Bey, ne demiştir?- Hasan'cığım, buluşalım, görüşelim yahu...Nihat Bey de oradaymış -isabet ki- karşılaşmadık, Ferit Bey'le burun buruna geldik ama.- Ne olur Ferit Bey hükümet?- AP-CHP koalisyonu olur...AP'den Senato Başkan Vekili Mehmet Ünaldı oradaydı. Büfeye yakın yerde duruyor, oraya yaklaşanlarla konuşuyordu.Prof. Hicri Fişek oradaydı.- Kurthan çıkmış öyle mi, geçmiş olsun.- Çıktı, teşekkür ederim.Tabiî Senatörler, Muzaffer Yurdakuler, Şükran Özkaya, Suphi Gürsoytrak, CHP'nin genç milletvekilleri Süleyman Genç, Mehmet Can, Deniz Baykal, eski TİP Senatörü Fatma Hikmet İşmen söyleşideler. Zaman zaman böyle kokteyller, parlamento kulislerine döner. Fazla bir şey konuşulmaz elbet. Ev sahipleri, diplomatlar da -nedense- pek meraklıdırlar. Meraklıları izliyen meraklılar da varsa, tadı tuzu kaçar konuşamazsınız bir türlü. Amma, bir hava da alışırsınız doğrusu.MSP'li göremedim kokteylde, zaten tanımam ki hiçbirini...*Süleyman Bey'in öfkesi ne öyle, CHP Parti Meclisi'nde, "Şimdi ne olacak?" dendiğinde, ibrahim Öktem, "AP-CHP koalisyonu en iyisi" mi demiş? Bundan sonra anlatılmış, Süleyman Bey'in CHP'ye de Ecevit'e de nasıl karşı olduğu anlaşılan. Ne diyesiymiş Süleyman Bey?- Azınlık hükümeti kurarlarsa, iktidarı başlarına yıkarım...Tıpkı, 1965'deki gibi yapacak. Belki baştan desteklerim diyecek, tam bütçe zamanı gelince -sağ koalisyon işte o zaman çıkabilir ortaya- gümm, düşüverecek. "Azınlık hükümeti kurarlarsa iktidarı başlarına yıkarım" sözünün anlamı bu. 1965'te nasıl tavlamıştı ama Osman Bölükbaşı'yı? Sanırım, böylesine oyuna getirilmek ve kandırılmak Osman Bey'in içinden hiç çıkmamıştır.

Page 127: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bülent Bey, Parti Meclisi'nde de sonra televizyonda da anlattı ya, ilk görüşmelerinde yer değiştirmişler gibi, Süleyman Bey Karaoğlan olmuş, sonra ağarmış öfkeden rengi...- Herşeyi denetikten sonra size gelirsek, bizimle koalisyon yapar mısınız?- Hayır, biz size muhalif olacağız. Muhalefet yapacağız...Süleyman Bey'in öfkesi neden mi? 1965'lerdeki Süleyman Bey değil de ondan. Biten ve kendini yeniliyemiyen kişi, suçu hep başkalarında arar. Bülent Bey'e kadar, Süleyman Bey gençti, dinçti, bir İsmet Paşa'nın her zaman hakkından gelirdi. Amma durum değişti. İsmet Paşa'yı başkaları alt edince Süleyman Bey'in bir rövanşı artık yenisiyle yapması gerekti. 12 Mart'ta ve sonrasında elli yıl daha yaşlandı Süleyman Bey. İdamları çıkarttırmak için koşan Süleyman Bey, onları önlemiye koşan İsmet Paşa'dan yüz yıl daha yaşlı, yani yüz yıl daha geriydi.Kendisini yeniliyemiyen, çevresini de yeniliyemez. Ne o öyle çevresinde trene bakar gibi, kulislerde boş bakışan adamlar? Kursaklarından bir şey geçmedi mi. Kimseyi bulabilirsin bul...Süleyman Bey'e alternatif arıyorlar şimdi. Kimler? Çok güvendiği sermaye ve çevresinde halka olanlar arıyorlar.- Çağlayangil olmaz, o 67 yaşında. Süleyman Bey'in yerine gelecek, Karaoğlan'la yarışacak kadar genç olmalı.- Peki, onu nerede bulmalı?Bülent Bey, Parti Meclisi'nde Süleyman Bey'i ve cevabını anlatırken şu kelimenin üstüne basarak söyledi:- Duygusaldı Süleyman Bey...Herkes neleri ile tanıdı Süleyman Bey'i. Ne kadar çelişmeli bir yaşantı. Gençsiniz sözde, halbuki yüzlerce yıl gerilerde yaşıyorsunuz. Yıllarca ektiğinizi bir Erbakan biçip karşınıza geliyor dil çıkarıyor.Sırrı Atalay -AP'liler pek sevmez ya- konuşuyor:- Af tasarısına bir ek madde koydurmayı düşünüyorum. Şöyle "Başbakanlar, bu hükümlerden yararlanamazlar..."Yurdakuler'in teklifi de değişik:- 12 Mart'tan sonra işkence yapanlar af kapsamı dışındadırlar...(9 Kasım 1973)

ATATÜRK FAŞİST DEĞİLDİ...

Yıl, 1929. Gazi Mustafa Kemal, İzmir'de. O zamanki adıyla "Kramer Palas"ta balo mu birşey veriliyor. Mustafa Kemal'i koruma birliğinin başında da -vakit gece yarısını geçip de üst rütbedekiler teker teker ayrılınca kalan- Asteğmen Osman Korkut var. Nöbeti üstlerinden devralan Osman Korkut'a bir ara bir haber gelir:- Muhafız komutanını gazi istiyor...Hemen kendine çeki düzen verir, koşar otel salonuna. Zaten otelin yakınında yerleşmişler, beklemekteler.Koca salonda ilerler, selâm durur. Buyruğunu bekler.- Çocuğum, bize Muammer Bey'i getir.

Page 128: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Başüstüne...Aynı biçimde geri dönüş yapar ve uygun adımla salondan çıkar.- Muammer Bey kim?- Bekle canım anlatıyorum, sözümü kesme. Muammer Bey, İzmir'in o zaman en tanınmış ailelerinden -galiba Belediye Başkanı- ve Mustafa Kemal'ih eşi Lâtife Hanım'ın babası. Ben de bilmiyorum. Muammer Bey kim? Fakat durup da soracak değildim ya.Dışarı çıktım. Bir araba geliyor hızla. Durdurdum, el ettim. Omuzlarımda kordon filân da var.- Buyurun, bir şey mi istediniz?- Affedersiniz, ben taksi sanmıştım. Beni Muammer Bey'e götürür müsünüz?- Hay hay.Arabaya atladım ben, bir süre gittik, bir köşkün önünde durduk. Ben çıktım, kapıyı çaldım. Çıkan kimseye "Muammer Bey'i Gazi çağırıyor" dedim. İçeri aldılar ve beni bekleyen arabayı da göndermemi zira Muammer Bey'in -Muammer Uşşakizâde- arabasının ve şoförünün olduğunu söylediler. Biraz bekledim. Muammer Bey hazırlanıp geldi. Kramer Palas'a vardık. Ben yine uygun adımlarla salonu geçtim, bir selâm çaktım:- Muammer Bey'i getirdim Paşam...Gazi yürüdü. Elimi sıktı ve bana bir kadeh dolusu rakıyı uzattı.- İç bakalım, haydi şerefe...Bir dikişte bitirdim bardağı. Daha o zamana kadar ağzıma içki koymamıştım. Boğazımı biraz yaktı, o kadar. Bir daha verdi. Ben biraz sendeledim ama, yine put gibi ayakta duruyordum. Sonra, kimdi Necip Ali miydi, kimdi şimdi aklımda kalmamış, biri gözle işaret etti. "Yeter artık" gibilerden. Ben selâm çakıp, "Allahısmarladık" dedim. İşte, ilk rakıyı böyle Mustafa Kemal'in elinden içtim.O zamanki, Osman Korkut, şimdi Osman Korkut Akol, ogün bugün içkiyi bırakamadı bir türlü. "Atatürk'ün elinden içtiğim içkiyi bırakamam" diyor.- Peki, tutukevinde nasıl yaptın. İçkisiz nasıl durabildin yani?- O sır. Söylemem. Sonra yazarsın...Osman Korkut Akol Hoca, TÖS dâvasından sekiz yıl, on ay 20 gün hapse hükümlü. Sürgün cezası ne kadar bilmiyorum. Bir zamanlar, "Yorgun Savaşçılar" toplantıları olurdu. Oraya beni de çağırırlardı. Hürrem Arman İstanbul'a taşınalı, bir de lokantaya "meraklı vatandaş"ların musallat oluşu, yorgun savaşçıların içkili toplantılarının tadını kaçırdı mı ne?*Atatürk öldüğünde ilkokulun son sınıfındaydım. Hadim'de bütün okul, bahçeye toplandık. Başöğretmenimiz Ali Galip Ulutan bir konuşma yaptı. Ağladı. Ben neden ağlamadım acaba? Ağlıyanları seyrediyordum merakla.Öyle tembih etmişlerdi:- Saat 9'u beş geçe, boru sesini duyar duymaz olduğunuz yerde duracaksınız...Eve mi gidiyordum? Tarlanın ortasından geçerken boru sesi...

Page 129: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Olduğum yerde durdum. Karşıdan gelen köylülerimiz yürüyorlardı. Belki de Atatürk'ün öldüğünü bilmiyorlardı. Biraz yürüdüm ben de, sonra yine durdum. Çocukluk işte.Ne bileyim, O nereden bilecek boru sesini duyunca ayağa kalkılacağını ve öyle durulacağını? "Millet Mektepleri"ne gitmiş tam yazıyı sökeceğinde tavsatmışlar kursları, sökememiş. Okuması yazması yoktu. Babamın da. Babam eskiyazıyı kendi yazar, kendi okurdu. Lâtin harflerini tanımazdı sanırım. Amma, okuldan yolladığımız mektupları kardeşlerimize okutur, dinlerlerdi. Mektup bitince bir daha okuturlardı herhalde. Onlara okuldan uzun mektuplar yazardım. Bir deprem mi olmuş bir yerde, gazetelerde okuduklarımdan -düşlerimi de katarak- mektuba döşenirdim.Bir gün ilçenin kaymakamı, kendisine gelen gazelerden vermek istemiş, evde okursunuz diye. Babam cevap vermiş:- Sağol Beyim. Mustafa'dan mektup geldi. Biz bu gece onu okuyacağız...Atatürk'ü de, İsmet Paşa'yı da Kurtuluş Savaşı'ndan tanıyordu. Bizim oralarda sarışınları pek tutmazlar, ille kara olacak. Karayağız, Atatürk için "Sarışın canım. Gök gözlü. Bizim İslah'ın İsmayil gibi. İsmet Paşa daha yağız. Teftişe geldiler kaç kere..." derdi. Savaş sırasında süpürge tohumu yemişler, onları anlatırdı. Bitler nasıl kaplarmış her yanlarını? Kürekle bit atarlarmış siperden dışarı kimbilir?*Gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda, yazı başlığı olarak "Devrim Çocuğunun Mektupları" seçmiştim. Belki baştan sona Atatürk Devrimleri üstüne yazılardı. O yazılara bakıp solcu diyenler olurdu.Herkes bir ağlama duvarı sayar 10 Kasım'ı. Hiç öyle saymadım. Bugünün gençliği -hapislerde süründürdüğümüz gençlik- Atatürk dönemi olsa böyle mi olurdu? İçerde mi, dışarda mı olurdu?Af tartışmaları oluyor. Beyinlerin taaa içinde, çoklarının, "Aman ne yapsak da daha birçok kişi assak" düşüncesi bile vardı. Atatürk'ün kendisine tuzak hazırlıyanları, suikast yapanları bile bağışlattığı bilinir. Atatürk faşist değildi çünkü. İnsandı...(10 Kasım 1973)

ÇURÇUR BASIN...

Şair Faruk Nafiz Çamlıbel, o tartışmanın yapıldığı sıralarda şiirleri yeni yeni yayınlanmaya başlanan, yeni duyulan ama oldukça etkisi de olan bir şairmiş.O zamanın -yıllar önce tabiî- ünlü şair ve yazarları, örneğin Süleyman Nazif, Faik Ali Ozansoy ve daha başkaları oturmuşlar konuşuyorlar. Onların konuşmalarını da gençler, bir köşede dinliyorlar. Konu, şiir ve sanat üstünedir. Süleyman Nazif, konuşmaktadır:- Fuzulî, Nefî'nin fevkindedir...Faik Ali de açıklar görüşünü:- Nedim de Şeyh Galip'in fevkindedir...

Page 130: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Onları dinlemekte olan ve o zaman adı pek duyulmamış şairlerinden biri, kendisi gibi genç olan birini hatırlatmış Süleyma Nazif'e:- Efendim, Faruk Nafiz için ne dersiniz?Karşılık vermiş Süleyman Nazif:- Evlâdım, Faruk Nafiz tahammülün fevkindedir...Fıkrayı anlattıklarında, Faruk Nafiz Çamlıbel daha ölmemişti. Bir elçilikte, bir senatör anlatmıştı. Biz de ortaokul, lise sıralarında Faruk Nafiz'in şiirlerini ezberledik. Çabuk bıraktık sanıyorum. Nazım Hikmet'ler, Orhan Veli'ler, Fazıl Hüsnü'ler aldı gönlümüzdeki yeri. Bir ara Faruk Nafiz'i, politikacı olarak DP sıralarında gördüm. Ozanların, kalemlerin iktidara yakın yerlerde olmalarına hiç bir zaman katlanamadım. Biliyorum, çoğu, "efendim, iktidara yakın durmalı ki, onu kullanmalı, onu yönetmeli" diyecektir. Aklı sıra yönettiğini sanacaktır da. Gerçekte onun emrine, buyruğuna girdiğini bilmeyecektir. Eski şairlerin saraya yakınlıkları gibi bir şey, günümüz iktidarlarına ve güçlülerine yakınlık. Hele ozanların kişiliklerine, büyüklüklerine pek yakışmıyor. Giderken şairlikleri de, yazarsa yazarlıkları da ölüp gidiyor.Faruk Nafiz de bir zamanlar yeniymiş, yenileri arasında yer almış, zamanın ünlülerini kızdırmış demek. Şimdi öldü, toprağa verildi. Ölüler için iyi şeyler yazmak isterim. Kavgayı vereceksek, dirilerle vermeli...*Şiirden anlamam, hikâyeci, romancı değilim. Amma, "Ankara Notları"na öyküyü, masalı da koydum. Hikâyeci Tomris Uyar, yolladığı kitabını armağan ederken, "Hikâyeci Mustafa Ekmekçi'ye" diye yazmış. Nasıl seviniyor insan bilemezsiniz. Bir hikâye yazmayı denesem mi?Beceremeyeceklerimi bir yana bırakıp da, kendi mesleğimle, gazetecilikle uğraşayım daha iyi. Gazetecilerle uğraşayım. Onu yola getirmek bizim boynumuzun borcu. Buna kim ne diyebilir? TRT'de biraz basından sayılır. Orada da gazetecilikten gitme arkadaşlarımız çalışır. Onları alırım ele.Bu sıralarda, gördüğünüz gibi herkes "ahkâm" kesiyor. Hükümetler, sütunlarda kurulup bozuluyor, yenileri hazırlanıyor. Tezgâhlanıyor.- Bülent Bey, AP-CHP koalisyonuna neden yatmıyorsunuz? Nesi var yani?"Sana ne?" demeli, amma olmaz ki, karşılığı da kibarca olmalı...AP-CHP koalisyonu olursa, daha bir fiyakalı olacak işler de ondan. Böylece, seçmenin -yapabildiği kadar- getirdiği, Ankara'da değişikliğe uğratılacak.CHP-MSP koalisyonu oluverecek diye, kimlerin nasıl uykuları kaçmıştır, ne bileyim?Sol hiç etkin olmamalı, olsa bile sağın içinde eritilmeli, sonra da ilânlar, krediler gelmeli.Süleyman Bey bile biliyor:- Bir AP-CHP koalisyonunda, Bülent Bey belki yıpranır, fakat biz siliniriz.Sonra böyle bir koalisyonun Başbakanı kim olacak? Herhalde Süleyman Bey değil, Süleyman Bey olmayınca, Bülent Bey de değil...Ya kim?İşte, basınımız...Son sıralarda, çeşitli bakanlıklardan yurt dışına yok basın ateşesiydi, yok işçi ateşesiydi diye gidenlerin listesini gördünüz mü- Sanki işgale uğramış da, kaçıyorlar bir yerlere... Bırakıp giden, gidene.

Page 131: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

TRT'nin programları tam anlamıyla oyuncak programlar. Herkesi enayi yerine koyan şeyler. Geçen gün TRT'den bir yetkilisi söylemiş:- Efendim, beğenmiyorsanız çevirirsiniz düğmeyi.Haydi bakalım, verin cevabını yetkiliye...*Atatürk zamanından bir fıkra:Eski zamanın Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, bir gün gelmiş Atatürk'e:- Paşam, bir köylü size hakaret etmiş. Mahkemeye verilecek, izninizi almaya geldim. (Cumhurbaşkanlarına hakaretlerde dâva açabilmek için izin alma gereklidir.)Atatürk sormuş, biraz da hayretle:- Ne demiş bana adam, neden demiş acaba?- Allah kahretsin mi, ne demiş...- Neden demiş acaba?- Bilmiyorum...Atatürk araştırılmasını emretmiş. Aramışlar, taramışlar, sonunda bir jandarma zaptında bulmuşlar nedenini.Köylü, sigara aramış, yok... Tütün aramış yok. Sonunda tütün yerine mısır püskülü içmeye karar vermiş. Ona da sigara kâğıdı yok. Gazete kâğıdına sarmış, mısır püskülünü. Bir nefes çekmiş, ölecekmiş neredeyse. Söylenmiş kendi kendine:- Allah kahretsin Mustafa Kemal'i...Atatürk, içeri tıkılmış olan köylünün dosyasını inceledikten sonra, Saraçoğlu'na sormuş:- Sen hiç gazete kâğıdına sarılmış, mısır püskülü içtin mi?- Hayır Paşam, içmedim...- Ben içtim, demiş Mustafa Kemal. Adam haklı. Bırakın adamı...(12 Kasım 1973)

ÇİMENTO TOZLARI!..

On yıldan fazla ağır hapis cezasına hükümlü, ekonomi profesörü Sadun Aren, yatağının üstüne yerleştirdiği tahta sandık üzerinde kaç yıldır çalıştığı "Elli Yılda Türk Ekonomisi" kitabını bitirdi, bitirecek. Gün ışıdı, ışıyacak. Şimdi kalkar arkadaşlar yavaş yavaş. Sadun Bey, soğukların artması üzerine volta süresini biraz kısalttı. Koalisyon ne olacak acaba? Nasıl olacak? İyi şeyler düşünmeli, iyimser olmalı hükümlüler içerde...Şaban Erik kalkar kalkmaz, battaniyesinin üstünde biriken oldukça iri çimento tozlarına bakmış olmalı. İki parmağıyla fiskeledi çimento tozlarını. Havalandı tozlar... Bütün gece ciğerlerine dolmuştu tozlar kim bilir? Niğde Cezaevi, yeni bir yapı ya, kim yapmış bunu böyle. Yemekhanesi nasıl soğuk. Soğukluğu bir yana, üstünde yemek yenen masalar betondan ve betona -yere- bitişik. Oturulacak sandalyeler yerine de beton dökülmüş. Niye? Efendim, hükümlüler sandalyeleri kaptıkarı gibi birbirlerinin üstüne

Page 132: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

fırlatmasın diyedir, ne bileyim... Ama soğuklarda beton üstüne oturup, beton masada yemek yemeyenler bilmez zorluğunu, nerden bilecek?Ama, yine de rahat olmaları gerek, Mamak'taki tutukevine göre. Önce her sabah erkenden kalkıp -sıkıyönetim döneminde tutuklular er sayılıyor ya- eğitim yapma yok. Olur, olmaz hakaret yok...*- Hey, Sadun, ulan gel buraya. Seni komutan çağırıyor...Sadun Bey, yıllar yılı genç yetiştirmiş, eğitmiştir. Kendisine böyle seslenen köylü çocuğunun dediklerine aldırmaz, ağır ağır yürür. Çağırana doğru gider.Bunu duyanların ağrına gitmektedir. Bir hükümlü sorar:- Sizin köyde, babası yaşındaki insanlara böyle mi hitap ederler?Sadun Aren, 1965-1969 arasında TİP milletvekiliydi. Karşı partilerden milletvekilleri, senatörler, sözlerine "Sayın Aren..." diye başlarlar, öyle konuşurlardı. Hepsi için de durum aynıydı...Tutukevlerinde yedikleri dayaklar ve tekmeler yüzünden vücutça sakat kalanları da okuruz ileride ne bileyim?Böyle birinin -Osman Arkış'ın- babasının, birkaç gün önce Cumhuriyet'te mektubu vardı. Çocuk, gözünü mü kaybetmiş dayaktan? Herhalde ilgililer, ilgileneceklerdir bu mektupla. Gerekeni yapacaklardır.*Niğde Cezaevi'nde sadece eski TİP'liler yoktur. Orada İstanbul'dan gelen Necmi Demir, Kâmil Dede, Deniz Gezmiş'in arkadaşları Mete Ertekin, Abdullah Geceoğlu -hiç birini tanımam, adlarından biliyorum, herkes gibi- Attilâ Keskin ve daha başkaları da var. Koğuşları ayrı onların. Belki havalandırmaya, ya da hamama giderken görebilirler tanıdıklarını.Eski TİP'liler havalandırmada kendi aralarında yarışmalı sporlar bile yapıyorlar mıymış? Hepsinin bir tarafı yaralanmış, berelenmiştir anlaşılan...Adapazarı Cezaevi'nde Behice Boran'la Emel Mesci var. Behice Boran'ı iyi tanıyorum ama, Emel Mesci'yi hiç görmedim. İstanbul'da hüküm giyip, Adapazarı'na nakledilmiş siyasîlerden, Adalet Bakanı Mumcuoğlu, Behice Boran'ın ayrı odaya alınması için, emir verecekti yetkililere... İstanbul'da yatmakta olan Çetin Altan'ın gözlerinin gerekirse Avrupa'da iyileşmesi için her şeyi yapacağını söylemişti. Gazetelerde okuyorum, yok daha bir gelişme.Af çalışmaları ne olacak, bu koalisyon hengâmesinde? Kimsenin içerdekileri ve onların özgürlüklerine kavuşmalarını düşündüğü yok mu? Af konusunda gerçekçi olanların tereddütleri, endişeleri mi haklı? Ben mi düş görüyorum yoksa? Hep ortamı öne süre süre ne büyük adlî yanlışlıklar, haksızlıklar yapıldı.Bu yazıyı, bir tutuklular, hükümlüler kronolojisi çıkarmak için yazmadım. Elli yıla, şöyle ya da böyle girdik. Ama elli yılı geçirdik de, yüzüncü yıla doğru gidiyoruz...Rüzgârı ters yöne estirebilir misiniz?Cezaevlerinde rüzgârlar taşıyor, çimento tozlarını. Birkaç saatte gözle görülecek bir beyazlık kaplıyor yatakların üstündeki battaniyeleri. Şaban Bey, iki parmağıyla fiskeliyor bu tozları, havalandırıyor.

Page 133: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yalnız o mu, onlar mı? Koca bir gençlik öyle girdi, öyle çıkıyor ellinci yıldan...(13 Kasım 1973)

ÇOBAN YEDİ, KOYUNA GİTTİ...

Zaman zaman "Ankara Notları"nın "mapusane notları"na döndüğünün farkındayım. Böyle zamanlarda kalkıp meclise gidiyorum. Meclislerde neler olduğunu sezmeye çalışıyorum amma asıl liderler arasında neler oldu? Onu bir anlayabilsem?Ferruh Bozbeyli konuşurken, Süleyman Bey'in yüzünde bir allık, kırmızılık gitti geldi. O kırmızılık sonra gitti, Süleyman Bey'in tepesine çıktı oturdu. Ferruh Bey, sonra arkadaşlarına şöyle diyecekti:- Ben konuşuyorum, adam kızarıyor. Dinleme zorunda olduğu için de bir şey diyemiyor. Ben iri gözlerine baka baka konuşuyorum. Bir ara, ben de güç durumda kaldım. Süleyman Bey'in gittikçe kızaran yüzü, onun tepeye vurması...Ferruh Bey, daha fazla bir şey söylememişti aslında. Daha önce söylenenleri, sokaklarda çocukların bile söyleştiği konuları söylemiş, ancak Süleyman Bey'e bazı şeyler ima etmişti. Örneğin şöyle demiş olabilirli Bozbeyli:- Bak Süleyman Bey, CHP güçlendi. Genç, dinamik bir kadro ile meclise geldi. Bizim kuracağımız hükümette, Başbakan da bakanlarda o kadar yeni ve kusursuz olmalı ki, bakan kürsüye çıktığı zaman, CHP'nin o genç ve güçlü kadrosu bile bir şey diyememeli. Ben kuvvetli hükümeti, bilgili hükümet olarak da anlamıyorum. Bilgi noksanlığı teknisyen kadrolarla tamamlanabilir. Amma, adı pek iyi tanınmamış ve yıpranmış kimseler ne hükümeti "bak kardeşim, senin hakkında şunlar var şunlar var. Bu kurmalı, ne de kabineye girmeli."Bu sözlerin anlamı açıktı. Ferruh Bey, Süleyman Bey'e "bu halde hükümeti sen kurmamalısın..." demeye getiriyordu.Süleyman Bey'in boynundan bir ter belki boynundan aşağı süzüldü süzülecek. Süleyman Bey, kendini toparlar gibi oldu. Sordu:- Benim başkanlığımda kurulacak bir hükümete katılır mısınız?- Hayır!Yoksa Süleyman Bey deminden beri söylediklerini anlamamış mıydı? Yoksa anlamazdan mı gelmişti?*Kulislerdeki konuşmalar:- Süleyman Bey'e hükümet kurulması görevi verildiği gün Genel Kurmay'ın ışıkları sabaha kadar yanmış...- Kim unutmuş acaba ışıkları söndürmeyi?- Fakat Korutürk, Semih Sancar'a "bir şey olmaz" demiş. Demokratik Parti Süleyman Bey'le girmiyor. Emniyet sübabı o...Senato'da Başkanlık divanı tartışmaları var. Tam kahve ocağına yakın koltuklarda Faruk Gürler Paşa'nın yanına ben iliştim. Kahve istiyoruz.

Page 134: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Senatoda'da bir çıngar çıktı. Gürültüler geliyor, kahveyi de Gürler Paşa'yı da bırakıp oraya koşuştuk.MSP'liler ellerinde anahtar. Fakat kapı da iyice aralık. Ya kapıyı kapamalı, kilitleyip cennetin anahtarını tutmalı, ya da insana şifreliymiş izlenimini veren bu anahtar oyunlarına boş vermeli. Hem, "her halde CHP bizimle koalisyon yapar" deyip kapıları aralık tutmak, hem de ele anahtar kapıda beklemek ne demektir? MSP oy verse, Meclis başkansız kalmayacak. Ama, sezilen o ki, herkes Meclis başkanlığını ileride oynayacağı bir oyunun başangıcı sanmada MSP hükümet belli olunca verecek belki oyunu. Sözlerinde duranlar bir -az biraz- Turhan Bey'le Ferruh Bey Meclis Başkanı adayı Birler. CHP'nin 185'inden fazla oy alabiyorsa CGP ile DP'den verilen oylar.AP'li yöneticiler -söz verdikleri halde- oy vermiyorlar. Son tutlar sırasında AP'li grup başkan vekilleri CHP'lilere seslendiler:- Boşuna tur yaptırmayın, oy vermeyeceğiz...Peki, ne olacak?Meclislerin başkanları seçilemez, meclisler işlemezse hükümeti kursanız ne olacak? Hani, parlamenter düzen yanlısıydınız ne çabuk terkediverdiniz? Meclisler, hükümetlerden sonraya gelemez kalamaz. Buna arabayı atın önüne koşma derler. Bu kadar gayrî ciddî tutumla, adama memkelet yönetme bir yana kuzu bile güttürmezler...Senato toplantılarını yöneten Mehmet Ünaldı'nın tutumu tam bir partizan AP'li tutumu. Yangından mal kaçırırcasına allem edip, kallem edip Senato Başkanlık divanında Kontenjan Grubu ile Millî Birlik Grubunu temsil ettirmemek ister, Vaktiyle buna benzer bir şey Mecliste olmuştu, 15 üyelikle meclise gelen TİP'lilere -kendilerine düşen- divan kâtipliğini vermemek istemişlerdi. Vermediler de, TİP Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, TİP'e üyelik tanımamakla ilgili işlemi, "usülsüz ve Anayasa'ya aykırı tüzük, içtüzük değişikliği" niteliğinde gördü. Yöneticilerinin suratına çarptı bu Anayasa'ya aykırı durumu. Ne oldu? Anayasa Mahkemesi'nden karar çıkana kadar. Başkanlık Divanınında TİP'li bulunmadı. Galiba "Kanunsuz Süleyman" deyimleri kamuoyunda bu olaylardan sonra yerleşti. Şimdi benzerleri yaratılmak isteniyor. Meclis Başkanı'ndan bize ne, biz dümenimize bakalım hele kafasından nerelere varılabilecektir bilmem. Türkiye'de demokratik bir ortamın yaratılması zorunluymuş, gelip geçmiş olaylara bir kalın çizgi çekerek bir genel af çıkarılmalıymış. Kimin umrunda?(16 Kasım 1973)

İÇERDE NE VAR NE YOK?

"Mapusane notları" yazmak istedim bu gün. Dışardan, demir parmaklıkların arkasında olanları...Bir Ankara Notları'nda Adapazarı Cezaevi'nde kalan Behice Boran'dan söz ederken, aynı koğuşta kalan A. Ayşe Emel Mesci'yi de anmış, kendisini gazetelerden tanıdığımı yazmıştım. Görmedim gerçekten, bir sinema ve

Page 135: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

tiyatro oyuncusu olduğu kadar başarılı bir ressammış da. İki yıl, üç aydır çok sevdiği sanatından, anasından, babasından uzak Adapazarı Cezaevi'nde. Orda -kimseye yük olmamak için- seramik taklidi kolyeler yapıyor, sık sık kendini yoklayan romatizma ağrılarına dayanmaya çalışıyor. Cezaevinde okuma-yazma bilmeyen kadınlara okuma öğretmek başlıca uğraşı. Güz geldi, geçti. Cezaevinde parmaklıklar arasından gözüken Adapazarı'nın ağaçları tablolarda çıplak olmalıdır. Filmden kesilmiş gibi minnacık tablonun ortasındaki kızıllık güneş yumağı... Tiyatro sahnesinde de güneşi görmediğinden yakınırdı Emel Mesci, provalar, arkasından oyunlar... "Dışarda havalar nasıl?" diye sorardı o da arkadaşları gibi. Balede oldukça başarılıydı demek. 1971'de, Şehir Tiyatrolarında oynadığı "Didar" rolünden dolayı arkadaşları "Çarpık bacaklı balerin" adını takmışlardı. 1969'da Kıbrıs'a yaptığı bir gezide, orada çıkan "Bozkurt" gazetesi muhabirine şunları söylemiş:"Sinemayı yeterli bulmuyorum bugünkü durumu ile.. Ama şüphesiz ki, umut vaad eden bir gelişim içinde, Kıbrıs'a gelmeden önce 7 Adım Sonra adlı bir film çevirdim. Bu filmde Uğur Güçlü ve Erol Taş'la oynadım. Sinemada beğendiğim oyuncuları sorarsanız dört isim sayarım size: Yılmaz Güney, Muhterem Nur, Erol Taş ve Sadri Alışık."Oyun yazarları içinde de Necati Cumalı, Haldun Taner ve Güngör Dilmen'i beğenmiyormuş o zaman...Adalet Bakanı Mumcuoğlu, Adapazarı Cezaevi'nde yatan 15 yıla hükümlü Behice Boran'ı cezaevi içinde -belki az çok- rahat çalışabileceği bir ayrı odaya aldırdı. Orada tercümelerini yapabilecek, kitaplarını, dergilerini okuyabilecek belki... Cezaevi yetkilileri, bir de görüşme hücresine bir tabure yahut sandalye koysalar. Bir mahkûmun hele 65 yaşındaki bir mahkûmun ayakta görüşmecileriyle konuşması, kolay değildir de...*Gördüğü işkenceler, önce "Ortam" dergisinde, sonra "Yeniortam"da yayınlanan Kadriye Denizözen, cezası kesinleştikten sonra Karadeniz kıyısında Giresun'a nakledilmişti. Orada Kadriye Denizözen'in dünya ile ilgisi kesildi gibi bir şey. Gördüğü işkencelerden bir süre sol kolu felç olmuştu. Kadriye, Giresun'da halı atelyesinde çalıştırılıyor. Kendisi Güzel Sanatlar Akademisi'ndeydi ya önceleri: Çizmezse falaka ile ve hücre cezası ile mi tehdit ediliyor? Ne hakla? Ortaçağ düzeninde çalıştırma, cezan kesinleştikten sonra, hangi yasa maddesine, hangi yönetmeliğe uyuyor? Adalet Bakanı'nın, Kadriye Denizözen'in durumuyla da ilgilenmesini diliyorum.İlkay Demir de Amasya'da.Duruşmaları sırasında adlarını gazetelerde okuduğumuz bu insanları unutup gitmişiz...Tutukevileri, cezaevleri dolu daha. Arada bir serbest bırakmalar, tutukevlerinde yeniden dayak olayları... Yeni hükümetin kurulacağı haberlerinin hükümlülerde yarattığı olumlu izler, gecikmelerin getirdiği karamsarlıklar. Neler tartışılıyordur aralarında?Niğde Cezaevi'nde dört yıl parlamentoda sosyalist bir partinin temsilcileri olarak iktidara kök söktürmüş, gerçek demokrasiye gönülden inanmış insanlar neler tartışıyorlar oralarında? Arada bir, aynı Anayasa

Page 136: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Mahkemesi'nce kapatılmış MNP'nin yeni MSP'nin Genel Başkanı Erbakan'ın koalisyon girişimleri de geliyor mudur hatırlarına? Bence, demokrasinin olduğu ülkelerde sosyalist partiler vardır. Hatta, demokrasi olan ülkelerde komünist partiler de vardır. Demokrasi olan yerde düşünceler serbestçe söylenir çünkü...*Kızı aylardır tutukevinde olan bir anne, İstanbul'dan, Fatih'ten yolladığı mektupta şunları yazıyor:"Yavrularımıza hunharca işkence yapanlara insan demeyeceğim, bunlar başka dünyalardan gelen, bizim toplumumuzla ilişkisi olmayan korkunç birer yaratık tipleri... Bir ana, baba ki, gecesini gündüzüne katmış, yavrusunu büyütmek, yetiştirmek için güzel gençlik yıllarını yitirmiş, tüm umutlarını ona bağlamış... Gecenin bir vaktinde kapın çalınır, geleni hayırlı bir konuk sanır, koşar açarsın. Karşına gelenler, senin bütün varlığını, yuvandan koparır, götürür. Arkasından boynunu büker, bakarsın. Ana, baba, ev halkı şaşkın şaşkın bakakalır, ama içlerinde bir duygu vardır ki, tüm üzüntüleri, kaygıları bastıran bir duygu; "güven duygusu". Gelenler, devlet babanın kollarıdır. Namusumuz, evlâdımız, hatta tümü ile bütün toplumumuzun her türlü sorumluluğu onlara emanet edilmiştir. Bunda korkacak, üzülecek ne var?Meğer madalyonun ters tarafı varmış. Giden yavrunun arkasından günlerce haber alamazsın, sağ mı, öldü mü? Geride kalanlar ana baba mı, yoksa bitki mi?Gözünün önüne biricik yavrunun işkence tezgâhındaki mazlum hayali gelir. Çıldırırsın. Kapıyı, duvarı yumruklar, tekmelersin. İlâçlar içer, sakinleşmeye çalışırsın. Bu da ananın babanın işkencesi...Bunları yapanlar, yaptıranlar kimlerdir? Yasa dışı, insanlık dışı, medeniyet dışı bu işlemlerin anlamı nedir? Toplumun güvenini, saygısını yitirenler ortaya çıkarılmalıdır..."Mektuplar ne kadar çoğaldı? En iyisi onları, hükümet kurulunca yayınlamak...(23 Kasım 1973)

İŞKENCECİ...

Bir okur, yolladığı mektupta sözü işkencelere getirerek, şu fıkrayı anlatıyor:"... İşkenceden bahseden bir yazı okusam, daima amcamın anlattığı bir fıkra gelir aklıma. Fıkra şöyle:Epey eski bir devirde, bir adamın çocukları erkek olurmuş. Ve adam da bunu övünç konusu yaparmış. Her yerde arkadaşlarını kızdırmaktan da kıvanç duyarmış. Bir arkadaşı dayanamayıp, şöyle demiş:- Böyle söylüyorsun ama, ya bir kızın olursa neylersin?- Eğer kızım olursa, onu bir gâvura veririm...Bu söze tanık olanlar olmuş. Gel zaman, git zaman adamın karısı hamile kalmış ve bir kız çocuk dünyaya getirmiş. Adamı bir tasa, bir düşünce alır düşünürmüş işin sonunu. Amma kendi kendine teselli de verirmiş:

Page 137: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Hele dur bakalım, kız büyüyebilir mi? Ohoooo.... Kim öle, kim kala.Günler günleri, yıllar yılları kovalamış. Kız büyümüş. gelişip güzelleşip serpilmiş. Adamın tasası da artmış. Sağdan, soldan ağız arayıp görücü gelmek isteyenler çoğalmış. Adamcağız, düşünmüş, taşınmış bir hocaya gitmeye karar vermiş. Gidip durumunu açıklamış ve "aman hocam, bana bir yol göster" demiş. "Bu badireyi anlatayım." Hoca düşünmüş ve şu karşılığı vermiş:- Oğul, sen Tanrı'ya karşı gelip büyük söz söylemişsin. Kızını Hıristiyana veremezsin, onun Allah'ı kitabı var. Musevi desen o da öyle. Müslümana hiç veremezsin. Versen versen, bir işkenceciye verebilirsin, çünkü onların ne Allah'ı, ne dini, ne kitabı ne de insaf ve imanı vardır..."*TİP davası Askerî Yargıtay'da görüşülmekteydi. Kiminin bir dosyası, kiminin yaptığı bir konuşma, kiminin aldığı bir mektup gerekçe gösterilmişti mahkûmiyetine. Marx'ın bir kitabının evinde bulunması, mahkûmiyet gerekçesi sayılanlar vardı. -Kitaplar halen Kızılay'da vitrinlerde satılıyor.- Fakat Adnan Keserbiçer'in o da yok muydu ne? Avukatlardan biri sordu:- Peki bunun suçu ne ola ki?- Soyadı herhalde, Yetişmez mi?Yargıtay dairesi, Adnan Keserbiçer'in 6 yıl, 8 aylık mahkûmiyet kararını bozdu. Beraat kararı verdi. Fakat, beraat kararına dek Adnan Keserbiçer, tutukevi ile cezaevinde tam 17,5 ay yattı.Yirmi yıldır mesleği vardı. Motor tamircisi idi. Altın bileziği de vardı bileklerinde, yer yer takılan tel kelepçeden ayrı.Duruşma yargıcı da, yargıtay kararına uyup beraatı onaylarken Adnan Keserbiçer'e öğüt de verdi:- Duruşmalar sırasında, fikrinizden caydığınızı gösteren bir ifadede bulunmadınız. Bak, çocuk da değilsin. Yaşlısın -iki büyümüş çocuğu da vardı Adnan Keserbiçer'in- elinde altın bileziğin de var. Bundan sonra işine gücüne bak, bu kafayı değiştir.Yargıcın "bu kafayı değiştir" dediği, "boş ver sosyalizme filân" anlamına mıydı?Oto tamircisi, motorcu Adnan Keserbiçer, -TİP'liler içinde tek beraat edendi- cezaevinden çıkınca, ne yapacağını düşündü. Bir iş bulup çalışmalıydı. İşinin ustasıydı. Başvurdu. Seydişehir'deki alüminyum tesislerine girdi. burada 42 gün çalıştı. İşine devam edip giderken, bir gün üstünde "gizli" kaydı olan bir mektup aldı. Mektup Etibank alüminyum tesisleri grup başkanlığından geliyordu:"Tecrübe devresinde başarılı olmadığınızdan hizmet aktiniz 16.11.1973 tarihi itibariyle feshedilecektir. Bu tarihten itibaren işbaşı yapmamanızı rica ederiz."Adnan Keserbiçer Ankara'ya geldi. Enerji Bakanı ile ve Etibank Genel Müdürü ile görüştü. Nedense olmuyordu işi. Kimsenin elinde bir şey yok muydu? Ya cebindeki beraat kararı ne oluyordu?*Hatay'dan bir anne, Ankara'ya gelip dönmüş ve Hatay'dan şu mektubu göndermiş:

Page 138: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Ankara'ya her görüşe gelişte size uğramak istiyorum. Ama görüşten sonra herşey değişiyor. Daha dün kapıdan girer girmez, bizden önce görüşten çıkan anneler, babalar hepsi perişandı. "Çocukları dövmüşler, başları, bacakları, karınları yara bere içinde" dediler.Bu ne bitmez, tükenmez dayakmış? Ben çocuğumu gördüm, yüzü, başı yara içinde ve şişti. Bu çocukları bu hale getirmeye ne hakları var? Suçları neyse, kanun ne ceza veriyorsa verir. Devamlı küfür ve hakaret etmeye, dayak atmaya kimsenin hakkı yok. Uyku uyuyamaz hale geldik, yarın ne olacak diye.Sayın görevlilerden çocuklarımızın can güvenliğinin sağlanmasını bekliyoruz. Saygılar.Sabahat ANT"(30 Kasım 1973)

KARAOĞLAN, TEK BAŞINA!...

Cumhurbaşkanı Korutürk'ün dördüncü tur görüşmeleri bitti ya, belediye seçimlerine şunun şurasında bir haftadan az zaman kaldı ya, bu seçimlerde olsun CHP'yi yıpratmak için neler de yapılıyor? Demeçler veriliyor: 9 Aralık'tan önce hükümet kurulmalı, diye. Neden bu kadar acele efendim, üç gün daha bekleyin, belki yeni şeyler göreceğiz.Elinizdeki gazetede, CHP Genel Merkezine verilen bir bilimsel tahmin raporunu okudunuz mu? Yapılacak bir erken seçimde Karaoğlan'ın tek başına iktidar olacağı anlaşılıyor bundan. Belediye seçimlerinde ise, yarıdan fazla belediye başkanlığını CHP'nin alacağı tahmin ediliyor. Matematiksel kesinliğin, sosyo-ekonomik olaylara tüm uygulanması zor. Ancak, verilen rapora göre, 1965-1969 dönemiyle 1973-1977 dönemi arasında bir karşılaştırma yapılacak olursa, CHP'nin bir erken seçimde oyların yüzde 37-38'ini toplayarak tek başına iktidar olacağı ortaya çıkıyor. Bu oran, 1974 perspektifinde AP'nin DP ile birleşse bile, kaçınılmaz kayıplar zinciri dolayısıyla alabileceği oy oranından fazla olacak...Bazı çevreler, Karaoğlan'ın tutumunu oldukça "sert" görebilirler. "Ne uzlaşmaz adam" diye niteleyebilirler. Ancak, Ecevit'i uzlaştırmak isteyenler, söyleyeceklerini önce "kaya gibi" CHP grubuna da kabul ettirmek durumundadırlar.Günlerdir, haftalardır Ankara'nın büyük otellerinde neler çevrilmekte? Anlaşılan o ki, herkes CHP'nin sırtından iktidar olma hevesini taşımaktadır. Bir yandan "komünistlikle" suçladıkları Ecevit'i, öte yandan uzlaşmazlıkla suçlamaktadırlar. Seçimlerde boyunun ölçüsünü alanlar, tutucu gazetelere sığınmış, "ordu tahrikçiliği" yapmakta bir avuç azınlıkları -azınlık bile değil- bir avuç akılları ile bir dönem daha iktidar olmanın heyecanı içindedirler. Bunun için kullanmayacakları metod, girişmeyecekleri iş yok anladığım kadarıyla. Bir siyasal genel affı mı düşünmektedirler, hayır. Artık işkence olmasın, dünya önünde düştüğümüz durum yeter mi derler, ne derler bunlar? Hayat pahalılığı ile, tefecilikle uğraşacaklarına ilişkin tek satırlarını okur, dinler misiniz?

Page 139: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Karaoğlan'ı yapayalnız bırakıp, onun sırtından iktidar olmayı kurarlar. Akıllarına getirmek istemedikeri, yeni bir 14 Ekim'dir. Ancak görülen o ki, Bizans oyunları fazla sökmeyecek, yapılacak ilk erken seçimde Karaoğlan tek başına iktidar olacaktır. 14 Ekim'den biraz önce "Karaoğlan iktidara ayağını dayıyor" dememiş miydim? Dayamadı mı, iktidarın eşiğinde değil mi?Biraz daha bekleyelim bakalım...(3 Aralık 1973)

DALLAR ARASINDA SİNCAPLAR!..

Sabahları bazı erken evden çıkıp, Çankaya'dan Kavaklıdere'ye kadar yürüyorum. Hangi elçilik bahçesi bilmiyorum, bahçenin bahçıvanı yerlere dökülmüş sarı yaprakları süpürüyor. Birden nasıl da dökülüp yayılmışlar yerlere. Ne güzel olur, böyle yerlerde oturmak, dolaşmak, belki de sincaplar atlar dalların arasından. Birazcık bekleyebilsem yolda, seyretsem, görebilirim ne bileyim. Bahçıvana, "Kardeşim ne süpürüyorsun o kızıla çalmış yaprakları, bırak dursun" desem, nasıl şaşırır, "Çattık mı belâya?" diye başını sallar iki yana ve işime gitmemi söyler öyle ya.Dört duvar arasında, ya da caddelerde arabalarda geçiyor ömrümüz. Bazı, arabası olan arkadaşlar uğradı mı, onlarla şöyle bir Orman Çiftliği yapıyoruz. Fatma Hikmet İşmen'le örneğin, Özer Derbil'le. Ya da bir başka arkadaşla. Doğa kişiyi bunalmaktan da kurtarıyor. Fatma Hikmet İşmen mektup almış Behice Boran'dan. Bana da yazacakmış, bayram kartıma karşılık olarak. O şimdi Adapazarı'nda, Arkadaşım Niğde'de. Tek odaya geçmekten çok memnunmuş, öyle yazıyor. "Bir de af çıksa..." diyor, "siyasiler için beklemiyorum, diğerleri çıkardı da cezaevi tenhalaşır, sessizleşirdi" diye ekliyor.Neden çıkmasın siyasî af? Seçimlerde yenilgiye uğrayanlar, bunu pazarlık konusu haline getirmeseler, yapılan haksızlıkların bir an önce onarılması sağlanabilirdi. Siyasal suçlardan içerde yatanlar dışardakileri hiç rahatsız etmiyor mu? Sözde, demokrasiden, parlamenter düzenden yana olduklarını söylerler. Ağızlarını açtılar mı, sanırsınız ki tüm çabaları özgürlükler içindir. Parlamentoda Meclis Başkanını seçtirmezler, asıl anarşinin bu olacağını akıllarına bile getirmezler. Hükümet kurmak için, CHP'nin tam ezilip yiteceği koşulları ararlar.AP, 14 Ekim'de iktidara tek elle gelip, belediye seçimlerini de öbür eliyle toplamak istemişti. 9 Aralık'a belediye seçimlerinin alınmasının nedeni oydu. Fakat hesaplar ters çıktı. Süleyman Bey, güvendiği dağlara karlar yağdığını gördü mü? Şimdi, bir umut 9 Aralık'a kaldı. insan düşünüyor kendi kendine:- Bakalım, Süleyman Bey paçayı kurtarabilecek mi sonunda? Belediye seçimlerinde "yıkıma" uğrarsa, AP Demirel'i gözden çıkarabilir rahat. Yerine kim gelir? Gerçi Süleyman Bey'in kişiliği önemli değil ama, bir yerde kişiler de daha altta yatan birtakım gerçeklerin temsilcisi olarak önem kazanıyor, bir sorun haline geliyorlar. DP ile AP'nin uzlaşması,

Page 140: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

temsil ettikleri sınıf kesimlerinin uzlaşması demek olur, ama bu uzlaşma ifadesini, Demirel'in kişiliğinin politikadan uzaklaşmasında bulabilir...MSP, başından beri belediye seçimlerini ortaya atarak CHP ile koalisyondan kaçtı. Tabanının kayıp gideceğinden korkmuştu. Belediye seçimleri, bakalım MSP'ye ne getirecek?CHP için belediye seçimleri büyük önem taşıyor gerçekte. İktidar olarak, hayat pahalılığı ile savaşacağından söz etmişti. Hayatı ha deyince ucuzlatabilir mi? Elbette bu kolay değil. Ancak pahalılığı olduğu yerde durdurabilir. Bunda, kazanacağı belediyelerin büyük rolü olacaktır.CHP, 14 Ekim'den bu yana geçirdiğimiz bir buçuk ayda puan kaybetmiş sayılmaz bence. Sermaye çevrelerinin CHP'ye hükümet kurdurmamak için gösterdikleri çabalar, sağ partilerin seçmen ve vatandaş gözünde düştükçe düşen durumları, CHP'ye puan bile kazandırmış sayılabilir.Ancak, belediye seçimlerinden sonra tümüne düşen görevler var. Önce seçim öncelerinde verdikleri sözleri tutmaları gerek...*Bugünlerde cezaevlerinden ne kadar da çok mektup geliyor. Kış yaklaştı, yaklaştı değil geldi çok yerde. Odalarda sobalar kurulmamış, Buca Cezaevi ile ilgili mektupta, okur şöyle diyor:"... hem, soba kurulsa da hiç bir şey değişmiyor. Koskoca koğuşa etki yapmıyor çünkü. Günde bir teneke kömür veriliyor, sonra soba yemekhanede yanıyor, yatakhane buzhane gibi. Bir konu daha var: Devlet iki battaniye veriyor, istersen buz tut. Dışardan istesek, adı "yasak" Zenginin yorganı el üstünde geliyor, o yasak değil. Fakirin bir battaniyesi görülürse "yasak" diyerek iade edilir. Bu yazdıklarım, burada yapılan ayrımların bir kısmıdır. Eğer dışardan soracak olursanız, yemekler mükemmel, koğuşlar fırın gibi. Bunlar madalyonun ön yüzü kardeşim, ne yapalım bekliyoruz."Sisler, dumanlar içindeki Ankara'da dört duvar arasında yaşıyoruz. Ancak, canımız çekince şöyle doğayla başbaşa olabileceğimiz bir yerlere çekip gidiyoruz. Onun bile tadı, tuzu yok bunca insan içerdeyken. Ayakları zincirli, kapıları koca kilitlerle kilitliyken. Kim demişti o sözü: En son insan da özgürlüğüne kavuşana kadar bütün insanlık için özgürlükten söz edilemez...(4 Aralık 1973)

TÜKENMEYİZ KIRMAK İLE!

Anası, Binali Seferoğlu'na şöyle dedi:- Hay oğlum, kimini astılar, kimini damlara tıktılar, işlerinden attılar çoğunu...Köylü kadını, durdu oğluna baktı, ekledi:- Tükenmiyorsunuz, bak...Oğlu, anlattı anasına:- Bak ana, böyle, böyle... Doğru yoldayız biz. Memlekette bir Anayasa var. Bu Anayasayı uygulamıyorlar. Doğru söyleyeni kırdıkça kırıp, kendi yollarına çevirmek istiyorlar.

Page 141: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kadın, sevgiyle baktı oğluna.- Oğlum, güzel hoş da neden anlatmıyorsunuz bunları herkese?- Ana, bunları anlatmayalım diye kırıyorlar ya bizi. Öğretmenlikten alınmıştı. Binali kaç çocuğunu geçindirmek için nasıl çırpınıp dururdu.Geçenlerde, Doğu Anadolu illerini gezdi Binali öğretmen. Yolda, belde, köyde, kentte, kasabada önüne gelenle konuştu. Anlattı:- Herkes politikayla uğraşıyor, her yerde.- Doğu Anadolu'yu da Batı Anadolu'yu da dolaştım. AP'yi tutan tek şoföre rastlamadım. Çoğu altlarındaki arabanın borcunu ödemeden öleceklerini çok iyi biliyorlar. Tefeciliğin, sömürünün, iç-dış sömürünün nasıl kendilerini tüketmek için tezgâhlandığını pek iyi biliyorlar.Erzurum'un İspir ilçesineydi. Biri, AP ilçe başkanına takılıyordu:- Daha ne istiyorsunuz, İsmet Paşa da sizi tutuyor.- Tuttu da ne yaptı? Bizi de batırdı...Belediye seçimlerine verdi herkes kendini bu ara. Farkında mısınız, gecekondu yıkımları durdu. Gecekondulara asfalt döşenmeye başlandı.Süleyman Bey, radyo konuşmasında sağı "tek cephe" halinde birleşmeye çağırdı.Karaoğlan, 14 Ekim'de aldığı sonucu belediye seçimlerinde de almalı ki, hayat pahalılığı ile savaşını sürdürebilmek için belediyelerlden yararlansın. Belediye ve yöresel seçimler, gelecek seçimlerin oy depolarıdır demişti Vedat Dalokay. Seçimlerde, ya da gezilerde, belediye balkonundan konuşabilirsin azından.CHP dışında sosyalistler, demokrasiye yürekten inanmış insanlar, 14 Ekim'de tam bir "demokrasi cephesi" kurarak, CHP'yi oylarıyla desteklemişlerdi. 9 Aralık seçimleri de 14 Ekim seçimlerinin ayrılmaz bir parçası niteliğinde gözükmektedir. Bu nedenledir ki, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), vatandaşları 9 Aralık'ta da oyla desteklemeye çağırdı. Özgür demokratik ortamı kurma amacı ile davranacak olanlar, bu seçimlerde de demokratik görevlerini yapacaklar...Türkiye Birlik Partisi, 9 Aralık seçimlerinde CHP'yi destekleyeceğini açıklamakla en doğru yolu tuttu.14 Ekim'de silinme tehlikesi geçiren CGP -ilerde AP ile birleşme- hazırlıklarının bir başlangıcı olmak üzere, bir çok yerde AP'yi destekleyecek anlaşılan. Örnğin, Van'da Ferit Bey'i Kinyas Kartal desteklerdi yıllardır, bu kez destekleme sırası Ferit Bey'de olmalı.Anadolu'nun çeşitli yerlerinden belediye seçimleri ile ilgili haberler, okur mektuplarında da yansımaya başladı. Niğde'nin Bor ilçesinden gelen bir mektupta şöyle deniyor:"... Bor'da AP'li yöneticiler, kendi gösterdikleri aday'a zorla oy verdirmek istiyorlar. Baş kaldıranları dövüyorlar. İş Emniyete aksettiği zaman da, bir şey çıkmıyor.... Bor'a Okçu köyünden su getirme bahanesiyle belediyenin dışında bazı kimseler halktan yarım milyona yakın para toplamışlardır. Bu parayla Bor'a su getireceklerini vaat edenler, şimdi bu paraları dağıtarak, AP'li adaya oy istiyorlar. AP, 14 Ekim'de aldığı oyları da para dağıtarak aldığı için, o seçim sonuçlarından çok emindi. Fakat, evdeki pazarlık çarşıya uymadı. Dileriz ki, AP'liler Bor'daki seçimlerde de aynı sonucu alsınlar.

Page 142: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Artık halkımız bilinçlenmiş, kendini sömürenlerin kimler olduğunu görmüştür. Ak günler çok yakınımızdadır. Saygılar..."*Kıyım da, kırım da sürüp gidiyor, kimse oralı değil mi ne? Aylar önce kampanyaları başlatılan af da, içerde yatanlar da neredeyse unutuldu, gitti. ortada üzgün, analar, babalar kaldı. İstanbul'dan bir anne değiniyor mektubunda buna, kınıyor işkencecileri. Şöyle diyor:"Bebelerimizi büyütürken ninelerimiz, dedelerimiz bize kıymetli torunları için, "Aman ha, gelin, çocuklara korkunç masallar anlatıp onları uslandıracam diye uğraşmayın, iyi şeyler, güzel şeyler anlatıp çocukları oyalayın", diye tembih ederlerdi. Biz de büyüklerimizin sözünü tutardık...Gün geldi, o çocuklar büyüdü, nasıl büyüdü, artık onun orasını Allah ile ana-babalar bilir. Çok şükür yetiştirdik ya, bize bakma, artık onlar mesut olsunlar. Her şeyimiz, tıpkı kaybolan gençliğimiz gibi onlar için olsun... Gel gör ki, masallarda bile çocuklarımıza anlatmaya kıyamadığımız korkunç hayaller, vampirler, devler, boynuzları olan cüce işkenceciler, ağızlarından ateş saçan canavarlar, başlarında kukuleta, ellerinde kızgın demirler taşıyan ve bu kızgın demirleri masum insanların derilerine batıran korkunç mahlûklar... Bu canavarlar ki, düşlere girseler adamı yatağından sıçratan yaratıklar meğer gerçekmişler, meğer içimizde yaşıyor, aramızda dolaşıyorlarmış...Her bir yiğit oğlumuzun, gelinlik kızımızın ardında bir vampir dolaşırmış da bizim bundan haberimiz olmazmış... Masalını anlatmaya kıyamadıklarımız, günlerce, bu vampirlerin elinde, aklın almadığı eziyetleri çekmişler, perişan olmuşlar dayanmışlar.Hâlâ, masalların beşiklerinde uyuklayan bazı gafiller, bütün bu olanlara, gerçek dışı, masal, masal diye sayıklıyorlar. Bunun masal mı, gerçek mi olduğunu o çocukları doğuran analara, babalara sor da sana anlatsınlar... O analar ki nelere dayanmadılar? Dağların, taşların bile dayanamadığı acılara bu anaların küçücük yürecikleri dayandı işte. Acıdan kahrola ola, dayanıyor ve yaşamaya çalışıyor. umut, tüm yaralı anaları hayata bağlayan tatlı umut duyguları uğruna..."*Masal anlatmasını hiç bilmem. Eylem'i ya da Özlem'i uyutacağımda uydururum bir şeyler.Bir akşam yatağa uzandım. Eylem de yanımda. Kitabı karıştırıyorum, Eylem'i nasıl oyalamalı?- Hadi Eylem, bana masal anlat.- Peki... Bir varmış, bir yokmuş. Bir parmak çocuk varmış. Parmak çocuk, yolda giderken karşısına kocaman bir amca çıkmış. Bozacı amca, yaaa... Ama, sen uyumuyorsun?(5 Aralık 1973)

KORUTÜRK OYUNA GELMEMELİ!

Page 143: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Düş gücümü de çalıştırarak. Çankaya'da neler geçtiğini bulmaya çalışıyorum. Doğrusu, Korutürk'ün basınla ilgili danışmanları bu kez tökezlemediler. Haber aldık ki, Korutürk'ün konuşması ajanslara saat 12.00 ile 13.00 arasında verilecektir. "Aman iyi" dedim içimden, "Böylece Anadolu baskıları da kurtuldu, haber yetişir demektir." Neydi o bayram mesajlarında, tam saat 16.00 ile 17.00 arasında basınla ilişki kurmaya çalışmalar. Demek, bazı bazı yazmanın eleştirmenin yararı oluyormuş ne güzel...Cumhurbaşkanının konuşması belki de pazartesi günü olacaktı. Belki de danışmanlardan biri:- Efendim, salı günü yapsanız, o gün televizyon var.. demiştir ne bileyim.Benim televizyonum yok ama, televizyonu olanlar Korutürk'ü televizyonda hem seyredip hem dinlediler.Aferin danışmana...Çankaya'da liderlerin, Korutürk'ü ziyaretçilerinde yaptıkları konuşmalar, bu kez basına pek yansımadı desem yeri. Örneğin, Erbakan Cumhurbaşkanına ne dedi biliyor muyuz? Bildiğimiz, kapından çıkarken göstermek istediği anahtar. Ne anahtarı, onu da anlayamadık... Ya Feyzioğlu ne demiştir? Süleyman Bey ya? Korutürk, Bülent Bey'e ne demiş olabilir? Anlayacağınız gazetecilik görevlerimizi tamı tamına yapamadık. Ciddiye almadığımızdan değil elbet. Olay ciddiydi, fakat anlayacağınız sızmadı fazla haber, sızdıramadık. Belki iyi de oldu.Düş gücümü çalıştırıyorum yine...MSP Genel Başkanı Erbakan, gözleri ışıl ışıl, Korutürk'ün taa gözlerinin içine baka baka şöyle dedi:- Ben talibim efendim, azınlık hükümetini kurmaya...Cumhurbaşkanı Korutürk, içinden ne dedi ne bileyim. Bana sorarsanız, Erbakan hükümet kurma işini de cıvıttıkça cıvıttı. En sonunda bunu da dese ne gerekirdi yani...Aralarında benim de olduğum, sol basın yazarları, gazetecileri gereğinden çok önem mi vermiştik MSP'ye diye düşünüyorum bazen "Gerici bunlar" ya, "Sağcı değiller" mi demiştik? Erbakan, üçüncü parti olup gelmeye, Türkiye'de şimdiye değin yanlış kullanılan kavramların tartışılmasına yol açmayla, bir yenilik getirmemişler miydi? Bilmediğim oyunculuğuymuş. Aldığım haberlere göre, Anadolu'da da varmışlar farkına bunun.- Bu ne biçim devlet adamlığı?Böyle soruluyormuş, köşede, kıyıda, kahvede...- Zaten belliydi bunların böyle olacağı...Böyle diyenler de var. Dini sömürüp kullanabilenin daha nelerini kullanamayacağını düşünürsünüz?CHP'nin verilmiş sadakası varmış diyenler, oyunları sezenler miydi dersiniz?Korutürk'ü, çok çevre hükümet kurulması konusunda etkilemeye kalktı. Başta sermaye çevresi, "Sağ koalisyon olmazsa AP-CHP koalisyonu" diye etkilemek istedi. Bunun yanında yüksek bürokratlar, hele onlar: "Aman keyfimize dokunulmasın. Bu da ancak, AP-CHP koalisyonu ile olur" diyorlardı. Herkes yerinde rahat edecek, burnundan kıl alınmayacak, gazeteci mi alacak yüzbinlerce liralık resmi ilânları, özel ilânları, alacak

Page 144: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

dövizlerini, devlet kapısında AP'lisi desen var, CHP'lisi desen öyle. Gel keyfim gel. İşadamı mı? Onun keyfine diyecek mi var ki? Düzenimiz ve de dümenimiz bozulmasın efendim...- Ama, bunların hepsinin maksatları aynı olamaz ki? İyi niyetle, bunu isteyenler yok mudur?- Var tabiî, örneğin Korutürk başından beri -elbette- iyi niyetle istemekte bunu. Fakat, sonuç aynı kapıya çıkıyorsa, iyi niyetle başlanan işin de yeni baştan dününülmesi gerek.Ne işi vardı Feyzioğlu'nun yok Bayramoğlu'nun işin kulislerinde? Bayramoğlu, Emin Paksüt'ün yakını mıdır? CHP'yi AP- CHP koalisyonlarına yatırmak için tertipler kurulduğu bile söylendi durdu kulislerinde Parlamentonun...Korutürk, CHP ile AP'nin bir araya gelerek "protokol"ü görüşmelerini istiyor. "Hadi artık, fazla nazlanmayın canım" demeye getiriyor. Nasıl bir protokol? Örneğin, Süleyman Bey, Ecevit'in Başbakanlığına razı olur mu? Korutürk'le görüştükten sonra, Demirel ne demişti, gazetecilere:- AP'nin değişmeyen ve değişmeyecek olan kararı CHP'nin kuracağı bir koalisyona katılmamaktadır...Buyurun bakalım, anlaşın protokol üstünde. Hangi maddesinde anlaşacaklar protokolün? Af mı? Hükümetlerin devlet kadrolarına doldurdukları partizanların ayaklanması mı? İşkence yapanların kamuoyu önünde kınanması ve cezalandırılması mı? Hayat pahalılığı ile savaşta mı? Hayat pahalılığı ile savaşacak olsa, işte kabinede bakanları... Bunun için niye koalisyonlar arasında AP?Ha, seçmeden bulamadığı yüzü -CHP'yi kırpıp küçülterek- eşitlik ilkesine indirgeyerek, hükümette ve Parlamentoda bunu sağlamaksa, hadi safça söyleyelim, bunun hazırlıklarını olsun şimdiye değin yapmalıydı. Nedir o, Senatoda bir AP-CHP-CGP grubu bırakma fiyaskosu? Nerede Millî Birlik, Kontenjan Grupları? AP zaten oyunlarını oynamış, MSP'nin elindeki anahtarın ucuna bir tırmığından yapışmıştır. Erbakan'ın getirdiği "Demirel başkanlığında AP-CHP-MSP koalisyonu" formülünü -büyük bir zekâ eseri olarak- ortaya çıkarmadı mı?Anadolu'da işi gücü oyun olanlara "köçek" derler. Düğünlerde oynar, bayramlarda oynar, seyranlarda oynar. Politika alanı da değişiktir benim anladığım...CHP-AP koalisyonu, ama nasıl?Tarafsız bir başbakan geliyor çok kimsenin aklına.Tarafsız bir başbakanla CHP-AP koalisyonu akla geliyor da neden, tarafsız başbakanla ötekiler akla gelmiyor. Onların isteyip can atıkları o. Yok, bitmiş, tükenmiş Süleyman Bey'i Karaoğlan'a sürükletmekse, taşıtmaksa amaç, bu da çıkar bir yol değil. Kimse kimseyi kurtaramaz ki.Millî koalisyon önerisi fena değil aslında. Ancak, en kısa zamanda seçime gitme koşuluyla. Partilere sadece bir propaganda süresi olacak kadar sürecek bir koalisyon. Erken seçimi de kimse istemiyor ki...Çok kimse 14 ekimde Ecevit'in kazandığını boğazında bırakmak istiyor. Savaş alanlarında kazanılanı barış masasında kaybetmek gibi. Karaoğlan gelir mi bu oyuna? Çeşitli yerlerden etkilenmek istenen Korutürk de gelmez.

Page 145: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

(6 Aralık 1973)

SÖNEN BALONLAR...

Eylem radyoda masal saatini dinliyordu. Masalcı, saat 21'de masalını bitirirken şöyle dedi:- Masalımız burada sona eriyor. Hepinize iyi geceler, tatlı rüyalar sevgili çocuklar.Arkasından "24 saatin olayları" yani haberler var. Eylem annesine seslendi:- Anne, masalım bitti. Şimdi sizin masalınız başlıyor, hadi dinleyin...Seçim gecesiydi ama, TRT seçim haberlerini -kendine yaraşır biçimde- gereği gibi veremedi. Gıdım gıdım verilen sandık haberleri, Anadolu'nun dört bir köşesinde merakla sonuç bekleyenleri neredeyse fıtık edecekti. Seçim haberleri de isteksiz isteksiz okundu desem yeri. O sıra televizyon meraklısı Hüsamettin Çelebi, karşısına getirebildikleriyle "koalisyonculuk" mu oynuyordu televizyonda? Konuşmacılar hiç mi merak etmiyorlardı, seçim sonuçlarını ne oluyor, nereye varıyor diye?Seçim geceleri sabahlarız gazete bürolarında. Gelenimiz, gidenimiz çok olur ne güzel. Bir ara Özer Derbil'in getirdiği köpüklü şarabı bile patlattık. Yerli malı köpüklü şarap. İhsan Topaloğlu, Celâl Vardar (şairdir) uğradılar. Yenigün'den Cemallettin Ünlü kapı komşu olduğumuz arkadaş.CHP Genel Merkezi bayram havasındaydı. AP'de başlarda bir durgunluk, suskunluk. Sanki seçimde umdukları sonucu alamayışlarında siz sorumluymuşsunuz gibi, korka korka telefon ediyorsunuz. Karşılık:- Daha bir şey belli değil efendim.CGP'nin fazla beklediği yoktu zaten. Fakat Turhan Bey'in yüzü neden bozuk, gözleri bu kadar kanlıydı? O, AP'yi desteklememiş miydi? Süleyman Bey'in "sağ cephe" çağrısına ilk koşan o değil miydi? Biraz bekledikten sonra erkenden kapadı dükkânı, gitti.Aklıma, Turhan Bey'i ilk gördüğüm 1957 seçimleri gelir. O zamanki CHP Genel Merkez telefonunun başında yalnız o vardı galiba. İllerden gelen haberleri o alıyor, oradakilere buyuruyor, çıkışıyor zaman zaman. Yüzünü gördükten sonra, bir şey bile sormadan camdan bakıp uzaklaşmıştık oradan. Turhan Bey , ilk 1957 seçimleriyle politikaya atılmıştı. İsmet Paşa tutuyordu. Hakkında yazı da yazmıştı. Fakat, beni çok kez şaşırtan bazı tesadüflerdir. 1957'de Turhan Bey, kendi istediği yerlerden adaylık koysa ve adaylık yerini değiştirmeseydi, belki de Türk siyasî hayatı Turhan Bey'den kurtulmuş olacaktı. O, 1957'de İstanbul ve Denizli'den aday olmak istemişti. Fakat -aklımda kaldığına göre- o zaman, Genel Sekreter Yardımcısı olan Kâmil Kırıkoğlu, onu uyardı, "Yahu sen kaybedeceksin. Çünkü İstanbul'la Denizli'de zayıfız" demişti. Turhan Bey'in gözleri parlamıştı. Bu işi tam bilen biri gibi davrandı, yani kurnazca:- Kâmil Bey, siz nereden aday olacaksanız ben de oradan olayım.

Page 146: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ankara ve Sivas'tan aday oldu. Kazandı. O gün bugün, Parlamentoda...Turhan Bey'in önceki gece yüzü neden bozuktu acaba? Eski günleri ve bir de sönen balonları düşünmüş olmalıydı. Ne bileyim...CHP'deki bayram havasına karşın, zaman zaman "Ahhhh...", "Eyvah..." sesleri de gelmiyor değildi. Çok küçük oy farklarıyla Antakya'yı, Sinop'u kaybediyordu CHP. CHP örgütü buralarda iyi çalışmamıştı. Daha geçenlerde Antakya'dan genel merkeze telefon edilmişti.- Ne olur, buraya Ankara'dan birini gönderin. Biri gelirse kazanabiliriz.- Bizim genel başkandan başka oy sürükleyecek adamımız yok şu anda Ankara'da. Genel başkan da ayrılamaz.- Yahu, başka birisi gelsin hiç değilse. Örneğin Turan Güneş gelsin...- Turan Hoca yok, İzmit'te.Antakya 150 küsur oyla kaptırılıyordu. Sinop da öyle.Karaoğlan alelacele çıkıp kahve kahve dolaştığı İzmir ile 20 bin kişiye konuşmasını dinlettiği Muğla'da CHP kazanıyordu.Şimdi, "mahallî seçimler"le ilgili türlü yorumlar yapılmaya başlanacaktır. AP küçük bölge belediyeliklerini ortaya dökerek, hiç de zararlı olmadığını, CHP ile nerdeyse eşit belediyelik aldığını bile söylecektir. Gerçekte ise, Ankara, İstanbul, İzmir'e birlikte, Çukurova ve Kocaeli sanayi bölgesinin, kıyı şeridinin CHP'ye oy vermesi, şimdiye değin bir "mit" olagelen AP'nin artık göç hazırlıklarının açık belirtileridir. Bu, 14 ekimde ilk kez ortaya çıkmıştı. 9 Aralık seçimleri 14 Ekim'i perçinlemekten başka, Karaoğlan'ın başka yol olmazsa "azınlık hükümeti" kurabilmesi için yeni bir güç kazanması niteliğindedir.Bu seçim sonucu da alındıktan sonra, Süleyman Bey ne yapacak? Daha doğrusu, Süleyman Bey'i AP'nin başından uzaklaştırmak isteyen AP'lilerle, DP'liler bir birleşmeyi sağlayabilecekler mi? Belki önümüzdeki günlerde gazetelerde buna ilişkin haberler göreceğiz.Demokratik Parti, bu seçimlerde üçüncü parti olduğunu gösterdi MSP'yi -zaten dördüncüydü oy sayısı bakımından- dördün dibine itti. Ve MSP kadar, AP'ye yardımcı olmadı. MSP balonu da söndü gitti...1968 seçimlerinde AP 52 ilde belediye başkanlığı kazanmıştı. Buna karşılık, CHP sadece 12. Önceki günkü seçimler, AP balonunun söndüğünü rahat göstermiyor mu? 52 ilden 22'ye düşen bir AP. Buna karşılık, Türkiye ölçüsünde büyük başarı sağlayan bir Karaoğlan...Bu, "demokrasi cephesi"nin büyük başarısıdır.(11 Aralık 1973)

"BEN CUMHURBAŞKANI OLSAYDIM..."

Kurt ulumalarıyla uyandı adam, sabahlığını üstüne geçirerek pencereye koştu. Perdeyi araladı, baktı. Bir şey anlayamadı. Ulumalar devam ediyordu:- Uuuuuuuuu - uuuuuuuuu....Dudakları büzüldü: "Acayip" dedi. "Bu ulumalar da ne ki?"

Page 147: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Sonra sonra anladı. Apartmanın tam karşısında başlarına sarığa benzer, beyaz bezler de sarılmış bir şeyler giymiş, ayaklarında değişik biçimde çizmeye bir benzeyen, bir benzemeyen şeyler takmış birkaç gençti bunlar.- Uuuuuuuuu - uuuuuuuuu....Sonra gençler, apartmana girdiler, yukarı çıkıyorlardı. Merak bu ya, adam da kapıyı araladı, seyretmeye başladı. Apartmanın bir dairesinden çıkan, dudakları jiletle kesilmiş gibi, kurda benzeyen bir adam, gençleri karşıladı. Şöyle dedi:- İnlerinize kurtlarım, inlerinize...Gençler uzaklaştılar oradan.12 Marttan sonra, Cumhurbaşkanının da deyimiyle kışkırtılmış ve itilmiş solcu gençler, gözaltına alınıp, tutuklanırlarken, "komando" denenlere hiç bir şey olmamıştı. Ankara'da, yurdun çeşitli yerlerinde öğrenci yurtlarında, hatta okullarda, üniversitelerde bir şiddet havası yaratarak, bağlı oldukları siyasal örgüte puan uyguluyorlardı anlayacağınız. Yaz aylarında, Afganistanlı bir öğrencinin uzun saçlarını kesmişlerdi. Bir öğrencinin üstüne geldiklerinde beşi onu bir arada geliyorlar, dövüp kaçıyorlardı. Yurt müdürü, adamları mıydı nedir, kös kös dinliyordu şikâyetleri.Gerçekte devletin kademe, kademe her köşesine bir siyasal -küçük- örgütün adamları yerleştirilmekteydi.Bir ara seçimlerde rol oynayacakları sanıldı. Liderleri, AP'nin desteklenmesini istemişti. Bunlar, seçimler boyunca yer yer olay çıkaracaklar, ya çıkaracakları olayları ters yansıtıp Silâhlı Kuvvetleri harekete geçirecekler, ya da AP'nin kepeneği altında isteklerini yerine getireceklerdi.Bunu sezen tabiî senatörler, AP'yi ve CHP'yi ziyaret ederek, durumu anlattılar. Uyardılar. Anlaşılan, seçimlerde bir çıngar çıkarma olanağı bulamamışlardır. Yurtlara çekilerek, kendileri gibi düşünmeyen öğrencilere baskılar yapmayı yeter buldular.Ecevit, "Demokrasiyi kundaklamak isteyenlere fırsat verilmesin" derken, bunları anlatıyordu. Sözleri şöyleydi Ecevit'in:"Türkiye'de demokrasiyi kundaklamak için ve bu amaçla veya başka amaçlarla ortalığı karıştırmak için fırsat kollayanlar vardır. Bazı teptiplerin kotarılmakta olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu yuvalardan bir bölümü, bir kesimi, 12 Mart sonrası dönemde de âdeta imtiyazlı olarak gizli, açık çalışma ve kışkırtmalarını sürdürme olanağını bulmuşlardır. Demokrasiyi ancak kendi yararlarına işlediği ölçüde benimseyen bazı çevreler, demokrasinin kendilerine yeteri kadar yararlı olamadığını gördükleri durumlarda böyle kışkırtıcı yuvalardan, topluluklardan yararlanabilirler..."Cumhurbaşkanı Korutürk'ün hükümetin bir an önce kurulması ile ilgili dileğine katılmak gerekir. Ancak, çeşitli "kışkırtma yuvaları"nın dağıtılıp, gençlere baskılar yapılmasını önlemek, istifa etmiş bile olsa Naim Talû hükümetinin, istiyorsa, kolayca yapabileceği işlerdendi. Ne güzel, partizan atamaları Korutürk'ün de uyarısı ile durdurdu... Yurtlarda "komando"ların baskılarına neden kulaklarını tıkar? Bunun için de mi, Korutürk'ün uyarması gerek? Öyleyse uyarsın Korutürk. Ele alsın, bu önemli sorunu...*

Page 148: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Korutürk'e partilerin ve kuruluşların görüşleri iletilmiş olacak bugün-yarın. Yeni hükümet hazırlıkları başlayacak artık. Korutürk oyuna gelmemeli başlıklı "Ankara Notları"na üstü kapalı, sağ organlar yüklendiler de yüklendiler. 9 Aralık seçimleri ise, orada yazdıklarımızı doğruladı, perçinledi 14 Ekim'i. Süleyman Bey umut olmaktan çıkmıştı çünkü, kim ne derse desin. Bir CHP-AP koalisyonu olsa diye dua ediyor gerçekte Süleyman Bey. Masa başında vermeyeceği yok. Fakat, fırsatını bulduğu anda, kendini güçlü bulduğu anda da ilk tekmeyi, çifteyi o atacak. Onun için AP'nin "toparlanma" pazarlıklarına yanaşması gerekir Karaoğlan'ın. Herkes birbirine soruyor:- Sen Cumhurbaşkanı olsan ne yaparsın?- Ben olsam, hiç düşünmeden veririm hükümeti kurma görevini Ecevit'e. Düşürecek olurlarsa, erken seçim arkasından...CHP-AP koalisyonu öneriliyor yer yer ya, AP'liler de biliyor artık CHP'nin kolay oyuna gelmeyeceğini. Sorunlara bakış açıları en uyuşmayacak iki parti. Biri pahalı, öbürü parasız öğretim yanlısı, biri genel af istiyor, öbürü üç gencin idamı için nasıl koşuştuğunu unutmamış olmalı daha. Geçenlerde bir AP'li konuşuyordu:- Bir Maden Kanunu çıkardık. Çıkardığımız kanundan özel sektör bile memnun değil.İçlerinde kafa yapıları birazcık olsun değişik olan hiç mi yok? Olmaz olur mu?Süleyman Bey'in şapkayı önüne koyup düşüneceğini sanmak da bir düş. Birileri gelip, şapkayı önünden alıveriyorlar. Babasının milyonları varmış -açıklandı da öğrendik- gelgelelim, kendisini devlet okutmuş. Sizin benim ödediğim vergilerden okumuş anlayacağınız. Gelgelelim, paralı öğretimin şampiyonu. Hem zengin olacaksın, hem çocuğunu devlet okutacak. Fakirin çocuğu ayazda.Süleyman Bey'in yarın en kritik bir zamanda, "Benim sayım, suyum yok..." deyip kaçıp gitmeyeceğini kim garanti edebilir?..Bir de Cumhurbaşkanı Korutürk'ün hükümet kurulması konusunda, Anayasanın kendisine verdiği yetkileri -birazcık olsun- aştığı kanısına varmıyor musunuz? Cumhurbaşkanı, Başbakanı atar, Başbakan da bakanları. "Filân partiyle olmaz, sol-sağ da olmaz" gibi yargılar ve bunu kamuoyuna empoze etmeler, "yoksa millî koalisyon" önerileri, Korutürk'ün iyi niyetine verilmeli elbette ya, bu iyi niyetten yararlanmak isteyen çevreler de olabilir. SBF Anayasa Profesörü Mümtaz Soysal, bunu en iyi koydu ortaya Soysal'ın yazısı. Korutürk'e en güzel uyarı yazısıydı. Ben de o yazıyı bulup bir daha okuyacağım...(13 Aralık 1973)

MİT ÇIKMAZI!

14 Ekim seçimlerinden kısa bir süre önceydi. Elazığ'ın Ağın ilçesine kara, beylik arabalı biri geldi. Ağınlıydı o da. Hemşerleri çevresini aldılar:- Hoş geldin, ne iş yapıyorsun, anlat bakalım...

Page 149: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kara, beylik arabayla gelen adam, karşılık verdi:- MİT'teyim. Oylarınızı Başbuğ'a vermenizi sağlamaya geldim.Yine Ankara'dan gelen bir başka konuk, MİT'ten olduğunu söyleyene karşı çıktı:- Siz devletten para alıyorsunuz, bunu yapmanız suçtur. Karışamazsınız. Sonra biz Başbuğ maşbuğ bilmeyiz. Sen de o kafayı düzelt.Kara, beylik arabayla dolaşan, ayrıldı gitti ama, bu kez kendisine karşı çıkan hemşerisi için bilgi toplamaya girişti:- Kimdir, necidir? Neden Ecevit'i tutuyor? Yoksa solcu mudur?Ağınlılar, doğrusu çok üzülmüşlerdi. Tadı, tuzu kaçmıştı anlayacağınız. Hakkında gizli mizli soruşturmaya geçilen hemşerilerini uyarıyorlardı:- Aman, sana bir kötülük yapmasınlar...*Bursa'nın Gemlik Lisesi'nde felsefe öğretmenliği yapan Dursun Ergüler'e takmıştı kancayı İlköğretim Müdürü Yusuf Şenocak ve arkasında Kaymakam Namık Kahvecioğlu. İlköğretim Müdürü Yusuf Şenocak -ne ilgisi varsa- lise öğrencilerinden, felsefe hocası ile ilgili -tabii aleyhinde- belge toplama çabasına girişmişti. Öğrencilere:- Ben MİT'le ilgiliyim. Bana yardım etmeyeni mahvederim... diyordu.Gemlik Lisesi'nde, 10 Kasım'da düzenlenen anma toplantısında konuşacak olan felsefe öğretmenine, konuşma yaptırılmamış, konuşmaya Kaymakam Kahvecioğlu engel olmuştu. Öğretmenin konuşmasının metni, sonra Gemlik ve Bursa gazetelerinde yayınlandı. Konuşmanın adı: "Atatürkçülük nedir, ne değildir?" başlığını taşıyordu. Bu konuşmaya neden engel olunduğuna, aklı başında olan kimse akıl erdiremedi.*Turizm-Tanıtma Bakanlığı'na bir gün MİT'ten bir yazı geldi. "Filân adam, yurtdışı göreve atanamaz" deniyordu yazıda.Sonra, o adı geçen memur, yurtdışı göreve atandı, yurtdışında göreve başladı. Çalışıyor bile...Bunu neden yazdım? Her şeye karışır duruma sokulan MİT, yavaş yavaş demek dinlenmez duruma da gelebiliyor. Yahut, işe geldiği zaman vatandaş MİT'e soruluyor da, işe gelmediği zaman ırgalanmıyor.Vatandaş pasaport mu alacak, sor MİT'e. Pasaport verilmez de vatandaş Danıştay'a mı başvurdu? Danıştay'a gönderilen belge şu:- Güvenlik düşüncesi söz konusu olduğundan, buradaki belgeler yollanamayacaktır. Bilginize...En yüksek mahkemeye verilemeyen "güvenlik düşüncesi" ne ki? Aynı vatandaş, bir dönem geçince alır pasaportunu gider yurtdışına ve döner.*Sıkıyönetimin en yoğun sıraları. İçerden çıkanlar bir görüşmede anlatılarlar, başlarından geçenleri:- Sorgu yapılırken, bazı gençlere seni sormuşlar...- Ne diye? Ne sormuşlar?- Ekmekçi'yi tanıyor musun diye sormuşlar...- Eeeeee...- Tanıyoruz, diyenler çıkmış ama, eklemiş gençler: "Yazılarından tanıyorum..."

Page 150: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ellerine bir geçirmek için nasıl punt aramışlardır ne bileyim? Beni yazılarımdan tanıdıklarını söyleyen o yürekli dost gençlere, teşekkür bile edemiyorum. Ben de onları tanımıyorum çünkü. Ancak, şunu anlıyorum ki, gördükleri türlü işkenceler karşısında insanüstü dayanıklılık göstermişlerdir. İşkencelere dayanamayıp, gösterilen metinleri imzalamak durumunda kalanları da kimse suçlayamaz. Suçlular, onlara işkence edenlerdir.MİT bir devlet kuruluşudur. Onun, vatandaşın arkasına adam takarak, telefonları dinleyerek, seçimleri etkileyecek çabalara girerek Türk yönetimine karışması, şuraya buraya âlet olması haddi ve hakkı olmamak gerekir. İnsanlık dışı işkencelere adının karışması, Türkiye'de ve dünya yüzünde Türk adını karalayıcı niteliktedir. Sorumluları, derhal görevlerden uzaklaştırılmalı, askerseler, askerlik görevlerine döndürülmeli, yasalara aykırı davranışta bulunanlar, hemen mahkemelere sevkedilmelidir.*Türkiye'de "üç kişiden biri polistir" sözü, artık yadsınmaz, halksözü durumuna gelmiştir. Örneğin ben üç kişinin olduğu yerde dikkatli konuşma zorunu duyuyorum. Dışarıdaki söylentileri MİT'in yöneticileri bilmekte midirler acaba? Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın, Cumhurbaşkanlığı zamanında MİT adına kullanıldığı ileri sürülmekte. Eski Milli Eğitim Bakanlarından Orhan Oğuz'un raporlar verdiği iddia edilmekte. O kadar söylenti içinde, telefonların dinlenmesi, adam arkasına adam takma, Türkiye'de olağan durum sayılmalı.Halûk Bayülken'in ve Semih Akbil'in istifasını istemiştim bir ara, hiç biri tındı mı?Nasıl oluyor da, bazı kimseler "MİT"ten olduklarını söyleyerek, işler çevirebiliyorlar. Bir siyasi partinin yararına çalışabiliyorlar? Bu nasıl oluyor? MİT nasıl bir çıkar sağlıyor insanlara ki, vatandaş vatandaşın kurdu olabiliyor?- Ooooooo, ondan kolay ne var? ille de para ödemek gerekmez. Çok kişi bunu "fahrî" olarak yapar. Ancak, arkasında yine bir çıkarı vardır. Örneğin, dairede müdür yardımcısıdır da, müdürün ayağını kaydırıp, yerine, müdür olmak istemektedir. Yahut, Ankara'dadır da dışarıya yani taşraya sürülmek istememektedir. Bunun için paraya mı ihtiyaç vardır? Buyurun size parasız bir ajan...- Türkiye'de ne kadar vardır böyle?- En az üç yüz bin...Onun için Ecevit'in telefonunun dinlendiği haberini alınca şaşırmadım o kadar. Skandallar ülkeside olacak elbet o kadar...(14 Aralık 1973)

İŞKENCEYE KARŞI DAYANIŞMA...

Nurettin Ünverdi, Gaziantep'te oturur. Atatürk Bulvarı 59-A'da işkencelere uğramış tutukluların yakınlarını bir "çağrı" ile dayanışmaya çağırıyor, şöyle diyor çağrısında:

Page 151: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"12 Mart'tan sonra siyasi suç isandıyle 12.7.1973 gününden beri Mamak 1 No.'lu As. tutukevi'nde tutulan Hacettepe Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi oğlumdan normal mektup alamamaktayım. Her hafta cuma günleri yazmayı alışkanlık edinmişti. Olanak buldukça aksatmıyordu. 23.11.1973 gününden beri ise hiç bir haberini alamıyorum. Böyle, mektuplarının arasının açılması birkaç kez tekrarlandı. Bu gibi fasılalar sonunda gelen mektuplarındaki yazısı ise tanınmayacak derecede çirkinleşiyor ve değişiyor. Bu gibi mektuplarında ismini yazmayı ve imzalamayı unuttuğu da oluyor. Halbuki, yazısı çok güzel, belleği kuvvetli, tertipli ve de saygısıyle çevresinde sevilen (1951 doğumlu) bir gençtir. Bunun nedeni apaçık ortada. Mektupla, dilekçelerle başvurdum, birçok yetkili mercilere başvurdum, feci durumlara son verilmesi için. Değişen bir şey olmadı.Aynı durumda olan tutuklu yakınlarını: Aramızda "Tanışma ve Dayanışma" adlı ve amaçlı bir dernek kurarak tanışmaya ve yasal haklarımızı birlikte aramaya çağırıyorum. Uluslararası Af Örgütü'nün Paris'te toplandığı şu günlerde sesimizi duymak istemeyenlere duyuralım.Birimiz kazaya uğrarsak, başka bir yakınımız yüklensin görevi..."*Uluslararası Af Örgütü "Amnesty International"ın Almanya grubundan Lothar Bischoff, Nürnberg'den şu mektubu gönderdi:"Sayın Mustafa Ekmekçi,Yeniortam ve diğer demokrat basında yayınlanan işkencelerle ilgili haberleri üzüntüyle ve fakat son bulacağı yolunda artan bir ümitle izliyoruz. Bizce, dünyanın neresinde olursa olsun, siyasî tutuklu ve hükümlülere uygulanan hukuk ve insanlık dışı işlemler sadece o ülke insanlarının değil, bütün insanlığın ortak sorunudur.Amnesty International "İşkenceleri Protesto Yılı" olarak ilân ettiği 1973 yılında bu tür uygulamaların bir son bulması için kendi olanakları içinde ve Uluslararası Hukuk Komisyonu, Birleşmiş Milletler Örgütü, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar nezdinde çaba göstermiştir.Biz, 443 No.'lu Amnesty Grubu, Amnesty International'ın Federal Almanya Seksiyonuna bağlı bir alt kuruluşuz. Kuruluşumuzdan bu yana çalışmalarımızda ağırlık noktası, Türkiye'deki siyasî tutuklu ve hükümlüler ve onlara karşı uygulanan baskılar oldu. Şimdi ise, Federal Almanya'da Türkiye konusunda çalışmalar yapan diğer A-1 grupları arasında koordinatörlük görevini yerine getirmeye çalışıyoruz. Bir süre önce, öncelikle Avrupa Konseyi parlamenterleri ve diğer ilgili kişi ve kuruluşlara gönderilmek üzere Türkiye ile ilgili bir işkence raporu yayınladık. size bu rapordan ilişikte bir adet gönderiyoruz. Bu raporu hazırlarken en fazla yararlandığımız kaynak Yeniortam Gazetesi oldu. En elverişli olmayan koşullarda gazetenizde yayınlanan bu haberleri titizlikle izledik ve raporumuza aldık. Ayrıca sizin gazetedeki köşenizde uzun süredir ısrarla üzerinde durduğunuz tutuklu ve hükümlülerle ilgili haber ve yorumlarınızın sadece Türkiye'de değil, Türkiye dışında da yankılar uyandırdığını belirtmek isteriz.Kaleminiz aracılığıyla tutuk ve cezaevlerinde bulunan, inançları nedeniyle işkence ve diğer baskılara maruz bırakılan vatandaşlarınıza yalnız olmadıklarını, bütün dünya hümanist ve demokratlarının, insan

Page 152: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

haklarından yana herkesin kendileriyle dayanışma içinde olduklarını duyurmanızı rica ederiz.Siyasi tutuklu ve hükümlülere ve diğer bütün mahkûmlara uygulanan her türlü hukuk dışı baskıya son verilene kadar bir Amnesty International kuruluşu olarak elimizden gelen bütün çabayı göstereceğimizi ve bu yoldaki bütün girişimleri elimizden geldiği kadar tüm olanaklarla destekleyeceğimizi duyururuz.Size ve gazeteniz Yeniortam'a en iyi dileklerimizi gönderir, mücadelenizde başarılar dileriz."İki mektubu da yayınlamakla yetiniyorum, yorumunu da sizlere bırakıyorum...(15 Aralık 1973)

İŞKENCECİLER ARAMIZDA DOLAŞIYOR!

- İşkenceyi nerede yapıyorlardı, hiç hatırlamıyor musun?- Gözün bağlı götürüyorlar. Araba döne döne, viraj ala ala bir yere gidiyor. Bir binanın alt katı olduğu anlaşılıyor. Bana işkence yaptıkları yerden bir tren düdüğünü duyuyordum. Bir de üst katlardan caz ve şuh kadın kahkahaları geliyordu.- Neresi olabilir bu?- Bilmem, bir Marmara otelinin alt katı diyorlar, bir Muhabere Okulu'nda yapılıyor işkenceler diyorlar.- İşkence yapanların yüzlerini gördün mü, gözlerin bağlı mıydı?- Ben gördüm. Gözlerim bağlı filân değildi.- Dışarda görsen tanırsın o halde?- Tabii, geçenlerde birini Mülkiyeliler Birliği'nden çıkarken gördüm. Birini de Tarım Bakanlığı'nın önünde. Gördüğüm gece, sabahlara kadar uyuyamadım.- Yakasına yapışmadın mı? "Gel buraya, bana işkence yapan sen değil misin?" demedin mi?Güldü. Saflığıma gülmüş olmalı. "O dönemde miyiz?" gibisine.Aramızda dolaşıyor demek işkenceciler...Çoktandır görmemiştim, yakın arkadaşımdı. Fakültelerden birinde öğretim görevlisi olacak. İşkence boyunca altı kilo zayıflamış.- Ne soruyorlarsa, verseydin cevabını. İşkence yapmazlar mıydı acaba?- Verdim. Örneğin "Hayatını yaz" dediler. Yazdım. üstümde bir don, gömlek var. Geldiler, "Masal yazma, hayatını yaz dedik sana be..." diye küfrettiler. Sonra işkenceye başladılar. Bir ara, kendilerine doğru söylediğimi, isterlerse Devlet Bakanı olan İlhan Öztrak'tan sorabileceklerini, onun beni tanıdığını söyledim. İlhan Öztrak'a da sunturlu bir küfür savurdular.- İşkenceyi nasıl yapıyorlar?

Page 153: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Cereyan veriyorlar. Her yerinden veriyorlar cereyanı... Cereyan verilirken çıkardığım sesten kendimde ürküyordum. Sesim, üst kattan gelen caz ve şarkı seslerine karışıp gidiyordu.- Nerelerinden verdiler cereyanı?- Her yerimden. Göbeğimden cereyan verdiklerinde, vücudumun havaya fırlayıp gittiğini hissediyordum. Dile anlatılamaz bu...- Peki, ne biçim insanlar bunlar? Bunların da karıları, çolukları, çocukları yok mudur?- Vallahi bunlar sadist, insandan başka bir şey...insan, inanılmayacak şeylerle karşılaşınca, sormaktan alamıyor kendini. Bir don, gömlekle bıraktıkları aydın kişiye, gence neler yapabildiklerini nasıl anlatmalı?..- Üstünde don, gömlek bırakıyorlar dedin...- Evet. Bazılarına pijama da veriyorlarmış.- Yemek?- Yemek veriyorlar işkence safhasında ya, nasıl yiyeceksin?Sonrasını hep biliyoruz. Baskılarla alınabilen ifadeler, sıkıyönetim mahkemelerine gönderiliyor..."Yankı" dergisi sahibi Mehmet Ali Kışlalı'nın Başbakan Naim Talû ile yaptığı bir konuşma Yankı'nın bugün çıkacak sayısında yer alıyor. Başbakan Naim Talû, işkenceler konusuna eğilen tek Başbakan oldu. "MİT" konusundaki soruyu şöyle cevaplıyor:- Bu iddiaları büyük bir üzüntü ile ben de okumaktayım. Ben kendi devrem hakkında açıklıkla konuşayım. İşe başladığım gün verilmiş sarih direktifim vardır. MİT kendi görevi dışında hiç bir şeyle uğraşmayacaktır. İddia edildiği gibi faaliyetler içinde olmadıklarını size kesinlikle sarahaten ifade edebilirim. Bu konuda zaten açıklama da yapacağım. MİT ile ilgili her iddia ortaya atıldığında hemen gerekli soruşturmayı yapmışmıdır. Ve MİT'in söylentilerle ilişkisi olmadığını tespit etmişimdir.Başbakan Talû, bu sözleri CHP Genel Başkanının telefonunun dinlenmesi, kışkırtıcı ajan kullanılması ile ilgili iddialara ilişkin olarak söylüyor. Talû'nun konuya, işkenceler konusuna eğilen ilk Başbakan olduğunu söyledim. Konudan elde edilecek sonuca göre, yargımızı yeniden değerlendireceğiz o zaman. Nihat Bey'le, Ferit Bey, zamanlarında olup bitenler için hep inkâr yoluna saparlardı. Talû, bunu değil, araştırma ve inceleme yolunu seçti.Aramızda dolaşan işkencecilerden söz MİT'e gelmişken, ben de önerimi söyleyeyim. MİT, devlet içinde devlet niteliğinden çıkarılmalıdır. Vatandaşın gizli dosyalarının tutulduğu gizli yerler olmaktan çıkmalı, doğru dürüst devlet kuruluşu haline getirilmelidir. Gelmiş geçmiş yeteneksiz ve niteliksiz bakanlar, orasını akılları sıra kullanacaklarını sanmışlar, siyasî amaçları için silâh yapmak istemişlerdir. Büyücü çırağı masalında olduğu gibi, topladıklarını dağıtmamışlar, sonra da ağızlarına, yüzlerine bulaştırıp çekip gitmişlerdir. Şimdi bir köşede "politikacı" arkasına sığınıp yazılar yazmak isteyen biri de böyledir. Gerçek sorumluların, işkenceyi yapanlar kadar, o dönemlerde görev, sorumluluk alanlar olduğu açıktır. "Benim sözüm geçmiyordu", "Bunalımlı dönemlerden geçiyorduk" gibi özürler, devlet adamlığı iddiasında

Page 154: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

bulunanları kurtarmaz, kurtaramaz. 11'ler nasıl çekti gitti, siz de çekip gideydiniz.Aramızda dolaşıyor işkenceciler, dikkat!..(17 Aralık 1973)

KİM VERECEK BU İNEĞE OT?

Annesi Eylem'i ayaklarında uyutmaya çalışıyordu. Masal anlatıyordu:- Bir varmış, bir yokmuş.. Pire berberken, deve tellâlken, ben babamın beşiğini tıngııır, mıngııır sallarken,- Dedemin beşiğini mi?- Evet, hadi uyu artık...Dışarda lâpa lâpa yağarken, birden sulu sepkene çeviriyor kar. Özlem çoktan uyudu. Eylem de uyursa, bir lokma yemek yiyeceğiz oturup. Dışarda köpek havlaması...- Bak, Mişka geliyor, hadi uyu artık. eylem...Mişka, Altan Beyler'in, İrinaların köpeği. Mişka Rusça'da "ayıcık" demek. Eylem ayıcığı- oyuncak ayıcığı- seviyor da, nedense Mişka'yı gördü mü, sesini duydu mu korkuyor. Mişka'nın sesini duyunca sağ başparmağını emmeye başladı. Sol ikinci parmağıyla da göbeğiyle oynuyor. Uyudu, uyuyacak.Çankaya sırtları gecekondudur boydan boya. Korutürk'ün köşkünün hemen arkası, boydan boya gecekondudur. Basın sitesinin arkaları da, İş Bankası bloklarının arkası da. Yer yer gecekondular yıkılıp, koca koca apartmanlar dikiliyor. O zaman, gecekondular, daha daha uzaklara çekiliyorlar.Bizim Binali, Vedat Dalokay'ın belediye başkanı oluşuna ne sevindi. Bir ara yıkımcılar gelip rüşvet istemişlerdi. İki bin liraydı rayici. Dört yüz lirası vardı Binali'nin. Onu verdi. kalanını vermeyecek ya, giden dört yüz lira ne olacak?Mişka viyaklayarak girdi içeri. Gece gezmesi bitti demek Mişka'nın. Eylem de uyudu. Gecekondulardan köpek sesleri geliyor. Arada bir, balkonun önünde bir arabanın farları parlıyor. Sıkıyönetim dönemlerinde ne heyecanlanırdık.- Bir araba durdu, içinde üç kişi var. Öyle oturuyorlar.Yazın İlhami Soysal'ın penceresinin tam karşısında dururdu biri. İlhami de içerde kendi kendine çalışırdı. Ne yapsaydı yani? Ötekiler takmışlardır âleti, izle babam izle...MİT telefonları dinliyor mu, dinlemiyor mu diye boşuna tartışıyor herkes. MİT telefonları hem dinliyor, hem de boşuna dinlemediğini göstermek için belki de dinlediği telefonları değerlendirerek mensuplarına ders yapıyor bildiğimiz ders. Örneğin, bir telefon dinlendi,tabe ediliyor, yani kağıda geçiriliyor, dinlenen konuşma sonra çoğaltılıyor, orada kurs mu, ders mi ne görenlere dağıtılıyor birer birer.- Sizce ne olacak bu durumda? Ne demek istiyor telefon konuşmasında bay senatör?Üstüne yorumlar yapılıyor. Kafa çalıştırılıyor, kafa

Page 155: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bundan sonra, nereye gidiyor bu çalışmalar bilemem.Başbakan Talû, tınmadığını söylemek istiyor telefonların dinlendiğine. İsterse, -elbette senatörün iznini alarak- dinlenen telefonda konuşan senatörle kendisini görüştürebilirim. Kurs görenlerden biri bir gün senatöre şöyle demiş:- Biz sizin telefon konuşmanızla ders yaptık bugün...Sabah doktora gitmem gerek. Kan tahlili de yapacaklar. Ya gerçekten sarılıksam? O zaman bakalım iki ay dinlenme cezası iyi mi? Siyasal olaylar da öyle yoğunlaşıyor ki, dünyada dinlenmek istemem.Kızkardeşimden, yeğenim Perihan'dan, eniştemden mektup aldım. "Arı kovanını bilmez, yeğen dayısını bilmez. Ne biçim dünya bu? Ne olur kalkın gelin birkaç gün için de olsa" diyor. Evde iki inek, bir eşek varmış. Bakacak kimse olmadığı için onlar gelemezler. Ama bize de hak veriyor. "Çocuklarınız küçük, siz de gelemezsiniz..." öyle diyor. Perihan resmini de yollamış: "Halit Dayımı hiç bilmiyorum" diyor, "Bana bazı soruyorlar, dayılarını tanıyor musun? diye, tanımıyorum derken utanıyorum. Ne olur gelin dayı. Eylem'le, Özlem'i de tanımıyorum, onları da getirin..."Ceyhun Atuf Kansu'yu bir daha mı arasam? Kalp krizi geçirmişti, iyileşti. Ama olmaz, adam yatıyordur. Kalp krizi geçirmeyen de yok gibi, baksanıza çevrenize...Parti mecilisi toplantısı devam ediyordur herhalde. Dışarıdan toplantı izleme de ne zor. Telefon ediyorsunuz?- Toplantı devam ediyor. Ne zaman biteceğini bilemeyiz ki..Biraz sonra bir daha arasam. Aradım da, kimse yok...- Eeee, ne yapacağız şimdi?- Vallahi evlerine gitmelerini bekleyeceksiniz. On dakika sonra evlerinden ararsanız bulursunuz...O da biliyor gazeteciliğin yollarını...Düş kuruyorum, kendi kendime:Bu koalisyon olur arkadaş. Şöyle olur, böyle olur ama olur. Ne diyor CHP?"Kargadan başka kuş tanımam,seçimden başka iş tanımam."AP'yi erken seçime yanaştırdıktan sonra, neden girmeyeceksin koalisyona? O zaman, her şeye "hayır" diyen kişinin durumuna düşmüş olmaz mısın?Doğrusu CHP, son çıkışıyla bir puan daha aldı. Erken seçim koşuluyla Talû'nun kuracağı hükümete girebileceğini bildirdi. Kimse, şimdi Karaoğlan'a "Sen zot, ben zot kim verecek bu ineğe ot?" diyemeyecek. Hükümet neden kurulamıyor tartışmasında boşlukta kalmaycak anlayacağınız CHP. Hele, CHP'nin seçime gidilirken hükümette bulunmasının önemini küçümsememeli. Süleyman Bey, iktidarda seçime gitmenin az mı yararını gördü? Hükümette olmasaydı, bu da gelmezdi. Hükümette olmasalar, Ferit Bey Van'dan gelebilir miydi bakalım? Hele üç tane milletvekilini getirebilir miydi? Ne bileyim Van'da çok kişi Ferit Bey'i yine Başbakan olacak biliyordur. AP ondan Karaoğlan'a Başbakanlık göstermek istemiyor bir dahaki seçime kadar. Hem, Karaoğlan'ı kendi durumuna getirinceye kadar yeni ve erken seçime de gitmek istemiyor gönüllü olarak.

Page 156: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Fakat, şimdi gerçekte Karaoğlan "şah" demiştir. Restini çekmiştir. süleyman Bey köşeye sıkışmış gibi...Karaoğlan, kendi önerisi olan "erken seçimli milli koalisyon" düşüncesine de "hayır" diyebilir miydi? Demeli miydi? işte o zaman, suçlanabilirdi de. Şimdi Süleyman Bey'e denecekler o zaman Karaoğlan'a denirdi:"Sen zot, ben zot kim verecek ineklere ot?"(18 Aralık 1973)

MO'LARIN DİLİ...

Eylem'e annesi bir parçacık dili bir türlü yediremiyordu.- Amma Eylem, bu mo'ların dili.- Bize süt veren mo'ların mı? Hani görmüştük.- Tabii...İştahla yemiş ondan sonra Eylem.Eylem'le Özlem'in arada bir "Ankara Notları"na konuk olmalarından yakınanlar çoğalmıştı. Yolda, sokakta rastlayanlar:- Ekmekçi kızları bizden önce satacak vallahi, propagandalarını yapıyor, demeye başlamışlardı çoktan.Olur, yazmam ben de, derken, Eylem'le Özlem'e bir yılbaşı kartı gelmez mi? İstanbul'da bir anneden. Kızı iki yıldır, tutukevinde bulunan anne, şöyle yazıyor:"Sevgili küçükler Eylem ve Özlem'e,Babanızın ekmek kadar ihtiyaç duyduğumuz, günlük yazılarının birinde, annenizin sizleri dizinde uyuttuğu, salladığı yazısından esinlenip, bu yazımı sizlere ithaf ettim. Unutmayın ki ben de çocuğumu sayın annenizin size yaptığı gibi dizlerimle sallayarak uyuttum. Ona kitaplar aldım, öyküler söyledim. Elinden tutup her şeyi yeterince öğretmeye çalıştım. Bugün iki seneye yakındır o benim yanımda yok. Tel örgülerin ardında güzel yüzünü, o tatlı mavi gözlerini buğulanan gözlerimle zorlukla görebiliyorum. O üzülmesin iye isteğimce ağlayamıyorum bile. Ona daha doyamadan bütün dikkatimle yüzünü seyrederken "Haydi artık yeter, görüşme bitmiştir" diyen bir ses beni yavrumdan ayırıyor. Acı içinde hıçkırıklarımı göğsümde boğarak kendimi o bitmez, tükenmez yollara vurup hayalimde onun tatlı çocukluk yıllarını yaşatmaya çalışarak, avunuyorum. Hele ayacıklarında o tahta takunyalarla onları görünce... Çünkü görüşme yerinden cezaevine giderken arkalarından bakıyoruz, bütün analar, babalar, hasretli gözlerle onları süzüyoruz. İşte o vakit, yeşil çorapcıklarıyle hepsinin ayaklarında o takunyaları gördüm. Neler oldum? Size anlatmak mümkün değil. Bu duygumu ancak, şimdi sizi bin bir emekle büyütmeye çalışan anneniz ancak benim neler düşünebileceğimi takdir eder. O narin vücutlar, ne zamandır yeni bir şey giymediler. Ne üstlerine, ne de ayaklarına... Gelen bayramlardan uzakta onlar. Biz de onlarsız acaba bayram mı kutluyoruz, ne gezer? Onlarsız bir dünya bize haram olsun...

Page 157: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Tüm ailece analı, babalı mutlu yıllar ve bayramlar dilerim. Dünyanın bütün mutlulukları sizlere olsun, sevgili çocuklar..."*Eylem'le Özlem'e sakladım bu mektubu. Gece düşlerime girdi içerdekiler. Sorgularında zebanilerle boğuşuyorlardı. Bir Karaoğlan'ı gördüm, -Süleyman Bey'i görmüyorum bu sıralar- bir İsmet Paşa'yı. Boğuşanları gömleksiz çoban'a benzetiyordu birinin anası. Ayaklarında takunyalar vardı. Karanlıklarda, aydınlığın tadına varmış gibiydiler. En karanlık günlerde, aralarında şarkılar, türküler söylüyorlardı. Şarkıları çığlıklara karışıyordu. Yiğittiler, dayanıklıydılar. Gönüllerinde insanlık ve kardeşlik vardı. Belki bunlar daha dayanıklı yapıyordu insanı.Önümüz yılbaşı, önümüz bayram. Yeni yıllar bir küçük bebek olarak gösterilir hep. Geçmiş yıl da yaşlanmış bir sakallı. Yeni yıllar umut getirirler, nedense. Öyle sanılır...Geçmiş dönem politikacıları, eski akıllarla Türkiye'yi yönetemeyeceklerini artık anlamalılar. Günlerdir, koalisyonu nasıl kuralım da dümenimize bakalım diyenler, Türkiye'de baş sorunun ne olduğunu getiriyorlar mı hiç akıllarına? "Yahu, her şeyden önce yurtta barış havasını kuralım, boşaltalım cezaevlerini, Cumhuriyetin ellinci yılının gereğini getirelim yerine" diyorlar mı? Çıkarılacak afla adlî yanlışlıklar da örtülür, tutuklulara, hükümlülere yapılanlar -belki- unutulur diyorlar mı? Artık gözümüzü ülkenin sorunlarına çevirelim diyorlar mı? Yerleşmişler Ankara'lara, köşklere. Tutmuşlar yüklerini, umurlarında mı dünya öyle ya...(25 Aralık 1973)

KIRIP SARMA TOPLANTISI!

- Karaoğlan'ın böylesine kazanmasında Amerika'nın büyük rolü olduğunu biliyor muydun?- Ne gibi?- Amerika, Türkiye'de afyonu yasaklatınca halk uyuşukluktan kurtuldu, uyandı. Uyanır uyanmaz da oyunu Karaoğlan'a verdi...Bir arkadaşım var, adı Dursun. Televizyonu var. Televizyon gecelerinin sabahında telefon eder:- Süleyman Bey, çok neşeliydi dün gece televizyonda...- Yaaa, demek canlanıyor yeniden Süleyman Bey?- Bilmem artık orasını.Bir başka gün, yine telefon:- Süleyman Bey çok bozuktu azizim. Çok da kötülemiş, zayıflamış. Neredeyse boynu ip gibi olacak?Hımmmmm... Ben de yüzlere bakıp, yargıya varacakmışım gibidüşüncelere dalıyorum. Süleyman Beyin yüzü neden neşeli, yok neden asık onu araştırmaya başlıyorum.Çaktırmadan, erken seçimlerin Ekim 1974'te yapılmasını mı istemiştir. O zaman neşeli olmalı ve kurnaz kurnaz bakmalıdır. Çünkü, Karaoğlan

Page 158: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

1974'ün Ekim ayının Ramazana rastladığını nereden bilecek? Bunun çakıldığını anladığında da bozulmuş olmalı harita...Bazı bazı işlerin iyice karıştığı oldu. Örneğin, Talû başkanlığında hükümet kurulmasına "evet" dediği zaman. Sonra da biri hatırlatmıştır:- Süleyman Bey ne yapıyorsunuz? "Evet" dediğiniz tamı tamına Ferruh Bey'in önerisi.İş buralara gelip dayanmışken, Korutürk işte dün liderleri Çankaya'da çaya çağırıverdi. Yine kulislerde konuşmalar:- Çağırdı ama, herkesi, Tural da gittikten sonra oradan bir şey çıkmaz azizim...Bir başkası, CHP'li toplantıyı özetledi:- Kırıp, sarma toplantısı olur bu.anlaşılan, CHP kolay yanaşıcılardan değil. Görürüz bakalım, Süleyman Bey'in yüzü nasıl olur? anlarız o zaman bir şeyler.*Korutürk'ü, başkanlığa geldiğinden beri iyi tanımaya çalışıyorum. Çankaya'nın kapısını basına ardına kadar açtığını açıkladı ya, Gürsel'den başka kişi pek yapmamıştı bunu. Korutürk'ün zaman zaman basında bile çıkmayan "tekzip" bile olsa açıklamalarına dikkat etmeli. Her birinin bir anlamı olduğunu kavramalı bence.Örneğin, geçenlerde bir dergide çıkan birkaç satırlık bir haber dolayısıyle yapılan açıklama. Dergi, Korutürk Konya'da düzenlenen Mevlâna törenlerine giderken yanında Genelkurmay Başkanını ve kuvvet komutanlarını da götürdü diye yazmıştı. Habere göre, Genelkurmay Başkanı da kuvvet komutanları da "Şeb-i Arus" törenini de izlemişlerdi. Şıp diye açıklama çıktı, Çankaya'dan. Yoktu böyle bir şey. Cumhurbaşkanı Korutürk'ün şimdiye değin uygulayageldiği tutumu bilmeyenler, "Canım ne var bunda? Bu da tekzip edilecek haber mi yani?" diyebilir. Kazın ayağı öyle değil ama, Korutürk diyor ki, "Bu hükümet kurulması, kurulamaması sıralarında böyle haberler can sıkabilir. Hükümet kurulması, ya da kurulamaması siyasi partilerin ve Parlamentonun işidir. Öyle olur olmaz, eğri büğrü haberlerle kafa karıştırmayın. Ben politikamı ve de yolumu çizdim. Silâhlı Kuvvetler yöneticileri hiç bir biçimde siyasi partilerin ve Parlamentonun işi olan işlere karışmazlar, karışmayacaklardır..." Benim açıklamadan, çok dikkatli yazılmış tekzipten anladığım bu...*İhtilâli yapan Cemal Ağa, Cevdet Sunay'ı pek sevmez miymiş? Zaman zaman yakın ihtilâlci arkadaşlarına söylediği olurmuş:- Gelin emekliye sevkedelim Cevdet'i. Sonra başınıza iş açar. Karışmam o zaman...Bir günde çok içerlemiş, telefonda bağırmış:- Bak, gelirsem yanına bastonla belini kırarım...Cemal Ağa, Türkiye'de değeri bilinmemiş başkanlardandır.O zaman, müteahhitlik yapan Süleyman Bey, başı sıkışınca Cemal Ağa'ya mektuplar döşenir, "Paşam, bana güçlük çıkarıyorlar" diye sızlanırmış. Cemal Ağa buyururmuş yanındakilere:- Yahu, yapmayın Süleyman'a. Verin istediklerini.Mektuplar herhalde, devlet arşivlerindedir.

Page 159: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Genelkurmay Başkanlığından Cumhurbaşkanlığına yol gitti, gidiyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bunu herkes izledi. İzlediklerimiz demokrasinin kurtuluşuydu gerçekte.*Korutürk, başkanlığından beri, Çankaya'nın kapılarını basına açık tutmakla kalmadı. Çankaya'nın -iyi olmayan- geleneklerini de yıktı. Örneğin, Korutürk'ün ağzından, "Ülkü ocaklılar milliyetçi, vatansever kimselerdir. Onlar komünistlerle mücadele ediyorlar" gibi bir söz dünyada duymazsınız. Bir üniversiteyi, "Burayı komünistler sarmış, almış yürümüş" diye konuşmaz, onu ziyaretinden sonra. İşkencelerle işkence görenlerin yakınlarının dertlerini dinleyerek, mektuplarını okuyarak ilgilenmiştir. İşkencelerin dünya kamuoyunda onurumuzu nasıl sarstığını, haberlerden yakından izlemiştir.Çeşitli çevrelerce -belki şimdiye değin alışılan gelenek haline getirilen usullerle- o da işlenmek, etki altında bırakılmak istenmiştir. Belki yanılıyorum, yanılıyorsam doğrusunu öğrendiğimde yazmaktan kaçınmam, kontr-gerilla örgütü dağılmışsa, Korutürk'ün bunda büyük etkisi olmuştur.Korutürk-iyiniyetle- hükümet kurulması çabalarını da sürdürmektedir. Kendisine de bu konuda görev düştüğünü sanarak. Her şeyden önce, iyi niyet saygıya değer niteliktedir.Bakalım ne çıkacak kırıp sarma toplantısından?(26 Aralık 1973)

İNÖNÜ'NÜN VASİYETİ...

- Keşke ben de doğru bir şey bulsam da aşırı gitsem...Bu sözü söyleyen, İnönü'ydü. Taaa 1942 yıllarında olacak. Sabahattin Eyüboğlu, Yeni Ufuklar Dergisi'nin 1957 yılı Haziran sayısında (61'inci sayı), Ataç'ın ölümü üstüne yazdığı yazıda olayı şöyle anlatır:"Aşırılık sözü açıldı mı, hep İnönü'nün şu sözünü hatırlarım:Hem Ataç'la birlikte duymuştuk bu sözü. Çankaya'da bir akşam, on beş yıl kadar oluyor. İnönü o zaman Freud'e merak sarmış, ya da cinsel konuların önemini belirtmek istemişti. Çok değişik çevrelerden elli kadar dinleyici İnönü'nün tanıttığı genç bir hekimin Freud üstüne hazırladığı kısa bir açıklamayı dinledik. Sonra konuşmalar, tartışmalar oldu. Söz bir aralık, buluşlarıyle yeni zamanların fikir hayatında gürültü koparmış, Freud, Karl Marx, Darvin gibi bilginlere döküldü. Bu bilginlerin dünyayı hep kendi buluşları açısından görmeleri üstüne ileri geri düşünceler ortaya atıldıktan sonra, İnönü sordu:- Doğru bir şey bulmuş mu bu bilginler?Bu soruya (Bulmasına bulmuşlar Paşam ama, aşırı gitmişler...) diye karşılık verilmesi üzerine İnönü, ancak büyük devlet adamlarının söyleyebileceği ve onun ağzından o sırada ayrı bir anlam kazanan şu sözü söyledi:" - Keşke ben de doğru bir şey bulsam da aşırı gitsem."

Page 160: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Genç bir subayken, Edirne'de İttihat ve Terakki "gizli örgüt"üne girmiş, yabancı sermayenin Türkiye'deki işbirlikçisi durumunda kalan padişahın "idam" yaftasıyle dolaşmış, Kurtuluş Savaşı kazanılana dek...*İnönü, üstüne, lehinde aleyhinde en çok yazılan, çizilen adam oldu. Her zaman içimden gelen bir saygıyla düşünmüşümdür onu. Bir gün önceki Ankara Notları'nda düşümde gördüğümü yazdım. Her zaman saygıyla kovaladım bir gazeteci olarak. Ağzından bir cümlelik lâf kopardığımızda, döşenir haber yapardık. Bazen, "hadi canım sende..." der savardı konuşmak istemediği zaman. Ancak, şunu iyi saptamıştım. Hiç yalan söylemedi. Söylemek istemediklerini, ne yapıp yaptı sakladı belki fakat söylediklerini sonradan iyice düşündüğümde, Paşa'nın ipuçları verdiğini, fakat açıklıkla konuşmadığını anlardım.Gazeteci olarak azıcık tehlikeli mi bulurdu?Bir gün, randevu istemiştim. Daha CHP'de Genel Başkandı. Soruları da yazıp vermiştim. Parti Meclisi toplantısında soruları iletmişler kendisine.- Konuşmam onunla... demiş, Ekmekçi'yle konuşmam. Tehlikelidir.Ecevit, galiba benden yana çıkmış:- Paşam, ben tanırım. Soruları da hazır. Konuşsanız... İyi insan, iyi gazetecidir.- Biliyorum. Ben de onun için tehlikeli diyorum ya, başkaları olsa konuşurum. Tam konuşmamız biter, kapıdan çıkarken bir soru sorar. Ben de dayanamam cevap veririm. Parti de biter, ben de biterim. Hiç olmazsa şimdi israr etmeyin, konuşmayayım. Bir ay sonra belki...Ecevit, bir konuşmamızda: "Paşa'yı korkutmuşsunuz" demişti. Gerçekten, ondan sonra gazeteci diliyle, kendisiyle "mülâkat" yapmak mümkün olmadı.Her gazetecinin anıları vardır. Koskoca bir dönem Türkiye'yi yönetmiş insan. Kimin anısı olmaz ki?Bir gün Pembe Köşk'ün bahçesinde dolaşıyor, Kemal Satır da yanında. Bir şey soracağım, lâfa girmek için peşrev yapıyorum bir bakıma:- Paşam, siz pek huzur içinde görünmüyorsunuz?- Ne gibi?- Örneğin, kurduğunuz düzenin kökünden sarsıldığını duyuyorsunuz, bu çatırdıyor, bu çatırdıyor. Eee, bu düzeni böylesine kuran siz, bunun sarsıldığını duyunca rahatsız olursunuz öyle değil mi?- Sen ne sormak istiyorsun onu söyle..."Hah, şöyle..." dedim galiba içimden. Fakat, beni dinledi, dinledi. Sordu:- Peki sen ne düşünüyorsun?Söyledim, "böyle, böyle..."Satır'a bakarak, döndü:- Doğru düşünüyorsun. Fakat ben bu gün konuşmayacağım.Kös, kös döndüm gazeteye... Nesini yazayım konuşmanın, kendi sözlerimi mi?Bir basın toplantısı düzenlemişti pembe köşkte. Erken gelen gazeteciler, evi dolaşıyorlar, evde çeşitli devlet başkanlarının resimlerini seyrediyorlar. Stalin'in, Johnson'un resimleri var. Ben, Stalin'in İnönü'ye imzaladığı,

Page 161: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

resme ne yazdığını sökmeye çalışıyorum. Yanıma geldi, kolumdan tuttu, ortaya bağırdı:- Heyyyy, buraya bakın. Bir Maocu bu. Yakaladım...O sırada da, "bu Maocu, bu solcu" gibi ihbarlar da moda.- Aman Paşam, siz de "Sayın Muhbir"mi oldunuz?Gülüşüldü...- Paşam, halen hayatta olan en yaşlı politikacı kim?- Ne bileyim ben?İçimden, "Mao mu, siz mi?" diye sormak geçiyor. İsmet Paşa en yaşlısı, öyle ya...Sonra basın toplantısı başlıyor.AP'liler, 1969 seçimleri arifesinde Afyon'da İnönü'nün arabası önünde köpek kurban etmişlerdi. Nasıl kızmış, gözleri dönmüştü. Uzun zaman bunun etkisinden kurtulamadı. Sonra, birkaç gün sonra, Diyarbakır gezisinde gazeteci olarak sadece ben vardım uçağında. Yazılı konuşmasını verdi, "nasıl bulduğumu" sordu.- Güzel... dedim.- Peki... dedi. Fakat içi rahat değildi. "Güzel" demek yetmiyordu. Uçakta ben sordum:- Paşam, halen yaşayan, Türkçeyi en güzel kullanan kimdir?O sordu:- Kim?- Sizsiniz. Türkçeyi en iyi kullanan. En temiz, duru...Bir genç kız gibi kızardıydı. "Öyle değil mi?" diye sordum:- Ne bileyim ben. Sen söylüyorsun... dediydi.İsmet Paşa'nın bende bıraktığı en derin iz, tutuklu gençlere karşı gösterdiği ilgiydi. Bir genel af çıkararak, gençlerin tutukevlerinden hayata kavuşmaları konusunda verdiği demeç, belleklerde taze olsa gerekir. Bence bu, İnönü'nün akıldan çıkmayacak vasiyetidir...(27 Aralık 1973)

KEÇİKIRAN OTOBÜSÜNÜ UNUTMA!..

Hacer Hanım, Konya'dan Ankara'ya kaç kez gelmişti, kocası ile ilk kez geliyordu birlikte. Hacer Hanım okuma-yazma bilmez. Fakat birkaç gelişte Ankara'nın iciğini, ciciğini öğrendi. Garajlarda Konya otobüsünden inince, Gençlik Parkı'nın önünden geçtiler, Ulus'a çıktılar, Hacer hanım, kocasına şöyle dedi:- Hah, işte burası. Şimdi buradan geçen otobüslerin üstündeki yazıları okuyacaksın. "Keçikıran" yazısını okuyunca, haber ver ona bineceğiz. Unutma, Keçikıran...- Olur.Mehmet Yalçın, geçen otobüsün yazısını okudu. Sonunda bulunca nasıl sevindi karı-koca. Keçikıran otobüsü gelip durakta durmuştu.

Page 162: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Keçikıran otobüsü, Ulus'tan Cebeci'ye, Şehitlik, Saimekadın, Mamak, Mamak-son durak... Otobüs oradan Samsun yoluna çıktı. 28. tümenin nizamiye kapısına gelince biletçi bağırdı.- Mamak ziyaretçileri burda inecek...Hacer Hanım'la kocası Mehmet de indiler. Mehmet inince sağ elini toprağa değdirdi. Parmakları elektriklendi. Yürüdüler. Kasketi hafiften yana kaykılmıştı. İki oğlunun ikisi de tutuklu, içerdeydiler.Oğlanlardan biri TÖS dâvasından yatıyordu. Başsavcılıktaydı dosya daha. "Nasıl olsa af çıkacak, şimdi uğraşmasam da olur" diye mi düşünüyordu başsavcı acaba? Ziyaretten önce yapılan kontrola girdiler.Çocuklardan biri yakalandığında Söke'deydi... Çoktandır uzaktı evden. Amma, yakalandığı haberi gelince, Hacer Hanım derin bir soluk aldı desek yeri.- İçim rahat artık, dedi. Yakalandı ya yatsın içerde. Vurup ne edemezler artık... Ben ayaklarımı uzatır yatarım.Analık bu kolay mı? Üzülüyor elbette amma, hiç değilse yüreği küt küt etmiyor, heyecanlanmıyor.Okuması-yazması olmayan kişi nasıl anlar gazetelerden?Hacer Hanım, alır gazeteyi eline, şööööyle bi bakar. Gazetede eğer, yakası yaldızlı bir asker resmi filân varsa, yanındakine sorar:- Ne yazıyor burada?- Şafak dâvasının duruşması olmuş, onu yazıyor.- Hah, tamam işte. O yazıyı bana bi okuyuver gurban olayım...Duruşmadan -duruşmaları henüz hiç izleyemedi- öylece haberi olur.Çocuklardan biri geçen yıl öğretmen çıkacaktı. Biri daha da küçük.Analar-babalar da öğrendiler Hanya'yı, Konya'yı.Otobüste, dolmuşta konuşmalar:- Sanayağı bulunmuyor yahu, bu ne iş?- Ölsek, cenazemiz nasıl kalkar acaba? Zengin ölünce onun cenazesini de bizim ödediğimiz vergilerle kaldırıyorlar...Kendi kendine bilinçlenme dedikleri bu mu ki?*Duruşmaları izlemek isteyenler, kadın-erkek çok sıkı bir arama-taramadan geçerler. Kadınları, kadın polisler arar. Bir ara, bu kadın polislerin aramaları insana cinnet verecek derecedeydi.- Soyun...- A, kızım nesine soyunayım. Kontrol edeceksen et işte. Gögüslerimi neden açıyorsun?- Soyun efendim, ben öyle istiyorum...Kadınlardan birinin göğsünde hafif bir sertlik bulmuştu kadın polis.- Sütyenini çıkar.- Evlâdım, ben ameliyat geçirdim. Müsaade et çıkarmıyayım.- Çıkarın efendim, Allah Allah...Sütyenini çıkardı kadının. Kadının memelerinden biri yoktu.Bu, ruh hastası olduğu anlaşılan kadın polisler, hâlâ oralarda böyle aramalar yapıyor mu ki? Hâlâ orada böyleleri varsa, derhal uzaklaştırılmalılar...*

Page 163: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

İsmet Paşa'nın öldüğünü, Korutürk'ün yanında parti liderleri hayli geç öğrendiler. Çünkü, toplantı başlarken kapıda yaverlere sıkı sıkı tembih edilmişti.- Toplantı devam ederken, kimse rahatsız etmeyecek...Onun için politikacı olarak, Paşa'nın öldüğünü MSP'den Oğuzhan Asiltürk öğrendi ilk. Çünkü o, içerde değildi. Dışardaki salonda, içerdeki Erbakan'ı bekliyordu. Toplantı bittikten sonra liderlere haber verilebildi. Korutürk, o zaman onları iki dakika saygı duruşuna çağırdı. Liderlerden biri de üstü kapalı, Paşa'nın ölümünü "toplantı bittikten sonra öğrendiklerini" açıkladı. Zaten daha önce öğrenseler, belki toplantı bu kadar da yapılamaz, konuşulamazdı öyle ya. Toplantının başlarında Korutürk, kendi düşüncelerini açıkladı. Petrol krizi, uluslararası ekonomik gelişmeler, Türkiye'yi de etkiliyordu. Türkiye'de bunun sorumlusu kimdi? Kim üstlenecekti, bu sorumluluğu? Korutürk açık açık sordu:- Halktan bir yadırgama, bir bekleyiş başlamıştır. Bunun sorumlusu, başta ben olmak üzere hepimiziz...Korutürk'ün toplantısı gerçekte bir "kırma, sarma toplantısı" niteliğindeydi. Klasikti. Liderler, partilerinin aldıkları oy sırasına göre oturtulmuşlardı. Ecevit, Korutürk'ün yanında, Feyzioğlu hayli uzağındaydı. Konuşma sıraları da ona uygundu.Televizyonları olanlar, Süleyman Bey'in yüzünü çok bozuk buldular. Bir de söylenti çıkarmışlar, "Korutürk, Süleyman Bey'i azarlamış" diye. Yok... Daha neler?*İnönü'nün ölümü haberini Yeniortam'a yetiştirinceye kadar, ne heyecanlar geçirdik anlatamam. Uçakların inip inmeyeceği belli değil. Esenboğa sisten kapandı, kapanacak. Bir yandan uçak beklerken bir yandan İstanbul'dan gazete kalıplarını alan arkadaşlarımız araba ile yola çıktılar. Yalnız İnönü değil, Anadolu'ya gazete yetişmeyecek. Neyse, pilot alçak bulut tavanından bir yırtık gördü, alana süzülüp indi. Gazete kurtulmuştu. Gece 23.00'te basıp Anadolu'ya sevkettik. İstanbul'dan yola çıkan arkadaşlarımız sabaha karşı geldiler Ankara'ya.Bürodan gece Cumhuriyet'teki arkadaşımız Fikret Otyam'la konuşuyoruz. O:- İhtiyar yine zamanında öldü. Bak, gazeteler yetişti...Sabah gazetelere baktım. Bazı gazeteler kara başlıklarla çıkmışlardı. Bunların arasında yıllarca İnönü'ye sövenlerin de bulunduğunu görünce şaşıp kaldım. Şimdi Ecevit'e kızgın ya bunlar, Paşa'nın ölümü onları yaslara boğdu...Keçikıran otobüsünde, dolmuşlarda neler konuşuluyor bakalım...(28 Aralık 1973)

GÖZLERİ AÇIK MI GİTTİ?

- İsmet Paşa ne olmuş Eylem.

Page 164: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Ölmüş. O benim gibi konuşamıyor, büyüyünce konuşacak...Gece yarısından sonra Meclisin önünden geçenler, rahat bir beş bin kişinin, "saygı geçişi"nde bulunabilmek için bekleştiğini gördüler. Paşa'yı içten seven CHP'liler, yurdun dört bir yanından akın edip gelmişlerdi. Saat 17'den sonra daireler tatil olur olmaz, evlerine gidecekler, Meclis önündeki kuyruğa girdiler. Memurlar evlerine geç gitti.Saygı geçişine katılanlar arasında, AP adayları, müşteşarlar, genel müdürler de vardı.Uzun zamandır böylesine bir kuyruğa girip yürüyüş yapamayan Ankaralılar, soğukta sabırla bekleyip saygı geçidine katıldılar. Özgürlüğe susamışlığın dayanıklığı vardı onlardı.Sabah, Bülent Ecevit, Rahşan Hanım'a telefon etti:- Ben protokola göre, parti liderleriyle geçeceğim. Sen vatandaşlarla sıraya gir...Biraz sonra yeniden telefon etti:- Hava çok soğuk, ayağına kalın çoraplar giymeyi unutma...*"İkinci Adam" yazarı Şevket Süreyya Aydemir'e bir konuşma sırasında şöyle demiş:- Benim en büyük yenilgim, en büyük zarferimdir...Şevket Süreyya Aydemir'e ben sordum:- Paşa'nın bu sözü, son CHP Kurultayından önce mi, sonra mı?- Önce...Belki de Paşa, 1950 yenilgisini anlatmak istemişti. 1950'de yenilen kazanandı çünkü.CHP Genel Başkanlığından ayrıldıktan sonra, hele CHP'den de istifasını verince, ikinci plâna düşmüş gibiydi. Karikatürlerde göremez olmuştuk. Çok kimse, CHP'den kopardıktan sonra yeni siyasal çalışmaları için kullanmak istemişti Paşa'yı. Yatar gibi oldu, ama yatmadı, doğruldu yine de. Seçim sonuçları gözlerini daha da açmış, inandırmış olmalıydı. Ölümün eşiğine yaklaşmış adam, siyasal hırslarda kullanılmak istenmişti. CHP Kurultayı sırasıydı hiç unutmam. Biri şöyle demişti:- İnönü'nün yapacağı konuşmayı yüzde 25 olarak kabul ediyoruz. Yüzde 25 de biz alırsak, Ecevit'i temizleriz.OImadı, bütün tahminler suya düşmüştü.CHP'nin tarihi İnönü ise, geleceği Ecevit'ti.*Ölmeye yakın, zihin melekelerinin yerinde olmasına çok önem verirdi Paşa. Bir ölü nedeniyle başsağlığına gitse, ilk sorusu şu olurdu:- Ölürken melekâtı yerinde miydi?- Evet...- Kaç yaşındaydı?Buradan kendi ölürken, aklının başında olup olmayacağını hesaplandığını tahmin ederim.Annesi kendisinden daha yaşlı olarak öldüğünde aklı başındaymış, bundan gizli bir sevinç duyardı.İnönü'nün yakınında bulunanlar, İnönü'nün ölümü üstüne konuşmaktan da çekinirlerdi. Bir gün Cemal Reşit Eyüboğlu şöyle demişti:

Page 165: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Kim İsmet Paşa için "Daha ölmedi mi yahu, ne zaman ölecek bu adam?" dediyse, Paşa onun cenazesine gitmiştir. Onun için biz karı-koca, Paşa'mıza dua ederiz. "Allah uzun ömür versin" deriz.Eyüboğlu, iyiden iyiye korkmuştu...*Babalarımızı Kurtuluş Savaşı'nda düşmana saldırtıp, yurdu emperyalistlerden temizlemişlerdi. Babam, İsmet Paşa'yı çok iyi anlatırdı. Bir gün hepsini toplamış, uzun uzun konuşmuştu cehpede. Dağılanları toplamış, görevlerinin önemini anlatmıştı onlara.Babamın anlatırken gözlerinde, sevgi ışıltısını görürdüm.Yurdu kurtaranlara saygı, babalarımızdan kaldı bizim. Devrimcilere saygıyı analar, babalar çocuklarından öğrendi...*İnönü, her yönüyle eleştirilebilir, övülebilir. Değerlendirmesi yapılır uzun siyasal yaşantısının. Ben orasında değilim. İnönü Anıtkabir'de toprağa verilirken onun en belirgin yanı unutuluyor, yahut unutulmak isteniyor gibi geliyor bana.İnönü, kuşkusuz ölmeden tam demokratik özgürlük ortamına girmesini isterdi, yurdunun. Tutukevlerini, cezaevlerini dolduran gençliğin, aydının, politacının özgürlüklerine kavuşmasını görmeyi isterdi.Yeni yıl dolayısıyle adlarını bile bilmediğim Yeniortam okurlarından tebrik kartları alıyorum. Bazılarında Yılmaz Güney'in resimleri var kartların. Yılmaz Güney'in "Boynu Bükük Öldüler" romanını hatırlatmak isteyen bir okur şöyle yazmış:"Yeni yılınızı, bayramınızı kutlarım. Hayatta kimsenin boyuncuğunun bükük kalmasını istemeyen okurunuz. -Kalmasını istemeyiz ama, bırakanlara ne demeli?- Saygılarımla..."İnönü'nün gözleri açık mı gitti, diye düşünüyorum. Vasiyeti yerine getirilmedi diye...(29 Aralık 1973)

1974 YILI...

YAŞAMAK GÜZEL ŞEY!

İhsan Topaloğlu, yanında oturan eski İmar-İskân Bakanı Rüştü Özal'la şakalaşıyor. Topaloğlu:- Karadenizliler, Kayseri'nin deniz görmüşüdür. Öyle derler...Topaloğlu, gerçekte Kilisli, fakat Giresun Senatörü ya, öğünüyor...Bulunduğumuz yerde televizyon yok, ne güzel, yılbaşı gecesi, Çankaya'da Hülya restoranda yemekteyiz. Yemekte on beş, yirmi kişi var: Aklıma gelenler, Özer Derbil, Türkân Akyol, eşi Turhan Akyol, Şinasi Orel, Attilâ Sav, DP'li Turgut Cebe, Altan Öymen, Cahit Karakaş, adlarını şimdi hatırlayamadığım daha birkaç dost. Attilâ Karaosmanoğlu Ankara'da olsaydı o da bulunurdu bu yemekte diyorum içimden. Gerçekte, Özer

Page 166: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Derbil akıl etti, plânladı bu yemeği. İyi de oldu. Nereye gidecektik? Eylem'le Özlem'i dedesine, Seçkin Teyzesine bırakıp haydi gruba katıldık...Hülya restoran, Çankaya'nın hemen hemen tepesinde. Gecekondular karanlıklara gömülmüş, daha saat 23'te. Derbil, bir ara pencereyi açıp bağıracak olmuş:- Uyanın heeeeey... diye.Uyanacakları yok. Binlerce gecekonduluk mahalleden, pul kadar bir pencere ışığı gözüme çarpıyor.- Herhalde gece yarısına kadar bekleyip, yeni yılı karşılayacaklar...Politikacıların olduğu yerde, ister istemez politika konuşuluyor. Yemekten sonra bir de pasta geldi. Pastayı bir operatör kesiyor:- Yahu, pasta kesmek insan kesmekten kolaymış valla...Yemekten sonra, hadi tombala... Yıllar var, kimse tombala oynamamış belli. Nasıl da heyecanlı beklediler numaraları...Özer Derbil, bu toplu yemeğin tatsız olmaması için her şeyi yapmış. Hastalananlar için masa üstünde ilâçlar bile var. Anlaşmazlıklara karşı ise el kadar bir Anayasa ve Türk Ceza Kanunu...Penceresinde ışık yanan tek gecekondu da gömüldü karanlığa.İçimden, iyi şeyler olmalı, barış havası gelmeli artık dedim ya, karamsarlığı atmak istiyorum ne yalan söyleyeyim.- Ne oldu şimdi, Ecevit'e verecekler mi? Erbakan'la mı kuracak?Öğretmen Yeter Hanım, Anadolu'nun bir köşesinde söylenen bir deyimi hatırlatıyor:- Atlar nallanırken, kurbağa da ayağını uzatırmış...Hiç duymamıştım bu sözü. Küçük partilere yakıştırılabilir...- Ya, bir de gök görmedik deyimi vardır. Adam, gökyüzünün maviliğini bile görmemiş. Yaşamaktan, dünyadan habersiz yani...Yaşamak güzel şey... Nâzım'ın böyle bir kitabı var. Amma, her şeye rağmen mi yaşamak? Yaşamak kadar, yaşatmak da önemli...- Ölüme mahkûm edilenleri, neden gün doğmadan sabaha karşı asarlar?- Neden?- Güneşi görürse, yaşama isteği çoğalır hükümlünün. Dünyadan ayrılmak istemez. Böyle bir duyguyu uyandırmak ise, hükümlüye eziyet sayılır. Onun için gün doğmadan asarlar adamı...Türkiye'de belleklerde taze duran üç gencin idamı var. Kesinlikle bilmiyorum, ama araştırmaya devam ediyorum: Söylentilere göre, asılacakları yere prangalarıyle getirilmişler. İp, boyunlarına takılırken sökülmüş prangalar.Böyleyse, bu işkence değil mi?Yaşamak mı, yaşatmak mı daha güzel?(2 Ocak 1974)

AKILI GELİN!...

Öküz, nasıl olmuşsa olmuş, kafasını küpe sokmuş. Bunu görenler uzun uzun düşünmeye başlamışlar, bir süre gülüp, eğlendikten sonra:- Öküzün başı, küpten nasıl çıkarılacak?

Page 167: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Aralarında biri atılmış:- Akıllı geline danışalım. O bize bir akıl verir... demişler, çağırmışlar akıllı gelini. "Aman akıllı gelin bir çare. Öküzün başı küpte kaldı. Boynuzları da çatal ya, çıkamıyor işte..."Akıllı gelin, bakmış bakmış, parmağını şakağına dayamış düşünmüş böylece herhalde ve vermiş aklı:- Öküzün başını kesin...Öküzün boynunu vurmuşlar, başını gövdesinden ayırmışlar ama, öküzün kafası bu kez, yine küpün içinde...- Heyyyy, akıllı gelin, öküzün kafası küpte kaldı yine, onu nasıl çıkaracağız.- Küpü kırın...Öykü burada bitiyor mu, yoksa tutup küpü de kırıyorlar mı, iyice kalmamış belleğimde...*Bir Yeniortam okuru, 30 aralık 1973 günü Ankara'da -yolda- Yeniortam'ı durmuş okurken, yaşlıca bir nine yanında durup o da gazeteye göz atmaya başlamış. Okur, okuması için gazeteyi nineye uzatmış. Yaşlı nine, biraz baktıktan sonra sormuş:- Oğlum, hükümet daha kurulmadı mı?- Nine, görev yine Talû'ya verildi...- Ecevit'i çekemiyorlar değil mi oğul?.. Hınzırlar, Ecevit'e hükümet kurdurmayacak...Okurun yazdığına göre, yaşlı nine söylenerek yoluna devam etmiş. Yeniortam okuru soruyor:- Herkes, Ecevit'in hükümet kurmak için görevlendirilmesini bekliyor. Acaba bu umutlar ne zaman gerçekleşecek?*Yenimahalle'de oturan Mehmet Karaca, "Ankara Notları" üslûbuna da uydurduğu bir fıkrayı yolladı. Karaca'nın Anadolu fıkralarını derlediği bir kitabı da varmış zaten. Yeni fıkrası şöyle:"İki köylü pazardan kararlama usulüyle ortaklaşa bir parça çökelek almışlar, sıra aralarında bölüşmeye gelince de "seninki çok oldu, benimki az oldu" diye tartışmaya girişmişler. Yanlarından geçen kentli bir esnaf, onların yüreğine su serpmiş:- Kavga etmeyin. Getirin, benim terazide çökeleğinizi yarı yarıya bölüvereyim...Kentli, çökeleği terazinin iki kefesine bölüp denkleştirirken, az ağır gelen yandan yemeye başlamış ve fazlaca da kaçırmış olacak ki, bu kez de kefenin öbür yanı ağır basmış. Haydi öbür kefeden yemiş bu sefer. Bu taraf ağır, şu taraf hafif derken, köylüler eline yapışmışlar kentlinin. Şöyle demişler:- Yok arkadaş, biz kendi çökeleğimizi kendimiz böleceğiz..."Karaca, fıkrasının yorumunu da yapmış: Ulustan vekâlet alıp gelmiş bazı liderlerin şimdi kendi çıkarlarına düştüklerini belirtiyor. Kendisi hakkında da kısaca şu bilgiyi vermiş:"1947 yılında Demokrat Parti'ye girdim. DP'ye dâvamızın takibi için vekâlet verdik. Bilinen sonuca uğradı. Ondan sonra AP'ye geçerek Divriği'de 6 yıl ilçe başkanlığı yaptım. Ona da dâvamızı izlemesi için ik kez

Page 168: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

vekâlet verdik. Bizden aldıkları vekâletle kendi dâvalarını takip ettiler ve bizlerin dâvalarını tamamen unuttular. Kendi çıkarlarını ve yakınlarını koruma yönüne gittiler. Dâvamızı takip etmedikleri halde, yine vekâlet istediler. Bu kez direndik. "Vekâletimizi Karaoğlan'a vereceğiz" dedik. Gelgelelim, bizim eski vekiller "İllâ da biz" diyorlar ve Karaoğlan'ı hükümet kurması için rahat bırakmıyorlar..."*Gelen yılbaşı ve bayram kartlarının çoğunda ya Yılmaz Güney'in ya da Karaoğlan'ın fotoğrafları var. Kartalların çoğu da Eylem'le Özlem'e. Muğla'nın Yatağan ilçesinin Eskihisar köyünden Mehmet Kaya, "Özlem ile Eylem sanki bizim de birer parçamız. Onları yazmadığınız an inanın özlüyoruz. Şimdilik sizler bizim Özlem ile Eylem'imizden habersizsiniz ama bütün çalışmalarımız Özlemlere, Eylemlere, ak günler yaratabilmek için" diyor. Eskihisarlı kadınlardan derlediği bir dörtlüğü de yazmış kartına. Şöyle:Eskihisar'da yetişirYeşil bakla,Allah'ım, Ecevit'iNazardan sakla...

Bu gün bayram. Anladığım bayram boyunca da eş-dost görüşmelerinde sorulan aynı soru olacak:- Yahu, ne oldu hükümet? Ne zaman kurulacak?..Elbette, sorandan sorana farklı olacak. Bir yandan, hükümet kurulmasın da, Ecevit'in seçimle getirdiklerini iyice yalama edelim, o da bize dönsün diyenler kurnaz kurnaz üzülecekler:- Yahu, şu hükümet de kurulamadı ki... diyecekler.- Ecevit'in hükümet kurmasına o kadar itiraz etmeseniz. Hani "azınlık hükümeti kurarlarsa başlarına yıkarım iktidarlarını" da demeseniz... Yanut da, siz kuracaksınız, işte sağ... Kursanız...Biten, umut olmaktan çıkan Süleyman Bey, kendini pahalıya ödetmek istiyor Türk politikasına. Kolay değil biten, tükenen adamın bunu teslim edip köşesine, müteahhitliğine çekilmesi.Süleyman Bey'e göre, Ecevit'in kazanması, Karaoğlan filân bunlar birer balondan ibarettir. Şöyle bir yıl geçirebilse, rahat kendini toparlayacaktır. Erken seçim için vakit erkendir.Bakalım öküzün başı nasıl çıkacak küpten?(4 Ocak 1974)

KARAOĞLAN'IN PROGRAMI HAZIR, FAKAT...

Anadolu halkı, yer yer Türkçe sözcükleri ne güzel değiştirerek kullanır. Çok sözcük eş-anlamlıdır. Örneğin demek, söylemek aynı zamanda istemek, yakınmak anlamına da gelir. "Akşam seni babana söyleyeceğim" demek. "Senin yaptıklarını anlatacağım, şikâyet edeceğim" demektir.

Page 169: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bizim ilçede, oldukça varlıklı müftünün köylü yardımcıları da vardı. Müftüye sözgelimi "ağa" derlerdi. "ağa" bir çeşit saygı deyişiydi. Yoksa, ortalığı kasıp kavuran ağa demek değil. Ancak, elinde avucunda hiçbir şey olmayan kişiler için, biraz rahat yaşantısı olan herkes ağadır gerçekte. Kimi yardımına, çiftinin çubuğunun kalkınmasına koşar, yer yer yararlanırlar da. "Ağa" dediğiniz de fazla öfkelendirmeyeceksiniz ha, kızıverir.Bir gün, böyle zor durumda kalan biri, okumuş ağanın yani müftünün yanına gelir.- Söyle bakalım ne var?- Ağa, iznin olursa sana bi eşek demeye geldiydim...- Ne? Yıkıl karşımdan, kerataya bak...Neye uğradığını şaşıran köylü, ağanın öfkesi karşısında bocalar ve daha fazla kızdırmamak için de sıvışır oradan.Sonradan çok düşünmüştüm. Müftü bilmez miydi, deme sözcüğünün isteme anlamına geldiğini. Belki eşeğini vermek istemedi de ondan kızar gibi yaptı.*AP'liler, ne kokteyllerde ne ortalıkta görünmüyorlar. Irak elçisinin önceki akşam verdiği kokteylde tek AP'li yoktu. Haydi Genel İdare Kurulu toplantısı vardı, üyeler gelemediler, öbürleri de yoktu. Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ve yüksek rütbeli generaller, kokteyldeydiler. CHP'lilerden Kâmil Kırıkoğlu göze çarpmaktaydı. Sonra tabiî senatörler, Ekrem Acuner, Sami Küçük ve Çinliler. Çinliler bir yolunu bulup, Sancar'la fotoğraf çektirdiler. Keyifliydiler... Hükümetten, Dışişleri Bakanı Bayülken ile Dışişlerinden Kaya Toperi ordaydı. İsveç elçiliği müsteşarı Sune Danielsson, Türkiye'nin sorunları ile ne kadar yakından ilgili...Her köşede konuşmalar:- Ne olacak şimdi? Ecevit'e kurduracaklar mı hükümeti?- Başka da yol yok galiba.*Karaoğlan'ın -sessiz sessiz- hükümet programını bile hazırladığını biliyordum. Ta, 15 Ekim günü uzmanlarını toplayıp "tez işler programı" na girişmedi mi? MSP'yle ilk koalisyon denemesi olmayınca, yeni tur için hazırlıklarını yapmaktaydı. Önemli sorunlar var, başa nasıl çıkılacağı da daha belli değil ya, örneğin yurtta başırı sağlayacak genel af, hayat pahalılığı ile savaşa olsun girişme ve haksızlıkların, yolsuzlukların önlenmesi girişimleri...Belki de hükümet kurma görevi verilir verilmez, ilk hazırlıklardan sonra televizyona, radyolara geçip Türk kamuoyuna gerçek durumun anlatılması gerek. Hatta, neye zam yapılacaksa onların bile önceden açıklanması.Karaoğlan'ın bu kez de rahat bırakılmayacağını söyleyebilirz. Geçenki denemede, nasıl başlamıştı haberler? Yok, filân yerde toprak işgali. "Biz demedik mi, Ecevit gelir gelmez işgaller başlayacak" haberleri. Bir sendika genel greve gidilmesini önerdi de, Türk-İş hemen bunu desteklemedi mi? Arkasından yumurta fiyatlarının kaça çıktığı sütun sütun açıklanmadı mı?Bekleyin yine bunları...

Page 170: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Tekelci sermaye çevreleri, Ankara'nın büyük otellerine taşınırlar mı yine?Süleyman Bey ne yapar? Oturup muhalefette partiye çekidüzen mi verir, yoksa "İktidarlarını başkalarına yıkarım" mı der?Dalgalarına taş atılanlar, bir ağızdan bağırırlar mı?- Ne? Yıkıl karşımdan... Kerataya bak...(10 Ocak 1974)

KASKETLİLER MECLİS'TE...

Meclisin birinci kapısından çıkarken karşılaşıp tanıştık. İstanbul Milletvekili Mimar Mehmet Emin Sungur kasketini geçirdi başına. Yanında Gümüşhane Milletvekili Erol Tuncer. Meclis yakınındaki dolmuş durağına kadar yürüdük. Çıkış kapısında nöbetçi selâm versem mi, vermesem mi diye durdu bir an. Geçtik. O konuşuyordu:- İstifa edip gitmek geçiyor içimden. İstanbul gecekondularına ne diyeceğim ben? Saat ücretimiz nerdeyse bin lirayı aştı. Hep böyle mi gidecek?Durun bakalım, diyorum, içimden. Karaoğlan hükümeti kurdu kuracak, boş durmadı AP hükümet sorununu oyalarken.Süleyman Bey ne düşünüyordur?- Bana hükümet kurdurmaz mısınız, ben de böyle oyalar, ırgalar bırakıveririm işte. Siz Talû'yu onurlandırmak mı istiyorsunuz, üst üste hükümetler kurdurmak isteyerek? Doğrudan, Talû'ya karşı çıkalım da görün...Talû başkanlığında hükümet, hem Demirel'in hem AP'nin aleyhineydi zaten. Baştan biliyordu bunu herkes. Sorunu on gün sallamaktan Süleyman Bey ne kaybedecekti ki? Bu kadar yıpratılan hükümet koltuğuna, Bülent bey geçsin de kurulsun artık. Amaç bu muydu gerçekte?Kulislerde konuşmalar:- Demirel'in kardeşinin ortağı Hilmi Bey ne demiş?- Ne demiş?- Ben haber aldım, demiş. Çankaya, Süleyman Bey'in işi biraz daha geciktirmesi havasındaymış...Kim nerede, ne iş yapar anlayamam bir türlü, Ancak, birçok işler hükümetler giderken görülür:- Telefon müracaatını hemen yapın, hükümet değişmeden alırsınız, hükümet değişirse ı-ıh...Yönetim kurulu üyeliklerine atanan atanana. "Sizi istifa eden hükümet atamış, görevinizden alacağım" deseniz, buyurun çıngarı. Danıştay kapılarına gider mi ki?Yitirilen zaman, doğru - dürüst hükümet kurulamayışı, barışı geciktirdiği kadar, bakanları, devlet kuruluşlarını da lâçkalaştırdı.*

Page 171: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Sovyet elçiliğinde verilen kokteylde, Bulgar Basın Ateşesi İvan Yordanov'la, konuşuyoruz. Sordum, karşıdaki Çinlilere bakarak:- Çinlileri nasıl buluyorsunuz?- Çinli gibi...Esprisi olan kişi İvan Yordanov, Bulgarlar gerçekte, çok neşeli, güler yüzlü insanlar. Bulgaristan'a gittim ama, Gobrova'daki "güldürü" törenlerini görmedim. Kuyruğu kesilmiş bir kedi çeker başı törende, bilirsiniz. Geçen yıl bizim sanatçılarımız da oradaydılar, bildiğim.Kokteyllerde ne konuşulur? Havadan, sudan. Her yerde olduğu gibi, orda da yer yer "Ankara Notları"nı eleştirenler olur. Yordanov da sordu:- Yazı üslûbunuz dolaşık haylice. Bir ustalık belki.Diplomat yanında insan diplomat oluyor galiba...*Bu ayki dergilerin bir kısmını aldım. "Yeni A" dergisi "işkence özel sayısı" yapmış. İşkenceleri ilk Yeniortam ortaya atmıştı. Sıkıyönetim döneminde. "Yeni Halkçı" izledi sonra onu. Yeni Halkçı, işkenceler konusunu bir kitapta da topladı."Yeni A"da, Erdal Öz'ün "Çağdaş işkenceler üzerine notlar"ı, Tuncer Tuğcu'nun, Ergin Atasü'nün, Fikret Otyam'ın yazıları, Ahmet Arif'in ve Ergin Günce'nin şiirleri var. Dolu bir sayı. Ergin Günce'nin "Bir cellâdı tanımak için ilk akla gelen sorular"'ı şöyle:

"Cellâdın arkasında kimler var?Maaşını hangi kapılardan alır ve para birikimi nedir?

Amerika'da kursu kaçıncılıkla bitirmiş?Dönerken buzdolubı ve araba getirmiş mi?Gümrüğünü ödemiş mi bunların?İşte günün soruları bunlar...Yoksa bu cellâdın çift ödeneği mi vardır?niye olmasın, bu bir bütçe oyunu değil midir?Kızını kolejde mi okutuyor, keman dersi aldırıyor mu?Oğlu hayırsız mı çıkmıştır, esrar da kullanıyor mu?

İster misiniz karışı kaçmış olsun?Çok mu dayak yemiştir çocukluğunda?İşte günün soruları bunlar...

Kaçıncı kuşak, kaçıncı (dan)* Hitlerolojide?Hımmler'e mi benzer ağzı, alnı Franco'ya mı benzer?Kaç nutuk ezbere bilir Mussolini'den?Hayran mı Yunan subaylarına, gazete okur mu?Yoksa öğretmenin her çeşidine mi düşman?İşte günün soruları bunlar...

Cellâd olmasa, nasıl kazanırdı ekmeğini?Uzmanlığı her alanda ve her yerde geçerli mi?Yoksa aç mı kalır bu işinden atılsa?

Page 172: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bu yüzden mi çalımı: Büyük bir korkuyu örten?Bir gece onun da kapısı çalınacak mı?İşte günün soruları bunlar...(11 Ocak 1974)

KULİSLERDE NELER VAR?

- Fuat Bayramoğlu, Vehbi Koç'un nesi olur?- Vehbi Koç'un bacanağının damadıdır.Parlamento kulislerinde, her konu gündemdedir. Konuşulur. Zaman zaman Çankaya'nın tutumu eleştirilir. Bazı çevrelerin, bu arada Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu'nun Korutürk'ü etkilediği ileri sürülür. Yok neymiş? Fuat Bayramoğlu, CHP-AP koalisyonundan yanaymış, onun için uzun zaman verilmemiş Ecevit'e hükümeti kurma görevi. Bir de, 12 Mart sonrasına benzer hükümetler olsa daha iyi olur mu dermiş? Örneğin Naim Talû'ya hükümet üstüne hükümet kurdurma girişimlerinde, uzaktan da olsa etkisi mi olmuş?Ben pek tanımam Fuat Bayramoğlu'nu. O, 1946-1950 yılları arasında o zamanki CHP bakanlarının örneğin bir Şükrü Saraçoğlu'nun özel kalem müdürlüğünü yaparken, ortaokul yahut lise sıralarında var, yoktum. O yıllardan birinde, CHP'den aday da olmuş. Ancak, artık CHP kaybetme dönemine girdiğinden, 1950'de galiba CHP ile birlikte kaybedip diplomatlığa dönmüş. Adaylığı da konsolosluğuna rastlarmış...Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram Veli sülâlesindenmiş. Menderes'in müsteşarlarından Ahmet Salih Korur'un da kayınbiraderi. Rübailer yazar, şair yaradılışlı anlaşılan. Pek çok meziyetleri olan Bayramoğlu'nun belki bir kusuru da vardır. Örneğin, pek vefalı değil miymiş? 1960 İhtilâlinde eniştesi Ahmet Salih Korur, Yassıada'ya gittiğinde -kurulu düzene saygısından mı ne- pek ilgilenmemiş kızkardeşiyle.Söylentilere göre, CGP'liler de onun kanalıyle Çankaya ile bağ kurarlarmış. Emin Paksüt'le arkadaşlığı neredendir bilmiyorum. Bayramoğlu 1941'lerde Afyon'da savcıymış. Emin Paksüt'le eski Afyon Milletvekillerinden Ali Çetinkaya'nın damadı, oradan mı?Neyse, kulisleri bir an için bir yana bırakalım. Fuat Bayramoğlu halen, Türkiye'de oldukça önemli bir görevdedir. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteridir. Kulislerde bile olsa böyle söylentilerin çıkmaması için çok titiz davranmak zorundadır. Kendine çekidüzen vermek zorundadır yani.Benim aklıma Bayramoğlu'nun Sayın Korutürk'ü etkileyecek yapıda bir kişi olmadığı da gelir. Diplomattır ama, öyle yön verici, yahut gelecek için ufuk açıcı bir yeteneği de olduğunu pek sanmam. Ancak, kendisine verilen görevi iyi izleyen bir kişi diyebilirim. Yani, katılmıyorum bu bakımdan kulislerdeki iddialara.Cumhurbaşkanının bazı konularda yardımcılara ihtiyacı yok mudur? Olmaz olur mu? Belki de bu eksiklikten dolayı, işler zaman zaman sarpa sarabiliyor. Bayramoğlu, şöyle olsun, böyle olmasın istermiş, kime ne? Türkiye'de toplum gelişmesinden haberleri olmayanlar, bir süre

Page 173: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

sürüklerler işleri. Ancak, olaylar ve gelişmeler öyle düşünenleri geride, çok geride bırakıp yürür, gider.Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, öteden beri yıldırımlar çeken bir yer olmuştur. Örneğin 27 Mayıs Devrimi'nden sonra Gürsel'in Genel Sekreteri Nasır Zeytinoğlu, kulislerde adı çok söylenen kişi olarak belleklerde kaldı. Ayrıldıktan sonra unutuldu. Belki şimdi bir bankanın yönetim kurulundadır. Millî Birlikçiler, politikacılar o zamanlar çok kızarlardı Zeytinoğlu'na. Cumhurbaşkanını yanıltıyor, Çankaya ile kendileri arasında bağları kopartıyor diye...*Bunca uğraşıdan, çeşitli çevrelerin çabalarından sonra hükümet kurma işi, olayların da gelişmesi sonucu rayına oturuyor gibiydi. Bu da baltalanmak istenmeyecek mi? İstenmiyor mu? Yer yer konuşmalar:- Kursunlar da görelim. Üç ay dayanamaz. Sonra, Ecevit'e hükümet kurma görevini veren kim?TRT'dekiler yıllardır ilk kez, "gazetecilik" mi yapmaya başladılar. Haberler de hep bıyık altından gülerek veriliyor gibi...Askerlerin toplantıları, filân yerde brifingler hep arka arkaya ilginç haberler olarak sıralanıyor.Gazetelerde haberler.- Erbakan'ın 38, Ecevit'in 5 dokunulmazlık dosyası var...- Komisyonları da nasıl bölüşmüşler? Millî Savunma, Adalet Komisyonu Başkanlıklarını MSP almış...- Bundan ne çıkar?Ne çıkacak? Komisyon Başkanı isterse, Erbakan'ın dokunulmazlık dosyasını dört yıl getirmez gündeme.Hiç unutmam, Çetin Altan günlerce AP'den "88 sanıklı iktidar" der de kimse kulak asmazdı. Kimsenin dokunulmazlığı kalkmadı da, sadece Çetin Altan'ın -sabahlara kadar uğraşarak- dokunulmazlığı kaldırıldıydı. Dosyaları Meclis Komisyonlarında yıllarca bekler, kimse aldırmazdı da, 12 Mart sonrasında üç gencin dosyası yanlışlıklar bile yapılarak apartopar komisyonlardan, Meclislerden geçirilivermişti... Anayasa Mahkemesi usulden bozmuştu bunu sonra...MSP'yi "kapattırma" istekleri de var mıdır? MSP hükümete girmeyi bu endişeden mi çabuklaştırmayı düşünmektedir? TİP kapatılırken, -hatırladığım- hiç bir yerden itiraz sesi gelmemişti. Kapatılan partinin yöneticileri içerdeler şimdi. TİP'in kapatılmasını sağlayan, o zamanki "ortam"dı, estirilen havaydı bildiğim. Şimdi bu hava var mı?MSP, içindeki çelişkilerin ve şimdiye kadar uyguladığı politikanın gereği, koalisyon masasına zayıf oturuyor. Bu açık. Zayıflığı nedeniyle, oranından fazla sandalye istiyor anladığım. İç çelişkileri sürdüğünden, ben koalisyonun kurulmasından sonra MSP'den bazı istifalar olacağını da tahmin ediyorum. Ancak istifa edenler nereye giderler? AP ile bütünleşmeye mi? Bunların sayısının çok olacağını sanıyorum...Kulislere, sözün başına geleyim. Soru şu:- Ecevit'e hükümet kurdurulacak mı, kurdurulmayacak mı? Sorun bunda...(12 Ocak 1974)

Page 174: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"KİPATIMI OKUYORUM!.."

Bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısıydı. Korutürk başkanlık ediyordu. Üç ay süren hükümet kurma girişimlerinin daha başları. Korutürk, hazırlanan gündeme baktı. ilk madde : "Hükümetin kurulması". Korutürk, şöyle devam etti:- Hükümetin kurulması ile Cumhurbaşkanı meşguldür. İkinci maddeye geçiyorum:Kulislerde geçenleri dinlerim de ben, onları değerlendirirken büyük ölçüde süzgeçten geçiririm.Son günlerin, hatta saatlerin konusu, CHP ile MSP'nin bakanlıklar konusundaki görüşmeleri. Gece-gündüz bunları düşünüyorlar çünkü. Taaa, eskiden beri vardı. Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı MSP'de değil CHP'de kalacak. Bu bakanlıkların MSP'de olmasının doğuracağı kötü etkileri silmek için bu böyle olmalı. Bir kez, yanlış böyle bir yargı. Geçmişi düşünüyorum: 1960 sonrası CHP iktidarının Millî Savunma Bakanı İlhami Sancar'dı. CHP-AP koalisyonunda İçişleri Bakanı Ahmet Topaloğlu. Sonra AP iktidarında, Millî Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, bir ara, CKMP'li Hazım Dağlı. O da sonradan AP'li oldu ya. O zamanlar çıt çıkmadı da, MSP'ye Millî Savunma Bakanlığı düşerse mi çıkacak? Örneğin, bir sosyalist parti koalisyona katılsaydı, hangi bakanlıklar verilecek? Bir Kemal Bağcıoğlu, AP'li olarak komisyon başkanlığı yapabilecek de, koalisyona katılan bir başka partinin adamı örneğin Süleyman Arif Emre yapamaycak? Böyle saçma şey hangi demokraside görülmüş?Ancak bir gerçeği gözden uzak tutmamak gerek. Hükümeti kurmakla görevlendirilmeyi bekleyen Karaoğlan, dikkatli, titiz davranma zorunu duymuşsa, bunun başlıca nedeni kamuoyunun nabzını elinden bırakmadığındandır. Kamuoyu ve çeşitli çevreler, basın yoluyle, radyolarla bir çeşit hazırlanabilseydi, bazı konuların üstüne daha rahat gidilebilirdi.Halen hükümette olan bir bakanla konuşuyoruz:O, hasmı olduğu Ecevit'i bir yerde suçlamak istiyor ya bula bula şu gerekçeyi buluyor:- Canım, doğru mu yani Bülent'in MSP ile koalisyona gitmesi?Ancak, aynı MSP hem de "Sağ koalisyon" adı altındaki AP - DP - CGP koalisyonuna katılırsa hiç sorun yaratmıyor.CHP, AP ile koalisyon yapsın isteniyor, bu belli. Ancak, CHP'nin şimdi MSP ile çıkan pürüzleri AP ile çıkmayacak mıydı sanırsınız? Belli koşullarda anlaşabileceklerini ve hizmet edeceklerini düşünse Ecevit neden AP koalisyonuna yanaşmasın. İsmet Paşa'nın AP ile yaptığı koalisyon sekiz ay sürebilmişti. AP'nin bazı bakanları bile, partilerini bırakıp CHP'de soluğu almışlardı. İsmet Paşa'nın büyüklüğü ile ilgili sözleri, AP'li bakanlardan Ahmet Topaloğlu'ndan dinlediğimi unutmadım. Sonra, İsmet Paşa'nın ne komünistliği kalmıştı ne bir şeyi. Osman Bölükbaşı'yı da tavlamışlar, 1965 bütçesinde alaşağı etmişlerdi Paşa'yı.Diyeceğim, zor iş elbette koalisyonları kurup, yürütmek. Pazarlıklarında anlaşmak da kolay değil. Ama, üç ay hiç bir partinin bir araya gelemediği

Page 175: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Türkiye'de iki parti biraraya gelir gibi olduklarında, tekere taş koymağa kalkmak, kulislerde olmadık sözler çıkarmak, demokrasiye inancın cılızlığının belgesi olur. Başka şey değil.*Eylem, büyüdükçe sözcükleri yavaş yavaş daha doğru söylemeye başladı. Artık, "askes" demiyor, asker diyor. Ama kitabın adı hâlâ kipat...Geçen gün, yeni öğrendiği okul şarkısını söylüyordu:- Küçük asker, küçük asker, n'apıyorsun bana söyle?- Kipatımı okuyorum, okuluma gidiyorum...Annesi düzeltmek istedi:- Kızım, kitap değil tüfek. "Tüfeğimi asıyorum, ben kışlama dönüyorum" böyle olacak.- Yoook, anne tüfek değil kipat. Bu asker, kipat okuyor...Bizim evde de kitaptan başka şey yok. Kitapların arasında büyüyor Eylem de, Özlem'de...*Korutürk'ün son önerisi, kafalarda yer yer kuşkular yaratmadı değil. Hele kulislerde, kızıp, köpürenler bile oldu. Dillerde dolaşıyordu: - Cumhurbaşkanının tutumu da eleştirilmeli artık. Ekmekçi, basın olarak ilk puanı verdiniz, yanılttınız bizi.Benim asıl korkum, ikide bir demeçlerle, normal çözüm yolları dışında çözüm önerileri çoğaldıkça bunların etkilerini gitgide daha çok yitirmeleri, artık alışılır hale gelmeleridir. Süleyman Bey de dayanamayıp sert biçimde eleştirdi okumadınız mı?Her şeye karşın, normal demokratik çözüm yollarının ortadan kalkmadığına inanmak gerek. Korutürk de, önceki günkü konuşmasının en sonunda bunları söylüyor aslında.Korutürk'ün liderlerle görüşmesi sırasında söylediği bir sözü unutmuyorum:- Orduya dedim ki, Parlamento her güçlüğü çözer...(13 Ocak 1974)

DIŞARIDAKİ GENÇLİK!

Adam önce tabancasını kılıfıyle birlikte belinden çıkardı. Masanın üstüne koydu. Sonra, tabancanın şarjörünü çıkardı, gürültülü bir şakırtı duyuldu bu sırada. Çevresindekileri süzdü. Sonra, ceketini de çıkararak kısa bir süre barfiks yaptı. Yorulunca da, önce şarjörü tabancaya yerleştirdi. Beline taktı. Ceketini giyip, çıktı gitti...Olay, bir akşamüstü Cebeci'de Hukuk Fakültesi'nin arkasındaki Cebeci Öğrenci Yurdu'nda geçiyordu. Barfiks yapmağa meraklı adam, bir polis memurundan başkası değildi. Öğrenciler, yurda gelip barfiks yapan polis memurunu kaçamak gözlerle seyrettiler bir ara...12 Mart'tan sonra kapatılmayan yurtların arasındaydı Cebeci Yurdu. Hoş, burayı da SBF Yurdu gibi kapattırmak için komandolarca kantin kavgaları çıkarılmaya çalışılmamış değildi. "Yurtta tamirat var" denilerek, öğrenciler bir ara "Site Yurdu"na yollanmak, orada ezdirilmek istenmemiş miydi? 12

Page 176: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Mart'tan sonra yurt kapatılmamıştı ama, tüm öğrencileri denetleyebilecek kadar sivil polis rahatça barınıyordu yurtta. 12 Mart'tan hemen sonra, şimdi erkek öğrencilerin banyo yeri olan yerde sivil polisler yatırılırdı.14 Ekim seçimlerinden sonra hava biraz değişir gibi oluyordu. Fakat, nedense kitaba karşı 12 Mart döneminin düşmanlığı eksilmedi bir türlü. Bir hafta kadar önceydi, yurdun okuma salonuna birkaç sivil adam geldi. Ellerinde ölçü âletleri, salonun enini, boyunu ölçerken, okuma masalarına -nedense- dikkatle göz atıyorlardı. Bunlar, öğrencilerin yakından bildikleri sivil polislerden başkası mıydı? Salonun neden ölçülüp biçildiğini yurt yöneticileri de bilmiyorlar, sorulara karşılık veremiyorlardı.21 Ocak günü, yurda sivil polisler geldi. Belki polis de değillerdi, kimse kimlik sormuyordu ki... Yurda girmek, hele öğrencilerin odalarına çıkmak yasaktı. Fakat bunlar, yurt ilgilileriyle birlikte yurdu aramağa başladılar. Ellerinde "arama emri" var mıydı? Bütün yurt aranmıyor da, gelişigüzel girilen odalar aranıyordu. Hiç bir şey yazmadan, tutanak da tutmadan bazı kitapları alıp götürdüler. Götürülen kitaplar arasında Nâzım Hikmet'in "Seçmeler", Çetin Altan'ın "Büyük Gözaltı", Erol Toy'un "İmparator", Fakir Baykurt'un birkaç kitabı da vardı. Pek meraklı olup da, bunun nedenini soran öğrencilere, yurt müdürü, "Fazla merak sizin başınızı yer" demekle yetindi.*Konya'da Selçuk Eğitim Enstitüsü'nde, öğrenciler üstüne baskı arttıkça artıyordu. Yeniortam'dan sonra Cumhuriyet okuyanlar da dövülüyor, baskı altında tutuluyorlardı. Öğretmenler de, fırsat bu fırsat deyip, okuyan öğrencileri sindirme yolları arıyorlardı. Matematik dersinde öğretmen şöyle demişti:- Bazı arkadaşlarınız, saçlarını uzatarak annelerine benzemek istiyorlar...Öğretmen bunu deyince, çoğunun aklından şu karşılık geçiyordu:- Biz, çilekeş, elleri nasırlı, vatanı için evlât yetiştiren Anadolu anasına benzeyebiliriz. Kendimizi mutlu sayarız. Bunun dışında özgürlük nedir bilmeyen, ama "milliyetçi" geçinen kişileri kendimize örnek kişi olarak seçmek istemiyoruz...Yine matematik dersinde tahta silen öğrenciye şöyle demişti öğretmen:- Soldan başlama, sağdan başla silmeye...Eklemişti:- Sol ayağının üzerine bas da sol iyice ezilsin...Orada da, aydın öğrenciler öğretmenlerin ve sayıları küçük bir grup öğrencinin baskısı altında.Gelen bilgilere göre, sağ, tam anlamıyla yurdu yeni bir anarşi ortamına sürüklemek için elinden geleni yapıyor. Yaptı da, hem de geçen dönem yönetimin koruyucu kanatları altında yaptı bunu...*Örnekleri vermeye devam edeyim: Ankara'da Fen Fakültesi'nde bir "Ankara Notları"nda "Korkunç yenge" diye nitelediğim bir yönetici var. 12 Mart'tan sonra, öğretmen arkadaşlarını ve öğrencilerini sıkıyönetimlere "ihbar" edip gözaltına aldırmakla tanınmıştı. Şimdi fakültede, öğrencilerin demokratik haklarını kullanmalarını bile engelliyor. Çoğunluktaki öğrencilerin iki kız adayını yönetim kurulu -bahanelerle- kabul etmedi.

Page 177: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Fakültede "sağcı" tanınan öğrencilerin adayının ise, tek aday kalıp seçimleri alması için, fakülte yönetimi her şeyi tezgâhlamış durumda. Dekanlık seçimlerini, 12 Mart'tan sonra kazanabilmek için, kendisine oy vermeyecek olanları bile sıkıyönetime ihbar ederek, tutuklattıran "Korkunç yenge"nin öğrenci seçimlerini nasıl yaptıracağını sanırdınız?Doğramacı'nın Hacettepe Üniversitesi'nde de öğrenci temsilcilikleri seçimleri olaylı geçmekte. Her seçimde, dışarıdan polisler çağrılmakta, gerçekte tedbir de alınmamaktadır. Sosyal ve İdarî İlimler Fakültesi'nde 2.000 kişiyi bulan çoğunluk, fakültedeki 30 kişilik grubun baskıları sonucu oy kullanamamakta. Nasıl çıkarıyorlar olayları bakın, örneğin kız çocuklara takılıyorlar, oy vermek için girene, çıkana "komünist" diye söz atıyorlar. Şimdi, bu fakültede 30 Ocak Çarşamba gününe kaldı seçim. Burada öğrencilere yine oy kullandırılmaz, olaylar çıkarılmak istenirse bunun baş sorumlusu Doğramacı olacaktır. Buradan duyuruyorum...*Onbinlerce öğrenci fakültelere, yüksekokullara giremedi. Sokaklarda, kahve köşelerinde yıkıma terkedildi. Çoğu meyhanelere de dadanmıştır ne bileyim. Liseyi okuyup bitirmiş, askerliğini de er olarak yapacak. Okudukça, üstüne baskıların bindiğini de görüyor, anlıyor Hanya'yı, Konya'yı... Birkaç yıl önce lise mezunları ilkokul öğretmeni olabiliyorlardı. Bu hak da alındı ellerinden...Öğretmenken, evrak memurluğuna atanan F. Fikret Uğur, mektubunda şunları yazıyor:"1950 yılının Ocak ayının 12'sinde anam beni doğurduğu zaman doğmuşum. İyi ki doğmuşum.Aradan yıllar geçti, büyüdüm. Okula gittim. Karne aldım. Sınıfta kaldım. Babam öldü, öğretmen oldum. Ve yirmi yaşında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş bölümüne girdim. İyi ki girimişim. Üç yıl resim yaptım. Okudum, çizdim, sildim ve mezun olup resim öğretmenliği diploması aldım. Dört buçuk ay sonra evrak memurluğu görevi verildi bana. Demek ki ben yaptığım o yağlıboya resimleri evrak memuru olmak için yaptım. Demek ki ben, evrak memuru olmak için desen çizdim, psikoloji okudum, sanat tarihi okudum, estetik okudum.Sorup öğrendiğimde hocalarımın değil, bakanlığın beni evrak memuru yaptığını öğrendim. İyi ki yaptılar. Millî Eğitim Bakanlığı'na gittim. İlgililerle görüştüm. Beni çok iyi karşıladılar. Dinlemek zahmetine katlandılar. Sağ olsunlar, onlara öğretmen olmak istiyorum dedim, iddealimdi dedim, dinlemediler, (beraat kararını getir) dediler. Nereli olduğumu sordular, hemşehrileri olsaydım, bir şey düşünürlerdi. İyi ki değildim.Beraat denince aklıma geldi. Yıl 1972, 4 Mayıs. Okul dışından geliyorum, bahçe kapısına varmadan, biri: "Bu da vardı" dedi. Polis arabasındayım. Oradan öğrenci kavgasının olduğunu, karakol, ifade 25 gün gözaltı, 70 kişiyiz. 70 kişi dört kişiyi dövmüş. Kimsenin burnu kanamamış. Sonra mahkeme, iki yıl sonra beraat... İşte o kararı istiyorlar. Gittim getirdim. "Kesin karar" dediler. "Beraat kararı" dedim. Olmaz dediler. Müdürler görüşecek dediler çıktım. Aradan on beş gün geçti. Hâlâ görüşüyorlar. Adam öldürmedim, halkımı aldatmadım. Esrar kaçakçılığı yapmadım. Anayasayı çiğnemedim. Vazifemi kötüye kullanıp zimmetime milyonları

Page 178: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

geçirmedim. Atatürk ilkelerine aykırı hareket etmedim. Kısacası kavgada yoktum..."(28 Ocak 1974)-Birinci Kitabın Sonu-

GÖZDEN KAÇANLAR...

TRT'ye nasıl MİT elemanlarının doldurulduğunu biliyor musunuz? Bunlar maaşlı da olabilirler, bir iş yapıyor da görünebilirler.MİT'e sırtını dayadın mı, mevki sahibi, koltuk sahibi de olabiliyordun. Azından, kritik zamanlarda kurtarabbiliyordun kendini...Belki de, kendi kendine gelin güvey olan bir sürü insan, MİT'i kendi amaçları, emelleri için kullanabiliyordu. "Kışkırtıcı ajan" deyimi, ne zaman çıkmıştır? Filân yerdeki küçük memura kadar, nasıl dal budak salmış bu? Nasıl temizlenecek?Bir devlet kuruluşunu, bir gizli güç sayar da, burasını partizanların ekmek kapısı durumuna getirirseniz, büyücü çırağının cinleri toplayıp, dağıtamaması gibi çıkamazsınız işin içinden.MİT'e en son, -telefon dinleme olayı nedeniyle- eski Başbakan Naim Talû hedef olmuştur. MİT, Talû'ya çok ağır bir yazı yazmış, "24 saat içinde açıklama yapmasını" istemiştir. Başbakan'a bağlı bir kuruluş, böylesine ağır bir yazıyı Başbakan'a yazamamalıydı...Zaman zaman duyardım. Hakkımda da iyi şeyler düşünülmediğini de. Buna boş vermek zorundayım, bir gazeteci olarak. Hakkımda iyi şeyler düşünmeyenlere nasıl şirin görünebilirim ki? Benim de görevim bu. Kusura bakmasınlar, demek isterim...Kuruluş, görevi olmayan şeylere nasıl karıştırılmıştır? Kimler, kimlerin sırtından yapmıştır bunu? Öyle şeyler duyuyorsunuz ki, kulaklarınıza inanamıyorsunuz.- AP'ye son giren emekli generaller konusu, rasgele bir şey mi yoksa planlanmış bir şey mi?- Ne bileyim ben?- Metin Toker, çuvallara doldurduğu bildirilerle mi yazdı o televizyon programını? Resimleri de mi çuvallara doldurdu? Kim verdi resimleri? İsmet Paşa'nın damadı olmasının etkisi olmasın...MİT adlı kuruluşun, kamuoyunda bu denli yaralanmasında kendi çıkarlarını ve politikasını düşünen politikacılarla kişilerin büyük rolü oldu bileseniz.MİT, nerelere kadar el attı? Bunun örneklerini sıralamak ciltler tutar. MİT Müsteşarlığının 16 Mart 1972 tarihinde, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığına yolladığı, şu "gizli" yazı bir başka örnek olsa gerek:Ankara Sıkıyönetim Komutanlığına,"Türk Dil Kurumu üyesi Ali Püsküllüoğlu tarafından yazılıp Ekim 1971 tarihinde Ankara Yenişehir Sakarya Cad. No: 8'de bulunan Bilgi Yayınevi tarafından neşrolunan Öztürkçe Sözlük adlı kitapta yer alan bazı ifadelerin

Page 179: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

TCK'nun 142/1, 159 ve 312. maddelerini ihlâl eder mahiyette olduğu kanaatine varılmıştır.Adı geçen kitap ve içinde yer alan bazı ifadelere ait bir örnek ilişikte sunulmuştur.Ali Püsküllüoğlu hakkında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 13 ve 15'inci maddeleri gereğince kovuşturma açılması hususu takdir ve tensiplerinize arzolur.Nurettin ErsinKorgeneralMİT Müsteşarı"

Ekteki belge de evlere şenlik. Belgenin ilk sayfasında şöyle deniyor:"... Yazar, dil devriminin bütün milletçe benimsendiğini ispat etmek için bazı antikomünist kişilerin muhtelif yerlerde çıkmış yazılardan örnek cümleler aldığını ve bunların diğerlerinden bir bakışta tefrik edilebileceğini beyan etmek suretiyle, bu milliyetçi şahıslara kitabında neden yer verdiğini açıklamaktadır.Diğer taraftan kitabın tamamında birkaç antikomünist ve milliyetçi yazar hariç, komünist ve anarşist şahısların sözlerine yer verilmiş olması ve dil devriminin toplum yapısını değiştirmek amacına müteveccih olduğu yolundaki beyanlar yazarın komünizm propagandası yapmak ve geniş kitleyi bu yönde bilinçlendirmek gayesiyle hareket ettiğinin delilidir..."MİT'in hazırlayıp yolladığı "belge"ye göre, sözlükte yazılarından örnek gösterilenler arasında şu kişilerin adları yer almaktadır:"Celâl Üster, Adnan Binyazar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Mehmet Ali Aybar, Aziz Nesin, Tahir Alangu, Mümtaz Soysal, Emin Özdemir, Çetin Özek, Attilâ Sarp, Fakir Baykurt, Sabahattin Eyüboğlu, Nadir Nadi, M. Rauf İnan, Orhan Hançerlioğlu, İlhan Selçuk, Gülten Akın, Bertan Onaran, Selâhattin Hilav...... Kitabın toplatılması cihetine gidilmesi uygun bulunmaktadır. Kitabın iç kapağındaki: "Genişletilmiş ikinci basım, Ekim 1971" kaydına göre, bu kitap 1971 Ekim'inin başında tabedilmiş bulunması sebebiyle 5680 sayılı Basın Kanunu'nun 35'inci maddesi gereğince Mart 1972 sonunda suç altı aylık zaman aşımına uğrayacaktır."Sıkıyönetime başvurma yazısıyla, yollanan uyduruk belge ile Anayasa'nın nasıl çiğnendiğinin farkında mısınız?Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nde uzun süren duruşmalar sonunda, Ali Püsküllüoğlu da kitabı "Öztürkçe Sözlük" de beraat etti. Mahkeme kararının bir yerinde şöyle denildi:"Söz konusu kitabın, dil devriminin getirdiği yeni öztürkçe kelimelerin belgelere dayanan bir dökümü olarak bilimsel nitelikte hazırlanmış olmasından şartlı nazar, tanık cümlelerin yazarları Celâl Üster, Adnan Binyazar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Mehmet Ali Aybar, Aziz Nesin, Mümtaz Soysal, Emin Özdemir, Çetin Özek, Attilâ Sarp, Fakir Baykurt, Sabahattin Eyüboğlu ve Nadir Nadi vs. gibi şahıslar hakkında tanık cümlelerin bulunduğu kitap, dergi ve gazetelerden dolayı herhangi bir soruşturma yapıldığı ve bu sebeple de mahkûm edildikleri anlaşılamamıştır.

Page 180: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bu yazarlar arasında anarşist ve komünist olanların mevcut olması ya da bir kısmının bu ithamlarla halen yargılanmakta bulunmaları, dâva konusu kitaba aktarılan cümlelerin de muhakkak surette suç konusu teşkil ettiğine bir karine olamaz.Her ne kadar dâva konusu olayda mahkhûmiyet kararı verilebilmesi kaynakların ve yazarlarının daha önce mahkûm edilmiş olmalarına vabeste değilse de, kaynaklardan alınan tanık cümlelerin aslında suç teşkil etmedikleri ve hele komünizmi övme niteliği taşımadıkları bilirkişilerce de beyan edildiğinden ve mahkeme kurulu da bu cümlelerde böyle bir nitelik bulamadığından, bu cümleleri lügat kitabına aktarmış olmaktan ibaret bulunan sanığın eyleminde suç unsurlarının tekevvün etmediği neticesine varılmıştır..."Evet, nerelere ne kadar el attı, kimler? Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim üyeleri, nasıl birer, beşer uzaklaştırıldı görevlerinden? Hacettepe yurtlarını bir "otel" diye nitelendiren Doğramacı'nın üniversiteye MİT'te arşiv memuru olarak çalışanı, nasıl doçent, profesör yaptırdığının öyküleri var daha. Gözden kaçıyor gibi geliyorsa, yanlış. Gözlerden kaçanlar bir bir çıkıyor piyasaya..Mahir Kaynak nerelerdedir, merak etmez misiniz?(29 Ocak 1974)

İŞKENCECİ DOKTOR...

1963 yılında TİP, emeklemekte olan bir çocuk kadar küçük bir sosyalist partiydi. Fakat her yerden faşizan saldırılara, baskılara uğradı. Partinin Şişli ilçesi o yıllarda, Gültepe gecekondu mahallesinde bir toplantı düzenlemiş, toplantı yapılırken daha faşizan güçlerce basılmış, taş, sopa yağmuruna tutulmuştu. TİP toplantısını basanlar arasında iki tane de askerî tıbbiye öğrencisi vardı. Bunlar, sonradan ortaya çıkarılıp okul yönetimince bir hafta okuldan uzaklaştırma cezası alacaklardı.Günlerden bir gün, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nca oynanan "Sezua'nın İyi İnsanı" adlı oyun, baskına uğramıştı. Baskını yapanların arasında askerî tıbbiye öğrencisinin de olduğu hemen ortaya çıktı. Bundan dolayı da cezalandırılmış mıydı bilmiyorum...Aradan yıllar geçti. Ankara'da askerî tutukevinde bir doktor yüzbaşı, sanıklara bir doktora yakışır biçimde davranmadığı gerekçesiyle, sanık yakınlarınca "Tabib Odaları'na şikayet ediliyor. Tabib Odaları bu doktor yüzbaşıyı "hekimlik yemini"ne sadık kalmadığı için Onur Kurulu'na sevkediyordu. Bu doktor yüzbaşı, gazetelerde çıkan haberlerle iyi tanınıyordu. Adı: Metin Denli'ydi. Doktor hakkındaki iddialar gerçekten ağırdı. Bunlar, şöyle sıralanabilir:Askerî mahkemelerce idama mahkûm edilmiş olanlara. "Nasıl olsa öleceksiniz" diye hiç bakmamıştı. Bir takım operasyonları, uyuşturucu kullanmadan yapmış. Örneğin Olca Altınay adındaki sanığın parmağındaki apseyi uyuşturmadan açmış, bu sırada acıdan sanık bayılmştı. İşkenceler sırasında parmakları kırılan bir kızın hastaneye sevkini yapmadığı gibi, "iki el arasında bir fark görmediğini" raporunda belirtmişti. Göğüs

Page 181: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

kanserinden Kanser Hastanesi'nde tedavi gören bir hastayı kontrol tedavisine göndermemişti. Kadın ise, tutukevine gelene kadar beş yıldan beri tedavi görmekteydi. Ülserli hastalara özellikle aspirin vererek -aspirin kanama yapmaktaydı bu hastalarda- kanamaya yol açıyordu. İşkenceden tabanı patlamış bir tutukluyu, "Senin ayağını ayakkabı vurmuş" diyerek, tututevine geri gönderiyordu. Hastane raporu ile diyete girmesi gereken hastalara diyet uygulatmıyordu."Hipokrat antı" yahut, "hekimlik antı" denilen ve doktorların okuldan çıkarken, içtikleri ant ise şöyledir:"Irk, milliyet, cins ve renk gözetmeksizin hastalarıma bakacağıma namusum üzerine yemin ederim."*Geçen bir dönemin, toplumda, insanlarımızda bıraktığı izler kolay kolay silinemeyeceğe benzemektedir.Diyarbakır'da bir askerî mahkemede karar günüdür. Mahkemenin daha önce öğretmenler hakkında verdiği karar, Askerî Yargıtay'da bozulmuş, yeniden mahkemeye gelmiştir. Olayı Yeniortam okuyucuları anımsayacaklar. Sanıklardan biri, Ankara'da, Kızılay'da dolaşırken kendileri hakkında mahkûmiyet kararı veren ve sonra, Ankara'da bir göreve atanan yargıcı görür. Yargıç aşağı yukarı şöyle der:- Aman, bizim verdiğimiz kararı temyiz edin. Askerî Yargıtay, kararı kesinkes bozacaktır...Zaten temyiz edilmiştir karar. Fakat öğretmenin içinde bir şeyler yıkılır. "Öyleydi de, neden bizi mahkûm ettiniz?" der mi, demez mi bilmiyorum şimdi. Fakat o sıralar, "Ankara Notları"na yazmıştım bu olayı.Askerî Yargıtay kararı bozduktan sonra, yeniden duruşma başlar. Bu kez, yeni yargıç sanıklardan birine sorar:- Mustafa Ekmekçi'ye o haberi sen mi verdin?- Evet...Bunu öğrendiğimde sordum, kendisine:- Hocam, neden öyle dediniz? Basın Ahlâk Yasası bizim, bize verilen haberlerin kaynağını açıklamamızı yasaklar. Siz neden açıkladınız, durduk yerde başınıza da dert açabilirdiniz?- Yargıcın gerçekten bilebileceğini düşündüm. Mektubumun fotokopisi alınmış olabilirdi. Hem olmuş bir şeyi açıklamaktan çekinmedim...Böylesine dürüsttü, yıllarca inletilen öğretmen...Yargılamalar, sorgular, tutukevinden yargılamaya nasıl götürüldüğü insanların, bunlar üstüne bir gazeteci olarak izlenimlerim, duyduklarım vardı. Bir gün askerî savcıya ifade vermeye gitmiştim. Koridorda savcının gelmesini bekliyorum. Soruşturma konusu Nihat Erim'in başvurması üzerine olacak, "işkence"yle ilgili. Kafamda savcıya ne diyeceğimi sıralıyorum. Dönem, Talû dönemi. Üst kata çıktım. Orada -hangi duruşma olduğunu bilmiyorum- gencecik çocukların duruşmaları sürüyor. Bir er yaklaştı yanıma, "Burada duramazsın" dedi, daha ötede beklememi söyledi. Elinde cop mu vardı, kalmamış aklımda. Fakat, tutukluları götürüp getirenlerden biri olduğunu anladım. Bulunduğum yerin alt katının -bazı tutukluları yola getirmek için zaman zaman kullanıldığını- çok sonraları duydum arkadaşlarımdan.

Page 182: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

İşkence görmüş insanı karşısına alıp, yargılayabiliyorsa o yargı yaralanır. Mahkemelerin kovuşturmaları gerekirdi iddiaları. Öyle sanıyorum ki, mahkemelere hakaret suçlarının işlenmesinde, sanıklara yapılan insanlık dışı işkencelerin büyük payı oldu. İşkenceden duruşmaya -hem de nasıl?- getirilen sanık, belki de kendini tutamadı..*"Yansıma" dergisi, Ocak ayında açtığı "faşizme karşı muhalefet" konusundaki soruşturmasını, Şubat sayısında da sürdürüyor. Dergi, soruları bana da yolladı. Yanıtlayacak zaman bulamadım. İlginç yanıtlar var. Ocak sayısını da bulup okumalı herkes. Yeniortam'ın geçen güç dönemde verdiği savaşı unutmamış, değerlendirmiş soruşturmaya katılanlar. Öbür ilerici gazeteleri de. Necati Yıldırım, "Yeniortam, Cumhuriyet, Yenigün gazeteleri de kendi alanlarında yüklendikleri sorumluluğu, başarıyı sürdürdüler. Yeniortam'da Mustafa Ekmekçi'nin "Ankara Notları" ise yaşadığımız son birkaç yılın belgesi olacaktır" demiş. Şöyle devam ediyor Necati Yıldırım:"Geri kalmış ülkelerde, faşizme karşı halk muhalefetinin yaratılması için sanata, sanatçıya büyük görevler düşmektedir. Böyle konuşmakta bir önyargı aramak gerekir mi? Çünkü, ülkelerin faşist dönemlerinde sanatçılar baskı altına alınmak istenmiştir. Birinci sırada, Şili örneği önümüzde. Askerî yönetim Neruda'nın evini gözaltına almış, eşyalarını dağıtmış, kitaplarını yakmıştır. Sanatçılarımızın, yazarlarımızın, aydınla-rımızın "balyoz hareketi"ndeki durumları da unutulmamıştır sanıyorum.Ülkemiz halkı, son yıllarda ekonomik yönden baskı altına alınırken, bir yandan da siyasal baskı altına alınmak istenmiştir. Ama egemen çevrelerin "dikensiz gül bahçesi" hazırlama oyunları umdukları gibi çıkmadı. Seçimlerdeki kamuoyunun tutumu, ekonomik ve siyasal baskıya karşı -belirli bir ölçüde- halk muhalefeti sayılabilir. Ülkemiz halkının seçimlerdeki tavrını almasında sanatçıların, yazarların emekleri olmuştur. Birçok sorunların tartışılıp konuşulmasında, siyasal örgütlerin "sosyal adalet" ilkesini -sözde de olsa- benimsemelerinde gözleri tehlikeye giren Çetin Altan'ların etkisi yok mudur?Sanatçılar, yazarlar, eleştirmenler "sen-ben" kavgasının bataklığına saplanmamalıdır bence. Neye yarar hem? Kişisel sürtüşmeler haklı ırgalar mı? Yazara düşen görev, toplumla bütünleşmek, ona değişebilecek bir dünyayı göstermek, değiştirebileceğine inandırmak olmalıdır. Sanatçılar, yazarlar olayları ele alınan sorunları "dün-bugün-yarın" diliminde yorumlayarak yaşamın değişebileceğinin tohumunu ekmelidir hak tarlasına".(5 Şubat 1974)

ÖZGÜRLÜK VE BARIŞTAN YANA...

Karı-koca gelmişlerdi evimize. Yanlarında Öğretmen Gürses ile eşi ve Danıştay'dan Gülsevin Taşbaş arkadaşımız da vardı. İrikıyım, uzun boylu idi Mehmet Ertan. İlhami Soysallara uğramışlar, onları evde bulamayınca "Hadi Ekmekçilere uğrayıp oturalım biraz" demişler, gelmişlerdi. Yeni

Page 183: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

tanışıklığın etkisi mi ne, önce tutmamıştı gözüm Mehmet Ertan'ı Ancak, açılıp konuşmaya başlayınca içimde ona kırk yıllık dost yakınlığı uyandı. Saatlerce konuşmuştu. Yıllar, yıllar önce, Bursa'da öğretmendi. Nâzım Hikmet de o zaman Bursa Hapishanesi'nde. Bir gün arkadaşları ile -aralarında Rauf Mutluay da var- Nâzım Hikmet'i bir ziyaret etmek, hiç değilse uzaktan görmek isterler. Bir arkadaşları -yeni tanıdıkları biri-, "Siz hiç merak etmeyin, ben sizi Nâzım'a götürürüm" der. Giderler de galiba. Fakat sonra öğrenirler ki, Nâzım'a götüren kişi sivil polistir. Mehmet Ertan, o sivil giyinmiş polisi üstelik bir de komiser giysileri içinde görür. Rauf Mutluay'a fısıldar:- Rauf, böyle, böyle...- Rauf Mutluay nasıldı o zamanlar?- Sorma, içimizde bir sigara tiryakisi o vardı. Hiç bir zaman da sigarası bulunmazdı. Ben koşardım ona sigara bulmaya. Yolda bekler, birinden sigara ister getirirdim Rauf'a. O da keyifle tüttürürdü...Mehmet Ertan -her öğretmen gibi- kıyıma uğramıştı. AP'li Bakan Orhan Dengiz'in "dehşetengiz" kıyımları gelip bu kadar yıl hizmet görmüş bu adamı da bulmuştu. Kayseri'ye sürülmüştü. Danıştay'a başvurmuştu, karar nasıl olsa iptal edilecekti. Fakat, Danıştay da eski Danıştay değildi ki. Süleyman Bey ve "balyoz" dönemi, bağımsız Anayasa kuruluşu bırakmamıştı ki.İlhami Soysal'ın öğretmeniymiş Mehmet Ertan. Pazartesi günkü "Yeniortam"da, "Giden Gidiyor" başlıklı yazısı benim birkaç saatlik tanışım olan öğretmeniyle ilgiliydi. İzmir'e çocuklarını görmeye gitmişler, oradan sürgün yeri olan Kayseri'ye gitmeyi kararlaştırmışlardı, karı- koca. O gece İzmir'de deprem oldu ve depremde, bu karı-koca öğretmen öldüler. Öldükleri gün de Danıştay'dan "yürütmeyi durdurma" kararı çıkmış diye duydum...Öğretmenlerin başlarına gelenler "kıyım"la anlatılıyor ya, "zulüm" sözü bile anlatamaz yapılan eziyeti...Giden gidiyor ya, sorunlar, yaralar duruyor orta yerde. Geçenlerde, eski Anayasa Mahkemesi Üyesi Fazlı Öztan öldü. Tanımışlığınız var mıydı? Ben yargıç ona derim...*Yüzlerini hiç görmediğim, yolladıkları mektuplarla tanıştığım çok dostum var. Belki yakından tanısalar, bu kadar sıkı dost da kalamayız. Dostlarımızla sert tartışmalara girdiğimiz, aramızın açıldığı yok mudur? Ancak, uzakta olsalar da, kafalarıyle, yürekleriyle size en yakın olanlar öyle değildir. Aynı amaç, barış ve özgürlük için ölebileceğiniz insanlar...Bunlardan Eser-Erol Şaylıman çiftinin yolladığı bir mektubu güle güle okudum. Mektuplarına, okullarda, şurada burada konferanslar veren bir budalanın broşüründen, faşist cümleleri kapsayan bir fotokopiyi de eklemişler. Mektup şöyle devam ediyor:"... Espriler bir tarafa sizi devamlı okuyan, yer yer kınayan, fakat yine de okumayı tutku haline getirmiş bir çiftiz. Uzun süredir tanışmayı arzu eder dururuz. (Bunun için müşterek dostlar bile bulduk) hatta eşim gazetedeki ilan üzerine mütercim olarak -fahri- çalışmak için telefonla sizi aramış, bulamamış. İşin İstanbul'da olduğunu öğrenmiş. -Halen bu tür işlerde fahri

Page 184: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

olarak çalışmayı düşünür.- Yolladığımız broşür tekrar elimize geçince (epeydir kayıptı, bir kitabın arasından çıktı) eğer daha önce görmedinizse, şu sıkıntılı günlerde biraz gülersiniz diye kaleme sarıldık.Kişiyi yazıları ile -fizik olarak- tanımak olanaksız. Geçenlerde bir yazınız üzerine karımla konuşurken aşağıdaki anı geldi aklımıza, epey güldük. Dayım, -sanırım 1933'te- Bursa Cezaevi'ndeyken -Nâzım Hikmet'le birlikte- bir gün Nâzım'a ziyaretçisi olduğu haber verilir. Kalkar gider Nâzım. Gelen, elinde bir kutu lokum, bir genç kızdır. Nâzım'ı görünce bir ünlem koyuverir:- Aaaaaaa...- Hayrola, ne oldu? der Nâzım.- Beni, der kız, bir arkadaşım gönderdi, kendisi çok sıkılgandır. Onun için gelmedi. Fakat, o sizi daha iriyarı palabıyıklı biri olarak düşünüyordu...Nâzım, bir an bakar kıza. Anlar böyle bir arkadaşı olmadığını. Ve şöyle der:- Kızım, sen o arkadaşına söyle. O beni dediğin gibi düşünseydi, böyle lokum değil, iki kalem esrarla bir saldırma gönderirdi.Biz pek severiz bu anıyı. Sizi de yer yer böyle düşünmemek elde değil. Sağlık, mutluluk dileklerimizle. Eylem ve Özlem'e kızımız Elif'ten selâmlar...*Program görüşmeleri sırasında ilk en en uzun konuşmayı Süleyman Bey yaptı Meclis'te. Günlerdir merak ettiğim tek şey onun konuşması ve tutumuydu. Af konusunda ne yapacak bakalım, diyordum. Söyledi söyleyeceğini. O konuşurken, bende bıraktığı izlenim şuydu:- Süleyman Bey, Demirellerden başka hiç bir şeyi düşünmüyor. Ne özgürlük, ne barış umurunda değil artık onun.Af sözü geçince, Cumhuriyetin bir ellinci yılını bile düşünmüyor. Kara gözlükleriyle seyrederken onu, neler düşündüm?Türk siyasal hayatından silindi, silinecek. Çırpınışı ondan mı? Grubunu bir kez af görüşülürken tam takım, ya getirir ya getiremez. Bir seçim olur da seçmen karşısına çıkarsa, iyice biter artık. Yiter. Halkın gönülden dilediği "genel af"a karşı çıkabilen bir Süleyman Bey'in, halktan alacağı ne kalmıştır? Şimdi, Senato'da komisyonlarda affı engelledikçe engelleyecek anladığım. Hem de can havliyle... Kamunun isteklerine karşı çıkarak ne sağlayacak ki? Halk çoğunluğu giderek daha iyi anlıyor: Kim barıştan ve özgürlükten yana, kim değil. Takke düşünce, böyle zamanlarda ortaya çıkıyor bu.(6 Şubat 1974)

ALATÜRÜN İFADE...

Cüneyt Arcayürek, Faik Türün'ün ifadesini almış, okudum. İfade alış biçimi alatürün olsaydı, ne konuşurdu acaba Türün? Yani, kendi anlattığı gibi, ayakları demirli, gözleri kapalı bantlı, elleri arkasından bağlı bir Türün yapılanları anlatsaydı. Soru soranları görmeseydi, nereye götürüldüğünü bilmeseydi, arada bir konuşmalardan, seslerden bir şey çıkarmak,

Page 185: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

sorguya çekenlerin kim olduklarını anlamak isterdi elbet. Yani, sorumluluğu altında bulunanların sorguya çektikleri gibi sorguya çekilseydi, gazetede çıkanları söyleyebilirmiydi? Konuşma, Hacettepe'de gördüğü tedaviden önce mi, sonra mı yapılmıştı bilmiyorum...Arcayürek'e, sözde inkâr ederken, satırların arasındaki doğrulamalarını okuyanlar -yüzleri kızarmadan- okuyamamışlardır kuşkusuz. Eziyet, işkence ettikleri insanlara hiç değilse sonradan kendi kendilerini yargılayıp saygılı olabilirlerdi. Kardeşiyle ilgili, basında çıkan iddiaları okumuş olmalıdır. Türün, o konularda ne düşünürdü acaba, alatürün ifadelerde buna hiç rastlayamıyoruz. Karanlıkta kalıyor bazı iddialar, doğrusu. Acaba, bu iddiaları da komünistler mi ortaya atmışlardır?*Şimdi, yeni bir dönemin başlangıcındayız. Geçmiş bir "balyoz dönemi"nin yaraları sarılmağa çalışılıyor. Haksızlığa, zulme uğramış bunca insan, içerde-dışarda yurda bir özgürlük ortamının, barış ortamının gelmesini bekliyor. Bakanlıkların kapıları, kıyıma uğramış olanlarla dolu. Onları kıyanlar da bakan tebriki için Ankara yollarını tuttu. Bunlardan biri, bir lise müdürüydü. İhbarlarla, öğretmenlerini ya gözaltına aldırdı, yahut tutuklattı. Daha geçenlerde karakolu telefonla arayarak, çıkan komisere şöyle dedi:- Efendim, anarşistlerden filân şehrimize gelmiş, ortalıkta dolaşıyor.Anarşistlerden dediği öğretmen yargılanıyor, doğru. Ama, mahkeme serbest bırakmış, bakanlık açık maaşı bağlamış. Yıllarca öğretmenlik yaptığı ile, öğrencilerinin yanına, arasına gitmek istemiş. Bundan doğal ne var?Muhbir müdür, emniyete -yazılı olarak- ihbarını yaptıktan sonra soluğu Ankara'da almış, Mustafa Üstündağ'ı tebrike. İyi mi?Millî Eğitim Bakanı'nın yanına yahut, bakanlıkta genel müdürlüklere gidenler, Yeniortam bürosuna da uğrarlar bazen. Biri, şöyle dedi:- Bakanlık, aynı bakanlık. Bir, bakan değişmiş o kadar.*Değerli bir yargıçtan, doğu illerinde görev yapan İ.E.'den şu mektubu aldım:"Tüm bozukluğun ve suçluluğun dışa göbek bağı ile bağlı prekapitalist yapıdan doğduğu, iktisadî egemenliği elinde tutan güçlerin memleketi neye döndürdükleri yurdunu en az kendi çocuğu kadar sevenlerce artık anlaşılmıştır. Egemen güç, mücadeleyi kırmak, durdurmak için tarihin akışını ters döndürmek için her türlü yola başvurup durmuştur. Hatta, kendi yaptığı yasaları bile çiğnemekten geri kalmamıştır. Kendi çıkarlarıyle bağdaşmayan düşüncelerin dışa vurulmasını yasakladığı gibi eyleme geçmesini de dünden yasaklamıştı. Çelişkileri gören, memur, öğretmen, hâkim, savcı, öğretim üyesi, subay gibi aydın tabakayı ezmeyi, sürmeyi, amaç edinmişti dışa bağlı güçler.... yukarıda belirttiğim nedenlerle çıkarılacak affın toplum ihtiyaçlarına cevap vermesi, huzursuzlukları gidermesi için adî suçlarla birlikte TCK'deki tüm politik suçlardan mahkûm olanları tefrik etmeden içine almasını, bunun tüm disiplin suçlarına da genişletilmesini dilemekteyiz.

Page 186: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Af tasarısında disiplin cezalarının affına (öğretmenlerin, memurların, c.savcılarının, yargıçların vb.) da yer verilmesini, verilmiş ise genişliğinin açıklanlmasını da bölgedeki tüm c.savcısı ve yargıç arkadaşlarım adına istirham eder, sizi özlemle kucaklarım."(10 Şubat 1974)

GELİN BALIĞI!..

Avukat Niyazi Ağırnaslı, Adliyenin arkasında Konya sokağındaki yazıhanesinde, gelecek konuğu beklerken, "Dur bakalım, hayırdır" diye düşündü. Gelecek konuk, eski Merkez Komutanı, Tümgeneral Tevfik Türüng'dü. Sıkıyönetim dönemlerinin adı duyuldu mu, salâvat getirilen Türüng'ü, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ün kardeşi. Amma, neden birinin soyadı Türün de öbürününki Türüng? Bunları düşünüyordu herhalde kendi kendine Ağırnaslı. Telefonda şöyle demişti:- Niyazi Bey, bir kahvenizi içmeye geleceğim...- Buyurun Paşam...- Aslında ben size dargınım. İçerden çıktıktan sonra, sizin benim kahvemi içmeye gelmeniz gerekirdi. Siz gelmediniz ben geliyorum.- Hay hay, beklerim...Biraz sonra, Paşa'nın geldiği handaki terzi çıraklarının kapılara çıkıp seyre koşmalarından anlaşıldı.Türüng'le, Ağırnaslı'nın konuşmaları bir çeşit "muhasebe" biçiminde oldu. Türüng, önce kendi hakkındaki yayınlardan söz etti:- İlhami Soysal yazdı. "Boyu belimden aşağıda" diye yazdı. Mustafa Ekmekçi, kızımın turizm gönüllüsü olarak bir yere nakli olayını parmağına doladı. Aslında mesele tam öyle değildi. Ben kızıma torpil yaptırmak için gitmemiştim bakanlığa...- Paşam, yazsaydınız iki satır bir mektup yayınlardı, düzeltirdi Ekmekçi...- Yazmak istemedim. Hem bizim öyle yazıp çizme yetkimiz yok.Söz eski günlere geldi, konuşma sırasında Türüng, yerleri titreten Merkez Komutanı, Niyazi Ağırnaslı da "Balyoz Harekâtı" yahut "Rehin Olayı" nedeniyle içeride o zamanlar.Ağırnaslı ve daha dört beş arkadaşı, gözaltındayken, MİT'e gözaltından adam götürülüp, işkence yapıldığından yakınmaktadırlar. Ağırnaslı o günleri hatırlatır. Türüng, Osman Arkış'ın cezaevinde gözlerinin kör olduğu, cezaevinde çok tutuklunun hücrelere atıldığı gibi birçok konuyu hatırlatır kendisine. Türüng karşılık verir:- Ben cezaevlerinde olanları bilmiyorum. Ben gözaltına bakıyordum. Haa, yalnız bir şey oldu. Atıf Erçıkan'ın evine dinamit atıldığında, haber verdiler gittim. Onun sanığı Sarp Kuray'ı getirdiler. Ona bi tokat vurdum, o kadar...Ağırnaslı, eski Merkez Komutanlıyla, gözaltındayken yaptıkları konuşmayı da hatırladı. Olay, işte o MİT'e adam götürüp işkence yaptırma olayıydı. Türüng, şöyle dedi:

Page 187: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Sizinle yapılan o konuşmayı ben banta aldırmıştım. Konuşmaları Genelkurmay Başkanına ve Sıkıyönetim Komutanına da dinlettim. Dikkat ettiyseniz, ondan sonra gözaltından MİT'e kimseyi göndertmedim.Ağırnaslı'ya o zaman -3 yıl önce- Türüng sormuştu:- Peki ne olacak bu işler, nereye varacak?- Koşullarımız eşit olsa ne olacağını anlatırdım. Siz, bunları yapacaksınız. Sonra politikacılar gelecekler, sizleri emekliye sevkedecekler...- Olmaz öyle şey...O zaman öyle demişti, Türüng.Ağırnaslı'nın yazıhanesinin kapısı meraklılarla dolmuştu. Bir terzi, sordu:- Ne zaman emekli oluyorsunuz?- Belki bu Ağustos'ta.- En iyisi o. Unutulursunuz daha iyi...Ağırnaslı tahminlerinin üç yıl içinde gerçekleştiğini anlattı Türüng'e. "Ben size dememiş miydim Paşam" diye de takıldı.Konuşmaları daha uzundu belki. Türüng, eski bir sanığın yazıhanesinden dostça ayrıldı.*Aziz Nesin Ankara'daydı, döndü İstanbul'a. Aziz Nesin bu kez eşi Meral'le gelmişti.- Çok daraldım İstanbul'da bunaldım. Bir değişiklik olsun diye geldim Ankara'ya.Tahsin Saraç, Nesinleri, bizleri Hülya lokantasında yemeğe çağırdı. Yemek boyunca günün sorunları üstüne konuşuldu. Karşı masadan bir çift yemeğin tam ortasında Aziz Nesin'i farkedip, tanıyınca gözlerini diktiler bizim masaya. Nesin'i nasıl sevdiklerini anlıyordum gözlerinin pırıltısından. Kahkahalarımızı duyuyor, onlar da gülüyorlardı, ne dendiğini belki anlamadan.- Aziz Bey, siz Mahir Kaynak'ı hiç gördünüz mü?- Bir kez karşılaştık. O, 1970 öncesindeki İstanbul'daki TÖS binasında yapılan toplantıdaydı. Orada Mahir Kaynak da bir konuşma yaptı. Özetle şöyle demişti:"Tarihsel gelişme hep bunu gösteriyor. İlerici olan ordu, hareketi yapıp sonra sivil kadroya bırakıyor yönetimi. 27 Mayıs'ta da böyle oldu. Ben diyorum ki, yine askerler alsın bu kez işçilere versin iktidarı..." Böyle konuşmuştu. Konuşmalardan sonra bir ara çay içiyorduk. Tam karşımdaydı, Mahir Kaynak. Şöyle dedim:- Sizi tebrik ederim Mahir Bey. En güzel konuşma sizinkiydi...Fakat, Mahir Kaynak'ın gözlerime dikkatle baktığını farkettim. Acaba, kendisini yani ajan olduğunu anladım mı acaba, diyen bir bakıştı bu. Şimdi, o bakışın anlamını çok daha iyi değerlendiriyorum...- O zaman, gerçekten anlamamış mıydınız?- Nasıl anlayayım, kimse anlamadı...Ben olsam anlayacak mıydım sanki?*Ankara'da oturan İlhan Bozkurt, mektubunda "gelin balığı"nı anlatmış. Şöyle diyor:

Page 188: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Latince adını bilmem ama, halk "gelin balığı" der. Ne zaman iyi bir yem taksam gelir oltamın ucunda.Deniz dibinin burjuvasıdır... Yemin iyisini yer. Oltaya fazlaca yüklenir. Misinayı gerer. Çekeni ümitlendirir. Pek de fiyakalıdır. Rengi desenin en güzeliyle bezenmiştir. Göz alıcıdır.Amma, suyun üstünde görünmesiyle iskelenin betonuna çarpılması bir olur. O alımlığına karşın eti yenmez. Yem olmaz. Hele hele akvaryuma hiç konmaz. O dipteki burjuvalığını akvaryumda da sürdürür. Lüksü için, balık yemi yerine süs balıklarına göz diker. Onları yem olarak seçer..."İlhan Bozkurt, mektubunun sonunu, yurtta hiç değilse "millî burjuvazi"nin gerçekleştirilmesi dileğiyle noktalıyor.(13 Şubat 1974)

ÖZLEM, MIŞIL MIŞIL UYUYORDU...

Ecevit'in çeşitli kuruluşlara yaptığı ziyaretleri TV'de izleyenlerden biri, "Aaaa, burası Danıştay değil ki Sayıştay" dedi. Bunu söyleyen seyirci, Sayıştay'ı da Ecevit'in çevresindekileri de tanıyordu. Halbuki, TV kameramanı Ecevit'i Sayıştay'da gösterirken spiker:- Şu anda Başbakanı Danıştay üyeleriyle birlikte görüyorsunuz... demişti.Danıştay'ı kıyıma uğrayan memurlar için verdiği "yürütmeyi durdurma" kararlarından olsun, herkes tanır da, Sayıştay'ı -gerçekten- pek kimse bilmez. Eski adı "Divan-ı Muhasebat"tı. O zaman da çok kimse bilmezdi, Divan-ı Muhasebat'ın ne yaptığını. Hele, gazeteciler için pek haber kaynağı bile değildir Sayıştay. Geçenlerde, Çalışma Bakanı Önder Sav, yurt dışına eski bakanın yolladığı yirmi beş gazeteciyi geri çekiverince, ortaya çıkıverdi sorunun kökeninin Sayıştay'dan çıktığı... Boru değil, devlet para ödeyecekti. Sayıştay da devletten ödenen paraların denetçisiydi. Görevini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapardı. Ancak, Meclis'te bile çok kişi bunun farkında bile değilmiş o da başka. Sayıştay'ın ödemeyi onaylamadığı pek çok olay geçti, geçmişte. Hiç biri gazetelerin konusu olmamıştı. Nasıl olsun, kimse bilmiyordu ki... Bir, AP'li senatör Fethi Tevetoğlu kitaplarını bakanlıklara satmış, satıştan sonra, Sayıştay bakanlıkların bu ödemelerini onaylamamıştı. Bu gazetelerde çıktı o zamanlar...Örneğin unutmamışsınızdır, bir "Berber Nuh" olayı vardı. Süleyman Bey, yurt dışında Nazmiye Hanım'ı da götürdüğünde, "Berber Nuh"un da gittiği ortaya çıkıvermişti. Bir gazetecinin haber vermesi üzerine gazeteciler, olayı parmaklarına dolamışlar, sütunlar dolusu yazılar yazmışlardı Berber Nuh üstüne. İş orada kapandı, sözde. Hayır kapanmamıştı bu kez, Sayıştay, Berber Nuh'un yol masraflarının devletten ödenmesine karşı çıktı. Yazışmalar, çizişmeler oldu. "Berber Nuh, aslında MİT'tendir, görevlidir" gibilerden baskılar yapıldı Sayıştay'a. I-ıh.. Sayıştay, Nuh demiş, başka şey dememişti. Nuh'u götürünlere "zimmet" gösterildi masrafları.

Page 189: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Cemal Tural'ın Genelkurmay Başkanlığı dönemi, "şaşaalı" günleriydi. Hani, İlhami'nin dövüldüğü yıllar belki. Tural, hastalandı bir gün, Gülhane Askerî Hastanesi'nde yatacaktı. Hastanenin o zamanki işgüzarları, Genelkurmay Başkanı yatacak diye -yatacağı odayı- boyatıp, donatmışlar on beş bin lira masraf etmişlerdi. Sayıştay, geri çevirdi boyama, donatma masraflarını.Sunay zamanında, zaman zaman ona eşlik edip gezilere katılan oğlu Atilâ'nın da masraflarını kabul etmemişti Sayıştay. Pek çok örnek gösterilebilirdi daha, bu kuruluşun çalışmaları üstüne. Devlet harcamalarının, devlet kesesinden alınan paraların nereye gittiğini inceden inceye araştırıp, titiz çalışan bu kuruluşun kimsenin farkına varmayacağı biçimde sessiz çalışmış olması da övmeye değer gerçekten.Herkesin, hesapların didik didik edileceğinden haberi olması zararlı değil yararlıdır aslında. Orduevi hesaplarının bir gün inceden inceye gözden geçirileceğini bilse, emekli Orgeneral Tabiî Üye Sunay herhalde, Orduevi'nin "Kral Dairesi"nde öyle yan gelip aylarca yatamazdı. Seçim öncesinde AP'ye giren eski İzmir Sıkıyönetim Komutanı emekli General Cemal Süer de. Çünkü, Orduevi Yönetmeliğine göre emekli subaylar en çok süreli on beş gün yatabilirler orada.*Sayıştay gibi değil, fakat çalışmalarına yeni yeni başlayabilen bir başka kuruluş var; Askerî Danıştay. Daha önceleri yoktu. Askerlerin yönetim ile ilgili dâvalarına da sivil Danıştay bakardı. 12 Mart'tan sonra, çeşitli girişimlerde bulunmuş olanlar, bunların hukuk denetimi konusu olmaması eğilimindeydiler. Anlatıldı ki, böyle şey olmaz. Dünyanın her yerinde "tasarruflar" bir hukuk denetimi altındadır. O zaman, bari askerlik işleriyle ilgili dâvalara siviller bakmasın dendi, ve halk dilinde Askerî Danıştay denen, yasal adıyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ortaya çıktı. Kuruluşu da Anayasaya kondu. Bu kuruluş -bir yüksek mahkeme olarak- haksız gördüğü işlemleri iptal etmekte, örneğin ordudan çıkarılmış bir subayı, uygun görürse, yeniden görevine geri döndürmektedir. Sivil Danıştay gibi çalışmaktadır. İleride nasıl gelişme göstereceğini bilemem ama, askerî yönetimin "tasarruflarının" böyle bir hukuk denetiminden geçmesi, hukukumuz açısından yerinde olmuştur.Ancak, burada beni -ve aldığım mektuplara göre çok okuru- düşündüren bir sorun da var. Şu: Askerî Danıştay, kararı ile örneğin ordudan uzaklaştırılmış yahut emekliye sevkedilmiş bir kişiyi yeniden orduya döndürebiliyor da, genel af gerçekleştirilirken disiplin cezası almış olan askerler, mesleklerine geri döndürülemiyorlar. Tutuklanıp yargılanan, hüküm giyen, yahut beraat eden bir üniversite öğrencisi aftan sonra, başladığı okuluna yeniden gidecek, öğrenimini sürdürecek de öğrenci daha önce askerî okulda ise, oraya dönemeyecek. Bunda bir aksaklık sezmiyor musunuz? Bu yalnız öğrenciler için değil, meslekleri olanlar için de böyle. Örneğin bir yargıç, doktor, mühendis, avukat mesleğini eskisi gibi yapabilecek de örneğin subay başka meslek aramak durumunda olacak. Ayrıca, Askerî Danıştay kararları buna izin verebilecek de, af tasarısı -ne hikmetse- bu konuda da güdük çıkacak. Ben akıl erdiremiyorum...*

Page 190: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Af konusu açılınca, değinmeden geçemeyeceğim Genel af çıkacak diyoruz, eylem suçlarını -devede kulak- indirimle düşünüyoruz. Çağımızın olaylarıydı onlar, dünyanın hemen bütün ülkelerinde kapandı, kapanıyor. Bunu altına kalın çizginin çekilmesi, bütün eylem sanıklarını, hükümlülerini dışarı çıkarmakla olabilirdi ancak. Herkesin çıkarılıp, içerde 40-50 kişinin bırakılması ise, Türkiye'nin bu hale getirilişinin tek sorumluları anlamına gelir ki, yanlış bir yargı olur bu. Meclis'in ikinci kat koridorunda, koalisyon görüşmeleri yapılırken MSP'lilerle konuştuğumuz olurdu yer yer. Şöyle demiştim:- Asıl sizler, eylemlere karışmış çocukların affına karşı çıkmamalısınız, ne dersiniz?- Anlamadım. Neden?- Türkiye'de bu olaylar olurken, siz bebektiniz. MSP olarak yoktunuz bile. Halbuki, şu tutumunuzla, o olaylardan sorumlu olanlarla, olayları önleyecek durumdayken önlemeyenlerle bir olmuş olmuyor musunuz? Örneğin, bir Süleyman Bey'le...Karşılık vermemiş, susmuştu.Yurtta gerçekten barış ve özgürlük ortamını isteyenler, kapıları ardına kadar açarlar.Gönlüm, böyle istiyor diye gerçekleri görmüyor muyum? Affın nasıl ve ne oranda çıkarılabileceğini bilmiyor muyum? Elbette biliyorum. Ancak, nasıl ve ne biçimde -kademeli, kademesiz- çıkarılırsa çıkarılsın, gerçek barışın ve huzurun, kapıların ardına kadar açılmasından sonra geleceğine inanıyorum...*Sabah çayımı yudumlarken düşünüyordum bunları. Eylem, dizime tırmanmağa uğraşıyor, Özlem'se içerde uyuyordu. Bir ara, Özlem'in yattığı odaya girdim. Arkamdan da Eylem. Doğru Özlem'in yanına gitti:- Ne güzel uyuyor baba...- Sus kızım, uyandıracaksın kardeşini...- Çok güzel uyuyor.- Hadi çıkalım, dedim. Çıkardım Eylem'i dışarı. Özlem, mışıl mışıl uyuyordu...(18 Şubat 1974)

BURJUVA KİMDİR?

Yıl 1971. Toplanıp getirilen, doldurulmuş Balmumcu'ya. Balmumcu, İstanbul'da. Ruhi Su, Turhan Selçuk, Nevzat Hatko, Sabahattin Eyüboğlu... Daha kimler? Kimse neden getirildiğini, suçunun ne olduğunu bilmiyor. Biraz sonra Adlî Müşavir Turgut Akan geliyor oraya:- Çevremde halka olun. Kimin önünde durursam, kimliğini ve suçunun ne olduğunu söyleyecek...Halka olurlar. Müşavir Turgut Akan, kiminin önünde durur:- Adım Ruhi Su. Müzisyenim. Buraya neden getirildiğimi bilmiyorum.- Siz Kafkas Kulüp'te çalıştınız mı?- Evet...

Page 191: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Turgut Akan, biraz sonra oradakilere şöyle der:- Arkadaşlar, bizim aradığımız üç kişidir. Sizlerin çoğunuzu boşuna toplayıp getirmişler.Haydiii, herkesin kafasında bir soru. "Acaba üç kişiden biri ben miyim?" kuşkusu...Aradan zaman geçer. Oradakiler, bırakılırlar ardı ardına. Ruhi Su bir gün Emniyet Birinci Şube'ye çağrılır. Soru:- Siz Kafkas Kulüp'te, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın "Almanya'da Çöpçülerimiz" şiiri ile Kazak Abdal'ın taşlamasını okuyormuşsunuz?- Evet...- Bunlarda komünizm propagandası varmış...- Allah Allah nerden çıkmış bu iddia?Komiser, gün görmüş adam. Sormuş:- Ruhi Bey, sanatçı arkadaşlarınız arasında sizi çekemeyen biri ihbar etmiş olmasın?- Vallahi bilmem...Gel zaman, git zaman Ruhi Su'yu bu kez sorgu yargıçlığından, arkasından Ağır Ceza'dan çağırmışlar. Dâva aynı dâva. Bilirkişi seçilen Sulhi Dönmezer, Kazak Abdal taşlamasının tarihsel bir metin olduğunu, Dağlarca'nın şiirinin de, ozanın duygularını dile getiren bir eser olduğunu bildirir. Mahkeme devam etmektedir. Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesi'nde. Galiba, savcı bir ara önerir yargıca:- Muhbirlerin de dinlenmesini istiyoruz.Sonra mahkemede muhbirler de dinlenmiş. Muhbirler: İstanbul Operası'nda çalışan Ender Arıman ile eşi, Sevinç Arıman...Almanya'da Çöpçülerimiz'i de, Kazak Abdal'ı da çok önceleri dinlemiştim Ruhi Su'nun sazından. İki dörtlüğü şöyleydi taşlamanın:

Eşeği saldım çayıra,Otlayıp karnından doyuraGördüğü düşü hayıraYoranın da..............

Gammaz ile madrabazın,Malı vardır da yemezin,İkisin meyyid namazın,Kılanın da...............

Ruhi Su, İstanbul'a yarın dönecek artık. Bir gece kulübünde birkaç haftadır çalıştığını söylemiştim. Birkaç dostla onu dinlemeye gittiğimizi sonradan öğrenince, görüşemediğine çok üzülmüş. Bir arkadaş evinde, sazını dinletti yine bize. Sonra konuştuk. Birkaç yıl önce, Anadolu'ya yaptığı bir geziyi anlattı:- Bir avukat arkadaşla çıktık yola. Pir Sultan için çalışmalar, derlemeler yapacağım. Maraş, Malatya dolaylarını dolaşıyoruz. Bir kahveye iniyoruz. Hoşbeş sohbet... Daha önceden de kararlıyız. Öyle politik konuşma filân yapmayacağız. Bir gün yine kahvede oturmuş, konuşurken biri sordu:- Pir Sultan devrimci miydi?

Page 192: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Hoppalaaaa... Buyurun bakalım. Anlatıyorum, dilim döndüğünce. Sonra, orada tanıdık birkaç arkadaş da çıktı. Kahveden ayrıldık, konuşuyoruz.- Filân seni sıkıştırmış yine?- Öyle oldu.- O, her uğrayana yapar bunu. Geçenlerde biri daha gelmişti. Ona da sordular... Adam dayanamamış, sormuş:- Sen söyle bakalım, burjuva nedir?- Onu bilmeyecek ne var, karısından korkandır...Böyle karşılık vermiş bizimki iyi mi?Köylülerimizin, kasabalılarımızın giderek daha bilinçlenmekte olduklarını konuştuk, söz arasında. Karacaoğlan'dan, öbür ozanlardan çaldı, söyledi. "Dursun Bebek"i dinledik. Dursun Bebek şimdi 23 yaşındadır... 1951'de Behice Boran, cezaevine girdiğinde dünyaya gelmişti. Melih Cevdet Anday'ındır şiiri...Tahsin Saraç, Ruhi Su için yazmış bir şiir. Daha yayımlanmadı. Son dörtlüğü şöyle:

Al sevgiye ak gül durmakVe kavgayı bin dağ sürmekSesle ölümleri vurmak:Ruhi Su'da türkülenmek.

Eylem, Ruhi Su'yu uslu uslu dinledi. En çok, "Kiziroğlu Mustafa Bey..." türküsünü sevmiş. Dün sabah kendi kendine söyledi bana bakarak:- Kiziroğlu Mustafa, poh, poh, poh...(24 Şubat 1974)

"AH BİZ EŞEKLER!.."

Amerika'dan gelen bir arkadaşıma sordum:- Nasıl Amerikalılar, ne yapıyorlar?- Vallahi, sokaktaki Amerikalının eski hali yok. Başı yerde ve küskün...Nedeni de Başkan Nixon'dan geliyor belli. İstifasını isteyen isteyene. Adam istifa etmiyor, skandal üstüne skandal anlayacağınız. Başları böyle olan Amerikalılar, nasıl kafalarını yerden kaldırsınlar? Nixon'un yaz aylarında yapacağı Avrupa gezisi, taaa Ekim ayına ertelendi. Belki de Nixon'un Avrupa'da iyi karşılanmamasından korkuluyor, ne bileyim? Şili'nin yeni büyükelçisi Paris'e gelirken Paris'te gösteriler oldu. Pablo Neruda'nın yerine elçi gelmek kolay değildi Paris gibi yere. Fransız halkı, faşizmi yuhalıyor gerçekte...İslâm Zirve Konferansı sona ererken, Enver Sedat, İndira Gandi ile görüştü. Dün Mucibürrahman'la görüşmek üzere Bengladeş'e geçti. Konferansta Kaddafi ile Bumedyen, İslâm ülkeleriyle, az gelişmiş ülkelere

Page 193: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

petrolün daha ucuza satılmasını önermişlerdi. Ancak konferanstaki tutucu devlet adamlarının göz kırpmalarıyle bu öneri karardan çıkarıldı...Amerikan elçisi, Cemiyetteki kokteylde gördüğümde, çok mu içmişti öyle? Yoksa bana mı öyle geldi. Bazı adamlar neresinden baksanız, güler gibidir, bazıları da içkili gibi. Arabayı kendi kullansa, çok kuşkusunu çeker polislerin Macomber.Büyükelçilerin de eski hali yok gibi. Neydi öyle eskiden? Hey babam hey... Türkiye'de hükümet düşürürlerdi, hükümet. Bir General Porter vardı, başbakan aramaya geldi demişlerdi. Süleyman Bey'in, Johnson'un kolunda süzülen resimleri, genel başkan olacağı sıra nasıl çoğaltılıp dağıtılmıştı, biliyorsunuz...Başbakan Ecevit, önceki akşam televizyonda konuşurken üç kez gözünü kırpıştırmış. Yorgunluk akıyormuş nerdeyse. Hükümet kurulalı altı kilo vermiş, iyi mi? Bakanların boyunları armut sapına dönmüş. Bakanlar Kurulu toplantıları, arada bir çay molası ve sandviçlere yumulma.Bir başbakan, ilk kez böylesine konuşup, halkı tefecilere, vurgunculara karşı yardıma çağırdı. İstifçilere karşı. Bunları daha önce söylüyordu, muhalefetteyken, o zaman neler diyorlardı? Şimdi iktidardan, televizyondan, radyodan söylüyor. Eskimiş bir kafayla hadi eleştirin bunu bakalım...17 günlük CHP-MSP iktidarını çürütmek, yerle bir etmek için nasıl yutkunuyorlar, gazeteleri görmüyor musunuz? Kimi, Bizim Radyo'yla eş tutuyor konuşmaları, kimi "işte bak, Türkiye, Şili'ye dönüşüyor, çok kalmadı" demeye getiriyor. Haber başlıkları dikkatleri çekmiyor mu?Ah, alıklar ah... Dünya öylesine değişikliklere uğruyor da, bunun farkında olmayanlar, denenmiş metotları sonuna kadar götüreceklerini sanıyorlar.Bir gazetede -az gelişmiş bir kafadan- öğütler:"Solda bir de siyasî parti vardı. O da Marksistti. Çok partili bir demokratik parlamenter rejim içinde silâhlı eylemlere yer bulunmadığı görüşündeydi. Aksine, bunun, sol hareketlere, solda kaydedilen gelilşmeye zarar vereceği inancındaydı. O partinin eski-yeni yöneticileri de aralarında bölünmüşlerdi ama bu noktada mutabıktırlar..."Bir zamanların Zafer gazetesi muhabiri, taaa oralarda otluyor işte. Zaman geçer, kişi varlıklı olur, mutlu azınlık arasına karışır ama, kafa eski kafa olunca böyle sırıtır kalır işte. Anayasa Mahkemesi'nin TİP'i Marksist diye kapatmadığını bile bilmezden gelir. Ne denir buna?Şimdi boy hedefi Ecevit'tir. Şu lâflara bakın:"... Kızıl bayrak veya yeşil bayrak...", "1971 ilkbaharı tecrübesi" ile "14 Ekim seçimleri tecrübesi" bunlardan birincisinin veya ikincisinin, kendileri için en elverişli şartlarda ne kadar taraftar bulabildiklerini ortaya vurmuştur. Bu efektiflerde Türk toplumunu paniğe düşürecek bir fazlalık yoktur. Tehlike bilhassa genç kuşakların, başka idealler peşinde koşarken bunların bilmeden ağlarına düşmesidir."Onun istediği ortamı bilmeyen mi var?*Eşek bir gün kaçmış çiftlikten. Aramışlar, taramışlar yok. Sonra unutmuşlar onu. Bir gün bir de ne görsünler, eşek sırmalar içinde, değerli işlemeli atlas örtüler altında, fakat yerde yatıyor:

Page 194: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Ne oldu yahu, hayrola...Eşek başlamış anlatmaya:- Bir akşam çiftlikten, kalkıp karşı köye gittim. Orada,herkes toplanmış bir karar almak üzereydiler. Ben de yanlarına sokuldum. Başımı salladığımı görenler, "Aaaa, işte bunu muhtar yapalım"dediler. Muhtar oldum. Sonra kasabaya gittim. Orada da kalabalık vardı. Başımı salladığımı görenler, beni orada da kendilerine baş yaptılar. Sonra, daha büyük yerlere gittim. Fakat, beni bu duruma getirenlere karşı konuşmam, teşekkür etmem gerekti. Ben, anırmaya başlayınca, biri:- Aaaa, bu eşekmiş... diye bağırdı. Beni tuttukları gibi dışarı attılar. Durum işte böyle, böyle...*Türkiye'de geçirilen bunca olaylardan sonra, yine de yerlerinde sayanlar, kafa sallayarak ömür geçirmek isteyenler yok mu?Hele inatlarından, bir türlü dönmeyenler. Bir elleri yağda, bir elleri balda olanlar... Hele onlar.Eline sağlık Aziz Nesin Usta...(26 Şubat 1974)

VALİZLER HAZIRLANIRKEN...

Tutukevlerinde, cezaevlerinde bir süreden beri, "af uyutuluyor mu ne?" diye umutlarını erteleyenler, af önerisinin Meclis Başkanlığı'na verilmesinden sonra, yeniden çıkacakları günleri beklemeye başladılar. Uyutuldu havalarının yayıldığı sıralarda, öyle dövüneceklerini "vay başımıza gelen" diyeceklerini sanmayın, değil öyle. Kimi, "bari üstünde çalıştığım kitabımı bitireyim bu ara" der, böylesine bir çalışma unutturur çünkü çok şeyi. Asıl, çıktı çıkacak söylentileri yaygınlaşınca oturup bir iş göremez insan. Yolculuk gibi. Valizleri akşamdan hazırlamazsam rahat edemem ben. Ya tren saatinden önce kalkarsa. Neme gerek, hazır olmalı her şey.Düşümde cezaevindeydim. Herkesin de kitapları derlenmiş, yataklar toplanmış, ortalıkta da kimsecikler yok. Biri geldi sonra, sordum:- Nerdeler?- Af var ya, hazırlıklarını yapıyorlar...Düşü eşime anlattım sabah:- Sakın sen girmiyesin cezaevine, diye yorumladı.Dereyi görmeden paçaları sıvamıyorum. Ancak, kim ne kadar uzatırsa uzatsın, çok geçmeden çıkacak af yasası. Güdük, bölük-pörçük biliyorum. Ancak, ilk taksiti çıkacak. Birinci adımı atılacak barış ve özgürlük havasının. İkincisi de arkasından. Geçenlerde Başbakan Ecevit'le konuşurken, bunu sormuştum:- İkincisi ne zaman?- Bir şey diyemem. Çıkaracağımız affın yaratacağı güvene bağlı.- Örneğin altı ay sonra?- Bir şey söylemem zor şimdiden.

Page 195: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yedi ayda dünyaya gelmişim. Dokuz ay bile beklememişim. Eylem de beklemedi tam dokuz ay on günü. Anam, bir şeyde ivecenliğimi görünce "Bırakın onu, o yedi aylık zaten..." der, hoş görürdü.Öğle yemeğinde sininin çevresine toplanmışız, tencereye kaşık sallıyoruz, ya da sahana. Benden ortaya bir soru:- Ana, akşama ne yiyeceğiz?- Oğlum, şimdi ye de akşama da sonra düşün.İçim rahat etmezdi ne yalan söyleyeyim... Sormak geliyor içimden:- İkincisi ne zaman?Düşünelim bakalım...Aslında affın kapsamı dar tutuldu. Askerî mahkemeler, yasalarda gösterilen cezaların tabanını değil, tavanını uyguladılar. Baştan sona askerî yargı -her zaman yazdığım gibi gerçekten- yara aldı bu kesinleşen dâvalardan. Affı hesaplarken, tabanı değil, tavanı almak adaleti sağlayacaktı. "Af, Büyük Adalet..." başlıklı Ankara Notları'nda işlemiştim bunu. İşkencenin hangi çeşidini afla örtebilirsiniz?Bunlara karşın CHP ile MSP'nin çıkardıkları bu affa da karşı çıkacaklar, çıkanlar var. Onlara hiç bir şey demiyorum. Kapıcı Ziya söylüyor, onlar için yargılarını. Halk söylüyor. Kamuoyunu karşılarında buluyorlar, Süleyman Bey de, Turhan Bey de, Ferruh Bey de. Akılları olsa karşı çıkmazlar af önerilerine. Bırakırlar ufak-tefek hesapları ülkenin barış ve özgürlüğü için...Af çıkarken, mahkemelerde bile hava değişti gibi. Uğur Cilasun ve arkadaşlarının dâvasında, mahkeme sekizer küsur yıllık mahkûmiyetleri vermesine karşın, sanıkları tutuklu bırakmadı, serbest bıraktı. Nasıl olsa aftan yararlanacak insanları içerde öylesine tutuklu bırakmak işkencenin bir başka çeşidi de ondan mı?Ankara'da benim vaktiyle "kazıkiçi motel" dediğim, 3 numaralı tutuk-evinde kadınlar bölümünde hasta genç kızlar, bir bakıma işkence görmeye devam ediyorlar. TÖS dâvasından 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Mehtap Güçlü, TCK'nın 59'uncu maddesinden yararlandırılarak cezası 4 yıl 2 aya indiği ve 2 yıl sekiz aydır da tutukevinde bulunduğu halde, koğuşta geçirdiği disk kayması bile tedavi ettirilmeden kıvrandırılıp duruyor. Tutukluluğunun ilk yılında, koğuştaki paçavra yataklardan birini kaldırırken oldu disk kayması. Hastanede tedavi edilmesi gereken Mehtap Güçlü, tutukevinin zor koşullarında -sırf Yargıtay'dan karar daha gelmedi diye- süründürülüp duruyor. Adını herkesin bildiği tutukevi doktoru, gerekli ilgiyi göstermiyor.Yine aynı yerde sanıklardan Şükran Kumral'ın ise önemli barsak hastalığı var. Titiz bakım gerekiyor. Tutukevinin o herkesin tanıdığı doktorunun olmadığı bir sıra, yerine gelen bir başka doktor, Şükran'ı hastaneye sevkeder. İnceleme sonucunda hastanın ameliyat olmasına karar verilir. Ancak, ameliyatsız bir yıl daha yaşayabileceği gerekçesiyle herhangi bir "müdahale" yapılmaz. Şükran Kumral, birbuçuk yıldan beri tutukludur. Verdiği dilekçeleri geri çevrilir ve tutuklu kız hastaneye yollanmaz bir türlü. Kırk derece ateşle tutuklu yatar. Ayrıca Kâzime Erten adındaki kadın tutuklu astımlıdır. Tutukevi doktoru ise, "bu bronşit" demekte, kadını hastaneye yollamamaktadır.

Page 196: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Şimdi bu durumu, af çıkarken Başbakan Ecevit'e, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'a ve Millî Savunma Bakanı Hasan Işık'a duyurmuş oluyorum. Bu hastalar lütfen, derhal hastaneye kaldırılsın. Af çıkarken, dışarıya -hiç değilse- cenaze çıkmasın.*Türk Dili dergisinin Mart sayısında Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın bir şiiri var. "Yeryüzü çocukları" adlı yapıttan alınmış. Bunu Eylem'e de okuyacağım. Bir küçük bölümü şöyle:

Estonyalı yavru balıkLetonyalı yavru balığa der kiDeğiştirelim mi haAğızlarımızı biz?

Değiştirelim der Letonyalı yavru balıkEstonyalı yavru balığa hemenSen benim annemi öp diyeBen senin anneni öpiym diye.

(5 Mart 1974)

ORHAN'A ORHAN DİYEMİYECEK MİYİM?

Meclis kulisinde rastladım Millî Savunma Bakanı Hasan Işık'a. "Valizler Hazırlanırken" başlıklı "Ankara Notları"nda geçen 3 numaralı askerî tutukevinde hasta yatan üç kız -Mehtap Güçlü, Şükran Kumral ve Kâzime Erten- için ne işlem yaptığını, onları hastaneye sevkettirip sevkettirmediğini sordum. Adlarını bakanın özel kalemine yeniden yazdırdım. O yazıda, Başbakan Ecevit'in, Genel Kurmay Başkanı Sancar'ın ve Millî Savunma Bakanı Hasan Işık'ın konuyle ilgilenmelerini ve onları hastaneye gönderip tedavi ettirmelerini yazmıştım. Üçü de askerî tutuk-evlerinde olup biteceklerden sorumlu kişilerdi. İlgileneceklerini umuyorum yine ben.Millî Savunma Bakanı ile görüştüğümüzde, bilgim yoktu bir başka konuda. Onu da sırası gelmişken duyurmak istiyorum. Biliyorsunuz, yedeksubayların erken terhisleri gibi -idarî bir kararla yedeksubay okullarında okurlarken kıtalara er olarak gönderilen bazı yedeksubay adayları da, terhis edilmişler- er olarak görev yapanlar da, Uğur Mumcu, Uluç Gürkan gibi arkadaşlarımız sivil hayata dönmüşlerdi. Öğrendiğim kadarıyla -bence yasalara aykırı ve keyfî olarak- bazı böyle durumda olanlar, hâlâ salıverilmemişler, terhis edilmemişlerdir. Örnek: Hayrabolu 131. Piyade Alayı'ndan, Nazif Kaleli, Nebi Eryiğit, Şerif Felekoğlu, Şükrü Birtez, Bekir Köksal, Cemal Boyacı...Belki daha bu durumda olup da terhisleri bir aydan beri geciktirilen başkaları da vardır. Sayın Işık'ın bu konuya da eğilmesini dilerim...*

Page 197: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Meclis'te CHP'lilerin grubu vardı. Grupta, ilginç görüşmeler geçiyordu. CHP Grubu içinde, özellikle yenilerden kurulu bir büyük ekip, Ecevit'in çevresinden yakınıyordu. Denebilir ki, hükümetin yeni kurulduğu bir sıra böyle şeyler olur. Gönlünde bakanlık düşleri yatanlar, can sıkıntısından -kendilerini bakan yapmayanlara- veryansın edebilirler. Denir ama kendilerince bu çok haklı bir yargı olmaz. Bunun temelinde sadece bakanlık düşleri yatmaz. Fakat, neden başbakanlarının yanına, çevresine yaklaşamasınlar, burada haklılar...Yapılan eleştirileri ben biraz da, CHP'nin canlılığını sürdürme biçiminde yorumluyorum. Kıyasıya eleştirilerde bile, bir iyiye götürme isteğini seziyorum.Grupta bazı milletvekilleri bazı bakanların atanmalarından pek hoşlanmamışlardır. Deniz Baykal'ı sevmişler, bir başkasını tutmamışlardır, ne bileyim. Gürültülerin bir basamağı olmuştur yeni bakanlar...Bazı bakanları biraz kasıntı mı bulmaktadırlar?Geçenlerde, eski Giresun Milletvekili Ali Cüceoğlu, bir bakan arkadaşını aradı telefonla. Özel kalem müdürü, bağladı bakana. Konuşma başladı:- Ben Ali Cüceoğlu...- Buyurun Ali Bey?- Ben Ali Cüceoğlu, dedim. Tanımadınız mı?- Tanımaz olur muyum, buyurun Ali Bey?Ali Cüceoğlu, "Ali Bey'inin de..." diye geçirdi aklından kapadı telefonu, konuşmadı. Sonra dert yandı arkadaşlarına:"Yahu, ne zamandan beri Ali Bey olduk, eski arkadaşlarımızın yanında?..."Bir başka milletvekili de dertliydi:- Yahu Orhan Birgit benim eski arkadaşım, taaa eskilerden beri. Şimdi ben Orhan'a Orhan diyemeyecek miyim?Hükümet yeni, bakanlar yeni. Türkiye'nin dört bir yanından vatandaşlar, seçmenler Ankara'ya akın etmiş. Başbakanı bakanları görmek, dertlerini anlatmak istiyorlar. Bu arada alışılmış yollar var. Milletvekilleri de arıyorlar bakanları. Ecevit'le birlikte bütün bakanlar zayıflamış, kilo vermişler gibi. Belki sinirler de bozuluyordur giderekten...AP'liler, kuliste daha bir şaşkın dolaşıyorlar. Eski AP'li bakanlardan Turhan Kapanlı'ya göre, "Egzersizin egzersizini yapıyorlar..." değil maçlara, antrenmanlara çıkmak için de hazır olmak gerek öyle ya.Şaşkınlık nerede söyleyeyim: İktidarın, güçlünün karşısında olanlar, onu azımsarlar daha çoğunu isterler değil mi? Örneğin, geniş kapsamlı genel af deniyor. Karşıtların yani muhaliflerin diyeceği şu olmalı:- Hayır, buna geniş kapsamlı genel af denmez. Bu sınırlı bir aftır. Daha genişletilmeli...Öyle demiyorlar; "Affın bu kadar geniş olması zararlıdır" diyorlar. Kimse çıkmasın, herkes içerde kalsın" der gibi. Bununla kamuoyunda nasıl oy toplarlar, puan toplarlar ben anlayamadım.AP Grubunda, aklı başında olanlar çıkacak, göreceksiniz bu çıkan genel affı yeterli bulmayacaklar olacak. "Kapıları ardına kadar açmalı iktidar" diyenler bulunacak. Ama kaç kişi? Bunların dedikleri, gruptan geçecek mi? AP-DP-CGP muhalefeti yine "istemezük" muhalefetinde kalacak göreceksiniz.

Page 198: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

CHP'lilerde af konusunda bir kıpırdanma başlıyor. Kulislerde yer yer konuşmalar:- MSP'li Adalet Bakanı, Başbakan Ecevit'e demiş ki:"Bu affın kapsamını biraz daha genişletelim."- Aşkolsun adama. Biz hâlâ olduğumuz yerde duruyoruz. Grubu da bağladık...- Ben sana söyleyeyim azizim. Af çıkarsa bir kez çıkar. İkincisi hava.Kulak kabartıyorum, yavaşlıyor, sesler uzaklaşıyor...*"İstifa Et Korkunç Yenge" başlıklı Ankara Notları'nda Fen Fakültesi'nde komanda öğrencilerin bir öğrenciyi dövüp yaraladıklarını yazmıştım. Öğrenciyi dövenleri cezalandırmış Fakülte Yönetim Kurulu. Fakat şikâyetçi, dövülen öğrenciye de en ağır cezayı vererek. Hem de dövenlerin yıl kaybı olmuyor da, dövülenin bir yılı kayboluyor iyi mi? Dayak yiyen öğrenci, Yönetim Kurulu kararına karşı şimdi Danıştay'a başvuruyor. Dövülen öğrenciye, Yönetim Kurulu'nda sorulan sorulardan birkaçı:- Türk müsün, değil misin?- Niye önce bize gelmiyorsun da, Senato'ya, güvenlik makamlarına gidiyorsun? Haaa...- Olayları Yeniortam'a, Barış'a kim verdi? Haaa?İşte budur, korkunç yönetim, faşist yönetim haaa?(7 Mart 1974)

YARSIMAK...

Yarsımak, sevgiyle özlemek demek herhalde. Anadolulu, sözcükleri nasıl türeterek, çoğaltarak kullanır. Bu sözcük de onlardan.Âşık İhsanî, geçmiş bir cezayı çekmek üzere Toptaşı Cezaevi'ne konmuş çoktan. Ondan mektup aldım. Birkaç satır, hal hatır sorduktan sonra şiirle donatmış mektubunu. Mektup, "Bak Tarlanın Taşına" adlı şiir kitabıyla birlikte geldi aynı gün. Ben mektubu aktarıyorum:

Hapishane denen şu zıkkım yeriBazen yumruklayıp yıkasın gelir.Bazen de bir domdom kurşunu gibiBağırıp içinden çıkasın gelir...

Bazen damarlarında kudurur kanınBazen küser bir şey istemez canınBazen olur geciken şu zamanınFırlayıp üstüne çökesin gelir.

Bazen ne sigara ne bir gelen varBilemezsin kimin düşman kimin yârBazen ayağını dizine kadar

Page 199: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Hayatın ağzına tıkasın gelir.

Bazen bir bakarsın el gitmiş aya,Sen durmuş beklersen gün saya sayaBazen bir kendine, bazen dünyayaŞöyle acı acı bakasın gelir.Geçen gün Muzaffer Erdost'u gördüm Ankara Merkez Cezaevi'nde, Muharrem Kılıç'ı ve Erdal Orhan'ı. Erdal Orhan revirde kalıyor. Vahap Erdoğdu, Amasya'ya nakledilmiş oraya gitmiş.İnsan karşı karşıya gelince ne diyeceğini şaşırıyor. Hele ben -sanılanın aksine- pek konuşmasını da beceremem. Onları içeri ben atmışım gibi bir suçluluk duyarım içimde. Dışarda olmanın garip ezikliği...Ne yapmışlardır? Biri kitaplar çevirmiş, öbürü bir kongrede konuşmuş. Yaşantısı, zincirlere, kelepçelere düğümlenmiş kalmış.Aftan konuştuk. "Ne zamana çıkar?" gibisine.Cezaevi Müdürü gönül aldı:- 23 Nisan'a çıkar, hem Çocuk Bayramı o gün. Sevinir herkes...*Mahpusanede, yatanlara "kesici âlet" verilmez biliyorum. Traş olacaklar ya berberde, ya da elektrikli traş makinesiyle traş olacaklar. Sordum arkadaşıma:- Ne zamanları traş oluyorsun?- Bizde görüşmeler, pazartesi, perşembe. Görüş gününün gecesinden traş oluruz, hazırlanırız görüşmecilerimizin karşısına öyle çıkarız. Sakallı çıkmak olmaz tabiî. Bugün biraz sakallı oluşum ondan...Hapse düşmeyi, çok kimse içerde o kadar süre uzanıp yatmak sanır belki. Çocuklar, rahat öyle sanabilir. "İki yıldır içerde yatıyor" deyince, sırtüstü hiç kıpırdamadan yatıyor bilir. Yani bir çeşit işkencede gibi... Hiç kıpırdamadan çarmıha gerildiği, ya da ayakları zincirli sırtüstü yatmaya zorlandığı olmadı mı? Koca ülkede, evlerin de mahpus damları gibi kullanıldığı olmadı mı? Kimse evinde, özgür yatabildi mi?- Bir araba durdu, camdan baksana şuna...- O araba. Her zamanki...Hadi, uyuyun bakalım...Öyle dönemleri de geride bırakarak, bekliyoruz özgürlük, barış ortamını. İçerdekilerin özgürlüklerine karışacakları, özlediklerine yarsıdıklarına kavuşacakları bir ortam olarak düşünüyoruz...Bunu önlemeye, engellemeye kimsenin hakkı yok.(11 Mart 1974)

KEPELEME!

Yazının başlığını, "Haksızlığa Uğrayan Askerler" koymak istiyordum aslında. Adalet Komisyonunda tartışılan af önerisi, askerlerin disiplin suçlarının affı konusunda çelişkilerle dolu da ondan.

Page 200: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Balyozcu Nihat Bey'in başkanlığı zamanında bir Subay ve Assubay Sicil Yönetmeliği çıkarılmış, bu yönetmeliğin subaylar ve assubaylarla ilgili madde hükmü şöyle:"Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği silâhlı kuvvetlerde kalmaları, son rütbelerine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır..."Bu madde beş fıkra, "e" fıkrasında da şöyle deniyor:"Tutum ve davranışlarıyle yasa dışı görüşleri benimsedikleri anlaşılanlar..."Bu fıkraya göre emekliye sevkedilmiş, günde kaç subay, assubayla karşılaşıyorum. Kimi ya bir ihbar üzerine evi arandığı için, ya da gözaltına alınıp ya tutuklanıp yargılandığı için emekliye ayrılmışlar, çoğu Askerî Danıştay dediğimiz Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'ne haklarında verilen kararın kaldırılması için dâva açmışlar. Dâvaları bir yandan sürüyor çoğunun. Assubaylar, belki subaylardan daha çok.Diyelim, gözaltına alınıp tutuklanıp yargılandıktan sonra beraat etmişler, öyleleri de var. Bu kez suçsuzluğu da ortaya çıktığından orduya, görevine dönmek, hizmet etmek istiyor. Fakat, çıkarılacak af yasasında bir hüküm var ki, "beraat etseler bile görevlerine dönemezler" saklı hükmüyle, Askerî Danıştay'daki dâvalar ve bu yüksek mahkeme de kıskıvrak bağlanmak isteniyor. Bu kimin dikkatinden kaçmıştır bilemem.Disiplin suçlarını, "tazminat" dediğimiz zorunlu ödemeleri bağışlıyorsunuz, güzel. Harp okulu öğrencilerinin yeniden askere gitmelerinin de önüne geçmiş oluyorsunuz, bu da iyi. Fakat, Askerî Danıştay'larda hak arayanların bu hakları aramasına engel olmamalısınız, buna kimsenin hakkı olmamalı. Bu bakımdan, af yasasındaki çelişki giderilmelidir.Toplum, önemli ve güç dönemlerden geçti. 12 Mart'tan sonraki dönemde keyfî tutum ve davranışlarla sivil, asker kepelendi insanlarımız. CHP Grubu'nda bu sözleri olduğu gibi Adana Milletvekili eski Kaymakam Mehmet Can söyledi. "Bu yapılanın adı sadece adaletsizliktir" dedi. Grupta veya Grup Yönetim Kurulu'nda Mehmet Can'ı dinleyen arkadaşları, "bu konunun üstüne fazla gitme. Askıya alalım bunu. Buzdolabına koyalım" dediler.Disiplin suçları ile ilgili maddenin "e" fıkrası gereğince bugün toplumda binlerce subay, assubay var emekliye sevkedilmiş. Bunların pek çoğu da işsizdir.Dışarıda sivil yaşantı ortasında kolay kolay da iş bulamamaktalar. Disiplin suçundan emekli olmuş bir assubay 34 lira gündelikle iş bulmuş. Başvurduğu çok yer, başlarda beş bin liraya yakın ücretle iş verecekken, "disiplin suçu"ndan emekli olduğunu öğrenince vazgeçmiş işe almaktan. Karşılık vermişler:- Bu durumda size iş veremeyiz...Peki, ne yapacak adam? Ev, bark, çoluk-çocuk ne götürecek onlara?Emekliye ayrılmazdan önce, sözde uyarmış üstündeki:- Neden bu kitapları okuyorsun kardeşim? İlle de kita okumak istiyorsan Tommix oku...

Page 201: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kepelenmişler, sizin anlayacağınız ezilmişler, örselenmişlerdir toplumda. Anadolu'da kepelemek bu anlama kullanılır. Gözünden çok sevdiğini de kepeler işte insan böyle zamanlarda. Sistem öyle işler çünkü... Sivil diye, asker diye ayırmıyorum ben insanları. Kim kepelenmiş horlanmışsa, onunla olmak, onun hakkını aramak istiyorum. Parlamenterler de aramalılar hakkı, düzeltmeliler yanlışlarını...*Maliye Bakanı Deniz Baykal, başlangıçta kara kara düşünmüştü "malî af" konusunda. Karaoğlan da, af tasarısında malî af olmasın, çıkarılsın bu demişti arkadaşlarına. Fakat ne oldu sonra, nereden kimlerin etkisiyle girdi tasarıya bilemem. Vergi cezalarını bağışlıyorsunuz, kimleri? Bunlar memurlar, işçiler değil. Onların vergileri bordroda kesilir zaten. Küçük esnaf da götürü verir vergisini, o da değil. O halde malî af, büyük halk çoğunluğunun sorunu değil, egemen güçler dediklerimizin sorunu. Eee, bu iktidar kimin iktidarı? Yoksa, bu işlerde de gerçekten büyük oyunlar mı dönüyor? Bilmiyorum, nereden bileyim...Görevlerini kötüye kullanmış olanlar aftan yararlanıyor, partizanlık yapanlar yeniden görevlerine alınabiliyorlar da, disiplin cezasıyle emekliye sevkedilmiş -sonradan beraat etmiş- biri için yüksek mahkemeler bile bağlanıp kapatılmak isteniyor kapıları, bunu anlamıyorum.Eylem suçları af içinde dar tutulmak isteniyor. "Eylem" diye. Hangi iş, davranış eylem değildir ki?Ne yazmıştı Fazıl Hüsnü Dağlarca, Eylem'e imzaladığı kitabına?- Yurdun ve yeryüzünün en büyük güzelliği eylemdir...*Sabah evden çıkarken öğrendim. Eylem, bıçakla oynarken parmağını kesmiş. Tatlı tatlı söyledi suçunu:- Baba, bir daha bıçakla oynamayacağım, söz.- Söz mü?- Söz.Önce Özlem'i sonra Eylem'i öptüm. Kapıdan çıkarken Eylem bağırdı:- Baba...- Ne var?Koşa koşa geldi, kucağıma atladı:- Beni bi daha öp...

(12 Mart 1974)

KAPİTALİST SEN DE!..

CHP İstanbul Milletvekili Halûk Ülman'ı çok kimse sevmez. Adamcağız ne yapsa, ağzıyle kuş tutsa basının iğneli yazılarından kurtulamaz. Adı bir kez "Mülkiye Cuntası" ekibine çıkmıştır. "Paraşüt takımındandır" denir. Kendisi Avrupa'dayken Türkiye'de zamlar oldu, ondan bilindi zamlar da. Ben de takıldım:

Page 202: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Ne de olsa Mülkiye Cuntasındansın, ondan kızıyorlar...- Mülkiye Cuntası mı kaldı yahu? Cunta'dan iki kişi kabinede. Bir ben varım dışarıda. Tek başıma nasıl cunta olabilirim. Bırak Allah'ını seversen...Halûk Ülman, Ecevit ekibindendir öteden beri. Bu doğru. Ecevit, genel sekreterlikten istifa edip, bir bakıma yapayalnız kaldığında onu yalnız bırakmayan beş-on kişiden biridir. Belki de, Halûk Ülman'ın, Ecevit'e bu kadar yakınlığına kızanlar ona çeşitli suçları yüklerler ne bileyim. CHP Grubunda, genel merkeze karşı bir öfke mi var, onun acısı Halûk Ülman ve benzeri üyelerden çıkarılır. Bununla partinin taaa en üst yönetimine karşı bir direniş anlatılmak istenir, bu ortaya vurulmuştur da. Ben asıl, birçok insanın bu arada hakkının yenilmiş olmasından korkarım. Halûk Ülman, belki çok iyi bir politikacı olmayacak, olamayacak. Amma, bir liderin dar zamanında yanında bulunup, ona arkadaşlık etmiş olması, yardım etmesi kolay unutulacak nitelik sayılmasa gerektir.Halûk Ülman'ı neden böyle andığımın başka nedenini de açıklamalıyım. "Özgür İnsan"daki yazısı, akıllı ve yürekli bir yazıydı. Orada -Avrupa Konseyi'nde- CHP'nin yerinin, "Sosyalist Grup" olması gerektiğini belirtiyordu. Halûk Ülman'ın da belirttiği gibi, geçen ayın ortalarında Türk basınında, belki de pek az kimsenin dikkat ettiği bir haber çıktı. Bu haberde, Avrupa Konseyi Danışma Meclisi'ne temsilci gönderen üç partinin -AP, DP ve CGP'nin- Konseydeki "Bağımsız Grup"a katıldıkları anlatılıyordu. CHP ise henüz hiç bir gruba girmiş değildi. Konseyde, "Sosyalist", "Hıristiyan Demokrat", "Liberal" ve "Bağımsız" gruplar vardı. Sosyalist Grupta, Alman, İsveç, Norveç, Danimarka Sosyal Demokrat, İngiliz İşçi, Fransız ve İtalyan Sosyalist partilerinden üyelerle, bütün üye ülkelerin Demokratik sol partilerinden temsilciler var. Hıristiyan Demokrat grupta dinsel kökenli ortayolcu partilerin temsilcileri, Liberal grupta Batı Avrupa'nın çeşitli Liberal partilerinden gelen temsilciler toplanmış, Halûk Ülman, şöyle devam ediyor:"Kendilerini bu üç gruptan birine yerleştiremeyen bazı temsilciler, bu arada İngiliz Muhafazakârları kendi aralarında birleşerek Bağımsızlar grubunu kurmuşlar. Fransız De Gaulle'cüleri ve Türk Parlamentosu'ndan gelen temsilcilerin hepsi de şimdiye dek hiç bir gruba girmemeyi uygun görmüşler. Burada bir parantez içinde komünistlerin durumuna da değinelim. Bizim McCarthyciler sıkı dursunlar, Avrupa Konseyi Danışma Meclisi'nde komünistler de var. Gerçekten 1973 sonlarında yapılan toplantıdan başlayarak, Danışma Konseyi'ne komünist temsilciler de katılmaktadırlar. Ancak sayıları bir siyasal grup kurmaya yetecek kadar değildir. Danışma Konseyi'ndeki komünistlerin sayısı biri asil, ikisi yedek olmak üzere üçtür ve üçü de Fransızdır.... Şimdi sorun şudur: Hangi parti hangi gruba girecektir? Bugün Avrupa Konseyi'ne temsilci yollayan dört partiden üçü, yani AP, DP ve CGP kendi yerlerini İngiliz Muhafazakârlarının yer aldığı bağımsız grupta görmüşler ve ona katılmışlardır...CHP'ye gelince, CHP ortanın solunda, Avrupa partileriyle kıyaslanınca en çok Sosyal Demokrat partilere yakın bir siyasal kuruluştur. Sosyal Demokrat niteliteki partiler ise, Avrupa Konseyi'nde, sosyalist grup içinde

Page 203: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

toplanmışlardır. Bize kalırsa CHP'nin Avrupa Konseyi içindeki yeri de, bu gruptur..."Halûk Ülman'ın yazısı daha uzun. "Özgür İnsan"ı okursanız, orada tümünü okursunuz. Amma, Ülman'ın önerisi ilginç, McCarthycilerin cirit attığı ortamda yürekli bir öneridir. Bakalım, CHP neye karar verecek?*İllerde, belediye meclisleri çeşitli partileri yansıtması açısından, Millet Meclisi'ni ansıtır. Bir zamanlar İstanbul Babıâli basınının belli başlı haber kaynağıydı. Belediye meclislerini izlemeye kim bilir kaç muhabir görevlendirilir, haberler atlatılır, ballandıra ballandıra da yazılırdı. Ancak -özellikle- İstanbul gazeteleri yerellikten çıkıp, bütün Türkiye'ye haber taşıma durumunda kalınca, belediye haberleri -belki de İstanbul kalıplarında kaldı- Ankara'ya Anadolu'ya pek verilmez oldu. Ancak, yine de ilginç olmalı. Hele iktidar değişimlerinden sonraki belediye meclislerini izlemeli doğrusu.Ankara'nın Belediye Başkanı Vedat Dalokay, çok konuşur denir, karikatürlerde ağzına kilitler vurulur. Ben de baştan öyle düşünmedim değil. Sonradan öğrendim ki, Dalokay'ın basında çıkan konuşmaları gerçekte tek konuşmaymış. Konuşan, Anadolu Ajansı muhabiri, teybe aldığı konuşmayı taksit taksit -belki de habersiz kaldıkça- ortaya sürermiş. Çok konuşmamış Dalokay da, belki uzun konuşmuş.Ankara belediye meclisinde, AP'liler azınlıkta. Seçimlerde getirdikleri üyelikleri bile koruyamamışlar. İstifa eden edene...Belediye meclisinde gürültülü tartışmalar da olur. Biliyorsunuz Dalokay, Mart sonuna kadar Kızılay'daki çukuru kapayacak. Geçen hafta, azınlıkta olan AP'liler, Kızılay çukuru ile ilgili bir rapor getirdiler, Odalar Birliği'nden mi ne alınmış. İlle de çukuru kapamayın, bakın burada raporlar var filân...Bu öneriye karşı, CHP'li Orhan İşsağ söz alıp kürsüye çıktı. Kısaca şöyle dedi:- Belediye Meclisi, çukuru kapatma kararını zaten almıştır. Bu raporlar, birkaç kapitalistin hazırlattığı raporlardır...Bu söz üzerine AP'liler kıyameti kopardılar:- Kapitalist sensin, sözünü geri al.- Sensin kapitalist...Belediye meclisine başkanlık eden Hasan Okyar, neyse yatıştırdı. AP'lilerin "kapitalist" sözünün anlamını kavramadıklarını üstü kapalı bir biçimde söyledi de görüşmelere devam edilebildi.Sonra görüşmelere geçildi. Eski Başkan Ekrem Barlas'ın bir müsteşarın bir süre önce ölen kızı için asrî mezarlıkta 98 mezarı kaldırttığı gerekçesiyle Barlas'ın mahkemeye verilmesini kararlaştırdı. Barlas hakkında birkaç dâva daha açıldı...Ankara'da, Maltepe'de Yabancı adlı bir gece kulübü var. Gece kulübünde soyunup danseden, takma yabancı adlı bir Türk kızı anadan doğma soyunduktan sonra, seyircilerine şöyle dedi:- Rusya'ya, Bulgaristan'a gidin, bir naylon çorap bulamazsınız. Yumurta bile vesikayla oralarda...Herkes ne diyecek daha diye beklerken, kız konuşmasını sürdürdü.

Page 204: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Kahrolsun sosyalizm, ellinci yılda yaşasın kapitalist Türkiye...

(13 Mart 1974)

AF, SİYASAL HAKLAR VE SOSYALİST PARTİ...

Karaoğlan kendi kendine kaldığında düşünmüş müdür?- Bu çıkacak af, benim de içime sinmedi... diye.CHP tek başına bir iktidar değil. Bir ortak bulup, bir hükümet kurmuş. Nerden biliyoruz, o hükümetin bile -meclislerde el altından- ne yapıp edilip, düşürülmek yerle bir edilmek istenmediğini? Kolay değil, yeni, denemelerden geçmemiş adamların öyle ağır hücumlar karşısında sağlam direnip, dayanmaları. Ufak ufak sölentiler bile çıkmağa başlar:- Bilmem şu kadar milyon lira ayırıp, MSP'lilerden birkaç tanesini koparsak, haaa?Hazır ortada zamlar nedeniyle veryansın gidiyor, herkes.Af, çıkabildiği kadariyle ha çıktı, ha çıkacak. Önümüzdeki hafta Meclis'e gelecek. Meclis'te ne kadar engellenirse engellensin, çabuk çıkar Meclis'den. Geriye kalır Senato. Senato'dan çıkmasını engelleyebilecek mi AP'lilerle DP'liler? Kamuoyunun büyük tepkisini göze alabilecekler mi, gerçekten bilmiyorum.Geciken affın kabak tadı verdiğini gören okurlar bile mektuplarında aftan söz etmez oldular.Bazı cezaevlerinde "açlık grevleri" yaptı hükümlüler. Çıkacaksa şu af doğru dürüst çıksın diye. Adapazarı'nda da mı yapılmış cezaevinde açlık grevi? Kadın, erkek tüm mahkûmlar katılmışlar mı? Behice Boran otuz altı saat katılmış greve diye duydum. Açlık grevine giden hükümlülerin, siyasal ve siyasal olmayan mahkûmların suç ayrımı gözetilmeden gerekli bir genel affın kısa sürede çıkarılması için süreli grevler yaptıkları geliyordu kulağıma. Adapazarı'ndaki de öyle olacak dedim. Ne bileyim, kolay mı açlık grevi hiç denemedim. Açlığa dayanamam sanıyorum. Ya ayılır, bayılırsam? Bir de doktor çağırırsın gelmezse?Ankara'da, Kazıkiçi Motel'de de kız tutuklular açlık grevine gitmişlerdi sıkıyönetim döneminde. Haberini yazabilmek için ne yollar arardık, duyurabilmek için kamuoyuna? Şimdi aydınlığa doğru gidiyoruz, yazıyoruz çok şeyi. Perdelerin daha da aralandığını sezmiyor musunuz.Ben asıl af üstünde durmayı düşünüyordum yine. Asıl düşündüklerim de affın içerden çıkacak gençlere, aydınlara ve siyasal hükümlülere ne getireceği?Bence siyasî hükümlüler için çıkarılacak af, siyasal hakların geri verilmesine ilişkin Anayasa değişiklikleriyle çok yakından ilişkilidir. Af Yasasıyle içerden çıkacaklara siyasal hakları tanınmazsa af güdük kalacak, gelecekte yani birçok sorunları da birlikte getirecektir. Dışarı çıkmalarına evet, fakat Parlamentoya girmelerine, girebilmelerine hayır dediniz mi, özlenen özgürlük ortamını dikenli tellerle çevirdiniz demektir.

Page 205: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Canım, adım adım... Önce çıkıp evlerine bir gitsinler, ondan sonraki adımda da siyasal haklarına kavuşurlar... dediniz mi, demokrasi anlayışına kocaman bir balyoz indirmiş olursunuz.Gerçekten şimdiye değin, siyasal haklar dendi mi, eski DP'lilerin Parlamentoya girebilmeleri akla gelirdi. Onların bir çeşit meslekleri de politikacılıktı da ondan.Öyle... Kırk yıllık politikacılar, örneğin Celâl Bayar, İş Bankası Genel Müdürü mü olacaktı?Sonra, genel af suçları bütün sonuçlarıyla kapsıyor demek, benim anlayışıma göre, cezaevine girmeden önce avukatsa avukatlığını yapabilecek, politikacıysa yine politika ile uğraşabilecek demek. Örneğin siyasal parti kurucusu olabilecek, bir seçimde adaylık koyup seçilerek Parlamentoya girebilecek demek. Bu bakımdan genel af, siyasal haklara ilişkin Anayasa değişikliğiyle yakından ilgili. DP'ye sorarsanız, siyasal hak deyince, Celâl Bayar'ın hakkı gelir de aklına, örneğin TÖS dâvasından hüküm giymiş, Fakir Baykurt gelmez, ne bileyim bir Sadun Aren, Şaban Erik, Sait Ciltaş, Tuzgut Kazan, yahut halen yargılanmakta olan binlerce genç gelmez aklına.Fikir suçundan yargılanacak, hüküm giyeceksiniz. Af olacak, çıkınca -bir demokratik özgürlük ortamında- düşüncelerinizi açık açık Parlamentodan söyleyemeyeceksiniz. Böyle şey olmaz.Sosyalist Parti, ya da partiler kurulacaktır Türkiye'de. Bu sosyalist partilerin, şimdi içerde olanlar da, kurucuları olabilmeli, üyeleri, parlamenterleri olabilmelidirler.Onların bu hakları olmazsa, Türkiye'de kurulacak sosyalist partiler -kim ne derse desin- "güdümlü" parti olmaktan kurtulamazlar...İçerdekiler çıkacaklar, -kuracaklarsa- siyasal parti kuracaklar, iktidara gelmeye çalışacaklar. Koalisyon ortağı olacaklar. İşçi sınıfının Parlamentedo temsilcileri olarak, görevlerini yapacaklar.Bir de hemen sorulacak soruları düşünüyorum.- Ne zaman kurulacak, kim ya da kimler kuracak?Galiba Prof. Mümtüz Soysal demişti. Bunun Demirel'ce karşılığı, şöyle:- Kurulduğu zaman kurulmuş olur...Çok kişi, "Yani açık söyleyin, ne zaman kurulur?" diyecektir.Bu konuda, gerçekten ciddi inceleme yazıları yayımlandı. Aylık "İlke" dergisi, mart sayısını buna ayırmış gibi. Burada, "İlke" imzalı "Sosyalist Parti Sorunu" adlı inceleme ile, "Burjuva Sosyalizmi Yine Sahnede" başlıklı incelemeleri, bir de "Özgür İnsan"ın mart sayısında Mümtaz Soysal'ın "Solun Örgütlenişi" yazısını ilgi çekici bulduğumu söylemeliyim. Herhalde, bu konular af sonrasının gündeminde olacaktır. Sözü ilk kim söylemiştir, kimse bilemez ya, sözü herkes bilir:- Parti kurmak, turşu kurmaya benzemez...(16 Mart 1974)

"BABA, SENİ SOKAKTA ÖPİYM Mİ?"

Page 206: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

İş arasında geldi, sarı saçları omuzlarına dökülmüş, şapkalı hanım. "Oturun, buyurun" dedim. Oturdu. Çalışırken, bir ikinci konuyla ilgileniyorum desem yalan olur. Bir süre ilgilenemedim. Yüzünden tanımıyordum tabiî. O, "Ankara Notları"ndan tanıyor, ben kardeşini tanıyorum, bir kez de telefonla görüştük. Başında bere biçii bir şapka var. Rengini söylemiyeyim, yanılırım belki.- Size Oya Baydar'ı soracaktım. Arkadaşım da...- Oya İstanbul'da. Yazılarını istanbul'dan yazar.Çay ısmarladım ona. Oya'yla "Kazıkiçi Motel"den tanışırlarmış. Daha çok arkadaş adı saydı. Biri, ona içerde örgü örmeyi öğretmiş. İçeri alınışını da, beraat edip çıkışını da gazeteler yazmamış bile.- İçerde ne arkadaşlarım vardı. Bir kedimiz vardı. Adını "Maskot" koymuştum ben. Onu beslerdik içerde.- Neden girmiştiniz?- Bir telefon konuşması... Deniz Gezmiş'ler asılmış mıydı, yoksa daha öncesi miydi, o sıralar. Bir telefon numarası yanlış düştü. Karşıma çıkan, "Konuşalım" dedi. "Ne konuşacağız, benim canım sıkılıyor" dedim. "Neden?" diye sordu. "Neden olacak, Allahın verdiği can alınır mı, yazık..." dedim. Meğer telefonlar dinlenirmiş. Suç olan bir fiilî övmek suçundan gözaltına alındım, ertesi günü. 28 gün kaldım içerde. Kızlar, önce beni MİT'ten sandılar. "Böyle şey olur mu?" dediler. Mahkemeye çıktım, beraat ettim. Amma, işimden oldum. Tam iki yıl kimse kapımızı çalmadı. Bir ara yaşlı anamı da getirdiler, o da kaldı Kazıkiçi Motel'de üç gün..."Yazık" sözünden "orduya da hakaret etti" diye yargılanmış. Zor kurtarmış paçasını. Ayrıldı, gitti sonra...Öyküsü uzun. Öyle işken filân yapılmamış. O zamanlar pek yoktu demek. Daha başları mıydı işlerin ne?*Madencilik-İnşaat İşleri Türk Anonim Ortaklığı'nda çalışan 200 işçi, işverenin baskıları karşısında başbakana başvurma zorunda kaldılar, gazeteler yazdı. Açlık grevine gitti işçiler, içlerinde hasta olanlar var.İşçilere baskı yaptığı ileri sürülen genel müdür, Mitaş Genel Müdürü Necati Türkeri, 1971 Eylül'ünde kıyıma uğrayanlardan. Sonradan durumu düzeltilmiş ya, kıyıma uğradığı günler, tozlu, berbat bir odaya verilmiş, sürülmüş yani. Orada, arayanı soran olmuş mu olmamış mı bilmiyorum. Fakat, bürokrasinin çarkı onun da boynundan geçmiş bir zaman. Kıyılmış da, kıymanın acısını çabucak unutmuş. Öyledir...*Halen içerde bulunan tutuklular, yanlış bir yorumla "asker kişi" sayıp geçmişiz. Başbakan Ecevit de, Timisi'nin bir sorusuna verdiği karşılıkta aynı yanlış yoruma düşmüş, yahut düşürülmüş. Şimdi, içerden başbakana karşılık veriliyorlar: "Bizim asker kişi sayılmamız yasada sadece yargılanmamız ile ilgilidir" diyorlar. Askerî mahkemelerde yargılanmamızla ilgili. Öyle gerçekten. Örneğin oy kullandılar. Halbuki, askerliklerini yapan erler oy kullanamazlar."Asker kişi sayılmamız, bugüne kadar her türlü zulmün, baskının ve kanunsuz işlemin gerekçesi olmuştur" diyorlar. Şöyle devam ediyor dilekçeleri:

Page 207: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Biz tutuklulara dayak atılırken, "asker kişi" olduğumuz ileri sürülüyordu. Tutuklular (askerî eğitim) adı altında yerlerde sürünmeye mecbur edilip, arkalarından tekmelenirlerken, bu keyfî yoruma dayanılıyordu.Havalandırmalara uygun adımla çıkma mecburiyeti, sayımlarda yapılan askerî talimler "askerî disiplin" gerekçesiyle açıklanıyordu.Erkek tutuklu arkadaşlarımız, dayak ve baskıyla kravat takmaya zorlanırken "asker kişi" oldukları söyleniyordu. Kanunsuz ve keyfî olarak dilekçelerimiz yollanmadı. Mektuplarımız imha edildi. Bazı kitap ve gazeteler verilmedi. Bütün bu kanunsuz uygulamalara gerekçe olarak "asker kişi" olduğumuz gösterildi."Tutuklularla ilgisi olmayan helâların temizletilmesi, buz kırdırtmak, vb. angaryalar, hep aynı gerekçelere dayandırılmıştır."Askerî cezaevlerindeki kanunsuz ve keyfî davranışlara son verilmesini istiyorlar dilekçeyi imzalayanlar.Dilekçe metnini geniş olarak haber sütunlarında okuyacaksınız.Demokratik hukuk devleti adımını atmış olanlardan, içerdekilerle ilgilenmelerini, özellikle hasta olanların, artık keyfi olarak işkence sayılan hastaneye yollamama, savsaklama gibi işlemlerden kurtarılmalarını bekliyoruz...Bazı askerî mahkemelerdeki uygulamalar, "nasıl olsa af çıkacak, biraz daha eziyet edelim" anlayışından çıkmalıdır.14 Ekim'den, 9 Aralık'tan sonra olsun kafalarda bir değişiklik olmasını beklerken, bunun sürüp gitmesini nasıl yorumlayacağımı gerçekten bilmiyorum...*Özlem'le Eylem'i hastaneye götürdük izin günümde. Özlem'in ayakları içeri içeri basıyordu. Gözlerinde de hafif şehlalık var. Göz doktoru, Özlem'i kandırabilmek için yanına çağırdı:- Gel bak, sana şeker vereceğim. Parmağıma bak, bak...Özlem'in çok hoşuna gitti, doktor amcası. Eve dönünce Emine Hanım'ın gözlerine bakmış. Minik parmağını gezdirerek:Bak, bak şeker, şeker... demiş.Hastaneye de gitmiş olsak, yaradı çocuklara, sokağa çıktık diye sevindiler. Eylem her sabah, evden çıkarken alıştı. Öyle diyor:- Baba, seni sokakta öpiym mi?Seviyor işte sokakları. Herkes dışardayken, o içerde kalmak istemiyor...(17 Mart 1974)

SULUSEPKEN YÖNETİM!

Parlamentolardan birinde bir yasa önerisi görüşülüyor, oylanıyormuş. Başkan soruyormuş, önce üyelere:- Maddeyi okutuyorum. Söz isteyen? Yok... Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmiştir... Öbür maddeye geçiyorum...

Page 208: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Başkan böyle her maddeyi oylayışında, dinleyicilerin bulunduğu bölümde biri, hafifçe ayağa kalkar, bir reveransla selâm verir, otururmuş. Her maddede, böyle ayağa kalkıp reveransla ve saygıyle selâm verip oturan adam, oradaki herkesin dikkatini ve merakını çekmiş. Sormuşlar:- Neden öyle, her madde kabul edilirken, kalkıp selâm veriyorsun?- Kabul edilen her maddenin içinden bir dost geçiyor, onu selâmlıyorum...Yine ülkelerden birinde, yüksek bir makamı düzenleyen bir yasa tasarısı hazırlanıyormuş. O makamda bulunan şu şu hizmetleri yapacak, öğrenimi şu kadar olacak, şunları şunları yapmamış olacak filân...Tam tasarıya son biçimi veriliyormuş ki, orada bulunan hazırlayıcılardan biri, söz istemiş:- Efendim, maddeye bir küçük fıkranın eklenmesi unutuldu. Lütfen, fıkraya "sol ayağı hafifçe aksar" diye ekleyelim...- O neden o?- Kafanızdaki kişinin bir niteliği kaldı. Onu da ekleyelim de tasarı tamam olsun...*Af Yasasında Osmanlı hanedanı erkeklerinin yurda dönmeleri hükmü bulunmasaydı, gerçekten bazı kişiler üzüleceklerdi. Örneğin, eski başbakanlarımızdan Suat Hayri Bey'in gelini. Babası filân hayatta mıdır milmiyorum. Belki amcası vardır, onu göreceği gelmiştir. Öyle her kez gitmek yerine arasıra da onlar gelseler yurda, torunlarını da görseler kötü mü olur? Prof. Osman Turan Hoca'nın eşi de hanedandan. Osman Turanlar, Suat Hayri Beyler gibi o kadar varlıklı da değiller. Özlem bu, hasret anlayacağınız... İyi oldu, iyi. Hatta bir fıkra daha eklemeli. "Yurda gelecek Osmanlı hanedanı erkekleri, Söğüt kasabası yakınlarında kurulacak çadırlara yerleştirilirler" filân gibi...Şimdiye dek, "eski DP'lilerin siyasal hakları" diye kafamızda kalan Anayasa değişikliği, yeni baştan Meclis gündemindedir. Aradan bu kadar zaman geçti. Eski DP'lilere 21 Mayısçılar eklendi. Bitmedi, 12 Marttan da cezaevlerine doldurulanların siyasal hakları konusu -en önemli konu olarak- gündemdedir. İçerden, aftan yararlanarak dışarı çıkacaklara siyasal haklarını tanımadınız mı, onlara "Parlamenter düzen yaramaz size. Siz yeraltına inip orada çalışın" demiş olursunuz. Demokrasiden yana görülenenlerin de bu izlenimi uyandırmamaları gerek. Yasalar çıkacaksa, Ahmet Bey için, yok Celâl Bey için çıkmaz. Benzer nitelikleri taşıyan herkesi kapsar.- Canım, senin demek istediğin sosyalist parti kurmaksa, herkes kurar sosyalist partiyi. İlle içerden çıkaracaklar mı kursun?- Anlıyorum dediğinizi. Ya Aybar, ya da Mihri Belli kursun demek istiyorsunuz. Benim demem o değil. Binlerce insanın siyasal hakkını, böyle bir hakkı olacağını görmezden geliyorsunuz...*Bir Yeniortam okuru, mektubunda bir de gazete kupürü eklemiş. Kupürde, "Osmanlı Sarayında Seks Çılgınlıkları" dizisi ve yazı başlığı şöyle:"Deli ibrahim'in Cinsel Çılgınlıkları Artık Çekilmez Bir Hal Almıştı..."Mektup da kısaca şöyle:

Page 209: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Osmanlı hanedanının artıklarının da AP, DP ve MSP oylarıyle genel af içinde alınmaları söz konusu. Oysa ki, Osmanlı saraylarının seks çılgını Padişah Deli İbrahim'in hayatı Modern Gazete'de tefrika ediliyor. Cariyelerin edep yerine elmaslar takan bu hanedanlığın affını istemek, pek garip bir şey.Ben Isparta'nın Yalvaç ilçesindenim. Demokrasimizin yetiştirdiği hanedanlar bize yeter.Sayın Refik Erduran'ın bir çağrısı ile ipten kurtulan bir tutuklu...(18 Mart 1974)

YASALARA, TÜZÜKLERE UYGUN MU?

Doğan Avcıoğlu geldi Ankara'ya İstanbul'dan. Geldiği akşam Rıhtım lokantasında buluştuk. Doğan Avcıoğlu, eşi, Uğur Mumcu, bir de ben. Uzun zaman var ki görmemiştim. O içerde kaldı bir süre. Bir daha uzun süreli gelmedi Ankara'ya. İstanbullara yerleşti. Mehmet Kemal de öyle. Avcıoğlu ile Mehmet Kemal'le, Ankara'da aynı apartmanda oturduk. Hele Avcıoğlu'yla uzun süre bir telefonu kullandık. Eski arkadaşım yani.Yemekte konuşuyoruz:- İşkence yaptılar mı sana?Ayaklarına, elerine pranga ya da kelepçeler takmışlar. Gözlerini bağlamışlar.- En çok Şevket Süreyya'yı sordular. "Şevket Süreyya komünist değil mi, hadi anlat?" dediler. Amma, bir şey var ki beni işkenceden kurtardı.- Ne o?- Trinitrin. Kalp hastasıydım ben. Cebimi kurcalarken trinitrin şişesini bulunca, herhalde "ölür de başımızda kalır..." diyerek, vazgeçmiş olmalılar işkenceden.- İlhan'a yapmışlar mı işkence?- onu falakaya çekmişler. İlhami, Davutpaşa'ya geldiğinde yüzünde kocaman bir kırmızılık vardı. Belli ki, şiddetle vurulmuştu yüzüne...- Haydi, içelim... Deyip yudumluyoruz içkilerimizi.İstanbullular Ankara'ya seyrek gelirler. Turhan Selçuk, geçenlerde Yeniortam'a geldi. İş arasında doğru dürüst konuşamadık bile.Ben İstanbul'a gittiğimde farklı mı sanki? Orada da herkes kendi dünyasında. Çetin Altan da gelmez artık. O da yerleşti, İstabul'lara. İstanbullu oldu... Adana mapusanesine alışır da, Adana'da yurt tutar kalırsa Can Yücel şaşmayacağım. Kaç yıl oldu?Af çıktı, çıkacak derken bunca genç, bunca aydın, kadın-kız, erkek cezaevlerinde hâlâ. İnsan haklarına, Anayasa'ya, yasalara aykırı koşullarda yatıyorlar içerde...*Başbaşkan Ecevit, neden öyle zayıflamıştır? Sade o mu, bütün bakanları kabinenin -az çok- kilo vermişler. Bir MSP'liler oldukları gibi duruyor. Çok çalışmaktan mı, üzüntüden mi, yıpranmaktan mı?

Page 210: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Neyse, zamlar üstüne veryansın etme bitti gibi. O günlerde Bülent Bey, ne uykusuzluklar geçirmiştir. Hücumlara karşı ne dese acaba?- Zamları eski iktidar hazırladı...Evet, bir kısmını öyle ama, tutacak şey değil. Ne demeli? Düş gücümü kuruyorum, işletiyorum:Gecenin bir yarısı, Rahşan Ecevit, eşini dürtüyor:- Bülent, buldum...- Hııı? Anlamadım.- Buldum, kalk...- Neyi buldun?- Zam hücumlarına karşı ne cevap vereceğini...- Bunu sabah söyleyemez miydin?Uyku tutmamıştır bundan sonra. Düşünceler, düşünceler:- Söyle bakalım, ne buldun?- Böyle, böyle...- İyi, peki.Gecenin bir yarısı -artık uyku da tutmayınca- kalkıp bilmem kaç kilometre uzaklıktaki Gölbaşına gitmek istiyor canı. Kalkıp gidiyorlar da. İssız Gölbaşı yollarındaki başbakanla eşi dolaşıyorlar. Bir sürü şehirlerarası otobüsler gelip geçiyor. Uykulu şoförler, merak etmiyorlar kim bunlar diye.Ecevit gerçekten yorulmaktadır. Yerli yersiz hücumlar -ne yalan söylemeli- bunaltmış olmalıdır adamı. Hele Türkiye'de kokuşturulmuş, iki yüzlü işleyen bir çarkı tersine işletmeye kalkmak, pek öyle kolay olmasa gerekir. Yüz yerden yüz engel çıkarılmaktadır. Ancak, bu engellerle de bir bir başa çıkmak zorundadır. Yoktur bunun başka yolu çünkü.Ecevit için plak hazırlanıyordu, ne oldu bilmiyorum. Plağın adı "Akgünlerin Karaoğlan'ı" olacaktı. Muazzez Türüng okuycaktı.*Bayındır'dan Ahmet Toptaş, oturup "kaymakam hikâyeleri" yazmış. "Ankara Notları"nı ara sıra "Taşra Notları" yapmamı öneriyor. Bir ilçede, çocuklar kendi aralarında bir oyun oynuyorlar. Çocuklardan bir, ilçenin büyüklerinden birinin adını aklında tutarak, arkadaşına soruyor:Farz, vacip, sünnet, nafile... Bütün namazları kılar?- İmam Ahmet...- Bilemedin, elinden tesbihi hiç eksik olmaz?- Molla Mehmet...- Bilemedim çocuklarını Kur'an kursuna gönderirler?- Hacı Emin...- Karısını hiç dışarı çıkarmaz. Evinin balkonuna bile.- Bildim, kaymakam...Fıkralar, böyle uzayıp gidiyor. Kaymakam da kıyıcı mı kıyıcı. TÖB-DER'e düşman.*Bir fıkra daha, belki onu beğenirseniz:Adamın biri, bir yabancı il'e gitmiş çok çok önceleri. Bakmı, caminin minaresinde müezzin, ezan okuyor ama, okurken sadece "Tanrı uludur" diyor, arkasını söylemiyor. "Allah Allah" demiş adam içinden, "Ne acayip yer burası böyle?" Caminin önüne gitmiş, adamlar şadırvan önünde

Page 211: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

abdest alırlarken kalçalarını da bir sağa, bir sola sallıyorlarmış. "Bari, demiş, şu işi kadı efendiye sorayım..."Kadı Efendi'nin odasına girip ne görsün? Kadı'nın odasında bir genç erkekle bir genç kız, sevişiyorlar. Hemen kapıyı kapayacağı sırada kadı çağırmış:- Gel gel gitme. Ne soracaksan sor...- Efendim. Böyle, böyle. Müezzin Minarede ezan okuyor, fakat sadece "Tanrı uludur" diyor, geresini söylemiyor...- Ha, anlatayım: Bizim müezzin Ermeni. "Tanrı uludur" diyor, fakat, arkasını söylemeye kendi dini elvermediğinden orada bırakıyor...- Peki, abdest alanlar kalçalarını sağa, sola sallıyorlar o neden?- Biz, nasıl abdest alınacağını bir genelge ile duyurmuştuk halka. Genelgede, eller yıkanırken, parmaklardaki yüzüklerin oynatılması gerektiğini de bildirmiştik. Genelge "teskir" edilirken bir yanlışlık olmuş. Abdest alırken parmağındaki yüzüğü çeviriniz olacağına başka şey çıkmış. O da ondan. Buradaki durumu merak ediyorsun değil mi? Bu iki genç evlenecekler. Ben de onların başarılı evlilik yapıp yapamaycaklarını gerçekçi bir gözle saptıyorum. Durum bundan ibaret. Görüyorsun ya, burada her şey yasalara, tüzüklere uygundur...(19 Mart 1974)

BURAYA NASIL GELDİK?

Başbakan Bülent Ecevit'in odasındayız. İlk görüşmemizde kendisine soruları yazdırdık Uğur Mumcu ile birlikte. İlk sorumuz şuydu:- Dört yıl sonra nasıl bir Türkiye düşünüyorsunuz? Özgürlükler ve ekonomik gelişmeler açısından...Ecevit, soruyu yazarken, yüzüme baktı. Ben havayı biraz daha ısındırmak için ekledim:- Yani efendim, dört yıl sonra isteyen rahat rahat hapse girip yatabilecek mi? Bu özgürlük olabilecek mi?Bu açıklama çok hoşuna gitti. Bugün altıncı sayfada başlayan sorulu cevaplı yazı dizisi birinci adımını atmıştı. Soruların çoğunu Uğur Mumcu arkadaşım yöneltti. Ecevit'in cevaplarında Yeniortam okurları yeni yeni şeyler bulacaklar sanıyorum.- Benim oturduğum koltuk oldukça rahat bir koltuktu. Başbakan, kendi kolduğu için aynı şeyi söyleyemeyeceğini, bir soruya karşılık belirtti.Bazı soruları, "Bunu yazmayın" biçiminde bir girişten sonra cevapladı. Onları, konuşma dizisine almadık. Anladığım kadariyle, basında yer alan "işkence" konularında tedirginlik duyanlar oluyordu. Birçok dar geçitten geçilirken, yeni sıkıntıları çağırmanın gereği yoktu.Başbakanla konuşmayı yaptıktan sonra da görmekteyiz, özellikle af konusunda, bürokrat kademede yapılmak istenen değişikliklerle ilgili konularda, sıkıntılar bitmiş değil. Afta AP ne yapacak? Kamuoyunu karşısına kolay kolay alamayacağa benzer. Cihat Bilgehan'ın demecinden çıkan anlam da bu. Belki, daha önce uyguladığı yanlış politikayı terkedip,

Page 212: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

CHP ile MSP'nin arasını açmanın yollarını arar. Çünkü, AP, MSP'ye yüklendikçe koalisyon daha bir güçleniyordu. Bir de, koalisyonun içinden çatlamasını bekleyebilir.AP'nin koalisoynu denetlemek için başka yolları da yok mudur? Arka planda kalıp, gönüllü muhalefet DP'yi destekleyerek örneğin. Cumhurbaşkanı Korutürk hükümete haber mi göndermiş?- Yüksek dereceli memurlar arasında çok değişiklik olursa imzalamam haaaa... diye.Bunlar kimin ekmeğine yağ sürer?Nereden nasıl geldik? Herkesin kendi kafasındakini değil de, ortak bir çözümle bunu yanıtlaması gerek. Bir de şunu yanıtlamalı: "Nereye gideriz?"*Ankara Merkez Cezaevinde yatan Bayan A. C.'den ikinci mektubu aldım. Özetle şöyle diyor:"Size daha önce işkence konusunda açıklama niteliğinde bir mektup göndermiştim. Ama siz o yazıyı yayımlamamakta ısrar ettiniz. Bunu şu günlerde yoğunlaşan af meselesine bağlıyorum. Öyle bir açıklamanın (pek önemli bir değil ama) hâkim sınıfların sözcülerinin aleyhimize kullanmalarından "Bakın pişman değillermiş, bir de affedelim diyorsunuz" demelerinden çekiniyorsunuz galiba...Bizim halkımıza karşı olan sorumluluğumuz her şeyin üstündedir. Onların karşısında her zaman namusunuzla çıkmak isteriz. İçerde yatmak pahasına da olsa... Hem artık şu acındırma politikasından vazgeçin. Gerçi çok çektik ama, çoğunu, onurlu, namuslu kalmak için çektik. Dilerseniz size çok örnek verebilirim.Sizden ikinci bir kere o yazının yapımlanmasını istiyorum. Eğer açıklama yapacak başka yollarım olsaydı, bunu sizden istemezdim."*Bu da askerî tutukevinde yatan Bay. G. U'nun babasına yazdığı mektup:"... Kayahan'ın annesiyle konuştuğunuzu yazıyorsunuz. Bazı endişelerinizden söz ediyorsunuz. gerek Kayahan ve gerekse diğer tutuklular için bu endişeniz yersiz. Burada değişen bir durum yok. Dün nasılsa bugün de öyle. Gerçi Kayahan'ın koğuşu ile benimki ayrı. Ama havalandırmaya birlikte çıkıyoruz. Birlikte dolaşıp, voleybol, futbol vs. oynayıp spor yapıyoruz. Sıhhati gayet iyi. Annesinin telâşı yersiz. Saçların sıfır numara ile tıraşlı olması da olağan bir şey. İllerden beri (yaz-kış) farketme. 15-20 günde bir saçlar kesilir. Yüzündeki sivilceler ergenlik sivilceleri. Onlar da eskisi kadar kalmadı. Giderek iyileşiyor...Af, AP'nin engellemesine rağmen Nisan ayı içinde çıkar sanıyorum. Ama, AP sert ve kesin bir engellemeye giderse (adî suçların affını engellemeyi ve bunun sonucunda doğacak tepkiyi göze alarak) affın kanunlaşmasını epeyce engeller. Ama ben bu kadar aleyhine olacak bir şey yapmaz sanıyorum. Af tasarısına göre infaz sistemiyle 18 yıla kadar ceza alanlar çıkabilecekler. Son değişiklikle, daha önce af kapsamı dışında bırakılan bazı suçların da affedilmesine rağmen 146/3 için 5 yıllık indirimle yetinilmesi kötü bir şey. Gerçek manada, bir genel af anlayışına ters düşen, eşitlik ilkesine aykırı bir tutum. Bu konuda CHP'nin fazla ısrar

Page 213: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

etmemesi, biraz da ısrar etmekten çekinmesi yine kötü bir puan onun adına..."Mektup daha çok uzun aslında. Yer yer sert eleştirilerle süslü.Gelen mektuplarda gördüğünüz gibi ben de eleştiriliyorum. Belki, içlerinde korktuğumu söyleyenler bile vardır. Okuyorum, saklıyorum onları da. Ancak düşünürken yazarken, yazdıklarımın bundan bir süre sonra ele alınıp tartışıldığında da "Evet, öyle yazdım. Yazdıklarımın tüm sorumluluğu benimdir" diyebileyim. Belki başka biçimde yazıp alkış toplamak, "aferin" almak da vardır. Ben yolu tutmadım, tutmayacağım...*Çocuk annesine sordu bir gün:- Anne, ben nereden geldim?Anne düşündü. Galiba açıklamanın sırası geldi, diye. Çocuğu dizine oturttu. Nasıl dünyaya geldiğini, onu doğururken nasıl sıkıntılar çektiğini, biyolojiden de bildiklerini katarak açıkladı. Öyle, "Seni bir gün leylek bıraktı bacadan" filân demeden.Çocuk annesinin sözünü kesti:- Anladık be anne, ben onu sormuyorum. Biz buraya nereden geldik? Orhanlar Bursa'dan gelmişler de...(26 Mart 1974)

ANADOLU'DA KIZ KAÇIRMA!

Meclis'te basın locasında Müşerref Hekimoğlu'la gözlerimizi bakanların oturduğu sıraya diktik. Ecevit, bir ara yalnız başına oturuyordu. Dışarda MSP Grubu toplantıda. Az sonra Başbakan Yardımcısı Erbakan geldi, Ecevit'le el sıkıştılar. Yanına oturdu. Konuşuyorlar. Erbakan birşeyler anlatıyor. Ecevit ciddi, başını sallıyor dinlerken.- Başbakan nerde? Dışarı çıktı galiba?- Bak, orda Necdet Uğur'un yanında oturuyor.Gözlerimi oraya dikiyorum. Ecevit, sonra Necdet Uğur'un yanından kalktı, arka sıralara baktı birini aradı. Engin Ünsal bu. Engin Ünsal'ın yanına gelip oturdu. Engin Ünsal, Yüksek Çakmur'un yanındaydı daha önce, kalkıp Başbakanla bir sıraya oturdu. Onları dikkatle izlediğimi gören bir milletvekili, basın locasına döndü, beni gördü dedim içimden, güldü. Onları dinlemeye başladı.- Ne konuştu acaba, Ecevit'le Erbakan?- Erbakan "tamam" demiş olmalı, "fakat, böyle böyle... Adî suçlardan şunlara şunlara karşıyız."Bunlar birer sanı elbette. Nereden bileceğiz konuştuklarını.MSP'lilerin öteden beri, âdî suçlardan ırza geçme suçlarına karşı olduklarını biliyorduk. CHP'lilerle yaptıkları konuşmalarda da bunu açık açık söylemişlerdi. CHP'liler anlattılar ki, bu da toplumun bir sorunudur. Kız kaçırmalar, ırza geçmeler bir açlığın sonucudur. Anadolu'da hâlâ "başlık" belâsı var. Parası olmayan, kızın babasına istediği parayı saylayan kolay evlenemez.

Page 214: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

*Babamın anamı kaçırdığını öğrendiğimde ortaokul sıralarında filândım. Bir ara hoşuma bile gitmişti babamın anamı kaçırarak evlenmesi. İstemiş de vermemişler miydi? Onlar öldükten sonra Aşye Teyzemden dinledim. Ağabeyim, duydukları, bildikleri kadar anlattı.Çok küçükmüş anam. En büyükleri olan Ayşe Teyzem evlenmiş belki, fakat Zeliha Teyzem ile annem daha evdeler. Zeliha Teyzem daha küçük. Bir de Durmuş Dayım var.Babam, akrabaları ya da yakınları ile plânlar kaçırma işini. Yayla yolunda bir kez de görür galiba. Ancak, babama yardım edecek olan arkadaşları, kaçıracakları kızı daha bilmiyorlar. Gece bastırır, konuşmalar:- Aman yanlış kaçırmayalım. Yatakları şöyle elinizle yoklayacaksınız. Küçük olanı değil, biraz irice olanı, ele geleni kaçıracağız...Nasıl kaçırdıkları daha uzun bir öyküdür. Belki bir gün onu da yazarım. Aylardan Şubat mı neymiş. Teyzem, şöyle anlatmıştı:- Kardaşım nasıl ağlamış, yüzlerini gözlerini tırmalamış "ben gitmem" diye. Sabah gördük. Kapıda parmaklarının buzdan izleri var.Anamın köyünden, teyzemin çocukları da alacakları kızı kaçırarak evlendiler. Kaçırdıklarından bir kaç gün sonra ilçeye karakola getirirlerdi tabii. Kaçırılan kızları da bizim evde görürdüm. Ufacık yalınayak, bazı kocaman kunduralı kız çocukları olurdu. Anama sorardım:- Ne var ana, ne oldu?- Hakkı Dayın kaçırmış. Hakkı Dayını mapusa atmışlar. Baban gitti, karakolda dövmesinler diye.Sonra mahkemeye çıkarırlar, kız yargıca "Hâkim bey, ben kaçırdım, o beni kaçırmadı" der, Hakkı Dayım da içerden serbest bırakılırdı...Anadolu'da kız kaçırma geleneği sürüp gidiyor hâlâ. Bir gereksinim de ondan. "Saraydan kız kaçırma" operası seyretmiyor herkes. Yaşama kavgasında, bunun farkına varmak gerek. Okullarda, ailede eğitim bozuklukları, cinsel açlığın yarattığı etkiler düşünülmeden değil bakanlık, çobanlık bile yapılamaz.Bundan bir süre önce, "yasa dışı evliliği gerçekleştirmiş Türk kadınları" imzalı bir mektup almıştım. Mektupta özetle şöyle deniyordu:"Bizler, yasadışı evliliği gerçekleştirmiş Türk kadınlarıyız. Yurda binlerce, yüzbinlerce çocuk yetiştirdik. Hamdolsun, çocuklarımızın anası olduğumuz kabul edildi. Çocuklarımıza da zaman zaman çıkarılan yasalarla sosyal hakları tanında. Fakat, bizim hiç bir hakkımız yoktur. Bu konuyu sizin ele alıp kamuoyuna duyurabileceğinizi düşünerek size yazıyoruz..."Mektubu aldıktan sonra, hukukçu tanıdıklarına arkadaşlarıma sordum. "Bu konuyu nasıl ortaya atabilirim. Bir yararı olur mu?" diye.- Çocuğunun babası bekârsa mesele yok. Fakat evliyse, ne olacak?- O, evlendirin beni demiyor ki hiç bir sosyal hakkım yok diyor. Örneğin çocuğa mirastan pay düşüyor. Babası emekliyse ölmüşse ona da kalıyor, bağlanıyor emeklilikten aylık. Fakat anaya yok. Buna nasıl çare bulunabilir?Durumu bir gün, Adalet Bakanı Şevket Kazan'a açtım:- Bu konuda siz ne düşünürsünüz Sayın Bakan?

Page 215: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bakan, konunun bir öneri ya da tasarı halinde parlamentoya getirilebilmesi için kamuoyunun bunu benimsemesi gerektiğini söyledi.Batı ülkelerinde, bu sorunu nasıl çözmüşlerdi, bilene rastlamadım. Çocuğunun sosyal hakkı var da, onun için yıllarca saçını süpürge etmiş anasının yok. Kadın insandan sayılmıyor mu yani?(28 Mart 1974)

KORUTÜRK NE DÜŞÜNÜYOR?

Cumhurbaşkanı Korutürk'ün şu günlerde ne düşündüğünü öğrenmek istiyorum doğrusu. Takıldı aklımın bir köşesine. Ne yapmalıyım? Öyle düşsel yazılar yazınca da paylıyor bazı okurlar. "Nerden bilelim senin düşlerinin gerçek olduğunu" diyenler de olur, olmaz mı? Daha sıkınarak yazarım ben de. Madem düş kurmam istenmiyor...- Benim başka ne tasam, ne dileğim var. Akşam olunca şu ufacık bir kadehimi yudumlarım. Önemli olan, yurdumda, memleketimde huzurun olması, barışın kurulması. Bütün dileğim bu...Böyle düşünmüş olmalıydı Korutürk. Af vardı Parlamentoda gündemde. Sonra Senatoya gidecekti, ama çıkacaktı kuşkusuz. Af konusu kamuoyuna mal olmuştu bir yerde. Cumhurbaşkanına af konusunda gelen mektupların, yazıların sayısı mı bilinebilirdi? Ohooo... Çuvallar dolusu mektup, dilekçe, telgraf...Korutürk, düşüncelerini, dileklerini yakın arkadaşlarına, devlet, hükümet adamlarına yeri geldiğinde açıklar da elbet.- Dengeli bir dünya olmalı. Her şey dengeli. Barış da az çok bir denge demek değil midir? Yaşantı da dengeli olduğunda sürekli oluyor. Hızlı yaşantı, yaramıyor insana da öyle ya.Çok ince yapılı, eskilerin deyimiyle "hassas" bir insan Korutürk. Bu inceliği, hassasiyeti bir ölçü olarak "mesafe"ye de uyguluyor. 14 Ekim'den bu yana ülkedeki gelişmelere çok sevindiğine kalıbımı basarım. Bunu, söylevlerinde belirtti de sanıyorum. Fakat, salt bu noktayı belittiği yerler kalmadı uslarda, unutuldu bile.Zaman zaman kendi kendime düşündüğü, kıvandığı olur:- Dünyaya örnek veriyoruz. Bak, bu noktaya geldik, nereden? Demek, bu halkta bir cevher var, bunu bilmeli...Affı Korutürk'ün titizlikle izlediğini sandığımı -gerçekten öyle- söylemiştim ya, benim kafamı kurcalayan başka bir şey vardı. Af çıkarken, başta AP olmak üzere DP, CGP, MHP vs. bunca engellemelere girişiyorlar. Vaktiyle alıştığımız "yuvarlak masa" toplantılarından birini düzenleyip, parti liderlerini olsun, belli konularda uyaramaz mı diye. Dediğim gibi, Korutürk -çok muhtemeldir ki- bunu siyasal partilerin bir iç sorunları sayıp, onlarla herhangi bir "telkinde" bulunmayı bile yerinde bulmayabilir. İnce düşününce orası öyle...Fakat, hadi orası öyle. Siyasal partilerin tutumlarına ne demeli, Af çıkacak, yarın binlerce insan cezaevlerinden çıkıp özgürlüklerine kavuşacaklar. Bu çıkacak olanlar da, kendilerini bunca zaman affı geciktirerek içerde tutanları, engelcileri, çengelcileri çabuk unutacaklar mı sanırsınız? Durduk

Page 216: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

yerde, birçok insanı, kendine, partisine hasım yapmanın anlamı ve adı nedir?Aynı soruyu, bir DP'li milletvekiline sormuştum şöyle karşılık verdi:- O pek önemli değil. Biz de içerdekilerin değil, içerdekilerden zarar görmüş olan dışardakilerin oylarını kazanırız...Hoppalaaa...Fakat cezaevleri yaşanır gibi değilmiş. Sayıları altmış bini bulan bizim insanlarımız, toplumumuzun parçaları ihmal ediliyormuş, umurunda değil. İşkenceler de umurunda olmalı. İdamlar da.Günlerdir, Parlamentoda küfürbaz AP'lileri yazıp duruyorum. Oyları yetmeyince, iktidar olamayınca kötü sözlere başvuruyorlar. Küfürleri daha çok, Meclis'i terkedip kulis kapısına sıkıştıkları sırada sallıyorlar. Bazıları, dobra dobra küfrediyorlar da, bazıları -ince hesaplı- yapıyorlar bu işi. Örneğin basın locasından yüzlerini güleç gördüklerimiz bazıları meğer o sıra, küfrederlermiş. Hem tutanağa geçmiyor, hem gülüyor hem küfür sallıyor. Gerçekten ustalık...*Siyasal hakların geri verilmesi ile ilgili Anayasa değişikliği sessiz sessiz çıkıyor ama, bunun altında yatan fırtınayı düşünüyorum zaman zaman. Bu Anayasa değişikliği siyasal partiler için bir dönüm noktası olabilir. Örneğin AP için, DP için... Yeni bir kuruluş mu çıkacak ortaya? Görünen o ki, yaz dönemi gelince politika biraz Meclis dışına kayacak gibi.Süleyman Bey'in başı hayli derde girecek. Başını kolay kolay kurtaramıyacağını sanıyorum. Süleyman Bey'in. Şimdi meclislerde af var. "Vaaaaay, anarşistler affediliyor" sloganlarının ardına sığınarak birazcık olsun, yaz aylarını unutmaya çalışıyor işte ne yapsın?Şimdi iş Parlamentonun dört duvarı arasında. küfürbazlar, yaz ayları gelip de, iş posta dönüşünce nasıl ustalıkla gösterecekler seyredeceğiz...*İstanbul'dan bir okur, "yasadışı evlenmeler"e değinmiş. Özetle şöyle diyor:"Evlilik dışı doğmuş çocuk sayısı kadın - erkek ilişkilerinin daha serbest olduğu Batı ülkelerinde azımsanmayacak orandadır. Fransa'da bir sohbet sırasında her yıl evlilik dışı doğan çocuk sayısının 50 bine yakın olduğunu duymuştum. Fransız radyosundan iki gün önce duyduğum habere göre, bundan böyle 18 yaşını bitirmiş kızlar eczanelerden reçetesiz olarak doğum kontrol tabletleri alabilecekler. 18 yaşından küçük kızlar ise bu hapları doktor reçetesi ile alabilecekler. Fransa'da evlilik dışı çocuğu olan kızlara "fille - mere" yani, "kız-anne" diyorlar. Bu kişiler Sosyal Sigortaların evli kişilere tanıdıkları çocuk yardımlarından yararlanıyor. Fransa'da çocuk zamları çocuk başına 150-200 frank olduğuna göre, bu az bir para değildir. Ayrıca devletin çocuk bakım yurtlarında da kız - annelerin çocukları için tercihli veya özel bir takım sistemi var sanıyorum. Çocuğun babasının tescili ve baba mirasından kız-anne ile çocuğuna ne verildiği konusunda ve daha başka hukukî kayıtlarla ilgili bilgim yok.İngiltere'de evlilik dışı çocuğu olan kızlara "unmarried mother" yani "evlenmemiş anne" diyorlar. İngiltere'de National Health Service (Ulusal Sağlık Hizmeti) uygulamasının genel kuralı, "Kraliçe'ni ülkesinde herkesin sağlıklı yaşama hakkı vardır" biçimindedir. Böyle olunca, normal grip, diş

Page 217: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

çekimi gibi basit rahatsızların bile tedavisinin güvence altına alındığı ve hastalarca hiç bir tedavi ücretinin ödenmediği bir toplumda gerek ekonomik ve gerekse sosyal bakımdan zayıf durumda olan "evlenmemiş - anneler" için de koruyucu hükümler vardır sanırım."Değreli okurum, daha önce "Ankara Notları"nda çıkan konu ile çok yakından ilgilenmiş, emek harcamış. Sağolsun...Türkiye'de aynı sorunlar, dertler var. Fakat bunlar kamuoyuna yansıtılamamış bile...(9 Nisan 1974)

ENGELLER AŞILABİLECEK Mİ ?

TÖS dâvasının Askerî Yargıtay'daki murafaasına TÖS eski İzmir Şube Başkanı Ferhat Aslantaş da geldi. Adını çoktan duymuştum, ama ilk kez görüştük sanıyorum, o da mahkeme koridorunda.12 Mart'tan sonra iki kez içeri alındı, sonra salıverildi. 14 Ekim seçimlerinden önce, CHP'den adaylık koymak için öğretmenlik görevini İzmir'den Manisa iline aktardı. Şimdi Manisa'nın Saruhanlı ilçesinin Koldere köyünde. CHP'den aday adayı olacağında, el altından haber yollamışlar, "Aman Ferhat Bey adaylık koymasın. Ortalık belli, hücumlar ne olur, CHP'yi yaralamak isteyenler çıkabilir..." demişler. Koymamış adaylığını Ferhat Aslantaş, fakat bir kez de değiştirilmiş yeri. Köydeki yaşantısını anlatıyor:- Köyle oturduğum evin bitişiğinde ahır var. Odam bu yüzden belki sıcak da oluyor doğrusu. Bir ara, yatağıma bir fare dadandı. Gece geç vakit geliyorum, yorganın ucunu kaldırınca bana bakan bir çift göz... Ses çıkarmadım. "Ne yapalım yatağı paylaşırız" diyordum kendi kendime. O da artık, pek öyle görür görmez kaçmıyordu. Bazı bazı:- Nerde kaldın, bu saate kadar... Fareysek yani, can değil miyiz? Uyuyacağız işte.. Der gibi hali vardı.Bir gece baktım ki, fare yok ama yavruları var. Ulaaaan, bu iş büyüyor galiba. Fare yavrularını yatağımdan attım. Yavruları uzaklaştırdıktan sonra, bir daha yatağıma gelmedi.Köyde kira evini düşünebiliyor musunuz?- kiraya veren adam, değişik bir yol tutmuş kiraya verdiği odaları için. Avlu içinde birçok oda var. Ortada ahır. Ev sahibinin ineği de yeni doğurmuştu. Buzağı daha küçücük. Bir gece yarısı, bir ayrı odada kalan iki kız öğretmen arkadaş, bir hıçkırık sesi duyarlar. Biri:- Kalk bak, Ferhat Abi ağlıyor...Korka korka odalarından çıkarlar. Önce başka kapılara kulak verirler. "Burada mı ağlayan acaba?" diye. Dolaşa dolaşa, benim odanın önüne kadar gelmişler. Buzağının ağlamaklı sesini ben de duymuştum:- Müüüü - ooo...- Ferhat Abi, Ferhat abi sen mi ağlıyorsun?- Ne ağlaması? Kim o?Buzağı bir daha çağırdı anasını:

Page 218: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Müüü - ooo...Kapıyı açtım, ağlayanın ben değil buzağı olduğu anlaşıldı sonra. Anyacağınız köyde rahatımız çok iyi. Çoluk çocuk İzmir'de. Ben arada bir yanlarına gidip, dönüyorum köye.Öğretmen Mehmet Özgüçlü takılıyormuş, Ferhat Aslantaş'a:- Aslanım, her yol Ankara'ya gitmez, bazen Koldere'ye gider...Askerî Yargıtay koridorunda, Ferhat Aslantaş'tan başka, Osman Akol'la, Dursun Akçam'la, avukatlarıyle konuştuk. Halit Çelenk'in yaptığı savunmayı izledim biraz, sonra Meclis'e gittim.*Meclis'te affın tüm maddeleri görüşülüp, tümü açıkoya sunulacağında, çok kimsenin soluğu tutulmuş gibiydi. CHP Grup Başkan Vekillerinden Necdet Uğur, CHP'nin grup yöneticileri o sırada Meclis'te olmayan arkadaşlarını arıyorlardı harıl harıl...- Sabahattin Selek yok. Evine telefon edin...- İsmail Hakkı Birler yok, kurtuluş gününe mi gitmiş ne?- İlyas Seçkin de yok...- Recai iskenderoğlu şimdi buradaydı, nereye gitti yahu?- Sabahattin Selek'in evi cevap vermiyor.- Büyük Ankara Oteli'ne bakın. Şu telefonu bir dakika tutar mısın?- Yahu kardeşim, olur mu böyle şey...Orhan Birgit telefon başında, olmayan milletvekillerini arıyor.- Yahu, kurtuluş gününde bulunmasan ne olur? hay Allah?- Bakan gidince, milletvekilleri durur mu onlar da gitmişler. İmamla cemaat hesabı...Bakanlar sırasına baktım. Ecevit'in tikleri sıklaşmış, yüzü karardıkça kararmış. MSP'liler de yok. Basın locasında konuşmalar.- Af yatar bu gidişle.Başkanlık kürsüsünde AP'li Ahmet Çakmak, ad okuyarak affın tümünü oyluyor. Gözler, salona son dakikada girecek birkaç CHP'li üyede.Ben düş kuruyorum. Üstte, dinleyiciler locasında bir Manisalı işçi sormuştu biraz önce:- Abi, bizim Manisa Milletvekili Veli Bakırlı aşağıda bir dakika çağırabilir misin?- Gelebileceğini hiç sanmam. Görüyorsun, oylama başlıyor...Gözlerimi yumdum. Veli Bakırlı, üst kata dinleyiciler arasına çıkmış mı? Tam o sırada adı da okunuyor mu? Üst kattan "Burdayım" dese olmaz. Salon dışından verilecek yanıtlar sayılmaz. Ne yapmalı?Veli Bakırlı, tarzan gibi bir yapışıyor abajurlara... Atıyor kendini bir bölme aşağıya. Oradaki sarmaşıklardan birine tutunup, cuuup sırasına.Gözlerimi açıyorum, Veli Bakırlı yerinde. Yine yumuyorum...Başkanın sesi:- Oylama işlemi bitmiştir...Tam bu sözün arkasından Sabahattin Selek girdi içeri. Yüzü kıpkırmızı ve perişan. Elini kaldırıyor ama, boş.Soluklar kesik, sonucu bekliyor herkes. Sol kolu alçılar içinde, CHP'li Fikret Övet, dolaşıyor sıralar arasında. Oyunu kullandı o.*

Page 219: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Af şimdi Senato'da. Önümüzdeki hafta, AP'nin ve yandaşlarının genel affı yaralayabilmek için girişecekleri çabaları izleyeceğiz. Affı engellemenin kamuoyunda yarattığı kötü etkinin, AP'liler de farkında ki, AP Genel Başkanı Süleyman Bey, açıklama yapmak "Senato'da affı engellemeyeceğiz, 141-142'yi aftan çıkararak bir günde geçireceğiz" demek zorunda kaldı.Anadolu Kulübünde, AP'liler kümeleşip konuşuyorlardı:- Yahu, AP'nin affa karşı, affı engelleyen tutum tıkanması doğru değil. Nasıl çıkacaksa çıksın şu af...AP Genel Merkezine, Süleyman Bey'e telgraflar yağıyordu.Daha önce, "Ankara Notları"nda yazmıştım. Dün aynı konuya Abdi İpekçi de değinmiş, Anayasa'nın 92'nci maddesine göre, "Cumhuriyet Senatosu'nca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile tümü reddedilen bir metnin Millet Meclisi'nce kabulü için üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyu lâzımdır. Bu halde açık oya başvurulur." AP'lilerin Senatoda, CHP'den bir misli fazla üyesi olduğu bilinmekte, salt çoğunluk rakamı da 92. Af değişikliklerinde, AP'liler ile yandaşları 92 oyu bulurlarsa, Meclis'te eski metnin benimsenebilmesi için 226 oy gerekli. CHP'liler, MSP'liler şimdi olduğu gibi, oylamada bulunmazlar, kaytarırlarsa 226 oy sağlamak zorlaşır, Meclis'ten af 207 oyla geçmedi mi? CHP de, MSP de, sorunun önemini kavrayıp, grup kararlarına bağlama zorundalar. Bunu yapamazlarsa, özlenen barışı gerçekleştiremezler. Bence, muhalefetin oyununa gelmiş olurlar. Hangi nedenle olursa olsun, bu oyuna gelmeye de hakları yoktur.Henüz kesinlikle bilinmemekle birlikte, afla ilgili bir engelin de Çankaya'da beklemekte olduğunu seziyorum. Güya, Cumhurbaşkanı Korutürk, hanedan erkeklerinin yurda dönmeleri, bir de orman suçlarının affına ilişkin maddeleri "veto" etmeye hazırlanıyormuş. Korutürk'ün affın engellenmesinden yana olmadığını bilmekle birlikte, etkili etkisiz çeşitli çevrelerin Korutürk'e yol gösterme çabasına girişebileceklerini seziyorum. Kesin olmamakla birlikte, yabana atılmayacak bir endişe sanıyorum. Çankaya'dan Af Yasasının bir daha dönmesi, meclislerde yeni baştan engellemelere yol açabileceği gibi, Korutürk'ün de içten istediğini sandığım barış ortamını gittikçe geciktirecektir. Gecikmeler, tehlikeli sonuçlar doğurabilir ve o zaman, söylemenin, uyarmanın da yararı olmaz. Tavşan yamacı aşar çünkü...(13 Nisan 1974

ÇOLUK-ÇOCUKLARI YOK MU?

Adam, iri kıyımdı, senatördü. Saunanın külhanında iyice terledikten sonra, attı kendini saunanın havuzuna. Sular:- Faşşşşşşş.. diye taştı havuzdan.- Ohhhhh... Oh... Ooooohhhh...Dünya ne tatlıydı, hele saunada terledikten sonra havuza soğuk suya gövdesini indirmek.

Page 220: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Oooohhhhh.Tam o sırada geçti aklından. İş "takibinden" elli bin lira daha gelecekti. Senatodan af ne yapılıp, edilip kırpılarak çıkarılmalıydı.Havuzdan çıktı. Kurulandı, biraz yarı-açık havada oturduktan sonra varıp kantara tartıldı. Kantar hafif çeksin diye tokyolarının üstünde topuklarını kaldırdı. İkiyüz gram mı ne düşmüştü. Gidip masaj yaptıracaktı daha.- Senatoda 141-142'yi affın dışına çıkarabilirsek, hele 93 oyu bulabilirsek? Ehhhh...- Oğlum, bana bir ayran getir, soğuk olsun...Süleyman Bey, bir günde çıkaracağız Senato'dan demişti. (141-142'i değiştirerek)*- Süleyman Bey'in o sözüne bakmayın siz, o uzatabildiğimiz kadar uzatacağız" demektir.Af, Meclis'ten çıktıktan sonra, önümüzdeki salı günü Senato Adalet Komisyonunda görüşülecek. Bu komisyonda AP'liler ile CGP'liler çoğunlukla. Af önerisi komisyonda değişikliğe uğrayarak, Senatoya gelecek. Senato aritmediğinde de, AP'liler ile AP eğilimliler çoğunlukta. Salt çoğunluk rakamı da, daha önce yazdığım gibi 93. Senatonun kesin rakamı 185 çünkü. İsmet Paşa öldü ama, ölümler, kesin rakamları değiştirmiyor. 185'in de yarısı 93. Senatoda 93 oyla değiştirildi mi bir metin, Meclise döndüğünde aynı biçimde salt çoğunluk rakamı bulunmalı, yani en az 226 oy olmalı ki, Meclisin ilk metni kabul edilebilsin.Bir de Senatodaki değişiklikten sonra, karma komisyon kurulması söz konusu. Burada da başkan seçimi epeyce zaman olabilir. AP'liler, DP'liler komisyona katılmama yolunu tutarak engelleme yapabilirler mi? Kamuoyunun baskısını hiç sayabilirler mi?- Bize bundan böyle siyasal yaşantı yok. Bari, şu affı geciktirelim... mi derler?Parlamento kulislerinde konuşmalar:- Yahu, bu AP'li senatörlerden içerde çoluğu-çocuğu olan yok mu?- Selâhattin Kılıç'ın amcasının kızı içerde ama, o senatör değil milletvekili...- O da af aleyhine oy verdi.Şöyle bakarsanız, kulislerde herkes aftan, barıştan yana. Süleyman Bey bir başı çekti de göz kırptı mı, bütün AP'liler affa karşı...- Yahu, bunların çoluk - çocukları yok mu?Senatoda değişiklik yapılacak yapılmasına. Fakat affa karşı olanlar 93 rakamını bulamazlarsa, Mecliste de o zaman 226 oy zorunlu olmayacak, aranmayacak.Anadolu Kulübünde konuşan AP'lilere bakarsanız, bu af daha fazla bekletilmemeli, bir an önce çıkarılmalıdır. Geçen gün, Mustafa Tığlı, Lütfi Tokoğlu, Sabahattin Orhon konuşuyorlardı:- Bu rezalet canım, kepazeliğin dik âlâsı.- Olmaz öyle şey canım. Genel Merkeze telgraf yağıyormuş...Kim hangi sözü söyledi, bilemem doğrusu. Ama, kendi başlarına olduklarında böyle oluyorlar. Aradan sıka bir süre geçip, oy vermeye sıra gelince "Komünistlere af yok" diye tutturuyorlar.

Page 221: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Çoluk - çocukları yok mu bunların?*Sıkıyönetim dönemi, mahkemeler devam ediyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları yargılanıyorlardı daha. Bir mahkeme başkanı ile konuşuyordum. Biraz önce Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyle konuşduğumu da görmüştü.- Ne diyorlar?- Hiç, ne desinler? Savunmalarını okuyorlar, sırayla...- Hayır, onu demedim. Beraat filân istemiyorlar mı? İstiyorlarsa, vereceğiz de...Bu sözde esprinin altındaki anlamdan ürktüm. Bir mahkeme başkanı öyle tarafsız olmalıydı ki, düşüncelerini bile bir başkasına açıklamaya yetkili değildi. Mümtüz Sosyal davasında, Uğur Alacakaptan avukattı. Başkan onu gösterdi:- Alacakaptan'ı tanıyor musun?- Tabiî...- Nasıldır?- İyidir.- Onu demedim, rengi nasıldır?Düşündüm. Rengi nasıldı acaba?- Bence ortada, bir sosyal demokrat...- Fakat, renkleri koyuya giden pembelerin davalarını alıyor hep neden?Verecek karşılık bulamamıştım.Sıkıyönetim mahkemelerinde okunan iddianameler, bir gün yayımlanıp hukukçularca tartışılacaktır. Mahkeme kararlarının adlî yanlışlıklarla dolu olduğunu, gördük zaman zaman. Çıkarılacak siyasal af, adlî yanlışlıkları da örtecekti. Buna karşı çıkanların, geniş kapsamlı bir affı istemeyenlerin Türkiye'de barış ve huzur istediklerine inanmıyorum.*Antalya'nın Kumluca ilçesi, Hızırkâhye köyünden Berber Kemal Dengiz, mektubunu affa ayırmış. Ne diyor bakın:"... Burada 200 kadar genç var. Ulan şu Mustafa Ekmekçi Abimizi bi görsek diyorlar. Ne gerçekçi çocuk diyorlar. Abi, bir tane güzel bir kartpostal gönder, kendi resmini de yolla. Şuraya berber dükkânına asalım, camlıyalım. Ha, şunu da bilmiyorsundur, 1969'da burada Alakir Barajı'nın ortağı Sayın Demirel buraya geldiğinde ona yuh çeken geçlerden biri de benim. Bizim değil burada, bütün Türkiye'de hapishanelerde bir tek adamımız yok. Ama, gerçeği yaratan şu adamlar hapishanelerde yatıyorlar. Benim ellerimde ufacık bir şey olsa yatırmam. Yılmaz Güney, bu adam gerçeğin ta kendisi. Başka filmlere gitmemeye yeminliyiz. Bir de Âşık Mahzunî var, bundan başka da Âşık İhsanî. Bunlardan başka plak dinlemeyiz. Af çıkacak diye bekliyoruz ama çıkmadı. Köyün arasında, dağlarda boşa mı bağırdık Ecevit'e sesimiz çıkmasıya kadar.Baraj yolsuzlukları yapanlar içerde yatmıyor da, bu adamlar niye içerde yatıyorlar? Böyle uygulamalar çağdışıdır..."(14 Nisan 1974)

Page 222: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

17 NİSANLAR AŞILIRKEN...

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 34'üncü yılı bu gün. O günleri ben de biliyorum. İlkokuldan bazı arkadaşlarımız bir ara köyden, ilçeden gittiler, sonra onları bir biçim boz urbalar içinde dönmüş gördük. Okulda yoksullara da bu giysilerden vermişlerdi. Hocalar köyünden Hatip Çavuş da gitti. O kısa süre sonra, "eğitmen" olarak geldi köyüne. Saz da çalardı Hatip Çavuş.Sonra sonra Konya'da kızlı - erkekli enstitülü öğrencileri görür imrenirdim. Bozkır yanığı kızlar, delikanlılar öbek öbek gezerler, disiplinli bir eğitim gördüklerini belli ederlerdi.Tonguç'u o zaman tanımazdım, nereden tanıyacağım. Hasan Âli Yücel Millî Eğitim Bakanı olarak o sıralar, Konya Lisesi'ne de gelmiş dersler dinlemişti. Lise son sınıflardan birinde, -galiba bunu herkes sorardı- öğrencilerden bazılarına sormuştu:- Ne olmak istiyorsun?- Veteriner olmak istiyorum efendim.- Sen, ne olacaksın?- Ben veteriner olmayacağım efendim, baytar olacağım...Bakan gittikten sonra, olay kısa zamanda yayılmıştı. Anlatıp, anlatıp gülüyorduk.Hasan Âli Yücel, kesin bilmiyorum ama, belki de Konya'nın İvriz Köy Enstitüsü'nden dönmüş, ya da oraya gitmişti. Umutlar, klasik okullarda değil, enstitülerdeydi.Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra işin farkına vardım. Enstitülerin önce adlarını değiştirmişler, sonra ilkelerini. Çok eskilerde bir yazımda, "Tevfik ileri, Yassıada'da eski DP'li olduğundan değil, enstitüleri, kapattığından dolayı yargılanmalı" diye yazmıştım.Karalamalar, koşullanmış kafaların tutumları yüzünden, Köy Enstitüleri -ilerde daha gür gelişmeleri muştulamak üzere- tarihin sayfalarına karışmıştı. İlk öğretmen kıyımları Tonguç'la, Halil Aytekin'lerle başlar. Daha öncesi var. 1946'larda Behice Boran'a da uzanır. ileri düşüncelere katılamayan düz akıllı, tutucu çevrelerin tek silâhıdır kıyım.Kapanmıştır, kapatılmıştır ama, bu kapanış, kapatılış o denli yankı yapmıştır ki, kapatan kapattığına, kapatacağına bin pişman olmuştur. TİP de öyle olmuştur. Kapatılmıştır ama -daha bilmiyor çok kimse- bilinçlenme alabildiğine genişlemiş, yayılmıştır. Geçirdiğimiz günler, bunun örnekleriyle dolu değil midir?Tonguç'la sonradan arkadaş olduk biz daha doğrusu, o beni arkadaş yerine koydu. Gönülsüz, kibirsizdi. Çalıştığım gazete bürosuna gelir oturur, çalışmamı seyrederdi:- Sen çalış, işine bak. Ben biraz oturup gideceğim.İşlerimi bitirmişsem, kendisine arkadaşlık etmemi ister bazan:- Hadi, seninle bir hastaneye kadar gidelim. Orada yatan bir öğrencim var. Hem sen de tanı istiyorum, derdi.Giderdik.

Page 223: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

1960'lardan sonraydı. Kendisini kıyanlar, Yassıada'ya gönderilmişlerdi. Köy Enstitüleri'ni kapatanlar...- Bak, demişti biri, edenler buldular. Tevfik İleri de gitti Yassıada'ya...Hiç oralı bile değildi. Elini salladı...Gitseler ne olacak, kalsalar ne olacak...*17 Nisan toplantılarının adını "Anma Toplantısı" koyuyorlar. Yaşayanların anılması gerekli değildir ki. Onlar duyururlar kendilerini her yerde. İşçilerde duyururlar, köylüler de duyururlar, gençler de, çocuklar da duyururlar varlıklarını. Yaşadıklarını, ölmediklerini. Köylülerin uyanmasını, bilinçlenmesini isteyen Tonguç'un hiç bir köyde anıtı yok daha. Ne anıtı, çok ölülerin mezarları bile olmaz. Ama, yaşarlar... Çocuk adlarında yeniden gelirler dünyamıza.Yeni iktidarın köykentler tasarısında, ilk Köy Enstitüleri'nin o köy kalkınmasının izleri yok mudur?Yasaklarla bilinçlendi bizim toplulumuz.Yıllar yıllar geçti aradan...Dün bir imam geldi Yeniortam Bürosuna. Asılacak adam, kendisine dinî telkinde bulunacak kişiden emin değilse, kabul etmeyebilirmiş onu. Ya dinî telkinde bulunacak olan bir üçkâğıtçı ise? Olmadık şeyleri yapıp, cezalar görülmüşse, yine de mi kabul edilecek? İnsan, bilmese de sezer çok şeyleri. Böyle anlattı imam...Son şiirini okudum Ergin Günce'nin "Yeni A" da. İki dizesini yazacağım:"Yargıç zaman kazanmak için tarihtenDurmadan satırbaşı yaptırıyor."*Arkadaşım Binali Seferoğlu, Muş'tan, Bulanık'tan yazmış mektubunu."Bu satırları çok uzaklardan yazıyorum. Süphan Dağı'nın eteğinden. Süphan Dağı bir gelin duvağı gibi göklere doğru uzanmış. Delecek havayı, sonsuza ulaşacak gibi. Ne ki doruğunu kara dumanlar kaplamış, görmek olası değil. Çevre tüm kar ve aklık uzanıp gidiyor. Kara dumanlarla kesiliyor bir yerde.Aklığı kesen kara bulutlara baktıkça hep sizi ansıyorum. Genç bir kızın titizliğiyle, oya işlercesine ince ince ve de özele dokuyorsunuz sosyal bakışı. İşliyordunuz, ne ki bilinmeyen eller bir yerde bunu kesiyor, aklığın üzerine sürüyorlardı karalarını. Süphan'ın doruğunu saran kara bulutlar gibi.Süphan'ı bilmeyenler için bu kara bulutlar belki umutsuzluk kaynağı olabilir. Ancak hiç de sonsuza dek sürmüyor o kara bulutlar. Tüm doğayı hopur hopur oynatan, dere şırıltısını, kuşların cıvıltısını, tüm canlılara yaşama tutkusu aşılayan seher yelinin kaynağı olan güneş Süphan'ın tepesinden bir gün kesinlikle doğacak, doruğu saran kara bulutlar yitip gidecek, bir daha gelmemecesine..."Seferoğlu, Bulanık'a geçiyor sonra. Orada olup bitenlere:"Bulanık'ta ise gerçekten hiç bir değişiklik yok. Öğrencisine sarkıntılık eden okul müdürü yine Atatürkçülükten, lâiklikten dem vuruyor. Halka yukarıdan bakanlar, "başıbozuk" diye niteleyip hor görenler, devlet olanaklarını kendi kişisel çıkarları için kullananlar, başını sallayıp maaşını

Page 224: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

alanlar, güncel çıkarları bozulmasın diye bürokrasiye yağ yakan kasaba politikacıları yerli yerinde, demirbaş gibi duruyorlar.Duruyorlar, ne ki bu sıra başları da dertte. Çünkü halk onların mavallarını artık yutmuyor ve kendilerini çok gerilerde bırakmış...Akşamları kendi aralarında oturuyor, zamlar üzerine "ahkâm" kesip duruyorlar... Zamları şişirenler kasaba burjuvazisi ve onlarla bütünleşen bürokrasidir.Anam her akşam "OImuyor ki bir gece de eski kasavetle yatalım" derdi. Kederler, kambur üstüne kambur gibi yığılıp dururdu. Sanırım hep öyle gideceğe benzemiyor. Halk uyanıyor... Anama okuyorum yazılarını: "Bu herif beni âleme rüsva etti, ama yazdıkları da doğru" diyerek övünüyor seni. Sanırım "karacahil" bu anaların övgüsü, mürekkep yalamışların yergisinden yeğdir..."Bugün 17 Nisan. Ve...Yargıç, zaman kazanmak için tarihtenDurmadan satırbaşı yaptırıyor...(17 Nisan 1974)

İŞÇİ SINIFI NASIL UYANIYOR?

En çok ne zaman sıtkım sıyrılmıştı, işkillenmiştim biliyor musunuz? İzmir Sıkıyönetim Komutanı Cemal Süer, emekli olduktan sonra bilmem ne kadar aylıkla, bilmem ne mağazalarının bilmem ne şubesine müdür olduğu zaman. Karşısında metrelerce uzak durulabilen adam, emekli olduktan sonra, başkalarının karşısında özellikle sermayenin karşısında, ayakta durmamalıydı, derdim kendi kendime. Sonradan bunun örnekleri arttı. Memduh Tağmaç, bankacılığa merak sardı filân. Soluğumu tutarak izledim çok şeyleri.Sermayenin ve sermayeye kendini kaptırmış bürokrasinin zararını en çok işçiler, DİSK'e bağlı işçiler çekmişlerdi. 12 Mart sonrasında toplu sözleşmeler nasıl yapılmıştı bir düşünür müsünüz?Daha önceleri, 15-16 Haziran olayları sırasında, Sıkıyönetim Adlî Müşaviri olan Kurmay Albay Orhan Ok, emekli olduktan sonra, o sıralar, açık açık baskı yaptığı bir lâstik fabrikasına müdür oldu. İyi mi? Lâstik fabrikasını bir vakitler işgal etmiş işçilere, açıkça zılgıt geçmişti:- Fabrikanın yakınına ayak basarsanız, ayaklarınızı kırarım...İşçiler, aylarca hattâ yıllarca süründüler. İşsiz kaldılar, kırıldılar bu doğru. Ama Orhan Ok'un emekliliğinden sonra, lâstik fabrikasına geldiğini öğrenince daha bir uyandılar. Herhalde içlerinden, "vay canına, demek böyleyken böyle oluyormuş" demişlerdi.Fabrika, kasıklara kadar çıkan lâstik çizmeler yapmıştı, balık avcıları için. -öyle kadınlarda görülen cinsinden değil, daha biraz kabası- söylentilere göre elde kaldı bu kasık çizmeler. Nereye satıldı sonunda biliyor musunuz? Silâhlı Kuvvetlere, ordunun komando birliklerine...

Page 225: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bir başka adlî müşavir yardımcısı, emekli olduktan sonra demir-döküm fabrikalarından birine personel şefi oldu, oradan bir ilâç fabrikasına transfer etti.Bunları neden anlatıyorum: Türkiye şöyle ya da böyle dönemler geçirmiştir. Bu dönemlerde görev almış olanlar, emekli olduktan sonra, nerelere geçmişlerse, bunlar bir anlam taşımakta. Gözleri daha çok açmaktadır.*İşçiler uyanmasın diye neler de yapılmaktadır. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının "İşçilerimiz Nasıl Kandırılıyor?" adlı broşüründen, çok önceleri "Ankara Notları"nda söz etmiştim. Yeni Ortam okurları bunu ansıyacaklardır.Ben işçileri uyutma uygulamaları arasında bir başkasının, fabrikalarda komando eğitiminin ne derece yaygınlaştığına değinmek istiyorum. Tarafsız olması gereken sıkıyönetim broşürlerinde, bunlara da yer verilseydi, belki yararlı bir iş yapılmış olurdu.Gerçekte, Türkiye'de toplu sözleşme, grev yasaları çıkar çıkmaz, bu yasaları en iyi kullanarak günlüklerini kazanmak yolunu tutan sendika ağaları türemişti. Bir çok sendikacı -özellikle AP'ye sırtını dayayarak- yasaya sahip çıkmış göründü. Toplu pazarlıklar başlamıştı. Bu toplu paarlıklar işçiyi kurtarıcı değil ama o toplu pazarlıkları yöneten sendikacılara, kontenjandan -özellikle AP'den- Parlamento'ya girme yollarını da açıyordu. Bunların örneklerini Ankara yakınlarındaki sendikalardan vermek mümkündü. Fakat, bu oyunlar fazla sürmedi. Ortaya, sosyal demokrat sendikalar vs. de çıktı. Bu halde, gerileyenler, çekilenler, bıraktıkları yerlerde "Komando örgütleri" kurarak çekiliyorlardı. Sendika bu kez AP'lilerin elinden çıkıyor. MHP'li militanların eline geçiyordu. Bu sendikalar, sendika çatısı altında çeşitli spor dalları kurmaktaydılar. Buralarda yeni militanlar yetiştiriliyordu. Bu spor antrenmanlarına gelmek isteyenler, fabrikalar yöneticilerince izinli gösterilirler, kayıp saatler fabrika kasasından ödenirdi. Buralarda öyle örneklere rastlanır ki, okur-yazar olmayanlardan posta başları bile çıkar. Yeter ki, militan olsun.30 Mart 1974 günü, bu fabrikalardan birinde işçilerden 20'şer lira toplanarak bir gece düzenlenmiş, burada CHP'li olan işçilere "komünistler" diye bağrılmış, olaylar çıkarılmıştır.Sıkıyönetim savcılarının okudukları iddianamelerde ağırlığı olduğu söylenen -takma adı Kurt Karaca olan- doçentin, düzmece seminerlerde, konuşturulduğu bilinmektedir. Kurt Karaca'nın savunduğu görüş, "toplumcu-milliyetçi" görüşmüş...Bütün bunlar, Ecevit Hükümetine de, Çalışma Bakanı'na da bir bir yansıtılmış olmalı aslında. İşçi sınıfı uyanmasın diye neler yapılıyor anlasınlar diye...(18 Nisan 1974)

Page 226: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

ÇOCUKLAR İÇİN...

12 Mart sonrasında, çok kimse karamsarlığa kapılmamış mıydı? Demokrasiye dönüşten umudunu kesmemiş miydi? Genç - yaşlı kadın, - erkek, işçi- köylü, aydın içerlere doldurulmuş, "Ne olacak?" diye bekleştiği sıralar.İçerde yatmış olanlar, yatanlar -yer yer- daha da karamsardılar. Tutukevinin üstünden bir uçak uçsa, yatağının üstünde doğrulur kişi, "Ne oluyor? Ne uçağı bu?" diye.Dışardakiler -hele bilgiç olanlar- öğütler verirlerdi:- Ne yapıp, edip emekli olmağa bakın. Hapis cezasına çarptırılacaksınız nasıl olsa. Kesin umudunuzu üniversitelerinize, kürsülerinize, okullarınıza dönmekten.- Yaaa...- Bence öyle.- Fakat bir suçumuz yok ki. Bir dönem bu. Türkiye'nin koşullarında, Türk halkının yapısında, daha uzun sürdürülemez. Dışardakiler, demokrasiden yana olanlar ağırlık koymaya çalışsanız, uyarsanız...Dönemin ne kadar süreceği üstüne, içerde ne çok tartışmalar oluyordur. Kimi, "Asarlar bizi, hepimizi göreceksiniz bakın..." diyordu. Soğukkanlı olanlar, beklemeyi öneriyorlardı.Yavaş, yavaş belki fakat demokrasi için verilen savaş etkisini gösterdi. 19 Ekim, haydi arkasından 9 Aralık seçimleri...Dönemin tamı tamına ne kadar süreceğini kestirebilenleri de biliyorum. Belki, dışarı çıktıklarında -izinlerini alarak- düşüncelerini de yazarım. Şimdi değil...*Öğretmen, tarih dersinde Hamurabi Yasalarını anlatıyordu çocuklara. Öğrenciler, dikkatle dinliyorlardı. "Nasıl yasalarmış, bunlar?" derecesine gözlerini açmışlardı. Anladı öğretmenleri bakışlarından:- Fakat çocuklar, çağımız artık Hamurabi çağı değil. Şimdi insanlar daha uygar yasalarla yönetiliyorlar. Artık, suç işlediler diye, insanların dilleri koparılmıyor, elleri bileklerinden kesilmiyor...Bir öğrenci mırıldandı oturduğu yerde:- Fakat öğretmenim, daha dün üç genç asılmadı mı?Öğretmen, mırıltıyı duymamış gibi, derse devam etti...*Emekli öğretmen Fikret Madaralı'nın Cumhuriyetin ellinci yılı onuruna başlattığı ve her yıl 17 nisan'da yinelenecek "roman" ödülünü Yaşar kemal aldı bu yıl. ödül verme töreninde TGS Genel Başkanı Semih Balcıoğlu'nu, Fakir Baykurt'u, Fikret Madara'lıyı, Yaşar Kemal'i, Rauf Mutluay'ı dinledim. Töreni Ankara'dan gelen Erdoğan Tokatlı, İstanbul'da oturan Mehmet Başaran, Vedat Günyol, Ümit Kaftancıoğlu orada tanıdığım pek çok Yeniortam okuru da izlediler.Çocuk gibi heyecanlıydı Yaşar Kemal. Çocukları anlattı bir ara. Basınköy'ün çocukları ile "Uçurtmacılar Kulübü" bile kurmuş. Bugün yarın başlayacaklarmış, uçurtma uçurtmaya...

Page 227: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Daha ödül dağıtma törenine kaç dakika var. Balcıoğlu, kulağıma eğildi.- Törende Madaralı, diplomayı Yaşar Kemal'e, on bin liralık çeki de eşi Matilda'ya vermeli...*Can Yücel, en başarılamayacak işleri çocuklarla yapabileceğini kurardı.- Yürüyüş mü çocuklar yürümeli. Dizilmeli köprünün iki yakasına, halka karşı olanları tükrük yağmuruna tutmalı.Anayasaya aykırı faşist yasaları da çocuklar kaldıracak göreceksiniz. Sizin çocuklarınız...Yarın onların bayramı...(22 Nisan 1974)

KOMONİZİM!

Kürsüdeki, kara gözlüklü konuşmacı, makine gibi okuyordu kâğıttakileri:- 141, 142'ye faşist kanun hiç denemez. Bunlara faşist diyenler komonistlerdir. Komonistlerle mutabık olmayan herkes faşisttir...Böyle gidiyordu konuşma. Arada bir âyet okuduğu da oluyordu. Sözcüğü bazan "Komonizm", bazan "Komanizm" bazan da "Kamınizim" diye okuyordu, AP'li sözcü...Kara gözlüklerinin ardındakini okumaya çalışıyordum. Konuşma, Süleyman Bey'in Mecliste yaptığı konuşmaya çok benziyordu. Bir öfkeyi, bir hıncı boşaltmak istercesine sözcüklerin vurgularına bastırıyordu:- Komonistler fikir sahtekârlarıdır...Bu adam, senatör olmasaydı ne işi yapardı diye sormak geçiyor aklımdan...Af önerisi görüşülüyor Senatoda. AP'nin ve yandaşlarının amacı, CHP-MSP ortaklığının temellerindeki tuğlalardan bir kaçını söküp çıkarmak, güdük çıkarmak affı yani. Ondan sonra kürsüye geçip sırıta sırıta seyretmek...- Aaa, bak bozuldu koalisyon gördünüz mü?Sonrasını düşünmemişlerdir bir an. Hükûmet bunalımları olacakmış, olsun... Biz, elde kalanların dümenlerini kurtarırız ya, sen ona bak...Süleyman Bey, gerçekten bir hükûmet bunalımını göze alabilir mi? 12 Mart'ta kararan gözü, hâlâ bir şey görmemekte midir? Yoksa, seçim sonrasında uğradığı yenilgiyi onaracak, yeni girişimleri için bahane, zaman kazanma mı bu gördüklerimiz? Celâl Bayar'ın ne yapacağını, o değil de yan gözle gözetleyen Süleyman Bey, pusuya yattı da, sağa sola saldırtacaklarını ortaya salıp kopacak gürültüyle dikkatleri başka yönlere mi çekmek istiyor? Hükümeti şimdi düşüremeseler bile, yıpratabildikleri kadar yıpratıp dokunsan düşecek duruma getirmek de bir şey hani.Cumhurbaşkanı Korutürk niye öyle konuştu 23 Nisan'da? Beğenilmeyen liderler diyerekten. Ecevit'i de beğenmeyen çok değerli vatan evlâtları var, ben de onları kontenjandan getirmek istiyorum demeye mi getiriyor?

Page 228: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Parti liderlerini böylesine eleştirmeye hakkı yok. Sayın Korutürk'ün Ali İhsan Göğüş'ü, Kemal Satır'ı, Faik Türün'ü, Nihat Erim'i kontenjandan senatoya sokmak istiyorsa sokabilir -ona da keyfi istedi diye yapamaz ya- fakat, af önerisini Senatoda, Komisyonda istediğimiz gibi değiştiren, ey partililer, grup kararlarına aykırı oy kullanın gibisine yeşil ışık yakamaz. Tarafsızlığına aykırı düşer bu. Bir gazeteci olarak, Sayın Korutürk'e seçildiğinden beri bu sütunlarda tanıdığım şansın, böylesine kendine kıyarcasına harcanmasına ne kadar üzüldüm anlatamam. Bir Cumhurbaşkanı olarak kamuoyundan şimdiye kadar topladığı puanları harcamağa ne hakkı var? Yok mu kimse Cumhurbaşkanının çevresinde? Çevresindekiler aylıklarından, yolluklarından başka şey düşünmezler mi? Uyarmak görevleri değil mi Cumhurbaşkanını, böyle günlerde?Kürsüde konuşuyordu, AP'li sözcü. 141. maddeyi orağa, 142 maddeyi çekice benzetiyordu. Bu maddelerin Ceza Yasası'ndan çıkmasını istemek doğru değildi. Bunlar, değiştirile değiştirile artık ulusallaşmış maddeler olmuşlardı. Ceza Yasası'nın süsüydüler gibi, ilkokul öğrencilerinin bile düşmeyecekleri bayağı benzetmelere düşüyordu sözcü. Öyle diyordu:- Komonizim, komonistler... Komanizim, kaminizim...Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay'ın Kızılay'daki Güven Anıtı önünden "Türk âleminin en büyük düşmanı komünistliktir. görüldüğü yerde ezilmeli" levhasını kaldırtması, AP eğilimlilerinin karşı çıkmalarına yol açtı. Senato'da Senato araştırması istendi. Bir milletvekili yazılı soru önergesi verdi. Anneler Derneği o da -o da AP'li- Cumhurbaşkanı Korutürk'e baş vurdu.Atatürk, böyle bir sözü söylemiş miydi? Söylemişse nerede, ne zaman söylemişti? Prof. Afet İnan'ın bana söylediğine göre, Atatürk'ün konuşmalarında, yayınlanmış demeçlerinde böyle bir şey yok. İddialara göre, Atatürk, böyle bir cümleyi bir kitabın yanına yazmış, kitap da Reşit Galip'in kitaplığında bulunmuş. Kitap ortada yok. Bir adam var: Münir Hayri Egeli, "Ben bu yazıyı gördüm, camdan kopyasını çektim" diyor. Yazının aslı nerede? Yok. Niye çekmiş cama acaba. O az çok belli...Prof. Afet İnan, o sözler için kısaca şöyle dedi:- Üslûp Atatürk'ün değil. Ancak, varsa öyle bir yazı, yazının aslını görmem gerek. Nereye, nasıl yazıldığını görürsem, Atatürk'ün olup olmadığına tanıklık edebilirim. Bu, kendi zamanında yayınlanmış bir şey değil.Prof. Afet İnan, kendi yazısının bir süre önce, Atatürk'ün bir arkadaşının oğlu tarafından bir gazeteye, "Atatürk'ündür" diye satıldığını söyleyerek, bu biçim şeylerin olageldiğini, artık kendisinin de şaşmadığını ima etti. Amaç ne? Kullanmak ve çıkar sağlamaktan başka, koşullandırılmış toplumları, insanları oy için sömürmek...Çetin Altan, sözün Atatürk'e ait olup olmadığını yıllarca araştırdı. İsveç'e bilim adamlarına gönderip inceletti. Çetin Altan, 1965 seçimlerinde adaylığını koyarken yaptığı bir basın toplantısında konuyu ortaya atmış, Münir Hayri Egeli bunun üstüne, "Yazıyı camdan ben çektim" diye karşılık vermişti. Münir Hayri Egeli'nin "Yazıyı camın üstünden ben kopya ettim" dediği söz Cemal Kutay'ın bir zamanlar çıkardığı "Millet" dergisinin kapağında yahut içinde çıkmıştı. Öyleyse bu işin iç yüzünü Münir Hayri Egeli ile Cemal Kutay bilirler, fakat ölmeden açıklarlar mı?

Page 229: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Neyse, sözün başına geleyim: Vedat Dalokay, soru yönelten Parlamenterlere kısaca şu karşılığı verdi:1-Güven Anıtı dünyanın en güzel anıtlarından biridir. Bittiği zaman, Proje Mimarı C. Holzmeister Atatürk'e yazı için bırakılan yere ne yazılması gerektiğini sorduğunda Atatürk: "Türk, öğün, çalış, güven" demiştir. Bu nedenle anıtın gerçek anlamını ortaya koymaktadır. Bu nedenle bu anıtın yanına konan ve onun anlamını ve biçimini gölgeleyen söz konusu pano kaldırılmıştır.2-Atatürk'ün o panodaki sözleri 1930 yıllarında söylediği savı - iddiası- var. İsteseydi, onları yazdırırdı anıtın gövdesine.3-Üstelik, bir dükkân tabelâsı, bir gazino vitrini veya reklâmı gibi bir biçimle Atatürk'ü anımsamak, onun kişilik ve dünya görüşüne ve şanına yakışmıyordu. Bu nedenlerle kaldırılmıştır.*Güven Anıtı önünden o uyduruk "pano" kaldırılmıştır ama, Kurtuluş'ta Cemal Gürsel Alanı'nda durmaktadır. Gerçekten de görgüsüz ve bilgisiz bir kalem çizmiş dersiniz panoyu. Faşit bir sözdür. "Görüldüğü yerde ezilmeli..." sözü Atatürk'ün olamazdı böyle bir söz. Olsa olsa bir zamanlar "Muhalefeti karınca gibi ezeriz" gibi sözler söyleyenlerin kafasında birisi uydurmuş olabilirdi.Cemal Gürsel Alanı'ndaki o uyduruk pano da kaldırılacakmış. Hem de 27 Mayıs günü...(27 Nisan 1974)

12 MART ÇOCUKLARINA!..

Eylem, koşa koşa geldi:- Baba, benim bisiklet günüm ne zaman?Dedesi Eylem'e yaş gününde bisiklet alacağını söylemiş, onun derdinde...Çocuklar ne çabuk büyüyorlar, yahut bana öyle geliyor. Özlem, Eylem'e öykünüyor, taklit ediyor yani. Eylem, anasının etkisinde eğitiminde büyüdü. Özlem, Emine Hanım'ın... Nerden de öğreniyorlar bunca sözcüğü. Hoşuna gitmeyen bir şey oldu mu, öfkeleniyor Özlem:- Aptal baba, eşek baba...- Aaaa, küstüm...Eylem geliyor araya:- Desin baba, aldırma...- Aaaaa...İzmir'den İhsan Günbulut, ince, anlamlı mektubunda ne demiş bakın:"Seni kutlarım ağabey. Kendim ödüllenmiş kadar sevindim bu işe. Ödül verenler kendilerini de ödüllendirmiş oldular, 12 Mart gazetecisine vermekle ödülü.Şimdi sıra Eylem'le Özlem'e verilecek plâkette. Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından verilmeli bu. "12 Mart çocukları plâketi." O devrin çocuklarını onlar simgeliyorlar gerçekten Selâmlar, iyi günler..."*

Page 230: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Senato'daki af önerisi geçerken, affa karşı çıkanları "101'lerin Ödülü" başlıklı Ankara Notları'nda -bir izlenim biçiminde- anlatmış, bu adların tanınmasını istemiştim. Gazeteler haber olarak yayınlar mı diye bekledim, kimse yayınlamadı. 20'den fazla madde için, değişik oylar kullananlar da oldu. Örneğin Nihat Erim. Öbürlerinde oy kullandığı halde, şimdi yayınlayacağım listede adı yok. Bu liste, 141, 142'den sanık veya hükümlü olanların af kapsamından çıkarılmasını isteyenlerle ilgili. Bence, özlenen demokratik özgürlük ve barış ortamını geciktirenlerdir bunlar. Bu yönden unutulmamaları gerek...Selâhattin Acar (AP), Erdoğan Adalı (AP), Mehmet Nuri Ademoğlu (AP), Ali Şakir Ağanoğlu (AP), Nurettin Akyurt (CGP), Osman Albayrak (AP), Ali Alkan (AP), Hikmet Aslanoğlu (AP), İbrahim Şevki Atasagun (AP), Mehmet Faik Atayurt (AP), Cevdet Aykan (AP), Yusuf Ziya Ayrım (AP), İbrahim Halil Balkız (AP), Tarık Remzi Baltan (AP), Bekir Sıtkı Baykal (Bağımsız), Beliğ Beler (AP), Musafa Bozoklar (AP), Osman Nuri Canpolat (AP), Abbas Cilara (AP), Ali Celâlettin Coşkun (AP), Bahri Cömert (AP), İhsan Sabri Çağlayangil (AP), Mehmet Çamlıca (AP), Fethi Çelikbaş (Kontenjan), Mustafa Deliveli (AP), Hayri Dener (Kont.) Hüsnü Dikeçligil (DP), İskender Cenap Ege (AP), Hasan Ergeçen (AP), Mehmet Nafiz Egemenli (AP), Raif Eriş (AP), Azmi Erdoğan (AP), Nurettin Ertürk (AP), Hüseyin Avni Göktürk (AP), Mustafa Gülcügil (AP), Turgut Yaşar Gülez (AP), Vahap Güvenç (Kont.), Feyzi Halıcı (AP), Sakip Hatunoğlu (AP), Salim Hazerdağlı (CGP), Ömer Lütfi Hocaoğlu (DP), İsmail İlhan (Bağımsız), Kâmuran İnan (AP), Nâzım İncebeyli (AP), Cemalettin İnkaya (AP), Mehmet İzmen (Kont.), Hüseyin Kalpaklıoğlu (DP), Turhan Kapanlı (AP), Oral Karaosmanoğlu (AP), Musa Kâzım Karaağaçlıoğlu (AP), Adnan Karaküçük (AP), İlyas Karaöz (AP), Ahmet Karayigit (AP), Şeref Kayalar (AP), Mümin Kırlı (AP), Orhan Kör (AP), Yiğit Köker (AP), İbrahim Tevfik Kutlar (AP), İsmail Kutluk (AP), Kasım Küfrevi (AP), Sait Mehmetoğlu (AP), Ferit Melen (CGP), Haldun Menteşoğlu (AP), Necip Mirkelâmoğlu (CGP), Hasan Oral (AP), Sabahattin Orhon (AP), Cahit Ortaç (AP), Sabahattin Özbek (Kont.), Mehmet Şevket Özçetin (AP), Talip Özdolay (AP), Ahmet Özmumcu (AP), Mukadder Öztekin (Bağımsız), Şerafetin Paker (AP), Vefa Poyraz (AP), Refet Rendeci (AP), Osman Salihoğlu (AP), Hilmi Soydan (CGP), Tayfur Sökmen (Kont.), Cevdet Sunay (Tabii üye), Orhan Süersan (AP), Kemal Şenocak (AP), Naim Talu (Kont.), Cemal Tarlan (DP), Gürhan Titrek (AP), Lütfü Tokoğlu (AP, Mehmet Orhan Tuğrul (AP), Ahmet Nusret Tuna (AP), Ruhi Tunakan (AP), Sami Turan (CGP), Mehmet Turanlı (AP), Ali Kemal Turgut (AP), Ömer Ucuzal (AP), Mehmet Varışlı (AP), Safa Yalcuk (Bağımsız), İsmail Yetiş (AP), Alettin Yılmaztürk (AP), Ahmet Demiryüce (AP), Arif Hikmet Yurtsever (DP), Reşat Zaloğlu (AP), Macit Zeren (AP).*Af önerisi Senato'dan kuşa çevrilerek geçirildi. Meclis'e döndü. Yarın Meclis Adalet Komisyonu'nda görüşülecek. Af önerisi çıkmayacak da, hükümetler düşecek, ortaklıklar dağılacak, Senato'da çoğunluğun -salt çoğunlukla- aldığı kararın altında yatandı bu. Meclis'te de 226'nın bulunmamasını sağlamak tek amaçları.

Page 231: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kamuoyu yok Türkiye'de diye ezilenler uyanmadılar daha, diye bütün bu yapılanlar, olup bitenler.Ama, büyüyor çocuklar farkında mısınız? Babasız da, anasız da olsa büyüyorlar. Yepyeni bir dünya, yepyeni bir Türkiye kurmak için...141-142'yi Senato'da af kapsamından çıkaranlar, "Anarşistleri, vatan hainlerini affetmiyoruz" gerekçesini ileri sürmüşlerdir. Bu baştan sona bir yalandı. "Vatan hainlerini affetmiyoruz, komünistleri af dışı bırakıyoruz" diye, gerekçeler uyduranlar, Senato'da -Meclis'ten geçen metinden olmayan TCK'nın 125. maddesinden hüküm giyenleri, gerçekten vatan hainlerini af kapsamına almışlardır. 125. madde şöyledir:"Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı devletin hâkimiyeti altına koymağa veya devletin istiklâlini tenkise veya birliğini bozmağa veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiili işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır..."Bu madde girmiştir. Senato'da af kapsamına. Sosyalistleri, kitap çevirip yayınlayanları cezaevlerinde tutmak için çırpınanlar, kamuoyunun bunları hiç mi bilmeyeceğini sanmaktalar. Zaman gelecek kimseye yutturamayacaklar artık. Sosyalistlerin, toplumcuların gerçek yurtsever oldukları günden güne daha iyi anlaşılacak.12 Mart çocukları övünecekler analarıyla, babalarıyla...(1 Mayıs 1974)

ÇİL YAVRUSU ÜSTÜNE

12 Mart öncesinde bir gün bir arkadaşımla, Yüksel Caddesi'ndeki Rüyam Lokantasından çıkarken, Alpaslan Türkeş'le karşılaşmıştım. Türkeş takıldı:- Bizimle konuşmuyorsun, halbuki asıl sosyalist biziz...- Anneeeeee... diye bağırmak geldi içimden.Geçirdiğimiz dönemde, hep birlikte izledik, birer maşa olarak kullanıldı Türkeş'in komandoları. Daha ne "marifetler" seyredeceğiz bakalım.14 Ekim ve 9 Aralık seçimlerinde o da öbürleri gibi tam bir yenilgiye uğradı. ama yer yer bir Süleyman Bey, bir Turhan Bey, bir Alpaslan Bey, aynı silâhı kullandılar iktidara karşı. Gözdağı ve faşizan baskı. Zaman zaman aklıma gelir. Demokratik Parti, Celâl Bayar'ı bekleyeceğine neden MHP ile birleşmez, diye. Zaten tümü birleşmiş görünmüyor mu?Türkeş'e bağlı -aldatılmış gençler- komandolar. İstanbul'da olduğu gibi, Ankara'da da öğrenci yurtlarını tutmuşlardı bir bir. Atatürk Lisesi'nin bir müdürü vardı, liseyi komando yuvası haline getirmişti. Her yerlerde yazılar, "Başbuğ Türkeş", "Bozkurtlar" vs... Görevinden alındı gitti. Kimler korurdu, ne diye, bilemem orasını. Atatürk Lisesi'ne emekli yahut görevli, subaylar bile sokmuşlar söylentilere göre...Ancak, oyların gücü baskın geldi tümüne. Onlar da artık işin farkındalar bir yandan. Olaylar çıkarmaları, baskınlara, baskılara geçmeleri güçlerinin değil, çaresizliklerinin belirtileridir.

Page 232: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Eski Türklerin "Bozkurt"unu da simge yapmışlar, ne hakları var? Bir Türk onlar mı? Biri de Türk Bayrağını alıp simge yapsa, onu siyasal amaç ve çıkarlarına kullansa, ne hakkı olur buna? Kim izin verir?..- İlkokullarda da izcilere "yavrukurt" deniyor. Küçücük çocuklar, kurt gibi uluyorlar;- Uvvvvvvvvvv... Böyle uluyorlar. Kim çıkarmış bu yavrukurt deyimini. Bir gün gelip, bunun da siyasal hırslar, amaçlar için kullanılacağını düşünmüş mü, "yavrukurt" yaratıcısı. Yoksa, bile bile mi öyle koymuş adını. Anlayacağım bakalım...Milli Eğitim Bakanlığı durmalı bence bu konunun üstünde. "Yavrukurt"larını kaldırmalı hatta, "yavru-izci" demeli ne bileyim. Onu da sömüreceklerdir çünkü göreceksiniz.12 Mart öncesi olaylarda maşalık edenler, 12 Mart'tan sonra el üstünde tutuldular Türkiye'de. Tek yönlü işledi uygulamalar. Mahkemelerde öyle, üniversitelerde öyle, okullarda öyle.12 Mart deneyini de usundan yani aklından çıkarmayan üniversite gençliği sabırlı davranmasını bildi. Kışkırtmalara karışmadı. Yine de karışmamasını diliyorum.Başbakan Ecevit'in Senato kürsüsünden dinlediğim açıklaması da bunu doğrular nitelikteydi. Üniversite gençliğini, işe karıştıramayanlar, bu kez eğitim enstitülerini, öğretmen okullarını, hatta liseleri seçtiler. Buralarda olaylar çıkardılar.Amaç belliydi, çıkacak affı engellemek. Bunun için ne mümkünse yapmak.Öğrenci yurtları, yurt değil in gibiydi. Ankara'da Site Öğrenci Yurduna Melen Hükümeti, Talu Hükümeti, daha öncesi Erim Hükümeti hiç biri giremediler. Hani hükümettiler..."Ankara Notları"nı izleyenler, hemen her olayı zamanında ele alıp yazdığımı iyi bilirler. Ne çıktı, o kadar yazıdan çiziden?*İstanbul'dan yazan bir üniversite öğrencisi bakın ne diyor?Yazılarınızı sürekli okuyorum. Aylardır aynı nakaratı tekrarlıyorsunuz: Barış, barış, barış...Ama nerede? Hangi barış? Sizin barış ve özgürlük düşünceleriniz yalnızca bir hayalden ibaret. Son günlerin olayları bir kez daha kanıtladı bunu.5 Mayıs akşamı Atatürk Yurdu, kendilerine "komando" adı veren faşistler tarafından basıldı. Polis de onları destekliyordu. İki öğrenci, başlarına demirle vurularak, ağır yaralandılar. Ve tutuklanıp, Devlet Güvenlik Mahkemesine sevkedilenler, devrimci öğrencilerdi...6 Mayıs sabahı öğrenciler, İstanbul Üniversitesi merkez binası önünde yaptıkları protesto gösterisinde yine faşistlerin saldırısına uğradılar. Polis, saldırıya uğrayanları dağıttı. Saldırganlara hiç bir şekilde müdahale edilmedi.7 Mayıs günü, yani o gün saat 13.00 - 13.30 sıralarında Hukuk Fakültesi Ceza Enstitüsü'nün önünde yine bir öğrenci, on kişilik bir faşist grup tarafından dövüldü. Ve bıçaklandı. Kürsüdekiler, kapıyı içerden kilitleyerek kendilerine sığınmak isteyen öğrenciyi içeriye almadılar.Şimdi, soruyorum size, halen cezaevinde bulunan devrimci öğrenciler, fikir suçluları neden tutuklanmışlardır?

Page 233: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

İki satır yazı yazdı, fikirlerini açıkladı diye bir çok kişiyi tutuklayanlar uyuyorlar mı şimdi? Bu saldırılar ne zaman engellenecek, daha ne zamana kadar sürecek bu öğrenci kıyımı? Faşistler, yığınak yapıyorlar, örgütleniyorlar. Bunlara "dur" demenin zamanı gelmedi mi?"Okuruma, bilgime, aldığım sağlam haberlere dayanarak karşılık vereyim hemen: Hükümet dışında yöneticiler de, faşist baskıları yapıp, yürütenlerden yana. Bir ara, seçimlerden hemen sonra bunlar devlet gücünün arkalarından çekildiğini görür gibi olmuşlardı. Ondan durmuşlardı. Fakat, koşullandırılmış yöneticiler, faşist kafa ile yetişmiş kişiler ne yazık, desteklerini sürdürüyorlar bunlara karşı. İçişleri Bakanlığı'nın MSP'den oluşundan bile yararlanıyor, valiler, valilik derecesine gelmiş kişiler. Güvenlik kuvvetleri -gerçekten- görevlerini yapmıyorlar.(15 Mayıs 1974)

SORUMLULUK

Canım hiç yazı yazmak istemiyor. O kadar yazdım, çizdim ne oldu? İzin günleri de yaramıyor mu ne? Bu kez, Eylem kaza geçirdi. Kaşının üstü yaralandı. Hastaneye götürdüm kucağımda, bakıldı, dikildi kaşının üstü. Akacak kanı varmış çocuğun. Sadece:- Babacığım elimi bırakma... dedi. Ameliyat gömleğinin üstünden tuttum minik elini. Sağ gözü de şişti iyice. Amma inecek şişler. Daha iyiydi bu sabah...Çocukları içerde kalan ana-babalar, nasıl üzgündüler. Ana-babaları demir parmaklık arkasında, tel örgüler ötesinde kalan çocuklar ya...Affın böyle geçeceğini beklemiyor muyduk? Kızılay caddelerinden geçerken, kulağımıza konuşanların bir sözleri çarpıyordu:- Şu af doğru dürüst çıksaydı...Yeniortam Bürosu'na bir öğrenci genç geldi. Balıkesirliymiş. Şöyle dedi:- Anamın inancı zayıfladı.- Neden?- Beş vakit namaz kılıyor, her namaz sonunda da affın çıkması için dua ediyordu. Şimdi, "o kadar dua ettim, demek ki yararı yokmuş" diyor...Sevinenler de ne çokmuş, devrimcilerin, gençlerin, solcuların içerde kalmalarına, Sevinenler çokça, Ecevit döneminde dümenleri bozulanlar. Artık vurgun vuramayanlar, yahut, yavaş yavaş vuramayacaklarını anlayanlar.Bir sitede bir kadın, af güdük çıkınca sabaha karşı değiştirmiş giysilerini, allı pullu şeyler takmış sırtına şıkır şıkır oynamış.Ecevit iktidardan gidecek de, ya eski Morrison temsilcisi, yahut bir balyozcu, ya da işkenceci gelecek de döndürülecek eski yollar.Günün konusu bir değil, birçok şimdi.Önce affın böyle çıkması bir sorun olarak duruyor ortada. Böylesi ne haksız, tek yönlü, kin dolu bir uygulama, barışı uzaklaştırıyor git gide. Buna çare bulunması gerek.

Page 234: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

141-142'nin af kapsamı dışında bırakıldığının ertesi günü, Mecliste bir yeniden görüşme istemi düşünülmedi değil. Düşünüldü bu. Hem de MSP'lilerden geldi öneri. Gerçekten Anayasa Mahkemesi kararları, Meclislerin istedikleri zaman, 226 oyu buldukları anda istedikleri değişikliği yapabilmelerini sağlayıcı nitelikteydi. Erbakan'a karşılık verildi:- Tamam. Yeniden görüşme isteyeceğiz. Fakat bu sözle olmaz artık. Bu öneriyi kabul edeceklerin imzasını da isteriz.- Hay hay, dedi Erbakan. Gitti. Geldiğinde 23 imza vardı.23 kişinin üstündeki MSP'liler imzalamamışlardı öneriyi.- Bu kadar bulabildim.- Olmaz kardeşim, yetmez. Git biraz daha çalış.Erbakan, yeniden döndü.- Hepsi bu kadar.- O zaman olmaz... Direnmedi CHP, bir yeniden görüşme ve 141-142'yi af kapsamına aldırma konusunda artık.Ancak, şimdi, durumu yeni baştan ele alıp düşünme durumundaydı. MSP'lilerin bu imzalamayan 25-26'sı neyin nesiydiler? Bunlar Erbakan'ı da bir süre kullanıp, kurulacak bir sağ koalisyonda dişli yahut vida olmak için mi bekliyorlardı MSP'de? Erbakan, bunları atabilecek miydi partisinden? Yoksa, o da onlarla birlik miydi aslında?Bunların Hacıbayram'ın karşısında bir dükkânda çoktan beri toplantılar düzenledikleri söyleniyordu. AP'lilerle ilişkiler kuruyorlardı. Nurcu oldukları söyleniyordu. Ortada para dönüyor, adam başına 2,5 milyon veriliyor deniyordu. Taktikler uygulanıyordu, kucaklar açılıyordu. İsmet Paşa'nın bir sözünü hatırlattı bir CHP'li:- Dana ahıra girecek ya, mahallenin veledleri bırakmıyor ki...Bunlar, daha önce ortaklık başlarken söz vermemişler miydi? Hele, af öncesi Meclisten başta geçerken 235 oyu tamamlayanlar bunlar değiller miydi? Demek sözlerinde de durmamışlardı.Bunlar, dini bütün müslümanlar, üstüne el bastıkları Kur'an'ın "Nahl" suresinin 91'nci ayeti'nden habersiz miydiler? Şöyle diyordu orada:"-Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil olarak pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Allah yaptıklarınızı şüphesiz bilir..."Aynı surenin 92'nci ayeti de şöyleydi:"-Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü, aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra bazan kadın gibi olmayın. Allah onunla sizi dener. And olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size kıyamet günü açıklar..."Bu bölümler, Kur'an'ın ahde vefa yani sözünde durma, sözünü yerine getirme bölümü ile ilgili, "Isra" suresinin 34'ncü ayetinde de şöyle demiş Tanrı:"Ahdi yerine getirin. Doğrusu verilen ahidde sorumluluk vardır."Şimdi bu adamlar, ortalığa çıkıp müslümanlıktan söz edip, dem vuracaklar mıdır?Süleyman Bey başlatmıştı, din sömürüsünü. Dinin bir yalancılık bir kaypaklık ve döneklik olduğunu kim saptamaya uğraşıyor? Politika

Page 235: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

kuyusuna dalmış kişiler, hiç mi sorumluluk duygusu taşımazlar? Halk arasında hani:- Dini, imanı para... dediklerinin anlamı açıklığa, aydınlığa mı kavuşuyor gitgide?CGP'liler, McCarthy'ciler, ortaklıkta bir bunalım olsun da postu kurtaralım, nasıl olsa aramızdan birini başbakan yaparlar diye ağızlarının suyu aka aka, belermiş gözlerle bakıyorlar.Demokratikler, ne yapacaklarını bilmezlerin şaşkınlığı içinde. Parlamento kulislerinde kimse kimseye yaklaşamaz duruma geldi.Başta Süleyman Bey, hiç birinde sorumluluğun zerresini göremiyorum.Ecevit, af güdük çıktığında, grubunda yaptığı konuşma sırasında şöyle demişti:- Bu kadar sınırlı bir affın dahi kendisinden esirgendiği kesim- yani devrimciler- yeniden komandolara karşılık verir, bir çatışma çıkarsa, sarsılmış bir hükümet bunun üstesinden gelebilir mi?Alıklar, bunun farkında değiller. Belki farkındalar da, devrimci gençler yeniden oyunlara gelsinler, eylemlere girşsinler, ortalığı toz duman bürüsün, biz de dümenimize bakalım mı diyorlar?Süleyman Bey, boşlukta demeç üstüne demeç veriyor. Meclis, komünistlerle, kader kurbanlarını ayırmış. Poh, poh...Bunun altında ilk kalacaklardan biri Süleyman Bey. Bunu düşünsün önce o...(18 Mayıs 1974)

SİL BAŞTAN

141-142, af kapsamı dışında kaldıktan, durum bu biçime dönüştükten sonra, çok kimse içerdekilerin ne düşündüklerini soruyor olmalıydı. Affın çıkacağını çok kimse bekliyerek uymuştu Pazartesi gecesi. Çünkü Pazartesi gecesi, geceyarısı saat 01.30'a kadar dört madde geçmiş, radyo 01.30 haberlerinde mi ne vermişti 4'üncü maddenin 248 oyla geçtiğini. Eh hani radyodan son haber olarak bu verilir, bunu dinleyen hükümlüler de, artık haber alma olanağı bulamazlarsa ne yaparlar? Ne bilsinler, kendilerini bir oyunun beklediğini, sabah 07,30 haberlerinde? Buna bir çeşit işkence desem, kimse inanmak istemez ne bileyim... Mamak'ta görüşme günü çarşambadır. Görüşmeciler, çekine çekine gittikleri tel örgülerde, öyle şaşırmış yüzler değil bu sonucu bekleyen gözlerle karşılaştılar. Kimi:- Üzülmeyin... diye, anasını babasını teselli etti. Bazıları:- Benim yolladığım kitaplarla, valizi geri gönderin bana... dedi.Niğde'de görüşme günü yarın. Dün Haldun Aren'in yaş günüydü. Niğde'den baba Sadun aren'den nice yıllar dileyen telgrafı gelince ilk haberi almış oldu Sadun Aren ailesi. Demek, baba Aren, oğlunun yaş günü için telgraf çekecek zamanı bulacak kadar sakindi.Meclis kürsüsünde Ali Galipzade, hıncını alamamış konuşuyordu:- Kapatılan TİP'in yöneticisi profesörü affedeceksiniz, üniversitede kürsünün başına oturtacaksınız öyle mi?

Page 236: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bütçenin tümü üstüne konuşan -McCarthyci- konuşması radyoda kendi sesinden yayınlanacağından mı nedir, demagojide yeni ustalıklar gösterme çabasındaydı. Amma, pek tutmuyordu artık ne bileyim, sıralar boşladıkça boşalıyordu o konuşurken. Bir ara, sordu:- Kim getirdi memlekete komünizmi?AP sıralarından bir ses karşılık verdi:- Sen...O tarafa baktı. AP sıraları... Pıstı, karşılık vermedi. AP'liler gülüyorlardı.Af çıkmamış; 141-142 hükümlüleri ve sanıkları içerde kalmışlardı. Fakat, kini boğuyordu işte. Kendi kendine çırpınmağa başlamıştı...Cezaevlerinde kalanlar sakinler, buna karşılık, Ankara'da görüşmecilerden bazılarına soruyorum:- Ne düşünüyorlar, hükümet istifa etsin, diyorlar mı?- Yooo, istifa etmesin diyorlar. Niye edecekmiş hükümet istifa.Yankı dergisinin bir sorusuna verdiğim karşılıkta öyle demiştim:- Hükümet -azınlık hükümeti olarak da olsa- istifa etmemeli. İyi bir gardiyan olarak kalmalı Ecevit...Çünkü Türkiye'de olaylar 141-142'nin affını da aşan bir biçimde gelişiyor. Belki de 12 Mart sonrasının havası hazırlanmak, yaratılmak isteniyor Türkiye'de yeniden. Demokratik düzenin geleceği, bir bakıma hükümetin istifa edip etmemesine de bağlı.Ecevit Başbakanlıktan çekilirse, 12 Mart sonrasında genel sekreterlikten çekildiği gibi olumlu puvan toplayabilir, fakat sorun Ecevit'in kişisel sorunu olmaktan çıkar, bir demokrasinin yaşamaması sorunu haline gelirse o zaman konunun üstünde uzun düşünmek gerek...Ecevit Hükümetindeki CHP'li bakanların büyük çoğunluğu hükümetin hemen çekilmesi düşüncesindeydiler. Arkadan hançerlenmişler, vurulmuşlardı. Ortaklığın temllerinden biri sarsılmış, tuğlaları çekilmişti.Ancak bunun da bir değerledirmeye tutulması gerekiyordu bir çok CHP'liye göre. Ortak MSP, daha bazı sınavlardan geçirilebilir, sözünde durup durmayacağı daha da denenebilir.Hukukçuların ve yazarların açıkça ortaya koydukları gibi, Af oylamasında Anayasaya aykırılık olup olmadığı iyice incelenerek, Anayasa Mahkemesi'ne götürülebilir davâ. Ancak bunlar uzun işler. Ortada kısa sürede gerçekleştirilecek iş var şimdi. Gittikçe birleşmekte ve kendini toparlamakta olan sağın, faşizmin karşısında gerilememek...*Adana Cezaevi'nde -nedense son günlerde- görüşmecilere güçlük çıkarılmaya başlandı. Küfürler, insanlığa yakışmayan davranışlar yöneticilerde. Radyo vermiyorlar koğuşlara. Dışarıda -keyfe göre- çalınan bir radyo var, o da Kıbrıs'tan haberler, havalar yayınlıyor.Yöneticiler, çağdışı tutumlara son versinler, tutumlarını değiştirsinler diye yazıyorum bunları. Son günlerde, hani af çıkar da sonra toptan yazarım, hatta bir yerde yazmaz unuturum diyordum. Sil baştan açıklayacağım bütün aksaklıkları bir bir...(19 Mayıs 1974)

Page 237: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ'NÜN MEKTUBU...

Selimiye Askerî tutukevi'nde kalan, eski DEV-GENÇ Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü'den bir mektup aldım. Kürkçü'nün mektubu, 5 Mayıs 1974 günü yayınlanan "Ankara Notları" ile ilgili. Ertuğrul Kürkçü'nün tutukevinde iyi koşullar altında olmadığını da duymuştum. Uzun mektubunda, özetle şöyle diyor."Arkadaş,Gazetede çıkan yazınızı dikkatle okudum. Öyle sanıyorum ki, bu konuda benim de söylenecek sözümün olması gerekiyor. Zira konu beni doğrudan doğruya ilgilendiriyor. Ancak bu ilginin benimle bağıntılı olması konunun bir yanı, onun özelliğidir. Öte yanıysa daha, çok yakın sayılabilecek bir zamana kadar binlerce insana karşı sorumlu olarak, DEV-GENÇ Genel Başkanlığı görevini yürütmüş olmam ve bu nedenle sözkonusu iddiaların benim birey olarak taşıdığım önem ya da önemsizliğinin ilerisinde, sorumluluğunu taşıdığım bir "hareketi" onun üyelerini, taraftarlarını, bu hareket içinde yer almış, mücadele etmiş, belirli bir süre için verdiğim görevleri yerine getirmiş, bu görevleri yerine getirirken hâkim sınıfların baskısına, zulmüne uğramış, elini, kolunu, hayatını kaybetmiş, bir yığın acı, kan, ter ve gözyaşına bulanmış genç arkadaşları ilgilendiriyor olmasıdır, onun genelliğidir.Bugüne kadar bu konuda susmanın konuşmaktan daha yararlı olacağına, en aşağılık ve en alçakça yöntemlerle, en sorumsuz biçimlerde yürütülen spekülasyonların maddi temellerinin yok olacağına ve bir gün mutlaka benim de bütün bunlara karşılık verebilecek güç ve imkânlarım olabileceğine, derinliğine ve genişliğine tartışılması, araştırılması, incelenmesi gereken ve tarihi süreç ve bunun içindeki olağanüstü önem taşıyan durumlar varken, bu sürecin yüzlerce veçhesi içinde bir bakıma teferruat sayılabilecek olan bu hâdiseyi öne çıkartmanın ne bir yararı, ne de bir önemi olmayacağına inandığım için kimseye en ufak bir serzenişte bile bulunmaksızın bekledim.Ancak beklemek, bütün bu aşağılık, yalan, iftira, demagoji sağnağına katlanmak, susabilmek pek kolay olmadı. Pek kolay olmadı, iki yüz yetmiş gün baskı, eziyet ve kötülükten başka hiçbir şey görmeksizin kaldığım hücreden çıkıp da karşılaştığım ilk insan olan kızkardeşinin "bu söylenenler doğru mu?" diye sormasına katlanmak. Ve pek kolay olmadı bu iğrenç iddiaları sırtımda taşırken sıkıyönetim yargıç ve savcılarının karşısında dik durabilmek...Ne var ki, sıkıyönetim savcı ve yargıçları bir kişi hakkında hüküm vermezden önce... sorgusunu yapıyor, eylemlerine bakıyor, delilleri inceliyor, tanıkları dinliyor ve sonra kalemlerini kırıyorlar.Ya bu hükümleri verenler? Onlar neyi incelediler? Onların delilleri nedir? Onların tanıkları kimdir? Hiçbir şey, hiç kimse. Bu iddialarını ispat edemeyecekler hiçbir zaman. Ve hiçbir zaman onanmıyacak hükümleri tarih tarafından. Zira tarih beni beraat ettirecek...

Page 238: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yazdığınız yazının amacını düşündüm. Beni aklamak istediğiniz sonucunu çıkardım. Ama hayır, kabul etmiyorum bunu ben. Aklanmak böyle olmaz. Bu kadar kolay ve basit değil aklanmak. Karalanmanın da bu kadar kolay ve basit olmadığı gibi. Eğer böylesine kolay ve ucuz olsaydı sorumluluk taşımak ve bu sorumluluğun karşılıklarını yerine getirmek, eğer böylesine kolay temize çıksaydı kişiler düşünce ve eylemlerinin sonuçları bakımından, ne gerek vardı o zaman tarih bilincine, ne gerek vardı bilimsel sosyalizmin ölçütlerine ve prensiplerine. Belirli bir zaman birimi içinde işçi sınıfına geniş halk yığınlarına, gençliğe karşı sorumluluk yüklenmiş olan herkes bir "adaş" bulurdu kendine en kısa yoldan ve sıyrılıverirdi işin içinden. "İşte" derdi, "ben değil, budur suçlu olan."Ve ayrıca ne olurdu öyle bir adam olmadığı ispatlansa, yalnızca işçi sınıfı dâvasına, sosyalizme bilerek, isteyerek, herhangi bir maddî menfaat gözeterek ihanet etmemiş olduğu anlaşılırdı o kadar. Tarihte işçi sınıfı dâvasına zarar vermiş, sosyalizmin gelişmesini kösteklemiş her kişi, her grup, her akım, her "örgüt" şu veya bu ülkenin istihbarat servislerinin emrinde miydiler? Değil. Sosyalizmin ve sınıf mücadelelerinin tarihine baktığımız zaman öyle kişiler görüyoruz ki en büyük inanç ve azimle, en hayranlık verici yiğitlik gösterileriyle, gözlerini kırpmadan ölmüş olsalar bile, düşünce ve davranışlarıyla işçi sınıfının dâvasını kösteklemişlerdir. O zaman ne yapacağız bunları açıklamak için kendilerine Scotland Yard'da, CİA'da, teşkilâtı mahsusada birer iş mi bulacağız? O zaman neye göre, hangi kritere göre değerlendirilecek kişiler, nedir bu değerlendirmenin ölçüsü. Benim bildiğim ve sosyalizm biliminin öğrettiği şey bu ölçünün sosyal pratiğin, sınıf mücadelesinin ve bilimsel inceleme ve araştırmanın ölçüsü olduğudur. Herkesi düşünce ve davranışları bakımından bu ölçülere vurarak, sosyal pratik içinde tuttuğu yere, düşünce ve davranışları bakımından işçi sınıfının menfaatleriyle ne kadar uyuştuğu ya da uyuşmadığına, bilimsel olarak doğru olanı mı yanlış olanı mı yaptığına bakarak yargılayıp, onun hakkında hüküm verebiliriz ancak. Onun hakkında verdiğimiz hükmün zaman ve mekan içinde bir önemi vardır. Ancak hayat tarafından doğrulandığı zaman bir önemi olabilir, söz ve düşüncelerimizin, gerisi boş lâftır. Safsatadır.Bütün bu işleri yapabilecek olan güç ise ülkenin en yiğit, en başarılı, en sınanmış, devrimcilerinin teşkilâtı olan gerçek bir işçi sınıfı partisidir. Yalnız onun program, tüzük, politika ve taktiklerine, onun karar ve davranışlarına, onun çağrılarına uygun olmak ya da olmamaktır, doğruluğun ve yanlışlığın ölçüsü. Ben onun kararını ve hükmünü tanırım, tanıyacağım. Gerisi umurumda bile değildir.Şu halde bütün bunları ileri sürenler bilmiyorlar mıydı bu ölçütleri? Bilmiyorlar mıydı, hâdiseler ve kişiler hakkında hüküm vermenin yönteminin ve usulünün ne olduğunu? Neden şunun ya da bunun değil benim üzerimde toplanıyordu bu yalan, iftira ve demagoji kampanyası? Neden bir koro oluşturmuşlardı bu gürültüyü koparanlar? Yalnızca ben miydim buna lâyık görülen? DEV-GENÇ Genel Sekreteri Sinan Kâzım'a da sürülmedi mi? Atılmadı mı, bugün hayatta bile olmayan başkalarına? Bunlardan kurtulmak için ölmek mi gerekiyordu mutlaka? Ve ölenlerin

Page 239: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

dolu dizgin, bilerek ve hatta isteyerek ölüme koşmalarında hiç mi etken olmadı bu kötü iddialar.Eğer ben ve arkadaşlarım DEV-GENÇ merkez yönetiminde bulunmasaydık, hiçbir zaman kimse yeltenmeyecekti, böylesine suçlamalara...Asla ve asla savunmuyorum DEV-GENÇ yönetimindeyken izlediğimiz yolu bir bütün olarak. Ancak bizler o zaman, 12 Mart rejimi bir kâbus gibi Türkiye'nin üzerine çökerken bugün doğruluğu açıklıkla ispatlanmış olan birkaç şeyi bütün gücümüzle haykırdık. Kendimiz bizzat kendi irademizle hiçbir komplocu girişimin içinde yer almadık. Ve işte bu yüzdendir ki, menfaatları bu tutumumuzla çelişen herkesin sağlı, sollu hücumlarına uğradık. Ve işte bu grubun sözcülüğünü yaptığım içindir ki, en çok saldırıyı da ben üstüme çektim.... Hayır, benim yakın arkadaşlarım değillerdi bu iddiaları yönetenler hiçbir zaman. Benim yakın arkadaşlarım mücadele içinde edinildiler ve sayıları da iki elin parmakları kadardırlar. Üç tanesi üç metre ötemde havaya savrularak öldüler. Bir tanesi beni ele vermemek için kendini feda etti -bu arkadaşın adı Koray Doğan'dır. Zaman zaman gazetenizde bu arkadaşla ilgili yayınlar çıkıyor, kendisi tesadüfen öldürülmedi söylenildiği gibi, yakalamak ve kaldığım yeri söyletmek için nişanlısının evinde pusu kuran polislerce vuruldu ve Ankara Emniyetinde sorguya çekilirken, bir tek kelime ifade vermedi ve orada öldü- birisi giriştiği silâhlı çatışmadan tesadüfen yara almadan kurtuldu ve şimdi birkaç "yakın arkadaşım"la birlikte bir değil, iki kere idam talebiyle yargılanıyoruz.... İşte Mustafa Ekmekçi arkadaş, şimdi geçmişi, bugünü ve geleceği dinliyorum...Hoşçakal.Ertuğrul Kürkçü - Selimiye, 6 Mayıs 74"(23 Mayıs 1974)

AÇ KAPIYI BEZİRGANBAŞI...

Bizim evde en çok adı geçen kişilerden biri Vedat Bey'dir. Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay... Çünkü, akşam olup da çocukların yatma saati gelince ışıkları söndüren odur.- Vedat Bey, ışıklarının daha fazla yanmasını istemiyor. Hadi bakalım yatağa...- Anne, kim yakıp söndürüyor bu ışıkları?- Vedat Bey...Sitenin önündeki -haftada bir gelen- çöp kamyonunu görmeselerdi, Vedat Bey o kadar gözlerinde büyüyecek değildi. Ankara Belediyesi'nin kocaman hortumlu çöp kamyonu, bir hırıltıyla çuuuup... diye çöpleri karnına doldurunca. Eylem'de de Özlem'de de şafak attı.- Bu kimin?- Vedat Bey'in... doğru. Çankaya'daki botanik bahçesini gördü Eylem. Hay Allah, o da Vedat Bey'in...Geçen akşam, Çankaya Sineması'nda Sinematek'le Polonya Elçiliği'nin işbirliği yapıp gösterdikleri, Polonya filminin arasında gördüm Vedat Bey'i.

Page 240: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Durumu anlattım, böyle böyle... Heyecanını, hevesini yitirmemiş bizim başkan. Bir aya kadar Ankaralılar, çeşmelerden aka suyu bardağa doldurup içebileceklermiş. Musluklardan akan suyu yani. Musluklardan temiz su akması ne demek Ankara'da Süzgeçleri temizlemişler. Gelgelelim borular o kadar pismiş ki, bir ayda ancak duru su akabilirmiş daha.. Olsun, yin de iyi.- Bu kent, Anayasaya aykırı kardeşim. İnsan hakları değil, taşıt hakları önce geliyor çünkü.Böyle dedi, Vedat Dalokay. İlginç plânları var Ankara'yla ilgili."Adınlanma" adlı Polonya filmi güzeldi çok. Baş kadın oyuncu da Ankara'daydı, filmin gösterilmesi nedeniyle. Halka göstermezler böyle filmleri. Sosyalist ülkelerden geliyor diye. Beyin yıkayıcı Amerikan filmlerini gösterirler. Daha da uyusunlar diye. Bilmez miyim? Böyle uyuşturucu Amerikan filmleriyle, Amerika'dan asıl afyon satın alan biziz..."Aydınlanma" filmi, insanın ruhsal çelişkilerini, yaşantısı ile içyapısı arasındaki uyuşmazlıkları koymuş ortaya. O kadar da rahat izleniyor ki. Filmi seyrederken kimse uyumamıştır bahse girerim.Aydınlanma, filmi seyretmeye gelen Maliye Bakanı Deniz Baykal'ı da etkilemiş, beğenmiş çok Baykal...Vedat Dalokay'a göre film, "Ankara Notları"na benziyormuş. Daldan dala geçiyormuş.*Şiirlerine başka yerde hiç rastlamadım şimdiye kadar Nurten Çelebioğlu'nun. Ben şiirden anlamam ama, severim, okurum hoşuma giden bir şiiri. Nurten Çelebioğlu'nun yolladığı birkaç şiirden "Bahar Ezgisi"nin bir bölümünü yazmak istiyorum:Belleklerde zorlayan gerçekKurşun yarası tazeliğinde

Geleceğe ödüldür yitirdiklerimizVe kanayan günlerin getirdikleriBir çağlayan güzelliğindeDirilişi sunar yenidenYeniden bilenir yüreklerimiz................................İlkel yargılamalar süregeldiğince141/142'ler değil sorunlarKısır döngünün serüvenidirGeçmişten geleceğe utancımızLekedir/Onursuzluğudur acının

Sürüp gitmeyecek böyleYarın ezgilerimiz kelepçesizBaharlarımız gerçekten gülecek...Tutukevlerinde, cezaevlerinde işkenceler durdu artık diyorduk. Fakat küfürler, kaba davranışlar durmadı, kesilmedi daha. Adam gibi davranmasını bilmeyen faşist kafaları devlet kesesinden niye besleriz anlayamam bunu bir türlü. Tutuklulara, hükümlülere sövüp sayan, ona

Page 241: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

insan gibi davranmayanı, tutup kulağından atarsın devletsen, hükümetsen. Gitsin babasının evinde, karısının önünde yapsın züppeliğini...Tutuklular yemek yiyecekler, masa yok, sandalye yok. Yataklarının içinde yerse yesin. Af çıkmadı diye, bunca tutuklunun önünde kucaklaşıp bayram etmek nesi?Şimdi Ecevit, Milli Savunma Bakanı Işık, Genelkurmay Başkanı Sancar, bu konuların üstüne eğilmelidirler. Şimdiye kadar yaptıkları hadi af kapsamına girdi. İşkenceciler bağışlandı. Fakat, bundan sonrasının, hesabı sorulur bir gün.Bir sorun daha var içerdekilerle ilgili. Egemen güçler hükmünü yürüttü. Af çıkmadı. Çıkacakları beklenenler de içerde kaldılar. Şimdi, bunların "Özgürlük Yasası" çıkana kadar, daha iyi koşullarda yaşatılmaları sorunu. Mahkeme kararlarından sonra her biri, bir bucağa, bir köşeye savrulmuşlardır. İleride hukuk açısından değerlendirildiğinde "adlî hata" örneği olacak kararlarla, ortama göre yapılan uygulamalarla eziyet edildi bu insanlara. Fakat, eziyet üstüne eziyet edecek bir ulus değildir Türk ulusu.Kadriye Deniz Özen, Giresun Cezaevinde kalır. Babası, iki kez kalp krizi geçirdikten sonra, kızının cezası Yargıtay'dan çıktıktan sonra öldü. Annesi, İstanbullulardan önce Ankara'ya, Ankara'dan Giresun'a gidip çocuğunu görmeye uğraşıyor. Bakanlığa başvurdu mu bilmiyorum, fakat onun istediği bir yerde kalmasını sağlamalıdır bakanlık. İstanbul'a, yahut İstanbul'a yakın bir yere nakledilebilir hükümlü. Ankara Merkez Cezaevi'nde yatan erdal Orhan'ın babası gelmişti Ankara'ya. Erdal'ın Muğla ilçelerinden birine, örneğin Dalaman'a naklini istiyordu.Niğde'de yatmakta olanlar, yarı açık bir cezaevine, örneği imroz gibi bir cezaevine gönderilebilirler. Çimento tozlarından kurtarılabilirler. Adana'daki hükümlüler, orada kendilerine yapılan işlemlerden yakınmaktaydılar. Bu önlenebilir. Elbette önlenebilir, insan hakları önde gelsin isteniyorsa...*Mehmet Başaran'ın yolladığı "Aç Kapıyı Bezirgânbaşı" kitabını ellerinden düşürmedi çocuklar. Benim çantaya koyduğumu nerden görmüş:- Baba, benim kitabımı neden aldın? Ben ona bakıyordum..- Kızım, ben de bir bakıp okuyacağım. Üstüne yazı yazarım belki. Akşama getiririm, olur mu?- Olur...Ayrılırken, kucaklayıp öptüm. Sordum:- Ne getireyim sana? Çikolata mı, oyuncak mı?- Bana kitabımı getir. "Aç Kapıyı Bezirgânbaşı"yı...(25 Mayıs 1974)

KİN DUVARLARI...

Page 242: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Geçen hafta, Niğde Cezaevi'nde siyasal hükümlülerle yakınlarının konuşmaları bir mesele oldu. Sabahtan saat 15'e kadar ilgililer, güçlük üstüne güçlük çıkardılar. Saat 15'e kadar -sanki- buzlu cam arkasından konuşturdular. Ankara'da eski TİP Senatörü Fatma Hikmet İşmen, Adalet Bakanı Şevket Kazan'ı aradı. Aftan önce adi suçlular, yakınları ile yanyana oturup konuşurlardı. Bu, Hayri Mumcuoğlu zamanında, siyasal hükümlüler için Kurban Bayramı'nda da uygulanmıştı sanıyorum, Niğde'ye gidenler, hükümlülerle birlikte yanyana koğuşların önüne volta attılar, çocuklar babalarını kucakladı. Konuşmalar, şakalar oldu. İçerdeki insana yalnızlığını unutturan insanca bir tutumdu bu...İçerdekiler de, dışarda olanların, dışarda kalanların durumlarına üzülüyorlardır kuşkusuz. Hele, kendilerini görmeye gelmiş yakınlarının kötü işlemlerle karşılaşmalarını istemezler. Bunu görürlerse üzülürler. Zindan, bir daha zindan olur o zaman...Saat 15'ten sonra durum biraz düzelir gibi oldu. Buzlu cam yerine kalın demir parmaklıklar arasından görüştürdüler. Yine de bir şeydi, konuştuğunuzun yüzünü görebiliyordunuz. Zayıflamış mı, solgun mu anlayabiliyordunuz. Adalet Bakanı Şevket Kazan mı telefon etmişti, bilmiyorum, fakat insanlık dışı uygulama terkedildi birkaç saat sonra yine de.Niğde'de ziyaret Pazartesi günüdür, neden? Örneğin dene pazar değildir de Pazartesi'dir? orada yatan siyasal hükümlülerin çoğunun eşleri de çalışır. Görüşe gidebilmek için çalıştıkları yerden izin alma zorundadırlar. Pazara olsa, belki görüşmecilere de kolaylık olur. Görüşmeden sonra, otobüse atlayıp Ankara'ya, başka kentlere dönebilirler, işlerini aksatmazlar.Görüşmecilere karşı cezaevleri görevlileri saygılı olma zorundadırlar. Onlara saygısızlık, içeri -haksız yere- tıktığınız insanları üzer. bir gardiyanın kötü tutumu, taaa Ankara'da Başbakana, Cumhurbaşkanına kadar uzanır, ne sanıyorsunuz?Dünkü Ankara Notları'nda, çıkarılmak istenmeyen af sonrasının sorunlarını çıtlatmaya çalıştım. Hükümlülerin, doğru dürüst cezaevlerine nakledilebileceklerini anlatmak istedim. Yetkililer, yöneticiler buna kulak verecekler mi bilmiyorum. Hadi af, şöyle oldu, böyle oldu çıkmadı, fakat içerde kalanlar daha insanca yaşantıya ulaştırılabilir, bir çeşit hücre yaşantısı sürmekten çıkarılabilir. Niğde Cezaevinde havalandırmaya çıkarılanlar, çimento tozlarından başka yüz metrekarelik bir gökyüzü görebilirler. Ne bir ağaç, ne bir karış toprak. İnsan, nerede olursa olsun ayağı toprağa basmalı, doğayı, güneşi görmelidir. Onların hiç biri, örneğin ağacı görmeme, yeşilliği görmeme cezasına çarptırılmadılar. Ama, uygulama bu...Niğde'de Prof. Sadun Aren kalp hastası da oldu...Dün de önerdim, sanırım kendi istekleri de o yolda. Gerçekten özgürlüğe kavuşana dek, bir yarı-açık cezaevine -örneğin İmroz'a, Foça'ya- nakledilebilirler. Toprağa basar ayakları havalandırmaya çıktıklarında, güneşi, meyvelere durmuş ağaçları görürler...Askerî Tutukevi'nde yatan Atilâ Sarp verem mi olmuştur. Oğuzhan Müftüoğlu siroza mı yakalanmıştır, ne derecede doğrudur duyduklarım

Page 243: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

bilmem daha. Ertuğrul Kürkçü, güneş görmemekten gözleri görmez olmuş. Kim ilgilenir bunlarla? Selimiye'de neler olmaktadır? Ankara'da devlet ve hükümet yönetenlerin, özgürlüğüne kavuşmuş olan Yılmaz Güney'le konuşmalarını ve doğru haberi ondan almalarını dilerim...Ankara'da Askerî Tutukevi'nde yatan sanıkların yakınları basın toplantısı düzenlediler. Sanıklara, yüzlerce gence tutukevinde yapılan insanlık dışı işlemleri anlattılar. Bekleyeceğim şimdi, ilgililerin bu işlemleri önlemek için neler yaptıklarını seyredeceğim. Af Yasası'nın beşinci madesi kaldığı günün ertesinde, bir doktor yüzbaşı, rastladığını kucaklayarak bayram etmiş, Milli Savunma Bakanının, Genelkurmay Başkanının gerçekte bütün yöneticilere bulaştırdığı bu siyasal tutumu karşısında, ne yapacaklarını seyredeceğim. Kendilerine bir emanetken, tutuklulara "düşman" işlemi yapan, tutukevi yöneticilerinin yerlerinde kalıp kalmayacaklarına bakacağım...Affı çıkarmamak, gerçekte McCarthy'cilerin başarısı oldu. Bayar'ın elini öperek durumunu kurtaracağını sanan Süleyman Bey, gerçekte onların oyuncağı olmaktan kurtulamadı. Tümü, güdük affın altında kalmışlardır. kinlerinin altında kalmışlardır bunu bilseniz. Anladım ki, küçük politikacının ördüğü kin duvarı yıkılmadan, yurtta gerçek özgürlüğü, gerçek başarı kurma olanağı yok...Alıklar, bir şeyi unutuyorlar: Halkın, işçinin ve köylünün gitgide bilinçlendiğini. Hanyayı, Konya'yı git gide anladığını...Anadolu'nun her kesiminden haberler geliyor. Her konuyu konuşup tartışıyor işçi ve köylü. Karaoğlan'da gözleri. Çekileceği söylentileri...- Niye çekilecekmiş? Kim düşürecekmiş Karaoğlan'ı? Oylarımızla getirdik biz onu oraya.Deliye dönüyor, kapıcı Ziya...*Can Yücel, "Sevgi Duvarı" kitabını yollamış içerden. Kitabın iç kapağına da kitabında yer almayan yeni bir şiirini yazmış:- Mustafa Ekmekçi'ye, bu işten anlar diye-"Meydancılar!, Ekmek geldi!Acele kapı altına gelin meydancılar!"Hoparlörden yayılan o dâvûdî ses,

Ses değil, canım... Buram buram kokusuyduNar gibi kızarmış, sıcacık ekmeğin...Açıkmış parmaklar arasında bölünürkenki kokusuözgürlük ekmeğinin...(26 Mayıs 1974)

27 MAYISTA SOSYALİSTLER...

27 Mayıs Devrimi'nin üstünden 14 yıl geçmiş. 27 Mayıs'ı yazmak istiyorum. Sorduklarım, düşüncelerini tek cümleyle açıklıyorlardı:- Neyini yazacaksın 27 Mayıs'ın, ne kaldı ki?

Page 244: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

27 Mayıs sabaha karşı şapkamı göğe fırlattığımı düşündüm. O zaman Vatan Gazetesi'nin Ankara bürosunda muhabirim. Muhabirlikte yeni olduğum yıllar. Sokağa çıkamadım, basın kartım da yok: Kaldığım otelde çakıldım kaldım. Vatan'ın Ankara temsilcisi Erol Ülgen'di. Telefon üstüne telefon bana:- Acele gel. Bak, herkes İsmet Paşa'nın evine gidiyor. Arka yollardan dolaş, gazeteci olduğunu anlatamazsan. Ama, kesin gel...- Ben gazeteciliği bırakıyorum...- Niye?- Gazeteciliğin gerekli olduğunu sanmıyorum bundan sonra...- Sen deli misin? Asıl bundan sonra gazetecilik yapılacak...Gerçekten de işi bıraktım. On-onbeş gün dolaştım sağda, solda. Özgürlüğü, esen yeni soluğu yaşamaya çalıştım.Onbeş gün sonra döndüm gazeteye. Meğer, "o gazeteciliği bırakamaz, nasıl olsa döner, gelir" diye onbeş gün izinli saymışlar...27 Mayıs öncesini yaşamışız. Bana duyurmuyorlar, sonradan öğreniyorum. Emniyet müdürlerinden Niyazi Bicioğlu -şimdi vali sanıyorum- Vatan'a arkadaşım Erol'a gelmiş:- Söyleyin Mustafa'ya, sokaklarda dolaşmasın. Kalabalık arasında görürsek, götüreceğiz emniyete. Bak ant içiyorum..Erol'a sordum:- Peki, olayları nasıl izleyeceğim?- Çık apartman katlarından birine, oralardan izle. Seni götürecekler. Benden söylemesi...Sokaklarda yürüyüşler, ıslıkla "Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu" marşları. Ben söz dinlerim, bir gün bir apartmana çıktım, kapıyı çaldım. Kapıyı açan bayana durumu anlattım. Bana izin verdi, pencereden dışarıyı seyrettim. Ama baktım tatsız bir gazetecilik. Gazeteci olayların içinde olmalı öyle ya. Harbiye yürüyüşünden sonra polis de karışamadı artık.27 Mayıs'ı ben yapmadım. Yapanların çoğu, kendi aralarında görüş ayrılıklarına düştüler. 27 Mayıs sabahı herkes nasıl 27 Mayısçı kesildiyse, ondan sonra onu bir yerinden kemirenler, yontanlar da çoğaldı. Süleyman Bey, 27 Mayıs'ta yurt dışındaymış, yurda döndükte sonra Milli Birlik Komitesi buyruğunda çalıştığını sonradan duymuş, yazmıştım. Ancak varlığını 27 Mayıs'a karşı gözükmekle sürdürebilirdi. Onu da gördüm, 27 Mayıs öncesinde Devlet Su İşleri genel müdürüydü. Ben de yeni öğrendim. Devlet Şu İşlerinde, o zamanlar "şiir günleri" düzenlermiş, kendisi de okur muydu onu öğrenemedim. Münis Faik Ozansoy filân gelir şiir okurlarmış. Herhalde, bir şeye benzer günler olmasa gerek... Menderes tanır mıydı Süleyman Bey'i acaba? Pek sanmam. Espri yollu anlatırlar: Tevfik İleri, gezilerde yanında götürür, "Başla Süleyman" der, o da barajlarda ne kadar su toplanacağını başlarmış anlatmağa... Belki, Menderes de varsa orada takılırdı ne bileyim:- Atma Süleyman...Bence 27 Mayıs, kafalarda bir uyanış, ileriye bakış günüdür. 27 Mayıs'ı değerlendirecekler, 27 Mayıs öncesi yaşantısını gözönünde tutma zorundalar.

Page 245: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bir de işin askerleri ilgilendiren yönü vardır. Hiç unutmam, Bulvar Palas Oteli'nin salonunda, o zamanın Milli Birlik Komitesi üyelerinden Muzaffer Özdağ ile, o zamanki genç CHP'li Bülent Ecevit arasında bir konuşmayı dinlemiştim. Bayağı atışmışlardı. Ecevit'in konuşmasının özünü demokrasiyi savunma kapsıyordu. Ecevit, bu çizgiyi hep sürdürdü.27 Mayıs Anayasası, sola, sosyalizme açık bir Anayasadır. Kuşa çevrile çevrile elimizde kalan bile uygulandığında nasıl soluğumuz genişliyor...27 Mayıs üstüne yazı yazmak istediğim bir sırada aldım Hüseyin Ergün'ün mektubunu. Niğde Cezaevinden gelen mektubun geniş özetini vermek istiyorum:"... Biz sosyalistler, ulusal bağımsızlığın en bilinçli savunucularıyız. Bugün üzerimizde yoğunlaşan baskıların bir nedeni de, ulusal bağımsızlık konusundaki ödün vermez tutumumuzdur. Bunun için, böyle ulusal bağımsızlığımızın elde ediliş mücadelesinin önemli günlerini simgeleyen bayramları, herkes unutsa bile bizim kutlamamız, herkese anımsatmamız gerekir. Biz toplumumuzdaki bütün olumlu gelişmelerin, kazançların mirasçılarıyız. Bu azançları tarihin akışı doğrultusunda daha da ileri götürmenin mücadelesini veriyoruz. Bu nedenle, 19 Mayıs'ı da, 23 Nisan'ı da, 30 Ağustos'u da, 29 Ekim'i de herkesten önce biz kutlarız. Bu günlerin gerçek değerlerini en iyi biz biliriz. 27 Mayıs'ı da öyle. Demokrasi ve özgürlük mücadelesindeki bu önemli uğrağın, tarihimiz içindeki yerini bizden daha iyi kimsenin değerlendiremeyeceğine inanıyoruz. İçerde olmak, baskılar altında olmak, özgürlüklerimizin kısıtlanmış olması, biz sosyalistler için, bağımsızlık ve demokrasi günlerini daha büyük coşkuyla anmamız için bir neden olabilir ancak...Biz sosyalistler, tutumumuzu, gericilerin bize karşı uyguladıkları zulüme karşılık vermek esasına hiç bir zaman dayandırmayız, dayandırmayacağız. Biz barışı, özgürlüğü getirmek istiyoruz. Bütün davranışlarımızı buna yarayacak doğrultuda ayarlayacağız. Bu, romantik bir dilek değildir. Sosyalist toplumu, en iyi şekilde, en kısa zamanda, en zahmetsiz şekilde, iç mücadelesini barış içinde yürüten bir toplumda kurabileceğimizi biliyoruz. Bunun için de, bugün olduğu gibi, yarın iktidara geldiğimizde de, yumuşamadan yana olacağız. Toplumsal, siyasal mücadelesini barışçı düzlemlerde yürütmek yolunu seçenlere, en geniş özgürlükleri tanımaktan korkmayacağız. Siyaset yaptı, düşüncesini söyledi diye insanlar ömür boyu hapis cezalarına çarptırılmayacaklardır, bizim iktidarımızda. Kişisel bir kavga yürütmüyoruz. Toplumsal gerginliklerin sosyalist düzeni kurmada güçlükler doğuracağının bilincindeyiz. Dünyanın gelişiminin sosyalizmin barışçı yoldan kurulmasına gittikçe daha çok olanak verdiğini görüyoruz... Zalimlerin gözlerinin içine baka baka, onlara rağmen, özgür bir dünya kuracağız.Çıkışımızı bir süre geciktirdiler. 14 Mayıs gecesi kazandıkları zafer, gericilere hayır getirmeyecektir. Tersine, ülkemizdeki özgürlük meşalesinin alevini daha da güçlendirecektir. Bu alevin demir parmaklıkları kısa zamanda eriterek, bizi özgürlüğümüze kavuşturacağına hiç kuşkum yok.Selâm, saygı ve başarı dileklerimi iletiyorum. Uğur'a çok selâm.Hüseyin Ergün"

Page 246: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

(27 Mayıs 1974)

BABA.. OKUL...

Günlerden pazardı. Başbakan Bülent Bey, telefonla, küçük arabanın gönderilmesini istedi. Başkentin havasından şöyle bir kurtulmak, bir bakıma piknik yapmak geçmiş olmalıydı usundan.Bursa'da MSP Kongresi, Antakya'da belediye seçimleri... "Düşünce ve inanç özgürlüğü çalışmaları... Yürüyeceğine inanamadığı bir ortaklığı bırakma kararı vermişti. Nasıl da telgraflar yağıyordu başbakanlığa. DİSK, çeşitli kuruluşlar, "bırakma" diyorlardı. Kulislerde konuşuluyordu:- Bu ortamda, bir şey yapamadan bırakırsa başbakanlığı, sola bir altı-yedi yıl daha iktidar yok kolay, kolay... Parlamento'da çoğunluğu olmasa da olur, bir başlarda, azınlık hükümeti kurmayı düşünmemiş miydi? Kararlarla, dar gelirli memurun, emekçinin yüzünü de güldüremez miydi?Bunlar konuşuluyordu.Devlet, hükümet kadrolarında çalışanlar, Süleyman Bey'in adamlarıydılar çoklukla. Süleyman Bey'den almışlardı buyruğu:- Oturun, yerinizden gitmeyin. İşleri kösteklemek için gereklisiniz bize...Oturuyorlardı yerlerinde işte. Hele, hükümet düştü, düşecek söylentileri yoğunlaşınca, daha bir keyifli oluyorlardı. Bakanlarının yüzüne daha bir dikleşerek bakıyorlardı o zamanlar. Bakanları bunları anlamıyor sanıyorlardı belki de. Anlayanlar, anlamazdan geliyorlardı...Bakanlardan biri, bir gün şöyle buyurdu:- Bana şu konuda bir karar taslağı hazırlayıp getirin...Taslak hazırlanıp geliyordu. Bakanın, gözleri faltaşı gibi açıldı.- Nasıl böyle hazırlarsınız? Biz AP iktidarı değiliz, heeeyyyy...- Başüstüne efendim. Aksi yönde hazırlayalım...Bu kez, öyle geliyordu.Devlet kadroları böylesine bir ahtapot gibi sarmış, hükümet edenleri.Daha çok kimsenin haberi yoktu. Bir gün birdenbire, Meclis Muhafız Tabur Komutanı Yarbay Hüsrev Ergüven görevinden alınıp, Çıldır'a naklediliverdi. Yerine kim atandı bilmiyorum. Silâhlı Kuveetlerde, yer yer atamalar, yer değiştirmeler oluyordu.12 Mart'tan sonra ilerici diye tanınanlar, çoktan uzaklaştırılmışlardı görevlerinden. Kimi emekliye ayrılmış, kimi -gençler nasıl emekli olabilir- Askerî Danıştay kapılarını boylamışlardı.27 Mayıs, bir hışımla geldi kondu 1974'ün göbeğine, Anayasa ve Özgürlük Bayramı'nın, ne Anayasası ve "Özgürlüğü" kalmıştır bilesiniz.Hükümet duracak mı, durmayacak mı söylentileri arasında hazırlanıyor, "Düşünce ve İnanç Özgürlüğü" Yasası taslağı. Bütçe çıkıp, Kasım'a kadar tatile mi gitmeli Meclisler, yoksa eldeki tasarılar ne yapılıp edilip çıkarılmalı mı? Başkent'te kafaları kurcalayan sorunlar bunlardı, hafta sonuna doğru.Sağı, yani Süleyman Bey'i kurtaran Celâl Bayar mı üstlenmiştir? Bu hafta, bu "hayat öpücüğü"nün nasıl ortaya konduğunu seyredeceğiz.

Page 247: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Eski DP'liler, siyasal haklarına taaa 1969 seçimleri öncesinde kavuşuyorlardı. Süleyman Bey'i bir tedirginliktir almıştı. Ne yapmalı, ne etmeliydi ki... Meclis'ten geçti, Senato'ya geldi. Çıktı ha çıkacak o zaman. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç. O değilden bir ultimatom bir zılgıt... Tankların gürültüleri. Tam, Senato'da görüşülüp kabul edileceği sırada, AP'li Senato Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet Nusret Tuna, ayağı kalktı. Başkana seslendi:- Teklifi, Komisyon geri alıyor efendim...Eski DP'lilere siyasal hakları verilmeden, seçime gitti mi Süleyman Bey...1969 seçimlerinde eski Demokratlar oylarını, Süleyman Bey'e verdiler. Seçimleri aldı geldi Süleyman Bey...Seçimden sonra, bir gün herhalde Tağmaç'a teşekkür etmiş olmalıydı. Bu kez, öneri yeniden geldi:- Sağolun Paşam. Sayenizde seçimleri kazandık. Artık, benim korkum yok. Getirebiliriz yeniden Meclislere. Teşekkür ederim.Her şey sütlimandı bu kez.Aradan dört yıl geçer geçmez. Süleyman Bey'in ayağı suya ermişti. 14 Ekim seçimlerinde o da. Yaslandığı 12 Mart'a karlar yağmıştı. Demokrasi cephesi, gerektiği gibi dersi verdi. Celâl Bey'e yaslanmaktan başka yol kalmyordu artık...Turhan Bey vermiş olmalıydı aklı. "Ben denedim çok tuttu, bir de sen dene" diye, Süleyman Bey'i attı ortaya. Bozbeyli, zaten gönüllüsüydü "sağ"ın. Süleyman Bey'in suladığı tarladan Erbakan çıkmıştı ama, onu "solcularla işbirliği yapıyor" diye karalamak daha kolay geldi.Süleyman Bey'den çoktan hoşlanmıyordu -yok canım Celâl Bey değil şimdiye değin tutanlar, örneğin- sermaye çevreleri. Onu nöbetten alıp, bir genç işadamını yerine koymak. Yıpranmamış, kardeşi ne işlere bulaşmamış biri.Bu hazırlıklar arasında sarıldı Celâl Bey'in ellerine.........................................Pazar akşama doğru, hava karıştı Ankara'da. Bülent Bey, pikniği yarıda kesip, döndü Ankara'ya işinin başına.*Ulvi Uraz'ın ölümüne çok yandım. Ankara'da çok çağırdığı halde "Evlâtçıkar" oyununa neden gidemedim diye kendi kendime kızdım. Gitseydim ne olacaktı? Duygusallık işte...Tiyatro iş yapmıyordu. Gelen-giden yoktu. Çanakkale Milletvekili Hasan Sever, Süleyman Genç, sanatçıya birşeyler yapabilmek için uğraşmışlardı. Bülent Bey'le görüştürmüşlerdi. Sonra, ayrılıp gitti Ankara'dan. Gaziantep Tiyatrosu müdürlüğünü önermişler, o Adana'ya gitmek istermiş. Aziz Nesin, kızmış bu ilgisizliğe:- Neden İstanbul Tiyatrosu'nda iş vermiyorlar... diye.Yakın arkadaşlarıyle konuşup, ölümü üstüne demeçler aldık. Sağlığında ilgilenemediğimiz Ulvi Uraz'ı ölümünden sonra anmışız kaç para...*Kıvılcım Kuseyri İnce, iki yaşındadır. Babası -Aktan İnce- tutukevindedir. Ama, Kıvılcım Kuseyri babasını okulda sanır. Bir gün görüşmelerin daha

Page 248: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

serbest olduğu bir sıra babası onu kucağına almış, deftere kalemle çizgiler çizmişlerdi.Bundan olacak herhalde, annesi, Kıvılcım Kuseyri'yi Mamak'a götürdüğünde, beklerken çocuk birşeyler anımsar gibi olur. Konuşur:- Baba.. Okul...(28 Mayıs 1974)

TOZ - DUMAN ARASINDA

İzinliydim dün. Çankaya'da oturduğumuz iki buçuk göz oda, mutfak, banyo boyandı. Tertemiz pırıl pırıl oldu. Eylem'le, Özlem'in odasını koyu pembe renge boyattık. Oturma odası, açık şampanya rengi. Ancak; yine iznin bir tadını çıkaramadım diye düşünüyordum kendi kendime. Ne bekliyorum sanki, izin günü, öbür günlerden başka bir gün değil ki. Yine kafamda, yazacağım haberlerin, yazıların konuları, dönüyor ha dönüyor. Odalar boyandığı için evde de kalamayız, gece Kifayetlere gideceğiz. Sabahat de gelir. Ben de "Ankara Notları"nı bitirince giderim yanlarına.Ne kadar yakınsam, şöyle dilediğim gibi bir dinlenemiyorum desem de, inanmıyorum söylediklerime. Çalışırken belki daha iyi dinleniyor insan.Babam anlatırdı. Araç, gereç olmadığı için Konya-Hadim arasını -ki 110 km'dir- yaya giderlermiş. Hızlı yürüyebilmek için de kendilerince yollar bulurlarmış...- Yolda kucağıma kocaman bir taş alıyorum. Bir süre o taşı taşıyorum. Bırakır bırakmaz, büyük bir yeğnilik, ohhh... Koşar gibi yürüyorum o zaman...Nâzım'ın dediği gibi, babamızdan ileri, Eylem'den Özlem'den geriyiz biz...Bugünlerin konuları, aftan yararlanamayıp, içerde kalanların yarıaçık cezaevlerine gönderilmeleri başta. Bence askerî tutukevlerinde kalanlar da, az çok boşalan sivil cezaevlerine taşınmalı, orada dâvalarının sonuna kadar, daha iyi koşullarda barındırılmalıdırlar. Bunun için hükümetin yetkilerini kullanması ve ivedilikle karar vermesi yeter.Niğde Cezaevinde -çimento tozları içinde- yatan eski TİP yöneticilerinin İmroz Adası'na gönderilmeleri, galiba gün işidir. Hükümet bu konuda hazırlıklara başlamıştır. Hükümlülerin nakledilirken kelepçesiz, uzun yolculukta rahatsız olmayacak biçimde götürülmeleri gerekir. Türlü haksızlıklardan, eziyetlerden gelmiş kişilere, Ecevit Hükümeti daha insanca davranacaktır sanırım.Niğde'de eski TİP'lilerden başka, çok sayıda siyasal hükümlüler, gençler var. Çoğunun adlarını gazetelerden biliyorum. Onların da yasalar izin verdiğine göre, istedikleri bir cezaevine gönderilmeleri zorunludur. Bunlardan Erdal Karatan, mektubunda özetle şöyle diyor:"Biz sekiz arkadaş, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi'nce 5 yıldan 9 yıla kadar cezaya çarptırılan Erzurum-Kars Dev- Genç grubu olarak beş ay önce, Niğde Kapalı Cezaevi'ne nakledildik. Koğuşa alındıktan sonra ne görelim, küçücük beton tabanlı avluya kar gibi çimento tozu yağıyor. On dakika temiz hava almak için beş gram toz

Page 249: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

yutmak gerek. Bu durumu siz daha önce "Ankara Notları"nda dile getirmiştiniz, fakat kimseden çıt çıkmadı.Şu anda ise, ne kimseden özel işlem, ne de özel yasa bekliyoruz. İstediklerimiz şöyle özetlenebilir:Cezasının üçte birini iyi halle geçirenler öteki hükümlüler gibi açık cezaevine gönderilmeli. Çünkü, bir cinayet hükümlüsü, bir uyuşturucu maddeden hükümlü nasıl gönderiliyor ise, biz de aynı biçimde gönderilebilmeliyiz. Kaldı ki, İnfaz Kanunu'nda "siyasî nedenle hüküm giyenler açık cezaevlerine gönderilmezler" diye bir kayıt yoktur.Ayrıca, cezalarının büyük kısmını yine iyi halle, geçiren öbür hükümlüler gibi biz de ailemizin oturduğu il veya ilçelere gönderilmeliyiz. Açık cezaevine gönderilirsek çalışarak, ailemizin oturduğu yerlere gönderilirsek ailemizin olanakları ile geçimimizi sağlıyabiliriz.Size bir örnek vermek istiyorum: Kars'tan Niğde'ye görüşmeye gelen bir kişi en az bin lira harcamak zorunda kalıyor. Eğer görüş günü yetişememiş ise günlerce otelde kalma zorundadır. Harcanan para ise, bir hükümlünün 4-5 ay geçinebileceği bir miktarı kapsamakta. Bu nedenle iki buçuk yıldır ancak bir kez ziyaretçimiz gelebildi.......................................Sonuç olarak, üzerimizi kaplayan toz bulutu Sayın Başbakanımızın "akgünler" bulutu olmamalı. Her gün avludan süpürdüğümüz bir teneke çimento tozu ise "akgünlerin ak meyvesi" hiç olmamalı. Özgürlük ve demokrasi yanlısı bir Başbakan olarak kendilerinden var olan yasaları uygulamasını bekliyoruz ve umuyoruz..."*Ertuğrul Kürkçü'den haber aldım yeniden. Kendisinden değil, haber aldım diye okuyup da, nasıl haber gönderdin diye eziyet etmesinler bari. Daha önce, "Ayağa kalktıklarında bile birbirlerine değiyorlar, öylesine kalabalık koğuş" diye yazmıştım. Galiba, sakat uygulamayı düzeltme yönünde bir eğilim varmış. Selimiye'de kalan siyasal tutuklular da, Çamlıca'da siyasal tutuklular için yapılan cezaevine nakledilebilirler diye düşünüyorum.Kürkçü'nün, mektubunu yayınladığım için, "memnun" olduğunu sanıyorum. "Bu iş, burada bitti..." demiş olmalıdır.Mektubu yayınlayışımı, bir tartışma açma biçiminde yorumlayıp, -okuduğunu da anlamadan- yazı döktürenlere diyeceğim hiç bir şey yok. Okuduklarım, ilk sataşma değidi ki...Okuduğunu anlamayana şapka çıkarmam ben, selâm vermem. Kişinin akılsız dostu olacağına, akıllı uslu düşmanı olmalı...

(1 Haziran 1974)

NÂZIM HİKMET

Nâzım Hikmet, bir Anadolu köyünde, bir ağaç altında olmasını istermiş mezarının. Bu gün Nâzım Hikmet'in ölümünün üstünden on bir yıl geçti.

Page 250: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Türkiye'de Nâzım Hikmet'in adına bir anıt dikilmesini, kemiklerinin yurt dışından getirilerek, bir Anadolu köyünde bir ağacın altına gömülmesini istiyemiyor daha kimse...Fikret Mualla'nın kemikleri bu gün bir uçakla Türkiye'ye getiriliyor, devletin, hükümetin en önde gelenleri bunun için çaba gösteriyorlar, ama söz Nâzım'dan açılsa benzeri heyecanı, ivecenliği gösterirler mi?Nâzım Hikmet, öncelikle Türk ozanlarının içlerine girmiş, işlemiştir onları bir kanaviçe gibi. Serbest nazımla şiir yazma onunla başladı, bunu kimsecikler yadsımaz. Fakat korkarlar Nâzım'ın adını anmaya...Evlerden toplanır Nâzım Hikmet'in kitapları. Ondan söz edenler, gözaltına alınırlar, tutuklanırlar. Ne zaman bunlar olmuşsa, bilin ki, Türkiye'de faşizm fırtınaları esmededir. Eşin, dostun merhabayı kestiği sıradır. Ya onun kitaplarını, şiirlerini yayınlayanlar? Nezihe Meriç'in hapse girip çıktığı günleri düşünürüm 1969 yılında.Okumadığımız şiiri yok gibidir. Şiirlerinin yasaklandığı Türkiye'ye adım atamaksızın, şiirlerini hep ana diliyle yazdı. Son şiirlerinden bazıları Rusçadır. Rusçayı da iyi bilirmiş. Fakat, Türkçe şiirlerini okuduğunda yabancı ülkelerde, çılgınca alkışlanırmış Nâzım...Türkiye'de düşünce özgürlüğünün her aşamasında düşünülecek kişi Nâzım Hikmet. Düşündüğü, düşüncelerini şiirlerine döktüğü için zindanlarda çürüdü yıllarca.Zaman zaman "Ankara Notları"nda andım Nâzım Hikmet'i. Ondan dizeler yazdım. Onu hiç görmedim. 1964 yılında gazeteci arkadaşım Örsan Öymen'le Almanya'da Doğu Berlin'e gittiğimizde, bir gazeteye uğramıştık. Gazetenin yetkilisi şöyle demişti:- Geçen yıl (1963'te) buraya Nâzım Hikmet geldi. Karşıya haber gönderdi, Türk gazeteci varsa görüşelim, dedi. Kimse gelmedi...Öleli bir yıl olmuştu...Orhan Veli "Kızılcık"lı şiirini onun için yazmış. Türkiye'de, kendi yurdunda çemberler içine alındığı sıra bir de o yaşında askere çağrılınca kaçmayı planlamış. Yakın geçmişte, solcuların devrimcilerin çektiklerini, canlarından olduklarını görmedik mi? Sabahattin Âli'nin yazısı aydınlığa mı çıktı?Biliyorum, faşist kafalılar neler yazıp söyleyecekler şimdi. Alıklar, kof kafalılar milliyetçilik taslıyacaklar bize. "Vaaaay, bakın Ekmekçi neler yazıyor..." diyecekler. Sanki, Türkiye'de yutacaklar dediklerini...Mustafa Kemal'i uyutmuşlardır faşist kafalı çıkarcılar. Ona, hasta yatağında Nâzım'ı kötü tanıtmanın yollarını arayıp durmuşlardır. Falih Rıfkı Atay'dan okuduğuma göre, çok içerlermiş Mustafa Kemal bu duruma, Nâzım için "Uğraşıyorlar bu çocukla" demiş. Başta Mareşal Fevzi Çakmak uğraşmış. Kırmızı kalemle yazdığı bir kâğıt göndererek, Nâzım'ın cezalandırılmasını buyurmuş yüksek yargıçlara. O zamanki Askerî Yargıtay üyeleri çoğunlukla uymamışlar bu buyruğa. Ankara Notları'nda yazdım daha önce. Osman Zeki Eyüboğlu, emekliliği göze alıp imzalamamış mahkeme kararını.Baskılar altında karar vermek, yargı örgütünü zedeler önce. Adalete saygısızlıktır bu. İnsanların eninde, sonunda varacakları bir organ yargı organı. Orada, güven kalmadı mı, kolu kanadı kırılır insanların. Toplumlar

Page 251: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

karışıklığa itelenir, sürüklenir. Bunun, yani toplumların karışıklığa, anarşiye sürüklenmelerinin başsorumluları görevlerini, görevlerinin gereğini yapmayan adalet mensuplarıdır. Bu, sivilde de askerîde de böyledir. Hele kin duyanlar, kendi kişisel düşünce ve faşizmlerini adaleti alet ederek uygulayanlar, Türk toplumuna en büyük kötülüğü edenlerdir, bunu bilesiniz...Nâzım, büyük haksızlığa uğramıştı. Adaletten umudunu kestikten sonra, Atatürk'e başvurma zorunu duydu. Mustafa Kemal'e bir mektup gönderdi. Nâzım Hikmet'in Mustafa Kemal'e yazdığı mektup ilk kez Yön Dergisi'nin 3 Şubat 1967 günlü 201'inci sayısında yayınlandı Türkiye'de. Yön Dergisi'nin mektubu yayınlarken eklediği nota göre: Bu mektup hastalığı ağırlaşan Atatürk'e sunulamamış, Halûk Şehsuvaroğlu'nun eline geçmiş, "Yücel" arşivinde saklanmak üzere Muhtar Enata'ya verilmiştir. Yön'den başka, mektubun metni, Kemal Sülker'in "Nâzım Hikmet Dosyası" kitabında da yayınlanmıştır.Nâzım'ın ölüm yıldönümünde, Mustafa Kemal'e yazdığı bu mektubu, yeniden yayınlamak ve okurların bilgisine sunmak istedim. Şöyle diyor Nâzım Hikmet:"Cumhurreisi Atatürk'ün yüksek katına,Türk Ordusunu "isyana teşvik" ettiğim iddiasıyla on beş yıl hapis cezası giydim. Şimdi de, Türk donanmasını "isyana teşvik etmekle" töhmetlendiriliyorum.Türk İnkılâbına ve senin adına and içerim ki suçsuzum.Askeri isyana teşvik etmedim.Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamlesini anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var.Askeri isyana teşvik etmedim.Yurdumun ve inkılâpçı senin karşında alnım açıktır.Yüksek askerî makamlar, devlet ve adalet, küçük, bürokrat gizli rejim düşmanlarınca aldatılıyorlar.Askeri isyana teşvik etmedim.Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılâp ve yurt haini değilim ki, bunu bir an olsun düşünebileyim.Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserin ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yükletilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirdim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felâketi ile alâkalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu "inkılâp askerini isyana teşvik" damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır.Başvurabileceğim büyük inkılâpçı baş sensin.Kemalizmden ve senden adalet istiyorum.Türk inkılâbına ve senin başına ant içerim ki suçsuzum.

Nâzım Hikmet Ran"(3 Haziran 1974)

Page 252: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

DENİZ'İN ANLATTIKLARI...

Yıldırım Beyazıt'ta Kazıkiçi bostanlarına yakın tutukevinden çıkan Hülya Zağyapan, Meral Kayır, kardeşi Gönül Kayır daha bir arkadaşları geldiler büroya iki gün önce. Adlarını gazetelerde okuduğumuz, yakınlarından duyduğumuz kişileri görünce, heyecanlanıyoruz. Yıllarca demirkapılar ardında, süngüler altında kalmış, yargılanmış kişile, özgürlüklerine kavuşunca seviniyorsunuz. Birbirimizi hiç görmeden dost olduğumuz, tanıdığımız kişiler bunlar. Daha çoğu çıkmadı, içerdeler. Ama çıkacaklar, onlar da kavuşacaklar özgürlüklerine. Kazıkiçi bostanlarındaki tutukevinden ilk söz ederken, oraya "Kazıkiçi Motel" demiştim "Ankara Notları"nda. Tepkiler gelmişti:- Burası motel değil, zindan...Biliyordum zindan olduğunu ben de. Oradaki tututlu genç kızlardan sözederken, "mıncırık kızlar" dediğimi unutur muyum? Ona da bir karşılık düşünmüşler. Aralarında en iri-yarı olan iki arkadaşlarını, serbest bırakılınca Yeniortam'a gönderip, şöyle de bir kart yollayacaklarmış:- Mıncırıklardan selâmlar...Bir de af çıksaymış, valizini alan soluğu bizde alacakmış.O kadar eziyet, işkence ezememişti hiçbirini. En genç yaşlarında demirkapılar ardında, hücrelerde süngüler, coplar altında eğitmişlerdi kendilerini. Güzel arkadaşlıklar kurmuşlardı ölesiye unutulmayan. Koğuşta ne yapılır? Gazete toplu olarak okunurdu. Bir arkadaş okur, öbürleri dinler, sonra tartışılırdı yazı yahut haber üstüne. Yorumlar yapılırdı. Çay, ıhlamur sokulması yasaktı içeriye. Bir gün bir izin çıkmıştı, çay , ıhlamur kaynatmışlardı. Sonra içeri, çay, ıhlamur alınmayınca bayatlayan çayla ıhlamuru karıştırmışlar, bunun da adını "çalamur" koymuşlar...*Erdal Öz, Deniz Gezmiş'le yaptığı konuşmayı daha genşi yansıtmam için, şu mektubu göndermiş. Olduğu gibi alıyorum:"Deniz bile ölür"—Lorca—Sevgili Ekmekçi, O gün birlikte yemek yerken, nasılsa söz dönüp dolaşıp Deniz Gezmiş'e geldiğinde, sana onunla ilgili bir anımı anlatmıştım. Yazmışsın. Kimseyi üzmemek, kimsenin kafasında yanlış görüntüler uyandırmamak, o üç ölünün anılarına da saygısızlık etmemek için, o gün sana anlattıklarımı, bu kez notlarıma da bakarak yazıyor, yayımlaman dileğiyle gönderiyorum.Öncelikle şunu belirtmeliyim: Senin yazdığın gibi ben Denizgille birarada yatmadım. Yıl 1971'di. Onların koğuşu bizlerden ayrıydı. Mamak Askerî Cezaevi'nde "ön hücreler" denilen koğuştaydılar. Yanılmıyorsam, on sekiz kişiydiler. Bizler koğuştan koğuşa geçebilirdik o zamanlar, cezaevi yönetimi şimdiki kadar korkunç değildi. Yalnızca Denizgil ayrıydı bizlerden. Koğuşun demirkapısının ortasındaki el kadar gözetleme deliğinden bile konuşturulmazdık onlarla. Yok, ben onlarla bir arada yatmadım. Ama bir fırsatını bulup onlarla birlikte olduğum zamanlar oldu. Bu olanağı da Deniz sağlamıştı. O sıralar savunma hazırlıyorlardı.

Page 253: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Önlerinde çok az bir zamanları vardı. Hiç unutmam, savunmaların hazırlanmasını yöneten "Dede"ydi. Hüseyin İnan'dı yani. Ona arkadaşları "Dede" diyordu. Bir de Atila Keskin. İkisi başlarını kaldırmadan harıl harıl çalışıyordu. Öbürleri de onlara yardımcı oluyordu. Biliyorsun, ilk büyük yargılamaydı onlarınki. Biraz da bu yüzden her şey onların başına patladı ya. İlk kurbanları onlar verdi. İpe giden üç can, bir süre ölesiye hapis cezası bir yığın da ağır ceza.O gün -hiç unutmam, nasıl unuturum- tarih 11 Ekim 1971'di. Deniz Gezmiş'in yatağında oturuyorduk. Deniz anlatıyordu: Ne güzel anlatıyordu. Edebiyattan konuşuyorduk. En çok Nâzım Hikmet'i beğeniyordu. Ahmed Arif'e, yeni şiirler yazmadığı için kızıyordu. Ece Ayhan'ı bir şiir ustası sayıyor, ama bu ustalığın hiçbir işe yaramadığını üzülerek bana anlatmaya çalışıyordu. Bekir Yıldız, Leylâ Erbil, Füruzan, Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreyya, İsmet Özel, Ataol Behramoğlu. Bunlar, başından beri hep izlediği kişilerdi."- Neden bu arkadaşlardan hiçbiri burada değil?" diyordu. "Bu kavgayı kim yazacak?" diyordu.Konuşuyordu, konuşuyordu.Biz konuşurken çaylar getiriyordu arkadaşları.Bir ara, yoğun savunma hazırlıklarına ara verdiklerini anımsıyorum. Koridorda, topluca uygun adım volta atmaya başladılar. Bilinen bir marşın sözlerini değiştirerek, yeniden yazaran o günlerin büyüklerine yergiler yağdırıyor, önümüzden rap rap geçiyorlardı. İşte Deniz o ara şunları söylemişti bana:"- Bak Erdal, bu arkadaşların hepsi de idam edilecek belki. Hepsi de idamla yargılanıyor. Yaşları 20-21. Gencecik çocuklar. Görüyorsun, şarkı söylüyorlar. Korkuları yok. İnançları var. İnanmış adam güçlüdür, korkmaz. Bir araştırsan şaşarsın. Hepsi de okudukları okullarının ya birincisi ya da ikincisidir. Hani, bu işe girmeseler, bu düzene karşı çıkmasalardı, inan ki bu düzenin en sivri noktalarına hızla yükselirdi hepsi de. Öylesine pırıl pırıl zekâlar var. Ama bak şarkılar söyleyerek idama karşı savunma hazırlıyorlar. Sen de gördün, sen de okudun savunmaların bir kısmını. İpin ucundayken bile kimse kendini savunmuyor, kimse kendi başını kurtarmaya çalışmıyor. Devrimci tavır budur. Türkiye'nin sorunlarını inceleyen bir kitap yazıyor gibiler. Amaçları yanılmamak, sorunlara gerçekçi açıdan yaklaşmak, gerçekçi, somut çözüm yolları getirmek. Bugünkü kuşak bizlerden oldukça değişik, bambaşka özellikler taşıyor. Çoğunun doğum tarihi ya 1950, ya 1951... Bakıyorsun eyleme girivermiş. Suç bu çocukların mı? Hiç değil. Geçmiş kuşakların sorumluluğunu da bu kuşak yüklenmiş. Bak, bizim kuşak başka türlüydü. Biz edebiyattan falan geldik buraya. Beni al işte. Bin dokuz yüz bilmem kaçta üniversiteye girdim, İstanbul Hukuk Fakültesi'ne. Fakülte kantininde edebiyat tartışırdık. Sonra Yenikapı'ya alıştık. Bohemlik işte. Bu yeni kuşaklar bizler gibi bohemlikten gelmedi. Edebiyatla bile burada, mapusanede tanıştı çoğu. Bu kuşak bizler gibi öyle uzun boylu düşünce tartışmaları falan da yapmadı, yapamadı. Bunları yapmağa fırsat bulamadı. Üniversite özgürlüklerini yaşamanın ne olduğunu bile anlayamadan, gözlerini

Page 254: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

eylemin içinde açtı çocuklar, kendilerini eylemin ortasında buluverdiler. Yani, bu yeni kuşak kültürden de nasibini alamadı pek, anlıyor musun. Örneğin Beethoven'i doya doya dinleyemedi. Eisenstein'in, ne bileyim Pudovkin'in filmlerini bile şöyle rahatça tad alarak seyredemediler. Düşün reis, bir resim sergisini şöyle içlerine sindire sindire gezip seyretme olanağı bulamadılar. Büyük eksiklik bunlar. Çok zararı oldu bunun onlara. Nasıl bilimsel sosyalizm insanlığın bir ürünüyse, bu dediklerim de insanlığın uzun yüzyıllar sonunda yaratıp biriktirdikleridir, ürünleridir. Bizlerden sonra gelen bu kuşak, bu dediklerimin çoğundan yoksun kaldı. Hiç de içaçıcı bir görünüş değil bu. Önemli değil belki ama, yahu bu çocuklar doğru dürüst âşık bile olamadılar. Bak burjuvalar bilmez bu hikâyeyi. İnsanlığın büyük kültür mirasını en iyi anlayan devrimcilerdir, en iyi devrimci anlar bunları, en iyi o değerlendirir. Bilimsel olana inananların üstünlüğüdür bu. İnan ki bir burjuva Beethoven'in, "Yedinci Senfonisi"ni bir devrimci kadar anlayamaz bence, bir devrimci gibi yaklaşamaz ona. Ne bileyim bir Lorca şiirinin, bir Neruda şiirinin tadına bir devrimci gibi varamaz. İspanya içsavaşını yaşayan biri Rodrigo'nun müziğini nasıl bizlerden çok daha iyi anlarsa, bu da öyledir..."Gözlerinden öperim.Erdal Öz"(10 Haziran 1974)

DÜMENLERİ BOZULANLAR...

İşkenceleri izlemiş, seyretmiş bir polis memuru anılarını hazırlıyor bu sıralar. Anılarda benim adım geçiyormuş. Bir görevli işkencecinin telefon konuşması, o kadar...- Efendim, herkes içerde. Bir Mustafa Ekmekçi dışarda, o da yazıp duruyor. Nasıl onu da biraz okşayalım mı?- .......................................- Peki efendim nasıl isterseniz...Kurtarmışım anlayacağınız. Ne dedi telefonun öbür yanındaki işkenceci ki, beriki "Peki efendim, nasıl isterseniz" karşılığını verdi. Belki, şöyle demişti:- Yahu, zaten çok doldurduk içeriye. Dışarıda da bir iki kişi kalsın zararı yok...Belki, öyle değildir de, şöyledir işkencecinin dedikleri:- İçeriyi bırak. Siz bir trafik kazası filân düzenleyin en iyisi. Neyse, işkenceciyle konuşmak gerek ne düşündüğünü öğrenmek için. Yahut, telefonun berisindekiyle. İkisiyle de konuşmak istemem doğrusu.Sabahın erken saatinde, Çankaya'dan otobüsle Ulus'a geliyorum. Ben kapıdan çıktığımda Eylem de, Özlem de uyuyorlardı.İşkencecinin ne demiş olabileceğini düşünürken, kulağıma otobüsteklerin konuşmaları geliyor...- Git bir milletvekiline söyle, yapar senin işini...- Yok gitmem. Milletvekiline neden boyun bükeyim...- Boyun bükmek mi bu yav, o sana muhtaç. O sana boyun büksün.- I-ıh... gitmem ben.

Page 255: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ne acaba derdi?Kavaklıdere'yi inerken Bayar'ın uzun, upuzun arsasını seyrediyorum. Atatürk'ün son başbakanı, bu kadarcık bir dünyalık edinmiş demek.- Ohoooo, o daha Ankara'daki. İstanbullulardaki, Bursalardaki ne oluyor...Bir arkadaşım böyle demişti, bir başka gün. Aman, bana ne, zenginin malıyla ne uğraşacağım. Ona dert olsun...Demirel gerçekten güllerin arasına iliştirdiği söylenen kartına "Neferinizim" diye yazmış mıydı? Gazeteciler, Süleyman Bey'den güller geldiğini duyunca oraya koşmuş olmalıydılar. Bayar'ın sürekli yanında duran, gülleri alıp getireni savan okumuş olmalıydı kartta ne yazdığını. Fakat adam, kartı okuduktan sonra neden ceketinin küçük cebine sokuverdi kartı. Gazeteci neden "kartı bir görebilir miyim?" demedi. Belki kolay değildir, herşey sorulmaz ki."Neferinizim" sözcüğünü ne Celâl Bayar, ne Süleyman Bey yalanladı. Ne diyecekler yalanlayıp da? Süleyman Bey:- Ben öyle şey demedim... Dese, bir türlü. Bayar:- Ben öyle bir kart almadım... Dese, başka türlü.İkisi de, bir yalanı yaladı yuttu zorunlu olarak anlayacağınız.Ancak, kamuoyu uzun süre uyutulamamalı, yanlışlar neden sonra da olsa ortaya çıkarılıp yazılabilmeli bence. Belki, gazeteci dostlar bundan böyle karşılaştıklarında sorarlar:- Efendim, böyle böyle... Siz Bayar'a "neferinizim" filân dememişsiniz.Bakalım, ne karşılık verecek. Bayar da öyle. İki kişi biliyor işin doğrusunu. Pardon, bir de kartı cebine atan kişi. Onun da adının, soyadının baş harflerini yazayım. Böylece işi sağlama aldığımı, kafadan atmadığımı anlar: Adı: S. T. iyi mi?Bu kadar kısa sürede neler geçiyor kafamdan. Sabahın erken saati Meclis'in önündeki durakta kimse inmedi. Giriş yolunda nöbetçiler, yolun ortasında zincir...Mustafa Üstündağ'la ilgili önerge de ele alınıyor Meclis'te. Mustafa Üstündağ ne kadar seviliyormuş, böyle anlarda belli oluyor işte. Belki de gensoru önergesini böylesine ortaya getirenlerin hesapları bozulacak bir bakıma. Arasıra böyle sınavlarla çoğunun telgrafları duruyor masamın üstünde. Devrimci öğretmenler olarak yurt sorunlarını bir kenara atıp, çıkarları uğruna hükümeti özellikle sayın Millî Eğitim Bakanımızı yıpratmaya çalışan çıkarca zihniyetin karşısında olduğumuzu iletiriz..." diyorlar.14 Ekim'de dümenlerinin bozulacağını sezenler istiyorlar hükümetin gitmesini. Daha halk pek bir şeyin farkına varmamışken, daha gözü açılmamışken, eski dümenlere dönebilir miyiz acaba diyenler.Bazı AP'lilere göre, hükümeti ayakta tutan Süleyman Bey'in ta kendisidir. Süleyman Bey bir çekilse aradan sağ birleşiverecek. Hükümet de güüüüümmmmm... seyredin siz o zaman.Bunu taa, gözlerinin içine bakınca anlıyorsunuz. Kayınbabasından kalanlar gerçekte yeter de artar ama, o kadar da değil devletin, tüyü bitmedik yetimin sırtına yapışmış besletmiş kendini. Halkın gözü açıldıkça, bunlar gidiyor elden heeeyyyy...Biri sordu, herşeyi bile bile:

Page 256: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Ne yapıyorsun?- Gazetecilik yapıyorum...- Sadece o kadar mı?Bunda, "Ben senin ne yaptığını bilmiyor muyum?" diyen bir şey vardı.Dümenlerin bozulduğunun çoktan farkındaydılar. Bunca kızılca kıyamet de ondandı zaten...

(13 Haziran 1974)

HELE HELE...

İstanbul'dan iki genç, Karaoğlan'ın Başbakanlığında başlarına geleni anlatıyorlar. Şöyle:"Size bu mektubu böyle bir devirde yazmak, olayın en ağırımıza giden tarafı. Ama öğrenmek istiyoruz. Bu yurdun polisi, emekçilerin sığınacak adaletten başka dalı olmayan öğrencilerin aleyhine işlemeye devam mı ediyor?Bizler Anadolu'dan binbir güçlükle gelmiş, düzenin kurbanı olarak üniversitelere girememiş, bu uğraş içinde yoğrulan öğrencileriz.Sabaha kadar ders çalışıyoruz. Gündüzleri de ekmek parası peşindeyiz. 12 Haziran'da gece saat 02.00 sıralarında Üsküdar'a ekmek almaya inerken, Selimiye Karakolu'na bağlı iki bekçi şeklimize, bıyığımıza bakarak sokağın ortasında bizleri tokatlayıp, karakola götürdü. Selimiye Polis Karakolu'nda bir saat sorguya çekildik. Bize yönetilen sorular aynen şöyle:- Nereye gidiyorsunuz?Ekmek almaya gittiğimizi söylüyoruz, yeniden soruyorlar:- Ekmek almaya niye gidiyorsunuz? Neden tek kişi değil de iki-üç kişisiniz?Böyle sorular yöneltildi. Biz bunları karşılıksız bıraktık. Çünkü ekmek almaya niçin gidilir sorusunu ancak bir sarhoş sorar. Polisinden bekçisine kadar sarhoştu karakoldakiler. Hem de görev başında. Bekçinin biri, bize şöyle dedi:- Siz komünist değilseniz ben anamı... Siz neden bir Müslüman sakalı değil de, bıyık bırakıyorsunuz? Eğer, elimde bir patlayıcı madde olsa, burayı hep birlikte uçururum.Biz susuyoruz. Çünkü hepsi sarhoş. Biliyoruz, söyleyeceğimiz her söz sert tepkiyle karşılanacak. 14 Ekim'e kadar bu işlemi normal karşılıyorduk. Ama, şimdi... Hâlâ mı sorumsuzluk? Hâlâ mı emekçilerin aleyhine işliyor, ulusun güçleri? Bu hareketler bizim benliğimizde zayıflara, emekçilere yapıldığı için sizin sormanızı istiyoruz ilgililerden. Selimiye Karakolu devlet içinde, kendine mi iş yapıyor? Bu memurlar bu tip davranışlar için kimden emir alıyorlar? Selimiye Karakolu'nda içki serbest mi?"Adlarını yazmış okurlarım, adreslerini yazmışlar. Bende saklı kalacak ama onların adları ve kimlikleri. İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk ne yapacak, nasıl düzeltecek yasalara aykırı tutumda olanları. İzleyeceğim. İçişleri Bakanı MSP'lidir. Fakat bir CHP-MSP ortaklığının bakanıdır. Yasalara aykırı işlemler önlenmez, göz yumulmaya devam edilirse, yalnız kendini değil, tüm hükümeti yaralar. Bu Türkiye'de güvenliğe karşı saygıyı yaralar.

Page 257: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

*AP'nin, DP'nin, CGP'nin ve MHP'nin istedikleri nedir sanıyorsunuz? İşbaşına gelebilecek güçleri olsa, gelir otururlardı. İstedikleri şimdilik, hükümet üstüne kuşkular uyandırmaktır. Gördünüz şekere, gazyağına zam yaptı işte, biz olsak yapmazdık. Kimsenin yalayıp yuttuğu yok bu sözleri.Geçenlerde Maliye Bakanı Deniz Baykal, Atatürk Orman Çiftliği'nde yemek yerken yanına bir vatandaş yaklaştı. Şöyle dedi:- Vallahi Ecevit hemen istifa etsin, ayrılsın. Fakat giderken, yapılan zamları kaldırsın, eski haline hükümete geldiği zamanki durumuna getirsin ve şöyle desin: "Alın, buyurun biraz da siz götürün..."Ne güzel olur ama, uydurum basında başlar yaygaralar:- Aaaa, olur mu zamları kaldırıp gidiyor. Biz sonra nasıl sömüreceğiz?İktidara gelir gelmez, zamları yapma zorunda olması, doğrusu Karaoğlan'ın gradosunu hayli düşürür gibi olmuştu. Süleyman Bey, bu noktadan yukarı çıkmaması için iktidarın, elinden geleni yaptı doğrusu. Bu da hakkı. Ecevit çırpınıyor, yükselen grafiği daha da yükseltip, giderse yine aranan bir umut olarak gitmek için. Bu nedenle bu yazı atlatmaya çabalıyor. Fakat hayır, paçasına yapışılacak ve ne edilip edilip yaz atlattırılmamaya çalışılacaktır. Kafalarda kuşku bırakılacaktır azından.- Efendim bu hükümet beceriksiz. Baksana iş yapılmıyor. Bunun için verildi gensoru önergesi aslında. Kuşkuları kafalarda yaşatmak için. Kavgalar bunun için koparıldı, yalan mı? Gensoru önergesinin arkasında güvenoyu yatar. Gensoruyu veren, güvenoyu alamazsa hükümet, "çekilin ben gelip oturacağım" diyebilmelidir. Bunu demiyor. Ya da diyecek gücü olmadığını biliyor.Bülent Bey de kilo veriyor habire.Fakat halk Bülent Bey'in neden kilo verdiğini, zayıfladığını iyi biliyor bence. Farkında bu işin. Kendi dışındaki güçlerce engellenmekte her gün. İş yaptıramamakta valilerine, müsteşarlarına. İhanet içinde, Süleyman Bey'in gözlerine bakmakta bazıları çünkü. Sanki ülke, Yahya Amca'nın çiftliği de, ölesiye sömürecekler birlikte. Türkiye'de bürokrat takımı, bu denli ayağa düşmemişti hiç bir döneminde. Şuradan edebimizle emekli olup gidelim de, gençlere yurtlarını daha çok sevenlere bırakalım ortalığı diyorlar mı hiç? Sıkıyönetim mahkemelerinde görülen hiçbir sabotaj dâvası, böyle değildi.Salı günü yeniden görüşülecek gensoru önergesi, CHP'nin -adım gibi biliyorum- kalmadı ortağına güveni zerre kadar. Fakat, gitse de en rahat biçimde gitmek istiyor. Anlatmak istiyor vatandaşa:- Ben iktidara geldim sayılmaz. Beni şu kadar milletvekiliyle getirdiniz buraya. Şunları, şunları yapmak istedim. Fakat kösteklendim her yerden. Kimi içerden hançerlemek istedi. Bürokratlar, iş yapması gerekenler düşmüş iktidarların oyunlarını sürdürmek istediler. Yasalar ya uygulanmadı, savsaklandı ya da bizim sırtımızdan kanunsuzluklar yapıldı. İşte Burdur Valisi'nin yaptıkları. İşte Selimiye Karakolu...Gençlik için, gençlere yaklaşım için projeleri vardır. Cezaevlerinde haksız yere yatan siyasal hükümlüler için... Hiç değilse onlara daha katlanılır bir yaşama ortamına getirmek istemektedir.

Page 258: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ecevit Hükümeti bir iş yapmıyor diyenler, Ecevit'in neden yedi kilo zayıfladığını nasıl açıklarlar acaba? Neden Süleyman Bey hiç zayıflamıyor da habire semiriyor?Bence halk çoğunluğu biliyor, anlıyor bütün bu yazdıklarımı. Onun için bir yere "Ecevit geliyor" dediklerinde orası miting alanı haline dönüyor. Gensoru önergesini veren "sağ cephe" halk gözünde halkın önünde bu tutumunu açıklayamaz duruma düşmüştü. Gensoru önergesi vermek sanki vatan ihanetiymiş gibi, savunuya geçmişti kendini. "Biz gensoruyu hükümeti düşürme amacıyle vermedik..." filân diye. Seyrediyoruz bakalım hele, hele...

(16 Haziran 1974)

BİRAZ DÜŞÜNÜR MÜSÜNÜZ?

- Babam bi daha Meclis'e gitmesin,demiş Eylem, kavga oluyormuş da...Şimdi çocuklar, nasıl da yakın izliyorlar herşeyi. Sorularından kurtulmak için ben tutuyorum soru yağmuruna:- Bu ne?- Balaban...- Balaban'ın nesi ama?- Balaban'ın öküzleri...- Ne olmuş öküzlere?- Öküzlerin kemikleri çıkmış...Balaban'ın tablosunun yanında Emel Mesci'nin cezaevinde yapıp yolladığı yağlıboya resim. Kökleri cam gibi parlayan bir ağaç.- Bu ne?- Ağacın kökleri...Sonra ip atladı birazcık.Akşamüstü çıktım evden. "Ankara Notları"nı erken yazıp yetiştirmem gerekiyor gazeteye.Caddeler adam dolu, kızlar, erkekler gençler. Sarmaşdolaş parklarda. Kızların kiminin etekleri kısa mı kısa, kiminin uzun mu uzun. Moda ne, uzun mu, kısa mı?Gençlik Parkı'nın içinden mi geçsem? Seyretsem insanları, fışkıran suları havuzda. Ankara'nın denizi gibi Gençlik Parkı havuzu. Bu özlemi gideriyor olmalıdır. Gençlik Parkı içinde yürüdüğüm sürece üzüntülerimi, tasalarımı unutur muyum? Bir an için olsun...Anayasa Mahkemesi ne yapacak? Beşinci maddeyi iptal ederse, aftan yararlanamamış bunca kişi çıkar mı? Ancak, bunun için esastan iptal etmesi gerekiyor galiba. Usul yanlışlığından iptal edilirse, yeni bir yasa taslağı hazırlanacak.Ya 20'nci maddenin başına gelenler? Şu disiplin cezaları ile ilgiliydi biliyorsunuz. Mecliste af gecesi, Senato ve Karma Komisyon maddeleri reddedildi. Sıra Meclisin metninin oylanmasına gelmişti. Senatoda o madde salt çoğunlukla geçtiğinden, Mecliste de salt çoğunluk yani en az

Page 259: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

226 oy zorunluydu. Ortaklarının ihanetine uğramış CHP'liler düş kırıklığıyla bir yerde bozguna gitmişlerdi. 224 oyda kaldı mı size? Altmış bin öğretmenin, birçok subayın ve memurun disiplin cezaları af dışında kalmış oldu böylece. Bunlardan 227'si çeşitli nedenlerle mesleklerinden çıkarılmış öğretmenlerdi. Kimi var ki, öğretmenliği sırasında nişanlanmış, nişanlısı evliymiş ama bir türlü karısından boşanamıyormuş. "Vayyy, bu öğretmenliğe yakışmaz" deyip, uzaklaştırmışlar öğretmenlikten. Mahkemelerde sanki boşanma işlemleri kolay yürütülüyormuş gibi, iki yana da eziyet üstüne eziyet.Süleyman Bey döneminin kıyımına uğramış, on binlerce öğretmen hâlâ disiplin cezaları altındadırlar. Silinememiştir cezaları. Yüzlerce subay, assubay, harpokulu öğrencisi de öyle. Meclisin önerdiği metin de geçemediği için, disiplin cezası almış olanların orduya dönmeleri de engellenmemiş durumda. Güya, bundan komutanlar da tedirginmişler...*İşkence anılarını hazırladığını yazdığım polis memurundan mektup geldi. Bir değişik açıklama. Yorumsuz yayınlıyorum:"Özlem ve Eylemlerin babaları,12 Mart'ın hışmına, balyozun gazabına bilmem neden uğramayan gazeteci, benim için işkenceleri seyretmiş, izlemiş diyorsunuz.. Noksan, hayır. Çünkü ben de bir işkenceci idim.Adî suçlular, hâkimin karşısında çoğu kez; "bilmiyordum, yapmadım, yapmamalı idim, sarhoştum, affet beni elini ayağını öpeyim" derler..Hırsızlar, namussuzlar, üçkâğıtçılar, dolandırıcılar, katiller, vergi kaçakçıları, vatan hainleri ve onların koruyucuları...Kader kurbanı mı, değil mi henüz bilemediğimiz biz işkencecilerin mahkemeye çıkarılması, halka: "Bunlar Anayasa'nın 14'üncü maddesini ihlâl edenler" diye ilân edilmesi en büyük isteğimdi.Ancak, günümüzün Başbakanı Sayın Ecevit bunlara ve bu konulara sünger çekti.. 20 MSP'li de kendisine rest çekti. Benim için susmanın gereği yok artık. Ben yalnız işkenceleri izlemedim... Ben işkenceleri yalnız seyrettim... Gerçek şu: Ben etmedim değil, neler etmedim neler?...Babası yaşındaki işkenceci (gardiyan) tarafından saçları kökünden kesilen öğrenci kız.. (Size bacım demek geliyor içimden ama diyemiyorum. Çünkü bilmiyorum kabul edeceğinizi..)Yediği dayaklar aile toplantılarında konu edilen Doğu Perinçek, işkencede can veren Hıdır Altınay, Vedat Gevrek ve öğretmeni, işçisi, sendikacısı, subayı, gazetecisi, memuru, Ankara Emniyet Sarayı'nda işkenceye (ameliyata) tabi tutulanlar...Herşeyi fazlasıyle söylediği halde ölüm raddesine kadar işkenceye tabi tutulan komiser muavini (Alevî diye)...Ben... robotluktan çıkıp, gazete ve kitap okumam nedeniyle insanlığın "n" harfine sarılma anındayım.Beni bağışlar mısınız? 15.6.1974Not: Bir parça esrar, bir trafik kazası, bilmem daha neler... Engel olamazlar bana, insanlıktan payımı alabilmem için vereceğim uğraşta. Saygılarımla..."*

Page 260: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Geçenlerde Hürriyet'e Cüneyt Arcayürek'in "Vehbi Koç ile Eczacıbaşı'yı kaçıracaklardı..." başlıklı bir haberi vardı. Bununla ilgili olarak tutukevinde bulunan Erol Tozlutepe ile Mehmet Kiracı'dan birer mektup geldi. Zarfın üzerinde başgardiyanın "görülmüştür" yazısı. Olay için "birtakım ince hesaplar neticesi belirli, günlerce tezgâhlanmış senaryolar" diyorlar. Konyalı Mehmet Kiracı, işkence yapıldığını mı anlatmaya çalışıyor mektubunda. Kısaca şöyle demiş:"Basit zabıta vakalarının tertibinden en iyi şekilde yararlanabilmek, baskı, zulüm ve işkenceleri yoğunlaştırmak. Dolayısıyle uzaktan da olsa Ecevit başkanlığındaki hükümeti yığınların gözünde küçük düşürme hesabı. Bunu bilmeyen, anlamayan da kalmadı.Birkaç günlük polis operasyonundan geçirildikten sonra, Üsküdar Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne çıkarıldım. Toptaşı Tutukevi'ne kapatıldım. Burada tüm sağlık ve yaşama koşullarından yoksun olduğum için hiçbir güvencem de yoktur.Durumu önce Sayın Bülent Ecevit ve ilgililere mektupla bildirdim. Ne bileyim belki de haber bile alamadılar. Diyeceğim şu ki, ilgili mercilere siz de duyurun, hukuk adına yapılanların hesabı sorulsun. Ayrıca namuslu bir gazetecinin burada bizimle görüştükten sonra gerçeği kamuoyuna aktarması iyi olur.Ben Ermenek'ten çardağı ve kıraç tarlayı bırakıp 1968 yılında İstanbul'a geldim. Hukuka yazıldım, yakamı bırakmıyorlar ki bitirip gideyim. Tutukevi koğuşundan saygı ve selâmlar... 11 Haziran 1974."(17 Haziran 1974)

EYLEM BAĞIRDI : "BABA, KAPIYI AÇ!."

Dün sabah erken kalktım. Bir yandan çayımı yudumluyor, bir yandan Çetin Altan'ın "Suçlanan Yazılar" kitabını okuyorum. Kitabın son sayfalarını. Bu bölüm, bilirsiniz Çetin Altan'ın dokunulmazlığının kaldırıldığı sıra gece sabaha karşı Parlamento'da yaptığı konuşmalardır. Aklımda o günler:"- Bu söz suçmuş ve bunun için 7,5 sene hapis yatacakmışım. Niye? Yalan mı? Yalan mı? (Gürültüler) Köylü efendimiz olsun ister misiniz, istemez misiniz? Eğer namuslu insanlarsanız bunu köylüye söyleyin. Senin efendi olmanı biz istemiyoruz deyin. Bunun için beni burada yargılar havasında, köylü ile işçinin Türkiye'de vazgeçtik efendi olmasından sizlerle temsil ettiğiniz burjuva sınıfı ile aynı dengede olmasını istiyor musunuz ve bunu da köylü ile işçilere benim gibi açık söylüyor musunuz? Yoksa buna kızıyor musunuz? Mesele burada. ("Bu komünizmdir" sesleri, gürültüler) Bu komünizmde değil o ikinci laf o. Komünizm kelimesinin arkasına saklanan insanları sömürmeye de faşizm derler yeryüzünde. Komünizm kelimesinin arkasına saklanarak. (Gürültüler)..."Şöyle bitiyor, konuşması Çetin Altın'ın:"- Efendim, zamanınızı çok aldım. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. Yalnız hayatta ne yaparsanız yapın, samimiyetine inanın

Page 261: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

sosyalistlerin. Kahırlı iştir, kahırlı iştir. Eğer biz bu kahrı çekmemiş olsaydık sizlerle beraber çoğunlukta bulunabilirdik. Neyimiz eksik. Kahırlı iştir. Samimiyetlerine inanın, çünkü bu kadar eziyetli bir şeyde yalan söyleyerek kalmanın anlamı yoktur, eğer bir çıkarı olsa insanın. Hepinizi hürmetle selâmlarım, iyi akşamlar, benim için de bu saatlere kadar kaldınız büyük faaliyet gösterdiniz ona da ayrıca teşekkür ederim efendim, hoşça kalın (CHP ile TİP sıralarından alkışlar)".Altı buçuk yıl önce Parlamento'da Çetin Altan'ın yaptığı konuşma...Önümüzdeki günlerde Parlamento'da yine tartışmalı toplantılara tanık olacağız. Hükümet programının okunmasından sonra, güven oylaması ve arkasından af tasarısı...Partiler ne yapacaklar acaba? CHP ile MSP, 141'de anlaşmaya vardılar. MSP, baştan direnmişti. 163'üncü madde ile 141'inci maddenin dayandıkları anlamın aynı oluşu meseleyi kolaylaştırmıştı. Birinde şeriat düzeni getirme amacıyle örgüt kurma, öbüründe "sosyal bir sınıfı ortadan kaldırma vs..." olunca, ikisi birbiriyle çakıştı. Bir de Ecevit'in görüşmelerin son gününde "Ya bugün biter, ya biter..." demesi, 141 konusunu çözüme bağladı.MSP'liler, bu kez 146/3'ü af kapsamına hiç mi sokmak istemediler? Konu iki ekip arasında pazartesi günü görüşülecekti olmadı, salı günü de olmadı. MSP'li üyelerden biri bakan da olmuştu. MSP onun yerine bir başka üye gönderdi komisyona. Şimdi, böylesine ortada 146/3'ler...Bir yandan çayımı yudumlarken, kitapları kapayıp düşünmeye başladım. Eylem'le Özlem uyanmışlar, mutfaktan sesleri geliyor. Eylem, şarkısız yemez yemeğini. Gece de masal anlatılacak ki uyusun..."Peynir yalnız kaldı...haaaydiii, peri kızı..."Eylem'in sesi:- Anne, peynir yalnız kalmasın, n'oolur...- Olur. Haydi, şu lokmanı da bitir...Ben odada tedbirimi almışım. Kapının dış kolunu çıkardım. Dışardan açılması olanağı yok. Rahatça "Ankara Notları"nı düşünebilirim. Kapı vuruldu Eylem:- Baba, kapıyı aç...Hay Allah, açsam mı açmasam mı?Bu ülkenin üniversiteleri yok mu? Koca koca profesörleri ne düşünürler? Yurtta barışı sağlamak için adî suçların mı, siyasî suçların mı affı gerekli? Neden görüşlerini açıklamıyorlar? Hiç kimsede ses yok. Eylem, kapıyı hızla vurmaya başladı:- Baba, kapıyı aç...Açtım kapıyı. Koştu, yatağın üzerindeki balonu aldı:- Balonum kalmış...Balonunu aldı, koşa koşa gitti. Kapıyı kapadığıma nasıl da üzüldüm. Engel olacak, çalıştırmayacak sandığıma...(18 Haziran 1974)

Page 262: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

TONGUÇ BABA...

Amacım, öleli ondört yıl olan İsmail Hakkı Tonguç'a ağıt yakmak değil. Anma toplantılarıyla, ağıtlarla da yaşatılamaz kişiler, gerçekten yaşamıyorlarsa aramızda değillerse. Tonguç unutulmamıştır biliyorum, öğrencilerinde arkadaşlarında, eserlerinde yaşamakta. Tonguç adı, gelip geçmiş en büyük eğitimci olarak yaşayacak da. Eğitimci dedim, öyle sunuluyor, öyle yaşatılmak isteniyor çünkü. Tonguç gerçekte, eğitimi bir araç olarak kullanarak büyük kitleyi bilinçlendirmek istemişti. Köylü bilinçlenerek, örgütlenerek haklarını arayacak, koruyacak kalkınacaktı. Köy enstitülerini birer öğretmen yuvası sayanlar bundan dolayı yanılırlar. Romancı, sanatçı yetiştiren öğretmen okulu mu olur, yetişenleri nasıl sapasağlam kalmışlardır bakmadınız mı?Köylünün yoksulluktan kurtulmasına katlanamadı egemen çevreler, o zaman da. Köy enstitüsünde bir sabah binlerce gencin jimnastik yapıp bir ağızdan marşlar söylediklerini seyreden o dönemin bir sorumlusu, birden bütün Türkiye'de köylülerin böyle biraraya gelip, marşlar söyleyebileceklerini düşünmüş ödü patlamış.- Sonra bizim halimiz ne olur?... gibisine.Köy enstitülerindeki özgürlük havası, 1960 devriminden ve Anayasasından gelen güçle, gençliğe yansır gibi oldu. Öğrenciler toplantılar, forumlar düzenliyorlar, yöneticilerini, yurt yöneticilerini eleştiriyorlardı. Korktu bundan egemen çevreler. Oracıkta boğmak için kışkırttılar üstlerine güçlerini. Varılan yeri hepimiz biliyoruz. Ben görmedim okudum, dinledim. Köy enstitülerinde eğitimin başlıca özelliklerinden biriymiş, eleştiri. Öğrenci, öğretmen ayırımı yok. Nitekim adı da öğretmen de değil. "Eğitim başı"vb... Bu en demokratik yol, işlere gelmezdi elbet. Çünkü bunlar, yüzbinler, milyonlar oldu mu seyredin gümbürtüyü o zaman.Arkadaşlarım arasında bazı sosyalist ülkelere gidip dönenler, nisbet yaparlar:- Orada da dilenci gördüm. Hem resmini de çektim...- Kaç tane?Hafif bozulur o vakit:- Bir tane, ama olsun. Oralarda da var ya. Demek ki ne yapsan, yoksullutan kurtaramıyorsun insanları..Gülerim içimden. Ulus'a sapıp da Rüzgârlı'ya dönerken yolboyu sıralanmış dilencilerin önünden geçerim. Süleyman Bey'i, daha önceki yöneticileri, şundan, bundan dolayı yüce divanlara göndermek isterler. Kardeşlerine yardım etti devlet olanakları ile filân diye. Asıl, başka nedenlerden yollanmalılar yüce divanlara, yargılanmalılar. Her dilenci, sömürülen bir iliğin simgesidir. Kentteki dilenci de köyde karun sayılır ne dersiniz?Türkiye'de işçiyi, köylüyü bilinçlendirmek isteyenler, ondan yana ömür tüketenler hep horlanageldiler egemen güçlerce. Bakınız cezaevlerine, Behice Boran niye hapistedir? Sadun Aren, TİP yöneticileri niye kapatılmışlardır zindana? Daha ne insanlar izleyeceklerdir aynı yolları...

Page 263: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Tonguç'u en iyi onların anlamalarını bilmelerini isterdim. TÖB-Der Tonguç'un kitaplarını gençlerin anlaybilecekleri dile çevirip daha arılaştırarak yayınlamaya başlamıştı. Bunu sürdürmesini dilerim.Geçenlerde Meclis kürsüsünden eski bir Millî Eğitim ve Tarım Bakanı olan İlhami Ertem yalan yanlış konuşuyordu. "Kapatılan komünist TÖS" gibi lâflar ediyordu. Bir kez, TÖS, hiç bir zaman mahkeme kararıyle kapatılmadı. TÖS, yasal bir örgüt iken, yapılan bir Anayasa değişikliğiyle memurların sendika kurmaları yasaklandı. Bundaki amaç da ortadaydı. Nihat Bey ve Ferit Bey, kendilerinden yana olmamış bu kuruluşların kapatılmasını, ortadan silinmesini istiyorlardı. Yasalarla kapatıldılar. TÖS de bunlardan biriydi. TÖS'ün genel merkezinde, çok şubelerinde Tonguç Baba'nın büyütülmüş fotoğraflarını görürdünüz. "Komünist TÖS" demek de yanlıştı. Çünkü, daha TÖS yöneticilerinin sıkıyönetimden geçmiş davaları Askerî Yargıtay'da görülmekteydi. Bir yanda yalan yanlış konuşmak, bir yanda yüksek mahkemelere aklı sıra etkiler yapma girişiminde olmak...Tonguç, ileri hareketlerin adamı olarak yaşayacaktır. Ama bu hiç bir zaman serüvene, aceleciliğe dönüşmedi onda. Sabırla, sindire sindire birşeyler yapılabileceğini umdu. Zamanın Cumhurbaşkanı İnönü'nün, "Bakın, bu harp yıllarında ne yapabilirseniz yaparsınız. Sonra size bunları yaptırmazlar. Süratle köy enstitülerinin sayısını iki misline çıkarın..." önerisini bile olanaksız buldu. Tonguç'un yaşamında en çok pişmanlık duyduğu buymuş. Neden İsmet Paşa'nın önerisini dinlemedim diye. Kırka çıksa ne olacaktı, sonuç değişecek miydi acaba? Belki, egemen çevreler, güçlüye karşı çıkamayacaklar mı o kadar? Ama, arkasından 1950 geliyordu...Gençlik hareketlerinin başlarında düşünürdüm Tonguç'u. O olsaydı acaba ne derdi diye. "Benim yetiştirmek istediğim gençlik" mi derdi? O gençliğin sonra, egemen güçler elinde nasıl işkenceler altında ezildiğini iyi ki görmedi. 27 Mayıs Devrimi'nden hemen sonra, gençlerin Harbiyelilerin yürüyüşünü mü seyretmiş, belki 27 Mayıs öncesi yürüyüşüdür, -dört saat gençler önümden geçtiler- diye kıvançla anlatırmış. Köy enstitülerinin benzerini kentlerde de kurma, onun tasarısıydı. Bunun gereğine inanmış olmalı. Aradan yıllar geçti, şimdi daha esaslarını bilmediğim köy-kent projeleri çıkıyor ortaya. Aynı zorunluluk sürüp gidiyor ülkede çünkü.Bazı, kendi kendime konuşurum:- Tonguç sağ olsaydı, içerde mi dışarda mı olurdu?- Belki dışarda oludu. Fakat o kadar insanı içeri tıkanlar, Tonguç'u tıktıklarını biliyorlar...*Mamak Askerî Tutukevi'nde yatan Atilâ Sarp'tan çok sıcak bir mektup aldım. 1964-65'lerde nasıl tanıştığımızı anlatıyor. Şöyle diyor mektubunda Atilâ Sarp:"1964-65 yıllarında partinin basın bültenlerini sizi görmedikçe vermek içimden gelmezdi. (X)de çalışan bir gazetecinin parti bülteninin basında yer almasına katkısını onyedi yaşımda düşünemezdim doğal olarak. Ama gülümseyen, sevecen davranışınız, ağabeyce tavrınızı gazetenin kapısına gelince görmek isterdim. Aradan yıllar geçti. Sıkıyönetim koşullarında

Page 264: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

köşeniz aydınlıkça ortaya çıktı. Güçlüklerle temiz bir uğraş verdiniz.. Çabanız af üzerine haklı olarak yoğunlaşmıştı. Buna gelen haksız ve densiz tepkilere bakmadan olumlu çabanızı sürdürdünüz. Sağlıklı davranmanın doğurduğu çok yönlü tepkiyi ben de tadanlardanım...... Eksiği, yanlışıyla birşeyler yapmaya çalıştık ağabey. Bu nedenle koşullar bizi seyirci olmaya zorluyor. Durum da bu. Barış ve özgürlük bizim en içten sloganlarımızdır ve kitleler bundaki içtenliğimizi bildikçe tek tek tüm insanlar bu konudaki ikirciksizliğimizi bildikçe kazanacağızdır..Salt size duyurmak için içimden gelen şu satırları yazdım. Sağlıcakla kalasınız.."(23 Haziran 1974)

TATAVA BURJUVA!

Ben Eda'nın annesi... diye tanıttı kendini genç bayan. Hiç bilmez olur muyum? Babası, Selimiye'de, cezaevindeydi Eda'nın o zamanlar.- Eda'nın babası çıktı mı? Nerede? Eda nerede?- Şimdi geliyor o da. Eda'yı babaannesinde bıraktık. Çok küçük, belki yola dayanamaz, dedik.Sonra Eda'nın babasıyla da tanıştım.- Ben içerdeyken mektup yazmış karım size...- Tabiî hatırlıyorum. Geçmiş olsun, sizler de çıktınız demek.Kuşkuyla ürkerek sordum babaya:- Mektupta ad açıklamamıştım, bildiler mi?- Evet. Kızı Eda olan kim var diye arayıp bulmuşlar. Fakat önemi yok farketmez.Selimiye'den Ören'e gelmişlerdi. İki arkadaş, eşleri... Dörtbin beşyüz lira aylıkla bir yer tuttular. Genç yaşta emekliye de ayırmışlardı. Ben hesabını yapıyordum: Ne zorluklarla tatile çıkmışlardı kimbilir...Kumda, güneş altında konuştuk, birkaç kez. Belki yine görürüm onları.Geceleri sayıklıyormuş başlarda. Bağırarak, acılardan kıvranarak. Eşi uyandırıyormuş hemen:- Birşey yok, evindesin...Dalıyorum yine.Kumdan kümeler yapıyordu, yattığı yerde...- Anayasa Mahkemesi kararı güzel oldu değil mi?- Çooook...Anayasa Mahkemesi'nin güzel kararı üzerine, içerden çıkanların çoğu soluğu doğanın güzelliklerinde almışlardı.Karardan sonra, Prof.Sadun Aren'in eşiyle konuşuyorduk:- Biz Ören'e gidiyoruz, siz de oraya gelin...- Ören daha serin olur. Sadun sıcağı sever. Herhalde biz Bodrum'a gideriz...Arenler Bodrum'a gitmişlerdi gerçekten. Bodrum'da Kıbrıs Çıkartması günü, kaymakam tüm turistleri -aldığı bir yanlış haber sonucu olacak- dağa çıkarmasaydı, tatil belki daha da güzel geçecekti.*

Page 265: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

1970'den beri ikinci kez izin yapıyordum. Birincisi 75 gün süren bir zorunlu izindi. Erim Hükümetiydi işbaşında o zaman. Çalıştığım yere baskılar yapılmış uzaklaştırılmam istenmişti. İşyeri, başlarda hiç değilse unutturmak için -bence iyi niyetle- "Git evinde otur, yazı yazma" demişti. İzin sonunda da ayrılmıştım oradan artık. Yeniortam çıkalıberi ilk kez iznim şimdi...Ören'de bir hafta on gün kadar, henüz yazlığına gelmemiş bir dost evinde kaldık. Sonra ev sahiplerinin geleceği güne yakın orayı boşaltıp, Ören yakınında bir köy malı olan "Aras Motel"e geçtik. Evde gerçekten çok rahattık. Ayrılış günü her yer temizlendi, yıkandı...- Bu tabak bizim... Bu, Kâmil Beylerin...Az sonra Eylem, parmakları üstünde, bir sinek ölüsü ile geldi:- Babacığım, bu bizim sineğimiz mi?Çevirmen Atillâ Tokatlı, Eleştirmen Asım Bezirci, Ozan Tahsin Saraç, Kaya Öztaç, Aziz Nesin'in eşi Meral Nesin oradaydılar. Biz Ankara'ya döndüğümüzde Fakir Baykurtlar gitmeye hazırlanıyorlardı Ören'e.Gittiğimiz her yerde Yeniortam okurlarının ilgisiyle karşılaşıyorduk. Bakkaldan gelirken, Eylem'i Özlem'i görenler söz atıyorlardı:- Eylem, abla olmak istiyor mu artık...Kıbrıs'taki Cenevre'deki başarı Ecevit'i sevenleri uçuruyordu neredeyse. AP'lilerin ağızlarını bıçak açmıyordu. Kahvelerde, köşelerde kendi kendilerine fısıltılarla konuşur oldular sonra sonra.Soranlar oluyordu:- Bir seçim yapılsa Ecevit tek başına gelir değil mi, kesenkes gelir...Bir Alman profesörü, Ecevit'i Nobel'in Barış Ödülü için en güçlü adayıdır diyesiymiş, öyle mi? Valla ben olsam ona verirdim ödülü...Politikacı Turan Güneş'i, Cenevre'deki başarısından ötürü kutlamak gerek. Esprileriyle, Türklerin asık yüzlü olmadıklarını da göstermiş kötü mü?Ankaya'ya gelince daha Kızılay caddelerinde kulaklarım doldu söylentilerden:- MSP'liler dikleşiyorlarmış. CHP ile MSP arasında somut görüş ayrılıkları varmış...- Vallahi ne olursa olsun vız gelir tırıs gider...*Bir yandan dinlenirken, bir yandan halktaki uyanışı, bilinçlenmeyi görmeye, yakalamaya çalışıyorum.İçerden çıkanlar, yıllar yılı bunca acıyı çeke çeke, göre göre geçmiş olaylardan ders ala ala kendilerinden bilinçleniyorlar mı? Aydınlar, gençler işçilere, köylülere halka yaklaşabiliyorlar, yanlarına varabiliyorlar mı? Her demokratik gelişim bilinçlenmeyi hızlandıracak niteliktedir kuşkusuz.Birini anlattılar. O da içerden çıkmıştı, ama okuması ya var ya yoktu. Mapushane arkadaşlarının çoğu gençler, aydınlardı. Başlarda konuşmalarına ısınamamıştı belki de. Konuşmaları, kendi argosuna hiç mi hiç uymuyordu. Amerika'daki Nixon-CIA dengesini, dünyadaki yeni oluşumları dinledi onlardan. Yeni yeni kavramlar, sözcükler argo sözcüklerle dolu kafasında birbirlerine vuruyorlardı. Burjuvanın ne demek olduğunu, kime dendiğini öğrendi. Af çıktı, o da çıktı. Konuşma biçmine en çok eski arkadaşları şaşıyorlardı:

Page 266: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Boş ver tatava burjuvayı...Bir beğeniyle, saygıyla dinliyorlardı. İçerde boşa yatmamıştı demek. Yooo, yanlış anlaşılmasın. 141-142'den yatmadı o.

(3 Ağustos 1974)

AYIP AYIP, SEN CİCİ KIZSIN!

Sinirlerin hayli gergin olduğu sıralarda hükümet içerde ve dışarda birçok pürüzü gidermenin rahatlığına kavuşmuştu. Siyasal yönden zincirlerinden kurtulmuş gibiydi. Olaylar, Türkiye'de asker-sivil ilişkilerine yeni bir çerçeve de getirdi. Başbakan sadece Anayasa gereği olarak Genelkurmay Başkanının âmiri değil, tüm askerlerin saygısını da kazanmış, bilgisine ve kafasına güvenilir kişi durumuna gelmiştir. Bu Ecevit'in yetenekleriyle de saptadığı, kabul ettirdiği bir nitelikti. Daha kısa bir süre önce, buyruğundaki bürokratlara söz dinletemeyen hükümet birdenbire, bütün kurullar üstünde otoritesini dinletir hale gelmiştir. Olaylar öylesine gelişmiştir ki Türkiye, taa vaktiyle İnönü'nün "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır" dediği yerine gelmiş ve yerini almıştır. Şimdiye değin hep Türkiye'ye şu söylenegelmişti:- Aman müdahale etmeyin...Bu kez karşılık tek olmuştur:- Niye müdahale etmeyelim...İlk kez, Türkiye yakın dostları istediği yahut reddettiği için değil, haklı olduğu için "müdahale" etme olanağını bulmuştur.Kıbrıs çıkartmasının üstünden neredeyse haftalar geçtiği halde, bütün ülkede konu tazeliğini yitirmemektedir. Başbakan Ecevit'e telgraflar mektuplar yağmaya devam etmekte. Son günlerde, muzip bir vatandaş, ahretten İnönü'nün ağzıyla da bir mektup yolladı. Ecevit'e. Atatürk'ün uzun süre beklettikten sonra, kabul ettiğini bildiriyor İnönü. Atatürk, "Ne iyi etmişim de gençliğe emanet etmişim" diyormuş. İnönü'nün de bir ricası var: "Bu mektubumu damadım görmesin, kullanmağa kalkar" diyesiymiş.Genç bir kadın İstanbul'dan yolladığı mektubun içinde, nikâh yüzüğünü gönderdi yardım olarak. Bir bilezik, üç tane de yüz liralık. Ecevit, olduğu gibi Genelkurmay'a gönderdi ve gerçekten duygulandırdı olay onu. Genç kadın, aklımda kaldığına göre mektubunda şöyle diyordu:"Elimizde olan bu. Ancak hatamızı bağışla. Sana söz veriyoruz, daha çok tasarruf yapacağız, böyle günler için..."Koca bir ülke çalkalandı olup bitenlerden.Yıllardır bir barut fıçısı durumuna getirilmiş Kıbrıs'ta uzmanlar ne derse desin, başarılı oldu harekât. Kısa sürede sonuç alınması ise, sorunun kangren olup gitmesini önledi. Bu yönden büyük başarı öncelikle güçlükleri bundan böyle de göğüsleyebilmek için kişisel hesapları bir yana bırakmak gerekiyor. Özellikle muhalefetin anlayışlı davranması akıllıca olur kendisi açısından da.

Page 267: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kızılay'da dolaşırken, AP'nin ileri gelenlerine rastlamıştım. Şöyle bir selâmlaşıp geçmekti amacım. Onlar durdurdular beni yol üstünde...- Sen söyle bakalım, bu bir zafer mi yoksa hezimet mi... anlamına gelecek biçimdeydi sorular. Varılan sonuçta herkesin payının bulunduğunu söyledim. O, bu sonucun hazırlanmasında kendilerinin büyük payı olduğunu söylüyordu. Devam etti:- ... 1969'da bir baktık 600 paraşütümüz vardı. Karar verdik, bilmem kaç milyar liralık paraşüt satın aldık. Kıbrıs'a inen paraşütçülerimizin paraşütü bizim iktidarımız zamanında satın alındı.- İyi işte aferin. Bak ne iyi olmuş. Fakat siz, neden bunları söylüyorsunuz da, hükümetin tutumunu desteklemediğinizi her fırsatta gösteriyorsunuz. TBMM'nin son toplantısını izledim, siz de oradaydınız. AP'lilerin ağzını bıçak açmıyordu, neden?AP'li en can alıcı yerine dokunmuşum gibi inledi:- Bak anlatayım, bu bir millî mesele tamam. Başbakan çıkıp açıklama yapıyor dinliyoruz. Fakat, hemen arkasından Erbakan çıkıyor aynı açıklamayı bir de o yapıyor. Eee, yani biz millî mesele diye, CHP ile MSP'nin ortaklığını pekiştirme zorunda mıyız? Hadi sen söyle...*Ayşe Hanım'ın sinirleri çoktandır hayli gergindi. Doktora gitti. Doktor da bayan. İyileşmenin biraz da dikkate bağlı olduğunu mu anlatmak istemişti doktor acaba? Bir ara pat diye Ayşe Hanım'a sordu:- Sen kimsin?- Hiiiç... diye karşılık verdi Ayşe Hanım.- Hiçsin ya, diye sürdürdü konuşmasını bayan doktor. Ama sen hiç olduğunu kabul etmek istemiyorsun. Halinde "ben de ezerim, yok ederim." havası taşıyorsun... bak sana anlatayım da dinle...Benim kocam da bu hastanededir. O da doktordur. Benim kadar bütün hastane de kocamın hemşirelerden biriyle kırıştırdığını bilir.Bir gün evde oldukça kalabalık bir kokteyl verdik. Kocam, o hanımı da çağırmış kokteyle. Kokteyl sırasında elimde içki bardakları dolu tepsiyi konuklara dolaştırıyorum. O hanıma da tuttum, gözgözeydik. O, bardağı tepsiden aldı ve ... yere fırlattı...Bayan doktor, Ayşe Hanım'a sordu:- Ben ne yaptım, ne yapmam gerekirdi?- Bu skandaldır, defol diye kovdunuz onu.- Yoooo, hiç de öyle yapmadım. Yavaşça yaklaştım, kulağına eğildim:"Ayıp ayıp, senin gibi bir cici kıza yakışmaz..." dedim......................................Olaydan ders: Ayıp ayıp yakışmıyor, muhalefete.

(6 Ağustos 1974

AP'Lİ KASABIN SATIRI...

Page 268: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Sait Çiltaş'la buluştuk. Mülkiyeliler Birliği'nde. Sonra birlikte Prof. Sadun Aren'e gittik. Uzun süre oturup konuştuk. Sait Çiltaş'ı da Sadun Aren'i de yıllardır ilk kez görüyordum. Cezaevi yaramış desem yeri Sadun Bey'e. Profesör değil asistan dinçliğinde. Konuşuyoruz.- Doğrusu, zamanı nasıl değerlendireceğimi planlıyorum. Dışarı çıkıp gezsem mi, eşe dosta ziyarete mi gitsem. Herşeyi yapabilirim. Fakat, bu kadar şeyden hangi birini yapmalı?Sonra evde de volta atılamıyormuş...Bıyık bırakmış her biri...Yavaş yavaş uyacaklar sanıyorum, eski yaşantılarına. Hüseyin Ergün içeri girerken açtığı "1971 kırtasiye" dükkânına dönüp başlamış bile. İçeri girerken değil de, bir ara serbest bırakıldıklarında mı açmıştı "1971 kitap kırtasiye evi"ni iyi kalmamış aklımda.Bal gibi oluyormuş görüyorsunuz. Af çıkabiliyor, içerdekiler büyük çoğunluğu ile özgürlüklerine kavuşabiliyorlarmış. Hem öyle, McCarthycilerin öne sürdükleri gibi şeyler de olmuyormuş. İnsanlar daha bir rahat, huzur içinde olabiliyorlarmış.İçerde, daha bir yetmiş seksen siyasal hükümlü ya da tutuklu kaldı, kalmadı. Kalanlar, ölesiye hapis cezasına çarptırılanlar hemen hemen. Ne yapılıp, edilip onları da özgürlüklerine kavuşturmanın çabasını göstermeli bence. Bunca olayın sorumlusu yıllarca dışarlarda gezdi, tozdu da, haksız yere yatırıldı bunca insan. Bazıları çıktı, geriye kalan yetmiş- seksen kişiye mi yüklenmiş olacak yani sorumluluklar. Süleyman Bey dışarda bir Nihat Bey dışarda, bir Çağlayangil dışarda da, örneğin İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisi Kadriye Deniz Özen, bir İlkay Demir, bir Necmi Demir, daha adlarını bilmediğim birçok genç içeride. Yok böyle şey.Ancak, günü, zamanı mıdır? Bir süre bekleyerek durmalı değil miyim bu konunun üstünde diye düşünüyorum kendi kendime. Fakat, "Hele biraz daha yatsınlar" demek, kolay mı?Bu Meclisten bu af çıkar mı? Af denemesinin birinci bölümünün ne güçlükler çıkardığını görmedim mi?Af çıkasıya, içerde kalanlar için bazı rahatlatıcı uygulamalara geçilebilir. Adalet Bakanlığı, içerdekileri bir cezaevine toplayıp yakınları ile görüşmelerini kolaylaştırabilir. Görüşme saatlerini uzatabilir. Mektuplarını zamanında iletebilir."Ankara Notları"nda Giresun'da yatan Kadriye Deniz Özen'le ilgili olarak yazdığıma, Giresun Cezaevi Müdürü karşılık verdi. Ben, Giresunluların götürdükleri kitapları hükümlüye vermesi gerektiğini yazmış, "Aydın bir genç kız Tahir ile Zühre'yi okuyacak değil ya" demiştim. Karşılık veriyor Cezaevi Müdürü:- Yapılan incelemede, kitaplar arasında Tahir İle Zühre'ye rastlanmamıştır.Bir akşam vakti, Kadriye Deniz Özen, Müdürlüğe çağrılmış. Bütün kitaplarını da getirmesi istenmiştir. Yazının yayınlandığı Yeniortam cezaevine sokulmadığından Kadriye Deniz Özen, yapılan işlemlerden birşey anlıyamamış olmalıdır. Tam kitapların tutanağı yapılıp, imza attırılacağı sırada yazıya nedense "bir şikâyetim yoktur" cümlesi eklenip imza öyle alınmıştır.

Page 269: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Cezaevi Müdürü bir devlet görevlisidir. Görevini yaparken, hükümlülere insanca davranma zorundadır. Yakınlarıyla görüştürürken, yangından mal kaçırır gibi davranmayacaktır. Hem, birşey söyleyeyim mi, dönem de değişmiştir. Öyle artık, Erim uygulamaları, Melen uygulamaları, Talu uygulamaları gerilerde kalmış, tarihe gömülmüştür.*İçerden çıkanlar da, içerde yatanlar da ilgilidirler Türkiye'nin içinde bulunduğu sorunlarla. Yaşlı Anadolu kadınları dağa ellerinde radyo ile gidiyorlar, biliyor musunuz? Kıbrıs'ta durum nedir, Cenevre'de neler olmaktadır? Kamuoyu, çok şeyi yeni yeni öğreniyor. Kimlerin Kıbrıs Çıkartması'na karşı olduğunu, neden birdenbire günümüzün elli yıl gerilere düşüverdiğini, yavaş yavaş satırların arasından bulup çıkaracak, anlayacaktı. Dışişleri Bakanı Prof. Turan Güneş'le "Canım o da ciddî değil ki" diye dalga geçmek isteyenler, hemen rota değiştireceklerdir. En başarılı biçimde yürütmekteydi gerçekte görüşmeleri Turan Güneş. Haluk Ülman'ın da bir uzman olarak Cenevre'de bulunuşunu azımsamamak, küçümsememek gerek.Kıbrıs Çıkartması'ndan bir gece önce, televizyonda bir açık oturum yayınlanmıştı. Açık oturuma, CHP'den Haluk Ülman, AP'den Çağlayangil katılmışlar, açık oturumu Mehmet Barlas yönetmişti. Çağlayangil bir ara şöyle dedi:- Halen bir buhranın içinde bulunmaktayız. (Kıta sahanlığı konusunu kastediyor herhalde) Kıbrıs Çıkartması da bir buhran yaratacaktır. Bir buhran ikinci buhranla halledilemez. Şimdiden masaya oturmak gerekir.Süleyman Bey de, Bülent Bey'e "Amerika ne der, aman..." gibisine karşı çıkacaktı. Süleyman Bey'in başlka söylediklerini herhalde daha geniş yazacağız.Galiba ertesi günü Kıbrıs Çıkartması başladı. İşte, bu olayı gazetelerde okuyan, Mersinli bir kasap eline satırı alıp bileğini gösterdi:- Aslında, yıllarca AP'ye oy veren bu bileği kesmek gerek. Yıllarca adamı nelerle, nelerle suçladık. Onurumuzu o kurtardı...Bence AP'li kasap kesmesin bileğini. Bilinçlenmiş olması, gerçekleri görmesi yeter...

(11 Ağustos 1974)

BİZ ÇIKMADIKBÜLENT DE ÇIKMASIN...

Ferruh Bey, Turhan Bey, çıkartma yapmaktan yanaydılar. Bu konuda Karaoğlan'ı desteklediler. Süleyman Bey'le Nihat Bey, Kıbrıs'a çıkartma yapmanın bir çeşit "macera" olacağını söylediler.Elbette, açık açık "Ben çıkartmaya karşıyım" demedi Süleyman Bey. Daha usturuplu söyledi bunu. Örneğin, "Amerika ne der, ona danıştınız mı?

Page 270: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Dikkatli olun" gibilerden geveledi lâfı ağzında. Nihat Bey daha bir bilgiç bilgiç olmalı. Turhan Bey iplerde nasıl oynuyor, biliyor musunuz?Süleyman Bey, neden karşı çıkmıştı, Kıbrıs Çıkartması'na? 1967'de biz çıkamadık, Bülent Bey de çıkmasın ki, tökezlensin ve yuvarlanıp gitsin diye mi?Kıbrıs Çıkartması hesaplanırken, başta Altıncı Filo düşünülmüştü. Öyle yapılmalı davranmalı ki Altıncı Filo harekete geçip, Kıbrıs önlerine vardığında Türk birlikleri Girne'ye ulaşmış, iş işten geçmiş olsun. Altıncı Filo'nun olduğu yer, Kıbrıs'a iki günlük yoldu. Demek, ne yapılırsa ilk iki günde yapılmalıydı. Çıkartma yetkisi olarak, Meclislerin 1967'de Süleyman Bey Hükümeti'ne verdiği yetki kullanılacaktı. Meclislerden bu kez eski yetkilerin genişletilmesi kararı alınabilirdi. Böylece, herkes cumartesi saat 15.00'de Meclisler yetki verecek sanırken, cumartesi sabahı Türk Birlikleri Kıbrıs Çıkartması'na başlamışlardı bile.Kişiler gibi uluslar da, yakın dostlarını dar zamanlarında tanır, öğrenirler. En yakın dostluğu Almanlardan değil belki gerçekte Libya'dan Devlet Başkanı Kaddafi'den görecektik. Pilot Albay Ahmet, Libya'ya uçmuş, Kaddafi'den silâh isteme mesajını götürmüştü. Kaddafi'nin karşılığı şu olmuştu:- Başbakan Ecevit'e selâm ederim. İstediği malzemeden elimde ne kadar varsa uçaklarıma doldurup göndereceğim. Kendisinin bana araç göndermesine de gerek yok. Uçakları ben sağlayacağım.Kıbrıs Çıkartması gerçekleştikten sonra, Başbakan Ecevit'in verdiği demeçte söylediği bu sözlerin ne anlama geldiğini, demeç yayınlanırken çok kimse anlamış mıydı?- Türkiye, bağımsızlık savaşı veren, ulusların yanında olacaktır...Nedense eski dost bilinenlerden Almanlar, böyle nazik bir zamanda istediğimiz silâhları vermeyeceklerini "nazikâne" anlatmışlardı.İslâm Ülkeleri Maliye Bakanları Toplantısına uçan Maliye Bakanı Deniz Baykal'ın gezisi anlamlı sayılmalıdır.Neden dışarda arıyoruz çok şeyi? Kıbrıs Çıkartması'nın başarılı olmamasını içten içe dileyen, bunu söyleyemeyip de, "Canım çıkmışken tümünü alıverelim, ya da taksim edelim" diyenleri unutuyor musunuz? Ne olur ne olmaz diye 90 imzayı toplayıp, öyle tatile gidenleri?*Hadım ilçesinin Keçimen köyünde, Kıbrıs için yardım toplanıyordu. Yaşlı, dul bir kadın bir tekeyi boynuzundan yakalayıp, Yardım Kurulu'nun önüne getirmişti. "Olmaz" dediler, eklediler:- Sen bir dul kadınsın, tekeni kes, torunlarına yedir...- Benim çocuklarımın yiyeceği var.Dul kadının tekesi alındı. Alata köyünden bir kadın da tosununu verdi........................................Yeniortam Bürosu'na Kadriye Deniz Özen'in annesi geldi. Asteğmen olan oğlu Hayri Özen'i, Kıbrıs'a uğurlamıştı. Kadriye Deniz Özen'i, Yeniortam okurları bilirler, ölesiye hapis cezasıyla hükümlüdür. Giresun Cezaevi'nde yatmaktadır. Leylâ hanımın anlattıklarını, Giresun Cezaevi'ni daha sonra yazacağım, Ankara Notları'nda. Şunu demek istiyorum:- Unuttunuz mu, kimler nerede?

Page 271: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

(10 Ağustos 1974)

İNGİLİZLER KAÇ YAZAR?

Doğrusu İngiliz politikacıların çağı geçmiş anlayışları aklıma geldikçe, kendi kendime şaşıp kalıyorum.Kıbrıs'ta Sampson darbesi olur olmaz, Türk Hükümeti oturup kararını aldı. Darbenin hemen arkasından hem de, Kıbrıs'a çıkarma yapılacaktı. Ancak karar, "gelişmelere göre" koşulunu taşıyordu. Gelişmelerin başında, Başbakan Ecevit'in Londra'ya giderek İngiliz Başbakanı Wilson'la konuşması "garantör" devlet olarak birlikte girişimde bulunmaları da vardı. Wİlson "hayır" dedi. Demek, kendine göre hesapları, ince düşünceleri de vardı. Belki de ilk ağızda düşünüyordu:- Türkler, çıkarma yapamazlar. Çıkıyoruz, çıkaracağız derler fakat ı-ıh...Ecevit, Türkiye'den kararlı gittiği için, İngiliz Başbakanının engellemelerini umursamadı.İngilizler "evet" deselerdi ne olacaktı? Gayetle açık. Bir yandan Türkler Ada'ya çıkacaklar, İngilizler onları karşılayacaklar ve azından Türklerin topladığı puanları İngilizler de toplayacaklar ve herhalde, İngiliz yöneticileri "kararlı" olduklarını dünya kamuoyuna göstermiş olacaklardı. Wilson, kendisi "hayır" dediği gibi Amerika'nın da "hayır" diyeceğini düşündü ve Kissinger'i yardıma çağırdı. Gerçekte Kissinger de İngilizlerin garantör devlet olarak Kıbrıs'a asker yollamalarından yana değildi. İlk tutumu Kissinger'in öyleydi.Türkler çıktı Kıbrıs'a... E, ondan sonra ne olacak? Ne olmalıydı? İngiliz politikacıları, bence büyük eziklik içine düştüler. Kissinger öyle yapmadı. Ecevit'e bir telefon konuşmasında, "Siz haklıymışsınız, yanlışı yapan biziz" demek dürüstlüğünü gösterdi.Kissinger öyle "kurt" bir politikacı mıdır, belki öyle değil de "akıllı" demek daha doğru ne bileyim.Herkes merak eder aslında. Kissinger, Ecevit'in nereden "hoca"sı oluyor diye. Kurstan. 1957'lerde Bülent Ecevit, Ulus'ta yazarken Amerika'ya gider. O, oradayken bir de seminer düzenlenir. Amerika'da bulunan Bülent Ecevit çağrılır seminere. Kurs hocaları arasında Kissinger de vardır. Kissinger o zaman daha yeni. Hem Amerikan Cumhubaşkanı'nın danışmanları arasında, hem de üniversitede öğretim üyesi. O zaman tanışırlar anlayacağınız.Neyse konumuza gelelim biz. Anladığım kadarıyla gizli yürütüyorlar politikalarını İngilizler. Daha iki gün öncesine dek, piyasada var mıydılar? Bildiğimiz, Kıbrıs'ın uzun süre İngilizlerce sömürülmesi, sonra tereyağından kıl çeker gibi bir bir bırakma zorunda kalmaları sömürgelerini.Kim istedi İngilizlerden "Kıbrıs'taki Fantomlarını çek diye? Hiç kimse. Kendisi "çekiyorum" dedi. Arkasından haberler, demeçler: "Çekmiyorum Fantomlarımı, daha da asker gönderiyorum" diye. Hem de paralı askerler.

Page 272: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

İngilizlerin Kıbrıs'taki güçleri değil önemli olan. Mızmızlanması ya Birleşmiş Milletler'in arkasına geçiyor, çünkü Birleşmiş Milletler'e güç olarak asker veriyor, ve konuşuyor:- Birleşmiş Milletler'deki İngiliz askerlerine ateş açılırsa karışmam ha...Bak sen, Türk Silâhlı Kuvvetleri Kıbrıs'a çıkmıştır. Oradaki İngiliz askerleriyle çarpışmak değildir amaçları elbet. Fakat, öyle ki iki asker, iki ordu karşı karşıya. Bunlardan birinin politikacılarının akılsız, yahut deli olduklarını düşünün. Diyelim, biri öksürse, yahut da birinden ağır bir söz çıksa -bunlar iki kişi olsa yani- öbürü karşılık verir ister istemez. O zaman, başlayacak mı size çatışma üstüne çatışma.Türkler yürürse ne olur?Bence İngilizler yürüyüşü üstlerine alıp kolay karşı çıkamazlar. Paralı askerler, öyle haybeye -Tanrı aşkına- savaşmazlar çünkü.İngiliz yöneticileri, Türkiye'yi kendi aleyhlerine çevirebilmek için ne denli uğraşsalar, bu başarıyı sağlayamazlardı. Kutlamak gerek kendilerini. Aşkolsun vallahi...Türkiye'nin ise acele çözüm bekleyen sorunu vardır Kıbrıs'ta. Kıbrıs'a bilmem şu kadar bin askeri çıkarmıştır. Bu çıkan askerlerin güvenliği söz konusudur azından. Girne gibi daracık bir yere sığınıp kalamazlar. Çevrelerinin Türklerden oluştuğu kanısını tam anlamıyle verecek bir bölge, bir "otonom" yönetim zorunludur. Yoksa "bir yanımız İngilizler, bir yanımız Birleşmiş Milletler Barış Gücü..." diye yaslanıp, kalamazlar orada. Kimse, tuttuğu dalın elinde kalmasını istemez, kırılmasını istemez. Bir yanı düşman, bir yanı deniz yanlış mı?İşte bizim Cenevre'de "öncelikle" çözüme bağlanmasını istediğimiz sorunların nedenleri bunlar. Genişçe bir bölge, bu bölgeye düşman ayağı, kalleş, oyuncu ayağı basamamalı. Böylece bir bölgeye ayağı bastıktan sonra mesele daha kolaylaşacak.Ecevit'in başarısının sırrını söyleyeyim mi, bütün tutumunda açık oluşu. Gilli gişli, yanar döner politika gütmemesi. İlle de, "karşımdakini yeneceğim" demiyorsanız, önünde sonunda teslim bayrağını çekiyorsunuz açık söze ve açık politikaya.Bundan dolayıdır ki, Türk kamuoyu çabuk anlamıştır, partili, partisiz herkes benimseyebilmiştir bu politikayı. Kissinger, Ecevit'e "evet, sen haklıymışsın, biz yanlış düşünmüşüz, yanlışımızı düzelteceğiz. Fakat, ne olur bunu dallandırıp budaklandırma. Sovyetler'i de işe karıştırma." diyebilmiştir. Sovyetler gerçekte, Türk politikasına Ecevit'e güçlük çıkarmamışlardır, ancak öyle gazetelerin bazılarında yayımlandığı gibi, "siz çıkın Kıbrıs'a, elli bin kişiyle arkanızdayız" da dememişlerdir. Sovyetler'in bütün endişeleri Türkler Kıbrıs'a çıktıktan, Yunanistan'da cunta devrildikten sonra ortaya çıktı. Kıbrıs'ın bölüneceğinden, bağımsızlığını yitireceğinden korkan Sovyetler buranın Amerika'nın ya da NATO'nun egemenliğinde Sovyetler'e karşı kullanılacak bir üs durumuna gelmesinden kuşkulanmışlardır. Böyle bir şey yoktu. Kim soktu Sovyetler'in kafasına bu kuşkuyu bilmiyorum. Belki de, Amerikalıların Kıbrıs konusuna -bu kez- çok dikkatli karışmalarından huylanmışlardı. Gazetelerde okuyordum, Amerikan elçisi dışişlerine gelse, yahut Ecevit'in Kissinger'le konuştuğu söylentileri çıksa, Sovyet elçisi oraya koşuyordu.

Page 273: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Acaba ne oldu?... diye.Bence gereksiz kuşkuydu bu da.Ecevit'in yadsınamayacak başarısı bir yerde de, Amerika ile Sovyetler'in -kıl payı- birleştikleri noktada at oynatmasıydı. Belki de "ince politika" dedikleri şey, budur. İngiliz politikası olsa, halk deyimiyle "at yerine eşek bağlar"dı. Bu politika ise çoktan tarihe gömülmüştü.Açılmışken, günün önemli konusunu sürdüreceğim yeri geldikçe.

(14 Ağustos 1974)

AZ MI, ORTA MI?

"İngilizler Kaç Yazar?" başlıklı Ankara Notları'nı dikkatlice okumuş muydunuz, satırların arasını örneğin...Başbakan Ecevit'in telefon çağrısı üzerine yabancı konuklar köşküne gittim. Sordu:- İsterseniz, dışarda oturalım, serin...- Olur.Sonra bir görevli geldi. Ecevit sordu:- Ne içersiniz, çay mı kahve mi?Biraz kurumuş muydu ne ağzım. Kendi sesimi kendim duyamadım, iyi mi yavaşça:- Çay... dedim.- Nasıl olsun?Ha, demek kahve anladı Başbakan. Eh ne yapalım...- Az şekerli...- Peki, Mustafa Bey'e orta şekerli bir kahve...Yutkundum, boğazımı "ı-ı" diye temizledim."Göreceğim gelmişti" dedi Başbakan. "Uzun zaman görüşemedik..."Belki de lâf olsun diye sordum ilk soruyu:- Bülent Bey, şöyle bir yurt gezisi düşünüyor musunuz?Tam o sırada, telefon çaldı. Bülent Bey gitti, geldi:- Cenevre...dedi. Turan Güneş, "Daha gelmediler" diyor. Ha, yurt gezisine niye çıkmıyorsunuz diye sormuştunuz. Gördünüz işte, kâh Cenevre, kâh Washington...Ağzımı açıp bir soru daha soracağım, yine bir telefon. Bir bakıma iyi de oluyordu. Başbakan gelene kadar ben, balkondaki çoğunun adlarını bilmediğim renk renk çiçeklere bakıyorum, "Ne güzel şeyler, ben niye bilmiyorum bu çiçeklerin adlarını?" diyorum içimden.Bülent Bey dönünce soruyorum:- Bizim Kıbrıs çıkarmamız karşısında devletlerin tutumları nasıl oldu?Konuşuyoruz. Büyük açıklıkla anlatıyor Başbakan.- Askerlerin tutumu, durumu nasıl?- Hükümetle, hükümetin emrinde tam bir birlik halindeyiz.- Koalisyon...- Başlarda biraz sıkıntılarımız olmadı değil, şimdi iyi...- İyi...

Page 274: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yunan Başbakanı Karamanlis'e Ecevit karşılıklı görüşme ve sorunları çözme önerisinde bulunmuştu. Karamanlis, görüşme yürekliliğini gösteremedi. İyi mi? Karamanlis, de zor durumda mı ne? Niye öyle otelde motelde çalışıyor. Şimdi, Başbakan Ecevit, yabancı konuklar köşkünde, yahut başbakanlıkta değil de örneğin Ankara Oteli'nde çalışsa ne düşünür herkes.Ne sorsam diye düşünürken, Bülent Bey'i yine telefondan çağırıyorlar. Kısa sürüyor telefon görüşmeleri.Sovyetler, gerçekte o kadar büyük güçlük filân çıkarmamışlardır Türkiye'ye. Türkiye'nin tutumunu -kendi görüşleri içinde- desteklemişlerdir. Ancak, Yunanistan'da cunta yıkılıp da Yunanlıların komünist partilere izin verme hazırlığına geçmeleri üzerine, daha endişeli gibi bir tutum takınır olmuşlardır. Kendi kendime sesli düşünüyorum sanki:- Sovyetler öyle istiyor, demeseler kurmalı Türkiye'de de komünist partisini... gitsin.Amerikalılar, örneğin Kissinger, yanlışından dönmüş gibiydi. Daha akıllıcaydı tutumu, sezdiğim.Bülent Bey'le konuşurken, bir şeylere kararlı olduğunu sezmiştim. Başladığı işi sonuna dek, taaa gerçek barış kurulana kadar sürdüreceği izlenimi uyandı bende.Başbakanla konuşan gazeteci arkadaşlarım, hep onun uykusuzluğuna acımış bir haldeydiler. Uykusuzluk ne ki, onca uykusuz kaldıktan sonra birkaç saat uyumamız yetermiş aslında.Siyasal soru ve görüşmeleri yumuşatmak, havayı değiştirmek için soruyorum:- Burada televizyon var değil mi?- Evet var. Hem biz televizyon aldık. Yerli bir Philips. Siz almadınız mı?- Hayır.- Ben başlarda televizyona prensip yönünden karşıydım. İnsanı çok meşgul ediyor, çalıştırmıyor diye. Fakat zorunlu oldu artık.- Savaşla uğraşalı şiir yazamıyorsunuz galiba. Sizin şiirleriniz güzelmiş gerçekten. Zaman zaman gazetelerde konu yapılıyor da görüyorum.Daha yayınlanmamış çok şiiri olduğunu söylüyor.Soruyorum:- Türkiye Kıbrıs'a harekete geçerse, buna İngilizler karşı çıkabilir mi?- Zannetmiyorum.Hükümetteki hava da buydu. İngilizlerin karşı çıkmayacağı yolundaydı? Fakat çıkarsa İngilizler var diye, giriştiğimiz hareketi durduracak değildik.Ayrıldıktan sonra, kafamda "Ankara Notları"nın çatısını kurmaya çalışıyordum:- Kaç yazar?

(15 Ağustos 1974)

Page 275: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

PÜF NOKTASI...

Birkaç yıl önce, Kıbrıs'ta bayraktar olan bir Türk subayı, bir gün Kıbrıs'ta faşist yönetime kaş kavga veren solcu Rumların liderine haber gönderdi:- Başları sıkıştığı zaman, bize gelip sığınabilirler. Kapım onlara açıktır.Solcu Kıbrıs Rumları, doğrusu bundan çok hoşlandılar. Kıbrıs'ta ezilen Türkler kadar kendileri de ezilmekteydiler. Bayraktar albaya haber gönderip kendisini bir uygun zamanda kahve içmeğe de çağırdılar, bayraktar gitmedi ama, solculara böylesine haber yolladığı için başına işler de gelmedi değil. Azından sorgu sual açıldı hakkında. Sordular:- Kıbrıs'ta solcu Rumlarla işbirliği yapmak istemişsin?- Yani ne yapsaydım, faşistlerle mi işbirliği yapsaydım?Neyse, bayraktar albay yakasını kurtarır sorgulardan sonra.Samson, Makarios'a darbe yaptıktan sonra, ilk elde solcu temizliğine girişti. Solcular ve Makariosçular, Samson'a karşı çetin kavga vermişlerdir. Samson ergeç yıkılmaya mahkûmdu...Bundan dolayı ki Türkiye, Türk politikacıları Kıbrıs'a yapılan girişime "barış harekâtı" dediler. Faşizme karşı demokrasiden yana güçlerin bir destekcisi durumundaydılar. Fakat, Rum faşistleri Türkiye'nin faşizmi yıkmak için giriştiği bu davranışı kullanmaktaydılar. Yani, onlara göre Türkiye bir yabancı ülke olarak, Kıbrıs'ı işgal etmişti. Elbette, faşistler pek çok şeyden, bahaneden yararlanmak isteyecekler, bahaneleriyle daha önce de ezilmekte olan bölgeleri içinde kalmış Türkleri ve Rum solcuları ezmek isteyeceklerdir. Gerçekten Kıbrıs'ta Türkler ile Rum solcular uzun bir zaman birbirlerine destek olarak yaşayabilmişlerdir. Faşistler, solcu Rumların çoğunlukta olduğu köylerde Türklere fazla bir şey yapamamışlardır.O zamanlar, Yeniortam'a gizli gizli yollanabilen mektuplara göre, Kıbrıs Türkleri de oradaki Türk yönetiminden yakınmaktaydılar. Bunu "Ankara Notları'nda kaç kez yazdım. Aydınların kitapları toplatılmakta, yazıp çizenler, konuşanlar hapislere atılmaktaydılar. Unutmamışsınızdır, Kıbrıs'ta Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin bir lideri vardı. Adı, Ahmet Mithat Berberoğlu idi. Türk yöneticilerinin içeri attırdıkları bu kişi, cezaevinden çıkar çıkmaz soluğu Ankara'da almış, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'le görüşmüştü. AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ile görüşme olanağı bulamamıştı sanıyorum. Bugünlerde susması, "şu anda geçmişi unutalım, olayların altına kalın bir çizgi çekelim" diye düşündüğü için midir acaba? Belki...Şimdi işin püf noktası dediğim yerine geliyorum. Türkiye, Kıbrıs'ın bağımsızlığına dokunmadan burada demokratik bir düzenin kurulmasından yanadır. Federatif bir Kıbrıs Cumhuriyeti, hiçbir toplumun birbirini ezmeyeceği bir düzen. Bunu sağlayıp çekilecek Türkiye, Kıbrıs'tan. Çıkarmalarda durmasını bilen Türkiye, zamanı geldiğinde oradan çekilmesini de bilecek. Türkiye'yi bir saldırgan, istilâcı görme eğiliminde olanlar yanıldıklarını anlayacaklar bir daha. Biliyorum o zaman, hattâ şimdi şovence isterlerle kıvrananlar, "efendim ne olur yani, çıkmışken tümünü istilâ ediverelim" diyenler ateş püskürecek, bilmez miyim?

Page 276: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bu her şeyden önce ekonomik zorunluluktur. Çıkarma ve çizgi çekme hareketi Türkiye'ye giden kayıplardan başka, beş milyara mal olmuştur. Sürekli orada asker bulundurmak, Türkiye'ye bir şey getirmeyecek, fakat çok şeyi götürecektir.Kıbrıs'ta kurulacak düzende, Türkler içinde, arasında da demokratik organların, siyasal partilerin öyle tek parti filân değil, çok partili bir biçimde yaşatılması, iktidarın seçimlerle işbaşına gelip işbaşından gitmesi gerekir. Bunu kuramazsak, asıl o zaman dökülen kanlara, bunca emek ve çabaya yazık olacaktır. Sol partiler, orta sol partiler olacaktır örneğin, bu yerleştirilecektir. Dünya düzeninde Rumlar arasında da bu olacak. Örneğin Rum, kendi soydaşına işkence etmeyince, etmezse Türk'e de etmez. Ama, üç yaşındaki Türk çocuğunun karnına kırk mermi dolduracak kadar canavarlaşan faşist, kendi yandaşı Rum'u da kurşuna dizer. Elçilik binası yakar, elçi öldürür...Fransa'nın ateşi körüklemek için Yunanistan'a silâh satmasını yadırgamadım. Kimse yadırgamadı. Fransa'nın başında Giscard d'Estaing yerine Mitterand gibi bir solcu olsaydı durum nasıl ters olurdu bir düşündünüz mü? Kişiliksiz Fransız yönetimi, işte böyle söz ettiriyor kendinden dünya basınında. Yunanistan'ın silâhlanmasını ırgaladığı yok kimsenin. Herhalde bir de durduğu yerde adalardan olmak istemez ne bileyim.Ecevit'in -Ecevit'in diyorum çünkü CHP ortağı hükümet kanadının zaman zaman Ecevit gibi düşünmediğini de iyi biliyorum. Ecevit'in MSP'li ortaklarını yer yer ağır biçimde uyarageldiğini de- Kıbrıs harekâtını bir barış harekâtı olarak açıkladığında, Türkiye'de bütün ilerici güçler kendisini destekledi. Bu destek, bir çeşit 14 Ekim'de yapılan desteğin benzeriydi. Ecevit'in bu desteğe ihtiyacı vardı ve hâlâ vardır. Ecevit'in de verdiği sözlerde durduğunu, duracağını çeşitli kereler gördük. Bunun en canlı örneklerinden biri af konusuydu. Yanlış mı? Hükümet içinde sıkıntılar vardır, ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. Fakat, kendisini destekleyenlerin desteği, halkın sevgisi sürdükçe başarısızlık sözkonusu olmayacaktır.Her geçen gün, Kıbrıs'tan yeni zulüm ve canavarlık haberleri almaktayız. Olayları izlemeye giden gazeteci arkadaşlarımız kayıptırlar. Hükümet Sözcüsü Orhan Birgit, Kıbrıs'ta faşist Rumların yaptıklarını İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanlarının yaptıklarına benzetti. Kıbrıs'ta faşizmin kaynağı EOKA-B örgütüdür. Yunanistan'da cunta ve cunta yanlılarıdır. Fransa'da Mitterand'ı kıl payı geçerek iktidara gelen Giscard d'Estaing'dir.Türkiye'de iktidardaki solun sorumlusu Karaoğlan, faşizme en ağır yumruğu indirdi Kıbrıs harekâtıyla. Başaramasaydı ne olacaktı bir düşünür müsünüz? Ama başarmıştır. Çünkü zafer her zaman eninde, sonunda barıştan ve demokrasiden yana olanların olmuştur.(22 Ağustos 1974)

GÖZLÜKLÜ SAMİ...

Page 277: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Ankara Notları"nda zaman zaman, CHP-MSP ortaklığı üstüne kapalı yazdıklarım, titiz okurların gözlerinden kaçmadı. Soranlar oldu:- Hükümette birşeyler mi oluyor, daha açık yazamaz mısınız?- Ben de öyle üstü kapalı seziyorum. Tam açıklığa kavuşsa yazacağım elbet.Hükümette neler olup bittiğini zaman zaman gazete haberlerinden izlemek çok kolaylaştı.Örneğin, ortada fol yok, yumurta yokken MSP'li Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan'ın gazetelerde demeci çıktı:- Irak ile ortaklaşa rafineri kuracağız.Ertesi günaü yine bazı gazetelerin değişik sütunlarında Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra'nın bir soru üzerine aynı konuda sözleri:- Irak ile ortaklaşa rafineri kuracağımızı ilk kez duyuyorum.Buyurun bakalım. Rafineri, yerli olsun yabancı olsun, Enerji Bakanı'nın bilgisi içinde, onun eliyle kurulur. Onun sorumluluğundadır. Verilen demeçler pek göze çarpmıyor diye, hükümette birşeyler olup bittiğini görmezden mi geleceğiz?Ortada bir Kıbrıs sorunu var. Bir türlü barış masasına oturulamıyor. Sakız gibi sündü de sündü...Söylentiler ise çeşit çeşit. CHP ortağı MSP'lileri, Kıbrıs çıkarmasının en civcivli günlerinde, Başbakan Ecevit'in dayanması zor ağırlıkta sözlerle azarladığını yazmıştım öyle ya.- Ayasofya'yı cami yapalım, tam sırası...- Durun be kardeşim, biraz dikkatli gitmek zorundayız. Dünya kamuoyu var. Onları görmezden gelemezsiniz...- Kıbrıs'a bir imam-hatip okulu açalım. Minarelerde Arapça ezan okutalım...İyi, havan sesleri sustu, şimdi sıra Arapçada...Ne yapıyorlar, hükümet ortakları dersiniz? Bana öyle geliyor ki, fazla bir şey yapmıyorlar. Sadece, bir gol atılmaya görsün, en çok onlar bağırıyorlar:- Gooooooooooooolll...Golü kimin attığına değil, bağırana bakıyor herkes.Kabine kulisinde Girne-Lefkoşe-Magosa üçgeni tartışıldığı sırada ayarlanıyordu belki çeşitli incelikler:- Bu kez, kararnameyi sen imzala, bana kadar gelsin ben tutayım. Bülent Bey'in imzasından çıktı mı kararname?- Evet...- Olsun. Bu kararnameye karşılık, ticaretteki kararnameyi gösteririz. Onu imzalarsa ben de bunu imzalarım. Nasıl?- Bu iyi. Nasıl olsa beni kendilerinden biliyorlar. Benim güçlük çıkarmayacağımı sanıyorlar. Gazetecilerden biri geçen gün, "Efendim artık sizi CHP'de görmek istiyoruz" dedi. Kih, kih, kih...Üçlü kumpas, yahut mekik güzel çalışıyordu doğrusu. Bülent Bey sarp sandıklarından kararname geçince seviniyor, fakat çok geçmeden bir başka MSP'lide takılıp kalınca, kararıyor, tikleri atıyordu. Fakat ne yapılabilir? O akşam, harekât vardır. Onlarla uğraşacaktır Başbakan.

Page 278: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kararnameler, top gibi biri bir gün bir bakanda biri bir başka bakanda bekleyip durmaktadır. İş yapılamaz duruma gelmiştir.Ortada Kıbrıs sorunu, yok görüşmelerdi, yok ziyaretlerdi, kaynamaktadır öbür sorunlar.Kabinede, "artık buramıza geldi, kusura bakmayın. Bülent Bey, size büyük saygımız var. Ama biz daha fazla kalamayacağız" diye feryadı basan kabine üyelerinin adlarını da yazayım mı?Örneğin, Orhan Eyüboğlu, Turan Güneş, Ali Topuz, Cahit Kayra, Mustafa Üstündağ, Erol Çevikçe... Biraz daha kurcalamak isteyenler bunlara yeni adlar ekleyebilirler ne bileyim... Kıbrıs girişimi sırasında çok kimse, "yahu ortada bir savaş var, barış için savaş vs. ama savaş bu. Bir harp kabinesi gerek" bile dediler. Görünen oydu ki, "harp kabinesi" görevini Ecevit, birkaç arkadaşıyla birlikte hemen hemen tek başına yaptı. Sabrı ekmeğine katık ederek.Böylesine çelmelenen, tökezletilmek istenen bir hükümet için içerdeki dışardaki başarılar gerçekten küçümsenemez. Yine de yıkılmıyor hükümet bakın. Aşkolsun vallahi...İçerde, dışarda başbakan puan mı toplamaya başlıyor, ortaktan bunu gölgelemeye çabalayan demeçler, hem de yazılı.Bazı bakanlara soruyorum:- Hükümet Nasıl?- Şimdi iyi.Yani, yarın ne olabileceğini o da kesin söyleyemiyor...*Yukardaki notları Türkiye'de yönetimin ne güç koşullarda başarıya ulaştığını belirtmek için yazdım. Kamuoyu, dolmuştaki, yoldaki halk ise daniskasını biliyor olup bitenlerin merak etmeyin. Konuşmalar, sorular:- Zabitlerden biri Gözlüklü Sami'ye bir tokat atmış,doğru mu?- Bilmiyorum, sanmam aslı olduğunu...- Sami'nin çıkarma günü Amerikan Elçiliğinden çıktığını görmüşler doğru mu?- Yok deve... Kim uyduruyor bunları yahu?- Peki, "çıkarma yapmayın, bu maceradır" dendiği de mi yalan...Ne yalan söyliyeyim, "çıkarma yapmayın, harekâta geçmeyin" diyenler bir değil, çok kişidir belki. İnsanların tepesine "balyoz" gibi inen birinin de, "e, vallahi bizim kuşağımız yapamazdı böyle şeyi. Bize göre iş değil anlayacağınız..." dediği de doğrudur belki.Ama gerçekten değişmiştir, değişmektedir ortalık da kuşaklar da. Daha yeni kuşaklar gelecektir. Gözlüklü Samiler çizgilerde kalırlarsa yine iyi. Bugünleri, bu aşamaları bile beğenmeyeceklerdir.

(25 Ağustos 1974)

ÂDEM YAVUZ'U TANIR MIYDINIZ?

Page 279: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

TRT'ye girişini, oradaki çalışmalarını bilmiyorum ben. 1967'de sınav kazanıp TRT programcısı olarak çalışmaya başlamış. Güzel programlar yapmış televizyona. 1971'de askere gitmiş. Bursa Personel Okulu'nda yedeksubayın okul dönemini bitirdikten sonra Kadirli Askerlik Şubesi'nden terhis olmuş. Yıl, 1973. Ankara'ya gelip eski görevine dönmek istemiş. TRT'nin başında Musa Öğün Paşa var. MİT raporları geçerli. Almamışlar Âdem Yavuz'u."TRT'de çalışması güvenlik açısından sakıncalıdır" diye. Neden sakıncalı anlatmamışlar. İşte bugünlerden sonra çok çok iyi tanıyorum Âdem Yavuz'u. TRT'nin verdiği karşılığı getirmişti bir gün:- Sana bir belge getireceğim bak. Adamlar hâlâ ne kafada anla...- Olur Âdem. Getir de mesele yapalım...Öğrendiğime göre, daha Âdem Yavuz askerliğini bitirip terhis olmadan yazı gelmiş TRT'ye. Şöyle:"Sizde Âdem Yavuz çalışmış. Şimdi askerliğini yapıyor. Terhisden sonra yine TRT'ye girmek istiyormuş. Aman haaaa, sakın almayın..."Nerden gelmiş yazı, bilmiyorum yerini iyice.TRT'deki görevine alınmayan Âdem Yavuz, Danıştay'a başvurdu. Arkadaşları, uyardılar:- Âdem, Danıştay'a başvur da yürütmeyi durdurma, isteme, iptâl iste. Malûm ya, Danıştay'ın da eli kolu bağlı. Hele biraz zaman geçsin...- Olur.Âdem iptâl kararı istedi. Yıl 1973. Artık seçimlere geliyoruz. Âdem bir gün telefon etti:- Ben Sivas'tan adaylığımı koyuyorum, CHP'den. Yarın Sivas'a gidiyorum.- Yahu dur, ne adaylığı? Kazanamazsın. Kolay mı o kadar kurdun arasında adaylık kazanmak?- Vallahi kafama koydum, gidiyorum. Hadi eyvallah...Bir "Ankara Notları"nda yazdım Sivas'a varınca ilçelerden birinde Âdem Yavuz'a sorar köylüler:- Kardeşim, yalan söylemesini, iyi yalan söylemesini bilir misin?- Hayır?- Çuvalla paran var mı?- Yok...- Yazık olmuş sana be aslanım. Hem yalan söylemesini bilmiyorsun, hem paran yok. Ne işin var senin politikada?Âdem, "Benim bütün desteğim sizlersiniz. sizlere güveniyorum." filân der. Ama, köylülerin dediklerini de yabana atmaz hani.Kazanamayacağını bile bile uğraştı durdu Sivas ilerinde. Sivas'dan arada bir haber yolladı. Ankara'ya geldiğinde uğradı Yeniortam Bürosu'na.TRT iş vermeyince, "ANKA" Ajansı'nda bir iş buldu. ANKA Ajansı daha küçük, eti ne budu ne? Fakat Âdem'i koruyup iş vermesi bile az şey değildi. Âdem'e iş vermeyen TRT, onun vaktiyle yaptığı programlarını yayınlıyordu. Özellikle Âşık Veysel'le olan programlarını. Âşık Veysel'le hemşeriydiler babaoğul gibiydiler. TRT'de Musa Öğün'den sonra gelen İsmail Cem ekibi de almadı işe Âdem Yavuz'u. Şimdi ölümünü nasıl geniş geniş veriyorlar. "Biz bu arkadaşı, solcudur diye işe almadık" deseler ya, demezler.

Page 280: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Geceleri ANKA Ajansı'nı telefonla aradığımda, telefona çok kez Âdem Yavuz çıkardı.- Bu gece de nöbetçi sen misin Âdem?- Öyle gibi abi, n'aparsın?Meğer Âdem gece nöbetçisi değilmiş, gece kalacak yeri olmadığı için ajansta yatarmış. ne bileyim...Kısaca konuşur, telefonu kapardık.Basın kartını geçen yıl almış daha. Altı buçuk yıllık gazeteci TRT'ci, basın kartını yani kimlik kartını bile alalı bir yıl olmamış. Bu kadarı bile basınımızın iç yüzünü ne güzel gösterir. Bekârdı. Çocuğu yoktu ya, ya olsaydı? Kaç yıllık sigortalı güvencesi ne, kim bilebilir...Anası Elif Yavuz, Sivas'ın Hafik ilçesinin Çınarlı köyünde yatalaktır. Bütün dileği, para durumlarını bir yoluna koyup anasını Ankara'ya aldırmak. Arkadaşları caydırmaya çalışırlar Âdem'i:- Yav, önce kendi karnını bir doyur bakalım...Gazetecilik uğraşının bir tuhaf yanını gördüm. Kan tükürsen "Kızılcık şerbeti içtim" diyeceksin. Kimse çakmıyacak anlayacağın durumunu, iç yüzünü.Ankara gazetecilerinden çoğu akşam oldu mu, başta TRT'ciler, Sultan Ötel'e giderler bir tek atarlar, konuşurlar kendi aralarında. Âdem Yavuz da orada eski arkadaşlarıyla birlik olmak istediğinden mi ne oraya giderdi sanıyorum.Günün olayları bütün yaşantısı olurdu kişinin. Başbakanlığın önünde beklemek, olayları kovalamak, dönüp yazmak. Hepsi bu...Aşkları da olur elbette. Parasız günleri, sıkıntıları. Dünya bu.Âdem Yavuz'u son iki Kıbrıs Harekâtı arasında, Başbakanlık salonunda bir basın toplantısından sonra gördüm. Ben Ulus'a, Rüzgârlı sokağa gideceğim, ANKA Ajansı'na Kızılay'a gidecek. İçimde onunla biraz olsun yürüme isteği var ki, "Hadi yürüyelim" dedim. "Sen uzağa gideceksin, benimki şuracıkta..." öyle dedi, doğru. Ayrıldık. istanbul'a gidip dönmüştü, ücret durumunu biraz daha düzeltmiş olmalıydı sanıyorum. Ama, soramamıştım ki...Biz konuştuktan sonra yeniden gitmiş Kıbrıs'a. İkinci Kıbrıs Harekâtı'nı da yaşamış. Her gazeteci gibi. İlginç olanı, arkadaşı Teoman Erel'e yazdığı bir mektupta şöyle demiş:"- Kıbrıs'ta ekonomik ve sosyal yönden müthiş bir durgunluk var. Önümüzdeki belli. Buna hazırlık olarak hiçbir tedbir alınmıyor. Bu konuyu hiç kimse ele almayı düşünmüyor, kimse de üzerinde durmuyor. Gelince bu konuyu işleriz..."Bu yetkililere, sorumlulara Âdem Yavuz'un son sözleri gibidir. Kıbrıs'ta kışı düşünüyor musunuz? Bu sorunu kış gelmeden çözün yani...Hasan Tahsin'den sonraki şehidimiz Âdem Yavuz.Gazetelerde, Rumların elinde esirken Rum hemşirelerin, yüzüne sigara dumanı üflediklerini, hastane önünde vurulduğu halde, üç gün aynı hastanede ameliyat edilmeyip bekletildiğini okudum. Kendi kendine "Tanrım, neden benim canımı almadın da bunların eline bıraktın" diye inliyormuş. Rum faşizmini, birçok Türk gazetecisi gözleriyle gördü ve yaşadı Âdem Yavuz, canını vererek saptadı bunu. Ekleyecek söz var mı?

Page 281: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

(28 Ağustos 1974)

NE YAPMALI?

İşkenceler, MİT'e götürmeler durdu artık derken, yeni bir haber geldi.Ankara Merkez Cezaevi'nde eski TİP'li Erdal Orhan'la birlikte iki siyasal hükümlü daha var: THKO dâvasından ölesiye hapse hükümlü Sevinç Aktaş ile Hasan Ataol. Cezaları kesinleşmiş iki hükümlüye artık bir şey olabilir mi demeyin. Hasan Ataol'a değil ama, Sevinç Aktaş'a yapılıyormuş çok şey. Sevinç Aktaş'ı bilmiyorum, Hasan Ataol'u da. Adlarını gazetelerde olaylar sırasında okudum. Sevinç Aktaş kız değil erkek. Kız adı koymuş demek babası çocukken. Sık sık MİT'e götürülüyormuş Sevinç Aktaş. Cezaevine döndüğü zaman, elleri ayakları tutmaz oluyormuş. İşkencedendir elbette, bunu bilmeyecek ne var? Yalnız Sevinç Aktaş değil, olaylarla uzaktan bile ilgileri bulunmayanlar, uğruyorlarmış bu işlemlere.Biz af çıktı, geride kalanların da çıkmalarına bir şey kalmadı derken, geçtiğmiiz dönemin işkencelerini kimler uygulama yüreksizliğini gösteriyor bakalım.Olayların yansımasına bakacağım, yine duracağım bu konu üstünde. Hükümet sorumluları da durmalıdırlar, araştırmalıdırlar sorumlularını.Kimin ne ettiği yanına kaldı, söyler misiniz bana, 30 Ağustos'ta emekliye sevkedilen General Ali Elverdi ne âlemdedir şimdi. Hışmından geçilmeyen o kadar askerî savcı, nerelere gitmişlerdir? Çoğunun sessiz sessiz çeşitli görevlere verildiklerini bilmiyor muyum? Geçmiş dönemin bıraktığı izleri, birer ders olması bakımından unutmadık biz. O dönemi uygulayanlar da unutmamalılar...Sıkıyönetim dönemlerinde CHP bile basılmıştı. Sıkıyönetimden albaylar vs. gelip partide arama yapacaklarını söylemişlerdi. Tekirdağ Milletvekili Yılmaz Alpaslan'ın o zaman verdiği kavgayı unutamam...İsmet Paşa'ya haber uçurulmuştu:- Paşam, sıkıyönetimden gelip partiyi bastılar, arama yapıyorlar. Koca İsmet Paşa , yerinde doğrulmuştu. Boğuk sesiyle konuşuyordu:- Bastılar mı? Ne buldular?Yani, bırakın yapsınlar, birşey bulamazlar demeye soruyordu Paşa, Meclis'te ondan sonra yüklenmişti sıkıyönetim savcılarına, unutmamışsınızdır.Bunca barış kavgasından ve dönem değişikliğinden sonra, MİT'e götürülüp işkence etmelerine inanmak istemiyorum doğrusu. Ama, işkence bir çeşit mi, işkencenin çeşit çeşitleri yok mu? Cezaevlerinden çıkıp işsiz bırakılanlara uygulanan, bir başka işkence değil mi ha?Dursun Akçam, Kars'tan, Ağrı'dan gelmiş, o anlattı. Sığır etinin kilosu kıtlıktan on liraya satılır olmuş. Doğu'da kıtlık var evet. Fakat kıtlık, yokluk içinde bunalanlar bile Karaoğlan'a söz söyletmiyorlarmış. Doğudaki kıtlık bile, Ecevit'in başına çöreklenmiş bir şanssızlık olarak görülüyormuş. Söyleniyormuş Karslı kadınlar:

Page 282: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Anam, anam... bu Halk Partisi'nin kara bahtı zaten. Ya savaş olur ya kıtlık. Şimdi ikisi birden geldi Ecevit'in başına...Ecevit'in bunlardan başarı ile çıkmasını diliyorlarmış.Erzurum'da Erbakan büyük törenlerle karşılanmış. Kars'ta ı-ıh... Ama, Kars'taki konuşmasını dinleyenler şaşırmışlar. Erbakan Hoca her şeyi kendisinin yaptığını söylüyormuş!- Kıbrıs'a çıkarmayı yaptım. Filân filân yerlere fabrika kurulmasını emrettim...Bu konuşma biçimi CHP'lileri deliye çeviriyordu ya, şimdiye değin içlerine atıyorlardı. Şimdi şimdi, "Bu böyle gitmeyecek" diyenler çoğaldı. Ama, formülü bulunamadı henüz. Ne yapmalı?Evet, ne yapmalı?CHP-MSP ortaklığı dağılsa, nasıl bir ortaklık kurulabilir? CHP - CGP mi? DP ile bir ortaklığın, CGP'den fazla farklı olmayacağını bilmiyorlar mı CHP'liler, biliyorlar elbet.CHP'nin bir azınlık hükümeti kurmasını ise, Demirel bekleyip durmakta. "Hele bir kursalar da başlarına yıksam iktidarlarını" diye. Eski gücü kalmasa da, Senatoda çoğunlukta hâlâ. Mecliste de CHP iktidarı dediğimiz, 185 kişi, yalan mı?Öbür partilerden kopmalar bu kopmaların meclislerde bağımsız gruplar kurmaları ve CHP ile ortaklığa gitmeleri. Bu da akla yakın geliyor ama, Nasrettin Hoca'nın çalılardan toplanacak pamuklara umut bağlamasına benzetiyor. O da zorca. Sonra bir de, "CHP mebus pazarı mı kuruyor?" söylentileri çıktı mı, daha da zorlaşıverir hükümet kurmak.Fakat, öyle de görünüyor ki, MSP ile de yürümüyor işte...Erken seçime, yanaşacak milletvekili ve senatörün çıkacağını kimse sanmıyor. Adamların daha terleri kurumadı baksanıza. Daha seçim kampanyalarında harcadıkları paraları çıkaramadılar ne bileyim...MSP huyundan geçirilebilir mi, iktidar ortağı olmaya zorlanabilir mi? MSP'lilere bakıyorum, hayli pişkinler. "Yok canım, ne olmuş ki?" diyenden geçilmiyor.Ne yapmalı yani?(4 Eylül 1974)

SÜLEYMAN BEY!

Yıl, 1964'ler olmalı, Süleyman Bey'in AP Genel Başkanlığına adaylığını koyacağının söylendiği günler. Süleyman Bey'in Ankara'da Sümer Sokak'taki işyerine gazeteciler baskın yapmışlardı. Gazetecilerin arasında, o zamanlar Yeni Gazete'nin Ankara Temsilcisi olan Emil Galip Sandalcı da var. Hattâ gazetecilerin en eskileri olduğundan bir çeşit onların başkanı sanır gören. Süleyman Bey'le yapılan o konuşma gazetelerde çıkmadı. Konuşma ilginçti, orada geçenler ilginçti de ondan. Hoş, bu sıralar Süleyman Bey bazen kendi bazen yaver-i has imzasıyla açıklamalar, tekzipler yollamakla vakit geçiriyor. Aktaracağım görüşmelerde bir eksiğim varsa yalanım varsa, düzeltir. Seviniriz...

Page 283: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Daha çok kimse Süleyman Bey'i pek bilmiyor o zamanlar. Bilse eski Su İşleri Genel Müdürü biliyor o kadar. Su İşleri Genel Müdürü'nü kim tanır, biliyor muyum şimdiki Su İşleri Genel Müdürü'nü? Neyse, sordular Süleyman Bey'e:- Adalet Partisi'nin Genel Başkanlığı'na adaylığınızı koyuyorsunuz, AP'nin programında bir değişiklik yapacak mısınız?Süleyman Bey, o sonradan öğrendiğimiz pozunu aldı. Gerdanını kırdı, boynunu uzattı, karşılık verdi:- Hayır beyler, AP'nin programı değişmeyecektir. Biz ithal malı doktrin ve görüşlerle yönetim taraflısı değiliz. Biz, kendi halkımıza uygun elbiseyi dikeceğiz... filân.- Sadettin Bilgiç'le sizin aranızdan bir fark var mı?- Hayır yoktur. O da benim arkadaşımdır. Önemli olan hizmette nöbettir, AP'ye hizmettir... filân.Süleyman Bey, tam bu sözleri söylediği sırada, yanında oturan, gazetecilerin de pek tanımadıkları bir adam söze karıştı. Süleyman Bey'in arkadaşlarından biri olmalıydı:- Nasıl böyle söylersin Süleyman? Sen halk içinden çıkmış biri değil misin? Sosyalist değil misin?Herkes sustu. Süleyman Bey, gazetecilere, "Bir dakikanızı rica ederim beyler" dedi, arkadaşının elinden tuttu. Arkadaşı içinden: "Eyvah, bir skandala sebep oldum. Herhalde şimdi beni azarlayacak..." diye düşünüyordu.Süleyman Bey, arkadaşının elinden tuttuğu gibi, onu yandaki kardeşi Şevket'in odasına götürdü, şöyle dedi:- Yanu, deli misin, ben elbette sosyalistim. Başka bir düzende de Türkiye'nin kalkınamayacağını biliyorum. Fakat, halk çoğunluğu bu kelimeye karşı alerji duyuyor. Bu kelimeyi söylersek, hiç bir başarı sağlayamayız... filân.Bu olayı neden anlattım? Süleyman Bey'in sosyalist olduğunu açıklamak için, yahut onu da sosyalist yapmak için mi? Bana ne? Alpaslan Türkeş, "Asıl sosyalist biziz" demedi miydi?AP Genel Başkanı seçildikten sonra sormuştum açık açık:- Mason olduğunuz söyleniyor, doğru mu?Atlatmıştı, lâfı gargaraya getirip...AP büyük kongresi yaklaşıyor. Süleyman bey günün konusu olacaktır. Yine sola, sosyalistlere ağır sözler söyleyecek, onlara çatarak oy toplamaya uğraşacaktır delegelerinden. Bu da yeni bir şey değil, Türkiye'de. Süleyman Bey, arkadaşlarına nasıl olduğunu, ne düşündüğünü söylüyorsa öyle konuşsaydı yığınların karşısında, ne olurdu diye düşünüyorum durum?Önce kendi durumu, herhalde böyle olmazdı ne bileyim? İsmet Paşa, Süleyman bey'e bir türlü güvenemedi. Önce, doğruluğuna güvenemedi. Sık sık söylerdi:- Şurada bana söz veriyor, ayrılıyoruz. Girip zıddını yapıyor nasıl güvenebilirim?Liderler, tükenmişlerse kimseye kabahat bulmayıp, bunu önce kendilerinde aramalılar. Süleyman Bey iktidarı için en az yirmi yıl

Page 284: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

biçilmiyor muydu? Altı yılda tükeniverdi işte. Artık yapacağı yoktu Türkiye'de çünkü. Farkında mısınız besleyip yapay olarak yaşattığı naylon basını bile zarar vermeye başladı Süleyman Bey'e. AP örgütünün tutmadığı kişiler, Süleyman Bey'in adamı olsa, onun için canını veriyor görünse ne çıkar...Süleyman Bey'i aradığımız olmadı mı? Özellikle 12 Mart döneminde, onca işkence yapılırken. Süleyman Bey, çok kızdığı eski başbakanlardan birine bir gün:- Faşist bu... demişti. Demek, faşizme onun da vardı öfkesi.Süleyman Bey için iyi şeyler yazmak istediğim oldu. Fakat gelmedi elimden. Onu hep yukarılarda tanımladığı biçimde dinledim yakınlarından. Seçimleri elden kaçırdığı, başa geçemediği için üzgün olmalı. Ama daha elinde AP Genel Başkanlığı var. Şimdi onu elde tutmağa uğraşıyor. Büyük kongreden önce istifa eder mi, ben sanmıyorum. Büyük kongrede de kazanır mı? Görünüşe göre evet. Ama, ondan sonra ne olur? Sorun burada...(10 Eylül 1974)

FAŞİZM GERİLEDİ Mİ, SİNDİ Mİ?

Emekli malûl Hava Yüzbaşısı Şemsi Yumlu, şöyle yazmış:"MSP'nin Atatürk Orman Çiftliği'nde Bira Fabrikası yanına bir cami yaptırmak istediğini ve Korkut Özal'ın resmî okul ve müessese müdürlerini cami veya mescit yapımına teşvik ettiğini yazıyorsunuz.Bu bana 1936 yılında yaşadığım bir anıyı hatırlattı: 1936 yılında Heybeliada Deniz Harpokulu Lise 3 öğrencisiyim. Günlerden pazar, aylardan Nisan veya Mayıs.Lise ve Harpokulu öğrencileri izinde. Ben nöbetçi öğrenciyim. Nöbetçi heyetinde bir nöbetçi amiri binbaşı, bir nöbetçi subayı üsteğmen, bir Harpokulu öğrencisi, bir de lise son sınıf öğrencisi var.Saat, sabahın 10-10.30 sularında deniz tarafında vapur iskelesiyle mendirek arasında tek başıma bir aşağı bir yukarı dolaşıyorum.Bir ara rıhtıma bir sivil motorun yaklaşmakta olduğunu gördüm. Derhal koşarak oraya gittim. Düdük çalarak motorun uzaklaşmasını işaret etmek üzere iken motorun kıç tarafında ayakta heykel gibi duran sarışın mavi gözlü kişinin Atatürk olduğunu tanıdım. Selâm durumuna geçtim. Motor yanaştı. Atatürk elini uzatarak benim elimi tuttu ve rıhtıma atladı. Komutanın nerede olduğunu sordu. Arkasında beş-altı kişi daha vardı. O sırada nöbetçi amiri ve subayı da koşarak geldiler. 2-3 dakika sonra Okul Komutanı Bilâl Bey de koşarak geldi. Rıhtımdan okula doğru ilerlerken Atatürk eliyle okulun içindeki minareyi göstererek:- Bu ne?... dedi. Bilâl Bey:- Okul camiinin minaresi efendim... Atatürk:- Yakışmıyor, hiç yakışmıyor. Bir müsbet ilim müessesesinde ve askerî okulda bu camiin ve minarenin işi ne? Bunu derhal yıkın... dedi.Minare iki gün sonra yıkıldı. Öteki nöbetçi subaylarının, Atatürk'ün yanında olanların adlarını hatırlayamıyorum. Fakat bu hatıraya en az 10-

Page 285: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

15 kişi tanıktır. Ve okuldaki minarenin iki gün içinde yıkıldığını şimdi hayatta olan bütün deniz subaları bilirler.Ne kadar hazindir ki, aradan kırk yıl geçtikten sonra Parlamento binası içinde ve okullarda cami yaptıranlar bulunuyor..."Bu mektubu neden yayınladım? Kapitalizmin bir uçtan oyuncağı ve âleti durumuna gelen gericilerin, din sömürücülerinin yıldırımlarını çekebileceğini bilmiyor muyum? Atatürk inançlara saygılı idi. Türkiye'de de inançlara saygı kuralı kökleşmiştir. Ancak, geçirdiğimiz kısa dönemde din sömürüsünü göre göre, çok inanmış insan, inancından, dininden soğudu. Namaz kılan görüp de, "Acaba ne var bunun altında?" diye düşünenler bile vardır ne bileyim. Türkiye'de din sömürüsü yasaktır, suçtur. Devlet olanaklarını, gelecek seçimler için bu yolda kullanmak ise, yaşamasını istediğimiz Türk demokrasisini hançerlemekten başka şey değildir.*Dün, Şili'de faşizmin demokrasi üstüne çöreklenişinin yıldönümüydü. Şili'deki uygulamaların faşizmin bir başka biçimde benzeri Türkiye'de de vardı. İşkenceler durmamıştı. Sıkıyönetim Mahkemeleri adaletle uzaktan yakından ilgisi olmayan kararları veriyorlar, gençler, aydınlar süründülüyordu. İşkencelere, MİT uygulamalarına askerler de karıştırılmıştı. Bir yandan askerî yargı yaralanırken, bir yandan askerler -olup bitenlerden- sokağa çıkamaz duruma gelmişlerdi.Türkiye'de eziyetler, işkenceler demokratik güçleri yıldırmadı, biledi daha çok. Demokratik cephe 14 Ekim sınavını başarıyle verdi. Bu büyük ölçüde Türkiye'de faşizmin gerilemesi, geriletilmesiydi. Tüm solun oylarını da toplayan Ecevit kendine bir ortak bularak iktidara geldi. Zaman geçtikçe daha da büyüdü. Bu, Türkiye'de faşizmin gitgide gerilemekte oluşunun somut örneğidir bence. Gerilemiş ama, ortadan kalkmış mıdır? Sinsi sinsi çalışmasını sürdürmekte değil midir? "Değişen birşey yok ki ortada" diyenlerin anlatmak istedikleri bu değil mi?Kıbrıs olayları, Ecevit'e yeni puanlar kazandırdığı gibi, geçmiş dönemde hayli yara almış olan askerleri de, o güç durumlarından kurtardı. Herhalde, askerler bundan böyle faşist uygulamaların oyuncağı durumuna kolay kolay getirilemeyeceklerdi. Bu dersin alınması da az şey olmasa gerek.*Bulgar Elçiliğinde önce verilen kokteyle ne kadar çok kişi gelmişti. Belki de Bulgarlar'ın ulusal bayramları olduğundandı bu. Faşizmden kurtuluş bayramı... Türk Hükümeti, Bulgarlara yakınlık olsun diye, bugün için Çalışma Bakanı Önder Sav'ı, törenlerde bulunması için Sofya'ya göndermişti.Elçilikteki kokteyle, Senato Başkanı Tekin Arıburun, Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya ile ilk kez, uzun uzun konuştum. Tabiî Senatör Haydar Tunçkanat da vardı.Sonra kokteylde, Nezihe Meriç, Salim Amca -Salim Şengil- Özdemir İnce, Cemalettin Ünlü'lerle bir grup yaptık. Kendi aramızda konuştuk. Nezihe Meriç yasal adıyla Nezihe Şengil de aftan yararlanıp, ortalığa çıkabilenlerdendi. Uzun süre "Kimble" olarak dolaştı ülkesinde...

Page 286: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Gazeteciyim ya, birşeyler bildiğimi sanarak soruyorlardı:- Ne oluyor kardeşim, ortaklık bozuluyor mu?Aman bozsunlar şu ortaklığı, erken seçime gitsinler...- Faşizm geriledi mi, sindi mi ha, ne dersin?Üzerinde daha durulacak konu doğrusu...(12 Eylül 1974)

OZANLARLA POLİTİKACILAR...

Ünlü ozanımız Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya Yugoslavya'nın Struga kentinde verilen "Altın Çelenk Ödülü" olayı, Türk kamuoyuna gereği gibi yansıtılmadı. Bir Yeniortam'ın sanat sayfasında buna ilişkin haber çıktı doğru dürüst. Yugoslavya'daki törene katılan sanatçılardan Cengiz Bektaş, Türkiye'ye döntükten sonra orada olup bitenleri, yaşantılarını bir mektupla bildirdi. Dışişleri yetkililerinin, basının sustuğu, görmezden geldiği bu önemli olayı genişçe yansıtmamı istiyor sanıyorum. Sanatçılar, bir yerde de göbeklerini kendileri kesip haberlerini de kendileri veriyorlar. Törene çağrılıp katılanlar şu sanatçılar:Fazıl Hüsnü Dağlar, Behçet Necatigil, Turgut Uyar, Tahsin Saraç, Talât S. Halman, Bekir Yıldız, Tomris Uyar, Cem Yayınevi Yönetmeni Oğuz Akkan, çevirmen Ozan Said Maden ve Cengiz Bektaş.13 yıldan beri verilen "Altın Çelenk Ödülü"nü şimdiye değin alanlar arasında Pablo Neruda da var. Cengiz Bektaş anlatıyor işte:"Önceki günlerde hepimiz değişik kentlerde şiirlerimizi Türkçe okuduk, şiirlerimiz Yugoslav dillerine önceden çevrilmişti. Hemen ardımızdan çevirileri Yugoslav sanatçılar okudular. Hepimiz heyecanlıydık. Televizyonlarla bütün Yugoslavya'ya canlı yayın yapılıyordu. Bütün foto muhabirleri, aşağı yukarı 40 ülkeden çağrılı Rus'undan Perulu'suna ozanlar. Bir ana-baba günü, daha doğrusu gecesi. Kıbrıs günlerinin içinde, Türklerin barbar tanıtılmak için her türlü hokkabazlığın yapıldığı günlerde, bir Türk ozan çok önemli bir uluslararası ödül alıyor, dostluk, insanın sevgisi, barış gibi en güzel duyguları konu edinen bir Türk ozanına, bir başka ülkede, bloksuz bir ülkede ödül veriliyordu. Futbol maçı olsaydı, güreş olsaydı bu olay herhalde değişik olurdu. O gün güncelerimizin art yüzleri boy boy takımın ya da güreşçinin resimleriyle dolardı. Spor Bakanı, genel müdürler, hele hele küçücük bir başarı olsun, örneğin beraberlik falan, daha önemli kişiler lâflar ederlerdi. Bir "barış ozanı" uluslararası üne erse de uluslararası taçlandırılsa da ilgilendirmiyordu Türkiye'yi. Yalnızca bir konsolos yardımcısının kendi kişisel telgrafı dışında, ne Belgrat Büyükelçisi'nin, ne örneğin Kültür Mesteşarlığı'nın bir telgrafı. Ne Türk Televizyonu, ne şu ne bu...Dağlarca her şeye değerdi. Ama, yalnız o kadar değildi. Onun kişiliğinde Türk edebiyatına da bir değer biçiliyordu. Yunus'un sözlerine beş yüz yıl sonra bile erişememiş 72 millet yâr gerek... Sevgisine erişememiş Batı'nın karşısında, Türk şiiri bir kez daha ses veriyordu. Kime ne? Ben utanıyorum, bilmem sen ne düşünüyorsun?"

Page 287: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Benim ne düşündüğüm o kadar önemli değil. Başbakan Ecevit, Dağlarca'ya bir kutlama telgrafı gönderdi. Onu biliyorum. Çok kimse bu mektubu okuduktan sonra, örneğin Süleyman Bey, yaver-i has ne düşünür, onu bulmaya çalışıyorum.- Bu kadar solcuya kim pasaport vermiş böyle? Yugoslavya'da babalarının evi gibi cirit atmışlar bakalım...TRT'ciler ne düşünür, onu nasıl öğreneceğim?Öyle cirit atıp şiirler okumuşlar ama, fabrikalarda işçilere okumuşlar. Siz şiir dinleyen işçi, köylü gördünüz mü hiç? Şiiri Türkiye'de kentsoylular dinler, şiirler sanki onlar için yazılmıştır. En tutucu aydının evinde Nâzım'ın kitaplarını bulabilirsiniz de belki, bir işçi evinde Nâzım'ın kitabına uğrasalar sürüm sürüm süründürürler işçiyi.Dünyanın çok yerinde Türkleri Nâzım'la tanırlar. Hiç bir Türk elçisi Türkiye'yi dünyaya tanıtmada Nâzım kadar etkili olamamıştır. Türkiye'yi Süleyman Bey'lerle yaver-i has'larla değil, ünlü sanatçıları ile tanıyorlar işte, yalan mı?Amerikalı ozan, Joseph North'un "Nâzım Hikmet İçin" şiirinden alınan parçayı çok sevdim. Şiir, "Yazdık Nâzım Nâzım Diye" adlı kitapta çıktı. Joseph North, Nâzım'ın Bursa Cezaevi'ndeki günlerini yansıtmak istemiş. Şöyle bir bölüğü:

"Yaşıyor mu?" diyoruz, biz Amerikalılar soruyoruz,Ve konsolos:"Bilmiyoruz" diyor "kendi hükümetinizden sorun"Böyle diyorlar Nâzım,Bir parçacık olsun, yüzleri kızarmadan"Kendi hükümetinizden sorun" diyorlar.Bize söylemiyorlar, kardeşimEvet demiyorlar,Hastasın, ölmek üzeresin belki öldün,Ya onlar? Onlar kuvvetlidirler.Bizim B-29'larımız, demir tanklarımız, çelik mermilerimizle

Bizim atom enerjimizle kuvvetlidirler.Kuvvet bu değil mi?Öyleyse uzakta bir Anadolu hastenesinde yatan

Küçük bir insanınYaşayıp yaşamadığını söylemiyorlar?...................."(15 Eylül 1974)

SOL PARTİ GÜÇSÜZ OLUNCA...

Ankara'da devlet çarkının yakınında olmanın bir özelliği var. Bütün kokuşmuşlukları ciyfeleri seyrediyorsunuz, işte. Çoktan kokmuş balığın

Page 288: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

kokusunu izleye izleye. Bir yandan burnunuzu tutuyor, bir yandan koşturuyorsunuz habire.- En bozulmuş yeri, şurada mı, burada mı? Şuradan mı işe başlamalı, buradan mı?Türkiye'de yedi ayda çökertilmiş devlet ve kamu düzeninin üstesinden öyle sol-sağ ortaklıklarla değil, bir sol iktidar yahut sol-sosyalist partiler ortaklığı ile gelinebileceğini düşüyorsunuz. Ancak, olanağı var mı bunların? Sosyalist Parti güçsüzdür. Sol, Türkiye'de geçirilen olaylar nedeniyle mi ne, yorgun, argın. Sargısı yeni çözüldü daha... 12 Mart'ta CIA parmağı arayanlar, bunda haklıdırlar. Ecevit 12 Mart'a karşı çıkarken bir yönüyle bundan dolayı haklıydı.Yedi ayda düzenin nasıl komikleştiğini örnekleriyle vermek o kadar kolay ki.İki gün önce, Türkiye'de bir konuk Bakan vardı. Irak Ticaret Bakanı Hikmet El-Azzavi. Fehim Adak'ın konuğu, yani Türkiye'nin konuğu olarak gelmişti ülkemize. İki Ticaret Bakanı oturup konuşurlarken, telefon çaldı. Telefon Başbakan Yardımcılığındandı. Erbakan yöresinden yani.- Sayın Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan, Sayın Hikmet El-Azzavi'yi kabul etmekten şeref duyacaktır.Kalkıp gidildi. İçerdeki konuşmalar ne oldu? Erbakan, yeni bir skandalın bir başka perdesini aralamakla uğraşıyor gibiydi. Hani şu, hükümetin karar almadığı konularda yabancı bakanlarla sorumsuzca konuşması, "Sizinle birlikte fabrika, liman yapalım..." filân.Erbakan sordu:- Daha önce Ekonomi Bakanı ile konuşmuştuk. Birlikte fabrika, liman yapacaktık...Konuk bakan karşılık verdi:- Biz belli bir proje detayları üstünde durmuyoruz. Türkiye ile dostluk ve işbirliğini ilerletmek istiyoruz. Irak ile Türkiye ilişkileri geliştirilmelidir. Bizim kanımız budur.İki bakan da oruçlu olduklarından birşey içilmedi. Dışarı çıkıldı. Iraklı Bakan, gazetecilerin sorularını karşıladı. Bu bir nezaket ziyaretiydi. Belli bir konu görüşülmemişti.Erbakan öyle yapmadı. TRT muhabirine bir demeç vererek, Irak ile ortaklaşa yapılacak fabrikalar ve limanlar konusunun görüşüldüğünü söyledi...TRT, bunu bütün Türkiye'ye yaydı.İstifa etmiş bir hükümetin bakanı, böyle uyduruk demeçler veremez.Devlet ve kamu düzeni nasıl alak bullak edildi. Ticaret ve Sanayi Bakanlıkları kadroları öylesine yetersiz, örümcek kafalı MSP'lilere dolduruldu ki bunları bir CHP-DP ortaklığıyla temizleme olanağı görünmemekte. Adam, birinci dereceye getirilip oturtulmuş, görevinden alacak olsanız yine en yüksek dereceyle yani o derece kadrosuyla danışmanlığa alacaksınız. Birinci dereceden kadrolar zaten dolu. Yerine getireceğinize verecek kadro dereceniz bile yok. CHP'nin hiç devlet hizmeti görmemiş yetenekli kişiler için bulduğu formül, gerçekte yararlı olabilecekken bunun kötüye kullanılabileceğini hesaplıyamaması başına işte bu dertleri açtı. Sanıyorum, örnek getirilen İsmail Cem olayı

Page 289: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

benzerleri işte böyle kötüye kullanıldı durdu. İlke iyi, ama uygulama baştan sona kötü. Hoş, CHP'lilerin İsmail Cem'den de pek hoşnut olduklarını kimse sanmıyor. Bir CHP-DP ortaklığında iş görecekler için yeni kadrolar alınabilecek mi? MSP'lilerin kadroları nasıl olsa evladiyelik... Danıştay kapıları da var. Eee, adamların kendiliklerinden hiç değilse emekliliklerini istemeleri bekleniyorsa hava alınır. Yeni iktidarlar, yedi ayın parazitlerini besleyecekler ölesiye, görün bakın. Süleyman Bey'in Ziraat Bankası'ndan kardeşlerine krediler sağladığı, yıllarca çalkalandı durdu. MSP'lilerin Ziraat Bankası'na yaptıkları baskılar daha çıkmadı ortalığa, kamuoyuna.Ortaklıklarla yürütülecek, Türkiye'de en büyük eksiklik, sosyalist partilerin güçlü olmayışı işte. Çıkıyor bu ortaya. Sol-sağ ortaklığı tuzla şeker karışımı gibi bir şey. Öylesine gülünçlü, Avrupalarda sol partilerin ortağı, ılımlı, aşırı sosyalist ya da komünist partilerdir. Bu olanaklardan yoksunluk, Türkiye için en büyük eksik. Bir CHP-DP ortaklığında yarın, Demokratikler ortaklarının ayağını çekmeye başlayınca, tökezletmiye girişince göreceğiz.Demokratikler, öyke kısa sürede seçim filân da istemiyorlar. Uzun zaman iktidar olup, şöyle nimetlerini kaçırmadan seçimlere varmak istiyorlar. Hattâ, o kadar ince hesaplar var ki, kulislerde konuşuyorlar:- Şu CHP ile ortaklık, AP kongresinden sonra olsaydı çok iyi olacaktı...- Niye?- İşte...- Canım neden işte?..- İşteden işte...DP'lilerin kafasındaki, hiç zarar görmeden bu ortaklıktan kârlı çıkmak.Bir söylentiye, yoruma göre de, CHP-DP ortaklığını, Süleyman Bey de istemekteymiş. DP iktidar olursa, ben AP'de paçamı kurtarırım diye.Şimdi Demokratikler, vaktiyle AP'nin içindeydiler. Kendine rakip istemiyen Süleyman Bey güçlü kişilerden çok korktu. Bazı çevreleri de hoşnut etmek için açık açık attı AP'den onları. En çok, Yüksel Menderes'den korkardı. O zaman uyaranlar olmuştu Demirel'i:- Yapma, partiyi parçalayacaksın.- Parçalanırsa parçalansın.- Yıkacaksın ama...- Yıkılırsa yıkılsın.Şimdi bir enkazın içinde kurtarmaya çalışıyor kendini.Meclis kulisinde seyrettim onu. Enkazın içinde dimdik yürüyordu.(22 Eylül 1974)

YEMİŞEN...

Bayanlar, kendi aralarında Süleyman Bey'e veryansın ediyorlardı. Bir arkadaşları da AP Milletvekili eşiydi. Konuşurken ona baktılar, şöyle yan gözle:- Konuşun, konuşun. Ben evde Süleyman Bey övgüsünden bıktım. Kocama da söyledim. "Bana bak, evden içeri girer girmez politikayı bırakacaksın, Süleyman bey'in de dışarda kalacak..." dedim.

Page 290: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Abuzittin Bey, MİT kontenjanından girmiş, duydun mu?- Duymadım ama, şaşmam.MİT üstüne ne kadar yazdım, durdum. Geçenlerde Çin Halk Cumhuriyeti'nin 25'inci yılı törenleri nedeniyle Elçilikte verilen kokteyldeydim. Bir generalle tanıştım. Tuğgeneral... "İstihbarat"taymış. Ne biçimde olursa olsun, okuması hoşuma gitti. O sordu:- Size bir sorum var: Yazılarınızdan pek anlaşılmıyor. Sizce MİT, gereksiz mi, yoksa düzeltilmesi mi gerekiyor?İçki dağıtan ak gömlekli görevliden bir viski alarak karşılık verdim:- İkincisi daha doğru paşam!..Kara Kuvvetlerinden ama, öğrendiğim kadarıyla daha önce MİT'te çalışmış. Bende kötü bir izlenim bırakmadı. Ben de onda iyi izlenim bıraktıysam, ne iyi...- Şu, Çinlilerin kendi içkileri, bundan bir deneyin bakın...- Yok, gerekirse sonra denerim.Böyle toplantıların en geçerli içkisi viski herhalde. Sosyalistleri az mı taşlarlar, "heyy, viski içiyor adamlar" diye. Asıl kapitalist içkisi viski, öyle ya.Sabahlar, çok kez Gençlik Parkı'nın içinden geçip yürürüm. Ağaçların arasından çiçekleri seyretip yürümek daha dinlendiriciymiş gibi gelir.Dikenli, yeşil yapraklar arasında, dallarda küçücük kırmızı kırmızı meyveler. Nohut büyüküğünde çoğu, ama dallar dolu haaa. Anadolu'da alıç dedikleri, bir çeşit gelin elmasının daha bir küçüğü meyveler Park çöpçüsüne sordum:- Bunlar yenir mi?- Yenir amma, tatsız. İki tane yiyince burkar adamın boğazını.- Adı ne bunların? Alıç cinsinden olacak...Güldü, tanış çıkmışız gibi.- Alıç değil. Onun ufağı. Buna, yemişen derler, böyle biter dağlarda işte.Yemişen, yemişin küçüğü demek belki...Demek o da tadına bakmış tadına. Süpürdü, gitti parkın yollarını...Çöpçü sigortalıdır değil mi? Anlaşma olmasaydı greve gideceklerdi Ankara'da da. Karısı da sigortalı mıdır, yoksa evlere gündeliğe, haftalığa mı gider? Nasıl da yorulurlar. Canlarını çıkarırlar alimallah evlerde. Geçimi nasıl sağlaycaklar?Emine Hanım, karıma öyle demiş:- Siz, yakınırsanız biz ne yapalım? Kolum kanadım kırılıveriyor. Geçim ne kadar zorlaştı?Sosyal Sigortalar, bir çeşit soyuluyor, fakat kimse oralı değil biliyor musunuz? Çalışmıyan, evlerinde örgü ören ne kişiler sigortalı gözükmektedir. Naylon gazetelerin naylon kadrolarında ne böyle sigortalılar vardır, bir kurcalasalar. Ne kolay yoldur, evde oturacaksın, çalışanlar gibi oturduğun yerden zamanı gelince emekli ne olacaksın. Ne memleketmiş be! Sigorta primi yatmıyor mu, yatıyordur o kadarı, vergi bile yatıyordur açıktan.Buradan, şuraya gelebilir miyim acaba? Bütün halkın sigortalanması, yaşlanınca emekli olması. Emeklilik, sigortalılık mutlu azınlığı değil, yığınların da hakkı. Ama bu sömürü düzeninin değiştirilmesine bağlı.

Page 291: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Acaba, düzen değişir diye mi razı olmuyorlar seçimlere? Bin dereden su getiriyorlar işte, görüyorsunuz.Kitleler, politikacının yanlışını buldu mu, aksadığını gördü mü gözünün yaşına bakmaz. Taa tepelerden indiriverir aşağılara, düzlüklere. Karaoğlan, o kadar tutundu, Türkiye'de halk gözünde. Biliyorum bunları. Gelgelelim, halkın sıkıntıları bastırdı mı yenmeye de başlar. Adana'da pamuk taban fiyatının açıklanmasını bekleyenler, çeviriveriyorlardı radyonun düğmesini. Belki bunlardan Bülent Bey'in de haberi olmuyordu.Can boğazdan gelir doğru, ama halk bir umudunu da yitirmek, onu da harcamak istemiyor. Çok yerde ortalık pahalı deyince susuyorlar ha, konuşmuyorlar, konuşturmuyorlar da.Sandık başlarına gidince konuşacaklar bir iyicene. Yemişenler boğazlarını burksa da, yırtsa da alacaklar sonucu bu kez.(10 Ekim 1974)

KARIŞIK İŞLER...

Bir sergide gördüm Başbakan Ecevit'i. Uzun zaman var, görmüyordum. Bayram tatilinde Ankara'da değildi. İstanbul'da Belgrat Ormanları'nda eşi ve birkaç arkadaşıyla dolaştı.Sergide, yüzyüze gelince kısaca Güneş ve Barbro Karabudaların başlarına gelenleri konuştuk. Güneş, şöyle demişti:- İsveç basını, Türkiye'de başımıza gelenlerden dolayı ateş püskürüyor. Fakat biz İsveç'e varır varmaz basın toplantısı yapacağız, "Bize uygulanan işlemlerde Ecevit'in en ufak kabahati yok" diyeceğiz...Ecevit, sevindi bayağı. "Sağolsunlar" dedi.İsveç basını, Karabudaların başına gelenleri gerçekten büyütmüş. "Güvenlik Polisi, Ecevit'e savaş açtı" diyormuş.Londra Radyosu, iki gün önce, 14 Türk gazetecisinin Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne verilmesi olayını "Türkiye'de 14 gazetecinin en az beş yıl ağır hapsi isteniyor" biçiminde verdi. Prof. Sadun Aren'in 1968'lerde katıldığı bir toplantı nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanmasına ilişkin haberi verip vermediğini bilmiyorum, izleyemedim.Başbakan Ecevit, Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı'na yolladığı telgrafta "Özgürlükçü demokrasiyi kısan yasalar değişmeli" diyordu.Anayasa Mahkemesi, Devlet Güvenlik Mahkemelerine ilişkin Anayasa değişikliklerini görüşmekteydi bir yandan. Türkiye'nin başında "Faşizm" bulutunu gezdirenler hiç oralı değilmiş gibiydiler. Altan Öymen, en iyisinin adam yakalayıp "Teşhir etmek" olduğunu söylüyordu. Ağaçlara bakmaktan ormanı göremeyecektik ona kalsak. Oh, ne alâ. Altan bağışlasın beni, beklemediğim karşılıkları verdi. Ne kadar da öfkelendirmişim? Eee, faşizm bu. Çin işi Japon işi değil.Belki yazdıklarımdan dolayı ben de yeniden mahkemelere verilir, yargılanırım. Olmadı değil. Ama, yargılanırken, ülkem için yurtdışında kötü şeyler yazılır, çizilirse bundan üzülürüm. Herkes üzülür. O zaman, bu işlerde bir terslik olduğunu düşünmek isterim. Yani, ülkedeki güçlerin de Türkiye'nin dışardaki onurunu yaralayabileceklerini düşünmelerini isterim.

Page 292: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Haksız mı olurum? Nihat Erimler, Ferit Melenler, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ilgili Anayasa değişikliklerini gerçekleştirenler neden yargılanmazlar? Karışık işler doğrusu.Türkiye'de bir 14 ekim seçimleri oldu. Çok şeyin değişeceğini söyledik bu seçimlerden sonra. Direniyorlar:- Hayır efendim, kim diyor değişmiş diye? Zırnık değişmedi ülkede...Faşizm birazcık sindi o kadar. Ecevit Hükümeti iktidardan gider gibi olunca da, örtülmüş gibi sanılan pençe sıyrıldı yavaştan yavaştan...Dışarıya ne güzel bir görüntü vermeye başlamıştık. Yunanistan'da cuntalar vardı, Türkiye kurtulmuştu çoktan bunlardan. Bir af çıkmıştı, aftan yararlananlar birer ikişer, ağır aksak işlerine güçlerine başlayabiliyorlardı bile. Kolay olmuyordu elbet, yaraların sarılması. Kimse daha farkında değildir, ne kadar işsiz aydın var Türkiye'de aftan yararlanan? Çok kimseyi ırgalamayabilir de belki ne bileyim. Örneğin, bir Sait Çiltaş... Daha bir görev alıp çalışamadı. Çoluğu çocuğu ile ortada. Adlarını sıralaması zor, sayıları bini aşkın genç subay emeklileri... Emekli üsteğmen, emekli teğmen, emekli assubay... Genç yaşlarında, çalışabilecek çağda boş oturuyorlar. Emekli Sandığı karar veriyor, "Bunlar görevlerine dönebilir" diyor. Yani Ordu'ya. Fakat, dönemiyorlar. Suçları: Bir yönetmelik hükmü; "Yasalara aykırı düşünceler taşımak" aftan da yararlanmışlar. Neden dönmesinler görevlerine? Haydi dönemediler. Neden kamu kuruluşlarında görev alarak emekliliklerini canlandırmasınlar?Ne yapacağız, nasıl savaşacağız haksızlarla, yasalara, Anayasaya aykırı tutum ve davranışlarla?*Sovyet kemancısı David Oystrah ölmüş. Davit Oystrah'ı dinledim ben, Nâzım'ın şiirinden biliyorum. Nâzım, yurtdışına kaçıp gittikten sonra 1 Temmuz 1957'de "David Oystrah'a Mektubumdur" şiirini yazmış. Şöyle:

İstanbul'a gitmişsiniz.Konserinizdeymiş.Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişsiniz, bakmış parmaklarınıza.Mektubunda: "Unuttum herşeyi" diyor.Kahırlarından başka unutacak şeyi yok."Ağladım" diyor. "ferahladım"."Dünya", diyor, "güzel, içim rahat"Yağmura uzanan iki yeşil yaprak gibi gözleriSiz kıskandığım biricik insansınız üstat.(22 Ekim 1974)

ALİ GALİP'İN OYUNU...

Feyzioğlu'nun CGP'yi ayakta tutmak için Irmak Hükümetine böylesine sızdığı söyleniyordu. Radyoları dinleyenler fazla birşey öğrenmediler ama, gazete haberleriyle Bedri'nin karikatürleri açık-seçik anlatıyordu herşeyi.

Page 293: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Muhsin Batur, Ulaştırma Bakanlığı'nı reddetmiş, CHP'ye girmeyi yeğ tutmuştu. Son günlerde bazı CGP'lilerin daha CHP'ye geçecekleri söylentileri yaygınlaşınca usta oyuncu Turhan Bey, adları çıkacakları bir bir piyasaya sürdü. Nebil Oktay'ı zaten öteden beri solcu derlerdi. Fakat, ne yapılır, edilir de CHP'den uzakta tutulabilirdi? Biri, bakan yapmak, ikincisi Meclis kürsüsünde CHP'ye sövdürmek. Turhan Bey, Nebil Bey'e ikisini de uyguladı. Meclis'te CGP'lilerin konuşmalarını titizlikle izlemişimdir. CGP sözcüsü çıkıp konuşuyor, bırakın adamı konuşsun, değil mi? Hayır, Turhan Bey boyuna yerinden hademe ile kâğıtlar gönderir:- Şunu da söyle... "Komünistler" de, "Anarşistleri korudunuz" de... Kürsüdeki, okur bu gönderilenleri. Vee, bağlanır partisine, ayrılamaz. Bu eski bir kuraldır, her dönemde geçerli oldu Türkiye'de...- Şu CGP'liler olmasa vallahi içime sindireceğim kabineyi.Böyle dedi bir CHP'li. Bir başkası -o tarafsız- şöyle düşündü, sesli:- Ruşen Keleş ile Safa Reisoğlu kazık yemişler diye duydum ama, Ruşen Keleş'e zaten teklifte bulunmamıştı kimse. Keleş çoktandır İstanbul'daydı.Enerji Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Teoman Köprülüler adını Sadi Irmak'a Ecevit vermişti. Fakat o ad da çok sivri bulunmuş olmalı ki, kabul görmedi. Çok kimse yabancı şirketlerin bile kolları sıvadığını söylüyordu.... Ecevit bir de İsmail Ertan'ı önermişti, Irmak'a... Turizm ve Tanıtma Bakanlığı için kurtul Altuğ'un -dolaylı yollardan- çaba gösterdiği söylentileri çıktı. Kurtul'un yeni bir kitap yazmasını istemeyenler, Kurtul'u atlattılar.Millî Eğitim Bakanlığı bekleyen Zekâi Baloğlu, Gençlik ve Spor'daydı. TÖB-DER herhalde, derin bir soluk aldı bu açıdan... Safa Reisoğlu, ne yapacaktı Mustafa Üstündağ'dan sonra bakalım? Mustafa Üstündağ'ın tuttuğu yolu izlerse iyi eder. Bana sorarsa.Hani, yirmi otuz yıl önceleri bakan olsalar, kimsenin pek ses çıkarmayacağı kişiler, düşündürdü aydıları uzun uzun. Anlaşılan dalga geçiliyordu açık açık.- Çok maksatlı bir liste doğrusu...İçlerinde bir teknisyen olarak, günlük işleri görecek biri olarak beğeneceğiniz kimse yok mu, olmaz olur mu? Şimdi onlardan söz etsem, biliyorum öyle diyecekler:- Kabinede solcu da varmış bak...Bir de yeni hükümetin en büyük yararı, CHP'yi MSP'den kurtarmak oldu, yalan mı? Şimdi herkes seyirci, kimse iktidar değil...Ama, bütçe geliyor, bütçe nasıl görüşülecek? Madem teknisyenler hükümetidir, onlara yardımcı olmak gerek eleştirerek, konuları kurcalayarak değil mi? Bütçenin görüşülebilmesi için Anayasa'ya göre, bir iktidar partisinin bulunması zorunlu. Bu duruma göre, CGP'yi mi iktidar sayacağız. Bütçe Plan Komisyonu'nda iktidar üyelerinin sayısı muhalefetten fazla oluyor, başkan da iktidardan. CGP'nin verseniz bile adamı yok oturacak sandalyeye. Grubu üç belâ ayakta duruyor, işte böyle...Herhalde büyük anayasal tartışmalar çıkacak bu nedenlerden.Halil Tunç da, önünde sonunda dediğini yaptırdı. Şimdiye değin hep, "Çalışma Bakanı bizden olsun" yahut "bizim dediğimiz olsun" diye

Page 294: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

çırpınırdı. Baktı olacak gibi değil, kontenjana girdiği gibi, kabineye de adamlarını sokuverdi işte. Kabinedeki "komando" bakanları düşünüyorum..."Erken seçim" sözünü belki de ettirmezler, yasaklarlar ne bileyim. Erken kalkma, erken yatmak da yasaklanır artık. Akşama dek uzan yat, ona karışmazlar belki taktikçilerimiz...Sadi Irmak Hükümeti'nin üyelerine şöyle bakınca, eski Başbakan Ecevit, rahat bir soluk alabilir. "Bu bizim hükümetimiz değil" diyebilir. Galiba, onun ve CHP'nin istediği buydu.Süleyman Bey de, "Bunların çoğunu hiç tanımıyoruz ki, programa bakalım" diyecektir. Programda "erken seçim" sözü geçmezse, arkadaşlarını toplayıp, bir güzel "kebap" yiyecektir.Kim ne derse desin, kim ne yerse yesin, siyasal olaylar çok çabuk gelişecektir Türkiye'de.*Refik Necdet Aktaş'ın "Atatürk'ün Bağımsızlık Savaşı Nasıl Başladı?" kitabını okuyordum. Kitabın yüzüncü sayfasında Harput Valisi Ali Galip'in ihaneti ve oyunları anlatılıyor. Ali Galip, Mustafa Kemal'i yakalatıp İstanbul'a teslim etme düşleri kuran adam. Kitabın 106'ncı sayfasında Mustafa Kemal ile Ali Galip'in karşılaşmalarını şöyle anlatıyor Refik Necdet Aktaş:"Sanki tutukluymuş gibi, Ali Galip ve yanındakiler Mustafa Kemal'in, karşısına çıkarıldı. Kaşları çatık, yüzü asıktı Mustafa Kemal'in. Ali Galip'i çok ağır bir biçimde payladı. Bir yandan onu alçaklığını, bayağılıklarını anlatıyor, öte yandan da Anadolu'daki ulusal direnmeyi kafasına sokmaya çalışıyordu Ali Galip'in. Ali Galip neye uğradığını şaşırmıştı. Yutkunup duruyordu. Mustafa Kemal birden elindeki tesbihi sehpanın üzerine atıverdi. Yüksek sesle konuşmaya başladı:"- Benim bildiğim askerler mert olur. Mertlikten de öte, civanmert olurlar. Askerlikten ayrılmakla, Türk askerine özgü bu niteliklerden uzak mı düştünüz? Nedir bu yaptıklarınız?... Kimlere hizmet ettiğinizin ya da kimlere ihanet ettiğinizin bilincinde misiniz? Hiç düşündünüz mü bunu?"Ali Galip, Mustafa Kemal'e karşı davranışlarının dış yüzüne önem verilmemesini dileyerek, söze başlamış, Elâzığ Valiliği'ni kabul edişini, ulusal savaşa katılma gibi bir isteğe bağlamıştır. Buyruk almağa hazır olduğunu belirten Ali Galip, Mustafa Kemal'i sabaha dek oyalamayı başarmış, hattâ O'nu bu oyuna inandırmıştır."(18 Kasım 1974)

KALİGULA...

Kabinede kaç komando eğilimli üye var, diye sordum. Eylemlerini görmeden adlarını yazmak, açıklamak istemiyorum. Herhalde onlar, zaman içinde belli edecekler yerlerini, o zaman yazarım. Kimler Masonmuş, kim kimin damadının eski iş arkadaşıymış, bunların üstünde de durduğum yok.

Page 295: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

O kadar karamsar da değilim hani, çok kimseye göre, bunun olumlu yanları bile var.- Partilere dayalı hükümetler kurmak, onların görevi değil mi? Birleşip niye hükümet kurmadılar da, CGP'ye bıraktılar? Bütün kabineyi veriniz dolduracak üyesi yok. Bunalımlar da hep böylelerine yarıyor ha, bekliyorlar kuyrukta sanki.Bir de cuntacılardan hoşlanmıyorum. Tembel yapılı oluyorlar ayrıca. Silâhları da var. İlk sözleri o:- Davranma...Ben hoşlanmıyorum, dedim ya.Masonlar biribirlerini tutarlarmış. Devlet, hükümet basamaklarında uzun yıllar sözleri ondan dolayı sürekli geçmiş. Şimdi öyle mi yine bilmem, örneğin Devlet Su İşleri'nin başında ünlü bir Mason varmış, sonradan gelenler de bu geleneğe uyacaklar. Süleyman Bey, küçücük bir memurken çıkış yolları önünde buharı da görmüş olmalı. Çok gezmez ne açıklamalar çıkar gazetelerde, okuruz.Sadi Irmak Hükümeti'nin programını, bekliyorum ben eleştirmek için. Eylemlerini gözlüyorum. Çok kişi, kabinedeki bazı adları görünce duruyor şöyle bir, "tanımıyorum ki, ne diyeyim..." gibisine bekliyor. Tam geçiş dönemi işte, demokrasiye geçiş dönemi diyorum buna ben...*Mersin'de bir "adı adresi saklı" yurttaş, şöyle yazmış:"6 Kasım Çarşamba günkü yazınızı okudum. Biraz uyanır gibi oldum. Karamsarlığın, umutsuzluğun kara bulutlar gibi üstüme çöktüğü her akşamdan biri gene. Hani, "kendi vatanımızda vatansızlar gibi" demişler ya, o kadarla kalmıyor bizimkisi. Günün her saatinde "barış içinde birarada" yaşıyoruz, "ekmeğimize aşımıza göz koyanlarla." Ömrümüzü sicim sicim burnumuzdan getirmeğe çalışıyorlar sözün kısası. Elli yıl yaşayacaksak bunun on yılını kaydırıveriyorlar, bizi acılara boğuştura boğuştura. Ne yapmalı? "Özgürlük ortamının tam geldiği söylenemez biliyorsunuz. Ben de diyorum ki "o" diyoruz, öküz dedin diye sırat köprüsünden geçirtiyorlar hâlâ kimileri. Beyaz güvercinlerimiz nerede ola ne yapmalı diye kafam çatlıyordu bir başıma. En sonunda karar verdim, size yazıyorum işte." başım doktor, bu başıma bir çare...""Nerden mi yazıyorum? Hani şu Akdeniz'in ortasında inci gibi bir çiçek var ya, oradan işte. Gerçekten bir ışık, deniz ve yeşillik cennetidir Mersin. Çok kısa bir süre önce bu kıyılardan yavru vatana "barış için savaşmaya" çıkmıştı Anadolu'nun yiğit çocukları. Özgürlük adına demokrasi ve kardeşlik adına gitmiştik oralara. Ölen ölmüş kalan sağlar bizim olmuştu gene. Neyse burnumuzun dibindeki kan ve ateş günlerini geride bıraktık, günlük yaşantımıza döndük. Tabiî bu arada "özgürlük ve demokrasi" savaşımızı da Kıbrıs'ta unuttuk anlaşılan.Onbeş gün kadar önce de Sayın Lâle Oraloğlu Hanfendi gelmişti Mersin'imize. "Yengenin Fili"ni oynadı yağlanmış yengelere kaç zamandır işte bu "Yengenin Fili" nin oynandığı halkevi salonunun kapıları geçtiğimiz pazar günü saat 10'da DİSK'e bağlı Hür Cam-İş Sendikası'nın daha önceden izin alınmış sohbet toplantısına kapatıldı. Gelenler inceltilmiş vatandaş değil, halktır çünkü. İşçilerdir... Daha dün, kaymakam

Page 296: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

durdumadı mı oyunu iki dudağını kıpırdatarak? İçişleri Bakanlığı genelge yayınlamışmış, 26.6.1973'te. Tiyatrolardan oyundan önce yazılı metin istemek anayasaya aykırıdır, diye. Valiye şehir içi yıldırım telgraflar çekilip, duruma el koyması istendi. Ne garip ki, ülkemizde yasalara uymayanlar değil, yasalara uyulması gerektiğini hatırlatanlar sanık sandalyesine oturtuluyor hep. Sayın emniyet müdürü -söylenir ki MSP-DP sentezli- kulağına hoş gelmeyen sözlerin oyundan çıkarılmasını mı istemişmiş? Ama o sözcükler de biz yerimizden oynamayız mı dediler sabah ola hayrola, uyuyanlar uyana, savacılık soruşturmaya dayana. Oyunda bir yer var: Adamın biri oğlunun adını "düzen" koyar. Herşey keyifle, iki dudak arasından çıkan lâfla olmuyor mu? Bu da böyle istemiş kime ne? Adamın oğlu, bu ne derse der. Savcı Bey soruyor:- Düzene ulan denir mi, ulan.İşte böyle hali pür melâlimiz emekçi arkadaş..."Okurlar yazarlardan hiç de geri değillerdir, bunu söyler dururum. Yanlış mı?*Ümit Kaftancıoğlu'nun Tüfeklileri'ni okuyorum. Kaftancıoğlu Tüfekliler'de düşünü ne kadar geniş tutuyor. Bazı politikacıları "Kaligula" ya benzetiyor. Şöyle diyor bir yerinde özetle:"- Çok iyi bilinir ki, beli bir iş yapamayan, beceriden yoksun kimseler ters iş çevirirler. Kaligula tarihin yazdığı biridir. Atını senatoya üye yapmıştır. Bitkiler de bir örnektir. Hiç bir işe yaramayan otlar vardır, yiyeni öldürür. Yılan, akrep örneği de ortada. Akrep neye yarıyor? Ayağınızı dokundurduğunuz zaman sokup zehirliyor..."Sanatçı, romancı toplumun sorunlarını, olaylarını gündemine aldı son yıllarda. Bir gazete röportajı okur gibi okuyorsunuz.Yeni bakan adaylarını, tanımadıklarımızı tanımaya uğraşıyoruz. Okurlardan biri telefon açıp birini tanıttı, şöyle:- Amaaan o mu? Balkona pijamasıyla, çıplak ayağıyla çıkar. Ayaklarını balkon demirine uzatır. Karşı pencereleri gözetler gizli gizli. Eline de bir gazete alır, okumaz.Dönemler nasıl değişiyor farkında mısınız?(19 Kasım 1974)

ÇADIRI KİM KURDU?

Önceki gün Meclislerde hükümet programı okunurken, doğrusu herkes kendi havasındaydı. Buna, herkes bir başka havadaydı da diyebilirim. CHP grup yöneticileri Fikret Gündoğan ile Salih Tanyeri, Senatör Muhsin Batur'u çağırmışlar, bir saat kadar sürecek bir görüşmeye dalmışlardı. Görüşme sanıyorum, Batur'un Cüneyt Arcayürek'e verdiği demeç arkasından Ecevit'in yapacağı açıklamayla ilgiliydi, ne bileyim.Batur'a sorarsanız ne yapsaydı yani, bir köşeye çekilip oturmalı mıydı? Yönetim Kurullarına olsun girmemeli miydi? Memlekette özgürlük yok muydu yahu?

Page 297: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kulislere alışkın bakanlar fazla keyifli değildiler doğrusu. Bu pek "bir günlük beyliğe" benziyordu. Tatsızdı anlayacağınız. Buna karşın, "bak, biz de bakan olduk yaa." gibisine çevreye caka satanlar da yok değildi hani.AP'den, CHP'ye el altından haberler geliyordu:- Dar bölge çoğunluk sistemini kabul edin, biz de 18 yaşı kabul edelim. Turan Güneş içinden söyleniyordu:- Annen güzel mi?Karşı çıkıyordu. AP, gerçekte CHP'yi tam bir tökezletip masa başına öyle gelmek istiyordu. Süleyman Bey, şu CHP'yi bir yıpranmış görebilseydi, bütün dileği oydu. Bunun için köşelere, kıyılara niyet taşları yapıştırıyordu belki evden çıkarken.DP, son günlerde tam bir yanar döner havaya girmedeydi. Hani, MSP'ye güçlü diyenler nerede? Şimdilik başta o kaçıyor seçimden.Ecevit bastırdıkça bastırıyordu, erken seçim diye.Sadi Bey, programı okurken en çok nerde alkışlandı biliyor musunuz?- Parlamentoda temsil edilen siyasî partilere dayalı hükümetlerin etkinliğine inanmış kimseler olarak, en geç, parlamento çoğunluğuna dayalı bir koalisyon hükümeti kuruluncaya kadar veya yüce Meclisce karar verildiğinde, yeni bir seçim yapılıncaya kadar işbaşında kalacak olan hükümetimiz, bu ihtimallerden birinin en kısa zamanda gerçekleşerek bu nitelikte kurulacak bir hükümetin hizmeti bizden devralmasını en halisane dileklerle beklemektedir.İşte bu sözleri söylediği sırada alkışlandı daha çok. Daha çok değil, hemen hemen bir bu sözleri söylendiğinde alkışlandı demek daha doğru. Senatörler, ne de olsa "okumuş", "oturmuş" kişiler. Onların alkışları daha da uzun sürdü.Ancak, hükümet üyelerinin tümünün böyle "erken seçim" istediklerini kimse ileri süremez doğrusu. Sadi Bey'in de nesine erken seçim? CGP'lilerin de nesine, öyle değil mi? Birkaç bakan, hükümetin göreve geliş nedenini unutmaz, direnirlerse bu da bir şey anladığım. Hükümet erken seçimden yana ise, CHP'nin önerisini benimseyebilir, meclislerde görüşülmesini sağlayabilir, yoksa programda söylenenleri içtenliğine kimseyi inandıramazlar. Lâfla seçim, gel keyfim gel.Süleyman Bey parlamentoya dayalı bir azınlık hükümetine veryansın etti, "vaaay, işgalci" diye. Neden şimdi ses çıkarmadı dersiniz? Kıs kıs gülüyordur:- Oh ya Ecevit'e de kurdurmadım ya... Başbakanlıktan indi ya.Bu hafta, sanıyorum oldukça "hareketli" bir hafta geçireceğiz. Her yönden, hareketli.*Daha bir çok şeyin içyüzü aydınlanmadı. Zeyyad Baykara neden yarıda kaldı, o bilinmedi. İstanbul'da bazı çevrelerin boş durmadıklarını duyuyorduk.Baykara'nın başbakanlığı çıkmaza girdiği gün, İstanbul'da aralarında ünlü Masonların da bulunduğu bir yemek verilir. Yemek aslında "Halk edebiyatı" üstüne bir konferans nedeniyledir. Sadi Bey de orada. Yemekten sonra, yemeği veren ünlü bir kişinin Harbiye'deki evine gidilir. Söz döner, dolaşır başbakanın kim olacağına varır. Takılanlar olur.

Page 298: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Bir de bakarsınız başbakanlık sizde.Irmak, umur görmüş adam, boş verir.- Devlet bizim ayağımıza gelsin... Der geçer.Rastlantılara bakın, tam o sırada bir telefon:- Başbakanlığa atındınız, hemen Ankara'ya...Söylenti bu ya, Irmak ayağa fırlar, ilk muştuyu verir:- Gözünüz aydın, Mustafa Üstündağ'dan kurtuldunuz. Konya'dan bile ayağını keseceğim.Kabinede de ne kadar Konyalı var. Üstündağ yok ama...Geçenlerde, daha başbakan ne atanmamış. Arkadaşımız Yeter Hanım, televizyonda Sami Irmak'ın, konuşmasını dinleyince dayanamamış:- Ne konuşturup duruyorlar bu adamı, yoksa başbakan mı olacak?- Aaaa, bir hafta geçmedi, Irmak başbakan olmaz mı? Pes yani, Yeter.Kabine, kuruldu ya siz ona bakın. Azından politikacıların, parti liderlerinin buna fazla diyecekleri olmasa gerek.Daha önce de değindiğim gibi, siyasal partilere dayalı bir hükümet kurulana dek, güvenoyu almasa da işbaşında bu hükümet. Kısa ömürlü de olsa, işlevlerine, eylemlerine bakacağım ben.(26 Kasım 1974)

KUZU BULANIK HAVAYI NİYE SEVSİN?

Mecliste bir yabancı gazeteci kolumu tuttu.- Bugün neye acıdım biliyor musunuz?- Neye?- Bakanlara. Baksanıza, güvenoyu almayacaklarını bile bile kurbanlık gibi oturuyorlar.Kendini bakanların yerine koymuş demek arkadaşım. Yooo, bana sorarsanız pek öyle durumları yok. Maşaallah turp gibiler. Öyle üzgün ne olsalar, daha işe başlar başlamaz kararname furyasına dalarlar mıydı? Kültür Bakanı Bayan, Müsteşar Bozkurt Güvenç daha önceden istifa ettiğinden, onun odasına mı oturmuştu? Niye beğenmemiş odayı da değiştirdi bakalım? Neden odadaki perdelerin değiştirilmesini istedi? Üç günlük bakanlıksa, eski perdelerle döşeli odada da oturabilir öyle ya... Hem öyle üç günlük işlerden korkarım ben. Üç günde rahat üç yıllık partizanlık ne yapılabilir.- Filân bizdendir, onu kollayıverin.- Hay hay.Önceleri kadrolara MSP'li mi dolardı, üç günde ya da üç ayda, CGP'lilerle dolduğunu görürüz. Yazarız o kadar. Zaten yazıdan çiziden fazla alınan yok mu zamanda. Bir araştırma yapılmalı, Irmak Hükümeti bakanları ise başladıklarından güvenoyuna gidene dek, ne kadar atama yaptılar, kimleri atadılar üç-beş günde? Bakalım ne çıkar?Sadi Irmak bilmiyor muydu işe girişirken güvenoyu alamayacağını? Bence bal gibi biliyordu. Ecevit, kendisine azınlık hükümeti kurma görevi verildiğinde Süleyman Beyler, Ferruh Beyler demeçleri patlatıp veryansın ettikleri sıra, götürüp, "Emaneti" Korutürk'e vermedi mi? Sadi Bey de

Page 299: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

verebilirdi. Neden vermedi? Irmak kabinesinde görev alan bakanların çoğunda hâlâ neden bir "vatan kurtaran aslan" pozları var? Çoğu "biz geçici hükümetiz" bile demiyor, yok odanın perdeleriymiş, yok şuymuş yok buymuş bunlarla uğraşıyor.İşin asıl kaygı duyulacak yanı, "güvenoyu da alamadık, artık bizim sorumluluğumuz da olmaz" düşüncesine kapılanların çıkması olasılığı.Hükümet programı, kabinede neden sulandırılmıştır öyle? Örneğin, söylentilere göre, Enerji Bakanı "ulusal petrol" konusunda daha ilgi çekecek sözler yazılmasını istemiş, ama bulanmış bu sözlerde kurulda. Programdan da hükümetten de fazla bir şey beklenmiyordu doğru, ama hükümet olarak yurtta güvenin sürdürülmesinden de sorumludur hâlâ. Bunu gidinceye kadar unutmamalıdır.Güvenoyu almamış hükümet olarak, CHP'nin verdiği erken seçim öneresini benimsemezse, öneri Meclisler'de görüşülemez. Hükümet en azından bunu benimsediğini açıklamak zorunda.Neyse, elbette uygulamalarını görmeden hükümet üzerine, üyeleri üstüne yazıp çizmek de yakışık almaz. Bekleyeceğim.Ufukta açık seçik görünen artık "erken seçim" dir. Mustafa Üstündağ Trabzon'da konuşurken şöyle demiş:- Erken seçim kaçınılmazdır. Bunun kaçınılmazlığını sizler Ankara'ya baskılarınızla sağlayacaksınız. Seçimden kaçanları da köylere sokmayacaksınız.Süleyman Bey de, "erken seçim kaçınılmazdır" diyor. Arkadaşlarımız Genel İdare Kurulu'nda yapılan bu konuşmaları öğrenip yazdılar. Basın işleriyle uğraşan Selâhattin Kılıç telefon etti:- Genel Başkanımız Genel İdare Kurulu'nda böyle söylemedi. Lütfen düzeltir misiniz?Zaten benim aklım pek yatmamıştı Süleyman Bey'in öyle diyeceğine.Çocukluğumda, ilçemize bir şarap fabrikası yapılacaktı. Bir şarapçı ustası geldi. Alman mühendisler dışında gördüğüm belli başlı teknik adam bu şarapçı ustasıydı. Şarapçı ustasının bir cümlesini hiç unutmamıştım. Hep o konuşur, yanındakiler dinlerlerdi. Şöyleydi cümlesi:- Geçim hususatı başka, aile hususatı başkadır. Bazı adamlar anasının gözüdür.Ne lâf amma, derdim içimden.Süleyman Bey'i dinlerken de o şarapçı ustasının lâfı gelir.- Seçim meselesi başka, hükümet meselesi başkadır.Teknik adamlar başka oluyor vesselâm.Süleyman Bey'in asıl istediği CHP- MSP ortaklığının sürüp gitmesiydi. Olmadı, çaktı durumu Karaoğlan. Beyin takımından Turan Güneş öyle dedi bir gün:- Salma deve, gelmez eve.Açıklaması: Ne yapacaksanız, kurallarına uygun olacak. Biçiminde de, özünde de demokrasiden uzaklaşmayacaksınız.Belki de Turan Güneş'e bundan kızıyorlar. Ecevit'i yalnız bırakmıyor diye.Yugoslav Elçiliği'nin kokteylinden önceki akşam, Ecevit de varmış, ben göremedim. Turan Güneş, Deniz Baykal, Halûk Ülman, Ahmet Yüceok ordaydılar ama. Sonra toplu ayrıldılar. Beyin takımı elbette, birşeyler

Page 300: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

düşünüp tartışacaklar. Ne kadar kalabalıktı Yugoslavların kokteyli. Ulusal günleri, bayramları elbet. Orada, Necdet Uğur'la, Suphi Karaman'la, Cihat Bilgehan'la uzun uzun söyleştik, konuştuk.*Prof. Sadun Aren'in "Pazar Yazıları"nı okuyorsunuzdur. Ama, Sadun Bey'le konuşmak, yazılarını okumak kadar hatta daha fazla hoşuma gider. Anlatıyordum Sadun Bey'e:- Türkiye'de havanın bulanıklığından komandolar, kurtlar yararlanmak istiyorlar. Hükümetlerin cılız oluşu, onlara yarıyor. Bir de komando kafalı bakanlar oldu mu, kaygı duyuyor insan gelişmelerden.Sadun Bey, Pazar yazısını getirmişti Büro'ya. Gelen Yeniortam okurlarına tanıştırdım onu. Nasıl sevindi okurlar. Güzelce özetledi benim demek istediğimi:- Hem, kuzu niye sevsin bulanık havayı?*Sağlık Bakanı Kemal Demir, Haydarpaşa Hastanesi'nin bodrum diplerinde ölüme bırakılmış Yusuf Küpeli'yle ilgilenmiş. Ancak, bana yanlış aktarılmış. Yusuf Küpeli, Haydarpaşa'daki sivil hastanede değil, askerî hastanede imiş. Sağlık Müdürü, Haydarpaşa Askerî Hastanesi'nde yattığını saptatıp durumu bakana bildirmişler. İlgisinden dolayı Kemal Demir'e teşekkür ettim ama, durum yine düzelmiş olmadı ki. Kim sorumludur Haydarpaşa Askerî Hastanesi'nden? Millî Savunma Bakanı İlhami Sancar mı? Genelkurmay Başkanı Sancar Paşa mı? Onların ilgilerini bekleyeceğim şimdi. Haydarpaşa Askerî Hastanesi'nin bodrum diplerinde, ölüme hükümlü de olsa ölüme bırakılamaz kimse.(30 Kasım 1974)BİR FAŞİZM PROVASI

Emniyet Şube Müdürü, sorguyu okudu. Öğrenci, "Siyasal kanaatiniz nedir?" sorusuna şu karşılığı vermişti:- Milliyetçi, Türkçü ve Atatürkçüyüm...Müdürün gözleri açıldı. Memurun kulağına fısıldadı:- Bu komando...- Nerden anladınız müdürüm?- Görmüyor musun, ifadesinde açık açık ben komandoyum, diyor. Bak sen ne yap... böyle, "milletçiyim", "Türkçüyüm" filân diyenlerin yanlarına birer işaret koy, bakalım ne kadar komando yakalamışız?- Peki efendim.Emniyete 162 kişi götürülmüştü. Bunlardan on biri kız, gerisi erkek. Üç gündür emniyetin bilmem kaçıncı katında boşu boşuna bekletiliyorlar, ne tutuklanıyorlar, ne salıveriliyorlardı.Birara emniyete, merkez valilerinden birinin eşi geldi. Orhan Akbay'ın eşi. Onun da kızı gözaltına alınmıştı. İşkence de yapılmasından korkuyordu. Tanıdık emniyetçileri görünce, içi rahatladı kadın evine döndü.Olayın başından başlayalım. Üç-dört gün önce Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesine komandolar saldırmışlar, kendilerini ve okullarını savunan öğrenciler, içeri doluşup kapıları tutmuşlardı. Saldırgan komandolar, polis

Page 301: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

-nedense geç gelir- gelinceye kadar taşlar, sopalarla devrimci öğrencileri döğmüşler, polis gelince de:- Bakın içerde komünistler boykot yapıyorlar... deyip seyre dalmışlardı.Polisin tutumu, komandoların zorbalıklarını protesto için örgütlerine Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneğine, yürüyüşe geçen gene öğrenciler, panzerlerle kuşatıldılar. Beşer, onar arabalara doldurularak emniyete götürüldüler. Neden onlar götürüldüler? Benim öğrendime göre, bir onlar götürülmemişlerdi. Komandolardan da tek tük götürülenler olmuştur. Fakat, hangi işgüzarlıktan olursa olsun, "masum" yüzden fazla genç öğrenci, üç-dört gün emniyet salonlarında sabahlatılmıştır. Geceler ne kadar uzundur ve uzun gecelerde sabaha kadar yerlere uzanıp yatan genç insanlar neler düşünürler? İçişleri Bakanı Mukadder Öztekin, birkaç gece öyle orada yatsa, ne düşünür, ne tasarlar acaba? Polis tedbirleriyle hiç bir sorunun çözülemeyeceğini polisler anladı da, yöneticiler hâlâ kavrayamadılar. Nerede Millî Eğitim Bakanı? Eğer istifa edecek kadar da heyecan duymuyorsa, bu faşizm provasından hiç ortaya çıkmasın, ortalarda dolaşmasın Türk gençliğini eğiteceğim diye. 162 genç... Onbiri kız. Birkaçı komando, çoğunluğu devrimci gençler... Büyük çoğunluğuna bulunan suç, "dersi engellemek..." Çocuklar güler buna. Dersi engelleyen, saldırgan olan mıdır yoksa bir demokratik hak olan boykotu yapan mı? Boykotu yapanın bir düşüncesi var: Şöyle:- Belki yöneticiler, bakanları, başbakanları, cumhurbaşkanlarını sorunlarına, gençliğin sorunlarına çekebelirim. Belki beni de çağırırlar da, "gel oturup konuşalım, ne istiyorsunuz?" derler.İşçilerin tanıtma grevine benzer bir şey. Öylesine doğal bir hak.Onu kırmak için, saldırmak faşistliktir işte.14 Ekim'den bu yana yani bir yıldan beri ülkede birşeylerin değiştiğini, fakat faşizm özlemlerinin de uzaklaşmadığını yazar dururum ya, emniyete götürülen 162 gencin başlarına gelenler, bu özlemin bir provasıdır işte. Zorunlu olarak, kursakta kalacak bir prova...Gazeteler de nasıl mal bulmuş gibi saldırıyorlar kendi çocuklarına:- Öğrenci olayları başladı..Yok bazılarında şöyle:- Sol-sağ çatışmasında bilmem ne kadar yaralı var...Neden bu yaralılar tek yandan olur, onu bile düşünmezler. Basın, halkın biliçlenmesinin, ne on yılı, yüz yıl gerisinde daha. Geçenlerde kendi kendimizi, gazetecileri de ele alayım, eleştireyim dedim ya, aman efendim dümenlerine taş atılanlar nasıl köpürdüler, ateş püskürdüler anlatanmam. Bunlar mı görecekler, gençliğin sorununu?Bu "Ankara Notları"nı okuduğunuzda belki gençlerden bazıları emniyetten serbest bırakılmış olacaklardır. Bazıları da "elebaşı" ne diye, sıkıyönetime verileceklerdir.İşgüzerlar, başlarını elleri arasına alıp düşünmeliler iyicene. Ne yaptıklarını iyi bilmeliler. Bir Amerikalı uzman bir gün şöyle demişti:- Çocuğunuzun bir olaydan dolayı karakola götürüldüğünü, ancak "kefaletle" serbest bırakılacağını öğrenirseniz, ne yapıp edip istenen parayı bulup, çocuğunuzun karakolda sabahlamasına razı olmayınız...Amerikalı, bu sözü neden söylemişti? Ne vardı karakolda?

Page 302: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bildiğim, Türk geçliğini yıllar yılı böyle eğitir olduk. Ondan sonra, kızıyoruz gençliğin öfkeli yetişmesine. Hiç bir sorununa el atmadan, "kır dizini, sen de benim arkamdan gel" diyoruz. Gelmiyor işte, niye gelsin sizin arkanızdan.Bir demokratik örgütleri var. Ankara Demokratik Yüksek Öğrenci Derneği. Polis, demokratik kuruluşları bile arıyor. Siyasal partilerin kapılarını tutuyor. Öğretmenler Derneği'nin Ankara Şubesini arıyor elinde arama belgesi bile yok.Ne derlerse desinler, ne açıklama yaparlarsa yapsınlar, görevli polisler hâlâ zorbaya, komandoya göz yumuyor. Oyunlara gelmeye devam ediyor. Elbette, arada bir -bilinçlenmiş olanları- örneğin ziraatçı öğrenciyi yaralayanı yakalayıp savcıya teslim ediyor, ama çoğunluğuyla egemen güçlerin maşası olmaktan kurtulamadılar daha.Üniversite yöneticileri ise, kasıtlı olarak "faşist kafalar" yetiştirme eğilimindedirler.Hacettepe Üniversitesi Rektörü İhsan Doğramacı bir gün:- Bizim burası oteldir, demişti. Otelin bile bir düzeni vardır, bu kafayla Doğramacı otel bile işletemez. Hacettepe'nin Ankara dışında "Beytepe" denilen bir yerde fen bilimleri bölümü var. Kimya, matematik, mühendislik buralarda okutulur diyeceğim ama, okutulmaz ki. Burada Ankara'nın 40-50 kilo metre uzağında okuyan öğrenciler, yiyecek sandviç bile bulamazlar. 4000 öğrenciden 2000'i oraya gidip okuyabiliyor. Ayakta ders yapıyorlar, sıra yok. Kaloriferler yanmaz. Bunu öğretim üyelerinden birine duyuracak oldular, şu karşılığı verdi:- Şimdi teneffüse çıkacağız. Dışarıda koşar, ısınırsınız... Hem kantin çalışmıyor, çocuklar, sabah gelirken sandviçlerinizi cebinizde getirin...Bunlar düzelsin diye, boykota gitti öğrenciler. Tınan kim? Hemen polis geldi, başladı "şebeke" denetimi yapmağa. Elbette, polisten önce komandolar bastı kaç kez. Polis sonradan geldi, yanlış yazmış olmayalım...Hacettepe'nin çevresinden gece olup, karanlık bastı mı bir başına kız öğreciler geçemezler. Önceki sabah gün doğarken Hacettepe'nin çevresi komandolarla, silâhlı komandolarla sarılıydı.O sırada, Başbakan, Millî Eğitim Bakanı, İşçişleri Bakanı hele Gençlik ve Spor Bakanı mışıl mışıl uyuyorlardı...(7 Aralık 1974)

ÖKSÜZ YAMALIĞI...

Faşizmin Türkiye'de kolay ve uzun süreli egemen olamayacağını gördük. Provalarını gördüğümüz faşizan kıpırdanışlar, demokratik cephedeki boşluklardan gelmekte. Güçsüz iktidarlar, istifa etmiş bakanlar, dumanlı havaları sevenleri yüreklendiriyor. İnlerinden çıkanlar, gösteriler yapıp giriyorlar yine inlerine. Yıllar yılı özellikle 12 Mart sonrasında iyicene koşullandırılmış, hazırlanmış faşist kafalar, "fırsat bu fırsattır" diye yalanıyorlar. Demokrasi cephesindeki görüş ayrılıklarını, bölünmeleri de fırsat biliyorlar bunlar. Nerede, nasıl şöyle kökünden vurabileceğini

Page 303: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

tasarlıyor faşizm bilesiniz. Dünkü "Ankara Notları"nda da ısrarla, özenle değinmiştim. CHP seçimleri kazanıp tek başına iktidar olsa bile zorbalık ortadan silinip gitmeyecek, belki değişik biçimde belâlar koymaya başlayacak sahneye. O kadar da küçümsemiyorum. Sağ cephedeki lider boşluğu rahat Hitler özentilerine sandalyeler hazırlayabilir. Kendi yıkılıp gittikten sonra, Süleyman bey de ses çıkarmaz böyle bir sonuca ne bileyim... Şimdilik işine yarıyor, "sola karşı hükümet" sözünün altında yatanın ne olduğunu sanırsınız? Ancak, faşizmin dişleri çabuk göründü Türkiye'de. O kadar belirgin duruma geldi ki, kamuoyunda en ufak bir grup bile bulamayacak durumda kendinden yana. Komandoların, solcuları "kızıl faşistler" diye suçlamalarında, "aman bize faşist demeyin" diyen bir anlam da var. Demek, faşizmin sözcüğü de yıldırmış onları da. Halkın, tümden karşı olduğunu onlar da görür olmuşlar.Faşizm sözcüğünden onlar da yılmışlardır, fakat faşizan davranışlardan bir an geri durmamışlardır. Faşist kafalı liderlerle, okullarda rektörler, öğretim üyeleri gide gide iyice koşullandırmışlar, yoksul "Anadolu çocukları"nı.Demokrasi cephesinde boşluklar olmadıkça, faşizm Türkiye'de hiç bir şey yapamayacaktır. Ancak, solda bölünmeler, demokrasi cephesinde birbirlerine girmeler, ancak faşistlere yeni fırsatlar vermeye yarayacak, bunu bilesiniz.CHP'li olmak başka, CHP'yi demokratik özgürlükleri bunun ortamını yerleştirmesi için onu desteklemek yine başka. Ecevit, tökezlemiyor mu zaman zaman? Bazı bazı sırf denge kurmak için, "hadi sola da çatayım" diye usundan geçirmekte midir, bilmiyorum. Ama, "tek başına iktidar"a gelinceye kadar, demokrasi cephesinin parçalanmamasına Ecevit de yardımcı olmalı, bunda titizlik göstermelidir.Ecevit'in yedi-sekiz aylık iktidarında eleştirecek pek çok şey bulmak mümkündür. MİT'e el atabilirdi, buraya reformcu bir gözle bakabilirdi, bunu yapamamışlardır. Yüksek Öğrenim yurtlarında komandoların baskıları ile gereği gibi uğraşılmamıştır. Yurtlardan, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden, "Siz ne diyorsunuz? Değişen bir şey yok" gibi yargılar dolu mektuplar aldığımda ne yapacağımı şaşırırdım. Faşistlerin sinmiş gözükmesi, yetti de arttı bile Ecevit iktidarına. Şimdi, faşistler dişlerini gösterdiklerinde, hep birlikte yakınıyoruz iyi mi? ODTÜ'de faşist kafalı öğretim üyelerinin, örneğin bir mütevelli heyetinin, bir rektörün yola gelmesini de isteyemez miydi? Diyebilirdi açık:- Biz, sizin kanlı oyunlarınıza perdeci olmak için gelmedik buraya. Bizi halk oylarıyla getirdi. Onurunuz daha fazla yaralanmasın istiyorsanız, basın gidin burdan...Hiç bir şey değişmemiştir. "Korkunç Yenge" yerinde oturmuştur.ODTÜ tam bir çiftlik hâline getirilmek istenmektedir. Devletin, hükümetin başındakiler buna göz yummamalıydılar. Yönetimdekiler, "sağa da sola da eşit davranıyoruz" görüntüsünün altında, "faşizme göz kırpıyormuşuz da farkında değilmişiz" gerçeğine varmışlarsa, çok geç kalmışlar demek. Ne diyordur, şimdi faşist kafalar:- Aldattık enayileri. Biraz pısınca, yuttular.Halkın, binbir emekle oyuyla verdiklerini, oyun masasında yitireceksin. Yok böyle şey.

Page 304: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bakıyorum, Ecevit iktidardan düşeli, 12 Mart döneminde haksızlığa uğramış emekli teğmenler, üsteğmenler, assubaylar aramaz, gelmez oldular. Ne düşünmüşlerdir:- Ne yapalım? Ecevit iktidarında başımıza gelen haksızlıklar önlenir diyor, çırpınıyorduk. O gitti, şimdi niye, nereye başvuralım?162 genç, önce emniyete götürüldüler. Sonra sıkıyönetime. Biliyorum, Ankara Valisi uğraştı çocukların durumlarıyla. Başka? Neden bu kış kıyamette, haksız yere yapayalnız emniyet koridorlarında sabahlatılır öğrencilerimiz, hele suçları yoksa.Ankara'da kar yağıyor önceki geceden beri. Büyük büyük, lapa lapa yağmaya başlar belki de. "Öksöz yamalığı" derler Anadolu'da iri iri yağan karlara. Öksüzün yamalığı kocaman olur da...Diyeceğim, faşizme karşı demokrasi cephesi güçlü tutulmalı, bunda gedik açılmamalıdır. Gençler bu bilince varmış gibiler. Ustaları başında olan politikacılar da bu bilince ulaşsınlar, dilerim.*Hüseyin Ezer öldü. Ölüsünü kaldırdık Hacıbayram'dan. Ankara basınına girdiğim yıllardan beri tanırdım. Emekçiliğinin bilincine varmış bile olsa, bir emekçiydi. Bildiğim, Ulus'ta çalışmak şimdi TRT'de çalışmak gibiydi. Bir çeşit memurluk. Azından verginiz ödenir, sigortanız yatar o yıllarda...Hüseyin Ezer'le Zonguldak'ta, bilinçlenmemiş, daha dostunu düşmanını tanımamış işçilerden taş sopa yedik. İçimizden en ağır o yaralanmıştı. Baş kaldırmış işçiler belli ki, basını da kendilerinden saymıyorlardı. O saldırıda benim fotoğraf makinem de gitmişti.Üstümüze üstümüze gelenlerin bakışlarını pek beğenmemiştim. Hüseyin Ezer, biraz öteden seslenmişti işçilere:- Ekmekçi o, sizin için yazar hani, okursunuz...Üstümüze çullanmışlardı ki nasıl? Birbirimizi hastanede görmüştük. Hüseyin Ezer'in kafasında kocaman sargılar...Hüseyin Ezer'in bakışlarında nasıl bir anlam vardı duydum onu ama anlatamam ki. Hani şöyle desem:- Yahu Ekmekçi, aramızda sen varsın, nasıl olsa emekçiler bize bir şey yapmaz diye düşündük. Bak başımıza gelene...Yakın arkadaşlarından, dostlarından dinledim. Çok yokluk çekmişler, yoksullukta büyümüşler. Emekli olduktan sonra da çalıştı, kazancı yetmiyordu.Kahırlı uğraştır, bizim uğraş aslında...Koşturur, koşturur belki birşeylerin farkına varmadan ölür gideriz. Bizim sokaktan bir arkadaşımızı daha uğurladık, bunları düşündüm.Dışarda kar öksüz yamalığına çevirdi çevirecek...(9 Aralık 1974)

YANIYOR MU, YEŞİL KÖŞKÜN LAMBASI?

"Milliyetçi Cephe" dedikleri nedir, Allahaşkına? Biraz ırkçılık kokuyor, çoğunluğuyla faşizm kokusu var. Ulusculuk, milliyetçilik, anayasanın

Page 305: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

tanımı içinde düşünüldüğü zaman geçerlidir, Türkiye'de, "Ben Türküm, ben vatandaşım," diyen herkesin bu ülkede milliyetçi olması gerekir.Süleyman Bey'in kafasındakileri anlamak çok zor değil, AP Genel Başkanı olana dek yükselebilmek için girdiği, üyesi olduğu dernek ve kuruluşların bazıları ise "Cephe"dekilerin pek hoşlarına giden türden olmasa gerektir. Odalar Birliği'nde Necmettin Bey'le büyük bir savaş verdi. Necmettin Bey'i uzaklaştırdı oradan. Yıldızlarının barışacağını kimse pek sanmıyor. Alpaslan Türkeş, 27 Mayıs Devrimi'nden sonra sahipsiz kalan eski DP'nin başına geçmeyi tasarlamış mıdır? Herhalde, tarihçiler bugün karanlıkta kalan pek çok noktayı aydınlığa kavuşturmak için hayli uğraşacaklar. Kulakları çınlasın, Bölükbaşı'nın da AP'nin mirasına konma düşleri gördüğünü sanırdım. "AP'yi neden kaparttırmıyorlar" diye zamanın iktidarlarına kızardı. Turan Bey'in düşlerini bilmem. çok? CGP'linin gönlünde bir kaç dönem AP'den seçilip gelme yatar "Milliyetçi Cephenin kişisel çıkarlar açısından görünümü bu.Ben asıl böyle bir cephe hazırlığının, Türk siyasal, sosyal yaşantısına getirebileceği tehlikeleri söylemek istiyorum. Bu cepheye girenlerin biri artık "Biz faşizme de karşıyız" diyemeyecektir. Bundan böyle, yaşaması gelişmesi demokrasiye, demokrasinin yaşamasına bağlı olan AP böyle bir cephenin yıkıntıları altında kalabilir ve bundan Türk demokrasisi zarar görür. Çok kimse Süleyman Bey'i artık kendisinden başka birşeyi düşünemez duruma geldiğini somut olarak görmeye başladı."Milliyetçi Cephe"yi kim ister, niye ister bunu kimse kolay anlatamaz. Örneğin Türkiye'de yurdun doğusunda, batısında, güneyinde, kuzeyide yaşıyan milyonlarca insan böyle bir ayrımı ister mi? Neye itesin? Örneğin:- Bu ne lo?.. Demezler mi?Böyle bir cephe Amerika'nın mı işine gelir acaba, diye düşünüyorum. Onun niye işine gelsin? Öyle olsa elinde CIA'sı var bilmem neyi var, dünyanın başka yerlerinde böyle partilerin birleşerek faşist cepheler kurmasını sağlamaya çalışırlardı. Bunun kapitalist dünyanın da pek işine yarıyacağını söylemek kolay değil... Sermaye kesimi de, senin malını koruyacağım gerekçesiyle de olsa, bir ölüm kalıma atmaz kendini. Ödünler vererek yaşantısını sürdürmeyi yeğ bulur çağımızda.*Türkiye'de geçirilen faşist dönemlerin de etkisiyle olacak, büyük bir bilinçlenme var. Bunu unutmamalı. Ortaokul, lise sıralarında öğrenciler "Burjuvazi"yi, "Emek"i, "Sömürü"yü öğrenmektedirler. Öğrenci sordu öğretmenine parmağını kaldırarak:- Öğretmenim, tarihte okduğumuz "soylular" günümüzün "kapitalistler"i değil mi?Hadi bakalım, anlatın çocuğa...Okullarda öğrencilerden gelen mektuplar, komando baskılarına, faşizmin yoğunlaşmasına ilişkin hep.Şair İlhan Berk mi bulmuş, kullanmış yeni bir sözcük: Köy soylu.. Kent soylu, "Burjuva" karşılığı, köy soylu da köyden çıkmış, okumuş, yetişmiş ama köylünün yerine kent soyluları düşünen bir öğretiyi benimsemiş olanlara verilen ad. Ne çok örnekleri var çevremizde. Ne güzel söylemiş halk:

Page 306: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Aslını saklayan haramzadedir...Bir de köylü geçinip büyük yığınlardan yana geçinip, yıllar yılı kandırıcılar, boyacılar var... Onları da bilirsiniz. Ben işçiden köylüden, ezilenden yanayım, demek de yetmiyor işte. Foyası çabuk çıkıveriyor kişinin...*Süleyman Bey'in de, Turhan Bey'in de "milliyetçi cephe" diye adını koyup, anlaşır gözüktükleri şey, sanıyorum kendi partileri içinde de pek tutmadı. Örneğin Ferit Bey ne düşünür bunun için? İlhami Sancar ne düşünür, Millî Savunma Bakanıdır...Cumhurbaşkanı Korutürk, böyle bir "Cephe" için yeşil ışık yakacak yapı ve yaradılışta değil, bildiğim kadarıyla. Azından ülkeyi böyle cephelere bölmenin zararlı olacağını düşünür ne bileyim...Kulislerde konuşmalar:- Çankaya, Süleyman Bey'e "223'ü bulmadan olmaz" demiş, "Boşuna uğraşmayın." Korutürk ayrıca, toplumu böyle milliyetçi cephe, yok vatan cephesi gibi cephelere bölmenin sakıncalarını belirtiyormuş." "Sertleştirmeyin" diyormuş...- Süleyman Bey ne karşılık vermiş buna?- O, "Ben kurarım kurduğum kadar. 224'ü bulup düşürsünler" diyor.Çankaya deyince, Korutürk geliyor elbet, akla yada, bir de Bayramoğlu var, Korutürk'ün çevresinde. Söylentilere göre Bayramoğlu, Feyzioğlu kanadının destekçisi durumundadır. Belki de çok şey bu "çevre"den çatallaşıyor, kim bilir...Çevrenin havasını yoklarken, bir yandan da bunca kumarın ne üstüne oynandığını, sezmeye çalışıyorum. Bir avuç kişinin ya da kişilerin çıkarları yatmıyor mu bunun altında? Kimler "milliyetçi" olur, kimler olmaz, bakın söyleyeyim: Yıllarca yabancı firma temsilciliği yaparak milyoner olanlar kimseye "milliyetçilik" dersi veremez, milliyetçi cephelerde gözükemez. Çağımızın ulusculuk, milliyetçilik anlayışı da değişmiştir. Milliyetçilik, vergi kaçırmamaktır örneğin, afyon tarlalarından afyon kaçırmamaktır. Mason localarının dar bölmeleri içinde salt kendi çıkarlarını ve geleceğini düşünmemektir. Dil, din, ırk ayrımı gözetmeden, değişik düşünceleri hoşgörü ile karşılamaktır çağımızın milliyetçilik anlayışı. "Tam bağımsız Türkiye" özlemini duymaktır milliyetçilik, bu yurdun çocukları için. Kardeşleriniz milyoner olmuş, besleme basın yaratmışsınız bana ne? Bu yurdun çocukları süründükten sonra, hangi "millî cephe?"Doğrusu, bu olsa olsa çıkar cephedir. Seçim cephesidir bir adı. Hani, seçimlerde çöp batmasın diye...(21 Aralık 1974)

1975 YILI

MARE NOSTRUM(*)...

Üniversiteler ve gençlik sorunları birbirinden ayrılmaz. Bir boykot süresince, konunun üstüne eğilen sorumlular, yöneticiler boykotlar

Page 307: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

bittikten sonra yine kös dinlemeye başlamaktalar. Üniversitelerin çoğunda durum değişmedi, geçtiğimiz yıllardan beri. Ege Üniversitesi'nden mektup yazan bir öğretim üyesi geçen yıl değindiğim bir konuyu tazeliyor, şöyle diyor mektubunda:"Aradan bir yıl geçti olanların daha kötüsü olmakta, müdahale denetim sözcükleri sadece sözlükleri işgal etmekte. Ne yapalım biz de mi ayrılalım yani, onlarca tamamen dikensiz gül bahçesi mi olsun üniversite? Araştırmadan yoksun bir kurum üniversite olur mu? Ege Üniversitesi'nde araştırma yapanların isim listesi istense, alınacak cevap gülünç olacaktır. Çünkü her yıl fakültelerin rektörlüğe sunduğu araştırma raporunda hocaların teksir notlarının isimleri ve verdikleri haftalık dersler yer almaktadır. Dersler, hocaların üzerine görünmekle birlikte, sınav kâğıtları da dahil bütün işler, yetişmemiş asistanlara aittir. Bu hoca geçinen insanlar okumaktan korkarlar. Ve ellerinde bir tane olsun doktora tezi yoktur. Ancak ceplerini ve midelerini doldurmakta gayet ustadırlar. Dürüst bir maliye bakanı isterse bir anda bütün foyaları ortaya çıkartır. Herkesin piyasada dolaylı ve dolaysız tezgâhları vardır. İstedikleri her ay yeni bir okul veya bölüm açıp o nisbette hükümetten para koparmaktır. Ve koparılan paralardan sözde bilim uğruna alınacak malzemelerden kimler nasibini alır, kimler nelerin sahibi olur, duymayan görmeyen var mı?Hocalar (Prof., Doç., ve Dr.) devletin memuru hem de tazminatlı memuru olduklarından hayatları garanti altındadır. Bu kişilere aylık maaş, yaptıkları araştırma karşılığı olarak verilir. Yoksa anlattıkları dersin karşılıı değildir bu. Bu sistem hatalıdır. Bunun yerine her hoca her yıl yapacağı araştıma karşılığında sözleşmesi yenilense üniversiteye dinamizm gelir.Profesör oluncaya kadar kürsü veya bölüm başkanı. Bir de dekanlık var, öyle fakülte var ki yedi yıldır ölmez dekandır adam nasıl olur dersiniz, oluyor işte. Ünvanlarının kıymetini senden benden iyi bildiklerinden ellerinden gitmemesi için daima tekelci sermaye ile kolkoladırlar. Yani komando saldırısını sosyalist öğrenciler önceden haber verdikleri halde kılları kıpırdamaz. Sağcı öğrencilerin bir dersten vize alması, geçmesi ve yüksek lisans sınavından önce sorular verilmesi, yine sağcıların asistan olması rahattır. Ege Üniversitesi'nde, askerden dönen bir doktor asistan fakülteye girmek için başvurur ve fakülte genel kurulunun kurduğu beş kişilik bilim-jürisi üyelerinin hepsi olumlu rapor verdiği halde, fakülte genel kurulunda üzerinde görüşme bile olmadan gizli oylamayla reddedilir, ataması yapılmaz... Hepsi Ful-time'da, hepsi piyasada, 1750 sayılı Üniversite Yasası nerede?Üniversitenin özellikle bazı fakülteleri var ki, buradaki hocalar her yıl Avrupaya incelemeye giderler. 15-25 günde gün sayısı kadar bin lira yolluk alırlar, kafa zaten dolmaz ama bavulları doldurup dönerler. Bakanlık neye dayanarak yollukları verir de denetlemez? Milletin emeği ne pahasına, yazık değil mi? Bu adamları krallar gibi yaşatıyoruz. Sık sık birleşip akşam fasılları da yaparlar ve her defasında faturayı muhasebeye gönderirler.Lâboratuar kurma bahanesiyle milyonlar değerinde âletler alınır, fakat âletler müzelik olur. Bunlar yüzünden üniversitelerimiz yine kaynıyor, şafakla birlikte karanlık olaylara sahne oluyor.

Page 308: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Komandolar, faşizme çağrı için oyunlar sergilemekte ve özel hava yaratmak istemektedir. Çünkü demokratik rejim devam ederse halkın bilinçlenmesi önlenemeyecektir. Yasaları bilerek çiğneyen bu faşizmin suçlu komandoları tıbben hastadır. Bunu halkımıza anlatmamız gerek. Ne yazık ki sosyalist geçinen üniversite öğrencilerimiz esas görevlerini unutarak basit komando kışkırtmalarına karşılık verip, altından kalkamayacakları sorumlulukları yüklenmiş oluyorlar. Sosyalist öğrenciler hiç gereği yokken birtakım istekleri ileri sürerek böyle günlerde nasıl olur da boykota gider ve komandolara anarşi ortamı hazırlar? Öğrenci olarak üniversite organlarında oy sahibi olmaları kantin sorunu tek ders sorunu ve Şubat hakkı verilmesi gibi konularda boykota nasıl giderler? Bunları elde etseler dahi makro anlamda ellerine geçen bir şey olmaz. Çünkü barış, demokrasi ve sosyalizm yok. Sosyalist öğrencilerin tek amacı olması gerekmez mi? O da işçi sınıfının yani emekçilerin bilinçlenmesi... boykotla, işgalle devrim olmaz..."Sabah erkenden Çankaya'dan Kavaklıdere kavşağına dek yürüdüm. Yağmur çiseliyordu. Yüzüm gözüm sırılsıklamdı. Hüzünlü bir hava vardı. Can Yücel'in "Mare Nostrum" şiirini mırıldanıyordum...

En uzun koşuysa elbet Türkiye'de devrimO onun en güzel yüz metresini koştuEn sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...

En hızlısıydı hepimizinEn önce göğüsledi ipi...

Acıyorsam sana anam avradım olsunAma aşk olsun sana çocuk AŞK olsun!.(4 Ocak 1975)

ÇAMURLU POSTALLAR...

Aydınlık dergisi sahibi, Doğan Yurdakul gözaltına alınıp da, Ankara Emniyet Sarayı'nın iki kat bodrum altına atılınca, gözaltındakiler kıpırdandılar. Getirilenin "gazeteci" olduğunu hemen öğrenmişler çevresini almışlardı. Emniyet'te başlarına gelenleri anlatmak istiyorlardı. Doğan da gözleriyle gördü, saat 24.00'de götürülen biri döndüğünde yürüyemeyecek duruma gelmişti. Gazeteci deyimiyle "adî suçlu"ydu çoğu, "düşünce suçlusu" değil yani. Bir ifadeleri alınıp, savcılığa götürüleceklerinden Doğan onları bir daha görmedi. Zaten, çok geçmeden Doğan da serbest bırakılmıştı. Serbest bırakılmıştı ama, birçok girişimler yapılmış, olay Adalet Bakanı'na, İçişleri Bakanı'na yansıtılmıştı bir bir.- Gözaltına alıp tutmak da nedir? Amaç, ifade almaksa ifade alınır bırakılır insan...- Ama, yasalar onbeş güne kadar gözaltına alma izni veriyor...- Tutamazsınız, tutabilmek için yargıç kararı gerekir.

Page 309: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Anayasa Mahkemesince iptâl edilen ve edilecek hükümlere dayanıp, "faşizm" sürdürülüp gidemez.İyi ama, o hani "adî suçlu" dediğimiz kişilerin durumları ne olacak? Hani, sadece "vatandaş" olan toplumda, ne "gazeteci" ne "politikacı" hiçbir şey olmayan kişiler? O gece 24.00'den sonra bodrum kattan götürülüp de, döndüğünde yere basamayan kişi?Ceyhan İş Bankası soygununa adı karıştığı iddiasıyla tutuklanan Jülide Kutlu, 26 Aralık günü Ankara'da Bülbülderesi'nde bir apartmanda polislerce yakalanınca, şöyle dedi:- Ben hamileyim, bir iki güne kadar doğum yapacağım. Doğumevine götürün beni...Polisler telsizleriyle, yöneticileriyle konuştular. Vee, güzelce götürüp doğumevine yatırdılar. Babası gelmişti Jülide Kutlu'nun. Bir çocuğu olmuş. Neden öyle sordum bilmiyorum, gelenekten midir?- Adını ne koydular?Güldü, dede...- Kurtuluş koymayı düşünüyorlar...- Hadi bakalım, analı babalı büyüsün...Ama, sakın lohusa kadın hakkında tutuklama kararı ne var diye, cezaevine konmasa. Sağlık Bakanı Kemal Demir ilgilendi, onunla da... Merak edilmemeliydi, hastaneye yatanın ne olduğuna, kim olduğuna bakılmaz, öncelikle onun sağlığına kavuşması sağlanırdı...*Geçen hafta sonu, Ankara'da bir Yılmaz Güney filmi tartışması, bir de "faşizmi protesto" toplantısı vardı. İkisine Eylem'i de götürdüm. Faşizmi protesto toplantısındaki gürültüden önce ürktü. Sonra alıştı. O da alkışladı bağıranları...- Kahrolsun Amerikan emperyalizmi ve onun işbirlikçileri...Atatürk Spor Salonu'nda beş bin kişi kadar vardı. Konuşmacılar, ortadaki kürsünün üstüne sıralanmışlardı. Konuşmacıların karşısında başlarında miğferleriyle toplum polisleri kuzu kuzu oturuyorlardı. Onlar da dinliyorlardı, "sloganları"ı, "protesto"ları.Faşizmi protesto toplantı ve yürüyüşleri, bir Ankara'da yapılmadı. Diyarbakır'da yapıldı örneğin aynı gün, Ankara'daki kapalı salon toplantısının daha güzel olmasını dilerdim doğrusu, bu ve benzerî toplantılar sloganlara dayalı kalmamalı. Bir de sadece aydınlara ve öğrencilere seslenmemeli. Vardı elbette, işçiler, gecekonducular da ama, azdılar. Biri, birkaç aylık bebeğini de kucağında getirmişti. Anaydı...Bir de faşizme karşı bir protesto hareketi, "demokratik" bir harekettir. Burada, yapılacak konuşmalar aynı yol üstündekilerin ayrılıklarına basmadan yapılabilir rahat. Özel bir "sosyalizm" toplantı yahut seminerinde, ayrıntılara, ayrıcalıklara değinilebilir, ama "faşizmi protesto" toplantısında yadırgıyor kişi bunu. Türkiye'de faşizmin geriletilmesinde CHP'nin de katkısı vardır, onu, faşistlerle bir göstermek yanlış olur. Takıldıklarım bunlar oldu. Belki de benden başka tek gazeteci yoktu, iyi mi? Yer yer, kolları bantlı görevlilere soruyordum:- Bakıyorum, faşizmi protesto toplantısına gelenlerin büyük çoğunluğu öğrenciler, aydınlar... İşçiler, gecekonducular yok mu, nerede?

Page 310: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bu kez, böyle düşünüldü. Gecekonducular ve işçiler için yaptıklarımızdan sonunda "halk sanatçıları" filân çıkarılıyor sahneye. Bu kez böyle bir şey düşünülmedi...Bir başkası, değişik biçimde yanıtladı:- Biraz da Ankara'nın özelliği bu. İstanbul'daki toplantılarımız daha değişiktir. Orada çoğunluk işçiler ve gecekondululardadır. Bursa'da da öyle oldu...Bu sırada, salon sloganlarla inliyordu:- Katil Türkeş... Katil Türkeş...- Kahrolsun Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileri...- İşçi-köylü elele halk cephesinde...dedim, işte. Sloganlarla, sadece sloganlarla olmaz bu iş...Çocukların, gençlerin ayakkabılarına baktım. Şimdi bot dedikleri, postal yahut potin biçiminde ayakkabılar, dayanıklı. Genç kızların, minicik kızların ayaklarındaki çamurdan batmış postallar düşündürdü beni. Fakülteden, yahut kütüphaneden sonra eve bile uğramamışlar, duvarlara afişler yapıştırmağa koşmuşlardı. Yapıştırdıkları afişlerin çoğu, onlar yapıştırdıktan sonra faşistlerce yırtılıyordu. Önce emek boşa gidiyordu. Belki, sonra dönüp yine yapıştırıyorlardı. Bir örgüte girmiş olanlar daha disiplinliydiler. Örgüte girmemiş, ortada kalmış olanlar vardı.Çoğunun en çok tuhafına giden, "Komandolar"ın da, aralarına artık "kızlar"ı almış olmasıydı belki de. Eskiden öyle miydi? Komandolar, kız arkadaşları olmayan, örgütlerine kız sokmayan kişilerdi. Son zamanlarda, sloganları da "sosyalistler"in de sloganlarına benzemez mi? Hadi bakalım...(6 Ocak 1975)

LA FONTAİNE GİBİ...

Severim ben de hayvanları. Bizim evde öyle, Ecevitlerdeki gibi kediler filân yoktur. Ama, besleyebilecek olsam kedi de beslemek isterdim, köpek de. Çocukluğumda atımız vardı, koyun kuzu besledik ama, köpek hiç beslemedik. Kedi, bizde de vardı. Bir kapıya fırlar, sırpüşenini tutar ve kapıyı açardı. Kedinin kapı açması çok hoşuma gider, sık sık bu denemeyi yapar, gelenlere de gösterirdim.Ecevitlerin kedi beslediklerini gazeteci arkadaşlarımın röportajlarında okudum. Altan Öymen de yazdı geçenlerde. Bir gün Ecevit'in o zaman Bahçeli'deki evine gittiğimde bir alay kediyle karşılaşmıştım. Altan'a anlattıklarını o zaman anlatmıştı bana da. Hasta kedileri komşular, gizlice bahçelerine bırakıveriyorlardı. Şöyle demişti:- Benim bir işim de mezar kazıcılığıdır...Şinasi Osma o zaman Hayvanları Koruma Derneği'nde mi neydi, galiba kedilerin bazılarını oraya aktarmışlar, rahatlamışlardı...İnsanlar birbirlerine ağır sözler söyleyeceklerinde neden hayvanları ansırlar acaba? Küfürlerin en kibarında bile vardırlar. Sunturlularında çekilirler aradan herhalde... Ünlü yazarlarımızın mektuplarında sık sık

Page 311: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

geçer, şiirlerine başlık olur. İlk sayısı çıkan "Militan" dergisinde gördüm, Engels kızdığı adama "Eşek" diyor. Sövgünün yerinde çok şeyi anlatan bir üslûp olduğunu, bir mektubunda bakın nasıl açıklıyor:"Bay Tkacev, akla gelebilecek tüm sövülerle saldırdığımı söylüyor kendisine. Fakat "İnvectiva" denilen bir sövgü türü gerektiğinde bütün büyük söylevlerde kullanılan en ifadeli belâgat üslûplarından biri değil midir? İngiliz siyaset yazarlarının en güçlüsü William Colbert, ustasıydı bu üslûbun. Bugüne kadar hayranlık uyandıran, erişilmez örneklikte bir ustalıktır bu."Marks'a yazdığı bir mektupta da şöyle diyor:"O Connor'un altı radikal gazeteye karşı "Star"ın son sayısındaki makalesini mutlak oku. Dahice bir sövgü şaheseri. Çoğu kez Colbert'ten üstün ve Shakespeare'i anımsatıyor."Bizde şimdilerde sövgüyü ustalıkla kullanana Can Yücel örnek gösterilebilir...Anadolu köylerinde kurda "Canavar" denir. Biz öyle dedik. Bozkurt "Boz canavar". Davaları canavardan korumak için neler çekilir?*Bir okur mektubu beni uzun uzun düşündürdü. Mektup, basit bir olayı anlatıyordu gerçekte şöyle: 1974'ün son günü Erzurum gümrüğünde o güne kadar birikmiş yüze yakın çeşitli arabanın satışı yapılmakta. Satış 2490 sayılı yasa uyarınca ve açık artırma yoluyla oluyor elbet. Bu çeşitli arabaların içinde, herkesin iştahını çeken bir minibüs de var. Oldukça yeni, alacak olanın kâr edeceği cinsten bir araba. Ne var ki, satış sırası öğleden sonra. Sıra o arabaya geldiğinde salona 30-40 genç girer, minibüs için "Teminat" yatırmaya sokulurlar. Bir de tehdit savururlar:- Biz Türkeş'in komandolarıyız. Arabayı biz alacağız. Dağlara gidip gelip eğitim yapacağız. Sakın sizler fiyatı artırmayın...Bu gözdağı karşısında çok kimse tepki gösterir, ama durumun ciddi olduğunu kavramakta da gecikmezler. Durum ne mi olur? 15 bin liraya satışa çıkarılan arabaya bir vatandaş, bağırır:- Yirmibeş bin lira...- Yuuuuuh... sesleri, küfürler, gözdağları...25.000 lirayı bulmuş araba 100 kadar adamın şaşkın bakışları arasında ve usulünce 15.000 liraya komandolar adına H.S. adlı bir vatandaşa satılır. (Okur, 1500 TL. diye yazmış ama o kadarı nasıl olur?)Gümrük ve Tekel Bakanı Baran Tuncer, bu olayın arkasını bırakmaz sanırım. Bekleyeceğim...*Nerden nereye geçtim. Ben hayvanlardan söz ediyordum. Öyle de "Netameli" konudur ki, savcılar yok bununla ne demek istedin, bununla kimi kasteddin gibi terletir dururlar adamı. En iyisi böyle yazılarda politikaya hiç girmemek. Halbuki yazıp söyleyecek o kadar çok şey vardı ki... Örneğin, "Milliyetçi Cephe" niye kurulamıyor? Onun üstünde duracaktım. Süleyman Bey'in keyfi neden kaçıktır, derdi nedir onu açıklamaya uğraşmalıydım... Başka kez artık.Birbirleriyle geçinemeyenler için halkımız:- Kedi ile köpek gibi... der. Hırlaşıp, dalaşıp dururlar yani.

Page 312: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Araplar bunu bir başka biçim söylerlermiş. "Saliat Allah-ül kelb e alel hınzır..." Türkçesi de şu:- Tanrı köpeği, domuza musallat etti...(9 Ocak 1975)

GALADA BİR İŞKENCECİ...

AST'ta "Ana" oynanıyordu. Birinci perdenin arasında, bir bayan kolumdan tuttu, karşı yöne geçirdi, arkadan "Kırmızı mantolu" kadının yanında oturan arkası dönük adamı gösterdi:- İşte o... işkenceci, burada salonda olan çok kişinin sorgusunu da yapmış...- Uzunca boylu, arkadan dördüncü sırada, o mu?- Evet, evet o...Perde arasında, bir sigara içmeye çıkanlar da o tarafa yönelmişler, birbirlerine işkenceciyi gösteriyorlardı.- İşte, o ta kendisi...- Benim sorgumda da vardı...- Benim de...Ortalık karardı, ikinci perde başlıyordu. Yerlerimize oturduk. Salon tıklım tıklım doluydu. AST'cılar, Bertolt Brecht'in Maxim Gorki'nin romanından esinlenerek yazdığı "Ana"yı oynuyorlardı. Kafama işkenceci takılıp kalmıştı... Oyunda da işkenceciler vardı. Gazetecilerden çok, içeri girip çıkmış kızlı erkekli gençler, geçen dönemleri bütün acılarıyla yaşıyanlar vardı.İkinci perde arasında yine gördüm mü, gösterdiler mi ama, gözlerini gözlerime dikmiş gibi geldi. İşkenceci bana bakıyordu. Kırmızı mantolu bayan da yanında... Sonradan öğrendim, bana bakmıyor olabilirmiş, bir gözü camdan olduğu için, öyle bakıyor sanabilirmişim... Yakındakiler konuşmaları da duyuyorlarmış:- Yavaşça uzaklaşalım...İkisinin de vestiyere, oradan dışarı gidişlerini seyrettim. Herkes, orada onları seyrediyordu. Bakışlar altında ezilmişler, oyunun yarısında çıkıp gitmişlerdi işte.Zafer Gazetesi'nden bir bayan yazarın biletiyle gelmişlerdi. Yazarın adı: S.B., o çağrı biletini yeğenine vermiş, yeğeninin çocuğu mu ne hastaymış, Hacettepe Hastanesi'ne mi ne gitmişler. Vee, oradaki hemşireye vermişler bileti. Hemşire -o, kırmızı mantolu bayan olacak- işkenceci arkadaşıyla mı gelmiş, işkenceci mi onu getirmiş? Burası pek aydınlık değil daha...Sonra yine salona girildi. Sinirler ne kadar da gergindi. 12 Mart döneminde işkenceden geçmiş, faşist baskılarla karşılaşmış yüzlerce genç, "Ana"yı çılgınca alkışlıyorlardı.*28/29 Ocak 1921 gecesi Trabzon açıklarında bir motorda boğdurulan Mustafa Suphi ile arkadaşlarının ölümü üzerinden 54 yıl geçmiş. 28

Page 313: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ocak'ta tam 54 yıl geçmiş olacak yani. İlk sayısı yayınlanan "Yeni Dünya" dergisi, Ocak sayısında Mustafa Suphi olayına geniş yer vermiş. Mustafa Suphi, Giresun'ludur. İstanbul Hukuk Fakültesi'nde ve Paris Siyasal Bilimler Fakültesi'nde okumuş, bir Türk aydını ve sosyalistti. Avrupa'da bulunduğu sürede sosyalizmle ilgili kitapları inceleyen Mustafa Suphi, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı savaşan, döneminin en parlak kişilerinden Jan Jaures ile tanışır. Onunla buluşur. Yeni Dünya'da çeşitli kaynaklara dayanarak yazdığına göre, Mustafa Suphi üzerinde Jaures'in derin etkileri olmuştur. İstanbul'a dönüşünde öğretmen ve gazeteci olarak çalışır. Sovyet Rusya'daki 1917 Devrimi'nden sonra Moskova'ya giden Mustafa Suphi, devrim hareketleri içinde çalışmalar yapar. Türk devrimci gruplarını biraraya getirir. 18 Temmuz 1918'de Türk sosyalistleri Moskova'da bir toplantı yaparlar. Kongre bir "Merkezci büro" kurarak, örgütün yayın organı "Yeni Dünya" Gazetesi'nin çıkarılması kararını alır. Türkiye o sırada, Mustafa Kemal'in önderliğinde Kurtuluş Savaşı vermektedir. Mustafa Suphiler, Mustafa Kemal'e yardımcı olma dileğindedirler. Dergide, olayların ilginç gelişimi şöyle anlatılıyor daha sonra:"Mustafa Suphi ve beraberindekiler (onbeş ya da onaltı oldukları sanılıyor) Ankara Hükümetinin davetlisi olarak Türkiye'ye gelmek üzere yola çıkarlar...Mustafa Suphi, arkadaşları ve eşi Rusların Ankara Elçisi Gürcü Mareval Budu Midivanı ile birlikte 28 Aralık'ta Kars'a gelirler. Orada iyi kabul görürler. Kâzım Karabekir Paşa tarafından kendilerine bir ziyafet de verilir. Öte yandan Kâzım Karabekir Paşa, Erzurum Valisi Hamit ile Suphileri yok etme, plânlarını geliştirmektedir. Ankara ise ilkin Ebuhindili Cafer'i bu işe memur etmiş, daha sonra ise Kâzım Karabekir'in plânını uygun bulmuştur. 11 Ocak 1921'de Mustafa Suphi ile Ethem Nejat, Karabekir Paşa'yı ziyaret ederek duydukları tertibi anlatarak heyetin ikiye ayrılıp, bir kısmının Erzurum, kendilerinin Tiflis üzerinden Trabzon'a gitmelerine izin isterler. Kâzım Karabekir Paşa kabul etmez, böylece Suphi ve eşi ile arkadaşları 15 ya da 16 Ocak'ta elçilik heyetinden ayrılarak Kars'tan Erzurum'a hareket ederler, Mustafa Suphilerin dramı başlamaktadır. Taa, Erzurum'dan başlayarak aleyhlerinde gösteriler de başlamıştır. Halka derler ki:- Rusya'dan gelmiş olan komünistler, Bolşeviklerdir. Onlar mağazaları kapatmak için geldiler. Kimsenin almak ve satmak selâhiyeti olmayacaktır. Sonra taharriyata başlanacak, herkesin eşyası ve parası müsadere olunacaktır. Komünistler dinsizdir. Allah'a inananları hapse atacaklardır. Din, ticaret ve hususi mülkiyet Bolşevikler tarafından men edilmiştir...Yol boyunca taşlanırlar, heyet 28 Ocak 1921 günü Trabzon'a varır. Şehir'de resmi tören hazırlanmıştır. Oysa tertipçiler, heyeti oradan değil başka bir yoldan geçirip iskeleye getirirler. Kıyıda kışkırtılmış olan halk bu kişilere türlü hakaret ve sövgülerle, yüzlerine tükürerek sopalarla sürükleyerek işkence ederler. İşkenceciler arasında Meclis Üyesi Molla Bey ile kabadayı Faik de vardır. Erzurum Valisi Hamit'in tuttuğu katil kayıkçılar kâhyası Yahya Kâhya ise, Suphi heyetini iskeleye yanaşmış bir motorla hemen yola çıkarır. İnebolu'ya değil de Rusya yönüne doğru gittiklerinin

Page 314: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

farkına varan Suphiler, İnebolu'ya doğru götürülmelerini isterler. Bu sırada hemen arkalarından hareket eden bir başka motorla Faik Reis ile silâhlı adamları gelmektedir. Sürmene açıklarında Suphilerin motoruna yanaşan bu ikinci motordan çıkan silâhlı kimselerle kısa süren bir boğuşmadan sonra Suphiler Karadeniz'in sularında kaybolurlar.Mustafa Suphi'nin karısına gelince, Rasih Nuri İleri'nin Türk olduğunu bildirdiği bu kadınla katil kâhya, bir süre birlikte yaşadıktan sonra, onu da yoketmiştir..."Mustafa Suphi'nin işkencelerle öldürülüşü üzerinden elli dört yıl geçmiş, sanki dün gibi...(18 Ocak 1975)

BİR KARADENİZ AĞIDI...

Bizim halkımız kandırılmamışsa, yoksulluğundan yararlanarak, küçük çıkarlar karşılığında kullanılmamışsa, her zaman nasıl olursa olsun, faşizme zorbalığa karşı çıkmıştır. Zorbalıkla yok edilen, kıyılan insanların yanında olmuştur. Ben ağıdı, yani türküyü ünlü ustalardan, ustaların sazından dinledim. Fazla bir açıklama da yapılmıyordu:- Şimdi bir Karadeniz ağıdı...Hayali gönlümde yadigâr kalan,Bir yanım deryada çalkanır şimdi...Onbeş mürşidiyle boğulup ölen,Bir yanım deryada çalkanır şimdi...

Garip garip öter derya kuşları,Su içinde uykuları düşleri,Bir gelin döküyor kanlı yaşları,Bir yanım deryada çalkanır şimdi...

Nâzım ile zindanda günbegün biri,Söyletir dilsizi, ağlatır körü,Sağ yanım çürüyor, sol yanım diriBir yanım deryada çalkanır şimdi...

Yarelerim tuz içinde kanıyor,Uyku basmış elâ gözler sönüyor,Bir yanımda Suphi, Nejat ölüyor,Bir yanım deryada çalkanır şimdi...

Gelir günler glir, yarem sarılır,Bir gün olur elbet hesap sorulurBir yanım Acemden, Çin'den çevrilir,Bir yanım deryada çalkanır şimdi...*

Page 315: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Mustafa Suphi ile arkadaşlarının Trabzon'da bir motora bindirilerek Sürmene açıklarında alçakça öldürüldüklerini yazmıştım. Tarihimizde Mustafa Suphi olayı diye bilinen olayın canlı tanıkları kalmış mıdır bilmiyorum. Ethem Nejat'ın kardeşi de kısa bir süre önce Ankara'da öldü.Tarih kaynaklarında değişik, zaman zaman çelişen belgeler var. Mustafa Suphi ile Ethem Nejat ortak imza ile Mustafa Kemal'e yolladıkları mektubun en sonunda şöyle diyorlardı:"Emperyalizm esaretinden ve Büyük Millet Meclisi Hükümetinin bu yolda açılan devrim cephesinde şeref mevkii tutmakta başarısını temenni ve saygılarımızı, teyid eyleriz."Bazı kaynaklar, Mustafa Suphilerin öldürülmesinden Mustafa Kemal'in haberi olmadığını, Kâzım Karabekir'in ona yanlış bilgi vererek yanılttığını öne sürmekteler. Bunun doğrusunu araştırıp çıkarmak tarihçilere düşer elbet.Aradan 54 yıl geçmiştir. Ziraat Bankası kasalarında gizli tutulan belgeler, özel mektuplar, yazışmalar ortaya döküldüğü zaman, gerçeklerin daha açık anlaşılacağını görebileceğiz.Unutulmaması, bilinmesi gereken bir gerçek var. O da, yıllar, yüzyıllar boyu düşüncelerinden dolayı, ilerici kafalara bu yurtta baskı yapılageldiğidir. Alan yine ülkede, zorbalığı sürdürmek isteyenlerindir, görmüyor muyuz?Öğrenci yurtlarında, sokakta, şurada burada adam öldürenlerin, boğazlayanların kafalarda düşünceyi sindirmek isteyenlerin seyirci kalındığı sürece ülkede demokrasiden söz edilemez.Ama önünde sonunda halk, gerçekleri görür bir ağıtla anar işte. Bununla haykırır faşizme, zorbalığa karşı olduğunu...*Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü'nün Sevk ve İdare Okulu'nda okuyor, Yıldırım Beyazıt Yurdu'nda kalıyordu. Komandolar, Ü.E. adındaki öğrenciyi tam 36 saat dövdüler. Gözdağı vermek için de yaraladıkları genci yurtta dolaştırdılar öylece. Sol gözü kapandı dayaktan gencin.Taaa 54 yıl sonra...(19 Ocak 1975)

HAZAR DENİZİ'NDEN GELEN HAVYAR...

Kızılay'da sırsıklam ıslanan kadın, buz tutmuş saçlarını tel tel silkeleyerek berberden içeri girdi. Oradakiler, şaşkın sordular:- Ne oldu ayol, ne bu halin?- Polisler su fışkırttılar üstüme. Ne yürüyüşe katıldım, ne birşey. Kızılay'dan geçiyordum. Polislerin karıları mı yürüyormuş, ne oluyormuş bir türlü anlayamadım...Koltukta oturan bayanlardan biri, başını kaldırmadan konuştu:- Polislerin değil, assubayların eşleri yürüdü...- Yürüdüyse yürüdü. Caddeden geçenden ne istiyorlar? Körolmıyasıcalar...Bilinen kadını, tutup kaloriferin yanına götürdüler. Saçları tel tel buz tutmuş, mantosunu silkeledi...

Page 316: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Toplum polisleri de yani, hiç yürüyüş yaptı diye onca kadının üstüne su fışkırtılır mı? İşkence değil de ne bu? Ya bu kişiler hastalanırlarsa? Ortada Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası mı kaldı, Anayasa Mahkemesi iptâl ettikten sonra? Hem yürümekle Hürriyet alanı aşınacak değildi ya...Silâhsız saldırısız gösteriler, en masum demokratik protesto yollarıdır. Hak isteme yollarıdır. Onun yerine, yöneticileri öven bir gösteri yapsalardı, kimse dokunmazdı öyle ya.Kızılay'da kadınlara panzerlerle su sıkan polisler, öğrenci yurtlarını basıp adam kurşunlayan komandoları neden toparlayamıyorlar? Görüyor musunuz yine başları örgütsüz, silâhsız insanlara örgütlü silâhlı saldırılar. 12 Mart öncesindeki gibi... Bununla uzun süredir susan, oyunlara gelmemeye çabalayan sol eğilimli gençleri de silâhlanmaya itiyorlar akılları sıra. İstiyorlar ki, ortalık bulandıkça bulansın. Seçimler yapılmasın, seçimsiz Anayasaya aykırı biçimde egemen olsunlar Türkiye'ye.*Millî Savunma Bakanı Sancar, çok alınmış "Ankara Notları"nda geçen birkaç eleştiriye. O yazılarda geçen eleştirilerle amacım Sancar'ı yahut bir başkasını kırmak değildi. Bazı sorunlara -kendi deyişimle- ortaya atmak ve haksızlıkların onarılmasını istemekti. Nitekim, kendisi de belirtti: Durum, incelenecektir, bir haksızlık, adaletsizlik varsa giderilmesine çalışılacaktır, diye. Edindiğim izlenime göre kararname hükümette yeniden ele alınmalı, aksaklıkları düzeltilmelidir. Assubayların, sivil memurların ve öğretmenlerin durumları gözden geçirilmelidir, yeniden İlhami Sancar'ın geçmiş dönemlerdeki çalışmalarını da yadsımak geçmez aklımdan. 22 Şubat, 21 Mayıs olayları nedeniyle tutuklanmış Harp Okulu öğrencilerini, adaletten alıp, yüksekokullara girmelerini, okuyup yetişmelerini, kendilerini kurtarmalarını sağladı. Bu konudaki yardımları az değildi ve unutmadım. Zaman zaman o dönemde bir bakan-gazeteci çizgilerini zaman zaman aşan konuşmalarımız olurdu. Unutur muyum...*Ankara'da assubay eşlerinin Kızılay'da yürüdükeri akşam Yeni Sahne'deki "Suçsuzlar Çağı"na gittik. Oyun, 1968'lerde Türkiye'ye de gelmiş Siegfried Lenz adında bir Almanın. Oyunu, duru bir dille Sezer Duru Türkçeye çevirmiş. Almanya'da oyun Bremen Ödülü almış. Oyundan çıkan ders: Haksızlığı yapanlar kadar ona göz yumanlar sorumludur. Cinayeti işleyip suçu kabul eden kadar, cinayet ortamını yaratanlar da suçlu sayılmalıdır. Örneğin, oyunun özeti bu.Ecevit çok beğenmiş oyunu. Rahat izleniyor. Hele Devlet Tiyatrosu'nda uzun süredir oynanmıyordu böyle bir yapıt. Çekiniyorlardı böyle oyunları koymaya zahir...Şimdi şimdi, hava biraz değişmekte midir? Demokratik yollar ne kadar tıkansa, kilitlense de önünde sonunda açılacak. Başka yolu yok çünkü... Bu yolun açılmasına katkıda bulunmayan herkes sorumlu olacaktır, bilesiniz...*Dün Ankara Notları'nda Süleyman Bey'in başının dertte olduğunu yazmıştım. O, böyle dertli günlerinde kendini İhsan Sabri Beylere atar. Sabahın köründe eve damlar eski Dışişleri Bakanını alır, çıkarmış yollara.

Page 317: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Çağlayangil, altıyüz bin liraya aldığı dairede oturmaktadır herhalde. Evlâtlığını da bir İranlıyla evlendirdi. Ona da bir daire aldı Ankara'da. Ama bir ayağı İran'da. Yalova'da da bir daireciği varmış. Daha da varmış ya çetelesini mi tutacağız? Hazar Denizi'nden havyar gelirmiş, bilmem nerden balık. Evlerinde edinilen armağanlardan vitrin varmış ki, Süleyman Bey'de yokmuş eşi menendi. Kısa sürede nasıl servete, samana kavuşuyorlar anlayamadım gitti...Süleyman Bey'in derdi, Bayar. Bayar'ın çıkışları... Sermaye kesimi de çıkardı mı gözden? Yeni yeni haberler:- Ya Sıtkı Yırcalı olmalı, o olmazsa Türkeş gelmeli AP'nin başına...- Çattık belâya, bu da nereden çıktı? Sızlanmada Süleyman Bey, Celâl Bey'den.İhsan Sabri Bey de bıkmış olmalı, onun derdi de şey,- Önümüzde seçim var, heey...(21 Ocak 1975)

FAŞİZMİN KÂHYALARI...

Bütçe Komisyonunda, DP'li Özer Ölçmer, Ecevit'in Kıbrıs başarısını övünce, Tabiî Senatör Suphi Karaman, Ethem Kılıçoğlu'nun kulağına eğildi:- Anahtar oynuyor galiba, dur bakalım. Bir ses duyuldu...- Oynadı ama, daha girmedi deliğe. Kurcalıyor...Anahtar uyacak mı, uymayacak mı? Sadi Bey, bir maymuncukla açıvermişti kapıyı. Belki de "şifreli" kilit. İngiliz anahtarı, öyle ya. 1 Şubat Demokratik Parti Kongresi de geçsin bakalım. Parlamentoya dayalı nasıl bir hükümet oluşturulacak...Dışarı sızan bilgilere göre, eğer içtenseler, hükümettekiler de bezgindirler. Güvenoyu almamış, istifa etmez, hükümet üyeleri, Meclis'e tasarı gönderemez, ortalığı kan götürüyor, faşizm almış başını gidiyor, sesi kısılmış bir durumda, sesini duyuramıyor. Bazılarının içinden çekip gitmek, görevi bırakmak geçmiyor değildi. Fakat bu çıkar yol olacak mıydı? Ben sormuyorum, kendileri söylüyorlar.Fakat Irmak Hükümetinin, özellikle başkaldıran faşizm karşısında tam bir tutukluğa, beceriksizliğe düştüğünü herkes söylüyor. Bir de kendine göre bir gerekçe, o da değil bahane arıyor gibi: - Vurulan genç, sağcı mı solcu mu imiş?Solcuysa sorun değil, sağcı olsa seyredin alınan "rehine"leri neyi... Ben içten geçenleri okumaya çalışıyorum, çokları geçiriyor içinden...1944'lerin ırkçı, turancı kafatasçılığı eğitilmemiş, avlanmaya hazır Anadolu çocuklarına kılavuz oluyor gün gün. Bu kafa 27 Mayıs Devrimini de kullandı, kullanmadı mı? Tüm, arkadaşlarını yitirip yapayalnız kalınca, körpe beyinleri örgütlemeyi yeğledi kafa...Erbakan söylüyordu:- Atatürkçüler, Lenincileri yenecektir... diye. Atatürkçü kim? Gericiler, kafatasçılar mı? Leninciler kim oluyor, ilericiler mi? Atatürk'ün adını ağıza almıyorlar diye, Korutürk'ün hükümet kurma görevi vermediği, din

Page 318: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

bezirgâhları nasıl da sarılıvermişler, Atatürk adına. Bu lâflara bakarak belki hükümet kurma görevi ne veriliverir, şansa artık.Hükümet kim kurarsa kursun, nasıl kurulursa kurulsun, bana öyle geliyor ki, kimse bir "prostat kabinesi" istemiyor. Bu da Korutürk'ün tutumuna ve yeteneğine kalıyor artık. Güvenmeli yine de...*Vedat Dalokay, Ankara'da iki parka Yücel ile Tonguç'un adlarını veriyor. Başkanın bu iki ünlü eğitimciye saygısını alkışlamak gerek.İşin doğrusunu öğrenince, havagazına yüzde 200'e varan zamma da karşı çıkmıyorum. Şöyle anlattı, Dalokay bunu:- Ankara'da üçyüz bin konut var. Bunun üçte birinde havagazı var, çoğunluğunda yani gecekondularda yok. Havagazının maliyeti 196 kuruş, buna karşılık şimdiye dek devede kulak kabilinden metreküpünü satmışız havagazı kullananlar, daha çok varlıklı yahut orta gelirli kişiler. Gecekonduda oturan yoksul veya dar gelirli kişiden aldığımız parayla nerdeyse varlıklının ucuza havagazı kullanmasını sağlamışız. Yani Ankara'da fakir, zenginden daha pahalı yaşıyor. Bak yaz bunu, ben ev kadınlarına seslenmek istiyorum: Keyif için ettikeri bir telefonu günde eksik yapsınlar, havagazı onlara bedavaya gelecektir...Bizde de havagazı var, ben sesimi çıkarmadım. Ama, çay kaynadıktan sonra hemen söndürüyoruz havagazını. Çocuklar biliyorlar zaten, bütün ışıkları Vedat Bey'in yakıp Vedat Bey'in söndürdüğünü...Çocukların yatma saati gelince, Vedat Bey, hemen ışıkları söndürür, evde ışık yanarsa kızar.*Mustafa Suphi ile birlikte Karadeniz'de boğularak öldürülen Ethem Nejat'ın kardeşinden söz etmiştim. Selâhattin Nejat Yalkı'ydı o. Kısa bir süre önce ölmüştü. Eşi -henüz tanımadım- yapapalnız kalmış, çocukları da yokmuş.Gerçekten uzun süre susmuş, konuşmamış. Selâhattin Nejat, kardeşi ağabeyisi ile ilgili olarak. Ancak, ölümünden önce bir bilim adamımıza anlatmış tüm bildiklerini. Çok değerli bir kişiymiş Selâhattin Nejat da, onu Almanyalarda Ethem Nejat yetiştirmişmiş. Veteriner Fakültesi'nde dekanlık yapmış, kaç kez. Orada profesör. Okuyan, düşünen ve inceleyen tam bir bilim adamı. Nurullah Ataç'ın da yakın arkadaşıymış. Ünlü ses, saz ustası Ankaralara geldiğinde -bundan taa 30 yıl önce- onun evinde çalar, söylerrmiş. Yıllarca polis izlemiş Selâhattin Nejat'ı. Bıkmış, usanmış adam bu izlenmelerden. Kendisiyle görüşmeye gelen bilim adamımıza da, şöyle demiş:- İyi, geldin. Ne biliyorsam söyleyeceğim ağabeyim hakkında. İnşallah sen polis değilsindir...Ethem Nejat'ın Tonguç'la da arkadaşlığı var mıydı bilmiyorum. Ama, Tonguç'un Ethem Nejat'ı çok saydığını duydum. Ethem Nejat, Mustafa Suphi yaşasalardı, eğitimimize, düşünümüze neler katarlardı kim bilir?İskele Kâhyası Yahya Kâhya'nın öldürttüğü, sayıları onbeş-onaltı Türk'ün adlarını yazmayı unutmuştum. Onu da yazmak istedim:Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Kayserili İsmail Hakkı (Arap İsmail), Topçu Binbaşı İsmail Hakkı (Çerkez İsmail), Sürmeneli Kınalıoğlu, Ahmet Yakup, Tayyareci Hilmi, Kâzım Ali, Şefik ve Çitoğlu Nazmi İsmail.

Page 319: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Tamamı bunlar değil herhalde, daha olacak kâhyanın kurbanları...İstanbul'da öldürülen VDMMA öğrencisi Kerim Yaman, yurtta kol gezen faşist katil kâhyaların kurbanı değil mi? Bu son kurban mı?(26 Ocak 1975)

TEHLİKELİ İLİŞKİLER...

Eskişehir İTİA'daki akrabalar zincirine yine eksikler olmuş. Ankara'ya, Yeniortam Bürosu'na uğrayan zincire bir halka ekleyip öyle gidiyor. Okurlar, bağışlasınlar da artık geçmiş sayıları bularak akraba zincirini tamamlasınlar, yeni yazacaklarımla:Dr. Cüneyt Binatlı, Eskişehir İTİA Hukuk Kürsüsü Başkanı ve Bursa İTİA Reisi Prof. Yusuf Ziya Binatlı'nın oğlu... Asistan Sinan Bozok, Eskişehir İTİA'da beş yıl öğretim görevlisi olarak çalışan Osman Bozok'un oğlu. (Sinan Bozok'un, Orhan Oğuz'un damadı olması bekleniyormuş). Asistan Rıfat Üstün, AP Eskişehir Milletvekili Ethem Güngör'ün akrabası, Asistan Celâl Kepekçi, Hukuk Kürsüsü Doçentlerinden Sinan Gözen'in askerlik arkadaşı...Akrabalık, arkadaşlık Eskişehir'de de kalmayıp zaman zaman başka illere de atlıyor. Örneğin, Bursa İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Asistanı Sabri Astarlıoğlu, Prof. Orhan Oğuz'un Akademi Başkanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı sırasında makam şoförü, Asistan Tuğrul Dirimtekin Bursa İTİA ilk "Reisi" ve halen Eskişehir İTİA Reisi Prof. Dr. Halil Dirimtekin'in yeğeni...Eskişehir'de belki hâlâ söyleniyordur, "Bu öğrenciler niye boykota gidiyorlar, işleri yok mu allahaşkına?" diye. Akrabalar zincirinden dolaylı haberler de geliyor zaman zaman, açıklama ne yapmak istiyorlarmış. Ne güzel? Açıklama yapılmalı ki, eksiklerimi bileyim ben de. Akrabası deyip geçiyoruz, ama ne? Amca mı, yeğen mi, bacanak mı herhalde açıklamalar da bunlar da açıklığa kavuşur, öğreniriz kötü mü?*Anlaşılmakta ki, "Komando kafa" ile olaylara çözüm getirmek, huzur sağlama olanağı yoktur. Önce faşist düşünce biçimini kafalardan silkip atmak gereklidir. Özgür düşünceye, silâhsız saldırısız tatışmaya yanaşmak istemeyenlerden hangi çözümü bekleyecektiniz.Bir Elâzığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi vardır. Öğrencileri Kasım ayından beri boykottadır. Koskoca hükümet, bakanlık ortada da, Kasım'dan beri bu öğrenciler ne istiyor diyen yok. Komando eğilimli öğretim üyeleri koridolarda ellerinde zincirle dolaşır, devrimci Atatürkçü öğrenci avındadırlar. Elâzığ'a yollanan asistanlar yeterli değildir. Oraya öğretim üyesi olarak gitmiş, güvendiğim kişilerden de dinledim bunu, salt öğrencilerden dinlediğim için yazmıyorum, nerdeyse öğrenciler, kendilerini okutacak öğretim üyesini bulmaya çıkmışlardır. Yıllardır akademide, akademik kariyeri olmayan kişiler ders vermekte. Adı görünen öğretim üyesi, belki de Elâzığ'a gitmeden oturduğu yerde ya Ankara ya İstanbul'da para almakta. Enayi mi o da, niye gitsin yani Elâzığ'a. Onbeş günde bir uçakla İstanbul'dan Elâzığ'a ders vermeye giden

Page 320: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

hoca, ne okutur allahaşkına? Ne akademi başkanı, ne bölüm başkanları, ne öğretim üyeleri "tam zamanlı" çalışır. Bunu da öğrenciler istiyorlar, "Bizi okutan hocaların yüzlerini görelim bari" derler.Öğrenciler üç günde bir Ankaralara gelip, bakanla, başbakanla, parlamenterlerle görüşmeye uğraşırlar. Yönetmelikle ilgili, sınıf ya da ders geçmeyle ilgili düğümlenmiş kalmış sorunları vardır. Kimse kulak vermez. Senatör Celâl Ertuğ'u bulurlar, ona anlatırlar neleri varsa...Burası bir Mühendislik ve Mimarlık Akademisi'dir. Burayı bitirecek çocuklar, yurdun köprülerini, konutlarını yapacaklardır. Bağırmaktalar, "Biz yetişmiyoruz, bizi yetiştirmiyorlar, kaytarıyorlar" diye. Yurdunu bu gençlerden daha çok seven var mıdır?*1965 seçimleri öncesindeydi. İstanbul'da, Gültepe'de TİP'in düzenledii bir toplantıyı faşistler basmışlar, olaylar çıkarmışlardı. O zaman TİP toplantısını basanlar arasında iki askerî tıbbiye öğrencisi de vardı. Bunlardan biri, sonraları çok ünlü bir kişi oldu: Dr. Yüzbaşı Metin Denli, adı 12 Mart sonrasında, tutuklulara bir doktor gibi değil, bir işkenceci gibi davrananlar arasında sık sık geçti. Kamuoyu bunları unutmadı sanıyorum.Yenilerde, askerî tıp öğrencileri arasına faşizan eğilimli kişilerin sızmakta olduğunu gazete haberlerinde okuyoruz. Bu öğrencilerden "devrimci" tanınanların 10-15 kadarı, sessiz sessiz 12 Mart sonrasında da okuldan uzaklaştırıldı. 25 kişinin saldırısına uğrayan Orhan Feyzi Özcan adındaki genç, daha geçen ay okuldan atıldı. Hem saldırıya uğruyor, hem yapılan ihbarlar sonucu "solcu" görülüyordu. Ne deniyordu, ihbarlarda? "Efendim, komutanlara ağır sözler söyledi, işte tanıkları..." Tanıklar, gözü sürmeli dediği türdendi halkın. 17 Ocak ile 20 Ocak arasında, geçen haftalar içinde yani, çıkan olaylarda beş öğrenci Mamak'a götürüldü. İkisi serbest bırakıldı, üçü hâlâ orada. Askerî tıbbıye öğrencileri, sivil öğrencilerle birlikte ders yaparlar Tıp Fakültesi'nde. Fakat yurtları ayrıdır. Onlar orada askerlik kuralları içinde yaşarlar derslerden sonra...Geçen hafta pazartesi günü, dışarıdan gelen sivil komandolar Tıp Fakültesi'nin kantinini basıp, bazı öğrencileri yaraladılar ama, arada asker öğrencleri de payanda olarak kullanmak istediler. İşin içine askerî öğrenci de karıştı mı, polis karışamıyor orada. Belli ki, faşizan güçler, ordu mensubu kişileri de amaçları için kullanmak istemekte ve bunu zaman zaman başarmaktalar. Yurdun müdürü durumunda olan İskender Akbaba, kendisinden ve görevinden beklenen yerine, dışardan gelen -dışardan dediğim örneğin Site Yurdu'ndan, şuradan buradan- komando özentilerinin oyunlarının uygulayıcısı durumundan çıkamamaktır. Yetkililerin, buna derhal el koymaları öğrenci yuvasını komanda oyuncağı durumuna getiren Akbaba'ya gereken uyarıyı yapmaları gerekir. Yoksa, -sonra Ekmekçi zamanında söylemişti dersiniz- iş işten geçmiş olur.12 Mart'tan sonra öğrencilere yasa dışı uygulamalar alıp yürümüştür bana anlatıldığına göre. Öğrencilerin dolaplarının çift anahtarı vardır. Bu anahtarlardan biri yöneticilerde bulunur ve öğrencinin dolabı, her istendiğinde karıştırılabilir. Bu çift anahtar sistemi bir kez Anayasaya aykırıdır. Öğrencilerin mektupları açıldıktan sonra verilmektedir. Bu "ermektubu"mu ki, açılıp okunup veriliyor? Bu uygulamalar son bulmalı,

Page 321: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

ama herşeyden önce, bir meslek adamı da olsalar, orduya girecek insanlar arasına "komandoculuk", "bölücülük" sokulmamalıdır. Bunlar tehlikeli ilişkilerdir.Tıp Fakültesi'nde de "komanda" eğilimli öğretim üyeleri vardır. Örneğin, Tıp Fakültesi Anatomi Kürsüsü Profesörü Kaplan Arınç, Tıp Fakültesi kantininin basıldığı gün, olaya karışan askerî öğrencileri derste olmadıkları halde dersteymiş gibi gösterebildi. Neden? Yazdıklarım belki ufak tefek, gazete köşelerinde, şurada burada görüp geçiverdiğiniz olaylar gibi. Ama, bence öyle değil. Bilmem yetkililer, yöneticiler nasıl değerlerdirirler bunları?Ben de biliyoum, faşizmin güçsüz olduğunu, yaptıklarının gösterişten başka birşey olmadığını, Sinek de küçük ama, yerinde mide bulandırır işte. Böyle...(28 Ocak 1975)

FAŞO'LARIN SONU...

İLGİNÇ ŞEYLER OLUYOR SON GÜNLERDE

Rahmetli baba Demirel, çok severdi onu. Süleyman'dan, Ali'den, Şevket'ten ayırmazdı doğrusu:- Benim bir oğlum da sensin, derdi. Adı "Orhan"dı. Orhan Büyükalp. Süleyman Bey'in sınıf arkadaşı. Çoktanberi de Karayolları'nın Antalya Bölge Müdürü.CHP'li Erol Çevikçe CHP-MSP ortaklığında Bayındırlık Bakanı olunca, yapılan şikâyetlere dayanamamış, Orhan Büyükalp'ı Antalya'dan Ankara'ya almıştı. Orhan Bey'in ağabeysi de o zaman Karayolları Genel Müdür Yardımcısıydı, o da görevinden alındı, bir danışmanlığa verildi. CHP-MSP ortaklığı bitti, gel zaman git zaman "Cephe" hükümeti kuruldu. Bayındırlık Bakanlığı'nın başına MSP'li sakallı Fehim Adak, Karayolları'na da Orhan Batı getirildi.Yapılan ilk işler arasında, Orhan Büyükalp'in Ankara Karayolları Bölge Müdürlüğü'nden yeniden Antalya Bölge Müdürlüğü'ne atanması, kardeşinin de Bayındırlık Bakanlığı'nda bir göreve getirilmesi vardı. İyi mi? Kardeşinin adı, Öztekin Büyükalp.Erol Çevikçe, bu iki kardeşi neden görevlerinden aldı, cephe iktidarı Orhan Büyükalp'i Ankara gibi yerden Antalya'ya neden geri verdi? Orhan Büyükalp'in Antalya bölgesinde milyarlar tutan arsası, arazisi olduğu doğru mudur? Görevden alınırken, arkadaşlarına neden;- Göreceksiniz, ben buraya yeniden geleceğim... dedi.Bilmiyorum. Öyle şeyler ki, bunları sağlam bir Meclis araştırması, soruşturması ortaya çıkarabilir.Devlet memurlarından "mal bildirimi" alınır ama, bunların kayıt üstünde kalmasından öte, bir yararı olduğunu sanmıyorum. Bir yolsuzluğu fiilen görülecek de, belki o da binde bir, "Bu adam bu kadar serveti nereden edinmiş?" diye sorulacak.

Page 322: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Zaman zaman sakal da bırakır, Antalya Bölge Müdürü. Ama, bu MSP sakalı değil, "Şantiye sakalı"dır. Traş olacak zamanı yok yani.Fehim Adak, bu atamaların hesabını verebilir mi bir gün? Bakanlığı allak bullak etmesinin hesabını.Karayolları, iyidir hoştur. Öteden beri çalışkan kuruluşlar arasında sayılır. Ama, devlet araçlarını partizanca kullanma olasılığı en fazla olan kuruluşlardandır da.Bu yaz kamu kuruluşlarının kampları arasında en az ilgi çekeni karayolları kampları idi. Kamplarda haremlik selâmlık uygulanmaya kalkıldı. İçki içmek -bira bile- yasaklandı. Eeee, memur niye gitsin yazlığa dinlenmeye öyleyse. Bazı bayan memurlar buna tepki gösterdiler, mayo seçerken bir hayli terlediler. Kumların üstünde toplu namaz kılınıp kılınmadığını da bilemiyorum.Karayolları Genel Müdürü Orhan Batı, bir süre önce bir sendikanın kongresine çağrılmıştır. Kongre başkanı, konuklara söz verileceğini, konuşma olanağı sağlanacağını söyledi. Kürsüye çıkan, divan başkanlığına teşekkürle konuşmaya başlıyordu. Batı da şöyle dedi:- Bana burada bu saatte, bu değerli arkadaşların arasında bulunup konuşma fırsatını veren...Divan başkanı hafifçe kaykıldı sandalyesinde. Başıyle Orhan Batı'yı selâmlamaya hazırlanıyordu ki, Batı konuşmasını sürdürdü:... Konuşma fırsatını veren Cenâb-ı Allaha şükürler olsun.*Bakanlıklarda ilginç şeyler de oluyor son günlerde. Milli Eğitim Bakanlığı'nda, üst görevlerden birine getirilmiş, bir eski MHP müfettişi, bir gece elinde tabancasıyla bakanlığın "gizli" arşivine girdi. Gece orayı bekleyen memura tabancayı dayayıp, gözdağı verdi:- Şu benim dosyamı ver, bakayım...Memur, elini atmasıyla tabancayı yere düşürür, yüksek dereceli memurla, küçük memur kapışırlar, yerlere yuvarlanırlar. Olay duyulur, adı arkadaşları arasında "deli"ye çıkan yöneticinin yetkileri alınır, sorun kapanır gider. Milli Eğitim bu durumda demek...*Eğitimci Osman Korkut Akol'un cenazesinde kimler vardı?TÖB-DER yöneticileri arkadaşları, eski savcı Şiar Yalçın, Prof. Koçtürk, Halit Çelenk, Nezihe Şengil, Salim Şengil...BAKANLIĞIN BİR ÇİÇEK YOLLAMASINIKİMSE BEKLEMEDİ71 yaşında öldü Osman Akol, sağlığında onun için bir yazı yazmıştım. "Ben ilk rakıyı Atatürk'ün ellerinden içtim. Oğlum" der, övünürdü.Mamak Askerî Cezaevi'nde tutukluyken, emekli aylığını nöbetçinin gözetiminde nasıl aldığını, nöbetçiyi nasıl lokantaya götürdüğünü tatlı tatlı anlatırdı. Olay, Fakir Baykurt'un "İçerdeki Oğul" kitabında "Dedecik" bölümünde geniş geniş anlatılır. Adını yazmamıştır Fakir, ama, olayın kahramanı Osman Akol'dur.Tatlı tatlı çatardı, sevdiklerine:

Page 323: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Oğlum, bu telefonu icad eden Graham Bell, yalnız arayanlara karşılık verin diye değil, ara sıra dostları arayın diye de icad etti. Yarın ben ölüp gideceğim, o zaman arayacaksınız.- Öldü, gitti işte..- Sağdan say...- Bir, iki, üç... On. Sondur komutanım..- Rahat... Rahat dedik, ulan eşş.....Çavuş, öğretim üyesinin çenesine bir yumruk indirdi..ODTÜ öğretim üyelerinden Ali Gitmez ile murat kirezci serbest bırakıldılar. Gitmez ile Kirezci, Mamak'ta gözaltındaydılar.İlk hafta gazete ne verilmedi. Son günlerde, istediler.- Gazete istiyoruz.- Ne edeceksiniz gazeteyi?- Okuyacağız. Üsler konusunda alınan kararı okuyacağız.Son üç gün gazete okudular.Saçları gözaltına alındıkları gün kesilmişti. İçerde öğrenciler de vardı, onlara işkence yapıldığını duymuşlardı.Öğretim üyelerinden Ali Gitmez, askerliğini yedeksubay olarak çoktan yapmıştı. Kirezci güçlük çekiyordu biraz biraz.Gitmez, düşündü içinden içinden:- 12 Mart'ta girmedik içeri. Herkesin içeri alındığı o sıralar, alınsam n'olurdu? Bir şey demezdim. Şimdi, ne yaptım hiiiç? Ama, alındım işte içeri. Neyse, hayırlısı...Kişiliği kapıya bırakıp girince, o denli zor gelmiyor gözaltı. Hatta kolayına, gırgırına alabilirsiniz yaşantıyı..Ufak tefek çırpıntılar, cop mop, alışır gider canım..- Hazrol, sağdan say...- Bir, iki, üç... On, sondur komutanım...*Sıkıyönetim, kafasındakileri gerçekleştirmek isteyen ODTÜ rektörüne mi yaradı ne? Basın toplantısında, yüzüne bakarken gözlerimi yumdum iyicene. Ne hakkı vardı, Sıkıyönetimi, askerleri; kafasındakileri uygulatmak için böylesine kullanmaya. Toplantıyı izlerken düşünüyordum:- Bu yüzün anlattığı ifadenin yapmayacağı yok...Ecevit çıktı karşısına doğrudan rektörün.Çok şey öğretmişti 12 Mart dönemi. Askeri yargıyı da, bir bakıma askerleri de yaralayıp gitti. Ali Elverdi'yi hatırlar mısınız?Bir ara, 12 Mart dönemlerinden ayrı gibi geldi, bu dönem sıkıyönetimleri. Dışardakilere göre hava hoş elbet.Her neyse geldi geçti işte.(Cumhuriyet - 4 Ağustos 1975)

CEPHE, SARP YAMAÇLAR ÜZERİNDE...

Türkiye'de kamuoyu, sorunlara en yakından bakan bir gelişme içinde mi ne? Vatandaş, kılçıklı dış politika konusunu, üsler sorununu köşede kıyıda, kahvede konuşuyor, işte.

Page 324: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- NATO'dan çıkmasak da...- Evet...- NATO'nun içinde çoğalsak, NATO'yu ele geçirsek ha?Sosyalist Portekiz NATO'nun içinde değil mi? Onlar çıkmak istemiyorlar. NATO, Portekiz'i istemiyor içinde belli. NATO üyesi ülkelerin çoğunda komünist, sosyalist partiler var. Bazılarında bunlar iktidarda..Amerika, bunların NATO'da kalmalarını ister mi? Niye istesin? Ama, bunlar NATO'dan da çıkmak istemiyorlar. Hele, dur bakalım...Amerika, ambargo kararı ile Türkiye'yi silâhsızlanmaya itmekte, sokaktaki, balkondaki vatandaşın apaçık aklına gelen bu. Mutfakta yemeğini pişiren kadın, daktilo yazan küçük memur, ders veren öğretmen, dişlinin önündeki işçi, ne kadar işimi yapıyorum dese, kafası bunlarla dolu.Kissinger'i yuhaladıkları için mahkemelere verilenler olurdu Türkiye'de. Bugün gelse Kissinger, yine yuhalanır ve onlar kolay mahkemelere verilemezler.Süleyman Bey, ne yapacağını, ne edeceğini şaşırırken bir yandan da Amerika'ya içerliyor. Bu yapılacak şey miydi yani?Geçmişte bir kez de böylesine kalleşliği Morrison şirketinden görmüştü. 1965'lerdeydi. Süleyman Bey Başbakan oldu diye koşuşmuşlardı Başbakanlığa Süleyman Bey kovmuştu, eski işverenin adamlarını. Menderes'in Dünya Bankası'nın adamlarını kovduğu gibi kovmuştu.AP içinde sinirli hava, çoktan kendini göstermeye başlamıştı.- Ne yapalım yani, ille de Ecevit'i mi hükümete getirelim?- Siz bilirsiniz.Süleyman Bey'in koltuğu koltuk değil dikenli bir çalıydı sanki.Hükümet bunalımını başlatsa, MSP gidecek değildi ki.MHP başbuğu Alpaslan Türkeş'in hastalığı saklı mı tutuluyordu. Aslında Süleyman Bey, en çok ona kızıyordu.Peki, hastalığı ağırsa yerine kim gelirdi acaba?Seçimlerde, öğretmenler, imamlar, gençler, işçiler etkin olmaktaydılar. AP'nin ise bunların hiçbirinden ötekiler kadar yararlanma olanağı yoktu gibi bir şey. Türkeş'çi, Erbakan'cı öğretmen de, genç de vardı. Süleyman'cı kim vardı?AP ile MSP arasındaki birkaç günlük söz düellosu, sokaktaki vatandaşta, şu izi bıraktı:- Dal çatırdıyor mu acaba?Bunu, ilk CHP-MSP ortaklığını bozarken Ecevit söylemişti. "Dal çatırdıyor" demişti. Şimdiki de buna benzer bir havayı aldı, demeçleri okuyup değerlendirenler.Cephe'nin kuruluş günlerini gözönüne getirenler, ortakların daha bunu bozacak kerteye gelmedikleri kanısında. Ecevit'in teknokrat danışmanlarından Dr. Erhan Karaesmen'in bazı siyasi çevrelerde pek tutulan bir benzetmsini anımsadım. Erhan Karaesmen, ODTÜ eski öğretim üyelerindendir. Şimdi de çeşitli yüksek öğrenim kurumlarında ders vermektedir. Şöyle demişti Karaesmen:- Dört adam, sarp, yamaçlı bir vadinin üstünden geçen bir teleferik hattına can havliyle yetişerek tek elle tutunmuşlardı. Vadinin iniş kısmı bitti, kabin tam uçurumun üzerinde tek bir tutamağa dört kişi birden tek elle

Page 325: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

tutundukları için kolları yoruldu. Ama, aşağı bakıp uçurumun derinliğini gördükçe yine can havliyle sarılmaktan başka yol bulamıyorlardı. Vadinin çıkış yamacına varıp da, kolları da adamakıllı yorulunca teker teker ya da hep birden aşağı düşecekler. Şimdiyse, uçurumun en derin yerinde Senato seçimleri var. Sonra yeni bütçeydi, tütün üreticisine taban fiyatıydı, gibi büyük vartalar geliyor. O zaman kol adamakıllı yorulacak, o zamana kadar, ne kadar ağız kavgası yapsalar da, Cephe'yi bozamayacaklardır.Adamlardan birinin, Turhan Bey'in kolu şimdiden yorulduğu için Süleyman Bey'in iri gövdesine sarılıp yola devam ediyor.Bu arada uçurumun üstünde, Necmeddin Bey'le Süleyman Bey ağız kavgası yapıyorlar...(12 Ağustos 1975)

OLMADI SAYIN KORUTÜRK...

CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu, düşünüyordu:- Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün karşısına şimdi mi çıkmalı, yoksa seçimden sonra mı?Fahri Korutürk'ün Doğu Karadeniz gezisi sırasında yaptığı konuşmalar TRT'den de yayınlandı, üstüne tartışmalar başladı.Eyüboğlu düşünüyordu:- Yüksek Seçim Kurulu'na başvurup Korutürk'ün konuşmalarının TRT'den yayınlanan bölümlerinin seçmeni etkileyecek nitelikte olduğunu bildirmeli mi bildirmemeli mi?CHP liderleri her zaman Cumhurbaşkanlarına karşı titiz davranmışlardır, olur olmaz karşılarına almamak istemişlerdir.Süleyman Bey'in genelgesini yayınlayan TRT'yi Yüksek Seçim Kurulu'na şikayet etmişler, Yüksek Seçim Kurulu itirazı yerinde görerek olayı savcılığa yansıtmıştır. Şimdi Cumhurbaşkanının konuşmalarının en sivri yanlarını yayınlayan TRT'yi bir kez daha şikayet edip mahkemelik mi olacaklardı?Önce kulak arkasına atmak istediler, Korutürk'ün sözlerini aldırmazdan geldiler. Ancak başbuğun organları "Devlet", "Ortadoğu" çoktan yorumlamaya başlamışlardır "Korutürk, CHP'ye oy verilmemesini istedi" diye. Korutürk de bir açıklama yapmıyordu sözleriyle ilgili.Korutürk'e ilk tepki Behice Boran'dan geldi. Öbür sol parti liderleri de eleştirdiler Korutürk'ü. CHP de "Ağır ol da molla desinler" havasını üstünden attı atacak.Gerçekte, Korutürk'ün MC'yi destekler biçimdeki tutumu, kamuoyunda kendisine zarar veriyor. Aydınlıktan uzaklaştıkça, tarafsızlığa düşen gölge büyüyor.Hadi diyelim TRT'nin, TRT'dekilerin yasalar içine girecekleri yok, "Cephe düşerse bizi de kulağımızdan tutup atarlar. Aman cepheyi düşürmeyelim. Propaganda olacak ne varsa yayınlayalım" diyebilirler. Yansız, partilerüstü olması gereken Korutürk'ün Anayasanın, yasaların inceliklerini düşünmesi

Page 326: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

gerekmez mi? Fuat Bayramoğlu'na bir şey demek istemiyorum. Bayramoğlu da, başkaları da Korutürk'ü ne denli etkilemek isterlerse istesinler, Korutürk'ün bunları değerlendirmesi, bunlara uymaması gerek. Yasaların incelikleri dedim, bizde seçim yasaları bunların başında gelir, örneğin, çok kimse Yüksek Seçim Kurulunun çalışma yöntemlerini önemsemez. "Nasıl olsa bütçsi Adalet Bakanlığı bütçesi içinde görüşülüp kabul ediliyor." der geçer. Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa içinde bağımsız bir mahkemedir. Bir özelliği seçimler sırasında zarar gören herkesin, bu mahkemeye başvurabilmesidir. Ancak, Yüksek Seçim Kurulu, kendisine başvurulmadan hiçbir yanlışlığı düzeltmez, yasalara aykırı bir davranışı engelleyemez. Onun için seçim yasalarına, yasaklarına aykırı tutum ve davranışların Yüksek Seçim Kurulu'na yansıtılması zorunludur. Düzeltilmesi için Korutürk'ün konuşmaları ve onları yayınlayan TRT de gitmeli seçim kuruluna.1969 seçimleri sonundaydı. Yüksek Seçim Kurulu'nun yayınladığı seçim sonuçlarını inceleyen bir yabancı profesör, o sırada Ankara'daydı. Profesör, seçim sonuçları rakamlarında tutarsızlıklar görmüştü, telefonda Yüksek Seçim Kurulu yetkililerini aradı, görüşmek istedi, görüştü de. Kendisine anlatıldı ki seçim sonuçları ile ilgili rakamlar matematiksel değil, hukuksal sonuçtur. Yani Yüksek Seçim Kurulu kendisine başvurulup "Burada yanlışlık var" denilmeden bunları inceleyip düzeltilmesini sağlayamaz. Bizde seçimlerle ilgili yöntemler düşünülürken, hukuksal sonuca önem verilmiş, bunun matematiksel sonuca yaklaştırılması öngörülmüştür, yabancı profesör teşekkür edip ayrıldı.Son günlerdeki uygulamalara bakalım, Yüksek Seçim Kurulu CGP ile MP'nin Senato üçte bir yenileme seçimlerine katılamayacaklarına karar verdi. TRT, MP lideri Kargılı'nın haberlerini hemen kestiği halde, CGP'nin haberlerini yayınladı durdu, DP ile CHP ayrı ayrı itirazda bulunup "Bu nasıl şey?" deyinceye kadar. Yüksek Seçim Kurulu bu itirazları görüşüp karara bağladı. CGP'nin seçim haberleri de radyodan yayınlanamazdı, öyle oldu.Süleyman Bey'in genelgesinin radyodan yayınlanmasını da seçim yasakları içinde gördü, bu genelgenin bir başka yönü de var. Başbakanlığın genelgesi basına ve TRT'ye Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü aracılığı ile dağıtılmıştı. Basın ve Yayın'da TRT'nin eski haber yöneticileri var. Basına verdikleri gibi, genelgeyi TRT'ye de verdiler, yahut telefon ederek "Bizde şöyle bir genelge var aldırın" dediler eh TRT de zaten teşne...Basın ve Yayın Genel Müdür Vekili Doğan Kaşaroğlu ile konuştum bu konuyu:- Sizin yaptığınız TRT'yi suça itmek değil mi?- Hayır, değil hayatım, eğer biz genelgeyi kendi arabamızla dağıtsaydık, yahut genelgeyi haber yapıp, öyle verseydik, biz de suça ortak olmuş olurduk, biz "al bu genelgeyi yayınla" desek bile TRT kendi sorumluluğundan kurtulamaz.Anladım var bir incelik işin içinde...Süleyman Bey'in Romanya gezisinde ne incelikler göreceğiz bakalım. Bir de seçim öncesinde Cephe Hükümetinin yaptığı kıyımlar, beğenmediğini,

Page 327: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

kendinden olmadığını sandığını kıyıp durmalar. Komandoların sokak ortasında adam dövmeleri, sayın Korutürk bunların üstünde dursa ya...*Ağustos sonu, ODTÜ'nde, öğretim üyesi kıyımının sonudur, birkaç güne kadar, kimlerin görevlerinden alındığını göreceği, ODTÜ'ndeki görevinden istifa eden öğretim görevlisi Oral Okay, Rektöre, sonbaharda üniversitenin alacağı durumu hatırlatmış, 750'den fazla öğretim görevlisi, buna karşılık dersaneleri boş bir üniversite... Bu, Eşref'in Abdülhamit için yazdığı dizeleri yansıtıyor:Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesiGitgide zulmetmeye elde ehali kalmıyor...(28 Ağustos 1975)

FERİT BEY VAN'A NİYE GİTTİ?

Altan Öymen, Lozan'dan dönmeden bir kurcalasa Hacı Ali Demirel, hiç geçtiğimiz birkaç yıl içinde İsviçre'ye uğramış mı? Orada kimle kaç kez görüşmüş? O görüştüğü kimsenin yurt dışına gidişinde yardımı olmuş mu, olmamış mı? İyilikler yerde kalmaz elbet.Şellefyan'dan söz ediyorum.14 Ekim 1973 seçimlerine, sonuçlarına Süleyman Bey kadar Hacı Ali Bey de içerlemişti sanıyorum. O da ağabeyisi gibi düşünüyordu ne bileyim... "Bu millete iyilik yaramaz, ben de başımın çaresine bakarım" demiş, ortalıkta artık görünmez olmuştu. Yok olmuştu nerdeyse.Pek de yok olmamış Demirel kardeşler, bir de yeğen çıktı üstelik. Daha da var. Bir de bacanak.Bacanak, Süleyman Bey'in bacanağı. Isparta'da Millî Eğitim Müdürü'yken, Mustafa Üstündağ zamanında görevinden alınmış, Kars'a mı nereye verilmişti. İstifayı bastı gitmedi. Bekledi, Cephe'nin kurulmasını. Şimdi yine Isparta'da Millî Eğitim Müdürü. Çağırıyor karşısına kıyacaklarını:- Hakkâri'ye mi gitmek istersin, yoksa görülen lüzumu mu işleteyim ha? Dile bakalım, ne dilersin? İstersen kendiliğinden istifa et de, sicilini de lekelemiyeyim...- Peki, istifa ediyorum.Kurbanlarının elinden gönüllü istifa mektuplarını alıyor, böylece yargı organları karşısında da sorumlu olmaktan kurtuluyor bacanak...Isparta Halk Eğitim Müdürü Zafer Kızıldağ, AP'li bilinirdi. Cephe gelince, Ticaret Lisesi öğretmenliğine atayıverdiler. Şaşanlara şöyle karşılık veriyorlardı:- Evet, AP eğilimli idi, ama Ecevit döneminde azıcık sola kıvırdı. AP'ye tam hizmet etmedi. Bize böylesi yaramaz.Isparta Defterdarı da Bitlis'e sürüldü. Bütün olup bitenleri Ispartalılar, "Ulusal Bacanak"tan biliyorlardı. Herşeyin altında onun başı vardı.*

Page 328: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Önseçimler iyi ki bitti. Ecevit de, öbür liderler de nerdeyse sokağa bile çıkmadılar anlam çıkarırlar diye. Yolda, sokakta karşılaştıklarımız daha merhaba demeden saldırıyorlardı:- Delege misin?- Yoooooo, neden sordun?- Delege değilsen işime yaramazsın.Soran, diyelim, CHP'lidir. Bir AP'li giriyor koluna aday adayının:- Ben delege değilim, sizden de değilim ama işine yararım gel...Bir AP'linin CHP'liye ne yardımı dokunabilir ki?Dokunabilirmiş. Örneğin AP'li avukattır yahut doktor. Ankara'nın her ilçesinde hatta köyünde müvekkileri, hastaları vardır. Bunların içinde delegeler de bulunur, olur ya. Onlara söyleyebilirmiş:- Bak, ben CHP'li değilim ama sizin aday adayları arasında Hafız Bey var, çok kıymetli adam. Yoklamada oylarınızı ona verin. Seçimde vallahi bizi bile geçersiniz..Hafız Bey kazanamadı önseçimleri.Önseçimlere girip kazanıp gelmek ne zormuş meğer. İçinde olmalı ki, ıcığını, cıcığını öğrenebilesin. Destek var, köstek var, kasnak var, kazık var..- Desteğinizi beklerim artık.. Ekliyor:- Yahut kösteğinizi..- Çok şakacısınız..- Yoooo, ben artık espri filân yapmıyorum. Ciddî şeyler söylemek zorundayım. Adayım ben aday.Bir de kasnaklama yöntemi varmış. Önce, oldukça yüklü oyu olan iki ilçenin delegelerini ayarlayıp, onlara güveneceksiniz. Sonra öbür adaylarla, işbirliğine ve pazarlığa.- Ben de iki ilçe var, şu kadar yüz de oy. Sen bana iki ilçende şu kadar oy sağlarsan benden de şu kadar oy alırsın, fakat kasnaklamak yok.- Ayıp ettin, sen bana güven.Yoklama günü, komşu adayın erketecisi, sandığın yakınına gelir gözler. Öteki, sabahleyin oy verecek delegeleri ağırdan göstermelik sürer sandığa doğru. Erketeci görür, haberi götürür adaya.- Tamam...Tamam değildir gerçekte. Akşama doğru yığın yığın gelen delege postaları vermezler oylarını. Al sana onbeş oy da için açılsın. CHP'de böyle oyunlara gele gele alışmış İlyas Seçkin bir gün şöyle demişti:- Bunlar öyle kazıklardır ki, tadından yenmez...*Ferit Bey Van'a niye gitti, diye düşünüp duruyordum. Ferit Bey karşıladı:- Ben her yıl giderim. Seçmenlerimle görüşürüm.Van'da seçim yok, birşey yok. Yok mudur altında bunun da birşey?Kinyas Kartal oradaydı. Diyelim, onun da seçim bölgesi. İstanbul CHP Senatörü Mehmet Feyyat'ın Van'da işi ne? O da doğma büyüme Gevaş'lıymış. Van'lı...

Page 329: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Mehmet Feyyat, takıldı Kinyas Kartal'a. Zaten karşılaştıkça takılır, biraz da onu kızdırmaktan hoşlanırdı. Kinyas Kartal da, Mehmet Feyyat da Kürtçe sözcükler söylerdi yer yer..- Tebrik ederim seni. CGP, AP'ye katıldı sana kriko oldu.- Tabii ki, biz ev sahibiyiz. Onlar bize katılıyorlar. Sana ne oluyor? Belâyı seremini? (Başımın belâsı mısın?)- Kinyas, diyorlar ki CGP size gelince ortak listenin düzenlenmesi için Ferit Bey'in eline geçecektir.- Tu merak neke, işi hattizanım (Sen merak etme, ben işimi bilirim).Feyyat, azıcık daha yüklendi Kartal'a.- Bütün torunların CHP'ye girdi. Sen hâlâ AP'de kalacak mısın?- Belâyı seremini?... Kartal ağa, mırıldanarak uzaklaştı.Ferit Bey, Van'a vardı. "Beşkardeş" otelinde yeri ayrılmıştı. Kim bilir, Beşkardeş Oteli'nin sahibi Selâhattin Başıbüyük, CGP ile AP birleşince ilçe başkanlığına getirilecekti belki de. Ama, Ferit Bey Van'a varmadan Kartal ağa oradan ayrıldı. Müslih Görentaş (o da CGP'li) Londra'ya gitme bahanesiyle Ankara'ya geldi. Bir Salih Yıldız kaldı Van'da. Ferit Bey'le Salih Bey uzun uzun konuşmuşlardır artık...CHP'lilere sorarsanız, Ferit Bey boşuna gitmiştir Van'a, CGP-AP birleşmesi gerçekleşse bile CGP tabanı AP'ye gitmeyecek, seçimlerde de tümüyle AP'ye oy vermeyecektir, CGP tabanı, yakın geçmişin CHP'lisidir, azından paşacısıdır çünkü. Bu seçimlerde CGP'nin AP'ye ne kattığını göreceğiz.Anladığım, AP'ye katılan CGP tabanı değil, Feyzioğlularıdır.

(3 Eylül 1975)

ODTÜ'DE CIA PARMAĞI MI VAR?

Ortalık hiç de iç açıcı değil. Arapların dediği gibi "Essahub Gübla" Türkçesi, bulutlar gebe.Ne zamandır Bayrampaşa Cezaevi'nde yatan Tektaş Ağaoğlu'na bir mektupla olsun "Geçmiş olsun" demek istiyorum. Elim değmiyor. Ankara Cezaevi'nde Yılmaz Güney'i bir yıla yakın süre bir kez görebildim. O da camların demir parmaklıkların arasından, yazdığım yılbaşı kartına karşılığı şöyleydi:"1975'in barış ve özgürlük yılı olmasını dilerim.."Emekli Albay Hüseyin Yakış da tutuklu, birlikteler. Daha kimler var içerde? Kurcalasam, "Ankara Notları", "Cezaevi Notları"na döndü diyecekler. 12 Mart'ın hışmına uğrayıp da çıkamıyorlar ise unutulup gittiler, nerdeyse.Başına komandolar getirilmiş devlet memuru, nasıl bir kafesin içindedir? Soluk alırken soluğu yarıda kesilir mi kesilmez mi? Nedemeli, istifayı basıp çekip gitmeli mi? Devlet kadroları, cephecilerin babalarının çiftliği mi, diye gidecekmiş, niye gidecekmiş? Bütçe yasasında hüküm vardır. Temmuz ayında devlet kadroları dondurulur ki, devlet kendine bir çekidüzen versin diye. Elinde ne kadar âmiri, memuru varsa bilsin diye, Maliye Bakanlığı ise sürekli komandolar için yeni kadrolar vermekte, bunun adı nedir?

Page 330: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Ben kimsenin hakkını yemem, yemedim" diyen MSP'li bir Genel Müdür, Genel Müdürlüğü'nden başka bir bankada İdare Meclisi üyesi, ayrıca Tübitak'da da denetçi. Genel Müdürlük'te yarın iftar sofraları kurulacak, sahura da kalınacak belki. Nereden? Devlet kesesinden, hazineden. Dibi delik hazineden... Şimdi bu Genel Müdür kimin hakkını yiyor?Şellefyan, bir Hacı Ali Bey'in mi elinden tutmuş? Eski DP'lilerin ellerinden tutan kim? Yassıada'dan çıktıktan sonra kimleri beslemiş kimlerle nasıldır araları? Biri, şöyle demişti teneke kralı için:- Müslüman değildir ama, müslümandan daha müslümandır...Mürtaza'nın protesto edilmiş senetlerini de kırıvermemiş mi? Böyle müslüman nerde bulunur, a müslüman...Kim kaçırdı Şellefyan'ı Türkiye'den apar topar?- O kadar kıymetli bir adam ki, uçurduk gitti dışarıya. Ağa da yardım etti...ODTÜ öğretim üyelerinden Ali Gitmez ile Murat Kirezci Sıkıyönetimce içeri alındıklarında, iki öğretim üyesinin fakültelerinde Genel Kurul toplandı. Arkadaşları için birşeyler yapmalıydılar. Örneğin avukat tutmak, gibi...Rektör Tarık Somer durumu öğrenince, sert bir yazı yazdı fakülteye:- Size ne oluyor, orası hukuk bürosu mu? gibisine...Belli ki, iki öğretim üyesi de üniversitenin Sıkıyönetime ihbarı üzerine gözaltına alınmışlardı. Murat Kirezci rektörlüğün ihbar yazısını savcılıkta gördü. Murat Kirezci çıkar çıkmaz da görevinden alındı, sözleşmenin yedinci maddesine göre, iyi mi? Sözleşmenin yedinci maddesi şöyle:"Öğretim üyesi görevine özürsüz ve aralıksız olarak üç gün veya görevini aksatacak şekilde aralıklı olarak daha fazla devamsızlığının, başarısızlığının görevinde kalmayı sakıncalı kılan tutum ve davranışlarının yürürlükte bulunan kanun, tüzük, yönetmelik, genelge ve emirlerle bu sözleşme hükümlerine aykırı durumun üniversite içinde veya dışında suç sayılacak bir fiilî sonucu tutuklanması veya öğretim-eğitim veya araştırma görevinin dışında çalışmalar yapması halinin tesbitinde ODTÜ sözleşmeyi ihbarsız olarak her zaman feshedebilir."Öğretim üyesini, haksız yere ihbar ettirip gözaltına aldıracaksın, sonra da "Nerdeydin kardeşim, işini aksattın" deyip işine son vereceksin. Murat Kirezci yıl başında da rektörün imzasıyla mektup almıştı. Öğretim görevlisi olmuş. "Tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerim" demişti, rektör.İki aydan beri de, ODTÜ'de terfiler durdurulmuştu. Şöyle diyordu yöneticiler, yayılarak:- Ağustos, sonunda sözleşmelerin yenilenip yenilenmemesi konusu var. Bir çelişmeye düşmemek için terfileri durdurduk..Bazı işadamlarından, politikacılardan kurulu bazı "Korkunç Yenge" düşüncelilerin gözlerine bakıp, öğretim üyelerini ona göre kıymak için mi yoksa?ODTÜ'de öğreti üyeleri kıyımı alabildiğine hızlandı. Burası bir üniversite ise, bu faşist uygulamalara neden göz yumuluyor? Üniversite değilse, neden başında rektör, fakültelerinde dekanlar vardır?Üniversite, fakat özerk değil. Buradaki öğretim üyelerinin açacakları davalara Danıştay yan çizer, bakmaz, öğrenciye not vermeyen öğretim üyesi aleyhinde açılan davaya bakar ama. Bir kimse ki, kamu görevi

Page 331: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

yapar, fakat kendisi haksızlığa uğradığında kamu görevi yaptığını görmezden gelir. Karşılık verilir:- Siz hukuk mahkemesine gidin. Hakkınızı arayın..Genç genç öğretim üyeleriydiler. Onları görevden uzaklaştırmak için yöneticilerin elinde en ufak belge, delil yoktu.ODTÜ öğretim üyelerinin haklarını arıyacak, bir tüm Öğretim Üyeleri Derneği var. ODTÜ içinde kurulmuş ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği kokteyller düzenlemekle, bir de CHP Genel Başkanı Ecevit'e hücumlar yağdırmakla uğraşıyor. Bu sarı derneğin başkanı da kim? Tevfik İleri'nin kızı Cahide Aksoy..Cahide Aksoy'un da bu son kıyımda ne denli etkisi var?Bu yöneticiler, kimlere güvenip de, yapmışlardır bunca kıyımı? Cephe Hükümetine mi? Cephe'nin kafasını biliyoruz, Profesörlüğü ODTÜ'den gelen Korkut Özal'ın da. Sonra Korkut Özal, Bakan olarak imzasının yanına Prof. ünvanını da nasıl koyuyor, bilmem. Profesörlük tezi mi hazırlamış, sınavdan mı geçmiş? ODTÜ'de "yardımcı profesör" ünvanı ile çalışmış, o kadar yasalara aykırı, öyle Resmî Gazete'de çıkan Prof. ünvanları Bakanlar Kurulu listesinde. Neyse...Ne demiş Korkut Özal?- Biz, ODTÜ Rektörünün tutumunu cephe olarak destekliyoruz. Atmalı 300 öğretim üyesini, 2000 de öğrenciyi, doldurmalı bizimkileri üniversiteye...Yok, yok bu ODTÜ Rektörünü de, Cephe Hükümeti'ni de aşan bir iş. Bunun arkasında göreceğiz. CIA parmağı çıktı çıkacak...Türkiye'de gücünü gitgide yitiren CIA nereden sökün edecekti.(5 Eylül 1975)

ŞELLEFYAN'IN ORTAKLARI VE RAMAZAN...

Dolmuş şoförü, önündeki arabayı sollarken dertleniyordu:- Ecevit iktidara geldi, kıtlık, pahalılık başladı, diyorlardı. Ecevit yok, bunlar geldi yağ yine yok işte. Vallahi yedi baş nüfus, eve şuncacık yağ girmiyor haftalardır...Direksiyondan kaldırdığı elinin serçe parmağını gösterdi. Konuşuyordu sözde kendi kendine:- Kuyruklara girip de nerden yağ alacağım ben.Yolculardan biri, katıldı konuşmaya, önde giden yük yerinde un çuvalları dolu arabayı göstererek:- Yokluk diyorsun, bak un çuvalları gidiyor araba dolusu...- Ohooo, Çankaya'ya gidiyordur o. Dikmenderesi'ne, bizim gecekondulara inmez tasalanma...İkinci yolcu da söze karışmak istedi...- Şellefyan kaçıp gitmiş ama, ortakları memlekette, ne bekliyorsun daha...Bir başka yolcu, dik dik baktı. Şoföre seslendi:- inecek var...Süleyman Bey o zaman Başbakan, daha 12 Mart ne olmamış. "Karavezir" dedikleri yardımcısı nerdeyse yalvarıyordu Süleyman Bey'e:

Page 332: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Beyefendi, gitmeyin bu Şellefyan'ın köşküne, dedikodu olacak duyulursa. Kendi durumunuzu düşünün.Bir karavezir mi, o zaman İstanbul senatörü olan Osman Gümüşoğlu, da az mı yalvarmıştı, "etmeyin gitmeyin şunun köşküne" diye.Ama, Süleyman Bey söz dinlemezdi, dinletilmezdi birşey. İstanbul'a indikçe kesinkes köşküne gider, ziyaret ederdi.Ankara Notları'ndan birinde, Şellefyan'ın eski demokratlara nasıl yardımlarda bulunduğunu yazmıştım. Şimdi, AP'nin liste başında seçime giren ünlülerinden biri de hayli yardımını gördü Şellefyan'ın.- Adam müslüman değil ama, değme müslümana değişmem... Diyen o.Eski demokratlardan, 1960 öncesi ve sonrası en darda olanlardan biri eski Isparta DP milletvekili Kemal Demiralay'dı. O içerdeyken eşi, bodrum katlarda oturur, görenler acırlardı. Onun elinden de tuttu Şellefyan.1960'lardan çok çok sonraları. Kemal Demiralay bir gün uçakla İstanbul'a gidiyordu. Zamanın bakanlarından Ahmet Özel de uçakta. Selâmlaştılar. Uçak, Yeşilköy' indiğinde Demiralay, Özel'e sordu:- Araban yoksa beraber inelim. Beni karşılayacaklar.Kemal Demiralay'ı karşılayanlar Şellefyan'ın adamlarıydı. Ahmet Özel, Şellefyan'ı o gün Şellefyan'ın köşkünde tanıdı.Demiralay, Özel'in kulağına eğildi:- Ağanın da çok yakınıdır, dostudur. Aralarından su sızmaz.Şellefyan'ın Ankara'da bir AP'li bakanla konuşmak için özel kalem müdürünün aracılığı gerekmezdi. Belki de bakanların özel-gizli telefonlarını bilirdi ne bileyim. Öyle adam, kendisi telefon mu eder hem. Adamları vardır, onlar çevirirler telefonları, numaraları..Hakkında soruşturma açıldığı, arandığı bir sıra pırrr diye uçtu gitti, gidiş o gidiş.Altan Öymen, İsviçre'de "hayalî" firmanın adresini, sokağını ararken, Şellefyan'ın Türkiye'deki ortakları -eski yeni ortakları- işi örtbas etme yollarına girmişlerdi bile çoktan. Şelleyan'lar Yahya'lara, döviz yollayacaklarına söz vermemişlerdi ki, açıktan dövizi yollayan başkasıydı. Avrupa'larda yaşayan, bir gün Paris'te, bir gün Roma'da, bir gün Cenevre'de biri. Onun adını zamanı gelince açıklayacağım. Boşuna aramasın Altan Öymen, bulamaz, ne sokağı ne caddeyi.. Hani, Nasreddin Hoca bir gün, düğün salonuna dalmış. Elindeki zarfı da, kapıdaki adamın eline tutuşturacak. Adam, zarfın üstünün boş olduğunu hatırlatıp Hoca'ya:- Bunun üstünde bir şey yazmıyor... deyince Hoca pişkin:- İçinde de yazmaz... demiş, yürümüş.O hesap, biz içeriğine bakalım işin. Türkiye'de bugün, Şellefyan'la iş ortaklığı etmiş bir kişi, Cephe İktidarında bakanlıklardan birinde "müsteşarlık" makamındadır. Cahit Kayra'nın petrole ilişkin bir demecinde de, üstü kapalı adı geçmişti. Tanıdınız mı? Çok meraklı olanlar, ticaret sicili gazetelerini karıştırırlarsa bulabilirler. Benden uyarması..*MHP'li Devlet Bakanlığı'na bağlı Toprak Reformu Müsteşarlığı'nda odacılar, çaycılar, şoförler ne kadar telâşlıydılar? İşlerinden olmamak için, "Ülkü Ocakları"na kayıtlarını yaptırıyorlardı. Kayıtlarını yaptıranlar, makbuzları Müsteşarlık'ta ilgiliye veriyorlardı. Bu işin uzun olacağını düşünen biri,

Page 333: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Müsteşarlıkta bir kayıt bürosu kurdu. Artık, Ülkü Ocakları'na kadar gitmeden, buraya kayılar Müsteşarlıkta yapılabiliyor. Gerekli her çeşit kolaylık gösteriliyor. Devletin işçisine, emekçisini bakın.İşe alınacakların MHP'li ya da Ülkü Ocaklı olmalarına sıkı sıkıya bakılıyordu. Müsteşarlıkta Müsteşarlık, Plânlama Müdürlüğü'ne getirilen kişi hakkında da gerekli soruşturma yapılmıştı. Müsteşara şu bilgi verildi:- Efendim, bizdendir. Daha önce 28'inci Tümen'de paraşütçüydü.*MSP'liler de boş durmuyorlardı hani. Bir yandan, Toprak Reformu Müsteşarlığı'ndan kendilerine de bir pay çıkarmak için örneğin, yatırım kredileri plânlanırken "cami kredisi" ayrılmasını istiyorlardı. - Cami kredisi de ne ki?...................................İnşaat Mühendisleri Odası, MSP'li Karayolları Genel Müdürü'nün cuma günleri çalışma saatlerinin namaz saatlerine göre ayarlanmasını istiyen genelgesine karşı imza toplamış, direnişe geçmişti. Fakat, toplanan imzalar bir ölçüde yeterli değildi. Personelin çoğu ürkmüştü. Genel Müdür aba altından sopa gösteriyordu. İmza verenler sürülecek deniyordu. Ama, yine de rakam küçümsenmiyecek bir sayıya ulaşmıştı doğrusu. Bu kadar gözdağına karşın, genç mühendislerin genelgenin anayasaya, yasalara aykırı olduğunu belirtmeleri az buz şey değildi.Geçen cuma, Karayolları mescidine Genel Müdür Orhan Batı, bakanlardan Korkut Özal'ı çağırdı. Ona devlet kesesinden ikramda da bulundu belki de. Babasının kesesinden bulunacak değildi ya.Karayolları Genel Müdürü Orhan Batı'nın asıl "lâkap ve şöhreti": Mağriboğulları'ymış. Mağrip yani batı. Ama bu mağrip, bizim anladığımız anlamda "batı" da değil pek. Müslüman batı, yani Fas, Cezayir filân. Öyle frengistan değil anlayacağınız.Ramazanda eşe dosta böyle anlatıyordur MSP'li genel müdür.Cumhurbaşkanı sayın Korutürk de merak edip sormuştur Batı'ya belki soyadının nerden geldiğini..Depremle birlikte girdik Ramazan'a. Cephecilerin çok sevdikleri Şellefyan, cephe için dua edecek mi acaba?Devleti, halkı soyanların geçerli olmaz duası da, orucu da, Müslümandan müslüman da gözükseler, her yıkım, her kıyım onlardan gelir bilesiniz.(8 Eylül 1975)

ARPA, BUĞDAY ÇEÇ OLUR...

Sarıobalı Asaf'ı Gencali köylüleri vurdu. Kurşun göğsünden girdi, içerde kaldı. 30-35 yaşlarındaki Asaf, şimdi Nümune Hastanesi'nin göğüs cerrahî bölümünde yatıyor. Sarıoba köyü Polatlı'nındır. Sarıoba köyünün 27 bin dönüm toprağı, bir, yahut birkaç ağanın, Ayaş'ın Gencali köyü de Sarıoba'ya yakın. Ağalar, toprağı bir zaman Gencali köylülerine ekip biçmeleri için vermişler. Gencali köylülerinden biri ağalardan birini mi dövmüş ne olmuş, ağalar kızmışlar Gencali'lere. Bu kez topraklarını 6,5 milyon liraya Sarıobalılara satmışlar, Gencalililer buna içerlemişler, iki köy

Page 334: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

arasında kavga başlamıştır. Sarıoba'lı il genel meclis üyesi Asaf'ın vuruluşu işte bu gerginlik üzerine..Biz, Sarıoba'ya bağlı değil, Polatlı'ya oradan Beylikköprü'ye gidiyorduk. Sarıoba'lı Asaf'ın vuruluşunu ben sonradan duydum. Cahit Kayra, Ercan Bilgin bir arabadaydık. Öbür arabada Uğur Alacakaptan, Önder Sav, İbrahim Öztürk.. Beylikköprü'de köylülere yapılan zulmü yerinde inceliyeceğiz... Beylikköprü.Karakolu, köyün hemen girişindeydi. Köylülerle konuştuktan sonra karakola uğradık. Biz, grup diye karakolun girişinden dalınca, bir jandarma içeriye, karakol komutanına haber vermeğe koştu. Uğur Alacakaptan:- Başıbozuklar geldi.. diye haber vermeğe gidiyor, dedi.Akşam yaklaşıyor, iftar saati geldi gelecek. Jandarmalar, minik minik domatesleri yıkayıp, yemek masasının üstüne dizmişler, kıpkızıl kızarıyor mu? Tayınlarda duruyor, yanında.CHP Ankara milletvekili Önder Sav, Cahit Kayra, Uğur Alacakaptan, Ankara il merkezinden Ercan Bilgen ve bir arkadaş daha. İbrahim Öztürk'ü, kaymakamla konuşması için Polatlı'da bırakmıştık.Karakol komutanı astsubayın yüzü kül gibiydi. Odasına girdik. İlk sözü Önder Sav aldı:- Köyde, bazı olaylar olmuş. Bu yörenin milletvekilleri olarak, durumu yerinde incelemeye geldik. Durumu bir de sizin anlatmanızı istiyoruz.. dedi.- Siz bilgiyi köylülerden almışsınızdır, bana ne soruyorsunuz?.. gibisine, bakıp sordu astsubay...Köylülerle konuşmuştuk. Köylüler, jandarmanın kendilerine kötü davrandığını, Ankara'dan gelen jandarma yüzbaşısının ağıza alınmıyacak sözler söylediğini, muhtarın oğlunu tokatladığını anlatmışlardı. Ankara'dan gelen jandarma yüzbaşısı:- Ben Kızıldere'de de bulundum... gibilerden sözler etmişti.Astsubay, konuşmaya başladı. Köylü cahildi. Kahvede ileri geri konuşuyordu. Zenginlere karşı çıkıyordu. Halbuki, onun gözünde zengin de vatandaştı, köylü de. Bir de düzen vardı, bunu korumak göreviydi.Beylikköprü'nün zenginleri, ağaları, başlıcaları "Bıyıkoğlu'ları"ydı. Ellerinde tapuları yoktu ama, yıllar ve yıllar boyu hazine toprağını sürüp işlemişlerdi. "Zilyetlik" yoluyla onların olmuştu topraklar. Pek olmuş da değildi, daha mahkemedeydiler. Mahkemeyse yıllardır sürüyordu.Beylikköprü'lü gençler, hazinenin olduğu saptanan ve mahkeme kararına bağlanan bir parça toprağı sürmüşlerdi. Bıyıkoğlu'ları, öbür ağalar hemen kaymakamlığa başvurmuşlar, -kaymakam o gün yoktu- tahribat kâtibinden girişimi durdurma kararı almışlar, ayrıca Ankara Valisi'ne başvurup Ankara'dan da jandarma getirtilmesini sağlamışlardı..Köylüler anlatıyorlardı:- Jandarma komutanı -içkiliydi- ben buraları size ektirmem.. dedi. -Sırmalarını gösteriyordu- eğer ektirirsem, bunlar bilmem neyimin neresinde bitsin...- Toprak devletin. Bu saptandı. Geçen yıla kadar ağalar ekiyorlardı, bu yıl da biz ekeceğiz..

Page 335: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Köyde, bundan önceki karakol komutanı için de 30 dönüm toprağın ekilip kaldırıldığını, gelirinin komutana verildiği ileri sürülüyordu. Bu ekilen yerin adı "Ada". Adına ekilip kaldırılan komutan da "Mehmet Çavuş". Toprak, ağanın değil mi, kime verirse verirdi..Ağalar başvuruyor, Ankara'dan jandarma gelip köy kahvesini basıyor. İleri geri konuştu dediklerini karakola tıkıyor.Bıyıkoğlu'ların el koydukları uçsuz bucaksız topraklarda komando eğitimi de yapıldığı doğru mudur? Bıyıkoğlu'lar CGP'li, öbür ağa Yavuz Sakarya ile İhsan Doğan, MHP'li imişler, öyle mi? CGP'li komando besliyerek, "Cephe"ye katkıda mı bulunuyormuş?Köy kahvesi mühürlü olduğundan, köylüler kahveye giremiyorlardı. Mühürün mumunu sökmüşlerdi, ama kapalıydı. Hiç köy kahvesi -yirmi yıllık kahve- mühürlenir mi? Köylü nereye gidecek? Sordum, anlattılar. Jandarma da kahveye gelmiyormuş.Hey, jandarma hey.. Demokrasi ile birlikte girdi tartışması politikaya. 1950'lerin jandarma anlayışı, kafası hortlamış, cepheyi omuzlamış ne haber?Sakarya ırmağını geçiyoruz köprüden. İki yanı uçsuz bucaksız devlet toprakları. Mustafa Kemal Türk halkıyla, buralarda, düşmanı kovmak için savaşlar vermiş, başarıya ulaşmış. Sonra ağalar konmuş topraklara, yerleşmiş. Egemen güçler de desteği, kendinden yana. Bendeki umut da halkın bilinçlenmesi gitgide. O kadarcık, ama azımsamayın.Türkoğlu Çiftliği Polatlı'ya kırk kilometre kadar uzaklıktadır. Türkoğlu Ali Ağa, Kurtuluş Savaşı'nda Sakarya Savaşı olurken Mustafa Kemal'e yardım mı etmiş? Üç ay beslemiş mi orduyu? Ben olsam, ben de beslerdim. Mustafa Kemal severmiş Ali Ağa'yı. Oğlu Mahmut Türkoğlu, AP'li.Çiftliğe uğrayıp ayran içtik. Cahit Kayra, bir de Ercan Bilgen'le birlikte. Mahmut Türkoğlu sordu Ercan'a:- Durumlar nasıl, ne var ne yok?- Ne olacak, iktidara geleceğiz, kamulaştıracağız senin toprakları.Türkoğlu, "Alın da ben de kurtulayım" der gibi baktı. Dertliydi torun Türkoğlu Mahmut. Vehbi Koç yakın arkabalarıydı da, şu karşıdaki aracı -ona telefon ederek- verdirtebilmişlerdi. Hiç bir şeyin parçası bulunmuyordu doğru dürüst. Yediği önünde, yemediği ardındaydı ya, ne fayda, tatsızdı. İlerde sığırlar gözüküyor, Türkoğlu, korkup ne etmiyelim diye köpeği kovaladı. "Hoşttt ulan..." Ağa torunu uykudan yeni kalkmıştı galiba. Gerinerek duruyordu ayakta. Ayranları içip ayrıldık. Ercan Bilgen buralardan. O da ağa çocuğu. Ama, nesi varsa bırakmış köylülere. Rahat...Ali Ağa'nın bir öyküsünü anlattılar, burada. Çiftliğin yakınındaki köyde bir köylü ölmüş, kimse cenazeyi kaldırmamış. Üç gün geçmiş. Ali Ağa'ya haber etmişler. "Aman ağa, üç gün oldu, şu ölüyü kaldıralım" diye. "Peki" demiş, Ali Ağa. Cenazeyi getirmişler, taşın üstüne koymuşlar. Ali Ağa cenaze namazını kıldıracak."Allahu ekber" dedikten sonra, secdeye varmış, başını yere koymuş. Köylülerden biri, yaklaşıp kulağına eğilmiş...- Ağa, öyle olmıyacaktı. Secdeye eğilmek olmaz cenaze namazında.- Bu ölü kaç gündür bekliyor?- Üç gündür..

Page 336: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Üç gündür bekliyen ölünün namazı böyle kılınır, gelin secdeye..Çiftliğin yakınında Mustafa Kemal'in savaş sırasında kaldığı evi müze mi yapmışlar? Onu gezmediğimize üzüldük.Hey koca Mustafa Kemal heyyy.Yolboyu, Ercan anlattı. Bu uçsuz bucaksız topraklada birt toprak düzeni de yoktur. Yani kim güçlüyse o eker, kim güçlüyse o biçer. Örneğin, biri gelir tarlaya buğday eker. Az sonra birkaç gün sonra bir başkası aynı yere arpa ekebilir. Biçmeye gelince, erken kalkan, gücü yeten biçer. Ekinler gök iken biçilir çok kez. Buna anız denir. Topraksızlar bekliyedursun toprak reformunu. Cephe hükümeti engeller ha engeller reformu günden güne. Nasıl mı engellerler? Ohooo, binbir yolu vardır engellemenin. Gönlü olsa reform yapmağa, tekeden süt çıkarmaz mı? Cahit Kayra, Beylikköprü köyünden ayrılırken köylülere öyle dedi.- Bu düzeni değiştirecek hükümetler gelirse sizin çileniz biter, yoksa bitmez.Köylüler bir ağızdan "biliyruz" dediler..(12 Eylül 1975)

CEPHE, DALOKAY'IN RÜZĞÂRINI ÇALIYOR

İki vali konuşuyorlardı. Biri şöyle dedi:- Benim ilimde Vedat Dalokay gibi bir Belediye Başkanı olsa, her sabah ona çiçek götürür, teşekküre giderim.Valilerin adlarını neden vermediğimi bilir okurlar.Vedat Dalokay, birkaç gün önce bir akşam CHP'li bazı milletvekilleriyle birlikte Ankara gecekondularını dolaştı. Akşamdı, kahveye doluşmuş, çay kahve içen, oyun oynayan gecekondulular, oyunlarını bırakmışlar, gelenleri dinlemeye başlamışlardı. Orada en çok kalabalığı Vedat Dalokay coşturdu. Dalokay soruyor, gecekondulu köylüler karşılık veriyorlardı:- Ben oylarınızla gelmiş Belediye Başkanıyım. Size hizmet etmek istiyorum. Fakat beni engelliyor Millî Cephe iktidarı. Bir an düşünün, diyelim ki Ankara işgal altındadır. Belediye Başkanı olarak, bu kentin çocuklarına süt sağlayabilmek için bin tane inek getirmek istiyorum. İnekler Ankara'nın dışına kadar getiriliyor. Ankara'yı işgal altında tutanlar, ineklerin Ankara'ya getirilmesine, çocuklara süt verilmesine engel olur mu?Gecekondulu işçiler, köylüler bir ağızdan bağırdılar:- Engel olmaaaaz, düşman yapmaz bunu.- Peki, yine diyelim Ankara işgal altındadır. Boş bir arsayı park yaparak, gecekondularda oturanların da çocuklarının eğlenmesini sağlamak istiyoruz. Düşman komutanı, buna engel olur mu?İşçiler, köylüler bir ağızdan bağırdılar yine. Kahve yıkılıyor sanırsınız:- Engel olmaz, düşman yapmaz bunu. Niye yapsın?Vedat Dalokay, sürdürüyordu konuşmasını:- Ama Millî Cephe iktidarı engel oldu bunlara. Süt projem yok oldu benim artık. Maliye Bakanlığı'nda biri, bir katır tekmesi savurdu süt güğümüne. Süt güğümü devrildi. Bu MC iktidarı, halka düşman halka..

Page 337: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Vedat Dalokay, heyecanlıydı. Sürdürdü konuşmayı:- Gidecek olmasalar devlet kurumlarını bu kadar yıkamazlar. Bir daha dönmemek üzere gideceklerini bildiklerinden, ne bulurlarsa yıkıyorlar.. Tıpkı...*Vedat Dalokay'la gecekondularda yaptğı konuşmalardan sonra Selediyedeki odasında konuştuk yüzyüze..- Gümüşhane'ye gidip orada halkla konuşmayı düşünüyor musunuz?- Düşündüm. Geçen gün Genel Başkan Ecevit de aynı soruyu sordu. Fakat azizim, benim Ankara dışına çıkabilmem için Validen izin almam gerek. Gümüşhane'den AP adayı olan Ankara Valisi, benim Gümüşhane'de konuşmam için, Ankara'dan ayrılma izni verir mi?Taaa, ne zaman konmuş bir yasa hükmü. Örneğin, Belediye Başkanı, Esenboğa Havaalanı'na gidemiyor, Vali izni olmadan. Ama, gidiyor. Her an da izin alınmaz ya. Yasa hükümleri nasıl eskimiş bakın..Vedat Dalokay, anlatıyor boyuna:- Onsekiz ay Şerif Tüten'le çalıştım. Bir hırgür çıktı mı? Ömer Naci Bozkurt gelir gelmez, bütün yapmak istediklerimi engellemeye başladı. Öyle bir izlenim uyandıracaklar ki, "Bakın görün, CHP'li Belediye çalışmıyor, işte.."Çok üzgündü..- Benim yelkenimdeki rüzgârı çaldı MC, pupa yelken gidiyorduk. Rüzgârı çalan herşeyi çalar..Sonra gülerek, Ömer Naci Bozkurt'a getiriyordu sözü:- Eğer seçilmez, dönerse Ankara'ya sokmıyacağım. 20 bin kişinin oyunu alamıyan benimle konuşamaz, diyeceğim. Yok, Senatör seçilirse o zaman onu Mehmet Feyyat'a havale edeceğim. Cephe, Bozkurt'u bakan yapmaya kalkarsa, o zaman da Genel Sekreter Eyüboğlu hesabını görür...Vedat Dalokay, özellikle gecekondularda çok etkili. CHP yöneticileri Dalokay'ı, seçim propagandaları boyunca Ankara'da konuşturmalı, radyodan konuşturmalı ki, dinliyesiniz...Antalya Belediye Başkanı Selâhattin Tonguç'la hiç karşılaştım mı, bilmiyorum. Bu yıl düzenlediği, "Antalya Festivali" şimdiye değin düzenlenen kentsoylu şenliklerinden değişikti hayli. Açık oturumları, toplantıları öyle gösteriş arıyanlar değil, gerçekten sanatı halka yaymak, götürmek istiyenler, izlediler. Konuştular. Başkan da onlar da, oldukça olumlu bir izlenim bıraktı. Önceleri, kapalı salonlarda cici beylere, bayanlara sunulan eğlenceler bu kez, gecekondulara taştı.. Halk hiç para vermeden izledi eğlenceleri. Böyle anlattılar, gidip dönenler. Ondan, söz etmek istedim Selâhattin Tonguç'tan.Antalya Belediye Başkanı Selâhattin Tonguç festivali, neden bilmem "Cephe'nin festivali"ni de ansıttı bir an. Yapılacak büyük seçimdeki festivali. Onun da seyri mutça, yani bedava. Gözlerinizin önüne getirin bir...Karikatürcü de, filmci de değilim. Süleyman Bey'i tam kaçıp, gözden uzaklaşacağı sıra köşe başında görülmüş biçimde çiziyorum kafamda. Süleyman Bey, tam oradan da sıyrılıp kurtulacağı sırada, biri bir başka köşeyi dönerken yakalıyor:- Gördüm, vallahi o...

Page 338: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Vedat Dalokay'ın yelkeninin rüzgârı mı iten. Nasıl da kaçıyor.Çizince, rüzgârı da çizmek gerek...Antalya Belediye Başkanı Selâhattin Tonguç'un düzenlediği festivalde Vali yokmuş, örneğin, anlattıklarına göre, düzenlenen açık oturumlarda dinleyicilerin en başında ön sıralarda o "Müdiran" dediğimiz takımda yer almıyormuş. Antalyalılar plâja yüz kuruşa girebiliyorlarmış. Çay elli kuruşmuş..*Dalokay'la konuşmamıza döneyim. Ankara'dan tüm Türkiye'yi gözlerinin önünden ayırmıyor bir bakıma, "Biz kazanacağız" diyor, "Senato seçimlerinde".Öbür partilerin özellikle MSP'lilerin durumlarını sordum:- MSP azizim, merkebe benziyor -suç olmasın diye eşek demiyor galiba- merkep, nasıl dağda bayırda keçi yolunda tıkır tıkır gider, asfalt gelince yürümez ayağı kayar tökezler, çağdışı olmuştur artık. Büyük kentlerin, asfalt yolların aracı değildir..Dalokay'la bir başka gün, Bahçeler Müdürlüğü'ndeki çalışma yerinde konuştuk. Çalışmalarını gözledim.- Sigara paketlerinin arkasına proje çiziyoruz azizim. Öyle çalışıyoruz.Bahçeler Müdürlüğü'ndeki koltuklar, Kızılay'daki "Dilek" apartmanından getirilmiş. Dilek apartmanı, eski başkanın lüks odasının bulunduğu apartman. Gömülen koltuklar...Eski başkanım lüks bilmem ne dairesinden gelen koltuklar, eski masayla, "altı kaval üstü şişhane" havası veriyor odaya. Ama hiç batmıyor çelişmeler.- İçimde öfke var, diyor, bir şey yapamamanın öfkesi..Ankara kocaman bir cezaevi, Dalokay'ı da oraya hapsetmiş sanki cephe. Zindanda bir ozan düşünün. Satırlara döküyor öfkesini. Dalokay da konuşuyor. Hem de işin, eylemin içinde, öfkeli.Harun Karadeniz'in adını Gazi mahallesinde havuz kadar minicik bir parka verdi diye, gericiler, tutucular kıyameti kopardılar. Hücumlar Belediye Meclisi'nde, AP'lilerden geldi. Şöyle konuştu Dalokay:- O, gençliğin öyle bir simgesi ki, mezarında bile çiçeklere, ağaçlara devrimci türküler söylüyor. Atatürk hayatta olsaydı, hasta haliyle Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağından çıkar, Harun Karadeniz'in cenaze töreninde bulunurdu. Çünkü Harun Karadeniz, Atatürk'ün kafasındaki gençlikti...Komandolar, "Harun Karadeniz Parkı" yazılı teneke levhayı, her gün boyuyorlar, yazıları okunmaz biçime getiriyorlar. Vedat Dalokay, onlar bozdukça yeniden yaptırıyor, levhayı yerine taktırıyor..(14 Eylül 1975)

AYŞEKADIN FASULYASININTÜRK EKONOMİSİNE ETKİLERİ

Süleyman Bey'in öfkesi tepesine çıktı, Hacı Ali'yi görünce. İyi iş yapmışlardı sanki. Ispartalı'lığa yakışır mıydı yakalanmak..

Page 339: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Partinin içi de bir tuhaftı. Nahit Menteşe üzgündü, ne denli göstermemeye çalışsa. İster misiniz, ne var ne yoksa çorap söküğü gibi sökülsün, dökülsün ortaya.- Ne gibi yani?- Ne gibi olacak Yahya'nın asker kaçağı olduğu. Askere sevkedildi, daha doğrusu hastaneye. Fakat askerî hastane "çürük" raporu vermedi, birkaç gün istirahatle geçiştirdi işi...Yahya, İsviçre'ye gitmeden oldukça soğukkanlıydı. "Bu solcuların işi, yapacaklar elbet" dedi, bilgiç bilgiç işin içinden çıkacağını muştuladı. Şeref Durugönül'ün evine dinamit atılacağını Yahya, kaç gün önceden biliyor muydu?Çok kimse, Yahya'nın yirmi milyonu cebe indirdikten sonra bu kadar parayı ne yaptığını, nasıl yediğini merak ediyordu, iyi mi?Ankara'daki Tenis Kulübü'ne gidiyordu yeğen, orada -herkesin giremeyeceği salonda- bol paralı oyunlar dönüyordu ki feleği şaşar aklına getirenin. Yüzbin mi, kaç yüzbin?Kulislerde dedikoduları söyleniyordu "Cadillac" arabanın. Herkes solcu mu olmuş çıkmış ne? Cadillac araba, 1975 model. Gövdesi açık boncuk mavisi, üstü dersen pasifik mavisi, içi ipek "köylü lâcivert kadife" ben lâcivertle karayı karıştırırım çok zaman. İçinde "Stereo" çalgı aygıtı. Otomatik soğutaçlı. Teyp, pikap ne istersen var, küçük bir barı bile. Tam 750 bin liraya satın alındı...Karavezir, Mustafa Gülçügil arkadaşlarına Anadolu Kulübü'nde dert yanıyordu.- Az mı dil döktüm, kimseye dinletemedim. Bu Şellefyan'ı ziyarete gitme bu kadar. Dedikodu olacak, hem sen hempartinin başı derde girecek, diye. Dinletemedim...İslâmköy adı niye konmuş bakalım, Türkiye'de başka islâmyokmuymuş?Ahmet Topaloğlu, eski Millî Savunma Bakanı, bilmiyor muydu Şellefyan'la ilişkileri? Geçenlerde "Ankara Notları"nda yazdım. Adlar verdim, örneğin Osman Gümüşoğlu, örneğin Kemal Demiralay... Ne olur, iki satırlık "tekzipçik" yollasalar ya, "yazdıklarınız baştan aşağı yalandır uydurmadır, ne o Şellefyan'ı tanır, ne Şellefyan onu." deseler, bir yazıda da Ahmet Özal'ın adı geçti. Bende dürüst bir izlenim bırakmış adı Özal'ın. Bilmiyorum nerelerdedir?Hacı Ali Bey, ne kadar arsa kapatmış deniz kıyılarında, fabrika yapılacak yerlerde, bunları kim açıklıyacak? Sanırım, Cephe İktidarı değiştikten sonra, dökülecek bunlar ortaya birer birer, yahut toptan.Hacı Ali Bey, Arapça harfleri bilir, bir bayram kartını Yaşar Tunagür'e Arap harfleriyle yazıp yollamış..Yaşar Tunagör nerdedir, diye düşünürken bir haber geldi. Kökü Onanis'e uzanan bir yabancı şirketin temsilcisi mi, yöneticilerinden miymiş? Yabancı firmanın adı, "Trans Amonia" Akdeniz Gübre Sanayii'ne amonyak satıyor. Eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı nerdeee, yabancı şirket temsilciliğinin yöneticiliği, taaa Onasis'e uzanan. Yaşar Tunagür, Demirel'lerden birinin evinde mutça yanı bedava oturdu da yıllarca. Hadi, Şellefyan'la Tunagür arasında da ilişki kurun bakalım, yok deve...*

Page 340: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Adana'da gözaltına alınanların birinin tırnağını söktü polisler. "Bağımsızlık yürüyüşü" yapmışlardı ya, rastgele tutulup emniyete getirilenler bodruma tıkılır tıkılmaz dayaktan, falakadan geçirildiler. Daha sonra onar kişilik gruplar, emniyete getirildi dağıtıldıkları karakoldan. İşkence başlıyordu. 50-60 kişinin sürekli elektrik işkencesinden geçirildiğini anlattılar.Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne başvuran sanıklar, Adli Tıb'ba sevkedildiler. Çoğu, işkence gördüklerini saptıyan raporlar aldılar. Devlet Güvenlik Mahkemesi başka, emniyet başkaydı ya, kimden alıyorlardı bunlar buyruğu işkence yapmak için?Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde de bir tedirginli olduğunu seziyorum. Anayasa Mahkemesi iptâl etmiş kuruluş yasasını, gelgelelim bir türlü açıklanmıyor karar. Mahkeme yargıçları, başkanları düşünüyor:- Biz Anayasaya göre var mıyız, yok muyuz?Bazı savcılar, "Varız, varsınız" diyorlar.Ne bilelim...İşkence görenler, bir Adana'da mı? Geçen dönemde "Ben bir işkenceciydim" diye anılarını yazan polis memuru Mehmet Pekşen de tutuklu. Ankara Cezaevi'ndeymiş. Bir yürüyüşte eski arkadaşları yakalayınca, "Haini yakaladık" deyip götürmüşler yargıcın karşısına...- Sen bizleri yazarsın da, al sana.. Bu da yazdıkların için.İşkenceci Mehmet, işkence görüyor günlerce. Kimseciklerin ruhu duymuyor.- Mustafa abime haber iletin, o yazar halimi, duyurur.. demiş.*Bakanlığa yeni yeni kitaplar alınıyordu. Yeni yayınlar.. Bunlar değişik konularda kitaplardı. Aralarında dergiler de vardı. Bakanlık ilgili daireye sorardı böyle durumlarda. Memur deyimiyle "mucip" alınır, yani kılıf hazırlanırdı. Son olarak şöyle bir yazı geldi:"Ayşekadın Fasulyesinin Türk Ekonomisine Etkileri, kitabından alınması düşünülmektedir. Ancak kitabın incelenerek aşağıdaki soruların en kısa zamanda cevaplandırılması rica olunur:1- Kitap gerçekten bakanlığımızı ilgilendirir nitelikte midir? (Siz kaç tane alınacağı üzerinde durmayın, sadece yararlı olup olmdığını bildirin).2- Kitapta aşırı cereyanlara yer verilmekte midir? (Bu hususa özellikle dikkat edilmesi)."Dairede herkesin eli ayağı tutuştu. Ne karşılık verilmeliydi ki? Kitap nasıl olsa alınmasına alınacaktı ya, soruluyordu işte.Şöyle bir karşılık verildi:"Ayşekadın Fasulyesinin Türk Ekonomisine Etkileri kitabında aşırı akım bulunup bulunmadığı "özel uzmanlık" gerektiren bir konu olup, konunun bir kez de "Sivil Savunma Uzmanlığı'na sorulması" yazı yazıldıktan sonra herkes rahatladı. Biri şöyle dedi:- Şu bizim işler, tam Aziz Nesin'lik işler...(14 Eylül 1975)

TASARLANAN BÜYÜK OYUN BOZULMALI...

Page 341: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

AP eğilimli Genel Müdür Yardımcısı Kerim Sunusi Aksakoğlu da kıyıma uğrayınca, Bakanlıkta çok kimse şaşmıştı bu işe, Aksakoğlu dert yandı, taaa cephe iktidarının müsteşarına kadar çıkıp:- CHP'li Bakan zamanında, olup bitenleri AP'li milletvekillerine hep ben rapor etmedim mi? Bakanlıkta ne olduysa bildirmedim mi? Bana da bu yapılır mı?Cephe hükümetinin müsteşarı Mehmet Nahit Karaay kafası başka yerdeyken topladı kendini. Teselli etti:- Sen kararı tebellüğ ettin mi?- Etmedim.- Etme, rapor al bir çaresine bakarız.Aksakoğlu rapor aldı ya, kadrosu da bir başka genel müdür yardımcısına verilmişti. Aksakoğlu döndüğünde masasında başkası oturuyordu.- Otursun, sen yine genel müdür yardımcısısın otur işte, bul bir yer, dediler.- Ama sandalye yok...- Canım sandalye önemli mi? Sen yine genel müdür yardımcısısın.Aksakoğlu, bir sandalye bulup oturdu ya, tatsızdı. Aklı bir türlü almıyordu:- Hem iktidar adamı ol, hem de o iktidar iş başına gelip seni uzaklaştırsın, olacak şey mi?Kendi kendine konuşup dururken içeri "Deli Ali" giriverdi. Deli Ali, müsteşardan sonra geliyordu. MHP müfettişiydi. Eski Deli Ali yüzüne bakmadan konuştu yardımcının:- Neydi o, filân yerde bir müdür vardı. Onu kaldırın oradan...Aksakoğlu, şöyleydi böyleydi ya, sözünü sakınanlardan da değildi. Karşılık verdi:- Ama Deli Ali Bey, o müdür çalışıp duruyor, bir suçu yok, hem o da AP'li, bizden.Deli Ali Bey'in tepesi attı. "Yapamam" diyen Aksakoğlu'na kızmıştı. Odasına gitti zile bastı, buyurdu:- Nerde şu Aksakoğlu'nun durdurulan kararnamesi? Atın gitsin şunu. Bir yere de düşük bir göreve gitti. Gider...MHP'liler Millî Eğitim Bakanlığı'nda kadroları kapmışlar mıydı iyice? Cephe Millî Cephe kadroda miliyetçi, ırkçı..Geçenlerde bir eğitimci uğradı Bakanlığa, ileri gelenlerden biri sordu:- Nasıl, kadroyu beğenmiyor musun? Bak baştan sona değiştirdik.Bakanlığı ziyarete gelen güldü. Karşılık verme yerine Mustafa Nihat Özen'le ilgili bir anıyı anlattı.- Mustafa Nihat Bey, bir yüksek okulun pedagoji bölümüne edebiyat öğretmeni olarak atandığında, 26 kişilik sınıfta şöyle konuşmuş:"Çocuklar, ben bu test yönetiminin insanların yeteneklerini sağlıklı olarak ayırabildiğinden şüphe ederdim. Bugün hiç şüphem kalmadı, artık 26 tane aptalı buraya toplıyabilen bir sistemin ayırma gücüne inanıyorum."- Eeee, aptal sözünden alınan olmaz mı? Sonra savcı ele alırsa?Anıyı dinliyen Karadenizlilerden biri atıldı:- Aptal, Karadenuzda Piraziz'in bir köyüdür, da...*

Page 342: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Diyeceğim, cephedekiler her biri kadrolarını oluşturdu kendine göre, MHP'si bir yandan, MSP'si bir yandan.. Yakınlarını tanıdıklarını iş başına getirmede şimdiye değin görülmemiş beceri gösterdiler. MSP, elindeki Bakanlıklar kadar öbür Bakanlıkları da etkiledi. Örneğin konservatuarı da.Konservatuarda öğrenciler "Bale" derslerinde kızlı erkekli değil, ayrı ayrı dans ediyorlar. Bale provalarında "Pas de Deux" Türkçesi "ikili adım" dedikleri dansın kesinlikle kız erkek birlikte yapılması gerek. Erkekler sanki kollarında kızlar varmış gibi bir yanda, kızlar da erkeğin kollarındaymış gibi ayrı yerde "Haremlik-selâmlık" biçiminde dans ediyorlar. Eeee, hadi bu prova, sahneye çıkıp da halkın karşısına varınca ne yapacaklar? MSP aklına uyunca böyle oluyor işte.Karayolları Genel Müdürü Mağripoğlu Orhan Batı, Karayolları'nda çalışma saatlerini cuma günleri namaz saatlerine göre ayarlamıştı da, personel buna karşı çıkmıştı ya. Genel Müdür gelen imza listesini şöyle bir inceledi, yanındakine şöyle dedi:- Zarar yok canım, Karayolları'nda zaten olsa olsa 300 komünist var, yoktur.. İmzalayanlar arasında yüksek dereceli memurlar da vardı.Genel Müdür'ün yaptığı işlemin suç olduğunu söyleyenler de oldu, bunu da şöyle karşıladı Batı:- Bunun olsa olsa üç ay hapsi var. Anayasa'nın "Vicdan özgürlüğü" maddesine göre de az bir hapis cezası ile kurtarırım yakayı...Ondan kurtardı yakayı diyelim, programda olmadığı hade partizan bir kafayla Niğde yollarını asfaltlamasına ne diyecek?Kim koruyacak Mağriboğlu Orhan Batı'yı?AP'liler, MSP'lilerden ne kadar yakınıyorlar:- Vallahi bizim kaç yılda yapabildiğimizi kısa zamanda yaptılar, bir inceleyin bakın göreceksiniz. Bunlar korkunç canım."Başbuğ"sa gittiği yerde ayrı kılıkta mı görünüyordu, kimi yerde "Çerkezim", kimi yerde örneğin "Afşar Türklerine dayanır soyumuz" mu diyordu?Oy tasası Metin Toker'in "kudretli Albay"ını da mı etkiliyordu? "Tebdil" geziyordu gece Bozkurt, gündüz... Can havliyle giriyorlardı seçime cephe ortakları. Kıyamet günü sanki kimse kimseyi görmek istemiyordu. Ankara Notları'nda adlarını çıtlattıklarım yakın günlerde bir bir çıkacaklar ortaya.Seçimlerde hileler yapacaklar, zorbalık deniyecekler, Ankara'da seçmen kartları dağıtıldı. Bir seçmene, beş kart birden gönderilmiş, kapının altından atılmış, seçmen telefon etti, "Bunun altında bir oyun var" diye, seçim sandıkları başında bekleşip kullanılmayan oyları mı kullanacaklar ortalık karardıktan sonra?.Din, din sömürüsü derken kadrolar oluşturuluyor dedim ya. AP, MSP'ye dayanamıyomuş, MHP'den başbuğdan hoşlanmıyormuş, Süleyman Bey'e de acımak gerekirmiş, yeğeni Yahya'nın işleri onun için bir şanssızlıkmış. Boş söz bunlar. Cephenin bugününü de yarınını da biliyorlardı Süleyman Bey de, "Cepheyi" oluşturma çabasını gösterenler de. Bu oyun baştan kurulmuştu çünkü amaçları hükümeti, devleti bir yol ele geçirmekti, geçirdiler. Oyun buraya kadardı, oynadılar.AP'lilerin 12 Ekim'den sonra dayanamayıp MSP ile ortaklığı bozacağını söylemelerine ne bakıyorsunuz?

Page 343: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ankara siyasal çevreleri bu arada CHP'liler bir noktada tedirgindirler, ülkeyi milyonlarca lira borç altında bırakıp, devlet, hükümet kadrolarına adamlarını yerleştirenler, yeni bir oyunu rahat düzenleyecekler. 12 Ekim'de Ecevit'in alacağı oyları avucunda bırakacak, büyük oyuna gerekçe de uyduracaklar:- Efendim, bu cephe ortaklığı yürümedi, partiler üstü bir hükümet kurulması zorunlu, Kıbrıs sorununun çözümü için partiler üstü hükümet gerek.CHP girmiyecek bu hükümete ama Selâhattin Kılıç, Enerji değil, belki bu kez Bayındırlık Bakanı olacak, Nahit Menteşe Enerji Bakanı taaa 1977'lere kadar bu partiler üstü hükümet "Yutturmacası" götürülmeye çalışılacak. Külislerde yeni Başbakanın adı bile söyleniyor:- Şerif Tüten, Ankara Valisi iken Kontenjan Senatörlüğü'ne getirilmişti. Sessiz sessiz oturuyor işte eski Vali. Belki bir başkasıdır tasarlanan..Kim kuruyor kafasında böyle şeyleri? Egemen çevreler ne düşünür, bir bilebilsem..İşçiler, köylüler, emekçiler sosyalistler, demokratik solcular, demokrasiden ve bağımsızlıktan yana olanlar, Atatürkçüler yurtseverler, faşizme karşı direnen güçlerin tüm oyunlarını oylarıyle kat kat katlıyarak bozmalıdır. Faşist bozuntularına, kayırıcılara, kıyımcılara, işkencecilere, devlet soyguncularına, katillere gerekli dersi bir kez daha vermelidir 12 Ekim'de, yoksa iş işten geçmiş olacak, yoksa 12 Mart perdesi yeniden açılacaktır yeni oyunlar için...(19 Eylül 1975)

BU HÜKÜMET ÇEKİLMELİDİR ÇÜNKÜ...

Yeter Hanım, "İçinizde Cumhuriyet Bayramı şeref tribününden izlemek isteyen var mı?" diye sordu. Ekledi:- Ama, bir koşulu var, frak, smokin, yelek yahut koyu renk elbise zorunlu..Bizden istekli kimse çıkmadı. Her kafadan bir ses çıkıyordu:- Frakla, smokinle Cumhuriyet Bayramı'na mı gidilir? Halk gidebilir mi buralara?- Çok kimse bayrama değil, Farah Diba'yı görmeye gider..- O eskidendi, ne yapsınlar şimdi görüp de. Şu Şah da hep bizim bayramlarımızda gelir, birinde de 19 Mayıs Bayramı'na gelmişti. Bizi çok seviyor, bayramlarımızı paylaşmak istiyor demek..Konuşma bir çağrı kartından nereye geliyordu?- Başka ne yazıyor davetiyede?- Başka bir şey yazmıyor. Frak, smokin, yelek yahut koyu renk elbise. Benim de siyah tayyörüm yok..- Ziya'ya haber verelim, o gider.Kapıcı Ziya'ya seslenildi, o da böyle bir şey bekliyormuş sanki dünden.- Giderim, dedi. "Gri ellbisem var, koyu sayılır..." diye ekledi.Ziya, Cumhuriyet Bayramı törenlerini büyüklerin yanından, onur sekisinden yani (şeref tribününden) izledi böylece. Çağrıyı nereye versem diye tasalanan Yeter Hanım da rahatladı. Yeter Hanım, "Mülkî Erkân"

Page 344: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

arasında olduğundan hep böyle bayramlarda, törenlerde çağrılır. O da "Ne yapsam, kimi bulup göndersem" diye tasalanır.- Peki şimdi Ziya, büyüklerimizin yanında durunca tuhaf olmaz mı? Sen kimsin diye sorarlarsa?- Herkes odacısını, kapıcısını gönderir merak etme...Ziya'ya tembih edildi:- Davetiyenin zarfını gösterme Ziya, içini göster. Yoksa almazlar...- Olur...Protokol Genel Müdürlüğü demek iyi düzenliyor bu işleri. Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş'le Danıştay Başkanı İsmail Hakkı Ülgen, neden protokolü, kendilerine ayrılan yerleri, protesto edip gitmiyorlardı törenlere? Gösterişten yana değildim, ama, yüksek mahkeme başkanlarına saygılı davranılsın isterim. Cenazeler Ankara'ya getirildiğinde Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş, protokolca "Sair Zevat" arasına konulmak istenmiş. Gitmemiş o da. Onlar, bu protokol işinde hukuka, yüksek mahkemelere bir saygısızlık, Anayasaya aykırılık gördükleri için katılmıyorlar törenlere...Protokol Genel Müdürlüğü, hele Dışişleri Bakanlığı gerçekten gösterişten başka bir şey bilmezler mi? Cenazeler Ankara'ya gelince, bü-yükelçinin eşine çiçek verdiler de, şoför Talip Yener'in eşine kimse çiçek vermedi. Esenboğa'da herkes yarış eder gibi elçinin cenazesine koştu. Yeter Hanım'a sorarsanız asıl görevi başında ölen de Talip. Öldürüldüğü sırada da görev yapıyordu çünkü. Ekledi Yeter Hanım:- Dışarıda da ne kadar çok dostumuz varmış Ekmekçi, İsmail Erez'le Talip Yener'in cenazelerini dört büyükelçi uğurladı. Yunan Elçisi korkusundan gelmiştir. Ötekiler, bazı sosyalist ülkelerin elçileri, o kadar. Cephe de onları dost saymıyor.Üst üste yazıyorum, elçilerimizin böylesine dışarıda tavuk keser gibi öldürülmelerinin baş sorumlusu "Cephe Hükümeti'dir, istifası gerekir diyorum, pek kimse gelmiyor daha bu yaklaşıma...- Canım, Alpaslan Türkeş gidip öldürmedi ya.."Onlar öldürdü" demiyorum ki, bu ölümlerden sorumludurlar diyorum. Yurt içindeki faşizmden, kıyımdan sorumlu oldukları gibi, sorumludurlar... Neden bir başka ülkenin elçisi öldürülmüyor da bizimki öldürülüyor. Türkiye'de güçsüz hükümetler bulunmasının hiç mi rolü yok bunda?Cephe, içinden içinden "Şu işi dışardaki Türk solcuları yapsaydı da, Türkiye'deki tüm profesörleri, yazarları Mamak'a doldursaydılar" diye geçirdi, bunu biliyorum. Bir Bakana sordum olaydan sonra!- Şimdi, hükümet olarak ne yapacaksınız?- Biz kararlıyız, biliyorsun pazarlığa falan da yanaşmayız..- Ne pazarlığı, ne kararlılığı? Bakan kendini 12 Mart döneminde sandı ne bileyim. Pazarlık eden, kaçırıp "şunları şunları bırakmazsanız, konsolosu öldürürüz" diyen yok ki, Elrom olayında olduğu gibi. O olayda da hükümettekiler sorumluydular başta. Güçsüz oldukları için, suçsuzları yakalayıp, kıyım evlerine doldurmayı bir iş sandılar. O sırada, konsolosun hükümeti İsrail'liler "Ne yapalım olur böyle şeyler, ne istiyorlarsa verin" derken, bunlar Türkiye'nin tek sosyalist partisinin lideri Behice Boran'ı, onca profesörü, yazarı, çizeri içeri alıyorlar. Valilere balyozu,

Page 345: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

öğretmenlerin aydınların kafasına indirmeleri için buyruk üstüne buyruk salıyorlardı. Askerî mahkemeler aldıkları kararlarla yargıyı yaralıyorlardı..Cephecilerden, Mc Carthycilerden çok kimse kafasından geçirmiş midir?..- Şu Fransa da amma garip ülke. Hiç olmazsa Jean Paul Sartre'i Mitterand'ı, Duverge'yi olsun içeri alamaz mıydı? Biz olacaktık ki...Neden iki satırlık nota veremiyor, Fransa'ya Cephe Hükümeti bakalım? Avusturya'ya örneğin Yunanistan'a da nota vermediğimiz gibi, Amerikalılarla görüşmeye bile oturduk. Bu kadar güçsüz bir hükümet kalmamalı işbaşında. Hükümetsizlik bundan daha güçsüz yönetim olamaz...*Dışarda da içerde de güvenliği sağlayamıyan Cephe, neler yapıyor kendi yurttaşına, halkına?...Partizanlıkların nerelere vardığını birkaç somut örnekle sergilemek istiyorum.Çalışma Bakanlığı'nda, yurt dışına nasıl görevli memur yollanacağına ilişkin yönetmelik var. Yönetmelikte ufak tefek değişiklikler yapılarak, kitabına uydurulmakta dışarı göndermeler de.Bakanlıktaki yaygın söylentiye göre, Bakanlığın müsteşar yardımcılarından Nuri Berberoğlugil, daha atama kararı çıkmadan Brüksel'de otelde yerini ayırttı mı? Bu kişi Ecevit Hükümeti zamanında Brüksel'de "din görevlisi" idi. Cephe işbaşına gellince din görevlisini müsteşar yardımcısı yaptı. Şimdi Brüksel'e "Müşavir" olarak gidiyor. Dışarının tadını alınca da nedense hep dışarıda çalışmak istiyorlar. Birbirlerinin jürilerine adamlarını atıyorlar, sınavlarda.- Seni jüriye atayacağım, sınavda beni kazandırırsın... Seni sonra oradan Paris'e gönderirim...- Allah sizden razı olsun efendim, hay hay...Paris'e gideceği söylenen de Nuri Berberoğlugil'in eski âmiri, eski Brüksel müşaviri Tıp Doktoru Doçent Turhan Akbulut... Doktor, altı yıldır işçi ataşesiydi...Üç Kasım'da Çalışma Bakanlığı'nda dışarı yollanacaklar için sınavlar var ama herkes nereden biliyor sınav sonuçlarını? Konuşmalar geçiyor koridorlarda!- Nuri Berberoğlugil'in kayınbiraderi Cenevre'ye atanıyormuş, kayınpederi Konya MSP örgütünde görevli Mehmet Ali İnal da yine Cenevre'ye ateşe olacakmış..- Yok devenin pabucu, çiftlik mi burası?- Daha var, Mehmet Tengerli de sınavı kazanıp, Bonn'a gidecek...Bakanlıkta üç Kasım'da dil sınavları yapılacak ya, ilk kez yabancı diller arasına Arapça da kondu. Osmanlıca kırması uydurum Arapçadan biraz çaktın mı, örneğin Bonn'a ateşe olabileceksin belki de. Söylentilere göre, başka adaylar da var gidecekler arasınd Sabahattin Karadeniz, Kaya Ülgener, İsmet Çomoğlu.. Sonuncusu MHP eğilimli ve de Halil Tunç'un has adamı... Sayın Korutürk'e de imzalatacaklar kararnameleri ne bileyim?.Bakanlıkta bayan memur kıyımı hızlandı mı alabildiğine? Genç, bekâr bayan memurları Sivas'a, Konya'ya, Diyarbakır'a sürüyorlar. Yerlerine sıkmabaş örtülü Enstitü mezunlarını alıyorlar. "Bayan memur odaları"

Page 346: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

düzenleniyor, haremlik, selâmlık gibi. Erkeklerin bulundukları odalarda kadınlar namaz kılamıyorlarmış, yatıp kalkamıyorlarmış da...Cumhuriyet'in 52. yıl törenleri yapıldı önceki gün. Mustafa Kemal'in cumhuriyeti üstünden 52 yıl geçmiş, dün gibi. Hey Mustafa Kemal hey...(31 Ekim 1975)

MSP'YE DİKKAT..

Orhan Peker'in sergisinden, Sovyet Elçiliği'ndeki kokteyle gittik. Her ikisine de, gelenler seçim sonuçlarını konuşuyorlardı. Sergiler, kokteyller birer politika kulisi olmaya başladı başlıyacak. Sovyet Elçiliği'nde, AP'lilerden biri Cihat Bilgehan'ı görebildim. Eeee, seçim kampanyası boyunca "Komünistler Moskova'ya" diye bağırıp durunca, insan kolay yüz bulamaz kokteyle ne gelmiye...Dalokay ile eşi de vardılar. Dalokay, bugün Moskova'da olacak, Moskova'ya çoktan çağrılmıştı. Ankara, Belediye Başkan Vekilliği yapan Belovacıklı'ya belediyeyi bırakıp gidemedi uzun süre. Sonra Belediye Başkan Vekili değişti de, gidebildi.Vedat Dalokay, Belediye Başkanlığı boyunca doğruluğu ve dürüstlüğü ile sevdirdi kendini Ankara'nın gecekonducularına, işçilerine. Sıkıntıya katlananlar bile, onun partisine oy verdiler. Ankara'da havuz kadar bir parka "Harun Karadeniz Parkı" adını verdiği zaman faşistler nasıl da kıyameti koparmışlardı?Sanırım, onun Lenin ve Nâzım'ın mezarlarında saygı duruşunda bulunmasına da kem-küm edecekler. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın mezarlarından toprak götürüp Nâzım'ın mezarına koymasına da. Boş verecektir Dalokay kem-kümlere...Bir gün bana şöyle demişti:- Bende bir vasiyet var. Ankara'da bir yere onun adını koymak istiyorum, fakat O, Ankara'yı değil, İstanbul'u daha çok severdi...Moskova'ya giden herkes, resmî çağrılı devlet, hükümet adamları Lenin'in mezarını ziyaret edip saygı duruşunda bulunurlar. Türkiye'de bizim için Anıtkabir neyse, Moskova'da da Lenin'in mezarı odur Ruslar için. Gidip ziyaret ederler de, bunu Türklerden gizlerler. Nâzım'ın mezarına gizlice giden AP'lileri yazmıştı Seyfettin Turhan. Saygıdan değil, meraktan gitmişlerdir elbet.1950 yılında Nâzım için açılan af kampanyasında, imza atmıştım, yüzünü bir kez görmedim. Türkiye'de yaşama olanağı bulamadığı için kaçıp gitti Türkiye'den. Gurbette yurt özlemiyle öldü..Bir şiirinde şöyle der:"Alıp götürün Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni, Hasan Bey'in vurdurduğu ırgat Osman yatsın bir yanımda ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda..."Vedat Dalokay, Cumhurbaşkanı Korutürk'ün halkını "Konuksever, sanatsever, çocuksever ve çiçeksever" diye nitelediği ülkeye gitti.Esprisi olan kişidir Dalokay. Ankara'da seçim kampanyası boyunca konuşmalarını dinleyenler pek sevdiler. Polatlı'da şöyle konuşmuştu:

Page 347: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Bizim kuracağımız düzende, yaşamınızdan güven duyacaksınız. Kaplumbağalar gibi, salyangozlar gibi evlerinizi sırtınızda taşımıyacaksınız.Zerdali ağaçlarına söyleyeceğiz, "Erken çiçek açıp da üşütmeyin" diyeceğiz.Köylünün her gereksinimi köyünde sağlanacak. Köylüler kente ancak hovardalık etmek için gelecekler."Bu konuşmasından sonra, ertesi gün Polatlı AP İlçe Başkanı, CHP İlçe Başkanına telefon etmişti:- Köylüler geldi, kızlar hazır mı?Kulislerde herkes seçim sonuçlarını konuşuyor dedim ya, bu seçimlerin getirdiği en önemli gelişme bence, Cephe'nin "Komünistler Moskova'ya" şeysi sökmedi.Konuşmalar geliyordu kulağıma hem Orhan Peker'in sergisinde, hem de Sovyetlerin kokteylinde:- CHP, onun bunun yardımıyla değil, bir başına iktidar olma yoluna girmeli artık. MSP ile ortaklık kurdu da ne oldu? Bir Ömer Naci Bozkurt'u atayamıyordu.Cephe, yüzde 62'lerden 256 milletvekilliklerinden nerelere gelmişti, bunu unutmamak gerekirdi.Sovyet Elçiliğinde, taaa uzaklarda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Bayramoğlu'nu gördüm.Bu seçim sonuçları, CHP-AP ortaklığı isteyenlere umut vermiş olabilir mi, diye düşündüm. Sezdiğim kadarıyla CHP buna kesinlikle "hayır" diyecektir. Karnı şişmiş görünen AP'nin kendi kendine halk deyimiyle hırlaşmasına, güçten düşmesini bekliyecekti CHP.Çocukken korkuturlardı:- Bak, seni karnıma katarım haa...AP, öbür partilerin oylarını aldı ama, bunları pek sindirmiş sayılmaz. Karnına kattı, biraz biraz şişkinliği ordan gibi. Bunu sindireyim derken, midesi bozulabilir, güçten düşebilir..- Hükümetin durumu ne olacak?- O, Erbakan'ın tutumuna bağlı, cephe ortaklar hükümeti zaten AP'nin işine yaramıyacak duruma getirmişlerdi. Bundan sonrasını biraz sabırla gözetmek gerekir.CHP-MSP ortaklığı sırasında, özellikle bazı AP'liler, Atatürkçü geçinenler, Cumhurbaşkanı Korutürk'ün kulağını doldururlardı:- Aman efendim, Atatürk'ün partisi CHP, nasıl olur da bu Atatürk düşmanları ile ortaklık yapar? Lâyiklik elden gidiyor, filân...MSP, CHP ile ortakken fazla bir şey de yapamazdı hani.Korutürk'ü böyle etkilemeye çalışanlar, "Cephe Hükümeti" kurulduktan sonra, bir süre oralı olmayıp yanına uğramadılar. Unutuldu sanmışlardı söyledikleri. Vaktiyle, CHP'nin kararnamelerini geri çeviren Korutürk de Cephe'nin kararnamelerine basıyordu imzayı..İşte bizim dönemeçteyiz, seyredeceğiz bakalım.. Biri kokteylde arkadaşına şöyle diyordu:- Bu gözler neler gördü...(16 Ekim 1975)

Page 348: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

KIYIMEVLERİ İZLENİMLERİ...

Yılmaz Güney'le görüştüm pazar günü, sordum:- Nasıl, içerde baskı yapıyorlar mı?- Size göre biz daha rahatız abi, dışarda siz daha büyük baskılar altındasınız, izliyoruz..Şakalaştık..- Cezaevleri de ilginç değil mi? Şöyle çok değil, birkaç günlüğüne girse insan içeri..- Cezaevinde yatmak gerek, ama. Sizi öyle üç-beş günlüğüne almazlar içeri.- Dışarı çıkınca, cezaevi filmleri görecek miyiz?- Belki bir tanesi öyle olur. Ama, tüm cezaevi filmleri değil.Dışardakilerin içerdekilerden daha çok eziyet çektiklerini görmek için, cezaevi girişinde yarım saat beklemek yeter. Köylerden, kasabalardan gelenler, dış kapının önünde kocaman kuyruk olmuşlar. Gelenlerin tümü yoksul, maraba... Kimlikleri denetleyip "Geç" diyen gardiyan, nasıl da, oralı değil. Yani sanki kendisi köyden çıkmamış, sanki hiç çobanlık ne yapmamış.Toplayıp kaçırmamış tarlalardan. Yoksul görmemiş sanki hiç.Yılmaz Güney'le on dakikacık görüşebildim:- Oyunu kullanamamışsın, öbür hükümlüler kullanabildi mi?- Binden fazla kişiden yirmi-otuz kişi oy kullandı. Seçmen kütüğüne yazmadılar, o kadar hükümlüyü...- Oyunu kullansan nereye oy verirdin?- Ecevit'e vermek gerekti, oyları. Dışarda Ecevit'e değil de TBP'ye oy verenler yanlış yapmışlardır. CHP dışardaki sol içinde, Ecevit'in iktidar olması, "Umut" olup olmadığının görülmesi gerek.Çok canlı idi Yılmaz Güney. Işıl ışıldı gözleri sağlıklı.- Siz içeri girmeyin, dedi Yılmaz Güney. Girmemeniz gerek...Eşi Fatoş dışarda bekliyordu, görüşmek için.Dışarda, yoksullar kuyruğu uzamış da uzamıştı. Görüşmeciler kuyruğu...*Dışarı çıkınca kendimi pikniğe attım, bir soğuk bira içmek için. Bir suç işliyormuş gibi yudumladım. Uzaktan selâmlaştığımız bir yüz yanımdan geçerken güldü:- Bira içiyorsun ha, iç bakalım. Bize bundan sonra bira içmek düşer...Anladım, dilinin altındakini. O saklamadı ekledi:- Beni bilmelisiniz, AP'liyim ben...Seçim sonuçlarında bira içebilecek kadar sevinebilirdim ona göre demek...Akşam TV'de Süleyman Bey'i seyrettim. Çevresindekileri gençler dünyada tanımamışlardır. Bir yandan eski DP'li bakanlardan Sebati Ataman -şimdiki Zonguldak Milletvekili- bir yanda Mitat Dülge vardı. Bir ara Mutlu Menderes'in yüzü tüm TV aynasını kapladı. Süleyman bey kasılıyor, çağırıyordu:

Page 349: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Bu kadar gövde gösterisi gereğini neden duydu Süleyman bey? Bana öyle geliyor ki, seçim sonuçları yandaşlarının ileri sürdükleri kadar iç açcı değildi Süleyman Bey için, böyle çağırılar, gövde gösterileri ile bazı gerçekleri gözlerden uzak tutmak, unutturmak, istemekte Süleyman Bey...Meclis Başkanlığı için hazırlık yaptığı düşünülebilir. Meclis Başkanlığı konusunda ondört yıldır süren "centilmenlik anlaşması"nı bir yana da bırakabilir. Kemal Ziya Öztürk'ü getirmek isteyebilir başkanlığa. Ama asıl çıngar çok kimseye göre, Senato'da çıkacak bu dönemde. Gözler Senatoda olacak. Senato'da güçler, eşit duruma geldi artık. Şimdiye değin meclislerde gördüğümüz kavgaları, bundan böyle Senatoda mı göreceğiz?Meclislerde yalanla gerçeğin kavgasını mı seyredeceğiz?Uluslararası toplantılara gidenlere, dikkat etmelidir onları gönderenler. Örneğin prostatlıları göndermemelidir. Böyle hastalar sık sık dışarı çıkmak zorunluğundadırlar. Yetişemezlerse, uluslararası skandallara yol açabilecek durumlara düşerler.- Aaaa, bu suyu kim döktü buraya?..Şimdi, Senato Başkanlığı seçimi de var. Senato Başkanlığına gelecek kişinin uzun süre fragı, özel giysileri içinde saatler boyu oturması gerek. Ama oraya gelecek olanlar prostatlı ne olmasın da...Önümüzdeki dönem, yalanla gerçeğin savaşı olacak bir bakıma, dedim. Türkiye'de bundan böyle gerçekler olacaktır, savaşın sonunda. Kimse kandırmacalarla kimseyi uyutamayacak. Bilesiniz.Dünya ırkçılığa ve masonluğa karşı savaş açtı. Bunları faşizmin bir simgesi diye gördüğünden kuşkusuz. Faşizmin başlıca silâhı da "Komünistler Moskova'ya" sloganı...Kitleler uyanık kaldıkça, tutmıyacak bu sloganlar. Tutmadığını seçimlerde, seçim sonunda görmedik mi?*Türkiye, cephe iktidarı dönemindeki kadar hiç bir dönemde böylesine talan edilmedi. Yerine göre, bu talanın çoğu "Allah", "Muhammed", "Milliyetçilik" diye diye yapıldı. Şu kadarını söylemek gerek: Bütün bunların ortaya açık açık çıkabilmesi için, cephenin iktidardan uzaklaştırılması, herşeyin belgelerinin bir bir ortaya dökülmesi gerek.Bir gün Gima'nın Ulus şubesine bir müfettiş gelmişti. Müdürün odasına giren müfettiş, odada yerlerin halıyla döşenmiş olduğunu gördü:- Burası nedir?- Mescit efendim..- Bu halılar ne?- Efendim, namaz kılınıyor da..- Halılar nerden geldi?- Halılar Gima'nın efendim, satılacak...Satılacak halılar üzerinde yatıp, kalkıyorlardı demek...Müfettiş, buyurdu oradakilere:- Bu halılar derhal kalkacak. Kim namazını nerde kılarsa kılsın..Kömür parası yatırmak için personele yarım saat izin verilmezken, "Efendim namaza gideceğim" diyenlere ses çıkarılmıyordu...

Page 350: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

"Namaz kılmaya gideceğim" diyenlerse, caminin köşesinden kayboluyor, başka dalgalarına gidiyorlardı.Cephe iktidara geleli beri Gima'dan uzaklaştırılanların, kendiliklerinden uzaklaşanların sayısına şaşırmıştı çok kimse...Vaktiyle, memurların, dar gelirlilerin alışveriş ettikleri Gima, kayırılanların mallarını sattıkları yerler durumuna getirilmişti. Bu müşteri bir gün satın aldığı peyniri geri getirdi. Peynir kokmuştu. Denizli'den alınan mallar, soğuk hava depolarında yığılıp kalmış, kitap bölümü sıkma baş Şûle Yüksel'in yayınları ile doldurulmuştu. Bölümden Aziz Nesin'in, Yaşar Kemal'in, Fakir Baykurt'un, Yılmaz Güney'in kitapları kaldırılmıştı.Gima'nın bu duruma getirilmesi yeni değildi aslında. Sakallı Bakan Fehim Adak Ticaret Bakanıyken, sakallı Bakanın odası döşenip donatılmı, karara ise, "yönetim kurulu odası döşenmesi" diye yazılmıştı. Ayıp olmasın diye yönetim kurulu odasına da üç seccade alındı.Bazı mağaza müdürleri, personeli çalmağa mı kışkırtıyordu ne?- Paralar gel bana gel bana der, sakın kasalardaki paraları almayın e mi çocuklar? Bir mağaza müdürü, avans para sayan bir memureye şöyle demişti:- İçinden para mı aldın ki, sayıyorsun parayı ha? Sakın alma, paralar gel bana, gel bana, der ama, sen alma...Memurenin öfkeden kanı tepesine çıkar...*Yılmaz Güney haklı. Biz dışarda büyük bir mapusanede yaşıyoruz. Bazı gardiyanlarımızsa nelerle uğraşıyor?Pasaport istersin, vermezler. "Yok, yasak, çıkamazsın" derler. Ancak onların istedikleri yere kadar çıkabilir, yazarsınız, onların istedikleri kadarını yazabilirsiniz. Yazdıklarınız doğruysa, yalanlar, istedikleri gazeteleri yayınları okuyabilecek, istemediklerini okursanız işinizden, gücünüzden olacaksınız. İçerde olmazsa canınız bir ölçüde güvence altında, dışarda o da yok..Aradaki fark, kokmuş peynirleri yemek mi?(22 Ekim 1975)

ÇETİN GÜNLER GÖRECEĞİZ...

Binali benim arkadaşım, Ankara'da Hüseyin Gazi gecekondularında "Orhan Kemal" sokağında oturur. Kimlerin yaptığı bellidir ya, bazı sütü bozuklar, "Orhan Kemal Sokağı" yazılı teneke levhayı kaldırıp görütürler, Vedat Dalokay'ın adamları bir başka. "Orhan Kemal Sokağı" yazısını sokağa yeniden takarlar, çakarlar. Binali, bundan mutluluk duyar, yorgunluğunu unutur.Belediye otobüsü, Ankara'nın göbeğinden Hüseyingazi'ye kaç dakika gider? Bazı bazı ilginç izlenimleri olur Binali'nin. Üstü başı yırdık, pırtık, eli yüzü kapkara olmuş, kirlenmiş bir çocuk yaklaşır otobüste yanına, sorar:- Amca, sana bir şey soracam, ama doğru söyliyecen?- Sor bakalım...

Page 351: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

- Senin yakın akraban var mı? Kim? Ne olur saklama doğru söyleme amca...Anlamıştır Binali, çocuğun sormak istediğini. Nasıl da farketmemişim Yılmaz Güney'e bu kadar benzediğini...Gidi yerine oturan çocuk, hayran hayran gözler durur Binali'yi, Yılmmaz'ın bakışları daha ışıltılı, Binali'nin yumuşak mı?Yanına oturan bir Hüseyingazi'li ile havadan sudan konuşurlar. O kadar yol nasıl geçecek? Binali ağzını arar, yol arkadaşının, sorar:- Yavu, bu Vedat Dalokay da fazla oldu canım...Yolcu, Vedat Dalokay'a toz kondurmaz.- Neme lâzım, iyi çalışıyor. Biraz para verse hükümet, Ankara'yı, gecekonduları gül gibi yapacak...- Moskova'ya gitmiş. Nâzım Hikmet'in mezarına toprak koymuş, saygı duruşunda bulunmuş...- Koysun, bulunsun... çalışıyor, neme lâzım...Uyanıktı köylü. Hanya'yı Konya'yı biliyordu. Eleştiriyordu yerinde...- Bak, Âşık Veysel'e. Ben de aleviyim, severim Veysel'i fakat "toprak" demiş de "toprak kimin?" dememiş...Herkes, gün gün, yeni yeni mi bilinçleniyor ne? Anası, Binali'ye öyle dedi bir gün:- Sizin suyunuza da bulgur ekilmez hay oğlum. Bir zamanlar İsmet Paşa'yı savunurdunuz, bugün onu da beğenmiyorsunuz...*Ne yazmıştım Vedat Dalokay Moskova'ya giderken?"- Vedat Dalokay, Belediye Başkanlığı boyunca doğruluğu ve dürüstlüğü ile sevdirdi kendini Ankara'nın gecekonducularına, işçilerine. Sıkıntıya katlananlar bile onun partisine oy verdiler. Ankara'da havuz kadar bir parka "Harun Karadeniz Parkı" adını verdiği zaman faşistler nasıl da kıyameti koparmışlardı?Sanırım, onun Lenin ve Nâzım'ın mezarlarında saygı duruşunda bulunmasına da kem-küm edecekler..."Böyle gidiyordu, Ankara notları. Anamaldan yana basında, Süleyman Bey'in beslemelerinden hücum bekliyordum doğrusu. Hücumları okuyup okuyup güldüm. Neşelendim... kuyruklarına basmışım gibi, nasıl çığlık atıyorlardı anlatamam.Ankara notları bir yerinde de şöyle demiştim:"Moskova'ya giden herkes, resmî çağrılı devlet, hükümet adamları Lenin'in mezarını ziyaret edip saygı duruşunda bulunurlar. Türkiye'de bizim için Anıtkabir neyse, Moskova'da da Lenin'in mezarı odur, Ruslar için... gidip ziyaret ederler de bunu Türklerden gizlerler, Nâzım'ın mezarına gizlice giden AP'lileri yazmıştı Seyfettin Turhan. Saygıdan değil, meraktan gitmişlerdir elbet..."Türkiye'de yalan üstüne kurulmuş bir düzeni yıkmak, değiştirmek kolay değil elbet, kem-küm edecekler, ne kem-kümü, haykıracaklar dümenlerine gelmiyenler, zıpırlar, sövüp sayacaklar, hangi kokuşmuş yalanı savunduklarını bile bile. Kandırmaya uğraşacaklar...

Page 352: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Türkiye'de halkın uyanışından hoşlanmıyanlar, bu uyanışı "abartılmış" bir propaganda sayarlar. Okuma-yazma oranı yüzde şu kadar olan ülkede uyanış hızı bu kadar olur mu hiç? Elbette olmamalı demek isterler.Süleyman Bey, seçim sonuçlarından hoşnut değildir pek. Ama, yandaşlarına göre bunun unutturulması gerekir. "Komünistler Moskova'ya" denip durulmalıdır ki, dümenler bozulmaya. Ya halk, gerçekten bilinçlenip gidiyorsa? Bunu da gözleriyle görürlerse?...Süleyman Bey farkında da bunun, beslemeleri farkında değil, iyi mi?*Bu hafta sonunda açılacak meclisler. Orada ilginç şeyleri izliyeceğiz. Bunların başında senato ile meclis başkanları seçimleri var.Öyle sanıyorum ki, Süleyman Bey "Beyefendi, centilmenlik anlaşmasını bozalım" diyen adamlarına kulak asmak istemiyor pek. Sebati Ataman'ın Meclis Başkanlığı için adı geçerken, şimdilerde hastalığından söz edilmeye başlandı. MSP'liler AP'yi desteklerler mi hiç? MSP'nin 12 maddelik koşulları arasında bazıları var ki, gerçekten AP'liler kazık atmışlar ortaklıkta, diyor çok kimse, Süleyman Bey:- Altı ay koşuluyla koalisyon kurulmadı. Daha dur bakalım... diyor, ya, örneğin Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nün MSP'li Bakanlığa bağlanması altı ayda değil, altı saatte gerçekleştirilirdi. Demek, kazık atmışlar MSP'ye, ne yapacak MSP'liler, CHP'nin Meclis Başkanı yapmak istediği Ahmet Durakoğlu'na oy verecek mi, vermiyecek mi? Süleyman Bey, "Centilmen"lik görüntüsünü bozacak mı, bozmayacak mı?Anahtarın MSP'nin elinde olduğunu biliyor o da, bu anahtarı maymuncuğa çevirip, örneğin Korkut Özal veya daha bazılarını ayartarak, MSP'yi paramparça edebilir mi Demokratikler gibi?... Bu kadar yıkıntının altında ben de kalırım, bu kadarı olmaz, diye mi düşünür? Bir üye kazanacağım diye, Meclis Başkanlığı verilir mi hiç der? Kulislerde konuşmalar:- Senato'da da anahtar MSP'nin de gerçi, kontenjan senatörleri de rol oynıyacaklar oylarıyla. Tarafsız postuna girip, kontenjan senatörü olan Çelebi'nin oyu AP'den yanadır. Talû Sunay da öyle. Sait Naci Ergin ortada diyorlar. Ama o da Erim'in yönündeymiş, öylemiymiş?- İkisi eski briç arkadaşıdır. İçtikleri su ayrı gitmez..Hesaplar yapılıyor kulislerde:- 78 AP, 5 MSP, 5 CGP, Talû Çelebi, Sunay ne etti? Bir de MHP var...Çok kimsenin kanısına göre, MSP'ye güvense Süleyman Bey, öyle centilmenlik anlaşması filân dinlemiyecek. Ama ne fayda? Çok sert bir seçimden gelip yeniden sertliklere götürmek istemez ortalığı. Yerinde teslim olur, yerinde şapkasını alıp gitmesini bilir. Ama ortaklığın sertleşmesini dünyada istemez.İçerde, dışarda yurttaşlarının güvenliğini sağlıyamıyan bir cephenin başında olduğunu o da bilir aynaya baktığında. Bilmez mi? "Komünistler Moskova'ya" der de kendi de inanmaz söylediğine. Kendini kandırınca birşey kazanmıyacağını bilir elbet... Ama, inananlar bulunur diye söyler...İktidarının uzun olmıyacağını, bir kez daha dönemiyeceğini bilir, bilir ama nasıl söylesin bunu. Söylemesi kolay, koca bir düzen birlikte gidecek. O düzen yıkılınca kimler kalacak altında?

Page 353: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

CIA mıdır uygulayan adım adım programları? Çetin günler göreceğiz demek...(28 Ekim 1975)

EZİLENLER YASSILIR...

Cephe'yi oluşturur oluşturmaz. Süleyman Bey, ilk iş "MİT'in başına kimi getirsem?" diye düşünmüş müdür? Bir süre sonra da ellerini oğuşturup "Buldum..." demiş midir? Bulduğu, Faik Türün müydü? İnsanların kafasından geçenleri okuyabilmeli ki...Düşündüyse, bulduysa neden getiremedi. Faik Türün'ü MİT'in başına bakalım? Belki, şöyle düşünmüştür:- MİT'in başına Türün'ü getirirsem, ilk, MİT elemanları mı karşı çıkar?Nerden aklımda kalmış bunlar, belki o sırada gazetelere de sızmış, belki sızmamıştır. Kaç kez yazdım, MİT'i iç politikada kullanmak, adam arkasına adam takmak, bazılarını işkencelere bulaştırmak, öncelikle o kuruluşta çalışanları üzer, rahatsız eder. Cephe işbaşına geldiğinde de MİT'in başında Hamza Gürgüç Paşa vardı sanırım. Anayasaya, yasalara uygun davranılması buyruğunda bulunan da odur. Yerlerinden alınan üç MİT elemanı Danıştay'dan yürütmeyi durdurma kararı alınca Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararını uygulıyan da odur. Sonradan Danıştay kararı alanlar emekliye sevkedilmişler, onlardan bazıları da yeniden Danıştay'a başvurmuşlar... Cephenin, Danıştay kararları uygulamadığını ise, bilmiyen yok.1965 öncesinde sanıyorum, Millî Eğitim Bakanı İbrahim Öktem, bir gün MİT'e gitmiş. MİT Müsteşarından rica etmiş:- Öğretmenlerime "Komünist" diyorlar. Verin bakalım şunların dosyalarını bir de ben göreyim. Neymiş gerçek öğreneyim...Birkaç dosya çıkarıp vermişler, incelemiş. Sonra "Allahaısmarladık" deyip ayrılırken, kendisini kapıya kadar geçiren Müsteşar belki de şaka yollu şöyle demiş:- Efendim, kendi dosyanızı da görmek istemez miydiniz?Yine söylenti olarak duymuştum. Ecevit, Başbakan olduğu zaman ona bazı bilgiler getiresilermiş. Bilgi, Süleyman Bey'in neler yaptığı, gününü nasıl geçirdiğiyle ilgiliymiş. Bülent Bey, verilen raporu elinin tersiyle itmiş:- Bir muhalefet liderinin ne yaptığı, kimlerle konuştuğu beni ilgilendirmez. Lütfen böyle bilgileri bana vermeyin bundan sonra. Bülent Bey'le, İbrahim Bey'le ilk karşılaşmamızda bunu bir sormak istiyorum doğrusu...Ecevit, Özgür İnsan'a yazdığı yazıda "faşizm kesin yenilgiye uğramıştır" diyor.Taaa 14 Ekim seçimlerinden beri, faşizmi geriletme savaşı verilmektedir. Türkiye'de demokrasinin yaşamasını isteyen sol, bu konuda başarılı sınav vermiştir. 12 Mart'ın geride bıraktıkları, bundan alınması gereken dersler büyük ölçüde kavrammış gibidir.12 Mart faşizmi, tortular da bırakmadı mı? Bir af, Anayasa Mahkemesi kararları da içinde olduğu halde, tamı tamana gerçekleştirilemedi.

Page 354: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Kıyımevlerinden hâlâ siyasal hükümlüler yatıyor. 12 Mart işkencecilerinden hesap sorulmadığı gibi, cephenin işbaşına gelişini fırsat belliyenler, baskılarını yoğunlaştırdıkça yoğunlaştırdılar. 12 Mart'ın izleri silinmemiş pek çok solcuyu oyuna getirme yolları aradılar, arıyorlar.Türkiye'de yasal örgütler çeşitli baskıları altında hâlâ. Örneğin TÖB-DER üyelerine uygulanan kıyım, karı-koca öğretmenleri değişik illere sürmeler, sürüp gidiyor hâlâ.Bazıları da il içinde değişik okullara sürülüyorlar. İl içinde sürgünü anlayamamıştım baştan. Meğer, yolluk vermemek içinmiş. Eziyet olsun da bir yerine üç dolmuşla, evinden okuluna gidebilsin de... Yolluk için para kalmamıştır.*Pazar günü Düzce'deki TÖB-DER seminerindeydim. Prof. Sadun Aren, kapitalizmin bilimsel eleştirisini yaparken, salonu dolduran yüzlerce öğretmen soluklarını tutarak dinlediler. Sigara dumanlı salondan kimse çıkmadı konuşma bitene dek.Konuşmasını fıkralar, olaylarla süsledi Prof. Aren, bir de masal anlattı:- Ülkenin birinde bir padişah, bir de padişahın kızı varmış. Yoksul bir çobana âşıkmış padişahın kızı. Kendisiyle, köpeğiyle haberler göndermiş çobana. "Buluşalım" demiş. Üzüntüsünden ağlamış, göz pınarlarından akan yaşlardan bir göl olmuş. Çoban bir kayık yaparak kürek çeke çeke sevgilisine gelmiş. Fakat bir kuş, bunu görüp padişaha gitmiş, haber vermiş buluştuklarını... Masalı dinleyenlerden biri, masalın burasında "kuş konuşmaz" demiş, "olmaz öyle şey..." Sadun Aren, devam ediyordu:- Kedi konuşur mu ki, köpek konuşur mu ki? Gözyaşlarından göl olup, çoban orada kürek çekebilir mi ki? Bir değil, her yanı yalan. Onun için bu düzene bir yanından bakarak eleştirmek yanlıştır. Tümü aldatmacadır çünkü... Her mahallede bir milyoner yaratmak, bu düzenin, sistemin doğal işidir. Vergi bu düzende elbette fakirlerden alınacaktır. Vergi iadeleri elbette varlıklara verilecektir. Düzce TÖB-DER Başkanı Reşat Albayrak, Cengiz Arıbay, TÖB-DER Genel Sekreteri Binali Seferoğlu ilginç konuşmalar yaptılar.Bir öğretmen sınıfında "gelir dağılımı"ndaki eşitsizliği şöyle anlatmıştı:- Yüz kişi var, yüz kişi için 100 somun var. Yüz kişiden beşi somunların yirmi tanesini yiyorlar. Öğretmen daha sözünü bitirmemişti ki, öğrencilerden biri oturduğu yerden bağırdı:- Abovvvvv, patlamıyorlar mı?Düzce'de komando öğretmenler de vardı. Gizlice "Ülkü-Bir"i kurmuşlardı. Neden gizlice? Bu bir "gizli örgüt"müydü ki, gizlice kuruyorlardı. Halktan, öğretmen arkadaşlarından utandıklarından, yüzlerine bakamadıklarından mı "gizlice" kurmuşlardı örgütlerini. Komandolar, bunun için mi yaptıkları baskınları gizlice düzenliyorlardı?Biz Düzce'deyken, bir olay olmadı. Orada TÖB-DER'li öğretmenler güçlüydüler. Biri:- Gerici olduklarından belki, gelişinizi geç haber almış olacaklar komandolar... dedi.Faşizm, şimdiye değin hemen her yöntemi denemiş, demokrasiden, Anayasadan yana olanları ezememiş, geriletememiştir.

Page 355: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Demokrasiden yana olanların da ezilmemeleri gerekir. Ezilen yassılır çünkü. Kıyıma uğramış öğretmenlerin gözlerinde ezilmişliğin izini görmedim.(4 Kasım 1975)

FAŞİZMİN YASAKLARI ÇATIRDIYOR...

Ankara'da Yenimahalle mezarlığına giden bir genç, mezarlık bekçisine şöyle dedi:- Amca, ben köyden geldim, buraları bilmiyorum. Bir akrabamızın mezarını arıyorum. Yeri, Deniz Gezmiş'in mezarının yanındaymış. Deniz Gezmiş'in mezarını gösteriverirsen ben akrabamızın mezarını bulurum.- Gel benle, dedi mezarlık bekçisi, işte şu üç mezar Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın...- Sağol amca, ben bulurum gayri...Çocuk doğrudan Deniz Gezmiş'in mezarını sormaya korkmuştu, göstermezler diye.Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay'ın Ankara'dan götürdüğü üç avuç toprağı, Moskova'da Nâzım Hikmet'in mezarına koymasına, nasıl da kıyameti kopardılardı cephe uydusu gazeteler, Dalokay'a değil aslında, CHP'ye saldırıyorlardı. CHP, yapılacak ilk seçimde bir başına iktidar gelecekti, bunu biliyorlardı, onun bu şansını ne kadar zayıflatırlarsa, onu ne kadar iktidardan uzaklaştırırlarsa dümenlerinin süreceğini biliyorlar, ondan saldırıyorlardı. Kimi Dalokay'a "mezarcı", dedi, kimi "vatan haini" o da Nâzım gibi Moskova'ya gitmeliydi. Tüm gerici gazeteler Cumhuriyet'in Ankara bürosuna gelir, gözden geçiririz. Dalokay da görüp okumuş bazılarını. Şöyle dedi:- Azizim, neler yazıyorlar? Okudukça kahkadan kırılıyorum.Dalokay'a ise mektuplar yağmaktaydı. Almanya'dan, Berlin'den gelen bir mektupta şöyle deniyordu:"Biz burada iki çöpçüyüz. Sizin yanınızda biz varız. Biz yalnız değiliz, milyonlarız, yüz milyonlarız. Bundan dolayı faşizme karşı olan bir kimse, dünyanın en büyük kaba kuvvetinden daha güçlüdür. Faşizm paraya dayandığı için, paraları ile birlikte onlarda tükeneceklerdir."Dışarı gidip gelenler, bir alışkanlıkla söylerler:- Ben Paris'teyken... diye.Şimdilerde de galiba. Moskova'da modasını Dalokay getirdi. İki lâfının biri o:- Ben Moskova'dayken...Dalokay Moskova'dayken, Moskova Belediyesi'yle çeşitli anlaşmalara da varmış. Çoktan biliyordum, bunların arasında Ankara ve Moskova'da birer "hafta" yapılması da var. Moskova'da "Ankara Caddesi", Ankara'da "Moskova Caddesi" konacak birer caddenin adına. Bir ara bunu yazmak istedim. Yine ortalığı karıştırmayayım, cephecilerin eline koz vermiyeyim diye düşündüm belki, çektim kalemin ucuna kâğıttan.

Page 356: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Dalokay Ankara'ya "Moskova Caddesi"ni açarsa, faşistlerin "Moskova'ya, Moskova'ya" bağırtıları üstüne ilericilerden bazıları da bu kocaman caddeye doluşurlar ne bileyim...Ankara'da ne ülkeler için caddeler, sokaklar, alanlar var: Tahran Caddesi, Cinnah Caddesi, Tahran yetmemiş bir de Rıza Şah Pehlevi Caddesi, Paris Caddesi Şili Meydanı..Şili Meydanı adı Allende zamanında mı konuldu?Cepheciler, faşistler, sosyalist ülkelerle alışveriş yapılmasından ancak, dostluk kurulmamasından yana gözükürler. Sovyetler, Türkiye'ye enerji mi verecek? Devletten devlete değil de ille Türkiye'de bir temsilci olacak, enerji ondan pazarlık edilip alınacak. Temsilci de, eski bir AP'li Bakanın oğlu, iyi mi? O da "Komünistler Moskova'ya" diye bağıranlardan, arkadaşım şöyle dedi:- Dalokay, daha sıkıyönetim döneminde Kurtuluş'ta Gürsel Alanı'ndaki "Komünistler görüldüğü yerde ezilmeli" levhasını kaldırırken bir yerde Atatürk'ün "dünyada barış" ilkesine de uygun davranmış oluyordu.Cepheciler, oy kaygısıyle Amerika'nın her dediğine "ha" deyip, onun dümen suyunda gitmeyi kâr sayarlar. Yılların koşullandırmalarından yarar umarlar. Dalokay'ın tutum ve işlemlerinden, ona yıpalan hücumlardan bir ara CHP'liler bile korktu. Onu bir kenara çekerek "zılgıt" geçmek istediler. Dalokay'sa içten girişimleriyle Türkiye'de pek çok yasağı, "tabu"yu yıkmaktaydı.İran Şahı, Ankara'ya geldiğinde, Esenboğa'da Şah'ı bekliyenler arasında bulunan CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in yüreği ağzına gelmişti. Herkes gelmiş, Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay, hâlâ gözükmemişti. Dalokay, uzaktan uzaktan göründüğünde, Ecevit derin bir soluk aldı. Sanki Şah değil, Dalokay'dı beklenen protokol hazretleri, insanî düşüncelerini gerçekleştirmekten alıkoyuyordu. Bunları konuşurken bir arkadaş sözü Franko'ya getirdi şöyle dedi:- Franko ölürse, cenaze töreninde kim bulunur acaba?- Herhalde Dalokay bulunmaz...Ama görev verilirse gitme zorunda, protokol bu...1960 öncesinde gazetecilik yapanlar, o dönemde "sosis" bile demekten korkulduğunu iyi bilirler. Sosis deyince, akla "sosyalizm" mi gelir acaba, diye. 1961 Anayasası kafalardaki pencereleri aralamıştır. Nâzım Hikmet'in şiiri ilk "Yön" dergisinde yayımlandığında çok kimsenin boğazı kurumuştu. Fakat yılların koşullandırdığı kafalara, sosyalizmi umacı göstermede yarış etmekteydiler. Bu dönem aşıldı artık. Sosyalizmi, komünizmi sömürerek oy toplamak bile zorlaştı. Baksanıza Süleyman Bey'e, suratı ne kadar asık...Feyzioğlu'nun "ne duruyoruz, birleşelim" önerisi bile görmezden geliyor, elinin tersiyle itiyor öneriyi. Ne düşünüyor Süleyman bey?..- CGP, seçimlerde bir varlık olmadığını gösterdi. CGP'nin tüm desteğine karşın aldığımız sonuç ortada. Birleşsek ne olacak, bir de Feyzioğlu'nu başıma saracağım. Yok, yok böylesi daha iyi...Bilinçlenen yığınlar, yasakları, "tabu"ları çatırdatıyorlar günden güne...(14 Kasım 1975)

Page 357: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

ÖĞRETMENLERE KARŞI PANZER...

İki gün kaldığım İstanbul'da gördüklerimi, yol izlenimlerimi anlatmadan, Ankara'ya dönüşte büroda bulduğum bir mektubu olduğu gibi vermek istiyorum. Şöyle deniyor mektupta:"Sayın Ekmekçi;Babam eski bir askerdir ve Türkeş'i yakından tanır. Geçen gün bir konuk arkadaşına şunu söyledi:- Türkeş'in arkadaşlık kurduğu herkesin sonu felâket olmuştur. Meselâ Hayati Karaşahin'le iyi arkadaş idiler. Adam, hâlâ kesinlik kazanmamış, bir iddia ile Samanpazarı'nda ipe çekildi. Karaşahin'in dini bütün bir müslüman olduğunu herkes bilmektedir. Talât Aydemir'in de Türkeş'le ilişkileri malûm. O da çok değerli arkadaşlarıyla birlikte felâkete sürüklendi. Cemal Gürsel de Türkeş yüzünden sağlık ve hayatından oldu. Şimdi sıra Demirel, Erbakan ve Feyzioğlu'nda. Allah milletimize yardımcı olsun..."Türkiye'deki bunalımın baş sorumlularındandır Türkeş. Çok kimse eski uyduruk ırkçılık yıllarının düşüyle onu başbaşa bırakıp ayrıldı yanından. Örneğin, bir Muzaffer Özdağ, bir Numan Esin daha kimler yok yanında. MHP'yi MHP olmadan ele geçirdiği arkadaşlarından hemen hiçbir yanında kalmadı. Dündar Taşer'in ölümünün hâlâ karanlıkta olduğunu söylerler. Akşamüstü ekmek kamyonu geri geri gidiyormuş da, Dündar Taşer, ekmek kamyonunun altında kalıp ölmüştü söylentilere göre. Bilemem, gün gelir olaylar aydınlığa çıkar bir bir...- Akşamüstü ekmek kamyonu ne arıyormuş? Ekmek benim bildiğim akşam değil, sabah dağıtılır?Başbuğ, "Dâvadan dönenleri vurun" yazılı bayram kartının hesabını vermedi hâlâ. Yeni bir bayram geliyor, bu kez ne biçim bir bayram kartı göreceğiz bakalım?Bayram kartı ile ilgili olarak, Kırıkkale Savcılığı harekete geçmişti. Ne oldu? Hiiiç... Vedat Dalokay'ı bir gösteriyle mahkemeye sevkeden Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Hakkı Coşkun, neden durmadı bu bayram kartı üzerinde? Çok kimse, kışkırtıcılık yaratanların unutulup gittiğine seviniyordur ama, halk unutmaz kolay kolay. Yanlış mı düşündüklerim?*Akşamüstü Kadıköy'de bir işkembecide iki tas çorbayı içince karnımız doydu. Doğruca Haydarpaşa'ya geçtik. Restoran açılınca da, oraya geçip şöyle bir karafaki rakı, bir bardak bira içelim dedik. Tam arkamıza düşen koltukta yeni yetme bir gençle, bir adam konuşuyorlar. Genç, zengin mi zengin olmalı. İkinci evliliğini yapacakmış. Gelinlik tâ Dior'dan getirilmiş. Anlatıyor:- Birinci evliliğin dedikodusu aylarca sürmüştü. Bu daha şahane olacak.Yani, yakında dedikodu sayfalarında bir şahane düğünün dedikodularını okuyacağız.

Page 358: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Ben görmedim, arkadaşım görmüş, gencin boynunda kocaman bir altın zincir ve kolye varmış. Kravatında da yine öyle bir harf. Adının baş harfi olmalı.Yataklı bileti almaya mı fırsat bulamamış, yoksa almış da yatağı mı düzelttirecekmiş ne, yataklıya bakan hizmetlilerden biri gelip gencin önünde durdu:- Tamam hazırladım, düzelttim efendim.Hizmetliye 500 liralık bir bahşiş çıkarıp vermiş, yeni zengin çocuğu genç. İyi mi?Daha önce yemek yediğimizden, restoranda görevliler: "Yemek yemiyecekseniz kalkın artık" gibisine bakıyorlar. Ne bakıyorlar, açıkca sölediler de. Kalkıp gittik. "Kuşetli" vagonumuza, yerimize...Arkadaş anlatıyor:- Bak, Türkiye'de bu çelişkili durumdan bir varlıklılar, bir de solcuların aydınları fazla şikâyetçi değiller. Onlar da bir yere kadar varlıklara, sermayeye ayak uydurup gidiyorlar. Kavgaları var ama dişe diş değil bu kavga. Gençler de ondan kızıyorlar...Ben de kendime kızıyorum. Örneğin, Çankaya'da oturuyorum, bir ufacık kooperatif evinde, ufacık bir dairede. Nohut oda bakla sofa nasıl öyle. Aldığım parayla Çankaya gibi yerde yaşıyamıyacağımı ben de biliyorum. Taşınsam ya, Yenimahalle taraflarına. Vedat Dalokay, belediyeyi satıp gecekonduya taşınacakmış. Ama, hoşumuza gidiyor, yoksulluğumuza bakmayıp, zengin yerlerinde oturmak. Borçlu olduğunuzu, kim nerden bilecek?Yemekli salonda Vedat Türkali, Süreyya Duru, Atillâ Dorsay da vardılar. Bu perşembe gösterilecek bir televizyon programı için gidiyorlarmış Ankara'ya.Türk filmciliğini tartışacaklarmış. Yılmaz Güney'i konuştuk kahve içerken, Adana'da yeni, Yılmaz Güney'in arkadaşlarını mı gözaltına almışlar? Çoktan beri gözaltında ya da tutukluymuşlar. İyice bir kurcalayıp, yazacağım onu.Vedat Türkali'yi görünce, CHP-MSP ortaklığının bozulacağı sıra söylendikleri geldi aklıma. Şöyle demişti o zaman:- MSP, Demirel'in karşısında bir çeşit işportacılık yapıyor. CHP ile ortaklıkta olduğu sürece, kendisi o kadar zararlı olamıyacağı gibi sermaye cephesini yıpratıyor. Ama bu ortaklık bozulursa, MSP de cephenin yanına geçebilir.Eh, bir bakıma öyle oldu. MSP, işportacılığı bıraktı. Şimdi, Süleyman Bey'in açtığı dükkânda "icra-ı sanat" eyliyor. Süleyman bey de memnun bu işten.Cumartesi sabahı panzerler, Aksaray'ı kuşatmışlardı nerdeyse. TÖB-DER, yürüyüşlerini ertelemeşti. Bu panzerler niye? Öğretmenler, saldırısız bir gösteri düzenlemişlerdi. Bunun zamanlı, zamansız olduğu kendi içinde, kamuoyunda tartışılmaktaydı. Ama, bundan İçişleri Bakanı'na neydi ki, yapılmıyan bir yürüyüş için toplum polislerini, panzerleri yığıyordu ortalığa. Kışkırtıcılığın en büyüğünü yapmaktaydı aslında müteahhitlikten gelme İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk müteahhitliği sırasında, kaymakamların yanına, öğretmenlerin yanına çok ama çok saygılı bir "ifade" vermeden yüzüne, giremiyen Oğuzhan Asiltürk, şimdi İçişleri Bakanı olarak, öğretmen karşısına panzer çıkarmakta. Panzerleri

Page 359: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

kullananlar da köylü çocukları. Köylü çocuklarını, onları eğitmekte olan öğretmenin karşısına çıkarmakla büyük çok büyük suç işlemiştir. Oğuzhan Asiltürk, İmam-Hatiplileri polis yapmak isteme suçundan daha büyüktür bu suç, hiç bir özürle bastırılamaz.Panzerler ve öğretmen ha? Bunları karşı karşıya düşünen ve düzen er geç yıkılıp gidecektir. Hem de nasıl?TÖB-DER yöneticileri, oyunlara gelmemek için tüm yürüyüş ve mitingleri iptâl etmişler, ertelemişlerdir. Bununla çok iyi etmişlerdir. Düşüncelerini saldırısız, yasal olarak açıklamaya olanak tanımak istemiyen cephe iktidarının kışkırtıcılarının da oyunlarına gelmemek gerekti. Cepheciler, aslında yürüyüşlerin yapılmasını, birçok öğretmenin panzerler altında ölmesini isterlerdi, bilmez miyim? Yasalara uygun olarak silâhsız, saldırısız yürüyüş yapmak, gösteri yapmak her vatandaşın hakkıdır. Memurun da, işçinin de, köylünün de hakkıdır. İçişleri Bakanlığı'nın görevi, onlara saldırılar yapılmasını önlemek, engellemektir. Ama, nerdeee? Cephe bugün saldırganların koruyucusu durumundadır.İçişleri Bakanı, saldırısız, silâhsız yürüyüşleri engelliyeceğine öldürülen bunca gencin katilini bulsun. Anayasayı da, yasaları da çiğneyen, paspasa çeviren cephecilerdir aslında. Halk bunları her gün gözleriyle görüyor...Birçok ana-baba, okula gönderdiği çoluk çocuğuyla helâllaşıyor her sabah. Bu mu güvenlik?Bozkurtçu Millî Eğitim Bakanı Erdem, Millî Eğitimi, komandolarla doldurarak, komando kışlasına çevirmiştir. Ankara'da merkez okullarında okuldan yeni çıkmış, stajyer aday öğretmenler çalıştırılmakta. Adaylık süresini köylerde bitirmek için bir kızlar, bir de yoksul köylü çocukları yollanıyor oralara, uzaklara.En güzeli de Bakanlığın yeni uygulaması. Tüm okulları dolaşıp, "öğretmen fazlası" olup olmadığını araştırıyor. O okulda öğretmen fazlası olup olmıyacağını, öğretmenlerin atamalarını yaparken bilmiyor mu?(8 Aralık 1975)

YAĞAR, ESER YOLCU HAVASI...

12 Mart'tan bir ay kadar sonra, bir toplantıda Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'a sormuşlardı:- Paşam, niye muhtıra verdiniz? Bir sıkıyönetim ilân ederdiniz, istediğinizi yapardınız.Karşılık vermişti Tağmaç, şöyle:- Enayi miyiz biz, sıkıyönetim ilân edip AP ile birlikte görünelim?Tağmaç, böyle dedi ama, 12 Mart Muhtırasından sonra tüm yaptıklarıyla AP'nin ekmeğine yağ sürdü. Nasıl başlarlarsa başlasınlar sonu oraya varıyordu nedense. Hükümet AP'de değildi ama, iktidar AP'nin eline geçecekti. Süleyman Bey'in bu işleri iyi bilmediğini kim söylüyor? Politikacıların dümenine ve düzenine girenler, eninde sonunda koşullanırlar oraya, niteliklerini de değiştirirler.Bu kez de -askerler uysalar- sıkıyönetim ilân edildi, ediliyordu. Ancak, hükümet kanadından gelen önerilere askerler açıkça "hayır" dediler.

Page 360: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Sıkıyönetim, MHP, CGP hattâ AP "Evet" demekteydi. Öneri bunlardan birinden gelmişti, belki de birkaçından, MSP direndi ortaklardan sıkıyönetime. MSP de sıkıyönetimin kendisi için ne anlama geleceğini taaa Millî Nizam Partisi döneminden bimeliydi. Sıkıyönetim, CGP ile MHP'nin sırtında kaldı. AP'liler, özellikle Türkiye'nin bazı illerinde milletvekillerinin çoğunun "sıkıyönetim" istemiyeceğini, bunların hemen CHP'ye kayacaklarını çok iyi bilmekteydi. AP'den bazı milletvekillerinin sıkıyönetime karşı olmaları, Meclislerden sıkıyönetimin geçmemesi demektir. AP, orta yerde kalmaktansa, MSP'nin yanında yer almayı yeğledi.CHP ise, öteden beri asker kanatlarından haber almakta, askerlerin Sıkıyönetimden yana olmadığını bilmekteydi. Marmara köşkünde yapılan "Devlet brifingi"nde bu bir kez daha ortaya çıktı. Ecevit yoksa 6 Aralık'ta İskandinav ülkeleri gezisine çıkmaz, gezisini ertelerdi. Ecevit, giderken oyunu bir daha bozdu. AP Genel Başkanı Başbakan Demirel'i ziyaret etti, İstanbul'da da çok kimseyi şaşırtan "yumuşama" çağrısını yaptı. O gittikten sonra, Cephe birbirine girecekti. Bu Bülent Bey'in politik oyunlarda hayli ustalaştığının bir belgesi sayılmalıydı. Bazıları da, ortalığın sertleşmesinin Süleyman Bey'in bir taktiği olabileceğini düşündüler, ateşle oynamayı seviyor muydu ne?Tüm Türkiye, tam hangi gün büyük bir faşizm belâsını atlatmıştır pek kestiremem. Fakat, örneğin 6 Aralık Cumartesi günü böyle bir büyük belâdan kurtumuştur sanıyorum. TÖB-DER'in miting ve yürüyüşlerini iptâl etmiş olması, ne bileyim, çok akıllıca bir davranış olarak belleklerde kalacaktır belki. Belki, çok kimse bunu küçümsiyecek, aman canım ne olacaksa olsaydı diyecektir. Ben o sıra Ankara'da yoktum, fazla bir şey diyemem. Fakat, faşizm tasarladığı bir büyük olay fiyasko ile sonuçlandı. Bunda TÖB-DER yöneticilerinin son anda aldıkları kararın payı az olması gerek. İstanbul'da, Aksaray'da panzerleri gördüğümü anlattım, yüzlerdeki hıncı da. Daha gösteri ve yürüyüş yapılmadan panzerler, öylesine yolları kapamışlardı. Demek, TÖB-DER'in kararının yankısı bile yeri yerinden oynatmıştı.TÖB-DER Genel Merkezi'ne şimdi, telefonlar, telgraflar yağmaktadır. TÖB-DER, durgunlukla, pısırıklıkla suçlanmaktadır. Bazı gençler, Genel Merkez'e gelerek "Nerde kaldı devrimcilik, eylemcilik, bizleri taa Kayserilere gönderdiniz, sonra da yürüyüşleri iptâl ettiniz" demekteler.Cumhuriyet okurları bilirler, açıkça yazdım düşüncelerimi, izlenimlerini, bazen, faşizmin oyunları böyle de bozulabilir. Yasal bir hak bile yeri değilse kullanılmaz, beklenir. Sabredilir. Olayların gelişmeleri izlenir. Yoksa, "Hadi aslanım dayanın, gün bugündür." demek çok kolay bir tutum, kolay bir davranıştır. Bunu demedim, sezdiklerimi, gözlediklerimi duyurmaya çalıştım.Türkiye'de CIA'nın bir plân düzenlemekte olduğu, konuları, olayları yakından izleyenlerce bilinmekte, duyulmaktaydı. Bir önemli kişiyi tanırım, şöyle demişti:- Bir plânın uygulaması yapılmak isteniyor. Bunun için yazı mı yazacaksın, bazı yetkilileri uyaracak mısın, ne yapacaksan yap. Bu görevdir...

Page 361: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Günlerce kenarından, kıyısından çıtlatarak yazmağa çalıştım. Ama, açık açık da yazılamıyor çok şey. Okurların satırların arasını okumaya alıştıklarını, yadırgamıyacaklarını düşünüyorsunuz. Bazıları sorar:- Bugünkü "Ankara Notları"nda ne demek istedin, biraz karışık...- Karışıksa iyi, ben de karışıklığı anlatmak istemiştim. Demek başarmışım...Soruyu soran ters ters bakıp uzaklaşıyor.Şimdilerde, bugünlerde ortalık daha bir yumuşadı. Faşizm kanlı plânını uygulayamadı. Öyle görünüyor...*Geçen hafta İstanbul'daydım ya, Ankara'da çok kimsenin farkına varmadığı başka önemli olaylar oldu parlamentoda, özellikle Senato'da. Üstüste "istifa" örnekleri verildi.Çekilmesini bilmeyen, ayrılmanın erdemini anlayamayan anlayamaz bunu. Ayrılmasını bilen yeniden gelir işbaşına. Süleyman Bey gibi, muhtıranın ucuyla gönderilenler, belki bir kez gelirler ama, bir daha ı-ıhhh...Fahri Özdilek'in, senato geçici başkanlığından çekilmesini anlatmak istiyorum. Tekin Arıburun, kolayına bırakmak istememişti başlarda biliyorum. Sonunda Fahri Özdilek senato geçici başkanlığına yaş dolayısıyle geldi. Senato Başkanı seçilene kadar, senatoyu yönetebilecek kişiydi çok kişiye göre.11. birleşimde, Özdilek bir önergeyi işleme koyar. Sonra saat 19.00'a yaklaştığı, zaman geçtiği için birleşimi tatil eder. Bu sırada AP'liler bir önerge verirler. Önergeyi görüştüremiyeceğini, zamanın bittiğini söyleyen Özdilek'e, AP'li Nuri Ademoğlu oturduğu yerden ağır bir söz söyler. Şöyle der:- Yaşından, başından utan...Bu sırada Tabiî Senatör Suphi Karaman yerinden fırlar, AP'lilerin arasına dalar, yatıştırırlar.Tabiî Senatörler, kendi aralarında bir toplantı düzenlerler. Fahri Özdilek Paşa, istifa etmeyi kararlaştırmıştır. O gece hiç uyumazlar.Fahri Paşa, öteden beri "Efendiliği" ile tanınmıştır. AP Senato Grup Başkanı İskender Cenap Ege'ye telefon ederek kararını bildirir. Ege, şu karşılığı verir:- Aman Paşam, siz görevinizde kalın, biz sizin gibisini nerede bulabiliriz?AP'liler aslında, Senatoda geçici başkanın kendilerinden değil, karşıdan olmasını yeğ tutarlar. Kendilerinden olursa bir oy kaybedeceklerdir. Çünkü, meclislerde başkanlar oylamaya katılamazlar.Bu sırada AP'lilerden Adnan Karaküçük gelir, Özdilek'e:- Paşam, o sözü size ben söylemedim. Size öyle geldiyse özür dilerim... der.Bunu, Nuri Ademoğlu, Macit Zeren, AP Genel Sekreteri Nahit Menteşe izler. Tümü özür dilerler, fakat Fahri Paşa, kararını vermiştir. Saat 15.00'de oturumu açar, kendisinden özür diliyenlere teşekkür eder, istifasını açıklar ve oturumuna bir saat ara verir. Tabiî Senatörler, CHP'liler Fahri Paşa'yı alkışlarlar...

Page 362: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

Yaş sırasına göre, AP'li İbrahim Şevki Atasagun'un geçici başkanlığa gelmesi gerekirken, bir saat sonra Kontenjan Senatörü Sadi Irmak, Fahri Özdilek'in çıkardığı fragı, gömleği giyerek başkanlık yerine oturur ve oturumu açar.Olayın bir ilginç yanı daha, eski DP'lilerin -Sıtkı Yırcalı'nın, Baha Akşit'in, Atıf Benderlioğlu'nun- Fahri Özdilek'e bu eski 27 Mayıscıya ricalarıdır:- Efendim, lütfen bırakmayın, ne olur?Fahri Özdilek'in bir sözden alınıp başkanlığı bırakmasıyla aslında "istifa" denilen şey, parlamentoda ağırlık ve onur kazanmıştır. Bir görevi bırakabilmenin onuru...Fahri Özdilek nerdeyse ayağını sürür, arkasından gelen Sadi Irmak da AP'lilerin hücumlarına ve hakaretlerine dayanamıyarak başkanlık görevini bırakır. Sıra, AP'liler istemese de AP'li Tekin Arıburun'dadır. AP'liler, senatoda oylama sırasında bir oy yitirdiklerine yanarlar."İstifa" böyle bir durumda onurlu bir iş olduğu gibi bazı hallerde de bir kurtuluştur. Cephe Hükümeti ise istifa etse de kurtulamıyacaktır. Çöküş ve yıkılış, onun alın yazısıdır...Anadolu'da "yağar, eser yolcu havası" derler. Yolcu anlıyacağınız.Konuştukça batıyor, görüyoruz örneklerini...Faşizmden yana burjuvazi kumar masasında kazandığı sürece kurallara uyar. Kaybetmeye başlayınca da -ki, kaybetmeye, başaşağı gitmeye başladı bir süredir- silâhına sarılır hemen. Yeni değil, eski huyu bu...Beslemelerinin şirretlenmeleri gemi azıya almaları bundandır. Sömürülerinin milyoncuklarının ellerinden gitmekte olduğunu görüyorlar ondan. Ne vurgun vurabilirlerse vurup koşacaklar. 1973 seçimlerinden beri yurt dışına yabancı bankalara kaçırılan paraları bir saptayabilmeli ki. Şellefyanlar, beslemelerin ağa babaları armut toplamıyorlar ya...Varıyor haaaa...(12 Aralık 1975)

FAŞO'LARIN SONU...

Sabah, Çankaya'da dolmuş beklerken, koca bir yıl geçti gözümün önünden. 1975 yılını hiç sevmedim desem yeri. Ara dönemlerde, 12 Mart dönemlerinde olduğu gibi, işsiz kaldığım yıllardandı o da. Halbuki, ne umutlarla girmiştik 1975 yılına da.Kuyruk uzamıştı, gelgelelim bomboş geçen dolmuşlar, durmuyorlar daha aşağıda ikiyüz metre ötede duruyorlardı. Biz kuyruktakiler konuşuyorduk:- Almaz tabii adam, niye alsın? İki yüz metre boş gidecek. Nasıl olsa yolcu bol...Özel arabalılar geçiyordu, kızıyordum arabalılara. Taksilerin içine kurulup oturmuş gidenlere de. Hava nasıl soğuk?Sosyalist ülkelerde öyle herkesin altında arabaları filân yoktur. Çoğunluğun yoktur da onun için. Yeni yeni ekonomik gelişmelerine göre sıraya bindirmişler, zamanı gelince gerekli parayı yatırıp, biriktirebilenler alabiliyorlar. Bizde de araba, varlıklının altında, arabacılar niye yoksullara da araba yapsınlar? Ne arabası, ayakkabı yapıyorlar mı? Paran yoksa

Page 363: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

ayakkabı da giyemezsin. Araba yapacağına, Beykoz fabrikalarına kuvvet verse, çıplak ayaklı kimse kalmaz. Ama, bu anamalcı yani kapitalist düzenlerin işi değildir ki. O, bol araba yapar, çünkü araba alabileceklerin parası var. Bu dolmuş da durmazsa, artık iyice kızacağım haaa...İstanbul yangını neden oldu? Kim çıkardı yangınları? Sağın söyleyecek bir sözü olsa, bunu da komünistlerin yaptığını söyler, yayardı. Kamuoyu kuşkular içindedir. Bu yangınlar, bu düzenin mi bir gereği acaba? Bu yangınlar, bu düzenin mi bir gereği acaba? İstanbul dedim de sermaye çevreleri sağ cepheyi niye zorluyor bu kadar? Belli ki, Süleyman Bey'i çekip gitmesini, yerini başkasına bırakmasını istiyor. İstanbul'da büyük iş adamları CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu'yla neden ısrarla görüşmek istediler? Sermaye çevreleri, görürsünüz yakın zamanda AP'nin içine de bir kor, bir ateş atarlar:- Yahu içinizde onurlu otuz kişi yok mu? Başkaldıramıyor musunuz bu adama?İşte o zaman seyredin gümbürtüyü. 1950 öncesinde Demokrat Parti de böyle kurulmuştu, dört kişiyle hemen hemen. Süleyman Bey boşuna "İşte asıl Demokrat Parti biziz" demesin. AP bitti artık. Yenisine bakalım. Geçenlerde bir eski Demokratın yakını ben "Bunlar c takımı" deyince ne demişti?- Ne "c" takımı yahu, bunlar "g" takımı...1975'te olmadı. Görünüşe göre, Süleyman Bey güçlendi, toparlandı. Ama, AP'liler içinde de Süleyman Bey'i tutmayanlar, beğenmiyenler olduğunu, bunların çoğaldıklarını biliyordum. Süleyman Bey, karşı gözükenleri "haziranda seçim"le tehdit ediyordu. Hadi CHP kuşku verdi herkese "erken seçim" sözüyle, Süleyman Bey'inki açıkça tehdit... Parlamento kulislerinde, köşede kıyıda konuşabildeklerim -AP'liler- nasıl da yakınıyorlardı? Bunu yazdıktan sonra yanıma da kimse yaklaşmak istemez korkar ya neyse...1976'da AP'liler bir Kurultay toplayabilirler mi, toplayamazlar mı kendilerini yenileyebilirler mi, yenileyemezler mi?Süleyman Bey, kendi partisinde çatlama değilse de çıtlamalar varken, cephe ortakları ile geçinemez duruma gelmişken, neyin hesabını yapmakta? Çok kimse şöyle söylüyordu:- Ondan kolay ne var, bir yeniden dirilişle Parlamentoda üye sayısını 200'e çıkarmağa çalışmak, Bunu yapabildi mi o kendini kurtardı demektir...Bütçede kesin düşecek. Ama, bütçeden önce de düşebilir. Olasılıkların çoğu bu yönde.Süleyman Bey, sokağım yok diye komandoları destekledi, Faşo'ları yani. Topladıklarını bir gün dağıtamaz duruma gelebileceğini düşünmiyerek. Haydi dağıtsın bakalım elindeyse. Dağıtamaz, bir site yurdunu aratamaz, bir Yıldırım Beyazıt Yurdu'nu aratamaz. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri, sık sık yurtlarından alınarak Enmiyete götürülürler ama. Ceplerinde jilet bile taşımayan çocuklar Emniyette geceler, aç, susuz bekletilirler ama. Yurtlar, fakülteler komandoların çadırlı karargâhları durumuna getirilmiştir, yanlış mı? Yayınlanan bildirilerde de "komando" sözcüğünü kullanamıyanlar, adaletsizliği ikiye bölüp "karşıt görüşler",

Page 364: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

karşıt gruplar" diye kurtarıyorlar durumu. Daha önceleri ben de şaşardım. Şikâyete gelen öğrencilere söyler, sorardım:- Canım, hem komandolar azlık diyorsunuz, hem de komandolar bizi derse sokmuyorlar diyorsunuz, olur mu böyle şey?- Ama, adamlar silâhlı...- Silâhlı da olsa azlıksalar yapamazlar birşey...Faşo'nun elinde silâh var, polis de göz yumuyor. Ne yapmaz?Geçenlerde Ankara Tıp Fakültesi'nde oldu, iyi niyetli bazı polisler, kantine gelerek buradaki solcu öğrencileri dışarı çıkarmak ve onların can güvenliğini sağlamak istediler.- Bizi nereye götürmek istiyorsunuz? Bizim güvenliğimiz burada iyi. Hiç değilse kalabalığız, bize kimse birşey yapamaz...- Gelin hele gelin, dedi polisler. Onları sınıflarına götürmeye başladılar. Sınıfların kapıları ise komandolarca tutulmuştu...Bu kez polisler de şaşırdılar. Ne yapacaklardı, bilemediler.- En iyisi siz evinize gidin. Can güvenliğinizi koruyamayız sizin.Bunlar, iyi niyetlileri, bir de faşolardan yana olanlar var, o zaman görüyoruz olayların nasıl geliştiğini?Bu dolmuşların duracağı yok, otobüs de gelmedi. Ya dolmuş şoförü de komandoysa? Yok canıııım...Korutürk, faşizme, faşolara çanak tutacak kişilikte, yapıda olmadığını gösterdi. Anayasanın, yasaların tastamam uygulanmasından yana bunu biliyorum. Zaman zaman oyuna getirilmek istendiğini de. Süleyman Bey de, cehpenin ortakları da kendi faşizan yollarında Korutürk'ü kullanamayacakarını görüp anlamış olsalar gerek, ama nerdeeeee?..Ecevit'i çok iyi karşılamış Korutürk, azıcık da, MSP'den yakınmış mı? Hani, MSP'liler "Korutürk bizim kararnameleri bekletiyor" lâfından ötürü alınmış mı? Eeee, ne olacaktı yani orası, Çankaya Noterliği mi?Türkiye faşizmi kapkaranlık dönemlerini de yaşadı. O dönemlerde içeri girenlerin bazıları hâlâ çıkamadılar, özgürlüklerine kavuşamadılar. Adlarını bile unuttuğumuz, kadınlar kızlar yatıyor kıyımevlerinde. Yusuf Küpeli'nin açık mektubunu dikkatle okudum. Sayın Korutürk de okur, bir hayatı kurtarmak için girişimde bulunur mu acaba?Aslında 1976 yılını ben, içerde kalanların da özgürlüklerine tümcek kavuşacakları yıl olarak görüyorum. Gelişmeler öyle gösteriyor çünkü. Faşizm bu yıl daha da gerileyecek, özgürlüklerden, demokrasiden yana olanlar daha rahat soluk alabilecekler...*Yeni dinlediğim bir anıyı anlatmadan duramayacağım. 12 Mart faşizminin en koyu dönemi, bir evde MİT elemanları, siviller, askerler arama yapıyorlar. Bir sivil, kitaplara bakıp bakıp arkadaşına yazdırıyor. Bir kitabın üzeri V. I. Lenin yazılı. Bağırıyor:- Yaz, Altıncı Lenin...Aleksi Kosigin duysaydı fıkrayı, ne fıkrası olayı ne gülerdi? Rusçaya çevirirken, Mustafayef ne yapardı bilmiyorum. Süleyman Bey de bunun dostluğa sığmayacağını düşünür, üzülür müydü?Düşüncelere dalıp gitmiştim ki, bir arkadaşın arabası geçti önümden. Onu durdurabildim, bindim arabaya...

Page 365: gunola - Tripod.comcgd78.tripod.com/yayinlar/gun_ola.doc · Web viewOnun gibi, daha pek çok aydın, ekmeğini kazanmak için yurt dışına gitmek zorunda bırakılmışlardır

(2 Ocak 1976)