hakan sezer anamur’dan kuzey kibris türk · pdf filedanımanların denetlemesi...
TRANSCRIPT
Hakan SEZER
Atılım Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler
İle
Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümleri
Çift Anadal son sınıf öğrencisi,
E-mail: [email protected]
ANAMUR’DAN KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NE SU PROJESİ
Kuzey Kıbrıs, yıllık yağış oranının 200 ile 600 mm arasında değişiklik gösterdiği yarı-kurak bir
bölgede bulunmaktadır. Geçtiğimiz yüzyılın başlangıcından itibaren, ortalama yıllık yağışta bir
düşüş yaşamıştır: yüzyılın başlarında 440-450 mm.den, 1941’den 1972’ye kadar 402 mm.ye ve
de 1975’den 1993’e kadar 382,4 mm.ye kadar (Bıyıkoğlu, 1995). Buna ek olarak, yeraltı su
havzalarından suyun aşırı çıkarılması da adanın her yerinde zoraki deniz suyu girişiyle
sonuçlanmıştır. Gazimağusa ve Geçitkale’deki yeraltı su havzalarındaki deniz suyu girişi öyle
şiddetli olmuştur ki su artık içilebilir halde değildir ve taze su satışı için su istasyonları kurulmak
zorunda kalınmıştır. Ayrıca, su kesintileri ve sulama için tuzlu suyun kullanılması nedeniyle, çok
sayıda turunçgiller ağacı kurumuş ve o ağaçların büyüdüğü arazi artık sulanmamaktadır. 1976
ile 1996 yılları arasında, turunçgiller üretimi için kullanılan arazi 74 710 dönümden (1 dönüm
[dn] 0,1338 hektar araziye eşittir) 47 700 dönüme düşmüştür. Aynı dönem içerisinde, toplam
sulanan arazi miktarı 116 400 dönümden 74 044 dönüme gerilemiştir (MOAF 1997a, b). Kuzey
Kıbrıs’ın kara alanı 2 465 552 dönümdür, bunun da 1 392 123 dönümü (%57) tarıma elverişlidir.
Bu arazinin 881 481 dönümü (%63,05) işlenmektedir ve işlenen kısmın 805 437 dönümü
(%91,6) yağmurla beslenmekte ve 74 044 dönümü (%8,4) sulama kapsamındadır. (MOAF,
1997b). Burada hiçbir kalıcı akış sağlamayan 14 temel nehir bulunmaktadır. Bu nehirler için olan
suyun memba ise Trodos Dağlarından kaynaklanmaktadır. Temel taban suyu su havzaları Batı
Mesaoria (Güzelyurt), Kokkinochoria (Güney Batı ve Doğu Mesaoria) ve de Akrotiri bölgeleridir.
Ülkenin diğer kısımlarında daha küçük su havzaları da mevcuttur. Hâlihazırda, Kıbrıs’taki tüm
yenilenebilir su kaynakları kullanılmaktadır ve bir dizi bölgede taban suyu temel kıyı yeraltı su
havzalarında meydana gelen deniz suyu girişiyle tükenmektedir. Doğal yeniden dolmanın ne
kadar fazlası suyun çekildiğine dair doğru bir tahmin mevcut değildir, ancak yıllık 40 milyon m3
kadar çok miktarda olabilir. Bu halde dahi, kuraklık veya ortalama altı yağış olduğu yıllarda
suyun tarımdan yerel ve endüstriyel sektörlere yönlendirilmesi gereklidir. Gelecekte de devam
etmesi olası olan son yıllardaki eğilim, tarım pahasına artan miktarlarda suyun yerel su
kaynakları için kullanılacak olmasıdır. Bu durum endüstrileşme, artan yaşam standartları ve
turist hizmetlerinin genişlemesi açısından gerekli görülmektedir.
Kıbrıs’ta su tedariki suyun kil borularla dağıtıldığı Roma dönemine kadar dayanır. Su dağıtım
sistemi elbette moderndir ve su arzın kapsamı hem kentsel hem de kırsal alanda % 100
oranındadır; ancak, sızıntılar yoluyla önemli ölçüde su kayıpları meydana gelmektedir. Kıbrıs’ın
su rezervi hem yetersiz hem de düzensizdir. Özellikle kış aylarındaki ortalama 500 mm.lik bir
yağış yılın geri kalanının çoğunda adayı epey kuru halde bırakır, çünkü hiçbir nehir yıl boyu
akmamaktadır. Kolonileşme döneminde bir baraj ve rezerv inşaatı programı başlatılmış ve
bağımsızlığına kadar Kıbrıs’ın altı milyon metreküp depolama kapasitesine sahip on altı barajı
olmuştur, diğer bir deyişle adanın yıllık yağışından arta kalan tahmini 600 milyon metreküp
suyun yüzde biri oranı kadar depolama kapasitesi olmuştur. Bağımsızlığın ardından, bir dizi
daha büyük proje rezerv depolama kapasitesini arttırmak için hayata geçirilmiş, böylece de bu
kapasite 1990 yılına gelindiğinde 300 milyon metreküpe ulaşmıştır. Bu projelerden en önemlisi
ve en büyük gelişim projesi Güney Konveyör Projesi’ydi. Bu projede adanın güneybatısındaki
artık suyu toplayarak 110 kilometre uzunluğundaki bir taşıyıcıyla merkezi ve doğu bölgelerine
iletmektedir. Proje 1993 yılında tamamlandığında, o ve diğer büyük projeler Lefkoşa’daki
çiftçilere, şehirde ve kasabalardakilere gelecek yüzyılda yetecek kadar suyu garanti altına almış
oldu.
Kıbrıs Ekonomisi Açısından Su
Kaynak suyu ve taban suyu, su kaynaklarını gelişiminin birincil hedefleridir. Geleneksel olarak,
bu su ucuzdur ve bireysel olarak köylülerce veya köylülerin Sulama Bölümleri veya
Derneklerince geliştirilmesi kolay şekildedir. Önceki durumda bireysel olarak köylüler kaynakları
geliştirebilir, diğer durumda ise su kaynakları sermaye artırımı için devlet desteğine uygun bir
grup köylü tarafından geliştirilebilir. Her iki durumda da herhangi bir su eylemi başlatmak için bir
devlet izni gerekmektedir. Normal olarak bu şemalar küçüktür ve 1 ile 3 hektarlık bir alanı
kaplarlar, ancak son yıllarda çok daha geniş çaplı şemalar da geliştirilmiştir. 1961 yılındaki
bağımsızlığın ardından ve su kaynaklarının bütünüyle kullanıma açılmasını takip eden
dönemde, taban suyunu kış döneminde toplayıp depolayarak yıl boyunca kullanma konusuna
önem verilmiştir. 1994 yılında arazinin yarısından az bir kısmı taban suyundan sulanmaktaydı.
Ülke Profili: Yasal ve Kurumsal Çevre
Kıbrıs’taki su yasalarının çoğu sulamayla ilgilidir. Bu yasalar 1960’öncesi döneme
dayanmaktadır ve suyun kontrolünü ve su işlerinin inşasını devlet kontrolüne bırakan Devlet Su
İşleri Yasasını da içermektedir. Sondaj Kuyuları Yasası ise kuyuların kurulumunu ve onlarla ilgili
su haklarını kapsar: Sulama Dağıtımlar üzerindeki yasa Sulama Dağıtımlarının oluşumu ve
işleyişlerini düzenler. Genel itibariyle yasalar etkin bir şekilde işlemektedir ve Su Yasaları
konusunda su gelişiminin tüm yönlerini ayrıca da hükümet ile kullanıcılar arasındaki etkileşimleri
de kapsamaktadır. Kıbrıs’taki tüm topraklar kayıt altındadır ve sahipleri mülkiyet sertifikalarına
veya senetlere sahiptirler. Hükümetin su kaynakları yönetimiyle ilgili politikasının ayrılmaz
bileşenleri tepelik bölgelerdeki su dağıtım sisteminin geliştirilmesi ve de sulama suyunun ücretini
arttırarak daha ileri düzey su tasarrufu olacaktır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (BMKP) Su Yönetimi
“Kıbrıs’ta Taban Suyu ve Madeni Kaynaklar Araştırması” (1962-1969) ve “Su Kaynağı Kullanımı
Araştırması, Arzı ve Planlaması” (1966-1973) gibi iki büyük çaplı proje aracılığıyla, adanın su
kaynaklarının yönetimi için büyük bir ana plan hazırlanmıştır. Sonuç olarak, diğer ilgili
dayanışma alanları belirlenmiş ve bu araştırmaların sonunda Jeolojik Araştırmalar Dairesi ve Su
Islah Dairesi kendi başlarına daha ileri çalışmalara girişmek için tamamen donatılmış şekilde
güçlü teknik organizasyonlar haline gelmiştir. BMKP teknik yardımı ve de 14 milyon dolarlık
Dünya Bankası kredisi ile birlikte Paphos (Baf) Sulama Projesi 5000 hektarlık bir tarım arazisine
yağmurlama sulama sunarak 3,500 çiftçi ailenin gelirini arttırmıştır. Khryysokhou Nehir Havzası
Sulama Projesi (FAO/BMKP/Hükümet) 1979 yılından 1982’ye kadar fizibilite ve mühendislik
tasarım çalışmaları ihtiyaçlarını karşılamıştır. İnşaat Ocak 1984’te Dünya Bankası’nın 49 milyon
dolarlık giderin 16 milyon dolarını finanse etmesiyle birlikte başlamıştır. Vassilikos-Pendaskinos
Projesi altında barajların yapımı 1985 yılında tamamlanmıştır. Bu proje Larnaka bölgesindeki
sulanan bölge miktarını ve de üç şehrin evsel ve endüstriyel su rezervi miktarını arttırmıştır.
Güney Konveyör Projesi, Kıbrıs’ta bu güne kadar teşebbüs edilen en azimli su geliştirme
projesidir. Bu proje 1984 yılında başlamış ve ilk aşaması 1989 yılında tamamlanarak 2,600
çiftlik ünitesinden su sağlamıştır. Yaklaşık 600,000 tüketici de artan su rezervinden
faydalanmıştır. İlk aşama için, toplamda 61 milyon dolar tutarındaki kredi güvence altına
alınmış, bunun da 27 milyon doları Dünya Bankası tarafından, 10 milyon doları Kuveyt
Fonundan ve 24 milyon doları Avrupa Yatırım Fonundan sağlanmıştır. İkinci aşama için, 42,5
milyon dolar güvence altına alınmıştır. BMKP ise teklif değerlendirme, sözleşme tazminatları ve
danışmanların denetlemesi açısından proje yönetimi kapasitesinin güçlendirilmesinde danışma
hizmetleri sağlamaya devam etmiştir. Sulanan bölgelerdeki keskin düşüşü göz önünde
bulundurmayan önceki çalışmalar Kuzey Kıbrıs’taki su talebinin 190 ile 197 mm3 olduğunu
tahmin etmiştir ve gerçek su rezervi 110 ve 125 mm3 civarındadır; bu çalışmalar pratikte bu
açığın nasıl kapandığını da açıklamamıştır1 (Numan ve Ağıralioğlu 1995). Eğer kişi sulanan
alanlardaki keskin düşüşü göz önüne almazsa, geleneksel olarak sulanan alanları modern
yöntemlerle sulanan alanlardan ayırınca Kuzey Kıbrıs’taki su talebi 1996 için 106,6 mm3 olarak
tahmin edilebilir (Bıçak ve Özdemirağ 1997). Bıçak ve Özdemirağ’ın gerçekleştirdiği çalışmada
su talebi tarımsal kullanım için 87,5 mm3 (%82,1), evsel tüketim için 17,1 mm3 (%16,1) (silahlı
güçler ve Türkiye’den gelen sezonluk işçiler, öğrenciler, turistler dâhil), hayvanlar için 1,3 mm3
(%1,2) ve de ticari, endüstriyel kullanım için 0,7 mm3 (%0,7) olarak tahmin edilmiş, toplam talep
olarak 106 mm3 hesaplanmıştır. Potansiyel su arzına gelince, Türkiye Maden Tetkik
Araştırmalarınca halen gerçekleştirilen araştırma sonuçlanmadan güvenilir rakamlar hazır
olmayacaktır. Önceki veriler yıllık yaklaşık 74,1 mm3 suyun yeraltı havzalarından onları
bitirmeden çıkarılabileceğini göstermektedir, ancak su havzalarından aşırı su alımının yıllık 28,9
mm3 kadar yüksek olabileceği tahmin edilmektedir, bu da toplamda yıllık 103 mm3 su çıkarma
etmektedir. Güzelyurt yeraltı su havzası 37 mm3 güvenli verim kapasitesi ile adadaki en büyük
havzadır ve yalnızca bu havzadan yıllık 20 mm3 aşırı su çekimi olduğuna inanılmaktadır. Bir
alternatif de yağış miktarına bağlı olarak nehirleri ve mevcut barajları sırasıyla yıllık yaklaşık 13
mm3 ve 7 mm3 su sağlayabilir olarak göz önüne almak olabilir. Bu temelde, Kuzey Kıbrıs’ın
toplam potansiyel su rezervi 94,1 mm3 (74,1 + 13 + 7)’dır. Bu da su açığını yaklaşık 12,5 mm3
(106,6 – 94,1) haline getirir ve bu açık şimdilerde su havzalarından aşırı su çıkarımı ile
tamamlanmaktadır.
Türkiye’nin Su Politikaları
Türkiye, Suriye ve Irak uzun yıllardır Fırat Nehri suları üzerinde aralıklı diplomatik müzakereler
ve teknik görüşmelerde bulunmalarına rağmen, henüz üç ırmak kıyısı bölgesi arasında nehrin
akışını “paylaşma” (Suriye ve Irak terminolojisinde) veya “tahsis etme” (Türkçe terminolojide)
1 TCW (Technical Committee on Water). 1996. Komite tarafından yürütülen çalışmaların özet raporu. TCW, Lefkoşa, Kuzey
Kıbrıs. Yayınlanmamış rapor, 31 Ocak 1996.
konusunda şartları tanımlayabilecek üç taraflı bir kalıcı anlaşma üzerinde fikir birliği
sağlayabilmiş değillerdir. Suriye, İsrail ve Ürdün’de son 60 yılın en şiddetli koşulları olarak ve
Irak’ta neredeyse son yüzyılın en “felaketli” koşullarının olduğu belirtildiği haliyle (Khalil, 1999)
kuraklık koşulları bölgenin çoğunu etkilediği için, bu kronik anlaşmazlık artık daha keskin hale
gelmiştir. Hızla büyüyen nüfuslar, hırslı gelişim planları yüzünden talepte ortaya çıkan artış ve
artan ekonomik beklentilerin tümü, bu değerli ve kısıtlı kaynaktan yararlanmada akılcı ve etkin
yolların geliştirilmesi ihtiyacına ayrı bir ivedilik eklemektedir. Dicle ve Fırat nehirleri üç devletin
toprakları boyunca aktığı için, bu üç ırmak kıyısı bölgesi tarafından yardımsever bir yaklaşımı
gerçekleştirmek için hem mantık hem de eşitlik onların lehine olacaktır. Ancak, ulusal
egemenlik, tarihi kincilik ve çelişen çıkarların yarattığı sorunlar işbirliğine sekte vurmakta ve bu
durumun kimsenin kazanmadığı bir oyun halini aldığı algısına yol açmaktadır. Fırat nehrinin
yıllık ortalama debisi Türkiye’nin % 88’den fazla katkısı ve Suriye’nin %12’den az olan katkısıyla
35,58 milyar metre küp iken, Türkiye’nin (18,42 milyar m3), Suriye’nin (11,30 milyar m3) ve
Irak’ın (23 milyar m3) karma planlı gelecek tüketiminin toplamı 52,92 milyar m3 etmektedir. Çok
daha fazla su üst nehir kıyısı bölgesince sulama ve endüstriyel kullanım için çekildiği için,
ırmağın alt bölgesindeki kullanıcılar için daha az su kalmaktadır. Kariyerinin başlarında ülkenin
Enerji Bakanlığına (1954-55) ve Devlet Su İşleri Müdürlüğüne (1955-60) başkanlık yapmış bir
mühendis olan Süleyman Demirel’in 32 milyar dolarlık Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)’ni
“ulusal başarının bir sembolü” olarak Türkiye’yi “en modern teknolojileri kullanarak en gelişmiş
projeleri tamamlayabilme konusunda tamamen yeterli olan bir öncül ülke olarak dünya
sahnesindeki tarihi yerini üstlenebilecek” konuma getireceğini gururla adlandırması oldukça
doğaldır (Demirel, 1992). Fırat ve Dicle üzerinde 22 baraj ve 19 hidroelektrik güç santralinden
oluşan bu bütünleşmiş sistem 27 milyar kilovat saat hidroelektrik gücü üretecekti – böylece
enerji-yoksunu Türkiye için yıllık 28 milyon ton petrol ithalatından kurtaracak ve 1,7 milyon
hektarlık bir ek sulamaya yetecek kadar suyu yönlendirecektir (Bağış, 1989). Türkiye, Suriye ve
Irak’taki planlanmış gelişim projeleri birlikte Dicle-Fırat havzasındaki hedeflenen yıllık debiyi çok
fazla aştığı için, bu durum da ülkeler arasında anlaşmazlıklara yol açmıştır. Su tartışmaları
zaman zaman tarafları çatışmanın eşiğine dahi getirmiştir. 1970lerin başlarında, Irak Suriye’yi
kendisine savaş açmakla tehdit etmiştir çünkü Tabqa barajı inşaatı ve Assad gölü barajının
doldurulması Irak’ı Fırat nehrinin akışından geçici olarak mahsur etmiştir. 1975’teki Sovyet ve
Suudi arabuluculuğu düşmanlığı önlemede yardımcı olmuştur (Kienle, 1990). Türkiye’nin Atatürk
Barajını doldurmak için Fırat nehrinin sularına el koyması ile her iki ülkeye de akışın
azalmasından korkulan tehdide tepki olarak, Şam ve Bağdat’taki rakip Baas rejimleri sonunda
16 Nisan 1990’da bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre miktarına bakmaksızın
Türkiye’den gelen yıllık nehir akışının %42’sini Suriye, %58’ini de Irak alacaktır (Beschorner,
1992). Daha önceki bir dönemde, Aralık 1980’de, Türkiye ve Irak bir Müşterek Teknik Komite
(MTK) oluşturdular; hem bilgi alışverişi hem de iki nehirden “her bir ülkenin ihtiyaç duyduğu
uygun ve ortalama su miktarının bir tanımına yol açacak yöntemler ve prosedürlere karar
vermek” amacıyla. Suriye katılması için Ankara tarafından davet edilmesine rağmen, Suriye
1983 yılına kadar MTK toplantılarına katılmadı. 1990 yılında Kuveyt’in Irak tarafından istila
edilmesinden sonra görüşmelerin askıya alınmasına dek, MTK kurallara uygun şekilde yedi yıl
boyunca bir araya geldi (Bilen, 1996). Taraflar arasındaki temel politik anlaşmazlıklar onların
teknik konulara olan yaklaşımlarını dahi etki altında bırakmıştır.
Bölgesel Barışı Artırmak İçin Türk Su İhracı
13 Eylül 1993’de İsrail-FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) arasında anlaşma imzalanmasından kısa
süre sonra, dönemin Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin Ankara’nın konumunu “barış
görüşmesinin bir parçası olarak” Türkiye’nin İsrail’e ve onun Arap komşularına “Manavgat,
Ceyhan ve Seyhan Nehirleri gibi” güney kıyısındaki kaynaklardan su arz etmeye hazır olduğunu
yinelemiştir. Aslında, 28 Eylül 1993’de Bakan Çetin New York’ta bir haberciye, Türk su
kaynaklarının eklenmesi olmadan İsrail ve Suriye, Ürdün ve Filistinler arasındaki uzun süreli
barışının başarılabileceğinden şüphe duyduğunu söylemiştir. Kasım 1993’te Çetin İsrail’i ziyaret
ettiğinde İsrail Dışişleri Bakanı Shimon Peres’ten prensipte olumlu bir cevap almıştır. Bu yeni bir
fikir değildi. Aslında, bu merhum Başbakan Turgut Özal’ın 1986’daki Seyhan ve Ceyhan
nehirlerinden iki boru hattı aracılığıyla Suriye, Ürdün ve Arap Körfez ülkelerindeki büyük
şehirlere günlük yaklaşık altı milyon metreküp su taşımak için “Barış Su Boru Hattı” adındaki bir
54 milyar dolarlık heybetli önerisinden küçük boyutlu bir versiyonunu temsil ediyordu. Arap
itirazları karşısındaki, Türk yetkililer aslında planın orijinaline dâhil olan İsrail’e yönelik su
ithalatının Arap-İsrail barışını bekleyeceğini duyurdular (Gruen, 1994). Buna rağmen, Suriye’nin
Arap Birliğindeki Aralık 1992 tarihli politik atılımı ile Türk Barış Boru Hattının “İsrail’e büyük
miktarlarda su vermek için bir oyun” olduğuna yönelik iddiaları devam ettirdi. Bu proje asla
hayata geçirilemedi çünkü boru hattını finanse etmesi beklenen körfezdeki petrol-zengini Arap
devletleri, kendi üst akım komşularının boru hattı bağlantısını kesebileceği için benzin-yakıtlı
tuzdan arındırma işleminin ekonomik açıdan daha ucuz olduğunu ve siyasi olarak tercih edilir
olduğunu öne sürdüler. (Ancak büyük tuzdan arındırma tesisleri de potansiyel olarak
savunmasız haldedir ve Körfez Arapları bunu Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali sırasında
öğrenmişlerdir.) Arap-İsrail barış sürecinin Ekim 1991’de Madrid’de başlamasının kısa süre
ardından, Türkiye su kaynakları üzerinde çokuluslu olarak çalışan gruba katıldı. Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel ve Başbakan Tansu Çiller dâhil olmak üzere kıdemli Türk yetkilileri, Türk
suyunu Suriye, Ürdün, İsrail ve Filistinlilere ulaştırmak için ilk olarak 5 milyar dolar tutacağı
tahmin edilen daha kısa bir boru hattı için destek sundular; ancak Suriye –boru hattının kendi
sınırlarından geçmesi planlan– çokuluslu komitelerin hiçbirine katılmaya yanaşmayarak, Şam
yönetiminin İsrail’le herhangi bir bölgesel işbirliğine gitmeyi gözden geçirmesi için dahi İsrail’in
Golan Tepelerinden tamamen çekilmeye yönelik söz vermesini talep etmiştir. Böylesi bir boru
hattının “hem İsrail hem de Suriye’ye hizmet verebileceğini” hatırlatan Çiller, Kasım 1994’deki
İsrail ziyaretinde “ancak öncelikle bizim barışa ihtiyacımız” var ifadesini vurgulamıştır (Silver,
1994). Mayıs 1999’da Ehud Barak’ın İsrail başbakanı olarak seçilmesi 1996’da kopan İsrail-
Suriye görüşmelerine erken bir geri başlangıç sunabilecek olmasına rağmen, bu yazının olduğu
tarihe kadar Şam suyla ilgili olanlar da dahil çokuluslu gruplara katılmayı reddetmemektedir.
Böylece Ankara’nın vurgusu önceliği tamamen rekabet altında olmayan Türk nehirlerinden suyu
Kıbrıs’a yönlendirmeye yönelik planlara kaymıştır. Ada uzun süren bir üç yıllık kuraklığın
pençesindedir ve bu durum hem Rum hem de Türk tarafında karlı ve genişleyen turist
endüstrisini devam ettirmek ve de yerel nüfusun büyüyen taleplerini karşılamak için su
havzalarından aşırı pompalama sonucu azalan su tabakaları ile artan deniz suyu istilası ile daha
da kötüleşmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi su geliştirme dairesinden kıdemli bir yetkili
olan Christos Marcoulis Haziran 1996’da şöyle bir beyanda bulunmuştur: “Bizler yağışa
güvenemeyiz. Son üç yıl içerisinde barajlar aşırı tüketildi ve su havzaları yenilenmedi. Yeni su
kaynaklarının geliştirilmesi bir önceliktir” (Hope, 1999). Kıbrıs Rum yetkililerinin ilk tepkisi ise tuz
arındırma tesislerinin yapımı için ruhsat verilmesi olmuştur, böylece de günlük 40.000 mm3 içme
suyu katkısında bulunmuştur. KKTC ise temel tepki olarak su ithalatına yönelmiştir. 1998
yazında bir Norveç-Türk ortak girişimi Türkiye’nin Akdeniz sahilinde Mersin ili sınırları içinde
bulunan Aydıncık (Gilindire) kıyısındaki Soğuksu adı verilen ve Toroslardan gelen bir akarsu
kaynağının denizle buluştuğu noktadan Kıbrıs’ta Güzelyurt’a su dağıtmaya başlamıştır. Bu su
şişirildiğinde 390 ft uzunluğunda ve 84 ft genişliğinde olan ve balon adı verilen sistemler
içerisinde römorkörler tarafından su üzerinde çekilmek suretiyle adaya getirilmektedir. İlk
aşamada bu torbaların/balonların her biri 10.000 m3 (yaklaşık 10.000 ton) su taşıyacaktır; ancak
daha sonraki planlar kapasiteyi 20.000’e çıkarmayı amaçlamıştır. Planlamaya göre güncel
teknik sorunlar aşırılırsa, bu proje ilk yılında 3 mm3 ve eğer römorkörler bir araya getirilebilirse
bu kapasite yıllık 7 mm3 ‘e çıkacaktır; ancak bu miktar, şu an itibariyle çoğu evin yalnızca
haftada bir veya iki kez içme suyu alabildiği şekilde olan içme suyu sıkıntısını rahatlatırken,
sulama için çiftçilerin ihtiyacını karşılamada yetersiz kalacaktır. Öte yandan bu proje maalesef
başarılı ve uzun soluklu olamaz ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin su ihtiyacını
karşılamaktan uzak proje öncelikle sürdürülebilir olmadığından, ayrıca suyun taşındığı
balonların sorun yaratmaya başlaması nedeniyle yürürlükten kaldırılır. Öte yandan bu suyun
taşınması için Aydıncık yakınlarında kurulan istasyon ve taşıma rampalarıyla denize inşa edilen
bazı altyapı tesisleri ise henüz kaldırılmadığından ayrıca çevre kirliliğine de neden olmaktadır.
Su Projeleri
Kuzey Kıbrıs’ta evsel ve tarımsal su kıtlığı aşikârdır. Çeşitli önlemler planlanmaktadır ve
diğerleri de su kaynağını arttırmak ve suyu daha etkin kullanmak için uygulanmaktadır.
Türkiye’den suyu tankerlerle, büyük su torbalarında veya boru hattıyla ithal etmek için projeler
önerilmiştir. Su torbası seçeneği 25 Temmuz 1998’de başlayarak denenmiştir (Kıbrıs, 1998a).
10.000 m3 kapasitesi olan su torbalarının bir yılda 3 mm3 su getirebileceği tahmin edilmiştir. Bu
su Türkiye, Anamur’daki Soğuksu Nehrinden gelmektedir. Su torbalarının kapasitesinde 30.000
m3 miktarına kadar bir artış yıllık 7 mm3 suyun ithal edilmesine olanak sağlayabilir. Bu da Kuzey
Kıbrıs’taki sistemin pompalamasına izin verebileceği maksimum miktardır. Bu su Kumköy’den
Serhatköy’e ve daha sonra Dikmen’e pompalanmaktadır (ana rezervlerin bulunduğu) ve
buradan da Lefkoşa ve Gazimağusa’ya pompalanmaktadır. Diğer bir önemli proje (Güzelyurt’ta
uygulanmakta olan) geleneksel sulama sistemlerini modern olanlarına dönüştürerek aşırı su
kullanımını önlemeyi amaçlamaktadır. Büyük miktarda su korunacak, suyun tuzlanması
önlenecek ve de tarımsal verimin üretkenliği ve kalitesi gelişme gösterecektir. Daha az gübreye
ihtiyaç duyulacağı için üretim giderleri de düşecektir. Şu an itibariyle, tüm sulanan alanlardan
(74.044 dönüm) 66.084 dönümü (%89,2) civarındaki kısmı geleneksel yöntemlerle sulanmakta
ve 7.960 dönümü (%10,8) modern yöntemlerle -yağmurlama sistemleri (2.989 dönüm veya
%37,6’sı) ve damla sulama (4.971 dönüm veya %62,4’ü)- sulanmaktadır (MOAF 1997b). Proje,
Güzelyurt bölgesinde turunçgiller çiftliklerindeki 10.000 dönümlük arazide gelenekselden
modern sulama uygulamalarına dönüşümle başladı. Yetkililer her yıl 10.000 dönüm turunçgiller
arazisini modern sulama uygulamasına dönüştürmeyi planlamışlardır, böylece 2001 yılına kadar
tüm ürünler bu yöntemle sulanır hale gelecekti (Şevki, 1997). 1 dönüm turunçgiller arazisinin
geleneksel yöntemle yıllık 1.420 m3 su kullandığı, öte yandan modern yöntemlerle yalnızca 710
m3 harcadığı göz önüne alındığında, bu iyileştirmenin çok miktarda suyu kurtaracağı
beklenmiştir: eğer proje başarılı şekilde uygulanırsa, potansiyel olarak en fazla 46,9 mm3 (710 /
66.084) kadar su kurtarılabilirdi. Lefkoşa ve Gazimağusa’ya su sağlamaya yönelik diğer bir proje
de, çökelmeye bağlı olarak yaklaşık 8-12 mm3 suyun yeraltına akarak denize karıştığı
Yeşilırmak bölgesinde bir baraj inşa etmektir (Özdemirağ 1998). Bu proje, hükümetin görüşleri
ile projeden etkilenen yerel köylüler arasındaki bir anlaşmazlık nedeniyle beklemeye alındı.
Kıbrıs Su Projesi “Yaşam Suyu”
Uzun dönemli bir çözüm sunacak ve belki de uzun süredir bölünmüş olan adadaki Türk-Rum
işbirliğinin ilerlemesine yardımcı olabilecek daha önemli bir proje ise Türkiye’nin Akdeniz
kıyısındaki Anamur Dragonda Çayı üzerinden içme ve sulama suyunu Kuzey Kıbrıs’taki
Güzelyurt’a taşıyacak 78 kilometrelik bir asma su altı boru hattıdır (1600 mm yarıçaplı yüksek-
yoğunluklu-polietilen); (Çınar Arıkan tarafından 21 Ekim 2010 tarihinde II. Uluslararası Kıbrıs
Sempozyumu Açılış Oturumu’nda yapılan konuşma)
"Bu kaynaktan alınarak borular vasıtası ile Kıbrıs'a bir yılda aktarılacak 75 milyon
metreküp suyun 15 milyonu içme suyu, kalan 60 milyonu ise sulama suyu olarak
kullanılacak. Saniyede 2,83 metreküp debi kapasiteli olacak su, dünyada ilk olacak bir
uygulama ile deniz altından HDPE boru hattı ile Kıbrıs'a taşınacak. Tatlı su taşıyacak
Türkiye-Kıbrıs arasındaki 78 kilometrelik boru hattının yüzmesini önlemek için belirli
aralıklarla özel malzemeden imal edilecek kablolar yardımıyla borular deniz tabanına
sabitlenecek. Çapı 1600 mm, et kalınlığı ise 61,60 mm olacak borular deniz yüzeyinden
250 metre derinlikte yüzer halde inşa edilecek."
Esasında Kıbrıs adası su kaynakları bağlamında uzun süreden beri sıkıntı çekmektedir ve bu
sorunun kaynağı Birinci Dünya Savaşı’na kadar gitmektedir. Savaş döneminde adada yaşanan
salgınlar, bulaşıcı hastalıklar ve özellikle bataklık bölgelerdeki sivrisineklerden ciddi şekilde
rahatsız olan İngilizlerin bataklıkları kurutmak amacıyla dikmeye başladıkları okaliptus ağaçları
adanın neredeyse bütün su kaynaklarını kurutmuş durumdadır. Bu noktadan hareketle adanın
su ihtiyacını karşılamak için başlatılan girişimler 1960’lı yılara kadar gider. Ancak yıllardır boru
hattı projesi finansman sorunu, teknolojik engeller ve adanın politik bölünmesiyle birlikte bir
hayal olarak kalmıştır. 1974 yılında Yunanistan desteğindeki Nikos Sampson darbesi Türkiye’yi
garantör devlet olarak adaya meşru bir müdahalede bulunmaya ve 20 Temmuz 1974 tarihli
Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yapmaya sevk etmiştir. Bugün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa
Birliği’nin bir üyesidir, öte yandan Türkiye yalnızca Türk kontrolündeki kuzeyi tanımaktadır.
Adanın iki tarafı da 2008 yılındaki kuraklıktan kötü şekilde etkilenmiştir; ancak suy daha fazla
ihtiyacı olan ve su kaynakları daha az olan KKTC bu kuraklıktan daha çok zarar görmüştür. Ada
boyunca ürünler kurumuş, Kıbrıs Rum kesimi hane halkının ve turizm endüstrisinin ihtiyaçlarını
karşılamak için su ithal etmiştir. KKTC ise tuzlu suyu kullanmak zorunda bırakılmıştır. Boru hattı
-büyük bir mühendislik başarısı olarak- inşa edildiğinde adanın su sorunlarına uzun dönemli bir
çözüm sunulacaktır. Proje Ankara’da resmi onay almış ve Türkiye’nin en büyük şirketler
topluluğu ve deneyimli inşaat şirketlerinden biri olan İstanbul merkezli Alarko Holding tarafından
yönetilen bir Türk-Avrupalı firmalar konsorsiyumu tarafından üstlenilmiştir. KKTC'ye içme suyu
temini projesi kapsamında Dragon Çayı üzerinde yapılacak Alaköprü Barajı için ilk girişimler ise
1998 yılında başlamıştır. Dönemin Bakanlar Kurulu kararıyla 1998 yılında proje Alarko firmasına
verilmiş, 7 Ekim 2005 tarihinde de DSİ Genel Müdürlüğü ile ALSİM Alarko şirketi arasında
mutabakat zaptı imzalanmıştır. Anamur Dragon Çayı üzerinde tesis edilecek olan Alaköprü
Barajı'ndan alınacak su, deniz altından boru hattı ile Akdeniz'in tabanına döşenecek ayaklar
üzerinden KKTC'ye ulaşacak ve uzun yıllardır susuzluk yüzünden kuru ziraatla yetinen ada halkı
da projenin hayata geçmesiyle sulu tarım da yapabilecektir. 17 Mayıs 2010 tarihinde Anamur
Alaköprü Barajı konusunda ihale yapılmış ve yapım için teklif veren firmalar konusunda
açıklamada bulunulmuştur; “Anamur HES'e 13.5 milyon dolar. “ Elektrik Üretim A.Ş'ye ait
Anamur, Bozyazı, Mut-Derinçay, Silifke ve Zeyne hidroelektrik santrallerinin nihai pazarlık
görüşmesinde en yüksek teklifi, 13 milyon 520 bin dolarla Seba Ortak Girişim Grubu verdi.”
(http://www.cnnturk.com/2010/ekonomi/genel/05/17/anamur.hese.13.5.milyon.dolar/576631.0/index)
Bu duruma göre Alaköprü barajı 4 yıl içinde tamamlanacak ve bu arada Kıbrıs’a su götürülmesi
ile ilgili proje de bitirilecektir. Alarko Holding Başkanı Dr. Üzeyir Garih tarafından verilen bilgiye
göre bu boru hattı tahmini metreküp başına 25 ile 34 sent arası bir giderle yıllık 75 mm3 su
sağlayabilecektir. Bu ücret ise plastik balon işleminden epeyce azdır ve hâlihazırda 75 sent ile 1
dolar arası gideri olan tuzdan arındırma tesisleri giderlerinin de üçte biri kadardır (Garih, 1999).
Uluslararası finans kaynaklarının arandığı bu boru hattı projesinin toplam gideri ise 225 milyon
dolar olarak tahmin edilmektedir. Anamur-Güzelyurt boru hattının en heyecan verici kısmı ise
onun Türk-Rum güven sağlama ve pratik işbirliğine yönelik potansiyel katkısıdır. Alarko’nun
Kıbrıs projesinin yöneticisi olan Ali Budak’a göre “Fizibilite çalışmasında yıllık 75 milyon m3 2025
yılı için öngörülmüştür.” Ancak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için günlük su ihtiyacı yıllık 30
milyon m3 olduğu için “ekstra miktardaki su Barış Suyu Projesi’nin tanınmasının ardından tüm
ada için kullanılabilir halde taşınacaktır.” Bu konuyla ilgili olarak tepkisini ortaya koyan merhum
İsmet Kotak ise bu suyun Rumlara karşı koz olmaktan çıkarılarak rant sağlanacağını, Rumlara
peşkeş çekileceğini ve projenin Alarko öncesinde de var olduğunu belirtmektedir (Kıbrıs
Postası, 1 Mayıs 2008). Dr. Üzeyir, Garih yıllar önce dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın
kendisini geç bir saatte arayarak benzeri bir su paylaşım önerisinin yalnızca Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti nüfusunun pratik ihtiyaçlarını karşılamasından ziyade uzun süreli muhalif tavırları
olan Rumlar ile yerel Türk komiteleri arasında bir güven inşasında katalizör olarak işlev görmesi
için geliştirmeye sevk ettiğini ifade etmektedir. Turgut Özal bu düşünce üzerinde harekete
geçmeden 1993’te ölmüştür; ancak bu fikir halef-selef oldukları Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel tarafından takip edilmiştir. 1998 yılı Aralık ayı ortalarında Türkiye’den ve
Yunanistan’dan gayri resmi bir grup işadamı ile Kıbrıs’taki hem Türk hem de Yunan topluluklar
İstanbul’da toplanmış ve Alarko boru hattı projesini olumlu karşılayan bir demeç
yayımlamışlardır. Maalesef, PKK lideri Öcalan’ın Yunanlar tarafından desteklendiğinin ve hatta
Kenya’da Yunan elçiliğinde misafir edildiğinin ortaya çıkmasının ardından Türk üyeler protesto
için görüşmeleri terk etmiştir. Son olarak, Alarko Antalya yakınlarındaki Manavgat Nehrinden
suyu İsrail’in doğu Akdeniz kıyısındaki bir bölgeye iletmek için benzer bir su altı boru hattı
projesi önermiştir. Buradaki tesisten İsrail’in mevcut şebekesi aracılığıyla ülkenin herhangi bir
tarafına ve potansiyel olarak da Filistin bölgesine veya batı kıyısına da yönlendirilebilir. Ayrıca
bu proje 1994 anlaşmasıyla İsrail’in Ürdün’e arz etmeyi taahhüt ettiği suyun da yerini alabilir.
Mesafe Kıbrıs’tan daha uzak olmasına rağmen Kıbrıs’a inşa edilmekte olana benzer bir hat
uygulanacak ve deniz seviyesinden 100 metre aşağıya demirlenecektir. Yıllık 50 mm3 su
getirecek olan bu projenin toplam giderinin 200 ile 300 milyon dolar arası olacağı tahmin
edilmektedir. Şüphesiz halen yapım çalışmaları devam eden ve Toros Dağlarından başlayarak
Anamur’da deniz kıyısına kadar yaklaşık 90 kilometrelik bir hatta kendi yarattığı enerjiyle sahile
kadar gelecek olan suyun sadece KKTC için değil Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail için de
hayati önemi bulunmaktadır ve yavaş yavaş da olsa dillendirilen ise bu suyun ihtiyaç fazlasının
adadan İsrail’e gönderilmesi fikridir. Bu konuyla ilgili senaryolar kamuoyunda tartışmalar
açılırken İsrail ise konuyla ilgili altyapı oluşturmaya ve gerekirse projenin 2014 öncesinde
tamamlanması için her türlü finansman yardımını sağlamaya hazır görünmektedir.
KAYNAKLAR
Bıyıkoğlu, G. 1995. KKTC Yağış Analizi. İkinci Su Kongresi Bildiriler Kitabı, 23–24 Şubat 1995. Kıbrıs
Türk Mühendisler ve Mimarlar Odası Derneği, Lefkoşa, Kuzey Kıbrıs.
MOAF (Ministry of Agriculture and Forestry). 1997a. Agricultural structure and production 1975–1995,
Lefkoşa, Kuzey Kıbrıs.
——— 1997b. Agricultural structure and production 1996, Lefkoşa, Kuzey Kıbrıs.
Numan, T.; Ağıralioğlu, N. 1995. Forecasts and suggestions for the water problem of North Cyprus in the
short run and long run. In Altay, G.; Börekçi, O.; Akkoyunlu, A.; Altınbilek, D.; Güçbilmez, D., vd.,
Developments in the Civil Engineering, Proceedings of the Second Technical Congress, 18–20 Ekim
1995, Istanbul, Türkiye.
Bıçak, H.; Özdemirağ A. 1997. Estimation of forecasting of water demand and supply in North Cyprus: the
impact of various projects under various scenarios. Yakın Doğu Üniversitesi Ekonomi Bölümü, Ekonomik
Araştırma Seminer Dizisi Sunumu, Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs.
Khalil, A.: 2 Haziran, 1999, Iraq's representative to the FAO, quoted in AP dispatch from Baghdad
Demirel, S.: 1992, Introduction to GAP: Southeastern Anatolia Project, TC Genel Sekreterliği Basını,
Ankara.
Bağış, A. (1989). GAP Güney Doğu Anadolu Projesi: The Cradle of civilization regenerated. İnterbank,
Istanbul: personal communications from professors Bağış and İlter Turan and Turkish officials who asked
not to be identified, Istanbul ve Ankara, Temmuz 1993.
Kienle, E.: 1990, Ba'th versus Ba'th, Syrian-Iraqi Relations since 1968, 96-100.
Beschorner, N.: 1992, Water and Instability in the Middle East, Adelphi Paper No. 273, International
Institute for Strategic Studies, London, 41-42.
Bilen,Ö: 1997, Turkey and Water Issues in the Middle East, Southeastern Anatolia Project (GAP) Bölge
Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Ankara.
Gruen, G.: 1994, "Contribution of Water Imports to Israeli-Palestinian-Jordanian Peace," in J. Isaac ve H.
Shuval (eds), Konferans Bildirileri, Ortadoğuda Su ve Barış, Elsevier Science Publishers,
B.V.,Amsterdam, 273-88.
Silver, E.: Dec. 21, 1994, "Middle East Interview: The Ottoman Empress," Jerusalem Gazetesi.
Hope, K.: June 7, 1999, "Expanding tourism is putting severe strains on an essential commodity,"
Financial Times, Kıbrıs Anketi.
Kibris. 1998a. 1997. President Süleyman Demirel brought the pearce water and returned. Kıbrıs, Lefkoşa,
26 Temmuz.
Sevki M. 1997. Big Agricultural Project in Guzelyurt. Lefkoşa Kuzey Kıbrıs, 20 Kasım.
Özdemirağ, A. 1998. Investment appraisal of a dam to be built in Yesilirmak. Department of Economics,
Eastern Mediterranean University, Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs. Yüksek Lisans Tezi.
Garih, U.: Mayıs-Haziran 1999, Garih’in Gruen’e mektubu.