ham dergi 2
DESCRIPTION
2. sayiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiTRANSCRIPT
İçinde Bunlar Var!
EDİTÖRDEN
Halimiz Ahvalimiz 3
ESPERANTO serhat kuğuoğlu
4
İSKENDERİYE
KÜTÜPHANESİ volkan dinç
Aydınlık Sularda Karanlık
Düşler
5
SON KALE’M oğuz güner
Dışlamanın Alt Okuması 8
CAMİİ DUVARI sait gülsoy
Başka Bir Küreselleşme
Masalı
9
İLKER’İN YATI ilker yatı
11
Siz de aramıza katılırsanız daha fazlası olur!
Yazar ve çizer başvuruları için iletişim:
EDİTÖRDEN…
İkinci sayımızla selamlıyoruz seni ey sevgili okur;
Dergimiz bu sayısından itibaren aylık düzene girecek ve ayda bir olmak üzere sizlere
sunulacaktır. Kuruluş amacında önemli bir yer tutan, bir yerde yazmak, çizmek isteyen
herkese özgür bir platform olarak bir okul ya da antrenman alanı olmak gayesinden
sapmayacağına ve bu yolda emek sarf eden her çizer ve yazarı destekleyeceğine olan
sözümüzü daha güçlü dile getiriyoruz. Belki yeni çizerler ya da yazarlar için zaman içerisinde
ısrar etmemiz gerekecek ki biz okuyan, düşünen ve bunu emeğe çeviren bir Türkiye için
bıkmadan yapacağız.
Kalemlerimizin zor yazıp çizdiği bir dönemdeyiz, ülkenin sosyal-siyasal devinimlerinin şehit
bakiyesi verdiği ve bunun rutin olarak kanıksanmaya başlandığı bir dönemde ellerimiz zor
yazdı, zor çizdi. Belki önümüzde inandırıcı bir çözüm görmediğimizden geleceğe ilişkin,
belki de gördüğümüz çözümlerin tedirginliğindeyiz ülke olarak. Bilmiyoruz…
Pek çok basılı derginin dağıtım kanallarını iyi kuramadığı, kullanamadığı için işlevsel
olamadığı, okura ulaşamadığı nice yıllar geçti. Kurulan dergiler, kapanan dergiler, edilen
masraflar, girilen zararlar… Lakin e-dergi formatı çıktı ortaya teknolojinin sunduğu bir nimet,
imkân olarak. Bu e-dergi imkânı dağıtım kanalını sanal ortama taşıyarak yok denecek kadar
az maliyetlerle okura ulaşma imkânı tanıdı dergi çıkartanlara. Pek tabi okura ulaşma işi sanal
ortamda da HAM Kültür-Mizah dergisi gibi bebek oluşumlar için yine de bir sorun. Bu
noktada sizin derginiz olan Ham Kültür-Mizah derginizin daha büyük kitlelere ulaşmasında
her bir okurumuzu gönüllü elçimiz olarak görüyoruz. Okunduğumuzu, takip edildiğimizi
bilmek bize verdiğimiz emek sonucundaki en büyük ödül ve mutluluk, desteklerinizi
esirgemeyin.
Üçüncü sayımızda görüşmek üzere,
Sevgiyle kalın…
Ham Dergisi ekibi adına
Sait Gülsoy
5
İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİ
Volkan Dinç
AYDINLIK SULARDA KARANLIK DÜŞLER: Distopya‟ya Devam
- Hiç ölmeyecekmiş gibi
yaşayan bir adam tanımıştım bir
keresinde.
- E? Sonra ne oldu?
- Öldü.
Merhaba sevgili okur. Geçen sayıda sana iki tane distopik kurgu eseri tanıtmıştık
hatırlarsın. Biz duramadık, durdurulamadık (“Asıl soru bana kimin izin vereceği değil, beni
kimin durduracağıdır” –Ayn Rand) ve sana bu hafta da iki distopik kurgu örneği vermeye
geldik.
Bunlardan birincisi, distopik kurguda Orwell‟e ve Huxley‟e ilham olmuş eser olan
BİZ. Yazarı Yevgeni İvanoviç Zamyatin. Yazar 1884‟te doğup, 1937‟de hayata gözlerini
yummuştur ve yummadan önce 1920 yılında bu şahaser tadındaki distopik eseri yazmıştır.
Zamyatin Rusya doğumlu ve Rus. Fakat yazdığı eseri o dönemde Rusya‟da bastırması
imkansızdı. Bu yüzden eser el altından İngiltere‟ye getirtildi ve bastırıldı. Sıradışı bir kitap
için, sıradışı bir yayım hayatı diyebiliriz.
Size iki kez üst üste distopik olgudan bahsetmeyeceğim çünkü
geçen sefer bunu konuşmuştuk o yüzden sadece BİZ‟den bahsedeceğim.
Sevgili okur Zamyatin'in getirdiği tartışma düşünen ve hayal eden insan
için özgürlük ve mutluluğun özdeş kavramlar olduğudur. Özgürlük
mutsuzluğa gebe olmak zorunda değildir Zamyatin'de. Özgürlük ve
mutsuzluk ile ilgili kitapta öyle bir gönderme var ki sanırım bunu sizinle
paylaşmak bin tane yorum yapmaktan daha iyi olacaktır:
Cennetteki o iki kişi... Onlara seçenek sunulmuştu: özgürlükten yoksun mutluluk veya
mutluluktan yoksun özgürlük.
O kadar. Avanaklar özgürlüğü seçti. Ya sonra? Sonra çağlar boyunca zincirlerini özlediler.
Eğer bunu ilk okuyuşunuzda burada din‟e ağır bir gönderme var diye düşündüyseniz,
rahatsız olduysanız veya „Bu ne be!‟ diye düşündüyeniz bu sizin aklınızın son derece normal
çalıştığının göstergesidir. O yüzden biz, sizin normal çalışan kafanızı daha da zorlamak
istiyoruz. O yüzden bir alıntı daha BİZ‟den:
6
Hepsi bir şakadan ibaretti. Tıpkı İbrahim ile İshak'ın öyküsü gibiydi...
Tam İbrahim, buz gibi terler içinde bıçağı, oğlunu kesmek için kaldırmışken yukarıdan,
yükseklerden bir ses duyulmuştu: 'Dur yahu! Şaka yapmıştım’
Düşünce sisteminiz sınırlarında zorlanmaya başladıysa BİZ
sizin distopyanız. Çünkü BİZ‟deki göndermeler sürekli, hiç
durmadan geliyor. İnsanların isimlerle değil, sayılarla adlandırıldığı
bir toplum BİZ‟deki. BİZ‟de insanlar birbiriyle sevişmek isterse
büroya başvurur, istediği kişiye kayıt olur ve pempe kuponlar alırlar.
BİZ‟de insanlar perdelerini asla kapatmazlar, sevişecekleri zamanlar
hariç. BİZ‟de esasoğlanımızın „başyapıtı‟ Entegral‟den bahsedilir. Bu
matematikteki İntegral‟dir tabiki. Ve uzaya gidecek bir araçtır bu,
diğer gezegenlere de devletin pençelerini uzatması için. Zamyatin
burada Entegral‟in matematiksel kesinliğine gönderme yaparken Entegral‟in matematiksel
tanımından yola çıkarak bu olgunun küçük parçaları bir araya getirmesini hesapladığını da
düşünmeden edemiyoruz. Bu Entegral tüm sayıları bir araya getirip bütünlüyor, yani türevi
bilinen bir fonksiyon yapıyor. Peki nedir bu türev? Düş gücüdür. BİZ‟deki diktatörlere, ki
bunlara Velinimet diyor Zamyatin, bir mesaj var hikayede. Aslında bu mesajı sadece bu
hikaye ile sınırlandırmak çok yanlış: "İnsanda düş gücünü yok edecek bir yol bulmadıkça
kazanamazsınız"
Ayrıca Zamyatin hikayeyi ana karakter D-503‟ün tanımadığı okurlarına yazdığı bir
roman bir günlük tarafından aktarıyor okuyucuya ve ‘Şu an evrenin neresinde olduğunu
bilmediğim okuruma sesleniyorum’ diye başlıyor cümlelerine.
BİZ baştan aşağı her bir olguya yaptığı bam telini sızlatan göndermelerle, Orwell
kadar kara olmayan bir son ile – çünkü BİZ‟de mücadele devam etmekte – merak uyandıran
hikaye örgüsüyle ve yarattığı devrim ve ata niteliğindenki distopik düzen örneği ile kesinlikle
okunması gereken, atlanmaması gereken, bakış açınızı genişletebilecek, size farklı görüşler
kazandırabilecek ve elinizden bırakmayı istemeyeceğiniz bir kitap. Okuyun, okutun...
İkinci eser ise Aldous Huxley‟nin Cesur Yeni Dünya‟sı. Esere
geçmeden önce yazarın 1894 İngiltere doğumlu, 1963 Amerika ölümlü
olduğunu söyleyelim. Amerika ölümlü olmak. Ailesi pek çok bilim
adamı ve sanatçı çıkarmış bir ailedir ve Huxley de bilimin etik değerini
sorgulamıştır uzun zaman toplumdaki normları eleştirerek. Bilimin
topluma ya da toplumun bilime hizmetini değil de araya giren etmenleri
aşındırmaya çalışır eserlerinde. Kalıcı Felsefe (Perrenial Philosophy)
kitabıyla bu felsefe anlayışını tekrar gündeme taşıyan bir düşünürdür
aynı zamanda. Bir distopik kurgu sayılan eseri Cesur Yeni Dünya ise
Huxley‟in düşüncelerini, anlayışını ve karakterini yansıtan bir yapım olarak öne çıkar.
Cahillik mutluluktur lafı kulağınıza çalınmıştır değil mi sevgili okur? Öyle midir
gerçekten? Bir şeyin olmadığını bilmekten dolayı rahat olmak gerçekten rahatlık mıdır? Size
göre belirsizlik hakikatten iyi midir hiç değilse belirsizlikte hala umut olduğu için?
7
Bilmemenin, farkında olmamanın ya da “yanlış” farkındalığın, “şartlanmışlığın” size
mutluluk sağlayabileceğini hiç düşündünüz mü? Mesela; birini sevdiniz. Ama hiç
açılamadınız. Ve aranıza yıllar ile yollar girdi. Bilmiyorsunuz o da
sizi sevdi mi diye. Ama öyle kabul ediyor ve mutlu yaşıyorsunuz. O
da beni sevmişti diyorsunuz, bakmıştı be diyorsunuz kendi kendinize
deli gibi. Ve bu mutluluk üstüne kuruyorsunuz tüm geri kalan
hayatınızdaki ilişkileri. O ilk aşkın karşılıklı olmasının verdiği güven
üstüne kuruluyor tüm ilişki yaşamınız. Ve yıllar sonra O çıkıyor
karşınıza. Sizi hatırlamıyor bile. Anlatıyorsunuz hani sen on
yedindeydin ben de on sekizimde. Bakışmıştık, konuşmuştuk biraz
diyorsunuz, sen de beni sevmiştin hatırla diyorsunuz. Ama o
hatırlamıyor. Tüm duygusal yaşamınız yıkılmaz mı? İşte şu
konumda farkındalık nasıl da güçlü bir kelime hele de nesnesi
bilinmediğinde. Yokluk, anlamsızlık ve hatta hiçlik. Peki ya mutluluk farkındalıkların vicdan
terazisinde eşit gelmesiyle alakalı bir duygu değil mi? Bundan yaklaşık 80 sene önce 1932‟de
Aldous Huxley bunları düşünmüş bizlerin yerine. Biz de hiç değilse okuyalım dedik.
Huxley hikayesinde kurguya ağırlık verir. Ki bu bir distopya, başka ne olabilirdi ki?
Cesur Yeni Dünya eserinde kapitalizmin bilimsel üretim adı altında takılı kaldığı üretkenlik,
etkinlik ve verimlilik bağlamında dönemin kuramı Fordizimden yola çıkarak, bilim ahlakı ve
insan ırkının hayatı algılayış dünyasıyla yoğurur. Edebi anlamda çok büyük bir eser olmasa
bile kurgusu, özellikle giriş ve sonuç kısımlarıyla kayda değer önermelerde bulunmaktadır.
Huxley tüm bunları yalın bir anlatımla fazla dolandırmadan ve bulandırmadan yapmaktadır.
Genetik bilime ilgisi olanlar, klonlama deyince kulakları merakla dikilenler okumalı bu eseri.
Cesur Yeni Dünya‟da yaratılan dünyada bebekler tüplerde beslenip doğar doğmaz
şartlandırmayla eğitilmeye başlanır, çocuklar birbirleriyle bir oyun olarak özgürce seks yapar
(evciliğin sınır tanımaz hali) ve bunun gibi birçok sıradışı eylem gerçekleşir.
Ama bu kadar yazıp da bir W. Shakespeare hayranı olarak söylemeden edemem ki
Brave New World olgusu ilk olarak W.S.‟in Tempest adlı eserinde geçmiştir olgu olarak.
Özellikle bu „şartlandırılmaları‟ günlük hayatla, dinle, çevrenizdeki birçok şey ile
bağdaştırıp düşünürseniz kitabın zamanın ötesine uzandığını görürsünüz. Ki zaten anti
ütopya‟nın en güzel kısmı en hoşumuza giden kısmı, yıllar önce yazılmış olmalarına rağmen
zamanda kırılma yaşamış gibi günümüze kalmaları değil midir?
Sevgili okur siz hiç bir makinanın kendinin farkında olduğunu ve bu sayede mutlu
olup olmadığını düşündünüz mü? Peki ya siz hiçbir insanın makine olabileceğini düşündünüz
mü ya da bir ürün? Düşünün…
8
SON KALE’M
Oğuz Güner
DIŞLAMANIN ALT OKUMASI: Toplumsal Mastürbasyon
İçinde olduğumuz yıllarda modern çağın getirdiği avantajlarla birlikte toplumumuz
gayet post-modern bir toplum hüviyetine bürünmüş
durumdadır. Bu post-modern hüviyetin gerekliliği
rekabettir, bu rekabet ortamı da mastürbasyona kadar
uzanan uçsuz bucaksız bir dizin doğurur. Konumuz:
Toplumsal mastürbasyon. Peki, nedir bu toplumsal
mastürbasyon? Toplumsal mastürbasyon toplumun genel
olarak içinde biriktirdiği kini, nefreti, herhangi bir şeyi
yapamamışlığı vb. unsurları bir anda zevkle veya nefretle
bulunduğu ortama bırakmasıdır. Abicim anlatmak istediğin nedir, sadede gel ulan, nidalarını
duyar gibiyim. Şöyle ki: “Toplum toplum dediği nedir ki gülüm.” Karl Marx'a selam
çaktıktan sonra bu kısmı açıklamaya koyulalım. Toplum birden çok kişiden oluştuğu için olsa
gerek içinde her türlü pisliği, iyiliği, kötülüğü, aydınlığı, karanlığı barındırır. Aslında
tamamen pis bir toplum yoktur ya da tamamen temiz olan bir toplum... Buradaki pis ve temiz
kavramları mecazi olup pek bir önem teşkil etmemektedir. Örnek vermek gerekirse: X kişisi
bir şeyi çok ister ve o şeyde başarı sağlayamaz. Sonra bir başka Y kişisi de aynı duruma
düşer. Bu durum Kril alfabesine kadar gider. Aynı zamanda bir “A” kişisi gelir ve bu X’lerin
Y’lerin yapamadığını yapar. X’ler ve Y’ler birbirini körükler, ezilmişlik birikir de birikir.
İçinde biriken ezilmişliği dışarı fışkırtması için masum bir B’kişisi bulunur ve mastürbasyon
erken boşalma ile sona ermesi temennisi ile başlanır. Bu B kişisine tüm nefretini kusup ön
yargılarını dayarlar. Bu nesiller boyunca devam eder. En ufak sorundan tutun da en büyük
meseleye kadar her konuda bu kusma ve dayama süregider asırlar boyunca. Mastürbasyon iyi
midir; kötü müdür bu benim uzmanlık alanım değil; fakat bu olumsuz sonuçlar
doğurabilmektedir. Siz bir insan gidip de on bin kere “geri zekâlı” derseniz o insan “geri
zekâlı” olur. Yani mastürbasyonu bir kişi üzerine sık sık yaparsanız felaket bir sertleşme olur
ve o kişiden verim alamazsınız. Gelin şunu az yapalım, öz yapalım.
Tüm söylediğimizi kibarca özetlersek; toplumsal tabular
oluşturup kişileri ve grupları dışlarken onları
meşrulaştırdığınızın ve onlara kimlik kazandırdığınızın da
farkında olun ki ilerde hayda bu akım da neyin nesi
demeyesiniz. Dışlamak yerine entegre etmek ve biraz daha vahşi
versiyonu olan asimile etmek gibi iki güzide yöntem varken
zorlamaya gerek yok, değil mi?
Yazarın Notu: Yazılarımda bir değişiklik yapmaya karar verdim. Şöyle: Her yayında yazdığım yazının
son paragrafı mı desem son cümlelerimi desem bilemedim; ama son ile ilgili bir şeylerinde diğer
yayında yayınlanacak yazımla ilgili ufak bir başlık girişi yapacağım.
Kaming Suun: Haftaya bu satırlarda!
Öğrenilmiş Çaresizlik:
İnsanlar doğuştan mı şansız doğar; yoksa bazı insanlar o insanları şansızlığa mı iter? Bu
soruların cevabını hep merak etmişimdir. Elbette bu bahsettiğim ve bahşettiğim konu fiziksel
özelliklerle ilgili değil. Olay tamamen psikolojik, pekli tamamen “duygusal”. Sonraki yayında
görüşmek dileğiyle, saygılarımla...
9
CAMİİ DUVARI Sait Gülsoy
iletişim: [email protected]
BAŞKA BİR KÜRESELLEŞME MASALI:
Küçülen Dünya Yalanı ve Enformasyon Manipülasyonları Üzerine Yudumlamalar
Küreselleşme savunucularının dillendirdiği bir laf var ki “Dünya gitgide büyük bir köy
oluyor”. Yani demek istiyorlar ki herkesin birbirine erişebildiği, birbirinin emeğinden
faydalanabildiği, küçük tartışmalar olsa bile birlikteliğin zorunluluğundan ötürü hayatın
sürdürülebilirliği ya da sömürülebilirliği bir yaşam tarzı geliyor. Bir başka deyiş de
teknolojiyi bu
küreselleşmeye motor
görenlerce şöyle
dillendiriliyor; “Dünya o
kadar küçüldü ki
bulunduğunuz ülkeden ta
dünyanın öbür ucundaki
insanların ne yaptığını
izleyebiliyorsunuz artık”.
Bu söylemlerin bir an için
gerçek ve naif olduğunu
düşünelim, ne kadar
korkutucu olduklarını
hissedebilen kaç kişi var?
Dünyanın öbür ucunu
izlemek ya da herkesin
birbirine mecbur olduğu
bir ekonomik sistem
içinde belirli bir gelir
düzeyini kanıksayarak
hapsolmak. İnternette
dolaşırken bulduğum bir
küreselleşme haritası var -
Amerika’yı temel alıyor
gerçi ama zaten
kürselleşme dediğin şeyin
temeli Amerika değil mi?-
ki biraz İngilizce
bilenleriniz için (bilmeyenler de sözlükten, netten araştırsın bir zahmet) çok eğlenceli ama bir
o kadar da düşündürücü, dünya insanlarına allanıp pullanıp yutturulmaya çalışılan
küreselleşme olgusunun özü bir kara mizah örneğini olarak bu görselde konuşlanmış
durumda. Son yılların moda deyimiyle umarım pek çoğunuzun ezberini bozar bu harita!
10
Bu yazıda bu iki savı, özellikle ikincisini yıkmayı
hedefliyorum ki bu sandığımdan da kolay olacak
kanaatindeyim yazımın şu kelimelerini yazarken.
Küreselleşmenin dünyayı küçülttüğü söyleminin karşıt
görüşü olarak farklılıklarının korunmasını önemseyen
yerli gurupların geleneklerini öne çıkartması,
kültürel, dini, etnik grupların belirginleşmesine yol
açmaktadır. Sosyal bilimlerde kimlik talebi olarak
adlandırılan bu durum “kimseden habersiz kırsalda öleceğime
şehirde ölürüm, en azından öldüğümü fark ederler” savıyla da birleşince
ortaya karışık alevli pasta ikramı gibi bol kalorili bol keşmekeşli durumlar, sorunlar
çıkıyor. Dünya köy değil olsa olsa kalabalık yığınların bedensel olarak biriktiği ama bedenlerin
zihinsel olarak “biz ve ötekiler” olarak ördüğü soyut duvarların görüldüğü öbekler haline gelmektedir.
Köy kelimesinin algıda büründüğü şirin söylem bir kandırmacadan ibarettir ve asıl olan insan selinin
kentlere yığışmasıyla meydana gelen bedensel ve zihinsel bataklıklardır.
Teknolojinin farkındalığı sağladığı doğrudur ama kısmi olarak. Bir
yerden kulağınıza çalındı mı bilmem ama yasama, yürütme ve yargı gibi
demokratik güçlerin peşinde sayılan güç çeşitlerinden birisi de medyadır ki
yönlendirene hâlihazırdaki dünya düzeninde gerçek anlamda bir güç
sağlamaktadır. Bizim dünyanın öbür ucundaki insandan haberdar olmamız
için bize imkân ve izin verilmesi gerekir ki dünya insanının yarısından fazlası
imkâna ve izne sahip değildir. İnternete getirilen sınırlamalar, arama
motorlarında bazı kelimelerin aratılamaması, bazı ülkelere telefon açılamaması, uydu aracılığıyla TV
izlemenin yasak olması bazı ülkelerin başvurduğu bazı yaptırımlar sadece. İşin izin kısmı böyleyken
imkân kısmı ise tam trajikomik bir rezillik. İnsan hakları bildirgesi, haklarla ilgili çalışan insani
kuruluşlar her yerde geçen bir ifade var ki mealen veriyorum “her insanın bilgiye ulaşma hakkı vardır
ve eşittir”. Ne? Her insandan kasıt dünyadaki her ademoğlu mudur yoksa kapitalist dünyaya entegre
olmuş her insan için mi geçerlidir bu. İkinci kısımdan yola çıksak bile sorun çözülmüyor ki mesela
evinde paralı kanaldan yayınlanan bir belgeselle dünyanın başka bir yerine ilişkin bilgiyi edinebilen
bir insana karşın evine normal TV bile alamayan insanlar var. Daha güncel bir örnek verelim bu
noktada, Somali dediğimde bana ne dersiniz? Muhtemelen
hükümetimizin ve halkımızın büyük teveccühle yardımını
esirgemediği, Afrika’nın gariban ülkesi diye cevaplarsınız.
Hatırlar mısınız Somali açıklarında korsanlar ticaret gemilerine
silahlı çıkartma yapıyorlardı da Giresun firkateyni bölgeyi
korumak için gitmişti geçtiğimiz senelerde. Bilir misiniz
Somali’de iç savaş var ve yaptığınız yardımlar da muhtemelen
çalınacak ya da kullanılmaz hale gelecek. Ya da bambaşka bir
perspektiften devam edeyim siz hiç ülkemiz ana haberlerinde –çok
aşırı bir durum olmadığı sürece- Azerbaycan’da şu oldu, Kırgızistan’da bu oldu denildiğini duydunuz
mu? Duyamazsınız ama onun yerine bol miktarda Amerika’nın Pensilvanya eyaletinde meydana gelen
olaylardan haberdar olursunuz.
Bilgiye ulaşma imkânınız ancak size verildiği kadardır tabi siz bu gerçekleri görüp de
alternatif kanallardan bilgiye ulaşma kararını verdiyseniz ve imkânınız varsa durum değişebilir. En
azından Hz. Muhammed’e gelen ilk emri (vahyi) hatırlasanız da yeter… İkra! Ya da Türkçesi ile…
Oku!